Dr. RlZA NUR
HAYAT VE HATIRATIM I.CİLD
ALTINDAG YAYlNEVi Bayezid- Beyazsaray, zemin kat Nu: 39 İSTANBUL
Dr. RIZA NUR
5·
HER HAKKI MAHFUZDUR
Naşiri: Heidi Schmit 4100 Duisburg ll Deutscbland
İSTANBUL 1967
Nachdruck: K.G. Lohse, Frankfurt am Main
TAKDİM
Bu hatıratın ta.kdiminde, Doktor Rıza Nur'un hayat ve şahsiyeti üzerinde faZla söz söylerneğe lUZuın görmii· yoruz. Okuyucu, bu husustaki bütün hllgileri sade bir ilslftp ve samimi bir ifade ile bu kitapta merhumun bizzat kendisinden dinlemek imkanını J:iula.caktır. Ancak !JU kadarını belirtmek gerektir ki, 1929 senesinde Pa.ris'te kaleme alınan bu hatıratİn sahibi bil'llhare Türkiye'ye gelerek 1942 senesinde burada vefat etmiştir. Son netesine kadar da böyle bir hatırat yazarak 1960 senesine ka: dar açılmamak kayıt ve şartıyla Dünyanın dört büyük kütüphanesine bırakmış olduğundan hiç kimseye bahsetınemiştir. Biz sadece bu hatıratın mahiyeti ve Yayıne vimiz tarafıiıdan yayın şekli hakkında kısa bir bilgi vermek istiyoruz. Rıza Nur'un hatıratından Türkiyede ilk olarak bahseden Doç. Dr. Cavit Orhan Tüteııgil olmuştur. Kendisi,
HAYAT ve HATIRATIM
Dr. RIZA NUR
British Museum'da incelemelerde bulunurken Şark Yazmalan Bölümünde Rıza Nur'un basılınaınış hatırat ve eserleriyle ka.rşılru;ımasını ve bu eserlerin mubtevasını arılatan üç makale yayınlamıştır. (1) Bu makalelerinde Dr. Rıza Nur tarafından British Museum'a tevdi edilmiş. bulunan elyazmaın eserler hakkında bilgi verilmekte ve yer yer de müellife hücum edilmektedir Bu hücumların sebebini, hatırat sahibinin M118tafa K~ınal hakkın daki his ve fikirleri teşkil eyliyor. Gerçekten, Rıza Nur, M111'1tafa Kemal'e dair umumiyetle alışılmış olandan fark· lı bir görüş ortaya koymaktadır. Fakat böylebir hatı ratda asıl olan şahsi duygu ve düşünceler değil, müşahe· delerdir. Eğer hatırat sahibi müşahedelerinde hakikate sadık kahyorsa mesele yoktur. Çünkü istikbalin tarilıçi sine malzeme olacak hususlar, işte bu nıiişalıedelerdir. Şahsi rey ve müta.ıaalarına katılıp katılmamakta okuyucular hürdürler. il:sterlerse bu rey ve mütalaaları mutlak veya nisbi bir surette kabul veya reddedebilirler.
rat sahibinin kendi kusurlarını dahi açıkça ortaya koyabilmek samirniyetini göstermiş olması okuyucular tara· fındiU'l eksik ve hatalann tesamühle karşılanmasını
6
Doktor Rıza Nur da nihayet insan olmak itibarlle muayyen hatalara düşebileceği gibi müşahedeleri kısmen eksik veya yanlış da olabilir. Fakat okuyucular hatıratın bütününü dikkate aldıkları zaman, onu kendi kusurlan hakkında dahi samirniyet ve hakikate sadakat gayreti içinde bulacaklardır. Bu itibarla ümit ediyoruz ki; batı1) B n makalelerden ll ki, 1 Ekim 1963 tarihli Kitap Belleten Dergisinde, ikincisi 9 Mart 1964 tarihli Cumhuriyet Gazetesinde, üçüncüsü de 10 Ağustos 1964 tarihli Cumhuriyet Gazetesinde yayınlanmıştır. Sonradan bu yazılar gördüğü ta_svip ve tenlddlerle birlilite «DOKTOR RlZA NUR ÜZERİNE» ünvamyla Ankara Güneş Matbaasında 1965 yılında ayrıca kitap halinde basılnuştır. Bu kitapta RIZA NUR'un, 1\lustafa Kemal aleyhindeki beyanlanndan bir çoktan, orijinallerinin klişeleriyiC birlikte yer almış bulunmaktadır. Mes'nt bir hadise olarak, kaydOOiJmelidir ki, bu kitap. hakkında hiç bir resmi muamele yapılmamıştır.
7
sağlayacaktır. Sultan Abdüllıarnid
ve Mithat Paşa gibi şaluslar Türk milliyetçilerinin geliştirdikleri tarihi ted· kiklerle bağdru;ınııyan görüş ve düşünüşleri bu babda misal olarak zik~e değer. 1Ik tabip çıktığı zaman Yemen'e tayini çıktığı halde SuM;ım Harnid'in öiel iradesi ile hastahanede bıralolnıış olmaS!l!a rağınen onu, devrinin subjektif ölçüleri . dışında değerlendirememekte olduğu görülecektir. lçillde yağurulduğu hadiselerin heıı,üz te'siı:· leri devam etmekte bulunduğu bir sırada izhar ve ifade edilmiş bulunan bu kanaatlar Rıza Nur'un nesli için hemen müşterek kalbul edilebilir. Vatan ve lstiklai şairi Mehmed Akif'in ·bile bu konuda onunla ayın paralelde bulunduğıınu hatırlanıak fikrimize hak verdirir, kanaa· tındayız. Bu itibarla Rıza Nur'u yakuı tarihimiz hakkında ifade veren bir şahid, kabul ile, şalısi düşüncelerini nesiinin sosyal ve siyasi görilşlerini aksettiren tarihi bir fikir malzemesi olarak mütalaa etınek yerinde olsa gerektir. Buradaki hatalı görüşler bile ileride o devrin manevi tarihini, fikir ayrılıklarını yazıp bu hususta hissiyatın payını belirtınek isteyecek kimselere ehemmiyetli biT kaynak olacaktır. Bu yüzden onu birkaç müstehcen kelime dışında hiç bir noktasına dokunmadan aynen ya.-
hakkında,
yınlıyoruz. Rıza Nur'un Dünyanuı dört önemli kütüphanesine teslim ederek 1960 senesine kadar, üzerlerinde her türlü incelerneyi men'' ettiği eSerleri British Museum'daki ka· yıtlara nazaran şunlardır :
HAYAT VE HATIRATIM British Museum'un Şark yazmaları bölümünde OR J.2591 numara ile kayıtlıdır. 1929 yılmda Paris'te yazı!:
s
HAYAT ve HATffiATIM
Dr. RIZA NUR
mıştır. 1798 sahifedir. (908 yaprak). Önsöz mahiyetindeki :bir başlangıçtan sonra yazar, esere ilk çocukluk devrinden itibaren hayatını anlatarak başlamaktadır. Müteakiben de eserde şu bölümler yer almaktadır. Hekimlik Hayatım, Siyasi Hayatını (Meşrutiyet, Mütare· ke)' MWi Kıyam (İçyüğü) Mustafa Kemal'in :nuıtkunun mahiyeti ve Lozaıı KonferansL En hatırat yayınevimiz tarafından müteaddit cilt ha· 1i:nde yayınlanacaktır. Bunda önemli olan taraf Sultan Abdülhamid'den Mustafa Kemal ve İsmet Paşa'lara kadar yakın tarihimiz siyasi hayatında rol oynanuş pekçok şaysiyetin -bazı şahsi müta.ıaalan da ihtiva etse bileeesaretle tahliline girişiimiş olmasıdır. Doktor Rıza Nur, bn eserler hakkında British Museum'a. şu şartlan ileri
BtRiNCl ŞİİR KİTABINA DEBCEDtLMEMİŞ
sUrmüştür
:
1 .,.- IDçbir kimse varisieri bile, ya.mtalan hlçbi:r pahayla ge~e satın a.la.ınışacak. 2 - British Moseum; bu yıı.zmaJan, bağ:ışlaya.ııJ1l mlilıürü ile paılı:etfeıımiş ohı.rak sakılıyacalk. 3 - A.dı geçen yazmalar 1960 yıbna kadar okuyn· eniara sunulmayacak.. (2) Ererin son satırlarında Doktor Rıza Nur şu bilgiyi v«mektedir : c Dört beş aydır da ·hatıratıını kendim kopya kAğ:ıt lanyla müteaddit nüslıalar olarak yazdım. Bu gün yani 12 Mart 1935 Cuma günü bu da bitti. Hatıratınıdan ev· ve! şiirlerimi de, Türkiye'nin İlıyası Programını da müteaddit nüsha olarak yazmıştım. Bunlan başkasına yaz· dırmak mümkün değildi Kendim yazdım. Şimdi bunlan eve bir mücellit getirip ciltleteceğim. Alıp Avrupa'ya götüreceğim. Emin yerlerde saklayacağıın. Bunu da yaptı· ğım gün gönlüm büsbütün rahat olaca1ı:.~ (2) Doç. Dr. Cavit
TllteacD- a.g.e.
.ıı.. ll
9
OLAN ŞİİBLERİM
British Museum'un Şark Yazmalar bölümünde OR., 12588 numara ile kayıtlıdır. 238 sahifedir. (119 yaprak) Bu eilt birbirinden ayn üç müstakil eserle iki eki ihtiva etınektedir. 1936 senesinde lskenderiye'de yazılmıştır. lık eser, aynı adı taşımakta ve şiirlerini ihtiva etmektedir. !kinci eserin adı ise «Ziya Paşa'nın tkinci Zaferııllmesi» dir. Bu 1935 yılında Romada yazılnuştır. Mustafa Kemal' i hicvetrnek için kaleme alınmıştır. Yazann söylediğine gö· re Ziya Pa.şa'yı rü'yasında görmüş ve ondan bu ikinci za· farnarneyi dinlemiştir. Buna ait takdim mahiyetindaki ilk sahifenin klişesiyle muhtevasının Latin harfleri ile nak· !ini biraz ileride bulacaksınız Üçüncü eser ise «TopaJ Os· man» adlı ve kendi tabirile ~pera-komik bir eserdir. lık· sahifesinde bu eserin hakiki tarihi vak'aya sadik kalma· rak yazıldığını maksadının bir edebi iktidar göstermek elmadığını belirtmekte ve lstiklal.Savaşının gizli kalmış bir cephesini aydınlatmak maksadını takip eylediğini bildicmektedir. Bu sahifelere ait klişeleri ve muhteva!an11111 ı;..atin harfleriyle nakillerini Öe biraz ileride bulacaksımz. Eklerden birinciai «Vasiyetnamem» adını taşımakta· dır. Bunu da merhumun elyazısı ile kaleme alınmış şekli· Din fotokopisi ile birlikte biraz ilerde takdim ettik. Ekierin ikincisi c&ıerlerimin listesi> adını taşımakta ve·yazarm matbu ve gayri matbu eserlerini ihtiva etmek·
tedir. TÜRKİYENİN YENl BAŞTAN İliYASI VE
FIRKA. PROGRAMI Aynı
kütüphaneele OR., 12589 lDumara ile
kayrtıll.
olup
10
HAYAT ve HATIRATIM
Dr. RIZA NUR
126 sahife
olmak, şan ve şeref kazanmak, zihinleri bunlarla oy alayıp mevkide kalmak, nimet içinde yükmek, a.sıp keserek keyfe mayeşB., devleti şahsi bir çiftlik, milleti o çiftlikte ehli lıayva.nla.r gibi kullanmak ve emsali gayelerden ~aşka maksatlan olmadığı yaptıkları işlerle görülmüştür. Bu adamın bu devlet ve milleti a.srileştiriyoruz da'vasıyia. yaptığı şeyler öldürücü da.rbelerdir. Zaten hal perişa.ndı. Her şey yeniden yapılacaktL Şi~
nıtmaktadır:
BAŞLANGlÇ
Türkiye parlak bir ·medeniyet ve eıısiıı fütuhattan sonra iki asırdır süren müthiş bir inkıraz devresine düş müştür. 1linı ve alim bitmiş, san'at ve ziraat tedricen ölmüş, ticaret mahvolmuş, hasılı Türk ilimce, san'atça., ha.mçe, teşkilatça çürümüş bir hale gelmiştir. Halbuki Türk'ün bu felaket devresinde Avrupa dev a.dımlarıyla terakkide koşmuştur. Bir asır kadar evvel ta.nzimatçılar Türk'ü ilmen, iktisaden, içti,ınaan, devleti, teşkilatça. Avrupa usulleriyle qlayıp yeniden diriltmek istemişlerdir. Uzun bir çalışma. ve savaş bu hususta pek çok iyi şey yapmıştır. Ancak henüz kafi değildi; fakat tekemınili devresine gelmişti. Taruısup engeli de yüzde seksen kınlmıştı. lyi bir hamle bu )ş; ya.pa.t, bitirirdi. Bu sebeple meşrutiyet yapıldı. Ma.a.tte'süf İttiha.d ve Terakki Cemiyeti pek bir şey yapamadı. Yalnız saray engelini kırmış oldu. Yazık ki; bunun üstüne . :. .. . .. .. . . Paşa cehaleti, istibda.dı, tega.llüb ve tehakkümü, zevl!: safala.rı, dahilik hevesleri ve emsa.liyle Cumhuriyettenberi millet ve devleti öyle herbad etmiş ki, Türk an'ane ve harsini öyle yıkınıştır ki milleti ve devleti ha.rsça., ilimce, zira.a.tça., san'atça, teşkilatça., yeni baştan tensilt etmek zarııreti hasıl olmuştur. Mııta.zam ve kendi orijinalitesi olarak bir ha.rsi olmayan hiçbir millet ve onun devleti yaşamaz. Halbuki .......... _. PB§a. bilhassa buna saldınnıştır. - Cahillerin millet idare etmeleri bunu keyfi ve diktatörce yapınaları hele daha ileri gidipiçtimat ve idari inkı lapla.r yapmaları pek tehlikelidir. Bu adam yaptı. Böyleleri bunları hüznüniyetıc bile yapsalar cehaletleri yüzünden yanlış, tehlikeli ve felaketli ·yollara. soka.rla.r, perişan ederler. Nitekim etti. Halbuki onda o da yok. Sırf, dahi
ll
12
HAYAT ve HATIRATIM
Dr. RlZA NUR
k_~muş olur. ~k her iyi şey kurulmuş, yol ve lazım
o
s~ at alınmıştır. İyı esaslarla müfredat tekemmül eder gider.
Bunun için bir fırka Rrogramı, bir de yapılacak işleri daha tafsilatla yazdılı:. . Paris, Eylül 1929 Doktor Rıza Nur
13
1~
r_-
.
•jJt~/·Ut..M,_I. ttVJU"'~·
..
..
..
·~"
..
...
....
~
cr-'-'"' c.lr... L.• ..
..
"'
,
'
U:~~ ~ .. -u-'" J ei-,M:.;_ ~~_,~ . . . . . St,t.. ,ı.;,· ·,. . . . .
; L :,_,; • ._,.,!.!),# J
/
•
o
• ->;'" (""~
Bu satırların müellifin el yazısıyle asıllar :
.. .
#~
.......
·-e...•..·1: •
~ ....~ ,. ....,ı.,,·
~-
/
.
.. ~·,k..~~· ...._u_,•.-J.d ~,de.:.( .....,;...,,~ı.; ı
·-
-
.... ·,-, -....
,,_
.....~ . .. ;.~1 lt
,--'.JtAJ -
. ,·-·
. u..j
r--f.~--'
.
/
..,~,.,._
u#!..'.., /
... :.
__
_. ... -
.. •
·,_,.:.~,.-
·-
,..,
........_ - - - """"""
• •'
fr
•
•
, ......·.~
Cl~ •
....•
~.....
•
cr~~ ;.ı..,,~,~~~(~
.. /
""
..
.
#
--.Lle}.,.; ~r.
t.uU- • .., f!A,.:_,,,, '
,
,.
u~u!LI .,~~ . . /. / . . • . /• 1 . 1/ 4(.+1..,.UJ-~,J tZ..J•• '•.JL..a.-•.-.~1 ,..A.ı_..,J,• ,..4.o'l.C_, .,/;.~ ,.,.. 1
cs- &..tt~..,..~,~
.
-
.
-~!c.Ar,.._.;.L-1 ~:~ ~~t..c.U--.; r-~.ı:> ~,....t.ı..iıo .
1
1
..,.·~~ _,_,~...., ,.-.u~ı· .. ~ . . J;, __yJ..t"'.. __...""'-~ .. .•
1
• ·~ ~ .. ,.u.
~
~
,,<. . ":?./
o(Y
'lrr.'.''tP ,.,.,.,,,
•
-/........ ~--~ .,..
.~,;,--~;....,. ~.i'--ri--'1
..
,...,~~ fr~r;:ı :.r~ ~~ -;.,.;~,..
·..,~...,..,_,....,,,.r~;-~, ,~r )'Y:'~
•
-'~,'Tl~"~" ır:rr~v-/.~rtr~ "1 ~P~J-r·""
• :...:.... ;r. ,y; .
.-
~ ' - ... l - ' , -, -
/
.
y., :t
·'"' j
'T'i-;... .j ;~:;r"
, ::-~-. !1 ~ .A- ~ .
Ç.
1
;-;,..., ., Sı
1-ı ..tı. ) (i",...n -~ -
,__,.n ~,yr ,,.1·ff;,r,....,
.
..
,._.crrc. .C"Jr:ı--, ,...,.:.-,
.
.-:r/ 1 ~r,. c-ı,'/''"':'•t''•;-r--- v'":''le-';'r"",:ıiV
~"';'- i~. .1'
,~
- ..../1'" 1+' 1fll.-1"(l
.....-/
.
1
~~.).;.:n •
- •
~tpepn:ııeii n§ ~P ~d~ıı t1!.l31l!![
-~~ .,~,.~.
~.yi
,..f?-.
'
• 1
.
~ . . -.,
;
'
'.,..., ,.,1' 1 :_. .. ,:..;
.
c.
v-rr;ı.r, ..
,... .
..
;..,.:,,..,1 ;...'V
.;,..:...r..
q~1
i .nrn.-ô4tr,:.r,; .., .
•,..r,..,., ·'' ,-,,.,"/~. ç- ,,.._,;..~,,..; ..t1 t'n.
. -ır..-,.. /
....-rr>n ,.,. ri''*:ı 1n·r';, • ,.., ,.,,..;.,_., ,
ı'"f:i ~
.J'I
,r,r.. ,.,:,. rp ,ljı~-CJ~
,
..
"' . . . . .. .,.... ~;r 7}''t"' r-r. ,...,.7_';~~ ~'-ı:r: r ;n ~"'t'! - - .~~.r:-,.,.__, _.- ., ...;,.".,' .J..-vr rr'(?r-.. ,.,, '-,~-
/
~,.,..,~~ • .,c,_,.,.~,,. -1'{#'\-~;. ~ t ..... "' .,~ • ., - ,1 ;,,. ,-
'"') •
~~r~ ~'r:-'~~ ..,.~ ...!J' ... ,.,r~~ ...,.,-.,.,,.,.t;'t'J,;f~ /
.
.
1'1~..-. ...----. ,.,...,.
.~
::;.,~,., ,..r,_.,.~;:.;..,.~.r,......,,.cn
...,,_ ,;..,-- • ';.. _, ......,,.
'"'7"
"
-.' ,,.,_, .
b>-\1 \
• •
..
/
1_,.. -.:c-. '.~""""'/'"'rı,.., y---.. ... •. . ı ..
,y;,..r'\o' /,.,..
--··.
•
,..;r'n"',.Yr.Jr-'1-~~ ~
'•'""'"r'?.; • ...-ı'l' •
.; ,,,.,. •
•
.
errı;..,,.;..n ,-~,..., ,vrıP ',t;'.n,fYlf"..y
.
:
"'rr'P 'rt"frtn ,ih'
• 1
.;,,.·:r, r•, r:,,.;,;.·..;:r. ,{"i' it',• ,.,.,., . / -
"•
•-:=, r.n '~ '.Ff' ., '~,,.._,,..:'~lf'l?, 'j ~()""....,..,., ~ ~p•.jl ,;u~ ..,·,...,;,. -r-,,....ı:: ;;-,.-ı.. ,.~rn. ;~~ r'r'..,;>,.-...- ~f'r1-ıdf1 ,. . ' ., ı . 1 . .• -- l. J
"'
--.
-
'--vr-:''";7' 1 ~..n · ..7"'-:} :ı -:ı a:-('~~".r_r-;.; ,_n ~ \
tt
1i!lN
Y'inı:
.•a
KLLY1:1LLVH OA .t.VAVH
tl
16
Doktor
Rıza
17
Dr. RIZA. NUR
HAYAT ve HATIRATIM
Nur
TÜRKİYENİN YENİ BAŞDAN İHYASI
VE FIRKA PROGRAMI Müsvedde halindedir.
La Rkarganisation De La Turque Dr.
Rıza
Nur
Fırka Programı
1 2 .3 -
Fırkanın adı
cTürkÇÜ» dür. HükUmet şekli Cumhuriyettir. İdare sistemi Laik ve içtimaidir. Din ve devlet
ayniışı esastır.
4 - Fırka asriliğin, Avrupai yeni usullerin tama· miyle taraftandır. Ancak bu tabirle Avrupanın ilim, tekaik, metod, teşkilat ve intizamını Türk millet ve devleti· ne mal etmeyi· anlar ve buna çalışır: Dans ve. emsalini medeniyet levazıınından saymaz. · 5 - Türk orijinal an'ane, töre ve harsine şiddetle bağlı, son derecesinde Türkçü olup Türk hars ve töresinin ihyasına çalışır. 6 - Türkiyenin resmi dini vardır. Bu da Miis.lümanlıktır. Bunu Teşıwatı Esasiye Kanununa koyacaktır. Her din ve bu babda vicdan mutlak bir surette serbesttir. Din devlete müdahele edemiyeceği gibi devlet de dini tahak- · kümü altına alamaz. 7 - Vicdan, söz, matbuat ve Millet Meclisi için tam bir Iıüriyet.
4-'.r#
'u\f.L,.a.·_:. ,..:ı,_,.,_;, . ..:.-..Jı-;;,, v ..; -
~ ~ ,..:_ l4''
......;.,...·LA----·.ı~. 1
,.,/~>~:~., ~ ~'...J>_,
•"':"'
o
._;_ .~t~.l
,h,,.l,;._,)c.r; (!.).../ ; . . , - " '
ı,_,_, ,..._._,.i)
. .:.:. . JJ.;. ~.) •.,1..:..J_,.. c../ut.~ -.-'
•
-~
- .• . . , y V-:- '--•.
!-r
,Lo::... J................
--..J...-
Fırka program1ru ihtiva eden sayfalann ilki.
F. 2
18
Dr. RIZA NUR
HAYAT ve HATIRATIM
Şl'İRLERİM, NESİR VE MAKA.LELER1MDEN BİRKAÇI
Aynı kütüphanenin OR., 12590 numarasında ' kayıtlı:. olan bu eser de 270 sahifedir. 1929 yılında Paris'te ya.zıı- nnştır. Anız ve hece vezninde yazılmış şiVleri
adlı bir yazı da mevcuttur. Rüya, Namık:. Kemal'in eserlerinin sade bir dille yazılmasından meydana gelıniştir.
Bu eserin kapak
klişesi
Namık
Kemal Bestesi Midhat Paşa .cehennemde bir celse'nin kapağı :
~~ . . -·
....... 1~-ı:~ .,.-'7 -'•"-•:....,.,, • ı::
-~
•
.
Eklerden biri şudui:' : Tarihe ve Türk oğullarına ibretli, feci, kara bir Cumhuriyet tablosu CEHENNEMDE CElSE (İki perdelik opera) Güftesi
-
19
Dr. RIZA NUR
HAYAT ve HATIRATU{ ··
20·
Süleyman
Sahneye koyanlar liliseyin Avni Paşa, Ali Suavi
Paşa,
İstanbul
1932
.. •--....---•.. ,. . /. . - , .... . ~.....!.. ~-..·.:.--:•(-:~.u#'~~}.:;!=- ·~· 4"".;,.~ ~~C~.,t ·~ ~· .!!:=· ...,;~· ~~ (#,'!"'f ~-~
- "
21
ŞAHISLAK:
liblis, Kayyat (bikorn, tek boynuz), Tepegöz, Yedibaşlı
Ejderha (hider), Engeı;_ek, Sırtlan, Tilki, Baykuş, Dev, Cadı, İfrit, Nernrud, Cin, Fir'avn, Dahlak; Zalim; Nero;n !van Gruzunu, Baş Zebani. İkinci Abdülhamid, Mustafa Kemal, İsmet Paşa, Bozuk Salih, Falih Rıfkı, Sağır Mulıiddin, Yunus Nadl, Yakup Kadri, Hamdullah Suphi, Kılıç Ali, Vasıf, Ruşen Eşref, Necmeddin Sadık, Zebaniler, Şeytanlar, Günahkar İnsanlar, Katiller, Müşir Fevzi Paşa, bir melek, Namık Kemal. Flgüranlar : Fazıl Ahmed, Fllad, Recep Zühtü, çul giyinmiş bir Türk, Eşkiyalar, Sarhoşlar, Hırsızlar, Dolandırıcılar, · Kanbur Rıza, Dalkavuklar, Mürailer, Fahişeler, Pezevenkler, Daasözler, Odalık Genç Kız ve Oğlanlar, ila ... Dolı.tor Rıza N ur Diğer ek: TOPALOSMAN Gülgülü - Opera 5 perde, 2 tablo Güfte P.ıza.
Nur
Bu ltiişenin Latin harfleri ile nakli karşı sahifededir Du ekin
liapağınm klişesi
HAYAT ve HATIRATIM
Dr. Bl'ZA JIUR
Bu valı:'a 1918 · 1923 yıllarında olmuştur. Bu vak'a t&rihi ve ha.ktkattir. İçinde değiştirtlmiş bir şey yoktur. Bu piyesi bir edebi iktidar g-östermek için yazmadım. Hiç deklamasyon da yapmadım. Zaten piyeslerde bunlara yer yoktur. Gerek ifade tarzınca, gerek ma'naca sade ve
./ ...":"""ı....KiJ
ı?.·c. . . :..!-"~'GL.;.,~ ... -..;.;ac~J•, u--:;~
~-·-~ı..:., c.~,,/<~;,) •Jc.;,t.ı../~ ,j~
ı'
.,.;,
•J.,C...~
...,.. .
.......
~-=--~
·...,J~~.t· .,_,..., M,,v• ~, ,;..;.;~ ,J.,t.u...;, +-,.,
kısa kısa cümlelerle bir Eaki mod,a geçti.
konuşma
dili en
doğru
yoldur.
Bu eserle milH hareketin bir koşesiııi, mühim bir hikAye ettim. Bundan bir m aksadım miill hizmet görm~ bir Türk'ün adını yaşatmalı:tır. Bu Türk Topa! Osman'dır. lıfilli kahramandır. Bir millet kendine hizmet edenleri bilmeli, sevıneli, hatırasında yaşatmalıdır. Bunla· rı YI!Jiiatan en iyi vasıta bOyle eserlerdir. Bu vazife, de· rnek, herkesten önce yazıcılara düşer. Ikincisi bu nUmune ile Türk nesillerine :kahramanlık, Tilrkllllı: uğrunda çalış· ma ve fedaidrlık için ders vermektir. Bu piyesin kahramam iki kişidir: Topa! O = ; Alp· arslan. Birinci perdede uzunca monoloğlar varsa da esasen o sahneler konferanstır. Kendim de eşha.stan biriyim. Ha· kiki valı:'a böyle olduğundan, vak'adan hiçbir şey deği§· tirmediğimden öyle yapınağa mecbur oldum.. Bu eseri 1935 yılı Kanunevvel'inde İskenderiye'de üç .. de·--'·gun -3~. Doktor Rıza Nnr
valı:' asım
EŞHAS
(f_, t?.,_,.....,_..L
--
,
. . "' ~-:--'..}3 1 .-:_,.ı, ._n'-r""'-.;.A . {':':· ~•.• ı: ı .,J ,·__ı.
.
-
1 .
,
(~··' ..,__,..$' ""'::"!--'~ .. , .-.J~-J/~J
E.eri takdim edeD. ub.rlann
asıllan
Topa! Osma:n. Giresun'lu Osman Ağa Alparslan. Binbi!Jiiı, Topa! Osman'ın dostu ve asker· lik işleri mütebassısı. Temel EfendL Giresun eşrafından. Aşık Keskin. Bir saz şairi. Meletios. Samsun Metropoliti. Pontus komitesinin falıri şefi. Sonra patrik. Haralambos. Samsun Rus zenginlerinden. Pontus teşkil8.tı Samsun reisi. Yani. Merzifonda Amerikan Kolejinde bir rum 'ta· lebe. Pontııs merkez komitesi reisi.
HAYAT ve HATIRATIM
24
25
Dr. RIZA NUR
•• c..l" ls-'
İstavTi.
Merzifonda Amerikan Kolejinde bir
Rum
ta lebe. Eczacı Altunoğlu
..w-, IJIu;.; '.Y.
. v-U...;.!$
l-'?ı:;~:f
.,... ,._.~.:. ...r:) ~~;tr;.:_,. :.ı_,_,..,_;.,.J~ı..."
.~ -~~,~r(J:ı~v-r~. ~4-~h ~~lJ J
. .
'
• ..
~
-
-
. • • ,.,.
.j~
·•.:J ·,l~c.r,..!'. ~(,"'.Lo~,)_;....,~/1 o-~_,~ .,
··~"
.. u . . _, t..:.,'
""
-
u.~, ~-ı-"~;, Cr;.·~~~ . .r~.,u~~;..iı.~:· ,
·-d
., ,..,, •-"!
,,
-u,,. . . ~r
...
~.
•
o
o
.. ,;-;.ı".\#) .._;.,~J • • •• ·v!-J"•.Iu;..t'-'w'-'..ıı.ll
...
.. ..
o
ı..:.: .ı .(;,_L,
V asil.
Sinop Pontus komitesi re-
isi.
Doktor Hacı Anesti. Giresun Pontüs komitesi reisi. Avukat Dimitri Demirizis. Trabzon Pontus komitesi reisi .
Mustafa Kemal Paşa. Türkiye Büyük Millet Meclisi Reisi. tsrnet Paşa. Türk Ordusu Kumaıı.danı. Sonra hariciye veziri. Rıza Nur Bey. Türkiye Maarif V eziri. Sonra Sılılıi ye veziri. Ferid Bey. Türkiye :Maliye Veziri . Fua.d Bey. :Miralay, Ankara Merkez Kumandanı Mustafa Kemal PaJjallln hususi adıı.mlanndan. Recep Efendi. Y'üılbaşı. Mustafa Kemal Paşanın hususi a.damlarıııdu. Rum talebeler, Gires,un eşrafı, Türk vezirleri, askerler, eşkiya, Rum çeteleri, milli Tiirk çeteleri.
. c.~...:....
Danslar
. eı..,.;.-1.# ,)L, /..'..
~~,,.-~, l'_.t. ı.:. !-J "·r~..f.J. ~ ~ L._.."". :..ı..: .i_;,-, uul~·· c.r.: ıl~ ''1..tt:. ı J ı/,~ J-h .c.::- ı;" o
-
~~
(" 1
..
....__,,..~
c
)
o
.ı.
...
• , .. '
u~:...,~ ,!' U--~
'u; ,.;l'>cl,.;ı..~· ..
•
•
<:::~
...
-,_,~
BİRİNCİ ŞtıR
. ,J..:;, ~--
/ f "\JY:>r}Y..J-:t'r'''
:-._~/~('"
.
Doktor Rıza Nur
cı..~,;
o
KlTABIMA
DERCEDlLMEMtŞ
ŞltRLEBİ!\l (Yazılma
tarihi ve
numarası sırasiyle yazılmıştır)
1926 KfuıunsAni.
İskenderiye
Ce volume contient troia ouvrages : E!Jiıas'a aıt sahifeıliıı kl.lşesi
HA!AT ve HATIRATIM ı
-
Dr. RIZA NUR
l.les poiisies.
Rıza
2 -Zafer-name .................. De Riza Nour
27
satırlan
N ur' un bu sözlere ait
:
3 - Topa! Osman Opera-comique. ·4 - Mon testament. (annexe). 5 - Liste de mes ouvrages. (annexe)
l1mi ve Edebi Cemiyet
-
~~- ~~-..:....:.~ / u~ •, t./ • • .,:._,; ,., '[_.ı~~~·
ve edebi bir cemiyet teş kil edeceğim. Bu cemiyet yeni bir cMektep» olup edebiyat, ınillt ruh ve ilirnde yeni usuller koyacaktır _ Y'ahud Türkoloji Cemiyeti yapıp benim rövüyü de o cemiyete verece-
~~~'t/·-u, l!'~' v~ .. , o-~y,• •. ~,.
giın_
..,;._,,,"';;
ı
cAltındağ adında ilın1
2 - N aşir-i efkB.rı yevmi bir gazete çıkaracağım. Bunun da adı
-
aza olacak (kabul ederlerse) _ Mehmed Ali, Mükrimin Halil, Zeki Velidi, Dr. Süheyl, Fikret Çeltikçi, Nihai Ağaoğlu Mehmed, Halil Zübeyr, Vala Nureddin, NaZ'lm Hikmet, Peyami Safa, Reşat Nuri, Kudsi, Ralımeti, Aziz, Robert Kolejden Hüseyin. ıo
Şunlar
,.
-1
": ~..,
,.~
'
ti.JU.~.
0 ~~; ;,.,.J"_ (;';
u .. L:.,ı,~: 1
<.
'
...
~(!...U.·-
r..,.,t ,
-
•JI,.It
-
V.o!~."; ~;,;),
.,~~.Pc/, :_ {
"
1
._ .
-
-
• ~ ~.., .' ~· ~,J, ı cJL....I,~
-CJ>~~·;J,,~Jt.l.,,._;. ,...:,(..~t,.r.S
.J..;,..;_;o,r",.,-
Cl
28
HAYAT
Ye
HATIRATIM
Dr. tUZA NUR
29
BAŞLANGıÇ
,...... d+;L"• tM:...# •1,~ ~-· .....-. ~.1- • ' • • J.:"· &...~U.#•L;ı, cr-.;ıt ..
•oJ,,
"""".teıo'
c.,;..• ;.·_:.
....
~
,-
ınektebi bitirdinı.
-~,,_., ,~u~·~-:"~'~/ 1
. - ' u .. s•
., .. • _
•
..
•
·-
L'
~·-~fo..-•t..•ruv•
.
Diğer
;',
~
. ..
..
J; ._:., _., • _;.,;.
-
bir eseri de
şudur
Doktor
:
-
(Kspak düzenine göre)
Rıza
Nur
ŞtıRLERhl•
Ve
NES!R VE. llAKALELERİMDEN BİRKAÇI
Kes
poiıııies
Pour Le Dr. Riza Nour
çıkınca sıhhi, tıbbi,
ıettim. Meşrutiyet
Gerek makalelerimi, gerek diğer yazılarnın dainıa ~oplılr, saklardım. E":vrakım iki defa İttihadçılar hükumeti 1.arafından zaptedildi Bir kısmıııı zayi ettiler. Hudud ha>l'icine çıkarıldığım · zama.n da kalan evrak ve kitaplanının :bir kısmı zayi oldu. Geldiğini va:kit sandıkları açınca bir kısmının fareler tarafından llme linıe edildiğini, içinde fare yuvaları yapıldığını, fare ölüleri ve yavruları bulunduğunu gördüm. Bir defa da beni idams nı.a.h.kfun eden Ferid Paşa ve Ali Kemal Beyin müsaderesinden kaçırmak için bunlar -oradan oraya nakledilnıiş, mahzende saklanmış, yine farelere yem olmuş, rutubetlım bir kısmı okunmaz hale gelmiştir. Kitaplar küflennıiş, rutubetten cildieri bile çözül·müştü.
Paris Bu eserin il•sözü mahiyetindeki .başlangıç .naklediyoruz :
fenni makaleler neş ilil.n olunanca ise mebus intihap oluııup siyasi' sahaya geçtim. Bu sefer siyasi makaleler neş rine başladım. Bu siyasi makaleler de yüzlercedir. Bu devrem bir cidal devresiydi. Hakkımda gazetelerde medh, zem, doğru, yalan çok şeyler yazılmıştır. , · Mektepten
,.~...;,_,ı:;...... ~c.'~' ~~·e,:,":-"... ~ C "" A ..,.,;
Henüz 18 yaşlarımda, mektepteydim. Şür yazınağa heves ettim. Aruz vezninde birkaç şiir, yine o esnada bir· kaç edebi nesir de yazdım. Bwııun bu yaşta çıkar yol ol· ınadığını, her şeyden evvel ilinı 'öğrenmek lüzumunu duyup derhal terk ettim. Kendimi sırf ilim tahsiline vererek
kısmını
Şiir, nesir ve tlbbi makalelerimle beraber, bir kısmı tarihl, hukuki gibi ilmi ve seyahat hatıraları, mesela Viyana'ya ait sekiz makale olmak üzere bir takım makalele1'im daha vardır. Bunlann bir kısmı neşrediimiş, bir kıs-
30
D•.
HAYAT ve HATIRATIM
,.,
.
R..!ZA If ll K
31
..
,,
. . . . ..... ··, -~ "'~~ .:..--'<,_., "'~'t!-'v-' v,J'J.,1
4_,; .,;.J''< ~!_,-, .r'• .. t " . .. . .
. .:
"
".
·-
.
--
v./,1,' '·"''"' ~...,A..l ' ./ 1,~-·..),·,_,,',.~ı._, . .
eı/JJıJ~_, i.:' o#~/...,_, . .. \
.
,.,~·
...
.;
··,, •__·• __ ,.:·u0-..-- -~-~.: --~.
.
..: ._..,.,,/
,
: 'J "" , " ...,, .. • ,.,·~ ~... ...,...~v
-
-
T,;.
,
-
.. .. ~...,._ ~,r>,J..c.V........;oı
V··
.
-,
.
-..-._,4..- •
~
.. -· ·-.'-t··• . ,.
-•J;'u'-" ~ /.,,_t,,.Jrl6ı'
,ı.:,
J\• . : , ...
\
birçok makale
-
L.-
c.r.
ı
İşte bunların
-
muştur.
nin üst
tarafını yemiş bitirmiştir.
..,__;,._W"'L.ft
--
/
_"':·~~
,_,.
vakitten bu vakte kadar da
tamamile zayi olmuş, bir kıs· da bir takımı kısmen zayi olMesela bir kaç şür varki fare kiminin alt, kimi· bir
•
.
... ,. •.. 1 ,.. "
neşrcttim.
kısmı
mı kalmıştır. Kalanların
.
,..
•._çr . .
aldığı satırlapn ·asılları
Sonra o
(
/
;_ı_,
(
Bu sözlerin yer
.
1'
~
- . . . . , -"u
...._..,,.b_,~.,..._u_ -.--~~~:-,-.,,
• "
mı edilmemiştir_
- ~.
.
--ı,.,_
\
.
Aynı
yaznun
devamı
~.
•
t
HAYAT ve HATIRATIM
32
·--
, ___. .
/
'~ V~
"' .
Dr. RIZA NUR
Eklerden biri de
.
şudur:
Doktor
33
(kapak düzenine göre) Rıza
Nur
"""""'''......;-· _,:.
Z İ Y A P A Ş A N I .N ZAFERNAMESI N AŞİRİ AKTAŞ
EYLÜL 1935 Roma'da yazılmıştır.
'L·
.
' . . (..,;:~-· I.J',U t:.. 1 ""·
,. . ;,ı.;~~;.;.,,
"'··----
,_,~.., .ll
~-~-:· r:"'"""~f ~
'"'1 ....... Yazımn
son sa tır lan, tarih ve yazann
imzası
Bütün bu §Ür, edebi, siyasi ve ilmi müteferrik makır leleri bir kitap halinde neşretmek fikrindeydim. Ne çare ki çoğu mahvolmuştur. Neşredilmiş olanlan yeniden gazete sütunlarmda bulmak da epeyce bir iş. Vaktim yok .. Arasıra şiir yazardım.
Son yıllarda çokça yazdım Nihayet şiirlerimi, yazıldıklan tarih Sll"ası ile, bir kitap halinde neşretmeyi tasavvur ettim. Bunu edebi nesirlerimden diğer siyasi makalelerimden de mevcud bir kaçı nı ilave edeceğim. Bunlan hiçbiı: tashilı ve tebdil yapma· dan dere ediycmım.
Paris. 1929 Dr.
Rıza
N.UR
Eserin orijinaline Ait
Yazar eseri
şu satırlarla
kapağın klişesi
takdim ediyor : Karak~. Kükremiş bir bora tüyler ürperten bir çığ lıkla esiyor, ortalığı altüst ediyor. Yer, gök, bulut, ağaç, toz, toprak, hep allak bullak. Kapkara olmuş. Koca çınar ların dallan birbirine giriyor; çarpışıyor, çarp~ıyor, çatır çatır kınlıp havada yel elinde oyuncak bir tüy gibi oradan oraya fırlıyor, dönüp dolaşıyor; kıvramyor, yu-varlaruyor. Bora bu ağaçlan niçin kırar, bu gazap nedenıliır, belli değil. Bulutlar yerlerinden kopmuş, bir tül gibi uçuyor; baş döndürücü bir ca.buklukla geçip gidiyor. NeF. 3
35
Dr. RlZA NUR
HAYAT ve HATmATIM:
.ı.:. ~ ~ .;' ı.:, : ( ~ ıı. 1 . .J / : ·,Ju~)· ı.~~ ....,.,J..,,ta.
• •--:=-:•
.... v,..; ,u.•. !f _,_..li- o.,l..y• 1.~ 0-
-,-~:- ~ _,~_,.._,.ı/J.; __~J/./ .. . . . _,. .._r,;;J ,. . ..~y 1.
. . ,.-1/ . . J,. - - .:.,. .,
.
1
. JD{d.J- c .. _{,{
.
~
• .,;.A...-
J
,.,) ;. ... y_/ . .._;.J . . ~~..Y. .
LA. ..r
u6, ... ,..;._,..~ .
.A
) Y JL&.
•
u~
y., 1 A..,~
.• ........., .. ,. ~,.- . ""7 _aJ.t·~_.,;_,,.
'""
\...IL"'.J_
..J_.r
·~
'LJt."
•. •
J'.o~f_,(,. -...JJ,J~ ·/~?-.$ (. P)~~~
... u~
• . 41,y t}llu "
~·_;;~UJ, ~ . \ -.... ~ i
1 -
•
J~,,.,
t
-'; ""'!*~
().)L-,.
..;-t;...Jc};t-_·_,
-•U.J-_ ': ...
,_,....-,.
.,·,...:_,_,.; .. - ~. ,ı~~-P··~L.ılitf!
-v- ıJ _,;ö --:--:-•. ~u;.> -v:-'W> U-- . ('!..; (~- ~~ "-'---!, • U:J "-':_," <. ._._::.ı d--"'. ' J-y ı.. . ,,. , , 1 .r ~.r.t lD~' • _..:_;_,!.,tu_;~-~~ ~,~u'~!..' '.J<'~.I': /
p r
:•.J(
•
'
'
,
,.I!Jr
j~·
._;
'·+.
0,;_ ~
. 1 Ck.) l" ':
/
\J--:-' • U
1 ı
.
_,
,.ı ~,,GL-'(""'-'''"" ....~. c:. ;.,,....
1
_...J
Jl ...n_:.-.
Bn takdirnin ash
den ve nereye giderler kimse bilmez. Bir sır ki belirsiz .. Kuş, hayvan, insan herbiri bir deliğe girmiş. İn, cin yok. Sanki kUrre-i arz boşainıııı. Dünya yıkılıyor. Gözümün önünden kara hayaller birbiri arkasından koşuyordu. Derken hey'betli top gür sakalı karmakanşık olmuş, karalar giymiş biri geldi, önüme dikildi. Tanıdım: Şair Ziya P~ Bu kara dekor içinde, gürleyen bir sesle bana dedi ki:
1-~azann
J
.ro
eserini takdimine Ait difer Nhiftnlu klt.,Mi.
HAYAT ve HATIRATIM
Dr. RIZANUR
cZavallı Türk milleti ne günlere kalmış!... Türk .yurdu cehennem olmuş. Yanıyor. Biz Ali Paşalara, Ab· dülhamidlere lozardık. Meğer onlar zemzemle yıkanmış· lar. Milletin halinden matem içindeyim; bu te'sirle yeni bir zafername yazdım. Bizde vatan sevgisini, onun ıçın gayret, fedakarlık vardı. Dünya terakki dünyasıdır, şim· di bu gayret daha çok olacaktı. Halbuki hiç kalmamış. İşe bak ki yine gayret bize düştü. Bu zafernarneyi vermek için adam aradım. Seni salık verdiler. Dediler AKTAŞ derler bir er vardır. Namuslu gayretli kişidir, yurdunu, hem de yiğit biridir. Namık Kemal'in ve senin yerini şim· di o tutmuştur. Ona ver. Ben de geldim, senin rü'yana gir· dim. Biz tanrının yanındayız. İşleri sizden iyi görürüz, .biliriz.• Zafernarneyi okudu :
ne eşya, elbise ve çamaşırlar, ve levha ta.blola.r, İsken·
36
Eklerden biri de
* vasiyetnii.mesidir.
yazarın
V ASİYETNAMEM
•Sinop'da Bıza Nur Kütüphanesi» adında bir kitap ya.zıp buna evevlce yaptığım valoflara ait dört vakıfname· yi dercettim. Bu vakıfnamenin asıllan bu eserin asıllan müsveddesi ile beraber zarf içindedir. Şunu tekrar edeyim ki, bu vakıfnameleri ölüme bağlı olarak yapmadım. 4 nu· ma.ralı vakıfnarnede zikrettiğim gibi tasarruf etınek hak· lomı kullanarak tamamiyi e vakfedip millete verdim. Bu sebeple varialerim bu vakıflardan hiçbir şey alarnazlar, Bu vakıfnamelerle zevceme verdiğim hakkı ibtal ediyorum. Benim zevcem yoktur. Vakfettiğim şeyler şunlardır: Kü· tüphane binası, kütüphaneye koydoğum kitaplar ve de· mirbaş eşya, Sinop'da kütüphanenin bir odasında saklı ve malım olan zati hane eşyası ve cerrahi aletlerim, kütüp· haneye irad olınak üzere kütüphaneye bitişik hane, ve 4 numaralı va.kfiye ile verdiğim bitişik arsalar, bir çiftlik, ·çiftlikteki eşya, iki kayık bir motor, İskenderiye'deki ha·
,...
"
.
37
,:~.,
. ·-
a~ı~,..L.:..,;,_ıo~. '(~~!/.)ı:~ l....v,., ....... .,, 1/Jft'
• ·~ ı...... .o;~
...
/ ... .,J(: :-'
1
•
,1~ ı_(;.-
1
d
.r
-v
. •
•
.~,~-.ı..
• • ı , ~~ .J~· _, /.,l.ICJ"'• J~ ,eJ ;ı_,..
~·V~u((:::.'_,ı~· 0 _,,.~-~ J,/:_.....y ·(-;~..._,,y_.~r~ı..~_.~:. -~_..ta;.,~(~''-"~~ "(""':"",..JJ ~..r..-' ~ .. ~·ı; ....,~,..v.ı;,~
~·(.,~-:'J~r~ ~.r;_, ~~_,,.,J_,I,..-~_.~ ·A·l.ıS;(_;..,i": .
-
1
.1
.•
'
~"'*:.~ -:..:t.J-:.1"-tr~ ;~: .... ..ı_A..r4(.-:-'._..,_,
· . ._;~(~"'"'
~t.-,~L.P ·~ı..... ·~ e..ı,;.ırf.-.~ (. t.;-!v- ~~-'-~d • ....... , , -v-1.. •~·~· o;..: u-/' \MieP·~ ... c.r ~':-~it'~-~·
c,~~-:':':;~(.."-!..,1:'~, d,..,;,\,' ;.tA~~~.':~~ ..ı.. ' • . 1 ' ' ' 1 •. .. ... ,ly_,.t . . --u-l>i.J'I ... . t'.,..:...ı-t'
c.~t ıj,.~ c.. ~_,.c._,.l~;.
Vaslyetnimenin ilk
satırları
deriye'deki hanemdeki kitaplar, Sinop'daki örgü makine· si, İskenderiye'deki hanemdeki Fransızca neşriyatım, ya· nımdaki altın ve elınas mevad, işleme ve madeni sofra takımlan, el işlemeleri, on tane fransız P.L.M. talıvi!Atı, henüz basılmış eserlerimin müsveddeleri; muhabere evra· kım, pasaportlar, diplomalar, Mısır'da hekimlik mfuıa.· adesi gibi vesikalardır. Bunlann listeleri ve valofnAmele· rin asılları bu vasiyetname ile beraber bir zarfta saklıdır. Kütüphanedeki kitaplar beş bin cild kadar olup kütUpba·
38
HAYAT ve HATIRATIM
~_;..i~ d-....-;.~.~~ t..S;jl)~..,...o i..J~
J
•"'= .. ~. ""r.r;JG,r:,, c.J''e..~ .. ,...ı.;.; ~Dr
c.
...._...,~~ ...:~t. ;.ı:ı:-_j. P. l. ~
•,)_.,bt: _/U~ J
~ .ıA) ... -i
L,...
:V~~~.J u-/~ u~"y
_,,,_
M .
(.r
tıl.ı ..,;Ji Jef
... ~..,)~-'d ~.,...LL-o
(S"t- '..vi__._,
/ ~ ' / u-'"-~·~·,,_,~ r'"-'>'~
ı
_,.!,--:-',-i
.
.
-
ı.i-'hı,,J~I_,~
'.r 0-_.ı:\~\.c 1• _,... ~_,"!'.,u
/
(---'
~;:ı ~,Lı
~J~ c.f.,i.U,
ı;r/ '-:',J_,ı .I.JIJ·......u. ~
.,Jr
_/
/
1"' . ,-' •''-''
-
1- (. (' 1,~' o ..r~ c u:-.) 4J ~
)r
·"'':'~ ~;..,J
'L •·
(.c.
.tfJ~~~~.J4.Jh u.l~ ....;.ııJ 1
~~ı.:/Ll; cr!. --:DL...,.,~_),-': ""'"'t.;".J
Dr. RlZA NUR
•.
""';t?"--··.,u-;..ı•__:.,
.-/~_,....J_..,.v;..__;. .' -1 '
• ~,....:t.J-7
. ':.J-.1
""~ ~..,. -..._;~ ~,,..,_,!:'....,,' r:~tf!·~·· ·-
.
1
f
.
/
uı-L,.._:,_,ı e_....~ı;; ;r,~_,,...., ..ra"'.;~.J,:u'1,1...4J,~ 1
~-t.. -. ıf.'~,J -~~~~ ~-':"~,;,ı_. ı/ ı
.j..J
~_,r,./~. .
~'(,J ;.l...,y..,~• ~.?f u_,_s.,-+,1 ~,~ı.. .... !...o ~,,
-·~-c. ...(.J;r__.-~..~~ . . . . .:~ ~.., _r;.~u~.,:_
•..::~,, o~~' ,.u:J ·p~N , , - . ,.&,.1,.,~ ~,J;r-y_,, ......-~ . ~ .1
(~!,~-:;ı.; ""':ı~• •
.,., .
._,,.,,.:_[,, .~,;,_t' • ·-
..
. . • .Jfl~ . .
',.~
. . '·
/ ~ . t ...,....,..-'-'-i . ,~~.,J~IJ u,ı.,~ •J.ı ~ ,.._ ... ,;. ' .ı (',,~ ı -
...,,..,.
.. • ,/ 1 • . , . rfl•....,." •J , ... -.~-• ,J/,.1'-"' ..;- ,_,, ı.~.J' ...,~~~~" ,.~ • ..,·u e}~ ..r~/1. ~.. ...,;ı ...~~~~.::--'~·~-~ •• ~ VaaiJetn•menln dlt8r bir aayfası
:nede duran esas defterinde kayıtlıdır. Demirbaş eşya listesi de Sinop'da kütüphanededir. Ben ölünce Sinop valisi, mahkeme reisi ve belediye reisinden mürekkep bir hey'et kütüphaneyi, çiftlik ve emsali varidatlanru idare etsin. Hiç kimseye on para borcuın yoktur. 26 Şaban 1342 tarihli birinci vakfiyedeki şart mucibince ben ölünce kütüphanenin karayel ve cadde cihetindeki oda sırf bana ai~ eşya ya tahsis edilecektir; bu eşya yaptınlacak camekAnlar3 konacaktır. Bu eşya şıınlar
HAYAT ve HATIRATIM
41
Dr. RIZA NUR
.. : ıı
o--;_;--~--_,.,~·_,
;..~.;;c - ~..J.'...d
~~--,Jı.-....::..: ~
t_S:.t '"'"-
o-J
&V~'(s-:'~-:-
... ~ .. (..lt...~ ..
u/.ı...ı....-J.,r:~ d:J;..ı:,;J .
tt:
tJ/•..J_,Je...Y_,J:;tJ~..;..f.;_ı,_,&·~j
V
~J"~(:j,ı_,v·-,
~-~ı (_s tsr:~Li--'o....OL-!,_,;&-_..._H•
~C\ ·N~J~"·,r- .. ~~ .. ,,:,_,_,..,y~' -·~·:._:..r._,<~·-:._Lr.
-A
.. ~ '.(-'lJ ~' tf(.....P~-'~_,.1 .I'Jy_.., o..:..... !.t (~' -~....;. ·-# -:--'-'.... 'v-1:-i 'i;J ı/; J~ lu e.(j., ,.,y_,' ._;. ı. .. .1,. .. .:..!_ • - •• .
*
-
•
..
~
,IJ,jycJ~~..:-_,J~ı... -''".P-_;.,...;w~,r~ l. / · . __ •
•
-
#
.-:..:,."t..;u. . . l:f E---~_, ,- •
"" .
, er ı..: .
~- .
"
.
~.,_
\
(':...:,w;,
ıt.l
"-
\..
-
-
\ -. . .
...,_.__
.,...ı- ..:,~~,.._ \<.ı ~....;r_;_J,, · ·'
·.
. '-
'
-
-~-
. •
y
..r\ ..... .}(:;.·.......ı.....t_,Jc-l.AJu-.. ı...t(;'-.t- • ..:.:-J'~'-::.],~J.;_,, ..... .1
'
.
'-::-'- ... ,,,..~~...;./_. ı:v·_;:.. 't lılt:t-!~_.6-_,-,v...;..~ıJ-" . ...
~y
,"
. ./ -'-'! ":~ -! t:J
~
,..
.ı, 1>
.
4J
"·
-
. _ , ,. . . . ,
.. :J.I:'-!~ ... '~r· --~!...._,.,
. .
...~[....o,~~ •
.
.~~.... • . .,~
1)
'. ..
• --:-' '._,.4
----fru
iJ ~
';~;:" ,_. ... .... ,ı .... • ......~ı • J
-':--' -'-h' . .1_;.-j .ı>./-~ .
.
.
-
~ ~,
~./
.... ~..
!.." ~.. ~t --~
1
A~-'J'. a..w... - u,;, ~.
,u;_.,. ,.;_,ıio_ ı:u.;,
f
.1
• .);..G-.J
~ .-:-_, . ~:, ; _ ... ~
-..:.,Ju• ;.~;,"
o-;.,ı,..M,;;ıfo -"Ab' u-,.ı_>
.
&;J_;.ı~_,. f.J"'"~_, "*Jb' ;;...;. !--
.,:.ı:;J
,..;c)~ı:~J; ~~~&J~I_,&......_!J,L.~1,~1' ~/,~-~;,, . . .. . . . ~~ .... ı.ı·('ı::-·...~. . ~ J._, ~,. / • -~---4 . ... . ....;;_.,.-!', -
tap Sinop'a yollarup kütüphanede umumi kitaplar arası.· na konacaktır. Bu kitap bu vasiyetnamenin yazılma tari· binden itibaren çoğalacaktır. Onlar da Sinop Rıza Nur Kütüphanesine verilsin. Ve yine yanında olan Oguzname, Pelliyo'ya Cevap, Türk Bilik Revüsünün bütün numarala· rından mevcut yüzlerce nüshalar Sinop'da kütüphaneye Türk tarihlerinin ve fazla nüshaları olan diğer eserleri· min bulunduğu odaya konacak, orada yavaş yavaş satı· lacak, satıldıkça kütüphaneye bir irad kayd edilecektir. İskenderiye'deki diğer bütün eşyam elmas ve emsali kıy metli şeylere k"ıdar saWıp parası kütüphaneye irad olu· nacaktır. Bu paralar Sinop'da kütüphane narnma bankaya konacaktır. Bu iradiardan ve çiftlik ve hanenin varidalından 3 numaralı vakıfname mucibince ilk önce ve her masrafdan evvel basılmayıp kalmış olan eserlerim basıla· caktır. Öldüğüm vakit eşyaını yazıp müzayede ile satmak için namuslu adam olan Doktor Ali tzzet Bey, Türk Şe kerciliği mağazası sahibi Hakkı Bey ve tüccardan Hafız Veli Bey veya bunlardan bir veya ikisi koosolos ile beraber bulunup muameleyi yapsınlar. Konsoloshanede A1i Sefer adındaki tercümanı bu işlere asla müdahale ettirme· sinler. O vatansız hırsız namussuz biridir. Benim me· zarım Sinop'da çiftliğimdeki menba suyunun bulunduğu tepenin deniz cihetinde olan ucuna yapılsın. Cenazemin nakli masrafı satılan eşyaının bedelinden ve zuhur edecek paramdan yapılsın. Eğer Mustafa kemal ve İsmet Paşa· lar sağ ise cenazem İskenderiye'de gömülsün; onlar öl· dükten sonra Sinop'da dediğim yere nakledilsin. Eğer ka· nunu medeni dörtte biri varisierime verirse bu müessese mahvolur. Yazıktır. Bunun çaresini bulsunlar.
,4--1
~
İskenderiye, Cuma, 17
Kinunosam 1936
VasiyetnAmeden başka bir sayfa
Doktor RlZA NUR
HAYAT ve HATIRATIM
42
.1! • ..~tr~.~·~.J'~'
Dr.·RIZA NUR
.-; . : ~:IU""' ......s- C;-l?.:=ı.... ,....,y- .. ~~
~.3 , ~h·:~. -..:U. L.~ !'";ai~ ,;..ı..:.:~~_;_.... . /.-... 1..
~JJJ.t.eh-• . ...
;.c,.,.z:.:üJ .. ·
J,v'(
~..:.ı_._ı. d.,: ı.;.,
~('{ı_,f .J~ ~ ~<,;;:r """'-' ,.,J ı; ~~ı. J,, ~.,;.;... ~..,.~ıf)(;,a.._,.,ı,.· ~~ ~~ ~· •:-'~ '-:'>'-!-u~,
,..
-
.
'
/
.
/_
....4:;~...u-:-U"-' ~~ ~!.J)(f'ct~l .. ~~(!..} .. ~c. ~~.p
~ı...,.. ~~ ... . .... _,~"'"'t . . - ~_,1~~ v-1-~ t..._,.r - -...J./~',_t_, .
tU,cJI
~.
• •
1 ("'~c-·
.
.
...-::--.YL.'-
.
.. 1
.
-
.....-~t.~-'->'·~,...--:"":'"ı ,.t_.,~""'
~' •.:.:V.. ;..r; . c..-\. ,.:;, <.iJ~'..J - _... u..;.,... - ~ J ~ı;.;...
.
d - _......-
;
.
..,...,;....,.... cU,..L.C.' -'.JI,;. L.1J
.
.
,_j~ a~,;_,·..,_ı.. ,.~LA·~!-- ~_,4
,.
':
~~~.,u 'i.:. ı.~ ,., .. .J... -:...:.f.., ~· :;,.VasiyetnAmenin son
sayfası
Eklerden biri de §Udur : ESERLERlMtN LtsftlSt 1936 yılı Kanunusft.nisine kadar yazdığım kitıqıla.rdir. BASlLMlŞ ESERLERlM: 1 - Fenn·i Hıtan 2 - Serbin Verem KAzib·i ntibabisi 3 - Cerh-ı Unük 4 - Hıtan ve Emrazı Zühreviye 5 -Yeni Usul Hıtan vıı Yeni Kısk.aç. 6 - Hıtanın Hıss-i Tenasüli üzerine te'siri. 7 - Sünnetçiler ve Doktorlar. 8 - Hıtanda lbtal-i His. 9 - Hıtanda Kan Gelmesi. 10 - Fenn·i Cerrahi-i Ortopedi. l l - Sihhi, Tıbbi makaleler. 12 - Belsoğukluğu ve Firengiye Yakalanmamak Çaresi. İkinci tabL 13 - Sun'iNebat ve Hayatın Hıkemi EsaslarL 14 - Serveti Şahane ve Hakk-ı Millet. 15 - Meclisi Mebusanda Fırkalar. 16 - Tıbbiyeti Hafiye. 18 - Gurbet Dağarcığı. 19 - Hürriyet ve İtilaf Nasıl Doğdu, Nasıl Öldü? tçyüzü. 20 - Samson ile Dalile. 21 - Janet'in Düğünü. 22 - Türkiye'nin Sıhhi lçtimai Coğrafyası. 233 - Sıhhıye ve Muaveneti lctimaiye Vekaletine Rapor. 24 - Türk Tarihi. 25 - Şecere·i Ttırk. 26 - Arap Şiirbiliği (El (arfız) 28 - Zone Turque ete ... 29 - Oughouz ·Name.
HAYAT ve HATIRATat
Dr. RIZA NUR
Rkponse lı M. Pelliyot. Revue De Turcologie. Historie Du Croissant. Şehnarne ve Firdevsi (ŞehniLmenin Hu!Asıuıı) 34 - Ali Şir N ev81. 35 - hısan, Teşrih, Fizyoloji, Hüzıssıhha. :!'kinci t ..bı. Orta mektepler için. HENÜZ BASIL'W:AMIŞ OLAN E8ERLERİM 1 - Ermeni Tarihi 2 - Tiirk Şiirinin Evolüsyonu Tarihi ve Analitik Tedkiki. 3 - Türk Şiir Biliği Tretesi. 4 - Fransız Şiir Biliği . 5 - Faust. 6 - Minyon. 7 - Uikme. 8 - Karmen, 9 - Özdemirle Dolun . 10 - Hekim Mail Efendi yahut Alafranga nu, Ala· turka nu? l l - El-eczaciyü·n·Nıuııh (Usta Eczacı) 12 - Leblebici Horhor. 13 - El·eczaciyü·n-Nasıh Üzerine İzahat. 14 - Janet'in Düğiinü Partisiyonu 15 - Sinop'da Rıza Nur Kütüphane~i. 16 - Paçi lli Ançi. 17 - Ebrece (muhtasar) Türk Tarihi. 18 - Ebrece (muhtasar) T'ıirk Şiir Biliği. 19 - N amık Kemal. Divanı ve Diğer Şiirleri 20 - İkibuçuk Asır Evvelki Türküler ve Notlan. 21 - Şuküfe-i Muhabbet. 22 - Apoşka Na'tı. 23 - 1919 da Meclisi Mebusaıı hıtihabı. Sinou'da 30 31 32 33
~?_~-.(
w - 'l ·2~-.(. ~w·.ı..,•u! _s • .......~; ,., ].J '.J
,.
1-r
.'-...
lJ~"' ....... , ... •u«--t:·~
• .J! ;:.;_.J, ~ u...o..ıtL•.;..w,
.·~!J-
.
.,
,
·CJ;,-~.,~ ua ..!--..;
•. .oJ.,IlA. qJ < -
-·
•(
- ;' _ 8
_,
-,-r ":
'.
-
lııtihap Dolaşması. Bu &tenin ashna ait Ilk sabitenin
klişeal
Dr. RIZA NUR
HAYAT ve HATIRATIM
24 25 -
Viyana Mektuplan. İkinci Murad Divanı. Şiirlerim (Rıza Nur Divanı) Gazetelerde Neşredilmiş Makalelerimden Bir·
26 27 kaçı.
28 -
Oğuz Kağan Destanı.
29 -
Şiir
Bu ek şu enterasan notla sona ermektedir : Eserlerimin sayısı Boyum Kitaplanının
boyu
Hakkında
1 m. 37 cm 35kgr. 350 gr.
Kitaplarıının ağırlığı
Eserlerimin sahife
ve Nesir Bütün Eserlerim
adedı
Ma-
luınat.
30 31 32 33 34 35
Hayat ve Hatıratım. Türkiye'nin lhyası. Cehennemde Celse. Rıza Nur Zafernamesi. Rıza Nur Tercii Bendi. Topa! Osman. Hepsi 71 tanedir.
-
J.ı
t-. (lt:..
.....
~-.
311l-
,~~~..... ~ ,-.J;I.-;.;/';:.1'~ --~~
. •
•
fı.lı.#..,.; ı,.. - ,~..
•..._ ..;..,_.u'- c.V •J ı; 1
• CIC#- ~.lo!>·~ '• ı.;. ı:
- .ll
• u- ı.,.'~~:.;_.- .JZ
Bu notun
. .... ~JJ:}.
,,#.:'..#
rL
~
Bu llstenin son sahilesinin
kUşesi
-N
71
·ım.69em
asiının klişesl
17147
49
HAYAT ve
HATIRATIM MA VIE ET MES MEMOffiES
1929
Dr. RlZA NUI't
51
BAŞLANGlÇ
Hayat ve hatıralarımı yazıyorum. Sebebi maddi ka· zanç olmadığı gibi adımı ebedi kıhş gibi manevi menfaat ve hodgamlık da değil. Billllardan ne çıkar! Benim gibi maddi ve manevi, dünyevi ve uhrevi menfaatlerden ve 'hodgiimlıklardan müstağni, filozof yaradılıŞı bir insan için bunlar bir hiçten ibarettir. Bende yalnız ölünceye kadar Türk'e ve ilme hizmet hırsı var. Dünyada yaşa· dım; yaşamak vazife ve borçlarını ifa etmek zamretini bilenlerdenim o kadar ... Bu eseri yazınağa başladı.ğım vakit pe!k uzun sürmüş olan ilmi tedkikat ve neşriyat dolayisiyle öyle yorgıın idim ki, iki satır okumağa ve yazmağa bile halim yoktu, gözlerime de zaaf gelmişti, dermallBlZ düşmüştüın. Hem de gurbette bin derd içinde ve her şeyden usanmış, bık· mış, hatta yaşamak bile istemez raddelere gelmiştim. Böyle bir vaziyette bu zahmete de katlanışımın se· be bi şudur: Hayatımda çok şeyler gördüm. Türlü tecrü· belerden geçtim. Nice vak'alara şahid oldum. Nice vak'aların içinde bulunup amil oldum. Bizzat kendim nice şeyler yaptım. Yaşadığım hayat öyle bir hayat ki; şah· si, ilmi, idari, siyast, ahlaki görgü ve tecrübe ile doludur. Nedense Türk Milletine ebedi ve ezeli sönmez bir mu· habbetim ve ona hizmet için büyük bir bırsım var. İşte bu muhabbet ve lurs beni bunlan Türk nesillerine ders ve
52
HAYAT ve HATIRATIM
ibret olarak sevk etmiştir. Bazan bir şey, yılların sa'yi, eza ve cefa, tehlike ve mahrumiyetleriyle, bazan büyük feliiketlerle öğreniliyor. İşte bunların neticelerini ömür· sarf etmeden, türlü beHl.lar çekmeden öğretecek olan bu görgüleri Türk'e öğretmeği vazife bildim. Bilhassa Türltiye'nin tarihi vak'alan içinde yaşadığundan bu hakikatIeri de Türk'e ve tarihine olduğu gibi bildirmek de mukaddes bir vazifedir. Bu, böyle yaşıyanların yaşadığının borcudur.' Hele bir takım sahtekarlar vardır ki kendileri lehine tarihi bozmakla meşguldürler. Bildiğim epey tarihi vak'alar vardır ki; iç yüzleri kapalı kalmıştır. Onları aynen tesbit etmek 18.zımdır. Biz bu eserde ne gurur, ne de tevazu gösterdik. HaJdkatleri hiç bozmaksızın, hatta aleyhimize de olsa aynen yazdık. Lehimize olursa da tevazu hasebiyle onu yazmaktan vazgeçmedik. Vak'alar acı, tatlı aynen tarihe mal edilmelidir. Kendi görmediğimiz veya pekiyi öğrene nıediğimiz şeyleri tafsil etmedik. Bir zikir ile geçtik. Bir de bu vesileyle bir twkım etnoğrafik, harsi ve emsal malfimat zikredilmiş olacaktır. Hayatını da daima not tutmak adetimdir; fakat birkaç defa zindanlara solmlduğum vakit evrakımı hükümet alınış, mahvetmiştir. Ben sürgünlerdeyken kitaplarınıdan ve evrakınıdan bir kısmı da şunun bunun elinde yok olmuştur. Bir kısmını da fareler kemirip didik didik etmiş, hallaç pamuğu gibi atmıştır. Buna rağmen yine epeyce şey kalmıştır. Tabii hafızamız bir çok şeyi zaptettiği gibi neşredilmiş muhtelif resmi ve husus! vesika ve eserler de bir takım vukuatı bize yeniden tahattura hizmet etmiştir. Bu eserimdeki itiraflarınıla bazı fırsat anyanlar bazı kusurlarımı ele alıp beni kötülemeye çalışacaklardır. Şimdiden derim ki benim gibi iyilik ve kötülüklerini böy]p yazabilecek kaç babayiğit vardır?! Y azınasam kimse hilemezdi. Buna' rağmen saklamadım. Yine bu eserde ad-
Dr. RIZA NUR
53
Iarı
geçenleri ben öldükten sonra müdafaa edecekler olaveya hayatta kalanlar bizzat müdafaaya kalkacaklardır. Biz bu zatlara bir düşmanlık beslemiş değiliz. Bundan bir karımız da yoktur. Hatta kusurlarını yazarken iyiliklerini de yazdık. Hayatta olsaydık cevaplarını verirdik; fakat toprak altından üstüne ses yetişmez. Takdir böyle ... Ölenlerin ağzını toprak doldurur. Burada her şeyi, hatta şehvete ait şeyleri de yazdım, Bu çirkindir; telakiri böyledir. Nerde değil, bütün cihanda; şimdi değil; büti1!ı zamanda asırlardan beri hep böyledir. Fakat bu hayattır. Hem de insaniann arneli hayatı nın en mühim kısmı. Şimdiye kadar bunu yazan azdır. Halbuki herkes bunu yapmıştır. Bunlarda, tıbbi, sıhhl, içtimai, ahlaki bilgiler, dersler ibretler vardır. Ben bu adetin baricine çıkıp onlan da yazdım. Denecek ki; bu terbiyeyi, ahlakı bozar. Geçenlerin gözünü açar. Halbuki şim diye kadar bu iş hep saklanmıştır. Buna rağmen her ·genç de bunu behemehal öğrenmiştir. önüne geçilmez bir ~eydir. Demek ki ):ıu fikir boştur. Açıkça yazmak evHI.dır. losanların her hali yazılır da her gün ve bol bol yaptık ları bu iş neden yazılmaz. Halbuki beşeri varlığın, işlerin, siyasi, içtimaf birçok şeylerin de ekseriya masdarı, sebebi, esası budur. Bir Arap şairi : Kıvamüd dini veddünya bi hazel'uzvi iz kama Fela haşre vela neşre vela ba'se iza nama Demiştir ki, ne doğrudur. İşte buna kadar herşeyi açıkça yızıyorum. caktır;
Dr. Paris, 1929
Rıza
Nur
Dr. RlZA NUR
HAYAT ve HATIRATIM
Sinop'ta Rumi 1294 yılında doğmuııum. Babamın adı .Mahmut Zeki'dir. Kunduracıdır. Okur yazardı. Bu sebeple kendisine kimi Mahmut Efendi kimisi Mahmut Usta derdi. Çünkü bizde sanat ebiine usta demek adettir. Askerlik etmiş, ÇaVU!f almuş, bu sebeple de bazıları da Mahmut Çavuş derdi. 75 yaşmda öldü. İhtiyarlığında herkes kendi· sine baba diye hitap eder, elini öper, hürmet ederdi. Baba· sı, babasının babası, onun da babası mali'ımdur. Hepsi de Sinop'lu halis Türktür. llk m!Uum ceddimiz Sinop'da kalenin Hisar denilen kısmındaki camiin imaını imiş. Nesil· den nesle bana kadar gelen el yazması, kendi yazdığı ve bugün Sinopta tesis ettiğim kütüphanede bulunan kita· ba göre aynı zamanda hekim imiş, şiire ve emsaline de he· ves etmişti. Bu zat 150·200 yıl kadar evvel yaşamıştır. Bu camii bundan üç yıl evvel oradan yol açılırken yıktılar Kapısı üstünde gayet eski bir yazı ile büyük bir kitaı,; vardı. Yıkıldığım haber alıp oraya koştum. Kita-beyi aradım, arattım. Bir izini bulmak mümkün olmadı. Anlaşılıyor ki; parçalayıp bitirmişler. İlıtirnal bu kitabede tarihe yarar mali'ımat vardı, gitti. Hatırlıyorum, yazısı eski bir kılfi yazı idi. Selçuklular devri yazılarına benzerdi. Yazıklar olsun. Cehalet bizde böyle Türk'ün çok şeyini imha etmiştir. Ailece, rivayete göre bu ceddimiz çocukluğunda ek· rnek yerken çok ufalarmış, bundan kendisine kedi, sonra İmam olunca Kedi İmam denmiş. Bu da ailemize lakap olmuştur. Bize Kedi !mamgil derler. Sonra kedi kalkmış, İmamoğlu olmuştur.
Annem Zarflıoğlu denilen bir iüledendir. yirmi kadar yelken gemisine sahipm;ş. Bunları
Babaları Kırım
ve
Rusya ile Anadolu sahillerinde işletip ticaret yaparmış. Bir fırtınada gemilerini kaybetıniş, fakir düşmüşler. Bu aile de yerli, Sinoplu ve halis Türktür Demek benim kanı ma ecuebi kam karışmamıştır. Halls türk kamdır. Ben bununla iftihar ederim. Anam pek mübarek bir kadındı. Kendi halinde sessiz ev işi ve çocuklarıyla meşgul olurdu. Gayet zeki ve işgü· zardı. Sinop kadınları elbise ve çamaşır yapacakları vakit ona gelip biçtirirlerdi. Öyle zeki idi ki; her sözünde bir hikmet vardı. Bana daima nasihat eder, beni fazilete teş· vik ederdi Na...-nuslu olmayı, kimsenin hakkını yememeyi, yalan söylememeyi, eld~ gelirse iyilik etmeyi ve emsali faziletleri söyler, bana ta'lim ederdi. Belki beni fazilete sevkeden münhasıran bu kadının terbiyesidir. Öyle sözleri vardır ki; bu kadar tahsil ettim o sözler hiUii bende kıy metini kaybetıneıniştir. Hayatımda bana düstur olmuş lardır. Bu kadının bir gün namazını bıraktığını bilmiyorum. Bir aralık yamnda iki hizmetçi kız vardı. Biri fena yola sapıp bir adama kaçtı. Derhal ikisini de kovdu. Bir daha hizmetçi alınamağa yemin etti ve ölünceye kadar kendi işini kendi gördü. Hem ev işini göriirdü, hem beş ·çocuk doğurdu. Biri· öldü dördünü büyüttü. Hem de babamın dükkiimmn işini göriirdü. Kunduraların yiizlerini evde makine ile hep o dikmiştir. Ben böyle iyi yiirekli böyle faziletli kadın pek az gördüm. ' Babam sert bir adamdı. Onu yumuşaklıkla gilııelce idare ederdi. Babasının servetinin enkazından kalıp ken· di ~ynuna düşen gerdanlık altınları babama sermaye verınış olan bu kadın, bunu ağzına bile alnıazdı. Bir defa bile işitınedim. Teyzelerimden öğrendim. Sert ba:bam bizi bazan döğerdi. Anam elinden alama.ııdı.. Gider bir odada gizlemeğe de pek dikkat ederek sessizce ağlardi. Babam bazan ona da sertlik ederdi. kadının ona bir defacık olsun karşılık verdiğini görme-
&
56
HAYAT ve HATIRATIM
elim. Bir defa, artık tıbbiyenin son sınıflaona gelıniştim. Sinop'ta tatil geçiriyordum. Babam anaını azarladı ve gitti. Babam haksızdı. Bu haksı.zlığa isyan eder bir hale geldim. Anam bir odaya çekildi Biliyordum ki; ağlamak için çekildi. Bana pek dokundu. Yanına gittim; baktım ağlıyor. Dedinı ki: .Ana! bu nedir? dalıa ne vakte kadar çekeceksin? Ben artık büyüdüm. Başımda yerin var. Seni başımda taç gibi taşırım. Sen de ona söyle! artık yeter.. » Bu halde bana cevabı şu oldu: .Oğlum; o benim erkeğim· dir. Kadınların erkeklerine itaat etmeleri vazifeleridir. Onların cenneti kocalarının ayağı altındadır. Ben ona na· sıl karşılık veririm?>. Bu hıçkırıklar arasııdaki bu yüksek söz derhal aklımı başınıa getirdi. Bu yüksek fazilete hay· ;an oldum. Bana onun bir dersi de bu oldu. Akşam balcam geldiği vakit anam sanki hiçbir şey yokmuş gibi babama muameleler etti, sözler söyledi, hizmet etti. Babam da dalıa tatlı oldu. Bu kadını deli gibi severdinı. Dünyada şimdiye kadar hiç kimseyi anaını sevdiğim bir şiddetli sevgi ile sevmezdim Genç oldum; giizel kadınların gönlüme aşk ilhamları oldti. Hele biri aklımı, fikrinıi alır derecelerde bana tesir eti. !tiraf ederim ki; onları da anam gibi sevmedim. Ona olan muhabbetim başka, yüce, semavi ve bitmez bir sev· gidir. Onbeş yıldır toprakta yatıyor, bendeki sevgi hfıla bitmiyor. O da beni çok severdi. Hakiki bir ana olan bu kadın bütün çocuklarmı büyük bir şefkatle severdi. Ye· rnek, elbise gibi şeylerde bizi birbirimizden asla ayırmaz· dı. Müsavi surette yapardı; fakat bana başka bir muhab· betle merbuttu. Benim sözlerinıi, sözlerimin inceliklerini anlardı. Ben de onun yüksek ruhunu bilirelim. Hikmetli büyük sözlerini seve seve dinlerdim. O da a.nladığımı anlar, keyiflenirdi. Ve bana diğerlerinden ziyade söz söyler· di. Ah ne yazık ki; ittihadçılar beni hudud harici attık-
Dr. RIZA NUR
57
ları vakit ölmüştür. Beş senelik birbirimize hasret iken gitti. Kalp hastalığı vardı. İlaçlar verirdim; iyi gelir, ra· hat ederdi. Uzun zaman yatakta kalarak ölmüş, bilmem onu öldüren hastalık ne idi. Vazılı maliımat alama::lını. Ölüm döşeğinde yastığında daima fotoğrafımı bulundur:nuş, «Ah, Rızam! bir kerecik olsun görmiyerek ölüyo· rum>> diye diye ölmüştür. Bu içimde hicrandır. Ve bu hic· ran mezarıma kadar gidecektir. Onun mübarek yüzünü, dini bir daha öpemedim. Onu bir daha kucaklayıp «A, benim sevgili anam!» diyemedim. Arkasında kendisine büyük bir muhabbet bırakarak gitmiştir. Hala Sinop kadınları, bilaistisna onun faziletlerinden bahseder, onu hürmetle yadederler. Analığa, ev kadınlığına nümiıne, model idi. Bir menkıbesini söyliye· yim: İstanbul'da tıbbiyede tahsilde iken çalışmaktan pek zayıf idim. Ramazan ayları mektep tatil olur, Sinop'a gi· derdim. Evde namaz ve oruç vardı. O vakit kibrit kutula· rının üstünde insan resimleri olurdu. Eve kibrit gelince anam kapının önünde bir bıçakla bu resimleri kazımadan kibritleri içeri almazdı. O vakit hocaların vaaz ve telkin ettikleri müslümanlık böyle idi. Artık oruç canınıa yetmiştL Askeri tıbbiyede yeme· ğimiz pek fena idi. Pek zayıftım. Bu tatil zamanı benini için beslenmek ve bir yıl için sa'ye kabiliyet k~zanmak za· manı idi. Gittinı, bir şişe şarap alıp eve geldim. Mutfağa girdim. Mevcud yemeklerden yiyip, şarabı da içiyordum Zeki kadın sezmiş, mutfağa girdi. «Vay sen oruç mu yi: yorsun? Gavur oldun. Eyvalı!,; dedi. Derken şarabı da gördü. «Ooo! ... şarap!» dedi. Bayılıyordu. Korktum Vf anama sarılduİı. Dedim ki: Ana! beni görüyorsun, ne za· yıfnıı! beni talısile böyle mi yolladındı. Mektepte bize iyi yemek verilmiyor. Ben iki ay burda beslenmeliyinı ki; gi· dip yine çalışabileyinı Yoksa ölüriinı.~ Bu makul ana der-
HAYAT ve HATIRATIM
Dr. RlZA NUR
hal dint taassubuna galebe çaldı; şefkati arttı Ve: «Peki Sözün haklıdır. Allah günah yazmaz. Yemeğini ben elimle hazırlarım. Ancak babandan gizle. O men'ederae onun emri emirdir, ben sana yemek veremem. Şu şara· bı da kaldır. Bizim ocağımıza bu güne kadar rakı, şarap girmemişth. Dedim ki: .Şarap kuvvet verir. İliç diye içiyorunı. Ben bununla sarhoş olmuyoruın. Beni sarhoş görüraen dan!.» O koyu taassup derecesindeki zi!ıniyet sahibi kadın derhal makulu kabul ve bana şaraba da müsaade etti. Tabii bunda ana şefkatinin de tesiri vardı. Bu kadında hak, makul şey. hele aklıselim ne kadar fevk3.13.de idi. Ancak Yasin okuyalıilen bu cahil kadın aklıselimi ile her şeyi, uzağı görür, adeta keraınetler söy· !erdi. Bunun bir misalini zikredeyim: nk meb'us oldu· ğum zaman istememiş, kabul ettim diye ağlamıştır. Ve: demiştir. Sonraki vukfiat anaının dedilderini çok giizel ispat etti. Hapis, sürgün, sokakta vurulmak, idam cezası, ilh ... Her gey başıma geldi. Hapishanelerde anaının bu sözlerini acı acı hatırladım. Nihayet dediği gibi beni kaybede· rek hasretle öldü. Ben hudud harici süriilmüş olduğum, Türkiyeye giremediğim bir zamanda öldü. Ah! benim iyi bir günümü göremedi. Ona emelim 'Üzere bakmadan. Hekimdim, böyle mübarek bir anaya hiç olmazsa ölüm döşeğinde hekim gibi, hastabalacı ve hizmetçi gibi bakamadım. Öldüğü vakit yatağına ve ayağına kapanıp
Babanı uzun müddet askerlik etmiş, orada kundura· cı bölüğüne v_erilmiş olduğırndan bu san'atı öğren.ıniş, ar-
oğlum.
kad~şl~ ~bıt olm~, kendisi zabitliği kabul etıneyip Si· nop a donmuş. Rakı ıçer, çapkın biri imiş. Güçlü, kuvvetli, sarı saç_ ve mavi gözlü, güzel yüzlü ve mütenasip bedeııli. pek zekı, sert bır adamdı. Otuz yaşında evlenmiş, 0 anda ıçki ve çapkınlığı terk etmiş, namaza başlamıştır. Ölünceye kadar ne içki içmiş, ne çapkınlık etmiştir. Ne de bir vakıt namazını terk etınıştir. Vekarlı pek doğru bir adamdı. O vakit Sinop'ta kundura bilmezlermiş. Bir çok yemeniciler varmış. Yemenicilik mühim bir san'at halinde imiş. Benim çocukluğumda da öyle idi. Bunlar sahti· yan ve •köselelerini Sinop'un tabakhaneeinde kendileri yapar, bunlardan yemeniler yapıp Karasu pazannda, Boyabat pazannda satarlardı. Sinop mamur, ahali kalabalık y~eniciler her esnaftan fazla idi. Karasu pazan da mü: him bır panayırdı_ Bunlar hep söndü. Bugün Sinop yanmış harap, ıssızdır. Ancaık üç dört yemenİcİ kalmıştır. Avrupa derileri tabakhaneyi de söndürdü. Bu v_aziyet _içinde balbam kunduracılık yapınca iyi kaz:ınç te~ın e~mış, Boyabat, Ayancık vesair yakın şehirle· nn zengınlen de kunduralannı babama yaptırmışlardır. Bazen oo kişiye kadar çalıştırdığını bilirim. Babamdır ki Bazen on kİ>}iye kadar çalıştırdiğını bilırim. Babamdır ki•
S~nop'a kunduracılığı sokmuş, çıraklar yetiştirmİ>}tir:
Şımdıki kunduracı!ar onun çıraklannın çıraklarıdır. Fakat tıbbiyenin son sınıflarında iken Sinop rumları kunduracılıkta terakki edip çoğalmışlar ve bu san'atı Türklerin elinden almışlardır. Babam da artık ihtiyarla· nuştı. Onun da k3.218.11cı azalmış, zarurete düşmüş, bana da eskisi gibi yardım edememiştir. Dü.kk1i.ımıı ve bazı şeyleri ni satıp yemiştir:
Babam terbiyeme çok dikkat ederdi. Beni ya1:nız sokakta gezdirmez, kimse ile konuşturmazdı. Kızdıkça iyi·
60
Dr, RIZA NUR
HAYAT ve HATIRATIM
ce döğerdi. Çok dayağını yedim. Bir defa kalın bir.~öı;:~r: lük maşası ile beni döğdüğünü ve maşanın egıldigını ıınutmam. Mel
61
rinde Sinop'u en mühim kal'aları arasında sayıyor. Bir evveline kadar Anadolunun en mühim kal'ası, şehri ve limanı olmuştur. Bizans devrinde ve Türkler zamanın ·da bahri ticaret merkezi imiş, çocukluğumda da Sinop ahaliSinin ikiyüz kadar yelken gemisi vardı. Bir de tersanesi vardı. Harp gemileri yapılırmış. Ben sonra orayı pal'k haline koydurdum. Vapurların icadından ve harp fenninin tekenımülünden sqnra ehemmiyetini kaybetti. Bir balıkçılık merkezidir. Hatta Yunan ve Romalılar devrinde bile ta Mısır'a kadar tuzlu balık gönderirmiş. Bu malümatı Jül Sezar'ın Kleopatra ile İskenderiye'deki aşklarını ·Okurken o meyanda gördüm. Bu sanat öa bugiin sönmüş bir haldedir. İnsanlar balıkları yiyecek yerde, şimdi balıklar deni:ııde birbirini yiyor. Bu servet bu halkın ayağı ;dibinde boşuna duruyor. Balıkçılar limandan dışarı çık mazlar. İsterler ki; balık limana, kendi ayaklarına gelsin. Umumi harpte büyük iki yangın ile şehrin dörtte üçü yanıp sönmüş, ahali de dağılmış, ·halkın bir kısmını da harp yemiş, bitirmiştir. Bugiin ıssız bir harabe halindediri Halbuki bu Pariste, Sinop'un bir asır evvelki manzaraiarına ait birkaç resim buldum. Bunlar bu şehirde ne güzel evler olduğının göstermektedir. Şimdi bunların yerinde yeller esiyor. Bu reaimleri Sinop'ta tesis ettiğim kütüphaneye koyacağım. lyi bir yadigardır. Rus donanınası Türk donanmasını yaktıktan sonra İngiliz, Fransız ve Sardonya ile müştereken Sivastopol'a donanma ve ordu gönderdiğimiz vakit müttefikler Sinop'u üssüihareke yapmışlar dı. Bu resimleri Fransız donanınası ile gelen bir Fransız asır
ressaım yapınıştır.
Yine tekrar edrim. Bu kadar Dünyayı dolaş· Güzel yerler gördüm; fakat İstanbul ve ikinci derecede Sinop kadar güzel yer görmedim. Sinop'ta tabiat :pek güzeldir. Seyyid Bilalden bakınca manzarası harikfı !Adedir. Yarımada üzerinde onbeş kadar menba vardır. tım.
62
Dr. IUZA NUR
HAYAT ve HATIRA.TIM
Hele Sinop'ta bir gurup olur, İstanbul'da da, hiçbir yerde de eşi yoktur. Bu gurubu Meydaneteğinden seyretmelidir. Bu benim bir sevgili eğlencem idi. Daima oradan gurub seyrederdim. İnceburun üzerinde ufuk, türlü içinde semavi, ilahi bir tablo 1 enlder ve altın yaldızlan olur. Ahalisi iyi insanlardır. Çocukluğınnda bir hırsız lık bir fuhuş işitilınezdi. Geceleri erkekler kalıvehanelere, kadmlar birbirine ınisafirliğe giderlerdi. Her kapının bir ipi vardı. Giderler, gelince ipi çekip girerlerdi_· Yalıut bazısı kapısını kilitlerdi; lakin analıtarı eşıge bır~ı:ct'· Sebebi kocalan kendilerinden evel gelirse beklemeyıp ıçe ri girsin diye idi. Evde kimse yok iken birinin gelip ipi çekerek veya analıtarı alıp kapıyı açarak girip hırsızlık ettiği işitilmemiştir. Sinop'ta fahişe nedir bilinmezdi. Böyle bir asayiş ve namus vardı. Bu, büklımetin işi değil, halkın ahlaki sayesinde idi. Fakat bugiin bunlar da hayal olmuştur. Hırsızlık, fuhuş vak'aları olup durmaktadır .. Sinop'ta Yunanlılara, Mihrida da, Romalılara, Bizansa, Selçuklulara ve sair Türklere dair pekçok eser vardır. Henüz hafriyat yapılmamıştır. Yapılsa çok şey bulunacağı muhtemeldir. Meydandaki asar-ı atikayı Sivastopol Harbi zamanında İngilizler ve Fransızlar yağma edip Londra ve Parise götürmüşlerdir. Fakat yine çok. Şehrin altında büyük bir tünel vardır. Ne olduğunu klın senin bildiği yok. Sinop'a yakın ve eskiden adeta oranın. s~yfiyesi ?~ linde olan Gerze vardır. İyi lrir yerdir. Ahalısı de çok ıyı dir. Gerze benim ikinci vatanım gibidir, yazlan ailece oraya giderdik. Orada bir acı su va~ır ki, hem m~z:ı rası hem suyıı pek iyidir. Bu su mide hastalıkları ıçın en i~ devadır. Oraya Avrupa tarzı müesseseler ve oteller yapı!.sa, bu su şişeler ile sa.tı!.sa »e iyi şey olur. Dört yaşında «Kapan• daki ilk mektebe başladım.
cami umumi harpte yanıp bitotuturduk. Dess için hocanın otusduğu yere gidip onun önünde diz çökerek kuru tahta üze· ıine otunırduk. İki sarıklı hoca vardı. Biri Ahmed Efendi adımla başhoca idi. Diğeri Hacı Dayı adında iki bükliim bir ihtiyardı. Değnekleri ve falakaları vardı. Çocukları bunlarla döğerlerdi. Bu mektepten başka hatıra muhafaza edememişim. Oradan Selçuklulardan Sultan Alaeddin'in yaptırdığı ve Büyük CS.mi de!!ilen camiin avlu•ıındaki ve İsfendiyaroğulları mezarlan yakınındaki Rüş tiye mektebine girdim. Bu mezarlığın duvarlarındaki raflarda yazına birçok kitap vardı. On sene evvel bunları görrneğe gittim. Bir tane bile bulamadım. Belki de içinde kıy metli eserler vardı. Gitmiş. Böyle nelerimiz gitmiştir. Ahmed Efendi çok terbiyeli bir adamdı. Herkes onu severdi. Bu hocam beni çok severmiş, ben bilmiyorum. Yalnız bundan bir şey hatırımda. Şimdiki orta mektebin temel konma merasinıi yapıldı. Mektebimizin çocuklannı oraya götürdiiler. Dualar edildi. Bize kuzu dolınası ve helva yedirdiler. Yemek esnasında Ahmed Efendi birkaç defa yanıma geldi. Beni okşadı ve dedi Id; tatlı çok ye, zihia açar. Bu söz hatınında kalmıştır. Meğerse ben mektebi bitirip Rüştiyeye giderken babamı çağırtmış, ona şun lan söylemiş: «Oğlun çok zekidir. Mektepte üçyüz çocuk var. Hepsinin aklını toplasan onun aklı kadar etmez. Aman bu çocuğu sonra lstanbula yollayıp okuttur. Büyük adam olur. Devlete, millete büyük hizmetler eder. Sakın bu çocuğun terbiyesinden vazgeçme!>> Bunu ben büyüdükten sonra baıbam bana birkaç defa söylemiş, Allah ralıınet eylesin Ahmed Efendi akıllı adammış, demiştir. Babam •benim tahsile devam etmeme çok gayret eder-· di. İhtimal bu adamın teşvikinin neticesi idi. İhtimal sırf bu adamın teşviki iledir ki ben tahsil etmiş oldum. tık mektebe giderken diğer işim evimizin önündeki
'Bu mekteb ve
yanuıd&ki
miştir. Sıralarda
HAYAT ve HATIRATIM
Dr. RizA N1'lt
sokakta mahallenin çocukları ile oyun oynamaktı. Benden yaşlıları vardı; fakat çocuklar beni baş tamrlardı. Kumanda bende idi. Oyunlarımız şunlardı : 1 - Saklanbaç. -- Birimiz saklanır, diğerleri onu
sayar. Bir solukta sayama:r.o;ıa onl;ı.r yatar, di~erleri biner. 8 - Kale. - Çocuklar iki takım olup bir sırada ve yarrmşar metre aralı ve bir istikametde üçer büyiilı:çe 1:83 dikerler. İki taraf nöbetle bunlara taşlar atarlar. Gelen taş dikildi taşı yıkmalıdır. Üçünü de yıkariarsa oyırnu kazanırlar. Kazanan taraf diğerlerinin sırtına binip kaleye giderler. Yine taş atarak oyuna başlanır. 9 -- Top. - Portakal kadar meşin bir topla oynanır. Bu topu yemenieBer dikerlerdi. Beş - altı çocuk bir tarafta olur, taş veya tahtadan bir nişan ·diker, diğer beş altı çocuk uzakça bir yere çekilir. Nişan başındakiler birer birer topu atarlar. Top şöyle atılır: Sağ el topu havaya atar, inerken bir tokat vurur, top diğer gruba doğ ru gider. Bunu yere düşmeden kapariarsa kazanmışlardır. Nişan tarafına gelirler, diğerleri onların yerini alır. Yahut yere düşen top~ biri alıp atar. Nişanı vurursa kazanmışlardır. Topu atmak tıpkı tenis oynnııında.ki gibi olup, ra.ket avuçtur. !yi bir spordur, lhya edilmesi lil.zımdır. 10 - Esir almacığı. - !ki taraf olurlar. Birbirinden es'r alıııak için koşuşurlar. Bunlar Milli oyırn ve sporlardır. Çocukluğumda bü;ırük adarnlar da top oynarlardı. Cuma günleri Meydaneteğ.i denilen kale harici geniş yere çıkarlar. Top, çomak, cirit oynarlar, at yarışı yaparlardı. Yazık ki hepsi terk edilmiştir. Demek bugünkü Avrupalılar gibi Türkün sporu da varmış. Demek Türk eskiden çok iyi imiş. Sonra kötüleşmiş. Avrupakarİ teceddüt hareketi de onu büsbütün rnabvetmişti.,-. Çünkü eskiyi, milli şeyleri yıkmış, yerine Avrı.ıpakarisini de koyamamış. Bu teceddüt devresi bizim il;in 'bir fetret devri olmuştur. Mahallede köpekler de vardı. C ok idiler. Bir mahallenin köpeği diğer mah::!llenin köpei"ini mahallesine sokmuzdı. Gelirse hepsi. birden hücılm edip 1wva1ardı. Muay~ yen hudutları vardı. Mailallderin köpekleri b" hudutlan
64
ar ardı. 2 -- Kaydırak - Enli ve mücella taşlar ile dikili olan bir kazığı vurup etrafındaki daireden çıkarmaktır. Taş kaydırır bir surette atılır. 3 - Dilden. - Bu İstanbulda <> denilen şeydir ki, Fransızcadan alınmadır. Dilden asıl Türkçesidir. Bunu kendimiz yapardık. Bir ufak ceviz kadar bir taştır. Tuğla veya kiremiti ufak ve yuvarlakça bir halde kırıp çeşmenin yanındaki kaldırım taşlarına sürttüre sürttüre yuvarlak ve mücella yapardık Bizim evin yanında aşağı hamamın önündeki çeşmenin kaldırım taşlarında bu sürtmelerden hasıl o'mus uzun ve ortası geniş oyuklar vardır ki ; son zamana kad~r orada gördüm. Bilmem halil. duruyor mu? Bunlar bu sürtmelerin açtığı oyuklardır. Biz bu oyuklan hazır bulduk. Demek birkaç asırdır vardı. Görülüyor ki o vakit her şey millidir. Ama kabaca. Zararı yok.
Dildenlerle yuvarlıyarak zorlu oyunlar oynadığımı& gibi yere bir çiviyi dikip üzerine para kor ve paraya nişan da atardık. 4 - Ceviz._ - Çukur yapıp içine ceviz atarak doldururduk 5 - Körebe. aratırdık
Birinin gözünü bağlar,
diğerlerini
6 - Bir bobçayı kucaktan kucağa atardık. 7 - Uzun eşek. -Biri eğilir ve başını duvara dayar, diğer biri de eğilip onun belini kucaklar. Böylece üç-dört çocuk sıralanır. Diğer takım çocuklar sıçrayıp ata biner gibi bunların üstüne biner. üstteki birınci çocuk bir solukta birden ona, ikinci seferde onbese, ilA... arttırarak
65
F:5
HAYAT ve HATIRATIM
Dr. RlZA NUR
geçemezlerdi. Yabancı insanlara da havlar!ardı. Köpek pis sayılır, asla el sürüimez ve kimse üstüne onları sürrnezdi. Halk bunlara yiyecek verirlerdi. Süpriintülerini herkes kapısının önüne döker, köpekler bunları yerdi. Vakıa bunlar pisti anıa, tanzifat servisi olmayan bir şehir de bir kısım pislikleri yiyip ortıldan kaldırırlardı. Bu köpeklerle de oynardık. Biz onları, onlar bizi severlerdi. Bunlardan biri beni pek severdi. Bunlann adları vardı. En çok ad .Karabaş» ve «Tazı» idi. Baş kara olmasa da bu ad verilirdi. Bu kelime eski Türkçede Karavaş şeklinde de olarak hizmetçi demektir. Bunların içinde ci.nsi tazı olan köpek yoktu; fakat tazı denirdi. Türklerde bu adlar köpekler için umumidir. Bilhassa bu iki adın köpeklere vecilmesi dikkate ve tetkike şayan bir keyfiyeltir. Sinopta köpek yavrusuna gö1bez, enük derler. Bir işimiz de geceleri bilhassa kış geceleri kadınların toplanıp masal ve bilmece söylemeleri idi. Pek giizel ve bir çok milli, orijinal masal ve hilmecelerimiz vardır. Kayboluyorlar. Toplanıp hasılınası 13.zımdır. Bunlan tııtlı tııtlı dinlerdim.
sevinç, ne vecd idi. Şimdi bu camide on kişilik bile bir cenıaat yok. Namezdan sonra eve gelin:ı·, t~[ç.'J:ler büyükterin ellerini öper, büyükler de onlara hediye verirlerdi. Keza aile mezarlıkianna gidip başlarında Kur'an okurlardı. O güııü eş-dost, hısım ve akrabaya bayram tebriğine gidilirdi. ~keklcr için Meydaneteğinde kadınlar için de Topdeligınde bayram yeri kurulurdu. Buralarda salıncaklar, dolaplar, beşikler olurdu. Satıcılar, birço\< yiyecek, bilhassa şekerler satarlardı. Ağda haline getirilmiş bir - iki okka şekeri çekip uzatır ve tekrar top eder; bunu yaparak doıa,.ırlardı. Isteyenlere bundan bir miktar uzatıp kopararak satarlardı. Bunlar elleri şekere yapışmasın diye ikide bir ellerini tükürüklerlerdi ki; sılılıata ne kadar muzırdır Ne ise o zaman Sinopta fire.ngi nedir bilinmezdi. Ama baş: ka san hastalıklar elbet vardı. Buralarda güreşler olurdu. Güreş mühim bir eğlence idi. Meşhur pehlivanlar vardı. Bunlar kuvvet _v: maharetleri.ne göre üç derece olup, başa, ortaya, kuçuge güreş ir lerdi. Yeneniere koç, basma dana gibi ödüller verilirdi. Bunlar ne güzel milli adetlerdi: Herkesde büyük bir aile muhabbeti vardı. Herkes evine anasına, babasına, çoluğuna, çocuğuna saf ve tabii bi; nıuhabbetle merbuttu. Bayranılar bu güzel adetlerle bu his'eri tezahür ettirirdi. Hepsi söndü. Bu sönrnek fecidir Çünkü inkıraz alametidir. Gidei Türkün harsıdır ki, 0 gi: d'nce kendi de gider. . Düğünler de bize eğlence idi .Sünnet düğünleri, bilhassa evlenme düğünleri olurdu. Perşembe günleri «gelin alma» alayı yapılırdı. Bir sürü halk gelir, gelini anasının ev~den_ alıp_ çadır gibi bir şeyin altına alarak güveyin evıne gotururlerdı. Giderken bir ağızdan ilahiler ve türküler söylenirdi. Gelin almanın hususi türkü ve havaları vard~. Bazen bunlara bir mektebin çocukları da götürüturdu. Bakırma kadar kızın çeyizi alayın önünde giderdi.
66
Diğer rnühirn bir işimiz de bayram ve hıdırenez beklernekti. Hıdırellezde kırlara çıkılır, kuzu ve helve yenirdi. Kızlar iki takım olup gelin alması denen oyunu oynarlardı. Bu oyuna mahsus türküler vardı. Söylerlerdi. Yazık ki bu güzel şeyler hep sönmüştür. Bu türkülerin havalarının güzellikleri hiUa kulağırndadır.
Bayram büyük bir vak'a ve sevinç idi. Babamla Büyük Camie (Selçuklardan Sultan Alaeddin'in yaptırdığı c3.ıni ki onlann cami mimari tarzı üzere eski Akdeniz Inimarisi olup müstııtil ve içinde birçok direkleri havidir.) bayram narnazına giderdik. Herkes o gece yıkanır, iyi elbiselerini giyer, Büyük C3.ınie getirdi. C3.rni tarnamile dolardı. Hatta avluda bile cemaat olurdu. Bu herkes için ne
67
HAYAT ve HAT!RA11!4
Buna Kaliye derlerdi. Bu türkü ve i!Ahilerin güzel bestelileri vardı. Kayboluyor, bir losmı kayboldu zaten ... Notalannı teabit etmeü. Düğün evinde gelinin başından para saçılırdı. Buna saçı derlerdi. Güvey gelinin yanma girdiği vakit, gelinin yüzünde duvağı olurdu, bunu güvey kaldı nrdı. Sonra güvey gelini söyletmek için bir şeyler sorar, gelin cevap vermez, nihayet bir hediye verir, gelin söylerdi. Buna da. •Söyletmelib derlerdi. Gelinin işlediği el işle ri bir odaya sergi halinde konur, herkes görürdü. Bu kız· lan çalıştırmak ve hüner sahibi etmek için iyi bir usüldü. Bu da gitti. Düğünlerde köçek oynardı. Bunun alnına para yapış tınrlardı. Kadın kısımlarmda şarkı söyleyen ve def - dönbelek çalan kadınlar vardı. Bunlara çengi derlerdi. Babam ve anam bana hiç türkü söyletmezlerdi. Tabii bir surette ve binefsihi söyleyecek olsam men' eder ve azarlar!ardı. Babam .Köçek mi olacaksın?» derdi. Bu te't
Dr. lUZA NUR
düğünleri de sokakta alayla yapılırdı. Süslenmiş, başına
altın takılmış sünnet çocuğıınu ata bindirip iWıilerle sokaklarda gezdirirler, sonra sünnet ederlerdi Yılbaşı gecesi evlerdeki eski hasır, kıtık, saman gibi şeyleri aılp sokağa yığardık, ateşleyip alevin üstünden diyerek atlardık. Bu, Türklerin eski dinleri Şamanlıktan kalma bir adet eseridir. Ara - sıra da on - onbeş çocuk toplıınıp ceplerimize taş doldurur, hıristiyan mahallesine gavur taşlamaya gi· derdilr. Rastgeldiğimiz hıristiyanlara taş yağınuru yağ dınrdık. Onlar da zaten bize yaparlardı. Benim başıma geldi. Ben rliştiyede iken halarn hastalanmış, lstanbuldan Sinop'a tebdilhavaya gelınişti. Babam ona ~hrin kenarın da, kırda ve denize nllzır ıknilen yerde bir f'!V tuttu. Ben mektebe gitmek için hıristiyan mahallesLnden geçmeye mecburdum. Hıristiyan çocuklan birkaç defa beni dövdüler. Nilıayet babam beni bir adıımla mektebe yollamaya mecbur oldu. Sinop'un Varoş Malıallesi hıris tiyan mahallesi idi. Nüfusca şehrin dörtte birini teşkil Ederlerdi. Hıristiyanlar ticaret arbabı, çalışkan, iffet cihetiyle Türk ahali derecesinde idiler. Fakat mutaassıb idiler. Çocuklan evlerine Ia'net yağar diye Müslümanlara hanelerini kiraya vermezlerdi. Büyüklerin de sporları vardı. Cuma günleri Meydan Eteğine toplanıp at yanşı, cirit oynnu, giireş, top oyunu oynarlardı. Şerefli bir şeydi. Ben yirmi yaşianını bulduğıım zaman bunlar büyükler için ayıp addedilmiş ve sönmiiştür. Atalarda ne iyi adetler varmış, sonralan cehaletle nasıl sönmiiştür! ... On yaşımda Riiştiye mektebine gittim. Sınıflarda daima en ilerde idim. Bir - iki, nihayet üç okuyıışta bir şeyi ezberlerdim; fakat bir - iki hafta içinde bir kısmını unuturdum. Muhtelü zamanlarda birçok tekrar ettiğim şeyi
HAYAT ve HATIRATIM
Dr. RIZA NUR
unutmazdım. Hafıza tekerrür istemektedir. Bense çabuk ezberlediğimden bu cihetten zaranın olmuştur. Bize Arabın emsile, avamil, izhar, maksud, kiifiye ve isagojisini
dim yapıyordum. Pedavra tahtasını ince çubuk yapıp dizi· me koyarak ve bıçağı dayayarak çekiyor yuvarlak yapı yordum. Kafesin tellerini bunlardan yapıyordum. Sonra ilakır telden de yapmaya başladım. Bu çubukları yaparken dizimde pantalonu kesiyordum. Anam gelir, pantalonu kesmeyeyim diye dizime bir bez parçası kordu. Ev kafes ve kapanca ile dolmuştu. Birçok kuşlarım vardı. Meriçleri
70
çok defa ne biz anlayarak, ne de hocalar anlatabilerek ezberlettiler. Gene Şeyh Sadi'nin Gülistan'ını ezberlettiller. Bir gün başmuallim kızdı, sınıfta yirmi kişi idik. Hepimizi falakaya takıp döğmek istedi. Bir uçtan başladı, döğdü. Sırtüstü yatınyor, ayaklannı kaldırtıp falakaya geçiriyor. Falaka bir kalın sopa bir ip iki ucuna bağlan mış, ayakları bu ipe geçirip değneği büküyorlar. Ayaklar değnekle srubit kalıyor. Birer ucundan birer adam tutuyor. Ayaklar çıplak. Hoca koca bir kızılcık değneği ile alabildiğine tabanlara vuruyor. Dayak yiyen yürüyemiyor. Taban şişiyor. Bazen kanıyor. Bana sıra geldi. «Yat sen!.» dedi. Yatmadım ve «Ben hayvan değilim ki dayak yiyeyim> dedim. Zorla döğmek istedi. Kitaplarımı atıp mektepten çıkıp gittim. Üç -dört gün meketebe gitmedim. Babam sordu, anlattım. Hiç bir şey demedi. Bir kaç gün sonra babam: «Haydi, seni mektebe götüreceğim» dedi. Ben, «kızıp mektebi kendim terk ettim. Gidemem>> dedim. Babam: «Hayır! Sana ağır gelecek bir şey yok. Çünkü seni hoea kendi istiyor>> dedi. Ve götürüp beni hocaya teslim etti. Babam sertliğine rağmen demek beni izzet-i nefisli ya>ıatmak ve böyle bir terbiye usulünü de biliyormuş. Hoca kendisine: «Bu çocuk çok zekidir. İlerde büyük adam <>lur, yazıktır. Tahsilden kalmasın. Geti!'.>> dernişmiş. Eve döndüğüm vakit nasihatler ederek, bunu söyledi. Mektebe götürdü. Hoca bana hüsn·ü muamele etti. Bu mektepte tahsil ederken bir i.şiın de kuş idi. Kuş ları delicesine seviyordum. Evde kapanca kurarak, ökse iwyarak saka, florya, isk ete, meriç tut uyordum. Meriç iskete ile beraber yaşayan geçici bir kuştur. Belki de onun dişisidir. Bilmiyorum. Ağ da yapmıştım. Bununla da Meydaneteğinde tutuyordum. Kafesleri, kapancaları kc11-
71
HAYAT v.ı HATIRATil\[
Dr. RlZA NUR
Bunda ayağından bağlı bir saka vardır. Bu salmostra öte·· !ı:i gibi olmayıp, şu şekildedir: . Sakalar geçerken kafes kuşu öter: Salınostra iple çe· !ı:ilerek harekete getirilir; bağlı kuş uçuşur. Bunu gören lruşl.ıır gelip dikenin üstüne konar. Ağın ipi sür'atle çekilir. Ağ yerden kalkıp dikenin üstüne kapanır. Kuşlar ağın altında kalır. Bazan on, onbeş kuş birden tutulur. Bunda bazan florya da tutulur. Floryadan da kafes kuşu yaptı· ğımız olurdu. Bunlar benim büyük hevesim, keyifli eğlencem idi. Ev ltafes, kuş ·vesaire levazıınla dolmuştu. Meğerse babam kı.za.rnuş. Birgün ben yokken eve gelip bütün kuşlan salı Ye!'DI.iş, il!a.feslerin bir kısmmı da kırımş. Gelip bunu gö· riince· birçok ağladım. Ve ondan sonra bir daha kuşçuluk etmedim. Bir sakarn vardı pekçok öterdi. Onu hepsinden Ziyade severdim. Ona çok yandım ve tuhaf değil mi ha.Ja acısı içimden çıkmamıştır. Bu mektepte iken bir hevesim de Muhammediye, Ah· mediye, Seyyid Battal Gazi, Kan ~aleai, Ha~ Kalesi gi· bi kitapları okumaktı. Bunlan seve seve ve heyecanla okurdum. Okudukça bana kahramanlık .hevesi getirdi. Ahlıyorum J
gibi hafif duyardun. Yerlere sığmazdım. Yürürken adeta uçuyoruro gibi geiirdi. Sanki gökler beninı diyarımdı. PU· rü.zsüz, eh ufak bir lekeden il.ri, temiz bir insandım. O ber ııeye kaadir Allalı ve her ihsanı benim içindi. Bu hal bir yıl sürdü. Namazı bıraktım. Galiba bu sofuluğum, kahramanlık hissim gibi Muh4ımmediyelerin te'esiri ve ana-baba terbiyesi ile idi. Namazı bıraktığınıın sebebi ya bu işin zahmetli ve çok olmasından yorulup bıknıak neticesi idi, yahut öyle bir yaş devresi idi, geldi geçti. Ah keşke git~ydi. Bir daha bu tatlı ve mes'ud hayatı bulamadım Bin yazık!. Şimdi Uıtina.tg8.b.sız. ümitsiz, dclışeti bir emel· den mahrum bedbinlilt içinde ye'sten, kederden yana biten bir malılfıkum. Battal Gazilere düştliğüm zaman bunları olrudukça bende yiğitliğe, kahramanlığa, mertliğe büyük bir qk uya.n
Bir aralık çok sofu oldum. Sevabı çok diye namazlan, evde değil, camiye gidip kılardım. Erken uyanır, sabah narnazına dahi camiye giderdim. Anam, babam pek mem· nundu. ttiraf ederim ki; benim de dünyada en saadetli devrim budur. lınhi bir n eş' e içinde id im. Önümde parlak bir istikbal, semavi bir ümit, mes'ut ve emin bir 1i.hiret görüyordum. Taş, toprak, herşey bana mes'ud gelir, saa· d et telkin, ederdi. Herşey bana bahtiyarlık verirdi. Ez an okunurken dehşetli heyecanlar duyardım. Kendimi kuş
' Bu eserler ne mühinı ~rlerdi. Bence şüphe yoktur ki; Tiirk'ü kahraman eden bu kadar ~tühat yaptıran yilsde doksan çocuklUkta bu eserlerin verdiği terbiyedir. Za· ten bunlar Müslümanlı:k:ta Türk'ün ilk istila eserleridir. ~lar isUUı edilerek yenideİı basılsa. milli terbiye içiıı büyük yardımlan olur. Sinopta çokça kalıve vardır. Ço· cukluğumtl2lda .bu kahveler gündüzleri hemen de boş idi; fakat ~eleri dolardı. Bıi kahvelerde kenarlara. duva.rla· rın hi.zala.rınca. yap~ dört sedir, bir de peykeler Yal'dL'
72-
yazıldım.
74 Müşteriler
HAYAT ve HATIRATIM
Pe)"ke tıpkı kanepedir. kanepe mukabilidir. Üç - beş kişi bir arada veya bütün kahve halkı birden muntelif §eylerden, işlerden konuşurlardı. Konuşmada bir usfıl ve edep ~ardı. Biri diğerinin sözünü kesemezdi. Birinin de çok söylemesi ayıptı. Hakikaten burası tel'biyeye, sanata, ticarete dair müdavele·i efkara yarar birer kulüp halinde idi. Oyu.:-ı azdı. Oyıınlar Domino, ta vla ve iskarnbil kağıdı idi. lskambil kağıdı ile çaka adında bir oyun oyrıarlardı. Bundan yirmi yıl kadar evvel Fransada bir kitapçı dükkanında «BriÇ>> adında bir kitap gördüm. Bu adam bı-icin Türk oyunu "olduğıınu, İzmirde oynandığını söylüyor. Ha· lUkaten Çaka bricin aynıdır. «Ata» koz ise de bu oyunda cakadır. Demek bu oyun Türk icadıdır. Frenkler Türk'Ün Çaka dedikleri oyunu alıp bira.z tekemınili ettirerek Avrupada hfılfı moda olan ve en yüksek, zengin tabakaların oynadığı biriç'i meydana getirmişlerdir. Bazı kahve· lerde asılı birkaç saz bulunurdu. Bunlar ekseriyetle Bek-· taşi kahvesi idi. Bunlardan Burhani, Aşık Haydar gibi birkaç fışık vardı. Bu sazları çalar, nefes, koşma ve em· salini söylerlerdi. Bektaşiler otuz-kırk kadar idi. Halk bunları sevmezdi; fakat en münevver ve duygulu insanlar bunlardı. Kahveci bir Ali usta vardı. Bektaşilerin ileri geIEııleridendi. ümmi olduğıı halde fikirli ve hılkaten Zeki bir insandı. Hafızasında birçok büyük şairlerin şürleri vardı. Fakat bunlar çok rakı içerlerdi. Bazı zamanlarda ise başka şehirlerden sazı ile şaiı gelir; bir kahvede ödül asardı. O kahve o kadar dolardı ki iğne atılsa yere düşmezdi. Bazı kahvelerde kış geeelen Muhammediye, Seyyid Bahal gibi kitablar okunurdu. Bı ri. okur, diğerleri dini bir sükfıt ve dikkatle dinleniıdi. Bu l;ahveler de pek dolardı. Kalenin şehirden harice, köylere giden bir yolu vardı. Ve burada büyük bir kapı _;ar~. A~ şam olunca bu kapı kapanır, şehre gırmek mumkun o.bunlara
otururlardı.
Galıba bu Türkçe kelime
Dr. RIZA NUR
75
mazdı.
Köylerden Sinop'a gelenler yetişemezler gece dışarda <anlar açılmadan geçip giderlerdi. Rüştiyede iken yüzınek, ata birunek, tüfek atmak ve balık tutmayı pek severdim. Babam denize beni yalnız bırakmazdı. Akşam kendisi kayıkla Kumluğa götürürdü. Bu suretle iyi yüzıne öğrendim. Yüzerek sahilden o kadar açılırdık ki; bir defa sahildekiler beni görememişler, me· rak edip biı kayıkla bir kaç kişi sür'atle geldiler. Beni sağ buldular ve karaya döndürdüler. Fakat bu dereceye gelmek için iki defa boğuluyordum; yetişip kurtardılar. Cesurdum, böyle şeylere aldırmaz, denize açı!ırdım. Birin· de gittiğim uzaktaki bir kayaya vardım; fakat yorulınuş tum. Kaya da yosunlu, kayıyordu. Bir türlü üstüne çıkıp dinlenemedim. Batıp su yııtınağa başladım Uğraşmış; ni· hayet kendimi bırakıvermiştim; ölüm güç şey.. Bo! su yuttum. Gözlerimde alaimisema renkleri oldu. Göğsüm yırtılır gibi idi. Sonra bilmiyorum. Gelip aldılar. Birinde henüz daha melekeli bir yüzücü değilken pek dalgalı bir havada denize girip açıldını. Jalgalar bana nefes aldırmı yordu. Boğulmama ramak kalmıştı. Kayıkla gelip kur· tardılar.
Sahildeki iskeieierin üzerinde
balık tutardım.
Bu da
76
IİAYAT
ve ıtATIRATiıı:
pek sevdiğim şeydi. Bir dlikkandan olta satın alırdım. Sonra ahırlan dolaşıp, atiann kuyruklanndan kıl kopanrdım. Bu tehlikeli ve maharet ister bir lııtir. Çünkü atlar çifte atarlar. Sinopun un, yağ ve emsali yiyeceğini Boyabat. gönderir. Bunlar katırlar ve atlar ile nakledilir. Her Perşembe pazar kurulup satılır. Bu atlan kahvelerin bir kısmında olan büyük ahır!ara bağlardı. İşte buralardan kıl kopanrdım. Bunları büker, birbirine ,bağlar, sonra ınidye çıkanr; bununla balık tutardım. Evden babamın yanına giderken bir kahvenin önünden geçerdim. Yol bÖyle idi. Orada şişman bir adam vardı. Sürgünmüş. Bana. fena lılkırdılar söylerdi. Babama söyleyeyim dedim. Utaııdım. lyisi buradan geçmemek dedim. Doğru yolu bırakıp bir yokuş çıkıp diğer bir yokuş tan inerek babamın yanına gider oldum. Ben çocuktum ama bu adam böyle yapardı. Babamın Hasan Bey adında köyde oturur çerkez bir dostu vardı. Çok iyi bir adamdı. Bir defa beni köyüne götürdü. Çerkez ii.deti üzere bana bir at verdi. Köyü çok ısıtmalık idi. Orada ısıtına aldım. O vakit ısıtmanın kinin ile sistematik tedavisi bilinmiyordu. Hekinıler kinin veriyor geçiyor, yine geliyordu. Tam bir yıl çektim. Isıtma 'lımzır bir hastalıktır. Harbi Umumi'den evvel Mısır'a git· tlğiın vakit pek sıcaktı. Orada nüksetti. Yani yirmibeş yıl .aradan sonra. Kahirede ısıtma yoktur. Nüks olduğu muhakkaktır.
Bu atı pek severdiın, ona ba.kardım. Yiyeceğini verir, ederdim. Biner, gezerdim. Bu sayede biniciliği öğren dim. Ama koştururken bir kaç defa da düştüm. Tüfenk merakımı bir türlü memnun edemedim. Babam, anam bı· rakinadılar ve bana tüfenk almadılar. Tehlikeli şey dedi· ler. Halbuki avcılık en sevdiğim şeydir. Hii.lii. kara ve bahk avianna ata, köy hayatına sönmeyen bir hevesim vardır. mıa. da bunlan ilme, ma.işete, devlete ve millete ça· tırnar
Dr. RIZA NUR !ışmakta.n
mi iyice
siyasi
vaziyetleriınden
bir türlü
77 yapıp,
hevesi·
alamadım.
Rüştiyenin
son
sınıfına
geçerken imtihan olduk. On kitap mükatat kazandım. Kreple sanlı kurdele ile bağlı bu kitaplan alıp eve geldim. Açtım. Bu matbu kitaplardan bir tanesinin adı > idi. Bundan bir şey ruılamadım. Lügatı kanştırarak yan anlar gibi oldum. Münderecatına baktım. Bir yerde erkeğin kadını yapmuk için zekerini eline alıp evvelii. oğuşturması, kadı nın fercine baknıaması, bakarsa doğacak çocuğun kör olacağı sonra zekeri ferce sokması, meni gelirken eııkeğin altta olmayıp mutlaka üstte bulunması ve emsali şeyler yazılı idi. Bu vakta kadar böyle şey hiç lşitmemlıj, hiç bil· r.ıiyordum. Bu sözler beni pek ziyade alakiular etti; fakat sebebini anlamıyordum. Münderecat lügatli olduğu için iyice mana çıkaramıyordum. Kanms ile ve pek güçlükle çalıştım anladım. Bu kitap gözümü açtı. tkide bir oku· dum durduın. İşte benim şehvete dair ilk aldığım malumat budur. Bize bu kitaplan mükafat diye veren adamlar ne düşüncesiz adamlar, ne zavallı kafalar imiş. Nihayet Rüştiyeyi bitirdim. Birçok mülrii.fat kazanarak şahadetname aldım Yaşım ondört idi. Boş zaman ge~irmemek için babam beni hükiimette mühendisin yanına verdi. N afı:a mühendisi hala.mın kocasının yetiştirdiği l:ıiri idi. Orada bir miktar resme çalıştım. Bir topçu zabitindoo de Fransızca dersleri aldını. İsta.nbulda mektep vakti gelince babam beni alıp İsta.nbula götürdü. Halama teslim etti. Bu esnada eniştem ölmüş, halamın kızı da ölmüş, iki küçük çoeuk bırakmıştı. Diı.madı da yıınında idi. Kendisi de hastalıklı idi. Beylerbeyinde :tstavrozda oturuyordu. Kocası, kızı Kala.mışta ölmüş bu sebeple bu köşkü te:rlk etıcişti. Tıbbiyeye girmek için Askeri Rüştiyede okumak lazım olduğunu söylediler. Beni Soğukçeşme Rüşti yesine verdiler.
78
Dr. RlZA NUR
HAYAT ve HATIRATIM
Vapurla gidip geliyordum. Her sabah Kuzguncuktan Yahudiler binerlerdi. Çoğu ihtiyar ve uzun sakallı idiler. Oturur, Tevrat okurlar, uzun sakaUan bir düziye ve tuhaf surette sallanır dururdu. Bunu ve tuhaf konuşmaları nı seyretmek hoşuma giderdi. Yapurda eğlencem bu idi. Bu mektepte sınıfımızda iki yüz kadar çocuk vardı. İlk husus! imtihanında çavuş oldum. Yanıma bir paşanın çocuğunu ders öğreteyim diye verdiler. Çavuşlar rahlelerin başında otururlardı. Teneffüshanede bir Arnavut bakkal vardı. Şıra da satardı. Çocuklar «Eski ş ıra iyi olur» dediler. Ben de «Bana da eski şıra ver» dedim. <
79
, En adi çocuk bana istediğini yapamaınıştır. Bunu daliandırmaktansa kapatmak evlildır» dedim. Fakat mutlaka intikam almak fikri hasıl oldu. Ben de ona yaparım nedim. Gece sokağa çıkınağa da korktum. Nihayet şafak sökerken sokağa fırladım. Karşıma çıktı. 'Şuna bağırayını dedim. Fakat böyle bir denaet teşebbüsünün lakırdısını b:Ie ağzıma alınağa utandım. Bu bana büyiik bir ders oldu. Bana insanlara dost demenin, on!arı saf ve pak bir hisle sevmenin büyük bir hata olduğu fikrinı verdi. Bu kadar iyilik ettiğim bir adam hile neler yapmak istiyor. Demek insanla dost olınaz neticesine vardım. Hakikatcn sonra diğer türlü vak'alar bu· nu tc'yid etti. Ömrüında. bugüne kadar kimseyi kendime dost saymadım. Dost sahibi olmak hevesinden vazgeçtim. Hala öyleyim. Eu çocuk sonra zabit olmuş, nadiren sokakta rastgelirdim. Gördüğüm vakit ibüs görmüş gibib olurdum; fakat zamanla ·intikam hissinden vaz geçtim. Zaman her şeyi unutturuyor. Salıretmek bunun için iyidir. Fena şeyleri de talik bu sebeple iyidir. O da benim yüzüme bakamaz, yere bakardı. Onaltı yaşımda Soğukçeşmeden şahadetname aldım. Artık
Askeri İdadiye gireceğim. Babam <> dediler. Sirkecide bir otelin altındaki kahveye Sinoplu olup İstanbulda muhtelif rnek· teplerde tahsilde olan talebe gelirdi. Cuma giinü oraya gittim. Mülkiye mektebinde daima sınıfında birinci olan Selil.mi adında bir Sinoplu talebe vardı. O da gelmişti. Ellıiserrıi görüp «Sen asker ıni oluyorsun?,, dedi. Böbürlenerek: «Evet!>> dedim. Arzum süvari olınak. Düşmana atla
HAYAT w.
HATDRA~
saldırma.k ... lki saat bana naai:hat etti. ctııA doktor ol. Doktorluk bir sanatb.r, ilinıdir. nerde Alim olursun askerlik iyi değildir. Sana yazık olur~ gibi birçok sözler söyledi. Ve nihayet beni ikna etti. Cumartesi günü yine Kulelide ve daha yukanda olan Tıbbiye ldıidisine gidip yazıldıın. Hekim olmama işte Sel8.mi sebep olmuştur. Çok memnunuro ve her hatırladıkça onu ha.yır ile yadederinl- Zavallı mektepten çıktıktan ve parla.k imtihan verdikten sonra ilk memuriyetinde öldü. Eğer yaşasaydı mutlak büyük a.dam·olurdu. Bu mektepte üç yıl okudum. İdare tamamen asker idi. Sıkı disiplin vardı. Hocalar bir - ikisi müstesna zabitti. İyi· hocalar vardı. Mesela çocuklann cMeterolojh dedik· leri Seyy.id Bey adında uzun sakallı, ihtiyarca, Avrupa.da tahııil etmiş iyi bir reasa.m, resim hocamızdı. Keza ço· cukların Batlamyüs adını verdikleri adım hatırlayamadı ğım muktedir bir Binbaşı tarih hacası idi. Muavini mü· Jil.zıın Muhtar Bey de pek .değerli bir hoca idi. Bunlar bi· ze, fırsat buldukça hürriyet dersleri de verirlerdi. Hele Mu!fı.tar Bey ateşli ve çekinmezdi. Nihayet bu yüzden sUrgüne gönderil<;li. Bu kıyınetli hocayı Meşrutiyet ibtidalannda Darlişşafakada gördüm. Orda hoca ve perişan dı. Zavallı ltıyıneti bilinmemiş, istifade edilmemiş biridir. Edebiyat hocamız Vahit Bey a.dında bir yüzbaşıydı. İyi ve 'muktedir biriydi. Bize en seçme edebi parçaları ezberletirdi. Bu nümunelerden bende edebiyat zevki uyanmış· tır. Dahiliye zaıbitleri de vardı. Bunlar sınıfların idare iş· lerine ba.karlardı. Benim bu deviem haşarı!ık, kavgacıhk, pehiv2llık, son devresinde ise şiir ve edebiyat, politika. ve hürriyetperverliktir. Derslerime o kadar çalışamıyordum; fakat yine daima sınıfuı llersinde idim. Sınıfta ikiyüzden fazla talebe vardı. Herkesle kavga ediyordum; bunu kavga için değil kahramanlık davası için yapıyordum. Zaten talebede
Dr. RIZA NUR
81
bu dava pek fazla ve en esaslı şeydir. Herkes kuvvetime boyun eğsin istiyordum. Galiba h8.lil. Kan kalelerinin te'· airi altında idim. Güreş ediyordum. Hatta kisbet giyip zeytin yağ ile yağlarup dabi giireşirdim. Mektep çok sıkı idi. Ama yine de böyle şeyler çok olurdu. Bu mektepte bir tıb, bir de baytar talebesi vardı. ;Bunlar adeta iki dUşman ordu gibi idiler. lki tarafın kabadayılan, ele başılan vardı. Bunlar birbirleriyle yunıruk yıımruğa, usturpa, p&rmıığa geçirilen ve m~ta denilen bir demir, adi demir parçası ve emsali ile döğüşür, birbirlerinin kafalannı yararlılrdı. Usturpayı deriden yaparak bir ucuna kurşun diğer kısmına bükülınüş biz korduk. Otuz santimetre kadar bir değnek gibi idi. Bazen iki taraf otuz, kırk kişi kadar olup saf halinde muharebe ederdik. Ben epeyce in,san döğdüm, beni de epeyce döğdüler. Bir defasında bir yunırukla burun kemiğiini kınp ağzımdan burnumdan kan boşandırdılar. Böyle iki kişi döğüşürken diğerleri müdahale etmez sade seyrederlerdi Ta biri yı kılıncaya kadar. Ade~ böyle idi. Ben tıp talebesinin kumimdan!arındandım. Sert ve dik inatçıydım. Döğüldüğiim halde de yine biraz sonra kavgaya çıkardım, onlan sevk ve idare ederdim. O vakit henüz onyedi yaşlarmdaydıın. Fakat baytarlarda birkaç kişi vardı ki, yirmibeş yaşların· dan fazla ve vücudça da iri yarı idiler. Bunların sayesinde ekaeriya bize galebe ederlerdi. Ta!e be arasında- böyle kahadayılarm bir kısmını güzel çocuklardan birer himaye ettikleri olurdu. Bu hal pek fazla idi. Şükür ki ; mektebin intizam ve disipilini fena şeylere mutlak surette mani olurdu. Soğulı:çeşmede gördüğüm kötü şeyi bu mektepte gör-
medim. Ancak verilen elbise, yiyecek iyi değildi. Y ağınurd& binanın her taı'afı akardı. Birbuçuk yıllta.dar başarılık ile geçti. Bu esnada yine ramazan tatillerini Sinopta geçirirdim. Ramazan kışa ge-
F:6
82
HAYAT ve HATIRATIM
Dr. RIZA NUR
liyordu. İdare-yi Mahsusa vapuru ile Sinopa gidiyordum. Bora ve kara tutulduk. V apur Eri k liye iltica etti. Orada da emin değildi. Vapurda benim gibi muhtelif mekteplerden tatili ebeveyninin yanında geçirmek için muhtelif yerlerden, muhtelif iskeieiere çıkacak talebe vardı. Bizi karaya çıkardılar. Kahvelere, haniara doldurdular. Bu vapurlar böyle
onbeş-yirmi
gi.in kömür almak için
!imanda dururlardı. Yolculan da Hz. Eyyüb sabrı ile bek· lerlerdi. Fırtına olursa karaya giderlerdi. Bu devrede Sinopta kahveye devam ediyor, tavla ve emsali oyunları oynuyorduk. Bunları pek seviyordum. En ziyade konuştuğum, oyun oynadığım k;.mseler Dizdarzade Hakkı, Kemal, Hüsnü Ağazade Harndi Efendiler idi. Bunlar eşrafın oğulları, terbiyeli, namuslu insanlardı. Bunlarla dostluğum bu güne kadar gelmiştir. İki evvelki zat bir yıl evvel öldüler. Allah rahmet etsin. Derken. bende edebiyat zevki başladı. Namık KemfH'i, Ziya Paşa'yı, Alıdülhak Hiı.mid'i ve daha güzide şair ve edipleri okumağa baş'adım. Bütün eserlerini okuyordum. Bunlar yasaktı da ,gizli gizli okuyorduın. N amık Kemale tapınırcasına bir muhabbet bağ!adım. Bir çok şiirlerini ezberledim. Bana N amık Kemal büyük bir hürriyet ve vatan duygusu ve aşkı verdi. Artık vecd içindeydim. Ben de bunlar gibi güzel yazılar yazabiirnek istiyordum. O vakit Avrupada Sultan Hamid aleyhıne neşriyat başlamışb. Onlardan da baza.n ele geçirebiliyordum. Bunları çok severek okuyor ve arkadaşlara hürriyet, vatan aşkı vermek için propaganda yapıyordum. Namık Kemalin bası1ml§ ve basılmamış eserlerini bu mektepte gizli gizli birçok talebe elden ele dolaştırarak okurduk. Bu zevk, benden haşarılığı giderdi. Bu esnada zihnime alılak, vazife, fazilet hisleri iyi· ce yer ediyordu, fakat dini itikatlarım zayıflıyordu. Muhtar bize Fransızca bir şiiri ders olarak verdi;
83
tercüme etti. Bu şiir bana fevkalade te'sir etti. Şiirin adı Helvetiya (İsviçre) de lizbe ... dir. Muhtar Beyi sürdüler. Bunu tercüme edip Filibede çıkan Emniyet gazetesine yolladım, neşrettiler. Tercümemi arkadaşlar beğendiler. Hatta biri: «Bu nesir değil şiir» dedi. Bu ilk muvaffakiyetim, ilk eser neşrimdi. Keyiflendim. Bu nüsha hala Sinopta kütüphanededir. Bunu Muhtar Beye manevi selam olarak neşretmiştim. Bu devremdedir ki, Sinopta tahsil esnasında başıma yeni bir iş geldi. Avcılığa merakımı söyledim. Bir tüfenk buldum. Arasıra kıra ava çıkıyordum. Birgü.ıı akrabamız dan, komşumuz ve ben yaşta bir çocuk ile batamın çırak larından yıne ben yaşta biri ava gidelim dediler. Akra, bamdan olan çocuk beni sevmez, çekemezdi. Daha mahal. lede oynadığımız zamanlarda onu döğerdim. O da birgün uzaktan, taş abuış, burnumun kökünü yani kaşlarımın ortasının hemen altını yarmışb. Hala oramda mail bir surette, belli belirsiz, bu taşın nedbesi vardır. «Pe_kb dedim. Beni Nisi köyünün üstünde fenerin yarıında bır kuytusu yere götürdüler. Orada yine babamın çıraklanndan ve benden çok büyük biri ile otuzbeş yaşla ~da a;,ıalıden birini gördük. Varınca yanlarına oturduk. -ı:menk ı yanıma koydum. Çırak tüfenki birden kaptı. Hepsı birde~ ü~üşüp kamalarımı aldılar. Ben böyle şeylerden korkar, ıhtiyat olmak üzere belimde büyük bir kama ile kaputumun sol kolunun yeninin içinde küçük bir kama taşırdım. Bunu kolll§umuz olan çocuk bilirdi. Bunlan ald_ılar. Demek bu iş bir tertipti ve o çocuk benim nerele· rımde kama saklı olduğunu da onlara söylemişti. Sonra Y_~ş!_ı a dam tabancasım çekti ve bana: «Çöz! yoksa öldü1 rurum.>> dedı. Ve küçük çırakla hısmumız çekilip gittiler. ~e~ ~er~al yerimden fırladım. Tabaneaya bakınayıp herifın ustune atıldım. Herif bana müthiş bir tokat attı. Gijz1erım . d en şımşek çakb. Hala aklımda.n gitmez. Ben üstüne
84
HAYAT ve HATIRATIM
atıldım. Herif tabaneası ile ateş edemedi. Tokat, ~ma başladı. Yaşlı çırak da onlarla beraber. Bu iki kişi ile bilmem ne kadar uğraştım. Herhalde uzun bir savaş oldu. Nihayet bayılıp yere yıkılmışım, ağzımdan köpükler fış kırmış, cansız kalmışım. Öldü zaruıedip bunlar da kaçmış lar. 'Gözümü açtığım vakit yanımda kimse yoktu. Kendime baktım. Bende de hiç bir şey, hiç bir fena alil.met yoktu. Ne yara, ne bir şey. Kalktım. Etrafa baktım, kimse yok. Allalıa bin şükür edip Sinopa geldim. Gelinceye kadar da çok korktum. l'ntikam his~i başladı. Dedim. «Babama, hükfımete haber vereyim» bu da ağır geldi. Herkes Rıza Nur'u şöyle yapmak istemişler diyecekler diye ağn ma gitti. Ağzımı kapatıp sıistum. Sonra zamanla intikam hissinden de vaz geçtim. Şu zaman denilen şey ne müthiş şeydir, her şeyi unuturuyor. Hatta ben hekim olduğum zaman bunlardan ikisi muhtelif zamanlarda hasta olmuşlar, iyi edilememişler, bana geldiler. Boyımiarını büküp yalvardılar. Tedavi ve iyi ettim. Hatta para da almadım. Sonra bir tanesi aç kalınış, benden iş istedi. Verdim. Sinopun eşrefından ()küzoğhı Rasim Bey bunu haber almış. Bu adam beni çok severdi. Kendisi mert adamdı. Herkese: •Rıza Nur namuslu yetişmiş ve mertt;r• dermiş. Yıllardan sonra birgün bu işi bildiğini ve kahramanca müdafaamdan dolayı beni sevdiğini de bana söyledi. Görülüyor ki bir genç için namuslu kalınak şu bizim memlekette ne güç şey! ... Bu fena adet, bu n"mussuzluk, bu valışilik Türkiyenin her şehrinde daima olmaktadır. Bir genci böyle bir balıane ile kıra götürüp, ya namusunu berbat ediyorlar, ya yaralıyorlar. Hatta namusu uğrunda böyle vakalarda ölen gençler de vardır. Biz de az kaldı ö!Uyorduk. Puşt bizim milletçe ha.kirdir. Hakikaten bence de puşt olan bir erkekten hayır yoktur. Numuneler gördük. Bunlar kadın gibi oluyorlar; bunlarda mertlik, erkeklik, is-
Dr. RIZA. NUR
85
tiklil.l kalmıyor; emre, himayeye muhtaç ve muti oluyor lar. Her fenalığı yapmakta mahzur görmüyorlar. Hayatımızda böylelerini daima alılB.kslz, meziyetaiz gördük. İstisnaları varsa da pek azdır. Babur Şah da hatıratında bir vaka zikredip zabitlerinden biri için diyor ki: «Puşt Jar kahraman olmaz. Ancak... puşt idi; fakat puştluk k~ran_ıanlığın~ nasılsa zarar vennemiştir.> Türk Hey'et·ı lçtimaıyesı bu fenalığı rnlah edecek vollan aramalıdır lstanbula döndüm. Her sınıfdan blı- talebe her ~jı; mutfağa nöbetçi aynlırdı. Sınıfınıızdan şinıdi eczacı olan Ödemişii Rüştü nöbetçi idi. Kavurma çalıp bir ekmeğin ıçme doldurmuş. Ben teneffüshanede idim. Orad'l her taıebenin analıtan kendisinde bir dolabı vardı. Telaşla geldi •Aman beni zabit yakalıyacak şunu saklayıver. dedi. Daima iyilik ve yardım hissi bende galiptir Aldım do Iabıma sakladım. Buna rağmen zabit onu yakalamış, kavurmayı bulamamış, bırakmıg. Rüştü geldi. Kavurmr.1ı :~m.:ği ~dı. ?i~. Yemiş. Zabit gelip hizmetçiden sormue, ışı ogrenıp Ruştuyü hapsetti. İki gün sonra bu çocuk bana mektup yazıyor, diyor lti: c:hntihan yaklaşıyor. Sen talı§kansın. Nasıl olsa sınıfını geçersin. Ben hapishanede kalırsam. döne~ Bana acı. Ben çaldım de de ben çıka yım. benım yerıme yirmi giin aen yatıver! eElılı .. Arkadaııtır. Yazık olmasın. deyip dalıiliye zabitine gittim. Bu za.t Kel Ali denilen uzun boylu pek sert bir mülazim idi Dedim ki: cO kavurmayı ben çaldım .• Güldü ve dedi ki: cHadi, hadi, eşekliğin !Uzumu yok. Git!> dedi. dedinı. dedi. Ve Rügtüyü çıkardı, b~ hapse koydu. Zabit tabif işi biliyordu ve nöbetçi ben degıl, ~üştü idi.· Bunu nöbetçi çalabilir. nk hapsimdir. Güç şey. Bır ufak ve kötü odada yattık. Hapisten çıkıonca bu talebe bana teşekkür edeceği yerde, düşman oldu. Hayret
Dr. RIZA NUR
HAYAT ve HATIRATIM
içinde kaldım. Kafama bir truı daha vuruldu. Evvelki ve Soğukçeşmedeki vakanın te'sirini bu daha kuvvetlendirdi. Kulağıma küpe oldu. Artık hiç kimseyi kendime dcst edinmek fikrinden katiyen vazgeçtim ve hala öyle· yim. Çok insanla görüştüm, bir kısmını da sevdim velakin kendime dost yapmadım. İşte böyledir. Herkes ;,n büyük kötülüğü dostundan, hatta kardeşinden görmektedir. Ha· reket-i Milliye iptidalarında Eskişehire yaralilara bakma· ya gittiğim vakit bu eczacıyı orada hastahanede eczacı oiarak buldum. Ben Maarif Vekili idinı. Bana dalkavuk· luklar etti. Yüz vermedim. Fakat yüzüne de vurmadını. Biraz sonra hastalandım. Bu hapishanenin tesiriyili galiba Beni mektebin hastahanesine yatırdılar. Bir-iki ay yat· tım. Hekim iyi bir hekimdi. Dikkatle beni tedavi etti. Sol taraf plevraya su dolduğıınu, zatülcenb olduğıımu söyledi. Ağır hastaydım. Bereket versin suyu şınnga ile almaya teşebbüs etınedi. Sana tebdil hava lii.zımdır. Kendi kendine su gider dedi. Dediği tamamile doğrudur. Demek iyilik, fedakirlık ve dosta vefa yüzünden neye uğradık? Ha· yatırruz gidiyordu. Tebdil hava yazıldı; fakat tebdil havalann aylar ge· ~·er Serask:lr kapısında muamelesi bitmezdi. Hasta öl· müş, bir yıl sonra kağıdı çıkmış vakalar olurdu. Biraz iyi olup ayağa kalktım. Bu halimde gidip işi takip ettim. Nihayet vapura binip Sinopa gittim. Bereket versin yaza tesadüf etmişti. Hekim bana: «!{ır, deniz, iyi hava al, iyi yemek ye!» demişti. Bu da pek doğrudur. öyle yaptım. İstanbuldan giderken Shakespeare, Gothe, Şiller, Şato Briyan, Ruso, Alfred Dömussa ve daha bir kaç mühim Avrupa Şairlerinin eserlerini de aldım. Bunların çoğu o vakit Fransızca Milli Kütüphane ünvanı ile ufak hacimde basılır ve gayet ucuz olurdu. Bunlardan almıştım. Fran· sızcam da pek zayıftı. Fransızcayı biz Enstitüde öğren memiştik. Bu bahtiyarlık be.nde yoktu. Mektepte ne öğ-
87
rendiruse oydu. Mekteplerin Fransızcası da pek zayıftı. Sabahleyin kalkıyor, bir kitap, bir kamfıs, bir mendil içinde ekmek ve yiyecek alıyor, zeytinliğe gidiyordum. Ağaç altında, denize karşı kitabı okuyordum, yemek yi· yordum. Oradaki menbalardan su içiyordum. Deniz ke· nannda kumlarda, çakıllarda geziyordum. Bu kitaplan anlayamıyordum. Her satırda birkaç defa lfıgata bakı yordum. Bir sahifeyi belki bir günde okuyuyordum. Yine tekrar ediyordum. Bu suretle anlıyordunı. Akşam üzeri eve dönüyordum. Bunları okuduğum gibi nesir ve şiir, edebi yazılar yazmağa da başlamıştım Bu çalışma tıbbiyeye geçtikten sonra da bende iki üç yıl sürmüştür. Bu sayede Avrupanın iyi şairlerini okumuş oldum. Bu hayatım pek tatlı idi. Yalnız, güzel manza· ralar, gölge bir ağaçtan gidince ötekinin altına oturma, böyle bir yerde şairane şeyler okuma pek tatlıydı. Hayatıının en güzel devrelerindendir. Bu sayede iki üç ay içinde akşamları gelen ısıtma gitti; iyi nefes almaya başladım; demek Padrımdaki su da gitı:nişti. Şişmanladım; İstanbula döndüm. İmtihana bir ay kalm'ştı. Bende ise derslere hiç hazırlık yoktu. Bir şey bilmiyordum. Bir ay iyice çalıştım. İmtihanı kazandım. Tıbbiyeye geçtik. Hemen tekrar Sinopa gidip bu edebi çalıgmalara ve sıhhatime hizmete devam ettim. İştiham da açılmış, pek fazla yiyordum. Tamamiyle iyi oldum. Bende çoktan beri istimna da yoktu. Bu da kurtulınama yardım etmiştir.
Tekrar İstanbula dönüyordum. Yapurda bir anda şiddetli bir gıcık ve öksürük geldi. Göğsümü ve boğazımı yırtarak bir şey fırladı. Karnaranın duvarına tak diye vurdu. Gözi.im açıldı, öksürük durdu, ferahlandım çıkan ~yi aldım. İki s:ıntimetre boyunda bazı yerinde bir santım kalınlıkta, gayri muntazam, pürüzlü bir truıtı. Bunları hekim olduktan sonra izah ettim. Zatülcenb verem cinsin·
HAYAT ve HATIRATIM
88
dendir. Demek ben teverrüm etmiştim. Verem plevrada olduğu gibi akciğerde de vardı. HattA kehf dabi açılmış, fakat bu kehf bir kasabe üzerinde imiş; Sinopta yaptığun bol hava, bol ziya, bol gıda tedavi.si. ile iyileşmiş. Verem tehifleri şifa bulunca içine kireçli bir madde dolar, evvelini kapatır. Kasabe açık olduğundan bu taş bir öksüriikle ağzınıdan çıktı. llıtimal başka da kehfler vardı. İyi oldu' lar. Fakat kasaba üzerinde olmadıkJanndan kaldılar ve hil.la duruyor!ar. Nitekim Gülhane hastahanesinin otopsi Işlerini yaparken böyle şifa bulmuş, içinde taş duran bir ciğerler görmiişümdür. Artık sıhhatım iyi idL Tıbbiyede tıp
talam
tabsili ile hayatım başladı. Bu tarih Rumi 1311 tarihidir. Artık benden haşaralık, çapkınllk, kavgacılık, haylazlık gibi şeyler tamamile gitti. Yerine usluluk, ağır başlılık, kimse ile konuşmamak, yunıuşaklık, hiç durmaksızın hattA teneffüs zamanlarında da kitap elde çalışmak gE:'ldi. Çok ça.Jııp.yor dum, yine zayıfladım. Yine edebiyat ve cıiirle de mEl!jgll1düm. Artık zevkiro ve meşgil.lem Avrupa edip ve şairleriydi. Onları okuyordum. Yine tatillerde Sinopta zeytinlikte deniz kenarında bu eserler ile meşguldüm. Türk şairlerini -en moda. olanIanın da- bitirmiştiro. Avrupa §airlerinden bizimkilerden daba ziyade zevk duyuyordum. Politika ile de daba ziyade meşguldüm. · Bu esnada yine Siııopa gittim. Yine yazdı. Zeytinlikte yine bu eseriere devam ediyordum.. Sinopta birçok politikadan sürülmüS. kimseler vardı. Onlarla ihtilat ediyor, pıulişah ve istibdat aleyhine konuşuyordum. Sürgüne yeni biri geldi mi, ona elimden gelen muaveneti yapıyordum. Birgün İstanbuldan vapur geldi. Topçu mektebinden bir talebe neferlikle siirgün gönderilmişti. Abdüssamed adın da Yanyalı bir Arnavuttu. Hemen kendisini buldum. Hamama götürdüm. Temizlendi, kirli ı;aı:naşırlarıru aldım. E-
Dr:
~NUR
89
V Zavallı kadın kabul etti ve yıkadı. Ha.Sııı hergün Abdüssamed ile konuştum. Abdülhamidin vücudundan dolayı bununla matem tutar, henüz tam çı:kına ıııış sakalımızı traş etmezdik. Orada sahil muhafazasına memur Tr&bzon adında bir küçük vapur vardı. Kaptanı bir gözli kör bir kolağası idi. Çok çenebazdı. Bizi birgiin sokakta azarladı. Ve: cŞevketmaap efendimizin düşmanı sınız. Nankörsünüz. Ölmüyor diye matem olarak traş oı muyorsunuz. Size göstereceğim• dedi. Korktuk, traş olduk. Bir kaç gün sonra bu adam babama: .Oğlunu terbiye et! Yetişecek bir genç diye bu sefer jurnal etmedim• demiş. Kurtulduk. Sinop hapishanesinde Darüşşafakadan mezun Raif adında birinin politikadan mabkftm ve imtilakta yattığı· nı haber aldım. İmtilak zemin katı ve toprak içi olup pek fena bir yerdir. Bu kelime ihtilattan memnu terkibinden bozma olmalıdır. Onu görmek, tesliye etmek, elden gelen yardımı yapmak istedim; fakat güç bir işti. Herkes başından korkuyordu. Nihayet askeri doktoru buldum. Bu zat hergün hapishaneye de gidip hastalara bakıyordu. Beni de bir gün götürmesini rica ettim. Ve maksadımı da söyledim. Çekindi. Bir çok düşündükten sonra <> dedi. Bir gün gittik. Geze geze imtilil.ka vardık. Zemin katta, karanlık- penceresiz bir yer. Kilitli b'r kapısı ve kap:da
HAYAT w HATIRATIM
Dr. RIZA NUR
bir yumruk sığacak kadar bir delik var. Ziya, hava, su, ekmek bu delikten gir~. Orada iki kiŞi imişler. Raifle delikten konuştum. Zavallı toprak üstünde bir hasırda yatıyor, ekmeği, suyu bu delikten veriliyor, abdestini oraya toprağın üstüne ediyormuş. Rutubet, küf ve sair kokular müthiş. Haline pek acıdım. Aylardan beri buraday· mış. Doktor acele etti. Nihayet doktora yalvara yalvara Raif'in hastalığından bhlıis bir rapor verdirdim. Oradan kurtuldu. Biraz sonra hapishaneden çıkıp şehre girdi. Sürgünler şehirde gezmek ve şehirde bir hanede sakin olmak üzere gönderiliyordu. Bunu haksızlık üstüne haksız lık olarak zındana atınışlardı. Artık Raifle kardeş gibi olduk. Evimize aldık. Anam da ona evlat muamelesi etti. İhtiyar bir anası vardı. O da geldi. Bu zavallı kadını her hatırladıkça hem hürmet hem muhabbet hissi duyarım. Fakir idiler. Kocası ölınüştü. Oğlu hapishanelerde idi. Bu kadın bu oğlunun etrafında bıkmaz, usanmaz pervane gibi dönerdi. Onun der?ine ortak olurdu. Raif bir derece okumuş, bilhassa pek metin ahlak sahibi pek iyi bir gençti. Yalnız zekası yüksek değil ve bilhassa pek anfıd idi. Halis çerkez idi. Kardeş gibi muhabbetlıniz, ailece olarak, çok yıllar sürdü. Padişahlık zamanında hürriyet için çalışıp bu bemlan çekti. Meşrutiyet olunca İttihatçılara muhalif düştü. Onlar da onu hapsettiler. Anası o vakit de her gün sabahleyin gelir, akşama kadar hapishanenin (Bekirağa bölüğü) önünde gezinir ve otururdu. Cemiyet-i Hatiyye mes'elesinde onu da, beni de hapsetmişlerdi. O diğer maznunlarla birlikte, ben rnünferid hapiste idim. Bir gün oldu. Beni başka bir odaya koydular. Pencereden birbirimizi görebiliyorduk. Raifin hapsedildiğini o dakikaya kadar bilmiyordum. İlk işi bana işaretle pantolonunun parçalarını göstermek, donunun paçasını çözmek oldu. Hapishanede milyonlar la pire vardı. Yaz idi. Pireden uyumak mümkün değildi. Meğer-
çöz!» d ermiş. Çünkü pirede daima aşağı hareket etmek adeti varmış. Paça bağlı olur da ilerliyemezlerse oraya toplanır ve dehşetli yerlermiş, açık olursa çıkar giderlerıniş. Tabü tekrar vücuda geliyor, doya doya yiyerek paçadan çıkıyorlar; fakat hiddetli olmuyorlar. Bu benim ilk mahpusluğum idi. Kendisi tecrübeli idi. Acemi olduğumu bilip bu görgüsünden beni istifade ettirmek istiyormuş... N e çare ki bunu bana ancak hapishaneden çıktıktan sonra anlatabildL Raif sonra çerkeslik davasına girişti. Türklük aleyhine başladı. Ben de kendisine darıldım. O vakitten beri konuşmadım. Ancak bir iki defa o da tatsız görüştüm; fakat namus ve ahıakından, hürriyet yolunda pek çok zahmet ve yoksulluklar çekmiş olduğundan kendisini içimden daima severim. Hasılı sevmediğim bu akılsız hareketi dahi ona olan bendeki muhabeti söndüremedi · fakat fiili münasebet kesildi. Gönlümde Türklük her;eyin üstündedir. Bunlarla ve Sinoplu birkaç iyi gençle daima politika görüşür, halkta propaganda yapar, khlı içerdik. İçtiğim vakit Abdülhamid'e ve idarenine bağırarak küfür dahi ederdim. Mutasarrıf kendisi de sürgündü. «Artık istanbul'a git, dersine çalış!>> derdi. Sebebini anlamazdım. Bu zat bazı mahremlerine dermiş ki: «Şu çocuk şurda başı mıza bir iş çıkarmadan gitse de rahat olsak! Birgün bizi jurnal edecekler.>> Sonradan haber aldım. Bir gece Sinopta kahvelerden eve gidiyordum. Ortalık zifiri karanlık. Belediyenin sokaklarda bir tane bile feneri yok. Bir adam yalvarıyor, imdat istiyor. Koştum, baktım. Biri diğer birini tutmuş, elinde bir şey parhyor. İkisi de mükemmel sarhoş. Anladım. Vzun bir karna kı mıldadıkça parıldıyor. Aralarına girdim. Kamalı adamı da ötekini de tanıdım. Kamalıya rica ettim, susturdum. Diğeri kaçtı. Ben de: «Evine gib deyip döndüm evime
90
se
«Parçalarını
doğru
91
92
telelim girdim.
HAYAT ve HATIRATIM
Dr. RIZA NUR
kamalı adamın
dum. Nihayet büyük bir nesir yazdım: Zeytınliğin güzelliğinin tasviri. Hilkatimde her şeyden evvel tabiat sevgisi, natüralizm meyli vardır. Bu eser saf bir çocuğun tabiat sevgisinin tasviri gibidir. Küçük ·bir yeşil kaplı defter olarak 150 sahife kadardır. Benim belli başlı ilk edebi nesir eserimdir. Elii.n Sinopta duruyor. Bu eserde Sinop'un güzelliğini, okuduğum eserlerin, bilhassa Şato Eriyan'ın cAtala> sının ve nihayet bu çocuğun tesiri olmalıdır. .Ben sonra anladım ki, bu çocuğa aşık olmuştum; fakat bir gün dalıi bir kötü şey batınma gelınemiş, ona bir kötü söz söylememişimdir. Bu, tabii, saf ve pak bir sevgi idi. Ancak bu bir kız değildi. Kız olsaydı kim bilir nasıl severdİm veya yine bu kadar severdlın. !şte bu gayri tabÜ hal Türk sosyetesinin bir yru:=ıdır. Böyle bir aşkın sonu livata demektir. Bu sebeple el· bet mezmiımdur. Livata eskiden beri Çinli!erde vardı. Mandrenler genç çocuklara aşık olurlardı. Romalılarda da vardı. Hatta erkek çocuk sahibi aileler çocuklarını evleninceye kadar, müstefreşe gibi, oğullarına saçları uzatılmış genç erkek esirler verirlerdi. Hatta Roma !mparatorlanndan genç çocukla merasinıle evlenenler olınuştur. İran'dıı eskiden beri vardı. Hatta bizdeki Şengül (Şengül Hamamı) budur. Şengül kelimesi gulii.m, gul&.mpara ına nasma farisi olup mef'ul çocuk demektir. Şengül kelimesini ve bu aşkı Selçıık devrine ait şürlerimizde de buldum. Osmanlı klasik şairlerinde ise pek boldur. Denebillr ki bu iş bize acemden ve eski bir zamanda geçmiştir. Bunun, kadın bulunmayıp orduların uzun zaman kadınmz kalınasından meydana geldiğini söylüyorlar. Bunu tı,ısdik eder vakalar Osmanlı Tarihinde varsa da, meselii. Hanya Muhasarasında askerin isyan edip kumandanın gulamlarını aldıklarını, isyan bastınlıp bu çocuklar bulunduğu vakit gerdanlarında emik yerler görüldüğünü Nalına yazarsa da bugün kadının mebzul olduğu Fransa'-
Bir de
nar&. atarak ötekinin Ama öteki her halde evine girmiştir. Derken sokağa çıkmak istedim. Anam bağırdı ve beni geri döndürdü. Yukarı çıktım. Beni korkudur aldı. Ya aralanna girince herif beni bilerek veya kazara bıçak lasaydı... !§te insan ne tuhaftır. önce imdada koştum. Adam kurtannak için hiç korkmadım. Şimdi korkuyordum. Hem de evdeyim. Kamalı adam Kastamonulu, vuruculuğu ile meşhur Mehmed All, diğeri Hama.mcıla.rın peşine koştuğunu işittim.
Esad'dı:
Sürgünlerden biri de Harbiye Mektebi talebe.sindendi. Henüz onyedi yaşlarında g~yet güzel yüzlü idi. Bir zabit olan babasını da sürmüşler, oğlunu da Sinop'a sürmüş ler, anası oğlu ile gelmiş. Sinopta beraber oturuyorlardı. Bu çocuğu herkesten ziyade sevmeye başladım. Görmesem aklımdan hiç çıkmiyor, görsem yüziine bakamıyor, içimde halecan duyuyordum. O bana melek gibi geliyordu; fakat bundan bir şey anlamıyordum. Gündüziin aklımda keza gece uykumda o idi. Uyanıyorum, derhal o aklıma geliyordu. Evimizin etrafı bahçelikdi. Büyük ağaçlar vardı. Bir krtş ötse o söz söylüyor zannediyorduın. Bir gün kalktım. Bir ispinoz ötüyordu. Bir ilh8.m ile elime kağıt kalem aldım içine bir şeyler yazdım ve bir zarfa koyup ona gönderdim. Gündüziin Zeytinlikte Avrupa şairlerini okuyordum; fakat yine o zilınimden çıkmıyordu. O aklı ma gelince dalıyor, kalıyordum. Böyle ne kadar kalıyor dum bilmiyorum. Ağaçlar, çimenler, deniz bana dalıa tatlı geliyordu. Rüzgarın denizin yüziinde yaptığı izler üstünde oyuaşan peıiler görüyor gibi oluyordum. Yerlere sığamıyordum; göklere çıkıyordum. Ben yerde, manevi varlığım gökte idi. Hasılı tatlı, yüce bir h&.! yaşıyordum !.. Fikrim açılmış, incelıniş, yükselınİştİ; yalıut öyle zailıl!e dlyordum. H8.la ne olduğumu anlamıyor, bunların sebebini izalı edeıniyordum. lkide bir şairane nesirler yazıyor-
94
HAYAT ve HA'l'TitATIM
da bilhassa İtalya, İspanya, İngiltere ve Almanya'da da bu iş pek boldur. O halde sebebi tenasül hissindeki bir te· havvül yani dalalet olsa gerek. Aşk hayatın mühim bir unsurudur. O beni göklere çıkarıyordu. Altın kanatlı hayal ve tasavvurlar ile uçu· vordum. Benim fikri terbiyeme bu aşkın mühim bir tesirc ~lmuştur. Aşk kadar insanı terbiye eder; hiç bir şey yoktur. Aşk görmemiş insan yontulmamış taş gibidir; ince ve yüksek duygulu olamaz. Kim bilir, benim derecemde okumuş, güzel ve duygulu bir kızın aşkına düşseydim, fikrim daha ne derece yükselirdi; fakat terbiye ve rııh yükseltmek vasıtası kalmak için bu aşk böyle platonik kalmalıdır. Maatteessüf aşkın neticesi hayvani bir ego· izm ve menfaatperestliktir ki, aşkın bütün şuurunu sö.ıı dürmektedir. Vuslata varmamış aşklardır ki hakiki şiir· leri yazdırmışlardır. İstanbul'a mektebe döndüm. Edebiyata devam edi· yor ve artık şiir de yazıyordum. Aruz vezni ile yazıyor· dum. Onbeş kadar şiir yazdım. Bir takım nesirlerim de oldu. Bugün bunlardan ancak iki üç şiir ile o Zeytinlikte yazdığım büyük nesirden başkası kalmamıştır. Ben siya· ı;et yüzünden Avrupaya kaçtıkça veya sürüldükçe, hapse· dildikçe kimi kaybolmuş, kimisinin büyük kısımlarını fa· reler yemiş; gelince bunları böyle bulmuşumdur. Kalanlara bundan bir evvel baktım, hiç imiile yapmamışım. Bunu zannetmezdim. Bu esnada felsefeye de merak sardırdım. Lamark, Darvin, Bohner, Hegel, Şopcnhavr, Spencer gibi bir takım filozofları okudum. Bunları kısmen anl:yamıyordunı. Anlatahilecek bir rehber de yoktu. İşte biz böyle kendi ken· dimize ve hudayi nilbit olarak yetişmeye çalışıyorduk. Güç işti. Yol da sarp yerlere ağıyor, sarıyordu. Ben hayatımda hiç bir vakit rehber bulmadım. Felfeseden bana ça· buk bir iştahsızlık geldi. Baktım ki filozoflar bir takım
Dr. RIZA NUR
95
içtimal ve tabii meseleleri her biri kendine göre bir yol ile bulmağa, izaha çalışıyor, düsturlar vücuda getiriyor; Al· lah' ı tanıyan, tanımıyan, maddi yön, pozitivist hepsi da· valannı isbat için mükemmel deliller buluyorlar. Hangisine inanmalı? ... Ancak hakikaten bir Allah var mı, yoksa yok mu? Halli lil.zıın miihim ve mUşkil bir nokta idi. Nihayet şu fikre geldim: İnsa.nlar beş hisse maliktir. Nice şeyler var ki bu beş hisle bilinemiyor, ilim ve fen neler keşfediyor, demek kfünatta nice şeyler var ki bize malfun değildir; sır halinde kalıyor. Mesela göz mikrobu göremiyor, mikroskop gösterdi. Elektirik evvel bilinmezdi, mühim bir kuvvet olduğu anlaşıldı. Bu halde insanlar kainatta mevcud şeyleri görmek, bilmek kabiliyetinde yaradılmamışlardır. Bize meç· huJ ve aklımızın eremiyeceği nice şeyler vardır. İnsanda bu beş hisden başka dalıa başks hisleraltı uzuvlar olsa idi kim bilir daha neler anlariardı... O halde bu noksan akılla, vasıtalarla filowflar gavamiz·i tabiatı, Allah'ın var veya yok olduğunu nasıl biliyorlar? Demek bu gami· zayı keşfe uğrıuımak ahınakhk, boşuna yorg:ınluk ve za· man kaybıdır. Bununla «Allah var veya yok benim işim değildir. Ne inkar, ne de tasdik ederim> dedim. Felsefeden vazgeçtim. Bu esnada kil.inatın tekevvününe dair bir eser yazmaya he· ves ettim. Bibliyografi de toplamaya başladım. Fakat he· nüz böyle bir eser yazmak için de tahsilimin kifayetsizli· ğini düşünüp sonraya bıraktım. Sonra de. bu hevesim geç· ti. Bundan vaz geçtik; fakat edebiyattan bir türlü k en· dimi alamıyordum. Bu esnada kimya, fizik hayvana! ve emsali tabii ilinıleri okuyorduk. Bende bunlara büyük bir heves uyandı. Dersicrime çalışıyordum fakat bunlara az vakit kalıyordu. Teneffüslerde ve gece yatakhanede de çalıştığım halde vaktin darlığım pek ziyade hissediyor·
96
HAYAT ve HATIRATIM
dum. Perşembe günleri mektepten çıkınca kıraat salonuna gidiyordum. BabıAli caddesinde birkaç, keza Bayezıt' ta bu ad altında yerler vardı. Orada her mecmua ve kitap bulunurdu. Bunlan kli.milen satın alaınazdım. O kadar param yoktu. BabıiUide, Sabah gazetesi altındaki kıraat salonuna gider, okurdum. Bu zaman Servet-i Fünun'un parlak devri idi. Onu pek severek okurdum. B~ında Tevfik Fikret vardı. Bu salonlar pek iyi şeylerdi. Bir kuruşa herşeyi okurduk. Bir taraftan da politika ile uğraşıyordum. O vakit Avrupa ve Mlsırda Abdiilhamid aleyhine yapılan neşri yatın civcivli zamanı idi. Alimed Rmt Bey, Mizan gazetesi sahibi Murad Bey, Sabahattin Bey Avrupadaydılar. Beş altı gazete çıkanyorlard.L Bunlan getiriyor, bir kiı.ç arkadaş Galatada şimdiki Osmanlı Bankası Karşısındaki Fransız postahanesine gidiyor, bir kaçmuz dışarda tarasBUt ediyor, birimiz girip alıyorduk. Mektebe girerken kapıda üstümüzbaşıınız iyice yoklanıyordu. Bu sebeple birimiz dışarda gazetelerle kalıyor, diğerleri giriyordu. Girenler ortalık karannca koğuşun penceresine geliyordu. Askeri Tıbbiye mektebi Sarayburnundaki büyük kışla idi. Bir yanında Şimendifer hatlan vardı. Pencereler oraya bakıyordu. Bir ip sarkıtıyorduk. Gazeteler bağlanıp çekiliyordu. Gazetelerin bir kısmı dışanda saklanıyordu. Gece dershanelerden koğuşlara gelince kapıda talebeden biri zabit gelmesin diye bekliyor, biri de yatağının üstüne çıkıp ayakta gazeteleri okuyordu. Her koğuşta elli altınış talebe vardı. Bu her koğuştu da böyle yapılıyor du. O okuyor, münakaşalar yapılıyor, gülünecek yerlerde de kalıkahalarla gülünüyordu. Sonra bunları abcteshanede saklıyordum. Bir el kadar sıvayı çak1 ile muntazam surette kesmiştim. Bu parçayı kaldırıyordum. Gazeteleri bir i;ıe bağlayıp bağdaeliden geçiriyor, duı/arın içine sarkıtı yordıo'Yl. ipliği tahtaya yaptığım bir çentiğe iliştirip ker-
Dr. RIZA. NUR
97
piç kapağı yerine yerleştiriyordum. Kimsenin btı!lll8Bl ihtimali yoktu. Bulunsa da kimindir 8ilinemez. Perşembe günleri çıjrnıca gazeteleri evleriın kapıla rından, bahçelerinin duvarlanndan içeri, keza camilere at.ıyorduk. Bir defa kadir gecesi Ayasofya Camiinde yukardan halkın üstüne saçtık. Ben gazeteleri ayağırnın arıısma sarıp öyle sokağa çiktım. Tııhii en gizli yerdi. Hektep heyeti bu hususta pek dikkatli ve şiddetliydi. Bir kaç defa arkada§lanmdan Taşkışlaya hapse götürdüler. Sürdiller, benim de kitaplahmı, eşyaını yokladılar. Bende bir şey btı!amadılar. kıırtııldum. Burada bir vakayı zikredeyim: Tıbbiyede Harbiye Mektebi Nazın, Rıza Paııa'nm İhsan adında bir kardeşi müdürdü. Bunlar o vakitki tabirle «lladika-i Şahane Nô.zın ömer Ağa» nın ogtı! lanydı.Rıza Paşa iyi bir adama benzerdi; fakat kardeııi pek mel'un, ahlaksız, mülevves, rezil biriydi. Tıbbiyenin başına tam inusallat, tam bela idi. Bir de müthiş hafiye olarak eczacıbaşı Refik vardı. Bu mel'un bu san'atla paşa da olmuştu. Bir gün bunlar ders esnasında ve derahanede hoca varken bizim derahaneyi bastılar. Beninı kitaplanmı yokladılar. Sonra beni alıp çıktılar. «Eh, beninı de sonum geldi> dedim. Çünkü böyle yokluyor, çocuğu Taşkışlaya yolluyorlar. Oradan nefer edilip sürülüyordu. Usül buydu. Beni koğuşa götürdüler. Oradaki dolabımı ve yata.ğunın içini, dışını da aradılar. Fransızca bir gramer kitabım var- · dı. Müdür onu aldı. Bir kalba kağıt!a cildi bozulmaması için kaplamıştım; fakat Şato Eriyan'ın Fransa bü:Yük inkıla.bı zamanında kaçıp İstanbul'a geldiği vakit İstanbW'u · tasvir eden ve bu tasvirde İstanbul'ım bir saray, bir zın dan, bir de minarelerden mürekkep bir roman olduğunu soyleyen böyle iStibdat a.Ieyhtan bir tasviri elime geçmiş, bunu yırtıp atınağa kıyamamış bu kaba kağıdın için saklamıştım. Kaba kağıdı çıkardı. Bu yazılan buldu. Bereket versin Fransızca bilmezdi. İdare heyeti pek fena idi; fa-
F:7
HAYAT ve HATIRATIM
Dr. RIZA NUR
kat içlerinde hürriyetçi insanlar da vardı. Binbıuıı bir· gözü kör Hüsnü Bey adında bir Dahiliye zabiti vardı. İhsan .F'ransızca bilmezdi kağıdı ona uzattı. «Bak, nedir?» dedi. · Ben <
girdikten sonra işittim ki Alımed Rıza Türkleri ancak bir defa, hanesinde kabul cdermiş. Kabul saati zamanında misafir odasına peynir ekmek kor ve herkes gelince yermiş. Maksadı tabii böyle yaşadığını göstermekti. Halbuki kendisine böyle para gönderildiği gibi Mısır Prensi ve Prensesleri de verirmiş. Dersler beni çekiyor. !':debiyat, politika vakit vermi· yordu; düşünüyordum. Mektepte bir kuzguni siyah Arap Mülazım Dahiliye Zabiti vardı. Pek iyi adamdı. Tal(•beye. evlat muamelesi yapardı. Birgün beni bir talebe ile yemekhaneye çağırttı. Kuytu bir yere girmişti. Y'anına vardım. Dedi ki: «Oğlnm! Sen zeki çalışkan ve ahlaklısın, yetişip vatana hizmet edeceksin fakat politika ile çok uğ rıuııyorsun. İdare Heyeti biliyor. Peşini takip ediyor. Başına bir vaka gelecek. Politikadan vazgeç. Yoksa mektepten kovulman muhakkak, sana acıyorum. Bu baba nasihatını dinle. Ben de senin gibi istibdattan inliyorum. Hele biraz sabretmeli. Zamanı gelir.» Bu söz
99
HAYAT ve HATIRATIM
Dr. RIZA NUI<
O halde cahil, tahsilsiz bir adam kalacaksın. Şürin de sı· Hem maişet için hazırlanmak lazım? Zengin değil sin; aç mı kalacaksın? Bu her şeyden evvel. him dahi pa· ra ile ... Bu esnada Murad Bey de Avrupadan İstanbul'a gel· ın4ı. bütün işlerimiz sönmüştü. Bu da bana te'sir etti ve Murad Beyin dönmesi ile Avrupadaki hareket de sönmüş tü. Türkiye'de de çok kişiler hapis ve sürgiin edilmişti. Herkes te yılgın bir halde idi. Yapacak bir şey yoktu. İşte bu fikirle edebiyatı, şıın, politikayı kil.milen terk edip bütün vaktimi tıbbi ilim tahsiline verdim ve buna dört elle sarıldım. Rumi 1311 tarihinde tıbbiyeye ilk geldiğimiz vakit bir şey karşısında kalmıştık: Yukan sınıflardan gelip her biri bizden bir kaç kişiyi aldılar ve bize şunları söyledilerdi: «Bu mektep ilim, hürriyet ocağıdır. Burada ilm e, mil· !eti istibdattan kurtarmaya çalışmalıdır. Bu mektebiıı an'aneleri, terbiyeleri 'vardır. Her sııııf kendinden yukarı sımfa itaat ve hürmet eder. Buranın terbiyesi böyledir ve buna mecburuz. Arkadaşlar birbirini sever ve yardım eder. İdare heyeti istibdat heyetidir. Hocalar Hürriyetperverdir; onlar bizden dir. Talebe arasında olan hiçbir ~e yi talebeden kimse idare heyetine haber veremez. Bu casusluktur. Rafiyelik edeni el birliği ile döğeriz. Ve aforoz edeıiz?» İki tıbbiye vard1: Biri Tıbbiye-i Mülkiye idi, Kadır gada idi, diğeri Askeri Tıbbiye idi ki bizdik. Birincinin bir ehemniyeti yoktu. Oradan bir iyi hekim ve profesör de yetişmemiştir, yahut nadirdir. En güzide muallimler, hekimler bizimkinden yeti~miştir. Bizde tıbbiye mektebi Selçuklular zamanmda baş lamıştır. Osmanlılar zamanmda İstanbul'da Süleymaniyede de tıp medresesi vardı. Nihayet Avrupa usülü alı nır'ken Askeri Tıbbiye mektebi yapılmıştır. Askeri Tıbbi·
ye eskidir, ilk devrede talebe çapkın olunnuş, hergiin rnek· tepten çıkar çapkııılık, kabadayılık, tulumbacılık yapar· Jarmış. Mektepte her talebeniıı bir odası varmış. Gece buraya misafir alrubilirlermiş. Tıbbiye kabadayılan İstan· bul'da meşhurmuş. Sokakta adam döğer, ev basıp kadın alır mektepleriıı kapılarında bekleyip güzel çocukları zorla götürürlerrrıi~. Tıbbiycniıı bu ilk devresidlr. Bu geçın4ı; edebiyat, ilim devresi ba-'}lamış. Edipler, alimler, iyi hekimler yetişıniştir. Sonra politika da buna zam olmuş· tur. İtttihad ve Terakki Cemiyeti, İshak Snkftti, Şeı-:üet· tin Mağmıuni, Arif Beyzade Hasan ve Hüseyinzade Ali tarafından ilk olarak bu tıbbiyede teşkil edilmiştir. Millete hürriyet fikri verilmesinde tıp talebesinin rolü pek mühimdir. Biz tıbbiyeye geldiğimiz vakit edebiyat devri sönmekte idi. Politika şiddetlenmişti. Altı sınıftı. Hepsi 1000 kadar talebe idik. Bizim sı nıfta 160 kadar talebe vardı. Halbuki İdadide (200) idik. Döküle döküle bu mi.lttara inmiştik. Talebe arasında öyle disiplin, tesaniid vardı ki; sa.ıı.ki hepsi bir ağız ve bir vücuttu. Aşikil.r politika yapar, o vakit evrakı muzırra dem· !en gazeteleri okurduk da hiç bir talebe gidip idareye haber vennezdi. Altı yıl zarfında sade üç talebe casus zuhur etti. Geceleri bunları fırsat buldukça başına bir kaput geçirip el birliği ile iyice döğerlerdi. Onunla hiç kimse ko· ııuşmazdı. Hattil yanından geçerken ona küfürler ederlerdi. Birinciye kaput dayağı derlerdi. Meşhurdur. Elbisemiz beylikten verilirdi. Kaput geniş ve içinde kırmızı bir çuhadan astarı vardı. Bu kaputu birden çocuğıın kafasına geçirip yıkarlar, iyice döğerlerdi ve kim vurduya giderdi. Bu sistem belki de tıbbiye icadıdır. Değilse bile herhalde tıbbiyelerin spesiyalitesi idi. İkinciye aforoz der· !erdi. Bu da tıbbiyelere mahsustu. Aforoz dayaktan da müthiş bir silil.htı. Fail bir vasıta değilse de meful olduğu halde pek müessirdi. Aforozlu çocuklar kimse ile ko-
100 fırdır.
101
HAYAT ve HATIRATIM
Dr. RlZA NUR
çatlar bir hale gelir, melankolik olurlardı. Bu manevi tazyik altında üç casus birliıiriyle de konuşmaktan ı;ekiııirlerdi. Bunlardan biri Abidin adında bir Aruavuttu, verem oldu; idare mektepten çıkardı. Biri Bahri adında 'frabzonlu idi; fakat şivesine nazaran son yıllarda gelme. Zannediyorum ki; Azerbeycanlı, Trabzona yerleşmiş bir aile çocuğu idi. Hem de bu talebe vücudlu, kuvvetli, gözü pek biriydi. Buna rağmen üç beş defa kaput dayağı idi. Aforozdan avare bir hale geldi. Mektep heyeti nihayet orıu da mektepten çıkarınağa mecbur oldu; zaptiye nezaretine sivil hafiye kaydedildi. Oraya gidince yine oranın hafiyelerinden Sinop'lu Niyazi adında bir genç ve ahlaksız çocukla beraber beni· ve arkadaşlanmı jurual etti. Önce söylediğim gibi Niyazinin ağabeysi olan Necati beni kurtarmıştır. Üçüncü casus talebe delirdi. O Ua mektepten o suretle gitti. !.<ıte aforoz böyle müthiş bir şeydi. Ya ve rem, ya deli ediyordu. Mühim bir mesele oldu mu her sınıf iki kişi intih31b ederdi. Bunlar toplanıp müzakere eder, karar verirlerdi. İcabederse talebe namına idareye gidip beyanatta bulunur ve istenilen şeyi isterlerdi. Ben de sı r.ıfımdan intihap olunurdum. Bütün altı yıl zarfında böyle üç dört mühim içtima oimuştur. Yemekleri iyi değildi. Kışın kayış gibi manda eti ile patates veya kuru fasulye bir de pek fena bir yağla pi· ;av; yazın pek az bir et ile suda haşlanmış bir halde bir sebze ve pilav verirlerdi. Haftada bir defa da hoşaf ve em· sali tatlı diye verilirdi. Bunlar karavana ile sofraya konurdu. Her sofrada on talebe olurdu. Sofraların örtüsü yoktu. Tahta bir sıra üstünde otururduk. Sade adi teneke ~ata! ve kaşık vardı. Bıçak yoktu. Biri herkesin tabağına kepçe ile yemeği dağıtırdı. Talebe sebzenin içindeki ete izmarit derdi. Kepçe bir tane ete tesadüf edince «Oooo ... İzınarit! ... » diye hağırışılırdı. Herkes ete hasret ... Bu
sebeple bu, mühim hadise idi. Ekmek pek fena idi. Toprak dolu idi. Yerken çıyır, çıyır, ederdi. Daima midem ekşirdi. Yemekten sonra karbonat alırdım. Dokuz yıl patates ve kuru fasulyad3.ll öyle hizar olmuştum ki; mektepten çı kınca bir daha ölünceye kadar bunları yemerneğe ahdetmiştim. Hakikaten doktor olduktan sonra iki üç yıl yemedim. Bir gün nasılsa düşünemiyerek yedim. Baktım mideme dokunmadı. Artık yedim. Mektepten çıkınca bir kaç ay içinde midem düzelmiş, sıhhatim iyileşmişti. Bereket versin babam bana her ay. Sinop'tan yumurta ve tereyağ gönderirdi. Bu yemekleri yemez tavada yumurta pişirir onu yerdim. Şüphesiz ki tıbbiyede hayatı· mın kurtulmasını bu yumurtalara medyunum. Babam bu mektebin ilk devresinde bana kafi harç· lık gönderirdi. Vakıa mektepte Arnavut bakkal vardı. c Beş, beş» derdik. Yani beş paralık ekmekle beş paralık beyaz peynir, keza ciğer, fasulye piyazı ve sütıaç satardı. Bunlar da mektebin yemeklerinden daha hayırlı bir şey değildi. Babam sonraları bana para göndermemeye baş ladı. Artık ihtiyarlamış, kazancı azalmıştı. Diğer bir kardeşimi de Bahriye mektebinde okutuyordu. Ona da para lAzım dı. Yemekte yumurta kafi idi; fakat istediğim ki· tapları alamıyordum. lşte o vakittir ki; birgün param olursa parasız gençler kitap bulabiisin için bir kütüpha· ne yapınağa ahdetıniştim. Şükür, beş yıl evvel muvaffak oldum. Sinop'ta bir kütüphane yapıp vakfettim. Babam mektebe girerken Cumalık bir kat iyi elbise yaptırmış tı. İki yıl içinde biraz eskidi. Baharnsa başka yaptırama dı. Tam mektepten çıkıııcaya kadar bu elbiseyi taşıdım; KB.h da beylik kaba kumaşlı ve biçimsiz elbiseleri giy· dim.(l)
102 nuşamaz,
(1) Tıbhiye malftmat vardır.
hayatından adlı
eserimde
103
tıhbiyeye
aid
HAYAT
ft
HATIRATIM
Sınıfımda ~vuştum. Çavuıılar Wğer talebelerden fazla maaş alırdı. Sınıf ilerledikçe de maaş artardı; fakat maaş sade altı ay çıkardı. Bu bir para idiyse de .kitaba i!RitmezdL Çünkü ben kitaplanmı Paris'ten getirtiyordum. Tahsilimi onlardan yapıyordum. Hocaların ta.krirlerini ~yi ve k8.fi bulmuyordum. Artık ben şiirden, politikadan tamaıniyle çekilmiş, JUitün va.ktimi tıbbt ilimiere haeretmŞim. Bu esnada bende büyük bir iııkı18.p oldu: Pek ciddi oldum. Artık k.iınse ile görüşmüyor ve şa· i(alaııwıyocdum da. HattA. gülmüyorduın. Diyebilirim ki; iki yıl siil'en bu müddet zarfında bir defa bile gülmemi· Gimdir. Gülmeyi hafif meşreblik, hattA delilik, ins~a yakııımaz bir gey sa.nıyordum. Güleniere hııkaret gözü ile ba.kıyordum. ldadinin son • sınıfmda tütüne alışmıştım. lbtida Sinopta babamın tütününden alıp i~, başını dönüp kusınuştuın. Sonra yine içtim, alıştını. Bu esnada tütünü de insanlar için pek adi bir şey bulmaya başla dım. Diyordum ki; insanlar bir otu alır, yakar, içer. Bu deliliktir. 1nsan ne kadar bayağı şeydir. Bu gıda değil. Hem de sılılıata muzır şey. Sinop'tan getirdiğim bit okka tütünüro vardı. Hemen bunu başkalarına verdim ve tütüııü terk ettim. Mektepten çıkıncaya kadar ve sonra da bir kaç yıl tütün içmedim. !stinınarun mazarratını öğrenmiş tim; •Ben ne §.di adamım ki; böyle şey yapıyorum» de· dim; derhal onu da bıraktım. Mektepten çıkineaya kadar bir daha yapmadım. Kadın da gönnediın. Zamanla öyle oldu ki bende intlaz bile olmazdı. Bunu cehd ile kendimde söndünnüştüın. Mektepten çıkınca ise çapkınlığa daldım.
Bu benim fazilet ve alılak devremdir. Nefsimle mü· cadele ve cehdederek birçok kusurlarıını tashih ediyor· dum. ·ıterkes. gibi ben de konuşma esnasında yemin ederilim. Bunun adiliğini bilerek etmerneğe savaştım. Ansızın
Dr. RIZA NUR
105
ve bilmeksizin etmiş olsam derhal it.A,b eilerdim. Dolsşır ve bunu zihnimde tutardım. Böyle, hiç yemin ·eı:zneme ğe ve sade pek mühim bir şeyde yemine alıştını. Yıne b&· zen yalan söylerdim. Bu tena şey de insanlarda Adettir. Adeta yalan söyleyen yoktur. Bunu da miicahede·i nefsiyye ile nihayet izale ettim. Herkes gibi cBendc;niz zat-ı aliniz ilil.. » nezaket ve edep tabirlerini bende kullanırd:ım. Bunun da Adi bir şey, hele istibdat teııbiyesi, fbtid8.ilik olduğuna hükı;ıı.edip clıısanlar birbirinin kölesi veya bir kıs mı ulVl: malılilkat olamaz» dedim. Bana bunlar ağir, 1nsanlığa hakaret geliyordu. 'Cehd ile bundan da vazgeçtiın. Artık komuşurken bı1 kelimeler ağzıma gelmiyordıı; daha b1l gibi nice kuşurlanmı glderdim. Mektep hayatı insanin en saf ve pak zamanıdır. Hak için kükrerdim, haksızlıkla ra höcftm edeı'dim.. Biri lıaJı:ınzlık ettiini oı'ıa diri ve a.ğlr sözler söylerdim. Bunu mukaddes bir vazife bilirdim. Ve: cHak mevzuubahis olunca akan sular durur ve ve durmalı zannederdim>. Fakat maatteessüf iş hiç te öyle detiJmiş ... Mektepten çıkınca, hayata girince sosyal ve pratik hayııtın ne çirkinlikler ile meııbft olduğunu gördilm.. Bu riice emek!e hasıl ettiğim ahlMı: ve ·piirlizsüs teuıis adetler ve faziletierin bir kısmı kendiliğinden gitti, bir kısmını da bilerek l:ıen terk etmeğe mecbur oldum. M:eselil ilk doktorluğum ıı:amanında kimseye bendeniz ve zatıfiliniz demiyorduın. Karşımdakiler irkilir gibi oluyor, sıı rapru değiştiriyordu. Anlıyordum ki; beni terbiyesis bıı luyorlardı. Nihayet onlar gibi demeye mecbw ve terbiyeli oldum. İşte muhite uymak ka.ııunıı,- zaruri ve kat'idir. İnsan kendini· saklayanıaz. Ne yapayım?... Musahabetim kimseye hoşnutluk vennez olmuştu. Yalan da söyleılim. Hele sonra diplomatlık ımmanımda ... Bu mücahedelerim şöyledir: Kendimd<,'! ne kadar ku· sur varsa bir kAğıda YazAnn; dünyada ne kadar faziletler, meziyetler varaa oıııan da yazdım. Kusurlanmı ml1te-
107
HAYAT ve HATIRATIM
Dr. RIZA NUR
madiyen tashihe , bende olmayan meziyetleri bana mal etmeye çalışırdım. Bu hummalı cihad ile beş-altı ay içinde mükemmel bir adam, mücessem ahlak ve fazilet sahibi olmuştum. MaatteeBSüf bunda iftira çıknuştım. Mesela lüzumu derecesi kadar da süsü dahi sevmiyordum. İyi giyinenleri fahişeden telakki ediyordum. Bunu züppelik buluyordurn. Bu sebeple saçım uzuyordu. Ancak ayda, iki ayda bir defa traş oluyordum. Malayani sözler söyle· mediğim gibi böyle sözleri de dinlemiyordum. Söyleyene hakaret ediyordum. Halbuki hayatta bazen lil.zımdır. Sa'y yorgunluğunu giderir bir ilıtiyaçtır. Hayatıının bu son beş altı yılında anladım. Fikrimi saklamayı ayıp, riya, adilik biliyordum, bu sebeple derhal söyleyiveriyordum. Bu da hayatta ne büyük hatadır. İnsan bundan çok kaybeder. Gerçi iyi bir faziletse de hayat adeta riyadan ibaret olduğundan fikrini saklayanlar kazanır. Bir de insanlardan ahlaksızlıklan sebebi ile müthiş bir surette iğreniyor, herkesden kaçıyordum. Ziyade Mizantrop olınuştum.
.Gölge etıne başka ihsan istemem» demesi pek hoşuma gıtmişti. Filhakika bende de onun gibi istiğııa, böyle istihza sever bir bilkat vardı. Bırkaç yıl sonra meşhur Amerikan filozofu Franklen'in bir alılak cedveli olduğunu gördüm. Artık buna hacet kalmanuştı. Benim cedvel, be-
106
Talebe arasında hemen herkesin bir adı vardı; bir· birine bir lakab takarlardı. Hatta hocaların da· zrubitlerin de adları vardı. Mesela zabitlerden İbrahim adında bir mülil.zıma Kabagöt İbrahim, birine Kofturkof, birine Kalafatçı derlerdi. Bana da talebc «Diyojen» adını verdiler. Artık Rıza denmez, Diyojen denirdi. Beni bununla filozof ve Diyojen gibi telakki ederlerdi. Hakikaten halim bu idi. Tuhaf tesrudüf Diyojen de Sinopl~dur. Ben de Diyojeni biraz okumuş, ooun Eflatun ile münakaşala rından bazı şey görmüş, sözlerini pek beğenirdim. Hele herkes nişan atsrken onun gidip hedefine oturması, sebebini sorunca burdan emin bir yer olınrudığını söylemesi; zamanın filozofları yıldızlar hakkında mütalaa beyan ederken «Siz onları bırakın! Hele şu ayağınızın altındaki toprakta ne var~ Onu bilin! Kafidir>> demesi, yine kendi~ini ziyaİ-et eden ve ne istediğini soran Büyük İsk en dere:
ninı işimi görmüştü.
Kinıya, fizik, teşrih, nebatat ve emsalinl okuyorduk. I(ımyruda Ali Rıza, Vasil Neum, teşrihte Mazhar Paşa gibi
bakikaten üstad hocalar vardı. Nazari .derslerin kafi gelmediğini anlrudım. Fizik ve Kimya laboratuvariarına da devam etınek istedim. İstida verdim. Aldıran olmadı. Ben bir haktır verirler zannediyordum. Çok üzüldüm; fakat olmadı. Böyle şeyler için iltimas lazımdı. Benim ise kimsem yoktu. Zaten ömrümde hiçbir rehber, mürşid ve hami görmedim. Kendim de isternek adetinde değildim. Böy1~ şeyler iktidar ile olmalı derdi m. Heyhat! ... O vakit dersler nazari idi. Pratik yok idi. Laboratuvarlar pek azdı. Teşrih için mektebe ancak bir veya iki kadavra getirdi. Bir kadavranın yemyeşil olup çürüyüp bi· tinceye kadar hoca başında uğraşırdı. Müthiş bir koku içinde idik. Talebe göreceğim diye birbirinln üstüne binerdi. Hatta bir defa bir talebe beni çekip kadavrada ho· canın çalışmasını görmek için yerime geçti. Ben de onu çekip yerime geçtim. Bana arkarndan bir tokat vurdu. Ben de döndüm, iyi bir döğiiştük. Sonra bizi onar gün hapset· tiler. İlk teşrlhe bruşlayışım tuhaf olmuştur; hala unutrnam: Kadavra geldi. Hoca teşrihhaneye gitti. Bize de: «Haydin, gidin!» dediler. Birçokları girdi. Ben kapıdan içeri giremedim, geri döndüm. O gece rüyama girdi. Da· ha ziyade korktum. Öbürsü gün «Böyle olmaz, gitıneli, lil.zım» dedim. Gittim. Kapıdan içeri girdimse de yine ge· ri döndüm. Dört giin böyle oldu. Nihayet cebr-i nefs edip girdim. Beni korkulu rüyalar bırakmadı ise de devam et·
108
HAYAT ve HATIRATIM
tim. Sonra alıştmı. Tabii gelmeye başladı. O derece ki: Hastahanesinde Asista.nlığım esnasında iki yıl kadar oranın otopsileıini ben yaptım. Bazen günde dörtbeş cenaze olurdu. Sabahtan akşama kadar çalışmak Ia?..ıındı. Öğle zamanı elimi yıkayıp yemeğe giderek vakit kaybetmemek için yemeği oraya getirir, tabağı ölünün taşına bir kağıt üstüne koydurur, çatalı elime alır, ekmeği de eli temiz bir hizmetçiye koparbp ağzıma koydurarak ala yerdim ! ... Ulum-u Tabiye tahsili esnasında pek güçlükler vardı. Bu bilhassa teşrih ıstıl:lhlarında idi. Bunları anlamak için çektiğim zahmeti asla unutamam. Boşuna da çok zamanım kaybolmuştur. Kamustan kamusa bakardım. Bu ıstılatım çoğu lügat kitaplarında yoktur. Azı vardır. Onların da bir kısmı Arapçadaki m anasın d an başka bir manadır. Zaten bu hal edebiyat ve halk dilince ,;iren arapça lügatlarıınızda da vardır. Mesela isti'dat arapçada hazır lanma, hazırlık iken bizde kabi!iyet manfısında kullanıl mıştır. Acemce ıstılilh nadirdir. Mesela ortopediye federsıtazi dive aceınce ıstılah konmuştur. Bu ısWi\hlar çorba, ·kötü şeylerdir. Bunlar konduğu vakit iyi bir sistem tatbik edilmemiştir. Sonra eski ve yeni Türkçeden alacak yerde, Avrupa ıstılilhlarını kabul edecek yerde arapçadan alınmıştır. Bugün Mısırda bile ıstılilh bunlar değildir. Eskiden bu ilimler ve terakkiyat mevcud olmadığından Arapçada bu ıstılahlar yoktur. Bizimkiler uydurup koymuşlar. Mısır ise Avrupadan almış tır. Hiç olmazsa bunlar bizden alıp bizimkiler bir Şark ilim ıstılilhı teşkil edebilseydi derdik ki, iyi olmuş ... O da olmamıştır. Ortada Türk Dili müthiş bir zarara uğramak fei.aketine düşmekten başka bir netice yoktur. Sonra ıstı iahı terkib-i izafi halinde yapmışlardır ki hiç doğru değil dir. llm-ü menafiu-1-aza, adale-i kasebe-i terkabeyi halemiye.. . llili gibi. Gülhaıııe
Dr. RIZA NUR
109
Bu ıstılahiarı koyanların başında doktor Kırımlı Aziz Bey vardır. Bu zat muhterem ve Türk tıbbının son devresinde mühim bir simadır. Türk tıbbında bir merhale teşkil eder. Tıbbiye açıldığı vakit dersler Fransızca okunmuş, sonra Türkçe okutulmuş, alil bir adım. !şte Aziz Bey ve emsalidir ki o vakit bu ıstılahiarı koymuşlar. Elde Fransızcadan Türkçeye bir tıb karnusu vardı. Küçüktü fakat zararsızdı. Büyük olsaydı işimi pek kolaylaştıracaktı. Sonra biz son sınıflarda iken mektep her muallim ve muavine yirmişer-otuzar kelime vererek bir tıp kamu sa yaptırdı. Büyüklü; fakat çok yanlıştı. Bu küçük kamusun da nüshaları yoktu. Bir tane birinde vardı. Bu lügatı baştan nihayete kadar kop ya ettim. Biz henüz tıbbiyeye geçince (1311 Rumi) İstaabul' da Ermeni vak'ası, bir müddet sonra Tesalya Muharebesi oldu. Büyük bir alaka ve heyecan ile bütün talebe harbi takip ederdik. Herkese ve bize de harp madalyası ver· diler. Benim zaten nişana hiç hevesim yoktu. Bunu adi bir şey tclakki ederdim. Bundan, hem de bilhassa «Ben harbetmedim ki, ne hak ile takabiiirim 1» diye takmadım. Bu madalyayı bir defa bile takmamışımdır. Hocalardan ve talebelerden de takmayanlar vardı. Derken idare herkes madalyasını takacak, takmayanlar ceza görecek diye emir verdi. Bir fizyoloji hocamız vardı, adı Şakir Paşa. idi. Avrupada tahsil etınişti. Uslu, iyi ve filozof bir adamdı. O ,da takmazdı. Zavalh korkak ve bir de okumaktan ser· sem gibi olmuş bir zattı. Emir üzerine korkup takmıştı; fakat nereye takılacağını bilmezıniş. "Öğrenmesi giiç bir şey değil ama galiba filozof yaradılışlı adam buna bir da· ldkasmı bile sarfetıneye kıyamamış olacak.. Göğsünün sağ tarafına hemen göbeği bizasma i!iştirivermişti. Onbeş gün kadar böyle gezdi. Her gördükçe herkes gülü· şlirdü. Ben takmadım, ceza da görmedim. Derken İspanya-Amerika muharebesi oldu. Bunu da
110
HAYAT
ve
Dr. RIZA NUR
HATIRATIM
talebe iki takım olmuş, biri Amerika, diğeri İspanya ta· raftan olarak ali'ika ile takip ederlerdi. Talebeden esrar· keş Süreyya Hikmet adında biri lspanyaya o kadar taraftardı, İspanyanın galip geleceğini o kadar iddia eder· di ki, adına tspanya donanmasının adını koyarak Amiral Çerolıra dediler. İspanya mağlup olunca bu çocukla pek alay ettiler. Bu çocuk sonra İttilıatçı olmuş, benimle çok uğraşınıştı. Akılsız, hekimlikte de sıfırdır. Üçüncü sınıfta idik. Tıbbiyede sınıflan tıbbiye idadisi ile heraber sayarlar, ıbu sebeple üçüncü sınıfa altıncı sınıf derlerdi. Mektepte politikacılık hala kemalli devrinde idi. Bense blli1lar ile bütün alakarnı kesmiştim. Yalnız bunların elebaşılan gizli gizli bana rey sorar, ben de söylerdim. Benden srrlannı, işlerini saklamazlardı. Her akşam yemeğinden sonra saf halinde bütün talehe dizilir, zabitler talebelerin adlarını okur, adı okunan «Mevcud» der, sonra üç defa boru çalınrrdı. Buna yokla· ma denirdL Her mektepte ve kışlalarda yapılır, askeri talebe ve askerler üç defa boru ile «Padişahım çok ya· şa! » diye bir ağızdan bağırırdı. Halbuki tıbbiye talebesi bağırmazdı. Hatta yavaş bir sesle bile bu cümleyi söyle· >nezlerdi. İdare heyeti tıbbiyelileri bağrrtınak için çok uğraşmış ve türlü emirler vermiş, zabitlerin yüzünü talebeye çevirmiş i.se de bir türlü bağırmamışlardı. Bazı tale· be dayak cezası alınışsa bu yoklamaların sonunda bir hal· ka ederler, haikamn ortasına zabitler toplanır, neferler getirirler yere bir seccade serip iki tarafına üçer beşer değnek karlar, ceza görecek talebeyi yüzükoyun yatırıp omuzlarına ve hacakları üstüne iki nefer çöküp iki zabit birer değnek alarak bir tarafa geçerler. Ceza emri okunur ve zabitler sıra ile dibek döğer gibi kıç•.na kuvvetleri olduğu kadar vururlardı. Ceza yirıni değnek ise yirmi değnek vururlardı. Bazı talehe kıçına pantalonunun altına bez· ler veya posteki sararak pek acı duymazlardı. Bunu ya·
pamayanların kıçlarında
lll
uzun uzun değnek yerleri kalır. yerler kanar kıçları mor, kırmızı, siyah, beyaz renklerde alaimisema gibi olurdu. Bir akşam dokuz talebeyi döğmek üzere hapishaneden getirdiler. Mektebin üç hapishanesi vardı. Biri camiin altındaki bodrumdu. Buraya en ziyade politikacıları tıkarlardı. Müthi~ bir yer· dir. Talebe arasında Padi~ah Genç Osman'ın ihtilalciler tarafından burada ırzına tecavüz edildiği rivayet edilirdi. Bunları yatırm?.k istedıler. Ta!ebe umumiyetle daya· ğın aleyhinde idi. «Dayak insana değil, hayvana, hatta ona bile değil» derlerdi. Biz tıbbiyeliler tıbbiyeli olmayı şeref bilir, bununla guıur duyardık. Kendimizi milletin en münevveri sayardık. Dayak güciimüze giderdi. Çocuklar yatmadılar. Bilakis zabitlere ve neferlere hücfım ettiler. Diğer talebe!er de lıüciim etti. Ortalık karıştı. Herkes birbirine girdi. Değnekleri kapışıp kırdılar; zabitler· den kaçaınıyanları döğdüler. Bu esnada öyle müthiş bir ses koptu ki, ben dahi titremeye başladım. Bin kişi bir ağızdan ve gözleri dönmüş olduğu halde bağırıyorlardı. Kimi <> böyle türlü şeyler diyor, bağırıyorlardı. Herkes, gözler dönmüş, kendini kaybetmiş bir halde idi .. Zihniyetimiz ne yanlıştı. Ne cahildik. İngiliz hürriyet bamisi, zalimleri kahreder, milletiere hürriyet verir zanne· derruk. İngiliz bayrağı çekersek İngiliz gelip Abdülhamid'i indirir Türklere hürriyet verir fikrinde idik. Bu zan bizde değil bütün millette hatta bütün dünyada vardır. Hal'bi umumi ile bu fikir bitti. Dayak yiyecekler kurtuldu. Hapishanelerdeki diğer talehe de neferleri yıkıp çıktılar. Yarım saat kadar bu hal devam etti. Artık mektepte zabit, emir, nizam, ders yoktu. Bu, hakiki bir isyandı. Nihayet koğuşlara girip yattık. Mektebin etrafını müse!Hl.h bir tabur asker ile Bazı
HAYAT ve HATIR.A.TIM
Dr. RIZA NUR
sardılar. Bu bize bir derece korku verdi. Sonra dokuz talebeyi alıp T~kışlaya götürdüler_ Sabahleyin Tophıioıı lll"üş4i Zeki Paşa geldi. Yanında muhafızlar ile baJıçede durdu. Talebeyi etrafına topladı: «Siz nankörsiinüz. Çünkü ekmek yediğiniz eli bilmiyorsunuz. Köpek bile bilir. Sizi besleyen veli ni'met biminnetinıiz efendimiz, padişa bırnırorr. Alçaklar! Sizin yiyeceginii, elbiseniz iyi değil, mektebinizin her tarafı akıyor. Yağmur yağınca sabaha kadar karyolalannızı ordan oraya çekmekle meşgulsii nüa :aunıarı bilmiyor değiliz; fakat padişaJıa sadık ol.ınadığınız4an size ~M~kmıyoruz, hrunsiniz! • dedi. Birkaç talebe «Alçak herif! Kalıroltıun padişalı! » diye bağır dılar. Zeki l'a§a:
leri işitiliyordu. Halbuki adet üzere zabit bağırmazdı. Bizi sevk etsin diye zabitleri bağırttılar. Hasılı ne bu ne tehdit tıbbiyelileri bağırtmadı. Çık.ıncaya kadar bağıı madık. Yalnız ağzımızı oynatırdık. Bir şey söylemezdik. Çoğıi da padişaha küfrederek ağzını oynatırdı. Bağırına dın diye birisini sorguya çekederse «Ağzımı görmedin mi? İnsan gibi söylüyorum. Sesim fazla çıkmıyor, tulum'bacı gibi bağırmaya lüzıun yok, dua değil mi? Hatta kalbi olması makbuldün cevabını verirlerdi. Bu darbe ile tıbbiyede de politikacılık kalmadı. Fiiliyat kii.milen bitti. Fakat yine kalben herkes hürriyetperver, istibdat düşmanı idi. · Benim de ifratlı ciddi devrem kemalinde idi. Bu aralık erkeklerin şehvet yiizünden ne belii.lara uğ radığı, ne haksızlıklar, adilikler ve zületler, hatta einayetler yaptığı, devlet ve milletierin de bundan müthiş felii.ketlere uğradığım hesap ederek kendimi böyle şeylerden cezıi bir surette kur,tarmak için şehvet kabiliyetini kaldırmak, bunun için de husyelerimi çıkartmak fikrine düştüm. B\ı gayri kabil izale bir gaye halinde dimağıma yerleşti. Bereket versin ki, hadımların seslerinin inceliği, fizik, alılii.k ve maneviyatça kadın gibi oldukları nı öğrendim; bu beni tuttu. Beniınse davam erkeklik, mertlik, kahramanlıJı:, hak, ilim, hürriyet, milliyet yolunda nihayetsiz bir cidal yapmak. Gönlümün en hii.s emeli bunlardı. Halbuki hadımlık ile bunlar kli.milen gidiyordu. Bir çıkınaz içinde kaldım. Çare yok. Nihayet alılli.kımave receğim metin terbiye ile şehvet iğfalatını zabt ve imha lii.zıın olduğıı kararına vardım ve hadım olmak fikrinden · Vazgeçtinı. Bu .cezri bir çare değildi ama ne çare cezrisi dalıa mahzurlu bir netice veriyordu. Sonra hekiln olunca anladım; bu iki yıl esnasında ııiiphesiz ki ben nevrastenik idim. Bu da çok çalışma, hapishane gibi bir muhit, fikir ve emele mugayir bir yer, gı F:8
112
113
HAYAT ve HATIRATIM
114 dasızlık
gibi şeylerin neticesi idi. bu hallerim geçmeye yüz tuttu. Ahlak ilim, çalışmak yine gayemdi; fakat ifrat gidiyordu. Gülmeye başlıyordum. Arkadaşlarla ünsiyet ediyor, konuşuyor, ı,>iilüşüyordum. Nükteyi pek severdim. Hala da severim. Nükteli söz söylerdim ve söylemeye gayret ederdim. Benim nüktemi anlayanları, nükteli söz söyleyenleri çok se· verdim. En iyi arakdaşlarım bunlardandı. İdare, padişalı, rica! ve fena şeylerle alay etmek, din ile istihza, gabi tal~be ile eğlenmek en hoşuma giden şeylerdi. Zaten rnek tepte bunlar moda idi. Perşembe ve Cuma giinleri bizim sınıf Sirkecide is· !asyonun yanında Trabzon Otelinin altındaki kahvehane· ye giderdi. Zaten o vakit Sirkeci Parisin «Kartiye la ten» ni gibi idi. Kahveler muhtelif mcktep talebesi ile dolardı. Orada kimimiz kitap okur, kah tavla ve kağıt oynar, kah ta konuşur alay ederdik. Bazı Cuma giinleri beş on arkadaş Çamlıca, Boğazi· çi, Büyükada gibi yerlere giderdik. Şarap, çiroz, et ve emsal alıp kırlarda ateş yakar, pişirir, yer ve içerdik. Tatlı tatlı konuşur, güzel giizel gülüşür, eğlenirdik. Bunlar kararsız ve ivazsız o kadar saf eğlencelerdi ki, mektepten sonra bunları bulamadım. Şimdi bulsam · adeta c.anımı veririm. Buralarda bol bol da istibdada küfrederdik. N aıruk Kemal'in şiirlerinden her birimizin birkaç parça okuması da adetimizdi. Merasim onsuz olamazdı. Bu cuma V efulıt Yusuf lzzettin'iıi Çamlıcadaki köş kü civarına gittik. Çiroz pişirdik. Şarap içtik. Köşke balnp bakıp ve bağıra bağıra neler söyledik! .. Gençlik .. Hürriyet aşk ve ateşi yüreklerimizi öyle sarmıştı ki, asla korku aklımıza gelmezdi. Korkudan nefret eder, kork· maktan utanırdık. Bir perşembe mehtap zamanında on kadar arkadaş tıbbiyeli Büyükadaya gittik. Et, domates, ekmek, şarap ila... aldık. Çarnlar arasında ateş yak Artık
Dr. RIZA NUR
115
tık.
Eti kebap ettik, yedik; şarabı içtik. Başlar du· Derhal Namık Kemal'in şiirleri başladı. Herbirimiz yüksek sesle okuduk. Sonra hürriyet lehine nu· tuklar verdik. lstibdata la'net yağdırdık. Ben çoşmuşum, c kadar bağırarak ve uzun olarak bir nutuk söyledim ki, adeta sesim kısılılı. Sonra sabaha kadar çarnlar arasında dolaştık. Adanın her yerine ayak bastık. Sabah erken· den savuştuk. Meğerse bizim sözlerimizi herkes işitmiş. Adanın tam mevsimi idi. Hiikünıete de aksetmiş, bizi arayıp taraınışlar; fakat biz vaktinde savuşmuş bulunduk. Arandığımızı birkaç hafta sonra işittik. Mektep idaresi mektepte tahkikat yaptı malumat alamadı. Bir sınıf arkadaşım vardı; pek severdim. Aılı Reşit idL İskenderıın havalisi Türklerindendi «Reşit Halep» derlerdi. Hem tıbbiyenin alıvalinden bir sayfa gösterme· si, hem de onun hatırası ,için birkaç meıııkıbesini kayd maıılandı.
edeceğim:
idi. Çalışkan idi. Edebiyata severdi. Fransızcası da zararsızdı; fıı.kiıt zavallı pek fakir idi. ve aranuzda en yaşlılardan idi. Dinsizdi. lstibdat aleyhinde idi. lnglilizlerin meftunu idi. Bu hevesle İngilizceye çalışırdı. Daima pantolonunun pa· çasını kıvırırdı. O kadar ifratla ki bazan baldırı bile gözükürdü. Arkadaşlar alay eder, bunun sebebini sorarlar· dı.
meraklı, filowfluğu
müstelızi
116
HAYAT ve HATIRATIM
Birden: «Rıza, lı€nim lı€ynim sulanmış, kafam saliandıkça sürahide su sallanır gibi ses veriyor» dedi. Dedim,
Yıkanıyorduk.
Dr. RIZA NUR
117
dini abctesthaneye dar atıp kustu. Dedım: «Ne yaptın?.» «Kebap yedim» dedi.
HAYAT ve HATIRATIM
Dr. RIZA NUR
kimini cehenneme sokardı. Bunlar esnasında pek latif nükteler söylerdi. Zavallı Harb-i Umumi'de Kafkasyada bir müfreze askerimizi harnil trende askeıi doktor olarak bulunuyormuş, tren müsademe e~. bu müsademede
lin ne büyük te'siri oluyor. Demek mektepler iyi programlar ve iyi muamelelerle olursa iyi talebe yatiştirirler ve bir millette ne kadar çok kitap olursa eviadı o kadar iyi ve malumatlı olur. Bunlar arasında «Şeref-ül insan» bana çok tesir etmişlerdir. Bu yüzden Ali bana büyük bir terahlık verdi; kırılmış maneviyalıını kuvvetlendirili; sevindim. Sonra bir Türkçe siirde «Leysel insanü illii ma saa» Ayetini mısra olarak buldum. Eu da beni o eski üzüntüden kurtardı. Dedim ki«İnsan babası ile övünemez; bilakis baba oğlu ile övünür. Her babaya en büyük şeref kendinden yüksek oğul yetiştirmektir.>> Artık, fakat yine bir derece rahat oldum.. Vakıa aslımız belirsiz bir aile değildik. Babam Sinop'un itibariılanndan biri idi. Ailede tahsil görmüş!er de vardı, fakat benim babam konduracı idi. Bugün bu davamın - İngiltere ve Almanya müstesna - ne bizde, ne de Avrupada adeta hükmü kalr:ıamı,ştır. Lakin o zaman şiddetle muteberdi. Bu esnalarda Bektaşiliğc merak ettim. Herkes «Bektaşi sırri>> diyorlar. Bunu öğrenmek pek isterdim. Sinop'taki bektaşilere yanaştım. Mümkün değil, bir şey söylemiyorlardı. Bu aralık Si.ııop'a Yanya taraflarından Ahmed Baba adında bir babayı politika yüzünden sürmüşlerdi. Pek zeki, ma'lumatlı bir adamdı. Onun solılıe tinden hoşlanırdun. Hem de sırrı öğrenmek fikrinde idim. Bu adama muhtelif suretlerle bunu birçok defa sordum. Bir şey söylemedi. Bir gün wrlandım. Dedi ki:
118
ölmüştür.
Tıbbiyede ilk yıllarda içimi yiyen bir kurt vardı. Bu da bir kunduracı oğlu oluşum idi. O zamaı:ıa göre böyle bir adam adi bir adamdı. Adamın asil dedikleri yukarı tabakadan insan olması lazımdı. Bunu kendimde büyük bir kusur bulur, yarın insanlar arasına çıkınca daima hakarete maruz olacağıını düşünürdüm. halesi gayri kabil bir dertti. Yalan söylemek ve emsali kusurlarımı gidermiştim. Bunlar elimde idi. Bu ise değildi. Bu fikirle perişandım. Bir giin elime Hz. Ali'nin > der; fakat beni ayıramaz d. Bunlardan epeyce şey de ezberledim. Ahlak olarak bana çok te'sir etmişlerdir. Bu yüzden Ali'yi büyük bir muhabbet bağladım ki hala öylece durur. İnsanda tahsi-
119
120
Dr. RIZA NUR
HAYAT ve RATIRATIM
ei. Birgün Ahmet Babayı Hidiv adamları vasıtası ile aldatarak İskenderiye'de İstanbul'a hareket etmek fu:ere olan vapura sokmuş, orada tevkif ettirmiş. Baba bu suretle İstanbul'a götürülmüş, derhal hapsedilip Sinop'a sürülmüş. Baba kaçmak ister, çare arardı. Bunu bana da söylerdi. Bir çare bulamadım. Nihayet ben yokken lazlan bulmuş. O vakit Rize, Hopa taraflan sahil ahalisinde çok kaçakçı ve eşkiya vardı. Bunlar kaıı:ılı, katil insanlardı. Taka denilen yelkenli küçük kayıkları ile Rusya'&.n kaçak tuz getirip bilhassa tuı: kaçakçılığı yaparlardı. Kendisine Arnavutluktan bir derviş. g-elıniş; üç-beşyüz altın getirmiş. Baiba bu kaçakçılardan İpsiz Recep'le kendisini Bulgaristıına geçirmek fu:ere pazarlık etmiş. Bir de menfa bir Kildani vardı. Bu ve baba bu kaçakçılar ile bir gemiye Meydaneteğinin üst tarafı sahilinde randevu vermişler. Kaçakçılar takalan ile gelerek, bunlar kıyıda kibrit yakacaklar gelip alarak denize açılacaklar. lpsiz Recep kibrit ışığına nişan alıp ikisini de vurmuş. Soyduktan sonra ayak),arına taş bağlayıp denize demirlemiş ler. Paralarını al.ı:ruşlar. Hilkiımet cinayeti buldu. Canileri hapsetti. İşte bu İpsiz Recep Milli Hareket zamanında. Şile civannda ınilli davaya büyük hizmetler etmiştir. Sınıfımızda zeki talebe olduğıı gibi pek ahmaklar da vardı. Bunlardan biri Sivaslı Rahmi idi. Bir Şeye aklı erniezdi; fakat durmaz ezberlerdi. Ezberlerken sallanırdı. Böylelerin mektepte adı cDevecb idi. Bu tabir iyidir. Çünkü hakikaten· ezberlerken oturdukları yerde deve yüriir gibi bir öne, bir arkaya saiıanirlar. Hoca Rahmiyi tabiri vechile tahtaya çektiği yani derse kaldırdığı vakit gözünü yııma.r, dersi okurdu. Bazen bilemez, zınk dururdu. O vakit arkasındaki arkadaşlar kaldığı bir satırbaşı ise usulca cRalııni! Satırb~ı~ derlerdi. Rahmi de «H aa:!~ deyip hatırlar okurdu. Talebe de, hoca da gülerdi. Sirkecide gittiğimiz kahvede bir arabaya hasad edi1miş ekin
~.
kurdele · bağlanmış bir tablo vardı. Bu çocuğufi dimağında bir tulıaf bozukluk vardı;. resimden an!amazdı. Rahminin arkadaşlarından bir Firavunu vardı. Daima ona sataşırdı. Adı İbrahim Toygar idi Toygar Üsküdarda bir mahallenin adıdır. Türkçe Çalıku şu demektir. lbrahim birgün dedi ki: < dedi. Gülıne den :katıldık. Yine bir gece onun fira~u Rahıniyi birkaç talebe ile umumhaneye götürmüş. «Kadına bu acE!'" midir. Öğret!» demiş. Kadın Rahmiyi odasına almış, bir çok gayretle muamele oimuş; fakat Rahmi kadının ferciae iıfeıniş, yatak ıslanmış!.. Kadın tekme ile Rahmiyi lıiaryoladan devirıniş, Rahmi bağırmış ve ağlamış firavaııu ile a.rkadıışlan koşmuşlar. Kadın olanı hikaye etrr;iş. Bir çok gülnıüşler. Rahmi: «Ne bileyim. Belim geliyor zannettim..» demiş. llektebe geldiler. Bize aulattılar. Artık bu bize haftalarca eğlence oldu. Bu terbiyeye münafi hikayeyi yazdım; çünkü görünüp işiilimemiş bir tıb tit müşahededi>r. Bu çocuk sonra doktor oldu. Halbuki bir kaz bile güdemezdi. Zavallı asker hastalar elinden neler çekmişlerdir?! Birkaç yıl soilll"a da delirip ölmüştür. !şte o za.pıan böyleleri de hekim yaparlardı. .. Bunun gibi hekimler çıktı. Bir de «Edreınit'li Hüsnü» vardı. N arnazdan başka bir şey bilınezdi. Fransızca bir kelimesi yoktu. Poise nedir? derdik, kuş derdi. Daha tıb l."'i fenlerin çoğunun adlarını bile öğren.ememişti. Bu da hekim oldu. Böyle bir nüınune de muallim muavini olarak mektepte vardı. Buna «Akkalı Mehmed>> derlerdi. Yüzbaşıydı. Yalnız çitli maden suyu reçetesi yazabilirdi. Bütün hastalara bunu verirdi. Onda da altına M. D. işa reti kordu. Yani bu reçetelerde karışbnp veriniz emridir ki hekim birbirine karışarak yapılacak ilAçlarda eczacıya bu emri verir. Halbuki maden suyunun karışacak bir şey si yoktu. Hatta ağzı kapalı sade bir sudur. İkinci ilacı İn-
üzerinde
kırmızı
121
123
HAYAT ve HATIRATIM
Dr. RlZA NUR
giliz tuzu idi. Dişi ağrıyana da ·bu müshili verirdi. Hali böyle idi; fakat iltimasla mektebe muallim muavini olmuştu! Sonra bir paşanın Arap halayığı (Zenci) ile izdivaç ederek kolağası ve binbaşı da oldu. Meşrutiyette tekaüt edildi. Talebe ona
lar, evraklar derdi. Bu kelimelerin zaten arapça cemi ol· rluklarının bile farkında değildi. Nebatat tahsili güçtü. Bereket versin Doktor Şeretüddin Mağmumi talebe iken bir nebatat kitabı yazmış, onu anlardık. Ondan ezberledik. İmtihana girdik. Mağmumi bizden sekiz sene kadar evvel mektepten çık mıştı. Bize kadar hep talebenin elinde onun kitabı inıiş. Bizde de öyle idi. Bizden sonra da zamanımıza kadar yine onun kitabı elde dolaşrnıştır. Yalnız tıbbiyede değil, Diğer mekteplerde de böyle imiş. Bu adam bu eseri ile büyük hizmet etmiştir. :Mağmumiyi sonra Kahirede tanıdım. Zeki, doğru, dik sözlü, sözünü esirgemez, pozitif düşünür, hakkı sever, münevver vatanperver bir zattı. Daima da okur ve yazardı. Kamus-ı Tıb ve daha birçok eserler yazmıştır. İttihatçıları hiç sevmezdi. Bu yüzden memlekete de gelmedi. Nihayet Mısır'da bir yıl evvel öldü. Millet hizmetinden istifade edceği bir adamdı. Heba olup gitti. Sebebi de Alunet Rıza ve Doktor N azıındı. Onu 'hizmete yanaştırmadılar. Nasıl ki Murat Bey'i de uzak-
122
alırlardı.
Tıbbiyede
Ak ai d ·i Diniyye dersi de vardı. Bir sarı.klı Bu derse çok kızardım. Sebebi dinsiz· Iiğim değildir. Bu adamın eline bir kitap yazıp vermişler, içinde din yerine her satırında padişaha körii köriine i taat, halifenin Allah'ın gölgesi olduğu yazılı idi. Bu da sini· rime dokunıırdu. Din yerine bize bunlan söylerdi. Bir nebatat hocamız vardı. Adı Ali Paşa idi. Pek ih· tiyar, mübarek bir adamdı. Ders takrir ederken ki, sesi· nin yanına sokulurdum da yine sesini işitemezdiın. Bütün bir kitap da yazmıştı. Kitabından da bir şey anlamak mümkün değildi. Dudaklan kımıldar, ikide birde önündeki nabatat kolleksiyonunu bir sağa, bir de sola çevirir kapatırdı. Bunu biz değil hiç şüphe yok ki, kendi de iyi görmezdi. Talebe bu hocaya «Cennet Öküzü» derlerdi. Mektebin yanında bir nebatat bahçesi vardı. Dikilmiş bir· kaç şey de var idise de bir defa bile bizi oraya götürüp gösteren olmadı. Ders tamamile nazari idi. Bunun Şere· füddin adında bir muavini vardı. Pek iyi bir adamdı; fakat pek ciihildi. O derece ki ders takrir ederken nebatat· bu dersi
okuturdıı.
laştırdılar.
İmtihanda iktidar ile iyi numara almak pek de mümkün değildi. Bunun için iltimaslı ve hocalara dalkavukluk eder olmalıydı. Eğer imtihanda hocanın derste söylediği ni aynen söylersen iyi numara alırdın. Bu sebeple hoca söylerken not tutardık; fakat ben daha ziyade Paristen getirttiğim kitaplardan öğrenmeğe çalışırdım. Tıbbiyede numaralar karib ala, ala, aliyyül ala, aliyyül ala ile bir, iki veya üç yıldız idi. Tevfik Vacid Bey adında Miralay bir Fenn-i tedavi hocamız vardı. Pek birşey bilmezdi. Ama alimlik da vasında idi. Koyu mutaassıp, bilfiil dervişti. Menkıbesi çoktur. Bir ikisini söyliyeyim: Birgün ders verirken «Bunlar }şkenbeden değil kelleden çıkıyor>> diyerek küt - küt kafasına vurdu. Birgün de bize .Morfin neden uyu tur. Bu hassayı ona kim veriyor?» diye sordu. Her-
HAYAT ve HATIRATIM
Dr. RIZA NUR
kese birer birer soruyordu. Aklıma geldi ve yanınıdakine dedim ki: «Muradı Allalı veriyor cevabını almaktır> Ni· h ayet birincimiz olan Giritli Mustafa'ya sordu. O derhal: «Allah vermiştir> dedi. Hoca da > derdim. Hoca da bana kızardı. Bir hayvanat hocamız vardı. Dindar, mutasaVV1f bir zattı. Pek halim nezaketli terbiyeli bir zattı. Adı Hulusi Bey' di. Bize illa hayvanatta zeka olmadığını kabul ettir· mek onun gayesi idi. Çünkü dinde böyle imiş. Hiçbir hay· van görmeden kitaptan ilmi-i hayvanat da öğrendik. Fenni-i tedavi dersini o vakit Pariste pek meşhur olan Manka adında bir müellifin kitabından belledim. İmtiha na girdik. Vasil Nooıı:ı, Ali Rıza gibi birkaç mümeyyiz vardı. Ba.na Akonit çıktı. Bu kitaptaki gibi söylemeye başladım. Mümeyyizler: diyorlar. Ho· ca: «Aaah, aah>> diyordu. Anladım. Notasım (takririni) söylemiyordum; fakat aldırınayıp devam ettim. Bana mümeyyizler aliyyül ala üç yıldız vermişler, hoca sıfır vermiş. Nihayet uzun münakaşadan sonra aliyyül ii.la ile
İstavrozda oturdu. Halama komşuydu. Rüştiye zamarum-
124
aralannı bulmuşlar.
Histoloji okuyorduk. Haydar Bey adında çocuk boylu bir Miralay hocamızdı. Bir yıl zarfında takririnin mec· muu onbeş sayfa tutardı ki, hiçti. Bize ders yerine masal söyler, alay ederdi. Talebenin hepsine de adlar koymuş tu. Çiftekumru. ilil. ... gibi. Birgii.rı dersini vermişti. Zaten beş dakika sürmezdi. Ders müddeti ise bir saatti. Bir za· bit gelip Tophane ve Askerimektepler Nazırı Zeki Paşa· nın teftişe geldiğini söyledi. Hoca bize dedi ki; «Ben yeniden ayni derse başlıyacağım siz aldırmayın, yine not tutun!>> Zeki Paşa geldi; öylece yaptık. Gidiyorken hoca: «Beni paşa yapınız!" diye bağırdı. Derse her vakit sar hoş gelirdi. Bektaşi olduğıınu söylerlerdi. Beylerbeyinde
125
dan bilirim. Yapura binerken iki çımacı gelip koltukla· tutar, o da adeta ayaklarını iskeleden keser, böy· lece vapura atarlardı. Pek korka.ktı. Ama iyi adamdı. Şe rir değildi. Bunun Cemal Paşa adında bir muavini vardı. Bir şe· ye karışmazdı. İyi, terbiyeli bir zattı. Ben mektepte muallım olduğum vakit beni tıp fakültesinde histoloji imtihanına mümeyyiz çağırdılar. Haydar Paşa ölınüş, Cemal Paşa hocaydı. Almanya'da Histoloji tahsil eden Tevfik Recep de mümeyyizdi. Bir talebeye kup yapmak usulü soruldu. Talebe güzel söyledi; fakat Cemal Paşa çocuğu, tahtıe edip dedi ki: <
126 Pek zeki bir di.
HAYAT ve HATillATIM adamdı.
Fakat hekimlikte pek eski ve cahil-
Emraz-ı Hariciyeyi Ahmed Fehim Bey adında biri verirdi. Pek şişmandr. Talebe ona (Fil Ahmed) derdi. Avrupada okumuştu; fakat dehşetli cahildi. Hem de ze· kası. basitti. O vakit bu derse ait Quatre agre'gis denilen kitap moda idi. Dersini birine ondan tercüme eltirıniş, onu takip ederdi. Büyük citdler olan bu eser onda ufak bir defterdi. Kürsüye oturur, defteri açar kimse görmesin diye de kolları ile örter, bir deftere bakar, bir söylerdi Tabii bunu herkes görüyordu; fakat o gizliyorum zannediyordu. Bu kadar yıldır ders vere vere bu defterciği bile ezberliyememişti. Dersinden bir şey anlaşılmazdı. Çünkü tercüme ederken bir bahsi kamilen okuyııp ruhunu alacak yerde bir hastalığın tarifinden ilk satın, avamilinden ilk iki satırı, arazından, hasılı her kısmından sade birkaç ilk satın almış, bu da bir şeye yaramamıştır. Bu adam Cemi! Paşa ile beraber Paris'te tahsil etmesine rağmen Fransızca bile bilmezdi. Hekim olduktan suıra. bana Cemil Paşa bizzat anlattı. Paris'te bir tokantada bu ve Harndi Paşa (Bol Hamdildaima domuz pirzatası yerlermiş. Cemi! Paşa bunların taassubunu bildiğinden birgün yemekten sonra «Siz ne yapıyorsunuz?>> diye sormuş, Edelette du pore demişler.• Ayol, bu domuz!» demiş. Onlar <
Dr. RlZA NUR
121
Dahiliye seririyat hocası Fevzi Paşa idi. Bu halis .Anadolulu zat cidden iyi hekim ve muallimdi. Ancak La· -ennec mektebi talebesi idi. Sade Kar' ve ısga bilirdi .. Laba.rotuvardan haberi yoktu. Eh ... zamanı böyle idi. Kusur değil. Güzide bir muallim Cemi! Paşa idi. Hem de Şeyhu· '!islAm Cemaleddiu Efendi'nin damadı, azılı bir hoca idi. Eli ametiyata çok güzel yakışırdı. Zeki, terbiyeli idi. Ancak hiçbir ilimden haberi, ma'lfımatı olmadığı gibi tıbbın da yalnız cerrahi kısmını bilirdi. Onda da ameliyatı giizel yapmasına rağmen ilirnce fakirdi. Mesela cerrahtığın esa· sı olan teşrih-i maraziden, laboratuvardan bir şey bilmezdi. Bu zattır ki, operatörlüğü memleketimizde partatmış tır; fakat hiç adam yetiştiremerniştir. Bu hususta neden· se bahil idi. Hatta muavin diye yanına aldığı adamlan en gabiterden intihab ederdi. Mesela o Yakit «SakaUı Cemil» adında bir Miralay muavini idi. ki pek cahildi. Vazife olarak Cemi! Paşanın yapacağı ameliyatların pazarlığını yapardı. İşi bundan ibaretti. Son sınıflarda sol :ıya ğımın tırnağı battı. Ceratıat yaptı. Kundura giyemiyor, gezemiyordum. Sakalllı Cernil'e gösterdim. Ameliyat ya· payım dedi. Parası ·benden olınak üzere de bana bir şişe kloroform aldırdı. Beni yatırdılar. Yanın saat uğraştı. Camm bumuma geldi. Bir aralık kalkıp fırlıyordum; beş-on askere beni tutturdu. Tırnağı iptal-i hissiz söktü. Etrafı nı kesip oymuş, birşeyler yapmış. İki ay yara kapanma· dı. Sonra da amaliyata rağmen yine bir tırnak çıktı. Ama ne tırnak? eciş-bücüş!. Hata bu tırnaktan ıstırap çekerim. Gülhanede hekim olunca a.nladım. Altına bir paınuk sokarak pansurnan yapılsaydı iyi olurdum. Tırnak da y~rinde kalırdı. O vahşiyane ameliyat acısı~ı da çekmezdim. İşte operatörlüğü buydu. Dahiliye seririyat hacası Zoiros Paşa adında bir Rumdu. Çok geveze idi. Cahil, bir şeye yaramaz biri idi.
128
HAYAT ve HATlltATilll
Derslerde sade alay ederdi. Domuz bir rumdu. Öldüğü vakit bütün serveti Yunanistana ~tti. Oraya vasiyet et· mişmiş. · . Dahiliye sel'iriyat muallimi Horasımccyan adında bir ermeni idi. Kalb ve riede cidden iyi hekimdi. Bundan çok şey öğrendim. Derdi ki: c Tedavi vasıtalan zayıftır. İşe yaxar il3.çların adlarını şu başparmağımın tımağına ya· zarak sığdırabilirim.» O vakte göre hakkı vaxdı. Besim ömer P~ Kıoole (FennH viiAdil hocası, Esat Paşa göz hastalıkları hocası idi. İkisi de Fransada tah~il etmiş, güzide hocalardan sayılırdı. Bunlar da adam yetış tirnıemişlerdir. _Sebebi y~tişir, yerlerini kapıverır ~orku sudur. Besirn ömer kıbil.leyi zararsız bilirdi; fakat Jıneko lojiden hiç haberi yoktu. Eline bıçak alamazdı. Bizim vaktimizde doktora imtihanlan vardı. Üç sını fın derslerinin birden imtihanına doktora denirdi. İki doktora imtihanı verdik. Zaınanunızda tezi kaldırdılar. Bense mutlaka bir tez yazmak hevesinde idim. Yapılmamış, yeni bir mevzu anyordum. Buldum. Hıtan. Çalışmaya başladJm. Küçük cerrahi hocası HaiEt Şazi bize hıtan üzerine bir ders verdi. Hemen notunu tuttum. On satır kadar etti. Avrupadan hıtan hakkında kitaplar getirttinı. Bizde neşredilıniş kitaplan buldum. Bir şey meydana g~ tirdim. Mektepten çıkınca da İstanbul'da mevcud ve kı mi cami içinde olan kırk kadar kütüphanede türkçe ve· arapça el yazması kitaplarda hıtan balıisieri aradım. ı:.a zı malfımat buldum. Sonra tarih kitaplan ve yazma surnameleri tetkik ettim, hasılı birçok tetkikat, tecrübe ve müsalıedelerle fenn-i hıtanı vücuda getirdim. Bu ilk eserim- hem ilk fenni eserimdir. O vakte kadar görülınemı§ bir 'eser oldu. Maatteessüf hala da ondan iyisi değil, kötüsü bile yazllmadı. O vakitten beri yirmibeş yıl olınuş tur. Meşrutiyetin iptidasında mektebi istibdat ve alı-
Dr. RIZA NUR
vaJini zikreder ('J'ıb"hlye Hayatından) adlı eseri neşrettlm. Bunu ö;,ce piyes halinde yapmış isem de sonra tablolar !Uıline koydum. Bu eseri, neşrinden sonra, tiyıı-tro haline koyup Hür Tıbbiyeli adıyle çok zaman oynadılar. Tıbbi yeye ait bazı bazı malumat vardır.· Bu eserde bilha.ssa ~i ile Ec:zooı Refik teşlıir olunmuşlardır. Sami Binbaşı Jtir Dahiliye zabiti idi. Pek sert ve müstebit, müdürün ileti idi. Bir iki çocuğu kendi odasının yanına hapsetrniş tir. Bu suretle onların ırzrna geçtiği talebe arasında deveran ederdi. Eser neşrolunmadan evvel imzas:ız bir mektupla beni ölünıle tehdit etti; ben onu mahkemeden korkarak Rami adı ile zikrettim. SultaD Azizi hal' eden pelı liva.nlardan birinin oğlu imiş. Buna rağmen istibdat aleti idi. Aslını kimse''bilmezdi. Bizden sonra bunu biri öğre nip padişaha jurnal etmiş, Sami derhal Yemen'e sürülmüş, meşrutiyet ~lunca gelıniş hürriyetperverler sırası na gelmiş, Harbiye N ezareti daire müdürlüğiine tayin edilmişti. Her ne de olsa o vakit sürgünlük çekmiŞ olınak lllüyük bir faziletti. Ben de ittihatçılarla iyi değildim. Mahkeme de beni mahkum edebilirdi. Talebe için gelen etierin en iyi kısınılarıru ve beş-on bÖbreği birden alır, pi~r yerdi. Avurtlan şişmiş, karnı davul g'ibi olınuştu. Eczacı Refik eşna·ı mahlfıkat idi. Dünyada ne kadar ahlaksızlık varsa, edepsiz! ik, rezillik, alçaklık .mevcudsa bu adamda vardı. Erzincanda askeri hastalıanenin eczancainde havancı neferi imiş; casusluğa 8aşlanuş, bu sayede lstanbul'a gelmi,ş ve tıbbiyeye birden kolağası rüt· besiyle eczacıbaşı olınuştur. İrade ile kendisine dip!om:ı ia verdiler. !şi-gücü ırz düşmanlığı ve talebeyi ~urnal edip sürgüne yollamaktı. İki yıl içinde Refik, paşa oldu. Bir aralık cahilliğine ba:knuyarak vererne deva bulduğu nu da ilan etti. !Hi.cını Padişaha takdim etmiş. Bereket versin il3.ç tetkik edilmek üzere mektebe yollandı. Vasil lieum tahlil etti. Bu ciddi adam, bu il3.ç saçmadır dedi. F: 9
130
HAYAT ve HATIRATIM
Dr. RlZA NUR
Ama yine seririyatlar da hastalara verildi. Tabii fayda· de· ğil, zarar hasıl oldu ve bırakıldı. . Tıbbiyenin politika devresi bitince Refik gibi adam· ların karına -kesat geldi. İş arıyor, bulamıyorlardı. Bu se· fer ellerine geçirdikleri veya bizzat uydurdukları bir ~a kım evrak·ı muzırrayı talebenin yatağı altına sokuyor, sonra basıp yakalatıyorlardı. Bu pek melun bir işti. Meşrutiyette Trablus'a sürülmüş, oradan Mısır'a git· miş, orada eczane açmıştı. Harbi Umumi zamarnnda Ka· bire'de hekimlik ediyordu. Bir gün onsekiz yaşlarında bir g&nç geldi. Evvelce Bab-ı Ali'de mühimce bir mevkide olan bir adamın oğlu imiş. Muayene ettim. Frengisi vardı. Şankrıyı aradım. Kıçında buldum. Çocuğun mahiyeti anlaşıldı. Nasıl aldığhm sordum. Hikayesi feci imiş . Dedi ki: «Biz buraya Meşrutiyet olunca babamla geldik. Paramız kalmadı. Babam öldü. Ben yalnız ve aç kaldım. Beni Refik Paşa baştan çıkardı.>> Zavallı gence acıdım Bir Türk çocuğu gurbette mahv olmuştu. Tedavi ettim. Hatta ilaç parası da verdim. Aynı zamanda o iğrendiğim Refik'e bir kat daha husumet bağladım. Bir müddet sonra idi ki Atabetül Hadril.'da Kazım eczanesine girmiştim. Orada sekiz - on kadar eczacı ve sair Türk vardı. Kazım Malta'da sürgündü. Otururken Refik girdi. Herkes meyanında benim de elimi sıkmak istedi. Elimi çektim ve senin gibi bir rezile el verernem dedinı. «Neden rczilim>> dedi. Utanmaz şeydi. Sormak cesaretinde bulundu. «Sen İstanbul'da casustun. Ne canlar yaktın. Burada da şimdi İngilizlere casusluk edip can yakıyorsun., Beni de bir dü· ziye İngilizlere jurnal ediyordu. Haberim vard1. «Aleyhime kitap yazdlll>> dedi. Devam ettim: «İbnesin» dedim. «Hayır, ben kulanparayım» dedi. Dediın «Kulanparasın; hatta boyacı arap çocuklarına bile taarruz ediyorsun; fa· kat aynı zamanda mef'ulsün de. İşte filan yerdeki Musaya ne dersin?>> Bu söze hiç cevap veremedi; çıkıp gitti. Bir
kaç gün sonra bir·iki haydut bulmuş, yolumu beklemiş, beni döğmeye kalkıştılar. Ben Refik'i iyice döğdüm. Hatta bir· iki gün sonra doktor Şrefüddin Mağmumi geldi ve: .Ne hayırlı iş yapmışsın. Refik'i iyi döğmüşsün ellerini öpmeli. Ah benim de ah dmı vardı; mektepte ondan canım yanmış:tı. Y etişseydim de bir tokatcık olsun ben de vursaydım>> dedi. Benim Türk tarihinin Mısır bahsi nihayetinde bunlara dair tafsilat vardır. Cumhuriyetten sonra bu çocuğu Ankara'da gördüm. Memur olmuş! .. Zavallı Türkiye ... Son sınıflarda yine pek zayıflamıştım. Yine asabi ol· dum. Artık sade vakans değil, tahsil zamanının da büyük bir kısmını Sinop'ta geçiriyordum. Böyle yapmasam has· ta düşecektim. Bu sebeple çavuşluktan düştüm. Sınıfta onuucu oldum. Sınıfımız yetmiş, seksen kişi kadardı. İlk ikiyüz kişi imtihanlarda döküle döküle, ecel ile öle öle bu miktara inmiştik. Bu miktar doktor çıktık. Artık doktor çıkmaımza üç, dört ay kalmıştı, Haya· tıı. gtreceğiz diye seviniyordum. Dokuz yıldır soğuk yüzlü bir kışlada bütün dünyadan mütecerrid ve b!haber yaşıyorduk. Dile kolay!.. Bazı aniarım olur ki; hayattan ümidimi keserdim. Bu monoton ve meşakkatli hayattan pek bıkmıştım. Bir gün doktor olup çıkacağıını hayal zannederdim, Der.ken artık o günler yaklaşımştı. Bir gün dizildik, yemeğe gitmek için emir bekliyorduk. Yanımda bir kaç arkadaş konuşuyorlardı. Dahiliye zabiti olan bir mtilazım da önümüzde duruyordu. Bunları konuşuyor diya azarladı, ve fena lil.flar söyledi. Bunlar sustular; fa· kat bu benim izzet-i nefsime dokundu. Halbuki ben lil.kır dıya da karışmamıştım. Hiddetle dedim ki: «Zabit efendi! Konuştularsa adam yemediler ya. Konuşmak terbiyesizlik olur mu? Senin söylediklerin terbiyesizcedir. Biz bir kaç ay sonra çıkıyoruz; yüzbaşı olacağız. Sen mülazımsın, Bari bunu düşüneydin .. >> Zabit bir şey söylemedi, gitti
131
l!AYAT ve l!ATIRATIM
Dr. RlZA NUR
Müdüre şikayet etmiş, beni hapsettiler. Yirmi gUn ceza verdiler. Son gUnlerde mektebin bir elemli hatırasını daha y39amaya baŞladık. Hapishanede durmuyor, FranSllJCa kitaplar ile deralerime çalışıyordum. Üzüntüden büsbütün solmuş ve zayıflamıştım. Zaten mektepte bir güneş gördüğümüz yoktu. Burada ise güneş dünyada mevcud olmayan şeydi. Bir gün teftiş için Harbiye Mektebi Nazırı Rıza Paşa hapishaneye geldi. Ben kitap okuyordum. Kızgınlığımdan bile bile bir müddet ayağa kalk· madun. Ben de aksi adamım. Nene hlzım ?.. Kalkıverse· ne. Hem de madem ki ii.nıir, terbiye ve vazifemdir. Fakat bendeki zihniyet bunları meşru amir tanımıyor. Nazarım da hepsi İstibdada hizmetle killah kapmış cahil ve mel'un insanlar... Milleti, devleti yıkıyorlar. Bu be~i bunlara hürmeten men ediyor. Rıza Paşa yamma geldi. Kitaba baktı. Dedi ki: «Bu hangi sınıftan?» Yanında mahut Sa· mi vardı. .Son sınıftan>> dedi. Rıza Paşa: <İyi bir talebe· ye benziyor. dedL Sami de: «Evet efendim, mektebin en çalışkan ve abhlklı talebesindendir.» «Neden hapis?> diye sordu.
hayata, dönyaya giriyordum. Fakat pek iyi biliyordum ki, tahsil bitınemişti; biten mektepti. Asıl bundan sonra ça.lışnıak lı\zımdı. Mektep bize ilk ma'liimatı vermişti. 1ır
132
tlkii.nıet göstermişti. Tuhaftır, sınıfta
bir
kaç
arkadaşmuz vardı.
«Mektepten bir çıksak şu kitapları yakıp kurtulsak> derlerdi. Hakikaten bir tanesi bütün kitaplarını sobaya doldurup yııktı.
Ruml1317 de doktor ve
Yüzh39ı
olduk.
Bir antika hocamız da CeliiJ Muhtar Beydi. Deri has· seririyat muallimi idi. Fransada tabsil etmişti. Seririyata geür, hastaya bakardı. İlaçları üç dört taneden ibaretti. Muavinlerine, evvelce bunlara dair her birin· den bir çok reçete yazdırıuıştı. Hasta gelince muavinleri soyarlar önüne getirirler diye bağırırdı. Hasta böyle defalarca dönerdi, o ise hala onun vücııduna bakmağa vakit bulamaz. önündeki kağıtta ticaret hesabı ile meşguldü. Daima pek acelesi vardı. Nihayet bakar <Şu reçeteyi verin! • derdi. Ve vakit biter bitmez savuşur giderdi. Ticaret yapardı. Kırık karyola de· mirleri ve emsalini alıp satardı, dışarda hekimlik de yapardL Derdi zoru para idi. Tuhaf bir tip idi. Hoca değil, bir eskici Y abudi idi. Talebe arasında çok menkabesi vardı. Söyleyip eğlenirlerdi. Kışın hir muşamba giyerdi. Mu· şanılıanın asıl renginin san olduğu 'belli idi; fakat simsiyahtı. Yıllarla arkasında onu gördille Bir çizıne giyerdi KIŞ!n veya yazlarda yağmur zamanında paçasım çizıne nin koncunun içine sokardı. Diğer zamanlarda koncu pantolonunıın parçasının içine geçirirdi. Bu adam pek cimri idi Yiyemezdi. BÜyiik servetler yaplil!Ştır. Talebe iken bile Saraybumuna kaçar, orada balık tutup getirir, taletalıklan
.134
HAYAT ve HATIRATIM
beye satarnıış. Mektepte bu bütün talebenin ağzında idi. Zararsız hakimdi; fakat ticaretten vakit bulamazdı ki ... Talebeye hiç bir şey öğretmezdi. Para yüzünden daha hakkında mesela Hilal-i Ahmer'de bulunduğu zamana ait çok söyliyecekler varsa da lüzum görmüyorum. Bir de yedi yaşımda iken babamın beni anamla İs tanbul'a getirdiğinde bir vakayı yazmayı unuttum. Hatamın Katamıştaki köşkünde idik. Köşkün yanına eniştem bir set, seddin ortasına bir havuz yapmış, etrafına birçok saksılar içinde çiçekler koymuş. Onlarla uğraşır dururdu. Ben d~ bunlara dokunurdum. Bir gün Frenk incirini tutmuştum. Onun ince yüzlerce dikeni varnuş, elime hattı. On gün kadar ıstırap çektim .Eniştem çiçeklere dokundııkça kızardı. Pek saygılı olan anam da beni men etmek ıçin uğraşır dururdu. Ben de uzağa kaçar, o söyledikçe dilimi çıkanrmışım. Bir gün eline kınnızı biber "aktamış, beni yakaladı ağzıma koydu. Öyle yaktı ki, yaygara içinde bahçeye fırladım. Toprak yeni bellenrnişti. Bu topraklarda yuvarlandım ve eşindim. Halamın kızı biraz toz kahve getirdi, ağzıma koydu; yanma biraz geçti. Anam bu hikayeyi hatırladıkça: «Biber az bir şeydi ama pek ata idi.>> derdi. Bunu zikirden maksactım şudur: Hiç biberti yemek yiyemem. Hala böyleyim. Yemeklerime kara biber de koydurmam. Aşçılarsa yemeğe biber lezzet verir dive kovmamak istemezler. Bazen gayet az karlar. Bunu bİıe d;rhal hissederim. Hemen ağzım yanar ve tepeme doğru gözlerimden bir ateş çıktığını duyarım. Demek ki, bu hususta bence İdyosenkrazi vardır. Kuvvetli, vücudluyum; fakat bibere hiç dayanamam. Babam sarışın, mavi gözlü ve beyaz tenli idi. Ben de öyleyim. Anam siyah saçlı idi. esmer güzeldi. Babam kernikli yerden yığmaydı. Benim boyum ondan uzundur. Bir metre yetmişdört santim boyundayım. Yine şimdi h atırıma geliyor: Tıbbiyede iken Sinop'ta
Dr.
RlZA NUR
135
tatil zamanlarında kom~u kızlarından üç kız bana pencerenin önünde otururlar bana gülerlerdi. Bir tanesi bir aralık deli gibi idi. Bana söz de söylerdi. Müteınadiyerı lmpımızın önünde dolaşırdı. Buıüar Onaltı, onsekiz yaş· larında idi. Hiç biri.ne mnkabele etmezdim. Sade seyretmesi hoşuma giderdi; gülerdim. Bu devre en us! u devremdir. Fakat bu esnada gayet çirkin bir iş yaptım. Bir gün evde kimse yoktu. Kapı çalındı. Teyzemin Zühre ıadındaki kızı geldi. Kapıyı açtım. Yukarı ç;ktı. «Teyzem yok mu? dedi. O anda fikrime fesat geldi. Halbuki bu kı za bu ana kadar bir başka gözle baktığım hiç yoktu. Birden beni fena bir his kapladı. Cevap vermedim. Kızın listüne atıldım. Kız kaçmaya başladı. Bağırmıyordu; bağırırım diye beni tehdit ediyor, hem koşuyordu. Böyle koşuşuyorduk.
Yakaladım.
Uğraşıyordum.
Kız şiddetle
mukavemet ediyordu. Nihayet aklım başıma geldi; bı raktım. Kız derh:ı'l evden gitti. Meğerse insan gözü kız nuş bir boğa gibi vahşi bir şeymiş. Kız, kadın ve erkek asla yalnız bırakılınamalıdır; buna mukavemet edenler var; fakat az. Çünkü insan kendini kaybediyor. Eğer kız şiddetle mukavemet etmeseydi, felii.ketti. Bu vak'adan çok müteessir oldum. Ve kendime çok itab ettim. Meseleden hiç bir şey sızmadı. Kı. galiba ne anasıııa ve ne anama söylemedi. Bu kız bir kaç yıl sonra evlendi. Çocukları oldu ve çok zaman oldu ki; ölmüştür. O vakit anamdaıı utancımdan üç-~ gün ölmüştüm. Sonra da ölünceye kadar bu kızın yüzüne bakamadım. Sehvet erkeği zıvanadım çıkaran müthiş bir şey. İn san deli gibi oluyor. Tıpkı İlkbaharda kızan boğalar gi· bi saldırıyor. Vahşi bir şey oluyor. B'ı esnada her türlü cinayeti hiç düşünemeksizin yaparlar. Bu halde olan bir erkek kadına. değil hayvaniara bile saldırmaktadır. Bunlar inek, eşek, tavuk gibi şeyleri bile yapıyorlar. Bu sebeple tıb kanununda (Vali hayvan) diye bir bahis var·
ısa
m.
HAYAT ve HATIRATnl
Anadoluda eşek li.deti çoktur. Hatta dişi e§ek üzeri· •• t1irküler bile çıkınıştıt. SOn M.iiiı: Mubarebe esnasında bir vaka oldu: Bir milfreae Eskişehir civarında bir köyde Yunaniiiann kar· ııısmdıı:yıruş. Köyde birinin bir dişi eşeği varmış. Her geee sabaıha yakm beş • on asker gelir, eşeği damdan alır, götürUrlenniş. Adamcağız mani olama.nıış. Gidip zabite likayet etmiş. Zabit deıııiıı ki: cNe bileyinı hangisidir?:. Köylü: cBen isbat edersem cezalandırır mısın?~ demiş. Zabit: cHemen» dezni3. Köylü akıllı bir adamınış. O gece eııeğin kıçına katran sürmüş. Askerler yine gelmiş ve ~ alınışlar, sonra alııra getirmişler. Köylü yarım sa· •t sonra zabite gidip cAslterini topla! göstereceğim• demi§. Zabi.t topla.ınış, cGöster b demiş. Köylü cPantalonJarım çıkart!» deıııiıı. z.abit emretmiş, açınışlar. Köylü dolaşıp önlerinde siyah leke olanlan zabite gösterip, katra.n tedbirini söyleıniıı. · ·Jgte bu vakalar insanlan alılli.ki istikametler vermek için alınacak tdbirleri gösterir. Yine gösterir ki, inııanlar ne iğrenç malılUklıırdır. Ben bu çirkin şeyleri ya· sıyorum. Şimdiye kadar kimse yazınamışbr. Pek ayıp görülür; fakat ne çare ki oluyor. Yazmak yazınamaktan ·d&ha doğrudur. Çünkü bir şeye göz ynınınakla o gayri mevcut olınıiz ki. MeselA eşek, kurdu görünce gözünü kaı;ıarmış. Zannediyormuş ki, kurt da onu görmüyor. Bil'akis bilinsin ve alılli.ki tedbir alınsın. Kadını serbest bırak ; fuhuş artar. Fuhuş bir sosyeteyi yıkan mütlıiş bir içtimat dert. Kadını sıkı tut; istinma, livata, vati hayvan ve kadınlar arasında sevicilik gibi tenasüli delruetler, ahli\.ki hastalıklar yol alıyor. Sıhhat ve sosyete zararlar görüyor. İki ucu pis bir değnek, Ne yapmalı bilmem. Askeri Tıbbiye mektebi o vakit en iyi mektepti. Oradan epeyce talebe yetişirdi. Sebebi disiplindir. Sabah !eyin karanlıkta boru ile kalkardık. Çay içip dershaneye
Dr.. RIZA NUR
l.S7
girerdik. Bir zabit gelir, başımıula dururdiL tki saat ııöyle çalışıp derslerlinizi hazırlamaya mecbur olurdulı:. Sonra biraz teneffüs ederdlk. Hocalar gelir, ders verirlerdi. Günde dört ders vardı. Birer saat idi. Akşam uaun· ca bir teneffüs ve yemekten sonra da dershaneye girerdik. Yine Iki saat derslerimlze çıılışırdık. Sonra yatal:hanelere gider uynrduk. İşte mı sebeple mektepleri mtim• klin mertebe leyli yapmalıdır. Talebe zaruıi çalışır. Hele Avrupada tahsildeki talebemizi bil.ytik panaiyonlara ko~p böyle ·bir disiplin albnda tutmalıdır.. Bu pek niUhim· dir. lşte çocukluk hayatım budur.
Dr. RIZA NUR
HEKiMLiK
HAYATIM
HIS
Mektep bana sabit saatlerde yemek, uyumak, uyan· mak gibi hayata pek lazım olan mez:iyetleri vermiştir. ttiraf ederim ki bu leyli mektepler neharilere pek üstün· dür. Bunun delili yetişen iyi hekimlerin hep tıbbiye-i As· keriyeden olup Mülki Tıbbiyeden az veya hiç olmasıdır. Böyle mekteplere · revaç verilmesi fikrindeyim. Bizi ders· haneye sokar, başımızda dururlardı. Çalışmak istemeyen de mecburi çalışırdı. Talebe başı boş olamaz. İşte Avru· paya gönderilen talebemiz başı boş olduğu için ekseri· yetle çalışmıyor. Fııhuş peşindeler. Tııhaftır, mektepten çıkınca bu mektepte kazandı ğım dokuz yıllık bir adet ve intizam adeti derhal kay· boldu. Art1k yemek. içmek gibi şeyler bende intizamlı değildi. Demek ki, her şey mubit ve teşkilata tabidir. Bunlar değişince ve zayıflayınca onlara ait netice ve· hasIetler de zayıflıyor veya bitiyor. İnsanların terakki ha· yatında bu iki şeydir ki, en mühimdir: Mubit, teşkilat. Artık bizi mektepten çıkardılar. Yine Saray içinde bekar talebeye ayrı bir yer verdiler. Biz Anadolulu bekar otuz talebe idik. Burada yatıyorduk, fakat yemek vermiyorlardı. Bu esnada aklıma geldiği gibi gezdim. Ordan oraya dolaşıyordum. Hiçbir gaye ve maksactım yoktu. Kendim· de bir hafiflik duyuyordum. Üstümden bir tazyik kalk·
141
HAYAT ve HATIRATIM
Dr. RIZA NUR
mıştı. Adeta zindandan çıkmış gibi idim. Çalışma da yoktu. Bu hürriyetin tadı ile gaşy halinde idim. Okuduğum da yoktu. Bu hal iki ay devam etti. Vücutça da toplandım, yü:ıiiıne kan geldL Pek muztarip olduğum hazım düzeldi. Mektep hayatının anzalarını giderdik. Bir kaç yıl evvel Alınan Profesörler getirilip Saray içinde Gülhane Hastanesi te' sis edilmişti. Askeri Tıbbiyeden çıkanlar bir yıl orada staj yaparlardı. Yani pratik görurlerdi Ondan sonra Ordnlara gönderilirlerdi. Biz de ora· ya gidecel\tik. Fakat hastalıanenin senelik tatilinin bitmeSine henüz iki ay vardı. !.şte böyle düşüncesiz, gayesiz iki ay geçirdikten son· ra atiyi düşünmeye başladım. Bir program çizmek, onun üzerinde yürümek lii.zımdı. Gülhanede sıra ile her şubede çalışmak, pratik şeyleri öğrenmek istiyordum. Keza Fransızca hiç konuşanuyordum, okuduğum kitabı iyi anlıyordum ama konuşmak da lazımdı. Gülhanede Alman Profesörleri dersleri Fransızca takrir ediyorlardı. Fran· sızcayı kitaplarla, liigatlarla kendi kendime ogrenmiş tim. Henüz Fransızca konuşmak için bir fırsat zuhur etmemişti. Keza bu işler kitap, hatta aletler istiyordu. Bunların hepsi paraya bakıyordu. Bende ise beş ' para yoktu. Maaşda da çıkma ümidi yoktu. Babamdan da artık medet yoktu. Zavallı kendini geçindiremiyordu. Hat· ta artık ben ona bakmalıydım. Bunu kendime şeref ve vazife biliyordum. Hele anama çok iyi bakmak hevesim pek fazla idi. Şin.di ne yapmalı? ... Evvela para bulınak lB.zım olduğuna hüJı:mettim. Fransızcayı konuşabilmek içi.n Fransızca kanuşan bir ailenin yanına pansiyoner girmek yolunun en ıyı . çare olduğunu düşündüm. Hesabıma göre elli altın lazımdı. Bu parayı Sinop'ta bulurum dedim. Sinopa gideceğim; fakat şiddetle yasak. Bir yolunu bulup Sirkeciden Sinopa
giden vapura gizlice girdim. Saklandım. Sinopa vardım. Babanun dükkanının karşısında Tacir İzzet Efendi vardı. Zengindi. Ben gidince halk etrafıma üşüştü, hastaIanna baktınyorlardı. Zaten tıbbiyenin son sınıflarında iken Sinopa tatil geçirmeye gittiğim vakit herkes bana hastasını gösterirdi. Kimseden para a 1 ınıyor, her tarafa !> dedi.. Yalvardım ve: «Bu parayı ben öderim, korkma>> dedim. Zavalh babam razı oldu. !zzet efendiye söyledim. Bir yılda ödenmek üzere muh· telif vadeli senetle verdi. Ve dükkil.n da rehin edildi. Parayı da birden vennedi. Aydan aya gönderdi. Meğerse bu adamın babanun dükkanında gözü varmış, bu suretle almak için para vermişmiş. Yoksa hayır salıipliğinden değilmiş. Vade biter bitmez beni fena halde sıkışt:ırdı. Ben de para bulup· gönderdim; fakat senetleri iade etmedi. İstedim. Bana türlü. fena şeyler yazdı. Bu sebepten bu adam Sinopta benim başdüşmarum oldu. Sonra me· bus intihabında pek aleyhiinde çalıştı; fakat hiç bir şey
140
yapamadı.
Sinopta bu para meselesi hallolmuştu. Kumandan paşa beni istetti gittim. Dedi ki: <Şiddetli emir var, seni burada anyorlar, orada ise talıtelhıfz gönder diyorlar> Korktum. Bu adamın boğazında ralıatsız!ığı varmış, ba·
142
143
HAYAT ve HATIRATIM
Dr. RIZA NUR
na tedavi ettirmiş, iyi olmuştu. «Korkma dedi ilk va_pura bin, git! Ben yoktur diye cevap veririm>> dedi. Bindim ve gizlice İstanbula çıktım. Mektebe gittim. «Nerdeydin ?» dediler. «İstanbuldaydım» dedim. Bu suretle bu bela savuştu.
nazari ve pek eksik bir halde idi. Almanlar Giilhanede ciddi ve labooratuvara müstenid bir hastahane, mekteb·i tıb te'sis etmişlerdi. Bu hastahane sanki bir Alman has· tahanesi idi. Bu sayede ve buradandır ki; Türklerden epey iyi hekimler yetişmişti. Hatta diyebilirim ki, bizde hakiki hekimliği Gülhane ve bu Alınanlar te'sis etmişler dir. Alınan İmparatonı Viihem Bonn Darülfünunu pro· fesörlerinden operatör Rieder'i göndermişti. Rkder de Dayka.'yı alıp gelmişti. Bunlara paşalık verilmişti. Askeri hekimlerden Kerim Sabati, Asaf Derviş, Ziya Nuri, Raşit Tahsin, Eşref Ruşen ve Süleyman Nurnan Almanyada tahsil edip bu arada İstanbula gelmişlerdi. Bunla· ra da Almanlar hastahanede hocalık vermişlerdi. Bun· ların yerine de Ziya, Orhan, Mehmet ve Tevfik Rlıcep Almanyaya tahsile gönderilmişti. Ben durmuyor çalışıyordum. Vakit buldukça Fenn·i Hıtan adındaki eserimin de ikmaline gayret ediyordum. Süleyman Numanın seririyatında ilk müşahede alınam gülünecek şeydir .. Pek dikkate şayandır. Mektepte gör· düğilınüz tahsilin mahiyetini gösterir. Hastanın nabzını saydım. Müşahede kağıdına yazdım. Şimdi nefesinin adedini sayacağım; bir türlü sayamadım. Şöyle düşündüm, böyle düşündüm; olmadı; işin içinden çıkamadım. Git· tim birini aradım. Karşıma Deicke çıktı. «Rica ederim, site bir şey soracağım. Gelir misiniz?» dedim. Geldi. Ko· ğuşa girdik. Hastanın başına götürdüm. «Nefesini sayacağım, sayamıyorum» dedim. «Nefes nedir'? Dakik'1.da kaçtır? Muhtelif hastalarda kaç olur?» diye beni nefes hakkında imti!ıan etti. Ben bu dersleri mektepte Paristen getirttiğini o vakit moda olan iyi ve büyük bir eserden iyice öğrenmiştim. Cevaplan verdim. Dedi ki: «Pekala biliyorsun.» Te13.ş içinde ve sıkıntılı bir halde: «Ama sa· yamıyorum.>> Güldü. Saatini çıkarıp eline aldı, diğer eli
Gülhane açıldı. Bu parayla biraz kitap aldım. Galataıla Kuledibinde Fransızca konuşan bir yahudi aileye pansiyoner girdim. Gündüz hastahaneye gidi· yor, gece eve geliyordum. Bu ailenin bir kızı var· dı. Ailelere Fransızca ders veriyordu. Fransızcası kuvvetliydi. Onunla milkaleme yapıyordum. Gülhane ile Kuledi bi arası çok uzaktır. İki büyük yokuş vardır. Tramvay vardı; fakat atlıydı. Hemen de yaya ile müsavi bir zamanda bu yolu katederdi. Beninise vaktinı dardı. Hem de parada ekonoın:i yapmak mecburiyetinde idim. Bu yolu ekseriya yürür, günde iki müthiş yokuş çıkardım. Bu kız b'!na alaka peyda etti. Ben sözüne, harekatına cevap vermezdim; fakat bu suretle beninıle meşgul oluyordu. Bu hali işe yaradı. Orda altı ay kadar kaldım. Artık Fransızcayı kafi miktarda kc.nuşuyordum. Baktım ki kız işi azıttı. Bir Yahudi kızı işinıe geinıiyordu. Hem de evlenmek sırası değildi. Kazanç yok, ati meçhul, hem de çalışmaya mani; bu ise hiç işime gelmiyordu. Bu evden çıktım. Kız yine peşimi bırakmadı. Nihayet Parise gitti. Orada da bana kartlar yollamaya devam etti. İlk olarak dahiliye şubesine girdim Bunun hoca'an Deicke (Dayka) paşa ve Süleyman Nu'man idi. Sabahları seririyatta, öğlenden sonra poliklinikte Dayka'nın yanında çalışıyordum. Bu zamanlar hastahanenin en parlak devriydi. Sade giinde polikliniklere üç-beşyüz hasta gelirdi. Gülhanenin şöhreti her tarafa yayılmış, Anadoludan dahi çok hasta gelirdi. Alma.n eli altında herşeyde büyük bir intizam vardı. Bu hastahaneye kadar Türk doktorlardan Fransada okumuşlar vardı ama hekimlikleri
HAYAT ve
HAYAT ve HATIRATIM
~TIRATIM
ni)ııı.s~n götsüııe, ,Jı:oydu. Saa.tına bak~yordu.
Hasta tabii eli duyuyOj'dU. Bir iki, iliL.. diye saydı. «Yirmi .im;e, Rı.ıbu'
'
'
145
,yorduın. Hakikaten ne kadar deli mütehae.sısı doktor gördümse hepsi de deli ırtbi, biç olmazsa şu tabirle, bir .Oereçe ;ı,normal halde idiler.. Bil8.here yirmi yıl sonra Mazlu~r Oıııı:Wı. Bey'i gördüm. Bu zat mektepte makul .çalışkan, ınaJıcup,. t~biyeli l:ıir çocuklu. Qülhanede de öyle idi. !)eli .nı.ütehB.SSU\1 oldu. Beş·oıı. yıl sonra gi;irdü' ;ğüın v.akit .onu da pek, deği§ıniş buldum. Ta,m deli değil dı; yine makul adam; fakat her halde onda bir takım anormal Jı.alleı; peyda olnıuştıı.. . . '· Mektepte pratik olarak Qad~ Ho~cıy~n'dan kalb ve rie dinlemeyi. ve bunlardan bir kaç ses öğrenmiştim. ·Gülhaned.e ·bunları çok iler4ıttim. Laboratuvardan "da baz,ı. şeyler ~ndinı, 'sakıyordum, "·bu bir sene hekinılikte tekemnıüi için bir biç idi., Daha üç-beş yıllık bir çalışma istiyordu. Gayeın her. şqbeyi bil: pratisyene yetecek kadar öğrenmek, sonra Anadoluda tırsat bulup iki katır .alıp birine ilAç ve alet. yüklemek, diğerine binip her tara' fı gezınekti.. Bu suretle bem para kazanacaktun, hem meınleketi görecektinı. Hem de lfıgat, halk şiir ve ii.detleri, oyunları ve kıyafetl!!r toplayac~. Bu seyahatte •çok para kazanacağıını ünıid ediyordum. Bununla fstan·bula gelip atiyi tekenıınül8.tıma çslışacaktıın. Alınanyaya gidecektiın, Halbı:titi .bu bir yıihk sanat sermayesi buna
kifi
değildi.
Her yıl A1nıan profesörler staj yapanlardan beş-oıı ;glizide talebeyi seçip asistan olarak yanlannda bırakı yorlardı. Sonra bun.Iiıri Almanyaya da gönderiyorlardı. Biz Gülhaneye gelmedan evvel Harndi ve arkadaşlarını g(:indennişlerdL Onlar geliyordu. Reşat Rıza ve onlann · sınıfından daha bir-iki asistanı göndereceklerdi Bu da terakki için bir yoldu ve pek cS.zipti. Zaten Avrupayı gönnek, orada· çaışnıak en büyük eınellerinıden idi Anadpluda da dolaşıp para kazansam bu para ile Avrupaya gltınek ~ındi.
11: 18
146
HAYAT ve
~ATIRATIM
Paraca sıkıntıdaydım. Şükrü adındaki kardeşimi eczacı mektebine koymuş, ona para yetiştiriyordum. Yemeğim ekseriya Arnavut bakkalda fasulya piyazı ve ciğer kebabı idi. Babama da yardım etmek istiyordum; edemiyordum. Bence bir gimcin tahsili daha evveldi. Şükrüden büyük ve benden küçük kardeşim Bahriye Mektebindeydi. Ona babam baknııştı. Ben tıbbiyede son sınıfta iken zabit de olmuştu. Bahriye mektebine ait şu dikkate şayan şey hatın ma geldi, kaydedeyim: Kardeşim bahriyede son sınıfta imtihan olurtarken hastalanmıştı. Cuma günü vapura bindim. Dehşetli bir lodos vardı. Gemi çürük ve yolsuz idi. Dalgalar içine giriyordu. Ölüm tehlikesi geçir~ik. ve üçbuçuk saatte Heybeliadaya vardık. Mektebe gırdı~. Beni kahve ocağına aldılar. Kardeşim ve arkadaşları ıle oturduk. Sırası gelen ta!ebe yukarı imtihana çıkıyor imtihandan çıkan kahveocağına geliyordu. Bir aralık bir talebe yaygara ile VI" koşarak geldi. Herkes etrafına_top landı: «Nasıl oldu mu?» dediler. İngilizce imtihanı ımış. Dedi ki: «Nasıl olacak? .. Mümeyyizler her biri bir şey sordu bilemedim. Sonra dediler ki, kitabı b8_ştan sona kadar çevir, bileliğin yeri tercüme et. Baştan so:ıa __kadar çevirdim; bildiğim yok; durdum. Yok, yok; belkı gorememişsindir, bir de sondan başa kadar çevir dediler. Çevirdim yine yok. Ne ise sana bir numara verelim de sııu fı geç dediler. Numara aldım.>> deyip sıçrıyor ve tepinerek seviniyordu. Hale bakımz!... Böylesi de varmış ... Yine zikredeyim. Bizim kardeş zabit oldu. Sınıf arkadaşl;ı.rından bir kaçı onu zabit elbisesi ile görmüşler. Bana: «000 kardeşin zabit olmuş, tebrik ederiz» dedı ier. Kızdım 've dedim ki: «Kaç para kıymeti var! Böyle devrin zabitliğinin ne şerefi olur? Hem Bektaşi hikayesini bilir misiniz?.» «Hayır!>> dediler_ «Peki, dedim, bir gün bir Bektaşi yolun birisine durmuş, oradan akan su-
Dr. RlZA NUR
çamur eder, bundan da insan şekilleri yapıp dizerrniş. Geçenler «Ne yapıyorsun?» demişler. O da «İnsan yapıyorum» demiş. «Vay, herif! İnsan yapılır mı? O Allaha mahsUS.>> demişler. Bektaşi demiş ki: .Bunun rızkını vermedikten sonra milyonlarla yap, ondan kolay ne var?» İşte dedim, ben sizin kolunuza bir çok sırrnalar dikeyim maaşını vermedikten sonra bin tane zabit yaparınu Güldüler. Staj senesi bitti. Bana «Zergut - Aliyyül a'la>> bir şahadetname verdiler. Babı seraskeri beni Basra'ya tayin etti. Bundan korktum. TeHl.ştaydım. Bu esnada Almanlar beni asistan intihab ettiler. Pek sevindim; fakat Serasker kadısı ıısla razı olmuyordu. lllil. beni Basraya gönderecek. Almanlar sözlerini dinletemediler. Yine ümidsizliğe düştüm. Asistan kalan on arkadaştık Almaniar bize dediler ki: «Buradan çıkmayın! sizi buradan alamazlar; fakat çıkarsanız yakalarlar. O vakit biz kanşamayız.» Bize hastahanede odalar verdiler. Artık hastah2>nede yatıyorduk. Gece gündüz oradaydık. Kanun ııeferleri hastahanenin etrafında dolaşıyorlardı; Hl.kin ıçeri girmeye cesaret edemezlerdi. Bu hale hem sevindim. hem kan ağladım. Çünkü Türkiyenin payitahtında Gülhane bir Alman kolonisi halini almıştı. Hükfımetin polisi oraya giremiyordu. Feci şey! ... Bu hal üç-dört ay sürdü. Nihayet Almanlar dediklerini yaptırıp bizim asistanlığı· mızı hükfımete kabul ve tasdik ettirdiler. Serbestledik. Serasker Rıza pa.-;a idi ki, sözünü yiirütemedi bu adam sonra benim büyük kayınpederim olmuştur. Artık hastahanede yatıyordum. Hane parasından kurtuldum ve yine ciğer, piyaz yemeğe devam ederek para arttırmaya başladım. Bunu babama ve Şükrü'ye yardım için yapıyordum. Babama: «Bir kaç aya kadar size yardım edeceğim. Artık çalışmayı bırak, dükkanı ve malları sat onunla idare et» diye yazdım. Öyle yaptı biraz
ö.an
alır, toprağını
147
148
HAYAT ve HATffiATIM
sonra da kendisine her ay para gönderdim ve babama ölünceye kadar buna devam ettim. Hatta İttihatçılar beni hudut baricine sürdükleri vakit Harbi Umumi zamanın da Sinop tüccarlarından ve babanun ailece dostu olan AItunoğln Yuvan ve kardeşi Eczacı Vıı.sil her ay ona para vermeye devam etmişler. Ben Türkiyeye gelince bu paralan onlara verdim. Altın kanunla kağıt olmuştu; fakat bu borcu onlara altın olarak verdim. O vakit kardeşimin biri zabit,ŞiLlu-ii Orman Memuruydu. Hiç yardım etmemişler. Zabit mazurdu. Harbi Umumi'de ailesi ile beraber çok sefalet çekmiş. Hatta babam ölürken Şükrü yanın daydı. Ölüm döşeğinde bütün emvalini kendi haremi üstüne yaptırmış, ben gelince de cenazesine sarfettim diye benden yüzelli lira almıştır. Çirkin, hem de fazlaydı verciim. babasının ölümünü dolandırıcılık vasıtası yapmıştır. Artık Dayka'nın asistanıydım. Asistanlara kısa bir beyaz gömlek giydirirlerdi. Ben de giydim. Laboratuvarda, dahiliye polikliniğinde yanında çalışıyordum. Derslerinde göstereceği idrar, kan, balgam, il& ... Tahlilierinin, mikropları, teşrih marazi kuplarını hem öğı-.oniyor, hem hazırlıyordum. Bir taraftan da hastahanenin bütün otop;,ilerini yapıyordum. Bu devre iki yıl devam etti. Dahiliye hastalıklan, laboratuvar işlerinde iyi terakki ettiğimi ane lamaya başladım. Artık kendim bir takım şeyler de yapı yordum. Mesel& dizinde bir beş para kadar kırmızı bir leke olan bir harbiye talebesi gelmişti; teşhis koyamadılar. Ben oradan biraz kesip kup yaptun. Bir şey yoktu. Kupu «Çii» boyası ile boyadım, Cüzzam mikroplan meydana çıktı Bu hastayı takip ettik. Bir yıl sonra cüzzam alametlerini her tarafında vermiştir. Bu boya ile kupta Koch ve Hansen hasillerini boyamaya heves ettim. Çünkü o vakte kadar kupu bu boyada kaynatıyorlar kup tekemmüs edip· fena gözüküyordu. Ben kaynatmaksızın ve etüve koy· maksızın tecriibeler yaptım. Muvaffak oldum. Türlü teş·
Dr. RIZA NUR
rih marazi
kupları yaptım
149
ki yüzlercedir. Her otopsiden ondan kuplar yapar türlü boyalarla boyardım. Kendim bizdeki mesel& mürver meyvesi gibi boyaları, maddeleri toplar, onlar ile de tecrübeler yapardıtn. Bu kuplarımdan Dayka yinni-otuz kadannı ayırmış, hastahanenin seçme kolleksiyonuna koymuştu. Bir giin «Vırchov» Türkiye'ye ve hastahaneleri ziyarete geldi. O vakit Almanyanın teşrih marazında en büyük profesörü oydu.Dayka ona bu kolleksiyondan bir kaç kup ve o meyaİıda benim Koch hasili boyanmış bir kupumu verdi. Bir müddet baktı. MiJtroskoptan başını kaldırıp > dedi. Dayka beni gösterip «Bu yaptı. Kendisine sorunuz.» dedi. Sordu. Anlattım. «İyi bir şey bulmuşsun. Sen Türk müsün'" dedi. «Evet!> dedim. Dikkatli dikkatli yüzüme baktı. Bu esnada fenn-i hıtıım tekemmül ettirip bitirmiştiın. Bir de kıskaç icad ve bir usül-ü ameliyye ihdas etmiştim. Dayka, Witting beğenmişlerdi. Witting benim eserimi Almancaya tercüme etmeye başladı. Dayka beni pek seviyordu. Ona her sorduğumu bana öğretirdi. Bu zat çok büyük bir &!imdi. İngilizce, Fransızca, İtalyanca bilirdi. Şimdi h&la Almanyada sağ mış ve tasavvuf felsefesi ile meşgulmüş. Cüzzam üzerine keşifler yapmıştır. Sonra pek çalışkan adamdı. Hiç durmaz çalışırdı. Hatta herkesten evvel gelir, herkesten sonra hastahaneden giderdi. Öğle yemeği evinden getirdiği bir-iki sandviç idi. Çok defa onu da laboratuvarda ayakta yerdi. Almanya'dan ağır misafir gelirdi. Derste iken haber verirlerese .Beklesin» der, gitmezdi. Dersten sonra giderdi. Tıbbın hemen her şubesini mükemmel bilirdi.Röntgen ile de pek meşgul olurdu. Frengili kemiklerdeki alameti• o keşfetmiştir. Sonra h!lkaten iyi, terbiyeli, nazik, yüzü de sevimli bir adamdı. Ben tıbbi malftmatımın büyük kısnunı ona medyunum. Sonra danldık. marazi
parçayı alır,
150
Dr. RIZA NUR
HAYAT ve HATIRATIM
Sebebini yazacağım fakat hala gönlümde ona sönmez ve pek yüksek bir hürmet vardır. Ben ondan yalnız tıb öğ renmiyordum. Metod da öğreniyordum ki, bu metodlar benim ati hayatımda büyük rol oynamışlardır . Bir gün bir marazi madde boyadım. Mikroplar vardı teşhis edemedim. Hemen gidip kendisini çağırdım. Baktı ve teşhisi söyledi. Yine baktım, dediği mikrobu göremedim. Tekrar gösterdi. Yine göremedim. üç-beş oldu, yine «göremedim» dedim. Dedi ki: «Çok septiksin! •· Çok geldim diye utandım. Yüzüro kızardı. Bana baktı, halimi gördü dedi: «Yok, üzülme! Bu fena değil, büyük bir meziyettir. Septik olmamak hafifliktir. Hayatında hiç bir şeye çabuk inanma! » Ferahlandım. İlk zamanımda tahlilat yaparken mi'yar şişelerilli alır, tahlili yapar şişele ri masa üstiinde bırakır, ya bir yerlere koyuverirdim. Sonra bir daha l&zım olunca ara ara bulamıyordum. ilir şişeyi bulmak için bir saat uğraştığım olurdu. Bana herhangibir şey nerden alınırsa iş biter bitınez yine oraya konmasını öğretti. Böyle yapmaya kendimi alıştırdım, adet oldu. Artık l&zım şişeyi bir anda, hatta gözüro kapalı olarak alırdım. Bu sayede intizamın yüsek kıymeti ni öğrendim. Hil.Ja bu adet bende vardır. Hiçbir şey onu bana terk ettirememiştir. İki elim kanda olsa yine aldı· ğım şeyi o esnada yerine korum. Koymasam rahat edemem ki. .. nıa yerine koymalı yı;;,_ ... Bunların iyi bir adetleri daha vardı. Dayka bazı dikkate şayan hastalar üzerine neşriyat yapmak için bana verirdi. Ne türlü çalışacağıpıı söylerdi. Öyle yapardım. Sonra bibliyoğrafi arattırdı. Ben Fransızca yazardım. Tashih ile Almancaya tercüme edij} Aimanya'da bastırır, neşrederdi. Kendi adıyle benim adımı da kordu. Hatta bu neşr\yata kitapçılar para verirlermiş. Ondan da bana hisse vermiştir. Böyle Almanca ilmi neşriyatta adımı görmek beni delice sevindirdi. Böylece birkaç neşriyatımız
vardır.
151
Bunu daha bir - iki asistanla da yapmıştır. Ezcümle Reşat Rıza ile böyle müşterek sonra profesör Witting ile de yaptım. Rastahanede arkadaşlarım ve en ziyade sevdiğim Mahmud Ata, Raif idi. Bir de hastahanede idare memuru olan mülazım Mehmed Ali dostumdu. 'Mahmud Ata bizim sınıftandı. Mektepte en küçüklerdendi. Zeki, uslu, pek nıahçup, kimse ile göriişmez, çalışırdı: fakat edebiyat, politika ve emsaline dökülnıemiş, yalnız dersleri ile meş guldü. Son sınıfiara doğru sınıfın birincisiydi Gülhanede Asaf Derviş'e asistan olarak jinekolojide .kalmıştı. Bizi kanunlar aradığı vakit o da hastahaneye kapanmıştı. O vakit pek arkadaş olduk. Raif bizden bir sınıf evveldi. Ze ki ve çalışkandı. Mehmed Ali, Kandiyeli İsınaiıl Pao;aıuıı oğlu, Ali Fuat Paşa'nın ağabeysidir. Mürrevver bir genç· ti. Abdülhaınid aleyhinde idi. Bu sebeple. onu da pek sev· dim. Az zaman içinde adeta hiç ayrılmaz bir arkadaş ol. duk. Bir yıl sonra beni Yemen'e tayiE ettiler. Almanlar ne yapıp yaptılar, kurtardılar. Bir yıl sonra yine Yemen'e tayin ettiler. Dayka uğraştı, olm,dı. Nihayet Alınan sefiri Von Bierberstein Dayka'nın ricası üzerine bir Cuma Selamlığından sonra huzura çıkıp «Rıza Nur hastahaneye lil.zımdır. Onsuz olmaz. Muavin olarak bırakınanızı rica ederim» demiş; bir ira.da ile kaldım. O vakit mabeyıı katipleri ve emsali <
152
HAYAT ve HATIRATDI:
Siipüriir, tozları ayak.Ianıiırırl.ıı.r, ağzımıza, burnumuza dolardı. 'Sula;ftp süplinlitldeli. nadirdl Zaten bu da yeri ıslatıp, cıvık bir şey yapar, rutubet sebebi olurdu. Şu adamlar süpürmeseler de tozu yerde bıraksalar ev18.dın derdim. Hakikaten böyleydi.' Bir yenı E!limi sütW.eriıemin sebebi kısmen taıhsil ettiğimiz ilinıler, kısmen de nevrastanik oluşumdu. MeselA o esnada burnu.m daima gözünie bata.rdı_ Zanned~rdim ki, koca ve iğrenç bir ~um ~ar. Halbuki mektepten sonra hiç göztime görünmedi. Burnum minicik dE!ğildi- Ama çirkin bır surette de uzun degudi Başımda daima. tazyik eder bir demir çember gibi bir ajtn vardı. Mektepten çıkınca bunlar geçmişti. · . Her taraf mikroptu ama patojen ııet'i azdır. Saprofillerden korkulınaz.. Hatta bunlar hayata IAzıındir. İşte bi.ıiıu bilnıezdiın_ Pantolonumun arka cebine yassı bir şi· şede alkol kor, bir yere, birinin eline dokunsam i.spirto ile elimi yıkardım. Nitekim mektepte seririyat dahiliye muavini CelAl İsmail Paşa vardı hem de talebenin hekimi- idi. Tuhaftı. HE!piınizi verem, hiç olmazsa pretüberkülo addederdi. Bu zat da bu halde idi. bir yere el sürme.z, ıuÇ kim~ ile toka etmezdi. Cehinde konyağı vardı_ Onunla ikide bir elini. yıkar ve gargara ederdi. Sonunda bu zat Tereiİı den ölmiiştür. Giilhanede bu h.ı;m d~ tamamiyle geçmişti. . . Asistan oldııktan sonra pek çok çalışıyorduın. Gece ve· giindüz. &,ooıeri hastalıanede yatınaktan, hadsiz i.s· tifade ettim. İkf yıl yattım. MeselA ameliyat yapılmış bir hastada gece vakti kan boşanıyordü. Beni uyandırıyorlar, tedavi ediyordum. Bir hasta işiyemiyordu, lazun geleni yapıyorduın. Bu ımretle dAvaların muhtelif nevilerini kullanmakta büyük bir maharet hasıl ettıln. Bir kadın gece doğuruyordu, gece bir yaralı getiriyorlardı. Bunları ben yapıyorduın. Bunl.ıı.r terakkiıne büyük yardımlar et· tiler.,
Dr. RIZA NUR
153
O kadar çalışıyordum ki; Cuma ve Pazar hastahane tatil olduğu halde beh gezmeye de çıkmıyordum, laboratuvarda çalışıyordum, bundan çok zevk duyuyordum. Bir g:ün baş şuvester gelip bana:
HAYAT ve HATIRATIM
Dr. RIZA NUR
ri çoktur. Mesela göz hekimi Esat Paşa sade gözden an· lar. Başka hekimliklerde hekim olmayan biri kadar ca· hildir. Bu sırıtıveriyor. Hem tedkikat aleminde her şube· nin birbiri.ne teması ve alakası var. Her şubede bir derece malfımat sahibi olmayan tıbta itlim olamaz. Cemil Pa.-:;a, llesim Ümer de Esat Paşa gibidirler. Artık Anadoluda do !aşmak fikri bende zail olmuştu. Her şubede çalı§\.ıJn. Hatta masajda bile çalışıp şahadetname aldım. Göz mual· !imi Ziya idi. Bir aralık onun yanında asistan olarak da göze çalıştım. Lüzumlu şeyleri öğrendim. Arhk Jineko· lojiye çalışacaktım. Asaf Derviş muallimdi. Bu zat iyi bir adamdı ve sanatının ehli idi. Fakat pek asabi, hırçın \·e huysuzdu. Muavinlerine türlü fena sözler söyler, ame· !iyat yaparken pensler, makaslar ile onların ellerine vu· "urdu. Hatta bıçakla ellerini dürttüğü bile o\m·du. Bir fena huyu da muayene zamanında hiç bir talebeyi yanına almazdı. Muavini Atayı, bir şuvester ve iki hezmetçi alır, kapılan kilitlerdi. Bunun talebenin girip kadının avret mahalleri açıldığı vakit çapkınlık etmeleri korkusundan olması muhtemel olabilir. Böy:e de derdi; fakat böyle şey hiçbir cihetle varid olamaz. Selıebin kimseye bir şey öğ retmemek olduğıı talebe arasında deveran ederdi. Haki· katen bu cihette bahlldi. Ben kapı kilitlenmesinden haberim yok, artık bunun tedavi ve ameliyatianna devam için palikiliğine gittim. Baktım, kapı kilitli. Vurdum. Açtılar. Girmek istedim. Yasak deyip kapıyı suratıma kapalıp kilitlediler. Fena .kızdım. Şuna-buna sordum, işi anladım. İki gün sonra yine polikilinik yapıyordu. Kapıyı vur· tium. Açınca şiddet 1 e itip içeri girdim. Baktım, hasta katlınlar var. Birini n1asaya yatırmış. Ralınıini ınuaycne diyor. Asaf Derviş suratıma dik dik b aklı; fakat bir şey söylemedi. Bakmasına aldırmadım. Dikkatle nasıl yaptı· ğını takip ettim. Böyle bir kaç defa devam ettim. Bir gün
muayene etti. İlaca başlıyordu. Ben elimi yıkayıp hazır Derhal kadının fecrine sokmaya başladım. Asaf bağırmaya başladı: «Yapma! Ne yapıyorsun?,Bu· raya nasıl giriyorsun?! » dedi. Pür-ateşti. Derhal daha fazla bağırdım: «Muayene yapıyorum. Yapacağım. Buraya her vakitte, olmazsa, zorla gireceğim. Sizin vazifeniz lıize öğretmektir. Bunun için buradasınız.» Muayeneyi yaptını ve dedim ki:
154
lamıştım.
155
156
HAYAT ve HATIRATIM
de Haydarpaşa'da yaptı ki; yerinde söyliyeceğim. Alman· lar bizar olup onu Gülhaneden çıkardılar. Eğer bu zat böyle olmasaydı memleketin bugün en iyi operatörü olurdu. Kaplan gibi bir vahşi hayvana benzerdi. Hemen saldı nrdı. Yüzü hiç giilme2Xli. Hastalıanede en bariz tip Süleyman Numan'dı. Ders· lerinde hiçbir ilim, insicam yoktu. Tıp yerine masal söylerdi. Hemde birbirini tutmaz masaldan masala geçerdi. Bir de fena adeti derslerinin mühüm kısmını kendinin methine hasretmesiydi. Dışarda hasta konsültasyonlannda Feyzi Paşa, Horasa.ucı ve emsalini mat ettiğini anlatır,
Dr. RIZA NUR
int
yaptı.
Muavin
hocasından
157
iyiydi. Süleyman Nwnan basil De Ebertlı! >> dedi. Artık talebe birer birer baktılar. Bu adam hem cahil, hem cesurdu. Nihayet Dayka.'yı mikroskopla hasili görrneğe davet etti. Bari ses çıkarmasana!. Dayka bu işin kurdudur be. Dayka gitti; uğraştı, uğraştı hiç bir şey söylemeden geldi. Yine kendi işine baktı. Yüzü bir tuhaf gülümsüyordu. Ku· !ağına eğilip sordum. Bir Ş(!Y söylemek istemedi. Rica ettim. Nihayet usulca dedi ki: <
c aktı, derhal
«Halı, işte
158
HAYAT ve HATIRATIM
ya gelen yan kısmı unutulup dikilmemiş. Demek oradan mikroplar peritona geçip peritonit ile hastayı öldürmüş. Delik o kadar büyük ki mikrop ve kazurat değil, solucan bile çıkmış. Bu müthiş bir hata ve kabahatti. Düşündüm, taşındım, nihayet Dayka'yı çağırmaya karar verdim. Adam yolladım. Geldi, gösterdim. Kıpkırmızı oldu. Ve hiddetlendi. Witting'i çağırttı, gösterdi. Witting kül gibi oldu. Onu müthiş azarladı. Sonra bana bu vak'ayı protokola kaydetmemek emrini verdi. Tabii kaydedenıe dim. İşte Witting bize geldiğinde böyle acemi idi. Lakin hiç de durmaz türlü tecrübe ameliyatları yapardı. Bu suretle öğrendi, tekemmül etti. Cidden en iyi operatörlerden ol· du. Bu hususta güzel neşriyet dahi ya.pnuştır. Düşünür düm ve derdim: «Hey gidi, zavallı Türkler! Padişahtan çekersiniz, hükümetten çekersiniz. Bedbahtsınız. Üstüne Almanlar da gelmiş, sizi laboratuvar hayvanları (tavşan, hind domuzu, fare) gibi tecrübe için öldürüp duruyorlar.» Acırdım, fakat ne yapacaksın? .. İsyan et bir şey olmaz, ne olursa sana olur, seni hastahaneden kovarlar, ıııahve derler. Göze geçtim. Onu da bilfiil öğrendim. Artık tamamiyle herşeyden hazırlanmıştım. Cerrahiye geçecek ve orada kalacak zamand.ı. Ziya beni blrakmak istemedi. Dayka'ya rica ettim. Zorlandım, yalvardım. Beni Viting'e asistan olarak verdi. Artık programının son basamağına hastım.
Mektepte kendime bir mahlas koymak lazımdı. Resmi adımız kendi doğduğumuzda konan adın sonuna babamızın adı ilave edilerek yapılan ad idi; fakat herkesin kendisine bir mahlas koyması Türklerde eski asırlardan beri gelen adetti. Bilhassa şair ve ediplerde. Onlar adları ;ı., değil mahlasları ile yadedilirler. Edebiyatla iştigalim bunu bana zaruri gibi telakki ettiriyordu. Arr-ap şair ve filozof!arından kör E'bul Ala El Mısıri'doo epeyce şey oku-
Dr. RIL:A NUR
159
ınuştum.
Pek severdinı. I~enclimc Rıza Ebu! Ala dedim. böyle imz'! atıyordum. Mektepten sonra bu Ebullii mebullü pek arap olan adı sevmedim. Semavi bir şey aradım. «Nur, buldum. Bi?Aie Nuri var, fakat Nur yok. Dedim: Nisbetlisi olunca aslı evleniyetle olur. Artık Rıza Nur imzasını koydum. Giilhanede adını Rıza Nur'du. Reçete kağıtları bastırdım. Onlara da Rıza :'\m yazıyorduın. Artık
Rastahanede beş Alman hemşire (Şuvhester) vardı. Bunlar hastahanede yatar, kalkarlardı. Her işi onlar hazırlardı. Bir tanesi ameliyathanede idi. Viting bir gün tvvel yarın şu ameliyatlar var diye tabelaya yazardı gelir, aıneliyata başlardı. o şuvester lazım olan biitliıı aletleri bilir mükiimmelen hazırlar ve ameliyat esnasında da iste' dikçe verirdi. Bunların maharetlerine, intizamlarına bayıhrdım. Ve derdim ki; niçin türklerden yetiştirilmesin. Fransada sonra çok ( Sör) gördüm. İktidarca bunların vanında sıfırdırlar. Bunların içlerinde pek güzelleri de ~ardı. En güzelini ayağı kınldıktan so.nra Rider nikil.hlayıp aldı. Wittiııg- de karısını getirdi. Hamburg'ta bir şu vaster imiş, Dayi
160
HAYAT ve HATIRATIM
nesinin operatörü iken, orada çok da şeker hastalığından
Dr. RlZA NUR şöhret
almışken,.
""' genç olaralt öldü. Bir tanesi bana cemilelere baŞladı; fakat pek çirkin di. Hem de hali tuhaftı. Daima sarhoş gibi sallanırdı. Ama işine devam ederdi. Biz ameliyat yaparken ikide mr dolabı yüzü girecek kadar açar biraz durur, çekilirdi. Merak ettim. Bir giin bu halde iken arkasından usulca gidip baktım. Bu dolapta kloroform ve eter gibi nakortik şişe leri dururdu. Bir eter şişesini açmış, kokluyor. Meğerse eteroman imiş. Az zaman için de bu halinden dolayı Dayka onu Almanyaya iade etti. Ben de kurtııldum. Yerine biri geldi. Pek güzel ve genç bir kızdı. Şimdi bununla başla dık. Aramız pek iyi idi. Adeta bana tesir ediyordu. Az zaman içinde hastalandı, ameliyat yapıldı, öldü. Ağladım. Beyoğlunda protestan mezarlığına götürüp gömdü:lc. Mezarı başında söylemek 'üzere heyecanlı bir halde bir nutu.k yazdım; fakat utanıp söyleyemedim. Demek ki; ~u kıza ben aşık olmaya başiaınııJtım. Eğer ölmeseydi onunla evlenmiş olacaktım zannederim. Ölümü talihimi başka. yollara sevketmiştir. Almanlar intizam, ilim ve çalışmakta yekta, hiçbir kusursuz insanlardı; fakat Fransızl":nn brute dedikleri halde, pek kibirli ve hadbin idiler. Kadıniari bile bu haldeydi. Şu vakayı hiç unutınarn: Bir giin hastabanede nöbetçiyim. Katibe bir kurşun kalem lil.zım olmuş. Bana gel· di. Bütün malzemeyi baş şuvester verirdi. Arattım, yok. Rastahanede başka kimse de yok; katip de hesaplar yapacak, kalemi yok. On para verdim. Git al dedim, alınış, Sonra şuvestere söy !emiş. Şuvester bana geldi. Dedi ki: .Sen bir tuhaf adamsın. Ne haddin senin? Kurşunkalem a.ldınyorsun ?>> Bu hakaretli sCizüne rağmen gayet n&zi· kane «Ne zaran var? Hem on para. Hem de kesernden verdim. Sizden istemedim.» dedim. «Yok! .. » dedi, tepindi. Artık kendimi kaybettim, ben de söylendim. Gitmiş,
161
Dayka'ya şikayet etmiş. Dayka beni çağırttı. .Artlattım. O da
F: ll
HAYA, T ve HA.TIRA.TL'\f
Dr. RIZA NUR
renmelidir. Dil esasen çocuklukta öğrenilir. Biz böyle· bir şeye mazhar olamadık. Bugün ilim, hatta ticaret sahasında yürüyecekler için İngilizce, Fransızca ve Almancayı bilmek mutlak lazımdır. Tıbbiyenin ilk sınıflannda İn gilizceye de başlanuştım. Vasıtasızlık, parasızlık buna da mani olmuştu. Artılt münhasıran cerrahide çalışıyordum. Beni Privat Dozent de yapmışlar, profesörler gibi uzun gömlek giydirmişlerdi. Witting neşr, bitr, fıtık, evram arneliyesi gibi ameliyatları bana öğretti. Böyle türlü arneliyeleri yapa yapa nihayet bana gına geldi. Öyle meleke hasıl ettim ki; bu.nları pek çabuk ve adeta gözü kapalı yapıyor d um. Viting paşa oldu. Artık bir çok ameliyatlan bana bırakmıştı. Kendisi laboratomi gibi ameliyatlar yapıyor, bu ameliyelerde kendisine ben yardım ediyordum. Ben de nihayet bana bıraktığı ameliyatlardan bıktım. Talebeye elinden tutarak yaptırıyordum. Şimdi hevesim dimağ, batın ameliyatlarında idi. Onlardan da Witting bana yardım ederek yapmaya başladım. O kadar çok amc:iyat yapıyordum ki;· sabahtan akşama kadar ayakta idim; ayaklanın ağırırdı. Akşam eve gidince arkaüstü yatıp ayaklarımı havaya dikerek duvara dayayıp bir saat kadar kalırdım. Ancak ağrılar böyle giderdi. Hergün akşama kadar kollarım dirsekierime kadar kan idi. Yıkar, yine ameliyat yaparım, yine kana boyanırdı. Bana tuhaf bir hal gelmişti. Ameliyat yaparken bir insan kestiğim vakit onun hayatı mevzubahs olduğu asla aklıma gelmezdi. Konuşur, şakalaşırdım. Bu hal birçok operatörlerde vardır. Ancak bende bir şey daha vardı. Ameliyat yapmadığım gün canım sıkılırdı. Kollarınu kan içinde görmek hana keyf verirdi. Canavar bir hayvan gibi olmuştum. Bilmem bu da diğer operatörlerde var mıdır? Bununla beraber ameliyat iyi olunca, hasta kurtulunca gurur ve keyf duyardım. Bir de ağır ve güç bir hastalık görünce sevinir-
dim. Onunla uğraşırdım. Arkadaşl3ra (Bende iyi bir hasta var) dcrdim. Halbuki bizce iyi fakat hastaca ne müthiş bir felaket. Bu hal de blitün hekimlerde vardır. Ameliyatta makas tutmaktan sağ elimin ibham ve orta parmaklarında nasır peyda oldu. Hekimlikten çıktıktan sonra geçti ama hala yerleri serttir. Ve bu sertlik gitmiyor. Sonra kalem tutmaktan aynı orta parmağımın tırnağı nın vahşi kenarı nasırcadır. Bir de sağ elimin küçük par:nağının tırnağının ünsi hafesine tesadüf eden kısmı yazı yazarken yere dayarnaktan nasırdir. Üstlerine bassarn acıyor. Bu satırları yazarken de hastım acıdı. Witting de benimle müşterek neşriyat yapınağa baş ladı. Mühim hastalar üzerinde çalışır, Fransızca yazar ona verirdim. O da tashih eder, A'mancaya çevirir neşre dcrdi. Bunlardan biri cerh-i unkla olan anevrisme, diğeri serbin verem kazibi iltihabisidir. Bu ikinci vak'a Cemi! Paşanın fıtık ameliyatı yapıp iyi ettiği, bir yıl sonra göbeğinde dahili tumeur ile bize gelen hastadır. Bunu çı kardık. Ortasından kestik. Gördük ki, içinde bir iplik var. y,, ipliğin etrafı cerahattır. Cemi! Paşa fıtık ameliyatı yapınca Fransız usulü olarak serbi kesip atardı. Büyük bir hata idi. Fıtığı yapan serb zannederlerdi. Çünkü ekseriya fıtığın içinde.serb bulunurdu. Halbuki hastalığın esası olan deiiği kapatmak lazımdı. Delik boyunca serb de, bağırsak ta çıkar. O serbi kesip dikmiş. Kesilen yer gelip göbeğe yapışmış ve cerahat yapmış, etrafında nesci munzam ve lifi nesc çoğalıp tümör olmuş. Bunu da Türkçe de neşrettim. Fransızca da yazdım. FransJzcası neşroluna ınayıp kaldı. Müsveddeleri Sinop'ta kütüphanededir. Bu esnada kloroform verınesinde de usta o'dum. Vitting bana birtakım tecrübeler de yaptırdı. Mesela etraf kangrenleriyle uğraşırlardı. Bunlar da veritlerle cereyanı temin etmeğe çalışıp iyi bir şereyanı verltıere dikerlerdi. Bu hususta çok uğraştım. Müşahedeler yazıp
162
163
164
HAYAT
ve
HATIRATIM Dr. RIZA NUR
kendisine verdim. Sonra neşretmiş, bu neşriyatı Avrupa tıp aleminde meşhur olmuş. Asistan kaldığun sene fenn-i hitanı bitirmiştim. Hitan için aletler ve bir ameliyat usulü icat etmiştim. Besiın •Ümer Paşa ile münasebetim vardı. O vakit padişahın ser tabibi Sait. Paşa idi. Besim onunla görüşürdü. Ona kita·bınidan bahsetmiş. Hakikaten kitabım her cihetten enteresan
160
ettiğim bu adama nasıl yanaşıyordum? Eriyordum. Korka kor~a kapıya yanaştım. Diyordum ki,. ya beni birşey· zannedıp :ı,:akalarlarsa ... Ne ise telgrafı gösterdim. Beni bir yere aldılar. Biraz sonra sertabibin odasına çıkardılar. Abdülhamid hekimliğe itikad etmezdi. Zehirlerler diye ilaç da almazdı. Sa:de yağ, müshil gibi şeylere itikad ederdi. Dağcıları, ba$U'cuları vardı. Bunlan paşa yapmıştı. Fakat adet di,ye bir sertabib te bulundururdu. İçeri girdim. Sa:it Paşa, daha birkaÇ kişi, bir de Arap harem ağası vardı. Bu Arap sonradan öğrendim Nadir Ağ~ İllliş. O vakit en gözde harem ağası idi. Sait Paşa ayaga kalktı. Diğerleri de kalktılar. (Efendimiz kitabınız dan mahzu_z ~~du. ~eni_ terfi ile çerağ buyurdu. 118..) diyerek ıradeyı soyledı. Şımdi padişaha dua etmem 18.zundı. Aklıma geldi. Adet böyledir; fakat ona husumetim o kadardı ki, söyleyeyim dediğim halde biı: türlü dilim dönmedi; söyleyemı;dim. Paşa (Dua et!) dedi. Yine edcmedim. İşte bu huy bence çok kötüdür. Yalandan yapıvermeli yapamıyordum .. «Benim gibi söyle!» dedi. Birşeyler söyledi. Yine söyleyemedim. Kurnaz ve aynı zamanda iyi bir adamdı. Resim ömer Paşa onun kendisiyle devlet ve milletin hali idarenin, padişalun bozukluğu hakkında müdavele·i ~fkar ettiğini bana söylerdi. Derhal dedi ki: «Velinimetimizin bu azim ilisanından çocuk o kadar sevindi ki şaşırdı kendini kaybetti. Otur oğlum! Su getirin!>> dedi. Oradaki: ler gelip beni oturttular. Su içirdiler. Bana baygınlık falan gelmemişti, ama o şekli verdi. Sonra çıkıp gittik. Buna sevindim. En sevindiğim, kitabın basılmasıydı. Çünkü e~eyce bir paraya bakıyordu; fakat aylarca dairelerde ~graştım. lradeyi icra eden olınadı. Sonra kendi param ıle bastırdım. Başa bir padişah niethi mukaddeme lazım dı. Bunsuz kitap neşrolunaniazdı. Bu benim için mühim bi~ bir iş oldu. Bir türlü yazmağa elim varmadı. Nihayet soguk bırşey yazdım. Bu mukaddeme o vakit basılan eser-
167
HAYAT ve HATIRATIM
Dr. RlZA NUR
lerinkine göre çok basitti. Maarif Nezaretinden ve yeni· den müsaade almak Hlzım geldi. Onlar da imzamdan < derler. Ama bence insanınki müelliftir. Zahmetine değmez; fakat bu bir manidir. Kimisi kita· bmı bastırmak için evini bile satar, sokakta kalır. Kitap· tan kazanan kitapçılardır. Onlar müelliflerin kara belası·
tüm. Bir kupta nüve protoplaztna, nesc·i munzam ve ay· boyarnağa heves ettim. Bu fen de yapılmaınıştı. Bu hususta tecrübeler yapıyordum. Ame· liyat yapmak bir ustalık ve mühim; fakat ameliyattan sonra o hastaya bakmak ve yarasını tedavi etınek de pek mühim şey olduğunu tecrübelerimle gördüm. Bu hu· susa dair o vakit Avrupada bir eser de yoktu. Bilmem şimdi var rm? Bunları müşahedelerle tesbite başladım. Lüzumu kadar yığılınca müstakil bir alem halinde neş· redeceğim. Nitekim hıtanı da fenn·i lutan adıyle herşeyi· ni toplayarak müstakil bir fen haline koymu.ştum. Bu işe çok devam ettimse de sonra politika hayatına geçince kaldı. Çok acırım. Kez§. kofsidi üzerine laboratuvarda tetkikat yapı· yordum. Bunlar tavşanların karaciğerlerinde pekçok olan bir hastalıktı. Kuplar yapıyordum. Yaptıkları marazi nesc hasılaiLm tetkik ediyordum. Bir de kültür yapnıağa çalışıyordum. Keza bel soğukluğu mikrobundan senım. aşı yapmak fikrine düştüm. O vakit böyle birşey yoktu. Bu mikroplan kültür yapıp toksinlerini alınağa çalıştım. Gülhaneyi bırakınca bunkr da gitti. Smegmada mikrop· lar anyor, nev'ilerini ta'yin ediyordum. Birkaç defa ka· dıbin cüzuruııa stovaiııe movocaine gibi şırıngalar yapa· rak nahiyevi iptali his ile lutan yapınağa çalıştım. Bu hem iyi iptali his yaprmyordu, hem de yerinde daima bir karha yapmıştı. Bu karha yumuşak sankr manzarasını alıyordu. Bu pek dikkatimi celbetmişti. Bir keşf yapacağı· ma kani idim. Bu da gitti. Kadavralardan sünnetli ve sün· netsizlerin zekerlerini kesip alıyor, bunları tasnif ediyor· dum. Bunlardan kuplar yapıp iklil Ü?.erindeki gışayı muhatıde ve asabi unsurlarda hıtanın yaptığı nesci tegayyür tetkik ediyordum. Haşafelerin şekillerini mukayeseli bir surette tetkik ediyordum. Hıtan haşafeye eski demircile· rin yaptıkları çivi tepesi gibi bir şekil veriyor. Yil.ni
166
dır.
Abdiillıamid eseri ve kolleksiyonu sarayındaki hususi kütüphanesine koymuş. Hal olduğu vakit diğer kitap· lar!a beraber bunlan Dar-ül-fünfına, orası da Tıp Fakültesine vermiş, şimdi oradadır. Artık kendim tıpta keşif ve tetkikat hevesine düş·
m zamanda mikrobu da
HAYAT ve HATIRATIM Dr. RIZA NUR
büyüyor. :Bu. suretle cimıı,ıl~ hW ve zeVk de~işmesine bu tegayyürler sebebiyet veriyor. Bunu da ikmal edemedim, kaldı. Kezi. ortqpediyi ® seviyordum. Dikkat ettim. Çok Tlirkl~ ayakları, iııhlnası içerille doğru büküktür. Bunu mafsal-ı harka.Jlide bir inhiraf zannediyordum. Fakat fahz ve s&kta da vardı. Bunu ölçebilmek için 8.let icadına çalı şıyord~. Bu da gitti Bunu bizim hekimler o vakitte çocuğa ayağı arasına bez yerine çok toprak koymaktan ileri geliyor zannediyorlardı. Sonra Türklerin asırlarca süvarilikten ayaklannın büküldüğünü ve nesilden nesile bu çarpıklığın intikal ettiğini bir felsefi-i içtimai kitapta gördüm. Bu_ ayak çarpıklığı Türktı! o kadar aşikardır ki, Yahudiler bundan dolayı Türk'e Türk demez, paytak derler. Bir taraftıı.n da gaz;etelerde sıhhi ve tıbbi neşriyat 7apıyorduriı. ·Bunlar serveti füniln, lkdam ve Sabah tır. Epeyce makale neşrettim. Bunlardltn küpür yapıyordum. fakat çoğu Jpı.ybo]4u. Bunlardan birkısmıyla neşroluı: mamış bir ,kısınwı sıhhi ve tıbbi n;ıakalat diye neşrettiın. 9- elı,nada s:ıın'i nilPat imaline heves ettim. Viyanada ve Fran.sada bununla uğrlıı!:ı.n alimler vardı. Buna dair makaleler bir de :tis$ neşrettim. Hele lııtan hakkında Tür kçe ve Fransızca birçok makaleler neşrettim. Beyoğlunda bir Cemiyet-i ,Tıbbiyey-i Şah.ane vardı. Fransızca bir mecıııua da neşrederdi. Oraya da Fraıısızca makale verdim, neşrolundu. Beni oraya aza intihap ettiler. O vakit aza hep ecnebi hekimler, Rum ve Ermeni idi. Tllrkten galiba hiç yoktu. 1 Her yıl yanımıza staja talebe geliyordu. Bir kısmı cerrahiye yanınuza devam ediyordu. Bir yıl bunlar arasında Emin adllllda bir: arnavut da geldi. Bu çocuk zekideğildi; fakat pek devamlı idi. Pekçok etrafımda dolaşır dı. Ameliyata soyıınurken ceketimi alır, gömleği geürir, giyeyim diye tııtardı. Benimse böyle şeyler hoşuma git-
ıee
mez, böyle dalkavukluklan, adilikleri Sevtıı.eıld1ın. tkinci defasında «Yapma!» dedim. Yine yaptı. Sonra «Burada, baiksana, kaç tane hizmetçi var. Senin i§in bu değildir.» dedim. Yine yaptı. Bir türlü menedemedim. Yı;.man şeye benziyordu. Diğerl~i gibi lptida. onun da eline bıçağı ben. verdim. V e bileğinden tutarak ameliyat vaptıra yaptıra öğretiyordum. Sınıflarının birindieri de bize devam ediyordu. Zeki idi, çalışıyordu .. Fakat Emi.a kadar devamlı değildi. Sene sonu oldti. Bize bir· aSistan alıkonacaktı. Witting «Kimi istersin diye sordu. Dedim kı «İki kişi var; biri sınıfın birniciBi, diğeri Emin.• Hangisi daha devamlı ?• dedi. t>edim:
Almanların bu hali nazan dikkatimi celbediyord'l. Zekaya baknuyorlar, devama bakyorlardı. Mesela evvelce Orhan Abdi'yi intihap etmişler, AlmanyaYa da gön ·derınişlerdi. Othan arnavuttu. Ne türkçesi ne de ama· v.ıtçası iyi idi. Birbirine karıştırmıştı. Fransızc~ da. bilmiyordu. Alınanyada sonra Aimancayı. da; öğrenemerııi!ı· ti. Mektepte sınıfının dlıroen- neferi idi. Birincileri Salih Bey (Şimdi operatör) imtlhana çalıştığı vakit müma'reae içlırı. çalıştığı de~si Orhan'a söylerdi. Orhaıı. bundan ııe kaP8.l'W!- onunla imtihana girerdi Bunu bir gün Deıcıı:e•ye -~rdum. Bana !lll cevabi verdi : cZeka çalışınazsa sıfırdır; fakat çalışkan zelri ~ !la da işini bir gün mutlaka öğrenir. Öğrenen adıu:nQir, işe YJ1.1'&T. Bu sebep!~ biz dainla devani ve sa'ye ~· DüiUndilin, pek doğruydu,. MeselA bir tarla tıı'ilnbit, ta:lı:iı:t-
170
Dr. RIZA NUR
HAYAT ve HATIRATIM
eürmüyorsunuz, oraya hiçbir şey ekmiyorsunuz. Elbet mahsul vermez. Bir tarla çorakça fakat tırnar ediyor, buğday ekiyorsunuz, size buğday veriyor. Ama zeka ve say, ikisi bir olunca ne mutlu ...... Artık kendiınce sa'yi ze· kaya t~rcih ettim. Bütün işierirnde sa'ye kıyınet verdim. Herşeyin fevkinde olan sa'ydır. Bu bence düsturdur. Mektepten çıktıktan sonra Besiın Ömer Paşa ile Si· nop'ta mutasarrıf olan babasının tavsiyesiyle tanışmı~ tım. Onu tanımağı bir şeref addediyordum. Bu z~t ciddtıı zeki, nükte sahibi idi. Epeyce şeyler okumuş, Fransad:ı tahsil görmüştü. Evine gidip geliyordum. Doktor Kili~!i Rıfat da onunla temasta idi. İlk nevsallerini neşretmiş, üçüncüsünü de neşretmek istiyordu. Bana evinde bir ocl:l verdi. Gülhaneden akşam oraya gidiyordum. Galiba iki yıl kaoar böyle devam etti. R1fatia bana Fransızca eserler veriyor, onları aynen edebi bir surette süsleyerek tercüme ettiriyordu. Rıfat da iyi yazıyordu. Üçüncü ve dördüncü nevsaller ikimizin bileğİnden çıktı. Onları pek basit ve soğuk yazı ile olan birinci ile mukayese edenler derhal farkını anlarlar. Bunları bastırıyordu. İyi para kazanıyordu. Gülha · neden yorgun gelir, şezlonga arka üstü yatar, ayakları "" duvara dayar, sızıları giderir, sonra yazmağa başlar·
dedi. «Yok> dedim. Bir bıçak daı,,. çaldım, açıldı. Bozulınuş bir kan çıktı. Y'ıkadık. Buıılar boşaldı. Meğerse hayz kam çıkamaz, yıllardan beri yığ-ılır mış. Gışayı bekaret yarım santimetre kalınlaşmıştı. Makasla cidarından dairen madar kesip çıkardım. Bazan gı şayı bekaret tam olur. Ferçte delik bulunmaz. Nadiren de bu gışa hemen yok gibidir. İnce bir hilal olur. Bu kızı evlendirmişler, kocası yapamamışmış. Tabii. Bir defa da maarif müsteşarı Reşat beyin haremi doğıırmuş, memesinde iltihap olmuş. 'Resim ömer Pa~ bakarmış. Besim Paşa beni çağırdı, muayenehanesinde baktım. Memede iki portakal kadar bir kih vardı. Hastada şiddetli hararet mevcuttu. «Kıh var, ameliyat 18.zım,, de· dim. Ya yoksa dedi. Halbuki herhangi bir hekim bu kadar büyük bir cevfi parmağı ile bıngıldatmadan da derhal anlardı, şüp!ıeye asla mahal yoktu. cKat'i! •. dedim. «Öyle ise yar!» dedL Bıçağı vurdum. İyi keskin değilmiş. İki üç santimetre derinliğe vardım; fakat cevf pek derinde inıiş. İkinci bir darbe vuracaktım, elimi tuttu.
«bırak»
171
172
HAYAT ve HATIRATIM
nevsalden beşyüz altın kazanmıştı. Evinde akşam yemeği yerdim; fakat hasis bir zat idi. Pişen yemek askeri tayındı. Kışın manda etidir. Yiyemez oldum. Artık akşam lan Beyoğlunda Yani'de yemek yiyip, öyle evihe gelirdlm. Bir faydası oldu. Kolağası olmama sebep oldu. Bir de bô.zı hastalara tavsiye ederdi. Çok değilse de bir miktar para kazanırdım. Bu eanada dışarda birkaç hastam da olmuş, maaş bunlar... !şim iyi idi. Bir aralık para da artırınıştım. Sonra hepsini birden yedim. İki defa da sı kılmış, kendisinden birinde dört, diğerinde on lira ödünç istemiştim. vennişti. Sonra iade ettiğim vakit bunlan al· madı. Besim kendisinde rahatsızlık hissediyordu. «İdra· rını muayene edeyim» dedim. Ettim, şeker buldum, söyledim. Pek kederlendi; fakat tedbirli adam. Derhal !tedbir aldı. Hala yaşıyor. Bu iyiliğim de var. Ben bulmasaydım. kimbilir dalra nekadar giderdi. Esasen ruhhatine, rabatına ihmalci bir adamdı. Para kazanmak peşinde o kadıp- idi ki; işten kendine, yemeğine bakacak vakti yoktu. Mektepten çıktıktan bir-iki yıl sonra tekrar sigaraya baş· iamıştım; fakat sigara bilmezdim. Besiın Pll§a «Henri Kıbley» sigaraları içerdi. Kutu ile alır. Kutuyu yazı masasının altına bırakırdı. Bana sigara verdi ve beni alıştırdı. Artık kendiSi olmadığı vakit de oradan alır, içerdim. Fia· tım da. bilmezdim. Birgiin yanındaki V asil adındaki uşa ğınıı. «Bu sigaralar böyle bitiyor, ne yapıyorsun?» diye bağırdı. O vakte kadar hiçbirşey düşünmemiştim; birden fenama gitti; hırsız olduğıımu anladım. Halbuki böyle şey zannetınemi~tim bile. Ne bi!eyim, sigaradır, meydandadır. Alınır, içilir zannediyordum ve ilk kendisi bana veriyordu. Ben aldım da diyemedim. Pe)< utandım. Ondan sonra almadim. Gidip Galatadan kendim satın aldım. Meğerse tanesi yüzpara imiş, böyle fiatlı olduğunu da bilmezdim. P~a psk hasisti. O vakit kendi söylediğine göre Credit Lyonnais Bankasında 20.000 altını vardı. Öyle iken me-
Dr. RIZA NUR
173
cidiyeye yani viziteye kur~n atardı. Kadri Ra.5lt yanın· daki eve taşındı. Resim Ömer bu benim müşterilerimi al· mak için buraya geldi diye, bana ne dertler yandı ve ona ne yaptı. Haline şaşırdım... · .. .. .. Besim Paşa ve kardeşleri arnavutluklarıyle ovunur· !erdi. Besimim babası Omer Efendi Arnavutluğun istik· !ali için yapılan bir içtimada bulunduğundan Kastanıo· nuya nefyedilmişti. Besim onu hem affettirdi, hem paşa ünvanı verdirdi. Hem Sinoba mutasarr'lf yaptırdı. Bes"ım Pll§a vasıtasıyle operatör Ceınil ve göz hekimi Esat Paşa'yı tanıdım. Buıılar da, hele Esat Pll§a beni severlerdi. Ben de kendilerine hürmet ederdim. Hatta bir iki kitabımda onları hürmetle zikretınişimdir. Ceınil Paşa'dan fenni cerrahi ve ortopedi kitabıma takriz iste· dim. Sen yaz ben imzalayayrın, dedi. Bu eserin başındaki mukaddemeyi yazdım. Fel)ni kısım bitince kendimi ya· zamadım. Niye yazınadın dedi. Yazamam, siz isterse· rıiz yazın dedim. Son birkaç cümleyi imza etti .. Hekimlikte artık pek meleke peyda etıniştim' BB.zı hastada sade yüzünü görerek teşhis koyabiliyordum. Ya· ni tıbbi tacd dedikleri şey Msı! olmuştu. Çünkü binlerce hasta görmüş ve tedavi etmiştim. Hele yaralarm manza· rasından ne cins olduğunu derhal anlardım. Bir gün talebemizden biri beni çağırdı. Seririyatta hastasının yamna 'götürdü .• Bu yara yirmi giindür böyle, kapanınıyor.» dedi. Bir kuş gözü kadar fistüldu. Baktım, derhal anladım.
174
HAYAT ve HATIRATIM
hekim ne koyduysa onu hatırında tutmalıdır. Ve değiş· tirirken onları bulmalıdır. Bu mühim bir kaidedir. Za. ten drenleri.n ucuna ya ip bağlanır, ya bir çengel iğne konur, yahut emsali yapılır ki bu sayede yaranın içine girip kaybolmazlar. Giilhanede asistan kaldığım vakit yani mektepten çıktıktan bir sene sonra çapkınlığa da başladım. Bu es· nada hem sigaraya başladım, hem de rakı da içiyordum. Hem çalışıyordum, hem de çapkınlıkta en ziyade arka· daşım Mehmet Ali, sonra Mahmut Ata idi. Mektepte pek uslu ve yaşça küçük olan At& da şimdi çapkındı. Bizi Basralara göndermek için kanunların sıkı aradıklan za· man da bu işi yaptık. Gündüzün son derece çalışıyorduk. Gece arkadaşlarla konuşuyor, şakalaşıyorduk. Türlü sözler söylüyorduk. Konuşurken azıyorduk. Gece yarısı na doğru hastahaneden çıkıyorduk. Sarayın kapılan ge· ce kapamrdı. Sade Ahırkapıda şimendifer geçidinde yı kık bir .yer vardı. Orada da bir millazırnın idaresinde bir müfreze asker beklerdi. Bu mülazım alaylı ve Boyabatlı idi. Alıhap olduk. Hemşerilik gayesi güdülürdü. Ve çok iyi bir adamdı. Bize göz yumar, gizlice oradan fır· !ardık. Yokuşu tırmanır, Sultanahmete, oradan da göze göriinmeyelim diye yeni köprüden geçmez, Unkapanına iner, bu köprüyii geçer, yine yokuş tırmamp Beyoğluna varır, bir .. :......... girerdik. Göz kızgınlığına ve gençliğe bakınız ki, bu kadar uzun yolu yaya gider ve yorgunluk duymazdık. Hem de yakalanmak tehlikesini diişünmez· dik. Halbuki yakalanmanın neticesi pek müthişti. Bende bu hal böyle devam etti. Sonra arttı da. Bir arairk hastahaneden gece gündüz çıkmaz çalışırken, ar· tık gündüz çalışıyor, akşam olunca sokağa fırlardım. Bir iki arkadaş gidip Galata'da köprübaşında Domuz soka· ğuadaki birahaneye oturuyorduk. Bir kadelı bira içer, mezelerle karnım'ZI doyururduk. Artık yemeğe ihtiyaç
Dr. RIZA NUft
175.
kalmaz, ........ .!ere dalar, ondan ona gezerdik. Bu biraha· ne mezesinin bolluğu ile meşhurdu. Üç dört kadeh içince insanın karnı doyardı. Bir kadeh bira kırk para idi. Onun· la on türlü mezc verirdi. Kah Tepebaşı bahçesine gider, çalgı dinlerdik. Sabah olunca erken Tepebaşından kar_şısın· daki Torna'nın dükkanına gidip kalıvaltı eder, hastanane· ye giderdile ~Ieluııet Aii beni Tünelin alt başındaki İngi liz birahanesine ve orada viskiye alıştırdı. Viskiyi çok sevdim. Bir şişe alır, hastahaneye de götürür, gündüzleri de arada içerdim. Sarhoş olmuyor, )Jil'akis yorgunluğum gidiyor, kuvet:i bir surette çalıışyordum. Birkaç böyle devamdan sonra alkolik olmak tehlikesini düşünerek gün· düz adetini kaldırdım. Evvela düz içerdim. Bir akşam çok sarhoş olup, kus· tum. Halbuki kolay kolay sarhoş olmazdım. Dedim bu fena içki. Mastikaya başladım. Bir gün ondan da böyle oldum. Dedim bu da fena. Şaraba başladım, bir gün ondan da ağzımızın tadını aldık. Bu da kötü deyip biraya başla· dım. Bir gün o da öyle oldu; koııyağa başladık. Ondan da ders aldık. Arnere başladım. Bir müddet sonra ondan da vazgeçip, o vakit biraya konyak ve amer karıştırarak bir§EY yaparlar, buna mik'ap derlerdi. Ona başladım. O da bı~ gün beni perişan edince ve başka yeni de kalmadı, yok yı ne düz hepsinden iyi deyip, ona döndük. İş Nasrettin Ho· canın karpuzianna döndü. Böyle birkaç seri yaptık. Me· ğerse bu çoklarında olan şeymiş. Bu esnada Yusuf Kemal (A:lı!iye Vekili) ile bera!<ıer de sarhoşluk ve çapkınlık et· tiğim oldu. Tıbbiyede beraberdik Sonra sakat elinden do· layı mektcbi bırakmış hukuka girmiş, o vakit avukatlık ediyordu. Bir Ağustosta cii!Cıs gecesi geldi. İstanbul donamyor, herkes sokağa fırlıyor, geziniyor, eğleniyordu. Cü!Cıs bü· yük bir bayram halindeydi. Bense bugünden dolayı ke· der ve matem içindeydim. Dedim: Abdülha.mid'in şenliği·
177
HAYAT ve HATIRATIM
Dr. RIZA NUR
ni görmemek için iyice içip, sarhoş olup sızınak lözımdır. Tilnelin yanındaki İngiliz Sirahanesine gittim. Oraya Mehmet Ali de geldi. Sonra bir t~m genç zabitler de geldi. Çokça içtik. Abdülhamid'e bir ağızdan küfrettik. On bar· dak kadar sodalı viski içmiştim. Iyi idinı. Birşeyim yoktu. Gitmek için ayağa kalktığım vakit bll'lım döndü, yı kılır gibi oldum. Her.kesi viskinin iki bardağı sarhoş eder. Dedirıı, çabuk eve gitmeli, çıktım. Artık bilmiyorum. O vakit babam, anam Galata'da tbir hanede sakin idiler. Onlan Sino~tan getirmiş, yerleşmiştik; fakat Besim Omer~in gede yazılarını yazmak için evinde kalmaktan doğru dür;üst evinıe gidemiyordum. Oraya kadar gelmiş ve içeriye girmişim, ama haberim yok. Anam halinıi görmüş, beni yatırmış, sonra kusmuşum. Kusmalar teker· riir etmiş, ağ;ı;ı.mdan kan da gelmiş, anam oğlum ölüyor diye sabaha kadar başımda ağlamış. Sonra bana hikaye etti. Bu esnalarda rakıya o kadar inhimak etmiştim ki, değme içki ile sarhoş olmazdım. Bir gece Yani'de Yııstıf Kemal bey, Dr. Medeni ve daha birkaç kişi oturuyor bira içiyorduk. Oraya Veli adında bir alman geldi. Tanır Iarmış. Müslüman olmuş, mabeynde memurmuş. · Bizim masaya ç$dılar. Bir bira ısmarladı ve içti, dedi Id, dedi. V e kadehi bitiı:dikten 'ııonra çevirdi, tımağını tuttu. Bir damla bile .akmadı. Dedim: «Bu alman ul!).ılü mü?» «Evet!>· ·Jedi. .c Peki! müSabaka yapalım! • dedinı. · Başladık. Kadehıeı geliyor, ~iyoruz ve tırnağımıza tutuyoruz, kuıu kalıyor. Bu adamla da galiba yirinişiır kadeh içtik. Nihayet: «Ben gidiyorum» dedi ve ka.lktı. •Biz daha içiyoruz. Gitme!» dedik. Giderken bir duvardım bir duvara gittiğini gördük. Erteai giinü evine kadar birkaç defa yıkıldığını arkadaş !ara hikii.;ıte. ve bizim zateriınizi. t&sdlk etmiş. Bize birşey olmadı. · ·
kadar devam eden bu çapkınlık beni Beyoğlu Bu esnada iki defa belsoğuklu· ;ğu aldım; fakat ihtilii.tsız çabuk Iyi ettim. Bu üç yıl çapkınlık ve hekimlik bana bu hastalıkların içtimal heyetimizi nasıl tahrip edici müdhiş bir tehlike olduğunu öğret ti. Derhal (Frengi ve Belsoğukluğuna Yakalanmamak -Çaresi. .. ) adındaki eserimi yazdım. Süblime ile tec:übeler yapmıştım. Hem kendimde, hem batlı:alarında münasebete başlamadan evvel yarım çam süblime bir bardak .suda eritilir. Münasebeti bitirir bitirmez, ibtida zeker ve etrafı sabunla yıkanır. Sabun süblimeyi bozduğundan bol su ile giderilir. Sonra SÜblime inahlülüne daldırıp iki >dakika bıralnlırsa bu hastalıklar gelmiyor. Ancak bu mahlül çok serttir .. Çıkarınca zekeri derhal bol su ile yı· kamalı. Yıkanınazsa kabanr, derileri soyulur. Bazan ucun· -da bir kaç gün devam eden hafif bir akıntı olur; l)u da 1ıastalık aldım diye telii.şı mucib olur. Korkmamalı. Sübli· menin te'siridir: İki defa belsoğukluğu aldım. İkisinde de sarhoştum ve süblime kullanmamıştım. Diğer möşaheıle ler de bunu tasdik etti. Bu usulü öğrettiğim adamlar da belsoğukluğU vesaire almadılar. Alanlar olmuşsa sarhoş <ılup işten sonra süblime ile yıkanınadıkarı vakit almış lardır. Bu usulü o kitabımıza dercettik .. Her gen ce' yine tavsiye ederim. Bu eserim intişar ettiği vakit şöhret buldu. İki defa basıldı. Tiirkyurdu'nda bu kitap Jllillete bir Dridnavt kadar büyük bir hediye diye yazıldı. ' Bunlara, bu hallerime ve bu hale gelişime rağmen mektepte ve mektepten çıktıktan sonra ne kadar namus· luydum. Melektim. Hele hastalar hakkında . fena düşün· Cllm yoktu. Derdim ki: «Hekim öyle bir şeydir ki bir aile aamusunu, simru ona eınanet ediyor. Hastalara hıyanet
116
üç
yıl
kadınlanndan iğrendirdi.
(')' Buradan müstehcen
birkaç sayfa çıkarılmıştır. ;Ni§ir.
F: 12
178 edilemez.
HAYAT ve HAl'IRATIM Bunların ırzrna
geçrnek en büyük narnussuzlnklardandır.>, Şahadetname alırken de bize yernin ettirmiş· ]erdi. Hey gidi! ... Ne gafil.ıni§irn ... Hayatı hiç bilrnezmi§İrn. Aniatacağım : Dışarda hekimliğe bıı.şJa.ınıııtırn. Para kazamyordum. Gülhanede asistanlığıının birinci ve ikinci yıllannda hasb kadınların yüzlerine bile dikkatli bakmaktan çekinirdim. Göğüslerini dinlerken mümkün olduğu kadar az dayanır. ya stethoscopela dinlerdirn. Gayet zengin, İ.stanbuı'da bir konakları ola.ı:ı. yazları istanbulun mühirn bir sayfiye sinde geçiren bir aileye tavsiye olundum. Bunların bir (:ocuklarını rnuzaaf zirve zatürree.ainden kurtardım. Aile hekimleri o vakit pek meşhur bir profesördü. Hastalığın sekizinci giinü ümidini kesip kaçmış, gelmemiş beni ça· ğırdılar. Halcikaten çocuklarda zirve Pnomonisi vahim dir. Muayene ettim ve dedim ki; .iyi ederim» çünkü gördüm ki hekimleri fena tedavi edip asıl tedaviyi yapmamı§. «Pekiyi!>> dediler. Kıştı. Dedim: > dediler, kıyamet ve vavey]a kopardılar. «Soğuk :ılır, ölür. Yaparnayız» dediler. <öyle ise gidiyo· rum» dedim. Zaten ünıitsizdiler; «Hele düşünelim» dediler. Yandaki odaya çekildiler. Yarım saat kavgalı müna· kaşalar işittim. Geldiler, razı oldular. O vakit zatürreevi pehlivan yakısı ve expenctrant ilaçları ile tedavi et'll~k moda idi. Hal8. böylesi çok. Bunlar sıfırdır. Birincisi hat· tı1 muzırdır. İkincisinin bu hastalığın rieye yığdığı fibrinleıi eritip çıkarmasını zannederler ama mümkün değil-
Dr. RIZA NUR
179
dir. Bunun ilacı evvela hastayı yarı yatar. yan oturur bir vaziyette koymaktır. Bu sayede hasta nefes alır, ciğe· rin aşağılarında yeniden hasta mahaller olmaz. Bu has· talar ekseriya kalbten ölürler. Kalbi kuvvetlendirrnek la· zımdır. Göğse, sadra ıslak pansurnan yapılmalıdır. Bunları yaptım. «Gece gitme! Kal!>> dediler. Gece de elimle pansumanlarını yaptım. Sabaha karşı bulıran :eri den;ıcn ter geldi. Müjdeledim. Çocuk kendini bilmiyordu. Haline bakıp inanmadılar; fakat bir kaç saat sonra gözünü açın· c:ı. sevindiler. Bana bir avuç altın verdiler. Bu sayede bu ailen'.n itimadını kazanmıştım. Artık hekimleri olmuş· tum. İyi paralarını alıyordum. Zevce genç, güzel oldukça okumuş, bilhassa zeki bir çirkin, koyıı cahil, uşak makulesi bir şey· di. Galiba kocasından nefret ediyordu. Her yerde beni medhettiğini işitird.im. Bu suretle de müşteri e:de ediyordum. Bu hanrmda gittikçe bana karşı bir takım nazarlar görrneğe başladım. Görmemezliğe ve bilmemezliğe gelirdim. Bir giin yine beni çağırdılar. Gittim. Odaya girdim. Kılıcıını çıkarıp bir köşeye koydum. Haıum, çocuklar, bir EÜrü halayıklar geldiler. Bir kısmııu muayene ettirdi. Re· ·çetelerini yazdım. Sonra hadi gidin dedi. Kapıyı kapatıp geldi, yaruma aturdu. Başka bir hale girmişti. Fenalaş tım. İçimde sarılayım ... Kaçayım diye müthiş bir boğuş ma başladı. Gencim, pek ateşliyim. Fakat bende Volcnt~ kuvvetlidir. En bulıranlı bir zamanda bile beni bırakmaz. Düşündüm; namus, hastalara karşı iffet, vazife ve m es· iek gözümün önüne geldi. Bir an içinde kararımı verelim. Kalkıp uzak bir sandalyeye oturdum. Bunun üzerine hamm derhal suratı astı zaten ateş kesilmiş gözleri bir da· ha yandı ve bu sefer gazaplı bir şimşek gibi çaktı. Sert ve hakaretli bir bakışla bakıp kalktı, kapıyı başıma vurur gibi şiddetle kapayarak gitti. içimden •Şimdi... Ne felahanımdı. Kocası
181
HAYAT ve HATIRATIM
Dr. RIZA NUR
ket! .. » dedim. Ne yapayım? Gitsem, Allahaısmarladık demeden gitmek teı:ibiyesizlik. Gitmesem bu halden sonra orada bir dakika bile durmak aykırı şey. Hele durayını bi· ı-az dedim; dur d um. Gelen, giden yok. Gideyim dedim, kı lıcınu aldım «Hele durayım biraz daha» dedim. Yine gelen giden,
suzluktur. İsteyeni de mutlaka kabul etmeli. Çünkü zaru· ridir.» Hayatımda artık. bunu tatbik ettim. İşte bu darbe benim el sürülmemi>;ı namusumun yarısını yıkmıştır.
180
Bir defa da bir sünnetle sünnet evinde gece kalınış. gece sarhoş olup yattığım odaya hü· r.um etmişlerdi. Ben ne kadar namuslu veya saf insanmı ~ım ki ·kapıyı kilitledim, sabaha kadar mukavemet ettim. Adeta kapıyı kırmaya çalıştılardı. Bunu da bilınemezliğe gelmiştim. Ne de en samimi bir arkadaşıma söylememiş· tim. Bugün bu kağıda tevdi ediyorum. Bir defa da bir arkadaşın karısı musaHat oldu. Red ve hatta. tahkir cttim. Ne yaptı bilir misiniz? Kocasına benim ona tecavüz ettiğimi söyledi. Gel de şimdi pirincin taşını ayıkla! !ıir takım hanımlar
Bu vakalar bana büyük ders oldu. Bende inkılilb Dedim ki: İşte bu kadarı namus değildir. Ahmaklık. !steyen kadını ne olursa olsun kabul etmeli. Yoksa böyle her şeyden olursun hekimliğin de ilerlemez. Bol düşmanın da olur.» Buna rağmen yine hastalara karşı namuslu olmaktan hala vaz geçemedim. Lakin şu prensibi koydum: «İstemeyenden isternek hekim için büyük namusyaptı.
Kadın müthiş bir şeydir. En şefkatli dostken böyle bir aşk vakasından yırtıcı bir canavar olur ve asla insafı yoktur. Ve aşkının reddini asla reddedemez, Bunun için kadından korkarım. İstediği vakit red gilrünce kadın zr vanasından, insanlıktan çıkar. Kadının en korkunç nokta· sı budur.
N e bileyim?!... Gördüğüm terbiye, mektepteki alıiii bana böyle bir terbiye vermişti. Namus ile meşbiı olmuştum. Hem de o vakit adetti. bir mahallenin erkekleri o mahallenin kadıniarına asla bakmazlardı. Bak· mak çok ayııptı. Komşular keza. Hekim ise bu hususta elbet bunlardan daha fazla olmalıydı. Hatta tulumbacı· larda bile namusun büyük bir layıueti, bunun racoııları, yani usül ve örfleri vardı. Mesela bir tulumlbacı ölse dahi arkadaşhnın karısına göz atmazdı. Bu kadar değil zevce olmayıp da kapatması bir orospu. dahi olsa yine el sür· mezdi. Bu kadar da değiL.. Ona bir başkası taarrıız etse himaye eder, icab ediyorsa onu öldürür veya kendi ölürdil. Bu örfler aile, dolayısiyle bir milletin selameti ıçın pek iyi şeylerdi. Maatteessüf bugün yerinde yeller esiyor, aksine daha ziyade herkes alıbabının karı ve kızları ile daha ziyade iş pişiriyor. Bu, Avrupa hayatının bir kanse· ridir. O hayat için zaruridir. Bir ailenin kadııı ve erkeği ayrı ayrı fabrikalarda, yazıhanelerde çalışıyor, başkaları ile temasta. Bu temas her şeyi yapıyor. Kadını eskisi gibi çuvalda bağlı saklamak da bu asrın hayatı, zilıniyeti için mümkün değildir. Bilmem ne yapmalı? Fuhuş hadi bir şey değil diyelim; fakat ail~yi yıkıyor. Aile iıle beşeriye· tin, terakkinin esasıdır. Bu sebeple şiddetle men'i lazım· dır. Halbuki bu iki zaruret bir birini bozuyor. İçinden çı· ki
cihadım
182
HAYAT ve HATIRATIM
Dr. RlZA 1\.TUR
183
kılmaz iş,
hallolunamaz bir mesele! ... hekimlik, bilhassa siinnetçilik ediyordum. Bu hususta büyük bir şölıret almıştım. Her yıl sünnetten dr, epeyce altın kazanıyorduın. O vakit büyük sünnetler ve düğünler yapmak iidetti. Aynı düğünde bir çok çocuk sUnnet cdilirdi. Husus! hanelerde de düğünsüz olurdu. Dışarda
Zenginler, münevverler artık beni çağmyorlardı. Her yıl
kazancnn artıyordu. Bu sünnetlerde hem para, hem de altın saat ve emsal i, bir-iki kat da çamaşır vermek adetti. Eğer hekimlikte kalsaydım yalnız sünnetİli beni refahla geçindireceği anlaşılıyordu. Gülhanede asistanJıcrı mın ilk devirlerinde, iffet hususunda pek namuslu old~ ğum ve bana hanıının sataşıp mukalıele görmeyince düş· man olmasından evveldi. fııte bu esnadadır ki hayatıının en hakiki ve tam aşkını yaşadun. Bundan evvelkiler yayırtık, çocukça şeyl.erdi. İşte bu aşktır k:i, bütün varhgınıı zaptetmiştir. Ondan sonra da aşk görmedim. Gali· ba bir sürü kadınlar gönliimü kurtlar gibi yediler. Bende b.ı il&hi, yüce sevgiyi öldürüp bitirdiler. ~ize düşman kesilecek olan hamının bir giin beni evi· ne çagırdılar. Henüz aranıız da çok iyi... Hanun, çocukla· n, halayıkları ile oraya geldi. Poliklinik başladı. Bir de genç, güzel, lepiska saçlı, mavi gözlü bir kız geldi. Sandalyeye oturdu. Hanım: dedi. Ettinı; bir I?"Y yoktu. cHiç bir şey yoktur» dedim. «Aman, sahi mi?. dedi. «Sizi te'min ederim> dedim. Güzel kız hiç durmu· yo~: tatlı tatlı gülünısüyordu. Ama gülmesi terbiyesizce degıl... Hoş ... Muayeneler bitti. Aklıma da hiç bir şey gelmedi; çık· tık. Bundan sonra ben oraya gittikçe bu kız ekseriya ora· ya geldi; sözleri güzeldi. Hele gözleri hepsinden güzeldi. Gayet zeki ve tatlılık dolu bir nazarı vardı. Gittikçe kız dikkatimi celbetmeye başladı._ Ne söylesem o tasvib edi·
n.?'
yordu.
Alılamndan
bana itiraz olsa o müdafaa ediyor ve Meselil. kızıla tutulan bir küçük kızın saçı kesilmesini söyledim. Anası «Olınaz> dedi. Bu kız yfıni çocuğun teyzesi ben gidince anası yokken kızın saçını kesivermiş, ertesi giinü önüme koyııverdi. Bunlar da ınütemadiyen hoşuma gidiyor, bende bir tesir uyandı· rıyordu; fakat en mühiınnıi kızın gözlerindeki tatlılık ile karışık zek& idi. Sözleri zekice ve edeplL Bu da pek ho· şuma gidiyordu. Ağırbaş duruyordu, bu da tam istediğim şeydi. Kız gittikçe bana şefkatli nazarlarla bakmaya, böy· le sözler söyiemeye başladı. Bunlarla tesir kemalini buldu. Kıza aşık oldum. Zavallı kızın beni daima görmek ilı tiyacında olduğu anlaşılıyordu. Hiç yoktan hastalıklar çıkarır çağırırdı. Bir defa bana tırnağını ameliyat yap· tırdı. Bu pek acıyan aıneliyeyi yapnuya elim varmadı; fakat sonunda yafilım. Bu kız bu ağnlara bir aYY ve öff bile demedi. H&la şaşarun. En büyük kalıramanlar bile bu arneliyede bağınrlar. Böyle bir nazik kız ıhh dahi de· mesiıı.,. Kız otuziki dişini söktüren Kerem gibiydi. Hem de ben ameliyat esnasında şaşkın bir haldeydim; anıeli· yatı dürüst yapamadım. Biliyorum, fakat kendime malik değildi m ki ... Bu hali de beni daha ziyade za:btetti. Bir güzel, bir çok meziyet.leri olan, aynı zamanda 'kahraman bir melek karşısındaydım. Artık ben de iyice ateşi aldım. Alıvalinden anlıyordum ki. o da yanıyordu. Demek iJ
Bu aşkıının adını bu yaprağa yadigar etmek istedim. fakat yazamanı ... Geçmiş zaman! ... Ailevl şeyler ... Bu zamanlar Gillhanede en çalışkanlık zaınanımdı. İlk k&külünün ';!CU çengel gibi gönlüme takılmış, gönlümü, aklunı daima yanında tutuyordu. Zeki gözlerinden çıkan sihirli bir nur huzmesi içimi dolduruyor, bana kendimi kaybettiriyor.
185
HAYAT ve HATffiATIM
Dr. RlZA NUR
Çok günler oluyordu, büyük bir ameliyat yaparken akluna geliyordu. Zaten hiç gitıniyordu ya ... Artık ameliyatı makine gibi yapıyordum. Sade ameliyat bittiği vakit bittiğini derkediyordum. :ıkna bir şey söylense anlamıyordum. Onıın aşkında, dalnıış, bltınݧtim. Bu halim Almanların, arkadaşlanının nazarırıı celb ediyordu. Viting birkaç defa da sordu: «Sana ne oldu 7 pek dalgın ve düşüncelisin. Sana bir şey ııöylüyorum. Anlamıyorsıın ... • cBir şey yok ... » deyip geçiştiriyordum. Halbuki içimden ateş, alev fışk.ınyordu. Kimse ile konuşmak istemiyordum. Tenhalara kaçıp dilşünüyordum. Bu düşünme bana pek tatlı geliyordu. Onunla hayalhanemda cennet gibi bahçelerde getinti yapıyorduın. Güzel evlerde otımıyor dum. Çocuklanmız oluyordu. Oiıu canım gibi seviyordum. Bir üzülse canım ağzıma geliyordu. Bir hasta olsa canı mı vererek kurtarıyordum ... Bu bana dehşetli bir keyf veriyordu. KAh ben kederli oluyordum. Gündüzüıı iş ba· şında üzülmüştüm. Eve gelince cA, sen üzülmüşsü,ıı» di· yor, beni melek kanadı ile sıvar gibi yüzümü güzel elleri ıle okşuyor, boynuma sarılıyor, yanağını yanağıma da· yayıp duruyor, bütün Iı:ederlerim bir anda «iıliyordu. Onunla millete pek terbiyeli, yiğit evlatlar yetiştiriyoruz. Bunları birlikte terbiye ediyoruz ... İşte böyle türlü hayal· ler. Aşk hayalatı! ... Ey aşk! Ne tatlısındır! ... Halil. ta· hatturu bile yüreğime su serpiyor, beni ~yediyor .... Geceleri eve gidince aemen bir . odaya çekiliyoruın. Işık bakmıyorum. Bu esnada en çok hoşuma giden şey karanlıktı. Yine türlü hülya, hergün bir başka tatlısı. Hep o, o... Çok gece uykum kaçı:yordu. Uyuyacıyordum. Uyusam bile bfr kaç saat sonra u.:ramyordum. Artık gözü· me uyku girıniyordu. Aklunda, gözümde hep o idi. Böyle nice karanlıkların, ufuktan kopan bir şil.ınil aydinlık ile yırtılıp gittiğini, derken bir nur fı!lkırdığını ne kadıı.r ay· ların batıp güneş doğduğunu, milyonlarca yıldızın söndü·
ğünü gördüm ... Gözümün bebeği içinde onun hayali otu· rup saklanmış, gözümde, aklımda o, sanki beraber bu levhalari seyrettim ...
184
Bu esnada ekseriya' tıbbi eserler okurdum; lazımdı; fakat aklım başıma geldiği vakit ne okudum, zihnimdc bir şey yoktu. Dimağı dolduran işgal eden hep oydu. Başka şeye yer yoktu ki.. Sonunda bakarım başladığını yerden bir sahife bile ilerlememişim. Bazan başladığım saati bi· lirdim. Aldım başıma geldiği vakit ise saate bakınca üç saat, beş saat öyle kalmış olduğumu, yapılacak işlerin geçtiğini öğrenirdim.
Çok gecelerim ise ağlamakla geçerdi. Hüngür hün· gür ağlardım. Fakat bu ağlamak bana zevk verirdi. Aşk ne bela, ne acaip şeydir yahu! ... BüYükadada gezerdim; fakat onun için gezerdim. Çarnlar altında onu düşünerek gezmek en büyük gayemdi. Bunu çok yaptım. Her zerrede onu görür gibi idim. Ah, her dakika «Şimdi buraya geliverse> derdim. Çam dalla· rı arasından süzülmüş nurlar da parça parça birer ayna gibiydi. Onlarda sevgilimi görür gibiydim. Bu çam dal· larından yapılmış elekten inen nur bir de ipleri dalların ka:ııa gölgesinden bir ağ gibi olup gözleri nur dolu idi. Ba· zan rüzgar dalları salar, bu ağın ip ve gözleri birbirine k~nşır, üzerine ziya vurulmuş binbir yüzlü bir ayna sallanıyonnuş gibi nurlar uçuşuyordu. Bu nurlarla aş,lpmın yaratıcısı olan güzelin de bir bir resmi gözümün önün· den sinema gibi geçerdi. Bu gez;intiler esnasında Adada çarnlar altında mehtap tasvir eder nesir pa,rçalar yazdım. Bir kısmını Meşrutiyetin ilk yıllarında Resimli Gazete adındaki mecmuanın fevkalil.de nüshasında neşrettim. Bir kısmı hem de en mühim kısmı yazık ki zayi olmuştur. Zannederim ki benim en büyük eserimdi; hakiki bir aş· kın ilhamıydı. Çarnların altında dal ve yapraklardan sü·
HAYAT ve HATffiATIM
Dr. RlZA NUR
zülen mehtabın alacaladığı toprak üstünde gezinirken latema sesleri bu nurla meşbu durgun duran havada kulağıma pek hoş getirdi. Hala laternayı severim. Bir yerde işitsem duı-ur, dinlerim. Bana Büyükadayı, o zamanları söyler. Muhit, vaka, macera ve eınsali insanın seeiye ve mukadderatına hakimdir. Demirci nasıl demiri kızdınr, örs üstünde döve döve istediği kalıba sokarsa bunlar da insan denilen mahlfıku muhtelif şekiliere koyuyor. Çocukluğumdan beri laterna işitirdim; hele Galatada pek çoktu; hiç sevmezdim. Sade sevmez değil, kulağıma batan bir şeydi. Bu aşktan sonra hoşuma giden bir çalgı olmuş tur. O vakte kadar ağaçlar da benim için müsavi idi. O vakiten beri en sevdiğim çamdır. Bugün Paristeyim, Parc Monsourie'ye el
Bir taraftan «Ben de genç ve güzeldim, istikbalim var. O benden iyi eş bulamaz• diyor; böyle bir evlenıneye hak veriyordum. O esnada bır hanım bana: «Büyükada· da senin gözlerin hammlar arasında şöhret bulmuş. Sana güzel gözlü doktor adını koymuşlar. Dün tur ederken bizim araba yanından geçti ... Hanım eğilip gözüne bak tL Farkında mısın? Sonra, sahi güzelmiş• dedi. Farkınday dını. Yalnız sebebini anlıyamamıştım. Bu da ve bunun gi· bi daha bazı şeyler de ona layık olduğuma kanaat verdi· riyordu. Çocuk olmuştum. «Zaten ne lıacet! O beni se vi· yor» diyordum; fakat bende bir büyük kusur vardı. Di· yordum ki: «0 çok zengin, ben fakirim. Babam kundura· cı. İşte bu hiç mütenasip değil.>> Prensipçe zengin kız is· temiyordum. Sonra olur ki; başıma kakar diyordum. Diişünüyordum, bir türlü bu gediği kapatmak mümkün değildi. Hele, bilhassa, evlenince çalışamamak korkusu büsbütün mani idL Evlenmemeğe kati karar verdim. Şimdi aşkı söndürrnek, hiç olmazsa unutmak lazımdı. Hem ağlıyordum, hem buna çahşıyordum. Mektepteki rJılak cedvelime göre nefsimle fazilet mücadelesi yaptı ğım gibi yine yeni bir mücadeleye başladım. Gördüm ki; bu onlardan güçmüş. Aşk pek müthişmiş. Zamanla tesir azalmaya, akıl mantık galebe çalmaya başladı. Derken aylardan so;nra abiası ile olan vaka araya girdi. Artik birbirimizi görernedik Bu da işi pek kolaylaştırdı. «Aşk tan kurtulmak çaresi kaçmaktır, derler çok doğrudur. Gözden ırak olan gönülden de ırak oluyor. Zaman geçti. Ben yazın sayfiyeye gittim. Onlar da o sayfiyedeydiler. Orada bir dostum da oturuyordu. Bir gün nasılsa bu aşk hadisesini bir nebze ona söyledim. Aşk öyle bir ateş ki sönmüyor; insanlar üzerinde en lık kim şey. Demek yine bende duruyordu. Sayfiyede onla· nn da bulunması yine ateşi ta.zeliyordu. Bu dostum bana: «Sen nasıl adamsın? Sana bir kuyruklu yıldız doğmuş. İn·
186
187
Dr. RIZA NUR
HAYAT ve HATIRATIM
188
san evlenmeli. Öyle şey mi olur? Durma git, iste!>> dedi. «Canım olur şey mi? Hem ben gidip nasıl isteyeyim?>> dedim. Ne yaptı, yaptı, beni derhal onlara yoladı. Gittim. Abiası bir suratla çıktı. Sıkıldım, bozuldum. Nihayet aş· ka mukavemet edemedim. Hemşiresini istedim. Bir köpürdü. V e bana hakaret etti. Odadan çıktı. Bu darbeyi asla unutmam. İıisanlar tuhaftır. Bunu yapan o hanım sonra işi düşmüş, ben nazırken bana müracaat etmiştir. Ben ona hakaret etmedim. Bilakis işini kolaylaştıracağı ını vaad ettim. bitti. Hamının benden red görmesinden beri arkadaşlardan bir doktoru çağırıyorlar, aileyi o tedavi ediyordu. Her gidişinde kız doktora beni sararmış. Bir gün doktor bana «Bu kız sana çok alaka gösteriyor» dlye sordu. Bir şey demedim. Tabii kız abiası ile olan bu iki vakayı bilmiyordu. Anlaşıldığına göre kızı abiası der· hal birine nikilhlamak peşine düşmüş... Biri de vardı; hem densiz ve biçimsizili; fakat onda para hırsı büyüktü. Kız da zengin. Bunlar kızı almak istiyorlardı. Bunun akrabası kızın hemşiresinin gayretinden istifade ederek kızı almaya kalkWar. Kız red etmiş ... «Katiyyen olmaZ>> demiş. Abiası s:ıkıştırmış, nihayet yine o doktordan işit· tiğime göre, nikah günü kız zorlanmış ve bayılmış. Nikanı y~ptılar. Bu alanlar benim çok tanıdıklarımdı. 'lüzüme bakacak yerleri kalmadı. Tabii benim de. Ofılarla o ayrılış ayrıldık; hala konuşmayız. ' Bununla
iş
Kız evlendi; Haber alıyorum ki; kocasını sevmiyor· du. Az zamanda odasını ayırmıştır,. İş bitti. Bu aşkın tesirleri benden geçti. Gönlümde sade ölmüş bir aşkın naaşı kaldı. Yıllar üstüne bindi. Zaman gönlümdeki bıi naaşııı üstüne taş taş üstüne koydu; fakat arada yüreğimde bıından bir sızı duyardım. Bu hala böyle. Demek ki; öğülmüş bu yara sızılı bir n ed be bırak-
mış
189
ki; tıb acıyan nedbelerin ölüme sürdüklerini söyler. Bu sevgili elden, onunla da aşk benden gitti. Bir daha bulamadım. Şimdi bu ilerlemiş yaşımda bu aşka dair «aş kım» adıyla bir şiir yazdım. Demek beni hala tesiri altın da tutuyor ... Bir aralık lşkodra'da zelzele olmuş, evler yıkılmış insanların kolları, ayakları, kafaları kırılmış. Ameliyat yapmak için Gülhaneden bir kaç aFkadaşla beni yolladı lar. Selaniğe vardık. Kaçarlar diye ecuebi gemjye bindir· miyorlar; karadan gitmek lazım. Vasıta yok. Müthiş bir sefer. Ne ise yolunu bulup bir Avusturya vapuruna bindik. Pire llıuanına giriyorduk. Garson karnaralan dolaş tı. Herkese pencerelerini kapattırdı, kapılarını kilitletti. Sebebini sordum: « Yunanlılar hırsız bir millettir. Derhal çalarlar. Bu adettir. Buraya gelen her vapur ~öyle ya· par» dedi. Sivil giyip çıktık. Atinaya gittik. Akrapol ve sair yerlerini gezdik. Akrapoide bir köşede :bir yığın kı rık Türk mezartaşı gördüm. Üzerlerinde yazılar var. Kim bilir içinde mühim Türklerin mezar taşları da vardı. Türkiye idaresinde iken aralar Türk mezarlığı imiş. Yunanlılar hepsini kaldırmışlar. Bir kısmını da parçalayıp bir köşeye, kahırları nümlınesi gibi koymuşlar. Bir arab~ ile şehri dolaşıyorduk; saatla tutmuştnk. Çok dolaştık. Vakit oldu. Aralıacıya söyledik; fakat hala yerimize gelemiyorduk. Soruyoruz. Şimdi diyor; fakat yine dönüyordu. Nihayet geçerken ineceğimiz yeri tanıdım. O önünden geçi· yor ve yine yoluna devam ediyordu. Kalkıp arahacının kollarından tuttum, durdurdum. Çok para almak için kim bilir bizi kaç defa oradan geçirdi, döndürdü. Nihayet vaı:ura geldik. Asker elbiselerini giyiyoruz. Arkadaşlardan Fikri «Kaputum yok>> dedi. Garson çağırdık. <<Çalmışlar dır» dedi. Kapıyı kilitlemiştik; fakat acele ile yııvarlak pencerenin biri. açık kalmıştı. Garson: «Buradan kan ca yı sokup almışlardır>> dedi. Fransız kamualarında Grec keli-
191
HAYAT ve HATIRATIM
Dr. FUZA NUR
mesi hem Rum, hem hırsız manasınadır. Biz de gözlerimizle gördük. Nihayet Şinkine indim. Burası İskodra'nın iskelesi. Postası var. Bir jandarma ile süratle gidecek. Ben de bir ata binip onlara katıldım. !şkodra oraya on iki saatmış. Posta sekiz saatte gidermiş. Bir Temmuz sabahıydı. Yo· la düzüldük. Başımda fes vardı. Böyle seferlerden habe· ri m yoktu. Adeta dört n ala gittik. Yoruldum: Bu da biı· şey değil; fakat öyle bir güneş var ki dayanması mümkün değil. Yol da bir çorak yer. Hiç bir ağacı yok. Etrafta ağaç arardım. İki yaprak bulsam da hemen altına girsem derdim. Yok.. İnsanlara tesadüf ediyoruz. Ellerinde mavzer. Yüzleri gazaplanmış vahşi hayvan gibi. Kadın lar da silahlı ve yüzleni öyle. Bunlar malisörlermiş. Kadınların elbisesi uzun bir kaba kumaştan ibaret; fakat bunların altında mütenasip bir vücud olduğu görülüyor. Yüzleri de öyle. Boylu, poslu; fakat insan yüzlerine bakmaya korkuyor. Suratlarından düşen bin parça oluyor. Ya kızar martini çevirirse ... İşkodrada pazarda bir gün bir kadın birini tüfenkle yere deviriyordu. Bu adam evvelce onun kocasını öldürmüşmüş. Ne ise İşkodra'ya vardık. Askeri hastahaneye girdik. Herkes binalardan çıkmış, çadır altında. Derhal hastalanıp kafayı yere vurdum. Bir lıafta yattım. Meğerse güneş vurmuş... Demek ölümden kurtulduk. Ameliyat yapacağız. Ortada yaralı filan yok.. Zaten zelzeleden sonra bizi tayin, muamele, yol parası vermek için bir ay geçmişti. Yol da uzundu. Ölen ölınüş, ölmeyenler iyi olmuştu. Eski devrin böyle hiç hesaba sığ mayan işleri vardı. Orada kartpostaUar topladım. Eski· den adetimdi. Nereye gitsem toplardım. Bunlardan yaptı· ğım kolieksiyon Sinop'ta kütüphanededir. Giderl;-
kodra giizel bir yer. Etrafında Boyana ve emsali ırmak· lar ile bir göl var. Ortada şehir ve bilhassa yüksek bir te· pede eski İşkodra kalesi var. Buranın zaptında ve İsken der bey isyanında bizimkiler burayı karta! yuvasına teş bih etmişlerdir. Hakikaten öyledir. Pek yüksek, sarp ve dik bir tepe. Yamaçlan taşlık, yol yok, müthiş bir şey. Suları geçmek bu tepelere tırmanıp orayı zaptetmek. o zamanlara göre pek güç bir iştir. Sonra bu kaleye çıktım. Fakat bin müşkilata.
190
Ne ise buraya muvakkat gelmiştik. Dönmek istiyorduk. Ciheti askeriye .Siz bize lil.zrmsınız bırakmayız» dediler. Hadi, pirincin taşını ayıkla! Bütün arkadaşlar telaş içinde kaldık. Burada insan bir hafta durunca can sı· ,kıntısından ölüyor. Kumandan Tahir Pa~a adında biriydi. Kızının boğazında bademcik varmış, buna ameliyat yapacak doktor yokmuş. Bana söyledi. Derhal yaptım. Paşa sevindiydi. Ona gittim. yalvardım. Nihayet dedi ki: «Biz resmen sizi bırakmayız. Çünkü İstanbul'dan kalma· ınza emir yok. Hareketinize de yok. Bu kafi. Siz yetişecek gençlersin iz. Burada çürümeyiniz. Gidin iz. Ben kanun zabitine söylerim. Sizi görmemezliğe gelir. Hemen va;ıura atlayıp Boyana tarikiyle savuşunuz! > dedi. Arkadaşlara geldim, anlattım. Pek sevindiler. Beni muvaffakiyetim· den tebrik ettiler. Gölde bir İtalyan vapuru varmış. He· men bavullan yaptık. Gümrük önüne geldik. Zabit bizi görünce binanın içine girdi. Biz de kayığa binip vapura ııtladık. Vapur yailandı. Boyanaruıı iki tarafı ormanlık, gölgelikti, gündüz güneş, gece ay suya vuruyor, cennet gibi bir yer. Böyle giizel yer az gördüm. Tatlı tatlı d~nize indik. Oradan başka vapura binip İstanbul'a geldik. Yine Gülhanede iken beni bir defa da Zıbefçe'ye tayin ettiler. Bu memuriyet de yiııe muvakkat; fakat dön-
192
HAYAT ve HATffiATIM
menin ne demek olduğunu biliyordum. Rumelindeki aske· ıimizin unları Bulgaristan ve Sırbistandan geliyordu. Biri .Bulgarların bunlara zehir veya veba mikrobu koya· cağını padişaha jurnal etmiş. Abdülluunid de ~raya kım· yager ve bakteriyolog gönderilmesini irade etmış. Ar~mış· lar beni bulmuşlar. Ben vakıa laboratuvara da aşınay· dııri · fakat işim seririyat tahlilleıidir. Dakik da zehir bul· mak foksikoloji mütehassıslarının yapacaklan ayrı . bir şubedir. Fakat bunu aniayacak hükumet nerde? ... Sonra yanıma mektepte sınıf arkadaşlarımdan Moiz adında ~~: rini de veriyorlar. Sırp hududunda Üskübün şimalınde ıkı kapı vardı. Biri Zibefçe olup şimen
193
Dr. RIZA NUR
giyerlerdi. Bu sebeple buna ben tablekar
frakı
derdim.
«Ne istiyorsun"» dedi. «Efendim, bendenizi Zibefçeve tahlil için tayin buyurmuşsıınuz» dedim. «Ha, evet> dedi. Ve: tüme alayım. Sonra veba ınikrobu geçerse ...... mikroskop ister ... » > dedim. Bu söz müthiş bir cehaletin tezahüratıy dı. Düşündüm. Buna başka diyecek ne var? Aletle gitmekten üınidim kesildi. Mesuliyetten fena halde korktum. Ya zehir ve veba geçiverirse ne yaparım?.. Gitmemeye karar verdim. Vakit geçince kanunlar beni aramaya başladı. ~im ömer Paşa'ya gittim. Hali anlattım. dedi. Evinde saklandım. Üç giin sonra beni Divan-ı Harbe vermişler; tardıma, hapsime kadar yüc rümüş. ~im Paşa haber almış, bana söyledi.
194
Dr. RIZA NUR
HAYAT ve HATIRATIM
yor, yatacak yer yok. Şimendiferin müdürüne bir rica ile kömür anbanna müsade aldık. Kömürleri kürekle bir tarafa attırıp bir yer yaptık. Bereket versin yatak götürmüştük. Kömür tozlannın üstüne serip yattık. Biz Gümrüğün memuruyduk Gümrük memurlarının ikameti için kağir bir ev yapılmış, henüz bitmemiş. Burdan yer istedik, vermediler. Selaniğe müdür lüğe yazdık olmadı. N e tuhaf idare! ... Memuruna bakmıyor. Yahu! kışta kıya mette açıkta mı ya talım. Öyle bir yer ki; şimenditer binasıyla gümrük, bir müfreze askere bir kulübe, birkaç arnele için de kulübemsİ bir iki bina var. Düşündüm bu olmaz dedim Moiz'e «Zorla gidip şu binayı işgal edelimıı dedim. Yahudi korktu. Ben gittim zorla girdim. Eşyayı taşıdım, yerleştim. Moiz de geldi. Rüsfımat muhalefet etmek istedi fakat edemedi. Yaşasın zorbalık! ... Artık nisbeten rahattık. Bu sefer Selanik rüsfımatı çıkın diye bir düziye yazdı. Müdür-i Umumiye ağır ve şiddetli bir kil.ğıt yaz· dım, sustu. Bu tahriratın sonuna şunu da ilave etmek dirayetini gösterdim: «Biz velinimetimiz padişahımızın sadık kullarıyız. Bizi ne haddiniz ki, evsiz açıkta bırakırsı nız?ıı Bu o vakit dirayetti ve buna akan sular dururdu. Hem de «aletler gelinceye kadar zehir ve veba girerse mesuliyet kabul etmem. !sterseniz bizi burdan kaldırınızıı dedim. Buna da ses yok. Altı ay brada kaldık. Şimenditerin büfesi vardı. !yi yemek yapıyordu. Mahzende de şampanya gibi gazlı güzel kırmızı şarabı varmış. Mükemmel yedim, içtim; şişmanla· dım. Suratını pancar gibi oldu. lş, güç yorgunluk yoktu. Sade okur, yazar, Moiz'le ve orada kapıda bulunan genç. ahlaklı Rafet adında bir mülazımla konuşur sohbet eder· di m. Bu yiyip içme şehveti arttırdı. Kadın bulmanın da im· kanı yok. Beni fena bir hırs tuttu; deli olacağım. Bir hizmetçi kadın bulmalarını ötekine berikine rica ettim. Biri·
195
si bir köyde iki sırp fahişe o'duğunu söyledi. Getirttim. Uzaktan gözüktüler. Sevinerek koştum. On adım yakla· şınca öyle bir ko ku duydum ki; iğrenip geri döndüm. Ka· (',ın!arı yerlerine yc'lattım. Sırp köylüsü pek pistir. Me· gerse vaftiz suyu gitmes:n diye ölünceye kadar yıkanmaz larmış.
Olmadı. Başka bir kadın arattım. Nihayet Üsküpten bir sırp hizmetçi getirttim. Geleceği al<şam şenlik yapar gibiydim. İstasyona ist'kbaline gittik. İndi. Bir de bak· tım ki ellibe~ yaş'arında, suratsl3. pis kıyafet'i bir şey. Başımı çevirdim. Büfeye girdinc. Evimiz b'r mutfak, bir odaydı. Odaya iki karyola koymuştuk. Birinje Moiz, bi· r'nde ben yatıyordum. Moiz tahaf bir adamdı. Tıbbiyede on kadar yahudi talebe vardı. Kaşer yemeleri için hükiı· ınet bunlara yahudi aşçı tutmuş, etleri yahudi kasaptan getirdi. Moiz orda yemek yerse de diğeri yahudi talebe gi· bi olmayıp bizimle ihti!at ederdi. Şakacıydı. Herkes de kendisini kızdırırdı. Kızınca elini sıraya vurup <
196
HAYAT ve HATIRATIM
ğazdan şiddetli bir rüzgar eser. İklim de sertti. Soğuk da daima sıfırdan aşağıydı. Bıyıklarım evden çıkıp gümrüğe gelinceye kadar -ki, yüz adımdır- donardı. O esnada bı yığımı kıvırıversem kı.rılıı;dı. Bir gün tükÜidüğüm vakit tükrüğü yere düşünce buz halinde gördüm. Kışın bazan tahtessıfır yirmi, yirmibeş derece oluyor. Böyle bir gün· de fessiz geldim. Dediler ki: «Fes giymedin mi?» Evde çok okumuştum. Bunllil hızıyla soğıığu duymamışun. Morava ıı:ayıı yarım saatlik bir yerden geçerdi. Ancak on metre geniş!iğindedir. Su diye onun kenarına sık sık gi· der, saatler~e oturup seyrederdim. Burada Morava be· nim denizimdi. Koyıınun bulunmadığı yerde keçi Abdur· ralıman çelebidir. Birgiin baktım bir gümrük kolcusu kır· nıızı ve beyaz bir toza ekmek batırıp yiyor. Tuğla yiyor za.nnettim. Yanaşıp sordum. Meğerse Arnavut biberi de· dikleri o sert kırmızı biberi toz edip tuzla karıştırarak ~kmekle yemek buranın adetiymiş. Biı.zan Sırhistan tarafından çingeneler gelirdi; türkü söylerlerdi. Haıa Türkçe türkü söylüyorlardı. Atları da Türk atlarıyılı. Hey ~idi yerler. Bir vakit kamilen Türk'· tü. Sırplar hepsini kestiler veya hicret ettirdiler. Sırplar· dan ve biz Osmanlı Türklerinden evvel de buralar Kuman adındaki hıristiyan ve Türkçe söyleyen Türklerin yıırduy· du. Hala orada Kumanuva şehri vardır ki, Kuruan ova, demektir. Morava da öyk Türkçe bir kelime olsa gerek. Sırp hudut bekçilerine Pandur diyorlar. Bunlar ve ahalisi vahşi canavariara benziyorlar. Hudut zabitimiz Rafet, bereket versin, dirayetli, gayyıır bir zabitti. Bm:ı· lara iyi karşı kordu. Sırpça öğrenmiş, gazetelerini geti· rir, nı,alumat da. alır, makamına bildirirdi. Bu zabitin bu hallerinden iftihar du yardım. Sırp memurlarıyla da ihti · lat ederdi. V e kendisine hürmet ettirmişti. B!illan ben de beraber bulunurdum. Sırplılar beni Avrupalıya benzetir, ):ıana « Urupeskiy Çuvek» (Avrupalı adam) derlermiş. o
Dr. RIZA NUR Sırp
1!)7
köylüleri bizi gorunce ellerini gogsune koyııp öne izdiravujiyyov diye seıam verirlerdi. Eğil rnek ve eli göğse koymak Anadolu köylüsünün de selam verme tarzıdır. Bilmem bunlara bizden mi geçmiştir. Bir giin tuhaf bir şey oldu. Moiz geldi. Dedi ki: c!ıı pirto var, geçecek. Derecesini söyle diyerek imza et de geçsin, otuz altın verecek.» dedim: «Ulsn! ... tir! • Dedi: cUlan eşşeklik etme!>> Dedim: «Defol!» Gitti, yine geldi. üç giin benimle uğraştı. •Bu kötü şeydir, bırak!> dedik· çe diyor ki: «Sersemsin, Rüşvet neden fena olsun!• Di· yordum ki: Buna ceba· bı şuydu: «İnsanın ağzı var mı?» «Öyleyse yer. Ağız yer.» Olınadı kandıramadı. Sertlensem de aldırmadı. Ben İspirto geri gitti zannediyordum. Bir giin gümrükte sordum. Üskübe gittiğini söylediler. Defterine baktım b,izim mühÜI var. Hayret ettim. Moizi yakaladım. cı.lüb rünü aldım, bastun» dedi. Bir odadayız. Her şeyimiz mey· 1 danda. Ben görmeden mührümü alınış, basmış. Megruti· yete kadar Türkiyede imza muteber değildi. Halktan herkesin, her memurun vardı. Resmi şeylere o basılırdı. Ne diyeyim? lşi karıştırsam dağdağa, isbatı güç. Susup oturdUk. Şimendifer memurlarından bir İsviçreli vardı. Vası· ta o imiş. Parayı onunla paylaşmışlai. Moize bir küfrettim ...... O kadar ...... lşte bu bana hayatımda ilk riişvet teklifiydi. ' Bir giin bir Fransız Selaniğe gidiyormuş. Bizim günı.rükçüler herkesin eşyasını, kitaplarını muayene ediyorlarllı. Fransızca bilen memur yoktu. Kitapları bana getirdiler. Baktun bir tanesi Behname kataloğu. Bir çok kitap adları var. Müdüre : <Ötekiler bir şey değil; fakat bu geçmese iyi olur» dedim. Muzır da diyemiyordum. Çünkü alır, mavefkine gönderir. Halbuki kataloğıı ben almak istiyordum. Şimdiye kadar Fransızca benname gör· nıemiştim, Bende merak uyandcrmıştı. Oturuyoruz. Frandoğru eğilerek
o
198
Dr. RIZA NUR
HAYAT ve HATIRATU-I
sıza kitaplarını
verdiler, kataloğu vermediler. Fransız gülerek «Onu da versenize>> dedi. Ben tercümanlık rolü takınıp «0 muzır kitapmış. Vermiyorlar>> dedim. «Ha, de· di. Muzır değil bu efendilere lazım. Hoşlarına gitti. Pekiyi!>> dedi. Gittiler. Kitabı aldım. Ondan bir takım kitap· ları Parise ısmarladım, geldi. Okudum. Bunlar da nedir öğrendim.
Bir gün tren geldi. Bir çok Bulgar ve Sırp Türkiye'ye geçiyordu. Ellerinde birer arnele tünel lambası var. Bunları aradılar. Kimisinden üstüvani bir madde, kimi· sinden bir kömür çıktı. Bir şey anlamadılar. İade ediyorlardı. Kömüre baktım <> Dedim <> Ararken birer birer başlarında bulundum. Kiminin belindeki ipek kondoktor denilen elektrik teli olduğunu gördüm. Sordum «Bu nedir?>> dedim. Kuşak dediler. Derken çarık bağlarının da aynı tel olduğunu gördüm. Hepsini toplattım. Uzun tel oldu. İş meydana çıktı. Üstüvani maddeler dinamitti. Bunlarda güherçile de bulundu. Hepsini yakalatıp Üskübe yollattım. Oradaki istintak bunların komiteci olup bir takım mebaniyyi, bilhassa Üskübü.ı:ı güzel Camiini atmak için geldiklerini meydana çıkardı. O zaman Makedonya ihti'allerinin civcivli zamanıydı. Makedonya'ya Avıupa devletlerinin zoıuyla husus! bir idare verilmişti. Jandarmamız ecnebi zabitler kumandası altına konacaktı. Bu zabitlerden gelmeye başladılar. Birgün «DideS>> adında bir İngiliz zabiti geldi. Bununla iyice konuştuk. Selaniğe gidip Jandarma zabiti oldu. Sonra Talat Paşa'ya nüşavir dahi olmuştur. Harb-i Umumi zamanında İngiltere'nin Mısır'daki intelligence denilen istihbarat bürosunu id;ıre etti. Orada da görüştük. Ti.irkçeyi mükemmel öğrenmişti. General de oldu. Tıb Tarihinde Mısır bahsinde zlkrettik.
199
Bu husus! idarenin başına da Hüseyin Hliıni Paşa'yı Selanikte otuıuyordu. Bu idaredir ki; İstanbul'un Rumelindeki nüfuz ve müdahalesini azaltmış, bu da ordaki zabitlere Meşruti yet için cesaret vermiş, propaganda ve teşkilat yapılmış, nihayet o sayede Meşrutiyet ilan edilmiştir. Bu idare olmasaydı belki de bu iş yapılmazdı. Bir gün Avıupa treni geldi; bermiıtad gümrüğe gittim. Yolcuları muayene ediyorlardı. Yolculardan yirmibeş yaşlarında bir genç Türkçe konuŞUY.Or, hem de pek iyi konuşuyordu. Dikkatimi celbetti. Yüzüne baktım. Kravatında Sırp kralı Petro'nun resmini havi bir iğne gözüme ilişti: «Siz nerelisinizh dedim. Dedi: «Eihamdülillah Osmanlıyım.» Fena sinirlendim. Suratina bir tokat çarpacağım geldi. «Peki! Öyledir de göğsünde bu Petro'nun resmi ne?>> Şaşaladı. Bir müddet sonra muvazenesini buldu. İğneyi çıkarıp yere attı ve çiğnedi. «Ben farkında değilim. Bir arkadaşım vardı. Boynuma takıverdiydi. Ben öyle şey yapar mıyım. Lanet olsun Petro keratasına. Ben Üsküpte Türk rneklehinde okudum.» dedi, gitti. Arası iki gün geçti. Hüseyin Hilmi Paşa'dan şiddetli emir: «Avrupada komisyonun iş'arı üzerine kral Petro hazretlerinin resmini Zibefçe polis memurunun ayağı altına alarak çiğnediği anlaşıldığından derhal mevkufen irsali zımmında.» Meğerse bu Sırp bu vak'ayı bu kalıba koyup Avıupa komisyonuna şikayet etmiş. Hınzır! Neresi Osmanlı!... Domuz bir komitacıymış. Bu adamlar Türk aleyhine böyle tezvirler yaparlardı. Avrupalılar da onlara uyarlardı. Hilmi Paşa'ya bildirmişler. O da maznunu rnevkufen istiyor. Ben orada kolağası ceketi giyiyordum; fakat üstüne u,un, kalın bir sivil palto geçiriyor, soğuk dolayısıyle yakasım da daima kaldırıyordum. Bereket versin, herif beni polis memuru zannetmiş. Polis memurunu çağırdılar. Tesadüf o günü polis memuru Zibefçede dekoymuşlardı.
200
Dr. RIZA NUR
HAYAT ve HATIRATIM
müsbet ilinılerin insana böyle te'siri oluyor. muavini olarak devam ediyordum. Almanyadan arkadaşlanyla Orhıın Abdi geldi. Ona hariciyede bir koğuş verildi. Müstakil çalışıyor ve_ ame· !iyatlar da yapıyordu. Henüz acemiydi. !yi ameliyat ya· pamıyordu. Mesel§. bir gün dılı'da hasıl olan, büyii.k bir sarkamu dilim, dilim keserek çıkarmaya çalıştı ki, bliyruı: bir hata idi. Benim bir şey dediğim yoktu; fakat bu adam geldiği günden beri banıı. yan, yan bakıyordu. Bu şiddet lEndi. Anladım ki, beni kendisine rakip ve terakkisine mAni sayıyor. O vıı.kit ben artık cerrahide epeyce tekemmlil etıniştinı. Tıb il.leminde ve halkda da duyulınuştu. cRıza Nur iyi yetişiyor. Memlekette en iyi operatör olacak. ()emil Pll!'l8'dan sonra odur. deniyordu. Hem ben Orlıaıı gibi yalnız ameliytı.thA.nede değil, kitap ve kıı.lem ile de çalışıyordum. O ise bu hususta pek yavandı. Hem hiç bir dil, hatta Tilrkçeyi iyi bilmiyor. Tilrkçeyi iki satır bile yazamıyordu. Arnıı.vuttu. Mektep hıı.li de herkesçe ma· lilmdu. Yıı.ni eınrtın dilmen neteriydi. Rastahanede bir gün talebe çağınp banıı. bir liMta kadm muıı.yene ettirdiler. Kadının sağ dirseğinde iltih&b-ı mafsal vardı. Muayene ettim. TahlilAt yaptım. Rahminde dıı gonokok vardı, o esnada Wittiııg dersleri bana bırak mış, talebeye ders ben veriyordum. Bu hastayı bir ders· te· gösterdim. Üzerine ders verdim. Meğerse hastayı evvelce Orhan görmüş. Bıı.şka teşhis koymuş ve kolune masaj yaptırmışmış. Benim bunlardan haberim yoktu. Halbuki iltihaplarda m!IBaj zıddrr. Bi!Akis kolu ben ıııı.rgı ile tesbit ettim. Orhan bundan fena kı.zınış. Beni Witting'e Deicke'ye şikayet etmiş. Bu rekabet bu suretle patlak verdi, aramızda husumete çevrildi. Hil.la devarn eder. Mektepteki hocaların güzideleıi Fransada tahsil et· ınişlerdi. Gülhane bir Alınan mektebi oldu. Mektepteki
Jrikaten ğilmiş, uzak bir yere memuriyetle gitmiş, ancak birkaç gün sonra dönmüşmüş. Adamcağız «0 günü ben burd~ değildim>> dedi. Tahkikat hakikaten mevcut olmadığını isbat etti. Hüseyin Hilmi Paşa emirJelini boyuna te'kid ediyordu. Lakin kabahatliyi bulmak mümkün olmadı. Şu Sırp'ın hali ne idi? Namussuzca hareket etmişti. Bunlar düşmandı. Başka ne yapacak? Türk'ü bir gün evvel koğsunlar diye çalışıyorlardı, fakat asayiş ve hak için gelen Avrupahlar bunu bilmiyorlardı veya bilip on· lan kasden himaye ediyorlardı. Bu hak ve hürriyet miy· di? Hem de bir ecuebi kralın resmini taksın hadi olabilir· fakat diğerine nisbetle. Sonra bunu takan ~ikayet ediyo/ Onu Avrupalı komisyon kabul ediyor. Dalıa kötüsü Hii. seyıin llilmt'nin halidir. Mesele meydanda. Bunu yapan görülüyor ki, bir hamiyet feveraniyle yapmıştır. Onu bul· makta ısrar edilir mi? Hadi A vrupaWardan korkuyor· sun. Alelusül bir defa bir şey yaz. Sonra onlara «Böyle şey yok> deyip işin içinden çık. Zavallının ordaki memu· riyeti uzaktan göründüğiine göre Avrupalılara dalkavukluk, onların suyuna gitmek, onlara il.let olmaktan iba· retti.
Ne ise burdan da yakayı kurtarıp !stanbula döndüm. Selanikte dönmeler hakkında iyi tetkikat yaptım. Sünnet· lerini öğrendim. Bunları o vakit bastırmak münıkün de· ğildi. Müsveddeleri hil.lil. Sinopta durur. Nihayet yine Gül· haneye kapağı attık. Yine çalışıyordum. Haşarılıktan, Beyoğlu alemi çap· kınlığından kese! gelmiş, artık bu işi gevşetıniştim. Tii· tünü, rakıyı da bıraktım. Yemeklerimi muntazam saat· lerde yiyordum; hayatımı tanzim etmiştim. Bir derece de üstüme ağırlık geldi. Ağırbaş oluyordum. Sade tıbbi me· sai ile çalışıyordum. Bu mesai beni edebiyattan soğutmuş· tu, şiir ve edebiyatı hayal, saçma saymaya başladım. Ha·
201
Wittbıg'in
202
HAYAT
Dr. RlZA NUR
ve HATIRATIM
hocalar Gülhaneyi çekemediler. Bir Fransızcılık ve Almancılık tefrika ve husumetidir koptu. Mektep Gülhane aleyhine her elinden geleni yapıyordu; fakat Almanların Laşında Alman sefiri ve İnıparatar Wilhelm vardı. Hiçbir te'sir yapamıyorlardı. Hem Gülhane bir güneş gibi doğmuş; Tıbbi ye Mektebi gün doğunca küçük bir yıldız nasıl kaybolursa öyle sönmüştü. Benim Besim ömer Pa~" ile münasebetim Gülhaneec malfımdu. Besim Ömer'se Fransızcıların sergerdelerinden sayılıyordu. Orhan, SüIeyınan Nurnan ve Asaf Derviş bu münasebeti ileri süceı ek beni Fransız taraftarlığı ile itharn ve Almanlara ih· bar ediyorlardı. Halbuki ben Alman ilminin meftunuydum; fakat Fransız, Alman taraftarlığı bilmezdim. Be· nim için ikisi de ecnebi. Ben Türk'üm. Bu üç adam ise Arnavuttu. Bu tefrika gülünç bir şeydi. Zavallı tıb alemimizh işte bu çirkin bir devresidir. Ben ne Alman, ne de Fransız dım. Türk'tüm. Türkçüydüm. Bize kimden olursa olsun öğrenip bir Türk tıb alemi vücuda getirmek vazifeydi. Halbuki olsa olsa Almanlara muhabbetim zaruıi idi. Çün · kü herşeyi onlardan öğrenmiştim. Hatta Deicke Paşa şah· si veli ni'metimdi de. Fransızlada hiç bir münasebetim yoktu. Artık soğukluk, çarpışmalar oluyordu. Deicke'ye brkaç defa teminat verdim; fakat Witting'i ikna etmek mümkün olmadı. Bu zat Deicke gibi değildi. Ondaki centilmen bilkat bunda yoktu. Witting bana karşı hırçınlık etmeye başladı. Hatta birgün kendi yerinde bile gozym olduğunu yüzüme söyledi. Hiç aklıma gelmemişti. Do:-ı· dum, kaldım. Demek onu nelerle do!duruyorlardı. Bunu yapan da en başlıca Orhan'dı. Bir gün bir zengin aile ço· cukları için benden iyi bir operatör istediler. Witting'i götürdüm. Büyükadaya gittik. Baktı «Ne vizite istersi· niz 7>> dedim. Yirmi lira dedi. Bu kadar altın o vakte gb· re pek çoktu. Söyledim verdiler. Döndük. Vapura vakit
203
vardı. İskeledeki kahvede oturduk. Birer bira ısmarladık, içtik. Vapur geldi. Kalkacağız. Bana kaç para olduğunu
sordu. Bir kadeh kırk para dedim. Ben parasını verece· ğim; fakat utandım. Bizim terbiyece büyük verir. Bir ku· ruş çıkarıp koydu. Ben de bir kuruş çıkarıp koydum. Va· kıa bu Alman adetictir ve fena şey değildir ama bu adam kaç yıldır bizim aramızda. Adetlerimizi biliyor, he~ de şimdi ona yirmi altın kazandırmıştım. Garsona bahşış de vermedi. İşte böyle bir adamdı. Bizde epeyce para yap· tı. Zavallı sonra Harb-ı Umumide Almanyada parasını Mark yapmış, mark düşünce mahv olmuş, kendisi de esa· sen bağırsaklarından uzun zamandan beri rahatsızdı. Ba· ğırsak veremi ile ölmüş. Artık anladım ki; iş fena. Bu fenalığın sebebi Wit· ting'te. O olmasa Orhan bir şey değil. Orhan onu iyi do!· durmuş. Benim bir kötii huyuru var. Bunu hala ıslah edemedim. Bana karşı bir yerde, bir işte çirkinlik, haksızlık gördüm mü hakkımı almak için daha ziyade uğraşacağı· ma hepsini, orayı ve işi de terk eder, çekilip giderim. Menfaatim, emeğim, istikbalim yanar. Hemen, «artık Gülhaneyi ter k edeyim. Zaten öğreneceğimi de öğrendim.» dedim. Bu zaten Orhan'ın, pnun tezviri ile Witting'in is· tediği şeydi.
Ancak İstanbul'da bir yer bulmak lazım.
Mektepte
Emraz·ı Dahiliye ~uavinliğinin açık olduğunu haber al·
dım. Bir ist'da ile konkur imtihanına talip oldum. Der· ken mektepte de birkaçları beni oraya sokmak istememiş bilhassa bu dersin muallimi. Bu adam Salih Bey adında bir Miralaydı. Cahil, türlü meziyetsizlikler menbaı bir adamdı. O illa ki istememiş. Bir takım doktorlar bulup imtihana girrneğe teşvik etmiş. Bunlardan kendine göre beğendiği
birine de soracağı sualleri de söylemiş «Bunlara çalışın» demiş. Bu doktor benim sınıf arkadaşımdı adı Fikri idi. Fikri bu muallime: «Böyle de olsa yine R. Nur
HAYAT ve HATIRATIM ka.zanır. Bu malum şey. Rezil olmaktansa girmem» · demifl. Bunu bana kendi anlattı. O da, başka kimse de girmedi. İmtihana ben yalnız girilim ve kazandım; fakat Sjırasker Kapısı tasdik etmezse olmuyor. Bu üa o zaman eiı. güç işti. · Bir kaç yıldır Necmettin Molla'yı tanıyordum. Hastalarına bakıyordum. Pek ziyade ve teklifsiz abbap olmuş tuk. Bu zat Abdiilhamkl'in sevdiğiydi; fakat ayııı zamanda bizimle de onun aleyhine söylenirıli Bundan severdim. O vakit benim için en büyük meziyet İstibdat aleyhinde olmaktı. Necmettin Bey cBen Seraskere yaptınnm» dedi. Haltikaten yaptırdı. Ferahladım. Artık Gülhaneyi terk edecektim. Bence zaruri idi; fakat bir .türlü aynlmak is· temiyorduın. Mektepte çalışmak vasıtalan olmadığını bi· liyordum. Dedim bir defa Delcke'ye gideyim; şu meseleleri anlatayım. Gittim, Deicke bana laf bile söyletınedi ve söylendi. Ooo... O da iyice doldurulmuş . . O dakika hastahaneyi terk ettim. Gidiş o gidiş oldu. Deicke'ye ufak bir. mektupla artık hastabaneye devam edemiyeceğimi bildir de· mifl. Sonra Ra.şit Tahsin cCanım, zorla olmaz. Belki ge· tirebilirsin. Fakat çabşmaz. Artık eski Rıza. Nur olmaz. Bırak!~ demiş. Bu suretle vazgeçmiş. Bunu bana Rasit Tahsin söyledi. Giilhanede muallim muavini olmuştu~. Çok iyi idi. Yazık oldu. :Işte bu suretle de beş yıl devam eden Gülhane ha· y&tım bitti; fakat epeyce hekimlikte piştim. Her vakit söylerim: Hekimliğimi Gülhaneye medyıınum. Her vakit oranın taşını • toprağıru öpsem hakkını ödeyemem. Ni te· kim üç-dört yıl sonra hastahaneye asmak için Witting bir mekt~pla benden fotoğrafımı istedi. Gönderdiğim va· kit fotoğtafa böyle bir iki satır yazmışımdır. . Dllnya rekabet diinyasıdır. Bu da cidal doğı.ırıır. H"yat aten budur. Bunu mektepte arkadaşlar arasında,
Dr. RIZA NUR
205
sonra Gülhanede, sonra politika a.Ieminde, en yüksek mev· kilerde gördük. Daima insanın öniine geçmeye, terakki· sine mani olmaya çalışırlar. Bu, içtimal: hayatta tabii bir şey halindedir. Bundan me'yus olmamalıdır. Hiç aldırma· malı bile ... İyi bir program çizip onllll üzerinde yürümelidir. Bu da cesaret, doğruluk, ilim, sa'y ve meziyet yo· Jıında devamdır. Rekabet engellerine kulak bile verrneğe JUzum yoktur. Sen kendin tekemmül edince jtuvvetleni· yorsun, engeller kendi kendine yıkılıyor, çiinkü kendileri· ne olan büyük tefevvuku göriince ralqpler engel olmak imkanının olmadığıı anlıyor, kendi kendilerine savaşı bı rakıp çekiliyorla,r; hatta dost oluyorlar. Ben böyle yaptım. Bana olan engeller kendi kendile· rine yıkıldılar. Ancak çirkin ve iğrenç şeyler olduğu vakit onlardan sıçrayıp geçmeye çalışııcak yerde iğrenip o yolu bırakarak başka yola sapmak fena huyum beni bu yoldaı1 çevirdi. Su halim ll:er vakit değil az ama bu sefer iflte bana Gülhaneyi de bıraktırdı. Benden sonra oradaki entrika ve rekabet çirkefi ken· di arasında tabarnmür edip kaynaştı, durdu. Ben defo· lunca bu sefer Orhan, Süleyman Nurnan ile birleşti. Witting ile uğraşmaya başladılar. Onu defedip herbiri yerine geçmeye çalıştı. Witting de benim hakkımdaki ha· tasını elbet anlamıştır. Yalnız ölmeden evvel onu görseydim bir şey söyliyecektim, söyliyemedim. Benden son· ra ona saldırdılar. Halbuki Witting önce böyle zannetme· miflti. Orhan'a iyi muamele ediyordu. Hatta Almanca bir l!arp cerrahisi yazmıştı. Bunu Orhan'a tercümeye verdi. Türkçesini de tabii kendi adıyla ve mütercinli Orhan di· ye bastıracaktı. O vakit ben Gülhanedeydim; Orhan ter· cüme etti. Basılacak her eserin tıbbiyedeki, azası muallinılerden mürekkep Cemiyet-i Tıbbiye-i Mülkiye-i Şa.ha· nede görülüp müsaade edilmedikçe neşıi mümkün değildi. Oraya verdiler. Kinlse anlıyamadı. Çünkü terciime bir
206
HAYAT ve HATIRATI:\1
dürüst Türkçe değildi. Orhan Alınaneayı iyi bilmediği gi· bı Turkçeyı c:e iyi bilmiyordu. Kitap reddedildi. Basıla· madı: Halbuki Orhan eserden Witting'in adını da silip kendı adını koymuşmuş. Bunu da sonra Wittiııg öğren mişti. Orhan tıbbın ilim kısmında sıfırdır. Yalnız ameli· yat yapar, yapa yapa eii iyi alışmıştı. Bu sebeple sade kasap halinded'r. Derslerinde dahi bir şeyler söyleyemez. Hala böyleymiş. Meşrutiyet oldu, İttihatçılar devri!· diler. Nazııın Paşa Harbiye Nazırı oldu. Nazım Paşa. ile sevişirdik. Arasıra beni evine da vet ederdi. Akşam beraber içerdik. Bir gün bana haber yollamış, Harbiye Nezareti· ne gittim. Dedi ki: «Sana bir şey soracağım. Sen Gülha· nede çok bulundun. Sana sormadan yapınıyayım dedim. Orada bir Witting var. Hastahanenin müdürü. Çok cahil ve çok .kötü adammış .... tir edeceğim.» Derhal dedim ki: «Bunu sana Süleyman Numa.n ve Orhan mı söyledi?, Bir taaccüb hali alarak «Nerden biliyorsun?» dedi. «Kim· seden işitmedim; fakat bilirim» dedim. «Nasıl?» dedi. Ahval ve macerayı anlattım ve: «Witting çok iyidir. Türk tıbbına büyük bir hizmet etmiş çok hekim yetiştirmiştir. C oranın direğidir. Gittiği gün yıkılır. Almanlar varken orası saat gibi i;ılerdi. Yılda bir defa Almanya'ya tatil geçirmeye giderler, idareyi Süleyman Numan ve emsali· ne bırakırlar, idare derhal çorba olurdu. Bunlar bunu onun yerini almak için yapıyorlar. Tezvirdir. Sakın yap· mayınız! Bu güzel hastahaneyi yıkmayınız» dedim. Te· şekküretti ve: «İsabet oldu ki, sana sordum.» dedi. Yapmadı. !şte benim Gülhaneyi terkime sebep olan Wittingi ben böylece yerinde bıraktım. Bir millete çok iyilik etmiş bir müessesenin yılnlmasına mini o!dum. Bizde hakiki tıb bu Gülbane ile b~şlamı~tır. Witting ölmemiş olsaydı bu vakayı kendisine söylemek istiyordum. O vakit söyleme· ye tenezzül etmedim. Doğrusu Witting'i adi huylarda gö· rüyordum. N emelazım!. Bu şahsi iş değildi ki; Türk'ün
Dr. RIZA NUR
207
Jir müessesesi mes' elesiydi. Bu vaka yı ona söyleyebilseyiim. kil.fi bir intikam olacaktı. Ne kadar olsa hocamdı, bu
HAYAT ve HATffiATIM
söyledim. Çünkü her taraf hafiye idi. En rağbette olan sanat casusluktu. Bununla en adi adamlar birden büyük mertebelere ererdi. İlıbar eden olursa şöyle söylersin, biz de öyle söyleriz gibi tedbirler öğrettim. Bu çocuk da zabit olmuş, rastgeldikçe zorla elimi öper, hem ameliyatla, hem bununla iki türlü hayatınu kurtardin derdi. Tıbiyede muallim muavini olarak derse devam ediyordum. Muallinı söylüyor. Ben de talebe gibi dinliyor· duııı. Sade yanında oturuyordum. Artık ameliyat yapaınıyordum. Sanatım ise bu. Pek sıkılıyorum. Ne yapmalı düşünüyorum. 1kinci sene idi Salih Bey: dedi. Sevindim. Hiç olmazsa bir iş yapacağım. Başladım. Laboratuvarda preparasyonlar yapıyor; mikroskop, il.letler, hatta kah hasta ile dershaneye geliyorum. Hem söylüyorum, hem gösteriyorum. Talebede pek alil.ka uyandı. Di!> Şaşaladım. Böyle bir şeye maruz kalacağım hiç aklıma gelınemişti. Belki mafevklerd.en ta!> Utanmadan bunu da söyledi. Akılsızmuvazenesiz, sinirden ibaret ve huysuz bir adamdı. Öf.. Neye uğradık?!. İş anlaşıldı. Herif haber alınışnuş. bizi _çekemedi. Bizim ders de bitti. Bu adama ben bil8.ki.s dalkavukluk değilse de pek suyuna giderek muamele ediyordum. «Cahil ama ne yapalım miifevkimdir» diyordum. Bunun türlü halleri vardı. Bu adam kadın gi· biydi. Pek korkaktı. Biraz lodos olsa Haydarpaşa vapuru ıle lstanbul'a geçmekten kor kar, araba· ile Üsküdar'a geçip orada.n blııer. Beni de beraber götürürdü. Çünkü yolda
Dr. RIZA NUR
~09
lursızdan
kork ardı. Artık arabada neler yapardı. Bana: .Kalk, bu tarafa eğil, o tarafa otur. der durur dudala'nın yardıınla.rıyla Ortopedi dersi tasis olundu ve bu derse muallim tayin ettiler. SaJilı Bey'den kurtuldum. Hem de kendi sevdiğim sanatıma, ihtisasıma kavuştum. Cemi! Paşa seı·iriyatında bana bir koğuş ayırdı ve Salı giinleri için de .ameliyathanesini bana tahsis etti. Hem talebeye ders veriyordum, hem de haftada bir def& ıuneliyatlar yapıyor
F: 14
211
HAYAT ve HATIRATIM
Dr. RIZA NUR
Mektepte doktor Saim Ali ile pek arkadaş olduk. Talebelikte bizden bir sınıf sonraydı. Mektebe teşrih-i marazi muallimi olmuştu. Pek zeki, çalışkan, filozof ve derviş halli, ahlaklı ve birçok meziyetleri olan bir adamdı. Hele sözleri pek nükteli ve kendisi de latifecidir. Çok sevdim· ve çok iyi arl> dedi. Vakit tayin ettim. O gün geldiler. Henüz bir muavinim yoktu. Kıza eter verdirrnek için iyi bir doktor lazımdı. Aradım, kimseyi bulamadım. Cemi! Paşa'nın yanında dev gibi iri, uzun, pos bıyıklı biri asistandı. Bunun mektepte adı «Şaro>> idi. En cahil ve meziyetsiz talebelerden biriydi. Bir iltimas!a Cemi! Paşa'nın seririyatma asistan olmuş· tu. Bir şey yaptığı, bild;ğ; yoktu. Sade hastaların yaral&rını tırnar ederdi. Yani t'mar diye perişan ederdi. Bak· tım, yalnız o var. Naçar «Gel, eter ver!>> dedim. Eter verdi. Hasta uyudu. Hastanın kardeşi talebe de hazır. Bakıyor. Gerdanın bir tarafından öbür tarafına kadar büyük bir şak yapıp fistüeeri bezleriyle beraber kaldır dım. Daha birkaç ayrı bez var ve kimi derinde. Operatör· lükte bir şey var, alışkın adam derhal anlar; kestikçe kan gelir. Gelmeyince derhal kalbin durduğu, anestezide bir arıza olduğunu bilir. Baktım kan gelmiyor. Baktıre1 nefesi yok. Dinledim kalb durmuş. Başımı kaldırıp Şaro' ya baktım. Hala maskeye şişeden hem de su gibi eter döküyor. Bunu görünce kend;mi kaybeder ha!e ge'dim. Koca şişe boşanmıştı. Demek tıbbi miktarı çok geçmişti. Zaten yaşı küçük, nahif bir kızdı. Hemen şişeyi elindea aldım. «AYI>> dedim ve «öldürdün!» yaygarasıyla bir tokat atarak herifi dışarı attım. Hizmetçilere acele bütün
pencereleri açtırdım. Bunları vakit kaybetmeksizin ani yapmak lazımdı. Adeta bunları bir anda yaptım. Geldim hastaya sun'i teneffüs yapacağım. Talebe kızın üstüne kapanmış «Ah, sevgilİm gittin» diyor. Yarasının üstüne boynun u koymuş. Al bundan da... Vakit kaybetmeden teneffüs yapacağım, çocuğu kaldırmak istedim, imkanı
210
yok. _Feci bir manzara daha. Bereket versin böyle vaka-
lurda soğukkanlılığımı kaybettiğim yoktu. Şaşırıp kalmam. Tedbir ne ise ona müracaat ederim. Hem cezrisine tevessül ederim. Bu halimden memnunum. Hala böyledir. Hemen talebeyi tutup şiddetle çektim ve hizmetçilere «Bunu da dışarı atın. Kapıyı kilitleyin!>> dedim. Derhal yaptılar. Parmaklarımı daldırıp kızın kaburga kemiklerini sadrın aşağı kenanndan yaka!adım. Kuvvet'e bir çekiyor, bir indiriyorum. Dil çekerek, hatta kol hareketl~rivle teneffüs·ü sınai hükümsüz gibidir; en iyisi budur. Bir. çeyrek devam ettim. Kal pt e hareket yok; yine devam ettim. Biraz sonra yine din!edim yok. Adeta ümidimi kestim. Bırakacaktım. Dedim hiç olmazsa yarım saat devam etmeli. Yine başladım. Bir aralık bıraktım. Teneffüs biraz kendi kendine devam edip yine durdu. Bu üm'd verdi. Ka!bi dinledim. İki defa vurdu, yine durdu. Daha büyük bir ümidle devam ettim. Teneffüs ve kalb daha ziyade hareket etti. Bıraktım biraz sonra yine durdu. Yine başladım. Hasılı hasta canlandı. Muhakkak bir ölümden kurtuldu. Ben de kan-tere batmıştım. Ferahlandım. Ame'ivata devam ettim. Artık ibtali his y1;ımad·m. Biraz b;ğırdı. El ve ayaklarını sıkıca tutturdum. Ameliyatı ikmal ett'm. İnce bir iplik ve dikişle dikkat'e diktim ki; kızdır, hem de güzel bir kız, yerinde fena bi:' nedbe kal· mas ın. Meğerse kız talebenin kardeşi değil, nişanlısıymış. Sonra evlendiler. Sekiz - on yıl sonra gördüm. K>zın gerdanında ameliyattan hiç b'r eser yoktu. Çünkü şakkı
HAYAT ve HATIRATIM
Dr. RIZA NUR
gerdanının biikülecek yerine getirmiştim. Zamanla da belimiz hale gelmiş. Gerdanının tabii büküntüsü gibi duruyordu.
topla! konsülte yapalım. Ben onlara göstereyim.» dedim. Bunlara tümörü elimle tutup gösterdim. Hepsi de •Evet! Kanser dediler. Aile telaş etti. Çare ne dediler. Ameliyat dedik. Ceınil Paşa: «Bütün mideyi çıkar ma:k taraftan olduğunu ve bunun da ağır bir ameliyat olup muvaffakiyeti az olduğunu» söyledi. Ben yalnız bir Eııteroanastonıias ile hastanın daha üç - dört yıl yaşaya cağını, rahat edeceğini, bunun da büyiik bir kar olduğıınu, mideyi çıkarmak muvafık olmadığını iddia ettim. Cemll Paşa mide bağıraağa dikilerek ancak altı ay yaşayabi!e ceğini söyledi. Ben dört yılda ısrar ettim. Artık ailenin bana itimadı da pek artmıştı. Hastayı Haydarpaşaya Cemil Paşa'nın kliniğine naklettik. Ameliyatı yaptık. O yaptı, ben yardım ettim. Ben hastahanede yatıp hastaya baktım. Hastıı akşama kustu. Fena bir şey. Hemen mideyi yıkadım durdu. Sabah oldu. Hastanın kalbi fevkalade zayıfladı. Muayene zamanıydı. Ceınil Paşa geldi. N abzı gördü. Odadan çıkınca bana «Gidiyor» dedi. «Niye? bir şey yok» dedim.
212
Bu bana ders oldu. Bir daha ömrfu.nde ameliyat yaparken hastanın akmbasından hiç birini ameliyathaneye sokmadım. Buna mutlaka riayet edilmelidir yoksa şaşır ;aydını ve hatta korksaydım da talebeyi o vakit dışan atamasaydım o şefkat diye bana yapılacak şeyi yaptır mayacaktı. Hasta giderdi. Nitekim bir defa da bir dostum cHiç ameliyat görınedim. Bir defa sizin ameliyathaneye gelip göreyim» dedi. Bir gün geldi. Haber verdiler, içeri aldırdım. Ben de bir adamın yiizünde kanser olmuş, onu çıkarıyordum. Buruna, göze ve kemiğe sirayet etmiş, onları çıkardım. Kemiği de çekiç ve taşçı kalemiyle vura vura yontup hasta kısımlan kaldınyordum. Bizim dost birden küt diye yere düşmüş, bir telaş. Baktım yerde. Bereket versin muavinler ve hizmetçiler vardı. Onlar kaldmp meşgul oldular. Yoksa ameliyatı bırakıp ona bakmak lB.zımdı. Hasılı ameliyatlara hastaııın adauılarını, akrabasını, hekim olmayan birini almamak kaidedir. Bir aralık Necmeddin Molla'nın kayınvalidesi midesinden rahatsız olmuş, Ceınil paŞa, Süleyman Nuınan, Kadri Paşa ve emsali o vakit itibarda ne kadar hekim varsa bakmışlar, basit bir mide rahatsızlığı demişler, ilaç vermişler; fakat fayda vermemiş. Bir tanesi de mideyi yı kamış, onunla şifayap edeceğini söylemiş; fakat boruyu sakmasını iyi yapamamış, kadının ağzından kanlar getirmiş. O vakit Beyoğlunda Torkumyan adında bir Ermeni meşhur doktor da vardı. Ona da göstermişler, olmamış, bana haber yolladılar. Gittim, baktım, pilörde bir müteharrik ur vardı. Necıneddin Molla'ya kanser olduğunu söyledim. hıanmak istemedi; c Canım, bu kadar hekim gördü» dedi. •Bu hekimleri, istersen daha başkalarını da
Topladı.
213
HAYAT ve HATIRATIM
Dr. RlZA NUR
da bunu kurtard ın?» «Söyliyeyim Allah yapmıştır>> deyip şaka ettim. <> dedi. Dijitalini anlattım. Ölmüş hastalarına teessüf etti. «Böyle kolay bir vasıta varmış>> dedi. Sade onun değil çok hekimlerin elinde böyle bir çok hastalar gitmiştir. Bilmem bir de benim talihim mi vardı. Hemen
rahat bir zaman geçirdi. Nihayet hastalık her tarafa metastaslar yaptı. Kendisine ağrı duymasın diye ikide bir :norfin şırıngası yaptım, böylece öldü. Fakat ameliyattan wnra ömrü dört yıl uzamış oldu. İttihatçılar beni Cemiyet-i Hafiye meselesinden hapsettikleri vakit bu kadın durmamış, Necrneddin Molla'yı sevketmiş, o da Talat, bil· hassa Selanikli Rahmi vasıtasiyle Merkez-i Umumide beraatıma karar verdirerek beni kurtarmıştır. Vakıa ben bunlardan hiç bir para almadım. Sade bir dostluk idi. Yalnız iki de bir beni yemeğe çağırırlardı. Derler ki; iyiEk et! Bir gün mük&fatını görürsün. Doğrudur. Böyle hayatımda bana birçok iyiliklerimden iyilikler kalmıştır. Vakıa şu da var: İnsan iyilik ettiğinden kötülük de görüyor. Bu da doğrudur. Böyles;ni de çok gördük. Fakat benCc bu bapta hasıl olan kanaata göre her ne ihtimalde olsa iyilik etmek karlıdır. Hem de bu insanın şerefidir. Şu politika hapsinden kurtuluşum. işte nenin neticesidir. Kurtulmasam belki bütün hayatım sönecekti. Her yıl mektep muallim!erinden Beyruttaki Amerikan ve Fransız cizvitleri tıbbiye mekteplerine bir mümeyyiz hey'eti gönderiliyordu. Bu mümeyyizler tacebeyi kamilen imtihan ediyor, çıkanların şahadetnamelerini mühürlüyordu. Bu suretle diplomalan bizim mektepten gibi mer'i oluyordu. Yoksa Collegium imtihanını geçirmeleri lazımdı. O vakit Türkiye'de ecnebi doktorlar collegium imtihanını vererek hekimlik edebilirlerdi. Bu bir kapiti'asyondu. !mtihan da sudan olurdu. Çünkü sefaretler himaye ederlerdi. Böylelikle nice kara cahiller mezuniyet almışlar, Türk'ün sılılıatını kemirmişlerdir. Bu bendr dert idi; nasib oldu; Lozan Muahedesinde murahhas c!dum, ecuebi ]J.ekimlerin Türkiyede hekimlik edememesini muahedeye koydurmaya muvaffak o!dum. Bu defa muallimlerden Aris.tidi Paşa ve Fil Ahmed ile beni gönderdiler.
214 ne
yaptın
urnumiyetlc muvaffak olurdum. Bir tedbirim sız şeylere
vardı şifa
kat'iyen el sürmezdim. Hastaya kıçından yiyecek, deri altından fazla miktarda zeytinyağı ta'kim edip şırınga, memesinden sınai serum şırınga ederek de öyle besledim ki on gün içinde hem de biraz şişmanlayarak hastahaneden hanesine nakledi!di. Bir gün Necmeddin Bey mektebe geldi; Binbaşılığımı tebrik etti. Mabeyne gitmiş, padişaha terfiimi arz etmiş, irade çıkmış, Binbaşı oldum; fakat o vakit bir usül vardı. Bir çok terfiler olurdu; bu terfiler çoğunun tahsisatı sonradan verilmek şartıyla idi. Bab-ı Seraskeri bizimkini de bu kadroya sokmuş. Meşrutiyete kadar Binbaşı maaşı ahp da bu rütbeden istifade edemedim. Necmeddin Bey d~di ki: «Sana bütiin ailece minnettarız. Cemi! Paşa'ya teşekkür ettimdi. Bana teşekkür etmeyiniz. Rıza Nur'a ediniz. Rastanız sırf onun dirayeti ve gayretiyle kurtulı>ıuştur. Ben de terfiini padişahtan rica ettim. Seninle iftihar ederiz.» Cemi! Paşa böyle söylemiş ve bu kadirşi ;ıaBlığı yapmıştır. Bu kadın melek gibi bir ·kadın, kadınlı ğa nümf.tne idi. Sessiz, halim, pek namusluydu. Rivayet ederler ki bir gün kocasına karşı söylememiştir. Hatta ateşli, hasta olduğu vakit evinin işini görür, yemekleri hazırlayıp yatağa girermiş; fakat akşam olunca kocası ge'meden yine yataktan kalkar, sağlam gibi otururmuş. Sebebi kocası hastalığını anlar da üzülür diye imiş. Hey r;oübarek kadın! Türkte artık kaldıını ki... Ameliyattan so:ıra dört yıl yaşadı. Hazını düzeldi. Şişmanladı. Şen ve
215
216
HAYAT ve HATIRATIM Dr. RIZA NUR Hazırlandık.
hazretlerine arz-ı ta'zimata gideceğiz. Bir emirleri olur. Sen de gel!» dedi. Müfettiş paşa Zilliiflü İsmail'di. Bu adamın yüzünü görmeyi hiç istemiyordum. Abdülhamid'in başhafiyesiydi. Adından iğrenir, tüylerim ürperirdi; fakat zaruriydi. Gittik. Erenköyü'nde muhteşem bir villiL Bahçede bizi kabul etti. Oturun emri üzerine oturduk. Arkadaşlarım elleri göğüslerinde ve sandalyeye yarı oturmuş. Hep «Evet tfendim» diyorlardı. Şu oturıış tuhaftı. Bunlar askerdi. Rütbeleri büyüktü. Hemen hep o söyledi. Bir aralık «Şamda bir sı!ıhiye müdürü var. Mili\sh İsınalil llalkkı. O Efendimize haindir. Bir rapor yazıverin de icabuu yapayun» dedi. Onlar başüstüne dediler. Benim ise içim titredi. Bu ne cinayettil ... _Aynı zamanda bu hiç tanımadı ğım müdüre muhabbet bağladım. Hem acıdım. Ben hiç bir şey söylemiyordum. Ve uzağa oturmuştum. Bana: <·Sen hiç bir şey söylemiyorsun• dedi. Yine söylemedim. Konuştuğumu istemese gerek. Ben rütbedekinin onun huzurunda konuşmak haddi miydi. Ancak benden de leri işitmiyordu. Anlaşılan bu hoşuna gitınemişti. Bunu söylem<'!k istiyordu. Ben artıık iyice sıkıldım. Kalktım dediler. Arabalara bindik. Mahrfıt gibi ve yüksek bir tepe-
217
ye çıkmaya baş'adille Tepenin etrafı oraya malısus güzel çamlarla süslüydü. Tepeye vardık. Güzel bir otel. Üşü meye başladım. Üstüme iki yorgan örttüm. Bir uyudum. Tam yirmidört saat. Bu uykunun tadını hiUa unutmam. Deliksiz uyku dedikleridir. Tepeye giden yol da güzeldi. Buraya «Promaııa.» diyorlar. Amerikan müessesesini gezdim. Mükemmel binalar. Mükemmel dershane, laboratuvar .ve müzeler. Civarın eemadı, nebat, hayvan nesi varsa toplanmışlar; mükemmel mahalli bir müze yapınışlar. Burada operatör Muallim Post adında doksan yaşlarında Amerikalı biri vardı. Pek büyük şöhreti, güzel bir villası da vardı. Çok yillar evvel beş parasız gelmiş, hekimlik ile doksan -bin altın - servet peyda etmişnıiş. Beni ameliyatlarında bulundurdu. Hala tahta saplı cerrfılı! il.letleri kullanıyordu. Eli yakışıksızdı. Bir yara değiştirdi. İyodofonnu eliyle alıp un, şeker eker gibi ekti. Böyle yaparnıış. Üstüne de iyodofonnlu gaz koy· du. Hastada bir takım araz varmış. Beyrutta bunları çok gördüğünü söyledi. dedim. Anlattı Anlattığı şey ler iyodafonnla tesemın üm ala.metleriydi. O bunları mahalli bir şey zannediyor! ... Bu kadar iyodofonn ekince elbet olur. Bir şu adamın haline baktım, bir de benim halimi ve fakrimi düşündüın. Ben de bir ameliyat yapıp bu adama göstermek istedim. Y\UUmda bizim askeri hastahanenin sertabibi Hayri Bey vardı. Veliaht Reşat Efendi'nin adanu diye buraya sürmüşlermiş. Sonra Sultan Reşat padişah olunca ona sertahib olmuştur. Cahildi; fakat iyi adamdı. O da teşvik etti. Aristidi Pa.53 ile Ahmet Beye söyledim. «Ahmet olmaz» dedi ve sözünden dönmedi. Beni vaz geçirmeye çalıştı. Sonra Aristıidi'yi de kendine uydurdu. Fil. Ahmed operatör geçiniyordu. Kendisi varken ameliyatı o yapnıayıp benim yapmamı haysiyetine muzır görmüş olacak ... Dedim ki: •Madem böyle, siz yapınız!> Ona da ya-
218
HAYAT ve HATIRATIM
Dr. RIZA NUR
naşmıyordu. Çünkü bir bıçak tutmasını bile bilmiyordu. Dinlemedim, yaptım, gösterdim. Bu hatta milli bir vazi· feydi. Bizim de ameliyat yapabildiğimizi göstermeyi, hat· ta evvela anlar istemeliydi. Dünya böyledir: Menfaat ve rekabet hissi her şeye galiptir. Fransız tıbbiye, mektep ve müesseselerini de gezdim. Pek müthiş, kışla gibi şeylerdi. Fakat Amerikalıla rınki mevkice de binaca da, işçe de daha yüksekti. Ame· rikalılar, Re'su Beyrut denilen yeri işgal etmişlerdi. On· lannkine (Külliye) diyorlardı. Arapça Darül-Fünun demekti. Evvela oraya gelen bir Amerikalı birkaç yüz bin dolar vermiş onlar başlamışlar, sonra yine Amerikalılar birçok paralar vermişler bu hale gelmiş. Bunlar bende merak uyandırdı; «Bu adamlar niye buraya geliyorlar? Bu kadar para sarf ve emek ediyorlar? Bunun bir hikmeti olmalı» dedim. Tahkikata giriş tim. Meğerse bunların her biri burayı zaptetmek, ahaliyi hıristiyan yapmak isterıniş. Mektep, hastahane ve enısa li vasıta imiş. Yüreğim yandı. Bunları klmse, hatta hüki'ı· met bilmiyor. Fransız teşkilatı hele örümcek ağı gibi örülmüştü. Uzun bir zamanın mahsulüydü. Bu gün görüyo· ruz ki, gayeleri olmuş; Suriye ellerine geçmiştir. Gayre· tim isyan etti. Bir rapor hazırladım. Fakat lstanbula ge· !ince beni sürerler diye korkup veremedim. Çünkü, «Bu adam siyasiyatla uğraşıyor. Muzırdır» derler. Makedon· yada da Rumlar, Sırplar, Bulgarlar propagandalarını mektep, hastahane ile yapıyorlardı. Bunları orada gör· müştüm. Bu işlerde müeseseler, hekim ve muallim gayet müessir unsurlardır. Türkler bu noktaya daima dikkat etmelidirler. Ordan Şam'a gittik. Ben Şam'a varır varınaz derhal gizlice mektebin müdürünün evine gittim. Onu başında dolaşan felii:ketten haberdar etmeyi bir vicdan vazifesi biliyordum. Dedim ki: «Sizi tanıınıyorum; fakat hal ve keyfiyet böyledir. Zülüflü'nün aleyhinde bulunduğu
adam benim kanaatimce iyi adamdır. Siz de iyisinizdir. Bu da beni buraya sevketti. Bu iki adama çok riayet edip göııüllerini alınız. Hakkınızda ıyi bir rapor yazdırınız» de· di m. «Pekiyi! >> dedi. Sevindi. Hakikaten onların hizmetlerine mektepten birkaç hizmetçi tayin etti. Kendi de onla· ra bir uşak gibi hizmet etti. Ameliyat meselesinden arada dargınlık olmuş, ben ayrı bir otele inmişim. Ne ise İm tihanları yaptık. Şam tıbbiye mektebinde mual:im olarak smıf arkadaşlarım da vardı. Bunlarla Şam'ı gezdim. Hakikaten cennet gibi bir yer. Sular, bahçeler bol. Kayısı vaktiydi. Yirmi sekiz türlü kayısı olduğunu söylediler. Türlü nefisleri vardı. Fil Ahmed o kadar kayısı yiyordu ki ishale tutuldu, İstanbula dönünceye kadar kurtulmadı. Selahaddin Eyyubi'nin türbesine gittim. Dar bir sokak· ta; kendisine hiç layık olmayan bir tür be. Pek ufak ve adi bir bina. Daha bir çok yer~eri gezdim. Bu halkta izzet-i nefs hiç görmedim. Ahlak pek zayıfmış. Para ile her şey olurmuş. Şam tarihte de ahlak· "sızlıkla meşhurdur. İslam tarihinde İslamiyette fitne ve fesat ocağı sayılır. Timurlenk de bu halkın ahlaksızlığını söylemiştir. Tarihte Şam'da pek çok harpler, bunların neticesinde yağma ve ırza tecavüzler olmuş. Şam, efendiden efendiye geçmiştir. İlıtirnal bunlar bu halkı fesata uğratmış, haysiyetsiz etmiştir. Şamda bir meşhur adet de varmış, kıra kadın götürüp eğlen;rlermiş. Buna <> derlermiş. Bana da göstermelerini arkadaşlara çok rica ettim. Vaadettiler, hazırlıyorlardı. Döndük, göremcdim. lstanbul'a geldik. Biraz sonra Cemiyet-i Tıbbiye-i Mülkiye'ye Şam sılılıiye müdürü Milaslı Hakkı'dan bir jurnal gelir. Bunda Rıza Nur'un devlet esrarını ifşa etti· ği söy:enir. Yani Hakkı benim ona hakkında rapor verilmesi emrini söylediğimi ihbar ediyor. Hayretler içinde kaldım. Ben bu adama ne ettim, o bana nasıl mukalıele ediyor! ... Bu doktor meşhur Millaslı Halkkı. denen mu.n-
219
220 fasıl yazı
HAYAT ve HATIRATIM
icad ederek bir şeye yaramayan şeyler yapan ki, sonra ben sılılıiye vekili iken gelip benden memuriyet istemiştir. Ben ise onu memuriyctten azlettim. Bu şahsi bir intikam değildi. Buna asla tenezziil etrnemişimdir. Ancak fenalığını bizzat biliyordum. Hekimliği de pek zayıf kim..<;edir. Fil Ahmed aleyhine «Fil ve ebil.bil» hakkındaki ayeti · tutturara:k bir şür yazdım. Öfkemi bununla aldım. Ben Necmeddin Molla'nın kardeşi Esat Bey'in pek samimi arkadaşrydım. Çok iyi adamdı. Pek sevişinlik Beraber çapkınlık ederdik. Bir akşam onun Kızıltopraktaki köş kündeydim. Fil Ahmed komşu imiş. Oraya gidelim dedi. Gitmem dedim. Zorla beni götürdü. Çünkü Ahmed Bey'in çocuğu hasta imiş. «Nezlesi var. Bir de sen bak» dedi. Baktım, boğazı burnu .bembeyaz difteri. Son devreye gelmiş. Sanki babası hekimdi. Derhal serum getirttim. Yaptım Sabahleyin de yaptım, kurtuldu. Mektebe hıtan hakıknda bir layilıe verdim. Hillasası ·şudur: .Müslümanlık bunu sünnet kılnuş. Her müslümana bu yapılıyor. Bu halde her yıl yüzbinlerce insw sünnet oluyor. Bu bizce büyük bir meseledir. Halbuki sünnetler cahilane yapılıyor. Bu yüzden arızalar, hatta vefatlar oluyor. Bir mektep açıp orada sünnetçi yetiştirmek zaruridir. Bağ budamak için Erenköyü'nde mektep açılmış da bunun için istemez mi? Bu daha m1 kolay; daha mı hafif? Halbuki bununla insan budanıyor» dedim. Kim anlar, kim dinler?. Hasır altı olup gitti. Meşrutiyetin ilk yılında neyse bir hitan mektebi açtılar. ittihatçılar bana kızgmdı. Oraya beni muallim ve müdür yapmak lil.zımken şimdi mebusluk eden Nurettin Ali'yi koydular. O da benim Fenn-i ilitan .kitabını almış, ondan ders okutmuş. Bir gün bana geldi. Bu kitabı okutuyorum. Bazı yerlerini anlayamadım. Anlat dedi. Anlatıverdik. Hale bak! Bu kadar şahsi garaz .dainla devlet, millet menfaatinin üstünde durmuştur. Ben adamdır
Dr. RIZA NUR
221
varken Hitan mektebine müdür ve hoca kim olabilirdi ... Gülilanede aıneli çalışınadan kitaba lüzumu kadar vakit bulaınazdım. Mektepte ise am eli sa'y pek azdı. Va.sıta yoktu. Bu devrede tıbbi kitaplara istediğim kadar .çalış tml. Artık memleket ahvalini görüyor, dayanamıyor, yiıie canım politikaya başlamak istiyordu. İnk.ılab zamanlarında yaşayanlar bundan kurtulamaz. Sabit olamazlar. Hal, vukuat fırtınaları onlan or dan oraya atar. ݧ te mesela ben politikadan, edebiyattan llekimliğe döndüm, ·uzun zamandır yalmz bununla meşgul oldum. Politikayı unutıuuştuın. Şimdi yine politikaya dönmek arzuları baş ladı. Hukuka he-:es etim. <<Şunu nedir, hiç olınazsa, umumi bir surette öğreneyim>> dedim. Hukuk mektebinin ders programını aldım. Ona göre mevcud kitapları kamilen topladım. Avrupadan da o vakit en muteber olarak hu)
:. Hekimlik hayatı... Bu hayat 1317 den 1324 yılına kadar yaşadığım hayat, bunda zevkler, heyecanlar, kcderler, yasalar, ezil. ve cefalar, şerefler, İıükteler doludur. Üzerinde çalıştığınız şey insan ve hastadır. Gece - giindüz
HAYAT ve HATIRATIM
Dr. RIZA NUR
hasta görürsünüz. Hasta muzdariptir. Ümitsizdir. Kah ağrılar içinde çırpınıp, bağırır, yerlerde yuvarlanır. Kah· bitaptır, kımıldayamaz. K&h inim inim inler, ağl::ır, imdat ıster. Hasta ekseriyetle pistir. İrinler, pislikler. sidik'er ıçindedir. Bir kısmı fena fena kokar. Bir kısmında iğrenç ve korkunç urlar, yaralar vardır. Bu manzaraları görür durursunuz. Hasta korkunç bir şeydir. Yaklaşan insanın hayatını tehdit eder. Onlar hayata kasteden korkunç rnek· rupların fıskiyeleri gibidir. İşte böyle bir muhittesiniz. Bu hal insana, he~e hisli insana elim bir surette te'sir etmektedir. Derdim: bizim tiyatro 1 arımız, hasta salonları, güzel manzaralarımız bunlar. Hekimin musik!si, hergün dinlemek mecburiyeünde olduğu nefha inleme, ağ;ama, nıeded feryatlarıdır. Ye's gelirdi. Hekimlikten çıkmak is· terdim. Bu hallerde nevrastenik olduğum an 1ar olmu~tur. Derdim ki hekim içtimal sınıfların en ·kara bahthsıdır. Kendime acırdım. Sonra kazurat, sidik, balgam, türlü mülevves cera· hatler kadavralar daima tahlil ettiğimiz, muayene ettiği· niz şeylerdir. Bunlar zar-u kaderde bizim çiçeklerimizdir. Sonra hergün hayat tehlikesindesiniz. Hastadan, ameliyattan hastalık, mikrop alır, ölürsünüz. Öf!... Bu ne güç, ağır sanatmış derdim. Sonra gündüz hastalar, pislikleri ve mikroplaniye uğraş gece de kitaplarla çalış. Bu da zaruri. Kitapları bı rakan hekimin hekimliği derhal geriler. Tıb alemi o kadar genişlemiştir ki Avrupada hergün yüz'erce tıbbi kitap, risale, mecmua ve tıbbi gazeteler çıkmaktadır. Daima ye· ni şeyler keşfedilmekte. Bunları takip etmeğe mecbursu· nuz. Bu da yorucu bir iş. Hem de masraf kapısı. Bunları düşünür, yine hekimlik ne güç işmiş derdim. Halbuki pek bir kazancı da yok. İyi kazanan hekim var; bunlar Av· rupadadır, bizde de üç - beş kişiye münhasırdır. Bu da o
kadar bir kazanç değil. Hem de iyi bir muayenehaneniz olacak; on, yirmi yıl geçecek; meşhur olup para kazanacaksınız. Diğer hekimler umumiyetle kfıt·ü la yemut ha· lindedirler. En iyi bir hekim de mesela bir avukat kadar kazanamaz. Kilh hasta genç, ölümü muhakkak. Sizden imdat bek· ler, ağlıyor; elde bir şey yok. Yüreğiniz parça parça olur .. Sade bu azap sizi ezmeğe kafi. Bereket versin hekimlerin çoğu zamanla taş yürekli oluyor. Bu duygulardan tecer· rüd ediyor. Sanat bunu yapıyor. Kilb hasta ümidsizliğe düşer, sizden yardım göre· mez. Size ağız dolusu küfür eder. Kah hasta asabi bir hastalığı vardır; size küfürler, hakaretler eder, hatta to· kat atar. Bunlara da eyvaiiahdan başka bir şey diyemiye· ceksiniz. Bazı hasta delidir, sizi boğar. Mazhar Osman anlattı: Şişlide bir hastaya çağırmışlar. Bakmış, deli. Lilzıı:n gelenleri söylemiş, çıkmış. Beş-on adım atmış. Bi· ri arkasından gelip onu yere devirmiş, altına almış. Meğerse deli arkasından, fırlayıp sokağa çıkmış, onu yere vurmuş ve üstüne çöküp dişi ile pırtlağını ısırmış. Maz;har Osman diyor ki: « Bereket versin yakarn devrik yaka, kolalı ve o vaktin modasına göre enli idi. Deli gırt· !ağı ısırmak için sert yakayı ısırdı. Böyle olmasaydı han· çeremi kırmış geçirmişti. Ne yapayım artık daima böy· le yaka takıyorum.>> Bu kara levha içinde bazan bir hastayı tedavi, türlü emek edersiniz. !yileşir. O vakit onun yüzünde saf bir gülümseme belirir. Bu size işte cennet hayatı vaad eder gibi tatlı gelir. Keyiflenirsiniz. Hatta gurur duyarsınız. Hastaların da çoğu huysuz olur. Size türlü lüzumsuz eza ederler. Neler yapmazlar?! .. Keza bu kadar müthiş şeylerin mukalıili olan vizitenizi vermezler. Dürüst bir surette evlerinden kovarlar, hastamızı öldürüyorsun diye bağırırlar. Üstünüze başka ve sizden habersiz hekim ge·
222
223
Dr. RIZA NUR
224
225
HAYAT ve HATIRATIM
tirirler. Hekimlere ağır gelen şeydir. İl acı yazarsınız; ıçirdik derler, içirmezler, sizi cahilane suallerle yararlar. İzahat isterler. Bu izahat öyle şeydir ki verilse de fayda yoktur. Hem derin ilmi şeylerdir, hekimden başkası anlamaz. Nasıl anlatabilirsiniz; fakat o illa ister. Bir beitimi bir daha gelmesin diye merdivenlere sabun sürüp 'inerken kaydırarak düşürdükleri olmuş. A · kör olasıcalar! Bu hı yanetiniz nedir~ !sterniyorsanız açıkça bir daha gelme! deyin. İsterneyince hekim gelmez ki. .. Bu hususta hastalann da bazan hakkı vardır. Bazı hekimler var ki vizite çok alayım diye hastaya lüzumsuz yere çok gelir. Hatta hastalığı olmadığı halde hastasın diyenleri de olur. Bizim zamanımızda böylesi pek azdı. Şimdi çoğalmış. Mısırda bir Rum daktorun bir erkeğe yokken belsoğukluğun var diye tedavi ettiğini gördüm. Bir de hekimlikte para almak çok gücüme giderdi. Parayı uzattıkları vakit yüzilm kızarırdı. Bu hak ve meşru idi, nedense utanırdım. Buna bir türlü alışama dım; fakat sonra Mısırda başka hale geldim. Hekim bir de halkın cehaletiyle cidal yapmak mecbnriyetindedir. Biri gelir der ki: .Filan hocaya gitim. kocakan ilacı yaptım, türbeye adak adadım. Olmadı, ol· madı; efendim, denize düşen yılana sanlır, bir de size geldim.» > yahut «Şeftali çiçeğinde
doğınuşum» der. Babanız sağ mı? «Hayır öldü.» Neden öldü~ «Aaa, doktor, ben ne bileyim. Eceli gelmiş ölmüş» der. Size bunu ilıem de böyle kinaye ve hakaretti bir surette söyler. Hasta olur, alıval-i sabıkasmı sordunuz mu büyilk babasının babasının babasından başlar, türlü lü· zumsuz hikayeter söyleyerek devam eder. Beş dakika, ön
dakika nezaket diye ginlersiniz, -bakarsınız ki olmuyor, kısa sual!erle işi bitirmeye çalışırsınız. O, suale cevap vermez ve size:
Sizi kışın kar yağarken geceyarısı sıcak yatağınız dan kaldınp ~astaya götüriirler. Uykusuz kalırsınız. Hatta üşür, hasta olursunuz. Gitıneseniz kıyamet kopar. Bu ali sanat, sıhhat işi derler. Fakat bunun yüksek meslek olduğunu bu esnada söylerler. !cabını yapmazlar. Yahu bir ekmek çi böyle bir zahmete uğruyor mu? Bazan da pa· ranızı vermezler. !steyince bu insani şey derler. Ayol, ekmekçi adam bedava ekmek verir mi~ Bir cih«tten de doğru. Bu insani yilksek bir sanattır; fakat hekime de öyle muamele etmeli ve bol para vermelidir. Buna gelince ' ' yok ... Bir takım kadınlarda bir haya hissi vardır. Karnmıc zı açın dersiniz ve sıkılmasın diye başınızı öteye çevirirsiniz. Döndüğiinüz vakit bakarsınız açılmanıış. Açsanıza dersiniz yine durur. Böylelerine karnını açtırmak bir be111 olur. Ve yanın saatlik ömrüııüzü yer gider. Halbuki bilaistisna bir hasta muayene edileceği vakit mutlaka anadan doğına çırçıplak soymak, vücudunu kamilen gör- . mek lizımdır. Bunsuz muayene eksik, bazen ise gayet F: 15
227
HAYAT ve HATIRATIM
Dr. RIZA NUR
olur. Buna bir misal söyliyeyim. Birgün bana bir çocuk getirdiler. Bir ayağı bükülmüş, ankiloza benziyorDonunu çıkarttım. Eteğini de beline kadar sıyırdım. Ankiloz değil. Bu halde bir sinir dedim. İki gün sonra tekrar geldiğinde iyice soydum. Bir de baktım o tarafta koltuğunda büyük bir iltihab, abse var. Anası babası da habersiz. Tabü çocuk bir şey bilmez. Bunu yardım. Ayak da bir gün sonra düzeldi. Sinopta kadın gördüm ki bir çuval içinde gibi iili. Yürür bir şey ama içinde insan ını var, yoksa başka şey mi belli değil. Muayene edeceğim «Yüzünü aç göreyim» diyemedim. Kocası yanındaydı. Belki herif şüphe eder. Kolwıu çarşafa iyice dolayıp uzattı. Nabzını bile böyle gösteriyordu. Böyle hastanın muayenesinden ne anlarsm? 'Hayvana bak, daha iyi. Çünkü o hiç olmazsa çıplak tır. Bu dertler, elemler böyle vakalar binlercedir. Hepsini tesbit uzun iş. Çoğu cehalet ve iptidailik eseridir. Hem de bu halkın çoğu hekime düşman, insan öldüren, hastahaneleri ınezbaha addeder. Bu da bir beiadır. Üstüne bir de hekimi umuıniyetle dinsiz bilirler. Ona göre muamele ederler. Hekim hastanın en şefkatli dostudur. Vakıa bazan da hastaların hakkı vardır; vicdansız, sade para düşünen hc·kimler de var. Bir de rekabet hissi ile hekimler ekaeriya bir birini nakzederler. Tedavi çorba gibi olur. Hasta zarar görür. Hclg konsültalar ... Teşhis ve tedaviyi ekaeriye daha ziyade kanştınrlar. Hastaların menfaati şundadır: Çok arayıp malflmatlı ve vicdanlı bir hekim bulup druma ona baktırmalıdır. Sık sık hekim değiştirmek zararlıdır. Güç ve ihtisas meselelerinde bu hekim başkasını veya konsülta tavsiye eder. Konsülta kararını da bu hekim tatbik etmelidir. Hekimlerin yalnız ehil alınası kafi gelınez. N amuslu olması da behemehal laZJmdır. Bu sanat incedir. Mesela saata ben-
zer. Saatçi sade bir toz kaçmış bir saate kırılmış dese inanmaya ve fazla para vermeye mecburuz. Bu da böyle. İyi hekim hastahanelerde yıllarca çalışmış hekimdir. Sade okuruakla asla olmaz. Hastane ve laboratuvarlar hekimin tarlasıdır. Oradan yetişir. Hem yine daima bir hastahanesi olur. Rastahaneyi bırakan hekim de terakki edemez. Hekim ararken buna ilikkat etmelidir. Sonra namusunu tahkik etmelidir. Bir takım hastalar hekime düşman olur, düşmanlık eder. Bir kısmı da iyi olmuştur, dost olur. Dalına minnettardır. Sinop Vilayeti halkı beni severler. Sebebi hekimliktir. Hele parasız baktığımdır. Başka memleketler ahalisinden de vardır. Adeta her gittiğim yerde biri yanıma gelir yanaşır. Tanımam, çok zaman olmuştur. •Bana ameliyat yaptın. Hayatımı .kurtardın» der, minnettarlık gösterir. Sinopta benim mebus yapılışıma bu hekimliğin te'siri büyüktür. Hakikaten bu halk için çok çalıştım. Mesel8. bir defa vahim bir İspanyol salgını vardı. Şehir tfılen iki, arzen yanın kilometre kadardır. Bir başındaki hastaya çağırırlar, giderim. Orada iken öbür başındaki bir hastanın adamları oraya gelıniş beni isterler, giderim. Bir para da almam. Böylece gece-gündüz onbeş gün çalıştım. Bita.b düştüm, ağzımdan kan geldi. Artık gelen hastalan reddettim. Eşrafa gidip rica etmişler. Bunlar da sevdiğim Rasim beyi yolladılar. Geldi, gidip bakınarn için rica etti. .Tükürdüm. Kanı gösterd.im. •Artık yetmez mi h dedinL Acıdı, bıraktı. S'nop halkı benim hekimliğime okadar iman etmiş tir ki L<ıkman Hekim- zannederler. Sinopa gittiğim vakit bir günlük, iki giinlük yollardan gelirler. Bir mÜZlnin hastalığı olan baZJlan başka doktora müracaat etıneyip beni gelsin diya aylarca bekler. Gün tayin ederim, hastahaneye yüzlerce dolarlar, tedavi ederim, ameliyatıanın
226 y~
yaparım.
HAYAT
ve
HATillATIM
Tuhaf bir vaka zikredeyim. Mustafa Kemal ve lametin devleti fena bir hale koyar zulümlerinden ve hayatı ma kasd için bana kurşun arttırmalanndah kaçıp Par~e geldik. Sinoptaki kütüphane ve çiftlik işi fena oldu. Düzeltmek için zevcemi Sinopa yolladım. Onun Sinopa gel· diğini haber alan ve şehre beş saatlik bir köyde oturan iki köylü kadın gelip zevcemin misafir olduğu haı_ıeye varmışlar. Zevcemi sormuşlar. Göstermişler. ~şi';'" ki: «Bizi muayene et!» ·Demiş ki: «Be.ıı hekinı degılını · >> Demişler: «Etme! Uzun yoldan geldik, hastayız. Bize bak!» «Canım be~ hekinı değilim, nasıl muayene ederim» demiş. Buna cevaplan şu olmuş: «Ayol sen Lokm~ ~e: kimin kansısın. Bu kadar yıl berabersin. Elbet bır - ıkı şey öğrenmişsin. Bize yeter». Bu cahil ve saf kadınları güçlükle geri gönderebilmişlerdir. . Benim Sinopa gitmemin yalnıı: bir zaran vardı. Sı· rtdpta dört - beş hekim vardır. Karları _dururdu_. Bunlar s.ızlanırlardı. Hatta doktor Ali adında hır tanesı bundan dolayı aleyhtme entrikalar yapmaya kalkışmıştı. . • ' lnsan tuhaf bir mahliiktur. Onda en yumuşak ınsanı hisler olduğu gibi o ayın zamanda kan ~r J;ıir can~vardır. Böyle bin türlü izdada masdardır. Birinden diğerıne ..ge· çoer. Hepsine katlanır. Böyle iken öyle olur. Sanat mues· sit bir şeydir. Seeiye yapar. İnsana türlü huy ve. hal~e~ verir. Nice katı sanatlar nice ince yiirekleri granıt gıbı bir sert taş yapar. Nice nazikleri bin meşakkate alıştıı:r, Jakayd kılar. :Bunun gibi hekinılik de insanı elemlere, pıs· llklere, hayat tehlikelerine alıştırıyor, Hl.kayd kılıyor. Za· manla hastaların pisliği, inlemeleri, ağlamaları vız geliyor. Hiç tesir etmiyor. ttiraf ederim ki hekinılik insanı katı yiireldi ve bilhassa maddi, pozitif yapmaktadır. He· kinıler ekseriyetle para tamama düşüyorlar. Bu sebeple bu sanatı icra etmeyi aslil. sevrnedim ve istemedim. Hal· buki tıb ilinılerini çok sevdim. Dinıağı terbiye için mü·
Dr. RlZA NUR
229
him bir şu'bedi.r. Bu sebeple şu fikire geldim:. İnsan mut· laka tıbbı okıımalı, sonra biraz da hastalar ile uğraşma· lı. Bu sayede ilmi, içtinıal milhint bir terbiye alır ve ha· ya tı öğrenir. Sonra hekiııiliği terk edip başka tahsil ve maişete girmelidir. Lakin bu da bu kısa hayat için mümktin
değildir.
Hekimlik hayatında gördüğüm elenıler, azaplar, bas· taliınn halleri, onlarla olan vukuatı tasvir ve tesbit et· rnek bana pek milhim göründü. O vakit böyle bir eser yazmağa niyet ettim. Bibliyoğrafi aradını. Frımsızca bir iki eser de buldum. Bir tanesi hir Rus doktorundur. Güzel bir eserdir. Kitap hll.la Sinopta kütüphanededir. Meşgale, politika, inkılablar bu eseri yazınaya vakit ve fırsat ver· medi. Kaldı. Bu baptaki müşahedelerinıden iyice de not· ıanm vardı hepsi gitti. Bu benim aborte olan güzel bir çocuğumdur.
Hekimlikten, tecrübelerimden Türk halkının istifa· desine yarar ve aklıma geldiği kadar bir ufak hUiasayı buraya dercedeceğim. Bu bir aile hekimliği ve hıfzıssıh hati demektir. Bunu yapanlar çok kar ederler. Hem has· talan iyi olur. Hem hekinıe müracattıl.ıi kurtnlurlar, pa· raca tasarruf yaparlar. Hem de bazı acele halde hekinı bulmak zamana muhtaçtır. Bu halde 'bu işi kendi kendi· lerine görürler. Şurasını bilmeli ki bunlar haricinde, mü· him hallerde mutlaka hekinıe müracaat edilmelidir. Bunc lar ekserlyetle ufak · tefek şeylerdir. Buna ailenin biz· zat kendine hekimliği diyebiliriz : Her evde bir ufak eczane olmalıdır. Bu dolapcık da· inıa kilitli duımalı. Çünkü çocuklar şeker diye bir zehir yiyebilirler. Buna .aile eczanesi derler.. Avrupada pek çok aUede vardır. Hatta bunlarw portatif kutulan vardır ki
HAYAT ve
230
Dr. RlZA. NUR
HATIRATI:ı.ı:
seyehate giderken beraber götiirilllir ve çok Bu eczanede şunlar olmalıdır :
işe
yarar.
İki
tane ufak bez sargı, bir tane enli ve uzun elastik sargı Velpeau, ıslak pansurnan için muşamba, karın için büyük muşamba (bunlar adi muşamba ile de olabilir) bir · iki paket pamuk, bir - iki. paket gaz, bir şişe benzin, yaraya fitil koymak için bir istile (yahut bir ince tel), bir şişe tentürdiyot, bir şişe eczaneden alınacak temiz İspirto, bir şişe Eau oxygenee, naneruhu, yüz gram ve toz halinde müsavi miktarda karışmış acıde lıorique ile lıorax, bir paket bicarbonat de soude, yüz gram şu tozdan : Oxyde de zinc 50 gr. Sous - nitrate de bismuth 30 gr. Amidon 20 gr. Yliz gram
şu
(numara - 1)
tozdan : (numara - 2)
calcinee 30 gr. Carlıonate de magnesie 30 gr. Sulfate de magnesie 20 gr. Craie preparee 30 gr. Pancreatıne 8 gr. Pepsıne 10 gr. şişede
olarak
şu
ilaç:
Teinture d'Opium 10 gr.
(numara · 3)
Bir kutu bizim babadan kalma ilerde zikredeceğim merhem; bir kutu aspirin e,. 200 gram İngiliz tuzu, elli tane 0,50 Santigramlık Urotro1üne güllacı, bir şişe Eno
karın
için
sı
İşte bunlar bir eve kafidir. Çok masraftan kurtarır
ve icabında hekim aramak için vakit kaybettirmez. çektirmez.
Ağrı
Kan çıbanı. - Asla yardırmamalı. Derhal ıslak pansuman yapmalı. Islak pansurnan şöyle yapılır: Bir bez sıcak su ile ıslatılır. Sıkılır ve ancak sıcak sıcak çıbanın üstüne konur. Bunun üstüne muşamba ört\ilür. Muşamba bezin kenarlarım da her taraftan örtmelidir. Muşambanın üstüne biraz pamuk koymalı. Bunların hepsi bir sargı ile tutturulur. Sargı muşambanın kenarlarını basbrmalıdır. Yoksa bez kurur. Bu tedavide ise asıl işi gören ıslaklık br. Günde bir defa değiştirmeli. Çıban sırtta ise şlrpençe olmak ihtimali olduğundan bu tedavi ile geçmeyip artarsa derhal operatöre göstermeli. O haçvari şak yapıp deri altındaki bütün boşlukları açıp içine ıslak ve yoluna fitil koyup ıslak pansurnan yapmalıdır. Ektinıa.
Magııesie
Bir
meyva tuzu, on gram Antipyrine, bir tane cak su tenekesi, bir tane irrigateur.
Bu ve billıassa impetigo muannettir. Bulara halk kalaycı çamuru sürer. Bu iki şeye bizim b6ba· dan kalma bir merhem vardır çok iyi gelir. Keza comedon ve ergenllk diğer bir çok cild hastalıkları da bu merhemle geçer. Bu merhem bize babadan kalmışbr. Babam onu aile hayrab der, babası gibi yapar, her hastaya verirdi. Para almazdı. Uğraşır yapardı. Yapması zahmetliydi. Eskiden vazelin yoktu; merhemleri zeytinyağla yapa:rlardı. Bu da sahlep olmak için merhemi saatlarca karıştırmak 19.zımdı. Büyük demir çivi ile saatlarca karış tınrdı. Büyük ceddimiz, kitabına göre, aynı zamanda hekinımiş. Galiba bu merhem ondan ka!ınış. Bu merhemi dikkatimi celbetti. Babam da mürdesezik ve zürür ile yapardı. Ben bunu şöyle islah ettim : -
HAYAT ve HATIRATDol
Oxyde de zinc 20 gr. _ Litharge 30 gr. Oxyde. rcıuge de mercure 0,30 gr. Vaseline 15 gr. Lanoline 15 gr. Bunu tatbik ederek fevka!ii.de güzel neticeler aldım. Ci!t hastalıklanmn hepsinde, hatta ensede kelloide de dahi Jwllamrdım. İyi ederdi. Tabii sertliği gidenniyor, kelloidde olan çıbanlan gideriyor. Kürtaj yapar, bu merhem! kullamr, hepsini iyi ederdim. Kahirede iken ·eczacı Sabri bunun tesirini anlanuş, benden ispesyalite yapma· ya izin istedi verdim. Yapıp satıyordu. Parise gelmeden evvel tanıdık zengin bir ailede bir yaşında bir çocuğun yiizünde impetigo olımış, umumi iltihap da yapmış. Çocuğun başı, yiizü ve kafası bütün şişip kocaman olmuş. Kulaklan bir dal gibi büyiimüştü. Bir çok meşhur hekim ve mütehassıslan getirmişler, iyi olmamış, beni Jağır mışlardı. İptida
Dr.
RıZA
NUR
Yılancık. - Deride müthiş kızartı ve tiddetli umUmı hararettir. Derhal yatağa girip kunıldaınaınalı ve şu i!ii.· cı bolca hergün bir defa sürmelidir.
Tenture d'iode
15 gt.
İchtiole
15 gr. 30 gr.
Huile camphree
derhal şifa müyesser olur. Sivilce, - Bir yerde ufak bir sivilce, bir kesik, sıyı· nk, yara oldu mu derhal tentürdiyot sürmelidir. Günde üç defa tekrar etmelidir. Sargı koymamalı. İltihaplanmaz söner. İltihaıb. - Bir iltihab oldu mu derhal ıslak pansu· man yapmalıdır. Bu pansul'nan deva! kül gibidir. Pek kıy metli ilaçtır. Bir yara kapatılmak istenirse kuru bezle pansuruan yapılması lazımdır. Fakat , iltihablı yaralar, kapatılamaz, ka~tınak isternek hatadır. Kan gelme. - Bir_ yer kesilip tan fışkınrsa bir bezi tentürdiyota batınp üstünü kapatmalı, bol pamuk koymalı. Sıkıca sarmalı. Hatta bir müddet yaranın üstüne parmakla sıkıca basmalı; kan durur. Yirmidört saat sonra pansurnam d~rmelidlt. • Büyiik bir damar kesilmişse kan iplik gibi uzsyarak çıkar. Yine evvelki gibi yıı.pmalı. Kol, bacak ise yukansından 'boğmalı. Acele hekim çağırmalı. Boğıılan yeri bir saattan ziyade bıra.kınamalı. Boğmayı kaldırmalı. Çünkü kangren yapıp kolu veya ayağı düşürür. , Pişik. - Bir yetde itllik veya.· pioik olUrsa, eliCümle bacak aralan ve koltuklar; orayı pamuğu al.kol ile ısla tıp silme}i. üzerine aile eczanesindaki (numara 1) tozdan ekmeli. Göz. - Kanlanırsa hemen boraks ve asitborik'ten mürekk<;>p tozdan biraz sıcak suda eritıip bir fincana ko-
HAYAT ve HATffiATIM
Dr. RIZA NUR
yarak gözü banyo etmeli. Bu suretle çok göz hastalıkla· rının önüne geçilir. Keza bu ilii.çtan da sabahlan ikişer damla konur : Sulfate de zinc 0,05 Adrimaline XXX gouttes Eau distillee 10 cm'
cak kadar sıcak bir suda bir havlu ıslatıp mideye koyma· !ıdır. Bunu her iki dakikada yenilemelidir. Yahut tıığla. lozdınp ve bunu ıslak beze sararak koymalıdır. Yahut mahsus yapılmış olan sıcak su teneketıi vardır; ona sıcak su koyup ağrıyan yere koymalıdır. En iyisi sık sık değif tirilen pek sıcak su ile ısiatılmış havludur. Afyonruhundan bir fincan suya beş damla damlatıp içivermeli. Ağrıyı durdurur. Dunnazsa beş-on damla da.ba içilebilir. Eğer bunlarla olmazsa karına buz koymalıdır. Uzun müddet buzu kaldırmamalıdır. Siğil. - Elde, ayakta, bazan yüzde ve vücudda olur. Bazan pek çoğalıp yayılır. Müz'iç olur. Buna tıbta Pnpilloine derler. Hala ilacı yoktur. Tıbbiye idadisinde iken sağ elimin küçük parınağında bir tane çıktı. Beni pek üzüyordu. Hekime gösterdim, çare yok iplikle boğ dediler; boğdum. Kuruyup düştü, altından yine çıktı. Cehennem taşı ile yak dediler; yaktım. Y'ara oldu, düştü. Yine çıktı. Kökü vardır, onu sökmeli dediler. Bir gün tınıağımla, ça· lo ile uğraşa uğraşa, kanata kanata kökü ile bera.ber FÖktüm. Yine çıktı. Tatil zamanında Sinopa gitmiştim. Teyzem gördü.
Nezle ve boğaz. - Bunların başlangıcı derhal saatte bir defa şu ilô.cı koklanıalı :
Mentlıol
4 gr. 3 gr. ı gr.
Alcool
5 gr.
Eucalyptol Gaiacol
hlasedilirse
Gargara - Keza boraks ve asitborikten mürekkep tozda.ıı bir fındık kadarını üçyüz gramlık bir şişeye koy· malı. Buna bir çorba kaşığı Eau oxygenee ilave edip üs· tüne su doldurmalı. Üzerine iki · üç damla da naneruhu damlatmalı. Çalkalanıalı. Bununla da bir günde üç - dört defa gargara yapmalı. Nezle ve boğazın önü alınır. Eğer bu kimseler sigara içiyorlarsa bu esnada içmeyiverseler muhakkak önü almır. Nezle ve boğaz ağrısı epeyce hasıl olmuşsa tedavi yine budur ve aynı zamanda biraz gliserine üç-beş damla tentürdiyot koyup bir kalemin ucuna pamuk dolayıp bununla ıslatıp damağa ve boğaza sürmelidir. Mide. - Elqpyor ve ekşi ekııi atıza geliyorsa yemeklerden sonra bir ufak kahve kaşığı bir karbonatı yarım bardak suda eritip içmelidir. Yahut iki numaralı tozdan bir kahve kaşığı alıp yarım bardak su ile içmeli çok iyi gelir. Mide ve karın ağrısı. - Derhal pek sıcak, el yana-
HAYAT
231
ve
HATIRA.TIM
Dr.- R!ZA NUR
Dini olsa itikat da etmemiştim. Tuz ise ne yapar
-qe~ siğil
v~.?~yük ol~~
ikincide daha çok girer,. cerahat kesilir, şifa bulur. AyAk tırnaklarını eğrileşmeyip düz, hatta ortası içerlek bil' ka• vis g:bi kesmeli. tki yan ucu çok kesilmeyip bir miktar etten dışan kalnlalıdır. Böyle keskin tırnak batmaz. İş· te batan tırnaklar bÖyle kesilmeyen tırnaklardır. Çok k&' silen tırnaklann sivri köşeleri ete gömülür, batar, o:ı:aj:l tahrib eder, cerahat hasıl olur. Peklil<. - Sabunlu su ile irikatörle şınnga yapı:nali• dır. Olnlazsa kıçtan meay·i müstakim sondaj denilen !as· tik boruyu sokup sırtüstü yatmalı. Bir buçuk litre suyu şınnga etmeli. Tesir eder. Mide bozukluğu pek fu.zla ve kazurat pek kokuyorsa. ,mutlaka miishil içmelidir. Bir veya. iki çorba kaşığı İngiliz tuzunu hardağın dibinde iki parma.lt kadar suya koymalı. Bunun, içinde su olan tencereye oturtup 11!ıtmalı, kanştınnalı, erir. Erimezııe biraz daha sıcak su konur. Soğuyunca birden jçmeli. Hemen adi su ile gargara yapıp tükünneli. Böylece acele birkaç defa gaııgara yapılır ve o esnada soluk da alınmazsa: müs· hi lin o. fena lezzeti asla duyu lmaz. Halbuki müshil içmek halk için büyük bir belAdır. Üstüne k&4ve tozu, limon ve emsali ile fena lezzetini gidermek isterler. En serisi, iyisi ve kolayı su ile gargaradır. Az suda eritilnlesinin sebebi kolay içilebildiğidir. Müshil alındığı giinü yemek yemeyip süt, yoğurt gij>i şeylerle idare etmelidir. ·· : Baş ağnsı. _ Eğer peklik varsa derhal müshil alma· !ıdır, geçer. Peklik yksa aspirin, yahut biraz antipırin al· malıdır.
Ateşli hastalıklar. :...... Bunlarda asla böyle aspirin, kinin ve emsali hararet düşüren ilaçlar almamalıdır. Maatteessüf bir çok hekimler halA verirler. ,Muzırdır. Yalnız nezlede aspirin fena şeydir. Ateşli hastalıklarda başa soğuk su ile ısiatıimış havlu koymak pek iyidir. AteŞ çoksa buz koymalıdır. · Zatürree. - Bunda veya ihtinak ree, bronşit hasta-
HAYAT ve HATillATIM
238
lıklarında hastayı arkasına
birçok
yastıklar
koyarak yarı yatar, yan otunır hale koymalı. Sadrına dairenmadar sıcak su ile ısianmış havlular sarıp bunu da muşamba ile sarmalı. Giinde iki defa değiştirmeli. Kalbi kuvvetlen· direcek dijitalin, ispartein, kafein gibi ilaçlar vermeliBaşka şey asla istemez; faydasız veya muzırdır. Öksüriik. - Şu ilacı kullanmalı ve evde bulunmalı· dır:
Poudre de Dower Codeine Benzoate de Soude Sucre
0,20 0,02 0,50 0,50
Centgr Centgr Centgr Centgr
Bir paket içindir. Elli paket yaptırmalı. Günde iki tane içmeli. Yaşı aşağı olursa bir tane kafidir; fakat büsbütün çocuklara şu ilacı vermeli : Sirop de Codeine Sirop de Tolu
kahve kaşığı. Isıtma. (Malarya). Kinin yani sulfato ile geçer. Lakin aylarca yutmalı. Bir iki gün içmekle ısıtma geçer ama yine gelir. Demek uzun tedavi yapılması çok lazım ve mühinıdir.
günde
beş
50 gr. 50 gr.
-
altı
HIFZISSIHHA TEDBIRLERI En iyi ilaç hastal·ğa tutulınamaktır. Bunu da en zi· yade hıfzıssıhha kaide'e~i yapabilir. Her aile bunları bil· melidir ki, lüzumu kadar yazıyorum. Hergün muntazaman aynı saatlerde yemek yemeli.
Dr. RIZA NUR
239
Her gece aynı saatlarde yatıp uyumalı, sabah aynı saatta kalkınalı. Bunlar pek mühimdir. Dokuz saat uyku lazımdır. Mideyi patlatıncaya kadar doldurınamalı. Sofradan aç da kalkmamalı. Bunlar sılılıatın esasıdır. Haftada bir defa mutlaka yıkanmalıdır. Her sabah bütün vücuda hareketler vererek bir çeyrek usulü dairesinde jimnastik yapmalı. Her sabah bıuıı, yüzü, boynu, kolları yıkamalı. Sonra saça biraz krem yahut krem yoksa pek az zeytinyağı sürüp taramalı. Yüze de krem veya yağ sürmelidir. Dişleri bir diş merhemi ve fırça ile temizlemeli. En iyi diş merhemi Janoggl'dır. Çünkü bunda Neusalvarsan vardır. Bu ilaç frengi ve sair ispirillere karşı müessirdir. Ağızda ise ispiril do~udur. İki parmakla diş etlerini sıvayarak masaj yapmalı ondan sonra giyinip işe gitmeli. Eğer işi müsaid olup da bir adam öğle yemeğinden sonra yarım saat kadar konuşmaksızın ve bir şey düşünmeksizin biraz uzanırsa, hatta uyursa çok iyidir. Her hafta tırnakları kesmelidir. El tırnakları değir· mi kesilir. Makas veya çakı ile kestikten sonra husus! törpüsü ile düz!enir. Bu törpünün künt ucuyla tırnakların arkasındaki deriyi geriye itmeli. Bu sayede asla şeytan timağı olmaz. Bunu yapmayanlarda, hele o deriyi kesenlerde çok şeytan tırnağı olur. Bu da hem acır, hem tehlike· lidir. Derhal iltihap kapar. Şeytan tırnağı iltihap kaparsa hemen tentürdiyot basmalı ve bunu geçineeye kadar gü11,de iki defa sürmelidir. Eğer iltihap devam ederse derhal yaş pansurnan yapmalıdır. Bu şeytan tırnağından iltihaplar, phlegmonlar, dalama olur, tırnak düşer veya sökülmeye mecburiyet hasıl olur; kemik çürür, yılancık peydalı olur. Tehlikeli bir şeydir. Hergün sabahleyin yüzü yıkayınca törpüniin ucu ile bu derileri ve ince ucu ile de tırnakların altındaki pislikleri çıkartmalıdır. Hiç bir vakit elleri ağıza ve göze sürmemelidir. 1nsan kendini buna alıştınrsa adeta ona hastalık geçmez.
240
HAYAT ve HATIRATIM
Yemeğe orturmadan evvel elleri sabunla yıkamalı. Kallunca. da yıkamalı. Bunlar hayatm miihim tedbirleridir. Kimsenin bardağı ile bir şey içmemeli. öpUşmemeli. Hele ;ığız ağıza öpüşmek pek tehlikelidir. . Aileler çocuklarını başka ailelere öpttirmemelidir. Midesi nAzik olanlar tavada kızarmış yemeklerden, ~ytinya#lı dolmalardan çekinip tercihan suda pişmiş veya ızga.ra ~t, sade haşlanmış sebzevat hoşaf halinde piş ll1~ ıneyva, sUt1&,ç ve eınsali yemelidir. Herkes tecrübe ile !;:endisine ne dokunduğunu bilir. Bunlardan çekinirse rahat eder; fakat çok insan pisboğazdır; sabredemez; lakin rahatsızlıktan da kurtulmaz. Sade suda pişmiş sebzelere yanmamış tereyağı veya zeytinyağı limon konarak yenir. İdrarda bir rahatsızlık hissedilime urotropme alma!ıdır. Çok iyidir. En az sabahleyin aç karnma alınırsa hem mideyi dtizeltir, hem biraz def-i tabii yaptınr. İnsan idra.rını tutmamalıdır. İhtlyacı hissedince hemen işemelidir. Bir defa da gece yarısından sonra uykudan kalkıp işernek l8.zımdır. İnsan kendisini buna alıştırabilir adet olur. Saatı gelince uyanır. En miihim sıhhat Midesinin bir de her sabah kalkınca evvel& abdesthaneye gidip bUyük abctestini etmektir. Olmasa da zorlamalı. Bir kaç giin aynı sa· atts gidince adet olur. O adam artık her sa:bah eder. Bir insan her sıı.bah def·i tabit etmelidir, Bir çoklan bu ba:sit kaideyi bilmez. Günlin muhtelif saatlarında bu his gelir. Bir misafirlikte zuhur eder. Ayıp şeydir. İnsanlar başka· sının kendi ~desthanesine girmesinden iğrenir, hakkı vardır. Bunlar mü.shiller, başağnlan, karınlarmda gazlar ve ve ağnlar ile uğraşırlar. Bir kaç giln abdest etiniyenin vücuduna zehirler dolar, sıhhatini bozar. Basuru olanlar asla peklik olmamalıdır. Memeler çok şişerse ıslak pansurnan yapıp yatmalı ve kıçının altırta yastıklar koyup yükseltmelidir. Fıtığı olaniarsa kasık bağları ile uğraşmasın. Fay-
Dr. RIZA NUR dasız
Derhal ameliyat yaptırsın. Fıtık tehlike yoktur. Ancak iyi operatör 18.zım. Kadınlar haftada iki defa bir litre suya yarını kahve kaşığı rynol koyup bununla ferçlerine şırınga yapmalıdır. Yoksa pis olurlar ve bundan da hastalık gelir. İşte şu basit ı:ıeyler bir insanı hayatında rahat ettirdiği gibi örnrUnU de uzun eder. Parasından epeyce tasarruf ettirir: İnsanın ölümü iki türlüdUr: Biri kaza, biri tabii ölüm. Birincisi bir ı:ıimendifer kaza:sına uğramak, üstüne duvar yıkılmak, kendisine bir mikrop geçmek gibi şeyler dir. Yani bir tifoya tutulmak ta kazadır. Tedbir ile, hıf zıssıhha'ye riayetle insan bunlardan ekseriya kurtulur. Ancak muhitlerin, milletierin sosyetelerin bunda çok tesiri vardır. Mesela Paris'in sokakları, binaları iyidir. Suyunda ıİıikrop yoktur. Demek bu ahli.li bu kaza ölüınle rinden kurtulmuı:ıtur. Bizde ise böyle değil, sulara hayvan pislikleri bile karışır. Bunları düzaltrnek şahıslar işi değildir. Belediyelerin, devletlerin işidir. Biz bu hususta çok geriyiz. Demek Türk Milleti hayat kazalarma başka milletlerden daha ziyade marıızdur. Bunu bilelim de ilim, sanat ve servetin kıymetini anlıyalım; çlinkti bu selB.met v" saadet ilim ve para ile olur. Hiç olınazsa tifo salgın larında suyu kayuatıp soğuttuktan sonra içmek tedbirini yapmalıdır ki mtiessirdir. 4,teş ınikropları mahveder. Bu sebeple salata gibi pişmemiş şeyleri yememelidir. Hiç olmazsa suda Uç dakika kayuattıktan sonra yemeli. Hergiln eve gelen ekmeği biraz aleve tutmalı; üstüne konmuş olan mikroplan öldürür. Meyvayı de böyle yapmak veya meyva ve salatayı yıkadıktan sonra yirmi dakika perınanganat mahliilü içinde durdurmak tekrar fakat kaynamış su ile yıkayıp yemek lazımdır. Bir bel8. da frengi ve belsoğukluğudur. Bunlar cima ile bir adamdan diğerine geçer. Gayri meşru cima bunun F: 16 hatta.
ameliyatında
muzırdır.
241
HAYAT Ve HATIRATIM
242
yapan irısanlar cimadan sonra evvelce gibi derhal süblime mahlfılü ile oralarını yıkamalıdır. Frengiye tutulanlar asla saldamamalı. Bunun ilacı var. Hekim iki üç şırınga yapar; iyi olur. Sak· !arsa gayet fena hasta olur. Vahim akıbetiere uğrar. Belsoğukluğunun ilacı permanganat de potacedir. Hastalık başlarken daha bununla bir hekime büyük lavaj yaptır malıdır: Hatta günde iki defa. On. onbeş giinde geçer. Bu hastalıklann ihtilatları vahimdir. Bir insanın hayatını zehir eder, ölüme de sebep olur. Tabii ölüm insanın hücrelerinin nesc·i muzarn haline· inkıHibiyle olup hayat bu suretle söner gider. Böyle öliim azdır. İnsanlar kaza ölümü ile yahut henüz ilacı bulunmamış ve kaza olmıyarak gelen kanser gibi bir çok hastalıklarla ölüp giderler. Çocuk yetiştirmek en mühim şeydir. Hem mill! ve siyasi bir meseledir. Bakımdaki cehaletten Türk Milletinin her yıl yüz binlerce evlildı boşuna kara toprağa giriyor. Anneler bunu hekimlerden öğrenmeli. Sılılıiye Vekil.leti bu tedbirleri milyonlarca bastınp dağıtınalı ve hane hane hekim dolaştınp öğretme!idir. Kız mekteplerinde pratik olarak ders verilmelidir. vasıtasıdır. Fuhuş
tarif
ettiğimiz
Bu kadar bir hillasa olarak bitiriyorum. İşte hekimveda ediyoruz. Bu kadar ömür, bu kadar çalışma, bu kadar emek ve bu işte pişmem bir giin bir talih darbesiyle bizden birden gidiyor. Ne diyelim kader ... Da· ha ziyade milletin göğsünde kopan inkılap ve evolüsyon kıyametleri bizi bundan ayınyor, vakıa bu sanatı maişet vusıtası olarak sevmiyorum fakat bu ilmi pek seviyo· rum. Zamanla hastalara da alışınıştım. Bıraktık ... Şimdi düşiinüyonım da acıyonım; yüreğim yanıyor. lik
hayatına
Dr. RIZA NUR }~ari
243
böyle olacaktı keşke tıbba çalışmıyaydım. Buna sarfettiğim on iki yıllık ömür ve emek heba olup gitti. Bu !:lana karşı da, mensup olduğum millete karşı da ağır bir zarardi. Ben tekemmül ettiğim mesleğimden, maişet va· oıtamdan cüda oluyorum, millet de şifa beklediği ve yetiştirdiği bir hekimden mahrum oluyordu. Oldu. Düşünü· yorum da madem ki böyle olacaktı o zamanımı sırf tarih, edebiyat, şiir ve politikaya hasre~ olaydım şimdi bun· larda büsbütün başka derecelerde buhınurdum. Sonra politika yüzünden bin belıl.lar, mahrumiyeller çektim. He· kimlikte kalsaydım bugiin ortada en iyi hekimlerden olurdum; mühim bir servet yığmış bulunurdum, politika belalarını, cefalarını çekmemiş olurdum. Rahat ederdim. Heyhat! ... Politika tıb gibi değil nankör ve karabela. Hem nankörlüğü ve belası bilhassa namuslulara karşıdır. Namussuz olursan politikadan daha kazançlı hiçbir sa· .nat yoktur. Bu vedaya yanarım. Ben yandığım gibi arkadaşlar, beni iş başında görmüş, sa'yimi bilen hekimler de tees· ııürle söylerler; çoğundan işittim. Halk da söyler. Biz öğ renmiştik, sonra da öğretıniştik. Gülhane ve tıbbiyede ders verdiğim altıyüz kadar talebe vardır ki, bugün he· kimdif- Bir kısmı beni gördükçe «Hocam! • diye ~itap ederler. Hekimlerden: .Rıza Nur'a yazık oldu. Tıb ii.leını miihim bir unsur kaybetti» diyenler vardır. Düşiinüyo· rum da hekim kalsaydım şimdi mes'uttuın. Gördüğünı b'rçok zındanlar, ölüm tehlikeleri, idam kararları, r.a.nıertlerin tafra ve taarruzlanndan sonra bugün de gur· bette ve parasız inleyip durmazdım. Acaba milletin siyasi, idari ve diplomatik hizm6tine girdim de daha mı iyi oldu. Daha mı kıyınetli hizmet ettim? Bın·asını başkalan muhakeme etsin. Oldu ..... Ne diyeyim, böyle oldu ... Hekimliği terk ettiğim zaman otuz yaşındaydım.
HAYAT ve HATIRATIM
Dr. RIZA NUR
Hekimlikle beraber, çok zahmetle edindiğim mevkiimi, profesörlüğüınü, yaptığım epeyce tıbbi telifatı, maişet ve kazancımı, rahatımı, hayatınun emniyetini, istikbalimi, herşeyi teknıeliyerek işin içinden çıkmış olduk.
meşrutiyeti yerleştirmek lii.zımdır.» Diişiindüın. Bu bana da vazifedir. Acele giyinip sokağa fırladım. Sirkeciye inmek için şimendifere bindim. EınrulJah Efendi ile Said Bey de trende imişler; birleştik. Başbaşa verdik. Herkes· ten: «Yahu, ne detsin ?» sözü. Epeyce konuştuk. Şu kara· ra vardık: eBu işi emrivaki haline getirmek li.Zımdır. Bu· ıı:un için halkı ayaklandırıp sokaklara flrlatmalı. Bu su· retle AIJdiillıMnid korkar, geri dönemez>, Ben dedinı ki: cŞimdi tıbbiyeye gidiyorum talebeyi ayaklandıracağım.• clyi edersin» dediler. Doğru Haydarpaşaya mektebe var dım. Y a.zdı., tatil zamanıydı. Mekt:epte talelııe azdı. Akşam olunca. mevcud talebeyi topladım. cSize bir ıteY söyliye· eeğim ama dediğimi yaparsanız> dedim. Talebe beni se· verdi; hocalarıydım. Hem de hiç kimseyi bir izinsizlik ve· rerek veya sert bir Jakırdı ile incitınemiştim. Derslerim· den de memnun idiler. dediler. Mektepte ne kadar cülfts şenlikleri varsa çıkartbm. Büyük kırmızı iıezıer buldurttum. Bunların üstüne cTıbbiyeliler, hürri· yet,. yaşasın hürriyet, yaşasın millet, kalırolsun Jstibdat, ilim ve fazilet esası, hütriyet onun anasıdır»' gibi bir ta· kım cümleler yazdırdım. lki tanesi. pek· uzundu. Birer ucuna iki gönder takdırdım. Bunları sabalıa kadar hazır edeceksiniz. MakaSla beyaz yerlerden bu yazılan yaptı lar. Kırmızı bayi-aklara diktiler.. Sabaha kadar uyunıa dılar. Bir kısnnıu arkadaşlarını hanelerinden çağırmaları için yolladım. Onlar da erken geldiler. Erken erken hep· sini aldım. Mektebin önüne çıkıp halka ettim. Dedim ki: cTıbiyeliler! Bugün size büyük vazife, büyük şeref var. Gideceğiz hütriyet istiyeceğiz. Bununla millet, tarih adı· nızı altın yazı ile yazacak. ötmek var, dönmek yok. Za· ten hürriyetin Qtağı tıbbiyedir. Sizden evvelkiler bu hu· susta çok şerefli hizınetler etınişler. Haydin, ark.ama dü· şün !» Tıbbi ye galeyana geldi. Ytirildük: Nöbetçi dalıili· ye zabiti bir müJa.zım teliLş içinde yanıma geldi. «Yap·
SlYAS1 KAYATIM MEŞRUTIYET
(HARBİ UMUMI SONUNA KADAR)
Makriköyünde oturuyordum. Orada sonra Maarif olan Eıımıllalı Efendıi, Said Bey, bir de Hukuk Mektebi Müdürü olan Abdüllıak Bey oturuyorlardı. Bun· larla geceleri buluşur; mUletin, devletin halinden konu· ~ur, dertleşir, milleti kurtarmak için çareler düşüni.lr dük. Adeta bir komite haline de gelmiştik. Rumeli de kay· naşıyordu.•Reval•'de devletler arasında bir müzakere, bu milzakerede Türkirenin paylaşılması mevzuu balıis olmuştu. Bu, Rumelideki teşkilatı heyecana, gayrete getirmişti. Meşrutiyet ilanı ile buna cevap vermeyi çare zan· nediyorlardı. Sanki meşrutiyet yaparsak devletler Tiir· kiye'nin taksinünden vaz geçeceklerdi. ÇocukJuk idi-; fa· kat meşrutiyet koyarak iyi bir idare yıq>ıp devleti terak· ki ettirerek kuvvetlendirrnek taksime mii;ni teşkil edebilirdi. Buna da lii.zım zaman yoktu. Bir giin evde sabalıleyin gazeteyi elime aldım. lkin· ci veya üçüncü şahiteden -birinde iki üç sabrlık bir yazı dikkatimi celbetti. Bu pek müJıimdi. Bu da: M~X~lis·i Me· busanın açılacağına irade-i seniyye şeref-siLdır olduğu idi. Bu mühim iliLnın gazetenin ilk sahifesinde olması la· zımdı. Derhal dedim: •Oyun var!. .. Abdüllıanııid sıkıştı! Bu ilanı yapmaya mecbur oldu. Bununla oyalayacak. Son· ra evvelki gibi tepeliyecek. Derhal emrivaki yapmak, Nazıfı
.
'
245
246
Dr. RlZA. NUR
HAYAT ve HATIRATIM
ma!» dedi. Hadi defol dedim. Keskin sirke kendi kabına zarar verir dedi. Biz yiirüdük. Baktım alay intizamsız. Dörder, dörder dizip bir tabur yaptım. Bayrakları açtık. Üsküdar yolunu tuttuk. Haydarpaşadan gitmek tehlikeliydi. MMıi olabilirlerdi. önde bir takım bayraklar, sonra ben, sonra talebe gidiyorduk. Selimiye önüne geldik. Dörtnala bir araba geldi; önümüzde durdu. Içinden Hüs· nü Paşa indi. Bu bahriyeli paşa o zaman tıbbiye rnektebinin nazırı idi. Telii.ş içinde bize c Dönün!» dedi. Talebe durdu, bana baktılar. Ben daha söylemeden beni görüp Hüsnü Paşa yanıma geldi, dedi ki; eSen gençsin, aklın ermiyor. Bunlan ayaklandırmışsın. Meşrutiyet iHl.nı. fi18.n boştur. Efendimiz böyle şey yapmaz. Ben bilirim. Sonra sen perişan olursun.» Put gibi durdum. «Hadi, sözümü dinle! Dönün! Sana yazık olur; mümtaz bir doktorsun. Etme!» dedi. Bana talebe gevşiyor gibi geldi. Derhal talebeye gayet sert ve heyecanlı bir surette: «Yürüyün!» dedim; yürüdüler. Bu Abdülhamit yaveri paşa kordonu ile bakakaldı. Demek gece işi ne kadar gizledimse de yine haber alnuş; fakat biz hazırlığımızı yapmıştık, mektepten de çıkmıştık. Çıkmadan evvel olsaydı belki de mün;ıkün olınazdı. Çıkamazdık. Şimdi döner miyiz? Sür'atle ve sessizce ilerledik. Üsküdar iskelesine geldik. Derhal araba vapurunu istila ettik. Kaptana derhal hareket emrini verdim. Bu vapur Beşiktaşa uğrarmış; cOlmaz>> dedinı. Bu vapurun iskelesi Sirkecidedir. Doğru köprüye, Kadıköy iskelesi tarafına yanaştırdıııı. Köprii· ye çıktık. Galata tarafına yürüdük. Ahali etrafımıza üşüştü. Meydıına gelince Tring mağazası önünde bir ara· ba tıkılınış, kalabalıktan gidememiş duruyordu; derhal üstüne çıktıın, bir nutuk verdim. Alkış, bağınşma, kıya· met koptu; fakat ne dediğimden bir kelime bile bilmiyorum. Kendimi kaybederek söylemişim demek. Ağzıma geleni söylemişini olsa gerek. Talebeden ahaliden birkaç
kişi
aldılar. Nereye dediler. «Besefarethanesine>> dedinı. Domuz Sokağın· dan yiirüdük. Artı•k ben, talebe, ahali deli gibi olınuş, ba· ğırıyorduk. Arasıra nutuk söylüyordum. Tramvay yolun· dan Ingiliz sefarethanesine kadar geldik. Içeriye girdik benim zoruro buraya gelmek, İngilizlerin Türk milletine yardıınım istemekti. Abdülhaınid meşrutiyeti yapmaz diye korkuyordum. Zannediyordum ki, İngiltere bi?Je yardıın eder, meşrutiyeti yaptınr. Gece mektepte bu bapta bir de nutuk hazırlamıştım avucumdaydı. Onu okudum. !ngiltereye Türkün dostluğu ve duasını söylüyordum. Di· yordum ki cDünyanın denizlerini İngiliz donanınası do!· dursun sonra da Ingiltere Türkün hürriyetine yardım et· sin.» temennisiydi. Bu nutku okudum ve sefarethaneye teslim ettim. Otuz yaşımda, doktor, profesördüm ama ne saf çocukınuşum. Bir devlete böyle bir dua ile yardıın ediverirler mi? Bütün Türk milleti işte böyle saf, cahil ye dünyadan bihaberdik. Oradan çıktık; cadde-i k ebire girdik. Bunu haber alan Alman ve Fransız sefarethaneleri de > diye haber gönderdiler. Kabul etmedim. Nutkuma, bağırmalarımıza devam ediyorduk. Bayrağın bir ucu yaya kaldırımının birinde diğer ucu diL ğerindeydi. Sokak hıncahınç. Her tarafta herkes pence· relere dolmuş, üstiinıüze çiçek atıyor, lAvantalar serpi· yorlardı. Bir Alman gazetesi burada iki resim alınış, Al· manyada basılmış, bana da göndermişlerdi. Bunlar Si· nopta kütüphanededir. Bu manzaraları, müthiş kalabalı· ğı gösterir. Ben J:ıila talebenin omuzundayım. Daima terliyor· dum. Nutuktan ağzım kuruyor, su istiyordum. O aralık · Abdülhamid tüfeukçiler ile sakallı Mahmud Paşa'yı gön· d ermiş. Bunlar beni vurmak istemişler. Benim haberim yok. Talebe etrafıma kendilerinden geniş bir halka yaptılar; oraya kimseyi sokınuyorlardı. Sonra beni zehirle·
beni tutup
yoğluna, İngiliz
omuzlarına
247
HAYAT ve HATIRATIM
Dr. RIZA NUR
ır.ek istemişler. Talebeden bir tanesi bir desti ve bir bardak alınış, yanımda duruyor, ı>uyu o veriyordu. Hariçten biri ı>u ve limonata getirse onu bana içirtmiyordu. İnsan böyle talebeye güvenebilir. Maksadını gidip harbiye talebesini almaktı. Bu fikrimi anlayınca orayı hükUmet biriki taburla muhasara ettirmiş. Bir bela çıkacağından korkanlar beni döndürmek için zorlandılar nihayet ikna ettiler. Bu zorlayanların başında göz hekimi Esat Paşa vardı. Bu işi haber alın ca oraya gelmişmiş. Alayın bir ucu Cadde-i Kebirde idi, bir ucu haJa Galatasaraydaymış. Herkes doluyordu. Döndük, akşam da olmuştu, dağıldık. Üzerimde yeni bir askeıi cekelim vardı. O kadar teriemiştim ki ertesi günü kazık gibi olmuştu, bir daha giyemedim. Sesim de kısılmıştı tam onbeş gün açılmadı. Bunlara dair bir makale yazıp Tercüman-i Hakikat gazetesiyle neşrettim. İşte bu uzun Temmılz gününde sabahtan akşama kadar dört tıbbiye talebesinin omuzunda gezdim. Bir düziye yorulanı değiştiriyorlardı. Nümayiş bittiği vakit karanlık çökmüştü. Galata köprübaşında beni indirdiler. O vakte kadar duymanuştım. İnince yere basamadım. Ayaklanm uyuşmuştu. Bir müddet koltuğuma girdiler. Ertesi günü bu nümayişler çoğaldı. Herkes bir bayrakla sokağa fırladı. İstanbul bir hafta çalkandı. Abdülhamid bu nümayişlerden İstanbul ahalisinin de Selaniktekilerle bir olduğıınu zannedip korktu. Meşrutiyet yerleşti. Halbuki onun niyeti hiç böyle değilmiş. Bu nilma-
de bir han içinde toplandılar; soma merkezi Şeref Soka· ğına .naklettiler. Halk artık büyük küçük her iş için buraya doluyordu. HükO.met durmuştu. Gazeteler ağızları na geleni istibdat aleyhine yazmaya başladılar. Hafiye· ler aleyhine türlü risaleler, yaftalar neşrolundu. Bu neş· ı:iyat ve resimler bulunsa da müzeye konsa inkılap mü· zeleri zenginleştirdi. Abdülhamid de iyiee ürkmüştü. lntihap emirleri verildi. Intihap hazırlıklan başladı.' Sinoptan bana mebus olmak için mektuplar geldi. Hiç ehemmiyet vermedim. Dedim ki: «Bunlar cahil. Ben mebnsluk yapabilir miyim? Güzide bir iş. Büyiik · siyasi malumata muhtaÇ» cevap bile vermedim. Bir gün evvel· ce zikri geçen Riili geldi. Artık siyasi sürgünler, hapisler kurtulmuş, İstanbul'a geliyorlardı. Raif te gelıniş, Mak• riköyündeyim. Erken kapı çalmdı. Uykudan uyandım, kalktım; baktım, Raif. Sevindim. Konuştuk. Sonra dedi 'ki: •·Benim mühinı bir memuriyetim var. Sana onu tebliğ etmeye geldim.> cNedir ki ... Söyle!» dedinı. Başladı: •Si· nop ai)alisi seni niebus yapacak.:. cltaif! Deli misin? Ben mebusluk yapabilir miyim. O bUyük iş. Benim harcnn değil. Olmaz> dedinı. Hakikaten mebusluğu pek yüksek gö· rüyordum. Ve bütün samimiyetimle beninı bu işi yapaını yacağıma kani idim. Zorlandı' ve:
248
yişler alınasaydı iş güçmüş. Düşünüyorum
da şimdi korkuyorum. Ben galiba deBu bir ihtilaJdi. Abdülhamid cesaret edip üzerimize bir müfreze asker gönderse iş bitınişti. Bizim birimizde silah yoktu. Ölecektik. Derken Seli.ııikten Rahmi (Spma Selanik mebusu) ve daha bir takunları geldiler. İptida Bab-ı Ali Caddesinli
imişim.
249
251
HAYAT ve HATffiAT!M
Dr. RlZA NUR
diyecekler; bu da gücüme gitti. Kabul etsem bilmediğim bu işi yapamam. Kötü şeylere sebep olur, bü· yük vicdan azabı içinde kalırdım. Bu düşünceler içinde şa §ırdım kaldım. Nihayet dedim ki: «Hekimliği anamda>1 cioğarken öğrenmedim ya, bunu da öğrenirinı. Telgrafha· neye gidip kabul cevabını verdim. Arkasından «İntibaiıl yapacağız sen de ilk posta ile gel!» Diye telgraf geldi. Yusuf Kemal Bey haber alınış, meğerse İttihat ve Terakki Cemiyeti Sinopa onu namzet koymuşmuş. Bana bir mektup yazdı: «Rıza Nur! Sen çok sevdiğim, hürmet ettiğim bir arkadaşsın. Senin tababette istikbalin pek parlak. Tıbbımız senin gibi birini kaybedecek. Sana yalvarırım, mebus olma; bırak, yerine ben olayım. Sen Si· nopa git; fakat benim için çalış!» diyor. Ynsııf Kemal'e kızgın bazıları beni Yusuf Kemal'in mebus intibab edil· memesi için talırik ettiler. Ben bu mektuba cevap verme· dim. Zaten iş olmuş, bitmiş demekti. Çünkü alıaliye söz vermiş bulunuyordum. nk vapurla gittim. Bir gün sonra intihab olacaktı. Gerze müntehib-i s2.nil.eri de Sinopa gelmişlerdi. İııdikleri otele o gece beni çağırdılar; dediler ki: •Biz aileni, çocukluğırndan beri seni biliyoruz. Sana itimadımız var; fakat yanına kimi istiyorsun.» Dedim: cAlıali sizsiniz. Kimi bana arkadaş yaparsanız makbulüm.> Ortada Sinop müftüsü Hasan Fehmi Efendi söyle· niyordu. Ben daha gelmeden kendisi için eşrafa rica et· miş, vaadlerini almışmış. Hakikaten bu adam o vakte ka· dar gayet dindar, doğru tanınmış, sokakta yürürken ka· rıncayı öldürmernek için önüne bakarak yürüdüğü halkça meşhur olmuşmuş. Hakikaten öyle yaparınış. İttihat ve Terakki cemiyeti onun ve benim mebus olmamam için çok çalışmış, tehdit de yapmış, fakat halka söz geçireme· mişmiş. Cemiyet istediğini yapanıayınca buna razı ol· muş; li\.kin müftünün yerine Yusuf Kemal'in olmasında ısrar etmişmiş. Bunları Sinop' a gelince öğrendim. Gerzeli·
ler dediler ki: «Madem böyle, bizim fikrimizde müftü var.» «Pek ala» dedim. Kalktım, gidecektim, «Biraz bek· le!» dediler. Hasan Fehmi'yi çağırttılar. Geldi. Halinde heyecan verdi. Ona şu sözleri söylediler: cMüftü Efendi! Sen bir hocasın. Bu iş senin işin değil. Aklın ermez. Bi· zim doktora itimadımız var. Eğer sen o ne yaparsa öyle yapacağına, onun sözünden dışarı çıkmıyacağına yemin edersen seni de ona arkadaş vereceğiz.> Müftü «Ederim» dedi. Bir Kur'an çıkardılar. Müftüye el bastırıp ye· min ettirdiler. Gerzelilerin şu haline hayret ettim. Milleti böyle görerek ümidini arttı. Bana kuvvet geldi. Bakınız, bu işin hoca işi olmadığını biliyorlar. Sonra müftüye, mliftü de bu halk da pek dindar olmalarına rağmen iti· mad etmiyorlar. Çlinkü müftü yerli alıaliden değildir. Gürcüdür. Hem de hocaya bu hususta itibarları yok. Onun küçüklüğünden beri hayati safhalarını bilmiyorlar. Bravo! Bu Gerze ahalisi cidden seçme bir ahalidir. Bunu son· .radan bir takım vukuatta göstermişler, kahramanlık et· mişlerdir. Birbirlerine pek bağlı, aklı başında, ticarette ileri ve çalışkandırlar.
250
beni
kaçıyor
Ertesi giinü intihab oldu. Sinop, Gerze ve Ayancık reylerini kamilen bize verdiler. Boyabat vermedi. Orası Yusuf Kemal ile daha beş-on kişiye vererek reylerini ta· mamiyle dağıttı. Biz kazandık. İntihab için cemiyet Bolu mebusu Habib'i göndermiş, Habib sancağı dolaşmıştı. İn· tihab esnasında Ayancıktaymış. Alıaliden cemiyet nam· zetlerine bir rey dahi alamamış. Habib o vakit yüzbaşıydı. Sonra bulgur kralı adıyle büyük zegin olmuş. Çok vurgun vurmuş.
O günü bizim evin önüne ahali doldu; belediye musi· kisi geldi. Halk· da eve doldu. Evimizin sekiz oda ve lki sofası var. Alttaki iki odadan başkası dolmuştu. Bunlara kahve, sigara veriyorduk. Herkes sevinç içindeydi. Ba-
252 na da
HAYAT ve HATIRATIM halkın toplanması,
musiki, gurur gibi bir
Dr. RlZA NUR şey
ver·
nıişti.
Bu aralık seni anan istiyor dediler. Gittim, Boş oda· lardan birinde ağlıyor. Zannettim ki, sevincinden ağlıyor. Oğlunun muradım gördü de sevinmiş diyordum. Dedi ki: > dedi. Baktım musırdır. İncitmek de istemiyorum. <:Anacığım! Güzel an am! Bir defa oldu. Biliyorsun ki, ben istemedim. Ahali zorladı. Artık geçti.> dedim. «İsti· fa et!>> dedi. Ooo ... Fena vaziyet. Düşündüm. Söz verdim, cemiyetin ve hatta ahaliden vaktiyle babamın dükkanını rehin ederek para aldığım, borcıl tesviye edince dükkanı zapt edemediğine kızıp bana düşman olan İzzet Efendi'· nin aleyhimde çalışmas.ına rağmen bu halk beni intihab etmiş, dönmek ne ayıp şey!... Olamıyacak. Dedim ki: •Ana! Bunun hlkmeti ne?:. Dedi: «Rızam! Bu mebusluk bir belii.lı şeye benziyor. Hem de bu millet işidir. Millet işinde çok belii.lar olur. Millete yaranılmaz. Hem büyük başın derdi büyük olur. Sen gözü odlu (Ateşli, pek) birisindir. Doğru adamsındır. Ben oğlumu bilirim. Millet iŞin· de çok kötü şey olur. Dayanamazsııi, öfkelenirsin, öfkele· nince de gözüne bir şey gözükmez. Seni hapsederler, öl· dürtürler. Memuriyetinden kovarlar. Büyük adamlar ciüşmanın olur, halk sevmiş kaç para eder?» Bu sözler beni derin derin ve melankolik bir surette düşündürdü. Anaının hakim bir kadın olduğıına tam imanım vardı. Bu dediklerini ben düşünememiştim; fakat anam söylüyor, doğrudur. Mebusluğu kabul ettiğime pişman oldum. Derken bunun içinde belki hizmet etmek de var. Hele halkın tevecciilıü ve verdiğim söz aklınıa geldi. «Ana, dedim, bu oldu. Söz bir, Allah bir. Nasıl dö· neyim. Alın yazısı ne ise o olur ... » Artık istifa et deme-
253
yazıınız varmış ... » dedi. Ağladı. Ben: «Takdir N e çare.. . Fakat ağlama!» dedim, çıktım. Şu kadın ne büyük bir kadınmış... Sonra hapisiere girdikçe, sürgüne gittikçe, sokakta öldiirüleceğimi haber aldlkça, idam cezaları yedikçe hep anaını hatırlardım. Dedikleri hep oldu. Ben çok çektim. O zavallı da bu yüzden benimle iki gün beraber oturamadı. Sonunda da sekiz yıllık bir hasretlikle öldü.. Ah, bu mübarek kadın sağ c-lsaydı da bana nasihatlar verseydi. Artık dinlerelim de hiç olmazsa sonradan uğradığını ve hii.la çektiğim bela ve felii.ketleri çekmezdim. Bu gün düşünüyorum da şu söylediği sözler ne doğrudur. Bu cahil kadın, hem de mebusluk nedir hiç bilmediği şeyi nasıl anlamıştı. Bakınız ki, o gün beninı bütün hayat ve istikbalimi görüvermişti. Gerzeye gittik. Eşraftan bir kaçı da beraber geldi, On · onbeş atlı Gerzeye vardık. Bizi karşıladılar; eşraf ziyafetler verdi. Güzel yemeklerini yedik Bize •Korkma· yın, biz arkanızdayuı» dediler. Koca halk! ... Bu sözleri millet uğrunda fedakar olmayı bana telkin ediyor, bu fedakarlığı bana şerbet içer gibi keyifli bir şey yapıyordu. Halkı toplayıp bir nutuk da verdim. Oradan Ayancık'a gittik. Ayancık'a Sinop'tan yol yoktur. Patlkalardan, dağ· dan dereden gitmek lii.zım. Rasinı Bey'in galiba üç yaşla· rında olan bir tayına binmiştim. Dağlardan, ormanlardan sonra Sarıkuma, yani denizkenarına ilı.dik. Bir müddet kum üzerinden gittik. Önümüze denize girmiş bir dağ çı· kıntısı geldi. Y'ine dağa tırmandık. Gayet dik, ancak bir .at ayağı yürüyecek kadar genişlikte bir yol. Altı, üç dört· yüz metre aşağıda taşlık ve deniz bir uçurum. Yarı yer· de altınıdaki eğer kayıp atın kıçına geldi, tabii ben de eğerilı. üstünde ÖO'lece kaydını. Nerdeyse düşecek; düşer· se ben de, eğer de, hatta tal!ı.şından at da aşağı uçaca · ğız. Hemen atın yelesinden tuttum. At kendisi durmuş tu; altınıda zavallı hayvanın sapır sapır bütün vücudu
di. «Kara
değişmez.
HAYAT ve HATIRATIM
Dr. RIZA NUR
titriyordu. Hayvan, ama tehlikenin dehşetini duymuş idi. Hayret ettim. O güne kadar bir atm böyle duygulu olacağını bilmezdim. öndekiler, arkadakiler hali gördüler; fakat attan inip gelip yardım etmelerine imkan yoktu. Çünkü inecek yer yok. Derhal uçurumun aksi tarafına yavaş yavaş inmeye başladım; fakat dağ ile at arasına sıkıştıın. Yere inemiyorum. Sığınıyordum. Zorlasam belki at uçuruma doğru yıkılacaktı. Ne is
le yapmıştım. Atın ayağı bir taşa takıldı. Kaydı, devrildi. bereket versin atik davranıp dizgini çektim ve mahmuzladım. Hayvan sıçramaya gayret etti. Bu da tehlikeyi bir derece azalttı ama tamamiyle önünü alamadı. At toplanamadı. Bastığı yer, kayalar yosunlu olduğundan, kayı yordu. Kendimi denize atmaktan başka çare yoktu. Dizgini bırakmadım; fakat kendinıi attım. Arkamda binbaşı eibisesi ve belimde kılıç vardı. Bu sefer kılıç ayağıma do· laştı. O kadar kuvvetle ayaklarıını toplamıştım ki, kılıç o kuvvetten ayağım arasında bir yanın daire halinde bükiilmüş ... Dik durabildim. Su yarı belimi geçti. Yürüye· rek geçtim. Ne ise Ayancığa vardık. İşte Anadoluda ilk _yolculuğ"Um idi. Bunun ne demek olduğunu öğrendik. Kurun-i vusta ve kurun-i kadinıe adamlarının, o zaman me· mur, rica! ve askerlerinin seyahatlerinde neler çektiğini .anladım. Bu, aynı on bin yıl evvelki şeydi. .. Zavallı nıem· leket! ... Ayancıkta
en büyük eşraf ve zengin ailesi Şükriiza ·delerdi. Onun hanesinde misafir i dik. !zzet, ikram gördük. ·Orda da nutuk verdinı. Yine atla Sinopa döndük. Ayancık .deniz kenarında ve bir ırmağın ayağı yanında yüksek bir ·dağın altında bir yerdir. İkiyüz kadar evi var. Alıalisinin ·Çoğrı Sinoptan gitmiş şehir öyle teşekkül etmiştir. Eskiden sade bir iskeleymiş, bir kaç hane, bunların başında ·da Şükriioğullan varmış. Sinoptan açılınca, Aklinıana yaklaşınca bir güzel ova ve bir çay vardır. Bu müııbit ova bugün bataklık, ·ısıtma yuvası ve boştur. Etrafı orman. Orasını gezdim. Bir kanal izi var. Orada sancak adında da bir yer var. ·Galiba Selçuklular zamanmda burası kanal ile bataklık tan kurtarılmış olsa gerek. Tabii bakılınamak yüzünden zamanla kanal dolmuş, bataklık hasıl olmuş. Akliman ·ufak bir limandır. Milattan evvel Yunan kolonisi zama·
HAYAT ve HATIRATIM nında
marnur imiş. Bazan orada asar-ı atika bulunuyor. Bugün ;boş ve ısıtmalı. lnce burunu berzahından ve ormandan geçince Sankum denen yere iniyorsunuz. Burada da bir çay ve ayağında bir göl var. Bu da müthiş bir ısıtma yuvası. Tahkikatıma göre gölün içi balık dolu. Tutan yok... Yazık servete, sonra birbirinden ara ile birçok ufak çay var, bu çayların deniz kenarına (iskele) büyük diyorlar. Oradan Şükrüzil.delerden bir ağanın konağı, bir kaç eşya ve meyve deposu, birkaç ahali hanesi ve birkaç kayık var. Ayancık da işte bundan otuz kırk yıl evvel bu haldeyıniş. Bu aile büyük ve eski bir ailedir. Bu iskeleleri tutmuşlardır. Kendilerinden dinlediğiine göre cetvel-i ayannnş. İhtiyar olanlan o zamanı biliyorlar. Demek ikinci Mahmut zamanına kadar çıkabiliyorlar. O vakit her yer Ayan denen birinin elindeymiş. Bunlar halkı asar, keser ve istediği kadar vergi tarhedip toplarlarnnş. Halka tür· lü zulümler yaparlarmış. Buralar Adeta küçük küçük bir çok padişahcığın idaresi altındaymış. Yani meşhur dere· beylik devri ki burdaki numunesini ilıtiyarlardan dinledim. Şükrü ailesi zengindirler. Bunlara bey yahut ağa ·ııe.nir. Civar köylüler civar ormanlarda yaptıkları kereste ile zahire ·ve meyvelerini bu iskeieiere indirir, bu ağa lara satar; yerine bez, petrol, kahve,· şeker gibi şeyler, bir de vergisini vermek için para alır. Bu Türk köylüsünün başka ihtiyaçları yoktur. Ne kadar iptidailik?! .. Köyleri fakir, sefil köylerdi. Arkahirında kışın bile kendi yaptıklan bez bir gömlek, göğsü kanıilen açık, bir ·de yırtık bir bez don vardır. Göğüslerinin kıllarında buz tutar. En çok elma çıkanrlar. lnebolu elması diye Mısıra ve sair yerlere giden elma kısmen burarundır. Ağalar bunları toplar, kayıkla İnebolu'ya yollayıp tüccara satarlar. Ekseriya bu elmayı kadın-erkek köylerinden sırt ile getirirler. Rast geldiğim bir sürüye bir defa sordum:
Dr. RIZA NUR
257'
.Köyünüz buraya kaç saattır?» •Sekiz saat!» dediler. Her adanun sırtındaki küfedeki elma altı yahut sekiz okka. Bunun da bedeli üç veya dört kuruş. Şu zahmete, şu sefalete bakınız. Bu iş Nuh zamanında da böyle ol· muştur. Ne iptidailik? Ne fakirlik! Dahası var. Köylü bunları boyuna getirir, ağa ambara kor, onlara istedikle· rinden bir·iki şey verir. Sonra köylü borcunu kapatmak için boy\ına taşır durur. Borç ise asla kapanmaz. Adet ağalarm birer defteri olur. Buraya köylülerin adları ya· zılır. Borçlan ve ödedikleri miktar da yazılır. Eğer biter· se ad ile etrafındaki rakamların etrafına bir daire çevri· lir. Buna (Esaruisi çevrildi.) derler. Esamisinin bir dai· re bir çizgi içine girdiğini gören bahtiyar nadirdir. Bir gün bir köylü söylenecek olsa ona defter gösterilir. Ve: «Bak, esamin çevrilmemiş> denir. O da bakar, daire yok; «E'let» der. lnanır. Zavallı köylü eBu daireyi çeviren ağadır. l:.sterse çevirmeğebilir» diye düşünemez, düşünse de söyleyemez. Şu safderfmluk· eşsiz bir dereceded.ir. Hem de şu var: Biraz söylense küfür yer, dayak yer, hem de lAzım olan şeyi alamaz. Şekeri, petrolü kimden alacak?! Hele o esnada talısildarlar sıkıştırnnşsa parayı kimden alıp vergi verecek?... Hakikaten düşünülürse köylü bu ı;,ğalara her şeye rağmen minnettardır. «Allah razı ol· sun» demekten başka çaresi yoktur. Bu yerinde ve haklı dır. Hem de der. Düşünüyorum da böyle bir fakir mU!e· tin devletinde rüşvet nasıl yenebilir, ne alçak olmalıdır!. Böyle gaddar olan ve bu gadr ile servet yapan bu . ağalar pek misafirperverdirler. İnsana büyük ziyafetler çeker, cidden giizel yemekler yedirirler. Bu yolda epeyce seyahat ettim. Çok yemeklerini yedim. Onlara inip ye· rnek yemeden geçerseniz darılırlar; haber alırlarsa yo· ·ıunuzu bekletirler. Bunlar. da halktan alıyorlar ama mi· safire yediriyorlar. Hele gelip geçen memurlan, jandar·. mayı onlar evlerinde yatırmaya ve beslerneye adeta mec· F: 17
HAYAT ve HATIRATIM
Dr. RlZA NUR
burdurlar. Bazan da yalılarını (iskele) eşkiya basıp buıı· ları soyar. Hülasa bir gücü gücü yetenedir, gidiyor. De· rnek onlar da öyle yapmaya mecburqurlar. Bura ahalisi, hele bu beyler güzel insanlardır. Orte boylu, yerden yığına, kemikli, mütenasip yüz, hele mü· kemmel teşekkül etmiş bir kafa, zeki bir göz. Bunların cimcimelerinin muntazam ve mükemmel şekline bayı:ı rım. Daima ve hayran hayran bunların kafalarına bak>ı> · >
dediler. Korktu. Bana sığındı. Ben de adamı tanımıvo· rum; fakat ahali mademki bana arkadaş yaptı, müdafaa etmeli düşüncesiyle «Korkma! Gel;» dedim; gittik; hiç kimse bir şey yapmadı. Meğerse o karıncaya basma.yan müftü pek pratik· m; ş!. Kendince pek ahlaklı ve dindar idi. Halka kendisini böyle tanıtmıştı. İstanbula geldikten sonra beni iki· üç gün aradı, gördü. Baktım kayboldu. Haber aldım. ittıhatçılara yanaşmış, onlara sadakatle hizmet etmeyi vaad edip lliYUŞmuş. Halka karşı taahhüd ve Kur'ana el basarak yemin ile verdiği sözde üç gün durmadı. Ama hakikaten İttihatçıların düştükleri güne kadar onlara verdiği sözünde durdu. Çünkü onlarda para, mevki vardı. Bir de işittim bizim geniş şalvarlı, altında bir göçebe aile barınacak kadar bir çadırı andıran büyük sarıldı, uzun, perişan ve kızıl renkte sakallı ve ortası hocakari kırpık uçları uzun bıyıklı hoca farmason olmuş. Hatta İttihat· çıların asker elebaşılarından Gaiip bey (Emniyet·i Uruumiye müdürü, sonra Galip paşa) Loca'da kendisine «Allah var mıdır?, diye sormuş. Derhal «Yoktur» cevabını vermiş. Sinopinlara haber yapıldı köpürdüler, Hasan F'ehmiye «Kızılhoca>>, «Gavur hoca» adlarını taktılar. Halk o zaman pek sofuydu. Büyük cami hıncahınç dolar· dı. Adi günlerde bile uzun iki sıra cemaat olurdu. Şimdi cemaattan eser kalmamıştır . • Masonluk Türklerce dinsizlik ve küfür sayılmıştır. Ve.'bunlara karşı halkta umumi nefret ve kin vardı. Abdülhamid zamanında hükumet de bunların aleyhinde idi. O vakit İstanbul'da birkaç loça var idiyse de ekseriyetle eenebi, Rum, Yahudi ve Erm
258
259
HAYAT ve HATIRATIM
Dr. RlZA NUR
Bunun da rehberi Yahudi Karaso idi. Masancemiyet efradı arasınd~ neşretmişlerdi. Manastır daki cemiyet reisieri ise Melamiliği neşretmişlerdi. Bu· nun da reisi Mirala.y Sadık'tı. Meşrutiyet ilan olu::ıunca Rahmi, Taliit ve arkadaşla nndan çoğu istanbula gelince derhal !stanbulda mason lo· calan açtılar Birçok Türkleri localara kaydettiler. Bunların mühim bir kısmı da dönmeler idi. İlihat ve Terak· ki cemiyeti demek mason Joeası demek old11. İttihatçılar Joeaları kendilerine kuvvet ve alet yaptılar. Bizim müftünün üç gün evvelki ve sonraki hali bana insanlar hakkında yeni ve iğrenç bir ders oldu. l'k nümayişlerden sonra matbuat da. zincirini kır mıştı. İstibdat, istibdat ricali ve hafiyeler aleyhine ateş pliskürmeye başladılar. Ebu! - Hüda, İzzet Holo ve emsali, nazıriardan bazılarını tezyife koyuldular. Bunlar aleyhinde türlü tahkirler ve çirkin derecelere kadar pek ağır şeyler yazıyorlardı. Bunların kimini dilenci, kimini ejderha ve emsali şekilde tasvir eder resimler yapılıyor· du. Halk bunları kapışıyordu. Müthiş irtikapları ve see· vetleri yazı~ıyordu. Mesela Vaniköyünün önünden geçen lier Şirket-i Hayriye yolcuları Serasker Rıza paşaya türlü küfürler sav;uruyor, irtikil.plarını söylüyormuş, yu· ha diye bağırışıyorlardı. Bunlardan bir kısmı yolunu bu· lup kaçmıştı. Mesela İzzet Holo. İttilıatçılar arkasından vapur bile gönderdiler. Bu vapurda Yusuf Kemal de takibe memurdu. Eczacı Refik başına şapka giymiş kaçar· ken yakalandı. O vakit şapka giyrnek en mezmum şey· lerdendi. Gazeteler Refikten nefretle bahsettiler. Ser§.sker Rıza Paşa, Bahriye Nazırı ve daha bir kaçı tevkif edildi. Tehdit edilerek Rıza Paşadacı Maliyeye ikiyüz bin ;.ltın -lira aldılar. Halk bunların evleri etrafına doluyor, yaygaralarla, küfürler ediyor, tahkirler yağdırıyorlardı. Bunlar sonra Midilli, Rodos gibi adalara sürüldüler.
Herkesin ağzında Niyazi ve Enver'di. <> Tuhafıma giti. Neden icabetti? diyordum. Durdum. Kitaplarının arasından el kadar ve en adi kağıttan bir bloknot defteri verdi. Hayret ettim. Fakat mersi deyip çıktım. Bunun kıymeti on para idi. Her bana rast gelişinde de iki hikayesi vardı. İttihatçılara küfür ve onlar aleyhine yapılma· sını gönlü istediği fikirleri bana vermek. Bir de şu sual: «Sen ayda ne bozarsın ?)> Yani onun istılahınca ayda ne
260 girmişlerdi. Iuğu
261
HAYAT ve HATIRATIM
Dr. RIZA NUR
masraf edersin? demektir. Bundan sıkılırdım. Bir de fena adeti, ayak üstünde iki saat traş ederdi. Bu da yorucu bir şeydi. Birgün dedim ·kı bu adama bir şey yapayım k! bir daha bana rast geldikçe kaçsın. Halini öğrenmiş Um. Pek cimriydi. İşte elinden kurtulmak için bu güzel bir vasıta idi. Birgün yine Karaköyde rastladı. Kemafissabık başladı. Bir saat dinlendi. Zoru elinden konağ'l alınıyormuş, bu sebeple İttihatçılara bir şey yapmak lftzımmış ... Beni buna teşvik ediyor. Dedim ki: «Paşa' Yapalım. Ancak bu gibi işler paraya mütevakkıf. Siz d~ bu ciheti taahhUd buyurıın!» Derhal Allahaısmarla dığı bastırdı, gitti. Gidiş o gidiştir. Bir daha bana rast geldikçe görmemezliğe gelirdi. Ben de güle güle yanın dlm geçer oldum. İttihatçılar Şeref sokağında bir evi Merkez-i Umumi yaptılar. Artık orası merci-i am ve has oldu. Merkez azası orada müzakereler yapıyor. Hükumetçe her işi olan oraya müracaat ediyordu. Artık hükumet yoktu. Bu bina hükumet idi. Abdülhamid d~ sinmiş idi. Burada kaııun harici ve kötü şeyler olduğunu işitıneye başladım. Hürriyet için yıllardan beri uğraşmış, hatta felaketler görmüş nice adamlar var. Bunlara yüz bile vermiyorla.r her şey bir takım mülazimlerin elinde. Bunların için· de Talat, 1\lanyasizade Refik, Rahmi gibi birkaç sivil de var. Avrupadan Ahmet Rıza, Doktor Bahattin Şakir de geldiler. Bu merkeze girdiler. Doktor Nazım da geldı. Bu iki doktor Ahmet Rıza'nın Avrupada (dekoru) idiler. Meşruliyelin ilanından bir - iki hafta sonra Tevfik Fikret, Hüseyin Kazım (Şeyh Muhsin·i Fani) ve Hüsey1n Cahid Tanin adında bir gazete çıkardılar. Cahit İttihat· çıların taşkın, mütecaviz bir gayretkeşi suretinde yazı lar yazmaya başladı. Fikret onun bu halini beğenmedi. Fikret çok ahlaklı bir adamdı. İttihatçıların fenalığını da görmeye başlamıştı. Derhal gazeteden çekildi. Az bir
müddet sonra Hüseyin Kazını da Selanik Valiliğini alıp gazeteden çekildi. Gazete Hüseyin Cahid'e kaldı. Ve hergün dalıa taşkın ve daha azgın olmak üzere bu gazetede Calıit uz;un zaman devam etti. Sonunda cemiyete bol bir para ile gazeteyi sattı. İkdam, Salıalı, Tercüman·ı Hakikat gibi eski gazete· ler devam ediyordu. Bir taraftan da ittihatçıların İstan bulda Şura-yı Ümmet, Siper·i Saika gibi gazeteleri, hele muhaliflerin Serbesti, Sada-yı Millet gibi hadsiz, hesapsız bir çok gazeteleri çıkıyordu. İttihııtçıların Selanikle ve Manastırda da birçok gazeteleri çıkıyordu. Bir de baktık Şeref sokağında bir de Çerkes kulübü açıldı. Derhal bir de Başkım adında bir Arnavut kulübu türedi. Bir müddet sonra da ortaya bir Arap (Cemi· yet-i Hayriye!) si çıktı. Çerkesler Türkiye Çerkes islikIali istiyorlardı. Bir kısım makul azası bun_un aleyhin· deydi. Bu sebeple kulüp iyice nemalanıp davasını serbestçe ortaya alamadı. Arnavutlar cesur çıktılar. İstiklal ietiyor, hem de çok çalışıyorlardı. Azası hep bizim muhtelif mekteplerimizden yetişmiş Arnavutlardı ki sonun· da istiklali yaptılar ve hala da Arnavut hükumetini idare edenler bizim mekteplerden yetişen bu insanlardır. Nitekim Bulgar istiklalini bizim Galatadaki lise ve sair memleketimizden yetişen Bulgarlar yapmışlardır. Sonra Arap istiklalini de mektepleriınizde yetiştirdiğimiz Arap gençleri yapmıştır. Şurası garip ki böyle müthiş ve mütekerrir dersler varken hala Mustafa Kemal idaresi altında Türkten gayri unsurlar evlatlarını mekteplerimizde, hem de ekseriya hükumet parasıyla terbiye, hatta devlet parasıyla bunlan Avrupada tahsil ettiriyorlar. Böyle ricale ya müthiş ahmak demek lazımdır, ya hain denir. Başka tür· lü olamaz. Meşrutiyet olunca Avrupadakiler· de sökün ettiler.
262
263
264
HAYAT ve HATIRATIM
«Jön Türk>> adı altında Avrupa ve Mısırda bilhassa Pariste bir takım Türk genci vardı, bunlar Abdülhamid aleyhine neşriyat yaparlardı. Ancak işten ziyade rekabet ve şahsi menfaat hissiyle birbirlerini de yerlerdi. İki takım olmuşlardı. Birinin başında Ahmet Rıza ve yanın da doktor Nazım, doktor Baha.ttin Şakir, Ferit (Şimdi Londra sefiri ) vardı. Diğeri Mizancı Murat idi. Murad Abdülhaınidin Meşmtiyeti ilan edeceği vaadine inanıp daha doğrusu Avrupadakileric gırtlaklaşmaktan bir şey yapılamıyacağı fikrini biisıl edip veda-i sıla ile me'yi'ıs bir halde İstanbula gelmişti. Ahmet Rızanın karşısında bir de Prens Sabahattin vardı. İkinci partiyi bu idare ediyordu. Bunlar bazan Abdülhanıid'i unutup gazetelerinde de birbirlerine saldırıyorlardı. Ahmet Rızanın karşısındaki partinin en faal unsuru doktor İshak Sükftti idi. Murad gelince dışarda ve içerde muhalefet yı kılmıştı. Herkes me'yi'ıstu. Bu iki takım şimdi bu boğıışmayı aynen, hattil daha şiddetli olarak, İstanbula nakletınişlerdi. Ahmed Rıza daha Pariste iken lttihatçılarla birleş!p oıılara mil.loldu. Bu ve arkadaşlan cemiyette en nüfuzlu olup en mühim mevkileri aldılar ve derhal cemiyeti Murad ve Sabahattin aleyhine seferber ettiler. Sabllhattin (Bu devlet adem-i merkeziyyet ile kurtulabilir) diyordu. Düsturu bu idi. Buna karşı ittihatçılar Abdülhamidden ziyade merkeziyyete saldırdılar ve dedi.ler ki:
Dr. RIZA NUR
265
merkeziyyeb>i turfa edip bundan dolayı Sabahattiıle (Hain-i vatan) dediler. İntilıab için her tarafa adam _gönderdikleri gibi Sabahattin de gönderiyordu. Bunun adamlan daha iktidarlı olacak ki çok yerde halkı kazanıyorlardı. İttihatçılar bunu görünce halkı tehdit, Sabahattinin adamlannı tevkif ettiler. İzmirde Sabahattinin propagandacılan hapsolunda. Bu esnada Doktor Nil.zını oradaydı. Bu işleri o yapıyordu. Tehdidini tamamlamak için hapishaneden henüz mıılıakeme olunmamış, hüküm giymemiş bir mevkufu emredip darağacına çekti. Bu idain herkesi yıldır dı. Tabii bu müthiş bir cinayetti. Hem de anarşi idi. Cemiyetin diğer erkanı akıliı olsalardı onlar da Nil.zımı idam ederlerdi. Hükumet ittihatçıların elinde, ordu da oıılar ile olduğıından Sabahattin ancak iki üç meb.us kazanabildL Bu iki takımııı. Avrupadaki kavgalan müthiştir. Ser lıafiye Ahmet PaŞa padişah tarafından bunlan affettirınek için oraya gitmiştir. O vakit orada bulunan doktor Şerafüddin Mağmumi (Tebyi.:ı-i hakikat) adlı bir eser yazmıştır ki bu kavgalara dairdir. Bu aynca bir fasıldır ki iyi bilen biri müstakil bir eser yazmalıdır. Bu zıddıyetin devlet ve millet, saadet ve felaketiyle hiçbir münasebeti yoktu. Sırf şahsi nefsaniyyet ve rekabet buıı,un arnili idi. Bu yüzden devlet ve millete çok zararlar gelmiş. bir çok canlar yanmıştır. Hadi Ahmet Rı za ve Nazım Avrupaya politika yüzünden kaçmışlardı; fakat Bahattin Şakir ise büsbütün başka bir sebepten ·kaçmıştı. Bahattin güzel yüzlü, yakışıklı bir gençti. Abdülhamid'in bir tüfenkçisinin kansını tedavi ederken aşı kane münasebete girmiş,. herif haber almış, bir giin geleceği vakit kapının üstündeki pencereye iki Arnavut koymuş. Doktor gelmiş, bunlar büyük bir taşı pencereden bırakmışlar; bereket versin taş dolUorun üstüne de-
266
HAYAT ve HATIRATIM
ği!, yanına düşmüş.
Doktor kaçmış. Herif bu suretle öldüremeyince Balıaltini sürdürmeye teşebbüs etmiş ve Erzuruma sürdürmüş. Oradan doktor yolunu bulup Avrupaya kaçmıştı. . MeşrutiyetLn ilanından ve iyice teessüsünü go rup kanaat ettikten sonra idi ki Meşrutiyet uğrunda can vermiş fedakarların tezkar namının millete vazife ve gelecek nesillere ders olduğunu düşünerek Avrupada çalışır ken ölmüş olan İshak Sükutıyi hatırladım. Doktor idi. Biz ubbiyeye gelmeden iki yıl evvel mektepten çıkmış, Avrı.ıpaya kaçmış imiş. Dedim: «Münasiptir. Bunun kemiklerini Avrupadan getireyim. Fakat para ister. O kadar masraf yapacak halde değilim.>> Düşündüm. Bir müsamere ile bu parayı toplamak mümkün. Haydarpaşada tıbbiye rneklehinde bir müsamere tertip ettim. Mimarisi Voban sisteminde olan bu b'nanın ortasında büyük bir bahçe vardır. Oraya bir tiyatro sahnesi yaptırdım. llan ve davet yaptık. Büyük bir kalabalık toplandı. Bahçe tamamiyle doldu. Hürriyet şiirleri okundu. Bir tiyatro yapıldı. Sonunda ben bir niıtuk söyleyip İshak Sükiltiyi, sa'yini ve fedakarlığını yadettim. Kemiklerinin vatan toprağına getirilmesi liizumunu, bunun için de paraya olan ihtiyacı bildirdim. Tıbbiye talebesi ikişer ikişer mendiller açıp dolaştılar. Paraları sahneye getirdiler. Saydık. Elli lira kadardı. · Mebusan meclisi açıldıktan bir müddet sonra MarsUya tarikiyle İtalyada (Sanremo) şehrine gittim. Güzel bir şehirdir. Sayfiye yeridir. İklimi yumuşaktır. Hurma ağaçlan vardır. Sükuti verem olup ölmüştü. Hükümetten binbeşyüz frank maaş alıyordu. Bu halinde bunun üçyüz frangını kendine ayırıp diğer kısmını hükumet aleyhine gazete çıkarmaya sarf ediyordu. İstanbul da. sade mezarın Sanremoda olduğu biliniyordu. Geldim. Hükumet ve belediye nezdinde tahkikata giriştim. Han-
Dr. RIZA NUR
ve öldüğü evi buldum. Evlerin fotoğ Sonra mezarını da buldum. Mezarda hiçbir şey yoktu. Sade bir tahta numara var. Nakline musaade istedim. Çok merasime tabi imiş. «Kışı beklemek ;azım>> dediler. Yazın çıkarılmasına kanun mani imiş. O vakit İbrahim Hakkı Paşa Roma. sefiri idi. Telefonla görüştüm. Derhal müracaat edip izin aldı. Başında durup kazdırdım. Kemikleri kamilen sağlamdı. Başka şeysi çürümüş, topraktı. Bu kemikleri gördüğü!" vakit türlü düşüncelere daldım. Hey gidi insan ... Bir vakit biz de böyle olacağız... Sıhhi kan, un mucibince çinko sandık, tahta sandık, sandık sandık içine kondu. Bir Türk bayrağına oanp Cenova'dan vapura koydum. Galata yeraltı camiine çıkar dım. Hüseyin Hilmi paşa Sadrazam dı. Böyle bir adamı merasimle kaldırmak ve o vakit en şerefli mezarlık olan Sultan Mahmut Türbesi hatı"resine gömmek lazımdı. Bu da padişahın iradesine mütevakkıftı. Hilmi Paşaya gidip rica ettim. Vaad etti. Üç gün bekledim. Meğerse İshak Sükuti Avrupada Ahmet Rızaların Nazımla rın muhalifi imiş. Bundan da haberim yoktu. Ben Sükut inin şahsını bile görmemiştim. Bu gayretim hiçbir şahsi şeye müstenid değildi. Sırf hürriyet uğrunda ölmüş ve bbbiye diye idi. Tekrar gittim. Hilmi Paşa bu sefer : «Olamaz>> dedi. «Vaadiniz ya» dedim. Kızardı. Meğerse Ahmed Rıza mani olmuş ... Derhal diplomatlık etmek lazım olduğuna. hükmettim. Me'yus ve ümitsiz bir tavır alıp «Eh, kaderi böyle imiş.» dedim, kalktım. Bab-ı alinin kapısından bir arabaya binerek .Köprüye!>> dedim. Oraya varınca Beşiktaşa saraya dedim. Bab-ı ali'de <
oturduğu
267
ı·aflarını aldım.
268
HAYAT ve HATIRATIM
Meşrutiyet ilanından
sonra veliahtlığı zamanında tanı· Hatta bir gün bana Abdülhamidden şikayet edip «Kardeşim beni sarhoş ve kalb hastalığı var diye yayı· yor Sen hekimsin. Dinle öyle şey var mı?» demiş, ısrar etmiş, kendisini dinlemiştim. Kalb hastalığı yoktu. Bana çok iyi bir adam; fakat bir derece sersem insan tesiri veriyordu. Bu da uzun bir mahpusluk ve zaruri olması lazım gelen içki sebebiyle olsa gerekti. Yoksa güzel söz söyler, güzel şiirler bilirdi. Mabeyinci Reşit Bey idi. Bu zat da Avrupada Meş· rutiyet içiı,ı. neşriyat yapanlardandır. Onu gördüm ve: «Padişah beni buzurlanna kabul buyururlar mı?» dedim. Gitti ve geldi. «Hadi!>> dedi. Gittim. Beni zorla oturttu. Maksadımı anlattım. Sadrazarnın münaatinden ve ona mü· racaatımdan hiç bahsetmedim. ~> dedi. Teşekkür ettim. Aşağı indim. Reşit beye «iradeyi yaz da hemen bana ver!» dedim. Hemen elime almasam İttihatçılar iradeyi geri aldırırlar. Yazdırilı, imzalattı verdi, gidiyordum. <> dediler. Döndüm, bak· tım, padişah merdiveni Y.an yerine kadar inmiş. Çıktım. Dedi ki: «Merasim ve mezarı için para lii.zımdır. Otuz li· ra yetişir mi?,, Çok bile>> dedim. Teşekkür ettim. Sultan Reşat cidden iyi kalbii adamdı. Derhal bu iradeyi de yazdırrlım. Hazine· i Hassaya ·gittim. Müdürü de tanıdık tı. Parayı hemen verdi. İtihatçılar iradeyi işitince köpürdüler; fakat emri· vaki. Bir şey yapmadılar. Yalnız Ahmet Rıza bana: <> dedi. Şu adam hala ölü ile bile uğraşıyordu. Sebebi Sükfıti Avrupada ona zıtmış. Asker aldım. Ahali topladık Merasimle götürüp Sultan Mahmud Türbesine gömdük. Evvelki elli liradan Avrupada nakil masrafı olarak, iyi hatırımda değil, on lira kadar kalmıştı. Merasime bu para ile üç lira da bu otuz lirdan sarfoldu. Geri kalan yirmiyedi lirayı Os· mıştım.
Dr. RIZA NUR manlı bankasına
269
yatırdım. Bununla da mezar taşı ya· Bunu merasirnde herkese söyledim. Sükutinin Sanremonda oturduğu evin resmi ve sair resimlerile bir makale yazdım. Şehbalde neşrettim. Bu gazete çok güzeldi. Adeta Fransızların İllustration'u gibi idi. Bir .Türk İllustrationu olurdu. Her milletin bir İllust· rationu vardır. Zavallı münevver sahibi Sadettin bey bu uğurda servetini yedi, gazete de hattı. Hükumet bunu para vererek yaşatmalıydı. N erde öyle hükumet? Zavallı hükumet hii.la öyle düşünecek bir bükilmete düşemedim. Hüki'ımete gelenler işleri şahsi nokta-i nazardan yapı· yo~lar. Bu müthiş bir. mikroptur. Hala da Türklin bir İllustrationu yoktur. Sükfıti için milli bir vazife diye bila garaz ve ivaz yaptığım şu şey bile başıma belalar getirdi. Evvela itti· hatçılar, bunların bilhassa doktor Nazım ve emsali Av· rupada bulunrrı,uş olanlan bana Sabahattin taraflısı dam· gas:nı vurdular. Bense hala Sabahattini şahsen tanımı· yordum. Bu da bir şey değil. İkinci bela çok gücüme git· ti: Birgün doktor İbrahim Temo geldi, benden bu yirmi· yedi lirayı istedi. «Neden?» dedim. «Sükfıtinin arkada· şıyım. Bu para bana düşen> dedi. «Mirasçı mısın? ... Onunla mezarını yaptıracağım.» dedim. «Ver, ben yap· tıracağım. O da bana düşer>> cevabını verdi. «Kemiklerini getirmek sana düşmez miydi» dedim. Gitti. Derken doktor Abdullah Cevdet geldi. O da bu parayı istiyor. Yine aynı nakarat. Hele Cevdet peşini bırakmadı; rast geldikçe asıldı. Sebep olarak mezar taşını istediği resim· de yaptınp bir de şiir yazacakmış. Dedim: «Şiiri bana ver, ben yaptırayım>> Taşın şeklinin tayini de onun hak· kıymış. Bunlara hep razı old,um ve: «Resmi, şiiri getir. Beraber Galatada taşçıya gidelim. Sen sipariş et; ben de parasını vermeyi taahhüt edeyim. Yoksa kimseye para vermem.>> dectim. Razı oldu. Resmi yaptırmamışınış. tti-
pacağım.
270
Dr. RIZA NUR
HAYAT ve HATIRATIM
rafa mecbur oldu. Yaptırıp gelecekti. Böylece iki - üç ay geçti. Bu suretle beni de yaptırmaktan menetti. Derken biz cemiyeti hafiye meselesinden hapsolduk. Şimdi benim bunu düşünecek günüm mü? Ne günüm, ne de imkanım ·var ... Birgün Divan-ı Harp vasıtası ile Temo imzalı bir mektup geldi. Diyor ki: .Sükiıtinin parasını yedin. Derhal parayı bana iade et!». O fe!aket içinde bu mektııp bana bir ölüm gibi geldi. lttihatçılar beni her suretle terzile çalışıyorlar; hatta emniyet-i u~umiye müdürü Miralay Galip zampara!ıklarımı ledkik edip dosyalar yapıyor. Şimdi bu para da ala bir vesile oldu. Çıldıracaktım. Cevap yazdım; dedim ki: <u İsmail Hakkı paşa vardı. Ona bir sened mukabilinde teslim ettim. Dedim ki: ,. Hayır yüzünden belaya uğradık. Para işi bana çok ağır geldi. Şunu al! Mezarını yaptır! » teslim ettim, kurtuldum. Yük, bela benden gitti. Gazetede de ilan ettim. Bu senedi hala evrakını arasında saklarım. Parise de beraber getirdim. Bir ay kadar sonra idi biri de gazetede: «Rıza Nur beyde Sükiıtiye ait padişahın verdiği para vardır. Hesabını versin» demez mi? İmza yoktu. Belki yine anlardı. Bu bir vesile idi. Parayı senet mukalıili İs maü Hakkı Paşaya teslim ettiğimi ve artık hiçbir şeye karışmadığımı o gazete ile de ilan ettim. Bu bana çok ağır geldi. O gün bir daha gerek şahsi,
271
gerek devlet ve millet parası beş paraya el sürmemeye ,.hdettim. Hala para işine karışınam. Hatta sıhhıye vekili iken Harkof'a hey' et-i murahhassa-i fevkali\.de reisi olarak gidiyordum. Memurların maaşını da bana teslim et· tiler. Kendime ait kısmı alıp diğerlerini almadım. Dedi· ler: «Sizin teslim etmeniz lazımdır» Dedim; «Alamam eğer olmazsa istifa ederim. Başkasını göndcrirler. Yahut katipierden birine hesap memurluğu vazifesini de verirsiniz. Parayı teslim edersiniz. O alır>> Zaruri öyle yaptılar. Paraya el sürmemek en iyi iştir. Nasıl olsa «Bal tutan parmak yalar>> derler insanı lekelerler. Bu leke ise bana en ağır gelen lekedir. Hatta şundan da korkardım. Ya çalınır, ya yanlış hesap eder de üstüme bir hak geçirirsem veya yanlışlıkla fazla verir zarar edersem ... Hem insan olur ki azar, parayı görür, belki suistimale dalar ... İyisi mi alma! Hasılı en iyi şey pa·· raya el sürınemektir. Bu prensipte o vakitten beri asla şaşmadım. Rahatım.
İşte başladığını
bu iki adamın yüsünden Paşa da parayı yemiş, SükCıti mezarsız kaldı. O kadar kızmıştım ki lıunu İsmail Hakkı Paşaya sonuadım bile. Üstümden defaldu ya yeter dedim. Biz Ahmet Sarnim, Fazıl Ahmet, CelAl Sahir, Refik Hal1t, Şehabettiıı Slileyınan, Şeyhülislam Cemaledin efen· dinW. oğlu Muhtar ahbaptık. Ekseti geceler Muhtarın J Kuruçeşmede yüksekte çarnlar arasındaki köşkünde da· vetliydik. Yer, içer, konuşur, türlü alaylar ederdik. Fazı! Ahmet zeki, okumuş, nükteci ve istihzada muktedir bir adamdır. Samim de öyleydi. Fazı! Ahmet kadar okumuş değilse de ondan çok zekiydi. Hele ebedi bir şen idi. Bu ikisinin sıhhati çok ho~uma gider, onlan pek severdim. Bazan meclisimize Rıza Tevfik de gelirdi. Biraz Mebuslar Meclisinin alıvalinden bahsedeyim : ikmal edemedim.
bir bayrı
İsmail Hakkı
272
HAYAT ve HATIRATIM
Dr. RIZA NUR
Mebuslar mE!clisi açılır açılmaz ben Makri köyünden 'l'aksimden bir apartınana taşınmıştım. Küşadı merasimi fevkalade kalabalıklı oldu. Mebuslar arabalarla bu kalabalığın içinden Şeref sokağından, Divan yolundan geçti. Meclis Ayasafyada Adiiye binasındaydı. Mecliste mebuslann intibab varakalan tedlrik edildi. Benim yaşımı otuzdan aşağı bulup intihabımı kabul etmemeye karar vermişler. İntihab kanunu otuz yaşı asgari yaş kabul ediyordu. Bu kanun da kanuni esasi gibi Abdülhamidin ilk devrinde yapılmıştı. İki dereceli intihap idi. Bu seferki intiha-b bir derece balkın istediği vecihle olınuştu. Hühumet o kadar hükmünü geçirmemiş, ittihatçılar istediklerini tamamİyle infaz edememişlerdi. Halk kendi istediklerini mel:ıus yapmıştı. Ne ise nüfus kağıdım üzerinde iyi bir tedkik yaşıının otuzu iki ay geçmiş olduğu nu gösterdi. Mecliste en küçük olduğum için kıl.tip yapıı dım. Böyle dört küçük mebus muvakkat katip olduk. En yaşlı olarak Trabzon mebusu Naki Efendi de muvakkat reis oldu. Birkaç gün sonra Ahmet Rıza asil olarak reis intihab edildL Buna da muvakkat katip olarak yirmi gün kadar katiplik ettim. Bir - iki gün içinde işe alıştım. Sefarethanelerden hergün a-damlar geliyor, bizi seyrediyorlardı. Birgün Fransız sefareti başkatibine biri fikrini sormuş, o da: «ÜOO ... Bizdeki gibi yapıyorlar.» Benim için «' hele iyi katiplik ediyor» demiş. Yani acemiliğimiz çok sürmedi. Ahmet Rıza benim gözümde talebeliğimden beri semalarda uçan yüksek bir şahsiyetti. Avrupada bazı neş· riyat yapmış, görmüştüm. Hele son zamanda orduya hita-ben yazdığı .şey hoşuma gitmişti. İndimde iktidarca, zekaca, namusca pek büyüktü. Kendisine pek hürmet ediyordum; fakat bu yakından temas beni önce tereddüde düşürdü; sonra fikrimi değiştirdim. Bu adam çok yanlış işler yapıyordu; mantıksız sözler söylüyordu. Birgün
Paris gazetelerinden birinin muhabiri gelmiş, beni buldu. Reisle görüşmek istiyordu. Ahmet Rıza beye söyledim: «Buyursun! >> dedi. Adamı odaya soktum. Konuş maya başladılar. Baktım Ahmet Rıza Fransızcayı da iyi iyi konuşamıyor. Kendisinde hiç görmediğim derecede fazla azarnet de var. Ahmak, cahil bir adam. O eski hürııoetim k:l.mileıı gitti. <> dedim. Uzaktan davulun sesi hoş gelirmiş ....Nice insanlar layık olmadıkları şöhrete nail olurlar. Bununla beraber A. Rıza da rneziyetler vardır ki şahsın'ı ta'rif ve muhakeme ettiğimiz vakit söyliyeceğiz. Artık katiplik bana hoş gelmiyordu. Zaten o da benim kendisinden hürmetimin zail olduğunu hissetmişti. Çünkü ben içindekini saklayan değil, bil'akis bililtizam gösteren bir kimseyim. Katip intihabı yapıldı; ittihatçılar başkasını ka tip yaptılar. Ben kürsüden indim. Birgün Ahmet Rıza mecliste şu tarzda beyanatta bulundu: «Huzur-u şah an eye git im velinimetimiz efendimiz benim alnımdan öptü. Ben de milletin sadakatını te'yid ettim». Bunu işitince Ahmet Rızadan büsbütün so· ğudum ve bende ona bir düşmanlık peydalı oldu. İçimden şunlar geçti: «V ah, yazık!... Dün birbirinin canını almaya savaşan bu iki adam bugün
273
275
HAYAT ve HATIRATIM
Dr. RlZA NUR
diye arkarnı sıvıyor, güya gönlümü alıyordu. Zavalbunlarla beni yola getirecek kadar basitti. Antıyarnı yar ki bizim içimizde yüce dava var. Millet ve hak için bir genç aslan yatıyor. Bunlara Fransızlar küçük pilitika derler. Bunlar bize vergi. Yine devam ettik. Artık pek kızdı, sertliğe çevirdi. Bilmiyordu ki beni tatlılık yolundan çeviremez. Fakat bir derece yurn,uşatabilir; lakin şiddet şiddetimizi arttırmaktan başka bir şeye yaramaz. Huyumuz bu. Hasılı aleyhinde daha şiddetle devam ettik.. Benden pek bizardı. Bir gece padişah mebusları Yıldız'a yemeğe davet etti. Gittik. Abdülhamidle beraber yemek yedik. Ahmet Rıza padişahı;n yanındaydı. Son zamanlarda Abdülhamid ve Ahmed Rıza pek ahbep olmuşlardı. Abdülhamid ne tilki idi. lifithat Paşa ile Namık Kemal'e de böyle yapmış, fırsat bulunca birinin kafasını kesmiş, diğerini sürmüştü. Ahmet Rıza bu dersi bile dlişünemiyordu. Yemek sonunda padişah bir - iki mebusla konuşmak istedi. Bütiin mebuslar etrafına üşüştüler. Bir çember oldu. Abdülhamid fena korktu. Lakırdı söyleyemediği gibi dudakları mosmor olmuş, titriyordu. Çekilmek istiyor, o da mümkün değildi. Baktım Ahmed Rıza da onun kadar korkmuş, çekilin, açılın diye telaşla bağı rıyor. Abdülhamide bir yol açınağa çalışıyordu. Halbuki korkacak da bir şey yoktu. Mesela Kastamonu mebusu Hoca Küçük Mahir galeyan haline gelmiş, olanca avazı ile padişahın medihlerini sayıyor, ömriine ct,ua ediyordu. Hale güldüm. Aci bir kahkahadır beni tuttu. Hatta yanımdakiler «Gülme! Gülme!>> diye beni ik aza çalıştılar. Bu hoca pek alçak boy lu biriydi. Ahlakı da öyle al çaktı. Pek pis dalkavuktu. İttihatçıların başmeddahı idi. Yol acıldı. Abdülhamid sıçrarcasına kendisini atıp yanındaki odaya girdi. Ahmad Rıza da girip kapıyı kapattı. Hamidin çok korkak bir adam olduğunu o vakit gözümle gör-
Birgün birkaç milyon istikraz yapmak ıçın hükumet layiha getirmiş, Yahudi ve İtalyan casusu olduğu halde Talat'ın başdostu olmak hasebiyle mebus olan Karaso kürsüye çıkmış müdafa ediyor. Saray hükumetten para istiyordu. Bundan haberim vardı. Meclis kabul etti. Rey toplanacak. Telaş ettim, kürsüye çıktım. Dedim ki: <> mealinde söyledim. Bu sefer meclis layihayı reddetti. Çok haz duydum. Lakin bu sefer Karaso telaş etti. Cavid'i ve emsalini çağırdılar, uğraştılar. Yeniden parayı aldılar. Bu Karaso o vakit beş parasız bir Yahudi idi; fakat TalAt onu çok se' verdi. Adeta her sözünü yapardı. Bu adam herkesten ödünç para alırdı. Bir- iki defa benden de aldı. Hatta birisinde Karaköyde köprü başında rast geldi. «Bir mecidive ver!>> dedi. «Yok!>> dedim. Birden yeleğimin cebine eli;i soktu, iki mecidiye yakaladı aldı. Bir şey demedim. Aldığını da iade etmezdi. Hali bu idi. Sonra harbi umumide türlü dalavereli ticaret ve mali işler yapıp milyonlar sahibi olmuştur. Tuhafı şu ki İtalyan tebası idi, hem bizde mebus. Bunu Talat da biliyordu. Şimdi aşikar olarak İtal yandı. Harbi urn,umiden sonra Talat Almanyaya kaçtığı vakit parasız kalmış, İstanbuldan Karaso'dan para istemiş. Kraso yokmuş, işlerine bakan Nesiın Mazliah Karasonun parasından yollamış. Mevsukan biliyorum. Hem da vak'ayı yakından bilen başka yahudilerle de kontrol ettim. Karaso gelince köpürınüş, Mazliah da Yahudi ve c•nun gibi dalavereci ise de, itiraf etmeli, ondan çok namuslu imiş; demiş ki: «Bu adam senin velininıetin. Sırf onun sayesinde milyonlar kazandın. Şimdi bu kadarcık para veremiyorsun. Senin yerine ben veririm.» Karasonun cev~
:274 şa!>> lı
düm.
HAYAT ve HATIRATIM
Dr. RIZA NUR
Gır da onun için ... » Bu siiz yüreksiz, adi bir adam olduii·tmu örtrnek için orada uydurduğu şeydir. Yoksa Talat Yahudileri zengin etmiş, onlara hıçbir fena şey yapmamış lı ir adamdır. Keşke Yahudi düşmanı olsaydı. Değildi. Paranın alınmasına pek camm sıkıldı. Biraz oonra iki .takrir verdim. Biri Sarayburnunun park haline konmasına, şehirlerin böyle hava alacak ciğerlere olan ihtiya, una dairdi. Buna mebuslar hep birden gülüverdiler. Seviyelerini görüp içim kan ağladı. Bu meclisin yarısından ziyadesi sarıklı hocaydı. Bunu kabul ettirirsem Topkapı sarayının müzeye ilhakını isteyecektim. Olmadı Üç - dört yıl sonra Saraybumunu şehir emaneti park yaptı, herkes memnun ve bugün İstanbulun güzel bir yerldir. Dünya böyledir. İkinci takrir padişahın bütün servetinin maliye hazirıesine devri talebiydi. Ahmed Rıza bu takriri okutınadı bile. Husus! olarak beni çağırttı. Vaz geçirmek için uzun uzadıya uğraştı. ikna edemeyince bundaki tehlikeyi söyledi: «Padişah meclisi dağıtır» dedi. Cevabım şudur: <>. Buna cevabı: «Padişah cidden hüsnüniyet sahibi. Bana teminat verıniştir.>>. Şu adamın haline ve Abdülhamidi müdafaasına, yahut safderunluğuna baktım, daha ziyade düşman oldum. Nihayet takririmi okuttu. Bu, vazifesiydi; fakat şirretlik edip okutmayabilirdi. Ama ben de azılı idim. Kalkar ağızia söyler, bar bar bağırır dım. İttihat ve Terakki cemiyeti mebuslarda propaganda yapıp takriri reddettirdi. Ben de bu hususa dair «Servet-i şahane ve hakk-ı millet» adında bir eser neşrettim. Cemiyette, mecliste bir sürü fenalıklar oluyordu. Bunlara dair Talat ile bir - iki defa konuştum. Rahmi'ye de şikayet ettim. Hatta bir defa Necmettin Mollanın evin-
de doktor Nazım'la da münakaşa ettim. Fayda yoktu. Artık aleyhlerine kıyam etmeye karar verdim. Fakat iş tehlikeliydi Rumelide, bilhassa Serez'de Meşrutiyet ilanından sonra cemiyetin fedai komitesi teşckkül etmiş, bir düzeyi adam vuruyordu. Düşündüm, fakat «Vazifeyi aldık. Bihakkın yapmalı. Kader ne ise o oluro de:'lim. O esnada yani meclisin açıldığmın ilk aylarında P.us sefarethanesi başkatibi l\lendelstein hergün meclisteydi. lkide - bir Cavid'i Cahidi bir höşeye çekiyor, gizli bir şeyler söylüyordu. Haber aldım ki bunları geceleri sefarethaneye de davet ediyormuş, içiyorlarmış. Rusyadan kadınlar getirmişler, onlarla ahbap etmişler. Kadın tak> ;cdlar verdik. Meclis-i Mebusanda da bir fırka yaptılar. Bütün meclis, üç - beş istisna iie, onların fırkasından oldu. Fakat bunlarm bir hükmü yoktu. Rical-i gayb gelir, bunlara istedikleri şeye karar verdirirlerdi. Ordu istir.atgahları ide. Zabitleri fırkalarına, komitelerine almış lardı. Bir devlet ve millet içi.n pek vahim olan bu kötü usü!den asla "l'aZ geçemediler. Sokakta muhalif öldüren bir müliizım fedai komitesi ve lvierkez-i Umuminin aleti, kuvveti ve icra vasıtasıydı. Bunu Serez komitesi temsil
277
278
HAYAT ve HATIRATIM
ederdi. Meşrutiyet denen rejimin ruhu işte buydu. Ne i~e bunlar üç - beş kişi idi. Şimdi karanlık oda sade bi" ~a hıştır: Mustafa Kemal. Ötekiler hep uşak. Meşrutiyetin ilanından sonra Avusturya Bosna-Herscği ilhak etti. Bosna-Hersek için cemiyet mitingler tertip ettirdi. Avusturya eşyasına boykot yaptırdı. Bu cahil zavallılar zannediyorlardı ki meşrutiyet her derde devadır. Artık her yeri alırız. Bosnayı Avusturyanın iş galinden kurtarmak sevdasına düştüler. Cemiyet erkanı kamilen cahildi. Mesela Talat ancak Rüştiye tahsili görmüş, Selanikte bir posta memuruydu. Çoğu aklı bir karış tepesinde cahil ve çocuk sinde mülazimlerdi. Cavit, Cahit gibi bir derece okumuş, münevverler var idiyse de bunlar cemiyette hem tali insanlardı, hem de henüz hiç kimsede devlet ve idare bilgisi ve hatta mefhumu yoktu. Herkes tecrübesizdi. Pratikten yetişme yoktu. Olsaydı bile hükmü olmıyacaktı. Çünkü moda kabadayılıktı. Çünkü meşrutiyet kabadayılık ile başlamıştı. Çünkü bu mülazımler mektepte kabadayılıktan yetişme idiler. Ne ise bir ufak para alınarak Bosna Avusturyalılara kamilen terk suretiyle bu iş bitirildL Para azdı ama yine muvaffakiyet idi. Çünkü Bosna çoktan fiilen gitmişti. Harben ise yeniden almak asla mümkün değildi. Hem devlette o hal de nerede? Türkiye zaaf içinde. Hem Bosna için harp delilikti. Naz1m paşa Edirne'den getirilip Kamil Paşa kabine· sine alındığı zaman Edirne'de Yüzbaşı İsmet ve KaZJm Rambekir Edirne Or~usu naınına gazetelere bunun gayrımeşru olduğuna dair bir protesto gönderip neşretm;ş lerdir. Ordu zabitam kızmış, toplanmışlar, müzakere neticesinde protestodan hiçbir zabitin halıeri olmadığı, sırf bunu İsmet ve Kazım Karabekir'in kendileri ve ordu naroma yaptıklarmı tayin etmiş. Zabitler Karabekir ve İs mete hakaret etmişlerdir. Nazım Paşa Edirne'de faaliyet
Dr. RIZA NUR
göstermişti.
Bundan dolayı Bu güzel işleri yapan onun erkan-ı harbi Hasan Rıza idi. Pek değerli bir zattı. Nazım onu daima yanında götürürdü. Sonra Bağdat'a vali olunca beraber götürınüştü. O ne vakit yanında bulunmuşsaNazım muvaffak olmuştur. Keşke Balkan Harbinde de yanında bulunsayd1. Eşek çe İşkodraya gönderdiler. Orada mahvoldu. Kamil Paşa çok büyük bir şöhrete malikti. Onu Sadrazam yapmışlardı. Bulgar sefiri bir ziyafet meselesinde etikete ait bir ihtilaf çıkararak memleketine gitti. Bulgarlar kavga arıyorlardı. Maksatları Rumeliyi alıden Bulgaristana ilhak etmekti. Görülüyordu ki meşrutiyet ilanı ·Türkiyenin düşmaniarına bir derece telaş verınişti. Hareketleri bu idare ile Türkiye'nin yeniden kuvvetleneceğine hükmetmiş gibi oldukları zannını veriyordu. Demek _onlarda şu muallak iş!Hi acele bitirelim fikri vardı. Kamil Paşa İngiliz dostu olmakla meşhurdu. Ha'kta bu sayede Kamil Paşa İngilizleri Türkiye'ye hizmet ettirir kanaatı vardı. Hey, gaflet!... Mesela ben bu fikirle meşru tiyete yardım dilenmiştim. Yine bu fikirde idi ki meşruti yetin ilk günlerinde Avrupadan İstanbul'a gelen İngiliz sefirine halk Sirkecide büyük bir istikbal yapmış, atları nı çözüp arabasını kendileri çekınişti. Bir devletin siyase· ti böyle şeylerle döner mi, dönmez mi, bilen bir tane yoktu ... Kamil Paşa'nın İngilizlerle münaseheti ne olduğunu, <'erecesini de bilen yoktu. Bir çok zaman sonra hasıl edebildiğim flkre göre İngiliz sefirinin sersernce aleti olmaktan, onun tarafından aldatılmaktan başka bir şey yapamıyordu. Kamil İngilizlerle işi halledeceğine güveni· yordu. Cemiyet· ayrı fikirdeydi. Kamil cemiyeti dinlemedi. Cemiyet Mecliste onun düşmesini hazırladı. Bir perşemheydi Kamil Paşaya gittim: <
Orduyu yoluna
koymuştu.
279
Nazım Paşayı sevmişti.
HAYAT ve HATIRATIM
280
Dr. RIZA NUR
martesi gideceksin. BB,'lka tedbir mümkündür. Yaparsan yerinde kalırsın» dedim. Bu adamı görüyordum. Uıtiyar. Yokmuş denecek derecede seyrek bir ak saka!. Gözü, yü· zü şayan-ı hayret bir surette en koyu bir yahudi siması. Yanağında ve gözünde tik var, bir düziye oynuyor. Sağ sebaba ve şehadet parmağını kaldırdı, tikini yaptı, çene· sini şey
tıpkı
acuze
karılar tarzında oynattı.
«Korkma! Bir
olmaz» dedi. Şaştım. Ben görüyorum, herkes de gördü. Bu koca tecrübeli (!) siyasi görmüyor. Bir aralık: «Bu adam sakalı değirmende ağartmamış ya, elbet bir bildiği var. Biz çocuğuz» dedim. Dedim ama yine kanaat etmedim. Cumartesi günü meclis onu meclise çağırdı. Gelmedi: Galiba gelmernek tedbiri imiş!... Gelmeyince gıyabında adem-i itimadı verdiler. Devrildi. Gitti ... Zavallı bunu bilmiyormuş galiba':.. Sonra evine gittim. «Bakınız ... >> dedim. Hiç ıa.f yok. Artık beni severdi. Arada haber yollar, beni çağınrdı. Kah ben kendim giderdim. G'tmesem o haber yollardı. Çok konuşmaz, söz söylediği nadirdi. İnsan onu bu haliyle bir kapalı kutu zanneder. <<İçinde neler, acaba ne cevherler var?>> der. Zamanla öğ rendim. Maatteessüf içi bomboştu. Boş bir küp. Hatta onun gibi sesi de yok. Hiç olmazsa boş küpün bir güm· bürtüsü vardır. Zavallı millet böyleleriyle ne kadar idare edilmiş daha da edilecek... Kamil Paşadan sıtkım sı yrıldı. Bunu da öğrendik. Hürmetim arşında tutup yaşattığım, vücudlarıyla iftihar ettiğim biri daha yıkıldı. Ayağırnın altına düştü. İşte bu · meşrutiyet tarihimizde meclisin adem-i itimadı ile ilk düşen kabinedir. Ne meş· rutiyette, ne cumhuriyette bir daha böyle şey olmamış· tır. Bu hal ki Millet Meclislerinin en mühim hakkıdır. Anka kuşu oldu kaldı. Ben bir takım vukuatı yazmıyorum. Hatırdan çıkar· n'amalıdır ki Türk Meşrutiyet tarihini yazmıyorum. Yaz· dığım hatıratımdır. Bildiklerimi, gördüklerimi, yaptıkla-
281
rımı yazıyorum. Daha ziyade işlerin içyüzlerini tesbit ediyor,um. Diğer kısımlar millet meclisi zabıtnamelerinden de öğrenilebilir. Bir gün Rıza Tevfik alafranga saatin kabul ve tatbiki için kürsüde lllkırdı söylüyordu. Bunun iyiliklerini .isbat ederken Türklerin eskiden kilfir olduklannı da söyledi. Ön sıralarda oturuyordum. Arkadan bir kasırgadır, ifıfan mı yoksa kıyamet mi desem, koptu. Yarı kalkıp arkaya baktım. Mebusların hemen yarısı ayağa kalkmış, gözler dönmüş, deli gözü gibi fırlamış, kollar gerilmiş ve yumruklar bükülmüş, bar bar bağırıyorlar. <
282
HAYAT ve HATIRATIM
şapka kanunu yapmadan evvel ona <> dedi, o da giydi. Zihniyetler ne mühim evolisyona tabidir. Bir millet on-onbeş yıl içinde fikrine zıt fikre sahip oluyor; ya zorla haline taban tabana zıt hale sokuluyor. Bunun bir misali de şudur: Samsun mebusu Nail beyi Maliye Nazırı yaptılar. Mali bir iş için Avrupaya yolladılar. Bir ay sonra Sinop'a gitmiştim. Halk bütün bana ııunu söyledi: «Samsun mebusu Avrupaya gitmiş, şapka giymiş tir. Gavur oldu. Domuz herif... >> Bu sözler dimağımda yer etmişti. Nihayet beni tttihatçılar hudut baricine sürdüler. Avrupada evlendim. Uzun müddet kaldım. Harbi Umumiden sonra (1919) Türkiye'ye döndüğüm vakit Sinop'a giderken vapurda hep bu sözleri hatırlardım. Hem de (Ben Nail Beyden fazlaydım. Zeveemle gavur memleketinde yaşadım. Şimdi bu ahali beni taşa mı tutar) diye-korka korka gitim. Baktım ki güzel bir istikbal yaptılar. «Şapka giydin mi, karın çarşaf-· sız gezdi mi?>> diyen bile olmadı. tşte on yıl içinde fikirlerde ne evolisyon olmuştu. Şimdi bu halk kendileri de 0epka giyiyorlar ya... Bu evolisyonun bir nişanesi de ca mi idi. Sinop'un Alaattin Camiinde eskiden çok cemaat olurken şimdi hiç olmuyormuş. Artık ittihatçıların yolsuzluklarına, yahudilerin meydan almasına pek kızıyordum. Meclis şöyle idi: Kimsede bir kuvvet ve rey yok. Cavit, Talat, Karaso, Cahit gibi üç-beş kişi emrediyor, eller kalkıyor. Artık açık bir mücadeleye karar verdim. Bu tehlikeli bir işti. Düşündüm. Vazife hissi galip geldi. Bir makale yazıp Yeni Gazetede neşrettim. Bu makalemin ruhu Meclisin istibdat altında olduğunu, rey ve hüriyetine sahip olmadığını göstermekti. Makalemde dedim ki: «Bu meclis değil, adi cansız bir makina. Manivelası da TaHit, Cav;t, Cabit gibi birkaç adamın elinde. Onlar işielirse işliyor, işletmezse işlemiyor. İpleri ileri isterlerse ileri, geri isterlerse tor-
Dr. RlZA NUR
283
nistan ... Bu adamlar bir şirket-i inhisariye te'sis etmiş ler.. Böyle· yapıyorlar, ila .. ». Bu makale bomba gibi patladı. Bu vakte kadar cemiyet aleyhinde hiç bir şey yazılmış ve söylenmemişti. Cemiyet herkese mukaddes bır vücud ve teşekkül olduğu hakkında bir iman telkin etmişti. İşte bu suretle ilk muhalefet bayrağını açmış oluyordum. Türk teşrii hayatında ilk opposition istikraz aleyhindeki takririmdi. Bu da matbuatta ilk idi. Bu suretle Türk meşrutiyet hayatında opposition'un 1pir i) n1esabesindeyim. O günü sokağa çıktım. Tanıdıklara rast geliyordum. Herkes başını çeviriyor, kimse selam vermiyor. Ali Fuud'ın kardeşi Mehmet Ali'ye rast geldim. Yanıma yaklaştı: «Sen ne halt ettin?» dedi. «Niye?» dedim. <> dedi. Bu tehdit müthisti. Yaparlar mı yaparlar. Mukaddes cemiyet boyun-a "dam öldürüp duruyor. Korkmadım değil, korktum. Hatta meclisten dönerken sokakta hemen öldürüleceğimi zannettim. Lakin «Takdir!>> dedim, çıktım. Bir şey olma· dan eve geldim. Artık ihtiyat edip geceleri sokağa çık nıadığım gibi EWe de hiç kimseyi almadım. Lakin fikrim· den. harketimden vaz geçmedim. Ertesi günü meclise gitim. Biri geldi «Seni Mizancı
284
HAYAT ve HATIRATIM
Murat Bey istiyor>> dedi. Gittik koridorcia görüştük. Murad Beyi ilk görüşümdü. «Sırf sizi görmek için geldim.' Yeni Gazetedeki makaceiıiz çok güzeldir. Bundan, bilhassa cesaretinizden sizi tahrik ederim. Hele Şirket-i inhisariye tr,hirinize bayıldım. Siz millete hizmetler edeceksiniz>> dedi. Bu makalede ittihatçıların reisierine Şir ket-i inhisariye adı vermiştim. Murad Beyin bu söz:eri göğsümü kabarttı. Büyük teşvik oldu. Tehditleri bastır mıştı. O vakitler böyle medihlere pek l).assastım, gazetekrde imzaının görülmesi son derece hoşuma giderdi. Yazık ki bir kaç yıl sonra bundan da gına geldi. Bu zevi< de gitti. Ne olurdu hayatta bu zevkçeyiz olsun kalsaydı. Bu makale bir arş borusu gibi olmuştu. Meğerse cemiyet a'eyhinde daha çok insan 1ar varmış. Gazete:erde ittihatçılarm aleylerine makaleler başladı. Aleyhlerine yeniden gazeteler çıktı. Taninde Cahit aleyhime her vesile ile her tezviri kullanarak cidal açtı. Muhalif olan gazete:er beni medh ve teşvik eder yazılar yazdılar. Baktım bir hay huyd,ur başladı. İki taraf gazetelerde hürriyetin ma'ruf haddini ıışın;şlar, edep ve terb'ye lmbından taşmışlardı. Matbuat bir anarşi Aleyhimdeki yazılar b€ni ye'se sevkediyor, diğerleri şevke getiriyordu. A 1eyhimdeki!er haksız, asılsız tecavüzler de yapı yorlardı. Bu beni pek kederlendiriyordu. Bazı bana muhalefeti terke karar verdiriyordu. Bu müşkiil tereddüt devresinde anan11n bir sözünü hatır:adım. O der ki: «Oğ jum! Elin ağzına elli arşın bez olsa yetişmez. Dilin kemiği yoktur. Bin türlü döner. Bu sebeple söz boş şeydir. Herkes bin türlü söyleyebilir. Hiç kulak vermez işine devam et. Sen dilin i!e değil elin ile söyle. Seni işin s5ylesin. Fakat bir işe başlamadan evvel iyi ve çok sor ve düı;ün. O işin hak olduğuna kanaat getirirsen kimseye bakınayıp yap!» Onun bu sözü imdadıma yetişti. Yaptığım işin hak ve vazife olduğunu yeniden muhakeme ederek
Dr. RlZA NUR
285
hükmettim. Ve artık olanca kuvvetirole muhalefete baş ladım. Bu hususta bir hikaye zikredeyjm: Bir ihtiyar köylü, bir çocuk, bir de eşeği ile köyden bir köye gidiyormuş.~ Çocuğu eşeğe bindirmiş, kendi yürüyormuş. Yanlanndan yolcular geçmiş «ÜOo ... Amma 'terbiyesiz çocuk İhtiyar yürüyor da o eşekte.» Köyl·ü çocuğu indirip kendi binmiş, diğer bir takım yolculara tesadüf etmişler. Bunlar: «Şu ihtiyara bak! Amma hodbin. Zavallı çocuğu yüıiitüyor. Kendi binıniş» demiş~er. Bu sefer ko'!Ji de inmiş. Eşek süvarisiz kalmış. Başka yolcular geçiyormuş. Bunlar da: <> demişler. İh tiyar bakmış, sade eşeği kendi sırtına almak şıkkı kalmış .. «Bunu yapsam hem mümkün değil, hem de deli de}ip bu sefer beni bağlarlar» demiş. Kimseye bakmayım kah kendi binerek, kah çocuğun bindirerek yoluna gitmiş. Dünya b5yledir bir şey için bin türlü söyler!er. Bu da terbiyeye, tahsile, anlayışa, zihniyete, muhite, zek&ya, menfaata göre değişir. Bu makalenkı kupürünü saklamıştım. Kayboldu. Teşrii tarihimizi tenvir edici bir makaledir. Elimde olsaydı hü'asasmı buraya dere edecektim. İttihatçılar cemiyetin Serez fedai gurubundan Çerkes ve burnu çökük Mümtaz'ı Sinop'a yolladı!ar. Bu adam sonra Miralay olmuştur. Rasim beyi elde edip onun · vasıtasiyle beni öldürtmek istediler. Rasim Bey bu teklifi kabul etmedi. Bana haher verdi. He!11 de: «Sen orada muhafaza olunmalısın. Sana muhafız yollıyayım>> diye haber gönderdi. Bundan, bir de Müftü Hasan Fehminin halinden Rasim Bey de muhalif l'ldu. Bu yüzden zava'lı bir çok yıllar nice zahmet çekmiştir. Bir aralık sarı Mehmed adında pehlivan, kabadayı
286
Dr. RIZA NUR
HAYAT ve HATIRATIM
ve pek namuslu birini Sinop'tan bana yolladı. Yirmi gün kadar tabaneası belinde ıki adıın nıesafe ile yürür, gece evimde yatardı. Bu lazımdı; fakat ağrıma gitti. Hem de, masrafı çok değildi ama, bana çok geliyordu. Sinop'a yolladım. Kendim daima tabanca ıle gezdim. Tabanca içi dolu; hatta emniyet tetiği de açılmış olarak yazın ceketi· min sağ cebinde, kışın paltarnun sağ cebinde ve elim de cebimde rovelverin kahzasındaydı. Yıllarla böyle gezdim. Bir yaya kaldırıma geçerdim. Her ~n adımda arkama ba · kardım. Bir adamı iki defa arkamda görürsem derhal diğer kaldırıma geçer, yahut birden döner bir müddet geldiğim istikamete yürürdüm. Bunlara öyle alışmıştım ki bende sevk·i tabii olmuştu. Düşünmeden yapardım. Gece de rovelver başucumda dururdu. Güç iş ... Daima öl· dürülmek korkusu, hiç olmazsa fikrı altındasınız ... İşte böyle yıllarla yaşadım. Sade harb-i umumide Mısırda, şimdi de üç yıldır Pariste tabancasız geziyorum. Bu yaşamak hayat değil; fakat yaşadık. Bu sayede beni vuracaklara pek az fırsat veriyordum. Bir de itti· hatçılar arkama hafiye koyuyorlardı. Bir·iki günde mut· Jaka hafiyeyi keşfediyordum. Sonradan işittim, hafiyeler beni takip etmenin güç olduğunu söylerlermiş.
Arası aylar geçti.
«Görüyorum ki iş fena gidiyor»
serlevhalı bir makale yazdım. Sabahleyin evde yataktan kalktım. Aklımda bir şey yoktu.. Otomatik olarak maka· le yazmak için yatağıının yanındaki yazı masamın başında oturdum. Başladım yazmaya. N e yazdığırnın ve ne kadar da yazdığırnın farkında değilim. Sade imza atacağım va·
kit aklım başımdadır, biliyorum. Tuhaf şey! İmza ataca· ğım adım bir türlü aklıma gelmedi. Bir müddet sonra uğ· rastım. Kardeşim bende misafirdi. Az kaldı adımı sormak içi~ onu çağırıyordum. Ne ise aklıma geldi, imzaını koy· dum. Makaleyi okudum. Tashih de istemiyordu. Karde·
şime
287
verip !kdam mıı,tbaasına yolladım. İkdam sahibi Ahmed Cevdet makaleyi Başmakale olarak neşretmiştir. O vakit bir müdetten beri İkdamın başmakalelerini Ali Kemal yazıyordu. Bu makale ötekinden müthiş akis çıkardı. Sanki kı yamet kopardı. Ertesi günü gazetelerden biri Taimes muhabirinin bu makaleyi telgrafla Taimes'e yollandığını, telgraf parasının üçyüz altmış İngiliz lirası tuttuğunu yazdı. Ali Kemal <> serlevhalı beni medh eder bir başmakale neşretti. Birkaç gün sonra kendisini gördüğümde: «Şurada kaç aydır bu kadar yazı yazıya· rum. Benim bu kadar aydır yapamadığım şeyi sen bir rroakale ile yaptın.>> dedi. Artık ben de bu muvaffakiyet· ten keyiflendim. Selanikli Rahmi beni mecliste ölümle tehdit etti. Makaleden iki gün sonra biri geldi: <>. Bıı. su· retle Sabahattinle dost olduk. Sık sık görüşrneğe başladık. Hüseyin Cahit bir hafta durdu. Demek hazırlanmış, ça· lışmış bu makaleye cevap verdi. Ben de ona İkdamda ce· vap verdim. Aramızda şiddetli bir poJemik oldu. O ben· den evvel sustu. Bıı makaleyi de zayi ettim. Derci lazım· dı. Bundan üç yıl evvel Viyanada eski Hariciye Nazırı Asım Bey: «Evrakımı karıştırıyordum. İkdamdaki ma· kalen elime geçti. Sen alıvali on yıl evvel keramet gibi görmüşsün>> dedi. Hakikaten o makalede dediklerim çık· mış, devlet de ittihatçıların elinde batmıştır. Kurtarmak için uğraşmak ta o vakit Cahitlerin ve !ttihatçıların
288
HAYAT ve HATIRATIM
vendikleri Hüseyin Cahit de şafi bir cevap verememişti. Böyle yapacaklarına makaleden nasihat ve ders · alsalardı ya!. Bu esnada Sezerde mahkeme azasından olan Sin oplu Cevat Bey İstanbul'a geldi. Bana dedi ki: « Serezde 'fedai komitesi var. Senin katline karar· verdiler. Baş lan Maarif müdürü Şükrü Bey (sonra Maarif Nazıri, nihayet Mustafa Kemal tarafından idam edilmiştir) bunı.ı alenen söylüyor.» Vehameti zaten anlamıştım. Bu haber bana gayrı tabii gelmedi. Serezde maarif müdürü Şükrü'nün riyaseti altında İttihat Cemiyetinin bir fedai komitesi vardı. Bu vakte kadar Rumeli'de çok adam öldürmüşlerdi. İstanbul'da yalnız bir paşa'nın katli meselesi vardı. Bunlar ckseriyetle mülilzimlerdi: Mülazim Halil (Ene·:~r'in amcası ve sonra paşa) Mülazim Edip (San Efe, MUIStafa Kemal astı,) M.ülazim Canbolat (Keza,) Mülazim Abdülkadir (Keza,) Mülazim Mustafa Fevzi (Bab-ı ali baskınında Kamil paşa yeverinin kurşunu ile vuruldu), Mülazim Kaıun (Şim di Millet Meclisi Reisi), gibileri bellibaşlılan idi. Ta.la.t, Doktor Na.zııın, Bahattin Şakir, Enver, illi... daha bir takımlan bu katilleri düşünen karar veren, tertip edenlerden idi. Bunların çok katilleri vardır. Gariptir ki. bunların hemen hepsi de ecel-i kaza ile öldüler. '«Su testisi su yolunda kırılır» derler. Doğru. Bilmiyoruz böyle birçok vak'a ve misallf!re bakınca hükmetmek lazımdır ki tabiatta herhalde adelet var.
• •• BİRİNCİ CİLDİN SONU