S E V İM
P ro f. D r. E r d o ğ a n M ER Ç İL
SELÇUKLU DEVLETLERİ TARİHİ SİYASET, TEŞKİLÂT VE KÜLTÜR
TÜRK TARİH KURUMU
ATATÜRK KÜLTÜR,
T Ü R K
DİL VE T A R İ H Y Ü K S E K K U R U M U
T A R İ H
K U R U M U
Y A Y I N L A R I
XXIV. Dizi - Sa. 19
SELÇUKLU DEVLETLERİ TARİHİ SİYASET, TEŞKİLÂT VE KÜLTÜR
Prof. Dr. Ali SEVİM
T
Ü
R
K
T
A
R
İ
H
K
Prof. Dr. Erdoğan MERÇİL
U
R
U
M
U
B
19 9 5
A
S
I
M
E
V
İ
-
A
N
K
A
R
A
ISBN 975-16-0690-X
İ Ç İ N D E K İ L E R ÖNSÖZ
XV
GİRİŞ 1-12, Oğuz Yabgu Devleti 1.— Karahanlı Devleti 2.— Samanlı Devleti 2 — G azneliler Devleti 3.— Büveyhî Devleti 3.— A bbasî Halifeliği 4.— Fatımî Halifeliği 5.— Bizans İm paratorluğu 6 — H açlı seferleri 7.— Eyyubîler 8.— M em liiklüler 10.
BÜYÜK SELÇUKLU İMPARATORLUĞU 13-227. I.
DEVLETİN KURULUŞ DÖNEMİ 15-27. Selçukluların köken ve tarih sahnesine çıkışları 15.— Samanlı ve KarahanlılarİA ilişkiler 16.— Karahanlı ve Gaznelilerle ilişkiler 18.— Horasan’a geçiş 20.— Yeni Selçuklu başbuğları; Tuğrul ve Çağrı Beyler 21.— Gaznelilerle m ücadeleler 22.— Bağım sızlık kazanmaları: 1038 Zaferi 23.— Dandanakan Zaferi 24.— Devletin kuruluşu 26.
II. SULTAN TUĞRUL DEVRİ 28-47. Veni fetihler ve sınırların genişlemesi 26.
ANADOLU SEFERLERİ 30. İlk Türkm en akınları 30.— Daha sonraki Türkm en akınları 31.— Selçuklu ordularının harekâtı 34.— Hasankale zaferi 34.— Bizans’ la yapılan b a n ş 35.— Sultan Tuğrul’ un seferi 36.— Daha sonraki askerî harekât 37.— Sultan Tuğrul’ un Bağ dat seferi 40.— Resultekin ve İbrahim Yraal isyanı 43.— Bağdat’ ın işgali ve kurtarılışı 44.— Sultan Tuğrul’ un halifenin kızıyla evlenmesi 45.— Kutalmış isyanı ve sultanın ölüm ü 46.
III. SULTAN ALP ARSLAN DEVRİ 48-75. Tahta çıkışı 48.— Doğu A nadolu ve Gürcistan seferi 50.— Sullanın Doğu seferi 52.~ Kavurt isyanı 52.— Komutanların A nadolu harekâtı 53.— Bizans’ ın durum u 54.— A lp Arslan’ ın ikinci Gürcistan seferi 55.— Bizans’ ın karşı harekâtı 56.— Selçuklu em irlerinin akınları 57.— Sultan A lp Arslan’ ın Kuzey - Suriye .seferi 58.— Romanos Diogenes’ in hareketi 60.— M alazgirt Meydan Savaşı 62.— A lp Arslan için okunan hutbe 64.— A lp Arslan’ m orduya hitabı 66.— Barış antlaşması 70.— Zaferin yankıları ve sonuçları 72.— A lp Arslan’ m M averaünnehr seferi ve ölümü 73.
VI
İÇ İN DEKİLER
IV. SULTAN MELİKŞAH DEVRİ 76-136. M elikşah’ m veliaht ilân edilm esi 76.— M elikşah’ ın Sultan ilân edilmesi ve bazı dış olaylar 77.— M elik Kavurt Bey’ in isyanı 78.— Halifenin 6ultan M elikşah’ ın saltanatım onayı 81.— Karahanlılar ve G aznelilerle savaşlar 81.— Suriye’ nin fethi 83.— Atsız B ey’ in M ısır seferi 85.— A tsız'ın ölüm ü 86.— Kirm an seferi 87.— A nadolu fetihleri 88.— Türkiye Selçukluları ile ilişkiler 90.— Süleymanşah’ m ölüm ü 91.— Ebulkasım ve B üyük Selçuklular 92.— Kafkasya harekâtı 93.
AHSA YE BAHREYN KARMATİLERİ 95. K içkine’nin seferi 95.— Artuk B ey’in seferi 97.— Diyarbakır ve çevresinin fethi 101.— Şerefüddevle M üslim’in durum u 105.— H aleb’e hakimiyet m ücadelesi 106.— Sultan Melikşah’ ın Kuzey - Suriye seferi 107.— Sultan Melikşah’ m Bağdat’a gidişi 110.— B ağdat’ ta düğün 112.— Tekiş’ in isyanları 114.— Sistan’da durum 115.— Sultan M elikşah ve Karahanlılar 117.— II. Maveraünnehr seferi 118.— B atınîlerle m ücadele 119.— Suriye ve Filistin olayları 122.— A bba sî vezirinin görevden uzaklaştırılması 124.— M elikşah’ın Bağdat’ ı ikinci ziyareti 124.— H icaz’ ın durum u 125.— M elikşah - N izam ülm ülk anlaş m azlığı 126.— N izam ülm ülk’ ün öldürülm esi ve kişiliği 131.— M elikşah * M uktedî anlaşmazlığı 132.— Sultan Melikşah’ m ölüm ü ve tarihî kişiliği 133.—
V. SULTAN BERKYARUK DEVRİ 137-173. Bedevilerin Hacılara saldırmaları 138.— Sultan Berkyaruk - İsmail bin Yakutî mücadelesi 139.— Arapların Hacıların mallarım yağmalaması 139.
MELİK TUTUŞ’UN SALTANAT MÜCADELESİ 140. Sultan B erkyaruk adına Bağdat’ ta hutbe okunması 142.— Tekiş’ in öldürülm esi 143.— Tutuş’ un Aksungur ve Bozan’ ı b er taraf etmesi 143.— B erkyaruk - Tutuş m ücadelesi: Rey Savaşı 144.— Berkyaruk4a suikast 147.— Fahrülmülk’ ün vezir atan ması 147.— Gürboğa’nm Musul ve çevresini ele geçirmesi 148. — Berkyanık-Arslan Argun savaşı 149.— Selçuklu - Karahanh ilişkileri 150.— M uhammed bin Süleyman, em îr Kovdan ve Yaruktaş’ m isyanları 151.— H açlı seferlerinin başlaması 152.— H açlıların Antakya’ ya hâkim olması 154.— Fars bölgesindeki olaylar ve em îr Ü ner’ in isyanı 156.
SULTAN BERKYARUK - MUHAMMED TAPAR MÜCADELELERİ 157. Berkyaruk - M uhammed Tapar arasındaki ilk savaş 159.— Batınîlerin faaliyetleri 160.— B erkyaruk - Sencer savaşı 162.— Berkyaruk - M uhammed Tapar arasındaki ikinci savaş 163.— M uhammed Tapar - Sencer ittifakı 163.— Berkyaruk - M u hammed Tapar’ ın ü çüncü savaşı 165.— Barışın bozulm ası ve dördüncü savaş 167.— Gümüştekin Kayserî’ nin Bağdat’a şıhne atanması 169.— B erkyaruk - Muhammed Tapar arasındaki beşinci ve son savaş ve anlaşma 170.— Sultan B erkyaruk’un ölüm ü ve kişiliği 172.
VI. SULTAN MUHAMMED TAPAR DEVRİ 174-203. M uhammed Tapar’ ın sultan olması 175.— M engübars’ ın isyanı 177.— Emîr Çavlı’ nın M usul ve çevresindeki faaliyetleri 177.— Seyfüddevle Sadaka ile m ücadele 181.— Em îr Çavlı ile m ücadele 184.— Çavlı’ nın yeniden Fars valiliğine atanması 186.— B atınîlerle m ücadele 188.— B âvendîler ile ilişkiler 191.
HAÇLILARLA MÜCADELELER 191. Fahrülmülk ibn A m m ar’ ın yardım girişimi 192.— Em îr M evdud’ un H açlılara karşı seferleri 193.
Taberiye savaşı 196.
Aksungur P orsukî’ nİn M usul’a atanması ve faaliyetleri 197.— Telldânİ6 savaşı 198.— Büyük Selçuklu - Karahanh ilişkileri 200.— Büyük Selçuklu - Gazneli ilişkileri 201.— Gürcülerle m ücadele 202.— M uhammed Tapar ın ölüm ü ve kişiliği 202.
İÇİN DEKİLER
VII
VII. SULTAN SENCER DEVRİ 204-226. S encer’ in Büyük Selçuklu sultanı olması 204.— Balını faaliyetleri 208.— Sultan S encer’e karşı Müsterşid - Sultan Mah mut ittifakı 209.— B irinci batı seferi 209.— Karahanlılara karşı sefer 210.— Sultan S encer’ in ikinci batı seferi 212.— Irak Selçuklu Devleti’ nde yeni olaylar 213.— Sultan Sencer’ in Gazne seferi 215.— A bba sî H alifeleri ve Selçuklular 216.— Sul tan S encer’ in b irin ci Hârezm seferi 216.— Katvan savaşı 218.— Sultan Sencer’ in ikinci Hârezm seferi 219.— Sultan Senc e r’ in üçüncü Hârezm seferi 220.— Katvan savaşından sonra Sencer’ in Batı siyaseti 222.— Selçuklu - Gurlu ilişkileri 222.— Sultan Sencer ve Oğuzlar 223.— Sultan Sencer’ in tutsaklıktan kurtulması ve ölüm ü 225.— B üyük Selçuklu Soy Kütüğü 227.
IRAK SELÇUKLU DEVLETİ 229-295. I. SULTAN MAHMUT DEVRİ 231-241. M elik M esut’ un isyanı 232.— Dübeys’ in faaliyetleri 233.— M elik T uğrul’ un isyanı 234.— Gürcülerle m ücadele 235.— Ve zir Sumeyremî ve Çavuş Bey’ in öldürülmeleri 236.— Aksungur Porsukî’ nin fitnelikten uzaklaştırılması 237.— Sultan Mahmut - halife M üsterşid anlaşmazlığı 237.— Zengi’ nin M usul’a atanması 238.— Dübeys’ in faaliyetleri 240.— Sultan Mahmut’ un ölüm ü ve kişiliği 241.
II. SULTAN DAVUT DEVRİ 2 4 2-2 4 3 . III. SULTAN TUĞRUL B. MUHAMMED TAPAR DEVRİ 244-247. Sultan Tuğrul’a karşı b ir ittifak oluşturulması 245.— Sultan Tuğrul-M elik Mesut m ücadelesi 246.— Sultan T uğrul’ un ölü mü ve kişiliği 247.
IV. SULTAN MESUT DEVRİ 248-261. Sultan Mesut - H alife Müsterşid m ücadelesi 248.— Sultan Mesut - Raşid Billah m ücadelesi 250.— Zengi’ nin Bizans - Haçlı ittifakına karşı m ücadelesi 251.— G urşenbih Savaşı 252.— Raşit Billah’ ın öldürülm esi 253.— Bağdat’ ta olaylar 255.— Sul tan Mesut-Zengi ilişkileri 255.— Zengi’ nin Urfa’ yı fethi 256.— Sutan Mesut ve Selçuklu em irleri 257.— Selçuklu em irleri nin yeni bir ittifakı 259.— Sultan M esut’ un son yılları ve ölüm ü 260.
V. SULTAN MELİKŞAH DEVRİ 262. VI. SULTAN II. MUHAMMED DEVRİ 2 6 3 -2 7 0 . Sultan Muhammed - Süleyman Şah ilişkileri 264.— Sultan Muhammed - halife M uktefî ilişkileri 265.— Süleymanşah’ m yeni den sultan ilân edilm esi 268.— Bağdat kuşatması 269.— Sultan II. M uham m ed’ in son yılları ve ölüm ü 270.
VIII
İÇİN DEKİLER
VII. SULTAN SÜLEYMANŞAH DEVRİ 271-273. H alifelikle ilişkiler 272.— Süleymanşah’ ın öldürülm esi 272.
VIII. SULTAN ARSLANŞAH DEVRİ 274-283. İldeniz - em îr İnanç m ücadelesi 275.— Atabek Zengi’nin Irak Selçuklu sultanlığına itaati 275.— Gürcülerle m ücadele 277.— B atınîlerle m ücadele 278.— E m îr İnanç’ m isyanı 279. — II. Arglanşah’a yardım 280.— Arslanşah - İldeniz ilişkileri 281.— Son G ürcü Seferi 281. — Sultan Arslanşah’ ın ölüm ü 283.
IX. SULTAN III. TUĞRUL DEVRİ 2 8 4 -2 9 4 . Halife Nasır L idinillah’a bîat 285.— Salahaddin Eyyubî ile ilişkiler 285.— K ızıl Arslan’ ın atabekliği 286.— Sultan Tuğrul - em irler anlaşmazlığı 289.— III. Tuğrul’ un ölüm ü 291. Irak Selçukluları Soy kütüğü 295.
KİRMAN SELÇUKLU DEVLETİ 297-335. I. DEVLETİN KURULUŞU 2 4 9-3 0 5 . Devletin gelişmesi dönem i 300.
II. SULTANŞAH DEVRİ 306. III. TURANŞAH DEVRİ 307. IV. İRANŞAH DEVRİ 3 0 8-309. V. ARSLANŞAH DEVRİ 310-311. VI. MUHAMMED DEVRİ 312. VII. TUĞRULŞAH DEVRİ 313.
İÇ İN DEKİLER
I.
FETRET DEVRİ 314-325. VIII. BEHRAMŞAH’ IN İLK MELİKLİĞİ 314-315. IX. II. ARSLANŞAH’IN İLK MELİKLİK DÖNEMİ 316. X. BEHRAMŞAH’IN İKİNCİ MELİKLİK DÖNEMİ 317-319. XI. MUHAMMEDŞAH DEVRİ 3 2 0 -3 2 2 . XII. MELİK II. TURANŞAH DEVRİ 3 2 3-3 2 5 . XIII. KİRMAN SELÇUKLU DEVLETİ’NİN ÇÖKÜŞÜ 3 2 6-3 2 9 . XIV. MELİK II. MUHAMMEDŞAH DEVRİ 3 3 0 -3 3 4 . Kirm an Selçukluları Soy Kütüğü 335.
SURİYE VE FİLİSTİN SELÇUKLU DEVLETİ 337-418. 1. SURİYE VE FİLİSTİN’ E İLK TÜRK GİRİŞLERİ 3 3 9-3 4 5 . 1. HANOĞLU HARUN 3 3 9-3 4 2 . 2. EMÎR AFŞİN VE SANDAK 3 4 2-3 4 3 . 3. FİLİSTİN’DE BİR TÜRKMEN BEYLİĞİ 34 3-3 4 5 . Fatımî ve M irdaeîlerle ilişkiler 343.
X
İÇİN DEKİLER
II. EMÎR ATSIZ DEVRİ 3 4 6-3 5 5 . Devletin kuruluşu 346.— Kudüs’ ün fethi 346.— Alsız - Şöklü çatışmaları, Taberiyye savaşı 347.— Tutuş’ un Suriye’ ye atan ması sorunu 348.— Dımaşk’ ın fethi. 349.— M ısır seferi ve sonuçları 350.— Atsız’ ın sonu 352.— Kuzey - Suriye olayları 352.
III. TACÜDDEVLE TUTUŞ DEVRİ 356-371. Atanması ve devlete hâkim olm ası 356.— B ir ittifak girişimi 357.— Tutuş - Müslim m ücadelesi 358.
SÜLEYMANŞAH’ IN KUZEY-SURİYE SEFERİ 359. Müslim ile savaşı 361.— Tutuş ile savaşı ve ölüm ü 362.— Sultan Melikşah’ ın Kuzey-Suriye seferi 363.
TUTUŞ’UN SALTANAT MÜCADELESİ 363. Kuzey - Suriye, Kuzey - Irak ve Doğu - A nadolu’ ya hâkimiyet 363.— Aksungur ve Bozan’ ın bertaraf edilm esi 365.— Rey savaşı ve Tutuş’ un sonu 367.— Tutuş’un tarihî kişiliği 370.
IV. HALEB SELÇUKLU DEVLETİ MELİK RIDVAN DEVRİ 37 2-3 9 4 . Devletin kuruluşu 372.— Dımaşk Selçuklu Devletiyle ilişkiler 374.— Fatımîlerle ilişkiler 376.— Halep Reisinin öldürül mesi 378.
HAÇLILARLA MÜCADELELER 378. Selçuklu ordusunun Antakya kuşatması 378.— A zaz’da isyan 382.— Kellâ bozgunu ve sonraki olaylar 383.— Haçlılara karşı ittifak girişim leri 386.— TeJbâşir savaşı 388.— Selçuklu ordusunun 1110 seferi 389.— Suriye heyeti Bağdat’ ta 390. — Selçuklu ordusunun 1111 seferi 391.— Tuğtekin ile ittifak 392.— M elik Rıdvan’ ın ölüm ü ve tarihî kişiliği 393,
v. MELİK ALP ARSLAN DEVRİ 395-398. B atınîlerle m ücadele 396.— Tuğtekin İle işbirliği 396.— Öldürülm esi 398.
VI. MELİK SULTANŞAH DEVRİ 39 9-4 0 5 . L ülü‘ nün dikla yönetimi 399.— Büyük Selçuklu sultanına başvuru 400.— Lülü’ nün sonu 401.— Yaruktaş’ ın yönetimi elegeçirm esi ve icraatı 402.— Devletin yıkılışı 403.— Sultanşah’ ın sonu 404.
İÇİNDEKİLER
XI
VII. DIMAŞK SELÇUKLU DEVLETİ MELİK DUKAK DEVRİ 406-417. Devletin kuruluşu 406.— Emîr Tuğtekin Dımaşk'ta 407.— Melik Rıdvan ile ilişkiler 408.— Antakya'ya yardım 409.— Güney doğu A nadolu'ya eefer 410.
HAÇLILARLA MÜCADELELER 411. Tancred ile çatışma 416.— Baudouin’e baskın 411.— C ebele'nin alınması 412.— Trablusşam'a yardım seferi 413.— Rahbe ve H umus'un alınması 414.— D ukak'ın ölüm ü ve tarihî kişiliği 415.— Devletin yıkılışı 416. Suriye ve Filistin Selçukluları Soy Kütüğü 418.
TÜRKİYE SELÇUKLU DEVLETİ 419-494. I. SÜLEYMANŞAH DEVRİ 421-427. Devletin kuruluşu 421.— M ansur’un bertaraf edilm esi 423.— Antakya'nın fethi 424.— Elbulkasım 'ın yönetim i 427.
II.
I. KILIÇ ARSLAN DEVRİ 4 2 8 -4 3 4 . Tahta çıkışı ve B izans'la ilişkiler 428.— Çaka ve Tanrıberm iş’ in Beylikleri 428.— İlk H açlıların yok edilmesi 430.— İztıik'in kaybı 430.— Selçuklu hâkimiyetinin yayılması 432.— Sultanın ölüm ü 432.— Bizans saldırısı 433.
III. ŞAHİNŞAH DEVRİ 4 3 5 -4 3 6 . Tahta çıkışı ve B izans'la çatışmalar 435.
IV. I. İZZEDDİN MESUT DEVRİ 437-441. Danişm endli hâkimiyeti 438.— Selçuklu - Danişmendli çatışmaları 439.— H açlılarla savaşlar 440.
V. II.
KILIÇ ARSLAN DEVRİ 442-447.
N ureddin M ahm ut'la anlaşmazlık 442.— M iryokefalon (M yriokephalon) zaferi 444.— Selçuklu - E yyubî ilişkileri 445.— Ülkenin bölünm esi 445.— H açlılarla m ücadele ve saltanat çatışmaları 446.
VI. I. GIYASEDDİN KEYHÜSREV’İN İLK SALTANATI 448.
XII
İÇ İN DEKİLER
VII. II. RÜKNEDDİN SÜLEYMANŞAH DEVRİ 449-451. Doğu ve G üney-doğu’da fetihler, G ürcülerle savaş 449.
VIII. I. GIYASEDDİN KEYRÜSREV’ İN İKİNCİ SALTANATI 4 5 2 -4 5 4 . Samsun’ un kurtarılışı, Antalya’ nın fethi 453.— E rm eniler ve Bizans’ la m ücadeleler 4-54.
IX I.
İZZEDDİN KEYKÂVUS DEVRİ 4 5 5 -4 5 8 .
T icarî anlaşmalar ve Sinop’ un fethi 456.— Antalya’ nın kurtarılışı ve Ermeni seferi 457.— Eyyubîlerle ilişkiler ve ölümü 457.
x. I. ALÂEDDİN KEYKUBAD DEVRİ 459-467. Devletin yükseliş dönem i 459.— Alanya’ nın fethi 460.— Devlet yöneticileri arasındaki anlaşmazlık 460.— Erm eni seferi 461.— Artuklu, Eyyubî ve M engücüklülerle ilişkiler 461.— Suğdak seferi 463.— Trabzon R um ları ve H ârezm lilerle çatış ma 463.— M oğollara karşı önlem ler 464.— E yyubîlerle çatışmalar 465.
XI. II. GIYASEDDİN KEYHÜSREV DEVRİ 4 6 8 -4 7 4 . Gerileme ve çöküş dönem i 468.— Saadettin K öpek’ in tahakkümü ve sonu 468.— Harezm lilerin durumu 469.— B abaî ayak lanması 470.— Selçuklu - Eyyubî gerginliği 471.— Kösedağ savaşı 471.— M erkezî hâkimiyetin çöküşü 473.
XII. II. İZZEDDİN KEYKÂVUS VE SONRAKİ OLAYLAR 4 7 5 -4 7 9 . Tahta çıkışı ve yönetim de sarsıntı. 475.
ÜÇ KARDEŞ YÖNETİMİ (1249-1254) 476. Yönetim de M oğol baskısı 477.
İKİ SULTAN YÖNETİMİ 477. XIII. IV.
RÜKNEDDİN KILIÇ ARSLAN DEVRİ 480.
M uineddin Süleyman’ ın dikta yönetimi 480.
İÇİNDEKİLER
XIII
XIV. III. GIYASEDDİN KEYHÜSREV DEVRİ 481-486. Baybars’la ilişkiler 481.— Hatîroğlu isyanı 482.— B aybars’ın A nadolu seferi 483.— M uineddin Pervane’ nin sonu 484.— Karam anoğullarının isyanı 484.— M oğol tahakkümünün artması 486.
XV. II. GIYASEDDİN MESUT DEVRİ 4 8 7-4 8 0 (İlk Saltanatı) M oğolların devlete el koyması 488.— Türkmen direnişleri 488.— M oğol şehzâdeleri arasında çatışmalar 489.
XVI. III. ALÂEDDİN KEYKUBAD DEVRİ 491-492 XVII. II. GIYASEDDİN MESUT’UN İKİNCİ SALTANATI, DEVLETİN YIKILIŞI 493. Türkiye Selçukluları Soy Kütüğü 494.
DEVLET TEŞKİLÂTI, KÜLTÜR VE İMAR FAALİYETLERİ 4 9 5 -5 2 6 DEVLET TEŞKİLÂTI 497. Veliahdlık 498.
HÂKİMİYET ALÂMETLERİ VE ÜNVANLAR 499. Hüküm darın ünvan ve lakapları 499.— Lakaplar 500.— Hutbe 500.— Taht 501.— Taç 501.— Sikke 501.— Tevki ve Tuğra 501.— Çetr 502.— Nevbet 502.— Bayrak (Sancak, liva, alem) 503.— Tırâz 503.— H il’at 503.— Gaşiye 504.—Saltanat Çadırı 504.— Ok ve yay 505.
SARAY TEŞKİLÂTI 505. Büyükhâciblik 506.— Vekil-i Der 506.— Üstadüddâr 506 — Emîr-i Hares 506.— Silâhdar (Emîr-i Silâh) 506.— Abdar (Taştdâr) 506.— Çaşnigir 506.— Şarabdâr 506.— Câmedâr 506.— E m îr-i A lem 506.— E m îr-i Candâr 506.— Emîr-i Şikâr 506.— Han salar 507.— B azdâr 507.— Saray muallimliği 507.— M utripler 507.— Sâkiler 507.— N edim ler 507.— Çavuş (Serheng, Durbaş) 507.
HÜKÜMET TEŞKİLÂTI 508. Divanül-inşâ ve’t-tuğra 509.— Divan-ı İstifa 509.— Divanül-Arz (Divanül-Ceyş) 509.— Divan-ı İşraf-ı MemâJik 509.— Divan-ı ^ M e z â lim 510.— Divan-ı Hâss (Hâs) 510.— Divan-ı Eyâlet (Divan-ı Vilâyet) 511.— Divan-ı Riyaset 511.— Divan-ı Evkâf-ı M em âlik 511.— Divan-ı Şıhneğî 511.— M üsadere Divanı 511.— Hatun Divanı 512.
ASKERÎ TEŞKİLÂT 512. Boy b irlikleri 513.— Gulâman 513.— D eylem liler ve Tâzikler 513.— Yardım cı kuvvetler 514.
X IV
İÇİN DEKİLER
İLMİYE TEŞKİLÂTI 514. Din 514.— İlmiye teşkilâtı 515.— Adâlet teşkilâtı 515.— Şer’ î yargı sistemi 515.— O rft yargı sistemi 516.
TOPRAK VE HALK 516. Toprak 516.— Hâs (Hâss) arazi 516.— Ikta sistemi 516.— Mülk (özel) arazi 516.— Vakıf arazi 516.— Halk 516.
İKTİSADÎ DURUM 517. KÜLTÜR FAALİYETLERİ 519. GÜZEL SANATLAR 522. KRONOLOJİ CETVELİ 527-558. BİBLİYOGRAFYA 559-570. GENEL DİZİN 571-599 HARİTALAR RESİMLER
ONSOZ İslâmî dönem Türk tarihinde, ilk kez, sınırları, aşağı-yukarı Çin sınırların dan Adalar ve Marmara Denizlerine, Kafkasya’dan Mısır sınırlarına değin uza nan ve dolayısıyla Türkistan, Hârezm, Afganistan, Iran, Azerbaycan, İrak, Arap Yarımadası, Suriye ve Anadolu ülkeleri topraklarını içine alan evrensel büyük bir Türk imparatorluğunu kuran Selçuklular olmuştur. Genellikle öteki Türk dev letlerinde olduğu gibi (Göktürklerde: B u m i n K a ğ a n - I s t e m i Y a b g u , B i l ge K a ğ a n - K ö l t e k i n , Osmanlılarda: O r h a n C a z i - A l â e d d i n P a ş a kardeşler vs.) Selçuklu M i k â i 1 ’ in oğulları T u ğ r u l ve Ç a ğ r ı B e y kardeşler tarafından kurulan Büyük Selçuklu Devleti, ilk sultan T u ğ r u l B e y dönemin de Merv’de toplanan Kurultay’da tespit edilen fetih planları uyarınca, büyük çapta gerçekleştirilen fetihler sonucunda sınırlarını, doğu, batı, güney ve kuzey yönle rinde süratle genişletmiş ve İslâm dünyasının biricik hâkimi durumuna gelmek suretiyle bir imparatorluğa dönüşmüştür; nitekim devrin Abbasî halifesi K a a im B i e m r i l l a h , sultan T u ğ r u l ’ u Doğu ’nun ve Batı ’nm (yani dünyanın) hü kümdarı olarak ilân etmiştir. Sultan T u ğ r u l döneminde sağlam temeller üzerine oturtulmuş olan imparatorluk, ikinci hükümdar Büyük Sultan A l p A r s l a n dö neminde yükseliş devrini yaşamış, batı yönünde büyük fetihler gerçekleştirilmiş, özellikle 26 Ağustos 1071’de Malazgirt’te Bizans’a indirilen büyük tarihî darbe sonucunda, Anadolu ’nun kapıları Türk milletine ardına kadar açılmış, dolayısıy la bu ülkenin bir Türk yurdu haline gelmesi yolunda en büyük adım atılmıştır. Sultan A l p A r s l a n ’ nın oğlu ve Selçuklular tarihinin en ulu hükümdarı olan sultan M e l i k ş a h döneminde ise Selçuklu imparatorluğu, en azametli dönemi ni yaşamış, gerek Doğu’da, gerekse Batı’da o kadar çok fetihler yapılmıştır ki, bu nedenle M e l i k ş a h ’ a Fetihler Babası (Ebu’l-feth) lakabı verilmiştir. Sultan M e l i k ş a h döneminde Büyük Selçuklu imparatorluğu’na tâbi olarak Kirman ve çevresinde Kirman Selçuklu, Suriye’de ve Filistin’de Suriye ve Filistin Selçuk lu ve Anadolu’da Türkiye Selçuklu Devletleri varlıklarını sürdürmekte idiler. Ay rıca Isfahan ve Hemedan dolaylarında Kâkûyeoğulları, Kafkaslarda Abaza ve Gürcüler, Gürcan ve Taberistan’da Ziyaroğulları, Tebriz’de Revvâdiler, Erran ve Armeniye’de Şeddadoğulları, Diyarbakır ve çevresinde Mervanoğulları, Musul’ da Ukayloğulları, Hille’de Mezyedoğulları ve Haleb’de Mirdasoğulları adlarında Müslüman ve Müslüman olmayan küçük emirlikler de Büyük Selçuklu Impara-
XVI
ÖNSÖZ
torluğu’na tâbi olarak siyasal yaşamlarını sürdürmekte idiler. Büyük Sultan M e 1i k ş a h ’ ın ölümünden (1092) sonra 30 yıldan fazla bir süre Selçuklu Devleti vezirliği yapmış olan çok değerli devlet adamı N i z a m ü l m ü l k ’ ün de Hatmi ler tarafından öldürülmesini izleyen yıllarda Selçuklu imparatorluğu, ortaya çı kan taht çatışmaları sonucunda, bir parçalanma ve çöküş dönemine girmiş oldu. Bu nedenle imparatorluk, Büyük Selçuklu Devleti’nin devamı olan Irak ve Hora san Selçukluları, Kirman Selçukluları, Suriye ve Filistin Selçukluları ve Türki ye Selçukluları olmak üzere, dört bölüme ayrılmıştır. Türkiye Selçukluları, M e l i k ş a h ’ ın ölümünden sonra Büyük Selçuklu Devleti ’nden ayrılarak bağımsız bir devlet halinde siyasal yaşamını sürdürmesine kar şılık Suriye ve Filistin, özellikle Irak ve Kirman Selçuklu Devletleri, aşağı-yukarı, Büyük Sultan konumunda bulunan S e n c e r ’ in ölümüne değin (1157) Büyük Sel çuklu Devleti ’ne bağlı kalmışlar, daha sonra da bağımsız bir duruma geçmişler dir. Büyük Selçuklu Devleti’nin pek uzun sayılamayacak bir zaman süreci içinde yıkılmasının esas etkenleri olarak, kitabımızda ayrıntılı biçimde görüleceği üze re, eski Türk devlet gelenek ve törfesine göre, devletin hanedan mensuplarının or tak malı sayılması nedeniyle başgösteren veraset sorunlarının neden olduğu taht çatışmaları, sultan-halife mücadeleleri, yetenekli ve kudretli sultanların yetişme meleri sonucunda atabeklerin devlet yönetimine tam anlamıyla hâkim olmaları ve nihayet Oğuz istilâsı ve Harezmşahlar Devleti’nin ağır baskı ve müdahaleleri şeklinde ifade edilir. Böylece yukarda adları geçen öteki bütün Selçuklu Devletlerinin, tarih sah nesinden çekilmelerine karşılık Türkiye Selçuklu Devleti, Haçlı seferleri, dolayı sıyla başlayan Bizans saldırıları ve nihayet Moğol istilâsına rağmen 1308 yılına değin varlığını korumayı başaran son Selçuklu devleti olarak tarihe geçmiştir. 300 yıla yakın bir süre devam etmiş olan Selçuklu hâkimiyeti artık böylece sona ermiş oldu. Bibliyografya''da gösterilen bellibaşlı kaynak ve araştırmalardan yararlanmak suretiyle hazırladığımız bu eser, kuruluş dönemlerinden itibaren bütün Selçuklu devletlerinin siyasal, genel nitelikte olmak üzere, teşkilât ve kültür tarihlerini kap samaktadır. Gereksiz ayrıntılara yer vermemeye çalıştığımız eserimizde, çeşitli ta rihî sorunların münakaşaları yapılmamış, özellikle siyasal olaylar, her kültür düzeyindeki halkımızın, öğretmen ve öğrencilerimizin kolaylıkla anlayabilecek leri sade bir dille anlatılmaya çalışılmıştır. Evrensel Türk tarihimizin ancak bir bölümünü oluşturan Selçuklu Devletleri Tarihi’mizı, geçmişine sıkı sıkıya bağlı aziz milletimizin istifadesine sunmakla kendimizi gerçekten mutlu hissettiğimizi, en içten duygularla ifade etmeliyiz. Prof. Dr. Ali SEVİM
Prof. Dr. Erdoğan MERÇİL
GİRİŞ Sınırları, doğuda Sırderya, batıda Adalar ve Marmara Denizleri, kuzeyde Kafkaslar, güneyde Mısır'a kadar uzanmış olan Büyük Selçuklu İmparatorluğu ku rulmadan önce, Orta ve On-Asya’nın siyasal görünümü şöyle idi: O ğuz Y abgu D evleti
Hazar Denizi ’nin doğusunda Sırderya ’nın ortalarına kadar uzanan sahalar da Oğuz Yabgu devleti hüküm sürüyordu. Göktürk devletinin esas unsurunu oluş turan Oğuzların batısında Hazar ve Bulgar Türk devletleri, kuzeyinde Kimekler (Kıpçaklar), güneyinde ise İslâm dünyası bulunuyordu. Selçukluların ait olduğu Kınık boyunun da içinde bulunduğu, genellikle göçebe Oğuz boylarından oluşan Oğuz Yabgu devleti, Yabgu vekili Külerkin (Kuzerkin), Subaşı (Ordu komutanı),7arhan ve Yinal ünvanlarına sahip olan yöneticiler tarafından yönetiliyordu. Devlet, beyleri vasıtasıyla feodal bir bağla Yabgu ’ya bağlı boylar (24 boy) birliğinden olu şuyordu. Bütün devlet işleri, boy beylerinin katıldığı bir Kurultay’da çözümle nirdi. Belli başlı şehirleri Yengikent (Kışlık başkent), Cend (yazlık başkent), Sabran (Savran), Sütkent, Salçı, Atlıh, Ordu, Barçmlığkent vs.’dir. Oğuzlar, 12’si Bozok, 12’si de Uçok olmak üzere, 24 boydan oluşmaktadır. Şöyleki: BOZOKLAR
UÇOKLAR
Kayı Bayat Alkaevli Karaevli Yazır Döğer Dodurga Yaparlı Avşar Kızık Beğdili Karkın
Bayındır Beçene Çavuldur Çepni Salur Alayuntlu Eymür Yüreğir İğdır Büğdüz Yıva Kınık
2
ALİ SEVİM —ERDOĞAN M ERÇİL
Oğuz\ax, itil ve Hârezm’e komşu olmalarından başka, Islâm âleminden Hazar ve Bulgurlara giden kervan ticaret yolu üzerinde bulundukları için Müslüman larla çeşitli ekonomik ve kültür ilişkilerinde bulunmakta idiler. Bununla birlikte onlar, Hazarların bir kısmı ile İtil Bulgarlarının toptan Müslüman olmalarına rağ men bağlı oldukları Şamanî (Kamlık, Gök Tanrı, Bir Tanrı) dininde kaldılar. Bu nunla birlikte X. yüzyılın ortalarında İslâmiyet, özellikle Sırderya’nın aşağı taraflarındaki Oğuz kentlerinde süratle yayılmaya başladı. Oğuz Yabgu devleti nin 992 yılma kadar çok kuvvetli bir durumda bulunan Hazarlara tâbi olduğu anlaşılıyor. Karahanlı D evleti
Uygur devletinin 840 yılında Kırgızlar tarafından ortadan kaldırılmasından bir süre sonra başkentleri Kaşgâr olmak üzere, Karahanlı devleti kurulmuştur. Özellikle S a t u k B u ğ r a H a n ’ ın ölümünden (955/56) sonra yerine geçen hü kümdarlardan A r s l a n H a n zamanında (Ölümü: Kasım 998), Fergana ve çev releri Samanoğullarından alınmış ve nihayet I l i g N a s r H a n devrinde, 999 yılında, Samanoğullarının Maveraünnehr ’deki topraklarını içine alan ve böylece sınırları, Amuderya ’dan Orta-Tarım’a kadar uzanan bölgeleri içine almıştır. Fakat bir çok Türk devletlerinde görüldüğü üzere, Karahanlı devleti de 1042 yı lında Batı ve Doğu olmak üzere ikiye bölündü. Başkentleri Özkent (ve Semerkant) olan Batı-Karahanlılar, Maveraünnehr ile Hocend’e kadar Fergana’ya hâkim idiler. Doğu-Karahanlı devleti ise başkentleri Balasagun (ve Kaşgâr) olmak üzere, Ta laş, Isficab, Şaş, Doğu-Fergana, Yarkent ve Hoten’e egemen bulunuyorlardı. Çok geçmeden her iki bölüm de Büyük Selçuklu imparatorluğuna tâbi hale geldiler (1071 ve 1089). Daha sonra her iki bölüm Karahıtaylarm yönetimi altına girdi (1130 ve 1141). Nihayet Doğu bölümü, 1211’de yıkıldı; Batısı ise Hârezmşahlar ta rafından 1212 yılında ortadan kaldırıldı. Sam anlı D evleti
S a m a n o ğ l u E s e d ’ in dört oğlunun Maveraünnehr’in çeşitli şehirlerin de Abbasî valileri olarak giriştikleri etkili faaliyetler sonucunda, bölgede Saman lı hâkimiyetinin temelleri atılmaya başlandı. Samanlı devleti, N a s r b i n A h m e t zamanında (875-892), Abbasî halifeliği tarafından resmen tanındıktan sonra kurulmuştur. Daha sonraki hükümdarlar zamanlarında, özellikle İ s m a i l dev rinde (892-907), devletin sınırları, kuzey, güney, doğu ve batı yönlerinde oldukça genişlemiş, Maveraünnehr ve Horasan hâkimiyet altına alınmış ve buralardaki küçük yöresel emîrlikler Samanlılara tâbi duruma getirilmişlerdir. Özellikle hü kümdarlığı 29 yıl süren I I . N a s r devrinde (914-943), Samanlı ülkesinde bilim, kültür, dil ve edebiyat en yüksek bir düzeye ulaşmış, çeşitli dallarda pek çok ünlü bilgin, şair ve edip yetişmiş ve bunlar, çok değerli eserler kaleme almışlardır. Fa kat daha sonra tahta geçen birçok yeteneksiz hükümdarlar devirlerinde devletin sınırları daralmaya başlamıştır. Özellikle batıda Büveyhî, doğuda Karahanlı ve
SELÇUKLU D E V LETLE R İ TARİH İ
3
Gaznelilerin gelişen hâkimiyetleri karşısında Samanlı devleti, yıkılmaktan kur tulamamıştır (999). Son Samanlı hükümdarı İ s m a i l M u n t a s ı r (1000-1005)’ın devleti kurtarma yolundaki çabaları başarılı olamadı; Selçuklulardan da yardım almasına rağmen Karahanlı ve Gazneliler karşısında tutunamadı ve sonunda Sa manlı devleti, kesin olarak tarihe karıştı, toprakları Karahanlı ve Gazneliler ara sında bölüşüldü. G azn eliler Devleti
Gazneliler, Samanlı devletinin dağılma döneminde ortaya çıkan bir Türk dev letidir. Önceleri Samanlı devletine tâbi olan bu devletin temelleri, Samanlıların Horasan orduları başkumandanı olan A l p t e k i n ’ in büyük çabalarıyla atılmış tır, A 1p t e k i n ’ in çok güvendiği bir Samanlı valisi olan S e b ü k t e k i n , bağımsız Gazne devletinin temellerini kuvvetlendirerek (977), kısa sürede Belucistan içle rine, Toharistan ve Zemindâver ve nihayet Peşaver’e kadar hâkimiyet alanlarını genişletti. Daha sonra tahta geçen M a h m u t (Ölümü: 1030) devrinde, Gazneli ler, bağımsız bir duruma geldi ve Abbasî Halifeliği tarafından da resmen tanındı; Samanlı topraklarını Karahanlılarla birlikte bölüştüler, böylece Sistan, Cüzcan, Çağaniyan, Huttal ve Hârezm, Gazneli sınırları içine alınmış oldu. Daha sonra sultan M a h m u t , Hindistan’a birçok seferler (17 sefer) yaparak lslâmiyetin bu ülkede yayılmasını sağlamış ve bu sebeple Islâm dünyasında ünlü bir kahraman olarak tanınmıştır. Sultan M a h m u t , saltanatının son zamanlarında, Selçuklu lar ve dolayısıyla birçok Türkmen (Oğuz) kitlelerinin Maveraünnehr ’den Hora san’a geçmelerine izin vermiş, bu durum ise, Gazneli devleti aleyhine telâfisi güç sorunlar yaratmış, daha sonra, üzerinde ayrıntılı olarak durulacağı gibi, Gazneli topraklarında Büyük Selçuklu devletinin kurulmasını sağlamıştır. B üveyhî D evleti
E b û Ş u c â B ü v e y h ( B û y e ) tarafından kurulan ve daha sonra Ziyaroğulları’nm hizmetine giren üç oğlu î m a d ü d d e v l e A l i , R ü k n ü d d i n H a ş a n ve M u i z z ü d d i n A h m e t ’in büyük çabalarıyla, süratle gelişen İran kökenli Büveyhoğulları devleti, kısa zamanda Isfahan, Cibâl, Kirman, Huzistan ve yörelerine hâkim olmuş ve hattâ A h m e t , 945 yılında Bağdat’a girip yönetimi eline geçirmiştir. A h m e t 5in oğlu A d u d u d d e v l e F e n a h u s r e v , Irak, Güney-lran ve Umman’ı elegeçirdikten başka Elcezire’de Hamdanoğulları, Taberistan’da Ziyaroğulları, Horasan’da da Samanoğulları aleyhine devletin sınırla rını en geniş bir düzeye ulaştırdı. Fakat onun ölümünden sonra aile içinde ayrılık ve çekişmeler başgöstermiş, önce Gazneliler’in, daha sonra da sultan T u ğ r u 1 ’ un Islâm dünyasına hâkim olma faaliyetleri sonucunda ortadan kaldırılmış (1055), ancak bu ailenin bazı bireyleri, tâbi emirlikler halinde, bir süre daha siyasal ya şamlarını devam ettirmişlerdir. Büveyhî valisi olarak, Bağdat’ta görev yapan Türk asıllı E b u l h â r i s A r s l a n B e s a s i r î , şiî Mısır Fatımîleri ve Arap emirle rinden K u r e y ş ve D ü b e y s ile işbirliği yaparak 28 Kasım 1058’de T u ğ
4
ALİ S E V İM -E R D O Ğ A N M ERÇİL
r u l B e y ’ in İ b r a h i m Y ı n a l isyanı dolayısıyla şehirde bulunmamasından istifâde ile Bağdat’ı işgal ve halife K a a i m B i e m r i l l a h ’ ı tıitsak alıp, Fırat üzerindeki Hadise-Ane kalesinde hapsettirmiştir. Fakat İ b r a h i m Y ı n a l ’ m isyanını bastıran T u ğ r u l B e y , yeniden Bağdat'a gelerek B e s a s i r î ’ yi ber taraf edip halifeyi tutsaklıktan kurtararak makamına iade etmiştir. Böylece son Büveyhî emîri A r a l a n B e s a s i r î ’ nin şiîliği yayma ve hâkim bir mezhep hali ne getirme faaliyetleri de kesin bir şekilde sona erdirilmiştir. A bba sî H a lifeliği
H z . P e y g a m b e r ’ in amcası A b b a s b i n A b d ü l m u t t a l i b ’ in soyun dan gelen Abbasîler, Emevî hanedanına karşı sürdürdükleri uzun mücadeleler so nucunda, ( M u h a m m e d b i n A l i , oğlu İ b r a h i m , bunun kardeşleri E b û C a f e r ve E b u l - A b b a s ve Horasanlı E b û M ü s l i m ) özellikle Büyük Zap Suyu savaşından (Ocak 750) sonra Emevîlere son vererek kendi adlarıyla anılan Abbasî Halifeliğini kurmuşlardır, ilk Abbasî halifesi E b u l - A b b a s S a f f â h ’ tan sonra yerine geçen kardeşi E b ’û C a f e r M a n s u r (754-775), hilâfet başken tini Bağdat’a nakletmiş ve böylece halifeliğin doğuya yönelmesini sağlamıştır. M a n s u r , halifeliği ciddi şekilde uğraştıran iç sorunları büyük ölçüde çözümle miş, ülkede huzur ve sükûnu sağlamıştır. Bunda, Iran asıllı Bermekoğulları aile sinin de büyük rolü olduğunda hiç şüphe yoktur. Fakat daha sonra halife olan M e h d î (775-785) devrinde, Horasan’da birtakım mezhep çatışmaları ortaya çık mış ve Bizans’la başarılı savaşlar yapılmıştır. H â d i ’ nin kısa halifeliğinden (785-786) sonra H a r u n R e ş i d hilafet tahtına geçmiştir. Onun halifeliğinin baş langıcında, Asya’da Arap hâkimiyeti yüksek bir düzeye ulaşmış idi. Genellikle hi lâfet yönetiminin iyi ve düzenli bir şekilde yürütülmesinde, H a r u n R e ş i d ’ in yetenekli kişiliği yanında, Bermekoğulları ailesinin de katkıları büyük olmuştur. H a r u n R e ş i d ’ in son zamanlarıyla, daha sonraki halifeler devirlerinde, IX. yüzyılda, halifeliğin siyasal birliği çözülmeye başlamış, bu arada Emevî sülâlesi nin bir kolu, Ispanya’da bağımsız bir yönetim kurduğu gibi, Kuzey-Afrika’nuı mer kezle ilişkisi kesilmiş, Mısır’da Tulunoğulları tarafından bağımsız bir devlet kurulmuştur. Maveraünnehr ve Horasan’da Tâhirî, Samanî ve Sajfarîler, hilâ fetten ayrılarak bağımsız birer devlet haline gelmişlerdir; böylece Abbasî Halife liğinin hâkimiyeti, Irak dışında, âdeta tamamen yıkdmış bir duruma gelmişti. Mısır ve Kuzey-Afrika’da kurulan şiî Fatımî Halifeliği, Kızıldeniz’den Atlas Okyanusu’na dek uzanan ülkelere hâkim olarak sünnî Abbasî Halifeliğini tehdit eder bir duruma gelmiştir. Nihayet Iran ve Irak'ta kurulup genişleyen şiîBüveyhoğulları, halife M ü s t e k f î zamanında (944-946) Bağdat’ı işgal edip yönetimi ellerine ge çirmişlerdir. Fakat 1040 yılından sonra süratle genişleyip imparatorluk haline ge len sünnî Selçukluların Islâm âleminin maddî kuvvet ve kudretini ellerine geçirmeleri sonucunda, Abbasî Halifeliği, önce Büveyhoğulları, daha sonra da Fatımî Halifeliğinin baskı ve tehdidinden kurtarılmıştır.
SELÇUKLU DEV LETLE R İ TARİH İ
5
Fatımî H alifeliği
Orta-Doğu’mın büyük devletlerinden birisi de Fatımî devleti idi. Bu devlet, Ismailî daîlerinden Şiî adıyla tanınan San’alı E b û A b d u l l a h H ü s e y i n b i n A h m e d ve E b û M u h a m m e d U b e y d u l l a h M e h d i ’ nin bü yük çabalarıyla Kuzey-Afrika ’da, Ağlebî, Müdrarî, Rüstemî, Idrisî ve Ihşidî devletleri topraklarında kurulmuştur (909). Fatımî devletinin sınırlarını geniş letme girişimleri, ikinci halife E b u l - K a s ı m M u h a m m e d K a a i m zama nında (934-946), özellikle E b û Y e z i d H a r i c î ’ nin başlattığı tehlikeli ayaklanma hareketi nedeniyle uzun bir süre geri kalmış oldu. Esas itibariyle dev letin sınırları, halife M u i z z L i d i n i l l a h (953-975) ile oğlu A z i z B i l l a h (975/76-996) devirlerinde, Kızıl Deniz’den Atlas Okyanusu’na dek uzanan ülkele ri, yani Hadramut, Yemen, Hicaz, Filistin, Suriye ile bütün Kuzey-Afrika’yı içine almakta idi. Fakat halife H â k i m zamanında (996-1021) başlayan ve halife Z a h i r devrinde (1021-1036) belirli bir şekilde ortaya çıkan Fatımî yönetiminin zaafiyeti nedeniyle, halifeliğe bağlı birçok eyâletlerde kanlı ayaklanmalar başgöstermiş, dolayısıyla bu eyâletlerin Mısır’la İdarî ilişkileri kesilir bir duruma düşmüştür. Fakat Z â h i r ’ in ölümünden sonra yerine geçen oğlu M u s t a n s ı r ’ ın uzun sal tanatı döneminde (1036-1094) Fatımîler, en haşmetli devirlerini yaşadılar. Bizans’la mücadeleler devam etti ise de Selçukluların Suriye ve Filistin’i fethedip burada bir devlet kurmalarından sonra Bizans’la, Selçuklular aleyhine iyi ilişkiler kur dular. Yine bu dönemde Ismailî dâileri (propagandacı), Yemen ve Sind gibi uzak ülkelerde de etkinliklerini sürdürdüler, hattâ Sünnî Islâm halifeliğinin başkenti Bağdat, 1058 yılında, kısa süre de olsa Fatımî işgaline uğradı ve halife K a a i m B i e m r i l l a h tutsak alındı (Besasirî Olayı). Fakat, Sünnî İslâm âleminin maddi kud ret ve kuvvetini temsil etmeye başlayan Büyük Selçuklu devleti sultanı T u ğ r u l ’ un müdahalesi sonucunda, Abbasî halifeliği, Fatımî tahakkümünden kurtarıldı. Devlet yönetiminde Türklere oldukça geniş yer veren halife M u s t a n s ı r ’ ın saltanatı nın ortalarına doğru Mısır’da büyük huzursuzluklar başgöstermiştir. Yetenekli vezir E b u l - K a s ı m C e r c e r a î ’ den sonra vezaret makamına geçen E b û S a ’ d , 1047’de orduda Türk ve Berberi kuvvetler arasında patlak veren çatışmalarda öl dürülmüş, yerine kardeşi E b û N a s r H â r u n geçmişse de çok geçmeden E b û M u h a m m e d H a ş a n Y â z û r î , Fatımî veziri olmuştur. Fakat bu sıra larda Mısır ve eyâletlerde huzursuzluk ve ekonomik sıkıntılar ciddî bir durum almıştı. Halife, devletin malî durumunu düzeltmek amacıyla, halka para cezası kesmek, mal ve mülklerine el koymak gibi huzursuzluğu daha da arttıran eylem lere girişmekte idi. Bu arada Delta bölgesi Araplarmın tehlikeli ayaklanmaları güçlükle bastırıldı. Ayrıca orduda görevli Türk, Berberîler ve Sudanlılar arasın da başgösteren gerginlik sonderecede tehlikeli bir hal almıştı. Sivil yönetimin iyi ce bozulması, devlet hâzinesinin de boşalmasının etkisiyle askerî unsurlar yetki çatışmalarına giriştiler: Hamdanoğullarmdan N â s ı r ü d d e v l e , Türk ve Berberîlerle işbirliği yaparak 1062-67 yılları arasında Sudanlıları kesin olarak ber taraf etmeyi başardı. Fakat çok geçmeden halife üzerinde de egemenlik kurmak
6
ALİ S E V İM -E R D O Ğ A N M ERÇİL
isteyen N â s ı r ü d d e v l e , bir yandan halife, öbür yandan da rakipleri durumu na geçmiş bulunan Türk kökenli i l d e n i z , B e d r ü l c e m a l î vs. gibi halifeli ğin bellibaşlı ilerigelen emirleriyle mücadele etmek zorunda kaldı. Böylece sıkışık bir duruma düşen N â s ı r ü d d e v l e , Selçuklu sultanı A l p A r s l a n ’ a başvu rup onu Mısır’a davet etti. Bununla birlikte o, bir kısım Arap ve Berberi kuvveti sağlayarak özellikle Kahire ve Delta bölgesinde hâkimiyet kurmayı başardı. Fa kat çok geçmeden 1073 yılında İ l d e n i z tarafından bütün yakınlarıyla birlikte öldürüldü. Bununla birlikte 1067 yılından beri hüküm sürmekte olan kıtlık ne deniyle Mısır, büyük ve ciddi bir sefalet içinde bulunuyordu. Bu nedenle halkın bir çoğu Suriye ve Irak’a göçetmek zorunda kaldı. Halife M u s t a n s ı r , ülkeyi içine düştüğü anarşi ve sefaletten kurtarmak amacıyla, halifeliğin Akkâ valisi B e d r ii 1c e m a 1î ’ yi Mısır’a çağırarak devlet yönetimini eline almasını istedi. Soyca bir Ermeni olan B e d r ü l c e m a l î , Suriyeli emîr C e m a l ü d d e v l e ’ nin yetiş tirmesi idi. O, M u s t a n s ı r ’ ın veziri olmadan önce Dımaşk’ta iki kez valilik yap mış, daha sonra atandığı Akkâ valiliği sırasında, iyi yönetimi dolayısıyla ün kazanmıştır. B e d r ü l c e m a l î , Mısır’a çağrıldığı zaman Dımaşk ve Akkâ ’da en güvendiği kimselerden kurduğu Ermeni muhafız alayını da birlikte götürmüştü. Bir gece gizlice Kahire’ye gelen B e d r ü l c e m a l î , halifeyi şiddetle baskı altın da bulunduran ve kendisinin Mısır’a gelme nedenini anlamakta çok geç kalmış olan Türk, Berberi ve Sudanlı emirlerin hepsini bir gecede öldürmek suretiyle duruma hâkim olarak ülkedeki anarşiye son vermiş, huzur ve sükûnu sağlamada büyük bir başarı göstermiştir. Bununla birlikte Fatımî ülkesinde durum iyi değil di. Özellikle XI. yüzyılın sonlarında Güney-Anadolu, Suriye ve Filistin’de üç Haçlı devletinin kurulmasından sonra Fatımîler, toprak kayıplarına uğradılar. Fatımî vezirleri, Haçlılara karşı, onlara büyük darbeler vuran Suriye Türk hükümdarı N u r e d d i n M a h m u t ile işbirliğinde bulundular. Fakat bir süre sonra Fatımî halifeliği, içten büyük bir çöküntüye uğradı. Bu dönemdeki halifelerin hüküm ranlıklarını yitirmeleri sonunda vezirler, devlet yönetimine hâkim olmaya başla dılar; sonunda Fatımî halifeliği halife A d i d ’ in (1160-1171) son zamanlarında N u r e d d i n M a h m u t ’ un kumandanlarından S a l â h a d d i n E y y u b î tara fından ortadan kaldırıldı (Eylül 1171). Böylece Mısır ve Kuzey-Afrika ’da sünnî Ey yubî devleti kurulmuş oldu. Bizans İm paratorluğu
Orta-Doğu ’da büyük bir Hıristiyan devlet olarak Bizans imparatorluğu ’nu gör mekteyiz. J u s t i n i a n u s ’ tan sonra Bizans’a en parlak devrini yaşatan I I . B a s i l ’ in ölümü (1025), imparatorluğun bir dönüm noktası oldu. Zira bu impa ratordan sonra tahta geçen hükümdarlar devirlerinde, Bizans’ta bir gerileme ve anarşi hüküm sürdü; ancak bu devir, A l e k s i o s K o m n e n o s ’ un tahta geçiş tarihine (1081) kadar devam etti. Bununla birlikte bu yönetim, Z o e ’ nin IX. K o n s t a n t i n o s M o n o m a k h o s i l e evlenmesiyle sona erdi. Artık M o n o m a k h o s , imparatorluk tahtına oturmuştu. M o n o m a k h o s devrinde, sivil yönetim ordu
SELÇUKLU D E V LETLE R İ TARİH İ
7
ya üstünlük sağladı, dolayısıyla orduda asker sayısı azaltıldığı gibi, çeşitli ulus lardan sağlanan ücretli askerler, Bizans ordusunun çoğunluğunu oluşturdu; ayrıca önemh makamlara d a P s e l l o s , X i p h i l i n v e M a v r o p u s gibi bilginler atandı. Bu siyasetin olumsuz bir sonucu olarak görevlerinden alınan generaller, isyan gi rişiminde bulundular (1042-1047 yılları arasında); bu isyanlar güçlükle de olsa bastırıldı. Dış olaylara gelince, Tuna boylarında huzursuzluk çıkaran Peçenekler, itaat altına alındı. Fakat Güney-ltalya’da yerleşen Normanlar, Bizans memle ketlerini işgale başladılar; fakat imparatorluğun doğu sınırları, batıya oranla daha dengeli bir durumda bulunuyordu. Mısır Fatımîleriyle iyi ilişkiler sürüp gider ken Anadolu’yu fethetmekte olan Selçuklularla çatışmalar devam ediyordu. M o n o m a k h o s ’ un ölümü üzerine T h e o d o r a , Bizans tahtına geçti (1055). Onun bir yıllık yönetimi süresince imparatorluk, içte ve dışta pek iyi bir durumda ola madı. T h e o d o r a ’ dan sonra VI. M i k h a i 1 imparator oldu. O, kendisini des tekleyen sivil parti mensuplarına büyük ünvan ve armağanlar verdi, fakat öte yandan ordu komutanları ayaklandı ve sonunda î s a a k i o s imparator ilân edil di; böylece ordu, yeniden yönetimde hâkim duruma geçti. Onun ölümü üzerine d e X . K o n s t a n t i n o s D u k a s , Bizans tahtına geçti (Kasım 1058). Bir yıl son ra (1059) Tuna’yı geçip saldırıya başlayan Macarlarla barış yapıldı ise de 1064 yılında onların Belgrad’ı elegeçirmelerine engel olunamadı. 1065 yılında, Kumanlarm baskısı sonunda, Hazar Denizi yörelerinden ayrılan Oğuzlar, Tuna’yı geçip Makedonya ve Tesalya’ya kadar olan bölgeleri akınlara uğrattılar; Normanlar da Bizans memleketlerini işgale devam ediyorlardı. D u k a s ’ ın ölümünden (Mayıs 1067) sonra, karısı E v d o k y a ( E u d o k i a ) , ü ç oğlu adına imparatoriçe oldu. Bununla beraber saraydaki çeşitli eğilimdeki gurupların devlet yönetimine gelişi güzel karışmaları sebebiyle, imparatorluk eyâletleri ve ordu büyük ölçüde ihma le uğradı, işte bütün bu sebeplerle, imparatorluğun öteki eyâletlerinde olduğu gibi, Anadolu’da da Selçuklu fetihlerini durdurabilecek düzenli ordu birlikleri mev cut değildi. Çok geçmeden ülkenin böyle ciddi iç ve dış sorunlarla karşı karşıya bulunduğu bir sırada tahta geçen E v d o k y a , R o m a n o s D i o g e n e s i l e ev lendi. Yeni imparator, devlet yönetiminde bazı yeni düzenlemeler yapmak istedi, bu sebeple Anadolu yakasına çekildi ve Anadolu’daki Selçuklu fetihlerini durdu rabilmek amacıyla askerî hazırlıklara başladı. Nihayet 26 Ağustos 1071’de Ma lazgirt’te yaptığı savaşta, sultan A l p A r s l a n karşısında yenilgiye uğradıktan başka tutsak da alındı. Böylece onun da imparatorluğu sona ermiş oldu. Bundan sonraki dönemlerde de Selçuklu fetihleri sebebiyle Bizans’ın özellikle Anadolu’ daki hâkimiyeti çökmeye devam edecektir. H açlı seferleri
Orta-Doğu Islâm dünyasının özellikle mezhep ve hâkimiyet çatışmaları ile çalkalandığı bir zamanda, buraya büyük Haçlı hareketinin ilkinin (Birinci sefer) baş ladığını görmekteyiz. XI. yüzyıl sonlarına doğru Batı-Avrupa’da özellikle Vatikan kilisesinin önderliği altında H a z r e t i I s a ’ nm doğduğu kent olan Kudüs’ü Islâmlardan kurtarmak
ALİ S E V İM -E R D O Ğ A N M ERÇİL
8
amacıyla, harekete geçilmesinin zamanının çoktan geldiği ve bunun Avrupa Hı ristiyan âlemi için kaçınılmaz olduğu ve yerine getirilmesinin artık bir zorunlu luk haline geldiği fikri uyanmıştı. Haçlı Seferleri adı verilen bu büyük hareketin temel nedeni, dinî olmakla birlikte, Islâmiyetin, Hıristiyanlık aleyhine evrensel bir din haline gelmesi ve dolayısıyla maddî sınırlarının doğu ve batı yönlerinde genişlemesi, özellikle Malazgirt savaşından sonra Selçukluların Bizans egemenli ğinde bulunan Anadolu, kısmen Suriye ile Filistin’i elegeçirip, bu ülkelerde birer devlet kurmaları ve ayrıca İzmir’de bir beylik kurarak kuvvetli bir donanma mey dana getiren Ç a k a B e y ’ in Rumeli yönünde Bizans’ı ciddi şekilde tehdit eden Peçeneklerle işbirliğine girişmesi ve nihayet Batı-Avrupa ’nm kavimler göçünü iz leyen yıllarda büyük bir ekonomik bunalıma düşmesi gibi birtakım nedenlerin bu hareketin hazırlanmasında önemli roller oynadığı, çok çeşitli yönlerden yapı lan araştırmalar sonucunda ortaya konmuş bulunuyor. Bu konuda, sultan B e r k y a r u k devrinde bilgi verilecektir. E yyu bîler
'
Mısır, Suriye ve Yemen’de hükümran olan Eyyubî hanedanının adı, ünlü hü kümdarı S a l a h a d d i n ’ in babası N e c m e d d i n E y y u b b i n Ş a d î ’ den alınmıştır. Bununla birlikte bu hanedanın asıl kurucusu S a l a h a d d i n olmuş tur. Eyyubîler, N e c m e d d i n E y y u b ’ un (veya babası Ş a d î ’ nin de olduğu ri vayet edilir) yönetiminde oturdukları Erivan’ın güneyindeki Düzcin’den Irak’a gelerek Selçukluların (Büyük Selçuklu Devleti) hizmetine girdiler (XII. yüzyılın başları) ve kendilerine Tekrit kenti dirlik olarak verildi. Daha sonra Eyyubîler, Musul atabeği I m a d e d d i n Z e n g i i l e işbirliği yaparak onun hizmetine girdi ler (1138 yılından sonra). Çok geçmeden Z e n g i , E y y u b ’ u Baalbek valiliğine atadı (1139). Z e n g i ’nin ölümü (1146) üzerine E y y u b , Dımaşk atabeki U n e r ’ in, kardeşi E s e d ü d d i n Ş i r k u h ise Z e n g i ’ nin oğlu büyük Türk hükümdarı ata bek N u r e d d i n M a h m u t ’ un hizmetine girdiler. Bununla birlikte Dımaşk’ın fethinden sonra (1154) E y y u b ve oğulları da N u r e d d i n ’ in hizmetine katıldılar. N u r e d d i n M a h m u t , şiî Fatımî yönetiminin sonderecede zayıfladığı ve ülkenin karışıklıklar içinde bulunduğu Mısır’ı elegeçirip, Haçlılara karşı daha kuvvetli ve etkili bir duruma gelme kararında idi. Çok geçmeden vezirlik maka mından uzaklaştırılan Ş â v e r ’ in kendisine başvurup yardım istemesi üzerine N u r e d d i n , ordu komutanı Ş i r k u h ’ u S a l a h a d d i n ile birlikte kuvvetli bir orduyla Mısır’a gönderdi (1164). Ş i r k u h , Fatımî kuvvetlerini yenilgiye uğratıp Kahire’y'ı elegeçirdi, çok geçmeden de Mısır’a hâkim oldu. Bu başarı üzerine Fa tımî halifesi A d i d , onu vezirlik makamına getirdi. Bununla birlikte o, bir süre sonra vefat etti (Mart 1169). Ş i r k u h ’ un ölümünden çok geçmeden S a l a h a d d i n , N u r e d d i n ’ in ordu komutanlığına getirildikten başka, halife  d i d ta rafından da vezirlik makamına atandı. Böylece Fatımî halifeliği tam anlamıyla N u r e d d i n M a h m u t ’ un hâkimiyeti altına alınmış oldu. Bununla birlikte S a -
SELÇUKLU D E V LETLE R İ TARİH İ
9
l a h a d d i n E y y u b î , ordusunun esas kuvvetini oluşturan Oğuzlarla, kendisi ne karşı harekete geçen yerli Zenci ve Ermeni kuvvetlerini tamamiyle bertaraf ederek Mısır’ın tek başına hâkimi olmayı başardı (Ağustos 1169), ayrıca Dimyat’ı kuşatan Haçlıları da etkisiz duruma getirdi. Bu başarılardan sonra S a l a h a d d i n , tâbi bulunduğu N u r e d d i n ’ in emri üzerine şiî Fatımî halifeliğine son verdi ve bütün ülkede şiî hutbesini kaldırarak Abbasî halifeliği adına sünnî hutbesini okuttu (Eylül 1171). Esasen bu sıralarda da son Fatımî halifesi olan A d i d ölmüş idi; böylece şiî Fatımî halifeliği de sona ermiş oldu. Bu başarılarından dolayı S a l a h a d d i n , Mısır’da bağımsız bir devlet kurmayı amaç edinmeye başladı. Bu nun üzerine tâbii N u r e d d i n ile olan ilişkileri bozulmaya yüz tutmakta idi. Bununla birlikte o, N u r e d d i n ’ e karşı herhangi bir şekilde isyan ile bağımsız lığını ilân etmeye cesaret edemedi. Bu arada S a l a h a d d i n , ağabeyi T u r a n ş a h ’ ı bir miktar kuvvetle göndererek Yemen’i Haricîlerin elinden kurtardığı gibi, Kuzey-Afrika’ya da sevkettiği kuvvetler, Libya’nın büyük bir bölümünü fethetmeyi başardılar (1173, 1174). Bu sıralarda tâbii bulunduğu N u r e d d i n M a h m u t , Dımaşk’ta vefat etmiş idi (Mayıs 1174). Böylece serbest kalan S a l a h a d d i n , ba ğımsızlığını kazandı. Çok geçmeden o, düzenlediği seferler sonucunda Suriye, Fi listin, Güney-Doğu Anadolu ve Kuzey-Irak’a hâkim oldu. Bu başarılarından son ra S a l a h a d d i n , bütün Islâm kuvvetlerini toplayarak Haçlılara karşı hareke te geçti. Bilindiği üzere o, Hıttîn’de 3 Temmuz 1187’de Haçlıları ağır bir yenilgiye uğratarak Kudüs’ü am anla teslim alıp (Ekim 1187), buradaki Haçlı krallığına son verdi; bu olay üzerine Hıristiyan âlemi III. Haçlı seferini düzenlediler. S a l a h a d d i n ’ in ölümünden (Mart 1192) sonra oğulları M e l i k ü l a z i z Mısır ’a, M e 1i k ü l e f d a l Şam’a ve M e l i k ü z z a h i r Haleb’e hâkim olup Eyyubîlerin birer kolunun hükümdarı oldular; kardeşi M e l i k ü l â d i l ise Kuzey-Arabistan ile Elcezire’ye hâkim oldu. Fakat bir süre sonra M e l i k ü l â d i l , yeğenlerinin taht kav galarından faydalanarak onları etkisiz duruma getirip, kardeşi S a l a h a d d i n ’ in hemen hemen bütün ülkesine hâkim oldu. Bununla birlikte o, kendisine tâbi olmak la birlikte ülkeyi oğulları arasında (M e l i k ü l k â m i l ’ e Mısır’ı, M e l i k ü l m u a z z a m ’ a Şam’ı, M e l i k ü l f â r i z , M e l i k ü l e v h a d ve M e l i k ü l e ş r e f ’ e de Elcezire’nin çeşitli yörelerini) bölüştürdü; Haleb ise S a l a h a d d i n ’ in soyun dan gelen kimselerin yönetiminde kaldı. Eyyubî ailesi arasındaki bağ, M e 1i k ü 1 â d i 1 ve oğlu M e l i k ü l k â m i l dönemlerinde büyük ölçüde sürdürülmüşse de S a l a h a d d i n ’ in aktif siyaseti bu dönemde yavaş yavaş gevşetilmiş, dolayısıyla Haçlılarla genellikle barış içinde kalınmaya çalışılmıştır. Bu tür siyasetin uygu lanmasının sebeplerinden birisi de Elcezire Eyyubî hükümdarlarının özellikle Tür kiye Selçuklu devletinin baskı ve tehdidi altında bulunmasıdır, işte bu yumuşama siyasetinin bir sonucu olarak M e l i k ü l k â m i l , Yafa antlaşmasıyla Kudüs ve yö relerini Alman imparatoru II. F r e d e r i k ( F r i e d r i c h ) ’ e vermekten çekin medi, böylece düşmanlarına karşı imparatorun yardım ve desteğini sağladı (Şubat 1229). M e l i k ü l k â m i l ’ in ölümünden (1238) sonra Eyyubîler, iç mücadeleler
ALİ S E V İM -E R D O Ğ A N M ERÇİL
10
dolayısıyla ciddî bir zaafiyete uğradılar. Bununla birlikte Haçlılara karşı (VI. Haçlı seferi) gözle görülür bir üstünlük kazandılar. Fakat M e l i k ü s s a l i h N e c m e d d i n E y y u b ’ un ölümünden (Kasım 1248) çok geçmeden sonra Mısır’da devlet yönetimi Türk Bahrî Memlüklerinin eline geçti. Daha sonra Elcezire (1245), Ha~ leb ve Şam (1260) Eyyubîleri, Moğollar tarafından ortadan kaldırıldı, ya da tâbi duruma getirildi. Diyarbakır Eyyubîleri, Akkoyunlular, Yemen Eyyubîlerine ise Türk Resulîleri son verdiler (1228). M em lü klüler
XIII. yüzyıl Orta-Doğusu'nun büyük Türk devletlerinden birisi de Memlüklü (Memlük’ ün anlamı: Tutsak, köle ve ücretli asker) devletidir. Memlükler, Bah rî (Memâlikü’l-Bahriyye) ve Burcî (Memâlikü’lBurciyye) olmak üzere, iki saltanat halinde hükümran olmuşlardır. Bahrî Memlükler, kışlalarının Nil Irmağı üzerin deki Ravza adasında bulunması dolayısıyla bu adı almışlardır. Burcî (Burciyye) Memlükler ise Kahire’deki Kal’atulcebel’de bulunan burçlara yerleştirilmeleri se bebiyle bu adla anılmışlardır. Eyyubî devletinin tarih sahnesinden çekilmesinden sonra Mısır’da kurulan Türk Memlüklü devletinin ilk hükümdarı î z z e d d i n A y b e k e t - T ü r k m a n î (1250-1257)’dir. A y b e k , kendisinin hükümdarlığına karşı çıkanları (A k t a y , B a y b a r s , K a l a v u n vs.) etkisiz duruma getirdikten başka, güya Memlüklü dev letine son vermek isteyen Suriye Eyyubîlerinı de onlarla giriştiği savaşta (Şubat 1251) yenilgiye uğratıp bertaraf etmeyi başardı. Bu başarıdan sonra Ay b e k , Ab basî halifesi M u s t a s ı m ’ m girişimi üzerine, Irak’a yönelmekte olan Moğollara karşı, düşman durumunda bulunduğu Suriye Eyyubîleriyle barış ve ittifak yap mak suretiyle (Nisan 1253) Yakm-doğu Islâm birliğini sağladı (1254). Bütün bu başarılarına rağmen A y b e k , karısı Ş e c e r ü d d ü r ’ ün fedaileri tarafından öl dürülmekten kurtulamadı (Nisan 1257). A y b e k ’ in böylece bertaraf edilmesin den sonra devletin ilerigelen emirleri, A y b e k ’ in oğlu N u r e d d i n A l i ’ yi hükümdar ilân ettiler (Nisan 1257). Bununla birlikte bu emirler arasında yetki çatışmaları başladı. Özellikle Suriye’deki Bahriyye emirleri, yönetimi elegeçirmek amacıyla Mısır’a iki kez saldırıda bulundularsa da başarılı olamadılar (1257-58). Fakat öte yandan Moğollar’m Irak’ı istilâ ile Suriye’ye yönelmeleri üzerine, dev letin ilerigelen emirleri, toplanıp aldıkları karar uyarınca N u r e d d i n A l i ’ yi tahttan indirip S e y f e d d i n K u t u z ’ u hükümdar ilân ettiler (Kasım 1259). Bu sırada Moğollar, Suriye’yi istilâ ve işgal etmişlerdi. Devletin bütün ilerigelen emir ve kumandanları ve halk, yeni hükümdardan Moğol istilâsını önlemeyi bekliyor lardı. Bu büyük tehlike karşısında ümit ve cesaretini asla kaybetmeyen K u t u z , Suriye’deki Mısır’a küskün Bahriyye Memlüklerinin de tam destek ve yardımını sağladıktan sonra kuvvetli ordusuyla Kahire’den çıkıp M oğollar’a karşı harekete geçti. Bilindiği üzere o, Aynıcâlut köyü yörelerinde, Moğollarla giriştiği çok şid detli bir savaşta onları ağır ve kesin bir yenilgiye uğrattı (Eylül 1260), Moğol or dusu ilk kez dağılıp kaçmak zorunda kaldı. Bu önemli tarihî zafer sonunda,
SELÇUKLU D E V LETLE R İ TARİH İ
11
Moğolların Yakırı-doğu Islâm ülkelerini istilâ, işgal ve bu topraklarda yerleşme leri önlenmiş oldu. Bununla birlikte K u t u z , zaferden sonra Kahire’ye döner ken ilerigelen Bahriyye emirleriyle işbirliği yaparak rakibi durumuna geçen B a y b a r s v e arkadaşları tarafından öldürüldü (Ekim 1260). Bu olaydan birkaç gün sonra Bahriyye emirleri toplanıp B a y b a r s ’ ı Meliküzzâhir ünvamyla Memlüklü hükümdarı (Sultan) ilân ile tahta oturttular (Ekim 1260). Hiç vakit kaybet meden derhal harekete geçen B a y b a r s , ülke içindeki bazı isyanları bastırıp huzur ve sükûnu sağladıktan sonra dışta da Moğol ve Haçlılarla başarılı mücade lelerde bulundu. Şöyleki: B ay b a r s , fırsat buldukça Suriye’ye saldıran ve za man zaman Haçlılarla işbirliği yapan Moğolları sevkettiği bir orduyla yenilgiye uğrattıktan (1269) başka, bizzat ordusuyla harekete geçerek vefat eden H ü 1a g û ’ nun yerine geçen oğlu A b a k a ’ nin Haçlılarla takviye edilmiş olşn kuvvet lerini Harran ve daha sonra Bîre’de bozguna uğrattı (1271-72). Bu başarılı askerî hareketlerden sonra B a y b a r s , ilgili bölümde ayrıntılı olarak görüleceği üzere, bazı Selçuklu ve özellikle Karamanoğulları emirleriyle işbirliği yaparak Moğolları bu ülkeden atmak amacıyla, Anadolu’ya bir sefer düzenleyerek Moğolları El bistan ovasında ağır ve kesin bir yenilgiye uğrattı ve onları âdeta imha etti (Nisan 1277). B a y b a r s , saltanat tahtına oturmasının birinci (1261) ve ikinci (1262) yılla rında Moğollarla ittifak yapan VI. B o h e m u n d ’ un yönetimindeki Antakya’ya iki kez saldırı ve kuşatmada bulundu ise de şehri alamadı. Bu arada B a y b a r s , Moğollar tarafından yıkılan (1258) Abbasî halifeliğini Mısır’da yeniden kurduk tan başka, Moğollara karşı Altmordu devletiyle ittifak ve dolayısıyla işbirliği yaptı. Böylece Moğol ve Haçlılara karşı daha kuvvetli bir duruma geçen B a y b a r s , ordusuyla harekete geçerek Kaysariyye, Yafa, Arsuf, Arlis, Safed ve Resule kent lerini birer birer fethetti, Akkâ’yı da şiddetle kuşattı ise de elegeçiremedi (1265-66). Daha sonra o, daha önce (1259-60) Moğollarla işbirliği yaparak onları Suriye’yi istilâ ve işgale kışkırtan Çukurova Ermenilerine karşı K a l a v u n ’ un kumanda sında gönderdiği ordu, Ermeni ve müttefiklerini Derbesak yörelerinde yenilgiye uğrattıktan (Ağustos 1266) başka, Misis, Kozan, Adana ve Tarsus’u yağma ve tah rip etti. Düzenlediği bu başarılı seferden sonra B a y b a r s , özellikle Haçlıların birbirleriyle çekişme ve çatışmalarını fırsat bilerek Taberiye, Akkâ, Yafa vs. şe hirleri istilâ ve tahrip ettikten (1267-68) sonra büyük Haçlı merkezlerinden biri olan Antakya’yı başarılı bir kuşatmadan sonra fethetti (Nisan 1268). Böylece Haç lıların 1097 yılında (I. Haçlı seferi) kurdukları Antakya Prensliği tarihe karışmış oldu. Daha sonra (1270) Kıbrıs’a başarısız bir deniz seferi düzenleyen B a y b a r s , bir yıl sonra Trablus Haçlı Prensliğine karşı harekete geçerek bazı kaleleri fethetti. Ülke içinde ve dışında giriştiği siyasî, askerî ve ekonomik faaliyetler sonunda devlet yönetimini sağlam temeller üzerine oturtmayı başaran B a y b a r s devrin de, ülkenin sınırları batıda Sirenayka’ya, güneyde Nubya ve Massav’a ’ya, kuzey de Toros dağlarına kadar uzanmaktaydı. Bu büyük Türk hükümdarı 20 Haziran 1277’de hayata gözlerini yummuştur.
12
ALİ SEVİM —ERDOĞAN M ERÇİL
B a y b a r s ’ tan sonra Bahriyye Memlüklü kolundan 21 sultan hükümran ol muş ve bu kol, 1382’ye kadar 132 yıl devam etmiştir. B a y b a r s ’ tan sonraki hü küm darlardan özellikle M e l i k ü l m a n s u r S e y f e d d i n K a l a v u n (1279-1290) ve oğlu M e l i k ü n n a s ı r M u h a m m e d (1293-1294, 1299-1309, 1310-1341) devirleri, Memlüklü devleti tarihinde iç ve dış olaylar bakımından önem lidir. 1382-1517 yılları arasında devlet yönetimini ellerinde tutan Burciyye Mem lüklü hükümdarları, Bahriyye koluna mensup sultanlar gibi yetenekli ve kudretli değillerdi. Bu Memlükler zamanında (XV. yüzyıl), Orta-doğu'da T i m u r istilâ sından başka, Akkoyunlu ve özellikle Osmanlı devletlerinin hükümranlıkları baş lamış ve sonunda Burciyye Memlükleri (son hükümdar M e l i k i i l e ş r e f T u rna n b a y ) Osmanlı hükümdarı büyük sultan Y a v u z S e l i m tarafından orta dan kaldırılmıştır (22 Ocak 1517). Bu kolun ünlü hükümdarları arasında M e 1 i küzzahir Berkuk, M elikülm üeyyed Şeyh, M elik üleşref B a r s b a y , M e l i k ü z z a h i r Ç a k m a k , M e l i k ü l e ş r e f İ n a l ve M e l i k ü l e ş r e f K a y ı t b a y yer almışlardır.
BUYUK SELÇUKLU İMPARATORLUĞU
d e v l e t in k u r u l u ş d o n e m i S elçu k lu la rın k öken i ve târih sahnesine çıkışları
ilgili kaynakların belirttikleri üzere, Selçuklular, Oğuzların Kınık boyuna men supturlar. Selçukluların atası olarak bilinen ve çok kuvvetli oluşu nedeniyle ken disine Oğuzlar arasında Demir Yaylı (Temür Yalığ) ünvanı verilen D u k a k (Tu k a k ), Oğuz Yabgu devletinde Y a b g u ’ dan sonra gelen önemli bir siyasî ve askerî göreve sahip idi. Bu sebeple O ğ u z Y a b g u ’ su, devletin önemli iç ve dış sorunlarını D u k a k ’ la görüşmek suretiyle çözümlerdi. Yapılan araştırmaların ışığı altında Oğuz Yabgu devletinde önemli bir durumda bulunduğu anlaşılan ka labalık Kınık boyunun beyi olan D u k a k ’ m “ Çadırcı olduğu” ve “ Soylu han, veya hakan sülâlesinden” bulunduğu hususları, tarihî gerçeklerle bağdaşamaz. D u k a k ’ m ileri nesebi (soyu) hakkında, özellikle I b n ü ’ l - A d î m ( Bugye, s. 10)’deki kayıt, ( S e 1ç u k b i n D a v u d b i n E y y u b b i n D u k a k b i n I I y a s b i n B e h r a m b i n Y u s u f b i n A z i z ) ilgili kaynak ve dolayısıyla araş tırmalarda yer almaz. Bazı kaynak ve bunlara dayanarak yapılan araştırmalarda, D u k a k ’ m Hazar Türklerine tâbiiyeti ileri sürülmüşse de bu konuda yapılan çeşitli araştırmalar sonucunda, ancak bu tâbiiyetin Hazarların çok kuvvetli ol dukları 922 yılından önce, Oğuz Yabgu devleti dolayısıyla olduğu tespit edilmiştir. Kuvvetli bir askerî ve siyasî yeteneği olan D u k a k ’ ın Oğuz Yabgusu ’yla olan anlaşmazlığı, pek gerçekçi olmayan bir hikâye şeklinde kaynaklara geçmiştir. Ri vayete göre D u k a k , bir Türk zümresine (Belki Hazarlar) karşı sefere çıkmak isteyen Y a b g u ile münakaşa eder ve sonunda bu münakaşa bir kavgaya dönü şür; fakat Oğuz beylerinin araya girmesi üzerine, düzenlenen bir şölen sırasında Y a b g u ve D u k a k barışırlar. Bu olaydan sonra D u k a k ’ ın Oğuzlar arasında ünü artar. Dukak^hakkında bildiklerimiz bundan ibarettir; onun ölüm tarihi de kesin olarak bilinmemekte, ancak 875-885 yılları arasında vukubulduğu tah min edilmektedir. D u k a k ’ ın ölümünden sonra S e l ç u k ( S e l ç u k , imlâsı Türkçenin ses uyu muna aykırı olup kaynaklarda ve bazı araştırmalarda “ mücadeleci” veya “ kü çük sel” anlamlarına gelen Salçuk, Salçığ, Selçük, Selçik), genç yaşlarda (aşağı yukarı 17-18) O ğ u z Y a b g u s u tarafından Subaşılığa (ordu başkomutanlığı, bu
16
ALİ S E V İM -E R D O Ğ A N M ERÇİL
günkü Genel Kurmay Başkanlığı) atanmış, ayrıca Kınık boyunun da beyi olmuş tur. Babası tarafından eski Türk törelerine göre iyi bir asker ve siyasetçi olarak yetiştirilmiş olan S e l ç u k , Yabgu devletinde, kısa sürede büyük bir ün sahibi olmuştur. Bununla birlikte ilgili kaynak ve araştırmalarda belirtildiğine göre, bir gün S e l ç u k , Y a b g u ’ nun sarayına girerek H a t u n , çocukları ve öteki dev let ilerigelenlerinin önünden geçerek Y a b g u ’ nun hemen yanına oturmuştur. Onun bu hareketi, başta H a t u n olmak üzere, devlet erkânı tarafından “ Bir Saygısızlık” olarak nitelendirilmiştir. Bu nedenle çok geçmeden devlet adamları nın etkisiyle S e 1ç u k ’ u kendisine rakip görmeye başlayan Y a b g u , ayrıca karı sının ( H a t u n ) da kışkırtmasıyla S e 1 ç u k ’ a cephe alarak onu bertaraf etme hazırlıklarına başladı. Bunun üzerine durumu ciddileşen S e l ç u k , aile bireyle ri ve Kınık boyuna mensup küçük bir Oğuz kitlesiyle Y a b g u devletinin kışlık başkenti Yengikent’ten ayrılıp devletin yazlık başkenti olan Cend’e göçetmek zo runda kaldı. S e l ç u k ’ un bu göçü, kaynaklarda “ Türkistan’dan veya Turan’dan İran’a ve Dârül-Harb’den Diyarı Islâm’a geçiş” biçiminde belirtilip kaydedilmiş tir. S e l ç u k , kısa zamanda, esasen Y a b g u devletinin hükümranlığının oldukça zayıf olduğu Cend şehrine hâkim oldu ve burada küçük bir beylik kurdu. Bu şe hir ve çevresi, Islâm âlemine çok yakın olup, burada İslâmiyet süratle yayılmakta idi. S e l ç u k , bir süre sonra Kınık boyu ilerigelenleriyle bir toplantı yaparak içinde bulundukları şartları müzakere edip değerlendirdi ve onlara “ Biz, göç edip yer leştiğimiz bu ülkede hâkim din haline gelen Islâmiyeti kabul etmek zorundayız, aksi takdirde bir devlet halinde büyüyüp gelişemeyiz, önemsiz küçük bir kitle ola rak yaşamaya mahkum oluruz” dedi. Böylece S e l ç u k , içinde bulundukları si yasal ve sosyal ortamı ne kadar iyi anlamış ve ileri görüşlü bir lider olduğunu göstermiştir. Uzun müzakerelerden sonra S e l ç u k , kaynaklarda adı belirtilme yen bir şehrin (Cend ya da Maveraünnehr ’de başka bir şehir) valisine bir heyet göndererek “ kendilerine Islâm dinini öğretecek bir din bilgini (fakih) göndermesini” bildirdi. Böylece S e 1ç u k ve beraberindeki Oğuzlar, Gök Tanrı dininden (Kam, Şaman) ayrılıp Islâmiyeti kabul ettiler (Aşağı-yukarı 960’larda). Bu olay, gerek Selçuklu tarihinde, gerekse İslâmî devir Türk tarihinde, çok önemli bir dönüm noktasını oluşturur ve S e 1 ç u k da Selçuklu tarihinde, Islâmiyeti ka bul eden ilk hükümdar olarak tarihe geçer. Esasen Gök Tanrı dini ile İslâmiyet arasında büyük bir yakınlık vardır. Böylece Islâm iyete giren S e l ç u k , ‘ ‘ M e l i k ü l - G a z i ’ ’ ünvanını alarak kâfirlere karşı cihada başladı. O, Cend şehrindeki Yabgu devletinin vergi memurlarını “ Müslümanlar, kâfirlere vergi, vermez” diyerek şehirden uzaklaştırdı; daha sonra kendilerine saldıran kâfir Türk ırktaşlarına karşı başarılı gazalarda bulundu. İşte bu seferlerin birinde, büyük oğlu M i k â i 1 şehit olmuştur. Daha sonraki yıllarda, Büyük Selçuklu devletini ku racak olan M i k â i 1 ’ in oğulları T u ğ r u l ve Ç a ğ r ı B e y l e r , dedeleri S e l ç u k tarafından özenle büyütülüp yetiştirilmişlerdir. Sam anlı ve K arahanlılerla ilişkiler
S e l ç u k , Cend’de bir beylik kurduktan sonra özellikle Karahanlı-Samanlı mücadeleleri sırasında, bölgede siyasî ve askerî bir güç’ün temsilcisi durumuna
SELÇUKLU D E VLETLERİ TARİH İ
17
geldi. Bu sebeple S e l ç u k ’ un beyliği, Karahanlılar karşısında sıkışık bir duru ma düşen Samanlılar tarafından resmen tanındı ve çok geçmeden de Samanlı hü kümdarı N u h , Karahanlı hükümdarı B u ğ r a H a n ’ a karşı kendisinden askerî yardım isteğinde bulundu. Bunun üzerine S e l ç u k , büyük oğlu A r s l a n ( İ s r a i l ) ’ ın kumandasında Samanlılara yardımcı bir birlik gönderdi ve bu sayede Samanlılar, Karahanlıları yenilgiye uğrattılar; buna karşılık onlar, BuharaSemerkant arasında, Karahanlı sınırı yakınlarındaki Nur (Nur Ata) ilçesini Sel çuklulara yurt olarak verdiler; böylece A r s 1a n ’ a bağlı Oğuzlar, Maveraünnehr e gelip Nur ilçesine yerleştiler (Aşağı-yukarı 990 yılı civarı). Selçukluların da için de bulunduğu Oğuzların (Müslüman olduktan sonra Türkmen adıyla anılmışlar dır) güneye, Maveraünnehr’e göç etmelerinin sebepleri, çeşitli araştırmalara göre, 1 — Kuzeyden Kıpçaklarm Oğuzları sıkıştırmaları, 2 — Yer ve otlak darlığı, 3 — Gayri Müslim Oğuz Yabgu devletiyle yaptıkları mücadeleler, 4 — Müslüman Karahanlılarm gittikçe kuvvetlenip bölgede hâkim bir güç ha line gelmiş olmaları şeklinde tespit edilmiştir. S e l ç u k , Maveraünnehr’e göç etmedi ve bir süre sonra da (Aşağı-yukarı 1007 yılında) Cend’de öldü ve buraya gömüldü. S e l ç u k ’ un kaynaklarda tes pit edilebilen genç yaşta şehit olan M i k â i l ile A r s l a n , Y u s u f Y ı n a l ve M u sa i n a n ç adlarında dört oğlu vardı. Ayrıca beşinci oğlu olarak Y u n u s ’ un da bulunduğu ileri sürülmektedir. S e l ç u k ’ un ölümünden sonra eski Türk töresi gereğince, büyük erkek çocuk olan A r s l a n , Selçuklu ailesinin başına bey (baş buğ) olarak geçmiş ve Yabgu ünvamnı almıştır. Yine töre gereğince, A r s l a n ’ dan sonra M u s a i n a n ç B e y , uzun bir süre Yabgu ünvamnı kullanmıştır. Böy lece A r s l a n Y a b g u , Selçukluların beyi durumunda idi; bununla birlikte ailenin diğer bireyleri, kendilerine bağlı Oğuz oymaklarının başında, yarı bağım sız bir durumda idiler ve A r s l a n Y a b g u ’ ya zayıf bir feodal bağla bağlı bulu nuyorlardı. Böylece genellikle T u ğ r u l ve Ç a ğ r ı B e y l e r ’e bağlı olan Oğuzlara Selçuklular, A r s l a n ’ a bağlı olanlara Yabgulular ve Y u s u f Y ı n a l ’ a bağlı olan lara da Ymallılar adı verilmiştir. Dedeleri S e 1ç u k ’ un ölümünden sonra T u ğ r u l ve Ç a ğ r ı B e y l e r , Yınallılar ve M u s a i n a n ç B e y de Maveraünnehr’deki Nur ilçesi yörelerine gel mişlerdi. Bu sıralarda Karahanlılarm büyük hükümdarı H a r u n B u ğ r a H a n , Buhara’yı alıp Samanlı devletine son verdi (999). Böylece Samanlıların müttefi ki durumunda bulunan A r s l a n Y a b g u , Karahanlılarm karşısında yalnız kaldı. Fakat bir süre sonra son Samanlı hükümdarı İ s m a i l M u n t a s ı r , A r s l a n Y a b g u ile birleşip harekete geçerek Buhara’yı Karahanlılardan geri aldı ve hattâ onları, Semerkant yörelerindeki Zerefşan köprüsü yakınlarında bozguna uğrattı. Fakat çok geçmeden M u n t a s ı r , Karahanlı I l i g N a s r H a n karşı sında yeniden bozguna uğrayarak Buhara’yı terketmek zorunda kaldı. Bununla
18
ALİ SEVİM —ERDOĞAN M ERÇİL
birlikte mücadeleyi sürdüren M u n t a s ı r , A r s l a n Y a b g u ’ dan yeni bir as kerî yardım sağlayarak Semerkant taraflarında I l i g N a s r H a n ’ ı yeniden boz guna uğrattı (1003). Fakat bu arada A r s l a n Y a b g u , siyaset değiştirip I l i g N a s r H a n ’ la birleşerek M u n t a s ı r ’ a karşı cephe aldı. Böylece M u n t a ş ı r , Samanlı devletini yeniden diriltme girişimlerinde başarılı olamadı (1004). Samanlı devletinin tarih sahnesinden tamamen çekilmesinden sonra A r s l a n Y a b g u , Karahanlılarla işbirliğine devam etti ise de yine de Samanlıların ortadan kaldırılmasından sonra Maveraünnetır’deki olayların nasıl bir gelişim gös tereceğini beklemekte idi. Öte yandan I l i g N a s r H a n ’ ın saldırısına uğrayan T u ğ r u l ve Ç a ğ r ı B e y l e r , Karahanlı hükümdarı B u ğ r a H a n ’ ın hizme tine girmek zorunda kaldılar. Bu hizmet sırasında B u ğ r a H a n , T u ğ r u l B e y ’ i yakalatıp hapse attı. Bunun üzerine derhal harekete geçen Ç a ğ r ı B e y , B u ğ r a H a n ’ ın sevkettiği kuvvetleri yenilgiye uğratıp, bazı Karahanlı kuman danlarını tutsak aldı; bunun üzerine B u ğ r a H a n , T u ğ r u l B e y ’ i serbest bırakmak zorunda kaldı. Bu olaydan sonra T u ğ r u l ve Ç a ğ r ı B e y l e r , ken dilerine bağlı Türkmenlerle yeniden Maveraünnehr’e döndüler. Fakat bir süre sonra I l i g N a s r H a n ’ ın ölümü (1012/13) üzerine, Karahanlı hükümdarı A r s l a n H a n tarafından hapsedilmiş olan Karahanlı şehzadesi A l i T e k i n , bir fır satını bulup hapisten kaçarak A r s l a n Y a b g u ’ nun desteğiyle Buhara’yı elegeçirdi ve burada bağımsız bir Karahanlı beyliği kurmayı başardı, müttefiki A r s l a n Y a b g u ’ nun kızıyla da evlenerek daha güçlü bir duruma geldi. Böy lece Karahanlı ve Gaznelilere karşı yeni bir ittifak cephesi kurulmuş oldu, işte bu olaydan sonradır k i A r s l a n Y a b g u , dolayısıyla Selçuklular, Maveraünnehr’de siyasî ve askerî bakımdan daha çok önem kazanmaya başladı. Karahanlı ve G aznelilerle ilişkiler
ilgili kaynaklarda kesin kayıtların bulunmamasına rağmen olayların cereya nından Selçuklu ailesinin başında bulunan A r s l a n ile T u ğ r u l ve Ç a ğ r ı B e y l e r arasında sıkı bir ilişkinin olmadığı, bir soğukluğun ve gerginliğin var olduğu anlaşılıyor. Bunun kesin bir kanıtı da A r s l a n Y a b g u ’ nun A l i T e k i n ile olan ittifakına T u ğ r u l ve Ç a ğ r ı B e y l e r ’in alınmamış olmasıdır. Nitekim çok geç meden Selçuklu ailesi arasındaki bu gerginlik, daha da ileri boyutlara ulaşmış, bunun sonucunda da A l i T e k i n , T u ğ r u l ve Ç a ğ r ı B e y l e r ’ e karşı hare kete geçerek onları güçsüz bir duruma getirip kendine tâbi olmaya zorlamıştır. Onun bu düşmanca girişiminin müttefiki A r s l a n Y a b g u ’ dan habersiz oldu ğu, ya da bu konuda onun onayını almadığı pek düşünülemez. Bir yandan B u ğ r a H a n ’ m, öbür yandan da A l i T e k i n ’ in baskı ve saldırıları karşısında sonderecede ciddi ve tehlikeli durumlara düşen T u ğ r u l ve Ç a ğ r ı B e y l e r , kendileri için daha güvenli yeni bir yurt aramaya karar verdiler. Bunu uy gulamak amacıyla T u ğ r u l B e y ve Türkmenler, savunması daha kolay olan çöllere çekilirken Ç a ğ r ı B e y , vaktiyle Abbasîlerin hizmetinde bulunmuş olan Türk soy daşlarının gazalarda bulundukları Bizans yönetimindeki Anadolu’ya bir keşif se ferin e çıktı. Şöyleki:
SELÇUKLU D E V LETLE R İ TARİH İ
19
Ç a ğ r ı B e y , üç bin Türk atlısıyla Maveraünnehr’den batıya Anadolu yönü ne hareket etti. O, 1016 yılında Gaznelilerin yönetiminde bulunan Horasan üze rinden, daha önce buraya gelmiş olan ve kendisine katılan Türkmenlerle, bura valisi A r s l a n C a z i b ’ in kendisini izlemesine rağmen, âdeta bir yıldırım hı zıyla geçip Acem Irakı (Zağros dağlarının doğu bölgesi) topraklarına girdi. Ç a ğ r ı B e y ’ in harekâtını haber alan ve bu sıralarda Hindistan’da fetihler yapmakta olan Gazne sultanı M a h m u t , Ç a ğ r ı B e y ’ in geçişine engel olamaması sebe biyle A r s l a n C a z i b ’ e sonderecede kızarak onu şiddetle azarladı. Ç a ğ r ı B e y , burada pek fazla kalmayarak Azerbaycan üzerinden Doğu-Anadolu sınırlarını aşıp Van Gölü havzasına girdi. İlk olarak Anadolu’ya giren, özellikle Ermeni kaynaklarında vasıflandığı üzere, “ Mızrak, ok ve yaydan oluşan silâhları çekili, beli kemerli, uzun ve örülü saçlı, rüzgâr gibi uçan Türk atlıları” karşısın da Bizans komutanı S e n e k e r i m ’ in gönderdiği kuvvetler, “ Yağmur gibi atılan oklar” karşısında kesin bir yenilgiye uğradılar. Bunun sonucunda, bazı kaleler dışında, Van Gölü havzasının büyük bir bölümü Türk kuvvetlerinin kontrol ve denetimi altına girdi. Bu bölgede, kendisine artık hiçbir Bizans kuvvetinin karşı koyamadığı Ç a ğ r ı B e y , kuzeye yönelip Gürcülerin oturdukları Nahçıvan ta raflarına yürüdü. B i z a n s ’ ın Gürcü asıllı kumandanı L i p a r i t ’ in savaşa ce saret edememesi sonucunda Ç a ğ r ı B e y , bütün bölgeyi kolayca hâkimiyet ve denetimi altına almayı başardı. Daha sonra o, Dovin şehrinin güneyindeki Nig ke simine yürüyerek kendilerine karşı koymaya çalışan Beçni kalesi Bizans kuman danı V a ş a k P a h l a v u n i ’ nin kuvvetlerini bozguna uğratıp darmadağın etti, hattâ bu kumandan, bozgun sırasında kaçarken Türk askerleri tarafından öldü rüldü. Böylece Ç a ğ r ı B e y , güneydeki Van Gölü havzasından başka, Nahçıvan ve Nig kesimini de akınlara uğrattı. Sonuç olarak, Ç a ğ r ı B e y , ilerde yurt edi nilmesi amacıyla, başarıyla tamamladığı bu keşif seferi sonucunda, yolu üzerin de aldığı takviyelerle birlikte ancak beş, altı bin atlıyı bulan ve o devir için bile küçük sayılabilen bir Türk kuvvetini, Bizans’ın Doğu-Anadolu’daki kuvvetleri nin durduramayacak bir derecede olduğunu, böylece bizzat ve fiilen tespit etmiş oldu. Çok geçmeden Ç a ğ r ı B e y , A r s l a n C a z i b ’ in, aldığı emir üzerine ken disini şiddetle izlemelerinden mahirane bir şekilde sıyrılmayı başardı; o, geldiği güzergâh olan Azerbaycan ve Horasan üzerinden Maveraünnehr’e dönüp, karde şi T u ğ r u l B e y ’ e ulaşarak (1021) yaptığı keşif seferi hakkında ona geniş bilgi verdi ve “ Biz, buradaki güçlü devletlerle, yani Karahanlı ve Gazneli devletleriy le mücadele edemeyiz, ancak Horasan, Azerbaycan ve Doğu-Anadolu’ya gidip ora larda hükümran olabiliriz, zira oralarda bize karşı koyabilecek hiçbir kuvvete rastlamadım” diyerek onu batı yönüne harekete teşvik etti. Samanlı devletinin ortadan kaldırılmasından sonra Buhara’da bir Karahanlı beyliği kuran ve oldukça kalabalık Türkmen kitlelerine sahip olan A r s l a n Ya b g u ile de bir ittifak yaptığını gördüğümüz A l i T e k i n , böylece Karahanlı ve Gaznelilere karşı üçüncü siyasî ve askerî bir kuvvetin temsilcisi olmayı başardı ve Maveraünnehr’de hâkimiyet alanlarını genişletme etkinliklerine başladı. Bu
ALİ SEVİM —ER DOĞAN M ERÇİL
20
nun üzerine Hârezm’e de hâkim olan Gazneliler ile Maveraünnehr’de kendileri ne karşı herhangi bir rakip görmek istemeyen Karahanlılar, derhal harekete geçtiler. Şöyleki: Karahanlı büyük hükümdarı Y u s u f K a d i r H a n ile Gazne sultanı M a h m u t , Semerkant yakınlarında bir toplantı yaptılar (1025). Her iki hükümdar arasında, kaynaklarda belirtildiği üzere, “ İran ve Turan sorunları” üzerinde yapılan müzakerelerde şu kararlar alındı: 1 — A l i T e k i n ’ in Maveraünnehr,deki beyliğine son verilecek, beyliğin ba şına Y u s u f K a d i r H a n ’ ın oğlu Y e ğ e n T e k i n getirilecek, 2 — Karahanlı ve Gazneliler için gittikçe büyük bir tehlike olmaya başlayan A r s l a n Y a b g u ’ nun başında bulunduğu bütün Türkmenler, Maveraünnehr’den Horasan’a nakledilecekler, 3 — Amuderya, her iki devlet arasındaki sınırı oluşturacak, 4 — Her iki devlet hükümdarı, bu antlaşmayı sağlamlaştırmak için karşılıklı olarak akrabalık girişiminde bulunacaklar, 5 — 1. ve 2. maddelerin uygulanması görevini sultan M a h m u t üstlenecek. H orasan’a geçiş
Sultan M a h m u t , derhal kararlaştırılan sözkonusu antlaşma maddelerinin uygulamasına girişti. Şöyleki: O, bu sıralarda, her iki hükümdarın muhtemel ani saldırılarından korunmak amacıyla A l i T e k i n ile birlikte çöllere çekilen A r s l a n Y a b g u ’ ya bir elçi göndererek “ Biz, sürekli olarak Hindistan’a gaza ama cıyla seferlere gidiyoruz. Birçok Islâm memleketlerinden gelen gönüllüler, bizimle birlikte bu seferlere katılıyorlar; fakat Müslüman olan sizler, bu gazalara niçin katılmıyorsunuz? Bütün bu konuları görüşmek ve dostluk kurmak üzere, sizi sa rayıma davet ediyorum; geldiğiniz takdirde size lâyık olduğunuz ünvanlarla lütuf ve ihsanlarda bulunulacaktır.” dedi. İki büyük devlet karşısında başarılı olama yacağının bilinci içinde bulunan A r s l a n Y a b g u , bazı yakın arkadaşlarıyla bir likte sultan M a h m u t ’ un yanma Semerkant’a gitti. Onuruna verilen şölendeki konuşmalar sırasında, sultanın “ Bana askerî yardım gerekirse ne kadar atlı kuv vet gönderebilirsin?” sorusu üzerine, biraz da içkili olan A r s l a n Y a b g u , silâhdarından bir ok alarak “ Bunu, kendi boyuma (Kınık) gönderirsem 10 bin atlı” , silâhdardan aldığı bir yay gösterip “ Bunu, kendi ulusuma gönderirsem 30 bin at lı” , yine silâhdarından aldığı oklardan birisini gösterip “ Eğer bunu Balhan dağı na gönderirsem 100 bin atlı” , bir ok ile üç yay çıkarıp “ Bunu, ayrıca gönderdiğim takdirde 100 bin atlı” ve nihayet çıkardığı bir oku gösterip “ Eğer bunu Türkis tan’a gönderirsem 200 bin atlı gelir” cevabını verdi. Onun bu sözleri karşısında hayretler içinde kalan sultan M a h m u t , esasen hile ile davet ettiği A r s l a n Ya b gu, oğlu K u t a l m ı ş v e bazı yakın arkadaşlarını tutuklatarak Keşmir’e giden ge çitteki bir tepe üzerinde bulunan Kâlincar (Kalencer) kalesine gönderip hapse attırdı. Sultan M a h m u t , A r s l a n Y a b g u ’ yu böylece bertaraf ettikten son
SELÇUKLU D E V LETLE R İ TARİH İ
21
ra onun başsız kalan Türkmenlerine saldırılar düzenleyip onları geniş çapta yağ malattı ve çok geçmeden de bunlardan dört bin çadırlık (Aşağı-yukarı 10-15 bin) bir kitleyi, Horasan valisi A r s l a n C a z i b ’ in muhalefetine rağmen Horasan’a getirterek Nesa, Bâverd ve Ferâve (Kızıl Avrat)’ye yerleştirdi. Kaynaklarda Bal kan ve Irak Türkmenleri adlarıyla anılan bu Tiirkmenler, özellikle başbuğları A r s l a n Y a b g u ’ nun hapsedilmesi sebebiyle, K ı z ı l , Y a ğ m u r , G ö k t a ş , B o ğ a , M a n s u r , A n a s ı o ğ l u vs. gibi beylerin yönetimleri altında, daima ha reket halinde görünmüşlerdir. Nitekim çok geçmeden bu Tiirkmenler, özellikle Gazneli vergi memurlarının zulme varan davranışları üzerine, kendilerine katı lan diğer Türkmenlerle birlikte oturdukları bölgede yağma hareketlerine başla dılar. Bunun üzerine sultan M a h m u t , önce Horasan valisi A r s l a n C a z i b ’ i onlara karşı şevketti, daha sonra da bizzat kendisi harekete geçerek (1028) onları ağır bir şekilde cezalandırdı. Bunun üzerine Türkmenlerın bir kısmı, çeşitli bey lerin yönetiminde, Balhan dağlarına ve Dihistan’a kaçıp sığındılar, diğer bir kıs mı da batıya hareket ederek Azerbaycan ve Doğu-Anadolu’ya kadar uzanan bölgelere akınlar yaptılar. Özellikle bu Türkmenler, A r s l a n Y a b g u ’ nun Kâlincar hapishanesinden bir ok göndermesi üzerine, Gaznelilere karşı saldırıları nı daha da arttırdılar, ayrıca başbuğlarını Kâlincar 'd aki hapishaneden kurtarma girişimlerinde bulundularsa da başarılı olamadılar. Ancak K u t a l m ı ş , tutsak lıktan kurtulup babasına bağlı Türkmenlerın obasına ulaşmayı başardı. Bir süre sonra A r s l a n Y a b g u , yedi yıl kaldığı bu hapishanede öldü (1032). Yeni S elçu k lu başbuğları: T u ğru l ve Ç ağrı B eyler
A r s l a n Y a b g u ’ nun hapsi ve ölümü üzerine, Selçuklu ailesinin, dolayısıy la Türkmenlerın yeni başbuğları olarak T u ğ r u l ve Ç a ğ r ı B e y kardeşleri gö rüyoruz; ailenin başına ise Yabgu olarak yaşça büyük olan sakin tabiatlı M u s a İ n a n ç B e y getirildi. Sultan M a h m u t , A r s l a n Y a b g u ’ ya başa rıyla uyguladığı bertaraf etme siyasetini bu kez, T u ğ r u l ve Ç a ğ r ı B e y l e r ’ e de uygulamak amacıyla onlara bir elçi gönderip “ Kendilerine yurt verme” öneri sinde bulundu ise de onlar, onun bu amaçlı önerisini kabule yanaşmadılar. Öte. yandan A l i T e k i n , yeniden Buhara ’ya gelip Karahanh beyliğinin başına geç ti. O, bu kez, T u ğ r u l ve Ç a ğ r ı B e y l e r ’ e haber gönderip “ Ortak düşmanla rı olan Karahanlı ve Gaznelilere karşı” ittifak önerisinde bulundu, fakat vaktiyle kendilerine karşı düşmanca tutum ve davranışları sebebiyle kendisine artık güvenemeyen T u ğ r u l ve Ç a ğ r ı B e y l e r , onun bu önerisini kabul etmediler. Bu nun üzerine A l i T e k i n , bu kez Selçuklu ailesini birbirine düşürüp bölmek ve kendisine tâbi duruma sokmak amacıyla, Y u s u f Y ı n a l ’ a bir elçi ve değerli armağanlar gönderip kendisine “ Selçuklu Yabgusu ünvanı verme” önerisinde bu lundu ise de başarılı bir sonuç alamadı. Bunun üzerine o, A l p K a r a komuta sında sevkettiği bir orduyla Selçuklulara bir baskın yaptırdı; yapılan çarpışmalarda, başta Y u s u f Y ı n a l olmak üzere, birçok Selçuklu beyi ve aske ri öldürüldü. Buna rağmen kısa zamanda toparlanan Selçuklular, T u ğ r u l , Ç a ğ -
22
ALİ S E V İM -E R D O Ğ A N M ERÇİL
r ı ve M u s a Y a b g u yönetimindeki bir orduyla harekete geçerek ikinci Selçuklu sultanı olacak olan A l p A r s l a n ’ ın doğumunu (Ocak 1029) uğurlu sayıp, A l p K a r a komutasındaki Buhara Karahanlı beyliğinin ordusunu yenilgiye uğ rattıkları gibi, A l p K a r a ve pek çok Karahanlı emîrini öldürmeyi başardılar (1030). Buna rağmen A l i T e k i n ’ in devamlı saldırıları karşısında Selçuklular, Hârezm’e göçetmek zorunda kaldılar ve buranın Gazneli valisi A l t u n t a ş ’ ın kendilerine yurt olarak verdiği Şurâhan ve Darhân (Dergân) yörelerine yerleşti ler. Öte yandan, bu sıralarda Gazneli sultanı M a h m u t ölmüş (1030), taht müca delesinden A l i T e k i n ’ in desteğiyle galip çıkan oğlu M e s u t , Gazneli sultanı olmuştu. Bununla birlikte babasının siyasetini aynen uygulamaya devam eden M e s u t , Hârezm valisi A l t u n t a ş ’ ı, Buhara ’ya A l i T e k i n ’ e karşı bir seferle gö revlendirdi ise de Debûsiye’de yapılan savaştan (1032) kısa bir süre sonra A l t u n t a ş öldü. Onun yerine Hârezm valiliğine atanan oğlu H a r u n , bağım sızlığını ilân ile Gaznelilere karşı isyana başladı (1034); durumunu kuvvetlendir mek amacıyla A l i T e k i n ’ den başka Selçukluların yardım ve desteğini sağlamak için, onlarla da bir ittifak yaptı; buna karşılık Selçuklulara, Hârezm’de Ribatı Maş ve Şurâhan’ı yurt olarak verdi. Böylece Gaznelilere karşı üçlü bir ittifak oluş turulmuş oldu, işte bu olay, Selçukluların bölgede yeniden siyasî ve askerî bir güce kavuştuğunu ifade eder. Hârezm’e gelip yurt sahibi olan Selçukluları yakından izlediği anlaşılan Oğuz ların Baranlı (Koyunlu) boyundan ve kaynaklarda “ çok eski Selçuklu düşmanı” olarak belirtilen son Oğuz Yabgusu’nun (Belki A l i H a n ) oğlu olması muhtemel olan Cend emîri Ş a h m e l i k , Ekim/Kasım 1034’de, Kurban bayramında, Selçuk lulara ani bir baskın yaptı, onlardan 8 bin kişiyi öldürüp birçok kadın, çocuk ve askeri tutsak aldıktan başka, pek çok da mal elegeçirerek Cend’e döndü. Ger çekten daha güvenli bir yerde bulunduklarını sanan Selçuklular, sonderecede şaş kınlık ve telaşa kapılıp A l i Te k i n ’ in, ya da H a r u n ’ un ihanetine uğradıklarını sandılar ve derhal Amuderya’yı geçip Ribâtı Nemek’e gelip kondular. Olaydan he men sonra H a r u n , müttefiki Selçukluları kaybetmemek amacıyla, onları tesel li etti ve pek çok mal ve para vererek Jiârezm’deki yurtlarına geri döndürdü. Ayrıca o, Amuderya üzerindeki bir gemide buluştuğu (Kasım 1034) Ş a h m e l i k ile Sel çukluları barıştırma girişimlerinde bulundu ise de başarılı olamadı. Selçuklula ra yeniden saldırmak isteyen Ş a h m e l i k , H a r u n ’ un kalabalık ordusu (30 bin) karşısında Cend’e geri çekilmek zorunda kaldı. Bu olaydan bir süre sonra A l i Te k i n öldü (Ocak 1035); böylece Gaznelilerle mücadele halinde bulunan H a r u n , çok önemli bir müttefikini kaybetmiş oldu. Bunu fırsat bilen Gazne sultanı M e s u t , zayıf bir duruma düşmüş olan H a r u n ’ u, gizlice gönderdiği bir fedai tara fından öldürttü (Nisan 1035). Bu iki önemli olaydan sonra Selçuklular, bir yandan A l i T e k i n ’ in oğulları, öbür yandan da Gaznelilerin tehdidi altında, yeniden ciddi ve tehlikeli bir döneme girmiş oldular. G azn elilerle m ü ca d eleler
Hârezm’deki yurtlarında çok kritik ve güç bir duruma düştüğünü gördüğü müz Selçuklular, T u ğ r u l , Ç a ğ r ı ve M u s a İ n a n ç Y a b g u ’ nun yönetim
SELÇUKLU D EVLETLERİ TARİHİ
23
lerinde kendilerine bağlı Türkmenlerle birlikte Mayıs 1035’de, Gaznelilerden izin almaksızın Amuderya’yı geçip Horasan’a geldiler ve Merv, Serahs ve Ferâve yörelerinde konakladılar; daha önce buraya gelmiş olan bazı Türkmen gurupları da kendilerine katıldı, böylece sayıları daha da çoğalmış oldu. Selçuklu başbuğ ları, derhal Gaznelilerın Horasan Divan (Hükümet) Başkanı S û r i ’ ye bir mek tup göndererek “ Yurtsuz kaldıklarını, çaresizlik içinde bulunduklarından Horasan’a gelmek zorunluluğunu duyduklarını, askerî hizmet (özellikle Balhan, Dihistan, Hârezm ve Ceyhun yönünden yapılması muhtemel Türkmen saldırıları nı durdurma) karşılığında, oturdukları yerlerin kendilerine verilmesi hususun da, sultan M e s u t katında kendileri için ricada bulunmasını” özür dileyerek bildirdiler. Durumdan derhal haberdar edilen sultan M e s u t , vaktiyle babası sul tan M a h m u t ’ un, A r s l a n Y a b g u Oğuzlarını Horasan’a nakletmekle nasıl ciddi bir hata işlediğini ve onların, ülke içinde çıkardıkları sorunları gözönüne alarak Selçukluların bu isteğini kabul etmedi. Fakat Gazneli devletinin Divan üye leri, “ Şu anda 10 bin savaşçı atlıya sahip bulunan Selçukluların düşman bir du ruma getirilmesinin doğru olmayacağını” ileri sürdülerse de sultan, kararını değiştirmedi ve Selçuklulara karşı bir askerî harekât düzenlemeye karar verdi ve bunu derhal uygulamaya koydu. Bu amaçla o, hacip B e g T o g d ı ( B e y d o ğ d u ) komutasında Selçuklulara karşı sevkettiği büyük Gazneli ordusu, ilk önce Selçukluları bozguna uğrattı ise de Nesa yörelerinde yapılan esas savaşta (Hazi ran 1035), özellikle Ç a ğ r ı B e y ’ in büyük askerî yeteneği sayesinde, kesin bir yenilgiye uğratıldı; başkumandan B e g T o g d ı v e dağılan kuvvetleri, güçlükle Nişabur’a kaçabildiler. Selçuklular, bu zaferden sonra ganimet olarak pek çok al tın, değerli eşya, silâh, giysi ve at elegeçirdiler. Gaznelilere karşı kazanılan bu zafer, Selçukluların devlet kurma yolunda kazandıkları çok önemli ve tarihî bir başarı sayılır. Nitekim sultan M e s u t , ‘ ‘ T u ğ r u l B e y ’ e Nesa’yı, Ç a ğ r ı B e y ’ e Dihistan’ı ve M u s a i n a n ç Y a b g u ’ ya da Ferâve’yi Dihkan (Vali) ünvamyla ıkta ettiğini” bildiren bir ferman (menşûr) ile birlikte hil’at (özel resmî giysi), külâh, eğerli at, altın kemer ve sancak gönderdi; buna karşılık Selçuklular da, Gaznelilere tâbi olacaklardı. Böylece yapılan antlaşma sonunda sultan, Sel çuklulara Horasan’da muhtariyet (yarı bağımsızlık) vererek onları, siyasî ve as kerî bir güç olarak tanımak zorunda kaldı (Ağustos 1035). B ağım sızlık kazanm alnn: 1 0 3 8 Zaferi
1035 zaferinden sonra devamlı olarak Türkistan’dan göçeden Oğuzların ken dilerine katılmasıyla gittikçe çoğalıp güçlenen Selçuklular, Gazneliler için daha ciddi bir tehlike haline gelmeye başladılar. Yukarıda sözkonusu edilen antlaşma ya rağmen her iki taraf birbirlerine karşı güven duymamakta idi. Özellikle sayı ları gittikçe artan, bu bakımdan yeni yurtlara ihtiyaç duyan Selçuklular, Gaznelilerden yeni topraklar (Merv, Serahs, Bâverd ve yöreleri) istedikten başka Sistan’a kadar akınlar yapmakta, ayrıca H a r u n ’ dan sonra Hârezmşah olan I s m a i 1 ve Karahanlı hükümdarı B u ğ r a H a n ile de siyasî ilişkiler kurma giri
24
A L İ S E V İM -E R D O Ğ A N MERÇİL
şimlerinde bulunmakta idiler. Selçukluların bütün bu hareket ve girişimlerini ya kından izleyen sultan M e s u t , bu kez onları kesin bir darbe ile Horasan’dan çı karma kararında idi. Bu amaçla o, hacib S ü b a ş ı kumandasında 15 (ya da 17) bin kişilik bir Gazne ordusunu Horasan'a, ikinci bir orduyu da Herat’a gönder di; bölgedeki siyasî durumu anlamaktan yoksun olması dolayısıyla, Selçuklulara önem vermeyerek Hindistan’a sefere çıktı. S ü b a ş ı ’ nin Nişabur’dan Serahs’a yü rümesi üzerine, korku ve endişeye kapılan Selçuklular, bütün ağırlık ve ailelerini Merv çölüne gönderdiler ve Serahs yörelerinde, Gazne ordusuna karşı savaş dü zeni aldılar. Çok geçmeden her iki taraf kuvvetleri arasında çarpışmalar başladı. Gaznelilere oranla, az bir kuvveti bulunan Selçuklular, atlı kuvvetleriyle, dona nım bakımından ağır Gazne ordusuna, onları yıpratma amacıyla, bozkır savaş dü zeni uyarınca, saldırılarda bulunup geri çekiliyorlardı. Fakat çok geçmeden Mayıs 1038 sonlarında Serahs yörelerindeki Telhâb’da her iki taraf kuvvetleri arasında bütün bir gün süren şiddetli bir savaş sonunda, özellikle yine Ç a ğ r ı B e y ’ in askerî yeteneği ve ustaca manevraları sayesinde, Gazne ordusu, ikinci kez, kesin bir yenilgiye uğradı, S ü b a ş ı ve diğer Gazneli kumandan ve askerler Herat’a kaçtılar. Selçuklular, Gaznelilere karşı kazandıkları bu ikinci zafer sonucunda, artık bağımsızlığa kavuştular. Eski Türk devlet geleneğine göre, T u ğ r u l B e y , devle tin hukukî başkanı olarak Nişabur^, Ç a ğ r ı B e y Merv e, M u s a İ n a n ç Y a b g u ise Serahs’a sahip ve hâkim oldular. Böylece Horasan’da Gazne devletinin hâkimiyeti sona ermiş, artık Selçuklu hükümranlığı başlamıştı. İ b r a h i m Y i n a l , savaştan sonra 200 atlı bir kuvvetle Nişabur’a girip şehri T u ğ r u l B e y adına teslim aldı ve onun adına Sultanül-Muazzam (Büyük Sultan) ünvanıyla hut be okuttu. Çok geçmeden kolunda bir yay ve belinde üç ok olduğu halde, üçbin atlı ile Nişabur ’a gelen T u ğ r u l B e y , şehir ilerigelenleri tarafından büyük bir törenle karşılandı ve Gazne sultanı M e s u t ’ un tahtına görkemli bir törenle oturdu; derhal oluşturulan Mezâlim Divanı’nda (Divanül-Mezâlim) halkın şikâyetlerini birer birer dinledi; çok geçmeden de Selçuklu devletinin teşkilâtını düzenleme çalışmalarına başladı. Bu amaçla o, bazı atamalarda bulundu. Merv şehrinde de Ç a ğ r ı B e y adına Melikül-Mülûk (Melikler Meliki) ünvanıyla hutbe okutuldu. Bir süre sonra Abbasî halifesi K a a i m B i e m r i l l a h , Nişabur’a T u ğ r u l B e y ’ e bir elçi gönderdi; böylece Abbasî halifeliği, Horasan’da Selçuklu hâ kimiyetini tanımış oluyordu. D andanakan Zaferi
Selçukluların kazandıkları bundan önce sözkonusu edilen iki önemli zafer den (1035, 1038) sonra Gaznelilerın bölgedeki siyasî ve askerî durumu ciddi şe kilde sarsıldı; bundan faydalanan Karahanlı şehzadesi B ö r i T e k i n , Gazne topraklarına bazı akmlarda bulundu (Ekim 1038). Sultan M e s u t , sarsılan du rumunu kuvvetlendirme amacıyla Hârezm’i vermek karşılığında, Selçuklulara ve asi Hârezmşah İ s m a i l ’ e karşı Cend emîri Ş a h m e l i k i l e bir ittifak yaptı. Ger
SELÇUKLU D E V LETLE R İ TARİHİ
25
çekleştirdiği bu siyasî girişimden sonra o, içinde çok sayıda savaş fillerinin de yer aldığı atlı ve yayadan oluşan 50 bin kişilik, kaynaklarda “ bütün Türkistan’ın da hi karşı koyamayacağı” biçiminde vasıflanan bir orduyla harekete geçerek, önce Belh’e gelip daha sonra da Serahs üzerine yürüdü. Bu sıralarda Ç a ğ r ı B e y , Tâlikân, Fâryâb, Şuburkan ve yörelerini fethetmekle meşguldü. Sultanın bu ha rekâtı üzerine Ç a ğ r ı B e y , Serahs’a geldikten sonra T u ğ r u l B e y ve M u sa İ n a n ç Y a b g u da Serahs’a gelip toplandılar ve derhal hareket halinde bu lunan sultana karşı savaş hazırlıklarına başladılar. Bununla birlikte bazı Selçuklu başbuğları, “ çok büyük ve güçlü Gazne ordusu karşısında dayanamayacaklarını düşünerek Rey, Cürcan ve Cibal taraflarına çekilme” fikrinde idiler. Buna karşı çıkan Ç a ğ r ı B e y , “ Horasan’ın asla terkedilmemesini, başka yeni bölgelerde başarılı olmanın çok güç olduğunu, ağır Gazne ordusu karşısında üçüncü kez za fer kazanabileceklerini” ifade etti. Onun bu fikri, diğer Selçuklu başbuğları ta rafından da kabul edildi. Çok geçmeden sayısı 20 binden biraz fazla olan Selçuklu ordusu ile 50 bin kişilik Gazne ordusu, Telhâb yörelerinde savaşa tutuştu (Mayıs 1039). Büyük Gazne ordusu karşısında tutunamayan Selçuklu kuvvetleri, yakın yörelerdeki çöllere çekilmek zorunda kaldılar. Bu arada sultan M e s u t , Nişabur’a gitti (Ocak 1040). Bununla birlikte Selçuklular, çöllerden sevkettikleri ha fif ve hareket yeteneği çok fazla olan atlı birliklerle Gazne ordusunu yıpratma saldırılarına başladılar, özellikle yörelerdeki su kuyularını tahrip ile kapatıyor lardı. Bu arada Selçuklu başbuğları, sultan M e s u t ’ un “ Nesa, Bâverd ve Ferâve Selçuklulara verilecek, Nişabur, Serahs ve Merv Gaznelilerde kalacak” şeklindeki barış önerisini kabul ile onlarla geçici bir anlaşmaya vardılar. Böylece her iki taraf da kesin sonuçlu bir savaşa hazırlanma zaman ve fırsatı elde etmiş lerdi. Bu sıralarda Türkistan’dan gelen kalabalık Oğuz kitleleri, davet üzerine, Selçuklulara katıldılar, böylece onlar, Gazneliler karşısında biraz daha güçlü bir duruma gelmiş oldular. Kışı Nişabur’da geçiren sultan M e s u t , Selçuklulara kesin bir darbe vurup, onları Horasan’dan çıkarmak, ya da kendilerine tâbi duruma getirmek kararın da idi. Çok geçmeden sultan, Nişabur’dan 100 bin kişilik devrin en büyük ordu suyla Tus ve Serahs yönünde harekâta başladı (1040 yılı ilkbaharı). Onun çok kuvvetli bir orduyla harekete geçtiğini haber alan Selçuklu başbuğları, derhal top lanıp durumu müzakere ettiler. Başbuğlardan çoğunluğunun “ Bu ciddi ve tehli keli durum karşısında Batı-Iran’a (Rey, Cibal vs.) çekilme” fikri, yine Ç a ğ r ı B e y tarafından şiddetle reddedildi ve onun “ Çöl yoluyla gelmekte olan yorgun ve ağır Gazne ordusuna karşı başarılı olabilecekleri” fikri, diğer Selçuklu başbuğları ta rafından bu kez de olumlu bulunarak kabul edildi. Çok geçmeden Serahs’tan ha reket eden Selçuklu ordusunun öncüleri, bu sıralarda Merv yönünde ilerlemekte olan Gazne ordusuna saldırılara başladılar; esas ordu ise taktik gereği çöl yönüne doğru çekilmekte idi. Bu arada ancak 20 bin atlıdan oluşan Selçuklu ordusundan bazı birlikler, Gazne ordusunun yolu üzerindeki bütün su kuyularını da tahrip edip kapattılar, böylece “ kalabalık Gazne ordusunu susuz bırakma” planlarını
26
A L İ S E V İM -E R D O Ğ A N M ERÇİL
tam bir başarıyla uyguladılar. Öte yandan su ihtiyacını gidermek amacıyla Merv yakınlarındaki suları bol olan Dandanakan (Dendânekân, Dendânkân, Türkme nistan Cumhuriyeti’nde, Merv-Serahs arasında Taşrâbâd) kalesi yörelerine doğ ru yön değiştirip ilerleyen Gazne ordusu, gerçekten susuzluk ve yorgunluktan perişan bir duruma düşmüştü, ayrıca artan Selçuklu öncü kuvvetlerinin saldırı ları da onlara ağır zayiat verdiriyordu. Dandanakan’dakı su kuyularının da Sel çuklular tarafından tahrip edildiğini gören sultan, ciddi bir ümitsizliğe kapıldı, ordusunda da disiplin yavaş yavaş bozulmaya ve sultanla ordu komutanları ara sında fikir ayrılıkları görülmeye başladı. İşte böylece aldıkları önlemlerle Gazne ordusunu henüz savaşa girişmeden önce kötü duruma düşürmeyi başaran Selçuk lu başbuğları, Dandanakan kalesi önlerinde, onlarla kesin sonuçlu birr mey dan savaşı yapmaya karar verip derhal harekete geçtiler. Burada 22-24 Mayıs 1040 günleri arasında (üç gün) yapılan ve çok şiddetle cereyan eden âdeta ölüm-kalım savaşında, birlikten yoksun, aç, susuz ve yorgun Gazne ordusu, özellikle daha ön ceki savaşlarda olduğu gibi, büyük asker, savaş tekniğini çok iyi bilen ve aynı şe kilde başarıyla uygulayan Ç a ğ r ı B e y ’ in mahirane taktik ve saldırıları karşısında kesin bir yenilgiye uğratıldı. Çarpışmalar sırasında Gazne ordusunda yer alan bazı Türkmen birlikleri, Selçuklu saflarına geçmişlerdi. 24 Mayıs günü, artık koskoca Gazne ordusu savaş meydanında görünmüyordu. Sultan M e s u t , 100 atlı ile ağ laya ağlaya savaş meydanından güçlükle kaçıp canını kurtardı, diğer Gazneli ko mutanları da (sultanın kardeşi A b d ü r r e ş i d , oğlu M e v d u d , B e y d o ğ d u , Hacip E b u n n a s r , Sipehsâlar A l i , Sâlar K a r a t e k i n v . s. gibi) aynı şekilde ordu saflarını terkedip kaçmışlardı. Savaştan sonra Selçuklular, Gaznelilerin de ğerli hâzinesi ile silâh ve pek çok mal elegeçirdiler, bunların büyük bir kısmı sa vaşa katılan askerlere dağıtıldı. Selçuklular Cend şehrinden ayrıldıktan sonra girdikleri Islâm âleminde Karahanlı ve Gaznelilerle giriştikleri uzun süreli çetin mücadelelerin doruk nokta sını oluşturan Dandanaîtan zaferinden sonra artık özledikleri tam bağımsızlıklarını kazandılar. Bu zafer, Türk-Islânı ve dünya tarihi bakımından çok önemli sonuç lar doğurmuştur. Artık onlar, Horasan’da bir devlet kurduktan sonra bütün Sün nî Islâm âleminin maddî kuvvet ve kudretini temsil ile onu, her türlü iç ve dış tehlikelere karşı koruma görevini üstlenmişlerdir. D evletin kuruluşu
Dandanakan savaşından hemen sonra savaş alanındaki çadırında bulunan sal tanat tahtına çıkartılan T u ğ r u l B e y , bütün Selçuklu başbuğları tarafından “ Ho rasan Selçuklu hükümdarı” olarak ilân ve kabul edildi, bu büyük lütuf ve ihsanından dolayı da secdeye kapanılarak U lu T a n r ı ’ ya içten yakarışlarda bu lunuldu. Daha sonra Merv şehrinde bütün Selçuklu başbuğ ve şehzâdelerinin de katıldığı Büyük Kurultay’da alınan bir kararla, kazanılan bu tarihî zaferi bildir mek amacıyla T u ğ r u l B e y ’ in imzasıyla, başta Abbasî halifesi olmak üzere, bü tün Karahanlı hükümdar ve şehzadelerine, İran’daki yöresel emirliklere birer
SELÇUKLU DEV LETLE R İ TARİHİ
27
fetihnâme (fetih mektubu) gönderildi. Özellikle halife K a a i m B i e m r i l l a h ’ a gönderilen fetihnâmede “ Gazne hükümdarları sultan M a h m u t ve M e s u t ’ un kendilerine karşı giriştikleri haksız ve gereksiz mücadele, uğradıkları kötülük ve zulümler” birer birer belirtilmiş, “ Selçukluların halifeye daima itaat edip sadık oldukları, halka daima adaletle muamele yapmaya başladıkları ve küffara karşı gaza yapacakları” bildirilmiştir. Bu fetihnamenin baş tarafında, eski Türk hâki miyet simgesi olan “ o/c ve yay ” işaretleri yer almıştır. Daha sonra alman başka bir karar gereğince, fethedilmesi planlanan memleket ve ülkeler, Selçuklu ailesi nin başbuğları arasında şöylece paylaşılmıştır: T u ğ r u l B e y , fiilen ve hukuken Sultan olarak başkent Nişabur’da otura cak ve batı yönündeki ülkelerin fetihlerini üstlenecek. Ç a ğ r ı B e y , Melik ve ordu komutanı olarak yönetim merkezi M erv’de oturacak, Serahs ve Belh şehir leri ile Amuderya-Gazne arasındaki memleketleri fetih ile sahip olacak. M u sa İ n a n ç Y a b g u ise, başkenti Herat olmak üzere, Büst ve Isfizar ile Sistan’a kadar uzanan memleketlere hâkim olacak. Ayrıca devletin merkeziyetçi siyaseti gereğince, kendilerine muhtariyet verilmeyen Selçuklu şehzâdeleri İ b r a h i m Y ı n a 1 (Sultan T u ğ r u l ’ un anne bir kardeşi, Y u s u f Y ı n a l ’ ın oğlu) Kuhistan’a, K u t a l m ı ş , Gürcan ve Damgan’a, Ç a ğ r ı B e y ’ in oğlu K a v u r t B e y Kirman’a atanmışlardır. Böylece yeni kurulan Selçuklu devleti, bu üçlü yönetim tar zı gereğince, bölüştürülmüş oldu. Ç a ğ r ı ve M u s a İ n a n ç B e y l e r , kendi yönetim bölgelerinde, sultan T u ğ r u 1 ’ un adından sonra, adlarına hutbe okutup para bastırabilecekleri gibi, saraylarının kapısında günde üç kez (sultan günde beş kez) bando (nevbet) çaldırabilecekler ve başlarında da hükümdarlık simgele rinden olan çetr taşıtabileceklerdi. Bununla birlikte her ikisi, başkent Nişabur’daki sultan T u ğ r u l ’ a kesinlikle tâbi bir durumda kalacaklardı. Selçuklu devlet teşkilâtı düzenlendiği sıralarda deney sahibi Samanlı ve Gaz neli devlet adamlarından faydalanıldı. Bu itibarla sultan T u ğ r u l , E b u l K a s ı m A l i ’ yi ilk Selçuklu veziri olarak atadı, sonra Isfahan emîri F e r â m u r z b i n K a k u y e ’nin elçisi E b u l - F e t h ’ i de vezirliğe getirdi; daha sonra d a A m i d ü l m ü l k M u h a m m e d K ü n d ü r î ’ yi kendine vezir yaptı; Türk kö kenli A b d u r r a h m a n A l p z e n ’ i de hâcipliğe atadı. Ç a ğ r ı B e y ’ in veziri E b û A l i Ş â d a n , M u s a İ n a n ç B e y ’ inki ise E b u l - F a z l olmuşlardır.
II. SULTAN TUĞRUL DEVRİ Yeııi fetih ler ve sınırların genişlem esi
Daha önceki bölümde görüldüğü üzere, Dandanakan savaşından sonra T u ğ r u l B e y , Selçuklu devleti sultanı olarak tahta oturmuştu. Bir süre sonra Merv’de toplanan Kurultay’da alınan kararlar ve tespit edilen fetih planları uyarınca sul tan T u ğ r u l , Ç a ğ r ı ve Mu s,a İ n a n ç B e y Ter, kendi bölgelerine giderek fe tihlere giriştiler. Şöyleki: Sultan T u ğ r u l , başkent Nişabur’da devlet teşkilâtını kurduktan sonra Curcan ve Taberistan’ı Selçuklu devleti sınırları içine aldı (1041/42) ve buralardaki küçük yöresel Ziyarî ve Bavendî emirlerini vasal bir statü ile Selçuklu devletine tâbi hale getirdi. Öte yandan kuvvetli bir orduyla harekete geçen Ç a ğ r ı B e y , Gazne- valisi A l t u n t a k ’ ın savunduğu Belh’i kuşattı; sultan M e s u t ’ un oğlu M e v d u d , şehri kurtarmak amacıyla, karşı harekete geçti ise de yenilgiye uğra dı ve çok geçmeden vali, şehri Ç a ğ r ı B e y ’e teslim etmek zorunda kaldı. Daha sonra Ç a ğ r ı B e y , Cüzcan, Badgis, Huttalan ile Toharistan’m diğer şehir ve kalelerini birer birer fethetti. M u s a i n a n ç B e y ’e gelince, o da ordusuyla ha rekete geçip Herat’ı fethetti ve buraya yerleşti. Bu arada İ b r a h i m Y ı n a l ’ m kardeşi E r t a ş da Sistan eyâletini fethederek burada M u s a i n a n ç B e y adı na hutbe okuttu (1040). Bunun üzerine Gazne tahtına geçen M e v d u d , karşı ha rekâta başlayarak Herat’ı geri almayı başardı. Daha önce görüldüğü üzere, Selçukluların amansız düşmanı olan Cend emîri Ş a h m e l i k , kalabalık bir orduyla sultan M e s u t ’ un daha önce kendisine bir fermanla (menşûr) verdiği Hârezm’e saldırdı ve bura valisi İ s m a i l ’ i Asib’de ağır bir yenilgiye uğrattı (Şubat 1041). Bu yenilgi üzerine İ s m a i l , beraberindeki emîr ve askerleriyle Hârezm’den ayrılıp Selçuklulara sığındı. Böylece Ş a h m e l i k , savunmasız kalan Hârezm’i kolaylıkla elegeçirdi. Bunun üzerine Ç a ğ r ı B e y , Gaznelilerle mücadeleyi bırakıp, kendilerine sığınan I s m a i 1 ve kuvvetlerini de ordusuna alarak derhal Hârezm üzerine yürüdü. Bunu haber alan Ş a h m e l i k ise Hârezm’den çekilmek zorunda kaldı. Fakat bir süre sonra o, Hârezm’e dönüp yeniden faaliyetlerde bulununca Batı-Iran seferinden dönen sultan T u ğ -
SELÇUKLU D E VLETLERİ TARİHİ
29
r u l , Ç a ğ r ı B e y ile birlikte büyük bir orduyla Hârezm’e yürüdü (1043). Ürgenç şehrinde kuşatılan Ş a h m e l i k , güçlükle de olsa kuşatmadan kurtulup Gazneliler’e sığındı. Onun böylece bertaraf edilmesinden sonra Hârezm, Büyük Selçuklu devletine tâbi bir eyalet haline getirildi. Bir süre sonra Mekran’da E r t a ş tarafından yakalanarak Ç a ğ r ı B e y ’e getirilen Ş a h m e l i k , atıldığı ha pishanede öldü. Böylece Selçukluların bu eski ve amansız düşmanı da ortadan kaldırılmış oldu. Hârezm seferinden dönen Ç a ğ r ı B e y , yeniden Gaznelilere karşı harekete geçerek daha önce görüldüğü üzere, M u s a i n a n ç B e y ’in elinden alınan Herat’ı kuşatıp sıkıştırdı, fakat hastalanması üzerine geri çekilmek zorunda kaldı. Bu arada Gazne sultanı M e v d u d , karşı saldırıya geçerek bazı yöresel başarılar kazandı; fakat bir süre sonra E r t a ş ile yaptığı savaşta kesin bir yenilgiye uğra tıldı. Böylece M u s a i n a n ç B e y , yeniden Herat ve Sistan’a tam anlamıyla hâ kim ve sahip oldu. Öte yandan hastalığı sebebiyle seferlere katılamayan Ç a ğ r ı B e y , oğlu genç şehzade A l p A r s l a n ’ ı Gaznelilere karşı sefere gön derdi. Çıktığı bu ilk seferde çok başarılı bir askerî harekât sonunda A l p A r s l a n , Gazneli kuvvetlerini yenilgiye uğrattı; Tirmiz, Kubâdiyân, Vahş ve Valvâlic (Kunduz) şehirlerini elegeçirdikten başka bütün Toharistan’ı da fethetmeyi ba şardı. Ç a ğ r ı B e y , fethettiği bütün bu şehirlerin yönetimini oğlu A l p A r s l a n ’ a verdi, E b û A l i Ş a d a n ’ ı da ona vezir yaptı. Daha sonra Ç a ğ r ı B e y , Horasan’ı Selçuklulardan geri almak amacıyla, Karahanlı hükümdarı A r s l a n H a n ve Büveyhoğülları hükümdarı E b û K â l i c â r ile bir ittifak yaparak saldırıya hazırlanan Gazne sultanı M e v d u d ve müttefiklerine karşı savunma ha zırlıklarına girişti. Fakat sultan M e v d u d ’ un ölümü ve Büveyhoğülları kuvvet lerinin çöl yolunda telef olmaları sebebiyle, ciddi bir savaş yapılmadı. Bu arada Ç a ğ r ı B e y ’in gönderdiği Selçuklu kuvvetleri, Hârezm’e saldıran Gaznelilerin yandaşı Kıpçak emîri H a ş k â ’ yı Urgenç’te yenilgiye uğrattı. Öte yandan, bir sü re sonra A r s l a n H a n , Tirmiz’e yürüyüp şehri tahrip ve yağma ettikten başka, Belh ve Toharistan’ı geri almak amacıyla Ceyhun ırmağını geçti. Bunun üzerine Ç a ğ r ı B e y , oğlu A l p A r s 1a n ’ ı ona karşı gönderdi. Fakat savaşa cesaret ede meyen A r s l a n H a n , Ç a ğ r ı B e y ’e başvurup barış isteğinde bulundu. Her iki taraf arasında yapılan müzakerelerden sonra onunla “ Horasan ve öteki Sel çuklu memleketlerine saldırıda bulunmaması” şartıyla bir barış yapıldı. Bu olaydan bir süre sonra Ç a ğ r ı B e y , Büveyhoğullarınm yönetiminde bulunan Kirman’ ı Selçuklu sınırları içine alma amacıyla oraya oğlu K a v u r t B e y ’i gönderdi. Da ha sonra bir Selçuklu Devleti (Kirman Selçuklu Devleti) kurulacak olan bu bölge, aşağı-yukarı 1055 yılma kadar Selçuklu hâkimiyeti altına alınmıştır. Gaznelilerle yukarıda sözkonusu edilen mücadele ve dolayısıyla Selçuklu fe tihleri devam ederken Batı-Iran da Dihistan bölgesinin fethi ile görevlendirilen İ b r a h i m Y ı n a l , fetihlerini sürdürmekte idi. A r s l a n Y a b g u ’ ya bağlı olan Türkmenler, G ö k t a ş , K ı z ı l , B o ğ a , O ğ u z o ğ l u M a n s u r , A n a s ı o ğ 1u vs. gibi beylerin yönetimleri altında, Dandanakan savaşından önce, kendileri
30
ALİ SEVİM —ERDOĞAN M ERÇİL
ne ihanet eden Kâkuyeoğulları emirlerinden A l â ü d d e v l e ’ nin elinde bulunan Rey şehrini elegeçirerek (1039) burada A z i z ü d d e v l e K ı z ı l B e y ’ in başın da bulunduğu bir Türkmen Beyliği kurmuşlardı. Bunun üzerine İsfahan’a kaçan A l â ü d d e v l e , sünnî Islâm âleminin manevi başkanı olan Abbasî halifesi K a a im B i e m r i l l a h ’ a başvurup ondan yardım isteğinde bulundu. Halifenin de kendisine başvurusu üzerine sultan T u ğ r u l , bu sırada Dihistan’m yönetimiyle meşgul bulunan İ b r a h i m Y ı n a l ’ ı, Türkmenleri itaat altına almakla görev lendirdi. Görev emrini alan İ b r a h i m Y ı n a l , Hemedan, Cibal ve Rey şehirle rini elegeçirdi. Bu bölgedeki Türkmenler ise batı yönüne hareket ettiler. Çok geçmeden sultan T u ğ r u l , Rey şehrine gelip burada bulunan İ b r a h i m Y ı n a l tarafından büyük ve görkemli bir törenle karşılandı. Şehrin derhal imar edilme sini emreden sultan T u ğ r u l , Selçuklu fetih planlarına göre, fethedilmesi ka rarlaştırılan batı ülkelerinin fetih harekâtını daha yakından yönetmek amacıyla, devletin başkentini Nişabur’dan buraya nakletti. Şehirdeki eski hükümdar sara yını (Dârül-emare) yıktırıp kendine yeni bir saray yaptırdı. Ayrıca şehirde cami ve medrese inşa ettirdi. Sultan,-burada kendi adına para da bastırmıştır (1042/43). Sultan T u ğ r u l , R ey’i Selçuklu devleti başkenti yaptıktan sonra fetihleri sür dürmek ve dolayısıyla Selçuklu sınırlarını genişletmek amacıyla, emîr M e r d a v i c ’ in yönetimindeki Kazvin’e, yürüdü; ancak kendisine karşı koyamayan M e r d a v i c , “ yıllık 80 bin altın (dinar) vergi verme karşılığında” Selçuklu vasalı olarak buradaki yönetimini sürdürdü. Daha sonra sultan T u ğ r u l , İsfahan emîri F e r a m u r z b i n A l â u d d e v 1e ’ yi de aynı şekilde “ Selçuklu devletine tâbi olarak yıllık vergi ödeme” şartıyla emirliğinin yönetiminde bıraktı. Fakat vergi ödeme ve Selçuklu vasallığını kabul etmeyen Hemedan emîri G e r ş a s p ile Di histan emîri K â m y â r ’ ın emirliklerine son verip yerlerine başka atamalar yap tı. Bu seferden sonra başkent Rey’e dönen sultan T u ğ r u l , doğu bölgeleri dışında bütün İran’ın fethini tamamlamaları için İ b r a h i m Y ı n a l , K u t a l m ı ş ve Ç a ğ r ı B e y ’ in oğlu K a v u r t ’ u görevlendirdi. Derhal harekete geçen bu Sel çuklu şehzâdeleri, birkaç yıl içinde, Büveyhoğulları emîr ve şehzâdelerinin yö netimi altındaki Şehrizûr, Hânikin, Hulvan, Dinever, Karmasin, Curcan, Damgan, Kûmis, Şiraz, Istahr vs. gibi şehir ve kaleleri fethedip, Selçuklu devleti sınırları içine almayı başardılar. Bu sıralarda şehzâde A l p A r s l a n da M erv’den hare ketle Büveyhoğullarının yönetimindeki İran’ın Fars eyaletinin büyük bir bölü münü fethetmeyi başarmıştı. Böylece sultan T u ğ r u l devrinde /ran’daki Büveyhoğulları hükümranlığı tamamen ortadan kaldırılmış oldu.
ANADOLU SEFERLERİ İlk T ü rkm en akınları
Daha önceki bölümde de ifade edildiği üzere, Horasan’da henüz Selçuklu dev leti kurulmadan önce Ç a ğ r ı B e y ’ in bir yurt arama amacıyla gerçekleştirdiği
SELÇUKLU DEVLETLE R İ TARİH İ
31
Doğu-Anadolu seferinden sonra kaynaklarda Balkan ve Irak Türknıenleri adla rıyla anılan Türkmenler (Oğuzlar), başbuğları A r s l a n Y a b g u ’ nun Gazne hü kümdarı M a h m u t tarafından hile ile yakalanıp Hindistan'daki Kalincar kalesine hapsedilmesi üzerine, Horasana nakledilerek yerleştirildiler. Bu Türkmenlerm, daha önce Samanoğulları devrinde buraya gelmiş olan soydaşları Türkmenlerle birleşip kendilerini pek rahat bırakmayan Tus kenti Gazneli valisi A r s l a n Ca z i b ’ i bozguna uğratmaları üzerine, sultan M a h m u t , bizzat harekete geçerek onları ağır bir yenilgiye uğrattı ve pek çoklarını da öldürtmüştü (1028). Bunlar dan bazı zümreler, savunması daha kolay olan dağlara ve çöllere çekilirken, iki bin çadırlık başka bir kitle ise, Azerbaycan’a, gelip bura hükümdarı V e h s u d a n ’ m hizmetine girdiler ve onunla birlikte Anadolu’ya akınlara başladılar. Acem Irak’ı valisi bulunan sultan M a h m u t ’ un oğlu M e s u t , Horasan’daki diğer Türkmenleri hizmetine aldı; babasının ölümü üzerine, Gazne sultanı olurken ve olduktan sonra onlardan sonderecede çok faydalandı. Bununla birlikte, bir süre sonra Rey kenti Gazneli valisi T a ş f e r r a ş ’ ın ilerigelen Türkmen başbuğlarından Y a ğ m u r B e y ’i öldürtmesi sebebiyle, sayıları 10 bini geçen buradaki Türkmenler, Kızıl, Boğa, A na s ı o ğ lu , Dana, G ö k t a ş v e O ğ u z o ğ l u Mansur gibi beylerin yönetimleri altında, Gaznelilere karşı harekete geçtiler ve kendile rine karşı sevkedilen -başta T a ş f e r r a ş olmak üzere- bütün Gazneli kumandanları yenilgiye uğrattılar. Daha sonra bunlardan bir bölüğü, Acem Irakı’nda kalmışsa da asıl büyük bir kısmı, 1036 yılında, Azerbaycan’a gelerek buradaki soydaşlarıy la birleştiler. Bu Türkmenlerden bazı zümreler ayrılıp doğu ve güneye yönelirler ken Azerbaycan’da kalan asıl büyük guruplar, Aras ırmağını geçip Erran bölgesine gelerek bura hükümdarı Fa d 1u n ve oğlu E b u l e s v â r i l e birleştikten sonra (1037 yılında) Doğu - Anadolu’daki bazı Ermeni zümrelerinin oturdukları yörelere akın lar da bulundular. Ayrıca bu Türkmenler, Bizans kumandanı II. B a g r a t ’ ın, Müs lümanların elinde bulunan Tiflis’i kuşatması sırasında, ona karşı savaşa katıldılar ve onu geri çekilmek zorunda bıraktılar (1038). Bunlardan başka, E b u l h e y c a H e z b â n î ’ nin yönetimindeki Urmiye’de bulunan Türkmenler, Van Gölü hav zasına akınlar yaparak Bizans generali H a ç i k ’ in kumandasındaki kuvvetleri yenilgiye uğrattılar, hattâ H a ç i k de bu çarpışmalar sırasında hayatını kaybetti. Elcezire’de ve Musul yörelerinde harekâtta bulunan başka bir Türkmen zümresi de 1042/43 yılında kuzeye yönelerek Aras ırmağı yörelerindeki Beçni kalesine sal dırdılar, fakat Anı Bizans valisi G a g i k ’ in müdahalesi üzerine, kaleyi ele geçire mediler; ancak Ermenilerin oturdukları kesimlere ve özellikle Murat ve Dicle ırmaklarının kolları üzerindeki yörelere akınlar yaparak pek çok tutsak ve gani met elegeçirdiler. Azerbaycan ve Doğu-Anadolu bölgelerine giren bu Türkmen ler, Selçuklu sultanı T u ğ r u l ’ un buyruğu üzerine, genellikle, buradaki Selçuklu vasalı emîrlerle birlikte Bizans’a akmlarda bulunmaktan geri Çalmadılar. Daha son raki T ü rk m en akınları
Bundan önceki kısımda, Azerbaycan’a gelip bura hâkimi Ve h s u d a n ile iş birliği yaparak Bizans’a karşı Anadolu’ya akmlarda bulunduğunu gördüğümüz
32
ALİ SEVİM —ERDOĞAN M ERÇİL
Türkmenler, 30 kadar başbuğlarını öldürmesi sebebiyle onunla savaşa giriştilerse de başarılı olamadılar (1041). Bu yüzden Azerbaycan’dan ayrılmak zorunda kalan bu Türkmenler, Urmiye’ye gidip, oradaki soydaşları diğer Türkmenlerle birlikte Hakkâri yörelerine başarılı akınlar yaptılar. Bununla beraber kendilerini takip için harekete geçtiğini sandıkları sultan T u ğ r u l ’ un kardeşi İ b r a h i m Y ı n a l ’ ın batı yönünde fetihler yapmak amacıyla Rey kentine ulaşması sonucunda, bura dan hareketle Azerbaycan’a gitmekte olan diğer bazı kalabalık Türkmen zümreleriyle birleşip güney-batı yönüne hareket ettiler. Böylece çok kalabalık bir hale gelen bu Türkmen kitlesi, Bühtan ırmağı taraflarındaki sarp ve yüksek dağ ları geçip, Erzen ve Batman sularını besleyen dağlık yörelere eriştiler ve buraları yağma akınlarına uğrattılar. Bu kalabalık kitlenin bir bölüğü, A n a s ı o ğ l u ve B o ğ a adlı beylerin kumandasında, daha güneydeki Diyarbakır, Silvan, Erzen ve Mardin arasındaki yörelerde harekâtta bulunarak buraları kontrolleri altına al dılar; diğer bir bölüğü ise Cizre yörelerine erişip buraları akınlara tâbi tuttular. Cizre valisi Mervanlı S ü l e y m a n , bu yörelerde konaklayan Türkmenlerın beyi O ğ u z o ğ l u M a n s u r ’ a bir ulak göndererek “ Kışı burada geçirmelerini, ilk baharda da diğer Türkmenlerle birlikte Suriye’ye gitmelerini” önerdi. S ü l e y m a n , M a n s u r B e y ’in bu öneriyi kabulü dolayısıyla düzenlediği bir şölen sırasında, onu tutuklatıp hapsettirdi. Bunun üzerine M a n s u r ’ un buyruğu al tındaki Türkmenler, oraya buraya dağıldı, önemli bir kısmı da Musul yönüne ha reket etti. Bunun üzerine harekete geçen Musul emîri U k a y l o ğ l u K a r v a ş , Mervanlı emîri N a s r u d d e v l e A h m e t ’ den de yardım ve destek alarak bu Türkmenlere saldırıya geçti; yapılan savaşta, müttefiklerin ağır bir yenilgi ve boz guna uğramaları (1042) sonucunda Türkmenler, Sincar ve Nusaybin yörelerini yağ maladıktan başka Cizre’ye de başarısız bir kuşatma girişimininde bulundular. Daha sonra, onların Diyarbakır ve yörelerine yayılmaları üzerine, bura emîri N a s r u d d e v l e A h m e t , Cizre’de tutsak bulunan M a n s u r B e y ’ i Silvan’a yanına ge tirttikten başka bölgede bulunan diğer Türkmen beylerine ulaklar gönderip ‘ ‘ M a n s u r B e y ’ i serbest bırakacağım, topraklarından çekildikleri takdirde kendilerine pek çok mal ve para vereceğini” bildirdi. Onun bu teklifinin kabulü üzerine M a n s u r B e y , tutsaklıktan kurtulup Türkmenlerine kavuştu. Bunun la beraber kendilerine gönderilen mal ve paraların azlığı sebebiyle Türkmenler, yeniden harekete geçerek Nusaybin, Sincar ve Hapur yörelerini yağma akınlarına uğrattılar. Diğer taraftan Musul’a yürüyen başka bir Türkmen gurubu, 1043 yılında, şehir hâkimi K a r v a ş ’ ı yenilgiye uğrattıktan sonra Musul ’u işgal ve yö relerine yağma akınlarında bulundular; feodal bağları sebebiyle, işgal ettikleri yerlerde, Bağdat Abbasî halifesi ve Selçuklu sultanı ( T u ğ r u l B e y ) adlarına hutbe okutmaya başlattılar. Özellikle Islâm memleketlerine yöneltilen bu Türk men hareketleri sebebiyle, başta Abbasî halifesi olmak üzere, Irak Büveyhoğulları hükümdarı C e l â l ü d d e v l e , Musul emîri K a r v a ş ve Diyarbakır emîri N a s r u d d e v l e , bu sıralarda başkent Nişabur'da bulunan T u ğ r u l B e y ’ e şi kâyetlerde bulunarak “ Bu akınlarm durdurulmasını” talep ettiler; T u ğ r u l B e y de onları haklı bulmuş, şikâyetlerini dikkate alarak teselli etmiştir. Sultan, özel
SELÇUKLU DEVLETLE R İ TARİHİ
33
likle Selçuklu vasalı Mervanlı emîrine “ Kullarımdan (tâbilerimden) bazı zümre lerin (Türkmenlerin) senin memleketlerine girip birtakım yağma akınlarında bulunduklarını haber aldım. Sen bizim uç emîrimizsin; onlara para, mal v.s. gibi istedikleri şeyleri vermelisin, böylece küffarla (Bizans) mücadelede, onlardan faydalanabilirsin” dedikten başka ona, “ Türkmenlerin, Diyarbakır ve yörelerin den çekilmelerini sağlıyacağı hususunda” söz verdi. Esasen T u ğ r u l B e y , Türk menlerin daha Azerbaycan’da bulundukları sırada, onların ilerigelen beylerine ulaklar gönderip “ Katına gelmelerini” istediyse de onlar, sultanın elçisini bir sü re alıkoyduktan sonra, onunla sultana şu mesajı gönderdiler: “ Bizleri hep birlik te huzurunda toplayıp, yapmış olduğumuz hareketlerin cezası olarak tutuklamak niyetindesiniz, bu sebeple bizler, korku ve endişe duyduğumuz için katınıza gel mekten çekiniyoruz. Siz, bizim hükümdarımız olarak bizlerin mutlaka huzuru nuza gelmesini isteyecek olursanız biz buna razı olmayacağız ve Anadolu ve Suriye’ye çekilerek kendimizi kurtaracağız” . Öte yandan Musul’u elegeçirdiğini gördüğümüz bir kısım Türkmenler, hâkimiyet sahalarını sürekli olarak genişlet mekte idiler. Bunun üzerine Musul emîri K a r v a ş , komşu Arap emirlerinden de geniş yardım sağladıktan sonra, bu sırada Diyarbakır yörelerinde bulunan B o ğ a v e A n a s ı o ğ l u B e y l e r ’den yardım alan bu Türkmenleri 1044 yılında ağır bir yenilgiye uğrattı; böylece Musul’dan çekilmek zorunda kalan Türkmenler, diğer soydaşlarının bulunduğu Diyarbakır taraflarına gittiler. Bu olayı haber alan ve bu sıralarda, devletin başkenti yaptığı Tahran yakınlarındaki Rey kentinde bulu nan sultan T u ğ r u l , Türkmenlere yeniden ulaklar göndererek “ Islâm memle ketlerine akınlar yapmamalarını, Azerbaycan’a dönüp bu ülkede yaylak ve kışlalar kurduktan sonra Selçuklu emîr ve kumandanlarıyla birlikte Bizans’a gazalara girişmelerini” bildirdi. Sultanın buyruğunu alan O ğ u z o ğ l u M a n s u r , G ö k t a ş , A n a s ı o ğ l u , B o ğ a vs. gibi Türkmen beyleri, beraberlerindeki Türkmen zümreleriyle birlikte Diyarbakır yörelerinden ayrılarak daha kuzeye yönelip Bi zans’a ait il, ilçe, bucak ve köyleri yağmaladıktan sonra Erciş’e ulaştılar; daha sonra onlar, buradan Azerbaycan’a geçebilmek için, birçok armağanlar gönderdikleri Van Gölü bölgesi Bizans valisi S t e p h a n o s ’ tan izin istedilerse de o, bunu ka bul etmeyip Türkmenlere saldırdı. Yapılan savaşta Bizans kuvvetleri yenilgiye uğ radığı gibi, S t e p h a n o s da tutsak alındı (1045). Bunun üzerine Türkmenler, hiçbir engelle karşılaşmaksızm Azerbaycan’a döndüler. Böylece sultanın buyru ğunu yerine getiren ve dolayısıyla affına mazhar olan A n a s ı o ğ l u ve B o ğ a , sultandan, “ Diyarbakır ve yörelerinin kendilerine verilmesi (ıkta) ” menşûrunu aldıktan sonra yeniden, fakat bu kez sultan adına, bu bölgeye gelerek başta Aıtûd olmak üzere, diğer il ve ilçelere kuvvetler yerleştirdiler; daha sonra da Silvan’a giderek Mervanlı emîri N a s r u d d e v l e A h m e t ile bölgenin yönetimi husu sunda müzakerelerde bulundular. Fakat bu sırada, bu iki Türkmen beyi, yaptık ları bir kavga sırasında birbirlerini öldürdüler. Bunu fırsat bilen Mervanlı emîri, tâbi olduğu sultana “ karşı koyma” gibi bir duruma düşmemek için, Büveyhoğulları hükümdarı E b û K â l i c a r F e n a h ü s r e v ’ i harekete geçirterek memle ketlerindeki bu Türkmenleri buralardan uzaklaştırmayı başardı.
u
ALİ SEVİM —ERDOĞAN M ERÇİL
Görüldüğü üzere, kısmen Bizans, kısmen de Islâm, memleketlerine karşı ya pılmış olan bu Türkmen hareketleri, federal bünye gereği, Selçuklu devletine tâ bi olmalarına rağmen, devletin fetih planlarına uygun olarak yapılmamış ve dolayısıyla da devletin kontrol ve denetiminden uzak kalmıştır. S elçuklu ordu larının harekâtı
Sultan T u ğ r u l devrinde de bir süre devam eden Türkmen akınlarından sonra artık düzenli Selçuklu orduları, Anadolu’nun fethine girişeceklerdir. Dandanakan zaferini müteakip Büyük Selçuklu devletinin kurulmasından bir süre sonra kararlaştırılan/efi/ıplanları uyarınca, batı yönündeki fetihleri yürütme görevini bizzat üstlenen sultan T u ğ r u l , devletin başkentini Nişabur’dan Rey kentine nak letti (1043). Böylece Anadolu’da, düzenli Selçuklu ordularının seferleri ve dola yısıyla fetihleri başlayacaktır. Daha önce kısmen dolaylı olarak görüldüğü üzere, Emevî ve Abbasî devirlerinde, Anadolu’nun ve özellikle İstanbul’un fethi ama cıyla yapılan girişimler, Bizans’ın şiddetle direnişi sebebiyle başarılı olamamış ve dolayısıyla Anadolu’nun fethi de gerçekleşememişti. Fakat bir yüzyıl sonra, ku ruluşundan itibaren, eski ruh te kudretini kaybeden İslâm âleminin, taze ve diri kuvveti olarak, bütün yükünü üzerinde taşıyan Selçuklu devleti, daha önceleri başarılamayan Anadolu’nun fethi görevini üzerine alıp başarıyla sonuçlandıra caktır. Anadolu’nun fethi harekâtını bizzat yeni başkent iîey’den yönetmeye başla yan sultan T u ğ r u l , amcası Y u s u f Y ı n a l ’ ın oğlu İ b r a h i m Y ı n a l ’ ı Hemedan ve Isfahan il ve yörelerinin, diğer amcası A r s l a n Y a b g u ’ nun oğulları K u t a l m ı ş ve R e s u l t e k i n ’ i Hazar Denizi bölgesinin, öteki amcası M u sa Y a b g u ’ nun ( i n a n ç B e y ) oğlu H a ş a n ile, kardeşi Ç a ğ r ı B e y ’ in oğ lu Ya k u t î ’ yi de Azerbaycan’ın fethiyle görevlendirdi; ayrıca bu Selçuklu şehzadelerinin buyrukları altına, kalabalık Türkmen kuvvetleri de verildi. Bu sı ralarda, Doğu-Anadolu ve Azerbaycan’da, yönetimleri Bizans’a bağlanan Ermeni ve Gürcü halkları ile Müslüman Şirvanşahlar (Derbend ve Hazar Denizi kıyıla rında), Şeddâdoğulları (Nahçıvan, Dübeyl ve Gence illerinde) ve Câferoğulları (Tiflis’te) beylikleri bulunuyordu. İ b r a h i m Y ı n a l , birkaç yıl içinde, Hemedan ve İsfahan bölgesini fethettikten sonra Dicle ırmağı kıyılarına kadar harekâ tını başarıyla sürdürdü. Ote yandan K u t a l m ı ş da Geylan ve Târim bölgelerini fethettikten sonra, ileri harekâtına devamla Aras ırmağını geçerek Erran ve Gür cistan’a girmeyi başardı. Bu arada K u t a l m ı ş , Bizans imparatoru IX. K o n s t a n t i n o s M o n o m a k h o s ’ un, Gürcü asıllı kumandanı L i p a r i t yönetiminde sevkettiği ordunun, Şeddâdoğulları beyliğinin başkenti Dovin’i kuşatıp sıkıştır ması üzerine, onları savunma amacıyla, harekete geçerek L i p a r i t ’ i Gence ön lerinde kesin bir yenilgiye uğratıp çekilmek zorunda bırakmış idi. Hasankale zaferi
Öte yandan şehzâde H a ş a n , Pasin ve Erzurum yörelerine akınlar yapıp, da ha önce imparator II. B a s i 1 tarafından Ermeni yönetimine son verilip sınırları
SELÇUKLU DEVLETLE R İ TARİH İ
35
genişletilmek suretiyle Grek Vaspurakan’ı (Grekia Vaspıırakania) haline getiri len Van Gölü havzasına yürüdü. Selçuklu-Bizans antlaşmasına rağmen girişilen bu harekât üzerine, Vaspurakan Bizans valisi A a r o n , kalabalık Türk ordusu karşısında Gürcistan Bizans valisi K e k a v m e n o s ’ tan yardım sağladı. Her iki taraf arasında, 1047/48 yılında, Büyük Zap suyu yörelerinde yapılan savaşta, pu suya düşürülen Selçuklu kuvvetleri yenilgiye uğradı; şehzâde H a ş a n ve yakın arkadaşları şehit olarak hayatlarını kaybettiler. Selçuklu ordusunun bozgununa, şehzâde H a s a n ve arkadaşlarının şehit olmalarına sonderecede üzülen sultan T u ğ r u l , Azerbaycan Genel Valiliğine atadığı İ b r a h i m Y ı n a l ’ ı Erran böl gesinde başarılı fetihlerde bulunmakta olan K u t a l m ı ş i l e birlikte, Anadolu’da fetihler yapmak ve bozguna uğratılan Selçuklu ordusunun öcünü almak amacıy la, seferle görevlendirdi. Derhal harekete geçen İ b r a h i m Y ı n a l , K u t a l m ı ş ’ la birlikte, Bizans kaynaklarının “ 100 bin kişi olduğunu” ifade ettikleri büyük bir Selçuklu ordusuyla harekete geçerek 1048 yılında, Anadolu toprakla rına girdiler. Bir yıldırım hızıyla ilerleyen Selçuklu ordusu karşısında ne yapa caklarını şaşıran Vaspurakan ve Gürcistan Bizans valileri A a r o n ve K e k a v m e n o s , imparator IX. K o n s t a n t i n o s ’ dan acele yardım istediler. Bunun üzerine imparatorun emriyle, bütün Gürcü kuvvetlerini toplayan Bizans generali L i p a r i t , derhal A a r o n ve K e k a v m e n o s ’ la birleşti; bu arada K e k a v m e n o s ’ un barış teklifi İ b r a h i m Y ı n a l tarafından reddedildi. Bunun üzerine, Rum, Ermeni ve Gürcülerden oluşan takriben 35 bin kişilik Bizans or dusu, Hasankale yörelerindeki Ügümi köyünde karargâh kurdu. Bu sıralarda I b rahim Yınal ve K u t a l m ı ş ’ ın yönettikleri Selçuklu ordusu Aras ırmağını izle yerek birkaç kale ve müstahkem mevkii fethederek eski Erzurum (Kalikala) yö nüne doğru ileri hareketlerine devam ediyorlardı. Çok geçmeden Erzurum’a erişen ve şehri bir saldırı ile elegeçiren Selçuklu ordusu, buradan, Bizans ordusunun bulunduğu Pasin ovasındaki Hasankale önlerine gelip karargâh kurdu. Böylece her iki taraf savaşa hazır duruma gelmiş idi. Bizans ordusunun sağ kanadında K a t a k a l o n , sol kanadında A a r o n ve merkez hattında da L i p a r i t yer al mışlardı. İki büyük bölümden oluşan Selçuklu ordusunun bir bölümüne İ b r a h i m Y ı n a l , öteki bölümüne d e K u t a l m ı ş kumanda ediyordu. 18 Eylül 1048’de her iki taraf arasında şiddetli bir savaş başladı. Bütün bir gün, bir gece devam eden çarpışmalar sonucunda Bizans ordusu ağır ve kesin bir bozguna uğratıldı, başkomutan L i p a r i t de tutsak alındı. Ölüm ve tutsaklıktan kurtulabilen Bizans ordusunun bir kısım Rum, Ermeni ve Gürcü askerleri, Van ve Anı kalelerine güç lükle sığınabildiler. İ b r a h i m Y ı n a l , tutsak L i p a r i t ’ i, elegeçirilen değerli ganimetlerle, bu sırada başkent iîey’de bulunan sultan T u ğ r u l ’ a bizzat götü rüp, “ Bizans’a indirilen bu ağır darbeyi ve zaferi” müjdeledi. Sultan da bu önemli başarısından dolayı kendisini kutlamış, hattâ ona 40 bin altın başarı ödülü ver mek istemişse de İ b r a h i m Y ı n a l bunu kabul etmemiştir. Bizans’ la yapılan barış
Hasankale yenilgisi ve ayrıca Balkanlar’da T u r a k komutasında başlayan Peçenek Türklerinin istilâsı sebebiyle sıkışık duruma düşen imparator K o n s t a n -
ALİ S E V İM -E R D O Ğ A N MERÇİL
36
t i n o s , sultan T u ğ r u l ’ a bir elçi gönderip barış önerisinde bulundu; ayrıca, daha önce Bizans, fakat şimdi ise Selçuklu vasalı olan Diyarbakır emîri N a s r u d d e v l e A h m e t ’ e de başvurarak “ Barış için sultan katında aracılık yapmasını” istedi. Sultan, kendisine çok değerli armağanlar getiren (ilgili kaynaklarda bu ar mağanlar hakkında geniş bilgiler yer almaktadır) Bizans elçisini, Şeyhülislâm E b û A b d u l l a h ile birlikte huzuruna kabul etti; imparatorun, L i p a r i t için gönderdiği kurtuluş akçasını (Fidye-i necat) almayarak onu elçiye teslim etti. İmpa ratorun barış önerisini kabul eden sultan T u ğ r u l , Bizans’la imzalanacak olan barış antlaşmasını konuşmak ve imza etmek için Abbasî halifesi K a a i m B i e m r i 11 a h ’ ın akrabası Ş e r i f E b u l f a z l N â s ı r başkanlığında bir heyeti, Bizans elçisiyle birlikte İstanbul’u imparatora gönderdi (1049/50). İmparator K o n s t a n t i n o s ile Selçuklu elçisi arasında yapılan birçok müzakereler sonucunda: 1. Emevîler devrinde M e s l e m e b i n A b d ü l m e l i k tarafından yaptırılan cami ve medrese tamir edilecek, 2. Şiî Fatımî halifeliği adına okutulan hutbe, Abbasî halifesi ve Selçuklu sul tanı adına değiştirilecek, 3. Cami mihrabına, eski Türk hâkimiyet alâmeti olan ve sultan T u ğ r u l ’ un kullandığı ‘ ‘ok ve yay” işaretleri işlenecek, şeklindeki maddeler aynen kabul edildi; fakat Bizans’ın vaktiyle ‘ ‘A bbasî halife liğine ödediği yıllık verginin, bu kez, Selçuklu devletine ödenmesi” maddesi uzun müzakerelere rağmen imparator tarafından kabul edilmedi. Bu önerilerinin ka bul edilmemesi sebebiyle, Selçukluların Anadolu’da yeniden fetih hareketlerine başlayabileceklerini düşünen imparator, özellikle Doğu-Anadolu’daki Bizans ka le ve müstahkem yerlerin kuvvetlendirilmesini ve askerî birliklerin artırılmasını emretmek zorunda kaldı. Sullan T u ğ ru l’ un seferi
Sultan T u ğ r u l , başkenti Hemedan olmak üzere, kendine ayrı bir hâkimi yet bölgesi sağlamak amacıyla harekete geçen kardeşi İ b r a h i m Y ı n a l ’ ın is yanım bastırdıktan ve böylece devletin merkeziyetçi kudretini sağlamlaştırdıktan sonra Anadolu seferine girişti. Esasen T u ğ r u l B e y , bir yandan gittikçe artan Türkmen nüfusu ve dolayısıyla Anadolu’yu yurt tutma zorunluluğu, öbür yandan da imparatorla yapılan barışta tam bir anlaşma olmaması sonucunda, Bizans’ın Anadolu’ya yeni kuvvetler göndermesi sebebiyle, Anadolu’nun fetih harekâtına devam etme gereğini ve zorunluluğunu duymuş idi. Sultan T u ğ r u l , 1054 yılın da, kuvvetli bir orduyla harekete geçerek Anadolu sınırlarını aşıp, Van Gölü’nün kuzey-doğuıundaki bugünkü Muradiye (Bergiri), daha sonra da Erciş’i kısa bir kufatmsdan sonra fethetti. Sultan, Van Gölü’nün kuzeyindeki ilerleyişine devam ederek sağlam surlarla çevrili büyük bir kalesi bulunan Malazgirt önlerine gelip karargâh kurarak şiddetle kuşatmaya başladı. Kale, Bizans kumandanı Va s i 1ta rafından savunuluyordu. Sultan, kalenin bir an önce düşmesini sağlamak ama
SELÇUKLU DEVLETLE R İ TARİHİ
37
cıyla, bir yandan lâğımlar kazdırırken, bir yanda da Bitlis’ten getirttiği büyük mancımkı kurdurup kaleyi dövdürmeye başlattı; aynı şekilde vali Va s i 1 de karşı savunma önlemleri almakta idi. Fakat çok geçmeden, öğle vakti, Selçuklu asker lerinin çadırlarına çekilip dinlenmekte oldukları sıralarda, hile ile büyük mancınıka yaklaşan bir Norman fedaisinin koynunda sakladığı kükürt-petrol karışımı maddeleri süratle fırlatması sonucunda, mancınık alevler içinde yanmaya başla dı. Norman askeri derhal takip edildiyse de yakalanamadı. Bunun üzerine sul tan, yeniden kuşatmayı şiddetlendirdi, fakat savunucuların karşı hareketleri sebebiyle kuşatmayı kaldırdı. Bu sıralarda sultan T u ğ r u l ’ un üç yönden sevkettiği kuvvetlerden ilki, ku zeyde Kafkaslar’a, batıda Canik ormanlarına, güneyde Tercan, Hanzit ve Erzin can’a kadar ilerlerken, ikinci kol, Oltu yörelerinden geçip Çoruh ırmağı vadisinin ötesindeki memleketleri akınlara uğrattı; geri dönüşleri sırasında, Bayburt yöre lerinde kendilerine saldıran ücretli bir Frank kuvvetiyle savaştılar; çarpışmalar sırasında Selçuklu kuvvetleri komutanı şehit edildi ise de Türk kuvvetleri başarı lı bir şekilde geri çekildiler. Kars yönünde ilerleyen üçüncü Selçuklu birlikleri, buranın Bizans valisi G a g i k ile giriştikleri bir savaş sonunda, Bizans kuvvetleri âdeta yok edildi. Öte yandan Malazgirt kuşatmasını kaldırdığını gördüğümüz sultan T u ğ r u l , ordusuyla Kars’a gelerek şehri bir süre kuşattıktan sonra Pasin ova sından geçerek Erzurum yörelerine, hattâ daha doğuda bulunan Ugümi’ye değin ileri harekâtını sürdürdü; bu bölgede hiç bir Bizans kuvveti, kendisine karşı çı kıp savaşmaya cesaret edemedi. Kuzey-doğu Anadolu’daki harekâtını böylece ta mamlayan sultan T u ğ r u l , güneye inerek yeniden Malazgirt’e gelip kuşatmaya başladı. Şiddetle yapılan çarpışmalar sırasında, dört yüz kişinin kullandığı bü yük Selçuklu mancınıkının attığı iri taş ve kaya parçalarının surlarda açtığı ge dikten şehre saldıran Selçuklu askerleri, başarılı olamayarak geri çekilmek zorunda kaldılar. Sultan T u ğ r u l , kış mevsiminin yaklaşması sebebiyle, baharda yeniden gelip fetihlere devam etmek amacıyla, kuşatmayı yeniden kaldırdı. Giriştiği bu sefer sırasında elde ettiği pek çok ganimetlerle buradan hareketle yolu üzerinde ki Adilcevaz’ı fethettikten sonra Anadolu’dan ayrıldı. Daha son raki askerî harekât 7
Sultan T u ğ r u l , özellikle Bağdat askerî valisi (Şıhne) şiî inançlı A r s l a n Be s a s i r î ’ n i n Abbasî halifeliğine karşı giriştiği isyankâr hareketler sebebiyle, Ana dolu’dan ayrıldıktan sonra Selçuklu vasalı Erran valisi E b u l e s v a r , 1055/56 yılında, Türkmen kuvvetlerinin yardım ve desteğiyle, Anadolu’da akınlara devam ederek Anı ve yörelerine kadar ilerledi. Bunun üzerine Bizans imparatoru K o n s t a n t i n o s ’ un gönderdiği general N i k e p h o r o s , Dübeyl ve Gence yörelerine kadar ilerleyerek E b u l e s v a r ’ i yenilgiye uğratıp onunla “ Bizans vasatlığını ka bul etmesi” şartıyla bir antlaşma imzaladı. Öte yandan, sultan T u ğ r u l , imparatorluk içinde ortaya çıkan çeşitli buh ranlar sebebiyle, Anadolu fetih harekâtını bizzat yönetmemekle birlikte görev
38
A L İ S E V İM -E R D O Ğ A N M ERÇİL
lendirdiği Selçuklu şehzâde, emîr ve Türkmen beyleri, Anadolu’da Bizans’a karşı askerî harekâtı sürdürmekte idiler. Şöyleki: Beraberinde kalabalık bir Türkmen kuvveti olduğu halde, Azerbaycan ve Anadolu sınır boylarına gelen Ç a ğ r ı B e y ’ in oğlu Ya k u t î , Anadolu’ya akınlara başladı. Ya k u t î ’ nin emirlerinden olan S a b u k (Belki S u n d u k veya S a 11 u k ) 1057 yılında, Doğu-Anadolu’ya sürekli ve başarılı akınlar yaptı. Anadolu’daki Rumeli ve Makedonya kuvvetleri komu tanlığına atanan general N i k e p h o r o s B r y e n n i o s ’ un çabaları, S a b u k ’ un harekâtını durdurmaya yeterli olamadı ve bu yiğit Türk emîriyle yaptığı bütün çarpışmalarda yenilgiye uğramaktan kurtulamadı. Yine Ya k u t î ’ nin sevkettiği diğer Selçuklu birlikleri, 1058 yılında, Kars yörelerine akınlarda bulundular; Kars ve Anı kalelerini kuşattılarsa da fethedemediler. Daha sonra bu kuvvetler, Pasin ovasına inerek bu kesimdeki birçok kent ve kaleleri kuşatıp sıkıştırdılar, bunlar dan Ugümi’yi fethettiler. Başka bir Selçuklu birliği, Malazgirt ve Muş taraflarına akınlarda bulundu. Yine aynı yılda, Ya k u t î ’ nin Azerbaycan ve Erran’dan sev kettiği başka bir Selçuklu birliği, Anadolu sınırlarını aşarak Erzurum yörelerine, daha sonra da Erzincan ve Kemah’a kadar ilerleyip elegeçirdi, bu arada Harput yörelerine de akınlarda bulundu. Bu kuvvetlerden bir kol, Çoruh ve Kelkit vadisi yoluyla ilerleyerek Şebinkarahisar (Şarki Karahisar)’ı elegeçirdi. Üç bin kişilik bir kuvvetin başında bulunan kahraman Türk emîri D i n a r , Fırat ırmağı yönün de hareketle Malatya’ya ulaştı. Az sayıda bir Bizans atlı birliğinin savunmaya ça lıştığı, fakat yok edildiği şehir kolaylıkla fethedildi, yöreleri akınlara tâbi tutuldu. Emîr D i n a r ’ ın bu çarpışmalar sırasında şehit olduğu rivayet ediliyor (1058). Şehirde on gün kadar kalan ve çeşitli yönlere akınlarda bulunan Selçuklu kuvvet leri, Doğu-Anadolu ve Azerbaycan’a dönüşleri sırasında da Bizans kent ve kalele rini, onlarla giriştikleri bir çok çarpışmalar sırasında, tahribata uğratmaktan geri kalmadılar. 1059 yılında, sultan T u ğ r u l ’ un buyruğuyla Anadolu’ya Selçuklu akmları yeniden başladı. Şehzade Ya k u t i , beraberinde H o r a s a n S â l â r ı , K a p a r (Belki E m î r - i K e b î r ) , Ermeni kaynaklarındaki imlâsıyla K i c a c i ç v e yine S a b u k adlı Selçuklu emîrleri olduğu halde, sünni Abbasî hilâfetine bağlı olma ları sebebiyle kara bayraklar taşıyan Selçuklu ordusuyla Van Gölü’nün kuzeyin den Anadolu topraklarına girdi. H o r a s a n S â l a r ı , Urfa’yı kuşattıysa da Antakya dükü K h a ç a t o r ’ un müdahalesi üzerine, başarılı olamadı. Bununla birlikte Anadolu’nun kuzey bölgelerinde, emîr S a b u k ’ un kumandasında ileri harekâtına devam eden Selçuklu birlikleri, Bizans kumandanları A t o m ve E b û S e h l ’ in yönetiminde bulunan Sivas üzerine yürüdüler. Şehrin kilise ve kulelerini Bizans ordu çadırları sanan ve bu sebeple bir süre duraklayan Selçuk lu kuvvetleri, Temmuz 1059’da her iki kumandanın D eveli’ye kaçmaları sebebiy le, şehri ve kalesini hiç bir direnişle karşılaşmaksızın elegeçirdiler; şehri ancak bir hafta süreyle ellerinde tutan Türk kuvvetleri, pek çok tutsak ve ganimetler elegeçirdiler. Öte yandan İ s a a k i o s K o m n e n o s ’ dan (1054-1059) sonra Bizans imparatoru olan X. K o n s t a n t i n o s D u k a s (1059-1067), sözkonusu Selçuklu
SELÇUKLU DEVLETLE R İ TARİH İ
39
askerî hareketlerini durdurmak amacıyla, general P a n k a r a s ’ ı görevlendirdi. Harekete geçen P a n k a r a s , Anadolu’dan elde ettikleri tutsak ve ganimetlerle Erran ve Azerbaycan’daki kışlaklarına dönmekte olan Selçuklu kuvvetlerine bir takım saldırılarda bulundu, fakat giriştiği bütün çarpışmalarda ağır darbeler yi yerek perişan ve darmadağın edildi (1061). Bu sürekli yenilgi ve başarısızlar sonucunda imparator K o n s t a n t i n o s D u k a s , başta Sivas ve Malatya olmak üzere, Anadolu’daki belli başlı Bizans kentlerinde bulunan sur ve kalelerin yeni den onarılması hususunda, doğu eyaletleri valilerine emirler göndermekten baş ka hiç bir önlem alamadı. Sultan T u ğ r u l , 1062 yılında, Azerbaycan ve Erran’a gelerek buraları yeni den kendisine tâbi kıldıktan ve özellikle, sürdürülen Anadolu harekâtını incele yip denetledikten sonra Irak’a gitmek üzere, bu bölgeden ayrıldı. Bununla birlikte Anadolu’da akınlara devam etmek üzere, şehzade Ya k u t i ’ yi yeniden görevlen dirdi. Bu Selçuklu şehzadesi, beraberinde, H o r a s a n S â l â r ı , Ermeni kaynak larındaki imlâsıyla C e m c e m (Belki Erzurum’da türbesi bulunan C e m c e m e S u l t a n ) ve I s u l i (Belki A n a s ı o ğ l u ) adlı emîrler olduğu halde, Anadolu’ ya girip Ergani’nin kuzeyindeki Bagin, Tulhum ve Ergani’yi akınlara uğrattı; da ha sonra, Selçuklu vasalı Diyarbakır emîri İNa s r ile birlikte Dicle ve Fırat ırmakları havzalarına akmlarda bulundu, imparator D u k a s , bu akınları dur durmak amacıyla, Normandiyalı general H e r v e ile Urfa valisi T a v d a n o s ’ u görevlendirdi ise de Selçuklu akıncıları tutsak ve ganimetlerle Azerbaycan’daki üslerine döndükleri için herhangi bir çarpışma olmadı. Bununla birlikte bu iki Bizans generali, emîr N a s r ’ ın Türk kuvvetlerinden de yardım alıp savunduğu Amid’i şiddetle kuşatıp sıkıştırdı. Şehrin Rum kapısı tarafında yapılan çarpışma lar sırasında, Türk emirlerinden H a c ı B a ş a r a şehit olduğu gibi, general Ta v d a n o s da hayatını kaybetti; bu çarpışmalarda her iki taraf da ağır kayıplar vermiştir. Böylece bu Bizans karşı harekâtı da pek başarılı olamadan sonra erdi. ilk Selçuklu sultanı T u ğ r u l B e y devrinde, Selçuklu devletinin fetih plan ları uyarınca, Anadolu’da ırmak vadileri boyunca düzenli bir şekilde sürdürülen Selçuklu askerî hareketleri, Kızılırmak’a kadar uzatıldı. Bu hareketler, tam an lamıyla bir fetih niteliği taşımayıp, daha sonraki yıllarda yapılacak olan fetih ve yerleşme hareketlerine uygun bir zemin hazırlaması bakımından önemlidir. Ger çekten bu akınlar sonucunda, batıda Sivas’a kadar olan Bizans kale ve müstah kem mevkileri, büyük ölçüde tahrip edilmiş, böylece, bu bölgelerdeki Bizans savunma gücüne ağır darbeler indirilmiştir. Esasen Selçuklu sultanı T u ğ r u l , gerek devlet içinde ortaya çıkan huzursuzluk (özellikle İ b r a h i m Y ı n a l v e K u t a 1m ı ş isyanları), gerekse Bağdat Abbasî halifeliğini ciddi şekilde sarsan olay lar ( A r s l a n B e s a s i r î isyanı) sebebiyle, Anadolu’nun fethiyle bizzat ilgilenememiş, ancak görevlendirdiği Selçuklu şehzâde ve emirlerinin gerçekleştirdikle ri askerî hareketler, genellikle birer akın niteliğinden ibaret kalmıştır. Sultan T u ğ r u l , ilk Bağdat seferine çıkacağı sıralarda, Sistan hâkimi M u sa i n a n ç B e y ’ le Ç a ğ r ı B e y arasında ortaya çıkan anlaşmazlığı çözümle meyi de ihmal etmedi. Şöyleki:
A Lİ S E V İM -E R D O Ğ A N M ERÇİL
40
M u s a İ n a n ç Y a b g u ve hayatta kalan tek oğlu B ö r i ’ nin kudretli bir ki şiliğe sahip olmamaları nedeniyle hâkimiyet bölgesi olan Sistan’da tam anlamıy la bir hâkimiyet ve yönetim kuramamışlar ve zaman zaman vukuubulan Gazne saldırılarını da önleyememişlerdi. Bu durum, Ç a ğ r ı B e y ’ in herhangi bir yö netim alanı bulunmayan oğlu Ya k u t î ’ nin dikkatini çekmekte idi. Bu nedenle o, babasına ve sultan T u ğ r u l ’ a başvurarak “ Sistan yönetiminin kendisine bırakılmasını” bildirdi. Bu hususta babasının da onayını alan Y a k u t î , derhal M u s a Y a b g u ’ nun veziri E b u l - F a z l ’ dan “ Sistan m kendisine teslimini” is tedi, reddedilmesi üzerine de kuvvetleriyle birlikte Sistan’a yürüdü. Ayrıca Ç a ğ r ı B ey de vezirden “ Kendisinin adına hutbe okutturmasını” bildirdi. Ote yan dan M u s a Y a b g u , derhal sultan T u ğ r u l ’ a başvurarak ondan “ memleket lerinin istilâsına engel olmasını” rica etti. Bunun üzerine sultan T u ğ r u l , M u sa Y a b g u , veziri E b u l - F a z l ve Sistan halkına gönderdiği bir buyrukta Sistan’ın istilâsını doğru bulmadığını ifade ettikten başka, Ç a ğ r ı B e y ’ e de “ giriştiği bu hareketlerinin M erv’de alınan Büyük Kurultay kararlarına aykırı olduğunu” sert bir dille bildirdi. Bunun üzerine M u s a Y a b g u , oğlu B ö r i ’ yi bir miktar kuvvetle Sistan’a göndererek bölgeyi Ç a ğ r ı B e y ’ in yöneticilerin den teslim aldı (1056). Böylece Sistan meselesi barış yoluyla çözümlenmiş oldu. Saltan T u ğ ru l’ un B ağdat seferi
Doğuda ve özellikle batıda gerçekleştirilen büyük fetihler sonucunda, Selçuklu Devleti’nin sınırları genişlemekte ve dolayısıyla kudreti de artmakta idi; böylece Selçuklular, bütün Islâm âlemine hâkim duruma gelmeye başlamışlardı. Bu ne denle, daha önceleri İslâm dünyasına hâkim durumda bulunan şii inançlı Büveyhoğulları hükümdarları, bu hâkimiyetlerini kaybedecekleri kuşku ve endişesine kapılmışlardı. Bu sırada Büveyhoğulları, Bağdat’ta görevli bulunan askerî vali leri Türk asıllı A r s l a n B e s a s i r î vasıtasıyla sünnî Abbasî Halifeliği’ni şiddetle baskı altında bulunduruyordu. Şiî Mısır Fatımî Halifeliğiyle de ilişki kuran A r s l a n B e s a s i r î ’ nin gittikçe artan tahakkümü üzerine, Abbasî halifesi K a a i m B i e m r i l l a h , özellikle veziri E b u l k a s ı m A l i I b n ü l m ü s l i m e ’ nin tavsiye ve etkisiyle Selçuklu sultanı T u ğ r u l ’ a başvurarak şiîlere karşı ondan yardım isteğinde bulundu ve onu Bağdat’a davet etti. Bunu haber alan B e s a s i r î ve Bağdat’taki diğer şiî inançlı Türkler arasında büyük bir huzursuzluk başla dı, çok geçmeden de B e s a s i r î , başta vezir I b n ü l m ü s l i m e olmak üzere, halifenin yakınları olan yüksek devlet adamlarına baskıyı artırdı ve hattâ bunları bertaraf etmeye başladı. Bu sırada Büveykoğulları hükümdarı M e l i k ü r r a h i m H ü s r e v F i r u z d a Selçuklu hâkimiyetinde bulunan Şiraz ve çevresini istilâ ile sultan T u ğ r u l adına okunan hutbeyi kaldırıp kendi adına okutmaya başla mıştı. Bütün bu şiî baskı ve saldırıları üzerine sultan T u ğ r u l , Anadolu seferini tamamladıktan sonra derhal Bağdat seferine çıkmak gerekliliğini duydu (1055). Bu arada sultan, ırktaşı A r s l a n B e s a s i r î ve yandaşları olan Bağdat’taki Türklere, mektuplar gönderip “ kendilerine ihsanlarda bulunacağını” bildirerek on
SELÇUKLU D E V LETLE R İ TARİHİ
41
ların gönüllerini almıştır. Fakat sultanın, ordusuyla Bağdat’a gelmekte olduğunu haber alan A r s l a n B e s a s i r î , Bağdat’tan Rahbe’ye kaçıp Fatımîlere tâbi ol duğunu açıkladığı gibi, yandaşı olan şehirdeki Türkler de “ Selçuklu kuvvetleri ne karşı koyacaklarını” bildirdiler. Büveyhoğulları hükümdarı H ü s r e v F i r u z , halifenin isteği üzerine sultana itaat arzettikten sonra kuvvetlerini şehir dışına çıkardı. Buradaki Türkler de “ Sultana itaat ile adına hutbe okutacaklarını” ken disine bildirdiler. Çok geçmeden sultan T u ğ r u l , Aralık 1055’de, ordusuyla Bağ dat önlerine geldiği zaman, halifelik ilerigelenleri ve Büveyh emirleri tarafından çok görkemli bir törenle karşılandı. Selçuklu ordusu şehir dışında konakladı. Sel çuklu askerleri gerekli yiyecek ve diğer maddeleri satın almak amacıyla şehre gi rip alışveriş yapmakta idiler. Yine alışveriş için şehre giren Selçuklu askerleri A r s l a n B e s a s i r î ’ nin Türk asıllı Büveyh askerleri ve yandaşı olan Bağdatlı ların uydurma bir bahaneyle saldırısına uğradılar; hattâ onlar, bu saldırılarını daha da genişleterek şehir dışındaki Selçuklu ordugâhına da yürümeye başladı lar. Bunun üzerine ordugâhtaki Selçuklu kumandanları, derhal harekete geçerek şehre girip kendilerine karşı yöneltilen bu direniş ve ayaklanmayı kısa sürede bas tırmayı başardılar, isyancıların oturdukları mahalleler geniş ölçüde yağmalandı ğı gibi, onların büyük bir kısmı elebaşlarıyla birlikte tutsak alındı. Bununla birlikte Oğuzları koruma amacıyla, Bağdat’ın, şiilerin oturduğu ünlü Kerh mahallesi yağma ve tahrip edilmedi. Son Büveyhi hükümdarı M e l i k ü r r a h i m H ü s r e v F i r u z , halkı ve askerleri kışkırtıcı hareketlerde bulunması tespit edildikten sonra sultan T u ğ r u l ’ un buyruğuyla yakalanıp hapse atıldı, daha sonra da İran’a gön derilip bir kalede hapsedildi. Böylece Büveyhoğulları Devleti’nin Irak kolu orta dan kaldırılmış oldu. Çok geçmeden, isyanın bastırılması sırasında, gerek Bağdat ’tan kaçan, gerekse tutsak alınan Büveyhî ve Türk emîr ve kumandanları nın bütün taşınmaz malları (ev, mülk ve ıktalar) ellerinden alındı. Daha sonra sultan T u ğ r u l , bu isyan hareketine sonderecede üzülen halife K a a i m B i e m r i 11 a h ’ a özel bir ulak gönderip güzel sözlerle onu teselli etti. Böylece Bağdat’ ta sükûn ve asayişi tam anlamıyla sağlayan sultan T u ğ r u l , sultanlık sarayına (Dârülemâre, Dârülmemleke) yerleşti, askerlerini de Büveyhî kumandan, asker ve A r s l a n B e s a s i r î yandaşlarının evlerine yerleştirdi; beraberindeki emir lerden A y t e k i n ’ i, Bağdat askerî valiliğine (Şıhne) atadı. Bu arada sultan, hali fe K a a i m B i e m r i l l a h ’ ın yıllık gelirini artırdıktan sonra, son verilen Büveyhoğulları Devletine ait Basra, Ahvaz, Huzistan ve Erecan eyâlet ve şehirle rinin yönetimini yıllık 360 bin altın (dinar) vergi karşılığında T a c ü l m ü l û k E b û K â l i c a r H e z a r e s b ’ e verdi ve ıkta işlemlerini yapmakla veziri A m i d ü l m ü l k K ü n d ü r î ’ yi görevlendirdi. Böylece Selçuklu Devleti, sünnî Islâm, âleminin maddî kudret ve kuvvetini temsile başladı, halife ise sadece mane vî liderliğini korumuş oluyordu. Bütün bu icraat ve etkinliklerden sonra sultan T u ğ r u l , Bağdat’da imar faaliyetine başladı. Şehrin doğu tarafında Dicle ırma ğı kıyısındaki eski konak yerlerini yıktırıp Ulu Cami, birçok ev, hamam ve bir de çarşı yaptırdı; ayrıca yeni bir hükümdar sarayı inşa ettirdi, ilgili kaynaklarda Tuğrul Bey Şehri (Medinetü Tuğrul Bey, Medinetü Tuğrulî), adıyla belirtilen şe
42
ALİ S E V İM -E R D O Ğ A N M ERÇİL
hir, Büyük Sultan M e l i k ş a h döneminde daha da büyütülmüş, çevresine sur, yeni saraylar, evler ve sosyal nitelikte yapılar (han, hamam, cami, çeşme v. s.) inşa edilmiştir. Bu arada halife K a a i m B i e m r i l l a h , oğlu Z a h î r e t ü d d i n i l e evlendirilmesi kararlaştırılan Ç a ğ r ı B e y ’ in kızı H a t i c e A r s l a n H a t u n ’ la, oğlunun ölümü üzerine nikahlanmış, daha sonra da Hemedan’dan Bağdat’a gelen A r s l a n H a t u n ’ la çok görkemli bir törenle evlenmiştir. Böylece Selçuk lu Devleti ile Abbasî Halifeliği, daha yakın ve sıkı bir işbirliğine başlamışlardır. A r s l a n B e s a s i r î v e yandaşlarının Bağdat’tan uzaklaştırılmaları ve dolayı sıyla şiî hâkimiyetinin bertaraf edilmesi, Mısır Fatımî halifesi M u s t a n s ı r ’ ı en dişeye düşürdü. Artık kendilerine tâbi olan A r s l a n B e s a s i r î , Mısır’dan sağladığı büyük ölçüdeki maddî yardımla oldukça kuvvetli bir ordu meydana ge tirdi, bu arada Bağdat’tan kaçıp kurtulmayı başaran şiî yandaşları ile Kilâb ve Esedoğulları kabileleri de kendisine katıldı. Böylece A r s l a n B e s a s i r î ’ nin harekâta hazır bir duruma gelmesi üzerine sultan T u ğ r u l , K u t a l m ı ş ve Sel çuklu vasalı Musul emîri K u r ey ş ’ i, bir Selçuklu kuvvetiyle ona karşı şevketti; fakat bu Selçuklu kuvvetleri, Sincar yörelerinde A r s l a n B e s a s i r î ile giriş tikleri savaşta, K u r e y ş ’ in ordudan ayrılıp A r s l a n B e s a s i r î ’ ye katılması sonucunda, yenilgiye uğradı ve yaralılar dahil pek çok Selçuklu askeri acımasız ca öldürüldü. Bu yenilgi üzerine, halifenin engellemesine rağmen sultan T u ğ r u l , 13 ay 13 gün kaldığı Bağdat’tan ordusuyla, beraberinde E b û K â l i c a r H e z a r e s b ve daha sonra yolu üzerinde kendisine katılan Ç a ğ r ı B e y ’ in oğlu Ya k u t î olduğu halde, A r s l a n B e s a s i r î ve müttefiklerine karşı harekete geçti. Sıkışık duruma düşen A r s l a n B e s a s i r î , K u r e y ş i l e birlikte yeniden Rahbe’ye, daha sonra da Bâlis’e kaçmak zorunda kaldı. Kuzey-Irak’a doğru ilerleyişi ni sürdüren sultan T u ğ r u l , Cizre’yi aldıktan sonra kuşattığı Sincar’da vahşice öldürdükleri Selçuklu askerlerinin başlarının surlardan aşağı atmaları üzerine, şehir saldırıyla elegeçirildi; başta Sincar emîri ve kale komutanları olmak üzere, tespit edilerek yakalanan canilerin hepsi öldürüldü. Bu arada, A r s l a n B e s a s i r î ve müttefiklerine yardımda bulunmuş olan Selçuklu vasalı Diyarbakır Mervanlı emirliğinin topraklarına da bir akın düzenledi. Sultan, İ b r a h i m Y ı n a l ’ ı Musul Selçuklu Valiliğine ve Selçuklu hanedanından olması muhtemel i n a n ç B e y ’ i d e Tellâfer’e atadıktan sonra yeniden Bağdat’a döndü (1057). Sultan T u ğ r u 1 ’ un şiî saldırılarını durdurması ve onları etkisiz duruma ge tirmesi sebebiyle halife K a a i m B i e m r i l l a h , onu çok görkemli bir tören dü zenleyerek karşıladı; çok geçmeden de onu halifelik sarayında (Dârülhilâfe) kabul etti ve kendi tahtının yanında kurdurduğu özel bir taht’a oturttu. Selçuklu ve ha lifelik ilerigelenlerinin katıldığı bu toplantı sırasında halife, sultan T u ğ r u l ’ a, şiîlere karşı kazandığı bu zaferden dolayı en içten teşekkür ve takdirlerini ifade ettikten sonra sultanın başına bir taç giydirip beline altın bir kılıç taktırmış, hil’ at, sancak ve değerli armağanlar vermiştir. Halife, ayrıca sultan T u ğ r u l ’ u “ Doğu ve Batı (Dünya)’nm hükümdarı (Melikül-Maşrık vel-Mağrıb), Halifenin ortağı (Kasîmu Emîrilmü’minin) ve Dinin Temeli (Rüknüddin)” lakaplarıyla lakaplandırdı
SELÇUKLU DEVLETLE R İ TARİHİ
43
(Ocak 1058). Böylece düzenlenen bu törenle (bu hususta halifenin İnşâ Divanı başkâtibi G a r s u n n i ’ me M u h a m m e d e s - S â b i ’ çok ayrıntılı ve özgün bil giler vermiştir) Selçuklu sultanı T u ğ r u l B e y , resmen halifeden Islâm âlemi nin hâkimiyetini, maddî kudret ve kuvvetini eline aldığı gibi, temsil yetkisini de kazanmıştır. Böylece Abbasî halifesi, sadece Islâm âleminin dinî lideri olarak kalmış oluyordu. R esultekin ve İbrahim Yıual isyanı
Sultan T u ğ r u l , A r s l a n B e s a s i r î ve müttefikleri üzerine yürüdüğü sı rada, K u t a l m ı ş ’ ın kardeşi R e s u l t e k i n , isyana başlayarak H e z a r e s b ’ e ıkta edilmiş olan Basra, Ahvaz, Huzistan eyaletleri ile Şirazve yörelerine saldırı ya geçip kontrolü altına aldı. Bunun üzerine, bu sıralarda Bağdat’ta bulunan sul tan T u ğ r u l , adıgeçen eyâlet valisi H e z a r e s b ’ i bir miktar kuvvetle R e s u l t e k i n ’ e karşı şevketti. Basra ’ya gelen H e z a r e s b , R e s u l t e k i n ’ le girişti ği savaşta, onu yenilgiye uğrattığı gibi, tutsak da aldı. Çok geçmeden Bağdat’a getirilen R e s u l t e k i n , halife K a a i m B i e m r i l l a h ’ m ricası sonucunda, sul tan tarafından affedilerek ölümden kurtulmuş oldu. R e s u l t e k i n isyanının bastırılmasından hemen sonra, bu kez, Musul Sel çuklu valisi İ b r a h i m Y ı n a l ’ ın isyan başlatacağı haberi Bağdat’a ulaştırılmıştı. Bundan ciddî biçimde kaygılanan sultan T u ğ r u l , güvendiği deneyli kumandan larından S a v t e k i n ’ i, kardeşine değerli giysi ve bir at göndererek “ derhal Bağ dat’a gelmesini” bildirdi. İ b r a h i m Y ı n a l , ağabeyinin buyruğuna uyarak Bağdat’a geldi, büyük ve görkemli bir törenle karşılandı (Mart/Nisan 1058). Fa kat öte yandan, İ b r a h i m Y ı n a l ’ m yerine Musul ve çevresi komutanlığına ata nan Selçuklu emîrleri A y t e k i n ,
E r d e m , hacip B ö r i t e k i n ve Ya r u k -
t e k i n ’ in buyrukları altında çok az bir kuvvetin kalmasını fırsat bilen A r s l a n B e s a s i r î ve K u r e y ş , dört ay süren bir kuşatmadan sonra Musul’u işgal ettiler. Adları geçen Selçuklu emîrler ise güçlükle Bağdat’a kaçmayı başardılar. Musul’un kaybı üzerine, Bağdat’ta bulunan sultan T u ğ r u l , Musul’a ikinci bir sefer düzenleyerek harekete geçti; SelçukluOrdusuyla savaşmaya cesaret edeme yen A r s l a n B e s a s i r î ve K u r e y ş , Musul ve yörelerini yakıp yıkarak bölge den ayrıldılar. Harekâtını sürdüren sultan, onları izleyerek Nusaybin’e geldiği zaman, kendisinden gizlice ayrılan İ b r a h i m Y ı n a l ’ ın, yandaşları kalabalık Türkmen askerleriyle birlikte Hemedan’a doğru yöneldiğini haber almıştı. Ger çekten, bu kez, Selçuklu devletini ciddi şekilde sarsan isyana başlayan İ b r a h i m Y ı n a l , Mısır Fatımî halifesi M u s t a n s ı r ve yandaşı A r s l a n B e s a s i r î ’ den aldığı mektuplarda “ kendisine büyük ölçüde askerî ve malî yardımda bulunacaklarını ve kendisini Selçuklu sultanı olarak tanıyacaklarını” bildirmiş lerdi; hattâ Fatımîlerin, bu amaçla A r s l a n B e s a s i r î ’ ye kalabalık bir kuv vet sevkettikleri de rivayet edilmiştir. Selçuklu devletinin ciddi ve tehlikeli bir duruma sürüklenmekte olduğunu anlayan sultan T u ğ r u l , beraberindeki az bir kuvvetle derhal Nusaybin’den ayrılarak İ b r a h i m Y ı n a l ’ ı izlemeye başladı;
ALİ SEVİM —ERDOĞAN MERÇİL
44
Bu arada sultan, veziri A m i d ü l m ü l k K ü n d ü r î , karısı A l t u n c a n H a t u n ve oğulluğu E n u ş i r v a n ’ ı bir miktar kuvvetle A r s l a n B e s a s i r î ’ ye karşı Bağdat savunmasına göndermeyi ihmal etmedi. Böylece kuvvetleri oldukça azalan sultan T u ğ r u l , süratle hareket ederek İ b r a h i m Y ı n a l ’ dan önce Hemedan’a ulaştı (Kasım 1058). Burada yapılan savaşta sultan, kardeşi E r t a ş ’ ın oğulları M e h m e t ve A h m e t ’ in kendisine katılmasıyla kuvvetleri 30 bini bu lan İ b r a h i m Y ı n a l karşısında yenilgiye uğrayıp Hemedan kalesine çekildi; çok geçmeden de burada onun tarafından kuşatıldı. Çok sıkışık bir duruma dü şen sultan T u ğ r u l ’ a mektuplar yazarak veziri A m i d ü l m ü l k K ü n d ü r î , karısı A l t u n c a n H a t u n ve E n u ş i r v a n ’ dan “ askerleriyle birlikte kendi sine süratle yardıma gelmelerini” bildirdikten başka, M erv’de ağır hasta bulu nan kardeşi Ç a ğ r ı B e y ’ ede bir mektup göndererek “ sultanlığının elinden git mek üzere olduğunu, bu nedenle acele olarak yardım göndermesini” bildirdi. Sultan T u ğ r u l ’ un yenilgisi ve A r s l a n B e s a s i r î v e müttefiklerinin Bağdat’a yürümekte olduğu haberleri, şehirde büyük bir heyecan ve korku yarattı; bu ne denle halife, Selçuklu kuvvetlerinin Bağdat’tan ayrılmalarını istemiyordu. Bu arada durumun böyle ciddileşmesi sebebiyle vezir K ü n d ü r î , E n u ş i r v a n ’ ı sultan ilân etmek bile istiyordu. Fakat A l t u n c a n H a t u n , oğlunu ve K ü n d ü r î ’yi hapse atmak için harekete geçince vezir Ahvaz’a kaçtı, yakalanan oğlu E n u ş i r v a n ise zincire vurularak hapsedildi. Böylece saltanat sorununu bertaraf eden A l t u n c a n H a t u n , beraberinde emîr i n a n ç , Ö m e r ve sultana sadık emir ler ve. Türkmenler olduğu halde, derhal ve süratle eşinin yardımına Hemedan’a hareket etti. Ç a ğ r ı B e y de oğulları K a v u r t , A l p A r s l a n ve Y a k u t î ’ yi kalabalık bir orduyla kardeşine Hemedan’a gönderdi. Çok geçmeden Rey kenti yörelerinde yapılan ikinci şiddetli bir savaşta (2 Ağustos 1059) İ b r a h i m Y ı n a 1, kesin bir yenilgiye uğratılan ve yeğenleriyle birlikte tutsak alınıp sultan T u ğ r u l ’ a teslim edildi. Sultan, giriştiği isyanlarla devletin başına ciddi tehlike ve buhranlar çıkarmış olan İ b r a h i m Y ı n a l ve yeğenlerini eski Türk töresi gere ğince, yayının kirişiyle boğdurarak öldürttü. Böylece Selçuklu devletini ciddi bi çimde sarsan bu isyan hareketi de böylece bastırılmış oldu. B ağdat'ın işgali ve kurtarılışı
Sultan T u ğ r u l , İ b r a h i m Y ı n a l ile mücadele ettiği sıralarda, A r s l a n B e s a s i r î , beraberinde müttefiki K u ı e y ş olduğu halde kuvvetleriyle bir likte Bağdat üzerine yürüdü. Belirli bir askerî gücü olmayan Bağdat Selçuklu Askerî Valisi (Şıhne) A y t e k i n , Ahvaz’a kaçmak zorunda kaldı. Böylece A r s l a n B e s a s i r î , 27 Aralık 1058’de, üzerinde, Fatımî halifesi M u s t a n s ı r ’ ın adı yazılı olan beyaz şiî bayrakları taşıyan askerleriyle Bağdat’a girip işgal etti. H a life K a a im B i e m r i l l a h ’ mv e z i r i E b u l k a s ı m A l i I b n ü l m ü s l i m e , diğer halifelik iierigelenleri, birçok kadılar ve bilim adamları tutsak alındı. Şe hirdeki büyük Mansur camiinde, Fatımî halifesi M u ş t a n s ı r adına şiî hutbesi okunduktan başka, ezanlara da şiî simgesi olan Hayy alâ hayrilamel (Haydi, ha
SELÇUKLU D E VLETLERİ TARİHİ
45
yırlı iş yapmaya) cümlesi ilâve edildi. Halife K a a i m B i e m r i l l a h , emîr K u r e y ş ’ e sığındı, o da onu, karargâhına götürerek güvence altına aldı, daha sonra da Fırat ırmağı kıyısındaki amcaoğlu M u h a r i ş ’ in elinde bulunan Hadîse-Ane kalesine gönderdi. İlgili kaynaklardaki bilgilere göre M u h a r i ş , halifeye sonderecede iyi muameleler yapmış, hattâ ona bizzat hizmette bulunmuştur. Halifenin veziri E b u l k a s ı m A l i I b n ü l m ü s l i m e i s e yakalandıktan sonra, parça par ça edilmek suretiyle öldürülmüş ve cesedi de asılarak halka gösterilmiştir. Bu arada başta halifelik sarayı olmak üzere, Bağdat büyük ölçüde yağma ve tahrip edildi. A r s l a n B e s a s i r î , çıkardığı bir buyrukla “ şehrin yağmalanmamasını ve hal ka iyi muamele edilmesini” ilân etti ise de yağmacılara engel olunamadı. Sultan T u ğ r u l , İ b r a h i m Y ı n a l ’ ı bertaraf ettikten sonra Bağdat’ı şiî işgalinden kurtarmak için ordusuyla süratle Bağdat ’a yöneldi; bu sırada da A r s l a n B e s a s i r î ve K u r e y ş ’ e “ Halife ve eşi olan yeğeni A r s l a n H a t u n ’ un derhal kendisine gönderilmesini” bildirdi. Sultan, Bağdat’a yaklaşınca A r s l a n B e s a s i r î derhal, aşağı-yukarı bir yıl işgal ettiği Bağdat’tan kaçtı. Çok geç meden sultan, ordusuyla Bağdat’a geldi ve halifeyi Bağdat’a getirip makamına oturttu (Ocak 1060). Kurtuluşunu sultana borçlu olan halife, ona dualar ettikten başka, kılıcını da sultana kuşattı. Sultan T u ğ r u l , Bağdat’ta huzur ve sükûnu kısa sürede sağladıktan sonra beraberinde oğulluğu E n u ş i r v a n , Y a r u k t e k i n , S a v t e k i n , E r d e m , H u m a r t e k i n ve bazı Arap emirleri olduğu hal de, A r s l a n B e s a s i r î ’ ye karşı harekâta girişti. Bu sıralarda Vasıt-Hille arasındaki obaya gidip D ü b e y s ’ e sığman A r s l a n B e s a s i r î , düzenlenen bir baskınla yakalanıp beraberindekilerle birlikte derhal öldürüldü (15 Ocak 1060); Onun kesik başı, bir süre şehirde dolaştırılıp halka gösterildikten sonra Başlar Hazinesi’ne (Hızânetürrüûs) kondu. Bu seferden sonra Bağdat’a dönen sultana büyük tezahürat yapıldı, bütün şehir halkı âdeta sokaklara dökülerek bu zaferi kutladılar. Sultan T u ğ r u 1, şiî isyanı sebebiyle şehrin tahrip edilen mahalle, han, hamam ve iş yerlerini tamir ettirdi. Bağdat Askerî Valiliğine de büyük Selçuklu komutanlarından P o r s u k ’ u atadı. Selçuklu devletinin kuruluşunda eşsiz hiz metlerde bulunan kardeşi Büyük Asker Ç a ğ r ı B e y ’in ölüm haberi üzerine sul tan, yeğeni A r s l a n H a t u n ’ la birlikte başkent R ey’e döndü. Ç a ğ r ı B e y ’ in ölümünden kısa bir süre sonra sultan T u ğ r u l ’ un kudretli, işbilir, zeki, hayır sever ve sonderecede olgun bir hatun olan A l t u n c a n da Zencan kentinde ha yata gözlerini yumdu ve R ey’de toprağa verildi. Sultan T u ğ ru l’ un halifenin kızıyla evlenm esi
Sultan T u ğ r u l ’un eşi A l t u n c a n H a t u n , ölümü sırasında T u ğ r u l B e y ’ i yanına çağırarak “ Halifenin kızı S e y y i d e H a t u n ’ la evlen, böylece dünya ve âhirette Tanrı katında, şerefe nail olursun” vasiyetinde bulundu. Son derecede sevgi ve saygı gösterdiği eşinin bu vasiyetini yerine getirmek amacıyla sultan T u ğ r u l , halifenin kızıyla evlenmeyi kararlaştırdı. Bu devir olaylarının görgü tanığı olan G a r s u n n i ’ m e ’nin verdiği çok ayrıntılı bilgilere göre sultan,
46
ALİ S E V İM -E R D O Ğ A N M ERÇİL
bu evlenmenin gerçekleştirilmesi hususunda müzakerelerde bulunmak üzere, ve ziri A m i d ü l m ü l k K ü n d ü r î ’ yi halifeye Bağdat’a gönderdi. Bu konuda Bağ dat’ta uzun müzakereler yapıldı. Esasen âdet olduğu üzere, halifeler, bir yabancı ile kızlarını evlendirmiyorlardı. Bu nedenle halife, önce sultanın bu isteğine razı olmadı ise de daha sonra “ Çehiz olarak 300 bin altın ile birlikte çok değerli altın, gümüş eşya ve mücevherat” isteğinde bulunmuştur. Evlenmenin yapılabileceği ve yapılamıyacağı hususunda Şafiî ve Hanbelî bilginleri fetvalar vermişlerdir. Bu nunla birlikte halife, K ü n d ü r î ’ ye, “ Sultanın bu evlenmeden vazgeçmesini, aksi takdirde Bağdat’tan çıkıp gideceğini” bildirdi. K ü n d ü r î ise halifeye. “ O hal de niçin bazı isteklerde bulundunuz?” cevabını verip Bağdat’tan ayrıldı. Vezir K ü n d ü r î ’ nin evlenme işini çözümlemeden geri dönmesi (Temmuz 1061) üzeri ne, halifenin bu tutumuna sonderecede canı sıkılan sultan T u ğ r u l , ona tehdit dolu çok ağır bir mektup gönderdikten başka, Irak Selçuklu naibine (amîd) bir buyruk göndererek “ halifeliğe ait bütün dirliklere elkonulmasını” emretti. Bu nun üzerine başta halife olmak üzere, bütün halifelik ilerigelenleri büyük bir te lâş ve korkuya kapıldılar. Çok geçmeden halifelik erkânının halifeyi iknayı başarmaları üzerine, nikâh işlemlerinin yapılması için E b u l g a n â i m İ b n ü l m a h l e b a n bir heyetle sultana gönderildi. Bunun üzerine elkonulan halifelik dirlikleri yeniden iade edildi. Çok geçmeden Tebriz yöresinde bulunan sultan T u ğ r u l ’ un otağında, büyük bir nikâh töreni yapılmış, bu nedenle, yağma edilmeme si için iki tarafını fillerin koruduğu büyük bir şölen sofrası kurulmuştur (Ağustos 1062). Sultan T u ğ r u l , nikâhtan aşağı-yukarı 4-5 ay sonra (1063 yılı başları) Teb riz, Nafıçıvan ve Hay kentleri üzerinden Bağdat’a geldi. Halifelik veziri F a h r u d d e v l e tarafından karşılanan sultan, Bağdat’taki sarayına yerleşti. 18 Şubat 1063 gününden başlayarak bir hafta süren sonderecede görkemli bir düğün yapıldı. Sa rayın avlusunda 70 yaşında bulunan sultan T u ğ r u 1 ile diğer Selçuklu devlet er kânı, Türkçe şarkılar söyleyerek çok neşeli bir biçimde dans etmişlerdir. Daha sonra halifelik sarayından alınan gelin, sultanlık sarayına getirildi. Bir süre son ra sultan T u ğ r u l , eşi S e y y i d e H a t u n ’u alıp ordusuyla başkent Rey’e hare ket etti. Bu düğün dolayısıyla Bağdat’ta bir yüzünde halife ve sultanın adlarının yazıldığı, her iki yüzünde sultanın kabartma bir resmi ile ok ve yay simgeleri bu lunan bir altın madalya da basılmıştır. Bu madalya, değerli nümizmat rahmetli İ b r a h i m A r t u k tarafından ortaya çıkarılmıştır (Bk. Abbasiler devrinde Sik ke. Belleten X X IV /93 (1960), s. 25-43).
K u l a l m ı ş isyanı ve sultanın Ölümü
S e l ç u k B e y ’ in ölümünden sonra Selçuklu ailesinin başına geçen A r s l a n Y a b g u ’ nun oğlu ve Anadolu fatihi S ü l e y m a n ş a h ’ ın babası olan E b u 1 f e v â r i s K u t a l m ı ş , diğer bazı Selçuklu şehzadeleri gibi, saltanat iddiasıyla isyana başladı. O, Selçukluların başında bulunmuş olan babası A r s l a n Y a b g u ’ nun Gazneli sultan M a h m u t tarafından hapsedilip ölmesinden sonra “ Sel çuklu başbuğluğuna, töre gereğince T u ğ r u l ve Ç a ğ r ı B e y l e r ’ in değil, büyük
SELÇUKLU DEVLETLE R İ TARİHİ
47
erkek evlât olarak kendisinin geçmesi gerektiğini” ileri sürmüş ve dolayısıyla dev lete karşı isyana başlamıştır, ilgili kaynaklarda K u t a l m ı ş ’ ın ne zaman isyan ettiği belirtilmemişse de İ b r a h i m Y ı n a l ’ ı n Musul harekâtında gizlice sul tandan ayrılmasından çok geçmeden sonra o da kuvvetleriyle birlikte ordudan ayrılmıştı. Bu husus gözönüne alınacak olursa, K u t a l m ı ş ’ ın İ b r a h i m Y ı rt a 1 ’ la işbirliği yaptığı düşünülebilir. Çok geçmeden K u t a l m ı ş , kardeşi R e s u l t e k i n ’ le birlikte özellikle babasına bağlı kalabalık Türkmenlerle isyana girişmişse de Selçuklu kuvvetleri karşısında tutunamayarak Cibal ’deki sağlam sur lara sahip Girdkûh kalesine çekilmek zorunda kalmıştı (Nisan/Mayıs 1061). Sul tan T u ğ r u 1 bu sıralarda, halifenin kızıyla evlenme işleriyle meşgul idi. Bununla birlikte sultan, Bağdat ’tan R ey’e dönerken Bağdat Askerî Valisi H u m a r t e k i n ’ i bir miktar Selçuklu kuvvetiyle ona karşı sevketmişti. H u m a r t e k i n , K u t a l m ı ş ve kardeşinin savunduğu Girdkûh kalesini şiddetle kuşatmışsa da, kale dı şında yapılan çarpışmalarda yenilgiye uğrayarak çekilmek zorunda kalmıştır (Ağustos 1061). Onun bu isyan hareketi sultan T u ğ r u 1 ’ un ölümünden sonra Bü yük Selçuklu Devleti tahtına geçen sultan A l p A r s l a n devrinde de bir süre de vam etmiştir. Sultan T u ğ r u l , yeni eşiyle birlikte başkent Rey’e dönerken buraya yakın Kasran’da hastalandı ve altı ay sonra da getirildiği R ey’de gerdeğe giremeden hayata gözlerini yumdu (4 Eylül 1063). Cesedi, diğer hanımı Ç a ğ r ı B e y ’ in eşi olan oğlu S ü l e y m a n ’ ın annesi F e r r u h H a t u n î tarafından R e y ’de yaptırılan ve hâlâ Künbed-i Tuğrulî adıyla anılan türbesine gömüldü. Bugün Tahran’a 22 km. uzaklıkta bulunan Rey, tipik bir Türk kasabası görünümündedir; sultan T u ğ r u l ’ un türbesi de hâlâ eski haşmetiyle onu süslemektedir. Sultan T u ğ r u l ’ un ölü mü dolayısıyla halife tarafından Bağdat’ta resmî bir matem töreni yapılmışsa da ülke içinde başgösteren taht mücadeleleri sebebiyle vezir A m i d ü l m ü l k K ü n d ü r î , bir matem töreni yaptırmamıştır. Devletin kuruluşu sırasındaki hizmetle ri dışında, 23 yıl Büyük Selçuklu Devleti tahtında kalmış olan sultan E b û T a l i b R ü k n e d d i n M u h a m m e d T u ğ r u l , özellikle devletin kuruluşu sı rasında sonderecede büyük hizmetlerde bulunmuştur. O, küçük bir Selçuklu bey liğini, yönetimdeki adaleti, bitmeyen azmi, sabrı, her olay karşısında ihtiyatlı ve hoşgörülü oluşu sayesinde, Türk ve dünya tarihinde önemli roller oynayan bir impa ratorluk haline getirmeyi başarmış olan Büyük bir Türk Hükümdarı olarak tari he geçmiştir.
III. SULTAN ALP ARSLAN DEVRİ Tahta çıkışı
Sultan T u ğ r u l , yerine tahta geçecek bir çocuğu olmadığı için evlendiği S ü 1 ey m a n ’ m annesinin ( Ç a ğ r ı B e y ’ in eşi idi) etkisiyle, ölmeden önce E b u 1 K a s ı m S ü l e y m a n ’ ı veliaht yapmış ve “ Kendisinden sonra onun Selçuklu tah tına oturtulmasını” vasiyet etmişti. Sultanın ölümü üzerine Girdkûh kalesinde K u t a 1 m ı ş ’ ı kuşatmakta olan vezir A m i d ü l m ü l k K ü n d ü r î , derhal baş kent R ey’e gelerek sultanın vasiyetini yerine getirmek, yani S ü l e y m a n ’ ın tah ta çıkmasını sağlamak amacıyla, özellikle ordu mensuplarının bu konuda rızasını almak için onlara devlet hâzinesinde bulunan çok miktardaki altın ile değerli ku maşları dağıttırdı. Böylece bütün ordu mensuplarının onayını almayı başaran K ü n d ü r î , bu sırada İsfahan’da bulunan S ü l e y m a n ’ ı Rey’e getirttikten sonra sultanlığını ilân ile onu Selçuklu tahtına oturtarak adına hutbe okuttu; bu arada da Horasan’da bulunan A l p A r s l a n ’ a tehdit dolu bir mektup gönderdi. Fakat öte yandan, bu haberin ülkede yayılması üzerine, esasen saltanat iddiasında bu lunmakta olan A l p A r s l a n ve M u s a İ n a n ç B e y , S ü l e y m a n ’ ın sultan lığını tanımadıklarını ilân ile harekete geçmişlerdi. Bu arada Selçuklu ailesinden olduğu ileri sürülen E r b a s a n ile emîr Y a ğ ı s ı y a n ve hacip E r d e m , Kazvin’e giderek sultan sıfatıyla A l p A r s l a n adına hutbe okutmaya başladılar. Bir rivayete göre, bu arada Girdkûh kalesinde bulunan K u t a l m ı ş , Türkmenlerden oluşan kalabalık ordusuyla (kaynaklarda 50, ya da 90 bin kişi olduğu rivayet edi lir) Rey’e yürüyüp elegeçirdi ve adına “ sultan olarak” hutbe okuttu (16 Ekim 1063). Bunun üzerine vezir A m i d ü l m ü l k K ü n d ü r î , emîr i n a n ç B e y ’ i bir mik tar kuvvetle ona karşı şevketti ise de i n a n ç B e y , yenilip tutsak alındı. Bunun üzerine K ü n d ü r î , K u t a l m ı ş ’ın şehirde bulunmadığı sırada, derhal R ey’e gelerek ona karşı kalede savunma önlemleri aldı ve gönderdiği özel bir ulakla du rumdan A l p A r s l a n ’ ı haberdar ettikten başka, S ü l e y m a n ’ ı tahttan indi rip onun adına hutbe okutmaya başladı (Kasım 1063). Bu arada K u t a l m ı ş , A l p A r s 1 a n ’ ın sadık haciplerinden emîr E r d e m ’ i yenilgiye uğratmayı başarmış tı. Daha sonra K u t a l m ı ş , Türkmen obalarına giderek onlardan büyük ölçüde askerî yardım sağlamıştır. Bu sırada A l p A r s l a n , isyan halindeki Huttalan hâ-
SELÇUKLU D EVLETLERİ TARİHİ
49
kimi ile taht iddiasına kalkışan M u s a İ n a n ç B e y ’ i bozguna uğratıp tutsak almak suretiyle bertaraf etti. Böylece A l p A r s l a n , ülkenin doğu bölgelerini güvence altına aldıktan sınra, kalabalık bir orduyla Nişabur üzerinden R ey’e ha reket etti. Bunun üzerine K u t a l m ı ş , Rey kuşatmasını bırakarak A l p A r s l a n ’ ı karşılamak için ona doğru ilerlemeye başladı. Öte yandan Damgan’a ula şan A l p A r s l a n , “ saltanat iddiasından vazgeçmesi” hususunda K u t a l m ı ş ’ a bir mektup gönderdi ise de onu ikna etmeyi başaramadı. Çok geçmeden iki taraf kuvvetleri Dih-i TSemek (Tuz Köyü) vadisinde savaşa tutuştular. K u t a l m ı ş , A l p A r s 1 a n ’ ın kuvvetlerine harekât imkânı vermemek amacıyla bu vadiyi, su sevkederek çamur ve bataklık haline getirdi. Bununla birlikte kuvvetlerinin azlığı na rağmen, beraberinde işbilir ve deneyli Selçuklu emîrleri K ü l s a r ı ğ , S a v t e k i n , S u n g u r c a , B u l d a c ı olduğu halde, derhal saldırıya geçen A l p A r s l a n , K u t a l m ı ş ’ ı kesin bir yenilgiye uğrattı ve beraberinde bulunan kardeşi R e s u l t e k i n ile büyük oğlunu (M a n s u r olabilir) tutsak aldı. Bunun üzerine Girdkûh kalesine sığınmak zorunda kalan K u t a l m ı ş ’ ın ordusu tamamen da ğılmıştı. Bir süre sonra tutsak olmamak için Girdkûh kalesinden kaçmaya çalışan K u t a l m ı ş , binitinden (belki at) düşerek ağır biçimde yaralanmış ve çok geç meden de kan kaybından ölmüştür. Bir süre sonra cesedi A l p A r s l a n ’ m as kerleri tarafından bulunmuş ve Rey ’deki sultan T u ğ r u l ’ un türbesinin yanına gömülmüştür (1064). Onun böylece ölümüne A l p A r s l a n , sonderecede üzü lüp ağlamış, hattâ günlerce yas tutmuştur. A l p A r s l a n , böylece bütün taht iddiacılarını azim ve cesaretle giriştiği mü cadeleler sonucunda, bertaraf ettikten sonra başkent R ey’e gelerek T u ğ r u l B e y ’ in inşa ettiği hükümdarlık sarayında (Dârülmemleke) çok görkemli bir törenle Selçuklu tahtına çıktı ve adına para bastırdı. Bu törenden sonra amcası sultan T u ğ r u l ’ un iki milyon miskal değerindeki sofrasında devletin askerî ve mülkî erkânı ve Türkmen beyleri için düzenlettirdiği bir şölende, onlara hilat ve ödüller verdi. Daha sonra T u ğ r u l B e y ’ in eşi halifenin kızı S e y y i d e H a t u n ’ u Bağdat Askerî Valiliğine atadığı A y t e k i n ’ le Bağdat’a gönderdi. Halife K a a im B i e m r i l l a h , A l p A r s l a n ’ ın tahta çıkışı dolayısıyla Bağdat’ta bü yük bir tören düzenledi; onun sultanlığını onaylayıp adına hutbe okuttuktan baş ka, özel bir elçi heyetiyle (Nakib K â m i l , E b û M u h a m m e d T e m î m î , H â d i m ü l h â s M u v a f f a k v.s.) ona, “ Şahinşahül-âzam, Melikül-Arap velAcem, Seyyidü Mülûkil-Ümem, Ziyaüddin, Gıyasül-Müslimîn, Melikül-Islâm, Zahîrül-Imam, Kehfül-enâm, Adududdevle, Ebû Şuca, Tacülmille- til-bâhire, Sul tana Diyaril-Miislimîn ve Burhanu emîrülmü’minin” lâkap ve ünvanlarla kuşan ması için bir kılıç, hil’at, sancak ve çok değerli armağanlar gönderdi. Sultan A l p A r s l a n ,
taht sorunu nedeniyle kırgın bulunduğu T u ğ
r u l B e y ’ in veziri A m i d ü l m ü l k E b û N â s ı r M u h a m m e d K ü n d ü r î ’ yi önce vezirlik makamında bıraktı ise de daha sonra onu azlederek kendisinin meliklik sırasındaki veziri N i z a m ü l m ü l k ’ ü Selçuklu vezirliğine atadı. Çok geçmeden sultan, K ü n d ü r î ’ yi Horasan’a Mervürrûd’a gönderip hapse attırdı,
A îJ SEVİM —ERDOĞAN MERÇİL
50
bir süre sonra da onu öldürttü (1064). Bu konuda M i’ratüz-zaman’da görgü tanık larından bilgi alan G a r s u n n i ’ ı n e ’ den naklen sonderecede ilginç bilgüer ve rilmiştir ki, bunlar çok ayrıntı!' olduğu için buraya alınmamıştır. .Doğu-Aıiûdoıit ve G ürcistan aefen
Sultan A l p A r s l a n , yönetimde düzeni sağladıktan sonr3 devletin fetih plan larına uygun olarak sultaıa T u ğ r u l zamanında yapılan Anadolu seferlerini sür dürmek amacıyla, 1064’de, ha§ke»?t S ey’den hareketle Azerbaycan’* geldi. Burada ordusuna katılan kalabalık Türkmen kuvvetleriyle Urmiye Gölü’nün kuzey doğusundaki Merend kentine geldiği zaman Anadolu’ya sürekli akınlar yapmak ta olan emîr T u ğ t e k i n , katına çıkıp “ giriştiği akınlar ve Anadolu’ya ulaşan bellibaşh yollar’ ' hakkında kendisine bilgi arzetti. T u ğ t e k i n ’ den başka, sul tan T u ğ r u l zamanından beri Anadolu’daki Selçuklu askerî harekâtını yönet mekte olan kardeşi Y a k u t a ve daha önce adları geçen Selçuklu emîr ve Türkmen beyleri de kendisine katılmış olmalıdırlar. Çok geçmeden Nahçıvan’u gelen A l p A r s l a n , Aras ırmağını teknelerden oluşturulan bir köprüden geçirttiği ordusunu iki kola ayırdı. Bizzat yönettiği ordusunun ilk koluyla ilerleyerek Sel çuklu fetihleri sebebiyle, Bizans’ın Anadolu’daki hâkimiyetinin çökmesinden fay dalanarak Lori kentini başkent yapıp yeniden bir prenslik kurmaya çalışan Ermeni prensi D a v i d o ğ l ü G i o r g ’ un “ Yıllık vergi verme karşılığında Selçuklu vasalı olması’ önerisini kabul etti. Daha sonra sultan, Gürcistan topraklarına gire rek Kangarnı, Kartlı ve Javakhet (Tiflis-Çoruh ırmağı arası) bölgesinden geçip Gürcistan’ın kuzey uçlarına değin ileri harekâtını sürdürdü; O, Kür ırmağı yö nündeki dağlık Trialet’i işgal ettiği sıralarda, ordusunun öncü kuvvetleri, batı yö nündeki Kür ırmağının Cek kolu üzerindeki Kveliskür’e kadar ilerlemişlerdi. Sultan A l p A r s l a n , Şavşat üzerinden geniş bir yay çizmek suretiyle geçerek güney yönününe inip, Panaskert çayı üzerinde bulunan aynı addaki kente ulaştı. Daha sonra o. Kartlı-Kars arasındaki Akşehir (Sepidşehr) yörelerini de elegeçirdi (1064). Bundan başka sultan, Gürcü kuvvetlerinin savunduğu Borçala ırmağı kıyısında bulunan Allaverdi kentini de şiddetli çarpışmalardan sonra hücumla elegeçirmeyi başardı; şehirden pek çok ganimet ve tutsak elegeçirildi. Bu arada Selçuklu kuvvetleri, Gürcü prensi IV. B a g r a t ( P a k r a t ) ’ ı yakalamak üzere idiler; fa kat prens, Kafkas dağlarına kaçarak canını güçlükle kurtarabildi. Bununla bir likte o, sultana bir elçi heyeti göndererek “ itaat ve tâbiiyetini” arz edip “ Selçuklu devletine yıllık vergi vermek” şartiyle barış isteğinde bulundu. Onun bu teklifimi kabul eden A l p A r s l a n , ileri harekâtını durdurarak Aras ırmağı havzasına geldi. Bu harekât sırasında sultan, elegeçirilen zengin ganimeti başkent R ey’e gön derdi. Öte yandan sultanın oğlu M e l i k ş a h , beraberinde Ya k u t î , vezir N i z a m ü l m ü l k v e Horasan amîdi M u h a m m e d b i n M a n s u r olduğu halde, emrine verilen Selçuklu kuvvetleriyle Aras ırmağı yönünde ilerleyip Bizans kuv vetlerinin savunduğu Anberd (Buirakan)’i şiddetli bir kuşatmadan sonra elege çirdi; çok geçmeden Sürmeli ve Hagios Georgio kalelerini de aynı şekilde fethetti.
SELÇUKLU D E V LETLE R İ TARİH İ
51
Daha sonra o, kaynaklarda Farsça imlasıyla kaydedilen Meryemnişin (Belki Şirek’teki Marmaraşin)’i kuşattı. Pek çok Hıristiyan din adamının yaşadığı bu kut sal ve sağlam surlara sahip olan ünlü şehir, günlerce süren ve gece gündüz yapılan çarpışmalardan sonra fethedildi. Bu önemli kalenin alınması ve dolayısıyla oğlu nun başarısına sonderecede sevinen sultan A l p A r s l a n , oğlunu ve veziri N i z a m ü l m ü l k ’ ü huzuruna çağırtıp onları kutladı. Çok geçmeden sultan, oğlunun kumandasındaki kuvvetleri de yanına alarak yine Bizans yönetimindeki Anı kale si üzerine yürüdü. Arpaçay üzerinde bulunan, yüksek ve sağlam surlar, içi su do lu derin hendeklerle korunan Doğu-Anadolu"1nun bu ünlü kalesi Bizans genarelleri B a g r a t v e G r i g o r tarafından savunulmakta idi. Bizans birlikleri, şehir dışın da karargâh kurup kaleyi kuşatma hazırlıklarına başlayan Selçuklu askerlerine karşı saldırıda bulundularsa da yenilgiye uğrayıp kaçmak zorunda kaldılar. Çok geçmeden kaleyi kuşatan Selçuklu kuvvetleri, özellikle lağımcılar ile, kalenin kar şısına kurulan tahtadan bir kule üzerindeki mancmıkın ve stratejik önemi haiz noktalara yerleştirilen okçuların gece gündüz azimle savaşmaları sonucunda ve dolayısıyla Büyük Sultan A l p A r s l a n ’ ın uyguladığı mahirane savaş taktiği sa yesinde, kaynaklarda “Asla zaptedilemez” biçiminde nitelenen Anı kalesini fet hetmeyi başardılar. Fetihten sonra sultan, şehir ve kalenin yönetimlerine M u h a m m e d h i n M a n s u r v e hadimi Ş e m s ’ i atadı; çarpışmalar sırasında yıkılan surların, tahrip edilen şehrin onarılması hususunda onlara emirler verdi ve şehirde bir de mescit yaptırdı. Teslim olan Hıristiyan din adamları ve halk, başvergisi (Cizye) ödemek şartıyla canlarını kurtardılar (Ağustos 1064). Bizans imparatorluğunun ve dolayısıyla Hıristiyan âleminin bu ünlü kentinin Müslüman Türklerin eline geçmesi, Hıristiyan dünyasında derin üzüntü yaratmasına karşı lık Islâm âleminde büyük sevinç gösterilerine neden olmuştur. Sultan A l p A r s l a n , gerçekleştirdiği bu sefer sonucunda, fethettiği Erme ni ve Gürcülerin oturdukları çeşitli Bizans memleketlerinin yönetimlerini bera berinde sefere katılan vasal emirlere bıraktı. Şöyleki: Van Gölü havzası, Nahçıvan emîri E b û D ü l e f ’ e, Anı ve yöreleri Dübeyl emîri M i n u ç e h r ’ e, Gürcistan’ın bir kısmı Gence valisi Fa d 1 u n ’ a, bir kısmını da Tiflis emirliğine. Sultan A l p A r s l a n , başta Bağdat Abbasî halifesi K a a i m B i e m r i l l a h olmak üzere, Islâm hükümdar ve emirlerine birer fetihnâme göndererek küffara karşı kazandığı başarılar ve yaptığı fetihler hakkında bilgi verdi. Bu haber üzeri ne halifelik başkenti Bağdat ve öteki İslam memleketlerinde büyük sevinç göste rileri yapıldı. Ayrıca halife, sultana Fetihler babası (Ebulfeth) unvanını gönderdi. Sultan A l p A r s l a n , gerçekleştirdiği Doğu-Anadolu ve Gürcistan seferinden son ra, ülke içinde ortaya çıkan birtakım huzursuzluklar ve özellikle ülkenin doğu sınırlarında fetihler yapmak amacıyla, Anadolu’dan ayrıldı. Bununla birlikte çok önem verdiği Anadolu fethine devam edilmesi hususunda gerekli emirler vermekten geri kalmadı.
52
ALİ S E V İM -E R D O Ğ A N MERÇİL
Sultanın D oğu neferi
Sultan A l p A r s l a n , başarıyla tamamladığı Doğu-Anadolu ve Gürcistan se ferinden sonra kardeşi Kirman meliki K a r a A r s l a n K a v u r t ’ a karşı hare kete geçti. Çünkü K a v u r t , sultana itaat ile Kirmanda adına hutbe okutmakla birlikte birtakım isyankâr davranışlarda bulunmakta idi. Gerçekten K a v u r t , sultânın Doğu-Anadolu seferi sırasında vasal Şebankâre emîri F a z l a v e y h ( F a z 1 û y e ) ile savaşıp onun yönetim alanında bulunan Şiraz’ı işgal etmişti. Bundan başka o, şüpheli hareketlerde bulunan eniştesi ( G e v h e r H a t u n ’ un eşi) E r b a s a n ile işbirliğine girmişti. K a v u r t ’ un bütün bu etkinlik ve girişimlerini yakından izleyen sultan, derhal Hemedan’a hareket etti. Çok geçmeden o, burada kendisine sığınan F a z l a v e y h ’ e, K a v u r t ’ un adamlarından aldığı Şiraz’ı ye niden verdiği gibi, kızkardeşi G e v h e r H a t u n ’ u yanına getirtti. Öte yandan güneyde deniz kıyısında bir kaleye sığman ve bütün ağırlık ve hâzinesini Kirman’a gönderen K a v u r t , özel bir elçi göndererek sultandan aman dileyip itaatini arzetti. Bunun üzerine A l p A r s l a n , İsfahan’a geri döndü (1064). Böylece K a v u r t sorununu barış yoluyla çözümleyen sultan A l p A r s l a n , Ceyhun ırmağını geçip Hazar-Aral arasında bulunan Mangışlak’ta, gayrimüslim Türklerle birlik te yolkesicilik yaparak ülke içinde huzursuzluk çıkaran Kıpçak ve Türkmenler üzerine yürüdü. Onları kesin bir yenilgiye uğratarak itaat altına aldı (1065-66). Daha sonra sultan, Cend’e giderek atası S e l ç u k ’ un mezarını ziyaret etti. Bu sırada Cend hâkimi, kendisine itaat arzederek değerli armağanlar takdim etti. Çok geçmeden Hârezm üzerinden M erv’e dönen, daha sonra da Râdgân’a gelen A l p A r s l a n , burada oğlu M e l i k ş a h ’ ı görkemli bir düğün töreni düzenle terek Karahanlı hükümdarı İ b r a h i m T a m g a ç H a n ’ ın kızı T e r k e n H a t u n ’ la evlendirdi; ayrıca öteki oğlu A r s l a n ş a h ’ ı Gazne hükümdarı İ b r a h i m ’ in kızıyla evlendirdikten başka, kendi kızını da İ b r a h i m ’ in oğlu na verdi. Böylece iki hükümdar ailesi arasında sıkı bir bağ kurulmuş oldu. A l p A r s l a n , bu düğün töreninden sonra dikkatle yetiştirip önem verdiği oğlu M e 1 i k ş a h ’ ı veliaht ilân etti, Şiraz ve İsfahan kentlerinin yönetimini ona ver di, “ bütün ülkedeki hutbelerde kendi adından sonra onun adının okunmasını” bildirdi. Sultan, ayrıca diğer oğulları olan A r s l a n A r g u n ’ u Hârezm’e, 1 1y a s ’ ı Toharistan’a, A y a z ’ ı Belh’e, A r s l a n ş a h ’ ı Merv ’e v e T o ğ a n ş a h ’ ı Herat’a melik olarak atadı. E r t a ş ’ ın ( İ b r a h i m Y ı n a l ’ ın kardeşi) oğlu M e s u t ’ a Horasan’daki Bagşur ve yörelerini, Isfizar’ı da E r t a ş ’ m diğer oğlu M e v d u d ’ a verdi (1066).
Kavurt isyanı
Kirman meliki K a v u r t B e y , vezirinin kışkırtması sonucunda, Kirman’da kendi adına hutbe okutarak yeniden isyana başladı. Bunun üzerine sultan A l p A r s l a n , Kirman’a yeni bir sefer düzenlemek zorunda kaldı. Bu sırada K a v u r t B e y , savunma bakımından uygun bulunan sağlam surlara sahip Berdesir kalesinde bulunuyordu. Çok geçmeden sultanın hacip A l t u n t a ş v e Ç a v -
SELÇUKLU D EVLETLERİ TARİHİ
53
1 1 kumandasında sevkettiği öncü birlikleri, K a v u r t ’ un kuvvetlerini yenilgiye uğrattılar, sultan ise asıl ana kuvvetlerle arkadan Kirman’a gelmekte idi. Bu ye nilgi üzerine Ciruft kalesine sığınan K a v u r t B e y , sultana özel bir elçi gönde rerek özür dileyip itaatini arzetti ve affını istedi. Sultanın kendisini affetmesi üzerine K a v u r t B e y , onun katına geldi; iki kardeş kucaklaşarak ağlaştılar. Sul tan, Kirman eyâletinin yönetimini yeniden ona bıraktı. Bununla birlikte K a v u r t B e y , bu kez, vasal Fars hâkimi F a z l a v e y h i l e bir ittifak yaparak yeniden isyana başladı. Bunun üzerine A l p A r s l a n , derhal harekete geçti (1068); vezi ri N i z a m ü 1 m ü 1 k ile emîr Ç a v l ı ’ y ı F a z l a v e y h ’ e karşı şevketti. F a z l a v e y h , kısa zamanda yenilgiye uğratıldıktan sonra tutsak alındıktan bir süre sonra öldürüldü. Bu sıralarda Kirmana giren sultan A l p A r s l a n , ordu mensupla rından büyük bir bölümünün K a v u r t B e y tarafını tuttuklarını tespit ettirin ce harekâtım durdurup İsfahan’a geri dönmek zorunluluğunu duydu (Ekim 1069). (Bu konuda ayrıntı için bk. Kirman Selçuklu Devleti Bölümü). K om utanların A nadolu harekâtı
Sultan A l p A r s l a n ’ ın buyruğu gereğince, daha önceleri de Anadolu’da akınlarda bulunan H o r a s a n S â l â r ı , Ergani yörelerindeki Tulhum ve Sive rek kalelerini başarısız bir kuşatmadan sonra Urfa’ya yürüyerek bu yörelerde bir takım yerleri elegeçirdikten başka Antakya dükünü yenilgiye uğrattı, fakat Urfa’yı kuşatma girişimi başarılı olamadı (1065/66). O, aynı yıl içinde yeniden Urfa yöre lerine akınlarda bulunarak Kısas (K ’sos = Aksos) ve Celeb’i kuşattıktan başka Diphisar’ı elegeçirdi; bunun üzerine karşı harekâtta bulunan dört bin kişilik bir Bizans kuvvetini de bozguna uğrattı. Bu kumandan, aynı yılda, üçüncü kez, Urfa yörele rine akınlar yaparak tutsak ve ganimetler elegeçirdi. Daha sonra bu Selçuklu emîri, Diyarbakır’a gelerek şehrin Ilevve Kapısı önlerinde karargâh kurdu. Bura emîri N i z a m ü d d i n ’ le müzakerelerde bulunmak üzere, şehre girdiği zaman hile ile yakalanıp beraberindekilerle birlikte öldürülerek cesetleri bir kuyuya atıldı. Bu sebeple bu kuyu, Horasan Sâlârı Kuyusu (Bi’rü Sâlârı Horasan) adıyla anılmıştır. Bu sıralarda Karahanlı devletinin Batı Kolu hükümdarı E b û İ b r a h i m I . T a m g a ç H a n ’ ın (1058-1067/68) oğullarından biri olması mümkün olan H a n o ğ l u H a r u n , Selçuklu hizmetinde olarak, bin Oğuz atlısıyla Anadolu sı nırlarını aşıp Diyarbakır yörelerine akınlarda bulundu. Daha sonra o, Haleb’deki Selçuklu vasalı Arap Mirdasoğulları emirleriyle ( A t i y y e ve M a h m u t ) birlikte Bizans’a karşı akınlara girişti; Haleb için stratejik bakımdan önemli olan Artah ve Imm kalelerini fethettikten başka (1064/65), Kuzey-Suriye’ye bir sefer yapan Bizans imparatoru R o m a n o s D i o g e n e s ’ e karşı da başarılı savaşlar da bulundu (1067/68). 1066 yılında, Selçuklu devlet adamlarından hacip G ü m ü ş t e k i n , sultan A l p A r s l a n ’ ın emriyle, beraberinde A f ş i n , A h m e t ş a h ve daha bazı Sel çuklu emîr ve Türkmen beyleri olduğu halde, Murat ve Dicle ırmakları havzala rından ilerleyerek Elcezire bölgesine inip, Ergani ve Nizip yörelerindeki birtakım
54
ALİ SEVİM —ERDOĞAN M ERÇİL
kaleleri elegeçirdi, Nusaybin’i başarısız bir kuşatma harekâtında bulundu. Daha sonra o, Fırat ırmağını geçip Adıyaman yörelerini akınlara uğrattı. Bunun üzeri ne, Bizans uç kumandanı A r u a n d a n o s , Selçuklu kuvvetlerinin önünü kesip bir baskın girişiminde bulundu ise de Hoşin kalesi yörelerinde yapılan çarpışma larda, Bizanslılar ağır bir yenilgiye uğradılar, A r u a n d a n o s da tutsak alındı; fakat daha sonra 40 bin altın kurtuluş akçası karşılığında serbest bırakıldı. Bu başarılı hareketlerden sonra G ü m ü ş t e k i n v e diğer emirler, büyük ganimet ve tutsaklarla birlikte Anadolu’da Selçuklu askerî üssü haline gelen Ahlat’a döndü ler. Fakat burada emîr A f ş i n , G ü m ü ş t e k i n ’ le bozuşup yaptıkları kavga sı rasında onu öldürdü. Sultan A l p A r s l a n ’ ın kendisini cezalandıracağından korku ve endişeye kapılması sebebiyle o, buyruğu altında bulunan çok sayıdaki Türkmen atlılarıyla batı yönüne hareketle Anadolu’da akınlara başladı. Bu sıra da karargâhını Amanos dağlarında kuran A f ş i n ’ in kuvvetlerinden bir kısmı, Gaziantep’in kuzey-batısındaki Dülük’ii elegeçirdi, başka bir kısmı (bin kişilik) da Antakya yörelerine inip geniş ölçüde akınlarda bulundu (Ağustos 1067). A f ş i n , daha sonra kuzeye Malatya’ya yönelerek burada karşılaştığı bir Bizans bir liğini yenilgiye uğratıp darmadağın etti. Daha sonra Tohma suyu vadisi boyunca ileri harekâtına devam ederek Kayseri’ye gelip kenti geçici olarak elegeçirdi. Bu nu izleyen günlerde A f ş i n , Karaman yörelerine de akınlar yaptıktan sonra 7oros ve Gavur dağları yoluyla Kuzpy-Suriye’ye gelerek Anadolu’dan elegeçirdiği çok sayıdaki ganimet ve tutsakları, önemli bir ticaret merkezi olan Haleb pazarların da sattı (1067 sonları). Daha sonra Haleb’den ayrılan emîr A f ş i n , ertesi yıl (1068), yeniden Antakya üzerine yürüyerek yörelerine akınlarda bulundu. Onun bu ha rekâtı sırasında, Haleb ve Antakya yörelerinde akınlara uğratılmadık hiç bir yer kalmamış, dolayısıyla sayısız ganimet ve tutsak elegeçirilmiş idi; ayrıca o, Antak ya Bizans valisinden 100 bin altın ve savaş aletleri aldı. Çok geçmeden sultan A l p A r s l a n , A f ş i n ’ in Bizans’a karşı giriştiği bu çok başarılı akmları sebe biyle, ona bir mektup yollayıp kendisini affettiğini bildirdi. Antakya yöresinde harekâtta bulunduğu sıralarda, sultanın bu af mektubunu alan A f ş i n , onun hu zuruna çıkmak üzere, atlı kuvvetleriyle birlikte buradan ayrddı (Nisan 1068). Bütün bu Selçuklu akmlarım durdurmak ve özellikle Doğu ve Güney-Anadolu’da tahrip edilen kaleleri onartmak amacıyla, doğu orduları başkomutanlığına atanan N i k e p h o r o s B o t a n i a t e s , Sivas, Malatya, Divriği ve diğer kent ve ilçelerin kalelerini tamir ettirip kuvvetlendirdi, fakat hiç durmaksızın sürüp giden Sel çuklu akınlarını önlemeyi başaramadı. B izans'ın durum u
Esasen Anadolu’daki Selçuklu askerî hareketlerinin başlangıcından beri Bi zans’ta içkarışıklıklar ve buhranlar sürüp gitmekte idi. Özellikle imparator K o n s t a n t i n o s X . D u k a s ’ m bu sıralarda ölümünden (1067) sonra vasiyeti gereğince karısı E v d o k i a , ü ç oğlu adına Bizans tahtına geçmişti. Bununla bir likte Bizans sarayındaki çeşitli gurupların devlet yönetimine gelişi güzel karışma
SELÇUKLU D E V LETLE R İ TARİHİ
55
ları sonucunda, imparatorluk içindeki eyaletler ihmale uğramış, özellikle ordu, kendi kaderiyle başbaşa bırakılmıştı. Anadolu’da bakımsız ve dağınık bir halde bulunan Bizans kuvvetleri, çoğu zaman yiyecek ve giyecek bulma amacıyla, kent ve ilçeleri yağmalamakta idiler. İşte bütün bu sebeplerle imparatorluğun öteki eya letlerinde olduğu gibi, Anadolu’da da Selçuklu askerî hareketlerini önleyecek bir Bizans ordusu sanki yok gibiydi. İmparatorluk içinde gittikçe artan ve ciddi bo yutlara ulaşan tehlikelerin önlenememesi sebebiyle E v d o k i a ’ mn niyabeti an cak yedi ay sürdü. Saraydaki askerî kanadın baskısı sonucunda imparatoriçe, askerî aristokrasiye mensup Kayserili bir general olan R o m a n o s D i o g e n e s i l e ev lenmek zorunda kaldı. Böylece, daha önce tahtı elegeçirmek amacıyla, başarısız bir girişimde de bulunmuş olan R o m a n o s D i o g e n e s ,
Ocak 1068’de Bizans
imparatoru oldu, bu suretle amacına ulaşabildi. Bununla birlikte o, daha önceki imparatorlar gibi, devleti, içine düştüğü bu ciddi durumdan kurtarma yolumda pek fazla bir varlık gösteremedi. Çünkü o, bomboş bir hazine, yıllardan beri yü züstü bırakılmış bir ülke, perişan ve darmadağın bir ordu ile karşı karşıya gelmiş idi. Bununla birlikte iktidarı bir türlü elinden bırakmak istemeyen karısı E v d o k i a ile arası açılan imparator, sarayı terk ile Anadolu yakasına geçerek özellikle Selçuklu akınlarını durdurma planları yapmaya başladı. A lp A rslan’ ın ik in ci G ürcistan seferi
Sultan A l p A r s l a n , kuzeyden inen gayri Müslim Türk, Alan, Komuk, Sarir ve bir kısım Hazarların, Selçuklu vasalı Şeddadoğulları ve Şirvanşahlarm memleketlerini istilâ etmeleri sebebiyle, 1067/68 yılında, Horasan’dan büyük bir orduyla hareket edip ikinci kez, Aras ırmağını geçerek Gürcistan ülkesine girdi; beraberinde vezir N i z a m ü l m ü l k ve Kafkasya fatihi emîr S a v t e k i n b u l u nuyordu. Bu sıralardaki Şeddadoğulları emîri Fa d 1 u n ile Şirvanşahlar hüküm darı F e r i b u r z sultana itaatlarını yenilediler. A l p A r s l a n ’ m derhal Şeki ve yörelerine yürümesi üzerine, Aphaz ve Gürcüler buradan çekildiler. Sultan, yö redeki ormanları yaktırmak suretiyle, burada üsler kurup gizlenen Gürcü şakile rinin kalelerini fethetti. Savaşa girişmeye cesaret edemeyen Gürcü prensi B a g r a t kaçtığı gibi, Şeki hâkimi A k h a s t a n ( A g a s a r t a n ) d a teslim olmak zorunda kaldı, hattâ Islâmiyeti kabul etti. Daha sonra sultan, onun yönetimindeki memle ketlere yürüyerek bir buçuk ay zarfında, başta, Tiflis ve Rustov olmak üzere, bir çok kent ve kaleleri fethetti. Çok geçmeden B a g r a t , “ yıllık vergi ödeme” şartıyla Selçuklu vasatlığını yeniden kabul etti. Bu arada Selçuklu akıncıları, Trabzon’a kadar olan yörelere akınlarda bulundular. Bu sıralarda Derbend'lilerle Şirvan şahlar arasında çıkan anlaşmazlık ve savaşlardan istifade eden Gürcüler, Khartli’ye yürüyüp Tiflis’i yeniden elegeçirdiler, hattâ emîr F a d l u n ’ uda tutsak aldılar (Temmuz 1068). Bunun üzerine sultan A l p A r s l a n ’ ın Nisan 1069’da emîr S a v t e k i n ’ in kumandasında gönderdiği bir ordu, Gürcüleri yenilgiye uğrattığı gibi, Fa d 1u n ’u da tutsaklıktan kurtardı; ayrıca sultan, Derbend yönetimine emîr Y a ğ m a ’ yı bir menşurla atadı. Esas amacı, bütün Gürcü ve Aphaza memleketlerini
ALİ S E V İM -E R D O Ğ A N MERÇİL
56
fethile Selçuklu sınırları içine aldıktan sonra Anadolu’da bizzat fetihler yapmak ve dolayısıyla Bizans’a ağır darbeler vurmak olan sultan A l p A r s l a n , Karahanlı hükümdarının ölümü üzerine, imparatorluğun doğu sınırlarında ortaya çı kan karışıklıklar sebebiyle, fetih planlarını tam anlamıyla gerçekleştiremeden geri dönmek zorunda kaldı. Bununla beraber ordusunun bir kısmını Anadolu sınırla rında bırakarak, K u t a l m ı ş o ğ l u M a n s u r ve S ü l e y m a n ile, kardeşi Azer baycan Genel Valisi Y a k u t î , eniştesi E r b a s a n ( E r b a s g a n ) ve Anadolu’da giriştiği akmlarla ün salan emîr S u n d u k ( S a n d a k ) ’ u fetih hareketlerini de vam ettirmekle görevlendirdi. Derhal askerî hareketlerine yeniden başlayan bu Selçuklu şehzâde, emîr ve Türkmen beyleri, Bizans ’a sürekli akınlarda bulundular. B izans'ın karşı harekâtı
Yeni Bizans imparatoru R o m a n o s D i o g e n e s , gittikçe artan Selçuk lu akınlarını durdurmak amacıyla, büyük bir çaba göstererek Anadolu’dan özel likle memleketi olan Kayseri yörelerinden çok sayıda asker topladığı gibi, Rume li’deki Uz (Hıristiyan Oğuzlar) ve Peçenek Türklerinden de kuvvetler sağladı. Ayrıca, Frank, Alman, İskandinav ve İtalya Hormonlarından ücretli askerler tuttu. Çeşitli milletlerden çarçabuk oluşturulan bu Bizans ordusu gerçek bir birlikten yoksun idi. R o m a n o s D i o g e n e s , Mart 1068’de Suriye yönüne hareket etti. Kayseri’ye gelmeden önce, Selçuklu kuvvetlerinin Niksar’ı alarak yağma ettikle rini haber alınca yolunu değiştirip Sivas’a, oradan da Divriği yönüne yürüyüşü ne devamla bu bölgelerde kendisine saldıran Selçuklu kuvvetlerini geri çekilmek zorunda bıraktı. Kazandığı bu ilk başarıdan sonra imparator, Maraş’a gelip bu rada, Fırat boylarına gönderdiği birliklerle sol-ard yanını güvence altına almak istediyse de bu yörelerde harekâtta bulunan Selçuklu emîri H a s İ n a l , bu kuv vetleri yenilgiye uğratıp, imparatorun bu harekât planını uygulamasına engel ol du. Çok geçmeden Kuzey-Suriye’ye gelen imparator, Haleb ve yörelerini ağır bir şekilde yağma ve tahrip akınlarına uğrattı. Daha sonra o, Kuzey-Suriye’nin en önem li kalelerinden birine sahip olan v e U m u r t e k i n adlı bir Selçuklu emîrinin sa vunduğu Menbic’i elegeçirdi. Bu sıralarda H a n o ğ l u H a r u n ve Selçuklu vasalı Haleb Mirdasoğulları emîri M a h m u t , Türkmen ve Arap kuvvetleriyle Haleb yörelerindeki Bizans askerlerine saldırıp onları yenilgiye uğrattılar. Bunun üze rine derhal Haleb yörelerine gelen imparator, Türkmen ve Arap kuvvetleriyle şid detli bir savaşa girişti; çarpışmalarda her iki taraf da ağır kayıplar verdi (Kasım 1068). Bu savaştan sonra imparator, daha önce H a n o ğ l u H a r u n tarafından fethedilen Artah ve îmm kalelerini yeniden elegeçirdi, sonra da Çukurova’ya in di. Bu sıralarda emîr A f ş i n , A h m e t ş a h ’ la birlikte Orta-Anadolu yönünde akınlara başlayarak Sakarya ırmağı vadisine kadar ileri harekâtını sürdürdü; Istanbul-Çukurova yolu üzerinde önemli bir konuma sahip olan Emirdağ yörele rindeki ünlü Amuriyye (Amorion) kentini elegeçirdi. Bunu haber alan ve sonderecede üzülen imparator, A f ş i n ’ in yolunu kesmek amacıyla, derhal harekete geçtiyse de A f ş i n ’ in bir yıldırım hızıyla sürdürdüğü harekât sebebiyle, bunu
SELÇUKLU D E V L E T L E R İ TARİH İ
57
başaramadı ve kış mevsiminin gelmesi sonucunda da İstanbul’a dönmek zorunda kaldı. S elçuklu em irlerin in akınları
R o m a n o s D i o g e n e s ’ in İstanbul’a dönmesinden bir süre sonra 1069 yı lında, A f ş i n , S u n d u k , A h m e t ş a h , T ü r k m a n , D e m l e ç o ğ l u M e h m e t , D u d u o ğ l u , S e r h e n k o ğ l u v e A r s l a n t a ş komutasındaki Selçuklu kuvvetleri, doğu, güney-doğu ve güney bölgelerinde Anadolu’ya akınlara başladı lar. Bu akınları önlemek üzere imparatorun gönderdiği kuvvetler, Türk atlı bir likleri tarafından tamamen bozguna uğratıldılar. Bunun üzerine imparator, Manuel Komnenos
komutasında Sivas’a, P h i l a r e t o s B r a c h a m i -
os ( F i l a r e t o s B ı r a h m i y o s ) kumandasında da Malatya ’ya iki ordu sevkettikten başka üçüncü bir orduyla da bizzat harekete geçerek Kayseri yörelerine geldi; buralarda harekâtta bulunan bir Selçuklu birliğini geri püskürttü ve Fırat ırmağına kadar harekâtını sürdürdü. Onun esas amacı, Anadolu’ya yapılan akınlarda, Selçuklu harekât üssü olan Ahlat’ı almak, Doğu ve Güney-Anadolu’daki Selçuklular tarafından fethedilen belli-başlı kaleleri yeniden elegeçirmek ve do layısıyla Selçuklu kuvvetlerini Anadolu’dan çıkarmak idi. Bu planını gerçekleş tirmek üzere imparator, Harput yörelerine geldiği zaman Selçuklu kuvvetleri de Malatya’ya saldırarak kenti savunan P h i l a r e t o s ’ u yenilgiye uğratıp perişan ettiler; çok az bir askerî birlikle kaçmayı başaran bu Bizans generali binbir güç lükle imparatora katılabildi. Buna riağmen R o m a n o s D i o g e n e s , Murat su yu boyuiıca ilerleyerek Palu’ya geldi. Fakat öte yandan ardı arkası kesilmeyen akınlarla Anadolu içlerine akmakta olan Selçuklu kuvvetleri, başta Karaman ve Konya olmak üzere, birçok il ve ilçeleri elegeçirmeyi başarmakta idiler. Özellikle Orta-Anadolu ’nun önemli kenti olan Konya ’nın fethini haber alan imparator, da ha ileri gitmekten vazgeçerek Selçuklu kuvvetlerinin dönüş yollarını kesmek ama cıyla, Sivas üzerinden Kayseri’ye geldi, imparatorun bu planını tespit eden Selçuklu kumandanları, onun bütün çaba ve önlemlerine rağmen Toros dağları geçitlerin den güneye inerek Kuzey-Suriye’deki hareket üsleri olan Haleb’e ulaşmayı başar dılar. Böylece R o m a n o s D i o g e n e s , giriştiği bu ikinci seferde de başarılı olamayarak İstanbul’a döndü. Bununla birlikte o, bitip tükenmeyen bu Selçuklu akınlarını durdurmak amacıyla 1070 yılında, yeniden Anadolu’ya bir sefer dü zenlemek istediyse de kendisine yakın olan bazı saray erkânı buna engel oldu. Bunun üzerine imparator, Doğu-Anadolu orduları komutanlığına atadığı M a n u el K o m n e n o s ’ u kalabalık bir orduyla Anadolu’ya gönderdi. Bu sıralarda, sultan A l p A r s l a n ’ a isyan sebebiyle arası açılan eniştesi (sultanın kızkardeşi Gevher
H a t u n ’ un kocası) E r b a s a n , kalabalık bir Türkmen kitlesinin ba
şında olarak sultanın emriyle kendisini izleme ve yakalamakla görevlendirilen A f ş i n ve diğer Selçuklu emirlerinin önünden batı yönüne kaçarak Kızılırmak kıyılarına kadar ulaşmış idi. E r b a s a n , yolunu kesme harekâtına girişen M a m ı e I ’ i Sivas yönlerinde bozguna uğrattı, hattâ onu, N i k e p h o r o s
(Nike-
58
ALİ S E V İM -E R D O Ğ A N M ERÇİL
foros)
M e 1 i s s e n o s v e daha bazı Bizans generalleriyle birlikte tutsak aldı.
Bununla birlikte E r b a s a n ’ m Selçuklu emirleri tarafından izlenmekte olduğu nu öğrenen tutsak M a n u e 1, onu, Bizans’a sığınması hususunda ikna etti. Bu nun üzerine E r b a ş a n , M a n u e l v e diğer Bizans generallerini serbest bıraktı ve sultanın gazabından korkup endişe etmesi sebebiyle, ailesi ve bazı yakınlarıyla birlikte İstanbul’a gitti, imparator R o m a n o s
D i o g e n e s , onu sanki bir müt
tefik devlet başkanı imiş gibi, çok parlak bir törenle karşılayıp kabul etti; böyle ce tarihte, ilk kez bir Selçuklu şehzadesi Bizans’a sığınmış oluyordu. Ote yandan E r b a s a n ’ ı izlemekte olan emîr A f ş i n , batı yönünde ileri harekâtına devam la Kayseri-Sivas kesimindeki kent, kale ve ilçeleri bir yıldırım hızıyla akınlara uğrattıktan sonra Afyon-Uşak-Denizli kesimine girip Honas ve Laodicea kentleri üzerinden Marmara Denizi kıyılarına kadar ileri harekâtını sürdürdü. Çok geç meden Kadıköy’e kadar gelen A f ş i n , İstanbul’a imparatora bir elçi göndererek “ Selçuklu-Bizans devletleri arasında barış olduğunu ve bu sebeple, sultana isyan halinde bulunan E r b a s a n ’ ı , beraberindekilerle birlikte kendisine teslim etmesini” sultan adına bildirdi ise de kabul edilmedi. Bunun üzerine A f ş i n , 1070 yılı sonbaharında, gidişinde olduğu gibi, dönüşünde de Bizans kent ve kale lerine akınlar yaptı. O, giriştiği bütün bu harekât sırasında elegeçirdiği sayısız ganimetlerle kışı Anadolu’da geçirdikten sonra Ahlat’a döndü ve sultan A l p A r s l a n ’ a “ E r b a s a n ve Bizans’ ’ hakkında bilgi verdi. Sultan A lp A rslan’ ın K uzey-Suriye seferi
XI. yüzyıl Orta - Doğusu’nun büyük devletlerinden birisini oluşturan şiî Mı sır - Fatımî Halifeliği, özellikle sekizinci halife M u s t a n s ı r devrinde (1036-1094), mülkî yönetiminin bozulması ve devlet hâzinesinin boşalması, askerî unsurların yetki çatışmalarına girişmelerine sahne olmuştur. Halifelik veziri N â s ı r u d d e v I e H a ş a n , şiî halifeliğin yerine sünnî bir devlet kurulması amacıyla, bu sıra larda
H ora sa n ’da
bulunan
sultan
A lp
A r s l a n ’ a Buharalı
fakih
E b û C a f e r M u h a m m e d ’ i elçi olarak gönderdi ve “ ordusuyla Mısır’a gel mesini, ülkeyi kendisine teslim edeceğini ve şiî hutbesini kaldırıp yerine sünnî hutbesi okutacağını” bildirdi. Bu çağrı üzerine sultan, esasen fethedilmesi, Sel çuklu fetih planları içinde bulunan Mısır ülkesini, Büyük Selçuklu devletine kat mak amacıyla, kuvvetli bir orduyla Azerbaycan üzerinden Doğu - Anadolu’ya girdi (1070 yılı ortaları). Bu bölgede üslenen Selçuklu akıncı kuvvetleriyle de ordusu nu güçlendiren A l p A r s l a n , Van Gölü’nün kuzeyinden Malazgirt önlerine geldi. Daha önce görüldüğü üzere, amcası sultan T u ğ r u l ’ un iki kez kuşattığı halde alamadığı sağlam surlara sahip Malazgirt’i, daha sonra da Erciş’i güçlük çekme den fethetti. Henüz Selçuklu kuvvetleri tarafından alınmamış olan Murat, yukarı Dicle ve kolları arasındaki birtakım kaleleri birer birer fetheden sultan, Diyar bakır topraklarına gelerek Dicle ırmağı kıyısındaki Harşefiyye yörelerinde konak ladı. Diyarbakır’ın muhteşem surlarını hayranlıkla seyreden sultan, hâlâ yürürlükte olan Türk âdeti uyarınca, ellerini sur taşlarına, daha sonra da göğsü
SELÇUKLU DEV LETLE R İ TARİH İ
59
ne sürdü. Sultan, Diyarbakır ve yörelerinin yönetimini ellerinde tutan ve anlaş mazlık halinde bulunan Selçuklu vasalı Mervanoğulları ailesinden iki kardeş N a s r ve S a i d arasında, uzlaştırıcı bir barış yaptıktan sonra Tulhum ve Siverek kent ve kalelerini fethetti; o zamana kadar Selçuklu kuvvetleri tarafından birkaç kez kuşatılmasına rağmen fethedilememiş olan, fevkalade sağlam surlara sahip bulu nan dük Va s i 1 ’ in savunduğu Urfa’yı kuşatıp sıkıştırmaya başladı (Mart 1071). Sultan, 50 gün süren bir kuşatmadan sonra gereksiz yere zaman kaybetmemek ve Mısır’m fethini biran önce gerçekleştirmek amacıyla kuşatmayı kaldırdı. O, hareketinden önce, yanında bulunan elçi E b û C a f e r M u h a m m e d ‘ i, Sel çuklu vasalı Haleb Mirdasoğulları emîri M a h m u t ’ a gönderip “ kendisine itaat arzeden bütün vasal hükümdar ve emirler gibi, onun da katına gelip itaatini arzederek yenilemesini” bildirdi. Buna rağmen M a h m u t , H a n o ğ l u H a r u n ’ un telkini ve sultandan çekinmesi sebebiyle, onun bu çağrısına uymayıp Haleb’den süratle topladığı para ve armağanları ona göndermekle yetindi. Bunun üzerine sultan, M a h m u t ’ a gönderdiği cevapta “Adıma hutbe okutup benimle böyle mek tuplaşmayı sürdürdüğün halde, niçin katıma gelip itaat arzetmekten çekindiğini anlayamıyorum. Halbuki sen, katıma gelen bütün tâbilerimize gösterdiğimiz lü tuf ve yaptığımız ihsanları çok iyi bilirsin” dedi. Emir M a h m u t ’ un, huzuruna gelmekte direnmesi üzerine A l p A r s l a n , Urfa’dan ayrılıp Ocak 1071 sonla rında Birecik yakınlarındaki Nehrülcevz yöresinden Fırat’ı geçerek burada bulu nan çok hoşlandığı bir çayırda dinlenmek üzere konakladı. Bu sırada fakih E b û C a f e r , sultana “ Ey Efendimiz, ulu T a n r ı ’ nin sana ihsan ettiği bu ni mete şükret” deyince, sultan “ Bu nimet nedir?” diye sordu. Bunun üzerine fa kih “ Bu ırmağı şimdiye kadar Türk olarak yalnız köle asıllı hükümdarlar geçmişlerdir; halbuki, bu gün, Hazret-i âlileri, ilk kez bir Türk sultanı olarak geçiyorlar” dedi. Sultan, çok geçmeden yoluna devam ederek eriştiği Haleb’e bağlı bir yörede karargâh kurdu. İtaat arzı için katına gelmesi hususunda, emir M a h m u t ’a yeniden ulak gönderdi ise de o, bir türlü gelip sultanın huzuruna çıkma dı. Buna sonderecede kızan sultan A l p A r s l a n , Nisan 1071 başlarında, Haleb’i kuşatmaya başladı, iki ay kadar süren bir kuşatma sonucunda Haleb burçlarının en sağlamı olan Ganem burcu delindi; kent, buradan yapılacak bir saldırıyla alı nabilecek bir duruma geldiği halde, sultan “ Savunmasız kalıp, Bizans’ın eline düş memesi için, bu ııç kentini kılıç kuvvetiyle almaktan endişe ederim” diyerek kuşatma harekâtını durdurdu ve böylece ciddi bir savaş yapılmadı. Bununla bir likte çok sıkışık ve ciddi bir duruma düşen emir M a h m u t , Oğuzlara özgü giysi ler giyerek annesiyle birlikte sultanın katma çıkıp, yer öperek arzı ubudiyette bulundu; sultan da onu affedip, bir ferman ve hil’atlerle Haleb emirliğini yeni den kendisine verdi. Sultan A l p A r s l a n , Mısır’a gitmek üzere, Dımaşk yönünde bir günlük yol aldığı sıralarda, Bizans imparatoru R o m a n o s D i o g e n e s ’ ten kendisine gelen bir elçi “ Menbic, Ahlat ve Malazgirt’in Bizans’a geri verilmesini” istedi; ayrıca bu isteğin yerine getirilmemesi halinde imparatorun kuvvetli bir or duyla harekete geçeceğini de bildirdi. Bununla birlikte imparatorun, Doğu - Ana dolu (Erzurum) yönünde ilerlemekte olduğunu haber alan sultan, elçiyi sert bir
ALİ SEVİM —ERDOĞAN MERÇİI.
60
cevapla geri yolladıktan sonra ordusunun bir kısmım burada bırakarak emîr A y t e k i n ve M a h m u t ’ u Mısır’ın fethiyle görevlendirdi; kendisi de ordusunun bü yük bir kısmıyla Bizans imparatorunu karşılamak üzere, derhal vakit kaybetmeden Doğu - Anadolu yönüne hareket etti. Fırat ırmağını süratle geçişleri sırasında, ordusunda bulunan at, deve, mal ve yiyecek maddelerinin çoğunun telef olmasına hiç aldırmayan sultan, ileri yürüyüşüne devam etti. Fakat bir süre sonra yiyecek sıkıntısı sebebiyle ordudaki Irak askerlerini terhis etmek zorunda kaldı, böylece orduda, Horasan, Erran ve Azerbaycan kuvvetleri kalmıştı, ileri yürüyüşüne de vam eden A l p A r s l a n , Urfa üzerinden Diyarbakır yörelerine ulaştı. Silvan’ da Malazgirt’e kadar ilerleyip kaleyi elegeçiren Bizans ordusunun kıyımından kurtularak kaçan Malazgirt kadısıyla birçok Müslümanlar, durumun ciddiyeti sebebiyle kendisinden acele yardım istediler. Böylece Bizans ordusunun nerede bulunduğunu öğrenen sultan, süratle Erzen ve Bitlis boğazından geçerek Selçuk lu hareket üssü Ahlat’a geldi. R om anos D iog en ee’ in hareketi
Yukarıda görüldüğü üzere, Anadolu’da başarısız iki sefer girişiminden sonra yıllardır sürdürülen Selçuklu fetih hareketlerine bir son vermek ve onları kesin olarak bu ülkeden çıkarmak amacıyla, uzun süreden beri Anadolu ve Azerbay can’a büyük bir sefer hazırlığına başlamış olan R o m a n o s D i o g e n e s , Bal kanlar ’daki Peçenek, Uz (Hıristiyan Oğuz), Kıpçak ve Hazar Türkleriyle İslav (Rus), Alman (Gotlar), Bulgar, Frank, Ermeni ve Gürcülerden oluşan büyük bir ordu hazırlandı. Çeşitli müslim ve gayri müslim kaynaklardaki kayıtlarda, bu or dunun sayısının 600 bine kadar çıktığı abartmalı olarak ifade edilmekte ise de bunun, büyük ve küçük rütbeli 30 bin kumandanın yönettiği atlı ve yaya olmak üzere, 200 bin kişi civarında olması düşünülebilir. Bu orduda, kale delicileri, lâ ğımcılar, çarkçılar, arabacılar ve mancınıkçılarla birlikte çok sayıda ustalar, 800 mandanın çektiği nal ve çivileri taşıyan 400 araba ile içlerinde silâh, mancınık ve diğer savaş aletlerinin bulunduğu 1000 araba mevcuttu. Bunlar arasında, 1200 kişi tarafından çekilen ve on kantar ağırlığında taşlar fırlatabilen çok büyük bir mancmıkın da yer aldığı, çeşitli kaynaklarda kaydedilmiştir. Bütün bunlardan baş ka, imparatorun beraberinde getirdiği hâzinesinde, bir milyon altın, 100 bin ipekli giysi, altın eğerler, kemerler, pek çok altın ve gümüş eşya da bulunuyordu, impa rator, sayı ve donatım bakımından geçekten muazzam sayılabilen bu orduya gü venerek güya Anadolu’yu Türklerden kurtaracağına inandıktan başka, bütün Islâm ülkelerini de elegeçireceğini ümit ediyor, hattâ bu düşüncesinin etkisiyle berabe rindeki kumandanları Islâm kentlerine vali olarak atamayı planlıyor, “ bütün ca mileri kiliseye çevireceğini” bildiriyordu. R o m a n o s D i o g e n e s , İstanbul’dan hareket etmeden Önce, Ayasofya kilisesinde düzenlediği büyük bir dinî törene ka tıldı ve buradaki büyük haç’ı ziyaret etti. Tarihî bir değer taşımamakla birlikte, bu ziyaretle ilgili olarak, o devirde yaşamış olan bir Müslüman tarihçi ( G a r s u n n i ’ me M u h a m m e d S â b i ’ ) , yenilgiden sonra tutsak alınan imparatorun ağ zından şu hikâyeyi nakletmiştir:
SELÇUKLU DEVLETLE R İ TARİHİ
61
“ Herhangi bir sefer dolayısıyla İstanbul’dan çıkan imparatorların törelerin den birisi de Ayasofya’ya gidip yakutlarla bezenmiş olan altın haç’tan yardım ve şefaat dilemeleridir. Ben bu geleneğe uyarak Ayasofya ’ya gidip buradaki altın haç’ tan başarı için şefaat diledim. Bu sırada haç, bulunduğu durumdan Müslümanla rın kıblesine doğru çevrildi. Buna sonderecede hayret edip şaşakaldım ve onu, yeniden doğuya çevirip eski haline getirdim. Ertesi günkü ziyaretimde, haç’ m yi ne kıbleye dönmüş olduğunu gördüm. Bunun üzerine onun, zincirlerle bağlan masını emrettim. Fakat bununla birlikte üçüncü günkü ziyaretimde haç, yine kıbleye yönelmiştir; hayretler içinde kalıp bunu, çıkacağım seferde yenilgiye uğ rayacağıma yormuştum. Bununla birlikte arzu ve ihtiraslarımın etkisiyle, Islâm ülkelerine yürüdüm ve işte bunlar başıma geldi.” Ayrıca Bizanslı bir tarihçi ( K e d r e n o s ) , eskiden beri Roma ve Bizans hükümdarlarının başlarına gelecek iyi ve kötü olayların, daha önce vukuubulan bazı olaylarla belli olduğu inancına da yanarak, R o m a n o s D i o g e n e s ’ in başı üstünden kara bir güvercinin uçma sını, sefer sırasında, çadırının zarar görmesini ve nihayet atlarının ahırının yanmasını, onun yenileceğine yormuştur. Yukarıda sözkonusu edildiği üzere, yapacağı büyük seferini gizlemek amacıy la, Haleb önlerinde bulunan sultan A l p A r s l a n ’ a bir elçi gönderip, “Ahlat, Erciş, Malazgirt v.s. kent ve kalelerin geri verilmesi” şartlarıyla barış önerisinde bulunan imparator, büyük ordusuyla İstanbul’dan hareketle bir kısım eyâletler den gelen kuvvetlerin kendisine katılma yeri olan Sakarya ırmağı yörelerine ge lip konakladı. Daha sonra Kayseri - Sivas bölgesine ulaşan imparator, burada, uygulayacağı planlar konusunda, ordudaki bütün kumandanların katıldığı bir Sa vaş Meclisi topladı. Yapılan müzakerler sonunda, imparatorun “Azerbaycan’a gi rilerek oradan Selçuklu başkentine (Rey) yürüme” önerisinin, genç ve tecrübesiz generaller tarafından desteklenmesine rağmen N i k e p h o r o s B r y e n n i o s v e Türk asıllı J o s e p h T a r k h a n e i o t e s ( T a r h a n ) gibi tecrübeli generaller “Anadolu’dan uzaklaşılmasının ciddi tehlikeler doğurabileceğini, en uygun pla nın, Sivas veya Erzurum’da karargâh kurulup, bu bölgelerde gerekli önlemlerin alınması, bu sıralarda, Türk ordusunu yiyecek sıkıntısına düşürmek amacıyla, yağ ma ve tahrip hareketlerinde bulunulmasını ve nihayet Selçuklu kuvvetlerini Ana dolu’ya çekerek onlarla Erzurum veya Pasin ovasında savaşa tutuşulması” fikrini ileri sürüp savundular. Fakat bu görüşü benimsemeyen imparator, kendi planını uygulamak, yani Azerbaycan’a yürümek üzere, Sivas üzerinden Erzurum’a gele rek genel karargahını burada kurdu. Çok geçmeden imparator, İran içlerine yürü yüşü sırasında, arkasını güven altına almak amacıyla, general T a r k h a n e i o t e s ve Bizans hizmetine giren ünlü Norman soylularından U r s e l ( U r s e l i u s , R o u s s e 1) kumandasında 30 bin kişilik Uz ve Franklardan oluşan bir kuvveti Ah lat üzerine şevketti. Ayrıca Selçuklular tarafından fethedilerek Selçuklu vasallığına giren Gürcistan’ı yeniden elegeçirmek ve özellikle ordusunun yiyecek ihtiyaçları nı sağlamak için 20 bin kişilik bir kuvveti Gürcistan’a gönderdi; beraberindeki birliklerle de bizzat, daha önce sultan A l p A r s l a n tarafından fethedilen Ma
ALİ S E V İM -E R D O Ğ A N M ERÇİL
62
lazgirt üzerine yürüdü. Bu sıralarda Bizans ordusunun Türk asıllı askerlerden oluşan bazı birliklerinden sultana “ Endişe etme, Bizans ordusunun çoğu seninle birliktir” şeklinde mektuplar gönderildikten başka, Uzlar da ırktaşları Selçuk lulara, eskiden beri kullanılan, fakat ne olduğu bilinmeyen Türk alâmetlerinden bir işaret (belki ok) yolladılar. Bunu tespit eden imparator, kendisine yardımcı olabileceği düşüncesiyle, beraberinde getirmekte olduğu ve bu hareketlerin ön deri olabileceğine ihtimal verdiği E r b a ş a n ’ ı derhal İstanbul’a geri gönderdi, imparator, Malazgirt’e yürümekte iken Ermeni ve Elcezire birlikleri kumandanı B a s i l a k e s ( V a s i l a k e s ) M a g i s t r o s d a kendisine katıldı. Bu sıralarda bu birliklerin kumandanları L e o n D e b a t e n e s ve B a s i l a k e s , imparatora, A l p A r s l a n ’ m Bizans ordusundan korkup Irak’a gittiğini bildirdiler. Gerçekte ise sultan, Islâm ve Bizans kaynaklarının belirttikleri üzere, Haleb’den ayrılıp Fırat ırmağını geçtikten sonra, bir ara Musul yönüne gitmişse de daha sonra Silvan ve Erzen üzerinden Bitlis boğazı yoluyla Ahlat’a ulaşmış idi. Çok geçmeden Malaz girt üzerine yürüyen imparator, az sayıda Selçuklu kuvvetlerinin savunduğu ka leyi aman ile teslim almasına rağmen pek çok Müslüman halkı kılıçtan geçirdi. Öte yandan sultan A l p A r s l a n , Ahlat’a geldiği zaman, U r s e l v e T a r k h a n e i o t e s , Ahlat yönünde hareket halinde idiler. Bu Bizans kuvvetleri, Selçuklu atlı birlikleri tarafından bozguna uğratılıp geri çekilmek zorunda bırakıldılar. Sul tanın Ahlat’a geldiği ve Selçuklu kuvvetlerinin hareket halinde bulundukları ha beri, etrafa yayılınca imparator, bunun doğruluğunu tespit için N i k e p h o r o s B r y e n n i o s kumandasında yeniden bir kuvvet gönderdi. Bu kuvvetler, Selçuk lu ordusunun öncü kuvvetleri ve esasen Ahlat Selçuklu garnizonu komutam olan emîr S u n d u k tarafından bozguna uğratıldı, B r y e n n i o s , yaralı bir halde güç lükle kaçmayı başardı. Bu bozgun üzerine imparatorun, B a s i l a k e s kumanda sında gönderdiği kuvvetler de yine S u n d u k tarafından bozguna uğratıldı, B a s i l a k e s tutsak alındıktan başka, beraberinde taşımakta olduğu büyük haç da Selçuklu kuvvetlerinin eline geçti. Sultan, “ bu haç’m , zafer alâmeti sayılarak Bağdat’a halifeye gönderilmesi için, bu sıralarda Hemedan da bulunan vezir N i z a m ü l m ü l k ’ e ulaştırılmasını” emretti. Böylece Malazgirt Meydan Savaşın dan önce yapılan Selçuklu - Bizans öncü savaşları, Selçuklu kuvvetleri tarafından kazanılmış oldu. M alazgirt Meydan Savaşı
Doğu - Anadolu’ya yönelen Bizans imparatorunu karşılamak amacıyla, Di yarbakır üzerinden Ahlat’a ulaşan sultan A l p A r s l a n , burada kuvvetleriyle birlikte kendisini bekleyen emîr A f ş i n ile karşılaştı. Sultan, karısı ve veziri N i z a m ü l m ü l k ’ ü hâzinesiyle birlikte Hemedan’a göndermiş ve onlara “ Kendisi ne süratle asker göndermeleri” hususunda talimat vermişti. Sultanın beraberinde, yedek atlarıyla birlikte dört bin Hassa askerinden başka, Anadolu’ya akmlarda bulunan Selçuklu şehzade, emîr ve Türkmen beylerinin kumandalarındaki takri ben 40 bin akıncı kuvveti, ayrıca Büyük Selçuklu Devletine tâbi çeşitli bölgeler
SELÇUKLU D E VLETLERİ TA RİK İ
63
den 10 bin kadar atlı kuvveti kendisine katılmış idi. Yukarıda niteliğinden bahsettiğimiz 200 bin kişilik ve çeşitli milletlerden oluşturulması sebebiyle bir likten yoksun Bizans ordusuna karşılık, sayıları aşağı - yukarı 50 bin kişiyi bulan ve genellikle atlvlardan meydana gelen Selçuklu ordusu, küffara karşı manen Türk lük ve cihat ülküsüyle donatılmıştı. Sultan A l p A r s l a n ’ ın beraberinde, G e v her ây i n , A f ş i n , Savt eki n,
Sunduk, Aytekin, Tarankoğlu
(Serhenkoğîu), Ahmelşah, Demleçoğlu Mehmet, Duduoğlu gibi Anadolu’ya sürekli akınlarda bulunan tecrübeli Selçuklu emirleri vardı. Ay rıca Kutalmışoğullarmdan M a n s u r , S ü l e y m a n , D e v l e t v e A İ p i l e k ı l e Artuk, Tutak, Danişmend, Saltuk, Mengücük, Çavlı, Çav ui c Lur ve P o r s u k gibi Selçuklu devletinin en değerli ve savaş tekniğini sonderecede iyi bilen emirlerin de savaşa katıldığı, bazı kaynaklarda ifade edilmiştir. Sultan A l p A r s l a n , yukarıda sözünü ettiğimiz öncü savaşlarından bir sü re sonra ordusuyla birlikte Ahlat’tan hareketle Ahlat - Malazgirt, arasında bulu nan Rahve ovasına gelip ordusunun su ihtiyaçlarını sağlamak amacıyla, bu yörelerdeki dağlardan inen sularla beslenen bir çay yörelerinde karargâhını kur du; buralardaki tepeleri elegeçirerek ovayı kontrolü altına aldı (24 Ağustos 1071). Bugün Süphan dağının Malazgirt yönündeki kuzey eteklerinde bulunan Sultan ve Ziyaret Tepeler’e, sultanın buralarda Genel Karargâhını kurmasıyla ilgili ola rak bu adların verilmiş olması kuvvetle muhtemeldir. Ote yandan Bizans impara toru, ordusuyla Malazgirt’ten hareket ettikten biraz sonra, Selçuklu ordusunun çok yakınlara kadar gelip ovaya hâkim olduğunu öğrenince büyük bir telâşa ka pıldı; onun bu telâş ve heyecanı ordusunu da etkiledi. Bundan faydalanan ve Bi zans ordusunda rehin olarak getirilmekte olan Malazgirtliler, kaçıp Selçuklu ordusuna katıldılar. A l p A r s l a n , Bizans ordusuna oranla Selçuklu ordusunun çok az oluşu sebebiyle kesin sonuçlu bir meydan savaşına girişmeye henüz karar vermedi. Görünüşte barış önerisinde bulunmak, gerçekte ise Bizans ordusunun durumunu tespit ettirmek amacıyla, Abbasi halifesinin ( K a a i m B i e m r i l l a h ) kendisine yolladığı elçisi E b u 1 - G a n â i m I b n ü I - M a h l e b a n ile Selçuklu emîri S a v t e k i n ’ in başında bulunduğu, yani hem halife, hem de kendi adına, bir elçi heyetini imparatora gönderdi. Sultan, imparatora gönderdiği önerisinde “ Ülkene geri dön, barış yapmak istersen, bunu Bağdat halifesi aracılığıyla yapa rız, aksi takdirde biz, azim ve kararımızı, içtenlikle bağlı olduğumuz Ulu T a n r ı ’ ya bırakırız” dedi. Öncü savaşlarını kaybetmesine rağmen, askerlerinin çokluğuna ve iyi donatılmış olmasına güvenen ve savaşı kazanacağından emin gö rünen imparator, A l p A r s l a n ’ m, bu elçi heyetini, sıkışık bir durumda bulun duğu için gönderdiğini sanmış ve önerisini sert ve kaba bir biçimde reddetmiştir. O, Selçuklu heyetine “ Ben, bu üstün ve kudretli duruma, pek çok para ve çaba sarfederek eriştim. Barış, ancak ve ancak Selçuklu başkenti Rey’de yapılacaktır. Ben, Islâm ülkelerine, kendi ülkem gibi hâkim olmadan asla geri dönmeyeceğim” dedikten sonra “ Isfahan mı güzeldir, yoksa Hemedan mı?” diye sorunca heyet başkanı I b n ü l - M a h l e b a n ,
“ Isfahan” diye cevap verdi. Bunun üzerine
A L İ S E V İM -E R D O Ğ A N MERÇİL
64
imparator “ Hanedan’ın çok soğuk olduğunu haber aldım, bu bakımdan biz, İs fahan’da kışlayacağız, hayvanlarımız ise Hemedan’da kışlayacaklardır” dedi. Bu alaylı sözler karşısında I b n ü 1 - M a h l e b a n , ona “ Hayvanlarınız Hemedan’da kışlayabilirler, ama sizlerin nerede kışlayabileceğinizi bilemem” şeklinde çok an lamlı sözler söyledi. Güya Selçukluları Anadolu’dan çıkarttıktan başka bütün Is lâm ülkelerini de elegeçirme planlarını daha şimdiden uygulamaya kalkışan imparator, İran, Irak, Suriye ve Mısır’a beraberindeki generalleri atadı, ancak hilâfet başkenti Bağdat’ı bunun dışında tutarak “ İyi bir insan ve bizim dostu muz olan o şeyh’e (yani halifeye) dokunmayınız” dedi. Böylece geri dönen Sel çuklu elçi heyeti, imparatorun, barış hususundaki red cevabını sultana arz edince, savaşın artık kaçınılmaz bir duruma geldiğini anlayan ve Hıristiyan bir tarihçi C . H . L e b e a u ’ nun ifade ettiği üzere, “ R o m a n o s ’ tan daha baba yiğit ve ce sur olan, ancak barış hususunda çaresizlik içinde kalan, bu sebeple de kılıca sa rılmak gerekliliğini anlayan sultan A l p A r s l a n ” , savaş hazırlıklarının derhal bitirilmesini emretti. Bu sırada sultanın imamı ve fakihi Buharalı E b û N a s r M u h a m m e d , ona: “ Ey sultanım, sen, T a n r ı ’ nin diğer dinlere üstün kıldığı İslâm dini için Savaşıyorsun, bu sebeple Islâm ülkelerindeki cami lerde bütün hatiplerin Müslüman halkla birlikte senin için dua edecekleri Cuma günü, öğle namazı sırasında, düşmana saldır. Ben, U l u T a n r ı ’ dan, zaferi se nin adına yazmasını beklerim” .diyerek onu moral bakımından kuvvetlendirdi. Ayrıca Bağdat Abbasî halifesi K a a i m B i e m r i l l a h da, o sıralarda bütün İs lâm dünyasının yakından ilgilendiği Malazgirt savaşının A l p A r s l a n tarafın dan kazanılması hususunda, M u s l a y a o ğ l u E b û S a î d ’ e bir dua metni hazırlatarak Cuma namazında bütün Islâm ülkelerindeki minberlerde okutulma sını emretti. Bugün elimizde bulunan ilgili Islâm kaynaklarında yer alan bu dua metni aynen şöyledir: Alp Arslan için okunan hutbe
Tanrım! İslâm sancağını yükselt ve Islâma yardım et! Şirki, başını ezmek ve kökünü kazımak suretiyle yok et! Sana itaat için, canlarını feda edip kanla rını, sana tâbi olma hususunda akıtan senin yolunun mücahitlerini, onları kuv vetlendirerek yurtlarını, güvenlik ve zaferle dolduran yardımlarından yok sun kılma! Mü’minlerin emîrinin burhanı olan Şehinşâhü’ l- âzam (yani Sultan A l p A r s l a n )’ın senden dilediği yardımı esirgeme ki o, bu sayede hükmünü yü rütür, şanını yayılır kılsın ve zamanın güçlükleri karşısında kolayca yerinde tutu nabilsin. Senin dinini şerefli ve yüce tutabilmek için onu, lütufkâr ve her zaman etkili olan desteğinden yoksun kılma! Onun, kâfirlerin karşısındaki bugünkü gü nü, yarınına da yetsin. Ordusunu meleklerinle destekle, niyet ve azmini hayır ve başarıyla sonuçlandır! Çünkü o, senin ulu rızan için rahatını terketti; malı ve ca nıyla buyruklarına uymak amacıyla, senin yoluna düştü. Çünkü sen “ Ey iman edenler, can yakıcı bir azaptan kurtaracak bir yolu size göstereyim mi? Tanrı’ya ve onun Peygamberine inanıyorsanız, onun yolunda, can ve malınızla savaşırsınız”
SELÇUKLU D E V L ET L E R İ TARİHİ
65
diyorsun. Senin sözün gerçektir. Tanrım! o, nasıl senin sözüne uyup şeriatının ko runmasında, gevşeklik göstermeden buyruğuna uymuş ve düşmanlarına bizzat karşı koyarak dinine hizmet için gecesini gündüzüne katmışsa sen de ona zafer kısmet eyle, dileklerinde ona yardımcı ol, kaza ve kaderini, onun için iyi ve hayırlı bir şekilde tecelli ettir! Onu öyle bir koruyucu ile kuşat ki, düşmanların her türlü hilelerini defetsin ve lütfunla, bu koruyucu onu, güzel sıfatların içinde, en emin ve sağlam ellerle korusun! Yapmak istediği her işi, ona kolay kıl! Böylece onun, düşmana karşı giriştiği bu “ Kutsal Hareket” , zaferden ışık alsın ve şirk zümresi nin, hak yollarını göremeyip sapıklıktan gözleri yumulsun. Ey Müslümanlar, doğ ru bir niyet, içten bir azim ve Tanrı’dan korkan temiz kalplerle ve birlik bahçesinden kısmet alan inançlarla Sultan A l p A r s l a n için Tanrı’ya yalvarıp yakarınız! Çünkü eksiklerden yoksun olan Yüce Tanrı şöyle buyuruyor: “ Ey Mulıammed, onlara dualarınız olmazsa Rabbim size niçin değer versin’ de” . Ey Müs lümanlar, A l p A r s l a n ’ın şerefli olarak düşmanlarını yoketmesi, sancağını yükseltip zaferlerin en son derecesine ve amacına erişmesi hususunda, Tanrı’ya dua ve niyazda bulununuz!. Tanrım! onu bütün güçlüklerini kolaylaştır ve şirki, onun önünde boyun eğdir! Bu duanın, savaş günü, başta hilâfet başkenti Bağdat olmak üzere, bütün Is lâm ülkelerinde, derin bir inanç ve içtenlikle yapılacağının yayılması, bütün Türk kumandan ve askerleri üzerinde moral yönünden kuvvetli bir etki yapmıştır. Sul tan A İp A r s l a n , bir kısım atlı kuvvetlerini bugün Malazgirt’in sağ tarafların da bulunan ve ilçenin sağ - arka yörelerine kadar uzanan küçük bir yarma vadi boyunca kurduğu pusulara yerleştirdi, kendi de merkez hattında yer aldı. Böyle ce, uygulanacak taktik gereğince, Bizans ordusu, önce yarım bir çenber, daha sonra da tam bir kuşatma altına alınacaktı. Öte yandan Bizans ordusunun sol kanadın da Rumeli kuvvetleriyle N i k e p h o r o s B r y e n n i o s , sağ kanadında Uz asker leriyle A l i a t t e s merkez hattında kırmızı atlastan bir giysi giymiş olan imparator R o m a n o s D i o g e n e s , gerideki ihtiyat kuvvetlerinin başında da imparatorun üvey oğlu (eski imparator I o a n n e s D u k a s ’ ın oğlu) A n d r o n i k o s D u k a s yer almışlardı. X I. yüzyıl Bizans vekayinâme müelliflerinden ve R o m a n o s D i o g e n e s ’ in Harp Divanı başkanı olarak onun seferlerine katılmış olan M i k h a i l A t t a l e i a t e s ’ in (Ölümü 1079’dan sonra), bugün elimizde bulunan eserindeki (Islâm kaynaklarında yer almayan) kayıtlara göre, “ Mehtapsız karanlık bir gecede, baskın düzenleyen Selçuklu atlı birlikleri, Bizans ordugâhının dışındaki ırktaşları Türk askerlerini kuşatıp hareketsiz hale getirdikten sonra -belki de işbirliği yaparak- Bizans erzak muhafızlarını yok etti ler. Onların at üstündeki çevik hareketleri, yağdırdıkları oklar, insanı şaşırtan savaş çığlıkları, Bizans ordugâhında ölüm ve dehşet saçtı. Bu arada Bizans asker leri ordugâh içlerine ve kaleye sığınmaya çalışıyorlardı; hattâ baskın yapan ‘Sel çuklu atlılarının da Bizanslılarla birlikte kaleye girdikleri ve ordugâhın bütün ağırlıklarıyla ellerine geçtiği’ haberleri bile yayılmıştı. Kimin kaçtığı, kimin ko valadığı, kimin düşman, kimin dost olduğu anlaşılamıyordu; özellikle Bizans or-
ALİ SEVİM—ERDOĞAN M ERÇİL
66
dugâhmdaki Uzlar, bu kargaşalığı bir kat daha artırıyorlardı” . Ayrıca, bir Norman şairinin kaleme aldığı Gesta Roberti. Wiscardi destanında: “ Bu gece baskını sırasında imparator, kendilerini kuşatan Selçuklu kuvvetle rinin dikkatlerini çekmek ve böylece kendilerini biraz olsun toparlayabilmek ama cıyla, hâzinede bulunan para, değerli giysiler, çeşitli altın ve gümüş kapları ordugâhın içine serptirdi. Böylece ganimete dalacak olan Selçuklu kuvvetleri, ken dilerini izleme ve yok etmeyi bırakacaklardı. Fakat bu plan gerçekleşemedi; çün kü bu değerli eşya, Bizans ücretli askerleri tarafından kapışıldıktan sonra bunların arasındaki Türk asıllı olanları, elegeçirdikleri ganimetlerle birlikte ırktaşları Sel çuklu birliklerine katıldılar” , Böylece, daha esas savaş başlamadan, bu gece baskını sonucunda, Bizans or dusuna maddi ve manevi bir darbe vurulmuş oldu. Bununla birlikte Bizans ordu sunun yeniden toparlanmada büyük bir çaba gösterdiği anlaşılıyor. Gerçekten birkaç giin sonra, karşılıklı olarak savaş düzeni alan Selçuklu ve Bizans ordu bir likleri, 25 Ağustos 1071 gününü böylece geçirdiler. Bu arada Selçuklu atb birlik leri, devamlı olarak tekbir sesleriyle boru ve davullar çalıp haykırarak ve oraya buraya oklar atarak karşılarındaki Bizans askerlerini moral bakımından çökert meye çalıştılar. Buna karşılık Bizans askerleri arasında de çanlar çalınmaya baş ladı. Bütün savaş hazırlıklarını tamamlayan ve ak giysiler giyerek “ Ölürsem kefenim bu olsun” diyen sultan A l p A r s l a n , Cuma sabahı, ordugâhtaki bütün kuman danları toplayarak onların önünde, T a n r ı ’ ya şöyle bir yakarıda bulundu: “ Ey Tanrım! sana müvekkil oldum ve bu cihatta sana yaklaştım; şu ait se nin huzurunda secdeye kapanıyor ve yakarıyorum, Bu sözlerim, benim ger çek duygularımı yansıtmıyorsa beni, beraberimdeki yardımcılarımı fcahr et!. Eğer içtenliğimi kabul edersen bu cihatta düşmankra karşı bana yardımcı ©1 ve beni muzaffer bir sultan kıl!” . Bu duadan sonra sultar, kumandanlarına şu hitabede bulundu: Alp A rslan'ın orduya hitabı
“ Ben, Tanrı’ ya kendini veren muhtesipler gibi sabırlıyım ve hayatını teh likelere atan kimselerin yaptıkları gibi, gaziîerin başında savaşacağım. Eğer Tanrı, kendisinden beklediğim üzere, beni başarıya ulaştırırsa bu güzel bir so nuç olacaktır; eğer durum bunun tersi olursa oğlum Melikşahh yerime geçirip ona itaat etmenizi sizlere vasiyet ediyorum” . Büyük bir heyecan ve inançla sul tanı dinleyen kumandanlar, hiç duraksamadan hep bir ağızdan “ Baş üstüne” de diler. Sultan, 26 Ağustos 1071 Cuma günü, bütün kumandan ve askerleriyle birlikte Cuma namazı kıldı ve onlara son olarak şu hitabede bulundu: “ Ey askerlerim ve kumandanlarım! Daha ne zamana kadar biz azınlıkta, düşman çoğunlukta olarak böyle bekleyeceğiz? Ben, Müslümanların camiler de bizler için dua etmekte olduklar/ bu saatlerde düşmanın üzerine atılmak istiyorum. Galip gelirsek arzu ettiğimiz sonuç gerçekleşecektir, aksi takdirde
SELÇUKLU D E V LETLE R İ TARİHİ
67
şehit olarak cennete gideriz. Beni izlemek isteyenler gelsinler, istemeyenler ise serbestçe geri dönebilirler. Bugün burada, ne emreden bir sultan, ne de emir alan bir asker vardır. Bugün ben de sizlerden biri olarak sizinle birlikte savaşacağım. Biz, Müslümanların eskiden beri yapageldikleri bir gaza yapı yoruz” . Sultanı tam bir dikkat ve heyecanla dinleyen asker ve kumandanlar hep bir ağızdan: “ Ey sultan, biz, senin kulların olarak sen ne yaparsan biz de aynı şeyi yapar ve sana yardımcı oluruz, istediğin biçimde hareket et” dediler. Sultan A l p A r s l a n , vakit kaybetmeden Türk töresi gereğince, bizzat atının kolanını sıktı ve kuy ruğunu bağladıktan sonra ok ve yayını atarak kılıç ve topuzunu aldı; kumandan ve askerler de kendisi gibi yaptılar, fakat onlar, ok ve yaylarını yanlarında alıkoy dular. Artık büyük tarihî savaş başlamak üzere idi. Öte yandan Bizans imparato runun son olarak toplandığı savaş meclisinde yapılan müzakerelerden sonra “ Taarruz” fikri benimsendi, imparator, eskiden Romalıların uyguladıkları sa vaş taktiklerinden dikdörtgen düzenini uygulamak istedi. Esasen bu düzen, çok uzun bir alanı kapsaması ve kolayca yarılma tehlikesine düşebileceği sebebiyle, tecrübeli kumandanlar tarafından pek kullanılmamakta idi. Yine Roma savaş yön temine göre hareket eden R o m a n o s D i o g e n e s , ordugâhının çevresini bir hen dekle çevirterek kazıdan çıkan toprakları ordugâh tarafına yığdırdı. Böylece imparator, ordugâhını, sağlam Malazgirt kalesinde değil, ancak dışında bir yerde kurmuş oldu. Bu sıralarda Bizans ordusunda, bir yandan saldırı hazırlıklarının son safhaları tamamlanırken, bir yandan da dinî törenler yapılıyor, ellerinde renkli bayraklar tutan kumandan ve papazlar, askerler arasında dolaşarak onları moral bakımından kuvvetlendirmeye çalışıyorlardı. Ote yandan Selçuklu ordusunun mer kez hattında yer alan sultan A l p A r s l a n ’ m komutasındaki atlı birlikler, tek bir sesleri, boru ve köslerden çıkan etkili gürültüler yanında, insan ruhunda heyecan yaratan devamlı haykırışlarla hareket halinde idiler. Çok geçmeden bu kuvvetler, okçuların savunma desteğiyle Bizans ordusunun merkez hattına, onla rı taarruza kışkırtan düzme bir saldırıya geçtiler. Pusulardakine oranla daha az sayıda olan bu kuvvetleri yok etmek amacıyla derhal karşı saldırıya geçen Bizans imparatoru, Türklerin eskiden beri uyguladıkları bozkır savaş taktiği gereğince, savunma savaşı yapa yapa, yavaş yavaş, sanki kaçar gibi, çekilmekte olan Selçuk lu atlı kuvvetlerini izlemeye başladı ve bu sıralarda da oldukça ağır kayıplar ver di. Bizzat sultan A l p A r s l a n tarafından büyük bir ustalık ve maharetle uygulamakta olan bu düzme geri çekilme harekâtı tam bir başarıya ulaşmıştı. Şöyleki: Selçuklu pusularının bulunduğu hatlara kadar ilerlemiş olan imparator, ar tık genel karargâhından epeyce uzaklaşmıştı. Büyük Sultan’m ordusuna, kesin sonuçlu bir meydan savaşı için genel bir taarruz emri verme zamanı artık gelmiş bulunuyordu. Çok geçmeden bu emir verildiği zaman Bizans ordusu, pusularda ki Selçuklu atlı kuvvetleri tarafından ciddi bir şekilde tehdide başlandı, impara tor, hatasını anlamakta artık çok geç kalmıştı. Pusulardaki Selçuklu atlı kuvvetleri,
68
ALİ S E V İM -E R D O Ğ A N MERÇİL
saldırıya geçtikleri sırada, A l p A r s l a n da komutasındaki merkez hattı kuvvet lerinin taktik gereği, çekilmesini durdurmuş ve onları karşı saldırıya geçirmişti, işte bu anlardan itibaren şaşkınlığa düşen Bizans ordusunun savaş düzeni bozul maya başladı. İlk Selçuklu darbesini yiyen Bizans merkez lıattı. süratle çenber içine alınmakta idi. Bu hatta bulunan imparator, N i k e p h o r o s B r y e n n i o s kumandasındaki sol kanattan yardım istemişse de artık pusulardan çıkmış bu lunan Selçuklu atlı birlikleri, buna imkân vermediler. Ote yandan A l i a t t e s ’ in kumandasındaki sağ kanat kuvvetleri de yine Selçuklu atlı birlikleri tarafından bozguna uğratıldılar. Bu arada, bu kanatta yer alan Uz ve Peçenek atlı kuvvetleri, başlarında Ta m ı ş adlı beyleri oldukları halde, kendi öz soydaşlarına karşı sa vaşmayarak Bizans saflarından ayrılıp Selçuklu kardeşlerinin tarafına geçtiler. İşte bu olay, ünlü Bizans komutanı N i k e p h o r o s komutasındaki sol kanadın tamamen çöküp dağılmasına sebep oldu. Bu durum karşısında imparator, ordu sunu geriye çekip karargâhın arka tarafında toplamak için büyük çaba göster mişse de ardı arkası kesilmeyen Tütk saldırıları ve dolayısıyla ok yağmuru sebebiyle, uygulamak istediği bu harekâtı da başaramadı. Çok geçmeden Bizans ordusu tam bir çenber içine alınmış bir duruma getirildi. Esasen geride takviye kuvvetleri nin bağında bulunan ve üvey babası R o m a n o s D i o g e n e s ’ e âdeta bir düş man gflzöyle bakan A n d r o n i k o s D u k a s , Bizans ordusunun bozulup tam bir çenber içine düştüğünü ve hattâ imparatorun öldüğünü ilân etmiş ve çarpışmala ra katılmaksızın daha da gerilere çekilmiştir. Aynı şekilde Bizans’ın özellikle mez hep ayrılığı ve baskıları sebebiyle onlara dargın Ermeni birlikleri de savaş alanından çekilmişlerdi. Bunlardan başka, kendi başına buyruk olan ücretli Frank askerleri komutanı U r s e 1, kendisinin sabırsızlıkla yardıma gelmesini bekleyen imparatora gitmeyip, Ahlat yönlerinden derhal uzaklaşarak batı yönüne, kendisi ni güvencede gördüğü bir yere çekildi. Sultan A l p A r s l a n , kuşatılan Bizans ordusunun yok edilmesi harekâtını yönettikten başka, bizzat at üstünde, bir as ker gibi, oraya buraya koşuyor, zaman zaman kılıç ve süngüsü ile düşman askerle rine saldırıyordu. Bu sırada değerli Selçuklu emirlerinden A y t e k i n , atından inip yer öperek ona: “ Bir sultanın Müslümanlara merhamet etmesi gerekir; bir eşi daha bulunmayan o değerli varlığını savaşa sokup ölüm tehlikesine atmamalı, rahatı, savaşa tercih etmelidir” dedi. Sultan, çok sevdiği bu emîrin bu sözlerine karşılık olarak: “ Bu zalim milleti yok edersem o zaman rahata kavuşurum. Be nim bu rahatsızlığım sonunda, Müslümanlar esenliğe kavuşacağından ben, bu ra hatsızlığı, bir rahatlık sayarım” dedikten sonra A y t e k i n ’ i savaşa teşvik ettiği gibi, kendisi de aynı şekilde hiç durmadan savaşmıştır. Öğle vaktinden akşama, hattâ geceye kadar devam eden bir meydan savaşında, koskoca Bizans ordusu ye nilgiden kurtulamadı. Kuşatılan ordunun büyük bir kısmı kılıçtan geçirilmiş, çok «ayıda general tutsak alınmış, askerlerden ancak bir bölümü, kaçarak canlarını kurtarabilmişti. Bozgun sırasında imparatorun özel çadırı, tahtı, hâzinesi, impa ratorluk tacı’nın bazı değerli taşları, çok değerli bir inci, çeşitli silâh ve savaş aletleri ganimet olarak Selçuklu askerlerinin eline geçti. Artık hiç bir çıkış ve kaçış imkânı bulamayan imparator R o m a n o s D o i g e n e s , a t üstünde kıhcıy-
SELÇUKLU D E V LETLE R İ TARİHİ
69
la çarpışmalara katılmış, elinden yaralandıktan başka atı da bir okla vurulup ye re yıkılmış, bir kargaşa halini alan savaş alanında yaya kalmıştı. Yaralı bir halde, akşam karanlığından faysalanarak emin bir yere çekilip âkıbetini beklemekte olan imparator, kaçan atını aramaya çıkan emîr S â d u d d e v l e G e v h e r â y i n ’ in bir askeri tarafından bir rastlantı sonucu görülmüştür. Bu asker, altın tolgalı ve yine altınla örülmüş bir zırhı bulunan bu adamın, değerli bir kimse olduğu kanı sına varınca, ödül alırım düşüncesiyle, onu öldürmekten vazgeçti, ellerini bağla yarak çadırına getirip bütün gece burada yanında alıkoydu. Ertesi gün emîr G e v h e r â y i n ’ e gösterilen ve daha sonra da onun tarafından sultan A l p A r s l a n ’ ın karargahına götürülen bu tutsağın, Bizans imparatoru olabileceği düşü nülmüşse de bu hususta bazı şüpheler uyanmıştır. Fakat çok geçmeden, savaştan önce, imparatora elçi heyetiyle birlikte gönderilen hâdim Ş a d i ’ nin onu tanıma sı, ayrıca öncü savaşları sırasında tutsak alınan general B a s i l a k i s v e diğer ılerigelen Bizans tutsaklarının onu görür görmez ağlayarak ayaklarına kapanmaları, bu tutsağın “ Bizans imparatoru R o m a n o s D i o g e n e s ” olduğu hususunda hiç bir şüphe bırakmamıştır. İslam, Bizans, Ermeni ve Süryani kaynaklarının özel likle belirttiklerine göre, sultan A l p A r s l a n , imparatora, bir savaş tutsağı de ğil, bir konuk hükümdar muamelesi yapmıştır. Gerçekten sultan, onun imparator olduğunu tespit ettirip anlayınca derhal onun için “ özel bir çadır kurulmasını ve emrine hizmetkârlar tahsisini, ayrıca kendisine, özel masrafları için her gün, yeterli miktarda para verilmesini” emretti. Sultan, bir süre sonra huzuruna ge tirtip süslü ve güzel bir yere oturttuğu imparatora şunları söyledi: “ Sana, barış konusunda, halifenin elçisini gönderdiğim halde, sen bunu niçin reddettin?. Sana, düşmanlarımın (Erbasgan ve ailesi) bize teslimi için emîr Afşin ile haber gönderdiğim halde, bundan niçin kaçındın?. Daha önce, anlaş tığımız halde, bunu bozup, benimle savaşmak suretiyle, bana neden zulmet tin?. Savaştan vazgeçip memleketine dönmen hususunda, sana, daha dün haber gönderip teklifte bulunmama, 'Buraya gelebilmek ve amacıma ulaşmak için pek çok para sarfettim ve dolayısıyla çok asker topladım. İslâm ülkelerini, kendi ülkeme katmadan nasıl geri dönebilirim ve ülkeme karşı girişilen bu istilâla rın sonuçlarını nasıl mazur görebilirim’ diye cevap verdin?” . Bunun üzerine imparator: “ Ey sultan, ülkeni almak amacıyla para sarfedip çeşitli milletlerden asker topladım, buna rağmen zaferi sen kazandın. Ülkem böyle perişan, ben de tut sak olarak senin huzurundayım. Bu durumda beni lütfen azarlama ve bana sert sözler söyleme, ama istediğim yap” deyince sultan ona: “ Eğer zaferi sen kazansaydın ve beni böyle tutsak alsaydm ne yapardın?” diye sorunca imparator: “ Fena şeyler” diye karşılık verdi. Bunun üzerine sul tan: “ Gerçekten doğru söyledin, eğer bunun aksini söyleseydin, o zaman ya lan söylemiş olurdun” . Daha sonra sultan huzurundakilere: “ Bu, akıllı ve baba yiğit bir adamdır, bu bakımdan onun öldürülmesi doğru değildir” dedikten sonra imparatora: “ Şimdi sana ne yapacağımı sanıyorsun?” diye sorunca impa
70
ALİ S E V İM -E R D O Ğ A N MERÇİL
rator “ Bana şu üç şeyden birİRİ yapabilirsin: Birincisi, öldürmek, İkincisi, elegeçirmek istediğim ülkende beni halka ibret olsun diye teşhir etmek, üçüncüsü ise yapamıyacağın bir şey olduğu için söylenmesi gerekmez” dedi. Sultan: “ Bu nedir?” diye sorunca imparator: “ Affetm ek, takdir ettiğin para ve armağanlar ile iyi niyetimin kabulü ve Bizans ülkesinde senin bir kumandanın ve bir nai bin olarak beni memleketime geri göndermendir. Eğer beni öldürtürsen bu, sana bir fayda sağlamaz, çünkü başka birisini benim yerime imparator yaparlar” dedi. Onun bu sözlerine karşılık sultan: “ Seni affetmek niyetindeyim, ancak gen, ümitsizliği giderilmiş ve hakkmdaki kararımı öğrenmiş bir kimse olarak, seni serbest bırakacak para, yani kurtuluş akçası’ nın miktarını söyle” dedi, imparator: “ Sultan, istediği miktarı söylemelidir” dedi. Sultan’ın “ 10 milyon altın” demesi üzerine imparator: “ Benim hayatımı bağışladığın için Bizans ül kesine sahip olmak senin hakkın dır. Tahta çıktığımdan beri ordu hazırlayıp savaş yapmak amacıyla Bizans’ın mal ve paralarını tükettim, bu sebeple halk yoksullaştı. Eğer durum böyle olmasaydı istediğinden çok daha fazlasını verirdim’ ’ dedi. Böylece A l p A r s l a n ile R o m a n o s D i o g e n e s arasında ya pılan müzakereler sonunda, 'aşağıdaki maddeleri kapsayan bir barış antlaşması yapıldı: Barış antlaşması
1 — İmparator kurtuluş akçası olarak bir buçuk milyon altın verecek, 2 — Bizans devleti, her yıl, Selçuklu devletine 360 bin altın vergi ödeyecek, 3 — Bizans’ın elinde buiunan Islâm tutsakları serbest bırakılacak, 4 — Bizanslılar, gerektiğinde Selçuklulara askerî yardımda bulunacak, 5 — imparator, kızlarından birini sultanın oğluna verecek, 6 — İmparator, yeniden tahta oturduğu takdirde Antakya, Urfa, Menbic, Ma lazgirt kent ve kalelerini Selçuklulara bırakılacak. Barış antlaşması yapıldıktan sonra imparator, sultana: “ Yerime başka birisi geçirilmeden önce beni süratle İstanbul’a yollayınız. Aksi takdirde amaca ula şılamaz ve ben de imparator olarak Bizans tahtına geçemem, bu durumda da barış şartlarından hiç b irisi yerine getirilemeyecektir” dedi. Bu müzakereler den sonra kendisine tahsis edilm iş olan özel çadırına çekilen imparatora 10 bin altm b o rç verildi. O da bu altınların b ir kısm ını yakınlarına dağıttı, bir kısmıyla da tutsak generallerden birkaçının serbest bırakılmasını sağladı. Bununla birlik te sultan A l p A r s l a n ’ ın emriyle geri kalan tutsak Bizans generalleri kurtuluş akçası alınmaksızın serbest bırakıldılar. Ertesi gün, sultanın huzuruna yeniden getirilen imparatora, özel bir giysi ve elegeçirilen kendi tacı giydirildi. Bu sırada sultan ona: “ Sana güveniyor ve sözlerine inanıyorum, bu sebeple seni ülkene yollayarak hükümdarlığına iade edeceğim” dedi. Daha sonra sultan, üzerinde kelimei şehadet (Tanrı’dan başka ilâh yoktur, Muhammed onun elçisidir = Lâilâhe illallah Muhammedun Resulullah) yazılı bir bayrak hazırlatarak ona verdi. Sul
SELÇUKLU D E V L E T L E R İ TARİHİ
71
tan, atına binip imparatorla birlikte 1-2 km. giderek onu uğurladı. Vedalaşma sı rasında imparator, atından inerek sultana tazimde bulunmak istemişse de sultan, buna engel olmuş ve “ kendisiyle daima dost kalacağı” hususunda ant içtikten sonra onu kucaklayıp vedalaşmıştır. Daha sonra sultan İsfahan’a ve kendisine iki hâcip ve 100 Hassa askeri eşlik edilen imparator da İstanbul ’a doğru hareket etmişlerdir. Malazgirt yenilgi ve bozgunundan bir fırsatını bulup kaçarak İstanbul’a ge lebilen bazı askerlerin durumu bildirmeleri üzerine, toplanan Bizans senatosu, R o m a n o s D i o g e n e s ’ i tahttan indirip yerine VII. M i k h a i l D u k a s ’ ı (1071-1078) imparator ilân etti. Öte yandan Erzurum ve Şebinkarahisar üzerin den Amasya (veya Tokat) ’ya geldiği zaman durumu haber alan R o m a n o s D i o g e n e s , yeni imparatora bir mektupla şunları bildirdi: “ Ben, para sarfedip asker toplamak, ordu kurup savaşa girişmek suretiyle, Hıristiyan dinini yüceltmek için elimden geleni yaptım. Bununla birlikte zaferi, Müslümanlar kazandı. Bu sonucu, hiç kimse değiştiremezdi. Sultan A l p A r s l a n ’ ın eline tutsak düşünce o, bana, hiç ummadığım bir şekilde iyi davranışlar da bulundu ve beni, barış için ödeyeceğim para miktarını tespit ve kararlaştırdıktan sonra lütuf ve ihsanlarda bulunarak serbest bıraktı. Hükümdarlıktan ayrılarak sof giyip bu kaleye yerleştim ve senin, başkalarından daha çok hakkın olan Bi zans tahtına çıkmandan dolayı T a n r ı ’ ya şükrettim. Şimdi sultanın durumu ve bana yaptığı iyilik ve insanlığı sana bildiriyorum. Onunla yaptığım barışı sakın bozma. Bu teklifimi kabul edip uygularsan Hıristiyanlığın korunması hususun da, sultanla senin aranda aracılık yaparım, yok eğer kabul etmezsen sen bilirsin. O zaman benim için kararlaştırılmış olan parayı, yani kurtuluş akçasını ver ve beni bu yükten kurtar” . R o m a n o s D i o g e n e s ’ in bu önerisini olumlu karşı layan yeni imparator M i k h a i l D u k a s , “ sürekli savaşlar sebebiyle, Bizans hâ zinesinde çok az para kaldığını” bildirerek geri kalanını sonra ödemek üzere, ona, kurtuluş akçasının ancak bir kısmını yolladı. D i o g e n e s , bu paralarla birlikte Amasya’dan topladığı 200 bin altın ve içinde, değerli taşlarla bezenmiş altın bir leğen, ibrik ve tabak bulunan 70 bin altın değerindeki mücevheratı, sultana ve rilmek üzere, kendisiyle birlikte gelen iki Selçuklu hâcibine teslim etti ve onlara, “ Bunlardan daha fazlasını göndermesinin mümkün olmadığını, sultana bildirmelerini” söyledi. Ayrıca kendisine eşlik eden iki hâcib ve askerlere de pa ra ve çeşitli armağanlar verip onları geri yolladı. R o m a n o s D i o g e n e s , bir süre sonra, Bizans tahtına yeniden çıkmak amacıyla, harekete geçmişse de kendi sine karşı gönderilen K o n s t a n t i n o s D u k a s ile Tokat yörelerinde tutuştuğu savaşta yenilgiye uğradı. Daha sonra o, 1072 yılında imparator M i k h a i l D u k a s ’ ın kendisine karşı sevkettiği oğulluğu A n d r o n i k o s D u k a s ile Tarsus ovasında giriştiği savaşı da kaybetti. Çok geçmeden “ hayatının bağışlanması” şar tıyla teslim olan R o m a n o s D i o g e n e s , getirildiği Kütahya’da gözlerine mil çekilerek hapse atıldı; o, bu acıklı durumunu, bu sıralarda İsfahan’da bulunan sultan A l p A r s l a n ’ a gönderdiği bir mektupla bildirmiş, çok geçmeden şevke-
72
ALİ S E V İM -E R D O Ğ A N MERÇİL
dildiği Kınalı adada, ıztıraplar içinde, feci bir şekilde hayata gözlerini yummuş tur (Ağustos 1072). Zaferin yankıları ve son uçları
Özellikle bütün Islâm Dünyası ’nın çok yakından izlediği Malazgirt Meydan Savaşı sonunda sultan A l p A r s l a n , başta Bağdat Abbasî halifesi olmak üze re, diğer bütün Islâm memleketleri hükümdarlarına birer fetihname göndererek kazandığı zaferi müjdeledi. Bu zafer haberi, bütün Islâm ülkelerindeki insanlar üzerinde derin bir etki meydana getirdi. Zafer mektubu (fetihname) Bağdat’a ha lifeye getirilip, halifelik ilerigelenleri ile sarayın önünde toplanan halka, törenle okundu; bu vesileyle büyük coşku ve şenlik gösterileri yapılmış, davullar çalınıp borular öttürülmüş, ayrıca zafer takları da kurulmuştur. Öte yandan halife K a a i m B i e m r i l l a h , sultan A l p A r s l a n ’ a değerli armağanlarla birlikte özel bir mektup göndererek kazandığı bu eşsiz zaferden dolayı kendisini kutladı. Mek tupta ona Tanrı’ nın desteğine mazhar, gâlip ve muzaffer evlâd, en büyük sul tan, Arap ve Acem hükümdarı, dünya hükümdarlarının efendisi, Müslümanların yardımcısı, insanların sığınağı, devletin kahredici bileği, dinin parlak tacı ve Islâm ülkelerinin sultanı gibi ünvanlarla hitap etmiştir. Halifeden başka diğer İslam memleketleri hükümdarları da bu sıralarda İsfahan’da bulunan sultan A l p A r s l a n ’ a ayrı ayrı özel heyetlerle değerli armağanlar ve tebriknameler gönderip kendisini kutlamışlardır. Ayrıca devrin şair ve edipleri, sultan hakkın da kaside ve çeşitli övgüler kaleme almışlardır. Birçok özel ve genel vekâyinâme yazan tarihçilerin bu büyük zaferi, Hz. Ö m e r devrinde, Bizans’a karşı kazanı lan ve Islâm hâkimiyetinin Asya ve Akdeniz’de kesin olarak yerleşmesini sağlayan Kadisiye ve Yermıık zaferlerine benzetmişlerdir. Bu büyük zafer, yalnız Islâm dün yasında değil, Bizans ve Avrupa ülkelerinde de dikkat ve ilgiyle izlenmiştir. Za ferden birkaç yıl gibi çok kısa süre sonra Anadolu ve Suriye’de hâkimiyetin Türklerin eline geçmesi sonucunda, bütün Avrupa, Bizans’ı kurtarmak amacıyla ha rekete geçecek ve Haçlı Seferleri ’rıin hazırlıklarına başlayacaklardır. Malazgirt Zaferi, Türk ve dünya tarihinin dönüm noktalarından birisini oluş turan önemli bir olaydır. Bu zafer sonunda, Bizans’ın bütün maddi imkânları kul lanılarak hazırlanmış olan büyük ordu, darmadağın edildiğinden zaferi izleyen yıllarda, Türk akıncı kuvvetleri, kendilerine karşı belirli hiçbir direnişle karşı laşmadan Anadolu içlerine akarak kısa zamanda, Adalar Denizi ve Marmara kı yılarına kadar kolayca ilerlediler. Artık bir millet halinde, sel gibi akmakta olan Türkler, bu kez sadece bir akın amacıyla değil, artık fethettikleri bölge ve yöre lerde yerleşmeye başlamışlardır. Esasen zaferden sonra, yukarı Fırat’ta Erzurum merkez olmak üzere, Saltuklular (1072-1202), aşağı Fırat’ta Erzincan - Şebinka rahisar şehirleri arasında Mengücüklüler (1080-1228), Sivas başkent olmak üze re, Orta - Anadolu’da Dânişmendliler (1080-1178), Bitlis ve Erzen’de Demleçoğulları (1084-1393), Van Gölü havzasında Sökmenliler (Ahlatşahlar) (1110-1207), Diyar bakır’da Ymaloğulları (1098-1183), Harput’ta Çubukoğulları (1085-1113) ve Ha-
SELÇUKLU D E VLETLERİ TARİH İ
73
sankeyf, Mardin ve Harput merkez olmak üzere Güneydoğu - Anadolu’da Artuklular (1102-1409) adlarında Türk devletleri kurulmuş ve bu devletler, Ana dolu’nun. bir Türk yurdu haline gelmesinden önemli tarihî rollerini oynamışlar dır. Genel bir sonuç olarak ifade edilebilir ki, Malazgirt zaferi ve bu zaferin eşsiz kahramanı U l u S u l t a n A l p A r s l a n ’ m Türk ulusuna en büyük armağanı, bugün üzerinde yaşamakta olduğumuz bu yurdun baştan başa fethedilerek bu ül kede bağımsız bir devlet haline gelip, dünya siyasetinde önemli roller oynamamı zı sağlamış olmasıdır. A lp A rd a n 1m M averaünnehr seferi ve ölü m ü
Malazgirt zaferini izleyen günlerde İsfahan’a dönen sultan A l p A r s l a n , bir süreden beri ülkenin doğu bölgelerinde Belh ve çevresi meliki oğlu A y a z ’ la mücadelelerde bulunarak huzursuzluk çıkaran damadı Karahanlı hükümdarı Ş e m s ü l m ü l û k N a s r ’ a karşı Maveraünnehr ’e bir sefer düzenlemek gereği ni duydu. Melik A y a z , N a s r H a n ’ ın Türkistan’a bir sefere çıkmasını fırsat bilerek Semerkant, Buhara ve yörelerine akınlarda bulundu. Çok geçmeden se ferden dönen N a s r H a n , A y a z ’ a karşı harekete geçerek giriştiği savaşta onu yenilgiye uğratmış ve A y a z ’ ın askerlerinden birçoğunu tutsak alıp, bir kısmını da öldürmüştü. Bu arada N a s r H a n , A y a z ’ la mücadelesi sırasında, kardeşi A y a z ’ a kendisine karşı gizlice yardımlarda bulunduğu iddiasıyla eşini dövmek suretiyle öldürmüştü. İşte bu olaylar sebebiyle sultan A l p A r s l a n , ilgili kay naklarda 200 bin kişilik büyük bir Selçuklu ordusuyla N a s r H a n ’ a karşı ha rekete geçti. Büyük Selçuklu ordusu, gemilerin yanyana dizilip kenetlenmesi suretiyle yapılan köprüden Ceyhun ırmağını 24 günde geçerek Maveraünnehr’e girip hiçbir direnişle karşılaşmadan ilerlemeye başladı. Ermeni tarihçisi U r f a l ı M a t e o s ’ ta (S. 145) verilen bilgilere göre, bu sıralarda kuşatılan Berzem ka lesi kumandanı Harezmli Y u s u f , büyük Selçuklu ordusuna karşı direnmenin gereksizliğini görüp, sultanı Öldürmeyi planlayarak teslim olmaya karar verdi. O, bir gece önce kalede düzenlediği bir şölenden sonra tutsak alınmasın diye eşini ve üç çocuğunu boğazlayıp Selçuklu kuvvetlerine teslim oldu. Çok geçmeden ta zimde bulunmak isteğiyle sultanın katına getirilen Y u s u f , elini öpmek için sul tanın önünde eğildiği sırada, çizmesinde sakladığı bıçağıyla sultanı ağır biçimde yaraladı ve hemen o anda sultanın yanında bulunanlar tarafından derhal öldü rüldü (20 Kasım 1072). Hemen bütün Islâm kaynaklarında, sultanın ölümüyle il gili olarak pek inandırıcı olmayan şöyle bir rivayet nakledilmektedir: Ş e m s ü l m ü l û k N a s r ’ ın adamlarından olan Hârezmli Y u s u f , Berzem kalesinde yakalanarak sultanın katına getirildi. Sultan, Y u s u f ’u tehdit edip kor kuttu. Onu tutmakta olan iki askere “ Dört kazık çakıp ellerini ve ayaklarını bağlamalarını” emretti. Bunun üzerine Y u s u f , kazıklara bağlandı. Sultan, ona yayını gerip ok atacağı sırada Y u s u f , “ Ey zâlim ve kötü adam, bir tutsak böyle mi öldürülür?” diyerek hakarette bulununca sultan, askerlere “ Onun iplerini çözün” dedi; daha sonra ok ve yayını alıp ona bir ok attı, fakat isabet ettiremedi;
74
A Lİ S E V İM -E R D O Ğ A N MEKÇİL
bunun üzerine şimdiye kadar attığı ok isabetsizlik yapmamış olan sultan, Y u s u f ’a doğru yürüyeceği sırada kürsüye ayağı takılıp yere düştü. Bunu dikkatle izleyen serbest durumdaki Y u s u f , süratle sultanın üzerine saldırarak çizmesinde sak ladığı bıçağı çıkarıp sultanı ağır biçimde yaraladı, fakat kendisi de sultanın hiz metkârları tarafından derhal öldürüldü. Bütün emîr, kumandan ve devlet adamlarının hazır bulunduğu bir yerde Y u s u f ’un yukarıda tasvir edilen bir biçimde sultanı öldürmesine imkân ve ihtimal vermek, bizce mümkün değildir. Y u s u f tarafından ağır bir biçimde yaralanan sultan A l p A r s l a n , derhal götürülerek gerekli tedavisi yapılmıştır. Bu arada sultan, ordu erkânına şu vasi yette bulunmuştur: 1 — M e l i k ş a h , Selçuklu tahtına geçirilecek, 2 — N i z a m ü l m ü l k , onun veziri kalacak, 3 — Kardeşi A y a z ’ a, babası Ç a ğ r ı B e y 1 in mülkü ile 500 bin altın (di nar) verilecek, 4 — K a v u r t ’ a Fars ve Şiraz ile belirlenecek miktarda para verilecek ve S e f e r i y y e H a t u n ile evlenecek. Sultan, vasiyetini yaptıktan sönra aldığı yaraların ağırlığı sebebiyle dört gün sonra 24 Kasım 1072’de hayata gözlerini yummuştur. Cesedi meliklik yaptığı Merv kentine götürülerek toprağa verilmiştir. Sultanın ölümü, ordu ve ülke içinde muh temel karışıklıklara neden olabileceği düşüncesiyle, Ceyhun ırmağı geçilinceye dek gizli tutulmuş, daha sonra açıklanmıştır. Onun ölüm haberi Bağdat’a gelince ha life K a a i m B i e m r i l l a h , 2 0 Ocak 1073 günü, Islâm alemine yaptığı büyük hizmetler dolayısıyla bir buyruk çıkararak bir hafta yas ilân etmiştir. A l p A r ş l a n ’ ın kızkardeşi, halifenin eşi A r s l a n H a t u n , saçlarını yolmuş, yas sebe biyle birkaç gününü toprak üzerinde geçirmiştir. Selçuklu ülkesinin bütün il, ilçe ve köylerinde olduğu gibi, Bağdat’ta, da halk büyük bir yasa boğulmuş, dükkan lar kapatılmıştır. Sultanın âdil yönetimi sebebiyle, ülke içindeki Rum, Ermeni Gür cü v.s. gibi Müslüman olmayan Türk vatandaşları da günlerce yas tutup sultanı öven sözler söylemişlerdir ki, bunlar, onların bugün elimizde bulunan kaynakla rına da geçmiştir. E b û Ş u c a M u h a m m e d A l p A r s l a n , sonderece de merhametli, ha yırsever ve halkına karşı çok şefkatli, dindâr, âdil ve yiğit bir hükümdar idi. Ba bası Ç a ğ r ı B e y , ünlü devlet adamı N i z a m ü l m ü l k ’ ü ona vezir ve atabek yaparak en iyi bir biçimde yetişmesini sağlamıştı. Onun doğulu ve batılı çeşitli kaynaklara geçen konuşma, davranış ve olaylar karşısındaki soğukkanlılığı ve olum lu fikir, görüş ve kararları, bunu, en iyi ve doğru bir biçimde göstermektedir. Özel likle onun T u ğ r u l B e y ’ in ölümünden sonra hutbeyi kardeşi S ü l e y m a n adına okutup onu Selçuklu tahtına oturtan vezir A m i d ü l m ü l k K ü n d ü r î ’ ye “ Sen, felsefe, siyaset ve çeşitli bilim dallarında eğitim görmüş deneyli bir devlet adamı
SELÇUKLU DEV LETLE R İ TARİHİ
75
sın. K u t a l m ı ş isyan halinde v e K a v u r t Kirman?da meşgul bulundukları sıra da, en büyük kuvvete sahip olan beni bir tarafa alıp, hiçbir varlık gösteremeyen S ü l e y m a n ’ ı sultan olarak tercih ediyorsun; bu anlaşılacak birşey değildir” söz leri, daha o zaman onun nasıl bir devlet adamı olduğunu gösterir niteliktedir. Ay rıca onun Malazgirt savaşından önce ordusuna hitaben “ Bugün burada, ne emreden bir sultan, ne de emir olan bir asker vardır; ben de sizlerden biri olarak sizlerin önünde savaşa katılacağım” sözleri, Ulu Önder A t a t ü r k ’ ün Başkomutanlık Mey dan Savaşı’nda genel taarruzdan önce, orduya hitabındaki sözlerine aşağı-yukarı 900 yıl sonra yansıması, sonderecede dikkate şayandır. Bugün üzerinde bağımsız bir millet olarak yaşamakta olduğumuz bu Aziz Vatan’m kazandığı Büyük Malaz girt Zaferi’yle fethini sağlayan Büyük Türk Hükümdarı’nı saygı ve gururla an mak, biz Türkler için asla ihmal edilmemesi gereken bir görev olmalıdır.
SULTAN MELIKŞAH DEVRİ Sultan A l p A r s l a n öldükten sonra Selçuklu tahtına oğlu M e 1 i k ş a h geç ti. M e 1 i k ş a h , 6 Ağustos 1055 tarihinde doğdu. 0 , küçük yaşlardan itibaren ba bası ile sefere çıkarak devlet işlerinde görev almıştı. Nitekim sultan A l p A r s l a n , beraberinde M e l i k ş a h v e vezir N i z a m ü l m ü l k olduğu halde, 1064 yılı baş larında, büyük bir ordu ile Rey şehrinden ayrılarak Azerbaycan’a, girdi. Sultan A l p A r s l a n Merend şehrinden Nahçıvan’a yürümüş ve burada teknelerden kur duğu bir köprüden Aras nehrini geçmişti. Ordu nehri geçtikten sonra ikiye ayrıl dı; sultan A l p A r s l a n ’ ın komutasındaki birinci kol, Gürcistan’a doğru ilerledi, ikinci kolda ise M e l i k ş a h , Y ^ k u t î v e vezir N i z a m ü l m ü l k bulunuyor du. Bu Selçuklu ordusu Aras nehri boyunca ilerleyerek önce bir Bizans kalesini (belki Anberd) feth etti; daha sonra da Kars’ın güney-doğusunda yer alan Sürmeli (Surmâri) ele geçirildi; bunu, üçüncü bir kalenin Hagios Georgio’nun fethi izle di. Bütün bu ele geçirilen yerler, Nahçıvan emîri E b û D ü l e f ’ in yönetimine verildi. Selçuklu ordusu, bundan sonra Meryemnişin (belki Şirek’teki Marmaraşin)’i kuşattı. Hıristiyanlığın kutsal merkezlerinden biri olan bu şehir, hücum larla feth edildi, iki kol halindeki Selçuklu ordusu, bu harekâttan sonra yeniden birleşti. A l p A r s l a n , küçük yaşma rağmen oğlunun bu sefer sırasında göster diği başarı ve yiğitlik nedeniyle çok sevinmişti. Sultan, beraberinde M e l i k ş a h olduğu halde, yoluna devam etti; bu sefer, Anı’nın fethiyle sona erdi (Bk. Ayrıntı lı bilgi için A l p A r s l a n Devri). Sultan, A nı’yı feth ettikten sonra gittiği Merv şehrinde M e l i k ş a h ’ ı Karahanlı hanedanından T e r k e n H a t u n ile evlendirdi (1066). M e l i k ş a h ’ m ya şının küçük olduğu düşünülecek olursa, Ortaçağ Türk-Islâm devletlerinde zaman zaman görülen bu türdeki olayların resmî nikâhı gösterdiği, esas evliliğin daha sonra gerçekleştiği anlaşılıyor. M elikçah’ ın veliaht ilân ed ilm esi
Sultan A l p A r s l a n Üstyurt ve Mangışlak taraflarına sefer yaptıktan sonra Temmuz 1066’da Nişabur yakınındaki Râdgân şehrinde büyük bir törenle oğlu M e 1 i k ş a h ’ ı veliaht ilân etti. Başka erkek çocukları olmasına rağmen (Bk. Soy Kütüğü) A l p A r s l a n ’ m M e l i k ş a h ’ ı veliaht yapması, muhakkak onda dev
SELÇUKLU D E V LETLE R İ TARİHİ
77
leti yönetecek yetenek ve cesareti görmüş olmasındandır. Bu tören sırasında sul tan, Selçuklu emirlerinden kendisinden sonra M e l i k ş a h ’ ı sultan tanıyacakları konusunda ant içirdi. Daha sonra A l p A r s l a n , M e l i k ş a h ’ ı ata bindirerek onun önünde, omuzunda hükümdarlık ve tâbilik simgesi gaşiye (eyer örtüsü) ol duğu halde, birkaç adım yürüdü. Sultan, bütün emirlere hiVatler verdi ve yöneti mini kendisine verdiği “ Şiraz ve Isfahan şehirlerinde kendi adından sonra onun adının da hutbelerde okunmasını” emretti; böylece sultan A l p A r s l a n , daha sağlığında, veliaht ilân ettiği oğluna emirlerin itaatini sağlamış oluyordu. Ayrıca bu veliahtlığı sırasında M e l i k ş a h ’ ın emrine 15 bin asker de verilmiştir. M e 1 i k ş a h , Hârezm ve Fars bölgelerinde de bulunmuşsa da genelde İsfahan’da otur muş ve buralardaki görevinde İdarî deney kazanmıştır. Bütün bunlara rağmen sultan A l p A r s l a n , M e l i k ş a h ’ m veliahtlığını gerektiğinde tekrarlamak lü zumunu duymuştur. Nitekim A l p A r s l a n , Malazgirt savaşı öncesi, bir ada mıyla, eşine ve vezir N i z a m ü l m ü l k ’ e “ Şehit olursam benim yerime geçecek olan oğlum M e 1 i k ş a h ’dır” diye haber göndermişti. Ote yandan M e l i k ş a h ’ ın veliahtlığının Abbasî halifesince de onaylanması gerekiyordu. Bu bakımdan sul tan A l p A r s l a n halife K a a i m B i e m r i l l a h ’ a elçi gönderip bu konuda izin istedi. Halife, bu isteği uygun gördüğü gibi, elçi olarak görevlendirdiği A m i d ü d d e v l e b i n C ü h e y r ’ i hilatlerle birlikte M e l i k ş a h ’a İsfahan’a gönderip hil’atini ona verdirmiştir. (1072). Sultan A l p A r s l a n son seferini Karahanlılara karşı Maveraünnehr böl gesine yapmıştı. Sultan, bu sefer sırasında Y u s u f e l - B e r z e m î ( H â r e z m î ) adında bir kale kumandanı tarafından bıçakla yaralandı (20 Kasım 1072) ve dört gün sonra da vefat etti (Bk. A l p A r s l a n D e v r i ) . A l p A r s l a n , vefat etmeden önce yine, yanında bulunan M e l i k ş a h ’ ı düşünmüş, onun tahta geçirilmesini vasiyeti esnasında sultan, oğullarından A y a z ’ a babası Ç a ğ r ı B e y ’ in 500 bin altın tutarındaki tahsisatı kadar para verilmesini sağlamıştı. Sultan, son olarak A y a z ’ ın isyan etmesi ihtimaline karşı bir önlem düşünmüş ve M e l i k ş a h ’ a “ Eğer A y a z benim vasiyetime razı olmazsa onunla savaşınız ve A y a z ’ a tahsis ettiğim parayı ona karşı savaşta kullanınız” demişti. M elikşah’ ın SulLan ilân ed ilm esi ve bazı dış olaylar
A l p A r s l a n ’ ın ölümünden sonra Selçuklu devleti erkânı ve komutanları toplanarak onun vasiyetini yerine getirdiler v e M e l i k ş a h ’ ı sultan ilân ettiler (25 Kasım 1072). M e l i k ş a h , sultan olduktan sonra dıştan gelebilecek tehlike lere ve tahtı ele geçirmek isteyebilecek öteki Selçuklu şehzadelerine karşı hazır lıklı olması gerekiyordu. Bu amaçla o, Maveraünnehr’den derhal geri döndü; nitekim Selçuklu ordusu giderken yirmi günde geçtikleri köprüyü dönüşlerinde üç gün içinde geçmişlerdi. Ayrıca askerlerin maaşları da toplam olarak 700 bin altın artırılarak M e l i k ş a h ’ ın tarafına çekildi. Sultan M e l i k ş a h , Horasan’a girdikten sonra 31 Aralık 1072 Cuma günü, bölgenin başkenti Nişabur’a geldi ve iç kaledeki birçok malları maiyyetindeki emîr ve komutanlara dağıttı ve böylece
A L İ S E V İM -E R D O Ğ A N M ERÇİL
78
onların gönüllerini aldı; bu suretle yönetici sınıfının d a M e l i k ş a h ’ ı destekle meleri sağlanmış oldu. Sultan M e 1 i k ş a h , çevredeki hükümdar ve emîrlere de elçi ve mektuplar göndererek “ kendi adına hutbe okutmaları ve itaat etmelerini” bildirdi. Bütün bu önlemlere rağmen çevredeki devletlerin sultan A l p A r s l a n ’ ın ölümünden yararlanarak Selçuklu topraklarına doğru harekete geçtiği görül dü. İlk olarak Karahanlı Ş e m s ü l m ü l k I . N a s r , 15 Aralık 1072 de Tirmiz’e yönelerek bu şehri zaptetti. Karahanlılar burada buldukları değerli eşyayı Semerkant’a naklettiler. Bu sırada Belh valisi olan şehzade A y a z ( A l p A r s l a n ’ ın oğlu)
Cüzcana
gitmişti.
Onun
yokluğundan
faydalanan
Şemsülmülk
I . N a s r, bu kez oraya yürüdü. Belh’i ele geçirerek yağmaladı ve şehirde adına hutbe okuttu. Bunun üzerine A y a z , süratle Belh’e döndü (13 Ocak 1073) vç şeh re yeniden hâkim oldu. A y a z , daha sonra 6 Mart 1073’de 10 bin atlıdan oluşan ordusuyla Tirmiz’e yürüdü ise de başarılı olmadı. Karahanlılar karşısında yenil giye uğrayan Selçuklu askerlerinin çoğu Ceyhun nehrini geçerken boğuldu, bir kısmı da öldürüldü, çok azı da kurtulabildi. Sultan A l p A r s l a n ’ m ölümünden faydalanmak isteyen başka bir devlet I b r a h i m ’ in (1059-1099) yönetimindeki Gazneliler idi. Nitekim çok sayıda Gazne li askeri M e l i k ş a h ’ ın amcası ve Emîrü’l-ümerâ (Emirler emîri) ünvanıyla ta nınan O s m a n b i n Ç a ğ r ı ’ nın yönetimindeki Sakalkent (Çiğilkent) şehrine hü cum etti (Ocak/Şubat 1093). O s m a n , Gazneliler’in bu saldırısına karşı koyamadığı gibi, tutsak alınarak maiyyetiyle birlikte Gazne’ye götürüldü; ayrıca hâzinesi de Gazne’ ye nakledilmişti. Bunun üzerine G ü m ü ş t e k i n B i l g e B e y kumanda sındaki Selçuklu ordusunun harekete geçmesi sonucunda Gazneliler, Sakalkent’i yağmalayarak geri çekildiler. M elik Kavurt B ey’ in isyanı
Kirman hâkimi melik K a v u r t B e y , kardeşi A l p A r s l a n ’ m ölümünü Umman’da iken duymuş ve her türlü tehlikeyi göze alarak kış mevsimi olmasına rağmen gemilerle Kirman’a geçmişti. Bu geçiş sırasında birçok gemi parçalandı, askerlerinin çoğu boğularak, bir kısmı da soğuktan donarak öldü. Bütün bu güç lüklere rağmen kardeşinin ölümü, Büyük Selçuklu Devleti tahtını ele geçirmek isteyen K a v u r t B e y için bulunmaz bir fırsattı. O, sultan T u ğ r u 1 ’ un ölümü ile yarıda kalan arzusunu şimdi bir kere daha denemek istiyordu. K a v u r t B e y henüz 18 yaşında bulunan M e l i k ş a h ’ ı tecrübesiz ve genç bulu yor, kendisinin geçmişteki başarılarına, hükümdarlıktaki tecrübesine ve yaşının olgunluğuna güveniyordu. Aslında onun en büyük güvencesi, Selçuklu ordusun daki emirlerin kendisini davet etmesi ve yardım vaadlerinde bulunmalarıydı. Ay rıca K a v u r t , beraberindeki emîrler tarafından da sultanlık için tahrik ediliyordu. M e 1 i k ş a h ise babasının ölümünden hemen sonra amcasına “ kalbi hoş tutacak ve gamı def edecek” bir mektup yazdı. K a v u r t , muhtemelen, buna cevap olarak sultan M e l i k ş a h ’ a yazdığı mektupta, “ Ben büyük kardeş, sen küçük oğulsun. Ben senden çok kardeşim sultan A l p A r s l a n ’ ın mirasına
79
SELÇUKLU D E V LETLE R İ TARİH İ
lâyıkım” diyerek Büyük Selçuklu Sultanlığı hakkındaki düşüncelerini belirtti. M e l i k ş a h ’ ın verdiği cevap ise açık ve kesindi; “ Oğul var iken kardeş mirasa konamaz’ ’. Ayrıca vezir N i z a m ü l m ü l k ile emîr T e m i r e l ’ in mektuplar gön dererek, K a v u r t ’ un tahriklere kapılması ve dolayısıyla girişeceği hareketi ön lemek için, yaptıkları nasihatlar geçerli olmadı. Melik K a v u r t , önce Rey ile Hemedan arasında bulunan Türkmenlerin ya nına gitmek istiyordu; çünkü onlara güveniyor ve bu Türkmenleri kendi emrine aldığı taktirde kuvvetinin artacağına inanıyordu; bu amaçla da emrindeki iki bin atlı ve dört bin yaya ile devletin başkenti Rey şehrine bir an önce hâkim olabil mek için süratle harekete geçti. Sultan M e l i k ş a h ve N i z a m ü l m ü l k de Sel çuklu Devleti üzerinde dolaşan tehlike bulutların- ve durumun ciddiyetini his setmişlerdi. Tehlikeyi daha fazla büyümeden önlemek gerekti; onlar, bu nedenle süratle davranarak K a v u r t ’ tan önce Rey şehrine girdiler. Şehrin kalesinde bu lunan A l p A r s l a n ’ m hâzinelerinden 500 bin altın, beş bin elbise ve silâhları alarak, yine K a v u r t ’ dan önce Türkmenlerin yanma gittiler. Onlar, beraberle rinde getirdikleri parayı, kendi taraflarına çekebilmek için, Türkmenlere dağıttı lar. Sultan M e l i k ş a h ve vezir N i z a m ü l m ü l k ’ ün bu çabuk ve yerinde davramşı kendilerine büyük bir üstünlük sağlamış oldu. Melik K a v u r t ise bu bölgeye iki gün sonra gelince Türkmenlerin desteğinden yoksun kaldı. Sultan M e l i k ş a h ’ ın Türkmen, Arap ve gulamlardan oluşan büyük bir ordusu vardı. Ayrı ca
Musul
hükümdarı
Şerefüddev). e Mü sli m
ve
Hille
hükümdarı
N u r u d d e v l e ’nin oğlu B a h a ü d d e v l e M a n s u r da kuvvetleri ile sultanın yanında idiler. Melik K a v u r t ’un ordusunun sayısı ve büyüklüğü hakkında kay naklarda bir bilgi bulunmuyor. İki taraf arasmdaki ilk savaşta öncü kuvvetleri karşılaşmış, emîr S a v t e k i n ’ isı komutasındaki M e l i k ş a h ’ın öncü kuvvetleri K a v u r t ’un öncülerine hücum ederek onları dağıtmıştı. Asıl ordular Hemedan yöresinde Kerec sınırında karşılaştılar. Bu savaşın tarihi için iki rivayet varsa da, M e l i k ş a h ile K a v u r t arasmdaki bu mücadelenin 15 Nisan 1073’de olduğunu kabul etmek mümkün görünüyor. Savaşta Selçuklu ordusunun sağ kanadına emîr S a v t e k i n , sol kanadıma da emîr Te m i r e 1 kumanda ediyordu. Sultan M e l i k ş a h ve vezir N i z a m ü l m ü l k ise merkezde idiler. Melik K a v u r t kendisi, oğ lunun birisiyle, merkezde yer alırken, öteki çocukları kanatlara kumanda ediyorlardı. Savaşa ilk başlayan melik K a v u r t olmuş ve önce sultan M e l i k ş a h ’ m sağ kanadına hücum ederek bu kanadı bozguna uğratmıştı. Fakat o, M e l i k ş a h ve N i z a m ü l m ü l k ’ün komutasındaki kuvvetler karşısında aynı başarıyı gösteremeyerek yenilgiye uğradı. Melik K a v u r t , daha önce kendisine yazılan mektuplar sebebiyle, savaş sırasında M e l i k ş a h ’ ın ordusundaki askerlerin ken disini görünce itaat edeceğini sanıyordu; bu gerçekleşmeyince giriştiği isyana piş man olmuştu. Askerlerinin dağıldığını gören K a v u r t , savaşı terk ederek Hemedan dağlarına kaçmaktan başka çare bulamadı. Böylece üç gün süren sava şı sultan M e l i k ş a h kazandı ve K a v u r t ’a ait hazine, silâhhane, elbiseler ve eşyaları elegeçirdi. Ancak daha sonraki olaylar, K a v u r t ’un ordusundaki askerler
80
A L İ S E V İM -E R D O Ğ A N MERÇİL
hakkmdaki düşüncelerinin hiç de hoş olmadığını ve savaşın kazanılmasında Ş e r e f ü d d e v l e M ü s l i m ve B a h a ü d d e v l e ’nin askerlerinin etken oldukla rını gösteriyor. Nitekim K a v u r t ’ un bu yenilgisi M e l i k ş a h ’ın ordusundaki Türk unsurunun ağırına gitti ve onlar Ş e r e f ü d d e v l e i l e B a h a ü d d e v l e ’nin obalarına hücum ederek yağmaladılar. Savaş bittikten kısa bir süre sonra sul tan M e l i k ş a h ’ m yanma bir köylü gelerek, “ amcası K a v u r t ’ un, oğlu ile beraber, yakın bir köyde ve askerinden ayrı olduğunu” söyledi. Sultan M e l i k ş a h , o tarafa yöneldiği gibi, K a v u r t ’un yakalanması için emîr Te m i r e 1 ku mandasında bir miktar kuvvet de göndermişti. Emîr Te m i r e 1, saklandığı yerde K a v u r t ’ u ele geçirdi. Melik K a v u r t , kendisini serbest bırakması için ona ıktalar ve mal vaadetti, ancak Te m i r e 1, onun bu cazip önerilerini kabul etmeye rek “ Sen efendisin, biz köleyiz, senin istediğin bir şey hakkında biz bir hüküm veremeyiz. Beraber sultana gidelim, o ne hüküm verirse o geçerlidir” demişti. Olayların akışından yakalandıktan sonra K a v u r t ’a hiç de iyi davranılmadığı ancak sultanın akrabalık hisleriyle amcasını görünce yumuşadığı anlaşılıyor. Ni tekim bu sebeple sultan i l e N i z a m ü l m ü l k arasında şöyle bir konuşma geçmiştir: Sultan, “ Ben akrabalık bağını kesmem, nesebi zayi etmem, amca, baba yerindedir.” N i z a m ü l m ü l k , “ Eğer p muzaffer olsaydı sana merhamet etmezdi” . Sultan, “ Yeryüzünde sağ elini sol eli ile kesen ve babası yerindeki amcasını öldüren bir kimse kadar hüsrana uğrayan var mıdır?” Melik K a v u r t , daha sonra emîr S a v t e k i n ’e teslim edildi; S a v t e k i n d e onu çadırında hapsetti. Nihayet melik K a v u r t , Hemedan!a götürüldü. Ancak askerler arasında onun yüzünden bir olay çıkmasından korkuluyordu. Nitekim bu korku yersiz değildi. Savaştan hemen sonra M e l i k ş a h ’ ın askerleri, ‘N i z a m ü l m ü l k ’ e başvurarak “ kazandıkları bu büyük zafere karşılık, ıkta ve maaş larının fazlalaştırılmasını” istemişler, “ bu yapılmadığı takdirde K a v u r t ’ u tahta çıkaracaklarını” ifadeye çalışmışlardır. N i z a m ü l m ü 1k , bu durumu derhal sul tana bildireceğini söyleyerek askerleri yatıştırmıştı. Nitekim vezir hemen sultan la görüştü. Askerlerin K a v u r t lehinde tezahürat yapmaları ve “ onu tahta çıkaracaklarını” ifade etmeleri, M e l i k ş a h ’ m hükümdarlığı için tehlikeli idi; bu nedenle K a v u r t ’ un bir an önce yok edilmesi gerekiyordu. N i z a m ü l m ü l k bu tehlikeyi sultan M e l i k ş a h ’ a anlatmış ve K a v u r t ’ un öldürülmesini kabul ettirmiş olmalıdır. Nitekim sultan M e l i k ş a h , Hemedan’a geldikten sonra “ K a v u r t ’ un öldürülmesini” emretti. Melik K a v u r t bunu öğrenince: “ Bundan son ra ülkeye ve hükümdarlığa bakmayacağım. Sultana muhalefet yoluna gitmeyeceğim. Bütün mallarım, şehir ve kalelerim ve kullarım sultanın olsun. Ben mescid köşe sinde oturup, dünyadan göç edinceye kadar T a n r ı ’ ya yalvarıp yakarmakla meş gul olayım veya gece-gündüz zincirle bağlı kalayım. Tek başıma olup, Ta n r ı ’ yı anıp, T a n r ı fikrinden uzak kalmıyayım. Beni öldürmekle Selçuklu hanedanı de ğerinden hiç bir şey kaybetmez; ancak bana Türklere yakışır bir muamele
81
SELÇUKLU D E V LETLE R İ TARİHİ
yapılmalıdır” dedi. Ancak onun bu yalvarması ve kıvranması boşuna oldu, so nunda melik K a v u r t kendi yayının kirişiyle boğularak öldürüldü (Nisan/Mayıs 1073). Böylece sultan M e 1 i k ş a h önemli ve tehlikeli bir rakibinden kurtulmuş oldu. Öte yandan melik K a v u r t ’ un savaşta tutsak alınan çocuklarının gözleri ne mil çekilerek kör edildi. K a v u r t ’ un Öldürüldüğü ve çocuklarının gözleri nin kör edildiği Selçuklu askerleri arasında duyulduğu zaman bütün işlerin N i z a m ü l m ü l k tarafından ve onun tahriki ile yapıldığını anladılar. Sultan M e I i k ş a h ve vezir N i z a m ü l m ü l k ’ ü lanetleyip “A İp A r s l a n ’ ın vasiyeti böyle değildi; o bir miktar para ile Kirman ve Fars ’ı K a v u r t ’ a verip, S e f e r i y y e H a t u n ile evlenmesini vasiyet etmişti” diyerek sultandan ayrıldılar ve birçok yerle ri yağmaladılar. N i z a m ü l m ü l k bu olayları önlem alınabilmesi için sultana bildirdi. M e l i k ş a h , ona “ Sen nasıl uygun görürsen öyle yap” dedi. N i z a m ü l m ü l k ise, “ Ben senin emrin olmadan hiç bir şey yapamam” cevabını verdi. Sul tan da “ Bütün devlet işlerini sana bıraktım, sen babasın” diyerek kendisini destekleyeceği hususunda ant içti. N i z a m ü l m ü l k , olayları, aldığı yerinde ön lemlerle önleyerek ordu mensuplarının huzursuzluğunu giderdi. K a v u r t ve as kerlerin
isyanını
önlemekte
gösterdiği
başarı
nedeniyle
sultan,
vezir
N i z a m ü l m ü l k ’ ün mevcut ıktalarma, aralarında Tus şehrinin de bulunduğu, ilâveler yaptı. Ayrıca ona hiVat giydirdi ve çeşitli hediyeler ile “Atabek” ünvanı verdi. H alifenin sultan M elikşak'ın saltanatını onayı
M e l i k ş a h , rakipsiz olarak Selçuklu tahtına oturduktan sonra onun sultan lığının, İslâmî geleneklere uygun olarak, Abbasî halifesi tarafından da onaylan ması
gerekiyordu.
Selçuklu
sultanı,
bu
sırada
Bağdat
şıhnesi
olan
S a d ü d d e v l e G e v h e r a y i n ’ i bu amaçla halife K a a i m B i e m r i l l a h ’a gönderdi. G e v h e r a y i n , Ekim 1073’de Bağdat’a geldi, halife onun için bir kabul töreni düzenledi. Bu tören sırasında K a a i m B i e m r i l l a h , sultan M e l i k ş a h ’ ın saltanatını tasdik eden menşuru G e v h e r a y i n ’ e verdi; halife, ayrıca kendi eliyle bağladığı bir sancağı d a M e l i k ş a h ’ a verilmek üzere, G e v h e r a y i n ’ e teslim etmişti. O gün tören nedeniyle halifelik sarayına giriş serbest bıra kılmış, kalabalık bir halk topluluğu bu mutlu olayı izleme fırsatı bulabilmiştir.
Karahanlılar ve G azn elilerle savaşlar
Sultan M e l i k ş a h , K a v u r t isyanını bastırdıktan sonra sıra A l p A r s l a n ’ m ölümünden yararlanarak Selçuklu Devleti’ne karşı harekete geçmiş olan yabancı devletlere gelmişti. M e l i k ş a h , önce Karahanlılara karşı hazırlıklara başladı. O, sefer hazırlıkları içinde iken Belh’de bulunan kardeşi A y a z ’ ın ölüm haberi geldi (10 Mart 1074). Böylece sultan, K a v u r t ’ tan sonra kendisine ilerde rakip olabilecek bir yakınından daha kurtulmuş oluyordu. Nitekim M e l i k ş a h , kardeşinin ölümüne fazla üzülmemiş olacak ki, vezir N i z a m ü l m ü l k ona “ Kar deşinin ölümü için kara elbiseler giyip, hüzün göster, sevinç gösterme” dedi. M e -
82
ALİ SE V İM -E R D O Ğ A .N M ERÇİL
1 i k ş a h da onun sözünü tuttu, yas ve matemden çıktıktan sonra kardeşi A y a z ’ ın hükm ettiği Belh ve Toharistan gibi ülkeleri Ş i h a b ü d d e v l e T e k i ş ’ e verdi. Çok geçmeden devlet işlerini düzene koyan ve savaş hazırlıklarını tamamlayan sul tan M e l i k ş a h , Karahanlılarm hâkimiyetindeki Tirmiz üzerine yürüdü. Sul tan, Herat’a ulaştığı zaman Karahanh hükümdarı I . N a s r ’ dan bir mektup geldi. Karahanh hükümdarı bu mektubunda, “ Eğer sizinle aramızdaki dostluk bozul masın derseniz, Tirmiz kalesinden elinizi çekin. Hakanlar hükümdar olduklarından itibaren burası, Maveraünnehr (Karahanlılar) ülkesindendir. Eğer böyle yapar sanız, sizinle dostluğumuz ve eski sevgimiz sağlamlaşmış olur. Yoksa bu işte kılıç ve ok hazırdır” diyordu. Bunun üzerine sultan, ordusuyla önce Belh şehrine git ti; şehrin ilerigelenleri ve din adamları onu karşılayarak Karahanh askerlerin yap tıkları yağmalardan şikâyetçi oldular. Öte yandan Karahanh elçisi de Belh’e gelmişti. Elçi, beraberinde 50 men (muhtelif ülkelere göre değişen bir ağırlık öl çüsü) ağırlığı olan bir topuz ve on men ağırlığında bir kılıç getirmişti. 0, M e 1 i k ş a h ’ m h uzurunda, “ Ey sultan, hakan sana diyor ki, işte şu kılıç ile savaşırız; bu kılıç için dem ir zırh ile ekin yığını farksızdır ve bu topuz ile vuruşuruz, ona insanlar değil dağlar dayanamaz” dedi. Sultan M e l i k ş a h , bu sözleri Karahanh elçisinden işittiği zaman, bir saat kadar düşündükten sonra askerin atlara binip, ovaya çrkmaîaı-mı em retti. Kendisi de, askerle beraber ata binerek ovaya çıktı. E lçinin de bulunduğu bu olay sırasında, M e l i k ş a h , önce topuzu eline aldı, ye di kere başının üzerinde salladı ve havada döndürüp seksen adım öteye fırlattı, sonra da yere düşerken tuttu. Ayrıca o, kılıçla bir büyük dişi devenin boynunu vurarak ikiye ayırdı. Bu gösteriden sonra M e l i k ş a h , eline ok ve yayı alıp Ka rahanh elçisine, “ Hakan’a söyle, topuz ve kılıç hakanın olsun, ok ve yay bizim” dedi ve ona bir yay vererek Karahanh hükümdarına gönderdi. Sultan, N u ş t e k i n M â m e r î adlı bir adamını da Karahanlı elçisiyle gönderdi. N u ş t e k i n , Karahanh hükümdarının huzuruna çıktı ve elçilik görevini yerine getirerek yayı I . N a s r ’ ı n önüne koydu. Karahanlı hükümdarı, onu atmak değil, germekte bile başarılı olamamıştı. I . N a s r , bu olaydan sonra Selçuklulara karşı önlem ler almakta gecikmedi ve kardeşi Y a ğ a n T e k i n ( B o ğ a T e k i n ) ’ i Tirmiz’e gönderdi. Öte yandan sultan M e l i k ş a h da beraberinde N i z a m ü l m ü l k ol duğu halde, Tirmiz’e yöneldi. O, ayrıca emîr S a v t e k i n ’ i bir kısım kuvvetlerle Semerkant’dan gelebilecek Karahanh ordusunun yolunu kesmek için, öncü ola rak gönderdi. Emîr S a v t e k i n , Ceyhun nehri kenarında rasladığı Karahanlı kuv vetlerini yenilgiye uğrattı; böylece Tirmiz bu Karahanh yardımından yoksun kaldı. Sultan M e l i k ş a h ve Selçuklu ordusu Tirmiz’e yürüyüp şehri kuşattılar ve man cın ık lar kurdular. Bu mancınıkların attığı taşlar etkisini gösterince şehir halkı ön ce aman diledi, ancak Karahanlı iki askerin Selçuklu askerlerine ok atması, savaşın yeniden başlamasına sebep oldu. Selçuklu ordusu, saldırıyla şehre girdi ve bütün halkını tutsak aldı. Bu tutsaklar arasında Y a ğ a n T e k i n de bulunu yordu. Ancak M e l i k ş a h , onu ve halkı serbest bıraktı. Böylece Tirmiz Selçuk lulara bağlı şehirler arasına katılmış oldu. M e l i k ş a h , Tirmiz kalesini emîr
SELÇUKLU DEVLETLE R İ TARİH İ
83
S a v t e k i n ’ e teslim ederek “ kalenin tamir edilmesini, surların sağlamlaştırıl masını ve hendeklerin derinleştirilmesini” buyurdu. Daha sonra sultan, Semerkant’a yöneldi. Ş e m s ü l m ü l k I . N a s r , Selçuklu ordusunun Semerkant’a yaklaştığını haber aldığı zaman, şehirden ayrılmak zorunda kaldı. Ayrıca o N i z a m ü l m ü l k ’ den barış için aracı olmasını istiyor, Tirmiz şehrine saldırdığı için de özür diliyordu. Sultan M e l i k ş a h onun barış önerisini kabul ederek Ş e m s ü l m ü l k ile bir anlaşma yaptı ve daha sonra da Horasan’a döndü (1074). Sultan M e l i k ş a h Karahanlıları itaat aldıktan sonra Gaznelilere karşı ha rekete geçti. O, askerlerini toplayıp hazırlıklarını tamamladıktan sonra Gazne’ye yürüdü ve Herat’m güneyindeki Isfizâr’da konakladı. Gazneli sultanı İ b r a h i m , M e l i k ş a h ’ ı önlemek için, Selçuklu emirlerini kendi tarafından göster mek gibi psikolojik bir savaş planı düşündü ve kullandığı casus vasıtasıyla bunun uygulanmasında da başarılı oldu. Sultan M e l i k ş a h , eline geçen bu mektupları okuduğu zaman emîrlerin gerçekten sultan I b r a h i m ile ittifak yaptığını sandı ve seferden vazgeçerek İsfahan’a döndü. Sultan M e l i k ş a h ’ ın yarıda kalan bu seferinin yine de faydalı olduğu anlaşılıyor. İ b r a h i m bu seferden sonra Emîrül ümerâ O s m a n ’ ı serbest bıraktı; Ayrıca iki hanedan arasındaki dostluk, evlilik bağları ile de kuvvetlendirildi. Nitekim sultan İ b r a h i m ’ in elçileri birçok mal ve hediyelerle Rey şehrine gelerek M e l i k ş a h ’ ın kızını Gazneli veliahdı M e s u t ile nişanlamak istediler. M e l i k ş a h , Gazneli sultanının isteğini yerine ge tirerek Mehdül-Irak lakabiyle lakaplanan kızı G e v h e r ’ i veliaht M e s u t ile evlenmek üzere, Gazne’ye gönderdi. Sultan M e l i k ş a h bu olaydan sonra Rey’den Cürcan’a hareket etti. Bu sıra da Gazneliler tarafından serbest bırakılan Emirülümerâ O s m a n ’ ın elçisi sul tanın yanına gelerek amcasının onu görmek istediğini bildirdi. Sultan, Serahs ve Badgis’e doğru yönelerek O s m a n ’ ın yanma gitti. O s m a n , sultanın huzurun da yeri öpmek istedi ise de, hâcibler onun bu hareketini engellediler. Sultan, tah tından inerek amcasını kucakladı ve yanında tahta oturttu. Daha sonra sultan M e l i k ş a h , amcasına Doğu-Türkistandaki Velvalic eyâletinin yönetimini bırak mış, ayrıca devlet töreni yapmasına, yani adına hutbe okutmasına müsaade ede rek, siyah çetr vermişti. M e l i k ş a h , bu sırada kardeşi B ö r i B a r s ’ ı da Gûr, Garcistan ve Herat vilayetlerinin yönetimiyle görevlendirmişti. S uriye'nin fethi
A l p A r s l a n ’ın eniştesi E r b a s g a n ’ ın Bizans’a sığınmasından (Bk. A l p A r s l a n Devri) sonra ona bağlı Türkmenlerden bir bölüğü K u r l u e t T ü r k î , U v a k o ğ l u A t s ı z ve kardeşleri i l e Ş ö k l ü B e y ’ lerin yönetimin de Fatımîlerin hâkimiyetindeki Filistin’e gelerek yerleştiler ve çok geçmeden bu rada askerî üstünlüklerini kabul ettirdiler. Bu Türkmen gurubunun reisi olan K u r l u B e y , 1071 yılında Fatımî yönetimindeki Akkâ şehrini kuşattığı sırada öldü. K u r l u B e y ’in ölümüyle onun kurduğu Türkmen Beyliği’nin başına A t s ı z B e y geçti.
84
ALİ SEVİM —ERD0ĞA3V MERÇİL
A t s ı z B e y , önce Fatımîlerin hâkimiyetindeki Remle’yi ele geçirdi, sonra da Kudüs’ü kuşattı. Bu şehrin Türk asıllı valisinin canı ve malı hususunda istediği güvencenin verilmesi üzerine, Kudüs’ün kapıları Türklere açılmıştı. Şehirde her hangi bir yağma hareketinde bulunulmadığından halk A t s ı z B e y ’ den çok mem nun kalmıştı. A t s ı z B e y , daha sonra Suriye’nin önemli bir şehri olan Dımaşk’a hâkim oıınak istiyor, bu amaçla da burasını baskı altında tutuyordu. Öte yandan Ş ö k 1 ü B ç v de Filistin’in kıyı bölgelerinde faaliyette bulunmakta olup, Fatımî yönetimindeki Akkâ’yı kuşatmıştı. Bu sırada Akkâ yönetimini elinde bulundu ran I b n S u k h â , emîr Ş ö k 1 ü ile anlaşarak bir gece şehrin kapılarını açtı. Böy lece emîr Ş ö k 1ii Akkâ’ya girdi (Ekim/Kasım 1074). Bu durumu yakından izleyen A t s ı z , Ş ö k l ü ’ den Akkâ’Aan ele geçirilen ganimetin yarısıyla, şehirde kendi adına vali olmasını istemişti. Buna karşılık Ş ö k l ü , “ Bu şehri kılıcımla aldım” diyerek A t s ı z ’ ın önerisini reddetti; dolayısıyla A t s ı z ’ m kendisine karşı ha rekete geçeceğini düşünen Ş ö k l ü , Dımaşk Fatımî valisi M u a l l â b i n H a y d e r e ve Kilaboğulları kabilesi ile bir ittifak yaptı: ancak A t s ı z B e y , Ş ö k l ü 'nün üzerine yürümekte gecikmedi ve kıyı bölgesinde bir yerde ya pılan savaşta Ş ö k l ü yenilgiye uğrayıp geri çekildi (Nisan/Mayıs 1075). A t s ı z B e y , bu olaydan sonra da Dımaşk’ ı kuşatmaya devam etti. Öte yandan Ş ö k l ü , A t s ı z B e y ’ e karşı başka müttefikler aramaya başladı. Onun bu sı rada işbirliği için Kutalmışoğullarma başvurduğunu görüyoruz. Ş ö k l ü , kaynak larda adı belirtilmeyen K u t a l m ı ş o ğ l u n a
yazdığı bir mektupta
“ Sen,
Selçuklulardan olup, sultan sülâlesine mensupsun. Sana itaat edip hizmetinde bu lunursak bununla şeref duyar ve öğünürüz” diyordu. Bu çağrıyı kabul eden K u t a l m ı ş o ğ l u , beraberinde küçük kardeşi ve yeğeni olduğu halde, Güney-doğu Anadolu bölgesinden harekete geçerek, Taberiye’de hazırlık yapan Ş ö k 1 ü ile bir leşti. Ancak Ş ö k l ü ’ nün onlarla birleşerek A t s ı z ’ a karşı giriştiği mücadele de başarısızlıkla sonuçlandı. İki taraf arasında Taberiye’de yapılan savaşta emîr Ş ö k 1 ü ve müttefikleri yenilgiye uğradılar. A t s ı z B e y , bu savaşta tutsak aldığı Ş ö k 1ü ve oğlunu öldürttü; Kutalmışoğullarından muhtemelen A l p I l e k ve D e v l e t ile yeğenlerinin durumu derhal sultan M e l i k ş a h ’ a bildirildi. Bir süre sonra M e l i k ş a h ’ dan gelen buyruk üzerine A t s ı z B e y , onları İsfahan’a sultanın yanma gönderdi. A t s ı z B e y , Ş ö k l ü sorununu böylece çözümledikten sonra hâkimiyeti al tındaki toprakları genişletmeye çalıştı. Nitekim çok geçmeden de Rafeniye’yi fet hederek yönetimini kardeşi Ç a v l ı ’ ya bıraktı. A t s ı z B e y ’ in emrindeki Türkmenler bundan sonra Haleb yakınlarına kadar uzandı. Şehrin hâkimi Mirdasoğullarından N a s r , 15 bin altın karşılığında A t s ı z ile anlaşarak onun bas kısından kurtulabilmişti. Daha sonra Trablusşam ve Sur şehirleri de A t s ı z B e y ’ in hâkimiyeti altına girmişlerdi. Öte yandan, sultan M e l i k ş a h , Suriye’deki gelişmeleri dikkatle izlemekte ve A t s ı z B e y ’ in büyük fetih hareketleri sonucunda bağımsız bir devlet kurmak arzusu taşıyacağını düşüne rek şimdiden önlemler almak istemektedir. M e 1 i k ş a h , bu amaçla kardeşi Ta -
SELÇUKLU D E V LETLE R İ TARİHİ
85
c ü d d e v l e T u t u ş ’ u Suriye’ye atamaya karar verdi. Bunu haber alan A t s ı z sultana gönderdiği mektupta, “ Fethettiğim ülkelerde sultan adına hutbe okutu yor, vergi ödüyor, ayrıca elverdiği ölçüde mal ve para göndermekten geri kalmıyo rum. Sultanın benim yerime T u t u ş ’ u atama kararında olduğunu öğrendim. Şimdiye değin bütün düşman ve muhaliflere karşı zafer ve başarılar kazanmışken benim görevden uzaklaştırılmamı gerektiren şey nedir?” demişti. Bu mektup üze rine sultan M e l i k ş a h , A t s ı z ’ ın yazdıklarını haklı bulmuş ve onu görevinde bırakmıştı. Ayrıca sultan, onun gönlünü almak için hediye olarak özel bir elbise, kül âh, at, kılıç ve kalkan göndermişti. Filistin ve Suriye’nin önemli şehirlerini ele geçiren A t s ı z B e y , şimdi böl genin merkezi durumundaki Dımaşk üzerine yürüdü. O, daha önceden de şehri baskı ve kontrol altında tutmakta idi. A t s ı z , Mayıs 1075’de Dımaşk’ı kuşattı, ancak Fatımî- valisi M u a İ İ a b i n H a y d e r e ’ nin şiddetle direnmesi karşısın da kısa sürede geri çekilmek zorunda kaldı. Bir süre sonra şehirdeki iktidar de ğişikliği,
olayların
Atsız
lehine
gelişmesine
sebep
oldu.
Şöyleki:
M u a l l â b i n H a y d e r e , gerek halka ve gerekse askerlerine kötü davranmış, ayaklanma sonucu şehirden gizlice ayrılmak zorunda kalmıştı (Temmuz/Ağustos 1075). Onun yerine İ n t i ş a r b i n Y a h y a e l - M a s m û d î getirildi. İ n t i ş a r da A t s i z ’ ın baskısını kıracak ölçüde faaliyet gösteremedi. Ayrıca Fatımî Devle ti de güçsüzlüğü sebebiyle Dımaşk’a bir yardım gönderecek durumda değildi. Dımaşk, çevredeki baskı ve abluka nedeniyle zor şartlar altında idi. A t s ı z , bu durumdan yararlanarak şehri üçüncü kez kuşattı (Mart/Nisan 1076), ayrıca I n t i s a r ’ a haberciler göndererek teslim olmasını istedi, i n t i ş a r da artık karşı koyacak güçte olmadığını hissetmiş, şehir ve kalesini A t s ı z ’ a teslimden başka kurtuluş çaresi görememişti. Böylece A t s ı z , Dımaşk’a hâkim oldu ve 10 Hazi ran 1076 Cuma günü şehirde hutbeyi Abbasî halifesi ile Selçuklu sultanı M e l i k ş a h adına okuttu. O, ayrıca başkentini Kudüs'’den Dımaşk’a nakletti. A t s ı z , iyi yönetimi ve aldığı çeşitli önlemlerle kısa sürede şehir halkını memnun etti. Alsız B ey ’ in Mısır seferi
A t s ı z , Suriye’ye hâkim olduktan sonra onun esas amacı, Mısır Fatımî Devle tine son vermekti. Nitekim o, bu amaçla hazırlıklara başladı. Bu sırada I l d e n i z o ğ 1 u adındaki bir Türk emîri de Fatımî veziri B e d r ü l c e m a l î ’nin izleme lerinden kurtularak A t s ı z ’ m yanma kaçmıştı. I l d e n i z o ğ l u , A t s ı z ’ a Mı sır hakkında geniş bilgi verdiği gibi, ayrıca bu bölgeyi ele geçirmesi için onu teş vik etmişti. Öte yandan Fatımî devleti, iktidar boşluğu sebebiyle güç durumda idi. İşte bu olaylar, A t s ı z ’ ırı bir an önce Mısır üzerine bir sefer düzenlemesine neden oldu. Ancak, Fatımî devleti B e d r ü l c e m a l î ’ nin başarılı yönetimiyle bir toparlanma süreci içine girmişti. A t s ı z B e y , 1076 yılı sonlarına doğru, beraberinde iki kardeşi, İ l d e n i z o ğ l u , Türkmen ve Araplardan oluşan beş bin kişilik bir ordu olduğu haldie, Mı sır’a doğru hareket etti. Bu seferde ilk ulaşılan şehir, R îf oldu, A t s ı z , İ l d e n i z -
ALİ S E V İM -E R D O Ğ A N M ERÇİL
86
o ğ l u ’ nun teşvikiyle önce burayı almaya karar verdi. Elli güne yakın bir kuşatmadan sonra R îf ele geçirildi. A t s ı z , bundan sonra Kahire’ye doğru iler ledi. Bu sırada B e d r ü l c e m a l î , savaş hazırlıkları yapıyor ve daha ziyade A t s ı 7, ’ ın ordusunu parçalamak yönünde gayret gösteriyordu. Nitekim A t s ı z ’ ın ordusunda bulunan B e d r b i n H â z ı m , emrindeki üç bin atlı ile Fatımîlere katıldı. Ş ö k 1 ü ’ nün babası da yine A t s ı z ’ ın ordusundaki yedi yüz Türkmeni savaş sırasında Fatımi tarafına geçmeye ikna etmişti. A t s ı z ise bu sırada Kahire yakınlarına ulaştı (Ocak 1077). B e d r ü l c e m a l î ’ nin gönderdiği iki bin kişilik Fatımî birliği A t s ı z ’ m kuvvetleri tarafından bozguna uğratıldı. Bu olaydan sonra Kahire de topla;::::: In^k korku ve panik içinde idi. Fatımî halifesi M u s t a n s ı r ve vezir B e d r ü l c e m a l î ise kesin yenilgi halinde gemilerle İskenderiye’ye kaç mak için planlar yapıyorlardı. Nihayet iki ordu Kahire önlerinde karşılaştı. Bu savaş sırasında A t s ı z , ihanetler sebebiyle başarılı olamadı. Ayrıca 700 Türkmemn de Fatımî tarafına geçmesi A t s i z ’ ın ordusunun kesin bir şekilde yenilgisi ne sebep oldu. O, geride birçok ölü ve tutsak bırakarak geri çekilmek zorunda kaldı. A u ı z ’ ın Ö lü m ü
'
A t s ı z , Suriye’ye döndüğünde Gazze ve Remle şehirleri kapılarını açmamış, o da Dımaşk’a dönmüştü (7 Şubat 1077). Şehir halkı kendisine olan bağlılığını tek rarladı. Ayrıca haik, onun şehri düşmanlara karşı savunmak için Dımaşk’tan ay rılmamasını istedi. Bu sırada Anadolu’dan A t s ı z ’ ın emrine yeni Türkmen kuvvetleri geldi. Ancak onun Kahire yenilgisi üzerine Suriye’deki Arap asıllı yö neticiler, yönetim altındaki şehirlerde hutbeyi yeniden Fatımîler adına okutmaya başlamışlardı. A t s ı z B e y ’ in bu şehirleri itaat altına alması gerekiyordu. Onun itaatından çıkan şehirlerden biri de Kudüs idi. A t s ı z B e y ve öteki emîrler, Mı sır seferi sırasında, aile ve hâzinelerini Kudüs’deki Davud burcunda bırakmış lardı. Şehrin kadısı ve ilerigelenleri bu hâzineyi paylaşmışlar, kadın ve çocukları da kendilerine köle yapmışlardı. A t s ı z B e y , Kudüs önünde karargâh kurduk tan sonra şehrin teslim olmasını istedi. Ancak onun İnsanî amaçlı bu önerisi kaba söz ve küfürle reddedilmişti. Nihayet Davud burcundaki A t s ı z ’ ın hatununun aşağıya halat sarkıtmasından faydalanan Selçuklu askerleri, burca çıkarak şehri elegeçirmeyi başardılar. A t s ı z , kadı ile öteki suçluları öldürdükten sonra şehir de asayiş ve düzeni sağlamıştı. O Kudüs’den sonra Remle’ye gitti ise de halkın kaç ması nedeniyle, burada kimseyi bulamadı. A t s ı z , bu isyancı şehirlerden önce Gazze’yi almış, sonra da Yafa’yı kendisine bağlayarak surlarını yıktırmıştı. Böy lece o, Mısır seferindeki yenilgi nedeniyle kendisine tâbi olmak istemeyen şehirle re yeniden hâkimiyetini kabul ettirmişti. Ancak o, bu sırada Dımaşk’ı ihmal etmiş, Suriye’nin en bayındır şehri fakirlik, hastalık ve yangınlar yüzünden perişan bir duruma düşmüştü. Sultan M e l i k ş a h , Kahire yenilgisini haber aldığı zaman, A t s ı z ’ m muh temelen bu çarpışmalar sırasında ölmüş olabileceğini düşünerek Gence valisi olan kardeşi T u t u ş ’ u Suriye ve Filistin Melikliği’ne atadı. T u t u ş , aldığı buyruk
SELÇUKLU D E VLETLERİ TARİH İ
87
üzerine harekete geçip Diyarbakır bölgesine ulaştığı zaman, A t s ı z ’ ın sağ ola rak geriye döndüğünü öğrenmiş ve durumu sultan M e l i k ş a h ’ a bildirmişti; ay rıca A t s ı z da T u t u ş ’ un kendi bölgesine atandığını haber almıştı. 0 , sultana birçok hediye ve para ile bir mektup göndererek “ Yaptığım hangi hareket ve dav ranışlar dolayısıyla T u t u ş ’ un benim yerime Suriye’ye gönderilmesi gerekiyor. Oysa ben, sultanın itaatli bir hadimiyim ve bu ülkede onun naibi olarak bulunu yorum...” demişti. Sultan M e l i k ş a h , onun mektubunu aldıktan sonra T u t u ş ’ a Haleb’e yönelmesini bildirdi. T u t u ş , bu emir üzerine Menbiç şehrini aldıktan sonra Haleb’e yöneldi. Öte yandan vezir B e d r ü l c e m a l î ’ nin çabalarıyla Fatımî devletinde bir düzelme görülmeye başlamıştı. Bu durum Fatımîlerin yeniden Suriye ve Filistin’i geri almak için ümitlenmelerine sebep oldu. Nitekim B e d r ü l c e m a l î ilk ola rak 1077/1078 tarihinde kendi kölesi N a s r ü d d e v l e C ü y û ş î komutasında gön derdiği bir ordu ile Dımaşk’ı kuşattırdı. Ancak A t s ı z ’ m başarı ile direnmesi karşısında Fatımî ordusu, Mısır’a döndü. Fakat B e d r ü l c e m a l î , Filistin ve Suriye üzerindeki arzularından vazgeçmiyoru. Nitekim o, büyük bir Fatımî or dusunu yine N a s r u d d e v l e C ü y û ş î ’nin komutasında Suriye’ye gönderdi (Ekim 1079). Fatımî ordusu önce Filistin’i ele geçirdi, sonra da Dımaşk’ı kuşattı. A t s ı z için bu Fatımî ordusu karşısında T u t u ş ’ dan yardım istemekten başka bir çare kalmamıştı. Onun bu çağrısını hemen kabul eden T u t u ş , kuşatmakta olduğu Haleb’den ayrılarak Dımaşk’a yöneldi. Öte yandan Fatımî ordusu da T u t u ş ’ un harekete geçtiğini haber alınca kuşatmayı terk ederek süratle Mısır’a dön dü. T u t u ş ,
Dımaşk yakınlarındaki Azra çayırlığında A t s ı z
tarafından
karşılandı. A t s ı z , T u t u ş ’ a tâbi olarak şehri ona bıraktı. Bütün bunlara rağ men T u t u ş , kendisine karşı bazı gizli eylemlerde bulunan A t s ı z B e y ’ i yayı nın kirişi ile boğdurmak suretiyle öldürtmüştür. Böylece T u t u ş , A t s ı z ’ ın yönetimindeki Suriye ve Filistin şehirlerine kolaylıklar hâkim olmuştur(1079). (Bu konuda daha ayrıntılı bilgi için bk. Suriye Selçuklu Devleti) K irm an seferi
K a v u r t ’ un öldürülmesinden sonra oğullarından üçü, sultan M e l i k ş a h tarafından Hemedan’ da hapsedilmişlerdi. Daha sonra bu çocuklardan S u l t a n ş a h ve kardeşleri hapisten kaçıp Kirman’a geldiler. S u l t a n ş a h , Berdesir şeh rinde Kirman Selçukluları tahtına oturdu (Eylül/Ekim 1074). Sultan M e l i k ş a h , başlangıçta S u l t a n ş a h ve kardeşlerinin hapisten kaçtığını öğrendiği zaman kız madı; Kirman ve Umman yönetimini onlara bırakarak hil’atlar gönderdi. Bir sü re sonra sultan M e l i k ş a h ’ m büyük bir orduyla Kirman’a yürüdüğünü görüyoruz. Bu olayı, “ bazı kimselerin M e l i k ş a h ’ ı S u l t a n ş a h aleyhine tah rik etmeleriyle” açıklayabiliyoruz. S u l t a n ş a h , onun harekete geçtiğini haber aldığı zaman Berdesir şehrine beş fersah uzaklıktaki Ali-âbâd denilen bir yerde düzenlenen eğlence meclisinde bulunuyordu. O, derhal eğlenceyi bırakıp şehre döndü. Sultan M e l i k ş a h , kalabalık ordusuyla başkent Berdesir önünde ordu
88
ALİ S E V İM -E R D O Ğ A N M ERÇİL
gâh kurduğu zaman, S u l t a n ş a h çoktan şehre kapanmıştı. Ancak S u l t a n ş a h , bu Selçuklu ordusuna karşı koyamayacağını anlamış olmalı ki, bizzat M e l i k ş a h ’ ı karşılayarak ona değerli hediyeler takdim etti. Daha sonra elçilerin gelip-gitmesi ve emirlerin aracılığı i l e M e l i k ş a h S u l t a n ş a h ’ ı affederek yerinde bıraktı; ayrıca, itaat edeceği hususunda verdiği sözde durması için ona ant içirdi. Fakat sultan M e l i k ş a h d a bu sefere çıkmadan önce, Berdesir şehrini harab edeceği ne dair yemin etmişti. Bu andının yerine gelmesi için Berdesir kalesinin burçla rından Firûze adındaki burcu yıktırdı. M e l i k ş a h , Berdesir önünde onyedi gün oturduktan ve kızlarından birini de S u 11 a n ş a h ile evlendirdikten sonra İsfa han’a döndü. Bu olayın tarihi üzerinde de kaynaklar arasında uyuşmazlık vardır. Bir kısım kaynaklar S u l t a n ş a h ’ ın tahta geçişinden bir yıl sonra yani 1075/6’da sultan M e l i k ş a h ’ ın Kirman’a geldiğini belirtiyorlar, ikinci gurup, özellikle Arapça kaynaklara göre, M e l i k ş a h , 1080 yılı içinde Kirman’a gitmiştir. Kirman Selçuklu meliki S u l t a n ş a h , Ocak 1085 tarihinde öldü. Onun ye rine kardeşi T u r a n ş a h tahta oturdu. Daha sonra annesi, oğlunun melikliğini onaylatmak için değerli hediyelerle sultan M e l i k ş a h ’ ın huzuruna gitti. Sul tan M e l i k ş a h , ona izzet ve ikramda bulunup, T u r a n ş a h ’ ı Kirman meliki atadı. A n a d olu fetih leri
Bizans imparatoru R o m a n o s D i o g e n e s ’ in ölümü (1072) sebebiyle Ma lazgirt savaşı sonrası yapılan Bizans - Selçuklu antlaşması bozulmuş ve sultan A l p A r s l a n da Selçuklu şehzade ve beylerine Anadolu’daki gazalara devam etmelerini buyurmuştu. Bu gazalar, sultan M e l i k ş a h devrinde de devam etti. Nitekim Selçuklu ailesinden Kutalmışoğulları ile emirlerden T u t a k ve A r t u k B e y ’ler Kızılırmak ’ı geçerek Orta-Anadolu yönünde ilerlediler. Bizans tah tına yeni çıkan imparator V I I .
M i k h a i l D u k a s Selçuklu fetihlerine engel
olmak amacıyla Doğu orduları başkumandanlığına atadığı I s a a k i o s K o m n e n o s ve kardeşi A l e k s i o s ’ u Anadolu’ya gönderdi. Bu ordunun kumandanla rından Norman asıllı U r s e l ( U r s e l i u s d e B a i l l e u ) de onlarla beraber idi. Bizans kuvvetleri Kayseri ’ye ulaştığı zaman, U r s e l ’ in I s a a k i o s ile arası açılmış ve yanındaki askerlerle ordudan ayrılarak Sivas’a doğru ilerlemişti. Öte yandan I s a a k i o s komutasındaki Bizans ordusu da Kayseri yörelerinde Selçuklu kuv vetleri ile karşılaştı ve yenilgiye uğradı, I s a a k i o s , tutsak alındı ise de kurtuluş akçası ödeyerek kurtulabilmiş ve Ankara’ya kaçabilen kardeşi A l e k s i o s i l e birleşerek güçlükle İstanbul’a dönebilmişlerdi. Öte yandan A r t u k , T u t a k , A f şin,
Dilmaçoğlu
(Demleçoğlu)
Mehmet,
S e r h e n g o ğ l u ve
D u d u o ğ l u gibi Türk beyleri de 1073 yılında Orta-Anadolu’da fetih hareketle rine devam ediyorlardı, imparator V I I . M i k h a i l , Türk akmlarına engel ola bilmek için Anadolu’ya yeni bir sefer düzenlemek zorunda kaldı; bu amaçla da amcası I o a n n e s ’ i bir orduyla harekete geçirdi. N i k e p h o r o s B o t a n i a t e s ’ in de yer aldığı bu Bizans ordusu aynı zamanda U r s e 1 ’i de yakalayacaktı.
SELÇUKLU D E V L E T L E R İ TARİH İ
89
Ancak I o a n n e s komutasındaki Bizans ordusu, U r s e 1 karşısında başarısız ol duğu gibi, I o a n n e s de tutsak alındı. U r s e 1, bu başarıdan sonra I o a n n e s D u k a s ’ ı imparatorluk tahtına aday gösterdi. N i k e p h o r o s B o t a n i a t e s için bu sırada İzmit yörelerinde fetihler yapan A r t u k B e y ’den yardım istemekten başka çare kalmamıştı. A r t u k B e y komutasındaki Sel çuklu kuvvetleri U r s e l ve I o a n n e s ’ i yenilgiye uğratıp tutsak aldı. A r t u k B e y , bu iki tutsağı kurtuluş akçası karşılığında serbest bıraktı. Bun lardan I o a n n e s serbest kaldıktan sonra İstanbul’a dönerken, U r s e l Amasya ve Niksar taraflarında Bizans’a karşı isyankâr tutumunu sürdürüyordu. İmpara tor V I I . M i k h a i l , başarısız kalan bu seferden sonra bu kez, A l e k s i os K o m n e n o s yönetiminde yeni bir orduyu Anadolu’ya gönderdi. U r s e l ise bu durumu öğrenmiş ve Amasya yöresinde faaliyette bulunan T u t a k ile Bizans’a karşı bir ittifak gerçekleştirmişti. Ancak A l e k s i o s K o m n e n o s , daha akıllı davranarak para ve hediyeler ile T u t a k ’ ı kendi tarafına çekti. Nitekim T u t a k , U r s e l ’ i yakalayarak Amasya’da A l e k s i o s ’ a teslim etti. Bu olaylar sı rasında Selçuklu kuvvetleri çeşitli kollardan Anadolu’nun batısinda İzmit, Ege bölgesinde Milet ve kuzeyde Trabzon yakınlarında görülmeye başlamışlardı; Kutalmışoğulları ise Güney-doğu Anadolu bölgesinde fetihlerde bulunuyorlardı. Ni tekim A r t u k B e y komutasındaki Türk kuvvetleri 1074 yılından itibaren Yeşilırmak ve Kelkit yörelerini feth etmeye başlamıştı. Emîr M e n g ü c ü k ise Div riği, Erzincan ve Şebinkarahisar bölgesinde, Erzurum ve Çoruh havzasında ise e m î r E b u l k a s ı m faaliyet göstermekteydiler. Ancak A r t u k B e y , taht mü cadelesi sırasında sultan M e l i k ş a h tarafından geriye çağrıldı. Onun boş bırak tığı sahalarda daha sonra D a n i ş m e n d G a z i fetihlerde bulundu. Selçuklu kumandanlarından G ü m ü ş t e k i n C a n d a r yönetimindeki Türk kuvvetleri, 1077’de Urfa yörelerinde Bizans kuvvetlerini bozguna uğrattılar. Öte yandan bu sırada Bizanslılarm P h i l a r e t o s B r a c h a m i o s adını verdikleri bir Ermeninin yıldızı parlıyordu. P h i l a r e t o s , Bizans hizmetinde bulunmuş ve impa rator R o m a n o s D i o g e n e s tarafından kendisine Büyük Domestikos ünvanı ve rilmişti. R o m a n o s ’ un tahttan indirilmesi ve V I I . M i k h a i l D u k a s ’ ın imparatorluğu zamanında (1071-1078), o bağımsızlığını ilân ederek hâkimiyet sa hasını Maraş’tan Malatya’ya kadar genişletti. P h i l a r e t o s , bununla da yetin medi. Şimdiye kadar Türklerin birçok kez kuşatmalarına direnmiş ve Islâm denizi arasında bir ada halinde kalmış olan müstahkem Urfa’yı Bizanslılarm elinden aldı. Böylece P h i l a r e t o s ’ un hâkimiyet sahası Urfa’yı içine almak suretiyle Tarsus’dan Fırat ötesine kadar uzanıyordu. Buna rağmen P h i l a r e t o s , kendi ni güvencede hissetmiyor, çağdaşlarının bir çoğunun aksine Bizans imparatorlu ğundan ayrılmak istemiyordu. O, bir süre sonra Bizans’a bağlanmakta gecikmedi. P h i l a r e t o s , ihtiyatlı davranarak Müslümanlarla da anlaşmayı yeğledi ve Bü yük Selçuklu Devleti vasalı Musul valisi Ş e r e f ü d d e v l e M ü s l i m ’ e daha doğ rusu sultan M e l i k ş a h ’a tâbi oldu. Böylece o, çok yönlü bir siyaset ile hâkimiyetini sürdürmeye çalışıyordu. Buna rağmen 1081/1082 yılında H ü s r e v
ALİ S E V İM -E R D O Ğ A N M ERÇİL
90
adlı bir Türk komutasındaki askerlerle Ujfa yörelerine gelerek birçok yerleri tahrip etti ve karşısına çıkan bir Hıristiyan birliğini de yenilgiye uğrattı. T ürkiye S elçu k lu la rı ile ilişk iler
Türkiye Selçuklu Devleti’’nin kurucusu K u t a l m ı ş o ğ l u S ü l e y m a n ş a h , ağabeyi M a n s u r ve kardeşleri A l p I l e k ve D e v l e t ( D o l a t ) , muh temelen 1073 yılında, Urfa ve Birecik yakınlarında fetihler yapmakta idiler. Bunların o bölgeye, Büyük Selçuklular önünden kaçarak gelen Türkmen gurup larıyla ilişki kurdukları ve soylarının asaleti sebebiyle onlar tarafından başbuğ tanındıkları anlaşılmaktadır. Ayrı ayrı birliklerin başında oldukları halde bölge de harekâtta bulunan dört kardeşten ikisi, Suriye olaylarına karıştılar. Fakat on lar, A t s ı z B e y tarafından yenilgiye uğratılarak sultan M e l i k ş a h ’ m yanma gönderildiler (1075). Bu iki kardeş muhtemelen A l p î l e k ve D e v l e t idi (Bk. Suriye’nin Fethi). Bu olayların yanısıra Kasım 1074’de Mirdasîemîri M a h m u t ’ un ölümünden sonra S ü l e y m a n ş a h , önce Haleb’i, daha sonra da Bizanslı bir va linin yönetimindeki Antakya’yı kuşatmıştı. Fakat herhangi bir başarıya ulaşama dan Haleb’den bir miktar mal almış, Antakya’yı ise 20 bin altın haraca bağlayabilmişti. Ote yandan A t s ı z ’ ın Suriye’de artan kuvvet ve kudreti karşı sında S ü l e y m a n ş a h ve M a n s u r , faaliyetlerini bu bölgeden Anadolu içleri ne nakletmeyi daha uygun bulmuş olmalıdırlar. A r t u k B e y ’ in de geri çağrılmış olması, soylarının yüceliği bakımından onlara herhalde Anadolu’da bulunan Türk men gurupları üzerinde mutlak bir hâkimiyet kurmak fikri vermiş idi. Ancak yi ne de S ü l e y m a n ş a h , Anadolu’ya girdikten sonra muhtemelen Konya civarında harekâtta bulunmuş, bu şehri ve yakınındaki Gâvele (Gevele) kalesini almıştı (Tak riben 1075). Böylece Kutalmışoğulları da, Büyük Selçuklu Devletini kuran amcazâdeleri gibi, bir devlet kurmak yolunda, yani Türkiye Selçuklu Devleti’nin kuruluşunu gerçekleştirmede ilk adımlarını attılar. Kutalmışoğulları, daha son ra batı yönünde fetihlere devam ettiler ve bu arada Bizans’da sürüp giden taht mücadelelerinden geniş ölçüde yararlandılar. Böylece İzmit ve çevresi Selçuklu ların eline geçti. Çok geçmeden S ü l e y m a n ş a h , İznik’i de fethedip burasını başkent yapmak suretiyle Türkiye Selçuklu Devletini kurmayı başardı (1075). Ancak bu devlet Büyük Selçuklu Devleti’ne tâbi bir durumda idi. Fakat çok geçmeden sultan M e l i k ş a h , bu duruma müdahale etti. Sultanın Kutalmışoğulları’nin Ana dolu’da yerleşmekte oluşlarını dikkatle izlediği anlaşılıyor. Amcası K a v u r t ’ un isyanından ve öldürülmesinden (1073) sonra, M e l i k ş a h ’ m sıkı bir merkezi yetçi devlet siyaseti izlediği muhakkaktı. Fakat bu merkeziyetçi yönetime karşı iki yönde, Suriye ve Anadolu’da gelişmeler oluyordu. Suriye’de A t s ı z fazlaca kuv vetlenince sultan M e l i k ş a h , kardeşi T u t u ş ’ u oraya göndermişti. A t s ı z ’ m T u t u ş tarafından ortadan kaldırılmasıyla Suriye bu suretle itaat altına alınıyor du (1079). Sultan M e l i k ş a h , aynı şekilde Anadolu’yu kendi yönetim ve itaati altına almak için harekete geçti ve buraya emîr P o r s u k ’ u gönderdi. Emîr P o r s u k ,
SELÇUKLU D E V LETLE R İ TARİH İ
91
yapılan bir savaşta (veya yaptığı teke-tek vuruşmada) M a n s u r ’ u öldürmüş, fa kat başkaca bir sonuç elde edemeden geri dönmek zorunda kalmıştı. Ağabeyinin ne şekilde olursa olsun ortadan kalkmasından sonra S ü l e y m a n ş a h , bir süre daha Bizans ile işbirliğinde bulundu. Emîr P o r s u k ’ un ona karşı bir şey yapa mamış olmasında belki de Bizans’ın desteğini görmüş olması da rol oynamıştır. Türk fetihleri 1079/1080 yıllarında Marmara ve Karadeniz sahillerine kadar uza mış, bir yandan da Ege Denizi kıyılarına ulaşmıştı. Ancak Bizans da tahi asıkı kumandanların isyanlarının bir türlü sonu gelmiyordu. Bundan yararlanan S ü l e y m a n ş a h , devletinin sınırlarını genişletme fırsatı buldu. A l e k s i o s K o m n e n o s (1081-1118)’un tahta geçmesi S ü l e y m a n ş a h ’ ı Bizans’a karşı daha serbest ve kaygısız davranmaya şevketti. Çünkü yeni impara tor ile aralarında hiç olmazsa önceden bir ittifak mevdut değildi. Bu sebeple Türkler, artık Boğaziçi sahillerine kadar ilerlediler, buradan geçen gemilerden haraç almak üzere karakollar kurdular, imparator A l e k s i o s , önce İstanbul şehrine rahat bir nefes aldırmak maksadıyla küçük gemilerle Boğaz sahilinde bulunan Türk karargâhlarına korsan baskınlar düzenletti ve bunları geri çekilmeye zorla dı. Fakat A l e k s i o s ’un Balkanlardaki durumu hiç de iyi değildi. O, Bal kanlardaki Peçenek ve Norman tehlikesini ortadan kaldırmak amacıyla S ü l e y m a n ş a h ile anlaşmayı yeğledi (1081). Böylece batıda sınırlarım hemen hemen İstanbul civarına kadar uzatmış bulunan S ü l e y m a n ş a h , Anadolu ’nun iç taraflarında muhtelif Türkmen kütlelerinin harekâtına müdahale etmek, özel likle başşehirleri İstanbul ile ilişkileri kesilmiş, güney ve güney-doğu şehirleri ile uğraşmak için serbest kalmış bulunuyordu. Nitekim S ü l e y m a n ş a h , gözlerini Güney-doğu Anadolu’ya çevirdi. Süleym anşah’ m Ölümü
S ü l e y m a n ş a h , bundan sonra güneye doğru yürüdü ve Tarsus’u kuşata rak aldı (1082/83.) Ertesi yıl Türkiye Selçuklu hükümdarı Adana, Misis ve Anazarba olmak üzere, hemen bütün
Çukurova’yı
fethetti.
Böylece Ermeni
P h i l a r e t o s ’ un îoroslar’dan Urfa’ya kadar kurmuş olduğu devletin batı kıs mı Selçukluların eline geçmiş oldu. Bundan sonra sıra Antakya’ya geldi. Çok es ki devirlerden beri Suriye’nin en önemli şehri ve merkezi olmuş bulunan bu büyük şehre gözünü diken sadece S ü l e y m a n ş a h değildi. Haleb’i ele geçirmiş bulu nan Selçuklu vasalı Ş e r e f ü d d e v l e M ü s l i m ve melik T u t u ş da Antakya ’nin fethini amaç edinmişlerdi. Sonuç olarak Antakya 12 Aralık 1084’de S ü l e y m a n ş a h tarafından fethedildi. Şehrin iç kalesi ise bir ay daha direndik ten sonra 12 Ocak 1085’de S ü l e y m a n ş a h ’ a teslim oldu. Ancak S ü l e y m a n şah’ m Antakya şehrini almakla, hem Ş e r e f ü d d e v l e M ü s l i m , hem de me lik T u t u ş ile mücadele etme durumuna gelmişti, ilk savaşta Ş e r e f ü d d e v 1 e , bozguna uğrayarak öldürüldü. S ü l e y m a n ş a h , buradan Haleb üzerine yürüyerek şehri kuşattı. Antakya’nın zabtından sonra Ş e r e f ü d d e v l e ’ nin or tadan kaldırılması ve Haleb’in kuşatılması, artık S ü l e y m a n ş a h ile Büyük Sel
ALİ SEVİM —ERDOĞAN M ERÇİL
92
çuklular arasmdaki mücadeleyi ön plana geçirmişti. Ş e r e f ii d d e v 1 e 1nin Haleb'de bıraktığı emîr Ş e r i f E b û A l i H a ş a n , Haleb'' i savunurken, bir yan dan da sultan M e l i k ş a h ’ a ve melik T u t u ş ’ a mektuplar yazmış ve yardım is temişti. S ü l e y m a n ş a h ,
bütün kuvvetleriyle Haleb önüne geldiği sırada,
T u t u ş 1 un da harekete geçtiği haber alındı. A r t u k B e y de bu sırada T u t u ş ’ un yanında bulunuyordu. Onun kuvvetleriyle takviye edilmiş olan T u t u ş , ffaleb’v üç mil uzaklıkta bulunan A yn useylem ’de 5 Haziran 1 0 8 6 ’da S ü l e y m a n ş a h ’ m ordusu ile savaşa tutuştu. İki Türk ordusu arasındaki bu sa vaşın sonucunu, Ç u b u k
B e y ve Türkmenler tayin ettiler. Bunlar, S ü l e y m a n
ş a h ’ dan ayrılıp T u t u ş tarafına geçtiler. S ü l e y m a n ş a h savaşı kaybettiğini görünce intihar etti (Ayrıntılı bilgi için bk. Türkiye Selçukluları). Ebulkasım ve Büyük S elçuklular
S ü l e y m a n ş a h , Antakya’yı feth için yola çıkarken başkent İznik’te E b u 1 k a s ı m adında bir Türk beyini bırakmıştı. Antakya’nin fethi sırasında K a r a t e k i n adında bir Türk beyi, Karadeniz kıyısında Sino/j’u fethetti (1085 başı). Ancak S ü l e y m a n ş a h ’ ın ölümünden istifade eden imparator A l e k s i o s ’ un Türklerin eline geçmiş olan Karadeniz sahil şehirlerini geri almıştı. İmparator A l e k s i o s , sultan M e 1 i k ş a h ’ ın gönderdiği Ç a v u ş (veya S i y a v ü ş ) adındaki elçisini kandırarak kendi tarafına çekti. Nitekim Ç a v u ş , M e l i k ş a h ’ ın mek tubunu göstererek K a r a t e k i n ’ i Sinop’u terk için ikna etmişti. Böylece Sinop, yeniden Bizans’a teslim edildi. S ü l e y m a n ş a h ’ ın ölüm haberi, onun çeşitli böl gelere atamış olduğu Türk beylerinin bağımsız hareket etmelerine sebep oldu. Bun lardan devlet başkenti İznik’i elinde bulundurduğu cihetle en nüfuzlusu E b a 1 k a s ı m idi. Becerikli ve sonde recede haris olan E b u l k a s ı m , bundan sonra Marmara kıyılarına akınlar yapmaya başladı. O, kardeşi E b u l g a z i ’ yi de Kayseri ve çevresine vali olarak atamıştır. Sultan M e I i k ş a h ise İznik’i itaat altına almak üzere, emîr P o r s u k kumandasında 50 bin kişilik bir kuvvet gön dermişti. Emîr P o r s u k ’ un Anadolu içinde bağımsız davranan muhtelif Türk beylerini itaat altına aldıktan sonra Iznik’e yaklaşmakta olduğu sıralarda, impa rator A l e k s i o s , E b u l k a s ı m ’ a haber göndererek onu İstanbul a davet etti. Bizans imparatoru, İznik hâkimi E b u l k a s ı m ile P o r s u k ’ a karşı bir ittifak yapmak isteğinde görünüyordu. Aslında o, Türkleruı elinde bulunan İzmit’ i ele geçirmek istiyordu. E b u l k a s ı m , İsianbul’da iken, Bizanslılar İzmit ’i kontrol altında tutabilecek bir kale inşa etmeyi başardılar. Kalenin inşası bittikten sonra A l e k s i o s , E b u l k a s ı n ı ’ a pek çok hediyeler vererek İznik ’e uğurladı. E b u 1k a s ı m , olan biteni öğrendiği zaman kadere boyun eğmek zorunda kaldı. Çünkü bu sırada emîr P o r s u k artık İznik önünde görünmüştü ve E b u l k a s ı m impa ratorun yardımına muhtaçtı. Emîr P o r s u k İznik’i üç ay kuşattı. Bizans impara torunun hareket şekline ve hilekârlığına çok içerlemiş bulunan E b u l k a s ı m , l}u süre içinde kendi imkânları ile P o r s u k ’ un kuvvetlerine karşı İznik’i koru du. Ancak sonuçta yardım istemek için imparatora başvurmak zorunda kaldı. İmpa
SELÇUKLU D E V LETLE R İ TARİHİ
93
rator A l e k s i o s , b u sırada batı yönünde Peçeneklere karşı büyük bir ölüm-kalım mücadelesi içinde idi. Onun bu cepheden ayıracak kuvveti yoktu, buna rağmen E b u l k a s ı m ’ a yardım zorunluluğunu duymuştur. Çünkü İznik P o r s u k ’ un eline geçecek olursa burasını Büyük Selçuklu Devleti’nden kurtarıp almak he men hemen imkânsız gibi idi. Bu nedenle o, yeniden bir hileye başvurdu. O, pek küçük bir kuvveti bunlara imparatorluk sancakları ve süslü alâmetler vermek su retiyle E b u l k a s ı m ’ a yolladı. Bu yardım yoluyla P o r s u k ’ u geri çekilmeye zorlamayı ve imkân olduğu takdirde de İznik’i kendi adına zabtetmeyi umuyor du. Bu küçük Bizans kuvveti muhtemelen deniz yönünden şehre girdi, imparator amacının ilkine ulaştı. Bizanslılar surlar üzerine çıkıp imparatorluk sancak ve alâmetlerini göstererek savaş naraları atmaya başlayınca P o r s u k , imparatorun bizzat geldiği düşüncesiyle kuşatmayı kaldırmayı uygun buldu. İznik bu suretle kuşatmadan kurtulunca, yardıma gelen Bizans kuvvetleri, sayıları pek az olduğu ve E b u 1 k a s ı m , henüz tamamiyle kuvvetten düşmemiş bulunduğu için impa ratorun planının ikinci evresini gerçekleştiremeyeceklerini anlayarak geri dön meyi yeğlediler. Öte yandan emîr P o r s u k ’ un başarısızlığı üzerine sultan M e l i k ş a h ’ m İznik’in zaptından vazgeçmediği ve buraya kıymetli kumandan larından emîr B o z a n ’ ı gönderdiğini görüyoruz. Nitekim emîr B o z a n , İznik önüne geldi, şehri saldırıyla zabt etmek için birbiri arkasına yaptığı girişimler, E b u l k a s ı m ’ m şiddetli savunması ve imparatordan istediği yardımı elde etme si sayesinde bir türlü sonuç vermedi. Emîr B o z a n , böylece İznik’i zabt edeme yeceğini anladığı zaman kuşatmayı kaldırarak karargâhını Ulubat yakınında bulunan Lampe ırmağı kenarına nakletti. E b u 1 k a s ı m ’ın bu sıralarda artık ba ğımsız olma imkânının yok olduğunu farkettiği anlaşılmaktadır. Bu sebeple o, doğ rudan doğruya sultan M e l i k ş a h ’a başvurarak İznik’te onun valisi sıfatıyla kalmayı ümit ederek büyük hediyeler hazırladı ve kardeşi E b u l g a z i ’ yi İznik^de yerine vekil bıraktıktan sonra İsfahan’a gitti. E b u l k a s ı m , bütün rica ve ısrar lara rağmen M e l i k ş a h tarafından huzura kabul edilmemiş ve kendisine Ana dolu işinde tam yetki verilmiş olan B o z a n ile anlaşması bildirilmiştir. Böylece amacına ulaşamayan E b u l k a s ı m , uzun bir süre bekledikten ve ıztırap çektik ten sonra B o z a n ’ ı bulmak için harekete geçti. Ancak yolda emîr B o z a n ’ ın gönderdiği 200 kişilik bir birlik tarafından yakalanarak kendi yayının kirişiyle boğduruldu (Muhtemelen Eylül/Ekim 1092). Sultan M e l i k ş a h , B o z a n ’ ı İznik’e doğru gönderdiği sırada, kendisiyle ittifak yapmak üzere, Bizans imparato runa başvuruda bulunmuştu. Ayrıca imparatorun kızlarından birini oğullarından birine istemişti. Sonunda imparator A l e k s i o s ’ da Selçuklu Sultanı’na bir elçi heyeti gönderdi, fakat bunlara verdiği talimatta müzakereleri uzatarak M e l i k ş a h ’ ı oyalamalarını bildirmişti. Ancak bu heyet, daha yolda iken M e l i k ş a h ’ın ölüm haberini aldı ve bu nedenle geri döndü. Kafkasya harekâtı .
M e l i k ş a h ’m tahta geçtiği ilk zamanlarda, Gence ve Dovin Şeddadîler’in den I I I . F a z l , babası I I . F a z l ’ a isyan ederek emîrliği ele geçirmişti
94
ALİ S E V İM -E R D O Ğ A N MERÇİL
(1073/1074). Sultan M e l i k ş a h , onun ismen varolan tâbiliğini daha sağlamlaş tırmak gereğini düşünmüş, bu amaçla da Bâbül-ebvâb (Derbend) ve Erran’ı ku mandanlarının en büyüklerinden olan S a v t e k i n ’ e ıkta etmişti. Emîr S a v t e k i n , beraberinde bir Türk kuvvetiyle o bölgeye gitti (1075). I I I .
Fa z 1,
ülkesini pek teslim etmeye istekli görünmüyordu. S a v t e k i n , onun üzeri ne yürüdüğü zaman, Türkler karşısında kendini savunamayacağını anlaya rak Gence ve Erran’ı teslim etmekten başka çare bulamamıştı, Türkler, Erran ül kesinin bütün ova, nahiye ve kalelerine yerleşirken, S a v t e k i n de Gence valisi olmuştu; III.F a z l a ise Gürcan’daki Esterâbad şehri ıkta edilmiştir. Emîr S a v t e k i n ise naibi A h m e t ’ i sultan M e l i k ş a h 1 ın elçisi olarak Bâb’a gönderdi. Selçuklu elçisi, sultanın uç bölgesini S a v t e k i n ’ e ıkta ettiğini ve minberlerde hutbenin sultandan sonra onun adına okunacağını bildirdi (Aralık 1075). Bu su retle dört ay hüküm sürmüş olan Bâb emîri M e y m u n ’ un emirliği bırakmak mec buriyetinde kalmasıyla bu bölgede gerçek bir Selçuklu hâkimiyeti başlamış oldu. Öte yandan Ş i r v a n ş a h F e r i b u r z da Bâb’ı ele geçirmekten ümidini kesmiş ve Selçuklulara yıllık vergi ödeyen bir vasal durumuna getirilmişti. Bu sefer sıra sında Hazarlardan arta kalan topluluklar, Şirvan tarafına gelerek Selçuklulara tâbi oldular. S a v t e k i n de bunları, bu bölgede Kahtan adında bir kasaba yaptı rarak, yerleştirmişti(1076). Emîr S a v t e k i n , bir süre sonra beraberinde Dovin ve Dmanis Müslüman emirleri olduğu halde Gürcü Kralı I I . G i o r g i (1072-1089) üzerine yürüdü ise de Phartzkhis yakınında yapılan savaşta yenilerek geri çekilmek zorunda kalmış tı. S a v t e k i n ’ in Gürcüler karşısında başarısızlığa uğraması sultan M e l i k ş a h ’ın bizzat Gürcistan’a gelmesine sebep oldu (1078/1079). Sultan, Somhet bölgesini istilâ ettikten sonra Şamşvilde’yi zabt ederek buranın kumandanı L i p a r i t ’ in oğlu Yo a n e ’ yi tutsak aldı ve Kafkasya işlerini düzenledikten sonra S a v t e k i n ’ e takviye kuvvetleri bırakarak geri döndü. S a v t e k i n , yeni kuvvetlerle tekrar Gür cülere karşı harekete geçerek Şamşvilde ovasına girdi; fakat Gürcü, kralı I I . G i o r g i , bu kez de onu Phartzkhis yakınında mağlup etmişti. Bunun üzerine sultan M e l i k ş a h , işleri düzene koyması için Türkmen emirlerinden A h m e t ’ i bu böl geye gönderdi. Emîr A h m e t ,
Gürcü kralını ağır bir yenilgiye uğratmış ve Kars’ı
kesin olarak Türk hâkimiyeti altına alarak bu bölgede düzeni sağlamıştı(1080). Ayrıca E b û Y a k u b i l e l s a B ö r i adlarındaki emirler, beraberlerindeki Türk menlerle Şavşat, Acara, Karthili, Ardanuç, Kütayis ve yörelerine hâkim oldular. Ertesi yıl, bu Türk kuvvetleri Çoruh vadisine kadar ilerlediler, hattâ Trabzon’u da ele geçirdiler, ancak Bizanslılar bu şehri tekrar geri aldılar. Ote yandan önce kral G i o r g i , sonra da Kakheth kralı A g s a t h a n , İsfahan’da bulunan sultan M e l i k ş a h ’ ın huzuruna giderek bağımlılıklarını tekrarladılar. Emîr S a v t e k i n ise bir süre daha bu bölgede kaldı. Sultan M e l i k ş a h , daha sonra 1083 yılı sonunda onu i"Emîrül hâc ve Küfe Emîri” atamıştır. S a v t e k i n , Bağdat’a geldiği zaman, halife M u k t e d î tarafından huzura kabul edildi. Halife, S a v t e k i n ’ e hil ’at giydirmiş ve ihsanlarda bulunmuştur. S a v t e k i n , hastalanınca hiç
SELÇUKLU D E V L E T L E R İ TARİH İ
95
vakit geçirmeden Bağdat’tan İsfahan’a gitti ve orada öldü (Eylül/Ekim 1084). Sultan M e l i k ş a h , S a v t e k i n ayrıldıktan sonra Erran bölgesinin yönetimini Y â k u t î ’ nin oğlu K u t b e d d i n İ s m a i l ’ e verdi. K u t b e d d i n İ s m a i l , aynı za manda Azerbaycan valisi idi. Bu sıralarda Erran’daki bu yönetim değişikliğinden yararlanan Şeddadt emîri I I I . Fa z l , isyan etti. Bu durum, sultan M e l i k ş a h ’m tekrar Kafkasya’ya yeni bir sefer yapmasına sebep oldu(1086). M e l i k ş a h ’ ın bu seferi sırasında birçok şehir, Selçuklulara tâbi olduklarını bildirdiler. Selçuk lulara itaatini tekrarlayanlardan biri Anı emîri E b u l f a z l M i n û ç e h r idi. Ş i r v a n ş a h F e r i b u r z d a itaatini bildirerek, yılda 70 bin altın vergi ödemeyi kabul etmişti. Sultan M e l i k ş a h , Şeddadîlerin hâkimiyetindeki Gence’nin zabtı ve I I I . F a z l ’ ın cezalandırılması görevini, emîr B o z a n ’ a verdi. Emîr B o z a n , şiddetli bir kuşatmadan sonra Gence’yi ele geçirdi ve I I I .
F a z l ’ ı tutsak aldı.
Bu sefer sırasında Bizans elçisi “ hâzineleri doldurup taşıran ve muhasipleri şa şırtan birçok mallar ile” sultan M e l i k ş a h ’ tan âmân dilemeye gelmişti. Sultan daha sonra Karadeniz sahiline kadar harekâtını sürdürmüştür. Bir süre sonra bölge halkının vergiler nedeniyle baskı altında tutulması üzerine Anı Ermeni Patriği B a r s e g , sultan M e l i k ş a h ’ ın yanına gitmeye karar verdi. Ayrıca o, sultan dan P h i l a r e t o s ’ un işe karışmasıyla dörde çıkan Ermeni Patrikliği ’nin duru munun düzeltilmesi için de istekde bulunacaktı. Patrik B a r s e g , b eraberin d e prensler ve din adamlarından oluşan bir heyetle Isfahana gitti. O, sultana hediye olarak onbin altın ve gümüş ile kıymetli kumaşlar götürmüştü. M e l i k ş a h , hu zuruna kabul ederek ona iltifatlarda bulundu ve arzularını yerine getirdi. Sul tan, bütün kilise, manastır ve din adamlarını vergiden muaf tuttu. Bu hususta ve Ermeni Katolikosluğunun tek bir makamda temsil edilmesi hakkında fermanlar verdi(1090). Ayrıca bu işlerin yerine getirilmesini kontrol görevini, Azerbaycan meliki K u t b e d d i n İ s m a i l yürütecekti. İ s m a i l bu görevi gereği gibi yerine getirmiş olmalı ki, Urfalı M a t e o s tarafından “ Bu İ s m a i 1 iyi ve ç o k m erha metli ve imar edici bir şahıstı” şeklinde övülmektedir. AHSA VE BAHREYN KARMATİLERİ K içk in e'n in seferi
IX-XII. yüzyıllar arasında, Islâm âleminde, eşitlik esasına dayanarak geniş bir sosyal, ıslahat ve adalet hareketlerinin savunucu ve uygulayıcıları olarak or taya atılan Karmatiler, özellikle kalabalık çiftçi kitleleri arasında geniş ve etkili propagandalara girişerek bazı halk kitlelerinin kendilerine katılmalarını sağla mak suretiyle kuvvetlenmişlerdi. Daha sonra onlar, Horasan, Suriye ve Yemen’de propaganda merkezleri kurduktan başka, Ahsa’da 899 yılında, bağımsız bir dev let kurarak Bağdat Abbasî Halifeliğiyle uzun yıllar süren mücadelelerde bulun muşlardı. Bunun üzerine halife M u k t e d i B i e m r i l l a h , Büyük Selçuklu Devleti sultanı M e l i k ş a h ’a başvurarak “ isyan halindeki Ahsa Karmatilerine karşı” yardım isteğinde bulundu. Halifenin bu başvurusu üzerine sultan, saray
96
ALİ SE V İM -E R D O Ğ A N MERÇİL
erkânından hâcip K i ç k i n e ’yi Ahsa Karmati seferi için görevlendirdi. Derhal harekete geçen K i ç k i n e , hizmetinde bulunan I b n ü z z e r r a d aracılığıyla, bu sıralarda (1075) Katif ve Oval (Bahreyn) adası emîri bulunan Y a h y a b i n A b b a s ’la ilişki kurup, düzenleyeceği sefer için ondan “ destek ve yardım” sözü aldı. Ayrıca K i ç k i n e , bu sırada Bağdat Selçuklu askerî valisi (Şıhne) bulunan,-özel likle bedevi Arap kabileleri üzerinde etkili olup sözü geçen S â d u d d e v l e G e v h e r â y i n ve ilerigelen Arap kabile reislerinden İ b n M u h a r i ş ’ten de “ destek” vaadi aldı. Bunun üzerine başkent İsfahan’dan Basra’ya gelen K i ç k i n e , daha önce, buraya gelmiş bulunan Ibn M u h a r i ş ’ in temsilcisi G u d a f e l - B e d e v i v e l b n ü z z e r r a d ’la buluştu. Aralarında yapılan antlaşmaya göre, “ Sefer sıra sında elegeçirilecek olan ganimetlerin onbirde birer hissesi halife ve sultana, ara larında bölüşmek üzere,
onbirde bir
hissesi vezir
Nizamülmülk
ve
S â d u d d e v l e G e v h e r â y i n ’e, geri kalan sekiz hisse de dörder hisse halin de, K i ç k i n e i l e l b n M u h a r i ş ’in adamlarına verilecekti” . Çok geçmeden, daha önce yapılan antlaşma gereğince, G e v h e r â y i n ’ i n Basra’ya gelmesi üze rine, K i ç k i n e , I b n ü z z e r r a d ve G u d a f e l - B e d e v i , mancınık ve çeşitli silahlarla donattıkları küçük bir orduyla Katif’e hareket ettiler. Bir süre sonra kalabalık Kays ve Kubaş kabileleri, onlara karşı yağma saldırılarına başladılar; yapılan çarpışmalarda, önce Araplar, fakat daha sonra K i ç k i n e ’nin kuvvetleri üstünlük sağlayarak savaşı kazandılar. K i ç k i n e , aralarındaki çocuk ve kadın ların da bulunduğu tutsakları ait oldukları kabilelere şartsız olarak geri gönder di. Buna sonderecede sevinen Kays ve Kubaş kabile reisleri, K i ç k i n e ’ye teşekkürlerini bildirdikten başka, değerli armağanlar gönderdiler ve “ Karmati seferi için kendisinin hizmetine gireceklerini” bildirdiler ve ayrıca 500 atlı kuv veti de onun emrine verdiler. Böylece kuvvetleri daha da artan K i ç k i n e ve müt tefikleri, K atif e yaklaştıkları sıralarda, kent emîri Y a h y a b i n A b b a s ’a “ Karmatilerle mücadele amacıyla kuvvetleriyle birlikte gelmekte olduklarını” bildirdiler. Fakat bu haberi iyi karşılamayan emîr Y a h y a , başkumandan duru munda bulunan K i ç k i n e ’ye tehdit dolu şöyle bir cevap gönderdi: “ Daha önce İ b n ü z z e r r a d aracılığıyla yaptığımız antlaşmaya göre, sultan, bana sadece 200 atlı gönderecekti; ben de bunları kendi askerlerim gibi yönete cek ve onlara, kendi arzuma göre kumanda edecektim; yoksa ben, sultandan ‘ Ba şında kumandam bulunan bir ordu’ istemedim. Ey hâcip, ben, seninle hiçbir zaman Karmati mücadelesinde işbirliği yapamam, eğer seninle birleşip işbirliği yapacak olursam kendimi burada güvencede göremem. Çünkü sen, Kays ve Kubaş kabile leriyle savaşmak suretiyle çok fena bir iş yaptın, bu yüzden onlar, artık ne sana ne de bana güvenebilirler; ayrıca böyle yapmakla benim şerefimle de oynamış ol dun. Sen, şimdi, etrafı düşmanlarla çevrili bir orman içinde kuşatılmış olan bir arslana benziyorsun. Senin için artık burada kalmak, veya geri dönmek imkân sızdır. Eğer bana, buyruğun altındaki kuvvetleri verirsen senin Basra’ya sağ, sa lim geri dönmeni sağlarım. Ben de bu kuvvetlerle Ahsa’ya Karmatilere karşı saldırıya geçer, burasını aldıktan sonra Halife ve Sultan adına hutbe okutur ve
SELÇUKLU DEVLETLE R İ TARİHİ
97
her yıl da düzenli olarak vergi öderim. Benim bu önerime razı olmaz da Karmati seferini kumanda etmek istersen işte çöl, istediğin yere gidebilirsin” . Böylece emîr Y a h y a , daha önce yapılan antlaşmayı bozmuş oldu. K i ç k i n e ile emîr Y a h y a arasında birkaç kez mektup ve cevaplar gönderildi ise de bir anlaşma olmadı ve çok geçmeden, aralarında yapılan savaşta, Y a h y a yenilgiye uğratıldı. Bununla birlikte o, Kays ve Kubaş kabileleriyle ilişki kurup, antlaşma yaparak K i ç k i n e ’ nin ordusuna ait, içinde yiyecek maddelerinin de bulunduğu bütün ağırlıkları yağ ma ettirmeyi başardı; ayrıca çok geçmeden, zayıf bir duruma düşen K i ç k i n e kuvvetlerine ani bir baskın yaparak onları çöl içlerine kaçmak zorunda bıraktı. Böylece K i ç k i n e ve müttefiklerinin askerleri dağıldı, sonunda onlar, bin bir güçlükle ve sıkıntı içinde, perişan ve yorgun bir halde, Basra'ya ulaşabildiler. Böy lece K i ç k i n e ’nin komutasındaki Ahsa Karmatilerine karşı düzenlenen sefer, Katif emîri Y a h y a b i n A b b a s ’ ın olumsuz tutum ve davranışları sonunda, K i ç k i n e ile anlaşmazlığa düşüp savaşması sebebiyle, başarılı olamamış ve dolayısıy la Karmatilerle mücadele yapılamamıştır. A rtuk B ey ’ in seferi
Bu başarısız seferden çok geçmeden Ahsa’nın güney ucundaki Uyûn ilçesi emîri ve Karmatilerle başarılı mücadelelerde bulunan A b d u l l a h b i n A l i , vezir N i z a m ü l m ü l k aracılığıyla, sultan M e l i k ş a h ’a başvurup “ Kendisine yar dım edildiği takdirde Karmatilerle mücadeleye devam edeceğini, Ahsa ve Bah reyn’de Abbasî Halifeliği ve Selçuklu Sultanlığı adlarına hutbe okutacağını” bildirdi. A b d u l l a h ’ın bu önerisini olumlu karşılayan ve bu kez, Karmatilere ağır bir darbe vurulup, onların kesin olarak itaat altına alınmalarını isteyen sul tan M e l i k ş a h , Hulvan (Lûristan) Selçuklu valisi A r t u k B e y ’ i, ikinci Kar mati seferini yapmakla görevlendirdi. Sultanın buyruğunu alan A r t u k B e y , kardeşi A 1 p k u ş ve yedi bin kişilik bir Türkmen atlı kuvvetiyle Hulvan’dan ha reket edip, bir çöl seferi için gerekli olan, özellikle deve ve yiyecek maddelerini sağlamak amacıyla, Basra’ya geldi. Şehre sokulmayan ve dolayısıyla istediği şey leri elde edemeyen A r t u k B e y , “ Ben, sizinle savaş için buraya gelmedim, ge rekli yiyecek ve develeri aldıktan sonra Ahsa'ya gitmek üzere, buradan ayrılacağım, aksi takdirde, bunları zorla almak niyetindeyim” dedi. Bunun üzerine Basra ilerigelenleri, A r t u k B e y ’ in istediği yiyecek ve diğer ihtiyaçların büyük bir kıs mını ona verdiler. Bunun üzerine A r t u k B e y , Ocak 1077’de, daha önce Selçuklu kuvvetlerine karşı savaşan Y a h y a b i n A b b a s ’ın yönetimindeki K a tif e hare ket etti. İlk seferde Selçuklu kuvvetleri komutanı K i ç k i n e ’ ye karşı cephe alıp savaşmasının karşılıksız kalmayacağını düşünen emîr Y a h y a , A r t u k B e y ’ in kalabalık kuvvetlerle yaklaşmakta olduğunu haber alır almaz derhal şehri bo şaltıp Bahreyn adasına kaçtı. Öte yandan hiçbir direnişle karşılaşmadan K a tif i ele geçiren A r t u k B e y , buradan Ahsa’ya giderek A b d u l l a h b i n A l i ile savaşmakta olan Karmatileri kalelerinde şiddetle kuşatmaya başladı. Selçuklu kuv vetlerinin de A b d u l l a h ile birlikte kuşatmaya katılması üzerine, yiyecek ve özel
ALİ SEVİM —ERDOĞAN' MERÇİL
93
likle susuzluk bakımından çok güç durumlara düşen Karmatiler, A r t u k B e y ’e başvurarak barış isteğinde bulundular. Her iki taraf arasında yapılan görüşmeler sonucunda Karmatilerj A r t u k B e y ’in şu önerilerini kabul etmek zorunda kaldılar: 1 — Ahsa'da, Fatımîler adına okuttukları şiî hutbesini kaldırıp, Abbasî Hali feliği ve Selçuklu Sultanlığı adına sünnî hutbesi okutmak. 2 — Savaş tazminatı olarak 10 bin altın ödemek. 3 — Bu parayı sağlayabilmek için kuşatmanın bir süre kaldırılması. 4 — Bu şartlara uyacaklarını göstermek amacıyla, A r t u k Karmatilerden 13 rehinenin verilmesi.
B e y ’e ilerigelen
Böylece A r t u k B e y , kendisine teslim edilen rehineleri aldıktan sonra ant laşma uyarınca, kuşatmayı kaldırdı. Bu arada A r t u k B e y , Bahreyn adasına geçerek buradaki Karmatileri ve dolayısıyla Y a h y a b i n A b b a s ’ ı da itaat al tına almayı başardı. Ote yandan kuşatmanın kaldırılmasını fırsat bilen Ahsa Kar matileri, antlaşma şartlarını btfzarak yakın yörelerde bulunan bahçelerdeki gizli depolarından bol miktarda yiyecek maddelerini süratle kalelerine naklederek ye niden direnişe geçtiler. Onların bu hareketleri üzerine A r t u k B e y , derhal ye niden harekâta başlayarak Karmatileri daha sıkı bir kuşatma altına aldıktan başka, onların yiyecek maddeleri sağlayabilecekleri köyleri kontrol ve denetim altında tutmuş ve aldığı diğet önlemlerle de bu köylerden yiyecek maddelerinin dışarıya çıkartılmasını önlemiştir. Böylece Karmatiler, kalelerinde âdeta hapsedilerek özel likle yiyecek bakımdan çok güç bir duruma getirilmişler ve dolayısıyla direnme güçleri de ciddi olarak tükenmeye yüz tutmuştu; nerdeyse teslim olma girişimin de bile bulunacaklardı. Fakat bu sıralarda, bu bölgenin dayanılmaz sıcakları kar şısında, yurtlarına dönme eğilimi gösteren ve bu yüzden aralarında huzursuzluk başgösteren Türkmen askerlerinin başvurusu sonucunda A r t u k B e y , A b d u l l a h b i n A l i ile yaptığı antlaşma gereğince, ona kardeşi A 1 p k u ş ’ un kumanr dasında 200 atlı bırakmış ve “ Yeniden gelerek Karmatileri tamamen sindirip, teslime mecbur edeceğini” bildirmiştir. A r t u k B e y , geri kalan Türkmen atlı larıyla Basra'ya., buradan da Bağdat’a gitti. Çok geçmeden halife K a a i m B i e m r i l l a h ’ın Divanı’ na çıkarak hilâfet ilerigelenlerine “Ahsa ve Bahreyn'deki Karmatilere karşı giriştiği başarılı mücadeleleri” anlatmış ve “ Yeniden dönerek Ahsa’yı onların hâkimiyetinden tamamen kurtaracağını” bildirmiştir. Durumun arzedilmesi üzerine halife, bizzat kendisinin de katıldığı bir Divan toplantısında okunmak üzere, A r t u k B e y ’ in Karmatilere karşı sürdürdüğü başarılı müca delelerine teşekkür nişanesi olarak bir ferman (tevki) yazılmasını emretti. Bugün elimizde bulunan bu fermanın Türkçe çevirisini aynen veriyoruz. “ Rahman ve Rahim (olan) T a n r ı adıyla (başlarım). Hamd, güzellik ve zerafette tek, kudret ve yücelikte eşsiz, hakkın peygamberliği ve dini için seçilen, ya ratıkların soyca en saygın, rütbe ve mevki bakımından en şereflisi, müşrikler istemese bile bütün dinlere üstün gelmek için Tanrı’nın onu hak din ve hidayetle
SELÇUKLU D E V LETLE R İ TARİH İ
99
gönderdiği Arap Peygamber, peygamberlerin efendisi, şeçkin kulların sonuncu sunun - salât ve selâm üzerine olsun-nûru ile insanları şirkin karanlıklarından kurtaran Tanrı içindir. Abbasoğullarındam hidayete ermiş reşid halifelerle (Hülefâyi Râşidîn) İslâ mî güçlendiren T a n r ı ’ya hamdolsun. T a n r ı onlarla, şirk ve kötülüğü yok etti; onlara dost olmayı, en büyük korku (kıyamet) gününde, kurtuluş vesilesi kıldı. Onlara itaat etmeyi, kendisine ve peygamberine itaat etmeye yakın kıldı. Aziz olan (Tanrı) dedi ki: ‘Allah’a, peygambere ve âmirlere itaat ediniz’. Böylece (itaati) Emîrülmü’mintn’e kadar götürdü (Emîrülmü’minîne dahi itaat edilmesini belirtti). Onun vârisleri, imamete sarılarak onu yücelttiler. Sapıkların kalpleri, onun gün lerinin izzeti ile korku ve telâşa düştü. Dostlarının bayrakları, hüküm sürdükleri yerde muzaffer oldu, fetihlerin onlara olan yardımı (Fetihler sayesinde onlara ula şan yardım) peşpeşe geldi. T a n r ı , Emîrül mü’minîn’e nimet versin ve devletini, övülmeye değer işlerden boş bırakmasın. Daha sonra T a n r ı ’nın elçisi-üzerine salât ve selâm olsun- dedi ki: C e b r a i 1, üzerinde, kara bir kaftan ve belinde, hançer gibi bir şey olduğu halde, bana geldi. Dedim ki; Ey C e b r a i l , onların (Müslümanların) yönetimi kimin elinde olacak? Dedi ki: Ey C e b r a i 1 , onların tebaası kim olacak. Dedi ki: Horasan’da kemer takanlar, toprak sahibi köylüler, Dokuz Oğuz Türkleri veya dağ halkından hançerliler olacak. Ben dedim ki: Ey C e b r a i l , A b b a s ’ m oğlu neye sahip ola cak? Dedi ki: Ey M u h a m m e d , o mahşer gününe kadar, çöl ve şehir halkına altına, Safa, Merve ve M eş’ar’a, ticarete, saltanata (taht ve taca) övünülecek şey lere ve dünyaya sahip olacak. ‘ Bu, T a n r ı ’ nın fazlıdır (Tanrı’ nın verdiği üstün lüktür), dilediğine verir’. Bilinsin ki, E k s ü k o ğ l u A r t u k ’ un halifenin hizmetinde olup ona itaat et mede bozguncu ve inkarcı Karmatilerle olan cihadında gösterdiği çaba, övülsün; ayrıca o, onların bu bölgedeki pisliklerini temizlemek, adlarını kökünden kazı mak ve (dolayısıyla) T a n r ı katında kazançlı çıkmak için, halifeyle birlikte sa vaşsın. Çünkü U lu T a n r ı diyor ki: ‘Onlarla savaşın; T a n r ı , onlara, sizin elinizle azap verip rezil edecek, sizi onlara karşı muzaffer kılıp (yardım edip) inanan kavmin gönlüne şifa verecektir.’ E k s ü k o ğ l u A r t u k , bütün işlerinde, halifenin kendisine duyduğu güven den destek alsın ve ömrü uzun olsun. ‘Allah sizi kendisinden sakındırıyor. O, kullarına karşı merhametlidir’ Ferman okunduktan sonra yer öperek halifeye teşekkür ve memnuniyetini arzeden A r t u k B e y ’e, halifeyi ziyaret eden devlet adamlarına verilen geleneksel armağanlardan başka Rüknüddin ve Zahîrüddin iinvanlarıyla birlikte hi’atler (özel giysi), eğeri işlemeli bir at ve üç tane misk verildi. Daha sonra Divan toplantısın dan ayrılan A r t u k B e y , Ahsa'ya dönmek üzere, Vasıt yoluyla Basra’ya gitti. A r t u k B e y ’ in Basra ve Bağdat’ta bulunduğu sıralarda Ahsa’da Karmati lerle mücadelelere devam edildi. Şöyleki:
100
ALİ SEVİM —ERDOĞAN MERÇİL
A r t u k B e y ’ in kuvvetlerinin büyük bir bölümüyle Ahşadan ayrılmasını fır sat bilen ve Arap Ezd ve Amir-Rebîa kabilelerinden de destek sağlayan Karmati ler, büyük bir saldırıya geçtiler. A l p k u ş ve A b d u l l a h b i n A l i ’nin kuvvetleriyle Beynerrahbeteyn yöresinde yapılan bir savaş sonucunda, Karmati ler, bir kez daha yenilgiye uğratıldılar ve barış isteğinde bulunup “ Kayıtsız şartsız” teslim olarak kalelerinden ayrılmak zorunda bırakıldılar. Bununla birlikte A b d u l l a h , A 1 p k u ş ve Türkmen atlılarını kaleye sokmadığı gibi, yenilgiye uğra tılan soydaşları Araplara sonderecede iyi davranışlarda bulunmuş ve alman tutsaklan salıvermiştir. Fakat buna rağmen çok geçmeden Karmatilerin kışkırt malarıyla yeniden harekete geçen Ezd ve Amir-Rebîa kabile kuvvetleriyle 1077 yılında, Ahsa'da Muhallem ve Süleysil çayları arasındaki yörede yapılan savaşta, A l p k u ş ve A b d u l l a h ’m taktik uyarınca, özellikle azgın develeri davul ve tram petlerle ürkütmeleri sonucunda, Karmatiler ve Amir-Rebia kuvvetleri bir kez daha yenilgiye uğratıldılar; çobanlarıyla birlikte çok sayıda at ve deve (4000 kadar) elegeçirildi, pek çok kadın ve çocuk da tutsak alındı. Böylece Karmatilere ve mütte fikleri olan bu iki Arap kabilesine, artık bir daha harekete geçemeyecekleri ağır bir darbe indirilmiş oldu. Fakat bununla birlikte A b d u l l a h b i n A l i , kaza nılan zaferlerde büyük roller oynayan A 1 p k u ş ve Türkmenlere karşı tutum ve davranışlarını değiştirdi, onları şiddetle izlemeye başlattı, kendisine karşı önlemler almaya çalışan A 1p k u ş ’u hapse attırdı ve kısa bir süre sonra da orada öldürttü; böylece Ahsa ve Bahreyn'de hâkimiyet ve yönetimi kendi tekelinde toplamış oldu. Bütün bu olayları, kendisine gönderilen bir ulak aracılığıyla Basra’da haber alan A r t u k B e y , 2000 kişilik bir Türkmen atlı kuvvetiyle yeniden süratle Ahsa’ya gelerek kalesine çekilip direnişe geçen A b d u l l a h b i n A l i ’yi şiddetle kuşattı. Bu sırada A b d u 11 a h ’ın baskısı altında ezilen birçok Arap emirleri, kuv vetleriyle birlikte A r t u k B e y ’in saflarında A b d u l l a h ’a karşı savaştılar. Ol dukça uzun süren bir kuşatma savaşı sırasında A r t u k B e y , A b d u l l a h ’a: “ Kardeşi A l p k u ş ’un kanının diyeti olarak büyük oğlu A li’yi kendisine teslim ettiği takdirde, kuşatmayı kaldırıp I s a ’dan ayrılacağını” bildirdi ise de A b d u 1 1 a h , buna yanaşmadı ve “ Oğlunu teslim edemeyeceğini, ancak A 1 p k u ş 1un ka nının diyeti için tespit edeceği para miktarının iki katını ödeyeceğini” A r t u k B e y ’e bildirdi; böylece iki taraf arasında herhangi bir anlaşma olmadı. Kuşatma savaşının yeniden başlayıp şiddetle sürdürüldüğü sıralarda, babasına yap tığı öneriyi haber alan A b d u 11 a h ’ m oğlu A l i , “ Ben, ülkem ve kabilem için canımı feda etmekten çekinmem” diyerek gizlice kaleden çıkıp A r t u k B e y ’e teslim oldu. Böylece A r t u k B e y ’in A b d u i 1 a h ile olan anlaşmazlığı da orta dan kalkmış oldu. Öte yandan esasen direnişleri artık kırılmış olan Karmatiler, A r t u k B ey ’ in bu ikinci seferi sonucunda, tamamen sindirilmiş ve dolayısıyla isyanları da sona ermiş oldu. Kuvvetleriyle birlikte Ahsa'dan ayrılan ve Basra yo luyla yönetim bölgesi olan Hulvaria gelen A r t u k B e y , sultan M e l i k ş a h ’a Karmati seferi hakkında geniş bilgi arzetmiştir.
SELÇUKLU DEVLETLE R İ TARİHİ
101
D iyarbakır ve çevresin in fethi
Güney-doğu Anadolu bölgesi, başta Diyarbakır (Amid) olmak üzere, sultan
T u ğ r u l B e y devrinden itibaren, Büyük Selçuklu Devleti’ne tâbi olan ve Mervanoğulları adıyla anılan Müslüman bir emirliğin yönetimi altında idi. N a s r i i d d e v l e M a n s u r 1080 yılında Mervanoğullarınm başına geçtiği zaman yönetimde başarılı olan Müslüman vezir E b û T â h i r E n b a r i ’ yi görevinden uzaklaştı rıp, yerine Hıristiyan bir tabib E b û S a 1i m ' i atamıştı. Ancak E b û S a l i m ’ in Kuzey-Irak ve Elcezire’de bağımsız bir Arap devleti kurmak isteyen Ş e r e f ü d d e v l e M ü s l i m ile işbirliğinde bulunması, ayrıca ülkeyi baskı altında yönet mesi, özellikle bölgedeki Müslüman halk arasında şikâyetlere sebep oluyordu. Öte yandan F a h r u d d e v l e M u h a m m e d b i n C ü h e y r , Mervanîlerin veziri olarak görev yapmış, sonra Bağdat’a çağrılarak halifelik veziri atanmıştı. Oğlu A m i d ü d d e v l e M a n s u r da N i z a m ü l m ü l k ’ ün kızı Z ü b e y d e ile evli idi. Bağdat’da çıkan mezhep m ücadeleleri nedeniyle bir ara gözden düşen Cü heyr ailesi, sultan M e l i k ş a h ’ m huzuruna İsfahan’a gittiler(1083). F a h r u d d e v l e C ü h e y r , görev yapmış olduğu Mervanoğullarınin ve Diyarbakır bölgesinin zenginliği hakkında Selçuklu sultanına bilgi vererek, “ bölgenin Sel çuklu Devleti sınırlarına alınmasının yerinde olacağını” söylemişti; bunu N i z a m ü l m ü l k de desteklemekte idi. Sultan M e l i k ş a h da Türkiye v e , Suriye Selçukluları arasındaki konumu ve adı geçen devletleri kontrol altında tutabil mek için Diyarbakır ve çevresine hâkim olmak istiyordu. Bu bakımdan F a h r u d d e v l e ’ nin önerisi olumlu karşılandı. Sultan, Fa h r u d d e v 1 e ’ ye hil’at, kendi bölgesinde günde beş kez çalınmak üzere kûs ve sancak vererek, Diyarbakır ve çevresi valiliğine atadı (Haziran 1083). Ayrıca F a h r u d d e v l e , Abbasî Halîfesi ve Selçuklu Sultanı’nin adlarından sonra kendi adına hutbe okutacak, para bastırabilecek ve Mervanoğulları gibi her yıl düzenli olarak vergi ödeyecek, haşarılı olduğunda onların hâzinesini de sultana gönderecekti. Bundan başka sultan tara fın dan S â d ü d d e v l e G e v h e r â y i n , hâcib A l t u n t a k , H u m a r taş, T ü rşek , Ç ö k ü r m ü ş , S a n d a k (S u n d u k ), D ilm aç oğlu M e h m e t , Ç u b u k ve A y a z gibi Selçuklu Devleti’nin önde gelen Türk emirleri de F a h r u d d e v l e ’ ye yardımla görevlendirildi; ayrıca Hulvan bölgesi Selçuk lu valisi A r t u k B e y de çevredeki Türkmen kuvvetleriyle bu orduya katılma emri almıştı. F a h r u d d e v l e ’ ye katılması emredilenler arasında Hille Arap emîri B a h a ü d d i n M a n s u r ve oğlu S e y f ü d d e v l e S a d a k a da bulunuyordu. Sel çuklu kuvvetlerinin harekete geçmesi üzerine Mervani emîri M a n s u r da savunma hazırlıklarına başladı. Ayrıca o, Musul ve Haleb hâkimi Ş e r e f ü d d e v l e M ü s l i m ’ den yardım istiyor, bu yardım karşılığı ona başta Amid ve Cizre olmak üze re, bazı kale ve şehirleri vermeyi öneriyordu. Bir gün sıranın kendisine geleceğini düşünen Ş e r e f ü d d e v l e , ayrıca Amid gibi kolay zabt edilemeyecek bir şehre de sahip olma arzusuyla bu öneriyi kabul etti. O, önce sultan M e l i k ş a h katın da Selçuklu kuvvetlerinin hareketini durdurmaya çalıştı ise de başarılı olamadı. Ş e r e f ü d d e v l e M ü s l i m , bu durumda M e r v a n o ğ l u M a n s u r ’ a yardım için harekete geçerek Amid önünde karargâh kurdu. Kısa bir süre sonra Fa h -
102
ALİ SEVİM—ERDOĞAN M ERÇİL
r u d d e v l e , A r t u k ve Ç u b u k B e y l e r de Selçuklu kuvvetleriyle Amid ova sına geldiler (Temmuz 1084). Ş e r e f ü d d e v l e M ü s l i m , yaklaşan Selçuklu kuvvetlerinin çokluğunu, bunların önünde de sultan M e l i k ş a h ’ ın sancağının dalgalandığım gördüğü zaman Türklere karşı koymanın mümkün olmadığını an lamış ve ırktaşı olan F a h r u d d e v l e ile anlaşma yollarını aramıştı. Nitekim o F a h r u d d e v l e ’ ye “ Ben ve M e r v a n o ğ l u sultanın tâbilerinden olduğumu za göre, bu savaşın anlamı nedir?'" şeklinde bir haber gönderdi. F a h r u d d e v 1 e ırktaşı Arapların Türklerın elinde yok olacağın» düşünerek bu tehlikeyi göze almak istememiş ve hemen Ş e r e f ü d d e v l e ile barış yapmıştı. Bu barışa göre Selçuklu kuvvetleri, biraz geri çekilecek, bundan yararlanacak Ş e r e f ü d d e v l e M ü s l i m de ordusuyla ülkesine dönebilecekti. Muhtemelen durumdan habe ri olmayan A r t u k B e y , “ Sultan M e l i k ş a h ’ ın sancağını geriye çekemeyeceğini” söyleyerek F a h r u d d e v l e ’ nin yaptığı anlaşmayı kabul etmedi. Selçuklu ordusundaki Türkmenler de bu anlaşmayı duyduklarında elde edecek leri ganimetten yoksun kalacaklarını düşünerek kızdılar ve Ç u b u k B e y ’ in ko mutasında harekete geçtiler (19 Temmuz). Türkmenler, surlar önünde konaklayan Ş e r e f ü d d e v l e ’ nin askerlerine bir baskın yaptılar. Ş e r e f ü d d e v l e M ü s l i m , yanında bulunan M e r v a n o ğ l u M a n s u r i l e canlarını güçlükle kurta rarak Diyarbakır surları içine kaçtılar. Dışarıda kalan Arap askerleri fazla direnmeden kaçmayı yeğlemişlerdi. Türkmenler, bu Arap askerlerinin bir kısmı nı tutsak aldılar, ayrıca ellerine ganimet olarak birçok at, deve, koyun ve silah geçmişti. Onlar bu ganimeti ve tutsakları Diyarbakır surları önünde sattılar. Ay nı zamanda Araplardan elegeçirilen 10 bin kadar mızrağı da kırarak yemek pi şirdikleri kazanların altında yaktılar. Bu olaylar F a h r u d d e v l e ile A r t u k B e y ’ in arasının iyice açılmasına sebep oldu. F a h r u d d e v l e . olay ları A r t u k B e y ’ in planladığını sanmış, onu zor durumda bırakmak için de Araplardan ele geçirilen mal ve paranın toplanarak sultana gönderilmesini iste mişti. A r t u k B e y , Türkmenler ile arasını bozabilecek ve otoritesini kıracak bu istekteki kötü niyeti anlamış, “ Ben savaş adamıyım, tutsakları hapsetmek ve elegeçirdiğimiz ganimetleri vermek törelerimize uymaz, onları ya satar, ya da azad ederiz” diyerek bu öneriyi kabul etmemişti. Buna karşılık F a h r u d d e v l e , Sel çuklu ordusunun kumandanlığını bu sırada şıhne olarak görev yapan A 11 u n t a k ’ a verdiğini bildirdi. A l t u n t a k ’ ın kumandan olması, belki de Selçuklu. ordusu içinde A r t u k B e y ’ i ikinci plana düşürebilecek bir oyundu. Bu da F a h r u d d e v l e ile A r t u k B e y ’ i artık anlaşamayacakları bir noktaya getiriyor du. Tabiatıyla bu durumdan yararlanacak olan kişi Ş e r e f ü d d e v l e M ü s l i m idi ve A r t u k B e y ’ e mal ve para karşılığı Diyarbakır’dan çıkarak sağ-salim ül kesine dönme önerisinde bulunuyordu. A r t u k B e y , onun bu önerisini kabul etti, sonra da askerleriyle beraber savaş alanından ayrılarak Sıncar a çekildi (Ağus tos 1084); Ş e r e f ü d d e v l e M ü s l i m de Am id’den çıkarak Rakka’ya gitmiş ve A r t u k B e y ’ e vaad ettiği mal ve parayı göndermişti. Ayrıca M e r v a n o ğ l u M a n s u r da bu fırsattan yararlanarak Diyarbakır ’dan Meyyafarikîn (Silvan) ’e gitti ve burayı savunmaya hazırlandı. Öte yandan, F a h r u d d e v l e , yanında bu
SELÇUKLU D E V LETLE R İ TARİHİ
103
lunan emirlerden bir kısmını oğlu Z a i m ü d d e v l e E b u 1k a s ı m ’ m maiyyetine vererek Diyarbakır’ı kuşatmakla görevlendirdi, kendisi ise emirlerden A l t u n t a k , A y a z , T ü r ş e k ve H u m a r t a ş ’ la birlikte Meyyafarikîn’i kuşat maya gitti. Sağlam surlara sahip Diyarbakır ve Meyyafarikîn kalelerinin zorla ve savaşla zabtı çok güçtü ve uzun süreli bir kuşatmayı gerektiriyordu. Selçuklu as kerleri tarafından kuşatılan şehirler arasında Mardin de vardı. Bu arada Siirt ve Erzen şehirleri uzun süre direnemeyerek Türk kuvvetlerine teslim oldular. Bu durumda M e r v a n o ğ l u M a n s u r , ülkesinin artık elden çıkmak üzere oldu ğunu anlamış, bunu önlemek için harekete geçme gereğini duymuştu. Nitekim o, veziri E b û S â l i m ’ i Meyyafarikîn'de yerine vekil olarak bıraktıktan sonra şe hir ilerigelenleri, emîrler ve kabile reislerini yanına alarak değerli hediyeler ile İsfahan’a gitti. M a n s u r İsfahan’da Selçuklu emirleri ve vezir N i z a m ü l m ü l k ile görüşüp getirdiği hediyelerin bir kısmını onlara vermesine rağmen bir türlü sultan tarafından huzura kabul edilmedi. Onun çaresiz kalarak başvurduğu son kişi, sultanın eşi T e r k e n H a t u n idi. Sultan M e l i k ş a h , bu durumda “ Yal nız Meyyafarikîn şehrinin ona bırakabileceğini, ülkesinin öteki kısımlarının Sel çuklu yönetimine geçmesi gerektiği, şayet bunu kabul ediyorsa F a h r u d d e v l e ’ ye emir göndereceğini” bildirdi. M e r v a n o ğ l u , bu durumda önce veziri E b û S â 1 i m ile mektuplaştı ve vezirin, kışın yaklaşmakta olduğu ve Selçuklu askerleri nin yiyecek sıkıntısı karşısında kendi bölgelerine çekileceğini, ayrıca kalelerin sağlam olması nedeniyle uzun süre dayanabileceklerini bildirmesi üzerine, sul tan M e l i k ş a h ’ a olumsuz cevap verdi. Böylece o, vezirinin tavsiyesiyle kendisi ni emirlikten yoksun bırakacak bir yolu seçmişti. Bu olaylar cereyan ederken Diyarbakır kuşatması da devam etmekte idi. Sel çuklu kuvvetleri şehrin etrafındaki bağ ve bostanları tahrip ettiler. Böylece şehir
daha fazla yiyecek sıkıntısı çekmeye başladı. Ayrıca bu sırada şehri bir Hıristi yan askerî vali yönetiyordu. Şehirdeki Hıristiyan halk da evlerinde yiyecek depo lamışlar ve yiyecek sıkıntısı çeken Müslümanlara bunları yüksek fiyatla satmaya başlamışlardı. Bu yüzden Müslümanlar ile Hıristiyanlar arasında düşmanlık ve çatışmalar başladı. Şehir valisi bu durumu kontrol altına almış, ayrıca Müslüman halkı da cezalandırmıştı. Diyarbakır’ın Müslüman halkı, valinin bu tutumu ve açlık tehlikesi sebebiyle teslim olmaya karar verdiler. Nitekim bir fırsattan yarar lanan kalabalık bir halk topluluğu E b u l - H a s a n adında bir köylünün yöneti minde harekete geçerek sur kapılarından birini açtılar ve Selçuklu askerlerinin şehre girmesini sağladılar. Böylece Diyarbakır Selçukluların eline geçti (Mayıs 1085). Bu sırada Meyyafarikîn’i kuşatmakta bulunan F a h r u d d e v l e , durumu haber alınca süratle Diyarbakır’a gelerek şehirde af ilân etti, halka iyi dafrandı. Ayrıca dışardan yiyecek getirterek uzun süre sıkıntı çekmiş olan halka dağıttırdı. O, daha sonra Diyarbakır yönetimini oğlu Z a i m ü d d e v l e ’ ye bırakarak tek rar Meyyafarikîn kuşatmasına döndü. M e r v a n o ğ l u M a n s u r ise ülkesine ye niden sahip olmaktan ümidini kesmiyordu. Sultan M e l i k ş a h ise bu sırada Horasan’da isyan eden kardeşi T e k i ş ile meşgul idi. M a n s u r , huzura çıkabil
104
A L İ S E V İM -E R D O Ğ A N MERÇİL
mek için Horasan’a sultanın karargâhına kadar gitti ise de başarılı olamadı. M e 1 i k ş a h , ona yine sadece Meyyafarikîn’ i öneriyordu. B ir süre sonra Fa h r u d d e v l e emîr A l t u n t a k ’ ı Meyyafarikîn kuşatmasında bırakarak Bitlis ve Ahlat şehirlerini almak için harekete geçti. O, beraberinde emîr S a n d a k , D i 1 m a ç o ğ l u M e h m e t ve öteki emîrler olduğu halde, Bitlis’e geldi ve burasım ko layca aldı. Daha sonra bu Selçuklu kuvvetleri, Ahlat önüne gelerek kuşattı ve kısa süre içinde bu şehri de ele geçirdi. F a h r u d d e v l e , Ahlat’ı Van gölü civarında ki şehir ve kaleler ile emîr S a n d a k ’ a, Bitlis ve yöresini D i l m a ç o ğ l u M e h m e t ’ e ıkta ettikten sonra Meyyafarikîn’e döndü. Ayrıca o, Diyarbakır, Siirt, Erzen, Bitlis, Ahlat ve Hasankeyf şehirlerinin Selçukluların eline geçtiğini sultan M e 1i k ş a h ’ a bildirdi. M e r v a n o ğ l u M a n s u r d a bu durumu öğrenince, sulta nın önerisini kabulden başka çaresi kalmamıştı. Ancak ona artık vaktin geçmiş olduğu söylendi. M a n s u r , buna rağmen belki bir şey elde edebileceği ümidiyle beklemiş ve sultan ile birlikte İsfahan’a dönmüştü. Diyarbakır’ın ele geçmesine rağmen, Meyyafarikîn direnmekte devam ediyordu.
Bunun sebebi, kuşatmayı yöneten A l t u n t a k ’ ın ölümüyle ortaya çıktı: A 11 u n t a k ’ ın şehirdekilerden para ve hediyeler aldığı için kuşatmayı uzattığı anlaşıl mıştı. Daha sonra Hısn Keyfâ (Hasankeyf) ’da bulunan G e v h e r â y i n , önemli kuvvetlerle Meyyafarikîn önüne gelerek kuşatmayı şiddetlendirdi. Gerek Selçuk lu okçularının başarılı atışları, gerekse mancınıklar ile surların dövülmesi, etki sini göstermekte gecikmedi. Surlardan bir kısmı yıkıldı. Selçuklu kuvvetleri bü yıkık surlardan girmeyi başardılar. (30 Ağustos 1085). Uç gün süren çarpışmalar sonunda Selçuklu kuvvetleri bütün burçları zabt ettiler. Savunmanın artık fayda vermediğini gören şehir halkı aman diledi. Bu durumda emîr G e v h e r â y i n der hal savaşı durdurttu. F a h r u d d e v l e ise Meyyafarikin’e girerek burada genel af ilân etti, ayrıca iç kaleyi de teslim aldı (Eylül 1085). O, daha sonra Mervanoğulları ailesinin değerli eşyalarını ve hâzinesini oğlu Z a i m ü d d e v l e ile İsfa han’a göndererek sultana takdim ettirdi. Mervanoğulları başkenti Meyyafarikîn’in alınmasından sonra hâlâ direnen öteki şehir ve kalelerin alınması, daha çabuk gerçekleşti. Emîr M ö n c ü k B ö r i Mardin’i teslim aldı. Emîr Ç ö k ü r m ü ş ise 'Ceziret-ü Ibn Ömer (Cizre)’i kuşatıyordu. Bu şehrin ilerigelenlerinden Benû Vehban ailesinin surlardaki küçük bir kapıyı açmalarıyla Türk askerleri burayı da ele geçirdi. Böylece Büyük Selçuklu Devleti, Güney-doğu Anadolu bölgesine hâ kim oldu. Bu bölgenin çeşitli şehir ve kaleleri Selçuklu emirlerine ıkta edildi. On ların maiyyetlerindeki Türkmen boy ve oymakları da bu beylere ıkta edilen yerlerin dağ ve ovalarında yaylak ve kışlak oluşturdular. Ancak direnmeden teslim olmuş bazı kaleler ise eski sahiplerinin, hattâ Mervanoğulları ailesine mensup kişilerin yönetimlerine bırakılmıştı. Bu arada Siverek kalesini B o ğ u s a ğ adındaki bir Er meni yönetiyordu. O, çevrenin Türkler tarafından ele geçirildiğini gördüğü za man sıranın bir gün kendisine de geleceğini anlamış olmalıdır. B o ğ u s a ğ , önce Bağdat’da Müslümanlığı kabul, sonra da İsfahan’a sultan M e l i k ş a h ’ m huzu runa giderek itaat etti. Siverek için emîrlik menşuru alarak geri döndü. Onun sülâlesi Müslüman bir emîr ailesi olarak bir yüzyıldan fazla orada hüküm sürdü.
SELÇUKLU DEVLETLE R İ TARİHİ
105
Diyarbakır bölgesinin fethinden sonra F a h r u d d e v l e , beraberinde emîr
S a d ü d d e v l e G e v h e r â y i n olduğu halde, önce Bağdat’a, sonra da İsfahan’a sultanın huzuruna giderek M e l i k ş a h ’a değerli hediyeler sundu ve bölgenin du rumu hakkında açıklamalarda bulundu. O, sultandan Diyarbakır bölgesi için tekrar “ Eyâlet Genel Valiliği” menşuru alarak Meyyafarikîn’e geri döndü. Bu sırada M e r v a n o ğ l u M a n s u r d a hâlâ İsfahan’da bulunuyor ve Diyarbakır bölgesinin ge ri verileceği ümidiyle bekliyordu. Nihayet sultan tarafından ona Bağdat yakınlarında bulunan ve yıllık geliri 30 bin altın olan Harbi kasabası ıkta edil miş, M a n s u r da oraya gitmeye m ecbur olmuştu. F a h r u d d e v l e ise Diyarba kır bölgesini bir süre daha yönetti. Ancak onun Mervanoğulları hâzinelerinden daha sonra ele geçirdiklerinin oğlu A r n i d ü d d e v l e v e Bağdat’a gönderdiğinin duyulması üzerine sultan M e l i k ş a h tarafından görevinden azledildi (1086/1087). Ş e refü d d ev le M üslim 'in d urum u
Sultan M e l i k ş a h , Diyarbakır bölgesinde Mervanoğulları na yardıma gel mesi ve Selçuklu ordusuna karşı askerî harekâta girişmesi sebebiyle halası S a f i y e H a t u n ’ un kocası olmasına rağmen Ş e r e f ü d d e v l e M ü s l i m ’ e kızmıştı. Bu bakımdan sultan, Ukayloğullarınm Musul şubesini ortadan kaldırmaya karar vererek Ş e r e f ü d d e v l e ’ nin yönetimindeki Musul, Cezire, Haleb ve çevresinin yönetimini F a h r u d d e v l e ’ nin oğlu A m i d ü d d e v l e ’ y e ıkta etti (1084). Bağ dat şıhnesi K a s ı m ü d d e v l e A k s u n g u r v e hâcib H u m a r t e k i n ’ e F a h r u d d e v l e ile birleşmeleri em redildi. Ayrıca M e l i k ş a h , maiyyetindeki Türkmenler ile Sincar’da bulunan ve İsfahan’a huzuruna gelmek isteyen A r t u k B e y ’ e d e b u orduya katılmasını buyurdu. A r t u k B e y , bu buyruk üze rine Musul’a giderek henüz oraya ulaşan A m i d ü d d e v l e i l e birleşti. Bu Selçuklu ordusu, Musul’u kuşattı. Çok geçmeden M e l i k ş a h da bu harekâta katıldı ve Musul’a bağlı Bevazic yöresinde ordugâh kurdu. Muhtemelen bu sırada kardeşi T e k i ş ’ in Horasan’da yeniden isyana başlaması sultanın davranışını değiştirme sine sebep oldu. Nitekim M e l i k ş a h , Ş e r e f ü d d e v l e M ü s l i m ’ e vezir N i z a m ü l m ü l k aracılığıyla bir mektup göndererek “ sultanın katına gelip af dilemesini” istedi. Sultan ayrıca N i z a m ü l m ü l k ’ ün oğlu M ü e y y i d ü l m ü l k ’ ü Ş e r e f ü d d e v l e ’ nin bulunduğu Rahbe şehrine gönderdi ve kendi sine dokunulmayacağı hususunda güvence verdi. Bu sırada son derecede ümitsiz ve sıkışık durumda bulunan Ş e r e f ü d d e v l e için bu güvence sultandan hiç bek lemediği bir davranıştı. O, derhal b orç para bularak değerli hediyeler satın aldı ve Bezavic’de sultanın huzuruna çıkarak af diledi. Bu hediyeler arasında, Diyar bakır kuşatması sırasında kaçarken onun hayatını kurtaran B e ş ş â r adındaki kıymetli at da bulunuyordu. Sultan M e l i k ş a h , onu affetti ve eski yönetimin deki yerleri tekrar ona verdi (Kasım 1084). S ü l e y m a n ş a h ’ m Antakya’yı feth etmesi ve kendi yönetimi altındaki ül keleri tehdit eder bir duruma gelmesi Ş e r e f ü d d e v l e M ü s l i m ’ i çareler ara maya şevketti. Çünkü o, tek başına S ü l e y m a n ş a h ile mücadele edemeyeceğini
106
ALİ S E V İM -E R D O Ğ A N M ERÇİL
anlamış, bu bakımdan bir müttefik aramaya başlamıştı. O, bu amaçla A r t u k B e y 1e başvurdu. A r t u k B e y ise, Diyarbakır önündeki davranışı nede niyle, M e l i k ş a h ile arasının bir daha düzelmeyeceğini hissederek sultanın hizmetinden ayrılmaya karar verdi ve emri altındaki Türkmenlerle Suriye meliki T u t u ş ' a katıldı(1085 başları). T u t u ş ise onu Kudüs valiliğine tayin etti. A r t u k B e y , M e l i k ş a h ’ a kırgınlığı nedeniyle Ş e r e f ü d d e v l e M ü s l i m ’ in önerisini kabul ile onunla birleşmeye karar verdi. Her ikisi arasında bir antlaşma yapıldı. Buna göre, 1 — Ş e r e f ü d d e v l e de A r t u k B e y gibi sultan M e l i k ş a h ’ a tâbi olmak tan vazgeçecek. 2 — T u t u ş Büyük Sultan tanınacak. 3 — Sünnî Abbasî Halifesiyle ilişki kesilerek Şiî Fatımî Halîfesine bağlanalacaktı. Böylece M ısır’daki Fatımî halifesinin de katıldığı ve Büyük Selçuklu Devleti aley hine bir ittifak oluşmak üzere idi. A r t u k B e y ve Ş e r e f ü d d e v l e , bu duru mu T u t u ş ’ a açıklamışlar, ayrıca Ş e r e f ü d d e v l e ’ nin amcası M u k b i l b i n B e d r a n ’ ı Mısır a göndererek Fafımıierden de askerî yardım istemişlerdi. Fatımîler bu öneriyi olumlu karşıladıkları gibi, görüşmelerde bu lunmak üzere, bir elçi heyetini M u k b i 1 ile birlikte Dımaşk’a göndermişlerdi. Burada önce T u t u ş ile görüşmelerde bulunuldu, uygulanacak kararları almak üzere A r t u k B e y ve Ş e r e f ü d d e v l e ’ nin çağrılması kararlaştırıldı. Ancak bu sırada Ş e r e f ü d d e v l e M ü s l i m , S ü l e y m a n ş a h i l e yaptığı savaşı ve hayatını kaybetmişti (20 Haziran 1085). Bu durumda muhtemelen sözkonusu itti fakın gerçekleşmeyeceğini anlayan A r t u k B e y de Dımaşk’a gitmemiştir. H aleb'e hâkim iyet m ücadelesi
Anadolu fatihi S ü l e y m a n ş a h , Ş e r e f ü d d e v l e ’ yi mağlup ettikten son ra Haleb üzerine yürüyüp kuşatmaya başladı (Haziran/Temmuz 1085). Bu sırada şehir Şerif el-Huteytî lakaplı Ebû A l i H a ş a n ’ ın, kale i s e Ş e r e f ü d d e v l e ’ nin amcası S a l i m b i n M a l i k ’ in yönetiminde idi. S ü l e y m a n ş a h , Haleb’i 31 Temmuz gününe kadar kuşattı, fakat e l - H u t e y t î ’ nin “ Şehri sultan M e l i k ş a h ’ ın onayını aldıktan sonra teslim edeceğini” bildirmesi üzerine kuşat madan vazgeçmişti. Bundan sonra e l - H u t e y t î ve S a l i m b i n M a l i k , sultan M e l i k ş a h ’ a bir mektupla durumu arzederek, “ Haleb’i kendisine teslim ede ceklerini, bu bakımdan buraya gelmesinin gerekli olduğunu, aksi takdirde S ü l e y n ı a n ş a h ’ ı şehirden uzaklaştıracak bir kuvvetin gönderilmesini” istemişlerdi. S ü l e y m a n ş a h , Nisan/Mayıs 1086 tarihinde Haleb’i ikinci kez kuşatmaya baş lamasına rağmen M e l i k ş a h ’ dan yardım hususunda herhangi bir hareket gö rülmemişti. Ş e r i f e l - H u t e y t î bu kez melik T u t u ş ’ dan Haleb’i teslim almasını istedi. T u t u ş , bu öneriyi memnuniyetle kabul ederek hemen harekete geçti. Onun yanında A r t u k B e y de bulunmaktaydı. Öte yandan A r t u k B e y
SELÇUKLU DEVLETLE R İ TARİH İ
107
ise daha önce sultan M e l i k ş a h ’ ın gönderdiği hil’at, bir at, ferman ve beş bin altın parayı kabul etmemişti. Onun Diyarbakır önündeki olaylar nedeniyle sul tan ile arası açıktı. Ayrıca A r t u k B e y , gerekli ilgiyi görmediğini düşünerek sultana küskün idi. Ancak M e l i k ş a h da onun hareketlerini kontrol altında tut mak ve gerektiğinde cezalandırmak için Diyarbakır ve Elcezire’de bulunan bü yük emirden S a d ü d d e v l e G e v h e r â y i n , K a r a t e k i n v e A n u ş t e k i n ’ i görevlendirdi. Bu emîrler, A r t u k B e y ’e birleşme önerisinde bulundularsa da o, “ Haleb'e gidip S ü l e y m a n ş a h ’ ın sultana ait memleketleri yok etmesine im kân vermeyeceğini” bildirmişti. Böylece A r t u k B e y ’ i n S ü l e y m a n ş a h i l e de a«&ı>;n;iî gergin ve düşmanca olduğu anlaşılıyor. Çok geçmeden T u t u ş ile S ü 1 e y ;ıı a n ş a h komutalarında bulunan iki Türk ordusu Haleb'e üç mil kadar uzak lıktaki Ayn.u Seylenı yöresinde karşılaştılar. A r t u k B e y ’ in T u t u ş ordusunu ustaca yönetimi ve askerleri canla başla savaşa teşvik etmesi, S ü l e y m a n ş a h 5ın kesin bir yenilgiye uğramasına sebep oldu. S ü l e y m a n ş a h , bu yenilginin verdiği üzüntüyle bıçağını kalbine saplayarak intihar etti (4 Haziran 1086). Me lik T u t u ş , bu galibiyetten sonra Haleb’i teslim almak için hemen harekete geçti v e e l - H u t e y t î ’ den şehrin kendisini teslimini istedi. Ancak e l - H u t e y t î , ona verdiği sözden vazgeçmiş, sultan M e l i k ş a h ’ ın Haleb’e geldiğini ileri sürerek şehri T u t u ş ’ a teslim etmemişti. O, böylece S ü l e y m a n ş a h ’ a uyguladığı si yasî oyunu şimdi de T u t u ş ’ a oynamak istiyordu. T u t u ş , e l - H u t e y t î ’ nin Haleb’i teslim etmeyeceğini anladığı zaman, şehri kuşatıp baskı altında tutmaya
başladı. Nihayet şehir burçlarından birini savunan I b n ü r - R â v î adlı şahıs, da ha önceden e l - H u t e y t î ile arası açık olduğundan, T u t u ş ’ a yardımı yeğle miş, böylece şehir Selçukluların eline geçmişti(ll Temmuz 1086). Şehrin düşmesine rağmen iç kale kumandanı S a l i m b i n M a l i k , Ş e r e f ü d d e v l e ’ nin “ Bu kaleyi sultan M e l i k ş a h ’ dan başka kimseye teslim etme” şeklindeki vasiyetine uyarak direnmeye devam etti. T u t u ş , onyedi gün iç kaleyi kuşattı ise de başarılı olamadı. Ayrıca o, sultan M e l i k ş a h ’ ın Haleb’e geldiğini haber aldığı zaman, kuşatmayı bırakarak buradan ayrıldı ve Dımaşk’a yöneldi. Sultan M elikşah’ ın Kuzey-Suriye seferi
Ş e r i f e l - H u t e y t î , Haleb’e hâkim olmak için çıkan olaylar nedeniyle sul tan M e l i k ş a h ’ a başvurup şehri kendisine teslim edeceğini bildirmişti. Sultan, Kuzey-Suriye’de ortaya çıkan bu huzursuzluğu ortadan kaldırmak amacıyla bu böl geye yapacağı bir sefer için hazırlıklara başladı. Bir rivayete göre, sultan, bu ha zırlıklar ile meşgul iken, S ü l e y m a n ş a h ’ m elçisi İsfahan’a gelerek sultandan Antakya ve Haleb yönetiminin kendisine verilmesini istemişti. M e 1 i k ş a h da bu isteği kabul etti. S ü l e y m a n ş a h ve sultanın elçisi beraberce Antakya’ya yönel di. Ancak S ü l e y m a n ş a h ’ m T u t u ş ’ l a giriştiği savaşı ve hayatını kaybettiği haberinin öğrenilmesiyle elçiler geri dönerek durumu sultana bildirdiler. S ü 1 e y m a n ş a h ’ ın ölümüne çok üzülen sultan, T u t u ş ’ a gönderdiği sert bir mektup la bu durumu anlatmıştı. Nihayet M e l i k ş a h , beraberinde P o r s u k , B o z a n
108
ALİ S E V İM -E R D O Ğ A N MERÇİL
v e K a s i m ü d d e v l e A k s u n g u r gibi büyük emirler olduğu halde, İsfahan' dan Haleb’e doğru hareket etti (Eylül/Ekim 1086). Sultan, bu yolculuk sırasında önce Musul’a geldi, sonra Harran’a giderek burasını ve çevredeki bazı yerleri Ş e r e f ü d d e v l e M ü s 1 i m ’ iıı oğlu E b û A b d u l l a h M u h a m m e d ’ e ıkta et ti ve kızkardeşi Z ü l e y h a H a t u n ’ u onunla evlendirdi. Selçuklu kuvvetleri, 30 Nisan 1085’de Diyarbakır ve çevresini ele geçirdikle
ri zaman, bu fetih olayı belki d e P h i l a r e t o s için bir uyarı oldu. O, muhteme len sıranın kendisine geldiğini anlayarak barış istemek için sultan M e l i k ş a h ’a yeniden itaat arzına karar verdi. P h i l a r e t o s , sultanın huzuruna giderken P a r a k a rn a ıı o s adlı bir Bizanslıyı Urfa’da yerine vekil bıraktı. O, beraberine çok miktarda altın, gümüş, soylu atlar ve güzel giysiler alarak İran’a sultan M e l i k ş a h ’ ın yanma gitti. P h i l a r e t o s ’ un ayrılmasından sonra zalimliği yüzünden kendisinden nefret eden halk, onun yokluğunu fırsat bilerek oğlu B a r s a m a ön derliğinde ayaklandı. B a r s a m a , P a r a k a m a n o s ’ u öldürmüş, Urfalüav da onu şehrin hâkimi atamışlardı. Öte yandan sultan, Ekim/Kasım 1086’da Musul’ dan ayrıldıktan sonra Urfa halkından bir heyet gelerek şehri kendisine teslim ede ceklerini bildirdiler. Sultan M e l i k ş a h , onlara temsilci olarak bir Amîd gönderdi. Ancak daha sonra bu Amîd, kötü davranışlarıyla ve mallarına el koyarak Urfa halkının isyanına sebep oldu. Halk şehri sultana teslim eden Ermeniler ile şıhneyi birlikte tutukladılar ve Amîdi de şehirden dışarı çıkardılar. Sultan M e l i k ş a h , bu durumu öğrendiğinde emîr B o z a n ’ ı büyük bir kuvvetle Urfa’nin fethine gön derdi. Emîr B o z a n , şehri üç ay sıkı bir şekilde kuşattı. Bu şiddetli kuşatma sı rasında dışardan yardım alamayan halk, çaresiz kalmış ve şehrin hâkimi B a r s a m a ’ ya isyan etmişti. B a r s a m a , tehlikeden kurtulmak için B o z a n ’ a sığınmaya karar verdi ve kendisini surlardan aşağı attı, ağır bir şekilde yaralan dıktan birkaç gün sonra da öldü. Nihayet I b n K u d â m a adında bir Hıristiyan tüccar şehri B o z a n ’ a teslim etti (Mart/Nisan 1087). Artık Urfa Türk hâkimiyeti altına girmişti. Ancak şehirdeki bazı kişilerin dedikodu ve iftirası sebebiyle B o z a n , kendisine karşı çıktıklarını sandığı oniki zengin ve yüksek mevkii sahibi kimseyi öldürttü. Öte yandan sultan M e l i k ş a h , Urfa’nin durumunu öğrendi ğinde huzuruna çıkan P h i l a r e t o s ’ a yüz vermemişti. Artık hiçbir ümidi kal mayan P h i l a r e t o s için belki de tek kurtuluş yolu vardı, o da Islâm dinini kabul etmekti: nitekim o, Müslüman olarak durumunu kurtardı ve sultan, Maraş’m yö netimini ona verdi. M e l i k ş a h , ayrıca başarısından dolayı emîr B o z a n ’ ı Ur fa valiliğine atadı. Böylece Urfa’da bir süre için Türk hâkimiyeti dönemi başladı. Emîr B o z a n , şehrin yönetimini S â l â r H u l u h adlı bir kumandana verdi; ay rıca 400 yıl önce Islâm fethinin başlangıcı sırasında yaptırılan camiye bir minare inşa ettirdi. Sultan M e l i k ş a h , Kuzey-Suriye seferinde Harran’dan sonra Fırat kenarın da ve yolların kesişme noktasında yer alan Câber kalesine yöneldi. Burasını bir gece, bir gündüz kuşatarak kısa zamanda elegeçirdi. Kale hâkimi K u ş e y r ailesi yolkesicilik yaptıkları için öldürüldü. Sultan, önemli merkezlerden biri olan Men-
SELÇUKLU D E V L E T L E R İ TARİH İ
109
bic’i de aldıktan sonra sıra artık Haleb’e gelmişti. M e l i k ş a h , o yönde ilerler ken, T u t u ş bu durumu öğrenmiş ve iç kaleyi kuşatmaktan vazgeçerek beraberinde A r t u k B e y olduğu halde, Dım aşk’a yönelmişti. İşte bu sırada A r t u k B e y , T u t u ş ’ u sultan M e l i k ş a h ’ a karşı savaşa teşvik etme cesaretini göstererek ona, “ Sultan buraya ulaştığı zaman derhal saldırıya geçelim, çünkü onun asker ve binek hayvanları uzaklardan gelmeleri nedeniyle çok yorgun düş müştü. Bu bakımdan onların bize karşı koyacak güçleri yoktur. Eğer biz, bunu yapacak olursak başarı ve zafer kesinlikle bizim olacaktır” demişti. Ancak T u t u ş , “ Ben, gölgesine sığındığım kardeşimin şeref ve kudretine zarar vermek is temem. Böyle bir hareket, her şeyden önce beni küçük düşürür ve zayıflatır” cevabıyla onun bu önerisini yerinde bulmamış ve Dımaşk yönünde yoluna devam etmişti. Öte yandan sultan M e l i k ş a h , Haleb önlerine geldiği zaman, başta iç kale kumandanı S a l i m b i n M a l i k olmak üzere, şehrin ilerigelenleri tarafın dan karşılandı ve kendisine itaat arz edildi. M e l i k ş a h , beraberindekilerle Haleb şehrini ve iç kalesini teslim aldı (3 Aralık 1086). Sultan M e l i k ş a h , kaleyi hiç kimseye vermeyip kendisine teslim ettiği için S a l i m b i n M a l i k ’ e teşekkür etti ve ona Câber kalesi ile bazı ilçeleri dirlik olarak verdi. Ancak başka bir rivâyete göre “ S a l i m önce, kaleyi teslim etmek istememişti. Bunun üzerine sultan bütün askerlerini aynı anda kaleye ok atmalarını, askerlerin attığı okların çoklu ğundan neredeyse güneş görünmez oldu. Böylece sultan Câber kalesini vermek üzere onu râzı etmişti.”
Sultan M e l i k ş a h , Haleb’i teslim aldıktan sonra şehrin yönetimi için bazı atamalar yaptı. Buna göre maiyetinde dört bin atlı bulunan A k s u n g u r Haleb şıhneliğine, N u h e t - T ü r k î de kale kumandanlığına atandılar (1087 yılı baş ları). Bu sırada e l - H u t e y t î d e sultanın huzuruna gelerek sadakatini tekrarla dı ve Haleb'deki eski görevine dönmesine izin verilmesini istedi. Ancak halk, kendilerine yaptığı eziyet ve kötü davranışları sebebiyle e l - H u t e y t î ’ den bık mıştı, bu bakımdan sultandan onun tekrar aynı göreve getirilmesini istemediler. Sultan da e l - H u t e y t î ’ yi Diyarbakır’da oturmaya m ecbur etti. Neticede e l H u t e y t î bu şehirde çok fakir düştü ve bir parça ekmeğe muhtaç bir halde öldü. Böylece o, yaptığı hileler ile Türk ordularını karşı karşıya getirmenin, S ü l e y m a n ş a h ’ın gereksiz yere ölümüne sebep olmanın ve Haleblilere yaptığı kötü lüklerin cezasını çekmiş oldu. M e l i k ş a h , Haleb’de bulunduğu sırada, başta kardeşi T u t u ş olmak üze re, Suriye’deki bütün Arap emîrleri huzuruna gelerek ona itaatlarmı bildirdiler. T u t u ş , ağabeyine elçiler göndererek bu görevi yerine getirdiğinde, “ Şimdi sa hip olduğu ıktamda kalmasının mı, yoksa kendisi için güvenceli olabilecek başka bir yere gitmesini m i?” uygun olacağını sormak gereğini duymuştu. M e l i k ş a h ise sahip olduğu eski ıktamda bırakmak suretiyle onun gönlünü hoş tutmuştu. Böy lece, S ü l e y m a n ş a h ’ m ölümüyle iki kardeş arasında meydana gelen gerginlik de ortadan kalkıyordu. Şeyzer emîri N a s r b i n A l i de özel bir elçiyle sultana haber gönderip itaatini bildirenlerden birisiydi. O, Şeyzer, Lâzkiye, Kefertâb ve
A Lİ S E V İM -E R D O Ğ A N M ERÇİL
110
Efamiye şehirlerini sultan M e 1 i k ş a h ’ a teslim etti. Sultan, bu durumda onunla barış yapmayı kabul ederek üzerine yürümekten vazgeçti ve sadece Şeyzer"'i yö netiminde bıraktı. Humus emîri H a l e f b i n M ü l â i b d e bir at ve değerli hedi yelerle sultanın huzuruna gelerek itaatini bildirdi. M e l i k ş a h , onu Humus emîri bırakmışsa da, bundan böyle T u t u ş ’ a askerî yardım yapmamasını emretmişti. Babası B a h a ü d d e v l e ’ nin ölümüyle yeni Hille emîri olan S e y f ü d d e v l e Ş a d a k a da Haleb’e gelerek sultana itaat eden yöneticilerden idi. M e l i k ş a h , ona da babasına ait yerleri verdi.
Sultan M e l i k ş a h , bundan sonra S ü l e y m a n ş a h tarafından fethedilmiş olan Antakya’ya gitti. Bu şehirde bulunan S ü l e y m a n ş a h ’ ın veziri H a ş a n b . T a h i r sultanı karşılayarak itaatini bildirdi ve yanında bulunan S ü 1e y m a n ş a h ’ ın çocukları için aman aldı. M e l i k ş a h , Antakya ’ya girdikten sonra beraberindeki emirlerden Y a ğ ı s ı y a n ’ ı bir miktar askerle şehrin şıhneliğine atamıştı. Ayrıca vezir H a s a n da Divan işlerini yönetmekle görevlendiriliyordu. Sultan, bundan sonra Samandağı’na kadar giderek Akdeniz kıyısına ulaştı. M e l i k ş a h , burada denizi görüp hâkimiyet sahasının babası A l p A r s l a n ’ ınkinden çok daha genişlemiş olduğundan dolayı T a n r ı ’ ya şükretti. O, daha sonra bu heyecanla atını Akdeniz’in sularına sürerek kılıcını üç kez denizin içine dal dırdı ve “ işte T a n r ı , Doğu-Denizi’nden Batı-Denizi’ne kadar olan yerlerin hâ kimiyetini bana verdi” dedi. M e l i k ş a h , daha sonra namaz kılıp inayetinden dolayı T a n r ı ’ ya şükretti. Sultan, adamlarına denizden kum almalarını emretti ve bunun, daha sonraki bir tarihte Merv ’de bulunan babası A l p A r s l a n ’ m me zarına götürüp üzerine serpti ve “ Ey babam A l p A r s l a n , sana müjdeler ol sun, henüz bir çocuk olarak bırakmış olduğun oğlun, dünyayı baştan başa fethetti” dedi. O, böylece görevini yerine getiren bir hükümdar olarak duygularını ifade etmiştir. Sultan M e l i k ş a h , Samandağı ’ndan sonra Antakya’ya geldi, S ü l e y m a n ş a h ’ ın eşi ve çocuklarını yanına alarak Haleb’e döndü M e l i k ş a h , Ramazan Bayramı’nı (Ocak 1087) Haleb’de geçirdikten sonra Abbasî Halifeliği’nin merke zi Bağdat’a gitti. Sonuç olarak bir süredir Kuzey-Suriye’de ortaya çıkan kargaşa ve buhrana sultan M e l i k ş a h ’ m yerinde müdahale etmesiyle bölge yönetimi, doğrudan Büyük Selçuklu Devletine bağlanmış oldu. Ayrıca Suriye Selçuklu me liki T u t u ş ’ un faaliyetleri de kontrol altına alınıyordu. Sultan M elikşah’ ın B ağdat'a gidişi
Sultan, Bağdat’a yaklaştığı zaman önce bu şehrin batısında bulunan ve yaya olarak iki buçuk saat süren Akarkûf denilen yere ulaştı. Burada halifenin veziri Z a h i r e d d i n E b û Ş ü c a , askerler ve halk, sultanı karşılayıp saygı gösterdi ler. Halife M u k t e d i B i e m r i l l a h da M e l i k ş a h ’ a öteki sultanlara olan saygıdan fazlasını gösteriyor, sultan ve adamlarına bol miktarda yiyecek ve içecek gönderi yordu. Halife ayrıca burada sultana bir şölen verdi. Bu şölen için iki bin koyun kesildi. Sultan, yemekten kalktıktan sonra bütün halk sofrada geri kalanlardan
SELÇUKLU D E V LETLE R İ TARİH İ
111
yararlandı. Vezir E b û Ş ü c a , sultana halifeden selam ve saygı getirerek değer li taşlardan yapılmış bir teşbih sundu. Nihayet sultan, 12 Mart 1087 günü Akark û f dan ayrılarak Bağdat’a girdi. Bu, M e l i k ş a h ’ m Bağdat'ı ilk ziyareti idi. Bütün halk genç-ihtiyar, kadın ve çocuk sultanı görmek için yollara çıkmış, so kaklar insan dolmuştu. Her tarafta halk, sultanı övüp dua ediyorlardı. Sultan, herkese selâm vererek yoluna devam etti ve Hilafet Sarayına (Dârul-Hilâfe) indi. Bu sırada vezir N i z a m ü l m ü l k , otağını kendi askeri ile şehrin dışına kurdu. N i z a m ü l m ü l k böyle yapınca onu gören kumandan ve askerlerden hiçbirisi şehirdeki evlerde konaklamadı. Askerler, Bağdat dışında çadırda oturunca, şe hir halkı rahatladı. Halktan eziyet ve baskı gören bir kimse olursa derhal sultana şikâyet ederdi. Sultan, şikayetçilerin durumuna göre bu sıkıntıları ortadan kaldı rır, halkı himaye ederdi. Bağdat’da hiçbir sultan askerini bu şekilde disiplinle zabt etmemişti. Bağdat halkı, sultan geldiği zaman fiyatların pahalanmasından korkarak yiyecek depolayıp saklamışlardı. Askerler çeşitli yerlere dağılınca, kıt lık olmadığı gibi, her yerden yiyecek gelmiş, beklenenin aksine fiyatlarda ucuz luk olmuştu. Sultan M e l i k ş a h , Bağdat’a gelişinin üçüncü günü ata binerek çevgan ve top (kürre) oynadı. Halife M u k t e d i , Sultana soylu Arap atları gön derdi. Böylece her iki devlet adamı arasında samimiyet oluştu; sultan da halifeye birçok hediyeler göndererek karşılık verdi. Sultan ve N i z a m ü l m ü l k , 23 Mart Salı günü Küfe’ye gittiler ve burada H z . A l i ile H z . H ü s e y i n ’ in türbeleri ni ziyaret ederek sadakalar bağışladılar. Avlanmayı çok seven M e l i k ş a h , çöle girip burada ceylan vesair birçok vahşi hayvan avladı. Bazıları, sultanın avlandı ğı geyik sayısını dört bin, bazıları ise on bin olarak hikâye etmişlerdi. Sultan, Kü f e civarındaki Subî’î denilen yerde bu hayvanların boynuzlarından bir işaret kulesi (Minaret ül-Kurûn) yapılmasını emretti ve daha sonra Bağdat’a döndü. Öte yan dan 15 Mart 1087 günü halifenin annesi ve halası da sultanın eşi T e r k e n H a t u n ’ a hoşgeldiniz demek için geldiler. T e r k e n H a t u n da onlara hürmet edip, ikramda bulundu. Nihayet halife M u k t e d i , Z a f e r adlı bir hizmetkârını sul tana göndererek tanışmak için huzuruna davet etti (24 Nisan). M e l i k ş a h , bu sırada şehir dışında idi. Gemiye binerek nehir yolu ile hareket etti. Önünde üç büyük saltanat sancağı bulunan sultanın bindiği gemi, Dicle nehri üzerinde sey rederken kıyılardaki halk sevinç gösterilerinde bulunuyordu. Gemi Bâb ülGarabet’e ulaştığında karaya çıkıldı, burada halifenin gönderdiği ata binen sul tan M e l i k ş a h , halifelik sarayına gitti. M e l i k ş a h , kendisini karşılayan hali fenin yanında ayakta durdu. Halife, sultana oturmasını teklif etti ise de sultan, çekinerek ve tevazu göstererek oturmadı. Fakat halifenin ısrarı ve “ illâ oturacaksın” diye yemin etmesi üzerine sultan, özel surette hazırlanmış olan şe ref mevkiine oturdu. Vezir N i z a m ü l m ü l k de el kavuşturarak onların karşı sında ayakta durdu ve takdim törenini yönetti. O, huzura girerek yer öpen her emîre halifeyi göstererek “ Bu Emîrülmüminîn’dir” diyor, sonra halifeye hitap ede rek “ Bu filândır, şu kadar askeri var, vilâyeti ve ıktaları şunlardır” diyerek emîrleri takdim ediyordu. Böylece halifeye 40 emîr takdim edildi. Bu takdim edilenler ara sında sultanın dayısı A y t e k i n de vardı. Bundan sonra halife emretti, sultana
112
ALİ S E V İM -E R D O Ğ A N M ERÇİL
kıymetli ve ipekten yapılmış çeşitli (yedi tane) hil’atler giydirdiler, başına elmas bir tac koydular, boynuna gerdanlık, kollarına iki altın bilezik ve beline mücev her kemer kuşattılar. Ayrıca halifenin emriyle sultana “ Doğu’nun ve Batı’nin hükümdarı” alâmeti olarak iki kılıç kuşatıldı, hil’atler verildikten sonra halife nin veziri şu konuşmayı yaptı: E y C e l â l e d d i n ! T a n r ı ’ nin aziz ve şerif imamlık için seçmiş, Islâm toplumunu kendisine tevdi etmiş, din ve millet için halife tayin etmiş olduğu Efendi miz, emaneti senin katına koydu ve ihsan yeri olarak seni seçti. T a n r ı ’ nin düşmanlarına karşı kuvvetli olman için, sana, iki kılıç kuşattı. Öteye beriye ge zip, düşman ülkelerini dolaşır ve onların boyunlarını eğdirirsin: halkın işi hak kında kusur etmez, belki onun için bütün gayretini sarfedersin. Halifeye itaat etmekle her taraftan iyilikler sana yönelir, bereketler bulutlardan senin üzerine yağar” . Bu tören sırasında vezir N i z a m ü l m ü l k ’e v e konuklara da hil’atler veril di. Bundan sonra sultan, halifenin elini öpmek için izin istedi, ancak halife buna müsaade etmeyerek halifelik yüzüğünü sundu; M e l i k ş a h da öperek yüzüğü ia de etti. Halife, ayrıca sultana üç bayrak verdi. Bu bayraklar önceden kumandan lar tarafından dışarıya çıkarıldı. Sonra sultan, halifeyi selâmlayıp saraydan ayrıldı. Bu olay sırasında M e l i k ş a h ’ ın hil ’arinin sağ eteğini emîr G ü m ü ş t e k i n e 1 C a n d a r , sol eteğini d e G e v h e r â y i n tutuyordu. Sultan, dışarı çıktığında ba şı etrafında bizzat halife, altın ve gümüş paralar saçtı. Halk, sultanın önünce ve ardınca gidiyor, “ Başarın ve kudretin çok olsun” diye dua ediyorlardı. Halife, M e l i k ş a h ’ ın konuk olarak kaldığı saraya da altın bir taht kurdurmuştu. Sul tan, buraya gittikten sonra halife, yeniden birçok armağanlar gönderdi. N i z a m ü l m ü l k ise bu olaydan sonra Nizamiye Medresesi’ne giderek orada hadis dinleyip Bağdat bilginleri ile konuştu; hattâ onlara bazı hadisler okuyarak yaz dırdı. O, bilginlere ve fakihlere durumlarına göre hil’atler ve mal dağıtmış, ar mağanlar vermişti. N i z a m ü l m ü l k , medresenin kütüphanesinde oturarak kitapları da gözden geçirmiştir. B ağdat'la düğün
Selçuklu veziri N i z a m ü l m ü l k , hilafetle saltanatın daimî uzlaşma içinde bulunmasını, devlet siyâsetinin temeli saymıştı. O, her fırsatta dinî reis ile siyasî otorite olan sultanı birbirine yakınlaştırmaya çalışmıştı. Nitekim sultan M e l i k ş a h ile halife M u k t e d i arasındaki akrabalık, N i z a m ü l m ü l k ’ ün çabaları sonucunda gerçekleşmiş sayılabilir. Halife M u k t e d i , veziri F a h r u d d e v l e b i n C ü h e y r ’ i İsfahan’da bulunan sultan M e l i k ş a h ’ a göndererek kızı nı kendine istemişti (1081/1082). Bu sırada N i z a m ü l m ü l k , F a h r u d d e v l e ile beraber M e l i k ş a h ’ ın eşi T e r k e n H a t u n ’ un yanına gittiler, ik i vezir, T e r k e n H a t u n ’ dan sultanın M e h m e l e k adındaki kızını istediler. T e r k e n H a t u n “ Gazne sultanı ile Karahanlı hükümdarı da kızımı oğullarına iste diler ve bunun için 400 bin altın verdiler. Eğer halife, bu miktarı gönderirse o,
SELÇUKLU D E V LETLE R İ TARİHİ
113
ötekilerden daha layıktır” dedi. Bunun üzerine merhum halife K a a i m B i e m r i 11 â h ’ m karısı ve Ç a ğ r ı B e y ’ in kızı olan H a t i c e A r s l a n H a t u n , T e r k e n H a t u n ’ a “ Halife ile evlenmesi, kızınız için iftihar vesilesi olacaktı, üstelik halifeden para istenmez” dedi. Bu konuşmalar ve vezir N i z a m ü l m ü l k ’ ün ısrarı ile T e r k e n H a t u n , yapılan teklifi kabul etti; ancak yine de mihrin (baş lık) 50 bin altın olmasını, ayrıca halifenin kızından başka bir karısı ve cariyesinin olmamasını şart koştu; bunlar kabul edildi. Sultan M e l i k ş a h da kızını vermeye razı oldu; daha sonrada F a h r u d d e v l e Bağdat’a döndü. Sultan M e l i k ş a h , Bağdat’da iken kızının düğün gününü kararlaştırmış, M e h m e l e k H a t u n ’ u İsfahan’dan Bağdat’a getirecek olan T e r k e n H a t u n ’a eşlik etmek üzere de emîr B o z a n ile G e v h e r â y i n ’ i görevlendirmişti. M e h m e l e k H a t u n ’ un çeyizi 130 deve ve 74 katır ile Isfahan’dan Bağdat’a Halifelik Sarayı’na nakledildi (Nisan 1087). Develer ve katırların üzerine ipek örtüler örtülmüş olup, hayvanların boyunlarında altın ve gümüşten çanlar ve ger danlıklar vardı. Bunların yüklerinin çoğu altın ve gümüşten idi. Katırların altısı nın üzerinde 12 sandık vardır ki, bunların içindeki ziynet eşyası, elbise ve mücevherata paha biçilem ezdi. Kervanın önünde takımları çeşit çeşit mücevhe rat ile süslenmiş, altın eğerli 33 iyi cins at ve bunların önünde, üzerinde pek çok altın bulunan büyük bir beşik vardı. Bu çeyizin önünde, başta G e v h e r â y i n olmak üzere, bazı emîrler bulunuyordu. Bağdat halkı kafilenin üzerine saçı ola rak altın ve kıymetli kumaşlar saçtılar. Halife ise vezir E b û Ş ü c a ’ yı T e r k e n H a t u n ’ u karşılamak üzere göndermişti. Bu sırada vezirin önünde 300 alay feneri ve bir o kadar da meşale vardı. Halife ayrıca hadimlerinden Z a f e r ile birlikte eşsiz güzellikte bir mahajfe gönderdi. Vezir, T e r k e n H a t u n ’ a “ Başkanımız Emîrülmüminîn, T a n r ı emanetleri ehline teslim etmenizi buyuruyor” diyerek gelinin saraya nakledilmesini istediğini söyledi. T e r k e n H a t u n da bu isteği kabul etti. N i z a m ü l m ü l k ile Selçuklu Devleti’nin ileri gelen şahsiyetle ri de bu düğün alayına katıldılar. Her birinin yanında çok sayıda şamdan ve me şale vardı. Her sınıftan emîrlerin eşleri de ayrı guruplar halinde bu törene katıldılar. Ayrıca bunların önünde de atlıların taşıdığı fenerler ve meşaleler bu lunuyordu. Daha sonra M e h m e l e k H a t u n , üzeri örtülü ve çok sayıda altın ve mücevherle süslenmiş bir mahaffe içinde geldi. Bu mahaffenin etrafı göz ka maştırıcı binitlere binmiş olan 200 Türk cariyesi ile çevrilmişti. Gelin M e h m e l e k H a t u n , parlak ve muhteşem bir alay ile Halifelik Sarayı’ na gitti. O gece Bağdat’da dükkanlar ve evler donatılmış, her taraf gündüz gibi olmuştu. Halk, sabaha kadar eğlenmiş, Bağdat’da benzeri görülmemiş ve dillere destan bir gece yaşanmıştı (8 Mayıs 1087). Ertesi günü halife, muhteşem bir şölen düzenleyerek sultanın emirlerini davet etti. Bu şölende rivayete göre, 40 bin batman şeker har canmıştı. Halife şölene katılan bütün emirlere ve ordudaki önemli ve ünlü ku mandanlara hil’atler giydirdi. Ayrıca T e r k e n H a t u n ile öteki hatunlara da hil’atler gönderildi. Bu muhteşem düğünün belki de en garip olayı, sultanın bu törene katılmaması olmuştu. O, kızı Bağdat’a geldikten sonra ava çıkmış ve ancak
ALİ S E V İM -E R D O Ğ A N M ERÇİL
114
düğünden sonra geri dönmüştü. Sultan M e l i k ş a h , Mayıs ayının sonlarına doğ ru İsfahan’a gitmek üzere vezir N i z a m ü l m ü l k ile Bağdat’dan ayrıldı. Vezir E b û Ş ü c a , onları Nehrevan’a kadar uğurladı. Sultan M e l i k ş a h ’ ın 1087 yılı içinde T e r k e n H a t u n ’ dan bir oğlu ol du, adını M a h m u t koydular. Yine bu yıl içinde sultan, halifeye bir mektup gön dererek kendisinden sonra oğlu A h m e t adına hutbe okunmasını istedi(Kasım ayı). Halife M u k t e d i de bu isteği kabul etti. M e l i k ş a h ’ dan sonra minber lerde A h m e t için dua okundu. O Cuma günü hatibler üzerine altınlar saçıldı ve fakirlere para dağıtıldı. Sultan, böylece A h m e t ’ i veliaht ilân ederek “ Ben den sonra sultan, oğlum A h m e t olsun” demişti. Ancak sultan M e 1 i k ş a h ’ m isteği olmadı. Çünkü A h m e t , kendisinden daha önce Merv şehrinde öldü(1088/1089). Halk, Bağdat’da Hilâfet Sarayı’nda başsağlığı için yedi gün otur du, hiç kimse ata binmedi, kadınlar sokaklarda feryat ve figan ettiler. Tekiş’ in isyanları
M e l i k ş a h ’ ın kardeşi Te k i ş , Belh ve Toharistan bölgesini yönetmekte idi. Sultan, bir ara Herat tarafına yönelmiş ve akrabalarını ziyaret etmek istemişti. Bu sırada melik Te k i ş de sultanın huzuruna gelerek itaatini bildirdi. M e l i k şalı, ona bağışlarda bulunarak hil’ât vermiş, o da yeniden Belh’e dönmüştü (1074/1075). Daha sonra sultan M e l i k ş a h , Rey şehrinde askerleri teftiş etti ve bunlar arasında şüphelendiği Türk kıyafetli 7 bin Ermeniyi ordudan ihraç etti (Ocak 1081). Rivayete göre sultan, bu askerlerlerin ihracım emrettiği zaman ve zir N i z a r a ü l m ü l k , “ Bunların askerlik dışında herhangi bir sanat ve meslek leri yoktu. Eğer bunlar ordudan ihraç edilecek olursa içlerinden birini seçip işte sultan budur demelerinden emin olamayız. Bu takdirde onlarla uğraşmak zorun da kalırız ve ödediğimiz ücretin kat kat fazlasını onları itaat altına almak için sarf etmeğe mecbur oluruz” dedi. Sultan, N i z a m ü l m ü l k ’ ün sözünü dinle mediğine ancak isyan patlak verdiğinde buna pişman oldu. Bu Ermeniler de Busenç (veya Venec)’de bulunan T e k i ş ’ in yanma gittiler. T e k i ş , ordudan ihraç edilenlerin kendisine katılmasıyla güçlendi. İşte bu olay muhtemelen Selçuklu Dev leti ’nin başına geçmek isteyen Te k i ş ’ in isyanına sebep oldu (1081/1082). O, sü ratle harekete geçerek Mervi Rûd, Şahcan ve Tirmiz gibi şehirlere hâkim oldu. Ayrıca Te k i ş , bir an önce Nişabur’u elegeçirerek Horasan bölgesine de hâkim olmak istiyordu. İsyan ile ilgili haberler sultan M e l i k ş a h ’ a ulaştığı zaman o, süratle hareket ederek T e k i ş ’ den önce M şabur’a girdi. T e k i ş , bu durumu öğ renince ilerlemekten vazgeçerek Tirmiz’e kapandı. M e l i k ş a h , kardeşini bu şe hirde kuşattı. Te k i ş , sultana karşı koyamayacağını anlayınca elindeki tutsakları serbest bırakarak af dileğinde bulundu, sonra da M e l i k ş a h ’ m huzuruna gel di. Sultan, kardeşini affederek Tirmiz’den ayrıldı. Sultan M e l i k ş a h , Musul bölgesinde iken T e k i ş ikinci kez isyan etti(1084/1085). Te k i ş ’ i bu isyana yanındaki adamları teşvik etti. O, bu teşviklere uyarak harekete geçti ve önce Mervi Rûd ve Mervi Şahcân gibi şehirleri zabtetti.
SELÇUKLU D E V LETLE R İ TARİH İ
115
Serahs, M e s u t b i n Y â h ı z e t - T ü r k m a n î ’ nin yönetiminde idi ve o, ken
di çabasıyla burayı müstahkem bir hale getirmişti. T e k i ş ve adamları, M e s u t ’ u bu kalede kuşattılar. Serahs kalesi, bu baskı sonucunda düşmek üzere idi ki, bu sırada N i z a m ü l m ü l k ’ ün Nişabur’da bulunan adamları, N i z a m ü l m ü l k ’ ün yazısını taklit ederek M e s u t b i n Y â h ı z ’ a bir mektup gönderdiler. Bu mek tupta N i z a m ü l m ü l k ’ ün ağzından, “ Bu mektubu şu gün R ey’de n yazıyorum. Yarın sana doğru geliyoruz, kaleyi muhafaza et. Falanca düşman üzerine bir gece baskını düzenleyeceğiz” yazılmıştı. Bunlar güvendikleri bir casusu çağırdılar ve bol miktarda para vererek T e k i ş ’ in tarafına gönderdiler. Casus yakalanıp Te k i ş ’ in yanına götürüldü, dövülüp ölümle tehdit edildiği zaman mektubu çıkarıp onlara teslim etti. Kendisinin sultan ile N i z a m ü l m ü l k ’ ün yanından ayrıldı ğını ve M e l i k ş a h ’ ın askerlerinin gelmekte olduğunu söyledi. T e k i ş ve adam ları, bu mektubu okuyup, casusun sözlerine uyup hemen yola çıktılar. Onlar çadırlarını, hayvanlarını ve ağırlıklarını orada bırakarak (bir rivayete göre yaka rak) süratle Serahs önünden ayrıldılar. T e k i ş , önce Merv ’e girmek istedi ise de şehir halkı, kapıları kapatarak savaştılar. Bunun üzerine o, Venec kalesine çekil mek zorunda kaldı. Bu olaylar karşısında sultan, beraberinde A r t u k , B o z a n , P o r s u k , K u m a ç ve A y a z gibi Selçuklu Devleti’nin ilerigelen emirleri ile Musul’dan ayrılarak süratle harekete geçmiş, önce R ey’e, daha sonra da Nişabur’n ulaşmıştı (Bir rivâyete göre, sultanın kendisi M e s u t b i n Y â h ı z ’ a bu radan mektup yazmıştı). M e l i k ş a h , daha sonra T e k i ş ’ i yakalamak için ordusuyla ilerledi ve emîr B o z a n komutasındaki sultanın öncüleri Serahs a gel di. Burada M e s u d b i n Y â h ı z ile B o z a n ve P o r s u k ’ un askerleri birleşerek Te k i ş ’ i izlediler. Nihayet T e k i ş , sığınmış olduğu Venec kalesinden zorla indirildi (2 Ekim 1085) ve gözlerine mil çekilerek Dâmegân’daki Fîruzkûh kalesi ne gönderildi, T e k i ş , ölene kadar orada tutuklu kaldı. Böylece M e l i k ş a h , batıdaki fetihleri sırasında isyan ederek kendisini engelleyen kardeşini ortadan kaldırıyor ve daha rahat hareket etmek imkânı buluyordu. M e l i k ş a h , T e k i ş ’ in yönetimindeki şehirlere oğlu A h m e t ’ i atadı. Sultan M e l i k ş a h ’ ın örnek davranışlarından biri Te k i ş ’ in birinci isyanı sırasında görülüyor. Sultan, isyanı bastırmak üzere giderken A l i b i n M u s a ’ nın Tus ’daki türbesine uğradı ve ziyaret etti; türbeden çıkınca N i z a m ü l m ü l k ’ e, “ nasıl dua ettin?” diye sordu. O da ‘ ‘ T a n r ı ’ nin seni muzaffer kılması için dua ettim” cevabını verdi. Sultan M e l i k ş a h ise “ bana gelince, ben öyle dua etme dim, bilâkis, T a n r ı m hangimiz Müslümanlar hakkında hayırlı ve halk için da ha yararlı olacaksak onu muzaffer kıl diye dua ettim” dedi. Sietan’de durum
Dandanakan savaşından (1040) sonra Selçuklu başbuğları, aynı ay içinde Merv şehrinde toplanan Kurultay’da önemli kararlar aldılar. Bu toplantıda Selçuklu lar•,hâkim oldukları ve ayrıca ilerde elegeçirmeyi tasarladıkları ülkeleri, eski Türk töresi gereğince bölüştüler. Bu bölüşmeye göre Sistan bölgesi, M u s a İ n a n ç
116
ALİ SEVİM —EH DOĞAN MERÇİL
Ya b g u ' ya verilmişti; o, önce beraberindeki beş bin atlı ile Herat’ı zabt ederek buraya yerleşmişti. Ote yandan İ b r a h i m Y ı n a l ’ ın kardeşi E r t a ş , Kasım 1040’da Sistana gitti. Buranın hâkimi Saffâriler’den E b u l f a z l N a s r ’ uı itaat etmesiyle bu bölge de Selçuklulara bağlandı. E r t a ş , Sistan’da M u s a Y a b g u adına hutbe okuttu. M u s a Y a b g u , T u ğ r u l B e y öldükten (1063) sonra taht mücadelesine karıştı ise de sığındığı Herat kalesinde yakalanarak sultan A l p A r s l a n ’ m huzuruna getirildi. A l p A r s l a n , amcasına iyi davranarak yanında alı koydu. M u s a ’ dan sonra oğlu K a r a A r s l a n B ö r i , Sistan’da babası adına yönetimi ele aldı. Bu sırada E b u l f a z l , Selçuklulara sadık kaldı, bu nedenle bölgenin yönetimi, 1073’deki ölümüne kadar, onun elinde kaldı. E b u l f a z l ’ dan sonra yerine, oğlu B a h a ü d d e v l e T a h i r geçti. Fakat çok geçmeden Sistan’daki öteki asiller, B a h a ü d d e v l e ’ ye karşı çıktılar. Bunlardan özellikle emîr B e d r e d d i ıı E b u l a b b a s , harekete geçerek önce Uk kalesine gitti, sonra da Samur’u alarak D erek’e geldi (Mayıs 1075). Ancak E b û Ta h i r , beş bin askerle gelerek Derek’te onu kuşattı, iki taraf arasındaki bu mücadele, sekiz ay sürmüş, fakat bir sonuç vermemişti. Daha sonra iki taraf, sultan M e l i k ş a h ’ ın Hora san’daki emirlerinin aracılığıyla aralarında bir barış yaptılar. Bu barışa rağmen E b u l a b b a s ’ m, hâkimiyetini yaymak açısından yeniden harekete geçtiği görü lüyor. O, önce H a r b adındaki bir emîri öldürdü (Ocak 1087), sonra da Kâh kale si hâkimi İ s m a i l b i n E b r e mi ’ i yakalayarak bu kaleye sahip oldu (Nisan 1087). Çok geçmeden aynı yıl içinde Sistan ın merkezi Zerenc civarında bir yerleşme bi rimi olan Berevenc hâkimi E b û C a f e r ’ in ölümü, bu bölgede yeni bir mücade le başlattı. Çünkü Berevenc’de hutbe, B a h a ü d d e v 1 e Ta h i r adına okunmuştu. Ancak kısa bir süre sonra E b u l a b b a s , bununla da yetinmeyerek Zerenc şeh rinde Ta h i r ’ i kuşattı. Bu kuşatma sırasında birçok savaşlar oldu ve yiyecek fi yatlarında artış görüldü. Nihayet E b u l a b b a s , başarılı olamayacağını anlayarak kuşatmayı kaldırdı ve Berevenc’e çekildi. E b u l a b b a s , bir süre burada yeni kuvvetlerle ordusunu takviye ederek tekrar Zerenc'i kuşattı (Şubat 1088). Sonuç ta kale kumandanı, kendisi ve yirmi adamı için Aman alarak kaleyi teslim etti. Böylece E b u l a b b a s , Zerenc’e hâkim oldu. Emîr Ta h i r , gece gizlice kaçma ya çalıştı ise de yakalanarak öldürüldü (3 Mart 1088). Bir süre sonra E b u l a b b a s , Sistan ile Kuhistan sınırındaki Nih kalesine hâkim olmak istedi. Bu kalenin yöneticisi emîr M e ’ m u n , kuşatmaya başarıyla karşı koydu. Sonunda iki taraf arasında bir barış yapıldı (Ekim 1088). Bu sırada M e l i k ş a h ’ dan bir davet alan E b u l a b b a s , Selçuklu sultanın yanına gitti ve altı aydan fazla orada kaldı ve M e l i k ş a h ’ dan emîrlik fermanı alarak Sistan’a döndü (Temmuz/Ağustos 1089). Ancak E b u l a b b a s ’ ın bu emîrliği fazla sürmemiş, o Şubat 1090’da ölmüştür. E b u l a b b a s ’ ı n ölümden sonra emîr B a h a ü d d e v l e H a l e f , emîrlik ma kamına oturdu ve sultan M e l i k ş a h ’ dan emîrlik fermanı almak üzere Hora san’a gitti. Ancak B a h a ü d d e v l e H a l e f , Karahanlılara karşı Semerkant’a bir sefer düzenlemiş olduğundan muhtemelen sultanı göremedi. Bu sırada Sistan’da. ise E b û M a n s u r ’ un emîrliği ilân edilmişti ve halk onu destekliyordu. B a h a -
SELÇUKLU DEVLETLE R İ TARİHİ
117
ü d d e v l e H a l e f , Horasan’dan Berevenc’e geri döndü, ik i taraf arasında Berevenc’de yapılan mücadele sonunda bir barış yapıldı (26 Şubat 1091). Bu anlaşmaya göre B a h a ü d d e v l e Berevenc’den Tabes’e gidecek, emîr M a n s u r da sultana dönecekti. Ancak B a h a ü d d e v l e ’ nin bu anlaşmaya uymadığı, onun tekrar Berevenc önüne gelmesinden anlaşılıyor. O, aynı zamanda Uk kalesi askerlerini ken di tarafına çekmişti. Emîr M a n s u r ’ un da şehrin önüne gelmesiyle iki taraf arasında şiddetli savaşlar oldu. Sonuçta B a h a ü d d e v l e bu savaştan üstün çı karak tekrar emîrliği ele geçirdi v e E b û M a n s u r ’ u öldürttü (Aralık 1091). Sistcm’da emîrlik mücadelesi bitmek bilm iyordu. Bu kez de emîr M ü e y y e d , harekete geçerek B a h a ü d d e v l e ’ yi Zerenc ’de kuşattı. B a h a ü d d e v l e onunla başa çıkamayacağını anlayarak şehirden ayrılmak zorunda kaldı. Böylece emîr lik M ü e y y e d ’ e geçti. Öte taraftan sultan M e l i k ş a h Kuhistan’daki Ismailîler ile mücadele için emîr K ı z ı l S a r ı g ’ ı görevlendirmişti. K ı z ı l S a r ı g ’ m yar dımıyla B a h a ü d d e v l e , Müminâbâd nahiyelerinden biri olan D ere hisarını ku şattı. Bunlar, sultan M e l i k ş a h ’ m ölümüne kadar Ismâilîler ile mücadele ettiler. Bu sıralarda sultan M e l i k ş a h ’ ı hayatta en çok üzen olaylardan biri, ço cuklarından D a v u t ’un ölümü olmuştur. D a v u t , T e r k e n H a t u n ’ un çocuğu idi ve 12 Mayıs 1082’de İsfahan’da ölmüştü. Bu çocuğun ölmesiyle M e l i k ş a h ’ da bilinenin ve alışılmışın dışında hareketler görüldü. Sultan, birçok kez kendisi ni öldürmeye niyet etti. Devlet ilerigelenleri kendisini öldürm ek istedikçe sultanı engellediler. Ölüyü sultanın elinden alıp yıkamak imkanı bulamadılar. Nihayet ceset bozulmaya ve kokmaya başladı- Ondan sonra güçlükle sultanı ölünün üze rinden ayırdılar ve yıkayarak gömdüler. Bu sırada halk, bu üzüntülü günde İsfa han’da toplandılar, saçlarını çözdüler, ölünün önünde ağlayıp sızilayarak gittiler. Bütün kadınlar, maiyyet halkı ve hizmetkârlar da aynı şekilde davrandılar. Atla ra kara çullar giydirdiler, yelelerini ve kuyruklarını kesip, eyerlerini ters vurdu lar. Eski Türk matem iyuğ) geleneğinin devamı olan bu törene, şehir halkı da evler ve çarşılarda yedi gün yas tutarak katıldılar. Halifenin veziri de Bağdat’da taziye leri kabul etmişti. Sultan M elikşah ve Karuhanlılar
Batı-karahanlı hükümdarı A h m e t b i n H ı z ı r H a n (1081-1089), çok genç
yaşta tahta çıkmıştı. Onun gençliğin verdiği tecrübesizlik sebebiyle iyi bir yöneti ci olamadığı anlaşılıyor. Nitekim A h m e t H a n , halka kötü davranıyor ve sık sık onların malına el uzatarak müsadere ediyordu. Nihayet halk, sultan M e l i k ş a h ’ a gizlice mektup yazarak ondan yardım istediler. Bu arada şafîî fakihi E b û T a h i r b i n A l i y y e k , serveti çok olduğu için A h m e t H a n ’ dan kor kuyordu. O, ticaret ve hac maksadıyla yola çıktığını söyleyerek ülkesinden ayrıl mış ve İsfahan’da bulunan M e l i k ş a h ’ ın yanma gelerek onunla görüşmüştü. E b û T a h i r , bu görüşmede A h m e t H a n ’ dan şikayetçi olmuş ve Selçuklusul tanım Karahanlı ülkesini zabta teşvik etmişti. Zaten hâkimiyet sahasını genişlet meyi düşünen sultan için bu, aradığı bir fırsattı ve Maveraünnehr’i zabtetmek
ALİ S E V İM -E R D O Ğ A N M ERÇİL
118
için harekete geçti (1088/1089). Sultan, Horasan’a ulaştığı zaman bütün şehirler den asker topladı. Böylece o, çok sayıda askerden oluşan büyük bir orduyla Cey hun nehrini geçti. Selçuklu ordusu , Ceyhun’u geçtiği zam an, vezir N i z a m ü l m ü l k , geçiş ücretinin Antakya’dan alınmasını emretti. Sultan, ge miye binince, gemiciler feryat edip “ Biz fakir insanlarız, bizim geçimimiz bu su dandır. Eğer bir genç, buradan Antakya’ya gitse ihtiyar olarak döner” dediler. Sultan, N i z a m ü l m ü l k ’ e “ Ey peder, bu ne uygunsuz iştir?. Bu vilâyette eli mize bu kadar para geçmiyor mu da, bu parayı Antakya’ya havale etmek lâzım geliyor?” dedi. Vezir “ Ey efendim iz, onların b ir yere gitm esi gerekm ez. Adam larım ız onların beratını altın para ile satın alır. Kulunuz, bunu, hüküm darlı ğın saygısı ve büyüklüğünü gösterm ek gayesiyle ve bütün dünyanın, ülkem izin genişliğini ve sultanın hükm ünün nereden nereye kadar g eçerli olduğunu bil m eleri için em retti” diye cevap verdi. M e l i k ş a h , daha sonra Buhara üzerine yürüdü ve bu şehir ile civarındaki yerleri elegeçirdi. Sultan, buradan Semerkant’a giderek önünde ordugâh kurdu ve şehri kuşatmaya başladı; A h m e t H a n ise her hangi bir kuşatmaya karşı gerekli önlemleri almış, surların burçlarından her bi rini, savunmak üzere güvendiği kumandan ve kişilerin yönetimine vermişti. Fakat Ayar burcunun kumandanının oğlu, Selçuklulara tutsak olmuştu. Selçuklular, oğ lunu öldüreceklerini söyleyerek babasını tehdit ettiler. Böylece sultanın işi kolay laştı ve bu burç alındı. Selçuklu askerleri sur üzerine çıktığı zaman A h m e t H a n kurtuluşu kaçmakta buldu ve halktan birinin evine saklandı. Selçuklu askerleri Semerkant’a girdiler. Bu sırada A h m e t H a n ’ ın nerede bulunduğu ihbar edil di ve onu saklandığı yerde yakalayarak sultanın huzuruna getirildi. A h m e t H a n huzuruna gelince, sultanın hükümdarlık alâmeti olan gaşiyesinı omuzuna alarak, M e l i k ş a h ’ m tahtının bulunduğu yere kadar özengisinin yanında yürüyerek ona olan itaatini göstermişti. A h m e t H a n , daha sonra İsfahan’a götürüldü. Böy lece Batı-Karahanlılar Devleti Selçuklulara bağlanmış oldu. Sultan, ayrıca Se merkant yönetimine E b û T a h i r H a r e z m î ’ yi atadı. M e l i k ş a h , bundan sonra Doğu-Karahanlılar ülkesine gitmek üzere Kâşgar a yöneldi ve Özkent’e ka dar ilerledi. Sultan, burada Doğu-Karahanlı hükümdarı H a ş a n b i n S ü l e y m a n ’ a elçiler gönderip, hutbenin kendi adına okunmasını ve sikkenin adına basılmasını istedi. H a ş a n b i n S ü l e y m a n , M e l i k ş a h ’ ın bu isteklerini ye rine getirerek ona itaat etti. M e 1 i k ş a h , bu münasebetle huzuruna gelen H a s a n ’ ı iyi karşılamış ve saygı göstererek onu ülkesine iade etmişti. Selçuklular, bu sefer esnasında Taraz (Talaş) ’a kadar ilerleyerek buranın hâkimini de itaat altına almışlardı. Sultan, Doğu-Karahanlılar Devleti’ni de kendisine bağladıktan sonra İsfahan’a döndü (1090). II. M averaünnehir seferi
Sultan M e l i k ş a h ’ ın Semerkant yönetimiyle görevlendirdiği emîr E b û T a h i r , çok geçmeden şehir halkı ve Karahanlı ordusunun esasını oluşturan Çiğil askerleri ile anlaşmazlığa düştü ve sonuçta buradan ayrılarak Hârezm’e gitmek
SELÇUKLU D EVLETLERİ TARİHİ
U9
zorunda kaldı. Çiğil askerleri kumandanı A y n ü d d e v l e , E b û T a h i r ’ e yap tıklarından dolayı sultan M e l i k ş a h ’ tan korkmakta, bu bakımdan onun hare kete geçeceğini düşünerek kendisine müttefik aramakta idi. Nitekim o, bu amaçla Doğu-Karahanlı hükümdarı H a s a n ’ ın kardeşi ve Atbaşı hâkimi Y a k u p T e k i n ’ i Semerkant’a davet etti. Y a k u p , A y n ü d d e v l e ile işin yürümeyeceğini anlayınca, aleyhinde çalışarak halkı kışkırttı. Çok geçmeden halk, onu öldürmek için fetva aldı ve böylece A y n ü d d e v l e idam edildi. Bu durumu öğrenen sultan M e l i k ş a h , tekrar Semerkant’a yürüdü (1090 yılı sonları). Selçuklu sultanı Buhara’ya gelince, Çiğil askerlerinin yardımından yoksun kalan Y a k u p T e k i n , Fergana üzerinde Atbaşı’ya kaçtı. M e l i k ş a h , ikinci kez Semerkant’ı ele geçi rerek Ozkent’e gitti ve Y a k u p ’ u yakalamak için her tarafa asker gönderdi. Sul tan, aynı zamanda Doğu-Karahanlı hükümdarı H a s a n ’ a mektup yazarak Y a k u p ’ u yakalamak ve kendisine göndermek hususunda elinden geleni yapma sını bildirdi. Öte taraftan askerleri ayaklanınca Y a k u p ’ un, kardeşi H a s a n ’ a sığınmaktan başka çaresi kalmamıştı. Bunun üzerine sultan, H a s a n ’ a haber gön derip, Y a k u p ’ un kendisine teslimini istedi. Ancak H a ş a n , kardeşini M e l i k ş a h ’ a teslim etmedi. Nihayet sultan, Ozkent’e yeniden sahip olduğu zaman H a ş a n , Y a k u p ’ u M e l i k ş a h ’a göndermeye karar verdi. Bu nedenle kendi oğlunu kardeşine nezaret etmekle görevli bir birlik ile ve pek çok hediyelerle Sel çuklu sultanına gönderdi. Bu arada H a ş a n , oğluna yolda Y a k u p ’ un gözleri ne mil çekilmesini emretti. Fakat H a ş a n ’ ın oğlu ve yakınındakiler bunu gerçekleştiremediler ve Y a k u p ’ u serbest bıraktılar. Çünkü bu sırada DoğuKarahanlı hanedanından T u ğ r u l b i n Y ı n a l , isyan ederek Kâşgar a yürümüş ve bu şehri yağmaladığı gibi H a s a n ’ ı da tutsak almıştı. Sultan M e l i k ş a h , bu durumda iki isyankâr ile uğraşmanın ve onları takip etmenin zorluğunu düşü nerek muhtemelen bunlardan biriyle anlaşarak ötekini kontrol altında tutmayı yeğledi. Bu bakımdan o, devlet adamlarından T a c ü l m ü l k E b u l - G a n a i m ’ i bu işle görevlendirdi. T a c ü l m ü l k , sultanın emirlerini yerine getirdi ve böyle ce sultan ile Y a k u p anlaştılar. Sonuçta Y a k u p , T u ğ r u l ’ un kuvvetlenip ül keyi ele geçirmesine engel olmakla görevlendirildi. Sultan, daha sonra Özkent’ten ayrılarak Horasan’a döndü. Sultan, kısa bir süre sonra belki de T e r k e n H a t u n ’ un yeğeni olduğu veya Batı-Karahanlı ülkesinde düzen sağlıyabileceğini ümit ettiği A h m e t H a n ’ ın vatanına dönmesine izin verdi. M e l i k ş a h , onu kendi sine tâbi olmak şartıyla ülkesine dönüp, yönetimi ele almasına izin vermiştir. B atınîlerle m ü cad ele
H z . A l i neslinden altıncı imam C â f e r - i S a d ı k (Öl.765), büyük oğlu İ s m a i l ’ i (Öl.762) şarap içmesi nedeniyle veliahtlıktan uzaklaştırmış ve yerine öteki oğlu M u s a ’ yı atamıştı. Bu olay, şiîler arasında büyük anlaşmazlıklara sebep ol du. Bir kısım şiîler, I s m a i 1 ’ in babasının ilk ve tek halefi olduğunu öne sürerek M u s a ’ nin ve varislerin imametini kabul etmediler. Böylece tarihe, daha çok Batmîler ve Ismailîler adıyla geçecek olan bir fırkanın temelleri atılmış oldu. Batı
120
ALİ S E V İM -E R D O Ğ A N MERÇİL
nî hareketi, başlangıçta imamlar ve dâiler (davet edenler) tarafından büyük bir
gizlilik içinde yürütüldü. Ancak H a ş a n S a b b a h i l e bu hareket, yeni bir nite lik kazandı. Sonderecede kuvvetli bir zekâya ve teşkilâtçılık vasıtalarına sahip olan H a ş a n S a b b a h , etkili ve düzenli teşkilâtıyla gizlilikten vazgeçmiş, etra fa dehşet saçan fedaileriyle insanların düşünce ve inanç dünyalarına hâkim olma ya çalışmıştı. İrak’ın başdâisi A b d ü l m e l i k b i n A t t a ş , R ey’e geldiği zaman(1071) H a ş a n S a b b a h ’ daki yeteneği görmüş ve ona Ismailî teşkilatını düzenlemek ve Fa tımî Halifesi’ni görmek üzere M ısır’a gitmesini önermişti. Ayrıca sultan M e l i k ş a h devrinde Rey şehrindeki şiîlerin sıkı bir şekilde izlenmesi de H a ş a n S a b b a h ’ ı Mısır’a doğru yola çıkmaya şevketti (1077). H a ş a n S a b b a h , Iran, Irak ve Suriye’yi dolaştıktan sonra Kahire’ye gitti (1079). Fatımî halifesi M u s t a n s ı r , H a ş a n S a b b a h ’ ı destekleyerek halkı kendi imametine davet etme sini istemişti. Ancak daha sonra Fatımîlerde veliahtlık sorunuyla ilgili olarak bir anlaşmazlık çıktı. M u s t a n s ı r , başlangıçta oğlu N i z a r ’ ı veliaht göstermişse de sonra bundan vazgeçerek öteki oğlu A h m e t ’ i veliaht yapmıştı. H a ş a n S a b b a h , N i z a r ’ ı, başkumandan B e d r ü l c e m a l î ise A h m e t ’ i destekliyordu. Bu durumda H a ş a n S a b b a h , B e d r ü l c e m a l î ’ nin onu öldüreceğini his setti ve M ısır’dan ayrılarak tekrar İran’a dönüp İsfahan’a geldi (1081). O, bu şe hirde bir süre saklandıktan sonra Kirman ve Yezd bölgelerinde N i z a r lehine propagandaya girişti, ardından şiîlerin çoğunlukta olduğu Taberistan, Kuhistan ve Cürcan dağlık bölgelerinde faaliyette bulunarak yandaş topladı. H a ş a n S a b b a h , bu arada Damegân’da üç yıl kalmış ve buradan çevreye dâiler göndermişti. Rivayete göre o, bu fıkra mensupları, vecd içinde cennet hayalleri görmek ve bu suretle ölümü cesaretle karşılamak için haşhaş kullanıyorlardı. H a ş a n S a b b a h tarafından geliştirilen ve ölümünden sonra taraftarlarınca Daveti Cedide adı ve rilen bu anlayışa göre “ fırka düşmanlarının, sadık tehdişçileri tarafından, dinî bir görev olarak öldürülm eleri” bir prensip olarak kabul edilmektedir. Bu pren sipler içinde faaliyette bulunan H a ş a n S a b b a h ’ ın yandaşları ile bir tehlike oluşturmaya başlaması, Selçuklu Devleti’nin dikkatini çekmekte gecikmedi. Ni tekim N i z a m ü l m ü l k , Rey Reisi E b û M ü s l i m ’ den H a s a n ’ ın faaliyetle rine son verilmesini ve yakalanmasını istedi. E b û M ü s 1 i m ’ in işi sıkı tutması ve her yerde araması üzerine H a ş a n S a b b a h , R e y ’ e gitmeye cesaret ede medi. H a s a n , bu durumda kendisini güvence altında tutabileceği bir yer ara maya başladı ve bunun için de Kazvin civarında Rudbar vadisinde kayalık bir yer üzerindeki Alamut Kalesi’ni elegeçirmeyi planladı. “ Kartal Yuvası” demek olan Alamut, bu sırada sultan M e l i k ş a h adına M e h d i adında bir alevinin yöneti minde idi. H a ş a n S a b b a h , önce Alamut halkından bir gurubu kendi tarafı na çekmiş, sonra da gizlice kaleye girmişti (1090). Bir süre orada kendini tanıtmadan yaşayan H a ş a n , burada kendini güvenceye alınca ilk işi M e h d i ’ yi kaleden çı karmak olmuştu. H a ş a n , gizlice mezhebe girmiş bulunan Girdkûh ve Dame gân yöneticisi reis M u z a f f e r M ü s t e v f î ’ ye yazdığı bir mektubta Alamut kalesinin karşılığı olarak M e h d i ’ ye üçbin dinar ödenmesini bildirdi. H a -
SELÇUKLU D E V LETLE R İ TARİHİ
121
s a n S a b b a h , bundan sonra Alamut’a sınır bölgelerini ve buraya yakın yerle rin ele geçirilmesi için büyük çaba harcadı. Kurduğu tehlikeli tuzaklara düşmeyenleri ve kendilerine muhalif gördüğü devlet adamlarını acımasızca öldürt tü, bir kısım halkı da kan dökerek ve zor kullanarak kendi tarafına çekti. Elegeçirdiği kalelerle yetinmeyip, bina yapımına elverişli her yere bir kale yaptırdı. Devrin tarihçisine ( I b n ü l e s i r ) göre, Batmîler ve Ismailiyye denilen bu son devletin sahipleri hakkında sultan M e l i k ş a h devrinde bilgiler edinildi. O dev rede 18 Batınî, toplanıp Sdre’de bayram namazını kılmışlar, şehrin şıhnesi de on ları dikkatle izledikten sonra yakalayıp hapsetmiş, haklarında soruşturma yaptıktan sonra da salıvermişti. Bu, Batmîlerin yaptıkları ilk toplantı idi. Batmîler, daha sonra Isfahanda oturan Sâveli bir müezzini Batınîliğe davet ettiler, fakat müez zin bu daveti kabul etmedi. Batmîler de kendilerini ihbar etmesinden korkarak onu öldürdüler. Onlar tarafından öldürülen ilk şahıs bu müezzindir. N i z a m ü l m ü l k , bunu haber aldığı zaman, müezzini öldürm ekle suçlananların derhal ya kalanmalarını emretti, Sonunda bu cinayetten T a h i r adlı bir marangoz, sorumlu tutularak öldürüldü. Batmîlerden öldürülen ilk şahıs da bu marangozdur. Bu sı rada Alamut ve çevresinin ıktaı sultan M e l i k ş a h ’ ın emirlerinden Y o r u n t a ş ’ a aitti. O, H a ş a n S a b b a h ve yandaşlarının davranışları üzerine sık sık Alamut eteklerine saldırmaya başladı. Bu Selçuklu kumandanı, H a ş a n S a b b a h ’ m da vetini kabul edenleri ve ona bağlananları öldürmekte ve mallarını yağmalamakta idi. Y o r u n t a ş ’ ın kale yörelerindeki bu baskısı nedeniyle Alamut’ta yeterli er zak biriktirilmediğinden orada yaşayanları sıkıntıya düşürdü. Sonuçta onlar, ka leyi birkaç atlıya bırakıp, gitmeye niyetlendiler. İşte bu sırada H a ş a n S a b b a h , “ Fatımî halifesi M u s t a n s ı r ’ dan orayı terk etmemeleri ve yakında başarıya (ik bâl) kavuşacakları hususunda emir aldığını” söyledi. Onun bu yalanı, halka şid detli bir direnme gücü verdi ve onların Alamut’ta kalmalarına sebep oldu. Ayrıca buraya da Belde-i ikbâl adını verdiler. Fakat bu olaylar esnasında Y o r u n t a ş ’ ın birdenbire ölmesi (1091), kalenin zabtı için yapılan gayretleri sonuçsuz bırak tı. Tabii Y o r u n t a ş ’ m ölümü, yakında başarıya ulaşılacağı hususunda yalan habere rağmen, H a ş a n S a b b a h ’a eşsiz bir propaganda gücü sağlamıştı. H a s a n , bu olaydan sonra dâilelerinden H ü s e y i n K a i n i ’ yi halkı Batiniliğe da vet için Kuhistan’a gönderdi (1091). H ü s e y i n , Kuhistan halkından b ir kısmının daveti kabul etmesi üzerine orada yerleşti. H a ş a n , buradaki yandaşlarının yö netimi için bir nâib atadı. Kuhistan’daki Batmîler de H a ş a n S a b b a h ’ ın Alamut’da yaptığı gibi, halkı bu mezhebe girmeye davet edip çevreyi elegeçirmeye başladılar. Onlar, ellerinden geldiği kadar fitne çıkarmak ve kaleleri zabtetmekle meşgul oldular. Batmîlerin bü daveti ve onlara komşu Müslüman topluluğa zarar vermeleri olayı, açığa çıktığı zaman sultan M e l i k ş a h , 1092 yılı başlarında, emîr A r s l a n t a ş ’ ı H a s a n S a b b a h ve yandaşlarını ortadan kaldırmak için görev lendirdi. A r s l i a n t a ş , Temmuz 1092 tarihinde Alamut’u kuşattı. O sırada H a s a n ’ ın yanında bulunanların sayısı 60-70 kişiyi geçmiyordu. Onların erzakları da çok azdı, buna rağmen Selçuklu askerlerine karşı koyarak savaşıyorlardı. H a ş a n S a b b a h ’ ın, adı D i h d â r E b û A l i olan dâisi Z e v â r e ile Ardistan böl
A Lİ S E V İM -E R D O Ğ A N M ERÇİL
122
gesinden gelip Kazvin’e yerleşmiş ve ora halkından bir gurup onun çağrısına uymuştu. Aynı şekilde çevredeki şehir ve kasabalardan davete uyan çok sayıda insan da Kazvin’de yerleşmişlerdi. Sıkışık durumdaki H a ş a n , bu sırada E b û A l i ’ den yardım istedi; o da topladığı askerleri, silah ve gereçleri ile H a s a n ’ ın yardımına gönderdi. Sayıları 300 kişiyi bulan bu yardım kuvveti, Alamut kalesine girmeyi başardı. Böylece kuvvetlenen Batmîler, onlarla sözleşmiş olarak kalenin dışında bekleyen Rudbâr halkından bir gurubun yardımıyla Selçuklu or dusuna baskın yaptılar (Ekim 1092). Bu beklenmedik saldırı karşısında bozguna uğrayan A r s l a n t a ş ’ ın askerleri geri çekilmek zorunda kaldılar. Sultan M e l i k ş a h , A r s l a n t a ş ’ ı Alamut. ’a gönderirken, emirlerinden K ı z ı l S a r ı ğ ’ ı d a Horasan askerleriyle KuJıistan’daki Batınîleri ortadan kaldırmak için görevlendirmişti. K ı z ı l S a r ı ğ , Sistan’da Dere kalesinde onları kuşatıp sa vaşa başladı. Bu sırada sultan M e l i k ş a h ’ m ölüm haberi geldiğinden K ı z ı l S a r i g , kuşatmayı bırakıp çekildi, askerler de dağıldılar (Ayrıca Bk. M e l i k ş a h devrinde Sistan). Sultan M e l i k ş a h Batmîlerin kökünü kazımak için çareler aradı ise de ha yatının sonuna yaklaştığı için düşündüklerini gerçekleştiremedi. Onun ölümün den sonra Batınîleri ortadan kaldırmak için yapılan çalışmalarda gerileme oldu ve onların çıkardıkları karışıklıkların boyutları önemli ölçülere ulaştı. Suriye ve Filistin olayları
Sultan M e l i k ş a h ’ m Kuzey-Suriye’den ayrılmasından sonra melik T u t u ş , harekete geçerek Fatımî yönetimindeki Sayda ve Beyrut şehirlerini feth etmişti. Böylece Suriye ve Filistin kıyı şehirlerinin büyük bir kısmı Selçuklu yönetimi al tına girdi (Haziran/Temmuz 1087). Öte yandan Haleb Selçuklu valisi A k s u n g u r , Munkizî ailesinin elinde bulunan Şeyzer üzerine yürüdü (Eylül 1088 sonlan). Onu bu harekete, Efamiye’ye bağlı Latmîn halkı ile Munkizî emîri N a s r b i n A l i arasındaki bir anlaşmazlık sevk etmişti. A k s u n g u r , şehir çevresine akınlar dü zenlemiş ve kaleyi de kuşatmıştı. Zor durumda kalan N a s r , sonunda Latminliler ile iyi geçinmeye söz verince A k s u n g u r , bir yıl sonra Antakya’ya bağlı Berzûye kalesini Ermenilerden teslim aldı(Ekim/Kasım 1089). Bu kale, dokuz ay sonra yine A k s u n g u r ’ un emri ile tamamen yıkıldı. B e d r ü l c e m a l î ’ nin büyük çabalarıyla durumu oldukça düzelen Fatımî Devleti, Filistin ve Suriye’yi geri almak istiyordu. Nitekim B e d r ü l c e m a l î , N a -
s ı r ü d d e v l e C u y u ş î kumandasında büyük bir orduyu bu bölgeye gönderdi. Fatımî ordusu, çok geçmeden Akdeniz ’in önemli bir kıyı şehri olan Sur’u kuşattı.
Şehrin hâkimi kadı A y n ü d d e v l e E b u l - H a s e n b i n E b û U k a y l ’ ın bu sırada ölmesi üzerine onun çocukları Fatımî ordusunun baskısı karşısında teslim olmak zorunda kaldılar. Fatımî ordusu, bundan sonra Sayda, Beyrut, Akkâ ve Cübeyl gibi şehir ve kaleleri yeniden elegeçirdi. Fatımîler, bununla da yetinmeye rek Baalbek’e dek ilerlediler. Baalbek ve Humus hâkimi ve Selçuklulara bağlı
SELÇUKLU DEVLETLE R İ TARİH İ
123
olan H a l e f b i n M ü l â i b , C u y u ş î ’ ye itaatini bildirmiş ve hutbeyi de Fatımıler adına okutmuştu. Fatımîlerin bu seferdeki son durağı Suriye Selçuklu Me~ likliği’nin başkenti Dımaşk oldu. Onlar, adıgeçen şehri kuşattılarsa da bu kez başarı kazanamadılar. Ancak genelde başarılı görünen bu seferden sonra Fatımî ordusu Mısır’a döndü. Fatımîlerin bu harekâtıyla önemli kıyı şehirlerinin hâkimiyetini kaybeden me
lik T u t u ş , hemen Büyük Sultan M e l i k ş a h ’ a elçiler göndererek durumu bil dirmiş ve yardım istemişti. Sultan M e l i k ş a h , H alet valisi A k s u n g u r , Urfa valisi B o z a n ve Antakya valisi Y a ğ ı s ı y a n ’ a emirler göndererek “ T u t u ş ’ un hizmetine girip ona yardımcı olmalarını” bildirdi(1090). T u t u ş ’ un kendisi ne katılan bu üç emîr ile, ilk hedefi Humus olmuştu. Çünkü H a l e f b i n M ü l â i b Fatımîleri tanıyıp, onlar adına hutbe okutmakta, özellikle yol keserek soygunlar yapmaktaydı. I b n M ü l â i b , bu kalabalık Selçuklu ordusunun baskısı karşısın da fazla bir direnme gösterememiş, kendisi, ailesi ve servet için aman dinlemişti. Selçuklu melik ve kumandanları, onun bu isteğini kabul ederek şehri teslim aldı lar. Sultan M e 1 i k ş a h ’ ın yazılı buyruğuna uyularak Humus, T u t u ş ’ un yöne timine bırakıldı. T u t u ş , yanında I b n M ü l â i b ve iki oğlu ile Humus’tan ayrı larak Irka’ya yürüdü. Trablusşam’m kuzey-doğusundaki Irka kalesi, bu sırada I b n M ü l â i b ’ in yönetiminde bulunuyordu. T u t u ş burayı da işgal etti. Öte yan dan A k s u n g u r ise yine I b n M ü l â i b ’ in hakimiyetindeki Efamiye kalesini elegeçirerek yönetimini Şeyzer Munkızî emîri N a s r ’ a verdi (21 Ağustos 1091). Irka kalesinin ele geçirilmesinden sonra T u t u ş ve beraberindeki Selçuklu emir leri, kadı E b u l - H a s a n b i n A m m a r ’ ın yönetiminde bulunan Traslusşam’a yürüyerek burayı kuşattılar. M ancınıklar da kullanan Selçuklu kuvvetleri karşı sında direnemeyeceğini anlayan I b n A m m a r , bu tehlikeden kurtulabilmek için hile yolları aradı. O, önce T u t u ş ’ un kumandanlarına haberler göndererek pa ra ve mal vaad edip kandırmaya çalıştı. T u t u ş ’ un kumandanları, onun bu öne risini kabul etmediler. I b n A m m a r , ikinci kez A k s u n g u r ’ un veziri Z e r r i n k e m e r ’ i elde etmeyi denedi ve ona değerli armağanlar ve para vere rek efendisini kazandırmak için kullandı. Z e r r i n k e m e r ’ i nbu girişimi dışında A k s u n g u r ’ a30 bin altın ve değerli hediyeler gönderildi. Ayrıca I b n A m m a r , sultan M e l i k ş a h ’ ın ilTrablusşam’ın kendi yönetiminde kalmasını” bildiren menşurlarını içeren buyruğunu da A k s u n g u r ’ a gösterdi. Bu buyruk A k s u n g u r ’ un T u t u ş ’ a itirazı için yeterli olmuştu. O, T u t u ş ’ a “ Sultanın verdiği böyle menşurları elinde bulunduran bir kimseyle asla savaşmam” dedi. Bu itira za çok kızan T u t u ş 5un “ Sen bana tâbi değil misin?” diye sormasına, A k s u n g u r “ Ben, sana ancak Büyük Sultan’a isyan durum unda olm adıkça tâbiyim” cevabını verdi. Bu anlaşmazlık sonucunda A k s u n g u r , ertesi gün ku şatmayı bırakarak Haleb’e döndü. Hemen ardından emîr B o z a n ’ ın da Urfa’ya dönmesiyle, T u t u ş , Trablusşam önünde yalnız kaldı ve kuvvetleri de azaldığı için kuşatmayı kaldırarak Dımaşk’a gitti (1091 sonları). T u t u ş , oğullarından bi rini göndererek A k s u n g u r ’ u bu olumsuz davranışları sebebiyle sultan M e -
124
ALİ S E V İM -E R D O Ğ A N MERÇİL
l i k ş a h ’ a şikâyet etti. Sultan M e l i k ş a h , bu durumu pek önemsememiş, T u t u ş ’ un oğlu da Dımaşk'a dönmek zorunda kalmıştı. Böylece Fatımîlerin eli ne geçen Filistin ve Suriye’nin önemli kıyı şehirleri geri alınamadı. Ancak bu olay lardan sonra sultan M e l i k ş a h ’ m Bağdat’ı ikinci ziyareti sırasında R o z a n ve A k s u n g u r ’ a “ Suriye sahillerindeki şehirleri feth etmek isteyen T u t u ş ’ un hizmetine girmelerini ve daha sonra birlikte Mısır'a yürüyerek orayı ele geçirmelerini” emretmesi, onun Fatımîlere iyi bir ders vermeyi düşündüğünü gös teriyor. A bbasî vezirinin görevd en uzaklaştırılm ası
Abbasî halifesi M u k t e d î , veziri E b û Ş ü c a ’ nm çalışmalarından memnun
du. Buna rağmen birkaç sebepten görevinden uzaklaştırıldı. Sebeplerden birine göre, Selçuklu veziri N i z a m ü l m ü l k , onun yerine kendi oğlunu halifeye vezir yapmak istiyor, bu nedenle E b û Ş ü c a ’ ya diş biliyor ve daima halifeye onun hak kında ihbarlarda bulunuyordu. Başka bir sebep de şu idi: Sultan M e l i k ş a h , Semerkant’ı ele geçirdiği zaman Bağdat’a müjdeci geldi, halife memnun oldu. Müj deciye hilat verip ikramda bulundu. Ayrıca müjde davulları çaldırttı ve şehri süs letti. Vezir E b û Ş ü c a , “ Bu müjde ne müjdesidir, ne oldu?. Kâfirlerin şehirlerinden bir şehir mi feth oldu?. Semerkant halkı Müslümandır, bu müjde ve sevinç gereksizdir” dedi. E b û Ş ü c a ’ m bu sözlerini düşmanları sultana bil dirdiler. Sultan, bunu öğrenince öfkelendi, halifeye elçi gönderip, onu görevin den uzaklaştırdı. Vezir E b û Ş ü c a ’ ın görevinden uzaklaştırılmasının sebeple rinden biri de gayri Müslimlere hoş görülü davranmıyor, cizye ödemeye, hattâ özel elbise giymeye m ecbur ediyordu. Onun bu sert davranışı yüzünden önde gelen Yahudiler, Müslüman olmuşlardı. Abbasî vezirinin gösterdiği bu şiddet, gayri Müs lim topluluk arasında hoşnutsuzluk yarattı ve onlar, bu durumu Bağdat şıhnesi G e v h e r â y i n ’ e şikâyet ettiler. G e v h e r â y i n ’ in İsfahan’a giderek şikâyeti sultana haber vermesi üzerine, sultan ve N i z a m ü l m ü l k , onun görevden uzak laştırılmasını istediler (Ekim 1091). Böylece halife, bu isteği yerine getirerek E b û Ş ü c a ’ yı görevinden azletti. N i z a m ü l m ü l k , onun Bağdat’ta kalması nı bile sakıncalı bulmuş, bu nedenle E b û Ş ü c a , bu şehirden uzaklaştırılmıştı. Önce Abbasî vezirliğini, vekâleten E b û S a ’ d b i n M u s a l a ( M a v s a l a ) ’ ya ve i'miş, daha sonra Diyarbakır emîri A m î d ü d d e v l e b i n F a h r ü d d e v l e C ü h e y r halifenin veziri olmuştu (Ocak 1092). M e lik ş a h ’ ııı B a ğ d a t’ ı ik in c i ziy a re ti
Sultan M e l i k ş a h , 1091 yılı sonbaharında beraberinde vezir N i z a m ü l m ü l k olduğu halde, ikinci kez Bağdat’a geldi(5 Kasım). Sultan ve yanındakiler, Bağdat il sınırına girdiği zaman onları halifenin vezir vekili E b û S a ’ d b i n M u s a 1 a karşılamıştı. Sultanın bu gelişi nedeniyle kardeşi T u t u ş , Haleb emîri A k s u n g u r , Urfa emîri B o z a n , emîr Ç u b u k ve öteki Selçuklu emirleri, Bağdat’a çağrılmışlardır. Bu münasebetle Bağdat’ta büyü__ genlikler yapıldı. Sultan M e -
SELÇUKLU D E V L ET L E R İ TARİHİ
125
1 i k ş a h adına Dicle nehri üzerinde düzenlenen Donanma gecesi Bağdatlılara benzerini hiç bir zaman göremeyecekleri bir gece yaşatmıştı. Sultanın katıldığı bu şenlik gecesinde, Dicle, baştan başa ışıklandırılmıştı. Nehrin iki yakasında ne kadar kayık varsa toplanmış, bunlar fenerler ve mumlarla süslenmişti. Bağdat halkı da nehrin kenarında yer yer ateşler yakmış, gece sanki gündüze dönmüştü. Sabaha kadar süren bu şenliğe N i z a m ü 1 m ü 1 k ve öteki devlet ilerigelenleri de katıldılar, pek çok şair bu geceyi vasıflayan şiirler yazdılar. Sultan M e l i k ş a h , Bağdat’ta iken S a d ü d d e v l e G e v h e r â y i n ile emîr Ç u b u k ’ u Hicaz ve Yemen’i ele geçirmekle görevlendirmişti. M e l i k ş a h , da ha sonra Bağdat’ta Sultan Camii’nin inşasını emretti ve çok geçmeden caminin yapımına başlandı (Şubat/Mart 1092). Binanın kıble yönünü, sultanın müneccimi B e h r a m ile bir gurup rasad bilgini, tespit ettiler. Yapım faaliyetinin yürütül mesi için kadıelkudât E b û B e k r Ş a m î görevlendirilmişti. Ayrıca sultan, ca minin çevresine çarşılar yapılmasını emretti. Vezir N i z a m ü l m ü l k , T â c ü l m ü 1 k ve öteki büyük emîrler de Bağdat a geldiklerinde kalmak üzere konaklar yaptırmaya başladılar. Sultan, Bağdat’ta iken Suriye ve öteki ülkelerde çok sayı da deprem oldu (26 Kasım 1091). Bu deprem sonunda Antakya’da birçok ev yıkıl mış ve enkaz altında kalan pek çok kişi ölmüştü. Yine Antakya surlarındaki doksan burç yıkılmıştı. M e l i k ş a h , yıkılan burçların yapılmasını emretti. Sultan, da ha sonra ikinci kez geldiği Bağdat’d an ayrılarak(25 Nisan 1092) İsfahan’a gitti. H icaz’ ın durum u
Mekke şerifi M u h a m m e d b i n E b û H a ş i m , 1068 yılında hutbeyi Ab basî halifesi K a a i m B i e m r i l l a h ve sultan A l p A r s l a n adına okutmaya başlamıştı. M e l i k ş a h tahta geçtikten sonra Mekke şerifi ile aradaki dostluğu kuvvetlendirmek amacıyla Hac emîri S â l â r - ı H o r a s a n ’ ı Mekke’ye gönder di. S â l â r - ı H o r a s a n , Gaznelilerin yaptırdığı anlaşılan ve E b u l K a s ı m D i h k a n î adlı birinin muhafaza ettiği büyük Kâbe örtüsünü de Mek ke’ye götürmüştü. Üzerinde M a h m u d b i n S e b ü k t e k i n yazılı, sarı ipekten yapılmış bu örtü, o zamana kadar çıplak duran Kabe’ye örtülmüştü. Öte yandan halife K a a i m B i e m r i l 1 a h öldüğü zaman(1073), M u s t a n s ı r işe karışarak Mekke’de hutbenin tekrar Fatımîler adına okunmasını sağlamaya çalıştı ve bunda da başarılı oldu. Böylece hutbe Fatımî halifesi adına okunmaya başladı. Ancak M e l i k ş a h , bu durumu kabul etmedi ve S â l â r - ı H o r a s a n ’ ı tekrar Mek ke’ye gönderdi. S â l â r - ı H o r a s a n , Ş e r î f i l e anlaşarak Mekke ve Medine’de hutbeyi Abbasî halifesi M u k t e d î ve sultan M e l i k ş a h adına okutmakta ba şarı sağladı. Ayrıca Mekke Şerifi, sultan M e l i k ş a h ’ m kızkardeşi ile evlenmek istemişti.
A t s ı z ’ m Suriye’de başarılı olduğu ve Kahire’ye kadar sefer düzenlediği sıralarda, Fatımîler de Hicaz’ı manevî açıdan da olsa elde tutmaya çalışıyor, bu ba kımdan bölgede adlarına hutbe okutmak istiyorlardı. Nitekim 1076/1077’de Medine emîri Selçuklulara tâbi H ü s e y i n b i n M ü h e n n â idi. Fatımîlerin M u h i t e l -
126
ALİ S E V İM -E R D O Ğ A N M ERÇİL
A l e v î adlı bir adamı ise Medine'yi ele geçirmeyi başarmıştı. M u h i t e l A 1 e v î ’ ye Medine halkı da yardım etmişti. Çünkü H ü s e y i n b i n M ü h e n n â , hacılardan para almakta ve halk bunu hoş karşılamamakta idi. H ü s e y i n b i n M ü h e n n â ise şehirden çıkarıldığında sultan M e l i k ş a h ’ a sığınmak zorunda kaldı. Böylece Medine'de hutbe Fatımî halifesi M u s t a n s ı r adına okun du. Fakat iki-üç yıl sonra Mekke ve Medine’de hutbelerden, Fatımî halifesinin adı kaldırılıp, Abbasî halifesi M u k t e d î ve sultan M e l i k ş a h " m adına okutulma ya başlandı (1079/1080). Selçukluların önce Güney-doğu ’ya ve sonra da Haleb’e hâkim olması, sultanın da Bağdat’a gelmesinin etkileri görülmüş, Mekke ve M e dine’de hutbe Abbasiler ve M e l i k ş a h adına okunmaya devam etmişti. Böylece kutsal şehirlerde hâkimiyetin ve hutbenin siyasî olaylara göre değiştiği görülüyor. Öte yandan sultan M e l i k ş a h ’ m Hicaz ve Yemen’de hâkimiyeti sağlamakla gö revlendirdiği S a d ü d d e v l e G e v h e r â y i n , bu bölgeye gidecek olan Selçuk lu kuvvetlerinin başına kumandan olarak T ü r ş e k adlı bir emîri atadı. Ayrıca bu kumandana Y a r ı n k u ş yardımcı olacaktı. T ü r ş e k , önce Hicaz ’a geldi, fa kat onun burada halka kötü davranması şerif E b û H â ş i m ’ in şikayetlerine se bep oldu. O, daha sonra güneye ilerleyerek Yemen’i ele geçirme harekâtına başladı ise de buraya gelişinin yedinci günü çiçek hastalığına yakalanarak öldü; yerine Y a r ı n k u ş geçti. Selçuklu kuvvetleri, T ü r ş e k ’ in planına uygun olarak hare kâta devamla Aden ve çevresini de elegeçirerek Selçuklu Devleti ’ne bağladılar(1092). M elikşah-N izam ülm ülk anlaşm azlığı
Vezir N i z a m ü l m ü l k , sultandan sonra gelen tek söz sahibi kişi olması ne deniyle Selçuklu Devleti, İdarî teşkilatında kendi otoritesini sarsmamak için kim seye göz açtırmıyordu. O, bu otoriteyi, sayısı 20 bine ulaşan gulâm (özel asker) ve taraftarını ülkenin çeşitli yerlerinde önemli görevlerine yerleştirdiği bir düzi neye yakın çocukları ile sağlamakta idi. N i z a m ü l m ü l k ’ ün iktidar ve kudre tini sıkı bir şekilde koruması, başka devlet adamlarına imkân tanımak istememesi, onun etrafında yavaş yavaş gayri memnun bir topluluğun oluşmasına neden olu yordu. Öte yandan tahta geçişi sırasındaki yardımlarından ve devleti başarıyla yö netmesinden dolayı sultan M e l i k ş a h da N i z a m ü l m ü l k ’ ü takdir etmekte idi. Nitekim sultan, önce atabek ünvanı vermiş, sonra Peder diye hitap ederek verdiği değeri göstermişti. Ancak vezirin çocuklarının ve adamlarının izledikleri korkusuzca siyaset ve çevresindeki öteki devlet adamlarına yukarıdan bakmala rı, hattâ sultanı bile dinlemez halleri, M e l i k ş a h ’ i zaman zaman sinirlendiri yordu. Tabii bu gibi durumlarda N i z a m ü l m ü l k ’ ün düşmanları da sultan üzerinde etkili olmuşlardı. Nitekim o devrin kaynakları, sultan ile N i z a m ü l m ü l k ’ ün arasının açılmasına sebep olan olayları hikaye etmişlerdir. Şöyleki: \
I b n A l l â n adlı çok zengin bir Yahudi, N i z a m ü l m ü l k ’ ün ilerigelen adamları arasında yer almıştı. I b n A l l â n , bu sayede yıllık 100 bin altın karşı lığında Basra bölgesi mültezimi olmuştu. Zamanla onun nüfuzu sonderecede art
SELÇUKLU D E V LETLE R İ TARİH İ
127
mış; hattâ İ b n A 11 â n ’ ın karısı öldüğü zaman şehrin kadısı dışında, bütün Basralılar cenazenin arkasından yürümüşlerdi. Sultan M e l i k ş a h , Aralık 1079/0cak 1080’de avlanmak için Huzistan’a gitmiş ve Ahvaz’a ulaşıp orada ko naklamıştı. Sultanın emirlerinden Bağdat şıhnesi G e v h e r â y i n ve H u m a r t e k i n de sultanla beraberdiler. Onlar, sultanı I b n A l l â n ’ ı öldürtmesi için tahrik ediyorlardı. M e l i k ş a h , cenaze dolayısıyla Muslümanlara yapılanı duy duğunda İ b n A l l â n ’ ın öldürülmesini emretti ve bu emir yerine getirildi. Bu olay üzerine N i z a m ü l m ü l k ’ ün canı sıkılmış ve üç gün evinden dışarı çıkma yarak sultana gücendiğini belli etmişti. Daha sonra N i z a m ü l m ü l k ’ e davra nışından vazgeçip, huzura çıkması tavsiye edildi; o da bunu kabul ederek sultan için büyük bir şölen hazırlattı ve bu şölende M e l i k ş a h ’ a pek çok hediye tak dim etti. Sultan, vezirini üç gün huzura gelmediğinden dolayı kınadı; N i z a m ü l m ü l k de özür dilemek zorunda kaldı. Sultan M e l i k ş a h , Basra’yı yıllık 100 bin altın ve 100 at vermek çartıyla H u m a r t e k i n ’ in yönetimine bıraktı. Vezir N i z a m ü l m ü l k ’ e karşı olanlardan biri de Tuğra Divanı başkanı K e m a l ü d d e v l e E b u r - R ı z a ’ nin oğlu ve divanda nâibi S e y y i d ii r r ü e s â E b u ’ l - M e h a s i n idi. Sultan M e l i k ş a h , onu sevmiş ve kendi nedimliğine seçmişti. E b u l - M e h a s i n ayrıca N i z a m ü l m ü l k ’ ün de damadı idi. O, buna rağmen N i z a m ü l m ü l k ’ ün kuvvet ve kudretini çekemiyor, vezir ve adamları hakkında sultana şikayette bulunuyordu. E b u l - M e h a s i n , bu ko nuda sultana, ‘ ‘ N i z a m ü l m ü l k i l e adamlarını bana teslim et, ben de sana on lardan alıp bir milyon altın vereyim. Çünkü onlar, hazine ve halkın malını yiyorlar, bazı şehir ve köyleri kendilerine tahsis ediyorlar” dedi, Bunu duyan N i z a m ü l m ü l k , atları, silâhları ve bütün teçhizatlarıyla Türklerden oluşan binlerce as kerinin de katıldığı büyük bir şölen düzenledi v e M e l i k ş a h ’ ı davet etti. Sultan, bu şölene geldiği zaman N i z a m ü l m ü l k , “ Ben sana, babana ve dedene hiz met ettim. Bu bakımdan benim hizmet hakkım vardır. Bana ulaşan haberlere gö re, malının onda birini aldığım söyleniyor. Malını aldığım doğrudur, fakat aldığım bu malları senin için topladığım şu kölelere, aynı şekilde sadakalara, bağışlara ve vakıflara harcıyorum ki, senin için bunlardan daha muazzam bir hatıra, daha büyük bir şükür ve cevap olamaz, işte mallarım ve sahip olduğum her şey gözleri nin önündedir, istersen bunların hepsini al, bana bir hırka ve zaviye yeter” dedi. Bu sözlerden sonderecede duygulanan M e l i k ş a h , E b u l - M e h a s i n ’ in göz lerine mil çekilmesini ve Sâve kalesine gönderilmesini emretti. Babası K e m a 1 ü 1m ü 1k , bu olayı duyunca N i z a m ü l m ü l k ’ ün evine sığındı ve malından sultanın hâzinesine 300 bin altın vermek suretiyle canını kurtarabildi. Ayrıca o, görevinden uzaklaştırılmış ve yerine N i z a m ü l m ü l k ’ ün oğlu M ü e y y i d ü l m ü 1k Tuğra Divanı Başkanlığına atanmıştı (Şubat/Mart 1084). Tabii sonuç, N i z a m ü l m ü l k için düşmanlarına karşı tam bir zafer olmuştu. Emîr H u m a r t e k i n ’ in veziri A m î d ü d d e v l e b i n B e h m e n y a r , İdarî işlerdeki tecrübe ve ustalığı ile ünlü olup, bu nedenle sultanın hizmetine girmiş ve derecesi hızla yükselmişti. I b n B e h m e n y a r da E b u l - M e h a s i n ile dost
128
ALİ S E V İM -E R D O Ğ A N MERÇİL
olup, bunların ikisini bir araya getiren tek ortak nokta N i z a m ü l m ü l k ’ e duy dukları düşmanlık idi. Nitekim I b n B e h m e n y a r d a arkadaşı gibi, N i z a m ü l m ü 1 k hakkında “ serveti boş yere harcıyor” diye sultana şikayette bulunmuştu. Ayrıca vezirliğin I b n B e h m e n y a r ’ a verilmesinin kararlaştırıldığı rivayeti de çıkmıştı. Öte yandan M e l i k ş a h ’ ı n C â f e r e k adlı bir maskarası vardı. 0 , sul tanın huzurunda N i z a m ü l m ü l k ’ ün taklidini yapıyor ve onun aleyhinde söz ler söylüyordu. Belh ve çevresinin valisi olan N i z a m ü l m ü l k ’ ün oğlu C e m a l ü l m ü l k , b u haberi duyduğu zaman, hemen harekete geçerek İsfahan’a geldi. Kardeşleri M ü e y y i d ü l m ü l k i l e F a h r ü l m ü l k kendisini karşıladılar. C e m a l ü l m ü l k , C â f e r e k ’ in yaptığı maskaralıklara göz yumdukları için her ikisine de kızdı. O, daha sonra sultanın huzuruna çıktı, C â f e r e k yine orada N i z a m ü l m ü l k ’ ün taklidini yapıyordu. C e m a l ü l m ü l k , huzurda olması na rağmen C a f e r e k ’ i azarladı ve “ Senin gibileri nasıl olur da burada bulunur ve böyle bir toplulukta sultanın huzurunda konuşabilir?” dedi. Sonra huzurdan çıkar çıkmaz C â f e r e k ’ in yakalanıp tutuklanmasını ve dilinin ensesinden çı karılarak kesilmesini emretti.,Bu emir yerine getirildi ve C â f e r e k öldü. C e m a l ü l m ü l k , bununla da yetinmemiş, İ b n B e h m e n y a r ’ ı da yakalatıp gözlerine mil çektirmişti. Tabii onun bir devlet adamına ve sultanın maskarasına davranışı, hiç hakkı olmadığı yetkileri kullanması, sultanın ona karşı harekete geçmesini gerektirdi; ancak sultan, başlangıçta bu olaylar karşısında ses çıkarmadı. M e l i k ş a h ve N i z a m ü l m ü l k , Nişabur'a gittikleri zaman C e m a l ü l m ü l k de onlarla beraberdi. Sultan, onu ortadan kaldırmaya karar vermişti. On lar, İsfahan’a dönmek istediklerinde N i z a m ü l m ü l k , daha önce yola çıkmıştı. M e l i k ş a h , bu sırada Horasan Amîdini yanına çağırarak ona, “ Senin için ken di başın mı, yoksa C e m a l ü l m ü l k ’ ün başı mı sevimlidir? “ diye sordu. Â m îd “ Elbette kendi başım” diye cevap verince, sultan, “ eğer onu öldürmezsen* ben se ni öldürtürüm” dedi. Amîd, M e l i k ş a h ’ ın huzurundan çıktıktan sonra C e m a l ü l m ü l k ’ün özel hizmetinde bulunan bir hizmetçiyle görüştü ve ona gizlice, “ Sul tan, onu yakalayıp öldürm ek istiyor, sizin onu öldürm eniz, sultanın açıkça öldür mesinden sizin için daha uygundur” dedi. Aklı biraz noksan olan hizmetçi de Am îd’in bu sözlerine uyarak şerbet kabına zehir koydu. C e m a 1 ü 1 m ü 1k şer bet isteyince, hizmetçi zehir koyduğu kabı verdi. C e m a l ü l m ü l k , bunu içer içmez öldü (Kasım/Aralık 1082). Sultan, ölüm haberini aldıktan sonra Nişabur’dan ayrıldı ve yolda N i z a m ü l m ü l k ’ e yetişerek oğlunun öldüğünü bildirdi, ona başsağlığı diledi ve “ Ben de senin oğlunum, sen sabredip T a n r ı ’ dan sevap bekleyenlerin en iyisisin” diyerek teselli etti. Böylece C e m a l ü l m ü l k , kendi ni bilmezliğin cezasını çekerken, babası ile sultanın arasının daha fazla açılması na sebep oldu. N i z a m ü l m ü l k ’ ü kıskanan ve aleyhinde çalışan devlet adamlarından biri d e E b u l - G a n â i m T a c ü l m ü l k idi. O, önce serhenk S a v t e k i r i ’ in hizme tinde çalıştı. S a v t e k i n sultanın huzurunda onu çok övmüştü. Böylece sultan, T a c ü l m ü l k ’ ü hizmetine aldı, oğullarının vezirliği ile harem dairesinin işleri
SELÇUKLU D E V L E T L E R İ TARİH İ
129
ne bakmak, Tuğra Divanı Başkanlığı'm yürütmek gibi görevleri ona verdi. T a c ü l m ü l k yavaş yavaş sultanı işlemeye başlam ıştı. Nitekim sultanda, N i z a m ü l m ü l k ’ den bıkma işaretleri görülmeye başladı. Ancak T a c ü l m ü l k , bu işte akıllı davranıyor, kendisi sultana yaklaştıkça N i z a m ü l m ü l k ’ ü d e yü celtmek hususunda elinden geleni esirgemiyordu. Çünkü o, A m i d ü d d e v l e İ b n B e h m e n y a r v e E b u l - M e h a s i n ’ in uğradığı akıbetten ders almıştı. T a c ü l m ü l k , Büyük Divan üyelerini de kendi tarafına çekmeye çalışıyordu. Bu bakımdan malî işlerle uğraşan müstevjî M e c d ü l m ü l k ile askerlerin işlerine bakan Arızulceyş S e d i d ü l m ü l k , N i z a m ü l m ü l k ’ e muhalefet etmek için onunla birlik olmuşlardı. Çok geçmeden T a c ü l m ü l k sultana, ‘ ‘ N i z a m ü l m ü l k , her yıl fakihlere, sûfilere, Kur’an okuyanlara 300 bin altın veriyor; eğer bu para ile bir ordu donatılırsa onunla İstanbul surlarını bile fethetmek mümkündür” diyerek N i z a m ü l m ü l k ’ ü fazla para harcamakla suçlamıştı. M e l i k ş a h , bunu işittiği zaman, N i z a m ü l m ü l k ’ ü yanma çağırarak bu mesele hakkında fikrini sordu. N i z a m ü l m ü l k de cevap olarak, “ Ey dünya sultanı, ben ihtiyar bir adamım, eğer beni mezada versen bana kimse üç altından fazla para vermez. Sen gençsin, seni de mezada verseler sen de 100 altından fazla et mezsin. T a n r ı , sana ve bana, kullarından hiç kimseye nasip olmayan bağışta bu lunmuştur. Buna karşılık sen, o T a n r ı ’ nin dinini yüceltmeye çalışan, onun aziz kitabını taşıyanlara yılda 300 bin altın sarf etsek çok mudur?. Sen, her yıl asker lere bunu iki katını sarf ediyorsun, halbuki bunların en kuvvetlisi ve en nişancı sının attığı ok, bir milden ileri gitmez. Bunlar ellerinde bulunan kılıçlarıyla yalnız kendi yakınında bulunan kimseleri öldürebilirler. Ben ise sarfettiğim bu para ile öyle bir ordu donatıyorum ki, onların duaları ok gibi tâ Arş (dokuzuncu gök) ’a kadar gider ve T a n r ı ’ ya ulaşmak için ona hiçbir şey engel olamaz” dedi. Sul tan, onun bu sözleri üzerine duygulanarak ağlamaya başladı ve vezirine, “ Sen, bu ordunun sayısını elinden geldiği kadar çoğalt, sana istediğin kadar para hazır, dünyanın serveti şenindir” dedi. N i z a m ü l m ü l k ’ e karşı çıkanlardan biri de M e l i k ş a h ’ ın eşi T e r k e n H a t u n idi. Bunun sebebi de sultanın veliahdının, çocuklarından hangisi nin olacağı sorusu idi. Çünkü M e l i k ş a h ’ m daha önce veliaht yaptığı A h m e t ve çok sevdiği D a v u t ölmüşlerdi. Bu durumda sultana veliaht olabilecek iki aday vardı. Bunlardan biri, M e l i k ş a h ’ m amcası Y a k u t î ’ nin kızı Z ü b e y d e H a t u n ’ dan doğan B e r k y a r u k idi. B e r k y a r u k , adayların yaşça en büyüğü ve değerlisi olup, N i z a m ü l m ü l k tarafından destekleniyordu, ik inci aday ise T e r k e n H a t u n ’ dan dünyaya gelen M a h m u t idi. T e r k e n H a t u n , oğlu nun veliaht yaptırabilmek için her türlü yolu deniyordu. Tabiatıyla T a c ü l m ü l k de Selçuklu vezirliğini elegeçirebilmek için M a h m u t ’ u destekliyor ve bu ko nuda T e r k e n H a t u n ile işbirliği yapıyordu. Bu durumda T e r k e n H a t u n , daima N i z a m ü l m ü l k ’ ü kötülemek açısından M e l i k ş a h ’ ı etkilemeye baş ladı. O, özellikle N i z a m ü l m ü l k ’ ün kendi oğul, damat ve adamlarını devletin en yüksek görevlerine getirdiğini, bunların em irleri dinlemeyerek bağımsız hare
130
ALİ SEVİM —ERDOĞAN M ERÇİL
ket ettiklerini ve halk tarafından “ birer küçük hükümdar sayıldıklarını” sultana tekrarlayıp duruyordu. N i z a m ü l m ü l k ise yaşı ilerlediğinden ve hayattan da bıkmış olduğundan kendi aleyhindeki bu çalışmalara ve hilelere önem vermiyor du. Ancak bu sırada meydana gelen bir olay, N i z a m ü l m ü l k ’ ün düşmanlarını bir ölçüde haklı çıkarıyordu. Şöyleki: N i z a m ü l m ü l k , oğlu Ş e m s ü l m ü l k O s m a n ’ ı Merv valiliğine tayin et mişti. Sultan M e l i k ş a h ise ilerigelen emirlerden biri olan K o d a n ’ ı şıhne ola rak aynı şehre gönderdi. Bir süre sonra K o d a n ile O s m a n arasında anlaşmazlık çıktı. Bu anlaşmazlıkta genç yaşta olmasına rağmen, bulunduğu yere ve daha çok babasının nüfuzuna güvenen O s m a n , şıhneyi tutuklattı, fakat daha sonra onu serbest bıraktı. O da yardım istemek ve şikayetini bildirm ek için sultanın huzu runa çıkarak duruma açıkladı. M e l i k ş a h , derhal harekete geçerek, T a c ü 1m ü l k ve M e c d ü l m ü l k gibi devlet adamlarıyla N i z a m ü l m ü l k ’ e bir mektup gönderdi. Sultan, bu mektubunda şöyle diyordu: “ Eğer saltanatta ve mül künde ortağım isen bunun da bir hükmü ve kuralı vardır. Fakat benim naibim ve benim emrimdeysen, o takdirde bunların şartlarına uymalısın. Oğullarından her biri, bir ülkeyi istilâ etti ve büyük bir eyâlete vali oldular. Bununla da yetin meyerek devlet işlerine tecavüz ve müdahale ettiler. Önünde vezirlik alâmeti di vitinin kaldırılmasını ve başından sarığın alınmasını emretmemi ister misin?.” Sultian, N i z a m ü l m ü l k ’ e mektubu vermekle görevlendirdiği heyetle beraber yakın adamlarından ve güvendiği emirlerden olan Y e l b i r d i ’ y i d e göndermiş ti. M e l i k ş a h ona, “ Onlar, her nekadâr gizlese de N i z a m ü l m ü l k ne söyler se sen bana haber vereceksin” demişti. N i z a m ü l m ü l k , bu mektubu aldığı zaman soğukkanlılığını muhafaza ederek, korkmadan ve tereddütsüz cevap ver di; “ Eğer o, benim saltanatta ve mülkünde ortağı olduğumu bilmiyor idiyse bil sin. Bugün bulunduğu makama benim fikir ve önlemlerimle geldi. Babası öldürüldüğü gün işleri nasıl idare ettiğimi ve ona isyan edenleri nasıl cezalandır dığımı hatırlamaz mı?. O zaman bana sımsıkı sarılır ve muhalefet etmezdi. Ne zaman ki, işleri yoluna koydum, herkesi ona itaat ettirdim, dirlik ve düzeni sağla dım, yakın ve uzak şehirleri fethettim, uzak ve yakın herkes ona itaat arz etti, işte o zaman işlemediğim günahları bana yükledi, hakkımdaki ihbarları işitir ol du. Benim adıma ona deyiniz ki, başındaki o tacın varlığı, bu divite bağlıdır. Bu ikisinin işbirliği ve ittifakı, istenilen her şeyin bağı ve her türlü ganimetin sebebi dir. Bu divitin kapağını kapatırsam onun tacı da yok olur. Eğer bir değişiklik ve tedbire karar verdiyse önce gerekli önlemleri alsın. Kapıyı çalmadan önce başına gelecekleri düşünsün, dikkatli olsun.” Haberi götüren heyet, N i z a m ü l m ü l k ’ ün yanından çıkınca oradaki konuşmaları sultandan gizliyerek itaatte ve suçsuz ol duğunu söylemeye karar verdiler. Ancak emîr Y e l b i r d i , sultanın huzuruna ge lerek konuşmaların hepsini aynen nakletti. M e l i k ş a h , bu sözleri işittiği zaman N i z a m ü l m ü l k ’ e olan kızgınlığı daha da arttı. Ertesi sabah, öteki heyet üye leri sultana, “ N i z a m ü 1 m ü 1k ’ ün özür dilediğini ve itaat üzerine olduğunu” söylediler. Tabii sultan, gerçek konuşmaları bildiğini açıklamakta gecikmemiş, heyet
SELÇUKLU D E V LETLE R İ TARİH İ
131
üyeleri geçmişteki hizmetlerini gözönünde tutarak bunu gizlemesini tavsiye etmiş lerdi. Sultan, bütün bu olaylardan sonra dahi N i z a m ü l m ü l k ’ ü görevinden uzaklaştırmadı, fakat ona eskisi gibi de değer vermemeye başladı, hattâ onun hak kında kaynakların bazısının ifadesiyle “ Tedbir alınmıştı” . N izam ü lm ü lk'ü n öld ü rü lm esi ve kişiliği
Sultan M e l i k ş a h , N i z a m ü l m ü l k ’ ün gözden düşmesinden sonra üçün cü kez Bağdat’a gitmeye karar vererek Ekim 1092’de yola çıktı. Beraberinde T e r k e n H a t u n , N i z a m ü l m ü l k ve T a c ü l m ü l k de vardı. Onlar, Nihavend yakınlarında Sıhne denilen yerde konakladılar N i z a m ü l m ü l k , iftardan son ra otağına gitmekte iken, Batmîlerâen sufı kıyafeti giymiş E b û T a h i r adındaki bir fedaî, elindeki dilekçeyi ona verdi. Vezir, kendisine verilen bu dilekçeyi oku duğu sırada Batınî fedaî ansızın bıçağını onun göğsüne sapladı. Batınî bu olay dan sonra kaçarken ayağı çadır ipine takılıp düşmüş ve onu derhal yakalayıp öldürmüşlerdi. N i z a m ü l m ü l k , bu bıçak yarasının etkisiyle kısa süre içinde öldü (14 Ekim 1092). O, öldüğünde 74 yaşında idi. Uzun süre Selçuklulara hiz met etmiş olan bu büyük devlet adamının cenazesi, İsfahan’a götürüldü ve orada yapılan Türbe-i Nizam’a gömüldü. N i z a m ü l m ü l k , Batınîlerle çok uğraşmakta ve onları amansız bir şekilde takip ettirmekte idi. Bu bakımdan H a ş a n S a b b a h , baskısından kurtulabil mek için onu öldürttü. Bu, onların ilk meşhur cinayetidir. N i z a m ü l m ü l k ’ ün öldürülmesi olayı, Müslüman topluluk içinde derin yankılar uyandırdı. Devrin şairleri bu ölüm için mersiyeler yazdılar. Sultan M e l i k ş a h , onun yerine Sel çuklu Devleti vezirliğine T a c ü l m ü l k E b u l G a n a i m ’ i atadı. N i z a m ü l m ü l k , âlim, dindâr, cöm ert, âdil, yumuşak huylu, suçluları ba ğışlayan, az konuşup çok iş yapan bir şahıstı. Onun sohbet meclisi, Kur’an oku yanlar, fakihler ve Müslümanların önde gelen liderleriyle dolup taşardı. O, sözgelişi Bağdat, Isfahan, Nişabur, Belh, Herat, Basra, Merv ve Amul gibi birçok şehir ve ülkelerde, Selçuklu hükümdarlarının verdiği yetkiler ve hâzineden harcanan paralarla medreseler yapılmasını emretti. Gençliğinde fıkıh eğitimi yaparken pek çok hadis öğrendi. Bu bakımdan zaman zaman Bağdat, Horasan ve öteki şehir lerde hadis yazdırırdı. N i z a m ü l m ü l k , bilginlere çok saygı gösterirdi. Ayrıca o, övgüden pek hoşlanmazdı. Nitekim devrin bilginlerinden E b u l - K a s ı m K u ş e y r î ile imam E b u l - M e a l î C ü v e y n î geldiği zaman, N i z a m ü l m ü l k aya ğa kalkar ve sonra yerine otururdu. E b û A l i F a r m e z î geldiğinde ise yine ayağa kalkar, onu kendi makamına oturtur, kendisi de onu önüne otururdu. N i z a m ü l m ü l k ’ e bu farklı davranışın sebebi sorulduğunda, ‘ ‘ E b u l K a s ı m K u ş e y r î ve onlar gibi şahıslar yanıma geldikleri zaman bana ‘ Sen, öyle iyisin, böyle iyisin’ diyerek sahip olmadığım vasıflarla beni överler, bu sözleriyle benim gurur ve kibrimi artırırlar. Halbuki F a r m e z î , bana hoşuma gitmeyen şeyleri, kusur ve noksanlarımı, yaptığım haksızlıkları söyler, böylece gururum kı rılır, ben de yaptığım hatalı ve kusurlu hareketlerin çoğundan vazgeçerim.” ceva bını verdi.
A L İ SEVİM —ERDOĞAN MERÇİL
132
Fakirleri yemeğe davet etmek, onları kendine yaklaştırmak ve onlara yakın olmak N i z a m ü l m ü l k ’ ün âdetiydi. Bu konuda onunla ilgili pek çok ve ünlü rivayetler vardır. Bir rivayete göre, ‘ ‘ N i z a m ü l m ü l k , bir gece yemek yiyor du, bir tarafında kardeşi E b u ’ l - K a s ı m , öbür yanında da Selçuklu devlet adam larının ilerigelenlerinden biri olan Horasan amîdi vardı; Horasan amtdinin yanında da eli kesik bir fakir oturuyordu. N i z a m ü l m ü l k , amîdin eli kesik fakirle yan yana yemek istemediğini gördü. Am îd’e ' ‘ hemen öbür tarafına geçmesini” söyledi ve fakiri yanına alıp onunla birlikte yemek yedi. Başka bir hikâye ise şu şekildedir. “ Bir gün bir fakir gelerek kendisiyle görüşmek istedi, kapısının önünde oturdu, yanında da büyük bir ibrik vardı. Orada bekledikten sonra nihayet N i z a m ü l m ü l k , sultanın hizmetinden döndüğünde fakir ayağa kalkarak, ‘ Ben senin fakirleri sevdiğini ve onlara karşı sevgi ve şefkat iddiasında olduğunu işittim. Sen benim ibriğimi altın ile doldurmadan ben buna inanmam.’ dedi. N i z a m ü l m ü l k , bunu çok görerek bir kese para verip, birtakım tatlı söz lerle fakiri yola getirmek istedi. Fakat fakir, bir kese ile yetinmeyeceğini söyledi. N i z a m ü l m ü l k , hazinedara, hâzinede ne kadar altın varsa verilmesini em retti. Hâzineden altınlara getirip ibriğe koydular. Fakat bunların hepsi yarısını bile dcMuramadı. N i z a m ü l m ü l k , çocuklarına ve yakınlarına bütün süs eş yalarımı ibriğe koymalarım söyledi. Onlar da, bütün eşyalarını getirdiler. Nihayet ibriği o derecede doldurdular ki, fakir ibriği yerinden kaldıramadı. N i z a m ü l m ü l k , bunu gördüğü zaman adamlarına ibriği taşıyıp fakirle beraber gitmelerini emretti. Bunu gören fakir, bütün kuvvetiyle ‘ Ey N i z a m ü l m ü l k , ben, seni imtihan etmek istedim, yoksa benim gibi bir fakir bu kadar altını ne yapacak’ diye bağırarak kaçıp gitti. N i z a m ü l m ü l k , onu bulmaları için emir verdi ise de hiçbir yerde izini bulamadılar. N i z a m ü l m ü l k , daha sonra bu al tınların hepsini hayırlı işler ve güzel şeylere sarfetti.” Vezir N i z a m ü l m ü l k ’ ü ölümsüzleştiren bir eseri de Siyaset-nâme adlı ki tabıdır. Siyaset-nâmeler, hükümdarlara ve büyük devlet adamlarına, devlet yö netim ve işlerinde, ayrıca halkla olan ilişkilerinde adaletli davranmaları yolunda öğüt ve dersler veren eserlerdir. Sultan M e l i k ş a h , 1077/1078 tarihinde bu şe kilde bir kitap yazılması için kendi devlet adamları arasında bir yarışma açmıştı. Sonuçta bu konuda N i z a m ü l m ü l k ’ ün yazdığı kitabı beğendi. Böylece N i z a m ü l m ü l k ’ ün Siyaset-nâme’si, uzun yıllar devlet adamlarının elinden düşür mediği örnek bir eser olmuştur. M elik^ah-M ukledî anlaşm azlığı
Halife M u k t e d î ile sultanın kızı M e h m e l e k ’ in düğünlerinden bir süre sonra bu evlilik sonucunda bir oğlan çocuğu dünyaya geldi. Bu münasebetle Bağ dat süslendi, bebeğin üzerine halk tarafından gümüş ve altınlar saçıldı. Halife, oğlunun adını C a f e r , künyesini ise Ebul-Fazl koymuştu (Şubat 1088). Çok geç meden M e h m e l e k H a t u n , M e l i k ş a h ’ a haber göndererek şikâyetçi olmuş, ha İLeniis kendisini sık sık yanından kovduğunu ve yüz çevirdiğini anlatmıştı. Bu
SELÇUKLU D E V L E T L E R İ TARİH İ
133
durumda sultan M e l i k ş a h , kızının baba evine dönmesini istemişti, halife de bu istek üzerine karısının gitmesine izin vermişti. Sultan ise, emir B o z a n ve H u m a r t e k i n S a v a b ’ ı Bağdat’a gönderdi. Bu iki emîr, sultanın kızını ve halife den olan oğlu E b u l - F a z l C a f e r ’ i alarak Isfakzn’a hareket ettiler (Mayıs/Haziran 1089). M e h m e l e k H a t u n , Isfahanda çok yaşamamış ve Ocak 1090 tarihinde ölmüştü. Öte taraftan sultan M e l i k ş a h , C a f e r ’ in veliaht ilân edilmesini, böylece M u k t e d î ’ den sonra halife olmasını istiyordu. Nitekim bu amaçla M e l i k ş a h , küçük torununu Emîrülmüminîn olarak lakaplamış, Bağ dat’ta hutbede halifeden sonra torunun adının okunmasını istemişti. A ncak hali fe, sultanın bu isteğini kabul etmiyordu. Hattâ bir rivayete göre, sultan, bu nedenle M u k t e d î ’ yi görevden uzaklaştırarak “ Her hususta emrine uygun olsun diye, kendi tarafından Bağdat’a bir halife atamak istedi” . Ancak N i z a m ü l m ü l k , buna karşı çıkmıştı. Sullan M elikşah’ın ölü m ü ve tarihî kişiliği
Sultan M e l i k ş a h , üçüncü kez Bağdat’a gitmek üzere yola çıkmıştı. O, Nihavend yakınında N i z a m ü l m ü l k ’ ün öldürülmesinden sonra yoluna devam ederek 28 Ekim 1092 tarihinde Bağdat’a girdi. Sultam bu gelişi sırasında halife lik veziri A m i d ü d d e v l e b i n C ü h e y r karşıladı. Ayrıca sultan, Selçuklu ve zirliğine atadığı T a c ü l m ü l k içiri vezirlik /uiatlerinin hazırlanmasını emretti. Nitekim hilâller hazırlanmış, T a c ü l m ü l k de vezirlik makamına oturmuştu. Ve zir N i z a m ü l m ü l k , sultan ile halife arasında bir denge unsüru idi; fakat N i z a m ü l m ü l k ’ ün öldürülmesi dengenin halifenin aleyhine bozulmasına ve sultanın harekete geçmesine sebep oldü. Sultaıi, torunu E b u l - F a z l C a f e r için Bağdat’ta hutbe okutulmamasına kızmıştı. Bu nedenle halifeye haber göndere rek “ derhal Bağdat’tan çıkıp Hicaz ve Dımaşk ’dan hangisini isterse oraya gitme sini ve 24 saatte şehirden ayrılmasını” bildirmişti. Halife, bu durum karşısında hazırlanabilmek için süre istedi ve vezir T a c ü 1 m ü l k ’ ün de araya girip rica etmesi üzerine sultan, onun 10 gün daha Bağdat’ta kalmasına izin verdi. Ancak süre dolmadan sultanın ölümüyle halife Bağdat’ta kalmıştı. Sultan, halifenin Bağdat’ı terketmesihi istedikten sonra ava gitti. O, av sıra sında hastalanarak 19 Kasım 1092 tarihinde öldü. Çağdaş veya o devre yakın kay nakların bazılarında verilen bilgilere göre M e l i k ş a h , zehirlenerek öldürülmüştü. Bu zehirlenme olayı, sultanın H u r d i k adlı bir hizmetkârı tara fından gerçekleştirilmiştir. H u r d i k , kulak karıştıracak âleti zehirlemiş, sultan da âlet ile kulağım karıştırınca bir kaç gün içinde hastalanarak ölmüştü. Bu ze hirlenme olayında, oğlu M a h m u t ’ u tahta geçirmek isteyen T e r k e n H a t u n , sultanla anlaşmazlığa düşen halife M u k t e d î ve N i z a m ü l m ü l k yandaşları şüphe altındadır. Ancak bunlar içinde T e r k e n H a t u n , şüphelilerin en önde gelenidir. Nitekim T e r k e n H a t u n , sultanın ölümünü gizlemiş, hattâ cenazeyi gece saraydan iki kişi alıp gitmiş ve cenaze namazı kılınmamıştı. Büyük Sultan için, Türk geleneğine göre, atların kuyruğu kesilmedi ve gözyaşı dökülmedi. M e -
134
A L İ S E V İM -E R D O Ğ A N M ERÇİL
1 i k ş a h ’ m cesedi, daha sonra İsfahan’a götürülerek orada kendi medresesinde ki türbeye gömüldü. Sultan M e l i k ş a h , fizikî ve ruhî bakımdan insanların en güzellerinden biri idi. O, geniş omuzlu, orta boylu, yuvarlak sakallı ve görünüşü itibariyle şişmanca idi. M e l i k ş a h , her türdeki silahı kullanırdı, özellikle iyi ok atar ve mızrak kul lanırdı. Bu hususta eşi yoktu, attığı ok mutlaka hedefini bulurdu. Ayrıca binici likte, çevgan ve kürre (top) oynamakta usta ve çok çevikti. Sultanın ava çok merakı vardı. Bir gün kendisinin ve kölelerinin avladıkları avların sayılmasını emretti. Bunlar sayıldığı zaman adetinin 10 bin olduğunu gördüler. Bunun üzerine kendi si, “ Ben, boş yere bir hayvanın kanını dökmek istemem” diyerek bunların karşı lığında 10 bin altın sadaka dağıtılmasını emretti. Bundan sonra o, ne zaman bir ava çıksa, avlandıkları hayvan sayısı kadar sadaka verirdi. Nitekim o, Bağdat’tan Mekke’ye giden yoldaki Subîi’de Minaretül-Kurûn’u yaptırmıştı. Bu işaret kulesi(minare) av hayvanlarının boynuzları ve ayaklarının tırnaklarından inşa edil mişti. O, kulenin aynısını Maveraünnehr’de de yaptırdı. Sultan M e l i k ş a h . gerek Müslüman, gerekse Hıristiyan tarihçiler tarafın dan yaptıkları işlerden dolayı daima övülmüştür. Bu kaynaklara göre, onun hü kümdarlık yılları, genel bir huzur, güvenlik ve adalet içinde geçmişti. Kendisi, iyi niyet sahibi idi. Onun zamanımda yollar, güvenli bir duruma gelmiş, her taraf bolluk ve bereket içinde olmuştu. Halk kendisinden çok korkardı; o, zalimleri yok eder, mazlumlara hakkını kesinlikle verirdi. Zulüm görmüş bîr insan, sulta na gelmek istediği zaman, hiç bir şey ona engel olamazdı, şikâyetçi doğrudan doğ ruya sultanla konuşur, hakkını isterdi. Sultan M e l i k ş a h , Bağdat’a üç kez geldi. Halk onun gelişiyle fiyatların art masından, askerlerin itaatsizlik ve zulüm yapmasından korkmuştu. Ancak onla rın bu düşünceleri gerçekleşmedi, aksine halk, gece-gündüz Selçuklu askerlerine uğruyor, onlarla alış-veriş yapıyor ve hiç kimseden korkmuyordu. Sultan, bütün ülkeden ticarî mallar ve gıda maddelerinden alman vergiler ile, hac yolundan güm rük vergileri ve muhafız ücretlerini kaldırmıştı. Bu nedenle, “ Selçukluların sal tanat sürdükleri zaman içinde M e l i k ş a h ’ ın günleri gerdanlıkta olan büyük bir inci gibidir.” O, yaptıklarından dolayı Adil Sultan olarak anılmıştır. Sultan M e 1 i k ş a h ’ m bıı davranışları ile ilgili olarak devrin kaynaklarında çeşitli hikayeler anlatılmıştır. Bunlardan birine göre sultan M e l i k ş a h , bir gün Irak’ta Vâsıt şehrinin aşağısında Haddâdiyye köyünden gelen ve G a z z â 1 ’ m oğul ları olarak tanınan iki adamla karşılaştı. Sultan, durup onları dinlemiş, onlar da “ Ikta sahibi emîr H u m a r t e k i n 1.600.000 altınımıza elkoydu, birim izin de iki ön dişini kırdı” diyerek şikâyetçi oldular. Ayrıca kırılan dişlerini sultana göstere rek, “ Ey zamanın ve dünyanın sultanı, senin doğruluğun halk içinde duyulmuş tur ve cömertliğin herkesçe bilinmektedir. Biz de kısas yoluyla hakkımızı ondan alırsın diye sana geldik. Eğer T a n r ı ’ nin sana farz kıldığı şekilde hakkımızı on dan alırsan ne âlâ, aksi halde T a n r ı aramızda hüküm verecektir” dediler. Sul
SELÇUKLU D E V LETLE R İ TARİH İ
135
tan M e l i k ş a h , bu şikâyet üzerine, atından indi ve onlara, “ Her biriniz bir kolumdan tutun ve beni N i z a m ü l m ü l k ’ ün yanına götürün” dedi. Onlar, bu nun kabul etmediler ve özür dilediler; fakat sultan, ikisine de ant içirerek söyle diğini, mutlaka yapmalarını istedi. Bunun üzerine her biri, sultanın bir kolundan tutup onunla birlikte N i z a m ü l m ü l k ’ ün yanına gittiler. N i z a m ü l m ü l k , bu olayı duyunca koşarak çadırından çıktı, sultanı karşılayıp yer öptü ve “ Ey ci han hükümdarı, seni böyle davranmaya sevk eden sebep nedir?” diye sordu. Sul tan, “ Yarın T a n r ı ’ nin huzuruna Müslümanların hak ve hukukundan sorguya çekilirsem halim ne olur?. Ben bu işleri böyle durumlarda bana vekâlet edesin diye sana bıraktım. Halk, böyle işkencelere maruz kalırsa bunun sorumlusu sen olursun. Beni de kendini de düşün” dedi. N i z a m ü l m ü l k , yer öptü ve sulta nın hizmetine koştu, sonra geri dönüp emîr H u m a r t e k i n ’ in görevinden uzak laştırılmasına ve şikâyetçi olanlardan alınan malların iade edilmesine dair ferman yazdırdı. Ayrıca yanındaki 100 altını da onlara verdi ve kısas olarak emîr H u m a r t e k i n ’ in dişlerinin sökülebilmesi için bunu delille ispat etmelerini emret ti. Şikâyetçiler de memnun olarak oradan ayrıldılar. Sultan M e l i k ş a h ’ ın ülkeyi adaletle yönettiği hususundaki örneklerden bi ri de şöyledir: Sultan, bir gün ava giderken bir köylü ile karşılaştı ve onun ağlayıp sızladığı nı gördü. Sultan, o köylüye “ Niçin ağlarsın?” diye sordu. Köylü de sultanı Sel çuklu emirlerinden biri sanıp, “ Askere satacak bir yük karpuzum vardı, satıp parasından faydalanacaktım. Ancak askerden üç kişi gelip, karpuzları elimden zorla para vermeden aldılar. Bana zulüm ve haksızlık yaptılar” dedi. M e l i k ş a h da “ Asker içinde bir kızıl çadır var, ben gelinceye kadar onun yanında dur, sakın oradan ayrılma” dedi. Sonra o köylü, ordugâhın içine girerek sultanın de diği kızıl çadırı gördü ve kimseye bir şey söylemeden çadıra yakın bir yerde dur du. Sultan, avdan döndükten sonra Şarabdârma, “ Canım karpuz istedi, askere sorsan, ola ki, bulur parasını verip gelirsin” dedi. Şarabdâr, o köylünün karpu zunu alanlardan karpuz bulup, sultanın yanına döndü. Sultan, “ Bu karpuzu ne reden buldun ve nasıl bir kimseden aldın?” diye sorduğunda, Şarabdâr “ Falan hâcibın çadırında buldum’ ’ diye cevap verdi. Sultan, o hacibin getirilmesini em retti. Hâcib, sultanın huzuruna getirildi. M e l i k ş a h , hâcibe “ bu karpuzları ne reden buldun, kimden aldın ?” diye sordu. Hacib ise, “ Benim askerlerim getirdi, onlardan aldım” diye cevap verdi. Sultan, onların huzura getirilmelerini emretti. Hâcib, çadıra geldiğinde, o askerlerin bu olayı duyduklarını ve öldürülm ek kor kusuyla kaçtıklarını gördü. Hâcib, tekrar sultanın huzuruna gelerek “ onları bulamadığını” söyledi. Sultan, köylüye, “ Bu hâcib benim babamın yetiştirmesi dir, bunu sana bağışladım, senin olsun. Eğer alıp gitmezsen, senin boynunu vur dururum. Kulları kaçtığı için bunun sana kul olması gerekir” dedi. Köylü, hâcibın elini tutarak dışarı çıktı. Hâcib, yolda 300 altın vererek güçlükle hürriyetini sa tın aldı. Sonra köylü, yine M e l i k ş a h ’ ın huzuruna girdi ve 300 altına hâcibi satın aldığını haber verdi. Sultan, “ Buna razı mısın ?” diye sordu. Köylü, “ Evet” cevabını verdi. Sultan da “ Şimdi paranı al git ve dua et” dedi.
136
A L İ S E V İM -E R D O Ğ A N M ERÇİL
Büyük Sultan M e l i k ş a h , hâkim olduğu ülkelerde, başta Ertneniler olmak üzere, bütün gayri Müslim a l ı n l ı k l a r a gösterdiği hoşgörü nedeniyle Ermeni ve Sür yanî kaynaklarında, kendisi hakkında övgü dolu ifadeler yazılmıştır. Nitekim Er meni tarihçisi U r f a l ı M a t e o s , M e l i k ş a h ’ ın ölümü sebebiyle, “ Herkesin babası, bütün insanlara karşı merhametli ve iyi niyet sahibi sultanın ölümü, bü tün dünyayı büyük bir mateme düşürdü” demişti.
Sultan M e l i k ş a h , öldüğü zaman arkasında, Çin sınırlarından Boğaziçi’ ne, Kafkaslar’dan Yemen ve Aden’e kadar uzanan büyük bir devlet bırakmıştı. Onun da babası gibi genç yaşta ölümü, Büyük Selçuklu Devleti ’nin kaderini etki leyen çok önemli bir olay olmuştur.
V. SULTAN BERKYARUK DEVRİ Sultan M e l i k ş a h ’ ın ölümü ile Büyük Selçuklu Devleti’nde bir Duraklama Devri başladı. Bunun en büyük sebebi de uzun süren taht mücadeleleri olmuştu. M e l i k ş a h ’ ın ölümünden sonra geride B e r k y a r u k , M u h a m m e d T a p a r , S e n c e r ve M a h m u t adlarında dört oğlu kaldı. Ancak sultan öldüğün de, Bağdat’ta eşi Te r k e n H a t u n ve en küçük oğlu M a h m u t bulunuyordu. T e r k e n H a t u n , oğlu M a h m u t ’ u tahta geçirebilmek için elinden geleni ya pıyordu. O, henüz beş yaşında olan M a h m u t adına hutbe okutması için halife M u k t e d î ’ ye haber gönderdi. Halife, önce M a h m u t ’ un sultanlığını, yaşı kü çük olduğu, şeriatın onun hükümdarlığını caiz görmediği baihanesiyle kabul et mek istemedi; Çünkü devrin büyük bilgini imam G a z z a 1î , bu hususta bir fetva vermişti. Buna karşılık T e r k e n H a t u n d a M u k t e d î ’ yi oğlu C â f e r ’ i ha life yapmakla tehdit etmiş, ayrıca başka bilginlerden oğlu lehinde bir fetva alarak 25 Kasım 1092 Cuma günü M a h m u t adına Bağdat’ta hutbe okutmayı başarmış tır. Bu küçük hükümdara Nasırüd-dünya veddin lakabı verilmişti. Bağdat’taki Selçuklu emîr ve askerleri de M a h m u t ’ un sultanlığını kabul ettiler. Bir kay nağa göre, askerler üç sebepten M a h m u t ’ a biat ettiler; 1 - Annesi T e r k e n H a t u n ’ un M e l i k ş a h zamanından itibaren ülkenin bütün işlerinde sözleri geçerli idi ve daima askerlere bağışta bulunuyordu. 2 - T e r k e n H a t u n , Türk padi şahlarının, yani Karahanlılar ailesinden idi. 3 - Bütün servet ve para b u H a t u n ’ un elinde idi ve bunun hepsini askerlere dağıtmıştı. Bir başka rivayete göre de T e r k e n H a t u n , oğlunu tahta geçirebilm ek için hâzineyi açmış ve 20 milyon altın harcamıştı. Öte yandan M e l i k ş a h ’ ın en büyük oğlu ve veliahtı B e r k y a r u k , bu olaylar olduğu sırada İsfahan’da bulunuyordu. B e r k y a r u k da 11 yaşlarında olup, annesi Selçuklulardan Y a k u t î ’ nin kızı Z ü b e y d e H a t u n idi. T e r k e n H a t u n , oğlunun sultanlığı için tehlikeli gördüğü B e r k y a r u k ’ u tutuklamak üzere emîr G ü r b o ğ a ’ yı derhal İsfahan’a gönderdi; daha sonra da T e r k e n H a t u n , oğlu M a h m u t ve vezir T a c ü l m ü l k , beraberlerindeki or du ile aynı şehre doğru yola çıktılar. N i z a m ü l m ü l k ’ ün yandaşları ve köleleri (Nizâmiyye-Nizâmî) ise onların İsfahan’a yaklaştıklarını haber aldıkları zaman B e r k y a r u k ’ u himâye ettiler ve geceleyin şehirden çıkarak Rey yönüne gitti-
138
A L İ S E V İM -E R D O Ğ A N M ERÇİL
ler. N i z a m ü l m ü l k ’ ün adamlarından E r k u ş da askerleriyle onlara katıldı. E r k u ş ’ un ve N i z a m ü l m ü l k ’ ün adamlarının vezir T a c ü l m ü l k ’ den nefret etmeleri, onları B e r k y a r u k ’ u desteklemeye yöneltmişti. Çünkü T a c ü l m ü l k , N i z a m ü l m ü l k ’ ün düşmanıydı ve onu öldürtmekle suçlanıyordu. N i z a m ü l m ü l k yandaşları, B e r k y a r u k ’ u, daha önce ona atabeylik yapmış olan G ü m ü ş t e k i n C a n d a r ’ ın yanına getirdiler; o da B e r k y a r u k ’ u Rey şeh rine götürüp tahta oturttu. Rey şehrinin reisi ve N i z a m ü l m ü l k ’ ün damadı olan E b û M ü s l i m , kıymetli taşlar ve altınla işlenmiş bir tacı B e r k y a r u k ’ un başına koydu. Onların etrafında 20 bin kişi toplandı. Sonuçta B e r k y a r u k i l e M a h m u t yandaşları Berucird yakınlarında savaştılar. Bu sırada T e r k e n H a t u n ’ un ordusundaki emirlerden bir kısmı B e r k y a r u k tarafına geçtiler. Böy lece daha da güçlenen B e r k y a r u k , Ocak 1093 tarihindeki bu mücadeleden üstün çıktı. T e r k e n H a t u n ’ un ordusu mağlup olarak İsfahan’a döndü. B e r k y a r u k da onların ardından İsfahan’a gelerek bu şehri kuşattı. Bu sırada vezir T a c ü l m ü l k de T e r k e n H a t u n ile beraberdi; ancak o, savaştan sonra Berucird’e kaçmıştı. Bu şehirde onu yakalayarak İsfahan’ı kuşatmış bulunan B e r k y a r u k ’ un karargâhına götürdüler. B e r k y a r u k , T a c ü l m ü l k ’ ün yetenekli bir insan olduğunu biliyordu. Bu sebepten onu tekrar vezir yapmak istedi. Bu nun üzerine T a c ü l m ü l k , N i z a m ü l m ü l k ’ ün ilerigelen kölelerini yatıştır mak ve onların gönlünü almak için harekete geçti ve bu uğurda çeşitli hediyelerden başka 200 bin altın dağıttı. Ortalık bu şekilde yatışmış görünürken, N i z a m ü l m ü l k ’ ün nâibi O s m a n , bu olaydan hoşlanmamıştı. O, derhal bir kısım asker leri, N i z a m ü l m ü l k ’ ün katilinin öldürülmesi için yardıma çağırdı. Onlar, O s m a n ’ ın dediğini yaparak T a c ü l m ü l k ’ ün üzerine hücum edip onu parça parça ettiler (Şubat 1093). Öldüğünde 47 yaşında olan T a c ü l m ü l k , çok erdemli ve iyi bir insandı. Nitekim devrin şairlerinden M u i z z î ve Kadı E r r e c a n î , onu öven şiirler yazmışlardı. Ancak N i z a m ü l m ü l k ’ ün öldürülmesinde rol almakla suçlanması, bütün bu iyilikleri yok etmişti.
B ed evilerin H acılara saldırm aları
Dinî vecibelerini yerine getirmek isteyen Hacılar, 1092 yılı sonuna doğru Bağ dat’tan yola çıkarak önce Küfe şehrine geldiler ve daha sonra da oradan ayrılıp yollarına devam ettiler. Sultan M e l i k ş a h ’ ın ölümü ve Selçukluların taht mü cadelesi nedeniyle askerlerin Bağdat’tan ayrılmaları, genel asayiş üzerinde etkili olmuştu. İşte bu durumdan yararlanan Arap Haface kabilesi, hacılara hücum edip, onları korumak için yanlarında bulunan askerlerin bir kısmını öldürdüler, geri kalanlar da kaçtılar. Hafaceler, hacıların mallarını yağmaladıktan sonra Küfe şeh rine baskın düzenlediler ve şehri yağma ettiler. Bu haber Bağdat’a ulaştığı za man derhal Hafaceler üzerine asker gönderildi. Hafaceler askerlerden kaçmaya çalıştılarsa da başarılı olamadılar. Askerler, onları yenilgiye uğratıp, bir çoğunu öldürerek mallarını yağmaladılar. Böylece günahsız hacıların, Araplardan inti kamını almış oldular.
SELÇUKLU D E V L E T L E R İ TARİH İ
139
Sultan B erkyaru k - İsm ail b in Yakutî m ü cad elesi
Isfahan kuşatıldığı sırada N i z a m ü l m ü l k * ün oğullarından I z z ü l m ü l k , öteki kardeşleriyle birlikte adıgeçen şehirden çıkarak B e r k y a r u k ’ un yanına gitti. B e r k y a r u k , ona saygı gösterdi ve ikramda bulunarak devlet işlerini tam yetki ile onun yönetimine bıraktı ve kendine vezir atadı. Bu sırada Isfahan önle rinde başka bir olay daha oldu. Selçuklu emirlerinden U n e r ve B i l g e B e y , B e r k y a r u k ’ a Isfahan kuşatmasını terkederek çekilmesi şartıyla, babasının mi rasından 500 bin altın vermeyi önerdiler. B e r k y a r u k , malî sıkıntı içinde bulundîii':.” 'd ™ cv. v r ? ’ :v: etmiş ve parayı alarak geri çekilmişti. T e r k e n r i a t u ı ı ise oğlunu tahta geçirmek hırsından vazgeçmiyor ve kendisini destekleyecek kimseler arıyordu. O, ilk olarak Selçuklu ailesinden Azerbaycan emîri İ s m a i l b i n Y a k u t î ’ ye haber gönderip, kendisiyle evlenmek istediği ni söyleyerek onu, B e r k y a r u k ile savaşmaya çağırdı. Belki de bu fırsattan ya rarlanarak tahta geçmeyi ümit eden İ s m a i l , bu çağrıyı kabul etti ve büyük bir ordu topladı; ayrıca T e r k e n H a t u n da G ü r b o ğ a ve öteki emîrlerini büyük kuvvetlerle ona yardıma gönderdi. Sultan B e r k y a r u k , bu olayı haber aldığı zaman askerlerini toplayıp dayısı İ s m a i l ile savaşmak için harekete geçti, iki taraf, Kerec yöresinde karşılaştılar. İ s m a i l , bu savaşta mağlup olarak İsfahan’a çekildi (Şubat 1093). T e r k e n H a t u n onu hürmetle karşıladı, adına hutbe okut tu, bastırdığı paralara oğlu M a h m u t ’ dan sonra adını koydurdu. Çok geçme den T e r k e n H a t u n ile İ s m a i l , evlenmek üzere harekete geçtiler. Ancak devlet işlerini yöneten başkumandan U n e r ve öteki emîrler, bu evliliğe karşı çık tılar ve I s m a i 1 ’ in yanlarından uzaklaşmasını istediler. Onlar, I s m a i 1 ’ in yö netime sahip çıkmasından endişe ediyorlardı, î s m a i 1 de onlardan çekiniyordu. Nitekim o, İsfahan’dan, T e r k e n H a t u n ’ un yanından ayrılmak zorunda kal dı. İ s m a i l , bu kez kızkardeşi ve B e r k y a r u k ’ un annesi Z ü b e y d e H a t u n ’ a haber göndererek onlara katılmak istediğini bildirdi. Z ü b e y d e H a t u n , bu isteği kabul edince, İ s m a i l de B e r k y a r u k ve taraftarlarının yanına gitti. Ancak onun buradaki misafirliği de kısa sürdü. İ s m a i l , Selçuklu emirlerinden G ü m ü ş t e k i n C a n d a r , A k s u n g u r ve B o z a n ile hiç kimsenin olmadı ğı bir sohbet sırasında, B e r k y a r u k ’ u öldürerek saltanatı elegeçirmek niye tinde olduğunu açıkladı. Tabii bu, onun sonunu hazırlayan bir açıklama olmuştu. Yanındaki emîrler ona hücum ederek öldürdüler (Ağustos/Eylül 1093). Daha son ra kızkardeşi Z ü b e y d e H a t u n ’ a bu durumu haber verdiler. O, hakikati öğ rendiği zaman emirlere olan kızgınlığı geçmişti. I s m a i 1 ’ in öldürülmesiyle B e r k y a r u k ’ un rakiplerinden biri, ortadan kalkmış oldu. A rapların H acıların m allarını yağm alam ası
Suriyeli Hacı adayları, melik T u t u ş ’ un görevlendirdiği Hac emîriyle b ir
likte hacca gittiler. Onlar, hacı olup geri dönerken, Mekke emîri M u h a m m e d b i n E b û H a ş i m ’ in gönderdiği askerler tarafından Mekke yörelerinde malları ve develeri yağmalandı. Hacılar, bu olay üzerine Mekke’ye dönerek emîr
140
ALİ S E V İM -E R D O Ğ A N MERÇİL
M u h a m m e d ’ e şikayetçi oldular ve mallarının geri verilmesini istediler. Mek ke emîri, onların gasp edilen mallarının bir kısmını iade etti. Hacılar, bütünüyle mallarını geri alamayacaklarını anladıkları zaman ülkelerine dönmek üzere Mek ke'den ayrıldılar. Onlar. Mekke'den uzaklaştıktan bir süre sonra Araplar, bu kez, birkaç yönden saldırdılar. Bu saldırı sırasında pek çok hacı öldürüldü. Araplar, ancak aldıkları rüşvet karşılığında, geri kalan hacıları serbest bıraktılar. Bu teh likeden kurtulan hacıların çoğu da yolda susuzluk ve açlıktan öldü. Sağ kalabilen hacılar ise perişan bir durumda ülkelerine dönebildiler (1093).
MELİK TUTUŞ’UN SALTANAT MÜCADELESİ Suriye hâkimi melik T u t u ş , kardeşi M e l i k ş a h ’ m ölüm haberini aldığı
zaman içinde, Büyük Sultan olmak isteği canlanmıştı. O, bu sırada Fırat ırmağı nın sağ kıyısındaki Hît kasabasında idi; derhal Büyük Sultanlığını ilân ederek adına hutbe okuttu. Daha sonra kardeşinin egemenliğindeki ülkelere hâkim ol mak amacıyla hazırlık yapmak için Dımaşk’a. döndü. T u t u ş , burada sahip ol duğu bütün askerleri toplattıktan sonra Haleb'e yöneldi. O, ayrıca emîr A k s u n g u r , Y a ğ ı s ı y a n ve B o z a n ’ a da mektuplar göndererek durumu bil dirmiş ve Selçuklu ülkesine hâkim olmasını sağlamak için kendisine itaat etmele rini istemişti. A k s u n g u r , b u haber üzerine T u t u ş ’ a kırgın olmasına rağmen, Büyük Sultanlık sorununda henüz bir anlaşma sağlanamadığı ve M e l i k ş a h ’ ın çocuklarının küçük )>aşta olduğu ve aralarında anlaşmazlık bulunduğu için, zo runlu olarak bu itaat önerisini kabul etmişti. O, Antakya valisi Y a ğ ı s ı y a n ve Urfa valisi B o z a n ’ a da M e l i k ş a h ’ ın çocukları arasındaki anlaşmazlık so nuçlanıncaya kadar T u t u ş ’ a itaat etmelerini önerdi. Böylece bu üç emîr, T u t u ş ’ a tâbi oldular ve yönetimleri altındaki şehirlerde onun adına hutbe okuttular. T u t u ş bu suretle Kuzey-Suriye'ye kolaylıkla hâkim oldu. T u t u ş , daha sonra beraberinde A k s u n g u r ve Y a ğ ı s ı y a n olduğu halde, Ukayloğullarmm yöne timindeki Rahbe'yi kuşatıp, şehri aman ile teslim aldı (Şubat 1093). Ardından Rdkka da aynı şekilde T u t u ş ’ un eline geçti. Sıra, yine Ukayloğullarmm elinde bulunan Nusaybin'e gelmişti. Bu sırada emîr B o z a n da T u t u ş ’ un ordusuna katıldı. Nusaybin valisi, T u t u ş ’ un huzuruna gelerek itaatini bildirdi ise de şe hirdeki askerlerin teslime razı olmamaları ve T u t u ş ’ a küfretmeleri üzerine sa vaş başladı. Ancak Nusaybin surları Selçuklu baskısına dayanamadı ve içeri giren askerler şehri yağmaladılar. T u t u ş , Nusaybin'in yönetimini beraberinde bulu nan M u h a m m e d b. Ş e r e f ü d d e v l e ’ ye verdi (Mart 1093). Öte yandan Ş e r e f ü d d e v l e M ü s l i m ’ in S ü l e y m a n ş a h ile yaptığı savaşta öldürülmesi üzerine dul kalan eşi ve M e 1i k § a h ’ ın halası S a f i y e H a t u n ile evlenen kar deşi İ b r a h i m . Ukayloğulları ailesinin reisi olmuştu. Fakat sultan M e l i k ş a h , Kuzey-Suriye seferi sırasında İ b r a h i m ’ i yakalatıp hapse attırmıştı. Ayrıca Musul Emîrliği Ş e r e f ü d d e v 1e ’ nin oğlu E b û A b d u l l a h M u h a m m e d ’ e veril mişti (Bk. Sultan M e 1 i k ş a h Devri). Sultan M e l i k ş a h öldüğü zaman T e r -
SELÇUKLU D E V LETLE R İ TARİH İ
141
k e n H a t u n , İ b r a h i m ’ i serbest bırakmış, o da Musul ’a gelerek S a f i y e H a t u n ’ un yardımıyla bu şehri elegeçirmeyi başarmış oldu. Melik T u t u ş , Nusaybin’i elegeçirdikten sonra İ b r a h i m ’ e haber göndere rek Musul’da adına hutbe okutmasını, ayrıca Bağdat’a giderken geçmek üzere yol vermesini istedi; fakat İ b r a h i m , bunu kabul etmedi. Bunun üzerine T u t u ş , beraberindeki emîrler ve ordu ile Musul’a yöneldi. İki taraf Musul’a bağlı Mudayya yöresinde karşılaştılar (2 Nisan 1093). Bu sırada İ b r a h i m ’ in 30 bin, T u tu f ’ un ise 10 bin kişilik orduları vardı; savaşı T u t u ş kazandı. Selçuklu kuvvetlerine esir düşenler arasında emîr İ b r a h i m , amcası M u k b i 1 ve birçok İlkaylî emîri bulunuyordu. T u t u ş , bunların hepsini öldürtmekten çeki-insdi, sonra vakit kaybetmeden Musul üzerine yürüyerek şehre hâkim oldu. O, A l i b . Ş e r e f ü d d e v l e ile annesini, yani kendi halası S a f i y e H a t u n ’ u Musul’a naib olarak atadı. Böylece T u t u ş , kısa sürede hâkimiyet sahasını geniş letmiş oldu. O, artık Büyük Selçuklu Devleti tahtına geçmeği kendisi için bir hak saymakta idi; bu bakımdan Abbasî halifesi M u k t e d î B i e m r i l l a h ’ a bir elçi göndererek Bağdat’ta kendi adına hutbe okutmasını istedi. Ancak halife, bu iste ği kabul etmedi ve halifelik başkenti Bağdat’ta hutbe okunabilmesi için bazı şart ların yerine getirilmesi gerektiğini bildirdi. Bu isteğin yerine getirilmesi için T u t u ş ’ a kardeş çocuklarından kimse muhalefet etmeyecek ve o, başkent İsfa han’daki devlet hâzinesine sahip olacaktı. T u t u ş , halifenin bu cevabına tepki gösteremedi ve şartları yerine getirebilmek için başkent İsfahan’a yürümeye ka rar verdi. Onun bu yol üzerindeki ilk hedefi, Diyarbakır bölgesi idi. Öte yandan bu sırada Diyarbakır bölgesi Cüheyroğulları ailesinden E b u l - H a s a n b i n a 1K â f î ’ nin yönetiminde bulunuyordu. Sultan M e l i k ş a h ’ ın ölüm haberini, Meyyâfarikîn’de iken alan E b u l - H a s a n , bir toplantı sonucunda, şehrin B e r k y a r u k ’ a teslimine karar vermişti. Nitekim onlar, B e r k y a r u k ’ a bir mektup gön dererek “ şehri, kendisinin veya göndereceği bir nâibin almasını” bildirdiler. Sultan B e r k y a r u k ise onlara verdiği cevapta, “ şehri gelip teslim alacağını” bildirdi. Ancak B e r k y a r u k , saltanat mücadelesi nedeniyle bu sözünü yerine getirecek zaman bulamamıştı. Bu durumda E b u l - H a s a n ve şehrin ilerigelenleri, topla narak T u t u ş ’ a bir heyet göndermeğe karar verdiler. Bu elçi heyeti Nusaybin önünde T u t u ş ’ un huzuruna çıkarak ‘ ‘ B e r k y a r u k ’ dan hiçbir nâib gelme diğini, bu bakımdan onun sultan M e l i k ş a h ’ ın kardeşi sıfatıyla şehre hâkim olmak hususunda başkalarından daha çok hakkı bulunduğunu” söylemişlerdi. T u t u ş ise onlara birkaç gün sonra oraya hep birlikte hareket edebileceklerini bil dirmişti. Öte yandan sultan M e l i k ş a h ’ ın ölümünün yarattığı kargaşa ortamından yararlananlardan biri de Mervanlı emîri M a n s u r idi. O, bu sırada Harbi kasabasında idi (Bk. Sultan M e l i k ş a h Devri). Ancak Meyyâfarikîn’den aldığı bir daveti iyi değerlendiren M a n s u r , tekrar bu şehre hâkim olmuş ve Mervânlı emîrliğini geçici bir süre için yeniden kurabilmişti. Böylece T u t u ş ’ dan önce şehre M a n s u r hâkim olmuştu. Bu olayları dikkate alan T u t u ş , berabe rinde A k s u n g u r , Y a ğ ı s ı y a n , B o z a n ve askerleri olduğu halde, Diyarba
142
A Lİ S E V İM -E R D O Ğ A N M ERÇİL
kır bölgesine yöneldi. T u t u ş , bu seferi sırasında Elcezire ile Diyarbakır’a
kolaylıkla sahip oldu ve buna karşılık bölgenin yöneticisi E b u l - H a s a n ’ a Nu saybin’i ıkta etti. T u t u ş ’ un ikinci durağı Meyyâfarikîn idi; önce şehre teslim olmaları için haber göndermiş ve direndikleri takdirde Nusaybinlileritı başına ge lenleri hatırlatarak onları korkutmuştu. Nitekim şehir halkı, Selçuklu ordusunu gördüğü zaman kapıları açmakta gecikmedi. T u t u ş , hiçbir direnişle karşılaş madan Meyyâfarikîn’e girdi (Nisan 1093). O, şehre hâkim olduktan sonra halka adaletli davranmış ve yönetimde gerekli düzenlemeleri yapmıştı. Bundan sonra Diyarbakır bölgesindeki öteki yerleşim merkezleri ve kaleler de kısa sürede T u t u ş ’ a tâbi oldular. Ayrıca T u t u ş , Sincar ve Musul şenirieriııe valiler atamıştır. O, böylece Musul’da uzun yıllar yönetimi elinde bulunduran TJkayloğulları aile sinin hâkimiyetine son vermiştir. Vkayloğullan, bu konuda sultan B e r k y a r u k ’ a şikâyetçi oldular. B e r k y a r u k da T ı ı t u ş ’ a “ Ukayloğulları ailesi bizim akra bamız ve devletimizin tâbilerindendir. Bu sebeple senin onlara sert davranman gereksiz id i” şeklinde bir mektup gönderdi. Fakat T u t u ş , buna cevap vermek gereğini bile duymamıştır. T u t u ş , bu olaylardan sonra beraberinde A k s u n g u r , B o z a n v e Y a ğ ı s ı y a n olduğu halde, Azerbaycan’a doğru harekete geç ti. Yolu üzerindeki şehir ve kalelerin kendisine itaat etmeleri, T u t u ş ’ un Büyük Sultan olma yolundaki ümitlerinin artmasına neden oluyordu. O, bu heyecan ve ümitle Tebriz’e geldi. Öte yandaıj bu durumu haber alan B e r k y a r u k da amca sına engel olabilmek amacıyla, ordusuyla Rey şehri yakınlarına kadar ilerledi. Emîr A k s u n g u r B e r k y a r u k ’ un Selçuklu tahtına geçme yolundaki faali yetlerini haber almıştı. Bu yeni durum karşısında A k s u n g u r , T u t u ş ’ a kır gın olduğu için, emîr B o z a n ’ a, “ Biz, sultan M e l i k ş a h ’ m tahta geçecek bir çocuğunun ortaya çıkmadığını görerek T u t u ş ’ a itaat ettik. Halbuki şimdi B e r k y a r u k , tahta geçmek iddiasında bulunuyor. Şimdi onun hizmetine girm eliyiz” demişti. Böylece A k s u n g u r ve B o z a n , taraf değiştirmeye karar verdiler ve bir gece yarısı, kuvvetleriyle birlikte T u t u ş ’ dan ayrılarak B e r k y a r u k ’ un hizmetine girdiler. T u t u ş ’ un bu iki büyük Selçuklu emîrinin kendisinden ay rılmasıyla kuvveti azalmış, bu nedenle B e r k y a r u k ile bu sırada bir mücadele yi göze alamamıştı. Nitekim T u t u ş , bu durumda yeniden asker toplamak amacıyla geri dönmeyi yeğledi ve önce Diyarbakır bölgesine, sonra da kendisine sadık ka lan Y a ğ ı s ı y a n i l e Antakya’ya geldi. Burada bir süre kalan T u t u ş , nihayet baş kenti Dımaşk’a döndü (Aralık 1093) (Bk. Suriye Selçukluları). Sultan B erkyaru k adına B ağdat’ ta hutbe okunm ası
B e r k y a r u k , kendisine katılan emîr A k s u n g u r ve B o z a n ’ a çok iyi dav randı. Buna karşılık bu iki emîr, B e r k y a r u k ’ a “ T u t u ş ’ un ihmal edilme mesini, o tekrar kuvvetlerini toplamadan süratle üzerine yürünmesi gerektiğini” tavsiye ettiler. Ayrıca onlar, T u t u ş ’ un kendilerinden öç almak için harekete ge çebileceğini düşünerek valisi bulundukları Urfa ve Haleb şehirlerine güvenle gi debilmeleri için bir miktar asker verilmesini istediler. B e r k y a r u k , onların
SELÇUKLU DEVLETLE R İ TARİH İ
143
isteğini olumlu bulmuş, ayrıca sultanlığını onaylatmak amacıyla da Bağdat'a yö nelmişti. Ö, Bağdat'a giderken önce Musul’a geldi ve burada T u t u ş ’ a karşı Ukaylî ailesinden A l i b i n Ş e r e f ü d d e v l e ile anlaştı. Ayrıca Musul’da A k s u n g u r ve B o z a n , bir miktar Ukaylî askeriyle takviye edildi. Daha sonra B o z a n Urfa’ya, A k s u n g u r d a Haleb’e gittiler (Ekim/Kasım 1093). Onlar, Urfa ve Haleb’de hutbeyi B e r k y a r u k adına okutmaya başladılar. Sultan B e r k y a r u k ise yanında veziri I z z ü l m ü l k olduğu halde, Bağdat’a ulaştı (Kasım/Aralık 1093). Abbasî veziri A m i d ü d d e v l e i l e halk, sultan B e r k y a r u k ’ u karşılamak üzere yola çıkmışlardı. Sultan B e r k y a r u k , Bağdat’a geldikten sonra halife M u k t e d î B i e m r i l l a h ’ a haber göndererek “ hutbenin kendi adına okutulmasını” istedi. Bu teklif, halife tarafından kabul edildi ve Bağdat’ta Cuma günü B e r k y a r u k adına hutbe okundu (30 Ocak 1094). B e r k y a r u k ’ a “ Rükneddin” la kabı da verildi. Bu sırada B e r k y a r u k ’ a verilen hil ’atleri vezir A m i d ü d d e v l e götürmüştü. Öte yandan B e r k y a r u k ’ un sultanlığının tasdik edilmesine dair menşur, tuğra çekilmesi için, halifeye arzedildi. Halife M u k t e d i , tuğrasını çek tirerek saltanat menşurunu onayladı; ancak bu onay işleminden sonra bir kalp krizi sonunda öldü. Yerine oğlu M u s t a z h i r B i l l a h halife oldu. Sultan B e r k y a r u k , tasdik menşurunu yeni halife gönderdi. B e r k y a r u k , 21 Mart 1094 tarihine kadar Bağdat’ta kaldı ve daha sonra da buradan ayrılarak Musul’a gitti. T ekiş’ in öld ü rü lm esi
Sultan M e l i k ş a h , kendisine isyan eden T e k i ş ’ i gözlerine mil çektikten sonra Tekrit kalesinde hapsetmişti. B e r k y a r u k , sultan olunca onu Bağdat’a getirtti ve belki de muhtemel bir isyanına engel olabilmek için, gittiği yerlere onu da birlikte götürüyordu. Ancak daha sonra B e r k y a r u k , T u t u ş tarafından yazılan ve ona kendisine katılmaya sevk eden teşvik mektuplarını elegeçirdi. D i ğer bir rivâyete göre de T e k i ş , Belh’e gitmek niyetinde idi. Çünkü halk onu bu şehre çağırıyordu. Her iki durumda da onun isyan edeceğini hisseden B e r k y a r u k , amcası T e k i ş ve oğlunu Sâmerra ’da boğdurarak öldürttü (Mart/Nisan 1094). T e k i ş ’ in cesedi Bağdat’a götürülerek orada defn edildi. Tutuş’ u n A ksu ngur ve B ozan’ ı b erta ra f etm esi
Melik T u t u ş , A k s u n g u r ve B o z a n ’ m Haleb ve Urfa ’da B e r k y a r u k adına hutbe okuttuklarını haber aldığı zaman onlardan intikam almak için Dımaşk’tan harekete geçti (Mart/Nisan 1094). O, Hama yakınlarına geldiği zaman Antakya valisi Y a ğ ı s ı y a n d a askerleri ile kendisine katıldı. T u t u ş , Haleb ya kınlarına kadar ilerlemiş ve askerlerine bölgedeki ekinleri atlarına yedirm eleri ni ve çevreyi yağmalamalarını emretmişti. Emîr A k s u n g u r , bu durumu öğren diği zaman bu sırada Bağdat’da bulunan B e r k y a r u k ’ a başvurarak T u t u ş ’ a karşı yardım istedi. Sultan B e r k y a r u k , bu istek üzerine Urfa valisi B o z a n , emîr G ü r b o ğ a v e A b a k o ğ l u Y u s u f ’ a “ derhal A k s u n g u r ’ un yardımı na gitmelerini” buyurdu. Adıgeçen emîrler, bu buyruk üzerine kuvvetleriyle bir
144
ALİ S E V İM -E R D O Ğ A N MERÇİL
likte Haleb’e gittiler. Öte yandan A k s u n g u r ’ un giriştiği bütün bu hazırlıkları yakından izleyen T u t u ş , Haleb’in doğusundaki Buzâa vadisine kadar ilerledi ve bütün bu çevreyi yağmalattı. Bir savaş için hazırlıklarını tamamlayan emîr A k s u n g u r ’ un atlı ve yaya ordusunun sayısı 6 bin kişiden fazla idi. T u t u ş ’ un ordusu da A k s u n g u r ’ un ki kadardı. Nihayet iki taraf kuvvetleri, Haleb’e altı fersah uzaklıkta (tahminen 30 km.) bir köy olan Seb’în yakınlarında karşılaştılar (1094). İlk hücum A k s u n g u r tarafından yapıldı. Ancak onun saflarında bulu nan emîr B o z a n ve C ü r b o ğ a , bilinmeyen bir sebeple, bu hücuma katılmaya rak oldukları yerde kalmışlardı. Ayrıca bu hücuma katılan A b a k o ğ l u Y u s u f ’ un da T u t u ş ’ un tarafına geçmesi, A k s u n g u r ’ un başarısızlığına se bep oldu. A k s u n g u r , yine de savaşa devam etti ise de sonradan tutsak alınıp T u t u ş ’ un huzuruna getirildi. T u t u ş , huzuruna getirilen A k s u n g u r ’ a, “ Eğer sen beni mağlup etseydin ne yapardın?” diye sordu. A k s u n g u r da “ Öldürürdüm” cevabı verdi. T u t u ş , bu cevap üzerine, “ Ben de seni, senin ba na vermek istediğin cezaya mahkum ediyorum” dedi ve A k s u n g u r ’ u öldürt tü. Ayrıca A k s u n g u r ’ un maiyyetindeki birçok emîr de T u t u ş tarafından boyunları vurdurularak öldürülmüşlerdir. Emîr B o z a n v e G ü r b o ğ a ise T u t u ş ’ un saldırıları karşısında Haleb’e sığındılar. Onlar Haleb’i savunma hazır lıkları yaptıktan başka, B e r k y a r u k ’ tan da acele yardım istediler. B e r k y a r u k ’ tan gelen cevaptâ, yardım kuvvetlerinin Musul’a eriştiği ve yakında Haleb’e ulaşacağı bildiriliyordu. T u t u ş ise Haleb üzerine yürüyerek şehri şid detle kuşattı. Ancak şehri savunan bir kısım asker, direnmenin faydasız olduğu na inanmışlar ve Antakya Kapısını T u t u ş ’ a açmışlardı. Büyük kalenin de teslim edilmesiyle T u t u ş , Haleb’e hâkim oldu (1094). Öte yandan şehri B e r k y a r u k adına savunan emîr B o z a n v e G ü r b o ğ a d a tutsak alındılar. T u t u ş , kendisi ne ihanet edenlerden biri olan B o z a n ’ ı derhal öldürttü; G ü r b o ğ a ise ölüm den, emîr U n e r ’ in ricasıyla kurtulmuş ve hapsedilmişti. Melik T u t u ş , daha sonra B o z a n ’ ın tutsak aldığı iki askerini onun yönetimindeki Harran ve Urfa’ya göndererek bu şehirlerin teslimini istedi. Emîr B o z a n ’ m naibleri ve şehir deki askerler, efendilerinin ölmemiş olacağını düşünerek T u t u ş ’ un arzusunu yerine getirmediler. Ancak T u t u ş , bir mızrak ucuna takdırdığı B o z a n ’ m ke sik başını iki şehre gönderdi. B o z a n ’ ın kesik başını gören naibleri Urfa ve Har ran’ı, T u t u ş ’ a teslim ettiler. Daha sonra Diyarbakır bölgesi şehir ve kaleleri de T u t u ş ’ a teslim oldular (Bk. Suriye Selçukluları). Berkyenık-TuLuş m ücadelesi: Rey savaşı
Bu olaylar sırasında, T e r k e n H a t u n , T u t u ş ’ a gönderdiği elçiler vası tasıyla ilişki kurdu, onunla evlenmek ve devleti birlikte yönetmek konusunda an laşmaya vardılar. T u t u ş , bu şartları yerine getirmek amacıyla Hemedan’a doğru hareket etti. T e r k e n H a t u n da onunla birleşmek için İsfahan’dan Hemedan yönüne ilerledi. Ancak T e r k e n H a t u n ’ un onunla birleşme girişimi hastalığı sebebiyle gerçekleşmedi ve o, İsfahan’a dönmek zorunda kaldı. Bu ihtiraslı H a
SELÇUKLU D E V LETLE R İ TARİHİ
145
t u n , arzu ettiğine kavuşmadan bu şehirde öldü (Ekim 1094). T e r k e n H a t u n ’ un ölümüyle askerlerinden büyük kısmı, işbirliği nedeniyle T u t u ş ’ un hizmetine girerken, bir kısmı da B e r k y a r u k tarafına geçtiler. Böylece T u t u ş , bu as kerlerin de kendisine katılmasıyla daha da kuvvetlenmişti. O, Seb’îrı savaşında kendi tarafına geçen A b a k o ğ l u Y u s u f ’ u halifelik merkezi Bağdat’a şıhne olarak göndermiş ve kendi adına bu şehirde hutbe okutmasını istemişti. Fakat Bağ dat’ta gerek halife M ı ı s t a z h ı r B i l l a h v e gerekse B e r k y a r u k ’ un şıhnesi A y t e k i n , Y u s u f ’ un şehre girmesine engel oldular. Bu durumda başarılı ola mayan Y u s u f , süratle Bağdat önünden çekilm ek zorunda kaldı. T u t u ş ise İs fahan’da bulunan T e r k e n H a t u n taraftarı emirlerin, A k s u n g u r ve B o z a n gibi, kendisinden yüz çevirmesi ihtimalini gözönünde tutarak Dımaşk’ta bıraktı ğı oğlu R ı d v a n ’ a bir mektup gönderdi ve Suriye’deki askerler ile süratle yanı na gelmesini bildirdi. B e r k y a r u k bu olaylar sırasında Nusaybin yöresinde bulunuyordu, T e r k e n H a t u n ’ un öldüğünü haber aldığı zaman İsfahan’a hareket etti. Onun be raberinde bin kişilik bir kuvvet vardı ve Hemedan civarında T u t u ş ’ un ordusuna 40-50 km. yaklaşmıştı. Beraberinde 50 bin kişilik bir ordu bulunan T u t u ş , bu durumu öğrendiği zaman A b a k o ğ l u Y u s u f ’ un kardeşi Y a k u b ’ u bir mik tar askerle B e r k y a r u k ’ a karşı gönderdi. Y a k u b , B e r k y a r u k ’ u mağlup etmiş ve ağırlıklarını da yağmalamıştı. B e r k y a r u k ’ un bu yenilgi haberi, Bağ dat’a ulaştığında halife M u s t a z h i r B i l l a h , şehirde T u t u ş adına hutbe okut maya başladı. B e r k y a r u k 5un yanında hemen hemen hiç kimse kalmamış, beraberinde ancak ona sadık em irlerden P o r s u k , G ü m ü ş t e k i n C a n d a r ve Ya r u k olduğu halde, yoluna devam edebilmiş, Isfahan önlerine gelmişti. Şehre kardeşi M a h m u t ’ un taraftarı olan emirler hâkimdiler. Onlar, önce birkaç gün B e r k y a r u k ’ u şehre sokmadılar, sonra da onu yakalayıp tutuklamak üzere hi le ile şehre girmesine izin verdiler. Nitekim bu plan uygulandı ve şehre giren B e r k y a r u k , yakalanarak hapse atıldı. M a h m u t taraftarı emirler, B e r k y a r u k ’ un gözlerine mil çekerek onun sultanlık iddiasını ortadan kaldırmayı kararlaştırdı lar. Fakat bu sırada M a h m u t çiçek hastalığına yakalandı. Bu durumda devrin tabiblerinden E m i n ü d d e v l e , b u emirlere, “ Melik M a h m u t , şu anda çiçek hastalığına yakalanmış bulunuyor, kurtulacağa da benzemiyor. Görüyorum ki, siz T u t u ş ’ un hükümdar olmasını istemiyorsunuz. O halde B e r k y a r u k ’ un göz lerine mil çekmekte acele etmeyiniz. M a h m u t ölürse onu sultan yaparsınız, eğer hastalıktan kurtulursa B e r k y a r u k ’ un gözlerine mil çekmekte takdir yine sizindir” dedi. Tabib E m i n ü d d e v l e ’ nin bu sözleri B e r k y a r u k için bir ya şama şansı yarattı. Nitekim kardeşi M a h m u t , yakalandığı çiçek hastalığından kurtulamayarak öldü (Ekim/Kasım 1094). M a h m u t taraftarı emirler için yapa cak tek şey, B e r k y a r u k ’ u sultan tanımaktı. Bu sırada B e r k y a r u k da çi çek hastalığına yakalandı ise de iyileşip kurtulmuştu. B e r k y a r u k , sultan tanındıktan sonra N i z a m ü l m ü l k ’ ün oğlu M ü e y y i d ü l m ü l k ’ ü vezir ata dı. Onun daha önce vezirliğini yapan N i z a m ü l m ü l k ’ ün öteki oğlu I z z ü 1-
146
ALİ S E V İM -E R D O Ğ A N M ERÇİL
m ü l k , Musul’da ölmüştü. T u t u ş ise ağırlıklarını yağmalamaya kalkan Hemedare’daki B e r k y a r u k taraftarı emîr A h u r ’ u mağlup ettikten sonra bu şehre hâkim olmuştu. Emîr A h u r , aman dileyerek T u t u ş ’ un hizmetine girdi. T u t u ş ’ un hizmetine zorunlu olarak girenlerden biri de N i z a m ü l m ü l k ’ ün oğ lu F a h r ü l m ü l k idi. T u t u ş , onu B e r k y a r u k yandaşı olması dolayısıyla öldürmek istedi. Fakat emîr Y a ğ ı s ı y a n ’ ın aracı olması ve sonra da “ halkın N i z a m ü l m ü l k ’ ün ailesine olan sempatisi dolayısıyla saltanat mücadelesinde faydalı olabileceği düşüncesiyle onu vezirliğe atamasını” önermesi üzerine T u t u ş , F a h r ü l m ü l k ’ ü vezirliğe atadı. Tabii bu atamayla B e r k y a r u k ’ u des tekleyen N i z a m ü l m ü l k taraftarlarını parçalamak amacı güdülmüş olmalıdır. Öte yandan T u t u ş , Hemedan’da iken B e r k y a r u k ’ un hastalığını öğrenmiş ve İsfahan’a doğru harekete geçmişti. Emîr A h u r ise şölen düzenlemek amacıyla T u t u ş ’ dan izin alarak İsfahan’a gitti ve orada bulunanlara T u t u ş hakkında bilgi verdi. T u t u ş bu durumda Rey şehrine yönelerek orayı elegeçirdi (Şubat 1095). O, buradan İsfahan’daki emirlere haberler göndererek kendisine itaata davet ve pek çok ikramda bulunmayı vaad etti. B e r k y a r u k ’ un hastalığının devam ettiği sırada bu haberlerin gelıftesi, İsfahan’daki emirlerin T u t u ş ’ a gönderdik leri cevapta onun tarafına geçeceklerine dair söz vermelerine sebep oldu. Fakat bir süre sonra B e r k y a r u k ’ un iyileştiğini gören emîrler, bu kez T u t u ş ’ a “ Ara mızda kılıçtan başka bir şey yoktur” dediler. B e r k y a r u k ’ un veziri M ü e y y i d ü 1m ü I k ise bütün Irak ve Horasan emirlerine mektuplar yazarak bu saltanat mücadelesinde B e r k y a r u k tarafına geçmelerini sağlamıştı. Böylece kuvvetle nen B e r k y a r u k , amcası T u t u ş ’ a karşı savaşabilecek bir duruma gelmişti. Nitekim o, kendisini Büyük Selçuklu Sultanı olarak tanıyan İsfahan’daki em ir lerle T u t u ş ’ a doğru harekete geçti. Başlangıçta B e r k y a r u k tarafındaki as kerlerin sayısı azdı. Cerbâzakan şehrine gelindiğinde daha önce mektuplar yazılan Irak ve Horasan dan gelen birliklerin katılmasıyla ordunun sayısı yaklaşık 30 bi ne ulaşmıştı. Öte yandan T u t u ş , onun hareketini öğrendiği zaman Rey ’den çık mayı planına daha uygun görerek şehirden çıkmayı yeğledi. O, askerleri ile Rey ’den 60 km. uzaklıktaki Daşılu (Taşlı) köyü yakınında savaş hazırlıklarına başladı. Çok geçmeden B e r k y a r u k da ordusu ile T u t u ş ’ un karşısında savaş düzeninde yer aldı, iki taraf arasındaki öncü çarpışmalarından sonra asıl kuvvetler 26 Şu bat 1095 tarihinde savaşa başladılar. Bu sırada B e r k y a r u k ’ un ordusunda bu lunan sultan M e l i k ş a h ’ m sancağının çekilmesi üzerine T u t u ş ’ un asker lerinden çoğu B e r k y a r u k tarafına geçti, hattâ T u t u ş ’ a daima sadık kalan Y a ğ ı ş ı y a n bile savaşa girmekten kaçınmıştı. T u t u ş , buna rağmen savaşmak ta ısrar etti ise de çevresi B e r k y a r u k ’un askerleri tarafından sarıldı. T u t u ş , önce atı yaralanarak yere düşmüş, sonra da ondan öç almak isteyen S u n g u r c a adlı bir emîr tarafından başı gövdesinden ayrılarak öldürülmüştür. Cesedi, baba sı sultan A l p A r s l a n ’ ın M erv’deki türbesine gömüldü. Sultan B e r k y a r u k savaşdan sonra T u t u ş ’ un dağılan askerlerine iyi davranılmasını emretmiş, onlara aman verip bağışladığını ilân ettirmişti. O, amcası
SELÇUKLU D E V LETLE R İ TARİH İ
147
T u t u ş ile yaptığı taht m ücadeleleri sırasında, zaman zaman kötü son ile karşı laşmış ise. de, ortaya çıkan yeni şartların kendi lehine gelişmesiyle sultanlığı elde etmişti. Ortaçağın ünlü tarihçilerinden İ b n ü ’ l - E s î r d e b u durumu eserinde ki şu satırlar ile ifade ediyor: “ Eğer T a n r ı bir işin olmasını dilerse sebeplerini de hazırlar. Daha dün, amcası T u t u ş karşısında mağlup olup az sayıdaki ada mıyla İsfahan'a giden B e r k y a r u k ’ u hiç kimse takip etmemişti. Şayet yirmi atlı onu takip etmiş olsaydı, onu mutlaka yakalayacaklardı. Çünkü o, Isfahan ka pısında birkaç gün beklemişti. Daha sonra İsfahan’a girince emirler onun gözle rine mil çekmek istediler. Tam bu sırada İsfahan’a, girişinin ikinci günü kardeşi M a h m u t , çiçek hastalığına yakalandı ve öldü. B e r k y a r u k da aynı hastalığa tutuldu ve dolayısıyla aklî dengesi de bozuldu. Ancak daha sonra her iki hastalık tan da kurtuldu. Amcası karşısında mağlup olduğu tarihten, iyileşip İsfahan’dan ayrılıncaya kadar dört ay geçtiği halde, amcası T u t u ş , hiç bir faaliyette buluna madı. Eğer T u t u ş , B e r k y a r u k veya kardeşi M a h m u t hasta iken onların üzerine yürümüş olsaydı, hiç şüphesiz ülkeye hâkim olurdu (Bu konuda daha ay rıntılı bilgi için bk. Suriye Selçukluları). B erkya ru k'a suikast
Sultan B e r k y a r u k , T u t u ş ’ u ortadan kaldırdıktan sonra başka bir teh like yaşadı. O, Eylül 1095’de Sistanlı ve maske takmış birinin saldırısına uğradı ve pazısından yaralandı. Batınî olan bu suikastçı, hemen yakalandı ve dövülünce bu işe kendisini, iki kişinin teşvik ettiğini itiraf etti. Daha sonra onlar da yakalan dı ve sorgulama sonucu suçlarını kabul ettilen Ancak onlar bütün ısrarlara rağ men bu suikast için kendilerine kimin emir verdiğini söylemediler. Bunun üzerine bir filin ayakları altına atılmak suretiyle cezalandırılmalarına karar verildi. Biri si filin ayakları altına atılınca, her şeyi anlatmayı kabul etti. Bu kez öteki arkada şı, “ Ey kardeşim nasıl olsa öldürüleceğiz, sırları açıklayarak Sistan halkını rezil etme” dedi. Sonunda her ikisi de öldürüldüler. Fakat bu suikastın niçin düzen lendiği kesin bir şekilde anlaşılamadı. Fahrülttıülk’ ün vezir atanması
T u t u ş ’ un ölümünden sonra B e r k y a r u k , annesi Z ü b e y d e H a t u n ’ u Rey şehrine yanma getirtmek için bir hâdimini İsfahan’a göndermişti. Ancak bu sırada vezir olan M ü e y y i d ü l m ü l k , bunu uygun bulmadı. Bu bakımdan o, bir gurup emîrle anlaşarak sultana “ annesini terketmesinin uygun olacağını” söy lediler. Fakat B e r k y a r u k “ Ben hükümdarlığı, onun yanımda bulunması için istiyorum” dedi. Z ü b e y d e H a t u n , oğlunun yanma gelip bu durumu öğrenince M ü e y y i d ü l m ü l k ’ e karşı davranışlarını değiştirdi. Bu yolculuk sırasında H a t u n ’ a refakat eden müstevfı M e c d ü l m ü l k B a l a s a n î de onu vezir aleyhi ne tahrik etmişti. Öte yandan Selçuklu vezirliğini N i z a m ü l m ü l k ’ ün oğul larından F a h r ü l m ü l k d e istiyordu. Onun, kardeşi M ü e y y i d ü l m ü l k ile ara sı, babaları N i z a m ü l m ü l k ’ün miras bıraktığı mücevherat nedeniyle, açıktı.
148
ALİ S E V İM -E R D O Ğ A N MERÇİL
F a h r ü l m ü i k , Z ü b e y d e H a t u n ’ un, kardeşi M ü e y y i d ü l m ü l k ’ e karşı tavrının değiştiğini ve ona kin bağladığını anlayınca bir adamını göndererek ve zirliğini elde etmek istedi ve bunun için de çok para sarfetti. Onun gönderdiği hediyeler arasında, atlastan otağlar, kıymetli çadır, silâhlar, kıymetli taşlarla süs lü eğer takımları ve Arap atları bulunuyordu. Sonunda F a h r ü l m ü i k ’ ün iste ği kabul edildi. Sultan B e r k y a r u k , M ü e y y i d ü l m ü l k ’ ü görevinden uzaklaştırarak yerine, kardeşi F a h r ü l m ü l k ’ ü atadı (1095), ayrıca M ü e y y i d ü I m ü 1k hapse atıldı. Tabii bu, ilerde Selçuklu Devleti’nin duraklamasına se bep olacak olayların beiki de başlangıcı idi. Suriye Selçukluları ise T u t u ş ’ un ölümünden sonra oğullarından R ı d v a n ’
ın Haleb’de, D u k a k ’ ın da Dımaşk’ta hükümdarlıklarını ilân etmeleriyle iki kola ayrılmış oldu (Bk. Suriye Selçukluları). G ü rh oğa’ nın Musul ve çevresin i ele g eçirm esi
Melik T u t u ş , A k s u n g u r i l e B o z a n ’ ı öldürdüğü zaman G ü r b o ğ a ’ yı da hapsetmişti. G ü r b o ğ a ; T u t u ş öldürülünceye kadar tutuklu kaldı. T u t u ş ’ un oğlu R ı d v a n , Haleb'e hâkim olduğu zaman, sultan B e r k y a r u k , ona haber gönderip G ü r b o ğ a ve kardeşi A l t u n t a ş ’ m serbest bırakılmasını iste di. Bu iki kardeş, emîr A d a b ü d d e v l e A b a k ’ a karşılık serbest bırakıldılar. G ü r b o ğ a ve A l t u n t a ş , sultan B e r k y a r u k ’ un onayı ile, T u t u ş ’ un hâ kimiyetindeki yerlerde Büyük Selçuklu otoritesini sağlamak için harekete geçti ler. Onlara bu seferlerinde pek çok asker katıldı ve ilk durakları Harran oldu, iki kardeş, bu şehri elegeçirdikten sonra Nusaybin’de bulunan M u h a m m e d b i n Ş e r e f ü d d e v l e , Musul’a karşı onlardan yardım istedi. Bu sırada Musul’a, M u h a m m e d ’ in kardeşi A l i b i n Ş e r e f ü d d e v l e hâkimdi. G ü r b o ğ a , bu teklifi kabul ederek Nusaybin’e doğru gitti. M u h a m m e d b i n Ş e r e f ü d d e v l e , buraya iki fersah uzaklıkta onu karşıladı. G ü r b o ğ a , zarar vermeyeceği hususundaki antına rağmen, M u h a m m e d ’ i tutuklayıp Nusaybin’e götürdü. G ü r b o ğ a , 40 günlük bir kuşatmadan sonra burayı teslim aldı ve ora dan Musul’a yöneldi. G ü r b o ğ a , kuşatma sonucunda burada başarılı olamadı ve oradan ayrılarak B eled’e gitti ve bu şehirde, ilerde Musul hâkimiyeti için ken disine rakip olarak gördüğü M u h a m m e d b i n Ş e r e f ü d d e v l e ’ yi öldürttü. G ü r b o ğ a ise Musul’u elegeçirmekten vazgeçmemişti; tekrar bu şehri kuşattı ve doğu bölümünü kardeşi A l t u n t a ş ’ a bıraktı. Musul hâkimi A l i ise bu durum da Cezireti I b n O m e r emîri Ç ö k ü r m ü ş ’ ten yardım istedi. Ç ö k ü r m ü ş , derhal onun yardımına koştu. A l t u n t a ş , bu olayı haber almış v e Ç ö k ü r m ü ş ’ ün yolunu keserek onu mağlup etmişti. Böylece Ç ö k ü r m ü ş , G ü r b o ğ a ’ ya itaate ve Musul kuşatmasında yardıma m ecbur oldu. G ü r b o ğ a ’ nın Musul ku şatması dokuz ay sürdü. Bu süre içinde şehirde yiyecek kalmamış, halk aydınlan mak için pamuk taneleri ve katran yakmıştı. Nihayet G ü r b o ğ a , şehri teslim aldı (Ekim/Kasım 1096). Musul halkı, A l t u n t a ş ’ ın şehri yağma etmesinden kor kuyordu, fakat G ü r b o ğ a buna engel oldu. A l t u n t a ş , buna rağmen şehrin
SELÇUKLU D E V LETLE R İ TARİH İ
149
ilerigelenlerini tutuklattı ve onlardan zorla para istedi; ayrıca bununla da yetin meyerek G ü r b o ğ a ’ yada sataştı. G ü r b o ğ a , şehirde düzeni sağlamak için kar deşinin öldürülmesini emretti. A l t u n t a ş , Musul’a girişlerinin üçüncü günü Öldürüldü. G ü r b o ğ a , şehir halkına çok iyi davrandı, daha sonra Rahbe’ye de hâkim oldu. Berkyaruk-A ralan A rgu n savaşı
A r s l a n A r g u n , sultan A l p A r s l a n ’ ın kardeşi idi. Sultan A l p A r s l a n , Hârezm bölgesine hâkim olunca buranın valiliğini A r s l a n A r g u n ’ a verdi. O, bu görevde sultan M e l i k ş a h ’ m saltanatının (1072-1092) ilk yıllarına kadar kaldı. Sultan M e l i k ş a h , Hemedan ve Sâve bölgesini 7 bin altınlık ıkta olarak ona verdi. A r s l a n A r g u n , M e l i k ş a h ’ ın ölümü sırasında Bağdat’ta onun yanında idi. Daha sonra başlayan taht mücadelesinden o da faydalanmaya çalıştı ve 7 bin askerle önce ıkta bölgesi olan Hemedan’a gitti. Burada Hemedanh bir gurup da kendisine katıldı. A r s l a n A r g u n , oradan Nişabur ’a gittiyse de bu rada hiç ilgi görmedi. Şehir halkının kendisini şehirden uzaklaşmaya m ecbur et mesiyle, Merv ’e yöneldi. Merv şıhnesi, M e l i k ş a h ’ ın yetiştirmelerinden K o v d a n ( K o d a n ) idi. Sultan M e l i k ş a h ’ m N i z a m ü l m ü l k ’ e karşı ta vır değiştirmesinin ve kin bağlamasının sebeplerinden biri de o idi (Bk. Sultan M e l i k ş a h ile vezir N i z a m ü l m ü l k arasındaki anlaşmazlık). Emîr K o v d a n , şehri teslim edip askerleriyle onun emrine girdi. A r s l a n A r g u n , Belh, Tirmiz, Nişabur ve Horasan’ın öteki şehirlerini hâkimiyeti altına aldıktan sonra sul tan B e r k y a r u k ’ a bir mektup gündererek “ sultanlığını tanıdığını ve elegeçirdiği şehirleri yönetmek istediğini” bildirdi; ayrıca da “ pek çok para göndereceğini ve saltanat olayında kendisiyle mücadele etmeyeceğini” vaad ediyordu. B e r k y a r u k , başlangıçta M a h m u t ve T u t u ş ile mücadelesi dolayısıyla ve veziri M ü e y y i d ü 1m ü 1 k ’ ün de etkisiyle bu isteği kabul etti. Sultan B e r k y a r u k , M ü e y y i d ü l m ü l k ’ ü vezirlikten uzaklaştırıp yerine kardeşi F a h r ü l m ü l k ’ ü atayınca, A r s l a n A r g u n onunla yazışmayı kesti. N i z a m ü l m ü l k ’ ün oğul larından İ m a d ü l m ü l k E b u l - K a s i m da A r s l a n A r g u n ’ a katıldı ve ona vezir oldu. Sultan B e r k y a r u k , batıdaki taht mücadelelerini kazanınca, A r s l a n A r g u n ’ u azledip savaşmak üzere A l p A r s l a n ’ ın oğullarından B ö r i b a r s ’ ı emîr A l t u n t a ş ve M e s u t ile birlikte Horasan’a gönderdi. B ö r i h a r s , yaptığı ilk savaşta, A r s l a n A r g u n ’ u bozguna uğratıp, Merv şehrine ve Horasan’ın büyük bir kısmına hâkim oldu; A r s l a n A r g u n da Belh’e çekil mek zorunda kaldı ve bir süre sonra büyük bir kuvvet toplayarak M erv’e yürüdü. O, birkaç gün kuşatmadan sonra M erv’i elegeçirdi. Bunun üzerine, B ö r i b a r s , derhal Herat’dan A r s l a n A r g u n ’ un üzerine yürüdü. İki taraf arasındaki sa vaşta B ö r i b a r s , mağlup oldu ve tutsak alındı. Bu yenilgide, bir anlaşmazlık sonucunda emîr M e s u t ’ un öldürülmesi rol oynamıştı. A r s l a n A r g u n , B ö r i b a r s ’ ı Tirmiz’de hapse attıktan bir yıl sonra da boğdurttu (1095). O, vezir İ m a d ü l m ü l k ’ ü d e 300 bin altınına elkoyduktan sonra öldürttü. A r s l a n A r -
150
ALİ S E V İM -E R D O Ğ A N M ERÇİL
g u n ’ un tahrip ettirdiği Horasan şehirleri arasında, Sebzvar da bulunuyordu (Ara lık 1096/0cak 1097). Sultan B e r k y a r u k ise A r s l a n A r g u n ’ u itaat altına almaya karar vererek kardeşi S e n c e r ’ i atabey K u m a ç ile onun üzerine gön derdi, kendisi de onları takip etti. Öte yandan A r s l a n A r g u n , askerlerine karşı sert davranır, onları küçümser ve çok sık cezalandırırdı. Bu sebeple onlar, kendi sinden çok korkarlardı. Bir gün yine bir askeri çağırdı, asker A r s l a n A r g u n ’ un huzuruna geç girdi. A r s l a n A r g u n , geç kaldığı için onu azarladı; asker özür dilediyse de kabul etmedi ve onu dövdü. Bunun üzerine asker, bıçağını çeke rek A r s l a n A r g u n ’ u öldürdü. Asker yakalanıp kendisine, “ Onu niçin öldür dün?” diye sorulduğunda, “ Halkı onun zulmünden kurtarmak için” cevabını verdi (3 Şubat 1097). Sultan B e r k y a r u k , A r s l a n A r g u n ’ un ölümünü haber al masına rağmen ileri harekâtına devam etti. A r s l a n A r g u n ’ un adamları yedi yaşındaki oğlunu onun yerine geçirip, sultan B e r k y a r u k 5tan aman dilediler. B e r k y a r u k , A r s l a n A r g u n ’ un oğluna Rey ve Hemedan bölgesinde ıktalar verdi. A r s l a n A r g u n ’ un oğlu, sultanın yanma 15 bin atlı ile gelmişti. He men o gün askerler guruplar halinde hizmetinde oldukları emirlere katıldılar. Böyîece A r s l a n A r g u n ua oğlu, hâdimiyle tek başına kaldı. Sultan B e r k y a r u k ’ un annesi onu yanma aldı, onun yetişme ve eğitimini yaptıracak görevli ler atadı. Ayrıca sultan B e r k y a r u k , kardeşi S e n c e r ’ i de Horasan meliki olarak atamışdır. Selçuklıı-Karahanh ilişkileri
Sultan B e r k y a r u k , A r s l a n A r g u n sorununu çözümledikten sonra Tir miz'a yürüdü ve şehir, kendisine teslim edildi. B e r k y a r u k , Belh yakınlarında yedi ay kaldı ve bu sırada Maverâünnehr ’e bir elçi göndererek Batı-Karahanlı Devleti’nin kendisine itaatim sağladı, Semerkant ve öteki yerlerde adına hutbe okundu. B e r k y a r u k , Batı-Karahanlı Devleti’nden üç hanedan mensubunu, kağan olarak, arka arkaya tahta çıkarmıştı. Sultan B e r k y a r u k tarafından tahta çıkarılan hükümdarlardan birincisi S ü l e y m a n b i n D a v u t ’ tur. Bu hüküm dar, kısa süre sonra öldü (1097) . S ü l e y m a n b i n D a v u t , M e l i k ş a h ’ m kı zıyla evli idi. B e r k y a r u k , onun yerine E b u l - K a s ı m I . M a h m u t (1097-1099)’ u tahta geçirdi. Selçuklu sultanı tarafından tahta çıkarılan üçüncü hükümdar ise, K a d ı r H a n C i b r a i l b i n Ö m e r (öl. 1102)’dir. S e n c e r , sultan B e r k y a r u k tarafından Horasan meliki atanmasına rağ men B e r k y a r u k - M u h a m m e d T a p a r mücadelesinde onun karşısında yer aldı. Nitekim o, M u h a m m e d T a p a r ile Bağdat’a gitti, sonra da Horasan’a döndü (Bk. B e r k y a r u k - M u h a m m e d T a p a r mücadelesi). S e n c e r , Bağ d a t’la iken Batı-Karahanlı hüküm darı K a d i r H a n C i b r a i l b i n Ö m e r , onun uzakta bulunmasından ve yaşının küçüklüğünden yararlanarak Ho rasan’a göz dikti. Rivayete göre o, 100 bin kişilik bir ordu toplayarak S e n c e r ’ in şehirlerine doğru yöneldi. Karahanlı hükümdarını bu sefere teşvik edenlerden biri d e S e n c e r ’ i n G ü n d o ğ d u ( K ü n - d o ğ d u ) adında bir emîri idi. Bu
SELÇUKLU D E V LETLE R İ TARİHİ
151
nun sebebi de onun, B o z k u ş adlı başka bir emîrin S e n c e r ’ in yanındaki mev ki ve itibarını kıskanmasıydı. S e n c e r , Karahanlılarm harekete geçtiğini haber aldığı zaman, K a d i r H a n ile savaşmak ve onu ülkesinden kovmak üzere, 6 bin atlı ile yola çıktı. S e n c e r , yanında emîr G ü n d o ğ d u olduğu halde, Belh’e ulaştı. G ü n d o ğ d u buradan K a d i r H a n ’ ın yanına kaçtı, ikisi müttefik olarak kala caklarına ve birbirlerine ihanet etmeyecekleri hususunda ant içtiler. G ü n d o ğ d u , buradan Tirmiz’e giderek şehri elegeçirdi. Daha sonra S e n c e r ile K a d i r H a n C i b r a i l ’ in orduları karşı karşıya geldiler. Yapılan savaşta Karahanlılar mağlup oldu, K a d i r H a n tutsak alınıp S e n c e r ’ in yanına götü rüldü (Bir rivâyete göre, K a d i r H a n , bir av sırasında tutsak alınmıştır); S e n c e r de onu öldürttü (22 Mayıs 1102). S e n c e r , daha sonra G ü n d o ğ d u ’ nun hâkimiyetindeki Tirmiz’i kuşattı. Emîr G ü n d o ğ d u , bu şehri S e n c e r ’ e terkederek Gazne’ye gitmek zorunda kaldı. Melik S e n c e r , bu olaydan sonra Maveraünnehr’i teşkilâtlandırarak aynı zamanda yeğeni olan I I . M u h a m m e d b i n S ü l e y m a n (1102-1130),ı Batı Karahanlılarm başına getirdi. M uh am m ed bin Süleym an, em îr K ovdan ve Yaruktaş’ ın isyanları
Selçuklu Devletinde tahtı elegeçirmek isteyenlerden biri de Emîr-i Emîran
ünvanını taşıyan M u h a m m e d b i n S ü l e y m a n b i n Ç a ğ r ı idi. Emîr M u h a m m e d , isyan ettikten sonra Belh’e gidip bu sırada Gazne sultanı olan i b r a h i m (1059-1099) ’den yardım istedi. Sultan I b ra h i m , fillerin de yer aldığı büyük bir orduyu ona yardım gönderdi, ancak o, “ elegeçirilecek Horasan şehirlerinde kendi adına hutbe okunmasını” şart koştu. Gaznelilerin yardımıyla M u h a m m e d b i n S ü l e y m a n , Horasan ’da bazı şehirleri elegeçirdi. Melik S e n c e r , bu durumda atlı kuvvetleriyle harekete geçerek ona bir baskın düzenledi. Kısa süren bir savaştan sonra Emîr-i Emîran M u h a m m e d tutsak alınıp, S e n c e r ’ e götürüldü ve onun emriyle gözlerine mil çekildi (1097). Sultan B e r k y a r u k , Horasan’dan Irak’a dönerken, bazı emirlerin kendi siyle beraber gelmelerini istemişti. Bu emirlerden K o v d a n , hasta olduğunu ileri sürerek Merv’de kaldı. Davet edilenlerin arasında Hârezmşah E k i n c i b i n K o ç k a r da vardı. E k i n c i , 10 bin atlı ile sultana katılmak üzere, yola çıktı ve 300 atlı ile önden hareket ederek M erv’e geldi. Sultan B e r k y a r u k ’ un, A r s l a n A r g u n i l e işbirliğinden dolayı kendisini cezalandırmasından korkan emîr K o v d a n , E k i n c i ’ nin Merv ’e gelmesinden şüphelendi ve emîr Y a r u k t a ş ile onu öldürm ek için anlaştılar. Onlar, 500 atlı topladılar ve eğlence meclisinde bulunan E k i n c i ’ nin üzerine bir baskın yaparak öldürdüler (1097). Emîr K o v d a n ve Y a r u k t a ş , daha sonra Hârezm’e giderek “ sultanın kendilerini buraya vali tayin ettiklerini” söyleyerek bölgeye hâkim oldular. Öte yandan, sultan B e r k y a r u k , yolda bunu haber alınca geri dönemedi. Çünkü emîr Ü n e r ve sabık vezir M ü e y y i d ü l m ü l k de isyan halinde idiler. Sultan, Emîri dad H a b e ş î b i n A l t u n t a k ’ ı bir orduyla K o v d a n ve Y a r u k t a ş ’ a karşı Horasan’a gönderdi. H a b e ş î , önce K o v d a n ’ ın kendisine katılmasını beklemeden sava
ALİ S E V İM -E R D O Ğ A N MERÇİL
152
şan Y a r u k t a ş ’ ı mağlup edip tutsak aldı. Bu haber K o v d a n ’ m ordugâhına ulaşınca askerleri ona karşı isyan edip, hâzinelerini ve yanındaki eşyayı yağmala dılar; onun yanında sadece yedi kişi kalmıştı; o, önce Buhara’ya kaçtı, sonra da Belh’e melik S e n c e r ’ in yanma gitti. K o v d a n , S e n c e r ’ in hizmetine girdi ise de kısa bir süre sonra öldü. H a b e ş î ise, Hârezm bölgesine, Hârezmşahlar D evleti’ nin kuruluşunu gerçekleştirecek olan K u t b e d d i n M u h a m m e d b i n A n u ş t e k i n ’ i gönderdi. Haçlı seferlerinin başlaması
X I. yüzyılın sonlarına doğru Avrupa’da özellikle kilisenin önderliği altında, esas itibarıyla H z . I s a ’ mn doğduğu şehir olan Kudüs’ü Müslümanların elin den kurtarmak amacıyla başlatılan seferlere Haçlı Seferleri denir. Haçlı seferle rinin düzenlenmesinde en büyük etken kilise idi. Nitekim papa I I . U r b a n , 18-28 Kasım 1095 tarihleri arasında, Fransa’nın Clermont şehrinde düzenlediği bir top lantıda (konsil) “ Türklerin Hıristiyan ülkelerin merkezine girdiklerini, halka kö tü davrandıklarını ve kutsal yerlere hakaret ettiklerini” ileri sürerek, “ Hıristiyan dünyasının Doğu’yu kurtarmak için sefere çıkması gerektiğini” söyledi. Onun bu ateşli konuşmasının yankıları müthiş oldu. II. U r b a n , bundan sonra Avrupa’da birçok şehir ve köyü dolaşarak yaptığı etkili ve heyecanlı konuşmalarla Haçlı se ferinin gerçekleşmesini sağladı. P a p a , piskoposlardan Haçlı seferini her yerde vaaz ederek dile getirmelerini istemişti. Fakat bu çağrı, en etkili bir şekilde yalın ayak, elbiseleri pislik içinde olan P i e r r e l ’ H e r m i t e adında gezgin bir keşiş tarafından yapıldı. O, kendisi gidemediği yerlere Fransız G a u t i e r Ş a n s A v o i r ( M e t e l i k s i z G o t y e ) gibi kimseleri gönderiyordu. P i e r r e ’ in vaazları Almanya’da başarılı oldu. Bir kısım soylular da Haçlı seferine katılmaya karar verdiler. Bunlar arasında, başta Tübingen kontu H u g o , Schwarzenberg kontu H e i n r i c h , Wa 11 e r v o n T e c h ve Zimmern kontunun üç oğlu gibi soylu Al manlar vardı. Sabırsızlanan Fransızlar ise, G a u t i e r S a n s A v o i r başların da olduğu halde, birkaç bin kişiyle harekete geçtiler. P i e r r e l ’ H e r m i t e , Nisan 1096’da Köln’den ayrıldığı zaman, ordusu erkek ve kadın olarak 20 bin kişiyi bul muştu. Alman, Italyan ve Fransızlardan oluşan bu gurup, Macaristan-BelgratNiş-Sofya-Filibe-Edirne yoluyla İstanbul’a geldiler. Bu Haçlı gurubu, yürüyüş sı rasında esas amacını unutmuştu. Bunlar, önce Macaristan’da Semlin şehrinden 4 bin Macarı öldürdüler, Belgrat şehrini yağma ettikten sonra yaktılar, Niş şehri de saldırıya uğradı. Bizans imparatoru A l e k s i o s K o m n e n o s , Avrupa ’dan yardım istemiş olmasına rağmen, İstanbul’a gelen bu guruptan etkilenmemişti. Ay rıca bunların disiplinsizliği onların süratle İstanbul’dan uzaklaştırılmasını gerek tiriyordu; çünkü Batıklar, bir hırsızlığı bırakıyor, ötekine başlıyordu, imparator A l e k s i o s tarafından Anadolu kıyısına geçirilen Haçlılar, yollarda vahşice ve yakışıksız hareketler yaparak İzmit’e vardılar. Bu Haçlı gurubu, daha sonra Türkiye Selçuklu başkenti iznik’e doğru harekete geçtiler. Türkiye Selçuklu Devleti sulta nı I. K ı l ı ç A r s l a n ’ ın kardeşi D a v u t K u l a n A r s l a n kumandasında gön derdiği Türk kuvvetleri, ormanlık bir vadide bu Haçlı gurubunun büyük bir
SELÇUKLU D E V LETLE R İ TARİHİ
153
kısmım yok etti, bir kısmını da tutsak aldı (Ekim 1096). Ölenler arasında G a u t i er Sans A v o i r i l e H u g o von T u b i n g e n , W a l t e r v o n T e c h , K o n r a d v e A l b e r t v o n Z i m m e r n gibi şövalyeler vardı. Böylece Halkın Haçlı Seferi denilen bu gurup binlerce kişinin ölümüyle sona ermiş oldu. Bu ilk Haçlı kitlesinin böylece bozulup dağılmasından sonra Avrupa’dan prens, kont ve düklerin yönetiminde çoğunlukla zırhlı askerlerden oluşan düzenli ordu lar harekete geçti (1096). Bunların Avrupa ’daki faaliyetleri Yahudi toplulukları na karşı oldu ve Hıristiyanlığı kabul etmeyen birçok Yahudi öldürüldü. Düzenli orduların başında kumandan olarak Aşağı-Lorraine dükü G o d e f r o i d e B u i 11 o n , Fransa kralının kardeşi H u g u e d e V e r m a n d o i , Toronto kontu B o h e m u n d , kardeşi R o g e r ve yeğeni T a n k r e d ile Toulouse kontu IV. R a y m o n d bulunmaktaydı. Ayrıca Le Puy piskoposu A d h e m a r ile Orange piskoposu G u i l l a u m e d a bu orduya katılmışlardı. İstanbul’da toplanan bu Haçlı ordularının sayısı hakkında 600 bin ile 100 bin arasında değişen rakamlar verilmektedir. İmpa rator A l e k s i o s , özel bir anlaşmaya vardığı R a y m o n d ’ un dışında, bütün ku mandanlardan Bağlılık antı (Vasallık yemini) almıştı. Bu anta göre, Haçlılar, “ im paratoru, ele geçirecekleri bütün memleketlerin yüksek hâkimi olarak tanı yacaklar ve geri alınacak bütün ülkelerden evvelce imparatora ait olmuş bulu nanları, imparatorluk memurlarına teslim edeceklerdi” . Nihayet 1097 ilkbaharında Haçlı orduları, Bizans gemileriyle Anadolu yakasına geçirildiler. Bu Haçlı ordu sunun ilk hedefi, Selçuklu başkenti İznik idi. Bu sırada sultan I. K ı l ı ç A r s l a n , Malatya’yı kuşatmıştı, o batıdan gelen bu yeni tehditi pek ciddiye almamıştı. Haçlı ordusu, Mayıs 1097 başlarında İznik’i kuşattı. Nihayet durumu öğrenen sultan I . K ı l ı ç A r s l a n , İznik önlerine gelerek Haçlı ordusuna saldırdı (21 Mayıs). Bütün gün süren savaşta Batının iyi teçhiz edilmiş ve sayıca üstün ordusu karşı sında Selçuklu kuvvetleri başarılı olamadı. Sultan I. K ı l ı ç A r s l a n , dağlara doğru çekilirken, şehirdeki Türk birliğine, “ kendisinin artık başka bir yardım yapamıyacağı için, bildikleri gibi hareket etmesini” buyurmuştu. Şehirdeki Türk birliği, Haçlılara eşlik etmekte olan Bizanslı kumandan M a n u e i B u t u m i t e s ile ilişki kurdu. Sonuçta Türkler, şehri Bizans’a teslim ederek kıyımdan ve İznik de yakılıp yıkılmaktan ve yağmalanmaktan kurtuldu (19 Haziran). Haçlılar, İz nik ’in düşmesinden bir hafta sonra Eskişehir yönünde harekete geçtiler. Türkiye Selçuklu sultanı I . K ı l ı ç A r s l a n kuvvetlerini yeniden toplamak ve Danişmendlilerle bir ittifak yapmak üzere, doğuya çekildi. O, Danişmendli hü kümdarı D a n i ş m e n d G a z i ve Kayseri hâkimi H a ş a n B e y ile birleşerek Es kişehir’den uzak olmayan bir yerde karargâh kurmuş olan Haçlılara saldırdı. Bu savaşta iki taraf kahramanca mücadele etmiş ve ağır kayıplar vermişti. Sonunda Türkler, üstün sayıdaki düşman karşısından çekilmek zorunda kalmışlardı (1 Tem muz 1097). Bu savaşın sonucunda bir Haçlı tarihçisi, “ Eğer Hıristiyan olsalardı Türklerin dünyanın en kahraman ve en soylu milleti sayılacakları” fikrindeydi. Sultan I . K ı l ı ç A r s l a n , bundan sonra bir tür çete savaşı yaparak Haçlıları yıpratmak niyetinde idi. Nitekim bu çekiliş sırasında Türkler yol boyunca yiye
154
ALİ S E V İM -E R D O Ğ A N M ERÇİL
cek ve içecek maddelerini yok ederek bir ölçüde Haçlıları açlığa mahkum edi yorlardı. Buna rağmen Haçlı ordusu, I . K ı l ı ç A r s l a n ’ ın bir süre önce başkent yaptığı Konya'ya kadar ilerledi. Haçlılar, buraya ulaştıkları zaman, Türkler taşı nabilir bütün mallarıyla dağlara çekilmişlerdi. Haçlılar buradan ayrıldıktan sonra Ereğli'de emîr H a s a n ve Danişmendliler ile savaştılar ve burada ikiye ayrıldı lar. Haçlı ordusunun büyük bölüm ü, Kayseri üzerinden yola devam ederken, da ha küçük bir kısmı ise dağları aşıp Çukurova'ya inmeye karar verdiler. Ta n k r e d ve B a u d o u i n birbirinden ayrı iki yoldan Toros geçitlerine doğru yola çıktılar (Eylül 1097). B a u d o u i n , Çukurova'da Tarsus, Adana ve Misis'ı elegeçirdikten sonra Maraş'ta esas Haçlı ordusuna katıldı. Bundan sonra Haçlı ordusu, Antak ya üzerine hareket ederken (Ekim), B a u d o u i n , tekrar Haçlı ordusundan ay rıldı ve beraberindeki 7 yüz atlı ile Urfa'ya yöneldi. O, bir Urfa elçi heyetinin davetini değerlendirerek buraya gitti ve şehre hâkim olarak Urfa Haçlı Kontlu ğu'mı kurdu (10 Mart 1098).
H açlıların Antakya'ya hâkim olm ası
»
Haçlı ordusunun Antakya’ya ilerlediğini öğrenen bu şehrin Selçuklu valisi
Y a ğ ı s ı y a n savunma hazırlıklarına başladı. O, Hıristiyanların faaliyetini sınır landırıcı emirler verdi ve ilerigelen birçok Hırıstiyanı şehirden çıkarttı. Çok geç meden Haçlılar, Antakya önüne geldiler ve şehri kuşatmaya başladılar (Ekim 1097). Bu durumda Y a ğ ı s ı y a n , çevreden kendine müttefikler aradı. O, oğullarından Ş e m s ü d d e v l e ’ yi Haleb Selçuklu meliki R ı d v a n ve Dımaşk Selçuklu meli ki I) u k a k ’ a göndererek yardım istedi. Öteki oğlu M u h a m m e d ’ i Büyük Sel çuklu Devleti'nin Musul valisi G ü r b o ğ a ile öteki kumandanlara Suruç emîri A r t u k o ğ l u S ö k m e n , Sincar emîri A r s l a n t a ş , Sümeysat emîri 1 1 g a z i o ğ l u S ü l e y m a n ’ a yollayarak “ Haçlılara karşı cihat harekâtına katılmak üzere süratle yardıma gelmelerini” bildirdi. Öte yandan Haçlılar, Antakya önünde ça buk başarı kazanamadılar. Şehrin kuşatması uzadıkça Haçlı ordusunun sayısı, açlık ve kaçaklar yüzünden her gün azalıyordu. Nihayet Antakya'ya ilk yardım, Haleb meliki R ı d v a n tarafından gönderildi. Haleb askerleri ile S ö k m e n ’ in Türkmenlerinden oluşan bir birlik, Y a ğ ı s ı y a n ’ ın oğlu Ş e m s ü d d e v l e ko mutasında harekete geçti. Bu Türk birliği, Asi nehri yakınlarında, Haçlıların bas kını karşısında bozguna uğrayarak Haleb'e dönmek zorunda kaldı (Şubat 1098). Musul emîri G ü r b o ğ a ise, sultan B e r k y a r u k ’ un da emriyle hazırlıklarını tamamladıktan sonra Haçlılara karşı harekete geçti. Ancak onun ilk hedefi, Urf a ’yı kurtarmak idi. G ü r b o ğ a ’ mn kendiliğinden içine düştüğü yanlış hesap, Antakya önündeki Haçlılara rahat bir nefes alma imkânı verdi. O, Urfa’yı üç haf ta süreyle (4-25 Mayıs 1098) kuşatarak şehrin surları önünde boşuna zaman kay betti. Bu nedenle zaman kazanan Haçlılar da Antakya'yı şiddetle kuşatmaya devam ettiler. Haçlı reislerinden B o h e m u n d ise Antakya üzerindeki burçlardan biri ni savunan Ermeni dönmesi F î r u z adında bir subay ile anlaşmaya muvaffak ol du. Nihayet B o h e m u n d ’ un birlikleri, gece yarısı F î r u z yönetimindeki burça
SELÇUKLU D E V LETLE R İ TARİH İ
155
merdiven dayayarak şehre girdiler. Şehirdeki Rum ve Ermeniler de onlarla işbir liği yaparak Türkleri öldürmeye başladılar. Durumu öğrenen Y a ğ ı s ı y a n için şehri terketmekten başka yapacak bir şey kalmamıştı; ancak oğlu Ş e m s ü d d e v 1 e , soğukkanlılığını koruyarak iç kaleye kapandı. Y a ğ ı s ı y a n , dağlık bölgede kaçarken atından düşerek ağır yaralandı, adamları da onu kendi haline bıraktı lar. Bu sırada onu bu durumda gören Ermeniler, başını keserek B o h e m u n d ’ a getirdiler. 3 Haziran’da akşam olurken Antakya’da canlı hiçbir Türk kalmamış bulunuyordu. Antakya ahalisinin evleri ister Hıristiyan, ister Müslüman evi ol sun, tamamiyle yağma edildi. Böylece şehir Haçlıların eline geçti. Emîr G ü r b o ğ a ise 7 Haziran’da ordusuyla Antakya surları önünde ordugâhını kurdu. Iç kaleye kumanda eden Ş e m s i i d d e v l e , derhal ulaklar göndererek yardım istedi. G ü r b o ğ a , iç kaleye kendi birliklerinin hâkim olmasında ısrar ederek, buranın adam larından A h m e t b i n M e r v a n ’ a verilmesi için Ş e m s ü d d e v l e ’ yi zorladı. Selçuklu ordusu, önce iç kaleden şehre girmeyi tasarladı ise de bunda başarılı olamadı; G ü r b o ğ a , bu sebeple Haçlıları sıkı bir kuşatma ile açlıktan zayıf dü şürmeyi kararlaştırarak şehri her yönden kuşattı. Haçlıların çıkış hareketleri de başarısızlıkla sonuçlanmış, şehirde yiyecek maddelerinin azalmasıyla fiyatlar sonderecede artmıştı. Bunun yamsıra G ü r b o ğ a ’ ııın komutasındaki Selçuklu or dusunda da işler iyi gitmiyordu. Onun, beraberindeki melik ve emirleri pek önem sememesi ve kendi bildiği gibi hareket etmesi, kumanda zinciri için iyi bir durum değildi ve onun bu şekilde davranışı hoş karşılanmıyordu. Ayrıca melik R ı d v a n ile D u k a k arasındaki anlaşmazlık da Selçuklu ordusunu etkilemiş, bu nedenle gerek Türkmenler, gerekse Araplar büyük guruplar halinde ordudan ayrılmışlar dı; Antakya’daki Haçlı ordusunda ise, moral yükseltecek bir mucize bekleniyor gibiydi. Nitekim P i e r r e B a r t h o l o m a e u s adında bir köylünün, güya vak tiyle H z . I s a ’ nin böğrünü delen mızrağı yani Hıristiyanlığın en kutsal emane tinin yerini göstermesi ve bu mızrağın Aziz Petrus Katedrali’nde bulunmasıyla mucize gerçekleşti. Bu olay, bütün Haçlı ordusunda büyük bir heyecanla kutlan dı (14 Haziran). Haçlılar, 27 Haziran’da G ü r b o ğ a ’ ya bir elçi göndererek ku şatmadan vazgeçmesini istediler; G ü r b o ğ a ise kayıtsız şartsız teslim olmalarında ısrar etmişti. Haçlılar için artık kesin bir savaştan başka bir imkân kalmamıştı. 28 Haziran sabahı moralleri yüksek ve tam bir birlik halinde bulunan Haçlı or dusu, şehirden çıkarak savaş düzeni aldı. G ü r b o ğ a , şehirden çıkarken onların üzerine saldırılması fikrini uygun görmemiş, Haçlı ordusunu toptan yok etmeyi düşünmüştü; ancak o, böylece büyük bir üstünlükten yoksun kalmıştı. Altı gurup halinde düzenlenen Haçlılar ile Türk savaş taktiğini uygulamak isteyen Selçuklu ordusu arasında şiddetli bir savaş başladı. Çok geçmeden G ü r b o ğ a ’ yı çekeme yenler ve bir zafer sonunda onun daha güçleneceğini düşünen Selçuklu emirleri, başta melik D u k a k olmak üzere, birer birer savaş meydanından ayrılmağa baş ladılar. Türk ordusunda pusuda bekleyen A r t u k o ğ l u S ö k m e n ile Humus emî ri C e n a h u d d e v l e H ü s e y i n ’ in de geri çekilmeleriyle, G ü r b o ğ a , savaşı kaybettiğini anladı ve süratle Haleb’e, oradan da valisi bulunduğu Musul’a gitti. Haçlılar ise Antakya’nın iç kalesini de teslim alarak şehre tamamen hâkim oldu
ALİ S E V İM -E R D O Ğ A N MERÇİL
lo6
lar ve burada /Vormanlardan B o h e m u n d ’ un yönetiminde Antakya Prinkepsliği kurdular. Haçlılar, daha sonra Akdeniz kıyısını izleyerek güneye Kudüs’e doğru ilerle diler. Kudüs ise bu sıralarda Mısır Fatımî Devleti’nin yönetiminde idi. Haçlılar 7 Haziran 1099’da ortaçağın en müstahkem kalelerinden birine sahip olan bu şehri kuşatarak 15 Temmuz’da işgal ettiler. Ancak “ ... böylesine bir zafer kazanmış ol makla akılları başlarından giden Haçlılar, zincirden boşanmış deliler gibi yollar da, evlerde ve camilerde oradan oraya koşuşup önlerine gelen herkesi, erkek, kadın veya çocuk olsun, hiç bir fark gözetmeden öldürdüler. Katliam bütün öğleden sonra ve izleyen gece içinde devam etti... Bir Haçlı tarihçisi aynı sabah tapınakların bulunduğu mahalleye giderken cesetler ve dizlerine kadar çıkan kan birikintileri içinden geçmek zorunda kalmıştı.” Haçlılar böylece hedeflerine ulaştılar ve Kudüs’de Latin Devleti’nin ilk krallığını kurdular. Bu krallığın başına da “ Kutsal Mezar ’ın savunucusu” olarak G o d f r u v a d ö B u y y o n ( G o d e f r o i d e B o u i 11 o n ) getirilmişti. (Bk. Suriye Selçukluları). Fars b ölgesin dek i olaylar ve em îr tjn e r ’ in isyanı
T e r k e n H a t u n ’ un oğlu M a h m u t ’ u tahta oturtmak için mücadeleye gi riştiği sırada, Fars bölgesine de hâkim olmak istediği anlaşılıyor. Nitekim o, sul tan M e l i k ş a h ’ ın emirlerinden Ü n e r ’ i bir ordu ile İsfahan’dan Fars bölgesine doğru yola çıkardı (Haziran/Temmuz 1094). Kirman Selçukluları’ndan melik T u r a n ş a h , bu durumu haber aldı ve bir ordu hazırlayarak emîr U n e r ’ e karşı çıktı ve Şebânkâre emirlerinin de yardımıyla onu mağlup etti (Haziran/Temmuz 1094). Bir süre sonra emîr Ü n e r ’ i tekrar Fars ’da görüyoruz. Bu kez sultan B e r k y a r u k , onu Fars ’a vali atamıştı; Fars ’da ise melik T u r a n ş a h ’ ın ölüm ünden sonra Şebânkâre ilerigelenleri birer bölgede hâkimiyet kurmuşlardı. Onlar, emîr U ıı e r ’ in orduyla Fars’a yürümek için hazırlıkta bulunduğunu ve bu seferin kendi üzerlerine olduğunu öğrendiler ve Kirman Selçuklu meliki I r a n ş a h ’ dan var dım istediler. Melik 1 r a n ş a h , Kirman dan Fars’a geldi ve Şebânkârelilerın yar dımıyla emîr Ü n e r ’ i mağlup etti (1098/1099). Emîr Ü n e r , mağlup olduktan sonra İsfahan’a kaçtı ve buradan sultan B e r k y a r u k ’ a haber gönderip, kendisine katılmak üzere Horasan’a gitmek için izin istedi. B e r k y a r u k , onun Cibal bölgesinde kalmasını istedi ve ayrıca Irak vali liğine atadı, ayrıca o bölgedeki askerlere de haber göndererek “ emir Ü n e r ’ in hizmetine girmelerini” bildirdi. Bunun üzerine emîr U n e r , İsfahan’da kaldı, fakat bir süre sonra Azerbaycan’daki ıktaına gitti. O, geri döndüğümde İsfahan’da Batmîliğin yayıldığını gördü ve Batmîlerle savaşa girişerek Isfahan dağı üzerin de bulunan bir Batınî kalesini kuşattı. Bu olaylar sırasında M ü e y y i d ü l m ü l k b i n N i z a m ü l m ü l k de emîr Ü n e r ’ e katıldı. Bundan sonra M ü e y y i d ü l m ü l k v e öteki emîrler, Ü n e r ’ i ‘ ‘ B e r k y a r u k i l e i ş birliği yapması nın kendi aleyhinde olacağını” söyleyip, korkuttular ve sultandan uzaklaşmaya teşvik ettiler. Kışkırtıcılar, bununla da yetinmeyip emîr Ü n e r ’ e o sırada Gen
SELÇUKLU DEVLETLE R İ TARİHİ
157
c e ’de bulunan sultanın kardeşi M u h a m m e d T a p a r ile mektuplaşmasını öner diler. Bunun üzerine emîr U n e r , sultana isyana karar verdi ve hükümdarlık sevdasına kapıldı, kendi adına nevbet (bando) çaldırıp, kırmızı otağ kurdurarak bunu açıkça ilân etti; daha sonra da 10 bin atlı topladı ve İsfahan’dan harekete geçerek R ey’e doğru yürüdü. Emîr U n e r , Sâve civarında bir iftar yemeğini bi tirmek üzere iken üç Türkiin saldırısına uğrayarak öldürüldü, hâzineleri yağma landı ve askerleri de dağıldı (1099). Esasen sultan B e r k y a r u k da onunla savaşmak üzere Horasandan yola çıkmıştı; onun öldürüldüğünü Rey yakınların da haber aldı. M ü e y y i d ü 1 m ü 1 k ise bu olaydan sonra Gence’ ye kaçtı.
SULTAN BERKYARUK - MUHAMMED TAPAR MÜCADELELERİ Sultan M e l i k ş a h ’ ın oğullarından biri olan M u h a m m e d T a p a r , 21 Ocak 1082’de dünyaya gelmişti. O, S e n c e r ile öz kardeş olup, anneleri S e f e r i y y e H a t u n idi. M u h a m m e d T a p a r , babası M e l i k ş a h ’ m ölümü sı rasında onun yanında Bağdat’ta idi. Sonra analığı T e r k e n H a t u n ve kardeşi M a h m u t ile İsfahan’a gitti. Sultan B e r k y a r u k , İsfahan’ı kuşattığı zaman (1093), M u h a m m e d gizlice kaçarak annesinin yanma gitti; annesi de bu sırada B e r k y a r u k ’ un karargâhında idi. B e r k y a r u k , 1093 yılında Bağdat’a gi derken M u h a m m e d T a p a r da onunla beraberdi. Sultan, Gence ve çevresini M u h a m m e d ’ e ıkta etti ve ona melik ünvanı verilirken, emîr K u t l u g T e k i n de ona atabek atanmıştı. M u h a m m e d T a p a r , durumu kuvvetlenince çevre sindekilerin de etkisiyle saltanatı elegeçirmeyi düşünmüş ve buna ilk engel ola rak da atabek K u t l u g T e k i n ’ i gördüğü için onu öldürtmüştü. O, daha sonra Gence’nin de içinde bulunduğu Errân eyâletini ve ona bağlı yerleri de elegeçirdi. M ü e y y i d ü l m ü l k , Gence’de melik M u h a m m e d ’ in yanına gittiği zaman onu, kardeşine muhalefet etmeye ve saltanatı elegeçirmek için isyana teşvik etti. Melik M u h a m m e d de bunu benimseyip hâkim olduğu yerlerde B e r k y a r u k adına okunmakta olan hutbeye son verdi. Böylece M u h a m m e d T a p a r , ken dini sultan ilân edip, M ü e y y i d ü l m ü l k ’ ü d e vezirliğe getirdi. Öte yandan Sel çuklu d evletin in yön etim in e m üstevfî M e c d ü l m ü l k E b u l - F a z l B â l â s â n î ( K u m m î ) hâkim olmuştu. Ancak M ü e y y i d ü l m ü l k ’ ün B e r k y a r u k ’ un vezirliğinden uzaklaştırılmasında M e c d ü l m ü l k ’ ün de rolü var dı. Bu bakımdan M ü e y y i d ü l m ü l k , onu ortadan kaldırabilmek için bir fırsat kolluyordu. Bu sırada Batmîler, sultan B e r k y a r u k ’ un ilerigelen büyük emir lerini birbiri ardına öldürünce, bu suç M e c d ü l m ü l k ’ e yüklenmeye çalışıldı. Özellikle emîr P o r s u k ’ un öldürülmesi bu olayın daha da büyümesine sebep oldu. P o r s u k ’ un oğulları Z e n g i ile A k b ö r ü ve M ü e y y i d ü l m ü l k , bu olayda M e c d ü l m ü l k ’ ü sorumlu tutarak onu Batmîlik ile itham ettiler ve M e c d ü l m ü l k ’ ün kendilerine verilmesini istediler. Nitekim sultan B e r k y a r u k , melik M u h a m m e d ’ in isyanını haber aldığı zaman Zencan’a gitti. Bu sırada
158
ALİ S E V İM -E R D O Ğ A N MERÇİL
emîr  h u r î n a n ç Y a b g u , B i l g e B e y , T o g a n y ü r e k ile öteki emîrler, Porsukoğulları taraftarı emirlere haber gönderip, onları B e r k y a r u k ’ un M e c d ü l m ü l k ’ ü öldürm ek üzere teslim etmesini istemek ve bu hususta ittifak yap mak amacıyla yanlarına çağırdılar; onlar da bu çağrıya uyarak birleştiler ve Hemedan yakınındaki Sicas şehrinden sultan B e r k y a r u k ’ a haber gönderip, M e c d ü l m ü l k ’ ün kendilerine teslim edilmesini istediler. Ordudaki askerlerin hepsi bu hususta onlarla aynı fikirde idiler. Emîrler, B e r k y a r u k ’ a “ eğer M e c d ü 1 m ü 1 k teslim edildiği takdirde tâbiliğe devam edeceklerini, kendilerine en gel olunursa sultanı terked eceklerin i, hattâ M e c d ü l m ü l k ’ ü zorla elegeçireceklerini” bildirdiler. Ancak sultan, bu tehdide rağmen onların isteğini kabul etmedi. M e c d ü l m ü l k ise sultana “ Devletinin emirlerini koruyup, beni kendi elinle öldürm en, onların beni öldürmelerinden senin için daha hayırlı ve yararlıdır. Çünkü beni onlar öldürürse bu senin devletini zaafiyete uğratır” de di. Sonunda B e r k y a r u k , ordunun bu açıkça isyanı karşısında direnecek gücü kalmadı; emirlerden, onu bir kaleye hapsedecekleri hususunda ant alarak M e c d ü l m ü l k ’ ü onlara teslim etti. Bir rivayete göre de onu, çadırından zorla aldı lar, ancak daha emirlerin yanına gitmeden M e c d ü l m ü l k köleler tarafından öldürüldü ve başı kesilerek bu olayların kışkırtıcısı olduğu anlaşılan M ü e y y i d ü l m ü l k ’ e götürüldü (1099). M e c d ü l m ü l k ’ ün öldürülmesi de olayları yatıştır mamıştı. Emîrler, bu du rumda B e r k y a r u k ’ a, R ey’e gitmesini önerdiler. O, R ey’e giderken yanında sa dece 200 atlı kalmıştı. Geri kalan askerler, sultanın otağını ve ordugâhını yağmaladılar, sonra da melik M u h a m m e d ’ in yanma giderek Harrekan deni len yerde onunla birleştiler. B e r k y a r u k , yanındakilerle R ey’e geldiği zaman, emîr Y ı n a l b i n A n u ş t e k i n i l e bazı emîrler beraberindeki askerlerle ona katıldılar. Bu olay, bir ölçüde B e r k y a r u k ’ un moral kazanmasına sebep oldu. Sultan B e r k y a r u k , melik M u h a m m e d ’ in kendisini izlediğini haber alın ca onunla savaşa cesaret edemediğinden Rey’den derhal İsfahan’a gitti, fakat şe hir halkı, ona kapıları açmadı, bunun üzerine B e r k y a r u k da Huzistan’a çekilm ek zorunda kaldı. Öte yandan melik M u h a m m e d T a p a r , 20 Eylül 1099’da Rey’e geldiğinde, kardeşi sultan B e r k y a r u k ’ un annesi Z ü b e y d e H a tun orada idi. M ü e y y i d ü l m ü l k , arası açık olduğu bu H a t u n u tutuklatıp hapse attırdı. Ayrıca 5 bin altın vereceğine dair bir senet aldıktan sonra onu öl dürm eye karar verdi. Güvendiği adamlar, ona “ Z ü b e y d e H a t u n u öldürtmemesini” önerdiler ve “ Askerler onun oğlunu seviyorlar. Onlar Z ü b e y d e H a t u n u sevmedikleri için ondan ayrılıyorlar. Sen onu öldürürsen asker, der hal B e r k y a r u k ’ un tarafına geçer. Sen bu askerlere güvenme” dediler. Ancak M ü e y y i d ü l m ü l k , onların sözlerini dinlemeyip Z ü b e y d e H a t u n ’ u tutuk lu bulunduğu kaleden çıkartarak boğdurttu. Bununla birlikte, M u h a m m e d T a p a r , analığının öldürülmesine hiç bir tepki göstermedi. Melik M u h a m m e d T a p a r ’ m kendisine katılanlarla durumu kuvvetlen mişti. Bu sırada B e r k y a r u k ’ tan korkan Bağdat şıhnesi G e v h e r â y i n , Musul
SELÇUKLU D E V LETLE R İ TARİHİ
159
emîri G ü r b o ğ a , emîr Ç ö k ü r m ü ş , emîr S ü r h a b b i n B e d r ve bazı emir ler de Kum şehrinde M u h a m m e d T a p a r ’ la birleştiler. Bunun üzerine M u h a m m e d T a p a r , G e v h e r â y i n ’ i Bağdat’a göndererek “ hutbenin kendi adına okunmasını” istedi. Halife M u s t a z h i r , bu isteği kabul ederek 4 Kasım 1099 Cuma günü, Bağdat’ta M u h a m m e d T a p a r adına hutbe okuttu ve ona “ Gıyasüddünya ved-Din” lakabını verdi. Öte yandan sultan B e r k y a r u k Huzistan’da iken tekrar Bağdat’ta hutbenin kendi adına okunmasını sağlamak isti yordu; çok geçmeden kendisine katılanlarla Vasıt’a gitti. Bu sırada Hille emîri S a d a k a b i n M e z y e d de ona katıldı. Sultan, Vasıt şehrinde iken bir gurup onu öldürmek istedi ise de bunlar yakalandı ve planlarında başarılı olamadılar. B e r k y a r u k , bu olaydan sonra Bağdat’a hareket etti, şehre girmeden önce 31 Aralık Cuma günü Bağdat’ta tekrar adına hutbe okunmuştu. Görüldüğü gibi, Ab basî Halifesi, kim kuvvetli duruma geçerse onun adına hutbe okutuyor, bu husuta herhangi bir prensip uygulamıyordu. Böylece sultanlığı yeniden tanınan B e r k y a r u k , 2 Ocak 1100 tarihinde Bağdat’a girdi ve halk tarafından coşku ile karşılandı. Sultan B e r k y a r u k adına hutbe okunduğu sırada M u h a m m e d T a p a r taraftarı olan S a d ü d d e v l e G e v h e r â y i n , A r t u k o ğ l u İ l ga z i ve öteki emîrler, M u h a m m e d T a p a r ve veziri M ü e y y i d ü l m ü l k ’ e haber göndererek onu yanlarına çağırdılar. Bunun üzerine onlar, emîr G ü r b o ğa ile Ç ö k ü r m ü ş ’ ü G e v h e r â y i n ’ in yanına gönderdiler. Fakat Ç ö k ü r m ü ş , Cezireti Ibn Ömer ’de durumun kötü olduğunu söyleyerek bu şehre dönmek için izin istedi; G e v h e r â y i n de ona izin verdi. Bir gurup emîr, G e v h e r â y i n ile beraber kalacak birlikte hareket etmeye karar verdiler. Onlar, sultan B e r k y a r u k ’ a “ Bizim yanımıza gel, aramızda seninle savaşacak kimse yok” haberini gönderdiler; esasmda bu, G ü r b o ğ a ’ nin fikri i d i v e G e v h e r â y i n ’ e “ Biz M u h a m m e d ile M ü e y y i d ü l m ü l k ’ ten hiçbir fayda görmedik” demişti. Sultan B e r k y a r u k bu çağrıyı iyi değerlendirerek onların yanına gitti ve bu emirlerle birlikte Bağdat’a döndü. B e r k y a r u k , burada E b u l - M e h â s i n A b d ü l c e l i l D i h i s t a n î ’ yi kendine vezir atadı. Sultan, ayrıca para sıkıntısı içinde olduğundan halife M u s t a z h i r ’ ın veziri A m i d ü d d e v l e b i n C ü h e y r ’ i tutuklattı ve ondan sultan M e l i k ş a h devrinde babası F a h r ü d d e v l e i l e bir likte yönetimini üstlendikleri Diyarbakır ve Elcezire’den elde ettikleri gelirden hakkını istedi. Vezir A m i d ü d d e v l e , “ Ben bir köleyim. Efendimin emri ol madan görüş bildiremem” diyerek durumu, halifeye aksettirdi; halife de onun ta rafını tutar şekilde davranarak B e r k y a r u k ’ a tehdit dolu bir mektup gönderdi. Sonuçta A m i d ü d d e v l e ’ nin sultana 160 bin altın ödemesi kararlaştırıldı. B erkyaru k-M uh am m ed Tapar arasındaki ilk savaş
B e r k y a r u k , kışı Bağdat’ta geçirdikten sonra kardeşi M u h a m m e d T a p a r ile savaşmak üzere harekete geçti. O, önce Şehrizur’a gitti ve orada üç gün kaldı; bu sırada kendisine birçok Türkmen katıldı. Daha sonra iki taraf kuvvetle ri 15 Mayıs 1100’de Hemedan yörelerindeki Sefidrûd’da karşılaştılar. M u h a m -
160
ALİ S E V İM -E R D O Ğ A N MERÇİL
m e d T a p a r ’ ın yanında yaklaşık 20 bin kişi vardı. Onun ordusunda merkezde kendisi ile emîr S e r m e z , sağ kanatta emîr A h u r İ n a n ç Y a b g u ve evlatlığı A y a z , sol kanatta ise M ü e y y i d ü l m ü l k ve Nizamîler ( N i z â m ü l m ü l k ta raftarları) bulunmaktaydı. Sultan B e r k y a r u k ’ un ordusu ise, merkezde ken disi ve vezir E b u l - M e h â s i n , sağ kanatta G e v h e r â y i n , İ z z ü d d e v l e b i n S a d a k a v e S ü r h a b b i n B e d r , sol kanatta G ü r b o ğ a v e askerlerin den oluşmaktaydı, iki taraf arasındaki savaş, B e r k y a r u k kuvvetlerinin hücu mu ve üstünlüğü ele almasıyla başladı; ancak i n a n ç Y a b g u ’nun B e r k y a r u k ordusuna saldırmasıyla durum değişti ve B e r k y a r u k ’ un askerleri bozguna uğ radı; G e v h e r â y i n ’ in de atından düşmesi ve bir Horasanlı asker tarafından öldürülmesi, B e r k y a r u k ’ un ordusunun tamamen dağılmasına sebep oldu. Onun ordusu o derece dağılmıştı ki, yanında sadece 50 atlı kalmıştı. Savaş sonun da B e r k y a r u k ’ un veziri E b u l - M e h â s i n de tutsak alındı. M ü e y y i d ü l m ü l k , ona çok iyi davrandı ve ihtiyaçlarını karşıladıktan sonra Bağdat amîdliğine tayin edeceğine söz vererek oraya gönderdi, ayrıca Bağdat’ta halifenin “ tekrar M u h a m m e d T a p a r adına hutbe okutmasını” istedi. E b u l - M e h â s i n , Bağ dat’a ulaşınca onun bu isteğini halifeye iletti ve 25 Mayıs 1100 Cuma günü Bağ dat’ta M u h a m m e d T a p a r adına hutbe okundu. M u h a m m e d T a p a r ’ m veziri M ü e y y i d ü l m ü l k , E b u l - M e h â s i n ’ i Bağdat’a gönderdiği sırada, ona veziri A m i d ü d d e v l e b i n C ü h e y r ’ i azletmesi için halife ile görüşmesini emretmişti. Ancak A m i d ü d d e v l e , bu olayı haber almış ve I s p e h b u d S a b â v e b i n H u m a r t e k i n ’ e E b u l Mehâsin’i yolda öldürmesi için emir vermişti. I s p e h b u d da B e r k y a r u k taraftarı idi; ordu mağlup olunca Bağdat’a gitmişti. O, A m i d ü d d e v l e ’ den al dığı emirle E b u l - M e h â s i n ’ e karşı harekete geçip yolda onunla karşılaştı. İ s p e h b u d ’ un hücumu ile E b u l - M e h â s i n bir köye sığınmak zorunda kal dı. I s p e h b u d , bunun üzerine ona haber gönderip, “ Sen sultan B e r k y a r u k ’un vezirisin, ben de onun bir kölesiyim. Eğer onun hizmetinde isen yanımıza gel, Bağdat’a gidelim, hutbeyi sultan B e r k y a r u k adına okutalım.” dedi. Böylece her ikisi işbirliği yapmayı kabul ettiler. Fakat o gece I s p e h b u d , A m i d ü d d e v l e ’ nin kendisine onu öldürmesi için emir verdiğini açıkladı. Bu durum, E b u l - M e h â s i n ’ in endişesine v e A r t u k o ğ l u I l g a z i ’ yi yardıma çağırma sına sebep oldu. Bunun üzerine I s p e h b u d da oradan ayrıldı. Ote yandan E b u l M e h â s i n , Bağdat’a geldiğinde halifeye A m i d ü d d e v l e ’ nin azli meselesini açıkladı. Halife, bu sırada B e r k y a r u k ’ a karşı üstünlük sağlamış olan M u h a m m e d T a p a r ve vezirinden çekinmiş olmalı ki, onların isteğini kabul ederek A m i d ü d d e v l e ’ yi görevden uzaklaştırdı (Temmuz/Ağustos 1100); ayrıca ondan 25 bin altın alındı. A m i d ü d d e v l e , kısa bir süre sonra tutuklu bulunduğu yerde öldü (Ağustos). B atınîlerin faaliyetleri
Sultan B e r k y a r u k , taht mücadeleleri ile meşgul olduğu Fetret Devrinde, Batınîlerin durumu kuvvetlenmeye başladı. Onlar, bu mücadele ortamından ya
SELÇUKLU D E V LETLE R İ TARİH İ
161
rarlanarak faaliyetlerini artırdılar. Nitekim 1096-1097 yılında Batinîlerın birçok devlet adamını öldürdüklerini görüyoruz. Onların bu yılki kurbanlarından biri sultan B e r k y a r u k ’ un annesi Z ü b e y d e H a t u n ’ un veziri A b d u r r a h m a n S ü m e y r e m î idi. Bir batınî, onu hile ile öldürdü; ancak batınî, kaçmayı başaramayıp yakalanarak öldürülmüştü. Batınî'lerin ikinci kurbanı N i z a m ü l m ü l k ’ün yetiştirmesi E r k u ş e n - N i z a m î idi. Sultan B e r k y a r u k ’ un am cası Y a k u t î ’ nin kızıyla evli olan E r k u ş , Rey şehrinde öldürülmüştü. Selçuklu Devleti ’nin büyük emirlerinden biri olan P o r s u k da yine bir batınî tarafından öldürüldü (Ağustos/Eylül 1097). Öte yandan Isfahan şehrinde de Batmîlerin pro pagandası yapılmaya ve yayılmaya başladı. Bunlar, şehrin muhtelif mahallelerine dağılmışlardı. Onlardan her biri, kendi mahallesinde propaganda yaparak taraf tarlarının sayısını artırıyorlardı. Rivayete göre, bu sırada 30 bin kişi, onların da vetini kabul etmişti. Tesadüfen bir olay sonucunda, onların insanları öldürdükleri ve eşyalarını sakladıkları ev keşfedildi. Şöyleki: Bu evin bulunduğu sokakta A l e v î i M e d e n î adıyla ünlü bir kör vardı. O, kendi sokağının başında duruyor, elin de bir asa olduğu halde, “ Kim bu körün elini tutar, bu sokaktaki evinin kapısına götürürse, T a n r ı onun günahlarını bağışlasın” diye dua ediyordu. Bu sokak dar ve karanlık idi, körün evi de en sonda bulunuyordu, evin bir kuyusu da vardı. Bir adam, A 1 e v î ’ yi evinin kapısına götürdüğü zaman, birtakım insanlar, o ada mı eve çekerler ve baş aşağı kuyuya sarkıtırlardı. Böylece şehir gençlerinin bir çokları kayboldu. Batmîlerin pek çok kişiyi öldürdükleri bu ev ortaya çıkarılınca, Isfahan halkından büyük bir gurup silahlanarak Batmîlerden intikam aldılar. Bu arada A l e v î - i M e d e n î ile karısı yakalandı ve yakıldı. Batmîlerin öldürdük leri kimselerin çoğu sultan B e r k y a r u k ’ a karşı çıkan emîrler idi. B e r k y a r u k ’ un düşmanları, bu cinayetlerden onu sorumlu tuttular ve onu Batmîlere yönelik olmakla suçladılar. Sultan B e r k y a r u k ’ un M ü e y y i d ü l m ü l k ’ ü öl dürmesi üzerine Batmîler, ordu içinde de yayılmağa başladılar, çok sayıda askeri kendi taraflarına çektiler. Ayrıca kendi görüşlerine karşı çıkanları ölümle tehdit etmeğe başladılar. Ilerigelen devlet adamları ve kumandanlar, öldürülmekten kor karak zırh giymeden evlerinden dışarı çıkamaz oldular. Sultan B e r k y a r u k ’ un yakın adamları, huzura silahlı olarak girmek için ondan izin isteyip öldürülmekten korktuklarını söylediler. Sultan da onların bu isteklerini kabul etti. Emîrler, B e r k y a r u k ’ a “ Batmîlerin daha fazla güçlenmeden ortadan kaldı rılmaları gerektiğini” önerdiler. Çünkü kardeşi melik M u h a m m e d T a p a r ’ ın askerleri de onu batmî diye kınıyorlar, savaş sırasında tekbir getirip B e r k y a r u k ’ un emrindeki askerlere “ Ey Batmîler” diye bağırıyorlardı. Sul tan B e r k y a r u k , bütün bu sebeplerle onların öldürülmesine izin verdi ve as kerleriyle birlikte peşlerine düştü (1100). Bu arada batmîlik ile hiç ilgisi olmayan bazı kimseler de düşmanlarının ihbarları sonucu öldürüldü. Sultan B e r k y a r u k adına M ü e y y i d ü l m ü l k ’ ün malını müsadere etmek üzere Bağdat'a elçi ola rak gönderilen E b û İ b r a h i m E s e d â b a d î d e Batmîlerin ilerigelenlerinden idi. Verilen emirle o ve büyük oğlu öldürüldüler. Emîr Ç a v l ı S a k a v u ( S a k a v e ) , Huzistan ve Fars sınırı bölgesindeki Râmhürmüz ve Errecan şehirleri
162
A L İ S E V İM -E R D O Ğ A N M ERÇİL
valisi idi. Batınîler, bölgedeki kaleleri de işgâl ettiler ve yol kesmeğe başladılar. Emîr Ç a v l ı , bu bölgedeki Batmîlerin ilerigelenlerinden bir çoğunu öldürmeyi başardı (1100-1101). B e rk ya ru k -S en cer savaşı
Sultan B e r k y a r u k , M u h a m m e d T a p a r ’ a yenildikten sonra kendi ni toparlamaya çalıştı, daha sonra da kendisini sevdiğine ve sultanlığını tanıdığı na inandığı kimselere haber gönderip yanına çağırdı; böylece B e r k y a r u k ’ un yanında seçkin bir topluluk oluştu. Sultan, oradan lsferâyin şehrine gitti ve Damgan’da bulunan emîri Dâd H a b e ş î b i n A l t u n t a k ’ ı yanma çağırdı. Bu sı rada Horasan, Taberistan ve Cürcan bölgelerinin büyük bir kısmını yöneten H a b e ş î , bu teklifi kabul ettiğini bildirirken, sultan B e r k y a r u k ’ a “ kendisi gelinceye kadar Nişabur’da beklemesini” önerdi. B e r k y a r u k , Nişabur’a gel diği sırada o, Horasan bölgesinin hâkimiyeti için S e n c e r ile anlaşmazlığa düş müştü. Bu bakımdan H a b e ş î , melik S e n c e r ’ e karşı yardım etmek üzere sultan B e r k y a r u k ’ un yanına gelmşsini istedi. Sultan B e r k y a r u k da bin atlı ile H a b e ş î ’ nin yardımına gitti. Emîri Dâd H a b e ş î ’ nin yanında 20 bin atlı var dı, bunlar arasında Batmîlerden de 5 bin kişilik bir yaya gurubu yer alıyordu. Sultan B e r k y a r u k ile kardeşi S e n c e r Maveraünnehr’de Nuşecan şehri dı şında karşılaştılar. S e n c e r ’ in ordusunda sağ kanatta emîr B o z k u ş , sol ka natta emîr G ü n d e n i z ve merkezde de emîr R ü s t e m yer alıyordu. Savaşın ilk anlarında B e r k y a r u k ’ un emîr R ü s t e m ’ i öldürmesi, S e n c e r ’ in ordusu nun bozulmasına sebep oldu, bu sırada da askerler, S e n c e r ’ in ordugâhını yağ maya başladılar. Emîr B o z k u ş ile G ü n d e n i z , bu fırsattan yararlanarak B e r k y a r u k ’ un askerlerine saldırdılar. Bunun üzerine B e r k y a r u k savaşı kaybetti. Sultan B e r k y a r u k , kardeşi S e n c e r ’ in askerlerini mağlup ettiği ilk saldırı sırasında annesini de tutsak almıştı. S e n c e r , onu, annesi Z ü b e y d e H a t u n ’ a karşılık olarak öldürmesinden korktu. Fakat B e r k y a r u k , onu yanma çağırıp gönlünü aldı. S e n c e r , aldığı tutsakları salıverince, B e r k y a r u k da onun annesini serbest bıraktı. Bu yenilgiden sonra Emîri Dâd H a b e ş î , bir köye kaçmıştı. Türkmenlerden biri onu yakaladı. H a b e ş î , canını kurtarabil mek için Türkmene 100 bin altın vermeyi önerdi ise de Türkmen, onu serbest bı rakmadı ve B o z k u ş ’ un yanma götürdü, o da onu öldürdü. Böylece S e n c e r , Horasan’da önemli bir rakipten kurtulmuş oldu. Tabii bu olayda B e r k y a r u k ’ un H a b e ş î ’ ye yardım etmesi, kardeşi S e n c e r ile arasının açılmasına sebep ol muştu. Bu yenilgi üzerine sultan B e r k y a r u k , önce Cürcan’a, daha sonra da Damgan’a gitti, muhtemelen yakalanmamak için çöl yolunu izlemiştir. O sıralar da onun yanında sadece 17 atlı olduğu anlaşılıyordu. Bunlar arasında Ç a v l ı S a k a v u ve öteki emîrler de vardı. O, halktan gelen çağrı mektubu üzerine İsfahan’a yöneldi, fakat M u h a m m e d T a p a r , bunu haber alınca ondan önce İsfahan’a girdi, B e r k y a r u k ise Huzistan’a gitmek zorunda kaldı.
SELÇUKLU D E V LETLE R İ T A RİH İ
163
B erkya ru k - M uham m ed Tapar arasındaki ik in ci savaş
Sultan B e r k y a r u k , Huzistan’da iken emîr P o r s u k ’ un iki oğlu Z e n g i ile 1 1 b e y i de ona katıldılar. B e r k y a r u k , daha sonra Hemedan’a gitti. Öte yandan emîr  h u r kısa bir süre önce ölmüştü. Evlatlığı A y a z , M ü e y y i d ü l m ü l k ’ ü, onu zehirleyerek öldürmekle suçladı. Bu nedenle emîr A y a z , M ü e y y i d ü l m ü l k ’ ten nefret ettiği için sultan B e r k y a r u k ile mektuplaştı ve emrindeki 5 bin atlı ile ona katılmak üzere Hemedan’a geldi. Böylece B e r k y a ruk, yeniden eski kuvvet ve kudretine kavuşmuş oldu. Bu bakımdan endişeye ka pılan M u h a m m e d T a p a r , B e r k y a r u k ’ la karşılaşmak üzere Hemedan’a ilerledi, iki ordu birbirine yaklaştığı zaman Sâve hâkimi S ü r h â b b i n K e y h ü s r e v , aman dileyerek B e r k y a r u k ’ un tarafına geçti. İki ordu 5 Nisan 1101 tarihinde savaşa başladı. Bu sırada B e r k y a r u k ’ un emrinde 50 bin kişi vardı. M u h a m m e d T a p a r ’ ın saflarında ise 15 bin asker bulunmaktaydı, iki ordu karşılıklı gün boyu savaştılar. M u h a m m e d ’ in askerleri birbiri ardından aman dileyerek sultan B e r k y a r u k ’ un tarafına geçtiler, B e r k y a r u k da onlara iyi davrandı. Bu savaşta B e r k y a r u k ’ un kazanmasına yol açan olay, şu idi: B e r k y a r u k ’ un piyadelerinin kalkana ihtiyaçları vardı. Savaş sabahı, Hemedan’dan 12 yük silâh geldi. Bunlardan 8 yükü kalkan idi; bu silâh ve kalkanlar askerlere dağıtıldı. Bu olay, B e r k y a r u k ve askerlerinin morallerinin yükselmesine se bep olmuştu. Savaş akşama kadar devam etmiş, sonunda M u h a m m e d T a p a r yenilgiye uğrayıp çekilmek zorunda kalmıştır. M u h a m m e d T a p a r ’ ın veziri M ü e y y i d ü l m ü l k de tutsaklar arasında idi ve sultanın huzuruna getirildi. M ü e y y i d ü l m ü l k , “ Eğer efendimiz kulunun suçunu bağışlarsa, 100 bin altın ve reyim de vezirlik hizmetini bana lütfetsin” diye haber gönderdi. Sultan da bunu kabul etti. M ü e y y i d ü l m ü l k . altınları verdiğinin ertesi günü vezirliği karar laştırıldı; ancak bu sırada onunla hazine memurları arasında altın paranın cin sinden dolayı anlaşmazlık çıktı. Bu olayın ertesi günü, yaz sıcağı nedeniyle sultan, otağında dinleniyordu. Bir taştdâr, sultanın uyuduğunu sanarak etrafındakilere, “ Şu Selçuklular, ne hamiyetsiz insanlardır; bu adam sultana bu kadar güçlükler çıkardı. Bir kez, babasının kulunu sultanlık istemeğe sevk etti, o da (emîr U n e r ) kendisi için otağ ve çetr gibi saltanat alâmetleri hazırladı. Bir başka kez, Gence’ye gidip kardeşini getirdi, bir süre onu âvâre yaptı ve zavallı, cihanı dolaştı. Şim di de ona güvenip vezirlik veriyor” dedi. Sultan, onun bu sözlerini duyunca elinde kısa bir kılıçla otağından dışarı çıktı v e M ü e y y i d ü l m ü l k ’ ü çağırdı. Adam larına, “ onun gözlerini bağlamalarını ve kürsüye oturtmalarını” emretti; daha sonra kılıçla öyle bir vurdu ki, boynunu hemen kesti. Sultan, taştdâra baktı ve ‘ ‘Selçuklular’m hamiyetini görüyor musun?” dedi. Taştdâr, bundan sonra der hal oradan kaçıp uzaklaştı. Bir süre sonra veziri E b u l - M e h â s i n , E b û İ b r a h i m E s e d â b â d î ’ yi, M ü e y y i d ü l m ü l k ’ ün mallarına elkoymak üzere Bağdat’a gönderdi. M uham m ed T apar-S encer ittifakı
M u h a m m e d T a p a r , B e r k y a r u k karşısında mağlup olduktan sonra kardeşi S e n c e r ile buluşmak üzere Horasan’a gitti. O, bir süre Cürcan’da kaldı
164
ALİ S E V İM -E R D O Ğ A N M ERÇİL
ve buradan S e n c e r ’ e haber göndererek ondan para, elbise ve öteki ihtiyaçları nı istedi. Aralarında elçiler gidip geldi, sonunda her ikisi B e r k y a r u k ’ a karşı birleştiler ve bu hususta ant içtiler. Ancak bu sırada M u h a m m e d T a p a r , be raberinde bulunan askerlerin hemen hemen hepsini kaybetmiş, yanında iki emîr ile yaklaşık 300 atlıdan başka bir kuvvet kalmamıştı. Sözkonusu anlaşmadan son ra melik S e n c e r , askerleriyle beraber M u h a m m e d T a p a r ’ ın yanına git mek üzere yola çıktı. İki kardeş Cürcan’da buluştular, oradan da Damgan’a, daha sonra da Re y’e gittiler. Burada N i z a m ü l m ü l k ’ e bağlı köleler (Nizamîler) de onlara katılınca, askerlerinin sayısı çoğaldı ve kuvvetlendiler. Öte yandan sultan B e r k y a r u k , savaştan sonra Rey şehrine gitmiş, M u h a m m e d T a p a r ’ a karşı kazandığı galibiyet nedeniyle çevresinde çok sayıda asker (yaklaşık 100 bin atlı) toplanmıştı. Fakat B e r k y a r u k , bu askerleri beslemek ve maaşlarını ödemek te güçlük çektiğinden onların önemli bir kısmını terhis etti. Ordudan ayrılaniardan biri de D ü b e y s idi; o, Hille ve merkezî Irak ’da hüküm süren Mezyedî ailesinin reisi olan babası S a d a k a ’ nin yanma döndü. Bu arada Selçuklu ailesinden me lik M e v d u d b i n İ s m a i l b i n Y a k u t î , Azerbaycan’da isyan etti. Sultan B e r k y a r u k , emîr G ü r b o ğ a ’ yı l O bin atlı ile ona karşı gönderdi. Emîr A y a z da Hemedan a gitmek ve Ramazan’ı orada geçirerek bayram ertesi dönmek için izin istedi. Sultan onun bu isteğini kabul etti. Böylece B e r k y a r u k ’ un yanın da az sayıda asker kaldı. Melik M u h a m m e d ile S e n c e r , B e r k y a r u k ’ un yanında az sayıda asker kaldığını öğrenince, ona karşı harekete geçtiler. B e r k y a r u k , onların yaklaştığını haber aldığı zaman, bulunduğu yerden ayrılarak emîr A y a z ile buluşmak amacıyla Hemedan’a gitti. Öte yandan emîr A y a z , sahip ol duğu Hemedan ve öteki şehirlere bir zarar gelmesinden korkarak M u h a m m e d Ta p a r ile haberleşmekte ve onun saflarına katılmak istemekte idi. Bunun üzerine B e r k y a r u k , Hemedan’a gitmekten vazgeçerek Huzistan’a yöneldi ve Tuster şehrine yaklaşınca Porsukoğullarma haber göndererek onları yanına ça ğırdı. Ancak onlar d a A y a z ’ ın durumunu bildikleri ve M u h a m m e d T a p a r ’ dan çekindikleri için bu daveti kabul etmediler. B e r k y a r u k , bu durumda Irak’a doğru gitti. Ancak bir anda onun şansı olumlu yönde değişti. Çünkü melik M u h a m m e d T a p a r , A y a z ’ m teklifini kabul etmeyerek askerlerini Hemedan’a gönderdi. Emîr A y a z da oradan kaçarak Hemedan’da sultan B e r k y a r u k ’ a katıldı ve birlikte Bağdat’a gittiler. Melik M u h a m m e d T a p a r ’ ın askerleri ise, emîr Ay a z ’ m Hemedan’da bıraktığı mal, binek hayvanları ve öteki eşyaları yağmaladılar. Adamlarının bir kısmının mallarını ve Hemedan Reisi’nin de 100 bin altınına elkoydular. Öte yandan sultan B e r k y a r u k , emîr A y a z ’ ın da kendi saflarına katılmasıyla sayıları 5 bine ulaşan askerleriyle Bağdat’a gitti (13 Eylül 1101). Onun Bağdat’a gelmesi, halifenin Kurban Bayramı’nda hutbeyi B e r k y a r u k adına okutmasına sebep oldu. Fakat B e r k y a r u k bu sırada malî sıkıntı içinde idi. Yanında ne kendi ihtiyaçlarını karşılayacak, ne de askerlerine verebi lecek para vardı. Bu sebeple halifeye haber gönderip içinde bulunduğu sıkıntı dan ve parasızlıktan şikâyet edip, kendisine yardım edilmesini istedi. Görüşmelerden sonra sultana 50 bin altın verilmesi kararlaştırıldı. Tabii bu olay,
SELÇUKLU D E V LETLE R İ TARİHİ
165
Büyük Selçuklu Devleti'nin taht mücadeleleriyle ne duruma geldiğini, vergi top lanamadığını, bu sebeple hâzinenin boş ve otoritenin yok olduğunu açıkça göster mekte idi. Abbasî halifesi bu parayı göndermesine rağmen B e r k y a r u k ’ un askerleri halkın mallarına el koydular. Bunun yanısıra Cebele hâkimi ve kadısı E b û M u h a m m e d U b e y d u l l a h b i n M a n s u r ’ dan elegeçirilen para ve değerli eşyalar, bir ölçüde malî sıkıntıyı gidermişti. Sultan B e r k y a r u k malî sıkıntı içinde iken veziri E b u l - M e h â s i n , Hille emîri S a d a k a ’ ya, “ Senin yanında sultanın hâzinesine ait bir milyon altın ile geçmiş yıllara ait şu kadar altın kalmıştı. Ya onları gönderirsin, ya da ülkene asker sevk eder ve oraları elinden alırız” dedi. Bunun üzerine S a d a k a , B e r k y a r u k adına okuttuğu hutbeyi keserek, M u h a m m e d T a p a r adına okutma ya başladı. Sultan B e r k y a r u k , Bağdat’a gelince, S a d a k a ’ ya mektuplar gönderip huzuruna gelmesini bildirdi. S a d a k a ’ nin huzura gelmek için tek şartı, onu tehdit eden vezir E b u l - M e h â s i n ’ in, kendisine teslim edilmesi idi. O, bu takdirde sultanın samimî bir kölesi olacağını bildirdi; fakat S a d a k a ’ mn bu isteği kabul edilmedi. O da sultanla ilişkilerini tamamen kesti; ayrıca Kûfe'ye adam göndererek sultanın oradaki nâibini kovdu ve şehri de kendi toprakları içine kattı. B erkya ru k - M uham m ed Tapar’ ın ü çü n cü savaşı
Melik M u h a m m e d T a p a r ile S e n c e r , Hemedan ve öteki bazı yerleri eîegeçirdikten sonra Bağdat’a doğru ilerledi ve Hulvan’a geldikleri sırada A r t u k o ğ l u İ l g a z i d e onların hizmetine girdi. Bu sırada M u h a m m e d T a p a r ’ ın askerlerinin sayısı maiyyetindekilerin dışında 10 bin atlıyı geçiyordu. Onların bu harekâtı Bağdat’a ulaşınca sultan B e r k y a r u k , çok ağır hasta idi. Yakın adamları dahi onun aleyhinde sabah-akşam asılsız haberler uyduruyorlardı. Bu bakımdan askerleri şaşkınlık içinde idiler. Sonunda B e r k y a r u k ’ u bir mahaffe içinde Bağdat’ın batı yakasına geçirdiler ve Remle’de ordugâh kurdular. Adam ları, gittikçe ağırlaşan B e r k y a r u k ’ un kesin öleceğine inanmışlar, onun nereye gömüleceği hakkında fikir alış-verişinde bulunuyorlardı. Fakat sultan, kendini iyi hissettiğini belirtti. Bunun üzerine adamlarının moralleri düzeldi ve Bağdat’ tan ayrılıp çıktılar. Bu sırada melik M u h a m m e d ’ in askerleri de oraya ulaş mışlardı, aralarında sadece Dicle nehri vardı. Birbirlerine ok yağdırmaya ve küfürler etmeye başladılar. B e r k y a r u k ve askerleri bu kargaşa içinde Vasıt’a gittiler. Melik M u h a m m e d T a p a r , 23 Ekim 1101 tarihinde Bağdat’a gelerek hükümet konağına yerleşti. Halife M u s t a z h i r B i l l a h i s e “ B e r k y a r u k v e adamlarının davranışlarına çok kızdığını ve kendisinin gelişiyle sevindiğini” M u h a m m e d T a p a r ’ a bildirdi. Çok geçmeden Halifelik Divanında M u h a m m e d T a p a r adına hutbe okundu. Halife, ona hilât giydirmiş ve iki kılıç kuşatmıştı. Bu arada Hille emîri S a d a k a da bağlılık ve itaatini bildirmek üzere Bağdat’a geldi. M u h a m m e d T a p a r , 11 Kasım’a kadar Bağdat’da kaldıktan sonra kardeşi S e n c e r ile ülkelerine dönmek üzere, bu şehirden ayrıldılar. S e n c e r , Horasan’a, M u h a m m e d T a p a r da Hemedan’a gittiler. Ancak çok geç
A Lİ S E V İM -E R D O Ğ A N M ERÇİL
166
meden sultan B e r k y a r u k ’ un halifenin Vasıt’da\ai arazisine saldırdığı ve ona hakaretler ettiği öğrenildi. Bunun üzerine halife, M u h a m m e d T a p a r , Bağ dat’a davet ile hakkında söylenenleri ona anlatarak ‘ ‘ B e r k y a r u k ile savaş makta kararlı olduğunu” bildirdi. M u h a m m e d T a p a r ise, “ Emirülmüminîn’in hareketine gerek yok, bu görevi ben en iyi şekilde yerine getiririm” diyerek geri döndü. O, 1 1 g a z i ’ ye Bağdat’a şıhne tâyin etti ve beraberindeki askerlerle sü ratle Rûzrâver’e gitti. Sultan B e r k y a r u k Vasıt’a geldiği zaman ağır hasta idi ve mahaffe içinde taşınıyordu. Melik M u h a m m e d T a p a r ve Hille emîri S a d a k a tarafından takip edilmekten korkan B e r k y a r u k ’ un askerleri süratle ilerlemiş, bu yüz den atları ve pek çok malları telef olmuştu. Ayrıca onlar, geçtikleri bütün köprü leri yıkmışlardı. Ancak sultan B e r k y a r u k , Vasıt ’ta iyileşti. Onun adamlarının bu andaki yegane düşüncesi şehrin batı yakasından doğu yakasına geçebilmekti, fakat aradaki Dicle nehrini geçecek gemi yoktu. Mevsim kıştı, hava çok soğuktu ve nehrin suları yükselmişti. Şehir halkı, onlardan korktuğu için hepsi evlere ve camiye kapanmışlardı, yollar ve çarşılar boştu. Şehrin kadısı E b û A l i e 1 F â r ı k î , sultanın ordugâhına gidip, emîr A y a z ve vezir ile görüştü, sonunda iki taraf anlaştılar. Buna göre Selçuklu askerleri, şehirde huzur ve güveni sağla yacak, buna karşılık Vasıtlılar da onları karşı kıyıya geçireceklerdi. Böylece şeh rin doğu yakasına geçen B e r k y a r u k ’ un askerleri rahatladılar. Bu arada Va sıllı askerler de sultan B e r k y a r u k ’ a haber gönderip, hizmetine girmek için izin istediler, o da bunları kabul etti. Daha sonra Porsukoğullanna bağlı emîrler de aynı şekilde sultanın hizmetine girdiler. Bu arada sultan B e r k y a r u k , kar deşi M u h a m m e d T a p a r ’ m Bağdat’ tan ayrıldığını öğrenince onu takip ede rek Rûzrâver’de ona yetişti. Her iki tarafta 4 bin Türk atlısı vardı. Birinci gün, akşama kadar iki taraf da savaş düzeninde beklediler, şiddetli soğuk yüzünden aralarında çarpışma olmadı. İkinci gün tekrar karşı karşıya geldiler. Her iki ta raftan düello için çıkan askerler, birbirlerine yaklaşınca sarılıp kucaklaşıyorlar ve selâm verip geri dönüyorlardı. Bu durum, birbirlerini tanıyan askerlerin artık bu mücadeleden bıktığını gösteriyordu. Nitekim M u h a m m e d T a p a r ’ ın as kerlerinden bir gurup emîr B u 1 d a c ı , sultan B e r k y a r u k ’ un veziri E b u 1 M e h â s i n ve emîr A y a z ile görüştüler ve “ bu olaylardan herkesin zarara uğ radığını ve zayıf düştüğünü” söyleyerek barışa karar verdiler. İki taraf arasında kabul edilen anlaşmaya göre (27 Aralık 1101), a) B e r k y a r u k Sultan, M u h a m m e d T a p a r Melik ünvanı taşıyacak, b) Melik M u h a m m e d T a p a r , sarayının kapısında günde üç nevbet (ban do) çaldıracak, c) Gence ve ona bağlı yerler, Azerbaycan, Diyarbakır, Elcezire ve Musul, M u h a m m e d T a p a r ’ aai t olacak, d) Melik M u h a m m e d , herhangi bir yere sahip olmada zorlukla karşılaşır sa sultan B e r k y a r u k kardeşine askerî yardımda bulunacak,
167
SELÇUKLU D E V L E T L E R İ TARİH İ
e) Horasan dışındaki yerler sultan B e r k y a r u k ’ a ait olacak, f) M u h a m m e d T a p a r , sultan B e r k y a r u k ’ a yılda 1.300.000 altın vergi ödeyecekti. Bu antlaşmadan sonra sultan B e r k y a r u k Sâve’ye, melik M u h a m m e d T a p a r da Esedâbâd’a, emîrler de kendi bölge ve ıktalarına gittiler. B arışın bozulm ası ve d örd ü n cü savaş
Melik M u h a m m e d T a p a r , Esedâbâd’dan Kazvin’e gittiği zaman iki ta raf arasında barışı sağlayan emirleri kendine ihanetle suçladı ve şehrin reisine, düzenleyeceği şölene bu emirlerin de gelmesi için aracı olmasını emretti ve onlar için bir tuzak hazırlanmasını istedi. Kazvin reisi, önce, onlar için şefaat diledi ise de daha sonra melik M u h a m m e d ’in emrine uyarak bir şölen düzenledi ve yakın adamlarına da “ elbiselerinin altında silah bulundurmalarını” söyledi. Me lik M u h a m m e d , bu şölene büyük emirlerden B e s m e 1 ve A y t e k i n ile bir likte geldi. Ancak barış taraftarı olduğu anlaşılan B e s m e 1 öldürüldü, A y t e k i n ’ in de gözlerine mil çekildi. Ote yandan, daha önce B e r k y a r u k taraftarı olan emîr Y ı n a l b i n A n u ş t e k i n onun yanından ayrılarak dağlarda ve ka lelerde yerleşmiş olan Batmîlerle savaşa girişmişti. Bir süre sonra o da melik M u h a m m e d ’ in
yanına
geldi
ve
onunla
birlikte
R e y ’e
gittiler.
Melik
M u h a m m e d T a p a r ; burada anlaşmayı bozarak Rey’deki sarayında beş nevbet çaldırmaya başlayarak tekrar sultanlığını ilân etmiş oldu; çok geçmeden de Rey’deki askerler ona katıldılar. Öte yandan B e r k y a r u k da M u h a m m e d T a p a r ’ m kuvvetlenmesini beklemeden harekete geçmişti. Rey yakınında savaşa gi ren iki ordudaki asker sayısı 10’ar bin idi. B e r k y a r u k ordusundaki S ü r h â b b i n K e y hü s r e v ’ in emîr Y ı n a l b i n A n u ş t e k i n ’ e saldırıp bozguna uğratması, M u h a m m e d T a p a r ’ m bütün askerlerinin bozulup dağılmasına sebep oldu (Şubat/Mart 1102), M u h a m m e d T a p a r ’ ın ordusu o kadar çabuk dağılmıştı ki, çarpışmalarda hiç kimse ölmemişti. Onun kuvvetlerinin çoğu Taberistan’a bir kısmı da Kazvin tarafına gittiler. M u h a m m e d T a p a r , beraberin deki az sayıdaki askerlerle İsfahan’a yöneldi. Askerlerinin dağılmasını önlemek için sancağı kendisi taşıyordu. P o r s u k o ğ l u I l b e y i i l e emîr A y a z , onu Kum şehrine kadar takip ettiler. Sultan B e r y a r u k da M u h a m m e d T a p a r ’ m çevreye dağılan adamlarını tespit edip yakaladıklarının mallarına el koydu. Ote yandan M u h a m m e d T a p a r , beraberinde 1600 atlı ve yaya ile, emîr Y ı n a l ve bazı emîrler olduğu halde, İsfahan’a girdiği zaman derhal şehrin surlarının yı kılan kısımlarının yeniden yapılmasını ve hendeklerin de su çıkıncaya kadar ka zılmasını emretti. Ayrıca her kapıyı, savunmak üzere bir emîre teslim etti. Sultan B e r k y a r u k ise kardeşinin İsfahan’a gittiğini öğrenince derhal harekete geçe rek Şubat/Mart 1102’de İsfahan’a ulaşıp komutasındaki 15 bin atlı ve 100 bin kişi den oluşan bir orduyla şehri kuşattı. Melik M u h a m m e d T a p a r , şehrin surlarını her gece üç kez dolaşıyor, kuşatma şiddetlendikçe güçsüz ve zayıf du rumdaki askerleri şehir dışına çıkartıyordu. Bu önlemlere rağmen şehirde yiye cek tükendi, halk açlıktan ölmemek için atları, develeri ve öteki hayvanları yiyordu.
168
ALİ SEVİM —ERDOĞAN M ERÇİL
M u h a m m e d T a p a r , bunun yanısıra para sıkıntısı da çekmeye başladı, bu ara da askerler de tekrar maaş istediler. M u h a m m e d T a p a r , onların isteklerini karşılayabilmek için şehir halkına vergi koydu. Kuşatma ve vergi nedeniyle şehir deki yiyecek fiyatları sürekli olarak artıyor, eşya fiyatları ise istek olmadığı için düşüyordu. Buna karşılık şehir dışındaki fiyatlar ucuzdu. Kuşatma 25 Eylül 1102 tarihine kadar sürdü. Melik M u h a m m e d T a p a r , B e r k y a r u k ’ u şehirden uzaklaştıracak kuvvet ve kudrette olmadığını, tehlikenin arttığını görünce İsfa han’dan ayrılmaya karar verdi. O, gideceği yerlerden asker toplayıp geri dönecek ve sultan B e r k y a r u k ’ un şehir kuşatmasını terke zorlayacaktı. Nitekim M u h a m m e d T a p a r , bu amaçla 150 atlı ile beraber şehirden ayrıldı, yanında emîr Y ı n a 1 da vardı. Büyük emîrleri de şehirde kalan askerlerinin başında bıraktı. Sultan B e r k y a r u k ,
kardeşinin şehirden çıktığını öğrendiği zaman, emîr
A y a z ’ ı çok sayıda askerle peşinden gönderdi. Çok geçmeden B e r k y a r u k ’ un askerleri, M u h a m m e d T a p a r ’ ı yakaladılar. Ancak M u h a m m e d T a p a r , emîr A y a z ’ a, “ Senin bana bazı yükümlülüklerin ve henüz bozulmamış antların var. Üstelik ben sana, kötülük yapmanı gerektirecek bir iş de yapmadım” dedi. Bunun üzerine emîr A y a z da onu yakalamaktan vazgeçerek yoluna devam edebilmesi için atlar verdi. Bunun yanısıra M u h a m m e d T a p a r ’ m sancağı nı, çetrini ve biraz da parasını alıp, sultan B e r k y a r u k ’ un yanına döndü. Sul tan B e r k y a r u k , emîr A y a z huzuruna girdiğinde kardeşi M u h a m m e d ’ e ait bayrakların ters çevrilmiş olduğunu gördü ve bunu hoş karşılamayarak, “ Eğer o kötülük yapmış olsa bile, ona karşı böyle muamele yapmak gerekmez” dedi. Bu olay M u h a m m e d T a p a r ’ a anlatılınca kardeşinin bu davranışından çok mem nun oldu. Öte yandan M u h a m m e d T a p a r ’ m İsfahan’dan ayrdmasından sonra da B e r k y a r u k ’ un kuşatması devam etti. Fakat bu kez şehrin önünde yağma cılar da toplanmıştı. Onlar, şehre girmek için merdivenler ve mancınıklarla hü cuma geçtiler; şehir halkı ise mallarını ve eşyalarını korumak için bu yağmacılara karşı başarıyla mücadele etti. Bu sebeple şehri yağmalamak isteyenler çekilip git tiler. Bunun üzerine adamları, sultan B e r k y a r u k ’ a oradan ayrılmasını öner diler, o da 3 Ekim 1102 günü İsfahan’dan ayrıldı. B e r k y a r u k , Şehristan şehrine, oğlu M e l i k ş a h ve bin atlı ile birlikte emîr T ü r ş e k e s - S e v a b î ’ yi vekil ata dıktan sonra Hemedan’a gitti. Vezir E b u l - M e h â s i n , Isfahan kuşatmasında sultan B e r k y a r u k ile be raberdi. Kuşatma sırasında bir gün vezir, sultana hizmet etmek için çadırından çıktığında yanına bir genç geldi. Rivayete göre batınî olan bu genç, vezirin daha önce öldürtmüş olduğu E b û S a i d H a d d â d ’ m kölelerinden idi. Bu genç efen disinin intikamını almak için fırsatı ganimet bilerek veziri birkaç yerinden yara layarak öldürdü (1102). Öte yandan sultan B e r k y a r u k , onun yerine E b û M a n s u r M e y b u z î ’ yi vezir atadı. O, daha önce M u h a m m e d T a p a r ’ ın veziri idi. Bu sıralarda Rey şehrinde hutbe, sultan B e r k y a r u k adına okunu yordu. Melik M u h a m m e d T a p a r , İsfahan’dan ayrıldığı zaman beraberinde Y ı n a l b i n A n u ş t e k i n d e vardı. Emîr Y ı n a l , M u h a m m e d T a p a r ’ dan
SELÇUKLU D E V LETLE R İ TARİH İ
169
R ey’e giderek orada hutbeyi kendi adına okutmak için izin istedi. M u h a m m e d T a p a r ’ ın bu isteği kabul etmesiyle Y ı n a 1, kardeşi A 1 i ile birlikte R ey’e hareket etti ve Kasım/Aralık 1102 tarihinde de oraya ulaştı. Sultan B e r k y a r u k ’ un Rey ’deki naibleri, karşı koyacak güce sahip olmadıkları için melik M u h a m m e d T a p a r ’ a tâbi oldular. Böylece emîr Y ı n a 1, iîey’de M u h a m m e d T a p a r adına hutbe okutarak şehre hâkim oldu. Fakat o, halka zalimce davrandı ve onlardan 200 bin altın müsadere etti. Ancak Y ı n a 1 , burada 27 Aralık 1102 tarihine kadar kalabildi. Bu sırada sultan B e r k y a r u k ’ un emirlerinden P o r s u k o ğ l u P o r s u k , emîr Y ı n a 1 üzerine yürüdü, iki taraf arasında Rey kapı sı önündeki savaşta Y ı n a 1 ve kardeşi A l i , mağlup oldular. Böylece Rey, tekrar sultan B e r k y a r u k ’ un yönetimine geçti. Emîr Y ı n a 1 , bir süre sonra pek çok kuvvetini kaybettikten sonra beraberindeki 700 kişiyle Bağdat’a geldi ve M u h a m m e d T a p a r lehine faaliyete başladı. Bu amaçla o, A r t u k o ğ l u I l g a z i ve S ö k m e n ile bir toplantı yaptı. Onlar, M u h a m m e d T a p a r ’ ı destekleyecek leri hususunda ant içtiler, daha sonra da Hille hâkimi I. S e y f ü d d e v l e S a d a k a ’ nin yanına gittiler. S a d a k a da aynı şekilde M u h a m m e d T a p a r ’ a bağlı kalacağına ant içti. G ü m ü şlekin K ayserı’ nin B ağdat’a şıhne atanması
Sultan B e r k y a r u k İsfahan’dan ayrılıp Hemedan’a geldiği zaman emirle rinden G ü m ü ş t e k i n K a y s e r i ’ yi Bağdat’a şıhne atadı. Ancak bu sırada Bağ dat ’da M u h a m m e d T a p a r adına A r t u k o ğ l u I l g a z i şıhne olarak bulu nuyordu. O, başka bir şıhnenin geldiğini öğrenince Hısn Keyfâ hâkimi olan kar deşi S ö k m e n ’ e haber gönderip, G ü m ü ş t e k i n ’ e karşı kendisine yardıma gel mesini bildirdi. I l g a z i ’ nin bir müttefiki de S a d a k a idi. Bu bakımdan I l g a z i , onun yanına Hille’ye giderek B e r k y a r u k ’ un adamlarından kendisine saldı racak olanlara karşı daha önce yaptıkları anlaşmayı yenilemek istedi; S a d a k a da bunu kabul ile bu hususta tekrar yemin etti, I l g a z i bunun üzerine Bağdat’a döndü. G ü m ü ş t e k i n ise Bağdat yolu üzerinde önce Karmisîn’e geldi ve Bağ(/at’daki B e r k y a r u k yandaşlarına haber gönderip şehre yaklaştığını bildirdi. B e r k y a r u k yandaşı bir gurup, onu karşılayarak gelişmeleri haber verdi ve Bağ dat’a gitmekte acele etmesini istediler. Nitekim o da süratle yoluna devamla 27 Aralık 1102’de Bağdat’a ulaştı. Öte yandan 1 1 g a z i de kardeşi S ö k m e n ile bu luşarak çevredeki bazı köyleri yağmaladılar. Bu sırada G ü m ü ş t e k i n ’ in gel mesiyle Bağdat’ta hutbe, sultan B e r k y a r u k adına okunmağa başladı. G ü m ü ş t e k i n , adamlarından birini S e y f ü d d e v l e S a d a k a ’ ya göndere rek sultan B e r k y a r u k ’ a itaat etmesini istedi. Fakat S a d a k a , bu öneriyi ka bul etmeyerek Bağdat’ta B e r k y a r u k ’ a karşı açıkça cephe aldı. Onun bu davranışı sonucunda Bağdat ’ta sultan B e r k y a r u k adına okunmakta olan hut beye son verildi. Böylece Bağdat’taki minberlerde hiçbir Selçuklu sultanının adı okunmayıp sadece Abbasî halifesinin okunmakta idi. Bu olaylar sırasında, S e y f ü d d e v l e S a d a k a , Hille’den ayrılarak, I l g a z i ve S ö k m e n ’ e haber gön
170
A L İ S E V İM -E R D O Ğ A N M ERÇİL
derip “ kendilerine yardıma geldiğini” bildirmişti. Bunlar harekete geçip çevredeki köyleri yağmalayarak halkı rahatsız ettiler. Bunun üzerine halife, S e y f ü d d e v 1 e ’ ye elçi göndererek bu yağmalara bir son vermesini istedi. S e y f ü d d e v l e , ancak G ü m ü ş t e k i n Bağdat’tan çıkarıldığı takdirde halifeye itaat edeceğini, aksi halde kılıca sarılacağını söyledi. Bunun üzerine G ü m ü ş t e k i n ’ in Bağdat’ tan çıkarılmasına karar verildi. Çok geçmeden G ü m ü ş t e k i n 23 Ocak 1103’de Bağdat’tan ayrılmak zorunda kaldı. Bunun üzerine S e y f ü d d e v l e S a d a k a da Hille’ ye döndü. Böylece Bağdat’ta hutbe yeniden M u h a m m e d T a p a r adına okunmaya başladı. Öte yandan G ü m ü ş t e k i n Fasit’a giderek burada B e r k y a r u k adına hutbe okuttu; fakat çok geçmeden S a d a k a , sonra da 1 1 g a z i ona karşı harekete geçtiler. G ü m ü ş t e k i n , onlara karşı koyamayacağı için Vasıt’tan çekildi ve S a d a k a ’dan aman alarak sultan B e r k y a r u k ’ un yanına dön dü. Vasıt’da ise hutbe yeniden M u h a m m e d T a p ar adına okunmaya başladı. Böylece sultan B e r k y a r u k ’un başta Bağdat olmak üzere, öteki şehirlerde üs tünlük sağlamak için giriştiği çabalar başarısız kalıyordu. B erkyaruk-M uham m ed Tapar arasındaki beşin ci ve son savaş ve anlaşma
Bütün bu olaylar sırasında, Azerbaycan’m bir bölümüne hâkim olan melik M e v d u d b i n İ s m a i l , ErdebiVde bulunan eniştesi M u h a m m e d T a p a r ’ a haber göndererek yanına davet etdi. Çünkü o, sultan B e r k y a r u k ’ tan babası nın intikamını almak istiyordu. Babası İ s m a i l b i n Y a k u t î , daha önce taht mücadelesi sırasında, hayatını kaybetmişti (Bk. B e r k y a r u k - İ s m a i l b i n Y a k u t î mücadelesi). Bunun üzerine M u h a m m e d T a p a r , süratle onun yanına gitti. Ancak M e v d u d , 22 yaşında aniden öldü (Ocak 1103). Buna rağmen em rindeki askerler, M u h a m m e d T a p a r ’ m hizmetine girerek kendisine destek olma hususunda ant içtiler. Bunlar arasında S ö k m e n e l - K u t b î , M u h a m med bin Y a ğ ı s ı y a n
ve K ı z ı l A r s l a n
gibi emîrler de vardı. Sultan
B e r k y a r u k , bu ittifakı haber alınca derhal harekete geçti. İki taraf kuvvet leri Azerbaycan’daki Hoy şehri önlerinde karşılaştılar (17 Şubat 1103). Savaş gü neş batarken başlamış ve gece yarısına kadar devam etmişti. Bu sırada sultan B e r k y a r u k ’ un emirlerinden A y a z ’ ın, beraberindeki dinlenmiş 500 atlı ile M u h a m m e d T a p a r ’ m askerlerine saldırması, savaşın gidişini değiştirdi. M u h a m m e d T a p a r ’ ın yorgun askerleri bu hücum karşısında tutunamayarak kaç tılar; M u h a m m e d T a p a r ise adamlarından bir kısmıyla önce Erciş’e, sonra da S ö k m en e l - K u t b î ’ ye bağlı Ahlat’a yöneldi. Sultan B e r k y a r u k ise bu galibiyetten sonra Tebriz-Meraga arasında birkaç gün dinlendikten sonra Zencan’a gitti. Her iki kardeş arasındaki saltanat mücadelesi uzun sürmüş, bu süre içinde bir çok kimsenin malı yağmalanmış, yerleşim merkezleri tahrip olmuştu. Tabia tıyla sonuçta bu işten Büyük Selçuklu Devleti kadar iki kardeş de zarar görmüş tü. Selçuklu Devleti, kuvvetli bir otoriteden ve vergiler toplanamadığı için de ma
SELÇUKLU D E V L E T L E R İ TARİH İ
171
lî kaynaklardan yoksun kalmıştı. Sultan B e r k y a r u k ve melik M u h a m m e d T a p a r , başlangıçta kudretli iken bu savaşlar nedeniyle zaman zaman zayıf düştüler ve yanlarında çok az kuvvet kaldı. Ote yandan büyük emîrler de hâkimi yetlerini sürdürmek ve keselerini doldurmak amacıyla bu mücadelelerin deva mından yana idiler. Nitekim onlar, çıkarlarına uygun olarak zaman zaman taraf değiştiriyorlar ve mücadeleyi körükliyorlardı. iki kardeş arasındaki son savaş tan sonra sultan B e r k y a r u k adına, Rey, Cibal, Taberistan, Huzistan, Fars, Di yarbakır, Elcezire ile Mekke ve M edine’de hutbe okunuyordu. Melik M u h a m m e d T a p a r ise Azerbaycan, Arran yöresi, İsfahan ve Tekrit dışında Irak’ın her yerine hâkimdi. Bunun yanısıra Batiha bölgesinin bir kısmında B e r k y a r u k , öteki kısımda ise M u h a m m e d T a p a r adına hutbe okunuyordu. Basra şehrinde hutbe her ikisi adına idi. Cürcan sınırından Maveranünnehr’e kadar Horasan’ın her tarafından da melik S e n c e r ve M u h a m m e d T a p a r adına hutbe okunuyordu. Bu durumda sultan B e r k y a r u k , gerçeği kardeşi M u h a m m e d T a p a r ’ dan daha önce anlamıştı. O, devletin bu devamlı mücadele ile za yıfladığını, malî durumunun bozulduğunu, buna karşılık askerlerin sürekli olarak daha fazla para istediğini görünce kadı E b u l - M u z a f f e r C ü r c a n î i l e E b u l F e r e c A h m e d H e m e d a n î ’ yi elçi olarak barış şartlarını tespit etmek üze re, kardeşine gönderdi. Melik M u h a m m e d T a p a r , bu sırada Meraga yakın larında idi. iki elçi, onun yanına giderek ne amaçla gönderildiklerini anlattılar, onu da barışa teşvik ederek ülkenin harabeye çevrildiğini ve İslâm düşmanları nın her tarafa göz diktiklerini anlattılar. M u h a m m e d T a p a r da barışı kabul etti ve şartlarını görüşmek için elçiler gönderdi. Sonuçta iki taraf arasında bir anlaşma sağlandı, iki kardeş bu anlaşmaya sadık kalacaklarına ant içtiler (Ocak 1104). Bu anlaşmaya göre, a) Sultan B e r k y a r u k , kardeşi M u h a m m e d Ta p a r ’ m nevbet çaldır masına karışmayacak, M u h a m m e d T a p a r , kendisine ait şehirlerde okunan hutbelerde B e r k y a r u k ’ un adını zikretmeyecek. b) ikisi birbirleriyle yazışmayacak, yazışmalar vezirler aracılığıyla yapılacak. c) Askerler, dilediği tarafa geçebilecek, bu hususta hiç kimseye müdahale edil meyecek. d) Sefidrûd sınır olmak üzere, Azerbaycan, Diyarbakır, Elcezire, Musul ve Su riye’ye kadar olan bölgeler, M u h a m m e d T a p a r ’ a ait olacak; İrak toprakla rında S e y f ü d d e v l e S a d a k a ’ ya ait olan yerler melik M u h a m m e d ’ in hâkimiyetinde bulunacak. Sultan B e r k y a r u k ise Cibal, Fars, Isfahan, Rey, Hemedan, Huzistan ve Bağ dat’ı yönetecek. e) B e r k y a r u k ’ tan sonra M u h a m m e d T a p a r sultan olacak. f) Maveraünnehr ve Horasan hâkimi melik S e n c e r , M u h a m m e d T a p a r ’ a tâbi olacak.
172
ALİ S E V İM -E R D O Ğ A N MERÇİL
M u h a m m e d T a p a r bu anlaşmadan sonra İsfahan’da, bulunan adamlarına emir verip, şehirden ayrılmalarını ve burayı B e r k y ar u k ’ a teslim etmelerini istedi. Sultan B e r k y a r u k , İsfahan’a gittiği zaman M u h a m m e d ’ in adamla rı şehri ona teslim ettiler. B e r k y a r u k , onlara kendi tarafına geçmeye davet etti. Fakat onlar, bu teklifi kabul etmeyerek M u h a m m e d T a p a r ’ a hizmete devam etmeyi uygun buldular. Bu nedenle sultan B e r k y a r u k , onları vefakâr olarak niteledi. Daha sonra onlar, M u h a m m e d T a p a r ’ m aile bireyleri ile İsfahan’dan ayrılıp, onun yanma gittiler. B e r k y a r u k , onlar ayrılırken çok iyi davrandı, kardeşinin aile bireyleri için çok miktarda para ve eşyalarını taşımak için de 300 deve ile 120 katır verdi, ayrıca onlara hizmet için yanlarında asker de gönderdi, Bu olay, B e r k y a r u k ’ un düşmanlarına karşı ne kadar iyi dav randığını gösteren örneklerden biridir. Sözkonusu anlaşmadan sonra sultan B e r k y a r u k , halife M u s t a z h i r B i 1 1 a h ’ a elçi gönderip yapılan barışı ve kararlaştırılan şartları bildirdi. Halife, bu durumda M u h a m m e d T a p a r ’ m Bağdat şıhnesi olan 1 1 g a z i ’ yi çağırıp, an laşma gereği, hutbenin B e r k y a r u k adına okunmasını istedi. Bu teklif kabul edildi ve 18 Şubat 1104 günü Divan’da, ertesi gün de camilerde sultan B e r k y a r u k adına hutbe okundu. Ayrıca B e r k y a r u k adına Vasıt’ta da hutbe okun maya başlandı. İ l g a z i , Bağdat’ta sultan B e r k y a r u k adına okunmasına müsaade edince, S e y f ü d d e v l e S a d a k a , bu olayı yanlış yorumlamış ve onun M u h a m m e d T a p a r ’ a muhalefet ettiğini sanmış ve onu Bağdat’ tan uzaklaş tırmak için harekete geçeceğini halifeye bildirmişti. Emîr 1 1 g a z i , bunun üze rine derhal Türkmenleri toplamaya başladı. Buna karşılık S e y f ü d d e v l e S a d a k a Bağdat’a gelerek batı yakasında konakladı. 1 1 g a z i ise şehirden çıka rak S a d a k a ’ ya elçi gönderdi ve yapılan barış dolayısıyla sultan B e r k y a r u k ’ a itaat ettiğini bildirerek özür diledi. Bunun üzerine S a d a k a , memnun olarak Hille’ye döndü. Halife ise daha sonra sultan B e r k y a r u k ’ a hil’at ve saltanat menşurunu gönderdi (Temmuz/Ağustos 1104). Sultan B erk ya ru k 'u n ölü m ü ve kişiliği
Sultan B e r k y a r u k , İsfahan’da bulunduğu sırada verem ve basur hastalık larına yakalanmasına rağmen, bu sırada oraya gelen 1 1 g a z i ’ nin teşvikiyle bir mahaffe içinde Bağdat’a yönelmişti; Berûcird’e ulaştığı zaman hastalığı nedeniy le hareket edemez oldu ve kırk gün orada kaldı. B e r k y a r u k , hastalığı daha da şiddetlenip hayatından ümit kesince, takriben 5 yaşındaki oğlu M e l i k ş a h ’ a ve emîr A y a z ’ a hil’at giydirdi. Öteki Selçuklu emirlerini huzuruna çağırarak “ oğlunu sultan olarak kendine veliaht, emîr A y a z ’ ı da ona atabek tayin ettiğini” bildirdi. Daha sonra onlara “ her ikisine de itaat etmelerini, oğlunun sultanlığını korumak ve savunmak hususunda çaba göstermelerini” emretti. Selçuklu emir leri bunu kabul ile “ oğlunu ve tahtını korumak uğrunda canlarını ve mallarını feda edeceklerini” söylediler. Sultan B e r k y a r u k , onlardan bu konuda ant iç melerini istedi, onlar da bu konuda ant içtiler. Sultan, onlara Bağdat’a gitmeleri
SELÇUKLU DEVLETLE R İ TARİH İ
173
ni emretti, kendisi ise İsfahan’a dönmek niyetinde idi. Fakat çok geçmeden sultan, Berûcird’de hayata gözlerini yumdu (22 Aralık 1104). Cesedi İsfahan’a götürüldü ve türbesine gömüldü. Sultan B e r k y a r u k , öldüğü zaman 25 yaşında idi. O, savaşlar ve saltanat mücadeleleri dolayısıyla pek çok sıkıntı çekti. Onun kısa süren hayatı, bazan var lık, bazan yokluk içinde geçti. Durumu güçlenip karşıtlarının boyun eğdikleri ve Büyük Selçuklu Devleti’nin tek hâkimi olduğu bir sırada öldü. Bütün sıkıntılara rağmen halk onu sevmekte ve onun sultanlığını yeğlemekte idi. Sultan B e r k y a r u k , yumuşak huylu, cömert, sabırlı, akıllı ve çok iyi ahlâklı bir hükümdar idi. Cezalandırmakta aşırıya kaçmaz, çoğu zaman suçluları affederdi.
VI. SULTAN MUHAMMED TAPAR DEVRİ Sultan B e r k y a r u k öldükten sonra emîr A y a z , veliaht olan M e l i k ş a h için otağ ve çetr gibi saltanat simgelerini hazırlatmıştı. Bunlar yürüyüşlerine de vam ederek 6 Ocak 1105 tarihinde Bağdat’a ulaştılar. Onlarla beraber A r t u k o ğ l u I l g a z i v e 5 bin atlı vardı. Halife M u s t a z h i r ’ in veziri E b u l - K a s ı m A l i b i n C ü h e y r onları karşıladı. Emîr I l g a z i v e T o g a n y ü r e k halifelik divanına gelerek hutbenin M e l i k ş a h adına okunmasını istediler. Bu öneri ka bul edildi ve II. M e 1 i k ş a h adına sultan olarak Bağdat’ta hutbe okundu. Sultan M e l i k ş a h ’ a dedesi M e l i k ş a h ’ ın lakabı olan Celâlüddevle verildi ve adına hutbe okunurken altın saçıldı. B e r k y a r u k ile olan anlaşmasından sonra M u h a m m e d T a p a r , İsfahan’ daki adamları gelinceye kadar Tebriz şehrinde beklemişti. O, bu adamları yanma gelince, İsfahan’ı savunma hususundaki başarılı çalışmasından dolayı S â d ü 1 m ü l k E b u l - M e h â s i n ’ i vezir atadı. M u h a m m e d T a p a r ’ ın bundan son raki durağı, anlaşmayla kendisine bırakılan Musul şehri idi. Bu sırada Musul’a emîr Ç ö k ü r m ü ş hâkimdi. O, M u h a m m e d T a p a r ’ ın kendi üzerine geldi ğini duyunca Musul’un surlarını yeniledi ve tamire muhtaç yerlerini onartarak çevredeki köylülere zarar görmemeleri için “ şehre girmelerini” emr etti. Böyle ce o, muhtemel bir kuşatma için hazırlıklarını tamamlamıştı. Nitekim çok geçme den M u h a m m e d T a p a r , şehri kuşattı v e Ç ö k ü r m ü ş ’ e haber göndererek kardeşi sultan B e r k y a r u k ile yaptıkları anlaşmaya göre, Musul ve Elcezire’nin kendisine verildiğini hatırlattı, ayrıca ona, “ Eğer bana itaat edersen Musul’u senden almayacağım, yine senin elinde bırakacağım, yalnızca şehirde hutbe benim adı ma okunacak” dedi. Ç ö k ü r m ü ş ise bunu, “Anlaşmadan sonra sultan B e r k y a r u k bana da mektuplar gönderdi. O, bu mektuplarda, şehrin kendisinden başkasına teslim edilmemesini emrediyor” şeklinde cevaplıyordu. M u h a m m e d T a p a r , bu durumda mancınık atışları ve lağımcıların şehrin altına doğru tüneller kazmasıyla savaşa başladı. Öte yandan Ç ö k ü r m ü ş ’ ün askerleri de sur larda açılan küçük kapılardan yaya olarak çıkıp, M u h a m m e d T a p a r ’ ın as kerlerini öldürüyorlardı. Daha sonra M u h a m m e d T a p a r ’ m kuvvetleri saldırıya geçti ve surlarda gedikler açtılar. Ancak ertesi sabaha kadar Musul hal-
SELÇUKLU D E V LETLE R İ TARİH İ
175
kı bu gedikleri kapatmıştı. Ç ö k ü r m ü ş , bu kuşatmaya hazırlıklı olduğundan şehirde yiyecek sıkıntısı çekilmemiş ve fiyatlarda bir artış görülmemişti. İki taraf arasındaki savaş, 28 Ocak 1105 tarihine kadar devam etti. Nihayet bu tarihte Ç ö k ü r m ü ş , sultan B e r k y a r u k ’ un ölüm haberini aldı ve şehir halkını toplaya rak bundan sonra ne yapılması gerektiğini onlara danıştı. Halk da “ Mallarımız ve canlarımız senin emrindedir. Sen ne yapacağını daha iyi bilirsin” dedi. Ç ö k ü r m ü ş , bundan sonra bu konu için emirlerini topladı, onlar da “ B e r k y a r ü k ’ un öldüğünü, bu durumda halkın M u h a m m e d T a p a r ’ dan başka itaat edeceği bir sultanın olmadığı ve ona itaat arz etmenin daha doğru olacağını” be lirttiler. Bu görüşmelerden sonra emîr Ç ö k ü r m ü ş , M u h a m m e d T a p a r ’ a elçi göndererek itaatini bildirdi ve vezir S â d ü l m i i l k ’ ün yanma gelmesini iste di. Vezir, Ç ö k ü r m ü ş ’ ün yanına giderek ona, “ Yapılacak en doğru iş, derhal sultanın huzuruna gitmendir. Çünkü o, senin hiç bir isteğini geri çevirmeyecektir” dedi. Ç ö k ü r m ü ş , onun sözünü dinleyerek birlikte M u h a m m e d T a p a r ’ ın yanına gittiler. Sultan, onu hürmetle karşıladı ve “ hemen halkının yanına dönmesini” istedi. Ç ö k ü r m ü ş , yer öptükten sonra, M u h a m m e d T a p a r ’ ın yakın adamlarından oluşan bir gurupla geri döndü. O, daha sonra Musul dışın da büyük bir şölen düzenlemiş ve M u h a m m e d T a p a r ile vezirine hediyeler göndermişti.
M uh am m ed Tapar’ ın sultan olm ası
M u h a m m e d T a p a r , kardeşi B e r k y a r u k ’ un ölüm haberini, Musul’u kuşattığı sırada öğrenmişti. O, Musul’a hâkimiyetini kabul ettirdikten sonra bera berinde S ö k m e n e l - K u t b î , Ç ö k ü r m ü ş ve bazı emirler bulunduğu hal de, Bağdat’a gitti. Öte yandan Hille emîri S e y f ü d d e v l e S a d a k a da 25 bin kişilik bir ordu ve iki oğlu D ü b e y s ile B e d r a n ’ ı, M u h a m m e d T a p a r ’ a göndererek onu Bağdat’a gelmeye teşvik etmişti. M u h a m m e d T a p a r , bu yol culuk sırasında onları da yanına aldı. Emîr A y a z ise M u h a m m e d T a p a r ’ m harekete geçtiğini öğrendiğinde askerleri ile Bağdat dışında ordugâh kurdu. Bu arada emirlerle bir toplantı yapan A y a z , onların görüşlerini aldı. Emîrler, “ tahtı, M u h a m m e d T a p a r ’ a kaptırmamak için ona karşı A y a z ’ m yanın da savaşacakları, kendisine ve II. M e 1 i k ş a h ’ a bağlı kalacakları” hususunda ant içtiler. Bu toplantı bitip emîrler dağıldıktan sonra A y a z ’ m veziri S a f i y E b u l - M e h â s i n akılçı görüşler ileri sürerek, “ Ey efendimiz, hiç şüphe siz benim hayatım senin nimet ve devletinin devamına bağlıdır. Ancak onların önerileri doğru değildir. Onların amacı sana yaklaşmak için bir vasıta bulabil mek ve senden yararlanmaktır. Doğru olan, sultan M u h a m m e d ile barışmak ve itaat arzetmektedir. O, seni ıktamda bırakacağı gibi, dilediğin kadar fazlasını da verecektir” dedi. Ancak emîr A y a z , barışmak veya muhalefet etmek husu sunda kararsızdı. Yine de bir savaş için hazırlıklarına devam ederek ordugâha ve şehre giden yolları tuttu. Öte yandan M u h a m m e d T a p a r , 10 Şubat 1105 tarihinde Bağdat’a geldi ve şehrin batı yakasında konaklayarak adına hutbe okuttu.
176
ALİ S E V İM -E R D O Ğ A N M ERÇİL
Şehrin doğu tarafında ise hutbe II. M e 1 i k ş a h adına okunuyordu; A y a z ise as kerleriyle beraber M u h a m m e d T a p a r ’ ın ordusuna kadar ilerledi ise de da ha sonra geri çekildi. Onun hâlâ kararsız olduğu görülüyordu. Nihayet A y a z , veziri S a f i y E b u l - M e h â s i n ’ e, “ barış yapmak ve sultanlığını kabul ettiğini bildirmek üzere M u h a m m e d T a p a r ’ ın yanına gitmesini” emretti. Vezir, ertesi gün, M u h a m m e d T a p a r ’ ın ordugâhına giderek onun veziri S â d ü l m ü l k ile buluştu ve ne amaçla geldiğini açıkladı. Her iki vezir, daha sonra M u h a m m e d T a p a r ’ ın huzuruna çıkarak durumu anlattılar. M u h a m m e d T a p a r , onların uzlaşma önerisini kabul etti. Ertesi gün, kadilkudât, nakibler ve A y a z ’ m veziri, M u h a m m e d T a p a r ’ ın huzurunda toplandılar. Bu sırada vezir S â d ü l m ü l k , M u h a m m e d T a p a r ’ a, “ emîr A y a z ’ m, daha önceki olaylardan dolayı korktuğunu, hem kendisi, hem de emîrler için aman istediğini” söyledi. Bu istek üzerine M u h a m m e d T a p a r , ‘ ‘ M e l i k ş a h benim evlâdım gibidir, kardeşim ile benim aramda hiçbir fark yoktur. A y a z ve emirlere gelince, onlara dokunmayacağıma ant içerim” demişti. Daha sonra Nizamiye Medresesi’nde mü derrislik yapan K i y â e l - H e r r a s , M u h a m m e d T a p a r ’ dan bu hususta ant içmesini istedi; o da bunu yerine getirdi. Emir A y a z , 12 Şubat 1105 günü M u h a m m e d T a p a r ’ ın huzuruna çıkmak için hazırlandı. Bu sırada S e y f ü d d e v l e S a d a k a da Bağdat’a gelmişti, ikisi birlikte M u h a m m e d T a p a r ’ ın huzuruna çıkarak itaatlerini bildirdiler. Böylece M u h a m m e d T a p a r , artık Büyük Selçuklu Devleti’nin biricik hâkimi ve sultanı olmuştu. Emîr A y a z , daha sonra (25 Şubat) evinde büyük bir şölen düzenlemiş, sultanı da davet ederek ona, bu şölen sırasında pek çok hediyeler sunmuştu. A y a z , kölelerine, sultana tak dim etmek için, hâzinesinden silah almalarını buyurmuştu. Köleler, bu görevi ye rine getirirken bir kâtip (veya sûfı), onların yanına girip kölelerle şakalaşmaya başladı. Köleler, ona, “ Sana da mutlaka bir zırh giydirip huzura çıkaracağız” dediler. Sonunda gömleğinin altına zırh giydirip şakalaşmaya devam ettiler. Ka tip, bu şakalara dayanamayarak onlardan kaçtı ve sultanın yakın adamları arası na girerek onlara sığındı. Sultan M u h a m m e d T a p a r , onu kaba bir giysi giymiş ve korku içinde görünce şüphelendi ve bir kölesine türkçe olarak “ o şahsın üze rinde ne olduğuna bakmasını” emretti. Köle, bu emri yerine getirip adamın üze rine baktığında gömleğinin altında bir zırh olduğunu gördü ve durumu hemen sultana haber verdi. Bunun üzerine sultan, endişelendi, “ Sarıklılar böyle silah lanmışlarsa, kim bilir asker ne haldedir?” dedi. O, A y a z ’ ın evinde olduğundan olayların gelişmesinden ve belki de öldürülmekten korkarak hemen kalktı ve şö lenden ayrılarak sarayına gitti. Sultan M u h a m m e d T a p a r , bu durumda karşı önlem almayı gerekli görmüş, S e y f ü d d e v l e S a d a k a , Ç ö k ü r m ü ş , A y a z ve bazı emîrleri sarayına çağırmıştı. Bu emîrler toplandıklarında sultan, onlara, “ K ı l ı ç A r s l a n ’ ın Diyarbakır’ı zapt etmek üzere harekete geç tiğini, oradan da Elcezire’ye yürüyeceğini öğrendik. Ona engel olacak ve savaşa cak adamı, aranızda kararlaştırmanız gerekiyor”
şeklinde haber gönderdi.
Toplantıya katılanlar, “ Bu iş için A y a z ’ dan daha uygun bir kişi yoktur” dedi
SELÇUKLU D EVLETLERİ TARİHİ
177
ler. Emîr A y a z d a ‘ ‘ K ı l ı ç A r s l a n ’ ı bölgeden uzaklaştırmak için S e y f ü d d e v l e S a d a k a ’ nin da kendisiyle beraber gelmesi” gerektiğini söyledi. Sultan, daha sonra A y a z , S a d a k a ve vezir S â d ü l m ü l k ’ e “ meseleyi karara bağla mak için huzurunda bulunmalarını” emretti. Onlar da sultanın huzuruna gitti ler. M u h a m m e d T a p a r , içeri girdiklerinde A y a z ’ ı öldürmek üzere bir gurup yakın adamını görevlendirmişti. Bunlar, içeri girince sultanın görevlendirdiği ki şilerden biri, A y a z ’ m başına vurarak ikiye böldü. A y a z , bir örtüye sarılarak hükümet sarayının yanındaki yola atıldı (2 Mart 1105). Bir şaka yüzünden büyük bir devlet adamı bir anda yok olup gitmişti. A y a z ’ ın veziri S a f i y de bir süre gizlendi ise de daha sonra o da yakalanıp öldürüldü (Mayıs/Haziran 1105). M engübars’ m isyanı
Sultan M u h a m m e d T a p a r , K a s î m ü d d e v l e A k s u n g u r
Porsu-
k î ’ yi Irak’a şıhne atadıktan sonra Bağdat’tan ayrılıp (Nisan/Mayıs 1105) İsfa han’a gitti. O, Isfahan halkına aman verdi, halk sultanın gelişiyle karışıklıkların, zulüm, mal ve paralara haksız el koymanın son bulacağına inanmıştı. Tarihçi I b n ü l e s î r d e bunu şu cümle ile ifade ediyor: ‘'‘‘İsfahan’dan kaçışıyla şimdi güçlü, kudretli ve itibarlı bir sultan olarak dönüşü arasında ne kadar büyük fark var” . Nitekim sultanın adaletle davranması ve düzeni sağlamasıyla İsfahan’da otorite yerine gelmiş oldu. Öte yandan Selçuklu ailesinden B ö r i b a r s ’ ın oğlu M e n g ö b a r s da İsfahan’da oturuyordu. O, çok büyük malî sıkıntıya düşünce burayı terkederek Nihavend’e gitti. Orada bir gurup asker de kendisine katılmış ve bazı emirler de onu destekleyince M e n g ü b a r s , Nihavend’de duruma hâkim ola rak kendi adına hutbe okutmuştu; ayrıca Porsukoğullarma bağlı emirlere de ha ber göndererek kendisine itaat etmeğe ve yardıma çağırdı. Sultan M u h a m m e d T a p a r , bu durumu öğrendiği zaman karşı önlem olarak Z e n g i b i n P o r s u k ’ u tutuklattı. Z e n g i de kardeşlerine mektup yazarak onları M e n g ü b a r s ’ a itaat etmekten vazgeçirdi ve “ onun emrine girdikleri takdirde başına gelecek teh like ve işkenceleri hatırlatarak M e n g ü b a r s ’ ı tutuklamalarını, böylece olayı çözümlemelerini” istedi. Porsukoğulları, bu mektup üzerine M e n g ü b a r s ’ a bir adam gönderip, kendilerini, ona itaat etmiş olarak gösterdiler. M e n g ü b a r s da onlarla buluşmak için harekete geçti. Porsukoğulları, onu Hûzistan’da tutuk ladılar. Bu olay M e n g ü b a r s ’ ın adamlarının dağılmasına sebep oldu. M e n g ü b a r s ise İsfahan’a getirildi. Sultan M u h a m m e d , M e n g ü b a r s ’ ı amcası Te k i ş ’ in oğullarıyla beraber tutuklattı. Z e n g i b i n P o r s u k ’a ise hapisten çıkarılmak suretiyle eski itibarı iade edildi (1105-1106). E m îr Çavlı’ nın Musul ve çev resin d ek i faaliyetleri
Emîr Ç a v l ı S a k a v u , bu devrede, Huzistan ve Fars bölgesindeki şehirlere hâkimdi ve buradaki kaleleri imar etmişti. Bu faaliyetlerinden, onun, bağımsız lık hevesinde olduğu anlaşılıyor. Ancak M u h a m m e d T a p a r , Selçuklu tahtı na geçtiği zaman emîr Ç a v l ı ondan korktu; bunda da haksız olmadığı, bir süre
178
A.Lİ S E V İM -E R D O Ğ A N MERÇİL
sonra anlaşıldı. Selçuklu sultanı, onu itaat altına almak için emîr M e v d u d b i n A l t u n t e k i n ’ i gönderdi (1105/1106). Emîr M e v d u d , bir kaleye kapanan Ç a v 1 1 ’ yı sekiz ay kuşattı. Sonunda Ç a v l ı , sultan M u h a m m e d ’ e yazdığı bir mektupta, “ Ben M e v d u d ’ a teslim olmam, eğer başka birini gönde rirsen gelirim” dedi. Sultan da onun itaatini sağlamak için emîr A h u r ile yüzü ğünü yolladı. Ç a v 1 1 , bu durumda kapandığı kaleden çıkarak İsfahan’a sultanın huzuruna giderek itaat etti. Sultan, bu tecrübeli emîrin kendisine tâbi olmasın dan hoşlandı ve ondan Haçlıların işgal ettiği yerleri geri almasını isteyerek Musul ve yöresini ıkta etti. Tabii buna sebep de Musul hâkimi Ç ö k ü r m ü ş ’ ün hizmet te ve vergi gönderme konusunda ağır davranması idi. Emîr Ç a v 1 1 , 31 Ekim 1106’ya kadar Bağdat’ta kaldıktan sonra Musul’a yönelerek, Erbil’e yürüdü. Ç ö k ü r m ü ş , Ç a v l ı ’ nin kendi hâkimiyetindeki şehirlere doğru ilerlediğini haber alınca as ker toplamak için çevre emîrlere mektuplar yazdı. Erbil hâkimi E b u l - H e y c â ise ona gönderdiği mektupta, “ Ona karşı işbirliği yapmak ve engel olmak için he men yanımıza gelmezsen onun saflarına katılmak zorunda kalacağım” demiştir. Bu mektup Ç ö k ü r m ü ş ’ ün harekete geçmesine sebep oldu, yolda E b u l H e y c â ’ nin askerleri de ona katıldılar. İki ordu savaş düzenine geçtiğinde Ç a v 1 1 ’ nin bin, Ç ö k ü r m ü ş ’ ün ise iki bin atlısı vardı. Ç ö k ü r m ü ş , sayı bakı mından üstünlüğü nedeniyle Ç a v 1 1 ’ yi ele geçireceğinden hiç şüphe etmiyordu, ancak onun düşüncesi gerçekleşmedi. Ç a v l ı , Ç ö k ü r m ü ş ’ ün kuvvetlerinin merkezine saldırmış ve bu saldırı karşısında, Ç ö k ü r m ü ş ’ ün adamları bozgu na uğrayarak dağılmıştı. Ç ö k ü r m ü ş ise felç olması sebebiyle ata binemiyor ve bir mahaffe içinde taşmıyordu. Yanında, kendisini savunan birkaç sadık adamı kalmıştı, onlar da öldürülünce Ç a v l ı ’ nin askerleri Ç ö k ü r m ü ş ’ ü tutsak ala rak efendilerinin yanına götürdüler. Ç ö k ü r m ü ş ’ ün yenilgi haberi, Musul’a ulaş tığı zaman, oradaki emîrler onbir yaşındaki oğlu Z e n g i ’ yi onun yerine geçirdiler ve adına hutbe okuttular. Musul kalesi kumandanı, Ç ö k ü r m ü ş ’ ün G u z o ğ 1 u ( O ğ u z o ğ l u ) adındaki bir memlükü idi. Bu kumandan, S e y f ü d d e v l e S a d a k a , sultan I. K ı l ı ç A r s l a n ve Bağdat şıhnesi A k s u n g u r ’ a ha ber göndererek “ süratle M usul’a gelmelerini ve Ç a v 1 1 ’ yı oradan uzaklaştırmalarını” istedi. G u z o ğ 1 u , bunların her birine, “ geldikleri takdir de şehri kendilerine teslim edeceğini” vaadetmişti. S a d a k a , bu öneriyi kabul etmeyip sultan M u h a m m e d T a p a r ’ a bağlı kaldı. Öte yandan bu galibiyet ten sonra beraberindekilerin sayısı çoğalan emîr Ç a v l ı , Musul’u kuşattı. Ç ö k ü r m ü ş , daha önce Musul’un surlarını yükseltmiş ve sağlam bir duruma getirmişti, ayrıca çevresine hendek kazdırarak şehri zabtedilemeyecek kadar sağ lamlaştırmıştı; Ç a v 1 1 ise adamlarına, ‘ ‘ Ç ö k ü r m ü ş ’ ün her gün katır sırtın da götürülüp Musul’daki halka, şehri teslim ederek, efendilerini kurtarmaları için çağrıda bulunulmasını” emretti. Ç ö k ü r m ü ş ’ ün de bu hususta emir vermesi ne rağmen bir sonuç elde edilemedi ve şehir teslim olmadı. Böylece bir sonuç ala mayacağını anlayan Ç a v l ı , Ç ö k ü r m ü ş ’ ü bir çukurda hapsetti. Zaten felçli ve 60 yaşında bulunan Ç ö k ü r m ü ş , bu çukurda öldü (1106/1107). Öte yandan
SELÇUKLU D E V LETLE R İ TARİH İ
179
Musul ’dakilerin yardım çağrısına iki taraftan cevap geldi. Türkiye Selçuklu sulta nı I. K ı l ı ç A r s l a n , bu haberi alınca, askerleriyle beraber harekete geçti. Ç a v l ı S a k a v u , onun harekete geçerek Nusaybin’e ulaştığını haber alınca, Musul önünden ayrıldı. Musul halkının çağrısına cevap verenlerden biri de A k s u n g u r P o r s u k î idi. O, Ç a v 1 1 ’ nrn ayrılmasından sonra Musul’a geldi. Ancak A k s u n g u r ’ a Musul’da kimse iltifat etmemiş, bu nedenle o, aynı gün geri dönmüştü. Sultan I. K ı l ı ç A r s l a n ise Nusaybin’e gelmiş ve askerlerini toplayıncaya ka dar orada beklemişti. Ç a v l ı , onun yaklaştığını öğrenince Sincar a gitti, 1 1 g a zi
ve Ç ö k ü r m ü ş ’ ün askerlerinden bir kısmı da ona katıldı; böylece
yanmdakilerin sayısı yaklaşık 4 bin atlı oldu. Bu sırada melik R ı d v a n ’ dan al dığı bir mektup üzerine Ç a v l ı , Haçlılarla savaşmak üzere Rahbe’ye yöneldi. Böy lece K ı l ı ç A r s l a n , Musul sorununda tek başına kalmıştı. Nitekim Musul halkı ve Ç ö k ü r m ü ş ’ ün askerleri, K ı l ı ç A r s l a n ’ a haber göndererek “ kendile rine bir zarar gelmeyeceğine dair ant içmesini” istediler. O da bu andı yerine ge tirmiş, karşılığında “ onlardan kendisine itaat edecekleri ve bağlı kalacakları hususunda” ant almıştı. I. K ı l ı ç A r s l a n , Nisan 1107’de Musul’a hâkim oldu. O, huzuruna çıkan Ç ö k ü r m ü ş ’ ün oğluna ve adamlarına hilatler verdi. Ayrıca Abbasî halifesinden sonra kendi adına hutbe okuttu. Kaleyi G u z o ğ 1 u ’ ndan ala rak yerine, başka birini atadı. Halka ağır gelen vergileri kaldırarak onların sevgi ve bağlılığını kazandı. Öte yandan emîr Ç a v l ı , Rahbe’ye ulaştıktan sonra şehri kuşattı. Bu sırada şehre Şeybânoğulların dan M u h a m m e d b i n e s - S e b b â k hâkimdi ve K ı l ı ç A r s l a n adına hutbe okutuyordu. Ç a v l ı , bu arada melik R ı d v a n ’ a haber göndererek keindisiyle birleşmeye çağırdı ve “ burayı teslim al dıktan sonra Haçlıları kovmak için kendisiyle gelebileceğini” bildirdi, iki taraf böylece anlaştıktan sonra R ı d v a n da Ç a v l ı ’ nin yanında gitti. Rahbe şiddetle kuşatıldı ve halk çok zor dürümda kaldı. Bu sırada kaledeki burçlardan birinde bulunan bir gurup, Ç a v 1 1 ’ ya haber gönderip “ kendilerini himaye ettiği takdir de ona yardım edeceklerini” bildirdiler. Ç a v l ı ’ nin olumlu sözü vermesi üzeri ne, burçtakiler, gece yarısı, Ç a v l ı ’ nin adamlarını iplerle yukarı çekmişlerdi. Böylece emîr Ç a v 1 1 , 19 Mayıs 1107’de Rahbe’ye hâkim oldu. Şehrin eski hâkimi M u h a m m e d b i n e s - S e b b â k da Ç a v l ı ’ ya itaat ederek onun saflarına ka tıldı. Öte yandan sultan I. K ı l ı ç A r s l a n , Musul işini çözümledikten sonra ken disi için en tehlikeli rakip olarak gördüğü Ç a v l ı üzerine yürüdü. O, 11 yaşındaki oğlu Ş a h i n ş a h (veya M e l i k ş a h ) ’ ı vekil olarak Musul’da görevlendirdi. I. K ı l ı ç A r s l a n ’ m yanında iyi teçhiz edilmiş 4 bin atlı vardı. Ancak onun as kerleri Ç a v l ı ’ nin gücünü öğrenince aralarında anlaşmazlığa düştüler. Sonun da K ı l ı ç A r s l a n ’ a muhalefet eden ilk şahıs, lnaloğullarmdan Diyarbakır hâkimi İ b r a h i m oldu ve Habur’dan ayrılarak ülkesine döndü; bazı emîrler de aynı şekilde davrandılar. Sultan K ı l ı ç A r s l a n , bu durumda vakit kazanma ğa çalışmış ve ülkesine haber göndererek yardım istemişti. O, bir kısım kuvvetle rini Haçlılarla savaşan Bizans imparatoru A l e k s i o s K o m n e n o s ’ a göndermişti. Yine de K 1 1 1 ç A r s l a n , Habur’a ulaştığı zaman askerlerinin sa
180
ALİ S E V İM -E R D O Ğ A N MERÇİL
yısı 5 bine yükselmişti. Emîr Ç a v l ı ’ nin yanında ise 4 bin kişi vardı; melik Rıdvan
da bir gurup askerle Ç a v l ı ’ mn yanında yer almıştı. Ç a v l ı ,
K ı l ı ç A r s l a n ’ m askerlerinin azlığını fırsat bilerek yardım gelmeden önce onunla
savaşa
başladı.
Kılıç Arslan,
Ç a v l ı ' nin
askerlerine
biz
zat saldırıya geçerek onların arasına girdi, hattâ Ç a v l ı ’ nin yanına kadar ilerleyerek ona da bir kılıç darbesi indirdi. Bu darbe. Ç a v l ı ’ nin zırhını parça ladı ise de vücuduna ulaşamadı. Ancak Ç a v l ı ’ nin askerleri, bu sırada, K ı l ı ç A r ş l a n ’ ın ordusunu yenilgiye uğrattılar (13 H aziran 1107). K ı l ı ç A r s I a n , askerlerinin mağlup olduğunu görünce, tutsak alındığı takdir de sultan M u h a m m e d T a p a r ile mücadeleye giren ve saltanat davasına kal kışan bir şahsın çarptırılacağı cezayı göreceğini anladı ve kurtulabilmek için atıyla beraber Habur nehrine girdi. Fakat kendisinin ve atının zırhlarının ağırlığı sebe biyle kurtulamayan sultan K ı l ı ç A r s l a n boğuldu; cesedi birkaç gün sonra Ha bur köylerinden Şemsaniyye’de bulunarak defnedildi, daha sonra Silvan’a götürülüp gömüldü. Ç a v 1 1 , bu galibiyetten sonra Musul’a yürüdü. O, Musul önün de göründüğü zaman çaresiz kalan halk şehrin kapılarını açtı. K ı l ı ç A r s l a n ’ m orada bulunan adamları da Ç a v 1 1 ’ ya karşı koyamadılar. Ç a v l ı , Musul ’u ele geçirince hutbeyi yeniden Büyük Selçuklu sultanı M u h a m m e d T a p a r adına okuttu. O, daha sonra Ç ö k ü r r a ü ş ’ ün oğlu H a b e ş î ve G u z o ğ l u ’ nun bu lunduğu Ceziret İbn Öm er’e giderek bir süre kuşattı. Bu durumda H a b e ş î ve G u z o ğ l u , anlaşmayı yeğleyerek Ç a v 1 1 5ya at ve giysilerin dışında 6 bin altın verdiler; Ç a v l ı da bu şehri onlara bırakarak yeniden Musul’a, döndü ve K ı l ı ç A r s l a n ’ ın oğlu Ş a h i n ş a h ’ ı sultan M u h a m m e d T a p a r ’ ın yanma gönderdi. Bu sıralarda Büyük Selçuklu ordusu, Batınîler'm yönetimindeki Şâhdiz kale sini kuşatmakta idi, içerdeki Batmîler yiyecek sıkıntısı çekmeğe başlamışlardı. İsfahan’da bulunan sultan M u h a m m e d T a p a r ’ m veziri S â d ü l m ü l k on lara yardım ediyordu. Batınî reisi A h m e d b i n A b d ü l m e l i k , vezire, “ Za hiremiz bitti, adamlar da savaştan yorulup usandılar, kaleyi teslim edeceğiz” diye bir adamını gönderdi. S â d ü l m ü l k , “ bir hafta sabrediniz ve kaleyi teslim et meyiniz, bu köpeği (sultanı kasdediyordu) devireyim” diye haber verdi. Sultan M u h a m m e d T a p a r , sonderecede hararetli bir mizaca sahipti, bu nedenle her ay kan aldırıyordu. S â d ü l m ü l k , sultanı öldürmesi için kan alan kaçamatçı (kan alıcı) ile anlaşmıştı. Ona bin altınla sultanın kanını alması için zehire batı rılmış bir neşter verdi. Vezirin bu gizli eylemini hacibi de biliyordu. Hacib bunu karısına söyleyince sonunda bu haber, Isfahan, şafiilerinin reisi olan S a d r e d d i n H o c e n d î ’ ye ulaştırıldı. S a d r e d d î n H o c e n d î , beklemeyi yersiz gö rüp, aynı gece saraya giderek sultana durumu anlattı. Ertesi gün, sultan, kendini hasta göstererek kan alıcıyı çağırdı. O, sultanın bazusunu bağlayıp neşteri çıka rınca, M u h a m m e d T a p a r , onun renginin fena olduğunu gördü. Sultan, ona sert bakarak “ doğru söylemesini” istedi. Kan alıcı, “ Ey Efendimiz, canımı bağışla” diyerek doğruyu söyledi. Sultan, aynı neşterle kan alıcının damarının delinmesi
SELÇUKLU D E V LETLE R İ TARİHİ
181
ni emretti. Bu emir yerine getirilince, kan alıcı hemen öldü. Sultanın, S â d ü 1m ü l k ’ ün batınî olduğundan şüphesi kalmamıştı. Ertesi gün sultan, veziri S â d ü 1 m ü 1 k ’ ii tutuklatarak mallarına elkoydurdu, sonra da Isfahan kapısın da astırdı. Ayrıca vezirle beraber onun ilerigelen adamlarından dört kişi daha asıldı (Mayıs/Haziran 1107). Sultan M u h a m m e d T a p a r , b u olaydan sonra vezir atayacağı şahıs hakkında çevresindekilerle danışmalarda bulundu. Sultana bir kaç kişiden söz edildi ise de o, N i z a m ü l m ü l k ’ ün oğullarını yeğlediğini söyle di, bu nedenle E b û N a s r A h m e d ’ i vezir atadı. S eyfü d d evle Sadaka ile m ü cad ele
Hille emîri S e y f ü d d e v l e S a d a k a , hâkimiyeti altındaki toprakları sü rekli olarak genişletmekteydi. Bu devrede İ s m a i l b i n A r s l a n c ı k d a Bas ra’da hüküm sürüyor, M u h a m m e d T a p a r - B e r k y a r u k arasındaki an laşmazlıktan yararlanarak kudret ve nüfuzunu artırıyor, sultanın hâzinesine ait mallara el koyuyordu. İ s m a i l , daha sonra S a d a k a ’ ya haber göndererek “ ken disine itaat ettiğini” bildirdi. M u h a m m e d T a p a r , Selçuklu tahtına geçince, Basra’ya bir emîr atamayı ve burayı İ s m a i l ’ den almayı düşündü ve bunu, S a d a k a ile görüştü ve sonunda Basra, S a d ak a ’ ya bırakıldı. Ancak M u h a m m e d T a p a r , yine de oraya “ saltanatla, ilgili işleri yürütecek” bir amîd atadı. Fakat İ s m a i l , bu amîd’i şehre sokmayarak görev yapmasına izin vermedi, üs telik ona çok kötü davrandı. Sultan M u h a m m e d T a p a r , bu durumda S a d a k a ’ ya “ İ s m a i l ’ in üzerine yürümesini ve Basra’yı ondan almasını” istedi, S a d a k a d a derhal harekete geçti. Ancak M e n g ü b a r s isyanı S a d a k a ’ nin gecikmesine sebep oldu. İ s m a i 1 ’ in daha sonra düşmanlığını açığa vurduğunu görünce S a d a k a , Basra üzerine yürüyerek bu şehri kuşattı. Sonunda İ s m a i l , S a d a k a ’ dan aile bireyleri ve malları için aman aldı. S a d a k a , şehir hal kına da aman verdikten sonra 16 gün kaldığı Basra’da dedesinin memlükü A l t u n t a ş ’ ı nâib olarak görevlendirip Hille’ye döndü (10 Şubat 1106). Sultan M u h a m m e d T a p a r tahta geçtiği zaman Tekrit’i Bağdat şıhnesi A k s u n g u r P o r s u k î ’ ye ıkta etmişti. Tekrit, bu sırada vali K e y k u b a d b i n il e z â r e s b ’ in yönetiminde bulunuyordu. A k s u n g u r , Tekrit’i yedi aydan fazla kuşattı, K e y k u b a d ise zor durumda kaldı ve S a d a k a ’ ya haber göndererek “ Tekrit’i teslim etmek istediğini” bildirdi. S a d a k a , bu fırsatı kaçırmamış ve Tekrit’e giderek şehri teslim almıştı (Ekim 1106). Bunun üzerine A k s u n g u r , şehri ele geçiremeden geri dönmek zorunda kaldı. M u h a m m e d T a p a r , ken disine tâbi olan ve hiç bir savaşta yalnız bırakmayan S a d a k a ’ nin ıktalarmı da artırmıştı. Bu ıktalar arasında Vasıt şehri de vardı. Her ikisinin arasının açılma sına amîd E b û C a f e r M u h a m m e d sebep oldu. Nitekim Ebû C a f e r , sulta na, “ S a d a k a ’ nin durumu güçlendi, hali vakti daha da iyileşti, şımarıklık ve küstahlığı arttı, sultandan kaçıp kendine sığınanları himaye etmekle de devlet iş lerine müdahale eder duruma geldi. Adamlarından birini gönderirsen onun şe hirlerini ve mallarını muhakkak ele geçiririz” dedi. O, ayrıca bu hususta daha
182
ALİ S E V İM -E R D O Ğ A N M ERÇİL
da ileri giderek hem S a d a k a ’ nin, hem de Hille halkının Batınî mezhebine men sup olduklarını iddia ederek ortalığı kızıştırıyordu. Ancak amîd E b û C a f e r ’ in söylediklerinden bazıları doğru idi. Nitekim sultandan, halifeden veya bir başkasından korkan, ya da kaçan herkes, S a d a k a ’ ya sığınıyordu. M u h a m m e d T a p a r , Ave ve Sâve hakimi E b û D u l e f S ü r h â b ’ a kızmış, o da sul tandan kaçarak S a d a k a ’ ya sığınmıştı. M u h a m m e d Ta p a r , ona haber gön dererek “ E b û D u l e f S i i r h â b ’ ı nâiblerine teslim etmesini” istedi, fakat S a d a k a , bunu kabul etmemiş, “ Ben, onu teslim etmek şöyle dursun, aksine hi maye ediyorum.” diyerek bu uğurda savaşmayı bile göze alacağını belirtmişti. Böy lece S a d a k a ,
tâbi olduğu Selçuklu devletine isyan durumuna gelmişti.
M u h a m m e d T a p a r , bu konuyu çözümlemek için Irak ’a hareket etti. Ote yan dan S a d a k a , sultanın harekete geçtiğini haber aldığı zaman, bu konuda nasıl davranacakları hususunda çocukları ve yakın adamları ile fikir alışverişinde bu lundu. Bunlardan oğlu D ü b e y s , en gerçekçi fikirleri ileri sürmüş ve “ kendisi ni, para, at ve çeşitli hediyeler ile af dilemek için sultana göndermesini” , buna karşılık ordu kumandanı S a î d b i n H u m e y d , “ asker toplayıp sultanla savaş mayı ve askerlere bu amaçla para dağıtılmasını” önermişlerdi. S a d a k a ise ku mandanının önerisini kabul ederek 20 bin atlı ve 30 bin yaya asker topladı. Bu durumu öğrenen halife M u s t a z h i r B i l l a h , S a d a k a ’ ya haber göndererek “ Sultana itaatsizlik etmemesini” istedi ve kendisine “ bu sorunu çözümlemek için aracılık yapmayı” önerdi. Böylece halifenin bu anlaşmazlıkta faal bir rol oynaya rak yeni bir sorunun ortaya çıkmasını önlemek istediği anlaşılıyor. Ancak S a d a k a , halifeye verdiği cevapta, “ Ben sultana itaat ediyorum, fakat kendime bir zarar gelmeyeceğinden emin olmadığım için onunla buluşup görüşmekten korkuyorum” diyerek sultandan çekindiğini ortaya koymuştu. Daha sonra M u h a m m e d T a p a r , kadı E b û S a î d ’ i S a d a k a ’ ya gönderip, gönlünü alarak korkusunu gi derdi. Ayrıca “ Haçlılara karşı sefere çıkmak niyetinde olduğunu, kendisiyle beraber cihada çıkmak için hazırlanmasını” emretti. Ancak S a d a k a , yine de sultanın kendisi hakkında iyi niyet beslediğine inanmamıştı. Onu, bu duruma ge tirenlerden biri de “ Artık sultanla barış umudumuz kalmadı” diyen ordu kuman danı S a î d b i n H u m e y d idi. Bunun üzerine S a d a k a sultanla anlaşmaktan vazgeçti. Sultan M u h a m m e d T a p a r , 8 Aralık 1107 günü beraberinde veziri A h m e d b i n N i z a m ü l m ü l k ve sayısı 2 bini bulmayan bir atlı kuvvetiyle Bağ dat’a gelmişti. O, burada S a d a k a ’ nin açıkça kendisine cephe aldığını kesin olarak öğrenince Selçuklu emirlerine haberler gönderip, “ süratle yanına gelmelerini” istedi. Çok geçmeden her taraftan sultanın yanına askerler gelmeye başladı. Öte yandan halife, yine arabuluculuk yapmaya çalışıyordu. Fakat S a d a k a , bazan barışa “ evet” diyor, bazan da fikrini değiştiriyordu, hatta “ Ç a v l ı S a k a v u ile A r t u k o ğ l u I l g a z i ’ nin sultanla yapacağı savaşta kendisine itaat edeceklerini” ileri sürüyordu. M u h a m m e d T a p a r , Aralık/Ocak 1107/1108’de emîr M u h a m m e d b i n B o ğ a e t - T ü r k m a n î ’ yi Vasıt’a göndererek S a d a k a ’ nin oradaki nâibini şehirden çıkarttı. Buna karşılık S a d a k a da yeğeni S â b î t b i n S u l t a n ’ ı bir miktar kuvvetle emîr M u h a m m e d ’ in üzerine gönderdi. Emîr M u -
SELÇUKLU D E V LETLE R İ TARİH İ
183
h a m m e d ile S â b i t arasındaki savaşı, Selçuklu kuvvetleri kazanarak Vasıt’ta duruma hâkim olmuştu. Sultan M u h a m m e d T a p a r , Vasıt’ı A k s u n g u r P o r s u k î ’ ye ıkta etti (Ocak 1108). Sultan, 18 Ocak günü Bağdat’tan Zâfarâniyye’ye gitti. Halife ise vezirini sultana göndererek “ acele etmemesini ve beklemesini” istedi. Bu öneriyi İsfahan kadısı da yapmış ve sultandan, “ halifenin emrine uymasını” istemişti. M u h a m m e d T a p a r da onların önerisine uyarak bekle di. Halifenin S a d a k a ’ ya gönderdiği elçiler ona, “ sultana itaat etmesini ve mu halefetten çekinmesini” bildirdiler. S a d a k a , özür diledi ve “ Ben hiç bir zaman itaatsizlik etmedim, hâkim olduğum yerlerde onun adına okunan hutbeye de son vermedim” dedi, sonra da oğlu D ü b e y s ’ in onlarla beraber sultana gitmek üze re hazırlanmasını istedi. Elçiler, bu sorunu S a d a k a ile görüşürken olaylar, baş ka yönde gelişmiş ve barışı tehlikeye düşürmüştü. Bu sırada sultanın askerleri, elçilerin barışı sağlayacağına inandıklarını görünce, barış sağlanmadan önce yağ ma için harekete geçtiler; S a d a k a ’ nin adamları da gelip onlarla savaşa girişti ler. Bu çatışma sırasında Selçuklu askerleri, bozguna uğradı ve çok sayıda kayıp verdiler. Askerler, kaybettikleri mallar ve atlar hakkında sultan M u h a m m e d T a p a r ’ a bilgi vermekten çekindiler, çünkü bunu, onun emri olmadan yap mışlardı. Ote yandan elde ettikleri galibiyetten sonra Araplar, gururlanıp böbürlenmeye ve büyüklük taslamaya başladılar. Halife M u s t a z h i r B i l l a h ise barışı sağlama çabalarından vazgeçmeyerek bu konuda S a d a k a ’ ya tekrar mektup gönderdi. Ancak S a d a k a , barış için bazı şartlar öne sürüyor, “ Sultan, benim elimdeki yerlere ve himaye ettiklerime karışmaz, S ü r h â b b i n K e y h ü s r e v ’ i Save’deki ıktaına iade eder, M u h a m m e d b i n B o ğ a yağmaladığı mal ları geri verir, sultan da aramızdaki anlaşmaya bağlı kalacağı hususunda halifenin vezirine ant içirirse ancak o zaman sultana hizmet eder ve huzuruna giderim” dedi ve bu konuda ısrar etti. Böylece iki taraf arasında barış ümidi kalmadı. Sul tan M u h a m m e d T a p a r , S a d a k a ile anlaşmazlığı çözecek bir durum olma dığını görünce 22 Şubat 1108’de Zâferâniyye’den ona karşı harekete geçti; S a d a k a da askerleriyle aynı şeyi yapmıştı ki, bu sırada yeğeni S â b i t , onu terkederek sultan M u h a m m e d T a p a r ’ a sığındı. Bunun yanısıra M u h a m m e d T a p a r ’ ın yanında M e v d u d , Porsukoğulları, Kâkûye ailesinden A l â ü d d e v l e E b û K â l i c a r ve A k s u n g u r P o r s u k î
gibi emîrler bulunuyordu.
Selçuklu askerleri, Dicle’yi geçtiler, iki ordu arasında sadece nehir vardı. Savaş, 5 Mart günü başladı ve Selçuklu askerleri, S a d a k a ’ nin ordusunu ok yağmuru na tuttular. Her defasında binlerce ok atılıyor, hemen her ok, bir atlıya veya ata isabet ediyordu. S a d a k a ’ nin adamları, ok yağmuru ve aradaki nehir yüzün den bir türlü başarılı olamadılar, sonunda S a d a k a , saldırıya geçti ise de sırtına isabet eden bir okla yaralandı, daha sonra de e m î r B o z k u ş , onu yere düşüre rek öldürdü. B o z k u ş , onun başını A k s u n g u r P o r s u k î ’ ye, o da sultana götürdü. Bu savaşta S a d a k a ’ nin kuvvetlerinden 3 binden fazla atlı öldürüldü. Selçuklu askerlerince tutsak almanlar arasında, S a d a k a ’ nm oğlu D ü b e y s , bu savaşa sebep olanlardan S ü r h â b b i n K e y h ü s r e v v e ordu kumandanı S a -
184
ALİ S E V İM -E R D O Ğ A N MERÇİL
î d b i n H u m e y d d e vardı. Sultan M u h a m m e d T a p a r , daha sonra Bağ dat’a döndü ve S a d a k a ’ nin Batîha’da bulunan eşine aman-nâme göndererek ■“ huzuruna gelmesini” emretti. Ayrıca D ü b e y s ’ i de onun hatırı için serbest bı raktı. S a d a k a ’ nin eşi Bağdat’a geldiği zaman sultan, onu huzuruna çağırıp ko casının öldürülmesinden dolayı özür diledi. Öte yandan D ü b e y s 1den de “ karışıklık çıkarmayacağı ve sadık kalacağı hususunda” ant aldı. M u h a m m e d T a p a r , 20 Mayıs 1108 tarihinde İsfahan’a gitmek üzere Bağdat’tan ayrıldı.
Em îr Çavlı ile m ücad ele
Emîr Ç a v l ı , kazandığı başarılar nedeniyle çevresinde çok sayıda asker top lanmıştı; ayrıca M u h a m m e d T a p a r , ele geçireceği bütün şehirlerin yöneti mini ona bırakmıştı. Bu sebeple Ç a v l ı , birçok şehir ele geçirdi ve pek çok mala sahip oldu. Ancak zengin olmasına rağmen Selçuklu hâzinesine hiç bir şey gön dermiyordu. M u h a m m e d T a p a r , S a d a k a ’ nin üzerine yürümek amacıy la Bağdat’a geldiği zaman, Ç a v l ı ’ ya haber göndererek “ askerleriyle beraber kendisine gelmesini” istemişti; fakat Ç a v l ı , bu çağrıya uymamış “ geleceğini söyleyerek” sultanı oyalamıştı. O, bununla da yetinmeyerek S a d a k a ’ yı, sulta na karşı muhalefet ve isyana tahrik etmişti. M u h a m m e d T a p a r , S a d a k a sorununu çözümledikten sonra, Porsukoğulları na bağlı emirler ile S ö k m e n e 1 K u t b î , M e v d u d , A k s u n g u r P o r s u k î gibi bazı emirlere “ Musul'a ve Ç a v l ı ’ nin elindeki öteki şehirler üzerine sefere çıkmalarını ve buraları ondan geri almalarını” emretti. Adıgeçen emirler de Musul’a doğru hareket ettiler. Öte yandan Ç a v l ı , şehrin surlarını yükseltip sağlamlaştırmış, savunma için gerekli yiyecek, silah ve teçhizatı hazırlatmıştı; ihanete uğramamak için de şehrin ilerigelenlerini tutuklatmış, 20 binden fazla milis kuvvetini şehirden dışarı çıkarmış tı. Emîr Ç a v l ı , şehrin surları arkasında kalmayı kendisi için tehlikeli görerek Musul’dan çıktı ve çevredeki köyleri yağmalamaya başladı. Bununla beraber o, P o r s u k ’ un kızı olan karısını şehirde bırakmıştı; ayrıca kalede 1500 Türk atlısı dışında, bazı atlı ve yaya birlikler de görevlendirilmişti. M u h a m m e d T a p a r ’ a bağlı kuvvetler ise Nisan/Mayıs 1108’de Musul önlerine gelerek karargâh kurdu. Ç a v l ı ’ nin karısı, Selçuklu askerlerinin gelmesiyle şehirde çok sıkı önlem aldı. Halk bu davranışı ve baskıları sebebiyle ondan hoşlanmıyordu. Şehirdeki asker ler de bir ihanete uğramamak için halktan hiç kimsenin surlara yaklaşmasına izin vermiyordu. Ancak, çok geçmeden, bu baskı ve sıkıntılar şehirdeki kireççi reisi S a d î ’ nin komutasında harekete geçmelerine sebep oldu. Onlar, Cuma namazı sırasında herkes camiide iken burçlardan birini ele geçirdiler ve ardından başka bir burca da hâkim oldular. Bu durumu öğrenen M u h a m m e d T a p a r ’ ın as kerleri hemen saldırıya geçti ve onların bulunduğu yerden içeri girip şehri ele geçirdiler. Emîr M e v d u d , münadiler vasıtasıyla “ herkese aman verildiğini, hiç kimsenin canına dokunulmayacağını ve halkın evlerine dönmesini” duyurdu. Bu sırada Ç a v l ı ’ nin karısı ise kaleye çekilerek bir hafta daha direndi, daha sonra M e v d u d ’ a ulak göndererek, “ kaleden ayrılması için izin, ayrıca hayatının ga
SELÇUKLU D E V L E T L E R İ TARİH İ
185
ranti edilmesi hususunda da ant içmesini” istedi. Emîr M e v d u d , onun bu ar zusunu yerine getirdi. Ç a v l ı ’ nin karısı, kardeşi P o r s u k o ğ l u P o r s u k ’ un yanına gitmek üzere, beraberinde para ve eşyaları olduğu halde, kaleden ayrıldı. Böylece emîr M e v d u d , Musul ve ona bağlı yerlere hâkim oldu (Eylül/Ekim 1108). Emîr Ç a v l ı , Musul ’dan ayrıldığı zaman yanma daha önce Harran savaşında Selçuklularca tutsak alman Urfa kontu B a u d o u i n d u B o u r g ’ uda almıştı. O, önce Artuklu 1 1 g a z i ’ ye ait olan Nusaybin’e yönelmiş ve 1 1 g a z i ’ ye haber göndererek sultan M u h a m m e d T a p a r ’ a karşı birleşmeye çağırmıştı. I l g a z i , ona katılmadığı gibi, şehri Ç a v 1 1 ’ ya karşı savunmak üzere oğluna bıraka rak Nusaybin’den Mardin’e hareket etmişti. Ç a v l ı , bu durumda Nusaybin’e gitmekten vazgeçmiş ve gizlice Mardin’de 1 1 g a z i ’ ye yetişmişti. I l g a z i , Ç a v l ı ’ yı karşısında görünce ona hizmet etmeye başladı. Daha sonra ikisi birlikte ha rekete geçtiler ve Sincar’a giderek bir süre orayı kuşattılar. Ancak şehrin hâkimi, onlarla barışı ve anlaşmayı kabul etmedi. Bunun üzerine onlar, kuşatmayı kaldı rarak Rahbe’ye yöneldiler. I l g a z i , Ç a v l ı ’ ya yardım edecekmiş gibi görünü yor, ancak muhtemelen kendini güvence altında hissetmiyor ve hislerini belli et meyerek kaçmak için fırsat kolluyordu; nitekim o, bir gece, gizlice Nusaybin’e kaçtı. Bunun üzerine Ç a v l ı , Rahbe’ye gitti ve Mâkisin’e ulaştığında beraberinde gö türdüğü Urfa Haçlı kontu B a u d o u i n ’ i “ kurtuluş akçası ödemesi, ülkesinde hapiste bulunan Müslümanları serbest bırakması ve yardım istediğinde bizzat ken disinin askerî ve malî yardımda bulunması” şartlarıyla salıverdi. Neticede B a u d o u i n , Tellbaşir hâkimi J o s c e l i n ’in de maddî yardımıyla serbest kaldı ve daha sonra da Antakya’ya gitti. B a u d o u i n ’ in, serbest kaldıktan sonra antlaş ma şartlarına riayet ederek zaman zaman Müslüman esirleri serbest bıraktığını görüyoruz. O, önce Haleb köylülerinden 160 Müslüman tutsağı salıverdi. Antak ya prinkepsi T a n k r e d d e Urfa’nm yönetimini tekrar B a u d o u i n ’ e verdi. B a u d o u i n de Ç a v l ı ’ nin adamlarına vaad ettiği parayı ve tutsakları teslim etmek amacıyla Fırat nehrini geçti, yolda Harran ve öteki şehirlere mensup çok sayıda tutsağı serbest bıraktı. Ç a v 1 1 ise daha sonra Rahbe’ye gitti. S e y f ü d d e v l e S a d a k a ’ nııı iki oğlu B e d r a n ile E b û K â m i l M a n s u r , bu sırada onun ya nma geldiler ve Ç a v 1 1 ile birbirlerini destekleyip yardımlaşmak üzere anlaştılar. Buna göre, Ç a v l ı , onlarla beraber Hille’ye gitme, ayrıca B e k t a ş b i n T e ki ş ’ i de başlarına geçirme hususunda anlaştılar; böylece B e k t a ş da onların yanma geldi. Onların anlaşmasında Rahbe hâkimi I s p e h b u d S a b a v e etkili olmuştur; o, ayrıca Ç a v 1 1 ’ yi Suriye’ye yönelmeye de teşvik ediyordu. Çünkü Su riye’deki şehirlerde asker yoktu, ayrıca birçok yerler de Haçlı istilâsı altında idi. S a b a v e , Ç a v l ı ’ ya “ Irak’a gidecek olursa sultanın oraya yakın bir yerde ola cağından onun tehlikesinden emin olamayacağını” söyledi. Ç a v l ı da onun bu sözünü kabul ederek Rahbe’den ayrıldı. Öte yandan R ı d v a n , Haleb’den Sıffin’e giderken yolda Urfa kontu B a u d o u i n ’ in emîr Ç a v 1 1 ’ ya gönderdiği fidyeyi götürmekte olan Haçlı askerleriyle karşılaştı. O, bu parayı aldığı gibi Haçlılar dan bir kaçını tutsak alarak Rakka’ya geldi. Buradaki Numeyroğulları kabilesi
186
ALİ SEVİM—ERDOĞAN MERÇİL
mensupları para vererek onunla anlaştı. R ı d v a n , oradan ayrılarak Haleb’e dön dü. Bunun üzerine S a l i m b i n M a l i k de Ç a v l ı ’ dan yardım istedi ve “ Raleka’yı ele geçirmesini” bildirdi. Emîr Ç a v 1 1 , bu isteği yerine getirerek Rakka’yı 70 gün kuşattı. Numeyroğulları bu kuşatmadan kurtulabilmek için ona at ve para vermeyi önerdi, bunun üzerine Ç a v 1 1 da kuşatmadan vazgeçti. Sultan M u h a m m e d Ta p a r ise bu olaylara rağmen Ç a v l ı ile aralarını düzeltmek istiyordu. Nitekim bu amaçla emîr H ü s e y i n ’ i (atabek K u t l u t e k i n ’ i n o ğ l u ) Fa h r ü l m ü l k b i n A m m a r ile Ç a v l ı ’ mn yanına gönderdi. Emîr H ü s e y i n , bu görev için Ç a v l ı ’ nin yanına geldi ve sultan adına onun gönlünü aldı, “ elindeki şehirleri teslim ve sultana itaat ettiği takdirde kendisine ödül verileceği” husu sunda garanti verdi. Bunun üzerine Ç a v l ı , “ Ben, sultanın kölesiyim ve ona itaatkârım” dedi. Emîr H ü s e y i n , onun yanından ayrıldı ve sultanın huzuruna dönerek Ç a v l ı hakkında güzel sözler söyledi; Ç a v l ı ise bu sırada melik R ı d v a n ’ m hâkimiyetindeki Bâlis’e hareket etti ve 22 Eylül 1108’de bu şehre ulaştı. Ç a v l ı , belki de R i d v a n ’ ın el koyduğu paraların öcünü almak istiyordu. Bâlis halkı savunmaya çekilmiş, melik R ı d v a n ’ ın oradaki adamları da kaçmıştı. Ç a v 1 1 , burayı 5 gün kuşattı ve burçlarindan birini delerek şehri zabtettikten sonra yağmalayarak pek çok mal ve para elegeçirdi. Melik R ı d v a n , bu olaydan sonra Antakya hâkimi T a n k r e d ’ e bir mektup yazarak “ Ç a v l ı ’ nin Haleb’i ele ge çirmek niyetinde olduğunu ve eğer bu gerçekleşirse Haçlıların artık Suriye’de tutunamayacaklarını” bildirerek yardım istedi. Buna karşılık Ç a v 1 1 da Urfa kontu B a u d o u i n ’ i yardıma çağırdı. Öte yandan Musul’un M e v d u d ’ un eline geçti ğini haber alan Ç a v l ı ’ nin askerlerinin bir çoğu da onu terketmişti. Nihayet Tellbeşir civarında Ç a v l ı - B a u d o u i n ittifakı i l e R ı d v a n - T a n k r e d kuvvetleri karşılaştı (Ekim/Kasım 1108). Bu savaşta yenilgiye uğrayan Ç a v l ı , Rahbe’ye ha reket etti. Ancak emîr M e v d u d ve askerlerinin etrafta dolaşmaları üzerine Ç a v 1 1 , Elcezire ve Suriye’de kalamayacağını, kendini savunacak ve başvuracak bir yer bulamayacağını anladı. Bu nedenle onun için sultan M u h a m m e d T a p a r ’ a itaatten başka bir çare kalmamıştı. 0 , bu konuda emîr H ü s e y i n ’ e güvenmekte idi; bu düşüncelerle oradan ayrılıp, korku ve endişe içinde yola çıktı, yolculuk boyunca kendini gizlemiş ve kimseye bir şey söylememişti. Nihayet, sultanın Isfa han yakınındaki ordugâhına gitti. Ç a v l ı , burada önce emîr H ü s e y i n ile gö rüştü, o da onu sultanın huzuruna götürdü. Emîr Ç a v l ı , elinde kefeniyle sultanın huzuruna girerek aman diledi, sultan da ona aman verdi. Öteki emirler gelip Ç a v 1 1 ’ yı kutladılar. Sultan, ondan melik B e k t a ş b i n T e k i ş ’ in kendisine tesli mini istemiş, bu istek Ç a v l ı tarafından yerine getirilmişti. Sultan d a B e k t a ş ’ ı İsfahan’da tutuklattı.
Çavlı’ m n yen id en Fars valiliğine atanması
Sultan M u h a m m e d T a p a r , daha sonra emîr Ç a v 1 1 ’ yı iki yaşındaki oğ lu şehzade Ç a ğ r ı ’ ya atabek yaparak Fars valiliğine atayıp “ bu bölge işlerinin düzeltilmesini ve karışıklık çıkaranların temizlenmesini” emretti (1108/1109). Ata
SELÇUKLU DEVLETLE R İ TARİHİ
187
bek Ç a v l ı , yanında şehzade Ç a ğ r ı olduğu halde, İsfahan’dan bir ordu ile ha rekete geçti, yolda küçük şehzadeye devamlı olarak Farsça “ yakalayınız” demesini öğretmişti. Fars’a geldikleri zaman, Ç a v l ı , ilk icraatını, belki de kendisine ra kip olur düşüncesiyle, emîr B u l d a c ı ’ ya karşı yaptı. Emîr B u 1 d a c ı , bazı şe hirlere ve Fars’ın müstahkem kalelerinden Istahr’a hâkimdi. Ç a v l ı , ona şehzade Ç a ğ r ı ’ mn huzuruna gelmesi için haber yolladı. Emîr B u l d a c ı , Ç a ğ r ı ’ nin yanına girdiği zaman, küçük şehzade önceden öğrendiği şekilde “ onu yakalayın” dedi. B u l d a c ı yakalanarak öldürülmüş, malları da yağmalanmıştı. Emîr B u 1 d a c i , Istahr kalesinin korunmasına veziri C e h r e m î ’ yi bırakmıştı. Fakat C e h r e m i , ona isyan etmiş, emîr B u l d a c ı ’ nin ailesini ve mallarından bir kısmını kaleden çıkarmış idi. Emîr Ç a v l ı , bu bölgeye gelinceye kadar kale, C e h r e m î ’ nin elinde kaldı. Sonra Emîr Ç a v l ı , Istahr kalesini ondan aldı ve mallarını ora ya yerleştirdi. Öte yandan Fars bölgesinde Şebankârelere mensup kalabalık bir gurup bulunmakta ve devamlı olarak yağma akınları ile halkı rahatsız etmekte idiler. Bunların reisi H u s r e v H a ş a n b i n M ü b a r i z , Fesa ve çevresine hâ kim idi. Emîr Ç a v l ı , şehzade Ç a ğ r ı ’ nm huzuruna gelmesi için ona da haber göndermişti. H a ş a n b i n M ü b a r i z , ona “ sultana bağlı olduğunu, fakat emîr B u l d a c ı ’ ya yapılan hareket sebebiyle huzura gelemeyeceğini” bildirdi. Ata bek Ç a v 1 1 , bu cevabı öğrendiği zaman, Fars’da onunla birlikte oturmasının im kansız olduğunu, halk arasında yaydı, sonra da sultanın yanına dönüyormuş hissini vererek ağırlıklarını hayvanlara yükledi ve İsfahan’a doğru hareket etti. O, daha sonra yaptığı bir baskınla H a s a n ’ ı mağlup ederek onun mallarını ve ağırlıkla rını yağmaladı. H a ş a n , iki dağ arasındaki müstahkem Ig(Ic) kalesine sığındı. Emîr Ç a v l ı , Fesa şehrini ele geçirdi, aralarında C e h r e m î ’ nin de bulunduğu Fars şehirlerini yağmaladı, sonra Ig kalesini kuşattı. Ancak o, kalenin sağlam ve hazırlıklı olduğunu ve uzun bir kuşatmaya dayanabileceğini düşünerek H a ş a n ile barış yapıp Şiraz’a döndü. Emîr Ç a v l ı ’ nin ikinci seferi Karzuvî Şebankârelerine karşı olmuştur, Karzuvîler, Kazerun civarına, Nevbencan ve Şâpur şehirlerine devamlı yağma akınlarında bulunmakta ve bu bölgeyi tahrip etmekte idiler. Reisleri E b û S a ’ d b i n M u h a m m e d idi. Emîr Ç a v l ı , bir süre Şiraz’da kaldıktan sonra, onun elinde bulunan Kazerun üzerine yürüdü ve şehri ele geçirdi, E b û S a ’ d ’ ı d a çekilmiş olduğu bir kalede kuşattı, sonunda da E b û S a ’ d ’ ı ele geçirerek öl dürttü. Bu suretle Karzuvî Şebankârelerini de itaat altına alan Ç a v l ı , Fars böl gesinde sükûneti sağlamak hususunda önemli bir başarı kazanmış oluyordu. Şebânkâre kollarından birisi de Şekânîlerdır. Bunlar, Fars’ın sahil bölgesin deki dağlarda oturmakta ve yol kesmekte idiler. Atabek Ç a v l ı , onları da itaat altına aldı ve reislerini öldürdü. O, bir süre sonra Dârâbcird (Dârâb) üzerine yü rüdü. Oranın hâkimi Şebankâreden İ b r a h i m b i n M â m â idi. Ç a v l ı ’ nin ha rekete geçtiğini haber alan İ b r a h i m , evlenme yolu ile akraba olduğu Kirman meliki A r s l a n ş a h b i n K i r m a n ş a h ’ ın yanma kaçtı. Ç a v l ı , onun kaçma sından sonra hileyle Dârâbcird şehrine hâkim oldu. Kurtulabilen Şebânkâre emir leri de Kirman’a kaçtılar. Ç a v l ı daha sonra Şiraz’a döndü (1112-1113).
188
ALİ S E V İM -E R D O Ğ A N MERÇİL
Atabek Ç a v l ı , melik A r s 1 a n ş a h ’ ın yanma kaçan Şebaııkâre emirlerini geri almak için Kirman üzerine bir sefer düzenledi ve bu sırada Kirman ve Fars sınırındaki Furg kalesini kuşattı. Melik A r s l a r i ş a h , ani bir baskınla Ç a v l ı ’ yı mağlup etti (Bk. Kirman Selçukluları). Ç a v 1 1 bu yenilginin öcünü almak için Kirman a ikinci bir sefer yapmağı düşündüğü sırada 9 yaşında olan şehzade Ç a ğ r ı öldü (Nisan/Mayıs 1116). Melik A r s l a n ş a h d a Bağdat'ta bulunan sultan M u h a m m e d T a p a r ’ a elçi gönderdi ve “ Ç a v l ı ’ nin Kirman üzerine yapacağı seferin engellenmesini” istedi. Sultan M u h a m m e d , onun bu isteğini kabul et mekle beraber “ Ç a v l ı ’ nin bu hususta kesinlikle rızasının alınmasını ve Furg kalesinin ona tesliminin gerektiğini” ona bildirdi. Ancak bu olaydan sonra ata bek Ç a v l ı öldü (Takr. 1116). Sultan M u h a m m e d T a p a r onun ölümünü ha ber aldığı zaman, melik A r s l a n ş a h ’ m Fars’ı ele geçirmesinden korkarak Bağdat’tan İsfahan’a döndü.
B atınîlerle m ü cad ele
Batınîler, faaliyetlerini sultan M u h a m m e d T a p a r devrinde de devam et tirdiler. Nitekim 1005 yılı içinde, Beyhak yöresinde Turaysit kasabasında bulu nan Batınîler, çevrede pek çok kişiyi öldürüp, mallarını yağma ettiler ve kadınlarını tutsak aldılar. Bu yıl Maveraünnehr, Horasan, Hindistan ve öteki ülkelerden ge lip Huvarı R ey’de toplanan hacı adayları da Batınîlerin hücumuna uğradılar. Batınîler, bu hacı adaylarmı kılıçtan geçirerek mallarını yağmaladılar. Onlar, şâfiîlerin ilerigelen reislerinden E b û C a f e r ’ i de Rey şehrinde halka vaaz verip, kürsü den indikten sonra öldürdüler. Daha sonra Hanefî mezhebine mensup olan kadı E b û l - A l i S a i d 1105/1106 tarihinde Isfahan camiinde öldürüldü. N i z a m ii I m ü 1 k ’ ün en büyük oğlu F a h r ü l m ü l k de melik S e n c e r ’ e vezir olmuştu. Bir gün zavallı görünümlü bir şahıs, “ Müslümanlık gitmiş, zulme engel olacak ve mazlumun elinden tutacak kimse kalmamış” diye bağırıyordu. F a h r ü l m ü l k , bu şahsa acıyarak yanma çağırdı ve “ bağırmasının sebebini” sordu. Bu adam, F a h r ü l m ü l k ’ e bir pusula uzattı. Fa h r ü 1 m ü 1 k bu pusulayı incelerken o, veziri hançerleyerek öldürdü (11 Eylül 1106). Yakalanan batmî S e n c e r ’ in hu zuruna götürüldü. Melik S e n c e r , onu sorguya çekip bildiklerini itiraf etmeye zorladı, ancak batınî, suçu yalan yere S e n c e r ’ in adamlarının üzerine attı. Baitufniıı isimlerini söylediği suçsuz insanlar öldürüldü; halbuki onlar, bir yalana kurban gitmişlerdi. S e n c e r , daha sonra kardeşi M u h a m m e d T a p a r ’ a gön derdiği mektupta “ Bunlar ne sana, ne de bana acırlar, bunları yeryüzünde te mizlemek gerekir” demişti. Sultan M u h a m m e d T a p a r , b u olaylardan sonra, S e n c e r ’ in de uyarısıyla, Batınîlere karşı harekete geçip onlarla savaşmayı, Müs lümanları onların zulüm ve zorbalıklarından kurtarmayı, kendisine bir görev saydı. O, bu işe Batmîlerin elinde ( A h m e d b i n A b d ü 1 m e 1 i k ’ in yönetiminde) bu lunan Şâhdiz kalesinden başlamayı düşündü, Çünkü burası başkent İsfahan’a çok yakındı ve sultanın tahtı için de önemli bir tehlike oluşturuyordu. Ayrıca “ bu ka le, halkın gözünde bir diken, boğazında bir kemik gibi” idi. Bu nedenle M u h a m -
SELÇUKLU DEV LETLE R İ TARİHİ
189
m e d T a p a r , 26 Şubat 1107’de bu kale üzerine yürümeye karar verdi. Ancak bu karar, batınî taraftarı olan bazı askerlerin hoşuna gitmedi, onlar, “ sultan I. K ı l ı ç A r s l a n ’ m Bağdat’a kadar ilerleyerek buraya sahip olduğuna dair” asılsız haberler yaydılar, ayrıca “ Horasan’da da birtakım karışıklıkların ortaya çıktığını” söylediler. M u h a m m e d T a p a r , ihtiyatlı davranarak bu olayların doğruluk derecesini öğrenmek için biraz bekledi, daha sonra bu söylenenlerin asılsız oldu ğunu öğrenince aynı kararlılıkla Batmîlerle savaşmak için harekete geçti (2 Ni san 1107). Sultan, Şâhdiz kalesinin batı yönündeki dağa çıkarak burada ordugâh kurdu. Oradaki Batınîlerden öç almak isteyen Isfahan halkıyla köylülerden olu şan kalabalık bir gönüllü topluluğu da sultanın etrafında toplandılar; böylece Şâh diz kalesi kuşatıldı. Sultan, Batmîlerle savaşmak için emîrler arasında görev bölümü yaptı: buna göre, savaşı her gün bir emîr yönetecekti. Batmiler, şiddetli kuşatma karşısında zor durumda kaldılar, ayrıca onların yiyecekleri de azalmıştı. Bunun üzerine Batmîler, dinî konularda münakaşa ve münazara yapmak istediler, hattâ sultandan “ kendilerine fakihler göndermesini” isteyerek bazı din adamlarının isimlerini verdiler. Bunlar arasında Isfahan hanefîlerinin reisi ve şehrin kadısı E b u l - A l â S a î d b i n Y a h y a da vardı. Bu fakihler, kaleye çıkıp onlarla mü nazaraya giriştiler, ancak bu, bir fayda sağlamamış, çıktıkları gibi geri dönmüş lerdi. Çünkü Batmîlerin amacı zaman kazanmaktı. Batmîler, bu hileden bir sonuç elde edemeyince sultandan, “ Şâhdiz kalesine karşılık kendilerine Isfahan yakın larındaki Hanlincan kalesinin verilmesini” istediler. Selçuklu devleti ilerigelenleri, sultana “ Batmîlerin bu isteklerini kabul etmesini” önerdiler. Ancak Batmîlerin istekleri bitmiyor, zaman kazanmak için yeni yeni şartlar ileri sürü yorlar, sultan da bunları kabul ediyordu. Ote yandan sultanın veziri S â d ü l m ü l k ihanet içinde idi. O, Batmîlere he'r gün yiyecek ve öteki ihtiyaçlarını karşılıyor du. Selçuklu vezirinin bu ihaneti, anlaşılmış ve daha önce değinildiği gibi derhal öldürülmüştü. Batmîler, direnmeyi sürdürmek için bu kez, yiyecek satın alıp de polamaya başladılar. Daha sonra kendileriyle savaşmak için büyük çaba sarfeden bir Selçuklu emîrini öldürmek üzere, bazı adamlarım görevlendirdiler. Bunlar, emîre saldırıp yaraladılar, fakat emîr, onların elinden kurtuldu. Bu olaydan son ra sultan, ‘ ‘Hanlincan kalesinin de tahrip edilmesini” emretti, ayrıca Şâhdiz ku şatmasına da devam edildi. Nihayet Batmîler, “ bir gurubun Errecân’daki Nâzır kalesine, ikinci bir gurubun da Tabes kalesine gitmelerine izin verilmesini, gide cekleri yere ulaşana kadar da kendilerine muhafız verilmesini” şart koştular, sul tan, bu şartları da kabul etti. Batmîlerin bir kısmı, adıgeçen kalelere, bir kısmı tla Al amut kalesine gittiler. Sultan M u h a m m e d T a p a r , böylece Hanlincan
kalesini teslim alarak tahrip etti. I b n A t t â ş , adamlarının sağ-salim istedikleri yere ulaştığını haber almasına rağmen sözünde durmayarak elinde bulunan Sinn kalesini teslim etmedi. M u h a m m e d T a p a r , onun verdiği sözü tutmadığını gö rünce askerlerine hücum emri verdi. Bütün askerler ve kuşatmaya katılan halk, bu emir üzerine hücuma geçti (Haziran/Temmuz 1107). I b n A11 â ş ’ ın yanında savaşacak ve onu savunacak az sayıda adam kalmıştı. Bu sırada Batmîlerin ilerigelenlerinden biri, sultana sığınarak yol göstermeyi kabul etti. Halk ve Selçuklu
190
ALİ S E V İM -E R D O Ğ A N MERÇİL
askerleri, o tatminin gösterdiği yerden saldırıya geçerek, Batınîlerin çoğunu öl dürdüler ve kaleye hâkim oldular. I b n A t t â ş ise tutsak alındı ve bir deveye bin dirilip Isfahana götürüldü; sultanın emriyle şehrin her tarafında halka teşhir edil dikten sonra öldürüldü. I b n A t t â ş , bu kalede 12 yıl, halkın başına bela olmuştu. Sultanın Batınîlerin elinde bulunan Şâhdiz ve Hanlincan kalelerini ele geçirmesi, Islâm dünyasında büyük bir sevinç yarattı. Bütün bunlara rağmen Batınîler faaliyetlerini sürdürdüler. Onlar, önce kendileri aleyhinde pek çok faali yet gösteren Isfahan kadısı U b e y d u l l a h b i n A l i ’ yi Hemedan’da öldürdüler (Eylül/Ekim 1108). U b e y d u l l a h , zırh giymesine rağmen Batmîlerden kurtu lamamıştı. Daha sonra Nişabur kadısı S a î d b i n M u h a m m e d de Ramazan bayramında (4 Mayıs 1109) bir batmî tarafından öldürüldü. Öte yandan sultan M u h a m m e d T a p a r , Alamut kalesindeki Batmîlerden şikayetlerin artması üze rine, vezir Z i y a ü l m ü l k i l e atabek Ç a v l ı yönetiminde bir orduyu onlara kar şı gönderdi (Ağustos 1119). Z i y a ü l m ü l k ve Ç a v l ı , Alamut ve ona yakın kalelerden Ustavend’i kuşattılar. Ç a v l ı , pek çok batmî öldürdü ve bu kalelerin çevresinde tahribat yaptı. Ancak kışın bastırması, kuşatmayı sonuçsuz bıraktı, Ç a v 1 1 da Fars ’a geri dönmek zorunda kaldı. Sultan M u h a m m e d T a p a r , daha sonra Bağdat’a gitti (Ekim/Kasım 1109). Bu sırada öç almak isteyen Batmîler, ca miye giderken Z i y a ü l m ü l k ’ e saldırarak boynundan yaraladılar (Şubat/Mart 1110). Onu yaralayan Batmîler, yakalanarak cezalandırıldı. Bu olaylardan sonra sultan, veziri Z i y a.ü l m ü l k tır
A h m e d ’ i görevinden uzaklaştırmış ve yerine H a
M u h a m m e d b i n H ü s e y i n ’ i atamıştı (1110/1111). Alamut yörelerinde yaşayan halk Batınîlerin sürekli saldırıları, insanları öl
dürmesi, erkek ve kadınları tutsak almaları nedeniyle çok kötü durumda idi. Bu nedenle M u h a rn m e d T a p a r , bu kez Ave ve Sâve hâkimi olan A n u ş t e k i n Ş î r g î r ’ i H a s a n S a b b a h ile savaşmak üzere görevlendirdi. A n u ş t e k i n , Batınîlerin elinde bulunan kalelerden bazılarını aldı. Bunlardan biri olan Kelâm kalesi, Kasım/Aralık l l l l ’de ele geçirildi. Kale hâkimi A l i b i n M u s a ve yanındaki Batınîlerin Alamut’a gitmesine izin verildi. Emîr A n u ş t e k i n , daha sonra Kazvin yakınlarındaki Bire kalesini zabt ederek buradaki Batmîleri de Ala mut’a gönderdi. Sultan M u h a m m e d T a p a r , bu başarılarından sonra A n u ş t e k i n ’ e ‘ ‘Alamut üzerine yürümesini” emretti. A n u ş t e k i n ile beraber K a r a c a , G ü n d o ğ d u , Î i - K a v ş u t ve B o z a n gibi kumandanlar da vardı. Selçuklu ordusu, sultanın emri gereği, Alamut’u kuşattı. Emîr A n u ş t e k i n , bu kumandanlar arasında cesaret ve ileri görüşlülüğü, Batmîlerle cihad hususunda akıllı ve isabetli davranışlarıyla dikkati çekiyordu. O, beraberindeki emîrlerin dönüşümlü olarak Alamut’u kuşatmalarını kararlaştırdı, sultan M u h a m m e d T a p a r da devamlı yiyecek ve asker gönderiyordu. Alamut’daki Batmîler, yanlarında hiç yiyecek kalmadığından güç durumda idiler. Onlar, kadın ve ço cuklarını aman dileyerek kaleden çıkardılar, ancak A n u ş t e k i n , onların bu isteklerini kabul etmedi ve Alamut’u ele geçirebilmek amacıyla hepsini kaleye geri gönderdi. Batmîler, artık daha fazla direnemeyeceklerini anladıkları bir anda sul
SELÇUKLU D E V LETLE R İ TARİH İ
191
tan M u h a m m e d T a p a r ’ m ölüm haberi (Nisan 1118), onlar için bir moral kay nağı oldu. Böylece tıpkı M e l i k ş a h ’ m ölümünde olduğu gibi, onlar tekrar bir Selçuklu sultanının ölümüyle kurtuluyorlardı. M u h a m m e d T a p a r ’ m ölüm haberi, Selçuklu askerlerine onlardan bir gün sonra ulaştı. Bununla birlikte Sel çuklu kumandanları, kuşatmaya devam etmeğe karar verdiler. Askerler de emîr A n u ş t e k i n ’ i nbu konudaki sözlerini duyunca, onun doğru söylediğine inan dılar, birlik ve beraberlik içinde hareket etmeyi kararlaştırdılar. Fakat akşam olun ca bu sözler unutulmuş ve Selçuklu askerleri birbirlerine haber vermeden gitmişlerdi. Alamut önünde A n u ş t e k i n ’ den başka kimse kalmamıştı. Batınîler, onun az sayıda askerle kuşatmayı sürdürdüğünü anlayınca kaleden inerek sal dırıya geçtiler. Bu nedenle A n u ş t e k i n de Alamut önünden ayrılmak zorunda kaldı. B âv en d îler ile ilişkiler
Bâvendîlerin ikinci kolu hpehbediyye, Taberistan, Gilân ve Kumis gibi şe hirlerde hüküm sürmüşlerdi, başkentleri ise Sârî şehri idi. Bu kolun ilk hüküm darı H ü s a m ü d d e v l e Ş e h r i y â r , akıllı ve olgun bir kimse idi ve sultan M e 1 i k ş a h ile iyi geçinerek Selçuklulara tâbi oldu. M u h a m m e d T a p a r , on dan Batmîlere karşı yapılacak bir sefer için işbirliği istedi; ancak H ü s a m ü d devle,
bu işbirliği önerisinin çok sert bir ifade taşıdığını ileri sürerek
M u h a m m e d T a p a r ’ a yardımı reddetti. Bunun üzerine sultan, emîr S u n g u r B u h a r î komutasında 5 bin kişilik bir kuvveti Bâvendîler üzerine gönder di, ayrıca Rüyan ve AmuVdeki valilere “ S u n g u r ’ a yardımcı olmalarım” emretti. H ü s a m ü d d e v l e de karşı önlem almakta gecikmemiş, Sârî şehrinin surlarını onarmak için acele etmişti. Nihayet iki taraf arasında yapılan savaşı Bâvendîler kazandı, yenilgiye uğrayan Selçuklu kumandanı S u n g u r , İsfahan’a döndü. Onun önerisiyle M u h a m m e d T a p a r , daha yumuşak bir siyaset izleyerek H ü s a m ü d d e v l e ’ den “ oğullarından birini İsfahan’a göndermesini” istedi. Çok geç meden H ü s a m ü d d e v l e ’ nin oğullarından A l â ü d d e v l e A l i , gönüllü olarak İsfahan’a geldi. Sultan M u h a m m e d T a p a r , onu çok iyi karşıladı ve yapılan görüşmelerde her iki aile arasında evlilik yoluyla akrabalık kurulması kararlaştı rıldı. A l â ü d d e v l e A l i ’ nin başarıyla Taberistan’a geri dönmesi, ağabeyi N e c m ü d d e v l e ’ nin onu kıskanmasına sebep oldu. Daha sonra N e c m ü d d e v l e d e M u h a m m e d T a p a r ’ m yanma gitti; sultan, onu kız kardeşiyle evlendirdi. Böy lece iki hanedan arasında akrabalık kurulmuş oldu.
HAÇLILARLA MÜCADELELER Bu devrede Haçlılara karşı ilk harekete geçen Musul emîri Ç ö k ü r m ü ş ol du. O, sultan tarafından görevinde bırakıldıktan sonra büyük bir moral yüksekli ği ile, bu sırada Haçlı reislerinden R i c h a r d de S a l e r n e ’ nin vekaleten yönetiminde bulunan Urfa’ya yürüdü ve hasat mevsiminde bu şehri kuşattı (1105).
192
A Lİ S E V İM -E R D O Ğ A N MERÇİL
Haçlı kumandanı R i c h a r d de S a l e r n e , bir çıkış hareketi yaptı ise de, Ç ö k ü r m ü ş komutasındaki Selçuklu kuvvetleri savaşta 450 Hıristiyanı öldürerek büyük bir zaferle ülkelerine döndüler. Ç ö k ü r m ü ş , “ belki de bizzat sultan M u h a m m e d tarafından Haçlılara karşı yeni bir sefer hazırlığına sevkedilmiş ve yine onun emriyle Urfa’ya yürüyerek şehri kuşatmıştı” . Haçlılar, kıyı bölgesi ve Suriye’deki kaleleri ele geçirdikten sonra, zengin li man şehirleri olan Trablus ve Sur’u da şiddetle kuşatmışlardı. F a h r ü l m ü i k I b n A m m a r yönetimindeki Trablus, önce Toulouse kontu R a y m o n d tarafın dan kuşatılmış, daha sonra onun ölümüyle (1105) kuşatmaya, yeğeni G u i l l a u m e j o u r d a i n tarafından devam edilmişti. Haçlıların devam eden bu kuşatması kar şısında zor durumda kalan F a h r ü l m ü i k ve Dımaşk emîri T u ğ t e k i n , sultan M u h a m m e d T a p a r ’ dan acele yardım istediler. Öte yandan Ç ö k ü r m ü ş , daha önce M u h a m m e d T a p a r ’ a vermiş olduğu sözlerin hiç birini tutmadı, hizmette ve hâzineye para gönderme hususunda ağır davrandı. Sultan M u h a m m e d T a p a r , Musul’u Ç ö k ü r m ü ş ’ ten alarak burasını Elcezire ve Diyarba kır ile birlikte Ç a v l ı S a k a v u ’ ya ıkta etmişti. Sultan, ona “ işgal ettikleri yer leri geri almak üzere Haçlıların üzerine yürümesini” buyurdu; ayrıca “ hilafet başkenti ile S e y f ü d d e v l e S a d a k a ’ dan, Ç a v 1 1 ’ ya yardımcı olmalarını” is tedi. Ancak S a d a k a ’ nm bu olayla ilgilenmemesi, Ç ö k ü r m ü ş ’ ün de Musul’u Ç a v 1 1 ’ ya vermeyerek savaşa hazırlanması, Haçlılara karşı yapılacak bu seferin gerçekleşmemesine sebep oldu.
Fahrülm üik Ibn A m m ar’ ın yardım girişim i
Trablus hâkimi kadı F a h r ü l m ü i k , Haçlıların uzun süre şehri kuşatmala rı üzerine büyük sıkıntıyla karşı karşıya kalmıştı. O, bu durumdan kurtulmak ve sultan M u h a m m e d T a p a r ’ dan, Haçlıları o bölgeden uzaklaştırmak için asker göndermesini istemek amacıyla Bağdat’a gitti (Mart/Nisan 1108). O, hare ketinden önce şehrin yönetimini yeğeni E b u l - M e n a k ı b ’ a bırakmış, askerle rinin altı aylık maaşlarını da peşin ödemişti. F a h r ü l m ü i k , yanına 5 yüz kişilik bir muhafız kuvveti ile Selçuklu sultanına takdim etmek üzere değerli hediyeler aldı. Bu hediyeler için de kıymetli takılar ve iyi cins Arap atları vardı. O, yolu üzerinde, önce Dımaşk’a uğradı. Burada atabek T u ğ t e k i n tarafından karşıla narak hürmet gördü. F a h r ü l m ü i k , Dımaşk’da iken yeğeni E b u l - M e n a k ı b ’ ın isyan ederek Fâtımîlerin hâkimiyetini tanıdığını öğrendi. Bunun üzerine o, adamlarına mektup yazarak “ E b u l - M e n a k ı b ’ ın tutuklanmasını ve hapsedilmesini” istedi. Onlar da I b n A m m a r ’ ın bu isteğini yerine getirdiler. F a h r ü l m ü i k I b n A m m a r , daha sonra Dımaşk’ tan ayrıldı. Bu sırada ata bek T u ğ t e k i n ’ in oğlu T â c ü l m ü l k B ö r i de ona eşlik ediyordu. T u ğ t e k i n , sultanın sarayındaki düşmanlarının faaliyetlerini önlemek, itaat arzetmek ve Haçlılara karşı yardım sağlayabilmek için oğlunu Bağdat’a gönderdi. Fa h r ü 1m ü l k , Bağdat’a ulaştığı zaman sultan, bütün emîrlere “ I b n A m m a r ’ ı kar şılayıp, ona ikramda bulunmalarını” emretti. M u h a m m e d T a p a r , Fırat’ı
SELÇUKLU D E V LETLE R İ TARİHİ
193
geçerken binmesi için ona özel saltanat kayığını gönderdi. Halife M u s t a z h i r de yakın adamlarıyla devlet ilerigelenlerinden oluşan bir heyeti, onu karşılamak üzere görevlendirdi. Sultan, onun durumundaki hükümdarlara göstermediği ilgi ve ikramı göstererek ona bağımsız bir hükümdar gibi davrandı: I b n A m m a r , sultanın huzuruna çıkarak getirdiği hediyeleri takdim etti. Sultan ondan duru munu, Haçlılar la yaptığı savaşlarda karşılaştığı sıkıntıları sordu. I b n A m m a r da Haçlılar hakkında bilgi vererek, “ uzun zaman kuşatıldığını” söyleyip yardım istedi, sultan da ona, istediği yardımı yapacağını vaad etti. I b n A m m a r , daha sonra halifenin sarayına geldi ve sultana söylediklerini burada da tekrarladı. M u h a m m e d T a p a r , Mayıs 1108’de Bağdat’ tan ayrılıncaya kadar I b n A m m a r orada kaldı ve daha sonra sultanla beraber Nehrevan’a gitti. Burada sultan, onu yanına çağırarak emîr H ü s e y i n b i n K u t l u ğ t e k i n ’ e “ emîr M e v d u d ku mandasında Ç a v 11 ile savaşmak için Musul’a sevkettiği kuvvetleri I b n A m m a r ile beraber göndermesini ve kendisinin de onunla birlikte Suriye’ye gitmesini” emretti. M u h a m m e d T a p a r , I b n A m m a r ’ a değerli hilâtler ve hediyeler vererek onu uğurladı. I b n A m m a r , beraberinde emîr H ü s e y i n olduğu hal de yola çıktı. Ancak emîr H ü s e y i n ’ in daha sonra Ç a v l ı ile sultan arasında arabulucuk yapması ve M e v d u d ’ un Musul’u ele geçirmek istemesi, I b n A m m a r ’ a yapılacak yardımın gerçekleşmemesine sebep oldu. I b n A m m a r , 25 Ağustos 1108’de Dımaşk’a döndü. Ancak onun yokluğu sırasında Trablus halkı, şehri Fatımîlere teslim etmişlerdi. Bu bakımdan I b n A m m a r , Dımaşk asker lerine bağlı bir birlikle oradan ayrılarak kendisine tâbi olan Cebele şehrine git mek zorunda kaldı. Öte yandan T â c ü l m ü l k B ö r i , sultanı ziyaretinde istediği sonucu elde etmiş, M u h a m m e d T a p a r ’ ın babası ve kendisi hakkında mü spet bir kanaat taşıdığını öğrenerek Dımaşk’a dönmüştü (10 Ağustos 1108). Çok geçmeden Haçlı lideri T a n k r e d , 1109 Temmuzunda Cebele’yi de ele geçirdi. Haçlıların teker teker Müslüman şehirlere sahip olması, halkın gerek sultan M u h a m m e d T a p a r ’ dan, gerekse halife M u s t a z h i r ’ den mektuplar göndere rek
yardım istemesine sebep
oldu.
Sultan M u h a m m e d T a p a r ,
1109
sonbaharında Bağdat’a gelmiş, kendisine tâbi olan emîr ve meliklere haber gön dererek “ Haçlılara karşı bir sefer düzenleneceğini” bildirmişti; atabek T u ğ t e k i n ’ den de “ Suriye’ye gönderilecek bu orduyu yönetmesi” istenmişti. Ancak bu Selçuklu ordusu, çeşitli engeller yüzünden bir araya gelemedi ve sefer de gerçek leşmedi. T u ğ t e k i n , Haçlıların yaptıklarını anlatmak amacıyla sultanın huzu runa gitmek için yola çıktı ise de “ Suriye’nin başka bir emîre verildiği” şeklindeki asılsız bir haber üzerine geri döndü. Gerçek daha sonra anlaşılmış ve Dımaşk’a bu haberin doğru olmadığının bildirilmesi ile T u ğ t e k i n rahatlamıştı.
E m îr M evdud’ un H açlılara karşı seferleri
Sultan M u h a m m e d T a p a r , 1109/1110’da Musul emîri M e v d u d ile Ahlatşahlar beyliğinin kurucusu S ö k m e n e l - K u t b î ’ye, “ Haçlılara karşı sefer düzenlemeleri” için mektuplar gönderdi. Adıgeçen bu emirlere Artuklulardan
194
ALİ S E V İM -E R D O Ğ A N MERÇİL
N e c m e d d î n İ l g a z i d e çok sayıda Türkmen ile katılmıştı. Bu kalabalık Sel çuklu ordusu, Nisan 1109’da Urfa üzerine yürümüş ve Mayıs ayı başında bu şehri kuşatmıştı. Bir rivayete göre, Antakya prinkepsi T a n k r e d d e Selçukluları des teklemekteydi. Bu durumda Urfa kontu B a u d o u i n du B o u r g , Kudüs kralı B a u d o u i n ’ den yardım istedi. Kral B a u d o u i n , Beyrut’u ele geçirdikten sonra Urfa’ya yardım için süratle kuzeye yöneldi. Haçlı kuvvetlerinin Urfa’ya yaklaştı ğını haber alan emîr M e v d u d , kuşatmayı terkederek onları pusuya düşürmek amacıyla, Harran’a doğru çekildi (Temmuz). Ote yandan aralarındaki anlaşmaz lığı çözümleyen Haçlı ordusu, önce Harran yönünde ilerledi, sonra Müslümanlara ait Şenev kalesine saldırılarda bulundu ise de bir sonuç elde edemeyerek dağıldı. Onların dağılmasında belki de “ atabek T u ğ t e k i n ’in Selçuklu kuvvetlerini tak viye için yola çıkmış olduğu” haberi rol oynamıştı. Emîr M e v d u d ve emrindeki kuvvetler, Fırat’a doğru çekilmekte olan Haçlıları izleyerek onlara nehri geçmek üzereyken yetiştiler. Ancak Haçlıların büyük bir kısmı bu sırada Fırat’ı geçmiş lerdi. Selçuklu ordusu, nehrin doğu kıyısında kalan Haçlıları kılıçtan geçirdiler ve geride kalan mal ve ağırlıklara da sahip oldular. Emîr M e v d u d , Haçlılar karşısında elde ettiği başarının ardından önce Harran, sonra da Musul’a gitti. Daha sonra gelişen olaylar sırasında Ta n k r e d , melik R ı d v a n ’ ın hâkimiyet sahası içindeki Esârib, Zerdana, Bikisrâil ve Nakira gibi kaleleri ele geçirmiş, Haleb çevresini yağma ve tahrip etmişti. Yine Haçlılar, uzun bir kuşatmadan sonra Sayda şehrini de zabtettiler. Haçlıların bu davranışı üzerine, Haleb’den bir toplu luk, halkı cihada çağırmak ve yardım istemek için Bağdat’a gitti. Bunlar, Bağdat’a ulaşınca oradaki halktan oluşan bir gurup ile Sultan Camiine yürüdüler, feryad ederek yardım istediler ve namaza engel olup minberi kırdılar, ikinci hafta bu olaylar Halife Camiinde tekrarlandı (24 Şubat 1111). Abbasî halifesi, sultan M u h a m m e d T a p a r ’ a haber gönderip “ bu olaylarla ilgilenmesini ve Haçlı soru nuna bir çözüm bulmasını” istedi. Bu olaylardan önce Bizans imparatoru A 1 e k s i o s K o m n e n o s ’ un elçileri, sultana gelip, onu Haçlıları Islâm ülkelerinden uzaklaştırmak için savaşa teşvik etmişti. Bu nedenle Haleb halkı, olaylar sırasın da sultana “ Bizans imparatorunun Müslümanlara karşı senden daha hamiyyetli davranmasından dolayı A l l a h ’ dan korkuyor musun? O, Haçlılarla cifıad için sana elçi gönderdi” demişlerdi. Sultan M u h a m m e d T a p a r , Haçlılarla savaş mak üzere tekrar emîr M e v d u d ’ u görevlendirdi. Selçuklu ordusuna S ö k m e n e l - K u t b î , I l g a z i ’ nin oğlu A y a z , Meraga emîri A h m e d i 1, Hemedan emîri P o r s u k o ğ l u P o r s u k ve Erbil emîri E b u l h e y c a katıl mışlardı. Emîr M e v d u d ve beraberindekiler, birkaç gün Urfa önünde durdularsa da daha sonra J o s c e l i n ’ in yönetimindeki Tellbaşir’e yönelerek burayı kuşattılar (28 Temmuz 1111). Bu kuşatma sırasında iki olay, Selçuklu kuvvetleri nin Tellbaşir önünden ayrılarak Haleb’e gitmelerine sebep oldu; Haleb hâkimi melik R ı d v a n , Selçuklu emîrlerine “ T a n k r e d ’ e karşı daha fazla direnemeyeceğini, bu bakımdan derhal yardıma gelmelerini” isteyen mektuplar gönder mişti. Ayrıca Tellbaşir hâkimi J o s c e l i n de emîr A h m e d i l ’ i bazı hediyeler göndererek kendi tarafına çekmiş ve onun önerisiyle Selçuklu ordusu Haleb’e git
SELÇUKLU DEVLETLE R İ TARİHİ
195
mişti. Tellbaşir kuşatması 26 gün sürmüştü. Selçuklu ordusu geldiği Haleb önün de, beklediği ilgiyi bulamadı. Çünkü R ı d v a n ’ ın daveti samimi değildi ve Selçuklu kuvvetleri yaklaşınca şehrin kapılarını kapatarak onlarla görüşmedi. Bu durum da M e v d u d , kızgınlığına Haleb yörelerini tahrip etmekle gösterdi. Daha sonra o, ve beraberindekiler, Şeyzer’e doğru yürüdü ve burada atabek T u ğ t e k i n de onlara katıldı; o, Trablus’un geri alınması için yardım istiyordu. Ote yandan Sel çuklu ordusunun bu hareketi sonucunda T a n k r e d ’ in çağrısıyla başta Kudüs kralı olmak üzere, birçok kont ve şövalye bir araya geldiler. Yaklaşık 16 bin kişi olan bu Haçlı ordusu karşısında M e v d u d , Şeyzer surları içine çekilmeyi yeğle di; ayrıca Selçuklu ordusunda da işler hiç te iyi gitmiyordu. T u ğ t e k i n , M e v d u d ’ un bu seferi daha güneye Suriye’ye doğru devam ettirdiği takdirde yardıma hazırdı. P o r s u k o ğ l u P o r s u k hastalanmıştı ve bir mahaffe içinde taşınıyor du. Hasta olan S ö k m e n e l - K u t b î geri dönerken yolda ölmüş, adamları ce nazesini bir tabuta koyarak ülkesine götürmüşlerdi. A r t u k o ğ l u 1 1 g a z i , bu sırada yanlarındaki hâzineyi ele geçirmek için cenazeyi götürenlere saldırdı; A h m e d i l ise S ö k m e n ’ in elindeki yerleri kendisine ıkta edilmesini sağlamak üzere sultan M u h a m m e d T a p a r ’ ın yanına gitti. Bu sıradaki tek olumlu olay, M e v d u d ile T u ğ t e k i n arasında kuvvetli bir dostluğun oluşması idi. Haçlılar ise Selçuklu kuvvetlerinin bu dağınıklığından yararlanarak İslâm şehirlerine doğru harekete geçtiler ve Efamiye önünde karargâh kurdular. Onların ilk hedeflerinin Şeyzer olduğunu anlayan şehir hâkimi I b n M u n k i z , M e v d u d ile T u ğ t e k i n ’ i cihada teşvik etti. Böylece M e v d u d ve T u ğ t e k i n , Şeyzer ’in doğusun da karargâh kurdular (15 Eylül 1111). Daha sonra Selçuklu kuvvetleri ile Haçlılar, Tellmennes’te savaş düzenine girdiler, iki taraf arasındaki savaşta Selçuklu ordu su, Haçlı askerlerini perişan etti. Haçlılar, bu tepede üç giin beklediler ve Müs lümanların Cuma namazı için Şeyzer’e gitmesinden yararlanarak Efamiye’ye kaçtılar. Selçuklu ordusunun bu başarısı halkın sevinmesine sebep oldu. Emîr M e v d u d , daha sonra sonbaharda Musul’a döndü. Emîr M e v d u d , 1112 ilkbaharında, Urfa bölgesindeki Ermenilerden bir kıs mı ile anlaştıktan sonra ani olarak buraya gelip şehri kuşattı. Selçuklu kuvvetle rinin çevredeki ekili arazi ile bağ ve bahçeleri tahrip etmesiyle şehirde açlık teh likesi başgösterdi. M e v d u d , Urfa halkından “ teslim olmalarını” istedi ise de bu öneri kabul edilmedi. O, bir süre sonra Ermenilerle planlandığı şekilde, şehir önünden ayrılmış görünerek Suruç’a gitti. M e v d u d ’ un bu şekildeki hareketin den maksat, Urfa’dakı askerlerin dikkatlerini başka yöne çekmekti. Ancak onun ayrılmasından sonra Tellbaşir hâkimi J o s c e l i n , gizlice Urfa’ya girmişti. M e v d u d , Suruç’tan tekrar Urfa önüne geldiğinde Ermenilerın yardımıyla şehrin sur larından birine hâkim olduysa d a j o s c e l i n ’ in duruma müdahale etmesiyle bu hareket sonuçsuz kaldı. M e v d u d , Urfa’nm çok sağlam surlarına karşı saldırı ya geçmenin faydasızlığını anlayarak daha sonra Musul’a döndü (Haziran 1112). Ote yandan J o s c e l i n ’ in Urfa kontu ile arası açılmış ve hapse atılmıştı. O, bu durumda Tellbaşir hâkimiyetinden vazgeçerek hapisten kurtulup Kudüs’e gitti. Kudüs kralı ona Galilaea (Celîle) prinkepsliğini verdi.
196
ALİ S E V İM -E R D O Ğ A N MERÇİL
Taberiye savaşı
Kudüs kralı I. B a u d o u i n ’ in Dımaşk’a bağlı yerlere sürekli baskınlar dü zenleyip yağmalaması, şehrin ikmal yollarının kesilmesi nedeniyle Dımaşk’da yi yecek maddeleri azalmış ve fiyatlar da artmıştı. Atabek T u ğ t e k i n , dostu M e v d u d ’a elçi göndererek durumu haber verdi ve ondan yardım istedi. Emîr M e v d u d da asker toplayıp gerekli hazırlıkları yaptıktan sonra Fırat’ı geçerek Suriye’ye girdi (Mayıs 1113). T u ğ t e k i n de Haçlıların anlaşma önerilerini red dederek Selçuklu ordusuna katılmak üzere, Dımaşk’tan yola çıktı. Ayrıca bu Sel çuklu kuvvetine, Sincar emîri T e m i r e k ve I l g a z i ’ nin oğlu A y a z da katıl mışlardı. Bu Selçuklu ordusu, Selemiyye’de birleştikten sonra emîrler, kral B a u d o u i n ’ e karşı saldırıya karar verdiler ve Taberiye gölü kıyısındaki Kuhvane (Ukhuvane) ’de karargâh kurmak üzere harekete geçtiler. Öte yandan kral B a u d o u i n , bazı şövalyelerin de katılmasıyla ordusunu takviye ettikten sonra Sel çuklu ordusuna doğru ilerledi. Burada her iki ordu, 28 Haziran 1113’de karşılaştı, Selçuklu kuvvetlerinin baskınıyla başlayan ve arka arkaya üç saldırıyla gelişen savaşta Haçlılar, iki bin kayıp vererek ağır bir yenilgiye uğradılar. Tutsak alınan lar arasında kral B a u d o u i n de vardı, fakat tanınmadığı için silahı alındıktan sonra kaçmayı başardı. Haçlıların bir kısmı da Taberiye gölünde boğuldu. Geri kalan Haçlılar, Taberiye’nin batısındaki sarp dağlara çekildiler. Selçuklu kuvvet leri, onları her taraftan kuşattılar. Ancak Haçlılar, bir savaşa girmeye cesaret ede mediler ve bu durumda 26 gün beklediler. Bu sırada bir kısım Selçuklu kuvvetleri, Kudüs ve Yafa çevresine kadar akın yaptılar ve ellerine büyük ganimet geçti. Emîr M e v d u d ve T u ğ t e k i n , bu ganimetin bir kısmını (silah, kıymetli eşya ve tut sak aldıkları Frank askerlerini) kazandıkları zaferin müjdesi olarak İsfahan’da bulunan sultan M u h a m m e d T a p a r ’ a gönderdiler. Haçlıları çeviren Selçuklu kuvvetleri ise arazinin sarp olması nedeniyle bir saldırıya geçemediler ve VadiülMaktul’de topladılar. Bir kısım askerlerin yurtlarına dönmek istemeleri ve son baharın gelmesiyle emîr M e v d u d , ilkbaharda yeniden toplanmak üzere asker lerini salıverdi, kendisi de sultan M u h a m m e d T a p a r ’ dan gelecek yeni emirleri beklemek ve düşmana yakın olmak için Suriye’de kaldı. O ve T u ğ t e k i n birlikte Dımaşk’a geldiler (5 Eylül 1113). Emîr M e v d u d , atabek T u ğ t e k i n tarafından Dımaşk’ta en iyi şekilde ağırlanmakta idi. O, Dımaşk’ta bulunduğu sırada, 10 Ekim 1113’de T u ğ t e k i n ile beraber Cuma namazını kılmak iizere ca miye gittiler. Namazdan sonra M e v d u d , yine T u ğ t e k i n ile camiin avlusunda muhafızlar arasında ilerliyordu. Bu sırada avludaki halk içinden bir şahıs sada ka istemek bahanesiyle M e v d u d ’ a yaklaştı ve hançerle iki darbe vurarak onu ağır şekilde yaraladı. Yakalanan katil, hemen öldürülüp başı kesildi, fakat hiç kimse onu tanıyamadı. Emîr M e v d u d , lıançerlendiği gün oruç tutmakta idi. Onu T u ğ t e k i n ’ in evine götürdüler, tedavi için orucunu bozması söylendi ise de ka bul etmedi ve “ A l l a h ’ a oruçlu olarak kavuşacağım” dedi ve o gün vefat elti. Onu Batınîler öldürmüşlerdi. Bir başka rivayete göre de Dımaşk’ı ele geçirme sinden korktuğu için T u ğ t e k i n tarafından öldürüldüğü belirtilir. M e v d u d adil ve hayırsever bir emîrdi. Haçlılar da onun güçlü bir kişiliğe sahip olduğunu ka
SELÇUKLU D E V LETLE R İ TARİHİ
197
bul etmişlerdi. Nitekim onun ölümünden sonra Kudüs kralı B a u d o u i n ’ in T u ğ t e k i n ’ e bir mektup yazarak “ İslâm’ın direğini (yani M e v d u d ' u ) bir bayram günü, hem de A 11 a h ’ ın evinde öldüren bir millet, elbette A l l a h tarafından imha edilmeye layıktır” dediği rivayet edilir. Sincar hâkimi Te m i r e k , emîr M e v d u d ’ un ölümünden sonra yanında bulunan hazine ve silahları sultan M u h a m m e d T a p a r ’ a gönderdi (Bu konularda ayrıca bk. Suriye Selçuklu Devleti). A k su ngur P orsu k î’ nin M usul'a atanması ve faaliyetleri
Sultan M u h a m m e d T a p a r , M e v d u d ’ un öldürüldüğünü haber aldığı zaman Musul valiliğine emîr A k s u n g u r P o r s u k î ’ yi atadı (1114). Ayrıca oğ lu melik M e s u t ’ u da A k s u n g u r ile beraber gönderip ona "Haçlılara karşı cihada devam etmesini” buyurdu. Sultan, öteki Selçuklu emirlerine de “A k s u n g u r ’ a itaat etmelerini” bildirdi. A k s u n g u r , Musul’a ulaştığında, ona itaat eden emîrler arasında I m a d e d d i n Z e n g i b i n A k s u n g u r ile Sincar emîri T e m i r e k de vardı. A k s u n g u r , daha sonra Cezireti Ibn Ömer’e gitti ve M e v d u d ’ un naibi, burayı ona teslim etti. A k s u n g u r ’ un bundan sonraki hedefi, Mardin olmuştu. A r t u k o ğ l u l l g a z i de ona boyun eğdi ve oğlu A y a z ’ ı 300 askerle A k s u n g u r ’ a gönderdi. A k s u n g u r , öteki Selçuklu emirlerine üstünlüğünü kabul ettirdikten sonra beraberindeki 15 bin atlı ile Urfa ’ya yürüyerek şehri ku şattı (15 Mayıs 1114). Selçuklu kuvvetlerinin Urfa kuşatması iki aydan biraz fasla sürdü, ancak yiyecek sıkıntısı çekilmesi nedeniyle bir sonuç elde edilememişti. Bu sırada Selçuklu kuvvetleri, Fırat nehrine doğru ilerleyerek çevreyi akınlara uğrattılar. Ote yandan bu kuşatma sırasında Mâraş, Keysun, Râban ile öteki bazı yerlerin hâkimi olan Ermeni G o g V a s i l ölmüş, adıgeçen yerlerde karısının sö zü geçer olmuştu. Bu kadın, Haçlılara karşı gerekli savunma önlemleri aldıktan sonra Urfa önlerinde bulunan A k s u n g u r ’ a “ itaat edeceğini” bildirmek ama cıyla adamlarından birini göndermesini istedi. A k s u n g u r da Habur emîri S u n g u r D ı r a z ’ ı gönderdi. S u n g u r , oraya ulaştığı zaman Ermeni ;ıâibî, ona çok iyi karşıladı, iki taraf arasında yapılan görüşmeler sırasında, bir Haçlı birliği S u n g u r ’ un yanındaki yüz kişilik kuvvete saldırdı, yapılan çarpışmadan S u n g ıı r ve adamları, üstün çıktı ve Haçlıların çoğu öldürüldü. S u n g u r , Ermeni nâibe tarafından melik M e s u t ve A k s u n g u r ’ a verilen hediyelerle geri döndü ve “ onun itaat ettiğini” bildirdi. Haçlılar, bu durumu haber aldıkları zaman Erme ni nâibenin hâkimiyet bölgesinde bulunanların çoğu Antakya’ya gittiler. A k s u n g u r ise Urfa kuşatmasını terkettikten sonra Şabahtan yörelerine döndü ve babasının sefere katılmaması nedeniyle l l g a z i ’ nin oğlu Ayaz’ı tutuklayarak Mar din’in köylerini yağmaladı. Böylece A k s u n g u r un başarılı görünen bu seferi
1 1 g a z i ile anlaşmazlığı sebebiyle sonuçsuz kalmıştı. Öte yandan l l g a z i , oğlu nun tutuklandığını öğrenince, Hısnı Keyfa (Hasankeyf)’ya giderek buranın hâki mi olan yeğeni D a v u t b . S ö k m e n ’ den yardım istedi. D a v u t , bu istek üzerine askerleriyle yola çıkmış, ayrıca Türkmenlerden de pek çok atlıyı yanına alınıştı. Bu iki Artuklu emîri, A k s u n g u r ’ un üzerine yürüdüler. İki taraf arasında Da ra ’daki savaşı (Mayıs/Haziran 1114) kaybeden A k s u n g u r oldu. Bu savaş sonra
198
ALİ S E V İM -E R D O Ğ A N MERÇİL
sı A y a z , serbest kaldı, buna karşılık M u h a m m e d T a p a r ’ ırı oğlu M e s u t , I l g a z i tarafından tutsak alındı, ancak sultandan korkan I l g a z i , onu hemen serbest bırakmıştı. M u h a m m e d T a p a r , bunu haber alınca 1 1 g a z i ’ ye ha ber göndererek onu tehdit etti, bunun üzerine, 1 1 g a z i de emîr T u ğ t e k i n ’ in yanına gitti. T u ğ t e k i n ise emîr M e v d u d ’ u öldürmekle suçlandığı için sul tan M u h a m m e d ’ den korkuyordu. Bu nedenle iki emîr, ona karşı işbirliği ve Haçlılarla ittifak yapmaya karar verdiler. Nitekim onlar, Antakya hâkimi R o g e r ile bir anlaşma yaptılar. Bundan sonra I l g a z i , sultana karşı yeni yardımcı kuv vetler bulmak için Mardin’e dönmek üzere T u ğ t e k i n ’ den ayrıldı ise de Hu mus hâkimi K ı r h a n b i n K a r a c a , bir baskınla onu tutsak alıp haps etti (Ocak 1115). K ı r h a n ,
sultan M u h a m m e d T a p a r ’ a haber göndererek “ T u ğ t e -
k i n ’ i n l l g a z i ’ yi kurtarmasını önlemek için süratle asker göndermesini iste di. Ancak Selçuklu ordusu, yardımda gecikince, T u ğ t e k i n ’ in tehditlerinden korkan K ı r h a n , I l g a z i ile bir anlaşma yaparak onu serbest bıraktı ise de oğ lu A y a z ’ j yanında rehin tutuyordu.
T elld a n ie savaşı
Sultan M u h a m m e d T a p a r , emirlerin kıskançlık ve itaatsizlikleri nede niyle başarısız kalan seferlere rağmen Haçlıları Suriye’den uzaklaştırmak fikrin den vazgeçmemişti. 0 , I l g a z i ve T u ğ t e k i n ’ in R o g e r ile kendisine karşı ittifak yaptıklarını haber aldığı zaman Hemedan emîri P o r s u k o ğ l u P o r s u k kuman dasında bir ordu hazırladı. Bu orduya C u y u ş B e y ile emîr G ü n d o ğ d u da katılmışlardı. Sultan M u h a m m e d T a p a r , P o r s u k ’ a “ önce I l g a z i ve T u ğ t e k i n sorununu çözümlemesini, daha sonra da Haçlılarla savaşmalarını” em retti. Oldukça büyük bu Selçuklu ordusu, Şubat 1115’de harekete geçti. Bu ordu, Haleb’e yaklaştıkları sırada, buradaki hükümdar nâibi hadim L ü 1 ü ile askerle rin kumandanı Ş e m s i i l h a v a s ’ a haber gönderilerek “ şehrin kendilerine tes lim edilmesi” istendi. Ayrıca sultanın bu husustaki mektubları da gönderildi. Ancak hadim L ü 1 ü , şehri sultana teslimden vazgeçerek I l g a z i ve T u ğ t e k i n ’ i yeğ ledi. T u ğ t e k i n . Selçuklu ordusu Balis’de iken iki bin atlı ile Haleb’e girdi. Bu nun üzerine P o r s u k , T u ğ t e k i n ’ e ait olan Hama’ya yöneldi. Selçuklu kuvvetleri, şehri kuşattıktan sonra T u ğ t e k i n ’ in ağırlıklarının da bulunduğu Hama 'yı zorla ele geçirdi ve şehir üç gün yağmalandı. Sultan M u h a m m e d T a pa r ’ m emri gereğince zaptedilecek yerler, K ı r h a n ’ a bırakılacaktı. Nitekim Hama, oııun yönetimine verildi. K ı r h a n da A y a z b i n I l g a z i ’ yi onlara teslim etti. Öte yandan I l g a z i , T u ğ t e k i n ve Ş e m s ü l h a v a s , Antakya’ya giderek R o g e r ’ den Selçuklulara karşı yardım istediler. Onlar, Hama ’mn henüz Selçuklu kuvvetlerinin eline geçtiğinden haberdar değillerdi. R o g e r ile I l g a z i ve T u ğ t e k i n , yaptıkları görüşmelerden sonra Selçuklu ordusunu izleyebilmek için Efamiye’de toplanmayı kararlaştırdılar. Daha sonra bu sözleşme yerine getirildi, R o g e r ve müttefikleri, Efamiye’de toplandılar; ancak onlar, Selçuklu kuvvetle ri kalabalık olduğu için kış gelinceye kadar beklemeyi ve bu ordunun dağılmasını
199
SELÇUKLU DEVLETLE R İ TARİHİ
ümit ediyorlardı.Fakat onların bekledikleri gerçekleşmeyip, Selçuklu ordusu da ğılmayınca Eylül ortalarında 1 1 g a z i Mardin’e, Tıı ğ t e k i n Dımaşk’a, Haçlılar da kendi memleketlerine döndüler. Emir P o r s u k , onların dağıldığını haber alın ca, Haçlıların yönetimindeki Kefertab a yürüyerek şehri ele geçirdi. Selçuklu kuv vetlerinin bu harekât sırasında ikinci hedefi, Efamiye kalesi idi. Ancak burasının çok müstahkem olduğu görülerek yine Haçlılara ait Maarretünnûman’a gittiler. Bu sırada emîr C u y u ş B e y davet üzerine Vâdii Buzaa’ya giderek oraya hâkim oldu. Daha sonra emîr P o r s u k ve beraberindeki kuvvetler, Haleb’e gitmek üze re harekete geçmişlerdi. Selçuklu ordusu, bu yürüyüş sırasında ağırlıklarıyla hay vanlarını daha önce göndermişti. Onlar, kendilerinden emin bir durumda ve hiç kimsenin Selçuklu ordusuna saldırmıyacağı düşüncesiyle, her hangi bir önlem al mamışlardı. P o r s u k , Haleb’in 35 mil güney-batısmda bulunan Telldânis’te ko naklamak üzere hazırlıklara başladı.
Ote yandan R o g e r
ise Kefertab’ın
kuşatıldığım öğrenince, 500 atlı ve 2 bin yayadan oluşan bir birlikle Antakya’dan yardıma koşmuştu. O da bu sırada Selçuklu ordusunun nerede olduğunu bilme den hareket ediyordu. Ancak keşfe gönderilmiş bir şövalye, ona “ Selçuklu ordu sunun Telldânis ’e doğru ilerlediğini” bildirdi. R o g e r , Selçuklu ordusunun konaklamak için çadırlarını kurdukları yere geldi ve ağırlıkların yanında, asıl bir likler henüz oraya ulaşmadığı için savaşacak asker bulunmadığını gördü. Onun komutasındaki Haçlı birliği, bu fırsatı iyi değerlendirerek kurulmakta olan Sel çuklu ordugâhına hücum ettiler (14 Eylül 1115). Bu durumdan habersiz olarak gelen asıl Selçuklu ordusu da Haçlılar karşısında yenilgiden kurtulamadı. Emîr P o r s u k , yaklaşık yüz atlı ile Telldânis’e çekilebildi. O, hâla mücadeleden vaz geçmemiş ve savaşmak istemişti. Ancak yanındakiler ona engel oldular. Kardeşi ve beraberindekiler, P o r s u k ’ a “ kaçıp kurtulmasını” önerdilerse de o, “ hayır bunu yapamam, bilakis A l l a h yolunda ölürüm, Müslümanlar için canımı fedâ ederim” dedi. Fakat yanındaki adamları, onu bu fikrinden vazgeçirdiler. Bunun üzerine P o r s u k ve beraberindekiler kaçarak kurtuldular. Selçuklu askerleri, başsız kalınca tamamen dağıldı ve her biri, bir tarafa gitti. Bir rivayete göre Sel çuklu ordusu, Telldânis savaşında 3 bin kayıp vermişti. Bu arada Kefertab’dan alınan tutsaklara bakmakla görevlendirilen Selçuklu askerleri, bu olayı duyunca intikam için tutsakların hepsini öldürdüler; aynı şekilde 1 1 g a z i ’ nin oğlu A y a z da öldürüldü. Haleb halkı ile Suriye’deki Müslümanlar, Selçukluların bu yenilgi si nedeniyle endişeye kapıldılar. Onlar, şimdi Haçlılar karşısında savunmasız bir durumda idiler. T u ğ t e k i n , bu durumda sultan M u h a m m e d T a p a r ile an laşmada acele etti. Ayrıca Haçlıların başarısıyla sona eren bu savaş, Büyük Sel çuklu sultanlarının Suriye’yi geri almak için yaptıkları son girişim olmuştu. Emîr P o r s u k ise bu bozgundan dolayı çok üzülmüş, yeniden cihada çıkmak için ha zırlıklar yapmışsa da ömrü buna vefa etmeyerek ölmüştü (1116/1117). Suriye’de olayların bu şekilde Haçlılar lehine gelişmesi üzerine, T u ğ t e k i n , yardım istemek ve aleyhindeki dedikodu ve yanlış fikirleri ortadan kaldırmak için sultan M u h a m m e d T a p a r ’ ı ziyaret etmeye karar verdi. O, bu amaçla 9 Ni
200
ALİ S E V İM -E R D O Ğ A N MERÇİL
san 1116’da Dımaşk’tan hareket etti; bu sırada Bağdat’ta bulunan sultanın huzu runa çıktı. Atabek T u ğt e k i n , Bağdat’ta gerek sultan, gerekse halife M u s t a z h i r tarafından iyi bir şekilde karşılanarak hürmet gördü. Sultan, ona çeşitli hediyeler ile Suriye valiliğini içeren bir menşûr verdi. T u ğ t e k i n , bu menşûrla çok geniş askerî, malî, İdarî ve hukukî yetkilere sahip oluyordu. Daha sonra o, Haçlı tehlikesini öne sürerek Bağdat’tan ayrıldı ve 31 Temmuz’da Dımaşk’a döndü. Emîr A k s u n g u r P o r s u k î ise T u ğ t e k i n ’ e Haçlılara karşı yardım etmek için Dımaşk a gitti. T u ğ t e k i n onu hürmetle karşıladı. Bu sırada Haçlı lardan Trablus kontu Po n s , Bikâ ilçesine saldırmıştı. A k s u n g u r ve T u ğ t e k i n , süratle Bikâ ’ya gittiler. Onların hareketinden haberdar olmayan Haçlı kuvvetleri, dağınık ve bir savaş için hazırlıklı değil idiler. Onları bu durumda ya kalayan Selçuklu kuvvetleri, Haçlılardan yaklaşık 3 bin kişiyi öldürerek birçok ganimet ele geçirdiler ve bir ölçüde Teİldânis’ın öcünü almış oldular. T u ğ t e k i n ve A k s u n g u r dönüşlerinde Dımaşk’ta sevgi gösterileri ile karşılandılar.
B üyük S elçuklu-K arahanlı ilişkileri
Bu devrede Selçuklu-Karahanlı ilişkileri, Horasan Selçuklu meliki S e n c e r ’ in hâkimiyet sahasında görüldü (Bk. Sultan B e r k y a r u k devrinde SelçukluKarahanlı ilişkileri). Daha B e r k y a r u k ’ un hükümdarlığının son zamanların da “ Sagun” ünvanı taşıyan ve muhtemelen Karahanlı H a ş a n b i n A l i olan bir hanedan üyesi, etrafına topladığı büyük bir ordu ile Karahanlı hükümdarı II. M u h a m m e d H a n üzerine yürüyerek onunla mücadeleye girişti (1103). II. M u h a m m e d , ona karşı direnemeyeceğini anlayarak S e n c e r ’ den yardım istedi. S e n c e r , derhal Semerkant’a doğru harekete geçti. S a g u n B e y , onun hare ketini haber aldığı zaman af dileme yolunu seçti. S e n c e r ’ in de aracı olması ile M u h a m m e d ve S a g u n B e y anlaştılar. Her ikisi de bu anlaşmaya sadık kalacaklarına ant içtiler. Melik S e n c e r . daha sonra Aralık 1103’de M erv’e dön dü. Birkaç yıl sonra M u h a m m e d T a p a r devrinde S a g u n B e y , 1109/1110’da tekrar isyan etti; Türkler ve öteki kavimlerden asker toplayarak Karahanlı II. M u h a m m e d ’ in yönetimindeki şehirlere saldırdı. II. M u h a m m e d , bu durum da yine S e n c e r ’ den yardım istemek zorunda kaldı. S e n c e r de ona yardımcı kuvvet gönderdi. II. M u h a m m e d , Nahşeb yakınında S a g u n B e y ’in ordu sunu mağlup etti. S e n c e r ’ in askerleri ortalık sakinleştikten sonra Belh’e geri döndüler. Bu sırada tutsak alman S a g u n B e y de Merv ’e götürüldü. II. M u h a m m e d H a n , çok geçmeden rakibini sindirmenin verdiği rahatlıkla halka kötü dav ranmaya ve S e n c e r ’ in buyruklarını hiçe saymaya başlamıştı. Bunun üzerine melik S e n c e r , onu cezalandırmak amacıyla harekete geçti. Bu durumu haber alan II. M u h a m m e d , korkmuş, Selçukluların ilerigelen emirlerinden K u m a c i l e H â r e z m ş a h K u t b e d d i n M u h a m m e d ’ e haber göndererek “ S e n c e r ile arasını düzeltmelerini” istemişti. Melik S e n c e r , onun barış dileğini “ huzu runa gelmesi şartıyla kabul edeceğini” bildirdi; M u h a m m e d ise yaptığı kötü lüklerden korktuğu için “ ancak Ceyhun nehri aralarında olmak üzere S e n c e r ’ le
SELÇUKLU DEV LETLE R İ TARİHİ
201
görüşmeye hazır olduğunu” söyledi. Adamları S e n c e r ’ e “ M u h a m m e d ’ in bu önerisini kabul etmesini” önerdiler. Kabul edilen bu öneriye uygun olarak S e n c e r , Ceyhun nehrinin batı kıyısında iken, M u h a m m e d H a n da doğu kıyısı na gelip atından inerek yer öptü. Bu itaat bildiren hareketten sonra her ikisi, kendi ülkelerine döndüler. Böylece aralarındaki anlaşmazlık sona ermiş oldu (1113/1114).
B üyük S elçu k lu - G azneli ilişkileri
Ş i r z a d ’ dan sonra Gazneli tahtına geçen A r s l a n ş a h ’ ın babası sultan III. M e s u t , annesi ise Selçuklu sultanı M e l i k ş a h ’ ın kızı M e h d ü l - I r a k idi. A r s l a n ş a h ’ m tahta geçerken yaptığı mücadele sırasında Ş i r z a d ’ dan baş ka, kardeşlerinden bazıları öldürüldü, bazıları da tutuklandı. Bunlardan sadece B e h r a m ş a h kurtulmuştu. A r s l a n ş a h , 22 Şubat 1116’da Gazne’de tahta çık mıştı; B e h r a m ş a h ise Tekinâbâd’da A r s l a n ş a h kuvvetlerine karşı diren miş, fakat yenilerek kaçmak zorunda kalmıştı. O, önce Sistan’a, oradan da Kirman’a gitti ve burada Kirman Selçuklu hükümdarı I . A r s l a n ş a h (1101/1142),dan yar dım istedi. Melik A r s l a n ş a h , B e h r a m ş a h ’ ı çok iyi karşıladı ve birçok he diyeler verdi; ancak A r s l a n ş a h , yardım konusunda ona S e n c e r ’ i tavsiye etti. B e h r a m ş a h , daha sonra melik S e n c e r ’ in huzuruna Merv şehrine gi derek yardım istedi. O, bu sırada “ Horasan Meliki” olan S e n c e r ’ e kendisini sevdirmesini bildirdi. Ayrıca A r s l a n ş a h , annesi M e h d ü l - I r a k ’ ı küçüm seyerek kötü davranmıştır. Melik S e n c e r , bu durumda bizzat Gazne’ye yürü meye v e B e h r a m ş a h ’ ı tahta oturtmaya karar verdi (1116) . A r s l a n ş a h , bunu duyunca sultan M u h a m m e d T a p a r ’ a haber gönderip kardeşi S e n c e r ’ den şikayetçi oldu; sultan M u h a m m e d de kardeşi S e n c e r ’ e elçi gönderip “A r s 1 a n ş a h ile anlaşmasını ve ülkesine saldırmaktan vazgeçmesini” istedi. Bununla beraber gönderdiği elçiye, “ Eğer S e n c e r ’ i A r s l a n ş a h ’ a karşı harekete geçmiş veya sefere çıkmaya hazır durumda görürsen ona sakın engel olma, bu mektubu da ona verme; çünkü böyle bir davranış onu zayıf düşürür, aciz gösterir ve geri dönmez. Halbuki kardeşimin dünyaya hâkim olması benim için daha iyidir” de di. Elçi, S e n c e r ’ in huzuruna çıkınca onun askerlerinin Gazne seferi için ha zırlanmış olduğunu gördü. Böylece S e n c e r , hazırlıklarını sürdürürken, emîr Ü n e r kumandasındaki bir öncü birliğini Gazne’ye gönderdi, B e h r a m ş a h da bu öncü kuvvetinde bulunuyordu. Bu Selçuklu ordusu, önce Büst şehrine uğradı ve Sistan hâkimi T â c e d d i n E b u l f a z l da onlarla birleşti. Sultan A r s l a n ş a h , bunu haber alınca kalabalık bir orduyla harekete geçti, iki taraf arasında Büst civarında yapılan savaşta, Selçuklu ordusu galip gelmiş ve A r s l a n ş a h Gaz ne’ye dönmüştü. A r s l a n ş a h , bu olaydan sonra barış girişiminde bulundu ve yardımcı olması için annesini 200 bin altın ve öteki hediyelerle S e n c e r ’ e gön derdi. Fakat M e h d ü l - I r a k davranışları yüzünden oğluna düşmandı. Bu ba kımdan
S e n c e r ’ in kalbini kazanacağına yangına körükle
giderek onu
A r s l a n ş a h aleyhine kışkırttı. Öte yandan melik S e n c e r de hazırlıklarını ta mamlayarak Gazne’ye doğru ilerledi ve bu şehre ulaştı. A r s l a n ş a h , 30 bin at
202
A Lİ S E V İM -E R D O Ğ A N M ERÇİL
lı, pek çok yaya asker ve 20 filden oluşan bir orduya sahipti. Selçuklu ve Gazneli kuvvetleri, Şehrâbâd ovasında karşılaştılar. Burada Gazneli ordusu ağır bir ye nilgiye uğradı. Sultan A r s l a n ş a h , Hindistan’a çekilmekten başka çare bula mamıştı. Melik S e n c e r , 25 Şubat 1117’de Gazne’ye girdi ve B e h r a m ş a h ’ ı, vasalı olarak Gazneliler Devleti tahtına oturttu. Daha sonra B e h r a m ş a h ile S e n c e r bir antlaşma yaptılar. Buna göre, B e h r a m ş a h , hutbeyi sırasıyla, ön ce Abbasî halifesi, Selçuklu sultanı M u h a m m e d T a p a r ve melik S e n c e r adı na, sonra da kendi adına okutmayı, ayrıca S e n c e r ’ e yıllık 250 bin altın vergi ödemeyi kabul etmişti. Böylece S e n c e r , Selçuklular'ın bir rüyasını gerçekleş tirmiş ve ilk kez Gazne'de Selçuklu sultanı adına hutbe okunmasını sağlamıştı. S e n c e r , Gazne’de 40 gün kaldıktan sonra 6 Nisan 1117’de Horasan'a döndü. Sul tan A r s l a n ş a h ise saltanat mücadelesine devam edebilmek için Hindistan’a kaç mış ve oradaki vali M u h a m m e d E b û H a l i m ’ den yardım almıştı. O, S e n c e r ’ in Gazne'den ayrıldığını haber alınca Hindistan’da topladığı kuvvet lerle B e h r a m ş a h ’ a hücum etti. B e h r a m ş a h , ona karşı koyacak kuvvet ve kudrette değildi, bu sebeple S e n c e r ’ den yardım istedi. S e n c e r , B e h r a m ş a h ’ ı desteklemek için Belh şehrinden tekrar büyük bir ordu gönderdi (1117). Gazne’ y e hâkim olan A r s l a n ş a h , kardeşi B e h r a m ş a h ’ ı yakalamak için ha rekete geçti ise de yardıma gelen Selçuklu kuvvetleri önünde bir kez daha yenilgi ye uğrayarak kaçtı. Selçuklu kuvvetleri, onu izleyerek yakaladılar. B e h r a m ş a h , önce A r s l a n ş a h ’ ı hapsetti ise de sonra serbest bıraktı. Fakat A r s l a n ş a h , tahtı ele geçirmek için gizlice bazı faaliyetlerde bulunmuş olmalıdır. Bunun üze rine B e h r a m ş a h , A r s l a n ş a h ’ ı öldürttü (Eylül/Ekim 1118). G ü rcü lerle m ü cad ele
Selçuklu şehzadeleri arasındaki taht kavgalarından faydalanan Gürcüler de bazı istilâ hareketlerine girişmişti. Onların harekete geçmesi, Gürcü kralı II. D a v i d (1089-1125)’in Kuzey-Kafkasya’daki kısmen hıristiyanlaşmış bir Türk boyu Kıpçaklardan istifade etmesiyle mümkün olmuştu. II. D av i d , Kıpçakların tam desteğini sağlayabilmek için hükümdarları K a r a h a n ’ ın oğlu E t r e k ’ in kızı ile evlendi. Daha sonra Kıpçaklar, Gürcistan’a yerleştirildi ve onlardan 40-50 bin kişilik bir ordu oluşturuldu. Selçukluların zayıf durumundan yararlanan GürcüKıpçak ordusu, harekete geçmiş, bunun üzerine Kafkasya’da yaşayan Türkmenler, yerlerini terk ederek Anadolu’ya göç etmişlerdi. Sultan M u h a m m e d T a p a r , Azerbaycan’da Gence önüne kadar ilerleyen bu düşman üzerine büyük bir kuvvet göndererek onların ilerlemelerini durdurdu (1110). M uham m ed Tapardın ölüm ü ve kişiliği
Sultan M u h a m m e d T a p a r , Kasım/Aralık 1117’de hastalanmış ve ata bi nemez olmuştu. Hastalığı giderek arttı ve uzun süre devam etti. Daha sonra Kur ban Bayramı’nda (4 Nisan 1118) Oğuz töresi uyarınca büyük bir şölen düzenlendi. Bu şölene sultan M u h a m m e d ve oğlu M a h m u t da katıldı. Halkın da katıldı
SELÇUKLU DEVLETLE R İ TARİHİ
203
ğı bu şölende sultan, onların huzura girmelerine izin verdi. Halk, şölende yiyip içtikten sonra sofrayı yağmalayarak saraydan ayrıldı. M u h a m m e d T a p a r , has talığının devam etmesi nedeniyle hayatından ümidini kesti ve oğlu M a h m u t ’ u yanına çağırıp öptü, ikisi de yaklaşan ölümü hissederek ağladılar. M u h a m m e d T a p a r , oğluna, “ saltanat tahtına çıkıp oturmasını ve halkın işleriyle ilgilenmesini” emretti. M a h m u t , bu sırada 14 yaşını henüz doldurmuştu; o, ba basına “ Bu ne talihsiz bir gün” dedi. Sultan da “ Evet doğru söyledin; fakat bu, baban için talihsiz bir gün. Sana gelince, saltanatın kutlu olsun” diyerek karşılık vermişti. Bunun üzerine M a h m u t , tacı ile tahta çıkıp oturdu, Selçuklu emirle ri ve askerler de onu sultan olarak selâmladılar (9 Nisan). Bu olaydan kısa bir süre sonra 18 Nisan perşembe (1118) günü, sultan M u h a m m e d T a p a r , 38 yaşında olduğu halde öldü. Bu haber, emirlere bildirildi ği sırada, ölmeden önce oğlu M a h m u t ’ a yaptığı son vasiyeti okundu. Sultan, oğluna “ iyilik ve adaletle hüküm sürmesini” emrediyordu. M u h a m m e d T a p a r ’ ın cenazesi daha sonra İsfahan’da, yaptırdığı medreseye gömüldü. Sultan öl meden önce, “ Senin hastalığın sihirdendir, eşin seni sihirlemiştir. Bundan dolayı hastalığının tedavisi imkânsız olmuştur” denildi. Sultana bu konuda ısrar edilin ce, nihayet gözüne mil çekerek eşi G e v h e r H a t u n ’u bir evde hapsetti. Sulta nın ölümü yaklaştığında adamları, hükümdarlık mührünü çıkardılar ve onun ağzından “ Hatun’ u boğmayı emretti” dediler. G e v h e r H a t u n , Türk töresine uygun olarak, yay kirişiyle boğuldu. Böylece karı-koca ikisi de aynı saatte ölmüş oldular. Sultan M u h a m m e d T a p a r , normal boylu, çekik kaşlı, yüzü sarıca, saka lı gür ve uzunca olup adaletli, güzel ahlaklı, yiğit ve ağırbaşlı bir hükümdardı. O, şer’î olmayan vergileri kaldırmıştı. Emîrler, onun ahlak ve yaşayışını bildikle ri için hiç biri halka zulmetmeye cesaret edememişti. O, Selçukluların olgun hü kümdarlarından birisi idi. Onun adaletle hükümdarlık yaptığı hususunda kay naklarda çeşitli hikâyeler nakledilmiştir. Bunlardan biri şöyledir: “ Sultan M u h a m m e d ’ in E b û A h m e t e l - K a v z i n î adında bir hazinedarı vardı. O, Ha tmiler tarafından öldürüldü. Sultan, bu durumda hâzinenin teftiş ve kontroldan geçirilmesini emretti. Bu nedenle hâzinedeki mallar, sultanın teftişine sunuldu. Bunlar arasında, içinde, çok sayıda değerli mücevherat bulunan bir kutu vardı. Sultan, bunu görünce görevliye, E b û A h m e t bunları birkaç gün önce bana gös termişti. Bu mücevherler, onun adamlarının malıdır dedi ve kutuyu muhafaza edip, hazinedarın adamlarının araştırılmasını ve bunu, onlara teslim etmesini emretti. Hizmetkâr, hazinedarın adamlarını araştırdı. Bunlar, yabancı tacirler olup mü cevherlerinin kaybolduğuna inanmış ve onlardan ümitlerini kesmişlerdi. Sultan, onları çağırtarak mücevherat dolu kutuyu teslim etti.” “ Sultan, bir gün, atlarına yem almak üzere, harman yerine gitmişti. Halk, sa man para ile satılmaz, öylece alın dediği halde sultan, parasını kabul edecekseniz alırım, yoksa gidiyorum diyerek cömertliğini göstermişti.” M u h a m m e d T a p a r , gerek Haçlılar, gerekse sonderecede düşman olduğu Batınîlere karşı düzenlediği seferlerle Islâm dünyasında çok sevilen ve övülen bir hükümdar olmuştur.
VII. SULTAN SENCER DEVRİ S e n c e r , sultan M e l i k ş a h ’ ın hayatta kalan çocuklarından biri olup, 6 Ka sım 1086’da Elcezire bölgesindeki Sincar'da doğdu. Doğum yerinden esinlenerek, isim olarak Türkçe “ saplayan” anlamında, S e n c e r adı verildi, islamî adı ise A h m e t idi. Onun çocukluğundaki en önemli olay, çiçek hastalığı geçirmesi idi. Bu sırada 0 i n e r H a y y a m , onu görmeğe gelmiş, dışarı çıktığında devrin Sel
çuklu veziri “ Onun halini nasıl buldun ve ne ile tedavi ettin?” diye sormuştu. Ö m e r H a y y a m , “ Bu çocuğun hayatından korkulur, canım kurtaramaması mümkündür” dedi. Bir Habeş köle bu konuşmayı daha sonra S e n c e r ’ e bildir di. S e n c e r , iyileştiği zaman Ömi e r H a y y a m ’ a kin bağladı ve ondan hoşlan madı . S e n c e r ' i n kendi divanından çıkmış ve halifeye yazılmış bir mektuba göre,
babası M e l i k ş a h üç yaşından itibaren ona geniş vilâyetler lütfetmiş, devlet ilerigelenîerİnden birçok kimseleri hizmetine vermişti. Bu suretle sultan M e l i k ş a h , ölene kadar oğluna hükümdarlık kurallarım öğretmiştir. Ancak M e l i k
ş a h ’ ın aniden ölümü ve ondan sonra görülen Fetret Devri, S e n c e r ’ in gerekli eğitimi yapmasına imkan vermemişti. Nitekim o, kendi ifadesine göre “ okuma ve
yazma bilmemektedir.” Fakat o, bu eksikliği küçük yaştan itibaren kazandığı yö netim deneyiyle gidermeğe çalışmıştır. S e n e e r ’ e babasının yanısıra kardeşi B e r k y a r u k tarafından da görev verilmişti. Sultan B e r k y a r u k , A r s l a n A r g u n 5 u itaat altına almağa karar verdi, bu amaçla atabek K u m a c ile S e n c e r ’ i görevlendirdi ve 1097’de de onu Horasan Meliki olarak atadı (Bk. B e r k y a r u k - A r s l a n A r g u n Savaşı). Böylece o, 11 yaşında iken Horasan’a
gitmiş ve bu bölgede ömrünün sonuna kadar kalmıştı (S e n c e r ’ in meliklik dö neminde yaşadığı olaylar için Bk. B e r k y a r u k ve M u h a m m e d T a p a r de virleri).
fîcînı:eî*’ in Büyük S elçu k lu sultanı olmasa
Sultan M u h a m m e d T a p a r , 18 Nisan 1118’de öldüğü zaman daha önce ve liaht ilân edilmiş olan 14 yaşındaki oğlu M a h m u t , Büyük Selçuklu Devleti’nin başına geçti; S e n c e r ise kardeşinin ölümüne çok üzülmüş ve mateme bürün müştü. O, daha sonra sultan M u h a m m e d ’ in ölümü nedeniyle baş sağlığı di-
SELÇUKLU D E V L E T L E R İ TARİHİ
205
leklerini kabule başladı ve Merv şehri yedi gün yas içinde kaldı. Ayrıca S e n c e r , hatiplere “ sultan M u h a m m e d ’ in güzel davranışlarından ve iyiliklerinden sözedilmesini” emretti. M a h m u t ’ un henüz devleti yönetecek çağa gelmemiş olması, devlet büyük lerinin onu etki altına almalarına sebep oldu. Bunlar arasında hacip A l i B a r ile onun kâtibi E b u l k a s ı m D e r g ü z i n î başrolü oynuyorlardı. Nitekim D e r g ii z i n î efendisine, “ Bu sultan küçüktür, bu da, senin boyunduruğun altında olup, ancak senin emrinle emretmelidir” diyordu. Bu iki devlet adamının teşvikiyle de sultan M a h m u t , vaktini eğlence ile geçirmeğe başlamıştı. Çok geçmeden sultan M a h m u t tarafından ardı ardına Bağdat şıhneliğine üç emîrin atanması, bu emîr ler arasında hoşnutsuzluğa ve savaşa neden oldu. Ayrıca M a h m u t ’ un kardeş leri M e s u t ve T u ğ r u l ’ un atabekleri d e C u y u ş B e y ile G ü n d o ğ d u da henüz küçük yaştaki şehzadeler adına saltanatı elegeçirmek için zamanı uygun bularak isyan etmişlerdi. S e n c e r , M a h m u t ’ un da yaşının küçüklüğü nede niyle bu şehzadelere ve Selçuklu emirlerine üstünlüğünü kabul ettiremediğini gö rünce duruma müdahale etme gereğini duydu. O da Büyük Selçuklu tahtını elegeçirmek için hazırlıklara haşladı ve 14 Haziran 1118’de sultanlığını ilân etti. Ayrıca halife M u s t a z h i r B i l l a h ’ dan sultanlığının onaylanmasını istedi. Halife de ona saltanat hilati ile doğu eyâletlerinin menşurunu gönderdi. Sultan M a h m u t , S e n c e r ’ in harekete geçmek için hazırlık yapmağa başladığını haber alın ca, E n u ş i r v a n b i n H a l i d ile F a h r e d d i n T o ğ a y ü r e k
adlı devlet
adamlarını bir anlaşma sağlayabilmek için S e n c e r ’ e gönderdi. O, S e n c e r ’ e Mazenderan bölgesi ile her yıl 200.000 altın göndermeyi vaadediyordu. Başka bir rivayete göre, hacip A l i B a r ’ ın teşvikiyle sultan M a h m u t adına, Karahanlı hükümdarına mektup yazıldı. Bu mektupla, “ Biz sultan S e n c e r üzerine yürü yeceğiz, şüphesiz o, bize karşı çıkacaktır. Bize karşı çıktığında, arkadan senin hü cum etmen uygundur. Böylece düşman (yani S e n c e r ) iki kuvvet arasında kalır” deniliyordu. S e n c e r , M a h m u t ’ un mektubunu aldıktan sonra hemen Rey şeh rine yürümek için hazırlıklara başladı. Bu sırada E n u ş i r v a n , ona savaştan vazgeçmesini önerdiği zaman S e n c e r , haklı olarak “ Kardeşimin oğlu henüz ço cuktur ve hacip A l i B a r ile kâtibinin baskısı altındadır” cevabını verdi ve Irak’daki durumu bildiğini açıkça ortaya koydu. S e n c e r , bu olaydan sonra harekete geçerek Rey şehrine geldi. Sultan M a h m u t , amcası S e n c e r ’ in R ey’e doğru ilerlediğini haber alınca, ordusuna hareket emri verdi. Onun bu hareketi sırasın da veziri R e b i b ölmüş, yerine K e m a l ü l m ü l k A l i S u m e y r e m î atanmış tı. İki ordu Rey yakınlarındaki Sâve’de karşılaştı. S e n c e r ’ in ordusu 20 bin ki şiydi, yanlarında 18 fil vardı. Ayrıca bu orduda Sistan hâkimi E b u l f a z l , H a rezmşah
M u h a m m e d b i n A n u ş t e k i n ,emîr U n e r , emîr K u m a c ve
Yezd hâkimi A l â ü d d e v l e G e r ş a s p gibi emîrler bulunuyordu. Sultan M a h m u t ’ un ise 30 bin askeri vardı. Ordusunda ise hacip A l i B a r , atabek G u z o ğ l u , M e n g ü b a r s , S u n g u r B u h a r î , K a r a c a S a k î gibi büyük emîrler ile Porsukoğulları yer almaktaydı, iki taraf arasında savaş başladığı zaman, M a h -
206
ALİ SEVİM -ERDOĞAN MERÇİL
m u t ’ un askerleri, sayı çokluğu nedeniyle, üstünlüğü elde ettiler, S e n c e r ’ in sağ ve sol kanatlarını bozdular. S e n c e r ise bazı adamlarıyla fillerin önünde du ruyordu, M a h m u t ve atabek C u z o ğ l u d a onun karşısında yer almışlardı. S e n c e r , durumun aleyhinde geliştiğini görünce, fillerin savaşa sürülmesini emretti. Filler harekete geçip ilerleyince, M a h m u t ’ un süvarilerinin bindiği atlar ürke rek geri döndüler. Bu olay, savaşın gidişini değiştirmiş, M a h m u t ile merkezde onun yanında bulunanların bozguna uğramasına sebep olmuştu (11 Ağustos 1119). Atabek G u z o ğ l u da tutsak alındı. S e n c e r , onu hemen öldürttü. M a h m u t bu yenilgiden sonra beraberinde veziri S u m e y r e m î , hacip A l i B a r ve emîr K a r a c a olduğu halde, İsfahan'a gitti. S e n c e r ise savaştan sonra Hemedan’a yönelmişti. Onun galibiyet haberi Bağdat'a ulaştı've halife M ü s t e r ş i d B i 1 1 a h 4 Eylül 1119’da S e n c e r adına hutbe okuttu. S e n c e r , annesinin etkisiyle daha sonra yeğenine barış önerisinde bulunmak için bir elçi gönderdi. Annesi ona, “ Gazne ve çevresini, Maverâünnehr'i istilâ ettin, pek çok yere hâkim oldun, hep sini sahiplerine verdin. Kardeşinin oğlunu da onlardan biri kabul et” demişti. S e n c e r ’ in annesi, M a h m u t ’ un anneannesi idi. Öte yandan M a h m u t ’ un adamlarından D e r g ü z i n î , derhal harekete geçerek S e n c e r ’ in huzuruna git miş ve M a h m u t ’ u onun yanına getirmek için İsfahan'a geri dönmüştü. Çok geç meden, bu kez, vezir S u m e y r e m î de M a h m u t ’ a “ S e n c e r , senin amcan olup, baban yerind'edir. Senin üzeriride onun birçok hakkı vardır, ona isyan et mek günahtır” diyerek iki taraf arasında anlaşma sağlamak için Rey şehrine git ti. S e n c e r ’ e, “ vezir S u m e y r e m î geldi, yeğeniniz pişman olduğundan özür dilemek için onu göndermiştir” haberi geldi. S e n c e r bu olaya çok sevindi ve emirlerine “ veziri karşılamalarını” emretti. Vezir S u m e y r e m î , yeğeninin du rumunu sağlamlaştırmak için S e n c e r ’ den söz aldı ve “ iki taraf arasında barı şın arzu edildiğini” bildirdi. S e n c e r bu amaçla onun istediği her husus için garanti verdi. Vezir, S e n c e r ’ in yanında kaldı ve elçi göndererek sultanını hu zura çağırdı. M a h m u t , bu çağrı üzerine amcasının yanına gitmek üzere hare kete geçti. Onun adamları, vezir S u m e y r e m î , hâcib A l i B a r ve kâtibi D e r g ü z i n î toplanarak M a h m u t ’ un, S e n c e r ’ in huzurunda nasıl davra nacağını kararlaştırdılar. Buna göre “ amcasına hürmet için M a h m u t , saltanat törenini terkedecek ve S e n c e r , burada bulunduğu süre içinde onun hükmü al tında bulunacak” idi. Ayrıca S e n c e r ’ i karşılamaya çıktığında M a h m u t , onun yedek atına binecek, kendisinin saltanat simgesi olan kırmızı rengi bırakarak, S e n ce r ’ in simgesi beyaz ve siyahı kabul edecek, S e n c e r burada kaldığı sürede nevbet çalınmayacak, amcasının huzuruna girdiğinde yer öpecek, onun önünde ayakta duracak, bargâhtan çadıra kadar amcasının üzengisinin yanında yaya yürüyecek, amcasından ayrı kendi başına bir çadır kurulmayacak, amcasının çadırları ya nında onun evlat ve haremi gibi yaşayacaktır. Amcasının merhametini yeniden sağ lamak için de 20 gün bu durumda kalacaktı. M a h m u t , daha sonra amcasının huzuruna girerek yer öpmüş ve af dilemişti. O, S e n c e r ’ e çok değerli hediyeler getirdi. S e n c e r , bunlardan sadece 5 Arap atını kabul etti. S e n c e r , yeğenine çok iyi davrandı ve oğlu olmadığı için veliaht atadı, kızı M e h m e l e k H a t u n
SELÇUKLU D E V LETLE R İ TARİH İ
207
ile evlendirdi. Ayrıca bırakmış olduğu saltanat törenlerini yaptırmasına yeniden izin verdi. S e n c e r , bu olaydan sonra Büyük Selçuklu Devleti ’ni yeniden düzenledi. Buna göre, S e n c e r , Sultanülâzam ünvanını kullanacak, M a h m u t ’ a ise Sultanülmuazzam ünvanıyla hitap edilecekti. S e n c e r , ayrıca Rey şehri ile Mazenderan ve Kumis bölgesini kendi hâkimiyet bölgesi içine almıştı. M a h m u t ’ a kalan böl geler ise Irakı Arap (Mezopotamya) ile Irakı Acem (Cibal) ’in bir kısmı ile Suriye’ dir. Böylece sultan S e n c e r ’ in izniyle Selçukluların yeni bir kolu olarak, İrak Selçuklu Devleti kurulmuş oldu. Sultan S e n c e r , Selçuklu Devleti’nin hâkimi yeti altındaki bölgelerden bir kısmını da öteki yeğenlerine ıkta etti. Buna göre. Irakı Acem eyâletinin yarısıyla Gilân bölgesini T u ğ r u l ’ a, Fars eyâleti ile Isfa han ve Huzistan’ ın yarısını ise S e l ç u k ş a h ’ a vermişti. Sultan S e n c e r , bu se ferden sonra Horasan’a dönerken hutbesi, Kaşgar sınırından Yemen, Mekke, Tâif, Mekran, Umman ve Azerbaycan’dan Anadolu sınırına kadar olan bölgelerde oku nuyordu. Gûr, Afganistan’da Helmand vadisiyle Herat arasındaki bir bölge olup, bugün Hezaristan denilen dağlık bir ülkedir. Buraya hâkim olan Gurlular (Gurîler), genel anlamıyla sultan S e n c e r ’ e tâbi idiler. O sırada Gurluları yöneten I z z e d d i n H ü s e y i n (1100-1146) arazinin dağlık olmasına ve kalelerin sağlam lığına güvenerek sultan S e n e e r ’ e isyan etmişti (1121). S e n c e r , bu bölgeye M ö n k kumandasında bir ordu göndermiş ve I z z e d d i n H ü s e y i n itaat altı na alınmıştı. Irak Selçuklu sultanı M a h m u t ’ un daha sonra veziri Ş e m s ü l m ü l k O s m a n b i n N i z a m ü l m ü l k olmuştu. Bu vezir 1123 yılı içinde görevinden uzak laştırıldı ve öldürüldü. Bu olayla ilgili olarak birkaç rivayet vardır; şöyleki: Sultan S e n c e r ’ in veziri N i z a m ü l m ü l k ’ ün yeğeni Ş i h a b E b u l m e h a s i n ölmüş, yerine, E b û T a h i r K u m m î v e z i r atanmıştı. O, N i z a m ü 1 m ü 1 k ailesine düşman olduğundan Ş e m s ü l m ü l k O s m a n ’ ı S e n c e r ’ e kötülemeğe başlamıştı. S e n c e r de sultan M a h m u t ’ a haber göndererek vezi rin tutuklanmasını emretti. Başka bir rivayete göre, sultan M a h m u t tarafın dan S e n c e r ’ e elçi olarak E b u l k a s ı m D e r g ü z i n î gönderilmişti. Sultan S e n c e r , ondan Irak’daki durumu sorduğu zaman, o “ işlerin iyi gitmemesinden vezir Ş e m s ü l m ü l k ’ ün sorumlu olduğunu” söylemiş ve S e n c e r ’ i kandır mak için her çareye başvurarak başarılı olmuştu. Sultan S e n c e r de M a h m u t ’ a mektup göndererek veziri göndermesini istemişti. Bunun yanısıra sultan M a h m u t ’ un da vezirine karşı tavrı değişmişti. Çünkü vezir, sultana “ Gürcüler üze rine yapmayı tasarladığı gazadan vazgeçmesini” önererek bu konuda muhalefet etmişti. Ayrıca düşmanları da sultana onu kötüleyerek devlet işlerinde becerisi nin ve bilgisinin azlığına dikkat çekmişlerdi. Sultan S e n c e r ’ in elçisinin gelişi M a h m u t ’ un vezirine dargın olduğu zamana rasladı. Bu nedenle onu tutukla tıp emîr T o g a y ü r e k ’ e teslim etti. Ayrıca sultan M a h m u t veziri sultan S e n c e r ’ e gönderirse kendisinin sırlarını öğreneceğinden, aksini yaptığı takdirde ise emrine muhalefet etmiş olacağından ve böylece amcasını gücendireceğinden korktu.
208
A L İ SEVİM -ERDOĞAN MERÇİL
Sonunda M a h m u t , “ vezir Ş e m s ü l m ü l k O s m a n ’ ın öldürülmesini” em retti (1123). Vezir Ş e m s ü l m ü l k O s m a n ’ ın öldürülmesi, zaman zaman sul tan S e n c e r ’ in tâbi Irak Selçukluları Devleti’nin içişlerine karıştığını göster mektedir ki, daha sonraki yıllarda da buna benzer olaylar karşımıza çıkacaktır. Öte yandan Hille emîri D ü b e y s b i n S a d a k a , halife M ü s t e r ş i d ile geçinemiyordu. Kendisine bir destek bulmak amacıyla melik T u ğ r u l ’ un yanına gitti ve onu halifeye karşı kışkırtıp Irak’ı ele geçirmeğe teşvik etti. Melik T u ğ r u 1 da onunla birleştikten sonra çok sayıda askerle harekete geçtiler. Doğal olarak melik T u ğ r u l ’ un da amacı, M a h m u t ’ un yerine Irak Selçuklu Devleti sultanı ol maktı. Onların harekete geçmesi üzerine halife M ü s t e r ş i d , veziri ile Bağdat şıhnesi B a r a n k u ş Z e k e v î ’ ye “ savaşa hazır olmaları ve asker toplamaları” için haber gönderdi. Böylece yayalar ve Bağdat halkı dışında, askerlerin sayısı 12 bin kişiyi bulmuştu. Halife, bu kuvvetle 13 Mart 1125’te Bağdat’tan ayrılarak rakiplerine doğru ilerledi. Ancak melik T u ğ r u l hastalanınca savaşa cesaret ede meden geri döndü ve beraberinde, D ü b e y s olduğu halde, sultan S e n c e r ’ in yanma gitti. Onlar yolları üzerindeki sultan M a h m u t ’ a tâbi olan Hemedan’a uğrayarak bura halkından çok miktarda haraç aldılar. Sultan M a h m u t , bu olay üzerine süratle onlara karşı yürüdü. Melik T u ğ r u l ve D ü b e y s , sultan S e n c e r ’ in yanına gidip, halife ve B a r a n k u ş ’ u şikayet ettiler. Sultan S e n c e r , onları dinledikten sonra T u ğ r u 1 ’ a iyi davrandı, fakat D ü b e y s ’ i de tutuklat tı (1125). Balını faaliyetleri
S e n c e r devrinin ilerigelen şahıslarından biri de Z e y n ü l i s l â m E b û S a ’ d M u h a m m e d H e r e v î idi. Onun sultan M a h m u t (veya halife) tarafın dan elçilikle sultan S e n c e r ’ e gönderilmesi kararlaştırıldı. M a h m u t ’ un ve ziri D e r g ü z i n î , elçi H e r e v î ’ yi kıskanmış, S e n c e r ’ in yanından dönüşünde de vezirliğin kendisinden alınacağını düşünmüştü. Bu bakımdan o, birkaç Batınî ile anlaşarak H e r e v î ’ y i , Horasan’dan döndüğü zaman öldürmelerini karar laştırdı. M u h a m m e d H e r e v î geri dönüşünde Hemedan’da namaz kılmak için camiye gittiği zaman, daha sultan M a h m u t ile buluşmadan öldürüldü (1124/1125). O, büyük bir bilgin olup, mert bir insandı ve Selçuklu Devleti’nde önemli yetki ve itibara sahipti. Belki de bu olay sebebiyle sultan S e n c e r ’ in veziri E b û N a s r A h m e t K â ş â n î ’ ye iiBatmîlere karşı cihad açılmasını, bulun dukları ve yakalandıkları yerde öldürülmelerini” emretti. Nitekim o, bu amaçla Batmîlerin elinde bulunan Kuhistân bölgesindeki Turşiz (Tureysis) şehriyle Nişabur’a bağlı Beyhak kazasına asker gönderdi. Selçuklu askerleri, her iki yerleşim merkezine girerek oradaki Batmîleri öldürdüler ve birçok ganimet ele geçirerek geri döndüler (1126). Batmîler, Selçuklu Devleti ’nin öteki bölgelerinde de faali yetlerini sürdürüyorlardı; nitekim Suriye’de Banyas şehrini ele geçirdiler. Aynı yıl içinde Musul hâkimi A k s u n g u r P o r s u k î ’ yi Cuma namazı kılarken öl dürdüler (25 Kasım 1126).
SELÇUKLU DEVLETLE R İ TARİHİ
209
S e n c e r ’ in veziri K â ş â n î , D e r g ü z i n î ’ nin Irak' ta vezirlik yapmasını istemiyordu. D e r g ü z i n î de onun erdemleri yanında kendi eksikliklerinin or taya çıkmasından korktuğu için yine hile yoluna başvurdu ve K â ş â n î ’ yi öldür mek için gizlice Balmîlerle görüştü ve Horasan’a birkaç Batınî gönderdi. Bunlardan birisi, vezir K â ş â n î ’ nin hizmetine girdi ve atlarına seyis olarak ahırda görev lendirildi. Vezir, bir gün atları gözden geçirdiği sırada bu Batınî seyis, onu bir aygırın altına sakladığı bıçakla öldürdü (Mart 1127). Doğal olarak vezirin öldü rülmesinde, Batmîlerle mücadele etmesi ve savaşması da önemli rol oynamıştı. Sultan S e n c e r , bu olay üzerine Alamut Batmîlerine karşı harekete geçerek on lara ağır bir darbe indirdi ve rivayete göre 10 binden fazla Batınî öldürüldü. Sultan S e n c e r ’e karşı M üslerşid-suilan M ahm ut ittifakı
Halife-melik T u ğ r u l arasındaki olaydan sonra, sultan M a h m u t , M ü s t e r ş i d ’ e mektup yazarak “ kendisi için yaptıklarına” teşekkür etmişti. Daha sonra iki taraf arasında elçilerin gidip gelmesiyle sultan M a h m u t ile halife, Bü yük Sultan S e n c e r ’ e karşı aralarında bir anlaşma yaptılar. M a h m u t , bu an laşmayla sultan S e n c e r ’ e bağımlı olmaktan kurtulmak istiyor, halife ise eski siyasî kudretini elde etmeye çalışıyordu. Sultan S e n c e r , bunu öğrendiği zaman sultan M a h m u t ’ a bir mektup göndererek bu ittifakı çözmeye çalıştı. S e n c e r , bu mektubunda M a h m u t için yaptıklarını anlatıyor ve ona, “ Sana düşen, or dunu alarak Bağdat’a gitmek ve halifenin savaş âlet ve vasıtalarını zabtetmek” diyerek M ü s t e r ş i d ’ in siyasetten uzaklaştırılmasını istiyordu. Ayrıca bu istek lerini yerine getirmediği takdirde kuvvet kullanacağını bildiriyordu. Sultan M a h m u t , S e n c e r ’ den aldığı bu uyarı üzerine Bağdat’a yürümeye karar verdi. Halife M ü s t e r ş i d i s e şehrin batı tarafına geçerek bunu önlemeye çalıştı, hattâ nedimlerinden A f i f ’ i bir askerî birlikle Vasıt’a göndererek Selçuklu Devleti’nin temsilcilerini buradan çıkartmakla görevlendirdi; sultan M a h m u t ise bu sı rada Bağdat yörelerine gelmişti; İ m a d e d d i n Z e n g i ’ yi halifenin askerlerine karşı şevketti. Z e n g i , Vasıt şehrinin batı tarafında bulunan A f i f ’ i giriştiği sa vaşta mağlup etti. Bu yenilgi, halifenin aklını başına getirmiş ve Selçuklu kuvvet lerine karşı koyamayacağını anlamıştı. Nitekim o, daha sonra sadece Bağdat’ın doğu kesimindeki sarayını savunmaya çalıştı. Sonunda iki taraf arasındaki çatış malardan sonra sultan M a h m u t ile halife arasında bir uzlaşma sağlandı (Bk. Irak Selçukluları). Sultan M a h m u t , bu sırada Bağdat’ta hastalandı. O, işlerini Selçuklu çıkarlarına uygun bir şekilde çözümledikten sonra Bağdat’tan ayrıla rak (Nisan 1127) Hemedan’a gitti ve oraya varınca da iyileşti. B irin ci batı seferi
Daha önce S e n c e r ’ in yanına gitmiş olan melik T u ğ r u l ve D ü b e y s , Bü yük Selçuklu sultanını Irak’a yürüme hususunda kışkırttılar. Onlar, Irak’a hâkim olmanın kolay bir iş olduğunu, aynı zamanda sultan M a h m u t ile halife M ü s t e r ş i d ’ in kendisine karşı ittifak içinde bulunduklarını söylüyorlardı. Bu ko
210
A L İ SEVİM -ERDOĞAN M ERÇİL
nuları sultan, Irak’a yürümeyi kabul edinceye kadar işlediler. Sonuçta S e n c e r , Batı’ya bir sefer yaparak Rey şehrine geldi. Sultan M a h m u t , bu sırada Hemedan’da idi. S e n c e r , ona haber gönderip yanına çağırdı. O, M a h m u t ’ un, söy lendiği gibi âsi olup olmadığını öğrenmek istiyordu. Sultanın elçisi M a h m u t ’ un yanına gelince o, hemen amcasının yanına gitmek için hazırlanarak yola çıktı. Sultan S e n c e r yeğeninin geldiğini görünce “ bütün askerlerine onu karşılamalarını” emretti. Parlak bir karşılama töreninden sonra S e n c e r , M a h m u t ’ u yanın da tahta oturttu ve ona pek çok ikramda bulundu. M a h m u t , 10 Aralık 1128 tarihine kadar amcasının yanında kaldı. Sultan S e n c e r , yeğeni ile görüşmesin den memnun olarak Horasan’a döndü. O, Horasan’a dönerken “ M a h m u t ’ un kalbini hoş kılmak için şehzadeleri, yani M a h m u t ’ un iki kardeşi T u ğ r u 1 ve M e s u t ’ u beraber alıp götürmüştü. Ancak onun M a h m u t ’ tan bazı istekleri vardı. Buna göre S e n c e r , D ü b e y s ’ i sultan M a h m u t ’ a teslim etmiş ve ona iyi davranmasını, eski hâkim olduğu yerlere (Yukarı Mezopotamya ve Suriye) ia desini istemişti. Bu sırada o bölgeleri I m a d e d d i n Z e n g i yönetmekte idi. Başka bir olayda ise sultan M a h m u t , veziri E b u l k a s ı m D e r g ü z i n î ’ yi tutuklatmıştı. Sultan S e n c e r , Rey aeki görüşmeleri sırasında “ onu serbest bırak masını” emretti, M a h m u t da bu emre uyarak onu serbest bıraktı. S e n c e r ise E b u l k a s ı m ’ı sultan M a h m u t ile evli olan kızına vezir atadı. M a h m u t , D ü b e y s ve E b u l k a s ı m ile Bağdat’a döndü. Daha sonra M a h m u t , E b u l k a s ı m D e r g ü z i n î ’ yi tekrar kendisine vezir atadı (29 Ocak 1129).
KaraJıanlılara karşı sefer
Batı-Karahanlılar Devleti ’nin başında S e n c e r ’ in daha meliklik dönemin de atadığı A r s l a n H a n (II. M u h a m m e d ) bulunuyordu. A r s l a n H a n , ha yatının son yıllarında felç geçirince oğlu N a s r H a n ’ ı nâib atadı. Öte yandan Semerkant’ta söz sahibi olduğu anlaşılan bir Alevî fakih E ş r e f S e m e r k a n d î ile şehrin reisi birleşerek N a s r H a n ’ ı öldürmek üzere anlaştılar ve bir ge ce, bunu gerçekleştirdiler. A r s l a n H a n , oğlunun öldürülmesiyle meydana çıkan bu isyan üzerine paniğe kapılmış olmalıdır. Çünkü o, bir yandan Türkistan’da bu lunan öteki oğlu A h m e t ’ i yanına çağırırken, sultan S e n c e r ’ den de yardım istemiştir. Türkistan’dan gelen şehzade A h m e t , Semerkant’a yaklaşınca Alevî fakih ile şehrin reisi, onu karşılamağa çıktılar. A h m e t , Alevî fakihi derhal öl dürdü ve reisi de tutuklattı. Böylece o, Karahanlı Devleti’nde büyümesi muhte mel bir isyanı önlemiş oldu. Sultan S e n c e r ise aldığı yardım daveti üzerine Semerkant’a doğru harekete geçti. A r s l a n H a n , oğlunun duruma hâkim ol duğunu görünce sultan S e n c e r ’ i çağırdığına pişman oldu, hemen S e n c e r ’ e haber gönderip, “ geri dönmesini” istedi. S e n c e r , buna çok kızmış, ancak yine de bulunduğu yerde birkaç gün kalıp ava çıkmıştı. O, belki de Semerkant’a gitme konusunda kararsızdı. Bu av sırasında tam teçhizattı 12 kişiyi görüp onları yaka lattı. Bu silahlı kişiler sorguya çekildiklerinde “A r s l a n H a n tarafından ken disini öldürmek üzere görevlendirildiklerini” itiraf ettiler. Sultan S e n c e r , onları
SELÇUKLU D E V LETLE R İ TARİH İ
211
derhal öldürttü ve bu olaydan sonra Semerkant’a yürüyerek uzunca bir kuşatma dan sonra şehri elegeçirdi (Nisan 1130); A r s l a n H a n ise S e n c e r ’ den kor karak bir kaleye kapandı. S e n c e r , bir süre sonra ona aman verip, “ aşağı inmesini” istedi. A r s l a n H a n , yanına gelince de ona ikramda bulundu ve Belh şehrinde bulunan kızının yanına gönderdi. S e n c e r , onun kızı T e r k e n H a t u n ile evliydi. A r s l a n H a n kızının yanında Belh şehrinde öldü. Sultan S e n c e r , Semerkant’ı elegeçirdikten sonra A r s l a n H a n ’ ın yeri ne Batı-Karahanlı tahtına sırasıyla, önce H a ş a n T e k i n adıyla ünlü E b u l m e a l i H a ş a n (1130-1132), E b u l m u z a f f e r İ b r a h i m (Öl. 1132) ve II. M a h m u t (1132-1141)’u atadı. II. M a h m u t , A r s l a n H a n ’ m oğlu olup, sultan S e n c e r ’ in yeğeni idi. Yukarda sözkonusu edilen olaylardan bir süre sonra melik M e s u t , Hora san’da bulunan amcası S e n c e r ’ in yanından ayrılarak Sâve’ye gitti (Kasım/Ara lık 1130). Onun amacının, kardeşi Irak Selçuklu sultanı M a h m u t ’ a muhalefet olduğu ve S e n c e r ’ in emriyle hareket ettiği anlaşılıyor. Sultan S e n c e r , belki de emirlerini tam anlamıyla yerine getirmeyen M a h m u t ’ a karşı M e s u t ’ u gön dermişti. Bunun üzerine sultan M a h m u t , endişelendi ve Bağdat’tan ayrılarak Hemedan’a gitti. O, Kirmanşah’a ulaştığı zaman kardeşi melik M e s u t , bekleni lenin aksine, gelip kendisinin hizmetine girdi. Sultan M a h m u t , kardeşine iyi davranmış, Gence ve çevresini ona ıkta ederek bu bölgeye göndermişti. Sultan S e n c e r , kızı M e h m e l e k H a t u n ’ u M a h m u t ile evlendirmişti. Bu düğün münasebetiyle kızını mükemmel çeyizler, altın ve değerli taşlar ile süslü mahaffe ve fillerle Horasan’dan Irak’a yollamıştı (Bk. S e n c e r ’ in Büyük Selçuklu sultanı olması). Çok geçmeden M e h m e l e k H a t u n , 17 yaşında öl dü . Annesi E m î r S i t t i H a t u n , öteki kızı G e v h e r N e s e b ’ i sultan M a h m u t ile evlendirdi. Bir süre sonra G e v h e r N e s e b de öldü. Vezir D e r g ü z i n î de rakibi olan A z i z adıyla ünlü E b û N a s r A h m e t ’ i tutuklatmak için bu olaydan yararlanmak istedi. O, adamları vasıtasıyla sultan M a h m u t ’ a “Amcan S e n c e r iki kızının mirasını ve mücevherlerini istemek için elçi göndermiş” şek linde bir haber ulaştırdı. Sultan M a h m u t ’ un, malî sıkıntı içinde olduğundan, bu mücevherleri vermeğe niyeti yoktu. D e r g ü z i n î , bu konuda sultana, “ S e n c e r senin mazeretini kabul etmez, güvene lâyık bir adamdır diye A z i z ’ in ta nıklığını ister. Tehlikeyi ortadan kaldırmak için onu tutuklatmak gerekdir” demiş, ayrıca A z i z ’ i tutuklattığı zaman 300.000 altın vereceğini söylemişti. Sultan M a h m u t , A z i z ’ i tutuklatınca da vezir isteğine kavuşmuş oldu. Daha sonra S e n c e r ’ in elçisi gelince sultan M a h m u t , onun elçiliği hakkında önceden söylenen sözlerin hiç birini ondan işitmedi. Bu nedenle M a h m u t , vezirin yalan söyledi ğini anladı ve ona adam göndererek vadettiği parayı istedi (1130/1131). Bu olaydan bir süre sonra sultan M a h m u t , Bağdat’tan Hemedan’a giderken yolda hasta lanarak 10 Eylül 1131’de öldü (Ayrıca bk. Irak Selçukluları).
ALİ SEVİM -ERDOĞAN MERÇİL
Suken S e n c e r 'in ikinci batı seferi
M a lı m u t ’ un ölümünden sonra tahta, oğlu D a v u t ’ un geçmesi, Irak Sel çuklu Devleti'n de yeniden kargaşaya sebep oldu. D a v u t ’ un sultanlığım tanı mayalı amcası M e s u t harekete geçerek Tebriz’i işgal etti; D a v u t da hemen amcasının üzerine yürüyüp onu Tebriz’de kuşattı. Her ikisi arasındaki savaş 22 Aralık 1131‘e kadar devam etti ise de sonradan anlaştılar. Melik M e s u t , Tebriz’ den çıktı ve çevresine asker toplayarak Hemedan’a gitti. O, buradan Bağdat’a ha ber gönderip. iisulta.n olarak adına hutbe okunmasını” istedi. Melik D a v u t ise bu isteği daha önce yapmıştı. Halife M i i s t e r ş i d B i l l a h , bu sırada akıllı bir siyaset izlemiş, “ hutbe konusunda kararın sultan S e n c e r ’ e ait olduğunu, o, ki mi isterse onun adına hutbe okunacağını” söylemişti, ayrıca da durumu sultan S e n c e r ' e bildirdi. Onun bu davranışı S e n c e r ’ in hoşuna gitti. Ote yandan S e l ç u k ş a h v e atabek K a r a c a S a k î ’ nin Fars ’daki sakin hayatı, sultan M a h ra ıt t ’ un ölümüne kadar devam etti. Onun ölümünden sonra başlayan taht müca delesine K a r a c a S a k î ’ nin teşvikiyle S e l ç u k ş a h da katıldı; çok geçmeden onlar da Fars’dan harekete geçerek Bağdat’a gittiler. Sultan M a h m u t ’ un ölü müyle Irak Selçuklu Devleti’nde meydana gelen olaylar, sultan S e n c e r ’ i de il gilendiriyor ve ikinci kez Batı ’ya sefer yapmaya zorluyordu. O, önce beraberinde melik T u ğ r u l olduğu halde, Cibal bölgesine gitti. S e n c e r , daha sonra Rey şeh rine geldi (Ocak/Şubat 1132). Onun R ey’e geldiğinin Bağdat’ta duyulması, taht mücadelesi yapan M e s u t ’ un halife M ü s t e r ş i d ,
S e l ç u k ş a h ve K a r a
ca S a k î ’ ye bir ittifak önermesine yol açmıştı. Arada elçiler gidip geldi ve so nunda taraflar, bir anlaşmaya vardılar. Buna göre; M e s u t sultan, S e l ç u k ş a h da veliahtı olacaktı; halife de Irak’ı vekili vasıtasıyla yönetecekti; ayrıca halife, “ taraflardan anlaşmaya uyacakları hususunda” antlar aldı, ittifaktan sonra hali fe kendi yararına olan bu anlaşmadan faydalanmak için hemen harekete geçti ve Irak’ı yönetmek için vekiller atadı. Öte yandan S e n c e r ’ in Bağdat üzerine yü rüdüğü haberinin yayılması, şehirde savaş hazırlıklarının hızlanmasına sebep ol du. Sultan S e n c e r ise Irak Selçuklu tahtına yeğeni T u ğ r u l ’ u çıkarmaya karar vermiş ve bu nedenle R ey’den Hemedan’a gitmişti. O, Hemedan’da iken Bağdat’daki müttefikler de şehirden çıkarak S e n c e r ’ e doğru ilerlediler. Başlangıçta halife, S e n c e r ’ den korkarak bu sefere çıkmaktan vazgeçmişti. Ancak atabek K a r a c a S a k î ’ nin tehditleriyle o da müttefiklerin ardından Bağdat’tan ayrıl mıştı (25 Nisan 1132). Bu sırada bütün Irak’da sultan S e n c e r adına okunan hut beye soıı verilmişti. Böylece halife, artık siyasî hâkimiyetine kavuştuğunu açıkça ilân etti. Sultan S e n c e r ise bu ittifaka karşı tedbirler almakta gecikmemiş, I m a d e d d i n Z e n g i ’ yi Bağdat şıhneliğine tayin, D ü b e y s ’ e de Hille’yi ıkta et mişti; ayrıca onlara “ Irak’a saldırmaları” emrini verdi. S e n c e r , müttefiklerin Bağdat’tan ayrıldıklarını haber aldığı zaman Hemedan’dan hareket etti. Bu sıra da melik T u ğ r u l , kendisinden ayrılmıştı. Melik T u ğ r u l , S e n c e r ’ in salta nat! kardeşi M e s u t ’ a vereceğini sanarak böyle davranmıştı. S e n c e r , böylece durumu anladı. Bunun üzerine T u ğ r u l ’ un vezirini, Büyük Hâcib M a h -
SELÇUKLU D E V LETLE R İ TARİHİ
213
m u t K a ş a ı ı î , emîr K u m a ç ve Horasan emirlerinden bir gurubu ona gönderdi. Bu heyet T u ğ r u l ’ un yanına gelerek, “ amcası S e n c e r ’ in onu Irak sultanlığı na atadığım, sultanın veliahdı olduğunu ve ölümünden sonra da Horasan’ın sahi bi olacağını’ ’ söylediler. Bunun üzerine T u ğ r u l , sevincinden yere kapandı ve tekrar S e n c e r ’ in yanma döndü. Ote yandan melik M e s u t , ordusuyla önce Dây Merc’e ulaşmıştı ki, sultan S e n c e r ’ in kalabalık öncü birlikleri onu karşı ladı, Bunun üzerine başarılı olamayacağını anlayan M e s u t , Azerbaycan’a dön meye karar verdi. Sultan S e n c e r ’ in beraberinde 100 bin atlı bulunan büyük bir ordu vardı. O, M e s u t ’ un askerleriyle Azerbaycan’a dönmek üzere olduğu nu haber aldığı zaman yakalamak amacıyla onları gece-gündüz hiç durmadan iz ledi. Nihayet iki taraf Dinever yakınlarında karşılaştılar. M e s u t , halife M ü s t e r ş i d ’ i beklediği için savunma savaşı yapmaktaydı. Sultan S e n c e r ’ in karşısında savaş düzeni alması nedeniyle onunla savaşmaktan başka bir çare kal mamıştı. Sultan S e n c e r , ordusunun sağ kanadına melik T u ğ r u l , K u m a c ve E m î r i E m î r a n ’ ı yerleştirmiş, sol kanata ise bir gurup emîrle Hârezmşah A t s ı z ’ ] koymuş, kendisi de 10 bin atlıyla merkezde yer almıştı. Melik M e s u t ise sağ kanadına K a r a c a S a k î i l e emîr K ı z 1 1 ’ ı, sol kanadına da B a r a n k u ş ( Y a r ı n k u ş ) , B a z d â r , Y u s u f Ç a v u ş ve öteki emirleri yerleştirmiş ti. M e s u t ’ un ordusu 30 bin kişiden oluşmuştu. Savaş başladığı zaman atabek K a r a c a , sultan S e n c e r ’ in, önünde fillerin de bulunduğu merkez hattına sal dırdı. K a r a c a , saldırıya geçtiği zaman melik T u ğ r u 1 ile Harezmşah A t s ı z , onun gerisinde kaldı. Belki de S e n c e r , düzme bir geri çekilme taktiğini uygu latmış, böylece K a r a c a S a k î ’ nin kuvvetlerini çember içine almışlardı. K a r a c a S a k î , birkaç yerinden yaralanıncaya kadar yiğitçe savaştı ise de sava şı sultan S e n c e r kazandı (25 Mayıs 1132). Bunun üzerine melik M e s u t , savaş meydanından kaçmak zorunda kaldı. Sultan S e n c e r , savaştan sonra otağına gi derek tutsak alınan K a r a c a ’ yı huzuruna getirtti ve ona, “ Benimle savaşmakla neyi elde edeceğini umuyordun?” dedi. Atabek K a r a c a da “ Ben seni öldürüp baskı altına alacağım birini sultan yapmayı umuyordum’ ’ cevabını verdi. Bunun üzerine S e n c e r , onu öldürttü. S e n c e r , daha sonra M e s u t ’ a haber gönde rip yanma çağırdı. Melik M e s u t , bu çağrıya uymuş, S e n c e r de onu görünce kucaklayıp öpmüş ve iyi davranmış, ancak kendisine isyan ettiği için de azarla mıştı. M e s u t , daha sonra tekrar kendi bölgesi olan Gence’ye gönderildi. S e n c e r , melik T u ğ r u l ’ u Irak Selçukluları tahtına çıkardı ve bütün ülkede onun adına hutbe okuttu. Ayrıca E b u l k a s ı m D e r g ü z i n î ’ yi de ona vezir atadı. Sultan S e n c e r , Irak Selçuklu Devleti’nin işlerini böylece düzenledikten sonra Horasan’a döndü ve Temmuz/Ağustos 1132’de Nişabur’a ulaştı. Irak S elçuklu D evîeti’ n d e yeni olaylar
Sultan S e n c e r , Irak Selçuklu Devleti’nin işlerini düzene koymasına rağmen Horasan’a döndükten sonra İran’daki taht mücadelesi yeniden başladı. Sultan T u ğ r u l ’ a karşı ilk isyan eden yeğeni D a v u t oldu. Ancak T u ğ r u l , Hemedan civa
214
A L İ SEVİM -ERDOĞAN M ERÇİL
rındaki savaşta D a v u t ’ u mağlup etti (Temmuz 1132). D a v u t ve atabek A k s u n g u r A h m e d i l î , b u yenilgiden sonra Bağdat’a gittiler. Öte yandan da Azerbaycan’da bulunan melik M e s u t , D a v u t ’ un mağlup olarak Bağdat’a git tiğini haber alınca kendisi de oraya yöneldi. 0 , Bağdat’a yaklaşınca D a v u t , ken disini karşıladı ve atından inip ona hürmet etti. Sonra ikisi birlikte Bağdat’a girdiler. M e s u t , bu şehirde sultanlık sarayına giderek “ hutbenin kendi adına okunmasını” istedi (Aralık 1132/Ocak 1133) ve bu, yerine getirildi. Bağdat’ta hutbe, önce M e s u t , sonra da D a v u t adına okundu. Bu iki Selçuklu meliki halifenin huzuruna çıktılar. Burada M e s u t , D a v u t ve halife, yeni bir ittifak yaptılar. Bir önceki senaryo yeniden yazılıyordu. Melik T u ğ r u l ’ a karşı oluşturulan bu ittifak, aslında onu sultan atayan S e n c e r ’ e karşı idi. Melik M e s u t , daha sonra kardeşi T u ğ r u l ile savaşmak üzere Hemedan’a gitti. Sultan T u ğ r u l , onun yaklaştığını haber alınca derhal harekete geçti. İki taraf arasında öğleye kadar süren savaşı kaybeden T u ğ r u l , sultan S e n c e r ’ in hâkimiyet alanı içindeki Rey şehrine gitti. M e s u t ise Irak Selçukluları’nın baş kenti Hemedan’ı elegeçirdifHaziran 1133). Bu iki kardeş arasındaki mücadele bir süre daha ve M e s u t lehine devam etti(Bk. Irak Selçukluları). Nihayet sultan T u ğ r u l , kardeşi M e s u t ile Kazvin yörelerinde tekrar karşılaştılar. Bu sırada bazı emîrler, T u ğ r u l ’ un saflarına geçtiler. Yanında az sayıda asker kalan M e s u t mağlup oldu (Temmuz 1134) ve Bağdat’a gitmek zorunda kaldı. Ayrıca sultan T u ğ r u l , emîr K a r a s u n g u r ’ uda melik D a v u t ile savaşa gönderdi. K a r a s u n g u r ’ un D a v u t ’ u bozguna uğratması sonucunda T u ğ r u l ’ un saltanatı sağ lamlaşmış oldu.; ancak T u ğ r u l , kardeşi M e s u t ’a karşı yeni bir sefer hazırlığı içinde iken öldü(24 Ekim 1134). Bunun üzerine melik M e s u t , derhal Hemedan’a gitti. Daha ne yapacaklarına karar vermemiş olan emîrler, onun çevresinde top landılar, M e s u t , Hemedan’ı elegeçirdi, halk da ona itaat etmişti. Böylece M e s u t , çoktan beri özlediği sultanlığa sahip oldu v e E n u ş i r v a n b i n H a l i d ’ i de vezir atadı. Sultan S e n c e r , bunun üzerine batıya yeni bir sefere gerek duy mamış, M e s u t ’ a bir mektup yollayarak “ Jrafc Selçuklu Devleti’nde huzursuz luk çıkaran P o r s u k o ğ l u P o r s u k , K ı z ı l ve B a r a n k u ş gibi emirlerin öldürülmesini ve başlarının kendisine gönderilmesini” istedi. Fakat M e s u t , S e n c e r ’ in bu emrini yerine getirmediği gibi, onun mektubunu da adı geçen emirle re göstererek onları kendisine bağlamaya çalışmıştı. Irak Selçuklu Devleti’ nde bu olaylar cereyan etmekte iken, sultan S e n c e r ’ e bağlı bir gurup asker, emîr E r k u ş ’ un komutasında harekete geçerek Horasan’ da Batmîlerin elinde bulunan Girdkûh kalesini kuşattı. Selçuklu askerlerinin uzun süren kuşatmaları sonucunda içerdeki Batmîler, çok zor durumda kaldılar. Kale elegeçmek üzere iken emîr E r k u ş kuşatmayı terketti. Rivayete göre, Batmîler, E r k u ş ’ a pek çok para ve değerli mücevherler göndermiş, o da kuşatmadan vaz geçmişti (1133/1134). Öte yandan halife M ü s t e r ş i d ile M e s u t arasında ortaya çıkan anlaşmazlık büyümüş, kendisine katılan emirlerin kışkırtmasıyla halife, M e s u t ’ a karşı bir sefere çıkmağa karar vermişti. M ü s t e r ş i d , harekete geçme
SELÇUKLU DEVLETLE R İ TARİH İ
215
den önce Bağdat’ta sultan M e s u t adına okunan hutbeye son vererek yerine, sultan Sencer ile D a v u t adına hutbe okutmaya başladı. Sonuçta sultan M e s u t yöneti mindeki Selçuklu ordusuyla halifelik kuvvetleri arasında Hemedan yöresindeki Day M erg’de yapılan savaşı sultan M e s u t kazandı(24 Haziran 1135). Ancak bu bir savaştan çok, ufak çapta bir çatışma görünümünde idi. Halife, ordusunda bu lunan Türk askerlerinin sultan M e s u t ’ un tarafına geçmesiyle, savaşı kaybetmiş ve tutsak alınmıştı. Sultan M e s u t , hürmetle muamele ettiği halife M ü s t e r ş i d ’ i yanına alarak yeğeni D a v u t ’ a karşı yürüdü(Temmuz/Ağustos 1135). Sultan M e s u t ve halife, Meraga’ya iki fersah uzaklıkta bir yerde konakladılar. Bu sırada sultan S e n c e r , M e s u t ’ a haber göndererek “ halife için bir saltanat çadırı ve içine bir taht koymasını, atalarının bu hanedana uygulaya geldikleri töre gereğin ce ve hizmet olmak üzere kendisiyle birlikte bütün kumandanların gaşiye taşı masını” emretmişti. M e s u t , sultan S e n c e r 5in bu isteğini yerine getirerek halife ile anlaşmıştı (Bk. Irak Selçukluları). Halife M ü s t e r ş i d , Bağdat’a dönme ha zırlığı içinde iken M e s u t ’ un ordugâhına sultan S e n c e r ’ den görevi gizli tutu lan bir elçi heyeti daha geldi. Sultan M e s u t ve halk, elçiyi karşılamağa çıktılar. Halifenin çadırı ordugâhtan ayrı bir yerde bulunuyordu ve yanında birkaç mu hafız kalmıştı. Bu sırada Batmîlerden küçük bir gurup, halifenin çadırına gire rek işkence yaptıktan sonra onu öldürdüler (29 Ağustos 1135). Daha sonra yetişen Selçuklu askerleri, Batmîlerden bir kısmını öldürmüşler, ötekiler ise kaçıp kur tulmuştu. Kaynaklardan bir kısmı, halifeyi sultan S e n c e r ’ in öldürttüğü görü şündedirler. Sultan S e n c e r ’ in G azne seferi
Gazne sultanı B e h r a m ş a h , 1119-1134 yılları arasında sakin ve refah için de bir saltanat sürdü. 1134’ten sonra B e h r a m ş a h , sultan S e n c e r ’ in itaatından çıkmış ve daha önce ödemeği kararlaştırdığı 250 bin altını ödememişti. Ayrıca sultan S e n c e r ’ e “ onun halka kötü davrandığı ve mallarına el koyduğu” bildirildi. Sultan S e n c e r , Ağustos/Eylül 1135’de M erv’den harekete geçerek Gazne’ye doğru ilerledi. Selçuklu ordusu, Büst şehrine ulaştığı zaman kış bastırdı, erzak ve atlara yem bulmakla güçlük çekildi. Bu nedenle askerler, sultan S e n c e r ’ e şikayette bulundular. Fakat S e n c e r , onların bu şikayetlerini dinlemedi. B e h r a m ş a h da muhtemelen kışın sert geçmesi sebebiyle sultan S e n c e r ’ in gelebileceğini düşünmemiş ve savaş hazırlığı yapmamıştı. O, sultan S e n c e r ’ in Gazne yörelerine ulaştığını haber alınca endişeye kapılıp ona elçiler göndererek itaatsiz davranışından dolayı özür diledi. Bunun üzerine S e n c e r , ilerigelen emir lerinden M u k a r r e b C e v h e r ’ i ona gönderdi. Sultan, cevabî mektubunda “ eğer huzuruna gelir ve itaat ederse kendisini affedeceğini” bildiriyordu. B e h r a m ş a h , gelen elçiye “ sultan S e n c e r ’ in vereceği hükümlere boyun eymeye hazır olduğunu” bildirdi. Ertesi gün S e n c e r , törenle onu karşılamaya çıktı. B e h r a m ş a h , S e n c e r ve tören alayını görünce geri dönerek kaçtı. O, S e n c e r ’ in kendisini yakalayıp ülkesini elegeçireceğini sanıyor ve kurtulacağına inan
216
ALİ SEVİM-ERDOĞAN MERÇİL
mıyordu. B e h r a m ş a h , Gazne’de de durmamış ve beraberindekilerle Hindistan’a yönelmişti. Sultan S e n c e r , bu olaydan sonra hiçbir direnişle karşılaşmadan Gaz ne’ye girdi ve B e h r a m ş a h ’ ın bütün hâzinesine ve servetine el koydu. Ayrıca B e h r a m ş a h ’ ada bir mektup yazarak yaptığı hareketi kınadı ve ülkesinde gözü olmadığına ant içti; B e h r a m ş a h ise ona verdiği cevapta özür dilemiş “ suçsuz olduğu ve korktuğu için huzuruna gelemediğini” söyleyerek, kendisi hakkında tek rar teveccüh göstermesi için yalvarmıştı. Sultan S e n c e r , B e h r a m ş a h ’ m iç tenliğine inanmış ve Gazneliler Devleti’nin yönetimini tekrar ona vermişti. Daha sonra S e n c e r , Horasan’a dönmek üzere Gazne’den ayrıldı ve Kasım/Aralık 1135’de Belh şehrine geldi. A bbasî H alifeleri ve S elçuklular
M ü s t e r ş i d öldürülünce yerine oğlu E b û C a f e r M a n s u r , halife oldu ve ona Raşit Billah lakabı verildi (8 Eylül 1135). Yeni halife R a ş i t de sultan M e s u t ’ a karşı düşmanca bir tavır takındı. Daha sonra melik D a v u t , I m a d e d d i n Z e n g i ve bazı büyük emîrler, Bağdat’a gelerek halife ile birleştiler ve sultan M e s u t aleyhinde bir ittifak yaptılar. Bu ittifak sonucunda Bağdat’ta sultan S e n c e r ve M e s u t ’ un adları hutbeden çıkarılarak melik D a v u t adına hutbe okun du. Böylece M e s u t ’ un seleflerine yaşattığı zor anlar, bu kez, onun başına geldi, istekler hep aynı idi. Selçuklu melikleri, Irak tahtını elegeçirmek, emîrler ise za yıf bir sultana hükmetmek istiyorlardı. Sultan M e s u t , kendisine karşı girişilen bu hareket üzerine, Bağdat’ı kuşatmak gereğini duymuş, halife de Z e n g i ile Mu sul’a kaçmak zorunda kalmıştı. Çok geçmeden sultan M e s u t , Bağdat’a girdi, kadılar ve fakihlerden alınan fetva ile R a ş i t halifelikten azledildi, yerine R a ş i t ’ in amcası E b û A b d u l l a h M u h a m m e d b i n M u s t a z h i r oturtuldu ve ona el-Muktefî li-Emrillâh lakabı verildi (18 Ağustos 1136). Bir süre sonra sul tan S e n c e r de M e s u t ’ a haber göndererek “ ondan yeni halifeye kendi adına biat etmesini” istedi, o da bunu yerine getirdi (1137). Sultan S e n c e r ’ in b irin ci H ârezm seferi
Selçukluların Hârezm bölgesi valisi K u t b e d d i n M u h a m m e d , bütün yö neticiliği süresince S e n c e r ’ e bağlı kalmıştı. Onun 1128’de ölümüyle oğlu A t s ı z , sultan S e n c e r ’ in izniyle Hârezmşah oldu. A t s ı z da başlangıçta babası gibi sultan S e n c e r ’ e sadakatle bağlı idi; hattâ o, bir süre sultan S e n c e r ’ in yanında kalmış ve büyük hizmetlerde bulunmuştu. Onun sultan S e n c e r ’ e yap tığı hizmetlerin en önemlilerinden biri, Karahanlılar üzerine yapılan seferde ger çekleşmişti (Bu sefer için bk. Sultan S e n c e r ’ in Karahanlılara karşı seferi). Bir rivayete göre, bu seferde “ av yerinde yeni hizmete alınmış olan bir gurup asker ve köle, sultanı ortadan kaldırmak için anlaştılar. O gün A t s ı z , av yerinde de ğildi. Öğleye doğru uykudan uyanınca at isteyip son süratle, sultanın bulunduğu yere doğru yol aldı. O, oraya gelmeden önce asiler, sultanı sıkıştırmış ve onun ha yatı büyük bir tehlikeye girmişti. A t s ı z , yetişip sultanı kurtarınca S e n c e r ,
SELÇUKLU DEVLETLE R İ TARİH İ
217
“ Durumumu nasıl öğrendin?” diye sordu. Buna A t s ı z , “ Rüyamda sizin tehli kede olduğunuzu gördüm ve hiç vakit kaybetmeden geldim” cevabını verdi. Bu ve buna benzer olaylar yüzünden A t s ı z ’ ın yıldızı parladı. Günden güne gücü ne güç katıldı. Sultanın ona karşı duyduğu aşırı sevgi ve güven sebebiyle, diğer melik ve emirler onu kıskanmaya başladılar. Hattâ çok geçmeden onlar, suikast dü zenleyip onu ortadan kaldırmayı planladılar. Onların sultanı kendi aleyhine kışkırttıklarını tespit eden A t s ı z , korkuya kapılarak ülkesine dönmek için izin istedi. Çok geçmeden ülkesine dönen A t s ı z , daha sonra Cend ve Mangışlak gibi askerî bakımdan önemli yerleri elegeçirerek nüfuz ve kudretini artırdı. Onun izin almadan giriştiği bu hareket, bölgeyi kâfirlere karşı savunan Müslümanları öl dürmesi, ayrıca bağımsızlık kazanmak eğiliminde olduğunu göstermesi üzerine sultan S e n c e r , Hârezm’e bir sefer düzenlemek zorunda kaldı. Çok geçmeden sultan S e n c e r , Eylül/Ekim 1138’de ordusuyla Belh’den ayrılarak Hârezm’e yü rüdü. Bunun üzerine A t s ı z , gerekli önlem leri aldı ve Gürgenç şehrinin 30 fer sah güneyinde bulunan Hezâresb kalesine yakın bir yerde savunmaya geçti; ayrıca Selçuklu ordusunun hareketine engel olmak için de su bendlerini açarak araziyi bataklık hale getirdi, iki taraf arasındaki savaşta, A t s ı z ’ ın komutasındaki Hârezmli askerler, Selçuklu ordusuna karşı koyamayarak dağıldılar(15 Kasım 1138). Hârezm ordusu, ölü ve tutsak olmak üzere 10 bine yakın kayıp vermişti. Tutsak almanlar arasında A t s ı z ’ m oğlu A 1 11 ğ da vardı. S e n c e r ’ in huzuruna geti rilen A 1 11 ğ hemen öldürüldü. Bundan sonra S e n c e r , Hârezm’de hâkimiyetini kabul ettirdi ve bu bölgeyi yeğeni S ü l e y m a n ş a h ’ ın yönetimine vererek M erv’e döndü (Şubat 1139). Ayrıca S ü l e y m a n ş a h ’ m yanma vezir, atabek ve lıacip atadı. S ü l e y m a n ş a h ’ m Hârezm’deki yöneticiliği kısa sürdü. S e n c e r , Hora san’a dönmek üzere Hârezm’den ayrılınca A t s ı z , bunu fırsat bilerek tekrar or taya çıktı. Öte yandan Hârezm halkı da Selçuklu askerlerinden pek hoşlanmamıştı, bu bakımdan A t s ı z , geri dönünce halk, Hârezm’e yeniden hâkim olması için ona yardım etti. S ü l e y m a n ş a h , A t s ı z ’ a karşı koyamayacağmı anlayınca yanmdakilerle birlikte Hârezm’den ayrılarak amcası sultan S e n c e r ’ in yanına dön dü. A t s ı z ise çok geçmeden savunmadan saldırıya geçti ve Buhara’ya hücum ederek orada bulunan S e n c e r ’ in valisi Z e n g i b i n A l i ’ yi öldürttü ve kale yi de yıktırttı (1139-1140). Daha sonra Karahıtayların Maveraünnehr’de görün mesi üzerine A t s ı z , tekrar sultan S e n c e r ’ e tâbi olmak zorunda kaldı(Mayıs 1141). Bu olaylar sırasında sultan S e n c e r ’ in nedimlerinden M u k a r r e b C e v h e r , ön plana çıkmıştı. Rey şehri de C e v h e r ’ in ıktaları arasında olup, bu şeh ri yöneten A b b a s da onun bir memlükü idi. Batınîlerden bir grup, kadın kılığına girerek ondan yardım istemek bahanesiyle yanma sokulmuşlar ve çok geçmeden C e v h e r ’ i bıçaklayıp öldürmüşlerdi (1139/1140). Ancak onu gizlice Batınîlerle anlaşan sultan S e n c e r ’ in öldürttüğü de ifade edilmiştir. Bunun sebebi d e C e v h e r ’ in çok kuvvetlenmesi ve hizmetinde, 30 bine yaklaşık Selçuklu askerinin bulunması idi. Rey valisi A b b a s , efendisi öldürülünce asker toplayıp Batmîler
ALİ SEVİM-ERDOĞAN MERÇİL
218
üzerine yürüdü ve onlardan pek çok kişiyi öldürdü. Rivayete göre A b b a s , bun ların kafalarından R ey’de bir minare yaptırmış, müezzinler de buraya çıkıp ezan okumuşlardı. Katvan savaşı
Sultan S e n c e r devrinde doğudan batıya doğru yayılan Karahıtaylar, kendi lerine engel olmaya çalışan Karahanlı hükümdarı M a h m u t b i n M u h a m m e d ’ i Hocend yakınlarında mağlup ettiler (Mayıs/Haziran 1137). Bu mağlubiyet sonunda Maveraünnehr halkı çok zor durumda ve korku içinde kalmıştı. Çok geçmeden, bu kez, Karahanlı hükümdarı M a h m u t ile kendisine bağlı Türk Kar luklar arasında anlaşmazlık çıktı, bunun üzerine M a h m u t , sultan S e n c e r ’ den yardım istedi. Sultaıı S e n c e r , hemen ordu hazırladı ve bu amaçla Horasan em irleri, Sistan, Gur, Gazne ve Mazenderan hükümdarları da Selçuklu ordusuna katıldılar. S e n c e r , 100 bin kişilik kalabalık ordusuyla Karluklar üzerine yürü dü. Ordunun hazırlıkları ve teftişi altı ay sürmüştü. Bu sırada Semerkant civa rında sakin bir hayat süren ve hayvancılıkla uğraşan Karluklar, Selçuklu emir lerinin kendilerini baskı altında tutması üzerine S e n c e r ’ e adam gönderdiler ve “ güven içinde yaşamaları için ona 5 bin deve, 5 bin at ve 50 bin koyun hediye edeceklerini” bildirdiler. Ancak onlar, bu istekleri kabul edilmeyince Karahıtaylardan G ü r H a n ’ a başvurdular ve onları, Selçuklu ülkesine saldırı için kışkırt tılar. Bunun üzerine G ü r H a n , sultan S e n c e r ’ e mektup yazarak Karluk Türkleri için şefaat diledi ve onları affetmesini istedi. Fakat S e n c e r , bu isteği kabul etmediği gibi, G ü r H a n ’ a yazdığı mektupta onu Islamiyete davet etti. O, ayrıca bu mektubunda, kendine çok güvenerek G ü r H a n ’ ı tehdit etti, askerle rinin çokluğu ve özellikleriyle övündü ve onların çeşitli silâhlarla nasıl savaştığı nı abartmalı bir biçim de anlattı. O, bunu şu sözlerle ifade etti: “ Onlar, attıkları oklarla bir kılı bile ikiye ayırırlar.” S e n c e r ’ in veziri T a h i r b i n F a h r ü l m ü l k , böyle bir mektubun yazılmasına karşı çıkmasına rağmen S e n c e r , onu dinlemeyerek mektubu gönderdi. Mektup, G ü r H a n ’ a okunduğu zaman o, “ mek tubu getiren elçinin sakalının yolunmasını” emretti, sonra elçiye bir iğne verip “ sakalının bir kılını ikiye ayırmasını” önerdi. Elçi, bunu gerçekleştiremeyince G ü r H a n , “ Sen iğneyle bile bir kılı ikiye ayırmaktan acizsin, ötekiler kılı okla nasıl ikiye ayırabilir?” demiştir. Bu arada G ü r H a n da sefer hazırlıklarına baş ladı; yanında Çin, Türk, Hıtay ve öteki kavimlerden oluşan 100 bin kişilik büyük bir ordu vardı; hazırlıklarını tamamladıktan sonra da sultan S e n c e r ’ in üzeri ne yürüdü, ik i ordu, Katvan bozkırında karşılaştı ve “ âdeta iki büyük deniz gi biydiler” . G ü r H a n komutasındaki Karahıtaylar, Selçuklu ordusunu sardılar. Selçuklu ordusunun sağ kanadında emîr K u m a ç , sol kanatmda ise Sistan hâki mi E b u l f a z l vardı; sultan S e n c e r ise merkezde yer almıştı Karahıtaylar, sa vaşta Selçuklu ordusunu Dergam’a kadar sürdüler. S e n c e r ’ in asker ve kumandanları arasında E b u l f a z l ’ dan daha iyi savaşan yoktu. Sonunda Selçuklu ordusu, ağır bir yenilgiye uğradı ve 30 bin kayıp verdi(9 Eylül 1141). Sultan S e n -
SELÇUKLU DEV LETLE R İ TARİH İ
219
c e r ’ in yanında az sayıda asker kalmıştı. E b u l f a z l , S e n c e r ’ e “ Düşman as kerleri bizi kuşattı, sen kurtulmanın çaresine bak, çetrin altında ben durayım diyerek onun kaçmasını sağladı. E b u l f a z l , sultan sanılarak Karahıtaylar ta rafından tutsak alındı. S e n c e r , yanında bulunan 300 atlı ile kaçmayı başardı. O, kaçarken G ü r H a n ’ ın bulunduğu yerin yakınından geçmeye m ecbur idi. G ü r H a n , onu tanıdı ise de yakalatmak için emir vermedi. Bu davranışının se bebi sorulunca “ Kaçanın yolunu kesmek, onu ümitsiz bir savaşa zorlamaktır, Ha yatından ümit kesen bir adam ise artık akıbetini hiç düşünmez, üzüntü ve yaptığı fedakârlıkla, çok kere zafer kazanır” dedi. Karahıtaylara tutsak olanlar arasın da S e n c e r ’ in eşi T e r k e n H a t u n ile emîr K u m a ç ve oğlu da vardı. Bir yıl sonra T e r k e n H a t u n , 500 bin, emîr K u m a ç ise 100 bin altın diyet karşılı ğında serbest bırakıldılar. G ü r H a n , E b u l f a z l için de “ Böyle yiğit bir ada mı öldürm ek doğru değildir” diyerek serbest bırakmıştı. Sultan S e n c e r , savaş meydanından kurtulduğu sırada yanında 15 adamı kalmıştı. O, önce çöllere doğ ru yöneldi, bulduğu bir Türkmen kılavuzu vasıtasıyla Belh taraflarına gitti, son ra da Tirmiz’e geldi. Böylece o, Ceyhun nehri ötesindeki topraklarını kaybetti, Türkistan da ilk kez putperest bir kavmin hâkimiyeti altına girdi. Sultan S e n c e r ’ in ik in ci H ârezm seferi
S e n c e r ’ in bu yenilgi haberini alan Hârezmşah A t s ı z , bu durumdan ya rarlanarak Selçuklulara ait yerleri zaptetmek için süratle harekete geçti. Onun ilk durağı Serahs şehri idi (Ekim 1141). A t s ı z , bu şehre ulaştığı zaman devrin büyük din bilgini E b û M u h a m m e d Z i y a d î tarafından karşılandı. A t s ı z , ona büyük saygı gösterdi ve oradan S e n c e r ’ in başkenti M erv’e yöneldi. Onu, burada, önce yine bir din bilgini olan A h m e t B â h e r z î karşıladı. A h m e t B â h e r z î , A t s ı z ’ ın yanma giderek Merv halkına dokunulmamasını istedi. A t s ı z , onun bu önerisini kabul etti ve şehrin dışında konakladı. Ayrıca belki de bazı konuları görüşmek için f a k i h E b u l f a z l K i r m a n î ile şehrin ilerigeIenlerini çağırdı. Bu sırada M erv’de meydana gelen bir olay, durumun değişmesi ne sebep oldu. Halk, şehirde bulunan Hârezmşah’ın adamlarını öldürmüş, bir kısmını şehir dışına sürerek kapıları kapatmış ve savunmaya hazırlanmıştı. A t s ı z , onlar ile savaşarak zorla M erv’e girip, halktan pek çok kişiyi öldürdü (20 Ekim 1141). Öldürülenler arasında şafii fakihi İ b r a h i m M e r v e s s î , bilgin A l i b i n M u h a m m e d , bu olaya sebep olanların başında gelen Ş e r i f A l i b i n I s h a k M u s e v î bulunuyordu. A t s ı z , Merv’i elegeçirip, S e n c e r ’ in tah tına oturdu ve sonra Hârezm’e döndü. Ancak o, çok sayıda bilgini de beraberinde götürmüştü. Bunlar arasında E b u l f a z l K i r m a n î , E b û M a n s u r A b b a d î , E b û M u h a m m e d H a r a k î gibi değerli şahsiyetler vardı. Ayrıca sultan S e n c e r ’ in hâzinesinden kıymetli mücevherler sandıklarda Hârezm’e nakledil mişti. M erv’in yağmalanması sırasında saray kütüphanesindeki kitaplar da kay bolmuştu. Hârezmşah A t s ı z , bir süre sonra Nişabur’a gitti (Nisan/Mayıs 1142). Şehrin bilginlerinden oluşan bir gurup onu karşılamaya çıkarak “ şehir halkına
22ü
ALİ SEVİM-ERDOĞAN MERÇİL
Nişabur’dakı gibi davranmamasını” istediler. O, bu ricayı kabul ettikten sonra
yayınladığı bir bildiride, “ Nişaburluların şehrin tahribine ve halkın öldürülm e sine sebep olmamalarını” önermişti. A t s ı z , ayrıca şehirde ‘ ‘sultan S e n c e r ’ in adamlarına ait malların araştırılıp tespit edilmesini” istedi ve çok geçmeden de bunlara el koydu. Bundan başka o, sultan S e n c e r adına okunmakta olan hut beyi, kendi adına değiştirdi(28 Mayıs 1142). Hatipler, bu olayı gerçekleştirdikleri ve Hârezmşah adına hutbe okudukları zaman, uauıı yıllar S e n c e r ' in adım duy maya alışmış olan halk, bağırıp çağırmaya başladı. Neredeyse M erv ’deki olaylar burada da yaşanmak üzere idi ki, dengeli kimseler, bu sonucu düşünerek halkın böyle davranmasını engellediler. Ancak şehirdeki huzursuzluk, bir türlü dinme miş, nihayet çok geçmeden A t s ı z adına okunan hutbe, yeniden S e n c e r adına okunmağa başlamıştı (Temmuz 1142 sonu). A t s ı z , Nişabur ’da iken Bey hak a bağlı yerlere asker göndererek buraları yağmalattı ve daha sonra Hârezm’e döndü. Sul tan S e n c e r ise Maveraünnehr ’de bulunan Karahıtaylarm Hârezm ve Horasan’ın öteki şehirlerine yakın olmalarından çekinerek bir süre A t s ı z ile savaşa giriş memiştir. Bir süre sonra sultan S e n c e r , M erv’e döndü ve A t s ı z ’ ın yaptıkları nın öcünü almağa karar vererek asker topladı ve Hârezm üzerine yürüdü. Bunun üzerine A t s ı z , askerleriyle Gürgenç (veya Hezâresb) kalesine çekildi. S e n c e r , şehrin surlarını emîrler arasında bölüştürdü; uzun süren bir kuşatma sonunda Selçuklu askerleri, bir ara şehre girdilerse de emîrler arasındaki çekişmeden ya rarlanan A t s ı z , onları tekrar surların gerisine atmayı başardı. Sultan S e n c e r , şehrin sağlam v e A t s ı z ’ ın da duruma hâkim olduğunu görünce M erv’e dönme ye karar verdi. Hârezmşah A t s ı z ise Selçuklu kuvvetleriyle mücadelede güç ve kuvvetini yitirdi. Bu sebeple elçiler göndererek “ sultana eskiden olduğu gibi ita at etmeyi” önerdi. Sultan S e n c e r ’ in bunu kabul etmesi üzerine A t s ı z , Merv hâzinesinden almış olduğu mücevherat sandıklarını, mühürlü olduğu halde, S e n c e r ’ e geri verdi. Bu anlaşmadan sonra sultan, M erv’e döndü (1143/1144). Suttun SeııcerM n ü çü n cü H ârezm seferi
Hârezmşah A t s ı z , isyankâr tutumundan bir türlü vazgeçmek isteğinde de ğildi. Sultan S e n c e r , onu kontrol altında tutmak için devrin tanınmış şairlerin den edip S â b i r ’ i elçi olarak ona gönderdi. Onun Hârezm’dc bulunduğu sırada ‘ ı s ı z , Hârezm’ in serseri tâifesinden iki kişiyi sultan S e n c c r ’ i öldürtmek için satm alarak M erv’e gönderdi. Edip S â b i r , bu durumu öğrenince bu iki kiralık kişinin tasvirlerini bir kağıda yazıp, yaşlı bir kadının ayakkabısına gizleyerek sul tana yolladı. Mektubu alan sultan, Mert;’de bu adamların arayıp bulunması için emir verdi. Görevliler, iki kişiyi bir meyhanede bularak öldürdüler. Fakat A t s t z , suikast planının gerçekleşmemesinde S â b i r ’ in rolü olduğunu öğrendiği zaman onu Ceyhun nehrine attırarak boğdurdu. Sultan S e n c e r , elçisinin öldürülmesi
üzerine üçüncü Hârezm seferine çıkmaya karar verdi. O, Ekim/Kasım 1147’de tek rar Hârezm seferine çıktı ve Hezâresb kalesini kuşattı. Bu kuşatma sırasında bir asker, S e n c e r ’ in hizmetinde bulunan şâir E n v e r î ’ nin yazdığı iki beyti bir okun ucuna takarak kaleye attı:
SELÇUKLU DEV LETLE R İ TARİH İ
221
Ey Ş â h , bütün yeryüzü ülkesi senin sayılır, Cihanın devleti ve ikbali senin elindedir, Bugün, bir hamle yaparak Hezâresb’i al, Yarın Hârezm ve yüz hezâr esp (100 bin at) senin olacaktır.
Bu şiire cevap olarak da Hezâresb’de bulunan devrin tanınmış şâirlerinden R e ş i d ü d d i n V a t v a t ’ m ş u şiirini, aynı şekilde okun ucunda kaleden dışarı fırlattılar: Ey Ş â h , senin hasmın kahraman R ü s t e m de olsa, Hezâresb’den bir eşek bile alamaz.
Nihayet sultan S e n c e r , iki aylık bir kuşatmadan sonra Hezâresb kalesini ele geçirerek başkent Gürgenç’e doğru ilerledi. S e n c e r , R e ş i d ü d d i n Va t v a t ’ ın kendisi hakkında söylediği sözler ve şiirlerden dolayı ele geçirdiğinde oıuı yedi parçaya ayıracağına dair ant içmişti. Bıı nedenle onu arayıp bulmaları konu sunda çok titiz davranıyor ve geçtiği yerlerde hergün tellallar bağırtıyordu. Va t v a t , bu durum karşısında bir yere sığınmak ve saklanmak zorunda kalıyordu. Ancak o, kaçmakla kurtulamayacağını anlayınca, gizlice Selçuklu büyüklerine yak laşmayı denedi. Fakat onların hiçbirisi S e n c e r ’ in gazabını bildiklerinden ona aracılık etme sorumluluğunu üzerine almadı. Sonunda Selçuklu Devleti ilerigelenlerinden M ü n t e c i b ü d d i n B e d i ü l k â t i b ’ e sığınmaktan başka çare bu lamadı. Ertesi gün M ü n t e c i b ü d d i n , sultanın da hazır bulunduğu bir divan toplantısı yaptı. Sabah namazı vakti gelince toplantıda bulunanlar namaz için da ğıldılar. Namazdan sonra, ülke sorunları hakkında M ü n t e c i b ü d d i n ’ in gö rüşlerini alırken konu bir ara V a t v a t ’ a geldi; M ü n t e c i b ü d d i n , ayağa kalktı ve sultan’a “ Sizden bir şey istesem yapar mısınız?” diye sordu. Sultan da bu vuru ya hiç düşünmeden “ yaparım” cevabını verince, M ü n t e c i b ü d d i n , “ V a t v a t zayıf ve küçük bir kuş, o yediye bölünmeye dayanamaz. Emredin de ikiye bölünsün’ ' dedi. Bu söze S e n c e r , kahkahalarla güldü ve V a t v a t ’ m canını bağışladı. Sultan S e n c e r , Hârezm kapılarına ulaştığı zaman, yiyeceği ve giyeceğini cey lan eti ve derisinden sağladığı söylenen  h u p û ş adındaki bir zâhid, sultanın huzuruna geldi. Her ikisi arasındaki sohbet sırasında zahidin verdiği güzel öğüt ler yüzünden sultan, şehir halkını bağışladı. A t s ı z da bu durumdan yararlan mış v e S e n c e r ’ e bir elçiyle değerli hediyeler göndererek ondan özür dilemişti. Sultan, üçüncü kez onu affetti. Ancak affetmesinin şartlarından biri, A t s ı z ’ m Ceyhun sahiline gelerek herkesin içinde ona bağlılığını göstermesiydi. A t s i z , 2 Haziran 1148’de kararlaştırılan yere geldi ise de atından inmeden S e n c e r ’ e itaat ettiğini duyurdu ve sultan konakladığı yerden ayrılmadan da orayı terketti. S e n c e r , her ne kadar anlaşma şartlarına uymayan A t s ı z ’ ın bu saygısızlığına kızdıysa da daha önce onu affettiği için ona herhangi birşey yapmadı. Sultan, bu olaydan sonra Horasan’a döndü ve muhtemelen A t s ı z ’ ın yeniden isyana kalkış masını önlemek için de ona hediyeler gönderdi. A t s ı z da Selçuklu sultanının elçisine iyi davranmış ve aynı şekilde karşılık vererek hediyeler yollamıştı.
222
ALİ SEVİM-ERDOĞAN M ERÇİL
Katvan savaşından son ra S e n c e r ’ in B alı siyaseti
Sultan S e n c e r , Katvan savaşından sonra Karahıtayların batıya doğru iler leyebileceğini düşünerek hazırlıklar yapmıştı. O, Irak Selçuklu sultanı M e s u t ’ a bir elçi gönderip, “ babası sultan M u h a m m e d T a p a r zamanında olduğu gi bi, Rey şehri ve aynı durumdaki yerlere serbestçe hareket etmesine izin verdiğini” bildiriyordu. Ayrıca “ ordusuyla beraber herhangi bir tehlike anında harekete ge çebilmesi için Rey şehrinde beklem esini” emretti. Muhtemelen bu emri yerine getirmek görevini üstlenen Rey valisi A b b a s , askerleriyle Bağdat'a gitti. Orada yapılan görüşmelerden sonra sultan M e s u t da amcası S e n c e r ’ in emrine uya rak R ey’e gitti (1141/1142). Ancak Karahıtaylarm batıya doğru ilerlemedikleri an laşıldığından sultan M e s u t geriye dönmüş, daha sonra Selçuklu emirlerinin yönetimi altına girmişti (Bk. Irak Selçukluları). Onu en son etkileyen kişi, H a s B e y B e l e n g e r î adlı bir emîr idi. Sultan S e n c e r , bir elçi göndererek sul tan M e s u t ’ un onu önemli makamlara geçirmesini kınadı ve “ yanından uzaklaştırmasını” istedi. Ayrıca “ eğer bunu yerine getirmezse üzerine yürüyüp kendisini tahtından uzaklaştıracağını” bildirerek tehdit etti. Fakat sultan M e s u t , oyalayıcı ifadeler kullanarak amcasının emrini bir türlü yerine getirmiyordu. Bu nun üzerine sultan S e n c e r , Rey üzerine yürüdü. M e s u t , önce onun yanma gitmek niyetinde değildi, ancak devlet adamlarından Ş e r e f e d d î n G ü r d b â z û , “ Sen, S e n c e r ’ in evladı yerindesin, çocuklar babalarına hürmet etmekle mutluluk bulurlar” dedi. Bunun üzerine sultan M e s u t da amcasının R ey’e gel diğini duyunca yanına gidip verdiği izahatla ve binbir güçlükle S e n c e r ’ i sa kinleştirmeyi başardı. Sultan S e n c e r , onun verdiği bilgilerden tatmin olarak Horasan’a döndü (1150 kışı). S elçu klu -G u rlu ilişkileri
S e n c e r ’ i n Katvan’daki yenilgisinden sonra Gurlular, Herat’ı almış ve Belh’e kadar ilerlemişlerdi(1147). Gurlulara engel olmaya çalışan Selçuklu kumandan larından emîr K u m a c da yaptığı savaşta mağlup oldu. Bu olay sırasında Herat halkı, Gurlulara mektup yazarak şehri teslim etmek istemişlerdi. Gur hükümda rı S e y f e d d i n S u r î (1146-1149) onlara iyi davranmış ve adaletle muamele et mişti; hattâ o, sultan S e n c e r ’ e bağlı olduğunu ve itaat ettiğini bildirmişti. Daha sonra Gurlularla Gazneliler arasında büyük bir mücadele başladı. Sonuçta Gur hükümdarı A l â e d d i n H ü s e y i n (1149-1161), Gazne’yi hücumla zaptetti ve şehri tahrip ederek halkı kılıçtan geçirdi. Gazne, yedi gün yedi gece ateşe verildi(1151). A l â e d d i n H ü s e y i n , bu davranışı sebebiyle tarihlerde Cihansûz (Dünyayı yakan) lakabıyla anıldı. Ancak o, Gazne’yi elinde tutamadı, çünkü sultan S e n c e r , onu batıdan tehdit etmekte idi. Bu sebeple A l â e d d i n , G u r ’ a çekildi ve bu dönüş sırasında Gaznelilerin büyük yerleşim merkezlerinden biri olan Büst şehri de onun gazabına uğradı. Ayrıca A l â e d d i n H ü s e y i n , yıllık vergiyi gön dermemiş, tâbilik şartı olarak sultan S e n c e r ’ i yılda bir kez ziyaret etmeyerek bağımsızlık ilan etmiş ve Heri Rud’a kadar ilerlemişti. Bu arada Herat ıkta sahibi
SELÇUKLU DEVLETLE R İ TARİH İ
223
ve sultanın Emîr-i Hâcibi olan A l i Ç e t r î d e A l â e d d i n H ü s e y i n ile bir leşmişti. Gurlularm bu şekilde kuvvetlenmesi ve Selçuklu Devleti’ne karşı düş manca bir tavır takınması üzerine sultan S e n c e r , Gur bölgesine bir sefer düzenlemek zorunda kaldı. Bu sefere sultanın davetiyle Sistan emîri T a c e d d î n E b u l f a z l da katılmıştı. Nihayet iki taraf, Herat yakınında Nâb denilen yerde karşılaştılar. Bu savaşta sultan S e n c e r , A l â e d d i n ’ i kesin bir şekilde mağlup ederek onu ve A l i Ç e t r î ’ yi tutsak aldı (Haziran 1152). Sultan S e n c e r , itaatsizlikte bulunan A l i Ç e t r î ’ nin “ bayrağının altında iki parçaya ayrılmasını” emretti. Sultan S e n c e r , A l â e d d i n ’ i huzuruna getirtip ona, “ Eğer sen galip gelseydin bana ne yapardın?” dedi. A l â e d d i n , gümüş (bir ri vayete göre de altın) zincir çıkardı ve “ işte bununla seni bağlar ve Fîruzkuh’a gönderirdim ” diye cevap verdi. Sultan S e n c e r de onun aynı şekilde zincirler ile bağlanmasını emretti, daha sonra A l â e d d i n , Merv ’e götürüldü. S e n c e r , zekasıyla ünlü olan A l â e d d î n ’ i nedim leri arasına kattı. Bir süre sonra bir şö len sırasında A l â e d d î n söylediği iki beyitle S e n c e r ’ e kendisini affettirmişti. S e n c e r , ona tekrar Gur ’un yönetimini vererek ülkesine gönderdi.
Sultan S en cer ve O ğuzlar
Katvan savaşında Karahıtaylarla beraber olan Oğuzlar, daha sonra SemerkantCeyhun nehri arasındaki bir sahaya yerleşmişlerdi. Onlar bir süre sonra Belh şehri civarında görüldüler ve Huttelân otlaklarında konar-göçer bir şekilde yaşayarak hayvancılıkla uğraştılar. Oğuzlar, Selçuklu Devleti’nın nüfuz sahası içinde bulun malarına rağmen yarı-bağımsız bir hayat sürüyorlar ve sultan S e n c e r ’ in mut fağına yılda 24.000 baş koyunu vergi olarak ödüyorlardı. Selçuklularla Oğuzlar arasındaki ilk anlaşmazlık, bu verginin alınması sırasında ortaya çıkmış, Oğuz lar, kendilerine güçlük çıkaran tahsildarı öldürmüşlerdi. O zaman Belh valisi olan K u m a c , bu olayı büyütmüş, ayrıca sultan S e n c e r , onu Oğuzlar üzerine şıhne atamıştı. Emîr K u m a c , Oğuzlardan, öldürülen tahsildarın diyetini istedi, an cak onlar bunu reddettiler. Bu durumda K u m a c , 10 bin atlı ile üzerlerine yü rüdü. Oğuz beyleri ise ondan “ kendileriyle uğraşmamasını, otlaklarında rahat bırakm alarını” istediler, buna karşılık her aile, kendisine 200 dirhem gümüş ve recekti. Fakat K u m a c , bu öneriyi kabul etmedi ve onların bölgesinden uzaklaş malarında ısrar etti. Bu anlaşmazlık sonucunda K u m a c ile Oğuzlar arasında başlayan savaş, bütün gün sürdü. Sonunda savaşı Oğuzlar kazandı, K u m a c ve oğlu A l â e d d î n E b û B e k i r tutsak alındılar. Oğuzlar, ikisini de öldürdüler ve Belh yöresini elegeçirdiler. Bu haber üzerine sultan S e n c e r , öteki kuman danların teşvikiyle Oğuzlara karşı bir sefer düzenledi. Oğuzlar, sultanı bu sefer den vazgeçirmek ve otlaklarında kalabilmek için para, köle ve birçok hediyeler önerdiler. Bu önerilerden biri, rivayete göre, 50 bin at ve deve, 200 bin altın ve 200 bin koyun idi. İkincisinde ise 100 bin altın, 1000 köle ve her ev için 7 men gümüş önerilmişti. S e n c e r , bu önerileri gözönüne alarak seferden vazgeçmeye karar verdi ise de başta K u m a c ’ m torunu M ü e y y e d A y a b a olmak üzere,
224
ALİ SEVİM -ERDOĞAN M ERÇİL
öteki emirlerin ısrarı karşısında sefere başladı. Sonuçta, iki taraf arasında Belh vilâyeti sınırları içinde yapılan savaşta Oğuzlar, 100 bin kişilik Selçuklu ordusu nu geri püskürttükten sonra dar bir boğazda sıkıştırarak tam anlamıyla bir boz guna uğrattılar. Sultan S e n c e r ve çok sayıda emîr Oğuzlar tarafından tutsak alındılar(Mart/Nisan 1153). Oğuzlar tutsak alınan Selçuklu emirlerinin boyunla rını vurdular. S e n c e r ’ e gelince, Oğuz beyleri toplanıp sultanın huzurunda yer öptüler ve “ Biz senin kullarınız sana itaatten ayrılmayız, iyi biliyoruz ki, bizimle savaşa zorla itildin. Sen, sultansın biz ise kullarız’ ’ dediler. Oğuzlar, bundan son ra Selçuklu başkenti Merv üzerine yürüyerek kuşattılar. Bu arada Oğuzlann önün den b a z ı k u m a n d a n la rla k açm ayı başaran Selçuklu v ez iri T a h i r b i n F a h r ü l m ü l k , Nişabur’a geldi. Daha sonra Bâvendîler ülkesinde bulu nan melik S ü l e y m a n ş a h Nişabur ’a getirtilerek (11 Eylül 1153) sultan sıfatıyla adına hutbe okuttular. Çok geçmeden S ü l e y m a n ş a h , Oğuzlara, karşı bir se fer düzenleyip onlara ağır bir darbe indirdi, fakat Merv yörelerinde Oğuzlar kar şısında başarılı olamadı ve Nişabur’a döndü. Oğuzlar ise Eylül ayı sonlarına doğru M erv’e girip burasını iki ay yağmalamışlardı. Yağmadan sonra gizlenmiş olan ser vetlerini göstermeleri için halka işkence yaptılar. Onlar, S e n c e r ’ i d e M erv’e götürdüler ve sultanın kaçmasını önlemek için “ maiyyet ve hizmetçilerini kendi aralarından seçiyor ve her hafta değiştiriyorlardı” . Oğuzlar, bununla da yetinme yerek daha sonra S e n c e r ’ i geceleri özel bir kafes içine koydular. Başlangıçta S e n c e r , onların söylediklerine inanarak bir hükümdar gibi hareket etmişti. Fakat M erv’e geldiklerinde S e n c e r , acı hakikati anlamakta gecikmedi. Oğuz başbuğ larından B a h t i y a r , ondan M erv’i kendisine ıkta etmesini istedi. Bunun üzeri ne sultan, “ Burası başkenttir, hiç kimseye ıkta edilmesi doğru değildir” dedi. Oğuz beyleri onun bu sözüne güldüler, B a h t i y a r da dudak bükerek alay etti. Bunun üzerine sultan S e n c e r , tahtından indi ve Merv hankâhma girip hükümdarlık tan çekildi. Öte yandan vezir T a h i r , Aralık 1153/Ocak 1154’de vefat edince, S ü l e y m a n ş a h , büyük bir destekten yoksun kaldı ve durumu kötüleşti. O, her nekadar ölen T â h i r ’ in oğlu E b û A l i H a s a n ’ ı vezir atadı ise de bu devrede devlet büsbütün çöktü. Bu nedenle S ü l e y m a n ş a h , H orasan’dan ayrılıp Cürcan’a döndü (Nisan/Mayıs 1154). Oğuzlar ise daha sonra Tus’a yürüdüler, A l i b i n M u s a e r - R ı z a ’ nin türbesi ile surları olan az sayıdaki yer dışında, vilâyet onların yağma ve tahribinden kurtulamadı (Kasım 1154); Meşhed de aynı akıbete uğradı. Öte yandan Selçuklu emirleri, S ü l e y m a n ş a h ’ ın Horasan’dan ayrılmasından sonra toplanıp S e n c e r ’ in yeğeni ve Karahanlı hanedanından A r s l a n H a n ’ ın oğlu M a h m u t ’ a haber göndererek onun adına hutbe okut tular; böylece M a h m u t ’ u hükümdar tanıyarak ona itaat ettiler (Aralık 1154/Ocak 1155). Irak Selçuklu sultanı M u h a m m e d b i n M a h m u t ile Hârezmşah A t s ı z da onun sultanlığını kabul etmişlerdi. Ancak Bağdat’ta hâlâ sultan S e n c e r adına hutbe okunuyordu; Oğuzlar ise bu sırada Nişabur’a ulaşmışlardı. Burada da şehri savunacak ve kendilerine engel olacak kimse yoktu. Nişabur’u da tama men yağma ettiler. M a h m u t H a n , beraberinde Selçuklu emirleri olduğu hal
SELÇUKLU D E V LETLE R İ TARİH İ
225
de, Herat’ı kuşatmakta olan Oğuzlara karşı harekâta başladılar. İki taraf arasında çoğunlukla Oğuzların üstün geldiği savaşlar oldu. Fakat M a h m u t H a n ’ ı n b u mücadelesi etkisini göstermiş olm alıdır ki, Oğuzlar, Herat önlerinden ayrılarak tekrar M erv ’e döndüler. Bir süre sonra M a h m u t H a n , Oğuzlara başvurarak barış istedi. Nihayet iki taraf Eylül 1155’de aralarında geçici bir anlaşma yaptılar. Buna rağmen M a h m u t H a n , Oğuzlarla mücadelede yardım etmesi için Hârezmşah A t s ı z ’ a başvurdu. O ve A t s ı z , birleşmek üzere iken S e n c e r , tut saklıktan kurtarıldı. Sultan S e n c e r ’ in tutsaklıktan kurtulm ası ve ölü m ü
Sultan S e n c e r , yaklaşık üç yıl Oğuzların yanında tutsak kaldı. Bir kayna ğın ifadesiyle, “ S e n c e r , sözde sultandı, fakat tutuklu olduğu için sözüne kulak asılmıyordu, hattâ çoğu zaman ata binip dolaşmak istediğinde silahını taşıyacak adam olmaz, silahını beline bağlayıp yola öyle çıkardı. Sultan S e n c e r , kendisi ne sunulan yemeğin bir kısmını daha sonra yemek için ayırırdı. Çünkü Oğuzlar, yeteri kadar yemek vermez ve sultana karşı görevlerini ihmal ederlerdi” . Bir sü re sonra Oğuzlar, tesadüfen Belh yörelerine geldi. Bu sırada, M ü e y y e d A y a b a ve sultanın has kullarından bazıları yanına gelmişlerdi. Ancak onlar, Oğuz emirlerinden K o r k u t ve T u t î B e y olmadan sultanın yanına giremiyorlardı. M ü e y y e d A y a b a , Oğuzlardan bir kısmını sultanın para vereceği vadi ile al dattı. Bir gün sultanın nöbeti bunlara geldiğinde ava çıkıldı ve doğruca Tirmiz şehrinin karşısındaki Ceyhun ırmağı kıyısına geldiler. Daha önce burada bir ge mi hazırlanmış, sultan S e n c e r bu gemiye binerek karşıya geçmeyi başardı(Nisan 1156). Sultanın geri dönme zamanı geçince Oğuz beyleri, telâşlandılar ve onların peşine düştüler; ancak onların ırmağı geçmiş olduklarını görerek sultanı tekrar ele geçirmekten ümitlerini kestiler. Bu sırada M ü e y y e d A y a b a da karşı ta rafta gerekli önlemleri almış ve sultanın yanına 1000 atlı göndermişti. S e n c e r , kurtulduktan sonra Tirmiz’e gitti. O, bu şehirden tekrar devletin başına geçtiği ni, kendisine tâbi olan ve olmayan bütün çevre devletlere bildirdi. Ayrıca Hora san em irleri ve askerler, onun yanında toplandılar. S e n c e r , daha sonra Merv şehrine geldi ve karışıklıkları düzelterek dağılmış olan Selçuklu Devleti’ni topar lamakla meşgul oldu. Öte yandan Hârezmşah A t s ı z , Nesa ’dan sultan S e n c e r ’ e bir mektup yazarak kurtulmasından dolayı kendisini tebrik etti ve “ emirlerine itaate hazır olduğunu” bildirdi. O, ayrıca M a h m u t H a n , Sistan emîri Ta c e d d i n E b u l f a z l v e Gur hükümdarı A l â e d d i n H ü s e y i n ile, Oğuzlara karşı bir ittifak oluşturmuştu. Ancak çok geçmeden A t s ı z ’ m ölümü ile(1156) bu itti fak girişimi sonuçsuz kaldı. Sultan S e n c e r de artık yaşlanmış ve tutsaklığı sırasında çektiklerinden do layı ruhen çökmüştü. O, devleti diriltmek hususunda fazla birşey yapamadı; çün kü hâzineleri boş ve ülke harap bir durumda idi. S e n c e r , 26 Nisan 1157’de 71 yaşında öldü ve Merv şehrinde, sağlığında yaptırdığı ve Dârülahiret (Ahiret yur
226
ALİ SEVİM-ERDOĞAN MERÇİL
du) adını verdiği muhteşem türbesine gömüldü. Onunla birlikte Büyük Selçuklu imparatorluğu geride parlak bir geçmiş bırakarak tarih sahnesinden çekildi.
Sultan S e n c e r heybetli, cömert ve güzel ahlaklı, yumuşak huylu, halka kar şı merhametliydi. Bütün ülke, onun zamanında güven içindeydi. Bilim adamları na en çok hürmet ve sevgi gösteren Selçuklu hükümdarlarından biri idi. Nitekim bilim adamları ile onun arasında geçenlerden şu olay, anılmaya değer: Şâfiîler ile Hanefîler arasında bir anlaşmazlık olmuş, hattâ bu yüzden Nişabur'da Hanejılerden 70 kişi ölmüştü. Sultanın ordugâhı buraya yakın idi. Sultan,
büyük hâcib M a h m u t K a ş a n î ’ yi çağırdı ve kendisine, “ Şafiîlerin reisi Ş e y h M u h a m m e d b i n Y a h y a ’ ya git, bu ülke senin mi, yoksa benim mi?, eğer benim ise sen oradan çık, eğer senin ise benimle savaşa hazırlan. Yoksa bu ülkeyi terk edip çık git” demesi için emir verdi. Hâcip M a h m u t , şeyh M u h a m m e d b i n Y a h y a ’ ya Nişabur camiinde okumakla meşgul iken geldi. Şeyh hiç al dırmadı ve okumasını kesmedi. M a h m u t , selâmdan sonra önünde diz çöküp otur du ve kendisine, “ sultan, size selâm söylüyor ve bu meselede olanlar bize bildirildi. Bunda hâkim sensin istediğini yapmak senin elindedir, hiç bir kimse sana karışa maz ve verdiğin hükmü geri çeviremez. Biz, ne elde ettikse senin duan ile elde ettik” dedi. O, sonra geri dönerek S e n c e r ’ in yanma gitti. Halbuki sultan, M a h m u t ’ u gönderdikten sonra söylediklerine pişman olmuştu. Hâcibin gelmesini dört gözle bekliyordu. Hâcib geldiği zaman sultan, ne söylediğini sordu. Hâcib de o şiddetli sözleri söylemediğini ifade etti. Sultan, önce inanmadı ve bu konuda, “ Ba şıma ant iç ” dedi. O da ant içti. Bunun üzerine çok sevindi, “ Sen ne kadar iyi adamsın” diyerek onun rütbesini yükseltti ve Nişabur’un yönetimini de kendisi ne verdi. Sultan S e n c e r , zor durumda kalanlara yardım eder, kılıçla toparladı ğını kalemle dağıtırdı. O, mağlup ettiği ve tutsak aldığı hükümdarlara da iyi davranmış ve onları yeniden ülkelerine gönderme büyüklüğünü göstermişti.
SELÇUKLU D E V LETLE R İ TARİH İ
227
Büyük Selçuklu Soy Kütüğü
Dukak Selçuk
Mikâil
Tuğrul
Arslan
Büyük Selçuklular
Süleyman
Alparslan
(1 0 6 3 -1 0 6 4 )
Süleymanşah
Yakutî
Kavurd
(1 0 6 4 -1 0 7 2 )
_________ Melikşâh
Yusuf
Kutalmış
Çağrı
(1 0 4 0 -1 0 6 3 )
Musa
Anadolu Selçukluları
|
Kirman Selçukluları
(1 0 7 2 -1 0 9 2 )
Tutuş Suriye Selçukluları
I Mahmud
Berkyaruk (1 0 9 2 -1 1 0 4 )
Muhammed Tapar |(1 1 0 5 -1 1 1 8 )
Mahmud |(1 1 1 8 -1 1 1 9 )
Irak Selçukluları
Sencer (1 1 1 8 -1 1 5 7 )
IRAK SELÇUKLU DEVLETİ
I. SULTAN MAHMUT DEVRİ Sdue savaşmdan(1119) sonra kurulan Irak Selçuklu Devleti’nin ilk hükümda rı M a h m u t b i n M u h a m m e d idi(Bk. Sultan Sencer Devri). Sultan M a h m u t ’ un devlet işlerini düzene koyarken yaptığı ilk icraatlardan birisi, Bağdat şıhnesi M e n g ü b a r s ’ a karşı olmuştu. Sâve savaşında M a h m u t tarafında bu lunan M e n g ü b a r s , yenilgiden sonra Bağdat çevresinde bazı yerleri yağmalamıştı. O, Bağdat’a girmek istedi i s e d e D ü b e y s b i n S a d a k a ’ nm karşı hareketi üzerine başarılı olamadı. Bu nedenle M e n g ü b a r s , geri döndü ve halka yaptığı baskı ve zulüm dolayısıyle sultan M a h m u t ’ un kendisine kızacağını biliyordu. Sultan S e n c e r ile M a h m u t anlaşma sağladıktan sonra M e n g ü b a r s , S e n c e r ’ in yanına giderek elinde kılıç ve kefeni olduğu halde huzura girdi. S e n c e r ona, “ Ben kimseyi cezalandırmayacağım” sözleriyle hitap ederek onu sultan M a h m u t ’ a teslim etti. Ayrıca “ Bu, senin memlükündür, ona istediğini yap” dedi. Sultan M a h m u t , birkaç sebepten kırgın olduğu M e n g ü b a r s ’ ı tutuk lattı. Bu sebeplerden bazıları şunlardı: Sultan M u h a m m e d T a p a r öldüğü za man M e n g ü b a r s , onun cariyesi olan melik M e s u t ’ un annesiyle zorla evlenmişti. Ayrıca sultana rağmen devlet işlerine baskı yapmaya kalkışması ve Bağ dat şıhneliğini elegeçirmesi idi. Sultan, onun Bağdat şıhneliğine karşı çıkmış, fa kat buna engel olamamıştı. Bu arada Irak’ta halka yaptığı zulümler de bu kırgınlığın nedenlerinden birisi idi. Sultan, onu öldürerek halkı onun kötülüklerinden kurtardı(1119/1120). Öte yandan sultan S e n c e r , Sâve savaşından sonra belki de ye ğeninin yaşının küçüklüğü ve devlet adamlarının baskısı nedeniyle Irak Selçuklu yönetimine bazı atamalar yaptı. Buna göre o, K e m a l ü l m ü l k ’ ün vezirlikte, A 1 i B a r ’ ın ise emirlikte kalması için menşur yazdı. Onun yaptığı başka bir ata ma ise Tuğra ve inşâ Divanı başkanlığına olmuş ve buraya E b u l k a s ı m D e r g ü z i n î getirilmişti. S e n c e r , M ü c a h i d ü d d i n B i h r u z ’ u da Irak şıhneliğine atamıştır. Yeni kurulan Irak Selçuklu Devleti’nde de emîrler arasında çekişmeler he men başlamıştı. Askerlerin büyük bir kısmının itaati nedeniyle öteki emîrler, A l i B a r ’ ı çekemez olmuşlardı. Bu yüzden önce sultanla onun arasmı açtılar, sonra da vezir K e m a l ü l m ü l k ile bazı emîrler, A l i B a r ’ ı öldürmesi için sul-
ALİ SEVİM-ERDOĞAN MERÇİL
232
tam kışkırttılar. Emîr A l i , bunun üzerine, önce Berûcird ile Kerec arasındaki, aile bireyleri ve ağırlıklarının bulunduğu Bercin kalesine kaçtı, daha sonra da Porsukoğulları’ nin yönetimindeki Hıızistan a gitti. Ancak Porsukoğulları, onu tut sak aldılar ve sultan M a h m u t ’ a haber göndererek “ ne yapacaklarını” sordu lar. Sultan da “ öldürülmesini” emretti. Bunun üzerine emîr A l i B a r öldürülüp, başı M a h m u t ’ a gönderildi. Vezir K e ı n a l ü l m ü l k d e A l i B a r ’ m malla rına elkoydu. Bu sırada onun adamı olan D e r g ü z i n î de Tuğra ve inşâ Divanı başkanlığından uzaklaştırılarak tutuklandı.
M elik M esut'u n isyanı
Melik M e s u t , Azerbaycan ve Musul’ uyönetmekte olup, atabeyi A y a b a Ç a v u ş B e y idi. D ü b e y s b i n S a d a k a , Ç a v u ş B e y ile mektuplaşıp, onu me lik M e s u t adına tahtı elegeçirmeye teşvik ediyor ve kendisine bu konuda yardımcı olacağını söylüyordu. Onun amacı Selçuklular arasındaki mücadeleden yararla narak yüksek makam ve mevki elde etmekti. Ayrıca D ü b e y s ile A k s u n g u r P o r s u k î arasında köklü bir düşmanlık vardı. Bu sebeple D ü b e y s , Ç a v u ş B e y ile haberleşerek onlarla beraber olan A k s u n g u r ’ un tutuklanma sını öneriyor ve onu, sultan M a h m u t ’ un yandaşı olmakla suçluyordu. A k s u n g u r , bunu öğrenince onlardan ayrılıp sultan M a h m u t ’ un yanma gitti. Sul tan M a h m u t , onu çok iyi karşıladı ve önemli görevler verdi. Öte yandan E b û İ s m a i l H ü s e y i n b i n A l i T u ğ r a î de melik M e s u t ’ a katılmıştı. Melik M e s u t onu vezir atadı. T u ğ r a î de melik M e s u t ’ u isyana teşvik edenlerden biri idi. Sultan M a h m u t , bu durumu haber aldığı zaman onlara mektup yaza rak tehdit etti. Fakat onlar, sultan M a h m u t ’ un sözlerine kulak asmadıkları gi bi, M e s u t adına sultan olarak hutbe okuttular ve beş nevbet çaldırdılar. Daha sonra da yanında az asker bulunan M a h m u t ile karşılaşmak için süratle hare kete geçtiler. Bu sırada sultan M a h m u t ’ un emrinde 15 bin asker toplanmıştı. İki taraf Hemedan’m batısındaki Esedâbâd sırtlarında karşılaşıp, sabahtan akşa ma kadara savaştılar(14 Haziran 1120). M a h m u t , ordu kumandanı A k s u n g u r P o r s u k î ’ nin iyi yönetimi sayesinde akşama doğru savaşı kazanmıştı. M e s u t 5un ilerigelenlerinden ve kumandanlarından pek çok kişi tutsak alındı. Bunlar arasında M e s u t ’ un veziri E b û İ s m a i l H ü s e y i n de vardı. Sultan, onun öldürülmesini emretti. Bir rivayete göre M a h m u t ’ un veziri, “ Ben onun dininin ve inancının bozuk olduğuna inanıyorum” dedi. Bunun üzerine E b û İ s m a i l , bir okçu mangası tarafından öldürüldü. Melik M e s u t ise askerleri mağ lup olup etrafa dağılınca savaş yerine 12 fersah (takr. 72 km.) uzaklıktaki bir dağa çıkarak saklandı. Daha sonra Rikabdâr O s m a n ’ ı, kardeşi sultan M a h m u t ’ a gönderip aman diledi. Bu görevli, sultan M a h m u t ’ un yanma girip kardeşi M e s u t ’ un durumu hakkında bilgi verdi. Sultan M a h m u t , A k s u n g u r P o r s u k î ’ ye gidip “ kardeşinin gönlünü almasını, beraberinde getirmesini ve onu affedeceğini” söyledi. Ancak bu sırada emirlerden birisi, M e s u t ’ a “ Musul’a gitmeyi ve D ü b e y s b i n S a d a k a ile haberleşip onun da kendisine katılması-
SELÇUKLU D E V LETLE R İ TARİHİ
233
m sağlamayı” önermişti. Böylece M e s u t ’ un askerleri çoğalacak ve tekrar sal tanat davasına kalkışabilecekti. Bu öneriyi olumlu bulan M e s u t bulunduğu yerden ayrıldı. A k s u n g u r , oraya ulaşınca M e s u t ’ u bulamadı ve onu izlemeye baş ladı. Nihayet A k s u n g u r , 30 fersah (takr. 180 km.) uzakta M e s u t ’ a yetişerek “ kardeşinin kendisini affettiğini” bildirdi ve bu konuda kefil oldu. Daha sonra A k s u n g u r , M e s u t ’ un sultanın karargâhına gönderdi. Sultan M a h m u t , as kerlerine onu karşılamalarını emretti; onlar da M e s u t ’ u gerekli şekilde karşı layarak hizmet ettiler. Ayrıca sultan M a h m u t , onun için bir kabul töreni düzenledi. İki kardeş kucaklaşıp ağlaştılar. Bir başka rivayete göre, M e s u t , da ha savaş sırasında Türkçe “ ici ici = ağabey” diyerek M a h m u t ’ un yanına gel mişti. Gerçekten M a h m u t , verdiği sözde durmuş ve ona dokunmamıştı. Atabey Ç a v u ş B e y de savaştan sonra Musul’a gitti, bir süre sonra M a h m u t ’ un M e s u t ’ u affettiğini öğrendiği zaman Hemedan’da iken gidip sultanın huzuruna çıktı. Sultan M a h m u t , onun da gönlünü alarak aman verdi.
D ü beys’ in faaliyetleri
Yukarıda sözkonusu edilen olaylar sırasında D ü b ey s , Irak’ta bulunuyor du. O, melik M e s u t ’ un yenilgisini haber aldığı zaman çevreyi yağma ve tahrip etmişti. D ü b e y s , yanına gelen sultan M a h m u t ’ un elçisine de iltifat etmedi ve daha sonra Bağdat’a gidip halifelik sarayının karşısında ordugâh kurdu (Eylül 1120). Bunun üzerine halife, onun halka verdiği zarar nedeniyle, sultan M a h m u t ’ u Bağdat’a çağırmıştı. Bunu öğrenen D ü b e y s , halifeyi tehdit ederek, “ Sul tana elçi gönderip çağırdın, onu geri döndürmezsen ben de yapacağımı bilirim ” demişti. Sultan M a h m u t , Eylül/Ekim 1120’de Bağdat’a ulaştı. D ü b e y s , karı sını, pek çok para ve değerli hediyelerle sultanın yanına gönderip “ a f” diledi. Onun bu dileği şartlı olarak kabul edildi, fakat D ü b e y s , bu şartlı affı kabul etmedi, ayrıca sultanın otlaktaki hayvanlarını yağmaladı. D ü b e y s ’ in bu cüret kâr ve ferman dinlemeyen davranışları, sultanın harekete geçmesine ve Bağdat’ tan ayrılmasına sebep oldu(Aralık 1120/0cak 1121). D ü b e y s , sultanın hareketini haber alınca bir elçi göndererek tekrar aman diledi. Sultan, D ü b e y s ’ i oyala mak amacıyla aman verdi. Fakat D ü b e y s , bunu hissetmiş olmalı ki, Hille’yi yağmalayarak kayınpederi Artukoğlu İ 1 g a z i ’ ye sığındı. Sultan, Hille’ye geldiği zaman D ü b e y s ’ i bulamayınca burada sadece bir gece kalıp geri döndü. Ancak D ü b e y s , bir süre sonra yeniden Hille’ye döndü, sultan ve halifeye elçiler gön dererek özür diledi ve itaatini bildirdi. Fakat D ü b e y s ’ in davranışları bilindiği için bu sözüne pek itibar edilmedi, ayrıca ona karşı asker sevkedildi. Nihayet D ü b e y s ’ in, kardeşi M a n s u r ’ u rehine olarak göndermesi ve itaat etmesi şartıyla iki taraf bir anlaşmaya vardılar. Bu durumda sultanın askerleri Bağdat’a döndü ler. Öte yandan D ü b e y s ile sultanın anlaştığını öğrenen halife, buna razı olma mış ve “ D ü b e y s ’ in Irak’tan uzaklaştırılmasını” istemişti. Bu konudaki görüşmeler devam ederken sultan M a h m u t , Hemedan’a dönmeye karar verdi. Ancak halife, “ D ü b e y s ’ e güvenmediğini ve halktan öç almak istediğini” belir
ALİ SEVİM-ERDOĞAN MERÇİL
234
terek sultanın Bağdat’ tan ayrılmamasını rica etti, ayrıca sultandan “ A k s u n g u r P o r s u k î ’ yi Bağdat şıhneliğine atamasını” istedi. Sultan M a h m u t , A k s u n g u r ’ u melik M e s u t ’ un annesiyle evlendirerek Bağdat şıhneliğine getirdi ve “ D ü b e y s ’ in çevredeki şehirlere saldıracak olursa onunla savaşmasını” emretti. Sultan, Mayıs 1122’de Bağdat’dan ayrıldı. Çok geçmeden D ü b e y s , halife M ü s t e r ş i d ’ i üzecek bazı davranışlarda bulundu. Bunun üze rine halife, D ü b e y s ’ e karşı savaş ilân etmiş, bu nedenle halifenin hassa kuvvet leri ile A k s u n g u r yönetiminde Selçuklu kuvvetlerinden oluşan ordu, Hille’ ye yürümüştü. İki taraf arasında Fırat’ın doğu kıyısında Beşir nehri yakınındaki sa vaşta, A k s u n g u r ’ un komutasındaki ordu, D ü b e y s karşısında mağlup oldu (8 Haziran 1122). Bu savaşın sonunda D ü b e y s ile halife bir anlaşma yaptılar. Bu anlaşmaya göre, M ü s t e r ş i d ’ in veziri İ b n S a d a k a tutuklandı. Bu olay ları haber alan sultan M a h m u t , D ü b e y s ’ in kardeşi M a n s u r ’ u tutukla tıp, Kerec yakınlarındaki Bercin kalesine hapsettirdi. Ayrıca İ b n S a d a k a ’ nin görevden uzaklaştırılması üzerine sultan M a h m u t , N i z a m ü l m ü l k ’ ün oğ lu A h m e t ’ in halifenin veziri (jlmasını istemiş, bu istek kabul edilerek A h m e d , halifelik vezirliğine atanmıştır (Ekim 1122).
M elik T u ğ ru l'u n isyanı
ı
Sâve savaşından sonra melik T u ğ r u l , daha önce babası M u h a m m e d T a
p a r tarafından kendisine verilmiş olan ıkta sahası Sâve, Ave ve Zencarı bölgesine gitmişti. Sultan M a h m u t da emîr G ü n d o ğ d u ’ yu ona atabek atadı ve “ bölge deki işleri yürütmesini ve kardeşini de kendisine göndermesini” istedi. Fakat G ü n d o ğ d u , oraya gidince kendisine emredilenin aksini yaptı ve T u ğ r u 1 ’ u, kardeşi sultan M a h m u t ’ a isyana teşvik etti. Bunun üzerine sultan M a h m u t , devlet adamlarından E n u ş i r v a n b i n H a l i d ’ i hilâtler, hediyeler ve 30 bin altın ile kardeşinin yanına gönderdi. Böylece o, kardeşi T u ğ r u l ’ un bir isyan çıkar masını önlemeye çalışıyor, yanma geldiği takdirde mevcut ıktalarına ilaveler ya pacağını vaad ediyordu. Fakat T u ğ r u l , M a h m u t ’ un bütün iyi niyetli vaadlerine rağmen kardeşinin yanına gitmeyi kabul etmiyordu. Tabii henüz 10 yaşın da olan T u ğ r u l ’ un kararlarında atabek G ü n d o ğ d u etkili oluyordu. Sultan M a h m u t , onlar bu durumda iken 10 bin atlıyla Hemedan kapısından çıkıp(Eylül 1119) asıl gideceği yeri gizleyerek kardeşi T u ğ r u 1 ve atabek G ü n d o ğ d u ’ ya baskın düzenlemek istiyordu. Ancak bunu öğrenen bir kişinin durumu G ü n d o ğ d u ’ ya bildirmesi üzerine melik T u ğ r u 1 ’ la birlikte Sercihân kalesi ne kaçtı; sultan M a h m u t ise, “ onlar yiyecek ve mallarını bu kalede depo ederler” ümidiyle Semiran’a yönelmişti. M a h m u t , adıgeçen yere ulaşarak buraya bir bas kın düzenleyip yağmaladı ve kardeşinin hâzinesinden daha önce göndermiş oldu ğu 30 bin altını aldı. O, bir süre de Zencan’da kaldıktan sonra R ey’e hareket etti; melik T u ğ r u 1 da Sercihan kalesinden inerek G ü n d o ğ d u ile birlikte Gence’ye gitti. Daha sonra adamlarının da Gence’ye gelmesiyle onların durumu kuvvet lendi. Bu durum, kardeşi M a h m u t ile aralarındaki anlaşmazlığın daha da
SELÇUKLU D E V LETLE R İ TARİH İ
235
büyümesine sebep oldu. Sultan M a h m u t bir süre sonra emîr Ç a v u ş B e y ’ e “ kardeşi T u ğ r u l ile savaşmak için harekete geçmesini” emretti. T u ğ r u l ve atabek G ü n d o ğ d u , onun kendilerine karşı harekete geçmesi üzerine bir sava şı göze alamayarak Gence’ye çekildiler (1120/1121). Aynı yıl içinde G ü n d o ğ d u hastalanarak öldü. Bu ortam, başka bir emîrin T u ğ r u l üzerinde baskı yapabil mesine imkân yaratıyordu. Meraga emîri A k s u n g u r A h m e d î l i , b u sırada sultan M a h m u t ’ un yanında Bağdat’ta bulunuyordu.
G ü rcü lerle m ü cad ele
Sultan M a h m u t devrinin göze çarpan olaylarından birisi de kuzey-batıda Erran ve Kafkasya’da olmuştu. Islâhatçı olarak tanınmış olan Gürcü kralı D a v i d I I . (1089-1125) Tiflis’te yaşayan Müslüman halka şiddetli baskılar yapmak ta ve onlardan yılda 10.000 altın gibi oldukça ağır vergiler almakta idi. D a v i d I I . ’ nin kendilerine karşı izlemekte olduğu bu şiddet politikasına uzun bir zaman tahammül eden Tiflis Müslümanları, 1121 yılında büyük Selçuklu sul tanı M a h m u t ’ un kardeşi Erran, Nahcivan ve Aras nehrine kadar olan memle ketleri yönetiminde bulunduran melik T u ğ r u l ’ a haber göndererek “ kendileri ni kral D a v i d ’ in baskılarından kurtarmasını ve Tiflis’e gelip hâkim olmasını” bildirdiler. Melik T u ğ r u 1, bu öneriyi kabul etmiş, fakat Gürcülere karşı girişe ceği bir sefer için yalnız kendi kuvvetlerinin kâfi gelmeyeceğini anlamış ve Haçlı larla yapılmış olduğu başarılı savaşlar sebebiyle bütün Islâm dünyasında tanınmış bulunan Mardin emîri 1 1 g a z i ’ ye haber göndererek “ Gürcü seferi için hazır lıklar yapmasını” bildirmişti. Bu sıralarda I l g a z i , Haçlılara karşı yeniden ha rekete geçmek için asker toplamak amacıyla Haleb’den Mardin’e gelmiş bulunuyordu. Melik T u ğ r u l ’ dan aldığı haber üzerine I l g a z i , bir yandan as kerî hazırlıklara girişmiş, öte yandan da kendisi ile birlikte birçok kez Haçlı sa vaşlarına katılmış bulunan Bitlis ve Erzen hâkimi T o g a n A r s l a n ’ a da Gürcü seferine hazırlanması için haber göndermiş ve ona “ T i/îis’in doğusundan Gürcü topraklarına girmesini” bildirmişti. T o g a n A r s l a n , beraberinde kadı A 1 e m ü d d i n b i n N e b a t a ile oğlu A l e m ü d d i n E b u l k e b i r ve vezir E b û T e m m a m b i n A b d u n olduğu halde ordusu ile Erzenü’r-Rum’a oradan da Tiryalis yolu ile Tiflis kapısına gitmek üzere hareket etmişti. Zira müttefikler, ordu larının birleşme yeri olarak Tiflis kapısını kararlaştırmışlardı. Öte yandan melik T u ğ r u 1 ve atabeyi G ü n d o ğ d u da askerleriyle Gence’den hareket ettiler. Müt tefiklerin asker sayısı 30.000 civarında idi. I l g a z i , halifeyi tehdit etmesi sebe biyle sultan M a h m u t ’ un hücumuna uğrayan ve kendisine sığınmış bulunan emîr D ü b e y s ile birlikte Mardin’den hareket etti. I l g a z i , ordusu ile Tiflis’e yarım gün mesafeye kadar yaklaşmış olmasına rağmen ne melik T u ğ r u l ’ un ve ne de T o g a n A r s l a n ’ ın kuvvetlerine tesadüf etti, işte tam bu sırada Gürcü kralı D a v i d , yanında oğlu D i m i t r i olduğu halde, Gürcü ve Kıpçaklardan meydana ge tirdiği Ordusu ile dağlardan süratle inerek müttefiklerinden yoksun olan 1 1 g a z i ’ ye ansızın saldırdı. 18 Ağustos 1121 tarihinde iki taraf kuvvetleri ara
236
A L İ SEVİM -ERDOĞAN MERÇİL
sında yapılan şiddetli bir savaş sonunda 1 1 g a z i ağır bir bozguna uğradı. Zira kral D a v i d , 200 Kıpçak fedaisini gizlice 1 1 g a z i ’ nin ordusu içine sokmayı ba şarmıştı. Bu Kıpçak askerleri, Türk ordugâhına kadar girmiş olmalarına rağmen bunların, kendilerine teslim olduklarını zanneden Türk askerleri, hiçbir hare kette bulunmamışlardı. Fakat biraz sonra bu askerler, ansızın ellerindeki oklarla etrafa saldırmaya başladılar. Fedai Kıpçaklarm giriştikleri bu hareket sonunda Türk ordusunda büyük bir panik başgösterdi. Aynı zamanda kral D av i d , bun ların arkasından saldırmaya başlayınca 1 1g a z i ’ nin kuvvetleri tam bir bozgun halinde oraya buraya dağılmaya ve kaçışmaya başladılar. I l g a z i v e D ü b e y s , on fersah mesafeye kadar kendilerini takibetmiş olan Gürcü kuvvetlerinden can la ran güçlükle kurtarabilmişlerdi. Bütün ağırlıkları Gürcü askerleri tarafından yağma edildi. Gürcüler, bu savaşta 4.000 kadar Türk tutsak aldılar. Bir yıl sonra Tiflis, kral D a v i d tarafından işgal edilerek üç gün yağmaya tâbi tutulmuştur (Ağustos 1121). Böylece Tiflis’teki Müslüman Câferoğulları emirliği egemenliğini yitirmiş oldu. Bu arada Gürcüler, Derbend’e dek ilerleyerek Müslüman Şirvanşahlar emirliğini de baskı altına almışlardır. Ote yandan Tiflisli Müslümanlar, Gürcülere karşı yardım sağlamak üzere Bağdat’a geldiler (1122/1123), fakat sul tan M a h m u t ’ un bu sırada Hemedan’da olduğunu öğrenince bu kez oraya gide rek ondan yardım istediler. Aynı şekilde Derbend halkı ilerigelenlerinden bir gurup da Hemedan’a gidip sultanın huzuruna çıkarak Gürcülerden şikayetçi oldular. Sul tan, bu şika}'et]er üzerine Gürcülere karşı harekete geçerek Şirvan bölgesine gel di. O, bu bölgeye ulaştığında Ş i r v a n ş a h (muhtemelen I I . M e n u ç i h r b i n Fe r i d u n ) tarafından karşılandı. Fakat sultanın onu tutuklatması, şehirde kar gaşa çıkmasına sebep oldu. Olayların bu şekilde gelişmesi üzerine sınır bölgesin de bulunan Gürcüler, 30 bin kişilik bir kuvvetle harekete geçtiler. Kalabalık Gürcü ordusu karşısında sultan M a h m u t , bir savaşı göze alamayarak Hemedan’a dön dü (Temmuz/Ağustos 1123).
Vezir S um eyrem î ve Çavuş B ey ’ iıı öld ü rü lm eleri
Sultan M a h m u t , Mayıs 1122’de Bağdat’tan ayrıldığı zaman vezir de ertesi günü Hemedan a gitmek üzere Bağdat’tan hareket etti. Vezir S u m e y r e m î , H u m a r t e k i n T u t u ş î tarafından yaptırılan Medrese çarşısından geçerek BatırefZerin saldırısına uğrayarak öldürüldü (9 Mayıs 1122). Yerine Ş e m s ü l m ü l k O s m a n b i n N i z a m ü l m ü l k vezir atandı. Ancak Ş e m s ü l m ü l k O s m a n ’ ın da vezirliği uzun sürmemiş, muhtemelen S e n c e r ’ in de etkisiyle öldü rülmüştü (Bk. Sencer Devri). Bu yıl içinde öldürülenlerden biri de Ç a v u ş B e y idi. Sultan M a h m u t , Azerbaycan’ı ona ıkta ve askerlerinin başına kumandan atamıştı. Bunun üzerine bazı emirlerle Ç a v u ş B e y arasında çekişme ve müca dele başladı. Sonunda sultan, emirlerin etkisiyle Ç a v u ş B e y ’ i, Tebriz kapı sında öldürttü (Kasım 1122).
SELÇUKLU D E V LETLE R İ TARİHİ
237
A ksu n gu r P orsu k î'n in şıh nelikleıı uzaklaştırılm ası
Halife M ü s t e r ş i d , A k s u n g u r P o r s u k î ’ den nefret ettiği için sultan M a h m u t ’ a haber göndererek “ onu Irak şıhneliğinden azletmesini ve Musul’a gönderm esini'’ istemesi üzerine sultan, A k s u n g u r ’ a “ Musul’a dönüp Haçlı larla savaşmasını” emretti ve onun yerine Irak şıhneliğine B a r a n k u ş Z e k e v î getirildi. Sultan M a h m u t , küçük oğlu A l p A r s l a n ’ ı annesiyle beraber A k s u n g u r ’ un yanına gönderdi. A l p A r s l a n , Irak’a geldiği zaman devlet ilerigelenleri ve askerler onu karşıladılar; bu arada şehzadeye hediyeler verildi. Öte yandan A k s u n g u r tarafından Basra ’ya atanan I m a d e d d î n Z e n g i , bu radaki yönetiminde çok başarılı oldu. A k s u n g u r , Musul’a gidince Z e n g i ’ ye haber göndererek kendisine katılmasını istedi. Ancak Z e n g i , bu kez ona katılmayıp, sultanın huzuruna çıkmayı yeğledi. M a h m u t , onu iyi karşıladı ve kendisine Basra ’yı ıkta ederek yeniden oraya gönderdi (1124). Bu arada halife M ü s t e r ş i d ’ le arası bir türlü düzelmeyen D ü b e y s , melik T u ğ r u 1 ile birleşerek Irak’a geldi; fakat onlar, burada başarılı otamayarak sultan S e n c e r ’ e sığınmak zorunda kaldılar.
Sullan M ahm ut-hahfe M üsterşid anlaşm azlığı
Bağdat’a şıhne atanan B a r a n k u ş Z e k e v î ile halifenin nâibleri arasında anlaşmazlık çıkması üzerine halife, B a r a n k u ş ’ u tehdit etti; o da halifenin Sel çuklu şıhnesini tehdit edecek kadar güçlenmesi ve kendisine zararı dokunması ihtimaliyle Bağdat’tan ayrıldı (11 Ağustos 1125) ve sultan M a h m u t ’ un yanına Hemedan’a gitti. B a r a n k u ş , M ü s t e r ş i d ’ den şikayet ile sultana “ halifeye karşı dikkatli ve uyanık olmasını” söyledi; ayrıca “ halifenin askerlere kuman danlık yaptığım, savaşlara katıldığını, bu nedenle cesaretinin arttığını” bildir dikten başka “ Eğer sultan Irak’a gidip, Bağdat’a girmekte acele etmezse halifenin daha da güçleneceğini, askerlerinin çoğalacağını ve hattâ Bağdat’a girmesine en gel olacağını, şu anda elinde olan imkan ve fırsatı o zaman kullanamayacağını” anlattı. B a r a n k u ş ’ un bu uyarıları, halifenin artık eski siyasî kuvvetine ka vuşmak üzere olduğunu göstermekteydi, ancak M a h m u t , şimdilik bu durumun farkına varamamış, hattâ halife ile sultan S e n c e r ’ e karşı bir ittifak da oluştur muştu. Fakat S e n c e r ’ in duruma müdahale ederek bir mektup göndermesi üze rine sultan M a h m u t , Ocak 1127 başlarında Bağdat'a geldi (Bk. Sultan S e n c e r ’ e karşı Halife M ü s t e r ş i d - M a h m u t ittifakı). Selçuklu askerlerin den bir kısmı, Bağdat’a girip halkın evlerinde konaklamaya başladı, bunun üze rine halk, sultana şikayette bulundu; sultansa “ onların derhal girdikleri evlerden çıkarılmasını” emretti. Sultan M a h m u t , şehrin batı kesiminde bulunan halife ye haber gönderip “ sarayına geri dönm esini” bildirdi ve onunla barış yapmak istedi, fakat halife, bunu kabul etmedi, iki tarafın askerleri uzaktan birbirlerine ok atıyorlardı; bu arada Bağdat’ın batı yakasında bulunan halk da sultana ve as kerlerine küfrediyorlardı. Daha sonra Selçuklu askerlerinden bir gurup, halife lik sarayına girerek yağmaladı. Ancak bu olay “ halkın halifenin etrafında daha
A L İ SEVİM-ERDOĞAN MERÇİL
238
fazla kenetlenmesine sebep oldu. Bunun üzerine halife, Çetri, başının üzerinde ve veziri de önünde olduğu halde yürüyordu; bu arada o, “ davul ve boru çalınma sını” , daha sonra da “ gemilerden köprü kurularak halkın karşıya geçirilmesini” emretti. Öte yandan 1000 silahlı asker de halifelik sarayının bodrum unda gizlen mişti. Çok geçmeden bu askerler dışarı çıkarak yağmayla meşgul bulunan Selçuklu askerlerine saldırdılar ve bazı Selçuklu emirlerini tutsak aldılar; halk da sulta nın, vezirinin birçok emîr ile müstevfî A z i z e d d i n ’ in evlerini yağmaladılar. Bu çatışma sırasında pek çok kimse öldürüldü. Daha sonra halife, Bağdat’ın do ğu tarafına geçti. Yanında Bağdat ve Sevâd halkından oluşan 30 bin asker vardı. Halife, onlara hendek kazmalarını emretti, bu askerler, hendek kazarak Bağdat’ı sultanın askerlerine karşı korudular. Ancak Bağdat ’taki askerlerin yanında yiye cek kalmadı, sonunda halifenin askerleri, Selçuklu askerlerine bir baskın düzen lemeğe karar verdiler. Fakat kumandanlardan Erbil hâkimi E b u l - H e y c â , savaşmak istiyormuş gibi yaparak şehirden çıktı ve askerleriyle beraber sultana katıldı. Sultan M a h m u t ise Vâsıt’da bulunan İ m a d e d d i n Z e n g i ’ ye haber gönderip askerleriyle nehirden vp karadan gelmesini emretti; o da Basra’daki bütün gemilerini askerleriyle doldurdu, çok miktarda da silah yükleyerek hareket etti; Bağdat’a yaklaşınca gemilerde ve karadaki askerlerine “ bütün kahramanlık ve cesaretlerini ortaya koymalarını” bildirdi. Halife M ü s t e r ş i d , bu durumu ve E b u l - H e y c â ’ nin gittiğini görünce barışı kabul etmek zorunda kaldı, ik i ta raf arasında elçiler gidip geldikten sonra bir anlaşmaya varıldı. Sultan M a h m u t , yumuşak huyluydu. Yüzüne karşı küfrettikleri, hattâ bâtmî diye hitap ettikleri ve bunu da halifenin izniyle yaptıkları halde onları cezalandırmadı, bütün Bağ dat halkını da affetti. Bu anlaşmadan sonra sultanın adamları, yağma edilen mal ların geri verilmesini istediler. Halifenin emriyle imkân nisbetinde bu mallar sahiplerine iade edildi. Bu arada halifenin düşmanları, sultan M a h m u t ’ a Bağ dat’ı yakmasını öneriyorlardı, fakat sultan bunu kabul etmedi ve “ Dünya böyle bir şeyi yapmağa değm ez” dedi. Sultan, Nisan 1127 başlarına kadar Bağdat’ta kaldı. Halife, anlaşma gereğince para, silah ve at gibi hediyeler gönderdi. Sultan bu sırada hastalandı; doktorlar sultana Bağdat’tan ayrılmasını tavsiye ettiler. M a h m u t da Hemedan’a dönerek orada iyileşti.
Zengi*nin M usul'a atanması
Sultan M a h m u t , daha Bağdat önlerine gelmeden önce Musul hâkimi K a s i m ü d d e v l e A k s u n g u r P o r s u k î , Bağdat’ta halkla beraber Cuma na mazını kılarken Batınîler tarafından oldürüldü(25 Kasım 1126). O, gece rüyasında birkaç köpeğin kendisine saldırdığını ve bunların birini öldürdüğünü, fakat geri kalan köpeklerin de kendisinden intikam aldığını görmüştü. Rüyasını adamları na anlatınca onlar kendisine birkaç gün evinde kalıp dışarı çıkmamasını önerdi ler. Fakat A k s u n g u r , “ Ben hiçbir şey için Cuma’yı terk edemem” demişti. A k s u n g u r , Türk asıllı bir memlûk olup, hayır-sever bir emirdi. Bilim adamla rını ve sufileri severdi. O, adaletle hükmeder ve uygulardı. Onun öldürülmesinde
SELÇUKLU D E V L E T L E R İ TARİH İ
239
sultan M a h m u t ’ un veziri D e r g ü z i n î rol oynamış ve Batmîlerle anlaşmıştı. A k s u n g u r öldürüldüğünde oğlu I z z e d d i n |Pes u t , Haleb’de idi ve bura yı Haçlılara karşı savunuyordu. Babasının adamları durumu bildirdiklerinde o, derhal Musul’a gitti ve 18 Arahkda şehre girdi. Babasının oradaki adamları, emîrler ve askerler de kendisini itaat ettiler. M e s u t , daha sonra sultan M a h m u t ’ un yanına giderek itaatini bildirdi, sultan da ona iyi davranarak Musul yönetimini kendisine verdi. Sultan M a h m u t Bağdat’tan ayrıldıktan sonra veziri D e r g ü z i n î ’ yi tutuklattı(Temmuz/Ağustos 1127), onu halife M ü s t e r ş i d ’ e yardım etmekle suç lamıştı. M a h m u t , onu tutuklattıktan sonra Bağdat’a haber göndererek orada yaşayan E n u ş i r v a n b i n H a l i d ’ i huzuruna çağırdı. E n u ş i r v a n , 1 6 Ağustos’da Bağdat’tan ayrılarak İsfahan’da bulunan sultanın yanma gitti. Sultan, ona hilat vererek vezir atadı. Ancak iyi niyetli bir şahıs olan E n u ş i r v a n ’ ın vezir liği bir yıl kadar sürmüş ve sonra istifa etmiştir. Ote yandan A k s u n g u r ’ un oğlu M e s u t da çok yaşamadı. O, Musul’da işleri düzene koyduktan sonra Dımaşk’ı elegeçirmek amacıyla önce Rahbe’ye yürüyüp kaleyi kuşatarak teslim aldıktan bir saat sonra öldü (1127). M e s u t ’ dan sonra yerine küçük kardeşi geçti. Fakat bu sırada ülkeye, A k s u n g u r ’ un memlükü Ç a v l ı hâkim oldu ve bu çocuğun işle rini yönetti. O, sultan M a h m u t ’ a elçi gönderip, “ ülkenin yönetiminin A k s u n g u r ’ un bu çocuğuna verilmesini” istedi, buna karşılık da sultana pek çok para göndermeyi vaad etmişti. Ç a v l ı ’ nin bu amaçla sultanın huzuruna giden elçile ri, atabek Z e n g i ’ nin Musul’daki nâibi olan N a s ı r ü d d i n Ç a k ı r ’ ın tavsi yesi üzerine fikirlerini değiştirdiler ve bu görevin î m a d e d d i n Z e n g i ’ ye verilmesini kabul ettiler. Şöyleki: Onlar vezir E n u ş i r v a n b i n H a l i d ’ in sa rayına giderek ona, “ Sen de, sultan da çok iyi bilirsiniz ki, Haçlılar Cezire ve Suriye’de güçlendiler. A k s u n g u r P o r s u k î öldürüldükten sonra Haçlıların İslâm şehirlerini elegeçirme hırsları daha da arttı. Onun oğlu ise henüz küçük yaştadır. Kahraman, cesur ve yetenekli, ileri görüşlü ve tecrübeli bir şahıs, vali tayin edilmeli ki, ülkeyi Haçlılara karşı savunsun, sınırları ve çevreyi himaye ede bilsin” . Vezir, onların bu sözlerini sultana arzetti. Sultan M a h m u t , onların gö rüşünü yerinde buldu ve devlet adamlarıyla valiliğe kimin atanması konusunda danışmalarda bulundu. Onlar, aralarında î m a d e d d i n Z e n g i ’ nin bulundu ğu birkaç kişiden söz ettiler. Ayrıca onun adına sultanın hâzinesine pek çok para vermeyi vaad ettiler. Bunun üzerine sultan, onun vali atanmasını kabul etti. Çün kü sultan, onun yetenekli bir emîr olduğunu biliyordu, Z e n g i ’ yi çağırıp Musul ve çevresine vali atadı. Sultan M a h m u t ile halife arasındaki olaylar, sultan S e n c e r ’ i batıya bir sefer yapmak zorunda bıraktı. Sonunda S e n c e r ile M a h m u t arasında Rey şeh rindeki görüşmeler olumlu sonuç verdi. S e n c e r , Horasan’a dönerken E b u 1k a s ı m D e r g ü z i n î de tekrar M a h m u t ’ un veziri olmuştu(Bk. S e n c e r dev ri, Sultan S e n c e r ’ e karşı halife M ü s t e r ş i d - sultan M a h m u t ittifakı).
240
ALİ SEVİM -ERDOĞAN MERÇİL
Dübeyfi’ io faaliyetleri
M a h m u t , sultan S e n c e r ile R ey’de yaptığı görüşmede alınan kararları uy gulamak için Bağdat’a geldi (12 Ocak 1129), yanında D ü b e y s b i n S a d a k a da vardı. Sultan, halife ile onun arasını düzeltmek istiyordu. Ancak D ü b e y s , Bağ dat’ta alacağı tepki nedeniyle hemen bu şehre getirilmemişti. Sultan M a h m u t , daha sonra D ü b e y s ’ in affedilmesi ve Z e n g i ’ nin yerine atanması sorununu ortaya attı. Ancak halife, D ü b e y s ’ in affına ve Z e n g î ’ nin yerine atanmasına karşı çıktı, hattâ bu atamaya engel olmak için 100 bin altın vermeyi önerdi. Ata bek Z e n g i de sultanın, D ü b e y s ’ i Musul’a atamak istediğini öğrenince o da 100 bin altın verdi. Böylece gerek halife ve gerek Z e n g i ’ nin ısrarları ve ödenen paralar karşısında sultan M a h m u t , D ü b e y s ’ in atanması fikrinden vazgeç ti. Bu olaylar sırasında sultanın himayesindeki D ü b e y s , Bağdat’a geldi ise de halkın protestoları ile karşılaştı. Bu arada Bağdat’a gelen Z e n g i , sultana de ğerli hediyeler takdim edip, bir süre onun yanında kaldı, M a h m u d da ona hilatler verip, tekrar Musul’a gönderdi. Sultan, B i h r u z ’ u Bağdat şıhnesi atadı, ayrıca Hille şehrini de onun yönetimine verdi. Sultan, daha sonra beraberinde D ü b e y s olduğu halde, Bağdat’tan ayrılarak Hemedan’a döndü (25 Mayıs 1129). Sultan M a h m u t , Hemedan’a gelince karısı M e h m e l e k H a t u n öldü. O, sultan S e n c e r ’ in kızı olup, D ü b e y s ’ in durumuyla ilgilenerek onu savunu yordu. Onun ölümü üzerine D ü b e y s ’ in durumu sarsıldı; sultan M a h m u t ’ un da ağır bir şekilde hastalanması, D ii b e y s ’ in aradığı fırsatı bulmasına ve sultanın küçük oğlu F e r r u h ş a h ’ ı yanına alarak Hille’ye yönelmesine sebep oldu. Onun bu hareketi üzerine halife M ü s t e r ş i d asker toplamaya başlamış, şıhne B i h r u z da Hille’den kaçmıştı; D ü b e y s ise hiçbir direnişle karşılaşma dan eski başkenti Hille’ye girdi(Ağustos/Eylül 1129). Bu sırada sultana başsağlığı dilemek için Hemedan’da bulunan halifenin temsilcisi N a z a r da M a h m u t ’ un D ü b e y s konusundaki davranışını eleştirir şekilde konuşmuştu. Sultan, bu haber üaerine iki emîri K ı z ı l v e A h m e d î l i ’ yi çağırıp onlara, “ D ü b e y s ’ e siz kefil olmuştunuz, şimdi ben onu sizden istiyorum” dedi. Bunun üzerine A h m e d î l i , D ü b e y s ’ in o bölgede yaptığı zulüm ve fenalıklara engel olmak ve onu sultanın yanma getirmek için ona karşı yürüdü. Bunun üzerine D ü b e y s , halifeye elçi gönderip ondan özür diledi ve “ Eğer beni bağışlarsan aldıklarımı kat kat geri vereceğim, sizin itaatli bir kulunuz olacağım” dedi. Bu olay ile ilgili olarak elçiler gidip gelirken D ü b e y s de para ve asker toplamaya başladı. O, Hille’ye 300 atlı ile gelmişti, şimdi emrinde 10 bin atlı vardı. A h m e d î li de çok geç meden Bağdat’a geldi(Eylül/Ekim 1129) ve D ü b e y s ’ e karşı harekete geçti. Bu sıralarda sultan M a h m u t da Hemedan’dan Bağdat’a geldi (18 Ekim 1129) ve ve zir Z e y n e b î ve öteki devlet ilerigelenleri tarafından parlak bir törenle karşı landı. D ü b e y s , bunu haber aldığı zaman halife ile barışı sağlaması için sultana hediyeler gönderdi. Bu hediyeler içinde altın naili 300 at ve 200 bin altın bulunu yordu; o, ayrıca sultan ve halifeden yaptıkları için a f diledi. Fakat sultan bunu kabul etmedi. D ü b e y s , sultanın kararını öğrendiği zaman önce çöle çekildi, sonra Basra’ya girip buradan çok miktarda mal elegeçirdi, halife ve sultanın oradaki
SELÇUKLU D E V LETLE R İ TARİH İ
241
gelirlerine elkoydu. Bunun üzerine sultan, ona karşı emîr K ı z ı l kumandasında 10 bin atlı şevketti. M a h m u t ’ un bu kararlı davranışı üzerine D ü b e y s , önce çöllere, sonra da Suriye’ye çekilmek zorunda kaldı. Ote yandan sultan M a h m u t , Bağdat’tan ayrılmadan önce oğlu D a v u t ’ u “ veliaht” atamış, maiyyeti ile ku mandanlardan da “ kendinden sonra oğlunu sultan tanıyacakları” hususunda ant almıştı. Bu olaydan sonra M a h m u t , halifeden “ oğlunun veliahtlığını tanıması nı ve adına da hutbe okutmasını” istedi. Onun halifeden başka bir isteği de para olmuştu; ancak halife, parası olmadığını söyleyerek bu isteği reddetti, “ hutbe ko nusunda ise karar vermek yetkisinin sultan S e n c e r ’ e ait olduğunu” bildirdi. Sultan M a h m u t , onun davranışlarına kızmış ve halifeyi değiştirmek amacıyla Hemedan’a gitmişti. Bu sırada M a h m u t ’ un huzurunu bozan başka bir olay ge lişti. Melik M e s u t , Horasan’dan amcası S e n c e r ’ in yanından ayrılıp Sdve’ye gitti, fakat sonunda iki kardeş anlaştılar, Sultan, M e s u t ’ a Gence ve çevresini ıkta ederek oraya gönderdi (Fazla bilgi için bk. M e l i k M e s u t ’ un S e n c e r ’ in yanında ayrılması). Yine sultan S e n c e r ’ le ilgili bir dedikodu, sultan M a h m u t ile evli kızlarının ölümü nedeniyle çıkmış ve onun kızlarının mirasını istediği şayiası ortaya atılmıştı (Bk. Karahanlılara karşı sefer). Sultan M ahm ut'un ölüm ü ve kişiliği
Sultan M a h m u t , zaman zaman hastalanıyordu. Nihayet tekrar ağır bir şe kilde hastalandı. O, hastalanmadan önce veziri E b u l k a s ı m D e r g ü z i n î , sul tanı, bir gurup emîr ve ilerigelenlerin olumsuz hareketleri nedeniyle uyarmıştı. Bunlar arasında A z i z e d d i n M ü s t e v f î , emîr Ş i r g î r ve oğlu Ş e r e f ü d d e v l e Ö m e r vardı. Bunlardan A z i z tutuklanarak Tekrit’te bulunan B i h r u z ’ un yanma gönderildi. Ş i r g î r ve oğlu ise Mayıs 1131’de öldürüldüler. Hastalıktan kurtulmayan sultan M a h m u t ise 10 Eylül 1131’de Hemedan’da öldü. M a h m u t , yumuşak huylu, tatlı sözlü, cöm ert, iyi ahlaklı, akıllı ve hoş gö rülü bir sultandı. Halkın malına göz dikmez, bu konuda adamlarına da engel olur du. Rivayete göre, Selçukoğulları içinde ondan daha anlayışlı bir kimse yoktu. İşlerin inceliğini hiçbir hükümdar onun kadar bilemezdi. O, kuşlara meraklı olup, bunlar içinde Zağnos kuşu, şahin ve güvercine, ayrıca av köpeğine de düşkündü. Hepsine altın tasmalar takardı. Selçuklu hükümdarlarından hiç kimse sultan M u h a m m e d T a p a r ’ m hâzinede bıraktığı kadar altın, gümüş, mücevherat ve el bise bırakmamıştı. Bunlardan başka M u h a m m e d ’ in hâzinesinde (Hazinei G ı y a s i y e i M u h a m m e d i y e ) 18 milyon nakit altın para bulunuyordu. Dev let adamları, o öldükten sonra M a h m u t döneminde iki ay içinde bu hâzineyi tamtakır yaptılar, hattâ şerbetçinin aylığını ödemek için bile para bulamadılar. Tabii M a h m u t ’ un bu duruma düşmesinin sebeplerinden biri de sultan S e n c e r idi. Sultan S e n c e r , Sâve savaşından sonra bir kısım memleketleri kendi hâkimiyetindeki topraklar içine katmış, bir kısmını Selçuklu şehzadelerine ver miş ve bir kısmını da başkalarına ıkta etmek suretiyle, sultan M a h m u t ’ un his sesine düşen toprakları küçültmüştü. Böylece has emlâki, yani gelirleri doğrudan devlet hâzinesine girecek arazi kalmayınca Sultan M a h m u t fakirleşmişti.
II. SULTAN DAVUT DEVRİ Sultan M a h m u t öldükten sonra vezir E b u l k a s ı m D e r g ü z i n î ve A k sungur Ahmedîli birleşerek oğlu D a v u t ’ u Hanedan’da tahta çıkardılar. Bütün Cibal bölgesinde ve Azerbaycan’da D a v u t adına hutbe okundu. Ancak Hemedan ve Cibal bölgesinin bazı şehirlerinde, önce olaylar çıktı ise de sonra ortalık yatıştı. Bu arada vezir D e r g ü z i n î hâzinesiyle birlikte sultan S e n c e r ’ in ha kimiyeti altındaki Rey şehrine giderek orada kendini güvence altına aldı. Sultan D a v u t ’ un bu sırada bütün Irak Selçuklu Devleti yönetimindeki bölgelere hâ kim olamadığı anlaşılıyor. Irak’ta henüz onun adına hutbe okunmamış, Fars ve Huzistan ise S e 1 ç u k ş a h ’ ın yönetiminde kalmıştı. Sultan D a v u t , Ekim 1131’de Hemedan’dan Azerbaycan’a gitti. Bu sırada am cası melik M e s u t , Gürcan’dan hareketle Tebriz’e yürüyüp şehre hâkim olmuş tu. Bunun üzerine D a v u t , derhal amcasının üzerine yürüyerek onu Tebriz’de kuşattı. İki taraf arasındaki mücadele, 22 Aralık 1131’e kadar sürmüş ve sonunda bir anlaşmayla sonuçlanmıştı. Bu anlaşmayla D a v u t , kuşatmayı kaldırarak bir fersah (6 km.) kadar geri çekildi. Melik M e s u t da Tebriz’i boşaltarak Hemedan’a gitti ve burada asker toplamaya başladı. Belki de burada D a v u t , M e s u t lehi ne tahttan çekilerek Azerbaycan bölgesi ile yetindi. Başkent Hemedan’ın M e s u t ’ a bırakılması, ona saltanat hususunda bir üstünlük sağlamış olmalıdır. Nitekim bun dan sonraki taht ve halife tarafından tanınma mücadelesinde ön plana çıkması, muhtemelen bu sebeptendir. Melik M e s u t , Bağdat’a haber gönderip “ sultan ola rak adına hutbe okunmasını” istedi. D a v u t ’ un elçileri de daha önce aynı ko nuda istekte bulunmuşlardı. Fakat bu istekler, halife tarafından reddedilmişti. Bundan sonra S e l ç u k ş a h d a b u taht mücadelesine karıştı (Bk. Sultan S e n c e r ’ in ikinci batı seferi). Ote yandan M e s u t , Musul hâkimi İ m a d e d d i n Z e n g i ve öteki emîrlere mektup yazıp “ yardım ve asker gönderm elerini” istedi, Z e n g î de ona yardım vaad etti. M e s u t bu durumda saltanat iddiasında bulun mak için kendini daha güçlü hissetti ve cesareti arttı. Nitekim o, yanında 10 bin asker olduğu halde, Bağdat’a yürüdü. Bu sırada S e l ç u k ş a h d a atabek K a r a c a S a k î ile Bağdat’a girmişti. S e l ç u k ş a h v e K a r a c a ’ nin komutasında da çok sayıda asker vardı. Halife M ü s t e r ş i d d e S e l ç u k ş a h ’ ı i yi karşılayarak
SELÇUKLU DEVLETLE R İ TARİH İ
243
ona saygı gösterdi. Z e n g i de M e s u t ’ la birleşmek için Tekrit’e gelmişti. Atabek K a r a c a S a k î , onun Tekrit’e geldiğini öğrenince S e l ç u k ş a h ’ ı a z bir kuv vetle Bağdat’ı savunmak için şehirde bıraktı, kendisi de ordusunun büyük kıs mıyla harekete geçti, gece-gündüz zorunlu yürüyüş sonunda Maşuk yörelerinde Z e n g i ’ ye bir baskın yaparak onu mağlup etti ve onun adamlarından bir guru bu tutsak alarak Bağdat’a döndü(1132). Atabek K a r a c a ’ nin bulunmadığı sırada melik M e s u t ile S e l ç u k ş a h ara sında iki gün ufak çapta öncü savaşları olmuş ve zor durumda kalan S e l ç u k ş a h , süratle geri dönmesi için K a r a c a ’ ya haber göndermişti. Irak Selçuklu Devleti’ndeki karışıklığa son vermek için sultan S e n c e r ’ in batıya doğru hare ketinin Bağdat’ta duyulması, melik M e s u t , halife M ü s t e r ş i d , S e l ç u k ş a h ve atabek K a r a c a arasında bir ittifak meydana getirilmesine neden oldu. Sonunda Dinever yakınlarında yapılan savaşı sultan S e n c e r kazandı (25 Mayıs 1132). S e n c e r , çok geçmeden İrak Selçuklu Devleti’nin işlerini düzenleyip, ye ğeni T u ğ r u l ’ u tahta çıkardıktan sonra Horasan’a döndü (fazla bilgi için bk. Sultan S e n c e r ’ in ikinci batı seferi). Böylece Irak Selçuklu Devleti’nin bir kıs mında, adına hutbe okunan ve sultan tanınan D a v u t da hükümdarlığı, cereyan eden bu olaylar sonucunda kaybetmiş oldu.
III. SULTAN TUĞRUL B. MUHAMMED TAPAR DEVRİ Sultan S e n c e r , T u ğ r u l b i n M u h a m m e d ’ i tahta çıkartıp, bütün ül kede onun adına hutbe okuttuktan sonra E b u l k a s ı m D e r g ü z i n î ’ yi de ona vezir atamıştı. Ancak sultan T u ğ r u l , E b u l k a s ı m , atabeyi Ş i r g î r ve oğlu nu öldürttüğü için (Bk. Sultan M a h m u t ’ un ölümü ve kişiliği) onun vezir atan masından hoşlanmamıştı. Sultan Sencer Horasan’a dönerken Gürşenbe’de T u ğ r u l ’ a hilat verdi ve ona devlet yönetimi hakkında nasihatlarda bulundu. Bunun üzerine T u ğ r u l , amcasının konuşmasından sonra istemeyerek de olsa veziri gözlerinden öptü. Ote yandan K a r a c a S a k ı ’ den sonra Fars bölgesine M e n g ü b a r s hâkim oldu. O, sultan T u ğ r u l ’ a bir mektup yazıp “ oğlu şehza de A 1p A r s l a n ’ ı kendisine göndermesini” istedi ve “ bu isteğinin yerine geti rildiği takdirde itaata hazır olduğunu” bildirdi. Sultan T u ğ r u l , çocuk yaştaki oğlu A l p A r s l a n ’ ı Fars ’a gönderdi ve emîr M e n g ü b a r s ’ a d a atabek ünvanı verdi. Böylece o, muhtemel bir isyan belasından kurtulmuş oldu. Fakat bunun la birlikte bir süre sonra sultan T u ğ r u l ’ a karşı öteki Selçuklu melikleri, isyana başladılar. İlk isyanı melik D a v u t başlattı. O Azerbaycan ve Gence yöresinden asker toplayarak harekete geçti. D a v u t ’ un yanında atabeki A k s u n g u r A h m e d î l i , B a r a n k u ş Z e k e v î ve K a r a c a S a k î ’ nin iki oğlu ile birçok emîrler vardı. Sivil devlet erkânında Müstevfı S a f i y y ü l - E v h a d E b u l k a s ı m gibi şahıslar da D a v u t ’ u savaşa teşvik edenler arasında idi. D a v u t ve be raberindeki ordu, Hemedan civarında Vahan köyü yakınlarında konakladılar. Sultan T u ğ r u l da D a v u t ’ un üzerine yürüdü. Bu sırada aralarında H a s b e y B e l e n g e r î v e kardeşinin de bulunduğu birkaç Türk emîri, T u ğ r u l ta rafına geçtiler, iki taraf savaşmak üzere karşılaştıklarında, sultanın sağında I b n P o r s u k , solunda K ı z 1 1ve ön tarafta ise emîr K a r a s u n g u r yer almıştı. Muhtemelen denk kuvvetlerin karşılaştığı bu savaşta, önceleri galibiyet ibresi or tada idi, fakat sonunda bu mücadeleden üstün çıkan sultan T u ğ r u l oldu (Tem muz/Ağustos 1132). A k s u n g u r A h m e d î l i , D a v u t ’ u yanma alarak savaş alanını terk etti. K a r a c a ’ nin oğullarından biri ise ölmüştü. D a v u t ’ un ordu sunda bulunanlardan B a r a n k u ş Z e k e v î ve bir gurup emîr tutsak alınmıştı. Tutsaklar arasında S a f i y y ü d d i n M ü s t e v f î de vardı. B a r a n k u ş yetmiş
SELÇUKLU DEVLETLE R İ TARİHİ
245
bin altın ile Kazvin kalesini vermek suretiyle kurtuldu. S a f i y y ü d d i n M ü s t e v f î ’ nin ödediği kurtuluş akçası ise ikiyüzbin altın idi.
S ultan T u ğ r u l’ a ka rçı b i r ittifa k o lu şL u ru lm a sı
Melik D a v u t , bu yenilgi üzerine beraberinde A k s u n g u r A h m e d î l i ol duğu halde Bağdat a geldi (Eylül 1132). Halife ona ikramda bulunarak saltanat sarayında konuk etti. Bu sırada melik M e s u t , Gence’de idi, D a v u t ’ un yenil diğini duyunca Bağdat’a yöneldi; şehir yakınlarında D a v u t , kendisini karşıla dı ve atından inerek onu ululadı. Böylece onun M e s u t lehine sultanlıktan vazgeçtiği anlaşılıyor. Sonra iki melik birlikte Bağdat’a girdiler. M e s u t , bu şe hirde saltanat sarayına indi ve halifeden hutbenin kendi adına okunmasını istedi; bu isteği kabul edildi. Nitekim önce M e s u t , sonra da D a v u t adına hutbe okundu (Aralık 1132) ve her ikisine de hilatier verildi. Onlar halifenin huzuruna çıktılar. Halife, her ikisine de ikramda bulundu. Özellikle M e s u t ’ u foiZadedikten sonra boynuna ve koluna iki bilezik taktı. M e s u t , kendisi için getirilen tahta oturdu (14 Ocak 1133). Ayrıca M e s u t ’ a verilen hediyeler arasında biri siyah olan yedi hil’at, mücevher ve yakutla süslü bir taç ve bir gerdanlık vardı. Halife ona iki kılıç kuşattı ve kendi eliyle iki sancak verdi. Melik D a v u t ’ u da kendisine tes lim etti. Böylece M e s u t , hükümdarlık alâmetlerine sahip olarak, artık “ sultan” ilan edildi. M e su t ’ un da ismen sultan ilan edilmesi sonucunda, Irak Selçuklu Devleti Vıde iki sultan bulunmuş oluyordu. Daha sonra halife, M e s u t ve D a v u t arasındaki görüşmelerden sonra bir ittifak oluştu ve M e s u t ile D a v u t ’ un Azer baycan’a yürümelerine karar verildi, halife de onlarla birlikte asker gönderecek ti; nitekim o, N a z a r adlı bir kumandanın yönetiminde bu ittifaka asker vermişti . Müttefik kuvvetler, harekete geçip (15 Ocak 1133) Meraga’ya ulaştıklarında, A k s u n g u r A h m e d î l i de onlara pek çok mal ve yiyecek gönderdi. M e s u t , Azer baycan’ın öteki şehirlerini elegeçirdi. Bu bölgede bulunan K a r a s u n g u r v e bazı emirler, Azerbaycan’dan kaçıp Erdebil şehrine kapandılar. M e s u t , çok geçme den onları Erdebil’de kuşattı. Burada yapılan savaşta K a r a s u n g u r mağlup ol du, pek çok kişi öldürüldü, geri kalanlar da Hemedan’a kaçtılar. M e s u t , daha sonra kardeşi sultan T u ğ r u l ile savaşmak üzere Hemedan’a yürüdü. Bunun üze rine T u ğ r u l da M e s u t ’ a karşı harekete geçti, iki taraf arasındaki savaş öğleye kadar devam etti (25 Mayıs 1133), sonunda yenilgiye uğrayan T u ğ r u l , sultan S e n c e r ’ in hâkimiyet sahası içindeki R ey’e gitmek zorunda kaldı. M e s u t , bu başarıdan sonra Hemedan’ı elegeçirdi (Haziran 1133). Bu sıralarda Hemedan’a yaklaşık 6 km. uzaklıktaki Karatekin Çayırı’nda A k s u n g u r A h m e d î l i Batmîler tarafından öldürüldü. Bir rivayete göre o, M e s u t ’ un görevlendirdiği kim seler tarafından öldürülmüştür. Sultan T u ğ r u l ise İsfahan’a gitti. Kardeşi M e s u t , onu kuşatmak için bu şehre yürüdü. T u ğ r u l , Isfahan halkının ku şatma sırasında kendisini desteklemeyeceklerini görünce oradan Fars bölgesine gitti, Beyza yakınlarına geldiği zaman kendi emirlerinden biri, yanındaki 400 atlı ile ondan aman diledi. T u ğ r u l , askerlerinin kardeşi M e s u t ’ un tarafına geç-
246
ALİ SEVİM -ERDOĞAN M ERÇİL
meşinden korkuyordu, bu sebeple tekrar Rey şehrine yöneldi. Sultan T u ğ r u l , R ey’e giderken uğradığı bütün başarısızlıklara vezirin kusurlu davranışları ile al dığı kötü tedbirlerin sebep olduğunu anlamıştı. Bu bakımdan vezirin asılmasını emretti v e D e r g ü z i n î asıldı, ancak boğazdan geçirilen ipin vücudunun ağırlı ğı nedeniyle kopmasıyla yere düştü. Onun asılmasını seyredenler arasında ata bek Ş i r g î r ’ in kölelerinden biri de vardı. Bu köle, efendisi Ş i r g î r ’ in vezirin baskı ve zulmüne uğradığını biliyordu, kılıçını çekerek D e r g ü z i n î ’ nin boy nunu vurdu; bu arada vezirden kötülük görenler cesedini parçaladılar. Daha son ra kafatasını Ş i r g î r ’ in oğluna götürdüler. Ş i r g î r ’ in oğlu babasının intikamını alabilmek için kafatasını köpeklere su vermek için yalak yaptı. Sultan T uğrul - M elik M esul m ü cad elesi
M e s u t ’ un danışman emîri atabek A k s u n g u r A h m e d î l i ’ nin ölümü, onun işlerinin aksamasına neden oldu. Çünkü A k s u n g u r tedbirli bir emîrdi. M e s u t , kardeşi T u ğ r u l ’ un kuvvetlenmesine meydan vermeden onunla savaş mak için Rey üzerine yürüdü, emrinde 6000’den fazla bir atlı kuvveti vardı. Sul tan T u ğ r u l ’ un askerleri ise 3000 kişi idi. İki taraf birkaç kez savaştılar, nihayet T u ğ r u 1, bozguna uğradı. Ancak Zikrâver’de yapılan bu savaşın ilgi çekici bir yönü çok az kişinin ölmesi idi. Sultan T u ğ r u l , bu yenilgiden sonra Taberistan’a gitti. Buranın hâkimi Bâvendîlerden A l â ü d d e v l e A l i , ona ve beraberinde ki askerlere çok ikramlarda bulundu. Sultan T u ğ r u l , kışı (1133/34) orada ge çirdi; daha sonra Taberistan’dan ayrılarak Hemedan’a döndü. Bu sırada M e s u t ’ un kendilerine halkın itaati olan büyük emirlerinden bir gurup ( A y n ü d d evle H ârezm şah , M uham m ed bin Şahm elik, H a y d a r b i n Ş i r g î r ve S a d ü d d e v l e B a r a n k u ş ) sultan T u ğ r u l ’ a katıldılar; ayrıca atabek M e n g ü b a r s d a B o z a b a kumandasında 2000 atlıyı T u ğ r u l ’ un yanına gönderdi. Bu suretle sultan T u ğ r u l , kuvvetli bir duruma gelmiş oldu. Melik M e s u t ise yeğeni D a v u t ’ un isyan ettiğini haber almış ve hemen ona karşı harekete geçerek onu Ruyundiz kalesinde kuşatmıştı. M e s u t ’ un kuşatma ile meşgul olması, sultan T u ğ r u l ’ a harekete geçmek için bir fırsat yaratmıştı; bu nedenle M e s u t ’ a doğru ilerledi, iki ordu Kazvin yörelerinde bir birlerine yaklaşınca T u ğ r u l ’ un kendi tarafına çektiği bazı emîrler, M e s u t ’ un yanından ayrıldılar. Böylece yanında az sayıda asker kalan M e s u t , bu savaşta yenilgiye uğrayıp Bağdat’a doğru çekildi (15-24 Temmuz 1134). M e s u t , daha sonra halife M ü s t e r ş i d ’ e haber göndererek “ Bağdat’a girmek istediğini” bildirdi, halife de ona izin verdi. Melik M e s u t ’ un İsfahan’daki naibi A l p k u ş S i 1 a h î idi ve melik S e l ç u k ş a h d a onun yanında bulunuyordu. A l p k u ş , M e s u t ’ un mağlup olduğunu duyunca S e l ç u k ş a h i l e beraber Bağdat’a geldi. Daha sonra M e s u t da Bağdat’a ulaştı. Kaçış sırasında adamlarının çoğu at bulamayınca de velere binmiş ve yolda pek çok sıkıntı çekmişlerdi. Halife, atlar, çadırlar, kendi lerine de elbiseler ve çeşitli malzemeler göndermek suretiyle onların ihtiyaçlarını karşıladı. M e s u t , 8 Ağustos 1134 tarihinde Bağdat’taki saltanat sarayında ko nakladı.
SELÇUKLU D E V LETLE R İ TARİH İ
247
Sultan T u ğ ru l’ un ölü m ü ve kişiliği
Sultan T u ğ r u l ise, bu sırada devletinin başkenti Hemedan ’da bulunuyor du. Halife, melik M e s u t ’ u asker toplayıp Hemedan’a yürümesi ve T u ğ r u 1 ile saltanat mücadelesine girmesi için zorluyordu, hattâ ona kendisiyle birlikte biz zat sefere çıkmayı vaad ediyordu. Bu olaylar sırasında A l p k u ş S i l a h î ve ba zı emîrler, halifeye katılıp hizmetine girmek suretiyle bir ittifak oluşturdular. Tam bu sırada, üzerinde T u ğ r u 1 ’ un bu emirlere hitaben yazdığı bir mektup ve mührü bulunan bir adam ele geçirildi. Bu olaydan anlaşılacağı üzere, sultan T u ğ r u l , ha lifenin emrine girmiş olan Türk em irlerini kendi tarafına çekmeğe çalışıyordu. Halife, bu mektubu görünce emirlerden O ğ u l B e y ’ i tutuklatarak mallarını yağ malattı. Bunun üzerine öteki emîrler, endişeye kapılarak derhal M e s u t ’ un ka rargâhına kaçtılar. Halife, M e s u t ’ a haber göndererek kaçan emirlerin iadesini istedi; ancak M e s u t , bu isteği kabul etmeyerek bazı mazeretler ileri sürdü. Ha life, bu durumdan hoşlanmamış ve ikisi arasında soğuk bir hava esmişti; bu ne denle M e s u t ile birlikte hareket etmekten vazgeçti. Her ikisinin aralarının açıldığı bu sırada, Bağdat’a sultan T u ğ r u l ’ un ölüm haberi geldi. Öte yandan T u ğ r u l da M e s u t ’ un üzerine yürümek için sarayından çıkmıştı. Halk kendisine hayır duada bulununca, “ Müslümanlara hayırlı olmamız için dua ediniz” dedi; ancak T u ğ r u l ’ a bu seferi gerçekleştirmek kısmet olmamış, 24 Ekim 1134’de Heme dan ’da hastalanarak ölmüştü. Sultan T u ğ r u l , aynı şehirde hadimlerinden ba zıları için inşâ ettirmiş olduğu medresede gömüldü. Sultan T u ğ r u l , kaynaktaki tasvire göre, kırmızı yüzlü, sakallı, ince kaküllü, uzunca boylu, geniş göğüslü ve sağlam yapılı idi. Karakter açısından adalet, utanma, hamiyet, cöm ertlik, cesaret onun ahlâkının en belirgin özelliklerindendi. Saçma ve kötü işlerden uzaktı. Ancak kendi fikirlerinde ısrarlı olup, işlerinde kimseye danışmaz ve fikir sormazdı. Onun devri, öteki Selçuklu meliklerine, kendi hâkimiyetini kabul ettirme çabaları içinde geçmiş, bir ölçüde halife-sultanlar mü cadelesinin başlangıcı olmuştur.
IV. SULTAN MESUT DEVRİ Sultan T u ğ r u l öldüğü sırada melik M e s u t Bağdat’ta idi. Irak emirleri, acele bir haberci gönderip, “ Ne yapıyorsun? Kardeşin T u ğ r u l dünyadan göçmüştür, biz kullarınız mübarek zatınla uğurlu bayrağının gelmesini bekliyoruz” içerikli bir haber yolladılar. Öte yandan melik D a v u t Tebriz’de idi; bazı emîrler de ona bir haberci gönderdiler. Ancak M e s u t , daha önce davranarak harekete geçmiş, D a v u t bu fırsatı kaçırmıştı. M e s u t , Hulvan’dan geçtiği sırada yollar karla ör tülmüş olup, tipi ve fırtına sonderecede şiddetli idi. Onun beraberinde bulunan lar, yolları açabilmek için develeri öne sürdüler, atlılar bunları takip ederek ilerlediler. M e s u t , bu güç şartlar altında Hemedan’a ulaştı, emîrler ellerini öpe rek ona itaat ettiler. Böylece babasının ölümünden beri tahta geçmek için fırsat kollayan ve mücadele veren M e s u t , arzusuna kavuşarak Irak Selçuklu Devleti tahtına oturdu; E n u ş i r v a n b i n H a l i d ’ i vezir atadı. Ayrıca yeğeni D a v u t ’ u veliaht yapıp, kızı G e v h e r H a t u n ile evlendirdi ve ona, Azerbaycan, Erran ve Ermeniyye bölgelerini ıkta etti. Sultan S e n c e r ise bu durumda batıya yeni bir sefere gerek duymamış ve M e s u t ’ a mektup yollamıştı (Bk. S e n c e r Devri, Irak Selçuklu Devleti’nde Yeni Olaylar). Sultan M esut-H alife M üsterşid m ücadelesi
M e s u t , sultan olmasına rağmen eskidenberi ona baskı yapan emîr B a r a n k u ş (veya Y a r ı n k u ş ) B â z d â r , ne M e s u t ’a, ne de vezire iltifat etmiyor du. Ayrıca T u ğ r u 1 ’ un atabeyi K a r a s u n g u r d a b u sırada askerleriyle sultanın huzuruna geldi. Atabek K a r a s u n g u r , M e s u t ’ un eşi ve B e r k y a r u k ’ un kızı olan Z ü b e y d e H a t u n ’ dan çekiyordu. Bu bakımdan onunla iyi geçinme yi ve kalbini kazanmayı gerekli görerek H a t u n ’ a hediyeler veriyordu. K a r a s u n g u r ’ unb u şekilde sultanın eşine ve dolayısıyla M e s u t ’ a yanaşması B a r a n k u ş ’ un hoşuna gitmedi. K ı z ı l , S u n g u r b i n H u m a r t e k i n , A b d u r r a h m a n b i n T o ğ a n y ü r e k , Ç a v l ı ve H a y d a r b i n Ş î r g î r gibi emîrler de ona uyarak sultana itaatten vazgeçtiler ve askerleriyle M e s u t ’ un hiz metinden ayrıldılar. Daha sonra D ü b e y s b i n S a d a k a da onlarla birleşti. Bun lar, önce halife M ü s t e r ş i d ’ e haber göndererek “ hizmetine girmek istediklerini”
SELÇUKLU D E V LETLE R İ TARİHİ
249
bildirip, aman dilediler. Ancak halifeye “ D ü b e y s ’ in onlarla beraber olması nedeniyle bu birleşmenin bir hile olabileceği” söylendi. Bunun üzerine adıgeçen emîrler, Huzistan’a giderek oranın hâkimi P o r s u k o ğ l u P o r s u k ile de bir ittifak yaptılar, ittifakın bu şekilde genişlemesi üzerine halife, Selçuklulara karşı olan bu emirlerden yararlanmak için bir elçi göndererek onları yanına çağırdı. Bu emîrler, D ü b e y s ’ i yakalayıp halifeye götürerek ona daha çok yaklaşmaya karar verdiler, D ü b e y s ise bu kararı duyar duymaz sultan M e s u t ’ un yanına kaçtı. “ M e s u t ’ a karşı olan emîrler de daha sonra Bağdat’a gittiler (Nisan/Ma yıs 1135). Halife M ü s t e r ş i d onları çok iyi karşıladı, hilâtler ve armağanlar gön derdi. Ayrıca Bağdat’ta sultan M e s u t adına okunmakta olan hutbeye de son verildi. Bu gelişmelerden sonra halife, sonunda M e s u t ile savaşmaya karar ver di. Özellikle emîrler, onu harekete geçmeye teşvik ediyor, “ bunun basit bir iş ol duğunu ve sultan M e s u t ’ un hakkından gelebileceklerini” söylüyorlardı. Bunun üzerine halifenin Hulvan’a gönderdiği öncü birlikleri, bölgeyi yağmaladılar, fa kat halifeden bu olayları engelleyecek bir davranış görülmedi. Daha sonra halife de bizzat harekete geçti, emîr P o r s u k o ğ l u P o r s u k da yolda ona katıldı (24 Mayıs 1135). Öte yandan Hemedan’da bulunan M e s u t ’ un yanında çok az asker, yaklaşık 1500 atlı vardı. Çevredeki şehirlerin hâkimleri de halifeye mektup gön dererek ona itaat arzettiler. Halifenin yolda bekleyerek vakit kaybetmesi, sultan M e s u t ’un işine yaramış ve şehir hâkimlerinin birçoklarıyla barışmıştı. Sonun da iki taraf kuvvetleri, Day M erg’de karşılaştılar (24 Haziran 1135). Savaş sıra sında halife M ü s t e r ş i d , tutsak alındı (Bk. S e n c e r Devri, Irak Selçukluları Devleti’nde Yeni Olaylar). Sultan M e s u t , savaştan sonra Hemedan’a döndü ve münadiler vasıtasıyla, “ Bağdatlılardan kim bizi takip ederse onu öldürünüz” diye ilanda bulundu. Halifenin savaşı kaybeden askerleri perişan bir halde geri dön düler. Sultan M e s u t , emirlerinden B e y a b a ’ yı Bağdat’a şıhne olarak atayıp gönderdi. B e y a b a beraberindeki askerlerle Bağdat’a ulaştı (14 Temmuz 1135) ve halifenin bütün mal varlığına el koydu. Bu olay Bağdat’ta bir ayaklanmaya se bep oldu. Şıhnenin adamlarıyla Bağdat halkı arasında çıkan çatışmalarda 150 den fazla Bağdatlı öldürüldü. Sultan M e s u t , daha sonra yeğeni D a v u t ile savaş mak üzere Hemedan’dan Meraga’ya yöneldi; halife M ü s t e r ş i d de onunla be raberdi. M ü s t e r ş i d , Merağa kapısı önünde Batmîler tarafından öldürüldü (Bk. S e n c e r Devri, Irak Selçuklu Devleti’nde Yeni Olaylar). Halifenin ölümünden bir süre sonra sultan M e s u t , Huvenc şehri dışında otağının kapısı önünde hu zura kabul edilmek için bekleyen D ü b e y s b i n S a d a k a ’ yı öldürttü. Bir ri vayete göre sultan, halifenin ölümü nedeniyle kendi üzerindeki şüpheleri atmak amacıyla D ü b e y s ’ i öldürtmüştü. Böylece birbirlerine düşman olan halife ve D ü b e y s , yakın aralıklarla ölmüş oldu. D ü b e y s , M ü s t e r ş i d B i l l a h ’ a daima karşı çıkar ve ondan hoşlanmazdı; fakat Selçuklu sultanlarının kendisini halifeye karşı bir silah olarak kullanmak amacıyla yaşattıklarından haberi yoktu. D ü b e y s ’ in oğlu S a d a k a , bu sırada Hille’de bulunuyordu. Babasının asker leri onun çevresinde toplandılar. Sultan M e s u t , B e y a b a ’ ya Hille’yi zaptet mesi için emîr verdi. Fakat B e y a b a , S a d a k a ’ mn yanında çok sayıda asker
250
ALİ SEVİM -ERDOĞAN M ERÇİL
olduğu için Hille’ye yürümekten çekindi. S a d a k a , daha sonra sultanın Bağdat’a gelişine (1136/37) kadar Hille’de kaldı. Sultan M e s u t , Bağdat’a gelince, S a d a k a da yanına gidip hizmetine girdi. Sultan M eeut-Raşid Billah m ü cad elesi
Halife M ü s t e r ş i d ’ in öldürülmesinden sonra yerine, oğlu E b û C a f e r M a n s u r halife oldu ve kendisine “ e r - R a ş i d B i l l a h ” lakabı verildi (8 Eylül 1135). Sultan M e s u t da Bağdat şıhnesi B e y a b a ’ ya mektup vazarak “ kendi adına yeni halifeye biat etmesini” emretti. Çok geçmeden sultan M e s u t , B a r a n k u ş Z e k e v î y i Bağdat’a gönderdi ve R a ş i t ’ den “ babası M ü s t e r ş i d tarafından tutsaklıktan kurtulmak için ödemesi kararlaştırılan 400 bin altını ödem esini” istedi. R a ş i t B i l l a h , “ hâzinede hiç para olmadığını, bü tün paranın M ü s t e r ş i d ’ in yanında bulunduğunu ve savaş sırasında yağmalandığını” söyledi. O, daha sonra Selçuklu askerlerinin saraya hücum ede bileceklerini düşünerek asker topladı. Bunun üzerine B a r a n k u ş , Bağdat şıhnesiyle ittifak yaptı. Her ikisi Cuma günü halifelik sarayına saldırıya geçtiler; iki taraf arasında şiddetli bir savaş oldu. Halk da halifenin askerlerine yardım etti. Bunun üzerine Selçuklu kuvvetleri, Bağdat’tan çekilmek zorunda kaldı. Halk da şehirdeki otorite boşluğundan yararlanarak sultanın sarayını yağma etti. Halife, bu olaydan sonra sultan M e s u t ’ a karşı bir ittifak oluşturmaya çalıştı ve bu amaçla bazı Selçuklu şehzade ve kumandanlarına çağrıda bulundu. Bağdat’a ilk gelen melik D a v u t oldu ve sultanın sarayında konakladı (13 Kasım 1135). Daha sonra da atabek I m a d e d d i n Z e n g î , K a z v i n hâkimi B a r a n k u ş B â z d â r , İs fahan hâkim i A l p k u ş e l - K e b î r , Hille hâkim i S a d a k a b i n D ü b e y s , P o r s u k o ğ l u P o r s u k ve A k s u n g u r A h m e d î l i de Bağdat’a geldiler. Melik D a v u t , Bağdat şıhneliğine B a r a n k u ş B â z d â r ’ ı atadı. Bu sırada halife de şehrin surlarını tamir ettirmekte idi. Sultan M e s u t adına okun makta olan hutbeye son verilmiş, bu kez, hutbe D a v u t adına okunmuştu. Çok geçmeden adları geçen emîrler, Bağdat surları içinde sultan M e s u t ile savaşma ya karar verdiler. Sultan M e s u t ise Selçuklu melik ve em irlerinin halifeyle birleşerek kendisine isyan amacıyla Bağdat’ta toplandıklarını ve hutbenin yeğeni D a v u t adına okunduğunu öğrenince derhal ordusuyla harekete geçerek Bağdat önüne geldi ve burada ordugâh kurarak şehri kuşattı. Kendisine karşı çıkan emîr ve askerler ise dışarı çıkmaya cesaret edemeyerek daha önce kararlaştırdıkları şekilde şehirde kalmışlardı. Sultan, onları yaklaşık 51 gün kuşattı ise de hiçbir başarı kazanamadı ve Hemedan'a dönmek üzere Nehrevan’a gitti. Bu sırada Vâsıt hâkimi T o r u n t a y d a çok sayıda gemiyle onun yanma geldi. Sultan ve askerler bu gemilere binerek Dicle’nin batı yakasına geçtiler. Bağdat askerleri bu geçişe engel olmak istedilerse de sultan, onlardan daha önce davranıp nehri geçmişti. Bu olaylar sırasında sultana karşı ittifak oluşturanların aralarındaki birlik, M e s u t ’ u n d a çabalarıyla bozuldu. Bunun üzerine endişelenen melik D a v u t , ül kesine döndü (Ağustos 1136), öteki em îrler de dağıldılar. Öte yandan
SELÇUKLU D EVLETLERİ TARİH İ
251
İ m a d e d d î n Z e n g î , şehrin batı yakasında idi. Halife R a ş i t B i l l a h , onun tarafına geçerek yanında az sayıda asker olduğu halde Z e n g i ile beraber Mu sul’a hareket etti. Sultan M e s u t , onların şehirden ayrıldığını duyunca ertesi gün Bağdat’a yürüyerek buraya hâkim oldu ve adamlarının halka kötülük yapmasını ve mallarını yağmalamasını engelledi (15 Ağustos 1136). Sultan, daha sonra emîr verip kadı; nakip vs. gibi ilerigelenleri huzurunda topladı, onlara halife R a ş i t ’ in kendisine hitaben kendi el yazısıyla yazılmış bir taahhütnâmeyi gösterdi. Hali fe, bu taahnütnâmede, “ Ben, asker topladığım, sefere çıktığım ve sultanın askerleriyle silahlı çatışmaya girdiğim takdirde kendimi halifelikten azlediyorum” diyordu. Bunun üzerine kadılar ve fakihler, onun bu ifadeleriyle halife olmaktan çıktığına dair fetva verdiler. Bunun üzerine sultan, halife R a ş i t ’ in azledilmesi ni ve halifelik makamına, uygun bir şahsın atanmasını emretti. Böylece R a ş i t B i l l a h , halifelikten uzaklaştırıldı, Bağdat ve öteki yerlerde adına okunmakta olan hutbeye de son verildi. Daha sonra E b û A b d u l l a h b i n M u s t a z hir Billâh’ ın Muktefî Liemrillah lakabıyla halife olması kararlaştırıldı. Sultan M e s u t ile vezir Ş e r e f e d d i n A l i huzuruna çıkarak onunla anlaştılar. Vezir Ş e r e f e d d i n A l i , sultan ile halife arasında kabul edilen şartları bir antlaşma maddeleri şeklinde tespit ile karara bağlayarak açıkladı. Böylece emîrler, devlet ilerigelenleri, kadılar ve fakihler, halifenin huzuruna çıkarak ona biat ettiler (18 Ağustos 1136). Bu olaylardan sonra sultan M e s u t , veziri E n u ş i r v a n b i n H a l i d ’ i görevinden uzaklaştırmış ve yerine I m a d e d d i n E b u l - B e r e k â t D e r g ü z i n î ’ yi vezir atamıştır. Öte yandan emîr K a r a s u n g u r , 1136 yılı içinde sultanın Bağdat’ta bulunduğu sırada, büyük bir orduyla melik D a v u t ’ a saldı rıya geçti ve onu Meraga yakınlarında bozguna uğratmayı başardı. Bunun üzeri ne D a v u t , Huzistan’a çekildi; K a r a s u n g u r ise Azerbaycan’da duruma hâkim oldu. Sultan M e s u t , atabek Z e n g î ’ nin yeni halifeye biat etmesi ve -R a ş i t B i l l a h ’ ın Musul’dan ayrılması üzerine Bağdat’ta beraberinde bulunan askerlerin ülkelerine dönmelerine izin verdi (Ekim 1136). Çünkü o, R a ş i t B i l l a h ’ m ken disine karşı harekata başlamasından çekinmekte ve bu nedenle bu askerleri ya nında tutuyordu. Sultan, Hille hâkimi II. S a d a k a ’yı yanında tutabilmek için kızıyla evlendirmişti. Bu arada melik D a v u t ’ un saflarında M e s u t ’ a karşı sa vaşan A l p k u ş S i l a h î , P o r s ı ı k o ğ l u P o r s u k , S u n g u r b. H u m a t ■ t e k i n gibi bazı emîrler de sultanın yanma gelerek af dilediler. Sultan, onları af etmiş v e A l p k u ş ’ u d a Bağdat şıhneliğine atamıştı. M e s u t , kızkardeşi F a t m a H a t u n ’ u M u k t e f î ile evlendirerek (Mart/Nisan 1137), halifeyi akrabalık yoluyla da kendisine bağlamaya çalışmıştır. Z e n g i’ nitı B iza n s'K açlı ittifakına karşı m ü cad elesi
Bizans imparatoru II. I o a n n e s K o m n e n o s (1118-1143), 1137 yılında Su riye’yi ele geçirmek için bir sefer düzenledi. II. I o a n n e s , kışı geçirmek üzere Çukurova’ya çekilmeden önce Haçlılar ile bir anlaşma yaptı. Bu anlaşmaya göre,
252
ALİ SEVİM -ERDOĞAN MERÇİL
müttefik Hıristiyan kuvvetleri, Haleb, Şeyzer, Hama ve Humus gibi şehirleri ele geçirdikleri takdirde, bunları Haçlı reisi R a y m o n d ' a bırakılacaktı; buna kar şılık Haçlıların elindeki Antakya ise Bizans’a geri verilecekti. Yapılan anlaşma gereğince 1138 yılı başları hazırlıklar içinde geçti v e l L I o a n n e s , Mart ayı so nunda Antakya’ya geldi. Antakya’nın Haçlı hâkimi (Princeps) ile Urfa kontluğu birlikleri ve Templier şövalyelerinden bir gurup, burada Bizanslılarla birleştiler, üaha sonra bu müttefik ordusu, 3 Nisan’da Buzaa önüne ulaştı. Bizans-Haçlı o r dusu Buzaa önlerine gelince atabek Z e n g î , kadı K. e ra a I e d d i n E b u l f a z l M u h a m m e d Ş e h r i z u r î ’ yi sultan M e s u t ’ a göndererek askerî yardım istedi. Kadı, Bağdat’a giderek sultanın huzuruna çıkmış ve durumu bildi rerek “ Bizanslılar ile kendileri arasında sadece Haleb’in kaldığını, onlar burayı da elegeçirirlerse Fırat yoluyla Bağdat’a gidebileceklerini” söylemişti. Bütün bu açıklamalara rağmen sultan M e s u t ’ da hiçbir hareket görülmedi. Kadı E b u l f a z l , Cuma günü adamlarından birini Saray camiinde, başka birisini de Sultan camiinde görevlendirdi. Bu adamlar, namaz sırasında hatip minbere çıktığı za man, “ Yazık İslâm’ın başına gelenlere.. Yazık M u h a m m e d ’ in dinine” diye ba ğırarak olay çıkarttılar. Daha sonra halk, camilerden çıkarak sultan sarayım kuşattı ve feryat ederek yardım istedi. Sultan M e s u t olayların ardından kadıyı huzuru na çağırmış ve “ hemen halkı dağıtmasını ertesi gün de dilediği askerleri seçmesini” emretmişti. Sonunda 10 bin kişilik bir Selçuklu kuvveti hazırlandı. Bu arada ka dı E b u l f a z l ’ a atabey Z e n g i ’ den gelen bir mektupta “ Bizans imparatorunun bölgeden gittiği” bildiriliyor ve hiçbir asker istenmiyordu. Kadı, bu durumu sul tana arzetti, ancak sultan, “ Askerler hazırlıklarını tamamladı, mutlaka Suriye’ ye cihada çıkm alıdırlar” dedi. Kadı, sultan ve adamlarına birtakım vaadlerde bulunduktan ve pek çok çaba sarfettikten sonra Selçuklu askerlerini geri dön dürmeyi başarmıştır (1138). Bu arada sultan, halka zulüm ve haksızlık yapan Bağ dat şıhnesi A l p k u ş ’ u tutuklatmış, hattâ onu öldürm ek istediğini haber alan A 1p k u ş , Dicle’ye atlayarak boğulmuştur. Onun yerine M ü c a h i d ü d d i n B i h r u z , Bağdat şıhneliğine atanmıştır.
G urşenbih savaşı
M e s u t , Irak’ta duruma hâkim olmasına rağmen yine de onun sultanlığını tanımayan ve isyana hazırlanan emîrler vardı. Bunlardan biri de Fars hâkimi ata bek M e n g ü b a r s idi. Nitekim o, 1137 yılı sonlarında sultan M e s u t ’ a karşı isyan etti. M e s u t , emîr K a r a s u n g u r komutasındaki bir orduyu M e n g ü b a r s üzerine yolladı. K a r a s u n g u r , yanında olan B a r a n k t ı ş B â z d â r , Ç a v l ı C a n d a r ve Zencan hakimi S u n g u r gibi emîrler ile kışı İsfahan’da ge çirdi. Bu emîrler, atabek M e n g ü b a r s ’ m Fars ’daıı hareket ettiğini haber al dıkları zaman ona mukavemet edemeyeceklerini anladılar ve Hemedan’a sultan M e s u t ’ un yanma döndüler. Atabek M e n g ü b a r s ise İsfahan’a geldi ve bir sü re orada kaldıktan sonra sultan M e s u t ’ un üzerine yürüdü. İki taraf Gurşenbih’te karşılaştılar. Atabey M e n g ü b a r s bu savaşta mağlup olarak tutsak alındı.
SELÇUKLU D EVLETLERİ TARİHİ
253
Sultan M e s u t onu derhal öldürttü. Atabek M e n g ü b a r s ’ ı nen büyük yardım cısı emîr B o z a b a , bu yenilgi sonrası savaş alanından kaçmıştı, ancak onun ölü münü duyduğu zaman çok üzüldü ve onun öcünü almaya ant içti. Sultan M e s u t ’ un ordusu ise M e 11 g ü b a r s ’ m ordugâhını yağmaya dalmıştı. B o z a b a , kaçanlardan bir miktar asker topladı ve anî bir hücumla M e s u t ’ un ordu sunu şaşırttı. Sultan, bu anî hücuma karşı koyamadı, yanında emîr K a r a s u n g u r olduğu halde, güçlükle Azerbaycan’a çekildi. B o z a b a , sultan M e s u t ’ un emir lerinden Arap emîri S a d a k a b < D ü b e y s , Zencan hâkimi S u n g u r , A n t e r C e v a n î ve M u h a m m e d b i n K a r a s u n g u^ ’ u tutsak aldı ve atabek M e n g ü b a r s ’ ın öldürülmesine karşılık olarak onları öldürttü (Nisan/Mayıs 1138). Daha sonra da süratle Fars'a yürüyüp hâkim oldu. Öte yandan M e s u t ’ un yenil gisinden yararlanmak isteyen S e l ç u k ş a h ise Bağdat’a hâkim olmak amacıyla harekete geçti. Fakat Bağdat şıhnesi ile Hac emîri hadim N a z a r , S e l ç u k ş a h ’ la savaşarak onu Bağdat’a sokmadılar. Bu arada sultan M e s u t , Gurşenbih’de ölen S a d a k a ’ nııı yerine Hille yönetimine kardeşi M u h a m m e d ’ i atadı. S e I ç u k ş a h ise çaresiz kalarak ağabeyi sultan M e s u t ’ un yanına geldi. M e s u t , ona iyi davranarak bu sırada Ahlat şahı II. S ö k m e n ’ in yönetimindeki Ahlat, Malazgirt, Erzen ve yörelerini ona ıkta etti; ayrıca Tebriz hâkimi emîr O ğ u z o ğ 1 u S i 1 a h î ’ yi ona atabek yaptı (1137/1138).
Raşit Billah’ tn öld ürülm esi
R a ş i t B i İ l a h , atabek Z e n g î ’ nin yanından ayrıldıktan sonra Damgan’da bulunduğu sırada halkın M u k t e f î ’ ye biat ettiklerini haber aldı. Bunun üzeri ne sultan S e n c e r ’ e bir mektup yazarak şikayette bulundu (Mayıs/Haziran 1137) ve “ kendisine yardım etmesini” istedi. Sultan S e n c e r yazdığı cevabta, “ Islâm askerleri Ceyhun tarafına gittiler. Şimdi o tarafa gelmeye imkan yoktur. Halife, T a n r ı ’ dan yardım istesin, her halde T a n r ı için savaşanların galip gelmesi muhakkaktır” dedi. R a ş i t , bu isteğinin kabul edilmemesi üzerine Damgan ’dan Azerbaycan’a giderek intikam almaya ve düşmanlarının ülkesini istila etmeye ka rar verdi. Nitekim bir rivayete göre o, atabey M e n g ü b a r s ’ ı desteklemişti. G u r ş e n b i h savaşından sonra R a ş i t B i l l a h , Hemedan’a yöneldi ve burada melik D a v u t ile birlikte Huzistan’a gittiler ve Huveyza yakınlarına kadar ilerlediler. Belki de onlar, Bağdat’a yürümek istiyorlardı. Bunun üzerine sultan M e s u t , onları Irak ’dan uzaklaştırmak için Bağdat’a hareket etti. Bunu haber alan melik D a v u t , M e s u t ile bir savaşı göze alamayarak Fars’a döndü. Böylece R a ş i t tek başına kaldı, artık çevresinde onu destekleyen kimse yoktu. R a ş i t , Iranlı askerlerden umut kesince İsfahan’a gitti ve bu şehirde hizmetinde çalışan bir gu rup Horasanlı batınî tarafından öldürüldü (6 Haziran 1138). Bu olaylardan son ra sultan M e s u t , veziri î m a d e d d i n E b u l - B e r e k â t ’ ı devlet işlerinde aciz ve büyük olayları yatıştırmak hususunda hareketsiz bularak vezirlikten el çektir di (Kasım 1138), yerine K e m a l e d d i n M u h a m m e d H â z i n ’ i tayin etti. Ye ni vezir, cesur ve yetenekli, adaletli, sözü geçerli ve iyi ahlaklı bir insandı. Vezir,
254
A L İ SEVİM -ERDOĞAN M ERÇİL
devlet hâzinesine gelir getirecek vergiler koydu ve hâzineyi zenginleştirecek kay naklar buldu. Gizli kapaklı pek çok şeyi hırsızlık ve inanetleri açığa çıkardı. Bu durum vergi toplayan bazı mutasarrıfların ve yöneticilerin hoşuna gitmedi. Ayrı ca vezir, sultan M e s u t ’ u K a r a s u n g u r ’ un baskısından kurtarmaya çalıştı. Bu amaçla Fars’tan B o z a b a davet edildi. Vezirin aleyhinde olanlar, emîr K a r a s u n g u r ’ a, “ Bu vezir bizi hakir görüyor, sultanı da senin aleyhine kışkırtı yor. Eğer vakit geçirmeden bu işin çaresi düşünülmezse onun hâkimiyeti daha da artar” içerikli mektuplar yazdılar. Emîr K a r a s u n g u r , sultan ve vezirin ha zırlıklarını haber aldığı zaman yanma Selçuklu şehzadeleri S e l ç u k ş a h ve D a v u t ' u alarak 10 bin kişilik ordusuyla Hemedan civarına geldi ve M e s u t ’ a, “ Ya vezirin başını gönderirsin, ya da biz başka bir sultanın hizmetine gireriz” habe rini yolladı. Sultan M e s u t ’ un yanında bulunan emîrler ona “ veziri öldürmesini” tavsiye ettiler ve onu telafisi mümkün olmayacak olayların cereyan edebileceği ne deniyle korkuttular. Sultan M e s u t , K a r a s u n g u r ’ un bu baskısı karşısında vezir K e m a l e d d i n M u h a m m e d ’ in öldürülmesine razı olmak zorunda kaldı (Haziran 1139), yerine K a r a s u - n g u r ’ un veziri E b u l - I z z T a h i r B e r u c i r d î vezir atandı ve kendisine Izzülmülk lakabı verildi. Ote yandan emîr K a r a s u n g u r , oğlunun intikamını almak amacıyla ve ayrıca kendisi için de tehlikeli gördüğü B o z a b a ’ ya karşı harekete geçti; yanında, S e l ç u k ş a h ve D a v u t da bulunmakta idi. B o z a b a , onlara karşı koyamayacağını bildiği için daha kuzeye Kaletül-Beyza’ya çekildi. Emîr K a r a s u n g u r ve beraberindekiler Şiraz’a gir diler. S e l ç u k ş a h Fars bölgesine melik oldu. Emîr K a r a s u n g u r , onun ya nında daha çok asker bırakmak istediyse de S e l ç u k ş a h ’ m askerlerinin kumandanı O ğ u z o ğ l u S i l a h î , kendisine çok güvendiği için bu öneriyi ka bul etmedi. Bunun üzerine emîr K a r a s u n g u r Fars ’dan ayrıldı. Melik S e l ç u k ş a h ve O ğ u z o ğ l u , B o z a b a ’ nin kendisiyle başa çıkamayacağı düşüncesinde idiler. Halbuki B o z a b a , emîr K a r a s u n g u r ’ un Fars ’dan ayrıldığını öğren dikten sonra S e l ç u k ş a h ’ ın kuvvetlerine hücum ederek onları yendi. Bu sıra da hastalığı sebebiyle bir mahaffe(sedye) içinde kaçmakta olan S e l ç u k ş a h ’ a yetişti ve onu razı edip tekrar Şiraz’a getirdi ve K al’etül-Beyza’da hapsetti (1139/1140), melik bu arada öldü, ancak onun ne zaman öldüğü belli değil dir. Böylece B o z a b a da Fârs bölgesine tamamen hâkim oldu. Ertesi yıl sul tan M e s u t , B o z a b a ’ ya karşı emîr İ s m a i l C a h a r d a n e g î ve A 1p k u ş H ü n k a r ’ ı şevketti. Fakat bunlar, önce Irak’da sefer için gerekli pa rayı toplamaya çalıştılarsa da başarılı olamadılar. Sonunda bu seferden vazgeçil di. K a r a s u n g u r , B o z a b a ’ nm durumunu öğrendiği zaman Azerbaycan’a dönmekte idi; o, bundan sonra hiçbir melike atabek olmamak için ant içti. K a r a s u n g u r B e r u c i r d ’ e gelince Gence’de büyük bir zelzele oldu. Rivayete göre, bu zelzele nedeniyle 230 bin kişi ölmüştü. Ölenler arasında K a r a s u n g u r ’ un eşi ve iki oğlu da vardı. Ayrıca bu durumdan yararlanan Gürcüler, Obeliani aile sinden İ v a n e b i n E b î L e y s ’ in komutasında Gence’ye hücum edip birçok in san öldürdüler, kalanları da tutsak alarak memleketlerine götürdüler. Bu arada Gürcüler Gence adlı yeni bir kasaba inşa ettiler, hattâ eski Gence’nin kapısını da
SELÇUKLU D E V LETLE R İ TARİH İ
255
götürüp oraya kapı yapmışlardır. Bunun üzerine K a r a s u n g u r , süratle Gence’ye ilerledi ve Gürcüleri mağlup ederek pek çoklarını öldürdü, yaptıkları kasa bayı tahrip ederek eski Gence’nin kapısını yerine koydu ve şehri yeniden en iyi şekilde imar ettirdi (1139). Emîr K a r a s u n g u r , uzun süren bir hastalıktan sonra Erdebil’de öldü (1140/1141). Melik T u ğ r u 1 ’ un memlüklerinden olan K a r a s u n g u r , ölümüne yakın, Ç a v l ı C a n d a r ’ ı huzuruna çağırdı, yerine onu tayip edip, oğlunu ve askerlerini ona teslim etti. Böylece Ç a v l ı C a n d a r , K a r a s u n g u r ’ un görevini yüklenmiş oldu. Nitekim sultan M e s u t da bunu aynen kabul ede rek, Ç a v 11 ’ ya hilât ve hediyeler gönderdi, onu Erran ve Azerbaycan yönetimine atadı. B ağdat’ ta olaylar
Sultan M e s u t , 1141/1142’de M ü c a h i d ü d d î n B i h r u z ’ u Bağdat şıhneliğinden uzaklaştırarak yerine, Emîri Ahur K ı z 1 1 ’ ı atamıştı. Daha sonra sul tan kışı geçirmek için Bağdat’a geldiği zaman çapulcuların (ayyâr) her tarafa yayıldıklarını ve kötülük yaptıklarını görünce bu durumdan hiç hoşlanmadı. Bu nun üzerine B i h r u z ’ u tekrar şıhneliğe getirdi. Vezirin oğluyla sultanın ka yınbiraderi ( K a v u r t ’ un oğlu) onlarla işbirliği yapıyorlardı; bu nedenle B i h r u z onlara engel olamıyordu. Bir süre sonra çapulcular işi azıttıkları gibi, sayı ları da çoğalmıştı. Bir ara Bağdat şıhneliğine vekâlet eden İ l d e n i z , çok sert ve atılgan biriydi; o, bu özellikleri sebebiyle sultanın huzuruna çıktı. Sultan ça pulcular karşısındaki başarısızlıklarını söyleyince İ l d e n i z , “ Ey cihan sulta nı, vezirin oğluyla senin kayınbiraderin çabulcuların ortağı ve işbirlikçisi olursa ben hangi kuvvetle o bozguncularla başa çıkabilirim ?” dedi ve durumu sultana açıkladı. M e s u t , ona, “ Hemen şimdi nerede olursa olsunlar onlara baskın dü zenleyecek ve onları idam edeceksin. Eğer sen onları idam etmezsin ben seni idam ederim” dedi. İ l d e n i z , derhal sultanın mührünü alıp vezirin oğluna baskın dü zenledi ise de onu yakalayamadı. Daha sonra bu kez K a v u r t ’ un oğluna bir baskın yaparak onu yakaladı ve derhal idam etti. Bunun üzerine çapulcuların çoğu kaç tı, kalanlarını da İ l d e n i z tutuklattı. Böylece sultan M e s u t ’ un ve İ l d e n i z ’ in kararlı tutumları Bağdat halkını çapulcuların kötülüklerinden kurtarmış oldu (1143/1144). Sultan M esut-Zengi ilişkileri
Sultan S e n c e r , R ey’i M e s u t ’ a bıraktıktan sonra Rey valisi A b b a s da Bağ dat’a gelmişti (Bk. Katvan savaşından sonra Sultan S e n c e r ’ in Batı siyaseti). Sultan M e s u t , her yıl olduğu gibi 1143/1144’de de Bağdat’a geldi ve ordu hazır layıp atabek Z e n g i ’ ye saldırıya hazırlandı. O, Elcezire ve Diyarbakır bölgele rindeki yöneticilerin kendisine karşı isyankâr tutumlarını atabek Z e n g i ’ den biliyordu; ayrıca Z e n g i , halife R a ş i t olayına da karışmıştı. M e s u t , Z e n g i ’ nin gittikçe kuvvetlenmesinden ve yanında bulunan sultan M a h m u t ’ ün oğlu A l p A r s l a n ’ m kendisine rakip olmasından endişe etmekte idi. Bunun üzeri-
256
A Lİ SEVİM -ERDOĞAN MERÇİL
ne Z e n g i , onu kendi lehine çevirmek amacıyla sultana haber gönderip merha met d ile d i, ik i ta ra f arasın d a e lç ile r in g id ip gelm esin d en sonra M e s u t , E b û A b d u l l a h E n b a r î ’ yi anlaşma şartlarını tespit ve kararlaş tırmak üzere Z e n g i ’ ye gönderdi. Sonuçta Z e n g i ’ nin sultana 100 bin altın öde mesi şartıyla sultan bu seferden vazgeçecekti. Ayrıca sultan, Z e n g i ’ nin huzuruna gelmesini istiyordu, Z e n g i ise “ Haçlılara karşı yaptığı cihad nedeniyle huzura gelemeyeceğini” bildirmiş, M e s u t da onun bu konudaki mazeretini kabul etmişti. Daha sonra Z e n g i , M e s u t ’ a ödenmesi kararlaştırılan paradan 20 bin altm karşılığında hediyeler gönderdi. Sultan, Haçlılarla mücadeledeki başarısı ve on dan başkasının Müslüman ülkeleri Haçlılara karşı savunamayacâğı düşüncesiyle onu affetti ve tespit edilen paranın geri kalan kısmını bağışladı. Atabek Z e n g i ’ nin büyük oğlu S e y f e d d i n G a z i , babasının emriyle, belki de rehine olarak, sultan M e s u t ’ un yanında bulunuyordu. O, bu yıl içinde oğluna sultanın yanın dan kaçıp Musul’a gelmesini emrederken bu şehirdeki nâibi N a s ı r e d d i n Ç a k ı r ’ a da “ onu şehre sokmamasını” bildirdi. S e y f e d d i n G a z i , babasının emriyle sultanın yanından kaçtı. Bunun üzerine Z e n g i , oğluna M e s u t ’ un ya nına geri dönmesi için haber gönderdi. O, oğluyla beraber gönderdiği bir elçi ara cılığıyla sultana “ Oğlum sultanın bana takındığı tavrı görünce korkarak kaçtı, fakat ben onu tekrar sultanın hizmetine iade ettim. O senin bir memlükündür, bu ülke de şenindir” şeklinde haber gönderdi. Böylece Z e n g i , önceden tasarla dığı bu davranışıyla M e s u t katında büyük bir itibar kazandı. Bu sıralarda me lik D a v u t , Tebriz’de Batmîler tarafından öldürüldü(1143/1144). Esasen sultan M e s u t , D a v u t ’ u cihat amacıyla Suriye’ye atamıştı. Bir rivayete göre, atabey Z e n g i , D a v u t ’ un kendi hâkimiyetindeki ülkelere gelmesini önlemek amacıyla onu öldürtmek için Suriye’deki Batinîlerle anlaşmıştı. D a v u t ’ un ölümü üzeri ne Bağdat’ta halifelik sarayında üç gün süreyle devlet ilerigelenlerinin de katıl dığı matem töreni yapıldı. Bu sıralarda sultan M e s u t , bir süre kaldığı Bağdat’tan ayrılıp İsfahan’a gitti: onun yokluğunda başkentte işler karmakarışık bir duruma gelmişti. M e s u t , bunları düzelttikten sonra veziri I z z ü i m ü l k ’ ü görevinden uzaklaştırıp mallarına da el koydurmuş ve yerine d e M ü e y y i d ü d d i n M e r z u b a n ’ ı vezir atamıştır (1144/1145).
Z en g i’ nin U rfa’ yı fethi
Sultan M e s u t devrinin en önemli olaylarından biri de atabek Z e n g i ’ nin Urfa Haçlı Kontluğu’nun başkenti Urfa’yı fethetmesi idi. Sultan M e s u t ve Müs lüman halkın arzu ve baskısına uyarak Z e n g i , Urfa’yı fethe karar verdi. Bu sırada Haçlıların Bizans ile aralarının açık olması, Urfa ile Antakya Haçlı yöne ticilerinin birbirlerini sevmemesi gibi nedenlerle bir saldırı için durum uygun du. Öte yandan Hasankeyf (Hısn Keyfa) Artuklu emîri D av u t ’ un 1144 yılında ölümü üzerine yerine küçük oğlu K a r a A r s l a n geçmişti. K a r a A r s l a n ’ ın Z e n g i ’ nin muhtemel bir saldırısına karşı U r f a kontu II. J o s c e 1 i n ile bir ittifak yapmıştır. Z e n g i ise bu sırada K a r a A r s l a n ’ ın müttefikinin olan Amid
SELÇUKLU D E V LETLE R İ TARİHİ
257
kalesini kuşattı. II. J o s c e l i n , K a r a A r s l a n ’ a yardım için büyük bir kuv vetle Urfa’dan harekete geçti, Hısn Mansur ve Gerger üzerinden Am id’e doğru ilerledi. Böyle fırsat beklemekte olan Z e n g i , Ur/a’ nin savunmasız kaldığını ca susları vasıtasıyla da öğrendi. Bu nedenle o, şehri anî bir baskınla ele geçirebil mek için önce hacib S a l a h a d d i n Y a g ı s ı y a n î ’ yi gönderdi. Ancak şiddetli yağmur yüzünden S a l a h a d d i n Y a g ı s ı y a n î başarıyla ulaşamamış, fakat Urf a ’nin alınabilecek bir durumda olduğunu Z e n g i ’ ye bildirmişti. Z e n g i , 30 Kasım 1144’de Urfa önüne geldi ve “ teslim olması için” şehre haber gönderdi. Bu sırada Urfa’yı Latin başpiskoposu II. H u g u e savunmakta idi. Şehirdeki Er meni ve Süryanîler de onun teslim olma önerisini reddettiler. Daha sonra Z e n g i , Urfa’yı beraberinde getirmiş olduğu kuşatma âlet ve mancınıklarla kuşatmaya başladı; bu arada surların zayıf ve altı kazılmaya müsait yerlerinde lağımlar ka zıldı. Z e n g i ’ nin bu kuşatması dört hafta kadar sürdü. Bu sırada II. J o s c e l i n geri döndü ise de şehri kurtaracak bir harekette bulunamadı, bu nedenle o, çevredeki Haçlılardan yardım sağlamaya çalıştı. Bu sıralarda atabek Z e n g i , ge nel bir saldırı için zamanın geldiğine inanarak Urfalıları teslim olmaları için son kez uyardı ise de halk bir Haçlı yardımının gelebileceğini düşünerek bu öneriyi de reddetti. Çok geçmeden Z e n g i , “ lağımlardaki yanıcı maddelerin tutuşturulmasını” emretti, ayrıca askere şehri üç gün yağmalamaları için izin verildi. Çok geçmeden ateşin etkisiyle altı kazılan sur çöktü (24 Aralık 1144). Bu gedik ten içeri giren Türk birlikleri, kısa sürede şehre hâkim oldular. Halktan bir kıs mı ise iç kaleye sığınmıştı. Bunlarla yapılan görüşmelerden sonra iç kale de aman ile teslim oldu (26 Aralık). Urfa’nm fethi Islâm dünyasında bir bayram havası es tirmiş, bu nedenle Z e n g i ’ ye çeşitli lakap ve ünvanlar verilmişti. Halife M u k t e f i tarafından ona verilen lakablar arasında Zeynülislâm, Melikülmansûr, Nasır-ı Emîrülmü’minin gibi lakablar vardı. Atabek Z e n g i , Urfa valiliğine Z e y n e d d i n A l i K ü ç ü k ’ ü atadı. Bir kaynaktaki rivayete göre, “ Salih bir adam, rüya sında Z e n g i ’ yi görmüş ve ona ‘ ‘ A l l a h u T a a l â sana ne yaptı?” demiş, Z e n g i de “ Urfa’nm fethi sebebiyle günahlarımı bağışladı” cevabını vermişti. M e s u t devrinin önemli olaylarından biri de atabek Z e n g i ’ nin öldürülmesi idi. Z e n g i , Câber kalesini kuşattığı sırada gece uykuda iken hizmetkârları tarafından öldürülmüştür(14-15 Eylül gecesi 1146).
Sultan M esut ve S elçuklu em îrleri
Yukarda sözkonusu edilen olayların cereyanı sırasında Fars hâkimi B o z a b a ile Rey valisi A b b a s arasında bir dostluk kuruldu, bu iki emîre, sultan M e s u t ’ un yanında olmasına rağmen, H a s b e y A r s l a n ’ ı kıskanması sebebiyle, hacib A b d u r r a h m a n b i n T o g a n y ü r e k d e katıldı. Sultan ise bu em irle rin baskısından kendini kurtaramıyordu. Hacib A b d u r r a h m a n ’ ın kışkırtıl ması sonucunda B o z a b a ve A b b a s , Sultan M e s u t ’ u tahttan indirmek için harekete geçtiler. B o z a b a yanında şehzade M u h a m m e d ve M e l i k ş a h b i n M a h m u t olduğu halde, Şiraz’dan, A b b a s da sultan M e s u t ’ un karde
258
ALİ SEVİM -ERDOĞAN M ERÇİL
şi S ü l e y m a n ş a h ile i?ey’den yola çıktılar. Bunlar, güya “ sultan M e s u t ’ a ita at arzetmek üzere geldiklerini” bildirmekte idiler^ Sultan M e s u t , onların amaçlarını anladıysa da beraberinde onlara karşı koyacak kadar kuvvet yoktu. Bu bakımdan Erran emîri Ç a v l ı C a n d a r ve Azerbaycan’dan d a l l d e n i z ’ i yardıma çağırdı. Ancak emîr Ç a v l ı , daha önce sultanın veziri I z z ü l m ü l k ’ ü öldürmüş olduğundan bu davete uymaktan çekinmişti. Sultan M e s u t için bu du rumda Bağdat’a gitmekten başka çare kalmamıştı. Hacib A b d u r r a h m a n v e H a s b e y de onunla beraberdiler. Sultan M e s u t kışı Bağdat’ta geçirdi (1145/1146). Öte yandan B o z a b a ise yanında şehzadeler olduğu halde, önce İsfahan’a, ora dan da Hemedan’a geldi. Bu sırada sultan M e s u t Bağdat’a gitmek üzere Hemedan’dan ayrılmıştı. B o z a b a , burada A b b a s ’ la kışı geçirdiler. Emîr N â s ı r e d d i n K u t l u - a b a B a z d â r da onlar ile birleşti. Onlar, Azerbaycan’ da bulunan Ç a v l ı C a n d a r ’ ı d a davet ettiler ve “ kendisine tabi olduklarını” bildirdiler. Ç a v l ı C a n d a r , onlara karşı bir oyalama siyaseti takip ederek ümit verdi, gerçekte ise sultanın tarafını tutuyor ve onlara karşı yapılacak bir seferin hazırlığıyla meşgul oluyordu.. Sultan M e s u t ile emîr Ç a v l ı , Meraga ’da karşı karşıya geldiler, ik i taraf arasında savaşın başlayacağı bir anda, emîr Ç a v l ı ’ nin ikna ettiği melik S ü l e y m a n ş a h ve A b b a s , R ey’e çekildiler. B o z a b a ise bir savaşı göze almayı tehlikeli görerek, yanında şehzâdeler olduğu halde, süratle Fars’a döndü. Bu arada sultan M e s u t , emîr Ç a v l ı ’ yı B o z a b a ’ ya karşı şevketti, kendisi de R ey’de bulunan A b b a s ’ ın üzerine yürüdü. Melik S ü l e y m a n ş a h , sultanı karşılayarak itaatini bildirdi, sultan da kardeşine iyi davrandı ise de çok geçmeden yakınlarının etkisiyle onu hapsetti. A b b a s , önce kaçtı ise de sonra sultanın huzuruna gelerek onunla anlaştı ve tekrar hizmetine girdi (1146). Emîr Ç a v l ı da B o z a b a ’ yı İsfahan’a kadar izledi, fakat ona yetişemedi, daha sonra sultan M e s u t ’ un yanına geldi. Sultan, ona oğlu M e l i k ş a h ’ ın atabekliği ile beraber ümit etmediği kadar ihsanlarda bulundu ve hilatler verdi; atabek Ç a v 11 , daha sonra Azerbaycan’a döndü. Ancak bu takip sırasında emîr Ç a v 11 , sul tan M e s u t ’ un kardeşi S ü l e y m a n ş a h ’ ı hapsettiğini haber alınca B o z a b a ile anlaştı. Bu anlaşma gereğince Ç a v l ı , istediği zaman B o z a b a , şehzade M u h a m m e d ’ i getirecek ve sultan M e s u t ’ u tahttan indirmek için harekete geçe ceklerdi. Bu plan uygulamaya konulacağı sırada atabek Ç a v l ı , Zencan’da ölmüştü (Ekim/Kasım 1146). Onun ölümü üzerine, yerine hacib A b d u r r a h m a n geçti ve sultan nezdinde B o z a b a ’ nin affedilmesi için aracı oldu. Sultanın bunu ka bul etmesi üzerine hacib A b d u r r a h m a n , B o z a b a ’ yı getirmek için Fars ’a gitti. Bir süre sonra B o z a b a , A b d u r r a h m a n ve melik M u h a m m e d İs fahan’a geldiler ve sultanla buluşarak itaatlerini bildirdiler, Rey valisi A b b a s d a . kuvvetleriyle bunlara katıldı. Sultan M e s u t , B o z a b a , A b d u r r a h m a n ve A b b a s üçlüsünün kararlarını kabul etmeye m ecbur oldu. Daha sonra onlar, Hemedan’da yaptıkları toplantıda sultan M e s u t veliahtlığı, kızı G e v h e r H a t u n ’ la evlendirdiği M u h a m m e d ’ e onun atabekliğini ve sultanlık hac ib liğ in i de B o %a b a ’ ya v e rd i. Bu üç em îr, su ltan ın v e z iri M ü e y y i d d ü d i n M e r z u b a n ’ ı azl ve onun yerine B o z a b a ’ nin veziri T a -
SELÇUKLU D E V LETLE R İ TARİH İ
259
c e d d i n b . D â r e s t ’ i atadılar. Böylece B o z a b a İrak Selçuklu Devleti’nin yönetiminde hâkim bir rol oynamaya başladı. Daha sonra B o z a b a ve melik M u h a m m e d Fars’a, döndüler (1147). Sultan M e s u t yanında A b b a s olduğu hal de, B a ğd a t’a, atabek A b d u r r a h m a n da Erran’a gittiler. A tabek A b d u r r a h m a n burada Gürcülere karşı bir sefere hazırlanmaya başladı. Sul tan M e s u t , H a s b e y ’ e “ bir fırsat bulup onu öldürmesini” emretti. H a s b e y , bu sefer hazırlıkları sırasında Z e n g i , C a n d a r ’ ın yardımı ile atabek A b d u r rahman’ ı öldürdü. Bunun üzerine sultan M e s u t , A b b a s ’ ı saraya çağırttı ve onu da öldürttü (Nisan 1147). Sultan, bu olaydan sonra vezir T a c e d d i n b i n D â r e s t ’ i azletti ve onun memleketi Fars’a dönmesine izin verdi. Ayrıca onunla B o z a b a ’ ya haber göndererek “ arkadaşlarının başına gelenleri hatırlattı ve onlar gibi davranırsa aynı akıbete uğrayacağını” bildirdi. B o z a b a , kader arkadaşla rı A b b a s ve A b d u r r a h m a n ’ ın öldürülmesi üzerine derhal askerlerini top layarak beraberinde, sultan M a h m u t ’ un iki oğlu M u h a m m e d ve M e l i k ş a h olduğu halde harekete geçti. Ordusunun bir kısmını Hemedan’a bir kısmını da Lilıf’teki Mâhki kalesine gönderdi. Mâhki’ye yolladığı kuvvet, oranın hâkimi A 1 p k u ş H ü n k a r tarafından mağlup edildi. B o z a b a ise İsfahan’a yürüdü, şehre yaklaştığı zaman şâfiilerin reisi S a d r e d d i n M u h a m m e d H o c e n d î , İsfa han’ ın kapılarını açtırdı ve halkı, onunla birleşmeye davet etti. Şehrin şıhnesi O ğ u l b e y d e onunla birleşti. B o z a b a , burada şehzade M u h a m m e d ’ i tah ta çıkartıp, beş nevbet (bando) çaldırttı. Sonra kuvvetleriyle Hemedan’a yürüdü. Sultan M e s u t , B o z a b a i l e barış yapmak için elçi gönderdiyse de bu reddedil di. M e s u t , aynı zamanda kendisine sadık emirlere, özellikle Meraga’yı kuşatan H a s b e y ’ e “ süratle kendisine gelmesi için” haber yollamıştı. B o z a b a ’ nin İs fahan’dan gelirken ağır hareket etmesi, belki de bazı emirlerin kendisine katıl masını beklemesi, H a s b e y ’ in, kuvvetleriyle sultana katılmasına imkan sağlamıştı. İki taraf Hemedan’dan bir konak uzaklıktaki Karatekin çayırında kar şılaştılar. B o z a b a ’ nin kuvvetleri, sultanın sağ ve sol kollarını bozguna uğrattı; merkezde ise sultanın kuvvetleri şiddetle dayanıyordu. Savaş sırasında kahramanca savaşan B o z a b a atının yere kapaklanması ya da bir ok isabetiyle ölmesi üzeri ne, tutsak alındı. Bunun üzerine ordusu bozguna uğradı. Kendisi sultanın huzu runa getirildi ve özellikle H a s b e y ’ in ısrarıyla öldürüldü. Kesik başı Bağdat’a gönderildi ve halife M u k t e f î ’ nin sarayının kapısına asıldı. Kaçan her iki Sel çuklu şehzadesi Fars’a çekildiler. S elçu k lu em irlerin in yeni bir ittifakı
Sultan M e s u t ’ un devlet işlerini H a s b e y ’ e teslim etmesi, B o z a b a ve müt tefiklerin öldürülmesi, öteki emirlerin aynı akıbete uğramaktan korkmalarına ve sultan aleyhine yeni bir ittifakı oluşmasına sebep oldu (1148). Bu ittifaka katılanlar arasında, Azerbaycan’dan Ş e m s e d d i n İ l d e n i z , emîr K a y ş a r , Cibâl bölgesinden A l p k u ş H ü n k a r , hacib T a t a r , Vâsıt şıhnesi T o r u n t a y v e Hille emîri A l i b i n D ü b e y s bulunuyordu. Onlar, sultan M e s u t ’ dan ayrılarak Irak’a yöneldiler ve Bağdat dışında melik M u h a m m e d ile birleşerek burayı
260
ALİ SEVİM -ERDOĞAN MERÇİL
kuşattılar. Bağdat şıhnesi M e s u t B i l a l , halifeden korkarak kendisine ait olan Tekrit’e gitti. Bağdat halkı zor durumda kaldı ve kendilerini savunmaya çalıştı. Adları geçen emirlerle Bağdat halkı, birkaç kez savaştılar. Bu çatışmalar sırasın da Bağdat halkından 500 kişi öldürüldü, ittifakı oluşturan emîrler, Bağdat’dan ayrılmak için halifeden 30 bin altın istediler; halife, bunu verip vermemek husu sunda tereddüt etmekte iken devlet adamlarından I b n H u b e y r e , “ bu para nın isyancılara karşı bir ordu oluşturulmasında kullanılmasını” önerdi, halife de bunu kabul etti ve derhal oluşturulan halifelik ordusu, ittifaka mensup emirleri mağlup ederek Bağdat’tan uzaklaştırıldı. Ote yandan bu olaylar sırasında sultan S e n c e r ile M e s u t arasında elçiler gidip geliyordu. S e n c e r , M e s u t ’ un H a s b e y ’ i önemli makamlara geçirmesini kınamış ve “ onu, kendisinden uzaklaş tırmasını” istemişti. Bir süre sonra S e n c e r , Rey şehrine kadar gelerek sultan M e s u t ile görüştü (Bk. Katvan Savaşı’ndan sonra S e n c e r ’ in Batı Siyaseti). Öte yandan Bağdat önlerinden mağlup olarak çekilen emirlerden A l p k u ş H ü n k a r , T o r u n t a y ve A l i b i n D ü b e y s bu kez yanlarında M e l i k ş a h b i n M a h m u t olduğu halde, Irak’a döndüler (1149/1150). Onların amacı M e l i k ş a h ’ i tahta geçirmek idi; nitekim de Bağdat’da hutbenin M e l i k ş a h adına okun masını istediler. Fakat halife M u k t e f i , onların istediklerine uymadı, asker toplayıp Bağdat’ı savunma durumuna getirildi; ayrıca sultan M e s u t ' a elçi gön dererek yardım istedi. Sultan M e s u t , “ Bağdat’a geleceğini” bildirdi ise de bu nu gerçekleştiremedi, çünkü o, amcası S e n c e r ile görüşmek üzere R ey’e gitmişti. A l p k u ş , halifenin sultan M e s u t ile mektuplaştığını haber alınca Nehrevan’ı yağmaladı. Daha sonra bu üç emîr arasında anlaşmazlık çıkması sonucunda A l p k u ş , A l i b i n D ü b e y s ’ i tutuklattı, T o r u n t a y i s e kaçmıştı. Sultan M e s u t , amcasıyla görüştükten sonra Hemedan’a döndü ve H a s b e y ile birlikte Bağdat’a geldi (15 Şubat 1150). A l p k u ş , sultanın Bağdat’a gelmesi üzerine Nehrevan’dan uzaklaşmış ve A l i b i n D ü b e y s ’ i de serbest bırakmıştı. Sultan M e s u t devrinde Fars bölgesinde yeni bir atabeyliğin kurulduğunu gö rüyoruz. Bu bölgeye hâkim oian M e l i k ş a h b i n M a h m u t , atabek S u n g u r ’ a mağlup oldu, bu nedenle Şiraz’dan ayrılmak zorunda kaldı(1148/1149). Fars hâkimiyetini kaybeden M e 1 i k ş â h , amcası sultan M e s u t ’a gidip ondan yar dım istedi, çok geçmeden amcasından aldığı kuvvetlerle tekrar Fars’a yürüdü, fa kat atabek S u n g u r ’ a mağlup olarak geri döndü. M e l i k ş a h , birkaç kez bu şekilde şansını denedi ise de her seferinde başarısızlığa uğradı. Böylece Fars böl gesi kesin olarak atabey S u n g u r ’ an yönetimi altına girdi ve burada Salgıırlular Devleti kuruldu.
Sultan M esut'un son yılları vc ölüm ü
Fars bölgesini M e l i k ş a h b i n M a h m u t , bir süre sonra R e ş i t C a m e d a r ’ ın vali bulunduğu İsfahan’a hücum etti ve çevredeki bazı hayvan sürülerini alıp götürdü (Ternmuz 1150). Onun bu davranışı, Isfahan halkında korku yarat mıştı. Bunun üzerine M e s u t , Ş e r e f e d d î n G ü r d b a z u ile birkaç
SELÇUKLU D EVLETLERİ TARİHİ
emîri oraya gönderdi. Bunlar İsfahan’a ulaştıklarında M e l i k ş a h ’ a elçi gönde rerek “ yaptıklarının doğru olm adığını” bildirdiler. Ancak vali R e ş i t C a m e d a r , M e l i k ş a h ’ a gönderdiği mal ve paralar ile bir uzlaşma sağladı, böylece durum normale dönmüş oldu. Sultan M e s u t ’ un son yıllarındaki önemli olaylardan birisi de onun Azer baycan’a bir sefer yapması idi (Ocak/Şubat 1151). M e s u t , Meraga şehrini kuşa
tarak iki günde ele geçirdi ve şehrin surlarını yıktırdı. Bu sırada H a s b e y B e l e n g e r î i l e atabek A r s l a n a p a arasındaki anlaşmazlık, emirlerin çabala rıyla giderildi. Adıgeçen iki emîr, Meraga yakınındaki Ruyindiz kalesi civarında görüştüler. Sultan M e s u t , Azerbaycan’dan Hemedan’a geri döndü, daha sonra da M e 1 i k ş a lı ’ la birlikte (1151 yılı sonbaharında) Bağdat’a giderek kışı orada geçirdi. Sultan, 1152 baharına doğru Bağdat’ tan ayrılıp döndü. Bütün eyâlet emir leri itaat etmiş, düşmanları mağlup edilmişti; ordu kuvvetli idi, halk güven ve hu zur içinde bulunuyordu. Böylece sultan M e s u t , Irak Selçuklu sultanlığının yönetimi altındaki iîe y ’den Azerbaycan’a, Haleb ve Erzurum’u kadar olan bölge lerde egemenliğini kabul ettirmişti, ayrıca Abbasî halifesi de onun otoritesini ta nımıştı. Ancak yıllarca özlenen bu sakin tablo çok geçmeden M e s u t ’ un ölümüyle yine değişecekti. Nitekim sultan M e s u t humma hastalığına tutulduktan bir haf ta sonra öldü (2 Ekim 1152). Tabip E b u l - B e r e k â t , Bağdat’tan gelmiş, öteki tabiplerle yaptığı tedavi çaresiz kalmıştı. M e s u t ’ un cenazesi, hemen aynı gün de Hemedan’da C a n d a r C e m a l e d d î ı ı İ k b a l ’ in yaptırmış olduğu medre sede gömüldü. Kaynaklarda o, şöyle vasıflanmıştır. “ Sultan M e s u t , esmer tenli, boy ve vücutça çok gelişmişti. Bacakları uzun, bazusu kuvvetli, göğsü geniş ve seyrek sakallı idi. Yalnız başma arslan avlar ve öldürürdü. Özellikle bu iş için yetiştirilmiş bir atı da vardı. M e s u t ’ un iyilikle ri büyük ve ikramı çoktu, hattâ ayak takımına bile ikram ederdi, ikbalinin de vam edeceğine güvenir, düşmanlarının hilesine kulak asmaz, çirkin işlere karş;. daima gözünü kapardı. Düşmana karşı kalbinde kin saklamaz, dostları aleyhinde söyleneni de kabul etmezdi. O, güzel ahlaklı, şakacı ve halkla bir olmaktan hoşla nan bir hükümdardı. Nitekim M e s u t , bir gün Bağdat çevresinde dolaşırken bir kadının başka bir kadına, “ Gel, Sultan’a bak” dediğini duydu. O, lıemen durdu ve “ Bu hanımefendi gelsin de bize baksın” dedi. M e s u t , fakirlere yardım eder, halkın malına göz dikmez, onlara çok iyi davranırdı; aynı zamanda merhametli ve adaletli idi, bilginleri sever, bu bakımdan cehaletten kaçınırdı. Ahlak ve yaşa yışı itibariyle sultanların en iyisi, huy ve tabiat bakımından en yumuşağı idi. Sul tan M e s u t ile birlikte Selçuklu hanedanının ikbal ve saadet çağs da sona erdi. Daha sonra Selçuklu tahtına, onun yerini tutacak, itibar ve iltifat edilecek bir sultan geçmedi.”
V.
SULTAN MELİKŞAH DEVRİ Sultan M e s u t , ölmeden önce kardeşi M a h m u t ’ un oğlu M e l i k ş a h ’ ı ve liaht tayin etmişti. 0, ölünce başta H a s b e y B e l e n g e r î olmak üzere, emir ler, sultan olarak M e l i k ş a h ’ ı tahta oturttular ve adına hutbe okuttular (Ekim 1152); bütün askerler de M e l i k ş a h ’ a itaat arzettiler. İrak Selçuklu Devleti’nde işleri düzenleyen ve M e l i k ş a h adına devleti yöneten H a s b e y , yönetimde tek başına hareket ediyordu; sultan M e l i k ş a h ise devlet işlerinden çok eğlence ve içki içmekle meşgul oluyordu. Bu nedenle H a s b e y , öteki emirlerle bir top lantı yaparak onlara, “ Bu sultan, hükümdarlığa uygun değildir, gafil ve gururlu, iş bilmez, içki içmekle meşgul olup devlet işine bakmaya vakti yoktur. Ben onun yerine kardeşi M u h a m m e d ’ i tahta çıkarmayı doğru buluyorum” dedi. Emir ler ise H a s b e y ’ in sultan üzerindeki baskısından ve onun bu derecede yüksel mesinden çekindikleri için bu fikrine katıldılar, Çünkü onlar, M e l i k ş a h ’ m yerine gelecek hükümdarın bu derecede ileri giden kimseyi nasıl olsa cezalandı racağını düşünmüşlerdi. Bundan dolayı H a s b e y ’ e, “ Bu işi çabuk tut, M e l i k ş a h planı öğrenip, bu işi engellemesin” dediler. H a s b e y , C a n d a r H a ş a n ile M e l i k ş a h ’ ı ü ç gün köşküne konuk ettiler, daha sonra da onu bu köşkte hap settiler (30 Aralık 1152/28 Ocak 1153). Böylece Muinüddin lakaplı M e l i k ş a h ’ ııı sultanlığı dört ay gibi kısa bir sürede sona erdi.
VI. SULTAN II. MUHAMMED DEVRİ M e l i k ş a h ’ ın tahttan indirilmesinden sonra H a s b e y , bu sırada Huzistan’da bulunan kardeşi M u h a m m e d ’ i davet etmek için C e m a l e d d î n I l k a f ş u t H a r a m ı ’ yi gönderdi. Bir başka rivayete göre H a s b e y ’ in asıl amacı ya nına gelince M u h a m m e d ’ i tutuklatmak ve “ sultan” olarak kendi adına hutbe okutmaktı. Melik M u h a m m e d , bu daveti alınca Hemedan’a gitmek üzere Huzistan’dan ayrıldı. H a s b e y , onu, belki de kendilerine dokunmaması hususun da, yemin ettirmek için emîr M ü ş e y y i d ü d d i n b i n Ş a h m e l i k ile veziri K e m a l E b û Ş ü c â ’ yı gönderdi. Bunlar, bu elçilik görevinde H a s b e y ’ e iha net ederek sultan M u h a m m e d ’ e onun istediğinin aksini söylediler ve hattâ baş kente ulaşıldığı gün H a s b e y ’ i öldürmeyi de kararlaştırdılar ve sultana “ millet nazarında makbul olmak istersen bundan başka fikri kabul etme” dediler. Daha sonra onlar, H a s b e y ’ in yanına dönerek “ M u h a m m e d ’ e yemin ettirdiklerini” bildirdiler. Sultan M u h a m m e d , Hemedan’a varınca, emirlerin hepsi onu kar şıladılar (muhtemelen Şubat/Mart 1153). Başta H a s b e y olmak üzere, daha önce sultan M e s u t ’ a bağlı emîrler (Mesudîler), o gün Karatekin çayırında içki içti ler. Ertesi gün H a s b e y , Mesudî köşkünde genel bir kabul resmi verdi. Emîrler, burada sultana çeşitli hediyeler takdim ettiler, H a s b e y ise eşi görülmemiş de ğerde hediyeler verdi. Bu hediyeler arasında, çadırlar, Arap atları, eşya ve elbise ler vardı. Sultan M u h a m m e d , onu güleryüzle karşıladı, ancak aslında onu öldürmeyi düşünüyordu. Hediye takdimi işi bittikten sonra H a s b e y , sultanın huzurunda kaldı, C a n d â r Z e n g i ve bazı emîrler de onunla beraber ve ayak ta idiler. H a s b e y , sultan M u h a m m e d ’ e hükümdarlık hakkında ders verme ğe çalışıyordu. C e m a l e d d î n î l k a f ş u t , arkasından elbisesinin yakasından tutarak, “ Kalk şimdi söz söyliyecek zaman değildir” dedi; çok geçmeden de sul tanın emriyle H a s b e y ile Z e n g i ’ nin boyunları vurularak başları dışarı atıldı. Emîr Ş u m 1 a , bu olaydan önce H a s b e y ’ in yanında idi. O, bir şeyler olacağını hissetmiş ve H a s b e y ’ in sultanın huzuruna girmesini engellemeye çalışmıştı. Ş u m 1 a , daha sonra bir ata binerek kaçtı ve yolda sultan M u h a m m e d ’ e ait hayvan sürülerini yağmaladı ve Huzistan’a gitti. H a s b e y ’ in pek çok mal ve pa rası kalmıştı. Bunlar arasında sadece atlastan 1700 elbisesi vardı, ahırında ise 1400
264
ALİ SEVİM -ERDOĞAN M ERÇİL
katır bulunuyordu. Öte yandan sultan M u h a m m e d , M e l i k ş a h ’ ı şehir dı şında bir köşke gönderip orada tutuklatmıştı. M e l i k ş a h onbeş gün orada kal dı, bir gece, ovaya açılan su yolundan iple aşağıya indi, önceden hazırlamış bulunduğu ata binerek Huzistan’a kaçtı. Zaten muhafızlar bunun korunmasında gevşek davranmışlar ve takip etmeye dahi teşebbüs etmemişlerdi. Böylece hapis ten ya da ölümden kurtulan M e l i k ş a h , Huzistan’a hâkim oldu. Şumla da ora ya giderek onun hizmetine girdi.
Sultan M uham m ed-Süleym anşah ilişkileri
M e l i k ş a h tahta çıktığı sırada kardeşi M e s u t ’ un emriyle yedi yıldır Ferrezin (Kazvin) kalesinde hapsedilmiş olan S ü l e y m a n ş a h , kale muhafızı E m î -
n ü d d i n M u h t a s s ’ ın girişimiyle serbest bırakıldı. S ü l e y m a n ş a h , daha sonra Azerbaycan’a giderek atabek i l d e n i z , M u z a f f e r e d d î n A l p A r g u n , Meraga hakimi N u s r e t ü d d i n A r s l a n a p a H a s b e y , A l p k u ş Hünkar, Fahreddin Zengi ve karısının kardeşleri Hârezmşah Y ı n a l t e k i n ve Y u s u f gibi emirlerle birleşti. Sultan M u h a m m e d , H a s b e y ’ i ortadan kal dırdığı zaman, S ü l e y m a n ş a h büyük bir orduyla Hemedan’a doğru yürümüş tü. Sultan M u h a m m e d ’ in yanında az bir kuvvet vardı. Çünkü beraberindeki emîrler ve askerler, anlaşmazlığa düşmüş ve dağılmışlardı. Sultan M u h a m m e d onları yatıştırmak için altın ve elbiseler dağıtmasına rağmen buna engel olama mıştı. Ordu mensupları, bu hediyeleri hem alıyor, hem de yine kaçıyorlardı. Böy lece H a s b e y ’ in hâzineleri eriyip tükendi. Sultan M u h a m m e d , bu durumda H a ş a n C a n d a r , R e ş i t C a m e d a r , Ş e r e f e d d i n G ü r d b a z u , Emîr-i Bar Y e m i n e d d i n ve K a y m a z o ğ l u gibi emirlerle Hemedan’dan İsfahan’a yöneldi. Uç gün sonra da melik S ü l e y m a n ş a h , büyük bir orduyla Hemedan civarına geldi ve burada ordugâh kuruldu. S ü l e y m a n ş a h ’ m kuvvetleri kar şısında herkes büyük bir korkuya kapılmıştı; sultan M u h a m m e d ise S ü 1 e y m a n ş a h ’ m Isfahan üzerinde yürümesi durumunda, hiçbir surette karşı durmaya imkân olmadığından Huzistan’a çekilmeye karar vermişti. Öte yandan S ü l e y m a n ş a h , büyük askerî kuvvetine rağmen işleri yönetecek yetenekte değildi, bu ne denle bütün işleri Hârezmli eşi yürütmekte idi. Bu sırada S ü l e y m a n ş a h ’ ın veziri F a h r e d d i n E b û T a h i r ve Emîr-i Hâcibi ise Hârezmli Y ı n a l t e k i n idiler. Büyük emîrler, bu iki devlet adamının davranışlarından hoşlanmı yorlardı. Nitekim çok geçmeden i l d e n i z , Azerbaycan’a döndü. Geride kalan emîrler ise Karatekin çayırına çekilerek aralarında yaptıkları görüşme sonunda, vezirin yerine Ş e m s e d d î n E b u n - N e c i b ’ i , Emîri Hacibliğe de M u z a f f i r e d d i n A l p A r g u n ’ u getirmeye karar verdiler. Bunun üzerine Hârezm şah Y ı n a l t e k i n , kızkardeşi vasıtasıyla S ü l e y m a n ş a h ’ a “ ordunun kendisine karşı isyan edeceğini” bildirdi. Y ı n a l t e k i n , o gece, ordusunu düze ne sokmuş, sözde sultanı himaye ediyormuş gibi S ü l e y m a n ş a h ’ m otağının çev resinde toplayarak onu koruma altına almıştı. Ancak S ü l e y m a n ş a h , âdeti üzere direnç göstermeyip, hâzineden alabildiği kadar para alarak geceleyin sessizce kaçtı.
SELÇUKLU DEVLETLE R İ TARİH İ
265
Beraberinde Hârezmli karısıyla onun iki kardeşi Y ı n a l t e k i n ve Y u s u f var dı. Hazine, otağ, ahır ve her türlü malzeme olduğu gibi yerinde kalmıştı. Ertesi günü askerler S ü l e y m a n ş a h ’ ın ordugâhını yağmaladılar, sonra da kendi vi lâyetlerine döndüler. Böylece S ü l e y m a n ş a h hükümdarlık için eline geçen bu fırsatı da kaçırmış oldu. Öte yandan sultan M u h a m m e d , İsfahan’da bulundu ğu sırada sultan S e n c e r ’ in memlüklerindan Rey hâkimi emîr İ n a n ç kendisi ne katılmıştı. Bu olay, sultan M u h a m m e d ’ in durumunu oldukça kuvvetlendirdi. Çok geçmeden M u h a m m e d , S ü l e y m a n ş a h ’ ın kaçtığını öğrenince önce, buna inanmamış, bunun emirlerin kendisini Hemedan civarına gitmesi ve orada yakalamaları için düzenlemiş bir hile olduğunu sanmıştı. Sonunda haberin doğru olduğu gerçekleşince sultan M u h a m m e d , Hemedan’a gitti ve şehir civarında kendine bir köşk yaptırdı. Böylece kendisine rakip kalmayınca Irak Selçuklu Dev leti istikrar kazanmış oldu (İ153/II54).
Sultan M uh am m ed-halife M uktefî ilişkileri
Sultan M e s u t ’ un ölüm haberi Bağdat’a ulaşınca şehrin Selçuk şıhnesi M e s u t B i l â l , belki de halifeden korkarak kendi ıkta bölgesine kaçmıştı. Nitekim halife M u k t e f î , bu şıhnenin kötü davranışları nedeniyle, “ Bundan böyle zul me sabredemem” demişti. M u k t e f î , sultan M e s u t ’ un ölüm haberi üzerine istediği fırsatı bularak harekete geçti; Selçuklu şıhnesi ve sultanın adamlarının Bağdat’taki evlerini işgal ile onlara ait ne varsa hepsine el koydu. O, daha sonra muhtemel olaylara karşı önlem almak ve daha etkili bir siyaset izlemek ve haki miyet sahasını genişletmek amacıyla, asker toplamaya başladı. Ûte yandan M e l i k ş a h devri emirlerden S â l a r g i r d , bir orduyla Hille’ye gönderilmişti. M e s u t B i l â l de onun yanına gitti. Bu rivayete göre S â l a r g i r d onu önemsememişti. Bu durumdan hoşlanmayan M e s u t B i l â l , S â l a r g i r d ’ i tutukla yıp boğdurdu ve Hille’ye tek başına hâkim oldu. Bunun üzerine halife M u k t e f î , vezir A y n ü d d i n b i n H ü b e y r e ile Hille’ye asker gönderdi. M e s u t B i l â l de Fırat’ı geçip onlarla savaşa girmişti, fakat halifenin kuvvetleri karşısında mağlup oldu; Hille halkı da halifenin tarafını tutunca M e s u t şehre giremedi ve kuvvetleriyle Tekrit’e döndü. Böylece halifenin askerleri Hille’ye hâkim oldular. Vezir I b n H ü b e y r e , daha sonra Küfe ve Vâsıt’a ayrı ayrı askerî birlikler sevkederek bu iki şehri de elegeçirdi. Ancak Selçuklu askerleri, Vasıt a yürüyüp şehri geri aldılar. Bunun üzerine halife, ordusuyla Bağdat’dan hareketle Vasıt’a yürü dü. Bunun üzerine Selçuklu askerleri, şehri terketmek zorunda kaldılar. Vasıt’a tekrar hâkim olan halife M u k t e f î , Bağdat’a döndü (15 Şubat 1153). Böylece halife, Küfe’den Hulvan’a, Tekrit sınırından Abadan’a kadar Irak topraklarına hâ kim duruma geçmiş oldu ve bu ülkelerde Selçuklulara âit olan ıktalan, kendi ve ziri İ b n H ü b e y r e ’ ye ıkta etti. Daha sonra halife, Selçuklu sultanının Bağdat’a gelişini önlemek için şehrin surlarını sağlamlaştırıp çevresine hendekler kazdı; ayrıca elegeçirdiği vilayetlere valiler atadıktan başka olup bitenleri öğrenmek için de bütün kent ve ilçelere casuslar göndererek bir istihbarat teşkilatı oluşturmuş
266
ALİ SEVİM -ERDOĞAN M ERÇİL
tur. Böylece o, Abbasî Devleti’nin, 1055’de sultan T u ğ r u l ’ un Bağdat’a gelişiy le kaybettiği siyasî otoriteye yeniden kavuşması hususunda gerekli çalışmalar yapıyordu. Ancak onun bu şekildeki girişimlerinin esas nedeni, Sultan S e n c e r ’ in Oğuzlar tarafından tutsak alınmasının yanısıra, Irak Selçuklu Sultanlığı için Sel çuklu melik ve şehzadelerinin birbirleriyle çatışması da neden oluyordu. Öte yan dan sultan M u h a m m e d , amcası S ü l e y m a n ş a h kaçtıktan sonra Hemedan’a döndü, her gün halifeye bir elçi göndererek “ adına hutbe okunmasını” istedi; an cak halife, sultanın H a s b e y ’ i öldürmesini ileri sürerek onun bu isteğini yerine getirmedi. M u k t e f î , çok geçmeden M e s u t B i l â l ’ in elinde bulunan Tekrit’i elegeçirmek amacıyla vezir I b n H ü b e y r e ’ nin oğlu E b u l - B e d r ve emîr T ü r ş e k ’ in komutasında bir kuvvet şevketti. Fakat T ü r ş e k ile E b u l B e d r ’ in anlaşmazlığa düşmesi sonucunda, T ü r ş e k ; M e s u t B i l â l ’ e katıldı ve E b u 1 - B e d r ile bazı ilerigelenleri M e s u t ’ a teslim etti, işte bu olay, halife lik ordusunun yenilgisine sebep oldu. Öte yandan M u k t e f î de Tekrit’i kuşattı ise de başarılı otamayarak geri dönmek zorunda kaldı (1153/1154). Halife daha sonra Tekrit valisine E b u l - B e d r ve öteki adamları için bir elçi gönderdi ise de Tekritliler bu elçiyi de tutukladılar. Halifenin önce asker göndermesi, sonra bizzat kendisinin bu şehri ikinci kez kuşatması da bir fayda sağlamadı; böylece o, tekrar başarısız olarak Bağdat’a dönmek zorunda kaldı(14 Haziran 1154). Bu kez vezir I b n H ü b e y r e , Tekrit’i üçüncü kez kuşatarak baskı altında tutmaya başladı (21 Haziran), ancak Selçuklu emirlerinin Bağdat’a doğru ilerlediği ve et rafı yağmaladıklarını duyunca o da geri döndü. Halifenin bu şekilde bazı şehirlere hâkim olması sonucunda, ıktaları Bağdat ve civarında olan Selçuklu em irleri, sultan M u h a m m e d ’ le bir toplantı yaptı lar. Onlar, “ rızıklarınm kesildiğini, evlerinin başkalarınca iskân edildiğini, bu durumun daha büyümeden çözümlenmesi gerektiğini” söylediler, ihtiyatlı olan sultan, emirlere, “ Acele etmeyiniz, halifeye muhalefet uğursuzluktur. Saltanatı mın başında halifeye düşmanlık ve muhalefet etmeyi çirkin buluyorum” dedi. Bu nun üzerine emîrler, “ Biz gideceğiz ve bu işi yoluna koyacağız, bu yükü senin üzerinden alacağız” demek suretiyle kararlılıklarını gösterdiler. Buna karşı sul tan M u h a m m e d , “ Ben fikrim i söyledim ve niçin istemediğimi de açıkladım. Artık istediğinizi yapınız” dedi. Bunun üzerine emîrler, sultanla vedalaşarak ha rekete geçtiler, onlara çok sayıda Türkmenler de katılmıştı. Ancak onların bu hareketi sultanın müsaadesi dışında gerçekleşiyor, M u h a m m e d ilerde kendi aleyhinde gelişme gösterebilecek bu olayı engellemek hususunda fazla ısrarlı gö rünmüyordu. Bu bakımdan belki de perde arkasından sultan da bu emirleri des tekliyordu. Bu sırada M e s u t B i l â l ’ in hâkim olduğu Tekrit’de iki Selçuklu şehzadesi tutuklu bulunuyordu. Bunlardan biri M e l i k ş a h b i n S e l ç u k ş a h , öteki d e A r s l a n ş a h b i n T u ğ r u l idiler. Bağdat’a yürüyen bu Selçuklu emir leri, M e s u t B i l â l ’ e haber göndererek “ melik A r s l a n ş a h b i n T u ğ r u l ’ u da birlikte getirmesini” istediler. M e s u t , melik A r s l a n ş a h ’ ı hapishaneden çıkardı ve onun başının üzerine hükümdarlık alâmetlerinden çetr açarak hareke
SELÇUKLU D E V L E T L E R İ TARİH İ
267
te geçti ve öteki askerlerle birleşince, “ İşte halifeye karşı emrinde savaşacağımız sultan bu du r” dedi. Tabii bu durum II. M u h a m m e d ’ in aleyhinde olmuş, or taya yeni bir sultan çıkmıştı. Halife M u k t e f î , Selçuklu emirlerinin Bağdat'a doğru ilerlediklerini öğrendiği zaman o da askerleriyle şehirden dışarı çıktı, iki ordu Bağdat’dan iki konak uzaklıktaki Bezimzâ’da karşılaştılar. Başlangıçta ha lifenin ordusu, fazla bir varlık gösterememiş ve bazı birlikleri bozulmuştu, hattâ bu bozgun haberi Bağdat’a kadar ulaşmıştı. Ancak Selçuklu askerleri, ganimet peşine düşünce, M u k t e f î ve beraberindeki emirlerden M e n g ü b a r s ve F a h r e d d i n K u v e y d a n ’ ın büyük çabalarıyla halifelik ordusu savaşı kazanmayı başardı(10 Ekim 1154). Selçuklu em irleri, başta M e s u t B i l â l ve A l p k u ş H ü n k a r olmak üzere, hezimete uğradılar. Halifenin askerleri de Türkmerılerin mal ve hayvanlarını ganimet olarak elegeçirdiler. Ancak daha sonra muhtemelen Türkmenler’den çekinilmiş olmalı ki, “ Her kim Türkmenlerin ço luk çocuğundan bir şey aldıysa derhal iade etsin” denildi. Bunun üzerine halife nin askerleri ellerindekileri iade ettiler. Bir rivayete göre, sultan I I . M u h a m m e d de Selçuklu emirlerine A r s l a n a p a H a s b e y i l e yardımcı kuvvetler gönder mişti. Bu yardımcı kuvvetler Râzan’a ulaştıklarında yenilgi haberini aldıkları za man geri döndüler. Melik A r s l a n ş a h ise savaştan sonra A 1 p k u ş ile beraberdi. Sultan II. M u h a m m e d , A l p k u ş ’ a haber göndererek “ A r s 1 a n ş a h ile bir likte yanına gelmesini” bildirdi. Ancak A 1 p k u ş ’ un ölümü (Kasım/Aralık 1154) üzerine bu gerçekleşmedi: Sultan II. M u h a m m e d , A r s l a n ş a h ’ ın üvey ba bası i l d e n i z ’ in yanına gitmesinden ve 1 1 d e n i z ’ in de onu tahta çıkarma ba hanesiyle ülkelerine saldırmasından korkuyordu. Çok geçmeden bu korkusu bir anlamda gerçekleşti. A r s l a n ş a h , Azerbaycan’a giderek üvey babası İ l d e n i z ile birleşti, Başka bir rivayete göre ise bu sırada A r s l a n ş a h ’ a yardım eden emîr A k s u n g u r idi. Sultan II. M u h a m m e d devrinde cereyan eden bazı olaylar şöyledir: Atabek i l d e n i z ve A r s l a n a p a , sultan II. M u h a m m e d - S ü l e y m a n ş a h savaşında, S ü l e y m a n ş a h ’ m tarafını tuttuklarından dolayı üzülmüşler di. Aynı zamanda onların bulunduğu Azerbaycan bölgesine başka bir Selçuklu şehzadesi Ç a ğ r ı b i n M a h m u t ile atabek A y a z da hâkim olmak istiyorlar dı. İşte bu sırada her iki taraf arasında bir savaş başlamak üzere idi. Sultan II. M u h a m m e d , tekrar duruma hâkim olunca onların arasını düzeltmek ve ba rıştırmak için Ş e r e f e d d i n G ü r d b a z u ’ yu görevlendirdi. Görevinde başa rılı olan Ş e r e f e d d i n , Ç a ğ r ı ’ yı teslim alarak sultanın yanına döndü. Atabek İ l d e n i z ile A r s l a n - A p a , Azerbaycan’ı aralarında paylaştılar. Sıltan II. M u h a m m e d , kardeşi Ç a ğ r ı ile biraraya geldikten sonra ona şefkatle davrandı, ancak sultanlık makamı, onun için kardeşten daha öncelik kazanmıştı. Sonunda o, emîr S a t m a z b i n K a y m a z ’ ı kardeşini kontrol ile görevlendirdi. Daha son ra Ç a ğ r ı ş a h ’ ı bir kalede hapsetti; böylece sultan M u h a m m e d muhtemel bir rakipten kurtulmuş oldu. Sultan II. M u h a m m e d ’ in Azerbaycan konusundaki tutum ve davranışı üzerine atabek İ 1d e n i z ve emîr Ş î r b i n A k s u n g u r , sul
ALİ SEVİM-ERDOĞAN MERÇİL
tanın huzuruna geldiler. Bu sırada emîr Ş î r ’ in beraberinde kardeşi A r s l a n A p a ’ nin askerleri vardı. Her iki emîr sultanın huzurunda bir süre kalıp itaatle rini arzetlikten sonra izin isteyerek geri ülkelerine döndüler. Onların itaatlerini bildirm eleri, sultanı rahatlatmış, emirlerin ise II. M u h a m m e d ’ in yanında iti barlarının yükselmelerine neden olmuştu. Sultan II. M u h a m m e d Kirman Selçuklu meliki I. M u h a m m e d (1142-1156) ile de dostça ilişkiler içinde idi. Nitekim 1154/1155 yılında Kirman melikinin elçi si, sultan II. M ıı h a m m e d ’ in huzuruna geldi ve hürmetle karşılandı. Elçi, bir çok hediye getirmişti, bunlar sultana takdim edildi. C e m a l e d d i n î b n ü l H o c p. n d î , Kirman melikinin kızını sultan M u h a m m e d ’ e istemek için Kir man elçisiyle beraber gönderildi. Ancak bu evlilik birkaç yıl sonra gerçekleşebildi. Sultan II. M u h a m m e d , 1154/1155 kışını Sâve şehrinde geçirdi. O, vezir C e l â l e d d i. n I b n ii 1 - K i v a m î ’ yi devlet işlerinde aciz ve yeterli olmadığını gö rerek görevinden uzaklaştırdı, yerine amcası M e s u d ’ a da vezirlik yapmış olan Ş e m ş e d d i n E h u n - N e e i b D e r g ü z i ı i î ’ yi tecrübesi nedeniyle vezir atadı. Halife M u k t e f î , bir süre sonra M e l i k ş a h b. M u h a m m e d ’ in yöne timindeki Huzistan’ı elegeçirmek amacıyla oraya asker sevketmişti. Ancak Şumla,halifelik kuvvetleriyle yaptığı savaşı kazanmış, bir kısım asker ve kumandanları tutsak almıştı (Eylül 1155). O, bü tutsaklara çok iyi davranmış, hattâ onları ser best bırakıp halifeden özür dilemiştir, halife de onu affetti. Ş u m 1 a daha sonra M e l i k ş a h ’ ı oradan uzaklaştırarak Huzistan'a hâkim oldu. Süleym anşah’ ın yeniden sultan ilân ed ilm esi
S ü l e y m a n ş a h , M u h a m m e d ’ in saltanatının başlangıcında kaçtıktan sonra Bâvendîler ülkesine gitti. Bu sırada Sultan S e n c e r ’ in Oğuzlarca tutsak alınması üzerine gözler ona çevrildi, çünkü daha önce sultan S e n c e r , onu veli aht ilân etmişti. Bu bakımdan S e n c e r ’ in tutsaklığı esnasında o, Büyük Selçuk lu Sultanlığı için davet edildi ise de başarısız olarak Gürcan’a döndü (Nisan/Mayıs 1154) (Bk. Sultan S e n c e r ve Oğuzlar)< S ü l e y m a n ş a h , daha sonra berabe rinde 500 atlı olduğu halde, Isfahan civarına geldi(1155). Isfahan valisi R e ş i t C a m e d a r , birçok vaatlere rağmen onu şehre sokmadı ve “ Ben bu emaneti kardeşinin oğlu için bekliyorum , emanete ihanet etmek benim âdetim değildir” dedi. S ü l e v m a n ş a h , ümidini kesince, “ Bağdat’a halife M u k t e f î ’ ye yanına gelmek istediğini” bildirdi. Aralarında elçiler gidip geldikten sonra eşini rehine olarak göndermesi şartıyla bu isteği kabul edildi. Bunun üzerine S ü l e y m a n ş a h , eşi ni çok sayıda cariye ve maiyyetiyle Bağdat’a gönderdi. Halife, onlara çok iyi dav randı ve S ü l e y m a n ş a h ’ ın yanına gelmesine izin verdi. S ü l e y m a n ş a h , başında hükümdarlık alâmeti çetr olduğu halde, Bağdat’a geldi (25 Şubat 1156). O. daha sonra halifelik sarayına getirildi, Baş kadı ve halifelik ilerigelenlerinin huzurunda, “ halifeye sadakatla bağlı kalacağı, daima itaatkar olacağı ve Irak a hiçbir zaman saldırmayacağı” hususunda ant içti. Bu anttan sonra Bağdat’ta adına hutbe okundu, halife de ona saltanat hilati giydirerek sultan ilan etti. Bütün bun
SELÇUKLU DEVLETLE R İ TARİHİ
269
lara rağmen ona Bağdat’ta Melikül-müstecir (sığıntı hükümdar) diyorlardı. Hali fe M u k t e f i , ayrıca ona 3 bin kişilik atlı birliği verdi. S ü l e y m a n ş a h , Nisan/Mayıs I156’da Cibal’e yöneldi ve M e l i k ş a h b i n M a h m u t ’ a haber gön dererek “ kendisine itaat etmesini” istedi; o da bunu kabul ederek 2 bin atlı ile geldi, ikisi birbirlerine bağlılık antı içtiler. S ü l e y m a n ş a h , M e l i k ş a h ’ ı ve liaht ilân etmişti. Onlar, Azerbaycan ’a yönelerek atabey î 1 d e ıı i z ile buluştular, i l d e n i z onu pek önemsememiş, belki de istemediği halde yardım etmek zorun da kalmıştı. Öte yandan sultan II. M u h a m m e d , onların bu durumunu haber almca, Musul hâkimi, K u t b e d d i n M e v d u d ve nâibi Z e y n ü d d i n A l i K ü ç ü k " ten yardim istedi, ikisi de kendilerine verilen vaadler karşılığında bu öne riye evet dediler. Emîr i n a n ç da sultanın yanında idi. II. M u h a m m e d , topladığı kuvvetlerle harekete geçti ve iki taraf, Aras nehri boyunca savaştılar. Sonunda üstün gelen II. M u h a m m e d olmuş, S ü l e y m a n ş a h ve halifelik or dusu dağılmıştı. Bunun üzerine S ü l e y m a n ş a h Bağdat’a gitti. Ancak A l i K ü ç ü k , Musul civarında onu yakalayarak Musul kalesinde hapsetti ve durumu da sultan M u h a m m e d ’ e bildirdi. Böylece II. M u h a m m e d , bu rakibinden ikinci kez kurtulmuş oldu(1156). Bu olaydan sonra atabey i l d e n i z , bir mektup gön dererek sultandan özür diledi; II. M u h a m m e d de onu affetti ve “ bir daha mu halefet etmeyeceği” hususunda güvence aldı. Buna uygun olarak I l d e n i z o ğ l u P e h l i v a n ’ ı sultanın yanında Irak’a gönderdi.
Bağdat kuşatması
Sultan I I . M u h a m m e d , adına Bağdat’ta hutbe okutmayan ve rakip ola rak karşısına S ü l e y m a n ş a h ’ ı çıkaran halife M u k t e f i ile mücadele etme za manının geldiğine inanmıştı. Ayrıca çevresindeki adamları, Bağdat’a yürümesi için kendisini teşvik ederek, “ Zira orası memleketinin merkezi, baba ve ataları nın başkentidir. Eğer sen kendin oraya gidersen senin önünde kimse duramaz ve seninle boy ölçüşmek kimsenin elinden gelmez” dediler. Bunun üzerine sultan II. M u h a m m e d , kuvvetleriyle Bağdat önlerine gelerek şehri kuşattı (Ocak 1157), Bu büyük Selçuklu ordusunda Z e y n e d d i n A l i K ü ç ü k , Kaymazoğulları, Diibeyoğulları, atabek A y a z , Ş e r e f e d d i ıı G ü r d b a z u gibi emîrler yer almıştı. Garraf hâkimi B e d r b i n M u z a f f e r de 400 gemiyle Irak’tan gelmişti, iki taraf arasında gerek karada, gerekse nehir üzerinde şiddetli çatışmalar oldu. Halife nin veziri I b n H u b e y r e , bu kuşatmaya hazırlıklı idi. Bu bakımdan Bağdat' ta yiyecek sıkıntısı çekilmedi, kuşatma uzun sürmesine rağmen yiyecek fiyatları bundan etkilenmedi, sadece et ve tuz pahalanmıştı. Öte yandan I b n H u b e y r e , sultan II. M u h a m m e d ’ in Bağdat’ı kuşatmaya başladığından beri atabey 1 1 d e n i z ile mektuplaşıyor ve onu, şehzade M e l i k ş a h ya da A r s l a n ş a h ile Hemedan’a yönelmeye teşvik ediyordu. Nitekim bu yazışma istenilen sonucu ver di ve atabey İ l d e n i z ’ in M e l i k ş a h ile beraber Hemedan’a yürümesi gerçek leşti. Bu haber üzerine sultan M u h a m m e d , vezir, devlet adamları ve em irler le bir toplantı yaparak ne şekilde hareket edilmesi hususunu konuştular ve Bağdat
270
ALİ SEVİM-ERDOĞAN MERÇİL
üzerine son bir hücum yapılması üzerinde anlaştılar. Fakat Selçuklu ordusunun bu hücumu da bir sonuç veremeyince, sultan II. M u h a m m e d , 6 Mayıs 1157 tarihinda kuşatmayı terkederek Hemedan’a hareket etti. Sultan II. M u h am m ed 'in eon yılları ve ölüm ü
Sultan M u h a m m e d , Hemedan’a yaklaşınca atabey İ l d e n i z buradan ay rıldı, M e l i k ş a h da yalnız kaldığından Huzistan’a gitti. Böylece rakibinden kur tulan sultan M u h a m m e d , tekrar Hemedan’a hâkim oldu. Ancak Bağdat kuşatmasında bir sonuç elde edilememiş, emekler boşa gitmiş, elde sadece yor gunluk kalmıştı. Bu sefer sonucunda hazine de boşalmıştı. Belki de kuşatma so nunda ortaya çıkan en önemli olay, halifenin kendine olan güveninin artması idi. Sultan M u h a m m e d , bu kez, daima kendisine rakip olanları destekleyen ve Bağ dat kuşatması sırasında arkadan vuran İ 1 d e n i z ’ e karşı bir sefer hazırlıkları na girişti. Fakat vereme yakalanınca bundan vazgeçti. Sultan, hastalık nedeniyle bundan sonra hiçbir sefer girişiminde bulunmadı. O, kışın Sâve’ye gidiyor, yazın ise Hemedan’a geliyordu. Huzistan’da bulunan Türkmen emîri Ş u m 1 a , sultan M u h a m m e d ’ e bağlı emîrlerden K a y m a z ’ a saldırdı. K a y m a z , Ş u m l a ’ ya karşı şiddetle diren di ise de mağlup olmaktan ve tutsak alınmaktan kurtulamadı. Aralarında kan da vası olan bir Türkmene karşılık K a y m a z ’ ı öldürerek, başını sultan M u h a m m e d ’ e gönderdi (1158). Daha sonra halife M u k t e f i , Ş u m l a v e emrindekilerle savaşmak için asker şevketti. Ş u m 1 a bu kuvvetler karşısında Huzistan’a çe kildi. Bu bölgeye melik M e l i k ş a h da göz dikmişti. Onun yanında emîr S u n g u r H e m e d a n î v e K u v e y d a n de vardı. Ş u m 1 a , bunlarla yaptığı sa vaşı kaybetti, bunun üzerine M e l i k ş a h da Huzistan’ı ele geçirdi. Bir rivayete göre, sultan M u h a m m e d , kardeşi M e 1 i k ş a h ile barış yapmış ve Huzistan için ona sancak vermişti. Bu arada vezir Ş e m s e d d i n E b u n - N e c i b ’ in ölümü üzerine sultan, yerine uzun zamandan beri kendisine nedimlik yapmış olan Z i y a e d d i n İ s f a h a n î ’ yi vezir atamışsa da bu da kısa süre içinde ölmüştü. Sul tan M u h a m m e d , hastalığına rağmen, daha önce sözlü olduğu H a t u n i K i r m a n î ile evlenmek amacıyla Ş i h a b e d d i n M i s k a l b u z u r g v e Ş e y b a n î ’ yi çeyiz ve hediyelerle Kirman’a gönderdi. Kirman meliki T u ğ r u l ş a h da bu evliliği kabul etti; bunun üzerine H a t u n i K i r m a n î Hemedan’da bu lunan sultan II. M u h a m m e d ’ in yanına geldi (Temmuz/Ağustos 1159). Onun gelişi, büyük sevince neden oldu. Hemedan halkı şehri donattı ve çalgı çalarak Kirmanlı prensesi karşıladılar. Sultan, hasta olduğu için H a t u n ’ u mahaffe içinde karşılamıştı. Ancak hastalığı daha da ağırlaşmıştı, bu sebeple gerdeğe giremedi. H â t u n i K i r m a n î , beş ay sultanın nikâhı altında, fakat yanındaki çadırda kal dı. Sultan M u h a m m e d , 13 Aralık 1159’de Hemedan kapısında öldü. Halk, bü yük yas tuttu. Çünkü o, Selçukluların en yumuşak huylusu, en bilgini, adaleti en çok seven ve bağışta bulunan bir hükümdardı, insanları hiç incitmezdi; güzel yüzlü, pembe çehreli, iri gözlü, uzun saçlı, az ve ince sakallı idi. Gürz ve çevgan oynar, ok atmakta çevik olup, iyi bir binici idi.
VII. SULTAN SÜLEYMANŞAH DEVRİ Sultan II. M u h a m m e d ’ in ölümü üzerine Selçuklu em îrleri, onun yerine kimin geçirileceği hususunda anlaşmazlığa düştüler. Emirlerden bir kısmı, kar deşi M e l i k ş a h ’ ı, diğer bir kısmı da S ü l e y m a n ş a h ’ ı tahta çıkarmak iste diler. Azerbaycan atabeyi Ş e m s e d d i n i l d e n i z ise A r s l a n ş a h ’ ı destekliyordu. M e l i k ş a h , yanında Ş u m 1 a ve Salgurlulardan T e k l e b i n Z e n g i olduğu halde, Huzistan’dan İsfahan’a geldi ve burada beş nevbet çaldıra rak sultanlığını ilân etti. Ancak onun buradaki saltanatı, 15 gün sürdü. Bir riva yete göre O, Bağdat’a yürümesinden korkan halife M u k t e f i ve vezir I b n H u b e y r e ’ nin bir suikastı sonucunda öldürüldü (1160). Bu zehirlenme işi, bir cariye (veya şarkıcı) vasıtasıyla yapılmıştı. M e l i k ş a h ’ ın bazusu kuvvetli idi, bu nedenle iyi ok atardı. Cömert ve iyi huylu olup, şakayı severdi ve aşağı derece deki insanları koruyan gururlu bir hükümdardı. M e 1 i k ş a h ’ ın ölümüyle Isfa han halkı, Ş u m 1a ve Te k 1e ’ yi şehirden çıkardılar. Ş u m 1a , süratle geri dönerek Huzistan’ı elegeçirdi. Isfahan halkı ise daha sonra S ü l e y m a n ş a h adına hutbe okuttular. II. M u h a m m e d ’ in ölümünden sonra em irlerinden bir kısmı, aralarında fikir alışverişinde bulundular. Onlar bu sırada kuvveti çok olan emîr I n a n ç ’ ı R ey’den davet ederek onun fikir ve rızasıyla bu işi çözümlemeyi yeğlediler. İ n a n ç gelince görüşler, S ü l e y m a n ş a h üzerinde birleşti. Bu büyük Selçuklu emîrle ri, Hemedan’dan Musul hâkimi K u t b e d d i n M e v d u d ’ a elçi gönderip, “ S ü l e y m a n ş a h ’ ı saltanat makamına geçireceklerini bildirerek kendilerine gön dermesini” istediler. Atabey K u t b e d d i n M e v d u d , S ü l e y m a n ş a h ’ ı sul tanlara gerekli eşyalarla Hemedan a gönderdi. Bir rivayete göre, A l i K ü ç ü k ve Musul askerleri de onunla beraber Hemedan’a hareket etti. Hemedan’a yaklaş tıkça her gün bir emîr ve bir gurup, S ü l e y m a n ş a h ’ ı karşılıyordu. Böylece S ü l e y m a n ş a h ’ ın etrafında büyük bir ordu toplandı. A l i K ü ç ü k , onların kendisine herhangi bir hareketinden çekindi ve bu emirlerin sultanı etkileri altı na almaya çalıştıklarını görünce Musul’a geri döndü. Nitekim o, bu kuşkusunda haklı idi. S ü l e y m a n ş a h , 22 Mart 1160’da Irak Selçuklu başkenti Hemedan’a gidip tahta oturdu. Çok geçmeden sultan, emîr I n a n ç ’ m iradesine tâbi olmuş
272
ALİ SEVİM -ERDOĞAN M ERÇİL
tu. Emîr İ n a n ç ’ ın veziri Ş i h a b e d d i n M a h m u t , bu kez, sultanın vezirli ğine, A l p A r g u n da emîri hacibliğine atandılar. Bu emîrler, atabey İ l d e n i z ’ in yanında bulunan A r s l a n ş a h ’ ı tahta oturtmak için harekete geçmesin den çekiniyorlardı. Bu nedenle onlar, 1 1 d e n i z ile anlaşmak için A r s l a n ş a h ’ ı da veliaht yaptılar. Hutbe ile sikkeye onun da adını koydular ve Erran vilayetinin yönetimini ona verdiler. H alifelikle ilişkiler
Halife M u k t e f i L i e m r i l l a h ’ ın ölümü üzerine halife olan oğlu M ü s t e n c i d B i l l a h (1160-1170), sultan S ü l e y m a n ş a h ’ a hacib S e v i n ç N i z a m î ’ yi elçi gönderip, “ itaat etmesini ve bütün ülkede adına hutbe okutmasını” istedi. S ü l e y m a n ş a h , onun bu isteğini kabul ederek, “ hâkim olduğu ülkelerde hali fe adına hutbe okunmasını” emretti. Ayrıca sultan, Bağdat’ın da kendi isteğine uyacağını ve bu şehre gidebileceğini sandı ve iki taraf arasındaki ilişkileri düzen lemek için elçi göndermeyi kararlaştırdı. S ü l e y m a n ş a h , elçi olarak kadı N e b i h ü d d i n E b û H ü r e y r e ’ yi ve Bağdat’ta Selçukluların durumunu düzelt mek için emîr I b n T o g a n y ü r e k ’ i vali olarak gönderdi. Ancak bunlar, Bağ dat’a geldiklerinde beklem edikleri sorularla karşılaştılar. Vezir I b n H u b e y r e , onlara, “ Niçin gönderildiniz ve ne istiyorsunuz?” demesi üzerine onlar, “ sul tan adına Bağdat’ta hutbe okutmak için geldiklerini” belirttiler. Verilen cevapta, “ Hutbeye el uzatmak başınıza büyük işler açar, dostluğu elde etmek isterseniz hutbeye rağbet etmeyiniz” denildi. Böylece Abbasî halifelerinin artık Bağdat’da Selçuklu sultanları adına hutbe okutmayı kabul etmediklerini ve buradaki Sel çuklu hâkimiyetine son verdiklerini gösteriyordu, ik i taraf arasında bu anlaşmazlık sürerken, önce S e v i n ç N i z a m î , sonra da E b û H u r e y r e Bağdat’ta dedi kodulara yol açan bir şekilde öldüler. Bunun üzerine I b n T o g a n y ü r e k de akıbetinden korkarak Bağdat’ı terketti. Sonuç olarak, bundan sonra Selçuklu lardan herhangi bir melik veya sultan, bir daha Bağdat’a gelmedi. Abbasîler, 1055’den beri beklediklerine ancak bir yüzyıldan fazla bir zamanda kavuşabilmişlerdi. Süleym anşah’ ın öld ü rü lm esi
S ü l e y m a n ş a h ’ m ölümü, ilgili kaynaklarda çeşitli rivayetlerle anlatılmak tadır. O, genellikle içki içip eğlenceyle meşgul oluyordu. Emîrler, onun huzuruna çıkma imkanı bulamıyorlar ve gittikçe ondan ümitlerini kesiyorlardı. Ayrıca sul tan, kimseye saygı duymuyor ve em irleri incitiyordu. Sonunda emîrler, atabey 1 1d e n i z ’ in yanında bulunan A r s l a n ş a h ’ ı davet için Ş e r e f e d d i n G ü r d b a z u ile anlaştılar. Sultan S ü l e y m a n ş a h , emirlerin kendisine kızdıklarını v e A r s l a n ş a h ’ ı çağırdıklarını haber aldı. Bir adam gönderip, “ Mademki be ni istemiyorsunuz, benden size bir kötülük gelmez. Bırakınız, M usul’dan getir miş olduğum servet ve malları alıp gideyim. Ondan sonra istediğinizi yapın” içerikli bir haber yolladı. Emîrler, önce bunu kabul ettilerse de sonra R ey’de bulunan
SELÇUKLU DEVLETLE R İ TARİH İ
273
emîr I n a n ç ’ la bu hususu konuştular. İ n a n ç ise onun asker toplayıp tekrar ha rekete geçebileceğini öne sürerek buna engel oldu. Ancak Ş e r e f e d d i n G ü r d b a z u , S ü l e y m a n ş a h ’ ı tutuklatıp bir köşkte hapsettirdi. Emîrler, onun kaçmasını önlemek için silahlı muhafızlar görevlendirdiler (Ekim/Kasım 1160). Onlar, A r s l a n ş a h ’ ın gelmesini bekliyorlardı. Çok geçmeden G ü r d b a z u , S ü l e y m a n ş a h ’ ı bir yay kirişiyle boğdurdu (Mart/Nisan 1161). Bir riva yete göre, Hemedan’da kardeşi M e s u t ’ un türbesine gömüldü. S ü l e y m a n ş a h , güzel yüzlü, iyi huylu ve tatlı sözlü bir hükümdardı. Ancak olaylar karşısında direnç göstermemiş, birkaç kez tahta oturduğu halde, başarılı olamamıştı.
VIII. SULTAN ARSLANŞAH DEVRİ S ü l e y m a n ş a h tutuklandığı sırada, Ş e r e f e d d i n G ü r d b a z u , Azer baycan hâkimi İ l d e n i z ’ e haber gönderip melik A r s l a n ş a h ’ ı tahta çıkar mak için Hemedan'a davet etti, i l d e n i z , bu çağrı üzerine yanına A r s l a n ş a h ’ ı alarak 20 bin atlıdan oluşan ordusuyla harekete geçti ve Hemedan’da Ş e r e f e d d i n G ü r d b a z u tarafından karşılandı. A r s l a n ş a h , hükümdarlık sarayına yerleştirilerek adına sultan olarak hutbe okundu. Tabii onun en büyük şansı, İ 1 d e n i z ’ in kendisinin annesiyle evli olması idi. Ayrıca bu hatun, İ l d e n i z ’ in çocukları M u h a m m e d P e h l i v a n ile K ı z ı l A r s l a n ’ ın anneleri idi. Böy lece İ l d e n i z , sultana atabek olmuş ve ona Atabeki Azam ünvanı verilmişti. Sul tanın üvey kardeşi P e h l i v a n da hacibliğe tayin edilirken, vezirliğe Ş i h a b e d d i n M a h m u t getirilmişti. Böylece atabek İ l d e n i z , üvey oğlunun tahta geçmesiyle, onun adına yönetimi eline almış ve kendi yetki alanını genişletmek için daha önce Selçuklu sultanlarının yönettiği ülkelerde A r s l a n ş a h ’ ın da ta nınması için harekete geçmiştir. Nitekim i l d e n i z , Bağdat'a halife M ü s t e n c i d ’ e haber gönderip “ A r s l a n ş a h adına hutbe okunmasını ve yönetim düzenlemelerinin sultan M e s u t zamanındaki şekline dönüştürülmesini” istemiş tir. Ancak Bağdat’ta İ l d e n i z ’ in elçisi hor görülüp çok kötü bir şekilde geri gönderildi. Bu arada Rey hâkimi İ n a n ç ile i l d e n i z , bir ittifak yapıp anlaştı lar. Bu anlaşmayı evlilik yoluyla da sağlamlaştırmak için P e h l i v a n ile İ n a n ç ’ ın kızı evlendirildi ve gelin, Hemedan’a getirildi. A r s l a n ş a h ’ da tahta oturduk tan sonra sultan II. M u h a m m e d ’ in ölümüyle dul kalan H a t u n i K i r m a n ı ile evlendi. 11 d e n i z ’ in sultan A r s l a n ş a h ’ ın hizmetine çağırdığı hükümdarlardan biri de Meraga hâkimi A r s l a n a p a idi. Fakat o da i l d e n i z ’ in denetimini kabul etmeyerek, “ Bana dokunursanız, benim yanımda bir sultan olduğunu hatı rınızdan çıkarmazsınız” cevabını verdi. Çünkü ölmeden önce II. M u h a m m e d , oğlunu ona teslim etmişti, bu bakımdan A r s l a n a p a ’ nin elinde, î l d e n i z ’ i tehdit edebilecek bir kozu vardı. Ayrıca halifenin veziri İ b n H ü b e y r e de A r ş l a n a p a ’ ya haber göndererek onu II. M u h a m m e d ’ in oğlu adına hutbe okut mak hususunda kışkırtıyordu. Tabii i l d e n i z böyle bir tehlikeyi göze alamazdı,
SELÇUKLU DEVLETLE R İ TARİH İ
275
derhal oğlu P e h l i v a n yönetimindeki bir orduyu A r s l a n a p a ’ ya karşı gön derdi. Bunun üzerine A r s l a n a p a , Ahlatşah hükümdarı, II. S ö k m e n ’ den yardım istedi. II. S ö k m e n , ona büyük bir kuvvet gönderdi ve “ Gürcülerin sal dırıları karşısında, bizzat kendisi gelemediği” için de özür diledi. A r ş l a n a p a , Ahlatşah kuvvetleriyle ordusunu takviye ederek P e h l i v a n ’ ın üzerine yür-iidü. Sefıdrûd nehri kenarında iki taraf arasındaki şiddetli savaşı A r s l a n a p a ka zandı, P e h l i v a n ise çok kötü bir durumda güçlükle Hemedan’a döndü (1161). İld e n iz-em îr İnanç m ü cad elesi
Sultan A r s l a n ş a h ile atabek İ l d e n i z , iki ay Hemedan’da kaldıktan son ra Sâve üzerinden İsfahan’a gittiler (Ocak 1161). i l d e n i z ’ in Irak Selçuklu Dev leti’nde yönetimi tamamen ele geçirmesi, öteki emirlerin kendisi aleyhinde bir leşmelerine neden oldu. Onun bu kuvvet ve kudretini çekemeyen başta Rey hâki mi H ü s a m e d d i n İ n a n ç , Isfahan valisi I z z e d d i n S a t m a z v e Kazvin valisi A l p A r g u n olmak üzere, bir kısım emîrler, aralarında anlaştılar. Bu emir ler, Salgurlu atabeki S u n g u r b i n M e v d u d ’ a haber göndererek “ Şiraz’da onun yanında bulunan A r s l a n ş a h ’ m kardeşi şehzade M u h a m m e d ’ i ken dilerine göndermesini” istediler. Onların bu önerisini kabul eden atabey S u n g u r , şehzade M u h a m m e d ’ i 1000 atlıyla gönderdi. Şehzade M u h a m m e d ve yanındakiler, öteki emîrler ile buluşmak üzere İsfahan’gittiler. Rey valisi i n a n ç ve arkadaşları 20 bin asker toplayarak İsfahan’da şehzade M u h a m m e d ile bir leştiler, sonra da Hemedan a yürüdüler. Öte yandan atabek II d e n i z ve Ş e r e f e d d i n G ü r d b a z u da kuvvetlerini topladıktan sonra yanlarına sultan A r s l a n ş a h ’ ı alarak muhaliflerine karşı harekete geçtiler, iki ordu, Hemedan civarında karşılaşmış ve savaş şehzade M u h a m m e d ve yandaşlarınım yenilgi siyle sonuçlanmıştır. Bunun üzerine M u h a m m e d , Huzistaıı’a çekilmek zorun da kaldı (1161). A tabek Z en g i’ nin Irak S elçuklu sultanlığına itaati
II. M e 1i k ş a h ’ın ölümünden sonra adamlarından bir kısmı onun oğlu M a h m u t ’ u İsfahan’dan alarak Fars’a geldiler. Atabek Z e n g i , onları karşıladı ve mağlup ederek şehzade M a h m u t ’ u ellerinden aldı, Istahr kalesine götürdü ve muhtemelen orada hapsetti (1161), A r s l a n ş a h , sultan olduktan sonra Irak Sel çuklu devletinde atabek i l d e n i z ’ in kuvvetli otoritesi sayesinde sükunet sağ lanmıştı. Artık tekrar eski nüfuzlu günlerini yaşamak isteyen Abbasî hilafetinin kuvvetli bir devlete tahammül edemeyeceği aşikârdı. Abbasî halifesi, bu arzusu nu yerine getirmek için İrak Selçuklu devletinin zaaf içinde olmasını istemektey di. Bu amaçla halifelik veziri A v n ü d d i n Y a h y a , sultan A r s l a n ş a h ve atabek l l d e n i z ’ e karşı diğer emirleri ve Selçuklu şehzâdelerini kışkırtmaya başladı. Vezir Y a h y a , atabek Z e n g i ’ ye de mektup göndererek M a h m u t b i n M e l i k ş a h adına hutbe okutmasını önerdi. Atabek Z e n g i , vezirin önerisini uygun gördü ve şehzade M a h m u t ’ u Istahr kalesinden çıkartarak onun
276
ALİ SEVİM-ERDOĞAN MERÇİL
adına hutbe okuttu ve kapısında 5 nevbet çaldırdı. Z e n g i askerlerini toplayarak hazırlıklara başladı, ayrıca Rey hâkimi emîr I n a n ç ’ ada mektup yazarak onun la atabek İ l d e n i z ’ e karşı anlaşmak istedi. Atabek Z e n g i ’ nin bu hareketle rinden anlaşıldığına göre, artık o da Fars hâkimiyetini aşan emeller peşindedir. O da, B o z a b a gibi Selçuklu şehzadesine dayanarak Irak Selçuklu devletine atabeklik müessesesi altında hâkim olmak istemekteydi. Çünkü atabek İ l d e n i z de Irak Selçuklu Devleti üzerindeki otoritesini aynı şekilde sağlamıştı. Atabek i l d e n i z , atabek Z e n g i ’ nin emîr i n a n ç ile olan yazışmasını haber aldığı za man hazırlıklara başladı ve 40.000 kişiye yakın bir ordu ile Fars bölgesini elegeçirmek için İsfahan’a doğru yürüdü. Aynı zamanda Z e n g i ’ ye de elçi gön dererek sultan A r s l a n ş a h adına hutbe okutmasını istedi. Fakat Z e n g i , bu teklifi yerine getirmediği gibi, cevap olarak da ülkesinin halife tarafından kendi sine ıkta edildiğini ve durumu ona haber vereceğini bildirdi. Atabek İ l d e n i z , Salgurluların Errecan hâkimi A r s l a n B o ğ a ’ nin sürülerinin yakın bir yerde olduğunu öğrenmiş ve bunları yağmalatmak için bir müfreze yollamıştı. Emîr A r s l a n B o ğ a da, zayıflayan atlarını yenileri ile değiştirmek için askerleri berabe rinde olduğu halde, sürülerinin yanına gitmişti. Bu sırada atabek İ 1d e n i z ’ in gönderdiği müfreze ile karşılaştı. Çarpışma sonunda A r s l a n B o ğ a galip geldi ve atabek i l d e n i z ’ in müfrezesindeki askerleri yakalayıp öldürdü, başlarını ata bek Z e n g i ’ ye yolladı. Atabek Z e n g i , atabek i l d e n i z ’ in kuvvetlerinin ya kında olduğunu anladı ve başına gelecek tehlikeyi sezmekte gecikmedi. Bu durumu Bağdat’a bildirdi ve yardım istedi. Öte yandan vezir A v n ü d d i n Y a h y a ’ nin tahrik ve teşvikleri meyvesini vermişti. Emîr i n a n ç , R ey’den 10.000 kişi ile ha reket etmiş, Kazvin hâkimi İ b n ü l - B â z d a r i l e İ b n T o g a n y ü r e k ve bazı emîrler, Sâve ovasında ona katılmışlardı. Ayrıca Meraga ve Tebriz valisi A r ş l a n a p a da yardım olarak 5.000 atlı göndermişti. Atabek Z e n g i ise bu sırada Semîrem ve bazı yerleri yağmaladı. Atabek i l d e n i z bu mıntıkanın korunmasına önem verdiğinden Z e n g i ’ nin üzerine 10.000 kişilik bir kuvvet yolladı. Z e n g i , i l d e n i z ’ in kuvvetlerine karşı yürüdü ve savaş sonunda onları mağlup et ti. 11d e n i z , kendi kuvvetlerinin Z e n g i önündeki mağlubiyeti üzerine telaşlandı. Çünkü bu durumda hem Z e n g i , hem de emir i n a n ç ile savaşmak onun için zor olacaktı. Derhal Azerbaycan’a haber göndererek yardım istedi. Yardımına oğ lu K ı z ı l A r s l a n geldi. Atabek i l d e n i z , yakın adamları ile görüştü. Onlar emîr İ n a n ç tehlikesinin daha önemli olduğunu ve önce onun üzerine yürüme nin gerektiğini” tavsiye ettiler. İ l d e n i z bu tavsiyeye uydu ve önce emîr I n a n ç ’ a karşı harekete geçti. Öte yandan atabek Z e n g i , emîr İ n a n ç ’ a kalabalık bir yardımcı kuvvet göndermişti, bizzat gelemediği için de özür diledi. Çünkü Hûzistan hâkimi Ş u m 1a ’ nm beklediği fırsatı bularak Fars’a saldırmasından korkmak taydı. Atabek İ l d e n i z ile emîr İ n a n ç ’ m birleşik kuvvetleri Sâve’de karşılaştılar. İki taraf arasındaki büyük bir savaştan sonra emîr İ n a n ç , hezime te uğradı (3 Ağustos 1161) ve önce R ey’e kaçtı, sonra da Taberek kalesine kapandı. Atabek İ l d e n i z onu muhasara etti, fakat daha sonra A r s l a n ş a h ’ ın sultanlı ğını ve i l d e n i z ’ in atabekliğini emîr I n a n ç ’ ın tanıması suretiyle anlaştılar
SELÇUKLU D E V LETLE R İ TARİH İ
277
(1162). Emîr I n a n ç ’ ın böylece Irak Selçuklu Devleti’ne itaati sağlanınca Z e n g i , yalnız kalmış oldu. Sultan A r s l a n ş a h v e atabek 1 1 d .e n i z , onu barış yo luyla kazanmaya çaba gösterdiler. Bu amaçla da onlar, atabek Z e n g i ’ ye haber göndererek itaatini temin için huzura çağırdılar. Z e n g i , bu davetten korktu. Özel likle atabek İ l d e n i z ’ in kardeşine karşı olan intikam hırsını bilmekteydi. Ce vabında bu durumu öne sürdü ve “ kardeşi yüzünden sorumlu tutulamayacğını” bildirerek aman verilmesini rica etti. Ayrıca elçi ile beraber çeşitli değerde hedi yeler ile Katîf ve Arap ülkelerinden aldığı atlardan yolladı. Sultan A r s l a n ş a h ve atabek i l d e n i z , onun aman isteğini yerine getirdiler. Z e n g i , geri dönen elçisinden durumu öğrendiği zaman, derhal sultanın huzurunda bulunmak üzere yola çıktı. Sultan A r s l a n ş a h ve i l d e n i z , Isfahanda idiler. Atabek Z e n g i ’ nin hareketini haber aldıkları zaman Hezârı Sâni otlağına çıktılar (Mart/Nisan 1165). Çok geçmeden atabek Z e n g i , sultanın huzuruna geldi (1 Temmuz). Emîr ler, onu törenle karşıladılar. Atabek i l d e n i z , ayağını öpmek isteyen Z e n g i ’ ye engel olarak onu kucakladı, sonra da sultana takdim etti. Sultan, onu bir sohbet meclisine çağırdı, orada kendisine ve emirlerine hilatler giydirdi, süslü atlar ile mücevherli bir kılıç hediye etti. Ayrıca Irak emirlerine de Z e n g i ’ nin ağırlan ması için emir verdi. Z e n g i , sultan A r s l a n ş a h ’ ın yanında bir hafta kaldı. Huzurdan ayrılışında sultan, ona ikinci kez hilat giydirdi ve hâkimi bulunduğu Fars bölgesini tekrar kendisine verdi. Bu suretle Salgurlu hanedanı ilk kez res men, Irak Selçuklu Devletine tâbi oldu. Sultan A r s l a n ş a h ’ a tâbi olanlardan birisi d e M ü e y y e d A y a b a idi. Bü yük Selçuklu Devleti’nin mirasını paylaşmak isteyenlerden biri olan Nişabur hâ kimi M ü e y y e d A y a b a , 1163 yılında, önce Kumis bölgesine gitti, burada Bistam ve Damgan’a hâkim oldu. O, Kumis bölgesine hâkim olunca sultan A r s l a n ş a h , ona değerli hilâtler, sancaklar ve hediyeler göndererek “ bütün Horasan şehirle rini hâkimiyeti altına alıp yönetmesini ve kendi adına hutbe okutmasını” emret ti. M ü e y y e d Ay a b a , hilâtleri giydikten sonra yönetimi altındaki şehirlerde A r s l a n ş a h adına hutbe okuttu. G ü rcü lerle m ü cad ele
Bu devrede Gürcüler, önce 1161 yılında, Anı üzerine yürüyerek bu şehri elegeçirdiler. Bu olaya üzülen komşu Türk beyleri, Ahlatşahlardan II. S ö k m e n , I z z e d d i n S a l t u k , D i l m a ç o ğ l u F a h r e d d i n D e v l e t ş a h , Kars ve Sürmeri Beyleri ile birleşerek 1161 Temmuzunda Gürcülere karşı harekete geçti ler. Artuklulardan N e c m e d d i n A l p ı da onları takiben yola çıktı. Fakat bu birleşik Türk kuvveti, N e c m e d d i n A l p ı ’ yı beklemeden Anı ’yı kuşattı (Ağus tos 1161). Bunun üzerine Gürcü kralı III. G i o r g i , ordusuyla Türk askerlerine hücum etti. Daha önce Gürcülerce tutsak alınmış olan I z z e d d i n S a l t u k , bir daha onlarla savaşmayacağına ant etmişti, bu nedenle âni olarak geri çekildi. Onun bu davranışı ve N e c m e d d i n A l p ı ’ nin beklenilmemesi, Türk ordusunun ağır bir yenilgiye uğramasına sebep oldu. Gürcü kralı, ertesi yıl Dovin’i istilâ etti, son
278
ALİ SEVİM-ERDOĞAN MERÇİL
ra da Gence yöresinde birçok tahribat yaptı; bu arada Gürcüler, Dovin ve köyle rinde 10 bin kişiyi öldürdüler, kadınları ve pek çok kişiyi tutsak aldılar, onları soyup çırılçıplak ve yalın ayak götürdüler. Gürcü kadınları ise bu yapılanları ya dırgamışlar ve “ Müslümanları, sizin onların kadınlarına yaptığınız şeylerin ay nısını bize yapmağa mecbur ettiniz” diyerek Müslüman kadınları giydirdiler. Gürcüler, bununla da yetinmeyerek İ l d e n i z ’ e yazdıkları mektupta, “ Gence ve Beylekan’dan biz, haraç alıyorduk. Yıllardan beri bu para gelmiyor, bunun gön derilmesini senden rica ederiz” , demişlerdi, i l d e n i z ise verdiği cevapta Tiflis’i almakta kararlı olduğunu bildirmiştir. İ 1g a z i , Hemedan’da bulunan A r s l a n ş a h ’ a Gürcülerin gönderdikleri mektup hakkında bilgi vererek bunu nasıl cevablandırdığmı anlatmıştı. Sultan A r s l a n ş a h Irak askerlerini toplayarak Nahçıvan’da bulunan İ l d e n i z ile birleşti ve daha sonra Gence’ye gittiler. Bu Selçuklu ordusuna çevredeki emirlerden İL S ö k m e n , F a h r e d d i n D e v l e t ş a h ve Meraga emîri A r s l a n a p a da askerleri ile katıldılar. A r s l a n ş a h , I I . S ö k m e n ’ e çok iltifatlarda bulunmuş ve kendisine Ici (ağabey) diye hitap etmişti. Selçuklu ordusunun bu kuvvet ve kudreti Gürcüleri ürkütmüş ve barış teklif etmelerine sebep olmuştu. Sultan A r s l a n ş a h , bu konuda atabek i l d e n i z ’ in de dahil olduğu bir danışma toplantısı yaptı. Toplantıda i l d e n i z ’ in barış yapmak fikrinde olduğunu anlayan öteki emîrler, “ intikam hırsımızı teskin edecek bir savaş yapmadan nasıl döneriz” diyerek savaşta kararlı olduklarını bil dirdiler. iki taraf arasında Lukrî kalesine yakın bir yerde yapılan savaşı Selçuklu kuvvetleri kazandı (Temmuz 1163). Bu yenilgi sonunda Gürcü kralı kaçmak zo runda kaldı. Savaş sonrası II. S ö k m e n ve D e v l e t ş a h , kendi memleketlerine döndüler. Sultan A r s l a n ş a h ile İ l d e n i z , Gence’ye gittiler, bu şehri güçlen dirip, askerler ile takviye ettiler, sonra ISahçıvan yoluyla Hemedan’a geldiler. Bu mağlubiyet üzerine Gürcüler, 1164’de Anı’dan çekildiler. Atabek İ l d e n i z bura ya gitmiş ve şehri imar etmiştir.
D aim îlerle m ücad ele
Selçuklu ordusunun Gürcülere karşı cihat ile meşgul olduğu sırada Batmîler, bu fırsattan iyi istifade ederek Kazvin yörelerindeki çok sarp dağların tepelerin
de üç kale inşa etmişlerdi. Bir rivayete göre, İ l d e n i z ’ e bu kalelerden bahsedil diği zaman Ismaiİîlerin kötülüklerinden korktuğu için duruma müdahale etmemiştir. Ancak daha sonra Batmîler, Kazvin’e yürüyüp kuşattılar. Halk onla ra şiddetle karşı koydu, gürültü ve feryat kopararak yardım istemek için A r ş l a n ş a h ’a gittiler. A r s l a n ş a h ve İ l d e n i z , öteki Selçuklu emirleriyle Batmîlere karşı harekâta giriştiler. Selçuklu ordusu, yaklaşık dört ay içinde bu kaleleri zaptedip yıktılar. Sıra Kazvin civarında Kihab’ta inşa edilmiş ve Batmîler tarafından Cihan-güşay adı verilen kaleye gelmişti. Sultan A r s l a n ş a h , bu kaleyi de aldı ve ona Arslan-güşay adını verdi (1165). Daha sonra A r s l a n ş a h ve i l d e n i z , İsfahan’a döndüler. Bu yıl içindeki olaylardan birisi de vezir Ş i h a b e d d i n S i k a ’ nin hastalanarak İsfahan’da kendi sarayında ölmesi idi (12
SELÇUKLU DEVLETLE R İ TARİHİ
279
Nisan 1165). Vezirlik makamı, bir süre boş kalmış, A r s l a n ş a h , Sâve şehrinde iken yanına gelen F a h r e d d i n K â ş î ’ yi vezir atamıştır (13 Aralık 1165). Öte yandan sultanı tahta çıkaran ve daima destekleyen emirlerden biri olan Ş e r e f e d d i n G ü r d b a z u da bir süre sonra Rey şehri dışında öldü (8 Mart 1166). Onun tabutu Hemedan’da kendisinin yaptırmış olduğu medreseye götürüldü. Sultan A r s l a n ş a h , onun ölümü nedeniyle üç gün matem tuttu. E m îr İnançsın isyanı
Rey emîri bulunan i n a n ç , sahip olduğu ıktaların artırılmasını istemiş, an cak bu isteği kabul edilmemişti. Çok geçmeden o, sultan A r s l a n ş a h ’ m i l d e n i z ’ in baskısı altında tutulan bir hükümdar olduğunu ileri sürerek isyan etti. Fakat i n a n ç , i l d e n i z ile savaşacak kuvvet ve kudrete sahip olmadığından İJey’den çekilerek Bistam’a gitti. Atabek İ l d e n i z , R ey’i elegeçirerek burasım, oğlu M u h a m m e d C i h a n P e h l i v a n ’ a ıkta ve vali olarak da vekaleten Ö m e r b i n A l i ’ yi atadı. Emîr İ n a n ç ise Hârezmşah I l a r s l a n ’ dan yardım istemek zorunda kaldı. Hârezmşah, önemli bir askerî birliği, İ n a n ç ’ ın emrine verdi. I n a n ç ve Hârezmli askerler, önce R ey’i aldılar, sonra da Sâve şehrine ka dar ilerlediler. Sultan A r s l a n ş a h ve öteki emîrler, İ n a n ç ’ ı durduramadılar. Bu sırada Azerbaycan’da bulunan atabek İ l d e n i z ’ in yetişmesi üzerine İ n a n ç ve beraberindeki Hârezmli kuvvetler, geri çekilmek zorunda kaldılar (1166/1167).
Öte yandan Rey valisi Ö m e r , atabek İ l d e n i z ’ in emirlerini yerine getir meyip isyana başladı ise de sultan A r s l a n ş a h , onu hileyle yanına çağırdı ve Sâve şehrinde tutuklattı (1168). Bu durumu öğrenen emîr İ n a n ç , eskiden hâki miyeti altında olan R ey’i tekrar elegeçirme fırsatını buldu ise de atabek İ l d e n i z , Azerbaycan’dan gelerek emîr I n a n ç ’ ı mağlup etti. Emîr I n a n ç ’ m Taberek kalesine çekilmesi üzerine, i l d e n i z dört ay süreyle burayı kuşattı. İki taraf her gün savaşıyorlardı, nihayet i n a n ç , bir mektup yazarak “ barış yapmak istediğini” bildirdi. Ancak atabek İ l d e n i z , barış görüşmelerini onun veziri S a d e d d i n E ş e l ile yaptı. Başbaşa yapılan bu görüşme sırasında İ l d e n i z , ve ziri kendi tarafına çekmeyi başardı. Sonunda S a d e d d i n E ş e l , i n a n ç ’ ın üç gulamı ile anlaştı. Bu gulamlar uyurken emîr I n a n ç ’ ı öldürdüler. Böylece Irak Selçuklu Devleti, doğusunda daima tehlike ve huzursuzluk yaratan emîr i n a n ç ’ dan kurtulmuş oldu, i l d e n i z , onun ölümünden sonra Rey şehrini tekrar oğlu P e h l i v a n M u h a m m e d ’ in yönetimine verdi. Irak Selçukluları için doğu yönündeki asıl büyük tehlike, Hârezmşahlar Devleti’nden geliyordu. Hârezmşah Ilarslan, Horasan bölgesinin merkezi Nişabur’u
tehdide başlayınca sultan A r s l a n ş a h ’ a tâbi olan M ü e y y e d A y a b a duru mu I l d e n i z ’ e bildirdi. Atabek İ l d e n i z , I l a r s l a n ’a “ Horasan’ın, hattâ Hârezm’in Selçuklu sultanlarının mülkü olduğunu hatırlatarak Nişabur’a yönelik bir hareketin silahla karşılık göreceğini” bildirdi. I l a r s l a n bu tehdite kızarak Ni şabur üzerine yürüdü, i l d e n i z de bu harekete karşılık olmak üzere Bistam’a ilerledi. Hârezmşah, i l d e n i z ve Irak askerlerinin harekete geçtiğini haber al
280
ALİ SEVİM-ERDOĞAN MKRÇİL
dığı zaman Nişabur’dan ayrıldı (1166/1167), Fakat M ü e y y e d A y a b a , muhte melen Hârezmşahlar tehlikesinin devam edeceğini anlamış olmalı ki, i l d e n i z ’ e tâbi olmayı yeğledi, i l d e n i z ise bu durumu öğrendiği zaman, Bıstam’dan ayrı larak Rey yoluyla Azerbaycan’a döndü. O, Musul atabeki K u t b e d d i n M e v d u d b i n Z e n g i ’ ye bir elçi göndererek ondan “A r s l a n ş a h adına hutbe okut masını ve sikke bastırmasını, eskiden Selçuklu sultanlarına gönderilen vergi ve armağanların gönderilmesini” rica etti. M e v d u d , bu isteği memnuniyetle ka bul ederek Musul’da A r s l a n ş a h adına hutbe okuttu. Ayrıca Diyarbekir ve Elcezire bölgelerinde muhtemelen Ahlatşahlar ve Inaloğulları gibi Türk beylikleri de A r s l a n ş a h ’ ı sultan olarak tanımış ve kendisine birtakım hediyeler, Arap atları, Rum katırları, Mısır ve Dımaşk üretimi çeşitli elbiseler göndermişlerdi. Böylece M e v d u d ile i l d e n i z arasında kuvvetli bir dostluk oluşmuştu. Fars hâkimi Salgurlulardan atabek Z e n g i de eskiden olduğu gibi vergiyi ödemekte idi. Ote yandan bir süre Irak Selçukluları ile dostane ilişkileri sürdüren Meraga emîri A r s l a n a p a , daha sonra Bağdat’a bir elçi gönderip “ yanında bulunan sultan II. M u h a m m e d ’ in oğlu adına hutbe okutulmasını” istedi (1167/1168); ayrıca “ bu isteği kabul edilirse pek çok para göndereceğini” bildirdi. Halife M ü s t e n c i d de Irak Selçukluları aleyhine olan bu fırsatı kaçırmayarak onun isteğini kabul etti. Bu haber, i l d e n i z ’ e ulaştığı zaman hemen büyük bir ordu hazırla yıp oğlu P e h l i v a n M u h a m m e d kumandasında A r s l a n a p a ’ nin üzerine gönderdi, iki taraf arasındaki savaşı kaybeden A r s l a n a p a , Meraga şehrine kapanmaktan başka çare bulamadı. P e h l i v a n , Meraga’yı kuşatarak A r ş l a n a p a ’ yı baskı altında tuttu. Sonunda A r s l a n a p a , yeniden A r s l a n ş a h ’ ı sultan olarak tanımayı kabul etti, P e h l i v a n da Hemedan’a döndü. Böylece bir çok çevre, ülke ve şehirde sultan A r s l a n ş a h ’ ın üstünlüğü kabul edilmişti. Ta bii bunun sağlanmasında en büyük pay, atabek i l d e n i z ’ in idi. II. Arslanşab’a yardım
A r s l a n ş a h ’ ın sultanlığı sırasında Kirman’da ise amansız bir taht mücade lesi yapılıyordu. Bu mücadeleye katılanlardan melik II. A r s l a n ş a h , atabek K u t b e d d i n M u h a m m e d ve emirlerin çoğu B e h r a m ş a h ile yapılan sa vaşı kaybederek kaçtılar. Melik II. A r s l a n ş a h , daha sonra Irak Selçuklula rından sağladığı yardımla Kirman’a dönerek tekrar tahta geçti (Bk. Kirman Selçukluları). O, başkent Berdesir şehrine ve orada da kaleye girdiği zaman hâzi nede kardeşi B e h r a m ş a h ’ ın götürmekten aciz kaldığı silah, halı, gümüş vb. şeyleri Irak ordusu kumandanı C e m a l e d d i n M u h a m m e d b i n A k k u ş ’ a göndermiş ve kendisinden özür dileyerek, “ Eğer ben, hâzinede cevherler bulsa idim, bunları A r s l a n ş a h ’ dan saklamaz, kendisine ve atabek I l d e n i z ’ e gön derirdim. Çünkü onların her ikisi de benim hakkımda kusur etmediler, bana ih san ve ikramda bulundular. Sen benim özürümü kabul et, sultan ve atabek İ l d e n i z ’ e mazeretimi bildir” demişti. Ayrıca melik A r s l a n ş a h , kendi hâ kimiyetindeki ülkelerden de para toplamış, bunun bir kısmını emîr C e m a l e d -
SELÇUKLU DEVLETLE R İ TARİH İ
281
d i n ’ in beraberinde bulunan askerlere vermiş, geri kalanını da yine sultana göndererek, “ Ben bu memleketlerde sultanın nâibiyim, askerlerin masrafından fazla bir şey artarsa sultana gönderirim, bundan kendim için bir şey saklamam” demişti. Bu söylediklerini ayrıca kendi yazısıyla sultana ve atabek İ l d e n i z ’ e bildirdi. Emîr C e m a l e d d i n , bir süre sonra Irak’a döndü ve Hemedan’da bü yük bir törenle karşılandı, atabek İ l d e n i z ’ i ziyarete gittiği zaman, İ l d e n i z ayağa kalkarak onu kucaklamış ve “ Allah’a şükr olsun ki, senin elinle Kirman’ın fethi ve sahibine teslimi ve bu suretle sultanın amaç ve isteğini yerine getirmek kısmet oldu. Zira bu mülk, babası tarafından kendisine verildikten sonra kardeş leri tarafından gasp edilmişti” demiştir. Böylece bu yardım sonucunda melik A r s l a n ş a h , Irak Selçukluları’na tâbi oldu. Bu olaylar sırasında sultan A r s l a n ş a h ’ ın veziri F a h r e d d i n K â ş î , Hemedan’da öldü, A r s l a n ş a h ise İsfahan’a geldi ve burada C e l â l e d d i n E b u l f a z I D e r g ü z i n î ’ yi ve zir atadı (Temmuz/Ağustos 1170). A relanşatı-İldeniz ilişkileri
Her nekadar sultan A r s l a n ş a h , görünüşte Irak Selçuklu sultanı idiyse de devleti, aslında atabek i l d e n i z yönetiyordu, sultan onun işlerine hiç karışmı yordu. Hattâ İ l d e n i z ’ in ıktaları istediği gibi kullanması, istediği kimselere ver mesi hususundaki baskısı canını sıkıyordu. A r s l a n ş a h , bu konuda söylenmeye başladığı vakit, aynı zamanda atabek i l d e n i z ’ in eşi olan annesi H a t u n , onu sakinleştirmeye çalışıyordu. Sultanın annesi, atabek i l d e n i z ’ in yaptıklarını an latarak bu konuda şunları söyledi. “ Bu adama karşı bir şey söyleme; o, senin için kendi hayatını tehlikeye attı, kaç kez savaşlara girdi. Senin uğrunda varını yoğu nu sarf etti, askerlerini ve adamlarını kaybetti. Nihayet seni sultan yapmayı ba şardı. Selçuklu şehzadelerinden birçok kimse, yaşça senden büyük oldukları halde hapislerde kötü bir ortamda yaşıyorlar. Sen, saltanat tahtında olduğun için onlar harekete muktedir olamıyorlar. Halbuki atabek İ l d e n i z , kendisi ve iki oğlu sa na hizmet ediyorlar, senin düşmanlarınla mücadele ediyorlar, sen ise rahat ve sa kin olarak vakit geçiriyorsun, onun yaptığı işlere karışma, ondan sana bir zarar gelmesinden korkma. O, senin memlükündür” . A r s l a n ş a h , annesinin sözleri üzerine sustu ve sakinleşti. Ancak i l d e n i z , sultanın özel hayatını dahi kontrol ediyordu. A r s l a n ş a h , bir gece, sarhoş olduğu sırada hâzinesinde ne varsa çev resindekilere bağışlamıştı. İ l d e n i z , bunu duyunca verilenlerin hepsini geri al dı ve ona, “ Parayı ihtiyaç dışı şeylere sarf edersen aynı şekilde gereksiz yere para toplamak zorunda kalırsın ve böylece halka zulmetmiş olursun” dedi. S on G ürcü seferi
Gürcüler, Selçuklu kuvvetlerinin daha çok İran’da meşgul olmasından yarar lanarak harekete geçmişler ve tekrar A nı’yı elegeçirmişlerdi. Atabek İ l d e n i z , Gürcülere karşı başarı kazanamayınca yeniden kuvvet toplamaya çalıştı ve çevre deki Islâm ülkelerine bu amaçla haber gönderdi. A r s l a n ş a h ise Hemedan’da
282
ALİ SEVİM -ERDOĞAN M ERÇİL
iken, annesi kendisini bu sefere çağırmak için Azerbaycan’dan Hemedan’a geldi, A r s l a n ş a h , daha sonra Nahçıvan’a gitti. Onun yanısıra sefere katılacak Türk emirleri İ l d e n i z , oğulları P e h l i v a n M u h a m m e d ile K ı z ı l A r s l a n ve Ahlatşahı II. S ö k m e n de Nahçıvan’da toplandılar. Sultan A r s l a n ş a h , bura da hastalandı, üç gün beklendiği halde hastalığı geçmedi. O, ve annesi, Kilya (Kiliya) kalesine oradan da Dovin’e geldi, ancak hastalığı iyileşmemişti, bu bakımdan daha ileriye gidemedi. Neticede atabek İ 1 d e n i z ve öteki Türk emirleri, sefere devam ederek Gürcistan’da Akşehir (Ahalkelek)’e ve Tiryalis ovasına kadar iler lediler. Gürcü kralı, bu müttefik Türk ordusuna karşı çıkmaya cesaret edemeye rek ormanlık bölgeye kaçtı. Türk ordusu bu başarılı seferden sonra Nahçıvan’a döndü (1175). Sultan A r s l a n ş a h ise Nahçıvan’da 50 gün kaldı. Ahlatşahı II. S ö k m e n ve öteki emirlere, hilâtler verdi. A r s l a n ş a h , daha sonra Hemedan’a yöneldi. O, Tebriz’e ulaşınca, Nahçıvan’dan annesinin ölüm haberi geldi, fakat Hemedan’a kadar durum sultana bildirilmedi. A r s l a n ş a h , burada annesinin ölümünü haber aldığı zaman, büyük yas tuttu. Sultanın annesinden bir ay sonra da atabek İ l d e n i z ölmüştü (1175). Atabek İ l d e n i z ’ in ölümü, doğal olarak Irak Selçuklu Devleti için büyük bir kayıptı. O, bu devleti yeniden toparlamış ve kuvvetli bir duruma getirmişti. İ 1d e n i z ’ in ölümünden sonra büyük oğlu M u h a m m e d C i h a n P e h l i v a n , süratle Nahçıvan’a giderek babasının yerine geçti ve kendisini atabek ilan etti. Sultan A r s l a n ş a h ise çevresindeki öteki emirlerin teşvikiyle atabek P e h l i v a n ’ dan kurtulmak istiyordu. Bu emîrler, askerleriyle birlikte onun emrinde toplandılar. A r s l a n ş a h , P e h l i v a n ile mücadele etmek için Azerbaycan’a doğru harekete geçti ise de Zencan ’da hastalandı, bunun üzerine P e h 1i v a n ile barışmayı yeğleyip devlet yönetimini ona bıraktı. Bu arada Huzistan ve Ahvaz hâ kimi Ş u m 1a , atabek İ l d e n i z zamanında ülkesine yakın olması dolayısıyla “ IVihavend’in kendisine verilmesini” istemiş, İ l d e n i z de bu isteği reddetmişti. O, öldüğü zaman C i h a n P e h l i v a n ’ m Nahçivan’a gitmesini fırsat bilen Ş u m 1a , yeğeninin komutasında bir kuvveti Nihavend’e gönderdi. Ş u m 1a ’ nin asker leri, hile ile Nihavend’e girip şehri yağmaladılar. Bu olaydan sonra Ş u m 1 a , bazı Türkmenlere karşı harekete geçti. Bunun üzerine Türkmenler, atabek C i h a n P e h l i v a n ’ dan yardım istediler. C i h a n P e h l i v a n d a Ş u m l a ’ ya karşı bir ordu gönderdi, iki taraf arasında cereyan eden savaşta Ş u m 1 a ’ ya bir ok isabet etti; yaralanan Ş u m 1 a , oğlu ve yeğeni ile birlikte tutsak alındı. Ancak Ş u m l a , iki gün sonra ölmüş ve yerine oğlu Ş e r e f e d d i n E m î r a n geçmişti. Atabek C i h a n P e h l i v a n ’ ın mücadele ettiği devletlerden biri de Ahmedilîler idi. A r s l a n a p a , 1174/1175 yılında ölmüş, yerine oğlu F e l e k ü d d i n ’ in geçmesini vasiyet etmişti. Atabek C i h a n P e h l i v a n , muhtemelen bu deği şiklik sırasında Ahmedilî şehirlerini almak için harekete geçti, sonunda iki taraf arasında bir antlaşma imzalandı. C i h a n P e h l i v a n , bu antlaşmayla kendisi ne verilen Tebriz’i kardeşi K ı z ı l A r s l a n ’ ın yönetimine bırakarak Meraga’dan ayrılmıştır.
SELÇUKLU D E V LETLE R İ TARİH İ
283
Sultan A rslanşah’ ın ölüm ü
Sultan A r s l a n ş a h , devlet yönetimini C i h a n P e h l i v a n ’ a bıraktıktan sonra siyasî faaliyetlerde hiçbir rolü olmadı ve hayatı hastalıklarla geçti. O, haya tının son döneminde Hemedan reisi S e y y i d F a h r e d d i n ’ in kızkardeşi (bir rivayete göre kızı) S i t t i F â t ı m a i l e evlendi. A r s l a n ş a h , bu evlilikten biriki hafta sonra Hemedan ’da öldü (Ocak 1176). Bir söylentiye göre, üvey kardeşi P e h l i v a n , ona zehir içirmiştir. A r s l a n ş a h , babasının Hemedan’da yaptır mış olduğu medresede bulunan türbesinde, onun yanma gömüldü. Sultan A r s l a n ş a h , orta boylu, kırmızı yüzlü ve güzel çehreli, uzun sakal lı, saçları ince ve uzun kaküllü bir hükümdardı. O, utangaç, çabuk memnun olan, soğukkanlı ve affedici bir karaktere sahipti. Gayret ve hamiyet sahibi olup, eğlen ceyi çok severdi. Onun dönemindeki görkemli saltanat, kabul merasimleri, av par tileri, eğlence meclisleri hiçbir devirde görülmemiş ve giymiş olduğu kıymetli giysileri, Selçuklu hükümdarlarından hiç kimse giymemişti.
IX. SULTAN III. TUĞRUL DEVRİ A r s l a n ş a h ’ m ölümünden sonra atabek P e h l i v a n , Irak Selçukluları tah tına oğlu T u ğ r u l ’ u geçirmişti. III. T u ğ r u l tahta geçtiğinde henüz 7 yaşında olduğundan yönetim tamamen atabek P e h l i v a n ’ın elinde idi. Bir kaynağa gö re o, “ Beşikten çıkıp tahta oturmuştu, edep mektebinde arama zahmetini çekme den hükümdarlık atına binmişti” . Çok geçmeden küçük yaştaki T u ğ r u l ’ un sultanlığına aileden bir rakip çıktı. Huzistan’da bulunan A r s l a n ş a h ’ m kar deşi M u h a m m e d , onun ölüm haberini aldığı zaman yeniden tahta sahip ol mak sevdasına düştü. Huzistan hâkimi Ş e r e f e d d i n E rn İ r a n ’ ı da kendisi ile beraber olmaya ve Irak üzerine yürümeye teşvik etti. Emîr Ş e r e f e d d i n , ona İsfahan’a gitmesi tavsiyesinde bulunması üzerine melik M u h a m m e d , İsfahan’a geldi. Orada bulunan bazı emîrler ve Hemedan’dan gelen K a f ş u d H a r a nı î , kendisine katıldılar. Onların birleştiğini öğrenen atabek P e h l i v a n , as kerleriyle süratle İsfahan’a yürüdü. Melik M u h a m m e d , P e h l i v a n ’ ın karşısında tutunamıyarak hezimete uğradı ve Huzistan’a kaçtı. Emîr Ş e r e f e d d i n , korkusundan onu ülkesine sokmadı. Melik M u h a m m e d , son olarak Fars bölgesinde atebek Z e n g i ’ ye sığındı. Ancak bunun peşinden de atabek Z e n g i ’ ye P e h l i v a n ’ ın tehdidi geldi. Atabek P e h l i v a n , melik M u h a m m e d ’ i gön dermediği takdirde Fars bölgesini tahrip ettireceğini bildiriyordu. Nitekim o, kıs men bu tehdidini yerine getirdi, Fars ve civarını geniş ölçüde yağmalattı. Bu yağmadan kütüphaneler ve medreseler dahi kurtulamadı. Atabek Z e n g i , çare siz kalarak onun isteğine boyun eğip, melik M u h a m m e d ’ i yakalayarak P e h 1i v a n ’ a gönderdi. Melik M u h a m m e d , hapsedildiği Sercihân kalesinde öldü. Atabek M u h a m m e d P e h l i v a n ’ ın başardığı işlerden biri de Gürcülerin Azer baycan’a yaptığı saldırıyı önlemesi idi. P e h l i v a n , kuvvetleriyle Gürcü memle ketine girdi, bu orduya kimse karşı koyamadı. Bu bakımdan Gürcüler, kendisine elçi göndererek istediği şartlar çerçevesinde bir barış yaptılar. Atabek, bundan sonra Irak’a dönerek çevrede bulunan hükümdarlara mektuplar gönderdi ve on lardan “ sultan III. T u ğ r u l adına hutbe okutmalarını” istedi. Ona olumlu cevap veren ve III. T u ğ r u l adına hutbe okutanlar arasında, Musul Atabekliği, Salgurlular, Huzistan’da Ş e r e f e d d i n E m i r a n , Bâvendîler ve Güney-doğu Anado-
SELÇUKLU DEVLETLE R İ TARİHİ
28S
lu’da Ahlatşahlar ve Saltuklular bulunmakta idi.
Atabek M u h a m m e d P e h l i v a n ’ ın yaşadığı zaman içinde Hârezmşahlar Devleti ile de dostluk ve iyi ilişkiler devam etmişti. 0, Abbasî halifesi ile de iyi ilişkilerini sürdürüyor ve elçi leri daima Bağdat’a gidip geliyordu. Hattâ halife ona hilâtler göndermişti. Onun sürdürdüğü bu dostluk nedeniyle halife M ü s t a z i (1170-1180), T u ğ r u l ’ un sul tanlığını onaylamış, ünvan ve lakablar ( R ü k n e d d i n Kasim Emîriilmü’minîn) vermişti. Ildenizliler, Salgurlu atabekleri ile daimî bir çekişme halindeydiler. Onlar, belki de Salgurlularm Irak Selçuklu Devleti’ne bağlılıklarının tam olmadığı dü
şüncesiyle bu atabeyliği ezmek için fırsat aramaktaydılar. İ l d e n i z ’ in intikam hırsını oğlu C i h a n P e h l i v a n da sürdürmekteydi. Bu bakımdan Salgurlu atabeki T e k l e ’ nin hâkimiyetinin ilk yıllarında, onun Şiraz ’da bulunmamasından yararlanan atabek C i h a n P e h l i v a n , Fars ’a bir akın yaparak Şiraz’ı yağma ladı ve birçok kimseyi öldürdü (1179/1180). Onun bu akınları daha sonra da de vam etmişti. Bu sıralarda atabek Te k İ e ’ ye karşı amcasının oğlu T u ğ r u l da taht mücadelesine girişti. T u ğ r u l , önce başarısız kaldıysa da daha sonra Irak’a giderek atabek C i h a n P e h l i v a n ’ dan sağladığı orduyla Fars üzerine yürüdü. T u ğ r u 1, bu hareketi iki-üç kez tekrarladı ise de her seferinde mağlup olmaktan kurtulamadı. Bu savaşlar sebebiyle Fars bölgesi tahrip oldu ve halk büyük zarar lara uğradı. H alife Nasır Lidinillah’a bîal
Abbasî halifesi M ü s t a z î B i e m r i l l a h , 1180 yılında öldükten sonra ye
rine, oğlu N â s ı r L i d i n i l l a h geçti. Daha sonra yeni halifeye bîat almak için her tarafa elçiler gönderildi. Şeyhuş-Şuyuh S a d r e d d i n de atabek Pe h li v a n ’ a elçi olarak yollandı. Atabek, önce yeni halifeye bîat etmedi. S a d r e d d i n bunun üzerine ağır sözler söyledi, hattâ askerlerine onun huzurunda: “ O, EmîrülM ü ’minîn’e bîat etmedikçe, siz de ona itaat etmek mecburiyetinde değilsiniz, hat tâ onu emirlikten azletmeniz ve onunla savaşmanız gerekir” dedi. Bunun üzerine P e h l i v a n , bîat etmeye ve halife N â s ı r L i d i n i l l a h adına hutbe okutmaya mecbur kaldı. Salahaddiu Eyyubî iie ilişkiler
Atabek C i h a n P e h l i v a n ve sultan III. T u ğ r u l ’ un saltanatının ilk yıl larında İrak Selçuklu Devleti ile Eyyubîler, Elcezire ve Doğu-Anadolu’da nüfûz mücadelesine giriştiler. S a l a h a d d i n E y y u b î , bu sırada ülkesini genişlet meye başlamıştı ve Musul’u itaat altına almak istiyordu. Bundan endişeye düşen Musul hâkimi Zengilerden î z z e d d i n M e s u t , S a l a h a d d i n ’ e bir elçi he yeti göndererek anlaşma yolları aradı. Ancak elçisi M u h y i d d i n Ş e h r i z u r i ’ nin katı tutumu sebebiyle iki taraf arasında anlaşma yapılamadı. î z z e d d i n M e s u t , bu olaydan sonra atabek P e h 1i v a n ile iyi ilişkiler kurdu. S a l a h a d d i n E y y u b î de Musul’u yeniden kuşattı (Nisan 1185). Öte taraftan Ermenşah-
286
ALİ SEVİM -ERDOĞAN MERÇİL
beyi II. S ö k m e n ’ in ölüm ü (10 Temmuz 1185) üzerine, S a l a h a d d i n E y y u b î kuşatmayı kaldırarak Ahlat’a hareket etti. Ancak bu sırada Ermenşahlar Beyliği’nin en kuvvetli emîri S e y f e d d i n B e k t i m u r , Ah lat’ta duruma hâkim oldu. Aynı zamanda bu devletin topraklarını elegeçirmek isteyen atabek C i h a n P e h l i v a n da Ahlat civarında ordugâh kurdu. Neticede S a l a h a d d i n ile P e h l i v a n bir anlaşma yaparak B e k t i m u r ’ un Ahlat üze rindeki hâkimiyetini kabul ettiler. S a l a h a d d i n E y y u b î , P e h l i v a n ile an laştıktan sonra tekrar Musul’a yürüdü. I z z e d d i n M e s u t , Bağdat’a ve atabek P e h l i v a n ’ a heyetler göndererek yardım istediyse de bunlar eli boş dündüler. I z z e d d i n M e s u t , bu durumda S a l a h a d d i n ile anlaşma yapmak istedi. Neticede uzun görüşmelerden sonra iki taraf arasında bir antlaşma imzalandı. Bu antlaşmayla Musullular, Selçuklular adına hutbe okutmaktan ve para bastır maktan vazgeçerek S a i a h a d d i n E y y u b î adına hutbe okutup para bastıra caklardı. Bu durum karşısında P e h l i v a n , hiçbir şey yapamadı. lar
K ızıl A rslan’ ın atabek liği
,
S a l a h a d d i n E y y u b î , Kazvin ve Bistam bölgelerindeki Batınîleri orta dan kaldırmak için atabek C i h a n P e h l i v a n ’ dan, ülkesinden geçiş izni iste di. O, S a l a h a d d i n E y y u b î ’ nin asıl amacının ülkesini almak olduğunu sanarak savunma hazırlıklarına girişti. Atabek C i h a n P e h l i v a n , bu olaydan büyük üzüntü duyarak hastalanmış ve ölmüştür (Şubat/Mart 1186). Atabek C ih a n P e h l i v a n , adaletli, güzel ahlâklı, yumuşak huylu ve iyi idare kabiliyeti ne sahip bir insandı. Onun zamanında idaresi altındaki şehirler emniyet, halkı da huzur ve güven içinde yaşıyordu. Atabek, sağlığında Hârezmşahlar hükümda rı Te k i ş ile dostluk münasebetleri içinde olmuş, iki taraf arasında dostluk ve samimiyet havasının hâkim bulunduğu mektuplar yazılmıştı. Atabek C i h a n P e h l i v a n ’ ın halifelik hakkındaki düşünceleri, bir tarihçinin nakline göre şöyle idi: “ Halifelerin dünya sultanlarını himayelerinde bulunduran ve işlerin en güzeli, hareketlerin en büyüğü olan hutbe ve imamlık ile meşgul olmaları; hükümdarlığı ve cihan hâkimiyetini sultanlara bırakmaları lâzımdır” . Atabek, işleri, düşüne rek ve itina ile yapardı. Atabek C i h a n P e h l i v a n ’ ın dört oğlu vardı. Bunlardan iki oğlu K u t l u g İ n a n ç ve Ö m e r ’ in anneleri İ n a n ç H a t u n idi. Öteki iki oğlundan E b û B e k r , başka bir Türk kadından, Ö z b e k ise bir cariyeden doğmuştu. Ata bek C i h a n P e h l i v a n ölümünden önce çocuklarına, “ amcaları K ı z ı l A r s l a n O s m a n ’ a itaat etmelerini” vasiyet etmişti. Böylece lldenizlilerin başına K ı z ı l A r s l a n geçti. Öte yandan İrak Selçuklu sultanı III. T u ğ r u l , atabek lerin baskısından bıkmış ve K ı z ı l A r s l a n ’ m atabek olmasını istememişti. An cak çevresindeki emîrlerin çoğunluğunun istekleri sonucunda, K ı z ı l A r s l a n ’ ı Hemedan’a çağırmak zorunda kaldı. K ı z ı l A r s l a n , Azerbaycan’dan hareketle Hemedan’a geldi. Sultan T u ğ r u l , emîr ve askerlerine onun bir günlük yoldan karşılanmasını emretti. Karşılama töreninden sonraki bir olay, bu ortamın değiş-
SELÇUKLU D E V LETLE R İ TARİHİ
287
meşine sebep oldu. K ı z ı l A r s l a n , sultanın elini öptüğü sırada sultanın hacibi K a r a g ö z , atabeki öldürmek istedi. Sultan T u ğ r u l , bir. göz işaretiyle bu suikastı önledi. Atabek K ı z ı l A r s l a n , bu olayı öğrendiği zaman sultan T u ğ r u 1 ’ un kendisi hakkında iyi niyet beslemediğini anladı. O, görünüşte T u ğ r u l ’ a hürmette kusur etmiyor, fakat sultanın hareketlerini de dikkatle takip ediyordu. Nitekim ertesi gün, atabek K ı z ı l A r s l a n , o vakte kadar kimsenin sultana tak dim etmediği türlü türlü hediyeler verdi. Atabek, sultana her gün, bir gün önce takdim ettiği hediyelerden daha iyisini sunuyordu. Bir ay boyunca bu şekilde he diyeler takdim etti. Bu hediyelerin kıymeti 100 bin altın değerinde idi. Atabek, bundan başka 100 bin altın daha verdiği gibi, bütün emirlere de hilâtler ve silah lar hediye etti. Atabek K ı z ı l A r s l a n , böylece bütün emirleri kendi tarafına çekmeyi başardı, i n a n ç H a t u n ise kendi oğullarının gözardı edilmesini ve K ı z i l A r s l a n ’ m E b û B e k r ’ e değer vermesini çekemeyerek atabeke düşman olmuştu, i n a n ç H a t u n , derhal harekete geçerek P e h l i v a n ’ m Hemedan’da bulunan eski memlüklerinden A y a b a ve R u s ’ u yanma çağırdı. Onlara: “ Ben sizi yıllarca besleyecek kadar altına, hâzinelere, mala sahip olduğum halde, cariyeden dünyaya gelmiş bir adamın bu derecede yükselmesine sizin vicdanınız na sıl razı oluyor? Siz benim iki çocuğumu ata bindirerek bana getiriniz. Ben, onları ve sizinle gelecek adamların hepsini besleyebilirim. O kadar para sarfedebilirim ki, sizin mevlânız atabek P e h l i v a n ’ m askerleri de size iltihak eder” dedi, i n a n ç H a t u n , A y a b a ve R u s , beraberindeki askerlerle iîey’de toplandı lar. Atabek K ı z ı l A r s l a n , bu durumu öğrendiği zaman R ey’e yürüdü. An cak ona muhalefet eden emîrler, kaçarak Damgan'a geldiler, i n a n ç H a t u n ve oğulları i?ey’de kaldılar. R ey’e gelen atabek, onlara iyi davrandı. Ancak K ı z ı l A r s l a n ’ m yanında bulunan sultan III. T u ğ r u l , bu kargaşadan yararla narak kaçmış ve Damganda A y a b a ile R u s ’ a sığınmıştı. Bu olaydan sonra sultan III. T u ğ r u l ile atabek K ı z ı l A r s l a n arasında bir hâkimiyet mücadelesi başladı. T u ğ r u l , bu mücadele sırasında, önce Taberistan’a kaçarak Bavendîlerden H ü s a m ü d d e v i e E r d e ş i r ’ e konuk oldu (1187), ancak ondan beklediğini bulamadı. Çünkü Erdeşîr, iki yüzlülüğü elden bı rakmayarak, sultana uygun bir şekilde hizmet etmiyordu. O, sultanın zayıf bir durumda olduğunu atabeye bildiriyor, “ T u ğ r u l ’ u yakalayacağım” diyerek onu aldatmaya çalışıyordu. III. T u ğ r u l , Bâvendilerin yanında istediğini bulamayınca oradan ayrıldı, Damgan ve Girdkuh’daki Batmîlere bir sefer düzenleyerek onları cezalandırdı, daha sonra da R ey’e döndü; burada kendisine, Ebher hâkimi B a h a e d d i n Ş e r e f ü d d e v l e , Zencan hâkimi Kafşudoğulları ve Meraga hâki mi A l a e d d i n K ö r p e A r s l a n katıldılar. Atabek K ı z ı l A r s l a n , onların birleştiğini işittiği zaman bu birleşik güçten korkarak Hemedan’dan ayrıldı. Sul tanın yanında olan emirlerden A y a b a ile R u s , P e h l i v a n ’ m oğlu i n a n ç M a h m u t ’ un da babası gibi, kendisiyle olması için T u ğ r u l ’ dan söz aldılar, i n a n ç M a h m u t , kardeşi Emîr-i Emiran O m e r ile beraber amcaları K ı z ı l O s m a n ’ dan kaçarak bu sırada i?ey’den Hemedan’a gelmiş olan sultanla bir
288
ALİ SEVİM -ERDOĞAN M ERÇİL
leştiler. III. T u ğ r u l , Hemedan’da kendisine hâce A z i z e d d i n ’ i vezir tayin etti (1187). Atabek K ı z ı l A r s l a n ise Azerbaycan’a gitmişti. Sultan, kış mevsi mini (1187/1188) Hemedan’da geçirdi. Ancak çok geçmeden bazı emîrler arasında çekişmeler başladı. Önce A y a b a , R u s ’ u ortadan kaldırmak istedi ve bu niye tini sultana da anlattıktan sonra, R u s ’ u tutuklayarak mallarını yağma ettirdi. Bu yağma sırasında Hemedan’m bir mahallesi de zarar görmüştü. Hemedan hal kı, sultanı çok sevdiklerinden bu olayı hoşgörü ile karşıladılar; hattâ evi yağmala nanlardan biri “ Sultan, itaatsiz ve serseri uşakları yüzünden suçlanamaz. Bunu sultan buyurmuş, yahut sultanın bundan haberi olmuş olsaydı, onun iradesini ca nımdan bile üstün tutardım” dedi. Emîr R u s ise yakalandıktan sonra Alâüddevle kalesinde tutuklu kaldı ve muhtemelen orada öldü. Bu olaylar sırasında atabek P e h l i v a n ’ ın oğlu E b û B e k r , bazı emirlerle İsfahan’da bulunuyordu. Isfahanlılar onlarla kavga ederek şehirden kovdular. Sultan III. T u ğ r u l , Isfahanlılara yardım için bir miktar asker gönderdi ise de şehirden kovulanlar, bu gelen askerlere pusu kurdular ve hiçbirisinin kaçmasına fırsat vermeden öldürdüler. Onlardan sadece Emîr-i Alem I l d e n i z ’ i tutsak almışlardır. Bu durum, sulta nın otoritesi için bir kudretsizfik ve başarısızlık örneği idi. Çevresindeki emîrler bu nedenle yavaş yavaş sultandan ümitlerini kesmeye başladılar. Bunun üzerine atabek K ı z ı l A r s l a n , Abbasî halifesi N a s ı r L i d i n i l l a h ’ a başvurarak on dan yardım istedi. Bu sıralarda Abbasîler, Selçukluların güçsüz durumundan ya rarlanarak bu Türk devletinin ortadan kaldırılması için gayret sarfediyorlardı. K ı z ı l A r s l a n ’ ın bu teklifini memnuniyetle karşılayan halife, ona hilât yolla dığı gibi, bir ordu hazırlayarak Bağdat’tan yola çıkardı. Ancak olaylar, onların düşündükleri gibi gelişmedi, iki taraf arasındaki mücadeleye K ı z ı l A r s l a n vak tinde gelememiş, Hemedan yakınındaki Day-Merg’de yapdan savaşta, Selçuklu kuv vetleri vezir C e l a l e d d i n komutasındaki hilâfet ordusunu mağlup etmişti (6 Mayıs 1188). Bu olaydan sonra atabek K ı z ı l A r s l a n , Hemedan üzerine yürüdüyse de sultanın ordusu karşısında kesin sonuç alamayacağını anlayarak Kirmanşah taraflarına çekildi. Bu savaşın ardından Meraga hâkimi A l â e d d i n K ö r p e A r s l a n , sulta nın yanına gelerek Hemedan’da elini öptü, sultan da ona çok ikramda bulunarak oğlu B e r k y a r u k ’ u kendisine teslim ve atabek tayin etmişti. Day-Merg savaşı nı kazanması nedeniyle sultanın yanma gelenlerden biri de Ş u m 1a ’ nin oğlu G a r s ü d d i n idi. Böylece III. T u ğ r u l ’ un yanında büyük bir ordu toplandı. Atabek K ı z ı l A r s l a n da halifelik ordusunun yenildiğini öğrenince Azerbaycandan ha rekete geçerek Hemedan’a yöneldi, iki taraf arasında bir ay kadar süren küçük savaşlar yapıldı. Kesin bir sonuç almadan K ı z ı l A r s l a n , savaş alanından çe kilerek Huzistan’daki Esedâbad şehrine gitti. Öte yandan III. T u ğ r u l , artık A y a b a ’ nm baskısından sıkılmaya başlamıştı. Sultan, bu tip emîrlerle bir iş ya pamayacağını ve atabek K ı z ı l A r s l a n ’ ı mağlup etmek için başka bir ordu ge rektiğini anladı. Bu bakımdan A y a b a ’ nm öldürülmesi için emir verdi. Çok geçmeden A y a b a ’ nin öldürülmesi, diğer emîrler arasında huzursuzluğa sebep
SELÇUKLU D E V LETLE R İ TARİH İ
289
oldu. K u t l u g i n a n ç , Hemedan’dan ayrılarak annesinin yanma Rey’e gitti. Ata bek A l â e d d i n K ö r p e A r s l a n da Meraga’ya dönmüştü. Bu durumda sul tan Tu ğ r u 1 da Azerbaycan’a gitmek zorunda kaldı. Bu arada Abbasî halifesi ise K ı z ı l A r s l a n ’ ı sultan T u ğ r u 1ile savaşması için teşvik ediyordu. K ı z ı l A r s l a n , bu teşvik sonucunda T u ğ r u 1 ile savaşmak için ikinci kez Hemedan’a doğ ru ilerledi; halife de Bağdat’ta yeni bir ordu hazırlayarak gönderdi. Bağdat askeri ise Hemedana giderek bir süre orada kaldı; atabek K ı z ı l A r s l a n da oraya geldi. Burada K ı z ı l A r s l a n ’ a, halife N a s ı r L i d i n i l l a h ’ ın kendisine olan te veccüh ve iltifatı iletildikten sonra kendisine Melikü Nâsiri Emîrül-mü’minîn ünvanı verildi. Halifenin buna karşılık ondan isteği sultan T u ğ r u l ’ un peşinin bırakılmamasıydı.
Sultan T u ğ ru l-em îrler anlaşm azlığı
Sultan, 1188/1189 kışını Hemedan da geçirdi. 0, inancı ve bilginleri sevmesi dolayısıyla, ünlü şahsiyetlerden Z a h i r e d d i n B e l h î ile sık sık görüşmekte ve fikir alışverişinde bulunmakta idi. Bu sırada sivil devlet ilerigelenleri Rey şeh rinde bulunan K u t l u g İ n a n ç ’ a kısa mektuplar göndererek, “ Sultan, gecele ri Z a h i r e d d i n B e l h î ’ nin evine gidiyor ve onunda meşverette bulunuyor. Bizim ona hiç güvenimiz kalmamıştır. Şehrin reisi A l â ü d d e v l e ile anlaşarak ve onun yardımıyla, sultanı yakalamak için bize söz vermelisin” demişlerdir. On lar, bu mektupları bir değneğin içine koyuyorlar ve bir serhengin (çavuş) eline vererek R ey’e yolluyorlardı. Nihayet bu serheng, sultanın adamları tarafından ele geçirilerek durum, III. T u ğ r u l ’ a bildirildi. Sultan, o gün hiçbir girişimde bu lunmadı; ertesi sabah, bütün devlet büyükleri, âdet olduğu üzere, sultanın yanı na geldiler, görevliler de divana oturdular. Sultan, önce S e y y i d F a h r e d d i n A l â ü d d e v l e ile görüştü, sonra başta vezir olmak üzere, görevlileri birer bi rer yanına çağırdı. T u ğ r u l , onların K u t l u g i n a n ç ’ a gönderdiği mektupla rı önlerine attı. Onlar, derhal aman diledilerse de sultan hepsinin yakalanmasını emretti, ayrıca malları da müsadere edilerek sultanın sarayına getirildi. III. T u ğ r u l , kendisine ihanet edenleri derhal Alâüddevle kalesine hapsetti. Onlar, can ları için aman dileyerek mal ve para vermeyi taahhüt ediyorlardı. Bir aya yakın zaman bu şekilde geçti; III. T u ğ r u l bir gün kalede dolaşıyor ve onları sıkıştırı yordu. Bu sırada tutuklu bulunanlardan T a ş t d â r K u t l u k , manasız sözler söylemeğe başladı ve sultanın yüzüne karşı, “ Bütün bu başları kopar ve falan ye re koy, çünkü ben, senin başını, babanın başı gibi, falan yere koyacaktım, fakat devlet sana yâr oldu” dedi ve babası A r s l a n ş a h ’ ı zehirlediğini açıkladı. Bu nun üzerine III. T u ğ r u l , sonderecede kızdı ve “ vezir dahil tutukluların hepsi nin derhal öldürülmesini” emretti. Bu sırada K u t l u g i n a n ç , ordusuyla R ey’den İsfahan’a geldi ve sultan adına burada şıhne olarak emîr 0 z d e m i r bu lunuyordu, iki taraf bir süre savaştılar. Ö z d e m i r ’ in oğlu, sultana yardım iste yen mektuplar yazdı ise de sultan, kış nedeniyle istenilen yardımı gönderemiyordu. Nihayet Nisan/Mayıs 1189’da K u t l u g i n a n ç , İsfahan’a hâkim olarak şıhne Ö z -
290
ALİ SEVİM -ERDOĞAN MERÇİL
d e m i r ’ i öldürttü. Bahar gelince sultan, İsfahan’a, yürüdü, K u t l u g İ n a n ç ise III. T u ğ r u l ’ a karşı koyamayacağını anlayarak İsfahan’dan ayrıldı ve amcası K ı z ı l A r s l a n ’ ın yanına gitti. Sultan T u ğ r u l , yakın adamlarından bir gu rubun gizlice düşmanları ile yazıştıklarını haber almış, bu bakımdan İsfahan’a gitmekten vazgeçerek Burucird yolunda ilerlemişti, atabek K ı z ı l A r s l a n da büyük bir orduyla onu izliyordu. III. T u ğ r u l , kendi ordusundaki durumu bil diği için K ı z ı l A r s l a n i l e bir savaşa cesaret edemedi, ağırlıklarını, elbise ve hâzinesini geride bırakmak zorunda kaldı. Onun adamlarından bir kısmı atabekin yanına kaçtılar. Sultan ise yakın adamlarından bir gurupla Azerbaycan’a yö nelerek Şehrizur valisi olan I z z e d d i n H a ş a n ’ m yanına gitti. O, burada H a s a n ile dostluk kurarak onun kızkardeşiyle evlendi. Emîr H a ş a n , onun için bir ordu hazırladı, kendileriyle beraber bu orduda 50 bin Türkmen vardı. Sul tan, durumunu kuvvetlendirmesine rağmen yine de çevre hükümdarlardan yar dım istemekten vazgeçmiyordu. Onun bu konuda başvuruda bulunduğu hükümdarlardan birisi d e S a l a h a d d i n E y y u b î idi. S a l a h a d d i n E y y u b î ise Islâm birliğini sağlamak açısından bu tür anlaşmazlıkları hoş karşılamı yordu. Nitekim o, sultan T u ğ r'u 1 ve atabek K ı z ı l A r s l a n ’ ın arasını bulmak için Şam’dan elçiler gönderdi. Sultan T u ğ r u l , S a l a h a d d i n ’ in bu önerisini kabul etti, iki taraf arasında barış yapılacağı sırada bazı kimseler bunu engelle diler. Sultanın yardım için başvurduğu başka bir hükümdar ise Harezmşah Te k i ş olmuş, fakat bu başvurudan olumlu bir sonuç elde edememişti. III. T u ğ r u l , daha sonra beraberindeki Türkmenlerle Uşnu, Urmiye, Hoy ve Selmas kentlerine saldırıya geçerek buraları yağmaladı. Öte yandan atabek K ı z ı l A r s l a n , ye ğeni K u t l u g i n a n ç ile Hemedan’da bir anlaşma yaptı. K u t l u g İ n a n ç ’ m annesi i n a n ç H a t u n da oraya geldi. Atabek K ı z ı l A r s l a n da bu hatunla evlendi. O, bu evlilik ile Irak emirlerini kendi tarafına çekmeyi ümid ediyordu. Atabek, böylece işleri düzene koyarak T u ğ r u l ’ a karşı savaş ilân etti ve önce Hemedan’a hâkim oldu. Bir süre sonra III. T u ğ r u l ’ un 10 bin Türkmenle Azer baycan’a geldiğini ve etrafı yakıp yıktığını öğrenerek oraya yöneldi. Ancak ata bek, III. T u ğ r u l ile bir savaşı göze alamayarak onu mağlup edebilmek için bir hile düzenledi: iki taraf arasında elçiler gidip geldikten sonra atabekin Irak’tan vazgeçmesi şartıyla bir anlaşmaya varıldı ve bu konuda karşılıklı antlar içildi. Sultan anlaşmanın sağladığı güvenle Türkmen askerlerin ülkelerine dönmelerine izin verdi. Atabek zaten bunu bekliyordu; ansızın III. T u ğ r u l ’ a saldırarak onu hezimete uğrattı. Sultan bu durumda emîr H a s a n ’ m kalesi Kühran’a gitti. O, artık K ı z ı l A r s l a n ile başa çıkamayacağını anlamış olmalı ki, halife N â s ı r L i d i n i l 1a h ’ a başvurmaktan başka çare göremedi. O, halifeye yazdığı mektupta, “ vezir C e l â l e d d i n i l e savaşmakla büyük hata ettiğini, zor durumda olduğunu” bil direrek özür dilemiş, ayrıca “ şayet halife aman verirse hizmetine gelmeye hazır olduğunu ve bir yerde görev layık görülürse tayin edilmesini” rica etmiştir. Sul tan, ayrıca itaatten ayrılmayacağını göstermek için küçük yaştaki oğlu A l p A r s lan’ı rehin olarak Bağdat’a gönderdi. Halifelik görevlileri, A l p A r s l a n ’ ı kar şıladılar, elinde kılıç ve arkasında elbise yerine giydiği kefen olduğu halde, Bağ
SELÇUKLU DEVLETLE R İ TARİHİ
291
dat’a getirdiler (14 Şubat 1190). Onun Bağdat’ta rehin olarak kalabilmesi için bir
ikametgâh ayırıldı; halife ise sultan III. T u ğ r u l ’ a “ sorunu çözümlenene kadar yerinde kalmasını’ ’ bildirdi; başka bir deyişle o, sultana fazla bir ümit vermemiş ti. Ancak Selçuklu Devleti, bu sırada nereden nereye gelmişti? Abbasî halifesi T u ğ r u l B e y ’ i kendisini kurtarması için Bağdat’a davet etmiş, T u ğ r u l B e y , bu şehre geldiğinde ayrıca onun tahsisatını artırarak halifenin rahat ve güven içinde yaşamasını temin etmişti. Buna karşılık III. T u ğ r u l , şimdi halifeden yardım ve bir göreve tayin edilmesi için ricada bulunuyor ve bu konuda güven vermek bakımından oğlunu rehine gönderiyordu. Bu olay, Selçuklu Devleti’nin çöküşü nü gösteren en belirli örneklerden birisi idi. Sultan T u ğ r u l , daha sonra emîr H a s a n ile Azerbaycan’a girdi; Atabek de bu bölgeye yürüdü v e H a s a n ’ ın ordusunu mağlup ederek askerini dağıttı. Sul tan III. T u ğ r u l , artık kendi devletinden ve yandaşlarından ümidini keserek He medan’a geldi ve dokunulmazlık sağlamak açısından bu şehirdeki atalarının türbesine oturdu. Bundan sonra Irak emirleri, K ı z ı l A r s l a n ’ m önerisiyle sul tandan sonra Hemedan’a geldiler ve onu aldatıp bir antlaşma yaptılar. III. T u ğ r u l , türbeden dışarı çıktı, onlar da gelip sultanın çetrinin çevresinde bir halka oluşturdular ve “ atabek, Dizmâr’a gitmen gerektiğini söyledi” dediler. Hattâ emîr F a h r e d d î n K u t l u g K a r a k ı z î , sultanun çetrine bir kılıç vurdu, böylece sultan tutsak alınarak oğlu M e l i k ş a h ile Dizmâr kalesinde hapsedildi (Kasım 1190). Ancak onun Aras nehri kenarında Kühran veya Tebriz’e yakın bir kaleye hapsedildiği de rivayet edilmiştir. III. T u ğ r u l ’ un da tutuklanmasıyla, K ı z ı l A r s l a n önce S e n c e r b i n S ü l e y m a n ’ ı Irak Selçukluları tahtına oturttu, sonra Bağdat’tan al dığı “ Tahta oturman lâzım” şeklindeki tavsiye ve destekle S e n c e r ’ i de hapsetti. Böylece K ı z ı l A r s l a n , Hemedan’da Selçuklu tahtına oturdu ve günde beş nevbet çaldırdı. Fakat onun bu hükümdarlığı uzun sürmedi. Çünkü atabek K ı z ı l A r s l a n , İ n a n ç H a t u n ’ a gerektiği kadar iltifat ve sevgi göstermiyordu, bu bakımdan İ n a n ç H a t u n , ondan nefret ediyordu, ayrıca Irak emirleri de ıktalarını kaybetmek korkusu içindeydiler. Sonunda muhalifler birleştiler ve He medan’da bir gece sarhoş durumda çadırında uyuyan K ı z ı l A r s l a n ’ ı hançer leyerek öldürdüler (Ağustos/Eylül 1191). Ancak onu kimin öldürdüğü bilinmiyor. K ı z ı l A r s l a n ’ ın ölümünden sonra oğlu olmadığı için Azerbaycan Atabey liğ ı ’nin başına K u t l u g i n a n ç geçti. O, devraldığı mirası ayrı anneden olan E b û B e k r ’ e karşı savunmak zorunda kaldı. K ı z ı l A r s l a n öldürüldüğü za man K u t l u g İ n a n ç , kardeşi Emîr-i Emîran Ö m e r ve anneleri, Rey şehrine yerleşip buraya hâkim olurken, E b û B e k r ise Azerbaycan’ı elde etmişti. III. T u ğ ru l'u n ölüm ü
Atabek K ı z ı l A r s l a n öldürüldükten sonra III. T u ğ r u l , Emîri sipehsâlar H ü s a m e d d i n D i z m a r î ile Türkmen beyi M a h m u t b i n A n a s ı o ğ 1u tarafından tutuklu bulunduğu kaleden çıkarıldı. Sultan, bunun karşılığında
292
ALİ SEVİM -ERDOĞAN M ERÇİL
M a h m u t ’ u Emîri Bar, H ü s a m e d d i n ’ iise Emîri Hâcibliğe atamıştır. Sul tanın karşısına ilk olarak E b û B e k r çıktı ise de mağlup olmaktan kurtulama dı. Bu galibiyet T u ğ r u l ’ un yanında başka emirlerin toplanmasına neden oldu. Sultan, Zencan şehrine ulaştığında buranın hâkimi Türkmenlerden Kafşudoğulları da ona katıldılar. T u ğ r u l , devlet başkenti Hemedan’a doğru ilerlerken, ata bek K u t l u g i n a n ç , kardeşi Emîr-i Emîran O m e r , anneleri ve Irak askerleri de R ey’den çıkarak onu izlemeye başladılar. Her iki taraf arasında Kazvin şehri dışında savaş yapıldı. III. T u ğ r u 1 ’ un 3 bin kişilik kuvvetine karşılık, atabek I n a n ç ’ ın 15 bin askeri vardı. Bu savaşı, askerlerini başarıyla yöneten sultan T u ğ r u l kazanmış ve eline sayısız ganimet geçmişti (28 Haziran 1192). III. T u ğ r u l , daha sonra Hemedan’a giderek Irak Selçukluları tahtına oturdu, böylece ülkede tekrar onun hâkimiyet devri başladı. Irak emirleri, başarısızlığa uğramış, dolayısıyla hükümranlıkları sona ermişti. Bunlardan sultanın çetri üzerine kılıç indirmiş olan F a h r e d d i n K u t l u g K a r a k ı z î ele geçirilerek T u ğ r u l ’ un emriyle öldürüldü. Öldürülenlerden biri de sultanın öç almak istediği Emîri Bâr Ş e r e f e d d i n A l p E r g u n ’ un oğlu idi. Ayrıca bunların ve başka emirlerin mallarına elkonularak sultanın hâzinesine nakledildi. Selçuklu Devleti vezirliği ne ise Hâce M u i n e d d i n K â ş î atanmıştır. Bu sırada III. T u ğ r u l ’ un karşı sına Ildenizlilerden daha büyük bir tehlike olarak Hârezmşahlar çıkmıştı. K u t l u g i n a n ç , sultan T u ğ r u l karşısında uğradığı yenilgiden sonra annesiyle birlikte Rey şehrine çekildi ve Hârezmşah Te k i ş ’ e haber göndererek yardım istedi. Te k i ş , bu fırsatı değerlendirerek Irak’ı elegeçirmek için Hârezm’den harekete geç t i . K u t l u g i n a n ç ile annesi bu çok kuvvetli hükümdardan yardım istemekten ve onun kendilerine zarar vermesinden korkarak pişman olmuşlardı. Nitekim onlar, Hârezmşah kuvvetlerinden çekinerek Sercihan kalesine çekildiler. Te k i ş , Rey şehrini ve civarındaki müstahkem Taberek kalesini iki günde elegeçirdi. Bu du rumda T u ğ r u l , T e k i ş i l e bir anlaşma yapmak zorunda kaldı. Ayrıca Te k i ş ’in kardeşi S u l t a n ş a h ’ ın başkent Gürgenç’i kuşattığı haberi de bu barışın yapıl masında önemli bir rol oynamıştı. Bu barışa göre, Rey Te k i ş ’ in yönetiminde kalıyordu. O, R ey’e bir miktar kuvvet bıraktıktan sonra ülkesine döndü. Atabek P e h l i v a n ’ ın hâzinelerinin büyük bir kısmı Sercihan kalesindeydi. Sultan T u ğ r u l , K u t l u g i n a n ç ’ ın annesi i n a n ç H a t u n ’ a gönderdi ği mektuba cevap olarak İ n a n ç H a t u n , “ Ben, ötedenberi sana mailim, uzaktan ve yakından sana düşmanlık edenlere ben de düşmanım. Şimdi A l l a h , sana ba banın ve atanın mülk ve saltanatını ihsan etti. Ben de senin cariyelerindenim, birçok hazine ve mala sahibim. Sen, beni eş olarak kabul edersen, ben de Hemedan’a gider, elimde bulunan hazine ve malları birer birer sana teslim ederim” demiştir. Böylece çok geçmeden sultan T u ğ r u l ile İ n a n ç H a t u n evlendiler (Eylül/Ekim 1192). H a t u n , yanında pek çok mal ve eşya getirmişti. Ancak bir süre sonra İ n a n ç H a t u n öldü. Bir rivayete göre, sultana bu H a t u n ’ un, K ı z ı l A r ş l a n ’ a yaptığı ihaneti kendisine de yapacağı telkin edildi, T u ğ r u 1 da onun yay kirişiyle boğdurulmasını emretmişti. K u t l u g i n a n ç ise T u ğ r u l ’ a tâbi ol
293
SELÇUKLU D E V LETLE R İ TARİHİ
mak için onun yanma gitmek niyetinde idi. O, annesinin ölüm haberini duyduğu zaman, İ n a n ç
H a t u n ’ u sultanın öldürdüğü hissine kapıldı ve aynı akıbete uğ
ramamak için Azerbaycan'a gitmeyi yeğledi. Öte yandan sultan T u ğ r u l , Cibâl ve Azerbaycan’a giden yollara hâkim bir durumda bulunan Rey şehrinin Hârezm -
lilerin elinde olmasını hoş karşılamıyordu. Nitekim çok geçmeden o, Aralık 1193’de harekete geçerek R ey’e geldi, önce burayı aldı, sonra da Taberek kalesini kuşata rak içindeki Hârezmli askerlere aman verdi. Hârezmliler , kendilerine verilen bu güvenceyle şehirden çıktılar. Fakat sultan T u ğ r u l , sözünde durmayıp, onları tutsak aldı ve bir kısmını da öldürttü. Bu olaydan sonra K u t l u g
İnanç,
Hâ
rezmşah’a haber göndererek yardım istedi ve aldığı 7 bin kişilik bir kuvvetle T u ğ r u l ’ a karşı harekete geçti. Sultan III. T u ğ r u l , onun aldığı bu yardımcı kuvvete rağmeıı Rey önlerinde yapılan savaşta K u t l u g
I n a n ç ’ ı mağlup etti (30 Aralık
1193). Sultan bu savaştan sonra ihanetinden şüphelendiği veziri hâce M u i n ü d d i n K â § î ’ yi görevinden azlederek yerine F a h r e d d i n b i n S a f i y e d d î n ’ i atadı. K u 1 1 u g i n a n ç ve Hârezmlilerden oluşan ordunun yenilgisi üzerine sul tan T e k i ş , derhal harekete geçti. Ayrıca o, başta K u t l u g i n a n ç olmak üze re, Irak emirlerinden de davet mektupları almıştı. Abbasî halifesi N â s ı r da
Selçuklulara, karşı T e k i ş ’ i savaşa teşvik etmekte idi. Sultan T e k i ş , 1194 ba harında Simnan’a yaklaştığı zaman K u t l u g i n a n ç ve öteki emîrler kendisini karşıladılar. T e k i ş , K u t l u g İ n a n ç ’ ı kuvvetli bir öncü birliğiyle R ey’e gön derdi. Sultan T u ğ r u l , yanındaki emirlerin ısrarlarına rağmen çekilmeyi red detti. iki taraf arasında yapılan barış görüşmeleri ise sonuçsuz kaldı. Sultan T u ğ r u l , Rey dışında beraberinde az bir kuvvet bulunduğu halde Hârezmşah kuvvetlerine karşı savaştı. Bu savaş sırasında sultan T u ğ r u l , bir ara yere düş tü, K u t l u g İ n a n ç
derhal onun yanma geldi. T u ğ r u l , onu görünce, “ M a h -
m u t , beni kaldır götür. Bu ikimiz için daha iyi olur” dedi. Âııcak K u t l u g i n a n ç , onun bu ricasını kabul etmediği gibi atından inerek sultanın başını kes ti ve Hârezmşah T e k i ş ' e götürdü (24 Mart 1194). Hârezmşah, bunu hoş karşıla madı ve K u t l u g i n a n ç ’ a, “ Eğer canlı olarak getirseydiniz benim daha çok hoşuma giderdi” dedi. Sultan III. T u ğ r u l ’ un kesik başı, B ağdat’a gönderildi, cesedi ise I. T u ğ r u l ’ un R ey’deki mezarına gömüldü. Sultan III. T ıı ğ r u 1, sonderecede güzel yüzlü idi. Uzun saçlarını üçe böle rek arkasına atardı; sakalı çoktu ve bıyığı uzımdu. O, uzun boylu, geniş göğüslü ve yüksek omuzlu idi. T u ğ r u l " ' un çok kuvvetli olduğu, kullandığı silahlardan anlaşılıyor. Nitekim onun topuzunu kimse kaldıramaz, yayını kimse çekemezdi. Gürzünün ağırlığı 30 batman idi ve 7 batmaniık kılıç kullanırdı. Rivayete göre, bir vuruşta atlı ile atını bir arada ezerdi. O, savaşçılığının yanısıra eğlence mec lislerinde fazılları nükteleriyle susturur, şairlerin sözlerine söz eklerdi. Yazdığı şiirleri, halk arasında okunmakta idi. Bu şair hükümdar kendisinin yazdığı şu şiiri, sık sık okurmuş:
Ben gölgede yetişmiş dalın meyvası değilim, cihan güneşinin gözünde bir toz da değilim.
294
ALİ SEVİM -ERDOĞAN MERÇİL
Benimle boy ölçüşecek ayarda olmayan düşmanlarımın başına, kadınların peçesini geçirmezsem erkek değilim.
Sultan III. T u ğ r u l aynı zamanda iyi bir hattattı. Kendi elyazısıyla yazdığı bir küçük Kur’an’ı hediye olarak Mâzendaran melikine göndermişti. III. T u ğ r u l , şair ve ilim adamlarını himaye etmiş, Hârezmli bir şâire şiiri için 100 altın maaş bağışlamıştı. Böylece Selçuklu Devleti, kaynaklarında ifade ettiği gibi, “ bir T u ğ r u l ile başlayıp, bir T u ğ r u l ile sona ermiş oldu.” Irak Selçukluları’nııı çöküşünde en büyük etkenlerden biri, hemen hemen devlete tam anlamıyla hâkim ve yetenekli hükümdarların başa geçmemesi idi. Bu bakımdan devleti, hükümdarların arkasında ikinci planda görünen, ancak haki katte birinci adam olan atabekler yönetmişlerdi. Tabii atabekliği elegeçirmek için Türk emirlerin mücadelesi de bu çöküşte önemli bir rol oynamıştı. Nitekim Irak Selçuklularının son yılları Azerbaycan Atabeklerinin yönetiminde devam etmiş ti. Irak Selçukluları ’nm çöküşünde rol oynayan etkenlerden biri de Abbasîler idi. Halifeler, siyasî otoriteye kavuşmak açısından kendilerine en büyük rakip olarak Selçukluları görmüşler ve bu Türk devletini yok edebilmek için ellerinden geleni yapmışlardı. Ote yandan Ilârezmşahlar, önce Büyük Selçuklu Devleti ’nin varisi olarak ortaya çıktılar, sonra da batıya yönelerek Irak Selçukluları’na son darbeyi vurdular. Bütün bunlara rağmen devrin tarihçilerinden biri, Selçuklular hakkında şunları yazmıştır: “ Selçukoğulları, padişah ve cihandarlarmın temiz inançları ve iyi niyetlerinin uğurları ve o devletin sultanlarının hareket tarzı, âlem meclisleri nin süsü, Ademoğullarınm güzellik ve iftiharı olmuştur ve bunun güzellikleri Utarit (Merküry in kalemi ile güneşin yüzüne yazılmıştır. Yaradana şükür ve minnet ol sun ki, bu büyük hanedanın eser ve alâmetleri, T a n r ı ’ nın yardımını kazanmış ve ebedi olarak kalmıştır” .
SELÇUKLU D E V L E T L E R İ TARİH İ
C (O
295
0> u c o>
e
V3
3
C/5
(S
in
>bO ‘d
S >-> o
xı
CQ
Jî t»
0« £ *©
■o a E
es J3
a(O
3 s
J3 9
Jc3d
S
cn eO
t*
•*t
ON
Tj*— ro S 12
J3
£ a
S (Q ^ t-H * £
Co
u>- ı-t
)b0 £
•o
3 ı-H
sS o ~ 3 cn e s■ _E I S s a
•Ç m
5L ^
■o 3
u
J3
E
C G
S -O O
6 cE n ,c 3 5
/— s ^ »£» 3. C*> 3
& <
KİRMAN SELÇUKLU DEVLETİ
L
DEVLETİN KURULUŞU Selçuklular, devletlerinin kuruluşunda en büyük etken olan Dandanakan sa vaşını kazandıktan hemen sonra, Merv şehrinde büyük bir kurultay toplamışlar ve elegeçirdikleri toprakları hanedan mensupları arasında bölüştürmüşlerdi. Bu bölüşme sırasında Tabes vilâyeti ile Kirman bölgesi K a v u r t ’ a verilmişti. K a v u r t , Ç a ğ r ı B e y D a v u t (990-1060)’un oğullarının en büyüğü idi. Onun do ğum tarihi ve çocukluğu hakkında kaynaklarda yeterli bilgi yoktur. K a v u r t kelimesi, Türkçe olup kurt anlamındadır. K a v u r t ’ a, isminden başka, K a r a A r s l a n ve A h m e t denildiği de bilinmektedir. Onun basılmış olan bütün sik kelerinde ismi, el-Melik el-Adil Kara Arslan şeklinde geçmektedir. Gaznelilerin Dandanakan’da yenilmesinden sonra Selçuklu akıncıları, güne
ye doğru inmeye başladılar. Bu sırada Kirman, Büveyhîlerden I m a d e d d i n E b û K â l i c a r M e r z u b a n (1024-1048)’ m yönetiminde idi. T u ğ r u l B e y , Rey şehrine girdikten sonra (1043), askerlerinden bir kısmını muhtemelen Kir man’a gönderdi. Bu Selçuklu askerleri, Kirman’a gelerek burasını önce yağmala mışlar ve sonra da bazı bölgelere sahip olmuşlardır. Bu durumu öğrenen Büveyhî emîri I m a d e d d i n , kalabalık bir orduyu Cîruft kalesi yakınlarında bulunan Oğuzlar üzerine gönderdi, iki taraf arasında yapılan şiddetli savaşı, Büveyhîler kazandılar ve Kirman’da bozulan düzeni yeniden sağladılar. Böylece Kirman böl gesi, birkaç yıl daha Büveyhîlerin elinde kaldı. Ancak kısa süre sonra melik K a v u r t , maiyetindeki 5-6 bin atlı ile kendisine ayrılmış olan Kirman bölgesine girdi. Büveyhî emîrinin Kirmandaki nâibi kumandan B e h r a m , Türkler in geldiğini haber alınca, karşı koyamıyacağmı anladı ve Berdesîr’e çekilerek savunmaya baş ladı. Türk askerlerinin okları karşısında güç durumda kalan B e h r a m , Şiraz’da bulunan E b û K â l i c a r ’ dan yardım istedi; ancak yardım gelmeden K a v u r t ile anlaşmak zorunda kaldı. B e h r a m , aman dileyerek şehri teslim etmeye ve kızını da K a v u r t ’ a vermeye razı oldu. Bu sırada onun yardım isteğini alan E b û K â l i c a r , topladığı bir ordu ile Şiraz’a hareket etmiş, ancak Hennab ka sabasına vardığı zaman ölmüştür. Onun ölümü hakkında kaynaklarda değişik ri vayetler mevcuttur. Bir rivayete göre B e h r a m , Türkleri sevmiş ve adamlarından birini göndererek E b û K â l i c a r ’ m cariyesini hediyeler vererek aldatmıştır. Bu cariye, zehir vererek E b û K â l i c a r ’ ı öldürmüştür. Onun ölümünden son
ALİ SEVİM-ERDOĞAN MERCİİ
ra beraberinde getirdiği ordu, Türk saldırısı ve melik K a v u r t * un büyüklüğü karşısında mücadeleyi göze alamayarak tekrar Fars a döndü. Böylece 1048 yılın da Kuzey-Kirman, Selçuklular eline geçmiş oluyordu. K a v u r t , Berdesîr’de hü kümdarlık tahtına oturduğu zaman bölgenin haikı iie tanışmak ve görüşmek istedi. O devirde şehrin kadısı olaıı E b û M u h a m m e d
Fe z a r î ' ye vezirlik görevi
ni, Kirman kadılarının ceddi sayılan D e b î r E b u l - H a s a n ’ a d a kadılık ma kamım verdi. Her vilâyetin kadı, şıhoe ve âmillerine (vergi memurları) doğruluktan ayrılmamalarını emretti. K a v u r t , Kirman’ın kuzey bölgesini ele geçirdikten sonra, çok sayıda Türk
men gurubu Kirman’a geldi. Ancak onun hâkim olduğu yüksek Serdsîr bölgesi burada yaşayan halkı besleyecek güçte değildi. Kirm anı esas besleyen Germsir bölgesi idi. Bu bölge Bem, Cîruft, Minâb, Habis (Şehdâd) ve Belûcistan şehirle rinden meydana geliyordu. Kirman için önemli olan bu bölge, Kufs denilen dağlı kavinin elinde idi. Bu kavim, uzun zamandan beri Büveyhîlerin aczinden istifade ederek başkaldırınış ve Cîruft’tan deniz kenarına kadar uzanan bütün Germsir bölgesine hâkim olmuşlardı. Onlar, Fars sınırına ve Horasan taraflarına giderek yol kesiyorlar ve elde ettikleri mallarla ülkelerine geri dönüyorlardı. Sayılarının çokluğu ve arazinin dağlık oluşu, onlarla mücadeleyi zorlaştırıyordu. Melik K a v u r t , onların bu durumunu duyunca, bu kavmin kötülüklerini zorla ve açıkça ortadan kaldıramıyacağını anlamış ve bu iş için bir hile düşünmüştür. Zengin he diyeler ve değerli hilatlerle birlikte bir menşûru, Kufs reisine göndererek “ bu bölgenin naipliğini kendisine bağışladığını” bildirdi. Böylece arada sahte bir dost luk kurulmuş oldu. K a v u r t , bundan sonra da, kendisinin yakınlarından biri olan H â c e ile anlaşarak onu sahte bir cezalandırma sonucu Kufs reisinin yanına gönderdi. H â c e ,
K a v u r t ’ u Kufs reisine şikâyet ederek bağışlanması için ara
cı olmasını istedi. H â c e , birkaç ay Kufs reisinin yanında kaldı. Kufs reisi, mut lak bir şekilde ona itimat ediyor, gizli ve açık bütün işlerinde ona danışıyordu. K a v u r t ’ un düşündüğü plan mükemmel bir şekilde yürümüştü. H â c e , Kufs kav minin zayıf bir anını bekliyordu. Nihayet Kufs reisleri ve tanınmış şahsiyetle ri, bir düğün sebebiyle bir köyde toplanmaya karar verdiler. H â c e , bu günü me lik K a v u r t ’ a haber verince Selçuklu ordusu hemen yola çıktı. K a v u r t , iki güıı, iki gece süren bir yürüyüşten sonra Cîruft’a ulaştı. Oradan Küh Kufcan’a vardılar. Bu sırada bütün Kufs kavminin büyükleri ve küçükleri orada toplanmış, içki içmek ve eğlence ile meşguldüler. Melik K a v u r t , sabahleyin onlara anî bir baskın yaptı. Bu baskından sağ çıkan olmadı. Melik K a v u r t ve beraberindeki ler, Kufs kavminin süs eşyaları, giyecek, binek ve sürülerinden ne buldularsa ga nimet olarak aldılar. Böylece melik K a v u r t , Kirman’a tamamiyle hâkim oldu 00 50/1 05 1). Devletin g e le m e d ön em i
Melik K a v u r t , Kirman’a hâkim olduğu zaman, Arabistan yarımadasının do ğu ucundaki Umman, (Oman) Büveyhîlerin yönetimi altında idi. Âııcak Haricî
SELÇUKLU D E V LETLE R İ TARİHİ
301
ler, bir isyan sonucunda buranın hâkimi E b û M u z a f f e r ’ i yenerek Umman’ı
ele geçirdiler. Ancak Büveyhîler, bu yenilgiyi kabul etmeyerek, Ş e h r i y a r ko mutasında bir orduyu Umman’a gönderdiler, Ş e h r i y a r , Umman’a tekrar hâ kim oldu. Ote yandan melik K a v u r t , Kirman’a hâkim olduktan sonra dikkatini zengin ve çeşitli hâzinelerle dolu olan bu bölgeye çevirdi. Ancak bu bölgeyi zap tetmek için denizden gitmek gerekiyordu. Bunun için K a v u r t , Hürmüz emîri B e d r I s a ’ yı huzuruna çağırarak, “ kendisini ve askerlerini Umman’a naklet mek için her türlü hazırlığı yapmasını” emretti. Hürmüz emîri, buna itaat ede rek gemileri ve mürettebatını hazırladı. K a v u r t , hayatında ilk kez gördüğü denizde, Umman sahillerine doğru yelken açtı. Böylece o, yönetimi altındaki ge miler ile Selçuklu tarihinde ilk deniz aşırı seferini gerçekleştirmiş oldu. Türk kuv vetlerinin Umman sahiline çıkışı, buranın Büveyhî hâkimi Ş e h r i y a r , askerler ve halk için beklenmedik bir olay olmuştu. Kuvvetlerini toplayacak zaman bula mayan Ş e h r i y a r , gizlenmeyi yeğledi. Selçuklular, hiçbir direnişle karşılaşma dan Umman’a hâkim oldular. Melik K a v u r t halka iyi davrandı, şıhne ve yüksek memurları kendi adamlarından tayin ederek hutbe ve sikkenin kendi adına tah sis edilmesini istedi. Ş e h r i y a r , saklandığı bir fırında bulunarak K a v u r t ’ un huzuruna getirildi. K a v u r t , onu bağışlayarak yerinde bıraktıktan ve kendi adam larından birini şıhne tayin ettikten sonra tekrar Kirman’a döndü. Bundan sonra melik K a v u r t , Sistan ülkesini de ele geçirmeye çalışmış ve bu amaçla da oğlu E m i r a n ş a h ’ ı görevlendirmişti. E m i r a n ş a l ı , Sicistanlılarla altı ay kadar savaştı, ancak bu savaşlardan kesin bir sonuç elde edilmediği ve Sistan üzerinde hâkimiyet kurulmadığı bilinmektedir. Selçuklu sultanı T u ğ r u l B e y , I b r a h i m Y ı n a l ’ m isyanı sırasında He medan’a kapanmak zorunda kalmış ve burada kuşatılmıştı (1059). Bu durumda
sultan T u ğ r u l B e y , yeğenleri K a v u r t , Y a k u t î ve A l p A r s l a n ’ dan yar dım istemişti. K a v u r t , kardeşleri ile birlikte amcası T u ğ r u l B e y ’ in yardı mına koştu. Rey şehri önünde İ b r a h i m Y ı n a l , mağlup edilerek yayının kirişi ile boğduruldu (23 Temmuz 1059). Melik K a v u r t , devletini kurduktan sonra sınırlarını genişletmeye çalışmış, bu amaçla Umman’dan sonra Kirman’ın batısındaki komşu eyâlet olan Fars üze rine yürüdü. Bu sırada Fars’a, Şebankâre emirlerinden Fa z 1 u y e hâkimdi. An cak burada bulunan Deylemli ve Türk askerler, ondan nefret ediyorlardı. K a v u r t , önce bölgenin merkezi Şiraz’a doğru ilerledi. F a z l u y e , onun geldiğini haber aldığı zaman, kalelerden birine sığındı. K a v u r t , Şiraz önüne gelerek burayı kuşattı, halk karşı çıkarak üç gün süre ile savaştılarsa da sonunda şehri teslim etmekten başka çare bulamadılar. K a v u r t , şehir halkına karşı adalet ve iyilik le davrandı, Şiraz çevresindeki halk da ona itaat ederek adına hutbe okuttular. K a v u r t , bundan sonra Şiraz ’dan kaçan F a z l u y e ’ nin peşinden gitti. Ona ye tişerek 600 kadar adamını öldürdü, ancak F a z l u y e , bir kez daha kaçmayı ba şararak bir dağ üzerindeki Cehrem kalesine sığındı. Bunun üzerine K a v u r t , Şiraz’a geri döndü ve sultan T u ğ r u l B e y adına hutbe okuttu. Böylece Fars böl
302
ALİ SEVİM -ERDO ĞAN MERÇİL
gesinde gerçek bir Selçuklu hâkimiyeti kurulmuş oldu (1062). Fa z 1u y e , bir yıl sonra Şiraz’ı tekrar ele geçirmek için harekete geçerek, Deylemli ve diğer gurublardan meydana gelen kalabalık bir ordu ile Şiraz’a yürüdü. Fa z 1u y e ’ ye karşı çıkan K a v u r t ’ un emrinde ise 4000 Türk askeri vardı. İki tarafın kuvvetleri ara sında şiddetli bir savaş oldu. Fa z 1u y e , bu kez de yenilerek Fesa’ya kaçtı. Daha önce K a v u r t ’ a itaat için yemin edenler, bu savaşta Fa z 1u y e ’ nin yanında yer almışlardı. Bu sebeple K a v u r t , tutsak aldığı 700 kadar Deylemliyi, kadı ve fakihlerden fetva aldıktan sonra Amrî nehrinin kenarında, boyunlarını vurdurdu. Böylece ülke Deylemlilerden temizlenmiş oldu. K a v u r t , hâkim olduğu bölge lerde hutbeyi, önce Abbasî halifesi K a a i m B i e m r i l l a h , sonra amcası sul tan T u ğ r u l B e y ve ardından da kendi adına okuttu (1063). Aynı yıl, Büyük Selçuklu Sultanı T u ğ r u l B e y ’ in ölümünden sonra çıkan taht mücadelelerine melik K a v u r t da katıldı. Onun amcasının yerine sultan ol mak istediği anlaşılmaktadır, hattâ K a v u r t , bu amaçla İsfahan’a kadar ilerle miş, ancak bu sırada kardeşi A l p A r s l a n ’ ın Selçuklu tahtına çıktığını öğrenince Kirmana dönmüştür. K a v u r t , Selçuklu tahtına geçme arzusuna rağmen, kar deşinin sultanlığını kabul ederek önce A l p A r s l a n , sonra da kendi adına hut be okutmaya başladı. K a v u r t ’ un, T u ğ r u l B e y ’ in ölümü ile Fars ’dan ayrılmasından sonra F a z luye, Şiraz’ı ele geçirmek için tekrar harekete geçti. Ayrıca Huzistan hâkimi H e z â r e s b ’ den de yardım isteyen Fa z 1u y e , Şiraz’a tâbi yerleri yağmalamaya baş ladı. K a v u r t , derhal harekete geçerek F a z l u y e ’ yi Şiraz önünde ağır bir yenilgiye uğrattı ve adamlarından çoğunu öldürttü. F a z l u y e ’ nin tekrar kur tulduğu bu olayın ilgi çekici yönü, sultan A l p A r s l a n ’ ın, kardeşine karşı F a z l u y e ’ yi desteklemiş olmasıdır. A l p A r s l a n , K a v u r t ’ tan çekiniyor ve onun ülkesini genişletmesini istemiyordu. Bu sırada sultan A l p A r s l a n , Anadolu seferinden dönmüş, F a z 1u y e , Hemedan kapısı önünde çeşitli hediyeler ile sul tanın huzuruna çıkmıştı. O, melik K a v u r t ’ un kendisîne yaptıklarını anlatarak onu sultana şikâyet etti. Sultan A l p A r s l a n , F a z l u y e ’ ye iltifatta buluna rak, K a v u r t ve adamlarını Fars’tan uzaklaştırmak için bir askerî birliği onun emrine verdi. Daha sonra d a H e z â r e s b ’ i başka bir birliğin komutanı yaparak Şiraz’a gönderdi. Bütün bunlara rağmen, kendisi de Fars’a gitmeye karar verdi. Sultan A l p A r s l a n İsfahan’dan ayrılarak Ocak 1065’de Şiraz’a ulaştı. Bu sıra da Şiraz ’da bulunan K a v u r t , sultan A l p A r s l a n ’ın geldiğini haber alınca deniz kenarındaki bir kalesine sığındı. K a v u r t ’ un askerleri, herhangi bir kar gaşa çıkarmadan aman dilediler. Sultan A l p A r s l a n , onlara iyi davrandı ve Fars bölgesini tekrar F a z l u y e ’ ye verdikten sonra İsfahan’a döndü. Sultan A l p A r s 1a n ’ ın bu bölgeyi F a z l u y e ’ ye vermesinden, melik K a v u r t ’ un da ha fazla kuvvetlenmesini istemediği anlaşılmaktadır. Bunun üzerine melik K a v u r t , S u l t a n A l p A r s l a n ’ ın kararma uyarak Fars’ı terkedip Kirman’a dönmüştür. Sultan A l p A r s l a n , Fars’ı, K a v u r t ’ un elinden almasına rağ men, onu yine Kirman hâkimi olarak bırakmıştı. Ancak K a v u r t , bilgisiz ve ca
SELÇUKLU D EVLETLERİ TARİHİ
303
hil olan vezirinin tahriki ile sultana karşı isyana kalkıştı, A l p A r s l a n adına okunan hutbeyi kaldırarak, Kirmanda sadece kendi adına hutbe okutup sikke bastırdı. Sultan A l p A r s l a n , bu durumu öğrenince derhal Kirman üzerine yü rüdü (Haziran/Temmuz 1067). Selçuklu ordusunun öncü kuvvetleri ile yapılan ilk savaşta iki taraftan da çok asker ölmüş, neticede savaşı K a v u r t ’ un öncüleri kay betmiş ve Kirman ordusu kaçmaya başlamıştı. K a v u r t da kaçarak Cîruft kale sine sığındı ve buradan, sultan A l p A r s l a n ’ a itaat ettiğini bildiren bir elçi göndererek bağışlanmasını istedi. Sultan bu isteği kabul edip hatasına rağmen onu affetti. Sultan A l p A r s l a n , Kirman bölgesini tekrar K a v u r t ’ a vererek bu radan Fars bölgesine gitti. Bununla birlikte iki yıl geçmeden melik K a v u r t , tekrar isyan etti. K a v u r t , bu kez sultan A l p A r s l a n ’ a karşı, eski düşmanı olan F a z 1u y e ile anlaştı. Sultan, bu durumu öğrenince önce Fa z 1u y e üzerine yürümek amacıyla İsfahan’dan ayrıldı (Ekim 1068). Şiraz’a ulaştığında F a z l u y e , müs tahkem Hurşeh kalesine sığınmıştı. Bunun üzerine sultan A l p A r s l a n , Kirman’a gitmek için Şiraz’dan ayrıldı. F a z l u y e ile uğraşma görevini de vezir N i z a m ü l m ü l k ’ e verdi. Bu sırada melik K a v u r t , Berdesîr ’de bulunuyor du. Kirman’a gelen sultan A l p A r s l a n , bu şehri kuşattı. N i z a m ü l m ü l k de bu sırada F a z l u y e ’ yi tutsak aldı (Mayıs/Haziran 1069). Sultan A l p A r s l a n ’ m huzuruna getirilen F a z l u y e affedildi. Bunu duyan K a v u r t da sultan A l p A r s l a n ’ a bir mektup göndererek affedilmesini istedi. Fakat o, bir yan dan da A 1p A r s 1a n ’ ın ordusundan bir gurupla anlaşarak anî bir hücuma geç meyi düşünüyordu. Sultan A l p A r s l a n , bu durumu öğrenince, K a v u r t ile işbirliği yapanları öldürttü, sonra da oğlu M e l i k ş a h ’ ı Berdesîr’de bırakarak önce Şiraz’a, daha sonra da İsfahan’a döndü. Böylece K a v u r t , bir kez daha sultan A l p A r s l a n ’ dan kurtulmuş oldu. K a v u r t ’ un isyanlarına oğlu S u l t a n ş a h ’ ın sebep olduğunu düşünen sultan A l p A r s l a n , K a v u r t ’ a bir mektup ya zarak S u l t a n ş a h ’ m kendisine teslim edilmesini istedi. Ancak K a v u r t , oğ lunu teslim etmeyeceğini bildirdi. Kardeşine çok kızan sultan A l p A r s l a n , onun yönetiminde bulunan Fars bölgesini ve Kirman’m bir kısmını K a v u r t ’ un elin den aldı. Uğrunda ülkesinden bir kısmını kaybetmesine rağmen bir süre sonra K a v u r t , oğlu S u l t a n ş a h i l e anlaşmazlığa düştü. Bunun üzerine S u l t a n ş a h , A l p A r s l a n ’ ın yanma giderek ona itaat etti. Sultan, ona iyi davranarak hediyeler verdi. S u l t a n ş a h , A l p A r s l a n ’ a, babası ile savaşarak Kirman’ı alabilmesi için yardımcı olmasını istemişti. A l p A r s l a n , bu teklifi kabul ede rek kalabalık bir orduyu onunla beraber Kirman’a gönderdi. Ancak S u l t a n ş a h , babası ile yaptığı savaşta başarılı olamadı. Böylece A l p A r s l a n ’ m, baba-oğul arasındaki bir anlaşmazlıktan yararlanarak K a v u r t ’ u itaat altına al mak girişimi sonuçsuz kalmış oldu (1069/1070). Bütün bunlara rağmen sultan A l p A r s l a n , ölürken (24 Kasım 1072) yaptığı vasiyet ile kardeşi K a v u r t ’ a Kirman ve Fars bölgesini vermişti. K a v u r t ’ un Şiraz ’da oturmasını ve emrin deki ülkelerin sultan M e l i k ş a h ’ in kontrolünde olmasını istemişti. Ancak, kar deşinin ölümünü duyan K a v u r t , Büyük Selçuklu Devleti tahtını elegeçirmek için harekete geçti. K a v u r t , henüz 18 yaşında bulunan M e l i k ş a h ’ ı tecrübe
304
ALİ SEVİM-ERDOĞAN M ERÇİL
siz ve genç buluyor, kendisinin geçmişteki başarılarına ve deneylerine güveniyor du. Ayrıca Selçuklu ordusundaki emirlerin kendisini davet etmesi ve yardım vaatlerinde bulunmaları, onu tahrik ediyordu. Melik K a v u r t , önce Rey ve He medan arasında bulunan Türkmenlerin yanına gitmek istiyordu. Çünkü onlara güveniyor ve kolayca kendi tarafına çekeceğine inanıyordu. Bu amaçla emrindeki 2000 atlı ve 4000 yaya ile başkent R ey’e hâkim olabilmek için harekete geçti. Sul tan M e l i k ş a h ve vezir N i z a m ü l m ü l k de K a v u r t ’ un bu hareketini ha ber alarak ondan önce Rey şehrine vardılar. Şehirdeki hâzineden bol miktarda para, elbise ve silâh alarak K a v u r t ’ tan önce Türkmenlerin yanma gittiler. Türkmenlere bol miktarda para dağıtarak kendi taraflarına çektiler. Bölgeye iki gün sonra gelebilen melik K a v u r t , Türkmenlerin desteğinden yoksun kaldı. Yapı lan ilk savaşta emîr S a v t e k i n komutasındaki M e 1i k ş a h ’ ın öncü kuvvetleri, K a v u r t ’ un öncü kuvvetlerine hücum ederek onları dağıtmıştı. Asıl ordular ise Hemedan civarında Kerek sınırında karşılaştılar (15 Nisan 1073). Savaşa ilk baş layan K a v u r t olmuş ve önce sultan M e l i k ş a h ’ ın sağ kanadına hücum etmişti. M e 1i k ş a h ’ ın sağ kanadım bozguna uğrattıktan sonra, sol kanadını da bozguna uğratan K a v u r t , aynı başarıyı M e l i k ş a h ve N i z a m ü l m ü l k ’ ün bulun duğu merkezdeki kuvvetler karşısında gösteremeyerek mağlup oldu. Askerleri nin dağıldığını gören K a v u r t , savaşı terkederek Hemedan dağlarına kaçmaktan başka çare bulamadı. Ancak bir köylü, sultan M e l i k ş a h ’ ın yanına gelerek K a v u r t ’ un oğlu ile beraber yakın bir köyde bulunduğunu haber verdi. Sultan M e l i k ş a h , emîr Te m i r e 1 komutasında küçük bir kuvvet göndererek onun yakalanmasını istedi. Emîr T e m i r e l ,. K a v u r t ’ u yakalayarak sultan M e l i k ş a h ’ ın huzuruna getirdi. Sultan M e l i k ş a h , amcası K a v u r t hakkında pek de iyi düşünmeyerek onu, emîr S a v t e k i n ’ e teslim etti. S a v t e k i n d e onu kendi çadırında hapsetti. Bu sırada K a v u r t , affedilmesini istemiş, Büyük Selçuklu Devleti tahtını elegeçirmek ümidinden başka, kendi hükümdarlığından da vazge çerek, hayatta kalmak için bir kenara çekilmeye bile razı olacağını söylemiştir. Nihayet melik K a v u r t , Hemedan’a götürülerek E b û H a ş i m C a f e r î adın daki bir şahsın evinde hapsedildi. Ancak askerler arasında K a v u r t yüzünden karışıklıklar çıkmasından korkuluyordu. Çünkü Selçuklu ordusundaki birçok emîr, K a v u r t ’ un tarafını tutuyordu, hattâ savaştan hemen sonra M e l i k ş a h ’ ın as kerleri, N i z a m ü l m ü l k ’ e başvurarak maaşlarının artırılmasını istemişler, bu yapılmadığı takdirde K a v u r t ’ u tahta çıkaracaklarını söylemişlerdi. Bu durumda K a v u r t ’ un bir an önce yok edilmesi gerekiyordu. N i z a m ü l m ü l k , bu teh likeyi M e l i k ş a h ’ a anlatmış ve K a v u r t ’ un öldürülmesini kabul ettirmiş ol malıdır. K a v u r t ’ un nasıl ve hangi tarihte öldürüldüğü hakkında kaynaklarda kesin bir bilgi yoktur. Bir kısım kaynaklar, askerlerin isyanından sonra onun ze hirlenerek öldürüldüğünü, bazıları da onun yayının kirişi ile boğdurulduğunu zik rediyorlar (Nisan/Mayıs 1073, ayrıca bk. sultan M e l i k ş a h devri, Melik K a v u r d B e y ’ in isyanı). Melik K a v u r t ’ un S u l t a n ş a h , E m i r a n ş a h , K i r m a n ş a h , T u r a n ş a h , M e r d a n ş a h , Ö m e r H ü s e y i n , N u h v e D a v u t adlarında ço
SELÇUKLU D E V LETLE R İ TARİH İ
305
cukları vardı. Bunlardan S u l t a n ş a h v e E m i r a n ş a h , K a v u r t ile birlikte savaşa iştirak etmişler, S u l t a n ş a h , gözlerine mil çekilmesine rağmen sağ kal mış, E m i r a n ş a h i s e ölmüştür. Sultan M e l i k ş a h , amcasının ölümünden sonra onun yönetimindeki vilâyetlere emîr S a v t e k i n ’ i tayin etmiş, ancak kaynaklarda emîr S a v t e k i n ’ in Fars ve Kirman’a gittiği hususunda bir kayda rastlanmamıştır. Melik K a v u r t , iyi bir asker ve adil bir devlet adamı idi. K a v u r t , cömert liği ve iyi yönetimi ile halkı memnun etmiş, onun zamanında Kirman halkı, bol luk ve refaha kavuşmuştu. Ülkenin her tarafında kervansaraylar, camiler ve hamamlar inşa ettirmiş, kuyular açtırmıştı. Onun zamanında Kirman, en parlak devirlerinden birini yaşamıştır. K a v u r t ’ un bir hükümdar olarak hatası, Bü yük Selçuklu Sultanlığı’nı elegeçirmek için taht kavgalarına karışmak istemesi dir. Sultan T u ğ r u l B e y ’ in ölümünden sonra tahtı elegeçirmek istemesi, kardeşi sultan  l p A r s l a n ’ m ondan çekinmesine ve daimî kontrol altında tutmasına yol açmıştı. M e l i k ş a h ’ ın sultanlığını tanımayarak isyan etmesi ise ölümüne se bep olmuştu. K a v u r t , kendisine ayrılan Kirman’a hâkim olduktan sonra, ba ğımsız bir hükümdar gibi hareket ediyordu. O, hükümdarlık alâmetlerine uygun olarak çetr taşımaya başlamış ve çetrin üzerine Selçuklu hanedanında uygulanan töre uyarınca ok ve yay işaretlerini koydurmuştur. K a v u r t , fetih hareketlerin de de bağımsız bir şekilde davranıyor, hâkim olduğu her yerde adına hutbe oku tuyor ve sikke bastırıyordu. Bütün bu hükümdarlık alâmetlerine rağmen, K a v u r t ’ un önce, müşterek hüküm süren T u ğ r u l ve Ç a ğ r ı B e y ’ e, daha son ra da kardeşi A l p A r ş l a n ’ a tâbi olduğu anlaşılıyor. K a v u r t , babası Ç a ğ r ı B e y ölünceye kadar ona tabi olmuştu. Bunu, sikkelerinde Ç a ğ r ı B e y ’ in adının zikredilmesinden anlamaktayız. Fakat Ç a ğ r ı B e y , öldükten sonra sik kelerinin hiçbirinde S e l ç u k l u hükümdarlarının adını koydurmamıştır. Sultan A l p A r s l a n zamanında ise K a v u r t , kardeşine tâbi olmuş ve hutbede onun adını okutturmuştu. Böylece K a v u r t , yönetimi altındaki bölgelerde bağımsız, bunun dışında Büyük Selçuklu Sultanlarına bağlı kalmıştı.
II. SULTANŞAH DEVRİ Melik K a v u r t , sultan M e l i k ş a h ile savaşmak üzere hareket ettiği sırada, Kirman’da yerine oğlu K i r m a n ş a h ’ ı vekil bırakmıştı. Babasının ölüm habe
rini duyan K i r m a n ş a h , hükümdar oldu. Onun melikliği ancak bir yıl sürmüş, sonra ölmüştür. Sultan M e l i k ş a h , K a v u r t ’ un oğullarının gözlerine mil çektirmek iste diği zaman, bu işle ilgili görevli, işini baştan savma yapmış ve bu durumu da gizleyebilmişti. Daha sonra Hemedan’da hapsedildikleri evden S u l t a n ş a h ve kardeşleri, muhafızlardan biri ile dost oldular ve kaçmak için planlar hazırladı lar; sonunda kaçmayı başardılar ve birkaç gün içinde Kirman’a ulaştılar. Daha sonra S u l t a n ş a h , B e r d e s i r şehrinde Kirman Selçukluları tahtına oturdu (Eylül/Ekim 1074). Sultan M e l i k ş a h , S u l t a n ş a h ve kardeşlerinin Kirman’a gittiklerini öğ rendiği zaman kızmadı, onlara Kirman ve Umman’ı verdi. Ancak, bir süre sonra sultan M e l i k ş a h , büyük bir ordu ile Kirman’a yürüdü. S u l t a n ş a h , onun harekete geçtiğini haber aldığı zaman Berdesîr şehrine kapandı. Kalabalık Sel çuklu ordusuna mukavemet edemeyeceğini anlayan S u l t a n ş a h , bizzat M e l i k ş a h ’ ı karşılamak mecburiyetinde kalarak, ona büyük hediyeler takdim etti. Bunun üzerine M e l i k ş a h , S u l t a n ş a h ’ ı affederek yerinde bıraktı ve itaat edeceği hususunda verdiği sözde durması için yemin ettirdi. M e l i k ş a h , Ber desîr önünde onyedi gün oturduktan ve kızlarından birini de S u l t a n ş a h ile evlendirdikten sonra tekrar İsfahan’a döndü (Haziran/Temmuz 1080) (Ayrıca Bk. Sultan M e l i k ş a h Devri). Ocak 1085’de hastalanarak öldü. Kaynaklar S u l t a n ş a h ’ ın oniki yıl salta nat sürdüğünü zikretmektedirler.
III. TURANŞAH DEVRİ S u l t a n ş a h ’ ın yerine Kirman Selçukluları tahtına kardeşi T u r a n ş a h geç ti. Emîrler, T u r a n ş a h ’ m bulunduğu Bern şehrine giderek onu merkez Berdesîr’e getirdiler ve tahta oturttular (Ocak 1085). Daha sonra annesi, oğlunun melikliğini onaylatmak için hediyelerle sultan M e l i k ş a h ’ ın huzuruna gitti. M e l i k ş a h , ona ikramda bulunup T u r a n ş a h ’ ı Kirman’a melik atadı. Melik K a v u r t ’ un ölümünden sonra Kirman Selçukluları’nin bir süre için komşu eyâlet Fars’m hâkimiyetini kaybettikleri anlaşılıyor. Sultan M e l i k ş a h , 1073 Ramazan’ını İsfahan’da geçirmiş ve Fars eyâletinin yönetimini emîr H u m a r t e k i n ’ e vermişti. Ancak H u m a r t e k i n ’ den sonra Fars’da karışıklıklar baş ladı. Melik T u r a n ş a h , Fars’ın bu karışık durumundan yararlanarak buraya iki sefer yaptı. Birincisinde mağlup oldu ise de ikinci seferinde Fars’ı aldı. Sultan M e l i k ş a h , onun Fars hakimiyetini de onayladı (1086-1087). Sultan M e l i k ş a h ’ ın ölümünden sonra onun eşi T e r k e n H a t u n , T u r h a n ş a h ’ ın elinde bulunan Fars’a hâkim olmak istemişti. Bu amaçla da sultan M e l i k ş a h ’ ın emirlerinden Ü n e r ’ i bir ordu ile Fars’a şevketti. Bunu haber alan T u r a n ş a h , Şebankâre emirlerinin de yardımı ile onu mağlup etti (Hazi ran/Temmuz 1094). T u r a n ş a h zamanındaki diğer bir olay ise Umman halkının isyanı idi. Um man halkı, isyan ederek Kirman Selçukluları’nin şıhnesini uzaklaştırmış ve şeh re hâkim olmuşlardı. T u r a n ş a h , bu duruma derhal müdahale ederek bir ordu göndermiş, böylece isyancıları mağlup ederek Umman’da tekrar Selçuklu hâki miyetini sağlamıştı. Melik T u r a n ş a h , 13 yıl hükümdarlıktan sonra Ekim/Kasım 1097’de öldü. T u r a n ş a h ’ ın lakabları kaynaklarda Melikül-Adil, Muh-yiddin, Imadüddevle şekillerinde geçmektedir. Elde mevcut iki altın sikkesinde görülen lakapları ise Fahrüddevle ved-Din ve Muizzüd-Dünya ved-Din’dir.
IV. İRANŞAH DEVRİ T u r a n ş a h ’ ın ölümünden sonra, tek evlâdı olduğu anlaşılan İ r a n ş a h , 5 Kasım 1097’de Kirman Selçukluları tahtına oturdu. T u r a n ş a h devrinde Bü yük Selçuklu Devleti emirlerinden Ü n e r , sultan B e r k y a r u k tarafından Fars’a vali tayin edildi; Fars’ta ise melik T u r a n ş a h ’ dan sonra Şebankâreliler,, hâki miyet kurmuşlardı. Onlar, emîr U n e r ’ in üzerlerine geldiğini öğrenince melik İ r a n ş a h ’ tan yardım istediler. İ r a n ş a h , Kirman’dan Fars ’a geldi ve Şebankârelilerin yardımı ile emîr Ü n e r ’ i mağlup etti. Emîr Ü n e r, İsfahan’a kaçtı (1098/1099). Melik İ r a n ş a h , Fars seferinden sonra, İ s m a i l adında bir emîre bağlı Türkler ile mücadeleye başladı. Ismailîler, Batmîlere mensup olmayıp EhliSünnet’ten
idiler. İ r a n ş a h , bunlara karşı barış halinde iken harekete geçmiş ve 2000 kişi yi öldürmüştü. Günlerini içki içmekle geçiren İ r a n ş a h , birkaç arkadaşının teşvikiyle Ba tınî mezhebine girmiş, halka kötü davranmaya başlamış ve bu zulümünün yanısıra birkaç kadı ve bilgini de öldürtmüştü. Onun bu tutumu devlet erkânım endişelendiriyordu. Dindar bir kişi olan atabek N a s ı r ü d d e v l e , halktan bir gurubu da yanına alarak Kirman’dan ayrılıp İsfahan’da bulunan melik M u h a m m e d T a p a r ’ ın yanına gitti. İ r a n ş a h , atabek N a s ı r ü d d e v l e ’ nin gitme sinden sonra daha rahat hareket etmeye başladı. Ancak devlet emirleri ondan nefret etmeye başlamıştı. Zira onun Cuma günü namaz sırasında camide bilginlerin ilerigelenlerini öldürmeyi planladığı anlaşıldı. Böylece dinî bakımdan yol gösteren lerden yoksun kalan halk, kolayca Batınî mezhebine girecekti. Şeyhülislâm ve devrin kadıları, bu durumu önlemek için İ r a n ş a h ’ m tahtta indirilmesinde bir leştiler ve Islâm dininden saptığı için öldürülmesine karar verdiler. Cuma günü erken saatlerde halk, bu fetvâ üzerine ayaklandırıldı. İ r a n ş a h , gulamlarından bir gurup ile emîrlik sarayının damına sığındı. O, af dileyerek bağışlanmasını is tedi, ancak kabul edilmeyince Berdesîr’den Germsîr bölgesine yöneldi. Önce Cîruft’a gelen i r a n ş a h , oradan Bem tarafına gitti. Ancak Bem halkı, durumu bildiği için i r a n ş a h ve yanındaki askerlere hücum ederek çoğunu öldürdüler.
SELÇUKLU DEV LETLE R İ TARİH İ
309
I r a n ş a h ise Sumeyrem kalesine kaçmayı başarmıştı, fierdesfr’dekiler, Iranşah’m Sumeyrem kalesine sığındığını öğrendikleri zaman, bir gurup askeri onun peşin den gönderdiler. Bu askerler, Sumeyrem’i kuşattılar. Bu sırada Sumeyrem kalesi komutanı emîr M u h a m m e d , l r a n ş a h ’ a Batınî olduğu için kaleden ayrıl masını söyledi. Bu durumda I r a n ş a h için şehirden ayrılmaktan başka çare kal mamıştı. O, şehirden ayrıldığı zaman, kaleyi kuşatan Türk ordusu komutanı F e r a h K ı p ç a k , Köşki Şîrûye denilen bir menzilde ona yetişerek öldürdü ve kesik başını Berdesîr’e getirdi (Ekim 1101).
V. ARSLANŞAH DEVRİ I r a n ş a h , melikliği sırasında akrabalarını sıkı bir şekilde takip ettirmiş ve onlardan bir kısmını kılıçla, bir kısmım da zehirleterek öldürtmüştü. Görünüşte K a v u r t soyundan, Kirman Selçukluları tahtına çıkacak kimse kalmamıştı. An cak K i r m a n ş a h ’ ın oğlu A r s l a n ş a h , bu takipten kaçıp kurtulmayı başar mıştı. I r a n ş a h öldürüldükten sonra emîrler ve kadılar, onun Kûyı Gebran mahallesinde yaşadığını haber aldılar ve onu 16 Kasım 1101’de Kirman Selçuklu ları tahtına oturttular. A r s l a n ş a h ’ m tahta çıkışının ilk günlerinde, Umman bölgesinde isyanlar çıktı ve emîr E b û S a ’ d M u h a m m e d adlı bir şahıs, Umman’ın yarısıyla, Cennâbe ve Sîraf şehirlerine hâkim olarak Basra emîri İ s m a i l ’ e tâbi oldu. Bunun üzerine A r s l a n ş a h , bu bölgeye giderek tekrar Umman’ı ele geçirdi. Daha sonra emîr Ç a v l ı ’ n i n Büyük Selçuklu sultanı M u h a m m e d T a p a r tarafından Fars valiliğine tayin edilmesi (1108/1109) ve onun Şebankârelileri itaat altına almak için amansız mücadeleye girişmesi ile bu bölgedeki Kirman Selçukluları hâkimiyeti tehlikeye girdi. Atabek Ç a v l ı ’ nin önünden kaçan Şebankâre emîrleri, Kirman’a sığındılar. Bunun üzerine atabek Ç a v 11 , bu emir leri yakalamak için Kirman’a hareket etti. A r s l a n ş a h ’ a bir elçi göndererek, “ Şebankâre emirlerinin sultan M u h a m m e d T a p a r ’ m tebaası olduğunu ve bu sebeple kendisine iade edilmesi gerektiğini” bildirdi. Melik A r s l a n ş a h ise onların affedilmesini istedi. Bunun üzerine atabek Ç a v l ı , Kirman ve Fars sını rındaki Furg kalesini kuşattı. Melik A r s l a n ş a h kuşatmayı haber alınca, 6 bin kişilik bir süvari kuvvetini atabek Ç a v l ı ’ nm üzerine yolladı. Kirman ordusu atabek Ç a v 11 ’ ya anî bir baskın yaptı. Askerlerinin çoğu öldürülen ve tutsak alman atabek Ç a v l ı kaçmak zorunda kaldı. Bu olaydan sonra barışseverliğini gösteren A r s l a n ş a h , tutsakları serbest bıraktı. Onun bu iyi niyetine rağmen atabek Ç a v 11 , bu yenilginin intikamını almak için Kirman üzerine ikinci bir sefer yapmayı düşünüyordu. Fakat ölümü sebebiyle bu düşüncesi gerçekleşemedi. Melik A r s l a n ş a h ’ ın barış ve güveni sağlaması, bu devrede Kirman’m si yasî mülteciler ve askerî yardım arayanlar için bir sığmak olmasına yol açmıştı. Yardım isteyenlerden birisi, Gazneliler tahtını elegeçirmek isteyen B e h r a m ş a h idi. Gazneli sultanı III. M e s u t ’ un ölümünden sonra A r s l a n ş a h sultan ol
ALİ SEVİM -ERDO ĞAN M ERÇİL
311
muş, ancak kardeşi B e h r a m ş a h taht mücadelesine girerek A r s l a n ş a h ile savaşmış ve yenilerek önce Sistan’a, oradan da yardım istemek için Kirman’a kaç mıştı. Melik A r s l a n ş a h , B e h r a m ş a h ’ ı çok iyi karşılamış, ancak onun yar dım için Büyük Selçuklu meliki S e n c e r ’ e gitmesini söylemişti. Bunun üzerine melik S e n c e r ’ in yanına giden B e h r a m ş a h , ondan aldığı yardım sayesinde kardeşi A r s l a n ş a h ’ ı mağlup ederek Gazneliler tahtına oturmuştur (1117). Bu olaydan Kirman meliki A r s l a n ş a h ’ ın muhtemelen melik S e n c e r ’ e tâbi olduğu anlaşılıyor. Onun tâbiliği, S e n c e r sultan olduktan sonra da devam etmiş olmalıdır. Melik A r s l a n ş a h ’ a sığınan ikinci emîr, Yezd ’deki Kakûye ailesindendir. Bu olaydan yararlanan Kirman Selçukluları, Yezd şehrine hâkim ola rak buraya şıhne gönderdiler. Melik A r s l a n ş a h , doğuda S e n c e r ’ e tâbi olmasının yanısıra, batıda da Irak’taki Selçuklular ile iyi ilişkiler kurmuştu. Irak Selçuklularından sultan M e s u t , Bağdat’ta Kirman Selçuklularından bir kız ile evlenmişti. Kirman meliki
A r s l a n ş a h da sultan M u h a m m e d T a p a r ’ m kızı ile evlendi (1138). Melik A r s l a n ş a h ’ ın erkek ve kız olmak üzere birçok çocuğu vardı. Daha sağlığında çocuklarından bir çoğu ölmüştü. Hayatta kalanların içinde en büyüğü K i r m a n ş a h idi. A r s l a n ş a h , ölümünden önce K i r m a n ş a h ’ ı veliaht ta yin etti. Ancak K i r m a n ş a h , ehliyetsizliği ve anlayışının zayıflığı sebebiyle meliklik görevini yürütecek yetenekte değildi. A r s l a n ş a h ’ m çocukları arasında M u h a m m e d , iyi ahlâkı ve dürüstlüğü ile tanınmıştı. M u h a m m e d , babası nın yaşlandığını ve devler işlerini göremez duruma geldiğini görünce iktidar için hazırlığa başladı. Nihayet babasının hastalığını bahane ederek Kalei Kûh’a gön derip hapsettirdi ve kendisi Kirman Selçukluları tahtına çıktı. A r s l a n ş a h , bu kalede üç yıl tutuklu olarak yaşamış ve muhtemelen 1145 yılında ölmüştür. Laka bı Muhyil-Islâm vel-Müslimîn olan A r s 1a n ş a h , 42 yıl gibi uzun bir süre Kirman’da hükümdarlık yapmıştır. Bu uzun süre, Kirman halkı için çok mutlu bir dönem olmuş, devrinde bütün Kirman’d a imar faaliyetleri devam etmiştir. Ayrıca ticaretin yanısıra sanat ve ilim de gelişmeye başlamış, komşu ülkelerden bilim adam ları Kirman’a gelmiştir.
VI. MUHAMMED DEVRİ Melik M u h a m m e d , tahta geçtiği zaman Ribâtı Ali-âbâd’a sığınmış olan kar deşi K i r m a n ş a h ’ ı yakalatarak öldürtmüştür. Onun diğer kardeşi S e l ç u k ş a h ise Berdesîr’den güneye, Germsîr bölgesine kaçarak hayatını kurtarmış, diğer kardeşi K a r a A r s l a n B e y ise kendisinin lütfuna sığınmıştı. Ancak, M u h a m m e d , onu yanında tutmasına rağmen, o kadar küçük düşürücü davranışlarda bulundu ki, K a r a A r s l a n B e y , daha fazla dayanamayarak intihar etti. Yir miye yakın kardeşleri olan melik M u h a m m e d , kardeşlerine acımasızca dav ranmış ve onların gözlerine mil çektirmiştir. Böylece o, ilerde hükümdarhğını tehdit edebilecek kimseleri, daha başlangıçta etkisiz duruma getirmiş oldu. Melik M u h a m m e d devrinin başlıca siyasî olayı, kardeşi S e l ç u k ş a h i l e mücadelesi olmuştur. S e l ç u k ş a h , M u h a m m e d 1in tahta çıktığı ilk yıl ha rekete geçmiş ve etrafına saraydan uzaklaştırılmış olanlar ile her şehirden asîler ve aşağı tabakadan oluşan bir ordu toplamıştı. O, M u h a m m e d ’ in bulunduğu Cîruft şehrine geldi. İki ordu şiddetle savaştılar. S e l ç u k ş a h , mağlubiyetin yak laştığını görünce önce Katif, sonra da Ummana kaçtı. S e l ç u k ş a h ’ ın Umman’da iyi karşılandığı ve buranın kontrolünü elegeçirdiği anlaşılıyor. Melik M u h a m m e d , bütün hayatı boyunca S e l ç u k ş a h ’ tan çekinmiş ve onun varlığından ra hatsız olmuştu. S e l ç u k ş a h , M u h a m m e d ’ in melikliğinin son yıllarında zorunlu olarak bulunduğu Umman’dan kaçmış ve Kirman civarında kötülük to humları ekmeye devam etmişti. Öte yandan Kirman Selçuklularınm bir zaman lar hâkim oldukları komşu ülke Fars’ta bu kez yeni bir Türk devleti, Salgurlular hüküm sürmeye başlamıştı. Melik M u h a m m e d ’ in Salgurlulardan atabek S u n g u r ile aralarında samimî bir dostluk vardı. M u h a m m e d , melikliğinin ilk yıllarında babası gibi sultan S e n c e r ’ e tâ bi idi. Ancak sultan S e n c e r ’ in Oğuzlar’a esir düşmesinden (1153) sonra, muh temelen Irak Selçukluları’ndan sultan II. M u h a m m e d ’ e tâbi olmuş ve onunla dostça ilişkilerini sürdürmüştür. M e l i k M u h a m m e d , 27 Haziran 1156’da, takriben 14 yıl saltanat sürdük ten sonra öldü. Lakabı Mugisüd-Dünya ved-Din idi. O, âdil, işbilir, bilgin, uzağı gören, âlimler ile dost, ilmi seven ve önem veren bir hükümdardı. Onun melikliği devrinde Kirman, güven ve sükûnet içinde bulunuyordu.
VII. TUĞRULŞAH DEVRİ Melik M u h a m m e d öldüğü zaman oğlu T u ğ r u l ş a h , Kirman Selçuklula rı tahtına çıktı (27 Haziran 1156). O, ilk iş olarak kardeşi M a h m u d ş a h ’ ı, KaleiKûh’da hapsettirdi. Amcası S e l ç u k ş a h da onun melikliğini tanımadı. Bunun için T u ğ r u l ş a h , melikliğinin ilk yılında onu Anâr sınırında yakalatarak öl dürttü. T u ğ r u l ş a h , babası zamanında olduğu gibi Fars’daki komşuları Salgurlu Devleti ile dostluğunu sürdürdü. T u ğ r u l ş a h devrinden itibaren Kirman Selçukluları Devleti’nde atabekle rin, yavaş yavaş melikler üzerinde ve devlet yönetiminde söz sahibi olmaya başla dıkları görülür. Bu devrede göze çarpan ilk atabek A l â e d d i n B o z k u ş idi. B o z k u ş , T u ğ r u l ş a h devrinde önce dâdbek ve sonra atabektik görevlerine tayin edilmişti. Emrinde birçok gulamı vardı ve Kirman ordusunun büyüklüğü, onun gulamları, hizmetkârları ve süvarileri ile sağlanıyordu. Daha sonra atabek B o z k u ş ’ a, hâce M ü e y y i d ü d d i n R e y h a n ’ ın rakip olduğunu görüyoruz. B o z k u ş öldükten sonra atabeklik M ü e y y i d ü d d i n R e y h a n ’ a verildi. T u ğ r u 1ş a h ’ ın melikliğinin son yılında, ülke işlerinin görülüp sonuçlandırılması, bütünüyle atabek R e y h a n ’ ın üzerinde idi. Ayrıca atabek B o z k u ş öldükten sonra, onun oğlu K u t b e d d i n M u h a m m e d de devlet içinde nüfuz sahibi ol muştu. Ona, Berdesîr’in dadbekliği ve şıhneliği verilmişti. Melik T u ğ r u l ş a h , Mart 1170’de Cîruft’ta hastalanarak öldü ve Amr bin Leys mescidinde gömüldü. T u ğ r u l ş a h , yaklaşık 14 yıl hüküm sürmüştü. La kabı Muhyid-Dünya ved-Din olan T u ğ r u l ş a h , âdil, merhametli, nazik ve hal ka karşı müşfik bir hükümdardı. Onun zengin bir hâzinesi ve kendisine itaat eden halkı ve düzenli bir ülkesi vardı. Onun tek kusuru, içki ve eğlenceye düşkün ol masıydı.
FETRET DEVRİ VIII. BEHRAMŞAH’ IN İLK MELİKLİĞİ Melik T u ğ r u l ş a h ’ ıtı ölümünün yarattığı kargaşalık sırasında, atabek M ü e y y i d ü d d i n R e y h a n ’ ın yardımı ile üçüncü oğlu B e h r a m ş a h , Kirman Selçukluları tahtına oturdu. Emîrler ve gulamlar, saraya gelerek ona bîat ve hü kümdarlığını kabul ettiler. Bu durum, Kirman Selçukluları devletinde bir fetret devrinin doğmasına yol açtı. T u ğ r u l ş a h ’ ı nen büyük oğlu ve veliaht olan A r s l a n ş a h , atabekin mey linin B e h r a m ş a h tarafına olduğunu anladığı zaman şehirden ayrıldı. Arala rındaki uygunluk sebebiyle T e r k e n ş a h d a onunla birleştikten sonra beraberce Bem tarafına yöneldiler. Kirman Selçukluları tahtına onlardan başka bir aday daha vardı ki, bu da B e h r a m ş a h ’ in ağabeyi T u r a n ş a h idi. T u r a n ş a h , B e h r a m ş a h ’ a bir adam göndererek A r s l a n ş a h ’ a karşı birlik olma larını istedi. Ancak T u r a n ş a h , ondan ümitsiz bir cevap alınca, melikliğin şimdilik bir hayal olduğunu anlamış ve kendisine bağlı emîrler, Türkler ve yakın adamlarından oluşan bir gurupla beraber Cîruft’tan çıkarak yardım sağlamak ama cıyla Fars’a yönelmişti. Cîruft’ta bu olaylar olurken K u t b e d d i n M u h a m m e d b i n B o z
k u ş , şıhne ünvanı ile Berdesîr’i yönetmekteydi. K u t b e d d i n M u h a m m e d , melik T u ğ r u l ş a h ’ ın ölüm haberini aldığı zaman, B e h r a m ş a h adına hutbe okunmasını ve sikke basılmasını emretti. Böylece başkent Berdesîr’de B e h r a m ş a h ’ ın melikliği tanınmış oldu. A r s 1a n ş a h ise Cîruft’tan ayrıldıktan sonra Bem şehrine gelmiş, şehir halkı onu karşılayarak itaat etmişti. Böylece A r s l a n ş a h , hiç bir çaba sarfetmeden Bern’e hâkim oldu. Ote yandan Cîruft’ta bulunan Türk ve Deylemli askerlerin bazıları, B e h r a m ş a h ’ tan, tahta geçtiği sırada mal ve hediye almalarına rağmen, belki de büyük evlât ve veliaht olması sebebiyle A r s 1a n ş a h ’ ın yanına kaçıyorlardı. Melik B e h r a m ş a h ve atabek R e y h a n , bu kaçanları duyup gördükçe gönülleri kırılıyor ve ümitsizliğe düşüyorlardı. Birkaç gün Cîruft’ta kaldıktan sonra Berdesîr e gitmeye karar verdiler. Askerlerinin, A r s -
SELÇUKLU D E V LETLE R İ TARİHİ
315
1 a n ş a h ’ ın yanına kaçmamaları için Bern’den uzak olan Baft yolunu izleyerek Berdesir e ulaştılar. Ancak onlar, Berdesir’e geldikten sonra, buradaki karışıklık ve kıtlık yüzünden A r s l a n ş a h ’ ın yandaşları gün geçtikçe artıyordu. Melik B e h r a m ş a h , Berdesir şehrine hâkim olduktan sonra burada bulunan K u t b e d d i n M u h a m m e d de B e h r a m ş a h ’ ın devletinin çöktüğünü ve A r s l a n ş a h ’ ııı yıldızının parladığını görünce, istikbalin Bem tarafında oldu ğunu anlamış ve bir gece, yandaşları, maiyeti ve gulamları ile birlikte A r s l a n ş a h ’ ın yanma kaçmıştı. Böylece A r s l a n ş a h ’ ın durumu daha da kuvvetlendi. Taht için mücadele eden T u r a n ş a h , Fars’a ulaştığı zaman, bu bölgenin hâ kimi Salgurlulardan atabek Z e n g i , ona ikramda bulunmuş ve yardım için em rine bir ordu vererek Kirman’a göndermişti. Böylece melik B e h r a m ş a h ve atabek R e y h a n , yeni bir güçlükle karşı karşıya gelmişler, ne yapacaklarını şa şırmışlardı. Neticede bu iki kardeşin anneleri olan H a t u n i R ü k n î ’ nin T u r a ıı ş a h ’ a elçi olarak gönderilmesine karar verildi. Annelerinin her iki karde şin aralarını düzeltmesi ve A r s l a n ş a h ’ a karşı beraber olmalarını sağlaması mümkün görünüyordu. Ancak T u r a n ş a h , annesinin sözlerini dinlemedi. Bu nun üzerine B e h r a m ş a h , kendisine bir kurtuluş yolu aramaya başladı. O, be raberinde atabek M ü e y y i d ü d d i n R e y h a n , birkaç emîr ve zengin bir hazine ile Berdesir’den ayrılarak Horasan’a kaçtı. Onların amaçları, Horasan hâkimi M ü e y y e d A y a b a ’ ya sığınmak ve yanlarındaki hâzineyle ondan ordu ve yardım sağlamaktı. B e h r a m ş a h ’ m bu ilk melikliği iki ay kadar kısa bir müddet sür müştür. B e h r a m ş a h ’ ın ayrılmasından sonra T u r a n ş a h , Salgurlu ordusu ile Berdesîr önüne geldi ve Kirman Selçukluları tahtına oturdu. B e h r a m ş a h ’ ın kaç tığından habersiz olan A r s l a n ş a h da 700 askerden oluşan kuvvetiyle Bern’den Berdesîr önüne geldi. Ancak şehir önünde 5 bin kişilik Salgurlu ordusu ile T u r a n ş a h ’ ı buldu: anî bir hücumla onları mağlup ederek büyük bir zafer kazan dı. Salgurlu ordusundan bir çoğu öldürüldü ve bir kısmı da tutsak alındı. T u r a n ş a h ve geride kalanlar Şiraz’a döndüler. Kirman, bir hafta içinde üç melik görmüş, sonunda I I . A r s l a n ş a h , tek başına Kirman Selçukluları tahtına otur muştu (1170).
IX. II. ARSLANŞAH’IN İLK MELİKLİK DÖNEMİ II. A r s l a n ş a h tahta geçtikten sonra Kirman bölgesinde 5-6 ay sakin ve gü venli bir devre yaşandı. Herkes T u r a n ş a h ve B e h r a m ş a h ’ m meliklikten vazgeçtiklerini düşünüyordu. Ancak, sonbahar başlangıcında T u r a n ş a h , bir kez daha atabek Z e n g i ’ den yardım alarak Kirman üzerine yürüdü. Melik A r s l a n ş a h , T u r a n ş a h ’ ın Furg ve Târım sınırına geldiğini haber aldığı zaman büyük bir orduyla Berdesîr’den çıktı ve Germsîr tarafına yöneldi. T u r a n ş a h ve Salgurlu ordusu, Deşti Ber sınırında dinlenirken, melik A r s l a n ş a h ’ m bas kınına uğradı. Bu anî hücuma mukavemet edemeyen Salgurlu ordusu ile T u r a n ş a h , kurtuluşu Şiraz’a kaçmakta buldular. Böylece T u r a n ş a h tehlikesini atlatan A r s l a n ş a h ’ ın, Berdesîrli askerlerden oluşan ordusu, sonderecede sıcak olan Germsîr’in havasından etkilenerek hastalanmış ve arkasından da veba salgını başgöstermişti. Bu hastalık sebebiyle melik A r s l a n ş a h ’ ın ordusunda çok sayıda asker öldü. Öte yandan B e h r a m ş a h , Horasan hâkimi melik M ü e y y e d Ay a b a ’ nin yanına gittiği zaman ona birçok hediyeler takdim ederek yardım istemiş ti. M ü e y y e d A y a b a da onun emrine, aralarında büyük emirlerin de bulunduğu 3 bin kişilik bir kuvvet verdi. B e h r a m ş a h , bu yardımı sağladıktan sonra Sis tan yolu ile Kirman’a yöneldi. Onun Kirman’a geldiğini, Cîruft’ta haber alan me lik II. A r s l a n ş a h ’ ın yanında çok az sayıda asker kalmıştı, kaçmak veya savaşmak hususunda kararsızdı. Nihayet savaşa karar veren melik II. A r s l a n ş a h , iki taraf ordusunun Kumadin ovasında karşılaştığı sırada savaşı bırakarak Hemedan’a, Irak Selçuklu sultanı A r s l a n ş a h ’ ın yanma kaçtı. II. A r s 1 a n ş a h ’ ın bu meliklik müddeti dokuz ay sürdü. Böylece B e h r a m ş a h , ikinci kez Kirman Selçukluları tahtına oturmuş oldu (Şubat 1171).
X.
BEHRAMŞAH’ IN İKİNCİ MELİKLİK DÖNEMİ B e h r a m ş a h , tahta çıktıktan sonra ona yardımcı olan M ü e y y e d A y a b a ’ ya mensup olan askerler, Cîruft’u yağmaladılar. Cîruft önemli bir ticaret mer kezi idi. Bu şehrin çevresindeki yağma, adam öldürme ve işkence birkaç gün sürdü. Diğer taraftan atabek M ü e y y i d ü d d i n R e y h a n da boş durmuyor, tutsak alı nan vilâyet büyüklerini tek tek huzuruna çağırıyor, onlara eziyet ediyor ve azarlı yordu. Böylece B e h r a m ş a h ve kendisine muhalefet etmiş olanlardan intikam alıyordu. B e h r a m ş a h ve atabek R e y h a n ’ ın bu davranışları ve Cîruft’un yağmalanışı, Kirman’m İktisadî hayatına büyük bir darbe olmuştur. Melik B e h r a m ş a h , Berdesîr’e geldikten sonra muhtemelen Bern’e adam lar göndererek bu şehre de hâkim olduğu anlaşılıyor. B e h r a m ş a h , Bern’e hâ kim olduğu zaman, bu şehrin yöneticisi E b u l - M e f a h i r ’ in oğlunu yakalatmış, bu suretle daha önce II. A r s 1a n ş a h ’ ın veziri olan E b u l - M e f a h i r ’ den ve oğlundan kurtulmuştur. B e h r a m ş a h , “ onların öldürülerek mallarına elkonulmasını” emretti. Ayrıca önce Z e y n e d d i n K e y h ü s r e v ’ i, sonra N a s ı r ü d d i n E f z u n ’ u vezir tayin etti. Ancak E f z u n da yanlış işler yapınca, bu kez vezirliğe, reis R ü s t e m M a h a n î tayin edildi. Bu arada melik B e h r a m ş a h , esir düşmüş olan kardeşi T e r k e n ş a h ’ a karşı (muhtemelen kendisiyle sa vaştığı için) kin gütmekteydi. Nitekim bir içki meclisinde, T e r k e n ş a h i l e kavgaya tutuştu. T e r k e n ş a h , yaklaşan ölüm tehlikesini sezince bu meclisten ayrılıp sak landı. Ancak B e h r a m ş a h ’ ın adamları tarafından yakalanarak öldürüldü. Öte yandan II. A r s l a n ş a h , Cîruft önünde B e h r a m ş a h karşısında mağ lup olduktan sonra, yardım istemek üzere Hemedan’da bulunan Irak Selçuklula rından , adaşı sultan A r s l a n ş a h 5ın yanına gitmişti. Sultan A r s l a n ş a h ve atabek İ l d e n i z , onu iyi karşılamışlar ve yardıma karar vermişlerdi. Neticede A r s l a n ş a h ’ ın hizmetine ünlü emîrler verildi. Ayrıca Kirman’dan da taraftar ları kaçarak onunla birleştiler. Nihayet A r s l a n ş a h , yanındaki ordu ile Hemedan’dan ayrılarak Fars yolu ile Kirman’a doğru hareket etti. Melik B e h r a m ş a h da onun gelebileceği düşüncesiyle Kirman Selçukluları’ nda gelenek olduğu üze re, Cîruft’a gitmemiş ve fierdesîr’de kalmıştı. A r s l a n ş a h ’ ın harekete geçtiğini haber aldığı zaman o da hazırlıklara başladı. Horasan’da bulunan M ü e y y e d Ay a b a ’ ya durum bildirilerek yardım istendi. O da, tecrübeli ve yaşlı bir emîr
318
A Lİ SEVİM -ERDOĞAN MERÇİL
olan K a r a k u ş ile C e m a l e d d i n A y a b a ’ yı bir gurup askerle, yardım için gönderdi. II. A r s l a n ş a h , Haziran 1172’de, beraberindeki büyük bir ordu ile Berde sîr kapısı önüne gelerek burada karargâh kurdu. Daha sonra şehrin ve kale du varlarının çevresinde birkaç gün savaştılarsa da şehir surlarının sağlamlığı karşısında, Berdesîr’i kısa sürede ele geçirmeye imkân olmadığını anladılar. Şeh ri uzun süre kuşatmaya karar verdiler. Bunun üzerine melik B e h r a m ş a h , Ho rasan’a haberciler göndererek yardım istedi. Ancak Horasan hâkimi M ü e y y e d Ay a b a , Irak Selçuklu sultanı ile savaşmanın kötü sonuçlarını düşünerek yar dımcı kuvvet göndermiyordu. Kuşatma 6 ay kadar sürünce, şehir halkının sıkın tısı gittikçe arttı. Bu durumda şehirde bulunan emîrler, B e h r a m ş a h ’ ın yanı na gittiler ve halkın yiyecek sıkıntısı çektiğini, bu durumda Irak ordusunun ve A r s l a n ş a h ’ ın daha üstün olduğunu belirterek “ Kirman geniş bir ülkedir, iki padişahın idare etmesi mümkündür. Bugün üstünlük onun tarafında olduğundan, barıştan başka yapılacak bir şey yoktur” dediler. Melik B e h r a m ş a h , bu nasi hati kabul etti. İrak emirlerine çlçiler göndererek anlaşmak istediklerini bildir diler. Yapılan görüşmeler sonunda, Kirman’ın Berdesîr, Sircan, Cîruft ve Habis (yani üçte ikisi) bölgeleri A r s l a n ş a h ’ ın, Bem ve Mekrânat (yani geri kalan üçte biri) bölgesi de B e h r a m ş a h ’ ın oluyordu (Kasım/Aralık 1172). Böylece Kirman’da ikili bir meliklik yönetimi başladı. Bu anlaşmadan sonra melik B e h r a m ş a h , kendi başkenti Bern’e gitti. Ancak atabek M ü e y y i d ü d d i n R e y h a n , Kirman topraklarında bu taht mücadelelerinin durmayacağını hissettiği için bu bölgeden ayrılmak istedi ve yaşlılığını ileri sürerek, hacca gitmek için B e h r a m ş a h ’ tan yardım ve izin istedi. B e h r a m ş a h da geri döneceğini sanarak ona izin verdi. M ü e y y i d ü d d i n R e y h a n , bu izni aldıktan sonra R ü k n e d d i n S a m ile Yezd’e gitti ve tekrar atabek olarak Kirman’a getirecekleri güne kadar orada serbestçe yaşadı. B e h r a m ş a h , kendi merkezi Bern’e gittikten sonra, A r s l a n ş a h Berde sîr şehrine girdi. O, kaleye girdiği zaman hazînede ne bulduysa İrak ordusu ko mutanı C e m a l e d d i n M u h a m m e d ’ e gönderdi. Çünkü melik A r s l a n ş a h , yardımlarından dolayı sultan A r s l a n ş a h ve atabek I l d e n i z ’ e çok şey borç luydu. Onların sayesinde Kirman tahtını elegeçirmişti. İşte bu yardım sonucu o, Irak Selçuklularına tâbi olmuştu. (Ayrıca bk. Irak Selçukluları, Sultan A r s l a n ş a h Devri). Melik A r s l a n ş a h , Aralık 1172’de, beraberinde atabek K u t b e d d i n M u h a m m e d ve vezir E b u l - B e r e k â t olduğu halde, kışı geçirmek üzere Cîruft’a yöneldi. Yaz başlangıcında tekrar Berdesîr e döndü. Devlet işlerinden çok eğlen ce ve içki içmekle meşgul oldu. Buna rağmen atabek M u h a m m e d , az içki içer ve melik II. A r s 1a n ş a h ’ ın nedimliğine rağbet etmezdi. Bu sebeple atabek M u h a m m e d , melik A r s l a n ş a h ’ m gözünden düşmüş, onun yerine fazla hüneri olmayan akıllı T o r u m t a y ön plana çıkmıştı. Öte yandan melik A r s l a n ş a h ile B e h r a m ş a h ’ ın arası, daha ilk günden bozulmaya başlamıştı. Anlaşmanın bozulmasına, görünüşte daha çok iki taraftan kaçan gulamların sebep olduğu an-
SELÇUKLU DEV LETLE R İ TARİHİ
319
taşılıyor. Nitekim daha anlaşmanın yapıldığı sıralarda M ü e y y i d ü d d i n R e y h a n ’ ın gulamlarından Ö d e m i ş , melik A r s l a n ş a h ’ ın birkaç gulamı ile kaçarak Bern’e gitmiş ve melik B e h r a m ş a h ’ a bağlanmıştı. Ö d e m i ş , yiğitli ğini göstermek için Berdesîr’e bir akın yaptı, ancak melik II. A r s 1a n ş a h ’ ın emirlerinden A y b e k , Ö d e m i ş ’ i tutsak aldı ve zincire vurulmuş olarak Cîruft’a getirdi. Ancak bu kez, II. A r s l a n ş a h ’ tan beklediğini alamayan emîr A y b e k , Cîruft’tan Bern’e kaçarak anlaşmazlığı körükledi ve sonra da Berdesîr’i yağmaladı. Böylece iki melik arasındaki anlaşma kesin olarak bozuldu. Bu du rumda B e h r a m ş a h Horasan’dan, melik II. A r s 1 a n ş a h da Yezd’den yardım istediler. Daha sonra iki taraf da savaş hazırlıklarını tamamladılar. Berdesîr’e sa hip olmak için melik A r s l a n ş a h Cîruft’tan, B e h r a m ş a h da Bern’den hare kete geçtiler, iki taraf, Nisan 1174’de Râyin kasabası sınırında karşılaştılar. Yapılan savaşta, önce B e h r a m ş a h 5ın emrindeki Horasan askerleri üstün durumda iken, melik A r s l a n ş a h ’ ın bir gurup askerle direnmesi sonucunda, hezimete uğra yarak kaçmış ve ağırlıklarını da savaş alanında bırakmıştı. Savaşı kazanan melik II. A r s l a n ş a h , 5 Mayıs 1174’de Berdesîr’e girdi ve halk tarafından büyük bir törenle karşılandı. Ancak, melik A r s l a n ş a h , bu zaferden sonra âdeti üzere, tekrar eğlence ve içki içmekle meşgul olmaya başladı. T o r u m t a y ise melik A r s 1 a n ş a h ’ in umursamazlığından yararlanarak suç işlemekte devam ediyordu. Bu durumdan hoşlanmayan atabek K u t b e d d i n M u h a m m e d , Cîruft’tan Bern’e gitti. Melik B e h r a m ş a h , atabekin Bern’e geldiğini haber aldığı zaman onu kar şıladı. Atabek K u t b e d d i n , Bern’de fazla vakit kaybetmeden B e h r a m ş a h ile birlikte Berdesîr’e yürüdü. Melik II. A r s l a n ş a h , şehir ve kalenin bir ku şatma için hazır bulunmadığını anlayınca, canını kurtarmak için kaçmayı yeğle di. Nihayet melik B e h r a m ş a h , Mayıs 1175’de başkent Berdesîr’e geldi ve Saray-1 Deşt’te konakladı. Böylece Kirman, tekrar bütünüyle melik B e h r a m ş a h ’ ın eline geçmiş oldu (Mayıs 1175), T o r u m t a y ise birkaç gulamıyla gelerek B e h r a m ş a h ’ a itaatini arzetti. Ancak atabek K u t b e d d i n M u h a m m e d ’ in ika zıyla B e h r a m ş a h , T o r u m t a y ’ ı öldürttü. II. A r s l a n ş a h , Berdesîr ’den kaçtıktan sonra Râver yolu ile Yezd’e gitmiş ti. Yezd atabeki R ü k n e d d i n S a m , onu iyi karşılamış ve meliklik için gerekli yardımı sağlamıştı. Neticede A r s l a n ş a h , yaz sıcaklarına rağmen Yezd atabeki ve ordusu ile Kirman’a hareket etti. II. A r s 1a n ş a h ve Yezd ordusunun bu hare ket haberi, Berdesîr’e ulaştığı zaman melik B e h r a m ş a h , tam teçhizatla dona tılmış kalabalık bir orduyla savaşmak üzere sınıra doğru yöneldi. Ancak B e h r a m ş a h , ordusundaki askerlerin kendi tarafına geçeceğini ümit eden II. A r s l a n ş a h , bu durumun gerçekleşmediğini görünce savaşa girişme cesaretini gösteremeden Yezd’e döndü. Melik B e h r a m ş a h da Berdesîr’e dönerek Kirman’ı iyi bir şekilde yönetmeye devam etti. Ancak o istiska (su toplaması) hastalığına yakalanmış ve Ağustos 1175’de genç yaşta ölmüştür. Melik B e h r a m ş a h , gerek tek başına ve gerekse A r s l a n ş a h ile ortak ol mak üzere, aşağı-yukarı beş yıl hüküm sürmüştür. Elde mevcut gümüş sikkelerin de onun ünvan ve lakabı ise, el-Melik es-Sultan Ebû Mansûr şeklindedir.
XI. MUHAMMEDŞAH DEVRİ Melik B e h r a m ş a h ’ ın ölümü, henüz sükûnete kavuşmuş olan Kirman’ın tekrar karışmasına sebep oldu. Bu durumda atabek K u t b e d d i n M u h a m m e d , H a t u n - i R ü k n î ile anlaşarak B e h r a m ş a h ’ ı n7 yaşındaki oğlu II. M u h a m m e d ş a h ’ ı babasının yerine tahta oturttu. Yeni melikin tahta geçme sinden birkaç gün sonra atabek K u t b e d d i n M u h a m m e d , ancak Bern ka lesi kutuvali bulunan S â b ı k e d d i n A l i S e h l ’ in yardımıyla işlerini yürütebileceğini düşünmüş ve II. M u h a m m e d ş a h ’ ı yanma alarak Bern’e yö nelmişti. Atabek K u t b e d d i n M u h a m m e d , A l i S e h l ’ i B e h r a m ş a h ’ ın yetiştirdiğini, şimdi onun, bu iyiliklere karşılık efendisinin oğluna sığınacak bir yer verebileceğini düşünerek harekete geçmişti. Ancak onlar, Bern’e ulaştıkların da, S â b ı k e d d i n A l i S e h l , onları şehre bırakmadı, hattâ onları yakalamak istedi. Fakat atabek K u t b e d d i n , yanına M u h a m m e d ş a h ’ ı da alarak İğ tarafına kaçmayı başardı. Böylece 7 yaşındaki II. M u h a m m e d ş a h ’ ın melikliği çok kısa sürmüş oldu. Melik B e h r a m ş a h öldüğü zaman II. A r s l a n ş a h Yezd’de, A y b e k D ı r a z Cîruft’ta v e T u r a n ş a h d a Irak’ta olayların gelişmesini bekliyorlardı. Ata bek K u t b e d d i n M u h a m m e d , Berdesîr ’den Bern şehrine yöneldiği zaman, Kirman’m ilerigelenlerinden bir gurup, Yezd’de bulunan I I . A r s l a n ş a h ’ m ya nına giderek, onu hareket için teşvik etmişlerdi. Böyle bir fırsatı bekleyen II. A r s 1a n ş a h , beraberinde Yezd atabeki R ü k n e d d i n S a m olduğu halde, Yezd ’den ayrılarak Aralık 1175’de Berdesîr’e ulaştı. Hiçbir direnişle karşılaşmadan şehre hâkim olan II. A r s l a n ş a h , üçüncü kez Kirman Selçukluları tahtını elegeçir di. Melik II. A r s 1a n ş a h ve beraberindekiler, başkette 15 gün oturduktan son ra A y b e k D ı r a z ’ ın hâkimiyetinde bulunan Cîruft’a yöneldiler. Bunu haber alan A y b e k Mâdun geçidini tutarak onları Cîruft’a sokmamak için hazırlandı. II. A r s 1a n ş a h ve Yezd ordusu, bu geçide geldiklerinde burayı geçemediler. A y b e k , melik II. A r s l a n ş a h ’ a “ Yezd atabeki ve ordularını ülkelerine gönder medikçe, Cîruft’a girmelerine müsaade etmeyeceğini” bildirdi. Bunun üzerine Yezd atabeki ve ordusu ülkelerine döndüler. II. A r s l a n ş a h , A y b e k ’ in ordusuy la birleşerek Cîruft’a girdi ve atabeklik görevini de A y b e k ’ e verdi.
SELÇUKLU D E V L E T L E R İ TARİH İ
321
Cîruft’ta bu olaylar olurken, II. M u h a m m e d ş a h ve K u t b e d d i n M u
h a m m e d , ik-üç ay Iğ emirlerinin yanında vakit geçirdiler. Daha sonra yardım istemek için Fars ’a hareket ettiler. Onlar, Fesâ şehrinde emîr H a s b e g ile bir leştikten sonra Fars’a gitmekten vazgeçerek Kirman’a döndüler. K u t b e d d i n M u h a m m e d ’ in P e h l i v a n adında genç bir oğlu vardı. O, melik A r s l a n ş a h ’ m Cîruft’ta olmamasından istifade ederek, Berdesîr şehrini elegeçirmek için babasına bir plan önerdi. Yapılan plana göre P e h l i v a n , Mart 1176’da anî bir hücumla Berdesir’e girerek, şehrin hâkimi emîr E b u l f e v â r i s K u h î ’ yi elegeçirdi, sonra da II. M u h a m m e d ş a h ve K u t b e d d i n M u h a m m e d şehre girdiler. Böylece K u t b e d d i n M u h a m m e d ve taraftarları, başkent Berdesîr’e hâkim oldular. Bu haber Cîruft’a ulaştığı zaman, burada bu lunan melik II. A r s 1a n ş a h ve atabek A y b e k , hemen Berdesîr’e hareket etti ler. Melik II. A r s 1a n ş a h ve atabek A y b e k , Berdesîr önüne geldiklerinde, henüz hububat olgunlaşmamış olduğu için şehirdekiler ancak iki-üç gün açlığa dayanabildiler, sonra şehrin kapılarını açmak zorunda kaldılar. Melik II. A r s 1a n ş a h , atabek A y b e k ’ i şehrin dışında bırakarak Berdesîr’e girdi ve II. M u h a m m e d ş a h ’ ı kalede hapsetti. Bu sırada (muhtemelen) melik II. A r s l a n ş a h , K u t b e d d i n ile anlaşmış ve onu tekrar atabek tayin 'etmişti. Bunun üzerine tekrar ikinci plana düştüğünü anlayan A y b e k D ı r a z , Berde sîr önünden ayrılarak Bern’e yöneldi. Şehrin yöneticisi S â b ı k e d d i n A l i , A y b e k ’ i saygı ile karşıladı (23 Mart 1176). A y b e k , burada birkaç gün kaldıktan sonra, beraberine S â b ı k e d d i n A l i ’ nin serhenklerini ve kendi Türk asker lerini alarak Cîruft üzerine bir akın yaptı. Kirman’ın önemli bir ticaret merkezi olan Cîruft’a ulaşan A y b e k ve beraberindekiler, burayı ve köylerini yerle bir ettiler, canlı, cansız ne buldularsa hepsini Bern’e götürdüler. Bunun üzerine me lik li. A r s l a n ş a h , 1176 yazında, güvenilir bir hâce olan M e c d e d d i n M a h m u t ’ u anlaşma sağlaması için Bern’e gönderdi. Bern’e ulaşan M a h m u t , iki taraf arasında bir anlaşma yaptı; ancak bu anlaşma da kısa sürede bozuldu. Melik II. A r s l a n ş a h , Bem şehrinde kendisine itaat etmeyen iki kuvvetli şahsın bulun masını hoş karşılamayarak, bu şehrin üzerine yürümeye karar verdi. Bu sırada Salgurlulardan da yardım istedi, iki kuvvet birleştikten sonra, Bem şehri önün de konakladılar. Nihayet iki taraf arasında şiddetli bir savaş başladı. Bem ordu su, ilk onbir gün başarılı durumdaydı. Ancak onikinci gün, melik II. A r s l a n ş a h ’ ın kuvvetleri Bern’in dış mahallelerini zorla elegeçirerek üstün lüklerini gösterdiler. S â b ı k e d d i n A l i ve taraftarları iç kaleye çekildiler. Melik II. A r s l a n ş a h ’ ın kuvvetleri ise burayı kuşatmaya başladılar. Bu kuşatma üç ay kadar sürdü. Sonunda gerek kaledekilerden ve gerekse kuşatma kuvvetlerin den birçok kişi öldü. Bem kalesinin kuşatma savaşıyla elegeçirilemeyeceğini an layan melik II. A r s l a n ş a h , daha sonra çeşitli yollar denediyse de bu şehre bir türlü giremedi. Daha sonra Horasanlı Z i y a e d d i n E b û B e k r , iki taraf ara sında bir anlaşma sağlamak için aracılık yapmaya çalıştı. Ancak melik II. A r s 1a n ş a h , atabek K u t b e d d i n M u h a m m e d ’ in etkisinde kalarak bir türlü
322
ALİ SEVİM -ERDOĞAN MERÇİL
anlaşmayı kabul etmedi. Bu sırada kalede kuşatılan emîr A y b e k D ı r a z ’ ın adamlarından becerikli birisi olan M u h a m m e d E m i r e k , A r s l a n ş a h ’ ın yanında bulunan Salgurlu elçisi Z e y n e d d i n R e s u l d a r ’ ı kandırarak kendi tarafına çekti. Bir gece Salgurlu ordusu, melik II. A r s l a n ş a h ’ tan ayrılarak emîr Ay b e k ’ in yanına geçtiler. Ertesi sabah şehirdekilerle birleşen Salgurlu ordusu ve II. A r s 1 a n ş a h kuvvetleri arasında savaş başladı. Salgurlu ordusu nun ayrılışının verdiği üzüntü ile savaşan melik II. A r s 1a n ş a h ve atabek K u t b e d d i n M u h a m m e d , yenileceklerini anladıkları zaman, bütün çadırları ve ağırlıkları Bern önünde bırakarak gece Nermâşîr’e geldiler ve oradan da Cîruft’a çekildiler. T u r a n ş a h , babasının ölümünden sonra, özellikle Salgurlulardan aldığı yar dımlar ile taht mücadelelerine karışmış, fakat başarılı olamayarak Salgurlu baş kenti Şiraz’a dönmüştü (1170/1171). Daha sonra II. A r s l a n ş a h , Irak Selçuk lularından aldığı ordu ile Kirman’a yönelirken, T u r a n ş a h Hemedan’da kal mış, oradan İsfahan’a gitmişti. Ancak Irak’tan umduğu yardımı alamayan T u r a n ş a h , buradan ayrılarak Yezd’e gitti. Yezd atabeki R ü k n e d d i n S a m , onu iyi bir şekilde karşılayarak, ikameti için gerekli hazırlıkların yapılmasını emretmiş ti. Bern emîri A y b e k D ı r a z , emîr Y u s u f A ş u r ’ u Yezd ’e göndererek T u r a n ş a h ’ ı davet etti. Yezd atabeki, Ay b e k ’e olan düşmanlığı sebebiyle bahaneler ileri sürerek T u r a n ş a h ’ ın emîr Y u s u f ile gitmesine engel oldu. Ancak emîr A y b e k , Yezd atabekini sert bir şekilde tehdit edince, bu kez, T u r a n ş a h ’ ı gön dermeye mecbur kaldı. A y b e k ile T u r a n ş a h , Şütüran mevkiinde buluştular, daha sonra da Fars’tan gelecek olan yardımı beklemek üzere Sircan’a gittiler. Öte yandan melik II. A r s l a n ş a h , kardeşi T u r a n ş a h ’ ın Sircan’a geldiğini ha ber alınca, yanında atabek K u t b e d d i n M u h a m m e d ve ordusu olduğu hal de, Cîruft’tan Sircan’a yürüdü. Emîr A y b e k , onların kendi üzerine geldiğini öğrendiği zaman Kedrû tarafına çekilmiş, ancak melik II. A r s l a n ş a h , onları takip etmeyerek Cîruft’a dönmüştü. Bu sırada Fars’tan gelen yardımcı kuvvet de emîr A y b e k ve T u r a n ş a h ’ a katıldı. Bundan sonra T u r a n ş a h ve berabe rindekiler, melik II. A r s 1a n ş a h ile karşılaşmak için Cîruft önüne geldiler (Mart 1177). iki taraf, Cîruft kapısı önünde karşılaştı. Savaş sırasında atılan oklardan biri, II. A r s 1 a n ş a h ’ a isabet etti. Bunun üzerine II. A r s l a n ş a h , savaş ala nından ayrılmak zorunda kaldı. Onun savaş alanını terketmesi, Kirman ordu sunun dağılmasına sebep oldu. Nitekim atabek K u t b e d d i n M u h a m m e d , A r s l a n ş a h ’ ın oğlu Y a v l a k A r s l a n ’ı yanına alarak Berdesîr’e kaçtı. Böylece T u r a n ş a h ve Salgurlu kuvvetleri savaşı kazanmış oldular. Melik II. A r s l a n ş a h , savaşı terkedip Cîrufa doğru giderken aldığı ok yarasından yolda öldü. Melik II. A r s l a n ş a h , güzel yüzlü, doğruluğu seven, akıllı bir hü kümdardı. En büyük kusuru, içki içmek ve eğlenceye düşkün olmaktı. Melik II. A r s l a n ş a h , B e h r a m ş a h ile olan ortak saltanat devresi de hesaba ka tılırsa, beş yıla yakın bir süre hükümdarlık yapmıştır.
MELİK II. TURANŞAH DEVRİ Atabek K u t b e d d i n M u h a m m e d ve beraberindekiler Berdesîr’e ulaşıp, muhtemel bir kuşatmanın hazırlıkları ile meşgul olurken, Cîruft’ta galip gelen T u r a n ş a h ve Salgurlu ordusu da vakit kaybetmeden aynı şehre yönelmişlerdi. T u r a n ş a h , Berdesîr önüne gelerek burada karargâh kurdu. Bu sırada Bem şehrinde bulunan Kirman büyükleri de görev kapmak için aceleyle T u r a n ş a h ’ ın ordugâhına geldiler. T u r a n ş a h ’ m ordusu ile şehirdekiler, birkaç kez savaştı lar ve iki taraf da kayıplar verdi. Ancak atabek K u t b e d d i n M u h a m m e d ’ in hastalanması, Berdesîr ’dekiler için aleyhte bir durum yarattı. Bunun üzerine iki taraf barış görüşmelerine başladılar. Neticede şehrin T u r a n ş a h ’ a teslimi konusunda anlaştılar. Böylece T u r a n ş a h , uzun bir süredir, özlemini çektiği Kirman Selçukluları tahtına tek başına sahip oldu. K u t b e d d i n M u h a m m e d ise, Salgurlar devletini kendisi için daha güvenli görerek Salgurlu ordusu ile bir likte atabek Z e n g i ’ nin yanına gitti. II. T u r a n ş a h da başkent Berdesîr’e gire rek Kirman Selçuklu tahtına oturdu. Melik II. T u r a n ş a h , tahta geçtikten birkaç gün sonra, yeğeni Y a v l a k A r s l a n ’ m gözlerine mil çektirerek Berdesîr kale sine göndermiş ve böylece ilerde kendisine rakip olabilecek bir akrabadan kur tulmuştu. T u r a n ş a h , bu olaydan sonra, Kasım 1177’de Cîruft’a gitti. Bu sırada bir zamanlar Kirman Selçukluları ’nın kudretli lideri M ü e y y i d ü d d i n R e y h a n , Yezd’de bulunuyordu. Onun gulamları, devlet kademelerinde önemli gö revler almışlardı. Kirman Selçukluları ülkesinde kuvvet ve kudret, ona mensup emirlerin elinde idi. Atabek A y b e k ’ in bu emirlere karşı davranışı oldukça sertti. Atabek A y b e k ’ in bu türlü davranışları özellikle M ü e y y i d ü d d i n R e y h a n ’ ın devlet kademesinde yer almış olan gulamları üzerinde kötü etki bırakıyordu. Nihayet bu gulamlar, otlaklardan sürüleri de alarak Yezd’e gitmeyi ve M ü e y y i d ü d d i n R e y h a n ile Kirman’a dönmeyi kararlaştırdılar ve Mart 1178’de Bem yolundan Yezd’e gittiler. Onların Yezd’e gittiklerini öğrenen melik I I . T u r a n ş a h ve atabek D ı r a z , Cîruft’tan Berdesîr’e dönerek kuşatma için gerekli hazırlıkla ra başladılar. Diğer taraftan M ü e y y i d ü d d i n R e y h a n , emirlerin kendi ya nına gelmelerinden çok memnun olmuş, yaşlılığına rağmen yeni bir maceraya atılmayı kabul etmişti. Yezd atabeki R ü k n e d d i n S a m da, gerek Kirman üze
324
ALİ SEVİM -ERDOĞAN MERÇİL
rindeki emelleri ve gerekse A y b e k ’ e olan kini yüzünden böyle bir fırsatı bekli yordu. Böylece M ü e y y i d ü d d i n R e y h a n , Yezd atabeki ve diğer emîrler, Kirman’a doğru hareket ettiler, Haziran 1178’de Berdesîr önüne gelerek burada karargâh kurdular. Neticede iki ordu arasında savaş başladı. II. T u r a n ş a h ’ ın hizmetinde bulunan bir emîrin tutsak alınarak zincire vurulması, şehirdeki hal kın morallerinin bozulmasına yol açtı. Daha sonra halk, kaçmak için çareler ara maya başladı. Atabek A y b e k ise, şehri savunmak için gece-gündüz kahramanca savaşıyordu. Ancak, onun hizmetinde bulunan K a y m a z Ş a g a l ’ ın şehirden ka çarak M ü e y y i d ü d d i n ’ in ordusuna katılması, A y b e k ’ in gururunu incitti. Ertesi gün M ü e y y i d ü d d i n ve Yezd atabekine bir elçi göndererek hayatına do kunulmayacağı hususunda ant aldıktan sonra şehri onlara teslim etmiştir. Bun dan sonra melik II. T u r a n ş a h , şehirden çıkarak M ü e y y i d ü d d i n R e y h a n ve taraftarları ile birleşti. A y b e k de atabek B o z k u ş ’ uıı sarayına yerleşti. An cak ona 2-3 gün hayat hakkı tanınmış, yeminler çabucak unutulmuş ve A y b e k ka leye götürülerek öldürülmüştür. Böylece M ü e y y i d ü d d i n R e y h a n , gurbette 7 yıl yaşadıktan sonra tekrar vatanına dönerek atabek oldu. Daha sonra melik II. T ı ı r a n ş a h , atabek M ü e y y i d ü d d i n R e y h a n ve Yezd atabeki, kışı ge çirmek üzere Cîruft’a gittiler (1178). Ote yandan Salgurlu atabeki Z e n g i , Şi raz ’a ulaşan K u t b e d d i n M u h a m m e d ’ e hürmet etmiş ve onu gerekli şekilde ağırlamıştı. Bu iki devlet adamının, Kirman’a sahip olabilmek için bir fırsat bek ledikleri muhakkaktı. Nitekim A y b e k ’ in öldürülmesi haberini aldıkları zaman, II. T u r a n ş a h ’ ın da ordu ve silâhtan yoksun olduklarını düşünerek Kirman üzerine hücum etmeye karar verdiler. Fars’tan hareket eden K u t b e d d i n M u h a m m e d ve Salgurlu ordusu, Cîruft önüne geldiler (1178/1179). Bunun üzeri ne, şehirde direnme imkânı göremeyen melik II. T u r a n ş a h , atabek M ü e y y i d ü d d i n R e y h a n ve Yezd atabeki R ü k n e d d i n S a m , kurtulu şu Cîruft’tan Bern’e kaçmakta buldular. S â b ı k e d d i n A l i S e h l , onları Bern’e sokmadı. Ancak bu sırada Fars’tan gelen Z e n g i ’ nin ölüm haberi üzerine Sal gurlu ordusu ile K u t b e d d i n M u h a m m e d , Fars’a dönmek zorunda kaldı lar. Bunun üzerine melik II. T u r a n ş a h ve atabek M ü e y y i d ü d d i n R e y h a n tekrar Cîruft’a döndüler. K u t b e d d i n M u h a m m e d , atabek Z e n g i ’ nin ölümünden sonra Fars’ta daha fazla kalmayarak î z z e d d i n L e n g e r ’ in daveti üzerine Yezd ’e gitti. I z z e d d i n L e n g e r , onu çok iyi karşılayarak her türlü yardımı sağladı. K u t b e d d i n M u h a m m e d , Yezd’den aldığı bu yardımla Kirman’a hareket ederek, Şubat 1179’da Zerend’de konakladı. Onun geldiğini öğrenen melik II. T u r a n ş ah ile atabek R e y h a n , emîr î z z e d d i n Ç o ğ r a n e ’ ye barış veya savaş ile K u t b e d d i n ’ i önleme görevini verdiler. K u t b e d d i n M u h a m m e d ’ in yanına giden î z z e d d i n , savaşmaktansa anlaşmayı yeğledi. Sonunda K u t b e d d i n M u h a m m e d ve Yezd ordusunu Cîruft’a getirdi. Bu durum karşısında çok yaşlanmış olan M ü e y y i d ü o. : ' n R e y h a n ’ ı görevinden uzaklaştırarak atabekliği K u t b e d d i n M ıı b. a ' : ;'5 e ’ zheklik ise emîr î z z e d d i n Ç o ğ r a n e ’ ye verildi.
SELÇUKLU D E V LETLE R İ TARİH İ
325
Ancak kısa sürede, atabek K u t b e d d i n ile emîr İ z z e d d i n ' i n aralarındaki dostluk bozulmaya başladı. Çünkü emîr î z z e d d i n , atabeklik görevini eline ge çirmek istiyordu. Nihayet atabek, harekete geçti ve melik II. T u r a n ş a h ’ ın ca miye gelmediği bir Cuma namazında emîr î z z e d d i n C o ğ r a n e ile taraftarları öldürüldü. Bu olaylardan sonra melik II. T u r a n ş a h , Berdesîr’e döndü ve bir süre Kirman’da sakin bir hayat yaşandı. Ancak, tahta geçmek isteyen üç kardeşin ve ayrıca atabek olmak isteyen devlet büyüklerinin mücadelesi, Kirman halkının İktisadî gücünü zayıflatmıştı. Orduyu oluşturan Türkler, aç ve fakir, buna karşı lık idareci sınıfını oluşturan Tâzikler'in (.Tâcikler) durumu çok dalıa iyiydi. Türkler de onların varlıklı olduklarını, fakat kendilerinin bundan gerektiği kadar yarar lanamadıklarını sanıyorlardı. Nihayet Haziran 1179’da melik II. Tu r a n ş a h , şeh rin dışındaki ovada çadır kurdurmuştu. Tâziklerin çoğu onun hizmetindeydiler. Bu fırsatı kaçırmayan Türkler, Tâziklere hücum ettiler ve sultan I I . T u r a n ş a h ve atabek K u t b e d d i n M u h a m m e d ’ in önünde, başta vezir N â s ı r e d d i n E b u l k a s ı m olmak üzere, birçok devlet büyüğünü kılıçla parça parça et tiler. Bu olayda gerek melik II. T u r a n ş a h ve gerekse atabek K u t b e d d i n M u h a m m e d hareketsiz kaldılar.
XIII. KİRMAN SELÇUKLU DEVLETİ’ NİN ÇÖKÜŞÜ Oğuz beylerinden melik D i n a r , Merv ve Serahs şehirlerine hâkimdi. Harezmşahlar Devleti’tiden S u 1 î a n ş a h (Olm. 1193)’ m bu şehirleri elegeçirmesi
üzerine buradaki Oğuzlar dağıldılar. Bu Oğuzlardan bir gurup, Kirman’a yöne lirken, 5 bin kişilik bir gurup da Fars’a gitti. Fars’a gidenler, bu bölgedeki soydaş ları Salgurlularm daha kuvvetli bir durumda olmaları nedeniyle önemli bir roi oynayamadılar ve onlarla kaynaştılar. Ancak Kirman’a göç edenler, Kirman Sel çuklu Devleti’nin zayıf ve istikrarsız yönetiminden yararlanarak bu bölgeye hâ kim oldular. Oğuzlardan Kirman bölgesine girenler, Râver yoluyla önce Kubânan’a ulaştı
lar. Birkaç gün bu bölgeyi yağmaladıiarsa da şehrin kalesi karşısında bir sonuç alamayacaklarını anlayarak Zerend önüne geldiler. Onların Zerend önünde bu lundukları haberi, başkent Berdesîr’e ulaştığı zaman S u n g u r adında bir gulam, Oğuzların ne maksatla geldiklerini, durumlarını ve sayılarını öğrenmek için on ların yanına gönderildi. S u n g u r , Oğuzların yanma giderek K a y s e r B e y adlı bir elçi ile geri döndü. K a y s e r B e y , hükümdarın hizmetine girmek için 10 bin kişinin Kirman’a geldiğini söyledi. Ancak K a y s e r B e y , elçilik görevinin yanısıra casusluk için gelmiş ve Kirman ordusunun sayısı ile durumunu öğren mişti. Nitekim Oğuzların yanma döndüğü zaman onlar, şehir kuvvetlerinin zayıf olduğunu ve kendilerine bir şey yapamıyacağını anlamışlardı, bu nedenle Zerend’den ayrılarak Bagin tarafına yürüdüler. Kirman devlet erkânı da onların bu ha reketini itaatsizliklerinin bir başlangıcı olarak yorumlayarak, Fars hâkimi atabek T e k l e b i n Z e n g i ' den yardım istemeye karar verdiler. Oğuzların daha sonra Fars için de tehlikeli olabileceğini sezen atebek Te k I e , Kirmana, yardım sağla mak hususunda çaba gösterdi ve emîr M ü c a h i d G ü r g â n î komutasındaki Bul gurlu kuvvetlerini Kirmana gönderdi. Ancak Kirman’da T o r u m t a y ’ ın adamlarından Z a f i r M u h a m m e d E m i r e k , atabek K u t b e d d i n M u h a m m e d ’ i yanlış yola sevkediyordu. R e f î ü d d i n Z a f i r M u h a m m e d , atabek M u h a m m e d ’ i Oğuzlara karşı kazanılacak bir zaferi, Fars ordusunun ilerde kendilerine mal edebileceklerini ve onun adının hiç anılmayacağını ileri sürerek kandırmış ve savaşa yalnız emîr M ü c a h i d G ü r g â n î ’ nin çağrılması
SELÇUKLU DEVLETLE R İ TARİH İ
327
fikrini savunmuştu. Bu fikre uyan K u t b e d d i n M u h a m m e d , Salgurlu or dusundan yalnızca G ü r g â n î ’ yi yanına çağırarak Berdesîr’de bulunan az sayı daki Kirman ordusuyla bu sırada Bagin’de bulunan Oğuzlar üzerine yürüdü. Orada Oğuzlar, Kirman ordusunu mağlup ettiler. Bir çok kişi, Oğuzlar tarafından öldü rüldü. Salgurlu emîri M ü c a h i d G ü r g â n î de öldürülenler arasındaydı. Ata bek K u t b e d d i n M u h a m m e d de perişan bir halde Berdesîr’e geldi. Bu mağ lubiyetten sonra, başkent Berdesîr’de sıkıntı başladı. Berdesîr’e gelen yollar ka panmış, çevreden ulaşan yardım da kesilmişti. Oğuzlar ise Bagin’den ayrılarak Mâhan nehri kenarında konakladıktan sonra güneye Germsîr bölgesine yürüdü ler, sonra da ansızın Cîruft’a hücum ettiler. Oğuzlar, bu bölgede binlerce insan öldürdükten sonra şehir ve kasabaları yerle bir ettiler. Oğuzların galibiyeti, Kir man devlet büyüklerinin nezdinde atabek M u h a m m e d ’ in gözden düşmesine yol açmıştı. Ondan ayrılan Kirman büyükleri, atabek olmak için birbirleriyle mü cadeleye giriştiler. Bu sırada M u h a m m e d A l e m d a r , Bern’e gitti ve oranın hâkimi S â b ı k e d d i n A l i ’ ye bağlandı, sonra da oradan aldığı yardımla Ber desîr’e döndü. Atabek K u t b e d d i n M u h a m m e d , A l e m d a r ile çekişmek ve Oğuzlarla savaşmaktansa, Kirman’ı terketmeyi yeğlediler, nitekim o, melik II. T u r a n ş a h ’ a veda ettikten sonra Fars’a gitti. Ancak orada umduğunu bulama yan K u t b e d d i n , önce Yezd’e gitmeyi düşünmüş ise de tekrar Kirman’a döndü ve Zerend hisarına kapandı. K u t b e d d i n M u h a m m e d ’ in Kirman’dan ay rılmasından sonra A l e m d a r ve adamları, tekrar melik T u r a n ş a h ’ ın hizme tine girdiler. Vezirliğe ise K ı v a m e d d i n getirildi. Vezir K ı v a m e d d i n , Berdesîr’den Zerend’e, K u t b e d d i n M u h a m m e d üzerine yürüdü. Bu neden le K u t b e d d i n M u h a m m e d , Horasan’a gitmek zorunda kaldı. Kirman’d a 1180 yılı baharında müthiş bir kıtlık olmuş ve bundan en çok baş
kent Berdesîr zarar görmüştü. Burada yiyecek hiç bir şey kalmamış, halk açlık tan kedi, köpek ne bulursa yemeye başlamıştı. Artık canlılarda, ölüleri toplayacak güç kalmadığı gibi, insanlar da ölmekten korkmuyorlardı. Bu sırada Oğuzlar, Germ sîr bölgesini yağmalayıp kışı orada geçirdikten sonra tekrar başkent Berdesîr’e yöneldiler. Şehir önüne geldiklerinde melik II. T u r a n ş a h ’ a bir elçi göndere rek “ Horasan’dan hükümdara hizmet etmek ve Kirman’da yaşamak amacıyla gel diklerini, fakat kendilerinin üzerine bir ordu gönderildiği zaman ayaklandıklarını, yine de hükümdara itaat etmek ve eğer affedilirlerse T u r a n ş a h ’ ı kendi hü kümdarları olarak görmek istediklerini” bildirdiler. Melik II. T u r a n ş a h için onlarla barış yapmaktan başka çare yoktu. Nihayet iki taraf arasında barış yapıl dı. Oğuz beyleri, Berdesîr şehrinin dışında bulunan meliklik sarayına, II. T u r a n ş a h ’ ın huzuruna geldiler. T u r a n ş a h , Oğuz beylerine çeşitli hil’atler giydirdi. Oğuzlar da daha sonra Bem tarafına gittiler. Onlar, Bem tarafında fazla bir şey yapamadılar. Burada S â b ı k e d d i n A l i S e h l ’ in bulunması ve şehri gayet iyi koruması, onlara engel olmuştu. Oğuzlar, daha sonra Nesa ve Nermâşir vilayetle rine hücum ederek, burada birçok insan öldürdüler. Onlar, etrafı bu şekilde yağ maladıktan sonra “ bu vilâyetlerin imar edilmesini ve kendilerine yiyecek sağ
328
ALİ SEVİM -ERDOĞAN M ERÇİL
lanması için toprağın ekilmesini” emrettiler. Oğuzların bu davranış ile Kirman’da yerleşme yolunda adımlar attıkları anlaşılıyor. Nitekim onlar da kışı geçirmek üzere Cîruft’a gittiler (1180/1181). Oğuzlar, 1181 yılı baharında, önce Bem ve Nermâşir taraflarına gelerek, geçen yıl burada ektikleri toprağın ürününü toplayıp Berdesîr’e gittiler (Eylül/Ekim 1181). Bir gece herkes uykudayken şehrin çöl ka pısına yöneldiler. Tesadüfen o gece, II. T u r a n ş a h ’ ın ağır hasta olan annesi H a t u n i R ü k n î de ölmüştü. Melik II. T u r a n ş a h , Oğuzların bu anî hücumu karşısında bir şey yapamayarak şehirdeki sarayına çekildi. Oğuzlar, bu sırada Sa rayı Deşt’ı bütünüyle harap ettiler ve sonra da evlere, pazarlara ve kervansaray lara saldırdılar. Oğuzlar bu şekilde Berdesîr’i yağmalayıp buldukları her şeyi aldıktan sonra oradan ayrıldılar. Bu sırada siyasî hayattan çekilmiş olan M ü e y y i d ü d d i n R e y h a n , Oğuzların Berdesîr önündeki yağma hareketlerini görün ce tövbesini bozarak tekrar atabek oldu. Atabek R e y h a n , Oğuzların Berdesîr’den uzaklaşmasından sonra şehir kuvvetlerini alarak Salgurlarm Sircan hâkimi K u t 1u ğ Ay a b a Ay a z î ’ nin yanına gitti ve ondan yardım istedi. Ancak atabek R e y h a n ’ ın ömrü vefa etmedi; birkaç gün sonra Sırcare’da öldü ve orada gömüldü. Kirman kuvvetleri de geri dönmek zorunda kaldılar. Oğuzlar, 1181 yılı sonbaharında tekrar Germsîr’e yöneldiler. Onlar, artık ken dilerine karşı koyacak kimse olmadığını ve Kirman’ı yurt edinebileceklerini an lamışlardı. Germsîr bölgesini de imar etmeye başladılar. Diğer yandan Kirman’a komşu Sistan bölgesinden Oğuzların reisi olmak isteyen birisi çıkmıştı. Bu zat, Sistan’daki Saffarî sülâlesinden T a c e d d i n E b u l f a z l N a s r ’ ın torunu emîr Ö m e r N u h î idi. Emîr Ö m e r , önce Kirman’a gelmiş ve Habis şehrinde ko naklamış, daha sonra da Oğuzların arasına girmişti. Oğuzlar ona, melik diye hi tap ederek kendilerine reis yaptılar. Kirman’ı terkeden atabek K u t b e d d i n M u h a m m e d , Horasan meliki T o g a n ş a h tarafından iyi karşılanmamıştı. Bu sırada Oğuzlar, K u t b e d d i n M u h a m m e d ’ e haber göndererek “ emîr Ö m e r N u h î ’ yi beğenmediklerini, eğer atabek kendi vatanına dönerse, ona itaat edeceklerini” bildiriler. Ayrıca K u t b e d d i n ’ in geride kalan hizmetkârları ve yandaşları da onun Berdesîr’e dön mesini isteyen mektuplar yazmışlardı. Bu çift yönlü istek, onun Horasan’dan Kirman’a dönmesine sebep oldu. K u t b e d d i n M u h a m m e d , Habis şehrine ulaştığı zaman Oğuz reisleri S a m s a m ve B u l a k onun huzuruna gelerek saygı gösterdiler ve onu Oğuzların yanına götürdüler, daha sonra da Berdesîr’de ko nakladılar. Atabek, öncelikle Oğuzlara nasihat etmeyi uygun gördü ve onlara “ za manın hükümdarının fermanlarına uymalarını” söyledi. Oğuzlar bunu kabul ettiler ve melik II. T u r a n ş a h ’ a itaat ederek onunla anlaştılar.
K u t b e d d i n M u h a m m e d , Kirman’a döndüğü zaman Z a f i r M u h a m m e d E m i r e k onun hizmetine girmiş, K u t b e d d i n M u h a m m e d de ken di niyabeti ile onu M eşîz’den Berdesîr’e göndermişti. Z a f i r M u h a m m e d , Haziran 1183’de bir gün sabah erkenden melik II. T u r a n ş a h ’ ın sarayına gitti ve zaten hasta olan T u r a n ş a h ’ ı öldürttü.
SELÇUKLU D E V LETLE R İ TARİH İ
329
Melik, II. T u r a n ş a h , babasının sağlığında akıllı, uyanık, nazik ve herke sin yardımına koşan bir şehzadeyken taht mücadelesine karıştığı zaman uzunca bir süre Kirman ’dan uzakta yaşamak zorunda kalması, bu iyi huylarının değiş mesine sebep olmuştu. Melik olduğu zaman ülke, taht mücadelesi sebebiyle ka rışmış, Kirman ’da çok az şey ayakta kalmıştı. Oğuzların gelişi ile II. T u r a n ş a h ’ ın heybeti ve devletinin parlaklığı gitmiş, nihayet o, küçük bir hizmetkâr tarafından kolayca öldürülmüştü.
XIV. MELİK II. MUHAMMEDŞAH DEVRİ Z a f i r M u h a m m e d Em i r e k , melik II. T u r a n ş a h ’ ı öldürdükten son ra II. M u h a m m e d ş a h b i n B e h r a m ş a h ' ı , hapsedilmiş olduğu Berdesîr kalesinden çıkartarak Kirman Selçukluları tahtına oturttu. M u h a m m e d ş a h , 1175 yılında henüz 7 yaşında iken melik olmuştu. 1183 yılında ikinci kez tahta geçtiği sırada, aşağı-yukarı 15 yaşında idi. Melik II. M u h a m m e d ş a h , henüz küçük bir delikanlı olmasına rağmen, Z a f i r ’ in kendisi için bir tehlike olacağını anlamıştı. Bu sebeple yakın ve güvenilir adamları ile onun ortadan kal dırılması için görüşmelerde bulunuyor ve fırsat bekliyordu. Nitekim birkaç gün sonra beklenen fırsat çıktı. Oğuzlar, melik M u h a m m e d ş a h ’ ın tahta çıkması üzerine II. T u r a n ş a h ile yaptıkları anlaşmayı geçersiz saymışlar, tekrar adam öldürmeye ve etrafı yağmalamaya başlamışlardı. Oğuzlardan bir gurup da Berde sîr şehrine iki fersah uzaklıktan geçmişti. Z a f i r bunlara hücuma karar verdi. Melik II. M u h a m m e d ş a h ’ ın yakın adamlarından A l â e d d i n S ü l e y m a n , Z a f i r ’ in Oğuzlara hücum için şehrin dışına çıktığı zaman öldürülmesi ni planladı. Nitekim Z a f i r , şehirden çıktığı zaman A l â e d d i n S ü l e y m a n , mızrağını onun sırtına sapladı, diğer adamları da yardıma koştular ve Z a f i r ’ i parça parça ettiler. Daha sonra da başta vezir olmak üzere, onun yandaşlarını öl dürdüler. Böylece melik II. M u h a m m e d ş a h , kendisi için bir tehlike olan Z a f i r ’ den kurtulduğu gibi, amcasının da intikamını almış oldu. Bu olaylardan sonra melik II. M u h a m m e d ş a h , boş olan vezirlik makamına Ş e r a f e d d i n b i n A z i z ’ i atadı, daha sonra da devletin çeşitli makamlarına adamlarını yerleştirdi. Bu arada ordudaki Türkler, bu tayinlerde önemli rol oynuyor ve iste diklerini yaptırıyorlardı. Bir süre sonra Ş e r a f e d d i n , vezirlikten uzaklaştırıl dı, yerine, rakibi K ı v a m e d d i n Z e r e n d î atandı. 1184/1185 yılında Berdesîr’de yeniden büyük bir kıtlık baş gösterdi. Bu du rumda çaresiz kalan vezir Z e r e n d î ve Türkler, birleşerek Bern’de bulunan S â b ı k e d d i n A l i ’ nin yanına gitmeye karar verdiler. Bern şehri, her türlü asayişsizlikten uzak olduğu gibi, yiyecek bakımından da zengin bir bölgeydi. Bu sebeple melik II. M u h a m m e d ş a h da onlarla birlikte Bern’e gitti. S â b ı k e d d i n A l i , onları gayet iyi karşıladı ve M u h a m m e d ş a h ’ a hürmet etti. Ayrı
SELÇUKLU DEV LETLE R İ TARİHİ
331
ca ev sahipliği hususunda da cömert davranarak onları ayrı ayrı ağırladı. Berdesir ’den gelenler, bu şekilde birkaç gün karınlarını doyurdular. Ancak Türkler, karınları doyduktan sonra bolluk içindeki bu şehre göz diktiler. S â b ı k e d d i n A I i , her sabah şehirden çıkarak melik II. M u h a m m e d ş a h ’ m huzu runa geliyordu; bu sırada onu yakalamayı düşündüler. Türkler, bu planlarını melik II. M u h a m m e d ş a h ’ a da anlattılar. Melik M u h a m m e d ş a h , tecrübesizlik ten ve parasızlıktan bu öneriyi kabul etti ve ertesi günü bu işin yapılmasını söyle di. Ertesi gün S â b ı k e d d i n A l i . yine melik II. M u h a m m e d ş a h ’ ın huzuruna gelmiş, fakat adamlarından M u h a m m e d A l e m d a r ’ ın durumu ha ber vermesi üzerin? çl?"den kurtularak kaleye dönmeyi başarmıştı. Daha sonra iki taraf arasında bir mücadele haşlamış, ancak melik II. M u h a m m e d § a h ve beraberimit'kiliT y<.-mlcrek kaçmak zorunda kalmışlardı. S â b ı k e d d i n A l i , melik II. M u h a m m e d ş a h ’ ın bu davranışına çok kızmıştı. Nitekim o, Berdesir'de melik II. M u h a m m e d ş a h ' m akrabalarından bir şehzade bu lunduğunu öğrendiği zaman, onu desteklemeye karar verdi. Hattâ bir adamını göndererek M ü b a r e k ş a h adındaki bu Selçuklu şehzadesini Bern’e gelmesi için ikna etti. Muhtemelen A 1i , bu Selçuklu şehzadesine atabek olacak ve Bern’deki hâkimiyetine meşrû bir şekil verecekti. Neticede M ü b a r e k ş a h , Bern’e getiril di. S â b ı k e d d i n A l i onu tam bir melik gibi karşıladı. Kendi kızını onunla evlendirdi. Böylece Kirman’da ikinci bir melik ortaya çıkmış oldu. Oğuz beylerinden biri olan D i n a r , Büyük Selçuklu Sultanı S e n c e r ’ e karşı savaşarak onu mağlup edip Serahs kalesini elegeçirmişti. Ancak bu şurada Hârezmşahlar ’dan S u l t a n ş a h ’ ın hücumuna uğramış ve Kirman’a doğru hareket etmişti. Belki de onun Kirmana, gelmesinin sebebi, buradaki Oğuzların onu da vet etmiş olmasıdır. Nihayet D i n a r , beraberinde 80 kadar atlı olduğu halde, 17 Aralık 1185’te Kirman’a geldi. Bu sırada Kubanan’a hâkim bulunan emîr M ü c a h i d ü d d i n ’ in oğulları, D i n a r ’ ı karşılayıp ona itaat etmişlerdi. Öte taraftan atabek K u t b e d d i n M u h a m m e d , iki vıl kadar sabırla Oğuzların arasında yaşamış, fakat öğütlerinin onlar üzerinde herhangi bir etkisini göremeyince, on lardan kurtulmaya kara vererek Rtgan hisarına kapanmıştı. Daha sonra da çöl yolunu takip edere! Habîs’e gitti. Atabek K u t b e d d i n M u h a m m e d ’ in, aşağıyukarı D i n a r ’ ın Kirman’a geldiği sırada Oğuzların yanından ayrılışı, belki de Oğuzların D i n a r ’ ı daveti ile ilgilidir. K u t b e d d i n M u h a m m e d ’ in Oğuz lardan ayrılması haberi Berdesir’e ulaştığı zaman, şehirdeki atlı ve yayalardan oluşan bir gurup, melik II. M u h a m m e d ş a lı ’ tan ayrılarak Habîs’e gittiler. Böy lece atabek M u h a m m e d ’ in kuvvet ve kudreti artmaya başlamış, Berdesir’de ise çok az kişi kalmıştı. Neticede şehir halkı için atabek ile anlaşmaktan başka çare yoktu. Hâce C e m a l adında birisini Habîs’e elçi olarak gönderdiler. Nihayet atabek K u t b e d d i n , yandaşlarıyla birlikte Berdesîr’e girdi. Atabekin gelişi ile halkın morali yükselmiş, şehirde barış havası hâkim olmuş, anarşi ve düşmanlık lar ortadan kalkmıştı. Hattâ Oğuzlara karşı kendilerini savunmak için tekvücut olmuşlardı. İşte bu sırada D i n a r ’ ın Kubanan çölünden çıktığını haber aldılar.
332
ALİ SEVİM-ERDOĞAN MERÇİL
Onun gelişine engel olmak için 300 atlı toplayarak Habîs’e gittiler. Ancak D i n a r ’ ın ünü. Kir m anlı askerlerin onlara hücumunu engellemişti. Böylece tehlikeden kurtulan D i n a r , sağ-salim Nermâşir’e ulaştı ve oradaki Oğuzlarla birleşti ve bu tehlikeden sonra kendisini Kirman meliki ilan etmiş; “ Bugünden sonra Kirman padişahı benim” demişti. Melik D i n a r ’ ın Kirmana gelmesinden sonra Bem emîri S â b ı k e d d i ıı A l i , hâkimiyeti altındaki şehri korumak için onun yanına giderek itaat ve barış yolunu yeğlemişti. Bu sırada Bem'de bulunan M ü b a r e k ş a h ise, S â b ı k e d d i ıı A l i " nin bu davranışı üzerine gönlü kırılmış ve onun yanından kaç mıştı, Ancak S â b ı k e d d i n A l i ’ nin adamları, onu yakalayarak huzuruna getirdiler. Ancak M ü b a r e k ş a h , birkaç gün sonra tekrar kaçmayı denediyse de yine yakalanarak S â b ı k e d d i n A l i ’ nin yanma getirildi. S â b ı k e d d i n A l i ona neden kaçtığını sorduğunda da “ kendisinin, melik D i n a r ’ a tes lim edebileceğinden endişelendiğini” söyledi. S â b ı k e d d i n A l i , böyle bir şeyin mümkün olamayacağını belirterek istediği şekilde hareket edebileceğini söyledi. Bunun üzerine M ü b a r e k ş a h , önce, Sistan’a, oradan da Gur sultanlarının hu zuruna giderek ömrünün sonuna kadar orada kaldı. Melik D i n a r , Bem valisi S â b ı k e d d i n A l i ’ yi itaat altına aldıktan sonra Zerend’e giderek bu şehre hâkim oldu. O, bundan sonra Kirman Selçukluları baş
kenti Berdesîr’e hâkim olmak istiyordu. Önce barış yoluyla burayı elegeçirmeyi denedi, ancak şehirdekiler bunu kabul etmeyince, başkent Berdesîr’e yürümek zorunda kaldı. Melik D i n a r , Temmuz/Ağustos 1186’da Berdesîr önüne geldi ve şehri kuşatarak savaşa başladı. Ancak bir süre sonra, iki taraf için de hayvanlara yem bulmak güçleşmişti. Bu durumda melik D i n a r , kuşatmayı kaldırarak mai yetinden bir kısmını Zerend yolu ile Râver hisarına yollarken, kendisi de bir gu rup ile Habîs’e gitti. Habîs hâkimi, atabek Ku t b e d d i n M u h a m m e d ’ in kar deşi R ü k n e d d i ı ı O s m a n , şehri ancak iki-üç gün koruyabildi. Bir gece melik D i n a r ’ m kuvvetleri şehre girdiler. Böylece Habîs elegeçirilmiş oldu. Melik D i n a r , şehrin yağmalanmasına engel olduğu gibi, şehrin enıîrine de hürmet etti ve onu beraberine alarak Râver’e gitti (Eylül 1186). Melik D i n a r , Râver bölgesin de de iki kaleyi elegeçirdikten sonra tekrar Berdesîr’e yönelmiş, ancak yine hay van yemi sıkıntısı görüldüğünden bir şey yapamayacağını anlayarak kışı geçirmek üzere Bern’e gitmişti. Öte yandan Kirman Selçuklularının ilerigelen emîrleri ve devlet adamları, yaklaşan tehlikeyi sezmişler ve korkuya kapılarak bir an önce Kirman dan ayrılma çabası içine girmişlerdi. Melik II. M u h a m m e d ş a h da me lik D i n a r ile başa çıkamıyacağını anlayınca, Irak Selçukluların’dan yardım is temek için oraya gitmeye karar verdi. M u h a m m e d ş a h , bu amaçla Ekim/Kasım 1186’da Kirman’dan ayrılarak İrak’a hareket etti. O, önce hâce C e m a 1 ’ in elin de bulunan Zerend hisarına geldi ve bu kaleyi elegeçirmek için savaşa başladı. Ancak onun bu hareketi, tam bir başarısızlıkla sonuçlandı. Sonunda Zerend önün den ayrılarak Irak’a doğru yoluna devam etti. Melik II. M u h a m m e d ş a h , yar dım istemek için Irak’a gittiği zaman, atabek K u t b e d d i n M u h a m m e d , bir
SELÇUKLU D E V L E T L E R İ TARİH İ
333
miktar atlı ve yaya ile Berdesîr’de kalmıştı. Ancak o, hiçbir sebep ve hastalık ol madığı halde Kasım 1186’da öldü. Onun ölümü, uzun yıllar hâkim olduğu Kir man Selçukluları Devleti’nin başsız kalmasına sebep oldu. Melik D i n a r , kış mevsiminden sonra Berdesîr’i elegeçirmek için yeniden ha rekete geçmiş ve önce Deri Aşub kalesi üzerine yürümüştü. Hırsızların, yol ke senlerin ve ayak takımının (evbaş) toplandığı bir yer olan bu kale, iki-üç günlük kuşatmadan sonra ele geçirildi. Melik D i n a r , buradan Berdesîr’e yöneldi. Ber desîr’de bulunan az sayıdaki asker, melik D i n a r ’ a şiddetle karşı koydular ve kahramanca savaştılar. Ancak şehir halkından çoğunun ölmesi ve geri kalanların da yaralanması üzerine, barış iâîemek zorunda kaldılar. Sonunda ua taraf arasın da bir anlaşma yapıldı, 10 Eylül 1187 Cuma günü bilginler, imamlar ve devlet ilerigelenleri, şehirden çıkarak şehrin ve kalenin anahtarlarını melik D i n a r ’ a teslim ettiler. Melik D i n a r , Cuma namazından sonra şehre girdi ve böylece Kirman Selçukluları’mn başkenti Berdesîr’e hâkim oldu. O, daha sonra melik T u ğ r u 1 ’ un kızı ve melik M u h a m m e d ş a h ’ ın halası olan H a t u n i K i r m a n î ile evlen di. Melik D i n a r , Kirman Selçukluları’ndan bir kızla evlenmek suretiyle Kir man üzerindeki hâkimiyetini de sağlamlaştırmış oluyordu. Melik II. M u h a m m e d ş a h , yardım istemek için gittiği Irak’ ta, sultan III. T u ğ r u 1 ve atabek K ı z ı l A r s l a n ’ dan umduğunu bulamamıştı. Onlar, atabek Z e n g i ’ nin oğulları ile beraber melik II. M u h a m m e d ş a h ’ ı, Fars’a yolladı lar. Ancak Salgurlu atabeki Te k 1 e de yardım hususunda pek istekli değildi. Böy lece hiçbir taraftan yardım alamayan II. M u h a m m e d ş a h , tekrar Kirman sınırına doğru ilerledi. Durumu ümitsiz gören adamlarından bir kısmı ise Fars’ta kaldılar. Melik II. Muhammedşah, Kirman’a geldiği sırada, başkent Berdesîr, melik D i n a r ’ ın yönetimine girdiği için o, Bem şehrine yöneldi. Bem hâkimi S â b ı k e d d i n A l i , daha önce d e M ü b a r e k ş a h ’ ı melik ilân etmiş, Selçuklu aile sinden birine dayanarak Bern’deki hâkimiyetini meşrulaştırmak ve atabek olmak istemişti. Şimdi bu arzusunu gerçekleştirmek için eline ikinci kez fırsat yakala mış oluyordu. Bu sebeple melik II. M u h a m m e d ş a h ’ a itaat etti ve kendi kızı nı onunla evledirdi. Öte yandan melik D i n a r , bu durumu haber aldığında, kış olmasına rağmen Bem üzerine yürüdü. Orada birkaç gün konakladıktan sonra, az sayıdaki ayak takımını cezalandırmak için Habîs’e yöneldi. Ancak kış mevsi minin verdiği zorluk, onun Habîs önünde kalmasını engellemişti. Melik D i n a r , burada tekrar melik M u h a m m e d ş a h ’ ın bulunduğu Bern’e döndü. Bem hal kı, muhtemelen kış mevsimindeki bir kuşatmanın güçlüğünü düşünerek barış is tedi. Neticede S â b ı k e d d i n A l i ’ nin tekrar melik D i n a r ’ a itaat etmesi ve melik M u h a m m e d ş a h ’ m Kirman’d an uzaklaştırılması şartı ile iki taraf an laştılar. Bu şekilde S â b ı k e d d i n A l i , melik Dinar ile anlaştıktan sonra me lik II. M u h a m m e d ş a h ve onunla evli olan kızını Sistan’a gönderdi. Melik II. M u h a m m e d ş a h ’ ın Kirman’ ıterk etmesiyle Kirman Selçukluları, tarih sah nesinden silinmiş ve yerini, melik D i n a r ’ ın kurduğu Oğuz Devleti almıştı (Ocak 1189).
A Lİ SEVİM-ERDOĞAN MERÇİL
334
Melik II. M u h a m m e d ş a h , Sistara’da da daha fazla kalamayarak yardım istemek için Hârezm’e gitti. Hârezmşahlar sultanı Te k i ş , onu iyi karşılayarak hürmet etti. Ancak bir süre sonra sultan Te k i ş ’ in ona karşı olan sevgisinin azal dığı ve yardım işinin askıya alındığı görülüyor. Melik M u h a m m e d ş a h yardım hususunda sultan Te k i ş ’ ten ümidini keserek Gur ve Gazne’ye gitti ve Gurlulardan Gazne hâkimi Ş i h a b e d d i n M u h a m m e d ’ in hizmetine girdi. Hayatı nın sonuna kadar orada yaşayan M u h a m m e d ş a h ’ ın ölüm tarihi ve yeri hakkında kaynaklarda kesin bir bilgi bulunmamakla beraber muhtemelen Gazzıe’de ölmüştür. O, Kirman Selçuklu Devleti’ni yeniden canlandırmak için çok çalışmış, bu yolda Irak Selçukluları, Salgurlular ve Hârezmşahlar devletlerine başvurmuş, fakat amacına ulaşamadan, yurdundan uzakta, hayata veda etmiştir.
SELÇUKLU D E V LETLE R İ TARİH İ
-C < nj
335
c >
O J D 2
-C ın» ı qj -*D u u < rt
ti JÛ :3
-C «S I C V M u ü H b£) O
>ÖC
;S 3
CQ
o c»
s
c <3 e <
S
C :3 T C <3 w <(G E
J3 <«ı c/yı I C
E D
H
u
p 5
J2
]3
~v w ~o
’Z
CD a «
.c
‘S. ı -a <3
e
-C m
o
e
SS*
c
<« vr> ı e
e
<
■Ti
j2
<
■>
£
s «j
•M *
JZ
1 I "Ö D
00
e .
»W D
<& I c «s
3 H
X 3
S -C w I . eU k«
<§
t 3 H
<ğ
w >
•5 bo^ı_ 3 5
T3f H .S
■Si <«S -D :3
s
<3 c <3
Q
6 •o Jd
■s
a s
ö
SURİYE YE FİLİSTİN’E İLK TURK GİRİŞLERİ ı. HANOĞLU HARUN Suriye’ye tarihte ilk Türk girişi, Batı-Karahanlı hükümdarı I. Ta m g a ç H a n ’ ın (1058-1067/68) oğlu olması tahmin edilen H a n o ğ l u H a r u n ta rafından gerçekleştirildi. H a r u n , kumandası altındaki bin Oğuz atlısıyla, diğer Selçuklu akıncılarıyla birlikte Özkent’in güney - batısında bulunan Kartukların Uç (Uş) kentinden, Azerbaycan yoluyla, Anadolu’ya gelmiştir. Çok geçmeden Sel çuklu hizmetinde olarak Anadolu’da fetihlere başlayan H a r u n , Büyük Selçuk lu Devleti vasalı Mervanoğullarının yönetiminde bulunan Diyarbakır yörelerine gelip kondu. Mervanoğulları ailesinin Amid (Eski Diyarbakır) hâkimi emîr S a i d , anlaşmazlık halinde bulunduğu kardeşi N a s r ’ a karşı H a r u n ’ u yardıma çağırdı ve böylece o, kuvvetli bir duruma gelmiş oldu. Fakat bir süre sonra emîr S a i d ’ in ihanetine uğrayan H a r u n , Diyarbakır yörelerinden uzaklaştı. Bu sı ralarda H a r u n , Arap Temimoğulları kabilesinin baskını sonucunda, onlar ta rafından tutsak alındı. Fakat bir süre sonra tutsaklıktan kurtulmayı başararak buyruğu altındaki Oğuz atlılarıyla, Bizans topraklarına akınlarda bulundu ve Gü ney - Doğu Anadolu’daki birçok Bizans memleketlerine akınlar yaptı. Bunun üze rine Bizans imparatoru K o s t a n t i n o s X . D u k a s , ona, “ ücret karşılığında Bizans hizmetine girmeyi” önerdi. İşte bu sıralarda H a r u n , yeğeni M a h m u t ’ la mücadele halinde bulunan Haleb Mirdasoğulları emîri A t i y y e tarafından yar dıma çağrıldı. Bu çağrı üzerine H a r u n , bütün atlı kuvvetleriyle Haleb’e gelip Hâzır semtinde konakladı (1064/65). Emîr A t i y y e , kendisi ve askerlerinin mas rafları için, ona her ay, onbir bin altın vermeyi kabul etti. Böylece A t i y y e , taht iddiasında bulunan yeğenine karşı daha güçlü bir duruma gelmiş oldu. Bununla birlikte A t i y y e ’ nin H a r u n ’ la ittifak yapması, özellikle, Kuzey-Suriye’deki si yasî olaylarda etkili bir durumda bulunan kalabalık Arap Kilâpoğulları kabilesi üzerinde olumsuz bir etki yaptı. Bu fırsatı iyi değerlendiren M a h m u t , Kilâpoğullarının geniş ölçüdeki desteğiyle amcasına karşı Haleb üzerine saldırıya geç tiyse de H a r u n ’ un şiddetle direnişi karşısında başarılı olamadı (Ocak 1064).
340
ALİ SEVİM -ERDOĞAN MEECİL
Yeğeni M a h m u t ’ a karşı daha güçlü bir duruma gelen emîr A t i y y e , H a r u n ve Oğuz atlılarıyla birlikte Bizans hâkimiyetindeki Antakya topraklarına sal dırıya geçerek bu yöredeki Kemnûn kalesini fethetti. Bizans’a karşı kazanılan bu ilk başarı üzerine, Haleb dışında oturmakta olan H a r u n v e Oğuzları, A t i y y e ’nin izniyle daha çok sosyal imkânları bulunan şehre girip burada oturmaya baş ladılar. Bununla birlikte, H a r u n ’ un Haleb’i elegeçirmesinden kuşku ve endişeye kapılan emîr A t i y y e , şehir halkının da kışkırtmasıyla bir gece, Haleb yerli mu hafızlarıyla (Ahdâs) Oğuzlara ani bir baskın yaptı; birçok at ve silâhları yağma edildikten başka bazı Oğuz askerleri de öldürüldü (Şubat 1065). Böylece müttefi ki durumunda bulunan emîr A t i y v e ’ nin ihanetine uğrayan H a r u n , atlı kuv vetleriyle birlikte derhal şehri terkedip kuzeye Elcezire taraflarına gitti. Bu sıralarda H a r u n , kendilerine saldıran bazı Arap kabileleri ve Bizans kuvvetle riyle başarılı çarpışmalarda bulundu. Kuzey - Suriye’de cereyan eden siyasî olayları iyi değerlendiren H a r u n , bu kez, ihanetine uğradığı emîr A t i y y e ’ ye karşı Haleb Mirdasoğulları emîrliğine hâkim olmak isteyen M a h m u t ] la ilişki kurup, onunla bir antlaşma yaptı; bir süre sonra da bütün kuvvetleriyle ona katıldı. Buna sonderecede sevinen M a h m u t , H a r u n ile birlikte Haleb’i elegeçirme hazırlıklarına başladı. M a h m u t ve H a r u n , kalabalık Kilâpoğulları kabilesinin de katıldığı büyük bir orduyla A t i y y e ’ ye karşı harekete geçtiler ve onu, Haleb’in kuzeyindeki Mercüdabık yö relerinde yenilgiye uğrattılar (Mayıs 1065). Bu başarıdan sonra M a h m u t ve H a r u n , harekâta devam ederek Haleb’e çekilen A t i y y e ’ yi kuşatmaya koyuldular. 102 gün süren bir kuşatma sonunda A t i y y e , yeğeni M a h m u t ’ a bir ulak gön dererek “ H a r u n v e Oğuzlarının şehre girmemeleri şartıyla Haleb’i kendisine teslim edeceğini” bildirdi. M a h m u t , amcasının bu önerisini kabul ettikten kı sa bir süre sonra Haleb’e girip teslim aldı ve şehirde hâkimiyetini ilân etti (Ağus tos 1065 sonları). H a r u n ve Türkmenlerinin şehre girmesine izin vermeyen emîr M a h m u t , ona, Haleb’in güneyindeki Maarretünnûman’ı ıkta suretiyle (dirlik olarak) verdi. Bunun üzerine kuvvetleriyle Maarretünnûman’a gelen H a r u n , şehrin yönetimini eline aldı (Eylül 1065). H a r u n , burada âdil bir yönetim kur du. İlgili kaynakların belirttikleri üzere, Türkmenler, hiç bir yağma hareketinde bulunmayıp, gerekli bütün yiyecek maddelerini parayla satınaldılar, hattâ suyun azlığı sebebiyle, hayvanlarını da para karşılığında sulattılar. Bununla birlikte emîr M a h m u t , H a r u n ’ un isteği üzerine, Türkmenlerin yaşayışlarına pek yeterli olmayan Marretünnûman yerine, ona, adı bilinmeyen daha verimli bir yöreyi ıkta etmiştir. H a r u n ’ un kendisine katılmasıyla daha güçlü bir duruma gelen emîr M a h m u t , amcası A t i y y e ’ nin Haleb’e karşı giriştiği bütün saldırıları kolaylıkla püs kürttü; böylece Haleb Mirdasoğulları emîrliğinin rakipsiz hâkimi oldu. Vasalı emîr M a h m u t ’ un H a r u n ’ la ittifak ve işbirliğini dikkatle izleyen Mısır - Fatımî halifesi M u s t a n s ı r , ona bir mektup göndererek “ Bizans’a gaza yapmasını, özel likle H a r u n ve Oğuzlarıyla ilişkisini kesip onları Haleb yörelerinden uzaklaş
SELÇUKLU DEVLETLERİ TARİH İ
341
tırmasını” bildirdi (Aralık 1066). Bunun üzerine emîr M a h m u t , halifeye gön derdiği cevapta “ H a r u n v e Oğuzlarının kendisinden daha kuvvetli oldukları nı, bu sebeple onları Haleb yörelerinden uzaklaştıramayacağını, fakat eğer, onların kesinlikle buradan uzaklaştırılmaları emredilirse o zaman kendisine, büyük bir askerî birliğin gönderilmesini” bildirdi. Emîr M a h m u t ’ un bu cevabını bir is yan niteliğinde gören M u s t a n s ı r , halifelik ordu komutanı B e d r ü l c e m a l i ’ ye bir buyruk gönderip ‘ ‘ A t i y y e ile birlikte harekete geçerek Haleb’i emîr M a h m u t ’ un elinden almalarını” bildirdi. Bunun üzerine büyük kuvvetlerle Haleb’e karşı harekete geçen B e d r ü l c e m a l i ve A t i y y e , bu kez de başarılı olamadılar. Bö\ Iccc
M a h ın j t . H a r u n ve Oğuzları sayesinde Haleb emir
liğini elinde tutabildi. Emîr M a h m u t ’ un Haleb’de durumunu kuvvetlendirdikten sonra H a r u n , emrindeki Türkmen atlıları ve kumandası altına verilen Kilâpoğulları kuvvetle riyle, Bizanslılarm elinde bulunan stratejik öneme sahip Artalı kalesine yürüyüp kuşatmaya başladı. Burada Hıristiyan halkla birlikte ilerigelen Bizans yöneticile ri de bulunuyordu. Kuşatma sebebiyle çok sıkışık bir duruma düşen Artah, Tem muz 1068’de hücumla fethedildi. Antakya savunması bakımından önemli olan bu kalenin fethi, özellikle Haleb ve yörelerinin Haçlı saldırılarına karşı güvence al tına alınmış olması bakımından büyük bir başarı olmuştur. Çok geçmeden H a r u n , yine bu yörelerdeki Imm kalesini de fethetti. Bizans imparatoru R o m a n o s D i o g e n e s , Anadolu’daki Selçuklu akmlarını durdurmak amacıyla, 1068 yılında çeşitli milletlerden oluşturduğu kalabalık bir orduyla sefere çıktı, imparator, Kayseri ve Maraş yörelerinde bazı askerî ha reketlerde bulunduktan sonra Kuzey - Suriye’ye gelerek bölgeyi yağma ve tahrip akmlarına uğrattı; daha sonra da U m u r t e k i n adlı bir Türk emîrinin savundu ğu, bölgenin önemli bir kalesine sahip olan Menbic’i elegeçirdi. Bizans birlikleri nin Haleb yörelerine saldırmaları üzerine H a r u n ve emîr M a h m u t , Türkmen ve Arap kuvvetleriyle harekete geçerek onları yenilgiye uğrattılar, çok sayıda Bi zans askeri kılıçtan geçirildi, ilgili kaynakların belirttikleri üzere H a r u n , za ferin kazanılmasında büyük rol oynamıştır. Birliklerinin yenilgisi üzerine imparator, bizzat kumanda ettiği ordusuyla Haleb yörelerine gelip karargâh kur du. Onu yakından izleyen H a r u n ve M a h m u t , imparatorun karargâhına şa fak vakti, ansızın saldırıya geçerek kuşattılar. Burada ciddi bir şaşkınlığa düşen Bizanslılarla Türkmenler ve Arap askerleri arasında bütün gün kanlı bir boğuş ma başladı. Her iki taraf da ağır kayıplar verdi; savaşta yenen ve yenilen belli değildi. Daha sonra H a r u n ve M a h m u t , kuvvetleriyle birlikte Haleb’e dön düler. Bununla beraber ağır kayıplar veren R o m a n o s D i o g e n e s , onları iz lemeye cesaret edemedi, bir süre sonra da H a r u n tarafından fethedildiğini gördüğümüz Artah ve Imm kalelerini yeniden elegeçirdi (1068). H a r u n ’ un askerî gücü sayesinde Haleb Mirdasoğulları emirliğine hâkim olan M a h m u t , emirliğinin iç ve dış bütün sorunlarını yine onun destek ve yar dımlarıyla çözümlemişti. Böylece Kuzey - Suriye’de güçlü bir duruma gelen emîr
342
ALİ SEVİM -ERDOĞAN M ERÇİL
M a h m u t , H a r u n ve Türkmenlerine karşı tutumunu değiştirip, onlara âdeta cephe almaya başladı. Bunun üzerine, kendisini ve kuvvetlerini güvencede gör meyen H a r u n , isyan halinde bulunan Sur şehri Fatımî valisi A y n ü d d e v l e ’ nin yanma giderek onunla işbirliğine başladı. Fakat bir süre sonra Fatımî halifesinin buyruğuyla A y n ü d d e v l e ’ yi Sur’da kuşatmaya başlayan Akkâ Fatımî valisi B e d r ü l c e m a l i , H a r u n ’ u kendi tarafına çekmeyi başardı. Bunun üzerine A y n ü d d e v l e , gizlice gönderdiği iki Türkmen vasıtasıyla H a r u n ’ u öldürttü. Onun ölümünden sonra kendisine bağlı olan Türkmenler, B e d r ü l c e m a l i ’ nin hizmetine girdiler (1070/71).
2. EMÎR AFŞİN VE SANDAK Büyük Selçuklu İmparatorluğu ’nun değerli kumandanlarından olan emîr A f şin, Gümüştekin, Ahmetşah ve diğer Selçuklu emirleriyle birlikte Murad ve Dic le ırmakları havzalarından Elcezire bölgesine gelerek Ergani ve Nizip yörelerin deki bazı Bizans kalelerini fethetti; ayrıca Nusaybin’i de kuşattı. Harekâtına devam eden A f ş i n , Fırat ırmağını geçerek Adıyaman ve yörelerine akınlarda bulundu. Kendisine karşı çıkan Bizans uç (sınır) komutanı A r u a n d a n o s ’ u ağır bir yenilgiye uğrattıktan başka tutsak da almayı başardı. Emîr A f ş i n ve di ğer Selçuklu emirleri, bu başarılı harekâttan sonra çok sayıda tutsak ve ganimet lerle Selçuklu askerî üssü olan Ahlat’a döndüler (1066/67). A f ş i n , burada G ü m ü ş t e k i n ’ i bir kavga sırasında öldürdü. Bunun üzerine o, bu değerli emî ri öldürmesi sebebiyle sultan A l p A r s l a n ’ m gazabından korku ve endişeye kapılarak, emrindeki kalabalık Türkmen atlılarıyla Ahlat’tan ayrılıp batıya ha reketle akınlara başladı. Bir ara, Amanos dağlarında karargâh kuran emîr A f ş i n , gönderdiği kuvvetlerle Gaziantep’in kuzey - batısındaki Dülük’ü fethetti; sevkettiği başka bir kuvvet de Antakya yörelerini yağma akınlarına uğrattı (Ağus tos 1067). Daha sonra A f ş i n , kuzeye yönelip Malatya yörelerinde bir Bizans kuv vetini bozguna uğrattı; batı yönünde ileri harekâtına devam edip KayserVyi geçici olarak ele geçirdikten sonra Toros ve Amanos dağlarını aşıp Kuzey-Suriye’ye gel di. O, Anadolu’da giriştiği bütün bu askerî hareketler sırasında elegeçirdiği çok sayıdaki ganimetleri, büyük bir ticaret merkezi olan Haleb pazarlarında sattı (1067 sonları). Bir süre sonra Haleb’den ayrılan A f ş i n , 1068 yılında, yeniden Antak ya ve Haleb yörelerine gelip akmlarda bulundu; hattâ bu arada Antakya Bizans valisinden 100 bin altın vergi ve savaş aletleri aldı. Fakat bu sıralarda sultan A l p A r s l a n , özel bir mektup göndererek “Anadolu’daki başarılı askerî hare ketleri sebebiyle kendisini affettiğini” bildirdi. Bunun üzerine A f ş i n , sultana katılmak üzere, bütün kuvvetleriyle birlikte Kuzey - Suriye’den ayrıldı (Nisan 1068). Sultan A l p A r s l a n ’ ın değerli ve işbilir kumandanlarından biri olan emîr S a n d a k ( S u n d u k ) , diğer Selçuklu emirleriyle birlikte Anadolu’da fetihler
SELÇUKLU DEV LETLE R İ TARİH İ
343
yapmakta idi. S a n d a k , emrinde bulunan Türkmen atlı kuvvetleriyle, 1069 yılı sonlarına doğru Kuzey - Suriye’ye gelerek Haleb, Maarretünnûman, Hama ve Hu mus yörelerine akınlarda bulundu. Haleb Mirdasoğulları emîri M a h m u t ’ dan vergi ve değerli armağanlar alan emîr S a n d a k , kışı bu bölgede geçirdikten son ra yeniden fetihlere devam etmek üzere, Anadolu’ya gitti (1070 yılı ortaları). Böy lece S a n d a k , Kuzey - Suriye’nin ilerde Selçuklu hâkimiyetine geçmesinde etkili olacak olan bu askerî harekâtını başarıyla tamamladı.
3. FİLİSTİN’DE BİR TÜRKMEN BEYLİĞİ Sultan A l p A r s l a n ’ ın eniştesi E r b a s a n ’ ın, sultana isyan ile Bizans’a sı ğınması üzerine, beraberindeki K u r l u ,
A t s ı z ve kardeşleri, Ş ö k 1 ü vs. gibi
beyler, Anadolu’da fetihlere devam etmeyerek, kumandaları altındaki Türkmen lerle Mısır Fatımî hâkimiyetinde bulunan Filistin’e geldiler (1070). İlgili kaynak larda “ Filistin’e giren ilk Türkler” olarak nitelenen ve 3-4 bin çadır halkından oluşan bu Türkmenlerin başında K u r l u B e y bulunuyordu. K u r l u B e y , be raberinde yukarıda adları geçen bey ve Türkmenlerle Taberiyye Gölü’niın doğu sundaki Balkâ ve yöreleriyle Nûman kalesini fethederek yerleştiler. Daha sonra o, bugünkü İsrail ülkesinde bulunan ve Kudüs’ün 50 km. batısındaki Remle ve yörelerini de fethetti. Göçebe Arapların yağmaları sebebiyle harap ve ıssız bir duruma gelen Remle’yi imar eden K u r l u B e y , burasını başkent yaparak Bü yük Selçuklu Devletine bağlı bir Türkmen Beyliği kurdu. Bölgede tarımsal faali yetlerde de bulunan K u r l u B e y , komşu yörelerden çiftçiler getirtti ve toprakları işletmeye başlattı; özellikle çok ihmale uğramış olan zeytin üretiminin geliştiril mesi için büyük çaba gösterdi. Bütün bu çabaların olumlu bir sonucu olarak ha sat mevsimi sonunda, 360 bin altın değerinde zeytin ürünü elde edildi.
Fatımî ve M irdasîlerle ilişkiler
K u r l u B e y ’ in Filistin’de Türkmen Beyliği’ n i kurduğu sıralarda, Mısır Fa tımî devletinin Akkâ valisi B e d r ü l c e m a l i , göçebe Arapların saldırıları so nucunda, oldukça sıkışık bir duruma düşmüştü. Bu sebeple o, K u r l u B e y ’ den yardım istedi. K u r l u B e y ’ in atlı kuvvetlerle harekete geçmesi üzerine, göçe be Araplar geri çekilip itaatlarını bildirmek zorunda bırakıldılar. Böylece onla rın saldırı ve yağmalarından kurtulan B e d r ü l c e m a l i , K u r l u B e y ’ e vaad ettiği altınları vermedi. Bunun üzerine K u r l u B e y , Türkmen atlılarıyla Taberiyye’ye yürüyüp bir kısım toprakları fethetti ve buralara bazı Türkmen zümrele rini yerleştirdi. Onun bu hareketine engel olmayan B e d r ü l c e m a l i , kalabalık göçebe Arapları K u r l u B e y ’ e karşı harekete geçirdi ise de bunlar, Türkmen ler tarafından yenilgiye uğratıldılar. Böylece Türkmen Beyliği’nin sınırları geniş letilmiş oldu.
344
A L İ SEVİM -ERDOĞAN MERÇİL
Bu başarılı fetih harekâtından sonra K u r l u B e y , Fatımî devletine isyan ile valisi bulunduğu Sur kentinde bağımsız duruma gelen A y n ü d d e v l e ’ nin çağrısı üzerine, atlı kuvvetleriyle ona yardıma gitti. Bu sırada B e d r ü l c e m a l i , A y n ü d d e v l e ’ yi kuşatmaktaydı. K u r l u B e y , doğrudan doğruya B e d r ü l c e m a l i ile bir çatışmaya girmeyip onun yönetiminde bulunan Sayda kentini kuşattı. Bunun üzerine B e d r ü l c e m a l i , Sur kuşatmasını bırakıp çekilmek zo runda kaldı. Böylece A y n ü d d e v l e de Fatımî baskısından kurtularak Sur’da bağımsız yönetimine devam etti. Daha önce görüldüğü üzere, H a n o ğ l u H a r u n ’ un yardımıyla Haleb Mirdasoğulları emirliğine hâkim olan emîr M a h m u t , Antakya Bizans valisinden de yardım alan rakibi amcası A t i y y e ’ nin saldırısına uğradı. Çok sıkışık ve cid di bir duruma düşen emîr M a h m u t , K u r l u Bey’e ulaklar gönderip yardım isteğinde bulundu. K u r l u B e y , derhal bin Türkmen atlısıyla Haleb’e M a h m u t ’ a yardıma gitti. M a h m u t , K u r l u B e y ’ in yardımı sayesinde A t i y y e ve müttefiklerini yenilgiye uğratıp Haleb hâkimiyetini elinde tutmayı başardı. Bu askerî yardımdan dolayı emîr M a h m u t ’ dan at ve altın alan K u r l u B e y , da ha sonra başkent Remle’ye döndü (1071). K u r l u B e y , Haleb Mirdasoğulları emirliğine yaptığı askerî yardımdan son ra Fatımî valisi I b n M ü n z e v ’ in yönetimindeki Dımaşk’ı kuşattı ve yörelerin deki köy ve çiftlikleri elegeçirdi. Türkmen kuvvetlerine karşı koyamayan Fatımî valisi, 50 bin altın vergi karşılığında, K u r l u B e y ’ le bir antlaşma yapmak zo runda kaldı. Bunun üzerine K u r l u B e y kuşatmayı kaldırdı (1071). Bu kuşat ma harekâtından sonra K u r l u B e y , yine Fatımî yönetimindeki Akkâ şehrini kuşatıp sıkıştırmaya başladı. Bu sıradaki şehir valisi, aralarının açık olduğu B e d r ü l c e m a l i idi. K u r l u B e y ’ in bu kuşatma harekâtına, B e d r ü l c e m a l i ’ ye düşman olan kalabalık göçebe Araplar da katıldılar. Fakat bir süre sonra K u r lu Bey, burada öldü. Çok geçmeden Filistin Türkmen Beyliği’nin başına, adı bi linmeyen bir Türkmen beyi (belki de daha sonra beyliğin başına geçen A t s ı z B e y ) Akka’ya gelip kuşatmayı devam ettirdi. Şehrin şiddetle direnmesi ve dolayısıyla kuşatmanın uzayıp gitmesi sebebiyle Türkmen kuvvetleri kuşatmayı bırakıp Remle’ye döndü. Filistin’de Büyük Selçuklu Devletine tâbi olarak kurulan bu Türkmen Beyliğ i’nin bundan sonraki durumu hakkında, ilgili kaynaklarda bundan daha fazla bir bilgiye sahip değiliz. X I. yüzyıl Orta - Doğusunun büyük devletlerinden birisi sayılan Mısır - Fatı mî devleti, özellikle sekizinci halife M u s t a n s ı r devrinde (1036-1094), mülkî yönetimin bozulması sonucunda, askerî unsurların yetki çatışmalarına başlama larına sahne oldu. Bu sıralarda, vezaret makamında bulunan N â s ı r ü d d e v l e , makamını sağlamlaştırarak halifeye de karşı çıkmaya başladı. Esas amacının Mı sır yönetimini elegeçirmek olan N â s ı r ü d d e v l e , bir yandan halife, öbür yan dan da rakipleri Y e l d e n i z , B e d r ü l c e m a l i vs. gibi emirlerle çatışmak
SELÇUKLU DEVLETLE R İ TARİHİ
345
zorunda kaldı. Fakat kuvvetli rakipleri karşısında sıkışık bir duruma düşünce, bu sıralarda Horasan’da bulunan sultan A l p A r s l a n ’ a sünnî fakihi E b û C â f e r M u h a m m e d ’ i elçi olarak göndererek “ Ordusuyla birlikte Mısır’a gelme sini, ülkeyi kendisine teslim edeceğini ve şiî hutbesini kaldırıp sünnî hutbesi okutacağını” bildirmişti. Bunun üzerine sultan A l p A r s l a n Selçuklu fetih pla nında yer alan Mısır’ı da fethetmek amacıyla, orduyla Mısır’a hareket edecektir (Sultanın Mısır seferi girişimi, eserimizin “ Sultan A l p A r s l a n ” Bölümünde ayrıntılı olarak anlatıldığı için yeniden ele alınmamıştır).
II. EMÎR ATSIZ DEVRİ D evletin kuruluşu
Mısır - Fatımî devletinin hâkimiyetinde bulunan Suriye ve Filistin’in fetih ha reketleri, bu Bölüm’ün konusunu oluşturan emîr A t s ı z devrinde başlayacaktır. A t s ı z , yeni bir ruh ve bilinçle askerî hareketlere başlayarak Suriye ve Filistin’ deki Fatımî hükümranlığına son verdi ve bu ülkelerin, ilk kez, Selçuklular tara fından fethini ve Filistin’de kurulan küçük Türkmen Beyliği’nin sınırlarını genişletip onu, bir devlet haline getirmeyi sağladı. Onun bu geniş fetihlere başla masının sebeplerini şöylece sıralamak mümkündür: 1 — Büyük Selçuklu devletince Suriye, Mısır ve Atlas Okyanusu’na kadar bü tün Kuzey - Afrika’nın fethinin planlanmış olması, 2 — Kalabalık Türkmen kitlelerinin verimsiz Filistin topraklarında yaşama güçlüğünden doğan ekonomik zorunluluklar, 3 — Siyasal, sosyal ve ekonomik çöküntü ve buhranlar sebebiyle Mısır - Fatı mî devletinin Suriye ve Filistin’deki hâkimiyetlerinin yok denecek kadar zayıfla mış olması, 4 — Emîr A t s ı z ’ ın daha önceleri K u r l u B e y ’ le birlikte gerçekleştirdik leri askerî hareketlerde, üstünlüğün Fatımîlerde değil, kendilerinde bulunduğu nun ortaya çıkmış olması. K udüs'ün fethi
K u r l u B e y ’ in ölümünden sonra Filistin’deki Türkmen Beyliği’nin başına geçen emîr A t s ı z , Fatımî yönetiminde bulunan Filistin’in merkezî durumun daki Kudüs üzerine yürüyüp kuşatmaya başladı. Şehirde, adı bilinmeyen Türk asıllı bir Fatımî valisi bulunuyordu. Şehrin kutsallığı ve ayrıca, valinin ırktaşı olması bakımından, kenti hücumla fethetmek istemeyen emîr A t s ı s , ona gönderdiği mek tupta “ Bu kutsal şehre karşı savaşmamı T a n r ı doğru bulmaz; ancak kentin kan dökülmeden teslimini istiyorum” dedi. Çok sıkışık bir duruma düşen vali, A t s ı z ’ a verdiği cevapta “ Ben de sizler gibi Türküm, size karşı şehri hiçbir zaman savunmayacağım. Ancak bana havatım. ailem ve servetim hususunda güvence ve-
SELÇUKLU D E V L E T L E R İ T 4R İH İ
347
rilirse şehri derhal teslim eder, hizmetine girerim” dedi. Bunun üzerine A t s ı z , valiye istediği güvence ile bazı yerlerin yönetimini dirlik (ıkta) olarak verdi. Çok geçmeden şehre giren emîr A t s ı z , “ Halka asla dokunulmayacağını” ilân ettir di, şehir camilerinde Abbasî halifesi ve Selçuklu sultanı adlarına hutbe okuttur du (1071 sonları). A t s ı z , şehirdeki çeşitli mallara hiç dokunmadığı gibi, herhangi bir yağmadan korumak amacıyla bunlara muhafızlar koydurdu. Şehir halkı, A t s ı z ’ ın kendilerine karşı gösterdiği bu âdil davranışlardan dolayı sonderecede memnun oldular. Emîr A t s ı z , küçük bir Türkmen Beyliği’nden Büyük Selçuk lu Devletine tâbi bir Meliklik haline getirdiği devletinin başkentini Remle’den Ku düs’e nakletti. Â tsız-Ş öklü çalışm aları, Taberiyye savaşı
Emîr A t s ı z , Kudüs’ün fethinden sonra kuzey yönünde fetihlere devam et mekte iken, kendisine bağlı emirlerden Ş ö k 1ü de kıyı bölgesinde fetihler yapı yordu. Bu arada emîr Ş ö k 1 ü , Akkâ’yı kuşatıp sıkıştırmaya başladı. Şehir valisi B e d r ü l c e m a l i , Mısır’da Fatımî vezirliğine atandığı için, şehirde onun adı na, yönetimi I b n S u k h â adlı birisi elinde tutuyordu. Fakat bir süre sonra B e d r ü l c e m a l i ile arası açılan I b n S u k h â , ilerigelen yöneticilerle de anlaşarak şehri, emîr Ş ö k 1ü ’ ye teslim etti. Böylece şehre hâkim olan Ş ö k 1 ü , şehir hâzi nesine elkoyduktan başka, B e d r ü c e m a l i ’ nin aile bireylerini de tutsak aldı (Ekim/Kasım 1074). Öte yandan Akkâ’mn fethini haber alan emîr A t s ı z , Ş ö k 1 ü ’ ye bir ulak göndererek ‘ ‘ B e d r ü l c e m a l i ’ nin tutsak aldığı aile bireyleri ni ve elegeçirdiği hâzinenin yarısını göndermesini ve kendisini Akkâ’ya Selçuklu valisi olarak atadığını” bildirdi. Fakat Akkâ’da bağımsız bir beylik kurma ama cında olduğu anlaşılan Ş ö k i ü , A t s ı z ’ a karşı çok sert bir tutum aldı ve onun sözkonusu isteklerini reddetti; böylece o, emri altında bulunduğu A t s ı z ’ a karşı isyanla cephe almış bir duruma gelmiş oldu. Bu sebeple A t s ı z ’ m kendisine karşı harekete geçebileceğini düşünen Ş ö k l ü , A t s ı z ’ la savaş halinde bulunan Dımaşk Fatımî valisi M u a 11 â ve Kilâpoğulları kabilesiyle birer antlaşma yaptı; böylece A t s ı z ’ a karşı bir kuvvet dengesi sağlamış oldu. Fakat öte yandan Ş ö k 1 ii ’ nün kendi aleyhindeki bu girişimlerini yakından izleyen A t s ı z , kıyı bölge sinde bir yörede, daha müttefiklerinin yardımını alamayan Ş ö k 1 ü ’ ye saldırarak yenilgiye uğrattı. Bununla birlikte bu savaş, kesin sonuçlu bir savaş değildi (Ni san/Mayıs 1075). Bu yenilgi üzerine Ş ö k l ü , A t s ı z ’ a karşı başlattığı mücadeleyi meşrû bir hale sokmak amacıyla, yeni bir girişimde bulundu. Şöyleki: 0 , bu sıralarda, Gü ney - Doğu Anadolu bölgesinde fetihler yapmakta olan Kutalmışoğullarından bi risine ( K u t a l m ı ş ’ ın bilinen çocukları: M a n s u r , S ü l e y m a n , A l p i l e k ve D e v 1 e t ’ tir) bir mektup göndererek onu kendisiyle birlikte fetihler yapmak üzere, Filistin’e davet etti. Ş ö k l ü , mektubunda “ Sen, Selçuklu ailesine mensup sun. Sana itaat ile hizmetinde bulunmak, bana şeref verir, ayrıca ben bununla da öğünürüm. Halbuki A t s ı z , Selçuklu ailesinden değildir, bu sebeple ben, ona
348
ALİ SEVİM -ERDOĞAN MERÇİL
itaat ile hizmetinde bulunmak istemiyorum. Eğer birlikte A t s ı z ’ ı yenip bu ül keden uzaklaştırırsak Mısır Fatımî devleti de bize destek ve yardımcı olmaya söz verdi” dedi. Bunun üzerine Kutalmışoğlu, bir kardeşi ve amcasının ( R e s u l t e k i n ) oğlu ile birlikte Taberiyye’ye gelip, savaş hazırlıkları yapmakta olan emîr Ş ö k 1ü ’ ye katıldılar. Çok geçmeden Mısır Fatımî halifeliğini tanıdıklarını da res men açıkladılar. Böylece Suriye ve Filistin’de, sünnî Bağdat Abbasî Halifeliği ve Selçuklu Sultanlığına karşı, şiî Fatımî Halifeliğini tanıyan ve içinde, Selçuklu ha nedanına mensup kimselerin de yer aldığı bir ittifak kurulmuş oldu. Ote yandan Ş ö k 1 ü ’ nün hazırlık ve girişimlerini yakından izleyen A t s ı z , bütün kuvvetle riyle Ş ö k 1 ü ve müttefiklerinin üzerine yürüdü. Taberiyye’de, 1075 yılında yapı lan şiddetli bir savaşta, müttefikler ağır ve kesin bir yenilgiye uğradılar. Ş ö k 1 ü , bir oğlu, babası ve Kutalmışoğulları tutsak alındılar. Ş ö k Jü ve oğlu derhal öldü rüldü, yaşlı olan babası serbest bırakıldı. Ş ö k 1ü nün öteki oğlu ve babası Mı sır ’a gidip
Fatımîlere
sığındılar.
A t s ı z , tutsaklar
arasında
bulunan
Kutalmışoğullarmın durumunu, tâbi olduğu sultan M e l i k ş a h ’ a bildirdi. Öte yandan kardeşleri ve amcaoğlunun tutsaklığını haber alan ve bu sıralarda Ana dolu’da fetihler yapan S ü l e y m a n ş a h , güneye Suriye’ye inerek Humus’a ka dar geldi ve emîr A t s ı z ’ a bir ulak gönderip “ Tutsak kardeşleri ve amcaoğlunu kendisine göndermesini” bildirdi. A t s ı z ise ona gönderdiği cevapta “ Durumu sultan M e l i k ş a h ’ a bildirdim, ondan gelecek buyruğu ve talimatı bekliyorum” diyerek S ü l e y m a n ş a h ’ ın isteğini reddetti. Fakat çok geçmeden sultanın buy ruğunu alan emîr A t s ı z , tutsak Kutalmışoğullarını, Bağdat Selçuklu askerî va lisi (şifine) A y t e k i n ’ e gönderdi; o da onları, başkent İsfahan’a gönderip sultana teslim etti. Taberiyye savaşından sonra emîr A t s s %, kardeşi Ç a v l ı ile birlikte Haleb yörelerinde bazı fetihler yaptıktan sonra Fatımîlerin elinde bulunan Trablusşam’ı fethetti ve Sur şehrini de kuşattı. O, Fatımî valisinin, “ Türkmenlerin şehre gire rek getirdikleri malları satıp gerekli şeyleri satmalmaları, fakat geceyi şehirde geçirmemeleri ve Fatımîler adına okunan şiî hutbesinin değiştirilmemesi” şartla rını kapsayan önerisini kabul ile şehri teslim aldı. Esasen manen sünnî Bağdat Abbasî Halifeliğine bağlı olmasına rağmen emîr A t s ı z “ Şiî hutbesini kaldırın amayı” kabul etmesi, gerçekten dikkate değer bir olaydır. Onun bu ant lı. şmada, Suriye ve Filistin Selçuklu Devleti’nm sınırlarını genişletmesi, özellikle ülkedeki ekonomik hayatın gelişmesi amacını ön plana almış olduğu görülüyor.
Tutuş’’un Suriye’ ye atanması sorunu
Büyük Selçuklu imparatorluğu sultanı M e l i k ş a h . Suriye ve Filistin’de impa ratorluğa tâbi bir devlet kurarak büyük fetih hareketlerine girişen emîr A t s ı z ’ ı, vezir N i z a m ü l m ü l k ’ ün uygun bulmamasına rağmen bu görevden alıp yerine kardeşi T â c ü d d e v l e T u t u ş ’ u atamaya karar verdi. Bu konuda bilgi veren biricik kaynağımız M ir’âtü’z - zaman adlı eserde, bunun nedeni belirtilmemiştir. Fakat yukarıda görüldüğü üzere, emîr Ş ö k 1 ü
birleşen Kutalmışoğullarmın,
SELÇUKLU D E V LETLE R İ TARİHİ
349
A t s ı z karşısında başarılı olamayarak yenilip tutsak alınmaları ve sonunda İsfa han’a gönderilmelerinden sonra onların, A t s ı z aleyhine sultan M e l i k ş a h üze rinde olumsuz bir etki yapmış oldukları ve dolayısıyla sultanın, A t s i z ’ m faaliyetlerini bağımsız bir devlet kurma amacına bağlanması düşünceleriyle onu görevden alma kararı vermiş olabileceği gibi, ayrıca T u t u ş ’ un da herhangi bir şekilde saltanat iddiasında bulunma imkânını ortadan kaldırmayı gözönünde tut muş olması mümkündür. Sultanın bu kararını haber almakta gecikmeyen A t s ı z , ona gönderdiği bir mektupta “ Ben, tek başıma fethe çalıştığım bu ülkede, sulta nın itaatli bir nâibi ve hâdimiyim. Devam ettirmekte olduğum bu fetihler dolayı sıyla sultandan şimdiye dek herhangibir yardım istemedim. Fethettiğim memle ketlerde sultan adına hutbe okutuyor, yüklendiğim vergiyi ödüyor, ayrıca elverdi ği ölçüde hâzineye, mal ve para göndermekten geri kalmıyorum. Sultanın benim yerime T u t u ş ’ u atama kararında olduğunu öğrendim. Şimdiye değin bütün düş manlara karşı başarılar kazanmışken benim görevden uzaklaştırılmamı gerekti ren şey nedir? Zengin bir ülke ve kuvvetli bir orduya sahip olan Mısır Fatımî Halifeliğinin karşısında bulunuyorum. Esasen onlara karşı daima hazırlıklı bu lunmak gereklidir’ ’ demek suretiyle imparatorluk yönetiminde yürürlükte olan tâbi-metbû statüsüne bağlı kaldığını ve dolayısıyla görevden almmasımn sebepsiz olduğunu belirtti. Gerçekten sultan M e l i k ş a h , A t s ı z ’ ın olumlu ve haklı bul duğu mektubu üzerine, vezir N i z a m ü l m ü l k ’ ün etkisiyle de olsa, onu görev de bırakmış, ayrıca ona, gönlünü almak için özel giysilerden bir giysi, yine sultana ait külâh, at, kılıç ve kalkan göndermiştir.
D ım aşk’ ın fethi
Emîr A t s ı z , Kudüs, Taberiyye, Trablusşam, Sur, Akkâ gibi Filistin ve Suri ye’nin önemli şehirlerini fethetmek suretiyle Suriye ve Filistin Selçuklu Devleti’nin sınırlarını genişletmişti. Bununla birlikte Suriye’nin konum itibarıyla önemli durumda bulunan Dımaşk (Şam)’ta zayıf da olsa hâlâ Fatımî hâkimiyeti hüküm sürmekte idi. Başlangıçtan beri bu önemli kenti, devletin sınırları içine almayı planlaştırmış olan emîr A t s ı z , 1070/71 yılından beri Dımaşk’ı sürekli kuşatma, yörelerini kontrol ve denetim altında tutuyordu. Bu sebeple Fatımî yardımı ala mayan şehrin savunma gücü zayıfladı, ekonomik düzeni bozulup yaşam şartları ciddi şekilde zorlaştı. Bütün bu hususları gözönüne alan A t s ı z , Mayıs 1075’de şehri yeniden şiddetle kuşatıp sıkıştırdı ise de bu kez de başarılı olamadı. Fakat çok geçmeden halk ve bir kısım askerlerin harekete geçmeleri sonucunda vali M u a 11 â görevden alınarak yerine K e z i n ü d d e v l e İ n t i ş a r , valilik makamına geçirildi; şehirde, A t s ı z ’ a karşı geniş savunma önlemleri alındı. Bununla bir likte yeni vali, şehre karşı emîr A t s ı z ’ m uyguladığı ablukayı kaldıramadı. Dımaşk, yine eski sıkışık ve zor durumuna gelmişti. Özellikle yiyecek sıkıntısı, şehirdeki yaşamı imkânsız bir hale getirdi. Öte yandan şehrin bu durumunu ya kından izleyen A t s ı z , derhal harekete geçerek şehri yeniden kuşattı (Mart/Ni san 1076). Bununla birlikte şehrin hücumla alınıp kan dökülmesini istemeyen
350
A L İ SEVİM -ERDOĞAN M ERÇİL
A t s ı z , vali İ n t i ş a r ’ a haber göndererek “ Şehrin barış yoluyla teslimini” is tedi. Direnme ve savunmanın imkânsız olduğunu gören vali, şehri ve kalesini A t s ı z ’ a teslim etmek zorunda kaldı (Haziran/Temmuz 1076). Şehir Ulu Camiinde cuma günü, Abbasi halifesi M u k t e d i B i e m r i l l a h v e sultan M e l i k ş a h adları na törenle hutbe okutuldu. Böylece Suriye’nin bu önemli şehri de Suriye ve Filis tin Selçuklu Devleti sınırları içine alınmış oldu. Devletin başkenti, Kudüs'ten Dımaşk'a nakledildi. Emîr A t s ı z , birkaç yıldan beri abluka altında tuttuğu şehrin içinde bulunduğu sıkıntı ve sefaleti ortadan kaldırmak amacıyla bir dizi önlem ler aldı. O, derhal komşu il ve ilçelerden şehre bol miktarda yiyecek maddeleri getirttikten başka çiftçilere tohumluk dağıttırıp “ Derhal ekime başlamalarını” bildirdi. Ayrıca şehir ve yörelerini, özellikle konak yerlerini tamir ettirdi. Böyle ce alınan bu önlemler sonunda, şehirde fiyatlar ucuzladı, dolayısıyla halk refah ve mutluluğa kavuşmuş oldu; dalıa önce şehirden göçedeııler, yeniden yurtlarına dönmeye başladılar. M ısır seferi ve son u çları
Emîr A t s ı z , 1071-76 yılları arasında Askalan ve Yafa dışında, Suriye ve Fi listin’in bütün şehir ve kalelerini fethederek buralardaki Fatımî hâkimiyetine son vermişti. Bu kez o, tâbi olduğu Büyük Selçuklu Devleti'nin fetih planlarına uy gun olarak Mısır'ı da fethederek Fatımî devletine son vermek istiyordu; bu amaç la askerî hazırlıklara başladı. Bu sıralarda I l d e n i z o ğ l u adlı bir Türk emîri, bir miktar asker ve hâzinesiyle birlikte vezir B e d r ü l c e m a l i ’ nin izlemele rinden kaçarak A t s ı z ’ a katıldı. A t s ı z , hazırladığı beş-altı bin kişilik ordu suyla 1076 yılında Mısır seferine çıktı. O, I l d e n i z o ğ l u ’ nun tavsiyesi üzerine, Mısır sınırındaki R îf şehrini 50 gün süren bir kuşatmadan sonra fethetmeyi ba şardı. Bununla birlikte bu süre içinde vezir B e d r ü l c e m a l i savunma hazır lıklarım bitirme fırsatı bulmuştu. Ayrıca, bu arada A t s ı z ’ ın ordusundan kuvvetleriyle birlikte ayrılan Kelboğulları kabilesi reisi B e d r , B e d r ü l c e m a l i ’ ye katıldı. Bundan başka Ş ö k l ü ’ nün babası ve bir oğlu da, Taberiyye sava şından sonra Mısır'a kaçıp sığınmışlardı. Ote yandan emîr A t s ı z , Ocak 1077’de Mısır sınırını geçerek Kahire yakınlarına gelip karargâh kurdu. Bu sırada B e d r ü l c e m a l i , bin kişilik bir kuvvet gönderip Selçuklu ordusuna bir baskın yap tırdı ise de bunlar, başarılı olamayıp yenilgiye uğradılar. Bunun üzerine korku ve endişeye kapılan Kahire halkı, halifenin sarayının önünde toplanarak gösteri lerde bulundular ve halifeden “Acele önlemler alınmasını” istediler. Öte yandan halife M u s t a n s ı r , vezir B e d r ü l c e m a l i ve diğer devlet ilerigelenleri, Fatı mî ordusunun yenilgisi halinde, İskenderiye'ye kaçma hazırlıklarına başlamışlar dı. Bunu haber alan büyük halk kitleleri, yeniden halifenin sarayının önünde toplanıp olaylar çıkardılar. Heyecanı yatıştırmak amacıyla, halife adına saraydan yapılan açıklamalarda “ Halifenin asla Kahire'den ayrılmayacağı, eski kitaplar da, doğudan gelen hiç bir kavmin Mısır'ı alamıyacağının yazılı olduğu, bu bakım dan zaferin kesinlikle kazanılacağı” bildirildi. Böylece halk kitleleri yatıştırılmaya çalışıldı. Çok geçmeden B e d r ü l c e m a l i , Sudanlı askerlerin de katıldığı bü
SELÇUKLU D E V L E T L E R İ TARİH İ
351
yük bir orduyla harekete geçip A t s ı z ’ ın ordusuna karşı savaş düzeni aldı. Öte yandan A t s ı z , bir savaş meclisi toplayarak durumu, komutanlarıyla müzakere etti. Tecrübeli komutanların “ Askerlerin azlığı sebebiyle savaşa girmeyip geri çekilmesi” hususundaki tavsiyelerine karşılık genç kumandanlar, “ Savaşa kesin likle girilmesini” şiddetle savundular. Sonunda bu görüşün benimsenmesi üzeri ne, savaşa karar verildi. Çok geçmeden sayı bakımından üstün Fatımî ordusuyla Kahire yörelerinde savaş başladı. Çarpışmaların şiddetle sürdüğü sıralarda, Ş ö k lü’nün babası ve oğlunun girişimleri sonucunda, Selçuklu ordusundaki 700 Türk men atlısı, Fatımîler tarafına geçti. Sayıları daha da azalan A t s ı z ’ ın kuvvetleri geri çekilmeye başladılar. Bu sırada Kelboğulları kabile reisi B e d r , saldırıya geçip Selçuklu ordugâhını ateşe verdi. Böylece A t s ı z ’ ın kuvvetlerinin savaş düzeni bozuldu ve şaşkınlık içinde darmadağın oldular. Çarpışmalarda çok sayıda Sel çuklu askeri öldürüldü ve yanan ordugâhlarında kalan ağırlıklar da Fatımîler ta rafından yağma edildi. Emîr A t s ı z ve bazı kumandanlar, çok az bir atlı kuvvetiyle güçlükle savaş meydanından ayrıldılar. Bozgundan sonra A t s ı z ve diğer Selçuklu kumandanları, kendilerine isyan durumuna geçen Gazze ve Remle üzerinden, başkent Dımaşk’a geldiler (Şubat 1077). Şehir halkı ve ilerigelenleri, kendilerini büyük bir törenle karşıladılar ve “ geçmiş olsun” dileğinde bulundular. Kahire yenilgisinden sonra Filistin ve Suriye’nin birçok şehir ve kalelerinde ki Arap asıllı yüksek askerî ve mülkî devlet yöneticileri, A t s ı z ’ a karşı başkaldırdılar; şiî hutbesi okutmaya başlayarak yeniden “ Mısır Fatımî halifeliğine tâbi olduklarını” resmen ilân ettiler. Böylece A t s ı z ’ ın bu ülkelerin fethi uğruna ger çekleştirdiği bütün siyasî ve askerî çabalar artık boşa gitmiş gibiydi. Suriye ve Filistin Selçuklu Devleti’ni büyük ölçüde zaafiyete uğratan bu olumsuz sonucun en önemli sebebi, kısa bir sürede, çok az bir askerî kuvvetle fethedilen Suriye ve Filistin’de, askerî ve mülkî bakımlardan tam anlamıyla bir Selçuklu hâkimiye tinin kurulamamış olmasıdır. Şimdi bu durum karşısında emîr A t s ı z ’ ı sanki yeniden fethedilmesi veya itaat altına alınması gereken Suriye ve Filistin ülkeleri beklemekte idi. Bu sebeple emîr A t s ı z , sultan M e l i k ş a h ’ ın emriyle kendisi ne katılan üçbin Türkmen atlısıyla da takviye ettiği kuvvetleriyle derhal harekete geçerek Kudüs’ü isyancıların elinden aldı ve onları ağır bir şekilde cezalandırdı. Daha sonra Remle, Ariş, Rif, Yafa, vs. şehirlerdeki isyancıları teslime zorlayarak buraları da yeniden itaat altına almayı başardı. Bir süre sonra A t s ı z , halife M u k t e d i B i e m r i l l a h ve sultan M e l i k ş a h ’ a özel elçiler göndererek “ Mısır’a yeniden bir sefer düzenleyeceğini” bildirdi. Fakat öte yandan sultan M e l i k ş a h , A t s ı z ’ m Kahire savaşı sırasında, şehit olduğu zanniyle, bu sıralarda Sel çuklu Gence valisi bulunan kardeşi T u t u ş ’ u Suriye ve Filistin Selçuklu hükümdarlığına atadı. Bunu haber alan emîr A t s ı z , sultana gönderdiği özel bir mektupta “ Yaptığım hangi olumsuz hareket ve davranış sebebiyle T u t u ş , yeri me atanmıştır? Oysaki ben, sultanın itaatli bir hâdimi ve nâibiyim; imparatorluk hâzinesine her yıl düzenli olarak 30 bin altın göndermekteyim” demiştir. Bunun
352
ALİ SEVİM -ERDOĞAN MERÇİL
üzerine sultan, Suriye’ye yönelmiş olan T u t u ş ’ a ikinci bir buyruk göndererek ‘ ‘ A t s ı z ’ ın yönetimindeki Suriye ve Filistin topraklarına girmemesini, ancak Haleb ve yörelerinde faaliyetlerde bulunmasını” bildirdi. Atsızdın sonu
Vezir B e d r ü l c e m a l i ’ nin büyük çabalarıyla buhranlı günlerini geride bı rakan Fatımî devleti, eski ülkeleri olan Filistin ve Suriye’yi geri alma girişimle rinde bulundular. Fatımî ordu komutanı N a s r ü d d e v l e ,
1077/78 yılında,
harekete geçerek Dımaşk’a başarısız bir kuşatma hareketinde bulundu. Aşağı yu karı iki yıl sonra (Ekim 1079), yine N a s r ü d d e v l e ’ nin kumandasında, içinde Arap, Türkmen ve Berberî kabilelerinin yer aldığı büyük bir Fatımî ordusu, Fi listin’i istila ve işgal ettikten sonra başkent Dımaşk’ı da şiddetle kuşatmaya başla dı. Emîr A t s ı z , kalabalık Fatımî ordusu karşısında şehri savunmada güçlük çe kiyordu. Bu sebeple o, bu sıralarda Haleb’i kuşatmakta olan T u t u ş ’ a haber gön dererek acele yardım isteğinde bulundu ve ayrıca “ Şehri kendisine teslim edeceğini” bildirdi. Bunun üzerine T u t u ş , derhal kuvvetleriyle birlikte Dımaşk’a yöneldi. T u t u ş ’ un bu yardım harekâtı sonucunda Fatımî ordusu, kuşatmayı bı rakıp Mısır’a çekilmek zorunda kaldı. Bir süre sonra T u t u ş , şehir yakınların daki Azrâ çayırlığında kendisini karşılayan A t s ı z ’ la birlikte Dımaşk’a geldi. Fakat çok geçmeden T u t u ş ’ u yardıma çağırdığına pişman olduğu anlaşılan A t s ı z , şehri ona teslim etmemek için bazı gizli faaliyetlerde bulundu. Bunu ortaya çıka ran T u t u ş , A t s ı z ve kardeşini tutuklattı, bir süre sonra da onu, yayının kiri şiyle boğdurmak suretiyle öldürttü. Suriye ve Filistin’in büyük bir bölümünü fetheden ve bu başarıları sebebiyle Melikülmuazzam lâkabını alan A t s ı z , Selçuklu İmparatorluğu’nun büyük, de ğerli ve tecrübeli emîrler indendi. O, Selçuklu ailesinin mensup olduğu Oğuzların Kınık boyundan idi, bu sebeple hanedan mensuplarının idamında uygulanan yön tem uyarınca, yayının kirişiyle boğdurulmak suretiyle öldürülmüştür. Melik A t s ı z , yönetimi altındaki memleketler halkına daima âdil davranmış, ağır vergileri azaltmış veya kaldırtmış, geniş imar faaliyetlerinde bulunmuş, halkın refah ve mut luluğu uğruna büyük çaba sarfetmiştir. Öldükten sonra açılan hâzinesinde, çok değerli taşlar, inciler, 10 bin altm ve üzerinde 200 altın işlemeli bir eğerin bulun duğu tespit edilmiştir. Kuzey - Suriye olayları
Emîr A t s ı z ' ın Suriye ve Filistin’de giriştiği fetih hareketleri sırasında (1075/76), Kuzey - Suriye’ye Anadolu’dan A h m e t ş a h adlı bir Türkmen beyinin yönetiminde, yeni bir Türkmen kitlesinin gelmiş olduğunu görüyoruz. A h m e t ş a h , Bizans hâkimiyetindeki Anadolu’da B e k ç i o ğ l u A f ş i n , D e m leç ( D i l m a ç ) oğl u M e h m e t ,
S a n d a k , D u d u o ğ l u vs. gibi Türkmen
beyleriyle birlikte fetihlerde bulunduğu sıralarda, buyruğu altındaki bin Türk men atlısıyla birlikte Haleb’e geldi. Bu sıralardaki Haleb Mirdasî emîri N a s r
SELÇUKLU D E V L ET L E R İ TARİH İ
353
ile işbirliği konusunda anlaşan A h m e t ş a h , Haleb dışındaki Hâzırı Süleymanî semtine gelip kondu. A h m e t ş a h ’ ın kendisiyle işbirliğini ve özellikle askerî ba kımdan yardımını sağlayan N a s r , gerek Haleb için tehlikeli olan Bizanslılarla, gerekse Haleb Mirdasî tahtını elegeçirmeye çalışan Kilâpoğulları kabilesinin öteki taht iddiacılarına karşı daha kuvvetli bir duruma gelmiş oldu. Bunun bir sonucu olarak o, A h m e t ş a h ile birlikte, 1068 yılında, Bizans imparatoru R o m a n o s D i o g e n e s tarafından alınan Haleb’e bağlı Menbic üzerine yürüyüp ku şattı. Şiddetle sürdürülen bu kuşatma karşısında şehir valisi, direnişi bırakıp şehir ve kalesini teslim etmek zorunda kaldı (Eylül/Ekim 1075). Ote yandan emîr A t s ı z , beraberinde kardeşi Ç a v l ı olduğu halde, kuvvetleriyle birlikte hâkimiye tini Kuzey - Suriye’de de kabul ettirmek amacıyla, Haleb’in güney yörelerine dek ulaşıp Asi ırmağı kıyısında konakladı. A t s ı z , bu bölgede birtakım akınlarda bu lunduktan sonra Mirdasoğulları emirliği topraklarına ait olan Rafeniyye’yi işgal edip kardeşi Ç a v 1 1 ’ ya verdi; yine bu bölgede, daha birçok yerlere atlı kuvvet ler göndererek akınlar yaptırdı. Bunun üzerine Haleb emîri N a s r , bu akmların durdurulması hususunda A t s ı z ’ a ulaklar gönderdiyse de A t s ı z , ona “ Babası emîr M a h m u t ’ un bıraktığı hâzinenin bir kısmını kendisine göndermesini ve Haleb’in teslimini” bildirdi. Karşılıklı gönderilen ulaklar aracılığıyla yapılan an laşma uyarınca A t s ı z , N a s r ’ dan 15 bin altın aldıktan sonra buradan ayrıldı ve Kuzey - Suriye’ye hâkim olma amacını gerçekleştirme işini kardeşine bıraktı. Bunun üzerine Ç a v l ı , komşu yörelere akınlarda bulundu, hattâ harekâtını Ha leb’in güney yörelerine değin uzattı. Öte yandan emir N a s r , Haleb emirliğine bağlı yörelere karşı Ç a v l ı ’ nin giriştiği bü akınları durdurmak için A h m e t ş a h kumandasında bir miktar asker gönderdi. Hama yakınlarına dek gelen A h m e t ş a h , Ç a v l ı kuvvetleriyle yaptığı çatışmada yenilgiye uğradı, bozulan askerleri de yağma edildi. Daha sonra yeniden toplanıp harekete geçen A h m e t ş a h , Ç a v l ı ile yaptığı ikinci çarpışmada, onu bu kez, yenilgiye uğrattı, 300’den fazla tutsak alarak bunları yaya ve bağlı olarak Haleb’e gönderdi. Öte yandan boz guna uğrayan Ç a v l ı , kardeşi emîr A t s ı z ’ m yanına gitti. Böylece A t s ı z ’ ın gerek bizzat kendisi, gerekse kardeşi aracılığıyla Selçuklu Imparatorluğu’na tâbi olmasına rağmen Haleb Mirdasoğulları emirliği topraklarına da hâkim olma yo lundaki girişimleri başarısızlıkla sona erdi. Daha önceki Haleb Mirdasoğulları emirleri, gerek taht iddiasında bulunan rakip emirlere, gerekse zaman zaman kendilerini tehdit eden Bizans ve Mısır Fatımîleri gibi güçlü düşmanlara karşı, varlıklarını koruma amacıyla, yardımlarına başvurarak işbirliği yaptıkları Türkmenlerden geniş ölçüde faydalanmakta idiler. Bununla birlikte Mirdasî emirleri, bu Türkmenlerin, kendilerine karşı herhangibir harekâta girişme ihtimalinden devamlı olarak çekindikleri ve kuşku duyduk ları için, siyasî ve askerî bakımdan sıkışık durumlardan kurtulur kurtulmaz onları çeşitli yollarla bertaraf etmeye kalkışmışlardır. Aynı şekilde emîr N a s r da A h m e t ş a h ve Türkmenlerini bertaraf etme girişiminde bulundu. Şöyleki: Emîr N a s r , Ramazan Bayramında (Nisan/Mayıs 1076), A h m e t ş a h ’ ı yakalatıp Ha leb kalesine hapsettirdi ve o gün ikindiye değin içip eğlendi. Fakat çok geçmeden
354
ALİ SEVİM -ERDOĞAN MERÇİL
N a s r , bu kez başsız kalan Türkmenlere, Arap askerlerini saldırtarak onları yağ malattı ve özellikle Türkmen kadınlarına çirkin muameleler yaptırdı. Fakat bu baskın sırasında N a s r , bir Türkmen askerinin attığı okla boynundan ağır bir şe kilde yaralandı ve çok geçmeden de orada can verdi (Mayıs 1076). Ote yandan beylerinin hapsedildiğini öğrenen Türkmenler, kente yayılarak geniş çapta yağ malara başladılar ve “ Hapiste bulunan beylerinin salıverilmesini” istediler. Bu arada emîr N a s r ’ ın Türkmenler tarafından öldürüldüğünü haber alan kale ku mandanı Y e r d ve emirliğin ilerigelen bazı yöneticileri, N a s r ’ ın kardeşi S â b ı k ’ a ulaklar gönderip “ Haleb tahtına oturmak üzere, kente gelmesini” bildirdiler. Çok geçmeden Haleb’e getirilip gizlice kaleye çıkartılan S â b ı k ’ ın “ Haleb emîri olduğu” halka ilân edildi. Bütün şehre yayılan Türkmenlerin daha tehlikeli hareketlere girişmelerini önlemek amacıyla, şehir ilerigelenlerinin yeni emîre “ Kalede tutsak bulunan A h m e t ş a h ’ ı derhal salıvermesini” tavsiye et meleri üzerine S â b ı k , onu hapisten çıkarttı ve ona, hil’atlerle birlikte bin altın verdikten başka, her ay 30 bin altın maaş tahsis etti. Böylece tutsaklıktan kurtu lan A h m e t ş a h ’ ın, Türkmenlerin arasına gidip onları yatıştırması üzerine, ka rışıklıklar sona erdi ve kent, yeniden sükuna kavuştu. Emîr S a b ı k , kardeşi N a s r ’ ın âkıbetine uğramamak için A h m e t ş a h ve Türkmenlerine iyi davra nışlarda bulundu, onlara çeşitli yardımlar yaptı, hattâ onları, kendi öz kabilesi Kilâpoğullarından daha yeğ tuttu. Emîr S â b ı k ’ m Haleb Mirdasî tahtına geçmesine taraftar olmayan Kilâpoğulları kabilesi, S â b ı k ’ ın öteki kardeşi Y e s s a b ile birleşerek onu, Haleb’i elegeçirmesi için kışkırttılar. Çok geçmeden sıkışık bir duruma düşen S â b ı k , der hal A h m e t ş a h ’ ı yardıma çağırarak durumu onunla müzakere etti. Anlaşma ile biten bu müzakerelerden sonra A h m e t ş a h , daha çok asker sağlamak ama cıyla, Anadolu’ya giden yol üzerinde, 500 atlısı bulunan Türkmen beyi D e m l e ç o ğ l u M e h m e t ’ e bir ulak yollayıp, S â b ı k ’ a yardıma gelmesini sağlamayı başardı (Haziran 1076 ortaları). Böylece hizmetinde bulunan A h m e t ş a h ’ tan başka, D e m l e ç o ğ l u M e h m e t ’ in de yardımını gerçekleştiren S â b ı k , ka labalık Kilâpoğulları kabilesinin geniş çapta destek ve yardımını sağlayan ve Ha leb bölgesine girerek kentin güney-batısında konaklayan Ve s s a b ’ a karşı harekete geçti (Temmuz 1076 ortaları). A h m e t ş a h ve D e m l e ç o ğ l u M e h m e t kuman dasındaki Türkmenlerin şiddetle saldırıları karşısında Ve s s a b ’ m yönettiği Kilâpoğulları kuvvetleri, daha çatışmalara girmeden bütün ağırlıklarını bırakıp bozgun halinde çekilmek zorunda kaldılar. Daha sonra D e m l e ç o ğ l u M e h m e t Anadolu’ya, A h m e t ş a h ise tutsak ve ganimetlerle birlikte Haleb’e dön düler. Böylece emîr S â b ı k da öteki Mirdasî emirleri gibi, Türkmen kuvvetlerinin destek ve yardımlarıyla Haleb’i almayı planlayan çok güçlü rakibine karşı başarı kazanarak tahtını güvence altında tutabildi. Bu yenilgi üzerine Ve s s a b , beraberindeki yakınlarıyla İsfahan’a gidip sul tan M e l i k ş a h ’ ın katına çıkarak içine düştükleri kötü durumdan yakındı ve S â b ı k ’ a karşı kendilerine yardımda bulunmasını ve bu kötü di •: umdan kendi
SELÇUKLU D E V L ET L E R İ TARİH İ
355
lerini kurtarmasını diledi, imparatorluğun tâbilerinden olan S â b ı k ’ ın bu dav ranışlarını hoş karşılamayan sultan, V e s s a b ’ ı sevindiren vaadlerde bulunduktan sonra onlara Suriye’de birtakım dirlikler verdi. Yukarıda anlatılan olaylardan kısa bir süre sonra D e m l e ç o ğ l u M e h m e t , A h m e t ş a h ’ ı ağırlamak üzere, yanına davet etti. Birkaç yakın adamıyla D e m l e ç o ğ l u ’ nun davetine giden A h m e t ş a h , onuruna verilen şölen sıra sında, M e h m e t B e y ’ in buyruğu üzerine, yakalanıp tutsak alındı. Bunu ha ber alan emîr S â b ı k , derhal harekete geçerek 10 bin altın ve 20 at karşılığında, A h m e t ş a h ’ ın tutsaklıktan kurtularak Haleb’e geri dönmesini sağladı (Temmuz 1076). Böylece Haleb’e dönen A h m e t ş a h , emîr S â b ı k ’ m kendisini tutsak lıktan kurtarmasına karşılık olmak üzere, 1077 yılı başlarında, Türkmen ve Ha leb emirliğine bağlı kuvvetlerle Bizans yönetimindeki Antakya yörelerine birtakım akınlara girişerek şehri kuşatıp sıkıştırdı. Bu sebeple kent içinde yiyecek sıkıntı sı başgösterdi. Bu sıkıntılı duruma son vermek amacıyla, Antakyalılarm A h m e t ş a h ile görüşmeleri olumlu bir sonuca bağlandı; yapılan anlaşma gereğince 5 bin altın karşılığında A h m e t ş a h , kuşatmayı kaldırarak kuvvetleriyle birlikte Ha leb’e döndü. T u t u ş ’ un sultan M e l i k ş a h tarafından Suriye’ye atanması ve dolayısıyla Haleb bölgesine yönelmesi üzerine, Haleb dışında Türkmenleriyle birlikte otur makta olan A h m e t ş a h , kenti T u t u ş ’ a karşı savunma konusunda emîr S â b ı k ile anlaşmaya vardı; bunu uygulamak amacıyla o, Türkmenlerin mal, kadın ve çocuklarını, daha güneydeki Cisr kalesine yerleştirdi. Böylece onların mal ve ailelerini güvence altına alan A h m e t ş a h , yeniden Haleb’e dönüp savunma ha zırlıklarına koyuldu. Çok geçmeden T u t u ş , sultan M e l i k ş a h ’ ın buyruğu ile kendisine yardımcı olan kuvvetlerle 1078/79. yılında, ikinci kez, Kuzey - Suriye’ye gelerek emîr S â b ı k ve A h m e t ş a h ’ ın savunduğu Haleb’i kuşatmaya başladı. A h m e t ş a h , bu kuşatma sırasında, Haleb’ en t çıkarak T u t u ş ’ un askerlerine saldırıp onlara ait bazı çadırları yağma etti. Fakat o, bu çarpışmaların birinde, bir mızrak darbesiyle öldürüldü.
III. TACÜDDEVLE TUTUŞ DEVRİ Atanması ve d evlete hâkim olm ası
Daha önce de değinildiği üzere, sultan M e l i k ş a h , A t s ı z ’ m Kahire sava şında öldüğü kanısıyla, Gence Selçuklu valisi T a c ü d d e v l e T u t u ş ’ u, “ Yö netimi ele alıp fetihleri tamamlaması” için Suriye’ye atamış, ayrıca ona Selçuklu fetih plânları uyarınca, “ Mısır ve Mağrıb’m da fethedilmesi” görevini vermişti (1077/78). Ayrıca sultan, değerli Selçuklu emirlerinden A f ş i n , S a n d a k , D e m l e ç o ğ l u M e h m e t , D u d u o ğ l u , S e r h e n k o ğ l u , T ü r k m a n ve A y t e k i n ile daha bazı Türkmen emirlerine ve Selçuklu vasalı Musul emîri Ş e r e f ü d d e v l e M ü s l i m ’ e “ Kuvvetleriyle birlikte T u t u ş ’ un buyruğu al tına girmelerini” bildirmişti. Sultanın “ Suriye’ye atama” buyruğunu alan T u t u ş , derhal Gence'den ayrılıp Suriye’ye yöneldi. Fakat o, Diyarbakır yörelerine geldi ği zamatı A t s ı z ’ m Kahire bozgunu sırasında öldürülmediğini haber alınca der hal durumu sultan M e l i k ş a h ’ a bildirdi. Bunun üzerine sultan, ikinci bir emirle, Kuzey - Suriye’nin de yönetimini Türkleştirmek amacıyla T u t u ş ’ u bu bölge hâ kimliğine atadı. Sultanın bu ikinci buyruğunu alan T u t u ş , Kuzey -Suriye’ye ge lerek bölgenin önemli kalelerinden birine sahip olan Menbic’ı elegeçirdi. Daha sonra da hizmetine giren emîr M ü s 1 i m ile birlikte Mirdasî emîri S â b ı k ’ m yö netimindeki Haleb’in “ kendisine teslimini” istedi, kabul edilmemesi üzerine şehri kuşatmaya başladı (1078). Fakat beraberindeki M ü s 1 i m ’ in ırktaşı S â b ı k ’ a karşı ciddi şekilde savaşmaması ve hattâ onunla gizlice T u t u ş aleyhine ilişki kurması sebebiyle Haleb, üç ay kuşatıldığı halde alınamadı. Onun kendisine karşı bu giri şimlerini tespit eden T u t u ş , onu hizmetinden kovdu. Bunun üzerine M ü s l i m , kuvvetleriyle birlikte Musul’a gitmek amacıyla Selçuklu ordusundan ayrıldı. Bu arada o, beraberindeki yiyecek ve savaş aletlerini Haleb’e S â b ı k ’ a göndermek ten geri kalmadı. Ayrıca M ü s l i m , T u t u ş ’ uıı ordusunda yer alan diğer Arap kuvvetlerinin de S â b ı k tarafına geçmelerini sağladıktan başka, T u t u ş ’ â tak viye birlikleri ve silâh getirmekte olan T ü r k m a n B e y ’ i Araplara yağmalattı. Böylece M ü s 1 i m ’ in ihaneti sebebiyle kuvvetleri azalan ve dolayısıyla Haleb’i elegeçiremiyen T u t u ş , beraberindeki kuvvetlerle Haleb kuşatmasını bırakıp Di yarbakır yörelerine geldi. Bu arada M ü s l i m , T u t u ş ’ a karşı Diyarbakır Mer-
SELÇUKLU DEVLETLE R İ TARİH İ
357
vanoğulları emirleriyle de işbirliği ve ittifak yaptı. Bunun üzerine T u t u ş , durumu derhal M e l i k ş a h ’ a bildirdi. Çok geçmeden sultan, T u t u ş ’ un yanında bulu nan emîr A y te k i n ’ i huzuruna çağırtarak “ gelişen olaylar ve M ü s l i m ’ in tutumu” hakkında bilgi aldı (1078/79). Böylece T u t u ş ’ un Kuzey - Suriye’deki bu ilk harekâtı başarısızlıkla sona ermiş oldu. Fakat bununla beraber o, kışı Di yarbakır yörelerinde geçirdikten sonra ilkbaharda yeniden Kuzey - Suriye’ye yö neldi. Fakat bu kez o, harekât plânını değiştirerek doğrudan doğruya Haleb üzerine yürüyüp bölgedeki kalelere karşı askerî harekâta başladı; çok geçmeden de Menbic’e yeniden hâkim olduktan sonra Fâya, Deyr, Buzâa, Azâz ve Cibrin Kûrastâya kalelerini elegeçirip buralara muhafızlar yerleştirdi. Bu arada kendisine karşı çıkan bazı Kilapoğulları kabile kuvvetleriyle de savaştı. Daha sonra T u t u ş , ikinci kez Haleb’i kuşatmaya başladı. Fakat bu sırada, Fatımîler karşısında sıkışık du ruma düşen A t s ı z ’ m çağrısı üzerine, kuşatmayı bırakıp beraberinde ünlü Türk men emîri A f ş i n olduğu halde, Dımaşk’a hareket etti. Çok geçmeden Dımaşk’a giren T u t u ş , daha önce görüldüğü üzere, A t s ı z ’ ı öldürmek suretiyle ortadan kaldırdıktan sonra, başta Dımaşk olmak üzere, onun hâkim olduğu bütün Suriye ve Filistin şehir ve kalelerine kolayca sahip oldu (1079). Dımaşfc’taki devlet hâzi nesine de elkoyan T u t u ş , A t s ı z ’ ın kale ve burçlardaki askerlerinin yerine ken di muhafız birliklerini yerleştirdi. Daha sonra o, sefil ve perişan bir hale gelmiş bulunan Dımaşk halkına sonderecede âdil davrandı, şehir ve yörelerinde imar faaliyetlerinde bulundu, yol ve konak yerlerinin güvenliğini sağladı, dolayısıyla ticaret kervanlarını işlerliğe kavuşturdu, ayrıca şehir yörelerindeki tarlalarda ekim yapılmasını sağladı. Böylece şehirde normal yaşamın sağlanması üzerine, şehir den göçedenler yeniden gelip şehre yerleşmeye başladılar. Çok geçmeden T u t u ş , bir miktar kuvvet göndererek Filistin’in merkezî durumundaki Kudüs’ü de A t s ı z ’ m nâiblerinden teslim aldı; bundan başka Filistin’in öteki kent ve kaleleri de T u t u ş ’ a tâbi oldular. Böylece önce K u r l u B e y ’ in Filistin’de kurduğu kü çük Türkmen Beyliği, daha sonra da eınîr A t s ı z ’ ın Suriye ve Filistin kent ve kalelerini fethetmek suretiyle, sınırlarını genişlettiği Suriye ve Filistin Selçuklu Devleti, bu kes, Selçuklu hanedanına mensup olan T u t u ş ’ un hâkimiyetine geç miş ve böylece devlet yönetimi el değiştirmiş oldu.
B ir illifak girişim i
Suriye ve Filistin Selçuklu Devleti, Büyük Selçuklu imparatorluğu ’nun vasalı durumunda idi. Devletin kurucusu A t s ı z , vasallık statüsünde herhangi bir sorun çıkarmadı. Fakat sultan M e l i k ş a h ’ m ölümüne (1092) kadar melik ünvanını kullanan T u t u ş ’ un 1085 yılında, hizmetinde bulunan A r t u k ve vasal Musul emîri M ü s 1 i m ’ le bir ittifak yaptığını görüyoruz. Bu ittifak antlaşmasına göre müttefikler, sünnî Bağdat Abbasî Halifeliğiyle ilişkilerini kesip, şiî Mısır Fa tımî Halifeliğine bağlanacaklardı. Bununla birlikte bu antlaşmanın uygulama saf hasına ulaşamamış olmasına rağmen, o devir Türk - Islâm âlemi için gerçekten ilginç bir durum göstermişti. Buna göre, tâbi bulunduğu Büyük Selçuklu Devleti
A L İ SEVİM -ERDOĞAN M ERÇİL
358
ne karşı T u t u ş , şiî Mısır Fatımî Halifeliğine bağlı yeni oluşturulan siyasî bir kuruluşun Büyük Sultanı olma kararını vermiş oluyordu. Bütün bu girişim ve ant laşmalara rağmen T u t u ş , hiçbir zaman tâbi bulunduğu Büyük Selçuklu Devle tine karşı herhangibir
askerî harekât
düzenlemedi
ve dolayısıyla sultan
M e l i k ş a h ’ a olan vasallık statüsünü bozmadı. Esasen bu ittifak, kurucuların dan M ü s l i m ’ in S ü l e y m a n ş a h tarafından bozguna uğratılması ve öldürül mesiyle kendiliğinden dağılıp gitmişti. Tutuş-Müelim m ü cad elesi
T u t u ş ’ un kuşatmayı bırakıp Dımaşk’a A t s ı z ’ a yardıma gitmesini fırsat bilen Haleh ilerigelenleri, Musul valisi M ü s l i m ’ e özel ulaklar gönderip “ Şehri kendisine teslim edeceklerini” bildirdiler. Ayrıca şehrin T u t u ş tarafından elegeçirilebileceği ihtimalini düşünen emîr S â b ı k da M ü s l i m ’ e bir mektup gön dererek ‘ ‘ T u t u ş ’ a karşı birleşme” Önerisinde bulunduktan başka ona “ Hama, Maarretünnûman ve Kefertab şehir ve kalelerini vereceğini” bildirdi. Bununla birlikte tâbi olduğu sultan M e 1 i ’k ş a h ’ m izni olmadan Haleb’i yönetimine al maya cesaret edemeyen ve sultanın halası S a f i y e H a t u n ’ la da evli bulunan M ü s l i m , oğlunu İsfahan’a gönderdi ve “ Selçuklu Devleti hâzinesine yıllık 300 bin altın ödeme” karşılığında Haleb yönetimini almayı başardı. Çok geçmeden M ü s l i m , kuvvetleriyle birlikte Haleb önlerine geldi (Haziran 1080) ve “ şehrin teslimini” istedi. Şehir ilerigelenlerinin şiddetle taraftar olmasına rağmen emîr S â b ı k , Haleb’i ona teslime yanaşmadı. Fakat bir süre sonra Haleb reisi, M ü s l i m ’ le yaptığı antlaşma sonucunda, şehir kapılarını açarak M ü s 1 i m ’ in Haleb’e girmesini sağladı. Bununla birlikte emîr S a b ı k , içkaleye çekilip M ü s l i m ’ e karşı direnmeye başladı. Fakat çok geçmeden S â b ı k ’ la yapılan müzakere ve an laşma üzerine içkale de M ü s l i m ’ e teslim edildi (Ekim 1080). Böylece 1060 yı lından beri Haleb ve yörelerine hâkim olan Mirdasoğullarınm yönetimi sona ermiş oldu. Ayrıca Haleb yörelerindeki stratejik bakımdan önemli olan kale ve müstah kem yerleri de elegeçiren M ü s l i m , giriştiği bütün bu siyasî ve askerî faaliyetle ri, tâbi olduğu sultan M e l i k ş a h ’ a bildirdi. Böylece M ü s l i m , Kuzey - Irak’tan başka Kuzey - Suriye’ye de hâkim olmak suretiyle, hükümranlık alanlarını geniş letmiş, dolayısıyla Orta - Suriye ve Filistin’e hâkim bulunan T ı ı t u ş ’ un, tâbi ol duğu Büyük Selçuklu Devletiyle olan ilişkisini keser bir duruma gelmiş oldu. Bu sonuçla M ü s l i m ’ in, T u t u ş ’ un Suriye ve Filistin’deki Türk hâkimiyeti yerine, Arap olan kendisinin tek başına hükümran olma plânlarını uygulamaya başladı ğını görmekteyiz. Böylece Haleb ve yörelerine hâkim olan M ü s l i m ’ in, bütün Suriye ve Filis tin’e de hâkim olma amacıyla gönderdiği kuvvetler, Munkizoğullarınm elinde bu lunan Şeyzer’i kuşattıktan başka, bu aileye ait Esfuna kalesini de elegeçirdi (Haziran 1082). Fakat bir süre sonra Munkizoğulları, M ü s l i m ’ e vergi ödemek suretiyle kuşatmayı kaldırtmayı başardılar. Daha sonra M ü s l i m , H a l e f b i n M ü l â i b ’ in yönetimindeki Humus’u kuşatıp elegeçirdi. Fakat içkalede direnen H a l e f ’ -
SELÇUKLU DEVLETLE R İ TARİH İ
359
in yardım istemesi üzerine T u t u ş , onu savunma amacıyla, kuvvetleriyle birlikte M ü s l i m ’ e karşı harekete geçti. Bunun üzerine T u t u ş ’ la çatışmaya cesaret ede meyen M ü s l i m , Humus’tan ayrılmak zorunda kaldı. Humus harekâtından son ra M ü s 1 i m , Haleb yörelerindeki bazı kalelerde oturan Türkmenlere karşı askerî harekâta başlayarak onları buralardan çıkartıp, kendisine ait kalelere göndere rek hapse attırdı. Bundan başka o, bu sıralarda Mirdas, Kilâb ve Nümeyroğulları kabilelerine ait olan Suruç, Azâz, Esarib vs. kaleleri de işgal ile buralara kendi askerlerini yerleştirdi. M ü s 1 i m ’ in yönetimleri altındaki kent ve kaleleri elegeçirmesi veya onları baskı altına alması üzerine, bura emirleri Y e s s a b , Ş e b i b , H a l e f , M u n k i z v e M a n s u r , T u t u ş ’ a başvurarak ‘ ‘ M ü s l i m ’ e karşı hizmetine girme ye hazır olduklarım” bildirdikten başka, onu Haleb’e yürümeye de teşvik ettiler. Esasen Haleb ve yörelerini elegeçirmek isteyen T u t u ş , onların bu çağrısına uyarak derhal kuvvetleriyle harekete geçip önce Antakya, daha sonra da Haleb yöreleri ne şiddetli akınlar yaptı. Özellikle beraberinde yer alan ünlü Selçuklu emîri A r t u k B e y , bölgeyi tamamen denetim ve kontrolü altına aldı ve M ü s l i m ’ in gönderdiği kuvvetleri bozguna uğratıp çekilmek zorunda bıraktı. Bunun üzerine, T u t u ş ’ un M ü s 1 i m ’ in yönetim alanındaki Kuzey -Suriye harekâtını izleyen sul tan M e l i k ş a h ,
ona “ Harekâtına son verip Dımaşk’a çekilmesini” , A r
t u k B e y ’ e de “ Doğrudan doğruya İsfahan’a katına gelmesini” emretti. Bu emir üzerine T u t u ş , derhal Dımaşk’a döndü, A r t u k B e y de İsfahan’a sultana git mek üzere, T u t u ş ’ tan ayrıldı. Ote yandan M ü s l i m , T u t u ş ’ un yönetimin deki Haleb’e karşı giriştiği askerî harekâta karşılık olmak üzere, büyük askerî hazırlıklar yaptıktan sonra kalabalık bir orduyla Suriye ve Filistin Selçuklu Dev leti’ nin başkenti Dımaşk üzerine yürüdü. Bu arada o, şehri elegeçirmek için, Bü yük Selçuklu Devleti vasalı olmasına rağmen, Mısır Fatımî Devleti’nden de yardım isteğinde bulundu. Bu sıralarda Antakya yörelerinde harekâtta bulunan T u t u ş , M ü s l i m ’ den önce, süratle Dımaşk’a dönüp savunma hazırlıkları yaptı. M ü s l i m , Haziran 1083’de Dımaşk’ı kuşatmaya başladı. Yapılan çarpışmalarda M ü s l i m , başarılı olmadığı gibi, T u t u ş ’ un kuvvetleri, şehirden çıkıp M ü s l i m ’ in askerlerine karşı saldırılarda bulunmakta idiler. Böylece başarılı olma yan ve beklediği Fatımî yardımını da alamayan M ü s l i m , çarpışmalarda ağır kayıplar verdi. Bu arada o, yönetimi altındaki Harran’da, kendisine karşı ayak lanma başladığı haberini alır almaz derhal kuşatmayı bırakıp Suriye çölünü çok güç şartlar altında, baştan başa geçerek Harran’a ulaştı. Böylece M ü s l i m , bü tün Suriye ve Filistin’e hâkim olma plânlarını uygulama imkânını bulamamış oldu.
SÜLEYMANŞAHTN KUZEY-SURİYE SEFERİ Suriye ve Filistin’e hâkim olan T u t u ş ile başkenti Musul olmak üzere, Kuzey - Irak ve Kuzey - Suriye’yi içine alıp genişlemekte olan Arap emîrliğinin hüküm darı M ü s l i m arasında, siyasî ve askerî çekişme ve mücadelelerinin şiddetle de
360
ALİ SEVİM -ERDOĞAN M ERÇİL
vam etmekte olduğu 1084 yılında, Türkiye Selçuklu devleti hükümdarı S ü 1 e y m a n ş a h ’ ın Antakya’ya yöneldiğini görüyoruz. Selçuklu - Bizans mücadeleleri nin zirvesini oluşturan Malazgirt savaşını izleyen yıllarda, Bizansla ilişkisi kesil miş
bir
duruma
düşen
Antakya
şehri,
Ermeni
asıllı
Bizans
generali
F i l a r e t o s ( P h i l a r e t o s ) ’ un yönetiminde bulunuyordu. Fakat o, Türk fe tihleri sebebiyle Anadolu’da Bizans hâkimiyetinin çökmekte olmasından faydala narak, Urfa-Maraş arasındaki yerleri elegeçirip bağımsız bir prenslik kurmaya çalışıyordu. Bu amacını gerçekleştirmek için de Selçuklu ve Bizans devletlerine tâbi görünme siyasetini uyguluyordu. Bununla birlikte F i l a r e t o s , başta An takya olmak üzere, yönetimi altında tuttuğu şehirlerdeki halka ve askerlere çok kötü davranmakta ve onlara şiddetli baskı ve zulümler yapmakta idi, hattâ kendi sine karşı çıkan oğlu B a r s a m a ’ yı bile hapse atmaktan geri kalmadı. F i l a r e t o s ’ un Urfa’ya gitmesinden faydalanan Antakya askerî valisi (şıhne) Türk asıllı olması muhtemel olan İ s m a i l , B a r s a m a ’ yı derhal hapisten çıkartıp, onun la babasına karşı işbirliği yaparak şehri, Türkiye Selçuklu hükümdarı S ü 1 e y m a n ş a h ’ a teslim etmek üzere,. onu Antakya ’ya davet ettiler. Bunun üzerine S ü l e y m a n ş a h , yerine emîr E b u l k a s ı m ’ ı bırakıp 300 atlı ile süratle baş kent İznik’ten Antakya’ya hareket etti. O, şehre hâkim olmak isteyen Suriye ve Filistin Selçuklu hükümdarı T u t u ş ile, kentten her yıl Büyük Selçuklu Devleti adına vergi almakta olan Musul emîri M ü s l i m ’ in, kendisinin gelmekte olduğu haberini alabilecekleri ve şehre herhangi bir askerî harekâta girişebilecekleri ih timalini düşünerek, geceleri sürekli hareket, gündüzleri de vadilerde konaklamak suretiyle kuzey - batıdan güney - doğuya bütün Anadolu’yu oniki gecede geçip, Antakya yörelerine geldi. Çok geçmeden Antakya önlerine erişen S ü l e y m a n ş a h , vali İ s m a i l ve B a r s a m a ile işbirliği sonucunda, bu sırada, atlı kuvvet leriyle kendisine katılan M e n c e k o ğ l u adlı bir Türkmen beyi ile birlikte şeh rin Fâris Kapısı’ndan girmek suretiyle, 12 Aralık 1084’de şehri, 12 Ocak 1085’de de bir süre direnen kaleyi elegeçirdi. Böylece şehre hâkim olan S ü l e y m a n ş a h , halka hiç dokunmayarak aman verdi ve alınan bütün tutsakları karşılıksız olarak salıverdi. Türk askerlerine ‘ "Hıristiyan halka iyi davranmaları, onlardan ücretsiz hiç bir şey almamaları, evlerine girmemeleri ve kızlarıyla evlenmemeleri” hu suslarında bir buyruk çıkardı ve halka sonderecede iyi muamelelerde bulundu. Daha sonra o, şehirdeki Kawasyana kilisesini camiye çevirtti ve 17 Aralık 1084 Cuma günü, 110 müezzin tarafından okunan ezandan sonra çok kalabalık bir ce maatla Cuma namazı kılındı. S ü l e y m a n ş a h , elegeçirilen bütün ganimetlerin “ Dışarı çıkartmayıp ucuz fiyatla da olsa şehir içinde satılmasını” emretti. Ayrıca Hıristiyan halkın dileği üzerine, şehirde, Meryemana ve Azizcercis adlarında iki kilise inşasma izin verdi. Şehir içinde birtakım imar faaliyetlerinde de bulunan S ü l e y m a n ş a h , ortaçağlar Hıristiyan âleminin en kutsal kentlerinden sayılan Antakya’nın fethini, özel bir elçi heyetiyle, tâbi olduğu sultan M e l i k ş a h ’ a arzetti. Buna sonderecede sevinen sultan, başkent İsfahan’da fethi kutlama töreni yaptırdı ve müjde davulları vurdurdu. Ayrıca devrin ünlü şairi M u h a m m e d E b i v e r d î (Ölümü: 1113), bu fetih dolayısıyla bir kaside kaleme aldı. S ü -
SELÇUKLU D E V LETLE R İ TARİHİ
361
l e y m a n ş a h , Antakya’nın fethinden sonra buraya bağlı Bagras, Süveydiye, Samandağı, İskenderun, Derbesak, Artah, Hârim, Telbaşir, Gaziantep y.s. kent ve kaleleri birer birer fethetti. Yine 1085 yılı içinde, kendisine bağlı emirlerden B u 1 d a c ı , Elbistan, Göksün, Maraş, Behisni, Râban vs. gibi şehir ve kaleleri fethile, Türkiye Selçuklu Devleti sınırları içine aldı (Bu konuda ayrıntı içinde bk. Türkiye Selçuklu Devleti). M üslim ile savaşı
S ü l e y m a n ş a h ’ m Antakya’yı fethile Haleb kapılarına dayanması, özellikle, bütün Mezopotamya’dan başka Haleb’i yönetimi altına almak suretiyle, Kuzey Irak ve Kuzey - Suriye’de tek başına hâkimiyet kuran ve Büyük Selçuklu Devleti adına yıllık vergi aldığı Antakya’ya sahip olma emeli besleyen Musul emîri M ü s l i m ’ i harekete geçirdi. S ü l e y m a n ş a h , daha önceki şehir hâkimi F i 1 a r e t o s ’ tan almakta olduğu yıllık vergiyi, bu kez, şehre hâkim olduğu için kendisinden talep ile, “ Aksi takdirde sultana isyan etmiş olacağını” bildiren M ü s l i m ’ e “ Sul tana itaat etmek ve dolayısıyla hâkim olduğum memleketlerde adına hutbe oku tup para bastırmak, benim biricik şiarımdır. Ben, Antakya ve diğer küffar memleketlerini, ancak onun varlığı yüzünden, T a n r ı ’ mn benim elimle fethet tirmiş olduğunu, kendisine bildirdim. Benden istediğin vergiye gelince, daha ön ceki Antakya hâkimi kâfir idi, bu sebeple kendisi ve adamları için başvergisi (cizye) veriyor ve böylece kendilerini Islâm cihadından koruyorlardı. Halbuki şimdi, şe hir hâkimi olan ben, çok şükür Müslümanım ve T a n r ı ’ nin cihad buyruğunu yerine getirmekteyim. Antakya artık Müslümanların eline geçmiştir. Ben, bir Müs lüman olarak sana nasıl başvergisi öderim” şeklinde bir cevap gönderdi. Böylece S ü l e y m a n ş a h ile M ü s l i m arasında şiddetli bir gerginlik başgösterdi. Esa sen M ü s 1 i m ’ in sert tutumu ve davranışları sebebiyle, ona ait bir kısım askerler ve kalabalık Arap Kilâpoğulları kabilesi kuvvetleri, S ü l e y m a n ş a h ’ a katıldı lar. Böylece M ü s l i m , askerî bakımdan oldukça zayıf bir duruma düştü. Bu se beple her yıl 30 bin altın almakta olduğu Antakya’yı fetheden, dolayısıyla yönetimi altına geçen Haleb kapılarına dayanan S ü l e y m a n ş a h ile tek başına mücade leye girişemeyeceğini anlayan M ü s l i m , bu sıralarda, sultan M e l i k ş a h ve S ü l e y m a n ş a h ile arasının açılması sebebiyle, Suriye ve Filistin Selçuklu hükümdarı T u t u ş ’ un hizmetine giren (1085 başlar) ünlü Selçuklu emîri A r t u k B e y ’ e başvurdu. Yukarıda görüldüğü üzere, onun bu girişimi başarılı bir sonuca ulaş madı. Bununla birlikte o, S ü l e y m a n ş a h ’ a karşı Haleb’i savunma amacıyla süratle hazırlıklara girişti. M ü s l i m , Antakya’yı kuşatmak üzere, beraberinde Türkmen atlılarıyla birlikte kendisine katılan Ç u b u k B e y olduğu halde, altı bin kişilik ordusuyla Haleb’den çıkıp, Antakya yönüne harekete geçti. Öte yan dan M ü s 1 i m ’ in bütün bu harekât ve girişimlerini yakından izleyen S ü l e y m a n ş a h , derhal dört bin kişilik ordusuyla onu karşılamaya çıktı. Çok geçmeden her iki taraf arasında, Amik ovasındaki Kurzâhil yörelerinde yapılan savaşta (20 Ha ziran 1085), özellikle Ç u b u k B e y ’ in kuvvetleriyle birlikte S ü l e y m a n ş a h tarafına geçmesi sonucunda M ü s l i m , kesin bir yenilgiye uğradı ve hattâ çarpış
362
ALİ SEVİM -ERDOĞAN M ERÇİL
malar sırasında hayatını da kaybetti. Bu zafer sonunda S ü l e y m a n ş a h , Mezo potamya ve Kuzey - Suriye’yi içine alıp bütün Irak, Suriye ve Filistin’e kadar yayılma plânlarıyla genişlemekte olan M ü s 1 i m ’ in Arap hâkimiyetine son verdi ve özel likle, Antakya ve yörelerinde Türk hâkimiyet ve yerleşmesinde önemli bir başarı kazandı. Bununla birlikte Büyük Selçuklu Devleti vasalı bulunan M ü s 1 i m ’ in bertaraf edilmesi, S ü l e y m a n ş a h - sultan M e l i k ş a h ilişkilerini nazik bir safhaya sokmuş oldu.
Tuluş ile savaşı ve ölü m ü
S ü l e y m a n ş a h , M ü s l i m ’ in ölümüyle sona eren Kurzâhil savaşından son ra bu sıralarda, şerif H a s a n ’ ın elinde bulunan Haleb’i kuşattı (Haziran 1085). Ayrıca gönderdiği kuvvetlerle bölgedeki Maarretünnûman, Kefertab, Kmnesrin, Latmin şehir ve kalelerini fethiyle buralara vali ve kumandanlar atadı. Fakat S ü l e y m a n ş a h , şerif H a s a n ile yaptığı anlaşmada “ Şehrin sultan M e l i k ş a h ’ ın onayını aldıktan sonra” teslimi hususu kararlaştırılınca kuşatmayı kaldırdı. T u t u ş ’ un yönetim bölgesine girmemek için daha güneye inmeyen S ü l e y m a n ş a h , Antakya gibi Kuzey - Suriye’nin en önemli kenti olan ve kuzeyden güneye uzanan ticaret yolu üzerinde bulunan Ha leb’e hâkim olma emelinden vazgeçmiyordu. Bu amaçla o, şehre karşı harekete geçerek kuşatmaya başladı (Nisan/Mayıs 1086) ve şehrin “ Kendisine teslimi hususunda” anlaşma yapmış olduğu şerif H a s a n ’ dan Haleb’in derhal teslimini istedi. Esasen kenti S ü l e y m a n ş a h ’ a vermek iste meyen H a ş a n , şehrin teslimi konusunda, daha önce başvurduğu sultan M e l i k ş a h ’ tan herhangibir cevap alamamıştı. Bu sebeple o, bu sıralarda Dımaşk’ta bulunan Suriye ve Filistin Selçuklu hükümdarı T u t u ş ’ a haber gönderip “ Ha leb’i gelip teslim almasını” bildirdi. Esasen eskiden beri şehre hâkim olmak için birçok başarısız girişimlerde bulunan T u t u ş , beraberinde S ü l e y m a n ş a h ’ la arası açık bulunan A r t u k B e y olduğu halde, ordusuyla Haleb’e hareket et ti. Ote yandan şerif H a s a n ’ m şehri teslim etmek üzere, T u t u ş ’ u çağırdığını haber alan S ü l e y m a n ş a h , onu karşılamak üzere, kuvvetleriyle birlikte sü ratle harekete geçti. Savaşın kaçınılmaz bir duruma geldiğini gören T u t u ş , S ü l e y m a n ş a h ’ m beraberinde bulunan bazı Türkmen beyleriyle ilişki kurup, kendisine katılmaları hususunda büyük çaba gösterdi. Nihayet birbirlerine karşı hareket halinde bulunan iki Türk ordusu, Haleb yakınlarındaki Aynuseylem yö resinde karşılaştı. İlgili kaynaklarda belirtildiği üzere, “ Her iki tarafın Türk as kerleri birbirlerini amansızca kırıp yok ettikleri” çarpışmalar sırasında, bazı Türk men beylerinin, T u t u ş ’ un çabaları sonucunda, S ü l e y m a n ş a h 5m saflarını terkedip T u t u ş tarafına geçmeleri yüzünden ve özellikle savaş tekniğini sonderece iyi bilen A r t u k B e y ’ in, T u t u ş ’ un ordusunu mahirane yönetmesi, cesurane çarpışması sebepleriyle S ü l e y m a n ş a h ,
hayatında ilk kez olarak,
yenilgiye uğradı. Bir Bizans kaynağına göre, (A n n a K o m n e n a : Aleziade) “ S ü l e y m a n ş a h , dağılan ordusunu toparlamak için büyük çaba gösterdi ise de ba şarılı olamadı ve savaş meydanından ayrılıp ıssız bir yere çekildi. Çok geçmeden
SELÇUKLU D E V L ET L E R İ TARİH İ
363
T u t u ş , adamlarını göndererek, onu yanma getirmelerini, kendisiyle öpüşüp ba rışacağını ve kendisinin, yanında şerefine yakışır bir muamele göreceğini bildir di. Fakat S ü l e y m a n ş a h , T u t u ş ’ un bu içten önerisi karşısında, içine düştüğü bu elim son’un yarattığı ruhî bunalımın etkisiyle, yanında taşıdığı bıçağı kalbine saplamak suretiyle, hayatına son verdi (Haziran 1086).” Haleb bölgesi olayları hak kında güvenilir bilgiler veren bir Islâm kaynağında ise ( I b n ü l a d î m : Bugyetüttaleb) “ S ü l e y m a n ş a h ’ ın, kendisine rastlayan Tu t u ş ’ un atlılarından birisinin attığı okla öldürüldüğü” belirtilmekle birlikte aynı kaynakta, bu konu da şöyle ilginç bir rivayet daha yer almaktadır: “ T u t u ş ’ un askerleri, çarpışmalar bittikten sonra, savaş alanında dolaşır larken, bir cesed üzerinde, yakut ve zarif som altınlarla işlenmiş zırhlı bir giysi buldular ve onu derhal T u t u ş ’ a haber verdiler. T u t u ş , bu giysiyi yanında ge tirtti ve ‘ bu, hükümdarların giysisine benziyor’ dedi. Daha sonra T u t u ş , bizzat maiyyeti erkânıyla cesedin bulunduğu yere gitti ve onlara ‘ Ölüler arasında, ben, onu size göstermeden siz bana onu göstermeyiniz’ dedi; çok geçmeden T u t u ş , orada kanlara bulanmış olan cesedi göstererek ‘Bu, S ü l e y m a n ş a h ’ a benziyor’ dedi. Bunun üzerine onlar, ‘ Bunu nasıl tanıdınız?’ diye sorunca T u t u ş , ‘ Onun ayağı benim ayağıma, yani Selçukoğullarmın ayaklarına benziyor’ dedi. Daha sonra bu cesedin S ü l e y m a n ş a h ’ aait olduğu kesin olarak tespit edildi. T u t u ş , ce sedin başında Türkçe olarak, ‘ Biz sizlere zulmettik, sizleri bizden uzaklaştırıp, ne yazık ki işte böylece de öldürüyoruz’ diyerek kendisinin ve S ü l e y m a n ş a h ’ m ait oldukları M i k â i l ve İ s r a i l ( A r s l a n Y a b g u ) aileleri arasındaki eski kırgınlığı dile getirdi. S ü l e y m a n ş a h ’ ın ölümüne sonderecede üzülen T u t u ş , onu en iyi kefenlerle kefenlettikten sonra Haleb’e gönderip M ü s 1 i m ’ in mezarı nın bulunduğu Haleb Kapısı’nda bir yere defnettirdi” . Sultan M elikşah 1m K uzey - Suriye seferi
Bu konuda Melikşah Devri’nde bilgi verildiği için burada yeniden sözkonusu edilmemiştir.
TUTUŞ’UN SALTANAT MÜCADELESİ K uzey - Suriye, K uzey - Irak ve D oğ u - A n a d olu ’ ya hakim iyet
T u t u ş , Trablusşam kuşatması sırasında, özellikle A k s u n g u r ile anlaşmaz lığa düşerek 1091 yılı sonlarına doğru Dımaşk’a çekilmişti. Bir yıl kadar herhan gi bir askerî harekâta girişmeyen T u t u ş , 1092 yılı sonlarında, bu sıralarda Bağdat’ta bulunan sultan M e l i k ş a h ’ a itaat ve bağlılığını arzetmek amacıyla, Dımaşk’tan Bağdat’a hareket etti. Fakat o, Fırat ırmağı kıyısındaki Hît ilçesine eriştiği zaman “ sultanın Bağdat’ta öldüğü” haberini aldı. Bunun üzerine artık Bağdat’a gitmekten vazgeçen T u t u ş , “ Büyük Selçuklu Devleti Sultanı Olma” plânları yapmaya başladı. Hattâ o, içinde bulunduğu Hît ilçesinde, derhal Büyük
364
A L İ SEVİM -ERDOĞAN MERÇİL
Selçuklu Devleti Sultanı olduğunu resmen ilân etti; bununla birlikte T u t u ş , bü yük bir ordu hazırlayıp sultanlığını gerçekleştirmek amacıyla, süratle Dımaşk’a döndü. Burada sahip olduğu bütün kuvvetleri toplayarak oluşturduğu ordusuyla Haleb’e hareket etti. Bu arada da Haleb valisi A k s u n g u r , Antakya valisi Y a ğ ı s ı v a n v e Urfa valisi B o z a n ’ a birer mektup göndererek “ Sultan M e l i k ş a h ’ m öldüğünü, kendisinin sultanlığım ilân ettiğini, bu sebeple kendisine itaat ve tâbi olmalarını,
adına
hutbe
okutmalarım ve kuvvetleriyle
birlikte
ordusuna
katılmalarını” bildirdi. Bunun üzerine A k s u n g u r , aralarının açık olmasına rağmen T u t u ş ’ a hiçbir itirazda bulunmadı ve isteklerini yerine getirdikten başka, Y a ğ ı s ı y a n ve B o z a n ’ a da “ aynı şeyi yapmaları” , yani “ T u t u ş ’ u sultan olarak tanımaları” tavsiyesinde bulundu. Çok geçmeden T u t u ş , kuvvetleriyle kendisine katılan A k s u n g u r , Y a ğ ı s ı y a n ve B o z a n ’ la birlikte Irak’a yü rüyerek Rahbe şehrine hâkim oldu ve burada “ sultan olarak” adına hutbe okut tu (Şubat 1093). Daha sonra T u t u ş , Fırat ırmağı kıyısındaki Irak’ın önemli şehirlerinden olan Rakka’ya da kolayca hâkim oldu. Çok geçmeden Nusaybin üze rine yürüyen T u t u ş , Arap Kureyşoğulları’nin direnmesi üzerine, şehri hücum la elegeçirdi ve direnen kuvvetleri âdeta imha etti ve şehri baştan başa yağmalattı (Mart 1093). Nusaybin’in böylece ele geçirilmesinden sonra T u t u ş , bu sıralar da, Musul’u elinde bulunduran Kureyşoğulları’ndan İ b r a h i m ’ e haber gönde rerek “ Şehirde sultan olarak adına hutbe okutmasını” bildirdi. İ b r a h i m ’ in bu emri yerine getirmemesi üzerine T u t u ş , Musul’a yürüdü; şehir yörelerinde yapılan kanlı bir savaşta, İ b r a h i m yenilgiye uğradı ve birçok Arap emirleriyle birlikte tutsak alındı (Nisan 1093). Çok geçmeden Irak’ın en önemli ve merkezî konumunda bulunan Musul, T u t u ş ’ un hâkimiyetine geçti; şehirde, derhal sul tan olarak, T u t u ş adına hutbe okutulmaya başlandı. T u t u ş , hâkimiyetine ge çen bütün Kuzey - Irak ve Elcezire il ve ilçelerine kendi adına vali ve muhafızlar atadı. Kuzey - Suriye’nin önemli şehri Haleb ile Antakya, ve Urfa’yı buraları Büyük Selçuklu Devleti adına yönetmekte olan A k s u n g u r , Y a ğ ı s ı y a n v e B o z a n ’ ı kendine tâbi duruma getirerek bütün Suriye’yi ve bir kısım Filistin şehirlerini hâkimiyeti altına almayı gerçekleştiren T u t u ş , aynı şekilde, kısa bir sürede Ku zey - Irak, bölgesini de hükümranlık alanına katmayı başardı. Bu sebeple, Büyük Selçuklu Devleti tahtına geçmeyi kendisi için artık doğal bir hak sayan T u t u ş , Abbasî halifesi M u k t e d i B i e m r i l l a h ’ a özel bir elçi göndererek “ Büyük Sel çuklu Devleti sultanı olarak Bağdat’ta adına hutbe okutmasını” istedi. Bu sıra larda
Bağdat
Selçuklu
askerî
valisi
bulunan
Sâduddevle
G e v h e r â y i n , T u t u ş ’ un bu isteğini destekledi ve yerine getirebilmesi hu susunda halife katında girişimlerde bulundu. Fakat halife, T u t u ş ’ a gönderdiği cevapta ancak: 1 — Horasan ve ülkenin doğu bölgesi ile bütün Islâm âlemine hâkim olması, 2 — Kardeş çocuklarından hiçbirinin taht iddiacısı olarak ortaya atılıp, ken disine karşı harekete geçmemesi,
SELÇUKLU D E V LETLE R İ TARİHİ
365
3 — Başkent İsfahan’a ve oradaki Selçuklu Devlet Hâzinesine sahip olması şaftlarıyla kendisi adına hutbe okutturulabileceğini, aksi takdirde bu isteğinin yerine getirilemeyeceğini bildirdikten başka “ Hukuk sınırlarını aşma, bize karşı olan sözlerin kafa tutar ve tehdit eder biçimde olmasın. Eğer dinlemeyecek olur san o zaman seninle savaşırız” şeklinde oldukça sert ifadeler kullandı. Halifenin bu cevabına herhangibir tepki göstermeyen T u t u ş , onun ileri sürdüğü şartları yerine getirmek amacıyla, beraberindeki emirlerle birlikte başkent İsfahan’a yü rüme hazırlıklarına başladı. Bir süre sonra o, Selçuklu valisi E b u l h a s a n ’ ın yönetimindeki Amid ile bölgenin önemli şehirlerinden olan Silvan’a (Meyyafârikin) kolaylıkla hâkim oldu (Mart/Nisan 1093). Çok geçmeden de bölgedeki bütün il ve ilçeler, kaleleriyle birlikte T u t u ş ’ a tâbi olup, onu “ sultan olarak” tanıdı lar ve adına hutbe okutmaya başladılar. Bunun üzerine T u t u ş , haralara da mu hafızlar atadı. Böylece Doğu ve Güney - doğu Anadolu’yu da hükümranlığı altına alan T u t u ş , ordusuyla birlikte İsfahan’a gitmek üzere, Azerbaycan’a hareket etti. Yolu üzerinde bulunan bütün şehir ve kaleler, “ Kendisine sultan olarak tâbi olmak su retiyle, hizmetine hazır olduklarını” bildiriyorlardı. Fakat öte yandan, sultan M e 1 i k ş a h ’ m oğullarından B e r k y a r u k , sultan olma yolunda büyük çabalar sarfederek Rey ve Hemedan bölgesinde hâkim duruma geçmişti; hattâ T u t u ş ’ a karşı, kuvvetleriyle birlikte Rey yakınlarına gelerek savaşa hazır bir halde bulu nuyordu. B e r k y a r u k ’ unbu faaliyetlerini haber alan ve esasen T u t u ş ’ la ara ları açık bulunan A k s u n g u r ve B o z a n , bir gece gizlice, kuvvetleriyle birlikte T u t u ş ’ un ordusundan ayrılarak B e r k y a r u k ’ a katılıp onun hizmetine gir diler. Kendisine karşı yapılan bu ihanete sonderecede canı sıkılan ve dolayısıyla kuvvetleri azalan T u t u ş , yeğeni B e r k y a r u k ’ a karşı bir savaşı göze alamadı; yeniden ordu hazırlamak üzere, kendisine sadık kalan emîr Y a ğ ı s ı y a n ile bir likte Azerbaycan’dan ayrılıp Diyarbakır ve Haleb yoluyla, Dımaşk a geri döndü (Aralık 1093). A k su ngur ve B ozan’ ın b erta ra f edilm esi
Bütün kuvvetleriyle saltanatın öteki iddiacısı B e r k y a r u k ’ un saflarına ge çen A k s u n g u r ve B o z a n , bu kez, B e r k y a r u k adına, Urfa ve Haleb’e gele rek valilik görevlerine devam ettiler; böylece T u t u ş ile B e r k y a r u k arasında, T u t u ş ’ a karşı tampon bir kuvvet olarak yerlerini almış oldular. Öte yandan Dımaşk’ta B e r k y a r u k ’ la mücadele için, yeniden askerî hazırlıklar yapmakta olan T u t u ş , A k s u n g u r ve B o z a n ’ ın B e r k y a r u k ’ un valisi olarak Ur fa ve Haleb’e döndüklerini haber alınca, Y a ğ ı s ı y a n ’ la birlikte derhal Haleb yönünde harekete geçti. Bunun üzerine A k s u n g u r , bu sıralarda Bağdat’ta bu lunan ve burada, kendi adına “ sultan olarak” hutbe okutan B e r k y a r u k ’ tan T u t u ş ’ a karşı acele yardım istedi. B e r k y a r u k ise, Urfa valisi B o z a n ile, beraberindeki emirlerden G ü r b o ğ a ve Rakka emîri A b a k o ğ l u Y u s u f ’ a “ Derhal Haleb’e A k s u n g u r ’ a yardıma gitmelerini” emretti. Bu emîrler, kuv
366
ALİ SEVİM -ERDOĞAN M ERÇİL
vetleriyle birlikte kısa bir sürede Haleb’e ulaşıp A k s u n g u r ’ un saflarında yer aldılar. A k s u n g u r ’ un bütün bu faaliyetlerini ve özellikle kendisine karşı Ha leb’Ae büyük kuvvetlerin toplandığını haber alan T u t u ş , Haleb’in güney ve do ğu yörelerinde harekâtta bulunarak şehre biraz daha yaklaşmıştı. Bir süre sonra T u t u ş ve Y a ğ ı s ı y a n ’ ın başında bulunduğu ordu, A k s u n g u r ,
Bozan,
G ü r b o ğ a , Y u s u f ve daha bazı Arap emirlerinin yönettikleri, içinde, Hora sanlı ve Arap askerlerin de yer aldığı kuvvetler, Nisan 1094’de Haleb yörelerin deki Seb’in yakınlarından karşılaştılar. Fakat A k s u n g u r , beraberindeki diğer emirleri beklemeksizin T u t u ş ’ un kuvvetlerine saldırdı. Bu sırada emîr Y u s u f , kuvvetleriyle birlikte kendisinden ayrılıp T u t u ş tarafına geçti. Bu durum, A k s u n g u r ’u ciddi şekilde zayıflattı; ayrıca Arap askerleri de isteksiz olarak çar pışmakta idiler. Böylece B o z a n ve G ü r b o ğ a gibi tecrübeli emirlerin yardımlarından yoksun olarak çarpışmalara katılan A k s u n g u r , özellikle emîr Y u s u f ’ un kendisini terketmesi ve nihayet Arap birliklerinin de ciddi olarak sa vaşa devam etmemeleri sebebiyle, T u t u ş kuvvetlerine karşı giriştiği saldırıda, tam bir başarısızlığa uğradı. Onun bu durumunu dikkatle izlemekte olan T u t u ş hiç zaman kaybetmeksizin derhal karşı saldırıya geçti. Haleb tarihçisi K e m a l ü d d i n I b n ü l a d î m ’ in belirttiği üzere, “ Bir lahza dahi dayanamayan” A k s u n g u r ’ un kuvvetleri, süratle bozulup dağıldılar. Bununla birlikte yenilgiyi bir türlü hazmedemeyen A k s u n g u r , kuvvetlerinin dağılıp çekilmesine rağmen çar pışmalara bizzat devam etti, fakat tutsaklıktan kurtulamadı. Bir süre sonra T u t u ş , huzuruna getirilen A k s u n g u r ’ a “ Sen beni böyle tutsak alsaydın ne ya pardın?” diye sorunca, onun “ Öldürürdüm” demesi üzerine T u t u ş , “ Ben de sana, senin bana vermek istediğin hükmü veriyorum” dedi ve derhal boynunu vur durmak suretiyle öldürttü. A k s u n g u r ’ un başı, önce valilik yaptığı Haleb’e, daha sonra da Dımaşk’a gönderilerek halka gösterildi. Sultan M e l i k ş a h devrinin ünlü emirlerinden olan, Musul ve Haleb Atabek leri Z e n g i ailesinin atası bulunan A b d u l l a h E l t u r g a n o ğ l u K a s î m ü d d e v l e A k s u n g u r , bütün kaynakların belirttikleri üzere, Haleb valiliği sırasında, pek çok övgüye değer faaliyetlerde bulunmuştu. Cesedi, Haleb’deki Karanbiyâ Meşhedi’nin batısındaki küçük bir kubbe şeklindeki mezara gömüldü, daha sonra oğlu I m a d ü d d i n Z e n g i , yine Haleb’deki Züccâciye Medresesi’nde yaptırdığı özel bir kabre nakletti. A k s u n g u r ’ la birlikte oldukları halde, savaşa katılmamış olan B o z a n ve G ü r b o ğ a , savaş meydanından süratle kaçıp, Haleb’e sığındılar ve burada T u t u ş ’ a karşı savunma önlemleri aldılar, durumu derhal B e r k y a r u k ’ ada bil dirdiler. Çok geçmeden B e r k y a r u k ’ tan güvercin postasıyla gelen bir mektupta “ Kendilerine Haleb savunması için kuvvet gönderildiği” bildirildi. Öte yandan T u t u ş , süratle Haleb üzerine yürüyerek şehri şiddetle kuşatmaya başladı. Fa kat bir süre sonra direnmenin gereksizliğini gören bir kısım askerler, şehir kapı larından birisini açıp, T u t u ş ’ un kuvvetlerinin içeri girmesini sağladılar. Böylece T u t u ş , Haleb’e yeniden hâkim oldu (Mayıs 1094). Bu arada tutsak alman B o -
SELÇUKLU D E V LETLE R İ TARİH İ
367
z a n derhal öldürüldü, G ü r b o ğ a ise hapse atıldı. Böylece muhaliflerini berta raf etmeyi başaran T u t u ş , saltanat mücadelesini sürdürmek amacıyla, harekâta başlayarak Fırat’ı geçip, başta Urfa ve Diyarbakır olmak üzere, Doğu ve Güney - doğu Anadolu'da yeniden hâkim duruma geçti.
Rey savaşı ve Tutuş’ un son u
Diyarbakır yörelerinde bulunan T u t u ş , yeniden Selçuklu başkenti Isfahan üzerine yürüme hazırlıklarına başladı. Bu sıralarda İsfahan’da bulunan sultan M e l i k ş a h ’ ın karısı T e r k e n H a t u n da oğlu M a h m u t ’ u Selçuklu sulta nı yapmak için büyük çabalar sarfetmekte idi. Ote yandan bunu haber alan ve Bağdat’tan İsfahan’a gitmekte olan B e r k y a r u k da T e r k e n H a t u n ’ u ber taraf etme plânları hazırlamakta idi. T u t u ş ise T e r k e n H a t u n ’ a elçi gönde rerek “ Kendisiyle evlenme ve devleti birlikte yönetme” hususunda antlaşma yaptı, işte bu antlaşmayı gerçekleştirme amacıyla T u t u ş , B e r k y a r u k ’ tan önce İs fahan’a ulaşmak üzere, süratle Ahlat yoluyla Azerbaycan’a, oradan da Hemedan’a yöneldi. Öte yandan T e r k e n H a t u n da kuvvetleriyle T u t u ş ’ a katılmak üzere, İsfahan’dan ayrıldı. Fakat o, yolda hastalanınca geri İsfahan’a dönmek zorunda kaldı ve bir süre sonra da burada öldü (Ekim 1094). Onun ölümünden sonra as kerlerinden büyük bir bölümü T u t u ş ’ a, daha küçük bir kısmı ise B e r k y a r u k ’ a katıldı. Böylece T u t u ş , saltanat mücadelesinde, B e r k y a r u k ’ dan daha güçlü bir duruma gelmiş oldu. Bu sebeple o, sultan olarak kendi adına hutbe oku tulmasını sağlamak amacıyla, A b a k o ğ l u Y u s u f ’ u, Bağdat askerî valiliğine atayarak oraya gönderdi (1094 sonları). Bu arada T u t u ş , B e r k y a r u k ’ a karşı daha da güçlü bir duruma gelmek amacıyla, Dımaşk’ta bıraktığı oğlu R ı d v a n ’ a bir mektup göndererek “ Suriye’deki bütün kuvvetlerle birlikte süratle kendisine katılmasını” bildirdi. Öte yandan amcası T u t u ş ’ un Azerbaycan’a hâkim olup Hemedan’a yürüdüğünü ve saltanat mücadelesinde kendisine karşı işbirliği yap tığı T e r k e n H a t u n ’ un öldüğünü haber alan B e r k y a r u k , beraberinde bin kişilik kuvvet olduğu halde, Erbil yoluyla İsfahan’a yöneldi; hattâ o, bir ara 50 bin kişiden oluşan T u t u ş ’ un ordusunun bulunduğu yörelere çok yaklaşmıştı. Bunun üzerine T u t u ş , emîr A b a k o ğ l u Y a k u b ’ u bir miktar kuvvetle B e r k y a r u k ’ un üzerine gönderdi. Yapılan çarpışmada B e r k y a r u k bozuldu ve ağır lıkları büyük çapta yağma edildi. Bu bozgun haberi üzerine, halife M u s t a z h i r B i l l a h , Bağdat’ta “ sultan olarak” T u t u ş adına hutbe bile okut maya başladı. Bu yenilgiye rağmen B e r k y a r u k , kendisine sonderecede sadık kalan büyük emirlerden P o r s u k , G ü m ü ş t e k i n , C a n d a r v e Y a r u k i l e birlikte her an yakalanma ve öldürülme korku ve endişesi içinde, yine de Isfahan yönüne hareketine devam etti. Nihayet güçlükle İsfahan’a gelen B e r k y a r u k , bu kez, kardeşi şehzade M a h m u t ’ a bağlı emîrler tarafından bir süre şehre alın madı; fakat daha sonra hapse atılmak üzere, içeri girmesine izin verildi ve ger çekten de hapsedildi. M a h m u t ’ u kesinlikle sultan yapmak isteyen bazı emîrler, hapisteki B e r k y a r u k ’ un gözlerine mil çekip kör etmek suretiyle, bertaraf et
368
A L İ SEVİM -ERDOĞAN M ERÇİL
meye karar verdiler. Fakat çok geçmeden M a h m u t , şiddetli bir çiçek hastalığı na tutuldu ve durumu ciddi şekilde ağırlaştı. Bunun üzerine saray doktoru E m i n ü d d e v l e , emirlere “ M a h m u t ’ u nb u hastalıktan kurtulması, hemen hemen imkânsızdır. T u t u ş ’ un sultan olmasını istemediğinize göre, B e r k y a r u k ’ un gözlerine mil çekme hususunda acele etmeyiniz. Eğer M a h m u t ölecek olursa B e r k y a r u k ’ u tahta çıkarınız, aksi takdirde o zaman B e r k y a r u k ’ un gözlerine mil çekip kör ediniz” şeklinde tavsiyede bulundu. Gerçekten tam anlamıyla hapiste bir ölüm - kalım arasında yaşamakta olan B e r k y a r u k ,
so
nu belirsiz bir kader içinde kıvranmakta olduğu sıralarda, kardeşi şehzade M a h m u t , hastalıktan kurtulamayarak hayatını kaybetti. Bunun üzerine devletin ilerigelen emirleri, B e r k y a r u k ’ u derhal hapisten çıkartıp “ sultan olarak” ta nıdılar ve saltanat tahtına oturttular. Fakat bununla birlikte bu kez, sultan B e r k y a r u k da çiçek hastalığına yakalandı, hattâ bir ara aklî dengesi bile bozuldu, fakat çok geçmeden sağlığına yeniden kavuştu. Ote yandan Hemedan’a yürüyen T u t u ş , B e r k y a r u k ’ un yandaşı emîr A h u r ’ un direnişiyle karşılaştı ise de onu yenilgiye uğrattı ve bövleoe Hemedan’a hâkim oldu; bu arada emîr  h u r da T u t u ş ’ un hizmetine girdi. Ayrıca eski Selçuklu veziri N i z a m ü l m ü l k ’ ün oğullarından F a h r ü l m ü l k , T u t u ş ’ un hizmetine girerek onun veziri ol du. Fakat T u t u ş ’ un yanında kendisini güvencede hissetmeyen emîr A h u r , T u t u ş ’ tan gizlice kaçarak İsfahan’a gitti ve oradaki ilerigelen emirle re T ıı t u ş hakkında geniş bilgi verdi. Bunun üzerine T u t u ş , ordusuyla hareke te geçerek Cerbâzakân ve Rey şehirlerini işgal etti (Şubat 1095). Çok geçmeden o, B e r k y a r u k ’ un hastalanıp saltanat sorununun kritik bir hale gelmesi üze rine, İsfahan’da bulunan emirlere elçiler gönderip “ Kendisine sultan olarak itaat ve tâbi olmalarını, bu takdirde kendilerine sonderecede çok ihsanlarda bulunacağını” bildirdi. Bu Selçuklu emirleri de ona gönderdikleri cevapta “ Kendisini sultan olarak tanıyacaklarını” bildirdilerse de B e r k y a r u k ’ un sağlığını me rak ve endişe içinde bekliyorlar, böylece her iki saltanat adayını da kırıp gücen dirmek istemiyorlardı. Fakat kısa bir süre sonra B e r k y a r u k ’ un tamamen şifa bulup iyileşmesi üzerine onlar, T u t u ş ’ a gönderdikleri ikinci bir haberde “ Ara mızdaki sorunu kılıçtan başka hiçbir şey çözemez” diyerek saltanat mücadele sinde B e r k y a r u k ’ un safında yer aldıklarını açıkladılar. Çok geçmeden N i z a m ü l m ü l k ’ ün öteki oğlu M ü e y y i d ü l m ü l k ’ ün çabaları sonucunda, bütün Horasan ve Irak Selçuklu emirlerinin kuvvetleri, B e r k y a r u k ’ a katıl dı; böylece o, yakalandığı o devir şartlarına göre çok tehlikeli olan çiçek hastalığı ile birlikte ters dönmüş karanlık talihini de yenmek suretiyle, Suriye, Irak, Doğu ve Güney-Doğu Anadolu, Azerbaycan, Hemedan ve Rey şehir ve bölgelerine hâ kim olarak güçlü bir duruma gelen amcası T u t u ş ’ la mücadele edebilecek bir hale gelmiş oldu. Bu sebeple o, beraberinde, kendisini sultan olarak tanıyan ile rigelen Selçuklu emîrleri ve kalabalık bir Selçuklu ordusu bulunduğu halde, Rey yörelerinde karargâh kuran T u t u ş ’ a karşı harekâta geçmekte hiç tereddüt et medi. 30 bin kişilik bir ordunun başında bulunan B e r k y a r u k ’ un yanında,
SELÇUKLU D E V LETLE R İ TARİH İ
36y
vezir M ü e y y i d ü l m ü l k ile Ö n e r , B i l g e , Y a r u k , B e k ç u r , S u n g u r c a , Â h u r v.s. gibi devletin ilerigelen büyük emîrleri yer almışlardı. Öte yan dan B e r k y a r u k ’ un kendisine karşı harekâta başladığını haber alan T u t u ş , süratle R ey’den ayrılarak 60 km. uzaklıktaki Taşlı köyü yakınlarındaki düzlüğe gelip savaş düzeni aldı. T u t u ş ’ un beraberinde, vezir F a h r ü l m ü l k , oğlu D u kak, Tuğtekin, Yağısıyan, Abakoğlu Yusuf, Aytekin,
Cena-
h ü d d e v l e H ü s e y i n v.s. gibi emîr ve kumandanlar bulunuyordu. Taşlı köyü düzlüğünde, her iki taraf arasında 26 Şubat 1095’de şiddetli bir savaş başladı. Çarpışmaların yoğunlaştığı bir sırada, B e r k y a r u k ’ un ordusundaki sultan M e 1 i k ş a h ’ ın özel sancağı çekilince T u t u ş ’ un saflarında bulunan bazı emîrler kuvvetleriyle birlikte B e r k y a r u k tarafına geçtiler; hattâ kendisine daima sa dakat gösterip bağlı kalmış olan emîr Y a ğ ı s ı y a n bile çarpışmalardan çekildiÇok az bir kuvvetle kalmasına rağmen çarpışmalara devam eden T u t u ş , B e r k y a r u k ’ un kuvvetleri tarafından kuşatıldı ve çok geçmeden de emîr B e k ç u r ta rafından yaralanarak yere düşürüldü; bu sıralarda emîr S u n g u r c a da başını gövdesinden ayırmak suretiyle T u t u ş ’ un hayatına son verdi. Onun kesik başı B e r k y a r u k ’ un askerlerine gösterildikten sonra Bağdat a halifeye gönderildi ve buradaki Başlar Hâzinesi ’ne konuldu; cesedi ise babası sultan A l p A r s l a n ’ m Merv şehrindeki türbesinin yanma gömüldü. Böylece saltanat mücadelesini kazanarak Büyük Selçuklu Devleti sultanı olan B e r k y a r u k , T u t u ş ’ un askerlerine hiçbir ceza vermediği gibi, onları “Aman verip bağışladığını” ilân ettirdi. Ayrıca T u t u ş ’ un saflarında yer alıp tutsak alı nan bütün devlet adamı, emîr ve kumandanları da serbest bıraktı. Rey savaşın dan galip çıkan B e r k y a r u k , amcası T u t u ş ile yaptığı saltanat mücadelesi sırasında, sonu belli olmayan karanlık akıbetlerle başbaşa kalmışsa da sonradan, kısa bir süre içinde, ortaya çıkan yeni şartların kendi lehine gelişmesi ve kendisi ne sultanlık yolunu açması, gerçekten engin Türk tarihinde eşine çok az rastla nan ilginç bir olay olarak tarihe geçmiştir. Ortaçağların ünlü bir tarihçisi olan İ b n ü l e s i r , bu olayı pek güzel bir şekilde şöyle anlatıyor: “ Eğer U l u T a n r ı , bir şeyin olmasını isterse onun sebeplerini de hazırlar. Daha dün amcası T u t u ş tarafından bozguna uğratılıp, çok az sayıdaki yandaşla rıyla İsfahan’a gelen B e r k y a r u k ’ a hiç kimse tâbi olmadı. Eğer onu, on atiı izlemiş olsaydı kesinlikle yakalardı. Çünkü o, birkaç gün Isfahan şehrinin kapı sında bekledi, daha sonra içeri alınarak gözlerine mil çekilip kör edilmek isten di. Fakat onun şehre girişinin daha ikinci gününde, kardeşi çiçek hastalığına yakalandı ve öldü. Bunun üzerine o, saltanat tahtına oturdu. Fakat kendisi de ay nı hastalığa yakalandı ve aklî dengesi de bozuldu; fakat sonradan şifa bulup iyi leşti. Dört ay süreyle İsfahan’da böyle bir durumda kalmasına rağmen amcası T u t u ş , hareketsiz kalıp, hiçbir şey yapamadı. Eğer T u t u ş , saltanat adayları M a h m u t veya B e r k y a r u k ’ un hastalıkları sırasında, onların üzerine yürüseydi devlete kesinlikle hâkim olurdu” .
370
A L İ SEVİM -ERDOĞAN M ERÇİL
T uluş’ un larihî kişiliği
Daha genç bir yaşta. Gence valiliği yapmakta olduğu sıralarda, ağabeyi sultan M e l i k ş a h tarafından Selçuklu fetihlerini tamamlaması için Suriye ve Filistin’e atanan T u t u ş , bütün yaşamı boyunca sürekli bir mücadele içinde görünmüş tür. Kendisine karşı yapılan hata veya ihaneti asla affetmeyen sert bir mizaca sa hip olduğu,
çeşitli olaylar dolayısıyla gösterdiği davranışlardan kolaylıkla
anlaşılmaktadır. Kuzey - Suriye’de giriştiği askerî harekât sırasında, birçok Türk men beyleri ile birlikte buyruğu altına verilen vasal Arap Musul emîri M ü s 1 i m ’ in ırkçı bir politika uygulaması karşısında, onu maiyyetinden kovmak suretiyle gös terdiği tepki, onun daha çok genç yaşlarda nasıl kuvvetli bir kişiliğe sahip oldu ğunu ifade eder. T u t u ş , Irak, Suriye ve Filistin’de Arap hâkimiyetini kurma uğruna M ü s 1 i m ’ in daha sonraki davranışlarında ve giriştiği çeşitli faaliyetler de uyguladığı iki yüzlü politika dolayısıyla, onunla daima çatışma halinde bulun muştur. ikinci kez giriştiği Kuzey - Suriye harekâtı sırasında, Fatımî ordusu tarafın dan Dımaşk’da kuşatılmakta olan emîr A t s ı z tarafından yardıma çağrılmasın dan sonra, T u t u ş ’ un Suriye ve Filistin’deki faaliyetlerinde ikinci bir dönem başlamıştır. Dımaşk’a gelmesiyle Fatımî ordusunun kuşatmayı bırakıp çekilmele ri sağlandıktan bir süre sonra At s ı . z ve kardeşinin kendisine karşı gösterdiği sa dakatsizlik karşısında, acımasız davranarak onları öldürtmesi ve özellikle A k s u n g u r ’ un beraberinde bulunan ve savaşta tutsak alınan 14 kumandanı dâ aynı şekilde öldürtmesi, gerçekten onun sert ve affetmeyen bir karaktere sahip olduğunu ifade eder. Kuzey - Suriye hükümranlığı uğruna T u t u ş - M ü s l i m rekabetinin şiddetle sürmekte olduğu bir sırada, Anadolu fatihi S ü l e y m a n ş a h ’ ın da çağrı üzeri ne Antakya’ya gelip feth ile buraya sahip olması ve dolayısıyla Haleb kapılarına dayanması, sözkonusu rekabeti daha da kritik bir duruma sokmuştu. Fakat so nunda, S ü l e y m a n ş a h ’ ın, hâkimiyet bölgeleri için sınır tanımayan M ü s l i m ’ i tamamen bertaraf etmesi, bu kez ister istemez T u t u ş - S ü l e y m a n ş a h siya sî rekabetinin başlamasına sebep olmuştur. Ancak bu rekabet, eskiden beri S ü l e y m a n ş a h ile araları şiddetle açık bulunan ünlü Türkmen emîri A r t u k B e y ’ in etkisiyle yapılan savaş sonucunda, S ü l e y m a n ş a h ’ ın ölümü ile ortadan kalkacak ve T u t u ş , kısa bir süre sonra Haleb’e tek başına hüküm ran olacaktır. T u t u ş ’ un, bu faaliyetlerinde, bağımsız bir devlet kurma amacıy la ilgili gibi görünmekle birlikte o, hiçbir zaman bunu açıklamamış, aksine sultan M e l i k ş a h ’ ın Kuzey - Suriye’deki buhranı bertaraf etmek için Haleb’e geldiği sıralarda, beraberinde bulunan A r t u k B e y ’ in “ yorgun ordusuna saldırma” önerisini reddetmiştir. Bundan başka T u t u ş ’ un M ü s 1 i m ’ in girişimleriyle oluş turulmaya çalışılan, Büyük Selçuklu imparatorluğuna karşı olan ve şiî Mısır Fa tımî halifeliğine bağlı T u t u ş , A r t u k ve M ü s l i m ittifakına da ilgisiz kaldığı görülüyor. Son olarak onun, sultan M e l i k ş a h ’ ın ikinci Bağdat ziyareti sıra sında, katma gelip itaat arzetmek üzere, Dımaşk’tan hareket etmesi de vasallık
SELÇUKLU D E V LETLE R İ TARİH İ
371
statüsüne kesinlikle riayet ettiğini gösterir nitelikte sayılmalıdır. Böylece T u t u ş ’ un sultan M e l i k ş a h ’ m ölümüne dek hiçbir bağımsızlık faaliyetine girişmediği kesinlikle ifade edilebilir. Büyük Sultan M e l i k ş a h ’ ın ölümünden sonra giriştiği saltanat mücadele sinde, gerek maiyyetindeki emîrlere, gerekse hükümran olduğu bazı kent halkına karşı çok sert hareket ve davranışları, kısmen haklı da olsa, bu uğurdaki başarı sızlığın en büyük sebebi olmuştur. Kendisinin gerçekten kuvvetli ve etkili bir ki şiliğe sahip olması yanında, siyasî yanı hemen hiç yok denecek kadar azdır. A k s u n g u r ve B o z a n ’ a karşı tutumu, Musul Ukayloğulları ailesine karşı sert davranışları, Rey emîri A h u r ’ un itaat etmişken kendisinden kaçması ve niha yet Isfahan’daki imparatorluğun askerî güçlerinin komutasını ellerinde bulundu ran emirlerle olan ilişkileri, bu hususu, en açık bir şekilde gösterir kanısındayız.
IV. HALEB SELÇUKLU DEVLETİ MELİK RIDVAN DEVRİ Suriye ve Filistin Selçuklu devleti hükümdarı T u t u ş , Rey savaşında yenilip hayatını kaybettikten sonra devlet, oğullarından n e R ı d v a n , n e d e D u k a k ta rafından ayakta tutulabilmiş, ancak birisi Haleb, ötekisi de Dımaşk (Şam) ’ta ol mak üzere, Büyük Selçuklu imparatorluğu ’na tâbi iki küçük devlet halinde devam ettirilmiştir. Şimdi Haleb devletini inceleyelim. Devletin kuruluşu
Tâcüddevle Tutuş,
Büyük Selçuklu saltanatına hâkim olmak amacıy
la, Dımaşk’tan ayrıldığı zaman oğlu F a h r ü l m ü l û k R ı d v a n ’ ı, A r t u k o ğ l u l l g a z i ve bazı Arap emirleriyle birlikte, kendisinin nâibi olarak Dımaşk’ta bıraktı ve onlara “ İki oğlu R ı d v a n v e D u k a k ’ a itaat etmelerini” bildirdi. Daha önce de belirtildiği üzere T u t u ş , Hemedan’da iken Rey savaşına girişmeden ön ce, oğlu R ı d v a n ’ a Suriye’deki bütün kuvvetlerle birlikte kendisine yardıma gel mesini bildirmişti. Bunun üzerine R ı d v a n , l l g a z i ve bazı Arap emirleriyle birlikte Dımaşk’tan Haleb’e geldi ve buradaki eski şehir valisi A k s u n g u r ’ a ait askerleri de alarak babasına ulaşmak üzere, Rahbe üzerinden Hemedan’a yö neldi. Fakat o, Fırat ırmağı kıyılarına eriştiği sıralarda, “ Babasının Rey savaşın da yenilgiye uğrayıp öldürüldüğü” haberini aldı. Buna sonderecede üzülen R ı d v a n , B e r k y a r u k ’ un yandaşları tarafından herhangibir şekilde yaka lanmamak için, diğer kuvvetleri beklemeden çok az bir askerî birlikle hızlı koşan atlara binerek süratle Haleb’e gelmeyi başardı. Bu sırada Haleb’de babasının nâi bi olarak bulunan Hârezmli E b u l k a s ı m , kendisini törenle karşıladı ve baba sının vasiyeti gereğince, şehir ve kalesini derhal kendisine teslim etti. Çok geçmeden R ı d v a n , içkaledeki hükümdarlık sarayına yerleşti ve hiçbir muhalefetle karşı laşmadan, babasının yerine, Suriye ve Filistin Selçuklu Devleti hükümdarı oldu. Böylece R ı d v a n ’ ın yönetimine geçen bu devlet, sultan B e r k y a r u k ’ un ba şında bulunduğu Büyük Selçuklu imparatorluğu’na tâbi olarak devam edecektir. Bir süre sonra da Rey savaşından sağsalim kurtulan kardeşi D u k a k ,
Cena-
h ü d d e v l e H ü s e y i n , Antakya valisi Y a ğ ı s ı y a n ve emîr A b a k da Urfa
SELÇUKLU D E VLETLERİ TARİHİ
373
üzerinden Haleb’e gelerek R ı d v a n ’ ın hizmetine girdiler. Uzun yıllar R ı d v a n ’ ın atabekliğini yapmış olan ve ayrıca annesiyle de evlenmek suretiyle devlet yöne timinde daha etkili bir duruma gelen C e n a h ü d d e v l e H ü s e y i n , şehir ve kalesini hâlâ tahakküme dönük yetkilerle sürdüren ve buradaki bütün Selçuklu ailesine bir konuk nazarıyla bakan vezir E b u l k a s ı m ’ ı R ı d v a n ’ la işbirliği yaparak yakalatıp hapse attırdı ve etkisiz hale getirdi, böylece onun bütün görev ve yetkileri elinden alınmış oldu. Hâlâ Haleb camilerindeki hutbelerde okunan “ T u t u ş ” adlı kaldırılarak yerine R ı d v a 11 ’ ın adı okutulmağa başlandı. Böy lece R ı d v a n , babasının ölümünden sonra, eski Türk töresi gereğince, büyük evlat olarak, babasının yerine tahta geçmiş oldu. E b u l k a s ı m ’ dan boşalan ve zirliğe,
Y a ğ ı s ı y a n ’ ın muhalefetine
rağmen
Cenahüddevle Hüse
y i n atandı (Nisan/Mayıs 1095). Haleb Selçuklu Devleti tahtına geçtikten sonra R ı d v a n , vaktiyle babası T u t u ş ’ un elinde tuttuğu bütün Suriye, Filistin, Güney - doğu ve Doğu - Anadolu ve Kuzey - Irak’a hâkim olmak için askerî hazırlıklara başladı. O, ilk hedef olarak henüz Selçuklu vali ve kumandanlarından yoksun durumda bulunan Güney-doğu Anadolu bölgesini seçti. Bu amaçla beraberinde veziri C e n a h ü d d e v l e , Y a ğ ı s ı y a n , A b a k o ğ l u Y u s u f v.s. gibi emîrler olduğu halde, vaktiyle yöneti mi, babası T u t u ş tarafından kendisine verilmiş olan A r t u k o ğ l u S ö k m e n ’ e ait bulunan Suruç’a yürüdü (1096). Bunun üzerine S ö k m e n , daha önce gelerek şehirde savunma durumuna geçti. Çok geçmeden R ı d v a n , Suruç’u kuşatmağa başladı ise de herhangi bir çarpışma olmadı. Yapılan müzakere ve antlaşma sonu cunda S ö k m e n , R ı d v a n ’ a tâbi oldu ve onun hizmetine girdi. Böylece Suruç ve yöreleri, Haleb Selçuklu Devleti’nin yönetim alanına girmiş oldu. Daha sonra R ı d v a n , Urfa üzerine yürüdü. Şehrin içkalesinin, T u t u ş ’ un adı bilinmeyen bir süvari kumandanının elinde olmasına rağmen şehir, Ermeni To r o s ’ un yö netiminde idi. Fakat çok geçmeden T o r o s , içkaleye de hâkim olmuştu. Bu Türk kumandanının yardım çağrısı üzerine harekete geçen R ı d v a n , T o r o s ’ un şid detle savunmasına rağmen Urfa’yı elegeçirdi (1095). Içkale, isteği üzere Y a ğ ı s ı y a n ’ a verildi, o da burasını tamir ettirerek muhafız kuvvetleri yerleştirdi. Böylece Güney - doğu Anadolu’nun önemli kalelerinden birine sahip olan Urfa, Haleb Selçuklu Devleti’nin yönetimine geçmiş oldu. Urfa’nin alınmasından sonra, melik R ı d v a n ’ ın beraberindeki emîrler ara sında gerginlik ve anlaşmazlık başgösterdi. Şöyleki: Antakya valisi Y a ğ ı s ı y a n ve emîr Y u s u f , vezir C e n a h ü d d e v l e ’ yi bertaraf ile Haleb Selçuklu Devle ti yönetimini ellerine alma planları yapmaktaydılar. Fakat onların kendi aleyhine gizlice sürdürdükleri hazırlıkları haber alan C e n a h ü d d e v l e , kendine ait kuv vetlerle derhal Haleb’e döndü; daha sonra da R 1 d v a n , diğer emirlerle birlikte Haleb’e gittiler. Fakat Y a ğ ı s ı y a n , emîr Y u s u f ve eski vezir E b u l k a s ı m ’ la birlikte Haleb’e girmeyip Antakya’ya çekildi. Emîr C e n a h ü d d e v l e , Y a ğı s 1 y a n ’ m bu düşmanca tutum ve davranışları sebebiyle, R 1 d v a n ’ ın da onayını alıp ona ait Maarretünnûman’a yürüyerek, Y a ğ ı s ı y a n ’ m oğlunun sa
374
ALİ SEVİM-ERDOĞAN MERÇİL
vunduğu şehir ve kalesini elegeçirdi (1096 yılı ortaları). Böylece Y a ğ ı s ı y a n ’ ın hâkimiyet alanı daraltılarak Haleb Selçuklu yönetimine karşı gösterdiği kuşkulu durumu şimdilik önlenmiş oldu. D ım aşk S elçu k lu D evletiyle ilişkiler
Daha sonraki bölümlerde üzerinde ayrıntılı olarak durulacağı üzere, Rey sa vaşında, babası T u t u ş ’ un yanında bulunan D u k a k , babasına bağlı emirlerle birlikte Haleb’e gelmeği başardı. O, ağabeyi R ı d v a n ’ ın yanında bir süre kal dıktan sonra, T u t u ş ’ un nâibi olarak Dımaşk’ta bulunan emîr S a v t e k i n ta rafından davet edilmesi üzerine, gizlice Dımaşk’a gitti. Böylece D u k a k , burada Suriye ve Filistin Selçuklularının Dımaşk Kolunu kurmuş oldu. Babasının Suriye ve Filistin’deki hükümranlığını yalnız kendi üzerinde topla maya çalışan melik R ı d v a n , kardeşinin Dımaşk’ta ayrı bir devlet kurmasına taraftar değildi. Bu sebeple o, Suruç hâkimi A r t u k o ğ l u S ö k m e n , veziri C e n a h ü d d e v l e v e emîr A b a k ile birlikte D u k a k ’ ın şehirde bulunmadığı bir sırada Dımaşk üzerine yürüdü (1'096). Çok geçmeden vezir M u h a m m e d , aske rî vali B a h t i y a r ve yerli muhafız kuvvetleri kumandanı E b û M u h a m m e d ’ in savundukları Dımaşk’ı kuşatan Haleb Selçuklu ordusu pek başarılı olamadı. Üs telik R ı d v a n ’ ın bir hacibinin bir mancınık taşıyla ölmesi, askerler üzerinde olumsuz bir etki yaptı ve bu sebeple çarpışmalar durdu. Ayrıca D u k a k ’ ın da seferden dönmekte olduğu haberi üzerine R ı d v a n , kuvvetleriyle birlikte ku şatmayı bırakıp, Haleb’e dönmek zorunda kaldı. Esasen S ö k m e n , kardeşi I I g a z i ’ nin D u k a k tarafından hapsedilmesi sonucunda, birlikte yönettikleri Kudüs’e gitmek üzere, R ı d v a n ’ dan ayrılmıştı. Suriye ve Filistin Selçuklu hükümdarı T u t u ş tarafından vali olarak atanan A r t u k B e y ’ in ölümü üzerine Kudüs, oğulları S ö k m e n ve I l g a z i tarafın dan birlikte yönetiliyordu. Mısır Fatımîleri, Suriye ve Filistin Selçuklu Devleti’nin iki kola ayrılması ve her iki kol hükümdarları R ı d v a n ve D u k a k ’ ın birbirleriyle mücadele halinde bulunmalarından istifade ederek ordu komutanı E f d a 1 ’ in kumandasında bir ordu göndererek Suriye ve Filistin Selçuklular’ına ait olan Kudüs’ü kuşattılar. Bu sıralarda şehirde bulunan I l g a z i ve S ö k m e n , az bir kuvvetle şehri azimle savunuyorlardı. Fakat ne R ı d v a n ’ m ve ne de D u k a k ’ m hiçbir yardım göndermemeleri yanında, Fatımî ordusundaki 40 mancınıkın bir kısım şehir surlarını tahrip etmesi sonucunda, savunma güçleşmiş, bu sebeple I l g a z i ve S ö k m e n , şehri Fatımîlere teslim etmek zorunda kalmışlar dır (Ağustos 1098). Çok geçmeden S ö k m e n , Haleb’e melik R ı d v a n ’ ın yanı na, I l g a z i ,
amcasıoğlu S e v i n ç , Y a k u t î ve Artuklu ailesi de Dımaşk’a
D u k a k ’ ın yanına gelmişlerdir. Böylece 1071 yılından beri Suriye ve Filistin Sel çuklu Devleti’nin hâkimiyetinde kalmış bulunan Filistin’in bu önemli merkezi du rumundaki Kudüs, yeniden Fatımî yönetimine geçmiş oldu. T u t u ş ’ un kumandanlarından olan A b a k o ğ l u Y u s u f , daha önce görül düğü üzere, Y a ğ ı s ı y a n ’ la işbirliği ve ittifak yaparak C e n a h ü d d e v l e ’ ye
SELÇUKLU D E V LETLE R İ TARİH İ
375
ve dolayısıyla R ı d v a n ’ a karşı cephe almıştı. Hattâ o, daha ileri giderek Haleb kuvvetleriyle başarısız bir çarpışmaya bile girmişti. Fakat bir süre sonra Y u s u f , Y a ğ ı s ı y a n ’ la da anlaşarak R ı d v a n ’ a bir mektupla başvurup “ Haleb’e gelip hizmetine girmek istediğini” bildirdi. O, bu isteğinin kabul edilmesi üzeri ne, Haleb’e gelip yerleşti ve kendisine Haleb’e bağlı Menbic ve Buzâa kaleleri dir lik (ıkta) olarak verildi. Fakat çok geçmeden Y u s u f , R ı d v a n aleyhine Y a ğ ı s ı y a n ’ la gizlice mektuplaşmağa başladı. Bunu tespit etmeği başaran Ha leb muhafız komutanı B e r e k â t , durumu, derhal R ı d v a n ve veziri C e n a h ü d d e v 1 e ’ ye bildirdi ve onun öldürülmesi hususunda izin aldı. Çok geçmeden B e r e k â t , bir askerî birlikle Y u s u f ’ un evini basarak onu yakalattı ve boynu nu vurdurmak suretiyle öldürttü. Evi askerler tarafından tamamen yağma edilen Y u s u f ’ un bazı yandaşları aynı şekilde boyunları vurularak öldürüldü. Ayrıca kardeşi emîr Y a k u b ’ un da bütün dirliklerine el konuldu. Bunun üzerine her iki kardeşin Haleb’de bulunan ve kendilerini güvencede görmeyen bir kısım yan daşları derhal şehirden ayrıldılar. Böylece Abakoğulları sorununu çözümleyen me lik R ı d v a n , veziri C e n a h ü d d e v l e i l e birlikte kendilerine karşı cephe almış bulunan Antakya valisi Y a ğ ı s ı y a n ’ ın yönetimi altındaki Telbaşir ve Şeyhüddeyr kalelerini onun nâiblerinden teslim alıp Antakya yörelerine kadar akmlarda bulundu. Bu başarılı askerî harekâttan sonra melik R ı d v a n , kardeşi D u k a k ’ ın Dımaşk Selçuklu Devleti’ne son vermek amacıyla, askerî hazırlıklara başladı. Ken disinin bu hazırlıklarını yakından izleme fırsatı bulan Y a ğ ı s ı y a n , derhal Dımaşk’a giderek durumu, D u k a k ’ a bildirdi ve “ R ı d v a n ’ ın saldırısı halin de yardımda bulunacağı” hususunda kendisine kesin olarak söz verdi. Ote yan dan R ı d v a n , kalabalık ordusuyla, veziri C e n a h ü d d e v l e i l e birlikte harekete geçti. Fakat o, Y a ğ ı s ı y a n ’ ın D u k a k ’ ın yanında yer alması ve özellikle şehir surlarının sonderecede tahkim edilmiş olması sebepleriyle Dımaşk’ı kuşatma gi rişiminde bulunmağa cesaret edemedi. Bununla birlikte R ı d v a n , Fatımîler ta rafından alındığını gördüğümüz Kudüs’ü yeniden elegeçirmek amacıyla, birtakım askerî hareketlerde bulundu ise de başarılı olamadı ve Haleb’e geri dönmeye baş ladı. O, bu arada, Dımaşk Selçuklu topraklarında bazı yağma akınlarında bulun du. Fakat kendisinin bütün bu hareketlerini yakından izleyen D u k a k , atabeyi T u ğ t e k i n ve Y a ğ ı s ı y a n ’ ın harekete geçmeleri üzerine R ı d v a n ve veziri C e n a h ü d d e v l e , Dımaşk kuvvetleriyle herhangi bir çatışmaya girmeyerek Ha leb’e dönmek zorunda kaldılar (Aralık 1096/0cak 1097). Böylece R ı d v a n ’ ın bütün Suriye’ye hâkim olma emel ve planları, bu kez de gerçekleşememiş oldu. Melik R ı d v a n , vaktiyle babasının hâkimiyetinde tuttuğu bütün Suriye, Fi listin ve devlete bağlı diğer bölgeleri kendi tekelinde tutma amacıyla, Dımaşk’a karşı düzenlediği iki sefere karşılık olmak üzere, D u k a k da Haleb’e karşı bir askerî harekâta başladı. Esasen R ı d v a n , bu sıralarda Y a ğ ı s ı y a n ’ a karşı ken disine katıldığını gördüğümüz S ö k m en ve veziri C e n a h ü d d e v l e ile birlikte kesin sonuçlu bir askerî harekâta hazırlanmaktaydı. D u k a k , kalabalık ordu
ALİ SEVİM -ERDOĞAN MERÇİL
376
suyla beraberinde T u ğ t e k i n , Y a ğ ı s ı y a n ve devletin öteki emîrleri olduğu halde, Haleb Selçuklu Devleti topraklarına saldırarak ilerlemeye başladı. Bunun üzerine R ı d v a n , veziri C e n a h ü d d e v l e ve S ö k m e n ’ le birlikte hazırladı ğı güçlü ordusuyla harekete geçerek Kmnesrin’de, Kuvayk çayı kıyısında, D u k a k ’ m kuvvetlerinin karşı tarafında karargâh kurarak savaş düzeni aldı. Bu sırada D u k a k ’ ııı saflarındaki Y a ğ ı s ı y a n , R ı d v a n ’ ın beraberinde yer alan S ö k m e n ’ e “ Ey sütçü (Türkmenler, sütten yağ, peynir vs. yaptıkları için bu söz söy lenmiştir), bu iki hükümdar kendi hükümranlıkları için savaşıyorlar; sen hangi sıfatla onların aralarına giriyorsun?” şeklinde alaylı sözler söylemesi üzerine S ö k m e n “ Bunun sebebini, yarın görür, anlarsın" diyerek karşılık verdi. Gerçekten ertesi gün (22 Mart 1097), iki taraf kuvvetleri arasında yapılan savaşta, S ö k m e n ’ in gösterdiği büyük cesaret ve yiğitlikler sonucunda, D u k a k ’ ın ordusu kesin bir yenilgiye uğratıldı ve bütün ağırlıkları yağma edildi. Bunun üzerine D u k a k , Dımaşk’a çekildi. Y a ğ ı s ı y a n ise güçlükle valisi bulunduğu Antakya’ya gidebil di. Unlü Arap tarihçisi I b n ü l e s î r ’ in ifadelerine göre, D u k a k , R ı d v a n ’ a tâbi olmuş ve dolayısıyla onun adına, Dımaşk ve yörelerinde hutbe okutmak zo runda kalmıştır. Böylece melik R ı d v a n , Dımaşk üzerinde hâkimiyet kurmayı başarmış oldu. Dımaşk Selçuklu Devleti hüküıjıdarı D u k a k ’ la yapılan savaştan sonra me lik R ı d v a n ile atabeyi, veziri ve babalığı C e n a h ü d d e v l e arasında gerginlik başladı. C e n a h ü d d e v l e , Rey savaşından sonra Haleb’e gelip R ı d v a n ’ ın hiz metine girerek devlet işlerini tam bir yetkiyle yürütmüş, ortaya çıkan çeşitli iç ve dış sorunlarda, daima R ı d v a n ’ ın yanında yer almış ve onun en önde gelen yardımcısı olmuştu. Bu anlaşmazlığın sebebi ilgili kaynaklarda yer almamakta ise de eski düşmanı Y a ğ ı s ı y a n ve Haleb Batmîlerinin, R ı d v a n katında onun aley hinde etki yapmış olmaları mümkündür. Böylece kendisini Haleb’de güvencede görmeyen C e n a h ü d d e v l e , bir gece gizlice karısı (R ı d v a n ’ ın annesi), ya kınları ve kendisine ait özel muhafız birliğiyle Haleb’den ayrılarak kendi dirlik leri arasında yer alan Humus’a gitti. Kendisinin buradaki nâibi emîr K a r a c a , onu karşılayarak kent ve kalesini kendisine teslim etti. Böylece C e n a h ü d d e v l e , Humus’ta, Haleb Selçuklu devletinden ayrı, fakat statü bakımından Selçuk lulara tâbi bir beylik kurmuş oldu. C e n a h ü d d e v 1 e ’ nin vezirlikten ayrılmasından çok geçmeden Antakya valisi Y a ğ ı s ı y a n , derhal Haleb’e R ı d v a n ’ m yanına gelip onunla barışıp anlaştı ve yeniden onun hizmetine girerek devletin sivil ve askerî yönetimini üzerine aldı. Hattâ R ı d v a n , onun kızı Ç i ç e k H a t u n ’ la da evlendi. Böylece Y a ğ ı s ı y a n , R ı d v a n ’ la daha sıkı bir işbirliğine başladı. F alım îlerle ilişkiler
Son olarak Kudüs’ü elegeçiren Mısır Fatımîleri, askerî yönden hâkim olama dıkları bütün Suriye ve Filistin’e manevi bakımdan hükümran olmak amacıyla, yeni bir girişimde bulundular (1097). Fatımî halifesi M ü s t â 1 i , melik R ı d v a n ’ a özel bir elçi heyeti göndererek ona şu önerilerde bulundu:
SELÇUKLU D E V LETLE R İ TARİHİ
377
1 — Fatımî halifeliğine tâbi olması, 2 — Yönetimi altındaki memleketlerde sünnî hutbeyi kaldırıp şiî hutbesi okut turması; hutbede, önce M ü s t â 1 i , sonra veziri E f d a 1, daha sonra da kendi adı nın ( R ı d v a n ) yer alması, 3 — Bütün bunlara karşılık kendisine malî ve askerî yardım yapılacak ve bü tün Suriye’ye hâkim olması sağlanacak. Melik R ı d v a n , Fatımî halifesinin bu önerisini aldığı sıralarda, şiî münecci mi E s a d ’ ın şiîlik lehindeki etkisi altında bulunuyordu. Ayrıca o, kardeşi D u k a k ’ ın elindeki Dımaşk’a hâkim olma arzusu yanında, Haleb’den ayrılıp Humus’ta kendisine muhalif olarak ayrı bir beylik kuran eski veziri C e n a h ü d d e v l e ’ ye karşı daha etkili ve kuvvetli duruma geçmek amacıyla, Fatımîlerle işbirliğine ka rar verdi. Bu sebeple o, başta Haleb olmak üzere, yönetimi altında bulunan bü tün memleketlerdeki camilerde, sünnî hutbeyi kaldırıp şiî hutbesi okutmağa başladı. Böylece Suriye ve Filistin Selçukluları’nin Haleb kolu, Mısır Fatımî ha lifeliğine, maddî ve manevî bağlarla bağlanmak suretiyle, tâbi bir duruma geldi ve Türk tarihinde ilk kez, bir Selçuklu hükümdarı şiî Fatımî halifeliğinin vasalı durumuna düşmüş oldu. Selçuklular tarihinin çeşitli devrelerinde, gerek hane dan mensupları, gerekse bazı emîrler, Mısır Fatımîleriyle ittifak ve işbirliğine gi rişmişlerse de bunların hiçbirisi, uygulama safhasına konmamıştır. Ancak melik R ı d v a n , bunu gerçekleştiren ilk ve son Selçuklu hükümdarı olarak tarihe geç miştir. Fakat bununla birlikte R ı d v a n ’ ın bu kararına karşı, bütün süiınî Islâm dünyasının tepkileri kendini göstermekle pek gecikmedi. Şöyleki: R ı d v a n ’ ın en yakın dostları Y a ğ ı ş ı y a n ve S ö k m e n , Haleb’e gelerek ona, “ Sünnî Islâm âlemi aleyhine olan bu tutum ve kararından derhal vazgeçmesini” bildirdiler ve kendisini şiddetle kınadılar. Ayrıca Bağdat Abbasî halifesi M ü s t a z h i r B i 1 1 a h , Büyük Selçuklu Devleti sultanı B e r k y a r u k ve öteki Islâm memleketleri hükümdarları da R ı d v a n ’ ı kınamaktan geri kalmadılar. Bunun üzerine melik R ı d v a n , ancak dört hafta kadar şiî Fatımî halifeliği adına okuttuğu hutbeyi, yeniden Abbasî Halifeliği ve Büyük Selçuklu Devleti adına değiştirmek zorunda kaldı (Eylül 1097). Ayrıca o, başta Abbasî halifesi ve Selçuklu sultanı olmak üze re, bütün Islâm memleketleri hükümdarlarına birer mektup göndererek onlar dan özür diledi. Melik R ı d v a n , /s ’âm âleminin dikkatini kendi üzerinde toplayan şiî hutbe si sorununu böylece çö 'imledikten sonra, Humus’ta ayrı bir beylik kuran eski veziri C e n a h ü d d e v l e ve kardeşi D u k a k ’ a karşı yeni bir sefer düzenledi. R ı d v a n , beraberinde S ö k m e n ve Y a ğ ı s ı y a n olduğu halde, Humus üzerine harekete geçti. Fakat bu sırada “ Haçlıların Antakya’ya yürümekte oldukları” ha beri geldi. Bunun üzerine plânlanan Humus ve Dımaşk seferlerinden vazgeçildi. R ı d v a n ve öteki emîrler, Haçlılarla mücadele hususlarını görüşüp kararlaştır mak üzere, Haleb’e döndüler.
378
ALİ SEVİM -ERDOĞAN M ERÇİL
Haleb R eisinin öld ü rü lm esi
Melik R ı d v a n , devlet yönetiminde bazı değişiklikler yaptıktan sonra kötü ve zulme varan davranışlarıyla devlet içinde huzursuzluk kaynağı haline gelen Haleb reisi M i c e n n lâkaplı B e r e k â t ’ ı bertaraf etmeğe karar verdi. B e r e k â t , şakilik yapmakta iken Haleb Selçuklu valisi A k s u n g u r tarafından, cesa ret ve yiğitliği yanında, şakileri iyi tanıdığı ve dolayısıyla onlarla iyi mücadele edebileceği düşüncesiyle, Haleb Reisliğine atanmıştı. Gerçekten B e r e k â t , bu görevi, A k s u n g u r ve T u t u ş zamanlarında, başarılı bir şekilde yürütmüş, fa kat melik R ı d v a n devrinde ise vezir, kadı ve öteki devlet adamlarına baskı ve tahakküme başlamış, hattâ şaki, müfsit ve başıbozuk kimselerden oluşturduğu kuv vetlerle Haleb Selçuklu devletine hâkim olma hazırlıklarına girişmişti. Bunun üze rine melik R ı d v a n , sivil ve askerî yüksek devlet adamlarıyla işbirliği yaparak B e r e k â t ’ ı yakalattı ve kendisiyle işbirliği yapanlarla birlikte boyunlarını vur durmak suretiyle öldürttü (1098 ortaları). Böylece uzun bir süre Haleb ve çevre sinde çeşitli zulüm, işkence ve halkın mal ve paralarına elkoyma gibi eylemlerle dehşet, korku ve heyecan saçan B e r e k â t ’ ın bertaraf edilmesiyle bölgede, hu zur ve sükûnet yeniden sağlanmış oldu.
HAÇLILARLA MÜCADELELER Selçuklu ordu sun un Antakya kuşatması
Eserimizin Giriş kısmında genel nitelikte değinildiği üzere, Orta-Doğu Islâm âleminin özellikle mezhep, saltanat ve hâkimiyet çatışmalarıyla çalkandığı sıra larda, buraya ilk Haçlı hareketi (I. Sefer) başlamış, oldukça uzun süren mücade leler sonunda Haçlılar tarafından. Urfa Kontluğu, Antakya Prinkepsliği ve Kudüs Krallığı kurulmuştu. Böylece Orta-Doğu’ya yerleşen Haçlılarla devamlı mücade lelerde Haleb Selçuklu Devleti de bulunmuştur. Antakya valisi Y a ğ ı s ı y a n , Haçlıların Antakya’ya yürümeleri üzerine sü ratle şehre gelip savunma hazırlıklarına girişti. Çok geçmeden Haçlı kuvvetleri kent surları önünde görününce (Ekim 1097) Y a ğ ı s ı y a n , bir yandan surları tak viye ederken, bir yandan da kent savunması için tehlikeli gördüğü Hıristiyan hal kı sur dışına çıkarmak suretiyle, karşı önlemler almayı ihmal etmedi. Ayrıca o, çok sayıdaki Haçlı kuvvetlerine karşı iyi bir şekilde savunma yapabilmeyi sağla mak amacıyla, oğlu Ş e m s ü d d e v l e ’ yi Haleb meliki R ı d v a n , Dımaşk meli ki D u k a k , Humus emîri C e n a h ü d d e v l e H ü s e y i n ve Mirdasî emîri Ve s s a b ile Arap Kilâpoğulları kabilesi reislerine göndererek “Acele yardım” isteğinde bulundu. Y a ğ ı s ı y a n , ayrıca öteki oğlu M e h m e d ’ i de başta Büyük Selçuklu imparatorluğu'mm Musul valisi G ü r b o ğ a olmak üzere, Suruç emîri A r t u k o ğ l u S ö k m e n , Sincar emîri A r s l a n t a ş , Samsat (Sümeysat) emîri I l g a z i o ğ l u S ü l e y m a n ve Diyarbakır yörelerindeki diğer Türkmen beyleri ne göndererek “ Haçlılara karşı cihad harekâtına katılmak üzere, süratle Antak
SELÇUKLU D E V LETLE R İ TARİH İ
379
y a ’ya yardıma gelmelerini” bildirdi. Melik D u k a k ’ ın yanından Dımaşk9tan ayrılan Y a ğ ı s ı y a n ’ m oğlu Ş e m s ü d d e v l e , süratle Haleb’e melik R ı d v a n ’ ın katına gelip ondan “ Haçlılara karşı Antakya savunması için askerî yardım isteğinde” bulundu. R ı d v a n , bu yardım isteğini iyi karşıladıysa da sefere biz zat katılmayarak Haleb askerleriyle S ö k m e n ’ in Türkmenlerinden oluşan bir askerî birliği Ş e m s ü d d e v l e ’ nin emrine verdi. Ş e m s ü d d e v l e , bu kuvvet lerle Antakya’ya gitmek üzere iken kenti kontrol altında tutan Haçlı atlı birlikle rinin saldırısına uğradı. Asi ırmağı yakınlarındaki dar bir geçitte yapılan çarpışmada, Haleb’li askerler bozulup dağıldılar ve sonra da Haleb’e döndüler (Mart 1098). Böylece R ı d v a n ’ ın Antakya ’ya gönderdiği kuvvetler, hiç bir başa rılı harekâtta bulunamadılar. Esas itibariyle melik R ı d v a n , Orta - Doğu İslâm dünyası ve dolayısıyla kendi Haleb melikliği için ciddi bir tehlike haline gelen Haç lılara karşı sözkonusu askerî harekâta bizzat katılmayıp, buna pek önem verme di; çünkü bu harekâta, kendisinin hasmı durumunda bulunan kardeşi D u k a k ile eski veziri Humus emîri C e n a h ü d d e v l e d e katılmışlardı. Onun bu iki mu halifi ile aynı safta çarpışmalara katılmaktan çekinmesi, yani kendisini güvence de hissetmemesi gibi basit ve kişisel duyguların etkisiyle, sözkonusu harekâta katılmadığı anlaşılıyor. Bütün Selçuklu ve onlara tâbi kuvvetlerin âdeta seferber olduğu bir zamanda, onlara katılmamasının bir sonucu olarak, kendisine daima sadakat ve bağlılık göstermiş bulunan S ö k m e n bile onun hizmetinden ayrılıp melik D u k a k ’ ın hizmetine girdi. Böylece R ı d v a n ’ ın Haleb hâkimiyetini âdeta kendilerine borçlu olduğu Y a ğ ı s ı y a n , S ö k m e n v e C e n a h ü d d e v l e gibi işbilir ve yetenekli emirlerin desteğinden yoksun bir duruma gelmiş olması ya nında, artık Haleb bölgesine dayanan Haçlıların ciddi bir tehlike yaratması, onun Haleb Devleti’ni büsbütün zaafiyete uğratacak bir safhaya gelmiş bulunuyordu. Antakya valisi Y a ğ ı s ı y a n ’ ın yardım isteğini içeren mektubunu alan Musul emîri G ü r b o ğ a , Büyük Selçuklu İmparatorluğu sultanı B e r k y a r u k ’ un da özel buyruğu ile ordusunu hazırladıktan sonra ilk Haçlı kontluğunun kurulmuş olduğu Urfa’yı kurtarmak için harekete geçti. Kenti üç hafta süreyle (4-25 Mayıs 1098), kuşattı ise de kont B a u d o u i n ’ in şiddetle savunması karşısında başarılı olamadı ve kuşatmayı kaldırmak zorunda kaldı. Çok geçmeden Urfa’dan ayrılan G ü r b o ğ a (25 Mayıs 1098) Diyarbakır ve Suriye kuvvetleriyle birleşmek üze re, geldiği Mercüdâbık’ia bir süre bekledi. Melik D u k a k ve öteki Suriyeli emir lerin kuvvetleri de buraya gelmekte idiler. G ü r b o ğ a ’ nm gereksiz Urfa kuşatması sebebiyle, zaman kazanan Haçlılar, Y a ğ ı s ı y a n ’ ın savunduğu kenti şiddetle ku şatmayı sürdürüyorlardı. Fakat kalabalık Selçuklu ordusunun gelmekte olduğu nu öğrendikleri zaman büyük bir telâş ve korkuya kapıldılar. Bir yandan, acele savunma önlemleri alırken, bir yandan da başta B o h e m u n d , T a n c r e d ,
Go-
d e f r o i v e R a y m o n d olmak üzere, birçok Haçlı liderlerinin katılmasıyla bir toplantı yapıldı ve kendileri aleyhine sonderecede ciddiyet kazanan durum mü zakere edildi. Bu müzakereler sonunda, B o h e m u n d ’ un “ işgalden sonra An takya ’nın kendisine verilmesi ve savaş sırasında bütün Haçlı kuvvetlerine, yalnız
380
ALİ SEVİM -ERDOĞAN MEKÇİL
kendisinin kumanda etmesi” benimsenip kabul edildi. Başkumandan sıfatıyla An takya ’mn bir an önce alınması hususunda büyük çabalar gösteren B o h e m u n d , kalenin burçlarından birisinin savunmasını yöneten Ermeni asıllı F î r û z ’ la iliş ki kurdu; 2 Haziran 1098 gecesi, Haçlı askerlerinin bulunduğu burcun şerefele rine ipler attırılarak onların yukarı çıkmaları sağladıktan sonra Antakya, sabahleyin (3 Haziran 1098) Haçlılar tarafından işgal edildi. Kentin işgalini öğre nen Y a ğ ı s ı y a n , içkaleniıı de düşebileceği ihtimaliyle, yanında birkaç kişi ol duğu halde, içkalenin dağ yönündeki kapısından çıkmak suretiyle, Antakya’dan ayrıldı. Fakat yolda iken içkalenin, direnişi başarı ile sürdürdüğünü öğrenince ' ‘ Nasıl olur da kentimi, ailemi ve yakınlarımı böyle bırakarak giderim” diyerek sonderecede derin bir üzüntüye kapıldı; işte böyle bir ruh haleti içinde giderken atından yere düşerek ağır bir şekilde yaralandı. At sırtında gidemeyecek bir du ruma gelen Y a ğ ı s ı y a n , hadimleri tarafından terkedilince yörede odun kesen bir Ermeni tarafından başı kesilerek öldürüldü. Kalabalık Selçuklu ordusunun başında Antakya üzerine gelmekte olan G ü r b o ğ a , kentin Haçlılarca işgal edildiğini öğrenince ordusunun bir kısmım Artah yönüne, diğer bir kısmını da Antakya’nın kuzey-doğusundaki Cisrülhadîd’e şev ketti. Selçuklu kuvvetleri, bu yöreleri Haçlı askerlerinden temizlemeyi başardı. Çok geçmeden Antakya içkalesinde bulunan Türk askerlerinin hâlâ direndiği ha beri alınınca asıl ana ordu, hızlı bir yürüyüşle 7 Haziran 1098’de Antakya önleri ne geldi. Hemen hemen bütün Selçuklu ordusu, kentin içkale ile bağlantısının daha kolay olduğu ve Haçlı müdahalesinin daha güç yapılabileceği dağ yönünde karar gâh kurdu. Gerçekten bu yönden yapılan savaşlarla Haçlı kuvvetleri daha çok yıp ratılıyor ve etkisiz hale getiriliyordu; hattâ Haçlılar bu yönden Türk saldırısını önlemek amacıyla, birkaç noktaya acele yeni surlar inşa etmek zorunda kaldılar. Başkumandan G ü r b o ğ a , içkalede direnişi sürdüren Y a ğ ı s ı y a n ’ m oğlu Ş e m s ü d d e v 1 e ile de ilişki kurarak, beraberindeki emîr A h m e t ’ i direnişe yardımcı olmak üzere, içkaleye gönderdi. Bir yandan içkale, öbür yandan kent surları dı şındaki Selçuklu kuvvetlerinin iki yanlı baskısı altında kalan Haçlı ordusu, ger çekten zor durumlara düşmüştü. Özellikle yiyecek sıkıntısı onları sonderecede ciddi bir tehlikeye atmış bulunuyordu; kentte, yiyecek sıkıntısı sebebiyle korku ve ümitsizlik havası hâkim olmağa başladı. Başkumandan B o h e m u n d , halkı çarpışmağa sevk amacıyla, evlerini yakmak gibi çok sert bir önleme başvurmak zorunda kaldı. Ayrıca gece karanlığından faydalanıp liman kenti Samandağı’na kaçanların yarattıkları panik yüzünden buradaki bazı gemiler limandan ayrılmak zorunluluğu duydular. Sonlarının iyiye gitmeyeceği düşüncesiyle G u i 11 a u me de Grandmesnil, Etienne de Blois başta olmak üzere, birkaç Haçlı lideri An takya’dan ayrılıp, bu sıralarda Haçlılara yardım etmek amacıyla Akşehir’de ha zırlıklar yapmakta olan Bizans imparatoru A l e k s i o s K o m n e n o s ’ a “ Haçlı kuvvetlerinin Antakya ’da tamamen yok edildikleri” haberini gönderdiler. Bu ha ber üzerine A l e k s i o s , Antakya Haçlılarına yardımdan vazgeçti ve artık Haç lılarla İstanbul’da yapmış olduğu “ Suriye’de
.lınacak yerlerden bazılarının
SELÇUKLU D E V LETLE R İ TARİHİ
381
Bizans’a verilmesini” içeren antlaşmanın (1097) uygulanamayacağını anlayarak İstanbul’a döndü. Öte yandan Antakya’nın doğu yönünde karargâh kurduğunu gördüğümüz Selçuklu ordusu, kumandanları G ü r b o ğ a ’ nin tavsiyesi üzerine, bu kez, kentin önündeki ovaya inerek burada karargâh kurdu, ayrıca bir güvence önlemi olarak kent ile karargâh arasına bir hendek kazıldı. Antakya’yı kuşatma ve sıkıştırmaya bu yeni cepheden devam etmeye başlayan Selçuklu ordusu, ne yazıkki tam bir birlikten yoksundu. Başkumandanlık görevini yürüten G ü r b o ğ a , kuvvetleriyle birlikte kendisine katılan melik ve emirlere genellikle önem vermi yor, kendi özel fikir ve kararlarının uygulanmasını âdeta emrediyordu. Kuşatma savaşının devam ettiği sıralarda, Haleb Selçuklu meliki R ı d v a n ’ dan G ü r b o ğ a ’ ya bir elçi heyeti gelmişti. Niçin geldiği anlaşılamayan bu elçi heyetinin G ü r b o ğ a ile görüşmeler yapması, R ı d v a n ’ m hasmı durumunda olan melik D u k a k ile emîr C e n a h ü d d e v l e , daha önce öldürülmesinde etkili olduğu A b a k o ğ lu Y u s u f ’ un kardeşi ile yakınlarını görünce kendisini güvencede görmemeğe başladılar. Bundan başka, ordudaki Arap askerleriyle Türkmenler arasında R ı d v a n ’ ın gönderdiği elçi heyetinin olumsuz girişimleri sonucunda, anlaşmazlık çıktı, dolayısıyla Türkmenler ordudan ayrıldılar, işte bu sebeplerle birlik ve beraber likten yoksun bir duruma gelen Selçuklu ordusu, Haçlıları Antakya içinde kuşat mış bulunuyordu. Kent surları içinde ciddi bir biçimde sıkışıp kalan Haçlılar, 27 Haziran 1098’de, P i e r r e l ’ H e r m i t e başkanlığında bir elçi heyetini Sel çuklu başkumandanı G ü r b o ğ a ’ ya göndererek “ Kendilerini serbest bırakıp, sağsalim
memleketlerine
dönmelerini
sağlamak
şartıyla
Antakya’yı
teslim
edeceklerini” bildirmek zorunda kaldılarsa da onların bu önerisi G ü r b o ğ a ta rafından reddedildi. Bu durum karşısında hiç bir şekilde kurtuluş imkânları kal mayan aç, susuz bitkin ve bütün ümitleri kırılmış bulunan Haçlı askerleri arasında, P i e r r e B a r t h o l o m a e u s tarafından Aziz Petrus KatedralVnde güya vaktiyle H a z r e t i I s a ’ nin böğrünü delen mızrağın bulunması (14 Haziran 1098) habe rinin yayılması olayı, yeni bir şevk, heyecan ve azmin oluşmasına sebep olmuş ve böylece onlara bu ölüm - kalım durumunda son bir ümit ışığı olarak belirmiştir. İşte bu sırada G ü r b o ğ a , Haçlı ordusunu kent önlerindeki ovada savaşa davet etti. Açlık, susuzluk ve dolayısıyla ölümle pençeleşen Haçlı ordusunu, anlaşılmaz bir şekilde, âdeta yok olmaktan kurtarmayı sağlayan G ü r b o ğ a ’ nin bu önerisi üzerine, Haçlı kuvvetleri büyük bir sevinçle Antakya’dan çıkıp ovada rahatlıkla hiçbir müdahaleyle karşılaşmaksızm savaş hazırlıklarına başladı. Selçuklu ordu sunda bulunan emîr ve kumandanlar, Haçlıların bir tür kurtuluşlarını sağlayan bu çıkışlarına engel olunmasını ısrarla önerdiler ise de zaferi kesinlikle kazana cağından emin görünen G ü r b o ğ a onları dinlemedi. Haçlı ordusuyla, başkuman dan G ü r b o ğ a ’ ya kırgın bulunan melik ve emirlerin yönettiği Selçuklu ordusu arasında, Antakya ovasında şiddetli bir meydan savaşı başladı. B o h e m u n d , T a n c r e d , G o d e f r o i , H u g u e , I I . R o b e r t , patrik A d h e m a r vs. gibi ilerigelen Haçlı liderlerinin yönettikleri Haçlı kuvvetleri, Selçuklu ordusuna saldırıya geçtiler. Daha henüz çarpışmaların başlarında Türkmen kuv vetleri, saflardan ayrılıp geri çekildiler. Daha sonra melik D u k a k , S ö k
A Lİ SEVİM-ERDOĞAN M ERÇİL
382
m e n , C e n a h ü d d e v l e ve öteki Selçuklu emîr ve kumandanları da savaşa de vam etmeyerek memleketlerine dönmeye başladılar. Böylece kendi birlikleriyle yalnız kalan başkomutan G ü r b o ğ a da savaş alanını terketti. Daha sonra Ha leb’e gelen G ü r b o ğ a , buradan askerleri için gerekli olan çadır, yiyecek madde leri vesair şeyleri aldıktan sonra Musul’a döndü. Öte yandan Selçuklu ordusunun savaşmayarak geri çekilmesini hayretle karşılayan Haçlı komutanları, bunun bir hile olduğunu sandılarsa da çok geçmeden gerçeği anlamakta güçlük çekmediler. İçkalede hâla direnmeğe çalışan Y a ğ ı s ı y a n ’ ın oğlu Ş e m s ü d d e v l e v e emîr A h m e t de aman ile Haçlılara teslim oldular ve Haleb’e döndüler. Başkuman danlık görevini üstlenen G ü r b o ğ a ’ nin olumsuz ve isabetsiz kararları, özellik le beraberindeki melik, emîr ve kumandanlara karşı gösterdiği sert ve önemsemez davranışlar sebebiyle, Büyük Selçuklu ordusunun, savaşsız bile yok olmağa mah kum duruma gelmiş olan Haçlı ordusu karşısında geri çekilmesi, gerçekten o de vir Orta - Doğu Islâm dünyası için telâfisi güç bir kayıp olarak tarihe geçmiştir. Bu sonuçla, yönetim bakımından Haleb Selçuklu devletine bağlı olan ve konumu dolayısıyla Orta - Doğu ’nun en önemli ve sağlam kalelerinden birine sahip olan Antakya, Haçlıların eline geçmiş, böylece Suriye ve Filistin, Haçlı istilâ ve işga liyle karşı karşıya gelmiş oluyordu. Her ne kadar Haçlılar Antakya’nın işgalin den önce sıkışık ve çok güç durumda olmaları sebebiyle, R ı d v a n v e D u k a k ’ a “ Bizans’ın elinde bulunan memleketlerden başka hiçbir yere saldırıda bulunmayacakları” hususunda güvence verdilerse de, şimdi Antakya’yı elegeçirmelerinden sonra artık şartların kendi lehlerine değişmiş olması dolayısıyla onla rın bu “ güvence sözleri” geçersiz bir duruma gelmiş oluyordu.
A zaz'da isyan
Haleb’in kuzeyinde bir günlük uzaklıkta bulunan Haleb Selçuklu yönetimin deki Azaz’da bir isyan çıktı (Eylül 1098’de). Şöyleki: Kent valisi Ö m e r , Lorenli bir Fransız olan karısının etkisiyle melik R ı d v a n ’ a karşı ayaklanarak “Azaz’da bağımsız bir yönetim kurduğunu” ilân etti. Bunun üzerine derhal harekete geçen R ı d v a n , Azaz’ı şiddetle kuşatıp sıkıştırmaya başladı. R ı d v a n ’ a karşı koyamayacağını anlayan vali, yine karısının etkisiyle Antakya ’daki G o d e f r o i ’ ya haber gönderip “ R ı d v a n ’ a karşı yardım ve ittifak” önerisinde bulundu. Haleb savunmasında önemli bir konumda bulunan Azaz’m Haçlıların eline geçmesiyle ilerde Haleb’in de düşmesinde büyük rol oynayabileceğini düşünen ve bu sebeple burasının Haçlı yönetimine alınmasını isteyen G o d e f r o i , R a y m o n d ’ la bir likte kalabalık bir Haçlı kuvvetiyle Azaz’a yöneldi. Haçlıların çokluğu karşısın da R ı d v a n , kuşatmayı kaldırıp çekilmek zorunda kaldı. Öte yandan Haçlılar da yakın bir yörede karargâh kuran R ı d v a n ’ dan çekindiklerinden Azaz’a gir meye cesaret edemeyip geri çekildiler. Bunun üzerine R ı d v a n , yeniden gelip kaleyi kuşattı. Çok geçmeden vali Ö m e r , isyanı bırakıp, yine eski görevinde kal mak şartıyla R ı d v a n ’ la anlaşarak yeniden ona tâbi oldu. Böylece Azaz’ın Haç lıların eline geçmesi önlendi. Fakat bir süre sonra o, yine karısının etkisiyle
SELÇUKLU D E V L E T L E R İ TARİHİ
383
R ı d v a n ’ ın aleyhine Haçlılarla ilişki kurması sonucunda, Haleb’de bulunduğu bir sırada öldürüldü. Amaçları Kudüs’ü elegeçirmek olan Haçlılar, güney yönünde Selçuklu top raklarında ilerlemeye devam ettiler. Bu arada R a y m o n d , Haleb Selçuklu dev letine bağlı Rûc kalesini elegeçirdikten sonra bu kez, G o d e f r o i ile birlikte yi ne Selçuklu sınırları içinde yer alan Bâre’ye yürüyüp kuşattı. Bir süre direnmeye çalışan ve Haleb’den yardım alamayan Selçuklu askerleri, kalabalık Haçlı kuv vetleri karşısında dayanamıyarak şehir ve kalesini Haçlılara aman ile teslim et mek zorunda kaldılar (Kasım 1098). Şehri amanla teslim almalarına rağmen Haçlılar, Müslüman halkı kılıçtan geçirdiler, birçoklarını tutsak alıp Antakya ’ya gönderdiler; şehir ve kaledeki bütün mal ve paralara elkoyduktaıı başka, geniş ölçüde yağma hareketlerinde bulundular. Şehirdeki ulu camii de kiliseye çevirdi ler. Bu başarıdan sonra R a y m o n d v e Flandre kontu R o b e r t , Ermeni asker lerinin de katıldığı kalabalık bir Haçlı ordusuyla Haleb Selçuklu devleti sınırları içerisinde bulunan Maarretünnûman üzerine yürüyerek kuşatmaya başladılar. Bu nun üzerine şehir valisi ve ilerigelenleri, melik R ı d v a n ve Humus emîri C e n a h ü d d e v l e ’ den acele yardım istedilerse de hiç bir olumlu cevap alamadılar. Böylece kendi kaderleriyle başbaşa bırakılan muhafız kuvvetleri ve halk, şehir ve kalesini sayı ve silâh bakımından çok üstün olan Haçlılara karşı ümitsizce sa vunuyorlardı. Bir süre sonra Antakya prensi B o h e m u n d d a kalabalık kuvvet lerle gelip kuşatmaya katıldı. Şiddetle sürdürülen Haçlı saldırı ve baskıları karşısında Selçuklu askerleri, aynı şekilde şiddetle direniyor ve şehirlerini canla başla savunuyorlardı. Haçlılar şiddetle sürdürülen bu Türk direnişini kırıp şehri elegeçirmek amacıyla, tahtadan büyük bir burç yaptılar ve bunu, şehir burçları na dayayarak muhafızlarla daha yakın çarpışmalara giriştiler. Sur muhafızları nın gece evlerine çekilmelerini izleyen Haçlılar, savunmasız burçlardan şehre inerek kısa zamanda elegeçirdiler (Aralık 1098). Haçlılar direnmeleri sebebiyle Maarretünnûman halkının büyük bir kısmım türlü işkencelerle öldürdüler, ka dın ve çocukları tutsak alıp pazarlarda sattılar. Bütün mal ve paralara el konul duktan sonra şehir ağır bir şekilde yağma edildi, halka su verilmediği gibi, şehir surları, ev, cami ve mescitler tamamen tahrip edildi.
K ellâ b ozg u n u ve son raki olaylar
Maarretünnûman’ı elegeçiren Haçlılar, daha sonra harekâta devam ederek yine Haleb’e bağlı kalelerden Cezr, Zerdana, Sermin ve Kellâ’yı da işgal ettiler. Böylece Suriye Selçuklu devletinin başkenti olan Haleb’i âdeta çevirmiş bir du ruma geldiler. Durumun ciddi boyutlara ulaştığını anlamakta ne yazıkki geç kal mış olan melik R ı d v a n , özellikle stratejik konumu dolayısıyla önemli olan Kellâ kalesini geri almak için harekete geçti ise de Antakya prensi B o h e m u n d ’ la bu kale yörelerinde giriştiği savaşta, yenilgiye uğradı (Temmuz 1101). Bundan fay dalanan Haçlılar, Haleb’e bağlı Kefertâb ve Hâzır kalelerini de işgal ettiler.
384
ALİ SEVİM -ERDOĞAN MERÇİL
Kellâ savaşından bir süre geçtikten sonra B o h e m u n d , Haleb’i elegeçirerek buradaki Selçuklu devletini ortadan kaldırmak amacıyla, geniş askerî hazır lıklar yaptı. Çok geçmeden beraberinde T a n e r e d olduğu halde, hazırladığı kalabalık kuvvetlerle harekete geçerek Haleb yörelerine geldi; Haçlılar şehrin dış bağlantısını kesmek amacıyla, yeni bazı kaleler inşa etmeye başladılar. Fakat bu sıralarda, Danişmendli emîri G ü m ü ş t e k i n ’ in saldırıları karşısında güç du ruma düşen Malatya hâkimi G a b r i e l ’ in yardım çağrısı üzerine B o h e m u n d , Haleb yörelerinden ayrıldı. Bunu fırsat bilen melik R ı d v a n , harekete geçip yö relerdeki Haçlı depolarına saldırarak, çeşitli silâh ve yiyecek maddelerini elege çirdi. Ayrıca Humus emîri C e n a h ü d d e v l e d e Haçlılara ait bazı küçük kaleleri kurtarmayı başardı. Bu arada o, bölgedeki bütün ürünlere de elkoydu. Bu sıra larda melik R ı d v a n , kendisine özel ulaklar gönderdiği babalığı C e n a h ü d d e v I e ile barışarak onu Haleb’e getirtti ve onuruna düzenlediği şölenlerle gönlünü aldı. Fakat C e n a h ü d d e v l e , yönetimindeki Humus’a döndükten bir süre son ra (Mayıs 1103’de) Cuma namazı sırasında, sufî kılığındaki üç Batınî fedaisi tara fından hançerlenerek öldürüldü. Humus emîri C e n a h ü d d e v l e H ü s e y i n ’ in öldürülmesini fırsat bilen Haçlı liderlerinden R a y m o n d , Humus’u elegeçirme hazırlıklarına başladı. Bu nu haber alan C e n a h ü d d e v l e ’ nin karısı ( R ı d v a n ’ ın annesi), Haleb’e oğ luna bir ulak gönderterek “ Humus’u derhal gelip teslim almasını ve Haçlılara karşı savunmasını” bildirdi. Fakat öte yandan şehir ilerigelenleri, R ı d v a n ’ ın, C e n a h ü d d e v l e ’ yi destekledikleri için, kendilerine iyi davranmayacağı kuş kusuyla melik D u k a k ’ a, Humus’u teslim etmek üzere, çağrıda bulundular. Bu sıralarda D u k a k , Dımaşk’ta yoktu. Onun nâibi durumunda olan emîr A y t e k i n , hemen bir askerî birlikte harekete geçerek şehir ve kalesini D u k a k adına teslim aldı. Bunun üzerine R a y m o n d ve R ı d v a n , Humus harekâtını durdu rup memleketlerine döndüler. Böylece Humus, Dımaşk Selçuklu devleti sınırları işine alınmış oldu. Haleb Selçuklu topraklarına saldırıya devam eden Ta n c r e d , Haleb yörele rinde yeni bir askerî harekâta başladı. Özellikle Haleb’e bağlı Müslimiye’de ka rargâhını kurarak, bu yöreleri ağır bir şekilde tahrip ve yağma akınlarına uğrattı. Melik R ı d v a n , ona karşı hiç bir önlem alamadı. Böylece R ı d v a n ’ ın güç bir durumda olduğunu anlayan T a n c r e d , onunla “ 7 bin altın, çok sayıda at ve di ğer bazı hayvanların verilmesi, buna karşılık alman Selçuklu tutsaklarının geri verilmesi” şartlarıyla bir antlaşma imzalandı (1103 sonları). Fakat çok geçmeden bu barış antlaşmasına rağmen Antakya Haçlıları, yeniden Haleb yörelerine akın lar yaptılar ve hattâ Beserfûs kalesini de elegeçirdiler. Haçlıların başta Suriye Selçuklu devletleri olmak üzere, diğer Büyük Selçuk lu Devleti vasallarını ciddi şekilde tehdit etmeye başlamaları ve ayrıca Antakya Haçlı prensi B o h e m u n d ’ un Danişmend emîri G ü m ü ş t e k i n tarafından tut sak alınması üzerine, Türkiye Selçuklu sultanı I. K ı l ı ç A r s l a n Antakya Haçlı larına karşı bir sefer düzenlemeyi kararlaştırdı. Bu amaçla o, Haleb Selçuklu
SELÇUKLU DEV LETLE R İ TARİH İ
385
meliki R ı d v a n ’ a bir elçi göndererek “ Sefer sırasında ordusunun özellikle yi yecek ihtiyaçlarının sağlanmasını” bildirdi. Bu haber üzerine Haleb halkı, sonderecede sevindiler ve komşu yörelere müjde haberleri yolladılar. Fakat bir süre sonra B o h e m u n d ’ un 100 bin altın kurtuluş akçası karşılığında serbest bıra kılıp Antakya’ya dönmesi sonucunda, K ı l ı ç A r s l a n , Antakya seferinden vazgeçti. Haleb çevresindeki önemli kale ve stratejik yerlerin Haçlılar tarafından alın ması sonucunda, bu yöreler geniş ölçüde Haçlıların kontrol ve baskısı altına gir mişti. Böylece Haleb Selçuklu devleti hayatî bir tehlike altına girmiş oluyordu. Antakya ve Urfa Haçlı kuvvetlerinin Harran a karşı harekâta katılmaları ve dola yısıyla Haleb yörelerinden ayrılmaları sebebiyle, buralardaki Haçlı saldırıları dur muştu. Bu sıralarda (Mayıs 1104’de) Musul Selçuklu valisi Ç ö k ü r m ü ş ve Hasankeyf emîri S ö k m e n ’ in yönettikleri Selçuklu ordusunun II. B a u d o u i n , J o s c e l i n , B o h e m u n d v e T a n c r e d ’ in kumanda ettikleri büyük Haçlı ordusunu Harran yakınlarında, Belîh çayı yörelerinde, ilk kez, büyük bir bozgu na uğratması, hattâ B a u d o u i n ve J o s c e l i n ’ in tutsak alınması, bütün Islâm âlemini sevindirmişti, işte bundan faydalanan melik R ı d v a n , derhal harekâta başlayarak Haçlı işgalindeki birçok kaleleri (Cezr, Fav, Sermin, Maarretümısrîn vs. gibi) yeniden elegeçirdi ve birçok Haçlı askerini de tutsak aldı. Bu arada R ı d v a n , Humus’a bağlı Bâlis ve Fâyâ kaleleri ile Selemiye’yi de elegeçirdi (1104). Böylece melik R ı d v a n ’ ın giriştiği bu başarılı askerî harekât sonunda, Haleb savunması için önemli olan kaleler Haçlıların elinden alınmış ve buralardaki halk da güvence ve sükuna kavuşturulmuş oldu. B o h e m u n d ’ un askerî yardım sağlamak için Avrupa’ya gitmesi üzerine, An takya Haçlı prensliğinin yönetimini üzerine alan Ta n k r e d , diğer Haçlı devlet lerinden de yardım sağlayarak Haleb Selçuklu topraklarına saldırıya geçti. O, ilk önce Haleb’e bağlı önemli stratejik konumda bulunan Artah kalesine yürüyüp ku şatmaya başladı. Kale kumandanının yardım çağrısı üzerine R ı d v a n , atlı ve ya yalardan oluşan kalabalık bir orduyla derhal Artah’m yardımına gitti. Selçuklu ordusunun çokluğu karşısında T a n k r e d , kuşatmayı bıraktığı gibi, R ı d v a n ’ a barış önerisinde de bulundu. Özellikle I s p e h b u d S a b a v e ’ nin etkisiyle ba rış önerisini reddeden R ı d v a n , derhal Haçlılarla savaşa başladı. Fakat bu sı rada Haçlılar, savaş meydanını terkettiler, bununla birlikte onlar, bir süre sonra yeniden gelip savaşa giriştiler. Çarpışmalarda Haçlılar kesin yenilgiye uğratılmış lardı. Fakat Selçuklu ordu birliklerinin, işgal ettikleri Haçlı karargâhını yağma ya daldıkları sırada, Haçlıların ani bir saldırısı sonucunda, Selçuklu kuvvetleri ağır kayıp verdiler. Bunun üzerine R ı d v a n , geri kalan kuvvetlerle Haleb’e döndü (Nisan 1105). ilgili kaynakların ifade ettikleri gibi, bu yenilgi üzerine, Haleb Sel çuklu devletine ait il, ilçe ve kaleler, bir Haçlı istilâ ve işgaliyle başbaşa kaldı. Nitekim çok geçmeden T a n k r e d ’ in kumandasındaki Antakya Haçlı kuvvetle ri, Artah kalesini aldıktan başka, daha önce R ı d v a n ’ ın kurtardığı önemli kale leri de kolaylıkla elegeçirdiler. Böylece Haleb, Haçlılar tarafından âdeta kuşatılmış bir duruma gelmiş oluyordu.
386
ALİ SEVİM -ERDOĞAN M ERÇİL
Haçlılara karşı itlifak girişim leri
Melik R ı d v a n , Haçlı istilâ ve baskıları sebebiyle güç durumlara düşen Ha leb Selçuklu devletini bu ciddi tehlikeden kurtarmak için birtakım girişimlerde bulundu. Bu amaçla o, Mardin emîri A r t u k o ğ l u l l g a z i , daha önce bir süre işbirliği
yaptığı
I s p e h b u d S a b a v e , Sincar
emîri
Arslantaşoğ-
1 u A l p ı ile ilişkiler kurarak Haçlılarla mücadele için bir ittifak oluşturmayı başardı. Müttefikler bir araya gelip yaptıkları toplantıda, sultana kızgın bulunan l l g a z i ’ nin “ Musul ve yörelerinin Selçuklu valisi Ç ö k ü r m ü ş ’ ün yönetimin deki memleketleri elegeçirip buralardan sağlanacak asker ve paralarla Haçlılara karşı mücadeleye girişilmesi” önerisi kabul edildi. Bunu uygulamak amacıyla R ı d v a n ve müttefikleri, 10 bin kişilik bir kuvvetle Musul'a bağlı Nusaybin’e yürü yüp kuşattılar. Çarpışmalar sırasında ağır yaralanan A l p ı , Sincar ’a döndü. Ote yandan Tanza ılıcalarında tedavide bulunan Ç ö k ü r m ü ş ,
derhal Musul’a gele
rek askerlerini toplayıp Nusaybin’e yöneldi. Fakat müttefiklerin kalabalık kuv vetleri karşısında savaşa cesaret edemedi ve R ı d v a n ’ ın beraberindeki bazı ilerigelen emirlerle ilişkiler kurup onlara birtakım vaadlerde bulundu ve özellik le R ı d v a n ’ a da haberler gönderip “ Sen l l g a z i ’ nin nasıl şer ve fesat dolu bir emîr olduğunu iyi bilirsin. Eğer onu yakalatıp hapsedersen o zaman sana tâbi olur, Haçlılara karşı askerî ve malî yardımda bulunurum” dedi. Ç ö k ü r m ü ş ’ ün bu önerisini, Haçlı mücadelesi siyasetine uygun bulan R ı d v a n , onu uygulamaya karar verdi. Bu amaçla o, 1 1 g a z i ’ yi yanına çağırtarak ona “ Haçlılar, Haleb ve yörelerini istilâ etmiş durumdadır. Büyük kuvvetlerle bize katılacak olan Ç ö k ü r m ü ş ’ le barış yapıp, hep birlikte Haçlılara karşı harekete geçelim. Böylece bi zim bu hareketimiz, İslâm’ın küffara karşı bir ittifakı olacaktır” dedi. Fakat B e r k y a r u k ’ a karşı mücadelede kararlı olan ve kalabalık bir Türkmen kuvve tine sahip bulunan l l g a z i , “ Sen, kendi başına buyrukmuş gibi hareket ediyor sun, halbuki şu anda benim buyruğum altında bulunuyorsun. Nusaybin alınmadan sana buradan çekilme izni vermem, aksi takdirde seninle savaşmaya bile hazırım” diyerek R ı d v a n ’ ın önerisi ve tavsiyesini sert bir şekilde reddetti. Bunun üzeri ne R ı d v a n , derhal onu tutuklatarak Nusaybin kalesine gönderip hapse attırdı. Fakat bu kez 1 1 g a z i ’ ye bağlı Türkmenler, Nusaybin surlarına ve yörelere saldı rı ve yağmalara başladılar. Durumun karıştığını gören R ı d v a n , kendisine ait kuvvetlerle Haleb’e hareket etti. Böylece R ı d v a n ’ ın çabalarıyla Haçlılara karşı oluşturulan bu ittifak cephesi, Ç ö k ü r m ü ş 5ün siyasî oyunlarıyla dağılıp gitmiş oldu. Başarısızlıkla sona eren Nusaybin harekâtından sonra Suriye’nin önemli ka lelerinden birisi olan Efamiye, Haleb Selçuklu devletinin hâkimiyetinden çıktı. Şöyleki: Selçuklu vasalı H a l e f b i n M ü l â i b ’ in yönetiminde bulunan Efâmiye, 1090 yılında, T u t u ş tarafından alınarak buraya başka bir vali atanmıştı. T u t u ş ’ un ölümünden sonra I b n M ü l â i b , Fatımî halifesini “ Haçlılarla mücadele etmek amacıyla Efâmiye’nin kendisine verilmesi” hususunda ikna etti ve böylece yeniden Efâmiye’ye gelerek Fatımîler adına yönetimi eline aldı; frkat çok geçme
SELÇUKLU D E V L E T L E R İ TARİH İ
387
den burada bağımsızlığını ilân etti ve yine eskisi gibi yol kesip yöre halkının mal ve mülklerine elkoymaya ve dolayısıyla huzursuzluk çıkarmaya başladı. Bunun üzerine melik R ı d v a n , Batınî reisi E b û T a h i r ’ le işbirliği yaparak sevk edi len fedailerle İ b n M ü l â i b ’ i Efâmiye kalesinde öldürtmeyi başardı. Böylece bu kale yeniden Haleb Selçuklu yönetimine alınmış oldu (Şubat 1106). Fakat bir süre sonra kaledeki Batmîler arasında bir anlaşmazlığın çıkmasından faydalanan Ta n c r e d , Haçlı kuvvetleriyle Efâmiye’ye yürüdü ise de başarılı olamadı. Bu nunla birlikte I b n M ü l â i b ’ in Efâmiye’den kaçmayı başaran oğlu M u s b i h , Antakya’ya giderek T a n c r e d ’ e sığındı ve ona, ‘ "Efâmiye’yi elegeçirdiği takdir de orada kendi vasalı olarak yönetime devam edeceğini” söyledi. Bunun üzerine Ta n c r e d , derhal Efâmiye’ye yürüyüp kuşatmaya başladı. Kalede yeterli yiye cek maddesinin bulunmaması sebebiyle, savunucular aman ile teslim oldular. Ka ledeki Bâtınî'lerin büyük bir kısmı öldürüldü. Böylece ünlü Efâmiye kalesi Haçlıların eline geçmiş oldu (Eylül 1106). Büyük Selçuklu Devletine tâbi olan melik R ı d v a n ’ ın Batmîlerle sıkı bir işbirliği içinde olduğunu haber alan sultan M u h a m m e d T a p a r , onu şiddet le kınayarak “Batmîlerle işbirliğine son vermesini” bildirdi. Bunun üzerine R ı d v a n , Batmîlerin büyük bir kısmını Haleb’den çıkartarak faaliyetlerine son verdi (1107/1108). Melik R ı d v a n , daha önce değinildiği gibi, Haçlı tehlikesine karşı başarısız lıkla sona eren ittifak girişimine rağmen, bu hususta yeni bir ittifak girişiminde daha bulundu. Şöyleki: M u h a m m e d T a p a r tarafından Musul ve yöreleri va liliğine atanan emîr Ç a v l ı , eski Selçuklu valisi Ç ö k ü r m ü ş ’ ün oğlu ve şehir ilerigelenlerinin çağrısı üzerine, Türkiye Selçuklu sultanı I. K ı l ı ç A r s l a n ’ m Musul’a gelip hâkim olması sonucunda (Nisan 1107), şehirden ayrılıp Sincar’a çe kildi. Böylece Musul, Türkiye Selçuklu hâkimiyetine geçmiş oldu. Bununla bir likte Musul’un Büyük Selçuklu Devleti valisi Ç a v l ı , bir süre sonra şehri geri almak amacıyla Mardin emîri A r t u k o ğ l u I l g a z i ’ nin yardımını sağladıktan başka, Ç ö k ü r m ü ş ’ ün askerlerinden önemli bir kısmını da elde etmeyi başar dı ve kuvvetli bir duruma geldi; derhal harekete geçerek Dımaşk Selçuklu devle tinin yönetimindeki Rahbe’yi kuşatmaya başladı. İşte bu sıralarda melik R ı d v a n , Ç a v 11 ’ ya bir mektup göndererek onu, Haçlılarla mücadele için Su riye’ye çağırdı. Fakat Ç a v l ı , ona gönderdiği cevapta “ Oııce Musul’u elegeçirmesi hususunda kendisine askerî yardımda bulunmasını, daha sonra da Suriye’ye gelip Haçlılarla mücadele edebileceğini” bildirdi. Onun bu önerisini olumlu bu lan melik R ı d v a n , bütün kuvvetlerini toplayarak Ç a v 1 1 ’ ya katıldı. Baskıya dayanamayan Rahbe teslim olmak zorunda kaldı. Daha sonra Ç a v l ı , İ l g a z i ve R ı d v a n ’ m kuvvetlerinden oluşan müttefik ordusu, Musul üzerine yürüdü. Sultan K ı l ı ç A r s l a n ile müttefikler arasında Habur ırmağı yörelerinde yapılan sa vaşta, Doğu - Anadolu beylerinin sultanın saflarını terketmeleri üzerine K ı l ı ç A r s l a n , yenilgiye uğradı ve ok yağmuru altında girdiği Habur ırmağında, kendisinin ve atının zırhlarının ağırlığı dolayısıyla, boğularak hayatını kaybetti
ALİ SEVİM-ERDOĞAN MERÇİL
388
(Haziran 1107). Bu zaferden sonra Ç a v l ı , Büyük Selçuklu Devleti valisi olarak Musul’a girip hâkim oldu. Fakat Ç a v l ı , daha önce R ı d v a n ’ la yaptığı antlaş ma şartlarını yerine getirmedi, yani Haçlılarla mücadele için R ı d v a n ’ la bir likte Suriye'ye gitmedi. Bu arada Musul’un alınmasında kendisine büyük yardımda bulunan müttefiki 1 1 g a z i ’ yi de hapse attırdı. Kendisinin de tutuklanmasından kuşkulanan melik R ı d v a n , kuvvetleriyle derhal Haleb’e dönmek zorunda kal dı. Böylece R ı d v a n ’ ın Haçlılara karşı mücadele için bu ikinci girişimi de ba şarısızlıkla sonuçlandı.
T elbâşir savaşı
Birtakım olumsuz tutum ve davranışları sebebiyle sultan M u h a m m e d T a p a r tarafından Musul Selçuklu valiliğinden uzaklaştırılan emîr Ç a v l ı , Mar din emîri II g a z i ile ilişki kurarak ona “ Sultana karşı birleşme” önerisinde bulundu ise de, ona karşı duyduğu güvensizlik sebebiyle 1 1 g a z i , bunu kabul etmedi. Bunun üzerine Ç a v l ı , yanında tutsak bulunan B a u d o u i n ’ le anlaşıp onu serbest bıraktıktan sonra sultanın hizmetinden ayrılan I s p e h b u d S a b a ve ve bazı Arap emirleriyle sultana karşı bir ittifak yaptı. S a b a v e , Ç a v l ı ’ ya “ Irak’ta kalındığı takdirde daima sultanın tehdidi altında kalacaklarını, halbuki Suriye’de, yeteri kadar Müslüman askerinin bulunmaması dolayısıyla bu ülkenin Haçlı istilâsına uğradığını” ileri sürerek “ Suriye’ye hâkim olmanın kendileri için daha iyi olacağını” söyledi. S a b a v e ’ nin bu önerisini olumlu bulan Ç a v 1 1 ve müttefikleri, kuvvetleriyle birlikte Suriye yönünde harekete geçtiler. Bunu haber alan melik R ı d v a n , derhal kuvvetlerini toplayıp onlara karşı harekete geçti. Ayrıca o, Rakka’ya giderek bir kısım topraklarını işgal eden Ç a v 1 1 ve müttefik lerinin düşmanı durumunda olan kalabalık Arap Nümeyroğulları kabilesiyle on lara karşı bir antlaşma yaptı, daha sonra da Haleb’e döndü. Sultan M u h a m m e d T a p a r ’ ın önerisine rağmen onunla antlaşması mümkün olmayan Ç a v 1 1 , Haleb Selçuklu yönetimindeki Fırat ırmağı kıyısında bulunan Bâlis kent ve kalesini elegeçirdi (Eylül 1108). Bunun üzerine melik R ı d v a n , yakın komşusu Antakya prensi T a n c r e d ’ e gönderdiği mektupta, kendisine ait memleketleri istilâ ve işgal etmekte olan Ç a v 1 1 ’ ya karşı bir ittifak önerisinde bulundu. Suriye’de yerleşmesi halinde Ç a v l ı ’ nin Haçlılar için de tehlikeli olacağını düşünen T a n c r e d , süratle askerî hazırlıklara başladı. Öte yandan Ç a v l ı da eski dostu Urfa kontu B a u d o u i n v e J o s c e l i n i l e R ı d v a n v e T a n c r e d ’ e karşı bir ittifak oluşturmayı başardı. Çok geçmeden Ç a v l ı , S a b a v e , A k s ı y a n , A l t u n t a ş , S u n g u r , B a u d o u i n v e j o s c e l i n ’ in kuvvetlerinden oluşan olduk ça kalabalık
bir
ordu
ile,
R ı d v a n ’ ın gönderdiği
askerle
desteklenen
T a n c r e d ’ in kuvvetleri Telbâşir yörelerinde savaşa tutuştular (Kasım 1108). Şid detle yapılan çarpışmalarda Ta n c r e d , başarılı oldu, birlikten yoksun müttefik kuvvetleri oldukça ağır kayıplar verdiler. Böylece R ı d v a n ’ ın katılmayıp yal nızca bir askerî birlik gönderdiği Telbâşir savaşı sonunda, Ç a v l ı ’ nin Suriye’ye, dolayısıyla Haleb’p h?’"’
olma girişim ve plânları da gerçekleşememiş oldu. Bu
SELÇUKLU D E V L E T L E R İ TARİHİ
zaferden sonra meiik R ı d v a n ,
389
Ç a v l ı ’ nin işgal ettiği Bâlis kentini de kolayca
geri almayı başardı. Selçuklu ordu su n u n 1110 seferi
Yukarıda görüldüğü üzere, Telbâşir savaşında iki düşman cepheye ayrılan Haç lılar, çok geçmeden birleşerek özellikle Suriye kıyı bölgesindeki önemli Müslü man şehirlerini (Trablusşam, Banyas, Cübeyl ve Beyrut) elegeçirdiler. Bunun sonucunda başta melik R ı d v a n ve Dımaşk Selçuklu emîri T u ğ t e k i n olmak üzere, Suriye’deki Selçuklu vasalı bölgesel emirlerin Haçlılar karşısındaki durum ları ciddi şekilde tehlikeye düştü. Haçlı istilâ ve işgallerini dikkatle izleyen Bü yük Selçuklu devleti sultam M u h a m m e d T a p a r , Musul Selçuklu valisi M e v d u d , Mardin emîri 1 1 g a z i ve Ahlat şahı S ö k m e n ile diğer yöresel Arap emirlerine birer mektup göndererek “ Haçlılarla mücadele için derhal harekete geçmelerini” bildirdi. Kısa bir süre sonra Cizre’de toplanan büyük Selçuklu or dusu, Mayıs 1110’da, Urfa Haçlı Kontluğuna karşı harekete geçerek Urfa’yı kuşa tıp sıkıştırmaya başladı. Bunun üzerine Kudüs kralı 1. B a u d o u i n , Antakya prensi T a n k r e d v e Trablus kontu B e r t r a n d , derhal Urfa Haçlılarına yardı ma gittiler. Bu Haçlı kuvvetleriyle “ Ovada savaşıp yok etme” plânını uygulayan Selçuklu ordusu, kuşatmayı kaldırıp Harran’a çekildi (Temmuz 1İ10). Bunu fır sat bilen Urfa Haçlıları, dışardan çok miktarda yiyecek maddeleri getirtip şehre depo ettiler; ayrıca yeni savunma önlemleri de aldılar. Selçuklu ordusu ise onla rın bütün bu faaliyetlerine seyirci kaldı. Ancak Urfa’ya yardıma gelen Haçlı kuv vetleriyle Fırat ırmağı yörelerinde küçük çarpışmalar yapılarak bir kısım askerleri öldürüldü ve bazı ağırlıkları da elegeçirildi. Daha sonra Selçuklu ordusu, Urfa’yı bir süre daha kuşattıysa da başarılı olamadı. Böylece Selçuklu ordusunun bu iik karşı harekâtı başarılı bir sonuca ulaşamamış oldu. Selçuklu ordusuyla Urfa harekâtına katılmamış olan melik R ı d v a n , Antak ya Haçlı kuvvetlerinin Urfa kontluğuna yardıma gitmesinden faydalanarak Haç lıların eline geçen Haleb’e bağlı bazı yerleri geri aldı, ayrıca Antakya yörelerine de akınlar yaparak birçok tutsak ve ganimet elegeçirdi. Antakya Haçlılarınin “ Ken disinin bu askerî harekâtı ile aralarındaki antlaşmayı bozduğunu” bildirmeleri ve 6 4Ta n k r e d ’ in de Urfa’dan Antakya’ya dönmekte olduğu haberi” üzerine R ı d v a n , derhal harekâtım durdurarak Haleb'e döndü. Öte yandan R ı d v a n ' ın saldırılarım haber alan Ta n k r e d , Antakya ’ya gitmeyerek Haleb Selçuklu top raklarını istilâya başladı, birçok yerleri tahrip ile çok sayıda davar ve sığır elegeçirdi. Daha sonra harekâtına devam eden T a n k r e d , Haleb’e bağlı önemli bir kale olan Esarib’e yürüyüp kuşatmaya başladı ve özellikle yöre çiftçilerini hoş tu tup bütün ürünlerini elegeçirdi. Kaledeki Selçuklu askerleri şiddetle savunmada bulunuyorlardı; hattâ çadırında uyuyan T a n k r e d ’ i bile öldürme planları ha zırladılar, fakat bir Ermeninin ihbarı sebebiyle buııu gerçekleştiremediler. Öte yandan Esarib’ı asla elden çıkarmak istemeyen R ı d v a n , T a n k r e d ’ e 20 bin altın karşılığında barış önerisinde bulundu ise de kabul edilmedi. Esarib kalesin
390
ALİ SEVİM -ERDOĞAN M ERÇİL
de durum hiç te iyi değildi. Kale hazinedarı, altınlarla birlikte Haçlılara sığın mıştı. Kale içinde çok güç şartlarla savunmayı sürdüren askerler, posta güverciniyle göndermeyi denedikleri bir mektupla durumlarını R ı d v a n ’ a bildirmek istedi lerse de, mektubun Haçlıların eline geçmesi üzerine, bu girişimlerinde de başarı lı olamadılar. Melik R ı d v a n , T a n c r e d ’ e ikinci kez başvurarak “ 30 bin altın karşılığında kuşatmayı kaldırmasını” bildirdi; fakat o, bunu da kabule yanaşma dı. Öte yandan Esarib kale komutanı, R ı d v a n ’ dan hiçbir yardım sağlanama ması üzerine, savunmaya devam edemeyerek kaleyi Haçlılara teslim etmek zorunda kaldı (1110/llil). Kaleyi elegeçirmesine rağmen Ta n k r e d , askerî harekâtını dur durmadı; bu kez Haleb’in batı yöresindeki önemli kalelerden Zerdana ve Bikisrâîl kalelerini işgal etti. Bu yörelerdeki Müslüman halk, başka yerlere goçetmek zorunda kaldı. Öte yandan melik R ı d v a n , üçüncü kez başvurduğu T a n c r e d ile “ 20 bin altın, 10 baş at, bu yılkı ürünlerin Haçlılara verilmesi ve Haçlı tut sakların salıverilmesi” şartlarıyla barış yaptı, imzalanan bu barış şartları sebe biyle Haleb Selçuklu devleti ciddi bir ekonomik krize düştü, özellikle yiyecek maddelerinin Haçlılara verilmesi, bölge halkını açlık tehlikesiyle başbaşa bırak tı. Bu sebeple pek çok kimseler, daha güvenli yerlere göçe hazırlanmakta idiler. R ı d v a n , bu büyük göçü önlemek amacıyla, devlet hâzinesine (Beytülmal) ait birçok araziyi çok ucuz fiyatlarla halka sattırdı. Hattâ tarlaların sahipleri ile sı nır ve fiyatlarını belirleyen tapuları (Temliknâme) bizzat kendisi kaleme aldı. Böy lece melik R ı d v a n , bir tür toprak reformu niteliği taşıyan bir olumlu karar ve uygulamasıyla halkın göçünü durdurduğu gibi, boş toprakların işletilmesini de sağlamış oldu.
Suriye heyeti Bağdat’ ta
Antakya Haçlı prensi T a n c r e d ’ in askerî hareketleri sonucunda Haçlılar, Haleb Selçuklu topraklarını âdeta kuşatma durumuna gelmişlerdir. Böylece Ha leb Selçuklu Devleti, gerçekten hayatî bir tehlike içine düşmüş bulunuyordu. Bu sebeple melik R ı d v a n , diğer devlet yöneticileri ve halk, derin bir korku ve ümit sizliğe kapılmışlardı. Kendilerine yardımda bulunabilecek tek bir devlet vardı, o da tâbi oldukları Büyük Selçuklu Devleti idi. Bu itibarla Haleb’deki Haşimî ai lesinden birisinin başkanlığında, şehir ilerigeleıılerinden oluşturulan bir heyet, bu sıralarda Bağdat’ta bulunan sultan M u h a m m e d T a p a r ’ a gönderildi. Ha leb Selçuklu heyeti ve Suriye’nin diğer yöresel emirliklerinden gelen heyetler, Bağ dat’a sultanın özel camiine giderek Cuma namazı sırasında, bağırıp çağırmaya, feryat ve figan “ Suriye’deki Haçlı istilâsının nasıl tehlikeli bir duruma ulaştığını” açıklayıp gösteriler yapmaya başladılar, “ Sultan ve halifenin bu ciddi durumla hiç ilgilenmediklerini, din gayretlerinden yoksun olduklarını” söylediler. Hattâ heyecan ve taşkınlıklar o derecede arttı ki, camide hutbe okumakta olan hatib aşağı indirilerek minberi parçalandı, böylece Cuma namazı kılınamadı. Fakat bir süre sonra sultan tarafından gönderilen bir hâdim, “ Sultanın Suriye’ye yardım için Haçlılara karşı süratle ordu göndereceği vadinde bulunduğunu” söyledi. Bu
SELÇUKLU D E V LETLE R İ TARİH İ
391
nun üzerine camideki gösteriler son buldu. Bununla birlikte Suriyeli heyetler, bir hafta sonra yine Cuma günü, bu kez, halifenin özel camiine giderek orada da taş kınlığa varan gösteri ve tahribat yaptılar. Bunun üzerine halife M u s t a z h i r B i l l a h , buna sonderecede kızmış ve heyet mensuplarının yakalanıp hapse atılmasını istemiştir.
S elçu k lu ordu sun un 1111 seferi
Bu olaylar üzerine sultan M u h a m m e d T a p a r , Musul valisi M e v d u d ’ u başkomutan olarak görevlendirdikten başka, Haçlılara karşı yapılacak cihat se feri için Islâm âlemindeki bütün emîr ve hükümdarlara mektuplar göndererek çağrıda bulundu; bir süre sonra Ahlat emîri S ö k m e n , emîr P o r s u k , Heme dan emîrleri I l b e y i ve Z e n g i , Meraga Selçuklu valisi A h m e d i 1, Erbil emî ri E b u l h e y c a , I l g a z i o ğ l u A y a z ve diğer bazı emîrler, kuvvetleriyle birlikte şehzade M e s u t v e M e v d u d ’ un kuvvetlerine katılmak üzere, memle ketlerinden ayrıldılar. Başkomutan M e v d u d , kuvvetleriyle birlikte Selçuklu or dusunun toplanma yeri olan Harran ovasına geldi, diğer kuvvetler de buraya gelip toplanmaya başladılar. Bu sıralarda Selçuklu vasalı Şeyzer emîri S u l t a n , baş komutan M e v d u d ’ a bir mektup göndererek “ Haçlıların Şeyzer’i ciddi şekilde sıkıştırmaya başladıklarını, bu sebeple Selçuklu ordusunun derhal Suriye’ye gelmesini” bildirdi. Haçlılarla mücadele için önceden belirlenmiş bir planı ol madığı anlaşılan Selçuklu ordusu, Fırat ırmağını geçerek J o s c e l i n ’ in yöneti mindeki Telbâşir önlerine gelip kuşatmaya başladı. Kalabalık Selçuklu ordusu karşısında başarılı olamayacağını anlayan J o s c e l i n , Selçuklu emirlerinden A h m e d i 1 ’ e gizlice para ve değerli armağanlar gönderdi ve ona “ Selçuklu ordu sundan ayrılıp kendisine katılmasını, buna karşılık istediği miktarda altın vereceğini” bildirdi. Durumdan haberdar olan Selçuklu emirlerinin kendisini şid detle kınamaları karşısında A h m e d i l , J o s c e l i n ’ e katılmadı, fakat çok geç meden kuvvetleriyle birlikte ordudan ayrılıp memleketi Meraga’ya hareket etti. Bunun üzerine Selçuklu ordusundaki diğer emîrler arasında huzursuzluk ve an laşmazlıklar başgösterdi. Bu sebeple düşmesi bir gün meselesi haline gelen Telbâşir’in kuşatılmasına devam edilemedi (Ağustos 1111). Bu sıralarda melik R ı d v a n , başkumandan M e v d u d ve diğer Selçuklu emirlerine birer mektup göndererek “ Gerçekten mahvolmuş durumdayım, bu yüzden artık Haleb’den ay rılmak istiyorum. Bu sebeple süratle bana yardıma geliniz” demek suretiyle için de bulunduğu çok kritik durumu anlatmaya çalıştı. Bunun üzerine Selçuklu ordusu Haleb yönüne hareket etti. Bir süre sonra Haleb yörelerine gelip konaklayan ka labalık Selçuklu ordusu, birtakım yağmalara, halkın mal ve ürünlerine elkoymaya başladı. Kendilerini yoketmek isteyen Haçlılara karşı yardım çağrısında bulunduğu Selçuklu askerlerinin bu kötü hareketlerine sonderecede üzülen me lik R ı d v a n , bu çağrıdan dolayı âdeta pişman olmuş gibiydi. Bu sebeple o, Haç lılarla savaş için Selçuklu ordusuna katdmadıktan başka, onların herhangi bir saldırısına karşı da savunma önlemleri almaya başladı. Şöyleki: Şehir kapılarını
392
ALİ SEVİM -ERDOĞAN MERÇİL
kapattığı gibi, askerlerini surlara yerleştirip savaş durumuna getirdi. Ayrıca sevkettiği hırsız ve soyguncular da Selçuklu çadırlarına gizlice girip yağmalarda bu lundular. Böylece Haleb’de, şehrin 17 gün dışarıyla ilişkisi kesilmesi sebebiyle, yiyecek sıkıntısı ve dolayısıyla huzursuzluk başgösterdi. Öte yandan emîr S ö k m e n , hastalığı sebebiyle kuvvetleriyle birlikte ordudan ayrılıp memleketi Ah lat’a döndü. Bu sıralarda Dımaşk emîri T u ğ t e k i n , askerleriyle gelip Selçuklu ordusuna katıldı. Onun “ Ordunun Haleb önlerinde böyle boş yere beklemesi ye rine bütün Suriye’ye yayılıp Haçlılarla savaşa girişmesinin daha doğru olacağını” bildirmesi üzerine Selçuklu ordusu, güneye Maarretünnûman’a yöneldi. Bunun la birlikte, R ı d v a n , T u ğ t e k i n ’ in orduya katılmasını hoş karşılamadı ve bu birleşmeyi bozmak amacıyla da bazı siyasî girişimlerde bulundu. Şöyleki: R ı d v a n , Selçuklu ordusundaki bazı emirlere gizlice mektuplar göndererek “ T u ğ t e k i n ’ i bertaraf iie onun yönetimindeki Dımaşk ve diğer yerleri işgal etmelerini” bildirerek onları kışkırttı. Bunun üzerine durumu gerçekten ciddileşen T u ğ t e k i n , başkumandan M e v d u d ’ un himayesi sayesinde tehlikeyi atlatmış oldu. Bu arada Selçuklu ordusunda bir çözülme başgösterdi. Ağır hasta olan emîr P o r s u k , kuvvetleriyle birlikte ordudan ayrılmak zorunda kaldı. Bunun üzerine M e v d u d ve T u ğ t e k i n ’ in dışındaki diğer emîrler de birer birer ayrılarak memleketlerine döndüler. Böylece Suriye’de geniş istilâ ve işgallerde bulunan Haç lılara karşı hemen hemen hiçbir başarılı harekâta girişemeyen Selçuklu ordusu, dağılıp gitmiş, dolayısıyla R ı d v a n ’ ın ciddi bir sarsıntı geçiren Haleb Selçuklu Devleti de bütün problemleriyle başbaşa kalmış oldu.
T uğtekin ile ittifak
Daha önceki kısımlarda birkaç kez görüldüğü üzere, Haçlı istilâ, işgal ve bas kısı yüzünden Haleb’de âdeta kuşatılmış bir durumda kalan melik R ı d v a n , çe şitli yollarla gösterdiği girişim ve çabalarla Haleb Selçuklu Devletini ve dolayısıyla yönetimi altındaki memleketleri Haçlılara kaptırmama azmini, her ne pahasına olursa olsun, elinden bırakmak istemiyordu. O, kuvvetlerinin azlığı sebebiyle, git tikçe güçlenen Haçlılarla mücadele edemediği gibi, Haleb’e bağlı önemli kalele rin elden çıkışına da engel olamıyor, hattâ devletini çöküşten kurtarmak için Haçlılara, zaman zaman para ödemek zorunda kalıyordu. Ayrıca devletine ait mem leketlerdeki ekonomik düzenin de bozulması sonucunda, yaşam şartlarının ağır laşması sebebiyle, kendisine karşı şiddetli bir muhalefet de başlamıştı, Bu sıralarda Antakya prensi Ta n k r e d , Haleb’in önemli bir kalesi olan Azaz’a saldırıya geç mek üzere idi. Onu durdurmak amacıyla R ı d v a n , 10 bin altın, at ve sair hay van ve eşya vermeyi önerdi ise de kabul edilmedi. Bu ciddi durum karşısında R ı d v a n , aralarının bozuk olmasına rağmen Dımaşk Selçuklu emîri T u ğ t e k i n ’ e başvurarak onu Haleb’e davet etti. Bu çağrıyı kabul edip Haleb’e gelen T u ğ t e k i n ile imzaladığı antlaşmaya göre “ Her ikisi, gerekli durumlarda, bir birlerine malî ve askerî yardımda bulunacak, T u ğ t e k i n , R ı d v a n ’ a tâbi olarak adına Dımaşk’ta hutbe okutup para bastıracaktır (1112 başları).” Daha sonra Dı-
SELÇUKLU D EVLETLER İ TARİHİ
393
maşk’a dönen T u ğ t e k i n antlaşma gereğince, D ım aşk'ta R ı d v a n adına hutbe
okutup para bastırdı. Bununla beraber, bu antlaşma uzun sürmedi. Şöyleki: T u ğ t e k i n , Kudüs kralı I. B a u d o u i n ’ in Dım aşk’a bağlı bazı yörelere saldırıya geçmesi üzerine, eski dostu Musul Selçuklu valisi M e v d u d ve R ı d v a n ’ a baş vurarak “ Kendisine yardıma gelmelerini” bildirdi. Emîr M e v d u d , beraberin de bazı emîrler olduğu halde, kuvvetleriyle birlikte, Suriye’ye gelip T u ğ t e k i n ’ in kuvvetleriyle birleşti. Fakat R ı d v a n , ancak T u ğ t e k i n ve M e v d u d ’ un, bir leşik Haçlı kuvvetlerini Taberiye’de yenilgiye uğratmalarından (Haziran 1113) he men sonra, 100 atlıdan oluşan bir kuvveti onlara göndermekle yetindi. Biraz önce antlaşma yaptığı R ı d v a n ’ ın bu garip tutum ve davranışına sonderecede kızan T u ğ t e k i n , onun adını, hutbe ve paralardan derhal çıkarttı (Ağustos 1113). Böy lece bu ittifak da hiçbir olumlu sonuca ulaşmadan bozulmuş oldu. M elik Rıdvan'ın ölümü ve tarihî kişiliği
Haleb Selçuklu D evleti’nin hükümdarı olan F a h r i i l m ü l û k R ı d v a n , kendisini oldukça yıpratan ve takattan düşüren şiddetli bir hastalık sebe biyle 10 Aralık 1113’de H a leb’de hayata gözlerini yumdu ve Meşhedülm elik’e gömüldü. Onun ölümünden sonra devlet yönetimi büsbütün bozuldu ve dolayısıy la ilerigelen devlet yöneticileri, onun kaybı sebebiyle büyük bir üzüntü ve ümit sizliğe kapıldılar. Kaynaklardaki bilgilere göre melik R ı d v a n , içinde çeşitli değerli eşyanın bulunduğu bir milyon altın değerinde bir hazine bırakmıştır.
R ı d v a n H a leb’de hükümdarlık tahtına oturduğu zaman Suriye ve Filistin Selçuklu D evleti’nin biricik hâkimi durumunda bulunuyordu. Fakat çok geçme den kardeşi D u k a k ’ ın, babası T u t u ş zamanında, devletin başkenti olan D ımaşk’ta ayrı bir devlet kurmayı başarmasından sonradır ki, Suriye ve Filistin Selçuklu Devleti, Haleb ve Dımaşk olmak üzere, iki ayrı kola ayrılmış oldu. Bu nunla birlikte melik R ı d v a n , kardeşinin Dımaşk ’taki hükümdarlığını tanıma yarak Suriye ve Filistin ile birlikte babasının hâkim olduğu bütün memleketleri yalnız kendi hükümdarlığı altında görmek ve birleştirmek siyasetini amaç edin mişti. O, bu amacını gerçekleştirmek için birçok kez girişimlerde bulunmuş ise de hemen hemen hiç bir başarı kazanamamıştır. Bunun en önemli sebebini, ken disinin pek kudretli bir kişiliğe sahip olmaması yanında, vaktiyle babasına hiz met etmiş olm aları d olayısıyla etra fın d a toplanan, başta atabeyi C e n a h ü d d e v l e H ü s e y i n olmak üzere, Y a ğ ı s ı y a n , A r t u k o ğ l u S ö k m e n ve l l g a z i , A b a k , A b a k o ğ l u Y u s u f vs. gibi birçok değerli ve işbilir emîr ve kumandanları hizmetinde tutmayı başaramamasında aramak yerinde olacaktır. Böylece adları geçen emirlerin maddî ve manevî destek ve yardımların dan yoksun bir duruma gelen R ı d v a n , babasının hâkim olduğu memleketleri elinde tutamadığı gibi, vaktiyle devletin üzerinde kurulduğu anavatan durumun da bulunan Filistin’in bile M ısır Fatımılerinin eline geçmesini önleyememiş ve so nunda hükümranlık alanı, ancak Haleb ve çevresini kapsayan bir devletin hâkimi durumuna düşmüştür. Onun, Dım aşk’ı kardeşinden alıp bütün Suriye ve Filistin
394
A Lİ SEVİM-ERDOĞAN MERÇİL
hâkimiyetini yalnız kendi üzerinde toplama amacını gerçekleştirebilme arzusu uğ runa, şiî Fatımî devletiyle bir ittifak yapması ve daha da ileri giderek H aleb ve yöreleri camilerinde sünnî hutbeyi kaldırıp, kısa bir süre de olsa, şiî hutbesi okut ması, o devir sünnî Islâm âlemi için hoş görülecek olumlu bir davranış olarak kabul edilmemiş, başta Bağdat halifesi ve Selçuklu sultanı olmak üzere, diğer devlet hükümdarları tarafından büyük bir tepkiyle karşılanmıştır. Bunun üzerine me lik R ı d v a n , uygulama alanına koyduğu bu kararını değiştirmek zorunde kal mıştır. Selçuklular tarihinde, imparatorluğun yöneticilerine karşı muhalif duruma düşen, gerek hanedan mensupları, gerekse emîrler, zaman zaman Fatımîlerle it tifak girişimlerinde bulunmuşlarsa da hiçbir zaman R ı d v a n ' ı n yaptığı gibi, hü kümranlıkları altında tuttukları memleketlerde sünnî hutbeyi kaldırıp şiî hutbesini okutmamışlardır. Haçlıların Orta - Doğu’ya girişleri ve sonunda Urfa, Antakya, Kudüs ve Trablusşam’da birer devlet kurmalarından sonra Haleb Selçuklu devleti, öteki bölge sel Müslüman emîrlik ve devletleri gibi, ciddî ve tehlikeli bir duruma düşmekten kurtulamadı. Bu devre içinde R ı d v a n , hâkimiyet alanlarını genişletme yerine, yönetimindeki şehir ve kalelerin savunması ile uğraşmak zorunda kaldı. Bu uğurda Haçlılara karşı mücadele amacıyla birleşik bir Islâm cephesi oluşturmak için, birçok kez girişimlerde bulunmuş ise de, bazan müttefiklerinin özel çıkar ve ent rikaları, bazan da kendisinin olumsuz, çekingen ve kuşkulu davranışları sonu cunda başarılı olamamıştır. Bütün bunlarla birlikte melik R ı d v a n ’ ın özellikle Haçlıların Suriye ve Filistin’e yerleşmelerinden sonra karşılaştığı büyük ve ciddî tehlikelere rağmen 18 yıl gibi pek kısa sayılmayan bir hükümdarlık devresinde, hâkim olduğu memleketlerin güven, sükûn ve mutluluk içinde yaşayabilmeleri için içtenlikle büyük çabalar gösterdiği kanısındayız. Haleb tarihçisi I b n ü l a d î m ’ in, “ Ölümünden sonra Haleb yönetiminin sonderecede elim bir duruma geldiğini ve bu sebeple devlet erkânının onun yokluğunu şiddetle hissetmiş olduklarını” özellikle belirtmesi, bu husustaki kanımızı destekler nitelikte bulmaktayız.
meli k a l p a r s l a n
devri
Melik R ı d v a n ’ ın ölümü üzerine, yerine 16 yaşındaki oğlu T a c ü d d e v l e A l p A r s l a n M u h a m m e d , hiçbir muhalefetle karşılaşmaksızm Haleb Selçuklu hükümdarı oldu. Bu sıralarda Haleb Selçuklu Devleti, çok ciddi ve ha yatî önem taşıyan iç ve dış sorunlarla karşı karşıya bulunuyordu. R ı d v a n ’ ın, çeşitli sebeplerin etkisi altında Haleb’de Suriye Batınîleri için bir propaganda mer kezi kurulmasına izin vermesi sonucunda, başta reisleri E b û T a h i r ve H a k i m e l - M ü n e c c i m olmak üzere, Batınî dâileri, Suriye ve özellikle H aleb’de büyük faaliyetler göstermekte idiler ve devlet yönetimine karışmaya, ordu safla rına girmeye başlamış bulunuyorlardı. Gerek propagandalarının etkisiyle, gerek se mal ve can güvenliklerini sağlama bakımından birçok kimseler, Batınî yanlısı olmak durumunda kalıyordu. Melik R ı d v a n ’ m ölümü sırasında H aleb’de bu lunan D e m l e ç o ğ l u H ü s a m ü d d i n de onların etkisi altında kalmış, hattâ yönetimi altında bulunan küçük bir kaleye nâib olarak İ b r a h i m A c e m î adlı bir Batınî dâisini atamıştı. Batmîler, özellikle R ı d v a n ’ ın ölümünden sonra âdeta Haleb yönetimini ellerine almış bir durumda idiler. Böylece içte, etkili bir Batınî baskısı altında bulunan Selçuklu devletinin, dışta, Haçlılarla olan ilişkileri son zamanlarda oldukça kritik bir safhaya girmişti. Özellikle Antakya Haçlı prensle ri olan B o h e m u n d v e T a n c r e d ’ in askerî faaliyetleri sonucunda, Haleb çev resindeki kaleler, birer birer elden çıkmış ve hattâ onlara her yıl 20 bin altın vergi ödenmek zorunda kalınmıştı, işte T a c ü d d e v l e A l p A r s l a n , Haleb Selçuk lu D evleti’nin yönetimini., içte ve dışta böyle ciddi tehlikelerle başbaşa bulundu ğu bir zamanda eline aldı. Bu sırada devlet işlerini, atabeği olması dolayısıyla B a b a adıyla anılan ve babası R ı d v a n ’ ın hâdimlerinden olan L ü 1ü adlı bir emîr yö netiyordu. Vezirlik makamında, R ı d v a n ’ ın değerli devlet adamlarından E b u 1f a z 1, ordu kumandanlığında G ü m ü ş t e k i n v e Haleb yerli muhafız kuvvetleri (Ahdas) kumandanlık görevinde ise Haleb reisi S â i d bulunuyorlardı. E b û T a h i r de R ı d v a n zamanından beri Suriye Batmîlerinin reisi olarak Haleb’de otur makta idi. Böylece Haleb Selçuklu Devletinin yönetici kadrosu, R ı d v a n devrindeki kadrosunu korumuş oluyordu. A l p A r s l a n , tahta geçer geçmez ilk icraat olarak, vaktiyle babasının koy durduğu birtakım vergileri kaldırdı, daha sonra da bir câriyeden olan kardeşi
396
A L İ SEVİM-ERDOĞAN MERÇİL
M u b a r e k ş a h i l e ö z kardeşi M e l i k ş a h ’ ı öldürttü. Mevcut kaynaklarda onun, iki kardeşini öldürme sebepleri belirtilmemişse de A l p A r s l a n ’ ın, biraz tec rübesiz bir genç olması dolayısıyla, bütün devlet işlerini, bizzat kendi elinde tu tabilme amacıyla, atabeği L ü 1ü ’ nün kışkırtmasıyla kardeşlerini öldürtmüş olduğu düşünülebilir. İlgili kaynaklar, vaktiyle babası R ı d v a n ’ ın, Haleb meliki olur olmaz, E b û T a l i b ve B e h r a m ş a h adlı iki kardeşini öldürdüğünü ifade ile, her iki olayda, ilginç bir benzerliğin bulunduğuna dikkat çekmişlerdir. D aim îlerle mücadele
Babası melik R ı d v a n ’ ın kendilerine karşı gösterdiği hoşgörü ve ılımlı dav ranış sonucunda, devlet yönetimine sızmayı başaran ve dolayısıyla etkili bir du ruma gelmiş olan Batınîler, genç ve tecrübesiz A l p A r s l a n zamanında, yönetimde etkinliklerini daha da arttırdılar ve kalabalık halk kitlelerini çeşitli yöntemlerle yandaşları durumuna soktular. Devlet yöneticileri ve H aleb ilerigelenleri, aşırı bir hale gelen bu Bâtınî baskısından ciddi olarak endişe duymakta idiler. Öte yandan R ı d v a n devrinden beri H aleb’deki Batınî faaliyetlerini ya kından izlemekte olan ve zaman zaman duruma uyarı niteliğinde müdahalelerde bulunan Büyük Selçuklu imparatoru sultan M u h a m m e d T a p a r , bu kez, genç melik A l p A r s l a n ’ a bir mektup göndererek “ Baban, Batınîler konusunda bana muhalefette bulunuyordu, fakat şimdi senden, benim evlâdım olarak, onları yok etmeni istiyorum” demek suretiyle Batmîlerle mücadele edip onları tamamıyla bertaraf etmesini bildirdi. Bu sırada, başta Haleb reisi S â i d olmak üzere, kent ilerigelenleri de melik A l p A r s l a n ’ a “ Batınîleri bertaraf etmesi” konusunda sürekli uyarı ve tavsiyelerde bulunmakta idiler ve “ Bu hususta kendisine yardım da bulunacaklarını” da bildirdiler. Bu uyarı ve tavsiyeler üzerine genç melik, derhal harekete geçti; başta Batınî reisi E b û T a h i r olmak üzere, H aleb’de bulunan öteki Batınî ilerigelenlerini birer birer yakalatıp derhal boyunlarını vurdurttu. Ayrıca 200 kadar Batınî yi yakalatıp mal ve paralarına el koydurduktan sonra bir kısmını hapse attırdı ve bir kısmını da öldürttü. Kurtulabilenler H aleb’den çıka rak Suriye’nin çeşitli kentlerine yerleştiler, hattâ bazıları da Haçlılara sığındılar. Bu arada Bâtınî yanlısı D e m l e ç o ğ l u H ü s a m ü d d i ı ı , H a leb’den bir fırsa tını bulup kaçarak Rakka’ya gitti. Böylece melik A l p A r s l a n , babası R ı d v a n ’ m yapmaya cesaret edemediği Bâtmîleri bertaraf etme hareketini büyük bir başarı ile sona erdirdi. Gerçekten Suriye’de, özellikle H a leb’de yerleşerek çeşitli yöntemlerle yandaş sağlamayı büyük bir başarı ile yürüten ve bu sebeple gittikçe çoğalan Batinîleri bertaraf etme girişimi, genç melik için övülmeye değer bir ha reket olarak tarihe geçmiştir. Tuğtekin ile işbirliği
Melik A l p A r s l a n , devlet ve Haleb ilerigelenlerinin destek ve yardımla rıyla Batmîlere kesin bir darbe vurarak onları bertaraf etmek suretiyle, devletin hayatî önem taşıyan bu iç sorununu cesaretle çözmeyi başarmıştı. Bununla bir
SELÇUKLU D E V LE TLE R İ TARİHİ
397
likte Haçlılarla etkin bir mücadelede bulunabilmek için, devletin içişlerinde da ha sağlam bir yönetim düzenine ihtiyaç duyulmakta idi. Mevcut yönetici kadrosu ise bu düzenlemeyi yapabilecek bir durumda görünmüyordu ve ayrıca, yönetici ler arasında da bir çekişme ve mücadelenin varlığı görülmekte idi. Bunun bir so nucu olarak A l p A r s l a n ’ m bazı yakın devlet erkânı, “ Dımaşk emîri atabek T u ğ t e k i n ’ e başvurarak onun yardımını sağlamasını” kendisine tavsiye ettiler. Bunun üzerine genç melik, T u ğ t e k i n ’ e bir mektup göndererek “ H aleb’e gelip devlet işlerini ve orduyu iyi bir düzene sokmasını” bildirdi. Onun bu çağrısını olumlu bulan T u ğ t e k i n , A l p A r s l a n ’ ın genç yaşta, tecrübesiz ve bu se beple küffârın ondan çekinmemesi ve dolayısıyla H a leb ’in herhangibir tehlikeye düşebileceği sebepleriyle, onun davetini kabulde hiç bir sakınca görmedi. Bununla birlikte o, vaktiyle babası R ı d v a n ’ ın çağrısına uyarak H a leb’e gidip onunla an laşmazlığa düştüğünü gözönüne almış olması dolayısıyla, bu kez, derhal H aleb’e gitmeyerek durumu görüşmek üzere, A l p A r s l a n ’ ı Dım aşk’a davet etti; ayrı ca o, melik olarak ona tâbilik ve bağlılığını göstermek amacıyla, Dım aşk’ta Sel çuklu devleti sultanı M u h a m m e d T a p a r ’ ın adından sonra, onun adını hutbelerde okutup, adına para bastırdı (Şubat 1114). T u ğ t e k i n ’ in çağrısı ve kendisine tâbiyetini bildirmesi üzerine melik A l p A r s l a n , kendisine yakın dev let adamlarıyla birlikte görüşmelerde bulunup kararlar almak için Dım aşk’a ha reket etti. A l p A r s l a n ve beraberindekileri Dım aşk’ın iki konak önünde karşılayan T u ğ t e k i n , onu Dımaşk kalesine çıkartarak vaktiyle amcası melik D u k a k ’ ın oturduğu meliklik tahtına oturttu; emîrlik ilerigelenleri de kendisi ne, ayakta tazimde bulundular. Melike, altın bir kap, değerli taşlarla işlenmiş bir kuş, bazı değerli eşya ve birkaç at armağan olarak takdim edildi, ayrıca berabe rindeki heyete de değerli armağanlar verildi, sonderecede izzet ve ikramda bulu nularak en iyi bir şekilde ağırlandı. Melik A l p A r s l a n ve beraberindekiler, Dım aşk’ta müzakerelerde bulunup bir süre kaldıktan sonra H aleb’e geri döndü ler. Anlaşma uyarınca, devlet işlerini düzenleyip yoluna koymak üzere, atabek T u ğ t e k i n de, beraberinde kalabalık bir askerî birlik olduğu halde, A l p A r s l a n ile birlikte Mart 1114 tarihinde H aleb’e geldi. Fakat çok geçmeden, T u ğ t e k i n ’ in önderliğinde Haleb yönetiminde tasarlanan düzenlemeye henüz başlanılmadan, melik A l p A r s l a n ’ m yüksek düzeydeki devlet yöneticilerini tutuklama, veya öldürtmeye başlaması, anlaşılması güç bir durum yarattı. Zira onun atabeği du rumunda bulunan ve devlet yönetimini tamamen kendi tekelinde tutmaya çalışan L ü l ü , T u ğ t e k i n ’ in yapacağı yeni düzenleme sonucunda, bertaraf edilme en dişesiyle, genç ve tecrübesiz melik üzerine, kuvvetle etkili olarak onu, mevcut yö neticilere karşı harekete geçirtti. Bunun sonucu olarak A l p A r s l a n , L ü l ü ve yakınlarının geniş çapta yardım ve destekleriyle konuğu T u ğ t e k i n ’ e haber ver meden, önce Haleb ordu kumandanı G ü m ü ş t e k i n ve öteki ordu ilerigelenlerini tutuklattı, daha sonra da yetenekli ve işbilir veziri E b u l f a z l ile babası R ı d v a n ’ ın gözde emirlerinden Haleb reisi S â i d ’ i yakalatıp hapse attırdı. Daha sonra H aleb’den uzaklaştırılan S â i d ’ in yerine Haleb Reisliğine İ b r a h i m F u r a t î atandı. Bu arada A l p A r s l a n , babasının hâdimi A l t u n t a ş , hâcipler-
398
A Lİ SEVİM-ERDOĞAN MERÇİL
den A l p t e k i n ve daha birçok değerli emirleri öldürtmekten çekinmedi. Melik A l p A r s l a n ’ ın kendisinden habersiz olarak giriştiği bu kanlı hareketleri doğ ru bulmayan ve bu sebeple sonderecede canı sıkılan T u ğ t e k i n , L ü l ü ve ya kınlarının tam anlamıyla hâkim olduğu Haleb yönetiminde tasarlanan düzenle melere girişme imkânı bulamadı. Kendisini, Dım aşk’a kadar gelerek Haleb yöne timini düzenlemesi için davet eden ve fakat H a leb’de tam uygulama safhasına gelindiği sırada, atabeği L ü l ü ’ nün etkisiyle bundan vazgeçen A l p A r s l a n ’ ın ilgisiz tutumu ve hattâ kendisiyle görüşmekten bile kaçınması sonucunda T u ğ t e k i n , H aleb’e geliş sebebi tamamen ortadan kalktığından, beraberindeki askerî ıs.'. .ıcu.'.eR ayrılarak Dımaşk’a döndü. Torununun kendisine karşı gi rişebileceği herhangi bir kötü hareketten korkup çekinmesi dolayısıyla R ı d v a n ’ ın annesi de T u ğ t e k i n ile birlikte H a leb’den ayrılıp Dım aşk’a gitti. Öldürülmesi
Atabek T u ğ t e k i n ’ in H aleb’den ayrılmasından sonra emîr L ü l ü , Haleb yönetiminin biricik ve rakipsiz hâkimi oldu. Bunun sonucu olarak o, melik A l p A r s l a n ’ a hiç danışmaksızın yönetimde tahakküme başladı; birçok kim selerin mal ve paralarına elkoyduktan başka, E b u l f a z l ’ ı b u kez, yeniden gö revine iade etti. Artık devlet yönetimiyle hiç ilgilenmeyen A l p A r s l a n , eğlence, zevk ve sefa ile günlerini geçirmekte, birtakım taşkınlıklar yapmakta idi. Hattâ bir keresinde o, birçok emîr ve komutanları Haleb kalesindeki bir yeraltı odasın da toplayarak onlara “ Burada, hepinizin boynunu birisi vuracak olursa buna ne dersiniz” demiş, korku ve heyecana kapılan emîr ve kumandanlar “ Ey Efendi miz, biz senin köleleriniz ve senin buyruğunun altındayız” demişler ve sonunda, işi biraz şakaya dönüştürerek yeraltı odasından çıkmayı başarmışlardır. Bununla birlikte devletin ilerigelen bu mülkî ve askerî yöneticileri, A l p A r s l a n ’ ın bu garip davranışlarından ciddî şekilde endişeye kapıldılar. Öte yandan devletin tek hâkimi durumunda bulunan ve melikin, kendisine karşı da herhangibir olumsuz hareketinden endişelenen atabek L ü l ü , bunu fırsat bilerek A l p A r s l a n ’ ı or tadan kaldırmayı planladı. O, başta emîr K a r a c a olmak üzere, birçok ilerigelen emîr ve kumandanın destek ve yardımını sağladıktan sonra Eylül 1114 tarihinde, kaledeki odasında bulunduğu bir sırada, melik A l p A r s l a n ’ ı öldürtmeyi başardı. Bir yıla yakın bir süre Haleb Selçuklu Devleti tahtında kalan melik A l p A r s l a n , çok genç, tecrübesiz ve heyecanlı bir mizaca sahip olması dolayısıyla, yö netimde bir varlık gösteremedi; ancak, başta atabek L ü l ü olmak üzere, öteki bazı devlet ilerigelenlerinin etki, telkin, destek ve yardımlarıyla Bâtınîlerin H a leb’deki faaliyetlerine son vermeyi başardı. Bununla birlikte o, Haçlı tehlikesine karşı önlem alma hususunda başarılı bir girişimde bulunamadı. Ancak yönetimde âde ta diktatörlüğünü ilân eden atabek L i i l ü ’ nün yetki çıkarı uğruna giriştiği kış kırtmalar sonucunda devletin birçok değerli mülkî ve askerî erkânını, ya işten el çektirmiş, veya öldürtmekten çekinmemiştir. Böylece A l p A r s l a n ’ m bir yıllık hükümdarlığı tamamen L ü l ü ’ nün kanlı tahakkümü altında geçmiş oldu.
VI. MELİK SULTANŞAH DEVRİ Lülü’ nün dikta yönetimi
Haleb yönetimini kendi tekelinde toplayan atabek L ü 1ü , melik A l p A r s 1a n ’ ı öldürtmek suretiyle ortadan kaldırdıktan sonra, daha henüz altı yaşında bir çocuk olan kardeşi S u l t a n ş a h ’ ı Haleb Selçuklu tahtına geçirdi. S u l t a n ş a h ’ ın bir tür nâibi sıfatıyla kent kalesine de yerleşen L ü 1ü , yakın arkadaşı Y a r u k t a ş ’ ı ordu kumandanlığına getirdi; böylece devletin tek hâkimi duru muna gelmiş oldu. L ü 1ü , ilk icraat olarak E b u l f a z l ’ ın mal ve paralarına elkoyduktan sonra görevinden alarak, yerine E b u r r e c a ’ yı atadı ise de kısa bir süre sonra bütün mal varlığına elkoyarak onu da azletti, eski vezir E b u l f a z l ’ ı yeniden vezaret makamına getirdi. Daha sonra L ü 1ü ve ordu kumandanları, hâ la Haleb için ciddiyetini korumakta olan Haçlı tehlikesine karşı, atabek T u ğ t e k i n veliteki bölgesel Müslüman emirlere mektuplar göndererek onları yardıma çağırdılar. Fakat daha önce, melik A l p A r s l a n devrinde, devletin iç ve dış iş lerini düzenleyip önlemler alması için kendisine başvurulup H a leb’e davet edi len, fakat tavsiye ve görüşleri alınmayan T u ğ t e k i n , güvenememesi dolayısıyla, H a leb ’in bu çağrısına hiçbir cevap vermediği gibi, başvurulan öteki emîrler de buna ilgisiz kaldılar. Böylece Haleb tarihçisi I b n ü l a d î m ’ in belirttiği gibi, “ Ne gariptir ki, Haleb gibi, Kuzey - Suriye’nin en önemli ve merkezî durumunda bulu nan kentine hiçbir Müslüman emîr sahip çıkmıyor ve Haçlı tehlikesi de sürüp gidiyordu” . Öte yandan H aleb’deki ekonomik durum da iyi değildi. Haleb top raklarının büyük bir bölümünde Haçlı istilâsı ve işgaline uğraması sebebiyle, çok az ekim yapılabiliyor, hâzinede para kalmadığı için ordu ve memleket ihtiyaçları karşılanamıyordu. Buna bir önlem almak amacıyla L ü 1ü , kadı E b û C â n i m M u h a m m e d ’ in yönetiminde, Haleb bölgesinde pek çok köy sattırdı ve elde edi len paraların kale, ordu ve memleket ihtiyaçlarına sarf işini bizzat kendisi yürüt tü. Bu sıralarda, 29 Kasım 1114 gecesi, Kuzey - Suriye’de, H aleb’i de etkisine alan şiddetli bir deprem oldu. H aleb’de bir kısım kale duvarları ile Antakya Kapısı burcunu yıkan bu deprem, birçok insanın ölümüne sebep oldu. Aynı şekilde H a leb’e bağlı Azaz ilçesinin kalesi de harap oldu. Böylece, esasen gerek Haçlı tehli kesi, gerekse iç yönetimin zalim baskısı ile en kötü ve mutsuz günlerini yaşayan
A L İ SEVİM -ERDOĞAN MERÇİL
400
Haleb halkı, deprem dolayısıyla da yeni ve daha güç yaşam şartlarıyla başbaşa
kalma durumuna düşmüş oldu.
Büyük Selçuklu sultanına başvuru
Haleb Selçuklu Devleti ’nin içte ve dışta çok hayatî tehlikelerle başbaşa kal
ması, yönetimi tamamen elinde tutan atabek L ü 1ü ’ yü ciddî endişelere düşür dü. Daha önce, önlem ve çare aramak amacıyla başvurduğu T u ğ t e k i n ve öteki komşu Müslüman emirlerden herhangibir olumlu sonuç alamamıştı. H aleb’i için de bulunduğu bu güç durumdan kurtarmak ümidiyle bu kez o, Büyük Selçuklu imparatorluğu sultanı M u h a m m e d T a p a r ’ a bir mektupla başvurarak “ R ı d v a n ve oğlu A l p A r s l a n ’ ın bıraktıkları hâzinelerle birlikte H a leb’i kendisi ne teslim edeceğini ve bu sebeple asker gönderilmesini” bildirdi, imparatorluğun vasallarmdan M ardin emîri A r t u k o ğ l u I l g a z i ile Dımaşk emîri T u ğ t e k i n ’ in isyan halinde bulunduklarını ve ayrıca Haçlılarla da ittifak yaptıklarını haber alan sultan M u h a m m e d T a p a r , her iki vasal emîrin cezalandırmala rına karar vermişti. Bu amaçla o, Hemedan emîri P o r s u k ’ u, Ç a v u ş B e y ( C ü v u ş B e y ) ve G ü n d o ğ d u ile birlikte Musul ve Elcezire kuvvetlerinin de katılacağı büyük bir orduya başkumandan atayarak ona “ Önce, isyan halinde bu lunan I l g a z i ve T u ğ t e k i n ’ e karşı savaşması, onları yola getirdikten sonra da Haçlılara karşı mücadeleye girişmesi” buyruğunu verdi. Derhal harekete geçen P o r s u k ’ un kumandasındaki kalabalık Selçuklu ordusu, Fırat ırmağını geçe rek (Mayıs/Haziran 1115) Haleb yönüne hareket etti. Ordunun H aleb’e yaklaşmakta olduğu sıralarda emîr P o r s u k , L ü l ü ve Y a r u k t a ş ’ a sultanın mektubunu göndererek “ H aleb’in derhal kendisine teslimini” istedi. Fakat yönetimi elinden bırakmak niyetinde olmayan L ü l ü , daha önce, kentin ve hâzinesinin teslimi ko nusunda sultana verdiği sözden dönerek P o r s u k ’ a hiçbir cevap göndermedik ten başka, imparatorluğa isyan halinde bulunan I l g a z i ve T u ğ t e k i n ’ e elçiler göndererek “ H aleb’i kendilerine teslim edeceğini, bu sebeple süratle H aleb’e gelmelerini” bildirdi. L ü l ü ’ nün önerisini bu kez içtenlikle yapıldığı kanısına varan T u ğ t e k i n , müttefiki 11g a z i ile birlikte derhal H a leb’e gelerek Selçuk lu ordusuna karşı savunma hazırlıklarına girişti. Öte yandan Selçuklu ordusu, Bâlis’e erişince emîr P o r s u k , H a leb’in adları geçen iki emîr tarafından işgal edildiği ve kendisiyle savaşa hazır duruma geldiklerini haber aldı; bunun üzerine şehre girmekten vazgeçip yolunu değiştirerek Dım aşk’a bağlı olan H a m a ’ya yü rüyüp kuşattı ve çok geçmeden de işgal etti. P o r s u k , sultanın buyruğu üzerine, burasını Humus emîri H a y ı r H a n ’ a verdi. Öte yandan T u ğ t e k i n , I l g a z i ve Haleb kumandanı Y a r u k t a ş , müttefikleri olan Antakya prensi R o g e r ’ in yanma giderek ondan “ Dımaşk ve H a m a ’y ı, sultanın ordusuna karşı savunabil meleri için kendilerine askerî yardımda bulunmasını” istediler. Bunun üzerine, P o r s u k ’ a karşı girişilecek savaş için Kudüs kralı B a u d o u i n ile Trablus prensi P o n s ve öteki Haçlı kumandanları, R o g e r ve müttefiklerine yardım amacıyla, Antakya’ya geldiler. Kış mevsiminin yaklaşmakta olması dolayısıyla Selçuklu or-
SELÇUK LU D E V LETLER İ TARİHİ
401
duşunun harekâtını sürdürmeyip geri çekileceği ihtimalini düşünen müttefikler, saldırıya geçmeyi uygun bulmayıp Efâmiye kalesi önlerinde karargâh kurdular. Müttefik ordusu ile, Şeyzer’de konaklayan Selçuklu ordusu, birbirlerine karşı sal dırıya cesaret edemeyerek iki aya yakın bir süre, cephe almış bir durumda, bir birlerini kolladılar. Eylül ortalarına doğru, her iki taraf çekilip memleketlerine gittiler. Bu arada Y a r u k t a ş d a kuvvetleriyle birlikte H a leb’e geldi, fakat bilin meyen bir sebeple L ü 1ü tarafından tutuklanıp hapse atıldı. Bu sıralarda Selçuklu ordusu, Haçlıların elinde bulunan Kefertab’a yürüyüp fethettikten sonra yine Haçlıların elindeki Efâmiye 9yi kuşattı ise de sağlam surla ra sahip olan bu kaleyi alamadı; güneye inip Haçlı işgaline uğrayan M aarretünnûman üzerine yürüdü. Selçuklu kuvvetlerinin gelmesi dolayısıyla bu bölge halkı, büyük sevinç gösterileri yaparak birçok yerleri yağma ettiler. Bu arada yönetimi Y a r u k t a ş ’ a ait olan Buzâa, Selçuklu kumandanlarından Ç a v u ş B e y tara fından elegeçirildi. Öte yandan Selçuklu ordusu, fetih girişiminde bulunmaksı zın Maarretünnûman ’dan ayrılarak başlarında P o r s u k ve Rahbe emîri C a n d a r olduğu halde, H a leb’e yöneldi. Fakat Haleb yönetimini elinde tutan L ü 1ü , Sel çuklu ordusunun bütün hareketlerini dikkatle izliyor ve bundan, müttefiki A n takya prensi R o g e r ’ i haberdar ediyordu. Selçuklu ordusunun savunmasız olarak önden gönderilen bütün ağırlıkları, H aleb’in güney-batı yörelerinde, Selçuklu or dusunun hareketini saat saat izleyip bilgi alan Antakya prensi R o g e r tarafından baskına uğratılıp tamamen elegeçirildi ve bunları getiren askerlerin hemen hepsi kılıçtan geçirildi. Geriden bölük bölük gelen Selçuklu kuvvetlerinden bir kısmı nın da R o g e r tarafından tuzağa düşürülüp yok edilmesi üzerine, Selçuklu ordu su İran’a döndü. Böylece Haleb ve çevresini Haçlı tehlikesinden kurtarmak amacıyla, Selçuklu sultanı M u h a m m e d T a p a r ’ a başvuran L ü 1ü , Haleb hâ kimiyetinin elinden çıkacağı düşüncesiyle, imparatorluğa isyan halinde olan T u ğ t e k i n ve l l g a z i ile birlikte sultana karşı Haçlılarla ittifak yapmak suretiyle, H a leb’i elinde tutmayı başarmış oldu. Selçuklu ordusunun Haleb yörelerinden ayrılmasından sonra L ü 1ü , bir sü
reden beri hapiste tuttuğu Haleb ordu kumandanı Y a r u k t a ş ’ ı bağışlayarak ha pisten çıkardı ve ona, eskiden sahip olduğu Buzâa vesair yerlerin yönetimlerini geri verdi. Bununla birlikte Y a r u k t a ş , H aleb’de L ü 1ü ’ nün maiyyetinde ken dini güvence altında görmeyip Dım aşk ’a T u ğ t e k i ıı ’ iıı yanına giderek onun hiz metine girmek zorunluluğunu duydu. Onun gelişinden çok memnun olan T u ğ t e k i n , kendisine Haçlılardan aldığı Hum us ’a bağlı Rafeniyye ’yi verdi. Lülü’ nün sonu
Gerek melik A l p A r s l a n , gerekse onu öldürttükten sonra yerine geçirdi ği çocuk yaştaki S u l t a n ş a h zamanlarında, H a leb’de yönetime tam anlamıyla hâkim olan hâdim L ü 1ü , iki yıla yakın bir süre içinde, devletin tam bir çıkmaza giren iç ve dış sorunlarını çözmede hemen hiç başarı gösteremedi, hattâ Haleb iktidarı uğruna, tâbi olduğu Büyük Selçuklu Im paratorluğu’na karşı Haçlılarla
402
A Lİ SEVİM -ERDOĞAN M ERÇİL
oluşturulan ittifaka dahi girmekten geri kalmadı. Böylece kuşku ve korkusu se bebiyle Haleb yönetiminde kalmak istemediği anlaşılan L ü 1ü , dikta yönetimi sı rasında sağladığı mal, hazine ve bir miktar askerle birlikte, azledilen veya izlenmekten kaçan birçok emîr ve devlet adamlarının sığınak yeri haline gelen Câber kalesine gitmek amacıyla, H a leb’den ayrıldı (1116). H aleb’in doğu yönünde Nâdir kalesine gelince beraberinde bulunan emîr S u n g u r , askerlere “ Melik A l p A r s l a n ’ ı öldürüp hâzinesini alarak kaçmakta olan L ü 1ü ’ yü böyle ser best mi bırakıyorsunuz?” demiş ve daha sonra Türkçe olarak “ Tavşan, tavşan” diyerek onu avlamalarını bildirmiştir. Bunun üzerine askerler, önce gerçekten L ü 1ü ' nün avlanmakta olduğunu sandılarsa da çok geçmeden attıkları oklarla onu hemen orada öldürdüler. L ü 1ü ’ nün öldürülmesinden sonra askerler, onun hâ zinesini H a leb’den gelen bir devlet temsilcisine teslim ettiler. Böylece L ü 1ü ’ nün Haleb yönetimindeki tahakküm ve dikta rejimi sona ermiş oldu.
Yaruklaş’ ın yönelim i elegeçirm esi ve icraatı
Haleb Selçuklu meliki S u İ t a n ş a h ’ m diktatör nâibi durumunda bulunan atabek L ü 1ü ’ nün ölümünden sonra Haleb yönetiminde uzun süreden beri gö rülen buhran daha da arttı. L ü 1ü ’ nün H aleb’den kaçması üzerine kale, R ı d v a n ’ ın kızı S u l t a n ş a h ’ ın ablası  m i n e H a t u n ’ un yönetimi altına geçmişti. Fakat ancak iki gün sonra, daha önce, T u ğ t e k i n ’ in hizmetine girdi ğini gördüğümüz ve Haleb olaylarını yakından izleyen eski Haleb ordu kumanda nı Y a r u k t a ş , büyük bir ihtimalle T u ğ t e k i n ’ in tavsiyesi üzerine, Dımaşk’tan süratle gelerek Haleb yönetimini, bir nâib sıfatıyla eline almayı başardı. Başka bir rivayete göre ise, kendisine, sultan M u h a m m e d T a p a r tarafından Rahbe ve Haleb yönetimi verilen ve şehri daha kolay elegeçirmek amacıyla, Rahbe’ye yerleşen A k s u n g u r P o r s u k î , H aleb’den ayrılıp doğu yönüne kaçmakta olan L ü 1ü ’ ye, birkaç adam göndererek hile ile öldürtmeyi başardı. Bunun üzerine A k s u n g u r , Rahbe’den ayrılıp Haleb yönüne hareket etti. Ote yandan L ü 1ü ’ nün beraberinde bulunduğu anlaşılan bazı emîrler, kuvvetleriyle birlikte hare kete geçerek Haleb yönetimini ellerine geçirmek için süratle H aleb’e yöneldilerse de R ı d v a n ’ m hâdimlerinden Y a r u k t a ş , onlardan daha çabuk davranarak H aleb’e gelip  m i n e H a t u n ’ dan yönetimi teslim aldı. Öte yandan Haleb’i teslim almak üzere Bâlis’e erişen A k s u n g u r (Mayıs 1117), Y a r u k t a ş ’ a ve Haleb halkına elçiler göndererek “ Kentin kendisine teslimini” istedi ise de cevap ala madı. Böylece H aleb’e hâkim olamayan A k s u n g u r , Bâlis’ten H um us’a, daha sonra da T u ğ t e k i n ’ in yanına Dım aşk’a gitti. T u ğ t e k i n , onu sonderecede iyi bir şekilde ağırladı ve “ H a leb’i elegeçirmesi için kendisine yardımda bulunacağına” da söz verdi. Böylece S u l t a n ş a h ’ m Haleb yönetiminin başına geçmeyi başaran Y a r u k t a ş , ilk iş olarak, kendisi için de herhangi bir harekete girişmelerini önlemek amacıyla, hâdim L ü 1ü ’ yü öldüren bir kısım H aleb aske rini yakalatıp etkisiz hale getirdi; ancak bunlardan bazıları, H aleb’den kaçarak A k s u n g u r ’ un hizmetine girdiler.
SELÇUKLU D E V LETLER İ TARİHİ
403
Haleb hâkimiyetini kaybetmemek, yani A k s u n g u r ’ un herhangibir hare
ketine engel olmak amacıyla Y a r u k t a ş , daha önce, L ü l ü ’ nün müttefiki ol muş bulunan M ardin Artuklu emîri 11g a z i ve Antakya Haçlı prensi R o g e r ’ e birer mektup göndererek onları kendisine yardıma çağırdı. Bu çağrı üzerine, derhal kuvvetleriyle birlikte Haleb yörelerine gelen R o g e r , Y a r u k t a ş ile yaptığı an laşma gereğince, M ekke’ye giden hacıların para ödeyerek faydalandıkları Haleb - Selemiyye - Dımaşk yolu üzerindeki Kubbe kalesi ile bir miktar para aldı. Böy lece Y a r u k t a ş ’ ın, H aleb’deki iktidarını koruma uğruna R o g e r ’ le yaptığı bu antlaşma sonunda, Haleb Selçuklu yönetiminin zaten bozuk olan siyasî ve ekono mik durumu büsbütün buhranlar içine düşmüş oldu. Daha henüz yönetime atan masından bir ay geçmeyen Y a r u k t a ş , yönetime tam anlamıyla hâkim olmak amacıyla, daha önce L ü l ü ’ nün yaptığı gibi, kent kalesine çıkarak oradaki ku mandanları bertaraf edip, kaleyi elegeçirme girişimlerinde bulundu. Fakat henüz uygulama safhasına geçmeden onun bu girişimini haber alan kumandanlar, başta  m i n e H a t u n olmak üzere, S u l t a n ş a h ’ ın ablalarının buyruğu ile onu ya kalatıp görevine son verdikten sonra H aleb’den uzaklaştırdılar. Çok geçmeden Y a r u k t a ş ’ ın yerine, Haleb ordu kumandanı E b u l m e a l i M u h s i n atandı, kale kumandanlığına da R ı d v a n ’ ın hâdimlerinden birisi getirildi. D evletin yıkılışı
Bundan önceki kısımlarda görüldüğü üzere, H aleb Selçuklu tahtında bulu nan S u l t a n ş a h ’ ın küçük yaşta bir çocuk olması dolayısıyla, bir tür nâiblik yetkileriyle yönetimi ellerinde tutan devlet adamlarının tahakküme varan yöne timleri ve sık sık artırılan vergilerin halk üzerinde yarattığı ağır durum yanında, Haçlıların sürekli saldırı ve baskıları sonucunda, onlarla yapılan ve şartları, maddî ve manevî yönden oldukça ağır olan antlaşmaların dayanılmaz yükleri, devletin otoritesini ve ekonomik durumunu ciddî bir şekilde sarsmakta idi; öyleki Haleb, bir saldırı sonucunda Haçlıların eline geçebilecek bir hale gelmiş bulunuyordu. Böylece Haleb için durumun ağırlığını ve korkunçluğunu düşünen yöneticiler, Sel çuklu sultanı ve öteki Müslüman hükümdarlardan yardım ümitlerini keserek de rin bir ye’s içine düşmüşlerdi. Bütün bu sebeplerle onlar, kent ilerigelenleri ve kumandanlarından oluşan bir heyeti, çok sayıda Türkmen kuvvetine sahip olan ve uzun bir süre sultan M u h a m m e d T a p a r adına, Bağdat askerî valiliği gö revini başarı ile yürütmesi dolayısıyla, yönetim işlerinde beceri kazanan M ardin Artuklu emîri 11g a z i ’ ye göndererek “ H aleb’e gelip yönetimi ele almasını ve Haç lılarla mücadele etmesini” bildirdiler. M ard in’e gelen Haleb heyetinin önerileri ni kabul eden I l g a z i , beraberinde oğlu T e m ü r t a ş ve bazı yakın adamları olduğu halde, az sayıda bir kuvvetle H a leb’e geldiyse de bu kez, yöneticiler ara sında, kendisinin içeri alınıp alınmaması konusunda anlaşmazlık çıktı. Bunun üze rine İ 1g a z i , derhal Haleb’den ayrıldı; fakat onun şehre girmesine karşı koyanların ikna edilmesi sonucunda, bir kısım kumandanlar, süratle 11g a z i ’ ye yetişerek ondan özür dileyip, geri dönmesini bildirdiler. Bunun üzerine I l g a z i , onlarla birlikte H aleb’e geldi; doğruca kaleye çıkıp teslim aldıktan sonra buradaki asker
404
A L İ SEVİM -ERDOĞAN MERÇİL
leri ve yöneticileri çıkartarak kendi asker ve adamlarını yerleştirdi. Böylece mül kî ve askerî yönetimi eline alan 11g a z i , kalede meliklik sarayında oturan S u l t a n ş a h v e aile bireylerini buradan çıkararak başka bir eve nakledip onları âdeta göz hapsine aldı. Böylece Suriye ve Filistin Selçuklu D evleti’nin Haleb Ko lu fiilen sona ermiş oldu (1117/18). Daha sonra I l g a z i , S u l t a n ş a h adına devlet işlerini yürüten E b u 1m e a 1i ’ yi azlettikten başka, bunların hizmetinde bulu nan öteki bütün yöneticileri de tutuklattı. Fakat öte yandan H a leb’de ekonomik durum henüz düzelmemişti; halkın kendilerine yüklenen ağır vergileri ödeyeme meleri sonucunda, vergiler toplanamıyor güçlükle tahsil edilenler ise 1 1g a z i ve askerlerinin ihtiyaçlarını bile karşılayacak bir düzeyde bulunmuyordu. Haleb Sel çuklu D evleti’ııe böylece fiilen son veren I l g a z i , yönetimi eline aldığı zaman melik R ı d v a n ’ ın bıraktığı devlete ait hazine ve paraların, sonradan yönetime hâkim olan nâib niteliğindeki hâdim ve yandaşları tarafından tamamen bitirilmiş olduğunu ve yiyecek depolarının da bomboş bulunduğunu gördü, ilk önlem ola rak 11g a z i , bu hâdim ve yandaşlarından birçoğunu yakalatıp gasp ettikleri dev lete ait mal ve paraları ellerinden alarak meliklik hâzinesine iade etti. Sultanşah’ m eonu
Yukarıda görüldüğü üzere, I l g a z i tarafından bütün ailesiyle birlikte hüküm darlık sarayından alınarak başka bir evde ikâmete mecbur edilen S u l t a n ş a h ve ailesi, babası 11g a z i ’ ye karşı isyan ederek bir ara H aleb’de yönetimi elegeçiren S ü l e y m a n tarafından H aleb’den uzaklaştırıldı. Bunun üzerine onlar, C âber kalesine gidip emîr M â 1i k ’ in yanında oturmak zorunda kaldılar. Fakat çok geçmeden I l g a z i , H a leb’e gelerek isyanı bastırdıktan sonra Câber kalesine sığı nıp yerleşen S u l t a n ş a h ve ailesini yeniden H aleb’e getirtti. I l g a z i ’ nin ölü mü (19 Kasım 1122) üzerine, nâibi durumunda bulunan yeğeni S ü l e y m a n , H aleb’e hâkim olmakta güçlük çekmedi. Fakat I l g a z i ’ nin ölümünden istifade eden Kudüs kralı II. B a u d o u i n , Haleb üzerine yeniden saldırılara başlıyarak Buzâa ve Bîre gibi iki önemli kaleyi elegeçirdi. Bu saldırıları durdurmak amacıy la S ü l e y m a n , kralla barış yaparak Esârib kalesini de terk etmek zorunda kal dı (Nisan 1123). Böylece Haçlılar tarafından yeniden ve ciddî bir şekilde kuşatılmış bir duruma gelen Haleb, I l g a z i ’ nin öteki yeğeni ve Haçlılara büyük darbeler vuran B e l e k G a z i tarafından elegeçirildi (Haziran 1123) ve böylece şehir, Haçlı istilâsına karşı daha kuvvetli bir hale gelmiş oldu. B e l e k , yönetimi elegeçirmek amacıyla, herhangibir harekete girişmesine meydan vermeden S u l t a n ş a h ve ailesini, H a leb’den çıkarıp H arran’a göndererek orada ikâmete mecbur etti. B e le k ’ in M enbic kuşatması sırasında, kaleden atılan zehirli bir okla yaralanıp öl mesi üzerine, beraberinde bulunan M ardin Artuklu emîri I l g a z i o ğ l u Temürtaş (Demirtaş), Mayıs 1124’de H aleb’e gelerek şehri hâkimiyeti altına aldı. H aleb yönetiminde birtakım değişiklikler yapan T e m ü r t a ş , B e l e k tarafın dan Harran’a sürülen S u l t a n ş a h ’ ı buradan Mardin’e getirterek kalede bir oda da hapsettirdi. Fakat çok geçmeden S u l t a n ş a h , kaleden iplere tutunarak kaçmayı başardı; önce D â râ ’ya, oradan da Hasankeyfe Artuklu emîri S ö k m e n
SELÇUKLU D E V LETLER İ TARİHİ
405
o ğ l u D a v u t ’ un yanına gitti. Burada da çok kalmayan S u l t a n ş a h , H a leb’e yeniden hâkim olmak amacıyla, Suriye’ye gelerek Selçuklu vasalı H ille emîri D ü b e y s ile birleşerek T e m ü r t a ş aleyhine bir ittifak yaptı. Ote yandan H aleb ka lesinde tutsak bulunan ve fakat T e m ü r t a ş ile yaptığı bir antlaşma sonucunda salıverilen kral II. B a u d o u i n , bu kez, T e m ü r t a ş aleyhine D ü b e y s ile bir ittifak yaptı. D ü b e y s , krala “ Haleb halkının Arap olması dolayısıyla, kentin kolayca elegeçirebileceği” konusunda garanti verdi. Böylece T e m ü r t a ş ’ a kar şı D ü b e y s , S u l t a n ş a h ve II. B a u d o u i n ’ den oluşan bir ittifak meydana gelmiş oluyordu. H a leb’i kesinlikle ellerine geçirmeye karar veren müttefikler, “ Haleb yönetiminin S u l t a n ş a h ile D ü b e y s ’ e bırakılması ve kentten elde edi lecek mal ve paraların Haçlılara verilmesi” hususunda anlaşmaya vardılar. Çok geçmeden müttefikler, T e m ü r t a ş ’ m H a leb’i savunma amacıyla hazırlıklarda bulunmak için M ard in’e gitmesinden istifade ile harekete geçmekte gecikmediler. D ü b e y s ve J o s c e l i n , kendilerine katılan S u l t a n ş a h , Bâlis emîrî Artuklu Y a ğ ı s ı y a n , Devser kalesi hâkimi I s a ve II. B a u d o u i n ile birlikte H a leb’i kuşatıp sıkıştırmaya başladılar. Şehir önlerinde Müslüman kuvvetlerin 100, Haç lıların da 200 olmak üzere 300 müttefik çadırı kuruldu ve bunların üzerlerinde kralın, S u l t a n ş a h ’ ın ve D ü b e y s ’ in bayrakları çekildi. Öte yandan T e m ü r t a ş , H aleb’i Haçlı saldırısına karşı güçlü bir savunma yapabilmek amacıyla, as ker toplamak üzere, M ard in’e gitmişti. H a leb’de, kendisinin naibi olarak, 500 atlı bir kuvvetle amcaoğlu S ü l e y m a n ve hâcib Ö m e r ile kadı E b u l f a z l bulunu yorlardı. Kenti kuşatan kuvvetlerin giriştikleri zulüm ve çirkin hareketler ve özel likle ırktaşları D ü b e y s ’ in Haçlılarla birleşmiş olması gibi çirkin ve haince davranışı, H alebliler üzerinde derin bir nefret duygusu uyandırdı ve bunun bir tezahürü olarak onlar, zaman zaman surlar üzerine çıkarak kafiyeli olarak “ Ey uğursuz, hâin D ü b e y s ’ ’ diye bağırmaktan kendilerini alamadılar. Kuşatmanın uzun sürmesi sonucunda halk, büyük bir yiyecek sıkıntısına düştü. Her iki taraf arasında kuşatmanın kaldırılması konusunda elçiler gidip geldi ise de başarı sağ lanamadı. Kuşatmanın getirdiği bu sıkışık ve güç durumdan bir an önce kurtul mak amacıyla, özel bir Haleb heyeti, gede karanlığından istifade ile gizlice H a leb’den çıkıp M ard in’e T e m ü r t a ş ’ a giderek ona, “ H aleb’de çok sıkı ve da yanılmaz bir baskı altında tutulduklarını ve bu yüzden ciddi ve tehlikeli bir du rumla karşı karşıya geldiklerini” bildirdiler. T e m ü r t a ş , heyete yardım vaadinde bulundu ise de bu sırada, H aleb’den gelen ve “ Halkın ölü eti yiyecek derecede sıkıntıya düştüğü” ifadesini içeren mektubun bir tesadüf eseri olarak eline geç mesi üzerine, buna sonderecede kızdı ve “ Şu sefillerin yaptığı işlere bakınız, işin bu derecede sarpasardığmı gizleyip beni yardıma çağırıyorlar” diyerek onları şid detle azarladı ve H aleb’e gitmekten vazgeçti, hattâ yardımcı kuvvet de gönderme di. Bunun üzerine gizlice M ard in’den kaçmayı başaran Haleb heyeti, M u su l’a giderek ağır hasta bulunan emîr A k s u n g u r P o r s u k î ’ den “ H aleb’i kurtar ması için” ricada bulundular. Kısa bir süre sonra iyileşen A k s u n g u r ’ un, kuv vetleriyle birlikte Haleb’e gelmesi üzerine, müttefik kuvvetler kuşatmayı bırakarak çekildiler.
VII. DIMAŞK SELÇUKLU DEVLETİ MELİK DUKAK DEVRİ Devletin kuruluşu
Suriye ve Filistin Selçuklu hükümdarları T â c ü d d e v l e T u t u ş , S ü l e y m a n ş a h ’ ın ölümüyle sonuçlanan savaşa girişmesi ve bir buhrana sebep olması dolayısıyla, kendisine kızgın bulunan kardeşi sultan M e l i k ş a h ’ m gönlünü alıp yeniden teveccühünü kazanmak amacıyla, oğlu E b û N a s r Ş e m s ü l m ü l û k D u k a k ’ ı, ikinci kez hilafet başkenti Bağdat’ı ziyaret etmekte olan (1092 sonları) sultana göndermiş ve hattâ onun kızlarından birisiyle nişanlamıştı. Fa kat bir süre sonra sultanın Bağdat’ta ölümü üzerine D u k a k , sultanın karısı T e r k e n H a t u n ve oğlu M a h m u t ile birlikte imparatorluk başkenti İsfahan’a gitmişti. Daha sonra gizlice T e r k e n H a t u n ’ dan ayrılan genç D u k a k , Sel çuklu saltanatının kuvvetli adayı B e r k y a r u k ’ a gelerek onun hizmetine gir diyse de, saltanat sorununda, babasıyla hasım duruma düşmesi dolayısıyla, ondan da ayrılarak babasına katıldı ve Rey savaşında babasının yanında yer aldı. Fakat savaşta T u t u ş ’ un yenilip öldürülmesi üzerine D u k a k , babasının emirlerin den A y t e k i n ve bir askerî birlikle savaş alanından sağ salim uzaklaşarak D i yarbakır üzerinden H aleb’e geldi. Bu sırada kardeşi R ı d v a n , H aleb’de bir Selçuklu Devleti kurmuş bulunuyordu. Genç D u k a k , R ı d v a n ’ ın yanında ve koruması altında H a leb’de oturmaya^başladı. Fakat çok geçmeden Dım aşk’ta ka le ve kenti, babası T u t u ş adına hâla elinde bulunduran hâdim S a v t e k i n tara fından, gelip babasının yerine yönetimi ele almak üzere, davet edilmesi sonucunda H a leb’den büyük bir gizlilik içinde ayrıldı ve gece gündüz yol almak suretiyle D ımaşk’a gitti. Kardeşinin bu anlamlı kaçışını haber almakta artık geç kalmış bulu nan melik R ı d v a n , onu yakalatmak amacıyla arkasından birkaç atlı gönderdiyse de D u k a k ’ ı elegeçirmek mümkün olamadı. Öte yandan Dım aşk’a ulaşan D u k a k , hâdim S a v t e k i n tarafından karşılanarak bütün askerî birlik ve kuman danların onayı ile babasının yerine, Dımaşk Selçuklu tahtına oturdu. Emîr S a v t e k i n , devletin bütün işlerini yönetme yetkisine tek başına sahip bulun makta idi. Ayrıca Dım aşk’ta askerî vali olarak S â l â r B a h t i y a r ve yerli mu hafız (Ahdâs) komutanı olarak da E m i n ü d d e v l e bulunuyorlardı. Böylece
SELÇUK LU D E V LETLER İ TARİH İ
407
R ı d v a n tarafından kurulan Haleb’den başka Dımaşk’ta da yeni bir Selçuklu D ev leti kurulmuş oldu. Böylece T u t u ş ’ un hâkimi bulunduğu Suriye ve Filistin Sel çuklu Devleti, onun ölümünden sonra, başkentleri Haleb ve Dımaşk olmak üzere, iki kol halinde devam etmekte idi. Bununla birlikte büyük evlad olarak melik R ı d v a n , kardeşi D u k a k ’ m devletin eski başkentinde kurduğu devleti tanımaya rak başta Suriye ve Filistin olmak üzere, babasının hâkim olduğu bütün memleketleri yalnız kendi yönetimi altında görme planlarını uygulamak için bir çok kez askerî ve siyasî girişimlerde bulunmuş ise de hiç birisinde başarılı bir sonuca ulaşamamıştır. E m îr Tuğtekin Dımaşk’ ta
Melik D u k a k ’ m Dım aşk’ta tahta geçmesi ve burada bir Selçuklu Devleti kurmasından bir süre sonra Z a h î r ü d d i n E b û M a n s u r T u ğ t e k i n ’ in D u k a k ’ ın hizmetine girdiğini görüyoruz. Emîr T u ğ t e k i n , genç yaşlarında T u t u ş ’ un hizmetine girerek yeteneği, doğruluğu, sadakati, iyi yöneticiliği, adaleti ve olumlu davranışları sayesinde, onun ilerigelen büyük emîrleri arasına girmeyi başarmış ve Ispehsâlâr (ordu komutanı) ünvanına sahip olmuştu. Hattâ o, T u t u ş ’ un sonderecede güven ve takdirini kazanması dolayısıyla, onun yokluğu sırasın da, Dım aşk’ta nâiblik görevini bile yürütmüştür. Onun her yönüyle değerli ve tecrübeli bir emîr olması sebebiyle T u t u ş , onu, 1093 yılında, Silvan (Meyyafârikin) valiliğine atayarak oğlu D u k a k ’ ın atabeği yapmıştı. T u t u ş ’ un saltanat mücadelesinin son devresinde B e r k y a r u k ile yaptığı ve yenilip öldürülmesi ile sonuçlanan savaşta diğer bazı emirlerle birlikte T u ğ t e k i n de tutsak alına rak hapse atılmıştı. Fakat çok geçmeden o, emîr A b a k , Y a ğ ı s ı y a n ve öteki ilerigelen emirlerle, daha önce T u t u ş tarafından tutsak alınarak Haleb kalesin de hapse atılan emîr G ü r b o ğ a ve kardeşi A l t u n t a ş ’ ın serbest bırakılmala rına karşılık, salıverilmeleri üzerine, Suriye’ye geldiler (Eylül 1095). Atabek T u ğ t e k i n , doğal olarak Haleb meliki R ı d v a n ’ ın hizmetine girmeyerek esa sen atabek bulunduğu ve Dım aşk’ta ayrı bir Selçuklu Devleti kuran D u k a k ’ ın yanına gelip hizmetine girmeyi yeğledi. T u ğ t e k i n , başta melik D u k a k olmak üzere, D ım aşk ’ta kent valisi B a h t i y a r ve devletin ilerigelen askerî ve sivil er kânı tarafından sevgi ve saygıyla karşılandı. Atabek T u ğ t e k i n ’ in tutsaklıktan kurtulup sağsalim gelişine sonderecede sevinen melik D u k a k , devletin bütün işlerinin yönetimini ona teslimde sakınca görmedi. Böylece, daha önce kendisine aynı görev verilen S a v t e k i n d e ikinci planda bırakılmış oldu. Bununla birlikte çok geçmeden T u t u ş ’ un nâibi sıfatıyla, Dımaşk ve kalesinin korunması görevi ni yürüten ve onun ölümünden sonra da D u k a k ’ ın Dımaşk Selçuklu tahtına geçmesinde birinci derecede rol oynayan S a v t e k i n ’ in herhangibir olumsuz ha rekete girişmesini önlemek amacıyla, bertaraf edilmesi planlandı. Melik D u k a k , atabek T u ğ t e k i n ve öteki ilerigelen askerî ve sivil erkânın birlikte verdikleri karar uyarınca S a v t e k i n öldürülmek suretiyle bertaraf edildi. Böylece T u ğ t e k i n , devletin bütün işlerinin yönetimini tekelinde topladı. Ayrıca, melik R ı d v a n ’ ın atabeği C e n a h ü d d e v l e H ü s e y i n ’ in R ı d v a n ’ ın annesiyle
408
ALİ SEVİM-ERDOĞAN MERÇİL
evlendiği gibi, melik D u k a k ’ ın dul annesi S a f v e t ü l m ü l k H a t u n ile de evlenerek iktidarını akrabalık yoluyla daha da kuvvetlendirmeyi başardı. Böyle ce Haleb ve Dımaşk Selçuklu Devletlerinin yönetimleri, atabeklerin ellerinde top lanmış ve aşağı yukarı birbirine benzer birer yönetim biçimi kurulmuş oldu. T u ğ t e k i n ’ in Dımaşk Selçuklu D evleti’nin yönetimini eline almasından bir süre sonra (1095), saltanat çatışmasında T u t u ş ’ a daima sadık kalıp ondan hiç ayrılmamış olan Antakya valisi Y a ğ ı s ı y a n , R ı d v a n tarafından üvey babası C e n a h ü d d e v l e ’ nin tam yetki ile Haleb işlerini yönetmeye atanmasına karşı çıkmıştı. Şüphesiz, C e n a h ü d d e v l e ’ nin etkisiyle Haleb devletinde ikinci plana düşen emîr Y a ğ ı s ı y a n , vezaretten azledilen E b u l k a s ı m ile birlikte Dımaşk’a gelerek D u k a k ’ ın hizmetine girdi ve hattâ E b u l k a s ı m ’ ın da D u k a k ’ m vezirliğine atanmasını sağladı. T u t u ş ’ un değerli ve işbilir emirlerinden olan ve Antakya’yı elinde bulunduran Y a ğ ı s ı y a n ’ m melik D u k a k ’ ın hizmetine gi rip yanında yer almasına karşılık R ı d v a n , Suruç emîri ve çok sayıda Türkmen kuvvetlerini buyruğu altında tutan A r t u k o ğ l u S ö k m e n ’ i kendi hizmetine aldı. M elik Rıdvan ile ilişkiler
Melik R ı d v a n , babasının ölümünden sonra, T u t u ş ’ a bağlı bütün askerî ve mülkî erkânın onay ve yardımlarıyla H aleb’i başkent seçerek orada Suriye ve Filistin Selçuklu Devleti tahtına oturmuştu. Fakat öte yandan devletin eski baş kenti olan Dım aşk’taki T u t u ş ’ un nâibi ve ilerigelen emirleri R ı d v a n ’ ın H a leb’e yerleşip babasının yerine melik olmasına taraftar görünmüyorlardı. Bunun bir sonucu olarak Dım aşk’ta kurulacak ayrı bir devletin yönetimini tekelinde tut mayı planlaştırdığını gördüğümüz hâdiın S a v t e k i n ’ in büyük çabalarıyla D ımaşk’ta ayrı bir Selçuklu Devleti kuruldu. Daha önce, babasının elinde tuttuğu bütün memleketlerin hâkimiyetini yalnız kendisinde toplama amaç ve siyasetini güden melik R ı d v a n , yeni kurulan Dımaşk Selçuklu D evleti’ne razı olmadı. El cezire ve Doğu - A na dolu’yu olduğu gibi, Dım aşk’ı da kendi hâkimiyetine almak için birkaç kez askerî ve siyasî girişimlerde bulundu. Daha önceki Bölüm’de ay rıntılı olarak görüldüğü üzere R ı d v a n , 1096 yılında, melik D u k a k ’ ın, ata bek T u ğ t e k i n ve müttefikleri emîr Y a ğ ı s ı y a n ve A r t u k o ğ l u I l g a z i ile birlikte kentte bulunmadığı bir sırada Dım aşk’ı kuşattı ise de başarılı olamadı. Dım aşk’ı kesinlikle Haleb devletine bağlamak isteyen melik R ı d v a n , söz-
konusu bu başarısız kuşatma harekâtından sonra Aralık 1095/0cak 1096 tarihin de, Dımaşk üzerine ikinci kez sefer hazırlıklarına başladı. Fakat melik D u k a k ’ ın hizmetinde ve dolayısıyla müttefiki durumunda bulunan Antakya valisi Y a ğ ı s ı y a n , Dım aşk’a gidip durumu D u k a k ’ a bildirdi. Bunun üzerine D u k a k ve T u ğ t e k i n , kentte geniş savunma önlemleri aldılar. Bir süre sonra Dımaşk ön lerine gelen R ı d v a n , kent surlarının sağlam ve dayanıklı olmasından başka, Y a ğ ı s ı y a n ’ ın da kardeşine katılması dolayısıyla, kenti kuşatma cesaretini dahi göstermedi ve Haleb’e dönmek zorunda kaldı.
SELÇUK LU D E V LETLER İ TARİHİ
409
Suriye ve Filistin Selçuklu D evleti’nin bütün hükümranlığını kendi üzerinde
toplamayı amaç edinen R ı d v a n , rakipleri durumunda bulunan kardeşi Dımaşk meliki D u k a k ile onun müttefiki Antakya valisi Y a ğ ı s ı y a n ’ a karşı birkaç kez daha askerî harekâta girişti; başarılı Antakya saldırıları yanında Dım aşk’a karşı belirli bir üstünlük ve zafer kazanamadı. Bununla birlikte R ı d v a n , bu kez, ön ce Y a ğ ı s ı y a n ’ ın yönetimindeki Antakya’yı istilâ ve feth edip, daha sonra da zayıf duruma düşeceğini umduğu Dımaşk üzerinde baskılarını sürdürmek niye tinde idi. Bu amaçla o, Antakya üzerine saldırı hazırlıklarına başladı, işte bu sı rada, R ı d v a n ’ ın bütün hareketlerini yakından izleyen emîr Y a ğ ı s ı y a n ’ m, müttefiki durumunda olan melik D u k a k katında girişimlerde bulunması sonu cunda, D u k a k ’ ın savunmayı bırakıp H a leb’e karşı saldırı durumuna geçtiğini görmekteyiz. Melik D u k a k , T u ğ t e k i n , Ispehbud S a b a v e ve Y a ğ ı s ı y a n ile birlikte Haleb'e bağlı yörelere karşı saldırıya geçti. Bunun üzerine melik R ı d v a n , kalabalık bir orduyla harekete geçerek Dımaşk kuvvetlerini Mart 1097’de, K m nesrin’de karşıladı. Yapılan savaş sonunda D u k a k ’ ın kuvvetleri ağır bir ye nilgiye uğrayarak Dımaşk’a çekilmek zorunda kaldılar. Böylece R ı d v a n , Dımaşk üzerinde geçici de olsa bir üstünlük kazandığı gibi, yakın komşusu ve hasmı emîr Y a ğ ı s ı y a n ’ ı da etkisiz bir duruma getirmeyi başarmış oldu. Antakya’ ya yardım
Haçlıların Urfa’yı işgal ile burada bir kontluk kurmalarından (Mart 1098) sonra Antakya ’ya yürümeleri üzerine, kent valisi emîr Y a ğ ı s ı y a n , başta tâbi olduğu Büyük Selçuklu Devleti sultanı B e r k y a r u k olmak üzere, Elcezire ve Suriye’deki Selçuklu vasalı melik ve emirlere “Antakya’ya yardıma gelmelerini” bildirdi. Bunun üzerine D u k a k , kuvvetleri ile birlikte, beraberinde atabeği T u ğ t e k i n , bazı kumandanlar olduğu halde, Dımaşk’tan hareket etti. Melik D u k a k , emîr Y a ğ ı s ı y a n ’ ın oğlu Ş e m s ü d d e v l e ve Humus emîri C e n a h ü d d e v 1e ile birlikte hareketle Antakya’ya gitmek üzere, Şeyzer yakınlarına gelip konak ladılar. D u k a k ve beraberindeki kuvvetler, burada Haçlıların bir kısım kuvvetleri üzerine ani bir saldırıya geçerek onları geri çekilmek zorunda bıraktılar.
Öte yandan Haçlıların Antakya’yı kuşatmaya başlamaları üzerine, kent valisi Y a ğ ı s ı y a n ’ m da başvurusu sonucunda, sultan B e r k y a r u k ’ un buyruğu ile Haçlılara karşı mücadele için, başkumandan atanan imparatorluğun Musul vali si emîr G ü r b o ğ a , bütün hazırlıklarını tamamladıktan sonra Urfa’yı, Haçlı kont luğundan geri almak amacıyla harekete geçti. Sultanın çağrısı gereğince, cihat seferine katılacak olan Elcezire ve Suriye emîr ve melikleri ise G ü r b o ğ a ’ nm kuvvetlerine M ercüdabık’ta katılacaklardı. Bu amaçla melik D u k a k ve atabeği T u ğ t e k i n de Dımaşk kuvvetleriyle M ercüdabık’a hareket ettiler. Melik D u k a k ’ m başında bulunduğu kuvvetler, Telmennes kalesi önlerine geldikleri za man kale halkının, “ Haçlılara mektup göndererek onları Suriye’ye yürümeleri hususunda teşvik ettikleri” ortaya çıkarıldı. Bunun üzerine, kaleye karşı harekâ ta girişilerek şiddetle kuşatılmaya başlandı. Fakat çok geçmeden D u k a k , savunma
410
A Lİ SEVİM-ERDOĞAN MERÇİL
savaşı yapmayan halka ceza olarak belli bir miktar kesim kestirdi; ancak bir kıs mı sonradan ödenmesi kararlaştırılan para için rehineler alınarak Dım aşk’a gön derildi. Daha sonra Suriye ordusu, kuzey yönünde yoluna devam ederek M ercüdabık’a geldiği sıralarda, başarısız Urfa kuşatmasını bırakıp buraya gelen G ü r b o ğ a ’ nin ordusuyla birleşerek (Mayıs 1098 sonu) Antakya yönüne hareket ettiler. Selçuklu ordusu 9 Haziran 1098 tarihinde Antakya önlerine geldiği zaman içkale dışında kent, Haçlılar tarafından işgal edilmiş bulunuyordu. Diğer kuman danların muhalefetine rağmen Türk ordusunun başkumandanlık görevini yürü ten G ü r b o ğ a , savaşı Antakya ovasında yapmak üzere Haçlıların kent dışına çıkmalarına izin verdi. Bunun üzerine daha çarpışmaların başlarında, G ü r b o ğ a ’ ya cephe alan emîr ve kumandanlar savaş meydanını terkettiler. Melik D u k a k , savaşı sürdürmeyen öteki emîrler gibi, S ö k m e n ve C e n a h ü d d e v l e ile birlikte kuvvetlerinin başında olduğu halde, hiçbir çarpışmaya girmeden sa vaş alanından çekilip Dım aşk’a döndü. Böylece D u k a k ’ ın Haçlılara karşı gi riştiği Antakya harekâtı da başarılı olmadan sona ermiş oldu.
Güney - doğu An adolu 'ya sefer
Daha önce değinildiği üzere T u t u ş , sultan M e l i k ş a h ’ ın ölümünden son ra B e r k y a r u k ’ a karşı saltanat mücadelesine başladığı sıralarda, Kuzey - Su riye ve M u su l’dan sonra Güney-doğu Anadolu bölgesine gelerek burasını da hâkimiyetine almış, Silvan’ı,bölgeye vali olarak atadığı ve oğlu D u k a k ’ a ata bek yaptığı T u ğ t e k i n ’ e vermişti. Fakat Rey savaşında tutsak alınıp hapse atı lan, daha sonra salıverilen T u ğ t e k i n , Silvan’a emîr A l t a ş ’ ı nâib olarak bıraktıktan sonra Dım aşk’a gelip D u k a k ’ ın hizmetine girmişti. T u ğ t e k i n ’ in buradan ayrılmasından sonra bu bölge Büyük Selçuklu imparatorluğuna tâbi olan çeşitli Türk emirlerinin - A 11 a ş Silvan’da, S a d r A m id ’de, Ş a h r u h Hani ve Erzen’de, K ı z ı l A r s l a n , Siirt ve Behmurd’da, Türkmen M u s a Hasankeyf de ve Y e l t e k i n Bitlis’te olmak üzere- yönetimleri altına geçti, ilgili Bölüm’de gö rüldüğü üzere, T u t u ş ’ un ölümünden sonra oğlu R ı d v a n , babasının hâkim olduğu memleketlere kendisinin de hâkim olması yolunda, birçok kez girişimler de bulunmuş, dolayısıyla Güney-doğu Anadolu bölgesine de bir sefer düzenlen miş ise de başarılı olamamıştı. Bu kez melik D u k a k , babası zamanında, Genel Vali sıfatıyla, bir süre yönetimini elinde tuttuğu bu bölgenin yeni emirlerinin ken disine itaatini sağlamak amacıyla 1099/1100 yıhnda, bir miktar kuvvetle Dımaşk’tan çıkarak Rahbe yoluyla Güney-doğu Anadolu bölgesine yönelip, daha önce nâib olarak atanmış olan A 11 a ş ’ ın yönetimindeki Silvan’a geldi. Çok geçmeden böl genin bütün emîrleri, katına gelerek kendisine itaat ve bağlılıklarını arzettiler. Bu sıralarda melik D u k a k , halka zulüm yaparak mal ve paralarına elkoyan emîr A 11a ş ’ m veziri E b û B e k r ’ i tutuklattı ve elegeçirdiği mal ve paraları geri ai di. D ıı k a k , ayrıca kadı E b û B e k r ile işbirliği yapanları tutuklatıp bütün mal ve paralarına elkoydurdu. D u k a k , bölgede hükümranlığını böylece sağlamlaş tırdıktan sonra Dım aşk’a döndü.
SELÇUKLU D E V LETLER İ TARİHİ
411
HAÇLILARLA MÜCADELELER Tancred ile çatışma
Daha önceki bölümlerde de değinildiği üzere, Haçlılar, Urfa, Antakya ve Ku düs’te birer devlet kurmayı başardıktan sonra hâkimiyet alanlarını Müslümanlar aleyhine genişletmek amacıyla Suriye ve Filistin’e sürekli olarak askerî hareket ler düzenlemekte idiler. Aynı amaçla Kudüs kralı G o d e f r o i d e B o u i l i o n ve Taberiyye prensi T a n c r e d , Taberiyye gölünün doğu tarafında bulunan zengin ve verimli Belka bölgesindeki Sevâd topraklarını işgale hazırlanıyordu. Böylece bu bölge mallarını Filistin limanlarına sevkedebileceklerdi. Ayrıca kral da sözkonusu bölgeyi krallık sınırları içine almak niyetinde idi. Bu amaçla T a n c r e d , Mayıs 1100 başlarında, kraldan ayrı olarak hazırladığı kuvvetlerle Cevlân’a dek saldırılarını sürdürme planını uygulayacaktı. Yakın komşusu Haçlıların, memle keti S evâd’a saldırı hazırlıklarını haber alan Arap emîri, tâbi olduğu melik D u k a k ’ a bir elçi ile başvurup Haçlılara karşı ondan acele yardım isteğinde bulundu. Bunun üzerine D u k a k , ona 500 atlı gönderdi. Öte yandan T a n c r e d , kuvvet leriyle Sevâd topraklarına saldırarak birçok ganimet ve tutsak elegeçirdi. T a n c r e d , bu ganimet ve tutsaklarla asıl H açlı birliğine ulaşmak üzere, geri dönerken D u k a k ’ m gönderdiği atlı kuvvetlerin saldırısına uğradı; yapılan çarpışmalar da Haçlılar oldukça ağır kayıp verdiler; T a n c r e d güçlükle gece yarısı, krala katılabildi. Durumu böylece öğrenen kral, Dımaşk kuvvetlerinin herhangi bir yeni saldırısına karşı kuvvetlerini hazırlamaya başladı. Öte yandan Selçuklu atlı kuv vetleri, bu başarıdan ve Haçlı birliklerini devlete tâbi Sevâd yörelerinden uzak laştırdıktan sonra Dım aşk’a döndüler. Fakat kral G o d e f r o i ’ nin Kudüs’e dönmesine karşılık Taberiyye’ye gidip bir süre kalan T a n c r e d , Sevâd toprak larına hemen her gün yağma akınlarına girişmekten geri kalmadı. Batılı bir Haç lı kaynağına göre melik D u k a k , bu akınlara son vermesi için T a n c r e d ’ e bir miktar altın ve armağanlar gönderip barış çağrısında bulundu. Barış konusunda kralın da onayını alan T a n c r e d , cevap olarak Dım aşk’a altı tecrübeli süvari den oluşan bir elçi heyeti gönderdi ve D u k a k ’ a “ Ya Dım aşk’ı terk etmesi veya Hıristiyanlığı kabul etmesi” önerisinde bulundu. Buna sonderecede kızan D u k a k , sözkonusu öneriye karşılık olarak gelen elçilere, “ Ya Islâmiyeti kabul, ve ya ölümü tercih etmelerini” bildirdi. Ancak Islâmiyete geçen birisi dışında, beş şövalye başı kesilmek suretiyle öldürüldü. Beş elçisinin böylece öldürülmesini haber alan T a n c r e d , derhal kuvvetlerini toplayıp yeniden Sevâd arazisine yürüye rek ondört gün süreyle yöreyi yağma akınlarına tâbi tuttu. Memleketinin bu H aç lı istilâsı karşısında melik D u k a k ’ tan hiçbir askerî yardım alamayan Sevâd emîri, bu akınları durdurmak amacıyla Taberiyye prensi T a n c r e d ’ in vasalı olmak ve vergi ödemek zorunda kalmıştır. Batıdoııin'e baskın
Urfa kontu B a u d o u i n , Danişmendli G a z i G ü m ü ş t e k i n tarafından tut
sak alman (1100) Antakya prensi B o h e m u n d ’ u kurtarmak ve Malatya prensi
412
A L İ SEVİM -ERDOĞAN MERÇİL
G a b r i e l ’ i Danişmendli baskısından kurtarmak amacıyla, çıktığı başarısız se ferden U rfa ’ya dönmüştü. Bu sırada Kudüs’ten gelen elçiler, kendisine “ Kardeşi G o d e f r o i ’ nm öldüğünü ve kendisinin krallık tahtına oturmasının kararlaştırıldığını” bildirdiler. Bunun üzerine B a u d o u i n , yeğeni B a u d o u i n d u B o u r g ’ u, kendi vasalı olarak Urfa Kontluğu yönetimine atadıktan son ra 2 Ekim 1100 tarihinde, bir miktar kuvvetle Antakya üzerinden Kudüs’e hareket etti. B a u d o u i n , genellikle Haçlıların denetiminde veya işgalinde bulunan kı yı yolundan, yolda kendisine katılan birçok Haçlı kuvvetleriyle Kudüs’e gitmekte idi. Öte yandan bunu haber alan melik D u k a k , bir baskınla onu elegeçirmek için Humus emîri C e n a h ü d d e v l e ile birlikte kuvvetleriyle, Beyrut yönünde harekete geçti. Cebele ve Trablusşam üzerinden yoluna devam eden B a ıs d o u i n , tarihî dar bir yoldan Beyrut’u yaklaşmakta idi. İşte bu sıralarda D u k a k ve C e n a h ü d d e v l e ’ nin kuvvetleri, çok güç ve sıkışık duruma düşen ve bu se beple paniğe kapılan B a u d o u i n ve kafilesine saldırıya geçtiler. Yapılan çarpış malarda birçok Haçlı askeri öldürüldü; gece karanlığından istifade ile çekilmeyi başaran B a u d o u i n , Kasım 1100’de Kudüs’e gelerek yapılan bir törenle, ölen kardeşi G o d e f r o i ’ nin yerine krallık tahtına oturdu. İslâm kaynaklarında bulunmamasına rağmen bir Haçlı kaynağında belirtil
diğine göre melik D u k a k , kral B a u d o u i n ’ e bir elçi heyeti göndererek “ Bu savaş sırasında tutsak alıp hapse attığı ve boyunlarını vurdurmak suretiyle öldür mek istediği 45 Selçuklu askerini salıvermesini” istedi. Kralm bunları “ Ancak para karşılığında teslim edebileceğini” bildirmesi üzerine, 50 bin Bizans altını nın ödenmesi hususunda anlaşma yapıldı; böylece hayatları kurtarılan Selçuklu tutsakların Dım aşk’a gönderilmeleri sağlanmış oldu. Ccbele’ nin alınması
Lâzkiye’nin güneyinde bulunan Cebele, Doğu - Akdeniz’m sağlam surlara sa
hip ve alınması güç bir kenti idi. Burası Trablusşam emîri A l i I b n A m m a r ’ a tâbi olan I b n S ü l e y h a ’ nm yönetiminde bulunuyordu. Koyu bir ordu yandaşı olan I b n S ü l e y h a , tâbi olduğu I b n A m m a r ’ a isyan ile bağımsızlığını ilân ettikten başka C ebele’de Fatımîler adına okutmakta olduğu şiî hutbesini de kaldı rarak Bağdat Abbasî halifesi adına sünnî hutbesi okutmaya başladı. Bunun üzer'.ıe I b n A m m a r , melik D u k a k ’ a başvurup onu, Cebele’ye yürüyerek Dı~ maşk Selçuklu Devletine katılması hususunda ikna etti. Derhal harekete geçen D u k a k , beraberinde T u ğ t e k i n olduğu halde, Cebele’ye gelerek kuşatıp sı kıştırmaya başladı ise de başarı sağlayamadı ve kuvvetleriyle birlikte Dım aşk’a geri döndü (1100/1101). Melik D u k a k ’ m sözkonusu kuşatmasından sonra Cebele, Suriye ve Filistin kıyı kentlerini güvence altında tutabilmek amacıyla, burayı elegeçirmeye çalışan Haçlılar tarafından birkaç kez kuşatıldı. Ancak surların dayanıklı olması dolayı sıyla işgali mümkün olmadı. Bununla birlikte I b n A m m a r ’ dan da yardım ala mayan ve gittikçe artan Haçlı baskısını önleyecek bir güce sahip olmayan
S ELÇUK LU D E V LE TLE R İ TARİHİ
413
İ b n S ü l e y h a , T u ğ t e k i n ’ e bir ulak göndererek ‘‘Cebele’yi D u k a k ’ a teslim etmek istediğini, buna karşı da kendisini, para, hazine ve ailesiyle birlikte bir askerî birliğin korunması altında, hilâfet başkenti Bağdat’a, göndermesi hususun da, melik D u k a k katında girişimde bulunmasını” bildirdi (1101). T u ğ t e k i n , I b n S ü l e y h a ’ nin bu ilgi çekici önerisini olumlu bulmuş ve hattâ oğlu B ö r i ’ yi Cebele’ye göndermek istiyordu. Fakat D u k a k ’ m bu sıralarda D iyar ba k ır’da bulunması dolayısıyla, bu konuda onun onayını almaksızın bir karar ve remiyordu. Temmuz 1101 tarihinde, D ım aşk’a dönen D u k a k , atabeğinin Cebele hususundaki kararını uygun buldu; bunun üzerine B ö r i , bir miktar kuvvetle Cebele’ye gönderildi. Çok geçmeden Cebele’yi B ö r i ’ ye teslim eden I b n S ü l e y h a , bütün ağırlıklarıyla Dım aşk’a geldi. I b n S ü l e y h a ’ nin bütün bu hareket lerini yakından izleyen I b n A m m a r , derhal D u k a k ’ a bir elçi göndererek “ I b n S ü l e y h a ’ nin kendisine teslim edilmesi halinde, onun para ve hâzine sinden başka, kendisine 300 bin altın vereceğini” bildirdi. Fakat onunla yaptığı anlaşmaya sadakat ve vefa gösteren D u k a k , onun bu önerisini kabul etmeyerek İ b n S ü l e y h a ’ yı, bütün mal varlığıyla yeterli sayıda bir askerî birlik eşliğin de, Bağdat’a gönderdi. Fakat öte yandan Cebele yenetimini eline alan B ö r i ve yakınları, halka karşı sonderecede kötü davranışlarda bulunmaya ve haksızlıklar yapmaya başladılar. Bu durum karşısında Cebele halkı, Trablusşam emîri İ b n A m m a r ’ a B ö r i hakkında şikâyette bulunarak “ Ondan bir nâib istediler ve kenti derhal teslim edeceklerini” bildirdiler. Bunun üzerine İ b n A m m a r , Cebele’ye süratli bir askerî birlik gönderdi. Halkın yardımıyla şehre ko laylıkla giren bu birlik, yine halkın desteğiyle B ö r i ile yaptığı savaşı kazandıktan başka onu tutsak da aldılar. Derhal Trablusşam’da İ b n A m m a r ’ ın katına çı karılan B ö r i , sonderecede izzet ve ikram gördü. Daha sonra onu Dım aşk’a gön deren I b n A m m a r , ayrıca babası T u ğ t e k i n ’ e bir mektup yazıp B ö r i ve arkadaşlarının Cefceie’deki kötü hareketlerini anlatarak “ Kentin Haçlı istilâsına uğramamasını sağlamak amacıyla, böyle bir harekete girişmek zorunda kaldığını” bildirdi. Böylece yönetimi, kısa bir süre için Dımaşk Selçuklu Devletine bağla nan Cebele, yeniden Trablusşam emirliğine geçmiş oldu.
Trablusşanı’a yardım seferi
Kudüs’ü n işgali ve burada bir Haçlı Krallığ t ’nm kurulmasını izleyen günler de R a y m o n d d e S a i n t G i l l e s , Fransa ’ya dönüp bir süre sonra kalabalık bir Haçlı ordusuyla İstanbul üzerinden (1100) Suriye’ye gelmekte iken Eskişehir - Ereğli arasında, Türkiye Selçuklu sultanı I. K ı l ı ç A r s l a n tarafından ağır bir yenilgiye uğratılarak hemen hemen bütün ordusu yokedildi. Daha sonra güç lükle Antakya ’ya gelen R a y m o n d , burada prens T a n c r e d tarafından hapse dildi ise de Haçlı ilerigelenlerinin aracılığıyla hapisten kurtarıldı (1101). Daha sonra Trablusşam’ın kuzeyindeki kıyı kenti Antartus’u işgal ederek Trablusşam’ı tehdit eder bir duruma geldi. Böylece Haçlı baskı ve tehlikesi altındaki Trablusşam kenti için, ciddi bir durumun ortaya çıktığını gören emîr İ b n A m m a r , Melik D u -
414
A L İ SEVİM-ERDOĞAN MERÇİL
k a k ile Humus emîri C e n a h ü d d e v l e ’ ye ulaklar göndererek “ Trablusşam sınırlarına dayanan R a y m o n d ’ un herhangibir saldırısına karşı acele yardım isteğinde” bulundu. D u k a k , bu sefere katılmayıp iki bin kişilik bir kuvvet gön dermekle yetindi. Öte yandan emîr C e n a h ü d d e v l e Humus’ta bulunmadığı için yerine nâib olarak bıraktığı emîr Y â h ı z , Humus kuvvetlerinin başında, Trab lusşam yönüne hareket etti. Dımaşk ve Humus birlikleri, Trablusşam önünde, I b n A m m a r ’ m kuvvetleriyle birleştikten sonra R a y m o n d ’ u karşılamak üze re, Antartus yönüne hareket ettiler. Öte yandan Müslüman kuvvetlerinin ileri ha rekâtını haber alan R a y m o n d , beraberindeki kuvvetlerle Antartus yakınlarına gelip karargâh kurarak birliklerini savaş düzenine hazırladı. Müttefik kuvvetle ri, Haçlılara karşı üç koldan saldırıya geçtiler. Humus kuvvetleri çarpışmaların hemen başlarında, bilinmeyen bir sebeple tutunamayıp bozgun halinde dağıldı lar; çok geçmeden, bu kez, Dımaşk birlikleri de aynı şekilde bozguna uğrayıp ge ri çekildiler. Humus ve Dımaşk askerlerinin bozulup savaştan çekilmeleri üzerine R a y m o n d , bütün kuvvetleriyle direnmeye çalışan Trablusşam birliklerine karşı saldırıya geçerek onları yenilgiye uğrattı. Müttefik kuvvetler bu savaşta oldukça ağır kayıplar verdiler. Savaş alanından kaçabilen Trablusşam, Dımaşk ve Humus kuvvetleri memleketlerine döndüler (Nisan 1102). Bu başarı üzerine R a y m o n d , çok geçmeden Doğu - Akdeniz’in önemli liman kentlerinden olan Trablusşam’ı kuşatmaya girişecektir. Rahbe ve Humussun alınmadı
Suriye çölünün kuzey - doğusunda ve Fırat ırmağının sağ kıyısında yer alan Rahbe, Büyük Selçuklu imparatorluğu ’nun Musul emîri G ü r b o ğ a ’ nin yöne
tim bölgesinde bulunmaktaydı. G ü r b o ğ a ’ nin ölümü (Eylül 1102) üzerine, onun maiyyeti emirlerinden K a y m a z , kent yönetimini elegeçirdi. Vaktiyle babası T u t u ş ’ un hâkimiyetinde bulunan R ahbe’nin emîr K a y m a z ’ m eline geçtiği ha ber alan ve burasının, hükümranlığı altına alınmasını, kendisi için bir tür hak sayan melik D u k a k , beraberinde T u ğ t e k i n olduğu halde, kuvvetleriyle bir likte Rahbe üzerine hareket etti. D u k a k , kenti kuşatıp sıkıştırdı ise de almayı başaramayıp Dım aşk’a geri döndü. Aralık 1102 tarihinde emîr K a y m a z ’ ın ölü mü üzerine, kent yönetimi kızı A m i n e ile evlenen emir H a s a n ’ ın eline geçti. Emîr H a ş a n , Selçuklu hâkimiyetini tanımayarak hutbeyi yalnız kendi adına okutmakla kalmadı, ordu ve kent ilerigelenlerini de yakalatıp hapse attı ve onla rın mal ve hâzinelerine elkoydu. Öte yandan Rahbe’deki yönetim değişikliğini ha ber alan melik D u k a k , yine T u ğ t e k i n ile birlikte süratle Rahbe’ye gelip kuşatmaya başladı. Emîr H a s a n ’ m zulüm ve baskılarından sonderecede güç du ruma düşen ve yiyecek sıkıntısı çeken halk, kenti D u k a k ’ a teslim etti. Böylece Rahbe’ye giren D u k a k , içkaleye çekilen H a s a n ’ ın önerisi üzerine, kendisi ve ailesi için a m a n verdi ve böylece içkale de teslim oldu (Nisan 1102). Halka karşı iyi davranışlarda bulunan D u k a k , kent işlerini düzene koyup buraya M u h a m m e d Ş e y b a n î ’ yi nâib olarak atadıktan sonra Dım aşk’a döndü (Nisan 1103). Böylece Rahbe, Dımaşk Selçuklu D evleti’ne bağlanmış oldu.
SE L Ç U K LU 'D E V LE T LE R İ TARİHİ
415
Humus emîri C e n a h ü d d e v l e H ü s e y i n , elegeçirmekte geç kaldığı Rahbe
seferinden sonra, R ı d v a n Bölümü’nde değinildiği üzere, Hum us’ta Mayıs 1103 Cuma günü, Batınî fedaileri tarafından öldürülmüştü. Emirlerinin ölümü üzeri ne, Hum us’ta heyecan ve karışıklıklar başgösterdi. Bu sebeple kentin Türk hal kından pek çoğu Dımaşk’a kaçtı. Bu durumdan faydalanmak isteyen R a y m o n d , Hum us’u elegeçirmek için askerî hazırlıklara başladı. Ote yandan C e n a h ü d d e v l e ’ nin öldürülmesinden sonra karısı, oğlu melik R ı d v a n ’ a haber gönde rerek “ Hum us’u gelip teslim almasını” bildirdi. Bu çağrıyı haber alan Humus ordu kumandanları, vaktiyle C e n a h ü d d e v l e safına geçmeleri sebebiyle, R ı d v a n ’ ın kendilerine pek olumlu davranmayacağı düşünce ve korkusuyla derhal D u k a k ’ a bir elçi heyeti göndererek “ Kenti kendisine teslim edeceklerini” bil dirdiler. Bu sırada melik D u k a k , henüz Rahbe’den dönmemişti. Dımaşk’ta D u k a k ’ ın naibi durumunda bulunan eski kumandanlardan A y t e k i n , vakit kaybetmeden kuvvetleriyle Hum us ’a gelerek kent ve kalesini teslim aldı. Fakat çok geçmeden Dım aşk’a gelip durumu öğrenen D u k a k , T u ğ t e k i n ile birlik te derhal Humus ’a geldi; yöneticiler ve kumandanlar itaat arzederek kent ve ka lesini bizzat kendisine teslim ettiler. Öte yandan şehri elegeçirmek üzere, kuvvetleriyle harekete geçen R a y m o n d ile annesinin çağrısı üzerine Humus ’a gelmekte olan melik R ı d v a n , Humus ’un D u k a k tarafından alındığını öğre nince memleketlerine geri döndüler. Böylece D u k a k , Dımaşk Selçuklu D evleti ’nin yönetimi altına alınan Hum us’ta işleri yeniden düzene soktu, halka iyi muamelelerde bulundu ve öldürülen C e n a h ü d d e v l e ’ nin çocuklarını alarak Dım aşk’a döndü. Dukak’ ın Ölümü ve tarihî kişiliği ¥
Dokuz yıl gibi pek kısa olmayan bir süreyle (1095-1104) Dımaşk Selçuklu Devleti tahtında oturan Ş e m s ü l m ü l û k E b û N a s r D u k a k , çok genç yaşlarda, uzun süren bir hastalığa tutulmuştu. Bu sebeple o, perhiz yapmak zorunda kal mış, normal gıda alamamış, vücudunun kuvvetten düşmesi üzerine de bu kez, ve reme yakalanmış ve gün geçtikçe takatten düşüp zayıflamaya başlamıştı. Onun artık yaşamından ümit kesilince annesi S a f v e t ü l m ü l k H a t u n , yanına gelerek “ Düşündüğü vasiyetini yapmasını, böylece devlet işleriyle oğlunun durumunun ne olacağı hususunu belirtmesini” söylemesi üzerine D u k a k , “ Atabek T u ğ t e k i n ’ in kendisinden sonra yine devlet işlerini yürütmesini, lıenüz bir yaşındaki oğlu T u t u ş ’ un tahta çıkarılmasını, onun yetişmesine ihtimam gösterip himaye etmesini” vasiyet etti. Çok geçmeden melik D u k a k , Haziran 1104’de hayata göz lerini yumdu. Cesedi annesinin, kentin kuzey - doğusunda Meydanülahdar’da, kente hâkim bir tepe üzerinde yaptırdığı, büyük bir mescid avlusunda bulunan ve Kubbetüttavâvîs adıyla anılan mezarlığa gömüldü. D u k a k , babası T â c ü d d e v l e T u t u ş ’ un ölümünden sonra, özellikle onun hizmetinde bulunmuş olan emirlerin büyük destek ve çabalarıyla Dım aşk’a gele rek burada ağabeyi R ı d v a n ’ ın H a leb’de kurduğu Selçuklu D evleti’nden ayrı bir Selçuklu Devleti kurmayı başarmıştı. O, hükümdarlığının ilk yıllarında, bü
A L İ SEVİM-ERDOĞAN MERÇİL
416
yük evlâd sıfatıyla, babasının bıraktığı Selçuklu devletinin tek hükümdarı olmayı amaçlayan melik R ı d v a n ’ ın saldırı ve baskıları karşısında, başta atabeyi ve ba balığı T u ğ t e k i n olmak üzere, babasının işbilir emîr ve kumandanlarının ken disine sadakat ve destekleri sayesinde, Dımaşk'taki hükümranlığını korumayı ba şardı. Zaman zaman biraz sert ve daima kuşkulu bir tabiata sahip olan ağabeyi R ı d v a n ’ ın maiyyetinde bulunan değerli ve işbilir emirlerin, kendi hizmetine girmeyi yeğlemeleri, D u k a k ’ ın onların kişiliklerine saygı gösterip değer ver mesiyle ilgili olsa gerektir. Özellikle atabeyi ve babalığı Haleb Selçuklu D evleti’nin bir numaralı adamı niteliğini taşıyan C e n a h ü d d e v l e H ü s e y i n ’ in bile R ı d v a n ’ ın hizmetinden ayrılıp Hum us’ta ayrı küçük bir beylik kurması ve her fırsatta D u k a k ile işbirliği yapması, bunun en güzel örneğini oluşturur sanırız. Onun başarısının tek ve önemli sebebini, vaktiyle babasının hizmetinde bulun muş olan değerli emîr ve devlet adamlarını biraraya getirmesi ve Dımaşk Selçuk lu yönetimini onların işbilir ellerine bırakmasında aramanın yerinde olacağı kanısındayız. O, Haçlıların Suriye ve Filistin’de birer devlet kurarak yerleşmele rinden sonra onlara karşı başta tâbi olduğu Büyük Selçuklu imparatorluğu ol mak üzere, bütün Islâm devletlerinin giriştikleri mücadelelere kuvvetleriyle katılmış ve ayrıca, kendisinin Dımaşk Selçuklu Devleti, Haleb Selçuklu Devleti gibi, Haçlıların sürekli saldırı ve baskısı altında olmamakla birlikte zaman za man bölgesel olarak da onlarla mücadelelerini sürdürmekten geri kalmamıştır. Babasının başkenti Dım aşk’ta devletini kuran D u k a k da, ağabeyi R ı d v a n gibi, babasının hâkim olduğu bölge ve kentleri kendi hükümdarlığı altına almayı denemiş ve her girişiminde de başarılı olmuştur. Böylece onun devrinde devletin sınırları, genellikle Doğu - Akdeniz kıyı bölgeleri dışında, B usrâ ’dan H a m a ’ya dek uzanmakta ve ayrıca Rahbe ve Güney - doğu Anadolu bölgesini kapsamakta idi. Gerçekten onun, melikliğin sınırlarından çok uzaklarda bulunan Rahbe ve Güney - doğu Anadolu bölgesine hâkim olma azmi yanında, Cebele emîri I b n S ü 1e y h a ’ yı, “ zengin hâzinesinden başka 300 bin altın gibi büyük bir para karşılı ğında teslim etmesini” bildiren düşmanı Trablus hâkimi I b n A m m a r ’ ın bu önerisini reddederek ahde vefada gösterdiği sadakati, belirtilmeye değer bir er dem taşımaktadır. Devletin yıkılışı
Melik D u k a k ’ ın ölümü üzerine vasiyeti uyarınca, küçük oğlu T u t u ş , D ımaşk Selçuklu tahtına geçirildi ise de yönetim, tamamen T u ğ t e k i n ’ in elinde toplanmış bulunuyordu. T u ğ t e k i n , devlet üzerindeki hâkimiyetini daha sağ lam temeller üzerine oturtmak amacıyla kent halkına, askerî ve mülkî erkâna son derecede iyi davranmış, onlara geniş çapta ihsanlarda bulunmuş, dolayısıyla onların saygı ve takdirlerini kazanmıştır. Böylece T u ğ t e k i n , D u k a k ’ ın ölümünden sonra elinde tuttuğu devlet yönetimini düzenli bir duruma getirmiş oldu. Melik D u k a k , ölümünden önce, kendisine karşı herhangibir olumsuz hare ketinden kuşkulanmış olabileceği oniki yaşındaki kardeşi M u h y i d d i n E r -
SELÇUK LU D E V LET LER İ TARİHİ
417
t a ş ’ ı, Baalbek valisi G ü m ü ş t e k i n ’ e göndererek “ Onun Baalbek kalesinde tutuklu olarak kalmasını” istemişti. Fakat D u k a k ’ ın ölümünden sonra T u ğ t e k i n , görünüşte hizmetinde bulunduğu T â c ü d d e v l e T u t u ş ’ un çocuğu ola rak E r t a ş ’ ın hapiste kalmasını doğru bulmadı; bununla beraber onun bazı emirlerle işbirliği yaparak kendisini bertaraf edip Dımaşk Selçuklu tahtına bir askerî darbe ile geçmesini önlemek amacıyla, G ü m ü ş t e k i n ’ e bir mektup gön dererek “ E r t a ş ’ ı hapisten çıkarıp Dım aşk’a göndermesini” bildirdi. Çok geç meden Dım aşk’a gelen E r t a ş ’ ı parlak bir törenle karşılayarak ona itaat arzeden T u ğ t e k i n , adına hutbe okutmakta olduğu henüz bir yaşındaki T u t u ş ’ un ye rine onu, emîr, kumandan ve askerlerin de onaylarını almak suretiyle, Dımaşk Selçuklu tahtına oturttu; böylece kendisi de eskiden olduğu gibi, devlet işlerinde tek yetkili olarak makamını korumuş oldu (Eylül 1104). Fakat oğlunun tahta geçi rilmesine rağmen E r t a ş ’ ın annesi, “ T u ğ t e k i n ’ in karısı S a f v e t ü l m ü l k H a t u n ’ un, kocası ile işbirliği yaparak kendisini öldürtüp torunu T u t u ş ’ un yeniden Dımaşk tahtına geçmesini sağlayacağı” hususunda E r t a ş ’ ı sürekli olarak kışkırtıyordu. Ayrıca T u ğ t e k i n ’ in, başta emîr A y t e k i n olmak üzere, muhalifleri de korku ve endişe içinde kıvranan E r t a ş ’ a “ Dım aşk’tan giz lice kaçmasını, Baalbek’e giderek oradaki emîr ve kumandanlarla birleşip, H aç lıların da yardımını sağladıktan sonra Dım aşk’a yeniden gelip kenti T u ğ t e k i n ’ den alarak Selçuklu tahtına oturmasını” tavsiye ettiler. Bunun üzerine, çocuk yaştaki E r t a ş , Ekim 1104’de, A y t e k i n ile birlikte gizlice Dım aşk’tan ayrılıp, kararlaştırıldığı gibi Baalbek’e değil de Şeria vadisinin doğu yönündeki Havran taraflarına gittiler; burada kendilerine T u ğ t e k i n ’ in muhaliflerinden birçok kimseler de katıldı. Ayrıca onlar, Kudüs kralı I. B a u d o u i n ’ e mektupla başvurarak ondan yardım istediler. Kralın buna olumlu cevap vermesi üzerine E r t a ş v e A y t e k i n , birlikte Kudüs’e gidip B a u d o u i n i l e müzakerelerde bulu narak onu, “ Dım aşk’a saldırması, veya yörelerine yağma ve tahrip akmlarmda bulunması” hususunda teşvik ettiler ve hattâ kralı ikna edip, bunu, kesinlikle ger çekleştirmek için Kudüs’te bir süre kaldılar. Fakat Fatımîlerin, içinde Sudanlı ların da yer aldığı kalabalık bir orduyla Filistin’i Haçlılardan kurtarma harekâtına başlamak üzere bulunmaları sebebiyle B a u d o u i n , b u kez, onların önerilerini kabulden vazgeçti. Haçlı yardımından ümidini kesen E r t a ş , A y t e k i n ile bir likte Kudüs’ten ayrıldıktan sonra Suriye çölünü geçerek daha önce Dımaşk Sel çuklu yönetimine bağlandığını gördüğümüz Rahbe’ye giderek yönetimi eline aldı (Nisan 1104). E r t a ş , oradan da doğu yönüne hareket ettiyse de yolda öldü. E r t a ş ’ ın Dım aşk’tan ayrılması üzerine T u ğ t e k i n , hutbeyi yeniden D u k a k ’ ın oğlu T u t u ş adına okutmaya başlattı. Fakat çok geçmeden onun da öl mesi ve D u k a k ’ ın soyundan Dımaşk tahtına geçecek başka bir şehzadenin bulunmaması sebebiyle, Dımaşk Selçuklu Devleti fiilen sona ermiş oldu. Bundan sonra Dım aşk’ta T u ğ t e k i n ’ in atabey lik yönetimi kurulacak, onun ölümünden (11 Şubat 1128) sonra da yerine geçecek olan oğlu B ö r i ’ nin adına izafeten B öriler Hanedanı D evri başlayacaktır.
Suriye
ve Filistin
Selçukluları Soy Kütüğü
418 A L İ SEVİM -ERDOĞAN MERÇİL
TÜRKİYE SELÇUKLU DEVLETİ
SÜLEYMANŞAH DEVRİ D evletin kuruluşu
Anadolu fatihi ve Türkiye Selçuklu Devleti ’nin ilk hükümdarı K u t a l m ı ş o ğ l u S ü l e y m a n ş a h , Büyük Selçuklu imparatorluğu sultanı A l p A r s l a n ’ m ölümü(1072) üzerine ve oğlu M e l i k ş a h ’ m tahta geçtiği sıralarda, ülke için de ortaya çıkan birtakım karışıklıklar sırasında, kardeşleri M a n s u r , A l p i l i k ve D e v 1e t ( D o 1a t ) ile birlikte muhtelif Selçuklu emir ve kumandanlarının fe tihlere devam ettikleri Anadolu'ya gelip Fırat ırmağı boylarında ve Urfa yörele rince fetihlerde bulunmakta idi. Böylece S ü l e y m a n ş a h ’ m Ük kez tarih sahnesine Güney-doğu Anadolu bölgesinde çıktığına tanık oluyoruz. Bu sıralar da Selçuklu imparatorluğuna tâbi olarak Filistin’de kurulan Türkmen Beyliği,nin başına geçip fetihlere devam eden A t s ı z ’ dan, Fatımîlerden A kkâ’yı almak su retiyle ayrı bir beylik kurmak isteyen onun maiyyeti emirlerinden Ş ö k 1ü , S ü l e y m a n ş a h dışındaki Kutalm ışoğullarından ( M a n s u r , A 1p i 1i k ve D e v l e t ) birisine bir mektupla başvurarak “ Sen, Selçuklulardan olup sultan sü lâlesine mensupsun, sana itaat ile senin hizmetinde bulunursak bununla şeref duyar ve »ğünürüz; sultan ailesinden olmayan A t s ı z ’ a tâbi olmak istemiyoruz” de dikten sonra onu bertaraf edip Suriye ve Filistin’e hâkim olmanın güç olmadığını bildirdi ve “ Eğer A t s ı z ’ ı yenip onu bu ülkeden uzaklaştıracak olursak Mısır Fatımî devleti de bize yardımda bulunacaktır” diyerek ona güneye Filistin’e gelip birlikte fetih yapmasını önerdi. Ş ö k 1ü ’ nün bu önerisi üzerine Kutalmışoğlu, bir kardeşi ve amcaoğlu ile birlikte Taberiyye’ye gelip Ş ö k 1ü ’ ye katıldı ve Mısır Fatımî devletine tâbi olduklarını resmen ilân ettiler. Böylece Suriye ve Filistin’ de, A t s ı z ’ ın tâbi olduğu Büyük Selçuklu imparatorluğuna karşı, şii Mısır Fatı m î halifeliğini tanıyan ve içinde, Selçuklu hanedanına mensup şehzâdelerin de yer aldığı bir ittifak kurulmuş oldu. Onların bu girişimlerini yakından izleyen A t s ı z , Ş ö k l ü v e müttefiklerine karşı derhal harekete geçerek onları Taberiyye’de, 1075 yılında, yenilgiye uğrattı, tutsak aldığı Ş ö k l ü ve oğlunu öldürttü, fakat yine tutsak aldığı Kutalmışoğullarını özel bir koruma altına alarak duru mu, bir elçiyle sultan M e l i k ş a h ’ a arzetti. Öte yandan kardeşlerinin tutsak ol duğu haberini alan S ü l e y m a n ş a h , süratle Suriye’ye inip Selçuklu vasalı
422
A L İ SEVİM-ERDOĞAN MERÇİL
M i r d a s o ğ l u N a s r ’ ın yönetimindeki H aleb’i kuşattı ise de aldığı bir miktar haraç karşılığında kuşatmayı kaldırdı ve daha güneye inerek A t s ı z ’ a özel bir ulak göndererek “ Tutsak kardeşlerinin kendisine teslimini istedi” . S ü l e y m a n ş a h , isteğinin yerine getirmemesi üzerine, buradan ayrılıp Bizans yönetiminde ki Antakya’ya yürüyüp kuşattı, fakat 20 bin altın karşılığında barış yapılması sonucunda, kuşatmayı kaldırdı. S ü l e y m a n ş a h , daha sonra yeniden Haleb yö relerine gelip A t s ı z ’ a yardıma gelmekte olan üç bin Türkmen atlısına saldırıp onları yağmaladıktan sonra tekrar Antakya yörelerine döndü. S ü l e y m a n ş a h , giriştiği bu Kuzey-Suriye harekâtından sonra A na dolu’ya dönerek yeniden fetih lere başladı. O, kısa zamanda, Orta-Anadolu üzerinden, daha önceleri de Selçuk lu akıncılarının harekette bulundukları Marm ara Denizi yönüne hareketle 1075 yılında, İstanbul’un hemen yambaşında, büyük ve tarihî bir Bizans kenti olup sağlam surlara sahip bulunan İznik'i fethetti ve burasını temelini atmakta olduğu Türkiye Selçuklu D evleti’nin başkenti yaparak devletini kurdu. Bunun üzerine sultan M e l i k ş a h , kendisine ‘ ‘Türkiye Selçuklu Devleti H üküm darı” fermanı (menşûr), Bağdat Abbasî halifesi K a a i m B i e m r i l l a h da h il’at (Özel giysi) ve ferman ile birlikte “ Nâsırüddevle, Ebulfevâris ve Rüknüddin ” ünvan ve lâ kaplarını göndermişlerdir. Böylece S ü l e y m a n ş a h , Selçuklu akıncılarının M ar mara Denizi’ne kadar harekâtta bulundukları bütün A n a d olu ’yu feth etme planlarını uygulama safhasına koymaya başlamış bulunmaktadır. Hattâ onun, H z . P e y g a m b e r ’ in “ İstanbul mutlaka fethedilecektir; onu fetheden ku mandan, ne iyi bir kumandan, onu fetheden ordu ne iyi bir ordudur” dediği Bizans başkenti İstanbul’u fethedip Rum eli yakasına geçerek fetihlerini orada da sürdürmeyi planlamış olması da mümkündür. S ü l e y m a n ş a h , devletini kurup başkent seçtiği İznik’e yerleştiği sıralar da, Bizans’ı ciddi tehlikelere sürükleyen isyanlar başgösterdi. Bir yandan Rumeli ordusu kumandanı N i k e p h o r o s B r y e n n i o s Edirne’de (1077), öte yandan Anadolu ordusu komutanı N i k e p h o r o s B o t a n i a t e s , Anadolu ’da imparator M i k h a i l D u k a s ’ a karşı ayaklanarak imparatorluklarını ilân ettiler. Kütah y a ’dan İstanbul’a yürüyen B o t a n i a t e s , durumunu kuvvetlendirme amacıyla beraberindeki, daha önceleri Bizans’a sığınan E r b a s a n ’ ı İznik’te bulunan S ü l e y m a n ş a l ı ’ a gönderip ittifak önerisinde bulundu. Devletinin sınırlarını ge nişletmek isteyen S ü l e y m a n ş a h , ona iki bin kişilik bir Selçuklu kuvvetiyle yardımda bulundu. Böylece Türk kuvvetleriyle daha da güçlenen B o t a n i a t e s , 1078 yılında, Bizans tahtını elegeçirip imparator oldu. Çok geçmeden yeni impa rator, Üsküdar’da çadırlarda konaklayan Türk kuvvetlerini, R u m eli’de impara torluğunu ilân eden N i k e p h o r o s B r y e n n i o s ’ a karşı gönderdi. İşte Bizans ’ın içinde bulunduğu bu karışıklıklardan faydalanan S ü l e y m a n ş a h , devletinin sınırlarını Marmara, Karadeniz ve Akdeniz yönlerine doğru ge nişletti. Bunun sonucunda o, kısa zamanda, Bursa ve yörelerinden başka, bütün Kocaeli yarımadasına hâkim olarak Üsküdar ve Kadıköy’e kadar ilerledi, hattâ Bizans’ın Anadolu kıyısında gümrük daireleri kurarak boğazdan gelip geçen ge
SELÇUKLU D E V LETLER İ TARİHİ
423
milerden vergi almaya başladı. Böylece İstanbul Boğazı, Selçuklu-Bizans sınırını oluşturmuştu. S ü l e y m a n ş a h ’ ın devletini kurup başarılı fetihleri sonucunda, özellikle 1080 yılında, Azerbaycan’dan kalabalık Türk kitleleri A na dolu’ya ak maya başladı; böylece A n a d olu ’da Türk nüfusu süratle ve gittikçe çoğalmakta idi. Öte yandan bitip tükenmeyen iç buhranların yarattığı huzursuzluklar sebebiyle çeşitli ırklardan oluşan yerli halklar da ( Erm eni, Süryani vs. gibi) S ü l e y m a n ş a h ’ ın yönetimini benimsediler. Ayrıca büyük arazi sahiplerinin hizmetinde ça lışan ve tutsak muamelesi gören köylüler, uyguladığı m irî toprak rejimi sayesinde, Selçuklu yönetiminde hürriyetlerini elde ettikleri gibi, toprak sahibi de oldular. S ü l e y m a n ş a h ’ ın kurduğu Türkiye Selçuklu Devleti’nin, kendi adına özel para bastırıp hutbe okuttuğu hususunun tespit edilememesi sebebiyle hukukî ba kımdan Büyük Selçuklu imparatorluğuna (Sultan M e l i k ş a h ’ a) tâbi bir devlet olduğu görülmektedir. Ayrıca S ü l e y m a n ş a h ’ ın, Islâm kaynaklarında, her ve sileyle sultan M e l i k ş a h ’ a tâbi olduğu hususunda, açık ve kesin kayıtlar yer almaktadır. Mansur’ ıın b ertaraf edilm esi
S ü l e y m a n ş a h , başlangıçta devletin yönetimini ağabeyi M a n s u r ’ la bir likte yürütmekte idi. Fakat daha sonra M a n s u r ’ un, tahtı elegeçirmek amacıy la kardeşi S ü l e y m a n ş a h aleyhine Bizans imparatoru N i k e p h o r o s B o t a n i a t e s ile işbirliği ve ittifak girişiminde bulunması üzerine S ü l e y m a n ş a h , durumu, sultan M e l i k ş a h ’ a bildirdi. Bunun üzerine M e l i k ş a h , impa ratorluğun büyük emirlerinden P o r s u k ’ u bir Selçuklu kuvvetiyle Iznik’e yolladı ve sonunda M a n s u r ’ u bertaraf ettirerek Türkiye Selçuklu D evleti’ninin yöne timinin S ü l e y m a n ş a h ’ ın üzerinde kalmasını sağladı. Böylece emîr P o r s u k ’ un seferinden sonra daha da güçlenen S ü l e y m a n ş a h , Bizans’taki taht çatışmalarından istifade ile sınırlarını devamlı olarak genişletme fırsatları elde ediyordu. Şöyleki: N i k e p h o r o s M e l i s s e n o s , imparator B o t a n i a t e s ’ e karşı S ü l e y m a n ş a h ’ la bir anlaşma yapıp Denizli ve Ankara yörelerindeki kent ve kaleleri Selçuklulara vermişti. Öte yandan müttefiki S ü l e y m a n ş a h ’ m bu hareketi üzerine B o t a n i a t e s , gönderdiği kuvvetlerle Selçuklu başkenti İznik’i kuşattı, fakat M e l i s s e n o s ’ la Eskişehir taraflarında bulunan S ü l e y m a n ş a h ’ m harekete geçmesi üzerine, kuşatmayı kaldırmak zorunda kaldı. M e l i s s e n o s , tahtı elegeçirmek için Selçuklu kuvvetleriyle birlikte Kadıköy’e kadar ilerlediyse de kendisinden daha önce harekete geçmiş bulunan A l e k s i o s K o m n e n o s , 1081 yılında Bizans tahtına geçip imparatorluğunu ilân etti. Yukarıda görüldüğü üzere, S ü l e y m a n ş a h , Marm ara, İstanbul Boğazı ve hattâ Karade niz kıyılarına kadar olan yerleri elegeçirmiş idi. S ü l e y m a n ş a h ’ m kazandığı bu başarılar karşısında çaresiz kalan yeni imparator A l e k s i o s K o m n e n o s , vergi olarak çok miktarda para vermek suretiyle, S ü l e y m a n ş a h ’ la bir anlaşma yaptı ve Selçukluların B oğaz’ı terk ile Drakon (Dragos deresi) suyuna kadar çekilmelerini sağladı (1081). Bu antlaşma sonucunda S ü l e y m a n ş a h , M ar
424
A L İ SEVİM -ERDOĞAN MERÇİL
mara Denizi kıyılarına kadar âdeta bütün Anadolu 'ya fiilen hâkim olduğunu B izanshlara kabul ve tasdik ettirmek suretiyle, büyük bir başarı elde etmiş oluyordu.
Bu sıralarda S ü l e y m a n ş a h ’ ın dayısı D a n i ş m e n d o ğ l u G ü m ü ş t e k i n A h m e t , Amasya, Sivas, Tokat tarafında Danişmendli beyliğini kurmakla meşgul idi; ayrıca Fetih D ö n em i’nde de belirtildiği üzere, S ü 1e y m a n ş a h ’ ın valisi ve mezarı hâlâ Çankırı’da bulunan K a r a t e k i n , Sinop, Kastamonu ve Çankırı’yı fethedip Selçuklu sınırlarına almayı başardı. Doğu-Karadeniz kıyıları ise buradaki Türk kitlelerinin, devletin kurulduğu bölge olması bakımından M a r mara bölgesine göç etmeleri sonucunda yeniden Bizans’ın eline geçti. Bununla birlikte bu bölgeyi elegeçiren T h e o d o r G a b r a s , Trabzon’da bağımsız bir du kalık kurmuş ve Türklerin yardımıyla Bizanslılara karşı buradaki hâkimiyetini sürdürmüştü. Fırat ırmağı boylarında ise Ermenilerin birtakım küçük prenslik leri görülmektedir: Bizanslılar, XI. yüzyılın başlarından itibaren (imparator II. B a s i l ’ den başlayarak) mezhep ayrılıklarından başka birçok kanlı isyanlara gi rişen doğudaki Ermeni prensliklerini ortadan kaldırdıktan sonra halkını da OrtaAnadolu ve Çukurova’ya sürmüşlerdi. Artık siyasal birlik ve yönetimden yoksun sade birer Bizans yurttaşı olarak yaşayan Ermeniler, bir millet haline A n a d olu ’ ya gelip yurt tutan ve kendilerinin dinî inanç ve faaliyetlerine asla müdahalede bulunmayan Selçuklu Türklerini bir kurtarıcı olarak karşılamakta idiler. Özel likle Malazgirt savaşından sonra genişleyen Türk istilâ ve fethi karşısında Anado lu ’daki Bizans hâkimiyetinin süratle çökmesinden istifade ile Van Gölü bölgesi Ermenilerinden Bizans generali P h i l a r e t o s B r a c h a m i o s , Bizans ’a tâbi olmayarak önce M ara ş’a, daha sonraca Malatya, Harput, Palu, Elbistan, Tarsus ve Urfa’ya hâkim oldu; böylece o, sınırları Çukurova’dan Güney-doğu Anadolu bölgesine kadar uzanan bir Ermeni prensliği kurdu. Bununla birlikte P h i l a r e t o s , bir yandan güya Bizans’a tâbi görünmekte, öbür yandan da Büyük Selçuklu imparatorluğu’ na yıllık vergi ödemek ve dolayısıyla tâbiyet arzetmek suretiyle prensliğinin devamını sağlamakta idi. Böylece bu Erm eni prensliği, Türki ye Selçuklu D evleti’nin, doğu ve güney-doğu bölgelerinde, diğer Türk ülkeleriyle olan ilişkilerini keser bir durum yaratmakta idi. S ü l e y m a n ş a h , Bizans’la Dragos Suyu Antlaşmasını yaptıktan sonra özel likle Güney-doğu Anadolu bölgesinde bir Ermeni prensliğinin kurulması üzeri ne, 1082/83 yılında, Güney-doğu Anadolu’ya bir sefer düzenleyerek Tarsus, Adana . Misis, Anazarba ve yörelerini fethetti ve hattâ M alatya’yı da vergiye bağladı. Bu sıralarda o, Mısır Fatımîlerine isyan ile bağımsız bir yönetim kuran Trablusşam hâkimi şiî inançlı E b û T a l i b I b n A m m a r ’ a bir elçiyle başvurup, yeni fet hetmiş olduğu şehirler için kadı ve hatip göndermesini istedi. Ayrıca S ü l e y m a n ş a h , fethettiği bu şehir ve kalelere Selçuklu vali ve kumandanlar atadıktan sonra başkent Iznik’e döndü. Antakya'nın fethi
S ü l e y m a n ş a h , bir süre sonra yönetimi P h i l a r e t o s ’ un Ermeni prens liğine bağlanan Antakya’nın askerî valisi (şıhne) Türk asıllı I s m a i 1 ’ in çağrısı
SELÇUKLU D E V LETLER İ TARİHİ
425
üzerine, devletin ilerigelen emirlerinden E b u l k a s ı m ’ ı İznik’te bırakıp 300 at lıyla Antakya’ya, hareket etti. O, şehre hâkim olmak isteyen Suriye Selçuklu hü kümdarı T a c ü d d e v l e T u t u ş ile, kentten her yıl Büyük Selçuklu İmparatorluğu adına vergi almakta olan Musul emîri Ş e r e f ü d d e v l e M ü s l i m ’ in kendisinin gelmekte olduğu haberini alabilecekleri ve herhangi bir aske rî harekâta geçebilecekleri ihtimalini düşünerek, geceleri devamlı hareket, gündüzleri de vadilerde konaklamak suretiyle kuzeyden güneye bütün Anadolu’ yu oniki gecede geçti. Bir süre sonra gizlice Antakya önlerine erişen S ü l e y m a n ş a h , vali İ s m a i l ve P h i l a r e t o s ’ un oğlu B a r s a m a ile işbirliği sonucunda, bu sırada, kuvvetleriyle birlikte kendisine katılan M e n c e k o ğ l u adlı bir Türk men beyiyle birlikte Faris Kapısı’ndan girmek suretiyle, 12 Aralık 1084’de şehri, 12 Ocak 1085’ te de bir süre direnen içkaleyi fethetti. Böylece Antakya’ya, tama men hâkim olan S ü l e y m a n ş a h , halka hiç dokunmayarak “ aman” verdi ve alı nan tutsakları karşılıksız salıverdi. O, Türk askerlerine “ Hıristiyan halka iyi davranmaları, onlardan hiçbir şey almamaları, evlerine girmemeleri ve kızlarıy la evlenmemeleri” hususunda bir emirnâme çıkarttı ve halka sonderecede adil davrandı. Daha sonra S ü l e y m a n ş a h , şehirdeki Kawasyana kilisesini camie çevirtti ve burada, 17 Aralık 1084 Cuma günü de 110 müezzin tarafından okunan ezandan sonra kalabalık bir cemaatla cuma namazı kılındı. S ü l e y m a n ş a h , elegeçirilen pek çok ganimetleri ucuz fiyatla da olsa dışarı çıkartılmayıp şehir içinde satılmasını emretti; Hıristiyan halkın dileği üzerine, Meryemana ve Azizcercis adlarında iki kilise inşa edilmesine izin verdi. Şehirde bazı imar faaliyetle rinde de bulunan S ü l e y m a n ş a h , ortaçağlar Hıristiyan âleminin en kutsal kentlerinden sayılan Antakya’nın fethini özel bir elçi heyetiyle sultan M e l i k ş a h ’ a arzetti; buna sonderecede sevinen sultan, başkent İsfahan’da “ fethi kutla ma törenleri” yaptırıp müjde davulları vurdurmuştur. Ayrıca devrin ünlü şairi M u h a m m e d E b î v e r d î ( Ölümü: 1113), bu fetih dolayısıyla bir kaside kale me almıştır. Bu kasidenin kaynaklara geçen üç beytinin çevirisi şöyledir: Kumla kaplı hiç basılmamış bir tepe üzerinde, kumral atın alnı (yelesi) gibi bir ateş parladı. Sen, müstahkem yerlerini (kalelerini) İ s k e n d e r ’ den beri genişleten (ya yan) Bizans (R u m ) Antakya’sını fethettin. Senin soylu atların (süvarilerin) Bizans memleketlerini çiğnediği zaman (on ların önünde) korkularından eğilip bükülen sarışın Rum kadınları, çocuklarını düşürdüler. Antakya’nın fethinden sonra S ü l e y m a n ş a h , Bagras, İskenderun, D erbesak, Gaziantep, Artah, Hârim, Telbâşir vs. kaleleri birer fethetti. Yine 1085 yılı
içinde, S ü l e y m a n ş a h ’ ın emirlerinden B u 1d a c ı , Ceyhan ırmağı yöreleri. Göksün ve Râban şehir ve kalelerini fethedip Selçuklu devleti sınırları içine al mayı başardı. Fakat öte yandan S ü l e y m a n ş a h ’ ın Antakya’yı fethile Haleb ka pılarına dayanması, özellikle, bütün Mezopotamya’dan başka H a leb’i de yönetimi
426
ALİ SEVİM -ERDOĞAN MERÇİL
altına almak suretiyle, Kuzey-lrak ve Kuzey-Suriye’de tek başına hâkimiyet kur ma plan ve uygulama çabaları içinde bulunan, Büyük Selçuklu Devleti adına yıl lık vergi aldığı ve dolayısıyla şehre sahip olmak isteyen vasal Musul emîri M ü s l i m ’ i harekete geçirdi. S ü l e y m a n ş a h , daha önce, şehir hâkimi P h i 1a r e t o s ’ tan almakta olduğu yıllık vergiyi, bu kez, şehre hâkim olduğu için ken disinden isteyerek, “ aksi takdirde, sultana isyan etmiş olacağını” bildiren M ü s l i m ’ e “ Sultana itaat ile hâkim olduğum memleketlerde, onun adına hutbe okutup para bastırmak, benim biricik şiarımdır. Ben, Antakya ve diğer küffar memleketlerini ancak onun varlığı yüzünden, T a n r ı ’ nin benim elimde fethet tirmiş olduğunu kendisine bildirdim. Benden istediğin vergiye gelince, daha ön ceki Antakya hâkimi kâfir idi, bu sebeple kendisi ve adamları için başvergisi (cizye) veriyor ve böylece kendilerini Islâm cihadından koruyorlardı. Halbuki şimdi A n takya hâkimi olan ben, çok şükür Müslümanım v e T a n r ı ’ nin cihad buyruğunu yerine getirmekteyim. Antakya artık Müslümanların eline geçmiş bulunuyor. Ben, bir Müslüman olarak sana nasıl başvergisi öderini” şeklinde bir cevap gönderdi. Fakat çok geçmeden her iki taraf arasında Kurzâhil yöresinde yapılan savaşta, M ü s l i m yenilgiye uğradığı gibi, hayatını da kaybetti. Böylece S ü l e y m a n ş a h , Selçuklu vasalı olmasına rağman, Mezopotamya ve Kuzey-Suriye’yi içine alıp bü tün Suriye ve Filistin'e kadar yayılma planlarıyla genişlemekte olan M ü s 1i m ’ in Arap emirliğine son vermiş ve özellikle Kuzey-Suriye’de, Türk hâkimiyet ve yer leşmesinde önemli bir adım atmıştır. Bu savaştan sonra S ü l e y m a n ş a h , bu sı ralarda şerif E b û A l i I b n ü l h u t e y t î ’ nin elinde bulunan H aleb’i kuşatmaya başladı, aynı zamanda gönderdiği kuvvetlerle bölgedeki Maarretünnûman, Kefertab, Km nesrin vs. kent ve kalelerini fethile buralara vali ve kumandanlar ata dı. Fakat çok geçmeden S ü l e y m a n ş a h , şehirde direnen I b n ü l h u t e y t î ’ nin çağrısı üzerine, Haleb yörelerine gelip karargâh kuran ve beraberinde, kendisiy le arası açık bulunan Türkmen emîri A r t u k B e y de bulunan Suriye ve Filistin Selçuklu meliki T u t u ş ile, Aynu Seylem yörelerinde, 5 Haziran 1086’da yaptığı savaşta yenilgiye uğradığı gibi, bunu, gururuna yediremeyerek intihar etmek su retiyle, hayatını da kaybetti. Savaştan sonra S ü l e y m a n ş a h ’ ın cesedini bizzat/ tespit eden T u tu ş , “ Biz sizlere zulmettik, sizleri, bizlerden uzaklaştırdık” di yerek her ikisinin mensup oldukları A r s l a n Y a b g u v e M i k â i l aileleri ara sındaki eski kırgınlığı dile getirdi. T u t u ş , onu en iyi kefenlerle kefenlettikten sonra M ü s 1i m ’ in mezarının bulunduğu Haleb Kapısı’na defnettirdi. Fakat çok geçmeden sultan M e l i k ş a h , Kuzey-Suriye hâkimiyeti için vasallar arasında or taya çıkan bu kanlı buhran ve özellikle T u t u ş ’ a, Anadolu fatihi Türkiye Sel çuklu Devleti hükümdarı S ü l e y m a n ş a h ’ ın ölümüne neden olması dolayısıyla sert bir mektup gönderdikten başka, aynı yılın (1086) sonbaharında, KuzeySuriye’ye bir sefer de düzenleyecektir (Bu konuda ayrıntılı bilgi için bk. Sultan Melikşah D evri).
Aşağı yukarı yarım yüzyıl süren bir mücadele sonucunda, fethedilerek ebedi yen bir Türk yurdu olarak kalacak olan Türkiye’de ilk Türk devletinin temellerini
SELÇUK LU D E V LETLER İ TARİHİ
427
atma şerefine sahip olan K u t a l m ı ş o ğ l u E b u l f e v â r i s R ü k n e d d i n S ü I e y m a n ş a h ’ m ilgili bütün kaynaklar, Anadolu Fatihi ve Gazi ünvanlarmı al dığını belirtmişlerdir. Onun D oğu-Rom a ve dolayısıyla Bizans imparatorluğunun, Pers ve Islâm istilâlarına karşı inşa ve takviye ettikleri çok sayıdaki müstahkem yer ve kalelerin savunduğu A na dolu’nun fethedilip yeni bir Türk yurdu haline getirilmesinde, çok şerefli ve eşsiz bir yeri vardır. Onun bu fethi sayesinde Adalar Denizi ve Akdeniz’e erişen Türkler, Avrupa milletleriyle ilişki kurma imkânını buldukları gibi, Avrupa ortalarına kadar fetihler yapacak olan Osmanlı impara torluğunun fetih planlarına öncülük edilmiş olması bakımından da önemli sayıl malıdır. Ebulkasım’ ın yönetimi
S ü l e y m a n ş a h ’ ın ölümünden sonra, Antakya seferine giderken devlet iş lerini yürütmek üzere, başkent İznik’te bıraktığı emîr E b u l k a s ı m , derhal yö netimi tekelinde topladı. Çok geçmeden o, E b u l g a z i H a ş a n B e y ’ i Kayseri ve yörelerine vali atadığı gibi, daha önce Bizans’la yapılan Dragon Suyu Antlaş masını bozarak M arm ara kıyılan ile B oğaz’a karşı kuvvetler gönderip akınlarda bulundu. Bu arada fethedilen Kios (G em lik) kıyı kentindeki limanda, Bizans’la denizden de mücadele amacıyla, gemi yapımına başladı. Bütün bunlardan başka onun İzmir Türk beyi Ç a k a ve Balkanlardaki Peçenek Türkleriyle Bizans’a karşı ilişkiler kurduğu da rivayet edilmektedir. E b u l k a s ı m ’ ın bu hareketleri üze rine, Bizans imparatoru A l e k s i o s K o m n e n o s , Türk asıllı T a c i k ile B u t u m i t e s kumandasında iki ayrı kuvvet göndererek Türkiye Selçuklu başkenti İznik’i kuşatıp sıkıştırdı ise de Büyük Selçuklu Devleti sultanı M e l i k ş a h ’ ın emîr P o r s u k ’ u kalabalık bir Selçuklu atlı kuvvetiyle İznik’e gönderdiği haberi üzerine, Bizans kuvvetleri çekilmek zorunda kaldılar. Bunun üzerine E b u 1k a s i m , çekilen Bizans kuvvetlerine yetişip onlarla savaştı, onları yenilgiye uğrat tıktan sonra da İzm it’i fethetti. Bununla beraber E b u l k a s ı m , P o r s u k ’ un iznik’e yaklaşması üzerine, Bizans ile barış yapmak zorunda kaldı, hattâ davet edildiği İstanbul’a da gitti. Çok geçmeden İznik’i kuşatan emîr P o r s u k , Bizans’ın müdahalesi üzerine kuşatmayı bırakıp çekilmek zorunda kaldı (1086/87). Sultan M e l i k ş a h , P o r s u k ’ tan sonra yine ilerigelen Selçuklu emirlerinden B o z a n ’ ı bir atlı kuvvetiyle iznik’e gönderdi. B o z a n , Bizans’tan da yardım alan E b u l k a s ı m ’ı İznik’te şiddetle kuşatıp sıkıştırdı ise de şehri elegeçiremeden Ulubat Gölü taraflarına çekildi. Öte yandan E b u l k a s ı m , İznik’in kendisine verilmesini sağlamak amacıyla ağır armağanlarla İsfahan’a gidip sultan M e l i k ş a h ’ ın katma çıkmak istedi ise de kabul edilmedi ve İznik konusundaki isteği de reddedildi. Bunun üzerine geri dönmek zorunda kalan E b u l k a s ı m , yolda B o z a n tarafından yakalanıp öldürüldü. Bu sıralarda İznik’te E b u l g a z i H a ş a n bulunuyordu. B o z a n ise şehri alamadan geri İsfahan’a döndü.
II. I. KILIÇ ARSLAN DEVRİ Tahta çıkışı ve Bizans’ la ilişk iler
S ü l e y m a n ş a h ’ m ölümünden sonra Türkiye Selçuklu Devleti, 1086-1092 yılları arasında altı yıl hükümdarsız kalmış, ancak önce emîr E b u 1k a s ı m , da ha sonra da E b u l g a r i devlet işlerini yürütmüşlerdir. Sultan M e l i k ş a h , KuzeySuriye hâkimiyeti için imparatorluğun yasalları arasında ortaya çıkan buhranı ber taraf etme amacıyla çıktığı Kuzey-Suriye seferi sırasında, Antakya’ya geldiği za man S ü l e y m a n ş a h ’ ın veziri T a h i r o ğ l u H a ş a n ’ ın yanında bulunan S ü l e y m a n ş a h ’ ın karısı ve çpcukları K ı l ı ç A r s l a n ile D a v u t K u l a n A r s l a n ’ ı alarak İsfahan’a gitmiş idi. M e 1i k ş a h ’ ın ölümünden sonra or taya çıkan saltanat çatışmaları sırasında K ı l ı ç A r s l a n , kardeşi ile birlikte Iznik’e geldi (1093). Bizans kuvvetlerinin kuşatması altındaki şehirde bulunan E b u l g a z i , şehrin yönetimini derhal kendisine teslim etti. Sultan ünvanıyla tahta oturan K ı l ı ç A r s l a n , E b u l g a z i ’ nin yerine emîr M u h a m m e d ’ i İznik askerî kumandanlığına atadı. Çnke ve Taıırıherm iş’ irı Beylikleri
Bundan önceki bölümlerde görüldüğü üzere, Anadolu’da Türk fetih ve yer leşmesi devam ettiği ve ayrıca Bizans’ın Balkanlardaki Peçenek Türkleriyle uğ raşmak zorunda k a ld ığı sıralarda, İz m ir ve çevresinde, Ç a k a ve T a n r ı b e r m i ş B e y ’ 1er tarafından Selçuklu devletine tâbi olmayarak bağım sız iki Türk beyliği kurulmuştur. Selçuklu-Bizans mücadelesi sırasında (aşağı-yukarı 1078-1081), Bizanslılar tarafından tutsak alman ve yeteneği sayesinde, asalet ünvanı kazanan Ç a k a B e y , Bizans imparatoru A l e k s i o s K o m n e n o s ’ un tah ta geçmesi (1081) üzerine, İstanbul’dan ayrılarak İzm ir’e gelip, Batı-Anadolu içlerinden topladığı Türkmen kuvvetleriyle şehri Bizanlılardan almayı başardı. Aşağı-yukarı hu sıralarda T a n r ı b e r m i ş adlı başka bir Türk beyi de Hıristi yan âlemince kutsal bir şehir sayılan Efes (Ephesos)’i ele geçirip, burada Ç a k a ’ dan ayrı bağımsız bir Türk beyliği kurmuş idi. Ç a k a B e y , Adalar Denizi kıyılarında ve Iç-E ge’de bulunan Türkleri bir araya getirdikten başka Bizans’ta kazandığı deneyleri sayesinde, kuvvetli bir donanma meydana getirdi. Çok geç-
SELÇUK LU D E V LETLER İ TARİHİ
429
meden o, harekete geçerek Urla ve Foça kıyı kentlerini elegeçirdikten başka M i dilli, Sakız, Sisam, İstanköy, Rodos ve diğer adaları fethedip hâkimiyeti altına aldı. Ayrıca o, Bizans imparatoru A l e k s i o s K o m n e n o s ’ un N i k e t a s K a s t a m o n i a t e s kumandasında gönderdiği donanmayı ağır bir yenilgiye uğrata rak bir kısmını batırdı, bir kısmını da elegeçirdi. Bu başarı üzerine Ç a k a B e y , bir yandan, İstanbul yakınlarına kadar gelen Balkanlardaki Peçenekler, öbür yandan da bu sıralarda, S ü l e y m a n ş a h ’ ın ölümünden sonra İznik Sel çuklu yönetimini eline alan E b u l k a s ı m ile ilişkiler kurmak suretiyle, Bizans ’a karşı bir ittifak cephesi oluşturma girişimlerinde bulunmakta idi. Onun bütün bu girişimlerini gözden uzak tutmayan imparator A l e k s i o s K o m n e n o s , Da l a s s e n o s v e O p o s komutasında, yeni bir donanma sevkedip Ç a k a B e y ’ in İzm ir’de bulunduğu sıralarda, Sakız adasına bir çıkarma yaptırdı. Bunun üzerine Sakız’a gelip donanmasının başına geçen Ç a k a ile Bizans kuvvetleri arasında şid detli çarpışmalar başladı. Sonunda D a l a s s e n o s ile Ç a k a arasında yapılan anlaşmadan çok geçmeden sonra Ç a k a ’ nin adadan ayrılmasını fırsat bilen D a l a s s e n o s , Sakız’ı kolayca elegeçirdi, fakat diğer adaları alma girişimi başarılı olamadı. Bununla birlikte donanmasını gittikçe çoğaltıp kuvvetlendiren Ç a k a B e y , Çanakkale Boğazı ve Gelibolu yarımadasını elegeçirmek suretiyle, İs tanbul üzerine yürüme ve Bizans’a hâkim olma planları yapmakta idi. Böylece Bizans, Trakya ’da Peçenekler, M arm ara yönünde Türkiye Selçukluları, İzmir ve çevresinde de Ç a k a B e y ’ in baskı ve tehdidi altına girmiş bulunuyordu. Bu ciddi durumdan kurtulmak isteyen A l e k s i o s K o m n e n o s Volga ırmağı yörelerin den Balkanlara şarkmış olan Kumanlarla işbirliği yaparak Peçenekleri ağır ve kanlı bir şekilde yenilgiye uğrattı (29 Nisan 1091), böylece Peçenek tehlikesini or tadan kaldırdı. Müttefiki Peçeneklerin kalabalık Bizans-Kuman orduları tarafın dan âdeta imha edilmelerine rağmen Ç a k a B e y , İzm ir’de devamlı olarak donanmasını kuvvetlendirme faaliyetlerinde bulunmakta idi. Öte yandan,''İzm ir’i ele geçirerek ikinci düşmanı Ç a k a ’ yı bertaraf etmek isteyen Bizans imparato ru, I o a n n e s D u k a s ’ ı karadan, D a l a s s e n o s ’ u d a denizden İzm ir’e Ç a k a üzerine şevketti. Ç a k a , kardeşi Y a 1v a ç ’ la birlikte M idilli adasına çıkarma yapan Bizans küvetleriyle başarılı savaşlar yaptı ise de bu sırada, ortaya çıkan şiddetli bir fırtına sebebiyle, D a 1a s s e ıı o s ’ la barış yapıp İzm ir’e çekilmek zo runda kaldı. Bununla birlikte Girit ve Kıbrıs adalarında Bizans’a karşı çıkan is yanlardan faydalanan Ç a k a B e y , bu kez, karadan harekete geçerek Çanakkale Boğazına kadar ilerledi; Edrem it’i fethettikten başka Boğazın Asya tarafında bu lunan gümrük kenti Abidos (Nâra burnunun doğusunda)’ u kuşatmış idi; o, ayrıca İzm ir’den bir donanmayı da Çanakkale Boğazına sevkelme hazırlıklarına başla mıştı. Bu sıralarda, Bizanslılarm M arm ara kıyılarındaki Selçuklu topraklarına saldırıya geçmeleri üzerine, sultan K ı l ı ç A r s l a n , İzm ir Türk beyi Ç a k a ile, kızıyla evlenmek suretiyle, işbirliği ve ittifak yaptıktan sonra emîr M u h a m m e d ’ in kumandasında gönderdiği kuvvetlerle Bizanslıları yenilgiye uğrattı ve Uluhat Gölü ve Kapıdağ yörelerini fethetti; fakat M u h a m m e d , daha sonra, Bizans ordusuna yenilip tutsak alındı. Öte yandan İzm ir Türk beyi Ç a k a ’ nin kuvvetli
430
A L İ SEVİM -ERDOĞAN MERÇİL
bir donanmayla saldırıya geçip Ege adalarından bazılarını elegeçirerek Abidos’u kuşatması üzerine, imparator A l e k s i o s , ona karşı, bir yandan D a l a s s e n o s komutasında bir donanma sevkederken, öbür yandan da sultan K ı l ı ç A r ş l a n ’ a bir mektup yazıp onun, Ç a k a B e y ’ e karşı harekete geçmesini sağladı. Sonunda denizden ve karadan saldırıya geçen Selçuklu ve Bizans orduları arasın da kalan Ç a k a B e y , ziyarete gittiği kayınbabası K ı l ı ç A r s l a n tarafından öldürülmek suretiyle ortadan kaldırıldı. Böylece Bizans’la barış yapan sultan, tut saklıktan kurtardığı emîr M u h a m m e d ’ i İznik’te bırakarak Ermeni G a b r i e 1’ in elinde bulunan M alatya’yı kuşatıp sıkıştırdı ve Haçlıların Iznik’e yöneldiklerini haber almca da kuşatmayı bırakıp İznik’e geri döndü. ilk H açlıların yok edilmedi
XI. yüzyılın sonlarına doğru, Batı-Avrupa’da, Vatikan kilisesinin önderliğin de, H z . İ s a ’ nm doğduğu kent olan Kudüs’ü Müslümanlardan kurtarmak için harekete geçilmesi fikri hâkim olmuş idi. Papa II. U r b a n ’ ın gösterdiği büyük çabalar sonunda, başta P i e r r e l ’ H e r m i t olmak üzere, Fransız, Alman ve İtal yan liderlerinin kumandasında harekete geçip İstanbul’a gelen çok sayıda (600 bin) disiplinsiz ilk Haçlı kitleleri, imparator A l e k s i o s tarafından Ağustos 1096’da, Anadolu yakasına geçirildiler. Emîr M u h a m m e d ve sultan K ı l ı ç A r ş l a n ’ ın kardeşi D a v u t K u l a n A r s l a n , Hıristiyan ve Müslüman ayırt etmek sizin geniş yağma ve kıyımlar yapa yapa ilerleyen bu Haçlı kitlesini İzmit yakınlarında ağır bir yenilgiye uğratıp çok büyük bir kısmını kılıçtan geçirdiler, sağ kalanlar ise İstanbul’a kaçmak zorunda bırakıldılar. Izn ik ’ in kaybı
Sözkonusu yenilgi üzerine, Avrupa ’da hazırlanıp harekete geçirilen ve askej> lik sanatını iyi bilen zırhlı şövalyelerden oluşan dük ve kontların kumandasında ki ordular, İtalya ve Balkanlar üzerinden İstanbul’a geldiler. Haçlılar, imparator A l e k s i o s ile “ Bizans’tan yardım ve destek almalarına karşılık, A nadolu’da elegeçirecekleri yerleri Bizans’a bırakacakları” hususundan bir antlaşma yaptılar ve Bizans’a Bağlılık antı içtiler (Ocak 1097). Çok geçmeden Bizans gemileriyle Anadolu yakasına geçirilen Haçlılar, Bizans kuvvetleriyle birlikte Türkiye Sel çuklu Devleti başkenti İznik’i kuşatıp sıkıştırmaya başladılar. Durumu öğrenen sultan K ı l ı ç A r s l a n , kuşatmakta olduğu Malatya ’dan İznik yörelerine gelip kuşatmayı yararak şehre girebilmek için sürekli olarak saldırılarda bulunduysa da başarı sağlayamadı ve geri çekilmek zorunda kaldı. Bunun üzerine kentteki Selçuklu askerleri, 19 Haziran 1097’de yapılan bir anlaşma gereğince, 22 yıldan beri Selçuklu başkenti olan İznik Bizanslılara teslim edildi. Şehirdeki Selçuklu hâzinelerini bizzat alan A l e k s i o s , şehrin yağmalanmasına izin vermediği gibi, içindeki Türklere de çok iyi davrandı ve onların kurtuluş akçası karşılığında salı verilmelerine müsaade etti. Öte yandan İznik’ten çekilen K ı l ı ç A r s l a n H aç lıları Anadolu içlerinde karşılamak amacıyla D a n i ş m e n d C ü m ü ş t e k i n
SELÇUKLU D E V LETLER İ TARİHİ
431
A h m e t G a z i ile Kayseri Selçuklu emîri H a s a n ’ a “ Süratle gelip kendisine katılmalarım” bildirdi. Çok geçmeden K ı l ı ç A r s l a n ’ ın komutasında topla nan Selçuklu ordusu, Eskişehir ovasında, Haçlılarla giriştiği şiddetli bir meydan savaşında (Temmuz 1097), genellikle kısa süngülerle ve oklara sahip bulunmaları ve zırhsız olmaları yüzünden, baştan aşağı zırhlı ve uzun mızraklı Haçlı şövalye leri karşısında yiğitçe savaşıp onlara ağır kayıplar verdirmelerine rağmen başarı lı olamadılar ve dolayısıyla geri çekildiler. Böylece Türkiye Selçukluları, Marmara kıyı bölgesini bırakıp Orta-Anadolu’ya çekilerek toplanmaya başladılar. Sultan K ı l ı ç A r s l a n , Eskişehir’den Konya’ya erişen ve zaman zaman Selçuklu kuv vetlerinin baskınlarına uğrayan Haçlılara karşı Danişmendli G ü m ü ş t e k i n A h m e t G a z i , emîr H a ş a n ve diğer Selçuklu emirleriyle birlikte Ereğli yörelerinde yeni bir savaşa girişti ise de burada da başarılı olamadı. Bununla bir likte emîr H a ş a n , kuzeye yönelip Kayseri’ye doğru ilerleyen çok sayıdaki bir Haçlı ordusuna karşı yiğitçe savaştı. Emîr H a ş a n , daha sonraki yıllarda, yine Haçlılarla, çekilmek zorunda kaldığı dağ eteklerinde giriştiği çarpışmalarda şe hit oldu (Aşağı yukarı 1109/10 yılı içinde). Onun, yamaçlarında kahramanca sa vaştığı bu dağa, kendi adı (Haşan Dağı) verilmiş, bu yörelerde türbe ve ziyaretgâhlar kurulmuş ve H a ş a n B e y ’ in küffara karşı gösterdiği yiğitlikler, yüzyıllarca Türklerin anılarında yaşamış ve yaşamaktadır. Anadolu’da pek fazla bir direnişle kar şılaşmayan bu Haçlı kolu, Kayseri, Göksün ve Maraş yoluyla güney yönüne hare ket ederken, Gülek Boğazı üzerinden Çukurova’ya inen başka bir Haçlı kolu da Selçuklu yönetiminde bulunan bu bölge şehirlerini elegeçirmiştir. Bu Haçlı harekâtı sebebiyle Türkiye Selçuklu D evleti’nin büyük çapta zaafiyete uğramasından faydalanan Bizanslılar, bütün Adalar Denizi kıyılarına hâkim oldukları gibi, Selçuklu yönetimindeki Karadeniz’in bazı kıyı yörelerini de ele geçirmede pek güçlük çekmediler; ayrıca Çukurova’da Haçlıların eline geçen kent ve kalelere de sahip oldular. Sultan K ı l ı ç A r s l a n , Türkiye Selçuklu Devletini ciddi olarak sarsan Haçlı harekâtının sona ermesinden sonra başkent İznik’in de Bizans’ın eline geçmesi sebebiyle Konya’yı başkent yapmış ve Türkleri Orta-Anadolu ’da toplamaya başla mıştı. Sultan, Danişmendli G ü m ü ş t e k i n A h m e t G a z i ’ nin Haçlıları M a latya yörelerinde yenilgiye uğratması (1101) üzerinde harekete geçme Haçlı ordusunu Iznik-Eskişehir arasında iyice yıprattıktan sonra bu kez, A h m e t G a z i ile birlikte Amasya yörelerine erişen bu Haçlı ordusunu bu kez ağır bir yenil giye uğratıp yok ettiler. K ı l ı ç A r s l a n , ayrıca Akşehir-Konya-Ereğli yolundan Suriye’ye inmekte olan başka bir Haçlı ordusunu Ereğli yörelerinde âdeta imha etti (1101). Böylece o, Haçlılara Türkiye’de büyük darbeler vurduğu gibi, artık onların bir daha Anadolu yoluyla Suriye’ye geçen ümitlerini de kırmış oluyordu; hattâ onun bu başarısı sonucunda Bizans imparatoru A l e k s i o s , K ı l ı ç A r ş l a n ’ la yaptığı bir antlaşma gereğince, M arm ara kıyıları ile İzmir ve Antalya ’nın Bizans’a bırakılmasına karşılık A na dolu’da Bizans’a geçen bölgeleri Selçuklula ra geri verdi. K ı l ı ç A r s l a n , Bizans’la yaptığı bu anlaşmadan sonra Haçlıla
432
A L İ SEVİM -ERDOĞAN MERÇİL
rın baskı ve zulmünden bıkan Elbistan Ermenilerinin başvurusu üzerine, harekete
geçip Maraş ve yörelerini Haçlıların elinden almış, daha sonra da H aleb Selçuk lu meliki R ı d v a n ’ ın çağrısı üzerine, Antakya Haçlı prensliğine karşı bir sefere çıkmaya karar vermişti. Fakat müttefiki durumunda bulunan Danişmendli A h m e t G a z i ’ nin M alatya’yı fethettikten sonra tutsak aldığı Antakya Haçlı pren si B o h e m u n d v e R i c h a r d ’ ı kurtuluş akçası karşılığında serbest bırakması sonucunda, ortaya çıkan anlaşmazlık üzerine, bu seferden vazgeçti. Selçuklu hâkim iyetinin yayılması
Sultan, yukarıda belirtildiği üzere, Maraş bölgesini Haçlılardan temizledik ten sonra G ü m ü ş t e k i n A h m e t ’ in ölümü üzerine yerine geçen oğlu Ya ğ ı b a s a n ’ ın eline geçen M alatya’ya yürüyerek kuşatmaya başladı, baskıya dayanamayan Y a ğ ı b a s a n , aman’la kenti sultana teslim etmek zorunda kaldı (Eylül 1105). Böylece M alatya’yı fethile Danişmendlileri tâbiiyeti altına alan K ı l ı ç A r s l a n , bütün Türkiye’de Selçuklu hâkimiyetini sağlamak ve böylece si yasî birliği kurmak amacıyla, doğuya yöneldi. Bu sıralarda Doğu ve Güney-doğu A nadolu’da Büyük Selçuklu Devletine vasal statüyle bağlı bulunan birtakım Türk beylikleri ( Y ı n a l o ğ l u İ b r a h i m Diyarbakır’da , K ı z ı l A r s l a n Siirt’te, A l p t e k i n Erzen’de, S ö k m e n e l - K u t b î Ahlat ve çevresinde, Ç u b u k o ğ l u M u h a m m e d H arput’ta v e Z i y a ü d d i n M u h a m m e d de Silvan’da) bu lunuyordu. K ı l ı ç A r s l a n , önce Silvan’a gidip burasını devletine bağlayıp naib atadığı bura hâkimi M u h a m m e d ’ e ayrıca Elbistan’ın da yönetimini verdi. Sul tanın bu seferi sırasında, Erzurum Saltuklu ve Ahlat’taki Sökmenli emîrler dı şında, bölgenin diğer emirleri, kendisine tâbiiyetlerini arzederek Haçlılara karşı onun emrine girdiler. Sultan, beraberinde, yukarıda adları geçen emîrler olduğu halde, Urfa Haçlı kontluğuna karşı harekete geçip Urfa’yı kuşattı (1106). Fakat o, Musul Selçuklu valisi Ç ö k ü r m ü ş ’ ün Harran’ı kendisine teslim edeceğini bil dirip, davet etmesi üzerine, kuşatmayı bırakıp Harran’a gitti; fakat çok geçmeden hastalanması sebebiyle M alatya’ya dönmek zorunda kaldı. Böylece K ı l ı ç A r s l a n , Doğu ve Güney-doğu Anadolu seferi ve dolayısıyla Urfa kuşatmasını tamam layamadı. Sultanın ölümü
Büyük Selçuklu Devleti sultanı M u h a m m e d T a p a r tarafından Musul ve yöreleri Selçuklu valiliğine atanan emîr Ç a v l ı S a k a v u ’ nun şehre yürüyerek vali Ç ö k ü r m ü ş ’ ü bozguna uğratıp öldürmesi üzerine, Musul ilerigelenleri, Ç ö k ü r m ü ş ’ ün oğlu Z e n g i ’ yi vali olarak tanıdılar ve bu sıralarda M alatya’da bulunduğunu gördüğümüz K ı l ı ç A r s l a n ’ ı davetle “ Şehri kendisine vereceklerini” bildirdiler. Beraberinde Am id ve Harput beyleri olduğu halde, der hal harekete geçen sultan, Nusaybin’de kendisini karşılayan Musul, ilerigelenleriyle birlikte şehre girdi ve M u h a m m e d T a p a r adına okunan hutbeyi kendi adına değiştirdi ve bazı atamalar yapmak suretiyle (oğlu Ş a h i n ş a h ’ ı melik, emîr
SELÇUKLU D E V LETLER İ TARİHİ
433
B o z m ı ş ’ da atabekliğe), şehir yöneticilerini değiştirdi; böylece Musul, Türkiye Selçuklu Devleti sınırları içine alınmış oldu (19 Nisan 1107). Fakat öte yandan M u su l’un sultan K ı l ı ç A r s l a n tarafından fethini haber alan emîr Ç a v l ı , M a r din Artuklu emîri l l g a z i , Haleb Selçuklu meliki R ı d v a n ve Ç ö k ü r m ü ş ’ ün bir kısım askerleriyle birlikte hareketle, Rahbe’yi elegeçirip M usul’a yürümek üzere idi. Bunun üzerine harekete geçen K ı l ı ç A r s l a n ile Ç a v l ı ve müttefikleri arasında, H obur ırmağı yörelerinde yapılan savaşta, beraberindeki beylerin Ç a v l ı tarafına geçmeleri sonucunda, esasen kuvvetleri az olan K ı l ı ç A r s l a n , pek çok yiğitlikler göstermesine rağmen yenilgiden kurtulamadı, kendisinin ve atının zırhlarının ağırlığı sebebiyle, ok yağmuru altında girdiği Habur ırmağında boğu larak hayatını kaybetti (13 Haziran 1107). Ancak bir süre sonra bulunan cesedi Silvan’a götürülüp orada defnedildi ve daha sonra yapılan türbeye Sultan Türbesi (Kubbetüssultan) adı verildi. Yönetiminde daima adil davranmış olan sultan K ı l ı ç A r s l a n ’ ın ölümü, tebaası Müslim ve gayrı Müslim halk arasında derin üzün tü yaratmış, hattâ eski Ermeni tarihçilerinden Urfalı M a t e o s , “ Sultanın ölümü sebebiyle Hıristiyanlar büyük matem tuttular; çünkü o, her bakımdan iyi ve tatlı bir zattı” ifadesiyle bu hususu belirtmiştir. Ayrıca Malatya Süryanileri, şehir hâ kimi G a b r i e l ’ e karşı K ı l ı ç A r s l a n ’ m yönetimini yeğledikleri gibi, Elbis tan Ermenileri de Haçlılara karşı sultanın tebaası olmayı içtenlikle kabul etmişlerdir. Sultan K ı l ı ç A r s l a n , onbeş yıllık saltanatı zamanında, bir yan dan Bizans, öbür yandan da Haçlılarla çok zor şartlar altında, mücadelelerde bulunmuş, ayrıca Türkiye’deki feodal durumda bulunan Türk beyliklerini hâki miyeti altına almak suretiyle Anadolu birliğini kurmada büyük çaba va başarı göstermiş olan bir Türk sultanı olarak tarihe geçmiş ve arkasında Ş a h i n ş a h , M e s u t , A r a p ve T u ğ r u l A r s l a n adlarında dört erkek çocuk bırak mıştır. Sultan K ı l ı ç A r s l a n ’ m ölümüyle sona eren savaştan sonra emîr Ç a v l ı sultanın oğlu Ş a h i n ş a h v e B o z m ı ş ’ m savundukları M u su l’a yürüyüp elegeçirdi v e Ş a h i n ş a h ’ ı sultan M u h a m m e d T a p a r ’ a gönderdi. A m an’la kur tulan emîr B o z m ı ş , sultanın karısıyla birlikte Malatya ’ya gelmiş ve sultanın en küçük oğlu T u ğ r u l A r s l a n ’ ı Türkiye Selçuklu Devleti sultanı olarak ilân ettirmiştir. Fakat daha sonra sultan M u h a m m e d T a p a r , yanında bulunan Ş a h i n ş a h ’ ı, Malatya ’ya göndererek T u ğ r u l A r s l a n ’ ı tahttan indirip Sel çuklu sultanı yaptı. Fakat çok geçmeden Ş a h i n ş a h , daha sonra ayrıntılı ola rak anlatılacağı üzere, yalnız başına Türkiye Selçuklu sultanı olmayı başardı. Bizans saldırısı
Sultan K ı l ı ç A r s l a n ’ m ölümünü ve Türkiye Selçuklu D evleti’nin ciddi bir sarsıntı geçirmesini fırsat bilen Bizans imparatoru A l e k s i o s , derhal hare kete geçerek Edremit-Antalya arasındaki memleketleri işgale başladı, bölgede otu ran Türkleri, ağır bir kıyıma da tâbi tuttu. Bizans’ın bu zulüm ve vahşetinden kurtulabilen Türkler, karalar giyerek Türkiye içlerine çekilmek zorunda kaldı
434
A L İ SEVİM -ERDOĞAN MERÇİL
lar. Bizanslılarm Türklere karşı giriştiği bu kıyım hareketleri üzerine, özellikle Haçlılara karşı başarılı mücadeleleri sebebiyle adı efsaneleşen Kayseri Selçuklu emîri H a ş a n B e y , topladığı kuvvetlerle Türklere imha hareketini uygulayan ve bu sıralarda A laşehir’de bulunan F i l o k a l e s üzerine yürüdü ve şehri şiddet le kuşattı. Fakat H a ş a n B e y ’ in, kuvvetlerini üçe ayırıp İzmir, Kırkağaç, B er gama ve Küçük Menderes yörelerindeki Kelbianos’a sevketmesini fırsat bilen F i l o k a l e s , saldırıya geçip H a ş a n B e y ’ i yenilgiye uğrattı (1109/10). Bu olay dan sonra kaynaklarda, H a ş a n B e y hakkında herhangi bir bilgi yer almamak tadır. Ote yandan Türkiye Selçuklu Devleti ’nin ciddi bir buhran içine düşmesinden ve parçalanmasından istifade eden ve Çukurova’da bir prenslik kurmaya çalışan Ermeniler ile, Maraş, Elbistan ve Ceyhan bölgesini işgale çalışan Haçlılar, Türk topraklarına devamlı olarak saldırılarda bulunmakta idiler. Bunun üzerine hare kete geçen 12 bin kişilik bir Selçuklu ordusu, Çukurova ’yı fethe giriştiği gibi, G o g V a s i 1’ in elindeki Keban yörelerindeki Pertus kalesine kadar fetih hareketleri ni sürdürdü ve Erm enileri Göksun’a kadar çekilmek zorunda bıraktı; ayrıca Cey han ırmağı yöreleri de Haçlılardan temizlenip kurtarıldı.
III. ŞAHİNŞAH DEVRİ
Sultan I. K ı l ı ç A r s l a n ’ ın oğlu Ş a h i n ş a h , Büyük Selçuklu Devleti sul tanı M u h a m m e d T a p a r ’ ın yanında bulunduğu sıralarda, sultanın emriyle veya ondan gizlice kaçarak Türkiye’ye gelip, önce Malatya, sonra da Konya’da Türki ye Selçuklu D evleti’nin üçüncü sultanı olarak tahta oturdu. Ş a h i n ş a h ’ m devri ve tarihî kişiliği hakkında pek ayrıntılı bilgiye sahip olamadığımız gibi, şimdiye değin onun adına basılmış bir para veya bir kitabe de elimize geçmemiştir. Ş a h i n ş a h , tahta geçtiği yıl (1110), Bizanslılarm eline geçen Alaşehir’e karşı bir Selçuklu kuvveti gönderdiyse de buradaki Bizans valisi K o n s t a n t i n G a b r a s tarafından yenilgiye uğratıldı, bunun üzerine Ş a h i n ş a h , Bizans’la barış yapmak zorunda kaldı. Bununla birlikte imparator A l e k s i o s ’ un hastalığını fırsat bilen Ş a h i n ş a h , Selçuklu kuvvetlerini yeniden Bizans topraklarına sevkedip Iznik’e kadar olan bölgeyi istilâ ile denetimi altına aldı. Ayrıca Selçuklu emîrleri M u h a m m e d ve M o n o l o g , Bursa ve Ulubat üzerinden ileri hareket lerini sürdürerek Çanakkale’ye kadar ulaştılar; bu arada Edremit ve Karaağaç da Selçuklu kontrolüne geçti. Bu Selçuklu askerî hareketleri üzerine A l e k s i o s , İznik Bizans valisi K o m i t z e s ’ i Selçuklulara karşı gönderdi, fakat yapılan savaşta, ağır bir yenilgiye uğrayarak tutsak alındı. Bunun üzerine A l e k s i o s , bizzat harekete geçip Eskişehir yörelerinde engebeli araziden Kütahya’ya doğru ilerledi ve bu bölgede bulunan bir kısım Selçuklu kuvvetlerini bozguna uğrattı. Derhal karşı saldırıya geçen emîr M u h a m m e d , Eskişehir yörelerindeki Türk menlerle birlikte imparatoru izledi ve ona yıpratıcı darbeler indirdi. A rtık sava şa devam edemeyen A l e k s i o s , İstanbul’a dönmek zorunda kaldı. Fakat bir yıl sonra sultan Ş a h i n ş a h ’ m, bu sıralarda Türkiye’ye göçeden kesif Türkmen kit leleriyle harekete geçeceğini haber alan imparator, çeşitli milletlerden oluştur duğu bir orduyu A nadolu’ya gönderdi, kendisi de İznik üzerinden Ulubat ve Manyas Gölü yörelerine geldi; Selçuklu kuvvetlerini izlemek amacıyla da bir miktar kuvvet şevketti ise de bunlar, Selçuklulara erişemediler. Öte yandan Selçuklu akın cıları, bu bölgedeki Bizans memleketlerini akınlara uğrattılar. Bunun üzerine ye niden harekete geçen A l e k s i o s , K o m i t z e s ’ i, Selçuklu emîri B o ğ a ’ nin
436
A L İ SEVİM -ERDOĞAN MERÇİL
savunduğu B olvadin’e gönderirken, başka bir Bizans kuvvetini de Seyitgazi üze rine şevketti. Bu sıralarda, bu bölgeye hareket eden Selçuklu emîri M o n o l o g , Bizans komutanı B a r d a s ’ ı geri çekilmek zorunda bıraktı, imparator, kendisi ne katılan B a r d a s ile birlikte Akşehir’i işgal etti; bu sıralarda Selçuklu kuvvet leri Bizans ordusunu yıpratma hareketlerinde bulunmakta idiler. Fakat çok geçmeden sultan Ş a h i n ş a h , A l e k s i o s ile yaptığı meydan savaşında başarı lı olamayıp geri çekildi; bununla birlikte Selçuklu kuvvetleri, Bizans ordusunu gece baskınlarıyla bir hayli kayıp verdirerek yıprattılar. Fakat çok geçmeden kar deşi M e s u t ’ un kendisine karşı harekete geçtiğini haber alan sultan Ş a h i n ş a h , Seyitgazi yörelerinde giriştiği bu seferde başarılı olamayan A l e k s i o s ’ la bulu şup bir barış antlaşması imzalamak zorunda kaldı. Öte yandan, beraberinde, kayınbabası Danişmendli emîr G a z i olduğu halde, harekete geçen M e s u t , Konya Selçuklu tahtını elegeçirdikten sonra Seyitgazi yörelerinde bulunan kardeşi Ş a h i n ş a h üzerine yürüdü. Bu sırada Ş a h i n ş a h ’ m, kardeşi M e s u t ’ un hare kâtı hakkında bilgi almak için gönderdiği birkaç kişi, yolda buluştukları M e s u t ’ la anlaşıp hile ile geri Ş a h i n ş a h ’ a geldiler ve ona “ Konya yolunun güvencede olduğunu” bildirdiler. Bunun üzerine Konya yönüne hareket eden Ş a h i n ş a h , bir süre sonra kardeşi M e s u t ’ un ordusuna rastladı. Böylece adam larının ihanetine uğradığını anlayan Ş a h i n ş a h , Bizans imparatoruna sığınmak amacıyla süratle geri dönerek Akşehir yönlerinde bulunan bir kaleye girmek üze re iken M e s u t ’ un kuvvetleri tarafından kıskıvrak yakalandı ve derhal gözleri kör edildikten sonra Konya’ya götürüldü (1116); böylece Ş a h i n ş a h ’ ın saltanat devresi de sona ermiş oldu; fakat çok geçmeden, gözlerinin tamamen kör olmadı ğı ve dolayısıyla saltanat mücadelesine girişebileceği ihtimaliyle sultan M e s u t , onu boğdurarak öldürttü (1118).
I.
îzzeddi n m e s u t
devri
î z z e d d i n M e s u t ’ un Türkiye Selçuklu saltanatına geçmesinden aşağı yu karı iki yıl sonra Bizans imparatoru A l e k s i o s K o m n e n o s ölmüş ve yerine II. I o a n n e s K o m n e n o s (1118-1143) geçmişti. Esasen sürdürülen Selçuklu fe tihleri sırasında, Denizli ve yörelerinin Bizans’tan geri alınması ve bu bölgedeki fetihlerin genişletilmesi üzerine I o a n n e s , bir sefer düzenleyerek buradaki Sel çuklu valisi B a ş a r a ’ yı yenilgiye uğratıp D en izli’yi yeniden elegeçirerek İstan bu l’a döndü. Bununla birlikte I o a n n e s , Selçuklu askerî hareketlerinin özellikle Batı ve Güney-Anadolu’da yeniden yoğunlaşması üzerine, 1120/21 yılında, bu böl geye yeni bir sefere çıkarak Uluborlu ve Antalya yörelerinde bazı yerleri elege çirdi. Fakat Peçenek Türklerinin Balkanlar, Trakya ve Makedonya’da geniş çapta akınlara girişmeleri sebebiyle, İstanbul’a dönmek zorunda kaldı, böylece Selçuk lu akıncıları, Bizans topraklarına karşı yeniden harekete geçme fırsatı buldular. Bu sıralarda D oğu-Anadolu’da siyasî durum şöyle idi: Güney-doğu Anadolu, Suriye ve Filistin’de Haçlılarla mücadeleler devam eder
ken, Erzincan, Kemah ve Divriği bölgesinde hâkim olan Mengüceklilerle Malat Selçuklu meliki T u ğ r u l A r s l a n arasında çatışmalar olmakta idi. Memleketinin istilâya uğraması üzerine M e n g ü c e k o ğ l u î s h a k , Trabzon Rum hükümdarı K o n s t a n t i n G a b r a s ’ la T u ğ r u l A r s l a n ve Danişmendli G a z i ’ ye karşı bir ittifak yaptı ve Gümüşhane’ye bağlı Şiran’da, 1120 yılında ya pılan savaşta, İ s h a k ve G a b r a s yenilgiye uğrayıp tutsak alındılar. Bu savaşlar da ve özellikle Haçlılara karşı sürdürülen mücadelelerde T u ğ r u l A r s l a n ’ ın atabeyi Artuklu B e l e k G a z i , büyük başarılar kazandı ve önemli roller oyna dı. B e l e k , ayrıca Malatya, Harput ve Palu yörelerinde yağma hareketlerinde bulunan Gerger Ermenilerine karşı 1121 yılında, bir sefer düzenleyerek onları yola getirdi. Aynı yılda, Kıpçaklarla ittifak yapmak suretiyle daha da güçlenen Gürcü kralı II. D a v i d , Gürcistan’da kışlayan Türkmenlerle , özellikle Tiflis’teki Müslüman halka karşı baskı ve şiddet politikası uygulamakta, ayrıca Şirvan yö relerine dek uzanan memleketleri istilâ etmiş idi. Irak Selçuklu devleti sultanı M a h m u t ’ un buyruğuyla harekete geçen sultanın kardeşi Gence ve Erran böl gesi meliki T u ğ r u l , M ardin Artuklu emîri İ 1g a z i , Bitlis ve Erzen emîri T o ya
438
A Lİ SEVİM-ERDOĞAN MERÇİL
g a n A r s l a n , Gürcülerle yaptıkları savaşta (1121), ağır bir şekilde yenilgi ve bozguna uğradılar. Bunun üzerine sultan M a h m u t , 1122 yılında, Gürcistan’a bir sefer yaparak Şirvan’ı elegeçirdi ise de devlet içinde iç sorunların ortaya çık ması sebebiyle buradan ayrılmak zorunda kaldı. Bunu fırsat bilen Gürcüler, ye niden istilâlara giriştiler; fakat Haçlılara da büyük darbeler vuran I l g a z i ’ nin ölümü sebebiyle onlara karşı yeni bir sefer yapılamadı. Danişmendli hâkimiyeti
Sultan M e s u t devrinde, özellikle emîr G a z i ’ nin Danişmendli tahtında bu lunduğu devrede (1115-1134), Türkiye’deki siyasi hükümranlığın Selçuklulardan Danişmendlilere geçtiğini görüyoruz. Gerçekten sultan M e s u t ’ u Türkiye Sel çuklu sultanı yapan emîr G a z i , sultan K ı l ı ç A r s l a n tarafından fethedilen ve ölümünden sonra da oğlu T u ğ r u l A r s l a n ’ m yönetimine geçen Malatya ’yı Aralık 1124’de ele geçirdi, böylece buradaki Selçuklu hâkimiyeti de sona ermiş oldu. Fakat öte yandan Ankara ve Kastamonu’da hükümran bulunan sultan M e s u t ’ un kardeşi melik A r a p , M e s u t ’ la savaşa tutuşup onu yenilgiye uğrattı ise de Bizans imparatoru II. I o a n n e s ’ ten yardım sağlayan M e s u t , bu kez kayınbabası emîr G a z i ile birlikte A r a p ’ ı yenilgiye uğrattı. Fakat melik A r a p , bir yıl sonra (1127) Türk ve Ermenilerden sağladığı kuvvetlerle oluşturduğu bir orduyla, sultan M e s u t ve emîr G a z i ile yaptığı savaşlarda, önce başarılı oldu ise de Malatya yöresinde yenilgiye uğradı ve Bizans’a sığınmak sorunda kaldı. Bu başarılardan sonra emîr G a z i , M alatya’dan Batı-Anadolu’ya kadar uzanan böl gelerde tam bir hâkimiyet kurmayı başardıktan başka kuzeyde Karadeniz kıyıla rını da hâkimiyeti altına aldı. Daha sonra emîr G a z i , H açlı liderlerinden II. B o h e m u n d kumandasındaki Haçlı ordusunu Çukurova’daki Anazarba kalesi yörelerinde ağır bir yenilgiye uğrattı, hattâ bu savaşta B o h e m u n d da hayatını kaybetti (1130). Bu zaferden sonra emîr G a z i , Çukurova’daki bazı Erm eni kale lerini de fethetti. Ote yandan emîr G a z i ve sultan M e s u t ’ un doğudaki bu meş guliyetlerini fırsat bilen Bizans imparatoru I o a n n e s , Kastamonu’yu elegeçirdi, fakat çok geçmeden emîr G a z i , burasını yeniden fethetmeyi başardı. Fakat da ha sonra sultan M e s u t ve emîr G a z i ’ nin Batı-Anadolu kıyılarında fetihlere girişmeleri üzerine I o a n n e s ’ in, yeniden harekete geçip Kastamonu’yu elegeçirmesi üzerine, Amasya ve Çankırı Selçuklu valileri A l p A r s l a n ve T u ğ r u l ile birlikte İ b r a h i m , İ n a l v e A y d o ğ d u adlarındaki emîrler imparatora tâbi olmak zorunda kaldılar. Bunun üzerine emîr G a z i de karşı harekâta başla yarak Kastamonu’yu yeniden elegeçirdikten başka Albara kalesini de fethetti. Ote yandan I o a n n e s , ordusuyla harekete geçerek Kastamonu ve Çankırı kentleri ni kuşattı. Çankırı’yı elegeçirdi, tutsak alınan Türkler, İstanbul’a gönderildi., Ve fat eden babası emîr G a z i ’ nin yerine Danişmandli tahtına geçen (1134) melik M u h a m m e d , bütün anlaşmazlıkları bir tarafa bırakarak sultan M e s u t ’ la bir ittifak yapıp I o a n n e s ’ e karşı mücadeleye girişerek Çankırı ve yörelerini Bizans’tan kurtardılar (1135). Bu savaşlardan sonra melik M u h a m m e d , 1136 yılında, Haçlılara karşı harekete geçip, Maraş üzerine yürüdü ve Göksün’u fet
SELÇUKLU D E V LETLER İ TARİHİ
439
hetti. Bu arada A f ş i n kumandasındaki bir Türk birliği Suriye’deki Lâzkiye kıyı kentine kadar akınlarda bulundu. Bunun üzerine imparator I o a n n e s , Erm eni ve Haçlılara karşı Çukurova’ya bir sefer düzenleyerek Tarsus, Adana, Misis ve Anazarba’yı elegeçirdi; bu arada Antakya ve Urfa Haçlı prensleri, imparatora gelip “ Kendisine tâbi olduklarını” bildirdiler. Öte yandan sultan M e s u t , ordusuyla imparatoru izleyerek Çukurova’ya gelmiş idi. imparatorun Kuzey-Suriye’de istilâ harekâtında bulunduğu sıralarda, sultan M e s u t , Adana yörelerini istilâ ile gayri M üslim halkından birçoğunu tutsak alıp götürdü. Böylece Selçuklu sultanı tara fından sıkıştırılan Haçlı ve Ermenilerden artık yardım ve destek alamayan I o a n n e s , sultan M e s u t 1la bir barış antlaşması yapmak zorunda kaldı, imparatorun başarısız Çukurova ve Kuzey-Suriye seferinden İstanbul’a dönüşün den sonra sultan M e s u t , Maraş yörelerine saldırıp (1138), Haçlı ve Erm eniler den tutsaklar aldı. Bu sıralarda Danişmendli melik M u h a m m e d de Keban, Feke ve Kızıldağ’ı fethedip Zublas kalesini kuşatmış idi (1139). Daha sonra sultan M e s u t ve melik M u h a m m e d , Bizans’a karşı askerî hareketlerini sürdürdü ler. Melik M u h a m m e d , Bizans ’a geçen Karadeniz kıyı bölgelerini fethetti, daha sonra da Elbistan ve yörelerinden saldırıya geçen Haçlıları yenilgiye uğrattı. Bu sıralarda sultan M e s u t da Sakarya ırmağı boylarına kadar fetihlerini uzatmak ta idi. Bu arada Trabzon hâkimi K o n s t a n t i n G a b r a s d a Bizans aleyhine Sel çuklularla bir ittifak yapmak suretiyle, bağımsız bir hale gelmişti, imparatorluk aleyhine gittikçe gelişmekte olan bu askerî ve siyasî hareket ve etkinlikler üzerine I o a n n e s , 1139 yılında, ordusuyla harekete geçip N iksar’ı kuşattı ise de artan Selçuklu saldırı ve baskısı sebebiyle kuşatmayı bırakmak zorunda kaldı ve 1141 yılında, İstanbul’a döndü. Bunun üzerine sultan M e s u t , Pamfilya bölgesini ( Güney-batı Anadolu) fethe başlayarak U luborlu’yu kuşatıp sıkıştırmakta idi; bu arada diğer Selçuklu kuvvetleri de Antalya yörelerine saldırılarda bulunmakta idiler. Bu askerî hareketleri durdurmak amacıyla imparator I o a n n e s , 1142 yı lında, harekâta başlayıp Beyşehir’e kadar ilerleyerek Beyşehir GöZü’ndeki adala rı işgal etti ve Selçuklulara bağlı olan Hıristiyan halkı Konya’ya sürdü. Daha sonra Çukurova’ya giden I o a n n e s , burada 1143 yılında öldü. Selçuklu-Danişmendli çatışmaları
Danişmendli hükümdarı melik M u h a m m e d ’ in ölümü (Aralık 1141/42) üze rine, oğulları arasında çıkan yetki çatışmaları sonucunda, Danişmendli devleti nin Anadolu’daki siyasî kudreti zayıfladı ve dolayısıyla Türkiye Selçuklu Devleti’nin ülkedeki hâkimiyeti yeniden önem ve kuvvet kazandı. Sultan M e s u t , melik M u h a m m e d ’ in oğlu Z ü n n u n ’ u (diğer oğulları Y u n u s ve İ b r a h i m idi), bir leşen amcalarına karşı destekledi ve hattâ Malatya Danişmendli meliki A y n ü d d e v l e ve Sivas meliki Y a ğ ı b a s a n ’ a karşı harekete geçerek Sivas’ı alıp M alatya’yı kuşattı (Haziran 1143). Fakat sultan, M a n u e l K o m n e n o s ’ un kumandasındaki Bizans ordusunun Çukurova seferinden dönüşünde Selçuklu topraklarına girmeleri üzerine kuşatmayı bıraktı. II. I o a n n e s ’ in ölümünden sonra yerine en küçük oğlu I. M a n u e l K o m n e n o s ’ un (1143-80) tahta geç
440
A L İ SEVİM -ERDOĞAN MERÇİL
mesi sırasındaki ciddi ve zayıf durumdan istifade eden sultan M e s u t , A y n ü d d e v l e ’ nin yönetiminde bulunan Ceyhan ve Elbistan kent ve yörelerini feth ile oğlu K ı l ı ç A r s l a n ’ ı bölgeye melik olarak atadı (1144) ve daha sonra da M a latya ’ya yönelerek kenti kuşatmaya başladı. Fakat yeni Bizans imparatoru M a n u e l ’ in kuvvetli bir orduyla Selçuklu ülkesine yönelmesi üzerine, kuşatmayı bırakmak zorunda kaldı. Sultanın Danişmendli devletine karşı giriştiği askerî ha rekât karşısında Y a ğ ı b a s a n v e A y n ü d d e v l e , ona karşı cephe aldıktan baş ka Bizanslılarla da bir ittifak yaptılar. Bu ittifak üzerine M a n u e 1, sultan M e s u t ’ a karşı harekete geçip Çukurova’ya kadar ilerleyerek buradaki Erm eni lerle Selçuklular aleyhine bir antlaşma yaptı, fakat hastalanması sebebiyle İstan b u l’a geri döndü. Bunun üzerine sultan M e s u t , Bizanslılarm Erm eni ve Haçlılarla olan ilişkilerine engel olmak amacıyla Brakena kalesini fethetti (1146). Türkiye Selçuklu D evleti’nin sınırlarını, A na dolu’da Bizans aleyhine geniş
letmesini sağlayan askerî hareketleri durdurmak amacıyla imparator M a n u e 1, kalabalık bir orduyla bir sefere çıkarak Batı-Anadolu yönünde harekete geçti ve Menderes ırmağı havzasında Selçuklular tarafından fethedilen kentleri elegeçirdikten sonra Konya yönüne hareket etti. Akşehir yörelerine eriştiği zaman ilk kez bir Selçuklu ordusuyla savaşa girişti. Bu sıralarda sultan M e s u t , M alatya’yı ku şatmakta idi. Selçuklular, kalabalık Bizans ordusu karşısında geri çekilmek zo runda kaldılar; Bizanshlar Akşehir *i işgal ile ateşe verdiler. Öte yandan sultan M e s u t , süratle gelerek Konya yörelerinde M a n u e 1 ile giriştiği savaşta Bizans ordusunu kesin bir yenilgiye uğrattı. Bu yenilgiden sonra M a nu e 1, sultan M e s u t ’ la bir kez daha savaşa cesaret edemedi. Bununla birlikte II. Haçlı seferini oluşturan Haçlı ordularının harekete geçmesi üzerine, sultan M e s u t , M a n u e 1 ile, daha önce Bizans ’tan aldığı Antalya ve İçel yörelerindeki birtakım yerleri ve Brakena kalesini Bizans’a bırakmak suretiyle bir barış antlaşması imzaladı. H açlılarla savaşlar
Kuzey-Suriye ve Irak Türk Atabekler D evleti’nin ünlü hükümdarı I m a d e d -
d i n Z e n g i ’ nin 1144 yılında Urfa Haçlı kontluğunu ortadan kaldırması üzeri ne, Fransa kralı V II. S a i n t L o u i s ve Alm an imparatoru III. K o n r a d ’ ın komutalarındaki kalabalık Haçlı orduları (II. Haçlı seferi) harekete geçirildi. A l man imparatorunun kumandasındaki ordunun İznik üzerinden Eskişehir yönüne ilerlemekte olduğunu haber alan sultan M e s u t , Eskişehir yörelerinde Ekim 1147’de bu Haçlı ordusunu ağır bir bozguna uğratıp âdeta imha etti, birçoklarını da tutsak aldı. Alm an imparatoru K o n r a d , dağlardan, ormanlardan kaçarak canını güçlükle kurtarabildi. Öte yandan K o n r a d ’ ın bu hezimetini haber alan Fransa kralı L o u i s , emrindeki orduyla İznik, Balıkesir, Bergama ve İzmir üze rinden Selçuklu kuvvetlerinim saldırıları karşısında hırpalana hırpalana Deniz li’ye ulaşabildi. Buradan Antalya’ya giderken zaman zaman Selçuklu ve aralarının açık olması sebebiyle Bizans kuvvetlerinin saldırılarına uğradı ve oldukça kayıp lar verdi. Bizans ve Haçlılara karşı kazandığı bu zaferler sonucunda sultan M e s u t , Selçuklu hükümranlığını Anadolu ’da yeniden kurmuş ve küffara karşı
SELÇUKLU D EVLETLER İ TARİHİ
441
kazandığı bu başarılar dolayısıyla Bağdat Abbasi halifesi, kendisine hil’atler gön dermek suretiyle tebriklerde bulunmuştur. Sultan M e s u t , daha sonra Haçlılar ve Danişmendlilerle mücadelelere girişmiştir. Şöyleki: Sultan, beraberinde oğlu K ı l ı ç A r s l a n olduğu halde, 1149 yılında, Haçlılar tarafından işgal edilen M a raş’ı, 1150 yılında da Göksün, Behisni, Göynük, Gaziantep, Dülük ve Râban kent lerini fethettikten başka Telbâşir’i de kuşattı; fethettiği bu kent ve kaleleri, oğlu K ı l ı ç A r s l a n ’ ın yönetimine bıraktı. Bu sıralarda damadı atabek N u r e d d i n M a h m u t , Danişmendliler ve Artuklular da Haçlılara karşı saldırılara baş layarak önemli başarılar kazandılar. Sultan M e s u t , özellikle Haçlılarla giriştiği bu mücadeleler sırasında, D a nişmendli hükümdarı Y a ğ ı b a s a n ’ m 1151 yılında, Karadeniz kıyılarına saldır ması ve bu sıralardaki Malatya Danişmendli hükümdarı Z ü l k a r n e y n i l e kendi aleyhine bir anlaşma yapması üzerine (1152) harekete geçerek Y a ğ ı b a s a n ’ ı savaşmaksızın itaat altına aldıktan sonra Malatya üzerine yürüyüp kuşattı. Savaşa cesaret edemeyen Z ü l k a r n e y n v e annesi, sultanın katına çıkıp itaatlarını arzettiler. Bunun üzerine M e s u t , kendisine tâbi olarak yönetimi yeniden Z ü 1k a r n e y n ve annesine bıraktı. Böylece sultan, Sivas, Malatya ve Kayseri’de hüküm süren Danişmendli emirlerinin kendisine tâbi olmalarını sağlamış oldu. Bu se ferden sonra M e s u t , Ermeni prensi II. T o r o s ’ un Anazarba, Misis, Tarsus ve A d a n a ’yı işgal etmek suretiyle, buralardaki Bizans hâkimiyetine son verdikten başka Türkiye Selçuklu memleketlerine de saldırılarda bulunması üzerine, damadı Danişmendli Y a ğ ı b a s a n ile birlikte harekete geçti. Fakat “ T o r o s ’ un itaat arzetmesi üzerine, savaşmaksızın geri döndü. Bununla birlikte çok geçmeden To r o s ’ un Haçlılarla da işbirliği yapıp yeniden harekâta başlaması üzerine sultan, bu kez, daha büyük bir orduyla Çukurova’ya inip Osmaniye’ye kadar ilerledi; bu sıralarda ortaya çıkan veba salgını ve atları telef olan Selçuklu ordusunun ya ya kalması ve ağırlaşan iklim şartları sebepleriyle, seferini tamamlayamadan geri dönmek zorunda kaldı. Çok geçmeden sultan, hastalandı, öleceğini hissederek Türkiye Selçuklu Devletini üç oğlu K ı l ı ç A r s l a n , Ş a h i n ş a h ve D o l a t ( D e v l e t ) arasında bölüştürdü ise de seferlerinde daima beraber götürdüğü E l bistan meliki K ı l ı ç A r s l a n ’ ı Selçuklu tahtına oturttu ve diğer iki oğlunu ona tâbi kıldı. Bu son icraatından çok geçmeden sultan M e s u t , 1155 yılında hayata gözlerini yumdu. Türkiye Selçuklu D evleti’ni Danişmentlilerin hâkimiyetinden kurtararak devleti âdeta yeniden ihya eden sultan t z z e d d i n M e s u t , gerek Bizanslılara gerekse, Haçlılara karşı büyük başarılar elde ederek devletinin sı nırlarını genişletmeyi başa' iş, ülkedeki çeşitli gayri Müslim tebaaya adil dav ranmış, memleketin birçok erlerinde (özellikle başkent Konya’da) imar faali yetlerinde bulunmuş, hattâ onun, Amasya yörelerinde Simre adında, içinde camiiler, zaviyeler ve su tesislerinin bulunduğu bir kent inşa etmiş olduğu da riva yet edilmiştir. Romania (Rom alılar ülkesi) adıyla anılan Anadolu, sultan M e s u t devlerinden itibaren Turkia (Türkiye) olarak söylenip yazılmaya başlanmıştır. Bu nunla birlikte Anadolu ülkesi, Islâm kaynaklarında Diyarı Rum (R um diyarı) ve ya yalnızca Rum olarak kaydedilmiştir.
V. II. KILIÇ ARSLAN DEVRİ Babası sultan M e s u t tarafından 1144 yılında, Elbistan melikliğine atanan K ı l ı ç A r s l a n , Haçlılara karşı başarılı savaşlarda bulunmuş, hattâ onların elin de bulunan Maraş, Göksün, Behisni ve Râban kent ve kalelerini fethetmeyi başarmıştı. Babasının Çukurova seferinden döndükten sonra 1155 yılında vefatı üzerine Konya Selçuklu tahtına oturdu; daha önce babası tarafından Ankara ve Çankırı melikliğine atanan kardeşi Ş a h i n ş a h ile D o l a t ve enişteleri Kayseri Danişmendli emîri Z ü n n u n v e kardeşi Sivas emîri Y a ğ ı b a s a n kendisine tâbi bulunuyorlardı. Fakat çok geçmeden K ı l ı ç A r s l a n , taht iddiasıyla harekete geçen D o l a t ’ ı etkisiz duruma getirdikten sonra Kayseri ve Elbistan’a yürüyen Y a ğ ı b a s a n ile savaşa girişmek üzere idi ki, özellikle din adamlarının araya gir mesiyle aralarında bir barış imzalandı. Ote yandan Selçuklu devletinin bu iç ka rışıklıklarını fırsat bilerek Selçuklu topraklarına saldırıp halkını başka yerlere süren Selçuklu vasalı Erm eni prensi T o r o s ’ un kardeşi S t e f a n ’ a karşı hare kâta girişti. Maraş ve Göksün’a giren sultan, şehirden sürülenleri geri getirtip mal ve mülklerine kavuşturdu, daha sonra Pertus kalesine çekilen S t e f a n ’ ı itaate mecbur ettikten sonra Konya’ya döndü (Ağustos 1157). Bununla birlikte o, devle tin güney sınırlarını Ermeni saldırılarından korumak amacıyla S a n c a r ş a h ’ ı E reğli’ye, A r g u n ş a h ’ ı N iğd e’ye v e T u ğ r u l ş a h ’ ı da Elbistan’a melik olarak atadı, böylece Ermenilere karşı önlemler almış oldu.
Nureddin Mahmut’ la anlaşmazlık
Sultan, güneyde Selçuklu topraklarına saldıran eniştesi Musul atabeki N u r e d d i n M a h m u t ’ a karşı Haçlıların da desteğini alarak kalabalık bir orduy la harekâta başladı. Bunun üzerine, N u r e d d i n , işgal ettiği Selçuklu memleketlerini boşaltıp çekilmek zorunda kaldı (1157). Ote yandan sultanın kuv vet ve kudretinin süratle artıp Türkiye Selçuklu devletinin sınırlarını genişletme si üzerine, ona karşı, Bizans imparatoru M a n u e l K o m n e n o s ile Musul atabeki N u r e d d i n M a h m u t , bir ittifak yaptılar. Derhal askerî harekâta başlayan M a n u e l , Ermenilere karşı Çukurova’ya bir sefere çıktı ise de kendisine karşı başlatılan bir isyan sebebiyle geri İstanbul’a döndü. Fakat bir yıl sonra yeniden
SELÇUKLU D E V LETLER İ TARİHİ
443
harekete geçerek ulaştığı Eskişehir yörelerinde Selçuklu kuvvetlerinin baskınları sonucunda, oldukça ağır kayıplar verdi ve ağırlaşan kış şartları sebebiyle yeni den İstanbul’a döndü. Onun bu başarısız harekâtından faydalanan Selçuklu atlı kuvvetleri, İsparta ve Denizli yörelerine kadar, birçok kez, akınlara giriştikleri gibi, Danişmendli emîri Y a ğ ı b a s a n d a Bafra ve Ünye’yi elegeçirdi. Bunun üze rine M a n u e 1, geniş bir siyasî saldırıya geçerek K ı l ı ç A r s l a n ’ a karşı, Y a ğ ı b a s a n , saltanata geçmesini destekleme vaadiyle sultanın kardeşi Ankara ve Çankırı meliki Ş a h i n ş a h , Kayseri Danişmendli emîri Z ü n n u n ve kardeşi M a latya emîri Z ü l k a r n e y n ile bir ittifak yaptıktan başka, güneyde Haçlılardan da yardım sağladı. Bu ciddi durum karşısında sultan, M a n u e l v e Y a ğ ı b a s a n ’ a özel elçiler gönderip (1160), “ anlaşma” önerisinde bulundu ise de her ikisinden de red cevabı aldı. Bu arada o, Konya’ya gelmekte olan Erzurum emîri S a 11u k ’ un kızı olan karısını tutsak alarak kardeşi Z ü n n u n ile evlendiren Y a ğ ı b a s a n ’ a karşı harekete geçti ise de Bizans askerlerinden yardım alan Y a ğ ı b a s a n ’ a ye nildi. Bu kez siyasi saldırıya geçen K ı l ı ç A r s l a n , N u r e d d i n M a h m u t ’ un kardeşi E m î r i M î r a n ile birlikte M a n u e l ’ e İstanbul’a giderek bir antlaşma yapmayı başardı. Çok geçmeden sultan, batı yönünden Y a ğ ı b a s a n ’ a karşı harekâta başlarken, doğudan da, bu sıralarda, sultanın müttefiki durumunda olan Harput Artuklu emîri K a r a A r s l a n , Mardin emîri N e c m e d d i n A l p ı ve Erzen ve Bitlis emîri F a h r e d d i n D e v l e t ş a h da saldırıya geçerek M alat ya ili topraklarına girdiler; süratle ilerleyen sultan ise Sivas’ı elegeçirmişti. Öte yandan Y a ğ ı b a s a n , damadı Ş a h i n ş a h ’ m yanına Ankara ’ya çekildi ve ora da Ağustos 1164’de öldü. Bundan faydalanan K ı l ı ç A r s l a n , derhal Ankara ve Çankırı illerine giderek kardeşi Ş a h i n ş a h ’ a saldırıp yenilgiye uğrattığı gi bi, Danişmendlilerin elinde bulunan Elbistan, Darende, Gedük ve Tohma suyu yörelerini elegeçirdi (1165) ve nihayet Kayseri ve Zamantı’yı da alarak Z ü n n u n ’ un Danişmendli emirliğine son verdi. Daha sonraki yıllarda (1171), Malatya’yı D a nişmendoğulları ndan almak suretiyle, bütün A n a d olu ’da Selçuklu hâkimiyetini kurma yolunda önemli bir başarı elde etmiş oldu. Fakat öte yandan N u r e d d i n M a h m u t , kendisine sığınan Ş a h i n ş a h , Danişmendli ve bir kısım A r tuklu emirleriyle K ı l ı ç A r s l a n ’ a karşı bir ittifak yaparak müttefiklerini sultana tâbi olan Sivas’taki Danişmendli emîri İ s m a i l ’ e gönderdikten başka, sultana da ” Z ü n n u n ’ un Kayseri’ye dönmesini, Ş a h i n ş a h ın hapse atılan ço cuklarının salıverilmesini” bildirdi. Sultanın pek olumlu bir cevap vermemesi üze rine atabek N u r e d d i n , Maraş, Göksün ve Behisni kent ve yörelerini elegeçirirken, Sivas’taki müttefikleri de Kayseri’ye doğru ilerlemekte idiler. Öte yandan K ı l ı ç A r s l a n , N u r e d d i n ’ in destek ve yardımlarıyla Sivas ’ın Z ü n n u n tarafından alınması ve N u r e d d i n ’ in de Selçuklu topraklarını istilâsı üze rine, harekete geçerek ona karşı yürüdüyse de aralarının bulunup “ N u r e d d i n ’ in işgal ettiği Selçuklu memleketlerini geri vermesi, sultanın da Z ü n n u n ’ un Sivas ve diğer Danişmendli memleketlerinde hükümdarlığını ka bul etmesi” şartlarıyla bir antlaşma imzalandı. Fakat N u r e d d i n ’ in 1174 yı lında ölümü üzerine, K ı l ı ç A r s l a n , bir yıl sonra (1175), başta Sivas olmak
444
A L İ SEVİM -ERDOĞAN MERÇİL
üzere, Niksar, Komana, Tokat ve yörelerini yeniden elegeçirdi, Z ü n n u n da B i zans'a kaçıp sığınmak zorunda kaldı; böylece uzun yıllar Anadolu hâkimiyeti için Selçuklularla mücadelelere gireşen Danişmendli ailesinin yönetim ve hükümran lıkları kesin olarak ortadan kaldırılmış ve dolayısıyla A nadolu’daki millî birliğin kurulmasında büyük bir engel aşılmış oldu. M ıryokefalon (M yriokephalon) zaferi
Daha önce görüldüğü üzere, imzalanan anlaşma uyarınca Selçuklu-Bizans iliş kileri dostça, sürdürülmekle birlikte Bizans sınırlarında, özellikle Eskişehir yö relerinde, yoğun bir şekilde çoğalan devlete bağlı Türkmen kitleleri, Denizli, Kırkağaç, Bergama ve Edrem it’e değin Bizans memleketlerine akınlarda bulun makta ve özellikle kaleleri tahrip etmekte idiler. Ote yandan Bizans imparatoru M a n u e 1, bu akınları durdurmak amacıyla, A na dolu’ya yeni kuvvetler gönder mekle birlikte düzenleyeceği bir sefer için de askerî hazırlıklara başladı. Onun bu hazırlıklarını haber alan K ı l ı ç A r s l a n , ona bir elçi heyeti göndererek “ Da ha önce yapılan barış antlaşmasının yenilenmesini” önerdi, fakat imparator, “ B i zans’a yöneltilen Türkmen akınlarının durdurulması, Bizans’a sığınan Danişmendli emîri Z ü n n u n ile şehzade Ş a h i ıı ş a h ’ ın, daha önce yönetiminde bulunan mem leketlerin Bizans’a bırakılması” şartlarıyla buna razı olacağını sultana bildirdi. Bu şartları kabule yanaşmayan sultan, atlı kuvvetler sevkedip Denizli yörelerine kadar olan Bizans topraklarını ağır bir şekilde tahrip akınlarına uğrattı. impara tor, Bizans kuvvetlerinin eşliğinde, önce şehzade Ş a h i n ş a h ’ ı, daha sonra da Z ü n n u n ’ u Anadolu’ya gönderme girişiminde bulundu ise de K ı l ı ç A r s l a n ’ ın aldığı önlemler karşısında başarılı olamadı; Ş a h i n ş a h v e Z ü n n u n , yeni den Bizans’a kaçmak zorunda bırakıldılar. Bunun üzerine sultanın ikinci barış önerisini de reddeden M a n u e 1, içinde, Frank, Peçenek, M acar ve Sırp kuvvet lerinin de bulunduğu büyük bir orduyla 1176 yılı ilkbaharında, harekete geçerek Denizli yönünde ilerledi; fakat uçlarda bulunan kalabalık Türkmen kuvvetleri, Bizans ordusunu şiddetle ve devamlı olarak yıpratmakta idiler. K ı l ı ç A r s l a n , Bizans ordusunu, dar ve sarp Miryokefalon (Kum danlı) vadisinde pusuya düşürerek yaptığı büyük bir meydan savaşında, Bizans’a ağır bir darbe indirmiş, böylece M alazgirt’ten sonra Bizans’a karşı ikinci kez büyük bir zafer kazanılmış oidu (Eylül 1176). A ğır bir yenilgiye uğrayan M a n u e 1, Selçuklulara karşı inşa ettirdiği Eskişehir ve Uluborlu’nun doğusundaki Sublaion müstahkem mevkileri ni yıktırmayı kabul ettikten başka, Selçuklu devletine savaş tazminatı olarak 100 bin altm ödemek zorunda kalmıştır. Bu zafer sonucunda, güya A n a d olu ’ya yeni den hâkim olmak isteyen Bizans’ın bütün çaba ve girişimleri sona erdirilerek ar tık bundan sonra Selçuklular karşısında savunmada kalması sağlanmış ve dolayısıyla üstünlük yeniden Türkiye Selçuklu Devletine geçmiştir. Zaferden son ra sultan K ı l ı ç A r s l a n , başta Bağdat Abbasî halifesi olmak üzere, bütün Is lâm hükümdarlarına birer fetihnâme göndererek küffar Bizans’a karşı kazandığı büyük zaferi müjdelemiştir.
SELÇUK LU D EVLETLER İ TARİHİ
445
Selçııklu-Eyyubî ilişkileri
Sultan K ı l ı ç A r s l a n , Bizans’a vurduğu bu büyük darbeden sonra hâlâ Danişmendlilerin elinde bulunan Malatya üzerine yürüyüp bir süre kuşattıktan sonra şehri aman’la teslim aldı (Ekim 1178) ve Danişmendlilerin Malatya şubesi de böylece ortadan kaldırılmış oldu. Daha sonra K ı l ı ç A r s l a n , Eyyubî hü kümdarları S a l â h a d d i n ’ e gönderdiği bir elçi aracılığıyla “ Vaktiyle N u r e d d i n M a h m u t ’ un elegeçirdiği Selçuklulara ait Râban kalesinin geri verilmesini” istedi (1179), fakat reddedilmesi üzerine, kalenin alınması için sevkedilen ordu, S a l a h a d d i n tarafından yenilgiye uğratıldı. Bununla birlikte Anadolu birliği ni kurmaya çalışan sultan, bir yıl sonra (1180) damadı Diyarbakır ve Hasankeyf Artuklu emîri N u r e d d i n M u h a m m e d ’ e karşı harekete geçti, o da S a 1â h a d d i n ’e sığındı. Çok geçmeden S a l â h a d d i n ’ in Selçuklu ülkesine yürümesi üzerine K ı l ı ç A r s l a n , veziri İ h t i y a r ü d d i n H a s a n ’ ı göndererek S a l â h a d d i n ile bir barış antlaşması imzaladı; böylece her iki hükümdarın ara sındaki gergin hava ve savaş durumu, ortadan kaldırılmış oldu. Bu anlaşmadan çok geçmeden sonra K ı l ı ç A r s l a n ve S a l a h a d d i n , özellikle Çukurova daki Türkmenlere karşı saldırıya geçen Ermeni prensi II. R u p e n ’ e karşı hare kete geçerek onu itaat altına almışlardır. Fakat 1182 yılında, S a l â h a d d i n ’ in Diyarbakır ve Silvan kalelerini alarak Doğu-Anadolu’ya hâkim olma çabaları üze rine, Selçuklu-Eyubî ilişkileri yeniden bozulmaya başlayacaktır. Miryokefalon meydan savaşı yenilgisinden sonra İstanbul’a dönen M a n u e 1 i n sultanla imzaladığı antlaşma şartlarını yerine getirmemesi üzerine K ı l ı ç A r s 1 a n ’ ın A t a b e k adlı bir emîrinin kumandasında sevkettiği Selçuklu ordusu, Ayd m ’a kadar olan Bizans memleketlerini istilâ ettiyse de bu emîr, çarpışmalarda hayatını kaybetti. Bununla birlikte Selçuklu istilâ ve fetih hareketleri, durmak bilmeden sürüp gitmekte idi. K ı l ı ç A r s l a n , M a n u e l ’ in ölümünden (1180) iki yıl sonra Uluborlu, Kütahya, Eskişehir ve yörelerini fethederek Selçuklu sı nırları içine aldı; hattâ bu arada Antalya da kuşatıldıysa da fethedilemedi. Yapı lan bütün bu fetihlerle ilgili olarak sultan, Malatya Süryanî patriği M i k h a i l ’ e fetihname niteliği taşıyan bir mektup gönderdi. Sultanın Bizans’a karşı giriştiği bu askerî hareketleri sırasında, Büyük Selçuklu Devleti sultanı S e n c e r ’ in, Karahıtay ve Oğuzlar tarafından yenilgiye uğratılmasından sonra Türkistan’dan Ana dolu yönüne zaman zaman büyük Türkmen kitleleri göçe başladı. Böylece Ana d o lu ’da Türk nüfusu Bizans aleyhine çoğalmakta ve Türkleşme de o ölçüde sürat kazanmakta idi. Ülkenin bölünmesi
Sultan K ı l ı ç A r s l a n ’ nin uzun, yorucu ve başarılı saltanat devresi sonunda, yaşlanıp takattan düşmesi ve dolayısıyla seferlere gidememesi sebebiyle, oğullar! arasında sultan olma arzusu ortaya çıktı. K ı l ı ç A r s l a n , devleti, hanedan men suplarının, yani hükümdar oğullarının ortak malı sayan eski Türk feodal devlet töresine uyarak, ülkeyi onbir oğlu arasında
446
A Lİ SEVİM -ERDOĞAN MERÇİL
1— K u t b e d d i n M e l i k ş a h ’ a Sivas ve Aksaray, 2— R ü k n e d d i n S ü l e y m a n ş a h ’ a Tokat ve yöreleri, 3— N u r e d d i n S u l t a n ş a h ’ a Kayseri ve yöreleri, 4— M u g i s e d d i n T u ğ r u l ş a h ’ a Elbistan, 5— M u i z z e d d i n K a y s e r ş a h ’ a Malatya , 6— M u h y i d d i n M e s u t ’ a Ankara, Çankırı, Kastamonu ve Eskişehir, 1— G ı y a s e d d i n K e y h ü s r e v ’ e Uluborlu ve Kütahya yöreleri,
8— N a s r ü d d i n B e r k y a r u k ş a h ’ a Niksar ve Koyluhisar, 9— N i z a m e d d i ı ı
A r g u n ş a h ’ a Amasya,
10— A r s l a n ş a h ’ a Niğde , 11— S a n c a r ş a h ’ a Ereğli ve güney uç bölgesi olmak üzere, bölüştürdü ve onları buralara melik olarak atadı (1186). Böylece K ı l ı ç A r s l a n , sultan sıfatıyla Konya’da oturmakta, oğulları ise kendisine tâbi birer melik olarak atandıkları şehir ve yörelerini yönetimleri altında tutmakta idiler. Bu hukukî statüye göre, her melik, kendi adına hutbe okutup para bastır makta, yaptıkları binalara kitabe yazdırmakta ve hattâ komşu ülkelerle çeşitli iliş kilerde bulunmakta idiler, fakat sultan ünvanını kullanamıyorlardı. Böylece Türkiye Selçukluları, başkent Konya ’ya bağlı onbir devlete ayrılmış oldu. Bu bö lünmelere rağmen Anadolu da Selçuklu ülkesi sınırları Bizans’a karşı korunduk tan başka, fetihlere de devam edilmekte idi; Bizans uç bölgelerinde bulunan G ı y a s e d d i n K e y h ü s r e v , R ü k n e d d i n S ü l e y m a n ş a h ve Türkmen ler, Karadeniz, Kastamonu, Safranbolu ve Batı-Anadolu ’da Bizans'a karşı başa rılı mücadelelerde bulunarak birçok ve kaleleri fethettiler. H açlılarla m ücadele ve saltanat çatışmaları
S a l â h a d d i n E y y u b î ’ nin Haçlılara büyük darbeler indirmesi ve özel likle Kudüs’ü fethederek buradaki Haçlı krallığına son vermesi üzerine, Avrupa’dan Alman imparatoru F r i e d r i c h B a r b a r o s s a komutasındaki büyük Haçlı or dusu, 1190 yılında A n a d olu ’ya gelip Selçuklu sınırlarına girdi. Haçlılar, impara torun sultan K ı l ı ç A r s l a n ’ la dost olması ve beraberinde Selçuklu elçilerinin bulunması sebebiyle kolaylıkla yollarına devam edebileceklerini umuyorlardı. Fakat Bizans uç bölgelerinde bulunan Türkmenler, zaman zaman baskınlar yaparak on lara ağır kayıplar verdiriyorlardı. Haçlılar, ilk kez, Akşehir yörelerinde Selçuklu ordusuyla savaşa girdiler (1190). Ankara meliki M u h y i d d i n M e s u t ile Ulu borlu meliki G ı y a s e d d i n K e y h ü s r e v ’ in bu savaşta Selçuklu ordusunun başında bulundukları anlaşılıyor. Yapılan savaşta her iki taraf da ağır kayıplar verdi, fakat Selçuklu kuvvetleri, üstün Haçlı ordusu karşısında, yeniden savaş mak üzere, Konya’ya çekildi. F r i e d r i c h B a r b a r o s s a komutasındaki Haçlı ordusu ile melik K u t b e d d i n M e l i k ş a h ’ ın kumandasındaki Selçuklu kuv
SELÇUKLU D E V LETLER İ TARİHİ
447
vetleri arasında Konya’da yapılan savaş sonucunda, Selçuklular yiğitçe döğüşmesine rağmen zırhlı Haçlı kuvvetlerine karşı üstünlük sağlayamadı, bu sebeple K ı l ı ç A r s l a n ve M e l i k ş a h , imparatorla barış yapmak zorunda kaldılar. Böy lece Uluborlu, Alaşehir ve Konya savaşlarında ağır kayıplar veren Haçlılar, Ka ram an üzerinden Ç u k u ro va ’ya indiler. B ilin diği üzere, F r i e d r i c h B a r b a r o s s a , girdiği Silifke çayında boğularak hayatını kaybetti. Sultan K ı l ı ç A r s l a n , Selçuklu ülkesini onbir oğlu arasında bölüştürdükten birkaç yıl sonra kardeşler arasında saltanat mücadeleleri başladı. Sivas meliki K u t b e d d i n M e l i k ş a h , başkent Konya’ya gelip, babasını baskı altına ala rak kendisini veliaht ilân ettirmeyi başardı (Ekim 1189). Daha sonra o, görünüşte babası adına hareket etmekte ise de diğer kardeşlerine karşı saltanatını kurmada çaba göstermekte idi. Sonunda sultan K ı l ı ç A r s l a n , en kijçük oğlu Uluborlu meliki G ı y a s e d d i n K e y h ü s r e v ’ in yanına giderek onu veliaht ilân etti ve onunla birlikte Konya’ya yürüyüp hâkim oldu. Çok geçmeden K ı l ı ç A r s l a n , K e y h ü s r e v ’ le birlikte uç Türkmenlerinin desteğini sağlayan öteki oğlu M e l i k ş a h ’ ın yönetiminde bulunan Aksaray’ı kuşatma sırasında hastalandı ve götürüldüğü Konya ’da 80 yaşında olduğu halde, hayata gözlerini kapadı (Ağustos 1192); böylece veliaht G ı y a s e d d i n K e y h ü s r e v , Türkiye Selçuklu Devleti sultanı oldu. Sultan K ı l ı ç A r s l a n , büyük siyasî ve askerî yeteneği, uzak gö rüşlülüğü yanında, yönetimi altında yaşayan çeşitli Müslüman ve Hıristiyan halk lara ve bilim adamlarına karşı gösterdiği şefkat, hoşgörü ve adil davranışlarıyla Türk tarihinin büyük hükümdarlarından birisi sayılır. Danişmendli hâkimiyetini ortadan kaldırarak Türkiye’de nillî birlik, bütünlük ve güvenliği sağlamada bü yük bir başarı elde etmiştir. Onun 1176 yılında, Bizans’a ağır bir darbe vurarak devletin siyasî kuvvet ve kudretini doruk noktasına getirmesi, Türkiye tarihinin çok önemli bir dönüm noktasını oluşturur.
VI. I. GIYASEDDİN KEYHÜSREV’ İN İLK SALTANATI Babası II. K ı l ı ç A r s l a n ’ ın ölümünden sonra Türkiye Selçuklu Devleti sul tanı olan I. G ı y a s e d d i n K e y h ü s r e v , daha babasının sağlığında, melik ola rak uç bölgelerinde oturan Türkmenlerin büyük bir kısmı kendisine tâbi olduğu halde, gerek Bizans ve gerekse Haçlılara karşı ağabeyleri M u h y i d d i n M e s ut ve K u t b e d d i n M e l i k ş a h ’ la birlikte başarılı mücadelelerde bulunmuş idi. Sultan K e y h ü s r e v ’ in ilk saltanatı beş yıl (1192-1196) sürdü; bu süre zar fında, çeşitli sebeplerle (özellikle çok ihtiraslı melik K u t b e d d i n M e l i k ş a h ’ ın ölümü) diğer kardeşlerinin rekabet ve muhalefetleriyle pek karşılaşmadı ve dolayısıyla tahtını korumada herhangi bir güçlük çekmedi. Böylece serbest kalan K e y h ü s r e v , Bizans imparatoru III. A l e k s i o s ’ un, özellikle Konya-Istanbul arasında ticaret kervanı işleten Selçuklu tacirlerini hapsedip mallarına elkoyması üzerine, askerî harekâta başlayarak Menderes ırmağına kadar olan Bizans top raklarını fethetti, tutsak aldığı Hıristiyan halkı, vaktiyle imparator M a n u e 1 tarafından halkının İzm it’e sürüldüğü Akşehir’e yerleştirdi, onlara toprak, ziraat aletleri ve tohumluk dağıttırarak ziraat yapmalarını sağladı ve onlardan beş yıl vergi almadı. Böylece Hıristiyanlar, kendilerine iyi davranışlarda bulunan, refah ve mutluluğa kavuşturan sultana sonderecede bağlanıp sevgi duydular. Sultanın bu icraatını haber alan diğer birçok Bizans Hıristiyan ahali, Selçuklu ülkesine yerleşmek üzere, sıkıntı içinde bulundukları kendi özyurtlarını terkettiler, böy lece birçok Bizans kenti boşalmış oldu (1196); hattâ bütün bu Hıristiyan ahali, sonradan Bizans’la barış yapılmasına rağmen memleketlerine geri dönmeyerek mutlu yaşamlarını sürdürdükleri Selçuklu ülkesinde kalmayı yeğlediler. Bu olay, Selçuklu sultanlarının ülkedeki, imar, iskân ve üretimi artırma yolunda nasıl yo ğun bir çaba içinde olduklarını gösteren güzel örneklerden biri sayılır. Fakat çok geçmeden sultanın kardeşi II. R ü k n e d d i n S ü l e y m a n ş a h ’ ın Konya üze rine yürüyerek Selçuklu tahtını ele geçirmesi sonucunda, I. K e y h ü s r e v ’ in bi rinci saltanatı sona ermiş oldu (1196).
VII. II. RÜKNEDDİN SÜLEYMANŞAH DEVRİ Öteki kardeşleri arasında en yetenekli, kudretli, şair, bilim ve sanatla uğraşıp ilgi duyan S ü l e y m a n ş a h , Tokat’taki melikliği devresinde, diğer kardeşleriy» le çatışmalara girmeyip Bizans’la mücadelelere girişerek Karadeniz kıyılarına ka dar ( Samsun) olan yerleri fethetmiş idi. Daha sonra o, bazı kardeşleriyle de anlaşarak ordusuyla birlikte Sivas ve Kayseri üzerinden başkent Konya’ya yürü yüp kuşatmaya başladı, sonunda kardeşi sultan K e y h ü s r e v ’ in şiddetle savun duğu şehri “ Sultan ve ailesine aman ile istediği yere gitmelerine izin vermesi” şartlarıyla teslim alıp Türkiye Selçuklu Sultanı sıfatıyla tahta oturdu (1196/97). Çok geçmeden S ü l e y m a n ş a h , kardeşleri A r s l a n ş a h ’ tan Amasya’yı, B e r k y a r u k ş a h ’ tan da Niksar’ı aldı; bu arada diğer kardeşi Elbistan meliki T u ğ r u 1ş a h ise kendisinin sultanlığını tanıyarak itaat etti. Sultanın bu iç sorunlarla meşguliyetinden istifade eden Bizans imparatoru III. A l e k s i o s (1195-1203), Ka radeniz’e gönderdiği bir donanmayla Samsun’daki ticaret gemilerine saldırtarak mallarına elkoydu, bazılarını da tutsak aldı. Kendisine yapılan başvuru üzerine S ü l e y m a n ş a h , imparatora bir elçi heyeti gönderip “ Mal ve alınan tutsakla rın geri verilmesini” bildirdi ve neticede yapılan antlaşmayla Bizanslılar, Selçuklu devletine yıllık vergi ödedikten başka, elegeçirdikleri mallar için de tazminat ver meyi kabul ettiler. Öte yandan sultan S ü l e y m a n ş a h ’ m gerek iç mücadeleler ve gerekse Bizans’la meşgul olmasını fırsat bilen Selçuklu vasalı Ermeni prensi II. L e o n , Toros dağlarından hareketle Ereğli ve Kayseri’ye kadar Selçuklu top raklarına saldırıya geçti. Bunun üzerine sultan, 1199 yılında, harekete geçerek Ermenileri Toroslarm güneyine sürdüğü gibi, A da na’ya değin ilerleyerek asi L e o n u yeniden itaat altına aldı. Doğu ve Güney-doğu’ da fetihler, G ürcülerle savaş
Gerek Bizans ve gerekse Ermenilere karşı kazanılan bu başarılı siyasî ve as kerî hareketlerden sonra S ü l e y m a n ş a h , Türkiye’deki birliği kurma amacıy la, Eyyubîlere dayanarak kendisine tâbi olmamakta direnen kardeşi Malatya meliki M u i z z ü d d i n K a y s e r ş a h ’ a karşı harekete geçerek Malatya ’yı kuşatıp ele-
450
A Lİ SEVİM-ERDOĞAN MERÇİL
geçirdi (Haziran 1200), böylece devletinin sınırlarını, sultan II. K ı l ı ç A r s l a n zamanındaki Fırat ırmağı yörelerine kadar uzatmış oldu. Bu durum karşısında Erzincan ve Divriği Mengücüklü (Mengücekli) hükümdarı B e h r a m ş a h v e T u r a n ş a h , sultana tâbi oldukları gibi, Harput Artuklu emîri N i z a m e d d i n de S ü l e y m a n ş a h ’ a tâbiiyetini bildirdi. S ü l e y m a n ş a h , A n a d olu ’nun fethi sırasında Erzurum ve çevresinde kurulmuş olan Türk Saltuklu beyliğinin, kraliçe T h a m a r a devrinde (1184-1211) Gürcü istilâ ve işgaline uğ raması üzerine, Gürcü seferine çıkmaya karar verdi. Bu amaçla o, Sivas’ta ordusunu hazırladıktan sonra Erzurum ’a yöneldi; bu sırada Erzurum meliki B e h r a m ş a h ile diğer Türk hükümdarları kuvvetleriyle birlikte kendisine katıldılar. Erzurum’a gelen sultan, Saltuklu hükümdarı N a s r e d d i n M u h a m m e d ’ in olumsuz tu tum ve davranışları üzerine, onu hapsedip bütün Saltuklu memleketlerini Türki ye Selçuklu Devleti sınırları içine almak suretiyle bu ailenin buralardaki hâkimiyetine son verdi. S ü l e y m a n ş a h ’ ın asıl amacı, Doğu-Anadolu toprak larına devamlı saldırılarda bulunan Gürcülere karşı bir sefer düzenlemek idi. Bu seferin siyasi sebebiyle birlikte dqygusal yanının da bulunduğu hakkında bazı kay naklarda bilgiler yer almıştır. Rivayete göre, Gürcü kraliçesi T h a m a r a , aşık olduğu S ü l e y m a n ş a h ’ a bir mektupla başvurup evlenmek istemiş, S ü 1e y m a n ş a h ’ ın bunu reddetmesi üzerine kraliçe asker gönderip, savaşa başlamış tır. Esasen, S ü l e y m a n ş a h , beraberinde kardeşi T u ğ r u l ş a h , Erzincan meliki B e h r a m ş a h , Artuklu, Saltuklu ve Türkmen kuvvetleri olduğu halde, Gürcistan üzerine yürümüştü. Karşılıklı elçiler aracılığıyla gönderilen sert mek tuplardan sonra, içinde Şamanı Kıpçaklann da yer aldığı Gürcü ordusu ile Sel çuklu ordusu arasında, Micingerd kalesi yörelerinde şiddetle yapılan bir savaş sonunda (1202), Selçuklu ordusu ağır bir yenilgiye uğradı ve S ü l e y m a n ş a h , beraberindeki emîr ve meliklerle birlikte Erzurum’a çekilmek zorunda kaldı. Gür cülerin baskınıyla başlamış olan bu savaşta, Gürcüler birçok Türk askeri öldür müş, pek çok ganimet elegeçirip, aralarında B e h r a m ş a h ’ ın da bulunduğu tutsaklar almışlardır. Fakat B e h r a m ş a h , daha sonra kurtuluş akçası karşılı ğında tutsaklıktan kurtulup Erzincan’a dönmüştür. Bu Gürcistan bozgununa rağ men A n a d olu ’da Selçuklu hâkimiyeti devam etti: M ardin Artuklu emîri A r t u k A r s l a n , M ard in’i kuşatan Eyyubî hükümdarı M e l i k ü l a d i l ’ e karşı S ü l e y m a n ş a h ’ a itaat ile başvurduğu gibi, Diyarbakır ve Hasankeyf Artuklu emîri II. S o k m a n da Selçuklu tâbiiyetine girdi; böylece Selçuklu hükümranlığı M a r din ve Diyarbakır yörelerine değin uzatılmış oldu. Bu arada Samsat Eyyubî hü kümdarı E f d a 1da sultana bir elçi göndererek Selçukluların tâbiyeti altına girmeyi kabul ettiğini bildirdi. Bununla birlikte sultanı en çok düşündüren ve uğraştıran kardeşi melik M u h y i d d i n M e s u t ’ un Ankara başkent olmak üzere, Eskişe hir, Bolu, Çankırı ve Kastamonu şehir ve yörelerini elinde tutup hâkimiyet sür dürmesi idi. Bütün amacı, Anadolu’da Selçuklu hükümranlık ve kudretini sağlamak olan S ü l e y m a n ş a h , kardeşinin hâkimiyetine son vermek üzere harekete ge çip Ankara’yı uzun bir süren kuşatmaya tâbi tuttu ve sonunda şehri elegeçirerek kardeşinin hükümranlığına son verdi. Kısa süren hükümdarlığı zamanında, Türkiye
SELÇUKLU D E V LETLER İ TARİHİ
451
Selçuklu Devletini iç çatışmalardan kurtarıp millî birliği kurmada çok büyük ba
şarılar kazanmış olan II. R ü k n e d d i n S ü l e y m a n ş a h , yeni bir Gürcistan seferine gitmekte iken Konya-Malatya arasında hastalanıp hayata gözlerini yum du (6 Temmuz 1204). Cesedi Konya’ya getirilip kaledeki Türbeye (Künbedhane) gömülmüştür. Onun ölümünden sonra kendisinin beraberinde bulunan emîrler, oğlu III. î z z e d d i n K ı l ı ç A r s l a n ’ ı tahta çıkardılar. Daha henüz çocuk yaşta bulunan K ı l ı ç A r s l a n , aşağı-yukarı sekiz ay kadar saltanat sürmüş, bu kısa devrede Selçuk Devleti, babası zamanındaki kudret ve kuvvetini koruduğu gibi, ülkeden de herhangi bir toprak kaybı olmamıştır. Fakat çok geçmeden I. G ı y a ş e d d i n K e y h ü s r e v , ikinci kez Selçuklu saltanatını elde etmiştir.
VIII. I. GIYASEDDİN KEYHÜSREV’ İN İKİNCİ SALTANATI I. G ı y a s e d d i n K e y h ü s r e v , 1196 yılında Türkiye Selçuklu Devleti sul tanlığını kardeşi II. R ü k n e d d i n S ü l e y m a n ş a h ’ a bırakmak zorunda kalı şından, yeniden saltanata gelişi olan 1205 yılına kadar dokuz yıl süren macera dolu bir hayat sürdü. O, saltanatını yeniden elde etmek ümidiyle bir süre Kozan’da kaldıktan sonra kardeşleri T u ğ r u l ş a h v e K a y s e r ş a h ’ ın yanlarında E l bistan ve Malatya ’da kaldıktan sonra Eyyubî hükümdarı M e l i k ü l a d i l ’ in yanına H aleb’e, daha sonra, önce Diyarbakır’a, oradan da Ahlatşahı B a l a b a n ’ m yanına gitti. K e y h ü s r e v ziyaret ettiği hiçbir hükümdarın S ü l e y m a n ş a h ’ a karşı saltanatı elegeçirmede kendisihe yardımcı ve destek olmaması üzerine, A h lat’tan Karadeniz’e giderek oradan bir gemiyle vaktiyle babası K ı l ı ç A r s l a n ’ m çok hürmet ve saygı gördüğü İstanbul’a gidip Bizans’a sığındı. Çok geçmeden impa rator A l e k s i o s , onu Bizans ’ın ilerigelen devlet adamlarından Menderes vadisi (M ilet) hâkimi M a n u e l M a v r o z o m e s ’ in kızı ile evlendirdi. Fakat o, H açlı ların (Lâtinlerin) İstanbul’u işgalleri üzerine (1204), kayınpederinin yanına git mek zorunda kaldı. Öte yandan sultan S ü l e y m a n ş a h ’ ın ölümünden sonra küçük yaştaki III. K ı l ı ç A r s l a n ’ ın tahta çıkarılmasına karşı çıkan Selçuklu emîri M ü b a r i z i i d d i n E r t o k u ş ile Selçukluların hizmetine girmiş olan D a nişmendli b e y l e r i M u z a f f i r ü d d i n M a h m u t , Z a h î r e d d i n I l i v e B e d r e d d i n Y u s u f ’ un büyük çabalar sonucunda, Menderes vadisinde bulunan K e y h ü s r e v , özel bir elçiyle (Hacip Z e k e r i y y a ) Selçuklu tahtına oturmak üzere, Konya’ya davet edildi. Derhal harekete geçen K e y h ü s r e v , daha önce meliklik yaptığı U luborlu’ya gelip burada hazırladığı ordusuyla Konya üzerine yürüyerek şehri kuşattı ise de içeri giremedi. Fakat bu sırada, babası K ı l ı ç A r s l a n ’ m askerî üssü olan Aksaray’da, sultan olarak kendi adına hutbe okutmaya karar verilmesi üzerine, bu kez, Konyaklar, Aksaraylılardan önce davranıp şe hirde K e y h ü s r e v adına hutbe okuttuktan başka, tahta çıkarmak üzere, onu Konya ’ya davet ettiler. Bunun üzerine K e y h ü s r e v , derhal şehre gelip Türkiye Selçuklu Devleti tahtına oturdu (Şubat 1205) ve yeğeni III. K ı l ı ç A r s l a n ’ a da Tokat yönetimini vermeyi kararlaştırdıysa da atanması gerçekleşemedi. Böyle ce sultan G ı y a s e d d i n K e y h ü s r e v , ağabeyi II. R ü k n e d d i n S ü l e y -
SELÇUK LU D E V LETLER İ TARİHİ
453
m a n ş ah tarafından siyasî birliği kurulmak suretiyle, sağlam temeller üzerine oturtulmuş bir devletin sultanı olmuş bulunuyordu. K e y h ü s r e v , ilk iş olarak oğulları I z z e d d i n ’ i M alatya’ya, A l â e d d i n K e y k u b a d ’ ı Danişmend ili ne, C e l â l e d d i n K e y f e r i d u n ’ u da Koyluhisar’a aî;. .nştı; fakat bu kez on ların, eski feodal statüde olduğu gibi, adlarına para bastırıp hutbe okutmalarına, başkentin izni olmaksızın komşu devletlerle savaş ve barış yapmalarına müsaade edilmedi; böylece onlar, merkeze bağlı birer vali sıfatıyla görevlerini sürdürmeye başladılar. Sultanın itaatli kardeşi M u g i s ü d d i n T u ğ r ı ı l ş a h , yine Saltuk ilinde (Erzurum) melik olarak bırakıldığı gibi, öteki kardeşi M u i z z ü d d i n K a v se r ş a h da Urfa yönetiminde bırakıldı. Ayrıca Doğu ve Giineydoğu-Anadolu’âaki Artuklu, Mengücüklü ve Eyyubî emirleri, kendisine tâbi olduklarını bildirdiler. Bu arada Gürcülerin Azerbaycan’la birlikte Ahlatşahlar ve Saltuk ilini istilâ edip yağma ve tahribatta bulunmaları üzerine T u ğ r u l ş a h da onlara karşılık ola rak Gürcistan’a saldırıp Gürcüleri bozguna uğratarak pek çok tutsak ve ganimet ler elegeçirdi (1205). Samsun'un kurtarılışı, Antalya’ nın fethi
Haçlıların Bizans başkenti İstanbul’u işgal ile burada bir Lâtin devleti kur malarından sonra T h e o d o r o s L a s k a r i s , 1206 yılında, İznik ve yörelerin de bir devlet kurdu, ayrıca Komnenos ailesinden A l e k s i o s ve D a v i d , Karadeniz kıyılarında, başkenti Trabzon olan başka bir devlet kurup ( Rum Pontüs) (1204-1461) sınırlarını genişletmeye başladılar. Fakat A 1e k s i o s ’ un bu ya yılma ve genişleme politikası, Türkiye Selçuklu devletinin aleyhine bir durum yaratmakta ve dolayısıyla Asya’dan gelip Karadeniz ve A vrupa’ya ulaşan ulusla rarası transit ticaret (kervan) yolu tehlikeye düşmüş bulunmakta idi. Ayrıca A 1e k s i o s ’ un Samsun’u işgale girişmesi üzerine, sultan K e y h ü s r e v , harekete geçerek onu yenilgiye uğratıp Samsun ve yörelerini yeniden Selçuklu sınırları içi ne aldı. Böylece Asya-Avrupa transit ticaret yolu da güvence altına alınmış oldu. Bu arada sultan, kayınpederi M a n u e l M a v r o z o m e s ’ e Denizli, Honas ve de nize kadar uzanan Menderes vadisini içine alan bölgenin yönetimini vermek su retiyle gittikçe güçlenen L a s k a r i s ’ in yayılma politikasına karşı bir tür önlem almış oluyordu. Türkiye’den geçen ticaret yollarının ekonomik açıdan önemini bilen sultan K e y h ü s r e v , Samsun’u kurtarmakla Karadeniz uluslararası ticaret yo lunun güvenliğini sağladıktan sonra, bu kez, Avrupa ve M ısır’dan gelen ticaret gemilerinin uğrak yeri olan ve dolayısıyla Akdeniz’de önemli bir ihracat ve itha lat limanı durumunda bulunan Antalya ;nın fethine girişti. Bu sıralarda şehir A 1d o B r a n d i n i adlı bir Italyanm elinde bulunuyordu. A nadolu’n un diğer yerlerinde olduğu gibi, Lâtin-Rum yetki çatışması sebebiyle Antalya yolu ve li manında güven kalmamış, özellikle Asya ve A frika’dan gelen gemiler soyulmaya başlamıştı. Bunun üzerine derhal harekete geçen sultan K e y h ü s r e v , şehri şid detle kuşatıp sıkıştırmaya başladı; fakat A l d o B r a n d i n i ’ nin K ıbrıs’tan yar dım alıp şiddetle direnmesi sebebiyle başarılı olamayıp çekilmek zorunda kaldı.
454
A Lİ SEVİM-ERDOĞAN MERÇİL
Bununla birlikte sultan, Lâtin yönetiminden memnun olmayan şehir Rumlarının daveti üzerine, kuşatmayı yeniden başlattı ve çok geçmeden de şehri hücumla ele geçirdi (5 Mart 1207); şehir valilik ve kumandanlığına (sübaşı) M u b a r i z ü d d i n E r t o k u ş ’ u atadı. Akdeniz’in önemli bir limanı durumunda olan Antalya’nın fethi sonucunda, Türkiye Selçuklu ülkesi İktisadî bakımdan çok bü yük gelişmeler gösterdi; böylece Selçuklular, ilk kez, Avrupalılarla ticarî ilişki lere girip antlaşmalar yaptılar. Ayrıca sultan, daha önce, mal yüklü gemileri soyulan tacirlere tazminat ödenmesi hususunda özel bir buyruk çıkardığı gibi, ticaret ge mi ve kervanlarından alınan bac ve geçiş vergilerini de kaldırttı. E rm eniler ve Bizans'la m ü cadeleler
II. S ü l e y m a n ş a h ’ m ölümünden sonra ortaya çıkan buhranlardan fayda lanan vasal Çukurova Ermenileri, Selçuklu ülkesine saldırılarda bulunduktan baş ka Toros dağlarından geçen Türkiye-Suriye kervan yolunun güvenliğini de bozmaya başladılar, ayrıca Göksün ve Elbistan’a da baskınlar yaptılar. Bunun üzerine sul tan K e y h ü s r e v , 1208/09 yılında, Ermenilere karşı harekâta girişti, sonunda sıkışık bir duruma düşen Ermeni prensi L e o n ’ la “ Selçuklu tâbiiyetine sadakat göstermesi, Türkiye-Suriye ticaret yoluna saldırmamaları” şartlarıyla bir barış imzaladı. İznik imparatoru L a s k a r i s , sultanın bu başarılı askerî hareketlerini ve fe tihlerini, dolayısıyla Selçukluların Anadolu’ya hâkim bir duruma geçmelerini hoş karşılamıyor, buna karşı sultan K e y h ü s r e v de İznik devletinin kuvvetlenmesi ni istemiyordu. Bu sebeple sultan, İstanbul Lâtin imparatoru ( H e n r i ) ile bir antlaşma yaptı. Bu sırada İznik tahtını elegeçirmek isteyen III. A l e k s i o s da sultana gelip yardım isteğinde bulundu. İşte bütün bu sebeplerle G ı y a s e d d i n K e y h ü s r e v , beraberinde A l e k s i o s olduğu halde, L a s k a r i s ’ e kar şı harekete geçerek, Denizli-Ladik arasındaki Antiochia kenti yörelerinde onunla giriştiği şiddetli savaşta, Selçuklu ordusu, galip durumda iken bizzat çarpışmala ra katılan sultanın şehit edilmesi üzerine, paniğe kapılıp geri çekilmeye başladı. Savaşta Bizans ordusu da çok ağır kayıplara uğradı, öyleki hangi tarafın galip ve ya mağlup olduğu anlaşılamadı (5 Haziran 1211). Daha sonra sultanın cesedi, Kon y a ’ya getirtilip Sultanlar T'ürbesi ’ne defnedildi (Haziran 1211). Öteki Selçuklu sultanları gibi, hür düşünce ve geniş dinî hoşgörüye sahip olan sultan I. G ı y a ş e d d i n K e y h ü s r e v , adil, bilginleri korur, imar, ziraat ve kültür etkinlikle rini teşvik ederdi; özellikle o, Antalya’nın fethi üzerine, Türkiye’yi, uluslararası ticaret yolunun merkezi konumuna getirmiş ve dolayısıyla devletin ekonomik du rumunu sonderecede kuvvetlendirmiştir.
IX. I. İZZEDDİN KEYKÂYUS DEVRİ Sultan G ı y a s e d d i n K e y h ü s r e v , şehit olarak ölümünden sonra geride Izzeddin Keykâvus, Alâeddin Keykubad veCelâleddin K e y f e r i d u n adlarında üç erkek çocuk bırakmıştı. Çok geçmeden Kayseri’de top lanan devlet erkânının Malatya meliki bulunan K e y h ü s r e v ’ in büyük oğlu I. I z z e d d i n K e y k â v u s ’ u saltanat tahtına geçirmeye karar verip, onu Kayse ri ’ye davet etmeleri sonucunda, şehre gelen K e y k â v u s , 20 Temmuz 1211’de tö renle Selçuklu tahtına oturdu. Fakat çok geçmeden kardeşi Tokat meliki A l â e d d i n K e y k u b a d , beraberinde, kuvvetleriyle birlikte amcası Erzurum meliki M u g i s ü d d i n T u ğ r u l ş a h , uç emîri Danişmendli Z a h î r ü d d i n İ l i ve vasal Çukurova Ermeni prensi II. L e o n olduğu halde, taht iddiasıyla Kayseri üzerine yürüyüp sultan K e y k â v u s ’ u şiddetle kuşattı. Kuşatmanın uzamasın dan ümitsizliğe kapılan sultan, özellikle Kayseri valisi C e l â l e d d i n K a y s e r ’ in, yoğun girişim ve çabalarıyla, önce L e o n ’ un, daha sonra d a T u ğ r u l ş a h ’ ın kuşatmayı bırakıp memleketlerine dönmesi sağlandı; bunun üzerine başarılı olamayacağını anlayan A l â e d d i n K e y k u b a d da Ankara’ya dönüp savunma önlemleri aldı. Böylece Kayseri tehlikesinden kurtulan K e y k â v u s , Konya’ya gelip büyük bir törenle Selçuklu tahtına oturdu, devlet erkânına hil’atler verdi ve emîrlerin dirliklerini (ıkta) birer menşurla (ferman) yeniledikten başka, başta Bağdat Abbasî halifesi N â s ı r L i d i n i l l a h olmak üzere, komşu ülke hüküm darlarına, tahta geçtiğini bildiren özel mektuplar gönderdi. Buna karşılık olmak üzere, bu hükümdarlar da kendisine değerli armağanlarla kutlamalarda bulun mak amacıyla özel elçiler gönderdiler. Özellikle halifenin sultana birtakım ünvanlar verdikten başka ona, inanç, Bilge ve Kutlu gibi Türkçe lâkaplarla hitap etmesi ve Fütüvvet şalvarı göndermesi dikkat çekicidir. Bu arada İznik imparato ru L a s k a r i s de sultana, beraberinde, Alaşehir savaşında tutsak alınan S e y f ü d d i n A y a b a , 30 bin altm ve çok değerli armağanlar bulunan özel bir elçi gönderdi; elçi, babasının şehit olması dolayısıyla sultana taziyette bulunduktan başka, tahta geçişini kutladı ve barış önerisinde bulundu. Sultan, L a s k a r i s ’ in bu önerisini o zamanki siyasî şartlara uygun bularak kabul edip her iki devlet arasında bir barış antlaşması imzaladı.
456
A L İ SEVİM -ERDOĞAN MERÇİL
Sultan İ z z e d d i n K e y k â v u s , ülkede huzursuzluğa sebep olan kardeşi A l â e d d i n K e y k u b a d ’ ı tam anlamıyla itaat altına almak amacıyla, Konya’ da ordusunu hazırlayıp Ankara üzerine yürüyerek onu şiddetle kuşatıp sıkıştır maya başladı. Kuşatmanın uzun sürmesi ve direnmenin başarı sağlayamayacağını anlayan K e y k u b a d , “ Kendisine ve kent halkına dokunmayıp aman vermesi” şartıyla sultana teslim oldu. Böylece Ankara’yı teslim alan K e y k â v u s , sanca ğını şehir burçlarına diktirdi; sarayından alınan K e y k u b a d , Malatya yörele rindeki Minşâr (veya Masara) kalesinde hapse atıldı (1212/13). T ic a rî anlaşmalar ve Sinop’ un fetlıi
i z z e d d i n K e y k â v u s , ülkesinin iç ve dış sorunlarını olumlu bir şekilde çözümledikten sonra özellikle Türkiye topraklarında yoğunlaşan uluslararası ti caret yolları dolayısıyla, vaktiyle babası sultan G ı y a s e d d i n K e y h ü s r e v ’ in uyguladığı siyaseti sürdürerek birtakım ekonomik etkinliklerde bulunmuştur. Şöyleki: Önce sultan, Avrupa-Türkiye arasında bir ticaret köprüsü durumundaki Kıbrıs (kral H u g u e ) ile ilişkiler kurarak bir ticaret anlaşması imzaladı (Ocak 1214); böylece babası K e y h ü s r e v ’ in Antalya ’yı fethinden beri Selçuklu-Kıbrıs krallığı arasında oluşturulan dostluk ve antlaşma yenilenmiş oldu. Bu antlaşmay la her iki devlete ait tacirlerin, birbirlerinin ülkelerine serbestçe girip çıkmaları, ticaret yapmaları, batan gemilerin mallarına elkonulması, korsan saldırılarına uğ rayanların her iki ülkeye sığınması hakkının verilmesi, ölümleri halinde ise onla rın her türlü mal varlığının ait olduğu devlete teslimi sağlanmış oldu. Ayrıca sultanın, Venediklilerle de bir ticaret anlaşması yaptığı belirtilmiştir. i z z e d d i n K e y k â v u s , Akdeniz’de Türkiye ticaretini güven altına alıp işler hale getirdikten sonra uluslararası ticaret yoluyla doğrudan doğruya ilgili bulu nan Sinop limanının da Selçuklu sınırları içine alınması gerekiyordu. İznik ve Trab zon Rum devletleri arasındaki bu bölge hâkimiyeti uğruna sürdürülen çekişmeler sebebiyle Sinop ve çevrelerinde güvenliğin bozulması ve dolayısıyla ticaret yolu nun işlerliğini kaybetmesi üzerine, Sinop hakkında geniş bilgi toplayan sultan, Sivas’ta hazırladığı ordusuyla Sinop’a yöneldi. Bu sırada, Sinop’u almak için ha rekete geçen Trabzon Rum hükümdarı A l e k s i o s , avlanmakta iken Sekçuklu askerleri tarafından tutsak alınıp sultana getirildi. Şehrin fethinde yardımcı olur ümidiyle sultan, A l e k s i o s ’ la birlikte Sinop’a yürüyüp kuşatmaya başladı, fa kat A l e k s i o s ’ un şehrin alınması hususundaki girişimleri olumlu bir sonuç ver medi. Öte yandan B e h r a m adlı bir Selçuklu kumandanının bin kişilik bir kuvvetle gemileri yaktırmak suretiyle, Sinop’un denizden olan bağlantısını kes meyi başarması sonucunda “ A 1e k s i o s ’ un Selçuklu tâbiliğini kabul ile Trab zon’a dönmesi, isteyen kimselerin şehirden çıkmalarına izin verilmesi” şartlarıyla Sinop, sultana teslim edildi (3 Kasım 1214). Sultan birkaç gün Sinop’ta kalarak şehrin yönetimi, imarı, kültür ve ticaret işlerinin düzene konulması hususunda birçok faydalı etkinliklerde bulunduktan sonra şehirden ayrıldı. Karadeniz’in bu önemli liman kentinin fethedilmesi dolayısıyla sultan, Gâlip Sultan (Sultanü’lgâlip) ünvanını almıştır.
SELÇUKLU D E V LETLER İ TARİHİ
457
Sinop’un fethinden sonra sultan I z z e d d i n K e y k â v u s , daha önce, kar
deşi A l â e d d i n K e y k u b a d ile giriştiği saltanat, mücadelesinden istifadeyle Ulukışla, Ereğli, Karaman il ve kalelerini işgal etmiş olan Selçuklu vasalı Çuku~ rova Erm eni prensi L e o n ’ a karşı harekete geçip işgal edilen yerleri yeniden ele geçirdi (1215/16). Böylece Erm eniler Toroslarm ötesine atılmış oldu. Antalya’ nın kurtarılışı ve Erm eni seferi
Bu sıralarda, daha önce G ı y a s e d d i n K e y h ü s r e v devrinde, Selçuklu hâ kimiyetine geçtiğini gördüğümüz (5 Mart 1207) Antalya’daki Hıristiyan halk, Sel çuklu muhafız kuvvetlerini gafil avlayıp şelıı\i elegeçirmişlerdi. Bunun üzerine Konya’da düzenlediği ordusuyla derhal harekete geçen sultan, Bizans ve Haçlılar tarafından savunulan şehri denizden ve karadan şiddetle kuşattı ve çok geçme den de Antalya’yı yeniden fethetmeyi başardı (22 Ocak 1216). Şehir sübaşılığma işbilir ve deneyli kumandanı M u b a r i z ü d d i n E r t o k u ş ’ u atadıktan sonra başkent Konya’ya döndü. Sultanın sözkonusu Antalya seferi sırasında, Çukurova Ermenilerinin Antak y a ’yı işgal etmeleri üzerine, Haçlılarla olan antlaşmaları bozulmuş, bu sebeple her iki taraf arasında şiddetli bir gerginlik ve düşmanlık ortaya çıkmıştı. Ülkenin güneyinde cereyan eden bu olayları gözden uzak tutmayan ve bunu fırsat bilen sultan, 1216 yılı ilkbaharında, ordusuyla Kayseri üzerinden M ara ş’a gelip Yabanlu ovasında karargâh kurdu. Bu arada o, Haleb Eyyubî hükümdarı M e 1i k ü z z â h i r ’ e “ Ermenilere karşı ortak askerî harekâta girişmelerini” bildirdi. Fakat bu hükümdarın çeşitli sebeplerle harekâta başlamaması ve çok geçmeden de ölü mü (Ekim 1216) üzerine, I z z e d d i n K e y k â v u s , Maraş Selçuklu emîri N u s r e t ü d d i n ’ le birlikte Ermeni topraklarına girerek Çm çm ve Saimbeyli (Haçın) kalelerini fethetti. Daha sonra sultan, L e o n ’ un kuvvetlerini Toros dağlarında, Ceyhan ırmağı üzerindeki Keban (G aban ) kalesi yörelerinde ağır bir yenilgiye uğrattı ve birçok ilerigelen Ermeni prensini de tutsak aldı. Bu yenilgi üzerine L e o n , sultana değerli armağanlar gönderip af diledi ve “ Ermeni tutsakların baş vergisi karşılığında salıverilmesi, bazı sınır kalelerinin Selçuklulara bırakılması, Erm eni prensliğinin yeniden Selçuklu tâbiiyetine girmesi, gerektiği durumlarda 500 Ermeni askerinin Selçuklu hizmetine verilmesi, her yıl 20 bin altın vergi öden mesi ve sultanın, L e o n ’ u vasal Kozan Erm eni prensi olarak tanınmasını içeren bir menşûr vermesi” şartlarıyla bir barış antlaşması imzalamak zorunda bırakıl dı (1218). Böylece Ermeniler, bir kez daha Türkiye Selçuklu Devleti tâbiiyeti altı na alındığı gibi, Türkiye-Suriye ticaret yolu da güvence altına alınıp işler bir duruma getirilmiş oldu. E yyubîlerde ilişk iler ve ölümü
Düzenlediği bu seferler dolayısıyla yorgunluğunu gidermek ve kışı geçirmek üzere, Antalya’ya giden sultan I z z e d d i n K e y k â v u s , bu arada, Erzincan Mengücüklü devleti hükümdarı F a h r e d d i n B e h r a m ş a h ’ ın kızı S e 1-
458
A L İ SEVİM-ERDOĞAN MERÇİL
ç u k H a t u n ’ la da evlenmiş idi. Sultan, Antalya’da bulunduğu sıralarda bile ülke işleriyle yakından ilgileniyor ve özellikle Haleb üzerinde yoğunlaşan olayları dik katle izliyordu: Haleb Eyyubî hükümdarı M e l i k ü z z â h i r ’in ölümü ve yerine küçük yaşlardaki oğlu M e l i k ü l a z i z ’in tahta geçmesini fırsat bilen komşu devlet hükümdarları, H aleb’i elegeçirme planları hazırlamakta idiler. Bunun üzerine bir kısım Haleb emirleri, sultanı şehri teslim etmek üzere H a leb’e davet etmeleri so nucunda, derhal harekete geçen I z z e d d i n K e y k â v u s , Samsat Eyyubî hü kümdarı melik E f d a 1 ile “ H a leb’i kendisine bırakması, buna karşılık Selçuklu tâbiiyetine girmesi ve nihayet melik E ş r e f ’ in elindeki Urfa ve Harran illerinin Selçuklu hâkimiyetine geçmesi” şartlarıyla bir anlaşma yaptıktan sonra, kuvvet leriyle kendisine katılan E f d a 1, Maraş emîri N u s r e t ü d d i n v e diğer Selçuk lu emirleriyle Elbistan üzerinden geçerek Merzuban, Râban ve Telbâşir kalelerini fethetti. Sultanın Telbâşir’i emîr N u s r e t ü d d i n ’ e vermesi üzerine melik E f d a l , sultanın H a leb’i kendisine vermeyeceği hissine kapıldı, ayrıca sultana karşı çıkanlar da melik E ş r e f üzerinde olumsuz propagandalara giriştiler. Ote yan dan Haleb hükümdarı M e l i k ü l a z i z ’ in atabeki Ş i h a b ü d d i n T u ğ r u l , D i yarbakır hâkimi melik E ş r e f ’ e başvurup yardım isteğinde bulundu. Bunun üzerine melik E ş r e f , Mardin Artuklu emîri A r t u k A r s l a n ’ la birleşerek H a leb’e yönelmiş idi. Bu sıralarda sultan, M en b ic’i fethetmiş bulunuyordu. Bu ara da M e l i k ü l a z i z ’ e bağlı Derbesah emîri A l e m ü d d i n K a y s e r ile Behisni emîri A l t u n b o ğ a isyan ile sultana katıldılar. Fakat M u b a r i z ü d d i n B e h r a m ş a h kumandasındaki Selçuklu kuvvetlerinin, melik E ş r e f tarafından ye nilgiye uğratılması, melik E f d a 1 ’ in melik E ş r e f ile birleşmesi, gönderilen casusların sultan aleyhine geniş çapta propaganda etkinliklerinde bulunmaları ve özellikle sultanın, Haçlıları Dimyat seferine teşvik ettiği haberleri karşısında ihanete uğradığını anlayan sultan I z z e d d i n K e y k â v u s ’ ü, M e n b ic ’ten geri dönmek zorunda bırakan melik E ş r e f , onu bir süre izledi ve fethedilen kaleleri yeniden elegeçirdi. Şimdiye dek giriştiği bütün seferlerden başarı ve zaferle dön müş olan sultan, ihanete uğradığını sabit fikir haline getirmiş, bu nedenle ağır bir ruhî bunalıma kapılmış, bunun sonucunda şüphelendiği bazı emirlerini bir evde toplattırıp yaktırmak suretiyle öldürtmüştür. Sözkonusu başarısızlığı bir türlü kabullenmeyen sultan K e y k â v u s , yeni bir intikam seferi düzenledi; bu arada da Diyarbakır Artuklu emîri N â s ı r ü d d i n M a h m u t , Erbil hükümdarı M u z a f f i r ü d d i n G ö k b ö r i ve diğer bazı yöresel emirlerle, gittikçe kudreti ar tan melik E ş r e f aleyhine antlaşmalar yaptı. Daha sonra müttefiklerinin de katıldığı büyük bir orduyla M alatya’ya ulaştı. Fakat o, şiddetlenen hastalığı sebe biyle tedavi için getirildiği Viranşehir’de vefat etti. Cesedi, Sivas’ta yaptırdığı D â rüşşifa ’daki türbesine gömüldü (Aralık/Ocak 1220). Sultan I. I z z e d d i n Keykâvus, sekizbuçuk yıl süren saltanatı devresinde, Türkiye Selçuklu Devleti nin siyasî ve İktisadî bakımlardan yükselmesinde çok büyük çabalar gösteren, özel likle Türkiye’yi o devir dünya ticaretinde büyük rol oynayan bir ülke durumuna getiren ve başarılı bir siyaset izleyen büyük bir Türk hükümdarı olarak tarihe geçmiştir.
I. ALAEDDIN KEYKUBAD DEVRİ D c v U 'liu y ü k »c li.ş (io ııi'ia i
Sultan î z z e d d i n K e y k â v u s ’ un ölümünden sonra Selçuklu tahtına ge çecek bir oğlunun olmaması veya rivayete göre, çok küçük yaşta bulunması sebe biyle, Selçuklu ailesinden sultan olacak birisinin tespiti için başta vezir M e c d ü d d i n E b û b e k i r olmak üzere, devletin ilerigelen erkânı ( S e y f e d din A yaba, P e r v a n e Ş e r e f ü d d i n M u h a m m e d , M u b a r i z ü d din Ça v l ı , M u b a r i z ü d d i n B e h r a m ş a h , Z e y n ü d d i n Başar a, Ş e m s e d d i n H a m z a ve vezirin oğlu N i z a m e d d i n A h m e t ) toplanıp sal tanat adayları olan Erzurum meliki M u g i s ü d d i n T u ğ r u l ş a h , Koyluhisar meliki C e l â l e d d i n K e y f e r i d u n ve Minşar kalesinde kapiste bulunan A l â e d d i n K e y k u b a d ’ ın durumlarını müzakere ettiler ve sonunda A l â e d d i n K e y k u b a d ’ın tahta geçirilmesine karar verdiler. Derhal hapisten çıkartılan A l â e d d i n K e y k u b a d , Sivas’a gelerek büyük bir törenle Türkiye Selçuklu tahtına oturdu. Bir süre sonra başkent Konya’ya gelen sultan, burada da daha büyük ve görkemli bir törenden sonra saltanat tahtına çıktı. Çok geçmeden B ağ dat Abbasî halifesi N â s ı r L i d i n i l l a h , özel bir elçiyle hilat, menşur vesair gibi, saltanat ve hâkimiyet alâmetleri gönderdi. Bu sıralarda Moğollar, büyük is tilâ hareketlerine başlayıp Kafkasya ve K ırım ’a kadar Asya ve Doğu-Avrupa ’yı ya kıp yıkmakta idiler. Bu durum karşısında sultan A l â e d d i n K e y k u b a d , sözkonusu istilânın Türkiye’ye de yöneltilebileceği düşüncesiyle, siyasî ve askerî önlemler alma gereğini duydu. O, ağabeyi î z z e d d i n K e y k â v u s zamanında ilişkilerin bozulduğu Türkiye Selçuklu devletinin doğu ve güneyde komşu duru mundaki Eyyubîlerle (Melik E ş r e f ) evlilik suretiyle dostluk kurdu (1221), ayrı ca Konya , Kayseri ve Sivas gibi büyük ve önemli kentlerin sur ve kaleleri yeniden ve süratle inşa ettirildi. Ote yandan Abbasî halifesinin de kendisinden askerî yar dım istemesi üzerine, sultan, emîr B a l a b a n K u t l u ğ komutasında beşbin ki şilik bir Selçuklu askerî birliğini Bağdat’a gönderdi. Bununla birlikte sultan, Moğollarla dostane bir siyaset uygulamayı yeğliyordu. Fakat Moğolların Bağdat’ı istilâden vazgeçmesi üzerine halife, bu sırada E rbil’e gelmiş bulunan Selçuklu kuv vetinin geri dönmesini bildirdi.
460
ALİ SEVİM-ERDOĞAN MERÇİL
Alanya’ nın fethi
Sultan A l â e d d i n K e y k u b a d , herhangi bir M oğol saldırısına karşı ül kede savunma önlemleri aldıktan ve özellikle Konya surlarının yenilenme işini bi tirdikten sonra vazı Kayseri’de geçirmiş ve daha sonra da ülke için Moğol tehlikesinin şimdilik mevcut olmaması sebebiyle Alanya (Alâiyye, KalonorosJ’nm fethi seferine çıktı. Bu sırada Alanya, K i r ( K y r ) Y a r t adlı birisinin elinde id i; Antalya-Alanya arasındaki Alara kalesi de K y r V a r t ’ ın kardeşinin yöneti minde bulunuyordu. Ordusuyla şehre erişen sultan A l â e d d i n K e y k u b a d , Alanya'yı karadan ve denizden şiddetle kuşattı. Şehir, bir saldırıyla alınmak üze re idi ki, K i r Ya r t , Antalya subaşısı M u b a r i z ü d d i n E r t o k u ş ’ a başvu rarak “ Hayatına dokunulmaması, şehrin teslimine karşılık Alaşehir ve yörelerinin yönetiminin kendisine verilmesi ve kızını sultana vermesi şartlarıyla kenti sulta na teslim edeceğini” bildirdi. Durum sultana arzedildi; onun onayı alınınca da Selçuklu ordusu şehre girip teslim aldı. Daha sonra şehre giren A l â e d d i n K e y k u b a d , “ Şehrin Kalonoros adının, kendi adına izafetle Alâiyye olarak değişti rilmesini, kale ve şehrin imar ve jnşasını, bir tersane yapılmasını” bir fermanla emretti (1223) ve kışı geçirmek üzere Antalya’ya gitti; bu arada yolu üzerindeki Alara kalesi de fethedildi. Böylece yeniden inşa ettirilen (Saray, cami, medrese, hamam vs.) Alanya, ortaçağlarda, Akdeniz’in ihracat ve ithalatın yapıldığı çok önemli bir ticaret limanı olarak büyük ekonomik etkinliklerin merkezi durumu na geldikten başka, Selçukluların burada denizciliğe başlamaları yönünden de önemini bir kat daha artırmıştır.
Devlet yön eticileri arasında anlaşmazlık
Alâiyye ’nin fethinden çok geçmeden sonra, sultanla devletin ilerigelen emir
leri durumunda olan S e y f e d d i n A y a b a , Z e y ı ı e d d i n B a ş a r a , M u b a r i z ü d d i n B e h r a m ş a h ve B a h a e d d i n K u t l u c a vs. gibi emîrler arasında siyasî yetki ve hâkimiyet çatışması ortaya çıktı. Sultan G ı y a s e d d i n K e y h ü s r e v zamanından beri sultanların Selçuklu tahtına çıkmalarında büyük rol oynayan bu emîrler, âdeta bir sultan gibi hükmetmeye, her fırsatta doğ rudan doğruya devlet işlerine karışmaya başladılar, hattâ günlük yaşantıları bile sultanın kinden daha görkemli idi, bu sebeple muhafız ve yandaşlarının sayıları da günden güne artmakta idi. Böylece sultanın ülke ve devlet üzerindeki hüküm ranlığı ikinci dereceye düşmüş gibiydi. Onların bu tutum ve davranışlarından ha berdar olan sultan, onlara karşı hemen doğrudan bir müdahaleye girişmeyerek durumu şimdilik böylece idare etmekte, ancak özel meclislerde onlardan şikâyet te bulunmakta idi. Fakat adları geçen emîrler, S e y f e d d i n A y a b a ’ nin Kay seri ’deki köşkünde, hile ile sultanı davet edecekleri bir şölen düzenleme ve bu sırada da sultanı tahtan indirip küçük kardeşi Koyluhisar meliki C e l â l e d d i n K e y f e r i d u n ’ u Selçuklu tahtına çıkarmaya karar verdiler. Fakat durum, sultanın yakını nâib H o k k a b a z o ğ l u S e y f e d d i n tarafından öğrenilip, A n talya’da bulunan sultana bildirilince sultan, derhal Antalya’dan Kayseri’ye gele
SELÇUKLU D E V LETLER İ TARİHİ
461
rek, sayıları takriben 24 kişi olduğu rivayet edilen bu emirleri, bazılarını öldürtmek, bazılarını da hapse attırmak suretiyle, bertaraf etti (Haziran 1223). Böylece devlet içinde devlet durumuna gelmiş olan bu emirlerin ortadan kalkma sıyla Türkiye Selçuklu Devletinin merkeziyetçi yönetimi, yani sultanın hüküm ranlığı, daha güçlü bir duruma gelmiş ve ülke de yeniden siyasî istikrara kavuşmuş oldu. E rm eni seferi
Sözkonusu bu iç pürüzleri böylece bertaraf etmeyi başaran sultan A l â e d d i n K e y k u b a d , Türkiye-Suriye kervan yolunu keserek tüccar mallarına el koyan ve dolayısıyla Selçuklu ticaretine engel olan Çukurova Ermenilerine karşı bir sefer düzenlemek zorunda kaldı. Bu sırada, ölen L e o n ’ un kızı İ s a b e t l e ’ nin Antakya Haçlı prensi I V . B o h e m u n d ’ un oğlu F i l i p ( P h i l i p p e ) i l e evlenmesi sebebiyle Haçlılar, Ermeni memleketlerini işgale giriştiler. Bunun üze rine hapse attıkları F i 1i p ’ i kurtarmak isteyen B o h e m u n d ’ un Ermenilere karşı, sultanla bir antlaşma yaparak onunla bir ittifak oluşturmasına karşılık, E rm eniler de Haleb Eyyubî hükümdarı Ş i h a b ü d d i n T u ğ r u l ve Kıbrıs Haçlı larıyla bir ittifak yaptılar (1225). Derhal harekete geçen sultan, emîr M u b a r i z ü d d i n Ç a v l ı , babası G ı y a s e d d i n K e y h ü s r e v ’ in kayınpe deri olan K o m n e n o s M a v r o z o m e s ve M u b a r i z ü d d i n E r t o k u ş ku mandasında olmak üzere, karadan ve denizden kuvvetler sevkedip, Ermeni ve Kıbrıs Haçlılarına karşı askerî harekâta girişti. Emîr E r t o k u ş , denizden Manavgat, A nam ur vesair kıyı kalelerini fethile Silifke’ye kadar ilerlerken, karadan hareke te geçen diğer Selçuklu ordusu da Göksu, Silifke ve Maraş üzerinden Çukurova’ ya indi ve Ç m çm kalesini fethetti. Bunun üzerine, bu sıradaki Ermeni prensi olan H e t u m , sultana başvurup “'‘'Selçuklu vasallığını yeniden kabul ile birçok önem li kaleleri Selçuklulara bırakma, gerektiğinde bin kişilik bir Ermeni kuvveti gön derme, her yıl ödenen vergiyi iki katına çıkarma” şartlarıyla bir barış imzalamak zorunda bırakıldı (1225). Böylece Ermeniler yeniden, fakat bu kez daha ağır şart larla Türkiye Selçuklu devletine tâbi oldukları gibi, Türkiye-Suriye ticaret yolu da güvence altına alınıp tekrar işler bir duruma getirilmiş oldu. Sultan, İçel böl gesinin yönetimini emîr K a m e r ü d d i n L a l a ’ ya bırakıp, özellikle uçlarda yo ğunlaşan Türkmenleri buralara yerleştirdikten sonra Türkiye’nin doğu bölgelerinde vukuubulan olaylar dolayısıyla ordusuyla çekilmek durumunda kalmıştır. Artuklu, Eyyubî ve M eugücüklüierle ilişkiler
Sultan A l â e d d i n K e y k u b a d , bu başarılı seferden sonra kış boyunca or dusunu hazırladı. Sultan, Selçuklu vasallığmdan çıkıp M ısır hükümdarı M e 1i k ü l a d i l ’ e tâbi olan ve ayrıca Moğollardan kaçıp Azerbaycan’a gelerek Doğu-Anadolu’daki siyasî olaylara karışmaya başlayan C e l â l e d d i n H â r e z m ş a h ile kendisine v e M e l i k ü l e ş r e f ’ e karşı bir ittifak yapan Diyarbakır A r tuklu emîri M e s u t ’ a karşı harekete geçti (1226); beraberinde emîr
462
A L İ SEVİM -ERDOĞAN MERÇİL
E s e d ü d d i n A y az v e M u b a r i z ü d d i n Ç a v l ı olduğu halde, M alatya’ya geldi. Sultanın, emîr Ç a v l ı ve A y a z kumandasında sevkettiği kuvvetler, M e s u t ’ a ait Adıyaman, Kâhta ve Çemişkezek kalelerini şiddetle kuşatmaya girişti ler. Sıkışık duruma düşen M e s u t , siyaset değiştirerek bu kez, M e l i k ü l e ş r e f ’ e başvurdu. Bunun üzerine M e l i k ü l e ş r e f , sultana elçi gönderip “ Emîr M e s u t ’ a karşı giriştiği askerî harekâtı durdurmasını ve elegeçirdiği yerleri terketmesini” bildirdi ise de buna sonderecede kızan A l â e d d i n K e y k u b a d , harekâta devam etti; sonunda yapılan savaşta, 16 bin kişiden oluşan Eyyubî ve Artuklu, ordusu kesin bir şekilde bozguna uğratıldı. Böylece, çok geçmeden Adıyaman, Kâhta ve Çemişkezek kaleleri kolaylıkla fetholunarak Selçuklu sınır ları içine alınmış oldu (Ağustos 1226). Fakat elde ettiği bütün bu başarılı askerî hareketlere rağmen A l â e d d i n K e y k u b a d , C e l â l e d d i n H â r e z m ş a h ’ ın Doğu-Anadolu sınırlarına ulaşması ve özellikle M oğol tehlikesinin başgöstermesi karşısında, Eyyubîler ve Artuklularla dostça ilişkiler kurmayı yeğledi ve hattâ M e l i k ü l a d i l ’ in kızı G â z i y e H a t u n ’ la evlenmek suretiyle (1227), bu dost luğu daha da kuvvetlendirdi. Bu sıralarda D oğu -A na dolu’da taht kavgaları ve dolayısıyla siyasî değişiklik lerin olması, sultan A l â e d d i n K e y k u b a d ’ ın dikkat nazarından kaçmamakta idi: Türkiye Selçuklu devleti vasalı Erzincan Mengücüklü emîri F a h r e d d i n B e h r a m ş a h ’ ın ölümünden (1225) sonra Mengücüklü tahtına oğlu D a v u t ş a h geçti ve aynı yılda, Erzurum Selçuklu meliki M u g i s ü d d i n T u ğ r u l ş a h ’ ın ölümü üzerine de yerine, oğlu C i h a n ş a h melik oldu. Türkiye Selçuklu devletine tâbilikten ayrılmak isteyen yeni Mengücüklü hükümdarı D a v u t ş a h , bazı girişimlerde bulunmakta idi. Onun Selçuklu vasallığından ayrılması girişim lerini hoş karşılamayan Mengücüklü emirleri, kendisini uyardılarsa da o, bunları dinlemedi, hattâ bazılarını da hapse attırdı. Fakat onun baskı ve izlemelerinden kurtulan bazı emîrler, sultana sığınıp durumu ona arzettiler. Bunun üzerine D a v u t ş a h , birçok değerli armağanlarla, bu sırada Kayseri ’de bulunan sultanın ka tına çıkıp tâbiiyetini arzetti. Fakat bununla birlikte Erzincan’a dönen D a v u t ş a h , bir süre sonra bu kez, Erzurum meliki C i h a n ş a h ’ ı, sultana karşı kışkırttıktan başka, C e l â l e d d i n H â r e z m ş a h ve Eyyubî hükümdarı M e l i k ü l e ş r e f ’ e de başvurarak sultana karşı onların yardımlarını istedi. Bu sıralarda Akdeniz kı yılarında bulunan sultan A l â e d d i n K e y k u b a d , D a v u t ş a h ’ m bu yeni gi rişimlerini haber alınca derhal Kayseri’ye gelip hazırladığı ordusunu ona karşı Erzincan’a gönderdi, Mengücüklü kale ve kentleri birer birer elegeçirdi; bu ara da D a v u t ş a h ’ ın sultanla görüşme isteği reddedildi ve Selçuklu muhafızları nın eşliğinde kendisine dirlik olarak verilen Akşehir ve Ilgın’a gönderildi. Erzincan Mengücüklü devletinin böylece ortadan kaldırılmasından sonra sultan, melik M u z a f f i r ü d d i n M u h a m m e d ’ in yönetimindeki bu beyliğin Şebinkarahisar ko lunun hüküm sürdüğü yerleri, devletin sınırları içine almak üzere, M u b a r i z ü d d i n E r t o k u ş ’ u görevlendirdi. Derhal harekete geçen Selçuk lu ordusuna karşı direnmenin faydasızlığmı anlayan M u z a f f i r ü d d i n , teslim
SELÇUKLU D E VLETLER İ TARİHİ
463
oldu ve kendisine dirlik olarak verilen Kırşehir’e girdi. Böylece Mengiicüklü bey liği, D ivriği kolu dışında ortadan kaldırılmış oldu. Sultan, oğlu G ı y a s e d d i n K e y h ü s r e v ’ i Mengücük iline melik, E r t o k u ş ’ uda ona atabek olarak atadı. Çok geçmeden sultan, Eyyubîlere tâbi olan amcasının oğlu R ü k n e d d i n C i h a n ş a h ’ ın yönetimindeki Erzurum ’u da almak için harekâta başladı ise d e C i h a n ş a h ’ ın kendisine tâbiiyet arzetmesi ve dolayısıyla herhangi bir ça tışmaya girmek istememesi sebebiyle harekâtı durdurdu, böylece Eyyubîlerle dost luk ilişkilerini korumuş oldu. Stığdak seferi
M oğolların, Türkistan’dan Güney-Rusya’ya kadar uzanan ülkeleri istilâları
sırasında (1223 yılı başlarında), Kırım kıyısındaki önemli bir ticaret kenti olan Suğdak’ı işgal etmeleri üzerine, tâcir ve zenginler, değerli servetleriyle Türkiye kıyılarına gelerek Selçuklulara sığındılar. Selçuklu vasalı durumunda bulunan Trabzon Rum devletinin, Suğdak’a Rum ları yerleştirme ve dolayısıyla hâkim ol maya çalışması üzerine sultan A l â e d d i n K e y k u b a d , ilk kez, denizaşırı bir sefer düzenledi. Kastamonu uç beyi H ü s a m e d d i n Ç o b a n ’ ın kumandasın daki gemilerle gönderilen Selçuklu ordusu Suğdak’ı fethetti (1227). Bu arada H ü s a m e d d i n Ç o b a n , Kıpçak ve Rus hükümdarlarının Selçuklulara tâbiiyetini sağlamayı da başardı. Emîr Ç o b a n , Suğdak’ta dinî bir teşkilât kurduktan ve şehirde bir muhafız birliği bıraktıktan sonra Kastamonu’ya döndü. Böylece Türkiye Selçuklu devletinin denizaşırı bir sefer yapacak kadar kuvvetli bir donanma mey dana getirmesi, dikkate şayan tarihî bir olay ve başarı sayılır. Yapılan araştırma larda, Suğdak şehrinin Moğolların 1239 yılında yeniden ele geçirmelerine kadar Selçuklu hâkimiyetinde kaldığı tahmin edilmektedir. Trabzon Rum ları ve H ârezm lilerle çatışma
Trabzon Rum ları , sultan A l â e d d i n K e y k u b a d ’ ın Doğu-Anadolu ’daki askerî etkinliklerinden faydalanarak Sinop’a kadar saldırılarda bulundular, bu radaki ve Samsun’daki Selçuklu gemilerini yağmalayarak tutsaklar aldılar. Bu nun üzerine sultan, bir yandan kendisinin, öbür yandan oğlu G ı y a s e d d i n K e y h ü s r e v v e M u b a r i z ü d d i n E r t o k u ş ’ un yönettiği kuvvetlerle der hal harekete geçerek Sinop, Samsun ve Ünye’ye kadar olan kıyıları Rumlardan temizledi ve daha sonra da Trabzon üzerine yürüyüp şehri denizden ve karadan şiddetle kuşattı. Fakat şehir düşmek üzere iken bir yandan elverişsiz hava şartla rı, öbür yandan da şehrin savunmada şiddetle direnmesi karşısında, Selçuklu or dusu geri çekilmek zorunda kaldı; böylece Trabzon’un fethi gerçekleşemedi (1228). Bilindiği üzere, buradaki Rum devleti, çağ açan Osmanlı hükümdarı F a t i h S u l t a n M e h m e t tarafından Ağustos 1461’de ortadan kaldırılacaktır. M oğol istilâsı sebebiyle yıkılan büyük Hârezmşahlar devleti hükümdarı A 1a e d d i n M u h a m m e d ’in ölümünden sonra Moğollarla mücadeleler yapa ya pa çekilen oğlu sultan C e l â l e d d i n H â r e z m ş a h M e n g ü b i r t î , 1225
■164
A L İ SEVİM-ERDOĞAN MERÇİL
yılında Azerbaycan’a gelerek Meraga kentini kendisine başkent yapıp bu bölgede hükümranlığını sürdürerek M oğol istilâsını durdurma faaliyetlerinde bulunmak ta idi. Bu amaçla o, Türkiye Selçuklu Devleti sultanı A l â e d d i n K e y k u b a d ’la herhangi bir M oğol istilâsına karşı, karşılıklı gönderilen elçiler vasıtasıyla, ilişki de bulunarak dostluk kurdu. Fakat çok geçmeden sultan C e l â l e d d i n ’in Ağustos 1229’da, A hlat'ı kuşatması ve Erzurum meliki C i h a n ş a h ’ ın ona tâbi olması ve onu, sultan K e y k u b a d ’a karşı kışkırtması, öte yandan da Eyyubî hükümdarı M e l i k ü l e ş r e f ’ in A l â e d d i n K e y k u b a d ’ı, her iki devlet hükümdarları na karşı kışkırtması sonucunda, sultan K e y k u b a d ile C e l â l e d d i n H â r e z m ş a h ’ın arası açıldı. Bununla birlikte sultan A l â e d d i n , Moğol tehlikesine karşı kendisiyle işbirliği yapacağını bildirdi ise de C e l â l e d d i n , onun bu öne risini benimsemedi ve Ahlat kuşatmasına devam etti. Türkiye Selçuklu ülkesinin, C e l â l e d d i n ve C i h a n ş a h ’ın herhangi bir saldırısına uğraması ihtimalini dü şünen A l â e d d i n K e y k u b a d , Eyyubî hükümdarı M e l i k ü l e ş r e f ile bir ittifak yaptıktan sonra ilk önlem olarak 12 bin kişilik seçkin atlı kuvvetini Erzin can'a gönderdi, daha sonra da 20 bin kişiliki bir ordunun başında Kayseri'den hareketle Sivas'a geldi; M e l i k ü l e ş r e f ’in kumandasındaki 10 bin kişilik Ey yubî ordusu da buraya gelip, Kızılırmak yörelerinde birleşip konakladılar. Öte yandan kaynaklarda Islâm m Kubbesi (Kubbetül-islâm) olarak vasıflanan devrin medeniyet ve kültür merkezi olan A hlat'ı 1230 yılında işgal ile tahrip eden sultan C e l â l e d d i n H â r e z m ş a h , C i h a n ş a h ’ la birlikte Selçuklu-Eyyubî ordu suna karşı harekete geçti. Böylece Moğollara karşı birleşmesi gereken iki Türk ordusu, Erzincan Akşehiri'nde Yassıçimen ovasında savaşa tutuştular. Uç gün sü ren bu savaşta, önce Selçuklu öncüleri, ağır bir yenilgiye uğradılarsa da daha sonra kısa bir sürede duruma hâkim olarak, C e l â l e d d i n ve C i h a n ş a h ’ın ordusu nu ağır bir bozguna uğrattılar. C i h a n ş a h ’la birlikte birçok Hârezmli kuman danlar tutsak alındı. Öte yandan sultan C e l â l e d d i n ise beraberindeki az bir kuvvetle Harput , Ahlat ve Malazgirt yoluyla Azerbaycan'a kaçtı. Böylece savaşı kazanan sultan A l â e d d i n K e y k u b a d , M e l i k ü l e ş r e f ile birlikte Erzu rum'a yürüyerek tutsak amcazedesi C i h a n ş a h ’ı affetti ve Saltuklu ilinin mer kezi durumunda olan Erzincan'ı teslim aldı, M e l i k ü l e ş r e f ’ede Ahlat'ı verdi.
M oğollara karşı önlem ler
Fakat bu olaydan bir süre sonra artık zayıf bir duruma düşen C e l â l e d d i n H â r e z m ş a h ’ı izleyen M oğolla r'ın 1231 yılında, D oğu-A nadolu'ya gire rek Eyyubî ve Artuklu kentlerini istilâ ve tahrip etmeleri ve hattâ Sivas yakınlarına kadar ilerlemeleri üzerine sultan A l â e d d i n K e y k u b a d , durumu yakından görüp tespit için K e m a l e d d i n K â m y â r ’ı Sivas'a gönderdi. K e m a l e d d i n , Erzurum Selçuklu kumandanı M u b a r i z ü d d i n E r t o k u ş i l e durumu görüş tü, sonunda Moğolları, Gürcülerin kışkırtıp D oğu-A nadolu'ya sevkettikleri kanı sına vardı. Gürcüleri cezalandırmak için Erzurum'da toplanan Selçuklu ordusu, Gürcistan'a yürüdü ve birtakım kent ve kaleleri fethetti. Selçuklu ordusuna karşı
SELÇUK LU D E V LETLER İ TARİHİ
465
koyamayan Gürcü kraliçesi R o s u d a n , K e m a l e d d i n K a m y â r ’a barış öne risinde bulunarak Selçuklu yasallığını kabul etmek zorunda kaldı. Fakat bütün bunlarla birlikte sultan A l â e d d i n K e y k u b a d , Moğol akmlarının Sivas’a ka dar uzatılması sebebiyle ülkesini savunma önlemleri almak durumunda idi. Bu amaçla o, 1232 yılında, Moğol hanı O g e d e y ’e barış için bir elçi gönderdikten başka, C e l â l e d d i n H â r e z m ş a h ’ ı ve M oğol akınları sonucunda ciddi bir şekilde tahrip edilen Doğu-Anadolu bölgesini, Selçuklu hâkimiyetine almayı ve muhtemel bir M oğol istilâsını da ülkesinin sınırlarında karşılamayı kararlaştırdı. Bu sebeple sultan, K e m a l e d d i n K â m y â r ’ı 1232 yılında bir Selçuklu ordu suyla bu bölgeye sefere gönderdi. K e m a l e d d i n , kısa zamanda Ahlat, Van, Bitlis, Adilcevaz ve çevrelerini Türkiye Selçuklu Devleti sınırları içine kattı ve harap olan kaleleleri onarttı. Bundan başka Ahlat ve yöreleri Selçuklu subaşısı S i n a n e d d i n K a y m a z , sultanın buyruğu üzerine, Doğu-Anadolu bölgesinde avare dolaşıp soygunlar yapmakta olan H ârezm li askerlerin beyleriyle ( K a y ı r H a n , B e r e k e t H a n , A r s l a n T o g u H a n vs. gibi) Tatvan’da görü şerek onların 12 bin kişilik askerleriyle birlikte Selçuklu hizmetine girmelerini sağladı. Daha sonra sultan, bu Hârezmli beylere ülkenin orta bölgelerinde dirlik ler verdi.
E yyuhîlerle çatışmalar
Öte yandan, sultanın, Ahlat ve çevresindeki kentleri Selçuklu hâkimiyetine alması üzerine, daha önce, buraları ellerinde tutan Eyyubîler harekete geçtiler. Şöyleki: M ısır hükümdarı M e l i k ü l k â m i l , diğer bütün Eyyubî hükümdarla rıyla birlikte topladıkları 100 bin kişilik büyük bir orduyla 1234 yılında, H alebKayseri kervan yolundan Türkiye sınırlarını aşarak ilerlemeye başladılar. Bunun üzerine sultan, Selçuklu, Hârezm, Gürcü, Frenk ve Rus askerlerinden oluşan 100 bin kişiden fazla bir orduyla onlara karşı harekete geçti; K e m a l e d d i n K â m y a r kumandasında gönderilen kuvvetler, Eyyubîlerin yolu üzerindeki bütün va di, geçit ve boğazları (Akçaderbend, Duzahdere yolu vs. gibi) kontrol altına aldılar. Zor duruma düşen Eyyubî ordusu, M e l i k ü l k â m i l aleyhine ortaya atılan bir takım olumsuz propagandaların da etkisiyle Besni ve Adıyaman taraflarına çe kilmek zorunda kaldı; bununla birlikte Eyyubîlere tâbi durumda olan Harput Artuklu hükümdarının ( I z z e d d i n A h m e t ) onu Harput üzerinden harekâta daveti üzerine M e l i k ü l k â m i l , ordusunu o yöne kaydırdı ise de derhal karşı harekâta başlayan B e h r a m ş a h , Ç a v l ı , A l t u n a b a v s . gibi büyük emirle rin yönettiği Selçuklu ordusu, Harput önlerinde giriştiği savaşta, Eyyubîleri ke sin bir yenilgiye uğrattı, Eyyubî ve Artuklu kuvvetlerinin savunduğu Harput kalesini de fethetmeyi başardı (Ağustos 1234). Böylece Harput Artukoğulları emirliği so na erdiği gibi, Siverek'te bulunan M e l i k ü l k â m i l de yenilgiyi kabul ile M ı sır’a dönmek zorunda kaldı. Birkaç ay sonra sultan A l â e d d i n K e y k u b a d ’ m (1235), Anadolu birliğini kurma amacıyla, henüz Eyyubîlerin elinde bulunan Güneydoğu-Anadolu bölgesine, Kayseri subaşılığına atadığı değerli ve yetenekli
466
A Lİ SEVİM-ERDOĞAN MERÇİL
devlet adamı K e m a l e d d i n K â m y a r kumandasında gönderdiği 50 bin kişi lik Selçuklu ordusu, kısa zamanda, Am id dışında, Urfa, Siverek, Harran, Rakka şehir ve kalelerini fethetmeyi başardı, bütün buralara Selçuklu vali ve kuman danları atandı. Fakat bununla birlikte çok geçmeden Mısır ve Suriye Eyyubî hü kümdarı M e l i k ü l k â m i l ’in sevkettiği Eyyubî ordusu, Selçukluların fethettiği bütün bu şehir ve kaleleri dört ay gibi kısa bir zamanda geri alarak bölgede geniş çapta kıyım ve tahribatta bulundu, elde ettiği sayısız ganimetleri Mısır’a gönder di. Bu Eyyubî istilâsı üzerine sultan A l â e d d i n K e y k u b a d ’ın Ta c e d d i n P e r v a n e kumandasında gönderdiği Selçuklu ordusu ve Hârezmli kuvvetler, Am id kalesini kuşattı ise de sağlam ve aşılmaz surları sebebiyle başarılı olamadı ve 1236 yılında, geleçek yıl yeniden harekâta başlamak üzere geri çekildi. Bu nunla birlikte A m id ’ i kesinlikle fethetmeyi kararlaştırılan sultan, KayserV de bü yük bir ordu hazırlatmakta idi. Bu sıralarda büyük Moğol hanı O g e d e y , sultan A l â e d d i n K e y k u b a d ’a Ş e m s e d d i n Ö m e r adında bir elçi göndererek “ Kendisine T a n r ı tarafından verilen dünya hâkimiyetini (Moğollar, bu inancı, Türklerden almışlardır) kabul etmesi halinde, kendisiyle barış halinde bulunulacağını” bildirdi. Onun bu öne risini sevinçle karşılayan sultan, O g e d e y H a n ’a değerli armağanlar gönderdi. KayserV de hazırlıklarını bitiren sultan, çeşitli milletlerden ( Selçuklu, Hârezm, Ermeni, Rus, Gürcü, Frenk vs. gibi) oluşturduğu ordusunu burada Meşhed ova sında topladı. Öte yandan bütün Eyyubî melikleri, M e l i k ü l k â m i l ’in memle ketlerine hâkim olması sebebiyle ona karşı Selçuklu sultanı ile ittifaklar yaptılar. Sultan A l â e d d i n K e y k u b a d , Meşhed ovasında topladığı ordusuna Rama zan bayramı dolayısıyla geçit resmi yaptırdıktan başka, ilerigelen devlet adamla rı ve yabancı ülke elçileri için büyük bir şölen düzenledi. Bu sırada da küçük oğlu î z z e d d i n K ı l ı ç A r s l a n ’ ı kendisine veliaht yaptığını açıklayıp, hil’at giydirdi ve bütün Selçuklu devlet adamlarına bunu kabul etmeleri için ant içirdi. Fakat sultan, bu şölen sırasında, yediği kuş etinden zehirlerek 30 Mayıs 1237’de hayata gözlerini yumdu. 17 yıldan fazla saltanat süren, çeşitli kaynaklarda Büyük Sultan olarak vasıf lanan A l â e d d i n K e y k u b a d , Türkiye birliğini kurmada kazandığı değerli siyasî ve askerî başarıları yanında, Türkiye’’nin ekonomi ve kültür bakımlarından da gelişip yükselmesinde eşsiz hizmetlerde bulunmuştur. Çok önem verdiği eko nomik siyaseti sebebiyle giriştiği birçok seferler sonucunda, ülkeden geçen ulus lararası ticaret yollarının güvenliğini sağladığı gibi, gelişmesi için de birçok değerli kervansaraylar yaptırmış idi. Bilim, kültür ve sanat ehline daima önem verip, bizzat koruması altına almış olan A l â e d d i n K e y k u b a d , Moğol istilâsı sebebiyle ülkelerinden kaçan Türkistan ve Iranlı bilim adamları, şair, edip ve sanatkârları, Türkiye’ye yerleştirip himayesine almak suretiyle, Anadolu’da Türk kültür ve uy garlığının daha çok gelişmesinde önemli bir rol oynamıştır; bu ekonomik ve kül tür etkinlikleri yanında, büyük Selçuklu kentlerini sağlam surlarla çevirtmiş, cami, medrese, köprü, tersane, hastahaneler yaptırmış, özellikle Alâiyye, Beyşehir G ö-
SELÇUKLU D E V LETLER İ TARİHİ
467
iü’nde bir tepe üzerindeki Kubadâbad, Kayseri’deki Keykubadiyye ve Konya’da ki saraylar ve kendi adına yaptırdığı hastahane (Darüşşifayi Alâyî) anılmaya değer nitelikteki şaheserler arasında yer almışlardır. Onun büyük tarihî kişiliği, kud ret, kuvvet ve adaleti yanında, A na dolu’yu her bakımdan bayındır ve mutlu bir Türkiye haline getirmesi, kendisinin U lu K e y k u b a d olarak hatıralarda yaşa masının önemli bir etkeni olmuştur.
XI. II. GIYASEDDİN KEYHÜSREV DEVRİ G erilem e ve çöküş dönem i
Sultan A l â e d d i n K e y k u b a d öldüğü zaman G ı y a s e d d i n K e y h ü s r e v , î z z e d d i n K ı l ı ç A r s l a n ve R ü k n e d d i n adlarında üç çocuk bırak mıştı. Sultan, sağlığında î z z e d d i n K ı l ı ç A r s l a n ’ı kendisinden sonra tahta geçmesi için veliaht yapmışsa da jlerigelen devlet adamları S a a d e t t i n K ö p e k , Şemseddin Altunaba, Taceddin Pervane, Lala Cemaled d i n F e r r u h v e G ü r c ü o ğ l u Z a h î r ü d d e v l e ’ nin girişimleri ve aldıkları önlemler sonucunda, öteki oğlu G ı y a s e d d i n K e y h ü s r e v ’i Kayseri’deki Keykubâdiye sarayında Selçuklu tahtına oturttular. Olen sultanın arzusuna karşı olan bu karar ve uygulamayı, Hârezm emîri K a y ı r H a n , K e m a l e d d i n K â m y a r ile H ü s a m e d d i n K a y m e r î , önceleri kabule yanaşmadılarsa da sonra dan katına gelip yeni sultanı kutlam ak zorunda k ald ılar. Sultan I I . G ı y a s e d d i n K e y h ü s r e v , Selçuklu tahtına oturduktan daha önce, ba basının sağlığında Kayseri'ye gelmiş bulunan elçileri kabul ettikten sonra yine ba basının O g e d e y H a n ’a göndermek için hazırladığı elçiyi Moğolistan'a gönderdi. Sultan, Eyyubî hükümdarları M e l i k ü l k â m i l ve M e l i k ü n n a s ı r ile babası zamanında yapılan antlaşmaları yeniledi (Ağustos 1237) ve M e l i k ü n n a s ı r ’m kızkardeşi G â z i y e H a t u n ’ la evlenmesine karşılık kendi kızkardeşi M e l i k e H a t u n ’un da M e l i k ü n n a s ı r ile evlenmesine izin verdi; böylece Haleb Eyyubî hükümdarını kendisine tâbi kılarak daha yakın bir işbirliği sağlamış ol du. Çok geçmeden diğer Eyyubî melikleriyle ( M e l i k ü l m u z a f f e r , M e l i k ü l m ü c a h i t ) , Artuklu em irleri de sultana tâbi oldular. Böylece sultan K e y h ü s r e v , M ısır Eyyubî hükümdarına karşı kuvvetli bir ittifak kurmuş ol du. Kendi aleyhine gelişen bu ittifakı dağıtmak amacıyla M e l i k ü l k â m i l , or dusuyla H aleb'e karşı harekâta başladıysa da yolda hastalanıp öldü (1238). Saadettin K ö p e k 'in tahakkümü ve sonu
S a a d e t t i n K ö p e k ve yandaşlarının çaba ve etkinlikleriyle saltanata ge çen G ı y a s e d d i n K e y h ü s r e v , kendisine muhalif duruma geçen Selçuklu dev let adamları ve Hârezm beylerine pek güvenemiyordu. Durumu iyi değerlendiren
SELÇUKLU DEVLETLER İ TARİHİ
469
S a a d e t t i n K ö p e k , kendisinin, bu muhaliflerini ortadan kaldırması hususun da, genç yaştaki sultanı sürekli olarak etkiliyordu. Bunun sonucunda K e y h ü s r e v Hârezmlilerin başı durumunda olan K a y ı r H a n ’ ı Pınarbaşı kalesinde zindana attırdı, çok geçmeden de o, bu ağır zindan hayatına dayanamayıp öldü (1237). Bunun üzerine Hârezm bey ve askerleri, Selçuklu hizmetinden ( Kayseri’den) ayrılarak Urfa yörelerine çekildiler ve bütün bu bölgeleri yağma akınlarına uğrattılar, bu arada kalabalık bir Türkmen kitlesi de kendilerine katıldı. Bunun üzerine K e m a l e d d i n K â m y a r kumandasında harekete geçen bir Selçuklu ordusunu bozguna uğratmayı da başardılar. Hârezmliler, Güney-doğu A na dolu ' da bir süre bağımsız bir şekilde yaşamlarını sürdürdüler. Hârezmlilerin böylece bertaraf edilmesinden sonra S a a d e t t i n K ö p e k , muhalif yerli emîr ve devlet adamlarını ortadan kaldırma girişimlerinde bulundu: Selçuklu devletine yıllarca büyük hizmetlerde bulunmuş olan K e m a l e d d i n K â m y a r , Ş e m s e d d i n A l t u n a b a , H ü s a m e d d i n K a y m e r î v e T a c e d d i n P e r v a n e gibi çok değerli ve yetenekli devlet adamlarını sultanı kışkırtarak birer birer bertaraf etmeyi başarmış, hattâ şehzade I z z e d d i n K ı l ı ç A r s l a n ile R ü k n e d d i n ’i hapse attırıp, bir rivayete göre, çok geçmeden öldürtmüş, anneleri A d i l i y y e H a t u n ’ u da Ankara’da yayının kirişi ile boğdurulmak suretiyle öldürtmüştür. A r tık sultan G ı y a s e d d i n ’in herhangi bir saltanat rakibi kalmamış görünmekte ise de Eyyubîlere karşı kazandığı Samsat zaferinden (Temmuz 1238) sonra S a a d e t t i n K ö p e k , Selçuklu hanedanına mensup olduğunu bir tertip ve düzenle ileri sürerek tahta geçmeyi bile planlamakta idi. Durumu geç de olsa anlayan sul tan G ı y a s e d d i n K e y h ü s r e v Sivas subaşısı H ü s a m e d d i n K a r a c a ’nın yardım ve desteğiyle Kubadâbad sarayında, S a a d e t t i n K ö p e k ’i öldürtmek suretiyle ortadan kaldırttı (1238). Böylece Türkiye Selçuklu Devleti onun tahak kümünden kurtulmuş oldu. Sultan, büyük ve değerli devlet adamlarının ortadan kaldırılmaları sonucunda, geride kalabilen ikinci derecedeki devlet adamları du rumunda bulunan M ü h e z z i b ü d d i n  l i ’ yi vezirliğe, Isfahanlı Ş e m s e d d in M u h a m m e d ’i nâibliğe, V e l i y y e d d i n T e r c ü m a n ’ ı Pervaneliğe, ünlü tarihçi I b n B i b i ’nin babası M e c d ü d d i n M u h a m m e d ’i Tercümanlığa ve C e l â l e d d i n K a r a t a y ’ ı da Hassa Hazinesi’ne atadı. Daha sonra sultan, sözlü durumunda bulunduğu Gürcü kraliçesi R o s u d a n ( R u s u d a n ) ’m kızı ve Türki ye Selçuklu ülkesinde G ü r c ü H a t u n adıyla tanınmış olan T a m a r a ( T h a m a r a ) ile evlendi. H ârezm lilerin durumu
Özellikle S a a d e t t i n K ö p e k ’ in genç ve tecrübesiz sultan K e y h ü s r e v üzerinde olumsuz faaliyetleri sebebiyle ortaya çıkan tehlikeli iç buhranların ber taraf edilmesinden sonra devlet hizmetinden ayrılıp Güney-doğu Anadolu ve KuzeySuriye'de askerî feodal bir sistemle yönetilen ve bu bölgelerde yağma ve soygunlar yaparak Suriye-Türkiye arasındaki uluslararası ticaret yolunu âdeta kapatan H â rezmliler, elçi olarak gönderilen M e c d ü d d i n M u h a m m e d aracılığıyla, ye niden devlet hizmetine alınmak suretiyle, tâbi duruma getirildiler. Bununla birlikte
A Lİ SEVİM -ERDOĞAN MERÇİL
470
Hârezmlilerin çok geçmeden yeniden yağma ve soygun hareketlerine başlamaları
üzerine, tâbi Eyyubî ve Artuklu hükümdarlarının başvurusu sonucunda, sevkedilen Selçuklu birlikleri, Harran'da Hârezmlileri yenilgiye uğrattılar; elegeçirilen Harran, Eyyubîlere bırakılırken fethedilecek olan Am id kenti de Selçukluların olacak idi. Bu amaçla sultan G ı y a s e d d i n K e y h ü s r e v ’ in Sivas subaşısı M u b a r i z e d d i n Ç a v l ı ve Niksar subaşısı M u b a r i z e d d i n Y a v t a ş kuman dasında gönderdiği ordu, 1240 yılında A m id ' i kuşattı, çok geçmeden şehir 400 bin dirhem karşılığında ve “ Şehir halkının mevcut haklarının korunması, vergi den muaf tutulması” şartlarıyla emîr F a h r e d d i n D i n a r î ’den teslim alındı. Böylece Am id, Selçuklu sınırlarına alınmış oldu; bu arada Siverek, Ergani, Çer mik, Akîl vs. kaleler de fethedilip buralara Selçuklu asker ve muhafızları yerleş tirildi; Diyarbakır subaşılığma da M u b a r i z e d d i n I s a C a n d a r getirildi.
Babaî ayaklanması
Batı yönünde gelişmekte olan büyük Moğol istilâsı sebebiyle Türkiye’ye sığı nıp Güney-doğu bölgesi ve Suriye sınır bölgesinde yoğunlaşan ve genellikle Şamanî inanca bağlı göçebe Türkmenler, bu bölgelerde oturan Hârezmlilerin yağma ve tahrip hareketlerine parelel olarak, göçebe hayat tarzlarının (sosyal ve dinî ba kımdan) değişik olması sebebiyle, buralardaki yerleşik halkla uyuşamamakta ve geçimlerini sağlamak için geniş çapta yağma hareketlerine girişmekte ve huzuru bozmakta idiler. Ayrıca bu bölgelerde, Hıristiyanlarla birlikte aşırı Şiî ve nihayet M ani ve Pavlakî inançlara sahip Hıristiyan zümreler yaşamakta idiler, işte böyle
bir bölgeye gelen yarı Islâm ve Şamanı inançlarını koruyan göçebe Türkmenler arasında, Samsat yörelerinde, Horasanlı B a b a I l y a s (veya B a b a R e s u l ) adlı, daha çok Şamanî inançlara bağlı, Islâmiyeti henüz hazmedememiş bir Türk şey hi, dinî ve siyasî amaçlara sahip olup peygamberlik iddiasında bulunarak göçebe Türkmenleri etrafına toplamayı başardı ve onların ülkedeki adaletsiz ve haksız yönetime karşı harekete geçmelerini istedi. Daha sonra o, Amasya taraflarına gi derek orada faaliyetlerini sürdürdü. Bununla birlikte B a b a I l y a s ’ ın Urfa yö relerindeki Hârezmlilerle de ilişkilerini kesmemesi, siyasî ortamı kendi lehine nasıl değerlendirdiğini göstermesi bakımından ilginçtir. Bir süre sonra o, Amasya’ ya giderek burada da faaliyetlerini sürdürmeye başladı; bunun üzerine de, Selçuklu kuvvetleri tarafından kent kalesinde kuşatıldı, işte bu sıralarda kendisinin hali felerinden olan ve Adıyaman (ya da Kefersud)’da bulunan B a b a I s h a k d a sul tan G ı y a s e d d i n K e y h ü s r e v ’e karşı “ Tanrı yolundan ayrılıp kötü bir yaşam sürmesi” nedeniyle cihat ilân etti (1240). Çok geçmeden bu cihat çağrısına katı lan Kefersud, Kâhta, Adıyaman ve yörelerinde yaşamakta olan büyük Türkmen kitleleri, bu ayaklanmaya katıldılar, bölgede geniş çapta yağma ve tahrip hareket lerinde bulundular ve kendilerine katılmayanları acımasızca öldürdüler. Bunun üzerine sultan, onlara karşı Malatya sübaşısı M u z a f f i r ü d d i n A l i ş i r ’i (iki kez) bir miktar kuvvetle gönderdi ise de bu kumandan yenilgiden kurtulamadı. Bu başarı üzerine isyancı Türkmenler, B a b a I l y a s ile birleşmek amacıyla Amas
SELÇUKLU D E V LETLER İ TARİHİ
471
ya taraflarına yöneldiler. Durumun ciddiyeti karşısında Kubadâbad’a giden sul
tan G ı y a s e d d i n K e y h ü s r e v , asilere karşı Amasya subaşılığına atadığı M u b a r i z ü d d i n A r m a ğ a n ş a h ’ ı gönderdi. A r m a ğ a n ş a h , B a b a I I y a s ’ ı öldürmeyi başardı ise de “ T a n r ı P e y g a m b e r i ” olduğuna inandıkla rı B a b a 11y a s ’ın “ hiçbir fani insan tarafından öldürülemeyeceğine ve onun göğe çıkıp meleklerin yardımını sağlayacağına” inanan Türkmenler, hayatı hiçe sayarcasına çarpışıp A r m a ğ a n ş a h ’ ı öldürdüler; daha sonra B a b a î l y a s ’a bağlı oldukları için B abaî adını alan bu Türkmenler, B a b a î s h a k ’ ın komuta sında Konya yönünde ilerlemeye başladılar. Çok geçmeden onlar, N e c m e d d i n B e h r a m ş a h kumandasındaki 60 bin kişilik Selçuklu ordusu karşısında, özellikle ordudaki Hıristiyan askerlerin korkmadan savaşmaları sonucunda, Kır şehir’e bağlı Malya ovasında, kesin bir yenilgiye uğratılıp B a b a î s h a k ’ la bir likte hemen tamamen yok edildiler (1240). Böylece Türkiye Selçuklu Devleti’ni ciddi şekilde sarsan bu tehlikeli dinî, siyasî ve ekonomik hareket bastırılmış ve dolayısıyla ülke sükûna kavuşturulmuş oldu. Selçuklu-Eyyubı gergin liği
Babaî ayaklanmasının bastırılmasından sonra, kendisinden önceki Türkiye Sel çuklu sultanlarının “ Anadolu Türk birliğini kurma” yolundaki faaliyetlerini sür
dürmek isteyen sultan G ı y a s e d d i n K e y h ü s r e v , 1241 yılında, ordusunu Kayseri’de toplayarak Eyyubî hükümdarı Ş i h a b ü d d i n G a z i ’ye ait olan Sil van üzerine yürüdü; Selçuklu vasalı Şam Eyyubî hükümdarı M e l i k ü s s a l i h ’-
in M e l i k ü l m u a z z a m kumandasında gönderdiği kuvvetler de Selçuklu ordusuyla birleşti. Öte yandan Hârezm ve Germiyanlı Türkmen kuvvetlerinin yar dımını sağlayan Ş i h a b ü d d i n G a z i de Âm id üzerine yürümekte idi. Nerdeyse her iki taraf arasında savaş başlamak üzere idi. Fakat M oğol tehlikesine karşı Müslüman hükümdarların birleşmesini isteyen Bağdat Abbasî halifesi M u ş t a n s ı r ’ ın araya girmesi sonucunda, “ Ş i h a b ü d d i n G a z i ’ nin Selçuklulara tâbi olması” şartıyla her iki taraf arasında bir antlaşma yapıldı. K öeedağ savaşı
Türkiye sınırlarına yaklaşmış olan Moğol ordusu kumandanlığına atanan (1241)
B a y c u N o y a n , Babaî isyanı dolayısıyla Selçukluların zayıf düşmesini fırsat bilerek 1242 sonbaharında, Erzurum üzerine yürüyerek şiddetle kuşattı ve çok geçmeden de subaşısı S i n a n e d d i n Y a k u t ’un savunduğu şehri işgal ile tah rip etti. Böylece Moğollar, artık Türkiye’yi istilâya başlamış bulunuyorlardı. Bu nun üzerine, bütün Türkiye’yi hedef alabilecek herhangi bir Moğol saldırı ve istilâ harekâtına karşı önlemler alınmaya başlandı. Şöyleki: ilk olarak sultan G ı y a ş e d d i n K e y h ü s r e v , bütün Eyyubî hükümdarlarına elçiler ve değerli arma ğanlar göndererek Moğollara karşı birlikte hareket edilmesini bildirdi, hattâ kendilerine bazı Selçuklu memleketlerini dirlik olarak vereceğini de bildirdi ise de sadece vasal Haleb hükümdarı M e l i k ü n n a s ı r S a l â h ü d d i n b u çağrıya
472
A L İ SEVİM -ERDOĞAN MERÇİL
oluuılu bir cevap vererek iki bin kişilik bir askerî birlik gönderdi. Selçuklu vasalı durumunda olan Erm eniler de 300 atlı gönderdilerse de sonradan savaşa katıl madan geri döndüler. Sultan, Haleb kuvvetleri ije ücretli Gürcü, Frank ve K ıp çak askerlerinden oluşan 80 bin kişilik büyük ordusunu Sivas’a ulaştırdı. Işbilir ve deneyli Selçuklu devlet adamlarının ve kumandanların “ Silâh ve yiyecek mad delerinin çok olduğu Sivas’ta kalınmasını, buraya kadar gelip yorgun düşecek olan M oğol ordusuyla savaşa girişilmesini” önerip tavsiye ettilerse de herhangi bir sa vaşa katılmamış olan birtakım emîr ve kumandanların heyecanlı ve ısrarlı istek leri üzerine, sultanın emri gereğince, ordu Sivas’tan hareketle Zara-Suşehri arasında, savunma bakımından uygun bulunan Kösedağ'a ulaşarak buradaki ova da konakladı. Öte yandan içinde Gürcü ve Ermenilerin de yer aldığı B a y c u N o y a n kumandasındaki Moğol ordusu da Kösedağ'a yakın olan Akşehir yöresindeki ovaya gelmiş bulunuyordu. Yine burada da deney sahibi devlet adamlarının ve kumandanların “ Savunmada kalınması” önerisi reddedilerek 20 bin kişilik bir Selçuklu öncü kuvveti, Moğollara karşı saldırıya geçti; göçebe Türklerin savaş tak tiğini uygulayan Moğollar, önce -sahte bir kaçış yaptılarsa da sonradan süratle ge ri dönüp karşı saldırıya geçerek Selçuklu öncü kuvvetlerini yok ettiler. Bu durum, ovaya inmekte olan bütün Selçuklu ordusunda da büyük bir telâş ve panik yarat tı; bazı Selçuklu kumandanları ordu saflarını terkettikleri gibi, sultan G ı y a s e d d i n K e y h ü s r e v de ağlayarak Tokat ve Ankara üzerinden Antalya' ya kaçtı, hattâ İstanbul'a gitme girişiminde bile bulundu. Böylece başsız kalan Selçuklu ordusu, Moğollarla savaşmaksızın dağıldı ve dolayısıyla yenilgiye uğradı (4 Temmuz 1243). Öte yandan Selçuklu ordusuna rastlayamayan Moğollar, bunun bir savaş hilesi ve taktiği olabileceğini düşünmüşlerse de çok geçmeden durumu anlamada güçlük çekmediler. Böylece öncü savaşından sonra 80 bin kişilik koskoca bir Selçuklu ordusu, sultanın korkak ve yeteneksizliği, deneyli devlet adamlarına önem ver memesi ve taktik yanlışlıkları sebepleriyle, Türk tarihinin hiç bir döneminde bir eşi daha görülmemiş olan perişan bir duruma düştü. Bu sonuç üzerine Moğollar, Selçuklu ordugâhından sayısız ganimetler elegeçirdiler. Bu kolay ve ucuz zafer den sonra B a y c u N o y a n , Sivas'a yöneldi. Hârezm'de bulunduğu sıralarda M o ğol istilâsının nasıl acımasızca sürdürüldüğünü bizzat gören Sivas kadısı N e c m e d d i n , şehir ilerigelenleriyle birlikte değerli armağanlarla B a y c u N o y a n ’a gidip itaatini bildirdi, böylece şehir yıkım ve kıyımdan kurtuldu, fakat B a y c u ’nun buyruğuyla, sultanın buradaki hâzinesine elkonulduğu gibi, şehir üç gün yağma edildi. Daha sonra Kayseri üzerine yürüyüp kuşatan M oğol ordusu, emîr S a m s a m ü d d i n K a y m a z ve subaşı F a h r e d d i n A y a z ’ ırt kumandasında kahramanca direnen şehri, H a j u k o ğ l u H ü s a m adlı bir Ermeninin ihaneti sonunda, işgal ile geniş çapta yıkım ve kıyımlarda bulundu. Moğollar, Sivas’tan Azerbaycan'a dönerlerken istedikleri altınları alamadıkları Erzincan'ı da tahrip ile büyük kıyımlara uğrattılar. Bu korkunç ve dehşet verici M oğol istilâsı karşı sında, Türkiye'den özellikle varlıklı kimseler, Haleb'e kaçtılar. Bu arada sultan G ı y a s e d d i n K e y h ü s r e v ’ in annesi ve öteki aile bireyleri, Haleb'e gitmekte iken Selçuklu vasalı Çukurova Ermeni prensi H e t u m tarafından yakalanıp M o -
SELÇUK LU D E V LETLER İ TARİHİ
473
ğollara teslim edildiler; öteki Türk kafileleri yine Ermeniler tarafından saldırıya
uğrayarak tamamen yağma edilip soyuldular.
M erk ezî hâkim iyetin çöküşü
Kösedağ felâketinden sonra Türkiye Selçuklu Devleti, merkezî hâkimiyetini
kaybetmiş, sultan, Antalya’’ya çekilmiş, ülke, sanki başsız kalmış gibiydi. Bundan faydalanan Çukurova Ermenileri ve Trabzon Komnenosları, M oğol vasallığını ka bul ettiler; İznik1teki Bizans devleti ise Selçuklularla dostluklarını sürdürmekte idiler. Bu sırada Amasya’da bulunan vezir M ü h e z z i b ü d d i n A l i , şehir ka dısı ile birlikte değerli armağanlarla Azerbaycan’da M ugan ordugâhına dönmüş bulunan B a y c u N o y a n ’a gidip, “ Türkiye’de 100 binden fazla bir askerî kuv vetin ve daha pek çok sağlam kalelerin bulunduğunu, oysaki bu kuvvetlerin Kösedağ’da savaşmadıklarını, bu bakımdan bütün Türkiye’nin istilâ ve elegeçirilmesinin çok zor olduğunu ve uzun yıllara gerek bulunduğunu” ifade ile “ Barışı kabul etmelerinin isabetli olacağını” bildirdi. Bunun üzerine B a y c u N o y a n i l e “ Moğollara yıllık 360 bin gümüş para, 10 bin koyun, bin sığır ve deve” verilmesi şart larıyla bir barış imzalandı. Öte yandan sultan G ı y a s e d d i n K e y h ü s r e v , Moğollarla barış yapıldığını haber alınca Antakya’dan Konya’ya geldi. Bu barış anlaşmasını gerçekleştiren M ü h e z z i b ü d d i n A l i ’nin Konya ’ya dönüp haberi vermesi üzerine şehirde büyük sevinç gösterileri yapıldı. Ancak bir M oğol kuman danı olan B a y c u ile imzalanan bu barışın Batı-M oğollarının başı olan B a tu H a n ’ m onaylaması amacıyla nâip Isfahanlı Ş e m s e d d i n M u h a m m e d ’ in başkanlığında, itil ırmağı ağzındaki Saray ordugâhında oturmakta olan hana bir elçi heyeti gönderilmiş ve sözkonusu barış anlaşması, sağlam esaslara bağlanarak yeniden düzenlenip tasdik edilmiştir. Sultan, vezir M ü h e z z i b ü d d i n A 1i ’ nin ölümü üzerine, vezarete atadığı Isfahanlı Ş e m s e d d i n M u h a m m e d ’e bu başarısından dolayı şimdiye değin hiç bir vezire verilmemiş olan “ bütün ülke iş lerinin yürütülmesi” görevini vermiştir. B a t u H a n ’la imzalanan bu barış antlaşmasıyla, Kösedağ bozgun ve felâke tinden sonra itaattan çıkan vasal Çukurova Erm eni krallığına karşı bir askerî ha rekâta izni alınmış idi. Vezir Isfahanlı Ş e m s e d d i n kumandasındaki Selçuklu ordusu, Namrun Ermeni senyörü K o n s t a n t i n ’in de destek ve yardımlarıyla Çukurova’ya inip Tarsus’u kuşattı. Bu sırada ağırlaşan doğa şartları sebebiyle Sel çuklu kuvvetlerinin hareket yeteneği zayıflamış ve ayrıca yiyecek sıkıntısı da baş göstermişti. Ayrıca sultan G ı y a s e d d i n K e y h ü s r e v ’in de öldüğü haberinin gelmesi üzerine, ordu geri dönmek zorunda kaldı. Bununla birlikte Ermeni pren si H e t um ile “ Türkiye Selçuklu devletine yeniden tâbi olması, savaş tazminatı ödemeleri, yıllık vergi vermeleri, Tarsus’a karşılık Brakena kalesinin teslimi” şart larıyla bir barış yapıldıktan sonra Selçuklu ordusu Konya’ya döndü. Selçuklu or dusunun Tarsus’u kuşatması sırasında Alâiyye’de bulunan sultan, içki içmekte iken, aşağı yukarı 25 yaşlarında olduğu halde, birden bire fenalaşıp ölmüş idi (1245/46).
474
A Lİ SEVİM-ERDOĞAN MERÇİL
Yeteneksizliği, ahlâkî bozuklukları, içki, eğlence ve kadınlara düşkünlüğü ve korkaklığı, S a a d e t t i n K ö p e k ’in tuzağına düşerek ciddi devlet adamlarını bertaraf etmesi sebepleriyle Türkiye Selçuklu Devletin başsız bırakıp felâketin uçurumuna itmiş olan sultan G ı y a s e d d i n K e y h ü s r e v ’den sonra devlet yö netiminde değerli, işbilir ve idealist insanların kalmaması sonucunda, ülkede ge nel bir çöküş ve gerileme dönemi başlamıştır.
XII. II. İZZEDDİN KEYKÂVUS VE SONRAKİ OLAYLAR Tahta çıkışı ve yönetim de aarâintk
Sultan G ı y a s e d d i n K e y h ü s r e v ’in ölümünden sonra I z z e d d i n K e y k â v u s , R ü k n e d d i n K ı l ı ç A r s l a n ve A l â e d d i n K e y k u b a d adların da, henüz küçük yaşlarda üç erkek çocuğu kaldı. Sultan, daha sağlığında, G ü r c ü H a t u n ’dan olan A l â e d d i n K e y k u b a d ’ı veliaht atamışsa da ve zir Isfahanlı Ş e m s e d d i n , C e l â l e d d i n K a r a t a y , F a h r e d d i n E b û b e k i r vs. gibi ilerigelen devlet adamları, eski Türk töresine uyarak büyük çocuk olan I z z e d d i n K e y k â v u s ’u görkemli bir törenle tahta çıkardılar. Isfahanlı Ş e m s e d d i n vezirlik, C e l â l e d d i n K a r a t a y saltanat nâibliği, Ş e m s e d d i n H a s o ğ u z beylerbeyilik ve F a h r e d d i n E b û b e k i r d e pervane makam larına atandılar. Fakat bu sırada 1246 yılında G ü y ü k H a n ’ın tahta çıkması dolayısıyla Moğolistan'da yapılacak törene sultan I z z e d d i n K e y k â v u s da vet edildi; fakat yeni sultanın ülke dışına çıkması durumunda, iç ve dış huzursuz lukların çıkabileceği öne sürülerek yerine, kardeşi R ü k n e d d i n K ı l ı ç A r s l a n Moğolistan9a gönderildi. Bununla birlikte çok geçmeden, yukarıda adları geçen Selçuklu devlet adamları arasında amansız bir yetki çatışması baş gösterdi; so nunda vezir Isfahanlı Ş e m s e d d i n , muhaliflerini bertaraf ile duruma hâkim olmayı başardı, hattâ sultanın annesi B e r d û l i y e H a t u n ’la da evlenmek su retiyle, iktidarını daha da kuvvetlendirdi. Bununla birlikte beylerbeyi Erzincan l I Ş e r e f e d d i n M a h m u t , vezirin bu hareketini Selçuklu hanedanına karşı saygısızlık ve hakaret sayarak yandaşlarının çok olduğu Erzincan’a çekildi ve top ladığı kuvvetlerle isyana başladı, fakat kendisine karşı gönderilen Selçuklu ordu su karşısında tutunamayıp teslim oldu, çok geçmeden de oğlu ile birlikte öldürülmek suretiyle ortadan kaldırıldı. Bu olaydan sonra vezir Ş e m s e d d i n , sanki bir hükümdarmış gibi ülkeyi yönetmeye başladı. Fakat bir süre sonra, ülke nin uç bölgelerinde, sultan A l â e d d i n ’in oğlu olduğu iddiasıyla A h m e t adlı birisi, Türkmenleri etrafına toplayarak isyana başladı, fakat üzerine gönderilen Selçuklu kuvvetleri karşısında yenilgiye uğradı ve bertaraf edildi. Bu olayın bas tırılmakta olduğu sıralarda, G ü y ü k H a n ’ ın tahta çıkması törenlerine gitmiş
476
A L İ SEVİM -ERDOĞAN MERÇİL
bulunan R ü k n e d d i n K ı l ı ç A r s l a n ’m han tarafından, Türkiye Selçuklu sul tanı, B a h a e d d i n T e r c ü m a n ’ ın da vezirliğe atanması üzerine, vezir Ş e m ş e d d i n M u h a m m e d , sultan î z z e d d i n K e y k â v u s ile birlikte kaçıp isyana başladı ise de ilerigelen erdemli Selçuklu devlet adamlarından C e l â l e d d i n K a r a t a y , buna engel olarak ülkenin yeni bir kargaşaya düşmesine mey dan verm edi. Fakat b ir süre sonra, M o ğ o lla r ın v e z irliğ le atadığı B a h a e d d i n T e r c ü m a n , M oğolların emri üzerine, Mart 1249’da Işfahanlı Ş e m s e d d i n ’ i yakalatıp öldürttü.
ÜÇ KARDEŞ YÖNETİMİ
(1249-1254) Moğol Büyük Hanı G ü y ü k tarafından Selçuklu sultanı yapılan R ü k n e d d i n K ı l ı ç A r s 1a n ’ m saltanatın kendi üzerinde bulunduğunu iddia etmesine rağmen, ülkede yeni bir karışıklık ve huzursuzluğun ortaya çıkmasını istemeyen C e l â l e d d i n K a r a t a y , “ Uç kardeşin, yani I z z e d i n K e y k â v u s , R ü k n e d d i n K ı l ı ç A r s l a n ve A l â e d d i n K e y k u b a d ’m birlikte saltanat tah tına geçmelerini, adlarının yaşça büyüklüklerine göre, hutbe, sikke ve kitabelerde okunup yazılmasını” önerdi ise de kabul görmedi. Bunun üzerine, K ı l ı ç A r s l a n ve K e y k â v u s ’un kuvvetleri, Konya'ya bağlı Ruzbe ovasında, savaşa tutuş tular (Haziran 1249); K e y k â v u s ’un galip gelmesi üzerine, C e l â l e d d i n K a r a t a y ’ın önerisi olan “ üç kardeş saltanatı” yürürlüğe kondu, kendisi de sal tanat nâibliğinden ayrılıp her üç sultanın atabeği görevini üstlendi. Böylece dev let yönetimindeki buhran sona ermiş oldu. Fakat bununla birlikte Selçuklu devlet adamlarının kişisel ihtiras ve çıkarlarım ön planda tutma çabaları, otorite ve hu zurun yeniden bozulmasına neden oluyordu. Özellikle Moğol hanı B a t u ’yu de ğerli armağanlarla ziyaret edip, ondan yeni görevler alan birtakım Selçuklu devlet adamları, başkent Konya'ya gelip merkezî yönetim tarafından atanan devlet er kânının görevlerine sahip çıkıyorlar, böylece devlet, sanki iki başlı bir yönetimle yönetilme durumunda kalıyordu. î z z e d d i n K e y k â v u s , Moğolların ısrarla rıyla Kayseri'den Moğolistan'a ( B a t u v e M e n g ü H a n l a r a ) hareket ettiği sı ralarda, ünlü devlet adamı C e l â l e d d i n K a r a t a y öldü (Kasım 1254). K e y k â v u s , K ı l ı ç A r s lan. ’m tek başına saltanata getirilmesini önlemek ama cıyla, K a r a t a y ’m ölümünü ileri sürerek Moğolistan seyahatinden vazgeçip Kon ya'ya döndü ve yerine, kardeşi A l â e d d i n K e y k u b a d ’ı gönderdi. Bununla birlikte “ A l â e d d i n K e y k u b a d ’m Moğolistan'dan sultan olarak döneceği” haberi, diğer iki kardeşini ( î z z e d d i n K e y k â v u s ve R ü k n e d d i n K ı l ı ç A r s l a n ) ve dolayısıyla bunlara bağlı devlet adamlarını endişeye düşürdü; bunun sonucu olarak Erzurum'a ulaşan A l â e d d i n K e y k u b a d , lalası hâdim M u s 1i h vasıtasıyla zehirlenerek öldürüldü (1254); böylece C e l â l e d d i n K a r a t a y ’ın güçlükle kurmayı başardığı “ Uç kardeş saltanatı” bozuldu, dolayısıy la saltanatta da iki kardeş kaldı; bununla birlikte her ikisi arasmdaki ilişkiler
SELÇUK LU D E V LETLER İ TARİHİ
477
de olumsuz yönde gelişmekte idi. Şöyleki: I z z e d d i n K e y k â v u s ’ un, içki, ka dın ve eğlenceye düşkün olması, devlet adamlarını tedirgin ediyor ve ona karşı hoşnutsuzluk yaratıyordu, işte bu sebeple K ı l ı ç A r s l a n , kıyafet değiştirmek suretiyle, yakın adamlarıyla birlikte Kayseri’ ye gelerek Selçuklu tahtına oturdu. Böylece Kayseri ve Konya sultanları arasında yapılan birçok müzakerelerde an laşma sağlanamayınca, iki taraf kuvvetleri arasında, Ahmetfıisar yöresinde yapı lan savaşta (1254) K ı l ı ç A r s l a n , yenilgiye uğradı ve hattâ tutsak alındıktan sonra, önce Amasya, daha sonra da Burgulu kalesine gönderilerek hapsedildi. Böy lece I I . I z z e d d i n K e y k â v u s , tek başına Türkiye Selçuklu tahtında kalmış oldu. Yön elim de M oğol baskısı
Bu devirde, B a y c u N o y a n v e öteki Moğol devlet adamları ve kumandanla rı için, anlaşma ile yıllık ödenen miktarlardan başka, birçok kez, altın da gönde rildi. Bu isteklerini önlemek amacıyla, Adliye Nazırı (Adalet Bakanı) F a h r e d d i n A l i , 100 bin gümüş para ve değerli armağanlarla B a t u H a n ’a gönderile rek bu tür istekleri önleyen bir ferman almayı başardı. Fakat bu durum, B a y c u N o y a n ’ın hoşuna gitmiyordu; ayrıca H ü 1â g u ’ nun Iran ve batı ülkelerine Genel Vali olarak atanması üzerine, B a y c u , Mugan ordugâhından ayrılmak zo runda kaldı, yaylak ve kışlak bulma amacıyla, ikinci kez, Türkiye’ye bir sefer dü zenledi. Bu sıralarda Türkiye’de bazı Erm eni hareketleri ve Türkmen ayaklanmaları, devletin içinde bulunduğu buhranı daha da artırmakta idi. Sel çuklulardan kışlak ve yaylak isteyen B a y c u N o y a n , ordusuyla Aksaray’a gel diği zaman Selçuklu devlet adamlarından bir kısmı B a y c u ’ nun isteğinin yerine getirilmesini, diğer bir kısmı ise “ H ü 1â g u ’nun batıya atanması sebebiyle, onun durumunun zayıfladığını ileri sürerek B a y c u ile savaşa girişilmesini” önerdi ler; çok geçmeden Selçuklu ordusu, Aksaray yakınlarındaki Sultan H an’ı yörele rinde, B a y c u N o y a n ’ la yaptığı savaşta, yenilgiye uğradı (Ekim 1256). Bunun üzerine sultan I z z e d d i n K e y k â v u s , ailesi ve yakın adamlarıyla birlikte Kon ya’dan ayrılıp Alâiyye’ye kaçmak zorunda kaldı. M oğol ordusunun Konya’yı işgal ve tahrip amacıyla harekete geçmesi üzerine, Saray Kâhyası (Ustaddâr) N i z a m e d d i n A l i , büyük çabalar gösterip halktan toplamayı başardığı altınları, B a y c u N o y a n ’a götürüp takdim etti, böylece şehir, kıyım ve tahribattan kurtulmuş oldu; bununla birlikte B a y c u , şehrin dış surlarını yıktırmaktan geri kalmadı.
İKİ SULTAN YÖNETİMİ Çok geçmeden B a y c u , I z z e d d i n K e y k â v u s ’ u yanına çağırttı, fakat sultanın gitmemesi üzerine, torunu Y i s u t a y ’ ı bin atlı ile onu izlemeye gönder diyse de sultan Iznik’e gidip Bizans’a sığınmak zorunda kaldı. Bunun üzerine B ay c u ’nun buyruğu ile R ü k n e d d i n K ı l ı ç A r s l a n , Burgulu’daki hapisten
478
ALİ SEVİM -ERDOĞAN M ERÇİL
çıkarılarak Konya’ya getirilip Selçuklu tahtına oturtuldu (Mart 1257). Bununla birlikte ilerigelen Selçuklu devlet adamları, Aksaray yörelerinde ordugâh kuran B a y c u N o y a n ’a giderek onunla barış antlaşması imzaladılar. Ancak K ı l ı ç A r s l a n ’ın tek başına sultanlığı pek uzun sürmedi. Şöyleki: Ilhanlı hüküm darı H ü 1â g u ’nun Bağdat seferine çıkarken B a y c u N o y a n ’ ı birlikte götürmesini fırsat bilen i z z e d d i n K e y k â v u s , İznik Bizans imparatoru I I . T h e o d o r o s L a s k a r i s ’ten askerî yardım sağlayarak Mayıs 1257’de Kon ya’ ya yürüyerek Selçuklu tahtına oturmayı başardı; K ı l ı ç A r s l a n ise M u i n e d d i n S ü l e y m a n ile birlikte önce Kayseri, daha sonra da Tokat’a çekilmek zorunda kaldı. Bir süre sonra o, H ü 1â g u ’dan bir yarlığ alarak saltanatı yeni den elde etmeyi başardı. Öte yandan Türkiye'1deki Moğollara karşı âdeta cihat ilân eden i z z e d d i n K e y k â v u s , aynı zamanda da H ü 1â g u ’ya bir elçi heyetiyle başvurup sultanlığını sürdürmek istemekte idi. Fakat sonunda H ü 1â g u , ülkeyi M e n g ü K a a n ’ın yarlığı gereğince, Tebriz’de huzuruna gelen i z z e d d i n K e y k â v u s ve R ü k n e d d i n K ı l ı ç A r s l a n arasında, Sivas’tan Bizans sınırına kadar olan memleketlerin K e y k â v u s ’un, Sivas’tan Erzurum’a M oğolların sı nırına kadar olan yerlerin de K ı l ı ç A r s l a n ’ın olmak üzere, iki yönetim böl gesi halinde bölüştürdü. Ayrıca Selçuklular, her yıl Moğollara, 200 bin altın, beş yüzer at ve katır vereceklerdi. Böylece, her iki sultan, bu karara uymak duru munda kaldılar (Temmuz/Ağustos 1258). Bundan sonra i z z e d d i n K e y k â v u s , gayri Müslim dayılarıyla Kubadâbad ve Antalya’da eğlence âlemine daldı v e H ü lâgu’nun elçilerine yıllık vergiyi de vermemeye başlamışdı. Öte yandan I V . R ü k n e d d i n K ı l ı ç A r s l a n ve bütün yönetim işlerini yürüten P e r v a n e M ü i n e d d i n S ü l e y m a n , M oğollarla işbirliği yapıp iyi ilişkiler kurmak suretiyle onları, i z z e d d i n K e y k â v u s aleyhine fitneleyip kışkırtmakta idiler. K e y k â v u s ise Moğollarla bozulan ilişkileri düzeltmek için pek çok çabalar sarfetti, hattâ 1261 yılında, birçok değerli armağanlarla H ü 1â g u ’ya gitmek üzere yola çıktıy sa da A l ı n c a k N o y a n ’ ın kalabalık bir orduyla Türkiye sınırlarını aşıp Aksa ray’a yöneldiğini haber alınca ülkenin savunmasını kumandanlarına bırakarak derhal geri dönüp Antalya’ya gitti. Süratle Konya üzerine yürüyen M oğol ordu su, Altunaba kervansarayı yörelerinde, Selçuklu ordusunu ağır bir yenilgiye uğ rattı. Bu sırada İ z z e d d i n K e y k â v u s , Moğolları 1260 yılında, Aynıcâlud’da kesin bir yenilgi ve bozguna uğratan ve daha sonra M ısır Türk M emlüklü hüküm darı olmuş bulunan B a y b a r s ’ ın yardımını sağlama yolunda çabalar sarfetti, fakat olumlu bir sonuç alamadı; bir süre sonra da, artan M oğol baskısı karşısında 1262 yılında, aile bireyleri ve yakın emirleriyle birlikte Antalya’dan bir gemiye binerek İstanbul’a eski dostu imparator M i k h a i l P a l e o l o g o s ’un yanma gi dip Bizans’a sığındı. Bununla birlikte K e y k â v u s , Altm ordu hükümdarı B e r e k e H a n ile M em lüklü sultanı B a y b a r s ’ ın Moğollara karşı bir ittifak girişimlerinden faydalanmaya çalıştı. Fakat bu sıralarda, gelişen siyasî durum do layısıyla imparator M i k h a i l , İ z z e d d i n K e y k â v u s ’u hapse attırdığı gi bi, beraberindekilere de insanlık dışı davranışlarda bulundu (1262). Çok geçmeden B e r e k e H a n ’ ın, onun Selçuklu sultanına ve kendisine gönderilen Memlüklü
SELÇUKLU D E V LETLER İ TARİHİ
479
elçilerine karşı giriştiği düşmanca muameleler karşısında gönderdiği 20 bin kişi lik bir ordu, Balkanlar’daki Bizans memleketlerini istilâ ettiği gibi, I z z e d d i n K e y k â v u s ve ailesini hapisten kurtarıp B e r e k e H a n ’a getirdiler. Kendisine Suğdak ve Solhad kentleri dirlik olarak verilen I I . I z z e d d i n K e y k â v u s , Kırım kıyılarında 1279/80 yılında, sürdürmekte olduğu mutlu hayata gözlerini yumdu. Böylece Türkiye Selçuklu tahtında K ı l ı ç A r s l a n tek başına kalmış oldu.
XIII. IV. RÜKNEDDİN KILIÇ ARSLAN DEVRİ M uineddin Süleyman'ın dikta yönetim i
P e r v a n e M u i n e d d i n S ü l e y m a n ’ ın Moğollar katındaki büyük çaba ve başarılı etkinlikleri sonunda, Türkiye Selçuklu tahtına oturtulan R ü k n e d d i n I V . K ı l ı ç A r s l a n zamanında, bütün iktidar, onbeş yıl süreyle (1262-1277), yine Moğollara dayanarak, çok zeki, dirayetli ve işbilir bir devlet adamı olan değerli vezir M ü h e z z i b ü d d i n A l i ’nin oğlu olan M u i n e d d i n S ü l e y m a n ’ın eline geçti; öyleki o, bütün Türkiye Selçuklu ülkesinde tek yetkili kişi haline geldi; bu bakımdan I V . K ı l ı ç A r s l a n ve I I I . G ı y a s e d d i n de virlerine “ Pervane D e v r i' ’ demek daha doğru olacaktır. A rtık bütün yetkileri te kelinde toplayan M u i n e d d i n P e r v a n e , devletin yüksek makamlarına kendi yandaşlarını atamak suretiyle tam bir hâkimiyet kurdu. Türkiye Selçuklularının M oğol baskısı ve iç çatışmalar sebebiyle zayıf bir duruma düşmesinden faydala nan Trabzon Komnenosları, Karadeniz'in çok önemli bir ticaret limanı durumunda olan Sinop'u 1259 yılında elegeçirdiler. Uluslararası Selçuklu ticareti bakımın dan büyük önem taşıyan Sinop'un yeniden Selçuklu sınırlarına alınması konusunda, sultan K ı l ı ç A r s l a n ve M u i n e d d i n P e r v a n e , A b a k a H a n ’dan gerek li izni aldılar. Bunun üzerine harekete geçen Selçuklu ordusu, kenti uzun süren bir kuşatmadan sonra 1266 yılında, kurtarmayı başardı. Bu zaferden sonra kud reti daha da artan M u i n e d d i n S ü l e y m a n P e r v a n e , Sinop' un kendisine verilmesini sultan K ı l ı ç A r s l a n ’dan istedi. Ona karşı duracak bir durumda olmayan sultan, P e r v a n e ’nin bu isteğini yerine getirerek şehri ona verdi. Böy lece ilerde, sultanın bu iznine dayanılarak Sinop'ta Pervaneoğulları Beyliği ku rulacaktır. Fakat bir süre sonra yapılan yoğun dedikodular sonunda, K ı l ı ç A r s l a n ile M u i n e d d i n ’in arası iyice açıldı. Bunun sonucunda, dev let yönetimindeki hâkimiyet ve yetkilerini sultanla paylaşmak istemeyen ve onu âdeta bir rakip olarak görmeye başlayan P e r v a n e , sultanı, türlü entrikalar çe virerek Moğolların da desteğini ve hattâ Ilhanlı hükümdarı A b a k a H a n ’ın iz nini almak suretiyle, Aksaray'da, 1266 yılında, bir şölen sırasında, yemeğine zehir koydurttu ve çok geçmeden de yayının kirişiyle boğdurarak öldürttü. Böylece M u i n e d d i n S ü l e y m a n , ihtiraslı emelleri için, genç yaştaki (28-30 yaşlarında) sultan I V . R ü k n e d d i n K ı l ı ç A r s 1a n ’ı öldürtmekten çekinmedi.
XIV. III.
GIYASEDDİN KEYHÜSREV DEVRİ
Sultan K ı l ı ç A r s 1a n ’ ın öldürülmek suretiyle bertaraf edilmesinden son ra daha çok küçük yaştaki oğlu I I I . G ı y a s e d d i n K e y h ü s r e v , Selçuklu tahtına oturtuldu ve bütün ilerigelen devlet erkânı, onu sultan olarak tanıdılar. Daha önce sultan K ı l ı ç A r s l a n devrinde olduğu gibi, M u i n e d d i n S ü l e y m a n P e r v a n e , devletin yüksek yönetim makamlarına kendi yakınlarını ata dığı için, bu devirde de eski yetki ve kudretini korumakta idi. Bununla birlikte P e r v a n e S ü l e y m a n , kendisine yakın hissetmediği ve dolayısıyla rakip gör düğü değerli Selçuklu vezirlerinden S a h i p F a h r e d d i n A l i ’ yi, vaktiyle (1271) K ırım ’da bulunduğu sırada, sultan I I . I z z e d d i n K e y k â v u s ’ la ilişki kurup ona yardım etmesini -bundan bizzat kendisinin de haberdar olmasına rağmen- iha net sayarak görevinden alıp Osmancık kalesinde hapse attırdı. Fakat S a h i p A t a ’nın küçük oğlunun A b a k a katında girişimde bulunması üzerine, A b a k a , onu huzuruna getirtip muhakeme etti ve özellikle T o k u N o y a n ’ın yardımı sayesin de hayatını kurtardığı gibi, vezirlik makamını da elde etmeyi başardı (1275). Öte yandan Türk Memlüklü hükümdarı B a y b a r s ’ın elçileriyle A b a k a H a n ’a gi den M u i n e d d i n S ü l e y m a n , kendisini sürekli baskı altında tutmakta olan Han’ın kardeşi A c a y N o y a n v e ordu kumandanı S a m a g a r N o y a n ’ı A b a k a ’ya şikâyet edip ‘‘‘ Türkiye'deki görevlerinden alınmalarını” bildirmesi üzeri ne, A b a k a H a n , gizli kalması şartıyla onun isteğini yerine getireceğini bildirdi. Fakat onun bu girişimini öğrendiği anlaşılan A c a y , S ü l e y m a n ’a daha ağır mu amelelerde bulunmaya başladı. Baybars’ la ilişkiler
Bununla birlikte Moğollara pek güvenemeyen P e r v a n e , bu kez 1272/73 yı lında, Türkiye halkının Moğollara karşı âdeta kendilerini bir kurtarıcı olarak gör dükleri B a y b a r s ’a bir elçi heyeti gönderip “ Sultan G ı y a s e d d i n K e y h ü s r e v ve hükümranlığına dokunmamak” şartıyla Moğollara karşı Türkiye’ye bir ordu göndermesini bildirdi. Fakat çok geçmeden A b a k a H a n ’ ın A c a y ve S a m a g a r N o y a n l a r ı Türkiye'deki görevlerinden alması üzerine, dolayısıyla her ikisinin baskdarından kurtulan M u i n e d d i n S ü l e y m a n , “ B a y b a r s * -
482
A L İ SEVİM -ERDOĞAN MERÇİL
m, ordusuyla gelecek yıl geleceğini” bildirmesini olumlu karşıladı. Ancak B a y b a r s , bir yıl sonra (Şubat 1275) ordusuyla Türkiye’ye yöneldi ise de telâşa düşen M u i n e d d i n P e r v a n e , derhal ona ulaklar göndererek “ işbirliği ve ittifak önerisinin bu yıl uygulanmasının mümkün olmadığını, bu sebeple seferini gele cek yıla ertelemesini” bildirdi. Bu haber üzerine B a y b a r s , Erm eni krallığına karşı saldırıya geçip Çukurova’yı istilâ etti. Aynı yıl içinde (1275) A b a k a H a n , kardeşi A c a y N o y a n ’ı, Türkiye’deki görevinden alıp yerine, T o k u N o y a n ’ ı atadı ve “ Başta M u i n e d d i n P e r v a n e olmak üzere, bütün Selçuklu devlet adamlarının T o k u N o y a n ’ın iznini almadıkça herhangi bir konuda karar vermemelerini” bildirdi; böylece artık Türkiye Selçuklu Devletinin ve dolayısıy la M u i n e d d i n P e r v a n e ’ nin devlet yönetimi üzerindeki yetkileri sona ermiş olduğu gibi, P e r v a n e de Moğollar katındaki güven ve itibarını büyük ölçüde kaybetti. Fakat A b a k a , Mayıs/Haziran 1275’de, A c a y N o y a n ’ı yeniden Türk iye’ye gönderdi ise de T o k u ve M u i n e d d i n P e r v a n e ’nin Urmiye’de A b a k a H a n ’a birlikte gidip şikâyette bulunmaları üzerine, durumu inceleten A b a k a , A c a y ’ı yeniden Türkiye’deki görevinden aldı (Temmuz 1275). Bir sü re sonra A b a k a H a n ’ m buyruğuyla harekete geçen 30 bin kişilik M oğol ve Sel çuklu ordusu, Tiırk Memlüklü devletine ait Bîre kentini kuşattıysa da elegeçiremedi (Aralık 1275). Fakat çok geçmeden S ü l e y m a n P e r v a n e , diğer Selçuklu devlet erkânıyla anlaşıp B a y b a r s ’la yeniden ilişki kurdu ve onun, “ Moğollara karşı ordusuyla Türkiye’ye gelmesini” istediyse de B a y b a r s “ Bu seferi ancak gele cek yıl sonlarında yapılabileceğini” bildirdi. Öte yandan, Selçuklu hanedanı ile akrabalık kurmak suretiyle Türkiye’de M oğol hâkimiyetini daha çok kuvvetlendi receğini düşünen A b a k a H a n , I V . K ı l ı ç A r s 1a n ’ ın kızı S e 1ç u k H a t u n ile oğlu budist A r g u n ’un evlendirilmesini emretti, bunun gerçekleştirilmesi için S ü l e y m a n P e r v a n e , E m i n e d d i n M i k â i l , vezir F a h r e d d i n A l i , S e l ç u k H a t u n ile birlikte Tebriz’e giderek gelini saraya teslim et ti (Mayıs 1276) ve kendisi de A b a k a H a n ’ ın huzuruna çıktı.
H alîroğlu ieyanı
Bu sırada Anadolu Beylerbeyi H a t î r o ğ l u Ş e r e f e d d i n M e s u t , Moğol lara karşı Kayseri’de Pınarbaşı nda isyana başladı ve B a y b a r s ’a “ Derhal Türki ye’ye gelmesini” bildiren haberler gönderdi. Bunun üzerine B a y b a r s , keşif ama cıyla, emîr B e d r e d d i n B e k t u t kumandasında altı bin kişilik bir kuvveti E l bistan’a gönderdi. H a t î r o ğ l u ve yandaşları buna sonderecede sevindiler. Fakat bununla birlikte B a y b a r s , “ Bu hususta acele edilmemesini, daha önce S ü l e y m a n P e r v a n e ’ ye söz verdiği üzere, ancak bu yıl sonunda gelebileceğini, ayrı ca ordusunun büyük bir kısmının M ısır’da bulunması sebebiyle, derhal harekete geçemeyeceğini” bildirdi, fakat yine de o, S e y f e d d i n B a l a b a n kumanda sında bir askerî birliği Türkiye’ye göndermekten geri kalmadı. İşte bu sıralarda M u i n e d d i n Sül eyman Per v ane , Sahip F a h r e d d i n A l i , E m i n e d d i n M i k â i l , T a c e d d i n M û t e z ve M oğol Noyanları M e n g ü , T i
SELÇUKLU D E VLETLER İ TARİHİ
483
m u r , T o k u v e T u d a v u n , 3 0 bin kişilik bir Moğol ordusuyla Türkiye'ye dön müşlerdi (Eylül 1276). Kayseri-Sivas arasındaki Gedüfe’te M oğol ve Selçuklu kuv vetleri, ayaklanmayı kısa zamanda bastırdılar ve yakalanan H a t î r o ğ l u Ş e r e f e d d i n M e s u t , muhakeme edildikten sonra bazı emîrler ve birçok Türkmen beyleriyle birlikte idam edildi. H a t î r o ğ l u , muhakemesi sırasında, “ Bu ayak lanmanın S ü l e y m a n P e r v a n e ’nin kışkırtması yüzünden başladığını ve onun, Memlüklü hükümdarı B ay b a r s ile mektuplaştığını” açıklamışsa da yine de ölüm den kurtulamamıştır (Ekim 1276). Bu olaydan sonra Moğollar, güvensizlikleri se bebiyle Selçuklu devlet erkânını gözaltında tutmaya başladılar. Baybars’ ın Anadolu seferi
Türk Memlüklü hükümdarı M e l i k ü z z a h i r R ü k n e d d i n B a y b a r s ,
başta S ü l e y m a n P e r v a n e olmak üzere, birçok Selçuklu emîr ve beylerinin daveti, ülkesine kaçan devlet adamlarının teşviki, özellikle Türkiye halkının put perest Moğollara karşı kendisini bir kurtarıcı olarak görmeleri sebebiyle, 30 bin kişiden oluşan ordusuyla Nisan 1277’de harekete geçerek Elbistan'a geldi. Bunun üzerine T o k u v e T u d a v u n N o y a n l a r ı n ve S ü l e y m a n P e r v a n e ’nin ku mandalarındaki Moğol, Selçuklu, Gürcü ve Ermeni kuvvetlerinden oluşan ordu da Elbistan yönüne hareket etti. A kçaderbend'de M emlüklü ve M oğol kuvvetleri arasında yapılan öncü savaşında, M oğollar bozguna uğratıldılar. Çok geçmeden Elbistan ovasında asıl ana kuvvetler arasında yapılan savaşta (Nisan 1277) ise M o ğollar ağır ve kesin bir yenilgiye uğradılar; onlardan çok sayıda tutsak alındığı gibi, pek çok Moğol askeri de öldürüldü. Bu savaşta Selçuklu kuvvetleri ciddi olarak savaşmadıktan başka, birçok emîr ve asker de gönüllü olarak tutsak olmak sure tiyle Memlüklüler tarafına geçmişlerdi. Bu yenilgi üzerine S ü l e y m a n P e r v a n e , süratle Kayseri'ye gelip, burada bulunan sultan G ı y a s e d d i n K e y h ü s r e v ve başta vezir F a h r e d d i n A l i olmak üzere, bazı Selçuklu devlet adamlarıyla birlikte bir M oğol intikamından korkarak Tokat'a çekildiler. Bu büyük ve önemli zaferden sonra B a y b a r s , KaysçrV ye geldi (Nisan 1277) ve büyük sevgi ve tak dir gösterileriyle karşılandı, âdeta şehirde bir kurtuluş bayramı kutlandı; özel bir törenle Keykubadiye sarayındaki Selçuklu tahtına oturan B a y b a r s , kendi sini bir elçiyle tebrik eden S ü l e y m a n P e r v a n e ’ yi çağırtıp makamına otur masını bildirdiyse de P e r v a n e , bunu kabul etmedi ve ondan onbeş günlük bir mühlet istedi, bu arada da Moğol intikamından korkusu sebebiyle A b a k a H a n ’la ilişki kurarak ona olan sadakat ve bağlılığını bildirmekten geri durmadı. Kayse ri'de bir hafta kalan B a y b a r s , ordusunun yiyecek sıkıntısı sebebiyle M ısır'a dönmek zorunda kaldı. Böylece S ü l e y m a n P e r v a n e ’nin iki yönlü siyaseti, tereddüdü ve kararsız tutum ve davranışları sebebiyle, B a y b a r s ’m Türkiye'yi putperest M oğol tahakkümünden kurtarma yolundaki bu önemli tarihî girişimi, sonuçsuz kaldı. Sultan G ı y a s e d d i n K e y h ü s r e v ve diğer Selçuklu devlet adamlarıyla Tokat'a çekilmiş bulunan S ü l e y m a n P e r v a n e , Elbistan'daki Moğol-Selçuklu ordusunun bozgun ve yenilgisini A b a k a H a n ’a bildirdi. Esa
484
A L İ SEVİM -ERDOĞAN MERÇİL
sen bu yenilgiyi daha önce haber almış olan A b a k a , hazırlattığı 30 bin kişilik bir orduyla Türkiye'ye geldi (Haziran 1277); bu arada P e r v a n e , sultan K e y h ü s r e v ve vezir F a h r e d d i n A l i de derhal ona katıldılar. Doğruca savaşın yapıldığı Elbistan'a gelen A b a k a , aralarında T o k u v e T u d a v u n N o y a n l a r ı n cesedlerinin de bulunduğu M oğol ölülerini görünce sonderecede üzüldü, bu arada hiç bir Selçuklu emîr ve askerinin cesedine rastlamayınca daha da çok ga zaba geldi ve P e r v a n e ’ nîn Moğollara ihanet ettiği kanısına vardı. Kızgın A b a k a , ' ‘ bütün Türkiye Selçuklu kentlerinin yağma ve tahrip edilmesini, halkının, özellikle Türkmenlerin öldürülmesini” emretti; dolayısıyla geldiği Kayseri de Moğol askerleri tarafından yağma edildi ve aralarında bilim ve din adamlarının da bu lunduğu pek çok kimse öldürüldü. Bu arada A b a k a ’nın veziri Ş e m s e d d in C ü v e y n î , H a n ’ ı şehirlerin tahrip ve halkının öldürülmesi emrinden vazgeçiremedi, ancak Sivas’ ın bir kısmını satın alıp tahripten kurtarabildi. M uineddin Pervane’ nin sonu
A b a k a , Türkiye' nin yönetimini kardeşi K o n k u r t a y N o y a n ’a bırakıp özellikle Karamanlıları yola getirmesini emrettikten sonra beraberinde S ü l e y m a n P e r v a n e ve vezir F a h r e d d i n A l i olduğu halde, yolu üzerinde bulu nan kent ve ilçeleri yağmalaya yağmalaya Azerbaycan'a döndü. A b a k a , Ilhanlıların yazlık merkezi olan Van G ölü 'nün kuzeyindeki A ladağ 'a geldi, bura daki Moğol Noyan ve kumandanlarıyla P e r v a n e ’nin durumu hakkında müza kerelerde bulundu ve sonunda, onun ihaneti tespit edildi ve F a h r e d d i n A l i ’nin onu kurtarma girişimlerine rağmen beraberindekilerle birlikte idam edildi (Ağustos 1277). M u i n e d d i n S ü l e y m a n , böylece Türkiye Selçuklu Devleti tarihinde, Moğol tahakküm ve baskısına rağmen onbeş yıl süreyle, siyasî zeka ve mahareti sayesinde, yönetimi tekelinde tutmuş, ülkede huzur ve sükûnu sağlamada eşsiz bir başarı göstermiştir. Onun ölümünden sonra Türkiye Selçuklu Devleti âdeta sahipsiz kaldı, yönetime elkoyan M oğolların sebep oldukları buhranlar ve huzursuzluk lar sürüp gitti. Bununla birlikte Moğolların güvenini kazanan vezir F a h r e d d i n A l i , samimi olarak Selçuklu devletini ayakta tutmaya çalışıyordu. Karam anoğullarm ın isyanı
Uç Türkmenlerinin ve son olarak H a t î r o ğ l u Ş e r e f e d d i n ’in bertaraf
edilmesinden sonra M oğol baskı ve zulmüne karşı direnme ve mücadeleyi Karamanoğulları üstlendiler. Daha önce H a t î r o ğ 1u ile de bir ittifak yapmış olan K a r a m a n o ğ l u K e r i m i i d d i n M e h m e t B e y , M em lüklü hükümdarı B a y b a r s ’tan gördüğü destekle isyana başladı ve yönetimi altında tuttuğu E r menek, Mut, Silifke, Anam ur vs. yerlerdeki Moğolları tamamen imha etti. Bunun üzerine, Moğol ve Selçuklu kuvvetleriyle kendisine karşı sevkedilen Ermenek Sel çuklu valisi B e d r e d d i n İ b r a h i m ’ i Göksu derbendinde yenilgiye uğrattık tan başka, Selçuklu Sahiller emîri H o c a Y u n u s ’u yenip pek çok ganimet elegeçirdi. Bu iki başarı üzerine durumu daha da kuvvetlenen M e h m e t B e y ,
SELÇUK LU D E V LETLER İ TARİHİ
485
E şref ve Menteşeoğulları ile bir ittifak yaparak hâkimiyet alanlarını genişletti. Bir
süre sonra Aksaray'a yürüyüp başarılı olamayan M e h m e t B e y , bu kez, müca delesini meşrû bir hale sokmak için sultan I z z e d d i n K e y k â v u s ’un oğlu ol duğunu iddia ettiği G ı y a s e d d i n (veya A l â e d d i n ) S i y a v ü ş ’ü yanına getirterek törenle Selçuklu Sultanı ilân etti. Böylece beraberinde S iy a v ü ş ol duğu halde, Menteşe ve Eşrefoğulları kuvvetleri ve kalabalık bir Türkmen ordu suyla birlikte harekete geçen M e h m e t B e y , Selçuklu başkenti Konya üzerine yürüyerek “ Şehrin, beraberindeki Selçuklu sultanı S i y a v ü ş ’e teslimini” iste diyse de kabul edilmedi. Bunun üzerine M e h m et B e y , saldırıya geçip 14 Ma yıs 1277’de şehri elegeçirdikten sonra, genellikle kaynaklarda “ Küçük düşürme ve lânetleme” amacıyla Cim ri sıfatıyla kaydedilen S i y av ü ş ’ü “ Sultan, A lâüddünya ved-din, Ebul-feth” lâkaplarıyla ve çok görkemli bir törenle Konya’da Sel çuklu tahtına oturttu, kendisi de onun veziri oldu. Bu törenden hemen sonra şehirdeki Selçuklu ilerigelen devlet adamları, onu sultan olarak tanımak zorun da kaldılar, ayrıca S i y a v ü ş adına hutbe okutulup para da basıldı. Bu törenden sonra vezir M e h m e t B e y , düzenlediği bir D ivan toplantısında, “ Bugünden sonra D iv a n ’da, Saray’da bütün devlet daire ve toplantılarımda, meydanlarda, Türkçeden başka bir dil kullanılmayacaktır” şeklinde çok önemli bir karar al dırttı (Mayıs 1277). Bu arada o, S i y a v ü ş ’un meşrûluğunu daha da kuvvetlen dirmek için onu, amcası I V . K ı l ı ç A r s l a n ’ m kızıyla evlendirme girişiminde de bulundu. Daha sonra M e h m e t B e y v e S i y a v ü ş , Germiyanlı Türkmenleriyle, kendilerine karşı harekete geçen vezir F a h r e d d i n A l i ’nin oğulları N u s r e t ü d d i n H a ş a n ve T a c ü d d i n H ü s e y i n ile Kozağaç yörelerindeki Altuntaş köyünde yaptıkları savaşta, onları ağır bir yenilgiye uğrattılar, her iki kardeş de çarpışmalar sırasında hayatlarını kaybettiler (26 Mayıs 1277). Bu başa rı üzerine S i y a v ü ş ve M e h m e t B e y , Afyonkarahisar’ı başarısız bir kuşat madan sonra Konya'ya döndüler (Haziran 1277). Kazandıkları bu zaferden sonra S i y a v ü ş ve M e h m e t B e y , hâkimiyet alanlarını, Ankara'dan itibaren BatıA nadolu'da Adalar Denizi kıyılarına kadar uzattılar. Fakat çok geçmeden M oğol şehzadesi K o n g u r t a y , K ü h e r g e N o y a n , Ilhanlı veziri Ş e m s e d d i n G ü v e y n î , sultan G ı y a s e d d i n K e y h ü s r e v ve vezir F a h r e d d i n A l i ’nin yönettikleri büyük M oğol ve Selçuklu ordusu, Karaman üzerine yürüyerek bura daki Türkmenleri bozguna uğrattıktan sonra Konya'ya yöneldiler. Bunun üzerine S i y a v ü ş ve M e h m e t B e y , gizlice şehirden kaçtılar. Daha sonra S i y a v ü ş ’ ten ayrılan M e h m e t B e y , Selçuklu kuvvetleri tarafından M ut ovasında, adam larıyla birlikte yakalanarak başı kesilmek suretiyle öldürüldü; onun Konya'ya getirilen başı halka gösterildi. Daha sonra harekâtını sürdüren Selçuklu ve M o ğol ordusu, Pınarbaşı yöresinde, Sakarya ırmağı taraflarına doğru hareket halin de yakaladıkları S i y a v ü ş ’ le savaşa girişip yenilgiye uğrattılar. Başına kara bir kilim örtülen A l â e d d i n S i y a v ü ş , sultanın katında başı kesilip derisi yüzü lerek içine saman doldurulduktan sonra şehir şehir dolaştırılıp halka gösterildi (Haziran 1278).
486
A L İ SEVİM -ERDOĞAN MERÇİL
M oğol tahakkümünün artması
Ilhanlı hükümdarı A b a k a H a n , Aladağ yaylasında bulunduğu sırada, S ü
l e y m a n P e r v a n e ’nin öldürülmesinden aşağı yukarı bir ay sonra kardeşi K o n g u r t a y ve im paratorluk v e ziri Ş e m s e d d i n C ü v e y n î ’ yi T ü rk i ye’ye gönderdi; kardeşini, Türkiye'de bozulan dirlik ve düzeni yeniden kurup ko rumak ve C ü v e y n î ’yi de Selçuklu mâliyesini M oğol malî sistemine göre düzen lemekle görevlendirdi. Bununla birlikte Türkiye'de istenilen huzur v^e sükun sağlanamadığı gibi, Selçuklu ülkesinin bütün gelirlerine M oğollar tarafından elkonuldu. İşte bu sıralarda, Kırım'da yaşayan I I . İ z z e d d i n K e y k â v ü s ’un (Ölümü 1278) veliaht yaptığı oğlu G ı y a s e d d i n M e s u t , Kırım ’dan ailesi ve yakınlarıyla birlikte Kayseri'ye geldi (1280). Beraberinde Kastamonu beyi Ç o b a n o ğ l u M u z a f f i r ü d d i n olduğu halde, önce Moğol valisi S a m a g a r ’ ı ziya ret ettikten sonra A b a k a H a n ’ın huzuruna çıkan M e s u t , ondan izzet ve ikram gördü, kendisine Erzurum, Erzincan, Sivas, Diyarbakır ve H a rp u t'un yönetimi verildi. Fakat A b a k a H a n ’ ın ölümü (1282) üzerine yerine Müslüman A h m e t T e k u d a r , Ilhanlı hükümdarı olunca, Türkiye Selçuklu ülkesini, sultan G ı y a s e d d i n K e y h ü s r e v ve G ı y a s e d d i n M e s u t arasında bölüştürdü. Bundan pek memnun olmayan G ı y a s e d d i n K e y h ü s r e v , K o n g u r t a y v e vezir F a h r e d d i n A l i ile birlikte durumu görüşmek üzere, A h m e t T e k u d a r ’a gitmek için yola çıktıysa dâ Ilhanlı devletinde saltanat mücadelelerinin başlaması sebebiyle, bir süre Erzurum'da bekledi; daha sonra o, mücadelelerden galip çıkan A r g u n H a n ’ın katına çıktıysa da sultanlığını kurtaramadı; zira A r g u n H a n , bu sıralarda Tebriz'de bulunan G ı y a s e d d i n M e s u t ’u Türkiye Selçuklu sultanı yaptığı gibi, kendisini de A h m e t T e k u d a r ve K o n g u r t a y ile işbirliği yaptığı gerekçesiyle sultanlıktan azletmiş idi. Daha sonra Erzincan'a gönderilen K e y h ü s r e v , çok geçmeden A r g u n H a n ’ın görevlendirdiği adam lar tarafından yayının kirişiyle boğdurulmak suretiyle öldürüldü (1284).
XV. II. GIYASEDDİN MESUT DEVRİ (İlk Saltanatı) Sultan G ı y a s e d d i n M e s u t , Kayseri’de tahta çıktıktan sonra Şubat 1284 başlarında Konya’ya gelerek burada da törenle Türkiye Selçuklu tahtına oturdu ve sultan ilân edildi. Öte yandan A r g u n H a n , 1285 yılında özellikle Türkmen hareketlerini durdurmak amacıyla kardeşi G e y h a t u ’yu 20 bin kişilik bir M o ğol ordusuyla Türkiye’ye gönderdi. Erzincan’da yaylak ve kışlak kuran G e y h a t u ’nun ve Türkiye’deki diğer bütün Moğol askerlerinin her türlü giderleri Selçuklu devlet hâzinesinden karşılanmakta, bu vesileyle ciddi sıkıntılar çekilmekte idi; bu sebeple devlet hâzinesi boşaldı, öyleki vezir F a h r e d d i n A l i , bir kısım gi derleri Afyonkarahisar’daki kendi özel hâzinesinden karşılamak zorunda kaldı. Fakat bu sıralarda Selçuklu saltanatı için yeni bir anlaşmazlık ve dolayısıyla ça tışma olayına tanık oluyoruz. Şöyleki: I I . G ı y a s e d d i n K e y h ü s r e v ’in an nesi, saltanatı, iki torunu ile sultan M e s u t arasında bölüştürülmesini istiyordu; bunu gerçekleştirmek için de beylerbeyilik önerdiği Karamanoğlu G ü n e r i ve saltanat nâibliği verdiği E ş r e f o ğ l u H a l i l B e y ’ lerle işbirliği yaptı. İhtiyar vezir S a h i p A t a F a h r e d d i n A l i ’nin büyük çabalarına rağmen anlaşma ol madı. Karamanlı ve Eşrefoğullan kuvvetlerinin destek ve yardımlarıyla K e y h ü s r e v ’in iki oğlu, Mayıs 1285’de, Konya’ya getirilip Selçuklu tahtına oturtuldular, sultan M e s u t ise Kayseri’ye kaçmak zorunda kaldı. Fakat çok geçmeden F a h r e d d i n A l i ’ye bağlı H a s B a l a b a n , kuvvetleriyle Konya’ya gelerek duru ma hâkim oldu, yakalanan K e y h ü s r e v ’ in annesi ve iki torunu, A r g u n H a n ’ ın emriyle yapılan muhakeme sonucunda, bu iki çocuğun K e y h ü s r e v ’in çocukları olmadığı tespit edildikten sonra başları kesilip Türkmenlere yollan dı, valide sultan ise Sivrihisar’a gönderildi. Bu olaylardan sonra G e y h a t u , hâlâ karışıklık içinde bulunan Konya’ya geldikten bir süre sonra (Nisan 1286 başları) sultan M e s u t da başkente gelmiş idi. Özellikle G e y h a t u ’nun şehre gelmesi sonucunda, Karamanlıların hareketlerini şimdilik durdurmalarına rağmen G ermiyanlı Türkmenler, Beyşehir ve yörelerini yağma akınlarına uğratmakta idiler, hattâ kendilerini izleyen M oğol ve Selçuklu kuvvetlerine bir baskınla ağır kayıp lar verdirdiler, fakat sonunda yenilerek çekilmek zorunda kaldılar. Bütün bu is-
488
A Lİ SEVİM-ERDOĞAN MERÇİL
yan ve çatışmalar sonucunda artık mücadeleyi sürdürmek istemeyen Karamanlı, Germiyanlı ve Eşrefoğulları beyleri, Konya’ya gelip sultan M e s u t ’ un katına çı karak itaatlarını bildirdiler (1288 başları). I I . G ı y a s e d d i n M e s u t devrinin önemli olaylarından birisi de Selçuk lular tarihinde en uzun (40 yıldan fazla) bir süre Türkiye Selçuklu devletinin hiz metinde, emîri Dâd, saltanat nâibliği ve vezirlik görevlerinde bulunmuş olan S a h i p A t a F a h r e d d i n A l i ’ nin ölümü idi (22 Kasım 1288). Bu büyük in san, Türkiye Selçuklu Devletinin M oğol hâkimiyeti altında ezilmekte olduğu bir dönemde, ustaca yönetimi sayesinde devleti korumayı başarmış eşsiz bir devlet adamı olarak tarihe geçmiştir. O, bütün servetini devlet hizmetine ve ülkede ha yır kurumlan yaptırmaya sarfetmesi sebebiyle Hayır Babası (Ebul-hayr) ünvanı ile anılmıştır. M oğolların d evlele el koyması
Moğollar, S a h i p A t â F a h r e d d i n A l i ’den boşalan vezirlik makamına maliyeci Kazvinli F a h r e d d i n ’ i yolladılar. M u c i r ü d d i n E m î r ş a h ise yi ne saltanat nâibliği görevini sürdürüyordu. Hiç bir devirde görülmeyen oldukça kalabalık Iranlı bir memur topluluğuyla Türkiye’ye gelip göreve başlayan Kazvin li F a h r e d d i n , Moğollara sözve,rdiği malî hususları yerine getirebilmek ama cıyla halka, zulme varan sonderecede ağır vergiler koymaya başladı; böylece Moğollar, Türkiye Selçuklu Devletine siyasal, askerî ve malî bakımlardan fiilen elkoymuş oldular, dolayısıyla sultan ve maiyyeti erkânından başka hiç bir Selçuk lu yüksek devlet memuru, artık görev başında değildi. Kayseri’den Adalar Denizi kıyüarına kadar olan batı bölgelerinin yönetimini üzerine alan Kazvinli F a h r e d d i n ’in koyduğu ödenmesi çok ağır vergiler sebebiyle halk, yurtlarını bırakıp gö çe başladı. M u c i r ü d d i n E m î r ş a h ise, yönetimini üzerine aldığı Orta-Anadolu’nun doğu bölgelerinde (Sivas, Sinop ve Samsun’a kadar) halka daha adilâne bir vergi koymuş idi. Bununla birlikte yapılan sürekli şikâyetler üzerine, her iki si de görevlerinden alındı, hattâ Tebriz’e götürülen Kazvinli F a h r e d d i n , şehir meydanında boynu vurulmak suretiyle halka yapmış olduğu ağır zulmün cezasını ödemiş oldu (Eylül 1291). Muhakeme edilen E m î r ş a h ise suçsuz bulunup ser best bırakıldı. Türkm en direnişleri
Karamanlıların bertaraf edilmesinden sonra Türkmen hareketleri Germiyanlılar tarafından sürdürülmeye başlandı. Bunun üzerine harekete geçen Selçuklu
kuvvetleri, Germiyanlıları yola getirdiği gibi, bizzat sultan M e s u t ’un başında bulunduğu başka bir Selçuklu kuvveti de Eşrefoğulları isyanını bastırdı. Çok geç meden Moğollar, Ş e m s e d d i n A h m e t L â k û ş î ’yi Türkiye Selçuklu vezirli ğine atadılar. Onunla birlikte Türkiye’ye gelen Kılavuzoğulları, Moğol subaylarıyla birlikte yağma ve halkın mallarına elkoymaya başladılar. Fakat Türkiye’deki M o ğol ordu komutanlığına atanan S a m a g a r N o y a n , onların bu hareketlerine en
SELÇUKLU D E V LETLER İ TARİHİ
489
gel oldu ve böylece halkın sevgisini kazandı. Öte yandan sultan M e s u t , Kazvinli F a h r e d d i n ’den boşalan maliye işlerini yürütmeye, doğru ve yetenekli bir kim se olan Y a v l a k A r s l a n o ğ l u N â s ı r e d d i n ’i atadı. Bu zat, adil ve olumlu icraatıyla kısa zamanda, halkın acılarını dindirdiği gibi, Moğol Genel Valisi G e y h a t u ’nun da güven ve takdirini kazandı. Fakat A r g u n H a n ’ın ölümü üzeri ne Ilhanlı hükümdarı olması dolayısıyla G e y h a t u Türkiye’den ayrıldı (Temmuz 1291). Böylece, esasen bozuk devlet yönetiminde bir boşluk meydana geldi. Bun dan istifade eden Karamanlılar, sultan M e s u t ’un Kayseri’de bulunmasından fay dalanarak H a l i l B a h a d ı r ’ ın komutasında Konya’ya yürüyüp kuşattılar. Mevcut kuvvetlerin Karamanlılarla mücadele edememesi üzerine sultan M e s u t , G e y h a t u ’ya başvurup yardım istedi. Derhal M oğol kuvvetleriyle Türki ye’ye gelen G e y h a t u , bir kısım kuvvetlerini Akşehir yönüne Menteşe iline şevketti, kendisi de bizzat Karamanlılara karşı harekete geçti. Sonunda Kara manlı şehirleri ve Menteşe ili, ağır bir şekilde tahrip ve yağma edildi, tutsak alı nan yedi bin Türkmen Konya’ya gönderildi. Böylece bu Türkmen direnişleri çok ağır bir şekilde bastırılmış ve dolayısıyla pek çok Türk kanı da akıtılmıştır. Bun dan başka G e y h a t u , Selçuklu-Moğol yönetimine karşı, Kastamonu hâkimi Ç obanoğullarından M u z a f f i r ü d d i n Y a v l a k A r s l a n ile birlikte harekete geçen I I . I z z e d d i n K e y k â v u s ’un oğlu R ü k n e d d i n K ı l ı ç A r s l a n ’ın üzerine, sultan M e s u t ve M u c i r e d d i n E m î r ş a h i l e birlikte G ö k t a y ve G i r a y N o y a n l a r ı n kumandalarında bir ordu gönderip kuzey Türkmenlerini de bertaraf ettikten sonra elegeçirilen pek çok ganimetlerle İran’a döndü (1292). Bundan faydalanan Karamanlı ve Eşrefoğulları beyleri, yeniden harekete geçe rek Kırkpmar ve Gâvele kalelerine kadar olan yöreleri yağma akınlarına uğrattı lar ve yeniden Konya üzerine yürüdüler.
M oğol şehzadeleri arasında çatışmalar
Bu sıralarda, kalabalık Haleb Türkmenleri de Sivas’a kadar ilerleme imkânı bulmuşlar idi. Türkiye Selçuklu Devletinde saltanat mücadeleleri ve Türkmen ha reketleri devam etmekte iken, ayrıca M oğol şehzadeleri arasında da taht çatışma ları ve dolayısıyla isyanlar başgösterdi; bu sebeple Türkiye’de siyasal, sosyal ve ekonomik yaşam, daha fazla çöküntüye uğruyor ve halkın ıztırabı da o derecede artıyordu. Ilhanlı hükümdarı G e y h a t u ’nun eğlence ve sefahata düşkün ve bu uğurda pek çok para sarfetmesi sebebiyle devlet hâzinesi boşaldı, bunu karşıla mak amacıyla da kağıt para bastırıldı ve dolayısıyla ülkede huzursuzluk arttı. Çok geçmeden bunu fırsat bilen H ü I â g u ’nun torunu B a y d u , isyan ile harekete ge çerek G e y h a t u ’yu tahttan indirip öldürttü (1295) ve Ilhanlı hükümdarı oldu. Fakat onun da yeteneksiz oluşu, kötü yönetimi ve özellikle Islâm aleyhdarı bir siyaset izlemesi sebebiyle hükümdarlığı, daha bir yıl geçmeden sona erdi; A r g u n H a n ’ın oğlu M a h m u t G a z a n H a n Ilhanlı tahtına geçti. G a z a n H a n , entrikacı hareketlerinden çekindiği T u g a ç a r N o y a n ’ ı Türkiye’deki M o ğol kuvvetleri komutanlığına atadıysa da çok geçmeden onu öldürttü (1295). Da
490
A L İ SEVİM -ERDOĞAN MERÇİL
ha sonra onun yerine atadığı T a y c i N o y a n ’ ın oğlu B a 11u da bir süre sonra G a z a n H a n ’a karşı isyana başladı, hattâ G a z a n H a n ’ı ziyarete gitmekte olan Selçuklu sultanı I I . M e s u t ’u engelleyip bir süre yanında alıkoydu. Nihayet B a 1t u , Suriye'ye geçmek üzere gittiği Çukurova Ermeni tekfuru tarafından yakala nıp Tebriz'e G a z a n H a n ’a gönderildi ve şehir meydanında idam edildi (Ekim 1297). idamdan önce G a z a n H a n ’ m katma çıkan sultan M e s u t ’un gecikme sebebi kabul edilmeyerek Selçuklu tahtından indirilip Hemedan'a sürüldü (1296). Sultanın G a z a n H a n ’a gitmesinden sonra I I I . A l â e d d i n K e y k u b a d ’ın tahta çıkmasına kadar geçen iki yıl içinde, Selçuklu tahtı boş kaldı. Bununla beraber G a z a n H a n , C e m a l e d d i n M e h m e t ’i vezirliğe M u i n ü d d i n M e h m e t ’i pervaneliğe , Tiflisli K e m a l e d d i n ’i saltanat nâibliğine ve Ş e r e f e d d i n O s m a n ’ı da mâliyeye atadı, Moğol kuvvetlerinin başına da S ü l e m i ş , B a y a n c a r , B o ç k u r v e K ö r t i m u r getirildi. Ayrıca Türkiye dört mali bölgeye ayrıldı. Buralara atanan memurlar, halktan acımasızca vergi topla dıktan başka, onların mal ve mülklerine elkoydular, hattâ daha sonraki yıllara ait vergileri bile almaya başladılar. Bu tahammül edilmez vergi yükünü çekeme yen bölge halkları, ya öldürüldüler, veya yurtlarını terketmek zorunda bırakıldı lar ve bu acımasız uygulama sebebiyle de G a z a n H a n ’a devamlı şikâyette bu lundular.
XVI. III. ALÂEDDİN KEYKUBAD DEVRİ İlk saltanatı 13 yıl süren sultan I I . G ı y a s e d d i n M e s u t ’un G a z a n H a n tarafından azledilmesinden sonra boş kalan Selçuklu tahtına yeğeni (amcaoğlu) I I I . A l â e d d i n K e y k u b a d getirildi (1298), vezirliğe Tebrizli Ş e m s e d d i n A h m e t L â k û ş î , M oğol ordu komutanlığına da B a y a n c a r N o y a n atandılar. Böylece sultan A l â e d d i n , başkent Konya’ya geldiği za man daha önce vezirlik ve diğer yönetim bölgelerine atanmış olanların görevleri sona erdi; böylece dört mali bölge yönetimi de sona ermiş oldu. Ote yandan B a y a n c a r ’ ın Moğol kuvvetleri komutanlığına atanmasına kızan S ü 1e m i ş , G a z a n H a n ’ın Memlüklere karşı düzenlediği sefere katılmadıktan başka, ona isyan ile harekete geçti (1299). O, bazı M oğol emirlerinin desteğini kazanarak uç Türkmenleri, Karamanoğulları ve Mısır Memlüklü sultanı M e l i k ü n n a s ı r L â ç i n ile de ilişkiler kurup onlardan askerî yardım sağladı. Böylece 50 bin kişilik bir orduyla harekete geçerek B a y a n c a r v e B o k u r c u N o y a n ları yenilgiye uğ ratıp, her ikisini de öldürtmek suretiyle, ortadan kaldırdı ve Sivas'ı kuşatmaya başladı. Böylece onun Türkiye’de bağımsız bir devlet kurma emelleri gerçekleş mekte idi. Fakat çok geçmeden G a z a n H a n ’ın,K u t l u ğ ş a h , Ç o b a n , M u l a y (veya B u l a y ) , S u t a y ve B a ş k ı r a kumandasında kendisine karşı gönderdiği 35 bin kişilik M oğol ordusu, Erzincan Akşehir’i taraflarında, askerle ri M oğol ordusuna katılan S ü l e m i ş ’i bozguna uğrattı (Nisan 1299); bunun üze rine o, 500 atlı ile Suriye’ye kaçıp Memlüklere sığındı, Karamanoğulları kuvvetleri ise memleketlerine geri döndüler. Bununla birlikte S ü 1e m i ş , Memlüklü sulta nının yardımıyla yeniden Türkiye’ye gelip Akçaderbend’e kadar ilerledi, daha sonra geldiği Ankara’da yakalanarak Tebriz’e götürülüp şehir meydanında ağır işkence lerle öldürülerek cesedi yakıldı (Ağustos 1299). Türkiye Selçuklu sultanı A l â e d d i n ve veziri Ş e m s e d d i n A h m e t , S ü l e m i ş ’e katılmadıktan başka G a z a n H a n ’ ın katma çıkarak ona sadakat ve bağlılıklarını arzetmişlerdi. Bun dan sonderecede memnun olan han, sultanı H ü 1â g u ’nun kızıyla evlendirdi, ay rıca ona, hemen bütün Türkiye’nin hâkimiyetini bir varlığla verdi. Böylece hukukî bakımdan yarı bağımsız bir duruma gelen sultan A l â e d d i n , beraberinde gö revlerine yeni atanan veziri Sâveli A l â e d d i n , Maliye Nazırı N a s ı r e d d i n M u h a m m e d ve müşrif S e y y i d Ş e r e f e d d i n H a m z a olduğu halde, Kon
492
A Lİ SEVİM -ERDOĞAN MERÇİL
ya’ ya döndü. Fakat çok geçmeden sultan, Moğolların yaptıkları gibi, özellikle N a ş ı r e d d i n M u h a m m e d ’in etki ve kışkırtmaları sonucunda, ülkedeki zenginlerin ve halkın, çeşitli yöntemlerle mal ve paralarına elkoymaya başladı. Bunun üzerine durumun, Türkiye’deki Moğol askerî kumandanı A b u ş k a ’ya bil dirilmesi sonucunda, S e y y i d H a m z a v e maliyeci N a s ı r e d d ı n işkence ile öldürüldüler. Bunu haber alan sultan, korku ve endişeye kapılıp Konya ’ya kaç makta iken Ürgüp yörelerinde yakalandıktan sonra G a z a n H a n ’a gönderildi; yapılan yargılamadan sonra idama mahkum edildiyse de H ü 1â g u ’ nun kızı bu lunan eşinin şefaatıyla ölümden kurtuldu, ancak sultanlıktan azledilerek İsfahan’da ölünceye değin ikamete mecbur edildi (1301/2).
II. GIYASEDDİN MESUT’UN İKİNCİ SALTANATI DEVLETİN YIKILIŞI Sultan I I I . A l â e d d i n K e y k u b a d ın G a z a n H a n tarafından tahttan indirilmesinden sonra, bu sıralarda, yine Moğollar tarafından azledilip H em e dan' a ikamete mecbur edilen I I . G ı y a s e d d i n M e s u t , 1302 yılında, ikinci kez, Türkiye Selçuklu sultanlığına atandıktan sonra Musul üzerinden Konya'ya gelip tahta oturdu; vezirliğine ise Sâveli A l â e d d i n atandı. Tarihî bir kişiliğe sahip olmayan yeteneksiz sultan M e s u t , esasen devlet yönetiminde hiç bir rolü ve hâkimiyeti olmaksızın sonderecede sönük bir hayat yaşadı. Ancak, o AksarayNiğde arasındaki Develühisar (Dulhisar)'da kendisine karşı isyan eden C a h o ğ 1u ’nu A b u ş k a N o y a n v e veziri A l â e d d i n ile birlikte kuşatma harekâtına katıldı. Fakat Ilhanlı hükümdarı G a z a n H a n ’ ın ölümü (Mayıs/Haziran 1304) üzerine, kuşatma da kaldırıldı. Türkiye Selçuklu D e vle ti'nin son sultanı olan I I . G ı y a s e d d i n M e s u t ’un bu ikinci saltanatı çok sönük geçti, hattâ ölü mü bile ilgili yerli kaynaklara yansımadı; ancak bir kaynak ( Niğdeli kadı A h m e t ) , onun 1308 yılında öldüğünü belirtmiştir. Bununla birlikte kendisinden sonra I I I . G ı y a s e d d i n ’ in oğlu Y . K ı l ı ç A r s l a n ’ ın Selçuklu tahtına çık tığı ve 1318 yılına değin saltanat sürdüğü rivayet edilmiştir. Yapılan araştırmalara göre bu durum, Türkiye M oğol Genel Valiliğine atanan T i m u r t a ş N o y a n ’ın Selçuklu şehzadelerini öldürtmesiyle de ilgilidir. Böylece Türkiye Selçuklu D e v leti' nin 1075-1318 yılları arasında devam eden hükümranlık dönemi de sona er miş oldu.
494
ALİ SEVİM-ERDOĞAN MERÇİL
Türkiye Selçukluları Soy Kütüğü Kutalmış
Süleymanşâh (1075-1086)
I. Kılıç Arslan I
(10931107)
Alp İlig
Mansur
Devlet
Kulan Arslan (Davud)
I
I
Şahinşah (1110-1116)
I. Mesud (1116-1155)
I
II. Kılıç Arslan
(H55-1192)
1 1 —
--------------------------------- ----------------------------------------------------
I. Gıyaseddin Keyhüsrev (1192-1197, 1205-1211)
|(1197-1204)
III. Kılıç Arslan (1204-1205)
|
|
I. Alâeddîn Keykubad
I. İzzeddîn Keykâvus
(1220-1237)
II. Gıyaseddin Keyhüsrev (1237-1245)
(1211-1220)
İzzeddîn Kılıç Arslan
II. İzzeddîn Keykâvus (1245-1249, 1249-1254 ortak saltanat, 1254-1257, 1257-1262 ortak saltanat)
Rükneddîn
Kılıç Arslan (1249-1254, ortak saltanai, 1257-1262 ortak saltanat, 1262-1266)
III. Gıyaseddin Keyhüsrev (1266-1284)
1 Gıyaseddin II. Mesud
1
Rükneddin II. Süleymanşah
Feramürz
(1284-1296)
III. Alâeddîn Keykubad (1296-1308)
II. Alâeddîn Keykubad (1249-1254, ortak saltanat)
DEVLET TEŞKİLATI, KÜLTÜR YE İMAR FAALİYETLERİ
DEVLET TEŞKİLÂTI Tarih boyunca pek çok devlet kurmuş bulunan Türklerde hâkimiyet telâkki sinin, eski devletlerinkinden (Çin, Iran, Islâm) ayrı ve dikkate değer bir nitelik gösterdiği muhakkaktır. Eski Türk telâkkisine göre, devlet ve ülke, onu yöneten hükümdar soyunun ortak malıdır. Buna uygun olarak, Büyük Selçuklularda da daha ilk hükümdarlar zamanında devlet teşkilâtı çok düzenli ve mükemmel bir şekle konulmuştu. Bunda Türk beylerinde kuvvetle yaşayan eski hâkimiyet telâk kisiyle devlet teşkilatı geleneklerinin büyük rolü olduğunda şüphe yoktur. Sel çuklularda da devletin yegane temsilcisi sultan’dır. O, hâkimiyet ve yönetim
yetkilerinin, ülkenin ve üzerindeki insan topluluğunun tek sahibidir. Selçuklula rın ünlü veziri N i z a m ü l m ü l k Siyaset-nâme adlı eserinde bu konuda şöyle de
mektedir: ‘ ‘ T a n r ı , her yüzydda ve halk arasında padişahlık vasıfları ve övülmeğe değer hasletleriyle bezediği birini seçer, dünya işlerini ve halkının barış ve sükûn içinde yaşamalarını ona tevcih eder” . Yine N i z a m ü l m ü l k ’ e göre hükümdar, kudretini doğrudan doğruya T a n r ı ’ dan alır ve Ta n r ı adına saltanat sürer. Yer yüzünde kurulmuş olan bütün devletlerde bu özellik görülmekte, hükümdarlar kudretlerini ve yönetme hakkını T a n r ı ’ dan aldıklarını iddia etmektedirler. Ay rıca T a n r ı , birini hükümdar olarak seçerken onun hangi ırktan olduğuna bak mamakta, sadece hükümdarlık yeteneklerine sahib olup olmadığını gözönünde bulundurmaktadır. Nitekim Türk hükümdarları da T a n r ı bağışı, yani kut yo luyla yeryüzündeki insanları yönetmekle görevli idi. Bağdat’a ilk girdiği sırada, T u ğ r u l B e y ’ i karşılamaya çıkan halifelik veziri R e i s ü r r ü e s â î b n ü l m ü s 1i m e , sultana “ T a n r ı sana bütün dünyayı verdi” diye hitap etmişti. Biz zat sultan A l p A r s l a n ’ a göre, T a n r ı kendisine teveccüh göstererek, onu A d e m o ğ u l l a r ı arasından, dünya işlerini düzene koyması için seçmişti. Sul tan S e n c e r de Abbasî halifesine gönderdiği 1133 tarihli mektubunda “ Ulu T a n r ı ’ nm
lütfü
ile
cihan
padişahlığına
y ü k seld iğ in i”
yazm ıştı.
Y in e
N i z a m ü l m ü l k ’ e göre hükümdarın sahip olması gereken vasıflar, adalet ve bilgidir. Ayrıca devletin devamlılığını, ihsan ve adalet unsurları temin etmekte
498
ALİ SEVİM-ERDOĞAN MERÇİL
dir. Türk töreleri de bu vasıflara uygunluk gösteriyor. Türk devletlerinde hüküm dar ile tebea (yani tâbi olanlar) arasında bir çeşit üstü kapalı mukavele mevcut idi. Halkın itaat ve sadakatle bağlılığına karşılık, hükümdarın da, idaresi altın dakileri doyurması, giydirmesi ve zengin etmesi töre icablarmdan idi. Aynı za manda devlet içindeki halkı huzur ve güvene kavuşturmak suretiyle “ hükümdar tâbilerinin hizmetindedir” şeklindeki Türk devlet anlayışını Selçuklular da yeri ne getirmiştir. Nitekim bu anlayışı İslâm dünyasında fiilen ortaya koyan Selçuklu sultanlarının çoğu el-Sultan el-âdil diye anılmışlar, müşfik, yumuşak huylu ve mer hametli kimseler olarak tarihe geçmişlerdir. Selçuklu sultanları hâkimiyetleri al tında bulunan ülkeler içindeki mahallî idarecilerden itaati kabul edenleri yerlerinde bırakarak kendilerine bağlamışlar ve onların iç işlerine karışmamış lardır. Çünkü amaç, halkı baskı altında tutmak değil, sadece adalet ve kanunu yürürlükte tutmaktır. Hükümdarın belirli esaslar dahilinde yayınladığı fermanlar, hattâ ağzından çıkan sözler, kanun kuvveti niteliğini taşır. Gerek her kademeden devlet teşkilâtı mensupları, gerekse her sınıftan halk, bunlara itaatle yükümlüdürler. Sultan, al dığı önlemleri ve verdiği kararları şartlar gerektirdiği zaman süratle değiştirme sini bilirdi. Devletin mutlak surette yönetimi, birinci derecede hükümdara aitti. Töre ve yasaya aykırı olmamak şartıyla hükümdar her hususta mutlak hâkimdi, hiçbir zaman kutsal ve sorumsuz değildi. Hükümdarda bulunan bu hâkimiyet ve idâri hususlar, tabiatıyla devlet büyüyüp genişledikçe bizzat kullanılamayacağı için belirli müesseselere sadece vekâleten yetkiler veriliyordu. Nitekim hüküm dar, muayyen meselelerde danışma ( müşavere) meclisleri kurar, burada bulunan lar, kendilerine verilen meseleleri münakaşa ederlerdi; ancak kesin karar vermek yetkisi veya burada alman kararları uygulayıp uygulamamak, tabiatiyla hüküm dara aitti. Veliahdlık
Veliahdlık müessesesi, Bozkır döneminden beri babadan oğula, oğul küçük ise kardeşe geçmek suretiyle vardı. Ancak en eski devirlerden beri Türk devletle rinde tahtı, hanedanın belirli bir üyesine intikâl ettiren kesin bir gelenek yerleş memişti. Zaman zaman bazı eğilimler, sözgelişi, veliahd tayini, büyük veya küçük oğulların tercih edilmesi gibi, mevcut olmuştur. Bu durum Selçuklularda da var lığını korumuştur. Ancak hanedan mensupları, aileden intikal eden kut’un ken dilerinde de mevcut ve ülkenin hanedanın ortak malı olduğu düşüncesiyle zaman zaman iktidarı almak gayretine ve belirlenen veliahde karşı mücadeleye girişir lerdi. Tabii bu mücadeleler, devlet içinde huzursuzluklara yol açıyor ve devletin çöküşüne sebep oluyordu. Neticede kuvvet ve kudretiyle tahta hâkim olan hane dan üyesinin etrafında toplanılıyordu. Büyük Selçuklularda T u ğ r u l B e y , daha sağlığında yerine kimin geçeceği
sorununu çözümlemek istemiş ve kardeşi Ç a ğ r ı B e y ’ in oğullarından, yaşça küçük olmasına rağmen, E b u l k a s ı m S ü l e y m a n ’ ı kendisine veliahd göster
SELÇUKLU D E V LETLER İ TARİHİ
499
mişti. Fakat neticede yine Ç a ğ r ı B e y ’ in oğullarından A l p A r s l a n , Selçuklu tahtına geçmişti. Sultan A l p A r s l a n da, büyük oğlu olmamasına rağmen, M e 1i k ş a h ’ ı törenle veliahd ilân ve adına hutbe okunmasını emretti(1066). A l p A r s l a n , fırsat düştükçe de oğlu M e l i k ş a h ’ın veliahdlığmı tekrarlamak ve ilân etmekten geri kalmamıştı. Sultan M e l i k ş a h , önce T e r k e n H a t u n ’ dan doğan A h m e t adındaki oğlunu veliahd ilân etmişti(1087). Fakat A h m e t , bir yıl sonra M e r v ’de öldü. Bundan sonraki olaylar, veliahdlık için tam bir çekiş menin hüküm sürdüğünü göstermektedir. Vezir N i z a m ü l m ü l k , sultanın yaş ça büyük oğlu B e r k y a r u k ’ u veliahd göstermesine M e l i k ş a h ’ ı iknaya çalışıyordu. Ote yandan T e r k e n H a t u n ise kendi oğlu M a h m u t ’u veliahd tayin ettirebilmek için büyük çaba göstermişti. Bu çekişme önce vezirin, sonra da sultan M e l i k ş a h ’ ın ölümüne sebep oldu. Tabiatıyla bu örnekleri çoğaltmak mümkündür. Kirm an Selçuklularında da meliklerin tahta geçişlerinde, babadan oğula olmak üzere, belli bir veraset kuralı vardı. Veliahd tayini hususundaki ana neden başka, Kirm an Selçukluları hükümdar listesine dikkatle bakıldığında melikliğin belli bir veraset kuralına göre babadan oğula geçtiği görülüyor. Ancak hükümdarın çocuğu bulunmadığı zaman başka bir hanedan üyesi tahta geçmekte idi. Türkiye Selçuklularında da veliahdlık müessesesi devam etmiştir. Netice ola rak sultan, büyük veya küçük ayırt etmeksizin oğullarından birini veliahd seç mekteydi. Ancak sultanın ölümünden sonra, bir veliahd tayini, öteki kardeşleri taht üzerinde hak iddiasından alıkoymazdı.
HÂKİMİYET ALÂMETLERİ VE ÜNVANLAR Hükümdarı hükümdar yapan unsurlar çeşitlidirler. Bunları manevî ve maddî unsurlar olmak üzere başlıca iki gurup altında toplayabiliriz. Manevî unsurlar dan en önemlisi ünvan ve lakaplardır. a) Hükümdarın ünvan ve lakapları Selçuklular, başlangıçta eski Göktürk devlet düşüncesi ve teşkilâtının uygu layıcısı Oğuz Yabgu devletinin izinde idiler. Bu devlet teşkilâtında hükümdar Yabgu ünvam taşıyordu, inal, Ymanç ve Bey ünvanlı hanedan üyeleri onun etrafında İdarî sorumluluğa katılmakta idiler. Nitekim S e l ç u k ’ un oğulları A r s l a n ve M u s a , Yabgu ünvanını taşımışlardı. Fakat Selçuklular, Horasan’a geçip Müslüman Türk devletleriyle temas ettikten sonra bu ünvanlarda değişiklikler başladı. T u ğ r u l B e y , başlangıçta emîr veya melik ünvanlarını kullandı. Onun 1041/1042’den itibaren bastırdığı sikkelerde emîr ünvanı görülmektedir. Selçukluların bağım sızlıklarını elde etmelerinden sonra Ç a ğ r ı B e y de melik ünvanıyla anılmıştı. Daha sonra halife K a a i m B i e m r i l l a h ’ m 1046/1047 yılında gönderdiği bir elçiyle, Horasan üzerindeki hâkimiyetinin onaylanmasından sonra T u ğ r u l B e y , aynı yıl içinde bastırdığı paralarda es-Sultanül-muazzam, Şahinşah ünvanını kullandı. Yine zamanımıza kadar gelen Selçuklu paralarını incelediği
500
A Lİ SEVİM -ERDOĞAN MERÇİL
mizde T u ğ r u l ’ dan sonraki bütün Selçuklu sultanları es-sultanül-muazzam ve ya es-sultanül-âzam ünvanlarını taşıdılar. Ayrıca T u ğ r u l B e y , paralarında sultan ünvanını ve buna ilaveten es-sultanül-muazzam terkibini kullanan ilk Is lâm hükümdarıdır. Bu durum, muhtemelen, Selçukluların sultan deyimini ger çek bir hükümdar ünvanı olarak ilk kullananlar olduğunu ortaya koyar. Ote yandan Selçuklu hanedanının kurduğu, Türkiye Selçuklu Devleti dışındaki, öteki devlet lerde hükümdarlar sultan ünvanını kullanmamışlardır. Nitekim Kirm an Selçuk luları ve Suriye Selçuklu hükümdarları melik ünvanı taşıdılar. Türkiye Selçukluları hükümdarları, S ü l e y m a n ş a h ’ dan sonra sultan ünvanı kullandılar. Abbasi ha lifesi, A l â e d d i n K e y k u b a d ’ a Büyük Selçuklu hükümdarları gibi Sultanülâzam sıfatını vermişti. Atabeylikler ve beyliklerde de atabey ve melik ünvanları bağımsız hükümdarı ifade etmiştir. b) Lakaplar: Selçuklu hükümdarlarının ünvanlarından başka Abbasî halife si tarafından verilen veya doğrudan kendilerinin alarak kullandıkları lakapları vardı. Sultan T u ğ r u l ’ un en ünlü lakabı Rükneddin idi. Daha sonra A r s l a n B e s a s i r î ’ ye karşı yapılan birinci seferden zaferle dönen T u ğ r u l B e y ’ i kabul eden halife, onun lakaplarına Melikül-maşrık vel-M a ğrib lakabını ilave et mişti. Sultan A l p A r s l a n ’ m en ünlü lakabı Adududdevle idi. Abbasi Halifesi, Anı şehrini fetlı etmesinden sonra A l p A r s l a n ’ a Ebul-Feth lakabını verdi-. M e 1i k ş a h ’ m en ünlü lakapları ise Celâlüddevle, Muizzüddin, Ebul-Feth idi. B e r k y a r u k , R ü knüddünya v e d -d in , E b u l-M u z a ffe r lakabıyla anılıyordu. M u h a m m e d T a p a r , Gıyasüd-dünya ved-din, sultan S e n c e r ise Muizzüddünya ved-din Ebul-Hâris lakaplarını almışlardı. c) Hutbe: Hükümdarlığın ananevi unsurlarından biri de hutbe’dir. Hutbe, Cu ma ve bayram namazlarında hatib tarafından okunan dinî öğüttür. Hükümdarın, Cuma namazından önce, hâkim olduğu ülkelerdeki camilerde adını anmak, âdet haline gelmiş ve bu, hükümdarlık alâmetlerinden biri olmuştu. Hutbe okunan cami, doğrudan doğruya merkezden atanan bir valinin yönettiği bir ülkede ise, önce Bağ dat halifesinin, sonra da hükümdarın adı, bütün ünvan ve lakaplarıyla birlikte zikredilir, kendileri övülür ve dua edilirdi. Hutbe, bir vasal devlet ülkesinde oku nursa, halife ve tâbi olunan hükümdardan sonra vasal hükümdarın adı, ünvan ve lakapları zikredilirdi. Nitekim Selçuklular devletleri için kuruluş hazırlıkları yaptıkları sırada Nişabur’da olduğu gibi, Beyhak kasabasında da T u ğ r u l B e y adma hutbe okunmuştu(1038). Daha sonraki Selçuklu hükümdarları zamanında da hutbe okunmaya devam etmiştir. Ote yandan bir vasal hükümdarın tâbi olduğu hükümdarın adını hutbeden çıkartması, isyan etmiş sayılması için ye terli bir sebepti. Kirm an Selçuklu hükümdarı K a v u r t ’ un A l p A r s l a n ’ ın adını hutbeden çıkartarak K irm an’da sadece kendi adına hutbe okutup para bas tırması, onun isyanına bir işaret sayılmıştı. Kirman Selçuklularında adına hutbe okunduğunu tespit edebildiğimiz ikinci melik, B e h r a m ş a h ’ dır. Yine Türkiye Selçuklularında da bu yöntem devam etmiştir.
SELÇUKLU D E V LETLER İ TARİHİ
501
d) Taht: Hükümdarlığın maddî sembollerinden birisi tahttır. Nitekim hüküm dar olmak olayı, ilk kez, tahta oturmakla kendini göstermektedir (cülûs). Hüküm darlar, resmi kabuller, vasal hükümdar ve elçilerin kabul törenlerinde de tahta oturuyorlardı. T u ğ r u l B e y , kendisini Bağdat dışında karşılamaya gelen hali felik vezirini tahtında oturarak kabul etmişti(Aralık 105 7). Yine T u ğ r u l B e y , halifenin kızıyla olan nikâh töreninde de tahta oturmuştu. Sultanlar sefere çıkar ken tahtlarını da beraberlerinde götürüyorlardı. Tahtlar, altın veya gümüşten ya pılıyor ve kıymetli taşlarla süsleniyordu. Türkiye Selçukluları Devleti ’nde de taht cülûs ve elçi kabulleri münasebetiyle sözkonusu edilmekte ve sultanlar tahta otur maktadır. e) Taç: Hükümdarın maddî hâkimiyet sembollerinden birisi de taç’tır. Kay naklarda Büyük Selçuklu sultanlarının resmî günlerde başlarına giydikleri taçlar hakkında fazla bir bilgi bulunmamaktadır. Abbasî halifesi, siyasî hâkimiyeti Sel çuklu sultanına devrettiği törende, sultan T u ğ r u l B e y ’ e öteki hâkimiyet sem bolleri yanında kıymetli taşlarla süslü bir taç vermiş ve bu taç sultanın başına konmuştu. N i z a m ü l m ü l k taraftarları Rey’de B e r k y a r u k ’ u tahta oturt tukları zaman, adıgeçen şehrin reisi E b û M ü s l i m , kıymetli taşlar ve altınla işlenmiş bir tacı onun başına koymuştu. Türkiye Selçuklularında sultan kutlama ve kabul törenlerinde tahta oturduğu zaman başına taç giymekteydi. f) Sikke: Hükümdarı hükümdar yapan önemli bir unsur da sikke, yani para basmaktır. Tahta çıkan hükümdarın ilk işi, üzerinde adının, ünvanınm ve lakap larının bulunduğu paralar bastırmaktır. Bu şekilde hâkimiyet ve hükümranlık, başka bir yolla ilân ve ifade ediliyordu. Öte yandan, vasal hükümdarlar da, ay nen hutbede olduğu gibi, sikkelerde de önce halifenin, sonra tâbi olduğu hüküm darın ad, ünvan ve lakaplarını, en sonunda da kendi ad, ünvan ve lakaplarını zikretmek zorundaydılar. Selçuklularda tespit edilen ilk dinar (altın para) sultan T u ğ r u l B e y ’ e ait olup, 1041-1042 yılında Nişabu r ’da basılmış, daha sonraki sultanlar da bu hükümdarlık alâmetini kullanmaya devam etmişlerdi. Ayrıca is tisnalar dışında bütün Selçuklu paralarının ön üst yüzünde Oğuzların hâkimiyet sembolü olan ok ve yay işareti bulunmaktadır. Kirm an ve Türkiye Selçuklu hü kümdarları da birçok paralar bastırmışlardı. g) Tevkî ve Tuğra: Hükümdarlık sembollerinden olan bu unsurların varlığı nı bütün Selçuklu devletlerinde görmekteyiz. Tevkî, kısaca hükümdarın kararı ve iradesi anlamında kullanılıyordu. Sultan T u ğ r u l B e y ’ in tevkîi Kınık bo yunun damgasına benzemektedir, yani ok ve yay’dan ibarettir. T u ğ r u l B e y den sonra sultanların Kınık boyu damgası yerine tevkî olarak kısa dua cümlesi kullanmaları, muhtemelen Selçuklu hükümdarlarının İslâmî ananeye uymak is temelerinden ileri gelmiştir. Tuğra, Türkçe bir kelime olup Oğuz hakanları, Selçuklu ve Osmanlı hüküm darlarının işaret ve yazılı alâmeti idi. Zamanla tuğra, hanedanın arması ve alâ meti olmuş, yalnız emir ve fermanlarda değil, bütün resmî evrak ve binalar üzerinde
502
A L İ SEVİM -ERDOĞAN MERÇİL
yer almıştır. Tuğra, hükümdar adına düzenlenen belgenin üst tarafına, besmele üzerine yazılan isim, elkab ve dua cümlesinden ibarettir. T u ğ r u l B e y ’ in tuğ rası ok ve yay’dan ibaret Kınık damgası idi. Daha sonraki hükümdarlar İslâmî ananeye uyarak birer dua cümlesinden ibaret olan tevki’yi kullanmışlardır. K ir man Selçukluları devleti kurucusu melik K a v u r t ’ un tuğrası da isim ve elkabı üzerine konan ok, yay ve yaycık ’dan oluşmaktaydı. K a v u r t , tuğrasına adım K a r a A r s l a n B e g b i n Ç a ğ r ı B e g şeklinde işletmekte ve K irm an’da yaptır dığı binalara da bu tuğrayı yazdırmaktaydı. Türkiye Selçuklularında, da saltanat tuğrasının kemençeye, yani yay kavsi’ne benzediğinden bahsedilmektedir. h) Çetr: Hâkimiyet sembollerinden biri de çetr’dir. Çetr hükümdarların sefe re çıktıklarında veya alayla bir yere gittiklerinde başları üzerinde tutulan şemsiye’dir. Bunu, at üzerinde bulunan hükümdarın başı üzerinde, yine atla giden ve sultanın biraz gerisinde bulunan çetirci (veya çetirdâr) denilen görevli taşırdı. Çetr, atlas, ipekli kumaş veya altın sırmalı kadifeden yapılırdı. Selçuklu hükümdarları da hükümdarlık sembolü olarak çetri başları üzerinde taşımışlardır. Sultan T u ğ r u l B e y , Nişabur ’a girdiği zaman başı üzerinde, kırmızı renkli ipekli kumaş tan bir çetr taşımıştı. Kirm an Selçuklularında bu hükümdarlık alâmetine melik K a v u r t devrinden itibaren rastlıyoruz. K a v u r t ’ un çetrinin üzerinde ok ve yay resmi bulunuyordu. Türkiye Selçukluları’ nda da saltanat alâmetlerinden bi ri olan çetr kullanılıyordu ve rengi siyahdı. Buna sebep Selçukluların Abbasîler’in sünnî alâmeti olan siyah rengi kabul etmeleri idi. Bir savaş sırasında çetrin bulunduğu yer ve durumu önemli idi. Asker, hükümdarın durduğu yeri göster mesi bakımından daima çetre dikkat ederdi. Herhangi bir şekilde çetrin yere düş mesi, ordunun bozulmasına sebep olabilirdi. Sultan R ü k n e d d i n S ü i e y m a n ş a h ’ ın Gürcülerle yaptığı savaşta (1202), çetirdârm atının ayağının bir deliğe gi rip sendelemesi sonucu çetrin yere düşmesi, emîrler ve askerlerin sultana bir şey oldu sanarak şaşırmalarına ve kargaşaya sebep olmuş ve bu durum, Selçuklu or dusunun yenilgisine zemin hazırlamıştı. I — Nevbet: Askerî bando tarafından beş namaz vaktinde sultanın sarayı önün de ve üç gündüz namaz vaktinde ise daha küçük hanedan mensuplarının kaldık ları meskenleri önünde çalınan özel bir musikî parçası idi. Eski Türk devletlerinde de savaşlar veya büyük törenlerden önce, hanlık otağı kurulur, tuğ dikilir ve da vul vurulmaya başlanırdı. Zamanla davulu tamamlayan öteki musikî aletleriyle nevbet takımı meydana geldi. Büyük Selçuklulardan ilk kez sultan T u ğ r u l B e y zamanında günde beş kez nevbet çalınmıştır. Vasal hükümdarlar, tâbi oldukları hükümdarların izniyle nevbet çalabilirlerdi. Hükümdarlık alâmetlerin den olan nevbete, Kirman Selçuklu Devletinde de raslıyoruz. Türkiye Selçuklula rında da namaz vakitlerinde günde beş kez nevbet vurulurdu. Nitekim M oğol baskısı altında olmalarına rağmen IV. K ı l ı ç A r s l a n , II. î z z e d d i n K e y k â v u s ve II. A l â e d d i n K e y k u b a d ’ ın ortak saltanatları devrinde (1249-1257) günde beş nevbet çaldırmışlardı. Bir nevbet takımı yani bando, kös, davul, zurna, nakkare ve nefir (borular)’den oluşurdu.
SELÇUKLU D EVLETLER İ TARİHİ
503
J — Bayrak (sancak, liva, alem): Hükümdarın maddî hâkimiyet sembollerin den biri de bayraktır ve özel bir önemi vardır. Bayrak, yalnız hükümdarın alâme ti olarak kullandmamakta, kabile reisleri, devletin büyük memurları, kumandanlar ve orduyu oluşturan çeşitli toplulukların da kendilerine özgü ayrı ayrı bayrakları vardı. Abbasî halifesi K a a i m B i e m r i l l a h , T u ğ r u l B e y ’ i büyük bir tö renle kabul ettiği zaman kendisine halifeliğin sembolü olan siyah renkli bayrak lar ve Türklerin alâmeti olan kırmızı renkli bayrakla vermişti. Bir iddiaya göre, Selçuklu devleti kurulmadan önce muhtelif kabilelerin başlarında bulunan reis lerin bayraklarının siyah olduğu belirtilmektedir. Yine Selçuklu devrinde görü len kırmızı bayrakların daha çok askerî birliklerin bayrakları olduğu ileri sürülüyor. Irak Selçuklu Devleti ’nin kurucusu M a h m u t , S e n c e r ile yaptığı savaşı kaybettikten sonra yapılan görüşmeler sırasında, kendi devletinin alâmeti olan kırmızı rengi bırakarak S e n c e r devletinin alâmeti olan beyaz ve siyah renk leri kullanması kararlaştırılmıştı. Ancak yine de Selçuklu hükümdar sancağının kesin rengi şimdilik bilinmemektedir. Bir yerin fetih ve zaptında hükümdar bayrağının kale burcuna çekilmesi tes lim olma işareti idi. Kuşatılan şehir halkı, kendilerini koruyamayacaklarını anla dıkları zaman orduya bir heyet göndererek sancak isterler ve bu davranış, teslim olduklarını ifade ederdi. Böylece bayrak, bir yere çekildiği zaman, oranın kimin hâkimiyeti altında olduğu anlaşılırdı. Sultan T u ğ r u l B e y , Tekrit şehri ile an laştıktan sonra şehir halkı, hâkimiyet alâmeti olarak kaleye çekilmek üzere, siyah bayrak çekmek istemiş, sultan da bu isteği yerine getirmişti. Türkiye Selçuklularında, da iki tip sancak kullanılıyordu. Bunlardan biri, ha lifenin gönderdiği siyah bayrak, İkincisi ise hükümdarın kendi sancağı idi. Ancak hükümdar bayrağının rengi hakkında kaynaklarda açık bir bilgi görülmemekte dir. Sultan A l â e d d i n K e y k u b a d ’ m Alâiyye’yi fethi sırasında bayrağın sarı renkte olduğu anlaşılmaktadır. Yine bu devrede emîr M ü b a r i z ü d d i n Ç a v 11 komutasındaki Selçuklu kuvvetleri, Kâhta kalesini teslim alarak buraya Sel çuklu bayrağını çekmişti (1226). Bu bayrak siyah renkte idi.
k) Tırâz: Hükümdarlık ve hâkimiyet sembollerinden biri de Tırâz’dır. Tırâz, hükümdar veya seçkin şahsiyetlerin, sanatkârane sırma işlemelerle ve özellikle kenar yazılarla süslenmiş elbisesidir. Bu kenar yazılara hükümdarın adı, lakabı ve özel işaretleri işlenirdi. Tırâz, aynı zamanda bu tip elbise veya kumaşların ya pılıp, dokunduğu imalâthane manasına da gelmektedir. Emevîler ve Abbasîler dev rinde olduğu gibi, birçok İslâm devletlerinde bu tip elbiseler yapmağa mahsus imalâthaneler saraya yerleştirilmiş olup, Dârüt-tırâz adını taşırdı. Bu imalâtha nelerin başında Sahibüt-tırâz ünvanını taşıyan yüksek rütbeli bir görevli bulu nurdu. Bu tırâzlarm taklid edilmesi şiddetle yasaklanmıştı. 1) H il’at: Hükümdarın taltif etmek istediği bir kimseye verdiği kıymetli elbise dir. Yani tırâz, bir kimseye verildiği zaman h il’at adını alırdı. Ayrıca h il’at, sade ce bir elbiseden ibaret olmayıp, bunun dışında görevin özelliğine göre külah, kemer,
504
ALİ SEVİM-ERDOĞAN MERÇİL
kılıç bağı, kılıç, at, kösler, bayrak ve para gibi birtakım şeylerden de oluşurdu. Yine hil’ âte çadır, eyer takımı, cübbe, sarık gibi eşyalar da dahil edilirdi. HiPat aynı zamanda tâbi hükümdarlara, devlet ilerigelenlerine, yabancı devlet elçileri ne ve elçiler vasıtasıyla hükümdarlarına da verilirdi. Büyük Selçuklu D evleti’nde de sultanlar, taltif etmek istedikleri kimselere h il’at vermekte idiler. Sultan T u ğ r u l , A r s l a n B e s a s i r î ’ ye karşı savaşan U k a y l o ğ l u K u r e y ş ’ e kıymetli bir h il’at, altın eyerli bir at ve bayrak vermişti(Ekim 1056). Sultan A l p A r s l a n da ilk hil’ati K u t a l m ı ş ’ a kazandığı zaferden sonra veziri A m i d ü 1m ü 1k ’ e (Kasım 1064), ikinci hil’atini ise yeni vezir N i z a m ü l m ü l k ’ e vermişti. Irak Selçuklularından M e s u t , sultan olduktan sonra 1140/41 yılında Azerbay can atabeyi K a r a s u n g u r öldü ve yerine Ç a v l ı C a n d a r geçti. Sultan M e s u t , buna h il’at göndererek büyük miktarda hediye verdi. Türkiye Selçukluları sarayında da tırâz kullanılıyordu, ayrıca kaynaklarda hil’atin varlığını gösteren kayıtlara da tesadüf edilmektedir. Yani tahta çıkan sultan, bîat töreninden sonra emîrlere, vezir ve devlet adamlarına derece ve rütbelerine göre h il’at giydirirdi. Büyük Selçuklularda olduğu gibi, yeni atanan vezire h il’at giydirmek ve gönder mek usuldendi. m) Gaşiye: Özellikle eyer takımı teçhizatından, eyerin altına konan keçe(haşa)’ye verilen isimdir. Hükümdara özgü, muhtemelen altın işlemeli gaşiye, salta nat alâmetlerinden biri idi ve gidiş alaylarında hükümdarın önünde sağa sola sallanarak taşınırdı. Törenlerde, bayramlarda, benzeri yer ve zamanlarda, sultan, ata bindiği sırada rikabdâr tarafından sultanın önünde taşınırdı. Gaşiyenin hü kümdarlık alâmeti olarak klasik anlamda kullanılışını sultan M e l i k ş a h dev rinde görüyoruz. M e l i k ş a h , 1088/89 yılının ilk aylarında Karahanlılar üzerine yürüyerek Semerkand’ı ele geçirdi. Bu sırada Karahanlı hükümdarı A h m e t H a n , sultan M e l i k ş a h ’ ın gaşiyesini omuzuna alarak, M e l i k ş a h ’ ın tahtının bulunduğu yere kadar üzengisi yanında yürüdü. Böylece Karahanlı hü kümdarı, M e l i k ş a h ’ a itaat ettiğini ve ona tâbi olduğunu göstermişti. Gaşiye müessesesinin varlığı, gerek Kirm an Selçukluları, gerekse Türkiye Selçuklula rında da görülmektedir. Netice olarak, gaşiyeyi lâyık olmayan bir kişi kullana maz. Hıristiyan hükümdarlar da gaşiyeyi hükümdarlık alâmeti kabul etmekte ve tâbi oldukları Türk sultanlarının önünde gerekeni yapmakta idiler. Selçuklu sul tanları Abbasî halifeleri ile olan münasebetlerinde gaşiyeyi bir hürmet ifadesi olarak omuzlarında taşımışlardır. Gaşiye, sadece bir hükümdarlık alâmeti olmayıp, il miye sınıfına mensup şahıslar, devlet ilerigelenleri ve sabık sultanlar tarafından da kullanılmıştır. n) Saltanat Çadırı: Hükümdar denince, aklımıza, hemen ikametgâhı olan saray geldiği gibi, saray kadar saltanat çadırı veya otağ da önemlidir ve hükümdarlık alâmetleri arasındadır. Bu çadır, kaynaklarda, surâdık, serâperde ve nevbetî gibi adlarla anılmıştır. Saltanat çadırının hâzineden çıkarılıp kurulması, sefere çık ma veya harekete geçme işareti idi. Çadır kurulduktan sonra ordu da onun çevre sinde toplanmaya başlardı. Çadırın kurulacağı yer, seferin yönünü göstermesi
SELÇUKLU D E V LETLER İ TARİHİ
505
bakımından da önemli idi. T u ğ r u l B e y , B e s a s i r î ’ ye karşı sefere çıkmaya karar verdiği zaman çadırını Bağdat dışında ve Musul yönünde kurdurmuştu (Ağus tos 1058). Saltanat çadırı ayrıca sevinçli zamanlarda da kuruluyordu. Nitekim D andanakan savaşı biter bitmez saltanat çadırı kurulmuş ve T u ğ r u l B e y , burada tahta oturmuştu. Yine T u ğ r u l B e y ’ in halifenin kızıyla nikâhlanması müna sebetiyle verilen şölende de saltanat çadırı kurulmuştu (1062). Sultan M a h m u t ile sultan S e n c e r arasındaki Save savaşından (1119) sonra, devlet adamları am cası S e n c e r ’ e hürmet için M a h m u t ’ tan hükümdarlık alâmetlerini terketmesini önerdiler. Buna göre, onun kendi başına bir çadırı bulunmayacaktı. Bazan emirlerinde, belki de müsaade ile bu saltanat çadırına sahip oldukları veya isyan ettikleri zaman bu çadırı kullandığını görüyoruz. Türkiye Selçuklularında da sultan bizzat sefere çıkacağı zaman Otağı hümayun, yani hükümdar çadırının sahraya kurulması âdet idi. o) Ok ve Yay: Selçuklular, daha devlet kurmadan önce A r s l a n Y a b g u , sultan M a h m u t ile yaptığı görüşmede (1025) hükümdarlık ve hâkimiyet alâmeti olarak ok ve yay kullanmış ve “ Bu yayı kendi kavmime gönderirsem 30.000 kişi derhal atlanır.” , “ Bu oku kendi kabileme işaret olarak gönderdiğim her zaman 10.000 kişi daha gelir” , sözleriyle bunu ifade etmiştir. T u ğ r u l B e y de 1038 tarihinde N işabur’a girdiğinde iple koluna takılı bir yayı ve göğsünde üç oku bu lunuyordu. Yine Selçuklu paralarında hâkimiyet alâmeti olarak ok ve yay görül mektedir (Bk. Sikke). Ayrıca 1050 tarihinde Bizansla yapılan anlaşmadan sonra imparator IX. K o n s t a n t i n o s M o n o m a k h o s İstanbul’daki camiyi tamir et tirerek mihrabına ok ve yay yaptırmıştı. Bunun dışında kılıç, yüzük ve saray (Bk. Saray teşkilâtı) gibi hükümdarlık alâmetleri de vardı.
SARAY TEŞKİLÂTI Saray, eski Farsçadan gelmekte olup, genellikle ev, mesken ve konak anlamın dadır. Türkçede ise bu anlamlarla birlikte daha çok büyük konak ve hükümdarın ikametgâhı anlamında kullanılmakta olup, hükümdarın kendisinin ailesi ve maiyyetiyle yaşadığı bir yerdir. Ayrıca hükümdarın ikametgâhı dergâh olarak da isimlendirilmektedir. Bir sarayda göz önünde bulundurulan başlıca noktalar, büyüklük ve düzendir. Saray teşkilâtının en önemli görevi bu hususları sağlamaktır. Özel likle saray ve teşkilâtı sultan M e l i k ş a h ve S e n c e r zamanlarında en yüksek düzeye ulaşmıştır. Sultanlar, zamanlarının çoğunu askerî seferler ve ülkenin çe şitli bölgelerinde seyahatle geçirirlerdi. Bu bakımdan dergâh ve saray sadece mer kezdeki yapıyı ifade etmezdi. Bu terim, sultanın ikamet ettiği her yer için kullanılırdı. Saray teşkilâtı, doğrudan doğruya sultanın şahsına bağlı idi. Burada makam sahibi olan her görevlinin yetkileri tespit edilmişti ve bunların yetkilerini aşmasına izin verilmezdi.
506
A L İ SEVİM-ERDOĞAN MERÇİL
Türkiye Selçuklularında da hükümdarın ikametgâhı saray, dergâh veya bârgâh olarak adlandırılmıştır.
Saray teşkilâtında yer alan görevliler şunlardır: Büyük hâciblik: Saray teşkilâtında sultandan sonra gelen en büyük görevli Büyük Hacîb idi. Türkçede ağacı denilen bu görevli, hükümdar ile Büyük D ivan arasındaki irtibatı sağlardı. Büyük hâcib emirlik rütbesine sahipti, bütün saray büyükleri gibi o da askeri sınıfa mensuptu ve gulam sistemine göre yetiştirilmişti. Bu görevde bulunan kişi filiyatta normal olarak bir Türk emîri idi. Büyük hâcib, sarayın her türlü işlerinden sorumlu ve hükümdarın çok güvendiği şahıslardan idi. O, saraydaki bütün vazife sahiplerinin görevlerini yerine getirip getirmediği ni kontrol ederdi. Büyük hâcibin emrinde de çeşitli derece ve rütbede başka hâcibler de bulunuyordu. Haciblerin bazıları ordu kumandanlığı görevi yaptılar ve birçok seferlerde yer aldılar. Vekil-i Der: Sultan ile vezirin arasında bir çeşit aracı olup, ilişkiyi sağlardı; ayrıca bu görevli, bir çeşit nedimlik görevi yapmaktaydı. Üstadüddâr: Hâzinenin gelirleri ve vergilerden belli bir miktarı, sarayın fı rın, mutfak ve ahırın gerekli harcamaları, maiyyetindekilerin elbise ve öteki mas rafları için kullanan görevlidir (muhtemelen Yekil-i Hâs ile aynı). Emîr-i Hares: Selçuklularda her devirde yüksek görevlerden biri olmuş ve sarayda Büyük H âcib’den sonra gelmiştir. Sultan, bir kimseye kızdığı zaman o ki şinin boynuna vurma, dövme ve zindana atma işini ona verirdi, yani hükümdarın verdiği cezaları yerine getirirdi. Silâhdâr (veya Emîr-i Silâh): Törenlerde Selçuklu sultanının silâhını taşıyan ve aynı zamanda silâh-haneyi muhafaza eden görevlilerin âmiridir. Âbdâr (veya) Taştdâr): Sultan elini yıkadığı zaman, ibrik ve leğen tutan gö revlidir. Çaşnigir: Sultanın yemek yemeden önce yemeğini tatmak ve sofrayı hazırla mak vazifesini yapan görevliye verilen isimdir. Şarabdâr: Sultanın içkilerini ve şerbetlerini hazırlayan, eğlence meclislerin de hizmetle görevli ve emri altında, Şarab-kâne denilen ve hükümdara ait içkile ri muhafaza eden bir kiler bulunan şahıstır. Câmedâr: Selçuklu sultanının elbiselerini muhafaza eden görevlidir. Emîr-i Âlem: Sultanın bayrağını taşıyan ve onu muhafaza eden görevlilerin (alemdârların) emîridir. Emîr-ı Candâr: Sarayı muhafaza etmekle görevli kumandan olup, aynı zamanda hükümdarın da muhafızı olan candârlarm emîri idi. Emîr-i Şikâr: Sultanın av için hazırlıklarını yapan ve ava gittiği zaman bera berinde bulunup hizmet eden görevlilerin emîridir.
SELÇUKLU D E V LETLER İ TARİHİ
507
Hansâlâr: Selçuklu sultanlarının mutfaklarında gerekli malzemeyi sağlayan görevlidir. Bazdâr: Sultanın doğan, atmaca ve saire gibi av kuşlarına bakan ve taşıyan görevlidir. Saray muallimliği: Selçuklu saraylarında çocukların ve gulâmların eğitim ve terbiyesi ile görevlendirilen öğretmenler vardı. Kaynaklarda bu öğretmenler, mukrî (Kur’an okutan), muallim ve üstâd olarak zikredilmektedir. Mutripler: Mutrip veya mutribeler , sarayda çalgı çalıp şarkı söyleyerek eğlen ce meclisine katılanları eğlendirmekle görevli idiler. Sâkiler: Eğlence meclislerinde sultana ve davetlilere şarap ve şerbet sunan kölelere denirdi. Nedim ler: Hükümdarı eğlendirmek ve onunla arkadaşlık etmekle görevli ki şilerdir. Bir insanın sultanın nedimi olabilmesi için bazı özelliklere sahip olması gerekmektedir. N i z a m ü l m ü l k ’ e göre bir nedim, erdemli, faziletli, iyi tavır lı, güler yüzlü, dindar, ketum ve iyi giyimli olmalıdır. Ayrıca nedimlere yetecek kadar maaş bağlanmalıdır. Çavuş (Serheng veya Dûrbaş): Sultan tarafından verilen emirlerin yerine ge tirilmesi ve tebliği bunların başlıca vazifeleridir. Her türlü tören sırasında ve alay larda yer alırlar. Hükümdarlar bir yere giderken, ellerinde altın veya gümüş yaldızlı kıymetli asâlar bulunan bu çavuşlar, onun etrafını alır savulun (farsça: Dûrbaş ) diye bağırarak yol açarlardı. Bunlardan başka gece bekçileri (pâsbânân), nöbetçiler (nevbetiyân -1 hâs), ka pıcılar (derbânân), müstahdemler (ferrâşân) ve hizmetkârlar (hadem ) da saray teşkilâtında yer alan görevlilerdi. Daha önce mevcut müesseselerin devamlılığı bakımından Selçuklu saraylarında da bazı âdet, anane ve törenlerin bulunduğunu görüyoruz. Selçuklularda sultan ların tahta çıkışları, hükümdarlıkla yönetilen bütün devletlerde olduğu gibi, bir törenle yapılırdı. Ayrıca hükümdarlar, bu tahta geçiş töreninde halka cülûs bah şişi anlamında para ve mal dağıtırlardı. Bunun yanısıra sarayda rehin bulundur ma, elçi teatisi, fetihnâme ve tebrik-nâme gönderme, karşılama ve uğurlama ile matem törenleri de Selçuklu sarayında varlığını sürdürüyordu. Türklerin Islâm dinini kabul etmesinden sonra görülen âdetlerden biri de hü
kümdarların atalarının türbelerini ziyaret etmesidir. Sultanlar, tahta çıkış töre ni, yani cülûsdan sonra atalarının türbelerini ziyaretleri âdet olmuştu. Büyük Selçuklularda ilk mezar ziyaretini sultan A l p A r s l a n yapmıştı. O, tahta geç tikten bir süre sonra Ust-Yurt ve Mangışlak seferi sırasında “ büyük babası S e 1ç u k ’ un mezarını ziyaret etmeyi özlediğinden” Sırderya kıyısındaki Cend şehrine kadar gitti. Adıgeçen şehirde bulunan atasının ( S e l ç u k ) mezarını ziyaret etti(1065). Selçuklu sultanlarından M e 1i k ş a h da babasının mezarını ziyaret et me vazifesini, geç de olsa, yerine getirmiştir. Sultan M e l i k ş a h , Akdeniz kıyısına
508
A L İ SEVİM-ERDOĞAN MERÇİL
kadar ulaşan Kuzey-Suriye seferinden sonra (1086), babasının M e r v ’de bulunan türbesini ziyaret etti (Ayrıca bk. Sultan M e l i k ş a h Devri). İlgi çekici bir mezar ziyareti veya büyüklerin türbesine sığınma örneği, Irak Selçukluları zamanında oldu. Sultan III. T u ğ r u l , atabek K ı z ı l A r s l a n ’ a karşı yaptığı savaşları kay bettikten sonra H em edan ,a döndü. T u ğ r u l , ümitsizlik içinde saltanat tahtını bırakmış ve atalarının türbesi başına oturmuştu. Ancak emîrler, onu kandırmayı başardılar, sultan III. T u ğ r u 1 da türbeden dışarı çıktı. Daha sonra bu emîrler, sultan T u ğ r u l ’ u tutsak aldılar (Ayrıca bk. Irak Selçukluları). Öte yandan Türki ye Selçuklu sultanı Ş a h i n ş a h da babası K ı l ı ç A r s l a n ’ m türbesine sığın mıştı. Sultanların türbe ziyaretleri âdeti Türkiye Selçuklularında da devam etmiş tir. I. G ı y a s e d d i n K e y h ü s r e v , Alaşehir yöresinde yapılan savaşta şehit düş tükten sonra (1211), yerine sultan oğlu I. î z z e d d i n K e y k â v u s , ertesi günü sultanların yani atalarının türbesini ziyarete gitti. Eski Türk inanç sisteminin ikinci esasını Atalar kültü oluşturmaktadır. Atalar kültü, ölmüş büyükleri ululama, ata lara saygı ve baba hukukunun inanç alanındaki belirtisi olarak görünmektedir. Düşünceye göre, baba ve genellikle atalar, öldükten sonra dahi ruhları vasıtasıy la, aile bireylerini korumaya devam ettiklerinden, onlara karşı duyulan minnet hissi, türlü şekillerde ortaya konmaktadır. Ailenin kurucusu ve koruyucusuna gös terilen bu saygı ve minnet hissi, muhtemelen İslâm î devrede biraz değişik bir şe kilde yapılmakta, genellikle sultanların cülûslarında ecdâdın mezarlarını ziyaret ile kendisini göstermektedir. Selçuklu sultanları da bu âdeti yerine getirmekte idiler. Selçuklu sultanlarının saray hayatı, resmî ve özel olmak üzere ikiye ayrılmak tadır. Hükümdarın resmî ve özel hayatını yaşadığı yer ve ikametgâhı saraydır. Sa ray, selâmlık ve harem olmak üzere başlıca iki bölüme ayrılır. Selâmlık, hükümdarın resmi ve özel toplantılarını ve kabullerini yaptığı, devletin yönetil mesi için kararlar alındığı bölümdür. H arem ’de ise, hükümdar nikâhlı eşleri ve cariyeleri ile yaşamaktadır. Sultanlar, gerek resmî ve gerekse özel hayatlarında, tek ve toplu kabullere yer vermekteydiler. Hükümdarın toplu kabulleri de B âr-ı hâss ve B â r-i âmm şeklinde iki deyimle ifade edilmektedir. Sultanlar, B â r-ı hass’da devlet ilerigelenleri ile, B â r-ı âmm’da ise devlet ilerigelenlerinin dışındaki top lulukları kabul ederek toplantı ve görüşmeler yapmaktaydı.
HÜKÜMET TEŞKİLÂTI Büyük Selçuklu Devleti İdarî teşkilâtında merkezde veya hükümdarın bulun
duğu yerde, en büyük kuruluş Büyük Divan’dvr. Büyük Divan, kaynaklarda Divan-ı âla veya D iva n -ı vezâret olarak geçer, genelde devletin işlerini aydınlatan kuru
luştur ve başkanı vezirdir. Bu divanın görev alanı, idarî teşkilâtın bütününü kap sıyordu. Fakat bu divan, İdarî bakımdan başlıca iki konu ile ilgilenmektedir. Bunlardan birincisi, berât ve resmî emirlerin çıkışı, İkincisi ise özellikle malî iş lerdir. Bu divana sahib divan denilen öteki divanların reisleri de dahildi. Vezirin
SELÇUKLU D E V LETLE R İ TARİHİ
509
başkanlığındaki Büyük Divan, 1-Divan ül-inşâ vet-tuğra, 2- Divan üz-zimâm v e’listifa, 3-Divan ül-arz, 4-Divan-ı işraf-ı m em âlik denilen ikinci derecede dört di vandan oluşuyordu. Bugünkü deyişle Büyük Divan, Bakanlar Kurulu olarak gö rev yapıyor, vezir de başbakan olarak bütün hükümet işlerini yürütüyordu. Vezirin başkanlığında toplanan Büyük Divan, çeşitli konuları görüşüp kararlar alıyor, bu kararlar daha sonra divan üyeleri tarafından imzalanıyordu. Yabancı devletler den gelen elçiler de önce bu divana getiriliyordu. Divanül-inşâ ve’ t-tuğra: Aynı zamanda Divan-ı Resâil veya ayrı ayrı Divan-ı inşâ veya Divan-ı tuğra da denilmektedir. Bu divan, Selçuklu sultanlarının öteki devletler ve eyâletler ile olan yazışmalarını, yani haberleşmelerle uğraşan kuru luştur. Ayrıca hükümdarın verdiği araziye (ıktâlar) ve görevlere yaptığı atamala ra ait belgeleri de bu divan veriyordu. Divan başkanı, tıığraî, sahib-i divan-ı tuğra ve inşâ gibi adlarla anılıyordu. Bu divan, başlangıçta iki daire olarak görev yapı yordu. Bunlardan birincisi, tuğra dairesidir. Tuğra, Türkçe bir kelime olup, hü kümdar adına bir belgenin üst tarafına besmele üzerine yazılan ad, lakap ve dua cümlesinden oluşmaktadır. Adıgeçen daire hükümdarın çıkardığı emirnamelere onun işaretini koymakla görevli idi. Buradan çıkan her yazı, çıkış tarihiyle divan defterine kaydediliyor ve daha sonra bu defter muhafaza ediliyordu. Bu belgeler genelde Farsça kaleme alınmış, Arapça çok az kullanılmıştır, ikinci daire yani inşâ dairesi, devletin iç ve dış yazışmalarını yürütüyordu. Tuğra divanı, T u ğ r u l B e y devrinden itibaren mevcuttu ve başında bir Türk bulunuyordu. N i z a m ü l m ü l k , vezir olduktan sonra bu göreve bir Iranlı atandı. Ayrıca tuğra ve inşâ divanları birleştirildi. Divan-ı istifa: Bu divan, ayrıca Divan-ı istifay-ı m emâlik veya Divan-ı zimarn v e’l-istifa şeklinde de zikredilir. Bu kuruluş, devlet hâzinesinin gelir ve giderleri ni kontrol eden ve malî işlerle uğraşan bir divan idi. Başında bulunan görevliye Müstevfı, Sahib-i Divan-ı istifa veya Müstevfi ’l-m em âlik denilmekteydi. Bu diva nın görevi bugünkü Maliye Bakanlığı ’dır. Divan-ı istifa, devletin gelir ve giderle rini defterlere kaydeder ve yıllık bütçeyi düzenlerdi. O devirde de mali açıdan gelirin, giderden fazla olması fikri esastı. Bu yapılamadığı takdirde denk bir büt çe düzenlenmeye çalışılırdı. Divanül-Arz (veya Divanül-Ceyş): Ordunun genel işlerini yürütmekle yetkili dir. Bu divanın başında bulunan görevliye Sahib-i Divan-ı Arz, Arız veya Arızülceyş denir. Devlet merkezindeki Divan-ı A rz’d an başka eyâletlerde de daha aşağı kademede divanlar vardı. Bu divanın görevi çeşitli rütbede askerî şahısların ıktâlarını, her türlü gelirlerini ve maaşlarını yönetme, asker toplama, birliklerin teç hizatını kayıt ve kontrol etmektir. Yani bugünkü Milli Savunma Bakanlığı görevini yapıyordu. Divan-ı Arz her rütbeden askerlerin tahsisatını tespit edilmiş miktar da ve belirli süre içinde ödemekteydi. Askerlere üç ayda bir bisteganî denilen ma aş verilirdi. Divan-ı İşraf-ı Memâlik: Bu divana ayrıca Divan-ı m üşrif veya Divan-ı işraf da denmekteydi. Adıgeçen divanın görevi devletin malî ve İdarî teşkilâtını, gelir
510
ALİ SEVİM-ERDOĞAN MERÇİL
ler ve harcamalar dahil, en yüksek düzeyde kontrol ve teftiş etmektir. Bu kontrol ve teftiş görevine Divan-ı istifa’ nin yaptığı işler de girmektedir. Divanın başında bulunan görevliye Müşrif-i memâlik, Sahib-i Divan-ı işra f veya sadece M üşrif de niyordu. Müşrif, her vilayete ve şehre kendi nâiblerini gönderiyordu. Eyâletlerde bulunan Divan-ı işraf\ar da doğal olarak merkezdeki bu divana bilgi veriyorlar dı. Her nekadar Kadı’nm görev sahası içindeyse de, Divan-ı işra f ve bölge müşrifleri de vakıfların genel teftişini yapabilmekte idiler. Selçuklu devlet teşkilâtında Büyük Divan’a bağlı olmayan divanlardan biri de Divan-ı Berid idi. Bu divanın görevi, merkezin vilâyetler ile haberleşmesini dü
zenlemek ve her tarafta olup bitenleri en ufak ayrıntısına kadar merkeze bildir mekti. Bu divanın reisine Sahib-i Berid denirdi. Bu divana bağlı Sahib-i haber denilen memurlar vilâyetlerde görev yapmaktaydı. Büyük Selçuklu D evleti’ nin ilk yıllarında bu müesseseye önem verilmediği, hattâ sultan A l p A r s l a n ’ m sahib-i h a b e r le r i ortadan kaldırdığını görüyoruz. Nitekim o, bu hususta, “ Sahib-i ha berlere verilecek rüşvet ile bütün dostların düşman olacağı ve düşmanların onla rın yerini alacağı, o zaman hükümdarlıkta hiç telâfi edilemeyecek bozukluklar doğacağı” görüşündedir. Ancak daha sonra sultan M e l i k ş a h ve S e n c e r dev rindeki olaylardan anlaşılacağı üzere, Büyük Selçuklular da casus kullanmakta olup, bir haber alma teşkilâtına sahiptiler. Bunun yanısıra bu kadar kudretli ve hâkim olduğu saha bakımından büyük bir devlet yönetiminde, merkez teşkilâtı ile vilâyetler, büyük sultan ile vilâyetleri yöneten melik ve valiler arasında süratli bir haberleşmeyi sağlayan bir Berid teşkilâtının bulunmadığı düşünülemez. Bu teşkilât içinde, sahib-i berid, sahib-i haber, münhî, kar-agahan (haberciler), peykan (ulaklar), postacılar gibi görevliler bulunuyordu. Divan-ı Mezâlim: Selçuklu devletinde zulme uğrayan kimselerin ve memur lardan şikayeti olan halkın başvuruda bulundukları yer Divan-ı Mezâlim idi. Sel çuklu veziri N i z a m ü l m ü l k ’ e göre, sultan haftada iki gün mezâlime oturmaktadır. Hükümdarın burada haklıyı haksızdan ayırmak ve adalet dağıta bilmek için halkın şikayetlerini kendi kulağı ile işitmekten başka çaresi yoktur. Halk, şikâyetlerini dilekçe ile de arzedebilir, hükümdarın da bu dilekçelerin her biri hakkında sonuçlandırılması açısından bir yazılı emir vermesi gerekirdi. Me zâlim divanında adalet işi, gelenek, eşitlik ve hükümete ait kanunlar esas alına rak yürütülüyordu. Mezâlim divanına gelen davaların çoğu muhtemelen vergi toplama ve asayîş gibi genel davalarla ilgilidir. Bu kuruluş aynı zamanda hükü met memurlarına karşı olan şikâyetlerle de meşgul oluyordu. Divanın kararları şıhne ve memurları veya askerler tarafından yerine getiriliyordu. Selçuklu hü kümdarları başlangıçta Divan-ı Mezâlim’e kendileri başkanlık ettiler. Daha son raki devrede sultanların çoğu Mezâlim divanı başkanlığına vezir, kadı, eyâletlerde büyük emîr veya Selçuklu meliklerini vekil olarak atadılar. Divan-ı (Hâs) Hâss: Hükümdarın sahip olduğu arazinin yönetimiyle görevli bulunan müesseseye Divan-ı Hâss denir. Hâss arazi hükümdarın şahsî malıdır. Hükümdar bu hâss araziden hanedan üyelerine ıktalarda bulunur veya mülk ola
SELÇUKLU D E V L E T L E R İ TARİH İ
511
rak verirdi. Hükümdara ait araziyi yöneten görevli ise Vekil (veya Vekil-i Divan-ı Hâs) ünvam taşıyordu. Divan-ı Hâss’a tâbi sahaların malî işleri muhtemelen bu divana bağlı bir maliye dairesi tarafından yönetiliyordu. Malî bakımdan hâs ara zi, yetkili müstevfîlerin emrinde bulunuyordu. Müstevfiler, bu arazi için Divan-ı H âss’a bilgi ve hesap vermek zorunda idiler. Ayrıca Divan-ı Hâss’da hesap işleri ni ve öteki çalışmaları kontrol eden müşrifler de görev yapıyordu. Divan-ı Eyâlet (veya Divan-ı vilâyet): Merkezdeki divanlardan başka eyâlet lerde de divanlar vardı. Nitekim eyâletleri yöneten en yüksek kuruluş Divan-ı eyâ lettir. Bir valinin yönetimindeki eyâletteki bu divanın başkanı bizzat validir. Eyâlet divanı yönetim açısından merkezdeki divanın küçük bir örneğidir. Eyâletin yöne ticisi, Selçuklu hanedanına mensup bir melik ise, onun divanı bir valininkinden farklıdır. Melikin divanı, merkezdeki Büyük D ivan’a benzer. Burada görev yapan vezir, aynı zamanda merkezdeki Büyük D ivan’ın emrindedir ve hükümdar tara fından atanır. Divan-ı Riyaset: Eyâletlerde valinin emrinde bulunan idare memuruna reis deniyordu. Reis, sivil bir görevli olup, yerli halkın soylu ailelerindendir ve genel de görevi, babadan oğula geçer, yani irsîdir. Reisin görevleri arasında, eyâletin iç idaresi, malî, adlî, asayiş, belediye işleri ile vakıfların kontrolü gibi çeşitli hu suslar yer almaktadır. Bu bakımdan belirtilen işleri görmek üzere, reisin de Divan-ı Riyaset denilen reislik divanı vardır. Divan-ı Evkâf-ı Memâlik: Merkezde vakıfların devlet tarafından kontrolü ve gereği halinde tesislerin yönetimini yürüten divandır. Vakıflarda işlerin normal gitmesi durumunda bu divanın vakfın yönetimine müdahale etmeye hakkı yoktu. Eyâlet ve bölgelerdeki İdarî teşkilât içinde de Divan-ı E vka flar yer almıştı. Bu divanlar yetki sahaları içindeki vakıfları kontrol eder, gelir-giderleri kaydeder, vakıfnâmeleri muhafaza eder, memurları tayin edip görevden uzaklaştırırdı. Adıgeçen divanlardan başka kadılar da vakıfların kontrolüyle meşgul oluyorlardı. Divan-ı Şıhnegî: Şıhne, şehirlerde ve geniş bölgelerdeki kabileler arasında emniyet müdürü, askerî vali ve hükümdarın temsilcisi olarak görev yapan yüksek memurdur. Şıhnenin göreviyle ilgili işlere bakan daireye de Divan-ı Şıfınegî den mektedir. Müsadere Divanı: Müsadere, hükümdarlar tarafından başkalarının malını ele geçirmek için kullanılan bir baskı yöntemi olup, bu yolla özellikle devlet zararına zenginleşmiş olan vezir ve öteki devlet memurlarından para ve mal alınırdı. Bu müsadereyi uygulamak için oluşturulan kuruluşa da Divan-ı Müsadere denirdi. Öteki devletlerde olduğu gibi, Selçuklularda da M üsadere D ivanı’mn varlığını görüyoruz. Nitekim sultan M u h a m m e d T a p a r devrinde müstevfî olan Z e y n ü 1m ü 1k , görevinden uzaklaştırılıp hapse atıldığı zaman, malları müsadere ve evleri yağma edilmişti. Irak Selçukluları zamanında ise bu uygulamaya daha sık raslıyoruz. Buna sebep olarak da sultan S e n c e r ’ in Irak Selçuklu sultanı M a h m u t ’ un hissesine düşmüş olan arazinin bir kısmım kendi Divan-ı Hâss’ına al
512
ALİ SEVİM -ERDOĞAN MERÇİL
ması ve bir kısmını da başkalarma ıktâ etmesiyle bu hâss emlâkten devlet hâzinesine giren gelirin kalmamasıdır. Hatun Divanı: Selçuklular devrinde sultanların eşleri H a t u n l a r ı ’ n da em rinde divanlar bulunuyordu. Divanı olan kadınlardan birisi muhtemelen sultan M e l i k ş a h ’ ın eşi T e r k e n H a t u n idi. Sultan S e n c e r ’ in annesinin de di vanı vardı. Öteki Selçuklu devletlerinde de divan teşkilâtları hemen hemen Büyük Selçuklarm aynısı idi. Türkiye Selçukluları Devletinde Büyük Divan üyeleri, vezir den başka, nâib, atabek , müstevfî, tuğraî, pervane, emîr-i arz, işraf-ı memâlik oluşmakta idi. Hükümet teşkilâtı içinde bu saydıklarımızdan başka, şehzâdelerin ve melik lerin yanında, onların her bakımdan iyi bir şekilde yetişmesine yardımcı olan ata beyler bulunurdu. Ayrıca eyâlet merkezlerinde şıhneler, mülkî idareden sorumlu am îdler ve şehre özgü işleri düzenleyen muhtesibler görev yapmaktaydı. Hükü met teşkilâtında bunların dışında yer alan iki görev, niyâbet-i saltanat ve pervanecilik idi. Büyük Selçuklularda rastlanmayan Niyâbeti saltanat, Türkiye Selçukluları muhtemelen Eyyubîler ’den almıştı. Nâibin görevi hükümdarın dev let merkezinde bulunmadığı sırada devlet işlerini yönetmekti. Bu göreve sahib olan kimse, vezirden sonra gelirdi. Pervaneci, yine Türkiye Selçuklularında Büyük Divan’da bulunan arazi defterlerinde hâss ve ıktâa ait tevcihleri yapan ve buna dair menşur ve beratları hazırlayan dairenin (Divan-ı Pervanegî) başkanı idi.
ASKERİ TEŞKİLÂT Büyük Selçuklu lm paratorluğu’nun, devrinin en büyük askeri kuvvetini teş
kil eden, ordusunun dayandığı başlıca insan kaynağı, 1 — Hassa kuvvetleri (gulâmlar) 2 — Ikta sahihleri olan Türk emirlerinin verdiği kuvvetler 3 — Vasal devlet kuvvetleri 4 — Şehir ve bölge kuvvetleri 5 — Gönüllüler 6 — Türkmen kuvvetleri idi. Hassa ordusu, yılda dört kez maaş (bistegânî) alırdı. Selçuklu ordusunda uç larda bulunan Türkmenlerin vurucu kuvvet olarak büyük hizmetleri vardı. Bun ların reislerine sâlâr, savaşanlarına da gazi denirdi. Devlet, bunlara da maaş verirdi. Selçuklu ordusunun savaşçı kısmının esası, yaya ve süvarilerden meyda na geliyordu. Ancak ordunun çoğunluğunu süvariler teşkil etmekteydi. Savaşçı kısmın, okçular, mızrakçılar, gürzcüler, mancınıkçılar, neftçiler, kemendciler, la ğım cılar gibi çeşitli ihtisas sınıfları vardı. Türkler, savaşlarda ok, yay, kılıç, kal
SELÇUKLU D E V LETLE R İ TARİHİ
513
kan, mızrak ve hançer gibi hafif silahlar kullanırlardı. Ayrıca muhasara âletleri denilen ağır silâhları ise arrâde (hafif taşlar atan âlet) ve mancınık idi. Bütün bu silahları kendileri yaparlardı. Selçuklu ordularının savaş sahasındaki duru mu, devrin öteki Islam-Türk ordularında görüldüğü şekilde idi. Bu savaş siste minde ordu merkez (leşker-i kalb), sağ kol (meymene), sol kol (meysere), öncü (mukaddeme, talia veya pişdâr) ve artçı (saka) şeklinde tertiplenirdi. Türkiye Selçuklu D evleti 'nin askeri teşkilâtı da Büyük Selçukluların aşağı yu karı aynısıdır ve şu unsurlardan oluşmaktadır:
1 — Türkmenler 2 — Hassa kuvvetleri (gulâmlar)
3 — Ikta sahihlerinin verdiği kuvvetler (Tımarlı sipahiler) 4 — Vasal devlet kuvvetleri 5 — Ücretli askerler Türkiye Selçuklu ordusunun başkumandanı Beylerbeyi veya Emirül-Umerâ ünvanı taşırdı. Ordu kumandanlarına Sübaşı (veya Sipehsâlar, serleşker) denirdi.
Bunlar aynı zamanda bulundukları mıntıkaların emniyet ve asâyişini sağlamakla da meşgul olurlardı. Türkmen kuvvetlerinin başında ise beyler bulunurdu. Sel çuklularda donanma kumandanlarına Reisül-Bahr veya Meliküs-Sevâhil (Sahil ler kumandanı) denirdi. Donanma kumandanlarına ayrıca Emîr-i SevâhiV de denildiğini görüyoruz. Kirman Selçuklu devleti ordusu ise şu unsurlardan oluşmaktadır. a) B oy birlik leri
Kirman Selçuklu ordusunun özünü, çeşitli boylardan toplanmış Türkler teş kil etmekteydiler. Bu Türklere kaynaklarda Etrâk, ya da Türkân denildiği görül
mektedir. b) Culâm an
Kirman Selçuklu D evleti ’nde ordunun ikinci büyük kesimini gulâmlar teşkil ediyordu. Gulâmların Türk kölelerinden satın alınıp Horasan yolu ile Orta Asya’ dan geldiği sanılmaktadır. Büyük Selçuklu D evleti ’nde olduğu gibi, Kirman Sel çukluları ’nda da Gulâm sisteminin önemli bir rol oynadığı anlaşılıyor. Her melikin,
şehzade, atabek, emîr, sivil ve askerî devlet erkânının kendilerine bağlı gulâmları vardı. Satın alınan gulâmlar, sahipleri tarafından yetiştirilmekteydi. Hükümdara bağlı gulâmlar ise, sarayda özel öğretmenler tarafından yetiştirilirdi. c) D ey lem liler ve T âzik ler
Orduda Türkler ve gulâmlardan başka, D eylem liler ve Tâzikler’in de yer al dıkları anlaşılıyor. Kaynaklarda, yerli halkı temsil eden D eylem liler ve Tâziklerin orduyu teşkil eden unsurlar arasında olduğu zikredilmektedir.
514
ALİ SEVİM -ERDOĞAN M ERÇİL
d) Yardım cı kuvvetler
Kirman Selçuklu emirleri, kendi ordularının yanısıra, gerek fetihlerde, ge rekse taht mücadelelerinde, komşu ülkelere mensup yardımcı kuvvetlerden de ya rarlanırlardı. Özellikle taht mücadelelerinde melikler, sık sık Irak Selçuklularına, Salgurlulara, Yezd atabeyine ve Horasan emîrine başvurmuşlar, bu devletlerin askerlerini Kirman topraklarına getirmişlerdi. Kirman Selçuklularında ordu, esas itibariyle süvari ve piyade olmak üzere, iki sınıftı. Büyük Selçuklularda olduğu gibi, Kirman Selçuklularında da orduyu sevk ve idare eden komutanlara Emîr-i Sipehsalar veya Ispehsalar denilmektey di. Kirman Selçukluları ordusunda kullanılan rütbelerden birisi de Emîr ’dir. Bun lardan daha aşağı komutanlar ise Serhengler ve hayl-başı ’lardır. Kirman Selçukluları ordusunun savaş sahasındaki durumu ise, Büyük Selçuklular ve Or taçağ Türk-Islam devletlerinde olduğu gibi merkez, sağ kol, sol kol, öncü ve artçı
şeklinde tertiplenirdi. Kirman Selçukluları ordusunda, ok, yay, mızrak ve kılıç kullanılmakta idi. Bunun yanısıra zamanın ordularında bulunan kalkan, gürz ve hançer gibi silâh ların da kullanılmış olması muhtemeldir. Orduda kullanılan ağır silahlar ise, man cınık ve arrâde idi. Mancınık, ağır taşlar, arrâde ise nispeten hafif taşlar atan
âletlerdi. Kirman Selçuklu devleti ordusundaki asker sayısı hakkında kaynaklarda ba zı bilgiler mevcuttur. Melik K a v u r t , Kirm an’a geldiği zaman emrinde 5-6 bin Türk süvarisi vardı. Yine melik K a v u r t , Büyük Selçuklu tahtını ele geçirmek
için sultan M e l i k ş a h ile savaşmak üzere harekete geçtiği sırada, beraberinde 2.000 atlı ve 4.000 yaya olmak üzere yine 6.000 asker bulunuyordu. Melik II. A r s 1 a n ş a h devrinde ise, ordudaki asker sayısının 6.000 atlı ve 10.000 yaya olmak üzere 16 bin kişiye ulaştığı görülür.
İLMİYE TEŞKİLÂTI I — Din '.{Selçuklular Sünniliğin başlıca hanefî ve kısmen de şâfii mezhebini tercih etmişlerdi. Hanefîliğin Türk örf ve âdetleri ile düşüncesine uyması tercih sebeplerinden biri ve devletin resmî mezhebi olmuştur. Selçuklular öteki mezheblere karşı da farklı muamelede bulunmadılar. Ancak Islâmiyeti tahribe çalış makta olan B a tm îler’e karşı mücadele ettiler. Ayrıca Selçuklular zamanında devletin mezheblere ve dini cereyanlara karşı belli bir siyaseti vardı. Buna göre, mezhebler ve cereyanlar arasında ahenk korunmakta ve birbirleriyle mücadele etmeleri önlenmekteydi. Devletin din adamları üzerinde herhangi bir kontrolü veya etkisi söz konusu değildi. Hıristiyan ve Musevî gibi gayri-Müslim unsurlara da din serbestisi bakımından müsamaha gösterilmekteydi. Kirman halkı A 11 a h ’ ın birliğine inanan, dindar, temiz inançlı ve İslam ter biyesi görmüş insanlardan oluşmaktaydı. Kirman halkı, H anefî mezhebine men
SELÇUKLU D E V L E T L E R İ TARİH İ
515
suptu. Ancak bir süre sonra Kirman’da Batmîlik cereyanı başgösterdi. Bir rivayete göre, bu mezhebin kurucusu H a ş a n b i n e s - S a b b a h (öl. 1124) Mısır’dan Yezd ve Kirm an’a gelerek buralarda bir süre dâvette bulunmuş ve bu sayede de Kir man’da Batm îlik yayılmıştı, hatta melik I r a n ş a h dahi Batınî mezhebine gir miş, dinî liderlerin fetvası ve halkın ayaklanması sonucunda öldürülmüştü. Bu suretle Batm îliğin Kirm an’d a yayılması önlenmiş oldu. 2 — İlmiye teşkilâtı: Selçuklular, ilim ve kültürün gelişmesi için çok gayret sarf ettiler. Bunu sağlamak bakımından da Selçuklu hükümdar, vezir ve emirleri birçok medreseler inşâ ettirdiler. Selçuklu sultanlarından T u ğ r u l B e y Nişabur’da, vezir K ü n d ü r îM e r v ’de, Ç a ğ r ı B e y yine Merv ’de, A 1p A r s la n B a ğ d a t ’ ta, M u h a m m e d b i n M e l i k ş a h İsfa h a n ’da ve T u ğ r u l b i n M u h a m m e d H em edan’da medreseler yaptırmışlardı. Ayrıca vezir N i z a m ü l m ü l k de Nizamiye olarak ünlü birçok medrese yaptırmıştı. Bu medreselerin ba şında bulunan ve ders veren hocalara müderris denirdi. N i z a m ü l m ü l k ’ ün vakfiyesine göre medreselerde müderrislerden başka, bir vâiz, kütüphaneci, K ur’an okutmayı öğretmek üzere, bir öğretmen, Arap dilini öğretecek bir gramerci gö revli idiler. Büyük medreselerde müderrislik görevi çok önemli idi. Eğer bu gö revde ünlü bir ilim adamı bulunmakta ise talebeler onunla beraber çalışmak için uzak yerlerden gelmekte idiler. Devrin dini eğitim yapan Selçuklu medreselerin de K ur’an, fık ıh , tefsir, hadis, nahiv, sarf, dil ve edebiyat gibi dersler okutulu yordu. Medreselerin giderlerini karşılamak üzere vakıflar tahsis edilmekteydi. İlmiye teşkilâtı içinde din adamları, müderrislikten ayrı olarak, müftülük, şeyhül islâmlık, hatiblik ve imamlık gibi vazifeler yapmaktaydılar. Büyük Selçuklular devrinde ortaya atılan ve geliştirilen medrese mimarisi bir bakıma gerçek yerini Anadolu’da bulmuş ve yaygın duruma gelmişti. Nitekim Tür kiye Selçukluları sultanları ve devlet adamları da birçok medrese inşâ ettirmiş
lerdi. Bu devrede de medreselerde dini öğretim ve tıp öğretimi (uygulamaları şifahânelerde oluyordu) yapıldığı gibi, bazıları da rasathane olarak kullanılıyordu. Kirm an Selçuklu D evleti’nde gerek melikler ve gerekse atabekler dinî, İlmî ve sosyal amaçlar için kullanılmak üzere, birçok binalar yaptırmışlardı. Bunlar arasında talebelerin okuması için yaptırılmış olan medreseler önemli bir yer tut maktadır.
3 — Adâlet teşkilâtı: Selçuklu adâlet teşkilâtı, bütün ortaçağ Türk-Islâm dev letlerindeki gibi ş er’î ve ö rfî yargı olmak üzere ikiye ayrılmıştı. a) Şer’î yargı sistemi: Bu yargı sisteminde davalara kadılar bakmakta idiler. Kadı, din ve şeriatla ilgili bütün işlerde yetkiliydi. Buna göre kadılar, evlenme ve boşanma işleri, nafaka, miras ve alacak davalarına bakarlar, yetimlerin ve er kek akrabası olmayan kadınların vasiliklerini üzerlerine alırlar, noter vazifesini görürler, camileri ve bunlara ait tesisleri ve vakıfları yönetirler, vakfiyeler tan zim ederlerdi. Kadil-Kudât denilen başkadı, sultan tarafından tayin edilirdi. Sul tanın doğrudan doğruya kontrolü olmadığı yerlerde kadıların, eyâlet valileri tarafından tayin edilmesi mümkündü.
516
ALİ SEVİM-ERDOĞAN MERÇİL
b) Örfî yargı sistemi: Bu en yüksek dünyevî mahkemede asayişi bozan ve ka nunlara itaat etmeyenlerin davalarına Emîr-i dâd(\eya Dadbeyi) bakar ve özel likle ceza meseleleri ile meşgul olurdu. Büyük Selçuklularda Emir-i dâd’ m Adalet Bakanı vazifesini görmekte ve şer’î işlerden başka davalara bakan Divan-ı M ezâ lim in başkanlığını yapmakta olduğu ileri sürülmektedir. Selçuklu ordusu içinde ki anlaşmazlıklara ise Kadıy-ı leşker’ in başkanı bulunduğu askerî mahkemeler bakmaktaydı.
TOPRAK VE HALK a) Toprak: Selçuklularda mülkiyeti devlete ait olan mîrî toprakları dört bö lümde incelemek gerekiyor. 1 — Hâs (Hass) arazi: Selçuklularda vergileri hükümdara tahsis edilen ara zidir. Selçuklu sultanları hâs araziyle birlikte, özel mülkiyet halinde olmayan di ğer araziye de istediği gibi sahip çıkabilirdi. Sözgelişi, bundan ıktâda bulunurdu. Ancak hâs araziyi özellikle kendisi için muhafaza eder ve akrabasına ihsanda bu lunurdu. 2 — Ikta sistemi: Bu sistem, belirli yerlere ait devlet gelirlerinin, hizmet ve maaşlarına karşılık olarak kumandan, asker ve sivil devlet adamlarına terk ve tahsis edilmesi idi. Emîrler ve devlet adamlarına ait ıktalar, görevde bulundukları süre de geçerli olup, bunlardan herhangi birisi görevden azledilirse ıktaı da elinden alınırdı. Hükümdar değiştiği zaman, bütün ıktaların beratları da değişirdi. Ikta sahihleri kendisine tahsis edilen gelirden fazlasını alamazdı. 3 — Mülk (özel) arazi: Bu tip arazi sahibi, mülkü üzerinde tam bir tasarruf hakkına sahibdi. Bu toprak elinden alınamazdı, araziyi isterse çocuklarına mirâs bırakır, isterse satar, hibe eder veya vakf ederdi. 4 — Vakıf arazi: Mîrî veya mülk arazi, gelirlerinin İlmî veya sosyal müesseseierin masraflarına karşılık olarak tahsis edilen arazidir. Bu vakıf arazinin gelir leri, vakfın şartlarına göre, camilerin, medreselerin, hastahaneleriıı ve bu gibi halka yararlı amaçlar için kurulmuş olan binaların devamlılığını sağlamak ve bu ralarda çalışanların ihtiyaçlarını karşılamak üzere kullanılırdı. b) Halk: Selçuklu Devletlerinde siyasî ve askerî yönden hâkimiyeti ellerinde tutan Türkler, sosyal hayatta da üstün durumda idiler. Saray teşkilâtı kadroları ile askeri sınıf mensupları Tîirklerden oluşmaktaydı. Hükümet teşkilâtında Iranlılar hâkim olup, devlet memuriyetleri genellikle irsî idi. Şehirlerde büyük nüfuz sahibi aileler vardı. Aydın zümreyi din adamları ve tarikat şeyhleri temsil etmek te olup, bunlar halk üzerinde nüfuz sahibi idiler. Bu zümreye bilgin ve tabibleri de dahil edebiliriz. Tüccarlar, sanatkârlar ve küçük zanaat erbabı, şehir ve kasa balarda yaşamaktadırlar. Çeşitli esnaf ve zanaat erbabı, ayrı ayrı loncalar meyda na getirmişlerdi. Büyük şehirlerdeki ayaktakımı da ayyâr veya evbaş denilen grupları oluşturmakta . . Köylerde ise dihkanlar, toprak sahihleri ve köylü
SELÇUKLU D E V L E T L E R İ TARİH İ
517
ler yaşamakta ve ziraatla meşgul olmaktaydılar. Nihayet dilenciler ve divâneler
toplumun öteki tabakalarını oluşturmaktaydılar. Türkiye Selçuklularında halk, şehir ve köylerde yaşayanlar olmak üzere iki gurupta mütalaa edilmektedir. Şehirlerde Anadolu nüfusunu meydana getiren çe şitli topluluklar oturuyordu. Nitekim şehir topluluğu, 1-Hükümet mensupları (me murlar), 2- Ayan, 3-Ilim erbabı,4- Fütüvvet (ahilik) teşkilâtı gibi dört kademeden
oluşmaktaydı. Bunlardan fütüvvet teşkilâtı, esnafın kendi aralarında birleşerek kurdukları dinî-iktisadî bir tarikat olup, çeşitli zanaat şubeleri, söz gelişi, kuyum cular, fırıncılar, ayakkabıcılar, dericiler ve diğerleri, birer esnaf loncalarına sa hiptiler. Şehir halkı olarak belirttiğimiz sosyal guruplar içinde ise, âyan denilen ilerigelenler ile hükümet nezdinde halkı temsil eden iğdişler ve muhtemelen tüc carlar da yeralmakta idi. Etnik bakımdan Türkmen kökenli olan Türk köylüsü, g öçebe ve yerleşik ol mak üzere iki kısma ayrılabilir. Göçebe Türkmenler, hayvancılıkla uğraşmakta olup, yerleşik olanlar ise ziraatçi idiler. Köy topluluğu, aşiret teşkilâtını muhafa za ediyorsa, başlarında yönetici olarak bey bulunur idi. Yerleşik ziraatçi köylüle rin başında ise bir köy kethüdası (dihkan) vardı. Türklerin Anadolu’ya yerleştikleri ilk devirlerde Hıristiyan çiftçiler himaye edilmiş, hattâ işgal edilen öteki bölge lerden yerli çiftçiler, hükümdarlar tarafından kendi bölgelerine naklettirilmişlerdi. Türkiye Selçukluları, A nadolu’da yaşayan gayri-Müslim topluluklara, Müs lüman halka kesin bir zarar vermedikleri sürece, bütün geleneklerine karşı hoş görü ile davranmışlardı. Rum olmayan Hıristiyanlar artık Bizans kilisesinin sıkıcı baskısından kurtulmaları sebebiyle genellikle Türklerin hâkimiyeti altında yaşa
maktan memnundular. Nitekim bu topluluklara mensup S ü r y a n i M i k h a i l gibi din adamı ve tarihçiler Selçuklu sultanlarının hoşgörülerinden övgü ile söz etmişlerdi. Türk olan askeri sınıftan ve sivil devlet erkânından başka Kirm an’da idare edilen halk tabakası, kaynaklarda, genellikle Tazik adıyla zikredilmektedir. Tazik (Tacik) adıyla anılan bu yerli halk, çalışan ve vergi veren kitledir. E f d a i e d d i n K i r m a n î ’ ye göre halk tabakaları şöyle oluşmaktadır: M elik oğulları, soylular, ulemâ ve erdeni sahipleri, zâhitler, iyi kişiler, dihkânlar, toprak sahip leri, tüccar ve sanatkarlar. Bunlardan başka halk arasında evbâş denilen ayak
takımı da bilhassa devletin zayıfladığı sırada ortaya çıkmakta ve etkinliklerini his settirmekteydiler. Kaynaklarda evbâş , özellikle melik T u ğ r u l ş a h ’ ın ölümün den sonra başlayan taht mücadelelerinden itibaren zikredilmektedir.
İKTİSADÎ DURUM Selçukluların hâkim oldukları ülke ve bölgelerde, siyasi birliği sağlamaları
ekonomik durumu ve ticaretin hızla gelişmesine yardımcı oldu, imparatorluk ti caret yollarının dâimi kontrol ve güven altında tutulması ticaret kervanlarının Hin
518
A L İ SEVİM -ERDOĞAN M ERÇİL
distan ile Suriye sahillerine, Batı-Avrupa ile Türkistan ve Hârezm arasında güvenle sefer yapmalarına imkân veriyordu. Selçuklular, yine hâkim oldukları bölgeler
de sulama kanal ve tesislerine verilen önem sayesinde ziraî üretim artırılmıştı. Nitekim bu sayede Merv ovalarında pamuk ziraati çok gelişmişti. Ticaretin ve ziraatin gelişmesi yanında, her şehirde de kendine mahsus sanayi ve imâlât ilerle mişti. Bu sayede şehirler zenginleşmiş ve imar edilmiştir. Selçukluların yönetimi altındaki Kirman bölgesi, taht mücadeleleri ve Oğuz lar buraya gelene kadar, refah içinde idi. Selçuklulardan melik K a v u r t , Kirman’a hâkim olur olmaz ilk önlemleri almıştı. K a v u r t , çölden geçen Sistan yolu
üzerinde yolcuların kaybolmaması için işaret kuleleri koydurmuş, önemli nokta lara derbendler, kervansaraylar, havuzlar, ve hamamlar inşa ettirmişti. K a v u r t , o zamanki dünya ticaretinin İran'dan geçen yollar üzerindeki önemli uğrak nok talarından biri olan Tiz limanını da tamir ettirmişti. Böylece onun özellikle Kir m an’dan geçerek Sistan, Hindistan ve Basra körfezine giden transit ticaretini teş vik ve himâye ettiği anlaşılıyor. Melik K a v u r t , fiyatları sabit tutma hususunda ve üretimi artırıcı önemlerle de dikkati çekmektedir. O, bastırdığı paranın ayarı nı muhafaza için de aşırı dikkat göstermiş, hükümdarlığı süresince parası, hiç bir zaman değerinden kaybetmemiştir. Selçuklular devrinde Kirm an’daki şehir lerin büyüdükleri ve surlar dışına taşarak rabazda büyük ticaret ve yerleşme mer kezlerinin oluştuğunu görüyoruz. Şehirlerde görülen bu gelişme, ilk defa melik I. T u r a n ş a h devrinde başladı. Melik I. A r s l a n ş a h devrinde Kirman en yük sek refah noktasına erişti. Berdesîr şehrinin rabazı bu devrede gelişiyor, doğu dan ve batıdan gelen tüccarın ikâmetgâhı oluyordu. Ayrıca bu tüccar için kervansaraylar yapılmış ve pazarlar kurulmuştu. Kirm an’da gelişme görülen öte ki şehir Cîruft idi. Özellikle Kemadin (Kumadin), Anadolu ve Hindistan’dan ge len yabancıların ve tüccarın ikâmetgâhı ve birçok ülkeden değerli malların depolandığı ve alışveriş yapıldığı büyük bir ticaret merkezi olmuştu. Öte yandan Bem de zengin ve büyük bir ticarî şehirdi. Burada büyük ölçüde pamuklu ku maş, şal, sarık ve türban için ince kumaş imal ve civar ülkelere ihraç edilirdi. Ayrıca Selçuklular, ticaret yollarını Kirman üzerinden geçirerek bu bölgelerin zenginleşmesini sağlamışlardı. Anadolu, Türkiye Selçuklularının birlik ve düzeni sağlamasından sonra, Müs lüman ve Hıristiyan toplumlar arasındaki dünya ticaret yollarının geçiş noktası üzerinde yer almış, ülke, İktisadî ve kültürel bakımdan zenginleşmişti. Selçuklu sultanlarının XIII. yüzyıl başlarında Antalya ve Sinop’u alması, Latinlerle tica
ret anlaşmaları yaparak düşük gümrük tarifesi uygulamaları, dış ticareti teşvik amacı güdüyordu. Ayrıca çeşitli nedenlerle zarara uğrayan tüccarların bu zarar larını karşılamak için bir çeşit devlet sigortası uygulanıyordu. Selçuklular mil letlerarası önemli ticaret yolları üzerinde kervanların güvenliğini sağlamak için büyük bir özen göstermişler, zengin ticaret kervanlarına muhafızlar tayin etmiş lerdi. Konaklama yerlerinde kervansaraylar inşa edilmiş, burada konaklayan her kese, ister Müslüman ister Hıristiyan olsun, aynı yemek verilmiş ve eşit muamele yapılmıştır.
SELÇUKLU D E V LETLE R İ TARİH İ
519
Selçuklu TürkiyesV nde ekonomik durum, yaşama şekline uygun olarak geliş
mişti. Göçebe olarak yaşayanların hayvancılıkla uğraşmaları sebebiyle bu devre de Türkiye’den Bizans ve Trabzon Rum D evleti’ nin yanısıra özellikle Arap ülkelerine bol miktarda hayvan ve hayvani ürünler ihraç ediliyordu. Yün, tiftik ve ipekten çeşitli kumaşlar yapılıyordu. İhraç malları arasında ham ve mamul deri maddele ri de yer alıyordu. Zirai ürünlere gelince, şehir hayatının kenar bölgelerinde meyvacılık ve bağcılık önemli bir yer tutuyordu. A nadolu’ya çeşitli zamanlarda gelen seyyahlar, bahçeler, sulama sistemleri ve çeşitli bölgelerde yetişen üzüm, kavun, karpuz, kayısı şeftali, badem, erik, armut, limon ve portakal gibi meyvalardan söz etmişlerdi. Selçuklular devrinde Anadolu maden bakımından da zengindi. Anadolu ’dan çıkarılan şap, dokuma sanayiinde boya maddesi olarak kullanılmak üzere, BatıA vrupa’ ya ihraç ediliyordu ve İtalyanların tekelinde bulunuyordu. Ayrıca demir, bakır ve gümüş madenleri de işletiliyordu. A nadolu’nun güneyindeki dağlardan elde edilen kereste, Antalya ve Makri körfezinden M ısır’a ihraç edilmekteydi. Kas tam onu’dan sağlanan kereste ise Sinop tersanesinde kullanılmaktaydı. Türkmenlerin dokudukları nefis halı ve kilimler ile A nkara’nın sof kumaşları, dünyaca tanınmış olup Avrupa ve İslâm ülkelerine gönderiliyordu.
KÜLTÜR FAALİYETLERİ Selçuklu imparatorluğu devrinde büyük din adamları, fıkıh, kelâm, tefsîr, ha
dis, felsefe bilginleri yetişmiş, sultanlar tarafından himaye görmüşlerdir. Bu dev redeki bilginlerin uzun süre İslâmî fikir ve ilim hayatında etkileri görülmüştü. Selçuklu devrinde yetişmiş din adamlarından bazılarına örnek olarak şu isimleri zikredebiliriz: İ m a m ü l - H a r e m e y n olarak meşhur E b u 1- M e a I î C ü v e y n î , M u hammed eş-Şehristânî, Ibnül-Cevzî, Zemahşerî, E b u l - K a s ı m Kuşe yrî, Ebû İshak Şîrazî , A b d u l l a h el-Ens â r î , E b u l - A b b a s F a z l b i n M u h a m m e d L u k e r î , E b û Ta h i r T a b e s î , E b û S ,a î d F u n d u v e r c î , F e r i d G î l â n î , E b û S a îd e l - G â n i m î , Z e y n ü d d i n e s - S â v î , G a z z a l î , Al i bi n Zeyd B e y h a k î , A b d u r r a h m a n e l - H â z i n î , Türk asıllı olarak Kadı A b d ü r rezzâk Türkî el-İlâkî, Mahmud Hârizmî veSerahsî. Büyük Selçuklular devrinde şiir ve edebiyat alanında Farsça altın devrini ya şadı. Selçuklu sultanları ve şehzadeleri de şiir ve edebiyat düşkünü idiler. Sözge lişi, sultan M e l i k ş a h ve S e n c e r in Farsça şiir söyleyip, yazdıkları zikrediliyor. Iran edebiyatının, B a h a r z î , F a h r ü d d i n G ü r g â n î , B u r h a n î , E z r a -
k î , İ b n ü 1- H e b b a r i y y e , E b u l - M e â l i N a h h a s İ s f a h a n î , L a m i i G ü r c â n î , A b d ü l - V a s î ’ C e b e l i , emîr M u i z z î , edib S a b î r , E n v e r î gibi ünlü şairler Selçuklu sultanlarının himayelerini gördüler, onların sarayla rında bulundular ve onları öven şiirler yazdılar.
520
ALİ SEVİM -ERDOĞAN MERÇİL
Irak Selçuklu sultanlarından A r s l a n ş a h (1161-1174) zamanının ünlü iki şa
iri M u c î r ü d d i n B e y l a k a ı ı î ve E s î r ü d d i n E b u l - F a z l M u h a m m e d b i n T a h i r A h s i k e s î ’ yi himaye etmişti. Ünlü şair N i z a m î de III. T u ğ r u l (1176-94)’dan himaye görmüş, Hamse’sindeki “ Husrev ü Şirin” mesne visini ona ithaf etmiştir. M u h a m m e d b i n A h m e d T u s î Acâibül-mahlûkât adlı eserini III. T u ğ r u l adına yazmıştı. C e m a l ü d d î n I s f a h a n î , A r s l a n ş a h ve III. T u ğ r u l , S e y y i d H a ş a n G a z n e v î ise M e s u t b i n M u h a m m e d (1134-1152) adına şiirler yazmışlardı. Irak Selçukluları’dan III. T u ğ r u 1 da şiirler söylemişti (Bk. Irak Selçukluları). Ayrıca I m a d î - i Ş e h r i y a r î de başta II. T u ğ r u 1 olmak üzere öteki sultanlar adına şiirler kaleme almıştı. Selçukluların hâkim oldukları devrede Kirm an’da kültür faaliyetleri de dik kati çekmektedir. Kirman Selçuklu m elikleri, halkın kültür seviyesinin yüksel
mesi için çaba gösterdiler. Nitekim melik I. A r s l a n ş a h devrindeki refâh seviyesinin, zenginliğinin komşu ülkelerde yayılması birçok bilgileri Kirman’a çek mişti. Oğlu M u h a m m e d ’ in ise ilm-i nûcûm (yıldızlar ilmi, astrologie)’a hevesi fazla idi. Ayrıca melik M u h a m m e d , öğrenimi teşvik edici ödüller ortaya koy muştu. Onun bir de kütüphane yaptırıp ortaya 5 bin kitap vakfettiğini biliyoruz. Kirman Selçuklu melik ve devlet adamları, bazı şair, âlim ve din bilginlerini hi maye etmişlerdi. Bunlardan tespit edebildiklerimizi belirtmeğe çalışalım; Tarih çi ve şair E f d a 1ü d d în E b û H â m i d A h m e d b i n H â m i d K i r m a n î , şâir E z r a k î , B u r h a n ı , M u i z z î , G a z z î , Ş i b l ü d d e v l e , E b u l Alâ Hamza bin Mu c î r î , Kı vamî , Şi habî , M ü b a r e k ş a h , I b n ü l - H e b b a r i y y e , M u h t a r î ve A b d ü 1- V a s î , C e b e l i , Kir man Selçuklu melik ve devlet adamları hakkında şiirler yazmışlardı. Öte yandan, E b u l - H u s e y n K u t b ü l - E v l i y a Ş e y h C e m a l ü d d i n A h m e d , İ ma m E b û A b d u l l a h M u h a m m e d b i n İ s m a i l N î ş a b u rî, İsmail bin A hme d N î ş a b u r î , R ü k n ü d d i n E b u l - F a z l A b d u r r a h m a n b i n M u h a m m e d K i r m a n î , K ı d v e t ü 1- E v 1i y â Ş e y h M uh a m m e d A r i f , Ş e r e f ü d d i n Mesud bin A z î z , Şeyh Şe m s ü d d i n M ü b a r e k , Ş e y h B u r h a n i i d d i n E b û N a s r A h m e d e 1K û b a n â n î ve K a d ı E b u l - Â l â A l i b i n E b i l - K a s ı m A l i S e m ’ ân î gibi dîn âlimleri de Selçuklular devrinde Kirm an’da yaşayan ve yetişen din adamlarından idiler. Selçuklular kurdukları medreseler vasıtasıyla ilmin yayılmasına çalıştılar. Za manın Üniversitesi Nizamiye M edresesi’ nde dinî bilgiler yanında tıp gibi müspet bilimler de öğrenilmekte idi. M e l i k ş a h zamanında bir rasadhâne kurulmuş (1074-5), ünlü astronomi bilgini ve matematikçi Ö m e r H a y y a m , E b u l M u z a f f e r I s f i z a r î v e M e y m u n b i n N e c i b V â s ı t î gibi âlimler rasat işleri ile meşgul olmuşlardı. Bu ilim heyeti sultan M e l i k ş a h ’ ın Celalüddevle lâkabına nisbetle Celâli takvimini meydana getirdiler. Filozof M u h a m m e d b i n A h m e d B e y h a k î de meşhur astronomi bilgini ve matematikçiler
SELÇUKLU D EVLETLERİ TARİH İ
521
den idi. E b û M a n s u r A b d u r r a h m a n H â z i n î de rasat ve fizik alanında sultan S e n c e r devri bilginlerinden idi. 1130’da E b u l - K a s ı m e l U s t u r l â b î Bağdat’ta Selçuklu sarayında astronomi alanında çalışmalar yap maktaydı. Tıp ilminde ise, E b û S a î d M u h a m m e d b i n A l i ve sultan S e n c e r ’ in baştabibi olan B a h a ü d d i n M u h a m m e d b i n M a h m u d ünlü tabibler arasında idi. Selçukluların sağladığı huzur ve sükun ortamı içinde Anadolu’daki türlü din
ve kavimlerin birlikte ahenk içinde yaşamaları ortak bir kültürün ortaya çıkma sına sebep olmuştu. Ayrıca Anadolu muhiti taassub hislerinden uzak, felsefî dü şünceleri ve tasavvufî cereyanları kabule açık idi. Bu ortam içinde XII. yüzyılın ikinci yarısından itibaren başlayan fikrî hareketler XIII. yüzyılda M e v l â n a Ce l a l ü d d i n R û m î ve Y u n u s E m r e gibi şahsiyetlerin yetişmesine neden ol muştu. Sultan A l â e d d i n K e y k u b a d ilim, sanat ve dine yaptığı büyük hizmetlerle Türkiye’yi en yüksek medeniyet seviyesine ulaştırmıştı. Türkiye Sel çukluları zamanında yetişmiş âlim ve şairlerden biri, K a d ı B u r h a n e d d î n E b û N a s r b i n M e s ’ û d A n e v î (Öl. 608/1211-2) olup, Enisül-Kulûb adlı Farsça eserini sultan I . I z z e d d î n K e y k â v u s ’ a takdim etmişti. Öte yan dan XIII. yüzyılda yaşamış I b n B î b î N â s ı r ü d d i n H ü s e y i n b i n M u h a m m e d de Türkiye Selçukluları tarihi hakkında yazdığı el-Evâmirül-Aliyye adlı eseriyle meşhur olmuştu. Iranlı tarihçi M u h a m m e d b i n A l i e r R a v e n d î ise Selçuklu tarihi hakkında yazmış olduğu eseri Râhatüs-sudûr ve A yetü s-S ü rû r’ u Türkiye S elçuklu sultanı G ı y a s e d d i n K e y h ü s r e v (1204-1210)’e takdim etmişti. A nadolu’da XIII ve XIV. yüzyıllarda yaşamış ünlü tarihçilerden biri de K e r i m ü d d i n M a h m u d A k s a r a y î olup, eserî Müsâmeretü’l-Ahbâr idi. XIII. yüzyılda Anadolu’da yaşamış şairlerden biri de Kân i’î mahlaslı A h m e d b i n M a h m û d e t - T û s î idi. Zamanın bu büyük şair ve müellifi I I . I z z e d d î n K e y k â v u s adına Kelile ve Dimne hikâyelerini Fars ça manzum olarak yazmıştı. Ayrıca onun kaleme aldığı 30 ciltlik bir Selçuklu Şâhnâm esi kaybolmuştur. Yine aynı yüzyılda yaşamış başka bir şair de H â c e D e h h a n î olup, onun yazdığı Selçuklu Şâhnâmesi de kayıp eserler ara sındadır. Selçuklular devrinde A nadolu’da gelişen Türk-lslâm medeniyeti doğudan ge len bilim ve sanat adamlarıyla da kuvvetlenmiş, özellikle bu devrede Türkiye’de büyük mutasavvıf düşünürler yetişmiş ve yaşamıştır. A nadolu’da bir süre yaşa mış en büyük sûfilerden biri olan M u h y i d d i n A r a b î (1165-1240), Konya’da
oturmuştu. Onun fikirleri, talabesi ve manevî evlâdı S a d r e d d i n K o n e v î (Öl. 1274) tarafından devam ettirildi. Bu arada Moğol istilâsı önünden kaçan birçok sûfî de A nadolu’ya gelmişti. Bunlardan biri olan N e c m e d d î n R â z î D â y e , (Öl. 1256) Sultan I. A l â e d d i n K e y k u b a d adına Mirsâdül-Ibâd adlı siyâsetnâme şeklinde bir eser telîf etmişti. Büyük sûfî M e v l â n a C e l â l e d d i n R û m î (Öl. 1273) de küçük yaşta iken babası B a h a ü d d i n V e l e d ile birlikte Moğollar önünden kaçarak A nadolu’ya gelmiş ve Konya’ya yerleşmişti. M evlevîlik
522
ALİ SEVİM-ERDOĞAN MERÇİL
tarikatının kurucusu M e v l â n a C e l â l e d d i n , Divan-ı Kebîr, Mesnevî, Fıhi m âfıh, M evâiz M ecalisi seb’a, M ektubât gibi ünlü eserler kaleme almıştır. M e v l â n a ’ nin oğlu Sultan Ve 1 e d (Ol. 1312) de Divân, Ibtidâ-nâme, Veled-nâme ve Rebâb-nâm e gibi eserler yazmıştı. Onun, D îvanı’nda bazı Türkçe şiirlere tesadüf edilmiştir. A n ad olu ’da Türk milletinin asıl temsilcisi Y u n u s E m r e (öl. 1320) olmuş, dinî ve tasavvufı sahada Türk edebiyatının unutulmayacak güzellikte olan şiirlerini kaleme almıştır. Y u n u s E m r e ile çağdaş başka bir Türk şairi XIIIXIV. yüzyılda yaşamış olan A h m e d G ü l ş e h r î ’ dir. Bu şair, Iranlı şair A t t a r ’ ın Mantıkut-Tayr adlı eserini genişleterek tercüme etmiştir. G ü l ş e h r î bu eserinde çok değerli bir sanatkâr olduğunu göstermiştir. Onun ayrıca Felek-nâme ve Kerâm et-i Ahi Evren adlı eserleri de vardır. Sonuncusu Türkçe yazılmış küçük bir manzum eserdir. Bu arada A n a d olu ’da tarikat kurucuları ve bunların gelişmelerinde rol oyna yan şahsiyetlere ait menkıbe kitapları büyük bir önem kazanmıştı. Bunlardan M e v 1a n â , Sultan V e l e d v e U l u A r i f Ç e l e b i gibi Mevlevî büyüklerine ait eserler de kaleme alındı. Nitekim S i p e h s â l â r F e r i d u n b i n A h m e d ’ in Menâkıb’ı, A h m e d E f l â k î (Öl. 1360)’ nin Menâkıbül-Ârifîn (Ariflerin M enkıbele ri) adlı eserleri tarihî kaynak olarak da dikkati çekmektedir. E f l â k î ’ nin şimdilik bilinen dört Türkçe gazeli de vardır.
GÜZEL SANATLAR Selçuklular, Islâm medeniyetine uymakla kalmamışlar, kendi şahsiyet ve zevk
lerinden bu medeniyete büyük ölçüde katkıda bulanarak, kendi sanat görüşlerini de ortaya koymuşlardı, idareleri altında bulunan Çin sınırlarından İstanbul Bo ğazı, Akdeniz ve Karadeniz kıyılarına, Mısır, Yemen ve Hint sınırlarına kadar olan ülkelerde cami, medrese, türbe (kümbet), hastahane, kervansaray, kale ve köprü gibi birçok mimârî eserler meydana getirmişler, kökleri, eski yurtlarındaki yapı lara giden tipleri buralarda da geliştirmişler ve Islâm dünyasına yeni yapı tipleri hediye etmişlerdir. Iran, Türkistan ve Irak ’daki büyük camilerde bu yenilikler uygulanmış ve Selçuklular, Islâm dünyasındaki camilere abidevî bir manzara ka zandırmışlardı. Selçuklulardan zamanımıza kadar örnek olarak, İsfahan’da Mescid-i Cuma, Gülpayegân Câmii, Kazvîn’deki Mescid-i Cuma, Barsiyan daki Mescid, Zevvâre’deki Mescid-i Cuma ve /İrdistan’daki Mescid-i Cuma gibi camiler kalmış tır. Diğer bir yapı tipi de dinî bir öğretim yeri olan medresedir. Nişabur, Bağdat ve Tus medreseleri, bu yapı şeklinin ilk örnekleridir. Mimarî bakımdan medrese nin şekli tespit edilmiş, orta avlulu ve dört eyvanlı planın kullanıldığı anlaşılmış tır. Bu yapı tipinde avlunun dört bir tarafında eyvan bulunmakta, avluyu kemerli revaklar çevirmekteydi. Bu suretle dört eyvanlı cami ve medrese planının Selçuk luların idaresindeki bölgelerde uygulandığı görülmektedir. Son zamanlarda yapı lan arkeolojik araştırmalar sonucunda, dört eyvanlı planın saray ve kervansaray larda da uygulandığı meydana çıkmıştır. Selçukluların Islâm dünyasına getirdikleri
SELÇUKLU D E V LETLE R İ TARİHİ
523
yeni yapı şekillerinden biri de, şekil itirabıyla Türk çadırlarını (otağları) andıran tuğladan yapılmış ve adına Kümbet denilen türbelerdir. Bunları genel olarak dört köşeli, çok köşeli veya yuvarlak biçimde olmak üzere, üçe ayırmak mümkündür. Selçuklular devrinde Islâm dünyasında birçok türbe yapılmıştır. Bu devreden kalan örneklerin başında, dünya mimarisinin sayılı şahaserleri arasında yer alan, sul tan S e n c e r (01. 1157)’ in Merv şehrindeki türbesi gelir. Yeni tip ince silindirik minareler de Islâm dünyasına Türk mimarisinin bir hediyesidir. Kirm an Selçukluları, daha ilk melikleri K a v u r t zamanından (1048-1073) itibaren imar faaliyetlerine başlamışlardı. 0, önce Sistan ve D erre yolu üzerinde bir derbend inşa ettirmişti. Yine K a v u r t , D erre’ye bir han, bir havuz ve bir
de hamam yaptırmıştı. Melik K a v u r t ’ un Büyük Selçuklu Devleti* ni elegeçirme teşebbüsü sırasın da ölmesinden (1073) sonra, Kirm an’da imar faaliyetleri bir süre durmuştur. Me lik I. T u r a n ş a h devrinde ise (1085-1097) imar faaliyetleri yeniden başlamıştı. T u r a n ş a h , tahta geçince şehrin rab azından yeni bir mahalle kurulmasını em retti. Nitekim önce kendisi için bir saray ve köşk, bu sarayın güneyinde Ulu Cami ve hepsi birbirine bitişik olmak üzere medrese, hankâh, bimaristan (fıastahane), hamam (germâbe) ve ribat gibi hayır kurumlan yaptırdı. Melik I. T u r a n ş a h ’ m yaptırdığı cami, M escid-i M elik adıyla meşhur olmuştu. Melik I. T u r a n ş a h , öldükten sonra gömülmek üzere bir de m erkad (mezar) yaptırmıştı. Melik I . T u r a n ş a h ’ tan sonra tahta geçen I r a n ş a h devrinde (1097-1101), imar faaliyetleri durmuş, ancak melik 1. A r s l a n ş a h devrinde, Berdesîr şehri nin rabazındaki imar faaliyetleri devam etmiştir. Yine A r s l a n ş a h , diğer K ir man şehirlerinde de medrese ve ribat gibi birçok hayır işleri gören binalar inşa ettirmişti. Melik I. A r s l a n ş a h ’ ı n Z e y t u n H a t u n adındaki eşi de Kirman’da medrese ve ribat gibi hayır kurumlan yaptırmıştır. Melik I. M u h a m m e d (1142-1156) de babası gibi imar faaliyetlerine devam etti. O, Berdesîr, Bem ve Cîruft şehirlerinde medrese, ribat ve mescit gibi hayır kurumlan yaptırdı. Onun yaptırdığı önemli eserlerden biri de M escid-i M elik’ te ki kütüphanedir. Bu kütüphanede fen bilimleri ile ilgili 5 bin kitap bulunmakta idi. Bu kitapları 1. M u h a m m e d oraya vakfetmişti. Kirman Selçukluları D evleti’ nde hakiki kudreti ellerinde tutan atabekler de
imar faaliyetlerinde bulunmuşlardı. Bunlardan birincisi B o z k u ş idi. Onun ken disine bir mezar, ayrıca hankâh ve birçok m enâr (minare) yaptırdığı bilinmekte dir. imar faaliyetlerinde bulunan ikinci atabek M ü e y y i d ü d d i n R e y h a n idi. O da Kirman’da buka, medrese ve hankâh gibi birçok hayır kurumlan yaptırmıştı. Kirm an’da bugün var olan ve Selçuklu devrinde yapıldığı anlaşılan, ancak ki min yaptırdığı kesin olarak bilinmeyen eserler de mevcuttur. Bunlardan birisi Ber desîr ’deki Mescid-i Bâzâr-ı Şâh’tır. Selçuklular devrinde yapıldığı ileri sürülen bir eser de Günbed-i Cebeliye’dir Bu kümbet, Berdesîr şehrinin doğu kenarında açık bir sahrada bulunmaktadır. Bu taştan kümbede Künbed-i Gebrî de denilmek-
524
A L İ SEVİM -ERDOĞAN MERÇİL
tedir. Yine kimin tarafından yaptırıldığı bilinmeyen eserlerden birisi de Zerend’deki Selçuklu minaresidir. Bütün bu eserlerden anlaşılacağı gibi, Selçukluları Kirman’da sadece siyasî bir varlık olarak düşünmek muhakkak ki yanlıştır. Onlar, hâkim oldukları bu böl geye barış ve refah getirmişler, bir kısmı bugün de mevcut olan zengin imar faali yetlerinde bulunmuşlardır. Kirman Selçukluları, birbuçuk yüzyıla yakın, bu bölgede büküm sürmüşler ve Kirm an’a küçümsenemeyecek hizmetler yapmışlar dır. Bu sebepledir ki, bu dönemde ve daha sonra yaşamış tarihçi ve coğrafyacı müellifler, onlardan övgüyle bahsetmişlerdir. Selçuklu devrindeki figürlü plastik sanatında, Orta-Asya modelleri esas tu tulmuş, stüko üzerinde gelişmiş olan bu Selçuklu süsleme üslubu, camiler, saray lar ve hattâ zenginlerin evlerinde de görülmüştür. Bu süsleme kompozisyonlarında av sahneleri ve saray hayatından sahneler tasvir edilmiş, R ey ’de yapılan kazılar da, yıkılmış olan Selçuklu saraylarından çehreleri Türk hatları taşıyan boyanmış heykeller bulunmuştur, XI. yüzyıldan itibaren halı sanatı da Selçuklu Türkleri ile Orta-Asya ’dan batıya doğru yayılmıştır. Ancak Büyük Selçuklulardan zamanı mıza kadar hiçbir eser gelmemiştir. Selçukluların tesiri ile B ağdat’da ipek sana yiinde büyük bir gelişme görülmüş ve en eski ipekli kumaş örneği bu devreden kalmıştır. Yine B ağdat’da ilk İslâmî minyatür okulu Selçuklular zamanında ku rulmuş, önce Arapçaya çevrilen metinleri açıklamakla başlayan bu sanat, daha sonra hikâye kitaplarında da kendini göstermişti. Minyatür sanatı, Selçuklu sul tan ve emîrler inin katipleri olan Uygurlar tarafından geliştirilmiştir. Bu devirde İran’da Orta-Asya resim sanatı üslubunun etkileri de açıkça görülmektedir. Sel çuklular devrinde başta R ey olmak üzere, Musul ve Rakka gibi üç önemli mer kezde çinicilik sanatı gelişmiştir. Türk mimarisinde çininin bir süslenme düzeni içinde mimari ile bağlanarak kullanılması, İran’da Büyük Selçuklularla başlamış, asıl büyük gelişme A nadolu mimarisinde gerçekleşmiştir. Çini yanında seramik eserler yapılmış ve seramik merkezleri kurularak çok sayıda eser verilmiş, yeni teknikler yaratılmıştır. Büyük Selçuklular devrinde, maden işlerinde fevkâlede bir teknikle kaliteli eserler meydana getirilmiştir. Maden sanatının merkezi ise Horasan bölgesi idi. Madenden yapılmış eşyalar, aynı zamanda saray hayatını ve doğayı aksettiren, kabartma tasvirler ile süslenmiştir.
XI. yüzyıldan beri Orta-Doğu ülkelerinde yerleşen ve İslâm dünyasının ortak malı olmuş bulunan bütün sanat yeniliklerinde Türklerın etkisi görülmüş ve bu daha sonraki yüzyıllarda da devam etmiştir. Türkiye Selçukluları da hâkim oldukları süre içinde birçok mimarî eserlerle A nadolu’yu âdeta süslemişler ve bunlardan bir kısmı da zamanımıza kadar gel miştir. Selçuklu sultanları, A nadolu’da cami, medrese, türbe, kervansaray, kale
ve köprüler yaptırmışlardı. Nitekim sultan M e s u t tarafından XII. yüzyılın or talarında yaptırılmağa başlanan Konya’daki Alâeddin Cami, sonraki tamir ve de ğişikliklerle zamanımıza kadar gelmiştir. Sultan I. A l â e d d i n K e y k u b a d
SELÇUKLU D E V L ET L E R İ TÂRİH İ
525
Niğde’de kendi adıyla anılan cami ile, M alatya’daki Ulu Camii inşa ettirdi. Kayseri’deki Huand Camii ve külliyesi de A l â e d d i n K e y k u b a d ’ m eşi M â h p e r i H u a n d H a t u n tarafından yaptırılmıştır. Türkiye Selçuklu sultanları tarafından, medrese tarzında yaptırılan ilk eser, K ayseri’deki Çifte Medrese, I . G ı y â s e d d i n K e y h ü s r e v ’ in tıp medresesi (Şifaiye) ile kızkardeşi G e v h e r N e s i b e ’ nin şifahânesinden meydana gelmiş tir. Sultan I . I z z e d d i n K e y k â v u s da Sivas ’da bir şifaiye medresesi yap tırmıştı. Selçuklu devlet adamları da ülkeyi bayındır duruma getirmek bakımın dan faaliyette bulunmuşlardır. Nitekim S a h i b A t a F a h r e d d i n A l i , Akşe h ir ’de Taş Medrese, Kayseri' de Sâhibiye Medresesi, Konya'da irice Minareli M edrese’ yi, Atabek E r t o k u ş , Isparta ’da medrese, C e l â l e d d i n K a r a t a y , Konya ’da Karatay M edresesi ’ni, M u i n e d d i n P e r v â n e Sivas ’da Gök M edrese’ yi v e C a c a o ğ l u N u r e d d î n de Cacabey M edresesi'n i yaptırmışlar dı. K ırşehir’deki Cacabey M edresesi ’nin önce bir rasadhâne olarak yapıldığı son
ra da camiye çevrildiği anlaşılıyor. Türkiye Selçuklularının kudretini, teşkilâtının iyi işlediğini ve yüksek kültü rünü en canlı şekilde aksettiren eserler, ticaret yolları üzerinde yükselen kervan saraylardır. A nadolu’da çok sayıda bulunan kervansaraylar, Selçuklu sultanları ve vezirleri tarafından XIII. yüzyıl boyunca yaptırılmıştır. Bir muhafız kıtasıyla korunan bu kervansaraylarda, yolculara hayvanlarıyla birlikte üç gün parasız ye mek veriliyor, hastalar tedavi ediliyor ve herkese din farkına, zengin ve fakir ol duğuna bakılmaksızın, eşit muamele yapılıyordu. A nadolu’daki kervansaraylardan sekiz tanesinin Selçuklu sultanları tarafından yaptırıldığı tespit edilmiştir. A n a d olu ’daki kümbet ve türbelerin mütevazi ölçüler içinde yapılmakla bera
ber, mimarî bakımdan bir gelişme içinde oldukları görülmektedir. Önceleri tuğ ladan ve taştan inşa edilen kümbetler, daha sonra sadece taştan yapılmağa başlanmıştı. XII. yüzyıla ait Selçuklu kümbetlerinden Konya’daki II. K ı l ı ç A r s l a n kümbeti kalmıştır. Selçuklu sultanlarından kalan bir türbe ise, I. I z z e d d in K e y k â v u s ’ un Sivas ’daki türbesidir. Selçuklu hatunlarından Kayseri ’deki Mahperi Huand Hatun kümbeti, devlet adamlarından atabek E r t o k u ş ’ un küm beti, C e l â l e d d i n K a r a t a y ’ ın Konya’daki türbesi, yine Konya’da S a h i b A t a F a h r e d d i n A l i ’ nin aile türbesini, bu tip eserlerden zamanımıza kadar kalmış birkaç örnek olarak zikredebiliriz. Selçuklu Türkleri’yle Orta-Asya’dan batıya doğru yayılan halı sanatı, Türki ye Selçukluları zamanından (XIII. yüzyılın ilk yarısından) kalan parçalardan an
laşılacağı üzere, devamlı gelişmelerle daha sonraki halı sanatına bir temel olmuş tur. Konya Selçuklu halıları, refah ve dekor bakımından fevkalade bir zenginlik gösterirler. Renk olarak genellikle koyu mavi veya kırmızı göze çar par. Selçuklu halılarındaki motifler sekiz köşeli yıldızlar, uçları çengellerle çev rilen sekizgenler gibi sık sık görülen geometrik şekillerdir. Ayrıca gayet stilize bitki ve hayvan şekilleri de görülür. Halılara karakteristik özellik veren husus, geniş bordürlerdeki iri kufi yazı dekorudur.
526
A L İ SEVİM-ERDOĞAN MERÇİL
XIII. yüzyılda A nadolu ’daki Selçuklu çini sanatı, çok büyük bir gelişme gös termiş ve kendine özgü bir desen dünyası yaratmıştır. Bu yüzyılın ikinci yarısın dan sonra çini, süslemede nebatî motiflerin hâkimiyeti natüralist üslubun habercisi olmuştur. A nadolu’da iç ve dış mimaride çini süsleme kullanılmış, bunun örnek lerine şifahâne, medrese, türbe, kümbet, cami ve mescidlerde raslanmış, böylece bu sanatın gelişmesi sağlanmıştır. Türkiye Selçukluları nin başkenti Konya , çeşit li tekniklerin kullanıldığı bir çini merkezi olmuş ve bütün Selçuklu devri çini sa natını şekillendirmiştir.
KRONOLOJİ CETVELİ Ocak 7 5 0
: Büyük Zap Suyu savaşı, Em evî H alifeliği’nin yıkılışı ve Abbasî H alifeliği’ nin kuruluşu.
899
: Karmatîlerin A hsa’d a bağımsız bir devlet kurmaları.
909
: Fatımî H alifeliği’nin kuruluşu.
945
: Büveyhî M u i z z ü d d i n A h m e t ’ in Bağdat’ı işgali.
9 5 5 /5 6
: Karahanlı hükümdarı S a t u k B u ğ r a H a n ’ ın ölümü.
Kasım 9 8 8
: Karahanlı hükümdarı A r s l a n H a n ’ ın ölümü.
999
: Samanoğulları D evleti’ nin yıkılışı.
1003
: Samanlı İ s m a i l M u n t a s ı r ’ ı n İ l i g N a s r H a n ’ ı bozguna uğratması.
1 0 04
: A r s l a n Y a b g u ’ nun İ s m a i l M u n t a s ı r ’ a karşı İ l i g N a s r H a n ’ la birleşmesi ve Samanlı D evleti’nin tam anlamıyla tarihe karışması.
1 0 07 (Tahmini)
: Selçuk’ un Cend kentinde ölümü.
1018
: Ç a ğ r ı B e y ’ in Doğu-Anadolu seferine çıkması.
1021
: Ç a ğ r ı B e y ’ in Doğu-Anadolu seferinden dönüp T u ğ r u l B e y ’ e ulaşması.
1 025
: Gazneli sultan M a h m u t ile Karahanlı Y u s u f K a d i r H a n ’ ın lran-Turan sorunlarını görüşmek üzere Semerkant yakınlarında bir toplantı yapmaları; Bizans imparatoru II. B a s i 1 e i o s ’ un ölümü.
1028
: Gazneli M a h m u t ’ un Türkmenleri ağır bir yenilgiye uğratması ve Selçuklulara karşı harekâta girişmesi.
Ocak 1029
: A l p A r s l a n ’ ın doğumu.
1030
: Selçuklu kuvvetlerinin Karahanlıları bozguna uğratma ları; Gazneli sultan M a h m u t ’ un ölümü.
528
A L İ SEVİM -ERDOĞAN MERÇİL
1032
: Harezm valisi A l t u n t a ş ’ ın Buhara hâkimi A l i Te k i n ’ le Debûsiye'de savaşı; A r s l a n Y a b g u ’ un hapis te bulunduğu Kalincar kalesinde ölümü.
1034
: Harezm valisi H a r u n ’un Gaznelilere karşı ayaklanması.
Ocak 1035
: Buhara hâkimi A l i T e k i n ’ in ölümü.
Nisan 1035
: Harezm valisi H a r u n ’ un öldürülmesi.
Haziran 1035
: Selçukluların Gazneli ordusunu Nesa yörelerinde boz guna uğratmaları.
Ağustos 1035
: G aznelilerin vermesi.
1036
: Türkmenlerin büyük bir bölümünün A zerbaycan’a gel meleri.
Mayıs 1038
: Selçukluların Gaznelileri Telhâb’ta yenilgiye uğratma ları ve bağımsızlık kazanmaları.
1038
: Türkmenlerin Tiflis’i kuşatan Bizans komutanı II. B a g r a t ’ ı bozguna uğratıp geri çekilmek zorunda bırakma ları; Beyhak kentinde T u ğ r u l B e y adına hutbe okunması.
Ekim 1 038
: Karahanlı B ö r i T e k i n ’ in Gazneli topraklarına akmlarda bulunması.
1039
: K ı z ı l B e y ’ in Rey kentini fethile burada bir Türkmen Beyliği kurması. : Selçukluların Telhâb yörelerinde büyük Gazneli ordu suyla başarısız savaşı.
Mayıs 1039
Selçuklulara
Horasan’da muhtariyet
1040
: E r t a ş ’ ın Sistan’ ı fethi ve M u s a i n a n ç B e y adına hutbe okutması.
1040
: Gazneli sultanı M e s u t ’ un Selçuklulara karşı harekâ ta başlaması. : Selçukluların Gaznelilerle Dandanakan’da üç gün sü reyle savaşmaları.
2 2-24 Mayıs 1040 2 4 Mayıs 1040
: Dandanakan Zaferi.
Şubat 1041
: Cend şehri emîri Ş a h M e l i k ’ in Harezm valisi İ s m a i l ’ i Asib’de yenilgiye uğratması.
1041/42
: Sultan T u ğ r u l ’ un Cürcan ve Taberistan’ı fethi; sul tan T u ğ r u l adına Nişabur ’da para basılması.
1042
: Musul emîri K a r v a ş ’ ın müttefikleriyle birlikte Türk m enler karşısında ağır bir yenilgiye uğramaları; Karahanlı D evleti’ nin Batı ve Doğu olmak üzere iki kola ayrılması.
SELÇUKLU D E V LETLE R İ TARİHİ
529
1 0 4 2 /4 3
: Sultan T u ğ r u l ’ un Selçuklu başkentini Nişabur’dan R ey ’e nakli ve burada, adına para bastırması; bir kısım Türkmenlerin Beçni kalesine saldırmaları.
1043
: Sultan T u ğ r u l ’ un Ç a ğ r ı B e y ’ le birlikte Harezm’e yürümesi; Türkmenlerin M usul’u elegeçirmeleri.
1 0 44
: Musul emîri K a r v a ş ’ ın Türkmenleri yenilgiye uğra tıp M usul’u geri alması.
1 0 47
: Fatımî veziri E b û S a ’ d ’ ın öldürülmesi.
1 0 4 7 /4 8
: Bizans ordusunun şehzâde H a ş a n komutasındaki Sel çuklu kuvvetlerini Büyük Zap Suyu yörelerinde yenilgi ye uğratması ve şehzâde H a s a n ’ ın şehit edilmesi.
1048
: Kuzey-Kirman’ in Selçuklu hâkimiyetine girmesi.
18 Eylül 1048
: Selçuklu ordusunun Ügümi köyü yörelerinde Bizans or dusunu ağır bir yenilgiye uğratması ve başkomutan L i p a r i t ’ in tutsak alınması.
1 0 4 9 /5 0
: Selçuklu-Bizans Barış Antlaşması’nın İstanbul’da imza lanması.
1050/51
: Melik K a v u r t B e y ’ in Kirm an’a hâkim olması.
1054
: Sultan T u ğ r u 1 ’ un ilk Anadolu seferi.
1055
: M o n o m a k h o s ’ ın ölümü üzerine T h e o d o r a ’ nm Bizans tahtına geçmesi; Sultan T u ğ r u 1 ’ un Bağdat se ferine çıkması.
6 Ağustos 1055
: Sultan M e l i k ş a h ’ ın doğumu.
1 0 5 5 /5 6
: Selçuklu kuvvetlerinin Anadolu harekâtı.
1056
; M u s a İ n a n ç B e y ’ in Sistan yönetimini yeniden eli ne alması.
Ekim 1056
: Sultan T u ğ r u l ’ un B e s a s i r î ’ ye karşı savaşan K u r e y ş ’ e hil’at, at ve bayrak vermesi.
1057
: Emîr S a b u k 5un Doğu-Anadolu’ya akınlara başlaması.
1058
: Selçuklu komutanı emîr D i n a r ’ ın M alatya’yı elegeçirmesi sırasındaki savaşlarda şehit olması; şehzâde Ya k u t î ’ nin sevkettiği Selçuklu kuvvetlerinin Kars yörelerine akınlarda bulunmaları.
Kasım 1058
: X . K o n s t a n t i n o s D u k a s ’ ın Bizans tahtına geçmesi.
2 8 Aralık 1058
: A r s l a n B e s a s i r î ’ nin Bağdat ’ı işgali.
Temmuz 1059
: Selçuklu kuvvetlerinin Sivas’ı elegeçirmeleri.
530
A L İ SEVİM -ERDOĞAN M ERÇİL
2 Ağustos 1059
: Sultan T u ğ r u 1 ’ un isyan eden İ b r a h i m Y ı n a l ’ ı R ey yörelerinde, yenilgiye uğratıp tutsak alması ve yayı nın kirişiyle öldürtmesi.
15 Ocak 1060
. • A r s l a n B e s a s i r î ’ nin tutsak alınıp öldürülmesi.
Nisan/Mayıs 1061
: isyana başlayan K u t a l m ı ş ’ ın Selçuklu kuvvetleri kar şısında Girdkûh kalesine çekilmesi.
1062
: Sultan T u ğ r u l ’ ün Azerbaycan ve Erran’a gelip Ana dolu harekâtını denetlemesi; Fars bölgesinde Selçuklu hâkimiyetinin kurulması.
1063
: K a v u r t B e y ’ in hâkim olduğu bölgelerde Abbasî ha lifesi, sultan T u ğ r u 1 ve kendi adına hutbe okutması.
18 Şubat 1063
: Sultan T u ğ r u l ’ un halifenin kızıyla evlenme törenle rinin başlaması.
4 Eylül 1063
: Sultan T u ğ r u 1 ’ un R ey’de hayata gözlerini yumması.
16 Ekim 1063
: K u t a l m ı ş ’ ın R ey ’i alıp adına, sultan olarak hutbe okutması.
1 064
: Sultan A l p A r s l a n ’ m Doğu-Anadolu ve Gürcistan se ferine başlamak üzere başkent /îey ’den hareketi; şehza de M e l i k ş a h ’ ın T e r k e n H a t u n ’ la evlenmesi; M acarların B elgrat’ı işgal etmesi.
Ağustos 1064 Kasım 1064
: A n ı’ nin sultan A l p A r s l a n tarafından fethi. : Sultan A l p A r s l a n ’ ı n K u t a l m ı ş ’ a karşı kazandığı zaferden sonra vezir A m i d ü l m ü l k ’ e hil’at vermesi.
1 064
: Vezir K ü n d ü r i ’ nin öldürülmesi.
1 0 6 4 /6 5
: H a n o ğ l u H a r u n ’ un H aleb’e gelişi ve R o m a n o s D i o g e n e s ’ le başarılı savaşı.
Aralık/Ocak 1 0 6 4 /6 5
: Emîr M a h m u t ’ un H aleb’e karşı başarısız bir saldırıya geçmesi. Oğuzların Tuna’yı geçip M akedonya ve Tesely a ’ya kadar uzanan toprakları istilâ etmeleri.
Ocak/Şubat 1065
: Haleb emîri A t i y y e ’ nin Haleb’dekı H a r u n ’ un Oğuz larına bir baskın yapması.
2 0 Mayıs 1065
: Emîr M a h m u t ve H a r u n ’ un A t i y y e ’ yi Mercüdabık yörelerinde yenilgiye uğratmaları.
Ağustos 1065
: Emîr M a h m u t ’ un H aleb’e hâkim olması.
Eylül 1065
: Emîr M a h m u t ’ un H a r u n ’ a M aarretünnuman’ı ıkta etmesi.
1 0 6 5 /6 6
: Sultan A l p A r s l a n ’ ın Mangışlak seferi; H o r a s a n S â l â r ı ’ mn başarısız Urfa kuşatması.
SELÇUKLU D E V L ET L E R İ T A RİH İ
531
1066
: Sultan A l p A r s l a n ’ m oğulları M e l i k ş a h ’ a İsfa han, A r s l a n A r g u n ’ a Hârezm, 1 1y a s ’ a Toharistan, A y a z ’ a Belh, A r s l a n ş a h ’ a Merv v e T o g a n ş a h ’ a Herat yönetimlerini verip melik olarak ataması.
Kasım/Aralık 1066
: Fatımî halifesi M u s t a n s ı r ’ ın emîr M a h m u t ’ a H a r u n ve Oğuzlarının H aleb’den uzaklaştırılmasını” bil dirmesi.
Mayıs 1067
X . K o s t a n t i n o s D u k a s ’ m ölümü.
Haziran/Iemmuz 1067
Sultan A l p A r s l a n ’ ın Kirm an’a yürümesi.
Ağustos 1067
A f ş i n ’ in Güney-Doğu A nadolu’daki akmları.
1 0 6 7 /6 8
H a n o ğ l u H a r u n ’ un R o m a n o s D i o g e n e s ’ e karşı başarılı savaşları; sultan A l p A r s l a n ’ m ikinci Gürcistan seferi.
1 068
: Mekke şerifi M u h a m m e d b i n E b û H a ş i m ’ in Ab basî halifesi ve Selçuklu sultanı adına hutbe okutmaya başlaması.
Ocak 1068
R o m a n o s D i o g e n e s ’ in Bizans imparatoru olması.
Mart 1068
R o m a n o s D i o g e n e s ’ in Suriye seferi.
Nisan 1068
A f ş i n ’ in sultan A l p A r s l a n ’ ın kendisini affeden mektubunu alması üzerine, huzuruna gitmek için Antak ya yörelerinden ayrılması.
1 Temmuz 1068
: H a r u n ve Haleb kuvvetlerinin Artah’ı fethetmeleri.
1 0 6 8 /6 9
: R o m a n o s D i o g e n e s ’ in Artah ve Imm kalelerini işgali.
Nisan 1069
: Emîr S a v t e k i n ’ in Gürcistan seferi.
Mayıs/Haziran 1069
: Fa z 1û y e ’ nin N i z a m ü l m ü l k tarafından tutsak alınması.
Ekim 1069
: K a v u r t isyanı sebebiyle Kirm an’a giden sultan A l p A r s l a n ’ m İsfahan’a dönmesi.
1069 (Sonlan)
: Emîr S u n d u k ’ un Kuzey-Suriye’ ye akınlarda bu lunması.
1 0 70 (Ortalan)
: Sultan A l p A r s l a n ’ ın Mısır seferi dolayısıyla KuzeySuriye’ye gelişi.
Temmuz 1070 1070/71
Mirdasoğulları B eyliği’ nin Selçuklulara tâbi olması:
: H a r u n ’ un ölümünden sonra kendisine bağlı Türkmenlerin Akkâ Fatımî valisi B e d r ü l c e m a l i ’ ye katıl maları.
532
A L İ SEVİM -ERDOĞAN M ERÇİL
1071
: Batı-Karahanlı Devleti ’nin Büyük Selçuklu İmparator luğu’na tâbi olması; K u r l u B e y ’ in Akkâ kuşatması sırasında ölümü.
M an 1071
: Sultan A l p A r s l a n ’ ın Urfa kuşatması.
Nisan 1071
: Sultan A l p A r s l a n ’ m Haleb kuşatması.
2 6 Ağustos 1071
: Malazgirt Meydan Savaşı.
1071 (Sonlan)
: Kudüs’ün A t s ı z B e y tarafından fethi.
1072
: R o m a n o s D i o g e n e s ’ in Ç ukurova ’da oğulluğu A n d r o n i k o s D u k a s karşısında yenilgiye uğrama sı ve teslim olması.
Ağustos 1072
: R o m a n o s D i o g e n e s ’ in K m a lıa d a ’da ölümü.
2 0 Kasım 1072
: Sultan A l p A r s l a n ’ m Harezmli Y u s u f tarafından yaralanması.
2 4 Kasım 1072
: Sultan A l p A r s l a n ’ m ölümü.
2 9 Kasım 1072
: M e l i k ş a h ’ ın Büyük Selçuklu Devleti sultanı ilân edilmesi.
15 Aralık 1072
: Karahanlı Ş e m s ü l m ü l k I . N a s r ’ ın Tirm iz’i işgal etmesi.
1073
: Halife K a a i m B i e m r i l l a h ’ ın ölümü; Fatımî vezi ri N a s ı r ü d d e v l e ’ nin İ l d e n i z tarafından öldü rülmesi.
13 Ocak 1073
: Şehzâde A y a z ’ m Belh’ i Karahanlı işgalinden kur tarması.
2 0 Ocak 1073
: Halife K a a i m B i e m r i l l a h ’ m sultan A l p A r s 1a n ’ m ölümü dolayısıyla bir hafta süreyle yas ilân etmesi.
15 Nisan 1073
: Sultan M e l i k ş a h ’ ın K a v u r t B e y ’ Ie Hemedan yö resinde savaşı.
Nisan/Mayıs 1073
: K a v u r t B e y ’ in yayının kirişiyle boğdurularak öldü rülmesi.
Ekim 1073
: G e v h e r a y i n ’ in sultan M e l i k ş a h ’ ın saltanatının onaylanması amacıyla B ağdat’a gelmesi.
1 0 7 3 /7 4
: I I I . F a z 1 ’ m Şeddadoğulları emirliğini elegeçirmesi; şehzâde A y a z ’ ın ölümü.
1 074
: Sultan M e l i k ş a h ’ ın Ş e m s ü l m ü l k I . N a s r ’ la barış yaptıktan sonra Horasan’a dönmesi.
SELÇUKLU DEVLETLE R İ TARİH İ
533
Eylül/Ekim 1074
: S u l t a n ş a h ’ ın Kirman tahtına geçmesi.
Ekim/Kasım 1074
: Ş ö k l ü B e y ’ in A k k â ’yı Fatımîlerden alması.
Nisan/Mayıs 1075
: Emîr A t s ı z ’ m Ş ö k l ü ve müttefiklerini Taberiye’de ke sin bir yenilgiye uğratması; S ü l e y m a n ş a h ’ ın İznik’’i fethedip Türkiye Selçuklu Devletini kurması; emîr S a v t e k i n ’ in Kafkas seferi (1075).
Mart/Nisan 1076
: Emîr A t s ı z ’ ın D ım aşk’ı üçüncü kez kuşatması.
Nisan/Mayıs 1076
: Haleb emîri N a s r ’ ın A h m e t ş a h ’ ı Haleb kalesine hapsetmesi.
Mayıs 1076
: Emîr N a s r ’ ın bir Türkmen tarafından öldürülmesi.
Haziran/Temmuz 1076
: Emîr A t s ı z ’ ın Dım aşk’ı fethetmesi.
Temmuz 1076
: A h m e t ş a h ’ ı n D e m l e ç o ğ l u M e h m e t ’ in tutsak lığından kurtarılması; Haleb emîri S â b ı k ’ ın, rakibi Ve s s a b ’ a karşı harekete geçmesi.
1 0 76 (Sonu)
: Emîr A t s ı z ’ ın Mısır seferi.
1077
: G ü m ü ş t e k i n C a n d a r ’ ın Urfa yörelerinde Bizans kuvvetlerini yenilgiye uğratm ası; N i k e p h o r o s B r y e n n i o s ’ un Edirne’de isyanı.
Ocak 1077
: Emîr A t s ı z ’ ın Kahire yakınlarına dek ilerleyip bura da karargâh kurması.
7 Şubat 1077
: Emîr A t s ı z ’ m başarısız Mısır seferinden sonra Dım aşk’a dönmesi.
1 0 7 7 /7 8
: Fatımîlerin D ım aşk’a başarısız bir kuşatma harekâtına girişmeleri; sultan M e l i k ş a h ’ m T u t u ş ’ u Suriye ve Filistin Selçuklu M elikliği’ ne ataması.
1078
: N i k e p h o r o s B o t a n i a t e s ’ in Bizans imparatoru olması.
1 0 7 8 /7 9
: Sultan M e l i k ş a h ’ ın Gürcistan seferi; T u t u ş ’ un Ha leb’i kuşatması.
1079
: T u t u ş ’ un A t s ı z ’ ı öldürtüp Suriye ve Filistin Selçuk lu M elikliğine hâkim olması; H a ş a n S a b b a h ’ ın Mı s ır’a gitmesi.
Ekim 1079
: Fatımîlerin Filistin’i istilâ ve Dım aşk’ı ikinci kez kuşat maları.
1 0 7 9 /8 0
: M ekke ve M edine’de Abbasî Halifesi ve Selçuklu Sultanı adına hutbe okunması.
534
A L İ SEVİM-ERDOĞAN M ERÇİL
1080
: Gürcistan'da Selçuklu egemenliğinin tam anlamıyla sağ lanması.
Ocak 1 080
: Sultan M e l i k ş a h ’ ın avlanmak amacıyla Huzistan’a gitmesi.
Ekim 1080
: M ü s 1i m ’ in Haleb'e hâkim olması ve Mirdasoğulları Emîrliğin’ın sona ermesi.
1081
: A l e k s i o s K o m n e n o s ’ un Bizans imparatoru olma sı, S ü 1e y m a n ş a h ile Dragos Suyu Antlaşması imza laması.
Ocak 1081
: Sultan M e l i k ş a h ’ ın 7 bin Ermeniyi ordudan çı karması.
1081/82
: Te k i ş ’ in ilk isyanı; halife M u k t e d i ’ nin sultan M e 1i k ş a h ’ ın kızıyla evlenme isteğini sultana bildirmesi.
21 Ocak 1082
: M u h a m m e d T a p a r ’ m doğumu.
21 Mayıs 1082
: Sultan M e l i k ş a h ’ m oğlu D a v u t ’ un ölümü.
Haziran 1082
: M ü s 1i m ’ in Efsûna kalesini işgali.
Kasım/Aralık 1082
: N i z a m ü l m ü l k ’ ün oğlu C e m a l ü l m ü l k ’ ün zehir lenmek suretiyle öldürülmesi.
1 0 8 2 /8 3
: S ü l e y m a n ş a h ’ m Güney-Anadolu seferine çıkarak Tarsus, Adana, Misis, Anazarba ve yörelerini fethi.
1083
: C ü h e y r ailesinin B ağdat’tan İsfahan’a gitmeleri.
Haziran 1083
: F a h r ü d d e v l e b i n C ü h e y r ’ in Diyarbakır ve çev resi Selçuklu valiliğine atanması; Musul emîri M ü s l i m ’ in D ım aşk’ ı kuşatması.
1084
: Sultan M e l i k ş a h ’ ın Musul, Cezire ve Haleb bölgesi ni A m i d ü d d e v l e ’ ye ıkta etmesi.
Şubat/Mart 1084
: N i z a m ü l m ü l k ’ ün oğlu M ü e y y i d ü l m ü l k ’ ün Tuğra Divanı Başkanlığı ’na atanması.
Kasım 1 084
: Sultan M e l i k ş a h ’ m Musul ve çevresinin yönetimini yeniden Ş e r e f ü d d e v l e M ü s l i m ’ e vermesi.
12 Aralık 1084
: S ü l e y m a n ş a h ’ ın Antakya’yı fethi.
17 Aralık 1084
: S ü l e y m a n ş a h ’ m Antakya’da sultan M e l i k ş a h adı na hutbe okutması.
1 0 8 4 /8 5
: Te k i ş ’in ikinci kez isyan etmesi.
1085 (Başları)
: A r t u k B e y ’ in T u t u ş ’ un hizmetine girmesi; emîr K a r a t e k i n ’ in Sinop’ u fethi.
SELÇUKLU DEVLETLE R İ TARİH İ
535
1085
: T u t u ş ’ un A r t u k B e y ve Musul emîri M ü s l i m ’ le bir ittifak yapması.
Ocak 1085
: Melik S u l t a n ş a h ’ ın ölümü, T u r a n ş a h ’ ın Kirman Selçuklu Meliki olması.
12 Ocak 1085 2 0 Haziran 1085
: S ü l e y m a n ş a h ’ m Antakya kalesini fethi. : S ü l e y m a n ş a h ’ ın Kurzâhil savaşında M ü s l i m ’ i ye nilgiye uğratması ve M ü s 1i m ’ in ölümü.
Haziran/Temmuz 1 0 8 5
: S ü l e y m a n ş a h ’ ın H aleb’i kuşatması.
3 0 Ağustos 1085
: M eyyafârikin (Silvan)’m Selçuklu kuvvetlerine teslimi.
Eylül 1085
: D iyarbakır ve çevresi yönetiminin Büyük Selçuklu D ev leti ’ne bağlanması ve M ervanoğulları Emirliği ’nin sona erdirilmesi.
Nisan/Mayıs 1086
: S ü l e y m a n ş a h ’ m H aleb’i ikinci kez kuşatması.
4 Haziran 1086
: S ü l e y m a n ş a h ’ ın T u t u ş ’ la yaptığı savaşı kaybedip intihar etmesi.
Eylül/Ekim 1086
Sultan M e l i k ş a h ’ ın Kuzey-Suriye seferine başlaması.
6 Kasım 1086
Sultan S e n c e r ’ in doğumu.
3 Aralık 1086
H aleb’in sultan M e l i k ş a h ’ a teslim edilmesi.
1 086 (Sonları)
Sultan M e l i k ş a h ’ ın Antakya’ ya gelip şehir valiliğine Y a ğ ı s ı y a n ’ ı, yönetim işlerinde de emîr H a s a n ’ ı ataması.
1 0 8 6 /8 7
: Emîr P o r s u k ’ un Bizans ’ın müdahalesi üzerine kuşat tığı İznik’ten çekilmesi; sultan M e l i k ş a h ’ ın T u r a n ş a h ’ m Fars hâkimiyetini onaylaması.
1 0 87 (Başlan)
: Sultan M e l i k ş a h ’ m A k s u n g u r ’ u Haleb şıhneliğine, N u h e t - T ü r k î ’ yi de kale kumandanlığına ataması.
Ocak 1087
: Emîr B e d r e t t i n E b u l a b b a s ’ ın emîr H a r b ’ i öl dürmesi.
12 Mart 1 087
Sultan M e l i k ş a h ’ m Bağdat’a girmesi.
Mart/Nisan 1087
Emîr B o z a n ’ m Urfa’yı fethi.
8 Mayıs 1087
Halife M u k t e d i ’ nin sultan M e l i k ş a h ’ ın kızıyla ev lenmesi dolayısıyla B ağdat’ta görkemli bir düğün ya pılması.
Temmuz 1087
: T u t u ş ’ un Fatımî yönetimindeki Sayda ve Beyrut’u fet hetmesi.
3 Mart 1088
: Emîr Ta h i r ’ in öldürülmesi.
536
A L İ SEVİM -ERDOĞAN M ERÇİL
Ekim 1088
: B e d r e t t i n E b u l a b b a s ile Nih kalesi hâkimi emîr M e ’ m u n arasında bir barış imzalanması.
1 0 8 8 /8 9
: Sultan M e l i k ş a h ’ ın oğlu A h m e t ’ in M erv kentinde ölümü; sultan M e l i k ş a h ’ ın ilk Maveraünnehr seferi.
1089
: Doğu-Karahanlı D evleti’nin Büyük Selçuklu Imparatorluğu’na tâbi olması; Fatımîlerin Filistin ve Suriye’yi ge ri alma girişimleri.
Temmuz/Ağustos 1089
: Emîr B e d r e t t i n E b u l a b b a s ’ ın Sistan emirliğine atanması hususunda sultan M e l i k ş a h ’ tan bir ferman alması.
Ekim/Kasım 1089
: Emîr A k s u n g u r ’ un Berzûye kalesini Ermenilerden alması.
1090
: Fatımî istilâsı nedeniyle sultan M e l i k ş a h ’ m Kuzey-Suriye Selçuklu valilerine “ T u t u ş ’ un hizmetine girmelerini” emretmesi; H a ş a n S a b b a h ’ m Alamut kalesine girmesi; sultan M e l i k ş a h ’ m Doğu-Karahanlı Devleti’ne son ver mesi; sultan M e l i k ş a h ’ m Ermeni Katolikosluğu ’nun tek bir makamda temsil edilmesi hususunda bir ferman çı karması.
1090 (Sonlan)
: Sultan M e l i k ş a h ’ m ikinci Maveraünnehr seferi.
1091
: Emîr Y o r u n t a ş ’ m ölümü.
2 6 Şubat 1091
: E b û M a n s u r ile B a h a ü d d e v l e H a l e f arasında yapılan savaştan sonra bir barış im za la m ası.
29 Nisan 1091
: A l e k s i o s K o m n e n o s ’ un Peçenekleri ağır bir yenil giye uğratması.
Ağustos 1091
: T u t u ş ’ un Humus, Irka ve Efâmiye kalesini Şeyzer emîri N a s r ’ a vermesi.
5 Kasım 1091
: Sultan M e l i k ş a h ’ m Bağdat’ı ikinci ziyareti.
Aralık 1091
: E b û M a n s u r ’ un B a h a ü d d e v l e H a l e f tarafın dan öldürülmesi.
Ocak 1092
: A m î d ü d d e v l e b i n F a h r u d d e v l e ’ nin hilafet ve zirliğine atanması.
Şubat/Mart 1092
: Sultan M e l i k ş a h ’ m emriyle Bağdat’ta Sultan Camii’nin yapımına başlanması.
25 Nisan 1092
: Sultan M e l i k ş a h ’ m Bağdat’tan İsfahan’a dönüşü.
Temmuz 1092
: Emîr A r s l a n t a ş ’ ın Alamut’u kuşatması.
SELÇUKLU D E V LETLE R İ TARİHİ
Ekim 1092
537
: Rudbâr halkından bir gurubun Selçuklu ordusuna baskın yapmaları.
14 Ekim 1092
N i z a m ü l m ü l k ’ ün bir Batınî tarafından öldürülmesi.
2 8 Ekim 1092
Sultan M e l i k ş a h ’ ın üçüncü Bağdat ziyareti.
18 Kasım 1092
Sultan M e l i k ş a h ’ ın ölümü.
25 Kasım 1092
T e r k e n H a t u n ’ un oğlu M a h m u t adına Bağdat’ta sultan olarak hutbe okutması.
1093
: T u t u ş ’ un T u ğ t e k i n ’ i Silvan valiliğine ve oğlu D u k a k ’ m atabeyligine ataması; sultan B e r k y a r u k ’ un Jsfahan’ı kuşatması.
Şubat 1093
: T u t u ş ’ un Rahbe’yi aldıktan sonra burada adına sultan olarak hutbe okutması; İ s m a i l b i n Y a k u t î ’ nin B e r k y a r u k ’ a yenilerek İsfahan’a, çekilmesi.
Mart 1093
: Tu tu ş ’ un Nusaybin’i elegeçirmesi ve yönetimini M u h a m m e d b i n M ü s l i m ’ e vermesi.
Nisan 1093
: Tu t u ş ’ un Musul’u elegeçirmesi ve Meyyâfarikin’e hâkim olması.
2 Nisan 1093
: Mudayya Savaşı.
Ağustos/Eylül 1093
: İ s m a i l b i n Y a k u t î ’ nin öldürülmesi.
Ekim/Kasım 1093
: A k s u n g u r ’ un Haleb’e , B o z a n ’ m da Urfa’ya sultan B e r k y a r u k ’ un valisi olarak dönmeleri.
Kasım/Aralık 1093
: T u t u ş ’ un saltanat mücadelesinin ilk evresinde başa rılı olamayarak D ım aşk’a dönmesi.
3 0 Ocak 1094
: Sultan B e r k y a r u k adına Bağdat’da hutbe okunması.
Mart/Nisan 1094
: Te k i ş ve oğlunun sultan B e r k y a r u k ’ un emriyle öl dürülmesi; T u t u ş ’ un saltanat mücadelesinin ikinci ev resine başlamak üzere D ım aşk’tan hareketi.
2 7 Mayıs 1094
: T u t u ş ve A k s u n g u r arasında yapılan Seb’în savaşı, tutsak alman A k s u n g u r ’ un öldürülmesi; T u t u ş ’ un H aleb’e hâkim olması.
Haziran/Temmuz 1094 : Kirman Selçuklu meliki T u r a n ş a h ’ ın emîr U n e r ’ i yenilgiye uğratması. Eylül/Ekim 1094 Ekim/Kasım 1094
: T e r k e n H a t u n ’ un ölümü. : Şehzade M a h m u t ’ un ölümü.
1 0 94 (Sonları)
: T u t u ş ’ un A b a k o ğ l u Y u s u f ’ u Bağdat Şıhneliği’ne atayıp göndermesi.
Şubat 1095
: T u t u ş ’ un Cerbâzakân ve Rey kentlerini elegeçirmesi.
538
A L İ SEVİM-ERDOĞAN M ERÇİL
2 6 Şubat 1095
: R ey savaşı ve T u t u ş ’ un öldürülmesi.
1095
: A r s l a n A r g u n ’ un B ö r i b a s ’ ı boğdurtmak sure tiyle öldürtmesi; F a h r ü l m ü i k ’ ün Selçuklu vezirli ğine atanması; melik R ı d v a n ’ ın Urfa’yı elegeçirmesi.
Nisan/Mayıs 1095
: Haleb Selçuklu meliki R ı d v a n ’ ın C e n a h ü d d e v 1e H ü s e y i n ’ i vezirliğe ataması.
Eylül 1095
: T u ğ t e k i n ’ in Suriye’ye gelip D ım aşk’ta D u k a k ’ ın hizmetine girmesi; sultan B e r k y a r u k ’ a suikast gi rişimi.
18-28 Kasım 1095
: Clermont Konsili.
1096
; Melik R ı d v a n ’ m D ım aşk’a yürümesi.
Ağustos 1096
: İlk Haçlı kafilesinin Bizanslılar tarafından İstanbul’dan Anadolu yakasına geçirilmeleri.
Eylül 1096
: İlk başı-bozuk Haçlı ordusunun Türkiye Selçuklu kuv vetleri tarafından yok edilmeleri.
Ekim/Kasım 1096
: G ü r b o ğ a ’ nin M usul’u teslim alması.
1096 (Sonları)
: C e n ah ü d d e v l e H ü s e y i n ’ in Maarretünnûman ve kalesini elegeçirmesi.
1097
: Sultan B e r k y a r u k ’ un S e n c e r ’ i Horasan meliki ataması; Fatımîlerin Suriye ve Filistin’i istilâ girişimle ri; melik R ı d v a n ’ ın Fatımîler adına şii hutbesi okut ması; hutbeyi yeniden Abbasî Halifesi ve Selçuklu Sultanı adına değiştirmesi (Eylül); E m î r i E m î r a n M u h a m m e d b i n S ü l e y ma n ’ ın tutsak alınıp gözleri ne mil çekilmesi; emîr E k i n c i ’ nin öldürülmesi; Rağdat-Karahanlı hükümdarı S ü l e y m a n b i n D a v u t ’ un ölümü.
Ocak 1097
: Düzenli Haçlı ordusu komutanlarının İstanbul’da Bizans imparatoru A l e k s i o s K o m n e n o s ’ a Bağlılık Antı içmeleri.
22 Mart 1097
: R ı d v a n ’ ı n D u k a k ’ ı Km nesrin yörelerinde yenilgi ye uğratması.
Mayıs 1 0 97
: Haçlıların Türkiye Selçuklu başkenti İznik’i kuşatmaları.
19 Haziran 1097
: İznik’ in H açlılar tarafından işgali ve şehrin Bizans kuv vetlerine teslim edilmesi.
Temmuz 1097
: Türkiye Selçuklu kuvvetlerinin Eskişehir ovasında H aç lılar karşısında giriştikleri savaşta başarılı olamayıp ge ri çekilmeleri.
SELÇUKLU D E V L E T L E R t TARİH İ
539
Ağustos/Eylül 1097
: Emîr P o r s u k ’ un Batm îler tarafından öldürülmesi.
Ekim 1097
: Haçlı kuvvetlerinin Antakya önlerine gelmesi.
Ekim/Kasım 1097
: Melik T u r a n ş a h ’ ın ölümü.
5 Kasım 1097
: I r a n ş a h ’ ın Kirman tahtına geçmesi.
1 0 98 (Ortaları)
: Melik R ı d v a n ’ ın isyan girişiminde bulunan Haleb Re isi B e r e k â t ’ ı ve yandaşlarını öldürtmesi.
10 Mart 1098 14 Haziran 1098
: Urfa Haçlı Kontluğu’ nun kurulması. : Antakya’da Aziz Petrus Katedrali’ nde Hz. İ s a ’ nin böğ rünü delen mızrağının güya H açlılar tarafından bu lunması.
2 7 Haziran 1098
: Haçlıların P i e r r e 1 ’ H e r m i t e başkanlığında Selçuk lu ordusu başkomutanı G ü r b o ğ a ’ ya bir elçi heyeti göndermeleri.
3 0 Haziran 1098
: H açlıların A ntakya’yı işgal ile burada bir Haçlı Prens liği kurmaları.
Ağustos 1 098
: Fatımîlerin Kudüs’ü elegeçirmeleri.
Eylül 1098
: A zaz’da melik R ı d v a n ’ a karşı isyan çıkması.
Kasım 1098
: Haçlıların B âre’ yi elegeçirmeleri.
1 0 9 8 /9 9
: Melik İ r a n ş a h ’ m emîr Ü n e r ’ i yenilgiye uğratması.
1 0 99
: Emîr t) n e r ’ in öldürülmesi.
3 Haziran 1099
: Haçlıların R em le’yi işgali.
15 Temmuz 1099
: H açlıların Kudüs’ü işgali ve burada Haçlı K rallığı ’nı kurmaları.
4 Kasım 1099
: Bağdat’ta M u h a m m e d T a p a r adına hutbe oku tulması.
1100
: Danişmendli G ü m ü ş t e k i n A h m e t G a z i ’ nin An takya prensi B o h e m u n d ’ u tutsak alması; Ş a h i n ş a h ’ m Türkiye Selçuklu Devleti sultanı olması.
15 Mayıs 1100
: B e r k y a r u k - M u h a m m e d T a p a r arasında ilk sa vaş (Save savaşı).
25 Mayıs 1100
: B ağdat’ta M u h a m m e d T a p a r adına yeniden hut be okunması.
Temmuz /Ağustos
1100
: Halifelik veziri A m î d ü l m ü l k ’ ün azli ve ölümü.
Kasım 1100
: Urfa kontu B a u d o u i n ’ in Kudüs krallık tahtına oturması.
540
A L İ SEVİM -ERDOĞAN MERÇİL
1100/01
: Emîr Ç a v l ı S a k a v e ’ nin Huzistan ve Fars sınır böl gelerini Batınîlerden temizlemesi.
1101
: D anişm endli G ü m ü ş t e k i n A h m e t G a z i ’ nin Haçlıları Malatya yörelerinde yenilgiye uğratması; I . K ı l ı ç A r s l a n ’ m Haçlıları Ereğli yörelerinde ağır bir yenilgiye uğratması; R a y m o n d ’ u n T a n c r e d ’ in hapsinden kurtarılması.
5 Nisan 1101
: Sultan B e r k y a r u k ve M u h a m m e d T a p a r ara sındaki ikinci savaş.
Temmuz 1101
: R ı d v a n ’ ın H açlılar karşısında K ellâ ’da yenilgiye uğ raması.
13 Eylül 1101
: Sultan B e r k y a r u k ’ un B ağdat’a gitmesi.
Ekim 1101
: İ r a n ş a h ’ ın öldürülmesi.
2 3 Ekim 1101
: B e r k y a r u k ’ u üçüncü karşılaşmada yenilgiye uğra tan M u h a m m e d T a p a r ’ ın B ağdat’a gelmesi.
16 Kasım 1101
: A r s l a n ş a h ’ m Kirman M eliklik tahtına oturması.
2 7 Aralık 1101
: Sultan B e r k y a r u k - M u h a m m e d T a p a r barış antlaşması.
Şubat/Mart 1102
: Sultan B e r k y a r u k ’ un giriştiği dördüncü savaşta M ü h a m m e d T a p a r ’ ı yenilgiye uğratması.
Nisan 1102
: D u k a k ’ ın R a h be’yi elegeçirmesi.
2 2 Mayıs 1102
: Sultan S e n c e r ’ in K a d i r H a n ’ ı öldürtmesi.
Eylül 1102
: Sultan B e r k y a r u k ’ un M u h a m m e d T a p a r ’ ılsfa h a n ’da kuşatması; Musul emîri G ü r b o ğ a ’ nm ölümü.
3 Ekim 1102
: Sultan B e r k y a r u k ’ un İsfahan kuşatmasından ay rılması.
Aralık 1102
: Rahbe emîri K a y m a z ’ ın ölümü.
2 7 Aralık 1102
: Bağdat Ş ıhneliği ’ne atanan G ü m ü ş t e k i n K a y s e r î ’ nin B ağdat’a gelmesi.
1103
: Karahanlı şehzâdesi H a ş a n b. A l i ’ nin Karahanlı hükümdarı I I . M u h a m m e d H a n ’ la mücadeleye gi rişmesi.
Ocak 1103
: Emîr M e v d u d ’ un ölümü.
23 Ocak 1103
: Şıhne G ü m ü ş t e k i n K a y s e r i ’ nin Bağdat’tan ay rılmak zorunda kalması.
17 Şubat 1103
: Sultan B e r k y a r u k ve M u h a m m e d T a p a r ara sında beşinci savaş.
SELÇUKLU D E V LETLE R İ TARİH İ
541
Mayıs 1103
: C e n a h ü d d e v l e H ü s e y i n ’ in Batm îler tarafından Humus’ ta öldürülmesi.
1103 (Sonlan)
: Melik R ı d v a n - T a n c r e d Barış Antlaşması’nin im zalanması.
1104
: Melik R ı d v a n ’ ın Bâlis, Fâya ve Selemiye kalelerini Haçlılardan geri alması.
Ocak 1104
: Sultan B e r k y a r u k - M u h a m m e d T a p a r Barış Antlaşması’nm imzalanması.
Haziran 1104
: Melik D u k a k ’ ın ölümü.
Temmuz/Ağustos 1104
: Halifenin sultan B e r k y a r u k ’ a hil’at ve saltanat men şuru göndermesi.
Eylül 1104
: E r t a ş ’ ın Dımaşk Selçuklu meliki olması.
Ekim 1104
: Melik E r t a ş ’ ın D ım aşk’tan ayrılması.
22 Aralık 1104
: Sultan B e r k y a r u k ’ un ölümü.
1105
: Toulouse kontu R a y m o n d ’ un ölümü.
10 Şubat 1105
: Sultan M u h a m m e d T a p a r ’ ın B ağdat’a gelişi.
2 Mart 1105
: Emîr A y a z ’ ın öldürülmesi.
Eylül 1105
: Sultan I . K ı l ı ç A r s l a n ’ ın M alatya’yı elegeçirmeşi.
1105/06
: Kadı E b û A l i S a i d ’ in öldürülmesi.
10 Şubat 1106
: Emîr S a d a k a ’ nin H ille’ ye dönüşü.
Eylül 1106
: Haçlıların Efâmiye kalesini elegeçirmeleri.
11 Eylül 1106
: F a h r ü l m ü l k b i n N i z a m ü l m ü l k ’ ün Batm îler tarafından öldürülmesi.
1106/07
: Emîr Ç ö k ü r m ü ş ’ ün ölümü.
22 Mart 1107
: Sultan I . K ı l ı ç A r s l a n ’ ın M usul’a hâkim olması.
2
Nisan 1107
: Sultan M u h a m m e d T a p a r ’ m Batm îlerle mücade le için harekete geçmesi.
19 Mayıs 1107
: Emîr Ç a v l ı ’ nin Rahbe’ye hâkim olması.
Mayıs/Haziran 1107
: Sultan M u h a m m e d T a p a r ’ in vezir S â d ü 1 m ü l k ve onun ilerigelen yandaşlarını öldürtmesi.
13 Haziran 1107
: Ç a v 1 1 ve müttefiklerinin sultan I . K ı l ı ç A r s l a n ’ ı yenilgiye uğratmaları; I . K ı l ı ç A r s l a n ’ ın Habur su yunda boğulmak suretiyle ölümü.
8 Aralık 1107
: Sultan M u h a m m e d T a p a r ’ ın Bağdat’a gelmesi.
542
A L İ SEVİM -ERDOĞAN M ERÇİL
1107/08
: Melik R ı d v a n ’ m Batınîlerin büyük bir bölümünü Ha leb’den çıkartıp olumsuz faaliyetlerine son vermesi.
Ocak 1108
: Sultan M u h a m m e d T a p a r ’ ın Vâsıt’ı A k s u n g u r P o r s u k î ’ ye ıkta etmesi.
20 Mayıs 1108
: Sultan M u h a m m e d T a p a r ’ ın Bağdat’tan ayrılması.
Eylül 1108
: Emîr Ç a v l ı ’ nin Bâlis kent ve kalesini elegeçirmesi.
Eylül/Ekim 1108
: Batınîlerin Isfahan kadısı U b e y d u l l a h b i n A l i ’ yi öldürmeleri; emîr M e v d u d ’ un Musul ve çevresi yö netimini eline alması.
Ekim/Kasım 1108
: Ç a v l ı - B a u d o i n i l e R ı d v a n - T a n k r e d kuvvetle rinin savaşı,
Kasım 1108
: Ç a v l ı ’ nin Haçlılarla Telbâşir savaşı.
1108/09
: M u h a m m e d T a p a r ’ ın emîr Ç a v 11 ’ yı Fars valili ğine .ataması.
4 Mayıs 1109
: Batınîlerin Nişabur kadısı S a î d b i n M u h a m m e d ’ i öldürmeleri.
1109/10
: Sultan M u h a m m e d T a p a r ’ ın Musul emîri M e v d u d ve Ahlatşahlar emîri S ö k m e n e l - K u t b î ’ yi H açlılara karşı bir seferle görevlendirmesi; S a g u n B e y ’ in isyanı; emîr H a s a n ’ ın H açlılarla yap tığı savaşta şehit olması.
1110
: Sultan M u h a m m e d T a p a r ’ ın Gürcü ilerlemesini durdurması.
Mayıs 1110
: Selçuklu ordusunun Haçlılara karşı seferi.
Ağustos 1110
: Selçuklu ordusunun Urfa kuşatmasını bırakıp Harran’a çekilmesi.
1110/11
: Sultan M u h a m m e d T a p a r ’ ın vezir Z i y a ü 1m ü l k ’ ü azli ve yerine H a t î r M u h a m m e d b i n e l - H ü s e y i n ’ i ataması; Haçlıların Esârib kalesini işgali.
1111
: Selçuklu ordusunun Haçlılara karşı seferi.
24 Şubat 1111
: Suriyelilerin Haçlı baskısı dolayısıyla şikâyet için geldik leri B ağdat’ta Halife Cam ii’nde olay çıkarmaları.
28 Temmuz 1111
: Selçuklu ordusunun Telbâşir’ i kuşatması.
15 Eylül 1111
: Emîr M e v d u d ve T u ğ t e k i n ’ in Şeyzer ’in doğusun da karargâh kurmaları.
1112 (Başları)
: Melik R ı d v a n - T u ğ t e k i n ittifakı.
SELÇUKLU D E V LETLE R İ TARİH İ
543
Haziran 1112
: Emîr M e v d u d ’ un Urfa kuşatmasından sonra Musul’a dönmesi.
Mayıs 1113
: Emîr M e v d u d ’ un T u ğ t e k i n ’ in çağrısı üzerine kuv vetleriyle Suriye’ye gelmesi.
Haziran 1113
: Emîr M e v d u d ’ un T u ğ t e k i n ’ le birlikte Taberiye’de H açlıları yenilgiye uğratmaları.
28 Haziran 1113
: Selçuklu ordusunun kral B a u d o u i n ’ le savaşı.
Ağustos 1113
: Melik R ı d v a n - T u ğ t e k i n ittifakının bozulması.
5 Eylül 1113
: Emîr M e v d u d ve T u ğ t e k i n ’ in Dım aşk’a gelmeleri.
10 Ekim 1113
: Emîr M e v d u d ’ un D ım aşk’ta camide Batm îler tara fından öldürülmesi.
10 Aralık 1113
: Melik R ı d v a n ’ ın ölümü ve oğlu T a c ü d d e v l e A l p A r s l a n ’ ın Haleb Selçuklu Devleti meliki olması.
1114
: Sultan M u h a m m e d T a p a r ’ ın A k s u n g u r P o r s u k î ’ yi Musul valiliğine ataması.
Şubat 1114
: T u ğ t e k i n ’ in melik T a c ü d d e v l e A l p A r s l a n adına D ım aşk’ta hutbe okutması.
Mart 1114
: T u ğ t e k i n ’ in H aleb’e gelmesi.
Eylül 1114
: Haleb Selçuklu Devleti meliki A l p A r s l a n ’ ın öldü rülmesi; S u l t a n ş a h ’ m Haleb Selçuklu Devleti meli ki olması.
2 9 Kasım 1114
: Kuzey-Suriye’de büyük bir deprem olması.
Ocak 1115
: K ı r h a n b i n K a r a c a ’ nin 11g a z i ’ yi tutsak alması.
Mayıs/Haziran 1115
: Emîr P o r s u k komutasındaki büyük bir Selçuklu or dusunun Haçlılarla savaş için Suriye’ye hareketi.
14 Eylül 1115
: R o g e r ’ in Selçuklu ordugâhına saldırması.
1116
: Sultan Ş a h i n ş a h ’ m tahttan indirilmesi: L ü l ü ’ nün öldürülmesi; emîr Ç a v l ı ’ nin ölümü (Tahmini).
9 Nisan 1116
: T u ğ t e k i n ’ in sultan M u h a m m e d T a p a r ’ dan Haçlılara karşı yardım istemek amacıyla Bağdat’a gitmesi.
1117
: B e h r a m ş a h ’ ın Gazneli tahtına oturması.
25 Şubat 1117
: Melik S e n c e r ’ in Gazne’ ye girmesi.
Mayıs 1117
: A k s u n g u r P o r s u k î ’ in “ H a le b ’in teslimini” istemesi.
kendisine
544
A L İ SEVİM -ERDOĞAN M ERÇİL
Kasım/Aralık 1117
: Sultan M u h a m m e d T a p a r ’ ın hastalanması.
1117/18
: Haleb Selçuklu D evleti’nin sona ermesi.
4 Nisan 1118
: Sultan M u h a m m e d T a p a r ’ ın büyük bir şölen dü zenlemesi ve oğlu M a h m u t ’ u tahta oturtması.
18 Nisan 1118
: Sultan M u h a m m e d T a p a r ’ ın ölümü.
11 Ağustos 1119
: Sultan S e n c e r ’ in sultan M a h m u t ’ u yenilgiye uğ ratması.
4 Eylül 1119
: Bağdat’ ta sultan S e n c e r adına hutbe okunması.
1119/20
: Sultan M a h m u t ’ un Bağdat şıhnesi M e n g ü b a r s ’ ı öldürtmesi.
14 Haziran 1120
: Sultan M a h m u t ’ un isyan eden melik M e s u t ’ la savaşı.
Eylül 1120
: D ü b e y s ’ in halifelik sarayının karşısında karargâh kurması.
Aralık 1120/0cak
1121
: Sultan M a h m u t ’ un D ü b e y s ’ e karşı harekete geçmesi.
1121
: Gurlu i z z e d d i n H ü s e y i n ’ in sultan S e n c e r ’ e is yan etmesi; B e l e k G a z i ’ nin Gerger Erm enilerine karşı seferi.
18 Ağustos 1121
: Selçuklu ordusunun Gürcüler karşısında yenilgiye uğ raması.
9 Mayıs 1122
: Batm îlerin Selçuklu veziri S ü m e y r e m î ’ yi öldür meleri.
8 Haziran 1122
: Selçuklu ve Halifelik kuvvetlerinin D ü b e y s karşısın da yenilgiye uğramaları.
Ekim 1122
: Sultan M a h m u t ’ un isteğiyle N i z a m ü l m ü l k ’ ün oğlu A h m e t ’ in halifelik vezirliğine atanması.
Kasım 1122
: Sultan M a h m u t ’ un emîr Ç a v u ş B e y ’ i öldürtmesi.
19 Kasım 1122
: A r t u k o ğ l u I l g a z i ’ nin ölümü.
1123
: Vezir Ş e m s ü l m ü l k O s m a n 5ın öldürülmesi.
Nisan 1123
: Haçlıların Esârib kalesine sahip olmaları.
Haziran 1123
: B e l e k G a z i ’ nin H aleb’e hâkim olması.
Temmuz/Ağustos 1123
: Sultan M a h m u t ’ un Gürcülerle savaşı göze alamayıp H em edan’a dönmesi.
SELÇUKLU DEVLETLE R İ TARİH İ
545
1124
: Sultan M a h m u t ’ un P o r s u k î ’ yi Irak Şıhneliği ’nden azli ve ona Basra’yı ıkta etmesi.
Mayıs 1124
: T e m ü r t a ş ’ ın H aleb’e hâkim olması.
1125
: Sultan S e n c e r ’ in D ü b ey s ’ i tutuklatması.
11 Ağustos 1125
: Bağdat şıhnesi B a r a n k u ş ’ un Bağdat’ tan ayrılıp sul tan M a h m u t ’ un yanma H em edan’a gitmesi.
25 Kasım 1126
: Batınîlerin Musul emîri A k s u n g u r P o r s u k î ’ yi öl dürmeleri. : A k s u n g u r P o r s u k î ’ nin oğlu Musul emîri M e s u t ’ un ölümü.
1127 Ocak 1127
: Sultan M a h m u t ’ un B ağdat’a gelmesi.
11 Şubat 1128
: D u k a k ’ ın oğlu melik T u t u ş ’ un ölümü ve Dımaşk Selçuklu M elikliği’ nin sona ermesi.
12 Ocak 1129
: Sultan M a h m u t ’ un sultan S e n c e r ’ le aldığı karar ları uygulamak için B ağdat’a gelmesi.
29 Ocak 1129
: Sultan M a h m u t ’ un E b u l k a s ı m D e r g ü z i n î ’ yi yeniden vezirliğe ataması.
1130
: Emîr G a z i ’ nin Anazarba kalesi yörelerinde I I . B o h e m u n d ’ u yenilgiye uğratması ve bu Haçlı liderleri nin hayatını yitirmesi; Batı-Karahanlı D evleti’nin Karahıtaylara tâbi olması.
Nisan 1130
: Sultan S e n c e r ’ in Sem erkant’ ı elegeçirmesi.
Kasım/Aralık 1130
: Melik M e s u t ’ un sultan S e n c e r ’ den ayrılması.
Mayıs 1131
: Ş î r g i r ve oğlunun öldürülmesi.
10 Eylül 1131
: Sultan M a h m u t ’ un H em edan’da ölümü.
25 Mayıs 1132
: Sultan S e n c e r ’ in melik M e s u t ve müttefiklerini Dînever yakınlarında yenilgiye uğratması.
Temmuz 1132
: Sultan T u ğ r u 1 ’ un yeğeni D a v u t ’ u yenilgiye uğ ratması.
Aralık 113 2 /Ocak 1133
: Melik M e s u t ’ un Bağdat’ta önce kendi adına sultan ola rak hutbe okunması, daha sonra da D a v u t adına hut be okunması.
15 Ocak 1133
: Sultan M e s u t ve müttefiklerinin Azerbaycan’a yürüme ye karar vermeleri.
Haziran 1133
: Sultan M e s u t ’ un H em edan’ ı elegeçirmesi.
1134
: Melik M u h a m m e d ’ in Danişmendli tahtına geçmesi.
546
ALİ SEVİM -ERDOĞAN M ERÇİL
Temmuz 1134
: Sultan II. T u ğ r u 1 ’ un melik M e s u t ’ u yenilgiye uğ ratması.
24 Ekim 1134
: Sultan II. T u ğ r u l ’ un ölümü.
1135
: Danişmendli melik M u h a m m e d ’ in Çankırı ve yöre lerini Bizanslılardan kurtarması.
Nisan/Mayıs 1135
: Sultan M e s u t ’ a karşı olan emirlerin Bağdat’a git meleri.
24 Mayıs 1135
: Emîr P o r s u k ( P o r s u k o ğ l u ) ’ un halifeye ka tılması.
24 Haziran 1135
: Sultan M e s u t ’ un H alifelik kuvvetlerini yenilgiye uğ ratması.
14 Temmuz 1135
: Emîr B e y a b a ’ mn beraberindeki askerlerle B ağdat’a gelmesi.
Temmuz /Ağustos 1135
: Sultan M e s u t ’ un yeğeni D a v u t ’ a karşı harekete geçmesi.
29 Ağustos 1135
: Batm îlerin halife M ü s t e r ş i d ’ i işkenceyle öldür meleri.
8 Eylül 1135
: R a ş i d B i l l a h ’ ın halife olması.
13 Kasım 1135
: Melik D a v u t ’ un B ağdat’a gelmesi.
1136
: Emîr K a r a s u n g u r ’ un melik D a v u t ’ u M eraga ya kınlarında yenilgiye uğratması; melik M u h a m m e d ’ in Göksün’u Haçlılardan kurtarması.
15 Ağustos 1136
: Sultan M e s u t ’ un Bağdat’ ın yağmalanmasını önlemesi.
18 Ağustos 1136
: M u k t e d î L i e m r i l l a h ’ ın halife olması.
1137
: Bizans imparatoru I I . I o a n n e s K o m n e n o s ’ un Suriye seferine çıkması; sultan M e s u t ’ un halife M u k t e d î L i e m r i l l a h ’ a bîat etmesi.
Mart/Nisan 1137
: Sultan M e s u t ’ un kızkardeşi F a t m a H a t u n ’ u ha life M u k t e d î ’ yle evlendirmesi.
Mayıs/Haziran 1137
: Sultan S e n c e r ’ in Karahanlı hükümdarı M a h m u t b i n M u h a m m e d ’ i yenilgiye uğratması.
1137/38
: Sultan M e s u t ’ un S e l ç u k ş a h ’ a Ahlat, Malazgirt, Erzen ve yörelerini ıkta etmesi.
1138
: Kirman meliki A r s l a n ş a h ’ ın sultan M u h a m m e d T a p a r ’ ın kızıyla evlenmesi.
SELÇUKLU D E V LETLE R İ TA RİH İ
547
Nisan/Mayıs 1138
: Emîr B o z a b a ’ nin M e n g ü b a r s ’ ın öldürülmesine karşılık sultan M e s u t ’ un emirlerinden S a d a k a , S u n g u r , A n t e r C e v a n î v.s.’ i öldürtmesi.
6 Haziran 1138
: Halife R a ş i t ’ in İsfahan’da Batm îler tarafından öldü rülmesi.
Eylül/Ekim 1138
: Sultan S e n c e r ’ in Harezm ’e yürümesi.
Kasım 1138
: Sultan M e s u t ’ un veziri I m a m e d d i n E b u l B e r e k â t ’ ı azletmesi.
1139
: Bizans imparatoru I o a n n e s ’ in N iksar’ı başarısız ku şatması.
Şubat 1139
: Sultan S e n c e r ’ in Harezm’e hâkim olup Merv ’e dönmesi.
Haziran 1139
: Sultan M e s u t ’ un vezir K e m a l e d d i n M u h a m m e d ’ i öldürtmesi.
1139/40
: S e l ç u k ş â h ’ m Şiraz ’da Kal ’atiil-Beyza ’da hapsedilme si; Batm îlerin sultan S e n c e r ’ in nedimî M u k a r r e b C e v h e r ’ i öldürmeleri.
1141
: Doğu-Karahanlı D evleti’nin Karahıtaylara tâbi olması.
Mayıs 1141
: Harezmşah A tsız’ m olması.
9 Eylül 1141
: Karahıtaylarm sultan S e n c e r ’ i Katvan da yenilgiye uğratmaları.
1141/42
: Sultan M e s u t ’ un emîri Âhur K ı z 1 1 ’ ı Bağdat Şıhneliğine ataması.
sultan S e n c e r 5e tâbi
Aralık/Ocak 1141/42 : Danişm endli hükümdarı melik M u h a m m e d ’ in ölümü. 1142
: Bizans imparatoru I o a n n e s ’ in Beyşehir gölündeki adaları işgal etmesi.
28 Mayıs 1142
: H a r e z m ş a h A t s ı z ’ m Nişabur’da kendi adına hut be okutması.
1143
: Bizans imparatoru I o a n n e s ’ in Çukurova’da ölümü.
Haziran 1143
: Sultan M e s u t ’ un Sivas’ı alıp M alatya’yı kuşatması.
1143/44
: Melik D a v u t ’ un Batm îler tarafından Tebriz’de öldü rülmesi.
1144
: Sultan M e s u t ’ un Ceyhun, Elbistan ve yörelerini fethile oğlu K ı l ı ç A r s l a n ’ ı bölgeye melik ataması.
30 Kasım 1144
: Z e n g i ’ nin Urfa’yı kuşatması.
548
ALİ SEVİM -ERDOĞAN MERÇİL
2 4 Aralık 1144
: Z e n g i ’ nin Urfa ’yı Haçlılardam alıp Urfa H açlı Kontluğu ’na son vermesi.
1144/45
: Sultan M e s u t ’ u n M ü e y y i d ü d d i n M e r z b a n ’ ı vezirliğe ataması.
1145 (Tahmini)
: Melik A r s l a n ş a h ’ ın ölümü.
1146
: Sultan M e s u t ’ un Brakena kalesini fethetmesi.
Ekim/Kasım 1146
: Atabek Ç a v l ı ’ nin Zencan’da ölümü.
1147
: Gurluların Belh’e kadar uzanan topraklarını istilâ et meleri.
Nisan 1147
: Z e n g i ’ nin atabek A b d u r r a h m a n ’ ı öldürmesi.
Ekim 1147
: I . İ z z e t t i n M e s u t ’ un I I I . K o n r a d komutasın daki Haçlı ordusunu Eskişehir yörelerinde bozguna uğ ratması.
Nisan 1148
: Haçlı kuvvetlerinin A kkâ ve diğer limanlardan karaya çıkmaları.
1149
: Sultan M e s u t ’ un M araş’ı Haçlılardan kurtarması.
1150
: Sultan M e s u t ’ un Göksün, Behisni, Göynük, Gazian tep, Dülük ve Râban kale ve kentlerini fethedip Telbâr ş ir’i kuşatması.
1151
: Danişmendli Y a ğ ı b a s a n ’ ın Karadeniz kıyılarına sal dırması; Gurluların Gazne ’yi işgal ile ateşe vermeleri.
1152
: Y a ğ ı b a s a n - Z ü l k a r ı ı e y n ittifakı.
Haziran 1152
: Sultan S e n c e r ’ in Gurlu A i â e d d i n ’ i yenilgiye uğ ratıp A l i Ç e t r î ile birlikte tutsak alması.
Ekim 1152
: Şehzâde M e l i k ş a h ’ m Irak Selçuklu sultanı olması.
2 Ekim 1152
: Sultan M e s u t ’ un ölümü.
Mart/Nisan 1153
: Oğuzların sultan S e n c e r ’ i tutsak almaları.
11 Eylül 1153
: Oğuzların melik S ü l e y m a n ’ ın Nişabur’’a getirip adı na sultan olarak hutbe okutmaları.
1 1 53 /54
: Irak Selçuklu D evleti ’nin istikrar kazanması; halife M u k t e d i ’ nin Tekrit’i başarısız kuşatması.
10 Ekim 1154
: Halifelik ordusunun Selçuklu ordusunu Bezimzâ ’da ye nilgiye uğratması.
Kasım 1154
: Oğuzların Tus kentini işgal ile tahrip ve yağma etmeleri.
Kasım/Aralık 1154
: Emîr A 1p k u ş ’ un ölümü.
SELÇUKLU D E V LETLE R İ TARİH İ
549
Aralık 1154/ Ocak 1155
: Selçuklu emirlerinin S e n c e r ’ in yeğeni M a h m u t ’ u sultan yapıp adına hutbe okutmaları.
1155
: Sultan I . i z z e t t i n M e s u t ’ un ölümü.
Eylül 1155
: M a h m u t H a n ’ ın Oğuzlarla geçici barış yapması; Ş u m 1a ’ nin halifelik kuvvetlerini yenilgiye uğratması.
1156
: H a r e z m ş a h A t s ı z ’ m ölümü.
25 Şubat 1156
: S ü l e y m a n ş a h ’ m başında çetr olduğu halde Bağdat’a gelmesi.
Nisan 1156
: Sultan S e n c e r ’ in tutsaklıktan kurtulması.
2 7 Haziran 1156
: Melik M u h a m m e d b i n A r s l a n ş a h ’ m ölümü ve T u ğ r u l ş a h ’ ın Kirman Selçuklu tahtına çıkması.
1157
: Musul Atabeki N u r e d d i n M a h m u t ’ un işgal ettiği Selçuklu topraklarından çekilmesi.
Ocak 1157
: Sultan I I . M u h a m m e d ’ in Bağdat’ı kuşatması.
2 6 Nisan 1157
: Sultan S e n c e r ’ in ölümü.
6 Mayıs 1157
: Sultan I I . M u h a m m e d ’ in Bağdat kuşatmasını terkedip H em edan’a yönelmesi.
13 Aralık 1158
: Sultan I I . M u h a m m e d ’ in ölümü.
1160
: Sultan II. K ı l ı ç A r s l a n ’ m M a n u e l ve Y a ğ ı b a s a n ’ a anlaşma önerisinde bulunması; şehzâde M e l i k ş a h ’ ın ölümü.
2 2 Mart 1160
: S ü 1e y m a n ş a h ’ ın Irak Selçuklu tahtına oturması.
1161
: Gürcülerin Anı kentini işgal etmeleri.
Mart/Nisan 1161
: Sultan S ü l e y m a n ş a h ’ ın öldürülmesi.
Ağustos 1161
: Selçuklu kuvvetlerinin A n ı’yı başarısız kuşatma giri şimleri.
3 Ağustos 1161
: Atabek İ l d e n i z ’ in emîr İ n a n ç ’ ı yenilgiye uğ ratması.
Temmuz 1163
: Selçuklu kuvvetlerinin Gürcüleri yenilgiye uğratmaları.
1164
: Selçuklu kuvvetleri karşısında yenilgiye uğrayan Gürcü lerin A n ı’dan çekilmeleri.
1165
: Sultan II. K ı l ı ç A r s l a n ’ ın Danişmendli yönetimin deki Elbistan, Darende, Gedük ve Tohma Suyu yöreleri ni elegeçirmesi.
12 Nisan 1165
: Vezir Ş i h a b e d d i n S i k a ’ nin ölümü.
550
A L İ SEVİM-ERDOĞAN M ERÇİL
13 Aralık 1165
: Sultan A r s l a n ş a h ’ ı n F a h r e d d i n R a z î ’ yi vezir liğe ataması.
8 Mart 1166
: Emîr Ş e r e f e d d i n G ü r d b a z u ’ nun ölümü.
1166/67
: İsyan eden emîr İ n a n ç ’ ın Selçuklu kuvvetleri karşı sında geri çekilmesi.
1167/68
: Meraga emîri A r s l a n a p a ’ nin halifeye bir elçi gön derip “ yanında bulunan sultan II. M u h a m m e d ’ in oğ lu adına hutbe okutmasını” istemesi.
1168
: R ey valisinin Sâve’de tutuklanması.
Mart 1169
: Ş i r k u h ’ un ölümü.
Ağustos 1169
: S a l â h a d d i n E y y u b î 5nin Mısır'a hâkim olması.
Mart 1170
: Kirman meliki T u ğ r u l ’ un ölümü.
1170
: II. A r s 1a n ş a h ’ ın ilk kez Kirman Selçuklu tahtına otuı'ması.
Temmuz/Ağustos 1170
: A r s l a n ş a h ’ ın C e l â l e d d i n E b u l - F a z l D e r g ü z i n î ’ yi vezirliğe ataması.
Şubat 1171
: II. A r s 1a n ş a h ’ m ikinci kez Kirman Selçuklu tahtı na oturması.
Eylül 1171
: S a l â h a d d i n E y y u b î ’ nin Fatımî Halifeliği ’ne son vermesi ve M ısır’da Abbasî Halifeliği adına hutbe okutması. : II. A r s l a n ş a h ’ ın Berdesir kenti önünde karargâh kurması.
Haziran 1172 Kasım/Aralık 1172
: II. A r s l a n ş a h ve B e h r a m ş a h ’ ın Kirm an’ ı bölüş meleri.
Nisan 1174
: II. A r s l a n ş a h - B e h r a m ş a h ’ m Râyin kasabası yö resinde savaşı.
Mayıs 1174
: N u r e d d i n M a h m u t ’ un ölümü.
1174/75
: Emîr A r s l a n a p a ’ nm ölümü.
1175
: Selçuklu ordusunun başarısız Gürcü seferinden Nahçıvan’a dönmesi; atabey 1 1d e n i z ’ in ölümü; II. M u h a m m e d ş a h ’ ın Kirman Selçuklu meliki olması.
Mayıs 1175
: Kirm an’ m yeniden melik B e h r a m ş a h ’ ın eline geçmesi.
Ağustos 1175
: Melik B e h r a m ş a h ’ ın ölümü.
Ocak 1176
: Sultan A r s l a n ş a h ’ m ölümü.
SELÇUKLU D E V L E T L E R İ TARİH İ
551
Mart 1176
: K u t b e d d i n M u h a m m e d ’ in oğlu P e h l i v a n ’ ın B erdesir’e girip şehir hâkimi E b u l f e v â r i s Ku h î ’ yi yakalatması.
Eylül 1176
: Sultan II. K ı l ı ç A r s l a n ’ ın Bizans imparatoru M a n u e 1 ’ i M iryokefalon’da ağır bir yenilgiye uğratması.
Mart 1177
: T u r a n ş a h ’ m melik II. A r s 1a n ş a h ile Ciruft önle rinde savaşa tutuşması.
Haziran 1178
: M ü e y y i d ü d d i n R e y h a n v e beraberindeki emirle rin Berdesir önlerinde karargâh kurmaları.
Ekim 1178
: Sultan II. K ı l ı ç A r s l a n ’ m M alatya’yı am an’la tes lim alması. : K u t b e d d i n M u h a m m e d ve Salgurlu ordusunun Ciruft önlerine gelmesi.
1178/79 Şubat 1179 1179/80
: K u t b e d d i n M u h a m m e d ’ in kuvvetleriyle Zerend’de konaklaması. : Atabek C i h a n P e h l i v a n ’ m Şiraz’a saldırması.
1180
: Halife M ü s t a z i B i e m r i l l a h ’ ın ölümü ve oğlu N â s ı r L i d i n i l l a h ’ ın halife olması; Bizans imparatoru M a n u e 1 ’ in ölümü; Kirm an’da büyük bir kıtlık olma sı; sultan II. K 1 11 ç A r s 1a n ’ ın, damadı Diyarbakır ve H asankeyf emîri Artuklu N u r e d d i n M u h a m m e d ’ e karşı harekâta girişmesi.
1181
: Oğuzların Germ sir’e yönelmeleri.
Eylül/Ekim 1181
: Oğuzların B erd esir’e yönelmeleri.
1182
: S a l â h a d d i n E y y u b î ’ nin Diyarbakır ve Silvan ka lelerini alması.
1184/85 Nisan 1185
: B erdesir’de büyük bir kıtlığın olması. : S a l â h a d d i n E y y u b î ’ nin Musul ’u yeniden ku şatması.
10 Temmuz 1185
: II. S ö k m e n ’ in ölümü.
17 Aralık 1185
: Oğuz beyi D i n a r ’ ın kuvvetleriyle Kirm an’a girmesi.
1186
: Sultan II. K 1 11 ç A r s 1 a n ’ m Selçuklu ülkesini 11 oğlu arasında bölüştürmesi.
Şubat/Mart 1186
: Atabek C i h a n P e h l i v a n ’ ın ölümü.
1187
: Sultan III. T u ğ r u l ’ un H â c e A z i z e d d i n ’ i vezir liğe ataması.
3 Temmuz 1187
: S a l â h a d d i n E y y u b î ’ nin Hıttîn’de H açlıları ağır bir yenilgiye uğratması.
552
ALİ SEVİM -ERDOĞAN MERÇİL
10 Eylül 1187
: Emîr D i n a r ’ m B erdesir’e hâkim olması.
Ekim 1187
: S a l â h a d d i n E y y u b î ’ nin Kudüs’ü aman ile Haçlı lardan teslim alması ve buradaki H açlı Krallığ ı ’na son vermesi.
6 Mayıs 1188
: Selçuklu kuvvetlerinin D aym erg’de halifelik ordusunu yenilgiye uğratması.
Ocak 1189
: Kirman Selçuklu D evleti’nin yıkılması ve bu ülkede emîr D i n a r tarafından bir Oğuz D evleti’nin kurulması.
Nisan/Mayıs 1189
: K u t l u ğ İ n a n ç ’ ın Isfahan hâkimi olup şıhne Ö z d e m i r ’ i öldürtmesi.
Ekim 1189
: Sultan II. K ı l ı ç A r s l a n ’ m oğlu Sivas meliki K u t b e d d i n M e l i k ş a h ’ m veliaht ilân edilmesi.
1190
: Selçuklu ordusunun Akşehir yörelerinde H açlılara ağır kayıplar verdirmesi.
Temmuz 1191
: A k k â ’ nin H açlılar tarafından işgali.
Ağustos/Eylül 1191
: K ı z ı l A r s l a n ’ ın öldürülmesi.
2 8 Haziran 1192
: Sultan III. T u ğ r u 1 ’ un atabek K u t l u ğ İ n a n ç ’ ı ye nilgiye uğratması.
Ağustos 1192
:A rslan Y ü rekliR işa r’ ınSalâhaddinEyyub î ile üç yıl süreli bir barış antlaşması imzalaması; sul tan II. K ı l ı ç A r s l a n ’ ın ölümü vel . G ı y a s e d d i n K e y h ü s r e v ’ in Türkiye Selçuklu tahtına çıkması.
Eylül/Ekim 1192
: Sultan III. T u ğ r u l ’ un İ n a n ç H a t u n ’ la evlenmesi.
Aralık 1193
: Sultan III. Tu ğ r u 1 ’ un Rey kentini Harezmlilerden alması.
30 Aralık 1193
: Sultan III. T u ğ r u 1 ’ un Rey yakınlarında K u t l u ğ İ n a n ç ’ ı yenilgiye uğratması.
24 Mart 1194
: Sultan III. Tu ğ r u 1 ’ un öldürülmesi.
1196
: Sultan I. G ı y a s e d d i n K e y h ü s r e v ’ in ilk saltana tının sona ermesi.
1196/97
: II. R ü k n e d d i n S ü l e y m a n ş a h ’ ın Türkiye Selçuk1u tahtına oturması.
1199
: Sultan II. R ü k n e d d i n S ü l e y m a n ş a h ’ ın vasal Er meni prensi L e o n ’ a karşı Çukurova seferi.
Haziran 1200
: Sultan II. S ü l e y m a n ş a h ’ ın M alatya’yı elegeçirmesi.
1202
: Selçuklu ordusunun M icingerd kalesi yörelerinde Gür cülere yenilmesi.
SELÇUKLU D E V LETLE R İ TARİHİ
553
Nisan 1204
: İstanbul’u işgal eden H açlıların burada bir Latin im pa ratorluğu kurmaları.
6 Temmuz 1204
: Sultan II. R ü k n e d d i n S ü l e y m a n ş a h ’ ın Gürcü se ferine giderken Konya-Malatya yolunda ölümü.
1205
: M u g i s e d d i n T u ğ r u l ş a h ’ ın Gürcistan’a saldırıya geçmesi.
25 Şubat 1205
: I. G ı y a s e d d i n K e y h ü s r e v ’ in ikinci saltanatının başlaması.
5 Mart 1207
: Sultan I. G ı y a s e d d i n K e y h ü s r e v ’ in Antalya ’yı fethi.
1208/09
: Sultan I. G ı y a s e d d i n K e y h ü s r e v ’ in Çukurova Erm enilerine seferi.
1211
: Doğu - Karahanlı D evleti’ nin yıkılışı.
5 Haziran 1211
: Sultan I. G ı y a s e d d i n K e y h ü s r e v ’ in Bizans impa ratoru A l e k s i o s ’ la Denizli-Ladik arasında giriştiği sa vaşta şehit olması.
20 Temmuz 1211
: I. İ z z e d d i n K e y k â v u s ’ un Selçuklu sultanı olması.
1212
: Batı-Karahanlı D evleti’hin Harezmşahlar tarafından or tadan kaldırılması.
1212/13
: Sultan I. İ z z e d d i n K e y k â v u s ’ un Ankara ’yı alması ve kardeşi A l â e d d i n K e y k u b a t ’ ı Minşâr (Masara) kalesine hapsi.
Ocak 1214
: Sultan I . İ z z e d d i n K e y k â v u s ’ un Kıbrıs kralı H u g u e ile ticaret antlaşması imzalaması.
3 Kasım 1214
: Sultan I. I z z e d d i n K e y k â v u s ’ un Sinop'u teslim alması.
1215/16
: Sultan I . İ z z e d d i n K e y k â v u s ’ un Çukurova Ermenilerine seferi.
22 Ocak 1216
: Sultan I . İ z z e d d i n K e y k â v u s ’ un Antalya ’yı şehir deki Hıristiyan halkın işgalinden kurtarışı.
Ekim 1216
: Haleb Eyyubî hükümdarı M e l i k ü z z â h i r ’ in ölümü.
1218
: Sultan I . İ z z e d d i n K e y k â v u s ’ un Çukurova Ermenilerine karşı ikinci seferi ve onları yeniden itaat altına alması.
Aralık 1219/Ocak 1220
: Sultan I. İ z z e d d i n K e y k â v u s ’ un ölümü ve Sivas’ta yaptırdığı D arüşşifa ’daki türbesine gömülmesi.
554
A L İ SEVİM -ERDOĞAN M ERÇİL
1223 (Başlan)
: M oğolların Türkistan’dan Güney-Rusya’ya dek uzanan ülkeleri istilâ etmeleri.
1223
: Sultan I. A 1 â e d d i n K e y ku b a d ’ m A lanya’yı fet hi, kale ve şehrin imarı ile bir tersane yapılması husu sunda ferman çıkarması.
Haziran 1223
: Sultan I. A l â e d d i n K e y k u b a d ’ ın yönetimde hu zursuzluk çıkaran bazı emîrleri öldürtmek, ya da hapse attırmak suretiyle bertaraf etmesi.
1225
: Çukurova Erm enilerinin Haleb Eyyubî hükümdarı Ş i h a b ü d d i n T u ğ r u l v e Kıbrıs Haçlılarıyla, Selçuklu IV. B o h e m u n d ittifakına karşı bir ittifak yapmaları; sultan I. A l â e d d i n K e y k u b a d ’ ın Çukurova Ermenilerine karşı seferi ve onları yeniden itaat altına alma sı; E rzin ca n M e n g ü cü k lü em îri F a h r e d d i n B e'h r a m ş a h ’ ın ölümü; C e l a l e d d i n H â r e z m ş a h M e n g ü b i r t i ’ nin A zerbaycan’a gelip M eraga ’yı başkent yapması.
1226
: Sultan I . A l â e d d i n K e y k u b a d ’ ın D iyarbakır Artuklu emîri M e s u t ’ a karşı seferi; K âhta’nın fethinden sonra kaleye Selçuklu bayrağının çekilmesi.
Ağustos 1226
: Sultan I. A l â e d d i n K e y k u b a d ’ ın Eyyubî-Artuklu ordusunu yenilgiye uğratıp Adıyaman, Kâhta ve Çemişgezek kalelerini fethi.
122 7
: Sultan I . A l â e d d i n K e y k u b a d ’ ın Eyyubî hüküm darı M e l i k ü l â d i l ’ in kızı G â z i y e H a t u n ’ la ev lenmesi ve Suğdak seferi.
1 2 28
: Selçuklu ordusunun Karadeniz seferi ve başarısız Trab zon kuşatması.
1229
: C e l â l e d d i n H a r z e m ş a h ’ ın A hlat’ı kuşatması.
1 2 30
: C e l â l e d d i n H a r z e m ş a h ’ ın A hlat’ı işgal ve tah rip etmesi ve Selçuklu-Eyyubî ordusuna karşı harekete geçmesi, fakat yenilgiye uğrayıp A zerbaycan’a kaçması, A h lat’ın işgalden kurtarılması.
1231
: M oğolların Doğu-Anadolu’ya girerek Sivas yakınlarına dek ilerlemeleri.
1232
: Sultan I . A l â e d d i n K e y k u b a d ’ ın Moğollara karşı K e m a l e d d i n K â m y a r kom utasında D oğ u A nadolu’ya bir ordu göndermesi.
SELÇUKLU D E V L E T L E R İ TARİHİ
555
1234
: Mısır Eyyubî hükümdarı M e l i k ü l k â m i l ’ in 100 bin kişilik bir orduyla Haleb-Kayseri kervan yolundan Sel çuklu sınırlarını aşıp ilerlemesi.
Ağustos 1234
: Selçuklu ordusunun Eyyubî ordusunu Harput önlerin de yenilgiye uğratması ve Harput kalesini elegeçirmesi.
1235
: Sultan I. A l â e d d i n K e y k u b a d ’ ın K e m a l e d d i n K â m y a r komutasında gönderdiği ordunun Urfa, Siverek , Harran, Rakka kent ve kalelerini fethetmesi.
1237
: Harezmli K a y ı r H a n ’ ın Pınarbaşı kalesindeki hapis hanede ölümü.
30 Mayıs 1237
: Sultan I. A l â e d d i n K e y k u b a d ’ m ölümü.
Ağustos 1237
: Sultan II. G ı y a s e d d i n K e y h ü s r e v ’ in Eyyubî hü kümdarları M e l i k ü 1k â m i l ve M e l i k ü n n â s ı r i l e babası dönemindeki antlaşmaları yenilemesi.
1238
: Mısır Eyyubî hükümdarı M e l i k ü l k â m i l ’ in ölümü; sultanII. G ı y a s e d d i n K e y h ü s r e v ’ i n S a d e d d i n K ö p e k ’ i öldürtmesi.
Temmuz 1238
: Sultan II. G ı y a s e d d i n K e y h ü s r e v ’ in Eyyubîlere karşı kazandığı Samsat zaferi. : M oğolların Suğdak’ı işgali.
1239 1240
: Selçuklu ordusunun Babaî asilerini Malya ovasında ye nilgiye uğratıp yok etmesi; Selçuklu ordusu tarafından kuşatılan A m îd’in bazı şartlarla teslim olması.
1242
: B a y c u N o y a n ’ ın Erzurum’u işgal ve tahrip etmesi.
4 Temmuz 1243
: M oğolların Selçuklu ordusunu K ösedağ’da ağır bir ye nilgiye ve bozguna uğratmaları.
1245/46
: Sultan II. G ı y a s e d d i n K e y h ü s r e v ’ in A lâiyye’de ölümü.
Kasım 1248
: M e l i k ü s s a l i h N e c m e d d i n E y y u b ’ un ölümü.
Mart 1249
: lsfahanlı Ş e m s e d d i n ’ in öldürülmesi.
Haziran 1249
: II. I z z e d d i n K e y k â v u s ’ un Ruzbe ovasında K ı l ı ç A r s I a n ’ m kuvvetlerini yenilgiye uğratması.
1254
: II. A l â e d d i n K e y k u b a d ’ ın öldürülmesi; IV. K ı l ı ç A r s l a n ’ ın Ahmethisar yöresinde yenilgiye uğra tılması ve II. î z z e d d i n K e y k â v u s ’ un tek başına Türkiye Selçuklu Devleti sultanı olması.
Kasım 1254
: Selçuklu devlet adamı C e l â l e d d i n K a r a t a y ’ ın ölümü.
556
ALİ SEVİM -ERDOĞAN MERÇİL
Ekim 1256
: B a y c u N o y a n ’ ın Aksaray yakınlarındaki Sultan Hanı yörelerinde Selçuklu ordusunu yenilgiye uğratması.
Mart 1257
: R ü k n e d d i n K ı l ı ç A r s l a n ’ ın Selçuklu tahtına oturtulması.
Nisan 1 257
: i z z e d d i n A y b e k e t - T ü r k m a n î ’ nin oğlu N u r e d d i n A l i ’ nin hükümdar ilân edilmesi.
Mayıs 1257
: I I . I z z e d d i n K e y k â v u s ’ un Konya’ya gelip Selçuklu tahtına oturması.
Temmuz/Ağustos 1258/59
: Selçuklu ülke yönetiminin R ü k n e d d i n K ı l ı ç A r s l a n v e II. i z z e d d i n K e y k â v u s arasında bölüştü rülmesi.
1259
: Trabzon Komnenoslarının Sinop’u işgal etmesi.
Kasım 1259
: S e y f e t t i n K u t u z ’ un hükümdar ilân edilmesi.
Eylül 1260
: S e y f e t t i n K u t u z ’ un M oğolları Aynıcalut köyü yö relerinde ağır bir yenilgiye uğratması.
Ekim 1260
: S e y f e t t i n K u t u z ’ un öldürülmesi.
1262
: Sultan II. İ z z e d d i n K e y k â v u s ’ un Bizans’a sığın ması ve gelişen siyasî durum dolayısıyla hapse atılması; sultanın Altm ordu hükümdarı B e r e k e H a n tarafın dan kurtarılıp Kırım ’a getirtilmesi.
1 266
: IV. R ü k n e d d i n K ı l ı ç A r s l a n ’ ın öldürülmesi.
Ağustos 1266
: K 1 1a v u n ’ un Ermeni müttefiklerini D erbesak yörele rinde yenilgiye uğratması.
Nisan 1268
: B a y b a r s ’ m Antakya ’yı Haçlılardan kurtarak bura daki H açlı yönetimine son vermesi.
1 2 7 2 /7 3
.
1275
Şubat 1275
: P e r v a n e S ü l e y m a n ’ ın M oğollara karşı B a y b a r s ’ ı A nadolu’ya çağırması. : S a h i p F a h r e d d i n A l i ’ nin P e r v a n e S ü l e y m a n ’ ın hapsinden kurtarılıp vezirlik makamına dön dürülmesi. : B a y b a r s ’ ın Çukurova Erm enilerine seferi.
Mayıs/Haziran 1275
: A b a k a ’ nin A c a y N o y a n ’ ı yeniden Türkiye’ye gön dermesi.
Temmuz 1275
: A b a k a ’ nin A c a y N o y a n ’ ı Türkiye’deki görevinden alması. : M oğol-Selçuklu ordusunun M emlüklere ait Bîre kentini başarısız kuşatma harekâtı.
Aralık 1275
SELÇUKLU D E V L E T L E R İ TARİHİ
557
Mayıs 1276
: P e r v a n e S ü l e y m a n ve beraberindekilerin A b a k a H a n ’ ın oğlu A r g u n ’ la evlenen IV. K ı l ı ç A r s l a n ’ m kızı S e l ç u k H a t u n ’ u Tebriz’e getirmeleri.
Eylül 1276
: P e r v a n e S ü l e y m a n ve beraberindekilerin Moğol Noyanlarmdan 30 bin kişilik Moğol ordusuyla Türkiye’ ye dönmeleri ve Hatiroğlu isyanını bastırmaları.
Nisan 1277
: B a y b a r s ’ ın 30 bin kişilik ordusuyla Elbistan’a gelmesi ve Akçaderbend’de Moğol ordusunu ağır bir yenilgiye uğ ratması.
14 Mayıs 1277
: K a r a m a n o ğ l u M e h m e t B e y ’ in Konya ’yı elegeçirmesi ve sultan olarak S i y a v ü ş adına hutbe okutması.
Mayıs 1277
: K a r a m a n o ğ l u M e h m e t B e y ’ in düzenlediği bir Divan toplantısında Türkçenin resmî dil olarak kabulü hususunda bir karar aldırtması.
26 Mayıs 1277
: S i y a v ü ş v e M e h m e t B e y ’ in, Kozağaç yörelerinde F a h r e d d i n A l i ’ nin oğulları N u s r e t ü d d i n H a s a n v e T a c ü d d i n H ü s e y i n ’ i yenilgiye uğratıp öl dürmeleri.
Haziran 1277
: A b a k a ’ nin Türkiye’ye gelmesi.
Ağustos 1277
: P e r v a n e S ü l e y m a n ’ ın M oğollar tarafından idam edilmek suretiyle öldürülmesi.
Haziran 1278
: S i y a v ü ş ’ ün yakalandıktan sonra başı kesilip derisi yü zülmek suretiyle öldürülmesi.
1279/80
: II. I z z e d d i n K e y k â v u s ’ ün Kırım ’da ölümü.
1280
: I z z e d d i n K e y k â v u s ’ un oğlu ve veliahti II. G ı y a ş e d d i n M e s u t ’ un Kırım ’dan Kayseri’ye gelmesi.
1282
: A b a k a H a n ’ ın ölümü.
Mart 1284
: Sultan III. G ı y a s e d d i n K e y h ü s r e v ’ in A r g u n H a n ’ ın emriyle öldürülmesi.
1285
: A r g u n H a n ’ ın Türkmen hareketlerinin artması üze rine G e y h a t u ’ yu20 bin kişilik Moğol ordusuyla Tür kiye’ye göndermesi.
1288 (Başları)
: Karaman, Germiyan ve Eşrefoğulları beyliğinin II. G ı y a s e d d i n M e s u t ’ u sultan tanımaları ve itaatlarını bildirmeleri.
22 Kasım 1288
F a h r e d d i n A l i ’ nin ölümü.
Temmuz 1291
: G e y h a t u ’ nun Türkiye’den ayrılması.
Eylül 1291
: Kazvinli F a h r e d d i n ’ in öldürülmesi.
558
A L İ SEVİM -ERDOĞAN M ERÇİL
1295
: B a y d u ’ nun G e y h a t u ’ yu tahttan indirip öldürtmesi; G a z a n H a n ’ ın T u g a ç a r N o y a n ’ ı öldürtmesi.
1296
: Sultan II. G ı y a s e d d i n M e s u t ’ un G a z a n H a n ta rafından sultanlıktan alınıp H em edan’a sürülmesi.
Ekim 1297
: B a 11 u ’ nun öldürülmesi.
1298
: III. A l â e d d i n K e y k u b a d ’ ın Türkiye Selçuklu tah tına çıkarılması.
1299
: S ü l e m i ş ’ in isyanı.
Nisan 1299
: Moğol kuvvetlerinin S ü l e m i ş ’ i bozguna uğratması ve onun yakalanarak öldürülüp cesedinin yakılması (Ağustos).
1301/2
: SultanIII. A l â e d d i n K e y k u b a d ’ ın G a z a n H a n tarafından tahttan indirilip İsfahan’da ölünceye dek otur ma zorunda bırakılması. : II. G ı y a s e d d i n M e s u t ’ un ikinci kez Türkiye Sel çuklu Sultanlığına getirilmesi.
1302 Mayıs/Haziran 1304
: G a z a n H a n ’ m ölümü.
1308
: II. G ı y a s e d d i n M e s u t ’un ölümü ve Türkiye Selçuk lu D evleti’n in sona ermesi.
bi bli yografya ABBAS İKBÂL A şTİYÂNÎ: Vezâret der-i ahd-i Selâtin-i Büzürg-i Selçukî. Tahran
1338. ”
” ” : Tarih-i Mufassal-ı Iran, ez Sadr-ı İslâm tâ İnkırâz-ı Kacariye (Yay. Muhammed Debîr-i Siyâkî). Tahran 1347.
A bu ’l-Farac Tarihi (Çev. Ö. R. Doğrul). Ankara 1945, I-II. =T.T.K. Yay.
AHMED B. MAHMUD : Selçuknâme, I-II. (Yay. E. Merçil). İstanbul 1977. AHMET KESREVÎ : Şehriyâr-ı Gumnâm, T ahran.
AKDAĞ, M. : Türkiye’nin İktisâdı ve İçtim aî Tarihi, I. İstanbul 1974. AKSARAY!, KERİMÜDDİN MAHMUD: M üsam eretü’l-ahbâr ve M üsâyeretü’l-ahyâr
(Yay. Osman Turan). Ankara 1944 = T.T.K. Yay. ALBERTUS AQUENSİS : (Almanca Çev. H. Hefele) Geschichte des ersten Kreuzzugs.
Jena 1923. ALPTEKİN C.: Selçuklu Paraları = Selçuklu Araştırmaları Dergisi (1971), III. ”
” : The Reign o f Zangi. Erzurum 1978.
”
” : Dımaşk Atabegliği (Togteginler). İstanbul 1985.
”
” : İ. A. “ Zengî” mad.
The Alexiad o f Anna Comnena (İngilizce Çev. E. R. A. Sewter). 1969 = Penguin
Books. AMEDROZ, H . F. : The Marwanis Dynasty at M ayyâfârikin in the tenth and ele-
venth centuries = JRAS (1902-1903). ÂNEVÎ, EBÛ NASR BURHANEDDİN : Enîsü’l-Kulûb (Yay. ve Türkçe çev. M. F. Köp
rülü) = Belleten VII/25-27 (1943). Anonim Tarih-i Sistan (Yay. Melik-üş-Şüera Bahar). Tahran. Anonymi Gesta Francorum et Aliorum H ierasoly mitanorum (Yay. B. A. Lees, M.
A). Oxford 1924. ASLANAPA, O. : Türk Sanatı. 1. Başlangıçtan Büyük Selçukluların Sonuna Ka
dar, İstanbul 1972-73. ATEŞ, AHMET : Yabgulular Meselesi = Belleten XXIX/115 (1965). ATTALIATES, M .: Historia Brunet de Presle-J. Becker. Bonnae 1853.
560
ALİ SEVİM -ERDOĞAN M ERÇİL
Topkapı Sa rayı III. Ahmed Ktp. Nr. 2912; Bayezit Ktp. Veliyyeddin Ef. Nr. 2388.
A Y N Î, BEDRÜDDİN MAHMUD: Ikdu'l-cumân f î Tarihi eh li’z-zaman.
(Selçuklularla ilgili bölümlerinin Türkçe çevirisi ile Yay. A. Sevim (1038/39-1143/44). Ankara 1988 = T.T.K. Yay.
AZİM Î, EBÛ ABDULLAH MUHAMMED: Tarih.
BAHAÜDDİN MUHAMMED: et-Tevessül ilet-teressül (Yay. A. Behmenyar). Tahran 1315. W. W.: Moğol İstilâsına Kadar Türkistan (Hazırlayan: H. D. Yıldız). İstanbul 1981.
BARTHOLD,
BAUSANİ, A.: Religion in the Saljuq and Periods = Cambridge History o f Iran. V. The Saljuq and Mongol Periods. Cambridge 1968. BAYBARS el-MANSURÎ: Zübdetü’l-fikre. Feyzullah BAYKARA,
Ef. Ktp. Nr. 1459.
T.: Türkiye Selçukluları D evrinde Konya. Ankara 1985.
BEYHAKÎ, EBU’ L-HASAN ALİ İBN FUNDUK: Tarih-i Beyhak (Yay. Ahmet Behmen yar). Tahran 1317. BEYHAKÎ, EBU’ L -F A ZL: Tarih-i Mesudî
(Yay. Gani-Feyyaz). Tahran 1940-53.
BOSWORTH, C. E.: The Ghaznavids Their Empire in Afghanistan and Eastern Iran 944/1040. Edinburg 1963. ” ” ” : The Political and Dynastic History o f Iranian World (A. D. 1000-1217)= The Cambridge History of Iran. V. The Saljuq and Mongol Peri ods. Cambridge 1968. ” ” ” : The Early Ghaznavids = Cambridge History of Iran. IV. London 1975. ”
” ” : The Later Ghaznavids Splendour and Decay. Edinburg 1977.
”
” ” : İslâm Devletleri Tarihi (Çev. E. Merçil-M. İpşirli). İstanbul 1980.
”
” ” : EP. “ Mahmud b. Sebüktigin” mad. ” ” : EP. “ Ghurids ” mad. ” ” : EP. “ G hazna” mad.
BROSSET, M.: Historie de Georgie. Petersburg 1849-1858, I-V. BRYENNİOS,
N.: (Çev. H. Gregoire) = Byzantion XXIII (1953).
BUNDARÎ, el -FETHb. ALİ: Zübdetü’n-nusra ve nuhbetü’l-usra (Çev. Kıvameddin Burslan). İstanbul 1943 = T.T.K. Yay. BUSSE, HERIBERT: C h alif und Grosskönig-Die Buyiden in Irak (945-1055). B ei-
rut 1969. BÜCHNER, V. F.: İ. A. “ Sam anîler” mad. CAHEN, CL.: La Syrie du Nord a l ’epoque des Croisades et la principaute fra n que d ’A ntioche. Paris 1940. ” ” ” : La Campagne de Mantzikert d ’apres les sources musulmanes = Byzantion IX (1943).
SELÇUKLU D E V LETLE R İ TARİH İ
561
” ” ” : Le Malik-nameh et l ’Histoire des Origirıes Seljukides = Oriens (1949), II. ” ” ” : The Turkish invasion. The Selchukids. (A history o f the Crusad.es). Philadelphia 19, 1955 I. (Bölüm V). ” ” ” : Une campagne du Seldjukide Alp-Arslan en Georgie. Revue de Karlveloqie 13-14 (1962). ” ” ” : History o f the Seljukid Period = Historians of the Midle East. London 1962. ”
” ” : Qutlumush et ses fıls a vant l ’A sie M ineure = İslam XXXIX (1964).
” ” ” : La D ip lom a tie o r ie n ta le Seldjukide = Byzantion 35(1965).
de
B yza n ce f a c e
a ’ la p o u ssee
” ” ” : Pre-Ottoman Turkey. A gen eral survey o f the m aterial and spiritual culture history 1071-1330. London 1968./Türkçeye çev. Y. Moran, OsmanlIlar dan Önce A nadolu’da Türkler, İstanbul 1984. ”
” ” : La Prem ier Penetration Turque en Asie Mineure = Byzantion XVII
(1946-48). Türkçe çev. Y. Yücel-B. Yediyıldız = Belleten sayı: 201 (1988). CENNÂBÎ, EBÛ MUHAMMED MUSTAFA: el-Aylem ü’z-zâhir f i A hhâri’l-evâil v'e’levâhir. Topkapı Sarayı, III. Ahmed Ktp. Nr. 2958. N.: Fatımîler Devletinin Kuruluşu ve A kîdeleri = A. U. Ilâhiyat Fa kültesi Dergisi. Ankara 1970.
CRAWFORD,
CURFÂDAKANÎ: Tercüme-i Tarih-i Yemini (Yay. Ca’ fer Şi’ar). Tahran hş. 1345. CÜVEYNÎ, ALÂÜDDİN ATÂ MELİK: Tarih-i Cihanguşa (Yay. M. Muhammed Kazvinî, GMS. XVI, 1-3), 1911-1937./Türkçeye çvr. Mürsel Öztürk, I-III, Ankara 1988. CÜZCÂNÎ, MİNHACÜDDİN OSMAN: Tabakat-ı Nâsırî (Yay. Abdülhayy Habib). KâbilLahor 1949, 1959. I, II. DEMİRKENT, I.: Urfa Haçlı Kontluğu Tarihi (1098-1118). İstanbul 1974 = İ. Ü. Ed. Fak. Yay. ”
”
: Urfa Haçlı Kontluğu Tarihi (1118-1146), Ankara 1987 = T.T.K. Yay.
DİEZ, E.-ASLANAPA, O.: Türk Sanatı. İstanbul 1955. Doğuştan Günümüze Büyük Islâm Tarihi. İstanbul 1987-88. Cilt VI-VIII = Çağ Yay.
EBÛ BEKR SADR el-KONEVÎ: Ravzatü’l-Küttâb ve H adîkatü’l-elbâb (Yay. A. Se vim). Ankara 1972 = T.T.K. Yay. EBÛ ŞÂME, ABDURRAHMAN
b. İSMAİL: Kitabü’r-ra v za teyn fîA h b â ri’d devleteyn.
Kahire 1287-88. I-II. EBÛ’L-FİDÂ, İSMAİL: el-Muhtasar f î Tarihi’l-beşer. Kahire 1325. EFLÂKÎ, AHMED: A riflerin M enkıbeleri (Çev. T. Yazıcı), I-II. İstanbul 1973. ELİSSEEFF, N.: Nur ad-Dîn, un Grand Prince Musulman de Syrie an Temps Croisades (511-569/1118-1174). Damas 1967, I-III.
562
ALİ SEVİM -ERDOĞAN M ERÇİL
EYİCE, SEMAVİ: Malazgirt Savaşını Kaybeden IV. Romanos Diogenes.
Ankara
1971=T.T.K. Yay. FULCHERIUS, CARNOTENSIS:
(İngilizce çev. F. R. Ryan) Fulcher o f Chartres. Ten-
nessee 1969. GARSUNNİ’ME, MUHAMMED es-SÂBİ’ : H efevatü’n-nâdire (Yay. Salih el-Eşter). Dımaşk 1967. GERDİZÎ,
EBÛ SAÎD MAHMUD: Zeynü’l-ahbâr (Yay. Abdül-hayy Habibi), Tahran
1347. GLYKATZİ-AHRWEİLER, H .: Les forteresses construites en Asie M ineure fa c e aV-
invasion Seldjoucide = Akten 11 Int. Byz. Kong. 1958. GROUSSET,
”
R.: Histoire de l ’A rmenie, des Origines d 1071. Paris 1947. ” : Histoire des Croisodes /-///. Paris 1948.
Guillaume de Tyr (Yay. M. Paulin), Paris 1879.
HAMDULLAH MÜSTEVFÎ: Tarih-i Güzide (Yay. Abd el-Hüseyin Nevaî). Tahran hş. 1330-39. HAMİDULLAH, M .: The map o f the battle o f Malazgird on basis ofhistorical desc-
ription o f the battle — Islamic Culture XIX (1945). HAŞAN İBRAHİM HAŞAN: el-Fatımiyyûn f î Mısr. HATİB BAĞDADÎ,
Kahire 1932.
Ebû BEKR AHMED: Tarihu Bağdad (Yay. M. Emin el-Hancı). Ka
hire 1931. HİTTİ, K. PH.: History o f Syria. London 1951. HİLL, D.-GRABAR, O .: Islamic Architecture and its D ecoration. A. D. 800-1500.
London 1967. HONİGMANN, E.: Bizans Devletinin Doğu Sınırı. (Çev. Fikret Işıltan). İstanbul 1970. HORST, H .: Die Staatsvervoaltung der Grosselgugen und Horazmsahs (1038-1231).
Eine Untersuchung nach Urkunden form ularen der Zeit. Wisbaden 1964. HOUTSMA,
M. Th.: İ. A . “ Muhammed b. M elikşah’ ' nıad.
HUSAYN AMÎN: Târih a l-’lrak f i 7 - ’asr al-Salcûki.
Bağdad 1965.
R.: La Conquete de VAzerbaidjan p a r les Seldjoucides = Bedi Karthlisa 19-20 (1965).
HUSSEYNOV,
İBN ASÂKİR, EBU’L KASIM ALİ b. el-HASEN: Tarihu Medineti Dımaşk. Topkapı Sa rayı III. Ahmed Ktp. 2887; Cilt II-III, cilt I-VII; Yay. Ahmed Ubeyd. Dımaşk 1949; Cilt I-II; Yay. S. el-Müneccid. Dımaşk 1951-54; cilt X (tezhib). Yay. Ah med Dühman. Dımaşk 1963. İBN FADLAN, AHMED: Seyahatnâme
(Türkçe çev. R. Şeşen). İstanbul 1975 = Be
dir Yayınevi yay. İBN HALLİKAN, EBU’L-ABBAS AHMED: Vefeyâtü’l-a ’yân ve Enbâu eb n â i’z-zeman
(Yay. Muhammed Muhyiddin Abdülhamid). Kahire 1948.
SELÇUKLU DEVLETLE R İ TARİH İ
563
İBN HAMDUN: Tevârihü’s-sinîn. Topkapı Sarayı, III. A h m e d Ktp. Nr. 2981. İBN İSFENDİYAR: Tarih-i Taberistan (Yay. A. İkbal). Tahran hş. 1320. İBN KESÎR, EBU’ L-FİDÂ İSMAİL: el-Bidaye v e ’n-nihaye f i ’t-tarih. K a h ire 1348. İBN MÜYESSER, M u h a m m e d b. ALİ: Ahbâru Mısr (Yay. M. A. Masse). Annales
d’ Egypten les Khalifs Fatımî des. Le Caire 1919. IBN ŞEDDAD: el-A’lâku ’l-Hazîre f i Zikri üm erâi’ş-Şam v e’l-Cezire (Yay. Yahya Ab-
bâre). Dımaşk 1978. İBN ŞlHNE, EBU’ L-FAZL MUHAMMED: ed-D ürrü’l-nıüntehab f i Tarihi m emleketi
Haleb (Yay. Yusuf b. Serkis). Beyrut 1909. İBN TANRIBERDİ, CEMALÜDDİN EBU’ L-MEHÂSİN: en-Nücûmü’z-zâhire f i Mülûki
Mısr v e’l-Kahire. Kahire 1338. İBN VASIL: Müferricü'l-Kürûb (Yay. C, Şeyyal). Kahire 1953.
ÎBN-İ BİBÎ: el-Evâm irü’l-Alâiyye (Tıpkı Basım, Önsöz ve fihristi hazırlayan Ad nan S. Erzi) Ankara 1965. İBNÜ’ L-ADÎM, KEMALEDDİN EBU’ L-KASIM ÖMER: Zübdetii’l-Haleb min tarihi’l-
Haleb (Yay. S. ed-Dehhân), Dımaşk 1954. cilt II.
” ” Bugyat at-Talab f i Tarih H alab ” (Selçuklularla ilgili haltercümelerini yay. A. Sevim). Ankara 1976; ayn. Müel. Türkçe çev: Biyografilerle Selçuklular Tarihi. Ankara 1989 = T.T.K. Yay. İBNÜ’L-CEVZÎ, EBU’L-FARAC ABDURRAHMAN: Kitabü l-muntazam ve multakatü 7-
multazam f i ahbâri’l-mülûk v e’l-ümem. Haydarâbâd 1358. Cilt VIII. İBNÜ’L-ESÎR: et-Tarihü’l-bâhir f i ’d -d evleti’l-Atabekiyye. K a h ire 1963.
” ” : el-K â m ilfi’t-tarih (Yay. C. J. Tornberg). Beyrut 1966. Türkçeye çvr. Abdülkerim Özaydın, X-XI. ciltler, İstanbul 1987. İ hnÜ’L-EZRAK, AHMED b. YUSUF: Tarihü’l-Fârikî, el-D evletü’l-Mervâniyye (Yay. B. A . A vad). K a h ire 1959.
” 23694.
”
: Tarihü M eyyafarikîn ve Âmid. British Museum Or. 5803, P.
İBNÜ’L-KALÂNİSÎ, EBÛ YÂLÂ HAMZA: Zeylü Tarihi Dımaşk (Yay. H . F. Amedroz).
Leyden 1908. İ ’lâm ü’n-nübelâ f i Tarihi H alebi’ş-Şehbâ (Yay. R. Tabbah). Haleb 1923. İNAN, A.: Tarihte ve Bugün Şamanizm. Ankara 1972 = T.T.K. Yay. KAEGİ,
W.
E .: The contrıbution
o f arch ery to the Turkish conquest o f
Anatolia = Speculum 39, 1 (1964). KAFESOĞLU, İBRAHİM: Sultan Melikşah D evrinde Büyük Selçuklu imparatorlu
ğu. İstanbul 1953 = İ. Ü. Edebiyat Fakültesi Yay.
” 1956.
”
: Harezmşahlar Devleti Tarihi (485-617/1092-1299), Ankara
” ” : Doğu-Anadolu’ya İlk Selçuklu Akını (1015-1021) ve Tarihi Ehemmiyeti = Fuat Köprülü Armağanı. İstanbul 1953.
564
ALİ SEVİM -ERDO ĞAN MERÇİL
”
”
: Selçuklu Ailesinin M enşei Hakkında. İstanbul 1955.
”
”
: Selçuklun Oğulları ve Torunları = TM. (1958) XIII.
” ” : Anadolu Selçuklu Devleti hangi tarihte kuruldu? = I. U. Edebiyat Fakültesi Tarih Enstitüsü Dergisi. 1981. ”
”
: İ. A. “ Selçuklular ” mad.
”
: İ. A. Kür-Boğa mad.
”
: İ. A. “ Türkler ” mad.
”
: İ. A. “ Nizâm-ül M ülk ” mad.
KAYMAZ, N.: Anadolu Selçuklularının inhitatında idare makanizmasımn rolü, I. = D. T. C. Fak. Tarih Araştırmaları Dergisi, II/2-3. Ankara 1964. ”
” : Pervane Muinüddin Süleyman. Ankara 1970 = D. T. C. Fak. yay.
KENNEDY, E. S.: The Exact Sciences in Iran Mongols = Cambridge History of Iran. V.
Under the Saljuqs and
KÖPRÜLÜ, M. F.: Türkiye Tarihi. İstanbul 1923. ” ” Nr. 4450.
Antakya’da Türklere ait bir tılsım = Cumhuriyet Gazetesi. 1936.
” ” Türk ve Moğol sülalelerinde hanedan âzasının idamında kan dökm e memnûiyeti = Türk Hukuk Tarihi Dergisi, Ankara 1944, I. ”
”
Türk Edebiyatında ilk Mutasavvıflar. Ankara 1966.
” 1981.
”
Bizans Müesseselerinin Osmanlı Miiesseselerine Tesiri. İstanbul
KÖYMEN, M. A.: Selçuklular Devri Türk Tarihi. Ankara 1961. ” ” 1961.
” : A nadolu’nun Fethi = Diyanet İşleri Başkanlığı Dergisi. Ankara
” ” ” : Alp Arslan Zamanı Saray Teşkilâtı ve Hayatı - TAD, IV. An kara 1966. ” ” ra 1970.
” : Alp Arslan Zamanı Selçuklu A skerî Teşkilâtı = TAD, V. Anka
”
” : Alp Arslan ve Zamanı. İstanbul 1972 = M. E. B. Kültür Yay.
”
” ” ” : Alp Arslan Zamanı Büyük Selçuklu imparatorluğu Dinî Siya seti - SAD, IV. Ankara 1975. ” ” ” : Alp Arslan Zamanı Selçuklu Kültür M üesseseleri = SAD, IV. Ankara 1975. ” ” ” : Büyük Selçuklu imparatorluğu Tarihi, II. ikinci im paratorluk Devri, Ankara 1984. ”
”
” : Tuğrul Bey ve Zamanı. İstanbul 1976 = M. E. B. Kültür Yay.
” ” ” : Büyük Selçuklu imparatorluğu Tarihi. I. Kuruluş Devri. An kara 1989 = T.T.K. Yay. ”
” : İ. A. “ Tuğrul I.” mad.
SELÇUKLU D E V L ET L E R İ TARİHİ
”
” : İ. A. “ Tuğrul II.” mad.
”
” : İ. A. ''S en cer” mad.
KUFRALI, KASIM: Gazneliler ve Selçuklular devrinin tezkir muhiti
565
= IV. Türk
Tarih Kongresi. Kongreye sunulan Tebliğler. Ankara 1952. KURAT, AKDES NİMET: Çaka Bey. İzmir ve civarındaki adaların ilk Türk Beyi (1081-1096). Ankara 1966 = TKA. Yay. el-KÜTÜRÎ, MUHAMMED b. ŞAKIR: Uyûnû’t-tevârih. Millet Ktp. Feyzullah Ef. Ki tapları, Nr. 1491. ” ” mid). Kahire 1951.
”
: Fevatü’l-Vefeyât. (Yay. M. Muhyiddin Abdülha-
LAMHTON, A. K. A.: The Internal Structure o f the Saljuq Empire = The Cambridge History of îran, V. LAURENT,
J.: Byzance et les Ttırcs Seldjoucides dans VAsie Occidentale jusqu'en
1081. Paris 1914.
” ” : Rum (Anadolu) Sultanlığının M enşei ve Bizans (Türkçe trc. Y. Yü cel) = Belleten sayı: 202 (1988). I/EREAU CH: Histoire du Bas-Empire (Yay. M. De Saint Martin). Paris 1833. LEWİS, B: The Assasins. Londorı 1967. ”
” : İ. A. “ İsm aililer ” mad.
AHMED: es-Sülûk li-ma ’rifeti düveli’l-mülûk (Yay. M. Mus tafa Ziyâde). Kahire 1936.
MAKRİZÎ, TAKIYÛDDİN
MAKRİZÎ, EBU’L-ABRAS b. A L İ: Kitabıı ittiâzi’l-hünefa bi-ahbâri’l-eimme v e’l-
hulefâ. Topkapı Sarayı, III. Ahmed Ktp. Nr. 3013. Malazgirt Armağanı, Ankara 1972 = T.T.K. yay. Malazgirt Meydan Muharebesi, 26 Ağustos 1071. A nkara 1971 = Gnkur. Bşk. Harp
Tarihi Dairesi Bşk. Yayınları. MARQUART, J: Uber das Volkstum der Komanen.
Berlin 1914.
MÂRUNÎ, Y. İ.: Tarihu Suriyye. Beyrut 1900. MASSİGNON, L .: İ. A . “ K arm atîler ” m ad.
İ.D.: Kitabü’l-ukûdi’d-düriyye f î TarihVl-memleketVs-Suriyye. Beyrut 1874.
MATAR,
MATHIU, M .: Une source negligee de la bataille de Manzikiert. Les “ Gesta Ro-
berti W iscardi” de Guillaume d A p u lie = Byzantion X X (1950). MELIKOFF-SAYAR,
I.: The em pire o f the Salcuqids o f Asia Minör. = Journal of
MERÇİL, E.: G azneliler’in Kirman Hâkimiyeti (1031-1034) = Tarih Dergisi, sa yı: 24. İstanbul 1970. ” ” : Fars Meliki Selçuk-Şahhn Hayatı ve Paraları. İstanbul, TED. sayı: 4-5, İstanbul 1974. ”
” : Fars Atabegleri, Saigurlular. Ankara 1975.
566
ALİ SEVİM -ERDOĞAN M ERÇİL
” ” : Sebüktegin’in Pendnâmesi = İslâm Tetkikleri Enstitüsü Dergisi, cild V. cüz. 1-2, İstanbul 1975. ”
” : Emîr Savtegin = TED. sayı: 6, İstanbul 1975.
”
” : Simcûrîler IV = Belleten, sayı. 195 (1986).
”
” : Simcûrîler V : Tarih Enstitüsü Dergisi, sayı. XIII. İstanbul 1987.
” ” : Gaşiye ve Selçuklular’da Kullanılışına D âir Bazı Ö rnekler = Yusuf Hikmet Bayur Armağanı, Ankara 1985. ”
” : Sultan Gazneli Mahmûd. Ankara 1987.
” ” : Selçuklular’m A nadolu’ya Gelişlerinden Haçlı Seferlerinin Başlan gıcına Kadar Urfa’nın Durumu = Belleten sayı: 203 (1988). ”
” : Kirman Selçukluları. Ankara 1989 = T.T.K. Yay.
”
” : Gazneliler Devleti. Ankara 1989 = T.T.K. Yay.
”
” : Müslüman-Türk D evletleri Tarihi. Ankara 1991 = T. T. K. Yay.
”
” : İ. A. “ Z iyâriler ” mad.
Mihâil Vekayinâmesi (Türkçe çev. H. Andreasyan) = T.T.K.’da basılmamış nüsha. MİRHOND,
b. SEYYİD HÂVENDŞAH: Ravsatu’s-safa. Bombay 1270. I-VII.
MUHAMMED NAZIM: The Life and Times o f sultan Mahmud o f Ghazna.
Camb-
ridge 1931. ”
”
: I. A. “ İsmail b. Sebüktegin” mad.
”
”
: İ. A. “ Muhammed (B. M ahm ûd)” mad.
”
: İ. A. “ M es’û d ” mad.
”
: İ. A. “ M evdûd” mad.
MÜLAYİM,
S.: Anadolu Selçuklu Sanatı — Büyük İsi. Tar. VIII. İstanbul 1988.
NERŞAHÎ: Tarihi-i Buhara
(Yay. Ch. Schefer). Paris 1892; Yay. M . Rızavî, Tahran
hş. 1317. NİZAMÜ’L-MÜLK: Siyerü’l-Mülûk veya Siyâsetnâme
(Türkçe çev. M . A. Köymen).
Ankara 1976. NUSKETULLAH MİŞKÛTÎ: E z Selâcika tâ Safaviye. OCAK,
Tahran hş. 1343.
Ahmed Y.: Babaîler İsyanı. İstanbul 1980.
OSTROGORSKY, G.: Bizans Devleti Tariki (Türkçe çev. F. Işıltan). Ankara 1981 = T.T.K. Yay. ÖZERGİN, M . KEMAL: Anadolu Selçukluları çağında Anadolu yolları (I.
Ü. E d .
Fak. Basılm am ış doktora tezi).
” ” ” : Anadolu Selçuklu Kervansarayları = I. U. Ed. Fak. Tarih Dergisi, XV/20. A.: Sultan Muhammed D evri Selçuklu Tarihi (498-511/1105-1118), An kara 1990 =TTK. Yay. PRİTSAK, O.: Der Untergang des Reiches des Oguzischen Yabgu = Köprülü A r mağanı, İstanbul (1953). ÖZAYDIN,
SELÇUKLU DEVLETLERİ TARİHİ
567
”
” : “K a ra h a n lıla r ” mad. PSELLOS, M.: Chronographie (Çev. E. Renauld). Paris 1926/28.2 cilt. İngilizce çe virisi: The Chranographie of M. Psellus (Çev. E. R. A. Sewter). London 1953. Türkçe çev. I. Demirkent, Ankara 1992 =TTK. Yay. RAMSAY: A n a d o lu ’nun Tarihî Coğrafyası (Çev. Mihri Pektaş). İstanbul 1961. RASONYI, L.: Selçuk a d ın ın m enşeine d a ir = Belleten 11/10 (1939) ” ” : Zu den Nam en d er ersten Türkischen H erven vo n Jerusalem = Açta Orientalia Hungarica 89-92-XIII (1961). ” ” : Tarihte Türklük. Ankara 1971. RAVENDİ, MUHAMMED b. ALİ: R a h a t üs-sudûr ve âyet-üs-Sürur, T ü rk çe çev. A. A teş, I-II, A n k a ra 1957-1960 . REŞİDÜDDİN FAZLULLAH: C a m iü ’t-tevâ rih
(Selçuklular bölümünü Yay. A. Ateş).
Ankara 1960 = T.T.K. Yay. (Ed. Dr. Daniel). London 1961. ROSENTHAL, F.: A H istory o f M üslim H istoriography. Leiden 1968. RİCE, TAMARA TALBOT: The Seljuks in Asia M inör
RÖHRICHT, ” RUNCİMAN, I-III. =
R.: Betrage zü r Geschichte d e r Kreuzüge. Berlin 1874-78. ” : Geschichte d er Königreichs Jerusalem (1100-1291). Insburg 1898. S.: A History o f the Crusades (Türkçe çev. F. Işıltan). Ankara 1986-87. T.T.K. Yay.
RYPKA, J.: Poets a n d Prose Writers o f the Late Saljuq an d M ongol Periods = Cambridge History of Iran. V. SADREDDİN el-HUSEYNÎ: A h bârü ’d-D evleti’s-Selçukiye. (T ürkçe çev. N. L ugal). A n k a ra
1943.
M. F.: The D ecline o f the S a lju q id Empire. Calcutta 1958. SCHROEDER, E.: The Seljuq P eriod = A survey of Persian Art (ed. A. U. Pope). II. London ve Newyork 1939.
SANAULLAH,
M ecm â’el-Ensâb. Yenicami Ktp. Nr. 909. Selçuklu Tarihi, A lp Arslan ve M alazgirt B ibliyografyası. Ankara 1971 = Millî Kü
tüphane Yay. SIRT İBNÜ’L-CEYZÎ: M ir’â tü ’z-zem an f î T arih i’l-ayân (Selçuklularla ilgili kısım ları yay. Ali Sevim). Ankara 1968. = D.T.C.Fakültesi Yayını; Yeni yay. A. Se vim, Belgeler (1989-1992), XIV/18. S îretü ’l-M üeyyed f i ’d-dîn , D â i’d -d u â t (Yay. M. Kâmil Hüseyin). Kahire 1949. S iyerü ’l-â b â i’l-B atârika. Paris Milli Ktp. Nr. 302, 305..
SEVİM, A.: Sultan M elikşah d evrin d e Ahsa ve Bahreyn K arm atîlerin e karşı Sel çuklu seferi = Belleten XXIV/94 (1960). ” ” : C im ri ola yı h a k k ın d a birkaç not = Belleten XXV/97 (1961). ” ” : Tem ürtaş’m H aleb H âkim iyeti = Belleten, XXV/100 (1961).
568
ALİ SEVİM-ERDOĞAN MERÇİL
”
” : A rtu klu ların Soyu ve A rtu k B e y ’in S iyasî F aaliyetleri = Belleten XXV/101 (1962). ” ” : A rtukoğlu Sökm en’in S iyasî F aaliyetleri = Belleten XXVI/103. (1962). ” : Artukoğlu İlgazi = Belleten XXVI/104 (1962). ” ” : Selçuklu-M ısır F atım î D evletleri ilişk ilerin e Genel B ir B akış = VIII. Türk Tarih Kongresi, II. Bildiriler. Ankara 1976 =TTK. Yay. ” ” : M a la zg irt M eydan Savaşı. Ankara 1971 = T.T.K. Yay. ” ” : D iya rb ek ir B ölgesinin Büyük Selçuklu im paratorlu ğu n a K atılm ası — A tatürk Konferansları V. (1971-72) = T.T.K. Yay. ” ” : Genel Çizgileriyle Selçuklu-Ermeni ilişkileri. Ankara 1983=T.T.K. Yay. ” ” : A n a d o lu ’nun Fethi, Selçuklular Dönemi (Başlangıçtan 1086’ya kadar), Ankara 1988. ” ” : Suriye ve F ilistin Selçuklular Tarihi. Ankara 1989 = T.T.K. Yay. ” ” : ü n lü Selçuklu K o m u tan ları , Afşin, Atsız, A rtu k ve Aksungur. Ankara 1990 = T.T.K. Yay. ” ” : İ. A. “ Tuğtegin ” mad. SKYLITZES, J.: H istoria. Bonnae 1 83 9. SÖZEN, M.: A n adolu M edreseleri. I. İsta n b u l 19 70 . SPULER, B.: Iran M oğolları. Siyaset , idare ve kültür. Ilh an lılar D evri (1220-1350). Türkçe çev. C. Köprülü. Ankara 1957 = T.T.K. Yay. LE STRANGE: The Lands o f the Eastern Caliphate. C a m b rid ge 1 9 3 0 . SUYÛTÎ, CELÂLÜDDİN ABDURRAHMAN: H üsnü’l-m u h âdara f î A h bârı M ısr v e ’l-
Kahire. Kahire 1299.
SÜMER, F.: Türkiye K ültür Tarihine Umumi B ir B akış = A.Ü.D.T.C.Fak. Dergisi XX/3-4 (1962). ” ” : Çukurova Tarihine D a ir A raştırm alar. = TAD., sayı; I, Ankara 1963. ” ” : A n a d o lu ’d a M oğollar = SAD. I. Ankara 1970. ” ” : Islâm K a yn a k la rın a Göre M alazgirt S avaşı (A. Sevim ile, Ankara 1971 = T.T.K. Yay. ” ” : M a lazgirt Savaşına K atılan Türkmen B eyleri = Selçuklu Araştırm a ları Dergisi, sayı: IV (1975). ” ” : İ. A. “M esud b. M u h am m ed” mad. ” ” : İ. A. “P eh liva n ” mad. ” ” : İ-A. “ O ğuzlar (Türkm enler), Ankara 1972. ŞEBANKAREÎ: M ecm â’ el-Ensâb (nşr. Mîr Haşim Muhaddis), Tahran hş. 1363. ŞEŞEN, R.: Im âd al-D in al-K atib el-İsfah anî’nin E serlerin deki A n adolu Tarihiy le İlg ili Bahisler. Ankara 1971. SAD. III. TAESCHNER, F.: D ie E roberung A natolies durch d ie Türken W isse n c h a fts-D ie n st 2 N o.16 (19 42 ), s. 14-16.
E u r o p a e isc h e
SELÇUKLU DEVLETLERİ TARİHİ
569
TANERİ, A.: M ü sâm eretü ’l-A h bâr’m Türkiye S elçu klu ları D evlet Teşkilâtı B akı m ın dan D eğeri = TAD. IV. Ankara 1966. ” ” : Büyük Selçuklu im p a ra to rlu ğ u n d a Vezirlik = TAD. V. Ankara 1967. ” ” : Türkiye S elçu klu ları K ü ltür H ayatı. Konya 1977. TOGAN, Z. V.: i. A. “ H a za rla r ” mad. TURAN, O.: Eski Türklerde O k ’un H ukukî Bir Sembol O larak K ullanılm ası = Bel leten (1945), IX/35. ” ” : Türkler ve İslâm iyet = D.T.C.F.D. Ankara 1946. ” ” : Türkiye Selçukluları H akkında R esm î Vesikalar. Ankara 1958 = T.T.K. Yay. 55 ” ” ”
” ” ” ”
: Türk Cihan H âkim iyeti M efkuresi. İstanbul 1964. I-II. : S elçu klu lar Tarihi ve Türk-Islâm M edeniyeti. Ankara 1965. : S elçu klu lar ve İslâm iyet. İstanbul 1971 = Turan Neşriyat Yurdu Yay. : İ. A. “ İ k tâ ” mad. URFALI MATEOS: Vekayinâme (952-1136) ve Papaz G rigor’un Zeyli (1136-1162) (Çev. H. D. Andreasyan, Notlar: E. Dulaurier ve M . H. Yınanç). Ankara 1962 = T.T.K. Yay. USÂME b. MARKİZ: K ita b ü ’l-itib a r (Yay. P. H. Hitti). Princeton 1930. UTBÎ, EBÛ NASR M u h a m m e d : T arihü’l-Yeminî. Kahire 1286. UZUNÇARŞILI, İ. H.: O sm anlı D evleti Teşkilâtına M edhal. Ankara 1970. VARDAN: Türk Fütuhatı Tarihi. Çev. H. Andreasyan = Tarih Semineri Dergisi. İstanbul 1937. Vülâtu D ım aşk f ı A h d i’s-Selçukî. Ibn A sâkir’den seçmelerle yay. S. el-Müneccid. 2. Baskı. Beyrut 1975. WİTTEK, P.: Deuxchapitres de Vhistoire des Turcs de R ou m = Byzantion 11 (1936). ” ” : B yzantinisch-Seldshukische Beziehungen Oestersch Genoots in Wed erla n d , 8 de Cong. 1936. WÜSTENFELD, F.: Geschichte d er Fatim iden-chalifen. Göttingen 1881. YAKUT, ŞEHAb ÜDDÎN EBÛ ABDULLAH: K itabu M u’cem V l-Buldân. Tahran 1956. Wüsterfeld yayınının tıpkı basımı. YETKİN, S. K.: İslâm M im arisi. Ankara 1965. ” ’* ” : A n adolu'da Türk Çini Sanatının G elişm esi. İstanbul 1972. YILDIZ, HAKKI DURSUN: İslâm iyet ve Türkler. İstanbul 1976 = İ. Ü. Edebiyat Fa kültesi Yay. YINANÇ, M. H.: Türkiye Tarihi, Selçuklular D evri, I. A n a d o lu ’nun Fethi. İstan bul 1944. ” ” ” : İ. A. ‘A rslan-Şah ” mad. ” ” ” : İ. A. “ D a n işm en d liler ” mad.
570
ALİ SEVİM-ERDOĞAN MERÇİL
”
” : İ. A. “ Bursuk ” mad.
Haydarâbâd-Dekken 1954. ZÂHİD ALİ: F âtım iyyân-i Mısr. Haydarâbâd-Dekken 1968. ZAHİRÜDDİN MAR’AŞÎ: Tarih-i Taberistan ve Rüyan ve M azenderan (Yay. B. Dorn). Petersburg 1850. ZAHİRÜDDİN NİŞABURÎ: Selçuknâme. Tahran hş. 1332. ZAHODER, B.: D en danakan = Belleten (XVIII/72) (1954). Türkçe çev. İ. Kaynak. ” ” : Selçuklu D evletinin Kuruluşu S ırasın da H orasan = Belleten, XIX/76 (1956), Türkçe çev. İ. Kaynak. YÛNÎNÎ, KUTBUDDİN MUSA: Zeylü M ir’- â ti’z-zam an.
ZAMBAUR, E . de: M anuel de Genelogie et de Chronologie p o u r Vhistorie d l ’is-
lam . H a n n o v er 1927. ZEHEBÎ, EBÛ A b d u l l a h MUHAMMED: Tarihu D ü veli’l-islâm .
Topkapı Sarayı, III.
Ahmed Ktp. Nr. 2917; Köprülü Ktp. Nr. 1079. ZETTERSTEEN, K. V.: İ. A . “ B erkyaru k ” m ad . ZONARAS, I.: Chronigue (Çev. Millet de St. Amour). Paris 1560.
GENEL DİZİN -A Adilcevaz, 37, 465 A aron,35 Adiliyye Hatun, 469 A badan,265 Abak, Adabiiddevle, 148, 372, 374, 393, 407 Adududdevle, 6Uİtan Alp Arslan'ın lakabı, 49, 500 Afganistan, 207 Ahaka Han, 11, 480, 481, 483, 484, 486 Afif, 209 Abakoğlu Yusuf, 143, 144,145, 393 Abakoğulları, 375 Afrika, 453 Abbadî, Ebû Mansıır, 219 Afşin, Bekçioğlu, 53, 54, 56, 57, 58, 62, 63, 69, 88, 342, 352,356, 357 Abbas bin Ab düknu ttalib, 4, 99 Abbas (vali), 217, 218, 222, 255, 257, 258, 259 Afşin, Türkiye Selçuklu emîri, 439 AJyonkarahisar, 58, 485, 487 Abbasî Devleti, 266 Ağacı, 506 Abbasî Halifeliği, 3, 4, 5, 9, 11, 36, 40, 42, 95, 97, 98 101, Ağlebî, 5 106, 110, 159, 165, 179 Ahdâs muhafızları, 340 Abbasîler, 2, 4, 10, 18, 24, 26, 30, 32, 34, 36, 38, 39, 43, Ahlat, 54, 57, 59, 60, 61, 62, 63, 68, 104, 170, 253, 286, 51, 63, 64, 77, 81, 85, 99, 124, 125, 126, 141, 143, 342, 367, 389, 391, 392, 432, 452, 464, 465 169, 194, 202, 261, 272, 275, 285, 288, 289, 291, 293, Ahlatşahlar, 193, 275, 277, 280, 282, 285, 389, 453 294, 302, 347, 350, 364, 377, 502, 503 Ahmed bin Abdülmelik. 180, 188 Abdar (Taştdâr), 506 Ahmed bin Mahmud et-Tusî, 521 Abdullah bin Ali, 97, 98, 99 Ahmed bin Nizamülmülk, 182, 233 Abdullah el-Ensarî, 519 Ahmed Eflâkî, 522 Abdullah, Ebû, 36 Ahmed el-Kübanânî, Şeyh Burhanüddin Ebıı Nasr, 520 Abdurrahman bin Muhammed Kirmanî Rüknüddin EbulAhmed Gülşehrî, 522 Fazl, 520 Ahmed, Ebıı Nasr, 181 Abdurrahman bin Toğanyürek (hacib), 248, 257, 258. Ahmed, Ebul-Huseyn Kutbül-Evliva Şeyh Cemaliiddin, 259 520 Abdurrahman Hâzinî, Ebıı Mansur, 519, 521 Ahnıedıli, Ahmedîliler, 282 Abdurrahman Slimeyremî, 161 Ahmedîli, Aksungur (Meraga Emîri), 194, 195, 214, 235, Abdiil-Vasî Cebelî, 519, 520 240, 242, 244, 245,24 6 ,2 5 0 ,3 9 1 Abdiilmelik bin Attaş, 120 Ahmet (Karahanlı), 210 Abdiirreşid, 26 Ahmet (Mustansır’ın oğlu), 120 Abdürrezzak Türkî el-İlâkî, 519 Ahmet (Savtekin’in naibi), 94 Abidos, 429 Ahmet (Selçuklu), 114, 115, 129 Abuşka Noyan, 492, 493 Ahmet (Sencer’in adı), 204 Acara, 94 Ahmet bin Hâmid Kirmanî, Efdalüddin Ebû Hâmid, 520 Acay Noyan, 481, 482 Ahmet bin Hızır Han, Karahanlı, 117, 118, 504 Acem Irakı, 19, 31 Ahmet bin Mervan, 155 Acem, 72 Ahmet Han, 119 Acemî, İbrahim, 395 Ahmet Lakıışî, Şemseddin, 488, 491 Adalar Denizi, 1, 72, 427, 428, 431,485, 488 Ahmet Tekudar, 486 Adana, 1 1 ,9 1 ,1 5 4 ,4 2 4 ,4 3 9 , 441, 449 Ahmet (Ertaş’m oğlu), 44 Ademoğulları, 294 Ahmet, 475 Aden, 126, 136 Ahmet, emîr, 380, 382 Adhemar, Le Puy Piskoposu, 153, 381 Ahmet, Îzzeddin, Artuklu, 465 Adıyaman, 54, 342, 462, 465, 470 Ahmet, Muizzüddin, 3 Âdid, 6, 8, 9
572
GENEL DIZÎN
Ahmet, Nasruddevle, 32, 33, 36 Ahmet, Niğdeli kadı, 493 Ahmet, Nizameddia, 459 Ahmethisar, 477 Ahmet^ah, 53, 56, 57, 63, 342, 352, 353, 354, 355 Ahsa Karmaıi Seferi, 96 Ahsa Karmatileri, 95, 97, 98 Ahsa, 95, 9 6 ,9 7 ,9 8 ,9 9 ,1 0 0 Ahupûş, 221 Ahvaa, 41, 43, 44, 127,282 Akarkûf, 110, 111 Akbörü, 157 Akçaderbend, 465, 483, 491 Akdeniz, 72, 110, 122, 156, 422, 427, 453, 454, 456, 460, 507, 522 Akhastan (Agasartan), 55, 94 Akıl, 470 Akkâ, 6, 1 1 ,8 3 ,8 4 ,1 2 2 ,3 4 2 ,3 4 3 , 344,347, 349, 421 Akkoyunlu Devleti, 12 Akkovunlular, 10 Aksaray, 446, 452, 476, 478, 480, 485, 493 Aksarayî, Kerimüddin Mahmud, 521 Aksıyım, 388 Aksungur (eıuîr), 267 Aksungur Porsukî, Kasîmüddevle, 105, 108, 109, 122, 123, 124, 139, 140. 141, 142, 143, 144, 145, 148, 177, 178, 181, 183, 184, 197, 200, 208, 232, 233, 234, 237, 238, 239, 363, 364, 365, 366, 370, 371, 378, 402, 403, 405 Akşehir (Sepidşehr), 50, 282 Akşehir, 431, 436, 440, 448, 462, 525 Aktay, 10 Aladağ, 486 Alâeddin Camii, 524 Alâeddin Ebû Bekir, 223 Alâeddin Sâveli, 493 Alaiyye, 466, 503 Alamut Kalesi, 120,121,122, 189, 190,191, 209 Alan, 55 Alanya (Alaiye, Kalonoros), 460 Alaşehir, 434, 435, 447 , 460 Alaüddevle kalesi, 288, 289 Alaüddevle, Scyyid Fahreddin, 289 Alaüddevle,, 30 Alayuntlu, 1 A lhara,438 Albert von Zimmern, 153 Aldo Brandini, 453 Aleksios 111., 448, 449 Alem, 503 Alemdar, Muhammed, 327 Alemuddin bin Nebata, 235 Aluvt-i Medenî, 161 Aîuıcak Noyan, 478 A h ,100 Ah (Emîr), 232 Ah (Gazneli), 26 Ah Bar (Emîr), 205, 206, 231, 232 Ah bin Anuştekin, 169 Ah bin Diibeys, 260 Ah bin Ebil-Kasım Ah Sem'ânî Kadı Ebul-Alâ, 520 Ah bin Muhanuued, 219 Ah bin Musa er-Rıza, 115, 224 AH bin Musa, 190 Ah bin Şerefiiddevle, 141,143,148
Ah bin Zrvd Beyhakî, 519 Ali Çetrî, 223 Ali Ibn Ammar, 412 Ah Tekin, 18,19, 20, 21, 22 Ah, Alaüddevle, 191, 246 Ah, Ebul-Kasım, 27 Ali, Fahreddin, 476, 481 Ali, tnıadüddevle, 3 Ah, Mühezzibüddin, 469, 473, 480 Ah, Nizameddin, 476 Ah, Şerefeddin, 251 Ah-âbâd, 87 Aliattes, 65, 68 Alişir, Muzaffirüddm, 470 Alkaevh, 1 Allaverdi, 50 Alman (Gotlar), 60 Almanlar, 9, 56, 152 Almanya, 152 Alp Argun, 272, 275 Alp Arslan (sultan), 6, 7, 22, 29, 30, 44. 47, 48, 49, 50, 51, 52, 53, 54, 55, 56, 57, 58, 59, 60, 61, 62, 63, 64, 65, 66, 67, 68, 69, 70, 71, 72, 73, 74, 76, 77, 78, 79, 81, 83, 88, 110, 125, 146, 149, 301, 302, 303, 305, 342, 343, 345. 369, 421, 497, 499, 500, 504, 507, 510, 515 Alp Arslan, İrak Selçuklu Sultanı Mahmut'un oğlu, 237, 255 Alp Arslaıı, İrak Selçuklu sultanı Tuğrul'un oğlu, 244 Alp Arslan, Suriye Selçuklu melîki. 395, 396, 397, 398, 399,401,402* Alp Arslan, vah, 438 Alp Ergun, Şerefeddin, 292 Alp Kara, 21, 22 Alp, Nureddin, 443 Alpı, Arslantaşoğlu, 386 Alpı, NecmedcUn, 277 Alpilek, Kutahmşoğlu, 63, 8 4 ,9 0 , 347, 421 Alpkuş, 97, 98, 100 Alpkuş el-Kebîr, 250 Alptekin, 3, 398* 432 Altaş, emîr, 410 Altuıordu Devleti, 11, 478 Altunaba kervansarayı, 478 Altunaba, Şemseddin, 465, 468, 469 Altunboğa, 458 Altuncan Hatun, 44, 45 -'Altuııtak, 101, 102, 103, 104 Altuntak, vah, 28 Alluntaş, 22 Altuntaş, Giirboğa’ntn kardeşi, 148, 388, 407 Altuntaş, hâcib, 52 Altuntaş, hâdim, 387 Altuntaş memluk, 181 Altuntaş köyıi, 485 Amanos Dağlan, 54, 342 Amasya, 71, 89, 424, 438, 441, 446, 449. 470, 471 Amidüddevle bin Behmenyar, 127 Amidüddevle bin Fahriîddevle Cülıeyr, 77, 105. 124, 133, 159 Amid (EskiDiyarbakır), 339, 365, 432, 466, 47Ü, 471 Anıid Kalesi, 256, 257, 466 Amidüddevle, Abbasî veziri, 143 Amidülmülk, bk. Kündürî Amik Ovası, 361
GENEL DİZİN
573
Arslan Hatun, 74 Amine Hatun, 402, 403, 414 Arslan Togu Han, 465 Amir-Rebîa, 100 Arslan Yabgu, 17, 18, 19, 20, 21, 23, 29, 30, 34, 46, 363, Amr bin Ley8 Camii, 313 426,499,505 Amrî nehri, 302 Arslan, Hasbey, 257, 259, 260 Amuderya (Ayrıca bk. Ceyhun), 2, 20, 22, 23. 27 Arslan-güşay, 278 Âmul, 131, 191 Arslanapa,2 6 1 ,2 6 8 ,2 7 4 ,2 7 5 ,2 7 6 ,2 7 8 ,2 8 0 Amuriyye (Amorion), 56 Arslanşah (Gazneli), 201, 202 Anadolu, 7, 8, 11, 19, 31, 33, 34, 35, 36. 37, 38, 39, 40, Arslanşah I. (Kirman), 187, 188, 201. 310, 311, 518, 520, 50, 53, 54, 55, 56, 57, 58, 60, 61, 62, 63, 64, 72, 73, 523 86, 88, 89, 90. 91, 92, 93, 106, 152, 153, 202, 207, 285, 302, 339, 341, 342, 343, 352, 354, 360, 370, 421, Arslanşah (sultan Alp Arslan’ııı oğlu), 52 Arslanşah, II. (Kirman Selçuklu meliki), 214. 267, 280, 422, 423, 424, 425, 426, 427, 428, 430, 431, 435, 439, 440, 441, 443, 444, 445, 446, 450, 453, 454, 467, 515, 315. 316, 317, 3 1 8 ,3 1 9 ,3 2 1 ,3 2 2 ,5 1 4 Arslanşah, İrak Selçuklu sultanı, 266, 269, 271, 272, 516, 518, 519, 521, 522, 524, 525, 526 273, 274, 276,, 277, 278, 279, 280, 281, 282, 283, 284, Anamur, 461, 484 289,520 Anar, 313 Anasıoğlu, 21, 29, 31, 32, 33 Arslanşah, şehzade, 446, 449 Arslantaş, 57,121, 122, 154 Anazarba, 91, 424, 439, 441 Anberd (Buirakan), 50, 76 Arslantaş, emîr. 378 Arsuf, 11 Angelos, III. Aleksios. 452, 454 Artah kalesi, 341. 385 Anı, 31, 35, 37, 38, 5 1 ,7 6 , 9 5 ,2 7 7 ,2 7 8 ,2 8 1 , 500 Artalı, 53, 56, 361, 380, 425 Ankara, 88, 423, 438, 442, 443, 446, 450, 455, 456, 469, 4 72,485,491 Artuk Arslan, 450, 458 Artuk Bey, 63, 88, 89, 90, 92, 97, 98, 99, 100, 101, 102, Anna Komnena, 362 Antakya Haçlıları, 380, 384, 389 105, 106,107, 109,115, 357, 361, 370,426 Antakya Kapısı, 144, 399 Artuk, İbrahim, 46 Antakya Prinkepsliği (Prensliği), 11, 156, 378, 385, 432 Artuklular, 73, 185, 193, 197, 256, 277, 374, 403, 404, Antakya, 11, 38, 53, 54, 70, 90, 92, 105, 107, 110, 118, 405,441,462 Âruandanos (Bizanslı), 54, 342 122, 123, 125, 140, 142, 143, 154, 155, 185, 186, 194, Âsi Nehri (Irmağı), 154, 353, 379 197, 198, 199, 252, 256, 340, 342, 344, 355, 359, 360, Asib, 28 362, 364, 370, 372, 373, 375, 3 7 6 ,3 7 8 ,3 7 9 ,3 8 0 ,3 8 1 , 383, 385, 387, 388, 389, 392, 394, 395, 400, 401, 403,Askalan, 350 Asya, 4, 7 2,453,459 408, 409, 410, 411, 412, 413, 422, 424, 426, 427, 428, Aşağı-Lorraine, 153 439, 457, 461 Aşur, Yusuf, 322 Antakyalılar, 355 Atabek,512 Antalya, 433, 437, 439, 440, 445, 454, 456, 457, 458, 460, Atabeki Âzam, 274 4 7 2 ,4 7 3 ,4 7 8 ,5 1 8 ,5 1 9 Antartus, 413, 414 Atalar kültü, 508 Antiochia, 454 Atalya, 453 Anuştekin, 107, 191 Atatürk, 75 Aphaz, 55 Atbaşı, 119 Arabistan, 300 Atiyye (Mirdasoğlu), 53, 339, 340, 341, 344 Aral, 52 Atlas Okyanusu, 4, 5, 346 Âtlığ, 1, 217 Arap, Araplar, 3, 4, 5, 6, 33, 45, 53, 56, 72, 79, 85, 86 96, 99, 100, 101, 102, 111, 138, 140, 148, 155, 183, Atom, 38 192, 253, 277, 340, 341, 343, 344, 351, 352, 354, 356, Atsız (Harezmşah), 213 361, 362, 364, 366, 372, 376, 378, 381, 388, 405, 411 Atsız Bey, 90, 344 Arap, şehzade, 433, 438 Atsız, 125,216,343 Arae Nehri (Irmağı), 31, 34, 35, 50, 55, 76, 235, 269, 291 Atsız, emîr, 347, 348, 349, 350, 351, 352, 353, 357, 358, Ardanuç, 94 370 Ardistan, 121, 522 Atsız, Harezmşah, 217. 219, 220, 221, 224, 225 Argun Han, 486,487, 489 Atsız, melîk, 421, 422 AtsiE, Uvakoğlu, 83,, 84. 85, 86, 87 Argun, Muzaffereddin Alp, 264 Argunşah, Nizameddin, 442, 446 A ve, 182, 190, 234 Ârıziil-eeyş, 509 Avrupa, 8, 72, 385, 427, 430, 453, 456, 519 Avşar, 1 Ariş, 351 Arlis, 11 Ayaba, Cemaleddiu, 318, Armağanşalı, Mubarizüddin, 471 Aynba, Müeyyed, 223, 225, 277, 278, 280, 287, 288, 315, A rpaçay,51 3 16,317,318, A rran ,171 Ayaba, Seyfeddin, 455, 459, 460 Aralan Argun, 52, 149, 150, 151, 204 A yan ,516 Arslan Besasirî, Bk. Besasirî Ayar Burcu, 118 Arslan Boğa, 276 Ayasofya Kilisesi, 60, 61 Arslan Cazib, 19, 21, 31 Ayaz (atabek), 267 Arslan Han, 2, 18, 29 Ayaz (Emîr), 101, 103, 115
GENEL D lZ lN
574
Ayaz (Muhammed Tapardın evladlığı), 160,163, 164, 166, 167, 168, 170, 172, 174, 175, 176, 177 Ayaz (Sultan Alp Arslan’m oğlu), 52, 73, 74, 77, 78, 81, 82 Ayaz, Esedüddin, 462 Ayaz, Fahreddin, 472 Ayaz bin llgazi, 194, 196, 197, 19B, 199 Ayazı, Kutluğ Ayaba, 328 Aybek (atabek), 319, 322, 324 Aybek et-Türkmanî, Izzeddin, 10 Aydın, 445 Aydoğdıı, emir, 438 Aynıcâlut. 10, 478 Aynuseylem, 92, 107, 362, 426 Aynüddevle (vali), 342, 344 Aynüddevle, Danişmendli, 439, 440 Aynüddevle, kumandan, 119 Ayniiddin bin Hübeyre, 265, 266 Aytekin, 41, 43, 44, 49, 60, 63, 68, 111, 145, 167, 348, 356, 3575369 Aytekin, emîr, 384, 406, 417 Ayyar (evbaş), 516 Azaz, 382,392,399 Azaz kalesi, 357, 359 Azerbaycan, 19, 21, 31, 32, 33, 34, 35, 38, 39, 50, 56, 58, 60, 61, 76, 95, 139, 156, 164, 166, 170, 171* 202, 207, 213, 214, 232, 236, 242, 244, 245, 248, 251, 253, 254, 258, 261, 267, 269, 271, 274, 276, 279, 280, 282, 286, 288, 289, 290, 291, 293, 339, 365, 367, 368, 423, 453, 4 6 4 ,4 7 2 ,4 7 3 ,4 8 4 Azerbaycan Atabeyliği, 291, 294 Aziz Billah, 5 Aziz Cercis kilisesi, 360, 425 Aziz Petrııs Katedrali, 155, 381 Azizeddin (hâce), 238, 288 Azrâ, 87, 352 - BBaalbek, 8, 122,417 Bâb iil-Garabet, 111 Bab, 94 Baba llyas (Baba Re6iıl), 470, 471 Baba îshak, 471 Babaî ayaklanması, 470, 471 Badgis, 28, 83 Bafra, 443 Baft, 315 Bagin, 39, 327 Bagra6, 361, 425 Bagrat II-, 31 Bagrat IV., 50, 51, 55 Bagşur, 52 Bağdat Abbasî Halifeliği, 348, 357, 377, 412 Bağdat, 3, 4, 5, 32, 37, 39, 40, 41, 43, 44, 45, 46, 47, 48, 49, 51, 62, 63, 64, 72, 74, 81, 94, 95, 96, 98, 99, 101, 104, 105, 110, 111, 113, 114, 117, 124, 125, 126, 127, 131, 132, 133, 134, 137, 138, 1,41, 143, 145, 149, 150, 157, 159, 160, 161, 163, 165, 166, 169, 170, 171, 172, 174, 175, 176, 177, 178, 181, 183, 184, 188. 189, 190, 192, 194, 200, 205, 206, 208, 209, 210, 211, 214, 215, 216, 222, 224, 231, 233, 234, 235, 236, 237, 238, 239, 240, 241, 242, 243, 245, 246, 247, 248, 249, 250, 251, 252, 253, 255, 256, 258, 259, 261, 265, 266, 267, 268, 269, 270, 272, 274, 276, 280, 285, 286, 289, 291, 293,
311, 363, 364, 367, 369, 367, 369, 370, 390, 394, 403, 406, 413, 441, 478, 500, 501, 505, 515, 521, 522, 524 Bağdatlılar, 125 Bağlılık antı (Yasallık yemini), 153, 430 Bahaeddin Tercüman, 476 Bahaüddin Veled, 521 Baherzî, Ahmet, 519 Bahreyn, 97, 98, 100 Bahrî (Memalikü'l-Bahriyye), 10 Bahriyye Memliiklüleri, 11, 12 Bahtiyar, 224 Bahtiyar, Sâlâr, 374, 406. 407 Balaban Kııtlıığ, 459 Balaban, Seyfeddin, 482 Balasagun, 2 Balasanî, Mecdülmülk, 147 Balhan Dağlan, 20, 21, 23 Balhan Tiirkmenleri, 21 Balhan ve Irak Tiirkmenleri, 31 Balıkesir, 440 Bâlis, 42, 186, 388, 389, 400, 402, 405 Bâlis kalesi, 385 Balkâ kalesi, 343 Balkanlar, 35, 60, 91, 427, 428, 429, 430, 437, 479 Baltıı, 490 B ando,502' Banyas, 208, 389 Bâr-ı âmm, 508 Bâr-ı hâss, 508 Barankuş Zekevî, 208, 213, 214, 237, 244, 246, 248, 250 Baranlı (Koyunlu) Boyu, 22 Barçınlığkent, 1 Bardas, 436 Bâre, 383 Barsama, 108, 360, 425 Barsbay, Meliküleşref, 12 Barseg, 95 Barsiyan, 522 Bartholomaeus, Pierre, 381 Basil, î l . , 6, 34 Basit, i l i . , 424 Basilakes (Vasilakes) Magistros, 62, 69 Basra, 41, 43, 96, 97, 98, 99, 100, 126, 127, 131, 171, 181,237,2 3 8 ,2 4 0 ,3 1 0 Basra körfezi, 518 Basralılar, 127 Başara, Zeyneddin, 437, 459, 460 Başkıra, 491 Başkomutanlık Meydan Savaşı, 75 Başlar Hâzinesi (Hızânetürrüûs), 45, 369 Batı Denizi, 110 Batı-Anadolu, 428, 437, 438, 440. 446, 485 Batı-Avrupa, 7, 8, 430, 518, 519 Batı-Iran, 25, 28, 29 Batı-Karahanlı Devleti, 118, 150, 210, 211, 339 Batı-Karahanhlar, 2, 117, 119, 151 Batı-Moğollan, 473 Batılılar, 152 Batmî mezhebi, 515 Batmîler, 119, 121, 122, 131. 147, 156, 157, 160, 161, 162, 167, 168, 180, 181, 182, 188. 189, 190, 191, 196, 203, 208, 209, 214, 215, 217, 238, 239, 245, 249, 253, 256, 278, 286, 287, 308, 309, 376, 337, 395, 3°6, 398, 415,514,515 Batınîlik, 157
GENEL DİZİN
Batiha, 171 Batihan, 184 Batman, 32 Batu Han, 473, 476 Baudouin du Bourg (Urfa kontu), 185,186,194, 388 Baudouin I. (Kudüs kralı), 154, 194, 196, 197, 379, 389, 3 9 3 ,4 0 0 ,4 1 2 ,4 1 7 Baudouin, II., 385, 404, 405 Bavendîler, 28, 191, 224, 246, 268, 284, 287 Bâverd, 21, 23, 25 Bayancar Noyan, 490, 491 Bayat, 1 Baybars, 10, 11, 12, 478, 481, 482, 483, 484 Bayburt, 37 Baycu Noyan, 471, 472, 476, 478 B aydu ,489 Bayındır, 1 Bayrak, 503 Bazdâr, 213,507 Bazdâr, Barankuş, 250, 252 Bazdâr, Nâsıreddin Kutlu-aba, 258 Beçene, 1 Beçni Kalesi, 19, 31 Bediülkâtib, Müntecibûddin, 221 Bedr bin Hazım, 86 Bedr bin Muzaffer, 269 Bedr tsa (emîr), 301 B ed ran ,175,185 Bedreddin Ebulabbas, 116 Bedrülcemalî, 6, 85, 86, 87, 120, 122, 341, 342, 343, 344, 347,35 0,352 Beg Togdı (Beydoğdıı), 23, 26 Beğdili, 1 Behisni, 361, 441, 442, 443 Behmurd, 410 Behram (Bîiveyhi), 299 Behrarn, müneccim, 125 Bebranı, Selçuklu emîri, 456 Behramşah, Gazneli, 201, 202, 215, 216, 280, 310, 311 Behramşah (Kirman Selçuklu melikî), 314, 315, 316, 317, 3 1 8 ,3 1 9 ,3 2 0 ,3 2 2 ,5 0 0 Behramşah (Tııtuş’un kardeşi), 396 Behramşah, Fahreddin, 450, 457, 462, 465 Behramşah, Mııbarizüddin, 458, 459, 460 Behramşah, Necmeddin, 471 Bekçur, 369 Bektaş bin Tekiş, 185, 186 Bektimur, Seyfeddin, 286 Bektut, Bedreddin, 482 Beled, 148 Belek Gazi, 404, 437 Belengerî, Hasbey, 222, 244, 258, 261,262, 263 Belgrat, 7, 152 Belh, 25, 27, 28, 29, 52, 73, 78, 81, 82, 114, 128, 131, 143, 149, 150, 151, 152, 200, 202, 211, 216, 222, 223, 224,225 Belhî, Zahireddin, 289 Belıh çayı, 385 Belka, 411 Belücistan, 3, 300 Bem, 300, 307, 308, 314, 315, 317, 318, 319, 320, 321. 3 2 2 ,3 2 3 ,3 2 4 ,3 2 7 ,3 2 8 ,3 3 0 ,3 3 1 ,3 3 2 , 333,, 518, 523 BenûVehban, 104 B eravenc,117 Berberıler, 5, 6, 352
575
Bercin Kalesi, 232, 234 Berdesîr, 52, 87, 88, 280, 299, 300, 303, 306, 307, 308, 3 0 9 ,3 1 2 ,3 1 3 ,3 1 4 ,3 1 5 ,3 1 6 ,3 1 7 ,3 1 8 ,3 1 9 ,3 2 0 ,3 2 1 , 322, 323, 324, 325, 326, 327, 330, 331, 332, 333, 518, 523 Berdûliye Hatun, 475 Berekât, 375, 378 Bereket Han, 465, 478, 479 Berevenc, 116 Bergama, 434, 440, 444 Berkuk, Meliküzzahir, 12 Berkyaruk, sultan, 8, 129, 137, 138, , 139, 141. 142, 143, 144, 145, 146, 147, 148, 149, 150, 151, 156, 157, 158, 159, 160, 161, 162, 163, 164, 165, 166, 167, 168, 169, 170, 171, 172, 173, 174, 175, 181, 200, 204, 248, 288, 308, 365, 366, 367, 368, 369, 372, 377, 379, 386, 406, 4 0 7 ,4 0 9 ,4 1 0 ,4 9 9 ,5 0 1 Berkyarukşah, Nasruddin, 446, 449 Bermekoğulları, 4 Bertrand, kont, 389 Berucîrdi, Ebul-Izz Tahir, 254 Berucird, 138, 172, 173, 232, 290 Berzem, 73 Berzııye Kalesi, 122 Besasirî Olayı, 5 Besasirî, Ebulhâris Arslan, 3, 4, 37, 39, 40, 41, 42, 43, 4 5 ,5 0 0 ,5 0 4 Beserfııs kalesi, 384 Besmel, 167 Besni, 465 Beşir nehri, 234 Bey (iinvan), 499 Beyaba, 249, 250 B eyhak,188,208,220,500 Beylekan, 278 Beylerbeyi, 513 Beyrut, 122,194,389,412 Beyşehir, 439, 487 Beyşehir Gölü, 439, 466 B eyza,245 Bezavic, 105 Bezimza, 267 Biemrillah, Miistazi, 285 Bihruz, Miicahidiiddin, 231, 240, 241, 252, 255 B ik a ,200 Bikisrâil, 194 Bikisrâil kalesi, 390 Bilâl, Mesut, 259, 260, 265, 266, 267 Bilge (Lakap), 455 Bilge, 369 Bilge Bey, 139, 158 Bimaristan, 523 Bire kalesi, 11, 190, 404, 482 Birecik, 59, 90 Bistam, 277, 279,280,286 Bistegânî, 512 Bitlis, 37, 60, 72, 104, 235, 410, 437, 443, 465 Bitlis Boğazı, 62 Bizans, 4, 5, 6, 7, 8, 18, 19, 31, 33, 34, 35, 36, 37, 38, 39, 50, 51, 53, 54, 55, 56, 58, 59, 60, 61, 62, 63, 65, 66, 67, 68, 69, 70, 71, 72, 76, 88, 89, 90, 91, 92, 93, 95, 152, 153, 194, 251, 252, 380, 339, 340, 341, 342, 343, 344, 352, 355, 360, 421, 422, 423, 424, 425, 427, 428, 429, 430, 433, 435, 436, 437, 439, 444, 445, 447, 448, 4 4 9 ,4 5 2 ,4 5 3 ,4 5 7 ,5 0 5 ,5 1 9
576
GENEL DÎZtN
Bizans-Haçlı Ordusu, 252 Bizans İmparatorluğu, 6, 89 BizanslIlar, 89, 93, 94, 252, 341, 353, 431, 434, 440, Boçkur, 490 Boğa, 21, 29, 31, 32, 33 Boğa, Türkiye Selçuklu emîri, 435 Boğaziçi, 91, 136 Boğıısağ, 104 Bohemund II., 438 Bohemund IV ., 461 Bohemund, 153, 154, 155, 156, 379, 380, 381, 383, 384, 395,411,432 Bokurcu Noyan, 491 Bolis, 198 Bolu, 450 Bolvadin, 436 Borçala Irmağı, 50 Bozaba, 246, 253, 254, 258, 259, 276 Bozan, 93, 95, 107, 108, 113, 123, 124, 133, 139, 140, 141, 142, 143, 144, 145, 148, 190, 364, 366, 367, 371, 427 Bozkuş, 151, 162, 183 Bozkuş, Alâeddin, 313, 523 Bozmuş, emîr, 433 Bozok, 1 Böri, Kara Arslan, 40, 116 Böri, Tacülmülk, 192,193, 413, 417 Böribars, 83, 149, 177 Böriler Hanedanı, 417 Böritekin, 24, 43 Brakena kalesi, 440, 473 Bugyetiittaleb, 363 . Buhara, 17, 18, 1 9 ,2 1 ,2 2 ,5 8 ,7 3 ,1 1 8 ,1 1 9 ,1 5 2 , 217 Buhara Karahanlı Beyliği, 18, 19, 21, 22 Bühtan İrmağı, 32 Bulak, 328 Buldacı, 49, 166, 187, 361, 425 Bulgar Türk Devleti, 1 Bulgarlar, 2, 60 Burcî (Memâlikü’l-Burciyye), 10 Burciyye Memlükliileri, 12 Burgulu, 476 Burhanı, 519, 520 Bursa, 422, 435, Burucird, bk. Berûcird Busenç (Venec), 114 Bıısrâ, 416 Butumites, 427 Buzaa, 144,252,401 Buzâa kalesi, 357, 375, 404 Büğdîiz, 1 Büst, 27, 201, 215 Büveyh (Bûye), Ebû Şucâ, 3 Büveyhoğulları Devleti, 2, 3, 41 Büveyhoğulları (Büveyhlîler), 4, 29, 30, 33, 40, 41, 299, 301 Büyük Divan, 508, 509, 510, 511 Büyük Domestikos, 89 Büyük hâcib, 506 Büyük hâciblik, 506 Büyük Selçuklu Devleti (imparatorluğu) 1, 2, 3, 5, 8, 16, 29, 34, 47, 58, 73, 78, 89, 90, 93, 95, 101, 104, 106, 110, 136, 137, 141, 146, 148, 154, 165, 170, 173, 176, 204, 207, 226, 277, 294, 303, 304, 305, 308, 339, 342, 343, 344, 346, 347, '348, 350, 357, 358, 359, 360, 361,
362, 363, 364, 369, 370, 372, 377, 378, 379, 384, 387, 388, 390, 396, 401, 409, 410, 414, 416, 421, 424, 425, 426, 427, 432, 435, 445, 504, 508, 510, 512, 513, 523 Büyük Selçuklu Sultanlığı, 79, 268 Büyük Selçuklular, 90, 92, 180, 199, 205, 302, 400, 497, 5 10,512,519, 524 Büyük Zap Suyu Savaşı, 4 Büyük Zap Suyu, 35 - CC.H. Lebeau, 64 Câber Kalesi, 108, 109, 257, 402, 404 Cacabey Medresesi, 525 Cafer, Ebul-Fazl, 132, 133, 137 Câfer-i Sadık, 119 Câferek, 128 Caferî, Ebû Haşini, 304 Câferoğulları, 34, 236 Cahardanegî, İsmail, 254 Cahoğlu, 493 Camedar, Reşit, 260, 261, 264, 268 Câmedâr, 506 Candar, 367 Candar, emîr, 401 Candar, Haşan, 262, 264 Canik, 37 Cebele, 164, 193, 412, 413, 416 Cebelî, 520 Cebrail, 99 Cehrem Kalesi, 301 Cehremi, 187 Cek, 50 Celâleddin Hârezmşah, 461, 463, 464, 465, 462, 465 Celâleddin İbnîil-Kıvanıî, 268 Celaleddin Karatay, 525 Celâleddin, sıdtan Melikşah !ın lâkabı, 112 Celâlî Takvimi, 520 Celâlüddevle, Biiveyhoğlu, 32 Celâliiddevle, sultan Melikşah'ın lâkabı, 500 Celeb, 53 Cemaleddin Ferruh, Lala, 468 Cemaleddin Îbnül-Hocendı, 268 Cemaliiddevle, 6 Cemaliiddin İsfahanı, 520 Cemaliilmülk, 128 Cemcem, 39 Cend, 1, 16, 17, 22, 24, 26, 28, 52, 217, 507 Cennâbe,310 Cerbâzakan,146,368 Cerceraî, Ebul-Kasım, 5 Cevanî, Anter, 253 Cevlân, 411 Ceyhan ırmağı, 52, 201, 425, 434, 457 Ceyhan, 434, 440, Ceyhun Nehri, 29, 73, 74, 78, 82,118, 200, 219, 221, 223, 225,253 Cezire, 239 Ceziret-ü îbn Ömer (Cizre), 104, 148, 159, 180, 197 Cezr kalesi, 383, 385 Cîruft Kalesi, 299, 303 Cîruft, 53, 300, 308, 312, 313, 314, 316, 317, 318, 319, 320, 321, 322, 323, 324, 327, 328, 518, 523 Cibal, 3, 25, 30, 47, 156, 171, 212, 242, 259, 269, 293 Cibrin Kurastâya kalesi, 357
GENEL DİZİN
Cihan-güşay, 278 Cihansûz (lakap), 222 Cihanşah, Rükneddin, 462, 463, 464 Cimri, 485 Cisrülhadîd, 380 Cizr kalesi, 355 Cizre, 32, 42, 101,389 Cizye (Başvergisi), 426 Clermont, 152 Coğrane, İzzeddin, 324, 325 Cuyuş Bey, 198, 199, 205, 232, 233, 235, 236, 400, 401 Cuyuşî, Nasırüddevle, 87,122, 123 Ciibeyl, 122,389 Cüheyroğullan, 141 Cülus, 501 CülÛ6 bahşişi, 507 Cürcan, 25, 27, 28, 30, 83, 120, 162, 163, 164, 171, 224, 242,268 Cüveynî, Ebul-Mealî, 131 Cüzcan, 3, 28, 78
-çÇağaniyan, 3 Çağrı (şehzade), 186, 187,188 Çağrı Bey, 16, 17, 18, 19, 21, 22, 23, 24, 25, 26, 27, 28, 29, 30, 34, 38, 39, 40, 42, 44, 45, 46, 47, 48, 74, 77, 113, 299, 305, 496, 490, 499, 515 Çağrı bin Mahmut, 267 Çaka Bey, 8, 427, 428, 429, 430, Çakır, Nasırüddin, 239, 256 Çakmak, Meliküzzahir, 12 Çanakkale, 435 Çanakkale Boğazı, 429 Çankırı, 424, 438, 442, 443, 446, 450, Çaşnigir, 506 Çavlı, 52, 53, 63 Çavlı (Hacip), 52, 53, 63 Çavlı (Atsız’ın kardeşi), 84, 348, 353 Çavlı (Aksungur’un memlükü), 239, 248 Çavlı Candar, 252, 255, 258, 504 Çavlı, Mubarizüddin, 459, 461, 462, 465, 470, 503 Çavlı Sakavu, 161, 162, 177, 178, 179, 180, 182, 184, 185, 186, 187, 188, 190, 192, 193, 387, 388, 389, 310, 432,433, Çavuldur, 1, 63 Çavuş (serheng, dûrbaş), 507 Çavıış (Siyavüş), 92 Çavuş Bey bk. Cuyuş Bey Çemişkezek, 462 Çepni, 1 Çermik, 470 Çetirci (Çetirdâr), 502 Çetr, 502 Çinçin, 457 Çınçm kalesi, 461 Çiçek Hatun, 376 Çifte Minare, 525 Çiğil, 118, 119 Çin, 136,218,497,522 Çoban, Moğol kumandam, 491 Çoban, Hüsameddin, 463 Çoruh Irmağı, 37, 50 Çoruh, 38, 89, 94
577
Çökürmüş, 101, 104, 148, 159, 174, 176. 178, 179. 180, 191, 192, 385, 386, 387, 432, 433 Çubuk Bey, 9 2 ,1 0 1 ,1 0 2 , 124,125, 361 Çubukoğullan, 72 Çukurova, 5 6 ,9 1 ,1 5 4 ,2 5 1 ,4 2 4 ,4 3 1 , 434, 438, 439,440, 441, 442, 445, 447, 454, 45 7 ,4 6 1 ,4 7 2 ,4 7 3 Çukurova Ermenileri, 11 -D Dâiler, 120 Dalasseno6, 429, 430, Damgan (Dâmegân), 27, 30, 49, 115, 120; 162, 164, 253, 277,287 Dana, 31 Dandanakan,26,505 Dandanakan Savaşı, 28, 29, 115, 299 Dandanakan Zaferi, 26, 34 Danişmend Gazi, 63, 89, 153, 437, 438 Danişmendli Beyliği, 424 Danişmendliler, 72, 153, 154, 384, 411, 412, 441, 445 Danişmendoğullan, 443, Dârâ, 197, 404 Darâbcird (Darâb), 187 Darende, 443 Darhân (Dergân), 22 Dârül-Harb, 16 Dârülahiret, 225 Dârülemâre, Dârülmemleke, 41, 49 Dariişşifayi Alayî, 467 Daşılıı (Taşlı), 146, 369 Daveti Cedide, 120 David II., Gürcü Kralı, 202, 235, 236, 437 Davidoğlu Giorg, 50 Davud Burcu, 86 Davul, 502 Davut (Melikşah’ın oğlu), 117,129 Davut (melîk ve 6ultan), 212, 213, 214, 215, 216, 244, 2 4 5 ,2 4 6 ,2 4 8 ,2 5 1 ,2 5 4 ,2 5 6 Davut bin Sökmen, 197, 405 Davut Kulan Arslan, 152, 428, 430 Davut (Kirman selçuklu), 304 Davutşah, Mengücüklü, 462 Dây Merc, 213 Day Merg, 215, 249, 288 Debîr Ebul-Hasan, 300 Debûsiye, 22 Delta Bölgesi, 5, 6 Demir Yaylı (Temür Yalığ), 15 Demleçoğulları, 72 Denizli, 58, 423,437, 440, 443, 444,453, , 454 Derbânan (Kapıcılar), 507 Derbend (Bâbül-ebvâb), 34, 55, 94, 236 Derbendliler, 55 Derbesak, 11, 361, 425 Dere, 117 Dere Kalesi, 122 Derek, 116 Dergâh, 218, 505 Dergüzinî, Celâleddin Ebulfazl, 281 Dergüzînî, Ebulkasım, 205, 206, 207, 209, 210, 211, 213, 231, 232, 239, 241, 242, 244, 246 Dergüzinî, tmadeddin Ebu’l-Berekât, 251 Dergüzinî, Şemseddin Ebun-Necib, 268 Deri Âşub, 333
578
GENEL DlZÎN
Diyârı İslâm, 16 Derre, 523 Dizmâr, 291 Deşti Ber. 316 Dizmarî (Emîri Sipelısâlar), 291 Develi, 38 Dmanis, 94 Develühisar (Dulhisar), 493 Dodurga, 1 Devlet (Dolat), Kutahıuşoğlıı, 63, 84, 90, 347, 421 Doğıı Avrupa, 459 Devletşah, Dilmaçoğlıı Fahreddin, 277, 278, 443 Doğu-Akdeniz, 412, 414. 416 Devser kalesi, 405 Doğıı-Anadolu, 19, 21, 31, 34, 36, 38, 51, 52, 54, 57, 58, Deylemliler, 301, 302, 314, 513 59, 60, 62, 285, 366, 367, 368, 373, 386, 408, 432, Deyr kalesi, 357 437, 450, 453, 462, 463, 464, 465 Dımaşk (Şam), 6, 8, 9, 84, 85, 86, 87, 106, 107, 109, 123, Doğıı-Denizi, 110 124, 133, 140, 142, 143, 145, 148, 192, 193, 196, 199, Doğıı-Fergana, 2 200, 239, 280, 290, 344, 347, 349, 350, 351, 352, 357, Doğıı-Karadeniz, 424 358, 362, 363, 364, 366, 370, 372, 374, 375, 376, 377, Doğu-Karahanhlar, 118, 119 378, 379, 384, 392, 393, 397, 398, 400, 401, 402, 403, Doğu-Karahanhlar Devleti, 2, 118 406, 407, 409, 410, 411, 413, 414, 415, 416, 471 Doğu-Roma (Bizans) İmparatorluğu, 427 Dımaşk Selçuklu Devleti, 374, 375, 376, 384, 387, 406. Doğıı-Türkistan, 83 408,412,4 1 4 ,4 1 5 ,4 1 7 Dokuz Oğuz Tiirkleri, 99 Dmıaşk Selçukluları, 154, 389 Dolat, I. Mesut'un oğlu, 441, 442 Dıraz, Aybek, 320, 322, Donanma Gecesi, 125 Dînar (melîk), 326 Dovin, 19, 34, 9 3 ,9 4 ,2 7 7 ,2 7 8 ,2 8 2 Dîzmâr, 291 Döğer, 1 Dicle Irmağı, 31, 34, 39, 41, 53, 58, 111, 125, 165, 166, Dragos Suyu Antlaşması, 424, 427 1 83,250,252,342 Drakon Suyu (Dragos deresi), 423 Dih-i Nemeh (Tuz Köyü), 49 Duduoğlu, 57, 63, 88, 352, 356 Dihdâr Ebû Ali, 121, 122 Dukak (Tukak), 15 DihisLan, 21, 23, 29, 30 Dukak, 148, 154, 155, 369, 372, 374, 375, 376, 377, 378, Dihistanî, Ebul-Mehâsin Abdülcelil, 159, 160, 163, 165, 379, 381, 382, 384, 393, 397, 406, 407, 408, 409, 410, 166,168 4 1 1 ,4 1 2 ,4 1 3 ,4 1 4 ,4 1 5 ,4 1 7 Dihkan (Köy Kethüdası), 516 Dııkas, Andronikos, 65, 71 Dihkanî, Ebul-Kesım, 125 Dukas, Ioannes, 65, 88, 89, 429 Dimitri (Giircii), 235 Dukas, X. Konstantinos, 7, 38, 39, 54, 71, 339 Dimyat, 9 1 Dukas VII., Mikhail, 71, 88, 89, 422 Dinar (Oğuz beyi), 331, 332, 333 Duraklama Devri, 137 D in ar,38 Duzahdere, 465 Dinever, 30, 213, 243 Diphisar, 53 Diîbeyl, 34, 37, 51 Dübeyoğulları, 269 Divan-ı Berid, 510 Diibeys bin Sadaka, 3, 45, 164, 175, 182, 183, 184, 208, Divan-ı Evkaf-ı Memâlik, 511 209, 212, 231, 232, 233, 234, 235, 237, 240, 241, 248, Divan-ı Eyâlet, 511 249,250,405 Divan-ı Hâss, 510, 511 Diilük, 54, 342, 441 Divan-ı İnşa, 509 Düzcin, 8 Divan-ı İstifa, 509 Divan-ı Istifay-ı memâlik, 509 -E Divan-ı İşraf, 509 Divan-ı İşraf-ı Memâlik, 509 Ebher, 287 Divan-ı Mezâlim, 510, 516 Ebiverdî, Muhammed, 360 Ebıı Abdullah bin Mustazhir Billah, 251 Divan-ı Müşrif, 509 Divan-ı Pervanegî, 512 Ebu Sa'd bin Musala (Mavsala). 124 Ebıı Sa’d bin Muhammed, 187 Divan-ı Resâil, 509 Ebıı Abdullah Muhammed, 108 Divan-ı Riyaset, 511 Divan-ı Şıhnegî, 511 Ebû Ahmet el- Kazvinî, 203 Ebû Ali el-Fâikî, 166 Divan-ı Tuğra, 509 Divan-ı Vilâyet, 511 Ebû Ali Haşan (Şerif el-Huteytî), 106, 107, 109 Divan-ı Zinıam ve'l-istifa, 509 Ebû Ali Haşan, 224 Divaniil-Arz. 509 Ebıı Bekr (îldenizli), 287, 288, 291, 292, 410 Divaniil-Ceyş, 509 Ebû Bekr Şamî, 125 Divaniil-inşâ ve't-tuğrâ, 509 Ebû Bekr, Ziyaeddin, 321 Divriği, 54, 56, 89, 437, 463 Ebıı Cafer Muhammed, 181, 182, 345 Diyarbakır Eyyubîleri, 10 Ebû Cafer (Şafiî reisi), 188 Diyarbakır (Amid), 32, 33, 36, 39, 42, 53, 58, 59, 60, 62, Ebû Câfer, 116 72, 87, 101, 102, 103, 104, 105, 106, 107, 108, 108, Ebu Dulef, 51, 76 109, 124, 141, 142, 144, 159, 166, 171, 176, 179, 192,Ebû Dulef Siirhâb 182 255, 280, 339, 356, 357, 364, 367, 378, 379, 406, 413, Ebû Hâşim, 126 432, 445, 450, 452, 458, 461, 470, 486 Ebû Hiireyre, Nebihiiddin, 272 Diyarı Rum (Rum). 441 Ebû İshak Şîrazî, 519
GENEL DlZÎN
Ebû Kalicar, 29, 299 EbûMansur, 116, 117 Ebû Muhammed, 374 Ebû Muhammed Temîmî, 49 Ebû Muhammed Ubeydullah bin Mansur, 165 Ebû Muzaffer, 301 Ebû Müslim (Horasanlı), 4 Ebû Müslim, Rey reisi, 120, 138, 501 Ebû Nasr Ahmet (Aziz), 211 Ebû Sa‘d, 5 Ebû Sâid, 182 Ebû Saîd Fundavercî, 519 Ebû Saîd el-Gânimî, 519 Ebû Saîd Haddâd, 168 Ebû Salim, 101,103 Ebû Sehl, 38 Ebû Şııca, Alp Arslan'ın lâkabı, 49 Ebû Şiica, Zahireddin, vezir, 110, 111, 114, 124 Ebû Tahir, 387, 395, 396 Ebû Tahir Harezmî, 118. 119 Ebû Tahir Tabesî, 519 Ebû Talib, 396 Ebû Temmam bin Abdun, 235 Ebû Yakub, 94 Ebul-Abbas Fazl bin Muhammed Lukerî, 519 Ebul-Alâ Saîd bin Yahya, 189 Ebul-Bedr, 266 Ebul-Berekât, Tabip, 261 Ebul-Berekât, 318, Ebul-Esvar, 31, 37 Ebul Fazl (Sistan hâkimi), 205, 218, 219 Ebul Fazl (Vezir), 398, 399 Ebul Fazl (Kadı), 405
579
Ebul-Muzaffer, Berkyaruk'un lâkabı, 500 Ebul-Muzaffer Ciircanî, 171 Ebu’l-Muzaffer Îsfizarî, 520 Ebunnasr, 26 Eburreca, 399 Ebur-Rıza, Kenıalüddevle, 127 Edirne, 152,422 Edremit, 429, 433, 435, 444, Efâmîye, 110, 122, 1 2 3 ,195; 198,199,386 Efâmîye kalesi, 387, 401 Efdal. Eyyubî hükümdarı. 450, 458 Efdal, vezir, 377 Efdaleddin Kirmanı. 517 Efzıın, Nasıriiddin, 317 Ege Bölgesi, 89 Ege Denizi, 91 Ehl-i Sünnet, 308 Ekinci bin koçkar, 151 Elbistan, 11, 361, 424, 432, 433, 434, 439, 440, 442, 443, 454,45 8 ,4 8 3 ,4 8 4 Elcezire, 3, 9, 31, 53, 62, 101, 105, 107, 142, 159, 166, 171, 174, 176, 186, 192, 204, 255, 280, 285, 340, 342, 36 4,400,408,409 Elcezire Eyyııbîleri, 10 Emevîler, 4, 34, 36, 503 Eminüddevle, 145, 368, 406 Emîr âhur, 146, 178, 368, 369, 371 Emır-i alem, 506 Emîr-i arz, 512 Emîr-i candâr, 506 Emîr-i dâd (Dad beyi), 512, 516 Emîr-i har es, 506 Emîr-i sipehsâlar, 514 Emîr-i şikâr, 506 Emîran, Şerefeddin, 282, 284 Emiranşah, 301, 304, 305 Emîrek, Zafir Muhammed, 322, 326, 328, 330 Emirdağ, 56 Emîri Emîran, 213 Emîri Mîran, 443 Emir Sıttı Hatun, 211 Emîrşah, Muciriiddin, 488, 489 Emîrü'l-ümerâ (Emîrler emîri), 78, 513 Enbârî, Ebû Abdullah, 256 Enbarî, Ebû Tâhir, 101 Enuşirvan, 44, 45 Enuşirvan bin Halid, 205, 214, 234, 239, 248, 251 Enverî, 122, 519 Erbasan (Erbasgan), 48, 52, 56, 57, 58, 62, 69, 83, 343, 422 Erbil, 178, 194, 238, 367, 391, 458, 459 Erciş, 33, 36, 58, 61, 170 Erdebil, 170, 245, 255 Erdem, 43, 45, 48 Erdeşir, Hiisamüddevle, 287 Ereğli, 154, 413, 431, 442, 446, 449, 457 Ergani, 3 9 ,5 3 ,3 4 2 ,4 7 0 Erivan. 8 Erkuş, emîr, 214 Erkuş en-Nizamî, 138, 161 Ermenek, 484 Ermeni Katolikosluğu, 95 Ermeni Patrikliği, 95 Ermeniler, 6, 9, 11, 19, 31, 34, 35, 38, 39, 50, 51, 60, 62, 68, 69, 73, 74, 89, 91, 104, 108, 114, 122, 136, 154,
GENEL DİZÎN
580
155, 195, 197, 257, 380, 424, 434, 438, 440, 446, 449, 4 5 4 ,4 5 7 ,4 6 1 ,4 7 2 ,4 7 3 Ermeniyye, 248 Ermenşahlar Beyliği, 286 Erran, 31, 34, 35, 37, 38, 39, 60, 94, 95, 157, 235, 248, 2 5 5 ,2 5 8 ,2 5 9 ,2 7 2 ,4 3 7 Errecân, 41, 161,189, 276 Errecanî, kadı, 138 Ertaş, 28, 2 9 ,4 4 , 52, 116 Ertaş, Muhyiddin, 417 Ertokuş, Mubariziıddin, 452, 454, 457, 460, 461, 462, 463,464, 525 Erzen, 32, 60, 62, 72, 103, 104, 235. 253, 410, 432, 437. 443 Erzeııii’r-Rum, bk. Erzurum Erzincan, 37, 38, 72, 89, 437, 450, 457, 462, 464, 472, 475, 486, 487 Erzincan Akşehir, 464, 491 Erzurum (Kalikala), 34, 35, 37, 38, 39, 59, 61, 71, 72, 89, 235, 261, 443, 450, 453, 455, 459, 462, 464, 478,486 E sad ,377 Esârib, 194, 359 Esarib kalesi, 389, 390, 404 Esedabâd,167,232, 288 Esedâbadî, Ebû İbrabim, 161, 163 Esedoğulları, 42 > Esfûna kalesi, 358 Eskişehir, 153, 413, 423, 431, 435, 440, 443, 444, 445, 446, 450, Esnaf loncaları, 516 Esterâbad, 94 Eşel, Sadeddin, 279 Eşref Semerkandı, 210 Eşref, Eyyubî, 458, 459 Eşrefoğulları, 485, 488 Etienne de Blois, 380 Etrâk, 513 Etrek, 202 Evbaş, 517 Evdokia, 7, 54, 55 Eymür, 1 Eyyıtb, Meliküssalih Necmeddin, 10 Eyyubî Devleti, 6 ,1 0 Eyyubîler, 8, 9, 285, 457, 459, 462, 463, 465, 469, 470, 512 Ezd kabilesi, 100 Ezrakî, 519, 520 - FFadlun, 31, 51, 55 Ffibreddm, Kazvinli, 488, 489 Fahreddin Ali (Sahip Ata). 482. 483. 484, 485, 4îî6, 487, 488,525 Fahreddin bin Safiyeddin, 293 Fahreddin Dinarı, 470 Fahreddin Ebûbekir, 475 Fahreddin Ebû Tahir, 264 Fahreddin, Seyyid, 283 Fahreddin Toğayiirek, 205 Fahruddevle bin Cüheyr, 46, 101, 102, 104, 105, 112, 113, 159 Fahrıılnıülk bin Ammar, 186 Fahrüddin Giirgânî, 519 Fahriilmülk, 128, 146, 147, 148, 188, 368, 369
Fâris Kapısı, 360, 425 Farmezî, Ebû Ali, 131 Fars, 30, 53, 74, 77, 81, 156, 161, 171, 177, 186, 187, 188, 190, 207, 212, 242, 244, 245, 252, 253, 254, 257, 258, 259, 260, 275, 276, 277, 280, 285, 300, 301, 302, 303, 305, 307, 308, 310, 312, 313, 314, 315, 317, 321, 3 2 2 ,3 2 4 ,3 2 6 ,3 2 7 ,3 3 3 Fâryâb, 25 Fâtıma, Sitti, 283 Fatımî Devleti, 5, 85, 87, 122, 344, 352, 421 Fatımî Halifeliği, 4, 9, 36, 40, 42, 43, 58, 106, 120, 348, 377 Fatımüer, 5, 6, 8, 41, 43, 44, 83, 84, 85, 86, 9 8 ,1 0 6 , 120, 121, 122, 123, 124, 125, 126, 190, 193, 342, 346, 347, 348, 350, 351, 357, 370, 375, 386, 394, 412 Fatma Hatun, 251 Fav kalesi, 385 Faya kalesi, 357, 385 Fazl, II., 93 Fazl* III. (Şeddadoğhı). 93. 94. 95 Fazluye (Fazlaveyh, emîr), 52, 53, 301, 302, 303 Feke, 439 Fenahüsrev, Adududdevle, 3, 33 Feramıırz bin Alauddevle, 27, 30 Ferâve (Kızıl Avrat), 21, 23, 25 Fergana, 2, 119 Feriburz, Şirvanşah, 55, 94, 95 Ferid Gîlânî, 519 Feridun bin Ahmed, Sipehsâlar, 522 Ferrâşan (Müstahdemler), 507 Ferruh Hatunî, 47 Ferruhşah, 240 Fesa, 187,302,321 Fetihname, 444, 445 Fetret Devri, 160, 204 Fezarî, Ebû Muhammed, 300 Fırat Irmağı, 4, 38, 39, 45, 54, 56, 57, 59, 60, 62, 72, 89, 108, 140, 185, 192, 194, 196, 197, 234, 252, 265, 342, 363, 364, 367, 372, 389, 391, 400, 414, 421, 424, 450, Filaretos (Philaretos), 360, 361 Filibe, 152 Filip (Philippe), 461 Filistin, 5, 6, 8, 9, 83, 84, 85, 87,122, 124, 339, 343, 344, 346, 347, 348, 349, 351, 352, 357, 358, 359, 362364, 370, 373, 374, 375, 376, 382, 393, 394, 406, 407, 411, 4 1 2 ,4 1 6 ,4 1 7 ,4 2 1 ,4 2 6 ,4 3 7 Filistin Türkmen Beyliği, 344 Filokales, 434 Fîruz, 154, 180 Firuz, Melikürrahim Hüsrev, 40, 41 Fîruzkûh, 223 Fîruzkûh Kalesi, 115 Firuze Burcu, 88 flandre. 383 Foça, 429 Franklar, 37, 56, 60, 61, 68, 196 Fransa, 152,153, 413 Fransızlar. 152, 382 Fredcrik, II. (Friedrich), 9 Friedrich Barbarossa, 446 Furatî, İbrahim, 397 Furg, 188, 316 Furg Kalesi, 310 Fütüvvet (ahilik) teşkilâtı, 516 Fütüvvet şalvarı, 455
GENEL D İZiN
581
Godefroi de Bouillon, 153, 156, 379, 381, 382. 383. 411, 412 Gog Vasil, 197, 434 Gaban, bk. Keban kalesi, 457 Gök Medrese, 525 Gabras, Konstantin, 435, 437, 439, Gökbori, Muzaffiriiddin, 458 Gabrieî, 384, 412, 430 Göksu, 461 Gagik, 31, 37 Göksu derbendi, 484 Gatıenı burcu, 59 Göksün,3 6 1 ,4 2 5 ,4 3 1 ,4 3 4 , 438, 441, 442, 443, 454 Garcistan, 35, 83 G öktaş,21,29, 31,33 Garraf, 269 Göktürk Devleti, 1, 499 Garsunni'me Muhammed es-Sâbi, 43, 45, 50, 60 Gökyay Noyan, 489 Garsiiddin, 288 Gönüllüler, 512 Gaşiye, 504 G öynük.441 Gautier Saıı* Avoir (Meteliksiz Gotye), 152, 153 Grek Vaspurakaıı (Grekia Vaspıırakania), 33 Gâvele (Gevele) Kalesi, 90, 489 Grigor, 51 Gavur Dağları, 54 Gud, 225 Gazan Han.. 489, 490, 491, 492, 493 Gudaf el-Bedevi, 96 Gazi, 512 Guillaunıe (piskopos), 153 Gazi Gümüştekin, 411 Guillaume de Grandmesnil, 380 Gazi, Seyfeddin, 256 Guillaumejourdain, 192 Gazi, Şihabüddin, Eyyubî, 471 Gulamlar (Hassa Kuvvetleri), 512, 513 Gaziantep, 54, 342, 361, 425, 441, Gur, 83,218, 222,223,334 Gaziye Hatun, 462, 468 Gûr, 83 Gazne, 22, 24, 25, 78, 83, 1İ2, 151, 201, 202, 206, 215, Gûrlular, 207, 222, 223, 334 2 1 6 ,2 1 8 ,2 2 2 ,3 3 4 Gurşenbih, 252 Gazneliler. 3, 18, 19, 20, 21, 22, 23, 24, 26. 27, 28. 29, Guzoğlu (Oğuzoğlu), 178, 179, 180, 205, 206 31, 40, 78, 83, 125, 201, 202, 215, 216, 222, 299, 310, Gülek Boğazı, 431 311 Gülpayegân Camii, 522 Gazneliler Devleti, 3, 19, 23, 24, 202, 216 Gümüşhane, 437 Gazzalî, 137, 519 Giimüştekin, 53, 54, 342 Gaaze, 86,351 Gümüştekin, 367 Gazzî, 520 Giimüştekin, 395, 397, 417 Gedûk, 443, 482 Gümüştekin, emîr, 384 Gelibolu Yarımadası, 429 Gümüştekin Ahmet, 424, 430, 431, 432 Gelilaea (Celîle) Prinkepsüği, 195 Gümüştekin Bilge Bey, 78 Gence, 34, 37, 51, 86, 93, 94, 95, 156,163,166, 202, 211, Gümüştekin Candar, 89, 112,138, 139, 145 213, 234, 235, 241, 245, 254, 255, 278, 351, 356, 370, Gümüştekin Kayseri, 169, 170 437 Günbed-i Cebeliye, 523 Gerger, 257, 437 Gündeniz, 162 Germâbe, 523 Giindoğdu (Atabek), 234, 235 Germiyanlı Türkmenler, 471, 485 Giindoğdu (Kün-doğdu), 150, 151 Germiyanlılar, 488 Giindoğdu, 190, 198, 205, 400 Germsîr, 308, 312, 316, 327, 328 Güneri Bey, 487 Gerşasp, 30 Güney Anadolu, 6, 54, 57, 437 Gerşasp, Alâüddevle, 205 Güney-batı Anadolu, 439 Gesta Roberti Wiscardi, 66 Giiney-Doğu Anadolu, 9, 73, 84, 89, 91, 101, 105. 339, Gevher, 83 347, 365, 367, 368, 373, 410, 421, 424, 432, 437, 453, Gevher Hatun, 52, 57 465, 469 Gevher Hatun (Muhammed Taparm kızı), 203 Giiney-İran, 3 Gevher Hatun (Mesut'un kızı), 248 Güney-îtalya, 7 Gevher Neseb, 211 Giiney-Rusya, 463 Gevher Nesibe, 525 Gür Han, 218, 219 Gevherayin, Sadüddevle, 63, 69, 81, 96, 101, 104, 105, Gürboğa, 137, 139. 143, 144, 148, 149, 154, 155, 159, 107, 112, 113, 124, 125, 126, 127,158, 159, 160, 364 160, 164, 364, 366, 367, 378, 379, 380. 381, 382, 409, 410,414 Geyhatu, 487, 489 Gürcistan, 34, 50, 51, 52, 55, 61, 76, 94, 202, 282. 437. Geylan, 34 450,45 1 ,4 5 3 ,4 6 5 Gıyasüd-dünya ved-din, Muhammed Tapar'ın lâkabı, 500 Gürcü Hatun, 469, 475 Gıyasül-Müslimîn (Alp Arslan'ın lâkabı), 49 Gürcüler, 19, 34, 35, 50, 51, 55, 60, 74, 94, 202, 207, Gilaıı, 191, 207 235, 254, 255, 259, 275, 277, 278, 281, 282, 438, 450, Giorgi, II., 94 453,464 Giorgi, III., 277 Gürdbpzu, Şerefeddin, 222, 260, 264, 267, 269, 272, 273, Giray Noyan, 489 274,275,279 Girdkûh, 120, 214, 287 Glirganî, Mücahid, 326, 327 Girdkûh kalesi, 47, 48, 49 Gürgen, 94 Girit, 429 -G -
GENEL DÎZÎN
582
Gürgenç, 217, 220, 221, 292 Gürşenbe, 244, 253 Gürzcüler, 512 Güyük Han, 475, 476 - HHabeşî bin Aituntak, 151, 152, 162, 180 Habîs (Şehdad), 300, 318, 328,331, 332, 333 Habur, 32, 179, 197 Habur İrmağı, 180, 386, 433 Hac, 125, 139 Hâce Cemal, 321 Hace Dehhanî, 521 Hacı Başara, 39 Hacılar, 138 Haçik, 31 Haçlı Seferi II., 440 Haçlı Seferi III., 9 Haçlı Seferleri, 8, 72, 152 Haçlılar, 6, 7, 8, 9, 10, 11, 152, 153, 154, 155, 156, 178, 179, 182, 185, 186, 191, 192, 193, 194, 195, 196, 197, 198, 199, 200, 203, 235, 237, 239, 251, 252, 256, 257, 341, 377, 378, 379, 380, 381, 382, 383. 385, 386, 387, 388, 389, 390, 395, 396, 397, 398, 399, 400, 401, 403, 404, 405, 409, 411, 412, 414, 430, 431, 432, 433, 434, 437, 438, 439, 440, 441, 442, 443, 446, 448, 453, 457 Haddâdiyye, 134 Hadem (Hizmetkârlar), 507 Hadi, 4 Hadise-Ane, 4, 45 , Hadramut, 5 Hafaceler, 138 Hagios Georgio, 76 Hagioe Georgio Kalesi, 50 Hakkâri, 32 Hakim (Fatımî), 5 Hakim el-Müneccim, 395 Haleb, 9, 53, 54, 56, 57, 59, 61, 62, 84, 87, 90, 91, 92, 101, 105. 106, 107. 108, 109, 110, 122, 123, 124, 126, 140, 142, 143, 144, 148, 155, 185, 186, 194, 195, 198, 199, 235, 239, 252, 261, 339, 340, 341, 342, 343, 344, 348, 352, 353, 354, 355, 356, 357, 358, 359, 361, 362, 363, 364, 366, 370, 372, 373, 374, 375, 376, 377. 378, 379, 382, 383, 384, 385, 387, 388, 390, 392, 393, 394, 395, 396, 397, 398, 399, 4 0 ]; 402, 403. 404, 405, 406, 407, 408, 415, 422, 425, 426, 452, 457, 458, 461, 468, 472 Haleb Eyyubîleri, 10 Halc*b Kapısı, 363, 426 Haleb Reisliği, 378 Haleb Selçuklu Devleti, 372, 373, 376, 378, 379, 382. 383, 384, 385, 386, 390, 393, 394, 395, 398, 400, 404. 408, 415,416, Haleb Selçukluları, 154, 374, 399, 403 Haleb Türknıenleri, 489 Haleb-Kayseri Kervan Yolu, 465 Halef, Bahaiiddevle, 116, 117 Halef bin Mülâib, 110, 123, 358, 359, 386, 387 Halife Canıi, 194 Halifelik Sarayı, 113 Halil Bahadır, 489 Halil Bey, Eşrefoğlu, 487 Halkın Haçlı Seferi. 153 Hama, 143, 198, 252, 343, 353, 358, 400, 416
Hamdanoğullan, 3, 5 Hamza bin Mucirî. Ebııl-Alâ, 520 Hamza, Seyyid Şerefeddin, 491, 492 Hamza, Şemsüddin, 459 Hanefî mezhebi, 188, 514 Hanefîler, 226 Hani, 410 Hânikin, 30 Hankâh, 523 Hanlincan, 189, 190 Hanoğlu Harun, 53, 56, 59, 339, 340, 341. 344 Hansalar, 507 Hanzii, 37 Hara kalesi, 460 Harakî, Ebû Muhanuued, 219 Haramî, Cemaleddin llkafşut, 263, 284 H a rb ,116 Harbi, 105,141 Harem, 508 Hârezm, 2, 3, 20, 22, 23, 24, 28, 29, 52, 77, 118, 149, 151, 152, 216, 217, 219, 220, 221, 292,334,518 Hârezmî, Ebû Tahir, 118 Hârezmliler, 265, 293, 294, 372, 469, 470 Hârezmşah, 151, 293 Harezmşah, Aynıiddevle, 246 Hârezmşah Kutbeddin Muhammed, 200 Hârezmşah Muhammed bin Anuştekin, 205 Hârezmşahlar, 2, 279, 280, 286, 290, 292, 294, 331, 334 Harezmşahlar Devleti, 152, 285, 326 Haricî, Ebıı Yezid, 5 Haricîler, 9, 301 Hârirn, 361, 425 Harput, 38, 57, 72, 73, 424, 432, 437, 443, 464, 465, 486 Harput kalesi, 465 Harran, 11, 108, 144, 148, 185, 194, 359, 385, 389, 391, 4 0 4 ,4 3 2 ,4 5 8 ,4 6 6 ,4 7 0 Harrekan, 158 Harşafiyye, 58 Harun Buğra Han, 17 Harun Reşid, 4 Harun, Hârezmşah, 22, 23 Ilârun, Ebû Nasr, 5 Has Balaban, 487 Has Bey bk. Belengerî Has tnal, 56 Hâs arazi, 510 Haşan (Karahanlı sultanı), 119 Hasarı Bey, Ebulgazi, 427 Haşan Bey, Kayseri emîri, 153, 154, 431, 434 Haşan biıı Ali, 200 Haşan bin Süleyman, 118 Haşan bin Tahir, 110, 428 Haşan Gaznevî, Seyyid, 520 Haşan Sab bah ,120,121,122, 131, 190, 515 Haşan Tekin (Ebulmeali), 211 Haşan (şehzade). 34, 35 Haşan, emîr, 414 Haşan, Ihtiyarüddin, 445 Haşan, Izzeddin, 290, 291 Haşan, Nâsıruddevle, 58 Haşan, Nıtsrctüddin, 485 Haşan, Rükniiddin, 3 Haşan, Şerif Ebû Ali, 92, 362
GENEL DtZÎN
Hasankale, 35 Hasankeyf (Hısn Keyfa), 73, 104, 256, 385, 404, 410, 445, 450 Hasar Yâzûrî, Ebû Muhammed, 5 Hasbeg, 321 Hasbey, Nusretüddin Arslanapa, 264, 267 Hasoğuz, Şemseddin, 475 Hâss arazi, 516 Hassa Kuvvetleri (Gulamlar), 512, 513 Hâşimi ailesi, 390 Haşkâ, 29 Hatice Arslan Hatun, 42, 45, 113 Hatir Muhammed bin Hüseyin, 190 Hatun Divanı, 512 Hatun-i Kirmanı, 270, 274, 333 Hatun-i Rııknî, 315, 320, 328 Haydar bin Şirgîr, 246, 248 Hayır Han, 400 Hayl-başı'lar, 514 Hazar Denizi, 1, 7, 34, 52 Hazar Türk Devleti, 1 Hazar Tlirkleri, 15, 60 Hazarlar, 2, 15, 55, 94 Hâzır kalesi, 339, 383 Hâzırı Süleymânî, 353 Hâzin, Kemaleddin Muhammed, 253, 254 Hazreti Isa, 7, 152, 155, 381 Heinrich, 152 Hemedan, 30, 34, 36, 42, 43, 44, 52, 62, 63, 64, 79, 80, 87, 158, 163, 164, 165, 168, 169, 171, 190, 194, 198, 206, 207, 208, 209, 210, 211, 212, 213, 214, 215, 232, 236, 237, 238, 240, 241, 242, 244, 245, 246, 247, 248, 249, 252, 253, 254, 258, 259, 260, 261, 263, 264, 265, 266, 269, 270, 273, 274, 275, 278, 279, 280, 281, 282, 283, 284, 286, 287, 288, 289, 290, 291, 292, 301, 302, 304, 306, 316, 317, 322, 365, 367, 368, 372, 391, 400, 508,515 Henıedanî, Sungur, 270 H ennab,299 Henri, İstanbul Lâtin imparatoru, 454 Herat, 24, 27, 28, 29, 52, 82, 83, 114, 116, 131, 149, 207, 222,223,225 Heri Rud, 222 Herve, 39 Hetum, 461,472,473 Hevve Kapısı, 53 Hezâresb, 217, 221 Hezâresb (Huzistan hâkimi), 302 Hezâresb, Taciilmülûk Ebû Kâlicar, 41, 42, 43 Hezârı Sâni, 277 Hezaristan, 207 Hezbânî, Ebulheyca, 31 Hıristiyanlar, 6, 8, 9, 51, 71, 90, 103, 108, 134, 152, 153, 154, 155 Hısnı Keyfa (Hasankeyf), 169, 197 Hısn Mansur, 257 Hıtay, 218 Hıttîn, 9 Hît ilçesi, 140, 363 Hicaz, 5, 125, 126, 133 Hilâfet Sarayı, 114 Hil'at, 503, 504 Hille, 79, 101, 110, 159, 164, 165, 166, 169, 170, 172, 175, 181, 182, 185, 208, 212, 233, 240, 249, 250, 251, 2 5 3 ,2 5 9 ,2 6 5 ,4 0 5
583
Hindistan, 3, 19, 20, 24, 31,188, 202, 216, 517, 518 Hocend, 2. 218 Hocendî, Sadreddin Muhammed, 259 Honas, 58, 453 Horasan Meliki, 201 Horasan Sâlârı, 38, 39, 53 Horasan Sâlârı Kuyusu (Bi'rli Sâlân Horasan), 53 Horasan Selçukluları, 200 Horasan, 2, 4, 19, 20, 21, 23, 24, 25, 26, 29, 31, 49, 52, 58, 60, 77, 83, 95, 99, 103, 104, 105, 114, 116, 117, 118, 119, 122, 128, 131, 132, 146, 149, 150, 151, 156, 157, 162, 163, 165, 167, 171, 188, 189, 202, 204, 207, 208, 209, 210, 211, 213, 214, 216, 217, 218, 220, 221, 222, 224, 225, , 239, 241, 243, 244, 253, 277, 279, 300, 315, 316, 317, 318, 319, 321, 327, 328, 344, 364, 368, 499, 514 Horasanlılar, 160, 366 Hoşin Kalesi, 54 Hoten, 2 Hoy, 46, 170,290 Huand Hatun, Mahperi, 525 Hugo von Tubingen, 152, 153 Hugue de Vermandoi, 153, 381 Hugue, II., 257 ' Hugue, Kıbrıs kralı, 456 Hıılvan (Lııristan), 30, 97, 100, 165, 248, 249, 265 Humar taş, 101, 103 Humartekin Savab, 45, 47, 105,127, 133, 134, 135, 307 Humus, 110, 122, 123, 155, 198, 252, 343, 348, 358, 359, 376, 377, 378, 379, 383, 384, 385, 400, 401, 409, 412, 414,415,416 Hünkar, Alpkuş, 254, 259, 260, 264, 267 Hurdik, 133 Hıırşeh kalesi, 303 Husanıüddin, Demleçoğlu, 395, 396 Husrev Haşan bin Mübariz, 187 Huttal, 3 Huttalan, 28, 48, 223 Huvaıı Rey, 188 Huvenc, 249 Huveyza, 253 Huzistan, 3, 41, 43, 127, 158, 159, 161, 162, 163, 164, 171, 177, 207, 232, 242, 249, 251, 253, 263, 264, 268, 270, 271, 275, 276, 2 8 2,284,288 Hükümet mensupları (memurlar), 516 Hülagû, 11, 476, 478, 489, 491, 492 Hiilefâyi Râşidîn, 99 Hürmüz, 301 Hüsanı, Hajukoğlıı, 468, 472 Hüsameddin, Emîri Hâcib, 292 Hüsameddin Kaymerî, 469 Hüseyin (emîr), 186 Hüseyin bin Ahmed, Ebû Abdullah (San'alı), 5 Hüseyin bin Ali Tuğraî, 232 Hüseyin bin Kutluğtekin, 193 Hüseyin bin Mühennâ, 125, 126 Hüseyin Kainî, 121 Hüseyin, Alâeddin, 222, 223, 225 Hüseyin, Cenahliddevle, 155, 369, 372, 373, 374, 375, 376, 377, 378, 379, 381, 382, 383, 384, 393, 407, 408, 4 0 9 ,4 1 0 ,4 1 2 ,4 1 4 ,4 1 5 ,4 1 6 , Hüseyin, Ebû İsmail, 232 Hüseyin, Taciiddin, 485 Hiisrev, 89 Hz. Ali, 111, 119
584
GENEL DtZİN
tbrahim, Bedreddin, 484 İbrahim, Danişmendli, 439 tbrahim, Ebulmuzaffer, 211 İbrahim, emîr, 438 - I İbrahim, Kureyşoğlu, 364 İbrahim, Ukaylî, 140, 141 Iğdır, 1 Iç-Ege, 428 Ilgın, 462 İçel, 440, 461 Irak, 3, 4, 6, 8, 10, 39, 41, 60, 62, 64, 164, 171, 177, 182, İdrİBÎ, 5 185, 205, 207, 208, 209, 210, 211, 212, 213, 216, 231, Ig Emirleri, 321 233, 237, 242, 248, 252, 253, 254, 260, 265, 269, 277, 278, 280, 281, 284, 285, 290, 291, 292, 311, 318, 320,Ig (ic) Kalesi, 187 İğdişler, 516 322, 332, 333, 362, 364, 368, 370, 388, 522 Ihşidî, 5 Irak Büveyhoğülları, 32 İkbal, Candar Cemâleddin, 261 Irak emirleri, 292, 293 Ikta sistemi, 516 Irak Selçuklu Devleti, 207, 208, 212, 213, 214, 231, 242, II - Kavşıit, 190 243, 248, 249, 259, 261, 262, 265, 275, 276, 277, 279, Ilarslan, 279 282, 285, 437, 503 llbeyi, Porsukoğlu, 163, 167, 391 Irak Selçukluları, 46, 211, 213, 214, 215, 222, 224, 280, ildeniz (emîr-i Alem), 288 281, 284, 286, 291, 294, 311, 312, 316, 317, 318, 322, ildeniz. Şemseddin. 6. 255, 258, 259, 267, 269, 270, 271, 332, B34, 504, 508, 511, 514, 520 272, 275, 276, 277, 278, 279, 280, 282, 317 Irak Türkmenleri, 21 lldenizliler, 285, 286, 292 Irakı Acem (Cihal), 207 fldenizoğlu, 85, 350 Irakı Arap (Mezopotamya), 207 llgazî, Necmeddin (Artuklu), 159, 160, 165, 166, 169, Irak Kalesi, 123 170, 172, 174, 179, 182, 185, 194, 195, 196, 197, 199, İslav (Rus), 60 233, 235, 236, 278, 372, 374, 386, 387, 388, 389, 393, İsparta, 448, 525 400, 401, 403, 404, 408, 433, 437, 438 Istahr Kalesi, 275 Ilhanlılar, 484 Istahr, 30 ili, Zahîrliddin, 452, 455 îlig Nasr Han, 2, 17, 18 - 1tlim erbabı, 516 ilmiye teşkilâtı, 515 tbn Allan, 126,127 tlyas, 52 tbn Ammar, Fahriilmülk, 192, 193, 4X3, 416 İmadeddin Ebu’l-Berekât, 253 tbn Attaş, 189, 190 İmadî-i Şehriyarî, 520 tbn Behmenyar, Amidüddevle, 127, 128, 129 tmm, 53, 56 tbn Bibî, Nâsıriiddin Hüseyin bin Muhammed, 469, 521 Imm kalesi, 341 tbn Hübeyre, 259, 269, 272, 274 inal (ünvan), 499 tbn Kudanıa, 108 İnal, emîr, 438 tbn Muhariş, 96 İnal, MeUküleşref, 12 tbn Munkiz, 195 İnaloğullan, 179, 280 tbn Mülâib, 123 İnanç (emîr), 265, 269, 272, 273, 274, 276, 277, 279 tbn Münzev, 344 İnanç (lâkap), 455 tbn Porsuk, 244 inanç Bey, 42, 44 tbn Sadaka, 234 İnanç Hatun, 286, 287,290, 291, 292, 293 tbn Sııkha, 84, 347 inanç, Hiisameddin, 275, , tbn Süleyha, 412, 413, 416 inanç Mahmut, 287 tbn Toganyiirek, 272, 276 İnanç Yabgu (emîr âhur), 158,160,163 Îbnüladîm, 15, 363, 366, 394, 399 ince Minare, 525 İbnül-Bazdar, 276 intişar bin Yahya el-Masmûdî, 85, 349, 350 İbniil-Cevzî, 519 Iran, 3, 4 ,1 6 , 20, 26, 30, 41, 64,108, 120, 281, 401, 497, İbnülesîr, 1 2 1 ,147,177, 369, 376 518, 524 Îbniil-Hebbariyye, 519, 520 tranlılar, 253, 516 îbnülhuteytî, Ebu Ali, 426 İbnülmahleban, Ebıilganâim, 46, 63, 64 Iranşah (melik), 156, 308, 309, 310, 523, 515 Isa Böri, 94 Ibnülmüslinıe, Ebulkasım AH, 40, 44, 45, 49 / tbniir-Râvî, 107 Isa (Devser hâkimi) ,405 tsaakios, 7 tbnüzzerrad, 96 İbrahim (Gazne sultanı), 52, 78, 83, 151 tsabelle, 461 İbrahim (înaloğlu), 179, 432 Isfahan, 3, 27, 30, 34, 48, 52, 53, 63, 64, 71, 72, 73, 77, İbrahim (Muhammed bin Ali'nin oğlu), 4 83, 84, 88, 93, 94, 95, 96, 101, 103, 104, 105, 107, İbrahim bin Mâmâ, 187 108, , 112, 113, 114, 117, 118, 120, 121, 124, 125, tbrahim Mervezî, 219 128, 131, 133, 134, 137, 138, 139, 141, 144, 145, 146, İbrahim Tanıgaç Han, 52 147, 156, 157, 158, 161, 162, 167, 168, 169, 171, 172, İbrahim Yınal, 4, 24, 27, 28, 29, 30, 32, 34, 35, 36, 39, 173, 174, 177, 178, 180, 181, 183, 184, 186, 187, 188, 42, 4 3 ,4 4 , 4 5 ,4 7 , 5 2,116,301 189, 190, 191, 196, 203, 206, 207, 239, 245, 246, 250, Hz. Hüseyin, 111 Kz. Ömer, 72
GENEL DIZÎN
252, 253, 258, 260, 261, 265, 268, 275, 276, 277, 281, 284, 288, 289, 290, 302, 303, 306, 307, 308, 322, 348, 349, 358, 359, 360, 364, 367, 368, 369, 371, 406, 425, 4 2 7 ,4 2 8 ,5 1 5 ,5 2 2 Isfahanî, Ziyaeddin, 270 taferâyin, 162 leficab, 2 Isfizar, 27, 52, 83 Ishak, Mengücekoğlu, 437 İskandinav, 56 İskender, 425 İskenderiye, 86, 350 İskenderun, 361, 425 îsmaîliler, 308 İsmail (emîr), 308 İsmail (Basra emîri), 310 İsmail bin Ahmed Nişaburî, 520 İsmail bin Arslancık, 181 İsmail bin Ebrem, 116 İsmail bin Yakutî, 139, 170 İsmail Muntasır, 17 İsmail (Samanı), 2 İsmail (Hz. Ali neslinden), 119 İsmail, Antakya gıhnesi, 360, 424, 425 İsmail, Danişmendli emîr, 443 İsmail, Hârezmşah, 23, 24, 28 İsmail, Kutbeddin, 95 Ismailîler, 5 ,1 1 7 , 119, 120, 121, 278 Ispanya,4 Ispehbediyye, 191 îspehbud Sabâve bin Humartekin, 160,185 İsrail bk. Arslan Yabgu İsrail ülkesi^ 343 Islahr, 187 İstanbul, 34, 36, 56, 57, 58, 60, 61,62, 71, 88, 89, 91, 92, 129, 152, 153, 380, 413, 422, 427, 428, 429, 430, 435, 4 3 7 ,439,440, 442,443,448,452,472,478 İstanbul Boğazı, 423, 522 îstanköy, 429 Isuli, 39 İşraf-ı memâlik, 512 İtalya, 430 İtalya Normanlan, 56 İtalyan, 152 İtil Bulgarları, 2 İtil ırmağı, 2,473 İvane bin Ebî Leys, 254 İzmir, 8, 428, 429, 434, 440 İzmit, 89, 90, 92, 152, 427, 430 İznik, 90, 92, 93, 152, 153, 360, 422, 423, 425, 427, 428, 429, 430, 431, 435, 440,453, 456, 473, 476, 478 îzzeddin Hüseyin, 207 tzzüddevle bin Sadaka, 160 Izzülmülk, 139, 143, 145,146, 256,258
-JJavakhet, 50 Joscelin, 185, 194, 195, 385, 388, 391, 405 Joscelin, IL, 256, 257 Joseph Tarkhaneiotes (Tarhan), 61 Justinianus, 6, 56, 76, 95., 129,137
585
-K Kaaim Biemrillah, 4, 5, 24, 27, 30, 36, 40, 41, 42, 43, 44, 45, 49, 51, 63, 64, 72, 74, 77, 81, 98, 113, 125, 302, 422,499,503 Kadı Burhaneddin Ebû Nasr bin Mesud Anevî, 521 «ı Kadıköy, 58, 422,423 Kadir Han Cibrail bin Öıuer, 150, 151 Kadıy-ı leşker, 516 Kadil-Kudât, 515 Kadisiye, 72 Kafkas Dağları, 50 Kafkaslar, 1, 37, 136 Kafkasya, 55, 94, 95, 202, 235, 459 Kafşııdoğullan, 287, 292 Kâh, 116 Kahire, 6, 8 ,1 0 , 11, 86, 120, 125, 350, 351, 356 Kâhta, 462, 470 Kah tan, 94 Kakketh, 94 Kâkuye ailesi, , 183, 311 KâkuycoğııUarı, 30 Kal'atulcebel, 10 Kaiavun, Melikübııaıısıır Seyfeddin, 10, 11, 12 Kale-i Kûh, 313 Kaletii’l-Beyza, 254 Kalicar, Alâtiddevle Ebu, 183 Kâlincar (Kalencer) Kalesi, 20, 21, 31 Kamerüddin Lala, 461 Kamil, nakib, 49 Kâmyâr, 30 Kangarm, 50 Kapar (Emîr-i Kebîr), 38 Kapıdağ, 429 Kar-agahan, 510 Kara Arslan Beg bin Çağrı Beg (Kavurt Bey), 502 Kara Arslan Bey (Kirman Selçuklu), 312 Kara Arslan, Artuklu, 256, 257, 443 Karaağaç, 435 Karaca, emîr, 376, 398 Karaca, Hiisanıeddin, 469 Karaca Sakî, 190, 205, 206, 212, 213, 242, 243, 244 Karadeniz, 91, 92, 95 422, 423, 431, 438, 439, 446, 452, 4 5 3 ,456,480, 522 Karaevli, 1 Karagöz, 287 Karahan (Kıpçak hükümdarı), 202 Karahanlı Devleti, 2 ,1 6 , 53 Karahanlılar, 3, 17, 18, 19, 20, 21, 24, 26, 52, 56, 76, 77, 78, 82, 83, 112, 116, 118, 137, 150, 151, 200, 205, 2 16.218 .2 2 4 .2 4 1 .5 0 4 Karahıtaylar, 2, 217, 218, 219, 220, 223, 445 Karakızî, Fahreddin Kutluğ, 291, 292 Karakuş, 318, Karaman bölgesi, 54, 57, 447, 457, 485 Karamanlılar, 487, 488, 489 Karamanoğullan, 11, 491 Karanbiyâ Meşhedî, 366 Karasungur (emîr), 214, 244, 245, 248, 251, 252, 253, 254.255.504 Karatay, Celâleddin, 469, 475, 476 Karatay Medresesi, 525 Karatekin Çayırı, 245, 259, 263 Karatekin, Gazneli, 26 Karatekin, Selçuklu emîri, 92, 107, 424
586
GENEL D lZ lN
Kemaleddin Kâmyâr, 464, 465, 466, 468, 469 Kar kın, 1 Kemaleddin, Tiflisli, 490 Karluklar, 218, 339 Kemalülmülk (Vezir), 127, 231, 232 Karmasın, 30, 169 Kemalülmülk, 127, 231 Karmatiler, 95, 96, 97, 98, 99, 100 Kemendciler, 512 Kars, 37, 38, 50, 7 6 ,9 4 ,2 7 7 Kemnûn kalesi, 340 Karthili, Kartlı, 50, 55, 94 Kerec, 79, 139,232,234 Karvaş, Ukayloğlu, 32, 33 Kerek, 304 Karzuvî Şebankareleri, 187 Kerh Mahallesi, 41 Kasîmıı Emîril'mtiminin, 42 Keşmir, 20 Kasran, 47 Keyferidun, Celâleddin, şehzade, 452, 455, 459, 460 Kastamoniates, Niketas, 429 Kastamonu, 424, 438, 446, 450, 463 Keyhüsrev I., Gıyaseddin, 446, 447, 448, 449, 451, 452, Kâşazıî, 209 453, 454, 455, 456, 508, 521, 525 Kâşânî, Ebû Nasr Ahmet, 208 Keyhüsrev II., Gıyaseddin, 463, 468, 469, 470, 471, 472, Kâşgar, 2 ,1 1 8 ,1 1 9 ,2 0 7 4 7 3 ,4 7 4 ,4 7 5 , 487 Kaşı, Fahreddin, 279, 281 Keyhüsrev III., Gıyaseddin, 480, 481, 483, 484, 485, 486, Kâşî, Muineddin, 292, 293 487 Katakalon, 35 Keyhüsrev, Zeyneddin, 317 Katif, 9 6 ,9 7 ,2 7 7 ,3 1 2 Keykâvus I., îzzeddin, 453, 455, 456, 457, 458, 459, 486, Katvan, 218, 222, 223 508.521.525 Katvan Savaşı, 255, 259 Keykâvus II., îzzeddin, 475, 476, 477, 481, 489, 502, 521 K avdan,151 Keykubad bin Hezâresb, 181 Kavurt (el-Melîk el-Âdil Kara Arslan), 27, 29, 30, 44, 52, Keykubad I., Alâeddin, 453, 455, 456, 457, 459, 460, 53, 74, 75, 78, 79, 80, 81, 87, 90, 299, 300, 301, 302, 461, 462, 463, 464, 465, 466, 467, 468, 503, 521, 524, 303, 304, 305, 306, 307, 310, 500, 502, 514, 518, 523 525 Kawasyana kilisesi, 360 Keykubad II., Alâeddin, 502 Kayı, 1 Keykubad III., Alâeddin, 475, 476, 490, 493 Kayır Han, 465, 468, 469 Keykubadiye sarayı, 467, 468, 483 Kayıtbay, Meliküleşref, 12 Keysun, 197 Kaymaz, 270 Khaçator, 38 Kaymaz, emîr, 414 ' Kaymaz, Samsamüddin, 472 Kıbrıs, 11, 429, 453 Kıbrıs Haçlıları, 461 Kaymazoğlu, 264 Kıbrıs Krallığı, 456 Kaymazoğullan, 269 Kılavuzoğulları, 488 Kays, 96, 97 Kılıç Arslan I., 152, 153, 154, 176, 177, 178, 179, 180, Kayşar, emîr, 259 189, 384, 385, 387, 413, 428, 429, 430, 431, 432, 433, Kaysariyye, 11 Kayser Bey, 326 435.438,508 Kılıç Arslan II., 440, 441, 442, 443, 444, 445, 446, 447, Kayser, Alemiiddin, 458 4 4 8 .4 5 0 .4 5 1 .4 5 2 .5 2 5 Kayser, Celâleddin, 455 Kılıç Arslan III., 452 Kayseri, 54, 56, 57, 58, 61, 88, 92, 153, 154, 341, 427, 431, 441, 442, 443, 446, 449, 453, 457, 459, 460, 462,Kılıç Arslan IV., Rükneddin, 475, 476, 477, 478, 479, 480,481,482, 485, 489, 502 464, 467, 468, 469, 471, 472, 476, 477, 478, 482, 483, Kılıç Arslan, Şehzâde, 469 484, 486, 487, 488, 489, 525 Kılıç Arslan V., 493 Kayserşah, Muizzeddin, 446, 452, 453 Kazerıın, 187 Kılıç Arslan, îzzeddin, Şehzâde, 466, 468 Kınalı Ada, 72 Kazvin, 30, 48, 120, 122, 167, 190, 214, 246, 250, 275, Kınık boyu, 1 ,1 5 , 16, 20, 352, 501, 502 276,278, 286, 292,522 Kınnesrin, 362, 376, 409, 426 Kazvin Kalesi, 245,264 K eban,434,439 Kıpçak Tiirkleri, 60 Keban kalesi, 457 Kıpçak, Ferah, 309 Kedrenos, 61 Kıpçaklar, 17, 29, 52, 202, 235, 236, 437 Kefersııd, 470 Kırgızlar, 2 Kefertab, 109, 199, 358, 362, 401, 426 Kırhan bin Karaca, 198 Kırım, 459, 463, 479, 486 Kefertâb kalesi, 383 Kehfül-enâm, 49 Kırkağaç, 434, 444 Kırkpınar kalesi, 489 Kekavmenos, 35 Kelâm Kalesi, 190 Kırşehir, 463, 525 Kelbianoş, 434 Kısıs (K'sos=Aksos), 53 Kıvameddin, 327 Kelboğullan, 350, 351 Kelkit, 38, 89 Kıvamı, 520 Kızık, 1 Kellâ kalesi, 383, 384 Kızıl, bey, 21, 29, 31 Kemadin (Kumadin), 518 Kemah, 38, 437 Kızıl, emîr, 213, 214 Kızıl (Emîri Âhur), 240, 241, 244, 248, 255 Kemal Ebû Şiicâ, 263
GENEL DÎZİN
Kızıl Arslan, Atabek, 274, 276, 282, 286, 287, 288, 290, 291, 292, 333, 410, 432, 508 Kızıl Bey, Azizüddevle, 30 Kızıl Deniz, 4, 5 Kızıl Osman, 287 Kızıl Sarig, 117, 122 Kızıldağ, 439 Kızılırmak, 39, 57, 88, 464 Kicaciç, 38 Kiçkine, 96, 97 K ihab,278 Kilap kabilesi, 42 Kilapoğullan, 84, 339, 340, 341. 347, 353, 354, 357. 359, 361,378 Kilya (Kiliya) kalesi, 282 Kimekler (Kıpçaklar), 1 Kios (Gemlik), 427 Kir (Kyr) Vart, 460 Kirman, 3, 27, 29, 52, 53, 75, 78, 81, 87, 88, 120, 156, 187, 188, 268, 270, 280, 281, 299, 300, 301, 302, 303, 305, 306, 307, 308, 310, 311, 312, 313, 316, 317, 318, 319, 320, 321, 322, 323, 324, 325, 326, 327, 328, 329, 330, 331, 332, 333, 500, 502, 514, 515, 518, 520, 523, 524 Kirman Selçukluları Devleti, 29, 53, 313, 314, 326, 333, 334,51 3 ,5 1 5 ,5 2 3 Kirman Selçukluları, 87, 88, 156, 188, 201, 268, 280, 306, 307, 308, 310, 311, 312, 313, 315, 316, 323, 330, 332, 499, 500, 502, 514, 523, 524 Kirmanı, Ebulfazl, 219 Kirmanlılar, 270, 332 Kirmanşah, 211, 304, 306, 310, 311, 312, Kiyâ el-Herras, 176 Kocaeli, 422 K od an ,130 Komana, 444 Komitzes, 435 Komnenos ailesi, 453 Komnenos, I. Aleksios, 6, 88, 89, 91, 92, 93, 152, 153, 179, 194, 380, 423, 427, 428, 429, 430, 431, 433, 435, 436, 437 Komnenos I., Manuel, 439, 440, 442,443,444, 445, 448 Komnenos II., Ioannes, 251, 252, 438, 439 Komnenos III., Ioarıes, 437, 438, 439 Komnenos, Aleksios, Rum Pontüs krah, 453, 456 Komnenos, David, 453 Komnenoâ, lsaakios, 38, 88 Komnenos, Manııel, 57, 58 Komuk, 55 Kongıırtay, şehzâde, 484, 485,486 K onrad,153 Konrad III., 440 Konstantin, senyör, 473 Konya, 57, 90, 154, 431, 435, 436, 439, 440, 441, 442, 443, 446, 447, 448, 451, 452, 454, 455, 456, 459, 467, 471, 473, 476, 477, 478. 485, 487, 4 8 8 ,4 8 9 ,4 9 1 ,4 9 2 , 4 9 3 ,5 2 1 ,5 2 4 , 525,526 Korkut (emîr), 225 Kovdan (Kodan), 149, 152 Koyluhisar, 446 Kozağaç, 485 Kozan, 11,452,457 Köln, 152 Körpe Arslan, Alâeddin, 287, 288, 289 Körtimur, 490
587
Kös, 502 Kösedağ, 472, 437 Kösedağ Savaşı, 471 Köşk-i Şirûye, 309 Kubadabtid, 467, 469, 471, 478 Kubadiyan, 29 Kııbanan. 326, 331 Kubaş, 96, 97 Kubbe kalesi, 403 Kuhbetül-lslam 464 KııbbeHitîavSvis, 415 Kudüs, 7, 9 ,8 4 ,8 5 ,8 6 ,1 0 6 ,1 5 2 ,1 5 6 ,1 9 4 , 195, 196, 197, 343, 346, 347, 349, 350, 351, 357, 374, 375, 376, 383, 389, 393, 394, 400, 404, 411, 412, 413, 417, 446 Kudüs Krallığı, 378 Küfe, 111, 138, 165,265 Kufs, 300 Kûh Kufcan, 300 Kuhî, Ebulfevâris, 321 Kııhistan, 27,116, 117, 120, 121, 122, 208 Kuhvane (Ukhuvane), 196 Kum 159, 167 Kumaç, 115, 150, 200, 204, 205, 213, 218, 219, 222, 223 Kumadin ovası, 316, Kumanlar, 7, 429 Kunıis, 30, 191, 207, 277 Kummî, Ebû Tahir, 207 Kur'an-ı Kerim, 294 Kureyş, Ukayloğlu, 3, 42, 45, 504 Kureyşoğullan, 364 Kurlu et-Türkî, 83, 343, 344, 346, 357 Kurzâhil, 361, 362, 426 Kuşeyr Ailesi, 108 Kıışeyrî, Ehııl-Kasını, 131 Kutalmış, Ebulfevâris, 20, 21, 27, 30, 34, 35, 39, 42, 43, 4 6 ,4 7 ,4 8 ,4 9 ,7 4 ,3 4 7 ,5 0 4 Kutalmışoğulları, 63, 84, 88, 89, 90, 347, 348 Kutbeddin Muhammed (Atabek), 313, 314, 315, 319, 320, 321, 322, 323, 324, 325, 326,32 7 ,3 2 8 ,3 3 1 Kutbeddin Muhammed bin Anuştekin, 152, 216 Kutlu (Lâkap), 455 Kutluca, Bahaeddin, 460 Kutlug inanç, 286, 289, 290, 291, 292, 293 Kutluğşah, 491 Kutluk, Taştdâr, 289 Kutluk Tekin, 157, 186 Kuvayk çayı, 376 Kuveydan, Fahreddin, 267, 270 Kııyı Gebran, 310 Kuzey-Afrika, 4, 5, 6, 9, 346 Kuzey-Arabistan, 9 Kuzey-doğu Anadolu, 37 Kuzey-Irak, 9, 42, 101, 358, 359, 361, 363, 364, 373, 426 Kuzey- Kafkasya, 202 Kuzey-Kirman, 300 Kuzey-Sııriye, 53, 54, 56, 57, 107, 108, 110, 122, 140, 339, 340, 341, 342, 343, 352, 353, 355, 356, 357, 358, 361, 362, 363, 370, 399, 4 1 0,422, 426, 428, 439, 440, 469,508 Küçük Menderes, 434 Küçük, Zeyneddin Ali, 257, 269 Küherge Noyan, 485 Kiihran, 290, 291 Külerkin (Kuzerkin), 1 Kül&ang, 49
GENEL DIZÎN
588
Ktinbed-i Tuğmlî, 47 Kiinhedhane, 451 Kündiirî. Amidülmiilk Ebû Nasır Muhammed, 27, 41, 44, 46, 47, 48, 49, 74, 515 Kür Irmağı, 50 Kütahya, 445. 4-46 Rütnyis. 94 Kveliskür, 50 -L Lnçm, Melikiinnasır. 491 Ladik. 454 Lağımcılar, 512 Lamii Giirrânî, 519 Lampp Irmağı. 93 Lttodicea, 58 Laskaris, Manuel, 454 Laskaris, Theodoros, 453, 455; 478 Latin Devleti. 156 Lâtinler, 518 Latmin, 122,362 Latminliler, 122 Lâzkiye, 109. 412 Le Puy, 153 Lenger, İzzeddin, 324 Leon Debutenes, 62 Leon II., 449, 454, 455, 457, 461 Leşker-i kalb, 513 Libya, 9 Lidinillah. Nasır, 235, 288. 289, 290 Lihf, 259 Liparit, 19, 34, 35, 36, 94 Liva, 503 Loren, 382 Lori, 50 Loııis VII., Saiut. 440 Lîilii. emîr, 198, 395, 396, 397, 398, 399, 400, 401, 402, 403 - MMaarretümisrîn kalesi, 385 Maarretünnûman, 199, 340, 343, 358, 362, 373, 383, 392, 401,426 Macaristan, 152 Macarlar, 7, 152 Madun geçidi, 320 Mağrıb, 336 Mâhan nehri, 327 Mahanî, Rüstem, 317 Maliki Kalesi, 259 Mahmud H â riz m î, 519 Mahmut (emîr), 60 Mahmut (Gazne sultanı), 3, 19, 20, 21. 22, 23, 27, 31, 46, 125, 236, 237, 238, 239, 240, 241, 242, 255 Mahmut (Mirdasoğlu), 53, 56, 59, 90, 339, 340, 341, 342. 343, 344 Mahmut b. Melikşah (Selçuklu), 114, 129, 133. 137, 138, 139, 145, 147, 149, 156, 157, 367, 368, 406, 499 Mahmut b. Melikşah, 275 Mahmut bin Anasıoğlu, 291 Mahmul II. bin Muhammed (Karahanh). 211. 218. 224, 225
Mahmut bin Muhammed Tapar, 202, 203, 204, 205. 206, 207, 208, 209, 210, 211, 212, 231. 232, 233, 234, 235, 259, 437, 438, 503, 505, 511 Mahmut I., Ebul-Kasım (Karahanlı). 150 Mahmut Kaşanî, 213. 226 Mahmut, Emîri Bâr, 292 Mahmut, Mecdeddin, 321 Mahmut, Muzaffirüddin, 452 Mahmut, Nâsırüddin, 458 Mahmut, Şerefeddin, 475 Mahmut, Şihaheddin, 272, 274 Mahmtıtşah, 313 Mahperi Hııand Hatun Kümbeti, 525 Makedonya, 7 ,3 9 ,4 3 7 Makisin, 185 Makri Körfezi, 519 Malatya, 38, 39, 54, 57, 89, 153, 342, 384, 411, 424, 430, 431, 432, 433, 435, 438, 439, 440, 441, 443, 445, 446, 449, 451, 452, 453, 455, 456, 458, 462 Malazgirt, 7, 36, 37, 38, 58, 59. 60. 61, 62, 63, 64, 65, 67, 70, 71.75, 77, 253, 444, 464 Malazgirt Meydan Savaşı, 8, 62, 72, 88, 360, 424 Malazgirt Zaferi, 72, 73, 75 Mâlik, emîr, 404 Malya ovası, 471 Manavgat. 461 Mancınık, 513 Mancınıkçılar, 512 Mangışlak, 52, 76, 217, 507 Mani, 470 Mansur, 21 Mansur (Dübeys’in kardeşi), 233, 234 Mansur (emîr), 141 Mansur Cami, 44 Mensur, Amidüddevle, 101 Mansur, Bahaüddevle, 79, 80, 110 Mansur, Bahaiiddin, 101 Mansur, Ebu Cafer, 216, 250 Mansur, Ebû Cafer, Abbasî, 4 Mansur, Ebû Kamil, 185 Mansur, Kutalmışoğlu, 49, 56, 63, 90, 91, 347, 421,423 Mansur, Mervanoğlu, 101,102, 103,104,105, 141, 359 Manuel Bııtumites, 153 Manyas Gölü, 435 Maraş, 56, 89, 108, 154, 197, 341, 360, 361, 424, 431, 432, 434, 438, 439, 441, 442, 457, 458, 461 Mardin, 32, 73, 103, 104, 185, 197, 198, 199, 235, 386, 388, 389, 400, 403, 404, 405, 443, 450 Marmara Bölgesi, 424 Marmara Denizi, I, 58. 72, 91, 92, 422, 423, 427, 429, 431 Masam kalesi, 456 Massav. 11 Maşuk, 243 \ Mateos, Urfah, 73, 95, 433 Maveraünnehr, 2, 3, 4, 16, 17,18, 19, 20, 73, 77, 82, 117, 134, 151, 162, 171, 188, 206, 217, 218, 220 Mavropus, 7 Mavrozomes, Manuel, 452, 453, 461 Mazenderan, 205, 207, 218. 294 Me'mun, 116 Mecdüddin Ebubekir, 459 Mecdülmülk Ebul-Fazl Bâlâsânî (Kummî), 129, 130, 157, 158 Medine, 125, 126. 171
GENEL DİZİN
Mehdî, Abbasî, 4 Mehdî, Ebû Muhammed Ubeydullah, 5 Mehdi, 120 Mehdül-Irak, 201 Mehmelek Hatun (Melikşah'ın kızı), 113, 132, 133 Melımelek Hattın (Sultan Sencer'in kızı), 206, 211, 240 Mehmet Bey, Kerimüddin, 484, 485 Mehmet b. Ertaş, 44 Mehmet, Cemaleddin, 490 Mehmet, Demleç (Dilnıaç)oğlu, 57, 63, 88, 101, 104, 352, 354,355,356 Mehmet, Fatih Sultan, 463 Mehmet, Muineddin, 490 M ekke,125, 1 2 6 ,1 3 4 ,1 3 9 ,1 4 0 ,1 7 1 , 207, 403 Mekran, 207 Mekrânat, 318 Melike Hatun, 468 Melikşah (sultan), 42, 50, 52, 66, 74, 76, 77, 78, 79, 80, 81, 82, 83, 84, 85, 86, 87, 88, 89, 90, 92, 93, 94, 95, 97, 100, 101, 102, 103, 104, 105, 106, 107, 108, 109, 110, 111, 112, 113, 114, 115,116, 117, 118, 119, 120, 121, 122, 123, 124, 125, 126, 127, 128, 129, 130, 131, 132, 133, 134, 135, 136, 137, 138, 140, 141, 143, 146, 149, 150, 156, 157, 191, 201, 204, 304, 305, 306, 307, 348, 349, 350, 354, 355, 356, 357, 358, 361, 362, 363, 364, 365, 367, 370, 371, 406, 410, 421, 423, 425, 426, 427, 428, 499, 500, 504, 505, 508, 510, 512, 514, 519, 520 Melikşah b. Berkyaruk, 168, 172,174, 175, 176 Melikşah bin Mahmul, 257, 259, 260, 262, 263, 264, 269, 271,275 Melikşah bin Muhammed, 268 Melikşah b. Rıdvan, 396 Melikşah bin Selçukşah, 266 Melikşah b. Tuğrul III., 291 Melikşah, Kutbeddin, 446, 447, 448 Melikiil- Arap vel-Acem, 49 Melikiîl-tslâm, 49 Melikiil-Maşnk vel-Mağnb, 42 Melikülâdil, 9 ,4 5 0 , 452, 461, 462 Melikülaziz, 9, 458 Melikiilefdal, 9 Meliküleşref, 9 ,4 6 1 , 462, 464 Melikülevhad, 9 Melikıtlfâriz, 9 Melikülkâmil, 9, 465, 466,468 Melikülmansûr, 257 Melikülmuazzam, Eyyubî, 9 ,3 5 2 ,4 7 1 Melikülmuzaffer, 468 Melikülmücahit, 468 Melikünnasır Salahüddin, 468,471 Meliküssalih, 471 Meliküs-Sevahil, 513 Meliküzzâhir, 9, 457, 458 Melissenos, Nikephoros, 58, 423 Memlükler, 10, 483, 491 Memlüklü Devleti, 12 Menbic, 56, 59, 7 0 ,8 7 ,1 0 8 ,1 0 9 ,3 4 1 ,3 5 3 ,3 5 6 ,3 5 7 ,4 5 8 Menbic kalesi, 375. 404 Mencekoğlu, 360, 425 Menderes ırmağı, 440, 448 Menderes Vadisi (Milet), 452, 453 Menerd, 76 Mengü Han, 476, 478 Mengü Noyan, 482
589
Mengübars (Atabek), 244, 252, 253 Mengübars b. Böribars, 177,181 Mengübars, şıhne, 205, 231 Mengübars, Abbasi emirî, 267 Mengiiciik, 63, 89 Mengücekliler, 72, 437 Menşur, 231 Menteşe ili, 489 Menteşeoğullan, 485 Meraga, 170, 171, 194, 215, 235, 245, 249, 251, 258, 259.. 261, 264, 274, 276, 278, 280, 287, 288, 289, 391, 464 Merend, 50, 76 Merciidabık, 340, 379, 409, 410 Merdanşah, 304 Merdavic, 30 Merv, 23, 24, 25, 26, 27, 28, 30, 40. 44, 52, 74. 76, 110. 114, 115, 130, 131, 146, 149, 151. 200. 201, 205, 215, 217, 219, 220, 223, 224, 225, 299, 326, 369, 508, 515, 518, 523 Mervanoğulları, 33, 42, 59, 101, 104, 105. 141. 339, 357 Merve, 99 Mervı Şahcân, 114 Mervürrııd, 49,114 Meryemana kilisesi, 360, 425 Meryemnişin (Marmaraşin), 51, 76 Merzuban kalesi, 458 Merzuban, Müeyyidüddin, 256, 258, Mescid-i Bâzâr-ı Şah, 523 Mescid-i Melik, 523 Mesleme bin Abdiilmelik, 36 Mesııd bin Azîz, Şerefüddin, 520 Mesudîler, 263 Mesut b. Muhammed Tapar (Irak Selçuklu), 197, 198, 205, 211, 212, 213, 214, 215, 216, 222, 231, 232, 233, 234, 241, 242, 243, 245, 246, 247, 248, 249, 250, 251, 252, 253, 254, 255, 256, 258, 259, 260, 261, 262, 265, 3 11,391,520 Mesut bin Yâhız et-Türkmenî, 115 Mesut I., Izzeddin, 433, 436, 437, 438, 439, 440, 441, 442 Mesut II., Gıyaseddin, 486, 487, 488, 489, 490, 491, 524 Mesut b. Ertaş, 52 Mesut, Artuklu, 461, 462 Mesut, Gazne sultanı, 22, 23, 24, 25, 26, 27, 28, 31, 83 Mesut, III. Gazneli, 201, 310 Mesut, Hatîroğlu Şerefeddin, 482, 483, 484 Mesut, Izzeddin, AkRimgur'un oğlu, 239 Megut, Izzeddin, Zengî, 285, 286 Mesut, Muhyiddin, 446, 448, 450 Meş'ar, 99 Meşhed, 224 Meşhed ovası, 466 Meşhediihnelik, 393 Meşîz, 328 Mevdud bin Alluntekin, 178, 183, 184, 185. 186, 193, 194,195,196, 197, 198, 389, 391, 392, 393 Mevdud bin İsmail bin Yâkııtî, 364, 170 Mevdud bin Zengî, Kutbeddin, 280 Mevdud b. Ertaş, 1, 52 Mevdud, Gazne sultam, 26, 28, 29 Mevdud, Kutbeddin, 269 Mevlâna Celâlüddin Rumî, 521 Mevlevîlik, 521 Meybuzî, Ebû Mansur, 168 Meydanülahdar, 415 Meymene, 513
590
GENEL DİZİN
Meymun bin Necib V&Bifî, 520 Meymun, Bâb emiri, 94 Meysere, 513 Meyyafarikîn (Silvan). 102, 103. 104, 105, 141, 142 Mezopotamya, 361, 362, 425, 426 Mezyedî ailesi, 164 Mısır, 1, 4, 5, 8, 9, 10, 11, 40, 42, 43, 58, 59, 60, 64, 85, 86, 87, 106, 120, 123, 124, 280, 340, 345, 346, 347, 348, 350, 351, 352, 356, 421, 4 5 3 ,4 6 1 ,4 6 5 ,4 6 6 ,4 8 2 , 4 8 3 ,5 1 5 ,5 1 9 ,5 2 2 Mısır Fatımî Devleti, 156, 343, 344, 346, 348, 359 Mısır Fatımî Halifeliği, 351. 357, 358, 370, 377 Mısır Fatımîleri, 3, 7, 343, 353, 374, 376, 393, 424 Mızrakçılar, 512 Micingerd kalesi, 450 Midilli, 429 Mikail, 16, 17, 363, 426 Mikail, Emineddin, 482 Mikhail Attaliates, 65 Mikhail, patrik, 445, 517 Mikhail, VI., 7 Milet, 89 Minâb, 300 Minaret iü-Kurûn (İşaret Kulesi), 111, 134 Minşar kalesi, 456,459 , Minûçehr, Ebıılfazl. 51, 95 Mi’ratüz-zaman, 50, 348 Mirdasî emirliği, 378 Mirdasoğulları, 53, 56, 59, 84, 356, 339, 340, 341, 343, 344,352, 353, 354, 358, 359 Mirî arazi, 516 ' Miryokefalon (Myriokephalon) savaşı, 444, 445 Misis, 11, 91,154, 424, 439, 441 Miskalbuzurg, Şihabeddin, 270 Moğolistan, 468, 475, 476 Moğollar, 10, 11, 459, 461, 463, 464, 466, 471, 472, 476, 478, 480, 481, 482, 484, 484, 486, 488, 492, 493 Monolog, 435, 436 Monomakhos, IX. Konstantinos, 6, 7, 34, 35, 36, 37, 505 Möncük Böri, 104 Mönk, 207 Muallâ hin Haydere, 84, 85, 347, 349 Muallim, 507 Mübarekşah, 520 Mucîriiddin Beylakanî, 520 Mudayya, 141 Mugan, 473, 476 Muhallem çayı, 100 Muhammed, Alâeddin, 463 Muhammed, Ebû Ganini. 399 Muhammed (Kirman melîki), 268, 311. 312, 313, 520, 523 Muhammed b. Mahmud (Selçuklu). 253, 257, 258, 259, 263, 264, 265, 266, 267, 268, 269, 270* 271, 274, 280, 312 Muhammed b. Tuğrul (şehzade), 2 75 Muhammed Arif, Kıdvetül-Evliya, Şeyh, 520 Muhammed b. Ebu Haşim, 140 Mııhammed bin Ahmed Beyhakî, 520 Muhammed bin Ahmed Tusî, 520 Muhammed bin Akkıış, Cemaleddîn, 280, 281 Muhammed bin Ali, 4 Muhammed bin Ali, Ebû Saîd, 521 Muhammed hin Boğa et- Türkmenî, 182, 183 Muhammed bin Cliheyr, bk. Fahruddevle Mııhammed bin Ebû Haşim, 125, 139
Muhammed bin es- Sebbâk, 179 Muhammed bin İsmail Nişaburî, İmam Ebû Abdullah, 520 Muhammed bin Mahmud, Bahatiddin, 521 Muhammed bin Mansut, 50, 51 Muhammed bin Süleyman bin Çağrı, 151 Muhammed bin Süleyman II., Karahanlı, 151, 200, 201, 210,211,224 Muhammed bin Şahmelik, 246 Muhammed bin Şerefüddevle, 140, 148 Muhammed bin Tahir Ahsikesî Esîriiddin Ebul-Fazl, 520 Muhammed bin Yağısıyan, 154, 170 Muhammed Ebîverdî, 425 Muhammed Ebû Halim, 202 Muhammed eş-Şehrietaırî, 519 Muhammed Kaaim, Ebul-Kasuu, 5 Muhammed Tapar, 137, 150, 157, 158, 159, 160, 161, 162, 163, 164, 165, 166, 167, 168, 169, 170, 171, 172, 174, 175, 176, 177, 178, 180, 181, 182, 183, 184, 185, 186, 188, 189, 190, 191, 192, 193, 194, 195, 196, 197, 198, 199, 200, 201, 202, 203, 204, 205, 222, 231, 234, 241, 308, 311, 387, 388, 389, 390, 391, 396, 397, 400, 401, 402, 403, 432, 433, 435, 500, 511, 515 Muhammed, Çubukoğlu, 432 Muhammed, Danişmendli, 438, 439 Muhammed, Ebu Abdullah, 140 Muhammed, Ebu Cafer, 58, 59 Muhammed, Ebu Nasr, 64 Muhammed, emîr, 428, 429, 430, 435 Muhammed, H z., 252, 422 Muhammed, Isfahanh Şemseddin, 469, 473, 475, 476 Muhammed, Mecdiiddin, 469 Muhammed, Melikünnasır, 12 Muhammed, Muzaffiriiddin, Mengüciiklü, 462 Muhammed, Nasıreddin, 450, 491, 492 Muhammed, Nureddin, Artuklu, 445 Muhammed, Pehlivan, 280, 282 Muhammed, Pervane Şerefiiddin, 459 Muhammed, Refıliddin Zafir, 326 Mııhammed, Şihabeddin, 334 Muhammed, vezir, 374 Muhammed, Ziyaüddin, 432 Mııhanmıedşah II. (Kirman meliki), 320, 321, 330, 331, 3 3 2 ,333,334,335 Mııhariş, 45 Muhit el-Alevî, 125, 126 Muhsin, Ebulmeali, 403 Muhtarî, 520 Muhtass, Emînüddin, 264 Muhyiddin Arabî, 521 Muizz Lidinillah, 5 Muizzî, 138,519,520 Mııizzüd-dünya ved-din Ebul-Hâris, sultan Seııcer'in lâ kabı, 500 Muizziiddin, sultan Melikşah’ın lâkabı, 500 Mukaddeme, 513 Mukarreb Cevher, 215, 217 Mukbil bin Bedran, 106. 141 Mukrî, 507 Muktedî, hâlife, 94, 95, 111, 112, 114, 124, 125. 126, 132, 133, 137, 141, 143, 350, 351, 364 Muktefî, halife, 253, 257, 259, 260, 265, 266, 267, 268, 269,270,272 Mulay (Bıılay), 491 Mnnkiz, 359
GENEL DİZİN
591
Munkizî Ailesi, 122, 123 Müstevfi'I-menıâlik, 509 Müşeyyidüddin bin Şahmelik, 263 MunkizoğuUarı, 358 Müşrif, 510 Muntasır, İsmail, 3 ,1 7 ,1 8 Müşrif-i memâlik. 510 Muradiye (Bergiri), 36 Murat Irmağı, 31, 53, 57, 58, 342 -N Musa İnanç Yabgu, 17, 21, 22, 23, 24, 25. 27, 28, 29, 34, 3 9 ,4 0 ,4 8 ,4 9 , 115, 116,499 N â b ,223 Musa (Hz. Ali neslinden), 119 Nâdir kalesi, 402 Musa, Türkmen, 410 Nahçıvan, 19, 34, 46, 50, 51, 76, 235, 278, 282 Musbih, 387 Nahşeb, 200 Muslayaoğlu Ebu Saıd, 64 Nâib, 512 Mustansır, Abbasi halifesi, 471 Nakira, 194 Mustansır, Fatımî, 5, 6, 42, 43, 44, 58, 86,120, 121, 125. Nakkare, 502 1 2 6 ,3 4 0 ,3 4 1 ,3 4 4 ,3 5 0 Namrun, 473 Mustasjm, 10 Nâra Burnu, 429 Mustazhir Billah, 143, 145, 159, 165, 172, 174, 182, 183, Nâsır Lidinillah, halife, 293, 455, 459 1 9 3 ,2 0 0 ,2 0 5 ,3 6 7 ,3 7 7 ,3 9 1 Nâsır, Şerif Ebulfazl, 36 Musul, 8, 31, 32, 33, 42, 43, 47, 62, 79, 89, 101, 105, 108, Nasır-ı Emîriilınü'minin, Atabeg Zengi'ııin lâkabı, 257 114, 115, 140, 141, 142, 143, 144, 146, 148,149, 154, 155, 158, 166, 171, 174, 175, 178, 179, 180, 184, 185, Nasıreddin Ebulkasım, vezir, 325 186, 191, 192, 193, 194, 195, 197, 208, 216, 232, 233, Nâsıreddin, Yavlak Arslanoğlu, 489 237, 238, 239, 240, 242, 251, 256, 269, 272, 280, 285, Nasırüddevle (Atabek), 308, 345 286, 356, 358, 359, 360, 361, 364, 366, 370, 371, 378, Nâsırtiddevle, Hamdanoğlu, 5, 6 379, 382, 385, 386, 387, 388, 391, 393, 400, 405, 409,Nasr (Mervanlı), 59 Nasr bin Ahmet, Samanî, 2 4 1 0 ,4 1 4 ,4 3 2 ,4 3 3 ,5 0 5 ,5 2 4 Musul Atabekleri, 284, 366 Nasr bin Ali, 109,122, 123 Muş, 38 Nasr (Mirdasoğlu), 84, 352, 353, 354, 422 Nasr, Diyarbakır emiri, 39 Mut, 484 Nasr, Ebulfazl, 116 Mut ovası, 485 Mutez, Taceddin, 482 Nasr Han, Karahanlı, 210 Mutrip-Mutribe, 507 Nasr I., Şemsiilmülk, 73, 78, 82, 83 Muvaffak, Hâdimtilhas, 49 Nasr II., Samanî, 2 Nasr, Taceddin Ebulfazl, 328 Muzaffirüddin, Çobanoglu, 486 Mübarek, Şeyh Şemsiiddin, 520 Nazar, 240, 250, 253 Nazır Kalesi, 189 Mübarekşah, 331, 333, 396 Miicahidüddin, 331 Necmeddin, kadı, 472 Müdrarî, 5 Necmeddin Eyyub bin Şadı, 8 Müeyyed bk. Ayaba Necmeddin RazîDâye, 521 Müeyyed, Sistan emîri, 117 Necmüddevle, 191 Müeyyidülmülk bin Nizamülmülk, 105, 127, 128, 145, Nedim, 507 146, 147, 148, 149, 151, 156, 157, 158, 159, 160, 161,Nefir, 502 163,368,369 Neftçiler, 512 Nehrevan, 114, 193, 250,260 Mülk (özel) arazi, 516 Müminâbâd, 117 Nehrülcevz, 59 Münadiler, 184 Nermâşir, 322, 327, 328, 332 Münhî, 510 Nesa: 21, 23, 25, 225, 327 Müsadere Divanı, 511 Nevbencan, 187 Müslim, Şerefüddevle, 79, 80, 89, 91, 92, 101, 102, 105, Nevbet, 27, 232, 502 106, 107, 108, 140, 356, 357, 358, 359, 360, 361, 362, Nevbetı, 504 37 0,425,426 Nevbetiyân-ı hâs (Nöbetçiler), 507 MüBİimiye, 384 Nig, 19 Müslümanlar, 2, 16, 20, 31, 60, 61, 62, 64, 66, 67, 68, 71, Niğde, 442, 446, 493 72, 74, 89, 99, 101, 103, 104, 115, 121, 124,127, 131, N ih ,116 134, 135, 152, 155, 185, 188. 193, 194, 195, 199, 217, Nihavend, 131, 133,177, 282 235, 236, 388, 394, 399, 400, 403, 405,411, 414 Nikephoros, 37 Müstâli (halife), 376, 377 Nikephoros Bolaniates, 54, 88, 89, 422, 423 Müetekfî, 4 Nikephoros Bryennios, 38, 61, 62, 65, 68,422 Mii&tencid Billah (halife), 272, 274, 280 Nikephoros Melissenos, 57, 58, 423 Müsterşid Billah (Halife), 206, 208, 209, 212, 213, 214, Niksar, 56, 89, 439, 444, 446 215, 216, 234, 237, 239, 240, 242, 243, 246, 248, 249, Nil Irmağı, 10 250 Niş, 152 Müstevfî, 509, 512 Nişabur, 23, 24, 25, 27, 28, 30, 32, 34, 49, 76, 77, 114, Müstevfî, Azizeddin, 241 115, 128, 131, 149, 162, 190, 208, 213, 219, 220, 224, Müstevfî, Muzaffer, 120 226, 277, 279, 280, 500, 502, 505, 515, 522 Müstevfî, Safiyüddin, 244, 245 Niyabet-i Saltanat, 512
592
GENEL DÎZÎN
- Ö Nizamî, 520 Nizamî, Sevinç, 272 Nizamîler, 137, 160, 164 Ödemiş (gulam), 319 Nizamiye Medresesi, 112, 176, 515, 520 Ögedey, 465, 466, 468 Nizamüddin, 53 Ömer, 44 Nizamülmülk, 49, 50, 51, 53, 55, 62, 74, 76, 77, 79, 80, Ömer (Emîr-i Emîran), 287, 291, 292 81, 82, 83, 96, 97, 101, 103, 105, 111, 112, 113, 114, Ömer bin Ah, 279 115, 118, 120, 121, 124, 125, 126, 127,128, 129, 130,Ömer Hayyam, 204, 520 131,132, 133, 135, 137, 138, 139, 145, 146, 147, 149, Ömer Hüseyin, 304 161, 164, 181, 188, 234, 303, 304, 348, 349, 368, 497, Ömer, hâcib, 405 49 9 ,5 0 1 ,5 0 4 ,5 0 7 , 509,515 Ömer, lldenizli, 286 Nizar, 120 Ömer, Şemseddin, 466 Nizip, 53, 342 Ömer, Şerefüddevle, 241 Normanlar, 7, 37, 61, 66, 88, 91, 155 Ömer, Azaz valisi, 382 Nubya, 11 Ön Asya, 1 Nuh (Samanlı), 17 Öner, 369 Nuh et-Türkî, 109 Örfî yargı, 515, 516 Nuh, Kirman Selçuklu şehzadesi, 304 Özbekler, 286 Nuhî, Ömer, 328 Özdemir, 289 /Vur (Nur Ata), 17 Özkent, 2 ,1 1 9 , 339 Nureddin Ah, 10 Nureddin Mahmut, 6, 8, 9, 441, 442, 443, 445 -P Nureddin, Cacaoğlu, 525 Nuruddevle, Hille hükümdarı, 79 Paleologos, Mikhail, 442, 478 Nusaybin, 32, 43, 54, 140, 141, 145, 148, 179, 185, 342, Palu, 57,424,437 364, 386, 432 Pamfilya, 439 Nusaybinîiler, 142 Panaskert Çayı, 50 Nusretüddin, emîr, 457, 458 Pankaras, 39 Nuşecan, 162 Parakamos, 108 Nuştekin Mâmerî, 82 Pâsbânân (Gece bekçileri), 507 Nünıan kalesi, 343 > Pasin, 34 Nümeyroğulları, 185, 186, 359, 388 Pasin Ovası, 35, 37, 38, 61 PavJakî, 470 - OPeçenek Tiirkleri, 35, 56, 427, 428, 437 Peçenekler, 7, 8, 60, 68, 91, 93, 429 Pehlivan, Muhammed Cihan, 269, 274, 275, 279, 282, Oğul Bey (emir), 247 283, 284, 285, 286, 292, 321 Oğuz Yabgu Devleti, 1, 2, 15,16, 17, 333 Pertus kalesi. 434, 442 Oğuzlar, 1, 2 , 7 , 9 , 15, 16, 17, 2 2 ,2 3 ,2 5 , 3 0 ,4 1 , 59,223, Pervane Devri, 480 224, 225, 266, 268, 299, 312, 326, 327, 328, 330, 331, Pervane, 512 332, 339, 340, 341, 352, 445, 518 Pervaneoğulları Beyliği, 480 Oğuzoğlu Mansur, 29, 31, 32, 33 Peşaver,3 Ok ve yay, 505 P eyh an,510 Okçular, 512 Phartzkhis, 94 Oltu, 37 Philaretos Brachamios, 57, 89, 91, 95, 108, 424, 425, 426 Opos, 429 Pınarbaşı, 482, 485 Orange, 153 Pınarbaşı Kalesi, 469 O rd u ,1 Pierre Bartholomaeıis, 155 Orta-Anadolu, 56, 57, 72, 88, 422, 424, 431, 488 Pierre THermite, 152, 381, 430 Orta-Asya, 1, 513, 524, 525 Pişdâr, 513 Orta-Doğu, 5, 6, 7, 10, 12, 58, 378, 394, 524 Pons, Trablus kontu, 200, 400 Porsuk, emîr, 45, 63, 90, 91, 92, 93, 107, 115, 145, 157, Orta-Suriye, 358 Orta-Tarım, 2 161, 163, 3671 400, 401, 423, 427 Osman (Naib), 138 Porsuk, Porsukoğlu, 169, 185, 194, 195, 198, 199, 214, Osman (Rikabdâr), 232 2 4 9 ,2 5 0 ,2 5 1 ,3 9 1 ,3 9 2 Osman bin Çağn, Emırül ümerâ, 78, 83 Porsukoğullan, 158,164,166, 177, 183, 184, 205, 232 Osman bin Nizamülmülk, Şemsülmülk, 130, 208, 236 Postacılar, 510 Osman, Riikneddin, 332 Psellos, 7 Osman, Şerefeddin, 490 -R Osmaniye, 441 Osnıanh Devleti, 12 Râban, 197, 361, 425, 441, 442, Osmanh İmparatorluğu, 427 Râban Kaleöi, 445, 458 Otağı hümayun, 505 Râdgân, 52, 76 Oval (Bahreyn), 96 Rafeniyye. 84, 353, 401
GENEL DİZİN
593
Rüknî, Hatunî, 315 Rahbe, 41, 42, 105, 140, 149, 179, 185, 186, 239, 372, Rüknüddin, Artuk Bey'in Lakabı, 99 387, 401, 402, 410, 414, 415, 416,433 Rüknüddünya ved-din, Berkyaruk'un lâkabı, 42, 47, 500 Rakka, 102, 140, 185,186, 364, 388, 466, 524 Rüstem, 162 Râmhürmüz, 161 Rüstemî, 5 Raşit Billah (Halife), 216, 251, 253, 255 Ravendi, Muhammed hin Ali, 521 -S Râver, 319, 326 Ravz Adası, 10 Ssadettin Köpek, 468, 469, 474 Râyin, 319 Sabave, Ispehbud, 385, 386, 388, 409 Raymond de Saint Gilles, 192, 252, 379, 382, 383, 384, Sâbık,352,354,356,358 413,414,415 Sabir, Sencer’in elçisi, 220, 519 Raymond IV ., 153 Sabit bin Sultan, 182, 183 Râzan, 267 Sabran (Savran), 1 Rebib, 205 Reieiil-Bahr, 513 Sabuk (Sunduk veya Saltuk), 38 Sadaka bin Dübeys II., 251, 252 Remle, 84, 86,165, 343, 344, 347, 351 Reşidüddin Vatvat, 221 Sadaka, Seyfüddevle I, 101, 110, 159, 164, 165, 166, 169, Reeuldâr, Zeyneddin, 322 170, 171, 172, 175, 176, 177, 178, 181, 182, 183, 184, 185,192 Resule, 11 Sadî, 184 Resultekin, 34, 43, 47, 49, 348 Sadr Amid, 410 Rey, 25, 30, 31, 32, 33, 34, 35, 44, 45, 46, 47, 48, 49, 50, Sadreddin (çeyhuş-şuyuh), 285 61, 63, 76, 79, 83, 114, 115, 120, 137, 138, 146, 147, Sadreddin Hocendî, 180 150, 157, 158, 161, 164, 167, 168, 169, 171, 205, 206, Sadreddin Konevî, 521 207, 210, 212, 214, 217, 218, 222, 234, 239, 240, 245, Sâdülmülk, 189 246, 255, 257, 258, 259, 261, 265, 272, 274, 275, 276, 279, 280, 287, 289, 291, 292, 293, 299, 301, 304, 365,Safa, 99 Safed, 11 368, 369, 371, 372, 376, 406, 410, 501, 524 Saffah, Ebul-Abbas, 4 Reyhan, Müeyyidüddin, 313, 314, 315, 317, 318, 319, Saffarîler, 4, 116, 328 323,324,328,523 Safiye Hatun, 105, 140, 141, 358 Rıdvan, Fahrülmülûk, melîk, 145, 148, 154, 155, 179, Safranbolu, 446 185, 186, 194, 195, 367, 372, 373, 374, 375, 376, 377, Safvetülmülk Hatun, 408, 415, 417 378, 379, 381, 382, 383, 384, 386, 387, 388, 389, 391, Sagun Bey, 200 392, 393, 394, 395, 396, 397, 398, 400, 403, 404, 406, Sahib Divan, 508 407,409,415,416,432,433 Sahib-i Berid, 510 Ribat, 523 Sahib-i Divan-ı arz. 509 Ribat Maş, 22 Sahib-i Divan-ı istifa, 509 Ribât Nemek, 22 Sahib-i Divan-ı işraf, 510 Ribâtı Ali Âbâd, 312 Sahib-i Divan-ı tuğra ve inşâ, 509 Richard de Salerne, 191, 192, 432 Rif, 85,86,350,351 Sahib-i Haber, 510 Rîgan kalesi, 331 Sahibiye Medresesi, 525 Robert I., 383 Satıibüt-tıraz, 503 Robert II., 381 Saîd bin Humeyd, 182, 183, 184 Rodos, 429 Saîd bin Muhammed, 190 Roger, 153, 198, 199, 400, 401,403 Said, Haleb reisi, 395, 396 Roma, 61 Said, Mervanî emîr, 59, 339 Romalılar, 67 Saimbeyli (Haçın), 457 Romania (Romalılar ülkesi), 441 Saka (Artçı), 512 Romanos Diogenes, 7, 53, 55, 56, 57, 58, 59, 60, 61, 64, Sakalkent (Çiğilkent), 78 65, 6 7,68,69, 70, 71, 88, 89, 341, 353 Sakarya Irmağı, 56, 61 Rosudan, 465, 469 Sakız, 429 Saki, 507 Rûc kalesi, 383 Salâhaddin Eyyubî, 6, 8, 9, 285, 286, 290, 445, 446 Rudbâr, 120, 122 Sâlâr, 512 Rum, 35,74, 155,280,441 Rumeli, 8, 38, 56,65,422 Sâlar-ı Horasan, 125 Rumlar, 463 Sâlâr Huluh, 108 Rupen II., 445 Sâlargird, 265 Salçı, 1 Rus, 287, 288 Rustov, 55 Salgurlular, 271, 275, 276, 277, 280, 284, 285, 312, 315, Rüyan, 191 316, 321, 322, 323, 324, 326, 327, 328, 333, 334, 514 Ruyindiz Kalesi, 246, 261 Salgurlular Devleti, 260, 313, 323 Salim bin Malik, 106, 107, 109, 186 Ruzbe ovası, 476 Ruzrâver, 166 Saltanat çadın, 504 Rükneddin, şehzâde, 468,469 Saltuk, Izzeddin, 63, 277, 443 Rükneddin, Tuğrul Bey'in lâkabı, 500 Saltuklular, 72, 285
594
GENEL DtZtN
250, 254, 259, 265, 266, 267, 270, 271, 272, 274, 276, Salur, 1 278. 280. 283, 286, 288, 291, 293, 294, 299, 300, 301, Sam, Rükneddin, 318, 320, 322, 323, 324 302, 303, 304, 305, 306, 311, 331, 339, 341, 343, 345, Samagar Noyan, 481, 486, 488 346, 347, 351, 352, 356, 360, 365, 367, 368, 373, 377, Samandağı, 110, 361, 380 378, 379, 380, 381, 382, 383, 384, 385, 386, 389, 391, Samanlı Devleti, 2, 3, 4 ,1 6 ,1 7 , 18, 19 392, 393, 394, 395, 397, 401, 403, 405, 406, 410, 414, Samanlılar, 2,17, 18, 27 416, 423, 431, 435, 439, 440, 444, 445, 447, 452, 454, Samanoğlu Esed, 2 460, 463, 466, 471, 473, 476, 478, 497, 499, 505, 507, Samanoğullan, 2, 3, 31 511, 514, 515, 516, 518, 520, 522, 523, 524 Sâmerra, 143 Selçukoğulları, 241, 294, 363 Samsam, 328 Selçukşah, 207, 212, 242, 243, 246, 253, 254 Samsat (Sümeysat), 154, 378, 450, 458, 469,470 Selçukşah (Kirman Selçuklu), 312, 313 Samsun, 449, 453, 463, 488 Selemiyye, 196, 385,403 Samur, 116 Selmas, 290 S ancak,503 Semerkant, 2, 17, 18, 20, 73, 78, 82, 83, 116, 118, 119, Sancarşah, şehzâde, 442, 446 124, 200, 210, 211, 223, 504 Sandak (Sunduk), emîr, 56, 57, 62, 63, 101, 104, 342, Semiran, 234 343,352 Semîrem, 276 Saray muallimliği, 507 Semlin, 152 Saray, 473 Sencer, sultan, 137, 150, 151, 152, 157, 162, 163, 164, Saray-ı Deşt, 319, 328 165, 171, 188, 200, 201, 202, 204, 205, 206, 207, 208, Sârî, 191 209, 210, 211, 213, 214, 215, 216, 217, 218, 219, 220, Sarir, 55 221, 222, 223, 224, 225, 226, 231, 236, 237, 239, 240, Satmaz bin Kaymaz, 267, 275 241, 242, 243, 244, 248, 249, 253, 255, 259, 265, 268, Salıık Buğra Han, 2,17, 18, 23 311, 331, 503, 505, 510, 511, 512, 521, 522 Sâve, 121, 149, 157, 163, 167, 182, 183, 190, 205, 211, Sencer bin Süleyman, 291 241, 268, 270,275,276,279 Senekerim, 19 Sâve Kalesi, 127 Serahs, 23, 24, 25, 26, 27, 83, 115, 219, 326, 331 Sâve Savağı, 231, 234, 241 Serahsî, 519 Savtekin, 43, 45, 49, 55, 63, 79, 80, 83, 94, 95, 128, 304, Serâperde, 504 305 Sercihân, 284 Savtekin, hadim, 374, 406, 407, 408 Sercihan Kalesi, 234, 292 Sayda, 122,194,344 Schwarzenberg, 152 Serdsîr, 300 Seb’în, 144, 145 Serhengler, 514 Sebüktekin, 3 Serhenkoğlu, 57, 88, 356 Serleşker, 513 Sebzvnr, 150 Sedidülmülk (Ârızulceyş), 129 Sermez, 160 Sermin kaleBİ, 383, 385 Seferiyye Hatun, 74, 81, 157 Sefidrud, 159, 171, 275 Sevâd, 238, 411 Sehl, Sabıkeddin Ali, 320, 321, 324, 327, 330, 331, 332, Sevinç, 374 333,335 Seyfeddin, Hokkabazoğlu, 460 Selâmlık, 508 Seyfeddin Kutuz, 10, 11 Seyitgazi, 436 Selçuk Bey, 15, 16, 17,46, 52, 499, 507 Selçuk Hatun, 457, 458 Seyyide Hatun, 45, 46, 49 Selçuk Hatun, IV. Kıkç Arslan'ın kızı, 482 Seyyidü Mülııkil-Ümem, Alp Arslan'ın lâkabı, 49 Selçuklu Devlet Hâzinesi, 365 Sıffin, 185 Sırderya, 1, 2, 507 Selçuklu Devleti, 27, 28, 30, 40, 41, 42, 43,44, 45, 50, 70, 79, 81, 101, 113, 114, 115, 120, 126, 131, 148, 151,Sicistanlılar, 301 157, , 161, 182, 189, 209, 221, 223, 225, 291, 292, Sürt, 104, 410, 432 294, 358, 407, 408 Sika, Şihabeddin, 278 Selçuklu İm paratorluğu, 352, 353 Silâh-hane, 506 Selçuklu Sultanlığı, 97, 348 Silâhdâr (Emîr-i Silâh), 506 Selçuklu T ürkleri, 424, 524, 525 Silahı, Alpkuş, 246, 247, 251, 252 Selçuklular, 1, 3, 4, 5, 6, 7, 8, 11, 15, 17, 18, 21, 22, 23, Silahî, Oğuzoğlu, 253, 254 24, 25, 26, 27, 28, 29, 30, 32, 33, 34, 35, 36, 37, 38, Silifke, 447, 461,484 39, 40, 41, 42, 43, 44, 46, 47, 51, 53, 54, 56, 57, 58, Silvan (Meyyafârikin), 32, 33, 60, 180, 365, 407, 410, 59, 60, 61, 62, 63, 64, 65, 66, 67, 68, 71, 73, 76, 77, 432, 445 78, 80, 81, 82, 83, 84, 85, 86, 88, 89, 90, 91, 94, 95, Sirnnan, 293 96, 101, 102, 104, 105, 108, 112, 116, 118, 119, 121, Sinire, 441 122,123, 124, 125, 126,129, 131,132, 133, 134, 135, Sincar, 32, 42, 102, 105 142, 154, 179, 185, 196, 197, 137,138, 139, 140, 141, 142, 147,150,153, 154, 178, 204, 378, 386, 387 181,183,184,185,189,190,191,192,193,194,195, Sinn Kalesi, 189 196, 197, 198, 199, 200, 201, 202, 203, 204, 205, 207, Sinop, 92, 424, 456, 463, 480, 488, 518, 519 208, 209, 214, 215, 216, 217, 218, 219, 220, 221, 222, Sipahsâlar, 513 224, 226, 232, 234,-235, 237, 238, 241, 244, 247, 249, Sîraf, 310
GENEL DÎZÎN
Sircan, 318, 322, 328 Sisam, 429 Sistan, 115, 116, 117, 122, 147, 201, 205, 218, 223, 225, 301, 311, 316, 328, 332, 333, 334, 518, 522 Sivas, 54, 56, 57, 58, 61, 72, 88, 424, 439» 441, 442, 443, 446, 447, 450, 459, 464, 465, 472, 478, 483, 486, 488, 525 Siverek, 53, 59, 104, 466, 470 Siyaset-nâme, 132 Siyavüş, Gıyaseddin (Alâeddin), 485 Sofya, 152 Sokman II., Artııklu, 450 Solhad, 479 Somhet, 94 Sökmen, 169,389,391 Sökmen, Artukoğlu, 154, 155, 373, 374, 375, 376, 377, 378, 379, 382,393,408,410 Sökmen, emîr, 385, 392 Sökmen, II., Ahlatşah, 253, 275, 277, 278, 282, 286 Sökmen el-Kutbî, 170, 175, 184, 193,194, 195, 432 Sökmenliler (Ahlatşahlar), 72 Stefan, Ermeni, 442 Stephanos, 33 Subaşı, 1, 15,24, 513 Subîi, 111, 134 Sublaion, 444 S udan,350 Sudanlılar, 5, 6, 417 Suğdak, 463, 479 Sultan Camii, 125,194 Sultan Han, 476 Sultan Tepesi, 63 Sultan Türbesi (Kubbetüssultan), 433 Sultan Veled, 522 Sultan, Şeyzer emîri, 391 Sultanlar Türbesi, 454 Sultanşah, Kirman Selçuklu, 87, 88, 303, 304, 305, 306, 307 Sultanşah, Suriye Selçuklu, 399, 401, 402, 403, 404, 405 Sultanşah (Harezmşah), 292, 326 Sultanşah, Nureddin, 446 Sultanu Diyaril-MüBİimîn, Sultan Alp Arslan'ın ünvanı, 49 Sultanülâzam (ünvan), 207 Sultanülmuazzam (ünvan), 207 Sumeyrem Kalesi, 309 Sumeyremî, Kemalllhnülk Ah, 205, 206, 236 Sunduk bk. Sandak Sungur Dıraz, 197 Sungur bin Humartekin, 248, 251 Sımgur bin Mevdud, Salgurlu, 260, 275, 312 Sungur Buharî, 191, 205 Sungur, emîr, 388, 402 Sungur, gulam, 326 Sungur, Zencan hâkimi, 252, 253 Sungurca, 49,146, 369 Sur, 84, 122, 192, 342, 344, 348, 349 Surâdık, 504 Sûri, 23 Surî, Seyfeddin, 222 Suriye, 5, 6, 8, 9, 10, 11, 33, 56, 64, 72, 84, 85, 86, 87, 90, 91, 95, 106, 109, 120, 122, 124, 125, 140, 145, 171, 185, 186, 192, 193, 195, 196, 198,199, 200, 207, 208, 210, 239, 241, 251, 256, 339, 346,348, 349, 350, 351, 352, 355, 356/357, 362, 364, 367, 368, 370, 372,
595
373, 374,375,376, 377, 379, 380, 382, 386, 388,389, 390, 391, 392, 393, 394, 395, 396, 405, 406, 407, 409, 411, 412, 413, 416, 417, 421, 426, 431, 437, 454, 466, 470,491,518 Suriye Çölü, 359, 414 Suriye Eyyubîleri, 10 Suriye ve Filistin Melikliği, 86, 123 Suriye ve Filistin Selçuklu Devleti, 87,197, 349, 350, 351, 357, 359, 360,372, 383, 384, 393, 404, 407, 408, 409 Suriye ve Filistin Selçukluları, 101, 110, 142, 144, 147, 148, 156,361,374,377,500 Suruç, 154, 195, 373, 374,378,408 Suruç kalesi, 359 Suşehri, 472 Sutay,491 Sülemiş, 490, 491 Süleyman, 404, 405 Süleyman (Mervanh), 32 Süleyman (Selçuklu), 48, 74, 75,498 Süleyman bin Davut, Karahanlı, 150 Süleyman, Alâeddin, 330 Süleyman, îlgazioğlu, 154, 378, 404,405 Süleyman, Muineddin Pervane, 478, 480, 481, 482 , 483, 484, 486,525 Süleymanşah II.. Rükneddin, 446, 448, 449, 450, 451, 452, 454,502 Süleymanşah b. Muhammed Tapar, 217, 224, 258, 264, 265, 266, 267, 268, 269, 271, 272, 273, 274 Süleymanşah, Kutalmışoğlu, 46, 55, 63, 90, 91, 92, 105, 106, 107, 109, 110, 140, 358, 360, 361, 362, 363, 370, 406, 421, 422, 423, 424, 425,426,427, 428, 429, 500 Süleysil Çayı, 100 Sümeysat, bk. Samsat Süphan Dağı, 63 Sürhab bin Bedr, 159, 160 Siirhâb bin Keyhüsrev, 163, 167,183 Sürmeli (Surmâri), 76 Sürmeli kalesi, 50 Siirmeri Beyleri, 277 Süryaniler, 69,136, 257 Sütkent, 1 Süveydiye, 361
-şŞabahtan, 197 Şâdan, Ebû Ah, 27, 29 Şadi, 69 Şafiîler, 226 Şagal, Kaymaz, 324 Şâhdiz, 188, 189,190 Şâhdiz Kalesi, 180 Şahinşah, 179, 180 Şahinşah, I. Mesut'un oğlu, 441, 442, 443, 444 Şahinşah, sultan, 432, 433, 435, 436 Şahinşahül-âzam, 49 Şahmelik, 22, 24, 28, 29 Şahruh, 410 Şam Eyyubîleri, 10 Şaman, 16 Şamanı (Kamlık, Gök Tanrı, Bir Tanrı), 2, 470 Şamanı Kıpçaklar, 450 Şamsvilde, 94 Şâpur, 187 Şarabdâr, 506
GENEL DİZİN
596
Şaşa, 2 Şaver, 8 Şavşat, 50, 94 Şebankâre, 52, 156,188, 301, 307, 310 Şebankâreler, 187, 308, 310 Şebib, 359 Şebinkarahisar (Şarki Karahisar), 38 Şebinkarahisar, 71, 72, 89, 462 Şecertiddür, 10 Şeddadî, 95 Şeddâdoğullan, 34, 55, 93 Şehrâbâd, 202 Şehrîzurî, Kemaleddin Ebııl-fazl Muhammed, 252 Şehristan, 168 Şehriyâr, Hüsamüddevle, 191 Şehrizur, 30,159, 290 Şehrizurî, Muhyiddin, 285 ŞekânÜer, 187 Şeki, 55 Şems, 51 Şemsaniyye, 180 Şemseddin Cüveynî, 484, 485,486 Şemseddin Ebun-Necib, 264, 270 Şemsüddevle, Yağısıyan'ın oğlıı, 154, 155, 378, 379, 380, 382,409 Şemslilhavae, 198 Şemsülmülk Osman bin Nizamülmülk, 207 Şenev kalesi, 194 Şer'î yargı, 515 Şerefeddin bin Azîz, 330 Şerefüddevle, Bahaeddin, 287 Şeria vadisi, 417 Şerif, 125 Şerif Ali bin Ishak Musevî, 219 Şeybanî, Muhammed, 414 Şeybanoğulları, 179 Şeyh, Melikülmüeyyed, 12 Şeyh, Muhammed bin Yahya, 226 Şeyhiiddeyr kalesi, 375 Şeyzer, 109, 110,122, 123,195, 252, 358, 391, 401, 409 Şiblüddevle, 520 Şihab Ebul mahasin, 207 Şihabî, 520 Şiraz, 30, 40, 43, 52, 74, 77, 187, 254, 257, 260, 275, 285, 299, 301, 302, 303, 315, 316, 322, 324 Şîr bin Aksungur, 267, 268 Şirek, 76 Şîrgir, Anuştekin, 190 Şirgîr (Atabek), 241, 244, 246 Şirkuh, Esedüddin, 8 Şirvan, 94, 236, 437, 438 Şirvanşah, 236 Şirvanşahlar, 34, 55, 236 Şirzad (Gazneli), 201 Şöklii Bey, 83, 84, 86, 343, 347, 348, 350, 421 Şuburkan, 25 Şumla, emîr, 263, 264, 268, 270, 271, 276, 282, 288 Şurâhan, 22 Şiitüran, 322 -T Taberek, 276 Taberek kalesi, 292, 293 Taberistan, 3, 28, 120, 162, 167, 171,191, 246, 287
Taberiyye, 11, 84,196, 343, 348, 349, 393, 411 Taberiyye Gölü, 343 Taberiyye Savaşı, 350 Tabes Kalesi, 189 Tabes vilâyeti, 117, 299 Tâceddîn Ebulfazl, vezir 201, 223, 225 Taceddin bin Dârest, 259 Taceddin Pervane, 466, 468, 469 Tacik, 427 Tacülmille-til-bâhire, Alp Arslan'ın lâkabı, 49 Tahir bin Fahrülmülk, 218, 224 Tahir, Bahaüddevle, 116 Tâhirîler, 4 Tahran, 33, 47 Tâif, 207 Talaş, 2 Talia, 513 Talikan, 25 Tamara (Thamara), bk. Gürcü Hatun Tamgaç Han I., Ebû İbrahim, 53, 339 Tamış, 68 Tankred, 153, 154, 185, 186, 193, 194, 195, 379, 381, 384, 385, 387, 388, 389, 390, 392, 395, 411, 413 Tanrıbermiş Bey, 428 Tanza üıcası, 386 Tarankoğlu (Serhenkoğlu), 63 Taraz (Talaş), 118 Tarhan, 1 Tarım, 34, 316 Tarkhaneiotes, 62 Tarsus, 11, 71, 89, 91, 154, 424, 439, 441, 473 Taş Medrese, 525 Taşferraş, 31 Taşrâbâd, 26 Tatar, hacib, 259 Tatvan, 465 Tavdanps, 39 Tayci Noyan, 490 Tazikler (Tacikler), 325, 513, 517 Tebriz, 46, 142, 170, 174, 212, 236, 242, 248, 253, 256, 276,282,291 Tekinâbad, 201 Tekiş, Hârezmşah, 286, 290, 292, 293 Tekiş, Şihabüddevle, 82, 103, 105, 114, 115, 143, 177, Tekle bin Zengî, 271, 326, 333 Tekrit, 8, 171, 181, 241, 243,259,265,266,503 Tekrit Kalesi, 143 TeUbaşir, 185, 186, 194, 195, 361, 388, 391, 425, 441 Tellbâşir kalesi, 375, 458 Tellbâşir Savaşı, 388, 389 Telhâb, 24 Tellâfer, 42 Telldânis, 199, 200 Tellmennes, 195 Telmennes kalesi, 408 Temimoğulları, 339 Temirek, 196, 197 Temirel (emîr), 79, 80, 304 Templier Şövalyeleri, 252 Temiirtaş, îlgazioğlu, 403, 404, 405 Tercan, 37 Tercümanlık, 469 Terken Hatun, 52, 76, 103, 111, 112, 113, 114, 117, 119, 129, 131, 133, 137, 138, 139, 140, 141, 144, 145, 156, 157,211,219, 307, 367, 406, 499, 512
GENEL DİZİN
597
Tuğtekin, Zahîrüddin Ebû Mansur, 192, 193, 194, 195, 196, 197, 199, 200, 369, 375, 376, 389, 393, 394, 397, 398, 399, 400, 401, 402, 407, 409, 410, 413, 415, 416, 417 Tulhum, 39, 53, 59 TulunoğuUarı, 4 Tumanbay, Melikiileşref, 12 Tuna, 7 T u ra k ,35 Turan, 16, 20 Turanşah (Eyyubî), 9 Turanşah I., 88,156, 304, 307, 308, 518, 523 Turanşah II., 314, 315, 316, 320, 322, 323, 324, 325, 327, 328, 329,330 T ir y a lis , 23 5 Turanşah, Mengiicekli, 450 Tiryalis ovası, 282 Tııraysit, 188 Togan Arslan, emîr, 235, 437, 438 Turkia (Türkiye), 441 Toğanşah, 328, Turşiz (Tureysis), 208 Toğanşah, Selçuklu, 52 Tus, 25,31,81, 115,522 Toganyiirek, 158, 174, 207 Tııster, 164 Toharistan, 3, 28, 29, 52, 82,114 Tutak, 63, 88, 89 Tohma Suyu, 54, 443 TutîBey, 225 Tokat, 71, 424, 444, 446, 455, 472, 478, 483 Tutuş, Taciiddevle, 85, 86, 87, 90, 91, 92, 106, 107, 109, Toku N oyan,481, 482, 483, 484 110, 122, 123, 124, 139, 140, 141, 143, 144, 145, 146, Toronto, 153 147, 148, 149, 349, 350, 355, 356, 357, 358, 359, 360, Toros Dağlan, 11, 54, 57, 91, 154, 342, 449, 454, 457 361, 362, 363, 364, 365, 366, 367, 368, 369, 370, 371, Toros II., 441, 442 372, 373, 374, 386, 393, 406, 407, 408, 410, 415, 417, Toros, Ermeni, Urfa hâkimi, 373 425,426 Torunıtay, 318, 319, 326 Tutuşî, Humartekin, 236 Tonıntay, Vâsıt hâkimi, 250, 259, 260 Tiibingen, 152 Toulouse, 153, 192 Trablus, 192, 193, 195, 200 389, 400 Tiirbe-i Nizam, 131 Türk Bahrî Memlükleri, 10 Trablus Haçlı Prensliği, 11 Türk Resulîleri, 10 Trablusşam, 84, 123, 348, 349, 363, 389, 394, 412, 413, 414 Türkân, 513 Trablusşam emirliği, 413 Türkistan, 16, 20, 23, 25, 73, 210, 219, 445, 463, 466, 518,522 Trabzon, 55, 89, 94, 424, 437, 456, 463 Türkler, 2, 3, 5, 6, 8, 10, 11,15, 16, 17, 18, 19, 26, 27, Trabzon Rum Devleti, Komnenoslar, 463, 473, 480, 519 35, 37, 39, 40, 41, 51, 52, 55, 57, 58, 61, 62, 65, 66, T ra k y a ,429,437 67, 68, 72, 73, 74, 76, 80, 84, 85, 88, 89, 90, 91, 92, Trialet, 50 Turlavıın Noyan, 483, 484 94, 102, 103, 104, 107, 109, 114, 115, 117, 127, 133, 137, 152, 153, 154, 155, 157, 166, 184, 200, 202, 203, Tugaçar Noyan, 489 215, 218, 235, 238, 244, 247, 257, 277, 280, 282, 286, Tuğra Divanı Başkanlığı, 127,129 288, 294, 299, 300, 301, 308, 309, 312, 314, 325, 330, Tuğra ve İnşa Divanı, 231, 232, 509 331, 339, 346, 358, 360, 362, 369, 373, 377, 380, 410, Tuğra, 501, 502 415, 427, 430, 433, 434, 438, 466, 497, 503, 507, 512, Tıığraî, 509, 512 513,516 Tuğrul Arslan, Şehzade, 433, 437,438 Türkiye Selçuklu Devleti, 9, 90, 152, 360, 361, 421, 422, Tuğrul Bey Şehri (Medinetü Tuğrul Bey, Medinetii Tuğ423, 424, 426, 428, 430, 431, 433, 434, 435, 440, 441, rnlî), 41 442, 447, 448, 450, 451, 452, 453, 457, 458, 459, 461, Tuğrul Bey, 3, 4, 5, 16, 17, 18, 19, 21, 22, 23, 24, 25, 26, 462, 463, 464, 465, 469, 471, 473, 474, 482, 484, 488, 27, 28, 29, 30, 31, 32, 33, 34, 35, 36, 37, 38, 39, 40, 489,493, 500, 501,503, 512, 513 41, 42, 43, 44, 45, 46, 47, 48, 49, 50, 58, 74, 78, 101, 116, 266, 294, 299, 301, 302, 305, 497, 498, 499, 500,Türkiye Selçukluları, 91, 92, 101, 153, 179, 429, 431, 446, 480, 499, 500, 501, 502, 504, 506, 508, 512, 515, 501, 502, 503, 504, 505, 509, 515 516,518,521,524,525,526 Tuğrul II. (sultan), 207, 208, 209, 210, 212, 213, 214, Türkiye, 426, 431, 433, 435, 447, 449, 453, 454, 456, 458, 234, 235, 237, 243, 244, 245, 246, 247, 248, 255, 515 459, 461, 463, 465, 466, 467, 469, 470, 471, 472, 473, Tuğrul III., 284, 285, 286, 287, 288, 290, 291, 292, 293, 476, 481, 482, 483, 484, 486, 487, 488, 489, 490, 492, 294, 333, 508,520 519,521 Tuğrul, Şihabüddin, Eyyubî, 458,461 Türkiye-Suriye Kervan yolu, 454, 461 Tiirkiye-Suriye ticaret yolu, 457 Tuğrul, vali, 438 Tiirkman, 57, 356 Tuğrul b. Yınal, 119 Türkmen Beyliği, 30, 83, 346, 347 Tuğrulşah (melîk), 270, 313, 314, 517 Tuğrulşah, Mugîseddin, 442, 446, 449, 450, 452, 453, Türkmenler, 3, 17, 18, 19, 20, 21, 23, 26, 29, 30, 32, 33, 455, 459,462 34, 36, 37, 38, 43, 44, 47, 48, 49, 50, 52, 53, 54, 56, Tuğtekin, 50 57, 59, 79, 83, 84, 85, 86, 90, 91, 92, 94, 97, 98, 100, Terkenşah, 314,317, Tesalya, 7 Tevkî, 501 Thamara, 450 Theodor Gabras, 424 Theodora, 7 Tırâz, 503 Tîz, 518 Tiflis, 31, 34, 50, 51, 55, 235, 236, 278, 437 Timur, 12 Timur Noyan, 482, 483 Timurtaş Noyan, 493 Tirmiz, 29, 78, 82, 83,114,149, 150, 151, 219, 225
598
GENEL DİZİN
- V104, 105, 106, 154, 155, 159, 162, 172, 194, 197, 202, 219, 267, 270, 282, 290, 291, 292, 300, 304, 340, 341, 342, 344, 352, 353, 354, 356, 357, 360, 361, 370, 376,VâdiiBuzaa, 199 Vadiül - MakLul, 196 378, 379, 381, 386, 403, 408, 410, 435, 437, 445, 446, Vahan, 244 448, 461, 470, 471, 475, 484, 487, 512 Vahş, 29 Türşek, 101,103, 126,266 Vakıf arazi, 516 Türşek es-Sevabîn, 168 Valvâlic (Kunduz), 29, 83 V an ,35, 465 Van Gölü, 19, 31, 33, 35, 36, 38, 51. 58, 72, 104, 484 -U Van Gölü Bölgesi, 424 Vaşak Pahlavuni, 19 Ubeydııllah bin Ali, 190 Vasıl, 45, 99,134, 159,165, 166, 170, 172, 181, 182, 183, Uç (Uş), 339 209, 238, 250,265 Uk, 116,117 Vasıtlılar, 166 Ukayloğullan, 105, 140, 141, 142, 143, 371 Vasil, 36,37,59 Ulu Ârif Çelebi, 522 Vatikan, 7 Ulu Camii, 350 V ehsudan,31 Ulu Keykubad, bk. Keykubad I. Vekil-i Der, 506 Ulubat, 93, 435 Vekil-i Divan-ı Has, 511 Ulubat Gölü, 429 Vekil-i Has, 506 Uluborlu, 437, 439, 444, 445, 446, 447, 452, Veliyeddin Tercüman, 469 Ulukışla, 457 Venec Kalesi, 115 Umman, 3, 78, 87, 207, 300, 301, 306, 307, 310, 312 Venedikliler, 456 Umur tekin, 341 VesBab, emîr, 354, 355, 359, 378 Urban II., 152,430 Viranşehir, 458 Volga ırmağı, 429 Urfa, 38, 39, 53, 59, 60, 70, 89, 90, 91, 108, 123, 124, 140, 142, 143, 144, 154, 185, 186, 191, 192, 194, 195, - W 197, 256, 257, 360, 364, 367, 372, 373, 379, 385, 388, Walter von Tech, 152,153 389, 394, 409, 411, 412, 421, 424, 432, 429, 458, 466, 469 -X Urfa Haçh Kontluğu, 154, 252, 256, 378, 389, 412/432, 440 Xiphilin, 6 Urfa Haçlıları, 389 Urfab Mateos, 136 - YUrfalılar, 257 Urmiye, 31, 32, 290 Yabanlu ovası, 457 Urmiye Gölü, 50 Yabgu, 15, 16,499 Ursel (Urselius de Bailleul), 61, 62, 68, 88, 89 Yabgıılular, 17 Uşak, 58 Yafa, 11,196, 350, 351 Uşnu, 290 Yafa anılaşması, 9 Utarit (Merkür), 294 Yagısıyani, Salahaddin, 257 Uygur Devleti, 2 Yağan Tekin (Boğa Tekin), 82 U yun,97 Yağıbasan, Danişmendli, 432, 439, 440, 441, 442, 443 Uzlar, 56, 60, 61, 62, 65, 66, 68 Yağısıyan, 48, 110, 123, 140, 141, 142, 143, 146, 154, 155, 364, 369, 371, 372, 374, 376, 377, 378, 379, 380, 382,393,407,408,409 - Ü Yağısıyan (Artuklu), 405 Yağma (emîr), 55 Ü çok,1 Yağmur Bey, 21, 31 Ügiimi, 35, 37, 38 Yahız, emîr, 414 Üner, 201, 205 Yahudüer, 124, 126, 153 Üner, Dımaşk atabeyi, 8 Yahya hin Abbas, 96, 97, 98 Üner, Selçuklu emîri, 8, 139, 144, 151, 156, 157, 163, Yahya, Aynüddin, 275, 276 307,308 Yakm-doğu, 10,11 Ünye, 443, 463 Yakub, Abakoğlu, 145, 367, 375 Ürgenç, 29 Yakup Tekin, 119 Ürgiib, 492 Yakut Sinaniiddin, 471 Üsküdar, 422 Yakutî, 34, 38, 39, 40, 42, 44, 50, 161 301, 374 Üst-yurt, 507 Yalvaç, Çaka Bey'in kardeşi, 429 Üslâd, 507 Yaparlı, 1 Üstadüddar, 476, 506 Yannkıış, 126 ÜBtavend, 190 Yarkent, 2 Üstyurt, 76 Yaruk, emîr, 145, 367, 369
GENEL DİZİN
Yaruktaş, 151, 152 Y aruktaş (Haleb Selçuklu kumandanı), 399, 400, 401, 402,403 Yaruktekin, 43, 45 Yavlak Arslan (Kirman Selçuklu), 322, 323 Yavlak Arslan, Muzaffirüddin (Çobanoğlu), 489 Yavuz Selim, 12 Yazır, 1 Yeğen Tekin, 20 Yelbirdi, 130 Yeldeniz, 344 Yeltekin, 410 Yemen, 5, 8, 9, 95,125,126,136, 207 Yemen Eyyubîleri, 10 Yemineddin (Emîr-i Bar), 264 Yengikent (Kışlık başkent), 1, 16 Yermuk, 72 Yeşilırmak, 89 Yezd, 120, 205, 311, 318, 319, 320, 322, 323, 327, 514, 515 Ymal bin Anuştekin, 158, 167,168,169 Yınal (Ünvan), 1 Yınallılar, 17 Yınaloğulları, 72 Yınaltekin, 265 Yınanç (ünvan), 499 Yıva, 1 Yisutay, 476
Yoane, 94 Yoruntaş, 121 Y ukan - Mezopotamya, 210 Yunus Emre, 521, 522 Yunus, Selçuklu, 17 Yunus, Danişmendli, 439 Yunus, Hoca, 484 Yusuf el-Berzemî (Harezmî), 73, 74, 77 Yusuf Çavuş, 213 Yusuf, Hârezmli, 265 Yusuf Kadir Han, 20 Yusuf Yınal, 1 7 ,21,27,34 Yusuf, Abakoğlu, 364, 366, 367, 369, 373, 374, 375, 381, Yusuf, Bedredddin, 452 Yüreğir, 1 -Z Zâfarâniyye, 183 Zafer, 111, 113 Zahir (Fatımî), 5 Zahîretüddin (Abbasî), 42 Zahîrüddin, Artuk Bey'in Lâkabı, 99 Zahîrüddin, Gürcüoğlu, 468
599
Zahîrül-Imam, Alp Arslan'ın Lâkabı, 49 Zamantı, 443 Zara, 472 Zekeriyya, hacip, 452 Zemahşerî, 519 Zemindâver, 3 Zencan, 45, 157, 170, 234, 252, 253, 258, 282, 287, 292 Zengî (Fars Atabeyi), 275, 276, 277, 333 Zengî, Candar, 263 Zengî, Fahreddin, 264 Zengî, tmadeddîn, 8, 197, 210, 212, 216, 237, 238, 239, 240, 242, 243, 250, 251, 252, 253, 255, 256, 257, 259, 315, 316, 323, 324, 366,440 Zengîler, 285 Zengi bin Ali, 217 Zengi bin Porsuk, 157, 163, 177, 391 Zengi, Çökürmüşoğlu, 432 Zeynülislâm Ebû Sa’d Muhammed Herevı, 208 Zerdana, 194 Zerdana kalesi, 383, 390 Zerefşan Köprüsü, 17 Zcrenc, 116, 117 Zerend, 324, 326,327,332,524 Zerendî, Kıvameddin, 330 Zerrinkemer, 123 Zevare, 121 Zevvârî, 522 Zeynebî (Vezir), 240 Zeynüddin es-Sâvî, 519 Zeynülislâm, İmadeddin Zenginin Lâkabı, 257 Zeynülmülk, 511 Zeytun Hatun, 523 Zikrâver, 246 Zimmern, Kontu, 152 Ziyadi, Ebû Muhammed, 219 Ziyaret Tepesi, 63 Ziyan, 28 Ziyaroğullan, 3 Ziyaüddin, 49 Ziyaûlmülk, 190 Zoe, 6 Zublas kalesi, 439 Zurna, 502 Zübeyde Hatun, Yakutı'nin kızı, 129, 137,139, 147, 148, 158, 161, 162 Zübeyde Hatun, Berkyaruk'un kızı, 248 Ziibeyde (Nizamülmülk'ün kızı), 101 Züccâciye Medresesi, 366 Züleyha Hatun, 108 Zülkarneyn, Danişmendli, 441, 443 Ziinnun, Danişmendli, 439, 442, 443, 444
HARİTALAR VE RESİMLER
Harita
1 — S elçu k lu la r’ın ortaya çıkışı sırasında Ortadoğı
K A
Harita
4 — Kirman
ve Fars E yâletleri
Harita
5 — Suriye ve Filistin Selçuklu
Devleti
Hes. 1 — İsfahan, Meecid-i Cuma
Res. 2 — M erv (R ibat-ı Şerif)
Res. 5 — Rem le, b ir görünüm
' ıf c l
Res. 6 — Kııdüs. Dâvııd Kulesi
Res. 7 — Antakya, b ir görünüm
Res. 8 — D ım aşk, k u zcy-batıdan görünüm
Res. 10 — D ivriği, Ulu Cami ve D ârüşşifa
Res. 11 — D ivriği, U lu Cami ve D ârüşşifa
Res. 12 — Sivas, Îzzeddin Keykâvus Şıfahanesi
Res. 13 — Sivas, Çifte M in areli M edrese ve Keykâvus Şifahanesi
/
Res. 14 — Niğde, Alâeddin Camii
\v\ Res. 16 — Aksaray, Sultan Hanı
Res. 19 — Konya, İnce M inareli M edrese
Res. 20 — Konya, Sahip A ta Külliyesi
Res. 21 — K ayseri, D öner K üm bet
Res. 22 — Tokat, Gök M edrese
Res. 23 — E rzu ru m , Çifte M in areli M edrese