ATATÜRK ve MİRŞAN Başkaldırısı Ya Da Sevr’e S evr’e İndirilen Kati Darbe !... Haluk Tarcan, 8 Şubat 2011 TRT Haber’de DAMGALARIN GÖÇÜ başlıklı Türk ve dünya tarih kültürünün yeniden yazılması gereğini gereğini bu kere - şimdiye şimdiye kadar bunu reddedenreddeden- akademisyenlerimiz akademisyenlerimiz tarafından tarafından hazırlanan, hazırlanan, değeri biçilmez bir belgesel seyrettik. Yazık ki, TRT ayni saatlerde Erzurum olimpiyatlarının açılışını vermeleri ve de sorumlu kişilerin bu durama dikkat dikkat etmemeleri nedeniyle nedeniyle -ümit ederiz ederiz maksatlı değildirdeğildir- bir kesim halkımız halkımız Tür Türk k Kiml Kimliğ iğin inin in ve kült kültür ürün ünün ün değe değeri ri konu konusu sund nda a GÖRS GÖRSEL EL bilg bilgii sa sahi hibi bi olam olamad adıl ılar ar,, tekrarlamakta fayda vardır, Batı 1774’ten beri, Türkleri, Kültür, Uygarlık tarih ve insanlık dışına itmek için geleneksel Türk karşıtı çabalarında adım adım ilerlemektedirler. Bu konudaki Taktikleri - hileleri dememek için- şudur: Asya Asya’d ’da, a, Türk Türk tarih tarihini ini İ.Ö İ.Ö 220’ 220’de de Hun Hun impar imparat ator orlu luğu ğu ile ile başl başlat atıp ıp,, Türk Türkler lerin in tari tariht hte e geç kaldıklarını kafalara yerleştirmek Anadolu’yu, Sevr’e göre parçalamak için atalarımızın ilk kere 1071’de TOKUZ OĞUZLAR’la geldiklerini inatla ileri sürmek… Bu konuda büyük başarı sağlamışlardır. İşte bu yapay Türk tarihi Batının çıkarlarını sağlamak üzere Batı tarafından kaleme alınmış ve bizim Akademisyenlerimiz tarafından bilimsel şüpheyle incelenmeden kabul edilmiş olan BATI MERKEZLİ TÜRK TARİHİDİR; Dünya tarihi de bu şekilde yazılmıştır. Bu tarihe tarihe ilk başkal başkaldır dıran an Atatür Atatürk’t k’tür. ür. Tarih, Tarih, 1930… 1930… Bunun Bunun amaçla amaçla sayısı sayısı 2000’l 2000’leri eri geçen geçen kitapları inceleyerek bir “kurmay subay” kafası ve “mobil zekâsı” ile durum tespiti yapmış ve ORTA ORTA ASYA ASYA’d ’da a bir bir ANAY ANAYUR URT T oldu olduğu ğunu nu orta ortaya ya çıkar çıkarmı mışş ve bunu bunun n tarih tarihin inin in çok çok eski eskiler lere e dayanmış olması gerektiğine işaret etmiş, ANADOLU’nun en aşağı 5.000, günümüzden 7.000 yıl öncesinden beri TÜRK YURDU olduğunu ifade etmişti. Fakat, üzülerek söylüyoruz, çok değerli Hititolog Ord. Prof. Ekrem Akurgal, ölünceye kadar Anad Anadol olu’ u’ya ya 1071 1071 de geld geldiği iğimi mizd zde e ısra ısrarr etmi etmişş ve de “Yun “Yunan anlı lı dost dostlar larım ımız ızıı kırm kırmam amak ak”” nezaketinde(!?) bulunmuştur (Cumhuriyet)
Değeri, yavaş yavaş ortaya çıkan ve gelecekte tüm dünyanın, minnettar olacağı bir büyük araştırmacı vardır; o da, bu kere Orta Asya çocuğu olarak Orta Asya’da, Orta ASYA MERKEZLİ
ÖN-TÜRK KÜLTÜR UYGARLIK başkaldırmıştır: KÂZIM MİRŞAN.
VE TARİHİYLE
Bu,
Batı
Merkezli Emperyalist
Tarihe
Ekrem Akurgal ve ekolü, bu DAMGALARIN GÖÇÜ belgesini yapan sayın Akademisyenlerin ortaya çıkışına kadar ülkeye en büyük zararı vermişlerdir: Akurgal, Sevr’in, Emperyalistler tarafından, Atatürk’ün ölümünden başlayarak sinsi bir şekilde uygulamaya Konulmasına 1071’de ısrarı ile Ekolü ise, farkında olmayarak ya da Büyük hoca Akurgal’a karşı gelemeyerek Araç olmuşlardır. Evet, bu gerçeği biz de yaşadık: Ekrem Akurgal’a, Cumhuriyet ve Hürriyet gazetelerinde gönderdiğim bir açık mektupta “ Siz, büyük hoca, Kâzım Mirşan’ın ortaya çıkardığı Ön-Türk Uygarlığını elinize alırsanız, tüm dünya bu gerçeği kabullenmekte zorluk çekmez” diye yazdığımda beni, Kültür Bakanlığına “bir maceraperest” diye şikâyet etmişti: yıl 1988. Hürriyetin Dış baskısında, Rahmetli Hikmet Bil’in bastığı Ön-Türkleri ve Kâzım Mirşan’ı tanıtan seri yazılarım sonucu bizi ödüllendirmek isteyen Sayın Aydın Doğan’a Ekrem Akurgal engel olmuştu (Hikmet Bil’den öğrendim), Daha öncesi de var: Kâzım Mirşan’ın, Türk Tarih kurumuna gönderdiği çalışmaları, Akurgal ekolü mensupları tarafından raflarda tozlanmaya terk edilmişti: Yıl 1970. Kültür eski bakanı Namık kemal Zeybek’in, Türk tarih kurumuna gönderdiği çalışmalarım da ayni akıbete uğramıştı Amacım, polemik yapmak ya da kahramanlık iddiasında bulunmak değil, Eğer, Akurgal, Kâzım Mirşan’ın çalışmalarına engel olmasaydı 1970’lerde Ortaya çıkacak olan Ön-Türk uygarlığı gerçeği ile, SEVR şartları bir kere daha çöpe atılmış olacaktı. Ortada, ne üst kimlik, ne alt kimlik YUTTURMALARI, ne de 48 etni KIŞKIRTMALARI, ne Ermeni, ne Kürt, ne Pontus iddiaları, Anadolu’da dip kültürün bize ait olduğunun bilinmesiyle Emperyalistlerin “insan hakları “ “demokrasi” oyunlarına kat’i, sağlam yıkılmaz bir set çekecektik. Bugün, 1970’den beri- maalesef 40 yıllık bir gecikme de olsa – Damgaların Göçü belgeseli ile Sevr’e gerekli olan set bir kere daha çekilmiştir. Şimdi sorun Bu “SET”in gerçekleşmesi için çalışmaktır. Türk Kültürü son kere, Osmanlı imparatorluğunun çöküş nedenlerinin başında gelen, her biri, pozitif bilimlere sırtını dönmüş - Osmanlı imparatorluğunun çöküşünü yaşamış olan, 1880 doğumlu babamın söylediği gibi - bedava yiyip içenlerin toplandığı - birer TENBELHANE olan TEKKE ve ZAVİLERİN açılması fikriyle, Bu şuursuz düşünceyle, vatan sevgisini dolaba kilitlemişlerin cehaletiyle yok edilmek istenmektedir. Tek bir belgeselle Kimliğimize, Kültürümüze tarihimize dönüş ve her şeyin üstünde Batı Merkezli tarihe, artık başkaldırmış olan Akademisyenlerimizi alkışlarla tebrik ederiz. Bu yolda, Atatürk’ün yolunda, ayni azim ve şuurla Yürümelerini dileriz. Bu belgesel çalışmaları ile Önce TAŞTAKİ TÜRKLER adıyla yayınlanan kitabında sunduğu belgeler için, Çin’den, İzmir’e kadar çekilen bir çizginin altında ve üstünde kalan tüm ülkelerde, gereğinde 3.000 metre yükseklikteki tepelerde kar tipisi altında yatmaktan çekinmeyen, atla, yürüyerek,
uçurumları dolanarak, 4yıl içinde 150 bin kilometre yol yapan Servet Somuncuoğlu’nun adı, Türk Kültür tarihine altın harflerle yazılacaktır. O, Yalnız başına bu çok geniş sahaya yayılmış olan atalarımızın bıraktığı, kaya resimleri, damgaları ve yazıları toparlamış ve Batılının, bu Ön-Ata eserlerine sahip olma çabalarına engel olmuştur. Ve de, Atatürk’ün ölümünden sonra bir Türlü Türk kültürünü ortaya çıkaramamış olan Türk Tarih Kurumunun 1938’denberi yapamadığını 4 yıl içinde başarmıştır. Damgaların Göçü belgeleri de Servet Somuncuoğlu’nun Ankara yöresindeki son çalışmalarıdır.
Damgaların Göçü Belgeseli ile SEVR’e Set çekildiği gibi Batı Merkezli Tarihin Sevr’e başlangıç olarak ileri sürdüğü, Akurgal’ık kemikleştiği 1071 tarihini de değerli Akademisyen Halaçoğlu bu tarihin yanlış olduğunu söylemekle Anadolu’ya geliş tarihimizin önündeki SET de yıkılmıştır. Benim, 1962’de, Cumhuriyet’te yazmaya başladığımdan beri Konferanslar, makaleler, televizyon konuşmalarımda bıkmadan, usanmadan söylediğim bu gerçeği, televizyonda karşımızda fiziken var olan Halaçoğlu’nun ağzından kulaklarımızla duyduk: 1071 tarihi YANLIŞTIR. Acaba, Millî Eğitim Bakanlığı bu gerçeği NİHAYET tarih kitaplarına alacak mı? Yoksa bir tür “onay”mı beklemek gereğindedir?... Etrüsklerin Türk olduğu İtalyan okullarında okutulduğu halde bizde henüz kitaplara girmemiştir. Etrüskler, adetâ, rahatlarını kaçırmıştır!.. Fakat, bu belgeseli hazırlayan Akademisyenlerimiz gene Akurgal’ın etkisiyle olacak Anadolu’ya 13 binde geldiğimizi henüz, söylemediler. Her halde, Ankara yöresindeki, damgalar, kaya resimleri ve yazıtlardan yola çıkarak Doğu Anadolu’ya vardıklarında ve bu yazıtları “Kâzım Mirşan” gibi kolayca okuyabildiklerinde bu gerçeği de “seslendireceklerdir.” Sayın Akademisyenlerimizden, Ön-Türk kültürünü ortaya çıkaranın Kâzım Mirşan’ın olduğunu ifade ve itiraf etmelerini bu şerefin ona ait olduğunu söylemelerini beklerdik. Bu gerçeği dile getirmekle büyüklüklerinden hiç bir şey kaybetmemiş olacaklardı. Bundan sonraki çalışmalarında bu gerçeği itiraf etmek gereğinde kalacaklarından ve bundan asla üzüntü duymayacaklarından eminim.
Bu ifademle ve bundan sonrası için yapacağım eleştirilerle asla Akademisyenlerimiz küçültmek, aşağılamak cehaletle itham etmek gibi ilkel ve çocukça bir amacım yoktur. Bu amacımı 1982 yılında fotokopi olarak hazırlayıp en başta o zaman başbakan olan Ecevit‘ten sonra Tübitak ve Millî Eğitim Bakanlığı dâhil 80 adrese göndermiş ve Akademisyenlerimize çağrıda bulunmuş ve birbirimizin eksiklerin tamamlayarak, birlikte çalışalım demiştim. Belgesel konusunda, Akademisyenlerimiz sıraları geldikçe bizlere gördükleri resim damga ve yazıtlar konusunda bilgiler verdiler, vermek istediler konuştular, anlattılar.. Fakat, fazla bir şey söyleyemediler; zaten daha fazlasını beklemiyorduk. Ortaya çıkan Tablo şu idi; Kaya resimleri ve damgalar, Orta Asya’dakilerle eşlik ve benzerlik arz ettiklerine göre bunlar Orta Asya’dan gelmişlerdi. Var olan damgalar arasında aşiretlerin damgaları seçiliyordu Bu belgeler arasında bir de cümle vardı; onu, beyaz zemin üzerinde net bir şekilde göstermişlerdi. Bir akademisyen, pek anlayamadığımız ve yerini de göremediğimiz ufak bir cümle okudu. Ama ne okunuşunu yeterince duyduk ne anlamını yakaladık Asla Ön-Türk adını kullanmadılar Tarih vermediler Gök Türk adından vazgeçmediklerini gösterdiler. Eleştiri: Verilen açıklamalar bu damgaların Ön-Türk damgaları olduğu konusunda bizlerde tam kanaat uyandıramadı. Ön-Türk sıfatını kullanmadılar, bu da, henüz derinliğine ve genişliğine sorunun içine giremediklerini göstermektedir. Bunun yerine Sadece Türk dediler. Bizim için Damga ve Yazıtların kaybolduğu döneme kadar, bu yazıtlarda yaşayan kültür ve onun seslendiren dil ÖN-TÜRÇE ve bu dili konuşanlar ÖN-TÜRKTÜRLER. Karşımızda, Göç etmiş olan damgalar ve gördüğümüz bir tek Ön-Türkçe cümle Bunların Ön-Türk olduklarını göstermektedir. Damgalar arasında iki aşiret damgası gördük , ama, okuyamadıklarına da şahit olduk, örneğin: KAYI aşiretinin damgası (ıYı), ËS – ËL – ËS olarak Hâlinde sağdan sola okunur. (Ë), ince ve (İ)ye yakın seslendirilir. Bu nedenle tek çizgi halindeki bu şekil ayni zamanda (Ï) sesi verir
Sonuçta bu damga (ÏS-ÏL-ÏS) okunur, ama, Okuma şekli sağdan soladır, günümüzdeki Türkçeyle (EDİLİŞ)…oluş, demektir. Bu anlam gösteriyor ki, Kayı aşireti mensupları bu damgaları, hoşlarına gittiği için seçmişler. Esas anlamının ne olduğunu bilmemektedirler. Çünkü; İ.S. 1300 tarihlerinde Ön-Türkçe’den doğan, ÖZ-TÜRKÇE İslamiyet’in kabulüyle dile giren Arapça ve Acemce sözcüklerle saflığını kaybetmiştir. Artık konuşulan Türkçe, sonradan Osmanlıca adı altında karşımıza çıkacaktır. Bu damgayı konuşulduğu zamana ait olarak, Ön-Türkçe bir cümle içinde Erzurum’da CUNNİ mağarasında görelim:
Yazıtın sağında ve solunda ON ÏSÏLÏS… Hun ediliş… Hun oluş Hunlar OQ ÏSÏLÏS… Oq (halkı) ediliş, oluş
Bir öteki damga ise kaz ayağı denen şekildi
•
US okunur, Vücut bulma, Tanrı anlamlarını verir.
•
Kaz dağındaki Tahtacıların, Alevîlerin damgasıdır.
• •
Bir de, çok çabuk geçtiği için ancak görebildiğim fakat kayaya, büyük ve çok derin oyulmuş AT damgası vardı; AT damgasının İlk şekli idi - sanırım-
At üstünde süvarinin karşıdan görünüşü…Bu damganın, •
atılış, girişim,
•
egemen,
•
ruh’un Tanrıya atılması,
•
tanrıya erişme ruhuna sahip olma,
•
Ad, nam… esas anlamlarıdır.
Halûk Tarcan (CNRS-Paris) - Mecidiyeköy 30/01/2011 Not: 1071 tarihi konusunda sitemde belgelere dayalı geniş bilgi vardır : “1071 Denen Felâket”