Jc&n Baudrillarö L'fch an ge SynboHcıuc et la nort C Editıons Gollimard, 1976
SfmffMâi Dctf* Tokuş wû«lm C BÜTHC A Ş. 2001 Boğaziçi üniversitesi Y syın n i Boğaziçi üniversiten Uçaksavar Kampûsû Cengiz Topel Caddesi. Oarı_nt: KıV.tûr Merkezi. Arka G iri» Etiler,'İstanbul bupressMboun.edu ,u www bupress Drg, www. bupress net Telefon ve faks: |90| 212 257 87 27 Scttıfsko No: 10821
T ü m h a k l a n s a k lıd ır . T a n ı t ı m a m a c ı y l a y a p ı l a c a k k ı s a a l ı n t ı l a r ( l ı ğ ı n d a y a y ı n c ı n ı n y a z ı l ı ız m o l m a k s ı z ı n , h i ç b i r y o l l a k o p y a l a n a m a z , ç o g a lt ıla m a z , t ic a r i a m a ç la r la k u lla n ıla m a z
Crl aı>ıvapt. publtt dans Je cadr* duprogramın* d'avte d la putdkuho*. t*n*ficw du seuırie’i di. Uıni*ttnr des Affai n » Et’ar^/t’es. de lAmbassade de f h l M en Fı.njuıe eı de /tnsfllul Prantaı* d T»f<ın bı. A Çeviriye ve yayıma katkı progıamı çctçcveunde yayımlanan bu yapıl. Kninr.ii l> ;y t> ıi Batautlıgı'ıun Türkiye'deki KrsıiM Büyükelçiliğinin ve İstanbul Fran sız Kilittir MerkcnTıln deneğiyle gerçrkVjiinlm ııtlr Y a y ım a H a z ır la y a n : E r g u n K o c a b ıy ık , Ç e lin Ş a n K a p a k t a s a r ın ı: K e r e m Y e ğ in B a s k ı : B i l n c t M u t b a a o l ı k v e R e k l a m c ı l ı k A .Ş . Ü ç p ın a r C a d . N o , 8 9 B u lg u r lu / O s k ıld a r T e l: 2 1 6 9 9 4 4 4 0 3 / 1 0 7 R a x : 2 1 6 3 2 7 15 4 4 B i r i n c i B ı. s ım : 2 0 0 2
Gözden Geçirilmiş İkinci Basım: Kasım 2COH Di/^azifi Unn^rsity Lib’ a rj Calaittyir.g in Puhliadbn Data lia u d r illa r d , J e a ıı S im g e s e l D e ğ i » T o k u g v e ö l ü m / J e a n B a u d r illa r d ; ç e v ir i O ğ u z A d a n ır v j. 4 2 6 p ., 21 c m . In c lu d e s t iu g r a p h ic a l r r fr r r n c c s IS B N 9 7 6 9 7 5 6 1 9 3 -8 8 -4
İ ç in d e k ile r Çevirmenin Önsözü, vll Getirmenin ikinci Baskıya Önsözü, x.xı Ör.tfıy.. 1
ÜRETİMİN SONU. 11 Değerle Gelen Yapısal Devrlın. 11 ♦ Üretimin Sonu. 17 ♦ Emek. 22 ♦ ücret, 37 ♦ Para, 4 1 ♦ Grev, 46 ♦ Scndıkal/ara) Otopsi. 48 ♦ Yo.'rfnn Çıkan Proletarya. Sİ ♦ La/Olsun Diye Grev Yapmak, 53 ♦ Üretimin Soy Kütüf/ü, SS ♦ Üretim İllüzyo nu 1968 Mayısı. 57 ♦ Bir Simtlaayon Modeli Olarak Ekonomi Politik. 59 ♦ Emek ve Ölüm. 77. II. SİMÜLAKRLAR DÜZENİ. 87 Üç Basamaklı Sümûlakrlnr Dûzrııi, 87 ♦ Yalancı Mermerden Heykel. 87 ♦ Otomat ve Robot.93 ♦ Sınai Simûlakr. 96 ♦ Kod Mrtnfıziği, 99 ♦ Dokunulahılen ve Dijital Olan. 107 • Simülasyonun llipergerçekliği. 126 ♦ Kool Killer ya da Göstergeler Aracılığıyla Başkaldırma, 136. III. MODA veya KODUN MASALSI DÜNYASI. 152 Bilinenin Anlamsızlığı, 152 ♦ Modanın ‘ Yapısı*, 156 ♦ Boş lukta Yüzen Göstergeler. 160 • *lçtcpiyc"yc Dönüşen Moda, 162 ♦ Tadilat Görmüş Cinsel ik, 167 ♦ Yıkılması Olanaksız Bir Şey. 173. IV. GÖSTERGE MEZARLIĞINA DÖNÜŞEN BİR VÜCUT, 176 Kopyası Çıkartılmış Bir Vücut. 176 ♦ İkinci Bir (Çıplaklık) Ten, 184 « ikinci Bir Çıplaklık Biçimi: Striptiz. 189 ♦ Yön lendirilen Narsislik, 197 ♦ Yasak İlişki özelliği Taşıyan Gü dümleme, 200 ♦ Vücut Modelleri. 203 ♦ Phallus Exchange Standard: *Fallus Değiş Toktu Standardı", 204 ♦ Vücut De magojisi. 208 ♦ Apolog, 211 ♦ Çang-Scli Kasap. 214.
V. EKONOMİ POLİTİK VE ÖLÜM, 217 ölülerin llıracı/ladesı, 217 ♦ Hayatta kalmanın Eşdeğerlisi Olarak ölüm (Ha ölü Ha Canlıl, 222 ♦ Mezar Ölesi Getto. 223 ♦ Death Pütet?/ (ölü Güç/ölümûn Gücü|. 227 ♦ İlkel Dü zende Deftiş Tokuş Edilebilen Ölüm. 229 *♦ Simgesel/Gerçek/ Düşse!, 233 ♦ Kendinden Kaçılması Olanaksız (Çaresiz) Değiş Tokuş. 236 ♦ Bilinçaltı ve İlkel Düzen. 238 ♦ Suret w? Suretini Çıkarma, 248 ♦ Ekonomi Politik ve ölü m , 255 ♦ ölüm lçtcpisi. 262 ♦ Batadle'ın Ölüm Anlayışı. 274 ♦ Nereye Baksam Kendi ölümü/mü GÖrüyorum-Nereye Haksum Ölüm Beni Düşlüyor. 284 ♦ l)ü/ı r.li Ölüm-Biyolojik ölüm. 284 ♦ Kuzu ve Felaket, 287 ♦ *Doğal' Ölüm. 290 ♦ Yaşlılık ve Üçüncü Yaş Kuşağı, 292 ♦ Doftul ölüm ve Kurban Edilme Şeklinde ölüm, 294 « ölüm Cezası. 299 * Güvenlik Şantajı, 321 ♦ Funeral Homes ve Katakomblar, 327 ♦ İşe Yaramaz ölüm, 330 ♦ Hastalık Değiş Tokuşa, 332 ♦ Cinselleştirilen ölüm, ölümcül Cinsellik, 335 ♦ Kereye Baksam Kendi ölü mü/mü GöniyorumıYereye Baksam Ölüm Beni Düşlüyor, 336. VI. TANRININ tSMİNl YOK ETMEK, 340 Anagı am, 340 ♦ Çiftleşme Yasası. 341 ♦ Gövde Yasası, 342 ♦ Değeri Yok Etme Biçimi Olarak Şiir Sanatı, 346 ♦ Gövde Sözcü ğı'ın Sonu. 359 ♦ Tann’nın Dokuz, MUyarîsmi, 368 ♦ Dilbilimin Düşgücü, 373 ♦ Söz Oyunu ( IVirz) yu da Freud'da Ekonomi Fnııtazmı, 390 ♦ Anti-Materyalist Bir Dil Kuramı, 410 ♦ Bilin çaltının ötesi, 416.
Dizin. 421
ÇEVİRMENİN ÖNSÖZÜ
Önlü Fransız gazeteci Philippc Pctit'nin Jean Baudrillnrdla yaptığı söyleşilerden oluşan L c Paroxystc Indiff&rent (Grassct, 1997| başlıklı kitabın bir yerinde (düşünüre yöneltileni şöyle bir soruyla karşılaşılmaktadır: Ne pahasına olursa olsun Batının moralini bozmayı sürdürecek misiniz? Bizim açımızdan, çevirisini sunduğumuz bu metin bağlamında, önemli olan Bnudrilltırd'ın verdiği yanıttan çok Batının moralini ilk kez ne zaman bozmaya başladığı ve bunu kaç yıldır sürdürdüğü sorusudur. Buudrillnrd'a ilk önemli tepkinin Simgesel Değiş Tokuş ve Ö.YımYln (1976) hemen ardından yayımlanan Foucaull'yu Unutmakla (1977) birlikte geldiği söylenebilir; ancak bu tepki, bana kalırsa, ünlü d ü şü n ü r Üretimin Aynası (1973) (bu metinde Marksist ekonomi politik eleştirisi demlen şeyin çağ dişi liğini kanıtladığı için ilk tepkileri almıştı), Simgesel Değiş Tokuş ve ölü m (1976) Ribı ibu metin dc. sistem açısından, o tarihe kadar görülmedik bir radikalliğe sahiptir) kitap larıyla uluslararası kamuoyunun dikkatini çekmeyi ve o güne kadar Fransa'nın en önemli aydınlarından biri sa yılan Mıchel Foucault’nun uluslararası arenadaki tahtını salladığı, onu ‘saha dışına itmeyi' başardığı için eleştiriler çok yoğun bir düzeye ulaşmış hatta Jean Baudnllard is mini Fransa haritasından silme denemelerine kadar gidil miştir 2000 yılındaysa Fransa'nın dünyaca ünlü araştır ma merkezi CNRS-SHS’nin wcb sitesindeki yüzlerce isim arasında (XX. yüzyılın, sosyal bilimler alanında, en çok okunan kitapları ve yazarları arasında) Jean Baudrlllard ismi, bu kadar yıllık çalışına, kitap, ün vc tepkiye rağmen yer almumuktadırl Sizce bunun nedeni ne olabilir? Simgesel Değiş Tokuş ve öiüm yazarın metinlen ara sında bir dönüm noktası özelliğine sahip bir çalışmadır. Burada Baudnllard’ın düşünce sistematiği artık yerli yeri
ne oturmuş, onun 'kuramsal şiddet', başkalarının 'simülasyon kuram ı'olarak nitelendirdikleri eleştirel çözümleme yöntemi ilk kez bu kitapta en somut görünüm üne kavuş muştur Daudrillard bu metinde, yürüttüğü eleştirel man tığı; ekonomi, kültür, politika, toplum gibi alanların kılcal damarlarına kadar sürdürebilmekte v e dolayısıyla tutarlı bir kuramsal düşünce sistematiği sunmaktadır. Bu olağanüstü metinde, Baudrillard, tüm bilenmişliği ve bilgi birikimiyle Batılı toplumlar y a da demokrasilere yüklenm ekte ve son iki yüzyılda bu toplumlarda gelişme, çağdaşlaşma, uygarlaşma vb. şekilde nitelendirilen tüm toplumsal, politik, ekonomik, kültürel, tarihsel, teknolo jik vb olgu, veri ve girişimlerin gcncî bir muhasebesini yaparak bu toplumlann (dünyanın geri kalanına oranla) başarı, üstünlük, servet, refah vb. şekilde sunduğu sonuç ların (bu sonuçların hepsini tersine çevirip, onlara sahip olduklarının tam tersi bir anlam vererek) aslında büyük bir başarısızlığı simgelemekten başka b ir işe yaramadığını kanıtlamaya çalışmaktadır.
X Baudrillard, “Üretimin Sonu" adını verdiği ilk bölümde, zihinsel bir evrim geçiren kapitalizmin; emek, ücret, para, grev vs. gibi alanlarda nasıl bir biçimsel değişikliğe uğra dığını ve bütün bu kavramların son elli yıllık zaman dilimi içinde nasıl radikal bir şekilde tersine çevrildiğini göster meye çalışmaktadır. Sistemin en hassas ve önemli nokta larından biri olan üretim konusunda şöyle demektedir: A l t ı k ü r e t im ç a ğ ı s o n a e r m iş t ir . B u © l « y , B a t ıd a t ic a r i d e ğ e r y a s a s ın ın
o r ta y a ç ık m a s ıy la , y a n i e k o n o m i p o litik le a y n ı
d ö n e m e r a s tla m a k ta d ır . D a h a g e r ile r e g id ild iğ in d e , s ö z c ü g ü n g e r ç e k a n la m ın d a ü r e tile n h iç b ir ş e y y o k tu r. H e r ş e y ( T a n r ı 'm n ) i n a y e t ( i ) y a d a z e n g i n l i k l e r i n i i n s a n a s u n a n y a d a e s ir g e y e n
b ir s ü r e c in
(- d o ğ a l a r m a ğ a n ı ş e k lin d e ifa d e
e d i l m e k t e y d i . .. T i c a r i d e ğ e r , k a p i t a l i z m i ç i n b i r h a y a t m e m a t m e s e le s i - d e v r im d e ü r e t im b iç im i Ü z e r in e o tu r tu lm u ş b ir d û ş ü n c e y s e - b u d u r u m d a k a p ita liz m
vc d e v r im in s a f
d ış ı e t ilim i? o ld u ğ u b ir d ü z e n d e y a ş a d ığ ım ız s ö y le n e b ilir .
d e y ip , e m e k k o n u s u n d a ö lü e m e ğ in c a n lı e m e ğ i e g e m e n liğ i a lt ın a a ld ığ ı, d o la y ıs ıy la ü r e tim m am en
d iy a le k t iğ in in a n la m ın ı t a
yitirdiği bir evrende
... e m e k a r lık ü r e t k e n b ir ş e y d e ğ ild ir . T o p lu m u n g e n e l b ir a lış k a n lık
b iç im in e d ö n ü ş t ü r d ü ğ ü v e
Ü re tm e y i a r z u la y ıp
a r z u la m a d ığ ın ı b ile b ilm e d iğ i e m e ğ in y e m d c n - ü r c t ım in d e n i b a r e t b i r ş e y h a l i n e g e l m i ş t i r . .. K a p i t a l i z m i ç i n e k o n o m i k b ir y a tır ım
a n la m ın a g e le n e m e k ç in in û c r c t-g c lir in ln ö t e
s in e g e ç ild iğ in d e (s ö m ü r ü b iç im i o la r a k û c r c t lc n d ir m c n in sona
erm esi
ve
k a p it a lis t
to p lu m u n
b ir
h ıs s c d a n
o lm a
ş e k lin d e Û c r c t lc n d ir m c n in b a ş la n g ıc ı; e m e k ç in in s t r a t e jik iş le v in d e n
z o r u n lu b ir t o p lu m s a l h iz m e t o la r a k
tü k e t im e
d o ğ r u k a y ış s ü r e c in d e , y a n i s t a t ü / ü c r e t in g ü n c e l e v r e s in d e ) y a tır ım
t e r im in in d iğ e r a n la m ı Ö n p la n a ç ık m a k la d ır
Bu
ü r r e lle
evred e
ç a lış a n
em ekçi
k a p it a liz m
a ç ıs ın d a n
k e n d is in e b i r y ü k ü m lü lü k y a d a s o r u m lu lu k y ü k le n e n b ir v a r lık tır .
B ir z a m a n la r e m e k ç in in pay
k o p a rtm a d a , en
a r t ı- d c ğ c r d c n . k ü ç ü k
ö n e m li s ila h la r ın d a n
d e o ls a
b ir i o la r a k
b ir d ü
ş ü n ü le n g r e v k o n u s u n d a ş ö y le d e m e k t e d ir :
... g ü n ü m ü z d e b u t ü r b ir g r e v b iç im i ç o k t a n s o n a e r m iş t ir
I . Ç ü n k ü k a p ita l a r t ık h e r tü r lü g r e v in u z a y ıp g it m e
s in e ta h a m m ü l e d e b ile c e k k a d a r g û ç lû d ü r a r tık b ir ü r e t im
B u n u n n eden i
s is t e m i İç in d e y a ş a m ıy o r o lm a s ıd ır (y a n i
a r t ı- d c g c r ın a z a m ilc ş t ir ıld iğ ı b ir s is t e m ) d ü n ü m ü z d e , t o p lu m s a l iliş k i b iç im in in y c n ld c n - û r c tlm
d ü z e n e ğ in e d o k u -
n u lm a d ığ ı s û r e c e , k ö r e d ilm e s e d e o lu r m a n t ığ ı e g e m e n d ir . 2 . Ç ü n k ü b u g r e v le r h iç b ir te m e l d e ğ iş ik liğ e n e d e n o la m a m a k t a d ır la r
K a p ita l g ü n ü m ü z d e a r t ı- d c g c r i k e n d iliğ in d e n
b ö lü ş t ü r m e k t e d ir . Z ir a b u o n u n iç in b ir ö lü m nudur
G r e v o ls a
o ls a
k a lım
so ru
k a p it a le , k e n d i m a n t ığ ı d o ğ r u lt u
s u n d a . u z u n v a d e d e v e r ile c e k ö d ü n ü n o n d a n k o p a r t ılm a s ı o la b ilir .
M od em
o la r a k
n ite le n d ir ile n ü r e tilm iş
B a tılı tü m
to p lu m la r ın ,
k avram ,
k u ru m ,
m o d er
n is in »
a ş a m a s ın d a
n orm
v e ö lç ü tle r in te r s in e d ö n m ü ş b u lu n d u ğ u b ir e v r e n d e
d eğer,
yaşadıklarım dile getiren Daudrillard. böyle bir evrende, doğal olarak, sendikaların da ters sayılabilecek bir işlevi yerine getirdiklerini, yani sisteme sahip çıkmanın onların en önemli görevleri haline geldiğim, hatta bu konuda, sis tem açısından m arjinal olarak nitelendirilebilecek göçmen işçilerin sisteme kazandırılm asında önemli bir rol oyna dıklarını söylemektedir. Bu tersine döndürme sürecinde devrimci düşüncenin en az burjuva dünya görüşü kadar olumsuz bir rol oynadığını anlatmaya çalışan üaudrillard. örneğin M ars'ın tarihi, üretim tarihinden ibaret bir şey ola rak görmek gibi bağışlanamayacak bir hata yaptığını, yani nesnel bir tarih anlayışı (ya da kendi ifadesiyle “toplumların nesnel yazgıları") yerine ideolojik bir tarih düşüncesi (materyalist tarih anlayışı) geliştirdiğini söylemekte ve bu bölümü ekonomi politiğin (ya da kapitalizmini günümüz dünyasında artık bir siınülasyon modelinden başka bir şey olmadığı s a m la noktalamaktadır. "Simülakrlar Düzeni" ismini taşıyan ikinci bölümde, bir anlamda simülakrlar ve aimölasyon evreni tarihinin toplumsal ve kültürel düzeyde bir özetini yaparak, özellik le burjuvalaşma v e sanayileşme aşamalarıyla, güncel Batı dünyasının içinde yaşadığı simûlasyon evreninden söz et mektedir. Baudrillard a göre, simülakrlar düzeninin, değer ya sasına koşut olarak, art arda ortaya çıkan üç basamağı şöyle sıralanmaktadır: -
R ö n e s a n s ’t a n
s a n a y i d e v r im in c " k la s ik * d ö n e m i b e lir le
y e n b iç im k o p y a la n ın , - S a n a y ile ş m e d ö n e m in e e g e m e n o la n b iç im ü r e t im . -
K o d u n b e lir le d iğ i g ü n c e l e v r e d e y s e e g e m e n b iç im
s im û -
lasyondur. I. b a s a m a k t a k i s lm ü la k r d o ğ a l d e ğ e r y a s a s ı, 2 . b a s a m a k ta k i s im ü la k r t ic a r i d e ğ e r y a s a s ı. 3 . b a s a m a k ta k i e im ü la k r is e y a p ıs a l d e ğ e r y a s a s ı t a r a fın d a n b e lir le n m e k t e d ir .
Simülakrlann, yani bire bir kopyanın zanaat düzeyinde kaldığı ve bir kerede ancak bir simülakrm yapılabildiği (örneğin bir heykel, bir resim, bir dekor vs.| Rönesans aşa
m asında gerçek ya da gerçekliğin yeıv.den-üreıimi oldukça uzun zaman alan ve geleneksel değerlendirme çerçeve sinde ödüllendirilen ürünler şeklinde olmaktaydı. Barok dönem de ortaya çıkan otomat, sımûlakrlann teknik ve es tetik açıdan biraz daha gelişmesine yol açmış, «m a zanaat aşamasından kurtulmayı sağlayamamıştı. Bu aşamada örneğin sahnedeki palyaçoyla onun tıpatıp bir benzeri olan otomat aynı hareketleri yapm akla vc seyirci hangisi nin sahte hangisinin gerçek palyaço olduğunu |l>ir önceki dönemde okluğu gibi) keşfetmek gibi bir durumla karşı karşıya kalmaktaydı. Oysa robotlaşma aşamasına geçildi ğinde. Bıuıdnllurd'a göre makineleşme aşamafrtna geçilmiş olunmaktadır. Otomat eğlendirici niteliklere salup tiyatral bir varlıkken, robot çalışan bir makinedir. O t o m a t , in s a n ın b ir b e n z e r i v e o n u n m u h a t a b ıd ır (o n u n la s a t r a n ç o y n a r !). M n k ir .e in s a n a e ş d e ğ e r b i r v a t lık t ır v c t e k ille ş t ir ilm iş iş le m s e l b ir s ü r e ç t e o n u k e n d is in e e ş d e ğ e r li b i r v a r lık h a lin e g e t ir m e k t e d ir . B ir in c i b a s a m a k s ıın ü la k r la ik in c i b a s a m a k s im ü t a k r o r a s ın d a k i fa r k iş t e b u d u r.
W a lte r
B e n jo m ın
Sanat Yapıtı
Teknik Yeniden C reulebıM ik Çağında
b a ş lık lı ç a lış m a s ın d a
bu
y e n id e n -û r e tim
il
k e s in in t e m e l iç e r m e le r in i o r t a y a k o y a n ilk k iş i o lm u ş t u r . Y e n ıd e n - û r e t im in . Ü r e t im s ü r e c in i e m ip y u t t u ğ u n u , e r e k le r in i d e ğ iş t ir d iğ in i, lir e t im v e ü r ü n ü n s t a t ü s ü n d e d e ğ iş ik lig e y o l a ç tığ ım
g ö s t e r m iş t ir . B u o lg u y u s o n a t , s in e m a v e
f o t o ğ r a f a la n la r ın d a o r t a y a k o y m u ş t u r ; ç ü n k ü b u n la r " k în s ik ’ ü r e t k e n lik g e le n e ğ iy le iliş k is i o lm a y a n v e X X . y ü z y ıld a y e n id e n O r c tilc b ılir lik a d ı a lt ın d a a n id e n o n a y a ç ık a n y e n i a la n la r d ır . A n c a k
bu gü n
a it o ld u ğ u n u b iliy o r u z r e c in
g e lip
tü m
m a d d i ü r e tim in b u e v r e n e
B u g ü n k a p ita le ö z g ü b ü tü n c ü l s ü
d ü ğ ü m le n d iğ i n o k ta
m odn,
m edya,
r e k la m ,
h a b e r v e i l e t i ş i m a ğ l a r ı - y e n i d e n ü r e t i m y a d n M ı ı r x 'ı n p e k de önem sem eden
yan
d ü z e > in i ö lç e b ilm e k
ö d e m e le r (b u
m üm kün
sayede
t a r ih in
o lm a k t a d ır ) d e d iğ i
ir o n i
dü zey,
y a n i s im ü la k r la r v c k o d a a it e v r e n d ir .
ÜçörtCÜ hatta dördüncü basnmnk sımûlakrlara ait evren konusundaysa Baudrillard şöyle demektedir:
xii • Cümi7iwwi (5>:.$özU
ü r e t im e d a y a lı k a p it a lis t b :r to p lu m d a n , b u k e z h e r ş e y i (y a b a m ın
tü m
ö z e llik le r
t u s ıy a n
B iy o lo jik sunda
a la n la r ın ı] d e n e t le m e k n c o -k a p ita lis t
k u r a m s a lla ş tır m a
b ir
is t e y e n , s ib e r n e t ik d ü zen e
g ir iş im i b u
g e ç ilm iş tir
m u ta s v o n
k o d a g e r e k li d e s te ğ i s a ğ la m a k ta d ır
Bu
konu
m u ta s y o n
s ü r e c in d e h e r se y " b e lir g in d ir * . B u s ır a s ıy la t a n n , in s a n , g e liş m e v e t a r ih in
k o d y a r a n n a ö le r e k s o n a e r d ik le r i, n ş-
k ın ü ğ ın iç k ııılık y n r n n n a k e n d in i ö ld ü r d ü ğ ü b ir m u t a s y o n s ü r e c id ir k İ. s o n u ç o la r a k t o p lu m s o l iliş k in in b o y u t la r a u la y a n
g ı'ıd ü m le n ın e s ın in e n
k o rk u tu c u
g e liş m iş e v r e s in e
t e k a b ü l e t m e k t e d ir .
“ Moda ya da Kodun Masalsı Dünyası’ adlı üçüncü bö lümde bir kod görünümünü almış moda olgusunun nasıl sistemin temel taşlarından biri haline getirildiği gösteri lir Hatta mevcut sistem, yani anlam, içerik ve ereklerini yitirmiş, koda bağımlı bir evrende modanın nasıl bir lür [görünümler evreninde biçimselden başka bir şansa sahip olamayacak) başkaldırı unsuru olabileceği açıklanmaktadır. Bu sim ülatyon evreninde yalnızca giysilere özgü değil vücut, cinsellik, düşler, fantazmlar. dilbilim okulları, sanat ve politika alanlarındaki modalardan söz edilmektedir. "Gösterge Mezarlığına Dönüşen Bir Vücut* isimli dör düncü bölümdeyse Baudrillard. önce gösterge sistemleri düzeyindeki vücut olgusundan (cinsellik, fallus vs.| söz etmekte ve daha sonra insanın sahip olduğu tenin moda, reklam, iletişim araçlarının güdûmlcmcsiylc nasıl ikinci bir ten, ikinci bir deri olma özelliğine sahip olduğundan dem vurmaktadır. Daha sonra “Strip-Tcasc* isimli metin de stnp tease olayının simülasyon evrenine tekabül eden bir olgu olduğunu, bu dans esnasında oıtaya çıkan şeyin çıplak bir kadın vücudundan çok, kendisine düşsel özel likler kazandırılmış bir çıplak vücut simülakrı olduğunu ve bu tür bir çıplak kadın vücudunun, güncel topluma pompalanmış psikanalitık bilinç doğrultusunda, nasıl fallusun kendisi gibi algılanır hale geldiğini açıklamaktadır. Daha sonra çağdaş toplumlarda yine psikanaliz olanına ait görünen narsisliğin tüketim toplumu tararından nasıl pazarlanan bir olguya dönüştüğünü ve bu tür bir yeniden
üretilmiş (sımülakra dönüşmüş) narsisliğin, o bildik kla sik narsislikten (suda yansıyan akisle ilintili olan| farkını açıklamaktadır. Arkadan gelen ara başlıklardaysa örneğin 'cinsel devrimin* aslında bir cinsel devrim siınülaknndan başka bir şey olmadığını göstermeye çalışmaktadır. "Ekonomi Politik ve ölü m " isimli beşinci bölümdey se ilkel toplumlardan çağdaş toplumlara dek ölü ve ölüm kavramlarını işleyen Baudrillard. bunların mevcut ölü |simûlasyon evreni) düzenle olan ilişkilerini açıklamaya çalış maktadır. İlkel toplumlunu başlangıçla ölülerini evlerinin içine gömdüklerini, yani Ölüler ve ölümle çok yakından ha şır neşir olduklarını, dolayısıyla yaşamla da çok yakından ilişkili olduklarını söylerken; ortaçağ Avrupa’sında Ölüm ve ölülerin henüz Hıristiyan toplumlar tarafından dışlan mayan kavram ve varlıklar olduğunu; çünkü bu dönemde yaşayan insanların ölülerini köy. kasaba ya da kentin or tasına gömdüklerini ve onlarla sürekli haşır neşir olduk larım söylemekledir Dolayısıyla ortaçağ insanlarının da yaşamla ilgili insanlar oldukları söylenebilir. Oysa modern toplumlar ölü ve ölüm kavramlarını tamamen dışlam ak tadırlar ö lü ler şehir dışına, gündelik yaşamdan ve göz den ırak mekânlara taşınırken, ölüm de bilimsel, güncel yaşamdan silinmeye çalışılmaktadır, örneğin, öleceği dü şünülen insanlar hastanelerde “gözaltına" alınmakta, in sanların evde kendi yataklarında Ölmesini engelleyebilmek için sistem elinden geleni ardına koymamaktadır Baudril lard. sistemin bütün bunları kendi ölümünü gizleyebilmek için yaptığını; çünkü ölümden uzaklaşmış bir sistemin d o ğal olarak yaşamdan da uzaklaşacağını dile getirmektedir. Simgesel değiş tokuş düzeninde yaşamla ölüm orasında simgesel bir değiş tokuş ilişkisi varken, modern toplumlarda kapitalist düzen bu ilişkiye son vermiş görünmektedir. Ancak bu işe, ölüme bir son vermek amacıyla girişen sis tem. ulaştığı noktada yaşama da bir son verdiğinin (yani simülasvon evrenine yol açtığının) farkında değil gibidir. Daha sonra modern toplumdaki ölüm yaşam ilişkilerini çözümleyen yazar, sonuç olarak, içlr.de yaşadığı sistemin buram buram ölüm koktuğunu, ölümü, adına yaşam dc
xiv • çetimenln önstotl
nilcn alanın kılcal damarlarında bile saptamanın mümkün olduğunu göstermeye çalışmaktadır. Bu bölümde üstünde durulması gereken en öncınlı iddialardan biri, Manc'ın yaptıklarından çok farklı olan bir iktidar açıklamasıdır: ölûısı sonrası yaşam düşüncesinin ortaya çıkışı, iktida rın dogmasını» yol açan asal olaydır. Çünkü bu düzenek yalnızca bu dünyada zahmete katlanma zorunluluğu ve bunun karşılığında öteki dünyada Ödüllendirilme gibi bir şantaja yol açmakla kalmayıp -rahipler kaslının tüm stra tejisi bunun üzerine kuruluydu- aynı zamanda bilinçaltı na yerleştirilmeye çalışılan bir ölme yasağıyla birlikte bir dc bu ölüm yasağını denetleyen bir İktidar süreci oluştur muştur. ölüler ve canlılar arasındaki birliğin parçalandı ğı. ölüm ve yaşam arasındaki değiş tokuşun yok edildiği, yaşamda bir yeri ve anlamı olan ölümün bu konumuna bir se n verildiği, ölüm ve ölülere yasak konulduğu gün ilk toplumsal denetim biçimi de ortaya çıkmıştır İktidarın or taya çıkabilmesi ve daha ileride tüm yaşamın sınırlar içi ne (ılınabilmesi için önce ölümün Özgürlüğünü yitirmesi. ölülerin gözaltına alınması gerekmişim. Bu temel bir yasa olup, iktidar, bu yasanın bekçisidir. Tarihsel açıdan kilise (dine dayalı) iktidarının, ölüm tc keli ve ölülerle olan ilişkileri denetleme ayrıcalığına sahip olma üzerine kurulduğu bilinmektedir.... İktidar *bu er.ge İm kendisidir* denildiğinde bu bir mecaz değildir. İktidar yaşam ve ölüm arasındaki engelin ta kendisidir... Daha sonra iktidar, özne vc yabancılaştığı kendi bedeni, birey ve yabancılaştığı toplumsal beden. İnsan vc yabancılaştığı emeği arasına aynı şekilde girip ycrleşecckitir).... Mauiıı ifşa ettiği vc ekonomi politiğin ûzenne yıktığı, daha sonra ortaya çıkacak, tüm yabancılaşma, bölünme vc soyutlama biçimlen bu ölümden kopuşla birlikte başlamıştır. ‘ Tonn'nın İsmini Yok Etmek" isimli son bölümde; dilbilim, psikanaliz ve kapitalist sistem ile ilkel sistem arasındaki ilişkiler yeniden kurulmakta ve ekonomi politik, psikanaliz ve dilbilimin üç aşağı beş yukarı aynı zaman dilimi içır.dc ortaya çıkmış olduklarından söz edilerek; birikim, yani ık-
tıdan reddetme üzerine kurulu simgesel düzenle, birikim, yani iktidar üzerine kurulu bir kapitalist sistem; bılinçaltından yoksun (bilinçaltının oluşumunu engelleyen) bir kolektif simgesel düzenle, (kapital biriktirir gibi) bilinçaltı biriktiren liberal düzen; dili sınır tanımadan istediği gibi, istediği miktarda (iktidar anlamında) kullanan kapitalist düzenle, sözcüklerin kullanımının sınırlı, tabu özellikleri taşıyan ve |simgesel| yok edilme üzerine oturtulduğu bir simgesel düzen arasındaki ilişkiler radikal perspektif doğ rultusunda çözümlenip eleştirilmektedir. X Bu kuramsal bir metindir, yoksu yaşamın kendisi değili Yaşanmakta olan ‘gerçeklik’ üzerine bir yorum! (Elbette Batılı topluınların içinde yaşadıkları, yoksa Türkiye ben zeri topluınlnrın değili- Okuyucu, düşünürün bizzat ifade etliği gibi, yaşamla bu patafizık yaklaşım arasına bir me ta le koymak Rcrcktığıni; ondan içinde yaşanılan gerçekliği değiştirip dönüştürmeye yönelik birtakım çözüm önerileri isteme hakkına ne kendisinin ne de başkalarının sahip olmadığını, aksı takdirde Marx ve dalın öncekilerin başı na gelenlerin, yeni ütopya üreticilerinin de başına gelebi leceğini, yani ütopyaları, kuramsal ifade ediliş biçimine uygun bir gerçeklik düzeyine (Buudıillard'a göre, örneğin Marksist ütopyaya benzer bir şey Batılı toplumlar tara fından yaşama geçirilmiş olmaklu birlikte bunun Marx'ın ifade ettiği şekille uzak yakın hiçbir ilişkisi yoktur) hiçbir zaman ulaşmadığını ve ulaşamayacağını unutmamalıdır. Bnudrillard, bu metinde bile, yeterince bilim kurgu yap tığını (mevcut nco-liberal düzenin radikal bir şekilde yok edilmesi türünden öneriler) düşünmektedir. Yazar, bambaşka bir dünyada yaşanabileceği konu sunda bize, belki de kendine rağmen, bazı ip uçları sun maktadır. Bu ip uçlarını tersine çevirmeyi başardığınız zaman yeni, yepyeni bir dünya oluşturulabileceği gibi bir hisse kapılıyorsunuz. Çünkü Baudrillard. içinde yaşadığı -Batılı toplumlarn- salt ironik bir şekilde bakmaktadır. Bu
umutsuz vc yaşama sevincinden yoksun bir yorum değil dir. Tam tersine Batı vc Batıklara hak ettiklerine inandığı dersi, k eyif alarak veren bir çözümlemedir. Bu çözümleme vc eleştirilen tersine çevirmeyi başarabildiğiniz takdirde, düş ya d « soyutlama düzeyinde bile kalsalar, yeni pers pektiflerle karşılaşılabileceğini kavrıyorsunuz. Sim gesel Değiş Tokuş ve ölü m tüm diğer Baudrillard metinlen gibi radikal bir sistem eleştirisi olm a özelliğine sahiptir. Diğerlerinden farkı, temel bir yaklaşım mantığını ya da sistematiğini ilk kez çok net vc ayrıntılı bir şekilde sunmasındadır. Bu metinle sistemin elinden tüm silah larını alm akta vc insanları yaşadıkları evren konusunda derinlemesine düşünmeye itmektedir. Baudrillard. içinde yaşadığı evren konusunda düşünce üreterek -bu düşünce ler yüzde y ü z doğru olsa bile!—bu evreni değiştirebilmenin mümkün -olmadığını düşünmektedir. Onun nihilist olarak nitelendirilmesine yol açan gerekçelerden biri de budur. Düşüncelerden yola çıkılarak (çünkü simülasyon evrenin de düşüncelerin nrtık M ıım n yaşadığı gerçeklik dönem in deki güç v e prestije sahip olamayacağını düşünmektedir) yok edilemeyeceğine inandığı bu düzenden toplumun an cak kendi kendini yok ederek kurtulabileceğini düşünm ek te ancak bunu bizzat uygulamamaktadır! Çünkü amacı insanların toplu halde İntihar etmeleri vc Batılı toplumlann yeryüzü haritasından silinmesi değildir. Amacı, (benim anlayabildiğim kadarıyla) yüzyıldan uzun bir süredir d ü n yayı aşağılayan, küçümseyen, sömüren vc kendim b ir şey sanan Batılı toplumlara, dünyanın geri kalanından pek de bir farkları olmadığım, zannettikleri gibi çok daha iyi. çok daha doğru ve güzel şeyler yapm am ış olduklarını, yan i az gidip, uz gidip ancak bir arpa boyu yol almış olduklarını gösterebilmektir. Bu metinde Baudrillard kesinlikle İlkel toplumun Isimgcscl değiş tokuş ya da potlaç toplulukları nın) yanında y er almakta vc onu modern toplumlara k a r şı savunm akta (kullanmakta); daha doğrusu toplumsal, kültürel, ekonom ik ve politik alandaki gelişmeler ile ilkel düzende bu dört alana ait özellikleri karşılaştırarak, bu sonuncunun Batılı toplumlardan çok daha dengeli, huzur
lu, mutlu ve doğayla uyum içinde, dünyayı kurutup yok etmekten uzak bir kültüre sahip olduğunu kanıtlamaya çalışmakta ve bu işi. Batının son yüzyıl içinde ortaya attığı en önemli kuramları (ekonomi politik, psikanaliz, dilbilim/ RÖstcrgebihm vs.) mat ederek yapmaktadır. Doğal olarak bu hezimeti kabul etmeyen Douglns Kcllner. Alex Callinico-s. Christophcr Norıis, Kantçı ya da Marksist geleneğe sadı.k diğer yazarlardan birsi olan Chris tophcr Horıocks'a göre: D n u d r i l h ı r d 'ı
e le ş tir m e y i
k e n d ile r in e
gö rev
b ilm iş ,
B a u d r i l l a r d 'ı n k u r u m l u m l a ç ö p l ü k k ı ı n ı m ı y a k ı ş t ı r m a s ı n ı u ygu n görm ü ş v e
o n u fe ls e fe n in y e r in e s a n a t ı, h a k ik a tin
y e r i n e d e ğ e n , g e r ç e k l i ğ i n y e r i n e i m g e y i , y a n i K n n t 'ı n y e r i n e B n u d e la ir e t k o y a n m o d e r n is t d u y a r lılığ ın p a r ç a s ı o lm a k la s u ç la m ış la r d ır ... A n c a k B a u d r illa r d , b u iy i n iy e tli e le ş tir i le r in a s lın d a b ir h o r g ö r m e y i g iz le m e y e ç a lış t ığ ın ı fa r k e d e cek
k a d a r i l e r i g ö r ü ş l ü d ü r ..
ve gen
k e n d is in i e le ş tir e n le r in
saf
z e k a lı o k lu k la r ın ı id d ia ç ile r v c b u a ş a ğ ıla m a n ın .
gerçeklik propagandacılarının kendi hayatlarım olgular. olaylar, sebepler vc sonuçlar toplamına indirgeme arzu sundan kaynaklandığını savunur.1 Baudnllard'm bu tavn dünyanın geri kalanı için olumsuz değil, tam tersine olum lu bir tavırdır. Çünkü vermeye ça lıştığı mesaj Batılı toplumlar» örnek alırsanız sonunda on lar gibi bir açm aza düşerek tıkanır kalırsınız türünden bir içeriğe sahiptir. Baudrillard, bir anlamda, dünyanın geri kalanını başka toplumsal oluşum modelleri üretme k o nusunda kafa yorm aya davet etmektedir. Batı bu modeli benimsedi ve başarısız oldu! Doğal olarak sız buna başarı diyorsanız o zaman buyrun ona Öykünün vc clbirliğiyle dünyayı bir an önce yok edelim demektedir. Baudrillard Batı'dan esinlen ilemeyeceğini vc Batı'ntn istisnasız her şeyi tamamen yanlış yaptığı gibi şeyler söylememektedir Doğru ‘görünen’ başlangıç noktalan ve çıkışların dönüp dolaşıp sonunda bu duruma gelmiş olmasına karşıdır. O
1
lia u d n lla rd
ı« e
M ilenyum ,
E v e r e s i Y a y .. 2 0 0 0 . s
6 9 -7 0 .
daha çok Batının ulaşmış bulunduğu sonuçlardan yola çıkarak bir değerlendirme, çözümleme, eleştiri yapm akta dır. Bu dünyanın geri kalanının. Batıda, başlangıçta y a da başka aşam alarda doğru olduğunu düşündüğü örnek ve modcllcrd en esinlenemcycccği anlamına gelemez. Baudrıilard Paris'te, yanı Batıda yaşamaktadırl Yani pilisini pırtısını toplayıp Afrika ya da Amazon ormanlarına taşınmam ıştır! İçinde yaşadığı evrenin (Parislini vıcık v ı cık ırkçılık koktuğunu söylemesine karşın orada yaşamayı sürdürüp teknolojinin nimetlerinden yararlanmaktadır! Bu entelektüel ortamı terk edip herhangi bir az gelişmiş ülkede yaşam ayı hiç ıııı hiç düşünmcmcktcdirl Kişisel olarak Baudrillard’tn bu eleştirilerini çok olu m lu buluyorum. Batıda sosyal bilim ler alanında karşılaşıla bilecek en der dürüst ve ilerici insanlardan biridir. Gerçek bir devrim cidir! Batı dışındaki dünyaya karşı kesinlikle önyargılı değildir. Bu sonuncuların yeni bir düzen oluştur malarını samimiyetle desteklemektedir; ancak dediği gibi (kendisine çok sorulduğu ve bu konuda çözümler üretmesi beklendiği için) benim böyle bir şeyi Batıda oturup, bu ra dan görebilmem mümkün değil. Bu artık Batı dışında ka lan ülke aydınlarının sorunudur. Çok doğru bir yaklaşım ; çünkü AvrupalI aydınların son üç yüz yılda yeteri kadar kuramsal bilgi üretmediklerini söyleyebilmek için kanım ca nankör olmak gerekir ö t e yandan Batı dışındaki (üst düzey, sıra dışı) aydınların özgün bir şeyler üretebilmeleri için önce Batılı düşünce adamlarının etkisinden kurtulup, onları taklit etmeye bir son vermeleri gerektiğini düşün mektedir! Üçüncü Dünya ve benzen ülke aydınlunnın Baudrillard'a kızm a gerekçelerinden biri Batıyı toplumsal, poli tik, ekonom ik, kültürel, teknolojik vb. alanlarda taklit ed i lecek bir model olmaktan çıkartarak -kendi ülkelerindeki irtica, anarşi türünden- aşın uçlara kullanılacak malzeme sunduğunu düşünmeleridir. Gerçekten de az gelişmiş ülke aydını bir açm azla karşı karşıya gibidir! İlkel bir toplum olma aşamasından daha yeni yeni kurtulmaya başlayan
bu toplumlara sanki tekrar geriye dönmeleri söyleniyor gi bidir! Oysa böyle bir şey yokturl İlkel ya dn ilkellikten yeni yeni kurtulmaya başlayan toplumUunn içinde bulunduğu durum şu anda Batının içinde bulunduğu durumdan hiç de daha parlak ve um ut verici değildir. Modernlik, uygarlık, çağdaşlık, teknolojik üstünlük ve sairenin hiç kuşkusuz o (yani Batılı) toplumlar tarafından (ve o toplumlar aracılı ğıyla dünyanın gen kalanı tarafından -belki de kendine rağmen demek gerekecek) ödenmesi gereken bir bedeli vardır! Onlar bir taraftan bu bedeli öderken, bir taraftan da tüm dünyanın kendi gcçtiklen yoldan geçerek bu bedel den fazlasını ödemesini ister gibidirler! işte dünyanın geri kalanının asıl sorunu budurl Batının geçtiği yoldan geç meden (zaten o yoldan istesek de geçenleyiz!| nasıl ondan daha modern, daha uygar ve çağdaş bir dünya yaratabiliriz sorusunu sormadım bir yanıl bulabilme olanağı yoktur. İnsanlığın bugüne kudarki deneyimlerinden yola çıkarak, toplumlann genellikle hep kolay yolu seçip sonunda hep duvarlara toslamış olduklarım, anımsayacak olursak, Balı dışında kalan ülkelerin zor olan sorulan sorumlarını dile mekten başka seçeneğimiz olmadığı anlaşılacaktır. Bu ül keler açısından, modernleşme, uygarlaşma, çağdaşlaşma henüz yeni başlayan b ir süreçtir. İlkel düzen, ilkel zihniyet, ilkel kültürden ancak muazzam bir eğilim, öğretim ve kül tür Izihniyet) dcvriaıiylc kurtulabiliriz! İlkel düzeni tersine çevirip yok etmeden (doğal olarak, ondan günümüze kalan -tabii varsa?- uygun verileri aldıktan sonrall kendisinden kurtulabilmek mümkün değildir. Bir bakıma Baudrillard'ın Batılı toplumlarn yaptığı Önerinin bir benzerini biz de ilkel toplumlar için yapabiliriz. İlkel düzenden kurtulmanın yolu onu yok etmekten geçmektedir. İlkel düzenden kurtulmak istiyorsanız onu yok edin, yani tarihin raflarına kaldırın! Oğuz Adanır İzmir, Ekim 2000
ÇEVİRMENİN İKİNCİ BASKIYA ÖNSÖZÜ
25 yıl önce ilk kez okuduğumda, bu metnin Türkçeye ka za n d ırılm a ya ca ğı gibi bir duyguya kapılmıştım. Aradan 20 yıl kadar bir süre geçtikten ve birçok Baudrillard metni çevirisinden sonra denemeye karar verdim. Düzeltmelerle birlikte metnin Türkçeye kazandırılması bir yılı aşkın bir zamanımı aldı Basıldığında, yaptığım çeviriden daha iyisini yapam a yacağımı, gücümün ancak buna yetebildiğim düşünm üş tüm Aradan geçen altı yıl içinde pek çok karmaşık tümce nin daha güzel bir Türkçcylc ifade edilebileceğini gördüm. Yeni baskıya hazırlama aşamasında bu iş yaklaşık bir ayımı aldı. Her ne kadar metnin kendinden kaynaklanan bir kavrama güçlüğü varsa da bu kez görece daha kolay anlaşılabileceği ve okuyucunun da okumaktan daha bir keyif alacağını umuyorum Maussçu/Durkheiıneı antropoloji ve sosyoloji; Freudcu psikanaliz ve Saussurccü dilbilimin temel kavramlarına sahip olmadan bu metnin kolay bir şekilde kavranabilece ği söylenemez Baudrillard, bu çalışmasında hiç kuşkusuz neolibcralizmi Marx'm Ka/araf indc kullandığından çok daha zarif (ironık) ve aynı zamanda çok daha sert bir dille eleştir m ekledir (eleştirel Marksist düşünce dc bundan hakkına düşeni almaktadır!. Bu metin yalnızca belli bir tarih anla yışının değil uynı zamanda belli bir sosyal bilimler hatta fen bilimleri anlayışının sona ermesi gerekliğini çok açık ve seçik bir şekilde ortaya koymaktadır. Batılı m uhalif ay dınlarla birlikte tüm dünyanın üzerinde dikkatle durması gereken XX. yüzyıla ait başyapıtlardan biridir. İzmir, Ocak 2008
ÖNSÖZ
Modern toplum sal oluşumlardı* arlık, örgütlcyici bir bi çim olarak simgesel ccğiş tokuşla karşılaşılmamaktadır. Hiç kuşkusuz s imgesellik bu toplumların peşini bırakm a yan bir ölm e, ortadan kaybolma biçimidir. Bu toplumsal oluşumlar, sim gesel u raliudan yönlendirilıncdiklcri için, onun varlığından rahatsız olm akta ve önünü sürekli ola rak değer yasası den ilin şeyle kesmektedirler. Her ne ka dar Marx'tan bu yana, belli bir devrim düşüncesi, bu değer yasası içinde kendine bir yön çizm eye çalışm ış olsa bile; bunun uzun bir süre önce Yasallaştırılm ış («k itabın a u y durulmuş) bir devrim düşüncesi olduğu söylenebilir. Zaten psikanaliz denilen şey bir yandan bu rahatsızlığın ( hantise) çevresinde dolanıp dururken, bir yandan da, onu, bireysel bir bılinçaltıyla sınırlandırarak, yolundan saptırm akta ve Baba tarafından dayatılan Yasa görünüm üne sokarak bir tür iğdiş edilm e ve Gösteren rahatsızlığı şeklinde sunm ak tadır. Karşısına lıcr yerde b ir Yasa çıkartılm aktadır. Oysa ekonomi, libido ve politika gibi genel katcgohlcndirm c kuramlarının ötesine geçildiğinde, bütün bunların, değer adlı bir sahne üzerindeki maddi ya da arzulntıa bir üretim düzeninin etrafında fır döndüğü ve değerin yok edilmesi üzerine oturtulm uş bir toplum sal ilişkiler şem asıyla kar şılaşıldığı ve modelin gönderme yaptığı düzenin ilkel top lumsal oluşum lar olduğu, ancak radikal ütopyanın toplumumuzun tüm katmanlarında yavaş yavaş p(ç)atlamaya başladığı göfülm cktecir. Bir anlam da bu |>Jç)atlamanın, tarih yasasıyla, d evrin le -ancak bunun ortaya çıkması daha uzun zam an alabilir; çünkü kafalarda henüz yeni yem canlandırılm aya başlanmış bir d ü şü n ced ir-ya da bir “arzunun* ‘ özgü rleştiıilm csfyle hiçbir ilişkisi bulunm adı ğı söylenebilir.
Bu bakış açısı doğrultusunda çeşitli kuramsal yak laşımlar hayati bir Öneme sahip olmaktadır. Örneğin Saussure’ûn cmagmmian, Mauss'un armağan/değiş Sokuş Üzerine olan açıklamaları -Freud ve Manc'a ait varsayım la rın em peryalist bir görünüm ar/ eden Frcudcu ve Marksist yorum larıyla önleri kesilmiş olan bu varsayım lar- çok daha radikaldirler. Anagram ya da değiş tokuş/armağnn, dilbi lim ya d a antropoloji adlı disiplinlerin bir köşesinde unutu lup kalmış ilginç öykülerden, yani bilinçaltı ve devrim gibi önemli konulara oranla ikincil olarak nitelendirilebilecek özgün düşüncelerden ibaret değildirler. Karşımızda Mark sizm ve psikanalizin, farkında bile olmadan, içinden türctıldıkleri tek bir biçim vardır Bu biçim ekonomi politikle lıbtdınal ekonominin birbirlerine destek olmalarına yol aç makta, yani hemen şu an ve bu noktadan itibaren ortaya çıkan b ir değer ötesi, bir yasa ötesi, bir baskı altına alma ötesi, b ir bilinçaltı ötesine gönderme yapmaktadır. Bundan «lalın doğal bir şey olabilir mi?
Bizim açımızdan tek bir kuramsal olay bütün b u say dıklarım ızla aynı öneme sahiptir ki, bunun adı: Freud*Un ortaya attığı Ölüm içtepisidir (pu/sıbn). Doğal olarak bunu Freud’u n kendisine karşı radikal bir şekilde kullanma ko şuluyla. Zaten her üç durumda da çelişkili bir referansla karşılaşılmaktadır. Çünkü M aussü Mauss’a, Saussure'ü Saussure'e, Frcud’u dn Freud'a karşı kullanmak gerek mektedir. Tersine çevirme ilkesini (yani karşı bağışı) her türlü ekonom i, psikoloji ya da yapısalcılığa dayalı yoru m la ra yol gösterm iş olan Mauss’a karşı kullanmak gerekm ek tedir. Anagramtn sahibi olan Saussure'ü dilbilime, hatta anagrant konusunda kendi üretmiş olduğu az sayıdaki varsayım a karşı kullanmak gerekmektedir, ö lü m ıçtepisini üreten Freudü, psikanaliz öncesindeki tüm oluşumlar, hatta bizzat Frcudcu Ölüm içtepisine karşı kullanmak ge rekmektedir. Böylesinc paradoksal bir yaklaşım ya da ktırnınsul şiddet yoluyla, bu üç varsayımın, kendi alanları içinde ancak bu karşılıklılık simgesel düşüncenin genelleşmiş
biçimi içinde eriyip git inektedir- bizim ekonomik ‘ gerçek lik ilkemizin" dışında kalan ve ona tamamen zıt bir işleyiş ilkesinin ortaya çıkm asını sağladıkları görülmektedir. Bağışı karşı-bağış, değiş tokuşu kurban, zamanı çev rimsel. üretimi yok etm e, yaşamı ölüm, anagramda dilin sahip olduğu her terim ve değerin tersine çevrilebilirliğin den, yanı tüm alanlarda tek bir ana biçim olarak sunulabi lecek tersine çevrilebilirlikten, kısaca, çevrimsel bir nitelik arz eden tersine çevrilmeden, iptal olm a denilen şeyden -bir başka deyişle h er yerde zaman, dil yetisi, ekonomik değiş tokuşlar. birikim ve iktidarın çizgiselliğine son veren bir tersine çevirm eden- söz ediyoruz Bu tersine çevirme bizim her alana uyguladığımız bir yok etme ve ölüm bi çimidir. Simgesel biçim budur. Bu mistik ya da yapısal değil, kendisinden kaçılması olanaksız olan biçimdir. Gerçeklik ilkesi, değer yasasının belli bir aşamasıy la çakışmıştır. Günümüzde sistem tamamen belirsiz bir ortama doğru sürüklenmekte, tüm gerçeklik kod ve simülasyona özgü hıpetRcrçeklik tarafından emilmektedir. Artık yaşantımızı eski gerçeklik ilkesinin yerini alan bir simıılasyon ilkesi belirlemektedir. Ereklerimizi yitirince mo dellerin belirlediği b ir yeniden-üretim süreci içine girdik İdeologlar ortadan kaybolunca yerlerini simülakrlnrı aldı, öyleyse güncel sistem e özgü sihirbazlıklar ve egemenlik sürecinin anlaşılması için değer yasasını ve simülakrlaın özgü bir soy nğncını yeniden oluşturmak gerekmektedir; değerin geçirdiği yapısal devrim süreci gibi. Zaten ekonomi politiğin de bu soy ağacı içindeki yeri yeniden belirlenmek durumundadır. Bu yapıldığı zaman, onun (bilinç ya «la bilinçaltı düzeyinde) üretim gerçeği ile anlam gerçeğinin sorgulanmasından başka bir şeye yol açmayan ikinci ba samağa ait bir simülnkrn benzediği görülmektedir. Kapital artık üretim düzenine ait bir şey değildir. Kapital, bir simülasyon modeli olarak ekonomi politikten yararlanmaktadır. T ıcan değer yasası çok daha kapsamlı bir düzenek olan yapısal değer yasası tarafından emilip, tekrar sağlığına kavuşturularak üçüncü basamağa ait bir
simülakra dönüştürülmüştür. Böylelikle benliğini yitirmiş bir görünüm sunan ekonom i politik sonsuza dek yaşaya cağı (kendine özgü belirleyici gücünü yitirmekle birlikte, bir sımülasyona dönüşm üş gönderenler sistemi olarak etkisini sürdürdüğü) bir sürece dönüştürülmüştür. E ko nomi politik adlı sistem v e ticari değer yasası tarafından düşsel bir gönderenler sistem i olarak yeniden yorumlanan ("D o ğ a l doğal değer yasası adlı bir önceki düzeneğin ba şına da aynı şey gelmiştir. Çünkü bize sunulan açıklam a lara baktığımızda kullanım değeri denilen şeyin değişim değeri denilen şeyin içinde yaşayan hayalı bir varlık oldu ğunu görürüz. Ancak bu sonuncu, bir üstteki sarmalda kod denilen egem enlik düzeninin varlığını kanıtlayan bir şey gibi sunulmuştur. Değere özgü her biçim, bir sonra ki biçim tarafından bir üst düzeydeki sımûlakr düzenine taşınmıştır. Değere özgü h e r evre, bir önceki evreyi haya li. simülasyona dönüşm üş bir gönderenler sistemi olarak kendi düzeneğiyle bütünleştirmektedir. Devrim, her düzeni kendinden sonra gelenden ayıran şeyin adıdır. Hatta yalnızca bunların gerçek devrim ler o l dukları bile söylenebilir Üçüncü basamaktaki simülasyon evreniyse şu anda bizim içinde yaşadığım ız evrene tekabül etmektedir. Bu, gerçeğe değil hipergerçeğe özgü bir düzen olup, yalnızca dalgalanm aya bırakılmış, belirsiz kuram ve uygulamalar onu ölümcül bir darbe indirebilir ya da çö zümleyebilirler. Güncel devrimler m evcut sistemin bir önceki evresine cndekslcnmış gibidir. G erçeği, tüm görünümleri altında nostaljik bir şekilde yeniden yaşam a döndürmeye çalış maktadırlar. örn eğin diyalektik, kullanım değeri, üretimin saydamlığı ve erekliliği, bilinçaltı ve bastırılmış anlamın (bir arzu olarak adlandırılan gösteren ya da gösterilenin) "özgürleştirilmesi* vs. Bütün bu özgürleştirmeler aslında sistem tarafından, art arda yaptığı devrimler aıınsındu yu tulup yok edilerek, hiç fark ettirmeden devrim düşlerine dönüştürdüğü ideal hayaletlere özgü bir içerik gibi sunul maktadır. Tüm özgürleştirm e biçimleri genelleştirilen bir
güdümlemc aşam asına geçiş olarak nitelendirilebilirler. Rastlantısal denetim süreçleri aşamasında zaten devrim denilen şeyin de bir anlamı kalmamıştır Sanayileşme mekanizmaları bilinçli, rasyonel, işlevsel ve tarihsel mekanizmalara uygundur Koda özgü rastlantı sal mekanizmalarsa, gönderen sistemlerinden yoksun, ak tarılma özelliğine sahip, dalgalanm aya bırakılm ış belirsiz bilinçaltı mekanizmalara uygun düşmektedirler. Ne var ki bilinçaltı da aynı oyun kapsam ı içine alınmış ve uzun za man önce kendine özgü gerçeklik ilkesini, psişik gerçeklik ilkesiyle psikanalitik gerçeklik ilkesini birbirine karıştıra cak ölçüde yitirerek, işlemsel bir simülakra dönüşmüştür. Çünkü bilinçaltı da bu oyunda ekonomi politik benzeri bir simülusyon modeline dönüşmektedir. Sistemin uyguladığı strateji bu dalgalanmaya bırakıl mış hipergerçek değerlerin içinde gizlidir. Bilinçaltı, para ya dn kuramlar arasında hiçbir fark kalmamıştır. Değer denilen şey, algılanması olanaksız modeller ya da sımülasyona özgü sonu gelmeyen b ir zincirleme üreme yöntemiyle egemenliğini sürdürmektedir. Sibernetik işlemsellik, genetik kod, mulasyonlarn özgü rastlantısal düzen, em in olamama ilkesi ve benzeri her şey, nesnel olm aya çalışan belirli bir bilim ile diya lektik bir tarih ve bilgi anlayışının ardından ortaya çık mışlardır. Kuramsal eleştirinin kendisi, hatta devrim bile tüm belirlenmiş süreçler gib i ikinci basamak siınülakrlar düzenine ait şeylerdir. Üçüncü basamak sim ülakılar dü zeni yerli yerine oturtulurken kendinden önce gelenleri saf dışı etmiştir. Bu üçüncü basamak simülakrlara karşı diyalektik, ‘ nesnel" çelişkiler ve benzeri şeyleri yeniden yaşama döndürmeye çalışm anın bir yaran yoktur. Çünkü rastlantısala erekliliklerle; programlanmış ve moleküler boyuta indirgenmiş bir yaym a biçimine karşı bilinçlenme ve
diyalektik
bir aşıp geçm e yöntem iyle; koda karşıysa
ne ekonomi politik ne de b ir •‘devrim* düşüncesiyle karşı konulamaz. Bütün bu m iadını doldurmuş silahlar (hat ta birinci basamak sim ülakrlara kadar inilerek, insan ve
doğaya özgü etik ve m etffizikle; kullanım değeri ve diğer özgürleştirici gönderen sif tem leri içinde arananlar) b ir üst gruba özgü genel b ir sıstîm tarafından yavaş yavaş n öt ralize edilm işlerdir. Koda özgü erekliliklerden arındırılm ış bir zam an-m ekân içine yerleştirilm iş y a da ona m üdahale etm eye çalışım her şey kendi erekliliğiyle olan bağlantısı nı yitirerek, ait olduğu bütünden kopartılıp em ilm ektedir; bunun adı, tüm düzeylerde, kendi hesabına geçirm e, güdüm lem c, yinelem e ve geri kazanm aya çalışm a oyunudur. A n th on y W ilden, S yslcm e et Structure'dc “ Bir sistem le il gili her tartışm a ya dtı yıkıcı eylem unsuru, daha gelişm iş bir m antıksal tipe ait olm ak durum undadır* dem ektedir, ö y le y s e üçüncü basam ak sim ülakrlnra kendi oyun k u ralları çerçevesinde bir var it verebilm e olasılığı var m ıdır? Sistem den daha rastlantısal bir kuram, daha yıkıcı bir uygulum a düşünebilm ek olası m ıdır? Devrim in ekonom i politik açısından sahip olduğu anlam ile bu ‘ belirsiz y ı kıcılığın” kod açısından sahip olduğu anlım ı aynı m ıdır? İnsan DNA^-a karşı koyabil r m i? Bu işin sınıflar arası mü cadeleyle yapılm ası olanaksızdır. Belki de bir üst düzeye geçerek m antıksal (ya da mantık dışı) sim ülakrlar üretmek gerekm ektedir: üçüncü basamağa ait güncel simülakrlar ile belirginlik ve belirsizliğin ötesinde kalan sim ülakrlar. Oysa bunları hâlâ bir sim ü h k r olarak adlandırm ak m üm kün m üdür? Koddan daha üst düzeye çıkabilen tek şey ölüm ya da ölüm ün tersine çevrilebilm e özelliğidir. Koda saldırm anın tek yolu simgesel karm aşa yaratm aktır İşlem sel açıdan kusursuz bir düzeye ulaşm ış her sis tem ortadan kaybolm a aşamasına gelm iş dem ektir. Eğer bir sistem “A eşittir A'dır" /a da “iki kere iki dört eder" dem eye başlamışsa, bu on.m hem salt bir iktidar hem de salt bir gülünçlük aşamasına, yani her an için olası bir yıkıcı eylem le karşılaşabileceği bir aşam aya yaklaştığı anlam ına gelir Onu yıkabilm ek için parm ağınızın ucuyla dokunm anız yetcrlidır (Kral Obü'nün her şeyi em ip yutan göbeği gibi). Kusursuz bir k sırdöngüyc benzeyen bir sis tem e totolojik gücün çok şey katlığı bilinm ektedir, ikisi
arasında bir benzerlik yoktur. Bu »istem ölm üştür: çünkü ken di ölüm ünü belgelemeyi tam olarak bcecrcm cm cktcdir. Kapalı ya d a m ela-denge durum una getirilm iş, işlevsel ya da sibernetik bütün sısttm leri bekleyen tehlike {artık uzun bir diyalektik hazırlık değil) bir anda anlam ını yitir me. salise süren yıkıcılık biçimleridir. Çünkü bu durum da sisteme özgü atalet {tepkisizlik) kendisine karşı b ir silaha dönüşm ektedir. İşlevsellik ilkesini, Lcibniz’in ikili Tann'sı gibi, b ir tapınm a biçim ine dönüştürmeyi başaran kusur suz sistemleri bekleyen tehlU c, çelişkilerle dolu bir görü nümdür. Fetişizm de olduğu gibi, sistem i büyüleyici kılan samimi bir itiraf her an tersine döndürülebilir. Bu yüzden bu itirafların güvenilirlikleri sisteme ideal bir uyum göster dikleri ölçü de azalmaktadır. Radikal b ir belirsizlik (anlam yitm esi) üzerine oturtuldukları zam an bile bu sistem ler anlam a yem olm aktan kurtulam am aktadır. Karbonlaşm ış Ifosillcşmişl tarih ötesi canavarlar gibi canavar olına özel liklerini yitirm ekte ve derhal kimyasal denilebilecek bir b o zulm a ya da dönüşüm e uğra noktadırlar. G üttüğü mantık aracılığıyla kusursuzluk düzeyine, yani salt bir bozguna, salt bir hatasızlığa, bir başka deyişle kendisinden kurtul manın olanaksız olduğu bir yolda ilerlem eye çalışan {çün kü sahip olduğu enerji biçimlerinin hepsi onun ölümünü am açlam aktadır) her sistemin sonu budur. İşte bu yüzden güdülebilccck tek strateji diyalektik değil felaket senaryo ları üzerine kurulm ak durumundadır. Şeyleri gidebilecekleri en uç noktaya, yani doğal bir şekilde tersine çevrilip çöküp gittikleri noktaya kadar g ö türm ek gerekm ektedir. Kusursuz bir değer, çelişkinin çok yakınındaki b ir durum un eşdeğerlisidir. Kusursuz bir uyumluluk görüntüsü, kodun desteklediği göstergelerin içini kem iren saptırm ncanır en yoğun olduğu noktadır. Sim ülasyonu. sistem in ulaştırdığı noktadan daha öteye taşım ak -yanı radikal bir lo olojiyc dönüştürm ek- gerek mektedir. Sistem in m a n tığın kendisine karşı kullanmak gerekm ektedir. Hipergerçekçı bir sistem e karşı güdülcbiIccck tek strateji herhalde düşsel bilim ler |pntaphysi
t ü r ü n d e n b ir ş e y . y a n i b i r t ü r “d ü ş s e l ç ö z ü m l e r b ili m i', b ir b a ş k a d e y iş i: s i s t e m i n b ilim k u r g u t ü r ü n d e n b i r y ö n te m le k e n d in e k a r ş ı k u l l a n ı l m a s ı ( t e r s in e ç e v rilm e s i) d o ğ r u l t u s u n d a o la b ilir. B u iş s i m ü l a s y o n u n g id e b ile c e ğ i e n u ç n o k t a y a k a d a r g ö tü r ü lm e s iy le , b i r b a ş k a d e y iş le , h e r şe y i b ir y o k e t m e ve ö l ü m c : ö z g ü h i p c r - m a n ı ı g n u y d u r a b i l e n b ir s i m ü l a s y o n y a k la ş ım ıy la y a p ıla b ilir . S im g e s e l z o r u n l u l u ğ u n te m e li n d e titiz b ir t e r s i n e ç e v ir m e iş le m i v a r d ır . H e r t e r im y a k e d ilm e li v e t e r i m in k e n d i n e k a r ş ı b r.ş la ttığ j b u d e v r im d e d e ğ e r s a f d ış ı k a lm a lıd ır. K o d d a n k a y n a k l a n a n y a p ıs a l ş i d d e te e ş d e ğ e r li v e o n u a lt e d e b i l e c e k te k s im g e s e l ş i d d e t t ü r ü iş t e b u d u r . T ic a r i d e ğ e r v e c ş d c ğ c r l ik l c r y a s a s ı n a u y g u n o l a n ş e y in a d ı d e v rim c i d iy a l e k ti k t ir . O y s a b e lir s iz b i r k o d l a y a p ı s a l d e ğ e r y a s a s ı n a u y g u n o l a n ş e y ö l ü m ü n ' in c e in c e
ölüm hem (istemin *sonu" hem dc sistemi bekleyen simgesel yok mm* anlamına gelir. Slotcmc Gagti içsel ölüm olarak ni telendirilebilecek bir erekli# ıınlutmn konusunda başvurulabi lecek ikinci bir sözcük yoktur. Çünkü ölüm adlı bu ereklilik, sistemin işltmscllcşmiş mantığının kılcal damarlarına kadar yayılmaktın! r. Radikal bir karşıt ereklilik anlayışıysa sistemin içine daha önceden yerleştirilerek, onu her bakımdan tehdit eden bir şeye dönüşmekte, yani ölüm sözcüğü her alanda ken dini tek başına dayatmaktadır. Uu çelişki Fıeudcu ölüm içtepisı denilen şeyde kendini açıkça belli etmektedir Aslında bu bir çelişkiden çt.k, kusursuzluk aşamasına yaklaşıldıkça sistemin çökme olasıl.ğı da o derece artar şeklinde yorumlanabilir. 2 Ölüm, bir öznenin, bir bedenin başına gelen gerçek anlamda bir olay olarak <)cğll bir biçim olarak algılanmalıdır; muhtemelen dc toplumsal bir ilişki biçimi. Bir başka deyişle özne ve değere özgü belirleyiciliğin ortadan kaybolması şeklinde algılanmalıdır. Be lirginlik ve belirsizliğe aynı anda son verebilen şeym adı tersine çevirme zorunluluğudur Bu zorunluluk düzenlenmiş karşıtlık lara özgü emrjı biçimlerine bir son vermekte ve böylelikle Mia dına! veya şi'yoid akışkan ve yoğunluk kuramlarına benzemek tedır. Oy sa enerjilerin serbest bırakılması güncel sisteme özgü biçimin, yon stratejik anlamda değerin saptırılması demektir. Sistem her şeyi kapsayabildiği gibi her şeyi de dışlayabilmekte dir; çünkü serbest bırakılan tüm enerji biçimleri günün birinde
(VlMÜ • 9
tersine çevrilmesidir. D o ğ r u y u s ö y le m e k g e r e k i r s e o r t a l ı k ta k e n d i s i n e g ü v e n e b ile c e ğ im iz h i ç b i r ş e y k a lm a m ı ş t ı r . E lim iz d e y s e k u r a m s a l ş id d e tte n b a ş k a b ir şey y o k tu r . T ü m v a rsa y ım la rı r a d i k a l l e ş t i r m e n i n t e k y o lu ö l ü m c ü l b ir s p e k ü l a s y o n a g i r i ş m e k t i r . K od y a d a s im g e s e llik h â l â s i m ü la t ö r o lm a ö z e l liğ in e s a h i p t e r i m le r d ir . O n la r ı s ö y le v in iç in d e n b i r e r b i r e r t u t u p ç ı k a r m a k g e r e k m e k te d ir .
ona geri dönmektedir. Enerji ve yoğunluk kavramlımın sistem üretmiştir; çünkü bu sayede libldinal ekonomiyi sistemin (de ğer ekonomisi! ekonomik yapısından ayırabilmek olanaksızlaşmnktndır (Lyotard)- Kapitalist İkiye bölünmeyi iscöizd, devrimci ikiye bölünmeden ayırabilmek (Dcleuze) olanaksızlaşmakladır Çünkü egemen olon sistemdir Tanrı gibi enerjileri bir araya getirip on’.nn birbirlerinden ayırabil inekte:! ir Engelleyemedıği (ve bundan kaçmasının olanaksız olıluguı bir şey varsa o da tersine çevrilcbllmc özelliğidir. Değer sûreni de tersine çevri İç me inekledir. öyleyse sistem açısından ne enerjilerim yitirme ne de saptırılma ölümcül bir şey değildir. Onun İçin ölümcül olan tek şey tersine çevrilmedir. Simgesel 'değiş tokuş' denilen terimin başka bir anlamı yoktur.
1
ÜRETİMİN SONU
DEĞERLE GELEN YAPISAL DEVRİM S a u s s u r c . d ile ö z g ü t e r i m le r in d e ğ iş t o k u ş e d il m e s in i n iki b o y u t u n d a n s ö z e tm e k te y d i. B u b o y u t l a r d a n b iri b u t e rim le ri p a r a y a i n d ir g e y e r e k , o n u n g ib i h e r h a n g i b ir d e ğ e r e s a h i p s o m u t b ir n e s n e y le d e ğ iş t o k u ş e t m e k ; d iğ e r iy s e p a r a s a l s i s t e m e ö z g ü d iğ e r t e r i m le r in t ü m ü y l e iliş k lle n d ir c b ilm c k . D e ğ e r te r i m in i g i d e r e k b u ik in c i b o y u t iç in k u l la n ı r ö l m ü ş t ü . Y a n i t ü m t e r i m le r in k e n d i a r a l a n n d a « y rım la y ıc ı k a r ş ı t l ı k l a r ü z e r i n e o t u r d u ğ u , g e n e l s i s t e m i n iç s e l y a p ı s ı n a ö z g ü b ir g ö r e c e lik - b u d iğ e r d e ğ e r t a n ı m ı n ı n , y a n i h e r t e r im in g ö s te r d iğ i ş e y le , h e r g ö s t e r e n i n g ö s te r ile n iy le , a y n e n h e r p a r a b irim i ile k a r ş ı lı ğ ı n d a e ld e e d il e b il e c e k ş e y in k n rş ı t ıd ı r B irin c i g ö r ü n ü m d ilin y a p ı s a l b o y u t u n a , İk in c is iy s e iş le m s e l b o y u t u n a u y a r g ib id ir . İk is i a y n a y r ı b o y u t l a r o lm a k la b ir lik te b i r b ir l e r i n e e k l e m le n e b i l m c k t e d i r . O y u n u b ir lik te ve u y u m iç in d e o y n a m a k t a o l d u k l a r ı d a s ö y le n e b i lir. B u u y u m “k l a s i k ’ d ilb ilim g ö s te r g e s i, y a n ı t ic a ri d e ğ e r y a s a s ı n ı n d e n e t i m i a l t ı n d a b u l u n a n g ö s t e r m e e y le m i, d ile ö z g ü y a p ıs a l iş l e m i n e re k liliğ i ş e k l in d e s u n u l m a k t a d ı r . M a rx 'ın ç ö z ü m l e m e s in i y a p tığ ı “m a d d i ü r e t i m e " ö z g ü d e ğ e r m e k a n i z m a s ıy l a , y a n i k u l la n ı m d e ğ e r i n i n , d e ğ iş im d e ğ e ri s i s t e m i v e e r e k l il i k le r i n in b ittiğ i y e r d e b a ş l a m a s ı ile b u “k l a s ik " a n l a m a ş a m a s ı a r a s ı n d a k u s u r s u z b ir k o ş u t l u k v a r d ır . B ir in c is i t ü k e t i m s i s t e m i n d e t ic a r i b i r m a l ı n (g ö s t e r g e n in b e lir le m e a n m a k o ş u t o l a n a n ) s o m u t o l a r a k n e i ş e y a r a d ı ğ ın ı a ç ı k l a r k e n ; İk in c is i e ş d e ğ e r l ik y a s a s ı n a d a -
] 2 • S x f«M l D r#t Tökuş tv Otûm
yan arak (göstergenin yapısal örgütleniş anm a koşut olan an| tüm ticari m alların kendi aralarında değiş tokuş edi lebilm e Özelliğine gönderm e yapm aktadır. M aıx'ın çözüm lem eleri boyunca bu ikisi birbirine diyalektik bir şekilde eklem lenm ekle ve birlikte ekonom i p o litiğ i» yönlendirdiği rasyonel bir üretim biçim ini tanım lam aktadır. Bu “klasik" değer ekonom isine son veren devrim le birlikte, ticari defter, sahip olabileceği en radikal biçime kavuşm uştur Bu, birbirlcriyle uyum içinde olduktan ve birbirlerine sonsuza dek sürecek doftnl bir yasayla bağlandığı düşü nülen deftere ait ıkı görünüm ün birbirlerinden kopartıl m asından ibaret bir devrim dir G önderenler sistem ine özgü değer, yapışa! d eğer oyunu adına yok edilmiştir. Yapısal boyut, göndergelcr sistem i dışlanarak, özcrkleştırilm cktc ve varlığını bu sonuncunun ölüm üne borçlu olmaktadır. Cretım , anlamlanın, duygusallık, töz, tarih gibi gönderen sistem leriyle yararlılık, ciddiyet türünden bir gösterge ye sahip tüm "gerçek* içerikler arasındaki bu eşdeğerlik -yani eşdeğerli olm a, tem sil etm e biçim i- sona erm ekledir. Oyunu diğer aşanın, yani göreceliğin kesinleştiği, genel bir yer değiştirm e biçimi, bir kom binatuvara ve simülasyona dönüşm üş olan değer knzanmaktndır. Sim ülasyon bura da tüm göstergelerin, bundan böyle, yalnızca kendi ara larında deftiş tokuş edilebilm eleri ve gerçekle değiş tokuş edilem em eleri anlam ına gelm ektedir (daha d a ileri giderek kendi aralarında kusursuz bir şekilde değiş tokuş edile bilm elerinin tek koşulunun gerçekle değiş tokuş edilem e meleri olduğu söyleııcbilirj. G österge belki de özgürlüğüne kavuşm uştur. Bir başka deyişle, bir şeyi belirlem e denilen “arkaik" bir zorunluluktan kurtularak belki de sonunda, bir önceki eşdcgerllkler kuralından sonra ortaya çıkmış olan salt b ir duyarsızlık ve belirsizlik sürecine uygun bir özgürlük aşam asına ulaşm ış yapısal ya da kombinatuvnr bir şey haline gelm iştir! Em ek ve üretim süreci konusunda da aynı şeyler söylenebilir. Oretimin içcnklerinc deftin her türlü erekliliğin sona erm esi, bu sonuncunun b ir kod ve parasal gösterge, dolayısıyla da gerçek bir üretim , hatta
altınla ölçülebilecek gönderenden yoksun, sonsuza dek sürebilecek bir spekülasyon konusuna dönüşm esine n e den olmaktadır. Dalgalanm aya bırakılan paralar ve göster geler. dalgalanm aya bırakılm ış üretim "gereksinim leri" ve ereklilikleri, dalgalanm aya bırakılm ış bir çalışm a kavramı bütün terim lerin birbırleriyle yer değiştirebilm eleri sonu olm ayan bir spekülasyon ve enflasyona yol açm aktadır (sa.’f özgürlük işte budur; genel bir duygusallıktan uzak laşma. zorunluluklardan kurtulm a, düş kırıklığı havası. Göstergeyi gerçeğe bağlayan o zincir bir tür büyülü zorun luluk, yani bir çeşit sihirbazlıktı. Kapital ise göstergelerin bu “ nailliğin e" bir son vererek, onları salt bir kısırdöngü nün içine itmiştir). Nc Saussure ne de M nıx bütün bunlan öngöremezdi. Ç ünkü onlar gösterge ve gerçek orasında var olan diyalektiğin altın çağında yaşam ışlardı. Bir başka de yişle kapital ve değerin "klasik" dönem inde yaşam ışlardır. Onların yararlandığı diyalektik parçalanınca gerçek deni len şey değerin bu fantastik özerkleştirilm e süreci içinde ölüp gitm iştir. Belirleyicilik ölünce, iktidara belirsizlik geç miştir. Sözcüğün gerçek anlam ında, üretim gerçekleriyle anlamlnma gerçeği katledilm iştir.1
X Bu değişim değerinin, kullanım değeri üzerinde kurduğu ege menlikten (yapısal boyutun dil yetisinin işlevsel bnytılvı üzerin deki egemenliğinden) ibnrei değildir. Mant vc Saussure daha Önce dikkatim bu konuya çekmişlerdi Monc, kullanım değe rini. neredeyse değişim değerinin bir aracı ya da delili olarak sunmaktadır. Yııpiığı çözümleme bir başlan diğerine değişim değerinin merkezinde yer alan eşdeğerlik ilkesi Üzerine otur makladır. Oy su sistemin merkezinde bir eşdeğerlik ilkesinin bulunması global sistemde bir belirsizlik bulunduğu anlamı na gelmemektedir lOrctım biçimi her zaman bir belirginlik vc ereklilik diyalektiğine sahip olmuştun. Oysa güncel sistemin kendisi belirsizlik üstüne oturtularak, bu sonuncu tarafından beslenmeye başlanmıştır. Buna karşın sistemi en çok korkutan şey belirginliğin sona ermesidir.
14 • £
Değer yasası tarafından gerçekleştirilen bu yapısal devrim “ göstergenin ekonom i politiği* terim iyle ifade edilmişti. Daha iyisini bulam adığım ız için şim dilik bu terimden y a rarlanıyoruz. Çünkü: 1) Değer ve değer y a sa sı söz konusu olduğu sürece ekonom i politikten söz edilecektir. An cak ekonom i politiği etkileyen mutasyon öylesin e derin, öylesine kesin; içerik ler öylesine değişm iş hııtta yok olm uştur ki, söz konusu olan şey d eğer tarafından yönlendirilen toplum sal ilişkile rin yok edilm esi olduğu sû rece, terim nnıştıncı, yani politik bir terim olm anın ötesin e geçem eyecektir. Zaten uzun bir sûreden bu yana ekonom iden söz edebilm ek olanaksızdır. 2) G österge terim iyse yalnızca nnıştıncı bir değere sa hiptir. Ç ünkü yapısal d eğ er yasası, anlam lanın sürecinin dışında kalan her şeyi etkilem ektedir. G enelde bir gösterge biçim ine sahip olm aktan çok. koda ait bir örgütlenm e b i çim ine benzem ektedir. O ysa bir kod önüne çıkan her gös tergeyi yönlendirem ez. T ic a ri d eğer yasası m addi üretimin herhangi bir tınını belirleyen bir süreç olm adığı gibi; yapı sal d eğer yasası da göstergenin üstünlüğü anlam ına gel m em ektedir. Bu yanılsam anın nedeni birincinin M arala birlikte ticari inalın gölgesinde, digerininse S au ssu rele birlikte dilbilim sel göstergenin gölgesinde gelişm iş olması dır. Ancak bu yan ılsam aya bir son vermek gerekm ektedir Çünkü ticari değer yasası bir eşdeğerlikler yasasıd ır ve bu ya sa tüın alanlarda at koşturabilm ektcdir ö rn e ğ in , göste ren ve gösterilen arasındaki eşdeğerligin, gönderen sistem lerine özgü içerikler arasındaki değiş tokuşu düzenleyen, şu gösterge denilen biçim i belirlem esi gibi {buna koşut bir başka biçim de üretim e özgü çizgisel ve birikim e dayalı zam anın çağdaşı olan göstergenin ç iz g is e lle d ir). ö y le y s e bu klasik değer yasası tüm süreçleri {dilyetisi, üretim vs.) aynı anda etkileyebilm ektedir. Ancak bu süreç ler kendi gönderen sistem lerin e ait alanlarla sınırlıdır. Buna karşılık, ya p ısa l d eğer yasası, tüm alanların kendi aralarında ve Özgün içerikleri konusunda ne ka dar belirsiz olduklarını gösterm ektedir (keza göstergelerin oluşturduğu belirgin bir alan dan , kodun belirsizliğine geçiş
anlamına da gelm ektedir)
M addi üretim alanı ve göster
gelerin içeriklerini karşılıklı o la ra k değiş tokuş ettiklerini söylem ek büyük bir yanılgıya düşm ektir. Sözcüğün gerçek anlamında içeriklerini ve karşılıklılık özellikleriyle birlikte belirleyiciliklerini de (belirlem e ve üretim in kendi kendile rini yok ettikleri çok daha gen ci bir düzenlem e) bir değer biçimi yararına yitirm ektedirler. “Göstergenin ekonomi politiği* ticari değer yasasının genelleştirilmesinin, göstergeler düzeyinde işe yarayıp ya ramadığını anlam aya çalışıyordu. Oysa değerin yapısal bi çimi hem üretim düzeni ve ekonom i politik hem de yeniden canlandırma ve göstergeler düzenine bir son vermektedir. Bütün bunlar kod sayesinde sim ülnsyom m kucağına düş mektedir. Doğruyu söylemek gerekirse ne “ klasik* gösterge ekonomisi ııc de ekonom i politik buharlaşıp uçmamışlardır. Bir tür Ölümden sonra hayalete benzeyen bir caydırma ilke sine dönüşerek, sanki ikinci bir yaşam sürdürmektedir. Çalışm a düzeni denilen şey sona ermiştir. Oretim d ü zeni de sona erm iştir. Ekonomi politik sona erm iştir. Bilgi ve anlam birikimine yol açan gösteren/gösterilen diyalektiği ile birikim e dayalı söylevin çizgisel sözdizimi sona ermiştir. Toplum sal üretim ve birikimi olosı kilon tek şey, yani değişim dcğcri/kullam m değeri diyalektiği de aynı anda sona ermiştir. Ticari malın çizgisel boyutu sona erm iş tir Göstergenin klasik çağıyla üretim çağı sona ermiştir. Bütün bunlara bir son veren şeyin adı DEVRİM değil bizzat Kapitaldir. Oretim biçim iyle toplum sal belirlcnm işliğe yine kapital son verm iştir. T ıc a ri değerin yerine yapısal değeri getirip koyan da odur. Sistem in güncel stratejisini tamamen o yönlendirm ektedir.
Bu. tanhsel %-c toplum sal m utnsyon tdın düzeylerde sap tanabilir. Eskiden çelişkili ya dn diyalektik anlam da karşıt olan terim lere bugün her alanda yer değişiirtebilen bir simülasyon çağına girmiş bulunuyoruz. Her yerde birbirine benzeyen "sim ülakrlura ait bir oluşum düzeniyle" karşıla-
şıyoruz. ö rn eğ in , m odada güzel vc çirkin, politikada sağ ve aol, tüm m edya m esajların a özgü doğru ve yanlış, nesneler dü zeyin de yararlı ve ya ra rsız, tüm anlam lam a dü zeylerin d e doğal ve kültürelin b irbirlerin in yerin i alabildikleri/ycrine geçebildikleri bir o lu şu m düzeniyle, Bir ahlakı, estetik vc pratik değerler u ygarlığın a ait tüm büyük insanı değer ölçütleri bize özgü bir im geler vc göstergeler sistem inde yok olu p gitm işlerdir. H er şey bulanık bir görünüm kazan m ıştır. Bu h er yerde etk isiz kılm a (nötralizosyon) ve d u yar sızlık' ilkesi üzerine otu rtu lm u ş egem en kodun belirgin bir sonucudur. Kapitalin gen elleştird iği genel dü zensizlik işte böyle bir şeydir. Bu fu h u ş dü zenine ait bir düzensizlikten çok, bir yerin e koym a (sutofıfutton) ve y e r değiştirtm e dü-
2 Kuramsal üretim de maddi üretim gibi belirleyiciliğini yitirmekle vc tespit edilmesi olanaksız bir "iç iç® geçmiş* gerçekliğe dogrıı kayarak kısır bir döngü içine girmektedir. Bugün işte böyle bir durum içinde buiuntıyoaız. Bulanıklığın yoğunlaşması, paralanıı dalgalanmaya bırakılması gibi. kumn\!ann da dalgalanma ya bırakılmış olduğu bir çağda yaşıyoruz Hangi bakış açısına, hangi şiddet düzeyi vc içlenlık derecesine gönderenler sistemin den yoksun bir alana (Deleuze. Lyotard vs.) nit olduklarım id dia ederlerse etsinler, güncel kuramlar (psıkanalılik olanlar da daiııl), kısaca tüm kuramlar dalgalanmaya bırakılmış birer an lama sahip olup, birbirlerini doğrulamaktan başka bir şey yapa mamakladırlar. Onların herhangi bir 'gerçeklikle” uyum içinde olmalarına bakarak, pratik mantıksal bir sonuca ulaşmaya ça lışmanın bir yararı yoktur. Çünkü sistem her türlü kuramsal ve pratik emek gücüne ait gönderen sistemlerine bir son vermiştir. Artık kuramsal bir kullanım değeri de yoktur. Çünkü kuram sal üretimin de aynası çatlamıştır. Bu beklenen bir sonuçtu Bu kuramsal kararsızlık bile, bir kod oyunudur. Bu konuda gerçeklen de bir yanılsamadan söz edilemez. Dalgalanmaya bı rakılmış bu kuramların, akımların orgnnsız (Bu nedir? Yoksa kapital mi?| vücut üzerinden özgürce kayıp gittikleri, şizofrenık bir 'davranış biçimiyle” herhangi bir ilişkisi yoktur. Bu yalnızca tüm kuramların, değişken kurlara göre keııdı aralarında değiş tirilebilecekleri, ancak yazı denilen aynanın dışında kalan hiçbir alana taşınamayacakları anlamına gelmektedir
zcnslzligi şeklindedir. Uzun bir süredir kültür, sanat, politika hatta cinsellik alanlarında (ûstyapısal d en ilen alanlarda) işlem selleşm iş bulunan bu süreç günüm üzde “altyapısal* denilen alanın tamamını etkilem ektedir. Aynı belirsizlik orayı da egem en liği altına alm ıştır. Ekonominin belirleyiciliğini yitirm esiyle birlikte, kendisini belirleyici b ir süreç elarak algılam a ola nağı da hiç kuşkusuz ortadan kalkm aktadır. Çünkü, son iki yüzyıl boyunca (en azından M a n ita n bu yana) tarihsel belirleyicilik onun çevresinde düğüm lenip kalmıştır. Ko dun önce orada ortaya çıkm ış olduğunu görmek gerekir.
ÜRETİMİN SONU Arlık üretim çağı sona ermiştir. Bu olay, Batıda ticari değer yasasının ortaya çıkm asıyla, yum ekonom i politikle aynı dönem e rastlam aktadır Daha gerilere gidildiğinde, sözcü ğün gerçek anlam ında üretilen hiçbir şey yoktur. Her şey (Taıın'nın) mayet(i) yn da zenginliklerini insana sunan ya da esirgeyen bir sürecin (doğu) armağanı şeklinde ifade edilmekteydi. Değer, ilahi yn dn doğul (bunlar geriye doğru gidildikçe birbirine knnşm aktadırl niteliklerin egemenliği altındaydı. Fizyokratlar bugün bile toprak ve çalışm a ara sındaki dönüşüm lü ilişkiyi bu şekilde açıklam aktadırlar Bu dönüşüm lü ilişkinin kendi başına bir anlamı yoktur. O zaman dn akla gerçek bir değer yasasından söz edilip edile meyeceği sorusu takılm aktadır; çünkü bu yasanın dışa vu rulma biçim i bir rasyonelleşm e sürecinden geçirilmemiştir. Kesin bir biçime sahip olm adığından tüketilmesi olanaksız bir gönderenler sisteminin tözü tarafından belirlenm ekte dir. Eğer bir yasadan söz edilecekse, bu, ticari değer ya sa sının karşıtı olan b ir doğal d eğer yasası olmalıdır. Bu yapı bir ımıtasyonn uğram ıştır. Bu olay zenginlikle rin doğal bir şekilde dağıtılması ya da onlardan m u af tutul ma şeklinde olmuştur. Bu durum da değer, üretilen bir şey, göndereni em ek olurken; değer yasası da tüm em eklerin ge nel bir eşdeğerlisine dönüşm ektedir. O andan başlayarak.
değer, insan em eğine (toplumsal emeğe) özgü aynm layıcı ve rasyonel bir işlem e indirgenm iştir. Bu em ek ölçülebilmekte, dolayısıyla artı değere dönüşebilmektedir. Bu dönem de gönderen olarak toplum sal üretim ve üretim biçim ine sahip olan ekonom i politik eleştirisi başla mıştır. İşgücü denilen bu tu h a f ticari m alın çözüm lenm esi sayesinde yalnızca üretim kavram ı bir artuım (artı-değcrl ortaya çıkm asını ve kapitalin rasyonel bir dinam iğe sahip olm asını sağlam akta ve hatta dahn da ileri giderek, aynı rasyonellik düzeyinde bir devrim dinam iğinin oluşmasına y o l açmaktadır. Bugün bizim için her şey başka bir anlam a sahiptir. Oretim . ılcari biçim, işgücü, eşdeğerlik ve artı-dc|cr gibi n ic e lik s e , maddi ve ölçü leb ilir bir biçim bize anlam sız gel mektedir. O zam anlar üretim güçleri -ü retim ilişkileriyle çelişkili de o ls a - y in e de bir gönderen ancak toplumsal ze n g in liğ i! bir göndereni olarak algılanm aktaydı. Üretimin içeriği kapital adlı toplum sal bir oluşum anlam ına g elir ken, ona özgü içsel eleştiriye de M arksizm denilm ekteydi Devrim zorunluluğu da bu ticari değer yasasının yıkılması Çizerine oturtulm aktaydı. O yst biz bugün, ticari değer yasası aşamasından yapısal değer aşam asına geçm iş bulunuyoruz. Bu süreç üretim denilen toplum sal biçim in buharlaşm a aşam asına den k düşm ektedir. Bu bakış açısından yola çıkarak halâ kapitalist bir düzenden söz edebilm ek m üm kün müdür? Ih pcrkn ptalist yu da bam başka bir düzen için dt y a şa m akta olduğum uz söylenebilir. G enelde kapitalist düzeni belirleyen şey ticari değer yasası belli bir değer biçimi m i d ir? (Açık konuşm ak gerekirse belki d e sosyalist bir düzen içinde yaşıyoruz? Yapısal değer yasası görüntüsü altında kapitalist düzende m eydana gelm iş olan bu biçimsel dönüşüm /ıııetam orfoz. belki de kapitalizm in sosyalizm aşa m asına gelm iş biçim idir? Hay aksı şeytan!) Ticari değer k a pitalizm için bir hayat m em at m eselesi -d evrim de ılrcfım biçim i Üzerine oturtulm uş bir dûşü n ccysc- bu durumda kapitalizm ve devrim in s a f dışı edildiği bir düzende yaşa-
(lığım ız söylenebilir Devrim dem len şey insanın genel ve toplum sal bir şekilde üretilm esinin özgürleştirilm esi a n la m ına geliyorsa, o takdiıdc u fu k ta bir devrim görünm üyor dem ektir; çünkü ortade üretim diye bir şey yoktur. Buna karşın kapital bir egem enlik biçimiyse, o takdirde hâlâ kapitalist bir düzende yaşadığım ız söylenebilir; çünkü bu yapısal d eğer yasası, a.nı-değer gibi en saf, en karm aşık toplum sal egem enlik tiçim idir. Bu. egem enlik biçim ine özgü gönderenlerin bundan böyle şiddete başvurm adan, tek bir dam la bile kan izi bırakm adan bizi çepeçevre sa rıp sarm alayan ve kod ıı acılığıyla her yerde işlem selleşti rilebilen göstergeler tarafından tam am en em ilm iş olduğu ve kapitalin •üretim ’ evresinde başvurduğu sınai, ticari, fınnnsal ağızların ötesine geçerek sonunda en s a f görü nü m üne kavuşturduğu egemen bir s ın ıf ya da gü ç ilişkileriyle bağı kalm am ış b ir söylevdir. Yapısal değer devrimi ‘ D evrim 'ı kökünden yok e t miştir. G önderen sistem lerinin ortadan kaybolm ası, önce, bundan böyle ortada üretimle ilgili h içbir toplum sal töz ya da em ek gücüyle ilgili herhangi bir hakikatin içinde d ev rilm esi gereken hiçbir şey bulam ayan devrim ci gönderen sistem lerini ölüm cül düzeyde etkilem iştir. Ç ünkü em ek artık bir güçten çok diğer göstergeler arasında y er alan sıradan bir göstergedv. Tıpkı d iğer sıradan göstergeler gibi üretilm ekte ve tüketilm ektedir. Em ekten sayılm ayan la, boş zam anı değerlendirm eyle salt bir eşdeğerlik ilkesi çerçevesinde değiş tokuş edilebilm ekte, gündelik yaşam ın tüm diğer alanlarıyla ver değiştirebilm ektedir. Onlardan daha çok ya da daha a z yabancılaşm ış olduğu söylene mez. Em ek, özgün toplumsal ilişkilere yol açan, özgün bir tarihsel “p ^ i s " olm a özelliğini yitirm iştir. Em ek artık pek çok uygulam a gibi gösterge görü nü m ü ne bürünm üş bir işlem ler bütününden başka bir şey değildir. G en el yaşam tasarım ına, yan i gösteıgelerin sarıp sarm aladığı evrene ait bir şeydir. Nihai bir özgürleşm enin tersi sayılabilecek bir kandtrm acaya benzeyen şu tarihsel zina ya da acı çekm e biçim lerinden biri bile değildir (ya da Lyotard ın dediği gibi
işçilere özgü bir orgazm alan ı, sefil bir değer ve kapitalist kurallar çerçevesinde dayan ılm az bir arzunun yaşam a ge çirilm esi bile değildir). B unların hepsi tedavülden kalkm ış tır. G östergeler düzenine ait olan biçim em eği ele geçirerek, onu, her türlü tarihsel ya da libidinal anlam dan yoksun bırakıp, kendine özgü yeniden-û retim süreci içine çekerek em m iş ve yutm uştur İşlem sel gösterge kendinden başka bir gönderene sahip değildir. Anlam lı bir çağrıştırm a o l manın ötesine geçem em ektedir. Emek bir zam anlar top lum sal bir üretimle, servet birikim ine dayalı bir toplumsal am acın gerçekliği anlam ına geliyordu. Kapitalizm ve artıdeger düzeni içinde söm ürütdûğünde -zaten bu düzende em ek, kapitalin yeniden-ûretim aracılığıyla büyüm esi ve sonuçta da yok edilebilm esi için bir kullanım değerine sa hip olm alıyd ı- ya d a em ek çi em ek gücüne özgü salt bir yeniden-ûretim süreci tarafından etnikliğinde bile, üretim sürecinin bizzat kendisinin saçm a bir yinelenm e süreci şeklinde algılandığı varsayım ı doğru değildir. Tüm sefilli ğine karşın, emek, salt yen id en üretilen bir değer olm anın ötesine geçebilecek potansiyele sahip ticari bir m al olarak toplum u harekete geçirebilm ektedir. G ünüm üzde artık b öyle bir şeyden söz edilem ez. Ç ü n kü em ek artık üretken bir şey değildir. Toplum un genel bir alışkanlık biçim ine dönüştürdüğü ve üretm eyi arzulayıp arzulam adığını bile bilm ediği em eğin yeniden-üretim inden ibaret bir şey haline gelm iştir. Bundan böyle üretim le il gili efsaneler ya da üretim içerik leri sona erm iştir Ulusal bilançolar artık anlam sız rakam lar ve istatistiklerden olu şan bir gelişm e göstergesinden, kolektif iradeyi yansıtabilmekten aciz m uhasebe göstergeleri enflasyonundan başka bir şey değildir. Örelim rahatsızlığının |/>nf/ıos| son çılgın, paranoyakça bir rahatlam a biçim i olan gelişm e adlı rahat sızlık da (paföos) onun gibi ölüp gitmiştir. Artık kimse ra kam lara inanm am aktadır. A n cak çalışm anın toplum sal bir şevklendirm c, ahlak, konsensüs, düzenlem e ve gerçeklik ilkesi olarak yeniden ü retilm esi bir zorunluluktur. Kodun dayattığı gerçeklik ilkesine gö re bu tüm toplum a yayılm ış devasa bir emek göstergeleri ritûeiidir. Kcr.disi yeniden
üretilen bir em eğin üretken olm asın ın Önemi yoktur. Üret ken enerji çeşitlerinden çok d ah a etkin bir toplum sallık ritüeli de üretim göstergeleri aracılığıyla gerçekleştirilendlr. Çünkü bu kez sizden üretm eniz, üretm ek için kendinizi kaybedercesinc çaba harcam anız değil (bu klasik etik de zaten yeterince sorgulanm am ıştır), toplum salın bir parça sı olm anız istenm ektedir.
Yapısal
tanımın burada kazan
dığı toplum sal önem çerçevesinde, değer [emek ve üretime özgü) karşılıklı terim ler olm an ın Ötesine geçem em ektedir. G enel üretim senaryosu için d e em ek ve üretim in, emek olmayan, tüketim , iletişim vs. ile yerleri değiştirilebilen terimler, göstergelerden başka bir şey olam am alurı gibi, değer de, yalnızca bir gösterge işlevine sahiptir. Bu, tüm diğer gösterge ağlarıyla çok yön lü , dur durak bilmeyen oynak bir iletişim biçim i dem ektir. Enerjisini ve tözünü y i tirmiş |dnha genelinde anlam ım yitirm iş) emek toplumsal bir sim ülasyon m odeli olarak yeniden yaşam a dönm ekte ve |H'şi sıra ekonom i politiğe ait tüm kategoriler de kodun rastlantısal evreni içine sürüklenm ektedir. Bu aniden ortaya çıkan, bir anlam da, bizden önce y a şayıp ölm üş ve bu ilk yaşantısında geleneksel em ek süre ciyle bir yakınlığı, tanışıklığı ulan em eğin ikinci kez yaşam a döndûrûlüşündc insanı tedirgin eden b ir tuhBflık vardır Som ut söm ürüyle em eğin şiddete dayalı toplum sallaşm a biçim inde benzer anlam lar bu labilm ek m üm kündür. Oysa günüm üzde böyle b ir şey s ö z konusu değildir. Üstelik bunun nedeni sıklıkla dile getirildiği gibi emek sürecinin işlem sel boyuta İndirgenmiş soyutlam ası değildir. Emek, işlem selliğin egem en olduğu bir alanda her türlü anlama sahip olabildiğinden, bu alanın sınırlan içinde bir önceki yaşam a ait tüm dûşselliği de peşi sıra sürükleyip götüren dalgalanm aya bırakılm ış bir değişkene dönüşm ektedir SS Kendisine bir moda görünüm ü kazandırılan, özerkleşti rilmiş üretim in (m odaya özgü spazm benzeri kasılmalar, çelişkiler ve devrim lerin) ötesine geçilerek üretim kodunun
yeniden ya şa m a döndürülm esi gerekm ektedir Em eği toplu m lara özgü gerçek btr devingenlik ilkesi şeklinde yasal laştıran “m a terya list' tarihin sonuyla (M arx‘a göre sanat, din, hu ku k ve sairenin kendilerine özgü birer tarihleri y o k tur, yaln ızca ü retim in bir tarihi vardır. H atta daha d a iyisi, tarih dem ek üretim dem ektir; çünkü tarih ü re tim in üzerine kurulm uştur. Em ek ve üretim in tarihsel b ir neden ve top lum sal b ir olu şu m m odeli olarak sunulduğu inanılm az bir m asallnştırm a yöntem iyle) birlikte üretim bu görünüm e sahip olm u ştu r. Oretim c neredeyse dinsel denilebilecek bir Özerklik kazandırm a dü şü ncesi nedeniyle bütün bunlar (bu kez bir sen aryo v c sahneye koym a eylem i anlam ında) ü reti min salgıladığı içselleştirilm iş ereklilikler şeklinde algılan dığından (devrim de dahil olm ak üzere) tam am en farklı am açlara h izm et gayesiyle kısa bir sûre Önce ü re tild ik le rin i dü şü nm em ize yo l açm aktadır. Üretim i b ir kod gibi çözüm lem ek dem ek m akineler, fabrikalar, çalışm a süresi, ürün, ücret, paradan oluşan m addi bir evren in içinden geçerek hem daha kesin hem de daha “nesnel" b ir biçim e sahip artı-dcğcr, pazar ve kapital yolu yla oyu n u n kurallarına u laşm ak dem ektir. Kapitalist sürece özgü m antıksal aşam alar ile onu çözüm leyen vc kapitalin ik in ci dereceden, ytm i onu eleştiren görünüm ü olarak n itelendirilebilecek Murksist kategorilere özgü aşa m anın yerle b ir edilm esi, üretim e özgü birincil gösteren lerle olu şm asın a yol açtığı toplum sal ilişkinin ü reticiler |vc kuram cıları) tarafın dan sonsuza dek sürüp gidecek tarih sel bir illü zyon a dönü ştü rü lm esi dem ektir. E m ek
Em ek denilen şey bir güçten çok bir tanım , bir eylem , bir aksiyom dur. E m ek süreci içindeki etkinlik düzeyi vc sahip olduğu "k u lla n ım değeri’ , aslın d a em ek gü cü tanım ının kod içinde kendi kendini yinelem esinden başka bir şeye tekabül etm em ektedir. Bu du ru m da enerji dü zeyin den çok
gösterge düzeyindeki bir şiddet kaçın ılm az hale gelm ekte dir. Kapitalin m ekanizm a*ı (yasası değil) artı-dcğer -em ek ve ücret arasındaki eşdeğerlik- üzerine kurulm uştur. A ca ba gerçekten böyle bir eşdeğerlik d ön em i hiç var olmuş mudur? Artı-dcğer artık sona erm iştir. Öcrct denilen şeye (yani em ek denilen şeyin satışına) bir son verilm iştir. Bu eylem , yani bu yazgıya dönüşm üş ü retim ile onun içinde cinsel b ir organ gibi devinen em ek adlı kutsal eylem in sanların yaşantısında iz bırakacaktır. H ayır em ekçi artık bir insan değildir. Hatta artık bir erkek ya da kadın bile değildir. O nun cinsiyeti kendisini bir am açla sınırlandıran emeğidir. Cinsel bir tanım çerçevesinde kadın erkekten cinselliğiyle, zenci diğerlerinden derisinin rcngjyle nasıl aynlıyorsa o d a aynı şekilde aynlm aktndır. Bütün bunlar artık yalnızca ve yalnızca birer göstergedir. Yalnızca tirelim biçimi veya yalnızca liretim koduna ait şeyler arasında b ir aynm yapılabilir. Ticori değer yasasına ait bir veriye dönüşm eden evvel, em ek, ö ııcc bir statü, bir koda boyun eğm e yöntem idir. Bir değişim kullanım değenne dönüşm eden önceyse herhangi b ir ticari mal gibi yalnızca ve yalnızca bizim kültürüm üze Özgü temel bir ey lem ve üretim e bir tanım kazandırm ış d oğan ın bir değere dönüşm esini sağlayan bir göstergedir. N iceliğe dayalı cşdeğerliklcrdcn çok daha den lilerd e bir yerd e malın ilettiği ilk mesaj budur, yani değerin belirleyiciliğine boyun eğm e leri için doğa (ve insanini belirsizliklerine son verilm iştir. Bunu buldozerlerle gerçekleştirilen inşaat kudurganlığın da, otoyol, •altyapı" inşaatlarında, yani v'ıretim çağına özgü uygarlaştırm a azgınlığındı» görebiliriz SJir servet artışına yol açm a umutlu olm asa bile bu işlenilm em iş en küçük bir alan. Üretimin dam gasını yem em iş h içb ir şey bırakm a ni yetinde olm ayan bir azgınlıktır; iz bırakm ak için üretmek vc iz bırakan insan üretmek. Bugün üretim denilen şeyin terörist bir kod olm aktan başka bir anlanın sahip olabilme şansı var m ıdır? Bu durum üretim e özgü tarihsel diyalek tik adlı tatlı b ir düşün ortaya çıkm asından öııcc makineleri her şeyi yu tu p yok eden can d ü şm an lan gib i gören sana
yileşm e dönem inin ilk kuşak insanlarının içinde bulu n du kları du n u n a benzem ektedir. Her yerde karşım ıza çıkan oyun benze ri u ygulam alar, üretim adlı araca yapılan (önce üretici bir gü ç olarak kendi kendine yaptığı saldırı) vahşice saldırılar, yaygın bir işi sabote etm e ve kaçış yöntem leri üretim düzeninin içinde bulunduğu kritik du nu n konu sunda bizi yeterin ce aydınlatm aktadır. M akineler üretim a ra çla n y se (ve onların kullanım değerleri gelecekte d e bir so n ın olm ayı sürdürecekse) nıılıın paıçulam ak saçma bir eylem değil m idir? A m a bu üretim am eçlannt yitirm işse, o zam an m akineler gerçek am açlarına uygun, yan i kapita lin bedavadan sırtından geçindiği ölü toplum sal ilişkinin doğrudan işlem sel göstergelerine dönüşm üş bir şekilde karşım ıza çıkm aktadır. B u göstergelerin derhal yok edil m esini engelleyebilecek bir g ü ç yoktur. Bu anlam da 03nın oynam a yanlıları, sanayi düzeninin ort!»3’a çıkm asının Re tireceği sonuçlar konusunda M a n ita n çok d ah a açık ve seçik görü şler sunm uşlardır. M arx'ın, üretim güçlerinin diyalektik coşkusu adı altında bizi sokmuş olduğu yanlış y o l ve bu tıürecm bir fe la k e tle noktala tınası onları haklı çıkarm ıştır. X Belli bir çt lışm a tipinden kaynaklanan presty kazandırı cı em ekle artık karşılaşm ıyoruz. Örneğin, içinden çıktığı aşiret cem aatine oranla ü cretli em eğin bir tür s ın ıf atlam a anlam ına geldiği Cezayirli göçm en yn da yaşam daki tek arzusu Simcn otom obil fabrikasında çal şmak olan Dağlık Atlas bölgesinden gelen Faslı gen ç ile Fransa'da çalışm ak isteyen kadınlar için, çalışına artık bu türden yan anlam lara sah ip olr gösterge değildir. Bu durum da em eğin bizi özgün bir değere, yanı sta tü farklılığı ya da değişikliğine gön d erd ği görülm ektedir. G ü n cel yaşam adlı senaryo doğrultusunda em ek artık bir gön deren ler sistem ine ait gösterge tanımına uym am akta dır. Em ek artık Özel ya da genel herhangi bir özgün anlam a sahip değildir. Günüm üzde yüküm lülüklerin değiş tokuş
edildiği b ir çalışm a sistem inden söz etmek daha doğrudur. Bilimsel Üretim adlı idealizm e özrü bir deyim olan right man in the right pla ce [doğru işe doğru adam ) sistem i artık yoktur Bundan böyle birbirlerinin yerini alabilecek b irey ler yoktur. Buna karşılık belli bir çalışm a süreci için var lıkları zorunlu hale gelm iş bireyler vardır. Bizzat çalışm a sürecinin kendisine y er dcğiştirtebilm ek müm kündür. Bir başka deyişle bunun klasik anlam da hiçbir şeyin birbinyle uyuşm adığı bir yerde, herkesi yalnızca birbirine bağlayan toplum sal bir rabıtadan (nexus) başka bir şey olam ayan çalışm a süreciyle ilişkisi kalm am ıştır. Em ek artık tüm b i reyleri aynı kaynağa gelişigüzel bir şekilde gönderen bir pa radigma ya dn herkesi başı sonu olm ayan bir düzenlem eler evreninde bir araya getiren bir sözdizim sel yapı (senfaj/mo), yani devingen, polivalan. kesintiye uğrayabiten ve herhangi bir am açlan yoksun bir şey olarak görülm ektedir. Ç alışm a (boş zam anı değerlendirm e kılığına girdiğinde bile) yaşam ın genelini baskı ve denetim altına alan, belirli y er ve zam anlarda kendisinden kuı lulım uım olanaksız ol duğu bir kod doğrultusunda düzenlenen sürekli m eşguliyet türünden bir şeydir, insanları her yerde okulda, fabrikada, kum salda veya televizyon karşısında ya da bilgi vc görgü sünü artırm ak am acıyla eğitim program larıyla -toplum sal düzeyde du r duruk tanım adan- m eşgul etm ek gerekm ekte dir. Ancak sözcüğün özgün anlam ındaki em ek artık üret ken bir süreç değildir. Em ek artık toplum un aynasından başka bir şey değildir. Toplum u başka bir yapılanm a d ü ş lem ekten alıkoyan, özgün bir fantastik gerçeklik ilkesidir. Belki de onu ölüm içtepisi olarak adlandırm ak gerekiyor. Emek üzerine kurulan, jo b enrichm ent |mcslcki bilgi vc görgünün artırılm ası), değişken çalışm a saatleri, m es leki eğitim , sürekli eğitim , özerklik, kendi kendini yön et me, em ek sü recinin m erkezi yapısına bir son verm eden eve gönderilen ve sibernetik (araziye uym a anlam ında) bir özellik taşıyan Kaliforniya ütopyası em sinden bir em ek an layışına kadar güncel strateji genellikle bu lû r bir yön len dirilm e üzerine oturtulm uştur. Artık evinizden vahşi bir şekilde çekilip alınarak, m akinelerin önüne atılm ıyorsu
n u z; artık sistem e çocukluğunuz, tikleriniz, insani ilişkile riniz, bilinçaltında:! kaynaklanan içtcpilerıniz ve çalışm ayı reddetm e biçim inizle b irlikte entegre ediliyorsunuz. Bütün bunlar göz ön ü n e alınarak kişiliğinize uygun b ir iş bulu nuyor. Size saygın bir iş h ııh ın am ad iğn d a ise denklem ini ze uygun bir sosyal yardım a hak kazanıyorsunuz. Hiçbir durum da kendi kaderinizle baş başa bırakılm ıyorsunuz. Çünkü önem li olan herkesin sistem adlı ağın en küçük boyutlara indirgenm iş şekli olan bir terminale, yanı diğer terim lerle ilişki içindeki bir terim e dönüştürülcbilm esidir. Bu anlam sız bir çığlıktan çok, dile özgü bir terim, dile özgü yapısal ağın bütününü kapsayan bir terim şeklinde olm alıdır. Kendi ışıııi seçebilm e, herkesin kendi beden ö l çü lerine uygun bir iş ütopyası bile denetim inin dürülmüş, yapısal düzenlcm cninse h er alanı egem enliği altına alınış olduğunun kanıtıdır. Em ek a rlık vahşice alınıp satılaımıımıktadır. Tasarım lanm akta, pazarlanm aktn ve ticari bir m ala dönüştürülm ektedir. Burada üretim artık tüketim sistem i göstergelerinden sadece biridir. Ç özüm lem enin ilk aşam asında tüketim evren i, tire lim gü çleri evreninin bir uzantısı o la n k düşünülm üştür. O ysa yapılm ası gereken şey bunun tem tersidir. Çünkü üretim , çalışm a, üretim gü çleri evreninin gen el bir aksıyom atik, yan i kodlanm ış göstergeler arası bir değiş tokuş, bütünsel görüntü sunan bir yaşam tasarımı şeklinde algı lanan “tüketim " evreni içm e itilm iş olduğunu düşünm ek daha doğru olacaktır. Keza bilim, bilgi türleri, tavırlar iVerres, ‘ işverenin görevi personelin tavırlarının, yarar lanılan kaynaklardan b in oldu ğu nu g iz ardı ettirm ektir" d em ek ted ir'), cinsellik ve beden, düş gü :ü (Verres, "Freud: Hâlâ haz İlkesine bağlanabilen tek şey düş gü cü dü r. Oysa ruhsal yapı gerçeklik ilkesine bağım lıd r, dem ektedir. Bu isi u f» biı son yerm ek gerekiyor. D üş gücü ü retici bir gü ce dönüştürülm eli ve yaygınlaştırılm alıdır. D ılş gücü artık iktidara gelm elidir. Teknokrasinin parolası da zaten bu-
D. Verres. Ee discours du capitalisme. Paris, 1971 |— crf. >ıofu.|
dur* dem ektedir.) Peki ya bilinçaltı, y a Devrim vs.? Bütün bunlar değer evreni tarafından em ilm ekte, ‘ yaygın laştırıl m aya* çalışılm aktadır. A ncak bu ticari bir değerden çok zam anın birim lendinlm esi ü zerine oturtulan bir değerdir; bir başka deyişle flrrtltn am acıyla harekete geçirilm iş o la na oranla işlem sel bir değişken rolü oynam aya zorlanm ış, indirgenm iş, endekslenm iş üretici bir güçten çok, kod adlı satranç tahtası üzerinde, aynı oyun kuralına uym ak d u rum unda bulunan taşlardan birine dönüşm üştür. Üretim aksiyonu her şeyi etm enlere indirgem e eğilim indedir. Oysa kod aksiyom u her şeyi değişkenlere indirgem ektedir. Biri denklem ler ve gü ç bilançoları üretirken, diğeri bir bütünle birleşm e/eklenm eden çok ilişkilendirm e/benzerlik kurm a yoluyla kendisine direnen y a da elinden kaçırdığı şeyleri etkisiz kılm aya yön elik devingen ve rastlantısal bütünlerin içine doğru sürüklem ektedir.
X Bu
O .S .T 'ılin
(Em eğin
Bilim sel
ö rg ü tle n m e s i-E .B .Ö .I
çok ötesinde yer alan bir durum a benzem ektedir. Oysa E .B Ö 'n ü n ortaya çıkışıyla b irlik le kod aracılığıyla y a y gınlaşm a genel bir görünüm kazanm ıştır. Bu aşam ada ıkı evreyle karşı karşıya kalınm aktadır: Em eğin azaıni düzeyde söm ürülm esi üzerine kurulm uş sanayi sistem i nin “bilim sellik ön cesi" evresinden sonra, sabit kapital ve m akineleşm enin egem en olduğu, “nesnelleştirilm iş eıncğm sıradan bir çalışm a aracı değil üretim gücünün kendisine dönüşm üş old u ğu " ( Crundrisse. e. II. s. 213) bir evreye ge çilm iştir. B u nesnelleştirilm iş em ek artışı (birikim ) Üretici bir güç olarak canlı em eğin ayağını kaydırıp, bilgi birikim i aracılığıyla sonsuz olarak nitelendirilebilecek bir çoğalm a sureci içine gitm iştir. "Dılgi ve beceri birikim inin yanı sıra genel olarak k olek tif akla özgü tüm üretim güçleri em eğin karşısında y er alan kapitalin içine çekilm işlerdir. Bu an dan başlayarak tüm üretim güçleri kapitalin m ülkiyetine geçirilm işlerdir, daha doğrusu sabit kapitale dön ü şm ü ş lerdir." (Crundrisse, e. II, s. 213).
Bu m akineleşm e, bilim sel örgütlenm e, k olek tif iş gücü ve E.B.Ö evresi “üretim sürecinin, em eğin egemen birim i olm ası anlam ında, bir em ek/çalışm a süreci olm ak tan çıkm ış olduğu evred ir." ( G ru n d n s s e , e. II, s. 212J. Artık “özgü n " üretim gücü yerini üretim gü çlerini kapitale d ö nüştüren gen el bir m ekanizm aya bırakm ıştır, daha doğru su ü re tim g ü c ü v e e m e k im al eden bir m ekanizm a vardır. Toplum sal çalışm a sistem i bu işlem aracılığıyla etkisiz hale getirilm iştir. Bu evrede toplum sal erek lik le üretimin üretimi doğrudan adı geçen k olektif m ekanizm a aracılığıy la gcrçeklcştirilm ektcdir. Bunun anlam ı ölü em ek, canlı em eği egem enliği altına alm ış dem ektir. Zaten ilkel birikim de bundan başka bir şey değildir. Bir başka deyişle canlı emek, ölü em ek tarafından bütünüyle em ilinceyc kadar süren birikim evresi; daha da iyisi em eği denetim altına alarak, kendi çıkarları doğrultu sunda üretm ek. İşte bu yüzden ilkel birikim in sonu ek on o m i politik açısından çok önem li bir dönem dir. Hem egemen bir kod olarak tüm toplum u etkileyen Ölü em eğe boyun eğilm iş hem de ölü em ek tarafından kendisine can verile rek. saydam laşm ış bir toplum sal ilişki biçim ine geçilm iştir Hu m akinelerin, tekniğin ve bilimin tem izliğine manmış M arx'ın yapm ış olduğu en inanılm az yanlışlardan biridir, yani kapitalist sistem tasfiye edildiğinde bütün bunların yeniden canlı toplum sal em eğe dönüşebileceğine inanmak. Oysa kapitalist sistem tam da bunun üzerine kurulm uştur ö lü em ekteki ölm üşlüğû önem sem eyen iııunca dayalı bir umut. Üstelik belli bir tarihsel aşam ada, üretim de gerçek leştirilecek bir sıçram ayla, ölünün, canlının içinde kendi kendini aşıp geçebileceğini düşünen bir inanç biçimi! O ysa M arx dikkatleri "nesnelleştirilm iş em ek m ülki yetinin kapitale, yan i üretim araçlarının, canlı em eği belir leyen y ö n e tim / k u m a n d a e tm e araçlarına d önü ştü rü lm esi ne* çektiği sırada bu durum u sezinlem iş gibiydi. Kapitalin belli bir aşam asında “insan ü re tim s ü re c in in tem el etm eni olm ak yerin e ona eşlik eden bir konum dadır* (G ru n clrisse, e. II, s. 221/2221 form ülünde ortaya çıkan da aynı düşün-
ccdır. Sözcüğün gerçek anlam ında bu ekonom i politik ve onun eleştirisinin ötesine geçm iş bir form üldür; çünkü yine sözcüğün gerçek anlam ında artık bir üretim sü recin den çok bir indirgem e ve dışlam a sürecinden söz etmek daha doğru olacaktır. Bunun ne türden sonuçlara yol açtığına bir bakalım. Üretim kısırdöngüîcşm e sürecine girerek, yaşlanm a nede niyle. gelişm e şansını yitirip kendi kendini yinelem eye b aş ladığında her türlü nesnel belirleyicilikten de uzaklaşmış olmaktadır. Artık birer gösterge olm aktan başka bir anlntna sahip olm ayan, kendine ait terim ler aracılığıyla kendi kendini bir efsaneye dönüştürerek, bu efsaneden ilk önce yine kendisi etkilenm ektedir. Aynı zaman dilim i içerisinde bu göstergeler evreni (buna m edya, haber ve saire de dahil olmak üzcrel özgün bir evren olm aktan vazgeçerek kapita lizmin tam am ını belirleyen özgün bir süreci temsil etm eye başladığındaysa. M arala birlikte yalnızca “üretim sürecinin bir em ek süreci olm aktan çıkm ış olduğunu” değil aynı za manda 'kapitalist sürecin de bir üretim süreci olm a özelli ğini yitirm iş" okluğunu söylem ek gerekecektir. ö lü em eğin canlı em eği egem enliği altına alm asıyla birlikte üretim diyalektiği anlam ım tam am en yitirm iştir Kullanım değeri/değişim değeri, üretim güçleri/üretim iliş kileri gibi M arksizm in üstüne oturtulduğu bütün bu k a r şıtlıklar da (doğru vc yanlış, görünüm ve gerçeklik, doğa ve kültür karşıtlıkları konusunda rasyonalist düşünce de te m elinde aynı şem a üzerine kuruludur) aynı şekilde etkisiz kılınm ışlardır. Üretim ve ekonom ide de politika, m oda ya da m edya alanlarında olduğu gibi sonsuza dek sürüp gi debilecek bir birbirini yansıtm a (açıklam al yön tem iyle her şeyin yeri değiştirilebilm ekte, her şey tersine çevrilebilm ek te, bırbirlcriyle değiş tokuş edilebilir hale getirilm ektedir, üretim ilişkileriyle kapital vc em eğin yan ı sıra kullanım vc değişim değerleri üzerine oturtulm uş, sonsuza dek sürüp gidebilecek bir karşılıklı yansıtm a olayı. Üretim in kodun içinde eriyip gitm esi denilen şev işte budur. Günüm üzde değer yasası artık her türlü m alın , genel bir eşdeğerlik
yasası çerçevesin d e değiş tokuş edilebilirliğinden çok, bir başka açıdan çok d a h a radikal sayılan kodlanm ış ekonom i politiğe (ve eleştirisin e) ait tüm kategorilerin içinde aran m alıdır. •Burjuva” düşüncesine ait tüm belirlem eler m a teryalist üretim dü şü n cesi tarafından etk isiz kılınarak sa f dışı edilm iş ve h ep si tek b ir büyük tarihsel belirlenm eye indirgenm iştir. A n cak bu sonuncu da sistem de gerçekleş tirilen bir terim ler d evrim i tarafından etk isiz kılınm ış ve em ilm iştir. Ö n cek i kuşakların pre-kapitalist bir toplum düzeni d ü şlem eleri gibi, biz d e ekonom i politiği yitirilm iş bir nesne gibi görm eğe başladık. G ünüm üzde ekonom i p o litiğe ait söylevin b öylesin c güçlü bir gön deren e dönü şm e sinin nedeni d e zaten yitirilm iş bir nesne olm asıdır.
X M arx, “ Kendilerinden hizmet şeklinde yararlanılam ayan em ek, üretim le ü rü nü n birbirlerinden ayrılm a olan ak sız lığı nedeniyle özerk bir m ala d ö n ü ş m e d i ğ i n d e n kapitalist üretim sistem inin b ü tü n ü n e oranla küçük bir kitleye te kabül etm ektedir, «ö y le lik le bu em ek türünü ücretli emek bölüm ünde yen id en clc alm ak am acıyla şim dilik bir kena ra bırakıyoruz." (K a pita l, VI. Bölüm , s. 234) dem ektedir. Kapital'in bu bölüm ü asla yazılm am ıştır. C reikcn em ek ile üretken olm ayan em ek arasında yapılan bu tür bir ayrım içinden çıkılm ası olanaksız bir sorundur. Emeğin M arksist tanım ları d a h a ilk başta çatır çatır çatırdam ak tadırlar. G ru n d n ssc'dc (cilt I. s. 253): “ Eğer em ek karşıtı olan serm ayeyi Ü retiyorsa üretkendir*' denilm ektedir. Bu radan hareketle, m an tıksal açıdan günüm üzdeki "k olek tif em ekçi’ kesim in tam am ı ele alındığında, em eğin kendini yen iden ürettiği sonucunu varılabilir. Kapitalin “ üretken" em eğin dışında da k ö k satabileceğini dngörem eyen bir ta nım ın beklenm edik son u cu d u r bu Kapital, •üretkenliğini* yitirm iş, b ir tür ‘ ü retken olm ayan*, etkisiz hale getirilm iş em eğin içine kök salıp üretken em eğin tehlike arz etm eye başlayan b elirleyiciliğin e bir son vererek, y a ln ızca emeğe değil, aynı zam anda toplum un tam am ına egem en olm aya
başlam ıştır. B u “verim siz* em eği hor gören Marx. kapitalin stratejisini üstüne otu rttu ğu em eğin tanım lam asını y a p mayı da beccreır.cmiştir. “İster ü retken, isterse verim siz bir tüketim e yanıt v e r sin, ü retim , yaln ızca kapital yaratm a ya da yeniden y a ra t ma koşuluyla üretkendir " ( C m n d risse, c. I. s. 253)- Bizzat Manc’a a it bu tanım daki paradoks şudur: insan em eğinin giderek a rta n b ir bölüm ü verim siz bir em eğe dönüşm üş olm akla birlikte, bu durum kapitalin egem enlik alanını g e nişletm esini engelleyem em iştir. G erçekteyse bütün bun lar bir dü zm ecedir; çünkü iki ya da üç ayrı emek* çeşidi yoktur. Manc'ın kulağına bu türden karm aşıklaştırılm ış ayrım lam alar yapm a fikri bizzat kapital tarafından fısıl d an m ışım Ç ünkü kapitalizm asla l>öylc bir safsataya in a nacak k a d a r aptal olm am ıştır. O , bu türden karm aşıklaş tırma işlem lerinin içinden her zam an büyük bir ‘ saflıkla" geçip gitm iştir. Tek bir em ek türüyle tek bir tem el tanım vardır v e ne yazık kı bu da Manc'ın es geçtiği tanım dır.
G ü n ü m ü z d e tüm em ek çeşitleri; em ek/hi 2m et denilen piç. arkaik, çözü m len m em iş tek bir tanım la ifade edilm ekledir. Bunun evrensel olduğu düşünülen “prolctarya’ y a özgü klasik ü cretli em ekle bir ilişkisi yoktur. Bu feodal anlam da bir em ek/hizm et değildir. Çünkü bu tü rden bir em ek anlayışı, feodal bağlam da sahip ol*
'
K u r n a z b ir C iz v it g ib i d a v r a n a n M a n t in , k o le k t if e m e k ç i k a v r a m ın a d a y a n a r a k , b u d ü ş ü n c e y i o n n y ln m a s m a r a m a k k a lm ış tı. “ B u n u n la b ir lik t e , b ir e y s e l ü r ü n t o p lu m s a l b ir ü r ü n e y a n i ç e ş it li ü y e l e r i n i n m a d d e n in iş le n m e s in e İn ç k a t ılm a d ık la r ı y a d a b e lli ö lç ü le r d e k a t ıld ık la r ı k o le k t if ü r e t im in ü r ü n ü n e d ö n ü ş t ü r ü ld ü ğ ü la n d a
a n d a n it ib a r e n : ü re tk e n e m e k ,
z o n ın lu
0 re tk e n
o la b ilm e k
iç in
K o le k t if e m e k ç in in o lm a k b u ıııın
üretken em ekçi
t a n ım
o la r a k d a h a g e n iş b ir a la n ı k a p s a m a k la d ır la r . a r tık
b iz z a t ç a lış m a n ız a g e r e k
b ir o r g a n ı o lm a k
y o k tu r.
h e r h a n g i b ir iş le v e s a h ip
iç in y c le r lid ir . M a d d i ü r e t im in d o ğ a s ın d a n g e le n
ü r e t k e n e m e ğ in ilk e l ta n ım ı te k b ir k iş i o la r a k k a b u l e d ile n k o le k t if e m e k ç iy e o r a n la d o ğ r u b ir t a n ım o la r a k k a lm a k la b ir lik t e b ir e y s e l e m e k ç ile r in
h e r b in n e ir k e r te k e r u y g u la n d ığ ın d a a n
la m ın ı y it ir m e k t e d ir * .
[K a p ita l.
C ilt I I , 8. I& 3 -I6 4 .)
d u ğ u y ü k ü m l ü l ü k v e k a r ş ı lı k l ıl ı k n i te liğ in i y i t i r m i ş t i r . B u , M a n c ’ı n s ö z ü n ü e tt i ğ i h iz m e t a l a n ı n d a y ü k ü m l ü l ü k h i z m e ti s u n a n d a n b a ğ ı m s ı z o l m a y a n b i r e m e k t i r . K a p i ta l in ü r e t k e n o ld u ğ u d ü ş ü n c e s i n e b a ğ la n a n b u a r k a ik y a k la ş ım ın , k a p ita li e m e k t o p lu m u n t b ir t ü r Y a s a l l a ş t ı r m a ' s is te m i, e g e m e n l i k s i s t e m i , y a n i b e lli b i r p o litik t o p l u m t i p i n e ö z g ü o y u n k u r a l ı o l a r a k a lg ıla d ığ ın ız d a , a s ı d b i r ö z e llik o l d u ğ u n u a n l a r s ı n ı z . M a rx z a m a n ı n d a b ö y le o l m a m ı ş s a d a b u g ü n h e r t ü r l ü e m e ğ i n b i r ‘ h i z m e t" b i ç i m in e i n d ir g e n d i ğ i b ir d ö n e m d e y a ş ıy o ru z . E m ek a r tık y a lın ve s a f b ir iş b a ş ı y a p m a / m c ş g u l i y e t , z a ı ı ı n ı t ü k e t i m i , z a m a n ı n b e d e li o l a r a k ö d e n e n b i r ta ^ r n m a (a > e n z c m c k te d ir . N a s ıl i ş e d e v a m lı g e li n i r g ib i y a p ı l ı y o r s a , a y n ı ş e k i l d e e m e k h a r c a n ı y o r g ib i y a p ı l m a k t a y a d a i ş i n e d ö ı t e lle s a r ı l m a o y u n u o y n a n m a k ta d ır . B u a n la m d a y ü k ü m lü lü k g e r ç e k le n d e y ü k ü m lü d e n a y r ı l a m a z . Ç ü n k ü v a r o la n h i z m e t b e d e n s e l , z a m a n s a l , m e k a n s a l, d ü ş ü n s e l b ir u y u m la n m a ş e k lin d e d ir . B u b ir e y se l o la r a k iş e m a h k û m iy e t s ü r e c in d e b ir ş e y le rin ü re tilip Ü r e tilm iy o r o l m a s ı n ı n hiı- ö n e m i y o k t u r . D o ğ a l o l a r a k b u d u r u m d a a r tı- d e g e r b u h n d a ş ı p u ç m a k ta v e ü c r e t a n la m d e ğ iş ik l i ğ in e u ğ r a m a k t a d ı r k i, d a h a s o n r a k i s a y f a l a r d a bu
k o n u y a y e n i d e n d ö n e c e ğ iz . B u , k a p i t a l i z m i n f e o d a
liz m e d o ğ r u b i r ‘g e rile m e d i* ş e k l i n d e y o r u m l a n a m a z . B u g e r ç e k b i r e g e m e n l i k , y a n i i n s a n l a r ı n t o p t a n k a tı l ım l a r ı n ı
v e y ü k ü m l ü o l m a l a r ı n ı z o r u n l u k ı la n b i r a ş a m a d ı r . H a r c a n a n b ü t ü n ç a b a l a r e m e ğ i “y e n i d e n t e k b i r b ü t ü n h a l i n e g e ti r m e y e " y ö n e li k t ir . E m e k , y ü k ü m l ü n ü n i ş i n d e n g i d e r e k d a h a g ü ç l ü k l e k a ç a b il e c e ğ i v e o n a k i ş i s e l a n l a m d a g id e r e k d a h a b a ğ ım lı h a l e g e le c e ğ i s a l t b i r h i z m e t e d ö n ü ş t ü r ü l m e y e ç a lış ılm a k ta d ır. B u a n l a m d a e m e ğ i d iğ e r e t k i n l i k b i ç i m l e r i n d e n , ö z e l lik le d e k a r ş ı t ı o l a r a k n i t e l e n d i r il e b il e c e k b o ş z a m a n ı d e ğ e r l e n d i r m e d e n a y ır a b il m e k g ü ç l e ş m e k t e d i r . Ç ü n k ü b o ş z a m a n ı d e ğ e r l e n d i r m e b i r h a r e k e t l i l i k v e b e n z e r b i r ilgi d u y m a y ı (y a d a b e n z e r b ir p a r a k a z a n m a y a y ö n e li k o l m a y a n ü r e tk e n li ğ i ) z o r u n l u k ı ld ı ğ ı n d ım , g ü n ü m ü z d e , b o ş
Or+U'ntn ficr.u • 33
mamanı değerlendirm e de verilm iş b ir hizm et'' gibi d eğ er lendirilebilir; bu anlam da boş zam an ı değerlendirm enin de bir ücreti hak ettiği söylenebilir (zaten bu gerçek leşti rilmesi olan aksız bir düşünce değildir*), ö z e t le söylem ek 1 Boş zamanı değerlendirme, bitliğimiz emeğin karşıtı olarak ele alındığındı», ‘ kuımaşık bir em ce' biçimi olarak hizmet tanımı na. yanı yükümlü ve yükümlülük arasındaki dayanışma; aoyıH bir toplumsa) zamanla emek gücünü yeniden üreten bir ücretle eşdeğerli sayılamayacak bir duruma uygun düşen bir şeydir. Eğer Marx, tanhin öznesi olan üretken işçiyi kurtar maya yönelik pek çok ayrımlama ve üretken emek konusuna dalmış olmasaydı bu durumu ürk edebilirdi. Böylelikle boş za man değerlendirme konusunda hayaller kurmak yerine 'emek gücü en üst ve kusursuz aşamasına ulaşarak şeyleştiğinde, bireyi makineye bağımlı kılan çalışma zincirinde bir kopuş ger çekleşecek ve şeyleşmi» bu biçim puıçalanarak dağılacaktır... İnsan da bu boş zamandan yararlanarak nihayet kendi özel ve toplumsal yaşamını bir düzene sokabilecektir (Tek Boyutlu lnxan).' Marcuse. sistemin teknolojik gelişme ve otomasyona dayanarak, boş zamanı, soyut toplumsal çalışma zamanının en kusursuz ve aynı zamanda eınek-olmayanın ters simûlns yonu aracılığıyla emek gücünün en üst düzeyde şeyleşmlş biçi mi görünümünde ürettiğini anlayacaktır. Diğer bir "karmaşık" emek tipiyse formasyon kazandırma, nitelik kazandırma, okul ve benzeri şeylerdir. Bıınlnr
gerekirse, burada yaln ızca verim li ve verim siz em ek a ra sındaki düşsel ayrım değil aynı zam an da em ek ve diğerleri arasın d ak i ayrım d a bu h arlaşıp uçm akladır. Sözcüğün özgün anlam ında artık em ek d iye bir şey yoktu r. Manc'ın K apitöl'de böyle bir bölü m yazm am ası onun açısından iyi olm uştur. Çünkü bu bölü m daha yazılm ad an ö n ce a n la m ını yitirm iş olacaktı. Zaten tam d a bu sıralarda işçiler “ üretim ö ğeleri" h a line gelm işlerdir. Term in olojik k aym alar önem lidir. Ç ü n kü “üretim öğesi" denildiğinde, bununla artık h içbir şey ü retm eyen in statüsü iron ik bir anlam kazanm aktadır. U zm aıılaşm ış/nitelikli işçi bile daha o zam an lar b ir emek çiden çok. aralarında kesin lik le hiçbir ayrım yapılam ayan işlerden birici yapan bir işçiden başka bir şey değildi. İşçi artık em ek gibi b ir içen k lc ilişkisi olan y a da özgün bir m ü cadele yöntem ini sü rdü ren biri olm aktan çok genel bir em ek ve politik bir ücret m ücadelesi veren biridir. "Verim li ö ğ e " dem ek em ekçinin devrim ci sayılabilecek en soyut b i çim e sah ip olması d cm ck tiı. B u. eskiden ölü m ü n e söm ü rülen nitelikli işçiden çok daha soyut bir biçim dir; çünkü k arşım ızda artık em ekçiye benzeyen b ir tû r ta ş m anken, en küçük ortak birim, gerçek dışı b ir em ek ilkesinin (kafeterya garson u anlam ında) asal h izm etlisi vardır. Bu d ah ice hır yu m u şatm a biçim idir, b ir başka deyişle, artık çalışam a m akta, yaln ızca “ûretiyorrnuş* gibi yapılm aktadır. Bu Üre tim ve em ek üzerine otu rtu lm u ş bir kültürün sonu du r ve bu bağlam da "vcrim li/ü retk cn " terim i bilinenin tam k ar şıtı sayılabilecek bir an lam a sah ip olm aktadır. B ir üretim
temel bir ücıcttcıı düşme kaydıyla ödenen minimum bir ücret şeklinde öngörülmüştür. Bu durumda işsizlik (politik götürüleriyîe birlikte) tehlikeli bir konjonktür olmuktnn çıkmaktadır. O zaman da emek bir seçeneğe, ücretli bir hayatta kalma vizesi toplumsu! düzeneğe otomatik olarak kayıl yaptırma işlemine dönüşmektedir. Bir zamanlar kapitalizme içerik hizmeti ver mış olan ücrctlcndirme -emeklen arındırılarak- günümüzde iSaussurc'ün kurduğu analoji doğrultusunda) gösterilenini yi tirmiş gösteren şeklinde algılanmaktadır.
süreci için de b u “üretken öğen in " b e lirliyici özelliği artık söm ürülm esi, bir ham m adde özelliğin e sahip olm ası değil; devingenliği, b aşka şeylerle d eğiş tokuş edilebilm e ve sabit serm ayeye yararsız b ir tü revsellik kazandırm a özelliğidir. ‘ Üretken öğe" Manc’ın sözünü ettiği "üretim in için de değil, yanında y e r alan e m e k ç in in u laştığı en son statüdür X "Kapitalizm in b ir üretim sü reci olm aktan çık tığı" bir evre ye koşut olarak fabrika d a ortadan kaybolm uştur. Çünkü fabrika artık toplu m u n tam am ını içine alan bir şeye d ö nüşm üş gibidir. Kapitalin sah ip olduğu biçim i değiştirip tüm toplu m a yayabilm esi için, em eğin s ıh ip olduğu özgün biçim ini yitirm esi, o bildik fabrikanın da ortadan kaylıolm ası gerekm ektedir. Ö yleyse bundan böyle, belli çalışına yerleriyle, belli bir çalışm a öznesi, belli bir toplum su) ça lış m a zam anı, fabrikanın, em eğin ve proletaryanın ortadan kaybolm u ş Olduklarının bilincine varılm ası gerekm ekleri ir D oğal olarak kapitalin gerçek gü n cel egem enlik biçim inin neye benzediği anlaşılm ak isteniyorsa'.' Fabrikaya ait bir 7 7 Konutun (lojman) toplumsal nr.!nımla gri.şmesiylc birlikte ka pitalist stratejinin nasıl bir ekonomik süreç olmaktan çıkarak, bir yaygınlaşma sürecine kaydığı görülmektedir İşçi konutu başlangıçta bir ın, bir mığara, bir kovuk, yani fabrikanın hır uzantısı, emek gücünün yemden üretildiği iş levsel bir yerken; fabrika ve işletme stratejik bir yer olma özel İlklerini korumaktaydı. Konut, kapitalin yatırım alanı dışında kalan bir şeydi Toplumsal mekânın doğrudan ve ger.el anlamda denetlen me süreci içinde konut, yavaş yavaş bel ı bir zaman-mekAna. emeğe özgü bir yer.iden-ûıeıimdcn çok doğrudan bir toplum sal ilişki biçimi, emekçinin değil, konutla oturanın. kalfanıntun bizzat kendisinin yemden üretildiği îzgûn bir işleve sahip mekûn olarak bizzat bö yaşama akını biçiminde yeniden üreti len bir yere dönüştürülmüştür. Çünkü “1(1111011101", proleterden sonra onaya çtkan, sınai kölenin ideni örneğidir. O anık mal ve mülkünün kullanıcısı, sözcüklerin kullanıcısı, cinsiyetinin, bizzat emeğinin (burada işçi, yani -üretken etmen" bireysel ve
üstyapı y a da şirkete ait bir acenteye benzeyen ve kapitalin sanal işçi ordusu rezervi olarak gördüğü konut anlayışının egem en olduğu toplum sal aşam a sona erm iştir. Bir patla ma yapan fabrika ve em ek ilkesi tüm toplum a yayılm ıştır. Bu öylesine bir yayılm adır ki. fahrilen vc em ek «Hasındaki ayrım ın “ideolojik” b ir ayrım a dönüşm esine neden olm ak tadır. Fabrikaya ayrıcalıklı b ir önem atfetm eyi sürdüren kapital (devrim ci düş gü cü n ü ) tuzağa düşürm ektedir. Çünkü em ek diye bir şey- kalm am ıştır, em ek artık her y er dedir. Zaten böylel klc em ek, m an ifaktü r dön em i Öncesine ait vc bu dönem in kendilerinden m odel olarak yararlandığı ve kültürüm üzün uygarlaşm a süreci sırasında salgıladığı akıl hastanesi, getto, genel am açlı hastane, hapishane, her türlü kapatm a vc bir arada tutm a yerleri gibi tarih boyunca geliştirilm iş öğclcrcen birine dönüşüp, kesinleşm iş vc en kusursuz biçim ine, yani y a s a l bir görü n ü m e kavuşm uş tur. Y u karıda sıralnnan bütün bu m ekânlar, günüm üzde içine hapsedilm iş oklukları duvarları/sınırları yıkarak top lum un tnm am ına yayılm aktadırlar. Çünkü bundan böyle akıl hastanesi, kapatılm a ve ayrım cılık m odelleri toplum sal m ekânın bütünüyle, gerçek yaşam a" ait zam ansal sürecin
koleklıfbir donanım toplumsal bir öuemet örneği, çalıştığı fabrikanın vc kendi cnıcftnm kullanıcısına), ulaşım araçları vc keza kendi yaşamının kullanıcısına dönüşmüştür. Ou merkezinder kaydırılmış, dört bir yöne doğru kayıp gi den bir kullanım değerine sahip olır.a onu kullanma, toplumsal denetimin kendi kendine sağlanma/yönetilme biçiminin cn ku sursuz aşamasıdır. F.mck gücünü kâr ve arlı-değrr olarak yeniden üreten bir siste me oranla artı-değer kavramı, öngörülen tüm toplumsu) çalışma fazlasının yeniden dıığıtımı yeniden enjeksiyonu yoluyla yaşa mın tamamının yenicen üretildiği bir ».»temde, anlamını yitir mektedir. Bu aşamada artı-değcr hem her yerde hem de hiçbir yerdedir. Burada gerçek anlamda bir "kapitale özgü beklenme yen harcamalar kalemi" tersine tek yönlü bir zorlu “kâr" elde etme diye bir şey yoktjr. Sistemin yasası, paranın sürekli dola nımda kalabilmesi için, sürekli vermek vc yeniden dağıtmaktır Böylelikle bu dur duruk tanımayan yeniden dağıtım ağının için-
lamuınmı içerm ektedir. Bütün bunlardan geriye fabrika lar, akıl hastaneleri, hapishaneler, okullar kalm ış olup, kapitalin egem enliği denilen gerçekliğe düşsel bir maddi görünvm kazandırıp, saptırm anın caydırıcı göstergeleri gOtûııümÜnc bürünerek oonouza dek var olır.uyı sfirdü rrccklcrcir. Tan n 'n ın ölüm ünü y a da Tanrı nın her yerde o l duğu -bu ikisi aynı kapıya çık m ak tad ır- düşüncesini giz leyebilmek am acıyla kiliseler inşa edilm iştir. Kızılderililerle hayvan katliam larım ve bugün hepim izin birer K ızılderiliye dönüşmüş olduğunu gizleyebilm ek am acıyla bunların k o rum a altına alındığı “rezervler" yapılm aya devam edilecek tir. Emek ile üretim in öldüğünü ya da em ek ile üretim in her yeri kapsam akta olduğunu gizleyebilm ek alım cıyla da fabrika inşaatlarına devam edilecektir. G ünüm üzde ka pitale kesin biçim lerle «ald ırm a n ın anlam ı yoktur. Buna karşıtı kapitalin artık hiçbir şey tarafından belirlenem ediği ve sahip oldu ğu tek silahın efsaneye dönüşm üş em eğin yeniden-üretim i olduğu herkes tarafından anluşıldığıııda. işte o zaman, kapitalizm in sonunun yaklaştığı da anlaşılacakt r.
Ücret Ulaştığı en üst ve kusursuz aşam ada, belirli bir üretim bi çimiyle herhangi bir ilişkisi kalm ayan em eğin ücretle de bir ilişkisi kalm am ıştır. Ücret em ek gücünün ancak niceliksel düzeyde yeniden-Üretim ini hedefleyen bir bakış açısı doğ-
dc sıkışıp kalan herkes birer birer kapitalizmin gündelik yaşam ve politikasına derinlemesine bağımlı hale gelerek artı-değerln yöneticisine, toplumun tamamı da nrtı-dcgcrin kolektif yönlen dincisine dOnaşıuckıcUlı. Kup.uıl açısından artı değer nasıl an lamını yitirmiş bir durumdaysa; sömürülen açısından da aynı şekilde anlamını yitirmiş bir durumdadır. Genelleştirilmiş bir 'emek" süreci içimle tüm yaşantısını yeniden üreten bir emekçi açısından ücret olarak Ren dönen emek parçası ile Renye kalan ve a.-iı-değer demlen emek parçası arasındaki aynmın anlamı yoktur.
rultusunda (hile katılm ış, h aksız yoldan elde edilm iş bile olsa), o n u n eşdeğerlisi olarak değerlendirilebilir. Kapitalin oyun ku ralın a boyun eğm ek anlam ına gelen em ek göçü n ü n statüsüne ztygun bir ödüle dönüştürüldüğü anda, ü cret an lamını yitirm ektedir. B u aşam ada ücret artık h içbir şey le- karşılaştınlam ayan lorantı kurulam ayan) y a da hiçbir şeyin eşdeğerlisi olm ayan bir şeydir. 13u bağlam da, ücret, kapitalist politika güden toplum insanın: gerçek b ir birey İm line getiren vaftiz töreni (ya da ölüm döşeğindeki insan için ok u n an dualar) gibidir. Kapitalizm için ekon om ik bir yn iın m anlam ım ı gelen em ekçinin ûcrct-gclirinin ötesine geçildiğinde (söm ürü biçimi olarak ûcretlcndirm cnın sona erm esi ve kapitalist toplum un bir hissedarı olm a şeklinde ı'ıcrctlcndırm cnin başlangıcı, em ekçinin stratejik işlevinden zorunlu bir toplum sal hizm et olarak tüketim e doğru kayış sürecinde, yan i statü/ücrctin güncel evresinde) yatırım terim inin d iğ er anlam ı ön plana çıkm aktadır. Bu evrede ücretle çalışan em ekçi kapitalizm açısından kendisine bir yü k ü m lü lü k ya da sorum luluk yüklenen bir varlıktır. H at ta em ekçiyi bir kenti kuşatır gibi kuşatm akta, yani onun tüm giriş çıkışlarını derinlem esine denetlem ektedir C c r e t / g c l i r a r a c ıl ı ğ ıy l a k a p i t a l , ü r e ti c i l e r i , y a l n ı z c a p a r a y ı d e ğ iş t o k u ş e tm e y e z o r l a m a k l a k a lm a y ıp , o n l a r ı , g e r- 9
9 Hizmet sektörü (üçüncü sektör) üzerine oturtulan metropolün sibemciık bir şekilde çözüldüğü Kaliforniya kökenli Ütopyada. İş, evlere bilgisayar Aracılığıyla dağıtılmaktadır. Emek gündelik yuşam ve toplumun cn ince ayrıntılarına kadar yayılarak yok edilmekledir. Yalnızca emek gücü değil, aynı znmaııdn emeğe alt zoman-mekân da ortadan kaybolmaktadır. Böylelikle bü tün toplum değer sürecine bag2ı«nmış lek bir bütüne İndirgen miş olmaktadır. Çalışmak bir tür paşam biçimine dönüştürül müştür. Bildik anlamlarıyla ortadan kaybolmaları sonucunda ortaya çıkan bu kapital, artı-değcr ve emeğin her yerde aynı anda bulunma özelliği nedeniyle fabrika duvarlarını, fabrikanın altın çağı ve sınıflar arası mücadeleyi yemden canlandırmaya çalışmanın hiçbir yorarı yoktur. Polis nasıl baskıya dayalı bir düşselliğe yol açıyorsa, işçi de bundan böyle, aynı şekilde, mü cadelese dayalı bir düşselliğe yol açacaktır.
ç e k a n l a m d a s e r m a y e n i n y c n id e n - Ü r c ti c il c n n e d ö n ü ş t ü r m e k te v e Ö rn e ğ in , k a p i t a l i n e m e k s a t ı n a lıc ıs ı o lm a s ı g ib i o n l a r ı n d a b u ü c r c t / g c l ı r a r a c ıl ı ğ ıy l a b i r m a l s a t ı n a lıc ıs ı o l m a l a r ı n ı s a ğ l a m a k t a d ı r . H e r k u l l a n ı c ı , h i z m e t Ü r e tim in in iş le v s e l s t a t ü s ü n e i n d i r g e n m i ş t ü k e t i m n e s n e l e r i n d e n , k a p ita lin e m e k g ü c ü n d e n y a r a r l a n d ı ğ ı g ib i y a r a r l a n m a k t a d ı r . B ö y le lik le h e r k e s k a p i t a l i n d e r i n l e r e k ö k s a l a n z ih n iy e tiy le b e s l e n m e k t e d ir . B u n a k a r ş ı l ı k ü c r e t i n e m e k g ü c ü y le b i r i liş k is i k a l m a d ığ ı a n d a n i t i b a r e n ( s e n d i k a l a r d a n b a ş k a ) h i ç b i r k u v v e t a z a m i, s ı n ı r s ı z d e n il e b il e c e k b i r ü c r e t t a l e b i n e k a r ş ı ç ı k m a m a k t a d ı r . Ç ü n k ü b e lli b i r d ü z e y d e k i e m e k g ü c ü " m i k t a r ı n ı n " “b e lli b i r b e d e li" o l s a b ile , g lo b a l b i r k o n s e n s ü s v e k a tı l ım ı n b e lli b i r b e d e l i y o k t u r . G e le n e k s e l ü c r e t t a l e b i ü r e t i c i n i n y a ş a m k o ş u lla r ın ın t a r t ı ş ı l m a s ı n d a n b a ş k a b i r a n l a m a s a h i p d e ğ ild ir. O y s a a z a m i ü c r e t t a l e b i ü c r e t l i n i n , ü c r e t a r a c ılığ ıy la y e n i d e n ü r e t i c i s t a t ü s ü n e m a h k û m e d ilm iş liğ e k a r ş ı s a l d ı r ı n a y o l u y la b i r y ö n d e ğ i ş t i r t m e bi ç im id ir . B u b i r m e y d a n o k u m a d ı r . Ü c re tli a k l ı n a g e le n i i s t e m e k te d ir . B ö y le lik le y a l n ı z c a s i s t e m d e k i e k o n o m i k b u n a lım ın d e r i n l e ş m e s i n e y o l a ç m a k l a k a lm a y ıp , b u s o n u n c u n u n k e n d i s i n e d a y a t t ı ğ ı t o t a l p o litik a z o r u n l u l u ğ u n u d a o n a k a rş ı k u lla n m a k ta d ır. Ü c r e t l in i n p a r o l a s ı , a s g a r i ç a l ı ş m a y a a z a m i ü c r e t t i r . S ü r e k l i a r t ı ş g ö s t e r e n b ö y l e b i r t a l e p s ü r e c i y s e iş i n in b a ş ı n d a o lm a m a n t ı ğ ı n ı n g e ti r d i ğ i z o r u n l u l u k d o ğ r u l t u s u n d a s i s t e m i t e p e l a k l a k e d e b i l ir . Z ir a b u d u r u m d a ü c r e t li l e r d e v re y e a r t ı k ü r e t i c i l e r o l a r a k d e ğ il, k a p i t a l i n k e n d il e r i n e b iç tiğ i v e r im s i z le r r o l ü n ü ü s t l e n e r e k g i r m e k t e d i r le r v e b u s ü r e c e m ü d a h a l e e tm e b i ç i m le n d e a r t ı k d i y a l e k ti k o lm a k t a n ç o k , b i r t ü r f e l a k e t e y o l a ç m a ş e k l in d e d i r . Ne k a d a r a z ç a l ı ş ı r s a n ı z o k a d a r ç o k ü c r e t is t e m e k d u r u m u n d a s ı n ı z ; ç ü n k ü b u a s g a r i d ü z e y d e k i iş e y a r a m a b i ç im i, z o r u n l u i ş b a ş ı y a p m a d u r u m u n d a n ç o k d a h a ö n e m li b i r s a ç m a lı ğ ı n g ö s te r g e s id ir . K a p ita liz m in k e n d i s i n e b iç im d e ğ iş tir ttiğ i " s ı n ı f i ş t e b ö y le b i r s ın ıf tır , y a n i s ö m ü r ü l m e , k e n d i e m e k g ü c ü n e s a h i p o lm a h a k k ı b ile e li n d e n a lın m ış
olduğundan bu üretim i yadsım a olayıyla, bu kim liğini y i tirme. bu yolunu sapıtma biçimin: kapitalizm e pahalıya ödetm esi söz konusu değildir. Söm ûrÛM üğü sıralarda iste yebileceği ücretin asgarisine sahip olabilm ekteydi. Sınıfsal konum unu yitirdiğindeyse (yani sınıflandırm a dışı bırakıldı ğında! aklına esen her şeyi 10 talep etm eye başlamıştır. Daha da şaşırtıcı olansa, kapitalin bu taleplere göreceli olarak olumlu yanıt vermesidir. Bmek/ücrct eşdeğerliğine bizzat son verm iş bir kapitalizm, böylelikle, bilinçsiz işçileri bilinç lendirm eye çalışan sendikaları da saf d ışı etm iş olmaktadır. Sınır tanım ayan bir artış anlayışı ü zerin e oturtulm uş olan bu ücret şantajını sağlıklı bir tartışm a m ecrasına sokma konusunda da sendikalar s a f dışı bırakılm ışlardır. Sendi kaların s a f dışı edilm iş olduğu bir bağlam da işçiler bir anda belki de %50, %100, % 200lere varan ücret artışı isteyecek ler ve belki de bu artışı elde edeceklerdir. Bu konuda A B I) ve Japonya'dan '1 verilm iş örnekler vardır. 1 9
19Azami taleple bulunmaya koşut diğer talep biçimlerinin hnzıları şûyledir: Herkes için eşil ücret, nitelikli personel olmaya karşı mücadelede yine herkes sisicın açısından hayalı hır Öne me sahip olan emek-ücret eşitliğinin, yani işbölümü (toplum sal b:r ilişki biçimi olarak emeğin) ve iş yerindeki eşitliğin sona ermesinden vanadır. Ihı ekonomi politik sdb biçime dolaylı bir şekilde son vermeyi hedeflemek anlamına gelmektedir. 1Az gelişmiş ülkelerde de aynı olayla karşılaşılmaktadır. Ekono mik bir olgu olmanın ötesine geçtikleri andan itibaren herhangi bir sınırlandırmayla karşı karşıya kalmayan hammadde fiyat tan. evrensel bir politik düzenin kabul edilmesinin de temina tı olarak görülmektedir. Bir başka deyişle az gelişmiş ülkeler büyük güçlenn zorlamasıyla toplumsalluşiınlarnk. bnnş içinde birlikle yaşayan bir dünya toplumu oluşturulmak istenmekte dir. Fiyatların tırmanması yalnızca Batılı ülkelerin zenginliğine değil aynı zamandı barış içinde birlikle yaşama sistemi, yani evrensel bir politik sınıfın egemenliğine |bu sınıfın kapitalist ya da komünist olmasının önemi yoktur) karşı bir meydan oku maya da dönüşmektedir. Enerji savaşından Önce Araplar geleneksel Ücret talebi aşa masına kadar petrolü gerçek değen üzerinden satmaya çalışı yorlardı Bundan böyleyse talep azami, yani sınır tanımayan
Para S n u ssu refm b ir yandan em ek vc gösterilen, diğer yandan Ücret vc gösteren arasında kurduğu benzerlik ekonom i po litiğin tam am ını kapsayabilecek bir tü r ana m odel/kalıp gibidir. G ünüm üzdeyse bu benzerliği tersine çevirebilm ek, yani gösterenler ile gösterilenler, ücret ile em ek arasındaki bağın tam am en koptuğunu kanıtlayabilm ek m üm kündür. G österenler oyununun yaygınlanm ası vc ü cretlerin tır manışı arasında bir koşutluk vardır. Saussurc haklıydı. Ekonom i politik, d ile benzem ektedir. Dilin göstergelerini etkileyen m utasyon, bu göstergelerin birer referans olma Özelliklerini yitirm elerine neden olduğunda, ekonom i poli tiğe özgü kategorileri de etkilem iş olm aktadır. Aynı süreçle
birbirine karşıt iki alanda da karşılaşılm aktadır: 11 Üretim in her türlü toplum sal gönderen ya da erekliklc bağlantısının kopm ası durum unda û rclım dc bir artış görülm ekledir. Artış olayını bu şekilde yorum lam ak g e rekm ektedir, yan i üretim de b ir hızlanm a yerm e üretimin sonu anlam ına gelen bir şey gibi. G öreceli olarak sınırlan dırılm ış ve özerk bir üretim ile tüketim arasındaki belirgin farklılığın udi artıştır. Ancak tüketim (1929 bunalım ı vc özellikle de İkinci Dünya Savaşı'nın sonu) sözcüğün gerçek anlam ında yönlendirilm eye, yan i aynı zam anda hem bir efsaneye (m it) hem de denetlenen bir değişkene dönüştüğü andan itibaren, bu, hem üretim hem d e tüketim am açları nı yitirm iş ve karşılıklı olurak birbirlerini l>clirlcme olan a ğını ellerinden kaçırm ışlar dem ektir. Bu arada ikisi birden artışa özgü bir döngü, sarm allaşm a ya da iç içe geçm eye benzeyen bir süreç içine girerek s a f dışı edilm işlerdir. Ar tış, toplum sal h edefler açısından geleneksel bir görünüm kazanm ış bulunan üretim ve tüketim i ardında bırakarak yoluna devam etm iştir. Ariış, kendi kendine yü rü yen ve yalnızca kendisiyle ilgilenen bir sürece dönüşm üştür. A r tık ne gereksinim ler ne de k ör hedeflenm ektedir. Bugün
bir düzeye yükseltilebılöıgındcn anlamsal açıdan da değişikliğe uğramaktadır.
tan ık olu n an sü re ç ü re tk e n lik te b ir hızlan m a d eğil, y a pısal açıdan bir ü re tim g ö s te rg e le ri en fla syo n u , para adlı gösterge d e d a h il o lın a k ü ze re tü m gö stergeler a rasın d a gid e re k h ızla n a n b ir k a rşılık lı y e r d eğ iştirired ir. B u, füze p rogram lan , C o n co rd e u çağı, bin bir çeşit ask en program , tc k n o p ır k en fla s y o n u , to p lu m sa l y a da b.reyscl altyapı ek ip m an ları, form asyon , b ilgiyi g ü n celleştirm e dönem idir. lA rıı-d eğ crlc h içb ir ilişk isi o lm a y a n oran tılard a) ne p a h a sın a olu rsa o lsu n sü rd ü rü len bir y en id en -y a tın m y a p m a zo ru n lu u ğu d oğ ru ltu su n d a ak la gelen h er sey ü re tilm e li dir. B u y cn id en -û rctım e d a y a lı plnnlnm ıı d d n em iıım b a ş yapıtıysa büyüle o la sılık la ç e v re k irliliğin e ku ışı m ü cad ele, ya n i ‘ verim liliğe" d a ya lı b ir sistem in , ken d sı tarafından ü retilm iş a rtık la rın y o k ed ilm esiyle, bü tü n ü yle yen id en ca n la n m a sı şek lin d e o la ca k tır: son u cu geçersiz d e v a s a bir den klem . A n ca k o k ad ar d a g e ç e rs iz d eğ il; çü n k ü ç e v re kirliliği/çevre k irliliğin e karşı m ü ca d ele "diyalek tiği* son su za dek sü reb ilecek b ir gelişm e u m u d u n a y o l açm aktadır. 2) P ır a den ilen g ö sterg en in h er tü rlü toplu m sal ü re tim le b ağlan tısı k esilm iş ve para, s ın ır tan ım ayan bir sp ek ü lasyon v e e n fla s y o n sü reci için e girm işlir. Ü c re tle rin em ek gü cü satışı (a rtışın ü retim ) karşısın d ak i tırm a n ışı neyse, en fla syo n u n d a para karşısın d ak i k on u m u on a ben zem ek ted ir. B ü tü n b u n la r d a a yn ı kopuş ola yın a a y n ı tü r b ir şa şk ın lık ve b en zer bir gû cû l bu nalım a yol u çm aktadır. O cret ile e m e k g ü c ü a ra sın d a k i ‘ d o ğ ru " Heger b ağlan tısı k op m u ştu r; p a ra ile g erçek ü r e tin a ra sın d a k i b a ğla n tı k op m u ştu r
H e r ik is i d e gö n d eren sistem lerin i
yitirm işlerd ir. B irin d e s o y u t to p lu m sa l ça lışm a / em ck s ü reci. d iğerin d e altın k a rşılığı p a ra d ü zen i birer en d e k s ve eşd eğerlik ölçü tü olm a iş le rin i y itirm işlerd ir. Ü c re tle rd e ki en fla sy o n ve p a ra sa l e n fla s y o n (ve a rtış ) aynı tıp şeyler o lu p , b irb irlerin d en a y rıla b ilm eleri ola n a k sızd ır.•*li li Enerji bunalımı her ikisinin de ekmeğini- yağ süretı bir bahane, ku şu m u denebilecek bir caydırma gerekçesidir Bundan böy le enflasyon, yani sistemin bünyesindeki yapısal bir bunalım enerji ve hammadde üreticisi ülkelerin 'fiyat yükıeltmelennin"
Ü retim erek leri ve d u y g u s a llık ta n k u rtu la n para s p e k ü la tif b ir özellik k azan m ıştır. G erçek n nlam dak: b ir ü r e t i m i » tem sili e ş d e ğ e rlis i o lm a ö z e lliğ in i y itire n , altın a bağlı p ıra b irim i d a lg a la n m a y a b ıra k ılm ış serm ayelerle, g en el d a lga la n m a d ü zen i iç in d e y in e d e b elli b ir d en gen in irin i t a ş ı d ı ğ ı (ön em siz d ü ze y d e k i e n fla s y o n , p a ra n ın altın a çevrılcb ilm e ö z e lığı v s.) b ir evred en , y a n i g ö n d e re n sistem le rine özg ü b ir g ö s te rg e o lm a e v re s in d e n y a p ıs a l b içim len m e evresin e g e ç im iş iir . B u “d a lg a la n m a y a b ıra k ılm ış" g ö s te ren e Özgü. Levi S tra u ss\ ın d ile g e tird iğ i an lam d a h en ü z gösterilen in i b u la m a m ış bir g ö s te re n d e n ç o k (gerçek le olan d e n k lik u n la m ın d a ı g ö s te r ile r d e n » » ııu ıs ı* »ılı ş c k .’.dc çoğalm alarım v e o n la rla o y n a n m a s ın ı en g ellem eye yö n elik h er tü rlü g ö sterilen i b e rta ra f e tm iş b ir m a n tık tır. H o l m or e y (sıca k p a ra ) d en ilen c u ro d o la rla ' p a ra sa l g ö sterg en in s a ç ın » b ir d ü z e y e u la ş m ış kısırdön gü sel Rörün ü m û n ü n . daha d o ğ ru s u g ü n c e l p a ra n ın m o rla şm a sın ın (soğuk| en gü zel a çık la m a sıd ır.
B u te rim
M e lu h a n ve
K iesm an a özgü d ü r. T e rim le rd e k i d u y g u d a n y o k su n lu k ve göreceli, ya n i te rim le re y e r d e ğ iş tirtm e ve y e r d tğ iş tir m e lerin tü k etilm esi Ü zerin e k u ru lu sa lt o y u n ku ralların d an ib arettir. Hot (s ıc a k ) ise, sa h ip o ld u ğ u ö z g ü n lü * d u zevı. g erçek gösterilen in sa h ip o ld u ğ u y o ğ u n lu k , güçlü d u ygu «a llık ve ver d e ğ iş tirm e y e p ek d e e lv e riş li olm a ya n özclIiğiyle, tam tersin e g ö s te rg e le re özg ü gö n d eren sistem leri • v r - i m b * I H e n , e k . ~ d r İç in d e y a ş a d ığ ım ız zam an dilim i g ö stergen in c v o l e v re s i o la ra k n itelen d ırilcb iliı. G ü n ce em ek sistem i, g ü n c e l p ara, g e n e lin d e h er türlü yap ısal d ü zen lem e, ü retim , “ k la s ik " e m e k coord u r. A slın d a M
sü
rece ö z g ü bu o lg u la r y e rle rin i c o o l s ü rece, y a n ı içeriklerin b oşa ltılm a sı v e em ek s ü re c in e b a ğ lı sın ırsız b ir artış d ü z e n in e b ırak m .şlard ır. ûzcnr.e vık Ubılecektlr. verimlilik üzerine o:um .Im u, bir »is temin. d iğ ç le n arasında, nzami ücret adlı meydar, okumnjn karşı ilgisiz iğine bir anlamda bu hammadde enerji bir başka '" k o s o m ik * * « « « « * değenne yapılacak şantajla karşı çıkdabdccektır.
C ooln e s s »ö ylevsel d e ğ e rle r ü zerin e ku ru lu s a f bir oyu n , yer değiştirm eler ü zerin e o tu rtu lm u ş b ir m u h asebe olayı ile sayılar, g ö sterg eler ve sözcü k ler a ra sın d a k i m e safeden y a ra rltn m a k o la ylığın ın y a n ı sıra işlem sel sim üInsynnıın in n m ııl grieri d em ektir. G ö n d eren ler »is te m i ve d u ygu sa llık d en ilen ş e y v a r old u ğu sü rece hot b ir sü reç için d e yaşıyoru z d em ek tir. “ M esa j" old u ğu sü rece hot bir d ü n ya d a y a ş a n n k ta old u ğu m u z, m edıum |arnç| m esaja d ön ü ştü ğü n d eyse eool b ir ç a ğ a girm iş old u ğ u m u z sö yle n ebilir. Paranın başın a d a a y n ı şey gelm iştir. B ağlan tı k o p u k lu ğu n u n b d lı b ir evre s in e gelin d iğin d e o a rtık bir araç y a dn m al d o la şım ın ı sağlayan bir a raç olm a k ta n çık arak d ola n ım ın kendisine d ön ü şm ü ştü r. Bir b a şk a deyişle, bu, soyu tlaşarak boşlukta bir y a p ra k g ib i k en d i etra fın d a d ö n e n sistem in yeni b içim in in ta k en disidir. P ara b ir gösterge s ta tü s ü n e geçerek k u lla n ım d e l e r i nin eiın d en kuruttan ilk “ m al’ dır. O n ok ta d a n b aşlayarak değişim değerinin g ö rü n ü r b ir g ö sterg e şek lin e g irm iş olan y a n sım a sıd ır. Bu an la m d a pazarın |vc ö y le y s e n a d ir o lm a n ın } saydam laşm asın ı
sağlayan şeyd ir
G ü n ü m ü zd eyse
p ara bir a d ım daha a tm ış ve d eğişim d e ğ e rin in d e elin d en k urtulm uştur. P ız a r k avram ın ın elin d en k u rtu larak özerk bir sim û lak ra yan i, her tü rlü m esajla d e ğ iş tok u ş e d ile bilen an lam dan a rın d ırılıp , ken d i k en d isiy le d e ğ iş toku ş ed ileb ilen b ir m esaja dön ü şm ü ştü r. ö y le y s e paıa artık bir m al bile d eğild ir; çü n k ü bundan b öyle n e b ir Kullanım D eğeri ne d e b ir D eğişim D eğerin e sahiptir. A rtık genel g e ç e r b ir eşd eğerliğe s a h ip b ir şey, bir başk a d eyişle pazar a ra rı ola ra k k u lla n ıla n bir soyu tlam a d a değild ir. O geriye k a lm ış her şeyden ço k d a h a hızlı bir şek ild e eJ değiştiren ve g e riy e k alm ış h iç b ir şeyle k a rş ı laştırılam ayacak bir şeyd ir B u ara d a hiç k u ş k u s u z p ara n ın . d a n a ticaret ek o n o m isi o rta ya ç ık m ış old u ğu andan itib a ren en h:zl şek ild e cl d eğiştiren bir ş e y oldu ğu n u n bilin d iğin i v e tüm d iğer sek törleri için e çek m iş oldu ğu n u ileri s ü reb ilm ek d e m ü m k ü n . K a p ita lizm tarih i b oyu n ca çeşitli d ü zeyler ıfın an sal, sın ai, zira i a n ca k ayn ı zam an d a
lılk etim vs.l orasında paranın dolaşım hızına görü değişen
t«>n irat alaylarından söz edebilm ek m üm kün. G ü n ü m ü z de bile bu tah rifat olaylarının halen sürüp gitm ekte olduğu •öylenebilir. Ö rneğin (belli bir pazar, bir Üretim ve yerel «İm gelere bağlı olarak) ulusal paraların u lu slararası sp e külatif paraya karşı direnişlerinden sö z edebiliriz. Ancak MÜdın uluslararası spekülatif para cephesinden gelm ekte dir; çünkü o dah a hızlı dolanm akta, dalgalanabilm ektc ya
da yön değiştirebilm ektedir, ö rn e ğ in busit bir dalgalananı oyunu herhangi bir ulusal ekonom iyi çökcrtcbilm eklcdir l>rğişkcr. bir dönüşüm hızı doğrultusunda tüm sektörler « ıı üst aşam asına ulaşm ış dalgalanm a olayı tarafından yönlendirilm ektedir ki, bu. asal sem ptom lara oranla ik in d i ve barok b ir süreç (Borsa ne işe yarıyor ki?) olmaklan çok kendisiyle her yerde karşılaştığım ız sistem i en sa f görünümüyle açıklayabilen bir süreçtir. Bir başk.ı deyişle parnlarn altın a ya da ğöstcrgelerın gönderen sistem lerine çevrilcm czliklcrı dediğim iz şeyin -paraların kendi a ra la rında dalgalanm aya bırakılm ış ve artık genelleştirilm iş bir şekilde birbirlerine çevrilcbılm e özellikleri ya da gösterge lerin bitmek tü ken m ek bilm eyen yapısal oyunlarıyla etki u lan lar- yan ı sıra altın denilen gönderen, em ek gücü ve loplumsal üretim denilen gönderenlerini yitirm eleriyle bir lıkte. ekonom i politiğe özgü tüm kategorilerin de dalgalan ınaya haşlamış olm ası gibi. İle r türlü m antıksal yaklaşım •ona e-m iş olduğundan örneğin, em ekle em ek olm ayan, rm ek %c kapital birbirlerine çevrilebilm ektedirler. Bunun yanı sıra altına çevrilebilirliğin zih in sel eşdeğerlisi olan özne yitip gidince, bilince özgü tüm kategoriler de dalgalanm aya bırakılmıştır. Bundan böyle, ü reticiler bir gön deren ler sis tem ine ait hukuksal düzenek sürecinin denetim i altında bulunur cşdeğerlikler cetvelinden y o la çıkarak, daha önce olduğu gibi, değer değiş »u kıışım da bulunam ayacaklardır. Bir başka deyişle altına çevrilebilirle denilen şey sona e r miştir. Bundan böyle özne ve nesneler, gönderenler sis temi denilen sürecin korum ası altında diyalektik bir de ğış tokuş eylem inde bulunam ayacakları gibi, kesinleşm iş
k u ra lla ra göre b e lli bir kiuılik ç e rç e v e s in d e d ü şü n celerin i d eğiş to k u ş e d e b ile c e k le ri b ir gön d eren ler sistem in d en de y o k su n d u rla r. B\ı, bilin çli özn en in de sonu d em ek tir. B u n dan b öyle, in s a n ın , bilin çaltın ın egem en liği a ltın d a y ız d iy e si ge liy o r. Ç ok d o ğ a l b ir sonuç. Ç ü n kü b ilin ç özn esi a ltın a çevrileb ilirliğin z ih in s e l eşd eğerlisi ola ra k k a b u l edilecek olu rsa , bu d u ru m d a , b ilin ça ltı s p e k ü la tif p a r a ve d a lg a la n m aya b ıra k ılm ış k a p ita lle rin zih in s e l e ş d e ğ e rlis i olacaktır. G erçek ten d e g ü n ü m ü zd e ö zn e olm a ö zellik lerin i yitirm iş ve n esn eyle ilişk i k u rm a o la n a k la rı e llerin d en alınm ış b ireyler d u r d u r a k tan ım a ya n , h er an b irin d en d iğerin e a k ta rıla b ilen b ir d a lga la n m a , y a n i b irb irlen y lc b a ğla n tıla r k u ra n d alga la r, b a ğ la n tıla rın ı kop aran d a lga la r, transfer/ karşı tra n sfer b iç im in d e b o şlu k ta h ep b irlik te b aşıboş bir şek ild e ilerlem ek ted irler. T ü m to p lu m sa lla şm a sü reci Dcle ııze c û ya dn p a ra sa l m ek an ik (R ic s m a n n ln terim leriyle bakın ız: oth erd ireeted n ess. A n glo-S n kson ve b ira z dn şizo fre n ik term in o lo jid en y a ra rla n a ra k sö ylem ek gerek irse, bu sözcü k, d a lg a la n m a y a bırak ılm ış k im lik le r an lam ın a gelm ek ted ir) te rim le riy le old u k ça gü zel b ir şek ild e betim Icn eb ilm ek ted ir. Ö y le y s e (yetim v e şizo fren olsa b ile) b ilin ç a ltın a n eden bir a y rıc a lık ta n ım a k g e re k iy o r k i? B ilin çaltı, ya p ısa l d eğer d e v rim i v e egem en d eğiş to k u şu n c ıı radikal gü n cel e v re s iy le ç a ğ d a ş b ir zih in sel yapıdır.
Grev Tarih sel a çıd a n g r e v ; b elli b ir ü retim s istem in d e kapitalin b aşvu rd u ğu g e re k s iz şid d ete karşı, a rtı-d egerin küçük d e olsa bir p arçasın ı k op arab ilm ek am acıyla ö rg ü tlen m iş bir şiddet tü rü o la ra k kabu l edilebilir. O ysa g ü n ü m ü zd e bu tü r bir grev b içim i ço k ta n son a erm iştir: 1| Ç ü n k ü k a p ita l artık h er türlü grevin u zııyıp g itm e sine taham m ü l ed eb ile c e k k a d a r gü çlü d ü r. B u n u n nedeni artık b ir ü retim s istem i için d e ya şa m ıy o r o lm a s ıd ır (yanı artı-d eğerin aza m ileştiriîd iği b ir sistem ) G ü n ü m ü zd e, top lu m s a l iliş k i b içim in in y en id en -û retim d ü zen eğin e dokunul-
ıımdığı sürece k â r edilm ese de olur mantığı egemendir. 2) Ç ü n kü bu grevler hiçbir tem el değişikliğe neden •Yam am aktadırlar. Kapital günüm üzde artı-değeri ken diliğinden bölüştürm ektedir. Zira bu onun için bir ölüm
kalım
sorunudur. G rev olsn o h a kapitale, kendi mantığı
doğrultusunda, uzun vadede verilecek ödünün ondan kol art ılınası olabilir. O retim ilişkileriyle birlikle sın ıfla r arası m ücadele de yönlendirilerek, toplum sal ve politik ilişkiler görünüm üne bürünm üşse, bu durum da: — tem sili vekalete dayalı tarihsel b ir süreç ile; — ü retim e dayalt bir tarihsel süreç olarak ya p ıla n sın ıf tanım ı ve örgü tlen m e döngüsünü y a l nızca onu n elinden kaçabilenlerin zorlayabileceği apaçık ortadadır. Y alnızca üretim ve tem sil etm e denilen döner dolnbın H inden k açabilen ler sistem in m ekanizm alarını bozabilir ve <• aptalca koşullann arkasına gizlenerek, aslında geom etı ık bir alana benzeyen “ p olitik a n ın ' sonu dem ek olacak 'sın ıfla r arası m ücadeleyi" yen iden gündem e getirebilm ek umacıyla kendisini tahrik edebilirler. Göçm en işçilerin kısa »ü re ö n c e " grevler konusunda devreye girişleri bu doğrultuda değerlendirilebilir. Ç ünkü m ilyonlarca işçi tabi oldukları ayrım cılık m e kanizm ası nedeniyle her türlü tem sil edilm e sürecinden yoksundur ve onların Batıdaki sın ıflar arası m ücadele sahnesinde boy gösterm eleri, içinde bulunulan bunalım 1
1’ Oysa bu müdahale toplumsal temsil edilme olanağından yoksun bırakılmış gruplarınkindcn çok farklı değildir. Örneğin sendi kaların. kendi hallerine bırakılmış "vahşi* durumdaki genç kadınlar, liseliler, homoseksüeller ve bizzat "proleterleri" değil de yalnızca kendi kendilerini temsil ettikleri düşünülürse, bu anlamda hepimizin birer “göçmen" olduğu söylenebilir. Buna karşın göçmenlerin göçmenliklerine son verilebilir O zaman da ortada adına "göçmen denilebilecek bırileri kalmaz*. Zaten bu yüzden bunlar tarih sahnesinde yeni boy gösteren bir özne es kisinden nöbeti devralan yeni bir proletarya değildir
s ü re c in i tem sil e d ilm e d e n ile n c a n alıcı b ir n o k ta y a s ü rü k le m e k te d ir. S e n d ik a la r dn d a h il o lm a k ü z e re top lu m u n ta m a m ı ta ra fın d a n b ir sın ıf o la ra k ta n ın m a y a n g ö çm en ler (b u n o k ta d a "ta b a n ın ’' e k o n o m ik -ıık ç ı b ir su ç orta k lığ ı söz k o n u s u d u r; ç ü n k ü ö rg ü tle n m iş k a p ita lis t b u ıju v a sın ıfıy la o la n iliş k is i ü z e r in d e y o ğ u n la şa n “ p ro le ta ry a " sın ıfı a ç ıs ın d a n d a g ö ç m e n " n e s n e l" a n la m d a b ir s ın ıf d ü ş m a n ıd ır), bu to p lu m s a l d ış la n m a y ü r ü r d e n iş ç ile r ve se n d ik a la r; d a h a g e n e lin d e y s e " s ı n ı r ve lar “s ın ıfı" teın sıl e d e n h er tü rlü s ü reç a ra s ın d a k i iliş k in in ç ö z ü m le y ic is i ro lü n ü ü s tle n m e k ted irler. P olitik te m s il e d ilm e s is te m in e o ra n la sa p m ış o l d u k la rın d a n . b u s a p m a sa y e s in d e p ro le ta ry a n ın d ü zen in i b o za ra k o n u n d a te m s il e d ic i ve k en d i a d ın a k o n u şa n h er tü rlü sü re ç te n y a v a ş y a v a ş u za k la ş m a s ın a n e d en o lm a k tad ır. A n c a k bu d u ru m s o n s u za d ek l>öylc s ü rü p g itm e y e c e k tir. Ç ü n k ü s e n d ik a la - v e iş v e re n le r bu te h lik e y i sezin le d ik le ri için g ö ç m e n işçileri "s ın ıfla r a ra sı m ü c a d e le " s a h n e s in e “o la y ın ta m a m e n için d e y e r a la n " fig ü ra n la r şek lin d e s o k m a y a ça lışm a k ta d ırla r.
Sendlkal(aro) Otopsi 1973 M a rt-N isa n ayların d a R en au lt firm a s ın d a y a p ıla n grev bu b u n a lım ın b ir tü r gen el p ro va sı gib iyd i. G ö rü n ü ş te şa ş k ın . d ü ze n s iz, g ü d ü m le n m iş v e s o n u ç o la ra k dn b ozgu n d u (y a d a a rtık b ir ta b u y a d ö n ü şm ü ş “u zm a n iş ç i" terim i y e ri- ; n e "ü re tk e n ö ğ e " terim in in k o y u lm a s ıy la so n u çla n a n terim n olo jik b ir zafer!) G erçek teyse ta b a n la ta va n a ra s ın a sıkışıp k a lm ış s e n d ik a la rı b ek leyen g ü ze l b ir ö lm e sü reci. B a ş la n g ıç ta . bu . U zm an G ö çm en İşçiler ta ra fın d a n b aşlatılan “v a h ş i* b ir g re v d i. A n c a k b u g ib i d u ru m la rd a k u lla n ılm a k ü z e re C .G .T 'n ın (G en el işçi K o n fe d e ra s y o n u ) e lin d e h azır b ir sila h va rd ır: g revi d iğer fn b rik a y a d a d iğ e r k a te g o rile r d ek i p e rs o n e le y a y a ra k olayı rıtü cllcşen b ir b a h a r ey lem in e d ö n ü ş tü rm e fırs a tın ı d eğerlen d irm ek . O y s a 1968 yılın d an b u y a n a k en d in i k a n ıtla m ış o la n v e sen d ik a la rın en azın -
j
•İm» bir kuşak boyunca kullanabileceklerini düşündükleri l >ı denetlem e m ekanizm ası bu kez ellerinden kaçacaktı. Vahşi olm ayan taban bile (Scguin, Sandouvillc, I'lın s) kenıiı sendikalarının "öğütlerine" uymuınış ve işi aralıklı olarak ı»ıa k ıp yeniden işbaşı yapm ışlardır. Bunlar sürekli ters lı.vjeye yatırılm aya çalışılm ışın. Yönetim e kabul ettirilen koşulları işçiler onaylam am ış; yönetim le yeniden masaya oturabilmek için işçilerin kabul ettikleri koşulları bu kez yönetim reddetm iş ve fabrikayı kapattıktan sonra sen di kaları allayıp doğrudan işçilere seslenm iştir. Aslında sen dikaların daha da geriye çekilm elerini sağlayabilm ek am a< ivin bunalım bilinçli bir şekilde körüklenm iştir Zira am aç sendikaların tüm işçileri denetleyip denetleyem eyeceklcrini görmekti. Sorgulanan şeyse sendikaların yasallığı, toplu m sal varlıklarıydı. İşverenlerin (\c hüküm etin h er düzeyde) '«• file ş m e s in in ' nedeni budur. Tartışılan şey örgütlü (sen dikalı) proletarya ve işveren arasındaki bir güç gösterisi değil; hem taban hem d e işverenin ikili baskısına m aruz kulan sendikanın karşı karşıya kalm ış olduğu tvtnail etm e atnavtnda başarılı olm asıdır ve bu sınav son yıllard a tanık ulunan vahşi grevlerin ulaşm ış olduğu en v'ısl aşam adır. Ilır başka deyişle ola yı başlatanlar sendikalı olm ayan genç uulcr, göçm enler, yani sın ıflan d ırm a) dışı tutulanlardır. D idişm enin b u düzeye ulaşm ası m üthiş bir şeydir. Mu, yasal sen dikalar ve temsil edilm e süreciyle birlik li
toplum sal yapın ın tam am ının çök m esin e yönelik bir
irhdıttir. M eclis ve diğer aracı kurum lar artık ağırlık ve önem lerini yitirm işlerdir. Sendikalardan yoksun polis bile |u*k bir işe .varam am aktadır. Ö zellikle d e fabrikalar ve d i ğer yerlerde sen dikalar polisin görevin i yap m a konusunda aciz bir durum daysalar. 1968 M ayısında Rejim i sen dika lar kurtarm ıştı. Şim di sıra sendikaların ku rtarılm asına gelm iştir. O laylardaki karm aşa (bu h em liselilerin eylem i hem de R en au lt fabrikasındaki grevler konuşundu geçerli olan bir d ü şü n cedir) durum un vaham etinin hangi düzeye ulaşm ış oldu ğu nu gösterm ektedir. Bu bir grev m idir, değil midir? Neler olu p bitm ektedir? Hiç kim se hiçbir şey hak-
k ın d a k e s in bir ş e y s ö y le m e m e k te d ir. A m a ç n e d ir? K a rşıt g ö rü ş te o la n la rın d u r u m u n e d ir ? N e is te n m e k te d ir ? K itle lerin m ü c a d e le g ü c ü n ü G e ig e r s a y a ç la rıy la ö lç m e y e ç a lış a n s e n d ik a la r, p a rtile r v e k ü ç ü k g ru p ç u k la r n e y a p a c a k la r ı n ı ş a ş ırm ış b ir d u r u m d a d ır la r
L is e lile rin e y le m in i k e n d i
b a k ış a ç ıla n d o ğ r u ltu s u n d a y o r u m la m a y a ç a lış a n la r o n a a n la m ın ı y it ir m e k t e d ir le r . O z a m a n b u n u n a m a ç s ız b ir e y le m o ld u ğ u id d in e d ile b ilir m ı? fin a z ın d a n a rd ın a giy.le n m e y e ç a lış tığ ı nesrini b ir a m a c a s a h ip o lm a k is te m e d iğ i s ö y le n e b ilir. İşçiler, s e k iz g ü n ö n c e k e n d ile r in e Ö n erilm iş b e lli a v a n ta jla rla iş b a ş ı y a p m a y ı r e d d e tm iş k e n , b u s ü re n in s o n u n d a h iç b ir ş e y e ld e e d e m e d e n y e n id e n iş le r in in b a ş ı n a d ö n m ü ş le r d ir v s . A s lın d a b u k a r m a ş a d a d ü ş s e l o la n b ir ş e y le r v a rd ır. S a n k i b u k a rm a ş a o d ü ş ü n iç e r iğ i ü z e rin d e o y n a y a n b ir tü r d ir e n m e y a d a s a n s ü r e b e n z e m e k te d ir. İh ı e y le m le r a r a c ılığ ıy la p r o le ta r y a n ın k o la y k o la y k a b u l e d e m e y e c e ğ i a s a l b ir n o k ta y a v a r ılm a k ta d ır . I3ır b a ş k a d e y iş le to p lu m s a l m ü c a d e le g e le n e k s e l a n la m d a d ış s a l, iş v e re n le r v e s e rm a y e y e d a y a lı s ın ıf d ü ş m a n lığ ın d a n : g e r ç e k a n la m d a içsel s a y ıla b ile c e k b ir s ın ıf d ü ş m a n ın a , y a n i b izza t b u s ü re c i te m s il e tle n p a rti y a d a s e n d ik a y a k a y m ıştır. İş ç ile rin v e k a le te n ik tid a rı k e n d ile r in e d e v r e tm iş o ld u k ta n s ü re ç , k a r ş ıla r ın a b ir iş v e r e n le r v e h ü k ü m e tin ik tid a rın a v e k a le te d ö n ü ş e r e k ç ık m a k ta d ır . K a p ita l y a ln ız ca e m e k g ü c ü v e ürünü y a b a n c ıla ş tır m a k ta d ır ; ç ü n k ü ü r e tim d e n b a ş k a b ir şeyi te k e li a ltın a a la m a m a k t a d ır P a rtile r v e s e n d ik a la r s a s ö m ü r ü le n le r in to p lu m s a l ik tid a r ım k e n d ile rin d e n u z a k la ş tır m a k ta d ır la r ; ç ü n k ü o n la r d a te m s il e tm e te k e lin i e lle r in d e tu tm a k ta d ırla r. O n la r ın s u ç la n m a s ı ta rih i b ir d e v rim s e l g e liş m e d ir . A n c a k b u g e liş m e n in b e d e li; s a y d a m lık ta n v e k a r a r lılık ta n ö d ü n v e r m e , b e lirg in bir g e rile m e , s ü re k lilik , m a n tık v e a m a ç la r d a n y o k s u n lu k vs
ş e k lin d e ö d e n m e k te d ir. K e n d in e b a s k ı y a p a n s ü r e c e
k a rş ı d ir e n m e k s ö z k o n u s u o ld u ğ u n d a , y a n i s e n d ik a lıy ı, d e le g e y i, s o ru m lu y u k e n d i b irim in in b a ş ın ı k o v m a k g e r e k tiğ in d e y s e h e r ş e y b ird e n b e lir s ız lc ş m c k te d ir . A n c a k 1973 b a h a rın d a k a rş ım ız a ç ık a n b u b e lir s iz lik h e m s o r u n u n k c-
millikle tem eline in ilm iş olunduğunun hem de sendika ve l' irtllerln ölm üş oldu kların ın göstergesidir. Eh. onlar da ölm eyi öğren sin ler artık
Yoldan Çıkan Proletarya Son zam an larda tonik olunan toplum sal olayların poli tik açıdan en can alıcı yanı, bu tem sil cim e bunalım ıdır. Ancak sistem açısından tek başına Ölümcül bir tehlike oluşturm ayan ve Isendıkalar da dahil olm ak Özere) özerk yönetim (aufogesJron) adlı genelleştirilm iş bir şem a üstüne oturtulan (eski gücüne yeniden kavuşturulm aya çalışılan) bu bunalım, biçim sel düzeyde çoktan aşılıp geçilm iştir. Ar tık iktidara vekalet edilm em ektedir. Artık ü retim den her kes sorum ludur! Yeni ideolojik kuşak ağırlığını koym aya başlamıştır! A n cak çok zorlanacağı kesindir; çünkü bu bunalım çok daha derinlerde b ir yerlerden kaynaklanan ve bizzat Üretim, verim lilik sistem iyle ilgili bir başka bunalım a eklem lenm ek durum undadır. Ü stelik o noktada d a göçm en işçiler, h iç k u şku su z olayın çözüm leyicisi konum undadır. 'Proletarya" v e onu temsil eden süreçleri nasıl çözüm lcdiyscler, em ekçilerin kendi em ek güçleriyle olan ilişkileri ile verim li bir gü ç (yoksa tem sil edici bir süreç olarak ara la rından yaln ızca birkaçı değil) olarak kendi kendileriyle olan ilişkilerini de a yn ı şekilde çözüm lem işlerdir. Bunun nedeni yakın bir geçm işte |kendi ü lkelerinde — çeı>. notu ) verim li likle ilgisi olm ayan bir gelenekten kopartılıp ulınmış olm a larıdır. Ç ü n kü Batılı bir em ek süreci içine çekilebilm eleri için, toplum sal açıdan bir ön ceki yapılaıım adun ku rtarıl maları gerekm iştir. Buna karşılık on lar da Batılı toplum lan egem enliği altın a alm ış olan, bu genel çalışm a süreciyle üretim ahlakının yap ısın ı derinlem esine değiştirm işlerdir. Avrupa em ek
pazarında gü çlerin den yararlanm ak
üzere işe alın m aları sanki A vru palI proletaryanın em ek ve üretim karşısın da gid erek anlam ını yitirm esin e neden olu yor gibidir. O ysa üzerinde du ru lan kon u ya ln ızca top lum un bü n yesin de zaten h ep var olm u ş olan çalışm aya
d iren m e den ilen (çalışm ayı frenlem e, zam an öldürm e, iş: ekm e vs.| “gizli k a p a k lı' u ygu lam alar değildir; çünkü bu kez açıkça k o lek tif v e kendiliğinden den ileb ilecek b:r şek il de işçiler aniden işi bırakm akta, h içbir talepte bu lu n m a m akta, h içbir toplu tartışm aya katılm am akta, sendikalar ve işveren leri büyük bir u m utsuzluğa sü rü kleyen b u tür davranışlardan sonra da hiçbir şey olm am ış gibi ertesi p a zartesi hep birlikle işlerinin başına dönm ektedirler. Bu ne bozgun ne d e zaferdir. Bu bir grev değil bir tezgâ h ka/mtma olayıdır. Kulağa g re v terim inden çok daha hoş gelen ‘ tezgah k a p a tm a ' bizi oldu kça ayd ın latan bir terim dir. Ç ü n kü bu terim le birlikte çalışm a d isiplin i denilen şey hapı yu tm a k ta, sınai koloııizasyonu n iki yü zyıld an bu y a n a Avrupa'ya dayattığı tüm ahlaki ve pratik n orm lar (herhangi b ir som ut çab a h a rla n m a d a n , işin doğru su , “sın ıfla r arası bir m ü ca d e le ' bile olm adan ) çözü lm ek te ve u n u tu lm aya m ahkûm edilm ekledirler. İşe devam sızlık, lakaytlık, çalışm a sa a t lerine riayet etm em en in y a n ı sıra ücrete, ifrata, kadem e atlam a, birikim ve ön görü ye d ayalı bir zorlu ıım aya karşı d u yarsızlık ; ya ln ızca y a p ılm a sı gereken ya p ıld ık ta n sonra çalışm ayı bırakm a ve d ah a sonra yen id en işinin başına dönm e: K olon yalıstlcrin “a z gelişm iş" ü lk elerd ek i in sa n ları yapm ak la su çladıkları davran ışların bire bir nynılan Uu in san ların em ek /d eğer, rasyonel ve sü rek li b ir zam an, ücrete d ayalı kazanç vs an layışın a u ygu n d avran m aların ı sağlayabilm e olan aksızlığı. O n la r an cak d e n iz ö te s i bir y e r lere gön d erild ik lerin d e bir çalışm a sü reciyle bü tü n lcşebilm cktcdirlcr. Batılı işçilerse lam da bu n ok tad a gid erek “az g elişm işlere" özgü d avran ış biçim lerine d oğru bir “gerilem e" gösterm ektedirler. K oloııizasyon u n en ileri biçim in in (yani el em eği ith alatın ın ) Batılı p roletaryan ın y old a n çıkm asına neden olm ası alın an bir rövan ş d eğilse n ed ir? B elki d e bir gün B atılı proletaryan ın a z gelişm iş ü lk elere ihraç edilerek on lara em eğin sa h ip old u ğu tarihsel ve d evrim ci d eğerleri yen iden öğretm esi istenebilir. U l t r a - k o l o n i z e e d i l m i ş g ö ç m e n i ş ç il e r le ( k o l o n il e r d e n v e r im s i n m i y o r s a n ı z o ü l k e l e r d e n i ş ç i i t h a l e d e r s i n i z o l u r
biter) tüm toplum sal (okul, fab rik a kısaca h er y erd e em e ğe yapılan yatırım ın hot evresinden cool ve sınık b ir işini (tapma evresin e geçilm ektedir) sektörler çok yakın bir ilişki iyindedirler. İşte bu “ v a h ş i' du yarsızlık evreninden “ ras yonel" çalışm a evrenine henüz yen i geçm iş olun göçm en işçiler (ve kırsal kesim den gelm iş genç U zm an İşçiler) ça lışmanın zoru n lu kıldığı bu kolek tifleşm e sürecinde, Batılı toplumun karşı karşıya kaldığı yen i, tehlikeli, yü zeysel ve nedensizle; yaklaşık ıkı yü zyıl ön ce aynı Batıda inanılm az hır çaba s a rf edilerek dayatılan bu sınai disiplini -B a tı bu disipline sokm a işini gerçek an lam da asla tam olarak bc• erem edıgindcn. tehlikeli bir bel verm e sü recine girm iştir (bu süreç aslında d en lz-ötcsi d en ilen diğer kelonizasyon olayından d ah a uzun sü rm eyecek tir}- bir ahlak biçim i, bir kültür, bir efsaneye dön ü ştü rm eye çalışan k olek tif para noyayı çözüm lem eye çabalam aktadırlar.
la f Olsun Diye Grev Yapmak Laf olsun d iye grev yapm ak güncel bir m ücadele biçim idir. Herhangi b ir neden, b ir am aç ya d a politik bir gönderenler sistem inden yoksu n bu grev biçim i; h erhangi bir nedene dayandırılm ayan, herhangi bir gön deren ler sistem inden yoksun, toplum sal bir kullanım değeri olm ayan ve ken dinden b aşka b ir şeyi am açlam ayan bir ö r e lim biçim ine üretim için üretim e- ya n i kısaca, artık b ir y e n ’den-ûretim sistem inden başka bir şey olm ayan ve onu sırtında taşıyan kısırdöngü sel em ek sürecinin de devasa bir totolojiyc d ö nüşm üş oldu ğu bir sü rece karşı çıkm akladır. G rev yapm ış olm ak için grev yapm ak, değer yasasının cn son aşam asına denk gelen kapitalin içine dü şm ü ş olduğu bu son durum u «ç ığ a çıkardığı için ters ancak yıkıcı bir totolojidir. En sonunda grev /x>litik güçler ve ik tid a r oyunu ilişk ile ri konusunda ağırlığı olan bir araç, yaln ızca bir araç olm a özelliğini yitirm iştir. G rev artık bir am aca dönüşm üştür. Bir tür am açsızlığı am aç edinm iş olan üretim i, kendi saha sında kesin b ir parodiye dönüştürerek yadsım aktadır.
Oretim için üretim düzenindeyse artık israfa yer y o k tur. Kullanım ın kısıtlı oldu ğu bir ekonom i için geçerli olan bu terim i bizim kullanabilm em iz olanaksızdır. isra f siste mini duygusal bir şekilde eleştirenlere
•
la m a n ı değerlendirm e denilen şey d e en az em ek k a
dın' “ üretkendir" Fabrikada harcanan em ek d e en az boş /umanı değerlendirm e y a d a (üçüncü/hizm et scklör/ü ) kadar ‘ verim sizdir’ . Bu form ü llerden biri y a da diğerinin «eyerli olm asının bir önem i yoktu r. Ü stelik bu duyarsızlık hım da ekonom i p olitiğin tam am lanm a fbitiş) evresine cıif b ir (/''■■i(ergedir. H er şey yeniden-üretım m antığı üzerine o tu r tulm uştur. ya n i şeyler kendilerini birbirlerinden a y ırm a mızı sağlayan som ut am açlarını yitirm işlerdir. A rtık kim se üretm em ektedir. Üretim ölm ü ştü r yaşasın ycn ıden -ü retim düzeni!
Üretimin Soy k û tü ^ iı Oûncel sistem in yen iden ürettiği bir şey varsa o d a k esin likle kapitaldir. Ç ünkü kapital artık toplum sal b ir ilişki bi çim idir, y ok sa o sıradan tanım ıyla ifade edilm eye çalışılan para-kâr ü zerine otu rtu lm u ş ekonom ik bir sistem değildir. Bugüne kadar yen iden -ü retım denilen şey hep üretim b i çim inin ‘ genişletilm iş" bir yen iden -û retim i ve onun ta ra lından belirlenen bir şey olarak algılanm ıştır. O ysa üretim biçimini yeniden-üretım biçim ine özgü bir yöntem (üstelik de tek yön tem değil) şeklinde algılam ak gerekm ektedir. Üretim güçleri ve üretim ilişkileri -b ir başka deyişle m addi üretim evren i- olası konjonktürlerden ya ln ızca biridir. Bu yüzden d e tarihsel açıdan yeniden-Ü retim süreciyle ilin ti lidirler. Yeniden üret i m düzeni ekonom ik söm ürü denilen şeyin tam am en dışında kalan b ir biçim dir. B urada üretim gü çlen oyu nu nu oyn am a zorunluluğu yoktur T arih sel açıdan “proletaryan ın " (sanayileşm eye bağlı ücretli işçi) statüsü h er şeyden önce bir yerlere kapatılm a, bir yerlerd e toplanm a ve toplum sal dışlan m aya d ayan m ı yor? M anifaktür dönem indeki bir yerlere kapatılm a olayı Foucault'nun XVII. yüzyılla ilgili yaptığı kapatm a betim le mesinin m uazzam bir şekilde genişletilm iş halidir. “Sınai" em ekle (znnaatsal değil, kolektif üretim araçlanndan y o k
sun bir şekilde ve denetim altında) ön ce genel nitelikli has tanelerde karşılaşılm am ış m ıdır? R asyonelleşm eye başla yan bir toplum ilk aşam ada işsiz güçsüzlerim , serserilerini, yolunu şaşırm ış olanlarını m eşgul etm eye, onları bir yerlere bağlam aya çalışm ış ve kendilerine özgü rasyonel çalışına il kesini dayatm ıştır. O ysa kirlenm e karşılıklıdır. Rasyonellik ilkesini bu kopuş aracılığıyla yerleşik hale getirerek çalışan toplum un tam am ına yaym ıştır. Dir m ikro-m odel olarak ka patılm a. cın rk ve verim liliğin am açlanm ası gibi göstergele rin ardına gizlenerek sınai bir sistem şekline bürünüp, g e nelleşerek tüm toplum u kapsayacak ve bir konsantrasyon kam pı, bir ceza, bir tutuk evine dönüşecektir. Proletarya ve söm ürü kavram larını ırkçılık, cinsel ayrım cılık gibi baskı alanlarına ihraç etm ek yerin e y a şanm akta olanların aslın d a bunun tam tersi bir sürece benzeyip
benzem ediğinin
sorgulanm ası
gerekm ektedir,
ö n c e işçinin asal statü sü nü n deli. Ölü, doğa, hayvanlar, çocuklar, Zenciler, kadınlar gibi -b ir söm ü rü lm e değil a fo roz edilm e statüsü o ld u ğ u n u n - bir soyulm a ve söm ürülm e değil bir ayrım ve dam galan m a statüsü olu p olm adığının sorgulanm ası gerekm ektedir. G erçek anlam da bir sın ıflar arası m ücadelenin hep bir ayrım cılık tem eli üzerine oturtulm uş olduğunu düşünü yorum . Alt katm anlardaki insanların bu hayvanca yaşam koşullarına,
kendilerini
insanlıktan
çıkartan
çalışm aya
m ahkûm eden bu kast denilen iğrenç şeye karşı m ücade lesi olarak görüyorum
H er grevin, her isyanın ardında y a
tan duygu budur. Bugün bile 'ü cretle çok yakından ilgili' olduğu söylenen eylem lerdeki kın y a da düşm anlık aynı duygudan kaynaklanm aktadır. Bununla birlikte günüm üz proleteri “norm al* bir varlıktır. İşçi bütünüyle "insan* ola rak değer verilen bir konum a getirilm iştir. İşte bu yüzden d e bir insan olarak tüm egem en ayrım cılık biçim lerini kendi hesabına geçirm ektedir, yani o d a ırkçılık, cinsel ayrım cılık yapan baskıcı biridir. G üncel sapm a biçim leriyle her kesim den ayrım cılığa tabi tutulanlara karşı, o da, burjuvaziyle aynı taraftadır, ya n i insani ve norm al olanın yanındadır.
l»\ımın böyle olduğu, bu toplum u belirleyen tem el yasanın •Am ılrû değil, normallik kodu olm asından bellidir.
Üretim İllüzyonu: 19M Mayısı «'■•■tim biçim inden yalın ve basil bir yen iden -ü retim b içi mim- geçişin ilk habercisi, ilk şok dalgası 1968 M ayısıdır. Mu şok dalgası ön ce üniversiteyi ve özellikle de Insanbilını fakültelerini vurm uştur. Ç ü n kü (açık seçik bir •‘ polınk* bilinçten söz ed ilem em esin e karşın bu böyledlr). İlk önce buralarda ortıfc h içb ir şey üretilm ediğinin (bizzat genel •istem in yeniden-üretim unsurları olan öğretim elem anı, lı r ve kültürün yen iden -ü retim in den başka bir şey y a pılm adığının! fa rk ın a varılm ıştır. 1968 M ayısında öğrenci hareketini doğu ran şeyler işte bu salt yararsızlık, so ru m l u l u k (“ Neden Sosyologlar V ar ki?*|, kent dışın a itilm işlik duygusudur yok sa ış olan ak ların ın bu lu n m am ası değil; çünkü yeniden-üretim dü zen in de herkese yetecek kadar imi ış vardır. A rtık gerçekten üretim yapılan alan lar y a da mckAnlar yoktur. Bu şok dalgası henüz
tam am en ntlatılaınnm ıştır
Çünkü toplum u oluşturan kesim ler liretim g ü çleri kon u mundan basil b ir yeniden-üretim g ü çleri statü sü ne doğru »'enledikçe, bu şok dalgasının d a sistem in k ılcal dam ar lıırtna kadar yayılm aktan b aşka çaresi yoktu r, ö n c e lik le kültür, bilim , adalet, aile gibi "û styapısal* denilen alan lan etkileyen b u sü recin, gü n ü m ü zde giderek “altyap ısal’ a la n ların tam am ını etkilem ekte old u ğu açıkça görülm ektedir; çünkü 1968 M ayısından b u yan a kısm i, vahşi ve aralıklar l ı yinelenen yen i b ir grev kuşağı artık üretim le sınırlı bir proletaryanın yü rü ttü ğü "sın ıfla r arası m ü c a d e le c im çok fabrikalarda yen idcn -ü rctim lc sınırlandırılm ışların isyanı na tanıklık etm ekledir. Bununla birlikte bu alanda da ilk etkilenenler yine m arjinal, an om ik (belirsiz) kategoriler olm uştur Kırsal ke »im den doğru dan fabrikaya ithal edilen genç Uzm an İşçiler, göçm en işçiler, sendikasızlar ve benzerleri gibi. Yukarıda
sıralanm ış nedenlere dayanarak örgütlü ve sendikalı “gele neksel* proletaryanın en son tepki gösterenlerden biri olm a olasılığının yü k sek olduğu söylenebilir; çünkü •üretken em ek ” ııdlı illüzyonu en u zu n süreyle o koruyabilir. Bu. d i ğerlerin e oran la. söm ü rü lse bile toplum sal zenginliğin kay nağında y e r alm a; örgütlenerek güçlenm iş ve yasallaşm ış “proletarya* bilinci hiç kuşkusuz güncel sistem in yapısının bozu lm asını engelleyen cıı önem li “ideolojik" savunm adır. Ç ü n kü nüfusun önem i: katm anlarını proleterleştirm ek, yani şu em ek tar Marksist kuram ın arzuladığı gib i "ü ret ken” em eğin söm ürü alanını genişletm ek yerin e herkesi yen id en üretici em ekçi statüsüne Indirgeyıvcrm cktcdir. “V erim li" el em eğiyle yaşayan işçiler ü retim illüzyonu nu herkesten daha yoğu n bir şekilde yaşayan insanlardır, tıpkı boş zam an ların da bir özgü rlü k illüzyonu içinde y a ş ı yor olm aları gibi. Ş eyler Kullanım D eğeri gibi bir zenginlik y a da hoş nutluk kaynağı olarak algılandıkları sûrece, kendisine cıı çok yaban cılaşılm ış v e in san ı en çok söm ü ren em ek bile taham m ül sınırlarının için de kalm aktadır. (D ü şsel d ü zey d e kalsa bile) bireysel y a d a toplum sal gereksin im lere (za ten gerek sin im kavram ı d a işte bu yü zden çok hayati ve m istifık atör b ir kavram dır! yan ıt veren bir "ü retim e" tanık olu n d u ğu sü rece en kötü bireysel y a d a tarihsel durum lar bile katlan ılabilir h ale gelm ektedir. Ç ü n kü üretim illüzyonu h âlâ b ir üretim ve ona özgü id ea l kullanan değerin i ça k ış tırm a illüzyonu olm ayı sü rdürm ektedir. G ü n ü m ü zde em ek gü çlerinin kullanım d eğerin e inan an lar -p ro leterler- gücül anlam da en ap tal konum a d ü şm ü ş olanlardır. Proletarya; insanları salt yararsızlık, k ısırdöııgü leşm iş güdüm lcm cnin olu ştu rdu ğu bu saçm a ycn idcn -û retım dü zen in e karşı y ö n etilecek bir isyanı başlatabilecek en son kesim dir. Bu süreç tüm toplum u sarıp sarm aladığı zam an 1968 M ayısı genel bir p atlam a biçim ine dön ü şm ü ş ve öğrenci/ işçi ilişkisi bir sorun olm aktan kurtulm uş olacaktır. Ç ü n kü gü n cel sistem de bu sorun kendi em ek güçlerine hala inananlar ve artık in an m ayan lar arasın daki derin bir uçu rum gibi algılanm aktadır.
■İN SIMULASYON MODELİ OLARAK EKONOMİ POLİTİK
I*'unlun böyle bizim için g erçek dem ek, ek on om i politik «l»-inektir; bir başka d eyişle gösterge içsn gönderenler siste mi, yani m iadını d oldu rm u ş an cak sim ü lasyonu n bütüne A/gü "d iyalektik" dengeyi koru yu p, sürdürdüğü bir gönı İr renler sistem inin aynısı. O h a ld e gerçeğin düşaelleştiği söylenebilir. Ç ü n kü burada d a eskiden a yn ayrı d eğ er lendirilen iki kategori birbirlerine karışm ış ve am açlarını yitirm işlerdir. Kod lyapısal d eğer yasası) ekonom i politiği
(kısıtlı ve ticari değer yasası) bizim toplu m larım ıza özgü ılıışsel/gcrçeğin kendisi olarak ayak la tutm aya çalışırken, değerin k ısıtlan m ış biçim i de artık değiştirilm esi olanaksız bu ekonom i politik biçim in i gizlem eye çalışm aktadır. Kör. artı-dcğer, kapitalist dü zen , sın ıflar arası m ü ca dele, ya n i ekonom i politikle ilgili eleştirel söylev artık bir gönderen olarak ku llan ılm akladır. Sahneye gizem li değer çıkm ıştır (doğal olarak gizem in yaln ızca değeri d eğ işm ek le dir; çûrücû artık gizem li olan yapısal değerdir). E konom inin ‘ belirleyici bir süreç" olduğu konu su nda herkes h em fik ir dir Ekonom i artık “ m ü stch cen lcşm iştır".1" Bu b ir kışkırt-
" ll.N.P (Banka) afişindeki “Paranızla ilgileniyorum -herkes çıkın larını düşünmek durumunda- »iz bana paranızı veriyorsunuz, bcıı de sizin bankamdan yararlanmanızı sağlıyorum" sözleri bu doğrultuda çözümlenebilir 1) Kapitul (uluslararası fmnns kapitalizminin en gelişmiş biçimi) ilk kez bu kadar somut bir şekilde, gözlerim gözlerinizin içine dikerek bu eşdeğerlik ilkesini dile getinp bir reklam u>gümanı olarak kullanmaktadır. Oysa genelde bu tür şeylerden söz edilmez Tican değiş tokuş ablak dışı bir şeydir. Bu reklamın amacıysa hizmet adına bu ahlak dıştlığa son verebilmektir ö y leyse bu dürüstlük ikinci derece bir maskedir. 2) Görünürdeki amaç, pnrnlarını ll.N.P 'ye getirerek eko nomik açıdan iyi bir ış yaptıklarına insanları mandırabilmektir ancak güdülen gerçek strateji (poliçelerde olduğu glbil buna paıalc) olandır. Bu kapitalist dürüstlük aracılığıyla asıl amaç insanları "tek tek" yakalayıp inandtrabllmckür. Bundan böyle duygulara yer yoktur. Hizmet ideolojisi sona ermiştir. Kartlan açık oynamanın zamanı gelmiştir vs Eşdeğerlik yasasının bu
alıtak dsşı gizli yasasının açığa çıkarılmasındaki müstehcenlik insanilin baştan çıkarmakladır Bu ‘ erkekler «rau n da kalan" bir suç ortaklığıdır. Kapitale özgü bıı müstehcen gerçektik er kekler arasında paylaşmaktadır. Dolayısıyla bu afişten yayılan ve insanı yoldan çıkaran ve cinsel organınıza sabitlenmiş gibi paranıza sabitlenmiş olan adamın gözlerinden yansıyan bir tür cinsel çekicilik, hınzırlık vardır. Bu. gülümseme yöntemi (Soci£tö Gincralcln [rakip banka — eti. nofu.| bu reklamı he defleyen karşı atağı bu tema Üzerine oturtulacaktır: “Gülümse mesi gereken kişi müşteridir yokm bankacı defijl'I insanı basit bir şekilde baştan çıkarmayı amaçlayandan çok daha zekice ve ahlaksız bir tekniktir. Saçtığı vahşetle insanlar üzerinde ahlak sızca bir etki bırakan kapitalin bu yüzünü ele alarak, insanları ekonomiğin bu müstehcen yanıyla baştan çıkarmak Bu açı dan bakıldığında B.N P.Vtln sloganı basitçe: ‘ Poponuzla ilgile niyorum -herkes kendi çıkarlarını düşünmek zorunda- bar.n poponuzu verin ben de sizi düzeyim" anlamına gelmektedir ki, bundan herkesin hoşlanmayacağı gibi bir sonuç çıkarılamaz. Değiş tokuşlara özgü insani ahlak anlayışının gerisinde yatan yoğun bir kapital arzusuyla baş döndürücü bir değer ya sası vardır. Bu afişin yakalamaya çalıştığı şey ekonomik olanın ölesi ya da berisinde yer alan bir suç ortaklığıdır. 3) Reklamcılar, orta sınıflar için vampire benzeyen bu yüz le, bu hayvani suç ortaklığının, bu doğrudan saldırını:* olum suz tepkilere yol açacağının bilincinde olmak durumundadır lar. öyleyse neden böyle bir riski göze aldılar? Tuzağın en ilginç noktası da burasıdır. Bu afiş kâr ve eşde ğerlik ilkesine karşı direnişlerin somutlaşmasını amaçlamak tadır lğ£n(*kh0İni yitirmiş olduğu, yani kapitalin stratejisinde bir kayma oluşturduğu ve artık ona ait b-.r gerçeklik içinde yer almaması nedeniyle ‘ yasalaştırabılcceği* bir unda sermaye ve kârla; sermaye ve ekonomi arasındaki (Çıknrlar/çıknrlaıj eşdeğerliği daha açık hır şekilde dnyatabılmeyı amaçlamaktadır); hu tikenin formûlleştirılmesiysc gereksiz bir mistıflkasyondan başka bir şey değildir. Kapitalin arlık ekonomik yasalarla ilişkisi kalmamıştır. Zaten bu yüzden bu yasa bir reklam argümanına dönüşebil mekte. gimierge ve güdümlendiği evrene ait olabilmekledir. Afiş bu olayı kendine göre ifade çimekte ve bu dıımmda para bir bahane olmanın ötesine geçememekledir. Zaten böylelikle afişe istediğinizi her düzeyde söyletebil-
madır. Kapital artık d oğa, T a n n ya da ahlak ardına gizlen meyi bırakarak doğru dan ekonom i politiğe ve eleştirisine ı>u (vurmakta ve içsel d en ileb ilecek -yan i diyalektik uyarıcı
■ark mümkün olmaktadır: örneğin Bilinçaltııuzla ilgile iliyorum; herkes çıkarını düşünür: Imnn fantazmlannızı ödünç verin, ben de size çözümlemelerimi sunayım; ölümünüzle ilgileniyorum; herkes çıkarını düşündüğün den yaşam sigortası yaptırın lıeıı de yakınlarınızı mutlu ede ylm; Üretkenliğinizle ilglkniyoruın; herkesin çıkan korunsun: b ina emek gücünüzü ödünç verin, ben de sizi sermayemden yararlandırayım Bu tür düşünceleri sürdürüp götürebilmek mümkün. Bu afişten tüm güncel toplumsal ilişkilerin “genel bir eşdeğerlisi' olarak yararlanılabilir. -i) Afişin temel mesajı n-a türünden bir eşdeğerlik, yanı herkes çıkarlarını düşünmek durumunda cinsinden bir mesaj değilse ikimse kimseyi kandırmamaktadır ve reklamcılar da bu durumun bilincindedirler), a zaman mesajın «riı-dcgcr üze rine kurulmuş olduğu söylenebilir. Çünkü bu İşlem, bankacı açısından, sonuçla a=a*a ?Va dönüşmektedir. Afişin, hemen herkesin sezebileceği, bu gerçekliği pek de gizlemediği söylene bilir. Binada kapitalin durumu pek belirgin değildir Maskesini neredeyse tamamen çıkartmaktadır ancak bu onun için pek önemli değildir. Çünkü gerçekle afişten yansıyan anlamın tıicellksçl eşdeğerlik mtı--değerle bir ilişkisi yoktur. Bu totolojik anlama sahip bir mesajdır yani: a -a değildir, a - a*n değildir ama A eşittir A'dır, yanı bir banka bir bankadır, bir bankacı bir bankacıdır, para da posadır Bu konuda yapılabilecek pek bir şey yoktur. Ekonomik eşdeğerlik ilkesini İfade ede: gibi yapan afiş gerçekte egemenliğin temel kuralı olan o totolojik zorun luluğu ifade etmekledir Bir masa ne kadar masaysa 2 kere 2 IDostoyevski'nin istediği gibi ■>değili tıc kadar dönse hır banka da o kadar bankadır. Gerçek kapitalist teminat biçimi işte budur Kapital: ' Paranızla ilgileniyorum'' dediğinde ronıabilitcden söz ettiğini ima eder gibi yaparak teminat irm e y e çalışmakta dır. İnandırıcılığın ekonomiyle doğrudan ilişkisi vardır ancak totolojik özelliğe sahip ve tek başına kapitalist düzenin kimliği ni oluşturan teminat simgesel düzene aittir
v c fe e d -b a c k - ifş a e d ilm e b iç im in d e n y a r a r l a n m a k t a d ı r . B u r a d a n y o la ç ı k a r a k M a r k s i s t ç ö z ü m l e m e n i n k a p i t a l i n t a s a r ı m ı n d a o y n a d ığ ı a s a l r o l ü a n l a y a b i l m e k o l a s ı d ı r . B o u r d i e u / P a s s e r o n ’u n e ğ it i m s i s t e m i İ ç i n h a z ı r l a m ı ş o ld u k la r ı s e n a ry o b u k o n u iç in d e g c ç c rlid ir. S is te m s a h i p o ld u ğ u s ö z ü m o n a ö z e rk lik s a y e s in d e s ın ıf la r d a n o lu ş a n b ir to p lu m s a l y a p ıy ı e tk in
b ir ş e k ild e y e n id e n
ü re te b il
m e k te d ir. K eza b u r a d a d a e k o n o m i p o litik s a h i p o ld u ğ u s ö z ü m o n a ö z e r k l ik ( d a h a d a g ü z e l i ; b e l i r l e y i c i b i r s ü r e ç o lm a d e ğ e rin ? s a h ip o lm a s ı) s a y e s in d e k a p ita lin s im g e s e l o y u n k u r a l ı y l a k o d ü z e r i n e o t u r t u l m u ş v e e k o n o m i p o litiğ i h e p b ir a r a ç , b ir b a h a n e , b ir ö n ü o l a r a k d o la y lı b ir ş e k ild e e m e l l e r i n e a le t e d e n v c g e r ç e k b i r ö l ü m k a l ı m m ü c a d e l e s i n e d ö n ü ş m ü ş o la n e g e m e n liğ in i e tk in b ir ş e k ild e y e n id e n ü r e te b ilm e k te d ir . O r e t i m i li ş k i l e r i n i n y e m d e n ü r e t i l e b i l m e s i i ç i n ç a l ı ş a n b i r s is te m o lm a s ı g e r e k m e k t e d ir . D e ğ iş im d e ğ e n s i s t e m i n i n s ü r d ü r ü le b ilm e s i iç in b ir m a lın k u lla n ım d e ğ e r in e s a h ip o lm a s ı g e r e k r ıc k te d ir . B irin c i k a d e m e d e k i s e n a r y o b u d u r İk in c i k a d e m e d e y s e g ü n ü m ü z d e k i s i m ü la s y o n o la y ı v a r d ır , y a n i b ir m a lın d o la n ım d ü z e n i n e s a d e c e b i r g ö s te r g e o l a r a k k a t ı l d ı ğ ı n n g i z l e n m e s i v e k o d u !î y e n i d e n ü r e t e b i l m e s i iç in d e ğ iş im « e ğ e r in e s a h i p m i ş g ib i g ö r ü n m e l i d ir . T o p lu m s ın ıf lı, s ın ıf la : a r a s ı m ü c a d e l e n in y e r a ld ığ ı b i r to p lu m a b e n z e m e li, s is te m e e g e m e n o la n g e r ç e k y a s a v e o n u s im g e s e ) b i r ş e k i l d e y o k e d e b i l m e o l a s ı l ı ğ ı n ı n d a h a iy i b i r ş e k i l d e g i z l e n m e s i iç in d e c l c ş t i r e l / M a r k s i s t d ü z e y d e “i ş g ö r m e s i ' g e re k m e k te d ir. M a rc u s e u z u n b ir s ü r e ö n c e b u d iy a le k tik m a te ry a lis t k a y m a y a d ik k a ti ç e k m iş v c ü r e tim
iliş k ile ri
n i n ü r e ti m g ü ç le ri t a r a f ı n d a n b o z u lm a y a ç a l ı ş ı lm a s ı s ö z k o n u s u o lm a d ığ ı g ib i b u n d a n b ö y le ü r e ti m g ü ç le r in e ( t e k
inant nasıl dtgalcı bir kullanım değer, fnnuumı ürettiyse. «rûnümüzde de b.zler ekonomik bir değişim değen fam.ızmı üretkunâZ! / S T r ° yum m da değeri bizim için, kullanım defttnmn ticari değer yasnvnda sahip olduğu öneme >anı s.mülakıa dönüşmüş bir gönderenler sistemi olma özelli ğine sahiptir.
Mlk, bilini vs.) boyun eğerek on lar aracılığıyla yeni b ir yain i t/ûrünüme sahip olm aktadır d em iştir O ysa burada da »kim i kadem eye geçilm esi ve sim gesel egem enlik anlayışı 'i/. rıne otu rtu lm u ş toplum sal ilişkilerin, ekonom i politik »e peşinden sü rü k led iği devrim in som ut devinim i sayesin de üretim biçim ine (üretim gü çleri ve üretim ilişkilerinin t‘»-uınıı) boyun eğdirerek yen i bir yasal görünüm k a za n dırdıklarını ve ku su rsu z bir bahane görevi yaptıklarının »övlenm esi gerekm ektedir. Buradan hareketle ekonom i politiğin yansıtıcı özelliğe »ıılıip yapısal bir ekran olarak yen id en yaşam a dön d ü rü l mesi ve dram atize edilm esi gerekm ekted r. B öyle y a p ıld ı ğındaysa günüm üzde karşım ıza çıkan ve sonsuza dek s ü receğe benzeyen bunalım sim ütakrı adlı b:r bunalım tipiyle karşılaşılm aktadır. Ekonom i politiğin estetik aşam asına den k gelen son■»uza dek sürebilecek, bir am açsızlık İlk esi’ ü zerine o tu r tulmuş, b ir üretim dü zen i için de b irikim ve em ek gibi etik ve zahldânc bir m il dc »o n a ertm ş olm aktadır. Değerlerin sulandırılm ası yüzünden y o k olm a tehlikesiyle karşı k a r şıya bulunan kapital, üretim in bir a tıla n a sahip oldu ğu , hır yandan eksikliği duyulurken bir ya n lan d a gelişen , o geçmişte kalm ış büyük e tik dönem in özlsm ini d u ym ak ta dır. H edefler dü zen in e yen iden dönû lebi inesi ve ekonom i ilkesinin yen iden harekete gcçin lcb ılm es için yen iden k ıt lık oluşturulm ası gerekm ektedir. Buradan d a salt kıtlık tehdidinin yol açtığı enerjinin korunm a etiği ü zerine otu r tulan bir çevrebilim e ulaşılm aktadır. Yine bu radan hare ketle üretim in aynasında bom boş vc şaşkın bir görüntüsü yansıyan ham m adde ve en erji bunalım ı sistem açısından gerçek bir ku rtu lu şa benzem ekledir Bu bunalım ekonom i kodunu, o yitirm iş olduğu, gönderen sistem leriyle yen iden buluştururken, Üretim koduna da bir türlü sahip olam a dığı bir cid d iyet kazandıracaktır. Eksiklik vc yoksu n b ı rakılm anın yol açtığı du ygu sal/p atetik yatırım sayesinde yem den sıkıntı çekm e hissini duyabileceğiz. Son yıllard ak i çevrebilim ci sapm anın tem elinde dc bu
b u n a lım y o lu y la y en id en o lu ş tu rm a s ü recin in b aşlatılm ası v a rd ır. B u b u n a lım ın I929 y ılın d a old u ğ u g ib i aşırı ü retim le d e ğ il k e n d i için e k a p a n a ra k için için k a y n a y a n v e y itir m iş 1* o ld u ğ u k im liğ in i esk i s a ğ lığ ın a k a v u ş tu rm a y a ça lışa n sis te m le iliş k is i v a rd ır. B u b ir ü re tim b u n a lım ın d a n ço k , y e m d e n -ü re tiııı b u n a lım ıd ır |bu y ü zd e n d e b u b u n a lım d a h a k ik a t v e s im ü la k rın n ered e b a şla y ıp n e re d e b ittik lerin i a lg ıla y a b ilm e k ola n a k sızd ır). Ç evreb ilim , k ıtlık h a ya letiyle b e s le n e n ü re tim in d eğer y a s a s ın ın b elin i d o ğ ru ltm a k a m a c ıy la k e n d is in d e n y a r a la n d ığ ı d o ğ a l bir zoru n lu lu k tu r. A n c a k ç e v re b ilim ç o k yavaş ilerlem ek ted ir. P etrol b u n alım ı g ib i a n i b ir b u n a lım d a h a g ü ç lü ve h a rek etli b ir iyileştirm e y ö n te m in e b en zem ek ted ir. Petrol a za ld ık ç a ü retim in a rttı ğı g ö rü lm e k te d ir. H n m ıı ııd d en in y e ri b elirley ici bir ön em e s a h ip o ld u ğ u a n d a em ek g ü c ü d e y e n id e n e s k i y e rin e dön e b ilm e k tc ve b öylelikle ü re tim m ek a n izm a sın ın tam am ı m a n tık s a l bir gö rü n ü m e k a v u şa b ilm ek ted ir. D u ru m b ir s ü re liğ in e d a h a k u rta rılm ış o lm a k ta d ır. 1 6 16ABD Senatosu işi A m erik a lın AvrupalIlar tarafından keşfinden önce bu kıtada var olan niştin arılık (*H9İ’ şılı normu, (ö ıık û bilindiği gibi Kristof Kolunb bu kılnva I4«»2 yılında çıkncaktırl derecesini yeniden elde etmenin maliyetini tıesaplatmaya kadar götürdü. (3u işin maliyetinin 350 milyar dolar olduğu belirlendi. Ru rakamın pek fazla bir Anemi şok; çünkü am atörlerin asıl hesabını yaptıktan şey astçın: yeniden ilkel birikim dönemi, çalışm a gücünün altın çığına, yanı 1890 hatta 1840 yıllarının normlarına döndürmenin maliyetiydi! Güncel para sistemi de n\-n: şekilde fınansal değerler dengeleşTCİsi ve yeniden oluşturucusu olarak altın ve Gold Bxchange Standard düşten görmrye başlamıştır. Çünkü gönderen ola rak altının saf dışı bırakılmışından -şeylerin içinde bulunduğu güncel durum budıır -soarn özgür ve sınırsız spekülasyon ola sılığı her an bir felakete yel açabilir. Bu öylesine r.edrnsiz ve d e vasa b:r enflasyondur ki parasal süreç bumın içine gömülerek tüm inandıncılığını şüirebilmekledır. Burada da fınansal değiş tokuşların. gerçekdışılıklu'imn en uç noktasına kadar giderek ker.dı kendilerini yok etmemeleri için, gönderenler sisteminden yola çıkarak döngü sel bir yeniden oluşturmayla "eleştirel” bir yeniden oluşturma zorunluluğuyla karşılaşılmaktadır...
ö y le y s e paniğe kapılm ayt gerek yoktur. Emek gücüyogun bir şekilde h a re k o c geçirilm iş oldu ğu ve aynı •Miw ınr^ gücü etiğinin çök m ek le tehdit ettiği bir anda, m addi • • • :;t bunalım ı üretim in gerçek bir felaketi andıran yok
-
« lı* ı hedefim gizlem ek ve o la y ı basit bir iç çelişki görü n ü mü verebilm ek am acıyla tam zam an ın da ortaya çıkm ıştır l\uııkü bu sistem in çelişkileri sayesinde ayakta d u rd u ğu n*ı herkes bilm ektedir). X I 'a lın d a gen işletilm iş l>elli biryenidcn-vıretım aşam asında, I* npiialist ekonom inin bir dahıı geriye dönüşü olm ayacak şrldlde kıtlık stratejisinden bolluk stratejisine geçtiğim d ü şünmek bir yan ılsam adan btışka bir şey değildir. G üncel (•uıııtlım bu stratejinin tersine çevrilebildiğini kan ıtlam ak ladır. Yanılsam anın kökeninde bir kez d ah a bir kıtlık y a •t<« bir bolluğun gerçekliğine, öyleyse iki terim arasındaki ur>\ek ktuşıtlıga safça inannıa yanılsam ası vard ır O ysa bu iki terim a lte rn a tif terim ler olm an ın ötesin de bir an lam a snlıip değillerdir. Neo kapitalizm in stratejik tanım ıysa b o l luk evresine (tüketim , baskıcı bir yü celtm e anlayışından kurtulm aya zorlam a, cin sel özgürlük vs.) geçişten değil bu ıkı terim arasındaki sistem li ciöntişüm lülıık evresinden geçm rktcdır; çü n k ü iki terim herhangi bir gönderene, öyleyse karşıt gerçekliklere sah ip e lm a lık la rı için, sistem biri ya ila diğeriyle istediği gib i oynayabilm ektedir. Bu aşam ad a yeniden-üretim a n ık olgu nlaşm ıştır. P o litika alan ın daysa bu aşam aya sol ve sa ğ arasındaki her lûrlü karşıtlık nötralize edilerek, iktidar oyunu ikisi a ra sında dönü şû m lü lü k üstüne otu rtu larak varılm ıştır. Terim lerdeki bu belirsizlik, sıradan ve b a sıl b ir yapısal ılnruışûm lülük süreci k olin e getirilen diyalektik b ir karşıtlıOm böylesine nötralize edilm esi, bunalım m gerçekliği Konu şanda b öylesin c belirgin b ir kuşkuya yol açm aktad ır Bu dayanılm ası oldu kça gü ç simCılasyon oyunvınu -b ir kodun sistem atik bir şekilde iş görm esinden kaynaklanan her şeyi kapsayan bir Özellik- herkes bir k om p lo gib i gösterm eye
çalınm akladır. Sözüm o n a b u n alım ı “b ü yü k kapitalistler" tezgâhlam ışlar. Bu sağlam bir varsayım a benzem ekledir; çü nkü gerçek bir ekon om ik-politik sü reçle birlikte, buna lım la ilgili (gizli) bir Öznenin varlığın ı, öyleyse tarihi bir ger çeği yem huştan geçerli k ılm akladır. Sim ülnkr terörü de böylelikle sona erm ekledir. Bu hiç y o k la n iyidir zira şu hiç kesintisiz süre giden kapitalist ekonom ik-politik yazgı açık seçik b ir anlanın sahip olduğu sû rece (yani kapitalizm e özgü şu kâr, söm ürü gibi) ekon om ik b ir dehşetin varlığının onaylanm ası, şu anda içinde bu lu n du ğu m u z her şeyin kod oyunlun tarafından belirlenip bozu ldu ğu bir durum u ka bu llenm ekten daha kolaydır Bu d ü n yayı egem enliği altına alm ış "h ak ik atin " (böyle b ir du ru m söz konu su ysa tabii) bilm ezden gelinm esi, onun ilk kez tü m boyutlarıyla ortaya çıkm asına y o l açan bu bunalım ın d ü zeyin e uygundur. Ç ünkü 1929 bunalım ı k apitalizm e özgü yeniden ya tı rım yapm a, artı-dcgcr ve kâr oran larıyla doğru orantılı bir bunalım dı. Tüketim in toplum sal am açlarıyla doğru o ra n tılı aşın -ü rctim dcn kaynaklanan b ir bu n alım dı
Talebin
üretim ve tüketim arasında son su za dek sü rü p gidecek, am açtan yoksun bir d eğiş toku ş sü recin e indirgenm esiyle bu bunalım çözülm üştü. B undan b ö y le (ve İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra kesinlikle) arz ve talep karşıt ve m u h tem elen çelişik iki kutup d eğild irler
B öylelikle ekonom i
alanı, b ir bunalım olasılığıyla birlikte, her türlü İçsel be lirleyiciliğini de yitirm iş olm ak lad ır. O andan itiİMiren ken dini b ü tü n ü yle'7 em erek y u tm u ş o la n bir yen iden -ü retim 1 7 17Yapısal bir yasa İle ticari değer yasası arasında hiç kuşkusuz kimi çelişkiler olacaktır Tıpkı bir önceki evrede ticari yasayla onu karşı direnen kapitalizm öncesi değerler (bunlar bugün bile tamamen ortadan kalkmamışlardır) amamdaki çelişkiler gibi. Öyleyse sistemin tek amacı ölümü denetim altına alabilmektir Bu bile yaşamın yapısal belirleyiciliğinin bir parçasıdır; ancak bu olay ekonomik zorunluluklarla, geleneksel kâr mantığıyla Ihastanc'.crde uzayıp giderek devasa rakamlara ulaşan bakım, hayatta tutulma masraflarıyla vs.) karşı karşıya kalmaktudır. Sonuçta (kanserli hastaların %35inı yaşatmaya knrar verme glbıl saçma bir denge anlayışında uzlaşıtmaktadır ölümün
nin derinliklerinde ekonom ik bir sim ülasyon süreci ı »k yaşam aya devam edecektir. Araba gerçekten bir kıtlık, öyleyse |bugün ortadan ı>*vl><>ldugumı söyleyebileceğim iz ve artık b ir efsane olıııııkum l>aşka bir an lam a şahip olm adığından tüketim adlı •fanııc görünüm üne bürünen (?i) ekonom ik ilkeye özgü bir p rçck lik ten söz edebilm ek m üm kün olm u ş m udur? TaIİİİM. I açıdan acaba kıtlığa özgü bir kullarum değerinden fh irvse bugün yenidcn-Oretım d ü zen i içinde egem en bir W.»I ya da gerçek bir ölüm kalım sürecine benzeyen bir k
X Ekonomi evreni anlam ını tam am en yitirdiğinden her şey ekonomi politik ve üretim terim leriyle ifade edilebilm ek ti lir. Ekonom i term inolojisi bütün bir toplum tarafından gelişigüzel bir şekilde kullanılarak açık seçik söylevlere dönüştürülebilm ekte, her türlü çözüm lem enin ve özellikle ile M arksist değişkenin içinde yer alabilm ektedir. Ekonomi politik gü nü m ü z ideologlarının ana dili haline gelm iştir. I'üm sosyologlar, tûnı insan bilim ciler çektikleri söylcvlermarjinnl maliyeti hesaplanmakladır. Onun /neninde kalanlar ölüme terk edilmektedirler Ekonomik bir kinizm mi? Hayır lam tersine, ekonomi, sistemin kendi mantığı doğrultusunda gide bileceği en uç nokta olan insanların ölmesini engelleme nokta sına kadar gitmesini engellemektedir. Bu ıkı değer biçimi arasında sürüp giden bir oyun vardır ve her şey bu ikili süreç (gerçek ve simülasyon) ile bunalım stra tejisi tarafından belirlenmektedir Çünkü bir çözümü zorunlu kılar gibi görünen bunalım zoten bu çözümün ta kendisidir.
d c g û n c e rc n olarak M arksizm e başvurm aktadırlar. H ıristi ya n Inr bile, özellikle d e on lar başvu rm aktadırlar. Yem ilahi solun yü k selişin e tanık olu n m aktadır. S ın ır tanım ayan bir en tegrasyon işlem iyle h er şey “ politik " ve “ideolojik" hale getirilm iştir. G ünlük olaylar politiktir, spor pulitıkttr, hele sanat konusunda bir şey söylem eye bile gerek yoktu r. Akıl her alandn sın ıfla r arası m ü cadeleden yan adır. G izli kapi talist söylev apaçık bir görü n ü m kazanm ış ve bu •hakikat' yaygın laşırk en ortalığı büyük b ir sevinç kaplam ıştır. 1968 M ayısı hu ekon om i /tolıtıği etkisizleştirm e sü re cin de y e r alan ön em li bir aşam adır. 1968 M ayısı sistem in sim gesel örgü tlen m e b içim in i derin lem esin e sarstığı için acilen "ü styap ısal" (ahlaki, kültürel vs.) ideolojilerden, ha y a li bir ön em e sah ip •altyapın ın " id eolojikleştirilm e işine girişilm iştir. Kapital kendi varlığın a itiraz ed ip , tartışan bu söylevi yasallaştırırk en , aslın d a ekon om ik ve p olitik olanı yasallaştırarak , sah ip old u ğu politik gücü ikiye k a tla m ış tır. 1968in açm ış oldu ğu g ed iği ek on om i politik, M arksist ek on om i politik tıkayacaktır. Ç ü n kü olaylar sırasın da b u nalım ı çözm e •görüşm eleri*’ sen dikalar ve siynsi partiler ta rafın d an yü rü tü lecek tir. B öylelik le felak ete yol açabilecek bir d u ru m d an k u rtu labilm ek am acıyla ekon om i v e p oliti kaya ııit gizli gön d eren gizlen m iş olduğu y e rd e n çık a rtıla cak ve b u gü n b ile u m u tsu zca sü rdü rü lm eye ça lışıla n bir yaygın laştırm a, g en elleştirm eye d o ğ a t gid ilecek tir; çünkü 1968 M ayısının y o l açm ış o ld u ğ u felakete b en zeyen bu d u rum dun henüz ku rtu lm adık B iraz ce s u r olabılscydik, ekonom i vc e leştirisin in aynı ü styap ıya ait şeyler old u k ların ı söylerdik a m a bu cesareti gösterm eyeceğiz, çü n k ü b öyle bir şey ya p m a y a kalkışm ak o eski d eriyi bir eldiven gibi tersin e çevirm ek ten başka bir anlanın gelm eyecek tir O zam an da altyapın ın n ereye g it tiği s o ru la ca k tır vs. Bu ek on om ik olan a, bizzat b ir koda d ö n ü şm ü ş olan bir tah terevalli oyu n u çerçevesin d e, g ü nün birin d e yen iden orta ya çık m a şan sı verm ek dernektir. M ask eler ü zerin e ku ru lm u ş o la n bu oyu n u sü rd ü rm em iz için, bize sık sık o altyap ı n u m arası çek ilm iştir. B izzat sis-
kendisi b u altyap ı vc üstyapı belirlem elerine b ir son İştir. Bugün sistem ekonom iye ait olanı altyapının bir •ısı gibi kabul ediyor n u m arası çekm ektedir. Ç ünkü mx dahice bir buluşla kapitalin ku lağına altyapıyı ü s t yapı haline getirebileceğini fısıldam ıştır. O ysa kapital asla böyle düşsel bir a yn ın yap m am ışla-. O bu kadar s a f d e ğ il dir Onun gü cü n ü n kökeninde aynı anda tüm düzeylerde g e liş e b ilm e vc olayın tem elindeki belirlem eler, süreçlerdeki Im r ayrım lar vc "id eoloji" konu su nda asla soru sorm am ış "lııla k vardır. M arx ve tüm diğer d evrim cilerin yap m ış o l dukları gibi üretim le kendini özdeşleştirm em ek, b a ş la n gıç»" M an tin , günüm üzdeyse üretim e inanan y egâ n e grup olan diğer d evrim cilerin yaptıkları gibi kendi fantazm lanyI» en çılgınca inançlarını üretim e karıştırm am ak vardır. ünkû kapitalist yasa, önceliklere hiç bu laşm adan, tek bir m üdahaleyle ken di sınırlarını yaşam ın tüm atanlarında hiç İM işluk bırakm ayacak şekilde genişletm iştir. İnsanları ne i ıidar çalıştırıyorsa aynı oran da kültüre, gereksinim lere, •lıtyctisine ve işlevsel dü şü n ce sistem lerine sah ip olm aya, lıubcr ve iletişim den yararlan m aya, y a sa l bir dü zen , öz K'trlûk ve cinselliğin yanı sıra kendini korum a içgüdüsü ve ölüm içgüdüsüne sah ip olm aya itm iştir. İnsanları yaşam ın hrr alanında karşıt ve b irbirlerin e karşı du yarsız efsan eler çerçevesinde eğitip, yönlendirm iştir. S ah ip olduğu tek ilke duyarsızlıktır. Peki ya süreçleri h iyerarşik bir dü zen e s o k mak? Bu çok tehlikeli bir oyundur; çünkü sonu çta silah geri tepebilir. Hayır, hayır o böyle bir şey yapm az. K apita lizm, her şeyi yü zeysel bir şekilde eşitlem ek, etkisiz kılm ak, ç e rç e v e içine/lcayıt a lım a alm ak, duyarsızlaştırm aktan •»aşka bir şey bilm ez. Koyduğu bu yasa d oğru ltu su n da haıckct eder. Bu tem el süreci aynı zam an da ek on om i politik denilen "b elirleyici” m askenin ardın a gizlem eye çalışır. Ç ok çeşitli biçim lere sahip devasa bir m akineye b en zeyen güncel kapitalist sistem de sim gesel (bağış vc karşı bağış, karşılıklılık ve İade etm e, harcam a ve kurban ctrncl düzen sıfırı tü ketm iş durum dadır. D oğa (köken vc töz o la rak en önem li gön deren ler sistem iyle özne/n esn e diyalek»
tıfti v » ) s ilin tü k e tm iş tir. E k o n o m i-p o litik y o ğ u n b ir k o m a a ş a m a s ın d a d ır a n c a k b ü tü n b u h o r tla k la r lıAlft d e ğ e r ta ra fın d a n b e lirle n e n iş le m s e l b ir a la n iç in d e o y a la n ıp d u r m a k ta d ır la r B elk i d e b ü tü n b u n la r, b ir z a m a n la r M a rx 'ın d ik k a tle r i ü s tü n e ç e k m e y e ç a lış tığ ı şeyin , y a n i b i r p a ro d i g ö r ü n ü m ü n d e y e n id e n y a ş a m a d ö n m e d e n ö n c e , h e r o la y , ta rih s e l b ir v a r o lu ş d ö n e m i y a ş a r m a n tığ ın ın , d e v a s a b o y u tla r a u la ş m ış b ir y a n s ım a s ıd ır . IJizım iç in d e y a ş a m a k t a o ld u ğ u m u z d ö n e m d e bu ik i e v r e b irb iri iç in e g e ç m iş g ib i d ir; ç ü n k ü o y a ş lı to n to n m a te ry a lis t ta rih d e b ir s iın ü la s y o n s ü r e c in e d ö n ü ş m ü ş tü r. B u g ü n b ize tiy a tr a l v e g r o t e s k b ir p a ro d i iz le m e o la n a ğ ı b ile s u n a m a m a k ta d ır. B ir b a ş k a d e y iş le g ü n ü m ü z d e e s tirile n ş id d e t, tö z le ri a lın a r a k içleri b o ş a ltıla n ş e y le r ü z e rin d e e tk ili o lm a k ta d ır, y a n i s ım ü ln k rla r tü m b e lir le y ic ilik le r iy le y a ş a n tım ız a m ü d a h a le e d e re k g e le c e ğ im iz i tayin e tm e k te d irle r. B u n u n n rtık t iy a t r o v e d ü ş s e lle b ir ilişk isi y o k tu r. B u M a n t in s a n d ığ ı g ib i g e rç e k ta rih in h e rh a n g i b ir ç a b a s n r f e tm e d e n ta rih s e l fa r s ın ö te s in e g e ç tiğ i III- N a p o ly o n tip i b ü rle s k b ir fa ra d e ğ i l v a h ş i b ir e tk is iz k ılm a la k tiğ id ir. S im û la k rta r b ö y le d e ğ ild ir , o n la r b iz im le b irlik te ta rih i d e ta s fiy e e tm e k te d ir le r . M a n t in sis te m d e efe erim y a p m a o la s ılık la r ı g ö r m e s i b e lk i d e g e n e l le ş m iş b ir illü z y o n a k a p ılm ış o lm a s ın d a n k a y n a k la n m ış tır. Y a ş a m ış o ld u ğ u d ö n e m d e k a p ita lin ç e v ir m e k te o ld u ğ u d o la p ta n k a v r a m ış v e bu s o n u n c u n u n ç o k d a lın h ız lı b ir sis te m e d ö n ü ş e b ilm e k iç in k e n d i te m e lle rin i iç te n s a r s ıp , y ık a h ilm e y e te n e ğ in e s a h ip o ld u ğ u n u g ö rm ü ş tü r. K a p it a lin e m e k g ü c ü n ü in d irg e m e h a tta ta m a m e n s a f d ış ı b ır a k m a v e o n u n y e r in e d e v a s a b ir ö lü e m e k g ü c ü n ü g e ç ir m e e ğ ilim in d e o ld u ğ u n u fa rk e tm iş ti. A n c a k k a p ita lin t e m e lin d e n e s n e l, ta n h i v e z o ru n lu b ir c a n lı e m e k g ü c ü n ü n y a t m ak ta o ld u ğ u n u d ü ş ü n d ü ğ ü n d e n , b u s o n u n c u n u n k e n d i m e za rın ı k a z m a k la m e ş g u l o ld u ğ u n a in a n a m a z d ı. O y s a bu b ir y a n ıls a m a y d ı; ç ü n k ü k a p ita l e m e k g ü c ü n ü ç o k d a h a k u rn a z b ir ş e k ild e g ö m d ü k te n so n ra , o n u . k e n d is iy le b ir lik te o lu ş tu r d u ğ u b ir k a rş ıtlığ ın ik in c il te rim in e d ö n ü ş t ü r m ü ş tü r S is te m i k e s in tiy e u ğ ra ta ra k ü re tim iliş k ile r in d e b ir p a tla m a y a y o l a ç a b ile c e k b u e n e rjiy i, ö lü e m e k g ö s -
o u,. • ı adı altında bir karşıtlık sım ülasyonuna d ön ü ştü re ndi. Örelim ilişkilerine a it türdeş bir terim e İndirgem iştir. Mumlan böyle ölü eır.egin aynadan yansıyan görüntüsü: k••ı>ıinl ve canlı em ek şeklinde olup, tek bir egem en sü re l i ait olacaktır Karşıtlık: kodlanm ış bir çalışına düzenine M hıp ikili bir dü zenek aracılığıyla çözülecektir. A ncak o «Miııan da bana peki ya artı-dcğer, ya Üretim konusunda tır ılıyorsun sorusu sorulacaktır. Doğrusunu söylem ek gcıı kıısc bunlar kapitalin um urundu bile değil. Bu konuda ko-ııdisinc herhangi bir M arksist içgüdü yüklem e girişi minde bulunm am akla b irlikte (ancak Marx, üretim a la n ı mı saplanıp kalm ayı sürdürdüğü takdirde ilen d e başına neler gelebileceği k on u su n da kapitali aydınlatabilm ek için
elinden geleni yap m ıştır, ö rn e ğ in kısa bir m üddet sonra ölebileceğin i, ek on om in in kapital için ölüm cül bir tuzak olduğunu gösterm iştir), b u konuda sanki Manc’ın sözlerine kulak vererek üretim i tasfiye etm e “seçeneğini* kullanm ış ve bir başka stratejiye b aşvu rm u ş gibidir. G ibidir diyorum ;
çünkü kapitalin bu üretkenliğe davalı ba k ış açısını ken di başına oluşturm uş oldu ğu ndan kuşku duyuyorum (bu
tmıtazmı tarihsel bir gerçeklik şekline sokabilecek tek kişi varsa o da M ani'n). Kapitalin kendisini Ölümcül çclişkilcır sürükleyebilecek bir üretim olayıyla yalnızca eğlenmiş/ oynamış ve günü gelin ce de on dan kurtulm aya çalışm ış olduğunu söylem ek d a h a gerçekçi bir yaklaşım olacaktır. A» aba kapital hiç ü retim i ciddiye alm ış m ıdır? Kapital bu kııdar budala değildir. Ü retim in en ciddi görünüm e sahip olduğu bir dönem de k apital hiç kuşkusuz bir siınülasyona dönüşmüştür. İşte bu yüzden onun gerçek egem enliğini tehdit ed e bilecek şeylerin hu radikal belirsizlik alanı içinde y er a l dıklarını ve bu ekon om ik caydırm a stratejisini yıktıkların ı söyleyebiliriz. 5< Sistem ekonom ik ya d a politik altyapıda gerçekleştirile cek dolaysız, diyalektik b ir devrim le asla yıkılam ayacaktır
Ç ü n kü çelişki, üretim gü çleri ve gen elde en erji üreten her şey M öbiyü s şcn dın dekin c benzeyen bir çem b erse! bükül* m eyle dön ü p d olaşıp »is le m e gen d ön erek on a g ü ç k azan dırm aktadır. Siotcm tarih vc iktidar, hcılıeuıgi biı cıek lilik ve kurşı-crcklilik, enerji, hesap, akıl ve d evrim gibi şeyler ü zerine oturtulm uş olan ken di m antığı doğru ltu su nda a sla yıkılam ayacaktır. Uu d ü zeyd e başvurulııcnk cn büyük şiddet biçim i sonuçsuz kalacak vc g eıi tepecektir. Sistem i g e rçe ğ e a it bir düzlem de yıkabilm ek olanaksızdır. Bizim devrim ci stratejilerim izin cn büyük ya n lışı sistem i gerçeğin d ü zlem in d e y o k edebıleceklenni sanm alarıdır. Bu, kendine sald ıran lan d u r du rak bilm eksizin her zam an ken d isin e ait ola ca k olan gerçeklik alanı içine çekerek yaşam aya ve h a y a tla kalm aya çalışan sistem in onlara bizzat d a ya tm ış o l d u ğu bir d ü ş gücüdür. Herkesin tüm en erjisiyle yü klendiği ve kendisine karşı hissettiği d ü şsel şiddet, knrş: koyulm ası olan ak sız bir m antık aracılığıyla sistem e hizm et ed e r hale gelm ektedir. G erçek bir şiddet y a da karşı-şiddct sistem in um urunda bile değildir; çünkü o sim gesel şiddet sayesinde ayakta kalm aktadır Bu s m gesel şiddetin bir zam anlar çok başvurulan 'göstergeler aracılığıyla’’ şiddet, y a n i sistem in “ m askelem eye", an lın a gizlenm eye çalıştığı m addi şiddet türünden anlam kaybına uğram ış bir şiddetle ilişkisi yok tur. H ayır sim gesel şidde (gösterge ya d a en erjiyle ilişkisi olm ayan) sim gesel rrıonfac ü rü n ü , yanı kıırşı-bağışa özgü d u r du rak tanım ayan bir tersine çevirm e, tersine ç evrileb i lirlik vc iktidarın d a bunı.n tersi olan karşılığı verilem eye cek tek yönlü bağışla1" m üm kün olduğu bir şiddettir.
‘ “ Bağı? değiş tokuşa adı altnda bağış bir yandan "ilkel” ekono milerin temel özelliği haline grtırilirkcn; bt» yandan da değer yasası vc ekonomi politiğe alternatif bir ilke haline getirilmiştir Bundan dnhn kötü bir m atıkleştirme ginşınu olamaz. Bizim iyin Uığış biı inlini , bizim materyalist efsanemizin bir sonucu olan idealist c/.tanenin adıdır. Böylelikle ilkel toplundan içine yatırdığımız çukurun üzerini ikisiyle birden örtebiliyoruz İlkel simgesel süreçle bağış nedensiz değildir Meydan okuma ve de ğiş tokuşlnnn karşılıklılığı özerine oturmakladır. Bu sürece tek
öyleyse h er şe v tem el ilkenin m eydan okum a, tersine m' artırm a olduğu sim gesel evrene kaydırılm alıdır, ı vı rnde Örneğin ölüme ancak e ş il ya da daha üstün olumlu k u ışıh k uvıUeblîm tktedir. Du evrende oöz lıo »u olan şey şiddet, gerçek gü çler değil m eydan okum a ■imgesel m antıktır. O ysa egem en lik biçim ini özellikle « ı bağışın y e r alm adığı bir bağış düzeni üzerine oturiıiıı (kendisine yalnızca yok etm e ve kurban olm ayla yanıt Verilebilecek bir em ek bağışı! Ölümcül bir ödüllendirm e •n.'- ininde, bu bağışa tüketim le yan ıt verdiğinizde onun •İPm enliğini güçlcr.dirm ekteıı başka bir şey yapam ıyorsu-
Itu*. Bu durum da iletişim araçları ve m esajlara tekel altına ntınmış bir kod aracılığıyla yanıt verm ekten başka bir se-
yflnlö bağış (değer stoklnnman ve bunun tek yönlü transferi) ı,l ı ıılığıyla b:r son verildiğimle simgesel ilişki ölmekte ve ortaya iktidar denilen şey yıkmaktadır, iktidarsa bu noktadan sonrn «i/leşmenin ekonomik düzeneği içine yayılabilmcktedir. Sahip olduğumuz işlemsel düş gücüyle şu lıize özgü metafizik yak laşım İnsanın bir değer stoku oluşturabileceğini, bunu çoğal tıp, miktarım artırabileceği fikrine kapılmamızı istemektedirler. Hu biriktirme ve kapitale özgü bir yanılgıdır -ancak (içinde yer aklığımız bağış düzeninde) bv süreçten tamamen kopabilece ğimizi düşünmek de bize özgü düş gücünün bir sonucudur, ç ünkü ilkel insanlar böyle bir şeyin olamayacağını, değerin yal nızca belli bir terimle ifade edilmesinin, değiş tokuşun yalnızca bir parçasının, bir yönünün tecrit edilebilmesinin olanaksız ol duğunu düşünmektedirler- çünkü hiçbir şeyin karşılıksız ola mayacağını düşünmektedirler, doğal olarak bu sözleşmesel bir karşılıklılık değıklır. Bu değiş tokuş sürecinin tartışmasız bir şekilde tersine döndürülebllir olduğu anlamında bir karşılıklılıktır. Onlar tüm dışkı biçimlerini değiş tokuş sürecindeki çeliş ki ve ölûmür. bu «tur durak tanımayan canlandırılması üzcnr.e oturtmuşlardır. Oysa bizim düzenimiz değiş tokuş sürecinin İki kutba bölünme ve özerklcştırrac olasılığı üzerine oturtulmuş ol duğundan sonuç olarak Karşınıza sözleşmeye doyalı eşdeğerli (eşiti ya da eşdeğerli olmayan eşitsiz) bir değiş tokuş, yani kar şılıksız bir bağış düzeni çıkmaktadır. Ancak her iki süreçte de benzer bir çöküş ve değerin benzer bir şekilde özerkleştirilme ilkesiyle karşılaşılmaktadır
çenek yoktur. H er yerde ve her an bağışla karşılaşıyoruz. B ağışlanm ış bir toplum sa! korum a, gü vence altına alma, ödüllendirm e ve toplum sala katılm aya çağrı süreciyle kar şılaşıyoruz. Bundan kaçabilm em iz olanaksız olup, tek çö züm yolu sistem e karşı kendi iktidar ilkesini kullanmak, yani on u yanıt verebilm e ve itiraz edebilm e olanaksızlığıyla karşı karşıya bırakm aktır. S istem e ancak kendi ölüm ü ve çöküşüyle k a rşılık verebileceği b ir bağışla m eydan okumak. Çünkü hiçbir şeyin d in d e n kaçıp kurtulam adığı sim gesel yüküm lülükten
sistem de kaçam am ııktadır. Sistem i bir
felaketle y ü z y ü ze getirebilm enin tek yolu on u bu tuza ğın içine çekebilm ektir. Sistem i ölüm le yanıt verebileceği bir n k ıep şekline dönüştûrcbilm ektir. Ç ünkü bu m eydan okum aya ölerek karşılık verm ediği takdirde rezil olm aktan kurtulam ayacaktır, ö lü m ve intihar üstüne kurulm uş Inr m eydan okum aya sistem intiharla karşılık vermelidir. ö rn e ğ in reh in alm a olayları. Kurbana özgü ve ahlaki açıdan reh in elerin m asu m iyetine inan ılm ayan sim gesel düzlem de, reh in e “ t c r ö r ıs fin vekili, ollcr-cgosu olm a işle vin e sahiptir. O n u n Ölmesi dem ek teröristin ölm esi dem ektir. B u ölü m ler a y n ı kurban verm e eylem i içinde ikisini birden k ap sayabilm ektedır. Bahse tutuşm anın özn esi tar tışm a konusu ed ilem eyen ölüm olayıdır. Bu ölü m konusu daha büyük bir b ed elin ödenm esini zoru n lu kılm aktadır. Araya çok a y rın tılı bir pazarlık sistem i sok u lm aya çalışıl m akta ve teröristler de çoğu k ez bu değiş toku ş senaryosu içinde sınırlı eşd eğerlik terim leri (reh in elere karşılık şu kadar fidye ya da özgü rlü k hatta yaln ızca eylem in sağlaya cağı prestij bile y e te rli olabilm ektedir) rolü oyn a m a k ta d ır lar. Bu açıdan bakıld ığın d a reh in e alına olayın ın özgün bir yan ı olm adığı, y a ln ızc a gelen eksel şiddet ya dıı m üzakere yolu yla çözü leb ilecek ö n g ö r ü lm e y e n , tek bir konuyla sı- I n:rlı g ü ç ilişk ilerin e y o l açtığı söylenebilir. Bu bir taktik eylem biçim idir. A n cak işin içinde başka şeyler d e vardır, ö rn e ğ in Lnhey'de on gü n süren in an ılm az pazarlık lar b o yu n ca n eler olu p b ittiğin i gördü k. Hiç kim se h an gi konuda pazarlık edilm esi v e bu işin h an gi terim lerle yapılm ası ge-
Üretimin Sunu *7 5
(•kliğini yn da değiş tokuş sürecindeki eşdeğerlik olasıîıkH U fiıu ıt neler olduğunu bilm iyordu. H atta 'terö ristler talcpbunl* m üzakereyi kesinlikle yadsıyan bir şekilde form üle •mI iv■•• I ardı. Zaten h er şey bu düzeyde olup bitm ektedir; ««<•>>• ı m üzakere etm e olanaksızlığı, bu türden bir hesap Ihim |. ve değiş tokuşdoıı tam am en bihaber olan sim gesel dlW< m geçilm esin e yol açm aktadır (oysa dengesi şiddet İs a fın d a n belirlendiği zam an bile, sistem , varlığını yal,
m#< ı» p azarlıklar aracılığıyla sü rdü rebilm ektedir.} Sım gc••I im şekilde ortaya çıktığı zam ansa (bu başa gelebilecek ►n kütü şey ve tem elde d e tek "devrim " biçim idir) sistem «m
iik
fiziki bir ölüm le, yan i teröristlen gerçekten öldü-
fairk karşılık verebilm ektedir. O ysa böyle davrandığında İMMK'ma uğram aktadır; çünkü bu ölü m zaten teröristlerin u n -İlklen bir şeydir. Sistem bu balısı kazanarak aslında / im lisin e karşı m eydan okuyanlara g erçek anlam da yanıt ıv ıi' nmekte ve sıkm ış olduğu kurşunla gerçekte kendini ...... I ıınnktadır. Çünkü savaşa dayalı kusapçn eylem ler
llllf sille m in m uhasel>e defterine kolaylıkla geçirilebilecek ♦►Vİndir. O ysa sistem ölüınc dayalı b ir m eydan okum ayı, .•mİ sim gesel ölüm ü hesabına gcçirem ernektedır; çünkü •m i
ölüm ün ş a p ş a l anlam da bir eşdeğerlisi yoktur. Bu tür
'■il m eydan okum aya ölü m le karşılık verm ekten başka bir '! 'i yol yoktur, ö lü m e ölüm den başka yanıt yoktur. Bu «ıl'i durum larda sistem e intihardan başka yanıt seçeneği *•••• nm am aktadır. Bu şaşkınlık ve zayıflık anında sistem •İr saten başka türlü davranam am aktadır. Bu durum da çAsülen sistem adlı devasa aygıtın inanılm az boyutlara v a tan saçm alıkları kendisine karşı bir silah a dönüşm ektedir
((rrl tepm ektedir). Polis, ordu kısacu iktidarın em rindeki tüm kurum lar ve başvurdukları şiddetin bir yn da birkaç kişinin sim gesel, önem siz ölüm üne karşı yapabilecekleri (ılı şey yok tu r. Çünkü bu ölüm , sistem i, yanıtını vere m eyeceği bir düzlem e çekm ektedir (keza 1968 M ayısında ıkııdnr a n i b ir gü ç yitim inden dolayı değil, öğrencilerin l'<'|VUfduklan 8 im g m ) yer değiştirtm e işlem i yüzünden vapiHiıl b ir düzeyde çözûlmüştür|. Böyle bir m eydan oku-
ma du ru m u n d a «isten in , verebileceği karşılık ya ö'.mek yi da çözü lm ek şeklinde olabilir. Ç ünkü o an daki ölü m ü sin gesel olsa bile onu ölm ekten alıkoyam am aktadır. M eydan okum a Öldürücü bir güce sahiptir. Bizim dı şım ızdtıki bütün toplu m lar y a bunun farkındadırlar ya da farkındaydılar. Bizse on u yen iden keşfediyoruz. Alternatif bir politikanın yolu sim gesel gücün anlaşılm asından geç m ektedir ö rn e ğ in ölüm cül bir oru ç düzenine girm iş olnıı sofu, T a n rıy ı, kendisine b ir karşılık verem eyeceği, b ir meydai okuınıı eylem iyle karşı karşıya bırakm aktadır. T a n rıy a bu oru cu n karşılığım o n a "yü z m isli’ dah a çok presti a ıh a n i iktidar hatta d ü n yevi egem en likle ödem ek için elin den geleni yapm aktadır. Ancak sofunun gizli d ttfl T a n rıV », yanıtını verem eyeceği ya da karşılığını ödeyem e yeceği. ölüm cül bir oru çla m eydan oku yabilm ektir. Çünkü bu şekilde T a n rıY a karşı za fer kazanarak O n u n yerini ala bilecektir. İşte bu yü zd en sofu hem en her zam an sapkınlık
\c k u tsal o lan a sald ırm ay a m eyilli o ld u ğ u n d a n , b u türden davranışlarının. Kilise tarafından m ahkûm edildiği görü l m ekledir. Ç ünkü Kilisenin görevi T a n rıy ı bu türden bir sim gesel m eydan ok u m ayla karşı karşıya bırakm am aktır. Aksi takdirde Tanrı bu y a n ölü n ü n m eydan okum asına ölü m le yanıt verm ek zoru n da kalacak ve kendini kurban edecektir. Kilisenin görevi hem en her d ön em de (önce ken disi için) felakete yol açabilecek böyle b ir sü rtü şm eyi e n gellem ek ve bunun karşılığında T a n r ıy la in san lar arasına, akıl hocalığını kendisinin yap m ış olduğu, bir cşdegerhkler sistem i, belirlenm iş ceza v e Ö düllendirm eye dayalı bir de ğiş toku ş dü zeni koym ak olm uştur. B izim iktidarla olan ilişk im iz d e bu tü rden b ir şeydir. Tü m ku ru m lar, tüm toplum sal, ekon om ik, politik, psiko lojik aracılık eylem lerin in var olu ş nedeni: b u n dan böyle lııç kim seye bu sim gesel, ölüm cül m eydan oku m a fırsatı tanım am ak; softanın tuttuğu ölü m cü l oru ç gib i iktidarı alt ed ebilecek h er türlü gü çlü sü reci, yan i o tersin e çevrilm esi olan ak sız arm ağan ı s a f dış: edebilm ektir. Bir d a h a bu doğ-
luılnı »im gesel kafa tutm a olasılığı asla iktidarın karşısı na çıkm am alıdır Her şey tartışılm alıdır Zaten m uzdanp itli t ıgunnız can sıkıntısının kaynağı da btıdur. İşte bu yü zden rehin alm a ve benzeri diğer eylem lerde, t>i/iııı iyin, büyüleyici olan bir yan vardır. 13u eylem ler bir yMiıd.ın sistem in kendine özgü o şiddete dayalı baskısının uyundun yansıyan ölçüsü kaçm ış görüntüsünü su n arlar ken Ate yan dan sistem in başvurm ası yasaklanm ış, uygu I...... vs g eçirem ed i# tek şiddet biçim i olan kendi ölüm üne >••1 uyacak bir sim gesel şiddet m odeli sunm aktadırlar.
im ik
VE ÖLÜM
Muşkıı toplumlar kazanç ve kayıp ilişkilerini doğum ve ak minilik, ruh ve beden, doğru ve yanlış, gerçeklik ve görü ııilın gibi şeylerin üzerine oturtm uşlardı. Ekonom i politik Ilımların hepsini üretim e ındirgeyiverm iştir. ancak bunun Alyilden yoksun bir um ut ve şiddetle, m üthiş bir bahse tu lU|iııu (kumar oynam a) dönemi olduğu söylenebilir. Oysa bu dönem sona erm iştir. Sistem üretimin elinden h» e türlü bahse tutuşm a olasılığını alınış ve ortaya çok dut m radikal b:r gerçek çıkmıştır. Bugün bu gerçek, yani şu b ııg ıın
• ...1 kazanç kayıp oyununun neye benzediğini sistem sa yesinde anlayabilm ekteyiz. Hatta bu sayede ekonom i politik n iırcln in tam am ını, geri dönüp, baştan başlayarak sanki im limle hiçbir ilişkisi olm am ış gibi çözüm leyebilirle olana sahibiz. Bunu bir ölüm kalım olayı, simgesel bir bahse
flııı.ı
i'iiiışm a (meydan okum al şeklinde çözümleyebiliriz. Tüm bahse tutuşm a Im eydan okum a) biçim leri sim»rtrld ir. Sim gesel dışında bir bahse tutuşm a biçim i d ü şünülemez. Yapısal değer yasası içine tam am en sızarak. '•'•••' ın içinde ikide bir karşım ıza çıkan da bu boyuttur. Em ek gücü ölüm üzerine kurulm uştur. Bir insanın •ınrk gücüne dönüşebilm esi için ölm esi gerekm ektedir. • •< ı et adı altında a ld ı# para da bu ölüm ün karşılığıdır. An • «k k apitalin kendisini m ahkûm etm iş olduğu em ek ücret t ngcsizliğinc dayalı ekonom ik şiddet, onu üretim gücü
o la ra k ta n ım la y a n s im g e s e l şiddetin y a n ın d a h iç kalnuık< tadır. E m ek ve ü cret ü ze rin e o tu rtu lm u ş bu d ü zen b a zca e ş d eğ erlik , g ö s te rg e d ü z e y in d e k i s m g e s e l e ş d e ğ e r lilin y a n ın d a h iç kalm ak tad ır. N icelik sel eşd eğ erlik nlastlığı hile ö lü m ü iç e rm e k (••<1ir. Ü cret ve em ek gü cü a ra s ın d a k i eşd eğerlik o la s ılığ ı işçin in ölü m ü n ü , bütün m a lla rs a ken d i a ra la rın d a k i eşd eğ erlik o la sılığıyla n esn elerin s im g e s e l yok o lu ş u n u içerm ek ted ir, ö lü m sa y esin d e h er a la n d a eşd eğerlik h e s a p la n v e d u yar* sizlik ü stü n e otu rt u lan b ir d e n e tim g e rçek leştin lcb ilm ek ted ir. Bu. fizik sel ve va h şi b ir ö lü m değil, ö lü m v e ya şa m ara* sm d a b ir fa rk k a lm a m a sı n ed en iy le y e r d eğiştirm e, h ayatta kalm a sü recin d e ö lü m v e ya şa m ın b irb irlerin i k a rş ılık lı! o la ra k etk isizleştirm esi y a d a g e c tk 'in lc n b ir ölü m d ü r. Ç a lışm a k sa y a v a ş y a v a ş ölm ektir. B u d a h a ço k fizik sel b ir tü k en iş ola ra k algıla n m a k ta d ır. O ysa b u n u başk a b ir şek ild e a lg ıla m a k gerek ir. E n e k (ça lışm a ) “ya şa m ın s ü r d ü r ü lm e s in e karşı k o y a n b ir tür ö lü m d eğild ir. Bu o ls a olsa idealist bir b a k ış a çısı ola b ilir. Ç a lışm a y a v a ş b ir ö lü m ü n v a h ş i b ir ö lü m e k arşı koym asıdır. B u sim g esel g erçek - I liktir. B u an la m d a em ek , k u rb a n etn ıe d ü ze n in d e a n ın d a gerçek leşen ölü m e k arşı gecik tirilen b ir ö lü m le k arşı koym adır. B u “em ek (ya d a kü ltü r) ya şa m ın te rs id ir’ tü rü n den d e v rim c i' ya d a tu tu cu bir bakış a ç ıs ın a em eğin tek
i
a ltern a tifin in boş z a m a n y a d a ç a ış m a sa yılm a ya n değil fed ak ârlık (k u rb an o lm a ) old u ğu savıyla k arşı çık ılm alıd ır. K ölen in şeceresin e b a k ıld ığın d a b ü tü n b u n la r a n la ş ılır hale g elm ek ted ir S a va ş e s iri ilk b aşta h em en ö ld ü rü lm e k ted ir (bu o n u o n u rla n d ırm a k anlam ana g e lm ek ted ir). D a h a son ra b ir ga n im et ve b ir p re s tij n esn esi o la ra k "h a y a tı b a ğ ış la n m a k ta ’ v e k oru m a a ltın a a lın m a k ta {c o n s e rv â - servu s) y a n ı k öleleştiı ilm ek te v e b ö y le lik le h izm etçiler o rd u su n u n o lu ştu rd u ğ u ih tişa m ın a ra cı n a lın e gelm ek ted ir. A n ca k bu a ş a m a d a n son ra k ö le le r ça lıştırılm a y a b a ş la n m ış tır. Ne v a r ki k ö le bu a şa m a d a b ile b ir “em ek çi" d eğ ild ir; çü n k ü em ek a n ca k z in cirle rin d e n ku rtu lm u ş, y a n i ü zerin d en öld ü - ! ru lm c ip oteği k a ld ırılm ış |Nc için özgü r b ıra k ılm ış ? Tab ii
İM çalıştırılm ak için) bir köle y a da scrf evresinde ortaya \ı kı nlktadır. Öyleyse em eğin esin kaynağı her yerde geciktirilm iş Alümdûr. Em ek (çalışm a! geciktirilm iş ölüm ün ta k en disi dir Yavaş ya d a vahşice, anında yu da geciktirilerek u ygu landığında bile bu ölü m çözüm lem esinden kaçılam az. Bu çözümlemeye göre ortada yadsınm ası olanaksız iki tip örim lrn m e vardır. Biri ekonom iye, diğeriyse kurban etm eye Mayalıdır. Biz tersine döndürülm esi olanaksız bir şekilde ı/n■ıkliriimiş ölüm sürecine saplanm ış birinci örgütlenm e Mı,imine aidiz. Bu senaryo hiç değişm em iştir. Çalışan kişi hayatta ı'iıakılm ış, öldürülm em iş kişidir, yani kendisine bu on u r bahşedilmemiş olan kişidir. Em ek d e zaten önce bu, y a şatılmaya değer bulunm a gibi bir sefilliğin göstergesidir, 'ıı mayc em ekçileri ölüm üne söm ürm ekledir? Ancak paımloksal denebilecek bir şekilde onlara yaptığı en büyük hıViılük kendilerine ölm e hakkı tanım am asıdır. Onların ölümlerini geciktirm ek köleleşm elerine y o l açm akta ve y a nımın çalışarak geçirilm esi gibi sonu gelm eyen bir sefilliğe n ııhküm etm ektedir. Bu sim gesel ilişkide em ek ve sömürü tözü arasında İm fark yoktur. Efendi gücünü Öncelikle şu ölüm ün askıya allam asına borçludur, ö yleyse sanılanın tersine iktidar asla Alımıe mahkûm etm e değil hayatta bırakm a gücüdür. Bu •hırtımda kölenin ölm e hakkı elinden alınmaktadır. Etendi inlenin ölm e hakkını haczederken kendi ölüm ünü riske utma hakkını saklı tutm aktadır. Bu hak kölenin elinden nlınarak, kendisi yaşam aya m ahkûm edilm ekte, böylelikle gereken bir kefaret söz konusu olmamaktadır.
a .Ieinesi
Efendi kölenin ölm e hakkım cim den alarak, onu, aynı sunanda sim gesel m allara ait dolanım d ü zen i dışına atmış ••İntaktadır. Bu köleye karşı uygulanan ve onu bir işgücü •■İmaya m ahkum eden bir şiddet biçim idir. İktidarın s im işle buradadır (efendi ve köle diyalektiğinde Hegel, efen d i nin egem enliğini onu n kölenin ölüm ünü geciktirm e teh d i di üzerine oturtm aktadır}. Eınck, üretim ve söm ürü ölüm
ü ze rin e o tu rtu lm u ş b ir ik tid a r biçim in in olası (itaların d a k im ilerid ir. B öyle b ir y a k la ş ım ik tid a rın orta d a n k ald ırılm ası ko< ın ıs u n d a k i tü m d evrim ci p ersp ek tifleri d eg iş tirm c k te d l E ğ er ik tid a r g e c ik tirilm iş ö lü m dem ekse, o za m a n , bu ölû l susfK -ns’ı sü rd ü ğü m ü d d etçe ik tid arın da sü rü p gıdece s ö y len eb ilir. E ğ er ik tid a r h em en h e r za m a n v e her yert y a p ılm ış o la n ta n ım ın a g ö r e g e riy e d ö n ü şü o lm a ya ca k b ş e k ild e verm ek dem ek se, o za m a n ik tid a r a n c a k , efendini k ö leye y a ş a m ın ı tek ta ra flı o la ra k lü tfetm e g ü cü -g e c ik tir m e y e n b ir ö lü m - k a rşılık lı h ale g e tirild iğ in d e orta d a n k alk m ış o la ca k tır. B aşka a lte r n a tif yok tu r. Y a şa ta ra k bu ikti d a rı o rta d a n k a ld ırm a k o la n a k sızd ır; çü n k ü v e rilm iş olnnl tersin e çe v irm e o la n a ğ ın d a n y o k su n k a lın m a k ta d ır. Y al n ızca bu y a ş a m ın teslim ed ilm e s i, gecik tirilen ö lü m yerin e a n ın d a ö lü m le ya n ıtla m a o la s ılığ ı gerçek a n la m d a radikal b ir y a n ıt old u ğu k a d a r ik tid arın d a orta d a n k a lk m asın a y o l a ç a b ile c e k tek seçen ek tir. H er d evrim ci stra tejid e köle ö lm e h ak k ın a s a h ip o lm a lıd ır Bu ölü m ü n sa p tırılm a sı ya da g e c ik tirilm e s i efen d in in iktid arın ı s ü rd ü rm e s in e ya ra m ak tad ır. ö ld ü r ü lm e h a k k ın ın ya d s ın m a s ı, ik tid a ra u y gu n bir g e c ik tirilm iş ö lü m sü reci, y a ş a m ın ı b orçlu olm ayı y a d s ım a ve bu y a şa m la asla h esaplaşam arn a g ib i bir d u ru m ve d o la y ıs ıy la u zu n v a d e d e (y a v a ş y a v a ş ö ld ü ren bir ç a lış m a d ü ze n i için d e ve bu ya v a ş ö lü m ü n b u n d a n böyle ik tid a rın v a rlığ ı v e sefil b oyu tu n d a en ufak b ir d eğişik liğe y o l a ç ılm a m a s ı) bu b orcu ö d e m e yü k ü m lü lü ğ ü a ltın d a o l m ak. O y s a b ek len m ed ik v a h ş ic e b ir ö lü m h e r şeyi d e ğ iş ti rirken ya v a ş ö lü m h iç b ir şeyi d eğ iştirm em ek ted ir; çünkü sim gesel d eğiş tok u ş zo ru n lu b ir ton lam a, b ir ritm vardır, y a n i b ir ş e y n asıl a lın d ıy sa a y n ı şek ild e ve a y n ı ritm le iade ed ilm elid ir, ki bir k a rşılık lılık ta n söz ed ileb ilsin . E ğer k a r şılık lılık y o k s a inde e tm e d e y o k d em ek tir. İktid ara dayalı b ir sistem in stra tejisi, d e ğ iş tok u ş sü resin i d eğiştirm ek. ölü m ü n a n ın d a k a rşılık v e rm e , e ğilip b ü k ü lm e olasılığı y e rine ça lışm a n ın o ö lü m cü l çizg iselliğ in i, sü rek liliğin i k o y m a k ta n ib a rettir. Bu d u ru m d a k ölen in (işçm in ). kendisini ö lü m e g ö tü re c e k bir ça lışın a d ü ze n i için d e, ya şa m ın ı gı-
Kiılım efendi y a da işverene iade etm esinin b ir anlam ı ktadır. Ç ünkü küçük dozlardan oluşan böyle bir lık ' aslında bir fedakarlık sayılam az; zira olayın ndr yer alan ölüm ûrı g ecik tirilm e sürecine dokunm al « ve yapısı değişm eyen bir süreci dam ıtm aktan başka şry yapm am aktadır Ktnek süreci içinde söm ürülenin söm ürene karşılık 3» yaşam ını verdiği ve bu söm ürülm e süreci aracılığıyla •imgesel bir yanıt hakkına solup olduğu gibi bir varsaimi söz edilebilir. Em ek sürecinde söm ürülenin sanki •it lynvaş) ölü m ü n ü arzuladığı bir tü r karşı-iktıdardan edilm ektedir. Böyle bir yaklaşım Lyotard’ın libidinul »ini konusundaki sefil bir söm ürü dü zeninde sömüMilmın yaşadığı yoğun orgazm varsayım ıyla örtûşm ckte•iıı
l.yotard haklıdır, söm ürülende'* her zam an libidiııal
İm yoğunluk, arzu yla yüklü olm a lınli ve ölü m e teslim iyet •lııvgusu vardır ancak bütün bunlar artık sim gesel bir Mime, anında yanıt verm e öyleyse total bir çözüm sunm a ım ağına sahip değildirler. İktidarsızlıktan kaynaklanan İm orgazm duygusu (ancak proleterin hayallerini gerçek l*»ı ıım em e koşuluylııl iktidara asla son verem ez. Çalışına üstüne oturtulan ya va ş bir ölüm süreciyle yanıl verme biçim i, efendiye, çalışm a süreci içinde ve çn lığına aracılığıyla, kölesine, sürüp giden bir yaşam a hakkı tamına olanağı sağlam aktadır. Bu yolla hesaplaşabilm ek « ■ l« mümkün değildir. Sonuç hep iktidarın, yani şu ölüm değiş tokuş kutupları arasındaki açıklıktan yararlanan İktidar diyalektiğinin lelune olm aktadır. Köle halen efendi vp
diyalektiğinin tutsağıdır vc kölenin ölüm ü ya da d am ıtıl mış yaşam ı egem enliğin sonsuza dek yen iden üretilm esine v-l açm aktadır. Sistem kölenin sim gesel düzeyde bir karşılık verm esi ni onu etkisizleştirerek, yani karşılığında b ir ücret ödeyerek ' ’ Bu düşünce hiç kuşkusuz daha çok ticari değer yasasının egentea olduğu kapitalist ‘ fuhuş*, fizikse! sefalet vc vahşi sömürü evresi için geçerlidır. Içır.dc yaşamakta olduğumuz yapısal de fter evresinde bunlardan geriye ne kalmıştır?
en gellem ek ted ir. S ö m ü rü len e m e # aracılığıyla söm ürene ö lü m ü n ü belirlem e y e tk is in i verd iğin d e, bu sonu ncu , bu ö lü m sü recin in bedelini b ir ü cretle telafiye çalışm aktadır. B u rada b ir kez d ah a sim g esel b ir röntgen film i çckm öl ı.ı:- l<ı
İlil
’î . 1- ; 11 •
j .: I!11 I . , : : .
ı;<:1 i r
ır
l.;n ş:tl
(serm a ye işçiden işg ü cü n ü satın alm akta ve on u aşırı ça lıştırarak verd iğin i sırtın d an çıkarm ak tad ır). B u rada serm aye işçiye iş verirken (iş ç i d e serm ayedara serm aye iade ı -11 ı-ktr-Hirl. Alm am ,n:.ı patron arbeitr/eber, ya n i "işi veren kişi", “ İÇÇİ" de a rlreitn ch m er, y a n ı “ ışı alan k işi” anlam ına gelm ek ted ir. Em ek k o n u su n d a veren, ya n i bağışlam ada Öncelikli o la n kişi k a p ita listtir, ki bu da o n a h er toplum sal d ü zen d e oldu ğu gib i e k o n o m ik olan ın ötesin de b ir ü stü n lük, bir ik tid a r sağlam ak tad ır. Ç alışm ayı y a d sım a n ın en ra d ik a l b içim i bu s im g e s e l egem en liğin , bu lü tfed ilm iş şe yin yol açtığı a şa ğıla n m a n ın ya d sın m a sı şek lin d e o lm a k ta dır. Em eğin a rm ağan e d ilm e v e kabul ed ilm e biçim i d o ğru dan egem en toplu m sal iliş k i biçim in e özgü ve aynm lnyıct b if k
ığıyln çalışma süreci sırasında m aruz kalmış olduğu F ölüm adlı sim gesel ilişkinin tıpatıp aynısını yeniden
tektedir. Nesneyi kullanan kişi nesnenin yaşadığı gc• ikluHmlş ölüm biçim i sürecinin bire bir aynısını Incsneyi kurbân etm em ekte, onu ‘ eskitm ekte", onu işlevscllcşti•■ırk “eskitm ektedir"), yani em ekçinin kapital sürecinde \ > «in iş olduklarım yaşam aktadır Ücret nasıl bu tek y ö n lü İş vermenin bedeliyse, b ir nesne için ödenen para da Inıilııiııcının nesnenin bu geciktirilm iş ölüm ü için ödediği lir drldir. Bunun kanıtı sim gesel kuralda bulunabilir, yani in uçlanmadan sahip olunan şey (piyango, hediye, kazanıl mış para) kullanm ak için d eğil salt yok edilm ek am acıyla harcanmalıdır. İler türlü egem enlik biçim i satın alınm ak durum un dadır. Eskiden bu iş kurban edilerek ölm e şeklinde (k ın lın ya da liderin ritücllcşm iş ölü m ü ) ya da ritücllcştirilm iş İ mi tersine çevirm eyle (şölen y a da diğer toplum sal ritlcrlel yapılırdı. O aşam aya kadar iktidar oyunu açık seçik, k ı vırtmadan oynanırdı. Bu toplum sal Icrsırte CöVİrme oyunu rfm d ı ve köle diyalektiğiyle son a erm ekte ve bu aşamadan •onra iktidarı tersine çevirm e oyu nu yerini iktidarı yen i liri! üretme diyalektiğine bırakm aktadır. Oysa iktidarı sa tın alma olayı her zam an sım û lc edilm ek durumundadır, kapitale özgü düzenek budur. B urada iktidarın biçimsel ■•Utrok elde edilm esi devasa bir em ek, ücret ve tüketim »Üreci m ekanizm ası aracılığıyla gcrçekleştirilm cktcdir. l'.konomi, kusursuz bir karşılık ödem e evrenidir. Kapitalin hiç belli etm eden egem enliğini satın aldığı -b u n a karşılık l»u satın alm a sürecini kendisinin sonsuza dek yenidenüretimı şekline soktuğu- bir evren. İlkel toplum lardan çok ılıılın büyük vc devingen toplum lar aşam asına geçildiğin de çarçabuk ölçülebilecek, denetlenebilecek, sonsuza dek uzatılabilecek (ritûcllcr bu şan sa sahip değildir) ve özellik le de iktidar olgusunun kalıtım sal bir biçim kazanm asını engellem eyecek -b u sorun konusunda Üretim vc tüketim daha önce örneği görülm em iş bir özgün çözü m dü r- bir tazminat sistemi ekonom ik zoru nlu lu k adı altında ortaya
çıkarak tarih sahnesindeki yerin i alm ıştır. Bedeli ö d en ir miş gibi y a p ıla ra k , yen i görünüm ü altında, bu sim gesel den ek on om iğe geçiş politik gü cü n toplum ü zerin d e kesin bir egem en lik kurm asını sağlam ıştır. B öylelikle ekonom i, iki idari tanım lam aya y a ra y a n te rim leri tersin e çevirerek iktidarın gerçek yapısını gizlem e m u cizesini başarm ıştır. İktidar tek yön lü bir v e rm e biçi m iyken (özellikle d e yaşam ı; bu konuda dah a ön ce y u k a rı da söylediklerim ize bakılabilir) bunun tam tersi sayılab ile cek, yan i iktid arın tek yön lü bir alm a ve sahiplenm e biçimi olduğu g ib i, bir gerçeklik dayatılacaktır. Bu dah iyan e d e nilebilecek tahrifat aracılığıyla gerçek sim gesel egem en lik yo lu n a d eva m edebilecektir, çünkü egem enlik a ltın a alın m ış o la n la r tüm enerjilerini, iktidarın kendilerinden alm ış old u kların ı g e ri alm a hatta bizzat "iktidarı a lm a ' yolu n d a harcayarak -b öylelik le farkında bile olm adan on a boyun eğm e d ü zen in i sürdü rerek- tüketeceklerdir. G erçek teyse em ek, ücret, iktidar, devrim gibi şeylerin
h epsinin tersin den ok u n m ası gerekm ektedir: — eın ck söm ürülm ek değil, kapital tarafından verilen iştir — ü cret söke söke alınan hnk değildir, o da kapital tarafından verilm ektedir, kapital-*0 ücret vererek em e k g ü cüne değil bir egem enlik gü cü n e sahip olm aktadır — em eğin geciktirilen ölü m ü bir zorunluluk değildir. Bu kapital tarafından tek yön lü olarak bağışlanan iş e kar şı um utsun bir girişim , bir m eydan okum adır — ik tidara karşı etkili olabilecek tek yanıt size verd iğ i ni geri verm ek , yan i sim gesel anlam da ölmektir. Eğer sistem bu yöntem le ekonom ik olanın görevine bizzat son vererek, onun tözünü ve inanılırlığını elinden
,aBu durum özellikle "olumsuz vergi’ denilen uygulamada çok açık ve seçikti;. Bu uygulamadı fıcrct tek taraflı olarak çalış manız istenmeden size bağışlanmakla, dayatılmakladır. Bir karşılığı olmayan bu türden bir ücretin ckor.omi-ötcsi sözleş meyle nasıl bir ilişki biçimi kurulmaya çalışıldığı ortadadır (ko şulsuz egemenlik, bağış ve prim yoluyla salt köleleştirme,ı.
RİmıvMi. bu perspektif doğru ltu su nda kendi egem enliğini »I*1tr hllkeye atm ış sayılam az mı? Hayır! Çünkü sistem her » ' 1,1 , |UgÇÇİkmiş ölü m le karıştırılan, karşılığı verilem eyen Impı .1 nın üzerine oturtm uş olduğu iktidar stratejisini güt i>irdir. Aynı toplum sal ilişki biçim iyle iletişim araçları v«* tüketim olgusunda d a karşılaşılm aktadır. K tlc iletişim açlarının tek yön lü m esaj dağıtım ına yanıt verebilm ek. ■)i bağışta bulunabilm ek olanaksızdır (bkz "Kitle İleli Aruçlan İçin Ağn"|. (Otom obil kazaları konusundaki ı KFI projesinde) toplu otom obil kazaları bir ıtır kolektıv-.tenln kurumlanan ödediği bedel ... Dsvleün, yap mış olduğu bağışlan kolekld hesaba borç olarak geçmesi şeklinde yom mlann bilmiştir, öyleyse karşılıksız ölüm bu tararın telafisine yönelik bir girişimdir, öyleyse yollarrin dökülen kan. bir anlamda, yollan kaplayıp koleklıvıteye bağışlayan Devlete umutsuz bir Ödeme biçimiyle karşılık vermektir. Bu durumda trafik koznian Devlete karşı öden mesi gereken simgesel borç alanının bir parçasını oluştur maktadırlar. Muhtemelen Devlete olıın burçlar arttıkça Irııfık kazalarında bir «ırlış olacaktır llu olguyu engellemeye (önlcır. alma, hız sınırlaması, yardım örgütünün oluşturul ması. baskı; yönelik tüm ‘ akılcı” stratejiler gerçekte anlam sız şeylerdir. ÇüııkCl trafik kazalarını rasyonel bir sistem İçine oturtma olasılığını simülc ederek, sorunun kökenine, yanı koîektıvitenin Devlete karşı bağımlılığım temellendi ren. güçlendiren ve yasallaştıran simgesel bir borcun öden mesi olayına uıebilınekten acizdirler. Tam tersine bu “itkil e r stratejiler kaza olgusunun artmasına yol açmakladırlar. Kazaların yol açtığj sonuçlara karşı hepsi de simgesel bor cun daha da ağırlaşmasına yol uçacak yeni Önlemler, yem devlet kurumlan ve ek ‘ bağışlar" önermektedirler.''1 Böylelikle m ücadele bir toplum la onun üzerinde yer alan ve gücünü ona yaptığı altından kalkılam ayacak bağışlar, hayatta kalm aya zorlattın ya da ölm esini Ihtı Ölümü kendi çıkarı doğrultusunda ö n c e stoklayıp sonra dam ıtarak kul ' ‘ J. Baudrillurd. *Requcm. p o u r ’.es M cdla\ t'ropıe. -t Ekim 1971, » . 24-27. ( — ed notu.j
U m abilm ek a m a cıy la ) e n g e lle m e d e n a la n p o litik b ir sü reci h er olan d a karşı k a rşıya g e tirm e k te d ir |krş. P .crrc C la s lres. La S o c itt6 co n tre l ’E ta t {D e v le te K a rş ı T o p lu n ]). G e r çe k te y s e b ö y le b ir ö d ü llen d irm ey i h iç k im se h iç b ir za m a n kabu l e tm e m e k le d ir. H erk es elin d en g e ld iğ in c e k a rş ılığ ın ı ö d e m e k te d ir " a n ca k ik tid a r d a h a iy i k a lp leştireb ilm ek için d a h a ç o k verm ek ted ir. T o p lu m y a d a b ire y le r bu d u ru m a b ir son vereb ilm ek için işi k en d i k en d ilerin i y o k etm e y e kad ar g ö tü reb ilirler. İk tid a ra k a rşı g eçerli o la b ile c e k tek silah b u d u r v e b u s ila h k o le k tif b ir şek ild e teh d it e ttiğ in d e ik tid a rı çö k erteb ilir. B u a lte rn a tifi o lm a y a n sim g esel “şa n ta j" k a rş ıs ın d a (1968 M a y ısın ın b a rik a tla rı, reh in a l m a la r) ik tid a r ç ö zü lm ek ted ir; çü n k ü b e n im y a v a ş ö lü m ü m sa yesin d e a y a k ta k a ld ığ ın a g ö re o n a a n id e n / b e k le m e d iğ i bir şek ild e ö le re k b ir k a rşılık v e re b ilirim . Z a ten y a v a ş b ir ö lü m sü reci için d e y a ş a d ığ ım ız için n n i/ b e k lc n m c d ık b ir ölü m d ü ş le y e b iliy o m z. İk tid a rın sa bu tü rd en b ir d ü ş e bile ta h a m m ü lü yok tu r.
23 Simgesel Değtş Tokuş da zaten budur. Her türlü bağış ideolojisi, hümanist, özgürlükçü Hıristiyan ideolojisine karşı bağış deni len şeyin iktidarın kaynağı ve özünü oluşturduğunu bilmekte yarar var. İktidara son verebilen tek şey karşı bağıştır Isımgescl değiş tokuşa özgü tersine çevrilebilirlik).
2
SİMÜLAKRLAR DÜZENİ
UÇ BASAMAKLI SİMÜLAKRLAR DÜZENİ
Rönesans'tan bu yana, defter yasasındaki değinmelere p a ralel olarak art arda ortaya çıkan üç sinıülakr düzenine ItAre: — Rönesans'tan sanayi devrim ine -klasik' dönem i bcllrlcyen biçim kopyalama, — Sanayileşm e dönem ine egem en biçim üretim, — Kodun belirlediği güncel evredeyse egem en biçim simûlasyondur. Uirinci basam aktaki sinıülakr doğal defter yasası, 2. basamaktaki sinıülakr ticari değer yasası, 3. Iıasamaktaki «ım ülakr ise yapısal defter yasası tarafından belirlenm ek ledir.
YALANCI MERMERDEN HEYKEL
Kopyalama (ve kopyalnm a m odası) Rönesans’la, yani feo dal düzenin yıkılıp yerin i burjuva düzenine bırakm ası ve aynm layıcı (sınıfsal) göstergeler düzeyinde açıkça görülen bir göstergeler yarışıyla birlikte ortaya çıkmıştır. Kastlar ya da m evkilerden oluşan bir toplum da m odadan söz ed i lemez; çünkü böyle bir ortam da atam a yöntem i geçerli olduğundan sın ıf hareketleri yoktur. Koyulan yasak tüm göstergeleri korum a altına alarak çok net bir anlam a sa hip olm alarını sağlam aktadır. Çünkü her biri bir m evkiyi işaret etm ektedir, ö y le y s e törensel düzende |kara büyü ve
k u tsa la karşı saygısızlığın d ış ım la d iyelim ; ç ü n k ü b u n la r yü zü n d en b irb irlerin e k a rıştırıla n g ö s te rg e le r ceza la n d ırıl* m ış o lm a k la d ır. Zira böyle b ir k a rışık lığa y a l uym ak ş e y le rin d ü ze n in e karşı y a p ılm ış b ir sald ırıd ır) k o p y a y a y e r y o k tur ö z e llik le kesir, gösterg elere sahip, g ü çlü b ir 's im g e s e l d ü ze n in " c fişlen d iği m od ern d ü n ya d a h a y a le kap ılm an ın b ir a n la m ı yok tu r. V ah şi b ir h iyerarşik y a p ı ü zerin e o tu r tulun b ö y le b ir dü zen d a h a ö n celeri va r o lm u ş tu r; çü n k ü göstergelerin in sayd am lığı ve va h şeti a ra s ım la b ir p a ra le l lik v a rd ır. K astlardan olu şan feodal ya da a rk a ik toplum Inrdn, y a ıı. a cım a sız lo p lu n ıla rd a , sın ırlı s a y ıd a g ö s te rg e b u lu n d u ğu n d a n h erk es b u n ları k u lla n a m a z H er g ö sterg e hem b ir y a s a k d eğerin e s a h ip tir h em d e k a stla r, k la n la r y a dıı k iş ile r a ra sın d a karşılık lı u y u lm a sı g e re k e n b ir y ü k ü m lü lü k tü r. ö y le y s e bu n lar n ed en siz g ö s te rg e le r d eğild irler. G ö steren , ki kişiyi birb irin e a ş ılıp geçilm esi o la n a k s ız bir k a rşılık lılık a n la yışıyla b a ğlam ak yerin e, k e n d is in e karşı a rlık k im sen in b ir yü k ü m lü lü k d u ym ad ığı, g e rç e k d ü n y a nın o rta k p aydasın a dön ü şm ü ş, o b ü yü sü b o zu lm u ş g ö s terilen e K ü m lerin e yap tığı an d a n itib aren n e d e n s iz g ö sterg e dön em i d e b aşlam ıştır. Zorunu/ gö stergeler d ö n em i son a e rm iş v e y e rin i tüm s ın ılla r ııı ayrım y a p ılm a d a n y a ra rla n a b ile c e k le ri ö zgü r R östergcleı d ö n em i b aşlam ıştır. R ek ab ete d a y a lı d e m o k ra si d ö n em i, m evk ilere dayalı d ü zen e özgü , h e rk e s in u ym ak zoru n da old u ğu gö stergeler d ö n em in in y e rin i alm ıştır. Hu prestij gö s te rg e le rin in / d e ğ e rle rin in b ir sın ıfta n d iğ e rin e k a y d ırılm a sıy la b irlik te m ecbu ren k o p y a la m a d ö n em in e d e g e ç ilm iş olm ak tad ır. Ç ü n kü “ö zg ü rc e " ü retilm elerin in y a s a k la n d ığ ı sın ırlı sayıd ak i g ö s te rg e le r d ü z e n in d e n , tnleİHr gö re ü re tile n g ö sterg elen n y a y g ın la ş m a d ü z e n in e geçiliniştir. Anc a k bu son u n cu n u n k ısıtlı bir y a y ılım ı a la n ın a sa h ip o la n zoru n lu gö s te rg e y le h erh a n g i bir iliş k is i yok tu r. Ö zgü r g ö s te rg e zo ru n lu g ö sterg en in k o p y a s ıd ır; a n ca k bu k o p y a la m a “ö z g ü n ' g ö stergen in d o ğ a sın ın b o zu lm a s ıy la d eğil, k e s in liğ in in sın ırla n m a sın a b orçlu o la n b ir m a lze m en in y a y g ın la ş tırılm a e y le m iy le g e rç e k le ş tirilm iş tir. Ay-
ma özelliğini yitirm iş lartık rekabetçi olm aktan başşuıısı kalm am ış), her türlü zorunluluktan arındırılm ış, »vıen tel boyutlarda hizm ete hazır olan m odern gösterge, '•'inyayla olan bağlantısını öne sürerek gerekli olduğunu •ininle etm eyi sürdürm ektedir. Eski göstergeye benzemeyi •Utşlcyen m odern gösterge, gerçekle olan bu ilişkisine d a mıtarak b ir yûkt'smlülüğe dönüşm e isteğim tek bir nedene. »m ıi şu gön deren ler sistem i olm a özelliğine, şu gerçek, şu kendisi sayesinde va r olacağı “d o ğ a l'a dayandırm aktadır An ak bu bir şeyleri işaret etm e ü zerine k u ru lu olan ılişi' artık b ir sim gesel yüküm lülük sim ülakrındnn başka •ar şey değildir. Bu ilişki nesnel bir dünyada d eğiş tokuş edilebilen nötr değerlerden başkasını üretem em ektedir. I inrııda eır.egın başına gelenlerin aynısı göstergenin de ba şımı gelm iştir, “ ö zg ü r* em ekçinin özgürlüğü eşdeğerlıkler ur etmekle sınırlıdır; “azat edilm iş vc özgür” göstergenin özgürlüğüyse eşdeğerli gösterilenler üretm ekle sınırlıdır. öy ley se m odem gösterge “d oğa lın ' yerin i alabildiği Idoğalın sim ülakn olabıldiğil ölçüde bir değere sahip olabil mektedir. Bu bir “doğallık* sorunsalı, yani Rönesans'tan bu vıına burjuvazinin tüm gücüyle Ürettiği gerçeklik ve görü nüm m etafiziği, yani burjuva göstergesinin, klasik dönem e •ut göstergenin aynasıdır. Göstergenin doğal b ir gönderene »ıılıip olm ası düşüncesi üzerine oturtulm uş nostaljik yakla şım, göstergelerin bir doğaya gönderm e yapm ayı bırakarak, ticari değer yasasının denetimi altına girdikleri üretim ala nındaki biçim sel bozulmanın başı çektiği devri inlere karşın ı atıldığını bugün bile korumakladır. Bunlar ikinci basamak ■tmûlakrlardandır. Bu konuya yeniden döneceğiz ö y le y s e sahte, asilin birlikte Rönesans'ta doğm uştur. Hu olgu yla önü yeleğe benzeyen giysiden yap a y protez ça lıda. (alçı kaplaınal yalancı m erm er döşeli iç m ekönlardan. barok t iy a t rai m ekanizm alara kadar her yerd e karşılaşıl maktadır. Zira bütün bu klasik dönem kusursuz bir tiyatro görünüm ü sunm akladır. Tiyotro, Rönesans'tan sonra tüm toplum sal ve m im ari yaşam a eRemcn olan b ir biçimdir. Kopyalam a m etafiziği vc yeniden doğm aya başlam ış inşa-
nın son u g elm eyen yen i istek lerin e k arşılık vereb ilm en in yo lu , şatafatlı y a la n cı m erm er d ek o rla r v e barok s a n a lla n geçm ek led ir B u n la r d ü n y evi b ir y a ş a m b içim i /mimari/, her lö r lü doğa tözü nü n içi b o şa ltıla ra k tek bir lö z c in d ir gen m esi ü zerin e otu rtu lm u ş istek lerd ir T ıp k ı soy. m evki y a d a kasttan k ayn ak lan an fark lılık la rın ötesin e ge ç ile re k bu rju va d eğerler sistem i altın d a birleştirilerek , tiyatral b ir biçim verilen top lu m sal gibi. A lçı (m erm er tozu ); y a p a y gö stergeler bü tü n ü n ü n olu ştu rd u ğu u tku lu b ir d em o k ra si an layışı, tiya tro v e m odan ın en üst d ü zeyd e y ü c e ltilm e s i ve göstergelerin a y rıca lığın a son veren y e n i s ın ıf için h e r şeyi y a p a b ilm e olasılığı dernektir. İşitilm ed ik k om b in ezon la rla nkla geleb ilecek h er türlü oyu n , her türlü s a h tek â rlığa açılan y o l d em ek tir. B u rju vazin in insan eylem lerin e bak ış açısı, tirelim a la n ın a d a lm a d a n ön ce d oğa y a ö y k ü n m e d e nilen şeyin için d e k ayb olu p gil iniştir. K ilise v e s a ra y la rd a ki y a la n c ı m erm er d e k o r k en d isin e verileb ilecek her tü rlü biçim i a la ra k ; k ad ife p erd eler, a ğ a ç korn işler, b e d en lere özgü ten sel y u v a rla k h atlar d a h il o lm a k ü zere h e r tü rlü m alzem eyi taklit etm iştir. Y alan cı m erm er, m alzem e ç e ş it lerin deki ak ıl a lm a z karışıklığa son vererek tek b ir y e n i töz olu ştu rm u ş, tü m d iğer m alzem elerin bir tü r gen el k arşılığı o lm u ş d ola yısıyla da tüm tıy a lra l p re s tijle rin b aşa rısın d a rol oyn am ıştır; çü n k ü kendisi d e tüm d iğ e r m alzem eleri yan sıtan (o n la ra ayn a görevi ya p a n ), y e n id e n ca n la n d ıra n b ir töz olm u ştu r. A n cak sim ü la k rla r y a ln ızca g ö sterg e oyu n la rın d a n ibaret değildirler. O n lar ayn ı za m a n d a top lu m sal ilişk ileri ve top lu m sal bir ik tid a rı da içerirler. A lçıyla ü retim , g e lişm ek te olan b ilim ve tekn olojin in y ü celtilm esi o la ra k d a a lgılan ab ilir. A n ca k on u n ö zellik le barok stilin egem en liği a ltın d a old u ğu söylen ebilir. B arok ise ilk kez C ızvitlcrin d en ed ik leri, m odern b ir ik tid a r a n la y ışın a u ygu n b ir karşıreform . politik v e zih in se) d ü n ya ü ze rin e o tu rtu lm u ş bir egem en lik girişim idir. C izvitlerin zih in se) d ü zeyd ek i ıtan tk ârlık larıyia (perind e a c cu d a v e t) şeyleri d oğal tö zlerin d en arın d ırıp y erlerin e
•rnu tik bir töz koyarak yeni b ir dünya oluşturm a tutkusu »•umnda yakın l)ir ilişki vardır. Bir örgütlenm e biçim ine Uymuk durum unda olan insan gibi, şeyler de ideal bir iş levselliğe sahip kadavraya benzem ektedirler. Tüm teknolo ji, tüm teknokrasi daha o zam anlar ortaya çıkmış gibidir, dünyanın ideal bir kopyasını, evrensel bir töz ve bir evren sel tözler kom binatuvan keşfederek dışa vurm a cüreti. (Rcloı nidan soııral parçalanm ış bir dünyayı (hom ojen) türdeş ■"i doktnn aracılığıyla yeniden bir araya getirm ek. D ünya yı (misyonerler aracılığıyla Ycni-lspanya'dan Japonya'ya) tek bir evrensel görüş altında birleştirm ek. Devleti merkezi i» ı stratejiye uygun şekilde yönetecek yen i bir seçkinler Itntbu oluşturmak. Cizvitlcrin hedefi işte budur. Bunun Kinse etkili sim ülnkrlar yaratm ak gerekm ektedir. B unlar dan biri örgütlem e aygıtıdır. Bunun yanı sıra gösteriş ve tiyatro (kardinaller ve işleri perde arkasından yönelcnlcrlıı oluşturdukları büyük tiyatro oyunu), keza dünyada ilk kr-z, sistemli bir şekilde çocuğa ideal bir kişilik kazandır mayı hedefleyen form asyon vc eğilim siır.ülakrturı vardır. Yıılancı merm er ve barok stilin m imari anlam da her şeyi knplayabilrr.e yetisi, benzer türden bir aygıt olarak kabul «dilebilir. Bütün bunlar kapitalin üretken akılcılığından önce ortaya çıkm ış olduklarından üretim yerine kopyala ma yöntem iyle benzer bir evrensel denetim vc egem enlik projesi üretilm iş olduğunu, bu toplum sal şcm anınsa bir sistemin iç uyum u konusunda hayali önem e sahip oldu ğunu gösterm ektedir. Eskiden Ardcnncs'de yaşayan yaşlı bir aşçı, pastacılık ve katlardan oluşan pasta üretiminin plastik açıdan bir b i lime dönüşmesinden yola çıkarak, Tanrı'nın doğal bir aşa mada bıraktığı dünyayı yeniden ele alm ak gibi kibirli bir g i rişimde bulunmuştu. Amacı dünyanın organik doğallığına bir son vermek, yen n e em salsiz vc çok biçimli betonarme adında bir malzeme geçirmekti. Bu am aca uygun bir şekil de evin içine betondan mobilyalar, sandalyeler, çekmeceler, dikiş makineleri; dışına, yani bahçeye kemanlar da dahil olmak üzere lo lo n d a n bir orkestra ve onlann yanm a gerçek
y a p ra k lın olan betondan ağaçlar, kafa bölgesinde gerçek bir yaban dom u zu kafatasının yer aldığı betondan bir yaban dom uzu ve gerçek koyun yü n ü yle kaplı betondan k oyu n lar yapm ıştı. Sonuç olarak C am illc Renault, o czgü ıl tözü, o şeylerin birbirlerinden yaln ızca “gerçek çi" avan slarla (ya ban dom uzunun kafatası, a ğa ç yap rakları! ayrılm asını sa ğ layan hr.muru bulm uştu. An cak bütün bunlar ziyaretçilere verilen tanrısal b ir ödündü . Zira bu 80 yaşıncakı hoş tanrı yarattığı şeyleri ziyaretçilerin e du dak ların d a o dayanılm az sevim lili ları, kavram konusunda old u ğu gibi istediğiniz gib i d ü ze n im le v e k u r gu lam a olanağı sağlam aktadır! egem en liği a lm a alm ıştır. O n u n projesi İm i u K son atın yalan cı m erm er ustalunndan çok değişik olm akla birlikte gü n ü m ü zd e karşılaştığım ız top lu konut türü kentsel yerleşim b irim lerin in görü n tü lerin d en çok da farklı değildir. B uralarda kopyalam anın yalnızca töz v e biçim le ilişkisi vardır, h en ü z ilişk iler ve ya p ıla rd a n bihaberdir. B u nu nla birlikte dah a o aşa m a d a bile, iktidarın son su za dek sü rü p gitm esini sağlayacak, y o k edilm esi o la n aksız bir kopyayı, p asifleştirilm iş toplu m u n, ölü m sü z bir sentetik töze sah ip kalıbım çıkartarak denetlem eyi a m a ç lam aktadır. İnsanın yarattığı en b ü yü k m ucizelerden biri de y o k olıtıak bilm eyen şu plastik d en ilen m adde d eğil m i d ir? Plastik d en ilen şey. dü nyadaki tüm tözlen n çü rü m e ve ölü m yoluyla birlnrlcrinc d ön ü şm esin i durdurm uştur. Plas tik yak ıl d ğ ı zam an bile tam am en ortadan kaldırılam ayan sım d ısı bi- tözdü r Plastik, evrennel b ir ocım yutık (u tk u su nun yoğunlaştığı in an ılm az bir sım ıılok rd ır B u ıu ıı tek n o lojik "gelişm e* y a d a rasyonel h ed efleri o la n b iim le h içb ir ilişkisi yoktur. Bu b ir zih in sel v e politik egem enlik projesi, geliştirilm esi olan ak sız zihinsel bir töz fantazm ıdır. T ıp k ı şu
yansımaları eğim li bir ayna üzerinde buluşan yalancı m er merden yapılmış barok melek heykelleri gibi.
OTOMAT VE ROBOT llu iki yapay varlığı birbirinden ayıran şey iki ayrı düşünce evrenidir Birisi insanın tiyatral görünüm lü, neknııik ve duvar saatinin içyapısını andıran bir düzene sahip kop yasıdır. Burada teknik bütünüyle bir simülaıer etkisi ve a nalojiytratm nyı hedeflem ektedir. Diğeriyse teknik ilkeler tuıaf:nd-:t:ı belirlenm iştir, bu düzeyde Önemli o an m akine dir. Oysr m akineyle birlikte karşım ıza bir eşdeğerlik so tunu çıkm akladır. Otoııınl bir tiyatro oyuncu um u (yapay bir varlık) an dın r ve eğlendirirken, Devrim öncesinin to p lumsal v î tiyatral yaşam ına katılm aktadır. Re bot sn adın dnıı anlaşılacağı gibi çnlışınnktudır. Burada tiyatro sona ermiş, devreye insana özgü bir m ekanik an lay şı girm iştir Otom*»» insanın bir benzeri ve onun muhatabıdır (onunla satranç oynar!). M akine ınsnııa eşdeğer bir varlıktır ve te kıllcştinknış işlem sel bir süreçte on u kendisine eşdeğerli bir varlık haline getirm ektedir Birinci basattı ık simülakr ile ikinci basam ak sim ülakr arasındaki fark işle budur. öyleyse ■'görsel* benzerlik bizi yanıltmamak. Otomat doğayı, insan ruhunun bir gizem i olup olmadığını, varlık ve görünümler m uam m asını bir tür sorgulamadır. Altında ııe var. içinde ne var, gerisinde ne var türüı.den sorular soran Ttnrı gibi. Eğer kopya varsa bu türden sorular so rııbilirsiniz. Doğal tiyatronun kahram anı olarak yaratılm ış insan üzerine kurulan metafizik Devrim le birlikte ortadan kaybolmadan önce, otomat sayesinde somutlaştırılabiliniştir Otomatın yaşayan insandan başka ulaşmak isteeliği (insandan daha da doğal bir insan görünümüne sa hip olmayı am açlam anın dışıııdul bir hedet yoktur, insan hareketlerindeki yum uşaklıktan, organlarının ve zekâsının işlevlerine kadar (hatla bu kusursuzluğun, y a n ideni ölçü İrre uygun bir doğallık kazandırılmış, ruhtan yoksun bir vücudun neden olduğu bir huzursuzluğu yaşı inak) kusur
s u z b:r in s a n ikizi olm ayı am açlar, ü u ku tsal o la n a k arşı d ü ze n le n m iş bir »a id in d ir. B u fark tıp k ı şu sa h n ed ek i Jllüzy o n is tin , ro lle ri tersin e çevirm iş ola n , o k u s u rs u z o to m a tın tu tu k o lm a s ı gerek en h a rek etlerim ta k lit e d e re k g e rç e k le kop yan ın b irb irin e k a rış lın lm a s ın ı e n g e lle m e y e ç a lış m a s ı g ib i h er zn ınnn k oru n m u ştu r. K op ya h er za m a n için ş e y ta n i1 b ir y a n a n la rım sa h ip olm u şk en , o to m a tın o lu m lu b ir m e k a n izm a o la ra k a lg ıla n m a sın ın n ed en i h a k k ın d a s o r u lan so ru la rın g ü n ü m ü ze
kadar
s ü rü p g e lm iş
o lm am d ır.
O y s a ro b o t k o n u şu n d u b u tü rd e n soru lu rla k a r ş ıla ş ılm a m a k ta d ır. R o b o tu n g ö rü n ü m le rd e n ç o k m e k a n ik e t k in lik le iliş k is i v a rd ır. O n u n h e d e fi in s a n a b e n z e m e k ve 1 Kopya y.ı d a yeniden-üretimde (rcp>u
•nunln karşılaştırılm ak değildir. Otom atı gizemli ve çekici kılan o belli belirsiz m etafizik fark ortadan kaybolmuştur, ı ıiııktl robot onu kendi çıkarm a yutup yok etm iştir Varlık w görüntü. üretim ve emeği kapsayan tek bir töz içinde • rtyip birbirlerine karışm ışlardır. Binnci basamak simülukr farkı aa'.a ortadan kaldırm am akta, sim ûlakr ve gerçek m.ısında her zaman belirgin bir sürtüşm e olm asını öngör inektedir (bu kurnazca oyunla özellikle yanılsam a üzerine kurulmuş resimde karşılaşılm aktadır, ancak daha genel de sanatın bu temel fark üstüne oturtulduğu söylenebilir). İkinci basamak sim ûlakr ise ya görünüm leri em erek ya da Ktrçeği yok ederek -hangisi işinize geliyorsn- sorunu b a site indirgemektedir. Ancak her durum da ortaya imgeden, yankıdan, aynadan, görünüm den yoksun bir gerçeklik ç ı tı artmaktadır. Emek, m akine ve sınai üretim sistemi toplu I «İd e tiyatral illüzyon ilkesine radikal bir şekilde karşı ç ı kan bu türden şeylerdir. Al tık T a n rıyla ınsnıı arasında bir l*rnzcrlik ya da benzem ezlikten değil, işlem sel ilkeye özgü l>lr mantıktan söz edilebilir. Bu noktadan itibaren robotlar vc makineler yaygın laşabilirler. hatla bu yaygınlaşm a onlar için yasal bir a n lama sahiptir. Yüce ve istisnai mekanizm alara sahip olan otomatlar asla böyle bir şey yapm am ışlardır. İnsanlar bile çoğalmaya ancak, sanayi dcvrimiylc birlikte, bir makine statüsüne sahip olduktan sonra başlamışlardır. Her türlü l*n zcrlik ve ikizlik sürecinden kurtulan insanlar, minya tûrlcştinlmiş eşdeğerlisine dönüştükleri, üretim sistem i nin kendisi gibi çoğalm aya başlamışlardır Otom atla bir likte büyücü yam ağı m itini besleyen sim ülakrm intikam alma olayı da sona erm iştir. Buna karşın intikam alm a bir İkinci basamak sim ülnkr yasasına dönüşmüştür; çünkü artık robotun, m akinenin vc ölü cır.cgin canlı emek üzerin deki egemenlik dönem ine girilmiştir. Bu egem enlik üretim ve yeniden-ürelim düzeni için zorunludur. Çünkü bu ter sine döndürme sayesinde kopyalama sürecinden çıkılarak (yeniden) üretim sürecine girilmektedir. Bu sayede doğal yasalar ve biçim oyu nları düzeninden çıkılarak, ticari d e ğer yasası ve güç hesapları düzenine geçilmektedir.
SINAİ SİMÜLAKR
Sanayi dcvrim iyle birlikte ortalığı y e m bir gösterge ve n es n eler k u şa ğı sarıp sarm alam ıştır. B u n la r kast g elen eğin i tanım ayan, statü kısıtlam alarından asla haberleri o la m a yacak göstergelerd ir. Bu yü zd en de taklit ed ilm eleri s ö z ko n u su d eğild ir; çü n k ü doğru dan d oğru ya ve an ın da d e v a s a boyutlarda üretilm işlerdir. A rtık göstergelerin istisnai Özellik ve de ö zgü n lü k leri diye bir şey olm ayacaktır; çü n kü k e n d i lerini ü reten tekn ik sayesinde, sın ai b ir sim ûlnkr olm ayı başardıkları ö lçü d e bir anlam a sah ip olabileceklerdir. Bir b aşk a d eyişle seri özelliği taşım aları gerek m ek te, yan i birbirlerin in ayn ısı olabilen sonsu z kez ço ğ a ltılm ış iki nesn eye b en zem elidirler. O nların arasın daki ilişki a s ılla kopyası n rasın dakin c benzeyen, a n aloji, yan sım a tü rü n den bir iliş k i değil, eşdeğerlik, ayn ılık üzerine o tu rtu lm u ş bir ilişki b içim id ir. Seri olayın da n esn eler b irbirlerin in s o n su z sa yıd a k i sim ü lakrlnrm a b en zem ek ted irler N esn elerle birlik te d o ğ a l olarak onları üreten inşfttllur d a birbirlerin in sim ü la k n n a d ön ü şm ektedirler. G en el bir eşd eğ erlik ler y a sası a n cak ö zg ü n referansın sönüp gitm esi, y a n i ü re tile b il m e ola sılığıy la m üm kün olabilm ektedir. Bu d u ru m d a ü retim çözü m lem esi, doğal olarak, ö zg ü n bir süreç, h a tta tüm diğer sü reçlerin kök en in d e y e r a la n bir sû rece d ön ü şm ektedir. Ne var ki bu sü reç her türlü özgü n varlığı y u ta n , birbirlerinin tıpatıp ben zeri seri varlıklar ü r e ten bir sü recin başlangıcına benzem ektedir. B uraya k a d a r ü retim ve e m ek birer potansiyel, hir gü ç, tarihsel bir sü reç, üretici etk in likler, yan i m odernliğe özgü cr.crji-ckonom i ağırlıklı bir mit şek lin d e algılanm ıştır. O ysa sorulm ası g e reken soru: g österg eler düzeni g ö z ön ü n d e b u lu n d u ru ld u ğunda üretim in devreye özel bir evre şeklinde girip g ir m e diğidir. D oğa! olarak üretim , sim ü lakrlar silsilesi içinde y e r ulan bir a ra bölüm den, yan i teknik sayesin de potan siyel olarak so n su z sayıda birbirinin aynısı saydım varlık s e r ile rinden olu şan Inesne/göstcrgeîer) bir evre değilse? Teknik,
sınai ve ekon om ik sü rece özgü o m ü th iş
enerjiler, h iç ku şku su z 'd o ğ a l* d ü zen e karşı bir m eyd a n
»kum a anlamı taşım akla birlikte, sonuçta asıl sorunun 'ikinci basam ak" bir sim ü lakr (ve dünyaya egemen olma konusundaysa düşsel açıd an oldukça yoksul bir çözüm «■-ivilebilecek, şu sonu gelm eyecek yeniden-üretim süreci ni yaşama geçirebilm ek) olduğu gerçeğini göstermeleridir, kopya, ikiz, ayna, tiyatro, maske ve görünüm oyunları •I Anemine oranla seriler halinde gerçekleştirilen ve tekniğe dayalı yeniden-üretim dönem i gerçekte bir öncekinden ■lalla büyük bir alanı kapsam am aktadır (oysa bir sonraki •mıülasyon modelleri, yan i üçüncü basamak sim ülakıiar dönemi çok daha büyük boyutlara sahiptir). Walter Benjamin TfeJcnifc Yeniden Ûretilebilirlik Çağını/n Sanat Yapıtı başlıklı çalışmasında bu yeniden-üretim ilkesinin temel içerm elerini ortaya koyan ilk kışı olmuştur. Veııidcn-üretimin üretim sürecini emip yuttuğunu, ercklcı ini değiştirdiğini, liretim ve ürünün statüsünde değişikliğe yol açtığını göstermiştir. Bu olguyu sanat, sinema ve fo toğraf alanlarında ortaya koymuştur; çünkü bunlar “kla sik* üretkenlik geleneğiyle ilişkisi olm ayan ve XX yüzyılda yeniden ûretilebilirlik ad ı altında aniden ortaya çıkan yeni alanlardır. Ancak bugün tüm maddi üretimin bu evrene ait olduğunu biliyoruz. Bugün kapitale özgü bütüncül sürecin gelip düğümlendiği nokta -m oda, m edya, reklam, haber ve iletişim ağları- yeniden-üretim ya da M antin pek de önem semeden yan ödem eler |bu sayede tarihin ironi düzeyini ölçebilmek mümkün olm aktadır) dediği düzey, yanı sımûlakrlar ve koda ait evrendir, ö n c e Benjamin (daha sonra da MeLuhan) tekniği (Mnrksizmin içinde sıkışıp kalmış ■•Iduğu) “ üretken bir g ü ç" olarak değil, bir araç, bir biçim ve yeni bir anlam kuşağının ilkesi olarak görmüşlerdir. Hır şeyin yalnızca yeniden üretilebilir olması, yanı bir şe vin tıpkısının yapılabilm esi bile bir devrimdir. Bu konuda ııvnı kitaptan iki adet gören Siyahların şaşkınlıktan küçük dillerini yutm alarını düşünm ek ycterlidir. Tekniğe borçlu olunan bu iki ürünün, zorunlu toplumsal emek adı altın da. eşdeğedi ürünler olarak algılanması, uzun vadede aynı nesnenin seriler halinde tekrarlanarak üretilmesi (bu aynı /amanda bireylerin de bir emek gücü nesnesi olarak yeni-
den üretilmesi dem ektir) kad ar önem i: bir şey değildir. Bir araç olarak teknik, yalnızca üretilen “ m esaj“m (kullanım değeri) değil, aynı zamandın M «rx'ın üretim e özgü devrim ci bir mesaj niteliği kazandırm ak istediği em ek gücünün de Önüne geçm iştir. B enjam in ve McLuhnn M arx‘ın görem e diğini. yani gerçek m esajın, gı-rçck ültim atom un yem denüretimin içinden g eld iğ in igörm ûşlcrdir. Crelım in bir anlam ı olm adığını ve toplum sal crekliğinın seri liretim in içinde yi tip gittiğini anlam ışlardır. T arih sim ülakrlara yenilmiştir. Zaten bu serisel yen iden -ü retim aşam ası fsınai m e kanizm a, zincirlem e im alat, genişletilm iş yenidcn-ürctım vs. aşam ası) kısa sürm üştür, ö lü em ek canlı em eğe üstün gelm eğe başladığı, yani ilkel birikim süreci sona erdiği a n dan itibaren seri üretim dü zeni yerini m odeller aracılığıyla üretim e bırakm ıştır. Bu noktada köken ve ereklik süre ci tersine dönm üştür, zira m ekanik b ir şekilde üretilm ek yerine, daha tasarlama aşam asından başlayarak yeniden üretilebilirlikleri ön plana çıkarılan , yani m odel olarak ad landırılan doğurgan bir çekirdekten yayılöü tüm biçim ler değişm ektedir. Hu noktada artık üçüncü basııııııık simülakrlar evrenine geçm iş old u ğu m u z söylenebilir. Burada ne birinci basam ak sim ü lakrlar düzenindeki asılın kopya edilm esinden ne dc ikinci basam ak sim ülakrlar düzeninde olduğu gibi salt serilerden süz edilem ez. Burada m odellere dayalı, farklı tonlam alar ü stü n e oturtulan lıer türlü biçim - i le karşılaşabilirsiniz. A n lam lı olabilm enin yolu bir m odele aidiyetten geçm ektedir. A rtık hiçbir şey ereğine uygun bir şekilde değil, modele, yani b ir Ivır geçm işte kalm ış ereğine ve yalnızca “referans olarak kullandığı g ö sleren 'lc benzer liğine uygun b ir şekilde iş görm ektedir. Terim in m odern anlam ında artık sim ülasyon evrenindeyiz. Saıuıyilcşm cyse bunun ilk halidir. Sonuçta nsnl olan, seri halinde yeniden üretilebilirlik değil, nyarlanabilirliktir. Niceliksel eşdegerlikler değil, ayn m layıcı karşıtlıklardır. E şdeğeriiklcr ilkesi değil terim lere yer değiştirtm edir. Asal olan ticari değer yasası değil yapısal değer yasasıdır. Kodun sırlarını teknik ya da ekonom ide aram ak yerin e, tam tersi yapılarak sınai üretim in varoluş koşullan k od ve sim ülakrların ortaya çı-
kış süreci içinde aranm alıdır. Her düzen ya da basamak im sonraki düzen ya da basam ağa boyun eğm ektedir Bire im kopya düzeni, nasıl seri üretim düzenine boyun cgdiy»<• (sanatın nasıl bütünüyle ‘ m akineleştiğim e bakmakta ynıar var), üretim düzeni de ayn ı şekilde işlem sel simülasyoıı düzenine boyun eğm e sürecine girm iştir. W. Bcnjom in ve M cLuhan’m çözüm lem eleri bu uçsuz im.nksız ycnlden-ûretim ve simülasyon düzenini kapsa maktadır. Bu evrende gönderenler üzerine kurulu nıannk ortadan kaybolm akta ve üretim korkutucu boyutlara oluşan bir hıza ulaşm aktadır. Zaten bu yüzden Vcblen ve ı .- 'blot'nun çözüm lem elerinde bu olgu hayati bir öneme «ııhıp olmaktadır. Bu kişiler örneğin moda göstergelerini liri imlemekte, klasik yapıyı referans olarak almaktadırlar.
M>0 METAFİZİĞİ
Matematiksel bir düşünce yapısına sahip olan Lcibniz, sıfır vc birden oluşan ikili »istemin n gizemli zarafetinde yaratım imgesinin bizzat kendisini görüyordu. Yüce Varlı ğın birliğinin boşluk içinde ikili bir işleve sahip olmasının tüm varlıkların ortaya çıkması için yeterli olacağını düşü nüyordu. McLulıan İnsan tarafından oluşturulan büyük sim ülakrlar bir doğa yasaları evreninden, b ir g ü ç vc güç çekişm eleri evrenine, ' nidan da günüm üzdeki yap ılar ve ikili karşıtlıklar evreni ne geçm işlerdir. Varlık vc görünüm ler üzerine kurulu bir metafizikten, önce enerji vc determ inasyona dayalı b ir me-
tafıziğc, gü n ü m ü zdeyse b elirlen em ezlik (ınd^lerm inism ef ve kod Çizerine otu rtu lm u ş bir m etafiziğe geçilm iştir. Si bernetik denetim , m odeller aracılısıyla üretim , ayrım lam a ü zerine oturtulm uş ayarlam alar, fecd-back, soru/yanıt vs.; Yeni işlem sel görüntü budur; sınai sim ü lakrlar ise yalnızca işlem cidirler. D ıjitallık. bu evrene özgü m etafizik ilkenin (L eibn iz’in Tan n 'aı) adıd ır. D NA ise peygam berinin adıdır. Gerçekten de 's im ü la k rlo ra ı ortaya çıkış ve oluşum sürecinin" en kusursuz görü n ü m ü yle genetik kodlanm adn karşılaşıyoruz. G eliştirildikçe yok edilen gön deren ler ve ereklerin yanı sıra b en zerlikler ve belirlem elerden sonra karşım ıza tam am en ta k tik b ir “değere* sahip dijital v e program lanabilen bir gösterge çıkm akladır. Biz bu k o m u ta ve denetim am açlı m ikrom olckû lcr koda ait yapısal özellikler taşıyan göstergeyle, diğer işaretlerle (haber/test zerrecikleri! kesiştiği noktada karşılaşm aktayız. Bu düzeyde gftsleıgelcr. göstergelerin rasyonel hedefi, göstergelere özgü gerçek ve dü şsellik, baskı alım a alın m a ları, saptırılm aları, sundukları illüzyon, aktaram adıkları anlam lar ya da paralel anlam ları gibi sorular ortadan kalk m aktadır. Birinci basam ak sim ülakrlar düzeninde karm a şık ve sayısız yanılsam aya yo l açan göstergelerin m akineler tarafından brüt. mat. sınai, yinelenebilen, yankılanm a yan , işlemsel ve etkili göstergelere dönüştürüldüklerini görm üşlük. Okunam ayan, yoru m dan yoksun bırakılmış, program lanm ış ana kalıplar g ib i “biyolojik" beden içinde -tü m kom utlarla tüm yan ıtların tahrik edildikleri kara ku tu lar- ışık yıllarıyla ölçülebilecek uzaklığa göm ülm üş kod işaretleri çok dalın radikal bir m utasyoıın yol açmışlardır. Yem den canlandırm a Çizerine ku ru lm u ş tiyatro, göstergele re ait alanlar, göstergeler çatışm ası, göstergelerin sessizliği dönem i sona ermiştir. Bugün artık yalnızca kodun kara kutusuyla bizi ışın bom bardım anına tutan işaret yayıcı molekül, sinyal bom bardım anına tutan soru-yanıilar ve hücrelerim ize kaydedilm iş kişisel program ım ız tarafından aralıksız bir şekilde testlere tabı tutulm aktayız Bunlar ha pishane hücreleridir. Bunlar elektronik hücrelerdir. Bunlar parti hücreleridir. Bunlar m ikrobiyolojik hücrelerdir Hiç-
«am an peşi bırakılm ayan şey, organik sentezi kod verigöre yapılacak olan, bölünem ez en küçük elem andır Anı ak bizzat kodun kendisi, on binlerce kesişme nokta lın ın ürettikleri tüm sorular ve tüm yanıtlar arasından •eçıın yapm akla ikim için?) yüküm lü, üretici bir genetik t ,Çeteden başka bir şey değildir. Bu (enform atik ve sinyaletik ıçtepiler şeklindeki! "soru larım bir ereği yoktur; çünkü bu soruların yanıtı genetik olarak asla değişm eyecek ya dn Iirili belirsiz ve rastlantısal şekilde oluşacak farklılıkların y İ uçacağı değişiklikler şeklinde olacaktır. Bu uzam daha çizgisel yo dn tek boyutludur; çünkü yalnızlıktan çıldırm ış ı>ır mahkumun tiklerine benzer bir şekilde aynı sinyalleri hiç durmadan üreten hücresel bir uzam dır. Genetik kod ıy e böyle bir şeydir, bir başka deyişle bizim okum a hüc relerine lıenzediğm ıiz durdurulm uş, hareket edem eyen bir I uk gibidir. Göstergenin sah i|> olduğu tüm çekicilik, hatta imlam bile önceden belirlenm iştir, yani h er şey yazılım ve kod çözüm ü sayesinde gcrçekleştirilm ektedir.
Irııne
Bize özgü üçüncü basam ak simülftkr düzeni işle b u dar. Tüm varlıkların va r o lu ş süreci içinde yer alan "sıfır ve birden oluşan ikili Ibinoirc?) sistem e özgü gizem li zarafet İşte budur". Anlam ın ortadan kaybolm asına yol açan gös terge işte bu DNA ve işlem sel sım ûlasyon aşamasındadır. Bütün bunlar Scbcok tarafından *Genetiquc et S4mioÜquc* (Ucrsus) isimli m etinde kusursuz bir şekilde Özetlenmiştir: Bugüne kadar yapılan p «k çok gözlem insanın ıç organik yapısının dünyada ortaya çıkan ilk yaşam biçimlerinin doğrudan dcvumı olduğu varsayımım doğrulamaktadır. F.n şaşırtıcı olgu UNA molekülünün kesintisiz bir şekilde sürüp gelmesidir. Yeryüzünde bilinen tüm orgnnizmalann genetik malzemesi büyük ölçütle DNA ve RNA denilen nüklclk asitlerden oluşmaktadır. Bu asitlerin yapısında bir kuşaktan diğerine yenlden-ûretim aracılığıyla geçen ve yanı sıra kendi kendini yemden üretebilme ve taklit edebil me yeteneğine sahip bilgi bulunmaktadır. Kısaca genetik kod evrenseldir. Bu kodun çözülmesi muazzam bir keşif olmuştur, çünkü "büyük polımcrlere özgü iki büyük dilye-
tisinin. yan i nûkleik asit ve proteine özgü dilvetllerin n çok sıkı U r karşılıklı bağıntı ilişkisi içinde oldu ğu nu ’ (~n ck , 1966 C lark/N ereker, 1968) gösterm iştir Sovyet m a te m * Ukçı Liyapunov 1963 yılm d a tüm canlı »istem lerin daha önceden kesin bir şekilde belirlenm iş kanallar aracılğıyla. bûyûl m iktarda bilgi içeren ve dah a sonra devreye gire cek büyük miktardaki enerji ve m alzem eyi d en cller.rk lc yûkünlü, küçük bir m iktar enerji ya da m alzem e naklet tikleri ı i göstermiştir. Bu bakış açısı doğrultusunda ister biyolo.ık isterse kültürel olsun Istoklam a. Icrd-back. mesajlarm yönlendirilm esi ve diğerleri) pek çok olayı luber/ bilginin işlenm esi şeklinde algılayabiliriz. Son çözüm lem e de haber/btlgı genellikle ya bir haber/bilginin tekrıslanması ya da bir başka türlü hobcr/bılgı, yanı yeryüzûndcki yaşam ı özgü ancak bir biçim y a da töze bağımlı olmay an evrensel bir Özellik olarak belirmektedir. Beş yıl önce dikkatleri genetik w dilbilgisi m astıd ak i yakınlığa çekm iştim ; zira her ikisi de birer özerk disiplin olmakla birlikte çok daha geniş bir ulam izoosem iytfiğin de dalıi! olduğu) kapsayan iletişim bilimi içinde birbirlerine partici bir şekilde ilerlemektedir. Genetik term inoojisi dilbilim ve iletişim kuramından ödünç alınmış te m r in le doludur. Jakobson 1968 yılında gerek temel bcnzerluler, gerekse genetik ve sözel kodların yapısal ve işleyiş farklı lıkların n altını çizmiştir... Günümüzde genetik kod tüm scmıyolik ağların, öyleyse hayvanlar ve insanların k u laıldıklaı-ı lüm işaret sistemlerinin bir prototip: gibi düşünüle bilir. Bu bakış açısı doğrultusunda qua>ı(a sislenilen alan ve Tunktel lıaber/bılgınin şaşmaz araçları olan moleküllerle zooscmıyotik ve dil de dahil olm ak üzere tüm kültürel sis temleriz, tekil bir evrensel gelişim çerçevesi içinde giderek karmaşıklaşan enerji düzeylerine sahip, kesintisiz b:r i ş a malar znclrl oluşturduklnn söylenebilir, öyleyse tekil bir sibernetik bakış açısından yola çıkarak gerek dil gerekse yaşayan canlı sistemler betimlenebilir. Şimdilik bu yararlı bir ar.alejı ya da bir öngörüden başka bir şey değildir... g e netik. hayvanlar arası iletişim ve dilbilim arasında gerçek leştırllecrk bir karşılıklı yakınlaştırma girişimi, srmiyozfcin dinamiğini derinlemesine kavramamıza yol açabilir. B ty l» bir bilgi »onuç itibarıyla bir tür yaşam tanımı olabilir.
SlmCIaJc/Ia'Düzeni* 103
(ııın ccl strateji m odeli işte böyle ortaya çıkm ıştır. Bu m o del lıemcn her yerde bir zam anlar büyük bir ideolojik mo•trl olan ekonom i politiğ.n yerini alınıştır. •Jacqucs M o n o d ü n Rastlanıl ve Zorunluluk başlıklı !• mıhında buna kesin t i r tavırla “ bilim " denilecektir Ar lık diyalektik gelişm e sona erm iştir. Bundan böyle yaşa mı yönlendiren şey genetik kotla özgü kesintiye uğrayan >- lırsızlik. yani (teleonem ik) ereklilik ilkesidir. Bir başka •trvişle a n ık ereklilik ya da belirleyicilikten söz edilem ez. (,'Onkû ereklilik dah a o r a y a çıkm adan önce genetik kodun iı}lne yerleştirilm ektedir, ö y le y s e değişen bir şey yoktur. Amaçlar düzeni yerin i, molekül oyunlarının rastlantısal >mnütasyonuna indirgenm iş biçim ine bırakırken, gösteriI'•nlrr düzeni d e yerini, akla gelebilecek en küçük (kılcal •tenilebilecek) gösterilen oyunlarının rastlantısal koınütasv m m a indirgenm iş biçimine bırakm aktadır. Tüm aşkın ereklilik biçim leri bir kum anda m erkezine benzetilm iştir, ı > w ı hâla bir doğaya, doğal bir “biyolojik* yazılım a, yani nalında ta başından bcr. olduğu gibi d ü şsel (tu tık köken vc ı ö d eri değili, koda özgü m etafizik bir m abet olarak doğaya başvurulmaktadır. Kod ın "nesnel* b ir tem ele ihtiyacı var illi Bu konuda m olckCl vc genetikten daha güzel örnekIrı olamaz. Jacqu es Monod bu m olekûler nşkınlığın aşırı « iddi teologuyken, Edgar Morin d c (DNA w AD oN ay’in l)J lı< ndinden geçm iş bir taraftandır. A ncak her ikisindeki ortak payda iktidar denilen gerçekliğin eşdeğerlisi olarak gördükleri kod fantazm ını m oleküle dayalı idealizm le b ir birine karıştırm alarıdır. Dünyayı tek b ir ilkenin (Karşı-Reform cu Cizvitlcrdc lürdcş bir töz, LeibnizVn tannsal güç atfedilm iş ikili sis teminin öncülük yaptığı biyoloji bilim inin (aynı zam anda dilbilimini teknokratlanndaysa genetik kodun} egem enliği •ılıma alm ak gibi çılgınca bir illüzyon yen iden karşım ıza çıkm aktadır. Zira burada am açlanan program ın genetik-
A. D vc S harflerinin bü/ûk yazılması, Kransızcada DNA kısalt
masının ADN şeklinde yur.lmasındandır |— cüitt'ûn <ıoru.]
Ic defti! toplum sal ve tarihsel bir program la ilişkisi vardır. B iyokim yaya ait verilere yer d egıştırtcıek gerçekleştirilm e y e çalışılan şey bir tür genetik kod. P .P .B .S ln (Planning P rogram m ın g B u dgetin g System ) m akrom oleküler hesap lam ası ü zerin e oturtularak yönlendirilecek ve tam am en iş lem sel devrelerden oluşacak b ir toplum sal düzen fikridir. M onod’un dedifti gibi tekno-sil>ernctik bu sayede “d oğal bir Iclscfe'y e sahip olm aktadır. Bilim in ortaya çıktıftı ilk gü n lerden bu yan a biyoloji ve biyokimya, insanları her zurnan büyülem iştir. Bu büyülenmeyin örneğin Spcn ccr’oi (biyososyolojızm ) organizmacılıftın 2. ve 3. basam aklarında kar şılaşılırken, (Jneob'un, L e Hasard et la M c c s s itâ 'de (C anlı nın M antığı) sın ıflan dırdığı) yap ılar dü zeyinde 4. basam ağa ait gü nü m ü z biyokim yasında karşılaşılm aktadır. Kodlanm ış benzerlikler ve benzem ezlikler sibernetik hale getirilm iş toplum sal drftış tokuş yansım alarıdır Buna bir de. M orin'in daha sonın gelip m oleküler Eros'a dön ü ş türeceği, hücreler arası iletişimi yeniden kurm aya yarayan '‘ «trAASpesifik kom plekoi* eklediğinizde ış tuıııuıııdır. Prıılik ve tarihsel açıdan, bu. bir am aç olarak toplum sal denetim yerine (az çok diyalektik sayılabilecek Taun ’ntn inayetiyle gerçekleşeceği di'şü ııü lcn) öngörü, simülnsyon, program lanm ış özgürleşme, belirsiz ancak genetik koda baftlı m utasyonlara dayalı toplum sal bir denetim in am aç lanabileceği anlam ına gelmektedir, ideal bir gelişm e ç izg i sini am açlam nk yerine, model üstüne kurulm uş bir üretim süreciyle karşı karşıya olduğum uz söylenebilir. Bir keha net yerine bize bir ‘ yazılım programı* sunulm aktadır. İkisi arasında radikal bir fark yektur Değişenler yalnızca akıl alm az bir şekilde gelişen denetlem e şem alarıdır. Oretimc dayalı kapitalist bir toplumdan, bu kez her şeyi (yaşam ın tüm alanlarını! denetlem ek isteyen, sibernetik Özellikler taşıyan nco-kapitalist bir dü zen e geçilm iştir. Biyolojik kuram sallaştırm a girişim i b.ı ınutaayon konusunda koda gerekli desteği sağlam aktadır
Bu m utasyon sürecinde
her şey ‘ belirgindir*. Bu sırasıyla Tanrı, İnsan. G elişm e ve Tarihin kod yararına ölerek sona erdikleri, aşkınlıftırı iç-
yararına kendini öldürdüğü bir m utasyon sürecidir kı sonuç olarak toplum sal iişk in in korkutucu boyutlara »ıi,ı«|jin güdüm lenm esinin cn gelişm iş evresine tekabül et k in lik
mekledir. X donsuz bir kendi kendini yenidcn-ürctiır. süreci içine gir miş olan sistem, kökenleriyle ilgili efsaneyle birlikte, bu süı«\ içinde oluşm uş ve kendisi tarafından salgılanm ış tüm gftııderge niteliği taşıyan değerlerlere de bir son verm ekte■lıı Köken efsanesine son vererek kendi iç çelişkilerine de (artık ne gerçek vardır, ne de bu gerçekle karşılaştırılnbilc«ck gönderen sistcm lcril son verm ektedir. Böylelikle ken di tonu olarak nitelendirilebilecek efsaneye (kapitalizm in y o k olması), yani bizzat devrime de b ir son verm ektedir. Devrimle birlikte ortaya ç ık u ı şey başlangıçtan itibaren m *ana özgü o insani v e üretkenlik potansiyeli referansının »«feriydi. Anenlc kapital (geratik insan yararına) ürerken insanı haritadan silm eye kalkışırsa ne olacak? Devrim in altın çağı, kapitalin altın çağı, yani şu köken ve son e fs a nelerinin dolanım da oldukları dönem lerdi. Efsanelere bir km olgusal bir işlem sellik, sfylevdcn yoksun bir işlevsellik aracılığıyla kısa devre yaptırdığınızda (zaten kapitali tarih sel anlam da tehdit edebilen tek şey başlangıçtan itibaren birlikte olduğu şu efsanevi rasyonellik zorunluluğudur), İm kez efsane kendi kendisi için bir efsane niteliği taşı maya başlam akta ya da dah.ı çok belirsiz, rastlantısal, bir tür top'um sal genetik kod gibi bir m akineye benzemekte dolayısıyla dn kapital herhangi bir belirgin devirm e (yok ••tme) sürecine hiçbir şans Um m am aktadır. Gerçek kapi talist vahşet işte budur. Geriye bizzat bu işlcmselliğin ken tlisinin ve DNA'nın birer efsane olup olm adıkları sorusu kalmaktadır. Bir söylev olarak bilirnır sahip olduğu statü sorunsalı burada yin e karşım ıza çıkm aktadır. Bu kadar büyük bir saflıkla salt bilim selliğini ilan eden bu söylevin sorgulan masının şimdi tam yert ve zamanıdır. M onod şöyle der:
1 0 6
•
S
i m
g +
t c i
t «
7 * 3 *
u
$
i v
C M ı!* ı
Karşımıza û pnon olarak konulan Plaion. Merakim a, Hegel. M ant *\b: ideolojik arutiar. gerçekle önceden t a b lanmış enko politik bir kuramı teyit etmece yândık birer aposteriori düzenİrmedirler... Ettim Kin olası tık a pnori, tma bu tartışmada yer alma hakkı tanımayan, nesnellik
postulatıdır. A n ca k bizzat bu postu latın kendisi nesnelleştirilm iş bir d ü n ya ve -gerçek*1 an layışın d an nstn ku rtu labilm iş d eğil d ir A slın da hu n esn ellik belli bir ait uyum luluk tan başka btr şey d eğild ir ve 2aten bu anlam da her türlü bilim sellik, bir söyleve ben zem e niyetinde olm ayan, çektiği söylevin kapsadığı olanla sınırlıdır kı sonuçta ortaya çıkan “n esn el" «ım ü la k r (yani b ilim sel' söylev) politik ve siraiejik Ier im leri de kapsnm nkıadır. Zaten M onod bu sözlerin u»rtışm aya ne kndar açık olduğunu bizzat ifade ederek şöyle dem ektedir: Dilimse] söylevin temci dokusunu oluşturan t dm değişmez likler, korunanlar ve simetrilerin işlemsel bir imge izleni mi kazandırabilmek umacıyla gerçekliğin yetine geçirilmiş hayali öyküler olup almadığını sormak gerekmekledir ... Bil tamnmen soyut belki de sözleşmene! bir özdeşlik ilkesi ti zenne oturtulmuş bir mantıktır. İnsan .ıklırıtıı bıı sözleş meden vazgeçebilmesi şimdilik olanaksız görünmektedir Bilim in üretici bir Formül. Örnek bir söylev olarak kendi liğinden aözleşm esel bir düzene olan inanç
Üçleşme süreci içinde, kendini teyit ettirebilm ek amaherhangi bir ideolojik söylev gibi gerçek ve “ nesnel* bir mutsa gereksinim duymaktadır. Eğer bir yerlerde, bu ftkhı gelebilecek en küçük boyutlara sahip olacak atom lar 4 * dahil olmak üzere, •‘gerçekten" özdeşlik ilkesi diye bir
varsa bu olaydan esinlenen tüm sözleşm ese! bilim anıtı •gerçek" olmalıdır. O zam an genetik koda ait bir varsa olan DNA da gerçek ve aşılıp geçilm esi olanaksız bir lir. Zaten m etafizik de bundan başka bir şey değildir . bilim, kendisine boyun eğm ek am acıyla daha ön•»den çerçevesi çizilm iş ve bir biçim kazandırılm ış şeyleri «ilUlam aktadır. “ Nesnellik" işte budur. Nesnel bilgiyi y a sallaştıran etik ise bu kısırdöngüyü* korum aya yönelik bir •«yunm a ve bilgisizlik sistem inden başka bir şey değildir. Nietzsclıe, “Cicrçck bir dünyaya inanm am ızı sağlamış
Iflnı
varsayım lar kahrolsunl* demişti.
OOHUNULABILEh VE DİJİTAL OLAN Hrııetik kodun m odellik yaptığı bu düzenlem e, laboratu ar sonuçlarıyla ya da abartılı kuram sal görüşlerle sınırlı ■l«-ğildır. Bu m odeller en sıradan yaşam dilim ini bile k a p samaktadırlar. D ijitallik denilen şey günlük yaşnntıtmMiı bir parçasına dönüşm üştür. K arşım ıza sahip olduğu • <> somut biçimle, yanı test, soru/yanıt. slim ülûs/yanıt şekillerinde çıkan dijitalık, toplum um uza özgü tüm m e sul ve göstergelerin korkulu rüyası haline gelm iştir. Tüm Kerıklcr çözülm ek üzere kodlanm ış, durm ak bilm eyen bir yönlendirilmiş sorgulam alar, hüküm ler ve ültim atom lar ıön lem iyle etkisiz kılınm akladırlar. Ancak taktik açıdnıı
'
/ «te n
M o n ö d ü n k it a b ın d a g ü n c e l b ilim s e ! d ü ş ü n c e n in k a r m a
ş ık lığ ın ı y a n s ıt a n ç a r p ıc ı b ir ç e liş k i v a r d ır . B ilıır .s r l s ö y le v in h e
defi kod. y a n i 3. 2
basam ak
bir
s ım ü ln k r d ü z e n id ir « ı ı c a k
bu
iş i
b a s a m a ğ a ö z g ü “ b ilim s e l” ş e m a la r la , y a n i n e s n e llik , b ilg in in
'l l U i m s e l * e t i ğ i , b i l i m e ö z g ü h a k i k a t v e n ş k ı n l ı k i l k e s i v e s a i r e y l e v ıip m a k t a d ır . B ir b a ş k a d e y iş le J . b a s a m a k
s im û la k r la r d ü z e
ı.ın e a it b e lir s iz lik m o d e lle r iy le u y u ş m a s ı o la n a k s ız ş e y le r le
bü tü n bu n la r zaten belirsiz içeriklerdir. A nlam sü soru/yanıt, bit y a da aklın alabileceği cn dü şü k rnikt enerji/bilgi aracılığıyla in an ılm a z bir şekilde kısaltılm ış Bu sü reç her seferinde başladığı noktaya dönm ekte, başka deyişle, sürekli olarak aynı m odelleri yen iden gı cellem ckten başka bir şey yapm am ak tad ır. Yani kod tam am en etk isiz kıldığı gösterilen lerin eşdeğerlisi gibi Bu m oda, reklam y a da m edyanın ürettiği m esajlara yö lık anlık hüküm lerdir. Bu her yerd e talebin arzı, soru n ya n ıtı yu tu p y o k ettiği y a d a ö n ce em ip çiğn edikten son kotlu, çözü lebilecek şek ilde ku stu ğu y a d a öngörü lc eek b ir şekilde onu yen iden yarattığı ve sezinlettiği şey A yn ı senaryo, yani “ denem eler ve yanılm alar*' (laborat testlerindeki kob ay senaryosu) ü zerin e kurulu sen a ry o h y erd e geçerhdir. Her yerd e karşım ıza seçim yelp a zesi adlı senaryo çıkm aktadır (“ kişiliğinizi test edin"|. U ygu lam a ve y a n ıtla r açısın d an son su z sayıda bölü nm e özelliğin e sa hip, tem el b ir toplum sal den etlem e biçim i olarak tesi her y erd e karşım ıza çıkm aktadır. Yaşan tım ız referandum lar tarafın dan belirlenm ekti dır; çü nkü artık gönderen sistem leri d iye bir şey y o k lu r H er gösterge, her m esaj (bu ister 'iş le v s e l' ku llanım a açık n esneler olsu n, isterse bir tnodn çizgisi ya d a herhangi bir televizyon haberi, seçim lere yön elik sondaj y a da d a n ış m anlık şeklinde olsun) karşım ıza birer soru/yanıt form a tında çıkm aktadır. İletişim sistem inin tam am ı karm aşık sözdizim inc sahip bir dilsel yapıdan soru /yonıt -so n su za dek sü rü p gid ecek test u y g u la m a k ta - şeklindeki ikili ve sınyulctik bir sistem e geçm iştir. O ysa bilindiği ğibı test ler ve referandu m ku su rsu z birer sım ü lasyon biçim idirler; çü n kü ya n ıt soru nu n içindedir, yani önceden tasarım lan m ıştır. ö y le y s e referandum b ir ü ltim a to m d a n başka bir ş e y olamaz. Çünkü tek yön lü olan sorunun am acı bir soru d e ğil dayatılan bir “an lık " anlım ı olabilm ektir, böylelik le kısırdöngüleştniş süreç başladığı yere geri döncbilm ektcdir. Sondajlarla elde edilen istatistiklerinden dök ü lü p sa çıla n lar gibi, bu radaki her m esaj bir hüküm niteliği ta şım ak ta dır. İki ku tu p arasındaki m esafe (hatta çelişki) sim ü lnkn,
K
n ln taşıdığı gerçek lik etk isi, ta k tik ûrunO b ir hal-
r syondur.
X
H r iu ıık dü zeyde, B cnjnm in, bu test işlem ini som u t bir şcktl'i- çözü m lem ektedir: Siaenw oyuncusunun performansı seyirciye belli bir trknik donanım aracılığıyla aktarılmaktadır, dunun iki so nucu varılır. Mirim isi. bu teknik donanım oyuncunun performansının tamamını göstermek zorunda değildir. Kameramanın yönetimi alitndnki araçlar, filin boyunca, oyuncunun performansını ortaya çıkaracak bir şekilde konumUndırılmnktadırlar. Bu art aıdn gelrıı konumlandırmalar kurgucunun kesin bir kurgu yapmasını sağlayacak malzemeyi oluşturmaktadırlar... Böylelikle oyuncunun performansı bir dizi optik tesic tabi tutulmaktadır.... İkin cisi, [oyuncuyla doğrudan kişisel iletişim kurabilmesi ola nakşız dan) seyirci bir uzman konumuna sahip olmakta ve oyuncuyla ancak araç gereçle özdeşleşebildiği ölçüde özdeşleşebilır.rktediı öyleyse 9eyirri luı aracın davranış biçimin: benimsemekte, yani oyuncuyu lc9tc tabi tutmak tadır. Not: Teknik uraç gerecin sinema oyuncusu üzerinde ger çekleştirdiği test etme alanının boyutları, ekonomik bağ lamın birey üzerinde gerçekleştirdiği tesi cime alanının olağanüstü boyutlarıyla doğru orantılıdır, örneğin mesleki yönlendirme sınavlarının giderek daha önrmli hale geldiği görülmrktcdır Bu smavlunn amacı bireyin performansını belli bir şekilde kurgulamaktan ibarettir. Sinematografik çekimle mesleki yönlendirme sınavları bir uzmanlar or dusu önünde gcrçekleştlnlmrktedlr Görüntüleri çeken kişiyle sınavları yapan kişi tamamen aynı konumdadır. |Teknik yeniden dneiılebihrfik Çağtnda .Sana! Yaptnj
’ dadaistlerde san at yapıtı bir m erm iye dönü şm ü ştü r. Seyircinin üatür.e sald ırır ve dok u n sa) bir nitelik kaza mı Film deki oyalayıcı u nsu r dn ilk bakışta, gerçeklen de m ekânlar ve çekim a çıların ın devingenliği üzerine otu ran .
so n m d a gelip seyircinin yü zü n e çarpan dokunulabil türden bir unsurdur.* G örü ntü ler karşısında derin dü şü ncelere dalabil m c * olanaksızdır. İm geler insana Özgü algılam a sü recini art arda gelen sekansların algılan m asına dönü ştü rm ektedir ler Bu görü n tü lere ancak u yan lara (sfimu/i) ben zeyen evet y a d " hayır şeklindeki anlık yan ıtlar venlcbilır. y a n i göı tülere tepk. m aksim um ö lçü de kısaltılm ıştır. Film ken ow sine artık soru soru lm asına izin verm em ektedir; çü n kü o s.*, doğru dan sorguya çek m ekted ir. I5te bu a n la m d a tnod e m ile u , m araçlar, M cL u h a n a göre çok daha güçlü bir anlık katdım , * d u r durak bilm eyen bir ya n ıtla m a süre . totol bir plastısıteyi zorunlu kılm aktadırlar (B cm am in kam eram anın çalışm asıyla cerrah ın çalışm asın , karşı laştırm aktadır. H er ikisinde de dokun m a ve gû dû m lem a vardır. M esajlarm görevi artık bilgi taşım ak değil test vc sondaj, yan ı den etlem ektir (ynn, tü m karşı-roller ya da yam a n n d a h a ön ceden korla özgü kayıt düzeni tarafın dan M .rle n m ış olduftu süreç). Kurgu v e kodlam a d en ilen şey.or gerçekten alıcının da ayn, sü rece u ygu n bir şekilde k < * r r ™ ' » k,Im ak,ndl'-lar. H er m esaj oku m an ın böylelikle kodun kesintisiz in celen m esin den başka bir şev olm adığı anlaşılm aktadır. t r
Her im ge, her m edyatik m esajla birlik te çevrem izd e bu lu nan har „ l c v M İ n a m e de b lr gSrcvi
K y i n ' l ı î r k â ^ ı o M a s m i ' Ul Uİ an
sunulan ««rçckligm yaratılmasına katılm aktadır™ ™
=
=
S
H
s r . n
S
=
r =
r =
£
~
=
S
£
^
r
başka deyişle terim in kesin anlam ında yanıt ınekaMannı strcotiplcr ya da analitik m odellere uygun bir İde Özgürleştirmekledirler. G ünüm üzde nesne arlık tcgeîenekscl anlam ında “işlevsel" değildir. Sizin işinize aktan çok sizi “ test etm eye" yaram aktadır. Nesnenin Şaşıl daha önceki nesneyle b ir ilişkisi kalm adıysa iletişim ^Taçlarının ürettiği habenn de olguların “gerçekliğiyle’ bir İlişkisi kalmamıştır. Hem nesne hem de haber bir seçim. İNr luırgu, bir çekim in ürünüdürler. O nlar “gerçekliği" bizftnce test etm işler ve yalnızca kendilenne "yanıt veriM>den* sorulnrı sorm uşlardır. Gerçekliği yalın unsurlara Itflûp çözüm leyerek düzenlenm iş karşıtlıklar senaryosuna UVguıı bir şekilde yeniden oluşturm uşlardır. Tıpkı fotograf>.••«m çektiği nesneye dayattığı karşıt ışıklar, aydınlatm a ve • kim açılan (önünüze çıkacak herhangi bir fotoğrafçı bu işin böyle yapıldığını söyleyecektir. Bir fotoğrafla aklınıza g rin i her şeyi yapabilirsiniz yeter ki onu fotoğraf makinesi v* ona özgü kortun sunduğu teste kesin yanıt oluşturacak •ı» ya da ışık sapm asını doğru açıdan yakalayın) gibi. T ıp kı l»ır test ya da referandum un herhangi bir sürtüşm e ya ılı» orunu bir soru/yanıta dönüştürdükleri zam an olduğu M'1" Böyle bir teste tabi tutulan gerçeklik ise bu kez sizi, ••vııı çizelgeye uyarak teste tabi tutm akta ve siz de bu kodlamuyı onun kurallarına uygun bir şekilde çözm eklesiniz. Çünkü bu testin sunm uş olduğu her mesaj, her nesnede ınııiyatürleştinlmiş gençlik bir kod örneğine benzeyen bir kodlama vardır. G ünüm üzde hemen her şeyin karşım ıza bir yelpaze vn da çoktan seçm eli şekilde çıkm ası bile teste tabi tu tulmakta olduğum uzu gösterm ekledir. Çünkü bu olgu |Uı seçim yapm aya zorlam aktadır. Bu olay bizi çevreleyen dünyayı okumaı/a ve seçici olunan bir şifre çözm e olayı mı götürmektedir, üızler bu dünyada kullanıcı olmaktan Çok okuyucu ve seçici durum dayız, yani bir okum a h ü c resine dönüşm üş gibiyiz. O ysa dikkat edilm esi gereken bir •msus varsa o da bizim de sürekli olarak araç (medium) (•■lafından seçilerek teste tabi tutulm akta olduğum uz ger ileğidir. Anket yapm ak am acıyla seçilen bir eşantiyon gibi
lû m iletişim araçları yaydıkları m esaj ışınları nracılıgıy bizi çerçeve içine alarak kurgulam aya çalışm aktadır Çünkü bu m esajlar aslında seçilm iş sorulardan olu ışın ve alıcı örneklerine benzem ektedir. Tıpkı bir nesn kısa aralıklı algısal sekanslarla inceleyerek onun yerini be lirleyip dene im altına alan (yerini bu şekilde belirleyerek bir yapı kazı ndırdıkları şey gerçek ve özerk gruplar değil eşantiyonlar, bir başka deyişle m esajlardan oluşan bir top ateşiyle toplumsal ve zihinsel olarak bir model kazan rılm ış eşantiyonlardır) sinirsel, dokunsal ve geri çekil terden {retraKtil) oluşan tepkiler gibi, bu iş de. deney durm ak bilmeyen karşılıklı iç içe Reçinelerden oluşan kısırdöngû lcşıriş bir düzeltm e işlem iyle yapılm aktadır. Bu eşantiyonların cıı güzeli hiç kuşkusuz 'knm uoyudur*. K a m uoyu gerçekdışı değil, hipergerçek bir politik tözdür. Bu fantastik lupcrgcrçeklık teste dayalı kurgu ve güdûmlcmfli sayesinde yalam aktadır. Soru/yanıt şeklindeki ikili (bina (re) şemanın ortaya çıkışı inanılmaz sonuçlara y o l açabilecek katlar önem li bir şeydir. Bu şema her türlü eklem li söylem bozup, bir za m anlar altın çağını yaşam ış olu p artık çağdışı lınlc gelm iş bulunan gösteren ve gösterilen, bir tem sil eden ve bir temsil edilen diyalektiğine kısa devre yaptırm aktadır. Gösterileni b ir işlev özelliği taşıyan nesneler düzeniyle verilen oyların 'tem sil etm e özelliği taşıyan kişilere* tem silcilere gideceği görüşü sona crmişlir. Gerçek yanıtlara sahip (özellikle y a nıtı olm ayan sum lar sona erm iştir) gerçek sorgulam a sona ermiştir. Bütün bu süreç, yanı doğru ve yanlış, gerçek ve dü ş sel arasındaki çelişkili süreç, anlam ını yitirm iş şu kurgu sal hipergerçek m antığın içinde, y o k olu p gitm iştir. Michel Tort. L e çnotient intelleetual {Entelektüel Katsayı) başlıklı kitabında bunu çok iyi bir şekilde çözüm lem ektedir. Sorunun
y a n ıtın ı b e lir le y e c e k
k e n d is i y » d a
s o r u lu ş
y ö n e ltilm iş o ld u ğ u y a n ıt a y n ı z a m a n d a
olan
şey
bizzat bu
jc k .’ı d e ğ il, k e n d is in e
bu
so ru n u n so ru n u n
in s a n ın o n a y ü k le y e c e ğ i a n la m d ır .
zontulanan
Bu
k iş in in . « « r B u l a y a n ın İte n
d iş in d e n b e k le d i^ y a n ıt la ilg ili o la r a k , g ü d e c e ğ i e n u y g u n t a k t iğ in d c s o n u c u o la c a k tır .
İm d a iy isi Y a p a y b ilg i. In lg ı û r c tr r .c k a m a c ı y l a d e n e t im r a k d ö n ü ş t ü r ü le n
n esn eden
yok
fa r k lı
a lt ın a a lın a
b ir ş e y d i r . Y a p a y
b ilg i s o n u ç t a g e r ç e k l i ğ e « i t . n e s n e l b i r b il< i b i r i k i m i y l e t e k n ik (m e d ıu a ıı a r a c ılığ ıy la ü r e t ile n a r a s ın d a k i fa r k ı a n la m a n ın o la n a k s ız
bale
g e ld iğ i v a h ş i b ir m ü d t h a le d ir . IQ (z e k â
k a t s a y ıs ı) y a p a y b ir ş e y d ir .
Anık doğru ve yanlış yoktur; çünkü soru ve yanıt arnsın■ı•• algılanabilen bir m esafe yoktur Testlerin ışığı altında gAıûf. zekâ ve dahn genelinde her türlü anlam süreci so nuçta 'sayıları giderek artan uyguıı M im ü ılcre tezat tepl-1 er vermekten başka bir şey yapam ayacak bir kapasite düzeyine' indirgenm ektedir. Bütün bu çözüm lem eler bizi doğrudan M cLuhanln: 'Mevtinin is m essaoe* form ülüne gönderm ektedir. G er çekten de anlam sürecini oluşturan şey araç ya da ara m ı başvurduğu kurgulam a, parçalama, sorguya çekme, yanıt bekleme ve kafa Ütüleme yöntem idir Böylelikle Mt Luhan'm büyük elektronik iletişim araçları çağım n e den dokunsaf lıir iletişim çağı olarak gördüğü anlaşılm ak ladır. Çünkü bu çağda görsele oranla dokunsa! evreıı süırcine gerçekten dc daha yakınız ve bu evrende m esafeler ■İnha büyük olduğundan düşünebilm e olasılığı vardır D o kunma bizim için duyusal, duygusal (“dokunmak ten ve nesne arasındaki yalın bir ilişkiden çok duyular arası bir karşılıklı etkileşim dem ektir") değerini yitirdiği an yeniden bu' iletişim evreni şem asına dönüşebilir. Ancak bu kez bir ılokunsal ve laktık sim ülasyon alanından aöz edebilm ek mümkündür. Bu alanda mesaj "m asaj’ a, yani çok çeşitli yallardan sizden yanıt beklem eye, kısaca bir teste dönüş mektedir. Her yerde teste tabi tutulup, yoklanmaktayız. Ihı yöntem bir taktiktir. İletişim evreniyss “dokunabiltr.c" üzerine oturm aktadır. Burada, girdiği bin bir kılık aracılı ğıyla toplumun! ilişki düşüncesinin yerini alm aya çalışan,
"dokunm a* ideolojisinden söz etm eye gerek bile duym u ruz. M oleküler bir kum anda kodunun çevresindeki gi testin (soru/yanıt hücresi) de çevresinde oluşturulm çalışılan stratejik bir yapılanm a vardır.
X İletişim araçları ve sondajlar oyunu içine, bir bıışkn deyiş soru/yanıt adlı entegre devre evrenine girdiği andan ıtıba ren tüm politik evren özgünlüğünü yitirm ektedir. Seç" evreni toplum sal değiş tokuşun bir yanıta indirgenm iş ol duğu ilk önem li kurum dur. Bir işaret kadar basitleştiril bildiği için ilk o evrenselleşm iştir. IJir başka deyişle millet vekili seçim leri ilk iletişim aracıdır. XIX. ve XX. yüzyıllar politik ve ekonom ik uygulam alar giderek aynı tip söylev içinde değerlendirilm eye başlanm ışlardır. Propaganda ve reklam ın, nesneler ve yönlendirici düşüncelerle aynı m an tık doğrultusunda pazarlanm a»! ve ticarilcştırilm csınd uzlaşılm ıştır. Ekonom i ve politika arasındaki bu dil uyu mu zaten bize Özgü bir toplum un göstergesidir. Bu top lum da 'ek on om i p olitik ' yüzde yü z gerçekleştirilm iştir Bu aynı zam anda onun sonu dem ektir; çünkü ıkı ayn evren bir başka gerçeklik yanı, iletişim araçlarına özgü, hipergcrçeklik içinde yok olup gitm ektedir. Burada da her terim bir üst aşamaya, yani 3. basamak simülakrlnr düzeni aşa m asına taşınm aktadır. U - M onde gazetesinde şöyle denm ektedir: Pek
çoğu m u zu n
'y o l d a n
p o lit ik a n ın
ile t iş im
a r a ç la r ı
t a r a fın d a n
ç ı k a r t ı l m a s ı 'n n ü z ü lm e s i v e t e le v iz y o n u n d ü ğ m e
s iy le a l y a r ış la r ı t a h m in le r in in (s o n d a jla r ) p o lit ik b ir g ö r ü ş ü n y e r im
a lm a s ın ı k ın a m a s ı, b u
in s a n la r ın p o lit ik a h a k
k ın d a h iç b ir ş e y b ilm e d ik le r in in k a n ıtıd ır
Bu politik hipergerçekçilik evresinin temci özelliği: iki k a natlı sistem ve politika adlı oyunda sondajların alternatif eşdeğerlik aynası görevi yapm ak üzere devreye girm esidir. Sondajlar her türlü toplum sal görüş ürcfıminın öte sinde bir yerdedirler. Artık kam uoyu görüşü sim ülaknn-
•l«n başka bir şeye d e başvurm am aktadırlar. Toplum sa) ••nıaçlar ya da karsı am açlan göz Önünde bulundurmayan önem li olan yeniden-üretim in kendisidir- b ir GSMH ■kail üretim güçlerinin düşsel bir yansım asıysa, aynı batuş açtst doğrultusunda, kamuoyu görüşü de kamuoyu ı.flrüşü benzeri bir şeyin yansım asıdır. Kamuoyu görüşü konutunda önem li olan bir kam uoyu görüşü imgesinin ■ıslının yerini alm asıdır. Kitleleri tem sil etm enin sırrı da ••urada yatmaktadır. Bundan İkiyle hiç kim se herhangi bir görüş üretmemek herkes kam uoyu görü şü nü yeniden üretnuitdir. Üstelik bu işi tüm görüşleri onların bir tür genel eşdeğerlisi olan bir şeyin içine tıkarak gerçekleştirm eli ve bunu tekrarlam alıdır (kişisel seçenek ne olursa olsun ge mdi yeniden üretm elidir). Maddi alanda okluğu gibi görüşİri konusunda d a üretim sona erm iştir; yaşasın yenidenüretim düzeni. M eLuhan formülünün en anlam lı olduğu ver bu rasıdır.' Kusursuz bir kam uoyu görüşü varsa o da iletişim aracı ve m esaj İkilisidir. Böyle bir kam uoyunu bil gilendiren sondajlar ise sürekli olarak aracı mesaj olarak dayatm aktadırlar Bu açıdan onların televizyon ve elektro nik iletişim araçları düzenine ait oldukları söylenebilir ki, zaten daha önce bu sonuncuların da durm ak bilm eyen bir soru/yanıt oyunu, dur durak tanımaynn bir sondaj aracı olduklarını öğrenm iştik. Sondajlar krımrsudığm güdüm lcyicisidirler. Oyların yönünü değiştirebildikleri düşüncesi doğru m udur yoksa yanlış m ı? Gerçekliğin doğru bir fotoğrafını mı sunm ak tadırlar yoksa hungi yano büküldüğünü bile bilm ediğim iz simülasyona özgü bir hıpcrolanda. bu gerçeklik ışınının kırılması ya da basit yönlendirm eler türünden bir şey m i dirler? Bu doğru m udur yoksa yanlış m ı? Karar verebilm ek olanaksızdır. Haklarında yapılabilecek en kusursuz ve a y rıntılı bir çözüm lem enin varsayım ları bile tersine döndü- *
*
3.
basam ak
aimülaıyon
d ü z e n in e
g e ç ild iğ in d e
‘ m edium is
m c s s a g e 'g ö s - .e r g e m n e k o n o m i p o lit iğ in in tn k e n d is id ir ; ç ü n k ü a ra ç ve
m e s a jın
b ir b ir le r in d e n
«y o la b ild ik le r i a ş a m a
m a k s im û la s v o n e v r e n in in t e m e l ö z e lliğ id ir .
2. b a s a
rülebılm ckledir İstatistik ahlaki bir «izcilik taşımaktadır. Bu kararsızlık sc her sim ülaayon sürecine Özgü bir şeydir (daha yukarıdaki bunalım ın getirdiği kararsızlığa bakınız). Bu yöntem lere istatistik, olasılık hesaplan, işlemsel siber netik) özgü iç mantık hiç kuşkusuz çok kesin ve "bilim seldir". Ancak bir yerlerd e bu m antığın hiçbir gerçeklikle drtüşeınedıği girûlm ektedır Bu (doğru ya da ynıılış; bir gerçeklik evreninde kınlm adıın yoksun düşsel bir öyküye benzem ektedir Bu m odeller güçlcuni |>u düşscUiktcn alır* lorken aynı zamanda onun kendilenne, gerçeğin m ucizevi bir şekilde kendi m odellerine uyacağını, yani kusursuz bir güdüm lcm c ürCnfl olabileceğini düşleyen b ir kast ya da g n ıb a Özgü, paranoyakça projeksiyon ürünü testlerden başka bir gerçeklik bırakm adığını da görm ektedirler. İstatistikler için geçerli olnn senaryo, politik evren a d ı na düzenlenm iş partisyon için de geçerhdir. Bu senaryoya göre birbirlerinin yerin e konnbilen çoğunluk/azınlık Ribi güçler vs. art arda dönüp gelm ektedirler. Bu salt temsil edilm e aşamasındaysa temsil etm enin hiçbir anlam a sahip olm adığı görülmektedir. Politikayı öldüren şey, aynm layıcı karşıtlıklar oyununun çok iyi bir şekilde düzenlenm iş olm asıdır. Politika evreni, özellikle dc iktidarınki. giderek boşalm aktadır, ik i politik sınıfın arzularının gerçekleşm e si. yani toplumsal tem sil edilm enin kusursuz bir şekilde güdüınlcnebilm esi için ödenen bir fidyedir. Kusursuz bir şekilde yeniden üretildiği anda her türlü toplum sal tözün gizlice v c yum uşak bir şekilde bu m ekanizm anın dışına çıkm ış olduğu anlaşılmakta
niKİıı? insanların sondajlar ve iletişim araçları aracılığıyla krvif alarak izledikleri şey hiçliğin h iperten sile si olan po litika evreni adlı bürlesk gösteridir Gösteriye dönüşm üş btr anlamsızlık insanı neşelendirm ektedir Bu gösterinin aldığı en son biçim se istatistik tefekkürdür. Nedense her turnan derin bir düş kırıklığına yol açmaktadır. Kamuya ait her türlü sözü em ip yutan sondajlnı her türlü dışa vurum sürecine de kısa devre yaptırarak bir tür düş k ı rıklığına yol açm aktadırlar. Büyüleme güçleri İmgenin lıcı •ıirlü olası gerçekliği önceden yaratabilme yetisinin neden olduğu boşluk ve çekim düzeyinin yol oçttğı etkisizleştirm e gücüyle aynıdır. Sondajlarla neden oldukları nesnel etkilem e süreci arasında bir ilişki yoktur. Propaganda ya da reklam konu tunda olduğu gibi sondajlar da çoğunlukla direnişler ya da bireysel ve kolektif tepkisizlik aracılığıyla etkisiz kılın maktadırlar Onların sorunu tüm toplumsal uygulam aları içeren işlem sel bir s'tmûlasyon. yanı tüm toplum sal tözün kimsen* hale getirilm esidir. Bir başka deyişle kanın yerine iletişim araçlarının beyaz lenflerinin konulmasıdır.
X Soru/yanıt denilen kısırdöngünün uzantılarıyla hemen her alanda karşılaşılm aktadır Anket, sendaj ve istatistik yöntem leri üzerine çöken bu radikal kuşkuculuk sayesin de yavaş yavaş d a olsa bu alanların yeniden gözden ge çirilm eleri gerektiğinin farkına varılmaktadır. Ancak aynı kuşku om olojı için de p/v,-erlidir. Doğal olm ak yerlilerin sim ûlasyon yeteneğinden yoksun kusursuz doğal varlıklar olduklarını kabul etm iyorsanız. Sortin orada do burada da aynıdır, yönîendınîen soruya sim ûle ed im iş yanıttan (so ruyu yeniden üretenden) başkasını alabilme olanaksızlı ğı Fen bilimleri alanında bitkiler, hayvanlar ya da cansız maddeyi sorgulayıp da ‘ nesnel" bir yanıt alam am a gibi bir şanssızlıktan söz edebilm ek zordur Sondaj yapılanların sondaj yapanlara, yerlilerin etnologlara, çözüm lenenlerin çözüm leyenlere verdikleri yanıtlar konulundaki kısırdön
günün kusursuz denilebilecek bir düzeye ulaştığı söyle nebilir. Kendilerine som som lan insanlar kendilerinden verilmesi düşlenen ve beklenen yan ıtlan verm ekledirler. Psikanalizdeki transfer ve karşı-transfer bile günümüzde sel/fulftlling prophecy* (nisanın kendi kendisi hakkında *
İç in d e b u lu n u la n g ü n c e l • p s ik o lo jik " d u r u m b u k ıs a d e v r e t a r a fın d a n
b e lir le n m e k t e d ir . B ir ilk b a ş k a ld ır m a e v r e s i v e ö z g ü r lü k
h a k k ı ilkesinin o l u ş t u r u l m
a s ın d a n s o n r a ö z g ü r le ş e n ç o c u k la r
e r g e n le r in ö z g ü r lü k t a le p le r i a s lın d a s ö z c ü ğ ü n
ve
gerçek o n l u n u n
du a n a b u b a la n n ö z g ü r le ş m e le r in e y o l n ç m ış g ib id ir . T a le p le r in d e |h er z a m a n k i g ib i u z la ş ıla n )a z o la n v e ) g ü le r e k s a ld ır g a n la ş a n (ö ğ r e n c ile r , lis e lile r , e r g e n lik ç a ğ ın d a k ile r ) b u d u r u m u s e z in le m iş bu
g ib id ir le r .
Ana
Ir o b n ln r v e
ta le p le r d e k e n d ile r in i
e ğ itim c ile r in
b e lli e t m e k t e d ir .
a ğ ır lığ ı v e
s ö z le r i
G e n ç le r k e n d ile r in i
n ih a y e t y a ln ız , ö z g ü r v e s o r u m lu h is s e t t ik le r i a n d a , b ir d e n b ııc , a s lın d a b u s ü r e ç iç in d e , g e r ç e k le n ö z g ü r lü k le r in e k a v u ş a n la r ın " ö t e k ile r * o ld u ğ u n u f o r k e t m iş le r d ir . B u y ü z d e n d e o n la r ı ra h a t b ır a k m a k n iy e t in d e d e ğ ild ir le r . Ç o c u k la r , a n n a b a b a v e e ğ it im c ile r i d u y g u s a l m a d d i t a le p le r le d e ğ il, iç k in b ir C e d ip a l y o r u m la m a
d o ğ r u ltu s u n d a
gözden
g e ç ir ilip ,
d ü z e lt ilm iş
b ir
t a le p le
ta c iz e tm e y e b a ş la m ış la r d ır . B u ir o n i v e y a d s ım a y o lu y la s a p t ır ılm ış (d iğ e r in d e n
ç o k d a h a b ü y ü k o l a n l b i r h ı p c r b .- ığ - .m lılık .
y a n i p s ik o lo jik y a p ın ın k ö k e n in d e
la r p a ro d isid ir.
futturum lib k lin a l m ekanizm a
B u t a l e p b i r iç e r ik . b :r g ö n d e r e n le r s is t e m i v e b ir
t e m e ld e n y o k s u n o lm a k la b ir lik t e b ü tü n b u ö z e llik le r i ta ş ıy ım b ir ta le p te n
çok
d a lın
a c ım a s ız d ır .
B u g e r ç e k le ş m e s i
o la n a k
s ız s u f/ b o ş b ir t a le p t ir . B ilg i (e ğ it im ) y a d a d u y g u s a l iliş k ile r in (a ile ) iç e r iğ i,
p e d a g o jik
ya
da
a ile y e ö z g ü
gö n d eren
s is t e m le r i
ö z g ü r le ş m e e y le m i s ır a s ın d a t a s fiy e e d ild ik le r in d e n , g e r iy e k u r u m u n iç i b o ş a lt ılm ış b iç im in e u y g u n b ir t a le p k a lm a k t a d ır . B u s n p k in v e ç o k İn a t ç ı b i r t a le p t ir
B u “ t r a n s fe r e d ile b ile n ” (y a n i
g ö n d e r g e s is t e m in d e n y o k s u n , g ö n d e r m e y a p ılm a s ı o la n a k s ız ) b ir a r z u d u r .
Bu
a rzu yu
b e s le y e n
ş e y e k s ik lik
du ygu su , yan i
b o ş b ır a k ıla n d u y g u s a l a la n , “ö z g ü r le ş t ir ilm iş " a r z u d u r . K e n d i g ö r ü n tü s ü ta r a fın d a n
a k lı b a ş ın d a n a lın m ış b ir a r z u , a r z u n u n
a r z u s u , y a n ı b u r a d a d a i ç i ç e g e ç m iş b ir a r z u d ü ş ü n c e s i v a r d ır . Bu
h ip e r g e r ç e k b ir a r z u d u r . S im g e s e l t ö z d e n y o k s u n o la n
hu
a r z u k e n d i k e n d in in t a k lid in e d ö n ü ş e r e k , y a ş a m ın ı k e n d i y a n s ım a s ı v e d ü ş k ır ık lığ ı
s a y e s in d e s ü r d ü r m e k te d ir . B u g ü n s ö z
c ü ğ ü n g e r ç e k a n la m ın d a “ t a le p " e d ile n ş e y i ş l e b u d u r . N e s n e y a d a 'k l a s i k ' a n la m d a k i
t r a n s fe r e d ile b ile n
iliş k ile r in a k s in e bu
tahm inlerde bulunma yeteneği) bu yönlendirici, siınûle arzunun çözülebilmesi ya da sonlandınlabilmesi olanaksızdır Sımüie Edilmiş Oedipus. Prançois Richard söyle vnzıyor: Öğrenciler brden y a d » »özlerle baytan çıkartılmak ıslıyorlar. Oyun ba»:an çıkarına özerine kurulduğundan bu oyunu ironik bir »ekil
11111
oynuyorlar. sahip o ld u ğ u n bib iyi v t r , burada hazır b u lu n , mademki »A z «en de o zaman konuş, buraya konuşmak İçin geldin ' Hu yalnızca bu tartışma defclöir. çön kö otonte tartışılıp, anlam ı.* lastıkça kendiliğinden artan bir otorite talebiy le karşılaşılmaktadır
de
Daha iy. yadsıyabilmek amacıyla Oedipus numarasına yatmakta d ıiU r öğretim elem anı babadır. Ona b a lı» denilerek eğlenilmekte, ensesi oyunu oynanmakta, bu durumdan rahatsız olma numarası çekilmekte, bun a dokunm ayın ve tahrik etm eyin' oyunu oynan maktadır Sonuç olarak amaç tinsellikten kurtarmadır.*
Ayna şekilde hastanın, hekimin kendisinden talep ettiğini san dığı Oedipus kompleksini «eri istemesi, ‘ Oedipus kompleksiyle ilgili şeyler anlatması ya da bu kompleksin ‘ çözümlenmesine" yönelik düşler görmesi de acaba bir direni» biçimi olarok ni telendirilebilir mi? Yine aynı şekilde Öğretim elemanı da ken di Oedipus, bastan çıkarma numarasını yapmakta, yani senli benli olmnktn. sÜrtOnmcktc, yakınlaşmakta, egemenlik altına almaktadır. Ne var ki. bu bir arzu drğjl arzu sımölasyonudur. Oedipol psikodram simülnsyonu (ancak aslından ne daha az gerçek ne de daha az dramatiktir). Bilgi ve iktidar üzerine otu ran gerçek bir libidin.il meydan okuma yo da bilgi ve iktidarla ilgili (I9ö8 Mayısı sonrasında üniversitelerde görülen cinsten) gerçek bir yas tutma olayından çok farklı bir şey. Şimdilerdeyse artık umutsuz bir yeniden-ûretim evresinde. Bu evrede kazanılacnk bir oyun olmamasına karsın sımü’.akr maksimum dü zeydedir. Bu aynı zamanda abartılmış ve parodi özelliği taşıyan bir simûla&yondur. Aynı nedenlerden dolayı sımülasyonun da psikanaliz gibi bir sonu yoktur. Bitmek Bı.’met,cn Psikanaliz. Transfer ve karsı-transfer hikâyesine bir bölüm daha eklene bilir Bu bölümün adı: transfer ve karsı-iransferin sımülasyon yöntemiyle tasfiyesi olabilir. Transfere bir çare bulunamama sı nedeniyle psikanaliz kendi kurumsal tözüne dönüştürdüğü bilinçaltını bundan böyle bizzat üretmek ve yer.iden üretmek
edilm iş, öreeden belirlenm iş yan ıl olayından kurtulamamaktadır. Burada tu h af bir paradoksla karşılaşılmaktadır. Sondajlar.'! yanıt verm eleri istenen, çözüm lem eleri yapılan insanlnrlft yerlilere lamr.au 808 hakkına bir daha Kariye dönüşü m’tnıkün olm ayacak bir şekilde kısa devre yaptırı larak. yok edilmiştir. Bu yadsım adan yola çıkılarak etnolo ji. psikanaliz, sosyoloji gibi disiplinlerin m üthiş bir şed id e gelişebilecekleri söylenebilir. Ancak bu gelişm e su üzerine yazı yazım cinsinden bir şey olacaktır zira sondaj yapılan, çözümlenen insanlarla yerlilerin kısırdöngüleşm iş y a ra la rı yin e d e bir meydan okumu ve zaferle sonuçlanmış bir rövanştır; çünkü bunlar sorulara istenilen yan ıtlan vrrip, onlnn yalıtarak aslındo iktidara özgü kısırdöngüden asla kurtulmnıtuılnrına neden olm aktadırlar, yani kendilerin den beklenen, ayna görevini yerine getirm ektedirler, lıp k ı seçmenlerinin yanıtlarını çok yakından izleyen temsilcile rin temsil ettikleri bir şeyin kalmadığı seçim sistemi gibi, yani bir anlamda politikacıların hiçbir şeyi denetleyenlezorundu Katarak sürdürülmesi olanaksız hale geldiğinden simül.ısyon yoluyla tasfiye edilmelidir Psikanalizi öldüren şey bilinçaltı £öslergetcrin/n değiş tokuş edilir hole gelmesidir. "ıpkı devrimin ekonomi politiğin eleştirel göstergeleriyle değiş tokuş edilir hale gelmesiyle ölmüş olması gibi Frcud bu kısa dev re olayını analitik düşün armağan edilmesi ya da h.ıstahrda "önceden-igrctllıne* yoluyla analitik bilgileri bağışlama şeklinde 6ng0rır.Ûş:ti. Ancak bu olay yine dr bir direniş, hır saptırma şeklinde yorumlanıyor ve ne çözümleme ne de transfer ılktslni temelden sorgulamıyordu. Bilıuçııllıyln, bilinçaltı söyleri tün 3. basamak mekanizmalar düzeyinde ış gördüğünü bildiğimi' slmûlatris öngörme senaryosuna uygun bir şekilde ortadan taybolmuşlnrdır. Bu durumdu çözümlemenin bir sonuca ulaşması olanaksızlaştığından, mantıksa) ve tarihsel anlamda sonlıuuiıolamamalardır Çünkü çözümleme havali bir yeniden-ürenm tözü, yanı :akbin belirlediği bir bilinçaltı üzerinde sabıtlcnmiştır. Uuraıl: da bilinçaltı mesajlarına psikanaliz adlı "medûm" tnrnfındar. kısa devre yaptırılmıştır Bunun ndı lıbıdınal hipergerçekçilık-ir. Şu ünlü gerçek, simgesel ve düşse! kategori* r. ne bunları yoldan çıkartan hipergerçek kategorisini He eklemek gerekecektir.
«ilkleri söylenebilir. İşle bu yüzden egem enlik altındakıl«*rın güdümlenmiş yaoıtı yine de bir anlam da gerçek bir yıııııt, iktidarın iktidarı göm m esi üzerine oturtulan umut ■ u s ç a b i r i n t i k a m g i r iş im id ir .
X t »dişm iş 'dem okratik sistem ler" iki kanattan oluşan (iktidar-muhalefeti bir ardışıklık formülüne takılıp kalm ış lardır. Yönetim soldan sağa aynı özelliklere sahip bir po litik sınıfın elinde olmakla birlikte tekil bir görünüm sun mamaktadır. Oysa tek partili totaliter bir düzen, dengesiz !>ır biçimdir, çünkü |*otitika sahnesini etkisizleştirerek k a muoyuna dayalı bir fved back'ı, yani transistorize edilmiş politika adlı makinenin oluşturduğu entegre devreye Özgü minimal akım ı snğlayrmaınaktadır. Tem sil etmenin olabi leceği son biçim urt arda dönüp gelmedir; çünkü bu basit bir biçimsel dayatma ı'.zcnnc oturan vc iki ta ra f arasındaki kusursuz rekabet den dem in e yaklaşıldıkça ır.aUcım.ıl dü zeyde talep gören bir fü zen d ir. Bunun m antığı şudur: De mokrasi politik düzende bir eşdeğerlik yasası oluşturm ak ta vc bu yasa bir yandan iki terim arasındaki eşdeğerlik olayını yem den harekete geçiren bir baskül oyununa yol açarken; diğer ynııdar aralarındaki o kılcal fark sayesinde kamusal uzlaşmayı sağlamakta vc temsil etm e düzeninin son halkasını oluştur «a k ta d ır Bu. sahnede Politik Aklın karanlık bir yansımasından başka bir oyuncunun bulun madığı işlemsel bir tiyatrodur. Demokrasinin temel ilkesi olan bireylerin “özgür seçim* hakları sonuçta gerçekten de bunun tam tersi denilebilecek bir görünüm almıştır. Bir başka deyişle oy temel bir zorunluluğa dönüştürülm üştür. Hukuken bu böyle olmasa bile sondajlar' tarafından des teklenen İstatistikle rrt arda dönüp gelme üzerine kuru-
’ Bizimkinden çok dahi gelişkin olan Atina demokrasisi yeterli sayıyı sağlayabilmek -çm. olası tüm baskı yöntemlerini dene dikten sonra, mantıkla! açıdan oyu, karşılığı olan bir hizmet şekline sokmak zorunda kalmıştı
lu poliıik yapı açısından bir zorunluluktur. Oy m s tta n tf sa l olm a özelliği kazanmıştır. Demokrasi ileri bir biçimsel aşam aya ulaştığında eşit paydalar (50/501 arasında dönüp durm aya başlamışt r O y ise zerreciklerin Browniyen devi nimi ya tlu olasılık iicsaplanna benzeni iştir. Sanki herkes gelişigüzel bir şekilde oy verir gibidir. Sanki oy veren m ay munlardır. Bu noktada mevcut partilerin tarihsel y a da toplum sal anlam a sahip herhangi bir şey söylemelerinin hiçbir anlam ı yoktur. Tam tersine partilerin hiçbir şeyi temsil etm em eleri gerekmektedir, çünkü oynanan oyunun, son dajlar, biçim sel ve istatistik zorlamanın büyülem e gücü çok büyüktür. •Klasik" seçim üstem i, oyun kuralında sağlanan uz laşma gereği, politikanın kendiliğinden belli ölçüde etki sizleşm esini içeriyordu. Ancak bu aşam ada, gerçek bakış açılan üzerine oturan toplum sal bir karşıtlık temelinde, temsil edilenler ve tcn sil edenlerden söz edebilm ek müm kündür. Hı> çelişkili gönderen sistem lerinin kendi kendin den başka bir şeyi if;,dc etm eyen sondajlarla daha baştan medyatikleştirilm iş ve türdeşleştirilm iş bir kamuoyu şek linde etkisizleştirilmesi, "tepede’’ art arda dönüp gelm elere, bir başka deyişle iki ;>arii arasındaki karşıtlık simülasyonu, karşılıklı amaçlar n em ilm esi ve her türden politik söy levin tersine çevrilmesine yol açacaktır. Tıpkı simülasyonun gösteren ve gösterilen ötesindeki ekonomi (Hilitığin sa f biçimini belirlem esi gibi, temsil edilm e vc temsil etmenin ötesinde, sa f bir tcm sl edilm e vardır. Tıpkı paraların boş lukta uçuşm asının ve başı boş bırakılm ış muhasebelerinin kullanım ve değişim diğerleriyle her türlü üretim tözünün ötesinde y e r alan sa f tir değer oluşturm ası gibi. X
.
Kapitalin tarihsel devinimi onun oligopolc yönelik bir açık rekabet aşamasından tekelleşm eye doğru gittiği şeklinde görünebilir. Aynı şekilde demokrasinin devinimi de çok partıliliktcn iki partıliljğe daha sonra da tek partiye doğ-
n ı görünebilir. Ancak bu görünümler kesinlikle yanlıştır. Çünkü güncel Oİıgopol (çok kutupluluk) ya da düopo) (ıkı kutupluluk) tekelin taktik bir yansımasının sonucudur. Tüm alanlarda düopol monopolün en »on evresi olarak gö rünmektedir. Pazar Imonopolünü) tekelini yıkan şey politik irade (Devletin müdahalesi, anti tröst yasalar vs.) değildir. Zira hayatta kalmak isteyen her (İniler sistem ikili hır d ü zenleme yaratm ak zorundadır Böyle bir düzenleme tekel leşmeye engel değildir, tam tersine, »a f ikıidann kendini eşdegeıli değişkenler şeklinde sunması gerekmektedir. Ynııi iktidarın muhalefet aracılığıyla yansıtılabilmesi için ikiye bölünmesi gerekmektedir. Çamaşır tozlarından barış için de birlikte yaşam aya kadar bu böyledir. Dünyayı denetim altında tutabilmek ıçiıı iki süper güce gerek vardır. Çünkü tek bir imparatorluk kendiliğinden çökecektir. Terör den gesi ise bu düzenlenmiş karşıtlığın ayakta kalınasım sağla maktadır. Çünkü strateji yapısal özelliklere sahiptir yoksa atomik değil. Bu düzenlenm iş karşıtlık çok daha karmaşık bir senaryoya dayandırılarak dallandırılıp Duuaklaıulırılsn bile m a kalıp ikili bir yapıya sahiptir Bunda böyle açık bir dû elb y a da rekabete dayalı bir mücadele yerine, yalnızca •ikisi bir arada" karşıt çiftlerden söz edilecektir. I n küçük ayırıcı birim den |soru/yanıt zerreciği Ribı) ekonomi, politika, evrensel bir arada yaşam ayı yönlen diren büyük makro sistem ler düzeyine kadar kalıpta bir değişiklik yoktur yani 0/1. İkiye İklime güncel sistemlere özgü m etastabl ya d a hom costatik bir biçim olarak ken dini kanıtlam akla meşguldür. 0 / 1 bizi egem enliği altına almış olan simülnsyon süreçlerine özgü bir çekirdektir. Çok değerlilikten [poliualans) totolojiyc, çili başlı stratejik biçimde herhangi bir değişikliğe yol açmadan, dengesiz bir değişkenler oyunu şeklinde örgütlenebilir. Bu simülasyonun’ ilahi biçimidir.* * Bu anlamda ikili yapılan ‘ antropolojik" yapılar ve ikili ör gütlenmeyi ilkel toplumlum temel yapısı olarak sunan LevıStrauss'un rndikııl bir şekilde eleştirilmesi gerekmekledir. LcvıStraussün ilkel toplundan ödüllendirmeye çalıştığı ikili biçim
124 • Simgt&et Dtğfa 7bkue ıc dlûm
X New York'ttıkl Dünya Ticaret M erkezi’n d c neden iki gükdclen vardır? Oysa .Manhattan’daki tüm büyük gökdelenler dikcylem eslnc m ücadeleye dayalı bir rekabetin ürvınü o l duklarından kapitalist sistem e uygun bir mimari manzara oluşturm uşlardır Burası birbirlerine saldıran piramit biçi m inde gökdelenlerin oluşturduğu vahşi bir orman gibidir. Sistem, New York’a deniz tarafından gelindiğinde ortaya çıkan, ünlü görüntüsüyle örtüşen bir m anzara sunm ak taydı. B u görüntü birkaç yıl içinde tam am en değişmiştir. Kapitalist sistemin piramite benzeyen çehresi sanki bir de likli karta dönüşmüştür. Gökdelenler a rtık birer dikilitaş şeklinde değil birbirlerine meydan okum aktan vazgeçmiş, bir istatistik grafiğinin kolonlarını andıran, bitişik düzen şeklinde inşa edilm ektedirler. Bu yeni m im ari sistem ise artık rekabete değil muhasebeye dayalı, rekabetin karşı lıklı bağıntılar lehine ortadan kaybolduğu b ir görüntü su n m aktadırlar. (New York kentinin tarihçesine baktığınızda, dünyada kapitalist sistemin güncel biçim ini tüm boyutla rıyla ve inanılm az bir sadakatle ortaya k oya b ild i tek kent olduğunu görürsünüz Sistemde bir değişiklik olduğu anda New Y o rk ’da da anında bir şeyler değişm ektedir. Hiçbir Avrupa kentinde böyle bir sürece tanık olam azsınız). 13u, tekelci b ir m im ari grafiktir. Birbirlerine kusursuz bir şekil d e paralel olan -löö metre yüksekliğindeki Dünya Ticaret M erkezi'ni oluşturan iki gökdelenin tem cileri birer kare şeklinde olup, binalar kusursuz bir şekilde dengelenm iş vc birbirlerini görmeyen birleşik kaplar biçim indedir. Birbiri nin aynı ıkı tane gökdelen olm ası lıcr türlü rekabetin, her
bizim yapısal mantığımızla bize özgü koddan başka bir şey de ğildir. Bu b-.zım “arkaik* toplundan egemenlik altına almamızı sağlayan koddur Levi-Strauss. tüm insanlıkta ortaklaşa bulu nan zihinsel yapılar şekline soktuğu bu kalıbı onlara kakala yarak kıyak çektiğini sanmaktadır. Çünkü böylelikle BatıYlııı kendileri ıçtıı düzenleyeceği vaftiz törenine daha iyi hazırlanmış olacaklardır.
StmâJafcrfor fJûzci! • 125
türlü özgün gönderenin sonu erdiği anlam ına gelmektedir, l rk bir gökdelen olsaydı paradoksal b:r şekilde tekelden «0/. etmek mümkün olm ayacaktı; çünkü tekelin ikili bir yapı özelliği taşım aya başladığım görm üş bulunuyoruz. Nnf bir göstergeden ancak kendi kendisinin ikizini ûrote>-ildiğinde söz edebiliyoruz. Kendi ikizi tarafından yinelen diğinde gösterge gerçeklen de anlam a bir son vermektedir. \ndy NVarhol’un tüm çalışm aları bunu kanıtlar nitelikte dir. Marilyn Monroe'nun tekrarlanan yü z görüntüleri aynı ramanda orijinalin ölüm ü ve yeniden canlandırmanın •Onu anlamına gelmektedir. D ünya Ticaret Mcrkczi'nm iki gökdeleni ürkütücü bir kendi kendini tekrarlama süreci içme girm iş olan sistemin nasıl kısırdöngüse! bir görünüm «lıııış olduğunun sonuıt göstcrgesidirlcr. O ysa daha önce ki gökdelenlerin h er biri bunalan ve m eydan okum a üzeri ne oturan bir sistemin sürekli olarak kendi kendini aşması anlamına gelmekteydi. Burada kendi kendini tekrarlam aktan kaynaklanan Inr büyüleyicilikten söz edilebilir Nc katlar yüksek olur larsa olsunlar tüm diğerlerinden daha yüksek olan bu iki gökdelen dlkeylcm eslne gidişata bir son vermişlerdir. O n lar diğer gökdelenleri yok saym aktadır. Onlar diğerleriyle aynı kanı taşımamaktadır. Diğerlerine m eydan okumam ak tave kendilerini onlarla karşslaştırtnamaktndır Onlar birbirlerinin
yüzeyleri
aracılığıyla birbirlerini yansıtm akta
ve bu benzerlik üstüne kurulu birbirini yüceltm eye y ö nelik prestijle idare etmektedir. D ışanva yansıtabildikleri tek şey bir model düşüncesidir. Onlar birbirleri için vardır ve aynı yüksekliğe solup olm aları aşıp geçmeyle ilgili bir değer ifade etm em ektedir. Bu yü kseklik yalnızca modeller ve kom ütasyonlar stratejisinin, sistemin merkezinde -N cw York gerçekten d e sistemin ta m m erkezindedir- rekabete dayalı geleneksel stratejiyi tarihsel anlam da egem enliği a l tına alm ış olduğunu gösterm ektedir. Rockfcllcr Ccntcr'ın iki gökdeleni cam ve çelikten oluşan yüzeylerinde birbir lerini yansıtm aktadırlar. Tıpkı bütün kentle olduğu gibi. Gökdelenler körleşince dış yüzeylerini yitirmişlerdir. M an hattan
C hase
Bank
ya
da 1960’lı yıllara ait en cesur ıniına-
riyc sahip binalardı» hâlâ karşılaşabildiğim iz yapının içi ve dışıyla ilgili gönderenler sistem i, örneğin binanın çehresi olarak kabul edilen dış yü zey bugün ortadan kalkmıştır. Dikeylik ü zerine kurulu söz sanatının ortadan kaybolm a sıyla birlikte ayna/yansım aya dayalı söz sanatı da ortatlan kalkmaktadır. Geriye iki sayısının içine tıkılm ış bir seri kalm aktadır. Sanki m im ari d e sistem gibi kusursuz bir model, yerinden kım ıldatılm a* ı olanaksız bir genetik koda uygun bir şekilde davranm aktadır.
SİMÛLASVONUN HİPEROERÇEKLİĞİ Bütün bu açıklam aların nedeni dijital bir mekân tanımı yapabilm ektir. Modellerin kutuplaşm aları, yayılm aları, çe kim güçleri üzerine oturan kodu özgü bir m anyetik alan ve kendisinden hiçbir zam an kaçtlam ayan en küçük ayırıcı birim lerden isoru/yanıt hücresi bir tür anlam ın sibernetik atom una benzem ek tcdiıj oluşan bir akım. Bu yöntem le d e netlenen bir alanla geleneksel baskı, yani anlam ı olan bir şiddet üzerine oturan polisiye baskının l>elir!ediği alan ara sındaki farkın bilincinde olm ak gerekir. Tepkisel bir özellik taşıyan bu eski koşullanm a alanı, Pavlov'ım program lan mış, tekrarlardan oluşan saldırı düzeneğinden esinlenm iş olup, bu alanın daim büyük boyutlu olanlarıyla "durm ak bilm eyen" reklam kam panyaları ve 19.101u yılların politik propagandalar evresinde karşılaşm aktayız. Bu. hayvani bir korku ve boyun eğm e davranışı oluşturm aya yönelik, za naatsa! ve sınai bir şiddet biçim idir. Bütün bunların artık bir anlam ı kalm am ıştır. Totaliter, bürokratik yoğunlaşm a, ticari d eğer yasası dönem inden kalm a bir şemadır. Eşdeğcrlikicr sistem i gerçekten de g en el bir eşdeğerlik biçimini, öyleyse bütünsel bir sürecin m erkezileştirilm esini zorunlu kılm aktadır. SimCılasyona oranla bunun arkaik bir akılcılık biçim i olduğu söylenebilir. Çünkü burada düzenleyici role sahip olan şey m odellerin y a y g ın la ş tırm a s ıd ır yoksa genel eşdeğerlik olayı değil Bu biçim artık genel b ir cşdcğerliğitı değil ayrımlnyıcı bir karşıtlığın parçasıdır. Em redici bir
süreçten, kod aracılığıyla ayırm a/yalıtm a, ültim atom dan dileğe, pasir olm a zorunluluğundan öznenin 'a k tif ya n ı tı* özerine kurutan m odellere, özneyi içeren, "oyun türü* katılımın vs. yer aldığı, dur durak tanım ayan doğal yan ıt lar, neşeli /eed-bncfcler ve çevreye yayılan bağlantılardan oluşan total bir ortam (çevre) anlayışı üzerine kurulu bir modele geçilmiştir. Nicolas S ch ölfer’e göre bu. *gcncl bir havanın som utlaştırılm ası"dır. Bu, koda özgü ışıklandırıl mış alan içinde yer alun birkaç büyük m odelin (büyülediği) kendine doğru çektiği on binlerce uyarıcı, m iııyatürlcştirilm lş testler ve sonsuz sayıda çoğaltılabilecek soru/yanıttan oluşan, katılım a dayalı büyük bir bayram dır. Tekno-ışıklandırılm ış-kınelik m ekân ile dinam ikleş tirilm iş ınekâr.a dayanan total bir tiyatro görünüm üne börünm üş büyük bir dokunsal İletişim Kültürüne doğru gidilmektedir! Bu bağlantı kurm a, du yu sal taklitçilik, dokunsal m is tisizm den oluşan b ir düş gücüdür. Bu işlem sel simülasyon, çoklu sim ûlasyon ve çok yanıtlı evrene çevrebilimin tamamı eklenm ektedir Bu d u r durak tanım ayan başarılı benim sem e testi, hayvanlara özgü taklitçilik düzeyine in dirgenerek, doğal bir görünüm e kavuşturulacaktır: 'H a y vanların içinde yaşadıkları çevren in renk ve biçimlerine uyum lanm a süreci insanlar için de geçerli bir olaydır* (N. Schöffcr). Hatta *o doğuştun gelen çevrebilim anlayışım ı sahip” Kızılderililer için bile Reçerlidir. Etki/tepkiler, tak litler, vurgulam alar, yanı açık sistem lere özgü çevrebilim sel birincil, olum lu ve olu m su z /eed-bocklerlc birlikte a çı lan bu gedik taralından yutulacaktır. Sahip olduğu ideoloji ise, daha esnek bir rasyonel dü şü nce çerçevesinde, Pavlov refleksinin haberle düzenlenm iş bir biçim inden ibarettir. Böylelikle zihinsel sağlığın koşullandırılm a sürecinde, elektroşoktan bedensel dışavurum aşam asına geçilmiştir. Hem en her yerde zora ve zorlam aya dayalı düzeneklerin yerini gereksinim , algılam a, arzu vb. kavram ların işlem sel leştirilm esine dayalı bir ortam oluşturm a düzeneği alm ış tır. Genelleşm iş bir çevrebilim i, “kandırm aca" v e bağlımı
m istiğiyle V/( Planda yer altın (neden olm asın?) ‘ Estetik ve Kültürel Yeniden Yaşam a Döndürm e M erkezleri* ve bir kadın göğsü şeklinde inşa edilerek "... oluşturulm uş bir ortam aracılığıyla üst düzeyde hoşnut olm a olanağı sağla yacak Hoş Zam anlan Cinsellikle Değerlendirm e Merkezine kadar giden ortam simûlasyonu. Her sınıftan emekçi bu tahrik etm e m erkezlerine girebilecektir’ . 'S ilin d ir biçim in deki küçük bir füzecik etrafında dönen h iperbolik bir çemberscl düzeneğe göre" oluşturulm uş şu "total tiyatro'nun yarattığı dinam ikleştirilm iş mekânın yol açtığı büyüleyici lik. Artık ne sahne vardır, ne ara ne d e “ bakış” . Gösteri ve gösteri özelliği taşıyan her şey sona erm iştir. Gidişat total. kaynaştırıcı, dokunsal, (artık estetik değil) duygula nım lar (cstczık) ve saireden yanadır. Bu durum da insan, elinde olm adan kara mizah türü duygulara kapılmakta ve Artaud'nun total tiyatrosu, Vahşet Tiyatrosunun iğrenç bir karikatürünü andıran bu dinam ik m ekânlı simülasyon olayını düşünmektedir. Burada vahşet y erin i minimum ve m aksim um “uyarı eşikleri ile doyum a ulaşm a eşiklerinden yola çıkılarak hesaplanan algılam a kodlarının" keşfedilm e sine bırakmaktadır. Tutkulara dayalı klasik tiyatrodaki o eski *katarsis" bile bugün siınülnsyon sayesinde bir homcopııtiye dönüşm üştür. Yaratıcılık da bu şekilde sürüp g it mektedir. Bu aynı zamanda gerçekliğin hıpergcrçekçıltk, gerçeğin tercihen başka bir ycm dcn-üreıiın aracına -rek lam, fotoğraf v s .- yaptırılan kusursuz kopyası aracılığıyla çöküşü demektir. Araçtan araca taşman gerçek böylelikle buharlaşıp yok olmakta, bir ölüm alegorisine dönüşmekte, ancak bu yok oluş nedense onun daha bir güçlenmesine yol açm aktadır. Bu dununda gerçek yalnızca kendi kendisi için var olm aya başlam aktadır ki bunun bir tür yitirilm iş nesne -o artık bir yeniden-üretim nesnesi d eğil yadsımanın ve ritüelieşm iş bir kendini yok etm enin, kendinden geçmiş biçimi, yan i hipergerçektir- fetişizm i olduğu söylenebilir. Gerçekçilik de zaten böyle bir eğilim e öncülük etm iş tir. Gerçeğe yönelik söz sanatı, konum unun ciddi bir d eği şikliğe uğradığını gösterm ektedir (dilin altın çağı, masum
"lılUftll, yani söylenenlerin bir gerçeklik etkisine sahip "imaları gerekmediği dönemlerdir). Sürrealizm in bile, o. »■"Işıdığı gerçekçilikle dayanışm a içinde olduğu ve düşsel düzeyde ondan kopm asına rağm en onu yinelem iş olduğu söylenebilir. Gerçek ve düşsel arasındaki bu çelişki orta dan kalktığı ölçüde hipergerçeğm çok daha ileri bir evreyi temsil etliği söylenebilir. Burada gerçek dışı olanın düş ya •İn fantazınla değil onların ötesi ya d a berisinde kalanla, yani gerçeğin gerçeğe bir halûsinasyon derecesinde benBryemyle ilişkili olduğu söylenebilir. Bu yeniden canlan dırma bunalımından kurtulabilm ek için gerçeğin salt tok turlar içine hapsedilm esi gerekmektedir, imgelere dayalı Inr yeni-gerçekçilik ya da pop art'da ortaya çıkm adan önce bu eğilim lerle yeni-rom anda karşılaşılm aktadır Burada amaç gerçeğin etrafını boşaltmak, içerdiği tüm psikoloji ve öznelliğin sökülüp alınarak, kendisinin salt nesnelliğin ellerine teslim etmektir. Aslında bu salt bakışla ilgili bir nesnelliktir. Nihayet nesnesinden kurtulan nesnellik bu n dan böyle kendisini tarayan bakışın aklı selimini yitirmiş düzeneği haline gelm iştir. Bilinçsizce olarak nitelendirile bilecek (gerçeğin) görülm em e girişiminin kısırdöııgüleşm iş bir ayartm a biçimi olduğu kolaylıkla fark edilmektedir. Yeni roman insanda bu tür bir izlenim bırakm akta dır. Çünkü kusursuz ve aklı selimden yoksun bir gerçek lik içinde ortaya zorla bir anlam çıkartm aya çalışmaktadır. Bu m etinlerde sözdiziır.i ve anlam bilim ortadan kaybol muşlardır. Burada okuyucunun karşısına çıkartılan, nesnenin ortaya çıkm asından çok oraya buraya dağılmış parçalarının bıkkınlık verici sorgulam asından söz edilebi lir. Burada ne metafor (m ecaz) vardır ne de metonimi (düz değişmece), bir başka deyişle bakışın denetlediği kesintisiz bir içkınlik yoktur. Bu m ikroskobik 'n esn el’ yaklaşım bir gerçeklik korkusuna yol açmaktadır. Laf olsun tününden uçsuz bucaksız bir yeniden canlandırma evreninde karşı laşılan ölüm korkusu. Rölyef, perspektif ve derinliğe daya lı, nesnenin algılanmasına bağlı (mekânsal ve psikolojik) o eski illüzyonlar artık sona ermiştir. Bugün optik tamamen
skopik. şeylerle yüzeysel düzeyde ilgilenen bir işlem sel lige; bakış ise m oleküler bir nesne koduna dönüşmüştür. 13u gerçekçi simûlasyon korkusuyla ilgili birçok yö n temden söz edilebilir: I) G erçeğin yapısını ayrıntılarına kadar bozmak: N es nenin paradigm atik yapısının kısırdöngüscl biçim kapan ması Kısmi nesnelere çizgisel ve scrıscl bir nitelik k azan dırarak yok etmek. II) Iç iç e geçm iş bir bakış açısı, yanı nesnenin nynn* Ularına kadar giden bir kopyalama ve suretini çıkarm a. Hu çoğaltm a girişim i bir tür derinlik kazandırma, hatta eleştirel bir û stdıle benzemeye çalışm aktadır. Göstergenin yansıtm aya dayalı görüntüsü ya da ayna diyalektiği çerçe vesinde bu lu ç kuşkusuz doğru bir şeydi. Bundan böyle bu sonsuza değin sürüp gidecek kırılm a bir başka tip s e lis ç i lik, yani artık gerçeğin yansım adığı, tükenip kaybolunca ya kadar sürecek bir boyut kaybındım başka bir şey değildir. İH) Serilerden oluşan özgün biçim (Andy NVnrhol). B u rada yalnızca sözdizinıse! boyut değil, aynı zam anda dizisel boyut da terk edilmiştir. Çünkiı artık biçim ler esn eklikle riyle birlikte içsel yansıtm a özelliklerini d e yitirdiklerinden geriye yaln ızca aynının -sıfır esneklik ve yansım aya sahip olan ın - sürdürülm esi kalmaktadır. Tıpkı şu erotik fotoğ rafta y er alan ik iz kız kardeşler gibi. Hu fotoğrafta, benzer lik, bedenlerin tensel gerçekliğine bir son vermektedir. K ız lardan birinin güzelliği, diğeriniııki tarafından aynı anda yinelendiğinden nereye bakacağınızı bilem ez hale geliyor sunuz Bakış birinden diğerine gidip geldiğinden, her tü r lü bakış otom atik olarak bil gjdip-gelm e süreci tarafından belirlenm ektedir. Hem özgün bir şekilde işlenen zekice b ir cinayet hem de istisnai bir ayartılm a biçimi. Çünkü nesne burada kendi kendini sonsuz sayıda çoğaltm a şeklinde bir engellem eyle karşılaşm aktadır (Platoncu efsane ve bir sim geyi oluşturan iki ayrı simgenin bir araya getirilm esinin tersi sayılabilecek bir senaryo. Burada gösterge tek hûcrelilcrinkine benzer bir şekilde çoğalm aktadır.) Böyle bir ayartm a gü cü n e ancak ölüm sahip olabilir; çünkü bizim
bir cinselliğe sahip varlıklar için ölüm belki bir hiçlik değil, yalnızca cinsellik ö n c e 3 İ bir ycniden-üreıim biçimi•iıı Sonu olm ayan bir zincir şeklinde modele davalı bir
K ilit
liretim biçimi sonuçta gerçekten de tek hücreli çoğalm a nı benzemekle ve bizim yaşam la birbirine karıştırdığımız t insellik aracılığıyla gerçekleştirdiğim iz şeyin karşıtına d ö nüşmektedir. IV| Ancak bu katıksız m akineleşme hiç kuşkusuz paradoksal bir sim in sahiptir. Çünkü gerçek, yani tüm diğerlerini içeren ve b ir anlam da kodun artık değiştirile meyen biçim ine dönüşm üş üretim form ülü ikili, dijital bir görünüm almıştır. Sah tekrarlar değil, iki terim arasındaki minimal esneklikle m inim al m esafe üzerine kurulu bir dijıtalllk. bir başka deyişle düşsel anlam ı destekleyebilecek "en küçük ortak paradigm a". İmgesel ya da tüketim nesne sine özgü içsel bir ayrım lam a koınbinatuvanna benzeyen bu sim ûlasyon, çağdaş sanatta hıpcrgcrçck ve hipcrresimı birbirinden ayıran b elli belirsiz bir farka dönüşünccye ka dar sürdürülebilir. Bu simûlasyon, gerçek karşısında ken dini kurban etmeye kadar gidecek bir ortadan kayİMİma iddiasındadır. Tüm resim sanatı, boyanm ış yüzey ve du va n birbinnden ayıran kenar bordürünc sığınmış durum dadır. Resim ve tüm yeniden canlandırm a metafiziğinin, metafizik göstergesi v e kodun zorlu tekrarlanmasından oluşan imzaysa (*snf bakış") neredeyse kendinden başka şeyi model olarak kabul etmemektedir. Gerçeğin tanımı bile: eşdeğerli bir yemden üretimi sağlanabilen şeye dönüşm üştür. Bu tanım belli koşullar da. bir sürecin ayn en yinelenebileceğim iddia edett bilim ve evrensel bir eşdeğerlik (klasik yeniden canlandırm a e ş değerlik üzerine değil kopyalam a, yorum ve açıklam a üze rine kuruludur) iddiasındaki sınai ukılcılığın çağdaşıdır. Bu yeniden üretilebilirlik süreci sonunda, gerçek yalnızca yeniden üretilebilir b ir şey değil aynı zam anda her zaman önceden zaten yen id en üretilmiş şey, y a n i Hipergcrçeğc d ö nüşmektedir. Bu durumda, gerçek dc, sanat da tam am en emilerek
yok mu cdilmişlerd:r'> Hayır; çünkü hi >ergcrçckçilik ken dini oluşturan simülakr, ayrıcalıklar \e önyargılar düze yinde. karşılıklı değiş tokuş yoluyla, hem sanat hem dc gerçeğin ulaşabileceği en üst aşamayı temsil etmektedir. Hipergcrçcğiıı, yeniden canlundım ıanın ötesine (J. F. Lyotard L'Art uivant ( Yaşayan Sanal]) geçebilmesinin nedeni, tamamen »im ûlnsyon evrenine ait nlımsıdır. Bu evrende m erkez kaç olm aktan çok m erkeze k Hilenmiş görünen yeniden canlandırm a turnikesi, durmadan kendi kendini yineleyip, için için patlayarak çıldırmaktadır. Düşe özgü bir yabancılaştırm a efektine benzeyen /e bize “düş görü yorsun yahu?" dedirten, ancak aslında bir tür sansür ve düşü sonsuza dek sürdürm eye yönelik bir ovun olan, hipergcrçekçılık. hiçbir şekilde değiştiremeyeceği ve sürdür mekten başka bir seçeneğe sahip olmadığı kodlanm ış bir gerçekliğe aittir. Aslında hıpcrgcrçeklıği, bunun tam tersi sayılabilecek bir şekilde yorum lam ak ve günüm üzde bizzat gerçekliğin kendisi, hipergerçekçi bir görünüm kazandı demek gerek mektedir. Gerçeküstücülüğün sırrı, en sıradan gerçekliğin bile, yalnızca ayrıcalıklı anlarda geçerli olabilen, sanat ve düşsellikle hâlâ ilişkisi olan bir gerçeküstüne dönüşebılmcsiydı. Günüm üzdeyse gündelik, politik, toplumsal, tarihsel, ekonom ik vs. gerçekliğin bundan böyle hipergerçckçiliğın o sim itle edici boyutunu içerdiğim, yani her yerde gerçekliğin “estetik* anlamda ha.üsinasyona ben zeyen biçimi içinde yaşadığım ızı söyleyebiliriz. Gerçcküstücü aşamada, yaşam ın estetize edilm iş konum una uyan “Gerçeklik düşseli aşıp geçiyor' adlı şu eski slogan artık aşılıp geçilm iştir. Çünkü artık (galip gelebilen) yaşam la karşılaştırabılcceğiniz bir düşsel [fiction, yoktur. G erçek liğin tamamı bir tür gerçeklik oyununa dönüşmüştür. Hol ve fantazm atik bir evreden geçtikten sonra bu gerçekliğin büyüleyiciliğini kesinlikle yitirm iş olduğu, eooi ve siberne tik bir evreye geçmiş bulunuyoruz. Böylelikle suçluluk, tedirginlik ve ölümün yerini su ç luluk. umutsuzluk, şiddet ve ölüm göstergelerinin kendile rinden geçm iş biçimleri alabilir. Bu rıedcr. ve sonuç, köken
ve sonun ortadan kaybolm ası anlam ına gelen simûlasyon çılgınlığı, onlann yerine ikizlerini koym aktadır. Böylelikle lıer kapalı sistem kendini hem gönderenler sistemi, hem de gönderenler sistemi tedirginliğinden -aynı zam anda her lürlü üstdildcn; çünkü o üstdile ait alanı yine o üstdille elettirerek yinelem iş olm aktadır- koruyabilmektedir. Bimülasyonda dil ötesi illüzyon gönderenlere dayalı illüzyonu yeniden üretm ekte ve onu tam am lam aktadır (doku naklı bir gösterge ve gerçek halüslııasyonu). "Bu bir m askaralık", "bu bir num ara” , “ bu bir kandır maca" gibi deyim ler eskimiş birer vccizcyc, eskimiş birer ııııtOralist gam m azlam aya dönüşmüştür. Bütün bunlar tarihe karışmıştır. Bu kez söz konusu olan şey gerçeğin uydulaştmlmast, neye benzediği belirlenem eyen ve eski den kendisini görünür kılan fantazm larla hiçbir ilişkisi kalmamış bir gerçekliğin yörüngeye yerleştirilm esidir Bu yörüngelcşlirmc işi. uzaya gönderilen son uzay gemisine yerleştirilmiş olan iki oda-m utlhk-banyo ile gerçekten de somutlaşmış gibidir. Ycryüzûndeki gündelik yaşam büy ü k l e hem kozmik bir değer sahip olm uş hır de ıızaysal bir nitelik kazanm ış- hem de sa f bir dekora dönüşmüştür. Metafizik çağı sona erm iş lıipergerçcklik çağı başlam ıştır.1 '*
* Gerçeklik katsayısı, gerçekliğin sahip olduğu özgül düşsellik rezervinin ağırlığıyla doğru orantılıdır. Bu olay coğrafi ve uzay araştırmaları ıçiıı de gcçcriidlr. Ortada gidilecek hakir, yani düşlcnebilecck uygun bir alan kalmadığında, harita tüm toprak parçasını kapladığında, gerçeklik ilkesine benzeyen bir şeyler de ortadan kaybolmaktadır Bu anlamda uzayın fethi yeryüzü ne özgü gönderen sistemlerinin ortadan kaybolmasına yönelik tersine çevrilmesi olanaksız bir başlangıç noktası oluşturmak ladır. Kendi içinde uyumlu sınırlı bir gerçekliğin sınırlan sonsu za doğru getıişlcutdlğinde bu gerçeklikte kutlamalar kaçınılmaz hale gelmektedir Dünya adlı gezegenin fethinden sonra uzayın fethi aşamasına gelinmiştir. Tıpkı gerçeğin hukuki geçerliğini fantazmatik boyutlara vardırma girişimi gibi: örneğin bayrak, teknik ve iki oda-mutfagm aya taşınması gibi Bu girişimin kav ramlara töz kazandırma ya da bilinçaltı ûıetmekten bir farkı yoktur. Bu insana gerçekliğini yitirtmek onu simülnsyona özgü
(ki odadan oluşan mekanın şırıldattığına, uzaysal bir aşkınlık kazandırılm asıyla hipergerçekçi10 evrendeki coot vc mekanik görünüm ü aynı anlam a sahiptir, yani uzaya gönderilen iki oda o haliyle, her birinin kendi yaşamlarını teknik açıdan anında yeniden üretebilme Bourgct'de yere çakılan Tu p olevln pilotları uçaktaki kamera aracılığıyla kendi ölümlerini canlı olarak izleyebilm işlerdir- olanağı na sahip oldukları, yeniden canlandırın.» düzeneğine özgü bir hipermekânın parçası haline gelmektedir. Bu olay test sürecinde karşım ıza çıkan soru/yanıt uygulamasının kısa devre yaptırılm ış görüntüsünden başka bir şey değildir. Ortaya çıktığı anda, bulaşıcı bir mikrobu andıran sirnülokrınm saldırısına m aruz kalarak kesintiye uğratılm adan sürdürülen gerçeklik. Eskiden özgün vc biraz da şeytani sayılabilecek bir alegorik nesneler sınıfı vardı. Aynalar, imgeler ve sanat yap ıd an (kavram lar?) gibi. Bunlar saydam vc somut sittıülakrlardı (onlann gerçeğiyle sahtesi birbirine karıştırılm ı yordu). Onların kendine özgü bir ûretiliş biçimi vc stilleri vardı. Burada am aç daha çok yapay ve sahtenin içindeki “doğa!"ı keşfederek zevk almaktan ibaretti. Günüm üzdey se. gerçek ve düşsel aynı bütünsel işlemsellik içinde yer aldıklarından birbirine karıştırılmaktadır. Burada lıcr şey estetik büyülemenin denetimi altındadır. Bu hile, kurgu, senaryo, gerçekliğin aşırı miktarda modellerin etkisi altın da kalm asından kaynaklanan bir tür yüceltmeye dayalı a l gılam a biçim idir (bir tür altıncı his). Bu bir üretim mekânı değil, bir tür teyp bandı, yani kodlam a ve kod çözüm ü için
bir hipergerçeğin içine atmakla eşanlamlı bir şeydir. ,ciY ii da mctalıze karavan; hipergrrçckçılerc 6zgü süpermarket ya du Andy Warholn özgü Campbell konserve çorba kutusu ya da bir sanat yapıtı olmaktan çok, yeryüzüne özgü sanatın tartışılmaz modeli olarak dünyanın çevresinde bir yörüngeye yerleştirildiği günden bu yana. *La Jacondc'uıı |*Mona I.isa”) uzaysal nşkıntığı, geleceğin evreniyle karşılaştırıldığında, her kesin kendiliğinden gelip (gerçekteyse kendi Ölümünel izlediği gezegen boyutlarına ulaşmış bir simülakrdır.
Isıllanılan, göstergelerle m ıknatıslanan bir banda benze mektedir. Bu önceden tasarlam a ve sanatın izleyicisiyle kendi arasına koyduğu mesafenin oluşturduğu estetik bir gerçeklik değil, içkinleşmiş kodun önceden belirlem iş o l duğu karesi alınmış, yani çiftleşm iş bir gerçekliktir. Sanki bilinçli bir şekilde üretilm eyen parodi her şeyi belirler g ib i dir. Bu, oyun kuralı ve bu kurala uyulm asından kaynak lanan. belirsiz bir oyunun sonucuna, taktık sim ülasyona iMiğlı bir estetik bazdır. Göstergeler, iletişim araçları, moda ve modellerle aimülakrlardan oluşan kısırdöngûlcşm iş ve ışıl ışıl bir ortam tra ıv llin g 'i. Gündelik yaşantın içinde bulunduğu bu dönemeci, ■nnat uzun bir süre Önce öngörmüştü. Sanatsal göster gelerin gûdüm leyicisl olarak, yapıt, çok uzun zaman önce kendi kendinin ikizini yaratmıştır. Uüvi-Strauss bunlan aşın anlamlandırılmış sanat, •‘gösterenin akademik nite liği' olarak adlandırarak onlara gerçekten de birer göster ge biçimi kazandıracaktı. Bu durum da sanat sonsuz bir yeniden-üretim süreci içine girerek, bu gündelik ve sıra dan bir gerçeklik bile olsa, kendi kendinin yansım asına dönüşebilen her şeyin sanata dönüşerek, estetik bir bo yuta sahip olm asına yol açmaktadır. Günümüzde estetik bir kendi kendini yansıtm a süreci içine girm iş olan ü re tim için de aynı şey söylenebilir. İçinde bulunduğu evrede üretim her türlü içerik ve ereğe yol vererek bir tür soyut ve non-figiiruUfbİT görünüm e bürünmüştür Bu durum da üretimin saf biçim ini dışavurduğu ve sanat gibi sonu gel meyecek bir eı cklık değerine sahip olduğu söylenebilir. O zaman da sanat ve sanayi göstergelerini değiş tokuş ede bilmektedirler, yanı sanat bir yandan sanat olmayı sürdü rürken bir yandan da yeniden üretici bir makineye |Andy VVarhol) dönüşm ektedir; çünkü m akine artık bir gösterge den başka bir şey değildir. Oretim de, her türlü toplumsal ereğini yitirerek, dev sınai tesisler, 400 metre yüksekli ğindeki gökdelenler ya d a G SM H nın sayısal gizemleri gibi prestijli, hiperbolik (abartılıl, estetik göstergelere dönüşe rek ortalığı kaplamaktadır. Böylelikle her şey sanatsal bir niteliğe bürünmekte-
dir. Çünkü hüner/sanat/ustalık gerçekliğin tam m er zindedir. Bu yüzden de sanat ölm üştür. Çünkü gerçekli yapısal özelliğine yalnızca sahip olduğu eleştirel aşkınlığı değil aynı mamanda tüm estetik anlayışını da borçlu olan sanat im gesiyle birbirine karıştırılmaktadır. Sanatın artık bir gerçeklik etkisi yaratabilecek kadar zam anı y o k tu r Kurm acanın ötesine bile geçem em ektedir, yan i düş daha bir düşe dönü şm e fırsatı bulamadan ele geçirilm ektedir. Sahtelerinin, yapılam adığı, olası bir yüceltm e duygusuna gcı ek duym ayan, kendi kendilerini yineleyerek içkınleşen, seriler halinde olm a özelliğine sahip göstergelerin yol açtığı şizofrenik b ir korku. Bu göstergelerin hangi gerçekliği simülc ettiklerini kim söyleyebilir ki? Artık bu göstergelerin baskı altında tuttukları hiçbir şey yoktu r (işte lıu yüzden simülasyon, psikoz evrenine baskı altında tutma denilen şeyi sokm akla meşguldür). Bu evrende birincil süreçler (bilinçaltıyla ilgili olanlar) bile ortadan kaybolm aktadırlar. Dijital bir c o o l evren m ecaz ve d ıız değiştirm ece evrenini yutmaktadır. Sim ülasyon ilkesiyse gerçeklik ve luız ilk ele rini alt etm eye çalışmaktadır.
KOOL KIUER YA OA GÖSTERGELER ARACILIĞIYLA BAŞKALDIRMA
1972 yılı baharında New York'la önce getto duvar ve kap la malarında karşılaşılan grufitiler (duvar yazılan ) daha sonra m etro ve otobüsler, kam yonlar ve asansörler, geçitler ve anıtlara doğru d alga dalga yayılarak onları tamamen ö rten , herhangi bir politik/pornografik içerikten yoksun, ilkel, karmaşık grafik çtziııılere dönüşmüştür. Buralara yazılıp çizilen şeyler underground çizgi roman kahramanlarının isimlerine takm a adlarına benzeyen şeylerdir: DUKE SPR İT SUPERKOOL, KOOLKILLER ACE VİPER, SPIDER EDDIE KOLA vs. gibi şeylerdir. Her bir isim takm a adın yanında bir de sokak num arası vardır. EDDIE 135 VVOODIE 110 SHADOVV 137 vs. gibi ya da roma rakamlarıyla belirlilen sülale ya da hanedanlık işaretleri vardır: SNAKE I S N A K E 11 SNAKE III vs. Bu sayılar, yeni g ra fitid leiin aynı totemi seç-
’ durumunda, elli rakamına kadar çıkabilmekledir. Bütün bu yazım çizim ler M ogic M arker ya da püs külüne boyayla yapılm akladır. Çünkü bunlarla boyudan •»i metreden başlayan ve vagon yüksekliğine ulaşabilen Vnalar yazılabilmektedir. Gençler, geceleri otobüs ya da metro depolannu sızıp araçların içine girerek, grafik anImnda kendilerini dağıtmaktadırlar. Ertesi gün bütün bu s >zili araçlar, gün boyu nca Manhattan’ın bir o yanına bir bu yanma gidip gelm ektedirler. Bu yazılar silinm ekle İzor olmaktadır), grafıticilcr yakalanmakta, hapsedilmekte, püskürtme yazım araçlını yasaklanmakta ancak gençlerin bu araçlan yarım yam alak bir şekilde yeniden üreterek işe devam etmelerini engcllcyeıncmcktedirlcr. Bugün bu hareket en azından, o günlerde ulaşmış olduğu o olağanüstü şiddetteki boyutlarına sahip d eğil dir. Böyle bir hareketin uzun bir sûre devam edebilmesi olanaksızdı ve bir yal içinde oldukça yol almıştı. G rafıtilcr giderek bilgiçleşm işler, inanılm az barok biçimlere ulaş mışlar ve çizim ler! yapım gruplara Rörc de o n a y a stiller ve ekoller çıkmıştır. B u hareketin kökenindeki gençlerin çoğunluğu Siyahilerden ve Porlonkolulnrdan oluşm aktay dı. Grafiti olayı New Y ork ’a özgü bir şeydir. Pek çok etnik azınlığın yer aklığı bir çok kentte boyalı pek çok duvarla karşılaşabilirsiniz. Bunlar genellikle ctno-politık içerikli doğaçlama ve kolektif çalışm alardır ancak grafiti hemen lıcmcn yok gibidir. Kesin olan bir şey varsa o da hangi türe ait olursa olsun görüntü ve yazım çizimlcri doğurun şeyin 1966/70 yıllarındaki bastırılan büyük kentsel taşkınlıklar olduğu dur. Bu çizim ler d e o taşkınlıklar gibi vahşi bir saldırıdır ancak bu içerik ve alan değiştirm iş, değişik tipte bir saldı rıdır. Bu kente yeni b ir m üdahale biçim idir, çünkü bu kez kent ekonomik ve politik bir iktidar alanı olarak değil, ileti şim araçlarına, göstergelere ve egem en kültüre ait iktidara özgü bir zaman /m ekân olarak algılanmaktadır
Kent ya da kentsel alan günümüzde elk isiz kılınarak türdeşleştirilmiş, duyarsızlık ve kentsel gettolarda giderek artan bir ayrımcılıkla, mahallelerin, ırkların, belli bir yaş grubuna ait olanların sınırlandırıldıkları bir alana, yani bölünm üş ayrımlayıcı göstergeler alanına dönüşmüştür. Gündelik yaşam a ait her eylem, her saman dilim i çeşitli kodlar aracılığıyla belli bir zaman/mekâna indirgenm ekte dir. Kent merkezinde y a dn kent çıkışlarında y e r alan çe şitli ırklara ait gettolar, bu tür bir kent görüntüsünün akla gelebilecek en abartılı dışavurumuna benzemektedirler. Kent, sistemin kendini mekân içinde, yalnızca ekonomik değil aynı zam anda dallanıp budaklanan göstergeler ve kodlann ya n ı sıra toplumsal ilişkilerin sim gese) anlamda yok edildiği derinlemesine bir ycıııdcn-ürctim alanı, deva sa bir ayıklam a ve sınırlam a merkezidir. Kent d e ekonomik sistem gibi, yatay vc dikey bir y a yıl ma gösterm ektedir. Ancak ekonomi politiğin b ir d e üçüncü boyutu vardır ki, o da her türlü toplumsallığın göstergeler aracılığıyla egemenlik altına alınması, parçalara ayrılarak yok edilm esidir. Buna karşı mimarlık ya dn kentleşmenin yapabileceği bir şey yoktur. Çünkü bizzat bu sonuncular, sistemin bu yeni genel ekonomik yapısına uygun bir şekil de hareket etmektedirler. Onlar sistemin işlem sel göstergebilim i anlam ına gelmektedirler. Kent öncelikle mal üretim vc imal, sınai işletm e ve y o ğunlaşma .ilam dır. Günümüzdeyse öncelikle, yaşam asına ve ölm esine karar verilen göstergenin hapsedildiği yerdir. Artık çevresi kızıl bir fabrika ve işçi m ahalleleri kuşa ğıyla sarılm ış kentlerde yaşam ıyoruz. Bu türden kentsel alanlarda, mekân, sınıflar arası mücadelenin tarihi boyu tu, em ek gücünün olumsuzluğu, indirgenmesi olanaksız bir toplum sal özgünlük anlamına sahipti. Kapitalist bir toplum sallaştırm a modeli olarak fabrika günüm üzde orta dan kalkmarımkla birlikte, kenti tamamen kodun denetim i altına sokan strateji içindeki yeri değiştirilmiştir. Kentsel alanın ana kalıbını artık somut bir g ü ç (emek gücünün) değil somut bir fa rk (işlemsel gösterge) oluşturmaktadır.
Mri.ılürji artık aemiyûrjiye dönüşm üştür. Böyle bir kent senaryosunun doğrudan gcrcksınim'• > vc gösterge/işlevleri kapsayan işlemsel çözümlemenin uzantısına benzeyen yeni kentlerde yaşam a geçirildiği gö rülmektedir. Buralarda her şeyin, yanı konut, ulaşım, ış vnşamı, boş zamanı değerlendirme, oyun vc kültür -bütün bu terimler total bir ortam olarak tanımlanan türdeş bir mekân, kent adlı satranç tahtası üzerinde birbirlerinin y e rini alabilirler- gibi şeyler analitik bir tanımdan yola çıkıla ttık tasarlanmış, projelendirilmiş ve gerçekleştirilmişlerdir. Kentlerin gelecekleriyle ilgili öngörünün, ırkçılıkla buluştu ğu nokta d o budur. Çünkü insanları ırk aynını temelinde, getto denilen türdeş bir mekâna tıkmak vc onların gereksi nimlerini karşılam a gibi işlevsel bir tanımdan yola çıkarak, yeni bir kentsel alan içinde onları türdeşleştirmek arasında lıır fark yoktur. Aynı mantık ikisine dc egemendir. Kent artık XIX yüzyıldaki politik-sınai alan değildir. Kent artık göstergeler, iletişim araçları vc kotta ait bir alan dır. Bu yüzden dc ona Özgü gerçeklikle, fabrika hatta gele neksel getto gibi coğrafi alanlarda karşılaşanıazs.ınız Oysa gösterge/biçim görünümü verilmiş günüm üz kentinin ger çekliğiyle lıcr yerde karşılaşabilirsiniz. Günüm üzde artık televizyon, reklam, tüketiciler/tüketilenler, çözüm lendik ten sonra kendilerine birer çözümleyici görünüm ü verile rek. tüm m esajları çözmek özere önceden kodlanmışlar örn eğin , metrodaki taşınanlar/taşıyıcılar, boş samanların eğlendiricileri/eğlenenleri vs adlı gettolar vardır. G ünü müzdeki toplumsallaşma y a da daha doğrusu toplumsalı yok etmenin yolu çoklu kodlardan oluşan bu yapısal dağı lımdan geçmektedir. Mal vc emek gücüne ait Üretim çağı, iş sömürüye kadar -M arx dcvnm ci bakış açısını, belli bir ölçüde bizzat kapitalizm tarafından gerçekleştirilmiş olan bu toplum sallaşm a biçimi üzerine oturtm uştu- götürülse bile, yine de toplumsal süreçten yana bir dayanışmunın eşdeğerlisiydi. Ancak bu tarihi dayanışm a biçim i, yani fab rika, m ahalle vc sınıf dayanışması bugün ortadan kalk mıştır Bundan böyle fabrika, mahalle vc sınıf birbirlcrin-
der. ayrılarak, televizyon ve otom obille, iletişim araçla ya da kentsel yapıya ait davranış modelleri görünflm ut bürünm üştür. O n lan birbirlerine doğru yönlendiren b if karşılıklı özdeşleşm e çılgınlığı aşam asında olup, yön len dirilen »im ü lasyon m edellenne dönüşm üşlerdir Tıpkı bu m odeller gibi hepsi birbirinin yerin i alabilm ektedir. ArtdB farklı boyu tlara sahip görüntü sunabilen bireyler ç a ğ ın a * yaşıyoruz. Oysa kodun görüntüsü sabit kalıp, m erkezi biri nitelik taşım aktadır. Kentsel dokunun her yerinde karşı m ıza çıkan bu kod tekeli gerçek toplum sal ilişkinin biçim i nin ta kendisidir. Üretim veya maddi üretim evrenine özgü merkeziye çıligin ortadan kaybolm aya ve kentle ticari m al arasındff tarihi ilişkinin sona erm eye başladığı düşünülebilir. SisU malın ve ticari toplum sal ilişkilerin z a m a n /mekanı, fabri kalarla bezenm iş, üretici bir kent düzeninden vazgeçebi lir. Uu gelişm enin göstergeleri vardır. Ancak sistem kod ve yeniden-üretim in zam an/m ckAnı olan kentsel yapıdan vazgeçem ez; çünkü merkezi bir kod iktidar demektir.
X ö y le y s e bu scmiyokrnsı, değer ilkesinin bu yeni biçim ine, yani işlevsel bir bütüne « i t ve h er biri kodla doğru oran tılı değişken bir yapısal terim olduğu ölçüde bir an lam a sahip olabilen unsurların tam am ının birbirlerinin yerine geçebildikleri düzeneğe saldırm ak, politik «çıd a n asal bir görevdir, ö rn eğ in grafitiler böyle yapm aktadırlar. Bu koşullarda radikal devrim dem ek gerçekten de önce: “ Ben buradayım , varım. Adım şu. Şu ya da bu sokak ta oturuyorum , şu anda burada yaşıyorum * diyebilm ektir. Böyle bir şey yapıldığındaysa bu b ir kim lik devrim i, yani özgün b ir isim v e gerçeklik talebiyle «n on im ayı yenm eye yönelik bir devrim olacaktır. Oysa grafitiler dalın da ileri gitm ekte v e ıınonimnyn isim lerle değil takma isim lerle kar şı çıkm aktadırlar. Bu kom binezonlar üretm ekten başka bir şey yap m ayan düzenden kurtularak her koşulda elde edilm esi olanaksız olan bir kim lik peşinde koşm ak y en -
l»e, belirsizliği sistem e karşı kullanm aktadırlar. Beit>*iz{i{?i •'i» yok etm e yöntem ine dönüştürm ektedirler. Kod kendi •>.< m enlik alanı içinde, kendi m antığına uyularak tersine çevirmeyle yanıtlanm akta, yani gönderen sistem lerinden v«’ksunluk konusvında mağlup edilmektedir. SUPERBEE SP1X CO LA 139 K O O L GUY CRAZY CKOSS I »«> sözcükleri ve sayılarının bir anlam ı yoktur hatta bun lar birer özel isim bile değildir. Bunlar herkesi ve her şeyi blı şekilde isim lendiren sistem i şaşırtm ak am acıyla tu tu lan simgesel kayıtlardır. Bu terim lerde hiçbir özgün yan yoktur. Hemen hepsi içine kapatılm ış oldukları düş ürünü çizgi rom anlardan gelm ekte ve gerçeklik evrenine patlumava benzeyen b ir çığlık, bir ünlem, b ir anli-söylcv şeklinde yansıtılm aktadırlar Aynı zam anda akla gelebilecek her tür lü sözdıziınscl. şiir bilim sel, politik ya da ne türden olursa olsun örgütlenm iş bir söylev biçim inde kullanılam ayacak « ı küçük radikal unsurun yadsındığını gösterm ektedirler. Çok sıradan şeyler olduklarından hiçbir şeye indirgenem eeııekte, her türlü yorum v e yananlam a karşı direnm ekte, l*ır şey ya da birinin tcm clanlam ı olam am aktadırlar. Bir lem elanlam yu da bir yananlam a sahip olm adıklarından anlamlama ilkesinin elinden kaçabilm ekledirler. Uoş birer gösteren olarak kentin dolu y ö n e rg e le r evreninde ortaya çıkmakta ve yalnızca varlıkları bile bu sonuncuların çözü lüp, erim esine yol açm aktadır. Bu isim lerde bir içtenlik yoktur. Ç ünkü gettoda bir içtenlik, Özel bir yaşam yoktur. Buna karşıtı gettoda yoğun bir kolektif değiş tokuş vardır. Bu isim lerin peşinde olduk ları şey bir kimlik, bir kişilik değil radikal bir klnnlaşma, örgütleşme, çeteleşm e, bir yaş grubu, bir grup y a da ırka ait olma ayrıcalığına sahip olm aktır ki. doğrudan underground çizgi rom anlardan gelse bile, bunun yolu, isim den vazgeçme ve totem ik bir isim lendirilm e biçim ine tamamen sadık olmaktun geçm ektedir. Bu sim gesel isim lendirilm e biçimiyse, soyu l ve evrensel bir kentsel toplum sallık adına lıer türlü dayanışm ayı yıkarak, herkese özel bir isim ve özel bir bireyleşme biçim ini dayatan bize özgü toplum sal yapı tarafından yadsınm aktadır. G rafıtilcrdc görülen kabile ad-
lannı çağrıştıran isim lerse taır. tersine gerçek bir sim a^uiığa sahiptirler. Uu isim ler sonsuza dek anonim bir şekilde devredilm ek kaydıyla insanların birbirlerine bu Inr aracılığıyla seslenebilm ekti için verilm ek, değiş to*edilm ck, iletilmek, birbirlerinin yerine geçmek üzere ü tilm işlerdir ancak bu anonim kolek tif yapı içinde isimi bir türende birinden diğerine geçilen terim lere benzer bir şekilde çok rahat bir şekilde değiş tokuş edilebildikle den ne bir dil ne de bir kişinin m ülkiyetinde değildirler. Simgesel ritüel gerçek gücünü buna borçludur Bu anlam da grafitilerin medyatik ve reklam a ait göstergele rin ilerledikleri yönün tam tersi sayılabilecek bir yönde ilerledikleri ve kentlerimizin duvarları Üzerinde medyanın ürettiği türden bir illüzyon ve büyülem e gücüne sahip ol dukları söylenebilir. Reklam konusunda şölenden söz edil miş ve reklam sız bir kentsel çevrenin çok can sıkıcı olacağı söylenm işti. Oysa reklam soğuk bir anim asyon biçimi, bir çağrı ve sıcaklık yaym a sim ûlakndır. Reklamın seslen meye çalıştığı özel birilcri yoktur ö ze rk ya da kolektif bir okumadan geçirilm esi söz konusu olm adığından, sim gesel bir örgütlenm eye de yol açmamaktadır. Reklam afişi bir duvara yapıştırılm aınıştır, afiş duvarın ta kendisidir. Rek lam afişi kodu çözülm ek üzere Üretilmiş işlevsel gösterge lerden oluşan bir duvardır. Kod çözüldüğünde etkisi sona eren bir afiş. Tüm m edyatik göstergeler bu bir nitelikten yoksun mekân, gösterge üreticileri ve tüketicileriyle gösterge y a yıcıları ve alıcıları arasında bir duvar gibi yükselen yazım alanıyla idare etm ek durum undadırlar. Dclcuzc, yön len dirilm iş akım ların çakıştıktan bu türden şeylere kentle re ait organsız bedenler derdi. Oysa grafıtilcr kendilerine ait yerleşik bir alana sahiptirler. Onlar, kentsel mekâna, koılu çözülm üş yerleşik bir alan özelliği kazandırm akta dırlar. Onlar aracılığıyla şu sokak, şu duvar, şu mahalle hayat bulmakta ve yeniden kolektif bir alana dönüşm ek tedir Bunlar yalnızca gettolarla sınırlı kalmayıp, gettoyu kentin tüm ana dam arlunna taşım akta, beyazlann kentini
IrUırderck, aslında Ban dünyasına ait gerçek gettonun bu !•*>•■* kent olduğunu açığa çıkarmaktadırlar. Grafıtilerle birlikte bir tür gösterge isyanı denilcbilcıek dilbilimsel bir getto da kenti istila etmektedir. Kentteki İşaretleme sistemlerinde grafuilcr bugüne kadar -cinsel ve l**mografık açıdan- en düzeysiz çizimler! oluşturmuşlardır. ( .m el tuvaletler ve bnş alanlardaki, baskı altına alınmış •\ p duyguları ifade eden yazılar bu türdendir. Duvarları •nldırgan bir şekilde fethcdebilenlcrsc yalnızca |>olitik. pro(Higandaya yönelik, dolu göstergelerden oluşanlardır. Bu Kirden göstergeler için duvar bir dayanak, dil ise geleneksel bir iletim aracı olmayı sürdürmektedir. Bu yazıların amacı duvarları örtmek ya da işlevsel göstergeler olmak değildir. 1968 Mayısında yalnızca Fransa’daki afiş ve grafiti çılgınlığı «ırasında bizzat dayanağa saldırılmış ve duvarlara vahşi bir devingenlik, oıılan yok saymayla eşdeğerli bir yazma hızı kazandınlmıştır. Nanterrc’deki yazı ve freskler, mekanı, terörist ve işlemsel bir anlamda sınırlandırarak saptırm a nın gösterenidirler. Bu bir antimedyu hareketidir Bunun kanıtıysa idarenin oıılan silmeyecek ve duvarları yeniden boyatmayacak kadar kurnaz olmasıdır. Bunlar kitlelere ait politik sloganlardır, afişlerde yer almışlardır. Burada polis baskısına gerek yoktur, çünkü bizzat iletişim araçlan, aşın sola ait iletişim araçları olan duvarları yeniden işlevsiz hale getirmişlerdir. Stockholm’deki muhalefet duvanm n inşa sından bu yana belli bir yüzeyde eleştirme özgürlüğüne sa hip olunabild iğini ancak onların yanındaki yüzeylere grafiti çizmenin yasak olduğunu öğrenmiş bulunuyoruz. Reklamın da kısa süreli bir saptırma hücumu gerçek leştirdiğini biliyoruz. Sahip olduğu dayanakla kısıtlı o l makla birlikte iletişim araçlan tarafından oluşturulan ek senleri kullanm aktadır Metro, garlar, afişler gibi. Ya Jerry Rubın ve Amerikan karşı-kültürûnün televizyona yaptığı saldırıya ne dem eli? Büyük bir kitle iletişim aracı yalnızca içerik düzeyinde ve üstelik iletişim aracında herhangi bir değişikliğe gitm eden saptırılmaya çalışılmıştı. Ncw York’taki grafıtilerle birlikte ilk kez kentte oluş
muş eksenler vc devingen dayanakların kullanım ının bu boyutlara varm asına, saldırı özgürlü gününse bu dü ulaşm asına tanık olduk. Özellikle biçimsel açıdan, bir ka deyişle üretim vc yaym a yöntem leri açısından, m ilk kez bu kadar büyük bir saldırıya m uhatap oldu. Bunun nedeniyse grnfitilcrin bir içeriğe, bir mesaja sahip olma malarıydı. Zaten onları güçlü kılan da içerik vc m esajdı yoksun olmalarıdır. Biçime toplu bir saldırının içerik dü zeyinde bir geri çekilm eye yol açması rastlantı olamaz. Bu nun nedeninin bir tür devrim ci sezgi olduğu söylencb yan i derinliğe sahip ideoloji artık politik gösterilenler de ğil gösterenler düzeyinde iş görm ektedir, ö y le y s e sisteme za y ıf olduğu noktadan vurmak ve çözülm esine yol açmak gerekmektedir. Böylelikle grafitiler bir de politik anlam a sahip olm ak tadırlar. O rafitıler gettolarda yaşayan insanların, kentler deki ayaklanmalarının bastırılması sonucunda ortaya çık mışlardır. Bu baskı nedeniyle ayaklanm anın bir yüzü saf, katı vc doktrinnl bir Mnrksist-Lcninist politik örgütlenmeye benzerken; diğer yüzü bir amaç, ideoloji, içerikten yoksun göstergeler düzeyinde vahşi bir kültürel sürece benzemek tedir. Kimileri birincinin gerçek bir devrim ci eylem oldu ğunu, buna karşın diğer grafıtiJcrin folklora ait olduğunu söyleyebilirler. Oysa durum bunun tam tersidir. 1970li yıllardaki başarısızlık geleneksel politik etkinliklerde bir gerilem eye yol açarken, aynı zamanda, devrim i gerçekten stratejik kod vc anlam lar tarafından güdüınlcnen bir alan da radikalleşmeye zorlam ıştır öyleyse bu bir göstergeler aracılığıyla kaçış değil, tam tersine, kuram sal ve uygulama alanında karşılaşılan olağanüstü bir gelişm edir Kuranı vc uygulama terimleri ayrımının buradaki nedeni artık örgüt lenm e değildir. Bir yeniden-üretim ve kodlama alanı olan kentte is yan etm ekte v c o n u istila etmektedirler. Bu düzeyde ön em li olan güç ilişkileri değildir; çünkü göstergeler güçten çok. farkla ilgilenm ektedirler, ö y ley se onlara karşı farklılık üzerine kurulu bir saldırı piaıu yapılm alı, yani kodlara ait
Sfmdlakttor f*lzeni *145
ill i/enle, salt farklılık üzerine oturtularak kodlanm ış -a s in la kodlanamuz hale getirilm iş- farklılıklar darmadağın
rdılmeli
ve sistemin bunlara toslayarak çözülm esi seyre dilmelidir. Bunun içinse örgütlenm iş kitleler ya da açık »«\ık bir politik bilince gerek yoktur. Bin kadar markers ve yazıcı araç gereçle donanm ış genç kentteki işaretleme düzenini karıştırmak ve göstergeleri bozm ak için yeterli olmaktadır. Ncw York m etrosunun duvarlarına yapıştırıl mış ulaşım ve kent planlarının üzerleri grafitılcrle örtü le rek tanınmaz hale getirilm ektedir Tıpkı Çeklerin Prag’da Pusları şaşırtmak am acıyla sokak isimlerini deriştirm eleri gibi. İkisi de aynı tür bir gerilla eylemidir. X Benzer bir görünüm e karşın City W alls, yani resim lendiril miş (kent) duvarlar(ıyl)la grafitilcrin hiçbir ilişkisi yoktur. Zaten onlar bu sonuncudan önce ortaya çıktıklarından, ondan sonra da yaşamayı sürdüreceklerdir. Bu duvar b o yama işi tepeden inm e bir girişim olup, kentsel mekânı bir yenilem e ve canlandırm a girişimi olarak belediyeler tarafından da desteklenm ektedir City \Valis Incorporatcd 1969 yılında "duvar boyam alarının teknik açıdan gelişmesi ve programlanması amucıyla" kurulm uş bir örgüttür. M as rafları N ew York kenti Kültür İşleri Dairesi ve aralarında David Rocktcller'inkınin de yer aldığı çeşitli vakıflar tara fından karşılanmaktadır. Sanatsal ideolojisi "A nıtlar ve anıtsal resim orasında doğal bir işbirliği sağlayabilmektir". Amacıysa ~Ncw York kenti halkına sanat ürünleri arm a ğan edebilmektir". Los Angeles'takı Ibill-boanl art-project] sanatsal pano projesine gelince: Uu proje kentsel alan içinde bili hnard adlı iletişim aracı nın sanatsal yeniden canlandırmalar konusuıuiıı geliştiril mesi amacıyla uygulamaya konulmuştur. Foster ve Klciser [iki büyük reklam şiıkcti) gibi şirketlerin katılımlarıyla kamuya yönelik afiş alanları Lo* Angclc9İi ressamlar için sanat değeri taşıyan b-.rcr vitrine dönüştürülmüştür. Bu
panotar dinamik bir iletişim aracı haline getirilmekte v» sanatı galeri ve müzelerden oluşan kısıtlı alanın d-.şıno ta* şımaktadırlar. Bvı oj>erasyon!ar hiç kuşkusuz profesyonellere, New York b ir konsorsiyum oluşturmuş bulunan sanatçı gru plan teslim edilm ektedirler. Bu konuda herhangi bir karm a lıktan söz edebilm ek olanaksızdır. U tı olay bir çevre p o fl kası, büyük boyutlu bir kentsel design olayıdır. Bu Işt kent ve sanat kârlı çıkm aktadırlar. Çiinkü bu şekilde ne kent "açık havada gerçekleştirilen' sannlsal bir isyan' karşı karşıya kalm akta, ne de kentle ilişkiye geçen sanat da bir patlam ayla karşılaşılm aktadır. Bu şekilde bütün kent bir sanat galerisine dönüşm ekte ve sanat kentte man yapabileceği bir alan keşfetmektedir. İkisinde dc herhan gi bir yapısal değişikliğe rastlanm adığı gibi, ayrıcalık lan f değiş tokuş etm ekten başka bir şey de yapm am ış oldukları görülmektedir. “Ncw York k en ti sakinlerine sanat ürünleri arm ağan edebilm ek!" Bu form ü lle SL’ PERKOOL'a ait şu form ül kar şılaştırılabilir: 'K im ile ri bu yapılanları sevm eyebilir koçum. İster sevsinler isterse sevm esinler N ew York kentinde en çarpıcı sanatsal akım ı biz gerçekleştirdik’ . Bütün fark budur. Kimi boyalı duvarlar güzeldir na cak bunun gra fitilerle bir ilişkisi yoktur. Onlar sanat tari hine yalnızca kentin çıplak ve karanlık duvarları üzerinde sadece çizgi ve ren k aracılığıyla bir alan yaratm ayı becer miş ürünler olarak geçeceklerdir. Bunların en güzelleri göz yanılsam ası yön tem iyle, bir mekân vc derinlik illüzyonu nu yeniden ya ra ta n la r ile sanatçılardan birinin üretmiş olduğu form üle g ö r e “m im ari alanı düş gücü aracılığıyla gcn işleten lcr'dir. O n ların gücü tıncak buna yetcbilm ektedir. Oyun kuralını bozmadan m im ari yapı üzerinde oy namaktadırlar. D ü şsellik düzeyinde mim ari yapıyı yenile m ekte ancak (teknik dayanak düzeyinden anıtsal yapıya hatta sınıfsal açıdan görünüm üne kadar giden -çünkü bu tip C ity \Valis’ın büyük çoğunluğu kentin beyaz vc uygar laşm ış tarafında gerçeklcştirilrncktcdir) m im arlık yem inine
unmamaktadvrlar. Oysa mim ari yap» v e kcnl planlam a d üşsel b ir dönü(û nır uğradıkları ram ım bile hiçbir d eğişikliğe yol açam az lar. çünkü bizzat en cesurca tasarım lara kadar kitledeki msal ilişkiyi yeniden üretm ekten b aşk a bir şey yapa yan. bir başka deyişle insanlara k o lek tif bir mesaj su namayan. birer iletişim aracıdırlar. Y apabildikleri tek şey t>
topluluklarda çıplak ve hiçbir şey ifade etmeyen bir nes nedir. SUPERSEX ve SUPF.RKOOb duvarlara dövme yapıp onlan hapsedildikleri mimariden çekip alarak, işlevsel ve kurumsal damgalama öncesinde hâlâ toplumsal kalmayı başaran, kentin devingen bedenine a'ıt canlı birer malze meye dönüştürmektedir. Arkaik imgelere benzer bir şekilde yapılan dövmelerle bezendikleri zaman duvarlar çerçeveli bir alan olarak kabul edilmemektedir. Metro vagonları göz lerine kadar dövme yapılm ış canlı ejderhalar ya da birer mermi gibi burnunuzun dibinden geçtiklerinde kentsel ulaşımın neden olduğu baskıcı zaman/ınckûn sona ermiş demektir. Anlamdan yoksun çok güçlü am blem ler aracılı ğıyla kent yeniden, yazı öncesi toplvımlardakılcre benzeyen ilkel, mağara resimleri dönemim andıran bir görünüm e bü rünmektedir. Kişisel kimliği gizleyen, gruba aidiyet ve öğre tiyi ön plana çıkartan bomboş gösterge bedenlerden kopuş: "A bıocybem elic selffulfıUing prophecy w orld orgy /.* Bunların sistemin gücünü temsil eden Dünya Ticaret Mcrkczi’nc ait sarsılması olanaksız mega göstergelere ben zeyen. alüm inyum ve cam dan oluşan gökdelenlerinin ege menliği altında bulunan dördüncü çağa geçm iş, sibernetik bir kenti kapladıklarını görm ek çok tu h af bir duygu. X Bunların dışında kendi evlerinin duvarlarını boyayan et nik gruplar tarafından spontane bir şekilde üretilmiş getto duvar freskleri vardır. Toplum sal ve politik açıdan bunla rın üretilmesine yol nçan neden, grafitilerinkinden farklı değildir. Bunlar kent yönetim inin mali destek vermediği vahşi bir şekilde boyanmış duvarlardır. Hemen hepsinin ana teması politik olup, devrimci bir mesaj iletmekledirler: Ezilenlerin birliği, dünya bnrışı, etnik cemaatlerin kültü rel tanıtımı, dayanışma ve çok nadiren de şiddet ve açıkça savaş ilanı gibi. Kısaca grafıtilerin tersine onların bir anla mı ve rncs.yı vardır. Soyut, geometrik ya da gerçcküstücû sanattan esinlenen City VV’a lls’ın tersine bunlar idealist ve figüratif şevlerdir. Burada bilinçli, kültürlü, uzun bir süre
Önce figüratif naillik düzeyini aşıp geçm iş avart-garde bir kanatla gerçekçi popüler biçimlere sahip güçlü bir ideolojik içerik taşıyan ancak biçimsel açıdan “daha az gelişmiş sayı labilecek" leşin kaynaklarının çokluğundan söz edebilmek mümkün. Çocuk resimlerinden Meksika fresklerine. Dounııicr Rousseau ya du Fcrııand Leger tipi bilgiç bir sanatları basit bir Rpinal görüntüsüne kadar giden, lıalk m ücadele lerini anlatan duygusal resimlemeler) bir sanat arasındaki farktan söz edebiliriz. Zaten bu bir underground kültür de ğil. baskı altındaki grubun politik ve kültürel bı inçlcnmcsı üzerine oturtulmuş, bir karşı-küllür yansımasıdır. Buradaki duvarların kimileri çok güzel, kimileri d e ğildir. Bu estetik ölçütün bir anlama snhip olm ası onlar açısından bir zayıflık olarak nitelendirilebilir. Bir başka deyişle vahşi, kolektif ve anonim bir şekilde Üretildikle ri zaman bile üzerinde y e r aldıkları dayanağa ve imgesel dilyetisine karşı saygılıdırlar. Politik bir eylem le beraber yorumlanmaları gerektiğinde bile bu böyledir. Bu şekilde değerlendirildiklerinde kısa bir süre sonra dekoratif ürün lere dönüşebilecekleri görülmektedir. Aralarından kim ile ri, duba şimdiden bu şekilde tasarlandıklarından, sahip oldukları değerlen doğru dürüst yansıtanıam aktadırlar. Buradaki resimlerin büyük çoğunluğunu müzelik olm ak tan alıkoyan şey üzerlerinde yer aldıkları barikat türü y ü zeylerle kısa bir sûre sonra yıkılan eskim iş duvarlardır. Burada belediye sanatı korumamakta ve böylelikle zenci lerden oluşan dayanakla getto arasında bir uyum oldu ğu görülmektedir. Bununla birlikte onlann ölüm oranıyla grafîtilerinkı birbirinden farklıdır; çünkü grufıtilcr sistemli bir şekilde polis baskısı altındadırlar (hatta grafltilcrin fo toğraflarını çekm ek bile yasaktır). Çünkü grafUilcr dııha saldırgan, daha radikaldirler Kentte saldırdıkları bölge beyazlara aittir Bunlar ideoloji ve sanat ötesi Özelliklere sahiptirler. Hatta bu bir paradokstur; çünkü siyahlar ve Portorikolulann yaşadıkları yerlerdeki resimler im zalan madıkları zaman bile gûcûl anlam da bir imza taşım akta dırlar Ipolitik ya da kültürel, hatta sanatsal bir referansa sahiptirler). İsimlerden başka bir şeye benzemeyen grafiti-
leıse nc bsr referansa sahiptirler, ne de bir kttkene. Vahşli olanlar yalnızca hiçbir mesaj iletmeyen grafitilerdir.
X Sistemin., mesaj düzeyinde başvurduğu iki saptırm aca tipi (polis baskısı dışında doğal olarak) çözüm lendiğinde grafililerin n e anlama geldikleri daha iyi anlaşılmaktadır 1) Sistem bunlara sanatsal bir değer atfederek amaç larından saptırmaktadır. Jny Jacocks: “ilkel, bin yıllık bir geçmişi olan, cemaatleşmeyi savunan, seçkinlik yanlısı olmayan Soyut Dışavurumcu bir biçim " ya da MGrafitılcrin yer aldıkları metro vagonlarının bir istasyona girerken ray lar üzerindeki homurtulu ilerleyişleri sanat tarihi koridor larından bağıra çağıra yuvarlanarak inen birer Jnckson Pollock resm ine benzemektedir.'’ '‘Grafiti sanatçılarından”, •popüler sanatın yaptığı atılımdan” söz edilm ektedir. Genç lerin yarattığı ve •19701ı yıllan ıl en önemli ve özgün gös terilen in im biri olarak tarihe geçecektir" vs. H er zamanki gibi bizim kültürümüzün belirleyici biçimi olan estetik bir
indirgem eye başvurulmaktadır. 2) Bunları kimlik talebi ve kişisel özgürlük, m arjinallik tenm leriyle yorum layanlar da (burada en hayranlık duyu lacak yorum lardan söz ediyorum) vardır, 'h ısım lık dışı bir çevrede bireyin yok edilmesini olanaksız kılan bir yaşam m ücadelesi" (Mitzi Cunliffe, Neu> York Times). Büyük kent lerin yol açtıkları anonim ortamda asap bozukluğu duy gum uzun neden okluğu burjuva insan anlayışına uygun bir yorum dur bu. Yine Cunliffe: “Grnfıtilcr: BU DÜNYADA BEN DE VARIM, yaşıyorum, gerçek bir varlığım , burada yaşadım , KİKİ ya da MIKE ya da G IN O yaşıyor, durum u iyi ve N cw York'ta oturuyor” dem ektedirler diye yazıyor, ö y le olsun am a bunları söyleyen, bize göre, grafitiler değil her birimizi istisnai ve bir başkasıyla karşılaştırılması olanak sız, aynı zam anda kent tarafından
un
ufak edilm iş,
bizlc-
re özgü varoluşçu burjuva romantizmidir. G en ç siyahlar daha başlangıçtan itibaren bir kişilik savunm ası peşinde koşm aktan çok bir cemaat savunması peşindedirler. Hem
burjuva kim liğini hem de ar.onirr.ayı (kim liksizlik) yadsıniılktad-.rlar. COOL CO O K SUPERSTRUT SN AKE SODA VIRGIN. M etropolün beyazlara «ait merkezine giderek yıkıcı a lm a y a çalışan Siyu duasıyla anonimayı hedefleyen bu yı kıcı duaya, savaşlara ait isimlerinden oluşan bu simgesel saldırıya kulak vermek gerekir.
g
MODA veya KODUN MASALSI DÜNYASI
BİLİNENİN ANLAMSIZLIĞI Modaya taoınan bu tu haf önceliğin nedeni dünya açısın dan kesin bir çözüm olma özelliği taşımasıdır. Gösterenler arasındaki ayrımlama oyununun hızlandırılması, modanın masalsı bir görünüm e bürünm esine yol açabilecek kadar önemli bir olgudur. Masalsı bir evren ve baş dönmesini an dıran bir durum her türlü gönderen sisteminin sona erdi ğini gusletm ektedir bu anlam da moda ekonomi jxılitiğin en kusursuz biçimlerinden biridir Ulaşılan bu aşamada ticari mala özgü çizgisel süreç sona ermektedir. Moda göstergelerine özgü belirleyicilik ortadan kalktı ğı için göstergelere keyfi bir şekilde karşılıklı olarak yer de ğiştirtmek, birini diğerinin yerine koyabilmek mümkündür. Bu akıl alm az özgürleşme sonucundaysa (bu göstergeler) mantıksal açıdan bir yinelem e düzenine sanki çılgınca ve sorun çıkarmadan boyun eğmektedirler. Giysi, beden ve nesne modaları konusunda durum budur. Burası “önem siz’ göstergeler evrenidir. Politika, ahlak, ekonomi, bilim, kültür, cinsellik gibi ‘ önem li" göstergeler evrenindeyse o karşılıklı yer değiştirm e ilkesi aynı özgürlüğe asla sahip olamamaktadır. Böyle alanları “ stmûlasyon'un yoğun de netimi altım la olandan az olana doğru sınıflandırabiliriz. N e var ki ;ürn evrenler değişik düzeyde olmakla birlikte (birbirlerine koşut olarak birer simülasyon modeli, hem aynmlaytcı hem d e duyarsız birer oyun) birer yapısal de ğer oyununa benzeme eğilimindedirler. Bu anlamda moda denilen şey hepimizin yakasına yapışm ış gibidir. Modayı
hem akla gelebilecek en yapay oyun hem de en derinlere kadar inebilen bir toplumsal biçim olarak kabul edebiliriz. Ilu açıdan bakıldığındaysa hiçbir alanın kotlun egemenliği ııltına girmekten kaçamadığı görülmektedir. Moda gibi kod alanında da gösterilenler gözümüzün önünden akıp geçerken, gösteren defileleri anlamstzlaşır gibidir. Cinsiyet ayrımı gibi gösterilen ve gösteren ayrımı da anlamını yitirmektedir. (H.-P. Jeudy: “Gösteren hermafrodit bir şeydir", dem ektedir)-1 Cinsiyetse aynmlayıcı karşıtlıklardan birine dönüşerek, özgün bir zevk alına ve yalnızlığın belirlediği devasa bir fetişizm haline gelm ekte dir. Salt gûdümlcmeye dayalı büyülenmeyin radikal bir belirsizliğin neden olduğu umutsuzluk. Modanın bize da yattığı şey, sahip olduğum uz düşsel evrene son vererek, akla gelebilecek her türlü gönderen sistemini kapsayan bir Akıldır. Bu Akılsul çözülmeyle, anlamın tasfiye edilme (özellikle bedensel düzeyde giysi ve moda arasındaki bu karşılıklı çekiciliğin nedeni de anlaşılmaktadır), bu m oda nın sona ermek bilmeyecek ereklilik sötevinden nc Undor zevk alıyorsak; içerdiği akılcılığın kokuşmuşluğundan, yanı aklın, göstergelerin sa f ve basit art arda gelme tuzağı na düşmesinden dolayı da o kadar acı çekiyoruz Tüm uğraş alanlarının ticari mal kapsamı içine alın masına karşı şiddetli bir direnm e vardır. Bu alanların moda kapsamı çerçevesinde değerlendirilmesine karşıysa daha da şiddetli bir direnme vardır. Çünkü bu alanda de ğer tasfiyesi daha radikal bir görüntü sunmaktadır. Tica ri mal göstergesi altında tüm emek çeşitleri değiş tokuş edilmekte ve özgünlüklerini yitirm ekledir. Morla göstergesi altında boş zamanı değerlendirm e ve emek göstergelerini değiş tokuş etmektedirler. Ticari mal göstergesine dönü şen kültür sutılıp alınmaktadır. Morla göstergesi altınday sa tüm kültürler suç ortaklığı yaparak birer simülakra dönüşmektedir. Ticari mal göstergesi altında aşk fahişe-
La n o rt du s e n a ; ( \dco!og-.e de rr.ots, ( — ed n o ta .J
T o u r s / P o r i a : M iv m e , 1 9 7 3
leşmektedır Moda göstergesi altında, bizzat nesneyle olan ilişki cool v e özgür bir cinsellik kapsamımla değerlendirile rek yok edilmekledir. Ticari inal göstergesi altında zaınan da para gibi biriktirilebilirken, morla göstergesi altında bir biri içine geçm iş, kısırdöngüscl halkalara benzeyen zaman sürekliliğini yitirm ekte ve parçalanabilmektedir. Günüm üzde kimlik ilkesi düzeyinde değerlendirilebi lecek her ş ey morla tarafından etkilenmiştir. Bunun nede niyse tüm biçimlere kökenlerim unutıurabilmç&i ve onlun yinelenmeye m alikimi edebilme gücüne sahip olmasıdır. Moda her zurnan “retro” olmuştur; ancak bunu geçmişi yok sayına koşuluyla başarabilmektedir. Bir başka d e yişle biçimlerin hayaleti andıran ölüm ve yeniden yaşam a döndürülm ekti koşuluyla. Güncelliğinin nedeni şimdiki zamanın göndereni değil, total ve anında gerçekleştirile bilen bir yeniden kazanım sürecinin göndereni olmasıdır. Morla paradoksal bir şekilde güncel olmayandır. Biçimlere her zaman Önce bir ölme, bir tür soyutlanma süresi ta nımaktadır. Böylelikle zamandan etkilenmeyen biçimler etkin göstergelere dönüşmekle ve eğilip bükülen bir za man anlayışına uygun olarak günceli o güncel olmayan görünümleriyle tacız etm ek üzere geri gelmektedirler. Bu ışı, geleceğe özgü yapı anlayışının karşılı olan geriye dönü şün çekiciliğinden yararlanarak yapmaktadırlar. Bu, yeni baştan başlamanın estetiğidir. Moda: ölü m ve malûm m o dernliğin elinden anlamsızlığını alan şeydir. Hiçbir şeyin sürüp gitmediği düşüncesinden kaynaklanan bir um ut suzluk biçimi olmanın yanı sıra, bir kez öldükten sonra kirlenmemesi olanaksız her biçimin her zaman ikinci bir yaşama şansına sahip olduğu gibi ters bir zevk alma duy gusudur bu. Moda: Henüz doğmamış bir dünya ve ger çeği yutup yok eden şeydir. Moda, Ölü göstergelerin tüm enerjilerini yaşayan anlamı etkileyebilmek için harcadıkları çalışma sonucunda elde ettikleri şeydir. Bu ış: olağanüstü bir unutkanlık yetisi, müthiş b:r bilinçsizlikle gerçekleştir mektedirler. Sınai makineleşme ve tekniğin sahip oldukla rı büyüleme gücünün, canlı emeği kollayan ve onu yavaş
yavaş yok eden birer ölü emek olmalarından kaynaklandığı da unutulmamalıdır. Sahip olduğumuz büyüleyici bilinç sizlik düzeyi bu canlının ölü tarafından ele geçirilme izlemi düzeyiyle doğru orantılıdır Yalnızca ölü çalışma bilinenin kusursuzluk ve tuhaflığına sahiptir. Böylelikle modanın sağladığı zevkin modası geçmiş ve hayaleti andıran ancak etkin göstergeler olarak durmaksızın yeniden yaşama dön dürülen biçimlerin düzenli bir şekilde yinelenmesinin so nucu Olduğu görülm ekledir. König, sanki modayı kemiren ve kusursuz bir aşam aya ulaştığında somutlaşan bir tür intihar arzusu var demektedir. Bu doğru bir yaklaşımdır, ancak buradaki arzu, biçimlerin kesintisiz geçersiz kılınma gösterisi üzerine oturtulan, bir ölüm düşüncesiyle ilgilidir. Söylemeye çalıştığını şey bizzat ölüm arzusunun moda aracılığıyla yeniden kazam ın işleminden geçirildiği ve bu işlemin o arzunun sahip olduğu her türlü yıkıcı düşünce biçimine son vererek, tüm diğerleri gibi, onu da zararsız bir devrime dönüştürdüğü gerçeğidir. DüşsclUgjn derinliklerinde bir yerlerde, bir önceki y a şama bir çekicilik v e büyüleyicilik katmış olan bu yıkıcı hayallere bir son verip ‘ yineleme" olayı üzerinde yoğunla şan modanın hipnotize etme kapasitesinin salt yüzey ve güncellikle sınırlı olduğunu söyleyebiliriz. Buna rağmen, moda, Nictszchc'nin yalnızca Yunanlılara atfettiği o ma sumiyete yeniden sahip olabilir mi? Nietzsehe: ‘ Kıvrımdan (pli) öteye geçmeden yüzeyde, den üzerinde yaşama ko nusunda anlaşmışlardı ... görünüme tapıyorlar, biçimle re, şeşlere, sözlere inanıyorlardı... Yunanlılann derinliği yüzeyseldi." (Şen Bilim)? Henüz yaşanmadığı için saf ol duğu düşünülen bir gelecek anlamında moda, bir gelecek simülnsyonundan buşka bir şey değildir. Yineleme üzcnne kurulu bir görünüm ler düzeni anlamında moda, bir geri kazanım sürecinden başka bir şey değildir. Modanın gelişmesiyle çağdaş olan müzeciliğin gelişmesi bunun en güzel kanıtıdır Paradoksal bir şekilde müzeye özgü olan, biçimleri sonsuza d ek koruma ve saf bir güncellik (moda) anlayışı, bizim kültüriım üzdc birlikte iş görmektedirler.
Bunun nedeni her ikisinde de göstergenin ayıtı m odem statüye boyun eğmesidir. Stiller birbirlerini dışlarlarken, müze tüm stillerin gürül birlikteliğini, aynı kültürel süper kurum içinde suç ortaklığı yapmalarını sağlamaktadır. Üstüne üstlük değer açısından onları kültür adlı büyük altın değer ölçüsüyle karşılaştırılabilirle kapasiteleriyle değerlendirmektedir. Moda da içinde bulunduğu yinelenme dönemiyle doğru orantılı olarak aynı şeyi yapm akta ve tüm göstergelere is tisnasız karşılıklı olarak y er değiştirtmekte, birlikte oyna malarını sağlamaktadır. Müzedeki yapıtların zamansalllğı •kusursuz* bir zaman anlayışına göndermektedir. Bu bir zamanlar var olmuş ve asla güncel olamayacak olanın için de bulunduğu durumdur. Oysa moda asla güncel değildir. Ölmüş ve stoklanmış biçimleri zaman dışı bir depoya yer leştirip, göstergelere dönüştürerek yinelemektedir. Sahip olduğu o büyük kombinatuvar özgül lüğünden yararlanan moda her yıl ürettiği bir öncekini gözden geçirerek kendini oyalamaktadır. Bu tür bir oluşum ona anında “kusursuzloşına"olanağı tanımaktadır Bunun dıı müzclrmeyo özgü, ancak kısa ömürlü biçimlerden oluşan, bir kusursuzluk biçırnı olduğu söylenebilir. Buna karşın müzede bir değer ler bütünü olıırnk karşımıza, ürünlerin kendi aralarında oluşturdukları bir değer sistemi çıkmaktadır. Moda ve müze birbirlerinin çnğduşı ve suç ortağıdırlar. İkisi birleşerek kendilerinden önce var olan, eşdeğerli göstergelerden yoksun ve birbirleriyle uyumsuz stillerden oluşan her tür lü kültüre karşı çıkmaktadır.
MODANIN “YAPISI*
Moda modernlik çerçevesi içinde değerlendirilmelidir Bir başka deyişle moda bir kopuş, gelişme ve yenilik şeması kapsamında ele alınmalıdır. Akla gelebilecek herhangi bir kültürel bağlamda “eski* ve •m odem ' belirgin bir şekilde yer değiştirmektedirler. Oysa Aydınlanma Çağı ve Sanayi Dcvrimiııdcn bu yana tarihsel ve tartışmalı bir değişim ve
bunalım düzeniyle karşı karşıya olduğumuz söylenebilir. Görünüşe göre modernlik, teknik gelişme, üretim ve tari hin yol açtığı çizgisel bir zaman anlayışıyla birlikte modaya Özgü bir de tekrarlardan oluşun döngü sel zurnan anlayışı m aynı antla üretmiştir. Oysa bu apaçık bir çelişkidir, zira modernlik asla radikal bir kopuş anlamına sahip olm a mıştır. Zaten geleneksel de eskinin yeni karşısında üstün olduğu anlamımı gelmemektedir. Çünkü gelenek eski ve yeninin ne olduğundan bihaberdir. Kski ve yeniyi üreten şey modernliktir; çünkü böylelikle hem >ıeo hem retro, hem modern hem de çağdışı olabilmektedir. Bu kopuş di yalektiği hızla bir alaşım ve yeniden kazanını dinamiğine dönüşmüştür. Bu olay temel düzende hiçbir değişikliğe yol açmadan sistemin politika, teknik, sanat ve kültürde tahammül edebileceği değişim oranıyla nçıklaıımaktadır Morla alanında da keza böyle olmaktadır, üstelik morla çok açık seçik bir şekilde değişim efsanesine sahip çıkmak ta, gündelik yaşamın en sıradan görünümleri içinde onu en yüce değer gibi görmektedir Yapısal değişim yasasına gelince, bu yasa modeller ve ayrımlnyıct karşıtlıklar oyu nu üzerine oturtulmuş okluğu için bu düzen yerini kesin likle gelenek koduna bırakmamaktadır. Zira modernliğin özünde ikili mantık vardır. Sonsuz farklılık ve kopuş •'di yalektiğinin" sonuçlanın da bu, yerinde duramayan, kıpır kıpır mantığa borçluyuz. Modernlik tüm değerlerin bnşkıı bir evrene taşınması değil, bu değerlerin karşılıklı olarak yer değiştirmeleri, oluşturdukları kombinatuvarlar ve be lirsizlikler anlamına gelir. Modernlik bir kodsa moda da onun amblemidir. Yalnızca böyle bir bakış uçısındun yola çıkarak modanın sınırlarını belirleyebilir, yanı aynı antla ortaya çıkmış şu iki önyargıyı aşabilirsiniz: 1. 13u Önyargılardan birincisi modanın sınırlarını ant ropolojiye, hatta hayvan davranışlarına kadar götürmek tedir. 2. Diğeriyse tam tersine güncel moda alanını giysi ve dışsal göstergelerle sınırlandırmaktadır. Modanın ritûcl düzeniyle |ya da hayvan görünümle-
riyle mantıksal) bir ilişkisi yoktur. Çünkü ritûel düzeni eski vc yeni arasındaki eşdeğerlik /yinelenmeden. ayrımlayıcı karşıtlıklar sisteminden, dizisel ve kombinatuvar yayılma modellerinden bihaberdir. Buna karşılık moda, bilim ve devrim de dahil olmak üzere modernliğin tam merkezinde yer atmıktadır; çünkü cinsellikten iletişim araçlarına, sanattan politikaya, modernlik düzeninin ta mamı bu mantığın egemenliği altındadır. Rıtüelc en yakın moda görüntüsü -bir gösteri, bir şölen, bir harcama biçi mi olarak m oda- bile ritüel ve modernlik arasındaki farkı Rüçlcndirmcktcn başka bir işe yaramnnıuktadır. Çünkü moda vc törenseli özümsememizi sağlayan şey tnın olarak estetik bakış açısıdır (örneğin, kimi güncel süreçlerle şölen kavramı gibi ilkel yapıları özümsememizi sağlayanlar). Bu bakış açısının kökeninde modernlik (yararlılık/yararsızlık gibi ayrı m layıcı bir ka-şıtlık oyunu) vardır. Biz de arkaik yapılan bu bakış açısı çerçevesinde değerlendirdiğimizden onları rahatlıkla kend; tümevarımları miza katabilmekte yiz. Bizim modamız bir gösteriye benzemektedir. Bu kendi yansımasına bakarak estetik anlamda, bu yansımadan, zevk alan bir toplumsallık anlayışını da beraberinde getir mektedir, yani modadaki bu değişiklik la f olsun diye ya pılan cinstendir. İlkel düzendeyse göstergeler “estetik açı dan ' asla böyle bir gösteriş düzeyine ulaşamamaktadırlar. Yine şölenlerimiz bir yasak çiğneme “estetiği"gibid ir. Oysa ilkel değiş tokıışta böyle bir şey olmadığı halde, bu düzen de, bizim şölenlerimize özgü bir model ya da bir yansıma yakalamak hoşumuza gitmektedir. Potlaç “estetiğinin" dü zeltilmesi, etnosantrik düzeltme gibi. Ritüel düzen vc mcdayı birbirinden ayırmak kadar, moda çözümlemesini de, içinde yaşadığımız sistem bağla mında radikalleştirmek gerekmektedir. Modanın olabilecek en kısa vc yüzeysel tanımını yaptığını düşünen (Edmoııd Radar: Dioydne): “Dil düzeyinde modaya boyun eğen un sur söylevin anlamı değil öykünmeci dayanağı, yani söz cüklerin seçimi vc sıralanmasındaki ritim, tonlama vc ek lemlenme biçimi.... mimiklerdir. Bu olay Varoluşçuluk ya
da Yapısalcılık gibi entelektüel modalar için de geçerlidir. Bunların ödünç aldıkları şey bir araştırma yöntemi değil bir siz d a ğ a rc ığ ıd ır.B ö y le lik le sanki ınodava özgü, aşı lıp geçilmesi olanaksız, derin bir yapı korunmuş olunm ak tadır. Oysa yapılması gereken şey modanın bizzat anlam üretim sürecindeki en “nesnel* yapılar içinde aranmasıdır; çünkü bunların dn simülasyon ve kombinatuvar yenilikler Oyucuna boyun eğdikleri görülmektedir. Giysi ve beden konusunda da aynı derinliğe inilmesi gerekmektedir; çün kü bugün bizzat bedenin sahip olduğu kimlik, cinsiyet ya da s a tü bir moda malzemesine dönüşmüştür Giysi bun lann arasında yer alan bir istisnadır. Bu bûylecc sürüp gitmekledir. Modanın “etkilen'yle karşılaşılan alanlardım biri de hiç kuşkusuz bilimsel ve kültürel basitleştirmedir Oysa asıl sorgulanması gerekenler, sahip oldukları "öz gün" süreçler nedeniyle bizzat bilim ve kültürdür; çünkü büyblıkle modaya özgü bir yapıya sahip olup olmndıkları anlaşılabilecektir. liger bir basitleştirme varsa ki, böyle bir durumla başka hiçbir kültürde (fotokopi. Özetlenmiş ede biyat |(%<»sf|. sahte, simülasyon, basitleştirilmiş biçimlere sahip çoğullaştırılmış yayım olayıyla ritüel söz, metin ya dn kutsal jest düzeninde asla| karşılaşılmamaktadır. Bu da bize bu alanlardaki yenilik kaynağının analitik modeller, basit unsurlar ve düzenlenmiş karşıtlıklar düzeyinde bir güd’j m leıncylc karşı karşıya olduğunu vc bunun da temel de "özgün" vc basitleştirilmiş düzeyleri türdeşleştirerek, aralarındaki farklılıkların tamamen taktık vc ahlaksal hııle getirilmiş olduğunu göstermekledir. Keza Kadar, söyleve Özgü “mimiklerin" ötesine geçildiğinde modanın söylevin anlamına egemen olduğunu ve o andan başlayarak belli bir kültürel alanın tamamen kendi kendine gönderme yap tığını, salı spckülcr özellikler taşıyan kavramların birbirle rini doğurup, sorgulayıp yanıtladıklarını görememektedir. Bilimsel varsayımlar için de benzer bir durumdan söz edi lebilir. Kuramsal ve klinik düzeydeki psikanalizin bile bu modalaşma yazgısının elinden kaçamadığı görülmektedir. O da kurumsal düzeyde, sahip olduğu tcnıel kavramların
yol açtıkları siınülasyon modelleri geliştirerek, biryenidenûretim aşamasına ulaşmıştır. Eğer bir zamanlar bilinçaltı na özgü bir işleyiş biçimi ve dolayısıyla öznesini belirleyen bir nesneye sahip psikanalizden söz cdilcbilse bile, günü müzde nesnenin bu belirleyiciliğinin yavaş yavaş ortadan kaybolduğunu ve yerini bilinçaltını belirleyen bir psikana lize bıraktığım söyleyebiliriz. Bundan böyle psikanaliz bir yandan bilinçaltını yeniden üretirken bir yandan da kendi kendinin göndereni olmaya çalışacaktır (bir başka deyişle morla gibi kendi kendini ifade edecektir yoksa başka bir şeyi değil) Böylelikle bir geleneğe dönüşecek bilinçaltı b ü yük bir talep olanı haline gelecek ve psikanaliz de kod gibi bir toplumsa] güce sahip olabilecektir. Bu güce, hepsi bi linçaltı konusunda birbirinin yerini alnbilccck ve temekle birbirlerinden farksız, olağanüstü düzeyde karmaşık hale getirilmiş kuram lar eşlik edecektir Modanın bir dünyevi yanı vardır. Moda olan düşler, fantazmlar, psikozlar; ınoda olan bilimsel kuramlar, dilbi lim okulları gi bi moda olun sanat ve politika vardır. Ancak bütün bunlar önemsiz şeylerdir Moda birer modele dönüş müş disiplinlerin yakasına, şan ve şöhretlerini artırabilmek için aksiyomlarını özerkleştirmeyi başardıkları ve estetik. hatta oyuncul bir aşamaya geçtiklen ölçüde, çok daha d e rinlemesine yapışm aktadır Çünkü bu aşamada kimi ma tematik formüllerdeki gibi geçerli olan tek şey, çözümleme modellerine Özgü kusursuz bir kısırdöngülcşmedir.
BOŞLUKTA YÜZEN GÖSTERGELER Ekonomi politiğin çağdaşı olan moda, en az pazar kadar evrensel bir biçimdir. Tıpkı pazarda bir eşdeğerlik ilkesi üzerine oturtularak değiş tokuş edilen ürünler gibi, m o daya özgü tüm göstergeler de kendi aralarında değiş to kuş edilebilmektedir. Evrenselleştirilebilecek (pazarın tüm diğer değiş tokuş yöntemlerini sa f dışı ederek her şeyi ele geçirmesi gibi) h er şeyi ele geçirebilecek tek gösterge sis temi modadır. Eğer moda evreninde genel bir eşdeğerlik
ilkesine rastlanmıyorsa b;ır.un nedeni modanın daha baş tan itibaren ekonomi politikten daha biçimsel bir soyut lamanın içinde yer almasıdır ki. bu aşamada somut bir genel eşdeğerlik uygulam asına (altın ya da para gibi) gerek kalmamaktadır. Çünkü bu aşamada ayakta kalmayı ba şarabilen genel eşdeğerlik uygulaması yalnızca biçimden ibarettir, ki bunun d a adı modadır. Ya da değerin nice liksel düzeyde değiş tokuş edilebilmesini sağlayacak ge nel bir eşdeğerlik uygulamasına gereksinim duyulurken, farklılıkların değiş tokuş edilebilmesi için de modellere gerek duyulacaktır. Modeller, modaya özgü çeşitli alanları yönlendiren bir tür genel eşdeğerlik ölçüsü gibidirler. M o deller, modaya yer deftiştirten Isfufters). yöneten, bir alan dan difterine sevk eden (dispatc/ıers) iletişim araçlarıdır. Bütün bunlar m odanın sonsuza dek yeniden üretilmesini sağlayabilirler. Bir biçim kendine özgü belirleyici unsur lar tarafından üretilm ek yerine bir modelden yola çıkılarak üretilmeye başlandığı anda orada moda vardır. Bir başka deyişle üretimden yoksun, her zam an hemen o anda bir yeniden-ûretim düzeneği sunabilen bir süreçte var olan tek gönderge sistemi modeldir. Moda göstergelerin oluşturduğu bir tıireı» değildir. Moda boşlukta yüzen parasal göstergeler örneğinde oldu ğu gibi, toylukta yüzen göstergeler bütünüdür. Ekonomik anlamdaki bu dalgalanma oldukça yenidir. Bu dalgalanma nın gerçekleşebilmesi için 'ilkel bir birikim" sürecinin her alanda sonlandınlınış, (paranın ardından bu genel görece lik ortamında ekonomik düzenin bizzat kendisinin) bütün bir ölü emek döneminin de bitmiş olması gerekmektedir. Oysa göstergeler düzeninde bu süreç çoktan sona ermiştir. Göstergeler düzenindeki ilkel birikim bu açıdan çok daha eski olup, her zaman önceden belirlenmektedir. Moda ise bu sürecin hızlandırılmış ve sınır tanımayan bir dolanım, dalgalanmaya bırakılmış para kurlarının anlık ve devingen dengesine eşdeğerli akışkan ve yinelenen bir göstergeler kombinatuvaıı aşamasına denk düşmektedir. Bütün kül türlerle gösterge sistemleri bu anlamdan Vöksutt VC bozuk aygjtlı düzende değiş tokuşlar ve düzenlemeler yapmakta.
birbirlerine bulaşmakta ve kurdukları dengeyi ancak kısa b:r süreliğine koruyabilmektedirler. Göstergeler düzeninde moda salt spekülatif bir aşaınava denk düşmektedir. Bu aşamada uyumun yol açtığı herhangi bir çelişki olmadığı gibi herhangi bir gör.deren ya da dalgalanmaya bırakılmış paranın bağlı olduğu altına dönüştflrülcbıliriik gibi sabit bir paritr de sA.-< konusu değildir. Bu belirsizlik modanın (hiç kuşkusuz pek yakınca ekonomi nçısındanj belirgin bir çev rimsellik ve yinelenme boyutuna sahip olmasına yol açar ken; (göstergeler ya da üretimin) belirleyici bir çizgisel ve sü reklilik gösteren düzene sahip olmasını engellememektedir. Böylelikle ekonominin moda içinde belirginleşen yazgısının genel bir yer değiştirme aracı olına yolunda ilerleyen para ve ekonomiyi çok geride nıraktığı görülmektedir.
•İÇTEPİ YE DÖNÜŞEN MOOA
Bilinçaltı ve arzu yüklü olduğu söylenen moda bu şekilde de açıklanabilir. Oysa arzunun moda olduğu bir ortamda bu açıklamanın hiçbir anlamı yoktur. Gerçekten dc moda bir ‘ içtepiye* benzem ededir, ancak bunun bireysel bilinçaltıyla pek bir ilişkisi yoktur. Moda öyle vahşi bir şeydir ki hiçbir yasaklam a onu ortadan kaldıramamaktadır. Çünkü tek arzusu anlama bir son vermek ve saf göstergeler içine dalarak ortadan kaybolmak, gelişi güzel, anlık bir toplum sallaştırmadır Kitle iletişim anıtsallaştırılm ış ekonomik, toplumsal süreçlere vs. oranla modada radikal bir toplum sal yapıya özgü bir şeybr vardır. Bu radikal toplumsallıkla içeriklerin psikolojik değiş tokuş edilme düzeyinde değil, göstergelerin paylaşılma anında karşılaşılmaktadır. La B n iv c r c u z u n
«O r a ö n c e ş ö y le d e m iş ti:
İyi vc güzelden ıbreet bir zevk anlayışında merak etme ye değecek bir şey yoktur. Merak uyandıran şey nadirlik ve diğerlerinin sahip olamadığıdır. Bunan kusursuzluk arzusuyla değil peşnden koşulanla, yani modayla ilişkisi vardır. Moda eğirme değil, tutkudur ve kimi zaman bu öylesine vahşi bir tutkudur ki. aşk ve hırsın ön plana geç-
meşine ancak sıradan bir nesneye sahip okluğunda izin vermektedir.' U Bruyöre'deki moda (utkusu, koleksiyoncu tutkusu, la leler. kuşlar ve Callot gravürleri gibi bir tutku nesnesine benzemektedir. Gerçekten de moda (terimlerin ifade ettik leri anlamda), dolaylı bsr şekilde bile ol*a, » z çok koleksi yon yapmaya benzemektedir. Oscor Wilde'a göre “moda ve koleksiyonculuk insana dinin bile asla sağlayamadığı bir güvence vermektedir.* Kurtuluşunu modaya bağlamak Bu kolektif tutku, bu gösterge, kısırdöngüye benzeyen bu çevrimsellik Ikoleksiyondn da bir çevrimsellik vardır) tutkusu modnlaşan bir biçimin piyasaya çıkarak tüm toplumsal yapı içinde baş döndürücü bir hızla yayılmasına ve böylelikle bu yapı içindeki yerini sağlamlaştırarak, tüm özdeşleşme biçim lerini bünyesinde toplamasına neden olmaktadır (tıpkı kolcKSİyonu yapılan şeyin sınırlarının özneyi durmaksızın yinelenen çevrimsel bir süreçle buluşturması gibi). Bu güç. bu zevk moda adlı göstergenin içine kök sal maktadır. Moda semiyürjisi ekonomik evrenin işlevselliği ne karşı gelmektedir Orctim ' etiğine güdümlemc estetiği, m otel adlı aynaya uyma ve onun yansıması olm a koşu luyla karşı çıkılmaktadır. Burthcs, Sy$t£mc de la mode'da şöyle der: Bir içeriğe sahip olamayan moda, insanların anlamsız ola nı anlamlandırma yetileri doğrultusunda kendi kendileri ne sundukları bir gösteriye dönüşmektedir.
* *Ue la M oU c Z*. Ç>ueeeca C om pU top. P « n « - O a llıtn a ld . 1051. 8.
-d&6 |—cd. notu.) 5
Oysa ekonominin de bugün aynı belirsizlik çizgisi üstünde yer ivdiğini göldük Etik ^sonsuza dek sürüp gitmeyi amaç edin iri?* üretim yaranna geri adım attığı sırada modanın o anlam sız baş döndürücü hızına da ulaşmış olmaktadır. Bu durumda Barthes’ın moda konusunda söylediği “anlamı terk eden sistem buna karşın anlam a d i gösteriden ödün vermemektedir” sözü nü üretime de uyarlayabiliriz
Modayı çekici ve büyüleyici kılan da budur, yani varlığı nı kanıtlayabilmek için kendinden başka bir şeye ihtiyaç duymama özerkliğine sahip olması. Seçilme lütfuna nail olma cinsinden nedensiz bir zevk alm a ve göstergelerin birbirlerinden nynmlanması üzerine oturtulmuş bir kast dayanışması. Modanın ekonomi dünyasından hem radikal bir şekilde ayrılıp hem de onu onurlandırdığı yer burası dır. Üretim ve pazarın salıip oldukları o acımasızlık üzerine oturtulmuş ıımaca oranla, ikisinin birlikte sahneye konul muş biçimi olan moda bir şölene benzemektedir. Ekonomik soyutlama düzeninin sansürlediklcrınin bir özeti gibidir. Kntcguuk zorunlulukların tümünü tersine çevirmektedir. Ou notamda moda kendiliğinden denilebilecek bir bulaşma özelliğine sahipken, ekonomiye özgü muhasebe insanlnn birbirlerinden uzaklaştırmaktadır. Göstergelerin elinden sahip oldukları her türlü değer ve duyguyu çekip alan morla bir tutkuya yüzeysellik tutkusuna- dönüş mektedir. Bu saçmalığın ta kendisidir. Moda göstergesinin biçimsel anlamsızlığı, hiçbir şevin artık gerçekle değiş to kuş edilmediği bir sistemin kusursuzluğu, rnods adlı bu nedensiz göstergenin diğer göstergelerle hem bütünüyle uyum içinde hem de totul bir görecelik çelişkisi içinde o l masıdır ki, ynu, hem bulaşıcı bir zehir hem de kolektif bir zevk alma nesnesine dönüştüren de zaten budur. Rasyo nel ve irrasyonel, güzel ve çirkin, yararlı vc yararsızın öte sine geçildiğinde tüm Ölçütlere oranla kimi Kaman modaya yakıcı (totalucr, pûritcn ya da arkaik) bir güç katan vc onu, ekonomik olanın tersine, her zaman total -Muuss\m değiş tokuş konusunda yaptığı gibi biz de total bir yaklaşımı y e niden yaşama döndürmek zorundayız- bir toplumsal olgu ya dönüştüren şey işte bu ahlaksızlık vc anlamsızlıktır. Baştan itibaren moda da dil gibi toplumsal yir var lık olmayı amaçlamaktadır (insanı tahrik edecek derece de yalnız oltn dandy bunun hoş olmayan bir konıtıdır). Anlamlı olmayı hedefleyen ve onun ardında yok olup g i den dilyetishe karşılık, moda, tiyatral bir toplumsallığı hedeflemekte ve kendi kendine yetmektedir. Bu da onun
herkesin yaşam ı içinde yoğun bir yer kaplamasına -kendi imgesini görmeyi arzuladığı bir aynaya benzemesine- ne den olmaktadır. İletişim kurmayı hedefleyen dilin tersine moda ilenişimin kendisi olm aya çalışm akta ve bu işi me sajdan yoksun bir anlamın sonsuza kadar sürüp gideceği bir m eydin okuma oyununa dönüştürmeye çalışmaktadır. Dolayısıyla verdiği estetik h azan güzellik ya da çirkinlikle bir ilişkisi yoktur. Öyleyse moda, iletişim d en ilin gereksiz bir yansımaya sahip b ir şölen midir? •Ş ölîn 'scl terimi daha çok giyim modası ve bedensel göstergelerle ilgili bir şeydir. Çünkü bunlarda “ıvaslvful consumption". “pollaç'a özgü bir şeyler vardır, -tu özellikle haute couture için geçerli olan bir yaklaşımdır. Çünkü bu yaklaşım Vogue dergisinin, modayı bir iman btçiminc dö nüştürmesini sağlamıştır: İmanı yelken yaparken daldığı düvelden daha demi düş lere daldıracak anakronik şeyin adı nedir? Iktule couinrel Ekonomistin elim kolunu bağlayan, randanın teknikleri ni tersine döndüren haute couture demokratikleşmeye bir kafa tutma biçimidir. Ûst düzey niteliklere sahip akıl almaz sayıda insan inanılmaz bir yavaşlıkla knııaaşık kesimli m ıdclleri dikmektedir. Bu modeller aynı yavaşlıkla en (az la yirmi kez daha dikilecekler ya da ikinci bir dikim süre ci olmayacaktır.... İki milyon franga etekler.... Bu çılgınca çabalamanın amacı nedir, diye sorabilirsiniz. Modanın ya ratıcıları. mnnaıkârları. çalışanları ve hepsi de kusursuz luk konusunda aynı tutkuyu paylaşan *tOOC müşteri size neden olmasın yomtını vereceklerdir. Modtcılar modem dünyada karşımıza çıkan son maceraperest erdir. Çünkü adamsız bir eylemi sürdürme peşinde koşmaktadırlar.... K mi şer ağızlar haute couture neden var kı diye soruyorlar. S'.z de onlara neden şampanya içiliyor diyebilirsiniz. Daha d i ileri gidilerek şöyle deniyor: Uygulama ya da mantık, giysinin o şaşırtıcı serüvenini a;ıklayamaz. Gereksiz, öyleyse zorunlu hale gelen moda bir dm olma aşamasına ulaşmış demektir.
Fotlaç, din halta hayvanlara özgü dans ve kürklerinden oluşan görünüm ler gibi masalsı bir dışavurum ritûelidir. Oyuna benzeyen bir toplumsal yapıyı hedefleyen yasak çiğnem e biçimi olarak, moda, her yol denenerek ekonom iye karşı fış fışlanmahdır. Oysa reklamın bir “tüketim şölenine", iletişim araçla* nnın bir “haber şölenine", fuarlarınsa bir "üretim şöleni ne” vs. benzemek istediklerini biliyoruz. Kesim pazan ve at yarışları da birer potlaç olarak görülebilir. Vogue dergisi neden olmasın ki diyecektir. Hemen lıer yerde işlevsel har cam a simgesel harcama gibi gösterilmeye çalışılacaktır. Çünkü ekonomi; yararlık ilkesiyle işlevsellik cenderesini öylesine yoğun bir şekilde dayatm ıştır ki. ekonominin Öte sine geçen her şeyde hemen bir oyun vc yararsızlık koku su aranmaya başlanmıştır. Bunun nedeni değer yasasının ekonominin ötesine geçmesi vc günümüzdeki gerçek yay gınlaşm a alanının modeller hukuku olduğunun farkında olunmamasıdır. Modellerin bulunduğu h er yerde değer yasası kendini dayatmakta, göstergeler aracılığıyla baskı yapmakta, hatta göstergeleri bite baskı altımı almaktadır. İşte bu yüzden simgesel ritüeller ve moda göstergeleri bir birlerinden radikal bir şekilde ayrılmaktadır. İlkel kültürlerde göstergeler hemen her alanda engel lenmeden dolanabilınektedir. Uu yüzden bugüne kadar bu kültürlerde bir gösterilen "karm aşası" vc bunun sonucun da oluşmuş bir gösterge mantığı ya da gerçekliği diye bir şeyle kıırşılaşılmamıştır. Bu evrende, sahip olduğumuz en güzel yaııanlamlardan biri olan gerçekle karşılaşılmamak tadır. Göstergeye özgü bir geri plan farka dünya) yoktur, ynıu göstergenin bilinçaltı (yannnlaıuttır ve rasyoııellcştirmclcrın sonuncusu vc en kusursuzu) yoktur. Değiş tokuş edilen göstergeler fantaznıdan vc bir gerçeklik halüsmasyom m dan yoksundurlar. Bu evrene ait göstergelerle modern göstergelerin hiç bir ortak yanı yoktur. Barthes bu paradoksu şöyle tanım lamaktadır: “Kendisinden bıkılıp usanılmayan eğilim; a l gılanabilir olanı gösterene, giderek daha bir örgütlenmiş,
kapalı sistemlere dönüştürm edir. Bunu koşut olarak ve aynı oranlarda bir yandan göstergenin bir gösterge olduğu, sistematik bir yapıya sahip olduğu gizlenmeye çalışılırken diğer yandan rasyonnlizc edilip kendisine başvurulabile cek bir mantık, dünyaya özgü bir süreç, bir töz. bir işleve dönüştürülecektir." [S y s ttm e de la mode, s. 285|. Simülasyonla birlikte göstergeler gerçek ve gönderen sistcmlenni birer süper gösterge şeklinde salgılamaktan başka bir işe yurnmamaktadırlar. Tıpkı modanın, çıplaklığı, bir tür giysiye ait süper göstergeye dönüştürerek salgılaması gibi. Gerçek Öldü, yaşasın gerçekçi gösterge! Modern gösterge deki bu paradoks onun maske, dövınc ya da şölende değiş tokuş edilebilen büyülü ya da rıtüel göstergeden radikal bir şekilde kopmasına yol açmıştır. Modanın masalsı bir yanı olsu bile, bu ınasnlsılık tica ri molıı özgü bir şeydir; daha ileri gidildiğinde bu siınülasyon. kod ve yasaya özgü bir masalsılıgn benzemektedir.
TADİLAT GÖRMÜŞ CİNSELLİK
Cinselliğin giysi, makyaj vb. şeyleri tamamen egem en liği altına aldığım sanmak belki de büyük bir yanılgıya düşmektir. Daha doğrusu, bu, sadece moda düzeyinde b:r anlama sahip olabilen tadilat görmüş bir cinselliktir. Moda püriten bir şiddetle yüklü olduğu zamanlarda bile asıl hedefi usla cinsellik olmamıştır. Yasak (tabu), cinsel tepiden çok daha önemli olduğu düşünülen, yararsızlıkla bu yararsızlık ve yapaylık tutkusuna yöneliktir Yararlık ilkesinden ötesini göremeyen kültürümüzde yararsızlık bir tür yasak çiğneme, şiddet eylemi şeklinde algılandığından modanın mahkum edilmesinin nedeni gücünü hiçbir anla ma sahip olmayan » a f bir gösterge olmasından almasıdır. Kültürümüzün temellerini kökünden yadsıyan bu ilkeye dayanarak cinsel tahrikin ikincil bir öneme sahip olduğu söylenebilir. Aynı yasak hiç kuşkusuz "yararsız” ve yeniden üretici olmayan cinselliği de kapsayabilir ancak cinsellik üzerinde
yoğunlaşıldığt zaman, hedefi cinselliğe doğru saptırm aya çalışan pûritcn kurnazlık tuzağına düşme olasılığı riu var dır. Oysa modanın salt farklılık oyunuyla karşı çıktığı cin sellik gerçeklik ilkesi ya da bilinçaltı ve cinselliğin de arala rında yer aklıkları, gönderen sistemleri ilkesi düzeyinde ele alınmak durumundadır. Bu hikâyede cinselliği ön plana çıkarmaya çalışmak sim geseli emsellik ve bilinçaltı aracılı ğıyla bir kez daha etkisiz kılmaktan başka bir şey değildir. Zaten aynı mantık doğrult usunda moda çözümlemesi ge leneksel bir şekilde givsininkine indirgenmektedir; çünkü bu düzeyde cinsel metafor işe daha çok yaram aktadır. Bu saptırrnacanın sonucunda oyun cinsel bir “özgürleşme* perspektifine indirgenmektedir ki, bu da bizi doğrudan giysinin özgürleşm esi dem len şeye götürmekledir. O za man da yeni bir moda akımı dönemi başlıyor demektir. Cinselliği (ııınkyrylı bir kadına dokunamazsınız, bkz. "Gösterge Mezarlığına Dönüşen Bir Vücut* isim li bölüm) olabilecek en etkin biçimde etkisiz kılan şey hiç kuşkusuz modadır. Çünkü moda bir tutkudur, cinselliğin suç ortağı değil rakibidir. La Bruycre'in söylediği gibi mücadelenin galibidir. Sonuç olarak moda tutkusu tüm çelişkileriy le birlikte gelip birbirlerine karıştırılan cinsellik ve vücut üzerinde oynayacaktır Vücudun sahneye konuş biçim ine dönüştürüldüğün de bir derinlik kazanan modaya karşılık vücut da moda nın* iletişim aracına dönüşmüştür. Eskiden baskı altına ' Bnrtlıcs. ‘ ır.odava nıt vücut*un üç özelliğinden söz etmektedir (Systdme de la mode, s 261 J: lj Saf bir biçimden ibaret, özgün hiçbir niteliğe sahip olmayan, lotolojık açıdan giysiyle innıır.lanan vücut, 2) Ya da her yıl örneğin şu vücut (şu vücut tipi |bu yıl moda denilmektedir (ilan edilmekledir |. Modayla vücudu bir oraya getirmenin bir bnşkn biçimi de budur. 3) özel bir şekilde düzenlenen giysi gerçek vücudu dönüştürerek, onun, modanın yarattığı ideal vücul olarak algılanmasını sağlayacaktır Bu özellikler modelin sahip olduğu statünün tnnhi gelişi mine uygundur Profesyonel olmayan ilk modellerden (yüksek sosyeteye mensup hanımlar) vücutlarının da birer cinsel mo del olarak kabul edildiği (güncel aşama ) son. yani profesyonel
alınmış bir mabet olarak görülen ve bu sürecin egemen olduğu zam anlarda çözülm esi olanaksız bir bilmeceye
mankenler aşamasına gelindiğinde herkesin birer mankene dö nüştüğü görülmektedir. Bu aşamada herkes vücudunu moda nın oyun kuralına göre yönlendirmeye çağnimnkiıı zorlanmaya çalışılmaktadır. Hır başka deyişle herkes moda “temsilcilidir, tıpkı herkesin birer üretim temsilcisine dönüşmüş olması gibi. Böylelikle moda aynı anda hem herkesin yaşamına hem de tüm anlam düzey lerine müdahale etmektedir. Modaya özgü bu evrelerle kapitalin .ut arda gelen yoğunlaş ma evreleri, moda adlı ekonomik evrenin {sabit sermayedeki değişim, kapitalin organik kompozisyonu, ticari mala Özgü ro tasyon htzt, finans kapitalizmi ve sınai kapitalizm, bkz V'.opie. Ekim 1971. no 4| arasında da bir ilişki kurulabilir Ancak eko nomi ve göstergeler arasındaki bu karşılıklı etkileşimin analitik ilkesi henüz yeterince açık ve seçik değildir Moda evreninin tarihsel yayılımını, ekonomiyle doğrudan ilişkilendirmek ye rine, bir tür pazarın genişlemesine benzer bir devinim içinde bulabiliriz : I) İlk aşamada, özünde türdeş ve geleneksel özelliklerim ko ruyan bir sistem içinde [ekonomi politiğin ilk evresinde de bü yük ölçüde bizzat üretici gnıp tarafından tüketilen bir üretim fazlasının değiş tokuşu söz konusudur, yani özgür ve ücretli emek gücünün çok küçük bir bölümü) dağınık biçimler, mi nimum değişkenlerden oluşan marjinal knlcgonlere sahip bir moda vardı. Köylü için moda kültür dışı, toplum dışı, yabancı, kentli, vs. olan şeydi. II) Moda zamanla, gücül bir düzeyde, tüm kültürel göster gelen içererek, tıpkı ikinci bir evrede maddi üretimin gücül düzeyde ekonomi politik tarafından ıçcrilmesi gibi, gösterge değiş tokuşlnnnı düzenlemeye başlamıştır. Daha öncesine ait tüm üretim ve değiş tokuş sistemleri pazarın ulaştığı evrensel boyutlar içimle yok olup gitmektedirler. Uu evredeki modanın referansı egemen kültürün sahibi olan sınıftır, çünkü modaya ait ayrunlayiCi değerleri o yönetmektedir. İlil Her yanı sarmış olan moda bir yasam biçimine dönüşmüş tür Henüz eline geçirtmediği diğer alanlara doğru ilerlemekle dir Herkes ona sahip çıkmakıp yeniden üretmektedir. Olumsuz yanına (moda olmamak gibi) bile sahip çıkarak kendi kendinin gösterilenine (tıpkı yeniden üretim evresindeki üretim gıbıj dö nüşmektedir Bu da bir anlamda onun ölmesi demektir.
benzeyen vücut uruk bir yatmm/araştırma olan ı haline gelmiştir. Vücut oyunu giysi oyununu, modellerin oyu* nuysa vücut oyununu saf dışı bırakmıştır.1 O zaman da giysi (XVJII. yüzyıla kadar sahip olduğu) göstergelerin gös terge olarak değerlendirildiği törensel özelliğim yitirmiştir. Bedenin göstcnlenlcrı tarafından keminlen; cinsellik ve doğallığın göstergesine dönüştürülen giysi, ilkel topluminrdan bvı yana sahip olduğu o müthiş coşkuyu yitirmiştir. Salt bir maske olma gücünü yitirdiği gibi, giysiyi anlamlı kılına zorunluluğu tarafından etkisiz kılınarak, bu duru ma boyun eğmiştir. Ancak bu işlem sırasında vücut da etkisiz h ale gctirtlıniştir. O dövme ve dış görünüm düzeninde sahip olduğu maske görevi yapma niteliğini yitirmiştir. Artık yalnızca kendi gerçekliğiyle, yani çıplaklığıyla ilgilenmektedir ki, bu aynı zamanda onun sınır çizgisi anlamına gelmekte dir. (İlkel) dış görünüm düzeninde vücudun göstergeleri vücuda-nit -olmayanın göstergeleriyle alenen birbirine karıştırılmaktaydı. Dalın sonra dış görünüm giysiye dö nüştüğünde vücut da doğayı temsil etmeye başlamıştır.
3 Çünkü vücut hatlarını ortaya çıkaran bir elbise ya da esnek bir naylon çorabın herhangi bir şeyi "özgürleştirmesi* söz konu su olamaz Göstergeler düzeni bağlamında ele alındığındaysa bu ek bir karmaşıklaştırma işleminden başka bir şey değildir. Yapılan açıklığa kavuşturmak gerçekliğin sıfır noktasına dön mek değil, onları sahip oldukları tüm anlamlara eklenebilecek yeni bir anlamla sarıp sarmalamaktır. Bıı da yem bir biçimler dönemiyle yeni bir göstergeler sisteminin başlangıcı demektir Biçimsel yenilikle, moda mantığı dönemi böyle bir şeydir ve bu konuda hiç kimsenin yapabileceği bir şey yoktur. Yapıları •öz gürleştirmek’ , vüçudunkıleri. bılinçaltıntrtkılcri. tasarımlanan nesnenin sahip olduğu işlevsel gerçekliğin yapısını vs. özgür leştirmek. moda s:stem:nin evrenselleştirilmesine giden yolu aç mak demektir (moda evrenselleştirilebilecek ve çelişkili olsalar bile tüm göstergelerin piyasaya çıkmasını sağlayabilecek tek sistemdir), öyleyse biçimler düzeninde de bir burjuva devrimi gerçekleştirilmiş demektir, tıpkı pazar sisteminin evrenselleşti rilmesine yol açım politik burjuva devrimi gibi
Böylelikle ortaya yeni bir oyun çıkmıştır; giysi ve vücut karşıtlığının yol açlığı belirleyicilik ve sansür (gösterge ve gösterilen arasındaki kopuşla yer değiştirme ve anıştırma oyununun aynısı). Gerçeği söylemek gerekirse moda bu baskı altına alman ve anıştırma yoluyla ifade edilen vücut taksimiyle birlikte başlamıştır. Çıplaklık simûlasyonuyia vitcudu stmüle eden bir model olanı k çıplaklık olayında vü cudun ortadan kaybolmasına yol açan şey bu taksimdir. Kızılderili vücudun tamamını bir insan yüzü gibi, bir baş ka deyişle bizim bir cinsellik aracı olarak gördüğümüz çıp laklığın tam tersi olan simgese) bir uhlak kuralı ve cesaret eylemi gibi algılamaktadır. Cinselliği gizleme adlı yeni bir vücut gerçekliği daha baştan kadın vücuduyla birbirine karıştırılmıştır. Elbise altına gizlenen vücut |doğnl olarak biyolojik anlam da değil mitolojik anlamda) dişidir. Burjuva ve pûhtcn özellikler ta şıyan bir dönemle çakıştın moda ve kadın olayı aynı zamanda ikili bir endckslcmcnın ortaya çıkıntısına yol açmıştır. Yani
gizlenen bir vücut üstüne oturtulan modayla bask ı altına alınmış bir cinsellik üstüne oturtulun kadın. XVIII. yüzyıla kadar (törensel toplumlardaysa hiçbir zumnıı) böyle çakış madan (en azından) söz edebilmek olanaksızdır. Bizlcrsc bugün bu çakışmanın yok oluş sürecine tanık oluyoruz. Su gizlenen cinsiyet ve yasaklımmış gerçekliği kapsayan yazgıya -b izd e olduğu gibi- bir son verilerek moda-giysi ve vücut arasındaki karşıtlık etkisiz İmle getirildiğinde, kadın ve moda arasındaki karşılıklı çckiııı gücü de yavaş yavaş* sona ermektedir. Genelleşen moda, giderek, bir cinsiyet ya da yaş sınıfına özgü bir şey olmaktan çıkmıştır. Ancak bıııum bir gelişme ve özgürleşme anlamımı gelmediğine
* Bu karşılıklı çekim olayının hiç kuşkusuz kadın ya da gençliğin toplumsal açıdan sahip olduğu marjinal konum yn da sınıfsal indirgeme gibi başka toplumsal ve tarihsel nedenleri de vardır. Ancak lıu pek de şaşılacak bir şey değildir; çünkü toplumsal baskı altına alma ve kötülük kaynağı cinsel cazibe her zaman aynı kategoriler içme sokularak birbirlerinden nyn bir şekilde değerlendirilememiştir.
dikkat çekmek gerekir. Çünkü bu mantık halen geçeri eğer morla, kadın adlı ayrıcalıklı dayanağından vazgeçe genelleşiyor ve herkese açılıyorsa, bunun nedeni kadın vü cudunu kapsayan yasağın püriten baskı biçiminden daha gelişkin genel bir cinsellikten yoksun bırakma biçimine bürünerek her yanı kaplamış olmasıdır. Çünkü vücut ancak baskı altındı tutulduğu zaınaıı dilimi içinde güçlü bir cinsel potansiyele sahipti ve bu aşamada insanı esir edebilen bir zorunltlugu benziyordu. Moda göstergelerine dönüştüğü andan i ıbarcıısc. vücut, cinsel açıdan sahip olduğu büyûleyiciliğ yitirerek bir m ontene dönüşmektedir ki. mankenin cinsel ayrımdan ne karlar yoksun bir sözcük olduğu kuşkuya yer bırakmayacak kadar açıktır. Salt cin sellik çağrıştıran menken nitelikten yoksun bir cinsiyete sahiptir. Mankenin cinsiyeti modadır. Daha doğrusu moda cinsiyet ayrımına son vererek (simülasyon gibi) genel geçer bir referansn dönüşmektedir, Hiçbir şeyin cinsiyeti yoksa lıer şey cinselleştirilmiş demektir. Bir kez sahip oldukları o özgün cinsiyetlerini yitirdiler mi kadın ve erkek »oııauza kadar sürebilecek ikinci bir yaşam şansı elde etmektedir ler. Yalnızca bizim kültürümüzde cinsellik bu yoldan tüm anlamlan etkilerken; göstergeler dc tüm cinsellik evrenini yönlendirmektedirler. Böylelikle güncel paradoksu açıklayabilmek müm kün olmaktadır. Bir yandan kadının “özgürleşmesi"ne bir yandan da modanın çılgınca gelişmesine tanık olmaktayız. Oysa modanın artık kadınlarla değil, kadınsı olanla bir ilişkisi vardır. Kadınları dışlama süreci sona erdikçe (de hler. çocuklar vs. için de bu böyledir. Dışlama mantığının doğal sonucu) toplumun tamamı da aynı ölçütle kadınsıtaşmaktadır Keza kadınların orgazm olmasını ifade eden “zevkten delirm ek' deyimi günümüzde genelleşerek akla gelebilecek olur olmaz lıer şeyi ifade etmeye başlamıştır. Oysa kadının ancak bir “zevk verme gücü* vc "moda gücü" olarak “özgürleştirilebi eccği* ve “kendi başımı buyruk* olabileceğini unutmamak gerekiyor. Tıpkı bir emek gücü olabildiği ölçüde özgürleştirilen proleter gibi. Bu konuda
ı.ıdikal bir yanılsama vardır. Dişiliğin tarihi tanımı, yaz gıları modanınkinc bağlı bir vücut ve cinsiyetten ibaret tir. Dişiliğin tarihsel özgürleşmesiyse aynı yazgının (ki bu herkesin paylaştığı ancak ayrımcılığa son vermeyen bir yazgıdır) daha geliştirilmiş bir biçiminden başka bir şey olam u . Kadın, proleter modelindekine benzer bir şekilde, herkes gibi çalışmaya başladığı anda yine herkes, bu kez kadınların oluşturduğu modele uygun olarak, cinsiyet ve moda konusunda özgür bırakılmaktadır. Böylelikle moda nın en eğe ııc kadar benzediği; "maddi* emek ve modaya harcanan emeğin tarihsel açıdan eşil bir öneme sahip ol dukları görülmektedir. Pazara göre değişen ıııal üretimi ııc kadar önemliyse cinsiyet ve modanın kurallarına uyan bir vücut üretimi de o kadar önemlidir, İşbölümü olarak sunu nu şey bir işbölümüne benzememektedir, daha doğ rusu işbölümü diye bir şey yoktur. Vücut üretimi, Ölüın üretimi, gösterge üretimi, mal üretimi gibi süreçler aynı sisteme özgü değişik biçimlerdir Moda alanında durum daha da beterdir. Çünkü emekçinin sömürü ve gerçeklik ilkesi adı altında canlı canlı kendi varlığından kopartılıp alınmasına karşılık, kadın, güzellik ve zevk ilkesi adına canlı cıınlı kendi kendisi ve sahip olduğu vücuttan kopnrtılmıttırl
YIKILMASI OLANAKSIZ BİR ŞEY
Moda eleştirisinin (O. Burgclin) XIX yüzyılda sıığn özgü bir düşünce olduğunu söyleyen tnrilı, sosyalizmle birlikte, günümüzde bunun sola özgü bir düşünceye dönüştüğünü söylemektedir. Birinin geçmişinde din. diğerininkindeyse devrim vardır. Moda, törelerde yıkıma neden olan, sınıflar arası mücadeleye son veren bir şeydir. Moda eleştirisinin solun eline geçmesi zorunlu olarak tarihsel bir tersine çe virin: anlamına gelmemektedir Böyle bir şey ahlak ve tö reler açısından. belki de yalnızca solun, işi. sağııı bıraktığı yerden alarak devrim, ahlaki düzen ve klasik önyargılar a d ın ı devam ettirdiği şeklinde yorumlanabilir Devrim ilke
si, kategorik bir zorunluluğa dönüşerek, törescl b:r nitelik kazandığı günden bu yana sol politik düzen dc tamamen ahlaki bir düzene dönüşmüştür. Oysa ahlaksız bir şey olan modadan tüm iktidarlar (ya da iktidarı düşleyenler) nefret etmektedirler. Machiavelh’den Stendhal'a giden bir zaman diliminde ahlaksızlık bir olgu olmak kabul edilmiş, hatta XVIII. yüzyılda Mandevıllc, bir toplumun yalnızca işlediği günahlar sayesinde çağ atla yabildiğin! ve böyle bir ahlaksızlık anlayışının o toplumu dinamik kıldığını göstermiştir. Modada bu ahlaksızlık an layışına özgü bir şey vardır. Moda, değer sistemlerinin vam sıra iyi ya da kötü, güzel ya da çirkin, rasyonel/irrasyonel gibi yargılama •ölçütlerini
manın bir anlamı yoktur. Alternatif, m oda göstergesinin biçim ve anlamlandırma ilkesinin yapısını bozmaktan geçmektedir. Tıpkı ekonomi politiğin alternatifinin mal/ bıçun ve bizzat üretim ilkesinin yapısının bozulmasından geçmesi gibi.
I
GÖSTERGE MEZARLIĞINA D Ö N Ü Ş E N B İ R VÜCUT
C'istjt* k ' Ğas!ıv£.?ler tne/arlğ-Jır. Gösterge lenssiiıg n© son verilmiş tu Cirsıyettv.
KOPYASI ÇIKARTILMIŞ VÜCUT
Vücudun güncel tarihi demek; om ı denetlemeye çalışan, parçalara bölen, farklılığı ve sahip olduğu çelişkili konumu değiştirip yadsıyarak yapısal bir göstcrtre/degiıj rnkuş mal/emesi şeklinde örgütleyen, iz ve göstergelerden oluşan bir ağın tarihi demektir. Tıpkı göstergeler evreninde {cinsel likle birbirine karışmayanı simgesel değiş tokuş ve oyun sürecine gücül düzeyde son verilerek, belirleyici bir süreç olnrak algılanmaya başlanan cinsellik gibi Bu fallik sü reç tamamen her şeyin eşdeğerlisi olurak görülen fallusun fetişlcştirılmcsi üzerine oturtulmuştur, işte bu anlamda, yani ‘ özgürlük” adı altında, işleyiş ve stratejisi ekonomi politiğe özgü bir süreci andıran vücut saf bir cinsel göster geye dönüşmüştür Moda, reklam, nüde look. çıplak tiyatro, striptiz. Kar şımıza her yerde bir boşalma mekanizması (ereksiyon) ve iğdiş edilme (costrahon) üzerine oturtulmuş bir sahııcdraması (soenorfrome) çıkmaktadır Çok sayıda değişke ne sahip, inanılmaz derecede tekdüze bir cinselliktir bu. Botlar, kalçalara kadar çıkan çizmeler, uzun manto altına giyilen kısa şortlar, dirsek üzerine çıkan eldivenler ya da kalça üzerinde sona eren çoraplar. Göz üstüne düşen saç perçemi ya da striptiz dansçısının cinsel organını örten
lıez parçasının yanı sıra bilezikler, kolyeler, yüzükler, ke merler, mücevherler ve zincirler. Nereye giderseniz «idin bu senaryoya sadık kalındığını görürsünüz. Vücudun bu şekilde örtülmesi oııu bir tür göstergeye dönüştürmekte ve dolayısıyla onn ahlaksızca sayılabilecek bir erotik işlev yüklerken, iğdiş edilmeyi içeren bir de sınırlandırma ge tirmektedir ki. bu yoksun olmanın kendisine simgesel bir şekilde eklemlendiği bir iğdiş edilme parodisidir. 13u işi iki anlamlı terimi (bu terimler çizginin o y a da bu yanında kla sik gösterge ekonomisine uygun olarak gösteren ve göste rilen görevi yapmaktadırlar) yapısal bir biçim olan ayımın çizgisiyle (/) birbirine eklemleyerek yapmakladır. Ayırma çizgisinin karşılıklı terim görevi yüklediği şey vücuda ait bir bölgedir. Bu kesinlikle crojcıı bir bölge değil, erotik, erotikleştirilmiş, saf ve basit bir kavranıu, saf vc basit bir gösterilene dönüştürülmüş bir cinselliğin fallik göstereni haline getirilmiş bir bölgedir. Dilbilimsel göstergenin bir benzeri olan bu leıncl şemada tjosJeriferı iğdiş ctıılmış (bir gösterge konumuna geçtiğinden) öyleyse ne olduğu belirsiz bir şeydir. Çıplak ve çıplak olmayan yapısal bir karşıtlık içine girerek feti şin belirlenmesine katkıda bulunmaktadır, örneğin kalça çizgisine katlar gelen çorap. Bir başka deyişle bu imgenin sahip olduğu erotik gücün nedeni gerçek cinsel organa ya kın olması ve oîumkt çağrışımlara sahip olması değil |bu naif işlevselci bakış açısı doğrultusunda çıplak kalçanın da aynı işleve sahip olması gerekir), cinsel organ algıla masının (yani iğdiş edilme paniğini yaşatan orgarıl bir iğ diş edilme oyunuyla sınırlandınlmasıdır. bu zararsız çorap çizgisinin ötesine geçildiğinde yoksun bırakılma, çelişki vc dipsiz kuyu çağrışımına sahip bir imge yerine yalnızca cin selliğin kendisiyle karşılaşılmakladır. Çıplak kalça ve mctonimik anlamda vücudun tamamı, (çorapla cinsel organ arasında) verilen bu es’le failik bir imgeye, her türlü yasağı aşabilen bir hayal etme ve güdümlemcnin fetiş nesnesine dönüşecektir. Arzu, fetişizmde olduğu gibi, iğdiş edilme vc ’• Fetişlcşıirilcn şey asla cinsel organın kendisi, nesnclcşmiş cin*
ölüm içtepislnin zihinsel düzeyde oluşturulması sayesinde nesnclleşcbilmcktedir. Böylelikle hemen her yerde örtülü vücut parçasına tahrik edici bir işlev yüklendiği bir erotikleştirme, ayırma çizgisinin öte yanında yer alan ve gösteren konumunda bulunan her şeyin bu fallik hayalleşiirmc süreci içine sokularak, cinselliğin gösterilenine (tems/l edilen değer) indirgendiği görülmektedir. Bu insana zihinsel anlam da güvence veren yapısal bir işlemdir; çünkü bu yoldan özne olumlu bir konuma sokularak, fetişlcştirilmış vücut parçası ya da vücut sayesinde kendisini bir fallus olarak algılayabilmekte, bu yoldan Özdeşleştiği bir vücuda sahip olabilmekte, dolayısıyla da sonsuza dek sürüp gidecek bir arzu simülakrınııı gerçekleşmesine yol açmaktadır. Bu işlemle cıı ıncc ayrıntılarda bile karşılnşılabilmektedir. Kolu ya da ayak bileğini sıkıca saran bir bilezik, kemer, kolye, yüzük ayağın, bedenin, boynun, parmağın cinse/ boşalmayı saylayan noktalara dönüşmesine yol aç maktadır Hatta vücudun bütün bu belirti yn da görünür göstergelere ihtiyacı olmadığı; bütün bu göstergelerden yoksun bırakıldığında bile çıplaklık konusunda sahip ol duğu erotik çekim gücünü tamamen hayali bir ayrımlama işlemi bir iğdiş edilme oyununu oynama ya da oynamama üzerine oturttuğu görülmektedir. Birkaç özgün gösterge (mücevher, far ya da yara izi, her şey bu amaca hizmet edebilir) aracılığıyla kendisine yapısal bir görünüm knzandınlmadığı, parçalara ayrılmadığı zaman bile ayırma çizgi si hep orada, vücut üzerinden düşüp giden giysilerdedir. Böylelikle, bu bir kadın vücudu bile olsa, özellikle de kadın vücudu olursa, düşüp giden giysiler vücudun bir fallus gö rünümüne bürünmesine yol açmaktadır. Daha ileride y e niden ele alacağımız striptiz sanatı tamamen bu yaklaşım üzerine kuruludur. sel organ değildir. Fctışleştırilen şey genel bir eşdeğerlik özelli ğine sahip olan fallustur. Tıpkı ekonomi politikte fetişleştırilcnin ûrün-mal değil, değişim değerinin biçimi ve genelinde onun eşdeğerlisinin olması gibi.
Bu anlamda Frcudcu “sımgcsclliğı" yeniden yorum lamak gerekecektir. Ayak, parmak, burun ya da vücudun herhangi bir parçasının penis metaforu olabilmesinin ne deni bu organların çıkıntılı |bu çeşitli gösterenler ve gerçek penis arasında kurulmuş bir benzerlikler şemasına uygun) bir biçime sahip olmaları değildir. Bu organlar fallik bir değere ancak hayal düzeyinde: iğdiş edilmiş penisler ya da penis olabilmeleri için iğdiş edilmeleri gereken organlar. Bunlar anlamlı, fallik bir görünüm verilerek, kendilerini özerkleştiren bir ayrım çizgisi tarafından belirlenmiş te rimlerdir. Bu ayrım çizgisinin ötesinde yer alan her şey bir fallusa dönüşmekte, bir kadın eiııscl organı ya da gelenek sel anlamda kadınlığın “simgesi* olarak sınıflandırılmış hayranlık uyandırıcı bir organ ya da nesne bile olsa fallik bir eşdcğcrlige sahip olmaktadır: gerçekleştirilen bir k o puş işlemiyle kavuşabilmektedirler Vücut erkek yıı da dişi "simgelere* bölünemez. Vücut şu (Freud'uıı *Fclişizm"dc sözünü ettiği) iğdiş edilme oyununun oynandığı ya da yad sındığı çok daha anlamlı bir yerdir Çinliler Önce kadın ayağını sakatlamakta sonra da bu sakatlanmış ayağa bir fetiş gibi hürmet etmektedirler. Bu iş için bütün vücuttnn yararlanılabilir. Bunu yapmanın bin bir yolu vardır. Vücut önce sakatlanıp/bir iz- bırakılmakta daha sonra da fallik
Erotik bir vücuda özgü göstergeler töreni ve sadomazoşıst sa pıklığa özgü acı çekme töreni atasında bir yakınlık vardır. "Feti şist" izler (kolyeler, bilezikler, zincirler) her zaman sadomazoşisl izlen (sakatlama, yara, yara izli taktit edip anı msalını şiardır İki sapıklık biçimi de kendilerini bu izlerle belli etmektedir. Kimi izler (ima cime gücüne sahip olanlar yalnızca bunlardır) vıicudun gerçeklen çıplakken intaktığından daha bir çıplak izleni mi bırakmasına neden olmaklndirl.it O halde burada söz konu su olan törenseldekine benzeyen sapık bir çıplaklıktır. Bu izler giysiler ve aksesuarlar kıtdar jestler, müzik ve tekıiık lornfından da oluşturulabilir. Sözcüğün gerçek anlamında tüm sapıklık bi çimlerinin birtakım şeylere ihtiyaçtan vardır, örneğin sııdomazoşi2mdc vücudun simgeleyen görüntü acı çekme eylemidir, tıpkı fetişist tutku olayındaki mücevherler ya da makya; gibi. Tüm sapıklık biçimlen arasında çakışma vardır. Bizim ta
bir hürmete {erotik yüceltme) layık görülmektedir. Vücu dun bir sırn varsa burııda gizlidir, yoksa cinsel organlann dönüştürülmesinde değil. Kc 2a boyalı bir ağız da faliik bir görünüme sahiptir IvücuHım yapı eni bir «leğere kavuşturulmasında, far ve makyaj üst düzeyde öneme sahip silahlardır). Makyajlı bir ağzın konuşması vaşak gibidir. Mutluluk saçan yarı açık yarı kapalı dudakların arlık konuşmak, yemek, kusımık, öpüşmek gibi bir işlevi yoktur. Bu her zaman çelişkilerle dolu, içscllcjtirmcyc ve dışlamaya yönelik değiş tokuş iş levlerinin ötesine geçilerek, bunlar kökten yadsındığında ortaya sapık bir erotik ve kültürel işlev çıkmakta, büyüle yici ağız yapay bir göstergeye dönüşmekte, ortaya oyun ve oyun kuralı türünden kültürel bir süreç, yanı konuşma yan, yemeyen ve Öpülemeyen bir ağız çıkmaktadır. Mnkynjlannn, bir mücevher gibi nesnelleştirilen ağzın sahip ol duğu yoğun erotik değerin kökeninde sanıldığı gibi erojen bir yarık olaıak ön plııııa çıkartılması değil, tam tersine, kapalı ruudrsafci yatm uktndıı. Burada dudak boyası bir tür faliik onluna, ağza fcıUik bir deyiş tokuş değeri kazan dıran özellik anlamına sahip olmaktadır. İnsanı boşalma ya itme gücüne sahip olan ağız, kadının bir bütün olarak insanı cinsel açıdan tahrik edici bir nesneye dönüşmesine neden olurken; erkeğe de onu istediği gibi düşleme olanuğ. tanımaktadır.1 Bu yapısal süreçten bir araç olarak yararlanan; yi tirme, karşılıklı mutlu etme olayı üzerine oturtulduğu sınımlamnsıttı ».ipliğimiz erotik sistemde vücııt, hoşa gitme ve kcııdı kendin, ayartma yöntemiyle yücclllicbılir. sadomazo şizmdeyse bu iş acı çekme (oto erotizmin acı veren biçim:) yön temiyle yapılmaktadır. İkisi arasında bir yakınlık vardır. Biz, bir başkasının kendinden hoşlanması va da keodiKine oeı ç**J« tlmıcsım kesir liklc yansıtabiliriz. Tı'ım sapıklık biçimleri ölüm le oynamakladırlar. 3 Cinsel ilişki çoğu kez bu tür bir sapıklık sayesinde mümkün ola bilmektedir. Diğerinin vücuduna hayali bir manken görevi yük lenmektedir Kalkış/manken, l'allik feliş. İnsanın kendi penisiyle oynaması, okş* mas: ve sahip çıkması türünden bir görev.
lalarda başka bir şeye indir Rene meyen arzuysa genel bir lallık eşdeğerlik şemasına endekslenerek, değiş tokuş edi lebilen fallik gösterge .-e değer terimleri sayesinde bir p a zarlık nesnesi haline getirilebilir. Herkes arzuyla zorunlu bir ilişki içine girerek, orgazm oluş biçimini fallik birikime dayalı terimlerle açıklamaktadır ki, bunun kusursuz bir ar/M ekonomi politiği olduğu söylenebilir. Aynı şeyi bakış konusunda du söyleyebilmek olasıdır. Göz Üzerine düşürülen saç perçeminin gördüğü >9 İve göz lerle iİRİli tüm diğer erotik yapaylıklar) bakışın, hem iğdiş edilme hem de bir aşk armağanı olarak sonsuza dek sürüp gitmesinin yadsınmasıdır. Makyajın biçimsel dönüşüme uğrattığı gözler, bu yanığın kendinden geçmiş bir biçimine indirgenmiş halidir. Özne, eksikliğim duyduğu şeyi diğe rinin indirgeyici bakışlarında bulabilmekte ve bu bakış lar özneye yöneldiği anda yoksunluk baş döndürücü bir hızla ortadan kaybolabılmcktcdir Karmaşık bir görünüm kazandırılan. Meduso* özellikleri taşıyan (msnıu şaşırtan) bu gözler aslında Kimseye bakmamakla, bakışlarsa kim şeye yönelmemektedir. Bir göstergeye dönüştürüldükleri için yinclcncbilmcktc yani kendi kendilerini büyüleyerek kendilerinden geçmekte ve sahip oldukları ayartma gücü
* Julicn Green Fallik nitelikler taşı mhm nedeniyle insanı dehşete düşüren lalllk anne savma karşılık FrcudSın. Meduso başının insanda yarattığı şaşkınlığı, onun, başında yılanlar taşıyor ol masına, yani bnşinki bu birçok yılanın aslında ıgdış rdilmc kor kuşuyla ilgili süreci Irrsınc çevirerek yadsımayı hedefiiyorkcıı, lam tersine bu korkunun Medusa’ınn başındaki yıtnn sayısıyla çarpılmasına yol açtığım söylediğini aktarmaktadır Makyaj ve striptizin büyüleyicilik konusunda da benzer şevler söylene mez mi. yatıl vücuda ait bir bölümün gözler önûıte serilmesi, fallik bir değer «ıfrdı meşinin nedeni vinç iğdiş edilme korku sunu yadsıyabilmek dı-gil midir? Çünkü kendisinden kaçılan iğdiş edilme korkusu bu birbirlerinden oynion vücut parçala rı sayesinde, örneğin, birer fetiş-nesne olarak yeniden ortaya çıkmaktadırlar Bu birbirlerinden ayrılmış bölgeler her zurnan “iğdiş edilmiş cinsel organı göstermeye ve gizlemeye" (Lacnn| çalışmaktadırlar.
dc bu sapıkça kendi kendine talinin olmadan kaynaklan maktadır. Simgesel değiş tokuşa özgü ayrıcalıklı alanlar arasın da yer alan ağız ve bakışlar konusunda geçerli olan ero tik anlamlandırma sürecinin, vücuda ait her bölge ya da ayrıntı için de geçerli olduğu söylenebilir. Uu sahnelemeyi en iyi şekilde özetleyen ve vücuda özgü ekonomi politiğin temel taşı sayılabilecek en güzel nesne kadın vücududur. Kadının bin bir değişik erotik görünüm verilerek sergile nen vücudu apaçık bir şekilde fallusun ortaya çıkarılma sını amaçlamaktadır. Bu sürekli olarak yinelenen bir iğdiş edilme gösterisinin yanı sıra devasa bir fallık siınülasyonu çalışmasıdır. Kusursuz bir striptiz ritücline özgü imgelerin akıl almaz boyutlara ulaşan dağıtımıyla her yeri kaplayan kadın vücudunun hatasız ve kaymaksı çekiciliği insana her yerde acı veren bir afişe benzemektedir (her yerde kar şımıza çeken erotik de üretime dayalı gelişme arasında bir benzerlik kurmaya iten düşsellik de gücünü bundan al maktadır). Kadın vücudunun salııp olduğu erotik öncelik hem kadınlar hem de erkekler için aynı öneme sahiptir. Aslın da aynı sapık yııpı herkes için gcçcrlidir. İğdiş edilmenin yadsınması üzerine oturtulmuş bu yapı, iğdiş edilm e' kor kusunun ıçkinleştirılrnesiylc tıpkı öncelik tanıdığı kadın vücuduyla oynar gibi oynamaktadır. Böylelikle (bir kez daha ekonomi politiğin bir benzeri olanj sistemin man tıksal gelişm esi kadın vücudunun giderek crotikleşmcsinc neden olmaktadır; çünkü penisten yoksun bir vücut için en uygun olanı genel fallık eşdeğerlik düzenidir. Kğer
Kalçaya kadar çıkan çorabın, göz üzerine düşen snç perçemin den ya da dirseğe kadar çıkan eldivenden daha erotik olması nın nedeni bu gcııital organlar arasındaki suç ortaklığı değildir. Bunun nedeni tuzağa düşürülen iğdiş edilmenin, gemini orga na yakınlaştıkça, içkinleşmrsi nedeniyle dahn çok yadsınması dır. Keza Preud'a göre kadındaki penis yokluğunun keşfedilme aşamasında en son algılanan ve o yere er. yakın olan nesne fetiş-nesneye dönüşecektir
Gösteıge Mtza'Uû <\aDCnılfen lü' VYicuı • 183
erkek vücudu aynı erotik randımanın vamna bile yaklaşımıyorsa, bunun nedeni, iğdiş edilmenin büyüleyiciliğini anımsatan bir imgeyle bu imgeyi durmadan anlamsızlaş tırmaya çalışan bir gösteri düzeninden yoksun olmasıdır. Erkek vücudu asla kaygan, gizemli, kusursuz, yani Igcnelde sistem tarafından kabul edildiği haliyle) "gerçek’' an lamda özellik olarak nitelendirilebilecek bir özelliğe sahip değildir. Bu uzun süren fnllik iıngc türeline çalışması sıra sında eıkeginki. kadın vücudu gibi, parçalara bölünmeye elverişli değildir. Ancak şimdilik günün birinde fallık bir değişkene dönüştürülmeyeceğim söyleyebilmek zor. Yeni bir emre kadar insanı boşalmaya iten bir reklam ya da çıp laklıksın söz edilemez. Çünkü ancak bu yöntemle denetim altına alınabilen boşalma eylemi tüm nesnelere ve kadın vücuduna nktanlabılmcktcdir. Sonuna kadar gidildiğinde boşalma, sistemle* uyumlu bir şeydir. Kadına özgü bu erotik “ayrıcalığın*, tarihsel ve top lumsal boyun eğdirme sürecindeki rolünün gözden geçi rilmesi gerekmektedir. Bunun toplumsal “yabancılaşmayı" güçlendiren cinsel “yabancılaş!ırına* mekanizmasıyla bir ilişkisi olmadığını anlamak ve bu yabancılaşma sürecinde, fetişizm deki cinsiyet tıynm m t yadsıma sürecine benzer bir sürecin her lürlû politik ayrımcılığı belirleyip belirlemedi ğini de araştırmak gerekmektedir. Böyle bir süreç sonu cunda boyun eğen sınıf ya da grubun iktidardaki düzeni acımasızca eleştirmesinden kaçabilmek amacıyla kendi sine abartılı bir cinsel güç yüklenmektedir. Biraz dikkat edilecek olursa erotik düzene özgü gösterenlerin, kölele ri süsleyen nesnelerle (zincirler, bilezikler, kırbaçlar vs.|, vahşiler (zencilik, güneşte yanma, çıplaklık, dövmeler vs.|, yani bağımlı konumundaki sınıf ve ırklara ait göstergele rin tümünden ibaret olduğu görülür. Dolayısıyla politik düşüncenin kendisini yok olmaya 7 mahkûm ettiği, fallik " Düşünülmesi ve kabul edilmesi olanaksız olan şey fallus/dcğerin iptal edilmesi ve ortaya radikal bir ayrımlama oyununun çıkma olasılığıdır. ' Bununla birlikte cinsiyeti belirleyen iki terimden bin olan erke
bir düzenin parçasına dönüştürülen kadın vücudu da bu süreç içinde yer almaktadır.
İKİNCİ BİR (ÇIPLAKLIK) TEN Aynı erotik disiplin tarafından belirlenme koşuluyla her hangi bir vücut ya da vücudun herhangi bir bölümü aynı işlevi görebilir. Bir başka deyişle bu iş için cıı düzgün hat lara. en kaygan tene, en kusursuz ve ‘ hatasız* görünüme sahip olması, yarıklardan yoksun olması yctcrlidir. Çünkü her türlü erojen farklılık düşsel düzeyde vücudu belirle yen bu yapısal ayırma çizgisi (/) tarafından (belirleme ve tasarımlama olarak iki ayrı düzeyde) üretilmektedir Bu ayırma çizgisi giysi, mücevher ya dn farla görünür hale gelirken; tamamen çıplak olunduğunda ortadan kaybol makla birlikte varlığı sürekli hissedilebilmektedir; çünkü bu ayırma çizgisi vücudu ikinci bir çıplak doku gibi sarıp sarmalamaktadır. Bu anlamda, ikinci çıplaklık reklam söylevlerinin ay rılmaz bir parçasına dönüşmüştür. ‘ Neredeyse çırılçıplak", "soyunmadan kendini çıplak gibi hissedebilmek", “içinde
ğin, sistemde genci bir eşdeğerliğc tekabül etlen belirleyici bir tenme dönüşmesi gibi kaçınılması olanaksız bir yapılanmanın biyolojik bir temelden yoksun okluğunu düşünüyorum I ler ge lişkin yapı gibi bu yapının dn aınncı doğayla olan ilişkisini sona erdirmektir (L4vi-Strauss). Terimlerin tersine döndürülmüş olduğu bir kültür düşleydim, örneğin anaerkil toplumda bir erkek striptiz gösterisi hayal edelim' Böyle bir toplumda dişinin belirleyici terime dönüşerek genel bir eşdeğerlik oluşturması yctcrlidir. Ancak (erimlere ıkudın "özgürlüğünün" büyük ölçü de içinde kaybolup gıttiğıl yer değ-ıştirttiğmizdc, değişmeyen bir şey varsa j da yapıdır Değişmeyen şey iğdiş edilmenin yadsın ması ve lallık soyu ilamadır. Eğer sistemde yapısal bir art arda dönüp gelme olasılığı varsa o zaman gerçek sorunun orada de ğil, İki terimden birinin genel eşdeğer olarak kabul edilmesiyle iğdiş edilme ve simgesel ekonominin dışlanması üzerine ot ur lu tan cinselliğin ekonomi politikası denilen şeyin soyutlanma sını sorgu'ayan radikal alternatifte olduğu söylenebilir
Göjîe-0*' MczafftjJtna Odnüşvn !hr Yû
kendinizi doğa] halinizdekinden daha çıplak hissettiğiniz çoraplar4. Bütün bunların altıncı kendi vücuduyla doğ rudan ilişki kurma denilen doğalcı idealle artı-değer adlı ticari zorunluluğu uzluştırabllmektir. Geçelim. En ilginç olanıysa gerçek çıplaklığın burada ikincil bir çıplaklığa d ö nüşmesidir. X ya da Y çorap reklamlarında olduğu gibi. Şeffaf dokulu nesnenin “sahip olduğu bu şeffaflık teninizin sahip olduğu şeffaf görüntüyü değiştirecektir". Bu çıplak lığın sunumunda çoğu kez aynadan yararlanılmaktadır. Zaten kadın her durum da kendi yansımasıyla bağlantı kurmak durumundadır “O kendi vücudunu düşlüyor". Bir kereliğine bile olsa reklam tarafından yaratılan bu ef sanenin kesinlikle doğru olduğu söylenebilir Göstergeler aracılığıyla yinelenen cinsellikten başkası yoktur. İfade etliği gerçekliğe boyun eğcıı bu tür bir çıplaklık, erotik açı dan vücuda özgü temel bir kural olan çıplaklığın aynadan yansıyan görüntüsü olmaya çalışmaktadır. Bu çıplaklık fallık anlamda yüccltUebilmek için muhteşem ve cinsellik ten arındırılmış bir vücudun saydam, kaygan, ağdalanınış tözüne dönüşmeye çalışmaktadır. Bu durumun kusursuz bir örneği Golclfinger (James Bönci)" filminde görülen altın rengine boyalı kadındır. Bü tün bedeni kapsayan bu makyajla tüm yarıklar kapatılarak kadın vücuduna kusursuz bir fallus görünümü kazandı rılmaktadır (bu altın rengındekı makyaj ekonomi poliıiklc olan ilişkisini göstermekten başka bir işe varam am akla dır) Bu kusursuz fnllus görünümüyse ölüme tekabül e t mektedir. Altın rengine boyanmış çıplak plaıj yirl erotik hır fantazmı saçmalık boyutuna taşıdığı için ölecektir. İşlevsel estetik ya da vücutla ilgili kitle kültüründe de durum daha farklı değildir. Bacaklara yapışan çorap türleri, insanın bedenine yapışan iç gıyiın eşyaları, eldivenler, “vücuda ya pışan" etek ve giysilerin üstüne bir de güneşte yanma olayı vardır. Bütün bunlar “ikinci len/dcri"ıtin laytmotifi olup, vücuda vitrin görünümü kazandıran saydam bir şeride
■ Yönetmen Guy Hamilton. 1064. ( — ed not» |
benzemektedirler. Vücut den sı/ten "çıplaklık” olarak değil erojen bir b31gc gibi algılanmaktadır, yani duygusal ilişki ve değiş tokuş aracı ya da em m e ve dışkılarım metabolizması şeklinde. Vücut bu pütürlü, delikli, yarıklı deriyle sınırlı olmadığı gibi metafizik düşüncenin kendisini deriyle sınırlandırma' sini dn pütürsüz, terlemeyen ve dışkılnmnyari* soğuk ya da sıcak olmayan (optimo) havalandırma ortamında, “taze" ya da “ılık” olarj bir Huriye sahip olabilme adına yadsımakta dır. Bu, cilt seni vc katı kıvrımlardan yoksun (“yutmışak* ve "kadifemsi''), özgün bir hacimden (“tenin" saydamlığı) özellikle de yarıktan yoksun (kaygan), saydam ambalaj kağıdı türünden bir deridir. Bütün bu nitelikler (tazelik, esneklik, saydamlık, türdeşlik) vücudu sınırlandırmaya -karmaşık açın uçların yadsınmasından kaynaklanan bir hiçleşmeye yönelik niteliklerdir. Vücudun “gençliği* ko nusunda da benzer şeyler söylenebilir, örneğin gcnç-yaşiı paradigması ölümsüz gençlik simülasyonuyla etkisiz kılın maktadır. Çıplaklığın üstünü saydam, parlak bir katmanla ört meyle nesneleri koruma amacıyla üstünü örtme saplantısı arasında bir ilişki kurulabilir örneğin nesnelerin çıkılan ması, plastikle kaplanması vs. ve nnlaıı sürekli olarak te miz tutmayı (yeni gibi) amaçlayan fırçalama, temizleme ça lışması gibi burada da sorun onların salgılamalarını (küf, oksitlenme, toz vs.), kırılıp dökülmelerini engellemek vc bir * Soylu gözyaşlarının salgılanması hariç tabii. Üstelik bu salgı laım« sıratımda ne kadaı çok önlem .-ılındığı do cabası! Longcils Cuzıuı kirpikler* anlamına gelen bir makyaj malzemesi m arka sı) şu olağanüstü metninde: "... duygusal açıdan allak bııkak olduğunuzda bu duyguyu yalnızca gözleriniz aracılığıyla ifade edebilirsiniz Makyajınızın size ihanet etmesine yalnızca ve yal nızca o duyguyu yaşadığınız onda katlanabilirsiniz İşte o anda, yalnızca ve yalnızca o anda Longcils in yeri doldurulamamaktadır... özellikle o anda bakışınızda bir değişiklik olmaması ve anlamlı görünmesi içııı kirpiklerinize ilgi göstermektedir. B u Öylesine yoğun bir ilgidir ki. siz göz makyajınızı yapın ve çıkın, gerisine karışmayın* demeye çalışır gibidir.
tür zihinsel ölümsüzlük kazandırabilmektir. Tanım lanm ış” bir çıplaklığın, ürettiği göstergeler ağı dışımla ima ettiği bir şey yoktur, özellikle de bir vücutla, yani çalışan, zevk veren ya da paramparça bir vücutla ilgili bir im a yoktur. Biçimsel açıdan çıplaklık, bütün bunla rı ehlileştirilmiş bu vücut simülaknyla aşıp geçmektedir Tıpkı BrigUte Bardot'ya ‘ elbisesi üstüne tam oturduğu için güzel" denilmesi gibi, bu işlevsel denklemde de bir bilin meyen yoktur. Alımda kasların oynadığı hu ileriden yok sun bırakılmışlığa karşılık modern vücut şişme ve sönme özelliklerine sahiptir. Bu tema U n dergisinde yer alan bir mizahi görüntüler silsilesinde şu şekilde sunulmaktadır: Striptiz yapmakta d a n kadın, tamamen soyunduktan sonra son bir hareketle göbek «İçliğinin üzerindeki tıpayı çekerek anında sönmekte, geriye sahne üzerinde küçük bir deri yığını kalmaktadır. Çıplaklık ütopyası, yani kendini olduğu gibi tüm ger çekliğiyle sunan vücut, çıplaklık ideolojisini yeniden can (andırmaktan başka bir şey yapmamaktadır. Hintlinin biri (hangisi olduğunu hatırlamıyorum! şöyle diyordu: “Çıplak vücut her insanın gerçek doğasım saklayan, ifade yetene ğinden yoksun bir m askedir" Bununla söylemek istediği şey vücudun ancak üzerinde oluşturulmuş izler, üstüne yazılmış yazılar aracılığıyla bir anlama sahip olabileceğiydi. Alphonse Allais’nin temel-anlam ve hakikat delisi racası ise bu olayı tersine çevirmekte ve kutsal dansözü soyduğu yetmiyormuş gibi bir de onun canlı canlı derisini yüzdürmcklcdir. Vücut, varlığımızı koııuluyan yüzeyden ibaret bir şey olmadığı gibi, bakire ve izden yoksun doğal bir alan da d e ğildir. Bu türden “özgün" bir değere sahip olabilmesi için baskı altına alınması gerekmiştir. D oğala illüzyon pers pektifinden, baskı altına alınmış vücudu içinde bulundu ğu bu dunundan kurtarmak, onu bu baskıdan kurtarmak demektir. Oysa böy.c bir çıplaklık yaklaşımı vücuda karşı çıkmakta, onu soyut ve kendinden kaçılması olanaksız bir duruma getirmekte, yani bir tür ikinci bir deriyc/tene dönüştürmektedir. Çünkü her gösterge gücüne sahip gös
terge gibi, deri de. anlan) düzeyinde ikine bir derinin oluş masına yol açmaktadır Bu .sonradan s a ııp olunan defti], var olan tek deridir Bu sürekli yinelenen gûsicrgcleşmi} çtplaklıftın tek amacı vücudu bir hayale dönüştürcbilmektir. 13u sonsu za dek sürüp gidebilecek bilinç öznesi spekülasyonuyla aynadan yansıyan imgesinde karşılaşıyoruz. Gerçekte bölünmesi olanaksız özne, yansımada biçimse! olarak bö lünüp parçalanmaktadır Vücut üzerine kaydedilmiş gös tergeler ve kısırdöngüse! bir görünüm almış ölüm içtepisi, bedensel malzeme üzerinde bilinç öznesi denilen, m etafi zik işlemi yinelemekten başka bir şey yapmamaktadırlar. Artaud'nun dediği gibi: 'M etafizik deri yoluyla beyinlere işlenmektedir.* Ayna sınırlandırması ya da somut göstergenin fallik düzeyde yinelenm e durumlarında özne kendi kendini ayartmaktadır. Kendi kendini arzulamaya uğraşmakta ve göstergelerin yemden ürettiği vücudunu havai etmektedir. Gösterge değiş »nkuşuyla kod çalışmasın.ıı arkasındaki Özne fallik bir güçlendirici işlevi görerek kendi kendinden kaçabilmekte ya da kendi kendine yakalanabılmektedir. Bir başka deyişle ötekinin arzu nesnesi olmaktan (öyleyse kendisindeki arzu yoksunluğundan) kaçarak, bir anlamda kendi kendini, kendine fark ettirmeden görebilmektedir. Sapıklıkla gösterge aynı mantığa sahiptir. Bu noktada, “ilkel" toplumlunla vücuda yazma ve iz bırakma olayıyla bizim çağdaş sistemimizdeki yazma ve iz bırakma arasında radikal bir ayrım olduğunun altı çizil melidir Çünkü "simgesel dışavurum " başlığı gibi genel bir katcgorilcndirmedcn yola çıkılarak bunlar Kolaylıkla bir birine karıştırılmakladır. Sanki vücut her zrnınn aynı an lama. sanki ilkel dövmeyle makyaj hep aynı anlımın sahip olmuş gibi. Sanki üretim biçimiyle ilgili tüm devrimlerin ötesinde ta ilk çağlardan ekonomi-politik evrenine kadar değişmeyen bir anlamlama yöntemi varmış gibi Bizim, fallik soyutlama ve düşsel düzeyde giderek anlamsızlaşan özne üzerine kurulu sistemimizde bir değişim değeri ne sahip olduklarından genel bir eşdeğerlik düzeni içinde
birbirteriyle değiş tokuş edilen göstergelerimizin tersine arkaik toplumlnrdaki vücuda yapılan izler ve maskelerin işlevi simgesel değiş tokuşu, tanrılarla yo da grup içinde gerçekleştirilen armoğanı/değiş tokuşu otundu güncelleş tirmektir. Buradaki değiş tokuş maskenin gerisinden öz deşleşmeye çalıştığı özneyle yaptığı /yazarlık şeklinde değı.'. tom terbine kimliğini tamamen yitiren kişinin bu maskenin tahakkümü altına girmeyi kabul elmiş/etm em iş bir varlık olarak ortaya çıkması şeklinde bir değiş tokuştur. Burada vücudun tamuım mal ya d o kadın gibi bir simgesel değiş tokuş nesnesine dönüşmektedir. Sonuç olarak burada bize özgü vücut ekonomisini yöneten aşkınlaşmış Gösteren/ Gösterilen, Fallus/özncllikten oluşan standart bir şema nın (aynı zamanda soyutlanmış bir parayla) henüz ortaya çıkmadığı görülmektedir. Bir Hintli (belki de aynı kişi| çıp laklığıyla ilgili soru soran beyaz adama: "Vücutlumun her yeri benim yüzümdür" yanıtını vererek belki de |dahu önce gördüğümüz gibi asla tamamen çıplak olmayan) vücudu nun tamamının simgesel değiş tokuş kopsmuıodn değer lendinlebilcccgini anlatmaya çalışmaktadır. Oysa bizde yüz olayı yalnızca yüze ve bakışa indirgenmiştir. Hintli lerde vücutlar birbirlerine bakmakta ve tüm göstergelerini değiş tokuş etmektedirler. Hu dur durak tanımayan kar şılıklı gösterge tüketiminin aşkın bir değer yasası yo da kişisel anlamda öznenin onlara sahiplenmesiyle bir ilişkisi yoktur. Oysa bizim vücudumuz sınırlı sayıda göstergeye sahip olduğundan, değerlendirme de öznenin eşdeğerlik ve yeniden üretim yasasına göre yapılmaktadır. Değiş tokuş sürecinde ortadan kaldırılamayan hu özııc spekülasyona başvurmaktadır. Nereden baksanız fetişist olun bu öznedir yoksa ilkel oîaıı dcğjl Değer yasası aracılığıyla kendi vücu duna bir değer atfettiren özne onu fetişleştirmektedir.
İKİNCİ BİR ÇIPLAKLIK BtÇİMİ: STRİPTİZ (Crnzy Horsc Saloon'un yöneticisi) Bcrıınrdın Lui Idergisinde) şöyle diyor:
Ortada ne stnp var ne de irase . . b u bir stnp-tcase pa rodisi sunuyoruz... Ben bir sahtekârım Burada hakikati tüm çıplaklığıyla gösterir gıb: yapıyoruz. Sahtekârlıktan da bundan fazlası beklenemez. Bu. yaşamdacinin tersi sayılabilecek bir durumdur. Çünkü katlın soyunduğunda giyinik halinden çok daha süslüdür. Vücutlar çok güzel özci fondötenlerle makyajlaııarak bir saten parlaklığı ve düzgünlüğüne aahıp olmak tadırlar. . Dirsek erde noktalanan eldivenlerse her zaman güzeldir. Kalçayla bneak arasında kalan .ilan yeşil, kırmızı ya da siyah çoraplarla kapatılmaktadır.... D üş gibi bir stnp fense göstrrisirıde kınlın sanki bir ha yaldir Sanki boşlukta dans etmektedir. Çünkü bir kadın ne kadar yavaş hareket ederse o kadar erotiktir, öyleyse zirveye bir tılı yerçekiminden kurtarılmış kadınla ulaşıla bilir. Plajlardaki çıpaklıkla sahnedeki çıplaklık arasında hiçbir ilişki yoktur Sahnede onlar birer tanrıçadır. Onlara dokunamazsınız. .. Tiyatro y a (ki başka yerdeki çıplaklık modası yüzeysel oîııp. zihinsel bir eylemle sınırlıdır, yani »uyunacağım, çıplak aktör aktrisler göstereceğim türün den bir şey. Bu sınırlama nedeniyle de anlamsız bir gi rişimdir. Başka yerlerde sunuları şey gerçeğin kendisidir oysa ben burada yalnızca olmayan bir duyguyu yaşatmaya çalışıyorum. Her yeri sarıp sa malayaıı bir cinsel gerçeklik erotizmin öznelliğini yıpratır. Vücudu rengarenk canlı ışıklar tarafın dan sarılıp sarm alatan, mücevherlerle donatılmış, büyük bir portakal renkli pm ığıın süslediği, Avusturya-Polonya kurması Usha Barodc, Cı.ızy Morse. yani kollarınız arasına alamayacağınız kıuln geleneğini sürdürecektir. Striptiz belki d e ç a ğ d a » B atı tophırm ııuı a il tek ö zg ü n da n stır. Işın sırrı b ir kadın ın k en di v ü c u d u n u oto erotik bir tap m a
ritüelinin n e sn esin e d ö n ü ş lü rc b ild iğ i ö lç ü d e
-b a ş k a la r ı
iç in - b ir ıırzu n e sn esin e d ö n ü ş e b ilm e s in d e -
d lr. T ü m je stle rin tözünü o lu ş tu ra n b u n a rsistç e s c ıa p , b u v ü c u d u s a r ıp sarm ala ya n ve o n u fallik bir nesn en in sim g esin e d ö n ü ş tü r e n kendi k en din i o k ş a m a h a rek etle ri o lm a d a n erotik b ir etki vn ratab ilm ek o lan ak sız d ır. Hıı
mastürbasyonun cn yüce biçimidir. Burada Bcrnardtn'in dediği gibi asal olun yavaşlıktır. Jestlerdeki bu yavaşlık (soyunurken, kendi kendini okşarken, halta orgazm takli dine kadarı ‘ ötekine* (seyirciye! ait davranışlardır. Çünkü dans etlerken yinelediği jestlerle yanı başında hayalı bir cinsel partner yara'ınaya çalışmaktadır. Ancak bu ‘öteki' bir anda saf dtşt bırakılmaktadır; çünkü dansçı ötekinin yerini alarak, gerçekten de düş sürecinden çok da farklı olmayan bir yoğunlaşma çalışmasıyla onun hareketlerini üretebilmektedir. Striptizin tüm sırrı (vc etkisi) bu ötekini, tıpk bir filmdeki yavaş çekim patlama ya dn düşme olayı gibi, şiirsel bir yavaşlıktaki jestler aracılığıyla çağrıştırma vc bu çağrışımı yinelemede gizlidir. Çünkü gerçekleşmeye ramak kala elinizden kaçabilecek bir şeyler varsa, o da bu kusursuzlaşmış arzunun1” ta kendisi olacaktır. İyi olan tek sln'/> vücudu jestler aracılığıyla vc o şaş maz narsis soyutlama doğrultusunda bir aynadan yansıtır gibi yansıtabildi strip\xr. Burada gerçekleştirilen jestler 10 fb m p and grind adlı jestlerden oluşan öykü, teknik terimlerle Ifedc etmek gerekirse Hamille'ın ‘ karşıtın simüle edilmesi” de d i# şeyi gerçekleştirmektedir. Çünkü sürekli lıır şekilde jestler nmcdığıyla sarmalanıp soyulan vücut, bu çelişki sayesinde şiir sel bir anlam a kavuşabilmektedir Bununla karşılaştırıldığında nûdisilcr vc diğerleriyle Bcm ardinln sözünü ettiği ‘ plajlarda karşılaştığımız yüzeysel çıplaklığın" ne kadar naif olduğu ortay t çıkmaktadır. Çünkü bunlar çıplak gerçekliği sunduklarım şuurken nslmdn göstergeyle eşdeğerli bir şeye dönüşmekledir ler. Buruda çıplnklık gösterilen bir doğallığın gösteren düzeyin dr ki rşdrğcrlısidir. Bu doğalcı sunum Bcrnnrdinln dediği gibi "zihinsel bir cylem*dcn başka bir şey değildir, yani bıı bir ideoBu anlamda sirtp o sapık ve karmaşık çelişkili oyunuyla, tıpkı liberal rasyonalist bir ideolojiye karşı çıkar gibi, “çıplakla şarak özgûrleşme'tıin lam karşısında yer almaktadır. 'Çıplaklı ğın tırmanışı' demek rasyonalizmin, insan haklarının, biçimsel özgürleşmenin, liberal demagojinin, küçük burjuva tıpı Özgür düşüncenin tırmanışı demektir. Bu gerçekçi sapıklık, kendisi ne işeyen bir bebek arm ağan edilmiş küçük kızın verdiği 'Kız kardeşim de işemesini biliyor. Buna gerçek bir bebek verebilir isisin?” gibi bir yanıtla doğru bir ifadeye kavuşmakladır
moda, makyaj vc reklam ın" tüm düzeylerinde sahneye ko nulan sertleşip dikleşebilir vücut olayında karşımıza yıkan gösterge ve izlerden oluşan teçhizatın devingen bir eşde ğerlisidir. Kötü strip ise doğal olarak sadece soyunmadan ibaret olup, çıplaklıktan başka bir amacı olmadığı iddia edilen gösteriye uygun olarak yalnızca çıplaklık sundu ğundan, vücutla sağlanan şu hipnoz olayın; es geçmekte vc doğrudan seyircinin şehvet duygusuna seslenmektedir. Söylemeye çalıştığımız şey kötü stri/rin salondan yükselen arzu duygusunu ele gcçlremcycccği değil, tam tersidir, an cak buradaki kız vücudunu büyülü bir nesneye dönüştü rm ed iğin d en sonuç olarak bu (gerçekçi, doğalcı) dünyevi çıplaklığı tözsel açıdan kutsal, yanı kendi kendini betim leyebildi, kendi kendini yoklayabilcn/okşayabilen ıçüııkü bu iş her zam an bir duyarlık mesafesi, hassas b ir boş alan oluşturarak, örneğin jestlerin bir tür ayna görevi yaptıkları düş olayındaki gibi dolaylı bir anlatım vc bu jestler aracı lığıyla somutlaşan bir vücutla geıçekleştirilmektedir) bir çıplaklığa dönüştürm em ekledir. Çıplaklık ya da hareketsizlik (ya da bir 'ritm 'd en yok sunluk, jestlerdeki kabalık) kötü slnp'ı içinden çıkama yacağı bir duruma düşürmektedir. O zaman da sahnede ortaya çıkım şev terimin kesin anlamında 'm üstehcen* bir kadın ve ‘ müstehcen* bir vücuttur, yoksa o çekici jestler le kendini bir fallus gibi sergileyen ve bir arzu göstergesi olarak kendini yeğleyen, dar bir alana hapsedilmiş vücut değil, ö yleyse yanlış bir genel kanıya dayanılarak iddia edildiği gibi “salonla sevişmek” kesinlikle başarılı olmak 1
1
Şeffaf tüllerle oynanan bir oyun da bu jestler oyununun yerini alabilir Sık sık iki ya da daha çok kadını göstererek, görünüş le homoseksüel bir tema, aslındaysa narsislik kendi kendini ayartma modelinin bir değişkenini sunan reklam dn benzer bir görevi getirmekte, yanı tinsel bir slmüldsyon aracılığıyla insa nın kendi kendisi üzerinde yoğunlaşmasına yol açan bir yansı tılma oyu nu oynamaktadır |bu aynı zamanda hcteıoseksücl bir tema da olabilir, çünkü reklamdaki erkek kadının kendi kendi sinden hoşlanmasını garantileyen narsts bir unsurdur).
değildir. Başaıı bunun tam tersini gerçekleştircbilmektir. Berııardin'e göre striptiz yapan kadın bir tanrıçadır. Oluş turduğu dokunularnazlık alanı seyircinin ondan hiçbir şey alıp götûremeyeceği gibi bir anlamdan çok. (cinsel bir öcfmtj-out'â geçilememektedir; çünkü bu IjaskLcı durumla ancak kötü sttip'tc karşılaşılmaktadır) ona hiçbir şey w?remeyeeeçjı gibi bir anlama sahiptir; çünkü onu büyüleyici kılan aşkııılık duygusunun nedeni kadının her şeyi kendi ne saklayıp kimseye bir şey vermemesidir Jestlerde kutsal bir ayin ve tttzlcştirmc-Ütesinc geçişe özgü b ir yavaşlık vardır. Burada ekmek ve şaraptan değil fallusa benzeyen vücuttan söz ediyoruz Pnllusa benzeyen vücuttan yere düşen her bez parçası bizi çıplak bir vücut ya da cinselliğin çıplak “gerçekliğine" yakınlaştırmamaktadıı- (yine de bütün gösteri bu röntgenci içcepi üzerine kurulmuş olup, vahşice bir soyunma ve tecavüz etme içtepısi tarafından rahatsız edilmektedir, ancak bu hayaller gösterinin gerçekleştirmeye çalıştıklarının tam tersi sayı labilecek hayallerdir). Bu bez parçası yere düşerken çıplak bıraktığı şeyi bir fallusa dönüştürmekle, başka bir vücudu ortaya çıkarmakta ve aynı oyun giderek karmaşıklaşmak ta gösterinin ritmine uygun bir şekilde vücut giderek belir gin bir fallik imge görünümüne sahip olmaktadır, öyleyse bu giderek artan cinse) bir ‘ anlama' sahip göstergelerden arındırm a oyunu değil, tam tersine bir araya Rctirılcn gös tergelerin oluşturdukları yapı üstüne kurulu bir oyundur. Her parça bir gösterge oyunu sayesinde erotik güce sahip olmakta, bir başka deyişle gerçekleştirdiği tersine döndür me olayıyla asla yerine geçemediği şevden (yitirme ve iğdiş edilme) yerini ve görünümünü aldığı şeye, yani fallusa-
-V ü c u t Üzerimle kalan son bC2 parçasının da düşmesi, yani cntcgral çıplaklık denilen şey olayın mantığında bir değişikliğiyol açmamaktadır. Jestlerin vücut çevresinde büyülü bir çizgi oluşturarak, slipten daha belli belirsiz bir iz bırakabileceklerini ve zaten bu yapısal izin (slip vn da jestlcrinki) engellediği şeyin cinsel bir organ değil vücudun tamamını sarıp sarmalayan cin selleştirme olduğunu biliyoruz. Uır başkn deyişle cinsel organ
dönüşmektedir. Striptizdeki yavaşlığın nedeni içte bu dur. Eğer amacı cinsel bir çıplaklık olsaydı en hızlı şekilde y a pılması gerekirdi. Oysa bu ış yavaş yavaş yapılmaktadır. Bunun nedeni göstergeler aracılığıyla üretilen bir söylev, kusursuz bir şekilde oluşturulmuş ikincil bir anlam düze yine sahip olmasıdır. Seyircinin bakışı hu fallik görünümü algılayabilmektedir. Bakıştaki sabitlik iyi striptizin temel kozudur. Bu sabitlik genelde yabancılaştırma tekniği, bu erotik durum un sınırlarını belirlemeye yönelik coolness olarak yorumlanmaktadır. Bu hem doğru hem de yanlış bir yaklaşımdır. Yalnızca yasağa endeksli bir sabit bakış striptizi baskıcı bir pornodraına dönüştürecektir. İyi Strip böyle bir şey değildir. Bakış üzerinde bu düzeyde biı ha kimiyet kurmanın nedeni araya bir soğukluk sokmak de ğildir Bu bakış mankenlcrinki kadar coofdur denildiği za man da coo/\ın güncel iletişim araçları ve vücut kültürüne ait çok özel bir nitelik olarak tanımlanması gerekmektedir. Bu bakış oto-erotik büyülenmenin etkisiz kılınmış halini, yani kendi kendini seyreden ncsne/kûdini Sergileyen bir bakıştır. Üstelik koca koca açılmış görünen kapalı göz lerle. Bu bakış sansürlenmiş bir arzunun sonucu değil kusursuzluk v e sapıklığın en üst aşamasıdır. Bu kadının gerçekten kendisi olmasını asla istemeyen cinsel sistemin somutlaşmış halidir. Zaten bu kadar ayartıcı olmasının nedeni de ön ce hoşa girmeyi, başkalarının ve kendisinin hoşuna gitmeyi kabul ederek kendisinden başka bir şeyi arzu etmemesi ve nşkınlıktnn yoksun olmasıdır. Bu durum da ideal vücut ınankcmnki olmaktadır. Vücudun fallik bir araca dönüştürülmesinin tipik örneği mankendir. Manne-ken demek "küçük adam" -çocuk ya da penis- demektir. Burada kadın karmaşık (sofistike) bir güdümleme, yoğun ve kusursuz narsistçe bir disipline uyarak aslında bir ayartma paradigması aracılığıyla ken di kendisiyle sevişir gibidir. Zaten onu ve kutsallaştırılan
gösterişi vc IlUttit bll'.'iz daha ileri giderek orgazm olayı vücudun cinselleştirilme işlemine bir son verememektedir.
vücudunu canlı fallu sa, yanı gerçek anlamda ııjdiş edilmiş kadına (keza erkeği ancak erkeği, kadın üzerinde yoğun laşan bir modele göre) dönüştüren şey de işte bu sapık süreçtir. İğdiş edilmiş -olmak demek fallik temsilcilerle d o nanmış olmak demektir. Kadın bunlarla donanmış olup, asla arzu edilememe korkusu yüzünden, vücudunu bir tallusa dönüştürmeye zorianmaktadır. Kadınların fetişist olmamalarının nedeni bizzat kentli üstlerinde yürüttükle ri bir sürekli fetişleştirme çalışması, yani kendilerini bir oyuncak bebeğe dönüştürmeleridir. Oyuncak bebeğin bir fetiş okluğu, sürekli giydirilmek ve soyulnınk amacıyla üretildiği herkesin malûmudur. Çocuklukta belleğin sahip okluğu simgesel değerin kökeninde işte bu örtme ve soyma oyunu vardır. Zaten her türlü objeklnl ve simgesel ilişki gerilemesi bu tersine döndürme oyunuyla sağlanmakta dır. Kadın hır oyuncak bebeğe dönüklüğündeyse hem ken di kendinin hem de Ötekinin'* fetişi haline gelmektedir. Frcud fclç çamaşırlarının btı kadar çok fetiş olarak seçilmesinin nedeni, soyunma eyleminin soıt aşılmasına kadar kadının fallik b ir varlık olduğunun düşünülmesidir"
" Su[Mk arzu toplumrot model itirafından dayatıl ın normal a r zunun la kendisidir. Kadın oto-crotlk gerilemeden |rx-yrcss.;on) kaçlığında bir arzu nesnesi olmaktan çıkarak bir arzu öznesine dönüşmekle, böylelikle de sapık tuzunun yapısına karşı diren mektedir. Oysa arzusunun, ötekinin tıızusu denileli fetişist et kisizleştirme aracılığıyla gerçekleşmesini sağlayabilme gücüne sahiptir. Bir başka deyişle bu durum da sapık yapıda |ûzne ve nesne arasında bu türden bir arzu bölünmesi sapıklık ve sa hip olduğu erotik randımanın sım ıu oluşturmaktadır! herhan gi bir değişiklik olmamaktadır. Bum ın lek alternatifi herkesin, cinsrl sistemin kendisini içine tıkmış olduğu, btı fallik kaleyle bu sapık yapıyı yıkarak, fallik kimliği konusunda ne yapacağını bilememek gjbi bir durum dan kuıtulması ve gözlerini açıp öte kinde yansımasını bulamadığı kendi varlığıyla fallik özdeşleşme demlen bu sahte büyülenme olayına bir son vererek o karmaşık yç tehlikeli kişisel çelişkiyi kabul çimektir; çünkü arzu ancak o zaınan yemden bir simgesel değiş tokuş oyununa dönüşebil mektedir.
demektedir (“Fetişizm* Üzerine). Bir iğdiş edilme gösterisi olarak striptizin sahip oldu ğu büyüleyiciliğin kökeninde keşfetme süresinin kısalığı ya da daha doğrusu, aramak ama asla bulamamak ya da daha güzeli, her yola başvurup hiçbir şey olmadığını keş fetmekten kaçmaktır Kadaıın cinsel organları karşısında istisnasız tüm fetişist ler aptallaşmaktadırlar Hu silinmesi olanaksız bir baskı altında tutmanın izi olarak nitelendirilebilir. |«.fje .)
Yokluğunu düşünebilmenin olanaksız olduğu böyle bir deneyim daha sonra her türlü “k e ş if ya da *açıkiama*nın temel ilkesi haline gelmektedir (özellikle de "hnkıkat'in cin sel statüsü konusunda). Delik saplantısı tersine dönerek büyüleyici bir fallus görünümüne bürünmektedir. Bu. bir yığın fetişin ortaya çıkmasınn (nesneler, hayaller, nesne/ vücutlar) neden olan yadsınmış, engellenmiş arzuyla ilgili bir gizemdir. Fctişleşt irilen kadın vücudu yeniden yaşama dönm eve çalışan bu delikten yoksunluk d uygu su ve yaşa nan korkuyu erotik varlığıyla engellemeye çalışmaktadır. Bu "iğdiş cdılınc tehdidine karşı kazanılmış hır zafer gös tergesi ve buna karşı bir korunma biçimidir." (a.g e.J Art arda dizili tüllerin gerisinde gizlenen bir şey yoktur. Hiçbir zaman da olmamıştır Hiçbir şey olmadığını göster meye çalışan da iğdiş edilme sürecinden bnşkıısı değildir: bu yoksunluğun onaylanması şeklinde değil, varolm ayana özgü bir tözün korkutucu büyüleyiciliği şeklindedir. Kor kutucu bir realistik zorlamayla (compulstori,) sonuçlanan tüm Batı kökenli girişimler bu iğdiş edilme adlı görme bo zukluğu tarafından etkilenmişlerdir. 'Şeylerin nedenlerini açıklama" adı altında farkında bile olmadan |biiinçaltımız tarafından yönlendirilerek! yalan yanlış algıladığımız bir boşluktan söz ediyoruz, iğdiş edilmenin varlığını kanıtla mak yerine bin bir türlü fallik bahaneye başvuruyor, son ra da büyülenmenin neden okluğu bir zorlamayla "haki kati" keşfedebilmek için bütün bu bahaneleri teker teker saf dışı ediyoruz. Zaten hakikat olarak algılanan bu iğdiş
edilme sonuç itibarıyla her zaman kendini yadsınmış bir iğdiş edilme şeklinde dışavurmaktadır.
YÖNLENDİRİLEN NARSİSLİK Bütün bu açıklamalar bizi, narsislik sorununun toplumsal bir denetim biçimi olup olmadığını sorgulamaya götürmek tedir. Freud'dnn yapılan bir alıntı r'Narsislcşm c '1 buraya kadar yaptığımız açıklamalara ayna tutacak türdendir: Kadında kendi kendineyctebilmc gibi bir durum oluşmak tadır ki. bu do onu. toplumun tartışma konusu haline gotirdiğı nesne seçimi yapmak gibi bir özgürlükten kurtar maktadır. Bu tür kadınlar, doğruyu söylemek gerekirse, yalnızca kendilerim sevmektedirler. Neredeyse bir erkeğin imlan sevdiği yoğunluğa sahip bir sevgidir bu. Gereksinim duydukları şey sevmek değil sevilmektir. Yalnızca kendi lerini seven erkeklerden haşlanmaktadırlar. Erkekler bu türden kadınlan çok çekici bulmaktadır. Bunun estetik nedenlerinin yanı sıra, zira genelde bunlar cıı güzel kadın lardır, ilginç psikolojik nedenleri dr vardır. Daha sonra devreye "kendilerine sahip oldukları değişmez, libido yapılarından ve uyumlu narsisliklerinden dolayı gıp ta ettiğimiz çocuklar, kediler ve kimi hayvanlar" girmekte dir. Güncel erotik sistemde üzerinde durulan şey bir tür çok biçimli sapıklığa bağlı şu ilkel narsislik değildir. Bura da sözü edilen şey daha çok şu “çocuklukta gerçek Denin ideal Ben aracılığıyla ulaştığı nursisçe hazzın" yer değiş tirmesi. daha doğrusu “çocukluğa özgü kusursuz nar sisliğin" baskı altında tutma ve yüceltmeye bağlı olduğu bilinen ideal Ben şeklinde yansıtılmasıdır Kadının kendi vücudunu bu şekilde ödüllendirmesiyle bu güz,ellik retoriği aslında ekonomi politiği belirleyen etiğe koşul çok sıkı bir disiplin sürecini yansıtmaktadır Vücutla ilgili bu işlevsel Estetik çerçevesinde, öznenin ideal B cn ln c boyun eğme süreciyle toplumun kendisine alternatif olarak dayatmış olduğu kendi kendini sevme, kendi kendisiyle ilgilenme kurallarına uyma zorunluluğuyla knrş: karşıya bıraktığı
süreci birb irin d en «ayırabilmek olan ak sızdır. D e ğ e r niteliği
ka zan d ırılm ış b u tü r b ir narsislik kedi y a d a ç o c u ğ a ûzgvl narsislikten kesinlikle farklıdır. B u yönlen d irilm iş b ir n a r sislik, değer ve göstergeler a ra sın d a gerçek leşen bir değiş tokuş biçim i o larak g û z e lliğ n yön len dirilm esi ve işlevsel d ü zlem d e yüceltilm esidir. A nlam sız b ir g ö rü n ü m e sah ip b u ken di ken dini b a ş la n çık arm a o lay ım la a s ıl am a ç la n a n şey. v ü c u d u n , göstergeler paza rın d a ayrıntılı b ir opliınal işletim n o rm u n a s a h ip olm asıdır. M odern erotik fantazm Iıır rasyo n el ek o n o m i tarafından üretilm ektedir. Zaten b i rincil y a d a ç o cu k lu k dönem i narsisizm iyle a ra sın d a k i en önem li fark d a b u d u r. M o da ve reklam vücut k o n u su n d a tüm b atla rıy la Y u m u şa k bir oto erotik C a rte d e Tendre'-* o lu ştu ru p , geliştir m eye ç a lışm a k ta ve v ü c u d u n u z d a n siz so ru m lu o ld u ğ u n u za gö re o n u n la ilgilenm ek ve o n a b a k m a k z oru n d asın ız - b u n u lııız a lm a d ü zen i çerçevesinde değil
prestije yönelik
bir g ra fik sistem i ve kitle m odellerinin aracılık ettikleri ve yansıttıkları g östorgolorle vo. yapm alısınız d em ek led ir. I Kııııd a t u h a f b ir stratejinin g ü d ü ld ü ğ ü söylenebilir. V ücut ve ero jen bölgelerin b ak ım ı için y ap ıla n y atırım a yük len en aıılnın saptırılm ak ta ve o lay vücut ve erojen liğin sahneye
K onulm asına k ay d ırılm ak tad ır O a n d a n b a ş la y a ra k m ırsistçe ay artm a belli b ir tek n it, n esn eler, je stle r, izler ve gö stergelerden o lu ş a n b ir oyun şek line s o k u la ra k vücut y a d a vü cu t p a rç ala rıy la bağlnntılandırıhnıştır. U u yeni-
narsislik v ü c u d u n bir değer olarak g ıid û m lcn m es ıy le ilin tilidir B u libidınal ve sim gesel b ir yapı-bozu rr.u şem asıyla m evcut yatırım ları darm a d ağ ın ed erek yeniden y a p ıla n d ı ran; v ü c u d u n yönlendirici m occller çerçevesinde “y en id e n ele g e çirilm e' şem ası ü zerine otu rtu lm u ş, öyleyse a n lam ın 1 4
Carte
14
tır. | — ed. nofu.|
denetiminde oluşturulan aızunun korla '• transfer edildiği vücudu hedefleyen bir ekonomidir. Bütün bunlarla oluş turulan bu “sentetik" narsisizmi, narsisizmin iki klasik biçiminden: 1| Birincil, yani birlcştirici/kaynaştırıcı [fusionncl\ narsisizmle 21 İkincil, yani vücudun ayna-Ben'den ayn tutulduğu, B cnlc spekülasyona dayalı ve ötekinin bakışının onayla masıyla bütünleşme üzerine kurulu narsisizm ve 3) Üçüncül, yani “sentetik" dediğimiz yapısı bozulmuş vücudun işlevsel kolektif modellere endeksli, "kişiselleş tirilmiş" Bros olarak yeniden yaratılması üzerine kurulu narsisizmden ayırmak gerekmektedir. Göstergeler ve fark lılıkların sınai bir şekilde üretildikleri türdeş bir alan ola rak vücut, programlanmış ayartma göstergesi olarak ortalığa salıverilmişi ir. Bir ayartma, hoşnut edilme ve prestij şeması olarak vücudun toptan oluııılanarak çelişkiye bir son verilmiştir. Öznesi tüketim1* düzenine ait siz olan, kıs ,s Lcclnire'de mektubun erojen yazıtıma güre ayrımlama ve fark lılığı iptal etme işlevine bakıldığında, güncel sistemi belirleyen şeyin mektubun açılma işlevinin kapatılma işlevi lehine lerk edilmesi olduğu anlaşılmakladır Yazınsal işlev -yanı simge sel yazılım yapısal yazılım kiline ortadan kaybolmakla- arzu alfabesi kod alfabesi lehine ayrıştırılmaktadır. Mektuba özgü analitik çelişkinin yerini or»ıla da kod sistemindeki eşdeğer lilikle bir Idılbihmsell değer olnrnk işlevsel yazınsallık almak tadır. Mektup bu durumda kendi kendisinin ikizine dönüşüp anlamlı bir göstergenin yansıması gibi algılandığından, IVtişist bir yaklaşımla crojeıı ayrım »erine birleştirici unsur görevi yap tığı söylenebilir Mektuba tüm farklılıktan ortadan kaldıran bir fallus görevi yüklenmektedir Fctişteşiiriîmiş mektubun verdiği arzu yararına haz veren mcıtup öznesinden vaz-grçılmcktcdır. Böylelikle Leclaırcın crojeıı vücuduna yalnızca anatomik vücut değil, aynı zamanda anlamlı ve kodlanmış gösterenlerle arzuyu gerçekleştiren modellerin gösterenlerinden oluşan bir sözlüğe benzeyen semiyürjık vücut Ca karşı koymaktadır. ,eTüketimin ve özellikle de vücudun öznesi Ben ya da bilinçal tına ait özne değil, stz'dlr. Vidamın you'sıı (senti, bir başka deyişle varlığına bir son verilerek parçalara ayrılan ve “kişisel-
mi nesnelerin aralıksız kışkırtmaları Çizerine oturan vü cut. Kendi bedeni içinde olduğu holde vücudunun eksik liğim duyan öznenin kendi vücuduyla olan ilişkisi yine Le \!âpns': başlıklı filmde hayranlık uyandırıcı bir şekilde gö rüldüğü gibi, bütünleştirici bir işleve sahip olan kendi vü cudunun aracılık etmesiyle sağlanmaktadır. Le Mcprisdo Urigitte ünrdot ayımda kendi vücudunu ayrıntılı b:r şekil de incelerken, vücudunun her b:r yanım ötekinin erotik bakışına sunmaktadır. Sonuçta bir nesne olarak, vücut, birbirlerine eklenmiş parçalardan oluşan bir bütün olarak sunulm akla ve kahramanımız: *Hcr yerimi beğeniyor mu sun?* diye sormaktadır. Bu durumda vücut, fallık kültün genel eşdeğerlisi olarak modeller aracılığıyla düzenlenen ve tamamı göstergelerden oluşan biı sisteme dönüşmek tedir. Tıpkı kapitalin para adlı genel bir eşdeğerlik unsuru aracılığıyla değişim değerim tümüyle belirleyen bir sisteme dönüşmüş olması gibi.
YASAK İLİŞKİ ÖZElllÛl TAŞIYAN 0Ü0ÜMLEME Günümüzde vücudu ‘ özgürleştirmenin” yolu bu ödün ver meyen narsislikten geçmektedir. Eskiden ‘ özgür” bir vücut demek, cinsiyet ve bedeni dış görünüş düzeyinde sansür leyd i yasa vc yasağın, bir tür narsislik değişken olarak içsellcştirildiği bir vücut demekti. Bugün dışsal tezatlıklar göstergelerle sınırlandırılmış olup kısırdöngülcşrnış bir simülasyonu dönüşmüşlerdir. Başlangıçta genıtal cinsellik konusundaki pûriten yasa Baba adına vahşice uygulan-
(eştirilmiş* egemen modeller aracılığıyla yeniden oluşturularak gösterge,- değiş (okuşıı adlı oyun içine sokulan özne - buradaki sız artık ikinci çoğul şahıs ve değiş tokuşun simûlc edilır.ış modelinden başka bir şey değildir. Aslında o hiç kimse’d ır. Modelin söylevini destekleyen uyduruk bir terim. Bu kendisiyle konuşa bildiğiniz değil, kod aracılığıyla tıpatıp bir benzeri yeniden üre tilmiş ulan sizdır. Bu siz: göstergelerin oluşturduğu uvnndan yansıyan biı hayalettir.
Le Mı'pns (Nefreti, yön. Jcan-Luc Godard. 196.1. f —eti notu |
inaktayken, günümüzdeki durum bütün bunların mutasyona uğramış olduklarını göstermektedir: Vahşiliğini yitiren bu yasa uysallaşmışım; bundan böyle hedefi özel likle kendisine töreler anısında resini bir statü tanınmış olan genital cinsellik değildir. Bu aşamada hedeflenen şey çok daha ince ve radikal bir baskı ve denetim, yani bizzat simgesel düzeyin kendisidir. Bir başka deyişle ikincil cin selliği (genital ve bıscksüel toplumsal ıno
nckscl gcnital baskı sürecine göre, bu, Babanın sözlerinin gerçekleştirilmesidir). Görüldüğü gibi apaçık bir yasak ilişki durumu yaratıldığından özne artık ikiye bölünmemekte (fallik kimliğini paylaşmamakta) ve (simgesel değiş tokuş üzerine kurulu bir ilişkide kendine ait hiçbir şeyden vazgeçmemekte) ikiye bölmemektedir. Annenin fallusuyla özdeşleşmek ona yetmektedir. Bu, yasak ilişkideki sürecin tıpkısıdır, yani olay ailenin dışına çıkmamaktadır. Günümüzdeki vücut algılaması konusunda da genel olarak böyle bir dunundan söz edilebilir. Eğer Babanın koyduğu yasak, yanı püritcıı ahlâk (görece) oyuna getiril diyse, bu İşın, kendini simgesel bir yapı bozumu vc yasak ilişki engelinin kaldırılması şeklinde sunan, libidınal bir ekonomiye uygun olduğu söylenebilir. Kitle iletişim araçlanyla yaygınlaştırılan bu genel arzu modeli histerik kökenli pûriten bir nevrozdan çok farklı bir saplantı vc iç daralma sı olmadan gerçcklcşmemektedir Bu iç daralmasının ar tık Oedipal yasakla değil bol miktarda fallik hoşnutluk vc orgazm "ortamıyla*, yani bu Ödüllendirici, hoşgörülü, ya tıştırıcı, cvetçi toplumsal “ortamda" anne arzusunun canlı bir kuklasından başka bir şey olamamayla ilişkisi vardır. Bu. genital anlamdaki yoksun bırakılmadan daha derin bir ıç daralmasıdır; çünkü simgesel düzen vc değiş tokuş sürecinin terk edilmesinden kaynaklanmaktadır. Öznenin elinden, yasak ilişki sürecindeki konumundun yoksun bı rakılma duygusunun eksikliği bile alınmıştır. Günümüzde bu iç daralmasının karşımıza her yerde fobi ve bir güdütnlemc saplantısı şeklinde çıktığı görülmekledir. Hemen hepimiz, bu baskı ve yabancılaştırma biçimine her düzeyde maruz kalmaktayız. Bunun kökenlerini belir leyebilmek olanaksız olmakla birlikte, sinsi bir şekilde her yeri sarıp sarmalayan varlığını hissetmemek de olanaksız dır. Bundan kurtulmmyoruz belki ele hiç kurtulamayaca ğız. Çünkü bu süreç, öznenin anneyi, başlangıçtaki özgün sCırcçde olduğu gibi kendi fallusu gibi görmesine yol a ç maktadır. Bu tamamen kaynaşmış ve güdümlcyıcı, yoksun bırakıcı sürece Babanın koyduğu aşkınlaşlmlmts yasak
Örneğindeki gibi karşı k oy abilm ek o lan ak sızdır. Gelecekte gerçek leşecek her tü rlü d evrim b u temel k o ş u lu göz Ö nün de b u lu n d u r m a k ve (B a b a n ın k o y d u ğu y a s a k ve an neye d u y u la n arzu , b a s k ı/ y a s a k “d ö n g ü s ü * v e geri çekilm e/ g û d ü m le m c d ö n g ü s ü ara sın d a k i) sim g eselin 1* ek lem len m e biçim ini yeniden devreye sok m ak d u ru m u n d a d ır.
VÜCUT MODELLERİ Tıptaki vü cu t referan sı k a d a v ra d ır B ir b a ş k a deyişle k a d a v ra tıp açısın d an d ü ş ü n ü le b ile c e k en ideal vü cu ttu r. Y a şa m ın k o ru n m a sı a d ın a , u y g u lam a dü zey in de tıbbın ü retilm esi ve yeniden ü retilm esini o sağlam ak tad ır. D in açısın d an ideal vü cu t referansı h a y v a n d ır (içgü d ü le r ve d u y u la n ‘ t e n se l' şehvet). B ir h a y v a n a benzeyen ve tensel b ir m etafor o la ra k ö lü m ötesine geçerek yeniden y a ş a m a dönen vücut. E konom i politik aç ısın d a n ideal vü cu t tipi robottur. İş levsel u n lu m d a biı e m e k g ü c ü o la ra k robo t, ‘ ö zgü rleşm iş" b ir v ü c u t m odelidir. C insellikten y o k s u n lu k , katıksız bir rasyo n el üretkenlik an lay ışın ın genelleştirilm esidir (b u bir bey in e sah ip robot d a o lab ilir: bilgisay ar em ek g ü c ü n e ait b ey n in genelleştirilm iş b ir biçim idir). G ö stergen in ek o n o m i politiğine ait sistem deyse örnek vü cu t referan sı (tüm değişkenleriyle birlikte) m ankendir.
“ B u süreç yasak ilişkinin yasaklanması ve Babanın koyduğu yasa tarafından belirlenmeyen bir değiş tokuş tipim zorunlu kılar. Tıpkı değer ûatûııe oturtulmuş bulunan ve değişim değeri sistemi içinde giderek yücelen bildiğimi* (ekonomi ve dilyetisi arasındaki) değiş tokuş tipinde n’.dugu gibi Böyle bir değiş tokuş tipi vardır: simgesel değiş tokuş. Simgesel değiş tokuş, tersine, değerin geçersizliği Üzerine oturi11Mumundan kendisini yaratan yasağı bozmakta ve Babanın koyduğu yasayı «ş ıp geç mektedir. Simgesel değiş tokuş ne yasanın dışında kalan (yasnk ilişkiye yönelmiş) bir gerileme ne de sıradan ve katıksız bir yasak çiğnemedir (yani her zaman yasaya bağımlıdır). Simgesel değiş tokuş bu yasanın enyip çözüldüğü yerdir.
R o bo tu n ça ğ d a şı olan m an k en (b u n la r B arbarellar -' adlı bilim k u rg u d a ideal bir ikili o lu ştu rm a k ta d ırla r) tam am en değer y a s a s ın a u y g u n b ir şek ilde k u lla n ıla n bir v ü cu d u tem sil etm ektedir. A n c a k b u kez gösterge/defifir üretilen b ir y er o larak k u llan ılm ak tad ır. A rtık üretilen em ek gücü değil an lam larr.a m odeli, y a n i y aln ız c a cin sel o lu ş u m mo deller; değil bizzat b ir m odel o la rak cinselliğin kendisidir. B öylelikle h e r sistem , k o y m u ş o ld u ğ u ideal am açların (sağlık, yen iden y a ş a m a d ö n d ü rm e , rasyo n el üretkenlik, Ö zgürleştirilm iş cin sellik) gerisin de, ü s tü n e o tu rtu ld u ğu indirgeyici fan tazm , y a n i stratejisini gizleyen delirtici bir vü cu t an lay ışın ı yuvnş y a v a ş o rta y a çık artm ak tad ır. K a d a v ra , h a y v a n , m ak in e y a d a m an k en v ü c u tla ilgili ideal o lu m s u z tiplerdir. V ü c u t, b u fan tastik indirgem eler s ay e sin d e o rta y a çık m ak ta ve a rt a r d a gelen sistem ler içindeki yerini alm aktadır. T u h a f olan , v ü c u d u n , hem çeşitli sistem lerin k en disi ni içine k ap a tm ış oldu k ları b u m o dellerden b a ş k a b ir şey o la m a m a s ı, hem d e o n la rd a n tam am en farklı b ir şey o lm a sı, y a n i b u n la rın hepsin i y a d s ıy a n , indirgenm esi o lan ak sız farklılık tü rü n d en kesin b ir altern atif o lu ştu rm asıd ır. B u ters s a n n llık / g ü c ü llü k h â lâ vü cu t o la ra k ad ln n dırılab ilm ektedir. A n ca k b u r a d a -y a n i sim gesel d e ğiş tok u ş m al zem esi o la ra k vü cu t k o n u s u n d a - bir m odel, kod, ideal tip, yön len dirici h ayallerd en söz edilem ez; ç ü n k ü an tı-n csn ey e ben zeyen bir vü cu t s iste m i yoktur.
PHAUUS EXCHANGE STANDARD FAUUS DEĞİŞ TOKUŞ STANDARDI S a n a y i d evrim in d en b u y a n a m ad di o la n a k la r, dilyetlsi ve (vü c u t) cinsellik, ekonom i politiğin gen elleşm esin e y a d a d e ğer y a s a s ın ın giderek kök s a lm a sın a y ol a ç a n sü re ce k o ş u t bir g e lişm e gö steren b ü y ü k m u tasyo n olayı içinde yer alm ışlardır.
Barbareila, yön Roger Vadim. 196-h . ( — <■
1) ürünler mala dönüşerek kullanım ve değişim de ğerlerine sahip olmuşlardır Böylelikle bir yandan "hoşnut etmek" zorunda oldukları “gereksinimler* adlı soyut bir anınca, diğer yandan da üretim ve değiş tokuş biçimlerini düzenleyen yapısal bir biçime mahkûm edilmişlerdir. 2) Dil bir iletişim aracı, yani gösterenler ve gösterilen lere sahip bir anlamlama alanına dönüşmüştür. Bir gön derenler sistemi olmayı amaçlayan malla bir iletişim aracı olarak dilin ifade etmeyi amaçladığı şey konusunda benzer bir bölümleme yöntemiyle karşılaşılmaktadır; başka bir deyişle gösterilenler düzeni ve gösterenler arası değiş to kuş dilsel bir kod tarafından düzenlenmektedir. Her iki durumda da işlevsel amaçla “ nesnel" içeriğe akılcı bir boyut kazandırma (kullanım değeri yu da gös terilen/gönderen) aşamasına geçiş ancak ekonomi politi ğin sahip okluğu yapısal bir biçime indirgeme sayesinde gerçekleşebilmiştir “Nco-kapitalist* çerçevede (tekno ve scmiyokratikl bu biçim "nesnel" referans aleyhine giderek sistemutikleşmekte. yani gösterilenler ve kullanım değer leri yavaş yavaş yalnızca kod ve değişim değerinin işleyiş düzeni yararına ortadan kaybolmaktadır. Bu sürecin sonunda, ki bu sürecin sonu günümüzde yavaş yavaş belirginleşmeye başlamıştır, üretim ve anlam lama sektörleri giderek birbirlerine benzemektedir ürünler ve mallar, göstergeler ve mesajlar gibi üretilmekte ve dilin soyut yapısına uygun bir şekilde düzenlenmekte, yani içe rikleri. değerleri, amaçlan Igöstcrilenlcrinı) beraberlerinde taşımakta ve modeller tarafından belirlenmiş genel bir so yut biçime uygun olarak ortalıkta dolanmaktadırlar. Mal lar ve mesi\jların nihai amacı bir gösterge statüsüne sahip olabilmektir. Zaten sahip oldukları gönderenler mesajlar, haberler, göstergeler ve modellerin yapısal bir kusursuz luk düzeyine ulaşmış gösterenler oyunuyla hızlandırılıp çoğaltılarak varla yok arası bir hale getirilmekte ve böy İçlikle çizgisel mal dünyası her şeyin döR0tiseile$(f’riIdt$i moda evrenindeki yerini almaktadır. Vücut ve cinsellik bir önceki evrene ait kullanım değe
n/degişim değeri, gösterilen/gösteren terimleriyle sorun suz bir şekilde çözümlcnebılmcktedirlcr. 11 Cinselliğin, etince/ "özgürleşm e" biçimi olan değişim değeri (“cinsel gereksinimlerin" karşılanması) ve kullanım değeri (modellere a t dolanım düzeni tarafından yönlen dirilen erotik gösteıgelcr oyunu ve muhasebesi) şeklinde çözümlenebildiğim gösterebiliriz. Bir işlene dönüştürülen cinselliğin nasıl özerkleştirildiğini gösterebiliriz, örneğin, insanlığın yenidcn-Crctimini sağlayan kolektif bir işlevken nasıl fizyolojik denge [genel sağlık anlayışının bir parçası), zihinsel denge, "öznelliğin dışavurumu”, bilinçaltının öz gürleştirilmesi, cinsel haz etiği denilen bireysel bir işleve dönüşmüş olduğum, gösterebiliriz - daha ne olsun? Zaten özne ekonomisinin bir unsuruna dönüşen cinsellik, özne açısından somut bir amaca dönüşerek, neye benzediği hiç önemli olmayan bir (m açlar düzenine boyun eğmektedir. 2| Cinsellik işlc*scllcştıgi ölçüde (kendisi aracılığıyla ifade edilen herhangi bir aşkın gönderene -bu kendisinin idealleştirmiş olduğu bir ilke, yani gösterilenin öne sürdü ğü son bahnııe olara< libido bile olsa boyun eğmektedir) yapısal (sanayi ürürleri ilelişinı dilyetisi gibi) bir biçim kazanmaktadır. |Kndn/Erkek türünden) büyük karşıtlık lar düzeni içinde yer almakta ancak bu düzenden çekilip alındığında şu ya da bu cinsel organ aracılığıyla şu ya da bu cinsel m odel uygulaması üzerinde yoğunlaşmakta ve vücuda özgü gösterenler oyununa bir son vermektedir. 3) Kadm/erkck adlı yapı, gcnıtal işlene (yeniden üreti ci ya da erotik) tanınan ayrıcalıkla birbirine karıştırılmak tadır. Vücuda özgı'i bütün orojen gOcüttüklcı in dışlanarak genital yapıya tanmar bu ayrıcalık erkek egemenliğindeki bir toplumsal düzenin yapısına da yansımaktadır. Çün kü yapısallık biyolojik farklılık üzerine oturtulmuştur. Oysa bu ayrım gerçek bir farklılık düzeninin korunmasını amaçlamamaktadır. Tam tersine am aç genel bir eşdeğerlik düzeni oluşturabilmektir. Tüm erojen olasılıktan soyut ve eşdeğerli kılan fallus, kendisiyle boy ölçüşen ve bir düzen oluşturan bu olasılıklann tek gösterenine dönüşmüştür.
'Cinsel d evn n rd c dahi! olmak Üzere güncel cinselliği yö neten şey FaJJüs değiş tokuş standardıdır. 41 Fallus“un, cinselliğin genel eşdeğerlisi olarak ortaya çıkması ile bizzat cinselliğin simgesel değiş tokuşa özgü gücüliaklerin genel eşdeğerlisi olarak ortaya çıkması, bütün bunla- vücuda özgü bir simgesel ekonominin kalıntıları arasından ortaya vücuda özgü bir ekonomi politiğin çıkarak kendini dayattığını göstermektedir. Genelleştirilmiş bir öz gürleşme çerçevesi içinde yer ıılan cinselliğin yüceltilmesi, yani güncel “devrim", bize, vücut ve cinselliğin ekonomi politik aşamasına ulaşarak, değer ve genel eşdeğerlik y a sası içindeki yerlerini aldıklarını göstermektedir. 5) İster işlevselleştirilmiş cinsellik promosyonu, isterse y a p ışıl bir söylev olarak cinsellik promosyonu şeklinde ol sun. özne, cinsel açıdan kendi varlığını denge (ben kimliği altında işlevler dengesi) ve uyumluluk (kodun sonsuza dek sürüp gidecek yeniden-ûretimini sağlayacak yapısal bir söylerin uyumluluğu) terimleriyle açıklamaya çalışmakta, yani her zaman için ekonomi politiğin temel normuna gön derdi tektedir. ‘Tanımlanan* nesneler -göstergenin ekonomi politiği taraflıdan yeniden ele alınanlar- nasıl bir elden geçirilme zorunluluğuna boyun eğerek, işlevsellik hesabına dayalı sıkına çektirme eğilimli bir ekonomiyi yansıtıyorlarsa, ge nel anlamda gösterge de işlevsel açıdan yeniden gözden geçir İçrek temel yasası ve kendi gerçeklik ilkesine en uygun gösteren ve gösterileni yansıtmaya çalışmaktadır. Keza ekonomi politiğin eline geçmiş olan vücut da kaçınıl maz bir zorunluluğa dönüşen biçimsel bir çıplaklığı yan sıtmaya çalışmaktadır. Markalar, moda, makyıy ve tüm idealist "özgürleşme" perspektifini kapsayan çabalarla özetlenebilecek böyle bir çıplaklığın, vücudun "keşfedilme si* ya da "yeniden keşfedilmesiyle" hiçbir ilişkisi yoktur. Bu çıplaklık toplumlarımızın içinde yaşamakta oldukları tarihsel süreçte, vücudun mantıksal açıdan uğradığı bi çimsel dönüşümü yansıtmaktadır. Bu çıplaklık, vücudun sahi? olduğu modern statüyle ekonomi politik arasındaki
ilişkiyi yansıtmaktadır. Tıpkı elden geçirilen nesnelerin bir işleve indiıgenmclcri, yanı işlev tarafından etkisiz taftrrnakın gibi, vücudun çıplaklığı da keza cinsel organ/işlevine indirgenmekte, bir işlev olarak kendisine cinsel organ gö revi yüklenmekte, bir başka deyişle vücut ve cinsellik bir birlerini karşılıklı olarak nötralize etmektedir.
VÜCUT DEMAGOJİSİ Cinsellik içtepisinc, cinsel devrim adı altında, devrimci bir töz kaz aldırılmaya, yani toplumsal gerçekliğin “şirscl" ilkesi alarak kabul edilen birincil süreçler (bilinçaltı) ya da bir k ı ila mm değeri olarak bilinçaltı özgürleştirilmeye çalışılmaktadır. Gündemdeki vücut üzerinde yoğunlaşın düş gücü işte bununla sınırlıdır. Bu sayede vücut ve çıp laklığın nasıl olup da bütün bu beklentileri karşılayabil* diklcrini anam ak kolaylaşmaktadır. T a rih sel* toplumla* nınızın, viic.it ve çıplaklık konusunda akıllarına estiği gibi bir baskı düzeni oluşturmaları sonucunda bunlar radikal birer olumsuzluk metaforuna dönüşmüştür. Günümüzdey se metaforik özelliklerine bir son verilerek, devrimci bir;r olguya dönüştürülmek istenmektedirler. Bu bir yanılgıdır. Vücuttan ya ut olmak bir yanılgıdır. Birincil süreçten yara da olamazsınız; çünkü bu (bilince özgü) bir ikincil süreç illüzyonudur (J. F. Lyotard). Vücut, büyük bir olasılıkla kuramsal açıdan da çeliş kili bir görüntü sunmayı sonsuza dek sürdürecektir. Hetn nesne hem de anti-nesne olarak kendisini tek bir olguyu dönüştürmeye çalışan disiplinlerin ötesine geçerek, onla rın tezlerini çürütecektir. Vücut hem bir şeyleri barındıran hem de barındırmayan bir yerdir. Bilinçaltını barındırır ken özneyi dışlamaktadır vs. Güncel psikanaliz yine onun adına anatomik vücut vc erojen ayrımını yaparak (Lccloire). arzu olay mı bir mektup düzeni içine yerleştirmektedir. Vücuttan kuıtuluş yok gibidir. Vücut olmayanı belirtecek bir terim henüz bulunamamıştır. Olabilecek en iyi terim herhalde b ü ttn bir tarih boyunca hiç ortaya çıkmamış hep
baskı altında tutulmuş Man vücudu ifade edebılcndir. A n cak böyle bir mirasın getirdiği risklerin bilincinde olmak gerekiyor. Güncel21 özgürleşme hareketiyle birlikte (bu hareket yalnızca vücudun yûceltılmesine son vermeye ça lışan baskıcı bir politikanın ürünü değildir; bu işte vücu dun ve cinselliğin resmi bir nitelik kazanmasını sağlayım psikanalizin de parmağı vardır. I3u noktada bile özneyle İlgili hayati bir olay, bir süreç, çalışan varlıkla kavramlar ve değerler düzenindeyse tarihsel bir olay niteliği taşıyan vücutla cinselliğin işin içinden çıkılması olanaksız bir şe kilde iç içe geçmiş oldukları görûlmcktcdirl vücuda baskı altında tutulan nesne statüsünü kazandırmış olan yıkıcı 11Olumsuz bir vücut tarihinden sonra karşımıza olumlu bir vü cut tarihi çıkmaktadır. Güncel ‘ devrimle* ilgili çelişkinin ne deni vücudun yüzyıllaı boyunca baskı altında tutulmasının onu bir değere dönüştürmüş olmasıdır. Baskı altında tutulan vücuda gücü) bir yasak çiğneme işlevi yüklenerek tüm değer ler mutaşyona uğratılrrıştır. Ancak buna koşut ulaıak baskı altında tutulan vücut ve bir diri ‘ materyalist" (sağlık, psiko lojik olarak kendini rnhnt hissetme, cinsellik, özgûrlükl değer arnsııtda uzun ve içindrn çıkılması olanaksız bir karmaşanın oluştuğunu da gözden kaçırmamak gerekir. (Vücut kavramı önce aşkın bir m uleıyolzmin denetiminde büyüm üş, sonra da onun yerini alabilecek yedek bir çözüm olaruk İdealizmin dene timinde yavaş yavaş olgunlaşmıştır). Doğal olarak bu durum da vücudun yeniden yaşama döndürülmesi önceden belirlenmiş amaçlar çerçevesinde gerçekleşmekle ve bu süreç yeni değerler sistemi içindeki dengenin dinamik bir unsuruna dönüşmekte dir Çıplaklık radikal ömrllifon simgesine dönüşürken, vücut da içtepilerin sancağı haline gelmektedir. Ancak bu özgürleş me biçimi her türlü özgürleşmenin de karmaşıklaşmasına yol açmaktadır, öznellik bir değer olarak Özgürîcştirdır.ektcdır. Üretici güçler ve değişim değeri sisteminde aııcak emek gücü olarak özgürleşmesine izin verilen emek gibi, öznellik de yal nızca yönlendirilmiş bir anlamlama biçimiyle bir anlnmlama sistematiği çerçevesinde bir hayal ve gösterge/değer şeklinde özgürleştirUmcktedir ki. b u sûreein üretim sistemiyle çakışma sı oldukça açık ve seç:k bir şekilde görülebilmektedir, özelle “özgürleştirilmiş' öznellik ekonomi politiğin belirlemiş olduğu anlamın ötesinde bir anlama sahip değildir
ayrıcalık da sona ermekledir, ‘ özgürleştirilm eye" çalışı vücudun baskı altında tutulmuş olan eski vücuda ait sim* gesel potansiyeli yadsıyan bir vücut olup olmadığı ve “sözü edilen” vücudun aslında özgür vücudun tersi olup olma dığının sorulması gerekmektedir. Birincil süreçlere ait bir alan olarak sunulan vücuda, güncel sistem, ikincil süreç alanına dönüştürdüğü vücutla, yani erotik değişim değeri ve kullanım değeri, yanı değer adı altındaki rasyonelleştir* meyle karşı çıkmnkladır. Arzunun peşini bırakmadığı içtepilere sahip olan vücuda semıyürjik ve yapısal özellikler kazandırılmış, çıplaklık numarası çeken işlemsel im sellik tarafından işlevsel hale getirilmiş bir vücutla karşı çıkıl maktadır. Cinsel özgürleşme ve “baskıcı bir yüceltmeden kurtar ma" sürecine ait bu ikincil vücut karşımıza Eros adı altında çıkmakladır. Burada cinsel ilişki vc Kros ilkesi birbirine karıştırılmaktadır. Bir başka deyişle ölüm içtepisl defler den düşüldükten sonra biri diğerini etkisiz kılmaktadır. Bu
durum da zevk alma ilkesi •‘özgürleştirilmiş’ bir öznellik, yani "yeni bir özne ekonomi politiği'nin mantığını oluş turmaktadır. Marcuse, "Eros, mantığı, kendi terimleriyle yeniden tanımlamakta vc hoşnut olma düzenini koruma ya yönelik her şey mantıklıdır" dem ektedir." O zaman da ■“Özgürleştirilmiş" öznellik bir zevk alma ilkesi çerçevesinde olumlnnurak ortadan kaybolmakta vc Eros da oluşturul muş bir libido modeli olarak şeyleşmektedir. Burada sınır tanımayan bir özne anlayışını amaçlayan yeni bir mantıkla karşılaşılmaktadır. Bu mantık doğrultusunda bakıldığında cinselliğin ‘ tırmanması" ve üretici güçleri “özgürleştiren” toplumlnra özgü belirsiz gelişme şeması arasında hiçbir fark olmadığı görülmektedir. Her ikisinin de aynı devinime boyun eğerek geliştikleri, dolayısıyla her ikisinin dc yolun dan saptırdıklarını sandıklan bir ölüm içtepisinin kaçınıl maz yükselişi nedeniyle başarısızlığa mahkûm oldukları söylenebilir. 73Berberi Marcuse, Eros ve Uygarlık, |—cd notu |
Gösterge .Vfezariıgma IM/ıüjcn BU V'ûcui »211
Erosun göstergesine dönüştürülen vücut, ekonomi politiğin daha gelişmiş bir evresini temsil etmektedir. Sim gesel değiş tokuşun emilerek yok edilmesi, klasik ekonomi politik sistemindeki insan emeğine yabancılaşma kadar radikal bir olaydır. Emek gücüne yabancılaşma ve mal mantığının zorunlu olarak bilinç düzeyinde şeyleşm eyeyol açacağı tarihsel evreyi betimlemiş olan Munc’ınkine benzer bir şekilde, biz de, bugün vücudun (ve tüm simgesel alan ların) gösterge mantığı içinde yer almasının zorunlu olarak bilinçaltının şeyleşmesine yol açlığını söyleyebiliriz Arzuyu yansıtması gereken çıplaklık, arzunun eşde ğerlisi ve sahneye konulmuş biçimi olmaya çalışmaktadır. Cinselliği yansıtması gereken vücut, cinselliğin eşdeğer lisi ve sahneye konulmuş biçimi olmaya çalışmaktadır. Çelişkiyi yansıtması gereken cinsellikse “erkek" ve *dişi" adlı yapısal düzenlemeyle bu çelişkinin eşdeğerlisi olmaya çalışmaktadır. İki kutuplu cinsellik bir farklılık senaryo suna benzemeye çalışmaktadır Yapısal açıdan birbirinin aynısı iki tcnmlc ifade edilen libido burada ölüm içtepisini indirgeyen şeyin eşdeğerlisi olmaya çalışmaktadır. Böy lelikle çıplaklık, vücut, cinsellik, bilinçaltı vs. arasındaki farklılık her yerde giderek derinleşeceğine, tam tersine bunlar birbirlerini temsil eden eşdeğerli, mctoniınık şey lere dönüşmekte ve bütün bu terimler bir araya gelerek cinsellik üzerine kurulu htir söylev mantığı oluşturmaktadır. Cinsellik üzerine kurulu değer ifade eden bir söylev. Bu, öznenin ideal gönderen olarak içinde yer aldığı, dolanım, bilinç, irade, temsil etme vb. terimlerin dur durak bilme yen ınctonimık değiş tokuşundan ibaret psikomelafızik evrene yapılmış müdahalenin aynısıdır.
APO LO G
— Neden yalnızca iki cinsiyetle sınırlanmışız kı? — İki tane yetmiyor mu? Bir düzme cinsiyete mı yoksa tek bir cinsiyete mi snhip olmak isterdin? (Modem Romonl
Bu yelpazeyi genişletebilmek mümkün. Neden sıfır cinsiyet ya da sonsuz sayıda cinsiyet olmasın? Burada “rakamın*’ soruyu belirlemesi saçma bir şeydir (çünkü insan o zaman mantıksal olarak ellerim neden altı parmaklı değil (?) so rusunu sorabilir. Kakama bağlı sorular saçmadır: çünkü cinselleştirmek demek zaten her özneyi bir ya da öteki vana koymaktır ki. bu da "bir" ya da “birçok’ sayısından söz et meyi olanaksızlaştır™aktadır.2 *25 “İki" sayısından söz etmeyi 3 de olanaksızlaştırmaktadır; çünkü "iki" de bir sayıdır (za ten yukarıdaki saçma diyalogun da amacı bizi sayı olarak ikiye doğru yönlendirebilmektir!. Oysa radikal bir bakış açısından cinselliğin ne tam sayıyla belirlenebilmesi, ne de muhasebesinin tutulabileceği bir aşamaya gelebilmesi olanaksızdır. Çünkü cinsellik demek farklılık demektir ve bir terim niteliği taşımayan farklılığı oluşturan iki “tarar birbirine ne eklenebilir, ne de bir dizi oluşturabilirler. Buna karşın, dayatılmış olan biseksüel |Erkek/Kadın| model çerçevesinde değerlendirildiğinde, yukarıdaki diya logun mantıklı okluğu söylenebilir; çünkü bu model daha işin başında cinsiyeti yapısal açıdan iki karşıt terim olarak değerlendirmektedir. Bir biriktirme biçimi olarak cinselliği dizisel bir şekilde numaralandırma gibi bir saçmalığın sı nırına kadar gelinmesinin kökeninde, bağımsız birer terim olarak gösterilen kadın ve erkeğin oluşturduğu biseksüel yapı vardır. Cinsiyet çelişkisi de keza (iki kutuplu ve cinsel roller le sınırlı) iki-değerlilığe indirgenmiştir. Günümüzde “cinsel devrim in 'yol açlığı biçimsel dönüşümler arasında ilerleyen bu iki-değerliliğin erkek ve kadın arasındaki farklılığa göl ge düşürdüğü, cinselliğe özgü çelişkininse tek-cinsiyctlillk |unıse.ve) denilen karmaşaya yol açtığı söylenmektedir. Cinsiyetçi metafora karşı olmak. Günümüzde Frcudcu bakışın ışığı altında, akla ge lebilecek her türlü toplumsal, etik, politik uygulamanın 23 Bir
başka deyişle cinsellik kavramı varlığını iki cinsin bir arada bulunmasına borçludur. Eğer tek bir cins olsaydı belki cinsellik kavrnmı da olmayacaktı | —çcv. notu)
gerisinde içtepisel süreçlerin rasyonelleştirilme dyle yüceltilmcsinin bulunduğunu herkes çok iyi bilmekledir. Bütün söylevlerin bnskı altında tutma ve hayali belirleme terim leriyle açıklanması neredeyse kültürel bir klişeye dönüş müştür. Tabii kı böyle olacaktır. Çünkü bunlar artık birer terim den başka bir şev olmadıklarından, bilinçaltı da gönderen işlevi gören bir dilyetisındcn başka bir şey olamamaktadır. Ahlaki ve toplumsal bir gizemleştirmc yöntemiyken, eleşti rel indirgemeyle kendiliğinden, toplumsal ilişkileri simgesel açıdan tamamen yok eden bir rasyonelleştirme yöntemine dönüşen cinsellik gibi cinsel söylev de hayali bir görünü me bürünmektedir. Cinselliğe dayalı söylev bu sorgulama sayesinde güvenli bir koda dönüşmektedir Günümüzde France-Dimanchc dergisinde şu kadar kadının frijıd olma sının nedeninin yoğun bir baba saplantısı olduğunu ve bu yüzden de kendilerini zevk almaktan malıtum ederek cezalandırdıklarım okumak çok kolay bir iştir Bu psikanalitik “hakikat" artık kültürün ve toplumsal rasyonelleş menin bir parçasıdır Klogal olarak bu durum psiknnnlitik tedavinin giderek daha büyük bir açmazla karşı karşıya kalmasına yol açmaktadır). Cinsel yorumlanın ya da çözümleme bir önceliğe sa hip değildir. Cinsellik de tek bir hakikatin hayaleti -ö y leyse aynı anda devrimci bir tema- gibi sunulabilir. Zaten günümüzde dc böyle olmaktadır. Devrim ve psikanaliz arasındaki danışıklı dövüşle psikanalizin "burjuva dünya görü şü ' tarafından ele geçirilmesinin kökeninde aynı düş gücüyle aynı tahrif edici yaklaşım vardır. Her ikisinin de kökeninde belirleyici bir süreç olarak cinsellik ve bilinçaltı vardır. Bir başka deyişle akılcı bir nedenselliğe indirgen melerini sağlayan şey aynı yaklaşımdır. Herhangi bir dava/süreç adına rasyonelleştirme söz konusu olduğu andan itibaren gizemleştirme kaçınılmaz hale gelmektedir. Politika, toplum ve ahlak tarafından yüceltilen ve rasyonelleştirilen cinsellik böyle bir şeydir Egemen bir cinsel söz/söylem tarafından sansür edilen ve
yüceltilen simgesel de böyle bir şeydir.
ÇANG-SE'Lİ KASAP Prens Wen-Hucy zanaatını budüzeye ulaştırmak için neler yaptın (?) diye »unluğunda kasap elindeki bıçağı yere bıra kır ve şöyle der: Ben T A O V u seviyorum ve bu yüzden sana tımda ilerleyebiliyorum. Meslek yaşantımın başlangıcında karşımda yalnızca bir inek görüyordum. ÛÇ yıllık denryimdeıı sonra ineği görmez oldum Şimdi artık gözlerim yerine beynimle çalışıyorum. İlişlerimle değil, beynimle hareket ediyorum. İneğin anatomik yapısını artık bildiğim İçin, işe kılcul damarlardan başlıyorum. Ana damarlara, dam arla ra. ininle ve sinirlere, da h a da iyisi büyük kemiklere hiç zarar vermiyorum! İyi b iı kasap yılda bir bıçak eskitir; çünkü yalnızca et keser. Sıradan bir kasap ayda bir bıçak eskitir; çünkü onu kemiklere vura vura parçalar. Rense on dokuz yıldır aynı bu ağı kullanıyorum İhı bıçakla binlerce daıtu eti parçası doğramış olduğum halde keskinliğinden hiçbir şey yitirmedi, Doğruyu söylemek gerekirse kemikle rin birleşme yerinde kılcal bağlantılar vurdır ve bıçağımın keskin sırtı öylesine incedir ki. bıçağı bu kılcal bağlantılar arasında gezdirmeyi bilen biri onların arasındaki boşluk larda kolaylıkla ilerleyebilir. İşte bu yûzder. ben on dokuz yıldır aynı bıçağı kullanıyorum ve bıçağım halâ ilk bilendiği güııkü kadar keskin. Kemikler arasındaki bağlantıları her kesişimde karşıma çöaülmcsi gereken yem güçlükler çıkıyor ve ben de soluğum u tutup, bakışlnnmı sabi İliyor ve operasyonu yavaş yavaş gerçekleştiriyorum, Bıçağımı yumuşak bir şekilde kullanarak bağlantıları birbirlerinden ayırıyorum, tıpkı toprağın b ir yandan alınıp öteki yana ko yulması gibi, işlem butikten sonra bıçağı çekiyor ve doğru luyorum... (Çang-sc. III. Sağlık Dkesı).
Kusursuz bir çözümleme örneği. Nesnenin opak, tözacl, tam denilebilecek görüntüsü, dolu bir yapı olarak anatomik görüntünün, yani sıradan bir kasabın dış görünül üzerine kurulu lek parça olarak gördüğü hayvanı bilek gücüyle ge lişigüzel bir şekilde et, organ v e kemik parçalarına ayırma eyleminin ötesine geçilerek (“başlangıçta karşımda yalnızca
bir inek görüyordum. .") vücudu ayakta tutan boşlukların birbirlerine eklemlenme biçimleri, kılcal ayrıntıların yapısı nın r'işc kılcal ayrıntılardan başlıyorum..."I keşfedilmesine doğru derlenmektedir. Ç ang-scli kasabın bıçağı katı bir nesneyi parçalamaya çalışan bir başka katı nesneye ben zememektedir. Bizzat bıçağın kendisi neredeyse görülmez bir inceliktedir (“bıçağımın keskin sırtı öylesine incedir ki”), sanki bir boşluk içinde ilerleyen bir boşluk gibidir onla rın arasındaki boşluklarda kolaylıkla ilerleyebiliri. Boşluk lar arasında analitik düşünceye uygun bir şekilde ilerleyen bıçak duyguların, gözlem i onayladığı bir inek bedeninin oluşturduğu dolu alanlar arasında ilerlemekten çok ritim ve aralıkların iç mantığımı uygun bir örgütlenme doğrul tusunda iş görmektedir. Yıpranmamasınla nedeni kendini bir kemik yu da et parçası, mağlup edilmesi gereken bir töz gibi görmemesidir Bıçak farklılıklar üzerinde oynayan katıksız bir farklılıktır Burada bıçağın görevi bir bedeni eklem yerlerinden parçalarına ayırmaktır. Bu kolay bir iş lem gibi görünmekle birlikte “ ııcsncr bilgi ve güç ilişkisiyle alakasız, ancak değiş toku şu zorunlu kılan bir yapı, yani simgesel ekonomi üzerine oturan bir ilişkidir. Bir başka de yişle bıçak ve vücut arasında bir deyiş tokuş ilişkisi vardır, bıçak bir yandan bu vücuttaki kusurları (eksiklik) birbirine eklemlerken diğer yandan
Lichtenberg'in1* bıçağıyla bin yıldır kardeş olan bıçağı üreten mantıksal paradoks (keskin metal uzantı ve saptan yoksun bıçakl gerçek fallus .'e hayali gerçekliğinin yerine, olmayan bir fallusun simgesel görüntüsünü oturtmaktay dı. E3u bıçak vücudu parçalamak yerine, onu, kendini oluş turan parçalara bölmekte, bedenin içinde dikkatli ve bir düşteymişçesine dolanarak {'«oluğum u tutup, bakışlarımı sabitliyor ve yavaş yavaş operasyonu gerçekleştiriyorum'') anagramatik bir şekilde ilerlemektedir. Bir başka deyişle işlevsel bir sözdızimi boyunca birbirlerine bağlı, yan yana duran bir terimden diğerine, bir organdan diğerine kötü bir kasap yn da kötü bir dilbilimci gibi ilerlememektedir. Buruda başka türlü bir anlamsal yapı vardır; çünkü bı çak somut vücudu bir kena-n iterek onun gizlediği diğer vücudu parçalamaktadır. Tıpkı miligramın bir terimi ken di modeline göre parçalarına bölüp, ayırması; sırrı çeki len söylevin altında ilerleyen ikinci bir söylevle başka bir şekilde eklemlenerek yokluğa metnin peşini bırakmayan bir şey, bit isim, bir formül oluşturan özgün bir bütünce doğrultusunda ilerlemesi gibi. Aımtomık vücuda meydan okuyan işte böyle bir vücut formülüdür. Bıçağın betimle diği ve parçalarına ayırdığı vücut da bu sonuncudur. İlkel toplumlarda etkileyici göstergenin sahip olduğu simgesel güç "sihirli' olmaktan çok bu tür bir anagramatikparçalama işleminden kaynaklanmaktadır Erojen vücut mimarisi de anagramatik bir formülün, yanı “ hiç var olmadan orta dan kaybolan” bir vücuda a:t parçaların birbirlerine ek lemlenmesinden başka bir ş cj değildir. Düşünsel anlamda parçalan bir araya getiren ser.tezi yeniden üreten arzunun bir şey söylemeden ima ettiğ bu formüle göre arzu, gös terenin. parçalara bölünerek vücudun içine Orfeusçu de nilebilecek bir şekilde dağılması ya da Çang-seli kasabın bıçağının müzikal ritmine uygun anagramatik bir şekilde parçalanmışından başka bir şey değildir.
J* Soyutlama ve akla an düz çizgiyi çizen ve iğdiş eden Occam ın usııımsın n tersine.
ÖLÜLERİN İHRACI/İADESİ Yalnızca kendi kabilesinin üyelerini “insan" olarak adlan dıran vahşilerden bu yane, 'insani" tanımı inanılmaz bir şekilde genişleyerek evrensel bir kavrama dönüşmüştür. Kültür denilen şey de zaten budur. Günümüzde bütün insanlara insan denilmekledir. Evrensellik yalnızca totolojı ve yinelenme aracılığıma mümkün olabilen bir şeydir; çünkü "insani" olan yalnızca bu düzeyde bir ahlak ve dış lanma ilkesinin gücüne sehıp olabilmektedir. Çünkü "İn san i' olan i dışlayarak yalnızca evrenselin yaygınlaştırılmasıyla inşatlar arası eşdeğerlik düşüncesi ne cndeksîenmlş soyul biı ıımııuk»al değerle yetiniyoruz:.
öyleyse ‘İnsaninin tanımı, kültürel gelişmeye koşut bir şe kilde daralarak, evrensele cbğru giden uygarlığın attığı her ‘ nesnel* gelişme adımıyla birlikte şu ya da bu şekilde çok daha keskin bir ayrımcılık anlayışına yol açmıştır. İnsanın kesinlikle cvrcasellcştiğı gün bu ayrımcılık anlayışı da tüm insanları aforoz etme noktasına ulaşmış olacaktır. Böyle likle geriye boşlukta ışıldayan saf bir kavramdan başka bir şey kalmayacaktır. Irkçılık modern bir şeydir. Bu bakış açısı doğrultu sunda dalın önceki ırklar ya da kültürler ya bilmezlikten gelinmekte ya da yok edilmektedir. Ancak bu ış asla evren sel Akıl adı altında yapılmamaktadır. Bu görüş açısından bakıldığında ortada yalnızca birbirleriylc ölümüne didişen farklılıklar vardır; yoksa nc İnsanla ilgili bir ölçüt vardır ne de paylaşılan bir ‘insanlık dışı'anlayışı. Ancak ayrımcılığın ortaya çıkmasına yol açan şey, bize ait gelişigüzel bir İn san kavramıdır. Bunu anlayabilmek için XVI. yüzyıl insanı olan Jcan dc Löry'nin Uistoi-e d\tn voyage en la Iene de B ris il (Brezilya Topraklarında Geçen Bir Seyahatin Öykü süI isimli metnini okumak gerekmektedir. Çünkü o za manlar kirlenmemiş bir mctı fizik üstüne oturmakta olan insan Düşüncesinin, henüz Batı kültürünün egemenliği altına girmediği ve ırkçılık diye bir şeyin bulunmadığı g ö rülmektedir. Bu reform yanlın ve püriten Cencvreli soylu, Brezilya’daki insan eti yiyen kabilelerle birlikte yaşarken ırkçılıktan bihaberdir. O günden bu yanaysa biz ırkçılık üretmeye başladık; çünkü çok önemli gelişmeler kaydettik. Bunlar yalnızca Kızılderililere ve insan eti yiyen kabilelere oranla kaydedilmiş gelişmeler değildir. Rasyonel düşünce konusunda giderek dcrınlcşcr kültürümüz cunsız doğayı, hayvanları, küçümsenen ırkları1 insanlık dışına ittikten
1
nunlar her zaman için ırkçılığı yaratan vc bizim de eşitlikçi in san anlayışı doğrultusunda aşı? geçmekte olduğumuzu iddia ettiğimiz Evrense) bakış açısını, uygun bir şekilde yapılmak tadır. Ancak bu eşitlikçi ahlakın üstüne oturtulduğu eski ruh. günümüzde insan cinsine özgü belliğin biyolojik özelliklerden, derinin renginden r.e daha nesnel ne dc dalıa anlamsız kanıtlar
Ekonomi Politik ur ölüm * 2 39
sonra, “İnsani'' adlı kanser yalnızca kendi üstünlüğüne inanan bu toplumdu dal b.ulak salacaktır. Michel Foucault, Batılı modernleşmenin başlangıç döneminde delilerin toplumdan ihraç edilme biçimlerini çözümlemiştir. Oysa bizlcr. Akıl geliştikçe, çocukların da nasıl idealleştirilmiş bir çocuk statüsüne, çocuk dünyası adlı gettoya, masumi yet denilen bir adiliğin içine tıkılmış olduklarını biliyoruz. Ancak bu arada yaşlılar da insanlık dışı varlıklara dönüş müş ve normallik sınırlan dışına itilmişlerdir. Kültürel g e lişmenin çeşitli aşamalarıyla birlikte ortaya çıkan ayrım lamalar: yoksullar, az gelişmişler, zekâ katsayıları düşük olanlar, sapıklar, transscksücllcr, entelektüeller, kadınlar gibi pek çok “kategoriye" bölünmüşlerdir. “ Normal insan" düşüncesini giderek daha ırkçı bir temele oturtan bir dış lama. bir terör folklorudur bu. Saf normallik özüne ulaşılma noktasında belki de tüm “kategoriler", sonunda evrensel olmayı başarmış bir toplumdan dışlanmış, ayn tutulmuş, mahkûm edilmiş olacaklardır. Bu aşamada insan' adı altında normal ve cvdegjldirier; çünkü bunlar zaten aynmUtyıcı ölçütlerdir. Bu öl çütler (ruh ya da cinsiyeti temelinde gerçekten de Siyah-Beyaz gibi bir eşdeğerlice ulaşılmaktadır Ancak hu eşdeğerlik “insana özgü' bir ruh ya da cinsiyete sahip olmayan her şeyi kesinlikle dışlamaktadır. Ruh ve imanı birbirlerinden ayırmayan vahşi lerse toprak, hayvanlar ve ölüleri toplumun bir parçası olarak görmekteydiler. Evrensel ilkelerimize, eşitlikçi metahümanısl yapımıza dayanarak biz çıtlan dışlattık. Beyazlara özgü ölçüt lerle siyahlan entegre etmeye çalışırken, soyut bir toplumsal lıkla hukuka dayalı bir toplumsallığın sınırlarım genişletmek ten başka bir şey yapmadık. Irkçılık adlı beyaz büyü hâla işe yarıyor, ama evrensel adı altında Siyahlan beyazlaştırmaya ça lışmaktım başka bir işe yıramıyor. 2 “ilah* ıVün insanilik dozv artırıldıkça Tanrıyı insandan ayıran mesafenin büyüdüğü; dır ve teoloji konusundaki düşüncelerin ilahi öz ve insani öz arasındaki özdeşlik ve birliği yadsıdıkça da insan bilincinin nesnesine dönüşen, insani olanın bir değer kaybına uğradığı görülmektedir- Bunun nedeni ilahi varlık kav rayışında olumlu olan her şeyin insanı olana indirgenmesiyle, bilinç nesnesi olan insanın kaçınılmaz bir şekilde olumsuz ve
rensel birbirine karışmış olacaktır. Foucault'nun çözümlemesi kültür tarihinin, XIX. yüzyıldan itibaren emek ve üretimin kesin bir yere sahip olacakları bu Ayrımlama sürecim açıklayan gerçek bir so yağacı öyküsünün temel parçalarından biridir. Burumla birlikle deliler, çocuklar, küçümsenen ırklar ve tüm diğeri lermden ünce gerçekleştirilmiş ve dolayısıyla ardından ge lenlere örnek olmuş, “rasyonel" kültürümüzün temelinde yer alan bir ayrımlama biçimi varsa o da ölüler ve ölünün ayrımlım m a biçimidir. Vahşi loplumlardan modern topîumlnra doğru ger çekleşen bu gelişmeyi tersine çevirebilmek, yarjj ölülerin yava$ yavaş yaşamdan kopmasını engelleyebilmek ola naksızdır. Modern toplumlarda ölüler gruba özgü simgesel dolanım düzeninin dışına itilmektedir. Onlar birer gerçek varlık, kendileriyle değiş tokuş da bulunmaya değmeyecek varlıklar alarak görüldükleri için yaşayanlardan giderek İnsanlık ilişi bir varlığa dönüşmesidir. TanrıYıın yücclebilmed için insanın küçülmesi gerekmektedir vs.* (Ludvvig Feuerbach, Htristiyanh^m Ö/.\i [Eserin Türkçe çevirisi için bkz. Hırisıtyanhğm özü. çcv. Devrim Bulut, öteki, 2004 —ed. Bu metin evrenselden nelerin 'kaçırılıp, guspedilmiş" oldu ğunu göstrrmektcdir. Tann’ıun evrenselleştirilmesi her zaman için nisana özgü yapının dışlanması ve indirgenmesiyle bağlan tılıdır Taıın, insana benzemeye başladığında, insanın hiçbir şeye benzememesi kaçınılmaz hale gelmekledir. Hnlü dinin etkisi alımdaki Feuerhach’ın söylemediği şey. İnsanın evrenselleşme sinin bir farklılık ılade eden tüm diğerlerinin (deliler. çocuklar vs.) dışlanmasıyla mümkün olmasıdır. İnsan Jnsnııa benzemeye başladığında diğerleri hiçbir şeye benzememektedir Evrensel lik ve ideal referans olarak tanımlanan İnsan, tıpkı Tanrı gibi insanlık dışı ve çılgın bir varlığa dönüşmektedir Feuerbach'm söylemeyi unuttuğu bir başka şey de Tanrı Yun bu sayede insa nı kendi yararına kullandığı şu “kaçırıp, gasp etme* işleminin, insanı. Tanrının tözünü, gücünü yitirmiş olumsuz hali olan ni sana dönüştürdüğünü vc bunun neden olduğu ters bir işlem le de bizzat TanrTnın kendisinin ölmüş olduğudur. Son olarak insanın da kendi oluşturduğu insanlık dışı farklılıklar (delilik, çocukluk, vahşilik; yüzünden ölmekte olduğu söyler,çblJır,
uşakta yer ulan mezarlara gömülmektedir. Köyde ya da kentte evin sıcak ortamından alınarak merkezde yer alan ve insanların bir araya geldikleri ilk mekân olan mezarlığa götürülen ölüler, zaman içinde oluşacak tüm gettolara Ör nek olacak :lk gettoya oluşturmuş ve giderek merkezden uzağa rloğru itilmişlerdir. Son olarak yeni kentler ya da çağdaş metropollerde gerek fiziksel mekân, gerekse zihin sel mekân anlamında ölüler için öngörülen hiçbir şey yok tur. Yeni kentler ya da modern bir topluma özgü rasyonel yapılanma içinde deliler, suçlular ve anormaller için kalacak b ir yer öngörülürken, ölüm için herhangi bir prog ram y a da yer öngörülmemektedir. Doğrusunu söylemek gerekirse bu insanlar ölüleri ne yapacaklarını bilememek tedirler; çûnktı günümüzde ölmek normal bir şey değildir. Zaten yeni olan da bu yaklaşımdır, ölm ek akla bile ge tirilmeyecek anormal bir şeydir. Bunun yanında tüm di ğer anormallikler zararsız addedilmektedir, ö lü m tedavisi olmayan bir suç, anormal davranış türünden bir şeydir, ö lü m e ayrılmış zaman/mekân, yer falan yoktur. Onlara kalacak bir yer bulunamadığı için radikal bir ütopyanın ellerine terk edilmekte, yerleştirilecek bir y e r bile bulun madan küle dönüştürülmektedirler. Oysa biz bir türlü bulunamayan bu yerlerin ne anlama geldiğini anlamış bulunuyoruz Fabrika ortadan kalktığın da bu, emekle her yerde karşılaşabileceğini göstermekte dir. Hapishane ortadan kalktığında, bu, toplumsal zaman/ m ekân içinde herkesin tecrit edilip kapatılmış olduğu a n lamına gelmektedir. Akıl hastanesi yoksa, bunun nedeni psikolojik ve tcrapötık denetimin genelleşmesi ve sıra danla şmasıdır. Okul ortadan kaybolmuşsa bunun nedeni toplumsal süreci oluşturan tüm kılcal ipliklerin pedagojik formasyon ve disiplin denilen şeye bulaşmış olmasıdır Ka pital |vc Marksist eleştirisi) ortadan kaybolmuşsa bunun nedeni değer yasasının her türlü görünüm altında yaşam mücadelesi veren bir özyönetim biçimine dönüşmüş olma sıdır vs. Mezarlık ortadan kaybolmuşsa bunun neden» bu görevi modem kentlerin yerine getiriyor olmalarıdır. Bunlar ölü kentler ve ölüm kentleridir. Büyük işlemsel metropol
bütün bir kültürün tn olgun biçimini sunan bir mekânsa bunun nedeni bizimkinin bir ölüm kültüm olmasıdır.’
HAYATTA KALMANIN EŞDEĞERLİSİ OLARAK ÖLÜM (HA ÖLÜ HA CANLI) Canlılardan kopartılıp alınarak, rahat bırakılmayan ölü lerin, biz canlıları, benzer bir ölüm e mahkûm ettikleri gö rülmektedir. Zira simgesel yükümlülüğün temel yasası iyi kötü her durumda geçerli olabilmektedir. Keza delilik, deliler ve normaller arasındaki bir ayrım çizgisinden baş ka bir şey değildir. Normallik kendini delilerle paylaştığı bu çizgiye oranla tam ulamaktadır. Delilerini kapatan bir toplumun ruhsal yapısının derinliklerimle yatan bir delilik vardır. Bu delilik sonuç olarak her yerde normallığin ya sal göstergelerine dönüşerek değiş tokuş edilebilmektedir. Delilerin kendilerini kapatan toplumun deliliğini ortaya çıkarmaları yüzyılları almıştır. Günümüzde akıl hastalık la: j hastanelerinin duvarları yıkılmaktadır. Bunun nedeni mucizevi bir hoşgörü anlayışı değil, bu toplumun delilik yoluyla normalleştirilme işleminin tamamlanmış olması dır. Deliliğe oturma izni verilmemekle birlikte, göz önünde dolanmasına ses çıkaram am aktadır. Toplumsal al«ın akıl hastalıklarına ait mekânı emmiştır; çünkü normallik, akıl hastalıklarının belirtilerine sahip olduğunda kusursuz bir * Toplu konutlnnn mezariğa brnzctilclikleri hır sırnda mezarlıklur da doğal olarak |N'ıcc vb. yerlerde) inşaata uygun alanlara dönüşmektedirler. Buna karşılık Aır.enka'daki metropollerde ve Fransa'daki kentsel pntoda kimi zaman geleneksel mezar lıkların mevcut yegane yeşil boş alanlar olmalan hayranlık uyandırıcı bir şeydir, ökllerc ayrılmış mekânın kentle yaşa nabilir (hava alınabileni yegâne mekâna dönüşmesi, modem nckropolls (mezar kentler) konusunda oldukça düşündürücü bir görüntüdür. Chicago’da çocuklar mezarlıklarda oynamakla, bisikletliler dolaşmakta, i şıklar sevişmektedir Hangi babayiğit mimar güncel kent düzeneğine ait bu hakikatten esinlenip me zarlıklar, boş alanlar ve * «netli" mekânlardan yola çıkarak bir kent tasarımı sunabilir ki?
düre/c ulaşmış demektir. Çünkü kapatma virüsü demlen şey “normal" yaşamı oluşturan tüm kılcal dokuları sarmış durumdadır. ö lü m de bu durumdadır, ö lü m “canlılar" ve “Ölüler" araş ndaki amir çizgisinden başka bir şey değildir. Dola yısıyla hem canlıları hem de ölülen etkilemektedir. Can lıların, ölüleri dışlayarak yaşıtına hukkına yalnızca ken dilerinin sahip olması gerektiği gibi saçma bir yanılsama sonucunda, ölümü saf dışı edip katıksız bir attı d elere indirgemiş yaşama karşılık, simgesel değiş tokuşun yok edilmesi olanaksız mantığı, yaşam ile ölümü eşdeğerli bir konuma getirerek hayatta kalmakla, baskı altına alınmış ölü n arasında bir fark olmadığını göstermekledir. Hayatta kalma düzeninin baskı altına aldığı ölüm karşısında ya ştım, o malum düşünsel döngü sayesinde ölümün belirle diği bir ölüm kalım mücadelesine dönüşecektir.
MC2AO ö r e s i GETTO
ölülerin tecrit edilmesine koşut olarak, ölümsüzlük kav ramı da giderek gelişmiştir. Çünkü “ruh" ve *üst düzey* ruhsal olayların işareti olan ölüm ötesi, seçkin bir statü anlamına gelirken, ölülerin gerçek anlamda tecrit edilmesi ve onlar :1c yaşayanlar arasındaki simgesel değiş tokuşun sora ermesi, günümüzde düşsel bir öyküye dönüşmüştür ölüler, farklı bir şekilde olsu da, birlikte yaşamayı sür dürdükleri ve çeşitli değiş tokuş örnekleriyle canlılara yol daşlık yaptıkları zaman ölümsüz olma gibi bir gereksinim duymamaktadırlar. Zira ölümlü olmak bir zorunluluktur. Aksi tnkdirdc bu fantastik (yani ölüm süz olma), nitelik her tüllü karşılıklılığa bir son verebilmektedir. Canlıların ya vaş yavaş kendilerini dışlamasıyla birlikte ölüler, ölümsüz olmaya başlamışlardır. Bir ideale dönüştürülen bu hayat ta kalma mücadelesi, onların toplumsal yaşamın dışına sürülmüş olduklarının kanıtıdır. Dinlerin, animizmden politeizme, oradan da mono teizme doğru ıfer.'emcsii/fe ortaya çıkan ölümsüz bir ruh
düşüncesinden kurtulmak gerekmektedir, ö lü le r bir yer lere kapatılmaya çalışıldıkça ortaya onları ölümsüz yapma gibi bir alışkanlık çıkmıştır. Tıpkı bizim toplamlarımızda yaşam süresinin uzatılması umuduyla yaşlıların asosyal varlıklar olarak tecrit edilmesinin aynı zaman dilimi içinde ortaya çıkmış olması gibi. Zira ölümsüzlüğün, ilerlemeyle ilintisi oldukça tuhaf bir manzara sunmaktadır. Zaman içinde, süreyle sınırlı bir ölümsüzlük anlayışından, sonsuza dek sürüp gidecek bir ölümsüzlük anlayışına doğru ilerlenmiş gibidir. Toplumsal mekân bağlamındaysa, demokratikleşen ölümsüzlük, bir kaç kişiye özgü bir ayrıcalık olmaktan çıkarak gücül an lamda herkesin sahip olduğu bir hakka dönüşmüş gibidir. Ancak bu oldukça yeni sayılabilecek bir durumdur. Mısır'da grubun kimi üyeleri (önce firavunlar sonra rahipler, şefler, zenginler ve egemen sınıfa dahil olanlar), sahip oldukları güçle doğru orantılı olarak zaman içinde yavaş yavaş ölüm süzleşerek, yalnızca ölme ve ceset yok edilmediği sürece ölünün yanı başında kalıp elle tutulamayan bir imgeye sa hip olma hakkına sahip olanlardan ayrılmışlardır. Isa'dan önce 2000 yılma doğru herkes ölümsüzlük hakkına sahip ti. Bu bir tür toplumsal zaferdir. Toplumsal tarihin oluş turulmasıyla ilgisiz, önemli bir mücadeledir. Büyük Mısır hanedanlıkları döneminde herkes tarafından talep edilen ölümsüzlük hakkını elde etmek amacıyla gerçekleştirilen devrimler ve toplumsal hareketler türünden bir öykünün neye benzeyeceğini tahmin edebilmek güç değil. öyleyse başlangıçta ölümsüzlük bir iktidar ve toplum sal aşkınlık göstergesidir. İlkel toplumlarda politik iktidara özgü bir yapı bulunmadığından, kişisel anlamda bir ölüm süzlük söz konusu değildir. “G öreceli' bir ruhla, "kısıtlı" bir ölümsüzlük vardır. I3u olgu, daha sonra ortaya çıkan ve daha gevşek bir bölümlenme üzerine oturan toplum sal oluşumlarda, iktidar yapılarıyla göreceli bir aşkınlık ilişkisi içindedir. Bu aşamadan sonra ortaya çıkan Büyük İmparatorluklar döneminde, bütünüyle aşkınlaşmış bir İktidar anlayışının söz konusu olduğu despotik toplumlarla birlikte, ölümsüzlük de genelleşerek günümüze kadar
sürüp gelmiştir. Bu gelişmeden ilk yararlananlar krallar ve firavunlardır. Bir sonraki aşamada bizzat Tanrı bu du rumdan yararlanarak kusursuz bir ölümsüzlük modeline dönüşmüş ve nihayet herkesin bu ölümsüzlükten kendi payına düşeni alabildiği bir aşamaya gelinmiştir. Ancak, büyük evrensel dinlerin ve özellikle de Hıristiyanlığın or taya çıkma süreciyle çakışan, bu ölümsüz Tanrı evresiy le toplumsal iktidarın büyük ölçüde soyutlanmış olduğu Roma İmparatorluğu zamanında karşılaşılmaktadır Eski Yunan tanrılarının ölümlü olmalarının nedeni henüz ev renselleşememiş yerel bir kültüre ait olmalarıdır. Hıristiyanlığın başlangıcında tartışma konusu olan ölümsüzlük, çok daha geç tarihlerde kabul edilmiş bir düşüncedir. Kilisenin kurucuları başlangıçta, yeniden ya şama dönmeyi bekleyen ruhların, geçici olarak yok olabi leceklerini kabul ediyorlardı. Hatta Aziz Pavlus, bu yeniden yaşama dönme konusunda vaaz verdiği sırada çok tanrılı inamca sahip insanlar kendisiyle alay ederler. Keza Hıristiyanlar ve Kilisenin kuruculuri sayılan ilk din adanılan bu düşünceye karşı büyük bir direniş gösterirler. Eski Ahit'te {Daniel) yeniden yaşama dönme, yalnızca, dünyada yaşa dıkları sırada iyi ya da kötü anlamda cezalandırılmamış insanlara bahşedilen bir ayrıcalıktı, öldükten sonra da hayatta kalmaya çalışmak, hayattayken değiş tokuş edi lememiş şeylerin kalıntılarıyla doğru orantılı bir hesaplaş maya benzemektedir. Tüm hesapların anında görüldüğü ve simgesel borcun herhangi bir öteki dünyaya göndermede bulunmadan ödendiği arkaik topluluğun sunduğu simge sel olasılıkla karşılaştırıldığında, yeniden yaşama dönme ya da ölümsüzlük, akla gelebilecek en kötü varsayımdır. Başlangıçtaki iktidar ayrıcalığının göstergesi olan ölümsüz ruh. Hıristiyanlık tarihi boyunca eşitlikçi bir ef sane, Ölüm karşısındaki dünyevi eşitsizliğe karşılık, öteki dünyada gerçekleşen bir demokrasi görevi yapmıştır. Bu bir efsaneden başka bir şey değildir. En evrenselleşmiş Hı ristiyan versiyonunda bile ölümsüzlük her insanın sahip olduğu bir hafctır. Aslında nadiren tanınan bir haktır Bir kültür ürünü olup, bu kültür içindeki belli bir toplumsal
vc politik kasta aittir. Acaba misyonerler Kızılderililerin ölümsüz bsr ruhları olduğuna Jııç inanmışlar m ıdır? • Kla sik” Hıristiyanlıkta kadın acaba hiç gerçekten bir ruha sa hip olm uş mudur? Ya deliler, çocuklar ve caniler? Aslında dönüp dolaşıp aynı yere geliyoruz. Bir ruha yalnızca zen ginler ve fjüçlûlcr sahip olabilmektedir. Toplumsal, politik, ekonomik (yaşama umudu, cenaze törenlerinin sağladığı prestij, insanların belleklerinde kalma konusunda verilen yaşam mücadelesi vc alınan övgü) ölüm karşısındaki eşit sizlik, bu tartışılmaz ayrımcılığın bir sonucundan başka bir şey değildir; çünkü bu ayrımcılık pencerelinden bakıl dığında ölümsüzlüğü yalnızca “gerçek insanlar" hak eder lerken. diğerlerinin ölümlü olmaya müstahak oldukları dü şünülmektedir Büyük Hanedanlıklar dönemi M ısır’ından bu yana hiçbir değişiklik yoktur. N aif materyalist, ölümsüzlük olsa ne olur olm asa ne olur, bütün bunlar bir düş ürününden başka bir şey değil, diyecektir. Çok doğru! Gerçek bir toplumsal ayrımcılığın kökeninde bulunan bu düş gücünün, toplumsal nşkınlık ve nesnel iktidar konusunda akla gelebilecek en seçkin yer olması ne müthiş bir şeydir. Kapitalin sahip olduğu eko nomik İktidar en az Kiliseninki kadar düş gücü ürünüdür. Kilisenin sahip olduğu iktidarın fantastik boyutlara ula şan çnğdaşlaştirılmış/lnik biçimi. Bu durumda, demokrasinin, en ufak bir değişikliğe yol açmadığı görülmektedir. Kuşaklar boyunca sürüp git miş servet bölüşümü vc kültürel eşitlik mücadelesi gibi, daha önce de, herkesin ölümsüz bir ruha sahip olabilmesi için mücadele verilmiştir. Bana kalırsa bu iki mücadele biçimi arasında hiçbir fark yoktur. Birisi öteki dünya da. diğeriyse bu dünyada hayatta kalma mücadelesidir. Tuzak hep aynı tuzaktır. Bırilcrinin sahip olduğu kişisel ölümsüzlük, yukarıda gördüğümüz gibi, grubun pnrçalunmasının bir sonucu olduğundan herkes için ölümsüzlük talebinde bulunmanın bir anlamı yoktur. Düş gücünün genelleştirilmesi bir işe yaramamıştır. Devrim, ölüm son rası hayatta eşitlik değil, ölümü yaşamdan ayıran çizginin
yok edilmesidir ölüm süzlük, çizgisel zamanın (giderek ekonomi poli tiğin birikim sürecine bağlı soyut boyut, kısaca soyutlan mış yaşam a dönüşen zaman) soyutlanmasıyla doğrudan bağlantılı bir tür genel eşdeğcrlılıktir.
DCATH POVVER (ÖLÜ GÜÇ/ÖLÛMÜN GÜCÜ)
ö lü m sonrası yaşam düşüncesinin ortaya çıkışı, iktida rın doğm asına yol açan asal olaydır, Çünkü bu düzenek yalnızca bu dünyada zahmete katlanma zorunluluğu ve bunun karşılığında öteki dünyada ödüllendirilme gibi bir şan lıya yol açmakla kalmayıp -rahipler kastının tüm stratejisi bunun üzerine kuruluydu- aynı zamanda bilin çaltına yerleştirilmeye çalışılan bir ölme yasağıyla birlikte bir de bu ölüm yasağım denetleyen bir iktidar süreci de oluşturmuştur, ölü ler ve canlılar arasındaki birliğin par çalandığı, ölüm ve yaşam arasındaki değiş tokuşun yok edildiği. yaşamda bir yeri ve anlamı olan ölümün bu konu muna son verildiği, ölüm ve ölülere yasak konulduğu gün, ilk toplumsal denetim biçimi de ortaya çıkmıştır. İktidarın ortaya çakabilmesi ve daha ileride tüm yaşam ın sınırlar içi ne alınabilmesi için önce ölümün özgürlüğünü yitirmesi, ölülerin gözaltına alınması gerekmiştir. Bu temel bir Yasa olup, iktidar, bu Yasanın bekçisidir. Temel bir baskı altın da tutm a biçiminin herhangi bir enerjiye veya bir libido* ya ait bilinçaltının ürettiği içtepilerle ilişkisi olmadığı gibi antropolojiyle de bir ilişkisi yoktur. Temel bir baskı altına biçimi varsa o da toplumsal bir olay olan ölüm ün baskı altına alınmış biçimidir. Bu baskı altında tutma biçiminin, yaşamın baskı altına alındığı bir toplumsallaşma sürecine kayıtmasına neden olduğu söylenebilir. Tarihsel açıdan kilise idine dayalı) iktidarının, ölüm tekeli ve Ölülerle olan ilişkileri denetleme ayrıcalığına sa hiplik üzerine kurulduğu bilinmektedir.' ö lü le r tnrafın-
4 Sapkın inançlar, Tann’nın Krallığını yeryüzünde de oluşturabıl-
dan oluşturulan alan, bilileri tarafından d e geçirildikten sonra, zorunlu bir a'acı kurum vasıtasıyla kendisine ye niden değiş tokuş edilebilme özelliği kazandırılan ilk alan dır. İktidar, bu ölüm adlı engel üzerine oturtulmaktadır. Daha sonraysa örneğin, ruh ve beden, erkek ve dışı, iyi ve kötü vs. gibi bitip tükenmeyecek bölünmelcrle/engcllcrle beslenecektir. Ancak ilk ayrılış örneği ölüm ve yaşamdır.* İktidar “bu engelin kendisidir” denildiğinde, bu bir mecaz değildir. İktidar yaşara ve ölüm arasındaki engelin ta ken disidir. ö lü m ve yaşam arasındaki değiş tokuşu engelleyen kararnamenin bizzat kendisidir. İki taraf arasındaki geçiş ücretinin ödendiği ve denetlendiği yerdir. Dahil sonra iktidar, özne ile yabancılaştığı kendi be deni, birey ile yabancılaştığı toplumsal beden ve insan ile yabancılaştığı emeği arasına aynı şekilde girip yerleşecek, yani aracılık ve temsil süreci bu kopuşla birlikte ortaya çı kacaktır. Ancak bu işlemin arketipi/ilk kusursuz örneği, grubun ölülerinden ya da bugün her birimizin kendi ölü münden koparılması olduğunu bilmekte yarar vardır. Her türlü iktidar biçiminin üzerine bu türden bir kokunun sin mesi kaçınılmazdır; çünkü son aşamada iktidar, ölümün güdümlenmesi ve yönetilmesi üzerine kurulmuştur. Bir yaşam ve bu yaşamın sonlanması arasındaki bek-
mek için bu “öteki Dünya Krallığı *nı sürekli sorgulayacaklar dır. Ynşam ve yaşam sonrasındaki hayatta kalına mücadelesi ve öteki dünyayı yad s: ırak dernek, ölülerle olan bağlantı kopuk luğunu kabul etmek, öjleyse onlarln yeniden alış veriş yapabil mek için ar.ıcı bir k urun un hizmetine gerek duymak demektir. Sapkııı inançlarsa Kiliseler ve iktidarlarının sonu demektir. ' Tanrı, gösteren ve gösterilen, iyi ve kötü, erkek ve kadın, canlı lar ve ölüler, beden ve tuh, öteki ve Aynı vs. arasındaki m esa fenin daha genel olarak aynmiayıcı karşıtlıklara özgü kutuplar •-ırasındaki mesafenin korunmasını sağlayan- öyleyse üstünler ve üstün olmayanlar. Bryaz ve Siyah arasındaki mesafenin de kapanmasını engelleyen şeydir. Mantık yenili politik bir mantı ğa bıraktığında, yani aynmlayıcı karşıtlık iktidarı ele geçirdiğin de ve terimlerden biri yaranan kullanılır hole geldiğinde Tann hep o tarafı tutmuştur.
leyiş (suspens), yani sözcüğün gerçek anlamında fantastik ve yapay bir zamansallık, Üretim (çünkü her yaşam bu ya şantının her anında kendi ölümünü, bir başka deyişle an be an gerçekleşmekte olan bu amacı zaten beraberinde/bünyesirde taşımaktadır) düzeneğiyle bu uzağa itilmiş alan, her türlü baskı ve denelim sürecinin içine yerleştiği yerdir. İlk soyut toplumsal zaman kavramı (soyut toplumsal emek zamanından çok önce!) bu birbirinden ayrılması olanaksız yaşam ve ölüm kopukluğu üzerine kurulmuştur. Marxın ifşa ettiği ve ekonomi politiğin üzerine yıktığı, daha sonra ortaya çıkacak tüm yabancılaşma, bölünme ve soyutlama biçimlen bu ölümden kopuşla birlikte başlamıştır. ölü m ü yaşamın cimden almak, ekonomik bir işlem gerçrklcştırmck demektir. Bundan böyle işlemselleşmiş muhasebe ve değer terimleriyle açıklanan fcnıVıtıfoşmış bir yaştın Tıpkı (Chamisso’nun) Gölgesini Yitiren Adam'ı gibi. Bir kez gölgesinden (yani ölümden) kurtulduğunda Feter Schcm ihl zengin, güçlü, kapitalist bir adama dönüşmektedi'. Şeytanla anlaşma yapmak demek kapitalizmle bir anltşma yapmak demektir. Yaşamı ölüme inde etmek, gerçek bir simgesel işlem gerçekleştirmek demektir.
İLKEL DÜZENDE DEĞİŞ TOKUŞ EDİLEBİLEN ÖLÜM Vahşiler biyolojik anlamda bir ölüm kavramına sahip de ğildirler. Daha doğrusu biyolojik olgu denilen şey. yani ölüm, doğum hastalık gibi doğa! olan ve bizim bir zorun luluk ve nesnel öncelik tanıdığımız şeyler, onlar açısından tamamen anlamsızdır Zira böyle bir ölüm anlayışı kaosa yol açabilir; çünkü simgesel olarak değiş tokuş edilebilme si clanaksızdır. Simgesel olarak değiş tokuş edilemeyen bir şeyse grup açısından ölümcül bir tehlike oluşturmaktadır.''*
* tizim içinse tam tersine simgesel anlamda değiş tokuş edilebiItn her şey egemen düzen açısından ölümcül bir tehlike anlamıra gelmektedir.
Değiş tokuş sırasında grubun denetim altına almayı bece remediği, ruh ve bedenin çevresinde dolanıp duran, bütün bu birbirlcriyle uzlaşmaları, yatıştınlmalnrı olanaksız, bûyülü. birbirlerine düşman güçler, Ölü ve kozmik enerjiler, hem canlı hem de ölünün peşini bırakmamaktadırlar. ölüm ü, biyo-antropolojik yasaların ellenne terk edip, bilimsel bir dokunulmazlık atfedip, bireysel bir alııı yazısı na dönüştürüp özerkleştirerek toplumsal bir olgu olmak tan çıkarttık. Ancak "nesnel' düşünceye dayanarak fizik sel bir olguya dönüştürdüğümüz, bizim elimizi kolumuzu bağlayan ölüm, vahşileri durduramamaktudır. Onlar ölü mü asla "doğal" bir olgu olarak kabul etmemişlerdir; çün kü ölümün (vücut gibi, doğal bir olgu gibi) toplumsal bir ilişki biçimi olduğunu, ölümün toplumsal bir tanıma sahip okluğunu bilmekledirler. Bu açıdan bizden çok daha ‘ ma teryalist" oldukları bile söylenebilir; çünkü onlar açısından Ölümün sahip olduğu maddi öz aynen Mnı x'ın, her zaman bir toplumsal ilişki biçimi olım ış mal konusunda söyle diği şeyde, yanı biçimindedir. Bize özgü idealist yaklaşım, ölümün maddi bir biyolojik olgu olması gibi bir illüzyonla, yani düş gücü ürünü bir gerçeklik söyleviyle uyuştuğu için ilkellerin sim gesel müdahalesi tarafından aşılıp geçilmiş durumdadır. Simgesel işleme özgü bu zorunlu müdahalenin adı •öğreti sürecidir", öğreti uygulamalarının hedefi büyü yoluyla bir ölüm düşüncesi oluşturmak ya da onu “aşıp geçmek değil", ölüm ü toplumsal yaşamla uyumlu hale ge tirmektir. R. Jauhn'ın. Mort Sarada betimlediği gibi ata lar grubu köt/lan (öğreti düzeninde eğitilmeye başlanan gençleri) yutm akta ve böylelikle gençler yeniden doğabil mek amacıyla "simgesel anlamda" ölmektedirler. Bu ölüm olayını özellikle bizde uygulanan anlamını yitirmiş ve bir kopukluğa yo! açan bir değiş tokuş olayı şeklinde değil; onlarda varlığı çok güçlü bir şekilde hissedilen, partnerler arasındaki toplumsal bir ilişkiyle en az değerli mallar ve kadınlardan oluşan dolanım düzeni kadar yoğun bağış ve karşı bağışlardan oluşan bir dolanım düzenine yol açan;
atalar ve canlılar arasındaki karşılıklı/karşıt değiş tokuş olayı şeklinde algılamak gerekmektedir. Burada bir amaç ya da süreç olmaktan çıkan ölüm, dur durak tanımayan bir karşılık verme oyununa dönüşmektedir. Bilye oyunun da erkek, karısını aileden bir ölüyc/ataya sunmakta ve böylelikle bu ata yaşayanların arasına gen dönmektedir. Kendisine yiyecek verilen ölü, gn ıp yaşantısı içindeki ye rini almaktadır. Ancak değiş tokuş karşılıklı olmak duru mundadır. ö lü dc karısını ya da klana nii toprağı, ailesinin yaşayan üyelerinden birine verdiğinde onun aracılığıyla ölü, ölü aracılığıyla da canlılar varlıklarını sürdürebilmek tedirler. önem li an koyların (öğreti sürecinin genç öğ rencilerinin) mohlar (büyük rahipler) tarafından öldürül dükleri andır; çünkü o anda bu gençler ataları tarafından yutulmuş olmaktadır. Daha sonra anneleri kendilerini nasıl dünyaya getirdiyse toprak da onları yeniden doğur maktadır Bu gençler “öldürüldükten" sonra kendilerini “kültürel’ anlamda yetiştirmiş, bakmış v e (öldükten sonra doğma/dirilme konusunda dersler vererek onları) eğitmiş olan insanlara (yakınlarına) teslim edilmektedirler. Bu eğitimin amacı işlenmemiş (brüt), yani doğal, rast lantısal ve tersine çevrilmesi olanaksız bir ölüm olgusun dan, ölümün armağan ve kabul edildiği öyleyse toplumsal değiş tokuş düzeni içinde yer aldığı tersine çevrilebilen, de ğiş tokuşla “halledilebilcn" bir ölüm olgusuna geçiş süreci oluşturmaktır. Böylece doğum ve ölüm arasındaki karşıtlık ortadan kalkmakta, yanı onlar da simgesel tersine çevri lebilirlik sürecinde değiş tokuş edilebilmektedirler, öğreti, doğum ve ölümün yaşama özgü terimler olmayı bırukip, birbirlerine dolanarak türdeşleş!ıklcri çok önemli bir an, toplumsal bir bağ, karanlık oda demektir. Bu türdeşleş me mistik bir füzyon şeklinde olmaktan çok genci gerçek bir toplumsal varlık haline getirmeyi amaçlamaktadır. Bir öğreti sürecinden geçmemiş çocuk, yalnızca biyolojik an lamda doğmuş bir çocuktur. O şimdilik yalnızca ••gerçek" bir anne ve bir babaya sahip bir varlıktır. Toplumsal var lık olabilmek için simgesel doğum/Ölüm olayım yaşumnk;
simgesel değiş tokuşa özgü gerçeklik içinde bir yer edi nebilmek içinse ölümün ve yaşamın ne okluğunu bilmek zorundadır. Bu öğreti düzeninde söz konusu olan şey ölümü ikinci plana itecek bir doğuş olayının sahneye konulması değildir. Oysa Jaulin bu yorumu, yani toplumun ölümü •büyülemeye" ya da öğretinin aktarılması sırasında, kendi buluşu olan ve ‘diyalektik anlam da’ ölün ü ‘nşıp geçen' bir sözle, "İnsanlar, kendilerine bahşedilmiş yaşuın ve ölüme, ölümün neden olduğu karmaşayı aşıp geçebilmek için bir de Öğreti eklem işlerdir' gibi bir sözle karşı çıkma düşün cesini kabul etme eğilimindedir. Bu hen çok güzel hem de çok karmaşık bir formüldür: zira öğreti diğer terimlere "eklenmediği” gibi ölüme, bir yeniden doğuş anlamındaki (ölümü alt eden her şeyden kuşku duyulmalıdırj yaşamla karşı çıkmamaktadır öğreti, doğum ve ölümü birbirinden ayırarak, yaşam ı ele geçirmek ve yazgıyı değiştirebilmek amacıyla hepsini büyülemeye çalışmaktadır. Aksi takdir de yaşam tersine çevrilmesi olanaksız biyolojik bir olgu, saçına bir fiziksel yazgıya dönüşmekte, dolayısıyla, vücut la birlikte ortadan kalkmaya mahkûm cc ildiğinden daha işin başında yitirilmektedir. Bu durum. ıkı terimden biri olan doğumun, diğer terim olan ölüm aleyhine idealleşti rilmesine ive yeniden yaşama dönme denilen bir ikizinin oluşturulmasına) yol açmakladır. Oysa tu bizim, “yaşa mın anlam ı” konusundaki, önyargılarımızdan biridir. Zira tersine çevrilmesi olanaksız bireysel bir olgu olarak do ğum da en az ölüm kadar travmatık bir şeydir. Psikanaliz bunu başka bir şekilde dile getirmekte ve doğum bir tür ölüm dür demektedir. Hıristiyanlıksa ölümcül bir olay olan doğumu toplumsal bir eylem, kolektif bir kutsama töreni olan vaftizle sınırlandırmaktan başka bir şey yapmamıştır. Kolektif bir Ölüm simülakrı tarafından yeniden ele alınıp, kefareti ödenmeden ortaya çıkan yaşam bir tür suçlur/cinayettir. Yaşam, yalnızca değere özgü bir muhasebe düze ninde yararlı bir şey olabilmektedir. Simgesel düzendeyse her şey gibi yaşam da - sahip olunaınadığı re yok edilem e diği, verilemediği ve alınamadığı, ölüme ‘ iade edilemedi-
g i'- tek yönlü okluğu takdirde bir suçtur/cinayettir. öğreti, bu suçu, birbirinden ayrılan yaşam ve ölüm olayını tek bir toplumsal değiş tokuş eylemi içinde çözerek, ortadan kaldırmaktadır.
S lm g o s e t/ G e r ç e J ı/ O u ş s e /
Simgesel, ne bir kavram, ne bir süreç, ne bir kategori, ne de bir*yap rd ır. Simgesel, gerçeğe son teren toplumsal bir iliş ki biçimi olarak gerçeği ortadan kaldırıp gerçek ve düşsel arasındaki karşıtlığa son veren bir değiş tokuş eylemidir. Öğreti eylemiyse bizim gerçeklik ilkemizin tam tersi dir. Doğum adlı gerçekliğin doğum ve ölümün birbirinden ayrılmasıyla ortaya çıktığını göstermektedir. Yaşam gerçek liğinin, yaşattı ve Ölümün birbirlerinden kopmalarının bir sonucu olduğunu göstermektedir. Böylelikle gerçeğin izle nimi hemen her yerde bu iki terimin birbirlerinden ayrıl malarının yapısal bir sonucuna dönüşmekte ve bizim ünlü gerçeklik ilkemiz, içerdiği tüm normatif ve baskıcı özellik lcriyle birlikte, hemen tüm düzeylerde bu ayırıcı kotlun ge nelleştirilmesi anlamına gelmekledir. Doğanın gerçekliği, ‘ nesnelliği", 'm addi yapısı* doğa ve insanın birbirlerinden kopartılmalarınm/ayrılmalarınm bir sonucudur. Octavio Paz, buna, vücutla vücut olmayanın birbirinden ayrılması demişti. Vücudun gerçekliği, vücudun sahip olduğu mad di statü, ruhsal/psişik bir ilkeden kopvış, bir ruh ve vücut vs. ayrımının bir sonucudur. Simgesel bu birbirinden ayırma kodu ve ayrılmış te rimlere son veren şeydir. O ruh t e vücut, insan ve doğa, gerçek ve gerçek olmayan, doğum ve ölüm Aronufanna son veren bir ütopyadır. Simgesel işlem sırasında iki terim ger çeklik ilkelerini yitirmektedir.* 7 Böylelikle simgesel açıdan canlılar ve ölüler arasında bir fark kalmamaktadır, ölüler buruda, yalnızca ritûel önlemlerin zo runlu kıldığı biı bnşkn statüye sahiptir. Ancak burada görünen le görünmeyen birbirlerini dışlamamaktadır. Bunlar bir insanın sahip olabileceği iki konumdur, ölüm yaşamın bir parçasıdır
Oysa bu gerçeklik ilkesi diğer terim tarafından Üreti len düşsel bir şeydir. Insan/doga bölûmlcnmesindc (nesnel/maddij doğa, insanın kavramsallaştırdı^! düşsel bir şeydir. Cinsel olarak erkek/dişi bdlûmlenmesindc cinsel 'gerçeklik' (ve baskı) ilkesini oluşturan yııpısııl ve nedensiz ayrımda 'kadın** erkeğin düş gücüne ait bir varlıktır. Bir birinden kopan her terim diğerini dışlamakta ve ardından düşselleştirmek tedır. İçinde yaşam akta olduğumuz sistemde yaşaın ve ölüın konusunda da durum farklı değildir. Yaşantımızın 'gerçek liği' ya dn bu yaşantıyı olumlu bir değer olarak ka bul etmemiz durumunda ödememiz gereken l>cdcl, bitip tükenmek bilmeyen bir ölüm fantazmıdır. Bu şekilde ta nımlanmış olan biz canlıların düş gücü kaynağı ölümdür.*
Sidııey'e ulaşan bir Kaltak, kalabalık karşısında şaşkınlıktan dilini yutar. Daha sonra bu durumu ûlfılerin, bu ülkede, canlılnrla birlikte yaşıyor olmasına bağlar ki. bu da onun Içııı hiç de tuhaf bir şey değildir Kırnaklar için “Do Knmo' •yaşayan*’ demektir ki, (Muuricc l-eenhardt: Üo Kamo) bu kalcgonyc her şeyi sokabilmek mümkündür. Buruda du yaşayun/yaşamnyan gibi bir aynmlayıct karşıtlığı yalnızca biz dile getiriyor, 'bilim' ve işlemsel şiddciimizl üstüne oturtuyoruz. Çiınkû bilim, teknik ve ürrtim. Irilinıc tüm kesinliğini kazandıran (bkz. J. Moııod, Kasianlt ıv Zonmiuk] canlı olmayanı, ayrıcalıklı bale- getiren bir canlı ve canlı nlmnyun kopukluğu olması grrekıiğinı düşünmek tedirler. Bilim ve tekniğin -gerçekliği* burada dn canlı ve ölünün birbirlerinden ayrılmalarına bağlıdır. Bir Içirpı, bir ölüın ivirpısı Ibilmc arzusu) olarak bilimin umacı bu kopuştur, yani bilime mt gerçek nesne ancak ölü bir nesnedir. Bir başka deyişle tıpkı başlangıçtaki ölüm ve Ölüler konuşundu olduğu gibi tepkisiz ve duyarsız bir nesnelliğin ellerine terk edilmiş bir nesne. Buna karşılık, ilkeller, söylenmeye çalışıldığı gibi -animizm*, yani canlıya yönelik bir idealizm, güçlerin irrasyonel büyüsü içinde kaybolup gitmemişlerdir. Çünkü böyle bir kopukluktan habersiz olun İlkeller ne hır lenme ne dr diğerine bir öncelik ummaktadırlar. " Bu kural politikli dünyası için de gcçerlidir. Örneğin üçüncü Dünya ülkeleri (Araplar, Siyahlar. Kızılderilileri batı kültürü için bir düş gücü [gerek ırkçılık konusunda aşağılanacak kışı/
Oysa gerçeğe |bu kesinlikle soyut bir şey değildir; öğretim elemanı ve öğrenci ayırımıyla, bilgi, ikisi arasındaki temel ilişki biçimine dönüştürülmektedir ve hu olay bildiğimiz tüm toplumsal ilişki biçimlerinde de bu şekilde sürüp git mektedir) özgü çeşitli yapılan oluşturan tüm ayrılık biçim lerinin arketipi, yaşam ve ölüm adlı temel ayrılık biçimidir. İşte bu yüzden hangi “gerçeklik* alanına ait olursa olsun, birbirinden ayrılmış her terim diğeri için düşsel bir şeye dönüşmekte ve bu düşsel şey de bir Ölüm meleği gibi onun peşini bırakmamaktadır. Böylelikle simgesel, her yerde gerçek v e düşsel arasın daki bir karşılıklı büyüleme olayının yanı sıra; bir yandan psikanalizin sunduğu sınırlanmış fnııtazın olayına son ve rirken diğer yandan da muazzam denilebilecek (birincil süreç/ikiııcil süreç, bilinçaltı/bilinç vs.| ayırımlar/kopuşlar aracılığıyla onun ürettiği bilinçaltına özgü psişik gerçeklik ilkesine -bu ilke onu üreten psiknıınlitık ilkeden kopanıInmaz (çünkü bilinçaltı demek psikanalizin gerçeklik ilkesi
dömektırll için? kapatm aktadır - yani bizzat psikanalize de bir son vermek durumundadır.* nesne grrrkse devrimci umudun dayanağı olarak! kaynağıdır lar. Buna karşın irkr.utojık ve sınai açıdan gelişmiş bir Batı, yani biz de onlara özgü düş gücünün Icmel kaynakları arasın da yer alıyoruz. |l)oğu ve Batı şcklındei aynlık/kopuş sonucu sahip olduğumuz her şey onlar açısından bir düşe benzemek tedir. Evrensel egemenliğin üzerine oturduğu gerçeklik de bu ayırım/kopuştan başka bir şey değildir. * Hiç kuşkusuz İLacancıl psikanalılik gerçeklik, arlık bir töz ya dn olumlu bir gönderenler sistemi olmaktan çıkmıştır. Locsncı psikanaliz bulunması ve yeniden ele geçirilmesi olanaksız nes nedir. Son aşanında hakkında söylenebilecek hiçbir şey yoktur. Bu eksıklıği/yokluğu belirleyen “simgesel düzendir". Oysa bu gerçek kendini üreten gösterenle saklambaç oynama oyununun çekiciliğine sahiptir. Yemden canlandırmadan yola çıkılarak ger çcgjn izine ulaşılmaya çalışıldığında, gerçeğe özgü süreç ortadan kaybolmaktadır; tamamen değil. Bilinçsiz bir alanla ipsikanalız] ütopya orasındaki lek fark da budur. Ütopya bir yoksunluk ya da eksiklik şeklinde bile olsa gerçeğe son vermektedir. En azından Lacan'do. hevı-Strausslaki gibi yanlış idealist
Kendinden Karılması Olanaksa /Çaresiz) Değiş Tokuş Gerçek Ölürr, düşsel bir olaya benzemektedir. Düş gü cünün simgese) bir karmaşaya yol açtığı noktada., öğreti, simgesel düzeni yerli yerine oturtmaktadır, örneğin akra balar arası ilişki yasağı ve soyun devamı konusunda grup, bu gerçek, doğal, “asosyal" biyolojik soyu sürdürme olayı na kadınların değiş tokuşu ve onlar aracılığıyla bağ kurma yöntemiyle yanıt vermektedir, önem li olan (burada kadın lar. başka yerde doğum ve ölüm) her şeyin değiş tokuş edilebilir olması, bir başka deyişle grubun denetiminde ol masıdır. Du pencereden bakıldığında akrabalar arası ilişki yasağı, öğretiyi tamamlayan ve onunla dayanışma içinde olan bir süreçtir. Birinde genç öğrenciler, yaşayan büyük ler ve ölü atalar arasında gidip gelmekte, verilmekte ve alınmakta ve böylelikle de simgesel düzeni kavramaktay ken; diğerinde kadınlar gidip gelmekte ve ancak, babanın ya da erkek kardeşlerin kendi kullanımları için alıkonul mak yerine, nlııııp verilerek gerçek bir toplunuml statüye sahip olabilmektedirler. ‘Kızı ya da kardeşi de dahil olmak üzere hiçbir şeyini vermeyen Ölü biridir. ’,a Canlılar arasında kurulan bağın temelinde akrabalar ıırusı ilişki yasağı vardır. Canlılar ve ölüler arasında kuru lan bağın temelinde öğreti vardır Bizi ilkel toplum'ardan ayıran en önemli olgu budur. Onlarda değiş tokuş yalnız-
yorumlarla karşılaşılmamaktadır; çünkü Levi-Strauss. Yapısal cı Anlropolojı'de “simgesel evrenin işlevi gerçekte yaşanan çeliş kiyi döşse! düzeyde düzeltmektir* demektedir. Büroda simgesel [ki oiabilccckcn kötü tanımlama vı ndan pek uzakta değildir) bir gerçek ve onaar. koparılmış bir kavram arasında bir lö r kavram sal aracı, ikame edici bir şey işlevine sahiptir Aslında simgese lin düşsel tamimdim yutulmuş okluğunu söylemek yeterlidir. ,0B u n » karşılık vcnlemeye'i de ölmekte ya da sarılma zorunlu luğuyla karşı karşıya knlmaktndır. Bir armagan/değiş tokuş kalıntısı ve ekonomik değiş tokuşun ilk biçimi olarak fuhuşun kökeni bu radı yatmaktadır. Bununla birlikte arkaik bağlamda 'kutsal bir ü:rct" alan fahişe nin ücreti daha sonra başka bir değiş tokuş tipine yol açacaktır.
ca yaşam düzeyiyle sınırlı değildir. Gerek canlılar, gerekse ölüler (taşlar, hayvanlar! arasındaki simgesel değiş tokuş dur durak tanımadan devam etmektedir. Bu kesin bir yasadır. Yükümlülük ve karşılıklılığın aşılıp geçilebilmesi mümkün değildir. Zaten ölüm de böyle bir şey. yanı simge sel değiş tokuşlar döngüsünün dışında bırakılmaktır (bkz. Marcel Mauss. Sosyoloji ve Antropoloji:" *kolektivitenin b i reye aşıladığı ölüm düşüncesinin fiziksel sonucu’ 11). Bu durumun bizi ilkellerden ayırtnacl.ğı, hatta bizim de fıpfcı bu durumda olduğumuz pekala söylenebilir Simgesel değiş tokuş yasası ekonomi politik sisteminin bütününde en ufak bir değişikliğe uğramamıştır. Biz de yadsınan ve kendilerine oturma izni verilmeyen ölülerle değiş tokuşlan sürdürüyoruz, ölülerle kesintiye uğrayan simgesel değiş tokuşun bedeliniyse yaşayan bir ölü konumunda kalarak ve ölüm korkusu çekerek ödüyoruz. C atsız doğa ve hay vanlarla olan ilişkilerimizde de durum bunun tıpatıp aynı sıdır Yalnızca suçına sapan bir özgürlük kuramı, onlarla ödeşmiş olduğuımıeu iddia cdehilir. Oysa borç evrensel düzeyde olup, ödemekle bitecek ciııster değildir Onların elinden almış olduğumuz 'özgürlüğün' bedelini asla bü tünüyle 'ödeyemeyeceğiz". İfşa etmiş olduğumuz tüm y ü kümlülükler ve karşılık vermelerden oluşan bu muazzam ihtilafın adı bilinçaltıdır. Bunun farkına varabilmek için libido, arzu, enerji kuramı ve yazgıluşmış içtepilere gerek yoktur. Çünkü Bilinçaltı toplumsal ya da simgesel nnlamEserin Türkçe çevirisi için bkz. Sosyoloji v t Antropoloji, çcv. Ozcan Doğan, DoğuBatı, 2005 | —er/, notu.) 52Keza bkz. M. Uenharrit'ın Do Kanto başlıklı metni: "ölüm ola yında herhangi bir yok etme düşüncesi yoktur. Kannk. ölüm ve boşluğu birbirine karıştırmaz. Onda beşluga en yakın teıım olsıı olsu sen olabilir. Bu. büyünün etkisi altında bulunan ya da lanetlenmiş bir adamı, yani atalanm r ya da booTarın terk elliği, yitik, asosyal bir adamı betimlemektedir. Böyle bir adam kendini yaşamayan ve mahvolmuş bir varlık gibi hissetmekte dir. Kannk farın gözünde boşluk. Ölüm konusundaki düşüncesi Üzerinde hiçbir etkiye sahip olmayan, toplumsal bir yadsınma biçiminden başka bir şey otamaz '
da değiş tokuş edilemeyenler bütünü demektir. Ölüm de böyledir -yine de sonuç itibariyle değiş tokuş edilebilmek tedir- en iyi durumda ilkellerde olduğu gibi, toplumsal bir ritüel doğrultusunda değiş tokuş edilecek; en kütü du rumdaysa bedeli bireysel bir yas tutma süreciyle ödene cektir. Bilinçaltı simgesel (değiş tokuş, ritüel) bir sürecin bütünüyle ekonomik bir sûrece (bedel ödeme, emek, borç, bireysel) dönüştürülmüş (saptırılmış) biçimidir. Sonuç olarak haz alma aşamasında karşımıza muazzam bir fark lılık çıkmaktadır. Biz Ölülerimizle melankolik bir pazarlık sürecini yaşarken, ilkeller kendi ölüleriyle mutlu bir ritüel ve bayramları paylaşmaktadırlar.
Bilinçaltı ve İlkel Düzen
Tekrarlardan oluşan biyolojik bir yaşam çizgisine uygun ya da hayali bir şekilde bölümlenmek yerine, bu biçimleriyle toplumsal bir döngüyü andıran şu, yaşam ve ölümden olu şan karşılıklılık ilkesinin, canlılar ve ölüleri ayıran yasağın zamanla ortadan kalkması sonunda, canlıları böylesinc derinden etkilemesi bilinçaltı varsayımının sorgulanması na yol açmaktadır. Edmond Ortigucs Oedipe a/ricain \Afnkalt Oedıpus] isimli metinde 'Anneyle evlenme" ve 'B abayı öldürme'nin anlamı nedir diye sormaktadır: 'Evlenmek* fiili iki nyrı bağlamda aynı anlama sahip ol madığı gibi, aynı toplumsal ve psikolojik içeriğe de sahip değildir, “öldürm ek’ gibi görünüşe göre oldukça net bir anlam a sahip bir yüklem acaba bize oyun mu oynamak tadır? Ataların yaşayanlara bu kadar yakın oldukları bir ülkede "ölü bir baba" hangi anlnma gelmektedir?.... Her şey değişmiş olduğundan, her terimin anlamım yeniden gözden geçirmek durumundayız. Ataların koymuş olduğu yasalara boyun eğen bir top lumda, bireyin, zaten hep ölü konumunda bulunan ve Eskilerin koymuş olduklnn kurallara göreyse hâlâ canlı olan atayı öldürme olasılığı sıfırdır.... Babanın ölümünü üstlenmek ya da B aba otoritesini bir ölümlü, bir başka-
sınır. yerini alabilen, aln dini ve kurallarından kopartılıp alınabilen, bir kişiye indirgeyerek bireysel bir ahlak bilinci oluşturmak demek grvhu terk etmek, kabile toplumunun temellerine saldırmak demektir. Oedipus kompleksinden kurtulmaktan söz ettiğimiz za man ifade etmeye çalıştığımız şey bireysel düzeyde yaşanan bir dramdır. Oysa “doğurganlık" ve “ata" dinine bağlı kabile toplumu, bizde genç Oedlpustın kişisel fantnzmlar şeklinde yaşamaya malıktım edildiği şeyleri, kolektif geleneğin temeli olarak sunduğunda durum neye benzemektedir?
Görüldüğü gibi ilkel toplumlardn “simgesel işlev" Babanın koyduğu yasa ve bireysel psikolojik gerçeklik ilkesi denilen şeye değil, baştan itibaren kolektif bir değiş tokuş ilkesine eklemlenmektedir, öğ reti sürecinde soyun devamlılığı ko nusundaki biyolojik figürlerin yerlerini toplumsal bir sü reç aracılığıyla nasıl öğretmen ya da akrabalara bıraktığını görmüştük. Bunlar toplumsal, bir başka deyişle klanın tüm baba ve annelerine, hatta ölü babalara, atalara, kla nın toprak-önasına gönderme yapan simgesel figürlerdir. Baba diye bir süreç yoktur. Bu sorun öğreti sürecindeki ra kip kardeşler topluluğu içinde çözülmüştür "Saldırganlık, çok güçlü bir dayanışına süreciyle çözülen kardeşler arası rekabete benzeyecek ve çizgisel bir şekilde yol alacaktır" (E. Ortigues, n .g .e ). (Neden "yol alacaktır ki?' Sanki Baba ya doğru yönlendirilmesi "normalmiş* gibi sorusunu sormaktadır). Akrabalar arası yasak ilişkinin (babanın anne konusunda dayattığı yasak) olumsuz cephesini oluşturan Oedipus ilkesine, o/umfıt anlamda erkek kardeşlerin kız kardeşleri değiş tokuş etm e ilkesiyle karşı çıkılmaktadır. Bu düzeneğin merkezinde anne değil, kız kardeş vardır ve toplumsal anlamdaki tüm değiş tokuş oyunları erkek ve kız kardeşler düzeyinde örgütlenıncktedir. öyleyse burada Ocdipal bir üçgen, yasağın belirlediği kapalı bir aile yapısı yoktur ve Babanın Sözü yasa yerine geçmemektedir. Bura da egemen olan ilke meydan okuma ve karşılıklılık üstüne oturan çiftler11 arası değiş tokuştur. ,s Çift sözcüğünün evlilikle bir ilişkisi yüktür. İlkel toplumlardaki
A rm a ğ a n kav ram ı bir eşitlik atm osferi içinde, aynı y a ş g r u b u n a a it in s a n la r a ra s ın d a o rtay a ç ık m a k ta d ır O u, ay n ı çocuk o d a sın d a k i ıkı ç o c u k ta n birin in , diğeri içir, k a tla n dığı s ık ın tın ın a n n e d e n a y n im # o lg u su y la eşdeğeri: bir şey o ld u ğ u n u söylem ek gibidir. ö y l e y s e b u r a d a a s ı l t a r t ı ş m a k o n u s u t o p l u m s a l b i r d e ğ iş t o k u ş i lk e s i n i n k a r ş ı s ı n a ç ı k a r t ı l a n p s i ş i k b i r y a s a k l a m a ilk e s id ir . B u r a d a k i a ç ı k l a m a l a r s im g e s e l b i r s ü r e ç ile b i l in ç a lt ı n a ö z g ü b ir s ü r e c i k a r ş ı k a r ş ı y a g e ti r m e k t e d i r . İl k ç i d ü z e n d e b ilin ç a ltı y o k t u r ; ç ı l n k û h e r ş e y t o p lu m s a l b i r ş e k ild e
ç ö z ü lü p p a y la ş ı l m a k la d ı r . Psikolojinin b e l i r
led iğ i biyolojik a ile ü ç g e n i, p s ik o lo jik a ç ı d a n h a y a l l e r d e n o l u ş a n b i r b ilm e c e y e b e n z e y e n k e n d i ik iz in i ü r e t m e k t e ve b ü t ü n b u n l n r t a m a m e n “s i m g e s e l ' b ir d ö r d ü n c ü te r im le , y a n i f a ll u s l a t a m a m l a n m a k t a d ı r . Ç ü n k ü f a llu s , “sö z e l b i r ilişk i v e ö z n e l e r i n k a r ş ılık lı o l a r a k b ir b ir le r in i t a n ı m a l a r ı n a y ö n e lik y a s a n ı n o l u ş m a s ı iç in k e s in lik le z o r u n lu d u r * . G e r ç e k te n d e b u r a d a (e n a z ı n d a n p s i k a n a l l ti k k t ı ı a ı n a g ö re ) k a r ş ı m ı z a t e k d e ğ iş t o k u ş a r a c ı o la n B a b a n ı n A dı, y a n ı Y a s a n ı n g ö s te re n : ç ık m a k ta d ır . B u a n n e y i a r z u l a m a d ü ş ü n c e s i t a r a f ı n d a n o r t a d a n k a ld ırılm a y ı v e ö l ü m c ü l b i r fü z y o n a g ir ilm e s in i e n g e lle y ic i b ir iş le v e s a h i p ü n l ü B a b a S ö z ü h i k a y e s i d i r . B u r a d a f a ll u s t a n b a ş k a b i r k u r t u l u ş y o lu y o k t u r . B u s a n k i ö z n e y i d e v r e d ış ı b ı r a k a n z o r u n l u b ir y a s a v e •»im gesel b i r s ü r e ç t i r . Ü s te lik b u s ü r e ç s a y e s i n d e . b i li n ç a l t ın ı n te m e lin i o l u ş t u r a n b irin c il b a s k ı a l t ı n a a l m a / t u t m a s ü r e c i d e v re y e g ir e r e k ö z n e n in a r z u s u n u g e r ç e k l e ş ti r m e k t e d ir . D e ğ iş t o k u ş l a r ı d ü z e n le y e n b u s ü r e ç v e f a ll u s u n a r a c ılığ ı o lm a d a n ö z n e , h e r h a n g i b ir şe v i b a s k ı a lt ı n d a t u t a m a m a k t n , h a t l a s im g e s e l d ü z e y e u l a ş a m a d a n d ü ş t ü ğ ü b ir p s i k o z iç in d e y i ti p g itm e k te d ir. İş te b u y ü z d e n ilk e l t o p lu m l a r “p s ik o tik " t o p l u m l a r o l a r a k a d la n d ı r ı l m ı ş la r d ır ; ç ü n k ıî ne baskt altına almaJ tutma ne h ih 'ip a ltu ıa özgü yapılanmadan n e d e bu Yasa nın devreye g irm esi denilen şeyden haberleri t«ardır. H iç
anlamında kullanılmaktadır. |—çev. >:ofu.|
Ekon»"i( Mtrik ı ( A'î.'n • 241
k u ş k u s u z b u b iz im o n l a r ı v a h ş ic e , h a f if le n d e li o la r n k d a m g a la m a m ız a yol a ç m ış tır ( in a n m a y a n la r p sik a n a liz in e g e m e n liğ i a l t ı n d a k i B a t ı d a g id e re k d a h a ç o k k a r ş ı l a ş ı l a n p s ik o z u n , b iz im p s i k a n a l i z ç a t ı s ı a lt ı n d a a s l a ö n g ö r m e d i ğ im iz . ç o k d a h a r a d ik a l b i r a n l a m ı , b i r s im g e s c lliğ i g izle y ip g iz le m e d iğ in i a r a ş t ı r a b i l i r l c r ) . E v e t. o n l a r s im g e s e l d ü z e n e a it to p lu m la rd ır.-* H a y ır, o n l a r G ö s te r e n v e İ k t id a r fig ü rle ri g ibi t o p lu m s u l d ü z e n i b e lir le y e n ş a ş m a z b ir Y a s a n ı n a r a c ılığ ın a g e r e k d u y m a m a k t a d ı r l a r . S im g e s e l, iç in e . F a llu s , y a n i Y a s a y la ilgili t ü m ı n c t o n i m i k fig ü r le r in h a y a t b u l d u k l a r ı ç o k ö n e m li b i r f i g ü r a r a c ılığ ıy la g in le b ilc n b ir s ü rtÇ d e ğ ild ir. S im g e s e l d ü z e n d e ğ iş t o k u ş l a r d a n o l u ş a n d ö n g ü n ü n t a k e n d is id i r . V e r m e k ve in d e e tm e k Ü z e rin e o t u r t u l m u ş b i r d ö n g ü . B u d ü z e n i n ö z ü n d e t e r s i n e ç e v rile b ilirlik v a r d ır v e b u s ü r e ç , ik i a ş a m a l ı b i r y a r g ıla m a s ü r e c i , b a s k ı a lt ı n d a t u t u l a n p s iş ik b i r s ü r e ç v e a ş k ı n b ir t o p lu m s a l s ü r e c in d e n e t i m i d ı ş ı n d a k a l m a k t a d ı r B a b a l a r d e ğ iş t o k u ş e d ild ik le rim le , y a n i z a t e n ö l m ü ş ve h e r z a m a n y a ş a y a n a t a l a r ş e k lin d e (biyolojik b a b a d e ğ iş t o k u ş e d ile m e m e k te , o ls a o ls a o n u n y e rin e s e ç ile b ilm e k te d ir. S a h ip o l d u ğ u sim g e s e l fig ü r y e rin e g e ç e n s ö z le n d e d e ğ iş t o k u ş e d ile m e m e k te d ir . B u k e n d is in e b ir y a n ıt v e rile m e y e n b ir s ö z d ü r l b ir ö ğ re n c i k u ş a ğ ı n d a n d iğ e rin e v e rild ik le rin d e , a lı n d ı k la r ın d a v e a k ta r ıl d ı k la r ı n d a - a n n e İm h a la r t a r a f ı n d a n v e rild ik le rin d e (ö ğ re ti s ı r a s ı n d a a t a l a r ı n t o p r a k l a n h e r s e fe rin d e d e v re y e g ir m e k te d ir ) , a lın d ık la r ın d a v e a k ta n l d ı k l a n n d a (b u a y m z a m a n d a k a b ile n in d ili, ö ğ r e n c in in z a m a n l a s a h i p o la b ild iğ i g iz li d ild irl a n n e , b a b a y a d a s ö z le r
11İşte bu yüzden onlara da bizim gibi nazikçe ‘ nevrotik* yakış tırmasında bulunulmuştur. Yine bizim yapmış olduğumuz lamml.-unaya uygun, yani simgeselle ilişkisini tamamen yitirmiş anlamında giderek *psikotikleşcn<* modern toplumlurdnn çok daha uz psıkotlk toplumlardır 15Zira ilkel toplumlarda "tophırnsnl’ ın kendisiyle karşılaşılma maktadır. Günümüzde “İlker terimi tasfiye edilmiştir. Ancak eıı az onun kadar etnosantnk olan •toplum" terimi ile tasfiye edil melidir.
kısaca her şey içinden çıkılması olanaksız, yazgı sal niteliğe sahip süreçler olm a özelliklerini, hatta yasağın belirlediği bir yapı içindeki konumlarını yitirmektedirler- tıpkı öiüm ve doğumun sahip oldukları yazgısal nitelikteki statüleri ile öğretini ı simgesel hlpcr-otayında yasa görevi yapma ve zorunlu olma statülerini yitirmeleri gibi. Baskı ütında tutma ve bilinçaltı süreçlerinden yoksun bir toplumdan söz etmek kesinlikle, içinde "arzu” ak m* larının Ö2gürcc dolanacakları, "birincil süreçlerin" hiçbir şekilde yasaklanmadan güncelleştirilebilecekleri muciîevÜ bir masumiyet evreni anlamına gelmemektedir, ki böyle bir boşa,'ma düzeni Fı eudo-Rcichçı, Freudo-Marksist ve hatta göçmen-şizo yandaşı hayalperestlerin peşini bırakmayan şekliyle bir arzu ve libido idealizminden başka bir şey de ğildir. ‘ özgürleştirilm ek* üzere üretilmiş bu arzu ve doğallaştınlmış (ya da mekanikleşmiş) bilinçaltı, yanı hayali bir '■özgürlük* düşüncesi günümüzde rasyonel düşünce evreninden, bir burjuvazi sorunsalı olma niteliğinden hiç bir şey yitir-ııcden (Kartezyen ve Kantçı bir zorunluluk ve özgürlük sorunsalı olarak) irrasyonel, aklın süzgecinden geçmemiş, “birincil", bilinçaltı evrenine taşınmıştır. Bilinçaltı kuramını sorgulamaya kalkışmak, belli bir uygarlığa ait rasyonel düzeni olumsuzlayan bir hayal olma nın ötesine geçememiş Arzu kuramını sorgulamak demeç tir. Bu anlamda A m ı, yasağın egemenliği altında bulunan, bizim evrenimizin bir şeyidir. Gerçekleşebileceğinin düş lenmesi bile ^izi m düş gücümüzün ürünüdür. Kimi zaman Ocdlpus ve psikanalizde olduğu gibi yasakla diyalektik iliş ki içine sokulan, kirni zaman Anli-Oedipus\n olduğu gibi aklın süzgecinden geçirilmeden üretilmiş haliyle göklere çı kartılan ancak her zaman özgürlcştinci ve özgürleştirilme!,! gereken vahşi bir doğallık beklentisi, nesnel bir içtcpisel enerji fnmozmı. devi inici kalabalıklarla şu yaşlı emek gü cünün mirasçısı olan arzunun gücü. Bilindiği üzere, güç, baskı altında tutmaya, gerçeklik ise, düş gücüne dayalı bir düzeninin ürünüdür, üretimin Aynası gibi bir de “Arzunun Aynası* başlıklı bir kitap yazmak gerekecek. Bunun tipik bir örneği ilkel olarak nitelendirilen in
san yiyicilik (yamyamkk) olayıdır. Beslenmenin ötesindeki asıl sorun yiyip yutma adlı *oral pülsiyon’ dur, kı bu da. bizim açımızdan teme! hatta en temel yasaklardan biridir. Oysa kimi ilkel insan ar bu yasağı n ail bir şekilde çiğne mekte ve bagka hiçbir sûıc«.c gerek duymadan "am ılan n ı* gerçekleştirmekledir. Buradan yola çıkıldığında ulaşılan postulat şudur: Her insan bir başka insanı yiyip yutmak ister. Katolik bir ruyoy takımı bir uçak kazası sonunda And dağlarında, koşulların zorlamasıyla başka insanları yediklerinde, yitip gittiği sanılan doğanın yeniden yaşama döndüğünü görmek lıerkcsı şaşırtmıştı. Papa bile bu olayı takdis etti ve takımın günahlarını bağışladı. Bunun nede ni. bu örneğin yaygınlaşmasını sağlamak değildi, ama yine de bunun bağışlanmayacak türden bir auç olmadığı kabul edildi. Niçin? Çünkü günümüzde referans olarak alınan bir doğaya oranla (bi inçsiz ve psikanalitikl kutsalla libidinal kutsal, ilahi ve dini kutsalla rekabet konusunda başı çekmektedirler. Oysa yamyamlar doğal bir şekilde ya da arzularına uyarak y tşaüıklarını söylememektedir Onlar için yamyam olmak bir topluma ait olmak demektir. Kendi ölülerini yemeleri bu konuda verilebilecek en ilginç Örnek tir. Bu davranışın nedeni hayati bir zorunluluk ya da yitiri lenlerin anlamsızlaşmış varlıklar haline gelmeleri değildir. Tam tersine, amaçları Ölülerine olun saygılarını göstermek ve biyolojik çürüme düzeninin ellerine terk edilmelerini engelleyebilmektir. Çünkü bu durumda ölüler toplumsal düzenin denetiminden kaçarak gruba zulmetmektedirler. Bu insan yeme olayı toplumsal ve simgesel bir eylemdir. Amacı kendi ölülerim ya da öldürdüğü düşmanları yiye rek bir ilişkiler ağı oluşturmaktır Zaten herkesin bildiği gibi önemli insanları yemektedirler, yoksa her önlerine getirilen ölüyü değil. Aynea onu yemek demek bir saygı gösterisinde bulunmak demektir; çünkü bu şekilde kişi kutsallaştınlmaktadır. Bizlersc yediklerimizi küçümsedi ğimizden yalnızca küçümseyebildiğimiz şeyleri yeriz, yani ister hayvan ister bitki, biyolojik özümsenmeye mahkûm edilmiş ölü ve cansa şeyleri. Zaten insan yemeyi de bu yüz den kûçümsüyoruz. yanı yediklerimizi, yem e eylemini ve
nihayet vücudumuzu küçümseyen bir bakış açışımı sahip olduğumuz için Bu ilkel insan yeme eyleminde, aktif ve pasif, yani yenen ve yiyen konusunda soyut bir ayrımlama yoktur. Yiyen ve yemlen arasındaki ilişki bir tür meydan okuma, onur ve karşılıklılık ilişkisi hatta kısaca yenilenin kazanabileceği (gıdaya karşı uygulanan bir sunak/kurban ritüelinin tıım özellikleri mevcuttur) bir meydan okuma ve düello ilişkisidir. Bu kesinlikle mekanik b ir yem e yutma iş lemi değildir.1®Bunun, yerleşik yerliler üzerinde yapmış ol duğu çalışmalar sonucunda olayı gene! olarak beslenmeyle ilgili bir şey olmaktan çıkartıp sihirli biı- işlev (psikanalist lerse olayın içtepisel psişik bir işlev olduğu konusunda ısrar etmektedir) yükleyen bir etnolojinin iddia ettiği gibi, “yaşamsal güçlerin1’ yutulması olnrıık kabul edebilmek de mümkün değildir. Buradaki insan yeme eylem i mana'nın yiyen yararına tözsel bir değişime uğradığı bir karın do yurma olayı da değildir. Bu toplumsal b ir eylemdir. Tüm grup metabolizmasının ortaya kontluğu kurban etmcyJc ilgili bir süreçtir. Bunun bir arzunun somutlaştırılması ya da herhangi bir şeyin özttmsenmcsiylc hiçbir ilişkisi yok tur. Tam tersine bu eylem insan etinin sim gesel zihniyete uygun bir şekilde yenilerek tüketilmesi, harcanması ve de ğişime uğratılmnsıdır. ö lü vücudun toplumsal değiş tokuş düzeninin bir parçasına dönüştürülmesidir. Aynı durumla yalnızca Efkaristıya’du17 değil, aynı zam anda ckınck ve şa rabın daha genel bir eşdeğerlisi olan sakramentin1* soyut biçiminde de karşılaşılmaktadır. Hıristiyanlıktaki, soyut bir kutsamaya dönüşmüş Efltnıistiyn ayini ve bu olayın daha
" O k * Jcaıı de L M ry ’deki insan eti yeme sahneleri (Rönesans'ın
Ktnlden'ilen) ’ ’ Efkaristlyır Isa'nın kilisede ekmek ve şarap suretinde hazır bulunduğu ve Hıristiyanların komünyon altlıkları (ekmek yiyip şarap içtikleri) ve bûylecc Isa ile bütünleştiklen riıüel [ —ed.
notu]. ’^Sakrameıu. Katolik Kilisesi’nin yedi sırrından (ritüelindeni her biri: VaAiz, Güçlendirme (Krisınusyon), Bfkaristiy.ı, Günah Ç ı karma. Hastalar Yağ Sürme. Ruhbanlık. Evlilik. | — ed. notu]
genel bir eşdeğerlisi olan ekmek yem e vc şarap içmede de karşılaşılmaktadır. Burada tüketilen lanetlenmiş pay daha önceden zaten büyük ölçüde yüceltilerek Incil'deki yerini almıştır. Onlar için öldürmek de bizdeki anlamına sahip de ğildir. Kralın ritüelllcşmiş öldürülme eyleminin, babanın •psıkannlitik" öldürülme eylemiyle hiçbir ilişkisi yoktur. Kralın sahip olduğu ayrıcalığın bedelini ölümle ödeme yü kümlülüğünün gerisinde yatan amaç, var olan değiş to kuş düzenine özgü karşılıklılığın grup içinde oluşturduğu hareketliliğin, kralın (statüler, servetler, kadınlar, iktidar) kişiliği üzerinde sabitlenmesi vc yönlendirilmesini engel leyerek topluluğun sürekliliğini sağlayabilmektir. Kurban etme eyleminin özü ve işlevi bundan, bir başka deyişle grubun simgesel denetiminin dışına çıkma olasılığı bulu nan ve onun için ölümcül bir tehlike oluşturabilecek olanı yok etmekten ibarettir, ö yleyse Inra sıra) kralla birlikte ya salar ve toplumsal yaşam ı yönetmeye başlayan, o, fallusa benzer şeyi de öldürmek gerekmekledir, öyleyse kralın öl dürülm e nedeninin bilinçaltı derinlikleri ve baba figürüyle bir ilişkisi yoktur. Tam tersine kurban etme/kutsamayla tlgıli gönderenleri yitirmiş olmamız bizde bir bilinçaltı vc ona özgü aşamaların ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bizler ölümü yalnızca kapalı bir ekonomi anlayışı, babanın düşsel düzeydeki öldürülme olayı çerçevesinde, yanı yasa ve baskı altında tutma sonucundu gerçekleşen arzu ve d ef terlerin dürülmesi şeklinde dcğerlendirebiliyoruz. Burada fallik bir meydan okumu eylemi/oyunu vardır vc iktidarın ele geçirilişinin fallik hikâyesi, babanın ölümüyle birlikte devreye giren baskı altında tutma sayesinde gcrçckleşcbıltnektcdır. Bu baskı altında tutulan bir suldtrganlık, baskı altında tutmanın şiddetine eşdeğerli bir şiddet olarak Ölüm ve öldürmenin basitleştirilmiş bir yeniden yorumudur Oysa ilkel düzende öldürme, bilinçaltına özgü bir şiddet ya do bir acltng-ouf değildir. Öyleyse kralı öldürenlerin bu e y lemden bir çıkarları olmadığı gibi. Freudcu efsanedeki gibi aşırı bir suçluluk duygusuna kapılmaları için de bir neden
yoktur. Kral bile bir suçluluk duymamaktadır, ö lü m kara rını onaylam akla ve kral olmanın karşılığında ödemesi ge reken bedelin ölmek olduğuııu bilmektedir; çünkü bu olay bir şölenle kutlanmaktadır. Buna karşın babasını hayali bir şekilde öldüren kişiyse suçluluk ve korku duygulan içinde yaşam oktadr. öld ü rm e ve yemenin bizdeki anlamlarına sahip ol madıklarını. öldürme eğilim iyle ilgili bir içtepinin. oral bir sadizmin ya da bütün bunlara bizim bugün verdiğimiz an lamları kazandıran, baskı altında tutmayla ilgili bir yapının sonucu olmadığını böylelikle öğrenmiş oluyoruz. Bunlar simgesel yükümlülük düzeneğine bütünüyle uygun top lumsal eylemlerdir, bilinçaltının iktidarına son veren sim gesel düzende, bizim kültürümüzün temelini oluşturan ve diğerleri arasında sa dııganlığı ifade eden öldürüp yemek -öldürüp yiyorum - Öldürüldün ve yenildin gibi bilinçaltına ait fantazıtılar (ve onl.trı üreten psikanalitik kuramlar), bu kopuş/ayrılıkla çelişkinin baskı altına alınmasını onayla yan. yani öldürüp yemek gibi tek yönlü bir anlama asla sahip olmamışlardır. ÖLDÜRMEK SAHİP OLMAK YİYİP YUTMAK - bireysel biUnçaltımız, etrafları baskı altında tutmayla çevrilmiş bu terimler ve fantazıtılar taralından örgûtJcnmektedir. VERMEK İADE ETMEK DEĞİŞ TOKUŞ ETMEK - açık bir şekilde kolektif değiş tokuş düzeni içinde yer alan ilkel toplumlarda her şey b ı üç terimle, onları destekleyen ritücl ve efsaneler tarafından belirlenmektedir. Bilinçaltına ait tüm “yüklemler* bir kopuş, bir kesinti y e uğrama, psikanalizde her yerde karşımıza çıkan bir ay rım çizgisi (/) ve yol açtığı suçluluk duygusu, yasak oyunu ve tekrarını öngörmektedir. Simgesele özgü “yüklemlerse* tam tersine bir tersine çevrilebilirlik ve sonsuza dek sürüp gidebilecek döngü sel bir geçişi öngörmektedir. Ancak radikal farklılığın, özellikle, psişik bir evrenin özerkleştirilmesinde arınm ası gerekmektedir. Çünkü ilkel toplumlarda. kolektif bir şekilde cereyan eden bir şeyler vardır ki, bunların baskı altına alınması bizi psişik ve bi-
Ekor.crra Poü’ık ı* â tin • 247
linçelUna ait süreçlere sürüklemekledir, öyleyse ritüel, fantazmdatı; mit de bilinçaltında» tamamen farklı şeyler dir. Antropoloji ve psikanalizin farkında olmadan üzennde durduğu tüm benzerlikler çok önemli bir mistıfikasyon olayının ürünüdürler. Psikanalizin ilkel toplumlara yaklaşım nda da benzer bir saptırıcı düşünce vardır, ancak bu yaklaşım biçimi Marksist çözümlemenin aynı toplumlara yaklaşımının tam tersidir. 1 Antropo-Marksistler için ekonomik süreç, bu top lumda da vardır ve belirleyicidir. Onlarda gizliyken bizde belliğin bir görünüme sahiptir. Ancak bu farklılık pek önemsenmediğinden çözümleme üstünde fazla durmadan doğaldan materyalist açıklamaya geçmektedir. 2. Antropo-psıkanalistler için bilinçaltı adlı süreç, bu toplumlorda da mevcut ve l>elirleyici olup dışa vurulmak tayken bizim toplumlarımızda gizlenip baskı altında tutul maktadır. Ancak bu farklılık çözümlemenin özüne dokun mamakta vo çözümleme d e suya sabuna dokunmayan bir bilinçaltı söyleviyle yoluna devam etmektedir. Her iki disiplin de görünüşte fark edilmesi oldukça güç olan bu farklılık konusunda bilgisizdir. Adımı ister bilinçaltı, isterse ekonomi denilsin, aynı yapıya sahip bu iki tlgu konusunda ilkel toplumlardaıı bizimkine geçilir ken. kimi zaman görünenden gizlenene doğru gidilmekte, kimi zamansa tersi yapılmaktadır. Yalnızca, içeriğin her iki japılnnmada da aynı olduğu yanılsaması içinde olan, bizimki gibi, bir metafizik düşünce bu türden bir ayrıntıyı göz
gizliye geçildiğindeyse her şey değişmektedir.1® Marksist ve psıkanaliti’.ç bilgisizliğe karşı işte bu nedenle bu yer değiş tirme olayından başlayarak her şey yeniden gözden geçiril mek durumundadır. Çünkü o zaman ekonomi evrenine ait olanın Özgünlü ğünü bclirleyebilınc, algılayabilmc güçlüğünün nedeninin simgesel olduğu anlaşılacaktır ö le yandan adına açıkça bilinçaltı denilebilecek şeyin somutlaşmasını engelleyenin de yine simgesel olduğu anlaşılacaktır.
Surot ve Suretini Çtkarma
ö lü m ve büyüyle çok yakın ilişki içinde olan suret görün tüsü. tek başına, psikolojik ve psikanalitık yorumlamanın karşısına çıkartılabilecek tüm sorunları çıkartmaktadır. Gölge, hayalet, yansıma, imge, neredeyse somutlaşa b ild i bir ruh olarak ilkel suret: Tcilhaıd dcChardın benze ri bir "ilkellikten kurtulma" vc yücelmenin yükselişe geçiş sürecine uyguıı kaba bir ruh vc bilinç, yani yüccllilerı tek bir Tanrı ve evrensel nlı'.ak anlayışının ilk hali gibi gösterilmcktcdir. Oysa tek Tanrı anlayışının olduğu ycıd e ilkel tanrılarla hiçbir ilişkisi bulunmayan merkezi hır iktidar biçimi vardır. Yine bilinç ve ruh anlayışın n olduğu yerde ilkel ıkız/suretle hiçbir ilişkisi olmayan bütünsel bir özne vardır. Ruhlar vc suretlerle gcrçcklcşiirilenyoğun değiş to kuşa son veren şey "ruh* adlı tarihsel bir olayın ortaya ç ı kışıdır. Bu olay ise sonuç olarak ortaya. Batılı aklı şeytani bir şekilde adım adım izleyen bir başka suret görüntüsü nün çıkmasına yol açmıştır. Oysa bu görüntü ilkel suretle değil, Batılı anlamdaki yabancılaşma fig ü ıly lc ilişkilidir. Psikoloji adı altında (bilinçli ya da bilinçsûcc) gerçekleşti rilen tanrıların birbirlerine karıştırılması olayı abartılmış bir yorumlamadan başka bir şey değildir.
'^Bıj konuda b k z Rrne Girard. La Violenceeı ic facrd. s. 166-169 |Bu eserir. Türkçe çevirisi için bkz. Şiddet iv Kutsal, çcv. Nccm i y e A l p a y , K a n a t , 2 0 0 3 — ed n o t u .'
İlkel insan vc surcti/yansıması arasında özne ve ruh sal ilkesi olan ruh ya da özne ile ahlaki vc psikolojik bir ilkeye sahip bilinç arasındaki gibi bir yansıma ya da so yutlamaya dayalı bir ilişki yoktur. Bizim dünyamızda öz neyi yansıma düzeyine kadar yapılandıran bu eşdeğerlik ilişkisi, bu ortak akılla hiçbir yerde karşılaşılmamaktadır. Otc yandan suret/yansıma açıklamasının, bilinçaltı vc suçluluk duygusunun (bu konuya yeniden döneceğiz) de rinliklerinden çıkıp gelen şu arkaik kaynak, şu fantastik ektoplazmayla da bir ilişkisi yoktur. İlkel insan açısından suret de Ölü gibi |ölü canlının yansımasıdır, suret ölümün yaşayan vc tanıdık görüntüsüdür) kişisel ve somut bir ffartnerdir. Duruma göre insanı mutlu ya da mutsuz eden, çelişkili bir ilişki içinde bulunulan bir partner. Herhangi bir yabancılaşmadan söz etmenin mümkün olmadığı kişi nin görünmeyen yanıyla (yansınınstylal kundan belli bir değiş tokuş (sözler, jestler vc ritüel) tipi Zira özne -bizim yaşadığımız türden- bir yabancılaşmayı, Nietzsche'nin dediği gibi, ancak bir ötcdünyadnıı gelen soyul bir süre ci içselleştirdığir.de yaşayabilmektedir. Ötcdünya denilen hu süreç psikolojik açıdan ben ve ideal ben, dinsel açıdan Tanrı vc ruh, ahlakı açıdaıısa bilinç vc yasa, her şeyin ken dilerine boyun eğdiği, birimleriyle uzlaşlırılnbdınclcrı ola naksız bir süreç gibi yaşanmaktadır. Keza tarihsel açıdan yabancılaşma, özyıir kölenin. Efendisini ıçselleştirmesıylc başlamıştır. Oysa ikili (karşılıklılığa dayalı) bir köle efendi ilişkisi olduğu sürece yabancılaşmadan söz edilemez. İlkel insan kendi suretiyle ikili vc yabancılaşmadan yoksun bir ilişki içindedir. Bize sonsuza dek yasaklanmış bulunan, kendi gölgesiyle (gerçek gölge, mecaz olmayan gölge) sanki canlı, özgün bir şeymiş gibi gerçek bir ilişki kurnıaktn, onunla konuşmakta, korumakta, uzlaşmakta dır. Bu dost ya da düşman bir gölge olabilmektedir Bu k e sinlikle “özgün'' vücudun bir yansıması değil, kendi başına özgün bir varlıktır. Böylelikle öznenin kendine ait -yaban cılaştığı" bir parça değil; kendisiyle değiş tokuş yapılabilen bir varlık olduğu görülmektedir Şairler dc zaten kendi vü cutları ya da sözcükleri sorguladıkları zaman böyle bir du
rumla karşılaşmakladır. Kendi vücutları ya da sözcüklerle ikili/karşıbklı bir konuşma süreci oluşturmaktadırlar. Ak tif ve pasifin ötesine geçilerek (vücudum ya da dil benimle konuşmaktadır) vücutla dilin her parçası yanıt verebilen, karşılıklı kjnuşulabılcn birer canlı gibi özerkleştirilmektcdır. Bu, özne ilkesinden yola çıkılarak vücuda özgü her parçanın eşdeğerli hale getirilmesiyle, dilsel koddan y>la çıkılarak dilin her bir parçasının eşdeğerli hale getirilme sinden başka bir şey olmayan ayrılma ve yansımanın/su ret çıkarmanın sonu demektir. İlkel toplumda suretm/ikizin (ve ruhların, tnnnlann) sahip olduğu statü (zira bu sonuncular da birer düşsel öz değil gerçek, canlı ve farklı varlıklardır! bizim yabancılaş ma duygunuzun tam tersi bir şeydir. Bir başka deyişle burada varlık, en az kendisi kadar canlı kanlı birçok var lıklar şeklinde çoğaltılabilirken, birleştirilmiş, bölünemez hale getirilmiş özne kendi kendisiyle ancak ölüm ve ya bancılaşma süreci içinde karşı karşıya gelebilmektedir. Ruh vu bilincin |kcndl kendisiyle özdeşleşme ve eşdsğcrlı olııın İlkesi) içsellcştirlIıncBiyle birlikte özne gerçekten de, Foucaıılt’nun betimlemesini yaptığı, XVII. yüzyılda ya şamış dehletin hapsedilme sürecine benzer bir kapatılıra süreci ynşaıuştır. işte bu sırada, sureti, süreklilik ve degş tokuşu sürdürmeye yönelik bir düşünce olarak üreten il kel düşünce ortadan kaybolmuş ve onun yerini delilik ve ölüm adıyla öznenin sürekliliğine son veren bir suret/ikiz saplantısı almıştır. "Surctini/ikizini gören ölümü görmüş dem ektir'. Vampirlcşcn, intikam olan suret. Kendisiyle uzlaşılması clanaksız bir ruh Suret, böylelikle, öznenin önceden tasarlanmış, yaşamı boyunca peşini bırakmayan bir ölüm sürecine dönüşmektedir. Bu üostoyevski'nin sunduğu Surettir. Bu Pctcr Sclılcmihl'm sunduğu gölgesi ni yitirm iş adamdır. Bu gölge ner zaman ruhun, bilincin, anayurdun vs. mecaz anlamdaki karşılığı olarak kabul edilmiştir. Bu tedavisi im kânsız bir idealizmdir. Bir başka deyişle mecazın saf dışı edildiği öykü çok daha güzeldir Hepimiz güneş ışığı ürünü gerçek gölgesini yitirmiş insan larız Artık biz.m gölgemiz yok, zira onunla konuşmuyoruz.
Ekonomi fVıtilc ı « Oiûm • 251
Gölgemizle birlikle vücudumuz da bizi terk etti. Gölgesini yitirmek vücudun unutulması demektir. Buna karşın göl gemiz Prag!ı öğrencide o'.duğvı gibi büyüyüp özerk bir güce dönüştüğünde bunun Şeytan ya da deliliğin işi; amacının sa gölgesini yitirmiş özneyi yutup yok etmek olduğu d ü şünülmektedir Bu, doğal olarak canlıların gözünde hiçe indirgenmeyi asla kabullenemeyen ve tüm yadsınmış ve unutulmuş Ölülen yansıtan, ölümcül bir gölgedir. Kültürümüz, bu kendisinden kopulan suret saplantı sından bir türlü kurtalaımunaktadır. ‘Das Unhciınlichc'te ('Tedirgin ivdici Tuhaflık" ya da T e d irgin Edici Yakınlık") bu olayın, en içli dışlı olduğumuz, yani en basit biçime sa hip şeylerde karşımıza en yoğun şekliyle çıktığını söyleyen Frcud tarafından ince ince işlenerek, en olgun biçimine kavuşturulduğu, yani ayrılış/kopuş korkusuna dönüştü rüldüğü görülmektedir. Ruh (veya herhangi bir süreç ya da eşdeğerli bir soyutlama) ismi verilmiş ideal öznellik ilkesini içselleştirdiğini/ ölçüde kendi vücudumuzdan, kendi sesimizden, imgemizden, yani en içli dışlı olduğu muz şeylerden koptuğumuz bir an gelip çalmaktadır. Bu olay suretlerin ve atalara ait ruhların çoğalmasını engel lemenin yanı sııa, Hıristiyanlığın şcytanlaştırdığı (oertcu/ett) antik tanrılar örneğinde olduğu gibi, onları, bilinçsiz bir folklorun hayali, çekirdek aşamasındaki, arka planına (kulislerine! göndermektedir. Yine suret sor bir tinsel numaraya başvurularak psikolojik hale geti almıştır. Verteufclung. yani şeytanla işbirliği ve ilkel suretin tasfiyesinin aldığı en son şekil ar kaik psişizm terimleriyle yorumlanmaktadır. Düşüncenin büyülü gücü (AIJrncK’ht der Gedanken) doğrultusunda öte kinin (yakın akrabanın) hayali katline bağlanan suçluluk projeksiyonu, bask: altında tutulanın su yüzüne çıkması vs. Frcud şöyle demektedir. Tedirgin edici tuhaflıktaki çeşitli olayların çözümlemesi bizi dünyanın eski kavram* biçimine, yani dünyanın in sani Özellikler taşıyan ruhlarla dolup taştığına inanılan, sahip olduğunuz psişik süreçlerin, narsislik anlamda aşı-
n şekilde abartılması, düşünceye atfedilen doğa üstü bir güç ve bu güce inanan bir büyü tekniği. tuhaf/yabancı kişilikler ve şeyler arasında paylaştırılan kesinlikle hiye rarşik büyülü güçlerin {>nana) yanı sıra bu gelişme dönemi boyunca sınır tanım aya» bir narsisizmi, gerçekliğin somut protestolarına karşı korum ak için yararlandığı tüm yara tıklardan oluşan bir animizme götürmektedir... Bireysel gelişme dönemimiz boyılnen her birimiz, görünüşe göre, bu ilkel animizme tekabül eden bir evreden geçiyoruz. Bu evrenin her birimizin üzerinde bir iz ve yemden or taya çıkma olasılığı bulunan kalıntılar bıraktıktan sonra sona erdiğini, günümüzdeyse “unhcimUciC dediğimiz şeyin animist psişik etkinlik kalmtılanylo İKiğlantılaııdırılabileceginı ve bu kalımdan su yüzüne çıkmaya itebileceğini düşünüyoruz.*
İşte bizim psikolojik, insana ait derinlik süreci dediğimiz soyut dünyamız. Düşüncenin sahip olduğu bu doğa üstü güç. bu büyülü narsisizm, bu ölülerden korkma*1 olayını,
i'-'‘Tedirgin Edici Tuhaflık". Bu ölülerden korkma olayı konusunda R. Jaulin [La Sfon SaroJ •şöyle demektedir: 'ö lü m ü n snhip olduğu güçlere anlı sosyal yakıştırmalarda bulunan Sara 1ar, çok yaygın olan gözlem ve bilinçaltı tarafından üretilen verileri mantıksal anlam da geliş tirmekten başka bir şey yapmamışlardır.* Oysa bilinçaltının ürettiği “verilerin* bununla bir ilişkisi olduğunu söyleyebilmek kolay bir iş değildir. Ölümcül göçlere atfedilen olumsuzluk sap lantısı tehdit edici bir süreç şekline sokulurken, grubun elin den kaçtıklarında değiş tokuş edilemez hale gelen bu başıboş dolaşan güçler bir tehdit unsurun a dönüşmektedir. Gerçekten d r “ölü. intikam almaktadır". N c var ki. düşm an suret, düşman ölü simgesel değiş tokuş malzemesini elinden kaçıran grubun başarısızlığından başka bir şeyi temsil etmemektedir. Düşman suret yn da düşman ölü. bu ölüyle birlikte elden kaçırılan ve uğursuz bir sürece dönüşen, ancak, onun grupla ilişkisini asla koparmoyıp bu ilişkiyi bir işkenceye dönüştüren (sabit serma yenin dondurduğu ölü emek bizde aynı rolü oynamaktadır! uy gun bir ritüel aracılığıyla ‘ ilm e özelliğim" gruba iade etmekte dir. Bunun herhangi bir ûstbeıı projeksiyonu ya da insanlığın karanlık dönemlerinden kalan Ijjr bilinçaltı düzeneğiyle hiçbir
daha sonra “arkaik katmanlar* adı altında kendi hesabımı za geçirebilmek için, el altından ilkel animizm ya da psişizm adı altında vahşilere yüklemeye çalışma çabalanınız. İlkel lerde “psişik süreçlerin nnrsistik abartılmasından" söz eden Frcud'un bu açıklamaları yetersizdir. Çünkü kendi psişik süreçlerini (bizim kendi ahlak ve tekniğimiz konusunda ürettiğimiz kuramı tüm diğer kültürlere ihraç etmeye ka dar giden) abartan biri varsa o da Freud’dur. Bizim her şeyi psikoloji üstüne oturtan kültürümüzdür Psikolojik söyle vin tüm simgesel uygulamalara yönelik değerlendirmeleri (özellikle de çok çarpıcı olan vahşiler, ölüm, suret, büyü nün yanı sıra keza bizim güncel simgesel uygulamalarımız üzerine yaptıkları) ekonomi ağırlıklı bir söylcviııkindcn çok daha tehlikelidir. Bu değerlendirme ruh ya da bilincin vücuda yüklenen simgesel anlamlar konusundaki baskıcı değerlendirmesiyle benzeşmektedir Simgeselin, psikana liz tarafından yeniden yorumu bir indirgeme işleminden ibarettir. Çünkü bilinçaltı düzeninin egemenliği altında yaşıyoruz (yaşıyor muyuz? Oluşturduğumuz bu bilinçaltı adlı efsane ortaya baskı altında tutma diye bir şey çıkartıp halâ üretimine de katkıda bulunmaktadır. Baskı altında tutmayı baskı altına alma düşüncesi türünden bir şey). Başka yerde özetle tarih konusunda yaptığımız gibi, bu yanlış psişik tarih yorum unun akla gelebilecek tüm olnsı oluşumlara uyarlanarak yaygınlaşmasını istiyoruz. Bu sa yede bilinçaltı ya da daha genel anlamda psişik düzen daha önceki bireysel ya da kolektif yapılanmalara tecavüz etme hakkı tanıyan, dışlanması olanaksız bir sürece dönüşmek tedir Böylelikle bilinçaltına özgü düşsellik geleceğe doğru da uzayıp gidebilmektedir. Bilinçaltı bize özgü modern bir mit, psikanaliz de onun peygamberiyse, bu durumda b i linçaltının özgürleştirilmesi (Arzu Devrimi), onun, bin yıllık geçmişe sahip sapkın şekli olmaktadır. Dttinç gibi bilinçaltı düşüncesi de süreksizlik ve ko pukluklar üzerine oturtulmuştur. Bilinçaltı yalnızca bilinç
ilişkisi yoktur..
tarafından üretilen nesne ve öznenin nesnelliği yerine, bir daha geriye dönmesi olanaksız bir özne ve tersine çevril mesi olanaksız yitik bir nesne koymaktadır. Değiştirilmiş olmakla birlikte, art arda oluşturduğu (cchenncm/gökyüzû -özr.e/doğa- bilinç/bilinçaltı gibi kuramsalı “alanlarla", bilinçaltı 13atı düşüncesinin yörüngesinde dönmeye devam ederken, ondan uzaklaştırılan özne de aynı yerde bir daha gen gelmeyecek olan bir sürekliliği düşlemekten başka bir şey yapam am aktadır." Bilinçaltı, yitip gitmiş bir dü zen hayaletiyle hiçbir ilişkisi olmayan, ancak kopukluk ve baskı altında tutmayla ilgili tüm kuramsal alanlara karşı ikili bir düzen, bir tersine çevrilebilirlik düzeni, (terimin abartılmış ve etimolojik anlamında) simgesel bir düzen, yani bir ütopya düzeyine asla ulaşamamıştır. Çünkü bu ütopik evrende örneğin ölüm ayrı bir mekana sahip olma makta; özne, vücut ve gölgesini birbirinden ayrı mekânlar olarak algılamamakta, vücut tarihine son veren bir ölüm anlayışıyla özne ve nesne çelişkisine son veren bir ayrım çizgisi (/) bulunmamaktadır. B u evrende bir ötcdüııya (ha yatta kalma ve ölüm) ya da bu evrenin dışına çıkabilen bir bilinçötesi dünya (bilinçaltı ve yitik nesne) yerine gerçek ve anında güncelleştirilebilen (somutlaştırılan) bir sim gesel karşılıklılık vardır. Bu ütopik düşünce kaynaştırıcı bir özelliğe sahip değildir. Çünkü kaynaştırıcı ütopyaları yalnızca nostalji üretebilmektedir. Burada nostaljik, yiti rilmiş, farklılaşmış, bilinçaltına ait hiçbir şey yoktur. Bu rada çok uzun bir zamandan bu yana her şeyin karşılığı verilebilmekte ve her şey kurban edilebilmektedir.
77Bilinçaltının özgürleşiırilmesiylc İlgili yeni-binyılcılık psikanaliz alanında gerçekleştirilmiş bir sapm a olarak çözümlerımemelidir. Çünkü mantıksal açıdan psikanalilık kuramın merkezine yerleştirdiği bu yitirilmiş nesne, b u *a" nesnesinin zihinsel an lamda yeniden yaşam a döndürülmesi şu ele geçirilmesi olanak s u ve kendisine simgesele sahiplenme olanağı sağlayan gerçe ğin içinde yer almasına yo) açnınktadır Bu “a" nesnesi aslında hem psikanalizin hem dc Arzunun gerçek aynasıdır.
EKONOMİ POLİTİK VE ÖLÜM lııson ölmesi gerektiği için ölmez, ölmek insan bilincine kısa bir süre önce kazandırılmış bir alışkanlıktır Vaneghcm Den Göl tem isi der Tod immer nur cm Vomrteil [Tanrılar için ölüm yalnızeıı bir önyargıdır J Nietzsehe İnsan olmanın evrensel koşulu olarak bir ölüm düşünce siyle ilk kez, ölülerin top.'umscd bir aynına tabi tutulduğu gün karşılaşılmıştır. Hayatta kalma ve ölümsüzlük gibi ölümün kurumsallaştırılması da rahipler ve kiliselerden oluşan kastların oldukça geç suyılabilecck bir tarihte elde ettikleri akılcı bir politik zaferin sonucudur. 13u kastlar ik tidarlarmı ele geçirip, yönettikleri hayali bir ölüm evrenine borçludurlar. Hayatta kalmayı başarmış bir dinin ortadan kaybolmasıysa, çok daha geç tarihlerde ortaya çıkan, akıl cı bir Devlet politikasının zaferidir. "Materyalist" aklın gös tcrdiğı gelişmeler karşısında anlamını yitiren ölüm sonrası yaşamsa artık yaşam denilen şeye dönüşmüştür. Zaten Devlet de iktidarını yaşam ı nesnel anlamda bir hayada kalma olayına dönüştürüp yönetmesine borçludur. Kilise den daha güçlü olan ve düşsel bir ötedünyanın değil, bu dünyanın düşselleştirilmesinin ürünü olan Devlet ve sahip olduğu soyut güç giderek büyümektedir. Çağdaşlaştırılmış bir ölüm ile aşkıntaştmlmış bir toplumsal üzerine oturtul muş olan Devlet, gücünü, temsil ettiği bu ölümcül soyut lamaya borçludur. Kadavra nasıl tıbbın temeli demekse, Devlet de ölü bir sociusf toplumsalı yönetmek demektedir. Kilise daha başlangıçtan itibaren yaşam ile öteki dün yadaki yaşam, bu dünya ve Gökyüzü Krallığı gibi ikili bir süreç üzerine oturtulmuştur. Bu bölümlemenin sürdürül mesi için elinden geleni yapmaktadır, zira bu mesafe orta dan kalktığı gün onun da iktidarı sona ermektedir. Kilise varlığını sonsuza dek sürüp gülecek bir ertelemeye borçlu-
dur (tıpkı Devletin ertelenmiş bir topluma, devrimci par tilerin ertelenmiş bir devrime bir başka deyişle hepsinin varlıklarını öliım e borçlu olmaları gibi). Ancak bu düzeni kuruncaya kadar imanı gevremiştir. Önce ilkel Hıristiyan lık ve daha sonra popüler. Mesilı yanlısı ve sapkın Hıristi yanlık. hep Isa'nın geriye döner dönmez, derlini Tam irim Krallığını kuracağı gibi bir umutla yaşam ıştır (bkz. W. E. Mühlmann ie s Mtsaianismea r^volutionnaires). Hu istivan toplumlar başlangıçta ne ötedünyaya ait bir tanrıya n ede cehenneme inanıyorlardı. Onlar olaya, kolektif iradenin ölümü doğnıdan b ir sonsuzluk haline getirmesi seklinde bakmaklaydılar. Kilisenin temellerini sarsabilecek iyi-kftü ilkelerinin karşıtlığı üzerine oturtulmuş ve dünyayı, yata nım dünya /e aşağılık dünya şeklinde yorumlayan büyük sapkın in on;!ardada durum farklı değildir. Bu sonuncular dünyaya cehenneme dönüştürmüşlerdir ki. bu da. en sız gökyüzünü /cıyüzüne indirmek kadar dinsizce bir şeydir. Bu dtedünya cilasını kazıdıkları için de vahşi bir şekilde, Kıyamet Gününü beklemek yerine, sahip oldukları radikal hayırseverlik anlayışına uygun bir şekilde, yeryüzünde tir an önce tek uir cemaat oluşturmayı amaçlayan Aziz Asizli Fransuva ve F ioreli Joachim benzeri, tinsel sapkınlıklnr olarak nitelendirilmişlerdir. Katarlar da bu somut kusur suzluk. yani rulı ve bedenin aynı öz ve töze sahip olduğu düşüncesiyle kolektif inanca özgü kurtuluş gününün ya kınlığı üzerinde biraz fazlaca durmuşlardır ki. sonuç iti barıyla. bu, Kiliselerin ölüler üzerine kurulmuş iktidarıyla dalga geçmekten başka bir şey değildir. Kilise tarihi bo yunca, Kilisenin ilkel toplumu darmadağın etmesi gerek miştir; çünkü ilkel toplum sahip olduğu yoğun karşılıklıİK ilişkileri sayesinde kendi kendisi kurtaran bir toplumdur Tanrı ve Kilisenin soyut evrenselliklerine karşın tarikat v; cem aatler grubun simgesel yüceltilmesindcn ibaret olan ve muhtemelen bir ölüm korkusuyla noktalanan kendi kurtuluş prcgamlannı “kendileri yönlendirmektedirler". Kiliselerin ayakta kalmasını sağlayan şey kesintisiz sür dürülmüş olan bu simgesel zorunluluğun tasfiye edilme işlemidir. Derletin var olabilmesinin tek koşulu budur
Kko’ionu fioSUk ı« öiUm • 25?
Kapitalizmin devreye jçrtiifti yer de burasıdır. Cemaatlerin göz kamaştırıcı dünyevi girişimlerine karşın, Kilise bireysel bir kurtuluş ekonomi politiğini dayat maktadır. Bu iş önce imanla (ancak bu iman bir cemaati canlı ve ayakta tutmak yerme, ruhla Tanrı arasında kişisel bir ilişkiye dönüşmüştür) daha sonraysa eserler ve nişan ların biriktirilmesi, yani sözcüğün gerçek anlamında nihai bir hesap (bilanço) anlayışına sahip ve eşdcğerliklcrdcn oluşan bir ekonomiye dönüşmüştür Her zamanki gibi, or taya bir birikm e’ süreci çıkınca da yaşamın bittiği yerde karşımıza ölüm çıkmaktadır. Bu durumda ölümün ötesine geçen -ölüm karşısında herkes yapayalnızdın- Krallık ü* bir ötedünya Krallığı haline gelmektedir. İnsanı büyüleyen bir acı, yalnızlık ve ö.ütn düşüncesini peşinden sürükle yen bir Hıristiyanlık, ancak arkaik toplundan yok ettiği ölçüde cvrcnsellcşebilmişiir. Eıı olgun aşamasına ulaşmış evrensel bir din sisteminde olduğu gibi, en olgun aşama sındaki evrensel bir ekonomi Ikapilnlizm) sisteminde de herkes kendisiyle baş başa kalmaktadır! Bu modern ö lü n biçimi XVI. yüzyılda genelleşmeye başlamıştır Karşı Reform ve Barok döneminde insanın içi ni karartan, saplanın oyunların yanı sıra özellikle Protes tanlığın Tanrı katına bireyselleştirip gönderdiği vicdanlar, kolektif törenselliğe t ir son vererek, bireysel ölüııı korkusu adlı süreci hızlandırmıştır, ölü m e büyüleyici bir görünüm kazandıran m uazzan modern girişim, yani maddi üretim ve biriktirme etiğini, yatırım, emek ve kânn kutsallaştırıl ması. kısaca ‘ kapitalist zihniyet” (Max Webcr, Protestan Ahlakr*] denilen şey de onun eseridir. İnsanın ıç dünya sına yönelik çilecilikse, ölüm e karşı korunma konusunda hiçbir amaç değişikliğine gitmeden, maddeci ve üretime dayalı bir birikim anlayışı yararına yavaş yavaş bu ruh ÎJ Bilimin de biriktirin bir özelliğe sahip olmasının nedeni ölümle olan bağlantısıdır, çünkü İnlim ölü bilgileri biriktirmek duru mundadır. Jl Eserin Türkçe çeviriri için bkz Protesian Ahlakı ıv Kapitalizmin Ruhu, çev. Zeynep >ruoba, Hıl. 1997: Ayraç. 2008. |- cd. r.otu|
kurtarma makinesinden uzaklaşmıştır. XVI. yüzyılda aşılan bu önemli dönüm noktasına oranla ortaçağa özgü ölüm anlayışı ve ikonografi oldukça eğlenceli ve folklorik bir içeriğe sahiptir. Ortaçağda var lığını sürdüren kolektif bir ölüm tiyatrofu her.üz bireysel bilincin (daha sonra dn bilinçaltınınl derinliklerine göm ül memiş durumdadır. XV. yüzyıldaki ölün, anlayışı krallar, piskoposlar, prensler, burjuvalar, sonradan görmelerin katıldığı Mesihçi ve eşitlikçi şölen olma özelliği taşıyan Ölüm Dansının sürdürülmesini sağlamaktadır. Bu şölende doğum, zenginlik ve iktidardan kaynaklanan eşitsizlik dü zenine, herkes ölüm karşısında eşittir anlayışıyla meydan okunmaktadır. Bu olay ölü m ü n kolektif bir ifade biçimi ve saldırgan bir efsane olarak algılandığı son önemli andır. O günden bu yuna devrimci hareketler ve toplumsal devrim* lerc oranla ölüm, bilindiği üzere, "sağa özgü*, bireysel ve trajik.'*’ “ tutucu" bir düşünceye dönüşmüştür. Bizdeki ölüm düşüncesinin doğum tarihi XVI. yüz yıldır. Du yüzyılda ölüm (Azrail) orağını ve duvar saatini. Mahşerin Atlılarını ve ortaçağa özgü kaba ve ölüm içenkli oyunlarını yitirmiştir. Bütün bunlar, o zamana kadar d o ğal olarak ilkellerdeki “simgesel etkinlik düzeyinde' olm a makla birlikte katedral alınlıklarında ya da hep birlikte oy nanan cehennem oyuıılunnda, Ölümün en azından kolektif hayaller şeklinde değiş tokuş edildiğini gösteren folklor ve şölenin birer pnrçasıydılar. Hatta cehennem olduğu sürece keyif alma duygusunun da varlığını sürdüreceği söylenebi lir. Cehennemin düşsel evrenimizden çıkıp gitm esi, onun
“ Oysa bir başka blıcyscl ve karamsar ölüm düşüncesinin daha Önceleri var olduğu bilinmektedir Kolektif efsanelerin çökmek te olduğu bir kültürde. Stoacılara a:t. Hıristiyanlık öncesi aris tokratik düşüncede dc kişisel bir ölüm ya’nızl ğı anlayışı vardır. Benzer yaklaşımlarla Montnignc ve Pascal'ııı yanı sıra şalolu efendiler ya da Jansrnist soyluların -soylulaştırılan büyük burjuvazinin- insancı tevekkeli ya da umutsuz/çaresiz Hıris tiyanlık anlayışında da karşılaşılmaktadır. Bu aşam ada ölüm korkusunun modern içselleştirilme süreci basam aktadır.
■
psikolojik anlamda içselleştirilmiş olduğunu göstermekte dir. Büyük bir orak olma özelliğini yitiren Azrail ise bir Ölüm korkusuna dönüşmektedir. Bu psikolojik cehennem de yeni yetişecek daha kurnaz vc bilim yanlısı başku rahip ve büyücü kuşaklarıyla büyüyüp gidecektir. Geleneksel, Hıristiyan ve feodal cemaatlerin çözülme siyle birlikte. Akılcı burjuvazi ve oluşmaya başlayan kapi talist sistem sayesinde ölüm, artık paylaşılan bir şey olma özelliğini yitirmiştir. Daha önceki değiş tokuş düzeninde, birbirlerinden ayrılması olanaksız partnerler (değiş tokuş hemen her zaman cem aat ya da klan düzeyinde gerçekleş mektedir! arasındaki kadar çok elden ele dolaştırılmayan maddi zenginlikler gibi ölüm de giderek genel bir eşdeğerlik göstergesine benzemektedir. Kapitalist yönteme göre ölüm karşısında herkes tek başınadır. Üstelik bu bir rastlantı değildir; çünkü ölüm her şeyin eşdeğerlisi olmuştur Bu aşamadan sonra Ölüm saplantısı ve ölümü, bi rikim aracılığıyla yok etme arzusu rasyonel kapitalizmin asal güdümlcyictaıne dönüşmüştür, ölü m ü «on su m dek sürüp gidecek çizgisel bir değer haline getirme fantazmına dayalı bir değer birikimi ve özellikle de değer olarak za manın biriktirilmesi Kişisel anlamda ruhlarının sonsuzu dek yaşayabileceğine inanmayanlar bile aşın karmaşık çı kar ilişkileri olorak kabul ettikleri kapitalin sonsuzluğuna inanmaktadır. Zamanın sonsuzluğunun yerini kupitalın sonsuzluğu, yani değiş tokuş/bağışa özgü tersine çevnİcbiUrliği bilmezden gelip, yalnızca niceliksel artışın ter sine çcvrılcmezliğinin farkında olan bir üretim sistemine özgü sonsuzluk almıştır. Zamanın biriktirilmesi gelişme fikrini dayatmaktadır. Tıpkı bilimsel bilginin binktırılmesinin hakikat fikrini dayatması gibi. İter iki durumda da biriktirilenin simgesel bir şekilde değiş tokuş edilemediği ve nesnel bir boyut kazandığı görülmektedir. Bu düşün cenin sonuna kadar gidildiğindeyse zamanın tamamen nesnelleştiği, yani total bir biriktirme sürecine dönüştüğü ve simgesel anlamda değiş tokuşu olanaksız bir şeye ben zediği görülmektedir, ki bunun adı ölümdür. Buradan da
ekonomi politiğin ıç:nc düştüğü kesin açmaz, yani Ölümü birikimle ortadan kaldırma isteğine ulaşılmaktadır. Oysa bıriktırilmeyc çalışılan da ölü bir zamandır, üu sürecin sonunda diyalektik bir devrim le karşılaşabileceği gibi bir umuda kapılmak yanılgıya düşmektir; çünkü bu sarmal görünümlü bir kandırmacadan başka bir şey değildir. Ekonomik anlamda rasyonelleştirilen değiş tokıışların (pazarını (Marshall Salılins, "The Original AfFIucnt Society." (İlk Bolluk Toplumu), S ’. one Aye Economics içinde) toplumsal anlamda bir darlık üretim biçimine tekabül et tiğini daha önce öğrenmiştik Aynı şekilde genel eşdeğerlik göstergesi adı altında, zamanın, sonsuza dek sürüp gide cek bir değer olarak nriktinlmcsiıun de 6lü zamanı kesin likle zor bulunan bir şeye dönüştürdüğünü görüyoruz. Bu kapitalizme Özgü bir çelişki midir? Hayır, bu konu da komünizm, ekonomi politikle dayanışma içinde olup, o da sonsuza dek sürü? gidebilecek bir biriktirme ve üretici güçler üzerine otu ru lan hayali bir şema doğrultusunda, ölümü .mf dışı eiıııcyt hedeflemektedir. Ölüm konusunda ki kör cahilliği (bilim ve teknik aracılığıyla onu gelecekte yenilcbilecek bir düşman olarak görmenin dışındal. onu, bugüne kadar akla gelebilecek en berbat çelişkilerin içme düşmekten kurtarmıştır, ölü m le birlikte değer yasasını s a f dışı etm eye çalışmanın, bîr başka deyişle yaşamı salt bir değer olarak korumaya kalkışmanın bir anlamı yoktur. Bizzat yaşamın kendisi bu değer yasasından kurtulmak ve ölümle değiş tokuş et ilebilir hale gelmek durumundadır, ölüm den arındırılmış sonuç olarak her türlü çelişkiden "kurtarılmış” yaşama dair idealist yaklaşımlarına bakıldı ğında materyalistlerin bu durumu pek de umursamadık ları görülm ektedir.*
Bu balomdan ateist muteryalizm ve Hınsıiyan idealizm arasın da hiçbir fark yoktur; çünkü ölümden sonra yaşama benzer bir şeyler olup olmamasının hiçbir önemi yoktur (löot is not the question - sorun bu değildir! Bu konuda farklı yaklaşımla ra sahip olmakla birlikle yaşam yaşamdır -ölümse her zaman ölüm olmuştur- adlı totıel İlke konusunda bir başka deyişle.
Kültürümüz yaşam ve ölümü birbirinden ayırmak için harcanan muazzam bir enerjiden ibarettir. Ölüm adlı çelişki, yaşamın bir değer ve zamanın da genel bir eşde ğer olarak yeniden-ürcliminden ibarettir. Bize özgü bir fantezin, yani dinler açısından bir ölüm sonrası yaşam ve sonsuzluk, bilim açısından hakikat, ekonomi açısmtlnnsa üretkenlik ve birikim anlamına gelen ölüm her yöne doğ ru dallanıp budaklanma şeklindeki bir ilerlemeyle saf dışı edilmektedir. Başka hiçbir kültürde yaşam ve ölüm arasında, ya şamı olumlayan bir ayrımlayıcı karşıtlık, yani bir birikim tipi olarak yaşamla, nihai sınır şeklinde algılanan bir ölüm düşüncesi yoktur. Başka hiçbir kültürde böyle bir açm azla karşılaşıl mamaktadır Yaşam ve ölüm arasındaki çelişkiyle ölümün simgesel düzeyde tersine çevrilebilirliğine bir son verildiği an. yaşam bir değer olarak biriktinlcbilmekte, dolayısıyla eşdeğerde bir ölüm üretim evrenine girilmektedir. Değe re cönüştürülcn yaşamsa, eşdcğcıdc bir ölüm »»rafından durmaksızın yoldan çıkartılmaya çalışılmaktadır Bunu karşın ölüm tümüyle yaşama özgü sapık bir arzu nesnesi ne dönüşmektedir. Yaşam ve ölümün birbirlerinden ayrıl malarıyla oluşan boşluk arzuyla doldurulmaktadır. İşte ancak o zaman ölüm içtepisi denilen şeyle, bilin çalımdan söz edilmeye başlanmaktadır. Zira bilinçaltı da Ölüm gibi biriktirilen eşdeğerde bir şeydir. Bilinçaltı değiş tokuş edilemeyen ve yalnızca hayali bir değere sahip bir şeydir. Simgeselse değiş tokuş aracılığıyla Ölümün tersine çevrilebildiği ve birikimin sona erdiği, bir öncekinin tam tersi sayılabilecek bir düştür, ölü m adlı gerçekliğin köke ninde bulunan yaşam ve ölümün hayali bir aynına tabi tutulmadığı simgesel ölümse şölen adlı toplumsal ritüel arıcılığıyla değiş tokuş edilmektedir. [Bize ait| gerçek/hayalı ölümse eski itibarına uncak. henüz yaşamakta olan
yaşamla ölümü birbirinden titizlikle ayırma düşüncesi kon u sunda aynı görüşü paylaşmaktadırlar.
öznenin kendi ve diğerlerinin ölümü nedeniyle tuttuğu kişisel yasla kavuşabilmektedir. Hıristiyanlığın ortaya çık masından bu yana metafizik bir kavram olan Ölüm içtepisi de dahil olmak üzere, Batılı ölüm metafiziği bu ya s tutma olayı tarafından beslenmiştir.
OLUM İÇTEPİSİ Freud'un felsefi bir anlam kazandırdığı ölüm olayıyla birlikte, bilinç adlı dramdan, bilinçaltı düzeni içinde yer alan ıçtepiscl bir süreç olarnk ölüme geçilmiştir. Bir korku metafiziğinden, bir içtepi metafiziğine geçilmiştir, özn e den bağım sız kılınan ölüm, sanki sonunda sahip olması gereken nesnel amaca uygun bir statü, yani ölüm e özgü içtepisel enerji ya da psişik bir işleyiş ilkesine kavuşmuş gibidir. İnsanlar bir içtepiye dönüşen ölümü bir son gibi algı lamayı sürdürmekte (ölüme bir son olma dışında bir anlam Atfedemiyorlar, ö lü m içtepisi adlı öneri, amaçların inanıl maz düzeyde basitleştirilmiş bir karşılığıdır: çünkü Eros bile onn boyun eğmiş durumdadır) hatta bir amaca dönü şen bu sonu bilinçaltına bile kaydetmektedirler. Oysa ölü mün bilinçaltının derinliklerine kaydedilme anıyla, egemen sistemin kusursuzlaşma aşaması çakışmaktadır. Bir başka deyişle ölüm; emek ve üretimin, muazzam bir baskı aracına dönüşmüş olduğu bize Özgü toplumsal oluşumlar için hem bir ‘ psişik işleyiş ilkesi' hem de bir ‘ gerçeklik ilkesidir’ ya da Freud, genel bir üretim sürecinden sıradan bir yenidenürefim sürecine geçildiği bir sırada, nesnel belirlemelerin merkezine, ölüm içtcpisiyle birlikte yinelenme sürecini de yerleştirmiştir, ö lü m içtepisi adlı kavramın meta psikolojik statüsünün ötesine geçerek soy ağacıyla biraz ilgilenildiğinde bunun inanılmaz bir çakışma olduğu görülmektedir, ö lü m içtepisi demlen şey tüm diğer keşifleri geri bırakan antropolojik (ve o andan itibaren evrensel bir açıklama ilke si olarak kendisinden yararlanılan bir keşif midir? Örneğin ekonomi politiğin bütünüyle ölüm içtepisi denilen şeyin bir
sonucu olduğu ve onun egemenliği altında bulunduğu söy lenebilir) bir ‘ k e ş if midir, yoksa bu kavram sistemin belli bir aşamadaki görüntüsüyle ilişkili belli bir tarihte Üretilmiş bir kavram mıdır? Bu durumda kesinliğini sisteme borçlu olan ölüm içtepisi adlı kavram, bir ölüm kültürüne tarih Ötesi bir içtepisi yakıştırmasında bulunarak, onun varlığını onaylamaktadır. Batılı akıl M arala yaptığı gibi Frcudlu da kendi ilkelenni idealleştirme ve rasyonelicştirmeyi. hatta “nesnellik'' adı altındaki eleştirel yaklaşımıyla bu gerçekli ği bile idealleştirmekten vazgeçerek, sonunda açıklanması olanaksız, içtepisel ekonomik yapılan, keza ölüm içtepislni sonsuza dek sürüp gidecek bir arzu sürecine dönüştüre cektir. Oysa bizzat bu önerinin kendisi ikincil yorumlama süreçlerine ait olamaz mı? İlk başlarda ölüm içtepisinin batı düşüncesiyle olan bağının Hıristiyanlık, Marksizm ve varoluşçuluk aracılığıy la koptuğu görülmektedir. Bu yaklaşımlar ölümü doğru dan yadsımakta ya da ona diyalektik bir görünüm kazan dırmaya çalışmaktadır. Marksist kuram vc uygulamayla birlikte ölüm ya bir sınıf tarafından yenilgiye uğratılmakta ya da bu tarihsel olumsuzlukla bütünleşilmektedir. Daha genelinde üretim vc biriktirme sürecinde karşımıza çıkan doğanın Batılı anlamda egemenlik altına alınmak, kendi sine yönelik saldırının yüceltilmesi yapıcı bir Kros yaklaşı mıyla nçıklanmaktadır. Eros, yüceltilen saldırganlığı kendi amaçlan doğrultusunda kullanmakta vc geleceğe yönelik lekonomi politiğinki de dahil olmak üzere) bir devinim sü recinde, ölüm, homeopatik dozlarda alınan bir olumsuzluk şeklinde sunulmaktadır. Olmek-için-yaşnmnktan söz eden modern filozoflar bile bu eğilimi tersine çevirmemektedirIcr. Onlara göre ölüm, özneye trajik bir şekilde bile olsa, atılım yapm a olanağı sağlamakla vc o saçma özgürlük an layışını daha bir sağlamlaştırmaktadır.JT *7
Pascnl’ın “Ruhun ölümlü y a da ölümsüz olup olmadığı yaşam açısından önemlidir* formülüyle özetlenebilecek Hıristiyanlığa özgü ölüm diyalektiğinin yerini, akılcılığın egemen olduğu bir ölüm anlnyışı sunan hümanist düşünce almıştır. XVIII. yüzyıla
k ad ar bu düşünce Batıda Stoacılar v e E p ık ü ıcü ler tarafından beslenm iştir iM ontaigne'nin ölüm ü ya d sıyan , m ütebessim ya dn insan: irkilten &akiniiğı|. Fcucrbach i* c *ölûır. bir hayalet, b ir seraptan başka b ir şey değildir; çünkü ancak var olmadığı ram an var olabilm ektedir" dem ektedir. A«*la yaşam a aşın bir bağlılık y a da ölü m hevesi gib i bir düşün cen in sonucu o !ır.a y «l hümanist akıl, ölüm konusunda d o ğ a ! gezckçclcrin yanı sıra bilim ve Aydınlanm a cağının yaydığı bir bilgeliğin peşindedir. Ö lüm ün bu biçimsel ve rasyonel d ü şün ce aracılığıyla aşılıp geçilm e sürecinin ardından ortaya diyalektik aklın çıktığı gö rü lm ekirdır. ö lü m ü b ir olum suzluk v e in san ın geleceğini be lirleyen devinim olarak gönen Hegel'de o ld u ğu gibi. Bu güzel diyalektik aynı zam anda yükseliş aşam asındaki bıı ekonomi politiğin devinim ini de belirlem iştir Daha sonra bozulan bu diyalektik yerin i ölüm ün indirgenem ezlığiyle aşılıp geçilm esi olanaksız bir tehdide bırakm ıştır (Klerkegaard). Diyalektik akıl H cid cggerle b irlik te çökerek saçma ve um utsuz bir ınctnfıziğin özne! ve irrasyonel görünüm üne hü rünse de. bu düşüncede paradoksal bir özgü rlü k gören bilinçli özneye ait b ir diyalektik olm ayı sürdürm üştür, b ir başka deyiş le 'Ölüm ün aşılıp gcçilcm cdıği yerde her ş e y m ubahtır* |qula absürdüm - Pascal in bıı m odern ölüm /xjf/ic>.s’una pek yabancı olduğu söylenem ezi Cam us 'S a çm a bir boyutta yaşayan insan ölüm e öylesine tutkuyla bağlanm aktadır kı. sonunda bu büyü onu ölüm korkusundan k u rtarm aktad ıı4 dernektedir. ö lü m korkusu bir tür hakikati sınam a biçim idir. Yaşayan insan ölmek iç in - ya şayan-canlı olarak algılanm aktadır. Ilrıd cgge r şöyle der 'Ö lü m e göre gerçek varlık, ya n ı ölûm lü/sonlu bir zam an anlayışı insanın içten içe tarihsel b ir varlığa dönüşm e sini snğiam ışiır* (Sein und Zeit |V'adık vc Zaman\). Olüm eûl bir sistem in varlığı göz önünde tutularak, kendisine bir “ gerçeklik* kazandırılan ölüm, aslımla, insanı korkutan ab a rtılı bir düşün ce, m eydan oku m aya benzeyen katıksız bir b oyu n eğmedir ö lü m e dayalı bir gerçeklik terörizmi d em ek , bilincin, ikincil sürece Özgü diyalektik bir akrobasi aracılığıyla “ölüm lü* olmayı bir yazgı olarak algılam ası dem ektir B ir gerçek lik vc “özgürlük* ilkesi olarak ölüm korkusu dem ek çağdaş evred e ölüm ayn a sının yerin e ölüm süzlük aynasını koyan d ü ş gü cü demektir. Oysa bütün bunlarda H ıristiyanca bir şeyler olduğu düşüncesi ne kadar doğruysa aynı şeylcnn “ varoluşçu* H ıristiyanlıkla sü rekli dirsek tem ası içinde olduğu d a o kadar doğrudur.
Frcud'la birlikte karşımıza yepyeni bir süreç çıkmak tadır. Trf\jık bir anlamda bile olsa artık ölüm içtepisiyle ilgili bir yüceltme, herhangi bir diyalektik yaklaşımdan söz edebilmek mümkün değildir, ö lü m ilk kez Eros'un karşı sında yer alan, yok edilmesi olanaksız bir İÜCe olarak su nulmaktadır. Üstelik bu yaklaşımda özne, s ın ıf ya da tarih dikkate alınmamaktadır. Bir başka deyişle ölüm F.ros ve Tanatos adlı indirgenmesi olanaksız tkı içtepinin sonucu dur ki. bvı yaklaşım sonsuza dek sürüp gidecek iyi ve kütü gibi iki karşıt ilke üstüne oturtulan dünyanın eski Manici açıklamalarını anımsatmaktadır. Bu. arkaik kültlerden günümüze süregelmiş, kötülük ve ölümün özgün bir te mel içgüdüye benzedikleri çok güçlü bir bakıştır. Kilise, tahammül edemediği bu bakış açısını yok edip. İyilik (Tan rı) ilkesinin önceliğini dayatabilmek için yüzyıllar boyun ca mücadele etmiştir Kilise kötülük ve ölümü diyalektik anlamda diğerinin (Şcytan'ın) emri altına vererek olumsuz bir ilkeye dönüştürmüştür. Ne var ki her zaman özerk bir konuma sahip olan kötülük meleği Lucifcr gibi bir karaba sanla birlikte yaşamıştır; çünkü nasıl bir görünüme sahip olurlarsa olsunlar sapkın ve batıl popüler inançlar, hcıneıı her zaman, kötülük ilkesini somut bir varlık gibi kabul etmişler, bu yüzden dc kara büyü ve Jansenisl kurama kadar giden bir kötülük kültü oluşturmuşlardır. Bu arada Katarlan saymıyoruz. Kötülük meleği Lucifcr gece gündüz Kilisenin peşim bırakmamıştır. Kesin bir ölüm düşüncesi ne, yani ikici ve Mania bir düşünceye, kuruınsallnştırdığı bir kuranı ve caydırma silahı olan diyalektikle karşı çık mıştır. Tarih. Kilise ve diyalektiğin (“materyalist* diynlek-
Devrimci düşüııceyse bir olumsuzluk biçimi olnruk ölümü di yalekukleştirerek. rasyonel düşünce nrncılığıyla ortadan kaldırıl ması gereken bir hedef olarak ölüm, yanı komıuuznı sayesinde tarih ötesine geçerek, bilim ve teknik aracılığıyla ttreikcn insanın ölümsüzleştirilebileceği, kapitalle dayanışma içinde olan “gerici" bir engel olarak gördüğü ölüm arasında gidip gelmekledir. Oııa göre ölüm de pek çok şey gibi sonundu bir altyapı devnmiyle halledilebilecek bir üstyapı sorunundan başka bir şey değildir.
tik de cahil olmak «ze re ) zaferine tanık olmuştur. Bu an lamda Freud. Hıristiyan ve Batılı metafizikle olan bağları kökünden kopart mtştır. Yaşam ve ölüm içgüdülerinin ikiliği Frcud'un Hay, ilke sinin Ötesinde1* başlıklı metnindeki düşünceleriyle örtüşınektedır. Uygarlık ve Hoşnutsuzları-"' başlıklı metindeyse bu ikilik ölüm içtepisi adlı tekil bir döngüye benzemekte dir. Bu arada her şeyi kendi çıkarları doğrultusunda kul lanan Eros ise kültürü ölüme iten muazzam bir saptırma hareketinden başka bir şey olamamaktadır. Ancak olayın bu son versiyonu adı geçen ikiliğin dışında kalan ters bir diyalektiğe yol açmamaktadır. Zira diyalektik yapıcı bir gelecek, yani Eros’a aittir. Eros'un amacıysa 'h e r zaman daha büyük birimler oluşturmak, enerjileri birbirlerine bağlamak ve düzenlemektir*, ö lü m içtepisi bu duruma şu ıkı Özelliğiyle karşı çıkmaktadır: 1. ölü m içtepisi birliktelikleri bozan, enerjileri çözen, organik Eros söylevini bozguna uğratarak belli bir ölçüde İnorganik, u n geb u n d en , ütopik bir konuma getiren şeydir. Uu. Eros’un. yapıcı ve ona eklemlenen ilgi alanlarının tam tersi sayılabilecek bir şeydir. Ölüm e n tro p is in c karşılık Eros negantropisi. 2. Bu darmadağın etme, parçalarına ayırma, bu in a n ç la rın d a n va zgeçtreb ilm e gücü, bir önceki inorganik konu
ma gerileme şeklinde olup, radikal bir karşı-amaçlılığı içermektedir. Tekrarlımın (compulsion) zorunluluğu |IVtcderfıolt/ngszuıanğ] ya da “geçmişte kalan, ancak en ufak bir tatmin duygusu yaşatmamış olayları yeniden gündeme 2
2’ Bu esen ıı T ü rk çe baskılan için bkz. çev. Alı Babuoğlu. Metis, 2001; çev. Aziz Yardımlı, Metapsikoloji içinde, iden. 2000; çev. Emre Kapkın ve Ayşe Tckşen Kapkın, Metapsikoloji içinde. Pa-
yel, 2002 [ -ed. notu.] Bu eserin T ü rk çe baskıları için bkz. ö j tgarttğrn Huzursuzluğu, çev. Haluk Barıştan, Metis, 1999: Uygarlık ve Hoşnutsuzluktan. çev. E m re Kapkın, U y g a rlık , Toplum ve Dm içinde, l’uyel. 2004; Uygarlık ve Hoşnutsuzluktan, çev. Aziz Yardım lı, fdea. 2000. ( — ed. notu ]
getiren ve yeniden yaşatan yeniden-Üretim eğilimi". Her Canlı varlık öncelikle şeylerin Önceki ve inorganik konumu na geri dönmeli, yani ölüm adlı bu kusursuz var-olmayan olayı yeniden üretmelidir. Ero3'un yapıcı, çizgisel ya da diyalektik amaçları Ölüm adlı yinelenen bil' döngü tarafın dan sürekli bozguna uğratılmaktadır. Vıcık vıcık yapışkan bir şeye benzeyen şu ölüm içtcpisıyle elastik bir RÖrünüm almış olan ölüm, yaşamın yapılanmasına her yerde muzafferane bir edayla direnmektedir. öyleyse ölüm içtepisi adlı varsayımda -b u ister iki li bir yapı, İsterse dur durak tanımayan, yıkıcı tekrarlara dayalı bir karşı, amaçlılık şeklinde olsun- Batılı düşün cenin entelektüel düzenekleriyle açıklanamayan bir şeyler vardır. Aslında Freud'un düşünceleri. Batılı kuramlar için geçerli bir Ölüm içtepisi görevi yapmaktadır. Bu durum da Freud'un yapıcı bir "hakikat" düşüncesi ürettiğini dü şünmek saçmadır. Çünkü ölüm içtepisi denilen şeyin bir ‘ gerçekliğe* sahip olduğunu iddia edebilmek olanaksızdır, ö lü m içtepisi varsayımına sadık kaldığınız takdirde bunu yapt-bozurnu varsayımı içinde değerlendirmek, bir başka deyişle bu düşünceden daha önceki düşünce biçimleri ve keza aynı zamanda kavramsallaştırılan bu düşünce konu sunda gerçekleştirilen yapı bozumu açıklamalarıyla yetin mek durumundasınız. Aksi takdirde -aklın sığındığı son bahane olan- yapı-bozumurnın bu düşünceden kaçabilen tek ilke olduğu gibi olanaksız, bir düşünceyi kabul etmek zorunda kalırsınız. Yapıcı bir yeni bir oluşum sürecinde, ölüm içtcpısinc her türlü diyalektik biçim kazandırma girişiminin engel lenmesi gerekmektedir. Bu konuda Marcusc verilebilecek en güzel örnektir, ölü m ü n bir baskı aracı olarak kullanıl masıyla ilgili olarak şöyle der: Günümüzde ilahiyat ve felsefe, ölümü varoluştu bir ka tegoriye dönüştürme konusunda rekabet etmektedirler. Biyolojik bir olguya doğallığını yitirtip d) onu ontolojik bir öze dönüştürerek, insanların sonsuza dek içinde yaşama sına yardımcı oldukları suçluluk duygusuna aşkın bir ila
h> özellik atfetmektedirler. |Eros ıc Uygar!ıkğ Bu açıklama •‘aşırı baskıyla" ilgilidir. Temci baskı açıkla masına gelince: Şu haliyle ölüm baskıcı bir gerçeklik olduğunu kesinlik le yadsımaktadır.... Zira sonuç itibarıyla, ölüm zamanı olumsuzlarken, keyif alına sonsuzluğa göndermektedir... Zaman Üst beni değil Ben’i etkilemektedir. Bir an olsun akıldan çıkmayan kaçınılmaz sonun önceden bilinmesi, tüm lıbidinnl özelliğe sahip, ilişkilerin içine bir baskı un suru olarak sızmasına neden olmaktadır*. ‘ Mevcut görünümüyle ölümü ele aldığımız* daysa baskının toplumsal ilişkiden kaynaklandığı, yoksa teki) ölüm olgu suyla hiçbir ilişkisi bulunmadığı görülmektedir, işin daha da ilginç olan yant ölüme özgü bu temel baskının "Eros"un özgürlcştirllıncsiyle* birlikte kavuştuğu yeni görünümdür: ölüm içgüdüsü Nırvana ilkesine uygun bir şekilde çalış makta, yani bütün gereksinimlerin gereksiz hale gelmiş ol duğu bir konuma yönelmektedir. Böyle bir konuma yak laşıldığındaysa içgüdüsel eğilime özgü yok edici çabaların etkisini yitireceği gibi bir düşünceyle karşılaşılmaktadır. İçgüdünün temel amacı yaşamın değı I acının sona ermesi, gerginlikıen kurtulmaysa o zaman ölüm ve yaşam arasın daki çatışmanın paradoksal bir şekilde oldukça hafiflediği ve yaşamın hoşnutluk konumuna ilaha yakın olduğu gö rülmektedir ... Bunun nedeni aşın baskıdan kurtarılmış Eros ün güçlenmesi olabilir. Bu sayede güçlenen F.rosün bir anlamda ölüm içgüdüsünü emmesiyle ötûmün içgüdü sel değerinde bir değişiklik olacaktır (s. 2031 Böylelikle şu eski gereklilik ve özgürlük ilkesi üzerine otu ran idealist felsefe doğrultusunda içgüdü değiştirebilmek mümkün olmaktadır: ölüm yemden bir özgürlük göstergesine dönüşebilir, ölü mün gerekliliği, sonuç olarak bir özgüllük olasılığın: dış lamamaktadır. Tüm diğer gereklilikler gibi ölüm de rasyo nelleştirilerek, acı vermeyecek bir hale getirilebilir
Marcuseçu diyalektik ölüm İçtepisinın tamamen kazı nıp yok edilmesi gibi bir düşünceyi içermektedir. lEros ve Uygarlıkla bu alıntının hemen ardından karşımıza çıkan bölümün adı: “Freudcu Olmayan Rcvizyonizmin Eleştirisidir!). Bu kavramın dindar ruhlarda ne türden bir direnişe yol açtığını anlamaya çalışanlar vardır. Burada -Eros'uıı "özgürleştirilmesi", başka yerde üretim güçlerinin özgürleştirilmesi- ölümün hakkından gelebilmek için yine diyalektiğe başvurulmaktadır! Ölüm içtepisi rahatsız edici bir şeydir; çünkü diya lektiğin yeniden güçlenmesini engellemektedir Radikalli ği de buradan kaynaklanmaktadır. Oyan yol açtığı panik kendisine bir hakikat statüsü kazandırmamaktadır ölü m içtepisi denilen şeyin, son aşamada ölümün, bir rasyonel leştirme biçimi olup olmadığı sorusunun sorulması gerek mektedir. Freud Önce kanılma dayanarak şöyle konuşmaktadır (başka yerdeyse spekülatif varsayımdan söz edecektir): Psişik yaşantım ızın değişm ezlik, kışkırt m a la m (Barbara Lovv buna Nırvana ilkesi dcm ckledırl yol açlığı içsel bir gerginliği yok cim e eğilim in in egem enliği allm dıı bulundu ğu ııa olan inancım ız, öl ılın içgüdülerinin varlığına in an m a mızı sağlayım en güçlü etkendir |//uz //kesinin Ötesinde!
Bu durum da Freud'ıın tüm enerjisini neden ölüm içgüdü sünü biyolojik bir mantık (NVeissmann'ın çözümlemesi vs ) üzerine oturtmak için harcadığı sorusu sorulabilir. Bu pozilivist çaba, Engcls’in doğayı diyalektikleştirmc girişimin de olduğu gibi, genelde üzüntüyle karşılanmış ve Frcud'n duyulan scvgi/saygı nedeniyle de söz birliği edilmişçcsinc bugüne kadar ihmal edilmiştir. Oysa Freud şöyle demek tedir: D eneysel bir olgu olaıa k yaşayan her şeyin, hiçbir istisna tanım adan inotganik konum a geri döndüğü, içsel neden ler yü zünden öldüğü düşüncesini kabul ettiğim izde, her türlü yaşam biçiminin ölm e eğilim inde oldu ğun u ve buna karşın canlı olm ayanın can lıdan önce geldiğini söyleyebil!-
riz... Yaşam bekçileri olar.-ık adlandırılabilecek içgüdülerin İlke! aşamada Ölümle bağlantılı okluktan söylenebilir. Burada ölüm içtepisıni bu pozitivist yaklaşımın dinden çe kip alarak "spekülatif bir varsayıma’ y a da "basit bir psişik işleyiş ilkesine” (bkz Pöntaiis, A rc dergisi |34, 1968j,ı dö nüştürmek oldukça zor bir iştir. Zaten bu düzeyde ıçtepiler musında gerçek bir ikilik de yoktur; çünkü tek auıaç ölüm dür. Oysa ölüm adlı nihai amaç başlı başına bir sorundur zira ölümü neredeyse genetik bir programlama vc kodun içine yerleştirip, organik vc psişik bir yazgı olarak çok a m a çok eski zamanlara kadar aşımaktadır. ö zetle böyle bir ortamda oluşturulan p ozitif yaklaşıma dayanarak, insan ya bu ıçtcpılcrin bilimsel gerçekliğine ya da bir efsaneden başka bir şey olamayacaklanna inanmak durumundadır. F.limizdc Freud'un sözlerini kendisine karşı kullanmaktan başka seçenek yoktur: Içtepiler kuramı hepimizin paylaştığı bir mitolojidir. Içtepilersc bize ait efsanevi. dr*a*a, b »lln i« varlıkta) Un.*’ ö lü m içtepisi bir efsaneyse o zaman onu yorumlayalım. Ölüm içtepisi vc bilinçaltı kavramını birer efsane olarak yorum layalım vc yol açtıklar sonuçları ya da ‘ gerçeklik” olarak görünm e çabalarını örem sem eyelim . Bir efsane bir şeyler anlatır vc anlatılış bitimi anlatılan Öykünün içe riğinden daha önemlidir. İsterseniz sizinle psikanalizin, cinsellik vc Ölüm metaforlanna dayanarak, aslında bizim kültürümüzün asal örgütlenme biçimiyle ilgili bir şeyler söyleyip söylemediği konusunda bahse tutuşalım. İnsanlar efsaneyi anlatmaktan vazgeçtikleri, efsaneyle ilgili masal lar birer aksiyom niteliği kazandığı gün Freud’un sözünü ettiği şu ‘ devasa belirsizlik’ Cc ortadan kaybolmaktadır. Nictzsche ‘ Kavram bir metafor kalıntısıdır" diyordu Eğer öyleyse şu bilinçaltı vc ölüm İçtepisi m etaforlanndan söz
30Psikanalize Yem Çiriş Konferanstan (Türkçcsı için bkz. Kuhçözümlemesine Yeni Çiriş Konfe'anslan. çcv. Emre Kapkın ve Ayşe Tekşcn Kapkın. Poyel, 190S —ed. nofu.|
etmeye ne dersiniz? E rosu n ölümün hizmetinde olduğu, kültürel yücelt menin baştan sona ölüm e sürükleyen devasa bir snptırmacaya benzediği; ölüm içtrpisinin. baskıcı bir şiddete kaynaklık ve bir tür vahşi üstben görünümüne bürünerek kültüre yol gösterdiği, yaşuımal güçlerin tekrarlara dayalı bir zorlam aya (compufsion) benzediği ve bütün bu açık lamaların yalnızca bizim kübürümüz için geçerli olduğu doğrudur. Bu. ölümü ortadan kaldırabilmek nmacıyla bir yazgı olarak gördüğü ve kendisinden kurtulamayacağını düşündüğü ölüme ölüm katarak çoğaltan bir ölüm işlet mesine benzemektedir. "Içtepi* terimi bunu metaforik bir şekilde ifade etmekte ve bu konuda ekonomi politiğin çağ daş evresine dikkat çekerek (buna halA ekonomi politik denebilirse?) değer yasasının, sahip olabileceği en terörist biçim olan yapısal görünüm e kavuştuğunu, zorla yeniden üretilen kodunsa alabileceği en son biçimi almış olduğunu söylemektedir. Bu aşamada değer yasası, içtcpisinl ter sine çevirmek kadar zor, neredeyse bizim kültürümüzün kendisinden kaçamayacağı bir yazgıya dönüşmüş gibidir. Bu, yaşam ın tüm alanlarında aynı yasanın tekrarlandığı içkınlik aşamasıdır Bu, ölümün nesnel bir amaca dönüş türülerek her şeyi belirlemesi ve ölüm içtepısı aracılığıyla yapısı-bozularak tamamen yıkılma seçeneği arasında sıkı şıp kalan sistemin kendi sonuyla karşı karşıya kaldığı aşa madır. ö lü m içtepisi adlı metafor bütün bunları aynı andn ifade edebilmektedir; zira o hem sistemin kendisi heın de ikizi/yansımasıdır. Bu yansıma radikal bir karşı-amnçlılık şeklinde olm aktadır (bkz. /kıs ö'nhetmftchtf'deki İkiz ve “ya bansı tuhaflığı'). tşte efsane bize bunları anlatmaktadır. Bununla bir likte ölüm nesnel bir *içtepi“ Söylevine dönüştürüldüğünde ortaya nelerin çıktığına bakmakta yarar var. Biyolojik ve psikolojik bir tanıma sahip >lan “ içtepi* terimiyle birlikte psikanaliz doğrudan Batılı bir mantığın ürünü olan kate gorilere saplanıp kalmıştır. Fsikanaliz. bu mantığa radikal bir şekilde karşı çıkmak yetine, kendini bu Batılı m antı ğın belli bir Anı olarak sunmaktadır Biyolojinin üzerine
O tu rtu ldu ğu can lı v e c a n lı-o lm a y a n a y r ım ı b ilim s e l a k lın ü rü n ü d ü r. S ö zcü ğü n g e rç e k a n la m ın d a k e n d in i b ir k o d a d ö n ü ştü ren b ilim , ö lü m ü , c a n lı-o lm n y n n ı, b ir e r k a v ra m s a l n esn e o la ra k y o ru m la m a k ta v e ö lü m d e n k o p u ş u d a k en d i varlığın ı m eşru la ştıra ca k b ir a k s iy o m a d ö n ü ş tü rm e k te d ir. İyi K ızıld erili ö lü K ızıld e rilid ir, d iyen b e y a z la r g ib i b iz d e bu b a ğla m d a iyi bilim ölü b ilim d ir, d iy e b iliriz , ö lü m ıçtep ısi de işte b u in orga n ik k o n u m a , y a p a y b ir b ilim s e l y a s ım ın son u cu ola n c a n lı-o lm a y a n sta tü s ü n e , k ıs a c a k en d i ü r e t tiği b ir baskı v e ö lü m fa n ta z m ın a g ö n d e rm e k te d ir. C a n lıo lm a ya n ın y in e le n m e s in d e n ib a ret b ir d ö n g ü y e b e n zey en ö lü m ıçtep ısi bu y a p a y b iy o lo jik a ç ık la m a y a k a tılm a k la k alm ayıp , o n a b ir d e p s ik o lo jik k a tm a n e k le m e k te d ir. O y s a tü m d iğ e r k ü ltü rler b a ğtm sız/ n yn b ir c a n lı-o lm a y a n k a v ram ı ü retm em ek ted irler; bu n u b iy o lo ji a d ı a ltın d a ü reten tek k ü ltü r b izim kidir. Bu a y rım a b ir s o n v e rild iğ i a n . ö lü m ıçtep ısi d e n ile n ş e y d e a n la m ın ı y itire c e k tir. S o n u ç itib a r ıy la Ölüm içtep isi, b ilim in e k le m le m e g iriş im le ri İçin d e y itip gitm ek ten b a «k u b ir ç ık ış yo lu n u sa h ip o lm a d ığ ı, k u ra m s a l bir can lı v e c n ıılı-o lm a y a n d ü ze n le n m e s id ir. K esin o la n b ir şey varsa, o da, b ir ö lü m sistem i a k s iy o m u tiğ in c d ö n ü ş tü rü len cu n li'O İm ayn n m h er za m a n , k a z a n d ığ ıd ır (b k z. J . M onod. R a sla n tı ve Z o ru n lu k ,!). A yn ı soru n la ru h s a l/ p s iş ik e v re n d e d e k a rş ıla ş ılm a k tadır. a n ca k b u rad a ç ö k m e te h lik e s iy le k a rş ı k a rş ıy a o la n p sik a n a lizin tam am ıd ır. S o ru lm a s ı gere k e n s o ru b izim s is tem im izin n e za m a n d a n itib a ren v e n iç in ‘ r u h s a llık ’ ü r e t m eye b a şla m ış o ld u ğ u d u r. -R u h s a llık * ç o k k ıs a b ir s ü re ö n ce ö zerk leşm ey e b a şla m ıştır. B iy o lo jik ö z e llik le r ta ş ıy a n ı b ir üst d ü ze y d e yin e le m e k te n b a şk a b ir ş e y y a p m a m a k tadır. B u kez a y rım ç izg is i o rg a n ik , s o m a tik v e b a ş k a şey a rasın d an g eçm ek ted ir. B u a y n m a d a y a n d ır ılm a y a n b ir ru h b ilim se! a çık la m a y o k tu r. A n c a k b u ra d a n y o la ç ık a ra k b ü tü n e ait p arçaları b irb irin e e k le m le y e b ilm e k iç in d e n
"
,,Çİn.bkz Jucf>ucs Monod, Ratianu ı « Zorunlulu) ccv. Vehbi Hacıkndıroğlu, Dost Kltshcvi. 1083 | - e d nofu.j
r
çıkılamayacak kadar güç bir iştir. Zaten çizginin iki yanı orasında bir köprü oluşturmaya çalışan, ancak yalnızca her ikisinin de birbirlerine nedensiz bir şekilde bağlan malarına katkıda bulunan içtepi kavramı da bunun bir sonucudur. Burada ölüm içtepisine yönelik metapsıkoloji ruh ve beden metafiziğiyle birleşmekte, yani onun daha gelişmiş bir aşamadaki yorumuna dönüşmektedir. Ayrı bir psişik/ruhsal düzenin ortaya çıkış nedeni içi mizde bir yerlerde, “çok derinlerde* bilinçli ya da bilinçsiz bir şekilde var olan, sistem tarafından yasaklanmış, k o lektif ve simgesel bir değiş tokuş karmaşasının varlığıdır. Baskı altına alınmış olan simgesel değiş tokuş düzenidir, ölü m içtepisinin egemenliği altında bulunmasına şaşıra cak bir şey yoktur; çünkü o, bir ölüm düzeninde bireysel karmaşa anlamına gelmektedir. Onu bu şekilde kuram sallaştıran psikanaliz ise aynı çizgide yer alan diğer disip linler gibi bu ölümcül ayrımı onaylamaktan başka bir şey yapmamaktadır. Bilinç, bilinçaltı, üst ben. suçluluk duygusu, ümuurn, baskı altına alma (bastırma), birincil ve ikincil süreçler, fantazm, nevroz ve psikoz. (Herhangi bir sistemin değil) Bizim sistemimizin ürettiği bir temel ve anında algılanma/ anlaşılma biçimi, yani bir koda dönüştürülmüş ruhblliınsel açıklnıunyı kabul ettiğinizde bu terimlerin hepsinin bir işe yaradıklarını görürsünüz. Kod ise karşı konulamayan gücünü, her biri zaman içinde özel araştırma vc egemen hır bilim dalı olarak ortaya çıkacak farklı evrenlerin yoru muna borçludur. Ancak ruhbılim bütün bu alanlar arasın da geleceği cn parlak olondır. Çünkü tüm vahşi, ortalıkta dolanan, ters, simgesel süreçler bu bilim dalı tarafından bilinçaltı adına zapturapt altına alınıp yorumlanmışlardır. Cstclık bu alan, inanılmaz bir saygısızlıkla radikal bir “öz gürleşme" eyleminin ana teması olarak sunulmaktudır! Burada ölüm bile ölüm içtepisi adı altında zapturapt altına alınmaktadır! Radikal bir psikanaliz kuramı arzulayanlar aslında ölüm içlepisini Frcud ve psikuna'.izc karşı kullanabilirler.
Preud'un geliştirdiği psikanalitik kuramda ölüm içtepiM deneysel bilim anlayışına tamamen ters dûşcıı bir şey ola rak kabul edilmelidir. Bu ölüm ıçtcpisi yorum u ne akla gelebilecek en son yorum ne de en radikal çözümdür. Bu ters yü z edilm iş bir ölüm ıçtcpisi formülüdür. Uu form ü lü yadsıyanlar haklıdır, yoksa psikanaliz furyası içinde F reu d u doğru dürüst anlamadan, onunla birlikle bu fo r mülü onaylayanlar değil, ö lü m içtepisi daha önce ortaya çıkm ış olan ekonomik, cnerjetik, topik hatta psişik tüm bakış açıları ve düzenekleri aşıp geçerek sanal düzeyde onları anlam sız kılm aktadır. Daha doğrusu sahiplenm e ye çalıştığı XIX. yüzyıla Özgü bilimsel mitolojiden miras kalan içtepisel mantığı anlamsızlaştırmaktadır, ö l ü m içtepisi kavramındaki "iron i” vc bu kavramın yol açtığı inanılm az vc çözülm esi olanaksız paradokstan söz eden Latan, belki de bu olayı fark etmişti. Psikanaliz, tarihsel açıdan, bağrına basmak durum unda k ıld ığı en tuhaf ç o cuğu doğurm uş olabilir, ancak psikaraliz adlı aynadan yansıyan bir Ölüm yoktur, ö lü m her şeyi belirleyen total, radikal bir ilke gibidir. Bu konuda baskı altında tutma ya d a libidinal bir ekonom iye ihtiyacı yoktur Birbiri peşi sıra ortaya çıkan oyalayıcı kuramsal açıklamalarla enerji he sapları umurunda bile değildir. Hatta bilinçaltını dışladığı bile söylenebilir ö lü m bütün bunları Eros'u oluşturm aya yönelik bir m akine, tüm diğerleri gibi bozup darmadağın ettiği pozitif bir yorum lam a makinesi olarak görmektedir. Bir karşı amaçlılık ilkesi, spekülatif açıdan radikal bir var sayım. m ctackonom ik. metapsişik, metaenerjetik, metnpsıkanalitık bir şey olan ölüm (içtepisij bilinçaltı ötesi bir yerlere aittir, ö lü m içtepisi psikanalizin elinden alınarak kendisine karşı kullanılmalıdır.
BATAILLE'IN ÖLÜM ANLAYIŞI
Psikanalizin ölüm e bakışı çok radikal göıünm ckle birlikle yin e dc bir eksiktik, yanı içtepisel zorlamanın yinelenm esi, inorganik sürekliliğin sonunda kavuşacağı bir denge dü-
şünccsi, yoğunluk vc farklılıklara en ah düzeye doğru g i den bir gerilem eyle son verilm esi, ölüm entropisi, içtepileri koruma. Nirvana eksikliğinden kaynaklanan bir denge d ü şüncesi üzerine oturtulm uş bir bakıştır. Bu kuramla eko nomi politik arasında kitr.i benzerlikler vardır. Multhusçu ekonom i politik gibi psikanalizin de amacı ölüm e karşı mücadele etmektir. Çünkü ekonom i politik varlığını bir eksiklik düşüncesine borçludur. Bir başka deyişle ölüm burada her türlü m uhasebe işleminin kendisinden kaça madığı bir kör nokta, çıkm az bir sokaktır. Değerlerin değiş tokuş edilmesi ve eşdeğerlikler oyunu ancak ölümden kurtulmakla mümkün olabilm ektedir, ölümün mikroskobik dozlarda enjeksiyonu, hemen anında, öylesine bir/azlaltğa, öylesine bir çelişkiye yol açacaktır ki, sonuç olarak değer oyununun tamamen çöktüğü görülecektir. Ekonomi politik bir ölüm ekonomisidir; çünkü kendisinden kaçmaya ça lıştığı ölümü, çektiği söylevin içine gömmektedir. Bunun tersini yapan ölüm içtepisıysc, aşılıp geçilm esi olanaksız bir amaç olan, ölüm e özgü bir söylevdir. Bu ters ancak tamamlayıcı bir söylevdir, zira nirvana (ölü değerin sonsu za dek sürebilecek birlktirim i ve yeniden-üreıimi| ekonomi politikse o zaman ölüm içtepisı de bu hakikat vc saçmalığı ifşa eden şeydir. Ancak bu işi sistemin terimlerini kulla narak vc ölüm e ideal bir içtepisi (nesnel amaç) görünümü vererek yapm aktadır Mevcut biçim iyle ölüm içtepisi gün cel sistemin cn radikal yadsınmasıdır. Ancak bunu yaptığı zaman bile ekonom i politiğe özgü kasvetli bir dûşgücûnü yansıtm aktan başka bir şey yapm am ış olmaktadır. Bataıllc, ölüm ü bir gerilim ayarlam ası vc denge işle vine sahip bir araç, içtepi ekonomisi olarak görm ek yerine tam tersine onu denetlenm esi olanaksız değiş tokuşlar, aşın bolluk vc fazlalık olarak kabul etmektedir. Her zaman bir fazlalık olarak görülen ölüm, ölüm den kopuk bir y a şam ın aksadığını kanıtlamanın yanı sıra, yaşam ın ancak ölüm ü içerdiği ve onunla değiş tokuş edilebildiği ölçüde var olabileceğini, aksi takdirde değerin süreksizliğine, öyleyse kaçınılm ası olanaksız bir iflasa m ahkûm olduğunu kanıt-
tomaktadır. “Yalnızca yaşam ın var olmasını istemek, ya l nızca ölüm ün var olmasını sağlamak dem ektir." ölüm ün yaşam ın yaptığı bir hatanın sonucu olmadığı, ölümün biz zat yaşam tarafından arzulandığı ve onu ortadan kaldırma gibi çılgınca (eksnomiye aıtj bir düşünce, ölüm ü yaşamın merkezine yerleştirmek anlamına gelmektedir. Ancak bu kez. ölüın iç karartıcı ve sonu olmayan bir hiçliğe bönse inektedir. Biyolojik açıdan: "Dünyanın yapay bir şekilde örgütlenm csinininsanyaşaınını uzatacağı gibi bir düşünce insana afakanlann basmasına neden olab ilir' {Erotizm).31 Ancak bu simgesel bir karabasana benzeyecektir: çünkü içinde yaşadığımız evrende karabasan sıradan bir olasılık tan çok her an karşı karşıya kaldığımız bir gerçeklik, yani ölümden (fazlalık, çelişki, bağış, kurban etme, harcama ve galeyan) ve bu d.ırumda gerçek yaşamdan yoksunluktur, ölüm den vazgeçiyor ve harcamak yerine biriktiriyoruz: Gerçekte arzu nesnemiz olaıı ölümü, sürdürdüğümüz ya şama ekliyoruz... Ölmek yerine kendimizi geliştiriyoruz. Lüks ve müsrifliğin işlevsel muhasebeye üstünlüğüyle ölü mün. üretim ve biriktirme adlı tek yönlü bir amaca sahip yaşam a üstünlüğü. insan yaşamını bir Inltüıı olarak kabul edersek, insanın canının, kuygılandıncı boyutlara varan bir müsriflik, hatta kaygılanmaya izin verilmeyecek bir aşamayı bile çekebile ceği «öylenebilir. Gerisi ahlakçı palavralardır.... İçimizdeki o durulmak bilmeyen kıpırdanma, ölümden bize zarar ver mesini istemektedir. ö lü m ve cinsellik Freud’dn olduğu eihl karşıt ilkeler şek linde çatışacaklarına aynı döngüde, süreklilik denilen aynı döngüse! devrim süreci içinde değiş tokuş edilmektedirler. Cinsellik karşılığında ödenmesi gereken “bedel* ölüm de ğildir. Karmaşık canlı varlıklar kuramının her bölümünde
13Bu eserin bir çeviriri için bkz. Erotizm, çcv. M. Mukadder Yakuboğlu. Ankara, 1993. |—ed. notu.)
karşımıza çıkan bir tür eşdeğerlik (tek hücreli canlı hem ölüm süz hem de bir cinsiyetten yoksundur). Uygarlık ve Hoşnutsuzluklan'nda olduğu gibi, cinsellik, ölümün gelişi güzel bir şekilde ayartılması anlamına gelmemektedir. Bir başka deyişle ölüm ve cinsellik karşılıklı enerji değiş tokuşunda bulunmakta ve birbirlerini yüceltmektedirler. Ne birinden ne de diğerinden vazgeçmek söî konusu değildir; bir başka deyişle, yaşam ve ölümü birbirlerinden ayırdı ğınız gün ekonominin denetimi altına girmektedirler. Bir aradayken ise birlikte ekonom inin ötesine geçmekte, yani şölen vc harcama düzenine ait olmaktadırlar (Bataille için bu erotizm, yanil “ö lü m v e cinsellik arasında hiçbir farkın bulunmaması* anlamına gelmektedir: Ölüm vc cinsellik doğanın sayısız cinli varlıkla birlikte kutladığı bir şölenin en çarpıcı anlarıdır. Her ikisi de sınır sız birer harcam a anlam ına geldiğindin, doğu her varlığa özgü bir nitelik olan yaşayıp gitme arzusunun tersi sayıla bilecek bir şekilde davranmaktadır.
Kıtlığın/yokluğun süreye dayalı çizgise! bir ekonomi an layışını dayattığı yerde şulen döngünün yinelenmesidir. Çünkü Frcud’un tekrarlardan oluşan ölüm adlı gerileme den başka bir çıkış önerm ediği bir yerde döngüse! devrim yaşam vc ölüm aracılığıyla yinelenmektedir. ö y ley se Bataille ölüm ü, ölçüsüzlük ve anti-ekonomi ilkesi üzerine oturan bir şey gibi görncktedır. Buradan yola çıkarak lüks metaforuna, ölümün şatafatlı karakteri ne ulaşılabilmektedir. Onun için yalnızca gösterişe yönelik vc yararsız harcamanın bir anlamı vardır, likonom inin bir anlam ı yoktur. Yaşama egemen bir yasaya dönüştürü len ekonomi bir kulıntıdan başka bir şeye benzemezken, zenginlik vc lüks bir şekilde değiş tokuş edilen ölüm, yani yatırım vc eşdeğerlikler dünyasından kaçarak yok edil mekten başka bir işe yaram ayan kurban etme ve “lanetli pay" anlamına gelmektedir. Yaşam her ne pa ha sına olursa olsun sürdürmek zorunda olduğtunuî bir gereksinimse, bu durumda, ölüm kendisine paha biçilmeyecek bir lüks
demektir. Yaşant:ıı değer ve yararlılık tarafından yönlen dirildiği bir sistemde, ölüm, yararsız bir lükse, tek olası alternatife dönüşmektedir. Bataille. bu şatafatlı cinsellik ve ölüm buluşmasını süreklilik, bunun karşıtı olarak gördüğü bireysel varoluş ekonomisiniyse süreksizlik olarak nitelendirmektedir. Amaçlılık süreksizlik düzenine aittir; çünkü amaçlılığı salgılayanlar ölümlü (süreksiz) varlıklardır. Salgıladıkları tüm amaçlılıklarsa sonunda tek bir amaçlılığa, yani kendi ölümlerini amaçlamaya dönüşmektedir. Dizler ölümlü (süreklilik taşımayan), anlaşılm ası olanaksız bir serüven yaşadıktan sonra lek başına ölüp giden ancak bu nrnda yitirmiş olduğumuz sürekliliğin hasretini çeken insanlarız.
Oysa ölümün bir amacı yoktur. Bireysel varlığın amaçlı lığının sorgulanmasına yol açmakladır. Erotizm’d e şöyle denmektedir: Bedense] erotizm, partnerlerden birinin vnrlığma tecavüz etmekten boşka bir anlam a sahip otabılir mi?. Normal konumda bir oyun partnerinden başka bir .şey olmayan dışa kapalı tekil varlığın yapısı erotik uygulamayla yok edilmekledir.
Bir iletişim, bir kimlik kaybı ve füzyona yol açtığı ölçüde erotik çıplaklık Öldürmeyle eşdeğerli bir şeydir. Eros, oluş turulmuş yapıların çözülmesinin yol açtığı büyüleyicilik dernektir; enerjileri birbirlerine bağlayan, onları her zaman dalın üst birimler halinde bir araya getiren Freud'un Eros anlayışının aksi bir yaklaşım. Eros konusunda olduğu gibi ölüm konusunda da söz konusu olan şey. sürekliliğin, elden geldiğince süreksizliğin içine yedirilebilmesidir; bir başka deyişle bu, totnl süreklilikle oynanan bir oyundur, işte bu anlamda "korkunun bizi içine ittiği bireysel sürek sizlikten kopuş olarak nitelendirilebilecek ölüm, kendini yaşamdan daha saygın bir hakikat olarak sunmaya çalış maktadır". Freud da farkında olmadan kesinlikle aynı şeyi
söylemekle birlikte söz konusu olan aynı ölüm kavram» değildir. Freııd, ölümü bizzat yaşama özgü bir eğilmenin so nucu olarak görememekten çok, yaşam» sınırlandıran her şeyin tersine döndürülmesiylc ölçüsüzlük vc korkuyu at layıp. ölümü nihai bir içtepi haline getirerek yaşama ait gecikmeli bir denkleme dönüştürmesidir. Tekrar başlığı a l tına yerleştirdiği ölümden kurtulmaya çalışarak, (galeyana gelmcyil coşmayı atlamasıdır, ö lü m bir ayrışma ya da bir gerileme değil, bir tersine çevirme vc simgesel bir meydan okumadır. Yaşadığını unutmuş vc taunların arzularım öngörüp anın da yerine getirmeye çalışan ölümlü insanlar, doğal olarak, bir kez kendi kendileriyle yüz yüze geldiklerinde kendile rini ölüme götüren en kısa yolu seçmektedirler. Kendine rağmen büyülendiği o belirsizliğin hasretiyle yanıp tutuşan çağlayan du. aynı şekilde, bir sarhoş gibi kayndaıı kovaya sıçrayarak, uysal denize ulaşmaya çalışmaktadır... Denge yitimi büyüleyici boyutlardadır. Halklar hep birlikte ölüm coşkusuyla yanıp tutuşmaktadırlar. (Yunanlılar zamanın d a K santhosla bir kent vardı| B rü tü sü n cömertliği onlan fena halde kızdırmıştı. Yangın başladığı sırada, bir yandan kenti kuşatırken bir yandan da onlara yardım eli uzatıyor d u Oysıı onlar askerlerini surların üzerinden aşağı atarak ateşi harlatıp, bundan keyif alıyorlardı Briitüs onlara elini uzattığı sırada korku ve coşkuyla kendilerinden geçmiş bir halde erkek ve kadınlar alevlerin ûzenne atlıyor, savaşın ortasına bırakılıvcrilcn y a da babalarının kalkanında ta şınan çucuklar ölüyorlardı. Bunu yapmaları için kendile rine meydan okumaya gerek kalmamıştı. Bu davranışın kökeni daha derinlerde yatmaktaydı Çok eskiden Pereler tarafından tuzağa düşürülm üş, köşeye sıkıştırılmış ataları da kenti yakmış vc sazlıklar arasından kaçıp kurtulmaya çalışmışlardı. Onlarla birlikte evleri ve tapmakları da alev ler tarafından yutularak göğe doğru savrulup gitmişlerdi Torunları b u olayı unutmamışlardı..
H&derlin ('Halkın Sesi*)
Y a ş a m ve ö lü m ü n d eğiş to k u ş ed ilm e sü recin de y a ş a m k a r şılığ ın d a ö den eb ilecek e n b ü y ü k m eblağın ö lü m o ld u ğ u n u iddia ed en ö n eri b ilim se l geçerliğim yitirm iş d u r u m d a d ır ; bilim in b u “h a k ik a t’ la ilgilenm esi so n su z a dek y a s a k la n m ıştır. B ataille erotizm k o n u s u n d a şöyle der: İk i s e v g ilin in b ir lik t e liğ i t u t k u n u n (ııû ı n ı y s c . b u b ir lik t e lik , ö l ü m e y a p ıla n b i r t ü r ç a ğ r ı, ö ld ü r m e y a d a İ n t ih a r e t m e a r z u s u o la r a k g ö r ü lm e k t e d ir ... m s n n ü r ı s ü r e k li o la r a k iç le r in e ç e k e r e k e m e n v c b ir a n la m d a o n la r ı ö lü m le ö z d e ş le ş t ir e n y n n k la r . d e lik le r , d ip s iz k u y u la r .
B u r a d a h e rh a n g i bir n e sn el ilişki, h erhan gi b ir y a s a y a d a d o ğa l z o ru n lu lu k ta n s ö z ed eb ilm ek olan ak sızdır. Lü k s vc ö lç ü s ü z lü k , bir a m a c a s a h ip o lam ayacak ları gib i vü cu t y a d a d ü n y a n ın h e s a b ın a d a geçırilcm ez.cr. ö l ü m için dc a y n ı şey geçerlid ir, b u m e y d a n o k u m a dü zen in e ait s im g e sel, gösterişli ö lü m biyolojik ö lü m ü n tersine h e rh an gi bir vü cu t y a d a d o ğ a y a ait değildir. S im geselle ge rçek y a d » bilim seli b irb irin e k arıştırm am a k gerekir. O y s a B ataille d a b u hatayı işlem ektedir: U cu za
Ü re tm e k
h a rca r, c ö m e rtç e
in s a n c a
b ir ş e y d ir , r ic g a
h e s a p la m a d a n
k u rb a n ed er.
tdcal b ir m ü s r if olan doğayı id ea l m u h a se b ecile r o la n e k o nom istlere k a rşı k u lla n m a k niye? L ü k s de ek onom iden d a h a “d o ğ a l" bir şey değildir. K u r b a n etm e ve k u r b a n etm e y o lu y la y a p ıla n h a rc a m a , g ü n d e lik y aşam ın b ir p a rç a s ı d e ğildir. B u y a n ılg ı B ataille'ııı y en id e n üretici cin se llik vc e ro tik h a rc a m a y ı b irb irin e k a rıştırm a s ın a n ccen o lm u ştu r: Y e n id e n - ü r e t im in y o l a ç t ığ ı ö lç ü s ü z lü k le ö lü m s ü z lü ğ ü
t ın la y a b ilm e k iç in
a d lı ö lç ü
h e r ik is in d e n d c y a r d ım
is te
m e k g e r e k iy o r .
O y sa y e n id e n -ü re tim m evcut haliyle tü r açısınd an ö lç ü s ü z bir şey d e ğild ir. Bireyin ö lü m ü n ü içerdiği z a m a n bile bu pozitif b ir ek o n o m i ve işlevsel b ir ö lü m şeklinde o lm a k t a d ır K u rb a n özelliğine s a h ip ö lü m se üretkenlik vc y eniden
üretkenliğin karşıtıdır. Butaille'ın dediği g;bı hedefi sü rek liliktir, nncak bv* bir yasam düzeni anlam ına gelen türün sürekliliği değildir. O ysa öznenin içinde kaybolup gittiği cinsellik ve ölüm adlı radikal süreklilik her zam an için bir düzenin ortadan kaybolm ası anlam ına gelm ektedir. Arzu nasıl gereksinim üstüne oturm uyorsa, bu radikal sü rekli lik de yeniden Üretim üstüne oturm am aktadır. Gösterişe yönelik harcam am ı» dn gereksinim leri hoşnut etm e gibi bir amacı yoktur; radikal süreklilik erotizm in biyolojik işlev selliğini yadsım aktadır. T ü re özgü yasada kurban etm enin, kurban etm e am açlı yok etine, oyun ve harcam anın sırla rını keşfetm eye çalışm ak bunları işlevselleştirm ek d em ek tir. Bu ikisi birbirinin devam ı değildir. Erotik ölçüsüzlükle cinsel ve yeniden üretici işlev arasında hiçbir ortak payda yoktur. Ö lüm deki sim gesel ölçüsüzlük ve bedenlerin biyo lojik yok oluşları arasında da hiçbir ortak payda yoktur.'1
Ununla her şe y i» bırbırin* kanşm n nl.ısdığı oldukça yüksektir, çünkü Alııın ve cinselliğin biyolojik açıdan karm aşık varlıklnrn ÖZRÜ organik b-.r ortak yazgıyı» sahip oldukları dü şü n ü lm ek tedir ki. b u n u n ölüm ve cinsellik arasındaki sim gesel ilişkiyle hiçbir benzerliğe sahip olmadığı söylenebilir. Birincisi genetik kodun yararlan arasında yer alırken İkincisi toplum sa) kodlar ya da yapı İsm im süreci ıçindr y er almaktadır. D a h a d oğru su İkincisinin biyolojik bir eşdeğerlisiyle hiçbir yerde karşılaşm ak m üm kün olmadığı gibi bir sayı ya da dille ifade rdebılm ek de olanaksızdır. O bir oyun bir m eydan okum a ve keyif almadır Birinciyle oyun oynayıp dalga geçmekledir. İkisi arasın d a, yani cinsellik/ölüm arasındaki ğ e rç rk v c simgesel ilişki, değiş tokuş kopukluğunu aşıp geçerek yaşam ın tam am ını kucaklayan top lum sal bir yazgıya dönüşmektedir. VVeissmann'a göre, som a (organizmayı yeniden üretm e yen hücrelerin tamnmıj ölüm cül bir şeyken dölleyici plazma ölüm süz bir şeydir. Tek hücreliler gücü! düzeyde ölüm süzken, ölüm farklılık arz eden çok hücrelilere özgü bir şeydir. O n lar için ölüm olası hatta rasyonel (bireyse) yaşam ın sınırsız süresi yararsız bir lükstür. Uataille için ölüm tam tersine 'irrasyonel* bir lükstür) bir şeydir, ö lü m canhlarm çok peç tarihlerde sahip olduktan bir şeydir. Canlı türler tarihinde cinsellikle aynı z a m an da ortaya çıkmıştır.
Burada dcğulcı ya dn biyolojik açıklamaların etkisi al tında kulan Bataille, yeni bir aşama gibi sunmaya çalıştığı bir tür süreksizlik eğiliminden söz etmektedir: “Yaşama/ sürüp gitme arzusu her canlıya özgü bir şeydir.* Sınırsız bir yoğun rnerjı tüketimi ve yok etme türünden bir zevke aşırı düşkünlükten ibaret doğaya karşı, ■‘insan’ kendini yasaklar aracılığıyla korumaya çalışmakta, kendisine d o ğadan geçen bu ölçüsüzlük ve ölüm içtepism e karşı tüm g ü c ü y le m ü c a d e le çim ektedir (oysa ou direniş hep geçi ci olmuştur, “insanlar şiddet ve ölüme karşı asla kesin bir şekilde hayır diyememişlerdir*). Böylelikle Bataıllc'da Ises Lımbcs du Paafique (Cuma ue^o öteki Ada. Türkçeçevinsı için ıkz. Mictıel Toumier, Cuma veya Pasifik Amfi, çev. Meli* Ecc. Ayrıntı, 1994 - cd. notu.) başlıklı metninde Toumier de keza şöyle demektedir: ‘Cinsellik ve ftlünı anısında çok ukı bir uyum vardır. .. Dölleme sırasında, zaten her zaman gizliden gizliye gerçekleştirilen, bireyin tür adına kurban edilmesi konu sunda ısrar ediyordu. Ona göre cinsellik, türün bireyde karşı laşılan canlı, tehdit edici ve ölümcül ifadesidir. Doğurmak, ysni kuşağın eski kuşağı masumane ancak acıması/ bir şekilde hiç liğe itmesine yol açmak demektir... Bu yüzden cinsleri birbirleri ne iten içgüdü ölüm içgüdüsünden başka bir şey olnmaz. Dcğa bu oyunu intanlardan gizlediğini sanmıştı, oysa bu apaçık, şef faf bir oyundur. Bu. görünüşe göre sevgililerin, kendini kurban etme konutunda akla gelebilecek en çılgınca şeyleri vapiıkUrı bir sırada, egoistçe bir zevk almayı sürdürdükleri bir oyaındur." Doğru bir masal olmakla birlikte ölüm ve biyolojik cinsellik ma sındaki bağıntıyı kanıtlamaktan başka bir işe yaramıyor. ÖJCm adlı kararname aslında cinsellikle aynı arıda ortaya çıkmıştır; çunKu cinsellik işlevsel bir bölümleme İçerdiğinden doğaldan baskı altınn alma düzenine havale edilmiştir. Oysa bu işlevsel bölümleme Çtepı düzenine değil, ftyıîumsrı.'u ait bir şeydir. Ketdişiyle belli bir toplumsal ilişki biçiminde karşılaşılmaktad r. Vahşiler, ctrselliğı, bizim yaptığımız gibi özcrklcştimıcmektrdirler. Onlar lintaillc’ın betimlemesine daha yakındırlar: “füzyen yoluyla yeni bir an lam/görü nüm kazıman organlar oyunu uca insan kcr.d:n|i]dcn geçmektedir/ kaybetmektedir Bu yüzden hem VVeissrrann'dan yana lıcm de ona karşı olmak yani: C/üv (vc cinsellik) çok geç tarihlerde toplum ve insanın mülkiyetine g? çtnlmiştir* (F.mrız'Mİ demek gerekiyor.
harcamanın (bir müsriflik modeli olarak doğa) doğal bir Tanımıyla birlikle en az onun kadar lözsel ve ontolojik bir tanıma sahip ekonomi (özne sahip olduğu konumu ko rumak ister, ama ona bu temel arzuyu yaşatan nedir?) özerine oturtulan, ilk başlangıçtaki kurban etme ve ölüm coşkusunun Hıristiyanlık ve sapıklığın** sunduğu çekici şeyler sayesinde giderek ortadan kaybolduğu, bir tür öznel yasak ve yasak çiğneme diyalektiği üretmiştir, ön em li bir metafizik değişiklik UnrşısmHn. ölümün, ekonomik örgüt lenmeye meydan okumasının anlamını yitirdiği, süreklilik ve süreksizlik üstüne oturtulmuş bir tür nesnel diyalektik oluşmuştur. Bununla birlikte ölçüsüzlük ve lüks üstüne oturtul-
** Bataillc'ın "ölçüsüzlük" Üzerine oturtmuş olduğu b u bakış sık sık yasak çiğneme tuzağına düşmektedir. Temelde Hıristiyan olmakla birlikte (güncel psikanaliz ve şölenle rahatlama üzeri ne oturtulmuş tüm •özgürlükçü* ideolojiler tarafından paylaşı lan) bir yasak vc yatak çiğneme diyalektiği ya da bunlar üze rine oturtulmuş bir mistik düşünce. Şöleni bir yasak çiğneme es'ciıtjine dönüştürdük; çünkü bizim kültürüm üzün temelini yasaklar oluşturmaktadır. B u şölen fikrini belirleyen şey de baskı altında tutmadır. Böylelikle onu. yasağı ön plana çıkar mak ve toplumsal düzeni güçlcndirmcklc suçlamak mümkün olmaktadır Çizgi (/I şeklinde oluşturduğumuz bir engelin öte sini ve bensini düşlemekten aciz olduğumuz için, ilkel şöleni de aynı türden bir çözümlemeyle onurlandırmaktayız! Bütün bunların kökenindi kesintisiz bir çizgi şeklinde sürüp gelen düzenimizin temel şeması (bizim kültürümüzü yönlendiren "doğııı biçim*' d a m a b'.r sun vc «mtnnrao düşüncesine dayalı dır) yet almaktadır. Kurban töreni gibi ilkel şölen de bir yasak çiğneme olayı değil bir tersine çevirme, döngü sel bir devrimdir. Yasak çizgisine/engeline gerçekten son verebilen tek biçimdir Bunun tersi olan yasak çiğneme vu da baskı altına alınmış enerjilerin “Özgûıieşürilmesı'nc ait düzendey se ulaşılan sonuç yasağın zorla tekrarlanmasıdır, öyleyse ölçüsüzlük yalnızca tersine çevrilebilirlik ve döngüyü kapsamaktadır, burada yasak çiğneme yoktur. "Ekonomik düzende her türlü üretim yenidenÜretimden başka bir şey değildir. Simgesel düzendeyse her tür lü ycniden-tlnetı.-nürec.m anlamına gelmektedir ’
muş Bataille'm ölüm anlayışında, psıkanalitik yaklaşım la. psikanalize özgü bireysel ve psişik devinimin cimden kurtarılabilccek bir şevler kalmıştır. Söz konusu olan şey ekonominin ayarının temelinden bozularak, nesnel bir ekonomi politik aynasıyla birlikte; baskı altında tutma, bilinçaltı ve libidinal ekonomiyle ilgili her şeyi tersinden yansıtan aynayı da parçalayabılmc şansıdır. Bu kınlıp da ğılmış ayna parçalarının ötesinde, öleceği sıradıı aynada yeniden kendi yansım asıyla karşılaşan Praylı Öğrencide olduğu gibi, bugün bizi bekleyen başka şeyler, yani vücut, varlık ve zenginliklerin inanılmaz bir şekilde harcanıp git mesi demlen şey vardır ki, bu durumu öngören cıı güzel açıklama Balaılle'daki ölüm figürüdür.
NEREYE BAKSAM KENDİ OLÜMÜ/MU GÖRÜYORUM NEREYE 8AKSAM ÖLÜM BENİ DÜŞLÜYOR
Dürcnll Ölüm ■Biyolojik Ölilm Biyolojik ölümü ters yü z edebilme olanaksızlığıyla bu ölü me özgü nesnellik ve düzen anlayışı modern bir bilimsel ol gudur. Bu, bizim kültürümüze özgü bir şeydir. Tüm diğer kültürler ölüm öncesi bir ölümle yaşam sonrası yaşamın var olduğunu ve ölümü yaşam dan ayırabilmenin olanaksız olduğunu düşünmektedirler. Ölüm teriminin ynşııııu ya da yaşam teriminin zorunlu olarak ölümü içerdiğini varsayan düşünceye, kesinlikle belirsiz bir yaşam ve ölüm düşün cesiyle karşı çıkmak ve simgesel düzende bunların özerk leştirilmesinin mümkün olmadığını söylemek gerekmekte dir. Bu düzende ölüm bir müddetin sonu değil, yaşamın bir parçası |ıınance) ya da yaşam , ölümün bir parçasıdır. Oysa bizinı modern Ölüm anlayışım ız bambaşka bir dü şünce sistemi tarafından yönetilmektedir Bu düşünceye göre bir makine ya çalışır ya da çalışmaz. Keza biyolojik makine ya ölüdür ya da canlı. Simgesel düzendeyse böyle soyut bir kodlama yoktur. Hatta biyoloji insanın doğduğu andan itibaren ölmeye başladığını kabul etmekte, ancak
bu tanımlamayı yine dc işlevsel” bir çerçeve içine oturt maktadır. Yaşamın ölüme eklemlenmiş vc yaşamla değiş tokuş edilebilen bir şey. yaşamın doruk noktası olduğunu söylemekse bambaşka bir şeydir O hakle yaşamın ölümle sonuçlanan bir sürece dönüştürülmesi saçma bir şeydir. Ölümü bir kayıp ya
Her nıı kimlik değiştiren özneyi Tanrı bile unutmaktadır. Bunun biyolojik ölümle hiçbir ilişkisi yoktur. Biyokimya
15Bilim açısından ölümün teknik anlamda giderek belirsizleşmesi ilginç bir hal atıyor örneğin kulp durması, sonra yatay clektroansefalogram. s o n r a ... dalıa nc olsun’ B u nesnel gelişme ötesi bir şeydir bir başka deyişle bilimin lam merkezinden, ölüm ko nusunda simgesel
b ir
bellisizlik. kararsızlık yayılmaktadır.
kutbunda cinsellikten yoksun tek hücreliler Ölümün var lığından habersiz bir şekilde bölünüp çoğalmaktadırlar (genetik kod
kartezyen metafizik dürünce gibi ruh ve beden aynmı üs tüne oturtulmuş olmakla birlikte artık bundan söz etm e mektedir. Artık ruhtan söz edilmemektedir; çünkü bu kav ram ideal bir ilke olarak bilimsel ahlak disipliniyle gerçek ve dünya üstünde gerçekleştirilen yasal bir teknik işlem sayesinde “nesnel" materyalist ilkeleri de kapsamaya baş lamıştır. Ortaçağda ruhtan söz edenler “bedenin göster gelerini", teknik ve aksiyomlarıyla birlikte toplan "beden olmayan" tarafına geçen biyoloji biliminden daha iyi açık lıyorlardı (Octavıo Paz, Conjorıctions et Disjonctions).
Kaza vo Felaket
Modern ve burjuvaziye özgü akılcılıkta ölüm konusunda bir paradoks vardır, ölüm ü, kutsallıkla ilişkisi olmayan, doğal ve tersine çevrilmesi olanaksız b ir şey olarak görmek tam bir "Aydınlanma" dönemi davranışıdır. Oysa bu dü şünce burjuva akılcılığının ilkeleriyle tam bir çelişki için dedir: bireysel değerler, sınır tanımayan bilimsel gelişme, her alanda egemenlik altına alınan doğa “ Doğal bir olgu’ ya dönüştürülerek etkisiz kılınan ölüm giderek büyüyen bir skandafa benzemektedir. Octnvio Paz, kendi Kaza kura mında (Con/om-ftons et Disjonaions). bu olayı çok güzel bir şekilde çözümlemiştir: Salgın hastalıkların üstesinden gelen modern bilim bize diğer doğul felaketler konusunda d a inanılır açıklamalar sunmuştur. Bu açıklamalara göre doğa bizim suçluluk duygumuzun emanetçiliğinden vazgeçtiği bir sırada. tek nik kaza kavramını yayıp, genişleterek onu inmamen farklı bir şeye dönüştürmüştür... Gündelik yaşamımızın bir par çası haline gelen Kaza udlı hayalet bizi uykusuz bırakan bir saplantıya dönüşmüştür... Fizikteki belirsizlik ilkesi ve Gödcl'ın mantıksal kanıtı tarihteki Kazanın eşdeğerlisidir... Aksıyomatık ve belirleyici sistemler tutarlılıklarını yitirin ce. ortaya kapatılması olanaksız bir uçurum çıkmıştır. Bu uçurum bir gerçeklikten çok sistemsel bir özellik ve siste me ait bir şeydir. Kaza bize özgü politik düzenlere ait bir hastalık ya da istisnai bir olay değildir. Bizim uygarlığımıza
ait düzeltilebilecek türden bir hata da değildir Kaza; bi zim bilim, politika ve ahlak anlayışımızın doğal bir sonu cudur Koza bize özrü Gelişme düşüncesinin bir parçası dır . Kaza, zorunluluk adlı bir paradoksa dönüşmüştür, bit başka deyişle, kaza, kendisinden kaçınılması olanaksız bit zorunluluk olup, özgiırlÜRÜn belirsizliğine sahiptir Ma teryalist bir bilime dönüştürülen herlen olmayım Iruhundan ayrılmış beden mı| şeyse terörün eşanlamlısıdır Koza, taptığımız aklın niteliklerinden biridir . Hıristiyan ahlak, baskı yapma gücünü akla devredince, bu insanüstü güç dc ahlâkın: yitirmiştir. Hu olay Azicklcrdrki korkunun geri dönüşüne benzemekte birlikte herhangi bir kehanet niteliği taşımadığı gibi ilahi bir özellik dc taşımamaktadır. Hu akıl yürütmeye inanmak gerekirse felaketin sıradan ve saçma bir şeye dönüşmesinin ncdcıu. Kazanın, kazadan başka bir şey olamamasıdır. Normalleşmeye çalışan bir toplum ortaya nasıl deliler ve anormallerin çıkmasına yol açtıysa, doğanın, derinleş meye çalışan bir akıl tarafından tekniğin denetimi altına alınmasıyla “organik doğanın" akılsızlığı denilen şey de felaket ve bozukluklara yol açmıştır Bu tahammül edil mesi olanaksız bir akıldışılıktır zira kendi başına buyruk olmaya çalışan akıl elinden kaçırdıklarını düşünemez hale gelmiştir. Bu akıldışılığı çözebilmek olanaksızdır; çünkü bize Özgü bir kurban etm e ya da uzlaşma ritüclınc sahip değiliz, ö lü m gibi kaza da saçma bir şeydir Bu bir scıbotajdır. Yorulmak bilmeyen kurnaz bir şeytan bu güzel ma kineyi bozmaya çalışmakladır. Kendinden önce gelenlerin hiçbirine benzemeyen bu rasyonalist kfıltür dc kolektif bir paranoyaya yakalanmıştır. En ufak bir kaza, en ufak bir düzensizlik, en ufak bir felaket, bir deprem, çöken bir ev, kötü havanın bir sorumlusu olması gerekmektedir. Bütün bunlar birer suikast girişimi gibi algılanmaktadırlar. Keza sabotaj, terörizm ve hırsızlık olaylarının sayısında görü len artışın tıpkı diğerleri gibi yorumlanması da oldukça ilgi çekicidir Kaza mı değil mi? Buna kim karar verecektir? Bunun bir önemi yoktur; çünkü Octavio Poz'in çözümle diği Kaza kategorisi Suikast kategorisinin içine karışarak
ortadan kaybolmuştur. Rasyonel bir sistemde bu doğal bir şeydir, bir başka deyişle rastlantı insan iradesinin elleri ne bırakılamaz, öyleyse her türlü düzensizlik bir kötülük gibi -y a da politik açıdan toplumsal düzene’* bir saklın şeklinde- yorumlanabilir. Üstelik bu doğrudur Kumlu düzen için doğal bir felaket tehlike demektedir. Yalnızca gerçek bir düzensizliğe yol açtığı için değil. |>olıtik olan da dahil olmak Üzere, başına buyruk her türlü “rasyonelliği" al aşağı ettiği için Tıpkı Nikaragua'daki depremin yol açtı ğı sıkıyönetim, felaket yerlerine gelen güvenlik güçleri gibi (Ermcnonville'dc düşen D C -10 ıçııı seferber edilen güvenlik güçlen miktar» bir gösteri için seferber edilenden çok dalın fazladır). Zira hiç kimse kaza ya da felaketin tctiklcyccegi “ölüm içtepisinin* olayı hangi boyutlara ulaştırabileceğini ve bu arada politik düzene karşı bir olaya dönüşüp dör.üşeıncycceğinı bilememektedir. Tamamen akılcı bir sistem ve bu sisteme özgü mantı ğın doğal bir sonucu olarak, her türlü olay ve özellikle
felaketi, kazayı, suikastı giderek daha büyüleyici bir hale getirmektedir. Bir başka deyişle bunun adı, aklın peşine takılarak, kendi koymuş olduğu norm ve ayrıcalıklardan, evrensel düzeyde bir intikam alma umududur.
'■Doğal" Ölüm
Biyolojik ölüm tanımı ve mantıksal aklın iradesine uyan ideal ve standart ölüm biçimi “doğal" ölümdür. Bu, •‘yaşa mın sonunda ortaya çıkan" “normal" bir ölümdür. Bu kav ram yaşamın sınırlarının genişletilmesiyle ortaya çıkmış olup, bir biriktirme sürecine dönüştürülen yaşamda bilim ve teknik bu niceliksel strateji içindeki yerlerini almışlar dır. Bilim ve tekniğin amacı, insanları mümkün olduğunca uzun bir süre yaşatmak değildir. Bir muammaya benze yen simgesel ölüme son verilmesiyle birlikte yaşamdan, sermayeleştniş-yaşarn (niceliksel değerlendirmeye) süreci ne geçişte ortaya, yaşamın uzatılmasını içeren biyomedikal bir bilim ve teknik çıkmıştır. ö yleyse doğal ölüm “şeylerin düzenine* uygun bir ölüm düşüncesinin kabul edilmesinden çok, ölümün sis tematik bir şekilde yadsınması anlamına gelmektedir. Do ğal ölüm bilim tarafından doğrulanan ve kendisine bunu yok etme görevi verile t şeydir. Bu ölümün açıkça, evcilleş tirilmemiş doğa konusunda olduğu gibi (Batılı “doğa' kav ramı her zaman için baskı altına alınmış ve evcilleştirilmiş bir doğa anlamına sa liptir) insanlık dışı, akıl dışı, saçma bir şey okluğu anlanm a gelmektedir. İyi Ölüm, mağlubiye ti kabul eden ve yasaya uyandır, bir başka deyişle doğal ölüm budur. Herkes kendi doğal “sermayesinden" sonuna kadar yararlanabilmen; yaşantısının “sonuna kadar* şiddet ve erken ölümden uzak bir şekilde, bu sermayenin tadını çıkarma hakkına sahip olmalıdır. Sanki herkesin hazır basılmış küçük bir ytşam şeması, “normal sûre yaşama um udu', kısaca sank “yaşamla yapılmış bir sözleşmesi* varmış gibi. Zaten toplumsal düzeyde bu yaklaşım doğal
ölümü dc kapsayan bir yaşam kalitesi talebine yol açm ak tadır. Yeni toplumsal sözleşmeye göre tüm toplum, bilimi ve tekniğiyle birlikte her bireyin3 ölümünden kolektif bir şekilde sorumlu olmaktadır. Ücret artışı ve niceliksel ta leplere benzeyen bu talep mevcut düzenin sorgulanmasına yol açabilir, bir başka deyişle nasıl emek gücünün hakkı nın verilmesi isteniyorsa, bu da insanların hak ettiklerini düşündükleri bir yaşam süresi talebi olarak görülebilir. Aslında bu hak da tıpkı tüm d iğci teri gibi baskıcı bir yar gılama düzenini gizlemeye yöneliktir. Herkes bu hakka sahip olmalı, ancak yine herkes doğal bir şekilde ölmekle yükümlü olmalıdır. Zira doğal Ölüm ekonomi politik siste mine özgü bir ölüın biçimi, zorunlu ölüm tipidir. Üretim güçlerini en üst düzeye çıkaran sistem oluruk (el emeğinin “aşırı yaygın" olduğu bir sistemde kölelerin doğal bir şekilde ölme hakları olamaz, onlar çalışırken gcbermclidir). Çok daha önemli bir şey varsa, o da herkes kendi haya tını yaşonıa hakkına sahip olmalıdır ihabeus corpus-habeas Bu ise toplumsal yargılama düzenini ölüm alanı na taşımak demektir. Her şey gibi ölüm dc toplumsallaş tırılmış. yani doğal ölümden başka bir şey olma şansını yitirmiştir; zira tüm diğer ölüm biçimleri birer toplumsal skandal olarak kabul edilmekte, yani yapılması gerekenin yapılmadığı düşünülmektedir. Toplumsal gelişme mi de diniz? Hayır, bu bir toplumsal gelişme değil toplumsalın ölüınü de kapsuyaenk şekilde genişletilmesi demektedir. Her
3’ Z i r a g ü n ü m ü z d e b u s ö z l e ş m e ü r ü n ü z o r u n l u l u k t o p l u m s a l s ü r e c in b ir p a r ç a s ıd ır . E s k id e n u z u n y a ş a m a s ö z le ş m e s iy le z e n g in lik
ve
k e y if a lm a
s ö z le ş m e s i Ş e y t a n 'la im z a la n ır d ı. B u g ü n
d e s ö z le ş m e v e u ı z a k k o n u s u n d a d e ğ iş e n b ir ş e y y o k t u r , y a n ı Ş ıy t a n h e r z a m a n k a z a n m a k ta d ır .
Doğal ölüm ilkesi kısaca” yaşamı etkisizleştirmek demek tir. Ölüm karşısındaki eşitlik sorunu konusunda da benzer bir durum söz konusudur, bir başka deyişle, demokrasi ve eşdeğerlik yasasına uydurulabilmesı için yaşamın nicele [Öyleyse ölümün de hiçliğe) indirgenmesi gerekmektedir.
YAŞLILIK VE ÜÇÜNCÜ YAŞ KUŞAĞI
Bilimin ölüm alanında kazandığı zafer burada da sistemin rasyonel yapısıyla çelişkiye düşmekte, bir başka deyişle üçüncü yaş kuşağı toplumsal yönelim açısından muaz zam bir ölü yatırım haline gelmektedir. Toplumsal servetin bir kısmı [para ve ahlaki değerler olarak) kendisine her hangi bir anlam yüklenmesi söz konusu olmayan bir alana gömülmektedir. Böylelikle nüfusun Üçte birlik kesmi eko nomik açıdan parazit konumuna düşmekte ve toplumdan soyutlanmaktadır. ölüm ün fethettiği alanlar toplumsal bir çölü andırmaktadır. Yakın bir geçmişte kolonizc edilen modern dünyanın yaşlı insanlarının, bu toplum üzerin de, eskiden kolonize edilm iş yerli halkların yaşlıları kadar büyük bir ağırlığa sahip olduğu söylenebilir. Üçüncü Yaş kuşağı bir tür Üçüncü Dünyadır. Üçüncü Yaş kuşağı yaşamın marjinal, neredeyse asos yal, somut hır dilimidir, ölü m öncesi bir getto, bir temdit, koruma altına alınmış bir alan; yaşlılığın tasfiyesi dem ek tir. Canlılar daha uzun süre yaşayıp, "ölüm 'dcn çaldıkça simgesel değerlerini yitirmektedirler. Sürekli ertelenen bir
■'* Bu olay emek gücünün maksimum düzeyde sömürülmeğinden daha önemli bir şeydir. Yaşlılar konusunda bu duı uın bütün çıplaklığıyla ortaya çıkmaktadır: çünkü yaşlıları sömürebilmek mümkün değildir. Yaşamalarına müsaade edildiği zaman yapı lan m asraf toplumun hesabına geçirilmektedir. Yaşamaya zor kom alarının nedeni biriktirilmiş yasamın (harcanmış yaşamın karşıtı) canlı örneği olmalnndır. Toplum onları yaşamın kulla nım değeri, biriktirme vc tasarruf modeli olarak koruma altında tutmaktadır. Bizim tophimumıızda artık herhangi bir simgesel varlık gösterememelerinin nedeni işte budur
ölüme mahkûmiyet yüzünden bu yaş grubu statü ve ayrı calıkların) yitirmektedir. Başka toplumsal yapılanmalarda grubun simgesel merkezini teşkil eden gerçek anlamda bir yaşlılık vardır. Atalar sayesinde kusursuz bir konuma ka vuşan yaşlı insanın statüsü sahip olunabilecek en prestijli statüdür. Günümüzdeki gibi muhasebesi yapılabilen, de ğiş tokuş edilemeyen ve biriktirilerek “emeklilik hakkı ka zanılan” yıllar yerine ilkel toplumlardaki 'yıllar" otoriteyle iktidarla değiş tokuş edilebilen gerçek bir servettir. Yaşam süresi umudunun artması sonuç itibarıyla yaşlılara karşı bir ayrımcılık politikasının güdülmesinden başka bir işe yaramamıştır. Zaten bu d a ölüme karşı güdülen ayrım cı lığın doğal bir sonucudur. “Toplum sal' bu konuda da iyi çalışmış ve yaşlılığı (gazetelerde bu başlık altında işlenen bölümler vardır tıpkı göçmenler ve çocuk aldırma konulan gibi) “ toplumsal” bir alana dönüştürmüştür. Toplumsal, yaşamın yaşlılarla ilgili alanını, onları kendi içlerine ka patacak bir şekilde toplumsallaştırmışım “ Herkese uyan" doğal öfıioı adı altında, zamunımlun önce gelen toplumsal bir ölüm ürcimiştir. Çünkü uygar insanın bireysel yaşamı gelişme ve sonsuz luk düşüncesi tarafından emilmiş olup; içkinteşen duyu larımız böyle bir yaşamın sonsuza dek sürüp gidebilece ğini söylemektedir. Gerçekten de gelişme üzerine kurulu bir yaşam da her zaman yeni bir gelişmeyle karşılaşma olasılığı vardır, ölen insanların hiçbin gelişmenin en son aşam asına tanık olamnmaktadır, çünkü gelişmenin sonu yoktur. Eski çağlarda İbrahim ya da köylüler doya doya yaşadıkları bir yaşam sonunda yaşlanıp ölmekteydiler; çünkü yaşamlarını organik bir yaşam döngüsü belirle mekleydi. Bu yaşam biçimiyse ölme zamanı gelene kadar onlnnı salr.p olmaları gereken tüm bilgileri sunan ve git meden önce çözmek isteyebilecekleri hiçbir soru bırak mayan bir yaşam biçimiydi. Yaşamış oldukları yaşamdan hoşnut olduklarım söyleyebilirlerdi. Oysa düşünce, bilgi ve sorunlar açısından giderek zenginleşen uygar insan git meden önce kendini yorgun hissedebilmekle ve yaşamış olduğu yaşamdan hoşnut olmadığım söyleyebilmektedir...
İşte b u yüzden onlar için ölüm anlamsız b:r şeydir Z a ten uygar insanın sürdürdüğü bu yaşantı da anlamsızdır; çünkü anlamdım yoksun bir sürekli gelişme olgusu üzeri ne oturtulm uj ».-ışnm da anlamsız bir olaydır. (Mııx Weber; Bilgin i-e Politika"1]
DOĞAL ÖLÜM VE KURBAN EDİLME ŞEKLİNDE ÖLÜM Yaşlılık sonucu beklenen, öngörülen, «aile içinde (evde) ölüm olayıyla -H z. İbrahim'den, büyük babalarımıza ka dar geleneksel topluluk için anlamı olan tek ölüm biçimiy le- neden günümüzde karşılaşmıyoruz? Günümüzde eski anlamım yitiren bu ölüm biçimi neredeyse gülünç bir şeye dönüşmüştür. En abından toplumsal açıdan anlamsız bir şeye dönüşmüştür. Zskiden cemaat tarafından saçma bir ölüm biçimi olarak görülen şiddetin yol «açtığı, kaza sonu cu, rastlantısal bir dJüm (bizim için intihar nasıl bir anla ma sahipse, onlar için de bu ölüm biçimleri aynı anlama sahipti) tam tersine bizim için bir süreklilik arz eden yaşa mı sona erdiren, düş gücünü etkileyen tek Ölüm biçimdir. Bir kez daha Octavio Paz'ın <1ediği gibi bizim kültürümüz bir Kaza kültürüdür. İletişim araçları ölümü iğrenç bir şekilde sömürüyor lar mı? Hayırf Bu araçlar herhangi bir nı t niyet ya da çıkar gözetmeden, herkes için Önemli sayılabilecek yegâne olay olan ölümü şu ya da bu şekilde devreye sokmaktan başka bir şey yapmıyorlar. Bu anlamda en iğrenç iletişim araç larının aynı zamanda en nesnel iletişim araçları oldukları söylenebilir. Burada ia olayın baskı altında tutulan birey sel içtepiler, bilinçsiz sadızım vb. terimlerle yorumlanması gayri ciddi ve öncmoız bir şeydir, zira burada söz konusu olan şey kolektif bir tutkudur. Şiddet ya da felaketin yol açtığı bir ölüm, iğren; iletişim araçları tarafından gûdûmlcncn bireysel bilinçaltını hoşnut edememektedir (zaten bu tür ölümler ahlaki düzeyde tokiyyc yapan ikincil bir bakış ” B u eserin Türkçe çevirisi için bkz Sosyoloji Yazılan, çcv. Tııhn Parla, İletişim. 2000, y 214-215. (— cd nota.)
açısı tarafından değerlendirilmektedir). Bu tür ölümlerin insanları derinlemesine etkilemesinin nedeni ölümün şu ya da bu şekilde değişip dönüştürdüğü grubun kendine yönelik tutkusunu ortaya koyması ve şu ya da bu şekilde ona kendi kendisiyle barışma olanağı sağlamasıdır. •'Doğal'- ölümün anlamını yitirmesinin nedeni, grubun bu ölüm şeklinde herhangi bir etki ya da öneme sahip ol mamasıdır Bu sıradan bir ölümdür; çünkü sıradan bir bireysel özne, sıradan bir aile hücresiyle ilintilidir. Çünkü kolektif bir yas ve neşe kaynağı olma özelliğim yitirmiştir. Herkes kendi ölülerini gömmektedir. Oysa ilkellerde "d o ğal’ ölüm diye bir şey yoktur, bir başka deyişle, her tür ölüm toplumsal, kamusal, kolektif olup her zaman için grup tarafından emilip yok edilmesi gereken karşıt/kötü bir iradenin ürünüdür (burada biyolojiye yer yoktur|. Bu emilme olayı şölenler ve ritler aracılığıyla gcrçcklcştirilmektedir. Şölen irade değiş tokuşudur Işölcnin biyolojik bir olayı nasıl emebileceğim anlayabilmek oldukça zordur). Ölünün baş ucunda kötü güçler ve kefaret ödeme ritleri değiş tokuş edilmektedirler, ölü m le alay edilmekte ve sim gesel bir şekilde ele geçirilmeye çalışılmaktadır. Burada ölü belli bir statüye sahip olurken, grup da bir partner kazanmış olmaktadır Bizdeki ölüyse defolup giden birine benzemektedir. Artık değiş tokuş edebileceği hiçbir şeyi olmayan biri. Bu insan daha ölmeden bir kalıntıya dönüşmüş gibidir. Biriktirilen bir yaşamın sonunda insan genel toplamdan düşülmekte, yani ekonomik bir işleme tabi tutulmaktadır. Bir tasvire dönüşemediğinden olsa olsa canlılara, ölüler karşısında üstünlük sağlayan bir tür mazeret görevi yapıııuklaUu. Tek boyutlu, dümdüz bir biyolojik parkurum sonu, bir borcun ödenmesi, yani "ruhun", havası alınmış bir araba lastiği gibi iade edilmesine benzeyen bir ölüm. Ne bayağılık! Grubun iradesine boyun eğerek yeniden doğmak gibi tutku da kurban edilmeye benzeyen ani bir ölüm olayı na sığınmaktadır. Bu ölümün kaza, cinayet ya da felaket sonucunda gerçekleşmesinin bir önemi yoktur. “Doğal'
mantığın elinden kaçabildiği, doğaya karşı bir meydan okumaya dönüştüğü andan itibaren, ölüm, yemden gruba özgü bir olay haline gelerek, kolektif ve simgesel bir karşı lık verilmesini zorunlu kılmaktadır, özetle aynı zamandu kurban etm e tutkusu anlamına gelen (imgelerden oluşan ölüm manzaraları) bir ya/Myltk tutkusuna yol açmaktadır. Doğa basit vc anlamsız bir şey olduğundan bir Ölü “doğaya iade edilmek yerine*, katı sözleşmese! rıtlere uygun bir şe kilde değiş tokuş edilmelidir. Böylelikle onun, yani ölünün enerjisi, ‘ doğal* bir artık olmak yerine, yansıtıldığı grup tarafından emilip harcanabilmcktcdır. ölü yü vc sevdikle rinin arasından ayrılmasıyla ortaya çıkan enerjiyi etkin bir şekilde emebilme fitinden yoksun olan bizim gibi bir top lum için geriye kurban etme fantazmıyla ölümün yol açtığı şiddet dolu görüntülerden başka bir olasılık kalmamakta dır. Buradan yola çıkarak trafik kazası sonucu bir ölümün yol açtığı yoğun vc derin bir Arotetoı/hoşnutluktan söz ede bilmek mümkündür, ölüm cül bir kazadaki büyüleyiciliğin nedeni buradaki ölülerin görüntüleri, yani yapaylıktır. Bu teknik, yani doğal olmayan vc öyleyse (muhtemelen kur ban tarafından) istenen bir şeydir, öyleyse yeniden ilginç hale gelen bir şeydir, zira istenen/arzulanan ölümün bir anlamı vardır Kurban olayında olduğu gibi bu görüntüle rin oluşturduğu yapay Ölüm insanın düş gücünde estetik bir yansımaya vc sonuç olarak bundan bir keyif alınması na yol açmaktadır. Burada “estetik* bizim gibi tefekküre mahküın edilenler için geçerli bir sözcüktür. İlkeller için kurban etme töreni “estetik* bir şey değildir. Bu tören her zaman için doğal vc biyolojik süreğenliğin bir yadsınması, öğreti düzeninin olaya bir müdahalesi, toplumsal bir şe kilde düzenlenen ve denetlenen bir şiddettir. Bizler bu tür den doğal olmayan bir şiddet olayıyla ancak rastlantısal bir kaza ya da felaket olayında karşılaşabiliyoruz. Bizler bunları büyük bir öncıne sahip simgesel toplu m sa l olaylar, kurban törenlerinin benzeri şeyler gibi kabul ediyoruz. So nuç olarak Kaza yalnızca resmi akıl için saçma, yani kaza ürünü bir olaydır. Oysa kendisinden asla kaçamadığımız simgesel zorunluluk doğrultusunda kaza her zaman için
başka anlamlara sahip olmuştur. Rehine alma olayında da benzer bir senaryoyla kar şılaşılmaktadır. Herkes aynı anda mahkûm edildiğinden, olay, derin bir korku ve neşelenmeye yol açmaktadır. Şu sıralar toplumsal duyarsızlık nedeniyle çökmekte olan politika dünyasında yaşamsal öneme sahip politik ritûelIcrden birine dönüşmek üzeredir Simgesel anlamda, re hine. doğul ölüme oranla daha sık karşılaşılan otomobil kazalarından yüz kat daha l>crckctli bir olaydır. Burada bir tür kurban töreni yapma zamanına sahip olunmakta, bir kurban ritüeli gcrçeklcştırilmckte ve her an yaşana bilecek ölüm olayı kolektif bir şekilde beklenmeye başla nılmaktadır. Bu kesinlikle hak edilmemiş, öyleyse tama men yapay, öyleyse kurban etme açısından kusursuz ve genelde kurban edilenin, "suçlunun" yaptığı işin bedelini ölümle ödemeyi kabul etliği bir olaydır ki. bunun simgesel değiş tokuş kurallarına uygun bir şey olduğu ve bu kurala ekonomik düzene ait olanlardan çok daha kolayca boyun eğdiğimiz söylenebilir. Ekonomik düzene ait bir olay olan ış kazasının sim gesel düzende hiçbir karşılığı yoktur Kolektif düş gücüne en az kapitalist girişimci kadar yabancıdır; çünkü bir kur ban etme eylemi değil bir makine hatası sonucu oluşan bir olaydır. Yaşama ve güvende olma hakkı üzerine otur tulmuş bir prensibin yadsınması, bir prensibe isyan etme şeklinde değerlendirilebilir. Oyuncut** özellikler taşıyan bir terörün nedeni ya da sonucu değildir Bu meydan okuma olayını kavramaktan aciz sendika ve patronların arzusu hilafına kendi güvenliğiyle oynayabilecek tek kişi işçidir. Hepimiz birer rehine sayılırız, zaten rehine alma ola yının sırrı da burada yatmaktadır. Boşu boşuna yıpranıp aptalca ölmektense hepimiz binleri tarafından öldürülmeyi ya da bırilerini öldürmeyi düşlüyonız. Zira vermek ve ka4CYeniden lıir tutku nesnesine dönüşebilmesi için bir kişiye |ûrneğin bir kapitaliste yo da herhangi bir kişisel girişimci ntfedılmc*ı. dolayısıyla yeniden bir suç ya da kurban olayı şeklinde yaşanması gerekmektedir.
bul etmek simgesel bir eylemdir (bu kusursuz bir simgesel edimdir|. Kapitalin "doğal" düzeninde Ölümün sahip oldu* gu o kimsenin umursamadığı olumsuzluk duygusuna bir son vermektedir. Yine nesnelerle kurduğumuz ilişkilerde canlı mı ölü m ü olduklarına değil, işe yarayıp yaramadık larına bakıyoruz (Artık onları yok etmeyi bilemediğimiz ıçııı kendi ölümümüzü de bekleyemez hale geldik). İşte bu yüzden, gerçekten ölü olan bu nesneler sonunda bir ış ka zası, yani bir nesnenin diğerini ezmesine benzer bir şekilde bizi do öldürecekler. Kurban töreniyle karşılaştırılabilecek tek olay otomobil kazasıdır. Çünkü ölüm paylaşılabilir bir şeydir ve onu diğer insanlar kadar nesnelerimizle de pay laşmayı bilmeliyiz. Yalnızca binlerini öldürme ya da birilcn tarafından öldürülmenin, yani değiş tokuş yoluyla toplumsallaştınlabilcn ölümün bir anlamı vardır. İlkel düzende her şey buna uygun bir şekilde gerçekleştirmektedir. Bize özgü kültürel düzendeyse tam tersine ölümün hep biri yüzünden bir başkasının başına gelmemesi için çaba sarf
edilmektedir. Bu düzende ölüm insanın başıııu vücuttan bağımsız ve yalnızca "doğal* bir şekilde gelmelidir. Bızlcr Ölümü vücudumuza kaydedilmiş “gerçek" bir yazgı olarak görüyoruz. Çünkü onu simgesel bir değiş tokuş ritüeli şek liııde yaşamayı bilmiyoruz. Her yerde “gerçeğe*, "nesnelleş (irilmiş" vücuda ait bir düzenle karşılaşılmasın»! nedeni, ekonomi politik düzenindeki gibi, bu değiş tokuşun sona ermiş olmasıdır. Zaten bizim bedenimiz dc değiş tokuş edil inesi olanaksız bir ölümün içme kapatıldığı bir yer olarak kabul edildiği andan ıtiburen var olmaya başlamaktadır. Bu yüzden ölümün tepesinde dikildiği vücudun biyolojik özüne vc bilime inanmaktan başka bir çözüm bulamıyo ruz. Biyoloji ölümü doğurmuştur. Biyolojinin betimlediği bedense, hiçbir efsanenin gelip kendisini kurtaramayacağı bir Ölüme hamiledir, ölüm ü bilimin egemenliğinden kur taracak ritüeli. miti yitirdik ya da henüz keşfedemedik. Zaten bu yüzden -ölümûsı elinden tamamen kurtu labilmek amacıyla- diğerleri, nesnelerimiz vc bedenimiz konusunda yazgıyı bir araca dönüştürmeye çalışıyoruz Oysa Ölüm y a da geriye kalanlar konusunda olduğu gibi
elimizden bir şey gelmiyor, öldürm ek ya da öldürülmek istemediğimiz için ölüm bizi beden dediğimiz biyolojik bir simülakr içine hapsetmektedir.
Ölüm Cezası “ X V III. y ü z y ıla k a d a r b ir in s a n ın ölü m ü n e y o l a ça n h a y v a n la r, g ö sterm elik b ir m a h k em ed en s o n ra a sılıy o rla rd ı. A tla r d a a sılıy o rd u *
Vazon bilinmiyor Hayvanların cezalandırılmasının bizde uyandırdığı tiksin tinin özel bir nedeninin olması gerekir Zira bir insanın mahkeme edilmesi bir hayvanın mahkeme edilmesinden çok daha ciddi bir olaydır. Acı çcktirilmcsiyse daha da iğ renç bir şeydir. Oysa bir at ya da bir domuzun asılması nedense bize daha iğrenç bir olay gibi görünmektedir. Tıp kı "sorumsuz varlıklar* olarak nitelendirilebilecek deli ya da çocukların asılmasının uyandırdığı tiksinti gibi. Adalet dünyasındaki bu vicdanlar arası giz’.i eşitlik anlayışına göre mahkûm edilen kişi, diğerinin mahkûm etine hakkını her zaman yadsıma ayrıcalığına sahiptir. Hayvanlar ya da deliler, savunma hakkından başka bir şey olan ve simgesel açıdan minimum düzeyde bile olsa karşılık verilebilmesini sağlayan bu tür bir meydan okuma olasılığından yoksun durlar. Bu tür bir cezalandırmanın iğrençliğiyse her türlü simgesel yanıt verme olasılığının yasaklandığı bir durum da uygulanan simgesel bir ritûcl olmasından kaynaklan maktadır. Adaleti fiziksel tasfiyeden farklı kılan şey toplumsal, ahlaki ve ritüel bir edim olmasıdır. Bir çocuk ya da bir delinin cezalandırılmasının yo! açtığı tiksinti duygusunun nedeni adalelin ahlaki boyutudur. "Öteki" suçlu okluğu konusunda ikna ve mahkûm edilmişse, bu durumda ceza anlamını yitirmekledir; çünkü bu "suçlularda" bir suçlu luk ya da aşağılanma duygusu yoktur. Bu olay aslanları çarmıha germek kadar aptalca bir şeydir. Ancak bir hay
vanı cezalandırma olayında, bu kez de adaletin bir ritüel olma özelliğinden kaynaklanan başka bir şey vardır. Ve rilen ölüm cezasından çok, bir hayvanın Öldürülmesinin insanı bir türenle gen,ekleştirilmesi bıı sahneye tuhaf bir vahşilik katmaktadır. Hayvanlan masal kahramanlan!»» dönüştürmeye çalışma; onlara kılık değiştirtme ve insan gibi eğitmeye kalkma türünden gülünç girişimlerin tümü sağlıksız ve hîlckarca şeylerdir. Ölüm konusunda bu tür den bir uygulama gerçekten de tahammül sınırlarını aşan bir şeye dönüşmektedir. Hayvana insan muamelesi yapılması neden tiksinti)' Ic karşılanan bir olaydır? Çünkü bu durumda insan bir hayvana dönüşmektedir. Asılan hayvan hayal ve ritüelin gücüyle asılan bir insana dönüşür gibidir Bu kara büyü yoluyla hayvana dönüşen insana benzemektedir. Karşılık lılık olayının derinliklerinden süzülüp gelerek her yerde karşımıza çıkan insan ve hayvan, cellat ve kurban arasın daki bu refleksi andıran anlamlanın, korkunç bir şekilde görsel yeniden canlandırma olayının içine karışmakta ve [Knfka'mn DdndşıVm'ünde olduğu gibi) tiksinti de bu uğur suz karmaşadan doğmakladır. Burada kültür de. top lımısııl do, oyun kuralı da sona ermektedir İnsana özgü kurallara uygun bir şekilde hayvan öldürmek, insanları da benzer bir şekilde canavarlaştırmaktn ve insan kendi ritüeliniıı kurbanı haline gelmektedir Adalet kurumu kcıı di karşıtına dönüşürken, bu sayede insan da kendisiyle hayvanı şiddet arasına bir mesafe koyduğunu sanmakta dır Hayvanlık luç kuşkusuz bir efsanedir, ınsaıın katıksızbir ayrıcalık sağlayan ve hayvanın "yırtıcılık' kategorisine ait bir varlığa indirgenmesine yol açan ayrım çizgisidir. İnsana bir yandan ayrıcalıklı bir konum sağlarken: diğer yandan özellikle toplumsal adalet ve ölüm konusunda pek çok risk alıp yükümlülük altına girmesine neden olan bu ayrımcılığın göreceli haklılığından söz edilebilir. Ne var ki* aynı mantık doğrultusunda hayvanlar konusunda ben zer şeyler söyleyebilmek olanaksızdır. Çünkü hayvana bu türden bir mantıkla yaklaşılması insanla arasındaki sınır çizgisinin silinmesi, öyleyse insanlıktan da vazgeçilme
si anlamına gelecektir. Çünkü bu durumda insanın yine kendi yaratmış* olduğu hayvanlık efsanesinin iğrenç bir karikatüründen başka bir şey olma şansı yoktur. Buradaki ıııide bulandıran yırtıcı/hayvani işkence yi açıklayabilmek için psikanaliz. Baba Figürü, sadistçe erotizm ve suçluluk duygusuna gerek yoktur. Burada her şey toplumsal olup, her şey insanın, o efsanevi farklılıklar koduna uygun bir şekilde, kendisi için koyduğu toplumsal sınırlamalar çerçevesinde olup bitmektedir. Bu argüman ları tersine çevirip o sınırı yıkarak karşılıklılığın asla sona ermesini istemeyen yasaya göre ayrımcılık yalnızca düşsel düzeyde gerçekleşebildiğinden, simgesel karşılıklılık her durumda bu engelleri aşmıştır İnsana özgü ayrıcalığın yitirilmesi anlamına gelen bu iğrenç durum, hayvanlarla ilişkisini tamamen kesmiş ve insanı soyutlamış bir toplumsal düzenin marifetidir. Bizi hayvandan ayıran da bu tiksintidir. Bir başka deyişle bu olay insan aklında belli bir Gelişme okluğunu insanlar ve hayvanlara yönelik tüm işkencelerin "ortaçağ barbarlığı" türünden bir şeyin üzerine yıkılabileceğini göstermektedir. *1006 yılında İsviçre'de bir köpek, bir hırsızlık ve cina yet olayına karışmaktan yargılanıp mahkûm edilmiştir." İnsan bunu okuduğunda kendini güvencede hissediyor! “Neyse ki artık l>öylc şeyler olmuyor" diyor Bu sözler san ki günümüzde hayvanlara karşı artık "insancıl" bir şekilde davrnnıldığ). onlara saygı duyulduğu gibi imalı bir anlam içermektedir Oysa gerçek buıuııı tam tersidir, bir başka deyişle, bir hayvan öldürmenin bizde uyandırdığı tiksin ti onlara karşı hissettiğimiz aşağılama duygusuyla doğru orantılıdır. Bizim kültürümüzde karşılaşılan sorumsuzluk uygulamasıyla insanlık dışı bir varlığa indirgenerek aşağı lanan hayvanın, böylelikle insanlara yönelik bir ritücldcn yararlanm ası engellenmektedir. Bu ritüelin hayvana da uygulanmasının bizde uyandırdığı mide bulantısı, herhan gi bir ahlaki gelişmenin değil, insandaki ırkçılık duyguları nın derinleştirilmesinin b ir sonucudur Eskiden hayvanlarını kurban etme işini nicelleştir miş elan insanlar, onlara birer yırtıcı mahluk muamele
si yapmıyorlardı. Hayvanlan biçimsel anlamda mahkûm edip cezalandıran ortaçağ toplumu bile, o ilkel evrene, bu uygulamayı b:r vahşilik olarak değerlendiren bizim toplu mumuzdan daha yakındı. Hayvanlan suç.uyor ve böyle davranarak onlan onurlandınyorlardı. Hayvanları (deliler, eblehler ve çocuklarla aynı) masumiyet evreni içme oturt mamız, onlardan ne kadar kesin bir şekilde kopmuş ve uzaklaşmış olduğumuzun, İnsana özgü ırkçı tanımlama nın onları nasıl kesin bir şekilde dışlamış oduğutıun gös tergesidir. Tüm canlı varlıkların birer değiş tokuş partneri oldukları bir bağlamda, hayvanlar ritüclleşmiş bir kurban edilme ve kcfnrct ödeme “hakkına sahiptiler'. İlkel toplum da hayvan kurban edilmesinin nedeni hayvanın kutsal ve istisnai bir ilahi statüye sahip olması, bit totem"1 olma özelliği taşımasıdır. Artık hayvanları ne kurban ediyor ne de cezalandırıyoruz Böyle davrandığımız .çiti de kendi mizle gurur duyuyoruz. Oysa bunun nedeni hayvanları ehlileştirerek, onları ırksal açıdan aşağı bir dünyaya ait, artık bizim adaletimizi bile hak etmeyen varlıklara dönüş türmüş olmamızdır. Onları katletmemizin nedeni hayvan ları sadece kasapta satılacak et olarak görmemizdir. Belki de liberal rasyonel düşüncenin, dışladığı »arlıkları, yani hayvanlar, deliler, çocuklar bir başka deyişle “ne yaptığını bilmeyenlerle" yeniden ilgilenmeye başladığım söylemek gerekir, öyleyse bunlar cezalandırılma ve öldürülmeye la yık varlıklardan çok toplumsal merhamete layık, yani her türlü koruma şemsiyesi altıııu alınması gereken varlıklar, örneğin S.P.A (Hayvanları Koruma Derneği, “açık" psiki yatri, modern pedagoji, yani Liberal Aklın kendini iyilik yoluyla korumaya çalıştığı tüm aşağılama biçimleri. Irkçı
*'• Sanılanın tersine, insan kurbanı hayvanlardan önce değil, son ra gelen bir olaydır. Hayvan o üstün büyülü konumunu yitir dikçe lotem-hayvamn yerine kurban edilme işlevine uygun var lığın insan-kral okluğu görülecektir. Hayvanın yeniden insan yerine kurban edilmesi, çok daha yakın tarih erde olup bam başka bir anlama sahiptir.
bir acıma duygusuyla kendini “aşağı görülen varlıklar"42 üzerinde iki misli ayrıcalıklı bir yere oturtan insancıllık!
X Her türlü liberal insancıllık anlayışına özgü ikiyüzlülük veya saflık içeren ölüm cezası sorunu bir de bu açıklama ların ışığı altında değerlendirilmelidir. İlkellerde “ suçlu* aşağılık, anormal, sorumsuz bir varlık değildir. Simgesel düzene ait pek çok davranış biçi minin suçlu, “deli" ya da "hastaya’ atfedildiği görülmekte dir. Mantin sunduğu burjuva düzenine ait temel uygula malardan biri olan suçlu formülünde de buna benzer bir şeyler vardır. Kral, kusursuz bir cinayet sayılan, ensest tabuyu yıkmak için kendisine suç işleme hakkı tanınan kişidir. Zaten kral olmasının vc ölüme mahküın edilmesi nin de nedeni budur. ödem ekle yükümlü olduğu kefaret yüzünden sahip olunabilecek en üst statüye sahip olmak tadır. çünkü değiş tokuş döngüsünün yeniden canlan masını sağlamaktadır. Buruda bizim artık yabancılaşmış olduğumuz, toplumsal kepazelik kadar cezayı da dışlayan (Arthaud'nun Uiade ettiği anlamda) bir vahşet felsefesi var dır. Bu felsefeye göre suçlu-kralın ölümü bir cezalandır ma değildir. Bu öldürme eylemi toplumsal bedendeki bir çürüğün kopartılıp atılması şeklinde değil şölen ve kut lama şeklindedir. Bu öldürme eylemi insanlar arasındaki dayanışmayı artırarak, ayrılıklara son vermektedir. Deli, fıttıı ık, hırsız, kahraman ya da geleneksel toplumun diğer kişilikleri simgesel mayanın oluşturulmasına aynı oranda katkıda bulunmuşlardır. O toplum bunlar arasındaki fa rk lılıklar üzerine oturmaktaydı Bu mayalanmaya ilk katkıda bulunanlar ölülerdir. Henüz toplumsal Akıl ilkesi tarafın dan ele geçirilmemiş gelenekse! toplumlar suçlularla iyi *3Bu şekilde eskiden savaş esirlerinin yaşamı bağışlanarak köle yapılmaktaydılar. Potlaç vc kurban törenine layık görülmeyen köleler sahip olabilecekleri en kötü statü olan çalıştırılarak ya vaş yavaş ölmeye mahkûm edilmekteydiler.
anlaşıyorlar, onları k olek tif’ ve ritüele uygun bir şekilde öldürüyorlardı. Tıpkı köylülerin, ritüel alay nesne olarak gördükleri köyün delileriyle iyi anlaşması gibi. Farklılığı n yüceltildiği ve kefaretin aynı kurban etme eylemi içinde ödendiği bu vahşet kültürü sona ermiştir. Yoldan çıkanlara karşı bizler sadece yok etme yn da tera piyle karşılık veriyoruz. Kesip atmak, temizlemek ve on ları toplumsal karanlıkların içine itmekten başka bir şey yapmıyoruz. Bıı işiyse egemenliği altında okluğumuz öz gürlük. “hoşgörü" anlayışımızla doğru orantılı bir şekilde yapıyoruz. Çnğri.ış toplumlar türeler düzeyinde gelişme göstermiş olmakla birlikte, zihniyet düzeyinde gerilemiş olabilirler \Encyclopaedla b'niversalis\, İnsanlar normalleştiği, yani eşdeğerlik mantığı dört bir yanı sardıkça -norm lar karşısında herkes eşit ve özgür dür- toplum en sonunda toplumsallaşmayı başarmakta ve tüm antikorlardan kurtulmaktadır. Aynı süre içinde u antikorları kabul edecek özel kurumlan da yaratmaktadır. Gelişmeleri yüzyıllar alan hapishaneler, akıl hastaneleri, hastaneler, okulların yanı sıra İnsan Haklarına koşut bir gelişme gösteren fabrikalar da vardır. Çalışmayı da bıı doğrultuda ele almak gerekir. Toplumsallaşma denilen şey farklılıklar üzerine kurulu simgesel değiş tokuştun, rşdeğerliklcr üzerine oturan toplumsal bir mantığa geçişten ibarettir. Her türlü 'toplumsal yn dn sosyalist ideal" bu toplumsallaşma sürecini iki misli sağlamlaştırmak ve libe ral düşüncenin ortadan kaldırmak istediği ölüm cezasını sürdürmekten başka bir İşeynrnmamnktadır. ölüm cezası konusundaki sağ ya da sol düşünce, gerici histeri ya da 1 1' Uıı ölüm ne zaman ve niçin bir kurban olma özelliğini yitirip bir yakarışa, ııe zaman bir vakan? olma özelliğim yitirip bu gün bizim için sahip olduğu infaz biçimine dönüştü? Ölüm ve ölüm cezasının tarihi diye bir .şey yoktur, yalnızca ölüme sahip olduğu anlamı, veren toplumsal oluşumlara ait bir soy ağac ı vardır.
akılcı hümanizma aynı kapıya çıkmaktadır. Her ikisi de suç, delilik ve ölümün birer değiş tokuş yöntemi olduğu simgesel biçimlerle tüm değiş tokuşlan egemenliği altına a lm ış o la n “la n e tle n m iş p a y d a n 1a y n ı d e re c e d e u z a k tırla r. Suçluyu yeniden topluma kazandırmak, onu diğerleriyle eşdeğerli kılıp, normalleştirmek isterken bunun tam ter sini yapmaktadırlar. G em isin dediği gibi: “Sorun delinin toplumsal gerçekliğin bir parçasına dönüştürülmesi değil, toplumu deliliğin gerçekliği konusunda bilinçlendirmektir" [Les Murs de Vasile). İnsancı düşünce bu zorunluluk karşı sında tamamen çökmektedir; daha önceki toplumlann çok açık bir şekilde yaşama geçirdikleri bu süreç, halen mev cudiyetini sürdürmekle birlikte, bizim toplumlanmızda gizlenerek, şiddet aracılığıyla bastırılmaya çalışılmaktadır (zira suç ve ölüm her zaman, küçümsenmiş ve müstehcen benzer bir gizli sevince yol açmaktadırlar|. Burjuva düzeni ilk aşamada suçlu ve deliyi tasfiye eder ya da içeri tıkarken, ikinci aşamada onları terapi aracılı ğıyla etkisizleştirme yoluna gitmiştir. Bu tıp ve psikolojinin tüm olanaklanna başvurularak suçluyu yeniden toplum sal bir varlığa dönüştürme denilen salt gelişme evresidir. Ne var ki. eskiden özgün kurululara'* devredilmiş olan bu baskıcı işlevin, liberal b ir dönemeçten ibaret, tamamen baskıcı bir toplumsal evrende normal mekanizmalara dev redilmiş olduğunu anlamak gerekmektedir. "Ceza hukukunun suçu önlemeye yönelik toplumsal bir tıp ve insanı iyileştirmeye yönelik toplumsal bir yardım
■“ Başka bir düzeyde benzer bir liberal dönemeçle celini yerine düzenli polis örgütlemesine giden 1830 lııgıltercshıdc karşıla şılmaktadır. Ingılizler celladı düzenli polise yeğlemektedirler. Böylelikle vatandaşı kendisine karşı girişilen şiddetten koru makla görevli pillisin, vatandaşa karşı girişilen şiddete duya lı, suç işleme nöbetini devralmaktan başka bir şey yapmadığı görülmektedir. Zaman içinde polis, vatandaş açısından suçtan çok daha baskıcı ve tehlikeli bir şeye dönüşmüştür. Burada da açık ve hedefi beli: olan şiddet genel bir önleme benzeyen şid dete dönüşmüştür
anlamında geliştirilmesi" lEncı/cJopacdia Universalis) ge rektiğini ileri sûren liberal düşünce doğruyu söylememek ledir. Bu yaklaşırı cezanın ortadan kaldırılması gerekliğini ima eder gibidir. Oysa böyle bir şey kesinlikle söz konusu olmadığı gibi cezalandırmanın en saf biçimi olan genel bir tcrapötik. psıkagojık ve psikiyatrik yeniden topluma ka zandırma yönteminin önerildiği görülmektedir. Cezalan dırma yoluyla şiddet uygulamasının en kusursuz örneğiyle yeniden toplumsallaştırma ve yeniden eğitme (başka yerde sistemine göre değişen Özeleştiri ya da pişmanlık olayıy la karşılaşılmaktadır) süreçlerinde karşılaşılmaktadır. Bu aşamadan sonraki normal yaşamda hepimiz bu sürecin bir parçasına, yani birer deli ve suçluya4' dönüştük. Bu toplumda ölüm cezası ve hukuki şiddet yalnızca ortadan ka idinimamali, tamamen yok edilmelidir. Bun ların yok edilmesini isteyenlerse kendileriyle tamamen çelişki içinde olup sistemin istediği gibi davrantnaktudır“ Onlü söz dc aynı anlama sahiptir: "Hepimiz bııcr Alman Yahudişiyiz' (kczıı hepimiz bııcr Kızılderili, Zenci, Filistinli, kadın ya da cşcinselızl. Farklılıkları» dayalı baskının yok etme nrncılıgıyla ortadan kaldırılmasının yerini toplumsnlın farklı ve baskı altında tuttuğu ••şdeğerlik ve evrensellik tarafından hepimiz bıı sürecin içlntcyız- emilmesi almıştır. “Açık' hapishaneler yaratmış bir toplumda herkes tutuklu demektir. Ölüm cezasına son vermiş olduğunu iddia eden bir toplumda yalnızca hayat ta kalmayı başnrnnlar vaıdır. Simgesel düzenin geriye dönüş yaparak bütün gücüyle her yere bulaştığı bir sırada aslında iktidarın çektiği sınırlarla yaptığı aynmlnrın ne kudur gerçek dışı oldukları fark edilmektedir. Ancak o zaman: Hepimiz birer Alman Ynhudısiuz sözünün gücünü kavrayabilmek kolaylaş maktadır; çünkü bu söz: “Hep birlikte şey için. Şu ya dn bu nun arkasından oirlikte gidelim . Proletarya ilen vs.4 türünden soyut bir dayanılma yerine bir toplum ve dışladığı insanlar ara sında. kendinden kaçmanın olanaksız olduğu simgesel karşı lıklılığı ifade etmektedir. Aynı devinim doğrultusunda simgesel karşılıklılık, onlrn alt eder, radikal bir farklılığa dönüşmekte dir. Mayıs 1066 alayını diğerlerinden tamamen farklı kılan da zaıcr. bu özelliğidir. Oysa diğer sloganlar politik bir büyü olma işlevinden başkasına sahip değildirler.
lar. Çünkü ölüm cezasının kaldırılmasını onaylarken so rumluluğun kaldırılmasına karşı çıkmaktadırlar (çünkü sorumluluk yoksa ne bilinç ne de insanlık onuru vardır. Bu durumda liberal düşünce de olamaz!). Bu mantık dı şıdır. özellikle de yararsız bir şeydir, zira sorumluluğun ölümü üzerinden bayağı bir zurnan geçmiştir. Aydınlanma çağının bireysel kalıntısı olan sorumluluk zumun içinde giderek rasyonelleşen sistem tarafından bizzat tasfiye edil miştir. Liyakat, teşvik, bireysel girişim ve rekabet üstüne oturan kapitalizme bir de sorumluluk ideali, yani baskıcı bir eşdeğerlisi gerekiyordu. Buna göre iyilikte de kötülükte de, ister suçlu isterse girişimci olsun, herkes huk ettiği cezayı/ödülü almalıdır. Bürokratik bir programlama ve plan uygulaması üzerine oturan bir sistemde sorumsuz uygula macılara gerek olduğundan, sorumlulukla ilgili tüm değer sistemleri kendiliğinden çökmektedir; çünkü bu değerler işlcmsclliklerini yitirmişlerdir Yararsız bir hale gelmiş ölüm cezasını ortadan kaldırma mücadelesi vermekle ver memek uıtısında hiçbir fark yoktur. Çünlcü adalet denilen şey de çökmektedir. Kendisine hiçbir konuda sorumluluk yüklenmeyen birey, her durumda bürokratik yapıları ba hane ederek, toplum dn dahil olmak üzere, hiçbir konuda hiç kimse tarafından yargılanmayı kabul etmemektedir. Kolektif sorumluluk bile sahte bir sorundur; çünkü so rumluluk denilen şey ortadan kaybolmuş durumdadır. İnsani değerler tasfiyesinin sağladığı ikinci yarar, “vicdani* düzeyde iyi ve kötü arasında ayrım yapılarak; yargılama ve mahkûmiyetler konusunda tu ölçütü esas alan baskıcı aygıtın parçalanmasına yol açmış olmasıdır. Düzenin ölüm cezasından vazgeçmesinin hiçbir kıymeti harbiyesi yoktur. Bu şekilde davrandığında bile kazanan yine o olmakta ve hapishane inşaatları sürüp gitmektedir. Homojenlikten uzak ve bölünmüş bir toplumda, toplum sal yargılama adlı hakikat ölüm ve hapishaneden ibarettir. Zira türdeş ve normalleştirilmiş bir toplumda toplumsal yargılama terapi ve insanı yeniden kazanmadan ibarettir. Sağ düşünce birinciye, sol düşünceyse İkinciye gönderme yapmaktadır. Ancak sonuç itibariyle her ikisi de aynı de-
gerler sistemine boyun eğmektedirler. Zaten Sağ da. Sol da aynı tıp dilini kullanmaktadır. Sağ, çürümüş bir organın cerrahi müdahaleyle temizlen mesinden söz ederken; Sol, hasta bir organın tedavi edil mesinden söz eder. Her iki tarafta da ölüm eşdeğerlikler düzeyinde ele alınmaktadır. Oysa ilkel süreç karşılıklılık lar üzerine oturmaktadır. Klana karşı klan, ölüm e karşı ölüm (bağışa karşı bağış). Oysa bizimki bir eşdeğerlikler sisteminden başka bir şey değildir [ölümün bedeli yine ölümdü r[ ve bu iki terim arasındaki eşdeğerlik en az eko nomik değiş tokuş düzenindeki kadar soyuttur. Bir başka deyişle toplum ve birey, hukuk ve 'evrensel" ahlak süreci adlı yargılama sisteminin egemenliği altındadırlar. ölüm ün bedeli olarak Ölümü savunan Sağ, dişe diş, göze göz; öldûrdüysrn ölürsün, toplumsal sözleşmenin be lirlediği bedel bu derken; Sol, böyle şey olmaz, suçlunun bağışlanması gerek, çünkü suçun gerçek sorumlusu o değil demektedir. Böylelikle eşdeğerlik ilkesi hiçbir zarar zıya-
na uğram adan yoluna devam etmekte anenk kullanılan terimlerden biri olan sontmluluk neredeyse ortadan kaldı rılırken. ccza/ödül de aynı eğilimi göstermektedir. Çevre, çocukluk, bilinçaltı**' ve toplumsal koşullar yine nedensel*
147Arn ekonomi politik tarafından üretilmiş bir proje olan bu ölü me son verme isteği konusunda Bilinçaltı, şeylerde görülen tu haf bir gelişme (bilinçaltı “ölümden bihaberdir", bilinçaltı bir Ölüm içtepisidırl sonucunda çok önemli bir rol üstlenmiştir Çünkü suçlunun sorumlu tutulmaması (bir actingout ola:;ık suç eylemi) gerektiği varsayımının başvurduğu bir söyleve dö nüşmektedir. Bir açıklama sistemi olnrnk savunma dosyasın daki yenili almaktadır. Günümüzdeki akıla, çeUşmcci ı * insan e: düşünce üretiminde bilinçaltı önem!: i*r yere sahiptir. Bilinçaltı nyağa düşmüştür. Böylelikle psikanaliz (istemeden mi?) ideo lojik evrende bir yere sahip olmaktadır. Bununla birlikte sis temin dilini konuşmayı öğrenmemiş bir psikanalizin ölüm ko nusunda söyleyecek başka şeyleri olabileceğim düşünüyorum, örneğin ölüm diye bir şey yok diyebilir ya do ölümü ortadan kaldırmak yerine, onun, baskı altına alınmış ölüm düşünce sinin derinliklerinden bir yerden çıkıp gelmiş bir fantazm ol-
lik vc sözleşme çerçevesinde yeni bir sorumluluk denkle mi sunmakladırlar. Bu yeni sözleşme çerçevesinde suçlu (Hıri8tiyanca bir) merhamet ya da sosyal sigortalardan başkasını hak edememektedir. Sol dûşünccyse ekonomi alanındaki artı-değer gibi burada da baskının yaygınlaş tırılmasına yol açacak daha şeytanca yeni neo-kapitalist biçimler üretmekten başka bir şey yapmamakladır. Oysa hem psikiyatrik hem de ergonomik tedavi ölüme eşdeğerli şeylerdir. Bu tedavi sırasında birey bir tür hayatta kalmayı başarmış işlevsel bir canlı, yeniden kazanılması gereken bir nesne muamelesi görmektedir. Kendisine gös terilen ihtimam vc kendisinden katılması rica edilen süreç onu anormal kılan tipik özelliklerdir. Kendisine gösterilen hoşgörü daha önce görmüş olduğumuz gibi, hayvanlara gösterilen hoşgörünün bir benzeridir. Bir başka deyişle bu kendi saplantılarından kurtulmak vc onları denetim altına almak isteyen toplumsal düzene ait bir işlemdir. Sistem hepimizi sorumsuzlaştırmakta mıdır? Oysa böyle bir dü şünceye ancak varlığı vc sorum suzluğu açık seçik bir şekil de belirlenmiş bir kategorinin tedavi edilmesiyle tahammül edilebilir. Çünkü bu karşıtlığa dayanarak, bir sorumluluk illüzyonunun yaşanması mümkün olmaktadır. Genç suç lular. suçlular, çocuklar vc delilerse bu tedavi amaçlı hare katın sonuçlarına katlanmak durumundadırlar.
dugunu söyleyebilirdi. Oysa psikanaliz bütün bunların yerine, bizim sorumsuzluk uzmanı toplumsal idealistlerimiz ve çektik leri söylevlerde bir kanıt yerine geçmektedir Orr.cğn yaşam iyi, ölümse kötü bir şeydir gibi.
Bugün bile tutucu düşünceyle çakışmayı sürdüren, klasik ve vahşi evreye özgü bir kapitalizm bilinç ve sorumluluk psi kolojisinden yararlanarak söylev çekmeye, yani baskı kurmaya çalışmaktaydı ki. bunun kapitalizme özgü terörist bir söylev olduğuna kuşku yoktur. Gelİşmeci hatta devrimci düşünceyle çakışan daha gelişmiş bir aşamadaysa ııco-kapitalizm psikana liz ağırlıklı bir söylev çekmektedir 13u bılınçaltı-sorumsıızlukhoşgörü-yemden kazanma söylevidir Bilinç ve sor jmluluk ka pitale özgü normatif bir söylevdir. Bilinçaltı ise nco-kapitalizme özgü liberal bir söylevdir.
X ölü m cezasına özgü gelişme sürecinin “materyalist" (kâr ve sınıf) terimlerle yapılacak sıradan bir incelemesi, onu yok etmek isteyenlerin kafasını karıştıracak türdendir, ölü m eczasının İçinden geçtiği tarihsel indirgenme süreci, önce hep daha avantajlı ekonomik denkliklerin/karşılıkların keşfiyle başlamış ve bunu akılcı bir şekilde "daha insancıl" hale getirilmeleri izlemiştir. Örneğin savaş esir lerinin öldürülmcyerck köleye dönüştürülmesi; Roma'daki tuz ocaklarında çalıştırılan suçlular; XVII. yüzyılda düello nun yasaklanması; tazmin edici bir çözüm olarak zorunlu çalışmanın kurumsallaştırılması ve Nazi kamplarından; çalışma süreci içine çekilerek yeniden kazanılmaya çalışı lan yaşlılara kadar uzayıp giden emek gücünü ele geçirme denemeleri. Bütün bunların bizi şaşırtmaması gerekiyor; çünkü ölümün ortadan kalkınası ya da azalması ancak sistemin şu ya da bu şekilde bundan çıkar sağlamasıyla mümkün olabilmiştir (hafifletici nedenlerden ilk kez 1830 yılında, bir burjuvayla ilgili yargı sürecinde söz edilmiştir). 13u bir toplumsal zafer ya da Akla özgü bir gelişme değil olsa olsa bir kar ya d a ayrıcalık*’ mantığıdır.
47ölüm cezasını getiren yargılama sürecine özgü kan kurallara ve bloke ettikleri ceza mekanizması nedeniyle (çünkü jürinin ölüm cezası verme ya da salıvermeden başka seçeneği yoktul, girişim ciler ve mülk sahipleri baskı yaparak 1819 yılında llngihere'dei yüz kadar davada ölüm cczjim verilmesini engellemişlerdir. Ceza sisteminin daha etkin hale getirilebilmesi amacıyla akılcı bir uyarlamaya gidilmiş ve ölüm cezasına son verilmiştir. ÖMm Cezası hda (s. 35, “Kanlı Yasa"| Koesıler: ‘ Bizim uygu ladığımız ölüm cezası kesinlikle ortaçağda görülen ateşte yak manın mirasçısı değildir. Bu ceza kapitalist gelişmenin çağdaşı olan bir yargılama düzeni kalıntısıdır. Bu sürecin en vahşi ev resi -XIX. yüzyıl lngilteresir.de kanlı Y asa- sanayi devrimine denk gelmektedir Ortaçağ töresi ölüm cezasını çok ciddi birkaç durumla sınırlandırmıştı. Daha sonra çizgi, giderek büyük bir hayatiyet kazanan özel mülkiyetin savunulır.asır.n bağlı olarak yükselişe geçmiş ve XVJ11 -XIX. yüzyılda doruk noktasına ulaş-
Ancak bu çözümleme son derece yetersiz olup, eko nomik bir akılcılık yerine ahlaki bir akılcılığı koymaktan başka bur şey yapmamaktadır. Oysa devrede başka şeyler vardır, örn eğin , materyalist yorumun yanında çok “hafiP kaldığı, "ağır" bir varsayımdan söz etmek gibi. Evet kür ka pitalin ürettiği bir sonuç olabilir, ancak toplumsal düzeni derinlemesine belirleyen yasa bu değildir. Toplumsalı de rinlemesine belirlemeye çalışan kapitalist yasa giderek ya şam ve ölümü denetimi altına alandır, öyleyse bu yasanın amacı ölümü radikal bir farklılık süreci olmaktan çıkar tarak cşdeğerlıklcr yasasına boyun eğmesini sağlamaktır. Hümanist (liberal ya da devrimci) düşüncenin nuiflığiyse, ölüm cezasını yadsıma nedeninin temelde sistcminkiyle aynı olması, yani değer yasasının elinden hiçbir şeyin kaç maması gerektiğine olan inancından kaynaklanmaktadır, ölüm yalnızca bu açıdan kötü bir şeyken, insancı düşünce onu hepten kötülüğe dönüştürmekte ve bu noktadan son ra da içinden çıkılması neredeyse olanaksız çelişkilere" mıştır.* öyleyse çizginin yükselişe geçmesinin nedeni kapitalist burjuva sınıfın yükselişidir. 1850 yılından sonraki geri adım at maysa salt insancı gelişmenin sonucu değil, kapitalist sistem deki gelişmelerdir “ Cnmus rö lû m Cezası Üstüne" başlıklı yazısında (Türkçe bas kısı için bkz. idam. Albert Carmış, Arihur Koestler, ç*v. Alı Sirmeıı. Cem. 1972 — cef. r.o!u.]| şöyle demektedir: “Devlet: gerçek leştirilip. gcrçekleştirilmeyeccğini asla bilemeyeceği faili meçhul bir cinayeti engelleyebilmek Içııı pek çok gerçek cinayet işlemek durum unda kalabilmektedir." Sistemi kendi kendisiyle çelişkiye düşürmek isteyen bu mantık oyunu bizi doğrudan iğrenç uzlaş malam yol açan liberal hümanizme götürmektedir. Yine Camua: "Ölüm cezasına mantıksal ve gerçekçi nedenler yüzünden bir son verilmesi talep edilmelidir1' derken: Kcestler şöyle demek tedir "Son kertede, doğası gereği ölüm cezası kötü bir şeydir: çünkü suç ve sorumluluk arasında her türlü orantı kurma ola sılığın-. saf dişi etmektedir * Zaten 1820 yılında Ingiliz kapitalist ler de ölüm cezasının kaldırılmasını bu yüzden talep etmişlerdi! Liberal argümana göre, terör, kendi amaçlannn ters bir yönde ilerlemektedir, üu konuda doğru saptanmış “minimum bir ecza" daha insancıl ve etkili olacaktır. İnsan ve ceza arasındaki bu
yol açmaktadır. Cîaude Glaynıan (BufTet vc Bontemps'ın idam edilmesi konusunda L e Monde gazetesinde) şöyle de mektedir: Hiçbir insanın bilinçli olarak öldürmeyeceği türünden kesinlikle insani bir dııygu (kesinlikle] bir tür dil sürç mesidir; çür.kü hümanist aydın bu kudur açık seçik bir şeye kesinlikle inanmış görünmüyor... Ynşaın kutsal bir haktır. Herhangi bir dini inanca sahip olmayan bir insan bile bu hakkı kabul e d e r .. ne istenirse vermeye çalışan bir tükciım toplumuııda ölüm, inbin caizse, hoş görülmesi kesinlikle olanaksız bir şeydir (bir tüketim nesnesi olarak yaşam a karşılık bir açlık çekme biçimi olarak ölüm, yani inanı.maz bir basitlik -n e var ki komünizm vc bizzat Mam bu denklemle uyum içindedirler]... Bııradn da bir tür or taçağ düşüncesinin günümüze kadar uzayıp gelen varlığı sezilmektedir... Hangi toplumda yaşıyoruz? Nereye doğru sürükleniyoruz vs Zira insan sırlını yaşama dönmcrnclidir! Fiilinin nasıl bir yaştım olduğunun önemi yoktur!
(Bu "geri geri giderek* ölüme doğru ilerlemekten başka bir şey değildir. Bu sofla ruhlara özgü bir temel ilkedir. G e riye doğru attıkları adımlarla devrim yapmaya çalışanlar da aynı kişiler olup, bu işi sırtlarını yaşama dönerek yap maktadırlar Bu ölüm cezasını yadsıma düşüncesini güçIcndircbilmek umacıyla mantıksal düşüncenin işin içinden çıkamayacağı bir hale getirilmesi, inanılmaz bir düşünsel akrobasidir). Hümanist tartışmanın çıkış noktası sonucuna dönüş tüğü bu bireysel değerler sistemidir. Catnus şöyle demek tedir: Toplumlann vc öyleyse bireylerin kendilerim koruma Içgü dû ii), bireysel sorum luluğu zorunlu bir postulata dö nüştürüyor.
Oysa bu postulatlar, eşdeğerliğin egemenliği altındaki bize özgü sistemlerde sıradan bir yaşam vc ölüm tanımlama-
eşdcğtrlik insancı düşünceye dair önemli ipuçları vermektedir
sına benzemektedirler. Bu sistemlerin dışında kalan in sanlar kendilerini koruma içgüdüsü ya da sorumluluk gibi bir şeye gerek duymamaktadırlar (bunlar öznenin soyut ve akılcı bakış açısına özgü, birbirlerini tamamlayan cinsten iki önyargıdır), ölü m yeniden kutsal bir değiş tokuş, özne nin ruhunu teslim ettiği sırada yoğun bir şekilde yaşanan kolekiıf duygusal anlar olm a özelliğine sahip olmaya b aş lamıştır. Bacon IDt-nemeler’del şöyle demektedir: Nc kadar zayıf olursa olsun bir tutku, ölüm korkusuna
karşı direnip onu alt edebilir. Bu kadarı yetmez, bizzat ölüm bir tutkudur demek gerekir. Çünkü bu düzeyde insanın kendisiyle diğerleri arasındaki fark ortadan kaybolmakla, yani “öldürme arzusu çoğu kez ölme veya yok etli İme arzusuyla çakışmaktadır’ ; “insan hem yaşamayı arzu eder hem de hiçbir şey olmamayı. Ye rine başka bir şey konulması olanaksız olanı ve ölümü de ölüm olduğu için ister. Bu durumda ölüm cezası suçluyu durduramadığı gibi suçlunun haz aldığı korku duygusu nun artmasına neden olabilir*. İntihar ve cinayetin çoğu kez birbirine karıştırıldığı vc genel eğilimin intihar yönün de olduğu bilinmektedir. Tutkuyla arzulanan, kurban özelliği taşıyan bu türden bir ölüm, ÖMm gûsıerisine dönüşmekte bir sakınca gör memektedir; tıpkı kendisinden utanılacak ve yasadışı tek bir ahlaki işleve indirgemiş olduğumuz tüm diğer organik işlevler gibi. Temiz kalplı insanlar, kamuya açık bir şekil de gerçekleştirilen, infazların utanılma»! gereken eylemler olduğu konusunda ısrarcıdırlar. Oysa bu tip bir Öldürme eylemine özgü iğrençliğin seyirlik olmasından kaynaklan dığını unutmaktadırlar. Ç'ünkü bu türden bir olayda öteki nin ölümü yeterince uzak b ir mesafeden izlenebilmektedir. Oysa kurban töreninde uygulanan şiddet böyle bir özelliğe sahip olmayıp, cemaatin tamamının olaya katılmasını zo runlu kılmaktadır. Bu. cemaatı kendi kendisiyle yüz yüze getiren bir törendir. 1807 yılında İngiltere'de -10.000 kişinin katıldığı bir idam töreninde halkın galeyana gelmesi sonu
cunda yüz kişi ölmüştü. Bu olayda şöleni andıran bir şey ler vardır. Ancak bu kolektif eylem ve kurbanın öldürülme gösterisi arasında hiçbir benzerlik yoktur. Şiddet ve ölüme karşı aynı soyut kınama mekanizmasına başvurmak, kişi sel yaklaşımla Devletin yaklaşımını birbirine karıştırmak yanı, barışçıl bir yaşam istemek demektir. Oysa Şaft daha çok baskıcı bir şantaj taktiği uygularken. Sol da toplumsal barışın sağlanmış olduğu geleceğe yönelik modeller düşlcyip onlun yaşama geçirmeye çalışmaktadır. Böylelikle bir uygarlığa özgü gelişmelerin, bir değer den başka bir şey olamayan yaşama karşı duyduğu say gıyla ölçüldüğü görülmektedir. Kamuya açık infaz, törenle kutlanan ölüm ve işkence ederek öldürme arasında ne fark var ki? Yukarı Volta'da bir Zencinin kendini kurşuna dizenlerin karşısında gülümseyerek durması, Tupınambaların yamyamlığı. Hatta cinayet ve intikam, işkenceyle ölme ve intiharla diğerlen arasında ne fark vıır kı? ön ce den tasarlayarak öldüren bir toplum, barbarca yöntemlere başvurarak intikam alma, ortaçağ yöntemlerine başvur mayla suçlanmaktadır. 13u şekilde davranmak o toplumu ödüllendirmek demektir. Zira intikam ölümcül bir karşt/tkMık anlamına gelmektedir. Bunu n e ‘•ilkelliğe" ne de “insan doğasına” bağlayabilirsiniz. Bu tamamen yanlış bir yak laşımdır. İntikam simgesel bir biçim, yükümlülük ve kar şılıklılığın çok gelişmiş bir biçimidir. Hem ahlakı hem de bürokratik (bize özgü ölüm cezası, konsantrasyon kamp larımız) bir sürecin alt ürünü sayılabilecek soyut -m uha sebesi, istatistiği tutulabilen ve ekonomi politik sistemiyle yakın ilişki içinde olan- ölüm anlayışımızla hiçbir ilişkisi yoktur, ölü m ü soyutlama biçimimizin intikam, cinayet ya da kurban törenine Özgü bir gösteri özelliği taşıyan ölûınlc hiçbir ilişkisi yoktur. Bizimki hukuki, toplu halde kapat maya yönelik, soykırım özelliği taşıyan bir ölümdür. Bizim kültürümüz işte bu türden bir ölüm üretmiştir. Günü müzde sanki her şey hem değişmiş hem de hiçbir şey de ğişmemiş gibidir. Bir başka deyişle yaşamsal ve hoşgörüye dayalı değerler adı altında aynı yok etme sistemi, bugün yumuşak bir şekilde, gündelik yaşamı yönlendirmektedir.
Üstelik amaçlarını gerçekleştirebilmek için bu sistemin ölüme ihtiyacı yoktur X Zira kurumlaşmış bir şiddet ve ölüm tekelini cimde tutan ların amaçladıkları hedef hayatta kalmaya, yaşamış olmak için yaşamaya zorlama (yapay böbrekler, fiziksel sakat lıkları olan çocukların yoğun bir reaninıasyon sürecinden geçirilmeleri, Ölümün elden geldiğince geciktirilmesi, organ nakilleri vs.l sistemi için de geçerlidir. ölü m ü progromlayan ve yaşamı zorunlu kılmaya çalışan tüm eşdeğerli yöntemler, bu ışı hangi amaca uygun bir şekilde yapmak tadırlar? Bilim ve ttbbınkinc mi? Bu durumdu karşımıza insanı amaçlar taşımayan bilimsel bir paranoya çıkmakta dır. Kılı n yönelik bir amaca ını? Hayır, toplum zaten devasa boyutlara ulaşan kârları yutup durmaktadır. Bu •kahra manca terapinin temel özelliği, maliyetlerin yükselmesine karşılık sağladığı “avantajların” giderek azalmasıdır". Bir başka deyişle üretken olmayan canlıların hayatla kalma ları sağlanmaktadır. Sosyal sigorta hâla 'em ek gücünün kapital yararına tazmin edilmesi" şeklinde çözümlencbılsc bile, burada bu kanıtın bir değen yoktur. Çünkü sistem burada da ölüm cezası karşısında içine düşmüş olduğu çe lişkinin aynısını üretmekte, yanı yaşamın bir değer olarak korunması gerektiği gibi abartılı bir düşünceyi savunmak tadır. Çünkü sistemin bütünsel stratejik dengesi açısından bu değerler hayati bir öneme sahiptir. Ne var kı. bu, ekono mik açıdan bütünün dengesini Izozacnk nitelikle bir abart madır. öyleyse çözüm nedir? Görünüşe göre ekonomik bir seçim yapma zorunluluğu kendini dayatmakta ve ötenazi yarı resmi bir şekilde uygulanan bir doktrin haline gelmeye başlamaktadır. Fransa’da ciddi üremi hastalarının %30’u (ABD'de %36’sı'.| hayatta tutulmaya çalışılmaktadır, ötena zi daha şimdiden ortalığı kasıp kavurmaktadır. Onu insan ca bir talebe dönüştürmek anlaşılması güç. çarpıcı (aynı şey “kürtaj” özgürlüğü için de geçcrlidir| bir olaydır; çün kü bu belirsizlik orta ve uzun vadede sistemi belirleyecek
mantığın ta kendisidir Bütün bunlar toplumsal denetimin genişletilmesi yününde seyreden olaylardır. Zira tüm görü nür çelişkilerin gerisinde yatan amaç, yaşam ve ölüme ait tüm nlanlıınn denetim altına alınmasıdır, üirth-controi'dcn 'doğum kontrolü) death-controFc [ölüm kontrolü), insanla rın öldürülmeleri ya da yaşamaya 2orlanmalamıa kadar giden bir sunnç. Gelişen hoşgı’ rü çerçevesinde getirilen bu ölme yasağı karikatüral ancak mantıksal bir amaçtır. Çün kü önemli olan insanların elinden kendi yaşamlarına son verme hakkının alınması ve ölme ya da yaşama konusun da asla özgür bııakılınamnlar ve toplumsalın izin verdiği ölçüde yaşamaları ve ölmeleridir insanları rastlantısal bir biyolojik ölümün ellerine bile t;rk etmemek gerekir zira bu bile bir tür özgürlük olarak telakki edilebilir. Ahlak yasası nasıl “Kesinlikle öldürmeyeceksin!- diyorsa, toplumsal yasa da “ Kesinlikle ölmeyeceksin!" demektedir; en azından öyle kafana estiği gibi değil, yalnızca yasa ve hekimin uygun gördüğü şekilde ölebilirsin, ölüm ün saıın uygun görülmesi ivin bir karara dönüştürülmesi gerekmektedir. Özelle, bi linen şekliyle ölüme death-con'.rol ve Ötenazi yararına son verilmiştir. Buna bir ölüm bile denilemez. Bu kurallar, eş değerlik hesaplan tarafından belirlenen, tamamen nötrali ze edilmiş bir reıvritmg-planniag-prognımming sistemidir, ölüm bir tür sosyal hizmet şeklinde sunulmalı, bir plan ve sosyal sigorta adı altında sağlık ve hastalık kapsamına alınmalıdır. Bu ABD'dcki Ms-suidde (İntihar Motelleri| hikâyesine benzemektedir. Yapacağınız uygun bir ödeme karşılığında, bu motellerde, size cn hoş şekilde ölme ko şulları sunulmaktadır (tıpkı herhangi bir tüketim nesnesi gibi. Verilen hizmet kusursuz olup her şey öngörülmüştür. Hatta yaşamdan yeniden zevk almanızı sağlayacak kızlar bile. Daha sonra profesyonellik bilincine uygun bir şekilde odanıza usul usul gaz verilmekte ve kanınız dökülmeden, ölüm sıkıntısı çekmeden ölmeniz sağlanmaktadır. Bu inti har motellerinin, adil bir ücret karşılığında (muhtemelen sigortadan talisi! edilebilen!) veıdikleri bir hizmettir, ölüm de tüm diğerleri gibi neden bir sosyal hizmete, toplumsal inpuz-output düzeni içinde işlemselleştirilerek bireysel ve
muhasebesi tutulabilen bir tüketim biçimine dönüştürül mesin ki? Kendine alt canlı kalıntıların, yapay bir şekilde ye niden yaşama döndürülebilmcleri konusunda böyle si ne önemli bir ekonomik özveride bulunması için, sistemin, biyolojik ölüm adlı rastlartıyı insanların dinden çekip a l ması gerekmektedir, “ölün, gerisini biz hallederiz" funeral homelann (cenaze cvlerinm| kullandığı eskimiş bir atasözûdûr. Günümüzde ölmek zaten 6u geriye kalanın bir par çası haline gelmiştir ve Eros Ccnterlann cinsellikle ilgilen mesi gibi Thanatos Ccnterlar da ölümle ilgilenmektedirler Cadı avı dcvaın ediyorl Aşkmlaştırıeı * nesnel" sürece uygun bir adalet, ölüm ve intikam delegasyonu oluşturmak gerekiyor, ö lü m vc kefaret ödeme dolanım düzeninin elinden alınarak tcpedektler tarafından tekelleştirilme!» ve yeni bir dolanım düzeni oluşturulmalıdır. Ekonomik, politik vc cinsel de ğiş tokuşlanıı soyutlanması ne kadar gerekliyse, ölüm vc cezalandırma konusunda bürokrasinin varlığı da o ka dar zorunludur. Aksi takdirde toplumu denetleyen yapı nın çökmesi kaçınılmaz hale gelmektedir, tşte bu yüzden Devletin denetimi dişinde, kalan her türlü ölüm ve şiddet, yıkıcı bir özelliğe sahip olmaktadır. Bu. bir tür iktidarı yok etme provasına bensemektedir. Ünlü cani, hırsız ya da yasadışı insnnlann diğerlerini büyülemelerinin nedeni budur. Bu olay, bizi, onları birer sanat yapılı Ribi değerlen dirmeye itmektedir. Bir bışka deyişle Devletin tekeli altına aldığı ölüm ve şiddet yüklü bir şeyler, ölüme özgü vahşi, dolaysız, simgesel bir k atilıklılık düzeninin hesabına ak tarılmaktadır. Tıpkı ekonomik düzenin elinden alman bir şeylerin, yararsız vc kurban törenine özgü bir şekilde değiş tokuş edilebilmesi gibi. Tıpkı şiir ve sanat yapıtında, terö rist anlam ekonomisine flit bir şeylerin onun elinden alına rak gösterge tüketiminin hesabına geçirilmesi gibi Bizim sistemimizde insanları büyüleyen tek şey budur Deftere dönüştürülm eyen her şey, yani cinsellik, ölüm, delilik, şiddet bizi büyülemekte vc bu yüzden de her görüldüğü yerde cezalandırılmaktadır. Milyonlarca savaş kurbanına
genel bîr eşdeğerlik ilkesi çerçevesinde “vatan için ölmek’ gibi uygun bir değer biçilıncktcdir. Tabiri caizse bu ölüleri altına dönüştürebilirsiniz. Onlar herkes için anlamlarını yitirm iş varlıklar değildirler. Cinayet, ölüm, yasak çiğneme cmeginkinc benzer bir süreç tarafından değere dönûştürülcbildlklcri anda hemen her yerde yasaliaştırılmaktadırlar. Yalnızca bu dönüştürülme sürecinin dışında kalan kimi ölüm ve uygulamaları yıkıcı olarak kabul edebilmek müm kün ki. bunların da çoğunlukla gündelik olaylar oldukları görülmektedir. Bunlardan biri de intihar olup; bizim toplumlanttıızda ölümü tersine çevirme olarak nitelendirilen saldırı çerçe vesinde. yıkıcı biçimle özdeşleşen bir tanım ve yaygınlığa sahiptir. Hapishaneye kapatılan insanlar giderek daha az idam edilirken, ın tihar eden mahkum sayısı d a giderek art maktadır. Bir başka deyişle, bu tür bir davranış, kurumsal ölümü yolundan saptırarak, ölüme mahkûm eden sisteme karşı kullanma anlamına gelmektedir. İntihar eden birey süreçleri tersine çevirerek toplumu yargılanıp mahkûm etmekledir. Tersine çevrilebilirliği, ortadan tamamen kay bolmuş bulunduğu bir coğrafyada, yeniden ortaya çıkart makta ve böylelikle dc avantajlı bir duruma geçmektedir. Hapishane dışındaki intiharlar da, bu açıdan, politik bir anlama sahip olmaktadırlar lateşle hara-kiri bunların cn gösterişli biçimidir). Bütün bunlar kefareti ödenemeyecek türden birer küçük okçuğa benzemektedir, zira bir sistem açısından kusursuzluk düzeyine ulaşamamak tam bir bozgun anlamına gelmektedir. İntiharın yasaklanması, değer yasasının ortaya ç ı kış sürecine denk gelmektedir. Hep aynı dini, ahlaki ya da ekonomik yasa, bir başka deyişle luç kimse kapital ve değer düzeni dışına çıkına hakkına sahip değildir. Her bi rey kapitale ait birer minik parsel olup (her Hıristiyamn kurtarılması gereken bir ruha sahip olması gibi) kendi kendini yok etme hakkımı sahip olamaz. İntihar işte bu Ortodoks değer yasasına, sahip olduğu kapital parçasını yok ederek karşı çakmaktadır. Oysa kapital açısından bu öylesine bağışlanamaz bir davranıştır ki, işi, bu başarılı
Ekonomi fWıtik ıcâ'tim *319
intihar olayını neredeyse ipe çekmeye kadar götürmekte dir İntihar olaylarında görülen artışın, tanı da doyuma ulaşma aşamasında, değer yasasının temel kuralına bir meydan okuma şeklinde ortaya çıkm ası semptomatik bir olaydır. Ancak öte yandan kusursuz bir bütünselliğe sahip sistemde, her intihar olayı yıkıcı bir eylemse, her yıkıcı eylem ve direnişin de sistem açısından intihar özel liği taşıdığı gibi bir tanımlamaya ulaşılabilir. En azından kendisini yıpratan Önemli olaylar düzeyinde. Zira "politik* ve “devrimci" olarak nitelendirilenler d e dahil olmak üzere intihar girişimlerinin çoğunda insanlar sistemle yaptıkları pazarlıkta yaşamlarını değil ölümlerim değin tokuş etmek istemektedirler. Denetim altına alınmış bir ölüm ve ölüm üretimine kimse karşı çıkmadığı gibi; Ölümün değiş tokuş değerine de bir kullanım değeriyle değil (zira ölüm belki de kullanım değeri olmayan tek şeydir. Hiçbir gereksini me göndermediği için de yeniden çok tehlikeli bir silaha dönüşebilir) ancuk bir yok olma, bulaşıcı bir çözülme ve yadsıma değeriyle karşı çıkılabilir. Filistinli gerillalar ya da ayaklanarak kendi mahallele rini yakan zencilerin eylemi bir intihar olarak değerlendiri lebilir. Her türlü güvence biçimine karşı direniş bir intiharı andırmaktadır. Nevrotik davranışlarda intihara benzeyen bir şeyler vardır. Çeşitli rahatsızlık biçim len üreterek sis temle bütünleşmeye karşı direniyoruz. Baskı ve ‘ sistemin baskıcı doğasının" ortaya çıkarılmasını hemen o anda anımsatmayı amaçlayan yoksa ölümün ikincil bir sonucu olmaya çalışmayan tüm politik uygulamalar (gösteriler, kargaşa çıkartma, kışkırtmalar vs.) bir intihara benze mektedirler. Bir başka deyişle, bu. sisteme özgü öldürme uygulamasının maskesini düşürme oyunudur. Düzen, ölümü denetlemekte ancak onunla istediği gibi oynayamamaktadır, yalnızca ölümü sisteme karşı kullanabilenler savaşı kazanmakladır.
X Mülkiyet sistemi Öylesine saçma bir şeydir ki. sonuçta in
sanların kendi ölümlerini kendi mülkleri g:bı görmelerine yo) açabilmektedir (özel mülkiyete dönüştürülmüş ölüm). Mülk edinmenin yol açtığı zihinsel yıkım öyle boyutlara ulaşmıştır ki, sonunda ölüm bir tür ‘ taşınmaz mülke" d ö nüştürülmüş ve “üçüncü bir kalıcı mekân" olarak tasar lanmaya başlanan insan mezarları bir tür bodrum ya da kabir şeklinde inşa edilmeye başlanmıştır İpek çok insan köyde bir yazlık ev satın alırken, mezarlıktan kendine bir de yer ayırtmaktadır). Kısaca “kaliteli bir ölüm ’ talep edil meye başlanmıştır. Kişiselleştirilmiş, “tasarlanmış*, rahat, “d o ğ a r bir ölüm kusursuz bir bireysel burjuva hukukunda vazgeçilmez bir haktır. Zaten ölümsüzlük, beden ve ölüm konusunda da, bu doğal ve kişisel hakkın sonsuzluğa mal edilmiş -öznenin sonsuza dek yaşama hakkına sahip o l ması görüntüsünden vazgcçilcmemektedır. yoksa başka bir şeyden değil. Nesne ve göstergeleri biriktirme çılgınlığı mızİH manyakça bir özel yaşantı biriktirmenin kökenindeki bu saçma talep acaba hangi türden bir umutsuzluğu giz temektedir? Bu bağlamda ölümün yenirleri son koleksiyon (biriktirme) nesnesine dönüşmesi gerekmektedir, ölü m bu atalet sürecini tek başımı aşan bir olay olmak yerine, şey lerin biriktirilme ve yönetilme oyununun bir parçası haline gelmektedir. öznenin kendi ölümü konusunda başvurduğu bu türden saptırmacaya karşın, bu hakkı onun elinden alm a nın tek yolu şiddet ürünü, beklenmedik, öznenin ncvrotlk denetiminden kaçma olasılığı tanıyan bir ölme biçimidir.*' öznenin ketırli programlanmış Ölümünü önceden görebildiği bir yerde, bu şekilde biriktirilme, üretilme ve muhafaza edilme ilkesine karşı her yerde gösterilen inatçı
"O ysa bundan daha kolay bir şey yoktur; çünkü özne sahip ol dugu “doğal* ölümsüzlük hakkının sorgulanmasını engelleye bilmek amacıyla keııd: "iradesi dışında* kalan -kaza, intihar ya da bomba gibi- vahşi bir Ölüm talebinde bulunabilir, ölümsüz lük ilkesini daha iyi savunabilmek amacıyla ben, diğer aşırı uç sayılabilecek "saçma" bir ölüm yolu seçmek gibi son bir kur nazlık ya da çareye başvurabilir.
ve vahşi direnişin nedeni de açıklığa kavuşmaktadır. Her yerde ölüme kaış: ölerek mücadele edilmekledir. İnsanı yaşamaya ve yaşamı kapitalistleştirmeyc iten bir sistemde mevcut tek alternatif ölüm içtepisidir. Kusursuz bir şekil de programlanarak, bir ölüm düzenine dönüştürülmüş bu evrende, şeyleri normale döndürme yöntemi olarak insanın aklına ortalığı yakıp yıkmadan başka bir şey gelmiyor.
GÜVENLİK ŞANTAJI Bir başka toplumsal denetleme biçimi d e yaşantımızın her anında mevcut olup, bizi yaşamaya v c hayatta kalmaya zorlayan bir şantaja benzeyen güvenlik tir. Adına “güvenlik güçleri" denilen şeyse yaşam sigortası vc sosyal sigortadan başlayarak, otonuzdaki emniyet kemeri vc Cumhuriyetçi Güvenlik Şirketlerine kadar gitmektedir. Bir emniyet ke meri rcklumında kullanılan sloganda (çenenizi kapatın anlamında) “kemerinizi takın" denilmektedir. Güvenlik hiç kuşkusuz sınai bir girişimdir, tıpkı türün bir uzantısı olan ekoloji gibi. Bir başka deyişle, hemen her yerde ölüm, kaza, hastalık ve çevre kirliliğinin aşırı körhlık anlayışı üzerine oturan şu kapitalist süreç içine çekilmeye çalışıldığı görül mektedir. Oysa burada asıl üzerinde durulması gereken şey, akla gelebilecek en berbat baskı biçimine l>enzcycn, herkesin hayatta kalma içgüdüsünün derinliklerinde bir yerlerde sahip olmayı arzuladığı ölme hakkının elinizden alınmasıdır. Herkesin elinden, salııp olabileceği en son hak olan, kentli yaşamına son verme hakkının alınmasıdır. Bu. yaşamdan son "kaçış noktasının" da sistem tarafından ele geçirilmesi anlamına gelmektedir. İnsanın hem kendine heın de yaşamına karşı meydan okuduğu bu simgesel kısa devre olayında söz konusu olan yine bo^ış-dcğiş tokuştur. Bunun nedeni simgesel değiş tokuşun bireyin bu asosyal başkaldırısını ifade edebilmesi değil -h ır ya da milyonlar ca bireyin kusurlu olması sistemin yasasında en ufak bir değişikliğe yo! açmamaktadır- bizimki gibi baskıcı bir top lumsal ilkenin tam karşıtı sayılabilecek bir toplumsallık
ilkesine sahip olmasıdır, ölü m ü , güvenlik gibi paradoksal bir mitin içine gömdüğünüzde asıl öldürülmesi gerekenin bağış değiş tokuş düzeni olduğunu anlarsınız. ölü m zorunluluğu neden ortadan kaldırılmak isteni yor? İnsanların yaşayabilmesi için mi? H ıyırl Yalnızca sis temin izin verdiği şekilde ölcbilmeleri iç n ' ihcnüz hayat tayken ölüm haklan elinden alınmış olduğundan, geriye kasko sigorta adı altında onları hayatta kalmaya iten bir değiş tokuş biçimi kalmaktadır. Araç sigortası konusun da da aynı şey söylenebilir. Başlık, kemerler gibi güvenlik önlemleri içinde bir m umyaya dönüşerek, güvenlik mitiyle araca bağlanan sürücü; bu kez ırıitik olmayan, sessiz ve basit teknik kadar nötr ve nesnel bir başka ölüm biçimi ne mahkum edilen bir kadavraya benzemektedir. Aracının içine zincirlenip çakılmış dolayısıyla Ölme riski olmayan bir varlıktır. Çünkü o zaten ölü bir varlıktır. Güvenliğin sırrı da buradadır. Sizi folyoyo sarılmış bir bifteğe dönüş türmekte. bir başka deyişle, ölmenizi40 engelleyebilmek için
Sahip olduğumuz teknoloji kültürü yapay bir ölüm orlam ı yaratmaktadır. Yalnızca, her yerde karşımıza mad di bir üretim aıkctipi olarak çıkan, silahlanma değil, bizi kuşatan makineler ve en küçük nesneler bile bir ölüm düşüncesinin oluşmasına yol açmaktadırlar, üstelik bu somutluştırıldığı için ortadan kaldırılması olanaksız ve ege menlik altına alınamayan bir ölümdür. Bir başka deyişle, tıpkı emek gücünün sabit sermaye vc ölü emek tarafın dan dondurulması gibi, ölüme özgü yaşayan emek gücü de ölüm adlı sabit sermaye içinde dondurulmaktadır. Belki de maddi üretim, insanlığın ölümü dize getirebilmek amacıyla kullandığı devasa bir “uyumsuzluk zırhından" başka bir şey değildir. Doğal olarak insanlığı egemenliği altına alarak, kendisinden korunduğunu sandığı, bir zırhın içine tıkan şey ölümün ta kendisidir. Burada bir uygarlık boyutuna
^Yeniden yaşama döndürme amacıyla buza gcır.mc, dondurma olayı bu uygulamanın en son biçimidir.
Ekonomi PoStik ve öhiır, »323
ulaşan lahit otomobil imgesiyle, yani bedenimizin teknik uzantısına dönüşen minyatürleştirilmiş ölüm denilebilecek o güvenlik zırhıyla karşılaşmaktayız. Bedene kazandırılan biyolojik biçimle çevreye kazandırılan teknik biçim hep aynı saplantısal nevrozun sonucudur. Teknolojik bir çevre demek, bize özgü kirletici, hassas ve modası geçmiş nes ne süper üretim düzeni demektir. Üretim canlı bir şeydir, sahip olduğu mantık ve strateji tümüyle hassas dengeler ve kolay yıpranma üzerine oturmaktadır. Belli miktarda ve nitelikli nesne üretimi üzerine oturan bir ekonomi dü şünebilmek artık olanaksızdır, bir başka deyişle ekonomi; tehlike, kirlilik, yıpranma, düş kırıklığı, saplantı salgıladığı ölçüde gelişebilmektedir. Mevcut öfıl stokunu yenilemek yerine, gerektiğinde onu, şantaj ve baskı Üzerine oturan meydan okumaya dayalı bir güvenlik anlayışıyla yadsıyan ekonomi, maddi üretim aracılığıyla sürdürdüğü bu ölümcül heyecan sayesinde ayakta kalabilmektedir. Maddi Üretim düzeni içinde ölüm de tamamen çağdaşlaştırılmıştır/laıklcştirilmiştir. Kapital gibi o do, bu ortamda giderek gelişen bir yeniden-üretim düzenine sahiptir. Biyolojik bir makine ye dönüşen bedenimiz bile bu iııorganik/ölü vücuda uygun bir şekilde biçımlendirildığimlen; hastalık, kaza ve Ölüme mahkûm kötü bir nesneye dönüşmektedir. ö lü m üretimi sayesinde ayakta duran kapital, güven lik üreterek bu işin içinden sıyrılabileceğini sanmaktadır. Oysa onun da ölüm Üretiminden bir farkı yoktur. Güven lik. ölümün sınai bir uzantısıdır, tıpkı ekolojinin çevre kirli liğinin sınai bir uzantısı olması gibi. Lahlln üzerine birkaç kat bant eklemek gibi bir şey. Aynı şey bizim anlı şanlı d e mokratik kum ullarım ız için de gcçcrlıdir. örneğin Sosyal Sigorta, ölü bir topluma ait toplumsal protezdir ('Sosyal Sigorta Ölüm demektir!" - Mayıs 1968), bir başka deyişle ne güvenlik ne de “top lu m sa r kavramının bir anlama sa hip olmadığı, karşılıklılık ve derinlemesine yüküm lülük ler sistemine özgü tüm simgesel çarkların daha önce yok edildiği bir düzen ölü m ü n bir sorumluluğa dönüştürül mesiyle birlikte ortaya "toplumsal" denilen şey çıkmıştır.
Aynı senaryo yok edilip yeniden yasama döndürüldükten sonra folklor adı altında (bkz M. De Certeau. “La Bcautö du Mort* |Lo culture an pfuriel içinde, Paris. UGE, 1974JJ koruma altına alman kültürler için de geçcrJidir, Aynı şey yaşam sigortası için de gcçerlıdir; çünkü bu sigorta ölümü bir aksiyom olarak gören bir sisteme ait evcilleştirilmiş bir değişkendir. Grubun ölümünün toplumsallaştırılmış biçi mi. Herkes diğeri için ölüme cndckslenmiş toplumsal bir kapital olarak kabul edilmektedir. Paradoksal bir güvenlik mantığı, insanları sürekli ölüm korkusuyla yaşamanın ölmekten daha iyi bir şey olduğuna inandırmaya çalışmaktadır. Hıristiyanlık bağla mındaki çilecilik de böyle bir işleve sahip:i. Acı ve pişman lık, cehenneme karşı aynı kişilik zırhı rolünü oynayıp, aynı koruyucu lahit işlevi görmüş olabilir Bizde bir saplantıya dönüşen zorlayıcı bir güvenlik duygusu devasa bir kolek tif çilekeşlik, henüz yaşarken ölümü kab.ıllcnme şeklinde yorumlanabilir. Bir başka deyişle bir korunma biçiminden diğerine, bir savunma biçiminden diğer ne tüm modern hukuksal süreçler, kurumlar ve maddi düzenekler ara cılığıyla yaşam artık her türlü riske k an ı konuna altına alınmış bir lahit içine tıkılan, konuna amaçlı iç karartıcı bir muhasebe olayından başka bir şey değildir. Bu radikal bir yaşam ve ölüm muhasebesi yapmak yerine hayatta ka labilmek için tutulan bir muhasebeye benzemektedir. Ölüm üretimi üstüne oturan sistemimiz güvenlik ürettiğini iddia etmektedir. Acaba sistemin öteki yüzünün adı güvenlik midir? Kesinlikle hayır! Bu, yolundan saptı rılan döngünün iki ucunun birleşmesinden başka bir şey değildir. Bir otomobil firmasının üıetiın sistemi, amaçlan ve ürünleri konusunda herhangi bir değişikliğe gitmeden yalnızca güvenlik konusunda (sanayinin çevre kirliliğine karşı kendini yenilemek durumunda kalmnsı gibi) kendi ni yenilemesi, güvenliğin, bir başkasının yerini alabilecek sıradan bir terimden başka bir şey olmadığım göstermek tedir. Güvenlik, belli bir doygunluk aşamasına ulaşmış sistemin ycniden-ürctiın düzenine özgü bir iç sorundur.
K k c n o " U P o litik
ı >• Ölüm • 325
Tıpkı feed-back'in belli bir karmaşıklık düzeyine ulaşmış sistemlere özgü bir iç düzenleme yöntem i olması gibi. Üretimi yüceltm e aşamasından sonra sıra güvenliğin kahramanlaştırılmasına gelmiştir. “Her aklına esenin, her önüne çıkan aracın direksiyonuna geçip, aklına esliği hıza çıkarak, kendini öldürdüğü bir dönemde gerçek kahraman ölmeyi reddedendir' (Porsche afişi). O ysa bu oldukça güç bir iştir; çünkü güvenlik insanların umurunda bile değildir. İnsanlar, 1955-60 yıllarında Ford ve General Motors’un getirdiği güvenlik önerisini reddetmişlerdir. Güvenliğin her yerde dnyatdması gerekmiştir. İnsanlar güvenlik çağrısına karşı neden bu kadar sorumsuz ve duyarsızdırlar? Tarih sel açıdan bu direnişi dünyanın her yerindeki geleneksel grupların “rasyonel' toplumsal gelişmelere, yani aşılanma, hckiın. çalışma güvenliği, okul eğitimi, sağlık, doğumların düzenlenmesi vc daha pek çok şeye karşı çıkışlarına bağ layabilirsiniz Hemen her yerde direnişler kırılmıştır ve bu yüzden günümüzde ‘ doğal", “sonsuza dek sürüp gidebile cek*, “spontane” bir gûvenlılıgln yanı w ın uygarlığımızın Ürettiği tüm iyi şeylerin varlığından söz edebiliyoruz, in sanları kendini koruma vc güvenlik virüsüyle zehirleme yi öyle güzel bir şekilde başardık ki. neredeyse güvenlik adına ölümüne mücadele edecek hale geldiler. Aslında bu göründüğünden biraz daha karmaşık bir şeydir, bir başka deyişle, insanların güvcncc/güvcnlik hakkın; elde edebilmek için verdikleri m ücadele tamamen farklı bir şey dir. Yalnızca güvenlik söz konusu olduğunda, bunu hiç kimsenin umursamadığı görülmektedir. Kuşaklar boyun ca sürdürülen zehirleme sonucunda insanlar güvenceye “ihtiyaçları olduğuna" inanmaya başlamışlardır Bu başarı “toplumsal" evcilleştirme ve kolonizasyonun temel göster gelerinden biridir Oysa pek çok insan topluluğu tıp. akıl, bilim ve merkezi iktidarın terörist müdahalesiyle bozul maya uğramaktansa yok olup gitmeyi yeğlemiştir Kendini koruma 'içgüdüsü* adlı evrensel ahlak yasası arkasına gizlenen, engellenen de zaten budur. Oysa bu gizlenen ya da engellenen şey, örneğin atölyelerdeki güvenlik normla-
rina uymayı reddeden işçiler düzeyinde bile olsa kendini yeniden göstermektedir. Böyle davranarak kendi aleyhleri ne bile olsa, aşırı düzeyde sömürülüyor (çünkü daha çoğu nu daha hızlı bir şekilde üretmekledirler) olsalar bile kendi yaşamları üzerindeki kişisel denetimden kurtulmaktan başka bir şey istedikleri söylenebilir mi? Bunları "rasyo nel" proleterler olarak nitelcndirebilmek mümkün değildir. Bununla birlikte kendi kafalarına göre bir mücadele bi çimi üretmekte ve ekonomik sömürünün şu “lanetlenmiş payMan. şu aynı zamanda bir güvenlik ve kendi yaşamına karşı bir meydan okuma anlamına gelen ve kendisinden kesinlikle kopulmaması gereken o küçücük simgesel mey dan okuma alanı kadar önemli olmadığını bilmektedirler. İşveren onları ölümüne sömürebilir ancak gerçek anlamda onları yönetebilmesi için herkesin kendi bireysel çıkarıyla Özdeşleşmesini sağlaması ve her işçiyi kendi yaşamının muhasebecisi ve kapitalisti yapmayı başarması gerek mektedir. işte o zaman işveren gerçekten Efendi ve işçi de gerçekten Köle olacaktır. Güvenlik denilen ahlaki düzene karşı bu minimal direniş hakkını korumaya çalışan sö mürülen kişi, yaşama ve ölme hakkını elinde tuttuğu için simgesel alanda oyunu kazanmaktadır. Oto sürücüsünün güvenlik Önlemlerine karşı direnişi de bu türden bir direniş olup, ahlaksızca bir davranış oldu ğu gerekçesiyle tasfiye edilmek istenilmektedir. Bir başka deyişle intihar her yerde yasaklanmakta ya da mahkûm edilmektedir. Bunun birinci nedeni toplumun karşılık ve remeyeceği bir meydan okuma biçimi olması ve dolayısıy la bir varlığın tüm toplumsal düzenden daha önemli hale gelmesidir. Her zamanki lanetlenmiş pay olayı, bir başka deyişle, toplumsal düzene meydan okuyabilmek amacıyla herkes kendi yaşamına ait bir şeyleri ele geçirmeye çalış maktadır. Birinin bu ölümü kendisine bağışlaması koşu luyla bu küçük şeyin adı kişinin kendi ölümü olacaktır. Simgesel değiş tokuşa ait en önemli sır da işte bu küçük şeydir; çünkü verilen, kabul edilen ve iade erillen bir şey olduğundan egemen değiş tokuş sisteminin onu eline ge-
çirmcsı söz konusu değildir. Yasasına boyun eğmediği ege men sistem açısından ölümcül bir tehlike arz etmektedir. Egemen sistemin yok etmek zorunda olduğu tek gerçek rakibidir.
Funoral Homes vo Kotakomblor Uzun bir süreden bu yann yıkamak, sabunlamak, parlat mak. fırçalamak, taramak, »ûngcrlcmck, cilalamak, kuzımak ve yeniden kazımak yüzünden yıkanan şeylerden çıkartılan kirin tamamı yaşayan şey lere geçmektedir. Victor Hugo
Oldukça uzun bir süreden bu yana yıkanıp, temizlenen, dibi kazınan vc yeniden kazınan, yadsınan ve kendisine yön değiştirdim ölümün yaşayan şeylere bulnştırıldığı görülmektedir. Kültürümüz tümüyle sağlıklı olma, yanı yaşamı ölümden temizleyip kazıma anlayışı üzerine otur tulmuştur. Çamaşır ne kadar az olursa olsun, deterjanın amacı öldürmektir, ölü m ü her ne pahasına olursa olsun sterilize etmek, gizlemek, dondurmak, havalandırmak, makyi\jlamak. “tasarımlamak" ve pislik, cinsellik, bakteri yolojik ya da radyoaktif bir kalıntı misali kesinlikle peşim bırakmamak gerekmektedir, ölüm ün makyajlanmnsı bu nun gibi bir şcyclir. Victor Hugo'nun formülü, yasını tutan vc yaşayanlar evreninden derhal çekilip alınan ölünün, uluslararası stnrcc/mg, sm itingve marketing yasalarına ta mamen uygun bir şekilde "tasarımlandığı* şu Amerikan Juneral home'larıııı çağrıştırmaktadır. Olayın insanı en tedirgin eden yanıysa ölünün güzel leştirilmesi vc kendisine tıpkı canlıyken sahip olduğu g ö rüntünün verilmesi değildir. Uu işi hemen bütün toplum lar yapmıştır. Bütün tophımlur doğal ölümün iğrençliğini her zaman süsleme yöntemine başvurarak gizlemişlerdir. Bu toplumsal iğrençliğin kökeninde vücudun göstergeleri ni; toplumsal açıdan bir anlama sahip olma gücünü elin
den alarak salı bir töze indirgeyen çürüme olayı vardır. Bunun ise grubu, simgesel açıdan çürüyüp gidebileceği gibi pnınge yol açabilecek türden bir sürece doğru ittiği görülmektedir İnsan vücudunun yalnızca bir ete benzedi ği ve gösterge olma özelliğini yitirdiği o tahammül edilmez andan kaçabilmek için ölünün süslenip püslenmesi, üs tünün yapay şeylerle örtülmesi gerekmektedir. Kemikler ve iskelet grupla uzlaşma konusunda yeterli olabilmekte dirler, zira yemden bir maske ve gösterge gücüne sahip olabilmekledirler. Ancak grupla ölüyü birbirine bağlayan, aslında semiyürjik uygulamalar olarak adlandırılabilecek “insan eti yeme türünden* uygulamalarla şu iğrenç doğal ve biyolojik aşamadan kesinlikle kaçılması gerekmekte dir. Bizim toplumlnnnıızda her türlü fa>ınfo/>ra/csi; kişinin ölüm nedeniyle aniden yitirmiş olduğu göstergelerin or tadan kaybolmasını yadsıma arzusuyla ölünün o asosyal bedeninde anlamsız bir şeyler kalmasını engelleme isteği olarak çözümlenebilir Özetle lalıte koyma ritücli hemen her toplumda karşı laşılan, bedenin mumyalanarak yapay bir şekilde korunmnsı türünden bir değişken alarak kabul edilebilir. Bizim gibi doğal ölüm idealistlerine, bugün oldukça gülünç ve anlamsız gelen funeral homes uygulamaları, çok eskilere giden bir gelenektir Bu uygulamalara doğallık gibi bir yananlaın yüklenmeye çalışıldıkça saçmalaşmakladırlar. İlkel insanın ölüyü göstergelerle donatmasının nedeni ona en kısa zamanda -canlı ve ölü arasında bedenin çürüm e sinden kaynaklanan bir çelişkinin ötesinde kalnıı- bir ölü statüsü kazandırabilmektir. Bu. ölüye canlı rolü oynatmak değildir. İlkel insanın ölüyü farklılaştırmaya çalışmasının nedeni ölünün bir partneri haline gelip onunla gösterge değiş tokuşundn bulunabilmektir. Funeral homelardakı senaryo ise Inıııun tam tersidir. Bu senaryoya göre ölünün yaşadığı gibi bir izlenimin uvandmlması; yaşamdaki doğttl görüntüsünün kazandırılması gerekmektedir. Bir başka deyişle ölü bir insan yüzü size gülüınscycbilmckte, teni, yaşarken sahip olduğu canlılığa sahip olmakta hatta bir
Efcor.omı Politik !OfUm• 329
ölü olmaktan çıkarak yaşarken sahip olduğu canlılıktan daha da taze, neredeyse konuşacak bir hale gelmektedir lölünün sesini streofonık bir şekilde yeniden duyabilmeniz sağlanmaktadır). Yaşam özellikleri taşıyan hileli ve ideal leştirilmiş bir ölüm. Buradaki gizli düşünceye göre yaşam doğal bir şeydir oysa ölüm doğa karşıtı bir şeydir, ö y ley se ölüm doğallaştırılarak bir yaşam simülakrı gibi sunul malıdır. Bütün bunlarda bir yandan ölümün bir anlama, simgesel bir gösterge gücüne sahip olmasını engelleme çabası; diğer yandansa doğallık duygusu üzerine oturan bu fetişizminin gerisinde ölüye karşı uygulanan bir vah şet vardır, bir başka deyişle, -kendisine bir ölü statüsü kazandırmak ve dolayısıyla canlılar nezdindc simgesel bir saygı görmesini sağlamak yerine- ölünün çürümesi, de ğişime uğraması yasaklanmakta, yaşayanlar açısından bir mazeret ve simülakr görevini yerine getirebilmesi için de canlılar dünyasında bir hayalet gibi dolanması sağlan maktadır. Doğallaştırılan bir ölüyse farklı olma ve her tür lü toplumsal statüye sahip olma hakkını yitirmektedir. Hu noktada gösterge ve ölümden korkanlarla kork mayan toplumlar birbirlerinden ayrılmakladırlar; çünkü ölümden korkmayanlar bunu açıkça ifade ederlerken, bi zim -ideolojik" toplumlarımızda hor şev doğallığın arkasına gizlenmektedir. Çünkü bizim toplumlarımızda göstergeler doğa! bir illüzyon işlevini yerine getirmeye çalışan bir tasa rıma benzemektedirler. Bu ideolojikleştirme işleminin ilk kurbanı ölümdür; çünkü sıradan bir yaşam simûlaknna dönüştürülen ölüm utanç verici ve müstehcen bir şeydir. Hu yüzünüze gülümseyen ve sterilize edilmiş ölüm druystoreları ve ölüm mabetleriyle bir mezarlığa dönüştü rülen, upuzun koridorlara sahip Palermo'daki Kapüsinlcr manası ırıııdu üç yüzyıl boyunca yatay ya da sıkışık düzende omuzlarından dikey bir konumda asılarak gömülen ve killi toprak tarafından tenleri, saçları vc tırnaklan -din «d a m lan koridoru, entelektüeller koridoru, kadınlar koridoru, çocuklar koridoru vs.- çok güzel bir şekilde fosilleştirilmiş; üstleri kalın bir çarşaf ya da taır. tersine giysiler, eldivenler
ve ince pnmııklu kumaşlarla örtülü cesetler arasında ne fark vardır? Soluk bir gün ışığının sızdığı Palermo'daki bu mahzenlerde inanılmayacak kadar çok değişik yü z ifade sine sahip 8000 cesetle karşılaşılmaktadır. Alaycı, tembel, titrek, vahşi ya da kibar binlerce soluk yÜ 2, turistler için bir tür Grövin müzesine dönüşmeden önce burası uzun bir süre ölülerin yakınları ve dostları için, pazar günleri çocuk larını alıp gelerek onlarla tanıştırdıkları bir tür gezi yeriydi. Bu olay gündelik aile yaşantısının sıradan bir parçası, ayin ya da tiyatrodakinc benzeyen ölüyü “Pazar günleri" ziyaret etme türünden bir şeydi. Bu ölüme özgü bir barok man zaradır (cesetler toprağın altından ilk olarak XVI. yüzyılda ve karşı Reform döneminde çıkartılmışlardır). Bu. ölülerini toprağın altından çekip çıkcırtarak, onlarla birlikte eğle necek vc çok yakın ilişkiler kurabilecek, onların varlığına korkmadan katlanabilecek, müstehcen sayılabilecek bir merak duygusuna sahip olmayacak kadar sağlam bir top lum, bir başka deyişle, Tarahumaraların lid eri kadar kanlı olmasa bile yine de vahşiliğin hissedılcbildiğı, bize özgü tanıdık yüceltme vc ciddiyet oyunlarının yer almadığı bir ölüm tiyatrosudur. Bu tiyatro, ölüme ancak soğuk şaka lar ya da sapıkça bir büyülenme aracılığıyla ilişki kurabi len bizim kırılgan toplanılanınızla çok büyük bir karşıtlık içindedir. FUrtcraf hom elann insanın içini daraltan ölümü yadsıma biçimleriyle de büyük bir çelişki içindedir.
işo Yaramaz Ölüm Ölüler kültü eski canlılığını yitirm eye başlamıştır. Mezar taşlan üzerinde artık sadece yazılar vardır, yoksa sonsu za dek sürdürülecek ayncahklar değil. Ölüler toplumsal devinim içindeki yerlerini almaktadırlar, özellikle popüler ve orta sınıflarda ölüme sadakat, varlığını sürdürmekle birlikte, günümüzde ilkel bir dindarlıktan çok bir starıding değişkenine (yazlık ev türü bir şey) benzemektedir, ölüm den giderek daha az söz edilmekte, bu konu kısa ke silmekte. sessiz kalınmaktadır; bu ölüme karşı saygının
yitirilmesi demektir. Artık aileler şatafatlı ve tüm gelenek lere uyan ölüm törenleri yapmamaktadır, insanlar hasta nelerde ölmektedir, ölü m artık sınır dışı edilmiş bir şeydir, öleceği bilinen insanın elinden, öleceğini bilcbilme hakkı bile alınmıştır, ölü m müstehcen ve rahatsız edici bir şeye dönüşmüştür. Bu durumda yas tutmak da müstehcen ve rahatsız edici bir şey haline gelmektedir. Doğru olan dav ranış ölümün gizlenmesidir; çünkü bu diğerlerinin keyfini bozabilecek bir şeydir. Toplumsal terbiye kuralları ölüm den herhangi bir şekilde söz edilmesini yasaklamaktadır. Cesedin yakılmasıysa, bu gizli tasfiye ve geriye, minimum kalıntı bırakmanın en uç örneğidir. Ölüden geriye hiçbir şey kalmamaktadır, yani ölü işe yaramaz bir hale gelm ek tedir. Günümüzdeki muazzam ölü trafiğin inse artık sada katten çok işe yaramazlıkla -ölüm tüketimiyle ilişkisi var gibidir, ölüm le ne kadar az ilgilendirse ölüm tüketimi de o ölçüde artmaktadır. Bizler artık eskilerin sahip olduğu ölüm deneyimine sahip değiliz. Gösteri özelliği taşıyan olaylar ve televizyo nun bununla bir ilişkisi yoktur. İnsanların pek çoğu artık bir başkasının ölümüne tanık olamamaktadır. Bir başka toplumsal yapılanmada böyle bir şey düşünebilmek ola naksızdır. Hastane ve hekimler sizinle ilgilenmektedir. Tekniğe sadakat, tüm diğer ayin biçimlerinin yerini alm ış tır. İnsan ölmeden yakınlarının elinden alınmaktadır. Za ten onu öldüren de budur. İsviçreli Bayan Ross'un ölmekle olan insanların yanı na giderek onlara kendi ölümlerinden söz etmek ve onla rın kendi ölümlerinden söz etmelerini istemek gibi bir dü şüncesi vardı. Bu müstehcen düşünce herkes tarafından yadsındı; çünkü hiçbir hastane sem sindeki hiçbir hasta ölmek üzere değildi (bu konuda hastane personelinin bir sorunu vardı). Daha sonra "bu kadın deli, kışkırtıcı olarak nitelendirilip hastaneden atıldı, ölm ek üzere olan bir insan bulduğunda gidip öğrencilerini çağırıyor geri döndüğün deyse adam ölmüş oluyordu (işte o zaman sorunun kendisi ve öğrencilerinden kaynaklandığını anlamıştı). O günden
sonra başarılı oldu. Yakında ölüm halinde bulunan insan lar için bir psikologhr bölümü açılacak. İnsan bilimlerine ve psikososyat bilimlere özgü yeni bir tinsel alan. Rahip ve kutsama, ölüm konusunda bir şeyler söylenebilcn cemaate ait birer iz olarak nitelendirilebilirler. Günümüzdeyse bu konuda tamamen sessiz kalınmak tadır. Zaten rahibi bör sahtekâr olarak kabul ettiğinizde günümüzde bu görevin tıp tarafından yerine getirildiğini görürsünüz. Zira tıp insanlara yoğun bir tedavi uygulayıp, teknik olanaklara başvurarak herkesi susturmaktadır. Çocuk ölümlerinden hiç söz edilmemekte, açıklanama yan ölümlerse gizlenmektedir Serumlar, laboratuarlar ve iyileşme diğerlerini sjstu rm ak için birer mazeret olarak kullanılmaktadırlar.
Hastalık Değiş Tokuşu
Artık evinizde ölçmediğiniz için hastanede ölmek duru mundasınız. Sayılamayacak kadar çok “maddi* (tıbbi, kentsel vs.| neden ve izcilikle de biyolojik bir vücuda sahip olması yüzünden hasta yn da can çekişen insan teknik bir ortam a taşınmak durumundadır. Tedavi etm e bahanesiyle bu insan hastalık ve ölüme özgü simgesel farklılıktan nöt ralize eden işlevsel birzam an-m ekâna sürülmektedir. Amacın kesinlikle ölümden kurtulmak olduğu bir yer de. hastane (ve gencimde tıp) hastayı gücûl anlamda bir ölü olarak kabul etmektedir. Bilimsel yaklaşım ve terapi anlayışı vücudun radikal bir şekilde nesnelleştirilmesini, hastanın toplumdan soyutlanmasını öyleyse bir ölüm lıaliııı gerektirmektedir. Bu vücutla ilgili tıbbi soy araştırma sının mantıksal bir sonucudur T ıp. kadavra sayesinde m odernleşm eye başlam ışın , üizim kültürüm üzde tıbbın birey konusunda çekm iş olduğu ilk söylevin kadavradan geçm iş olm ası h ayalı bir önem e sahiptir (M ichel Fcucaull, K lin iğ in D o ğ u ş u * ').
Eserin Türkçe çevirisi itin bkz. K lin iğ in D o ğ u ş u , çev. İnci Malak
ölün» halindeki hasta da ölümcül bir güce sahiptir: ya pabildiği kadarıyla intikam almaktadır Hastane denilen kurum işleyişi, uzmanlaşma biçimi ve hiyerarşik yapısıyla bu yaşarken Ölme olayının bulaşıcı bir simgesel hastalık gibi ortalığı sarmasını engellemeye çalışmaktadır. Hasta nın ehlikeli bir varlığa dönüşmesinin nedeni kendisinin erke t bir ölüme mahkûm edilerek, iyileşme (ölme) deni len ruhsuz bir süreç içine tıkılmış olmasıdır. Oysa ölü bir beden bu şekilde dışlanma yn da iyileştirilmeyi kesinlikle umursamamaktadır. Hastaneye kabul edilir edilmez uyncafcklı hasta, yani potansiyel bir ölü olarak kötülüğün tüm avantalarından yararlanmaya çalışmaktadır. Etrafı nın bakıcılarla çevrili olması (insani çevre) ve tüm teknik güdömlemc hasta gerçekten öldüğü zaman bile onu su s turmada yetersiz kalmaktadır Hastanın oluşturduğu en ciddi tehlike, kendisinin gerçekten asosyal bir varlık ve bir tür tehlikeli deli olarak kabul edilmesi vc hastalığım değiş tokuş etmek istemesidir Haşlanın |ve Ölüm halindeki innnnın) farklılık (onnıı nmncı bak.lmak ve iyileştirilmek değil hastalığını vermek ı>e kabul edilmesini öyleyse simgesel anlamda onaylanmasını vc de ğiş tokuş edilmesini sağlamaktır yoksıı hastanede teknik bir ölü olarak nötralize edilmek ve adına sağlık ve iyileşme denilen bu kesinlikle işlevsel hayatta kalma sürecini ya şamak değildir) üstüne oturtmaya çalıştığı bu değiş tokuş olayı saçma ve kabul edilemez bir şeydir. Hastane bünyesinde insıın ilişkileri ya da terapi vcyıı tıpta gerçekleştirilecek genel gelişmelerin bu simgesel ses sizlik ya da lokavt konusunda yapabileceği bir şey yok tur Hastayı iyileştirmeye zorlanma, hekim ve bakıcıları iyileştirmeye mahkum etme, kurumu duvarlarına, cerrahi aletlerine ve psikolojik donanımına varıncaya kadar iyileş tirebilmek amacıyla özel olarak donatma (art arda gelen soğuk davranma ve yardımcı olınn aşamalarından sonra günümüzde hastane “insancıllaştırılmaya" çalışılmakta-
L v s a l. E p o s . 2 0 0 3 . |
— ed.
n o t u .)
dır|, kısaca bütün bunlar temelde bir başka hasta ve ölüm statüsünün varlığını cngclleyerr.cmcktedir En iyimser du rumda hastanın kendi hastalığından, yaşantısından söz etmesi ve kendini yeni bir bağlama oturtması, kısaca, bu geçici anormal durumu cok olumsu? hir şekilde yaşama ması sağlanmaya çalışılmaktadır. Buna karşın hastalığın bir delilik, anlam ve anlam zenginliği, kendisinden değiş tokuş malzemesi alarak yararlanma türünden farklı bir şekilde yaşanma talebini “hastayı normal yaşama dön dürme zahmetine katlanmadan* kabul etmek, tış ve has taneyle birlikte, bedeni işlevsel bir “gerçekliğe" mahkûm eden sistemin de köklen tasfiyesini gerektirmektedir. Hat ta hastalığın bir değiş tokuş sistemine dönüştürülme tale bi karşısında yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalan*-
MJean Poutllon, N ouoeU e K etrue d c P a y ch o a n a ty s c dergisinde Isayı I. IÇ67): Dangaleal 1ar adlı toplulukta hastalığın bir Öğreti değerine tahtp olduğunu söylemektedir. G rubun bir üyesi h a line gelebilmek için hasta olm anız gerekmektedir Zaten hekim olabilm ek için d e hnstnhk geçirm eniz gerekiyor. Hastalığa ya kalnnmanızı mcırgoj/lar sağlıyor. Herkesin bir yo da birden çok m a ry a y ı vor Bunlar babadan oğuln miras kalıyor. Herhangi bir toplun sa] konum a aııcuk, bir seçilmiştik göstergesi olan, hastalık aracılığıyla ulaşılabiliyor. Haşinlik bir atılan a sahip, kişisel b ir iz oysa normal olanın bir anlamı yok, Hnetalık bir değer ve toplumsa) örgütlenm e ilkesi, yon i bir kültürdür T op lum sal açıdan belirli bir işleve sahip olmadığı yerlerde bile, hns talik, her zaman için toplumsal blı dava, toplumsal bunalım ve toplum ya da kamu açısından hasta ve bekim arasındaki istisnai ilişki sayesinde tüm toplumsal metabolizm a yeniden hareketlendirilip, canlandırılm aktadır Hastalığın bireysel d ü zeyde yaşanıp, terapinin bireysel düzeyde uygulandığı güncel tıp uygulamalarından kesinlikle farklı bir süreç. Kötülüğün d e ğiş tokuş edilmesi, karşılıklı kötülük yapm ak ilke) topum lorda lıer gün kerşılaşılan bir uygulamadır. Kötülük (hastalık), çalış ma vs g ilj bir toplumsal ilişki biçimidir. Organik nedenlerin varlığı kabul edilir ve her lürlû yöntem e başvurularak hasta iyileştirilmeye çalışılırken; kötülük asla organik b ir yara olarak değil, olsa olsu, toplumsal değiş tokuş düzeninin kesintiye uğ raması ya la bir bozukluk olarak kabul edilm ekledir. Organik
egemen toplumsal düzenin tasfiye edilmesi gerektiği bile söylenebilir.
C l n e o l lo f 'l r l l o n ö l ü m
-
Ö l ü m c ü l C ins el lik
ölümden söz edildiğinde insanlar gülmcklcdiıler. Hu si nirli ve müstehcen bir gülüştür Cinsellikten söz etmekse artık bu türden bir tepkiye bile neden olmamaktadır; çün kü cinsellik yasallaşınca, ölüm pornografik bir görünüme sahip olmuştur. Cinselliği “özgürleştiren* toplum, ondan boşalan asal bir gizli ritûel ve yasak işlevinin eksikliğini ölümle gidermeye çalışmaktadır. Daha önce yuşunmış dini bir evrece ölüm gizlenmeyen, herkese açık, herkesin önün de olup biten bir şeyken cinsellik yasak bir şeydi. Günü müzdeyse durum tersine dönmüştür. Ancak tü n “tarihsel” toplumlar cinselliği ölümden ayırmanın ve bıriri özgürleş tirirken diğerini kısıtlamanın bir yolunu bulmuşlardır ki, hıı, nntnnn ikicini hirrtrn nötralize etmek demeçtir Bu stratejide başvurulan ölçüler doğru mudur, yok sa iki terimden biri daha ini önemlidir? Bizi İlgilendiren evrede ütümün mahkûm edilmesi, cinselliğin yüceltildiği bir stratejiye bağlı, öncelikli bir tınuıç gibi görünmektedir. Bu anlamda “cinsel devrim" yalnızca bir Kros ve kendi sine zevç alma i$?ew yüklenmiş bir şey olmaya mahkûm edilmiştir. Zaten saflığı, hastalıklı görünümü, duygusallığı
yara onlar için bir rr.rtnfbr anlam ına sahip olduğııiKİarı, sağalt ın a eyleminin iki kahram anı arasındaki toplumsal değiş tokuşa özgü simgesel bir işlem le, “metalbrik" anlam da iyileştirilecektir. Aslında ikili değil her zaman için üçlü olan bir süreçten söz e t mek gc-ekm ekledir; çünkü grup bu iyileştirm e sün em in içinde hep yönlendirici ve ‘ sim gesel etkinliğin" koruyucusu d u ra k yer almaktadır. Kısaca hasla ve hekim hastalığın çevresinde olu ş turulur toplumsal ilişkinin birer oyuncusundan b ışk a bir şey d eğild iler. Oysa bizde hastalık nesnel bir nedenle organik bir ilişki iç;nc girerek özerkleşm ekte; hasta ve hekimse birbirlerini karşılıklı olarak ak tif vc pasif, hasta ve uzm an şckl ndc nesnel leşmek cdirler.
ve keza (arzunun dayattığı kategorik zorunluluk) “politik' şiddetinin nedeni de budur. Cinselliğin gündemi ekonomi politiğinkiyle dayanışına içindedir; çünkü cinsellik de ölüm cezasına bir son vermeye çalışmaktadır. Öyleyse bugüne kadar yasaklama konusunu değiştirmekten başka bir şey yapamamışız Belki de bu “devrim" sayesinde ölüm adlı te mel yasağı yürürlüğe koymuş bulunuyoruz. Cinsel devrim bununla uğraşırken aslında kendi kendini yok etmekten başka bir şey yapmamaktadır; çünkü yaşamı gerçek a n lamda cinselleştirmenin tek yolu Ölümden geçmektedir.
Nereye Boksam Kendi Ölümümü Görüyorum Nereye Boksam ölüm Beni Düşlüyor
Nereye gitse takip ve sansür edilen ölümle nedense her yerde karşılaşıyoruz. Artık, kimi dönemlerde olduğu gibi meL'cut hayal gücünün kendisinden kaçamadığı. Kıyamet folkloruna özgü bir veri olarak değil; sahip olduğu düşsel tözün yok edilmesiyle sıradan bir gerçek, yaşantımızı ege menliği altına alan bir rasyonellik ilkesi görünümüne bü rünmektedir. Ölüm demek her şeyin bir işleve sahip olma sı ve bir işe yaraması demektir. Jacques Tatınin Piaylime |1967| filminde kentsel çevreye özgü kusursuz, göstcrgcscl. sibernetik bir işleve sahip olan ölüm: Kafka'da insanın salt bir işlevler listesine indirgenmesidir, kısaca memurluk çağı ölüm kültürü çağı demektir. Bu hem maddi şeyler hem de arzunun gerçekleştirilmesi konusunda toptan bir program lama düşü, şu her şeyi öngörcbilmc. kesinlik ve amaçlılığın en abartılı biçimidir. Kısaca burada ölüm değer yasasıyla birbirine karışmış durumdadır. Üstelik, evrensel bir ilişki ler ağı içinde her şeyin kodlanmış bir farklılığa sahip o l duğu yapısal değerle her nedense birbinne karışmaktadır. Bir sisteme Özgü bütün terimlerin kusursuz, ultra hızlı, nesnel bir şekilde birbirlerine bağlanmasının bir sonucu olan ultra modern ölümün gerçek yüzü böylcdir. Bize özgü gerçek nekı opollcr artık mezarlıklar, hastaneler, savaşlar ve hckatonıblar değildir, ölüm artık bulunduğunu sandı
ğınız yerde değildir. O artık biyolojik, psikolojik, metafizik hatta ölümcül bir şey bile değildir, ölüm e ait nekropoller bilgisayarlarla doldurulmuş bodrum katlan ve hollerle insanların çıkardığı her türlü gilrültü patırtıdan arıııdınlmış beyaz boyalı mekanlardır. Bu, dünyanın sahip olduğu belleğin tamamen sterilize edilip, saydam bir tabut içine yerleştirilerek, dondurulmasıdır. Yalnızca ölüler her şeyi anımsayabilirler! Bu. günün birinde geleceğe ait bir uygar lık tarafından bulunması amacıyla günümüzde mikrofilm ve arşivlere dönüştürülerek yeraltına gömülmesi düşlenen dünyaya ait saf bir özdür. Yeniden yaşama döndürmek amacıyla dondurulan bilgidir. Sahip olunan tüm bilgilerin göstergc/değer şeklinde sonsuzluğa aktarılmasıdır. Her şeyi yitirme, unutma düşüncesine bunun lam tersi sayıla bilecek bir ilişkiler, bağlantılar, bilgi, yoğun ve içinden çı kılması olanaksız bir yapay bellek kalesiyle karşı çıkıyor ve günün birinde yeniden kcşfcdilebilınc gibi modası geçmiş bir umutla canlı canlı içine gömülmeyi kabul ediyoruz. Hayatta kalabilmek umutluyla kendilerine boyun eğ diğimiz bilgisayarlar, bu ıııinyatürleşıirilmiş ölümü temsil etmektedirler. Müzeler de bu uygarlık içinde yok olup git memeye çabalayan mekanlardır. Müzelerin neye tanıklık ettiklerinin bir önemi yoktur. Çünkü yalnızca var olmaları bile bizim, kendi kendisi için bir anlam ifade etmeyen ve günün birinde bırilcri için bir anlama sahip olabilmeyi düş lemekten başka yapacağı bir şey olmayan, bir kültüre ait olduğumuzu kanıtlamaktadır. Her şeyin ölüm evreninin bir parçasına dönüşmesiyle birlikte, ölümün artık devasa bir bütüne ait minicik bir göstergeden başka bir şey olamaya cağı görülmektedir. Tıpkı geriye dönüşü olmayan noktaya geçtikten sonra bir simgeler sistemine dönüşen para gibi. İşin aslına bakılacak olursa ekonomi politik yalnız ca gelecekte ortaya çıkacak bir uygarlık ya da gerçekleri sorgulama süreci tarafından ölümsüz olarak kabul edilme amacıyla -oysa din alanında Kıyamet Günü dışında kendi kullarını tanıyacak bir Tanrı düşünebilmek olnııaksızdırdnha öııcc hiç görülmedik bir bedel ödenerek oluşturulmuş bir sistemdir. Oysa biz Kıyamet Günü'nü ölülerin camdan
kuleler içine tıkıldıktan bir gösteri şeklinde yaşayıp arkada bıraktık. Bunun muazzam boyutlarda bir gösten olduğunu itiraf etmek gerekir Döfense mahallesi ya da Dünya Tica ret Merkezi gibi hiyeroglifleri andıran toplu mekânlardan, medyalora ait enfomıatık sistemleri barındıran binalar sil silesine; çelik sanayisine ait komplekslerden büyük politik örgütlenmelere; megapollerden gündelik yaşama ait en sıradan eylemlerin sınırlandırılmasına kadar hemen her alanda, insanlık, VValter lienjaının'ın dediği gibi kendi ken disi için seyirlik bir nesneye dönüşmüştür. “Yabancılaşma düzeyi öyle bir noktaya ulaşmıştır ki, günümüzde kendi yok oluşunu brinci sınıf bir estetik haz alma gösterisine dönüştürebilir" (Tek/ıık Yemden O relılebılirhk Çağında S a nat Yapıtı'1). B.ı onun açısından bir faşizm biçimidir. Bir başka deyişle ideolojinin belli bir şekilde abartılmasıdır. Bu, ölüm kültürünün onaylanmasını bir kutlama törenine döndüren estetik bir politik sapkınlıktır. Günümüzde eko nomi politik sisteminin bizim açımızdan gerçekten de ta mamen bu türden bir amaçsızlık; aslında ölümün verdiği çelişkili bir hazdaıı başka bir şey olmayan üretimden kay naklanan bir estetik haz biçimine dönüştüğü söylenebilir. İşte bu yüzden sanat Ölmüştür; çünkü ulaşılan bu doyum noktası ve karmaşıklık düzeyinde, alınan keyif, tamamen bir karmaşıklı!: gösterisine dönüşmüş olup, estetik bü yüleme kendi rimülakrına (sistem o devasa gökdelenleri, uyduları, dev bilgisayarlarıyla kendi kendim göstergeler aracılığıyla yemden üretmekten başka ne yapmaktadır ki?) dönüşen eietera tarafından lekelleçtirilmıçtir. Hepimi» bir gösteriye dönüşmüş bulunan üretimle üretimin sağladığı estetik haz ve insanı çıldırtan yeniden-ûretimin kurbanla rıyız. Bu durumdan kurtulmaya da pek niyetimiz yok zira bütün gösterilerde felaketin çok yakında gerçekleşeceği hissediliyor. Benjamın'in faşist sistemde varlığını kanıtla dığı politik, estetik ve sapıkça hazzı bızler bugün genelleş45Eserin Türkçe çevirisi İçin bkz “Tekniğin Olanaklarıyla Yeniden Drenlebildiği Cağda Sanat Yapıtı*. Pasajlar içinde, çev. Ahmet Cemal. YKY. 1Î93. |—ed. notu.)
tirilmış bir Üretim sistemi aracılığıyla almaya çalışıyoruz. Onu depolıtize, ideolojiden yoksun bir hazza dönüştürme ye çalışıyoruz. Şeylerin rasyonel bir şekilde yönetilmesinin verdiği hazla, tükenmek bilmeyen amaçların yol açtığı bir sarhoşluk duygusu. Ekonomi politik düm ü içkinleştirmiştir. Kapitalizm de zaten bu yüzden ölümsüz olmaya çalışmaktadır. Devrim de ölümsüzlüğü amaçlamakta ve hem bu amaç hem de birikim yararına ölümün askıya ııluıııutaım istemektedir. Oyaa ölûmeüaUık her zaman can sıkıcı toplumsal cennetlere özgü bir şey olmuştur Ölümü yeniden keşfetmek isteyen bir Devrim çiıı tek çıkar yol insanlardan hemen ölmelerini istemekten geçmektedir. Devrimin açmazı kapitalizmin sonunu bir gelişme ola rak görmesidir, oysa yapılması gereken şey kapitalizmin hemen bugün sona ermesini istemek ve bunu derhal bir ölüm kalım sorunu haline getirmektir. Cîrec gündüz |>eşlcri bırakılmayan ve kapitalizm tarihi boyunca bedelleri öde nen ölüm ve haz. Devrim ■‘ertesinde’ çözülmesi olanaksız sorunlar şeklinde yeniden karşımıza çıkacaklardır, ölüm konusunda bir şeyler yapmaya çalışan Devrimin bu soru nu çözme şansı sıfırdır. Aslında Devrim sonrası diye bir şey yoktur, bir başka deyişle. Devrim ertesi demek mevcut düzenin sürdürülmesi demektir. Oysa ölüm tam bir kafa karışıklığıyla içine körlemesine dalınarak hemen yaşan ması gereken bir duygudur, ölü m devrimci bir şey midir? Eğer kapitalizm ölüme bir son vermenin en kesin yoluysa, bu durumda, kapitalizme yalnızca Ölümün bir son verebi leceği söylenebilir.
6
TANRININ İSMİNİ YOK ETMEK
ANAORAM
Dil alanında da simgesel bir
1 Arkaik dönemdeki acıklı, dokunaklı şiir türü. | - ç e y nof«.|
suııuç çıkartmadığı gibi; opclcü’.aoyon düşeyinde bile olsa elde elliği verileri hiçbir şekilde gendlcştirmerniştir. Elde elliği sonuçları ispatlama konuşundu yeterli kanıt bula madığını düşündüğü günse bu devrimci sezgiye boş vere rek dilbilim denilen bilim dalını kurma çalışmalarına baş lamıştır. Saussure’ün1 bir köşeye altığı bu varsayımdan yola çıkarak birtakım sonuçlara varabilmek için belki de aradan elli yıl gibi bir sürenin geçmesi »e bu arada dilbi limin çok büyük bir gelişme göstermesi gerekmiştir. G ö rünüşe göre bu varsayım dilbilimi temel erinden sarsacak bulguları daha o zamanlar elde etmişti. Saussure'ün ortaya çıkardığı şiirse, yapıya özgü ku rallar şunlardır:
çlfttofm e yasası 1) •Salürnivcn şiirde bir ûnlû harfin vatlığı ancak dizenin herhangi bir yerinde onun karşılığı sayılabilecek bir Knışı-dnM varan mümldlıı olabilmektedir (bunun aynı ünlüden ve aynı sayıda olması gerekmekledir)... Bu nun sonucunda dizedeki hece sayısı v'iflse ünlü harfler birblrleriylc kusursuz bir şekilde çiftleşmekte ve geride herhangi bir artık bırakmamaktadırlar. Geride hiçbir şey kalmaması için bütün ünlülerin çift sayıda olmalan gerekmektedir.' 2| Ünsüzler de aynı yasaya boyun eğer ve her türlü ünsüz için de aynı kesinliğe sahip çift sayı kuralı geçerlidir. 3) Bu ış öyle bir noktaya ulaşmaktadır ki. gerek ünlüler (tek satır) gerekse ünsüzlerde indirgenmesi olanaksız herhangi bir kalıntıyla karşılaşıldığında, bu kalıntı sı radan bir e harfi bile olsa, sanılanın tersine, kendi ha line bırakılmamaktadır. Bir sonraki dizede bu harfin, bir öncekinin karşılığı olarak bir kalıntı görünümünde
3 Bütün dilbilim ciler bu varsayımın unutulup yeniden *u yüzüne
çıkm am ası için ellerinden gelem yapmışlar ve dilbilim d e zaten ancak bu sayede bir “ bilim ” olabilme şansına sahip olm uş ve her şeye bulaşarak yapısal bir tekel kurmayı başarm ıştır
yeniden ortaya çıktımı görülmektedir. gövde yasası Dizenin kompozisyonunda şair gövde sözcüğe nit seslerden yararlanmaktadır... örneğin bir ya dû birçok dize tek bir sözcük haline getirilebilmektedir (genelde bu sözcük bir tanrı ya dn bir kahram an» ait özel bir isimdirj. Amaç vokalik sıralamanın yeniden üretilmesidir Bu dize her şeyden önce ünlüler üzerine kurulmnk durumundadır. “Latince yazılmış Satıırniycn şiirlerde F. De Saussure çok savada özel bir isme ait tcnıel sesbilimler tespit etmiştir." (Starobinski, Les mofs. s. 28) Saussure şöyle yazmıştır: Sözcüklere yapılan eklemelerle ortaya çıkan türevin amacı, hecelerin yinelenmeleriyle elde edilen ve onjinalınin üzeri ne sonradan yapıştırılmış gibi durun, bir sözcük ya da bir isme, yapay bir ikinci kez var olma şansı tanımaktır.
TAURASM C/SAUNA SAMN/O CEP/T (SCIPIO) A AS EN ARGALEOıV ANEMON AMEOAHJOS AUTME (AGAMEMNOh)
Sahip oldukları çok sayıdaki değişken aracılığıyla bu basit kuralları sonsuza dek yineleyebilmek mümkündür. Arkaik şiirin tamamen bu (ses, harf, hece) uyum kuralı (aliteras yon! üstüne oturduğunu ileri sürenlere karşılık olarak, Saussure, bunun *çok daha kapsamlı ve önemli bir ola yın " yalnızca küçük bir parçası olduğunu söylemektedir. Çünkü buruda tûm heceler birbirteriyie ya tam bir uyum içindedirler ya yarım uyaklıdırlar ya dn gelişigüzel bir ses arm onisine uy gun b ir şekilde düzenlenmişlerdir
Ses grupları sanki "birbirlerinin aynısıdır", dizeler metin içinde birbirlerinden çok uznktn bulunsa lar bile kendilerinden Önce gelen dizelerin bir nnagramır.a benzemektedirler.
Çok »esli heceler bir fırsatını yakalar yakalamaz, belirgin bir şekilde, metinde yer alan Önemli bir İsim veya sözcüğe ait heceleri yeniden üretmekte ya dn u s bu işi, bağlam s a yesinde kendiliğinden gerçekleştirmektedir.
Belli bir ismi ima etmek amacıyla (gövde yerine geçen anagraml hem akustik hem de anlamlı diziler oluşturması gere ken şiir ya sözcüklere ait ses tözünü çözümlemektedir.
Kısacası "Dizelerde her şey şu ya da bu şekilde birbirine benzemektedir", yani ya gösterenler, sesbilimler ya da di zeler boyunca birbirlerine bir ikiz kadar benzemekte ya da gizli gösterilen, gövde sözcük görünen metnin «(.'incin bir çok sesliden diğerine yankılanmaktadır. İki kural birlikte iş görebilmekte, yani “kimi zaman bu iş ana sesle rekabet şeklinde, kimi zamansa taklit edilen sözcükle ilişkisiz bir şekilde olabilmekledir. Tüm elemanlar arasında kusursuz bir 'eşleşm eyle” sonuçlanan bir uyum vardır, bir başka deyişle yineleme çift sayılar üzerine oturmaktadır”. Saussurc, "uyanık bir okuyucunun kolaylıkla farkı na varabileceği bu dağınık, güdümleyim scsbiritnlerc özgü çok sayıdaki değişkeni saptayabilmek amacıyla aııagram, sözcük ya «İn sözcüklerin düzenlenmesiyle ortaya çıkan türetilmiş sözcük ya da yazı Ötesi, melın-ötcsı gibi terim ler arasında bocalayacaktır" (Starobinski, Les mors, s. 33) Saussure’ü izleyerek biz kökeninde bir adak ya da kutsal bir varlığa sunulan adağın eşdeğerlisi olan AFOROZ3 teri mini önereceğiz Zaten metnin altında yatan bu İlahi isim sonuç olarak metnin kendisine ithaf edildiği kişinin ismi değil midir? Şiir sanatının özü konusunda söylenenlere oranla bu iki yasa son derece yetersiz kalmaktadır. Üstelik şiirsel “etki", metinlerden alman haz ya da onların estetik değerle riyle kesinlikle ilgilenmemektedir. Okuyucunun aldığı haz
5 Aforoz (onafheme) terimi feda edilmiş bir kurban, ithaf edilmiş bir nesne anlamına sahipken zaman içinde bu anlamın lanet lenmiş kişiye dönüşmesi çözümleme açısından çok önemlidir.
ya da şairin "esinlenme" biçimi Saussurc’ü hiç ilgilendirme mektedir. Ortaya çıkardığı bu kurallarla (kendisi yalnızca onlann varlığını saptadığını düşünmekteydi), şiire atfedilen şu sıra dışı duygusal yoğunlaşma olayı arasında bir ilişki olduğundan belki de hiç söz etmemiştir. Bakış açısını, gös terenin biçimsel mantığıyla sınırlandıran Saussure, şiirden alman hazzın gizini araştırma işini psikologlara, dilbilim cilere ve bizzat şairlere bırakmışa benzemektedir Zaten onlar da elbirligiyle her zaman bu görevi yerine getirmeye çalışmışlar ve araştırmalarını gösterifen’in zenginlikleriyle "dışavurumun" derinliklerinde yürütmüşlerdir. Oysa şiir sanatının tattırdığı hazzm nereden kaynaklandığını yalnız ca Saussure söyleyebilmektedir, ki bu haz "insan sözcüğü nü kapsaynıı temel yasaları" yıkmaktadır. Dilbilimciler kendilerine ait disiplinin bu yıkıcı tavrı karşısında savunulması olanaksız bir paradoksun ardına gizlenmek durumunda kalmışlardır. Roman Jakobsonla birlikte, şiirsel anagramın, S.ıııssurc'On ilan ettiği, insan sözcüğü nün iki temel yasasını aşıp geçtiğini kabul etmektedirler. Bu ıkı yasanın bin gösteren ile gösterilen arasındaki iliş kinin kodlaşiırılrnas:; diğeriyse gösterenlerin çizgi sclliğıyle ilgilidir.* (‘Şiirsel dilin urnçlnn çizgisel düzenin dışına çık mamızı sağlayabilir...* |“F. de Saussure sur les anagrnmmcs". Seçilmiş yazılar içinde, c 7, Berlin: Moutoıı, 1985,
s. 247.|) |Yn dn Stnroblnski’nin özetlediği gibi "burada bilinen dile özgü sürekliliğin İzamımın) dışına çıkılmaktadır." |Les mors, s. 47)) Bu dilbilimciler "Saussure’ün yukarıdaki açık lamalarının yanı sıra, yapmış olduğu araştırmalarla şiirin dilbilimsel incelemesi konusunda dn inanılmaz perspek tifler açmış olduğunu dn kabul etmektedirler." |Jnkobson, Seçilmiş Yazılar, c. 7, s. 246.) Böylelikle şiir, dilbilimin egemenliği altında bulunan, söyleve özgü bir alan olarak ilan edilerek zarif bir şekilde ele geçirilmiştir. Şiirin tüm anlamlanın yasalarını yadsı masının hiçbir önemi yoktur; çünkü kendisine dilbilimsel
bir statü tanınarak nötralize edilmiş vc dilbilime ait ger çeklik ilkesine boyun eğmesi istenmiştir. Ancak eşdeğer lik kodunun denetiminden kaçan bir gösteren ya da bir gösterilen neye benzeyebilir ki? Çizgisellik yasasına boyun eğmeyen bir gösteren neye benzeyebilir ki? Peki ya bütün bunlardan yoksun bırakılacak bir dilbilimin neye benze yeceğini hiç düşündünüz mü? Hiçbir şeye (ancak bu tür bir saldırının elinden kaçabilmek için dilbilimin girmediği kılık, dalmadığı sapak kalmayacaktır). Dilbilim. Saussurc’ün belirlediği ilk yasa olan “çift leşmenin*' elinden, gösteren tekrarlarıyla gündelik yaşam diline oranla şiirde çok daha fazla karşılaşma olasılığı bulunan şu sesbirim ya da bu çokseslilik vb. şeylerden söz ederek kurtulmaya çalışmaktadır. İkinci (bütünüyle anagram olayıyla ilgili) yasanın elindense metindeki "so mut gösterilenle" doğal bir rekabet içinde bulunan, gizli ismi (Agamemnon) yine aynı metnin bir gösterilen şeklinde "dışavurduğunu" vc “yeniden canlandırdığını' öne sürerek kurtulmaya çalışmaktadır |Jakobson 'ayn ı gösteren iki gösterilene sahip oluyor" (Seçilmiş Kazılar, e. 7, s. 247.| demektedir.| Hu, daha karmaşık bir oyun aracılığıyla bile olsa, dilbilimsel değer yasası ve anlumlama biçiminin temel kategorilerini (gösteren, gösterilen, dışavurum, yeniden canlandırma, eşdeğerlik) kurtarabilmek amacıyla gerçek leştirilen sonuçsuz bir girişimdir. Dilbilimciler şiiri kendi alanları içine çekmeye çalışmakta hatta terim vc değer üzerine oturtulan şiir çalışmalarım zcngiıılcştircbilcecğini iddia etmektedirler Saussure'ün yapmış olduğu büyük buluşu hak ettiği değer verilmeli vc o arada bu iddiaya, şiir sanatının, tam tersine, bir değeri yok etme süreci olduğu söylenerek karşılık verilmelidir. Şiir yasası gerçekten de kesin bir sürece uyarak geri de hiçbir kalıntı bırakmamaktadır. Zaten dilbilimsel söyle ve karşı çıktığı yer de burasıdır. Çünkü dilbilimsel söylev, dilin, bir değer olarak biriktırildiğı. üretildiği vc dağıtıldığı bir süreçtir. Şiir sanatının bir anlamlama biçimine indir genebilmesi olanaksızdır. Çünkü anlamlama biçimi dilsel
değer üretim biçim inin kendisidir, işte bu yüzden onu, bu üretim biçiminin bilim i olan dilbilime indirgeyebilmek o l» naksızdır. Şiir sanatı dem ek, dilin kendi yasalarına karşı isyan etmesi demektir. Saussurc bile hiçbir zaman böyle yıkıcı bir sonuçtan söz etmemişti. Ancak ötekiler dilin başka bir şekilde kullanılabileceğini gösteren bu basit formülün çok tehlikeli bir şey okluğunu anlamışlardır. İşte bu yüzden o formülü kendi kodlarına indirgeyebilmek (tenm olarak gösterenin hesaplanmasıyla değer olarak gösterilenin he saplanması) am acıyla ellerinden geleni artlarına koyma mışlardır.
Değeri Yok Etmo B içim i O larak Ş iir Sanatı 1) Saussurc‘ün koyduğu ilk yasanın -çiftleşm e yasast(kondisi bu konu üstünde ısrarla durmaktadır) şu ya da bu sesbilim in sonsuz sayıda dışavurularak yinelenmesi ya dA Seslerin tekrarlanmasıyla bir ilişkisi yoktur. Pour (ptı sont ces scrpe'ils qui stfflenl sur nos teles?' Bu yılanlar gösterenlerin yon yana sıralanması ve yinelen mesi üstüne oturtulm uş bir dilbilime ait çıngıraklı yılan lardır. Çünkü bu gösterenlere, s-s-s slc re dayanılarak Ça tüst ben) türünden b ir gösterilen atfedilmektedir. S sayası arttıkça bu yılankavi ıslık dahn bir tehdit ve ikna edici hale gelecektir. Keza yine: ... the/ûint fresk
4 Bu ba&nuztn üstündeki tplanlar tem e ıs.'ık çabyor? gibi b:r anla ma sahip olan bu şiirsel dizenin Türkçede pek b:r anlamı yok tur. Baudrıllard iddiasın: kanıtlayabilmek için bu örneğe bir de kendinden ironi katmakta ve çeviriyi neredeyse olanaksız bale getirmektedir. [ —çev. notu.]
geçip gittiğini hissediyoruz, ancak bunu bizzat dizeler ifa de etm iyorlar* demektedir (“Form and Function in Poetic Languagc", Diogöne, 1965. no. 51, s. 90|. SaussureMn çift leşm e yasasıysa bambaşka bir yinelenme konumuna gön deren, hesaplanmış, bilinçli ve kesin bir (suret çıkarına) o^nısını oluşturmadır. Bu, terimlerin yan yana sıralan m ası ya da tam uyaklılık ya da liçtcpiscl/içgüdüscl) bir uyarm a özerine oturan bir yinelenme biçiminde değil; tenm lerin ikişer ikişer belirli zaman aralıklarıyla yinelenerek (eyejir/ue) geçersiz kılınması, bir yinelenme Icydef düzeni tarafından yok edilmesi şeklinde bir çiftleşmedir. Ünlüler kesinlikle çiftleşmek V E CF.RİYB SIFIRDAN BAŞ KA HİÇBİR ŞEY BIRAKMAMAK DURUMUNDADIRLAR. (Saııssure'deıı alıntılayan Starobtnski. Les mots, s. 2t|.
Bir tı\r simgeye dönüştürdüğü bu yasada: NUMF.RO DEUS PARl GAUDET (=Tunrı çift sayılardan zevk alır) diyerek şu ya da bu şekilde haz almanın bile Aynının yan yana di zilm esi. Aynının aynıya eklenerek anlamı güçlendirmesi şeklinde değil; tanı tersine ikiz'i tarafından geçersiz kılın ması, sesbiı itnscl ayrımın bir aynaya çarparak yok olması gibi ü/ıU-karşıtı, sözcüğün karşıtı bir yinelenmeyle |ri/dc*) geçersiz kılınmasına bağlı olduğunu söylemektedir. 2) Metnin altında ilerleyen şu “gövde sözcük" yıı da şu "aforoz* ile ilgili ikinci Snussurc yasası da aynı doğrultuda çözümlenmelidir Burada söz konusu olan şey, özgün gös terenin yinelenmesi, bir metne ait scsbirimsel bileşenlerin (oompo.snnts) yeniden üretilmesi değildir. “Ausen arıjaı’eön anemon om egados autmö", Agnmcrnnon'un yeniden üretilmiş hali değildir. Zaten Snussurc'dc bu konuda pek açık seçik konuşmamaktadır: fj/ypoıyrammc'da) sözcüklerle yapılan düzenleme sonucun da ortaya çıkan türevde söz konusu olan şey neredeyse öz gün sözcüğe ekleme yapıp, onun hecelerini yinelemeye yel lenerek. kendisine yapay bir ikinci varoluş hakkı tanınım bir isim yo da bir sözcüğün ön plana çıkartılması değildir.
Gövde-sözcük gerçekten dc tüm metnin içinde dolanmak tadır (se diffracıe). I3ır anlamda gövdc-sözcûk yalın unsur larına indirgenmekte, bir ışığın hüzmelere bölünmesi (ışık tayfı) ve huzmelerin metni taramasına benzer bir şekilde dize ve şiir tarafından ‘ çözümlenmektedir". Bir başka de yişle özgün bütünce (oorpusl 'kısm i nesneler' şeklinde damıtılmaktadır. Burada bir başka şekilde Aynılaştırma, bir yinelenme, gereksiz bir uzatma ya da iannnın adının gizlice değiştirilmesinden söz edilemez. Olsa olsa patlaya rak saçılma, yayılm a, organlarına bölünme türünden bir şeyden söz edilebilir. Burada “yapay bir ikiz yoktur" (aynı şeyi yeniden söylemenin ne anlam: olabilir ki?). Burada Osiris ve O rfcustınki gibi parçalara ayrılmu bir vücut, bö lünmüş bir ikiz vardır. Gösterenin varlığını güçlendirmek, onu olumlu bir şekilde yinelemek yerine, bu parçalarına bölünme şeklindeki düzensiz biçimsel dönüşüm göstere ni öldürmektedir, ö ze tle burada. gösterene can veren isim kurban töreninde /eda edilen tanrı ya da kahramanın öldü rülmesiyle eşdeğerli bir şeydir. Totem niteliğine sahip hay van, tanrı ya da kahraman kurban edilip, öldürüldükten ve eklem yerlerinden parçalara ayrılıp, bölündükten (m uh temelen parçalanıp yenilm ektedir) sonra grubun bir araya gelmesini sağlayan simgesel bir malzemeye dönüşmekte dir. Sesbilgiscl unsurlarına bölünen, dağıtfan gösterenin ölümüyle tannnın ismi, şiiri için için kemirmekte ve asla ilk haliyle yeniden ortaya çıkıntısına izin veıilmcdcn, ken dini oluşturan parçaların ritmine uyguıı bir şekilde yeni den (şiire) eklemlenmektedir. Simgesel eylem şiirin içinde, dolambaçlı yollara sa parak, dizelerin içine yerleşerek tannnın ismini, göstereni yeniden yaşama döndürme gibi bir yönteme başvurarak, asla o ilk haliyle yeniden üretmeye kalkışmaz. lsistıı, Osıris'in parçalara bölünm üş ölı'ı bedenini yeniden bir araya getirmesi gıb: burada önemli olan ana heceleri bularak bir araya getirmektir
diyen Starobinski haksızdır. Simgesel düşünce yapısı üzc-
fanmun temim Vofc Etir-ek • 349
rine oturttuğu kuramında şunları diyen Lacan haksızdır: İnsan kendi iç dünyasında, sahip olduğu urganlara kendi iradesi dışında takılmış isim kadar çok öteki Üretmeyi ar zulayabil iyorsa; kendinden yola çıkılarak türetilmiş, b u or ganları oluşturan bütünün ır.ctnforuna benzeyen ve daha var olmadan ortadan kaybolan, bu kadar çok organ ismini bilmek durum undaysa, o zaman simgelerin ne türden bir bilgisel değere sahip olduklnn sorusu da yanıltanmış ol makladır, çünkü bu organlar dünyayı kendilerine yaban cılaşmış bir şekilde dalaştıktan sonra geri dönmektedirler |/.a fîsychanaftfse, c. V. 1960, s. 15.)
Simgesel eylemin bu ‘ geriye dönüş", kendine yabancılaş tıktan sonra yeniden bir araya gelme; bir kimliğin diriltilmcslylc bir ilişkisi olmak bir yana, tam tersine, gösterenin, teri miri yok edilme, ismin parçalanma, yani eski haline dönme şansı bulunmayan bir dağılma süreci içinde yer almaktadır. Bu yok etm e şiir içinde, tıpkı ilkel toplumdaki şOlen vc kurban olayında olduğu gibi, yoğun bir dolanını sürecine yol açarak, dil sayesinde yeniden haz alınmasını snğlarkcn, gende hiçbir şey bırakmamaktadır. Gösterenin yitirilmesi vc ölmesine yol açan bu skandali gizlemek am a cıyla dilbilimsel kategorilerin az yaygara ettikleri bile söyle nebilir. Dilyetisiyle ilgili bu hararetli tartışmalar. Botaillc’ın yaşam konusundaki şu sözlerine benzemektedir: “ Yaşum, ölümün kendisine zarar vermesini istiyor". Hiç kuşkusuz burada Saussurc'ün koyduğu sınırlar yıkılmaktadır. Bir başka deyişle şiir sanatına özgü bu ilke yalnızca Veda. Germen. Lalın şiirleri için geçerli değildir. Saussurc'ün yaptığı gibi kanıtı genel bir varsayıma dönüş türmenin yararı yoktur Çünkü modern şairler asla üretici bir gövde sözcüğe başvurmamışlardır. Antik şairler dc asla böyle bir yola başvurmamışlardır. Ancak bu bir karşı çıkış (itiraz) olarak algılanamaz; çünkü Saussure tarafından or taya atılan bu biçim lûm diller ve tüm dönemlerde egemen olmuştur. Herkes için iyi şiir geride hiçbir kalınlı bırakma yan -çok somut bir haz duygusu alınan- ve üretim sü recinde yararlanılan tüm malzemenin tüketildiği şiirdir...
Kötü şiir (ya da şiirse! olmayan şey), tam tersine kalıntı bırakan, her sesbilim , her diphone (çift sesli), her hece ya da gösteren, terimin kendi ikizi tarafından yeniden kulla nılamadığı; tüm terimlerin ilkel armağan/değiş tokuş ey leminde olduğu gibi kesin bir Ikarşıtlık) karşılıklılık ilişkisi içinde buharlaşıp uçamadıklan, tükctilemedlklcri şiirdir. Kalıntt değer demektir Her şeyi anlamlandırmaya ça lışan söylev, dilbilimin egemenliği altında bulunan dilye(imizdir. Anlam ve derişim ekonomisi denilen şey yalnızca, dilyetisine özgü simgesel işleme yeniden tâbi tutulamayan, yani simgesel bir şekilde yok edilmeyen her şeyi kapsa maktadır. Kodun egemenliği altındaki terimler, anlamlar ve değerleri bu ekonomi bağlamında değiş tokuş ediyor ve üretiyoruz. Ekonomik sürecin ortaya çıkış biçimi de bundan fark lı değildir. Bir başka deyişle ekonomi, yani biriktirme ve değerin dolanım düzenine aktarılan şey kutsal tüketim düzeninden geriye kalan şeydir. Armağan etme ve kabul etine adlı yok edilemeyen dftngûscl düzen tarafından tüketilemcycn her şey. Biriktirilen ve bir spekülasyon nesnesi haline getirilen şey de zaten bu artıktır. Ekonomi tam da bu noktada ortaya çıkmıştır.
X Bu kalıntı kavramından yola çıkarak, bizim anlamlnma biçimimizde üçüncü bir boyutun varlığından söz edebiliriz. Şiirsel işlemin, “dil(yetisin)c ait iki temel yasayı yıktığını biliyoruz." Bunlar:1
1) Göstercn/göstcrilen arasındaki eşdeğerlik; 2) Gösterenin çizgiscliiği (SaussureMn, “Bir sözcüğü oluş turan unsurlar birbirlerini izlerler. Bu dilbilim alanında herkes tarafından bilinen bir şey okluğundan dikkate alınması gereksiz bir gerçeklik gibi kabul edilmemelidir. Tam tersine sözcükler konusundaki her türlü yaklaşı mın ana ilkesi bu çizgisellik üzerine oturmaktadır."); 3) Hemen hiçbir zaman ciddiye alınmamış ve diğer ikisiyle
sıkı bir dayanışma içinde olan üçüncü boyuta gelince bunun gösterene özgü malzemenin dur durak tanıma dan üretildiği sınırsızlık olduğu söylenebilir. Eşdeğerlikle birikim nasıl sınırsız üretimle değerin sınır tanımayan yeniden-üreliminin ekonomik boyutunu ifade ediyorsa; göstcrcn/göslerılen arasındaki eşdeğerlikle gösterenin çizgıscllıği de sınır tanımayan bir söylevleştirme alanı yaratmaktadır. Bu söylev çekme alışkanlığımız öylesine yaygınlaşmış ve bizim için öylesine "doğal" bir görünüme bürünmüştür ki. sonuç olmak bu durumun farkına bile varamaz hale geldik. Oysa bu olay bizi tüm diğer kültürlerden farklı kıl maktadır İliz sözcükleri, scsbirimlcri, gösterenleri herhan gi bir ritûel. dini ya da şiirsel kısıtlamaya gitmeden, keyfi bir şekilde “ürettiğimiz" için, muazzam boyutlara ulaşan bu malzemeyi herhangi bir yükümlülük ya da sorumluluk duymadım kullanıyor ve bol miktarda tüketiyoruz. Herkes, ifade etmek istediği şey adına bu sesli malzemeden istediği kadar ve istediği sürece yararlanma özgürlüğüne sahiptir, ilkeller simgesel yeniden-üretim düzenini sürdürebilmek amacıyla sahip oldukları şeylerin bir kısmını feda eder lerdi. Oysa bizler söylev çekme “özgürlüğüne* sahibiz. Bu alma ve istediği kadar yararlandıktan sonra iade etmeme ya da karşılığını vermeme; bu her işimizi gören w kapitalist ütopyanın gerçekleştirilmiş okluyu bir alan ve tüketilmesi olanaksız bir araç olarak dılyctisi fik ri “herkese gereksin diği kadar"dan ibaret bir şeydir. Bu inanılmaz stok, bu kullanıldıkça sihirli bir şekilde yemden üreyecek olan bir ham madde faııtazmı (burada ilkel birikime bile gerek yoktur), öyleyse müthiş bir savurganlık özgürlüğüdür. Bizim söyleve doyalı iletişim düzenimizin içinde bulunduğu bu konum, akıl almaz boyutlara ulaşan gösteren-malzeme bolluğu ancak maddi zenginliklerin aynı yeniden-üretim mantığına boyun eğen ilkeler tarafından yönlendirildiği bir genel manzara içinde mümkün olabilir. İnsanlar do aynı şekilde üretilmektedir. Mal varlığı, birey sayısı ve sözcük lerin kullanımının sınırlı olduğu ve simgesel bir döngü
tarafından denetlendiği toplumsal oluşumlardan; ister ekonomik ister dilbilimsel isterse demografik anlamda sı nır tanımayan bir üretim anlayışının belirlediği bize özgü "modern" toplumsal oluşumlara geçiş aynı onda gerçekleş miştir. Bu toplumlar sonu gelmeyen bir -dilbilimsel dışa vurum - maddi bir biriktirme ve türün çoğaltılması demlen bir tırmanış sürecine girmişlerdir.5 Bu üretim modeli -değişken gelişme endeksine sahip, nüfusun hızla arttığı, söylev çekmede sınır tanınınayonher yerde aynı anda çözümlenmelidir. Burada tartışılan dılyctisi düzeyinde ele alındığında tersine çevrilmeyen bir geçersiz kılma, cezalandırma, emilme, yok edilme sürecin den yoksun bir dışavurum biçimiyle sınırsız sayıda sesbirimden yararlanma özgürlüğüne; Saussurc'ün dile getir diği; şiirde yinelenmeyen, yani kendini geçersiz kilon bir yinelenme aşamasından geçmeyen hiçbir hece, hiçbir ünlü ya da ünsüz yüksek sesle dışa vurulmamalıdır gibi basit bir yasa, radikal bir şekilde karşı çıkmaktadır. öyleyse dilden sınırsız bir şekilde yararlanmak söz ko nusu değildir. Simgesel değiş tokuşta olduğu gibi şiir de kesinlikle sınırlı ve belirlenmiş bir bûtünccyc sahip olup bunlar sa y esin d e yapacağı işin üstesinden gelmektedir. Oysa bize özgü söylev ekonomisi herhangi bir çözüm getir meyi hedeflemeyen, sınırsız bir bütütıccylc ış görmekledir. Bize özgü söylev çekme sisteminde sözcükler ve sesbi lim ler neye benzemektedirler? Kendilerinden yararlanma süreci sona erdiğinde nazikçe ortadan kaybolarak, yeni den kullanılıncaya kadar kutularına dönen matbaa harfle ri gibi bir süreç yaşadıklarını sanmak yanlıştır. Bu türden bir yaklaşım bile bize özgü idealist bir düşüncenin ürünü dür. Yinelenmeyen, iade edilmeyen, şiirsel tekrarlarla or-
3 Zaman ve mekân düşüncemiz konusunda da aynı şeyi söyle yebiliriz; bir başka deyişle bizim içir, zaman ve mekân ancak sonsuz olabildikleri takdirde var olabilmektedirler. Bu da onla rın değer olarak nesnelleştirilme işleminin yaygınlaştırılmasına uygun bir süreçtir. Burada da olay tüketilmesi olanaksız bir yaygınlaşma ve silsile fantazmına bağlıdır.
tadan kalkması sağlanamayan, bir terim ve değer şeklinde ('söylemek isted iğiyle eşdeğerli bir anlam tarafından) yok edilemeyen her tenin, her scsbırim Jcn/ınfı anlamına gelir. O bir artık, opaklaşınış bir söylevsel madde, dibe çökmüş muazzam bir kalıntı birikintisinin parçası haline gelmek durumundadır (burada Üretken bir uygarlığın temel so rununun kendi ölümü anlamına gelen geride bıraktığı ar tıklar. yani kendi kalıntılarının altında ezilerek yok olup gitmek olduğu görülmektedir). Dilsel artığın yanında sınai artığın sözü bile edilemez. 13u haliyle bizim kültürümüz aşırı üretim yoluyla, yani dili maksimum düzeyde tükete rek "iletişim* miktarını azaltma yöntemiyle çözmeye çalış tığı şu kalıplaşmış devasa kalıntı süreci tarufından bloke edilmiş olup, bu olguyu bir sapluntı haline getirmiştir. Bu konuda yapılacak bir şey yoktur. Tıpkı değer w eşdeğerlik yasası udi altında üretilen her şey ya da her malın kendi sinden ku'fufmaniM olanaksız bir şey olmasının yanı sıra, toplumsal ilişkiyi engelleyen, bir kalıntı haline gelmiş ol ması gibi, üretilen ve simgesel anlamda yok edilmeyen her seabiritn de birikerek bir kalıntı haline gelmekte ve soyut ölü bir dıluı tüm ağırlığıyla lıizı ezmektedir. Dilimiz bir bol keseden harcama ve savurganlık eko nomisinin -bolluk ütopyasının egemenliği altındadır. Oysa "bolluk" ve savurganlık ımıddi ekonomiye özgü o l dukça yeni sayılabilecek bir özellik, tarihsel bir niteliktir. Her ikisi de sözlü ya da yazılı dilyctisinin önceden saptan mış doğa! bir boyutuna benzemektedir. Her zaman, her yerde herkes için istenildiği miktarda ütopya üretebilmek mümkündür. Bir kullanım ve değişim değeri olarak dilin sınırsız bir kapital olma ütopyası! Her insan kendini ifade edebilmek amacıyla gösteren biriktirerek, bunlaıı değiş to kuş etmektedir. Oysa gösterenlerin ifade ettikleri hakikat, söylemek istedikleriyle eşdeğerli bir şeydir (insan söyle mek istediğini daha uz sayıda sözcük kullanarak da söyle yebilir; kısaltma ahlaki bir erdem olmakla birlikte araçlar düzeyinde ekonomi yapmaktan başka bir anlama sahip değildir). Açlık düşüncesinin yakınından bile geçemediği bu söylev “tüketimi", bolluk düşüncesinin desteklediği sa
çıp savurma eğilimi, büyüme süreci artık denetlenemeyen bir hale gelmiş toplurrJanmızın görüntüsüne uygun bir şe kilde. muazzam bir enflasyona, bir kalıntıya benzemekte dir. Tüketildikten (ancak tamamen ortadan kaldırılmamış) sonra ortadan kaldırlm ası olanaksız devasa bir artığa benzemektedir. Zira bir işe yarayan sözcükler daha son ra buharlaşıp, ortadan kaybnlıııaınakta. bir yerlerde artık şeklinde biriktirilmcktcdirler. Gösterge kirliliği en az sınai kirlilik kadar çağdaş vr akıl almaz bir şeydir.
X Oysa yalnızca bu artık evresiyle, yani işlevsel bir dille ilgilencn dilbilim, bu evreyi her dile özgü doğal bir durum şeklinde evrenselleştilmektedir. Çünkü aklına başka bir şey gelmemektedir. Romalıların ve Kinliklerin gökyüzünü matematiksel nite liğe sahip kesin ezgilerle bölmeleri vr bu iy m»h»ı gibi kısıtlı bir alan içinde gerçekleştirerek bir tanrıyı tavlamaya çalışmaları gibi, her halk da kendi başının üzerinde ma tematiksel kavramlardan oluşan parçalara ayrılmış böyle bir gök yaratmaktı ancak hakikatin kendisini zorlaması nedeniyle her kııvıamsal tanrıyı yalnızca bu evren İçinde araması gerekliğin düşünmektedir. (Nictzsche, Filozofun Kitabı) Dilbilim de aynen böyl: yapmakta, yani dili kendine göre biçimlendirdiği bir evren içine girm eye zorlamaktadır. Her bir parçasını kcnci ürettiği ve rasyonelleştirdiği dile ‘ o b je k tif bir şekilde yaklaştığını söylemektedir. Dilyetisi konusunda, sonsuz sayıda sözle uyum içinde olan, soyut bir kombiııatuvara dönüştürdüğü koddan (dil) başka bir konum; bir başka deyişle genel bir eşdeğerlik ve özgür do lanım (herkesin sözcükleri kentli kafasına göre kullandığı vc kod yasasına göre değiş tokuş ettiği) düzeni, yani (söz cüğün her ıkı anlamınca da) bir spekülasyon alanı olarak düşlemekten başka bir şey yapamayan bir dilbilim. Dilyctisine ait göstergelerin bilinçli olarak sınırlan-
dınlctğı bir aşama dÜşleyeHm (Are-Arelardaki para olayı gibi). Böyle bir ortamda göstergeler kısıtlı düzeyde yayılma olanağı bulabilecekler, kesinlikle ‘ özgü r' bir şekilde Orctilemcyccck, dolanamayacak ve kullanılamayacaklardır. Bu durumda karşımıza ikili bir süreç çıkmaktadır Birisi "öz gürleştirilmiş". keyfi bir şekilde kullanılabilen ve değişim defteri şeklinde dolanabilen (bu ekonomik değiş tokuştu gımvvali evrenindekine benzeri bir "anlam * ticareti bölgesi; diğeriyse simgesel kullanımla sınırlı bir malzemenin dene tim altında tutulduğu, (kula evrenindeki ‘ d eğerli' mallar benzeri) "özgürlüğün kısıtlandığı" bir bölge. Bu evrende ne genel eşdeğerlik ilkesi diye bir şey var dır, te de buna bağlı olarak sernıiyo fi'iyui.stigue "biliminin" ilgi i lanına giren göstergenin mantıksal ve rasyonel eklem lenmesi diye bir şey. Şiir sanatının dil alanında yeniden yarattığı şey ilkel toplamlara özgü bir durum, yani armağan/değiş tokuş düzenindeki kısıtlı sayıda nesneden oluşan bûtûncenin kesintisiz dolanımının yol açtığı inanılmaz bir zenginlik, bir değiş tokuş şölenidir. Kapladıkları hacim ya da değerle ölçülen ilkel mallar kesinlikle bir kıtlığa neden olm akta dırlar. Şölen ve değiş tokuş olaylarında bıkıp usanılma dan yok erillen bu mallar "hacım vc sayısal açıdan sınırlı olmalarına" karşın “göstergeler düzeyinde" Nietzschc'nııı sözıinü ettiği "maksimum enerji" ya da Mnrshal) Sahlins'in (l^ s Temps M odem cs. Ekim 1968) sözünü ettiği ilk gerçek ve tek bolluk toplumuna aittirler. Bu düzende sözcükler de nesne ve malların sahip o l dukları statüye sahiptir. Bir başka deyişle her un herkesin emrine amade değildirler. Dilyetisinc özgü "bolluk" diye bir şey yoktur. Sihirli, ritücllcşmiş formüllerde bu kısıtlama göstergelerin simgesel etkinliklerini korumalarım sağla ma
bir şekilde dışavurulurken. bir başka foraıül geleceği vur gulamaktadır. Üstelik bu işi anlam'1 aracılığıyla yapm a maktadırlar. /fısırtı s ayıda gösterenden oluşan bir bütûnceyle iş gören ve tamamen ortadan kaybolmayı hedefleyen şiir
*’ Burada Levi-Strauss’a göre ı Yapısal Antropoloji,' simge »el etkin lik" anlayışının uzun uzadıya eleştirilmesi gerekmekledir. Ona göre simgesel etkinlik İsnadım bir büyü gösterisinde olduğu gibij bir efsanenin, gösieriîenlenn ‘ simgesel1 * uygunluğu ve de ğiş tokuşu aracılığıyla bir beden [doğal üzerinde gerçekleştirdiği işleme bağlıdır [bkz. Zor doğum, yanı mltlk söz blokr olmuş vücudu gösterileni, içeriği aracılığıyla yeniden harekete geçir mektedir!. Oysa göstcıge etkinliğini bir formülün sahip okluğu enerjiye borçlu olmalıydı. Bir formülün gösteren unsurlarının karşılıklı değiş tokuşu ve bu değiş tokuş esnasında parçalarına ayrılmaları haslımın vücudunda da aynı tür bir parçalanma ya neden olmakta, yanı vücudun Idoğaııın) unsurları da kendi aralarında değiş tokuşa başlamaktadırlar Göstergelerin vücut [doğu üzerinde Orfeus efsanesinde olduğu gibi) Üzerindeki et kisiyle sahip oldukları işlemsel gücün kökeninde bir ‘ değer’ olmamaları vardır. İlkel toplumlardn göstergeler rasyonelleşti rilmez bir başka deyişle gördüğü ış ve gönderme yaplığı gös terilen arasında bir nynm çizgisi yoktur. Benzerliklerin içine girip çıkabilecekleri bir “anlam deposu’ yoktur Simgesel işlem benzerlik üzerine otumılmanv.ştır O parçalayıcı, yok edici ve bir değer olarak yok ettiği göstergrnin nesnelliğiyle ilgili bir sü reçtir. Değerden yoksun bırakılan gösterge çok-dcğerli bir gösteıgıyc dönüşerek bütün anlamlarla değiş tokuş edilebilmekte, bütün anlamları tersine çevirebilmektedir. Zaten etkinliğini dc buna borçludur; çünkü hastalık da dahil olmak üzere tüm çe lişkiler yalnızca değiş tokuş aracılığıyla çözülmektedir. Çelişkiyi güncelleştiren bu ilkel ancak ‘ etkin’ göstergenin bi linçaltı yoktur Bu gösterge neyse odur. Baskı altına alınmış ya da bilinçaltı aracılığıyla yeniden canlandırma üzerinde dolaylı örneksemeye dayalı bir işlem gerçckleştirmcmeklcdır. |l.eviStrauBs. psikanalizle yaptığı karşılaştırmada bunu çok net bir şekilde dile getirmektedir (bkz. Ihiyûcû ve Büyü! Keza psıkanalitik antropoloji de böyle düşünmektedir) Bu gösterge kalıntı bırakmamakta ve dolayısıyla dünyayı etkileyebilen, belirleyici bir işleme dönüşebilmektedir
sanatı ancak böyle olabilir. Şiir sanatı |ya da ilkel dilyetlsı ritüclı) gösterilen üretimini değil tamamen yok etmeyi, gösterenlerden oluşan bir malzemenin tamamen parçala rına ayrılmasını hedeflediğinden zorunlu olarak kısıtlı bir bûtünceyle iş görm ek durumundadır Buradaki «m ırla manın kısıtlanmıştık ya da kıtlıkla bir ilişkisi yoktur, bir başka deyişle, bu sim gesel evrene Özgü temel b\r kuraldır. Buna karşılık bizim çektiğimiz söylevin tükenme bilmezlik özelliği eşdeğerlik ve çizgisellik kuralına bağlıdır, tıpkı ucu bucağı belirsiz maddi üretimimizin değişim değerindeki eşdeğerlik olayına geçişe bağlı olması gibi liştc bu çizgisel sonsuzluk kapitalizm tarihi boyunca ortadan kaldırıla mamış bir yoksullukla sonunda zengin olma fantazmını beslemiştir!. Kcııdı kendini yineleyerek ortadan kaybolan gösteren, bu bağış ve karşı-bağış, vermek ve iade etmek, nesnenin değişim ve kullanım değerinin ortadan kaybolmasına yol açan karşılıklılığın ta kendisidir. Bu döngü içinde değer hiçe indirgenmekte ve simgesel toplumsal ilişkinin yoğun luğu ya da şiirin verdiği haz bu hiçlik duygusu üzerine oturtulmaktadır. Bu bir devrimdir. Şiir sanatının sesbirimscl-dcğer üzerinde gerçekleştirdiği mikroskobik işlemi her toplum sal devrim sahip olduğu değer kodunun tamamı (ortadan kayboîabilmclcri için ölüm içtepisinin de kendilerine ek lemlenmesiyle). yani kullanım değeri, değişim değeri, eş değerlik kuralları, aksiyomlar, değer sistemleri, kodlanmış söylev, rasyonel amaçlar vs. üzerinde gerçckleştirmclidir. Bir birikim süreci olan bilime karşın, bütün çözümleme işlemleri bu şekilde gerçekleşmektedir. Gerçek çözümle me işlemi nesnesini yok eden, onu ortadan kaldırandır. Çözümleme teriminin, “oluşturucu/yapıcı" değil gerçek amact, nesnesi ve sahip olduğu kavramları yok etmektir. Bir başka örnek de nesnesine egemen olmak yerine onun tarafından çözümlenmeyi kabul eden özne girişimidir. Bu şekilde davranıldığında nesne ve öznenin karşılıklı konum lan geriye dönüşü olmayacak bir şekilde bozulmaktadır.
Ancak bu noktadan sonra özne ve nesne bir şeyleri değiş tokuş edebilmektedirler. Oysa (örneğin bilim alanındaki gibi) karşılıklı konumlarını korudukları sûrece sonsuza dek birbirlerine kafa tutmak ve kendi kendilerini yaratmak durumundadırlar. Bilimin varlığı oluşturduğu nesneyi bir fantazm olarak yineleyebilmesine (keza bilim öznesinin ha yal düzeyindeki ycniden-Üretiminc) bağla ır 13u fantazmn, hata yapan bir nesneyi sürekli düzeltme şeklinde, sapıkça bir haz eklenmektedir. Oysa çözümleme ve haz almanın özünde, nesnesini ortadan kaldırma diye bir şey vardır.7 Şiir sanatı sözcükler arasında gerçekleştirilen bir sim gesel değiş tokuş biçimidir. Anlamlı bir söylevde yalnızca bir anlatım sahip olmaya çalışan sözcükler (sözcüklerin içindeki heceler, ünlüler, ünsüzler kendi aralarında bile) birbirlerine karşılık veremez, birbirleriyle söyleşcmezken; şiir sanatında, anlam süreci bir kez başarısızlığa uğratıl dığında, şiiri oluşturan unsurlar tam tersine değiş tokuş edilebilmekte, birbirlerine karşılık vermektedirler. Bu un surlar “özgür" olmadıkları gibi, onlar aracılığıyla “anlaşı lır kılınmaya çalışılan” anlaşılması zor ya da "bilinçaltına özgü" bir içerik de yoktur. Yalnızca değiş tokuş edilmekte dirler. İnsanın haz alm asını sağlayan şey de zaten budur. Bu olayın sırrını bir enerji kaynağı, libidin&l ekonomi ya da bir akışkanlar dinamiğinde aramanın yaran yoktur. Hazzın bir gücün somutlaşiırılmasıyla değil, güncelleştirilen bir değiş tokuş biçimiyle ilişkisi vardır. Bu değiş tokuş bi çimi gende ız bırakmayan, herhangi bir güce sahip olm a yan, ancak her türlü güçle bu gücün arkasındaki yasayı
Burada do bilimsel alanı besleyen şeyin çözümlemenin kalıntısı, yapıcı “bilim* Eros\ı olduğu görülmektedir. Tıpkı şiir kalın tılarının üzenne eklemlenmeye çalışan iletişin alanı gibi. Bilim ve söylev bu kalıntı üzerinde kendilerine göre spekülasyon yap makta, ‘ arlı değeri’ onun sayesine üretmekle ve iktidarlarını onun üzerine kurmnkıadırlar. Simgesel işlem aracılığıyla orta dan kaldırılamayan vc kesin bir şekilde parçılurınn aynlanıayanın yüzüne değer adlı ölümcül maske takılmaktadır. Burası ölüm vc biriktirme kültürünün boşladığı yerd r.
parçalara bölen bir değiş tokuştur. Zira simgesel işlemin özelliği kendi kendini kesinlikle yok etmesidir. Sözcükler, insanlar, bedenleri, bakışları, hiçbir şeyin, hiç kimsenin doğrudan iletişim kurma hakkına sahip olm a dığı, kimsenin kimseyi kesinlikle tanıyamadığı bir evrende; kendilerini yaratan ve üreten modeller sayesinde geçici bir değere sahip oldukları bir düzene oranla, bu simgesel iş lem olasılığı bile bir devrimdir... Modellerin, aracı kod ve değer yaratan döngünün amaçlarını yaşama geçirmesini engelleyen bir değiş tokuş biçiminin bulunduğu her yerde devrim var demektir Bu değiş tokuş şiirsel bir metinde sesbırimler, heceler gibi akla gelebilecek en alt düzeyde ya da isyan çıkarılmış bir kentte konuşan binlerce insan anısın da gerçekleşebilir. Zira toplumsal bir sözün, bir devrimin sırrı bu iktidar sürecinin anagraıııatik bir şekilde dağılma sı, her türlü aşkın toplumsal sürecin kesinlikle ortadan kaybolmasıdır, İktidarın parçalanan vücudu, isyankâr bir şiirde, toplumu oluşturan kişiler arasındaki bir söz değiş tokuşun.» benzemektedir. Bu sözlerden de geriye bir şey kalmamakta ve bir yerlerde depolanaınaır.aktadırlar. İk tidarın ortaya çıkmasına yol açan şey şu yok edilemeyen artıktır, zirn iktidar sözden artan bir kalıntıdır. İsyan eden bir toplumda insanlar bir şiir gösterenindeki gövde sözcük gibi dağılıp yayılmaktadırlar. Erotik bir evrende parçalara bölünerek dağılıp giden vücut yn da analitik bir çözümle me esnasında dağılıp giden bilim öznesi ve nesnesi gibi. Devrim ancak simgesel olabilir, simgesel olmayana devrim denilemez.
Gövde Sözcüğün Sonu Dilbilim, yazınsal anlamda parçalarına bölünme ve yayıl ma işlemine karşı bir direniş şeklinde çözümlenebilir. İşte bu yüzden hemen her yerde şiir sanatı bir şeyler söyleme biçimine, anlam kazandırılmaya çalışılan bir şeye, dilyetisi adlı ütopya ise başarısızlığa uğratılarak bir söylev çekme yöntemine dönüştürülmeye çalışılmaktadır Dilbilim; ede-
bı bir döngüye |tersine çevrilebilirlik ve yayılabilme özelliğı) bir söylev çekme düzeniyle {eşdeğerlik ve biriktirme) kar sı çıkmaktadır. Bu karşı saldırıyla sur sanatı konusunda orada burada yapılan tüm yorumlarda (Jakobson, Fonagy, Umberto Eco -bkz. daha ilerideki sayfalarda 'Dilbilimsel Düş Gücü’ başlıklı bölüm) karşılaşabilmek mümkündür. Bu direnişin diğer bir nedeni de psıkanalitık yorumlamadır kı. bu konuya yeniden döneceğiz. Zira simgeseldeki kesin lik öylesine açık ve seçiktir ki kendisini nötralize etmeye çalışan tüm bilim ya da disiplinleri tam tersine bir karşı çözümleme işleminden geçirerek bilgisizlikler.ni yüzlerine vurmaktadır. öyleyse Saussure'ûn anagramatik [gövde sözcük) varsayımı konusunda tüm dilbilim ve psikanaliz ilkeleri devreye girmek zorundadır. Saussurc bunun yalnızca bir dökümünü yapmış ve bırakmıştı. Ancak bu düşünceyi geliştirip, gidebileceği en uç noktaya kadar götürerek so nuçlar çıkarmamızı engelleyebilecek bir durum yok. Zaten olası tek yöntem varsayımları kcsinleştirilmektir. Çözümle me düzeyinde kuramsal şiddet. Nictzsche'nin sözünü etti ği, “tümcedeki tüm atomların düzenini yenileyen* "şiirsel şiddetin" eşdeğerlisidir. Biz işe Starobınskı'nin Saussurc konusundaki düşün celeriyle başlayalım. İki şeyden: |var olsun ya da olmasın) tema-sözcük ve şiirsel özgünlükten (öyleyse Saussure'ûn keşfinden) söz edebiliriz. Saussure'ûn ana tartışma konusu bu anahtar sözcük ya da gizli gösteren, bu "kalıp", bu "ana bütüncc'nin gerçekliğini kanıtlamadan ibarettir Bıı dizeleştirme olayı, k-.mı zaman içsel ve özgür (unsur ların kendi uruları ııcin çiftleşmeleri ya da uyumlu uyak), kimi zanıaıı dışsal, yani Scipio, Jovci vs. gibi bir ismin sesli kompozisyonundan csinlenrn tamamen sesçil bir yaklaşı mın egemenliği altındadır. Saussurc, bu olayın varlığını sezgileriyle kavradıktan sonra, bütün gücüyle onu kanıtlamanın yollarını arama ya başlamıştır. Saussure'ûn bu aşamada bulduklarının
bilimsel geçerliğini kanıtlama tuzağına düşmüş oldu ğu bir gerçektir. İyi ki bulgularını (ilkel şairin nnagramı oluşturan tema-sözcüğü bilinçli bir şekilde oluşturduğu düşûnccsinll bilimsel unlatr.da kanıüayamamış ve bu ba şarısızlık varsayımının önemini yitirmemesini sağlamıştır. Hu bulgular kanıtlanmış olsaydılar ilkel bir arkaik şiir tipi olarak kabul edileceklerdi. Daha da kötüsü şiirsel eylem, bilinçli olarak parçalanmış ve gizlenmiş bir terimi yeniden oluşturma oyununa benzeyen şifre çözme türünden biçim sel bir beyin jimnastiği, anahtar-sözcüklc bir saklambaç oyununa indirgenmiş olacaktı. Starobinski bu olayı şöyle yorumlamaktadır: öyleyse şiirsel söylev bir ısrılın ikinci kez üretilmiş biçimin den başka bir şey değildir, yani dikkatli bir okuyucunun, oraya buraya serpiştirilmiş b'.lc olsa varlığını algılayaca ğı yönlendirici sesbirimlerin geliştirilmiş bir değişkeni . Basit bir isim olan gidenmiş sözcük bir dizeyi oluşturan hecelerin karmaşık sıralamasına dönüşmektedir. Isıstn Osıris’in parçalanmış vücudunu bir araya getirmesi gibi, önemli olan, yönlendirici hecelerin belirlenmesi ve bir ara ya getirilmesidir. Starobinski daim ilk baştan ilahi ya dıı mistik kuramla (dize içine tohum gibi yayılım tcma-sözcükl üretici kura mı (tema-sözcûğün şairin gerçekleştirdiği bir kompozisyon çalışmasında taslak görevi yapması) saf dışı etmektedir. Tema-sdzeük ne bir ana çekirdek nc de bir modeldir Saussure, sözcüğün iki düzeyi (ısım ve gövdc-sözcüğc dönüş türülmüş halı) arasında asla ayrıcalıklı bir anlambılimsel ilişki kurmaya çalışmamıştır. Bu sözcüğe manken, taslak, mini senaryo, tema ya da kutsanmış kurban statülerinden hangisi kazandırılabilir? Bu önemlidir; çünkü yapılmadığı takdirde tüm anlamlanın (“işaret-edici*) şemasının varlığı tehlikeye girebilir. En azından tcma-sözcügün şiir olarak nitelendirilebilecek bir gösterenin gösterileni olmadığı ke sindir İkisi arasında ortak bir payda ya da en azından bir uyum olduğundan da eminiz Starobinski,
Gülenmiş tcma-sözcûk somut dizeden aradaki büyük benzerlik sayesinde ayrı xıbulabilmektedir. Çünkü ılıetılen dizenin sözcüklerinden biridir. Onun diğerlerinden ayrıl ması tekilin çoğuldan ayrılması türünden bir şeydir Met nin kendisinden önce va- olan, metnin gerisine ya da içine gizlenen tcma-sözcûk nitelik açısından diğer sözcüklerden kesinlikli farklı değildir, yani ne daha üstün bir öz ne de daha sade bir doğaya sahip değildir. Tözünü yorumlamaya dayalı bir buluş sürecine sunmakla ve bu süreç de onu bir yankı şeklinde sürdûrır.tktedir dediği zaman Saussure'c ;ok yakınlaştığı söylenebilir. Eğer tcma-sözcûk diğerleri gibi bir sözcükse o zaman bu nun neden gizlenmesi gerektiğinin açıklanması lazımdır, ö te yandan ‘ somut" metin tctr.a-sözeûğûn ‘ geliştirilmiş, çoğaltılmış, uzantısı, yankısı’ ndan başka bir şey (yankı kendi başına şiirsel bir n iteik taşımaz), ynııi bölümleme, parçalanın, yapı-bozumdur. Slarobinski, gftvde-sözcük işleminin bu boyutunu, dile gelirmiş olduğu en ayrıntılı yorumlamada bile, gösden kaçırmaktadır: Söyleniş biçimi çökertilen tcma-sözcûk, somut söylevi oluş turun seslerin boyun eğdiği ritındcn farklı bir ritme boyun eğmektedir. Taklit yoluyla yinelenerek çoğaltılan lemn»özcük, bir kaçış öznesine dönüşerek, aradaki bağları za yıflatmaktadır. Du nrndn tema-sözcük asla açık bir şekilde sergilenmediğinden, kendisini tanıyabilmek olanaksızdır. ■J'cma-sözcüğün, birbirirden uzaklaştırılmış sesbilimler arasında kurulacak bagUntılnria, önceden kestirilmesi ge rekmektedir. Bu dikkatli okuma süreci bir başka tempo doğrultusunda (ve bir başka zamanda) gerçekleşmektedir. Bir başka deyişle gündelik dılvriisıne özgü "art ardalık* denilen zaman sürecinden çıkılmaktadır Çözümleyici bir sûrece benzeyen bu oldukça kurnaz yorum da (dikkat gizli bir söylevin üzerine çekilmeye çalışıldığın* dan), türetiri bir formül tuzağına düşmüşe benzemektedir. Bu formülün şiirdeki parçalınmış varlığı ona bir unlumda ikinci bir var olma şansı tanımakla birlikte, kimliğini belir leyebilmek (okuma eyleminin temel amacı da zaten budur)
her zaman mümkündür. Bu .ki ayn düzeyde, aynı anda, iki ayn şekilde varolm aktır Bir başka deyişle parçalara ayrıl mış Osiris başka bir biçime sokulduğunda bile yine Osiris olarak kalmaktadır. Onun amacı dağıtılma evresinden son ra yeniden Osiris haline gelebilmektir. Kimlik gizli kalırken, okuma süreci bir özdeşleşme sürecine dönüşmektedir. Bu bir tuzaktır. Dilbilimin satmamaya geçtiği yer de burasıdır. Bu yorumlar ne kadar kurmaşık olurlarsa olsunlar sonuç itibariyle ş îr sanatını ek bir işleme, bir (sözcüğün, bir terimin, bir tenenin) tanınma sürecindeki saptırmacaya dönüştürmekten başka bir şey yapmamak tadırlar. Okunması gereken sözcük her seferinde ayındır. O zaman bu sözcük neden çoğaltılmaya çalışılmakladır? Bütün bunlann şiirsel olmasını sağlayan şey nedir? Eğer amaç bir terimi tekrar etmccsc. dize bir anahtar sözcüğün gizlenmesinden başka bir işe yaramıyorsa o zaman bütün bunların yararsız bir karmaşıklaştırma ve kurnazlık eyle mi olduğu söylenebilir. Üstelik haz olayı bunun neresin dedir? Şiirsel yoğunluk bir İçimliğin yinelenmesinde değil bir kimliğin yok edilmesinde aranmalıdır. Dilbilimsel indir gemenin nedeni bütün hurlardan bihaber olmasıdır Dil bilimsel indirgeme tam da bu noktada kurnazlığa başvu rup. şiirsele kimlik, eşdeğerlik, aynının yansıması, ‘ taklit yoluyla çoğalma" vs. atfederek onu yolundan saptırmaya, yanı kendi aksiyomlarına uydurmaya çalışmaktadır. Özel likle de o çılgınca metin itine yayılma işlemi, gösterenin ortadan kaybolma, gövde-îözcük içinde simgesel clilyctisi şeklinde ölüp gitmesini kabul edememektedir. Şiirin, düş lerin anahtarı türünden b r “anahtar", bir sayı olmasına karşı çıkarak dilbilimin oyun alanı içinde kalmasını sağla maya çalışmaktadır. Bütün bunlar kuralara uymayanlara venlen bir cezadır. Bütün bunlar kötü şiir, alegori ya da "figüratif" müziğin işidir; çünkü çok kolaylıkla bir “gösterilene" gön dermekte ya da bir metafora dönüştürmektedir. Bunlar anahtar sözcüğün keşfedı.mcsiyle sonuçlanan birer bul maca, bilmece ya da sözcük oyunudur. Hiç kuşkusuz bu
saptırmacada gizlenen şeyin çekiciliğinden ve onu gizleyen maskenin kaldırılmasından alımın bir haz vardır. Ancak bu hazzın bir başka anlamda varlığından kuşku duyulma yan ve sap’.kça olmayan şiirsel hazla hiçbir ilişkisi yoktur. Burada keşfedilmesi gereken bir şey olmadığı gibi, şiirin ifade etmeye çalıştığı ya da ortaya koyduğu bir şey de yok tur. Burada bir “bulmaca", gizlenmiş bir terim, bir anlam değişikliği yoktur. Şiir sanatı herhangi bir sonuca, gön derene. anahtara götürecek her türlü yolu yok etmekte dir. Dilyctisi, üzerine çöreklenen yasa, yani gâvde-sdzcûgû parçalarına ayırmakladır. Haz; her türlü olumlu gönderenin doğrudan parçala rına ayrılmasının bir sonucudur gibi bir varsayımdan sö2 edilebilir. Gösterilenin bir değer olarak ortaya çıktığı yerde, yani "normal” iletişim düzenine ait bir söylevde, kod çözü mü sırasında yok olup giden çizgisel ve yayılmacı, sözden alınan haz cıı alt düzeydedir. Söylevin ötesine geçildiğinde -hazzın sıfır derecesi- gösterilenle oyun oynanmasını sağ layan her türlü kombinezonun ortaya çıkmasına olanak tanınmaktadır. Bu yalın ve sıradan bir kod çözme olayı değil bir bulma, ortaya çıkartma olayıdır. Bu geleneksel gövdc-sözcük ya da anahtar metindir. (Frcud'uıı yeniden ele aldığı ve Lyotard tarafından 'D ü ş Olayında Düşünce Yoktur' \Reiue d'Esth£tique, I, 1968) isimli metinde çözüm lemiş olduğu şcy| “Yamnmoto Knkapote” ya da FUegende Blâtter gibi uyumlu ya da uyumsuz somut metinlerin ge risinde ortaya çıkarılması gereken gizli bir metin vardır. Bütün bu durumlarda, gösterilen, öyküyü oluşturan o giz li sözcükten kopmakta, yabancılaşmaktadır Dcrrıda’nın deyişiyle gösteren onu “farklılaştırmaktadır*. Ancak her durumda, herhangi bir sıra izleyerek o gizli sözcüğü, met ni yönlendiren formülü algılayabilmek mümkündür. Bu formül pek farkında olmadan (ftkra/söz oyununda olduğu gibi, bu konuya yeniden döneceğiz) ya da bilinçaltı tarafın dan (düşte) üretilmiş olabilir ancak her zaman için uyum lu ve söylevsel bir niteliğe sahiptir. Bu formülün ortaya çıkartılmasıyla birlikte anlamsal döngü sona ermektedir.
Keza alınan haz da anlam değişikliğine uğratma, geciktir mc, sözcelemm yok olması ve yeniden bulunması için yiti rilen zamanla doğru orantılı olmaktadır, öyleyse bu olayla aile içinde oynanan oyunlarda karşılaşma olasılığı oldukça kısıtlıyken; bulmacayı çözme eyleminin askıda bırakıldığı ve gülme eyleminin anlamın yok edilmesiyle doğru orantılı olduğu fıkra/söz oyununda karşılaşma olasılığı çok daha yüksektir. Şiirsel metinde karşılaşma olasılığıysa sınırsız d ır çünkü burada herhangi bir sayıyı yeniden bulabilme, şifrenin çözülmesi olasılığı söz konusu olmadığı gibi, bu döngüye bir son verebilecek bir gösteren de yoktur Buradn formül üreten bir biliııçaltından söz edilemez |bu nokta tüm psikanalilik yorumlara bir son veren noktadır); çün kü böyle bir form ül yoktur. Olayı çözebilecek bir anahtar yoktur. Zaten basit bir bilmece çözme olayının lişlemin her zaman olumlu bir kalıntıyla sonuçlandığı tüm bilmece bulmaca kategorisine ait oyunlar) verdiği haz ve şiirdeki simgesel dağılım arasındaki farkın nedeni de budur. Şiirin gönderdiği bir yer varsa o da hiçlik, boşluk terimi ya da hemen hiçbir şey ifade etmeyen bir gösterilendir. Bu ku sursuz engelleme sürecinden alınan haz şiirsel" yoğunluğu
* Ancak şıin şiir yapan yalnızca her türlü gösterilenin ortadan kaybolması değildir. Eğer bu doğru olsaydı tonla gelişigüzel bir şekilde kullanılabilecek sözlük ya da rastlantısal otomatik yazı bu olayı kanıtlamak için yeterli olurdu. Bunun yanı sıra, gös terenin. geriye dönüşü olmayan ve kesinlikle rastlantısal sa yılamayacak bir işlem içinde yok olup gitmesi de gerekmekte dir Aksi takdirde gösterilen bir -kalınlı* haline gelmekte ve bu saçmalık Ha onu kurtaramamnkladır. Örneğin otomatik yazı yazma olayında gösterilen belli bir şekilde terk edilmektedir Tçûnkü bu yazının bir anlamı yoktur’ I; buna karşın otomatik yazının gösterilenden kopmak istemeyen bir halı vardır, onun verdiği haz kendi yerine okla gelebilecek her türlü gösterilenin koyulabtlmesindcn kaynaklanmakladır, Zaten burada gösteren denetim dışı bir şekilde üretilmiş olup, parçalnrına bölünme miş. anlık bir kalıntıdır, yanı sıradan söyleve özgü üçüncü ku raldır (bkz yukanl. bir başka deyişle, bu gösterenin her nn için kullanılmaya hazır olması anlamına gelmektedir. Bu gösteren
sağlayan gösterilenle göndereni saf dışı etmektedir. “Aboli bibelot d'inanite sonore": bu kusursuz dize bir gövde-sözcük biçimine sahiptir. Burada “ABOLİ* dize bo yunca karşımıza çıkan ve bizi hiçliğe gönderen doğurgan gövde-sözcüktür. Gövdc-sözcüğün biçim ve içeriği burada olağanüstü bir şekilde çakışmıştır.
X Saussure’ûn varsayımı çerçevesinde, gövde sözcük konu sunda, bambaşka şeyler de söylenebilir. Gövde-sözcük bir tanrı ya da bir kahramanın ismi olduğundan sıradan bir “gösterilen" değildir lıatta bir gösterilen bile değildir Çün kü tanrının yazılı bir şekilde dile getirilmesi, ortaya çık masına yol açt ğı güçler yüzünden, tehlikeli bir şeydir. Bu yüzden gövde-iözcûk biçimine sokma, kendini, üstü ör tülü bir büyüleme işlemi olarak dayatmaktadır. Tann'nın ismi kesinlikle hecelere bölûnmeli ve hiçbir şekilde tan rının ismini doğrudan anıştırmamalıdır. Bu anlamlama yönteminden tamamen farklı bir anıştırma biçimidir Zira burada gösteren bir yokluk, bir hiçlik, bir parçalanma ve gösterilenin ölüme mahkûmiyeti anlamına gelmektedir. Kurban etme düzenine uygun olarak, tanrının ismi o yok edilmiş hiçimi içinde gizlenmekte, terimin gerçek anlamın da öldürülmek’edir. Bu noktadan itibaren Saussurc'ün kendine güven meye devam e d p etmemesi gerektiği konusunda sorduğu soru ve Starobiaskı'nin de bu sorgulama üstüne oturttuğu nesnellik -gövce-sözeüğûn olumlu varlığı- hayatiyetini y i tirmektedir; çünkü tanrının isminin var olma nedeni, yok edilmeye mahkûm olmasıdır. Bir tanrının ismini bilmek hiçbir haz vermemektedir. Haz vermenin tanrının ölümü ve ismi, daha genelindeyse gizlenen bir şey, yani bir İsım, bir gösteren, bir süreç, bir r.e parçalanmış nc de aşılıp geçilmiştir Oysa şiirsel yûııtcm her ikisini dc. yani gösterilenin tasfiyesiyle gösterenin gövde sözcük olarak parçalatmasını içermekledir.
tanrıyla ilişkisi vardır; burada geriye ka la ı hiçbir şey yok tu r Burada, sahip olduğumuz tûm antropolojik kavram ları yeniden gözden geçirmemize yetecek kadar bol neden vardır. Burada şiir bir taun ya do bir isn i (o günden bu yana da pek çok başka şeyi) olumlu anlamda kutlama, yüceltmedir. Oysa şiirin güzelliği ve yoğunluğunun, tam tersine, tanrıyı ya do ismini yok etmesinden, şiirin tan rının isminin buharlaştırılıp yok edildiği, kurban edildiği biı ıııetiıı olmasından kaynaklandığım; çünkü tanntnrln olan ilişkisiyle ilgili tûm “vahşct“in (Artaud'dakı anlamıyla) ve tüm çelişkinin bu şekilde ortaya çıktığını anlamak ge rekmektedir. "Vahşilerin" kendilerini, tanrılarının önünde, bizıın kendi tanrımızın önünde yaptığımız gibi aşağıladık larını düşünebilmek için en az bir Batılı kadar saf olmak gerekmektedir. Oysa onlar, tam tersine, grrçekleştirdıklcri ritlerde tanrıya karşı hissettikleri çelişkili duyguları gün celleştirmektedirler. Belki de bu çelişkiyi güncelleştirme [erinin nedeni onlan ölüme mahkum edeoılmeklır. Bu şiir sanatında halen vurlığını sürdüren bir olaydır. Tann şiirde bir başka şekilde cnnlandınlmamakta, ismi bir tür uzatı lıp. büyütülen bir tekrarlamayı andırınamakladır |bir kez daha tanrının ismini yinelemenin bir anlım ı olabilir mi?|. Tanrı’nın ismi bölünüp parçalanmakta ve tekrar kendi ismi verilerek kurban edilmektedir; üataillc'ı izleyerek (söylev düzeyinde) parçalanan isim şiirsel süreklilik tarafından yok edilmektedir. Kendinden geçmiş bir ölme biçimi. Şiirde gizlenmiş bir şekilde bile olsa tanrı şiirin öznesi olmadığı gibi şair de sözcclcmın Öznesi değildir. Söze ege men olan «lilyctisi bu sözün içinde kaybî’.up gitmekledir. Keza tanrının ismi hem Babanın ismi, yani (baskı altında tutma, gösteren, iğdiş edilme) yasasıdır hem de bu yasa nın hem Özne hcın de dilyetisi üzerinde oluşturduğu bir baskıdır. Bu yasa gövdc-sözcük içinde yok edilmektedir. Şiirsel metin artık ya da iz bırakmayan, gösteren atomu nun (tanrının ismil emilmesinin somut drneğidir. Bu olay şiirsel metnin dilyetisi süreci ve dilyetisinin de aynı emilme süreci içinde Yasayı jxırça!ayıp yok etmesinin somut bir
örneğidir. Şiir, Tann'nın isminin ölümcül bir yadsınmasıdır. Bizim gibi artık bir tanrıya sahip olmayan ve dilyetisini
Tanrıya (Tann'nın isminin somut ve fallik değeri bizim açı mızdan söylevin tamamına yayılmış durumdadır) dönüş türen bir toplumda, şiir, bizimle dilyetisi arasındaki çeliş kinin kendisidir. Dilyetisi karşısındaki ölüm içtepimizdir. Kodun yok edilmesini sağlayan bir güçtür.
Tanımın Dokuz Milyar laml
Yeni bir biliın-kurgu romanında (Arthur Clarkc, Tann'nın Dokuz Milyar ismi) Tibet'in kuş uçmaz kervan geçmez bölgelerinden birindeki la m a kardeşler tüm yaşamlarını Tann’nın isimlerini saymakla geçirmektedirler. Bu isim lerin sayısı oldukça fazladır. Tam dokuz milyar. Hepsini söyleyip bitirdikten sonra dünyanın sonunun geleceğine inanmaktadırlar. Tann'nın tüm isimlerini birer birer s a yarak, Ona ait gösterenler bütüncesinin tamamını adım adım tüketmek Lamalara özgü dini bir çılgınlık ya da onla ra özgü bir ölüm içtepisidir. Oysa Lamalar bu işi çok yavaş bir şekilde yapm ak tadırlar. Bu yüzden sayım işi yüzyıllardır devam etm ekte dir. Tam bu sırada müthiş bir kayıt ve çözme hızına sahip gizemli Batı ürünü makinelerden söz edildiğini duyarlar. Aralarından birini, sayım işini kolaylaştırma amacıyla, IRM’e güçlü bir bilgisayar sipariş vermesi için gönderirler. Amerikalı teknisyenler Tibet dağlarına gelerek makineyi ve programı yerleştirirler. Onlara göre dokuz milyar ismin® sayım işi üç ayda tamamlanabilecektir. Doğal olarak tek nisyenler bu tür bir öngörüyü kabul etmemekle birlikte sayım işleminin bitmesine az bir süre kala, rahiplerin hu öngörü doğrultusunda, kendilerini de ortadan knldııablle-
Bu öyküdeki mizah oldukça ilgi çekicidir, ölüm içtcpislnm bu lunmadığı bir yerde ölümü kaydetme işinde başarısız olan bir şey varsa o da sibernetik sistemlerdir.
çeklerini düşünüp, m anastın terk ederler. Ne var kı uygar dünyaya doğru ilerlerken, yıldızların birer birer sönmeye başladığını fark ederler...
X Starobinski'nin üzerinde yoğunlaştığı üçüncü noktaysa şiir sanatının özgünlüğüdür. Aslında Saussure'ün ortaya çıkarmış olduğu ve bilinçli bir muhasebe ürünü olun bu kurallar her türlü dilyetisinin temel taşı haline getirilebilir. Birinci kurala (çiftleşme kuralına) göre: 0 :1. kendisinden yararlanmak isteyen her insanın emrine her an için o katlar çok ses olasılığı sunmakladır k ı .. her hangi bir çaba gerektirecek yeni bir kombinezon üretmeye gerek kalmamakla geriye yalnızca dikkat edilmesi ı/rreken bir kombinezon zorunluluğu kalmaktadır. (Hatta bu bile gerekli değildir bu konuda rastlantı, saf ola sılık
yeterli olabilir). Y a
da
Kurada varlığı tespit edilmiş olan ses simetrisi demlen ol gular r*im etn* terimi başlı başımı bir indirgemedir, bir başka deyişle bu sesbiriınlcrin yinelenme sürecinin spe külatif bir tekrardan ibaıcl olduğunu düşünmek anlamına gelmekledir) insanı şaşırtmakla birlikte gözlemlenmiş bir kuralın sonucu olrr.n şansına da sahiptirler (ancak onların var olduğu dönemden bu yana hemen hiç kanıt kalma mış gibklirl. Pek çok içsel yanıtın varlığını doğrulayabılme adına, hiç de bilinçli sayılamayacağı gibi üstüne üstlük neredeyse tamamen içgüdüsel olarak nitelendirilebilecek, bir yankı zevkinden söz edebilmek mümkün olabilir gibi geliyor.
"İçgüdüsel yankı zevki” demek şairi astında dilyctisıne ait zerrecikleri hızlandırmakla görevli bir varlığa indirgemek, alışılmış dilyettsindeki yinelenme oranını gûçlcndirmektcn başka bir şey yapmadığım düşünmek demektir. "Esinlen me" denilen şey buysa o zaman, bunun için herhangi bir muhasebe işlemine gerek yoktur. Biraz "dikkat* biraz da
"içgüdü' bunun için yctcrlidir. Eski toplumlardaki şiir uygulamasının esinlenmiş b-.r söz den çok saplantıya dönüşmüş bir rite benzeme gibi bir zo runluluğu mu vardır? Evet burada biçimsel bir çelişki vardır. Geleneksel heceleme yönteminin kutsal şiirlerin söyleniş biçimini saplantıaat olnrak nitelendirilebilecek bir düzen liliğe indirgediği bir gerçektir. Olgular çerçevesinde, şai ri, her »es unsurunu aynı dizede iki kez kullanmaya iten abartılmış biçimsel zorunluluklar bulunduğunu düşün memizi engelleyebilecek bir şey yok gibi .
Şair ister esinlenmiş bir yansıtıcı isterse saplantılı bir mu hasebeci olsun sonuç olarak yorum düzeyinde değişen bir şey olmamaktadır. Lîir başka deyişle çiftleşme ve gövdesözcük yankılanma, yinelenme, "taklit yoluyla çoğaltma" vb. şeylerin bir sonucu olup, kısaca şiir sanatı bir kombine etme oyunudur. Her dılyctisi kombinatuvar özelliklere sa hip okluğuna göre, bu durumda, şiir sanatının dn yeniden dılyctisine özgü özel bir vakaya dönüşmesi doğaldır. Gövde-sözcük neden söz sürecine özgü bir biçim olmasın; ne tümüyle rastlantısal ne de tümüyle bilinçli bir süreç. Söylev içindeki ilk sözcüğün tclaJTuz edilen ve edilmeyen unsurlarım yansıtacak ve* yineleyecek bir yer değiştirme, türetici bir bilinçdışı tekrarlardan söz edilemez mi? Bilinçli bir kural olmayan gövdc-aüzcüğü, tcma-sözcüğün nedensizliğinin bir süreç haline getirildiği, bir süreklilik (ya da bir yasıı) şeklinde düşünebilmek mümkün.
Tema-sözcük varsayımını mı, dize içine kesinlikle dağıtıl ma zorunluluğunu mu? Bu basit gerçeğin keşfi demek düvelisinin ucu bucağı ol mayan bir kaynak olduğunun ve her tümcenin gerisinde gözümüze biçimsel olarak tekil gibi görünen ve bu özgün tekilden kopup gelen çok sayıdaki gizli sesin keşfedilmesi demektir.
O zaman Saussure neyi keşfetti sorusunu sormak gerekir? Hiçbir şeyi mi? "B ir yanılgı hazzını" bile keşfedemedi mi? Daha kötüsü keşfettiği şey kesinlikle sıradan bir şey miy di? Saussure'ün varsayımını bu şekilde genelleştirirseniz onu yok etmiş olursunuz. Dilbilimse) “inancın", şiire özgü radikal farklılığı nasıl yadsıdığı apaçık ortadadır. Oysa Sa ussure şiirsel hazzın etkisi altında kalmıştı. Bu kesinliğin sağladığı haz sayesinde dilin, sıradan bir söylevde karşıla şılan basit bir art ardalık alışkanlığı kesp etmesi, çizgisel bir şekilde açılıp yayılması yerine kendi kendisiyle uyum içinde olması gerektiğini düşünmekteydi. Starobinski bü tün bunlardan kesinlikle söz etmemektedir. Onun açıkla malarında kesinlik bir “saplantı", psikopatolojik bir kate goridir. Kalıntı bırakmayım yineleme olası bir yinelenme/ ortaya çıkışa, gövdc-sözcüğün dağılımı “dile Özgü çoklu fısıltı’ nın yanı sıra her bir anlamın sırasıyla öne çıktığı uyumlu bir bağlamsallığn dönüşmektedir. Her söylev nlt bölümlere sahip bir bütündür... zaten her metin bir başka metnin alı metni olarak kabul edilebilir... her metin bir başkasını kapsar bir başkası tarafından kap sanır. Her metin üretken bir üründür vs. Hadi bakalım, Tel Çucfcilcrc özgü “iç içe" geçmiş metinscllik konusunda, Matruşka bebekleri iş başmal Starobinski'nin tartışması sonuçta: (Saussurc'ün varsayımı izlendiğinde) ya şair biçim delisi bir sapıktır ya da gerçekleştirdiği işlem herhangi bir dilyeıisinc özgü bir işlem olduğundan bu durumda sapık olan Saussurc’dür ve bulduğunu sandığı her şey tarihsel, geçmişe yönelik bir araştırmacı yanılsamasıdır. Çünkü, göıünüşe göre, her karmaşık yapı, gözlemciye, kendisine anlam yüklenebilen bir alt bölüm seçeneği sunmaktadır. Bu alt bölüme a prion bir mantıksal ya da kronolojik evve liyat atfedilmesin! engelleyen bir şey yoktur ’ Zavallı Saussure'se her yerde gövde sözcükler buluyor ve kendi uydurduğu hayaletleri şairlere atfediyordu!
Starobınskı ve dilbilimciler için düş görme diye bir şey yoktur. Onlar Saussure'ün varsayımını gidebileceği en uç noktaya kadar götürerek yok etmektedirler. Onu biçim düzeyinde değerlendirmek yerine içerik düzeyinde köşeye sıkıştırmaktadırlar (gövde-sözcüğün kesinliği, olumlu su numu, biçimsel dönüşüme uğraması). Şiir sanatı açısın dan önemli olan üretim yu da bir tema konusundaki kombinatuvar değişkenler veya kimliği belirlcncbilccek bir 'alt bölüm ' değildir. Böyle olsaydı o zaman onu gerçekten de evrensel bir söylev çekme yöntemi olarak benimseyebilmek mümkündü (aksi durumdaysa şiir sanatı bir zorunluluk olarak algılanmadığından; söylev karşıtı bir yöntem olma nın sağladığı bir statü ya da özgün bir haz da söz konusu olmamaktadır). Gövde-sözcük çalışmasının ortaya çıkardı ğı şey, bunun, herhangi bir terim ya da temaya yeri dönüş noktası şeklinde algılanamamasıdır. Bu aşamada temasözcûğün bilinçli ya da bilinçsiz varlığı yapay bir sorun ha line gelmektedir. Bunun nedeni Starobinski'nin dediği gibi her dilyelisinin bir tür sayı ya da formüle indirgenebilmesi değildir. (Çünkü şiirsel biçim zaten bu sayının ortadan kaldırılmast demektir'). Saussurc tarafından betimlenmiş olan bu biçim, en eskisinden en yenisine şiir sanatının bütünü için geçerlidir. Bu sayının ortadan kaldırılma ilkesi, formü lün varlığını kanıtlam a" zorunluluğunun ortadan kalktığı günümüzde bile geçerliğini sürdürmektedir. Arkaik şiirde bir tema sözcük biçimine sahip olan bu sayı; modern şiir de. o biçimiyle, diğerlerinden yalıtılması olanaksız bir an lam ölıeği hatta Lecloircci ya da bilinçaltına özgü yitik bir formül ya da Tel Q u cfçilerin sözünü ettikleri “farklı kılıcı gösterilen'den başka bir şeye benzememektedir. Burada önemli olan, şiir sanatının, gövde-sözcüğü ortaya çıkaran değil ortadan kaybolmasını sağlayan bir yöntem olarak 1
1
Frcudün ölüm içccpisi varsayımı konusunda da benzer şey ler söylenebilir. Yaptığı itiraflara bakılarak klinik açıdan, süreç vc içerik olarak, kanıtlanması olanaksız olan bu dürtü, psişik işleyiş ve anti-logas ilkesi olarak biçimsel düzeyde bir devrim olarak nitelendirilebilir.
görülmesidir Bu açıdan Saussurctın tabansızlığının bir kanıt o'.arak sunulması daha iyidir. Aksi takdirde bir içe riğin varlığını kanıtlama konusunda yoğunlansaydı, asıl o zaman hiçimin kesinliğine bir son verebilirdi. Şiir sanatını sıradan bir uygulamaya dönüştürenlerle karşılaştırıldığın da. Saussure'ün başarısızlığı ve tattırdığı hazzın kökenin de. bu sanatı evrensel bir dılyetisinc dönüştürmesi ve var lığını zorunlu hale getirmesinin bulunduğu görülecektir.
DİLBİLİMİN DÜŞGUCU Şimdi dc dilbilimcilerin. Saussurc’dcn bağımsız bir şekilde, şiir sunatını ne hale getirdiklerine ve bu İkincinin ‘ bilimin* başına açtığı dertlere buldukları çözüm lere bir göz atalım. Biraz düşünülüp taşınıldığında. dilbilimcilerin tehlike karşısında yaptıkları savunmaların, ekonomi politiği yön lendirenlerin (ve Marksist eleştirmenlerinin), daha önceki toplumlar ve bizimkinin alternatifi olan simgesel düzen karşısında yaptığı savunmaya tıpatıp benzediği görülmek tedir. Yürütülen akılcı ilkede hiçbir değişiklik yapılmadığı gibi; soyut bir evrensel söylev ve üretim düzenini hiç ç e kinmeden soınut bir gerçeklik gibi sunmalarını sağlayan ncdcnslzlik ve düş gücü konusunda d a hiçbir değişiklik yapmamışlardır. Birer bilim dalı olarak lnı düzene inan mamaları için bir neden yoktur; çünkü onlar bu düzenin bekçisidirler; her birinin kategorilerini farklılaştırma ve onlar üzerinde oynamayı tercih etliği görülmektedir. Keza dilbilimciler, şiir sanatının, kullandığı göstergeyi biraz hırpalandığını kabul ederken; gösteren ve gösteri len ayrımıyla, eşdeğerlik yasası ve yeniden canlandırma işlevini kesinlikle yadsımaktadırlar. Hatta bu sayede gös teren. gösterileni çok daha güzel bir şekilde yeniden canİandırmakta/tem8il etmektedir; çünkü gösterenin tözü ve dışa vurduğu ifade edilen şey arasındaki -söylevdeki gibi kendisine nedensiz bir göndermede bulunma yerine- zo runlu bağıntı, gösterilenin doğrudan “dışavurulmasınt* sağlayabilecektir*. Burada yalnızca gösterene bir Özerklik
tanınmaktadır: Sesler aracıhgıyta iletilen kavramsal mesajlar zorunlu ola rak sesler ve ritimlerin zincirleme dışavunıluşum ın içer diği. gerçek anlamda bir kavram niteliğine sahip olmayan, mesajlardan farklı olacaktır İkisinin, kimi zaman çakışıp kimi zamansa birbirlerinden koptukları görülmekledir... livan Fonagy, Diogtne. no 51, 1965)
Böyle söylenilmesinin nedeni gösterenin yalnızca söz leşmese! değil, nesnel ve yaşamsal düzeyde de söylemek istediğini daha iyi ifade edebilmesidir: “Svvinbumc’ûn d i zelerinde meltemin varlığını hissediyoruz Bu görevin bi rinci cklemliliğc ait olduğu kavramsal dil düzeytndekinin tersine, zihinsel canlandırma ikind eklemliliğe ait sesbınm tarafından yerine getirilmektedir. Ancak yeniden canlan dırma biçiminde bir değişiklik yoktur. Burada da amaç yöndermc yapmak olup -ancak bu iş, kavranın, dil ya da sözdizim (erimleriyle göndermede bulunum şeklinde değılünlülcr, heceler ve dilyetısel atomların ritmik bir şekilde kombine edilerek mevcut bir öze, şeylerin oluşturduğu öz gün bir sürece gönderme yapma şeklindedir (birincil süre ce dönüştürülen “meltem" gibi!) Dilin tözü ve dünyanın özü (rüzgâr, deniz, duygular, tutkular, bilinçaltı, yanı 'gerçek anlamda kavramsallnşamamış’ görünüp aslında algılama kodu tarafından hiç fark ettirilmeden kavramsallaştırılmış olan şeyler) arasında her zaman olumlu bir bağıntı, değer ler arasındaysa bir eşdeğerlik oyunu vardır. örneğin ince ünlüler belirsizliği ifade ederlerken vs.; bunun nedensiz bir kavramsal karşılığı olacağına, zorunlu sesçil bir karşılığı olacaktır, örneğin Ritnbaud'nun ünlü ler üstüne kurulu soneleri ve Fonagy’ııin dilsel seslerin “simgesellığT üzerine yazdıkları (Diogâne, no: 51, s. 78). Bir başka deyişle herkes i’nin u loul'daıı daha hafif, daha hızlı ve daha ince; k ve rh in l’den daha sert oldukları ko nusunda vs. birleşecektir. "I şeklinde telafluz edilen ünlü harfe atfedilen inceliğin, bu ünlünün telaffuz edilme anın da dilin pek de bilinçli sayılamayacak kinestezik algılan-
masına bağlı olabileceği söylenirken; ciğerden gelen I ya da dudakların arasından çıkan m Ve oranla, adaleleri daha çok zorlayan r daha erkeksi görünecektir...!0 özgün bir dil hakkında bundan güzel bir metafizik düşünce olamaz. Bu, şiirsel dile, meydana çıkartılıp, yazıya geçirilebilecek yeni bir doğal kaynak, dilsel bir dışavurum yeteneği bulma ko nusunda girişilmiş umutsuz bir mücadeledir. Aslında bütün bunlar kodlanmış olup, sesi duyu lan meltemle yinelenen T sesbilimi arasında bir bağıntı kurmak, "masa" sözcüğüyle masa kavramı arasında bir bağıntı kurmak kadar anlamsız bir şeydir. Aralarındaki benzerlik bir müzikle canlandırdığı (mnnzara ya da tutku) şey arasındaki benzerlikten öte değildir. Böyle bir bağıntı ancak kültürel sözleşme ya da bir ko
Jakobson, ister kavramsal isterse yarı kavramsal olsıın. şiirsel işlevi, her zaman -mesaj" ve “bu mesajın amacı"ndaıı yola çıkarak tanımlamakta ve böylelikle gös terenleri işlemsel açıdan özerkleştirerek ek bir anlam yük lemekten başka bir şey yapmamaktadır. Kavramın anlaşıl ması bir şey -gösteren bir başka değen güncelleştirmekle birlikte bu yine de bir değerdir- gösterenin kendi düze yinde ış görmeyi sürdürmesiyse bir başka şeydir. Zaten Jnkobson bu şiirsel işlevi sıradan bir dilsel, ek ve alternatif olma şansı olmayan işleve indirgemektedir. Gösteren özerk bir değer olarak kabul edildiğinde ortaya anlamsal bir artıdeğer çıkmaktadır. Şiir sanatı size daha çoğunu verir! Göstereni kendi kendisiyle karşı karşıya getiren bu durum yinelenme, iç yankılanma, titreşim, sesçil yi neleme vs. şeklinde çözümlenmektedir. (Hopkins: "Dize aynı ses malzemesini tamamen ya dn kısmen yineleyen bir söylevdir* demektedir). M. Gruınmont ise 7Voitö de la phonâtique'<\c (1933) şöyle demektedir: Şair m vam n ı gerçekten hnk eden insanların, sözcüklerin ve on nn oluşturan seslerin cıkiJeme değerleri konusun da hassas ve güçlü bir duygusal yapıya sahip oldukları herkesin malûmudur. 15u değe ri okuyucuya delebilmek amacıyla temel sözcük etrafında onun özelliklerini taşıyan sesbilimleri yemden canlandırdıkları ve bu sözcüğü için de yet aldığı dizenin ana sözcüğü haline getirdikleri görül mektedir.
Bütün bun arda •'gösteren* hep gösterilenle rekabet halin de olan, olumlu bir düzenlemeye benzemekte. Fonagy'nin dediği gibi kimi zaman İkisi birbiriylc uyuşmakta, kimi zaman ayrılmakta ancak sonuçta gu.!ı bir anlamtama sü recine dönüşmekten başka bir şey yapamamaktadırlar. Ne var ki ne gösteren ne de gösterilen söylevin elinden kaçamamaktudır. Şiir sanatını, söylev düzenine özgü işlevsel kategorilerden birinin özerkleştirilmesi olarak gören bir bakış açısı başka ne diyebilir ki? Diğer Jakobson formülü de benzer bir yanılsama için dedir. Buna göre şiirsel işlev seçme ekseniyle kombinezon
ekseni arasında bir eşdeğerlik ilkesi olduğunu savunmak tadır. Eşdeğerlik, sekansı oluşturan bir yöntem haline ge tirilmektedir. Şiirde her hece aynı sekansın tüm diğer Keçeleriyle ılişkllcndmlmrktc. altı çizilen her sözcüğün bir başka söz cüğün eşdeğerlisi o'.ma sı gerekmektedir Aynı şekilde oltı çizilmeyen her sözcük de nltı çizilmeyen diğer bir sözcükle eşdeğerli olmak durumundadır, örneğin (aruz Ölçülerine görc| uzun otan bir başka uzuna, kısaysa kısnya eşit ol mak durumundadır vs. (Jakobson, “Linguıstics and Poctics". Larguugc in Literatüre, cd. K. Pomoraka ve S. Rudy. Combridge, Mass: Harvnrd, 1987. s 71.|
Hiç kuşkusuz burada alışıldık söz dinm e özgü bir eklem lemeden değil yapısal özelliklere sahip bir mimariden söz edilmektedir, zira aruz vezninde cşdeğorliklcrin hecelere bölünmesinin dışımla bir şey düşünebilmek olanaksızdır Jakobsoıı burada gösteren düzeyindeki çelişkinin yerine gösterilen düzeyindeki çelişkiyi koymaktadır. Zira şiir sanatını söylevsel metinden ayıran temel özellik çelişkidir. Çelişki kendinden başka bir şeyi amnçlumayaıı her mesaja özgü kusursuz, kendisine yabancılnşabılmenın olanaksız olduğu, bir özelliktir. Kısaca şiirin zorunlu bir sonucudur. |Jakobso:ı, a g .e . s 85 j
Oysa Ettıpson. “Şiirin temelinde çelişkiye özgü tezgâhlar vardır’ |Empson, Seven Ty/nts o f Ambiguittjl demekledir. Yine Jakobson: Şiirsel işlevin gönderenler sistemi karşısındaki üstünlü ğü göndereni (tcmelanlam) onadım kaldırmamakta ancak onu daha karmaşık bir hale getirmektedir. Çıfl anlamlı bir mesaja, ikili bir yapıya sahip gönderici ve alıcıyla bir de ikili bir gönderen uygun düşmektedir. (Jakobson, a.g.e.,
s. 85.| Böylelikle söylevsel iletişimin tüm kategorileri şiir sanatı içindeki "yerlerini almaktadırlar* (her nedense Jakobson'un
sözünü etmediği kod dışında kalan tüm kategoriler. Onla rın arasında neden kod diye bir şey yoktur? Yoksa onda da çelişkiler mi vardır? Bu durumda dil ve dilbilimin sonunun geldiği aöy’cnenıcz mi?) Çelişki tehlikeli bir şey değildir, özdeşleşm e ve eşdeğerlik ilkesiyle bir değer olarak anlam ilkesinde herhangi bir değişikliğe yol açmayıp, yalnızca bu değerleri sarsmakla yetinmekte; özdeşleşme alanını genişleterek, gönderenler sisteminin oyun kuralını karmaşıklaştırmnkla ancak ortadan kaldırmamakladır. Keza Jakobson için çelişkili gönderici ve alıcı, yaznr/okuyucu ilişkisiyle karşılaştırıldığında, BENin/SENdcn kopmasın
Bu gözü pek ve karmaşık bir formüldür: çünkü bileşenler (gönderici/alıcı, mesaj/kod vs.) ayrıyken bile var olmayı sürdürmektedirler. Yalnızca "yeniden gözden geçirilmiş lerdir* o kadar. Genel uygulıımn düzeyinde- bir değişiklik yoktur, y-Etni bu bir söylev ekonomi politiğidir. Bu düşünce hiçbir konuda işi farklı işlevlerin ortadan kaybolma aşa masına, yani iletişim öznesinin (öyleyse gönderici/ahcı ayrımının) ortadan kaybolmasına kadar götürmcrr.ektedir. Şiire kesinlik kazandıran bu düşünceler "çelişki" ve dilbi limsel kulcgorücrdcki belirsizliğin hesabına geçirilmekte
dir. “Bu söylev içinde söylevle” , ‘ kendinden boşka bir şeyi amaçlamayan mesaja* l>enzemcktedir. Bir başka deyişle bütün bu açıklamalar bir çelişki retoriğine benzemektedir. Oysa kendi kendini açıklamaktan aciz (anlamsal şaşılık) karmaşık söylev yine de olumlu bir söylevdir; çünkü gös tergelerden oluşan söylevi bir değere dönüştürmektedir. Oysa şiir sanatında durum tam tersidir, ortadan kaybolmak İsteyen bir dilyetışinin önce var olması ç e k mektedir. Şiirde. dilyetışinin amacı dilyetisine benzemek değil benzememektir Şiir, mesajın mantıksal yapılanma sürecini bozmakta vc göstergenin anlamlı, düşünce ûrü nü bir gösterge olmasını sağlayan içsel düzeni parçalarına ayırmakta, yanı göstergeyi gerçekten çelişkili bir şey hali ne getirmektedir Şiir sanatı gösterge ve mesaja özgü bu kısırdöngünün ortadan kaybolması demektir.
X Bu yaklaşım romantizmden bu ynııa sanatsal biçim kura mım yönlendiren metafizik, yani bütünün parçalarından farklı niteliğe sahip olduğunu düşünen burjuva metafizi ğinin aynısıdır Buna göre sanatın amacı: “Bir bütün olma yetisi, kendisinden daha büyük vc her şeyi kapsayan bir buşka bütüne ait olmaktır k i. bu da içinde yaşadığımız evrendir.' |Jolın Dc\vcy, Art as Rxperienee, s. 194-5; Umberto Eco'nun Açık Vapıf'mda alıntılanmış.| Bu kozmolojiyi benimseyen llm bcrto Eco onu dilbilimsel terimlere dök mektedir. Bir başku deyişle bu anlamsal bütünlük "zincir leme tepki vc göstergelerin sonsuz sayıdaki çoğaltanıyla' sağlanmaktadır. Gösteren vc gösterilen özdeşleştirilmeye çalışılmaktadır Estetik gösterge ıcmclan’ ama gönderme yapacugım diye kendini yiyip tüketmeır.ekte. bıına karşılık, yapısındaki malzemeyle eşi benzeri olmayan bir şekilde bütünleşerek. verdiği haz aracılığıyla zenginleşmektedir. Anlam sürekli olarak göstergenin etrafında dönüp durmakta ve yeni yan kılanmalarla zenginleşmektedir. (Açık Yapıt)
Böylelikle gönderen sistemleri (cemelanlamsal) evrcsincail ilk şema ortaya çıkmakta, daha sonraysa “kuramsal açı dan sonsuz sayıdaki* -kozmik göndermenin yapıldığı y e r-
zinciriemç tepkinin devreye girdiği “u yum lu' bir gönderen e v re si ş e m a s ıy la k a r ş ıla ş ılm a k ta d ır . B u k u r u m , ş iir s a n a tı k o n u s u n d a sö y le n e b ile c e k h e r şe y in , y a n i a n la m k o n u s u n d a k i ç e lişk i, ç o k a n la m lılık , ç o k d e ğ e rlilik ve ç o k se sliliğ in id eo lo jik te m e lin i o lu ş t u r m a k t a d ı r (p s ik a n a liz b ile o n u n c im d e n k u r tu la m a m ış tır ) . H e r z a m a n g ö s te r ile n le o y n a n m a k ta a n c a k a n la m la r ın a y n ı o n d a lığ ın d a b i r d e ğ iş ik lik o lm a m a k ta d ır. Fonagy şöyle demektedir {Dioytne. no: 51, s 104J: Çizgisel söylevin gerisinde zengin bir çok sesliliğe sahip, farklı mesajlardım oluşan uyumlu bir bütün gizleniyor.
Şair, şiirini, dılyctisindeki anlambillınsel yoğunluk, bil gi zenginliği vb. her türlü ruhsallıktan “arındırmaktadır’ (bu da okuyucuyu ayrımlayıcı bir yorum bilimine doğru itmekte; böylelikle her okuma metne kişisel ses uyumları getirerek zenginleşmesini sağlamaktadır). Bu masal “vah şi’ , henüz bir kavram niteliğine sahip olamayan geçmişte kalmış bir dille, bekâreti bozulmamış bir anlaın üzerine kuruludur: Kavrama uyan ve geçmişteki bölün deneyimlerin iskeleti ne benzeyen bildik terim, henüz bakir ve evcilleştirileme miş bir gerçeklikle yûz yüze bulunan şair tarafından yad sınmaktadır.... Her seferinde voguıı bir kişisel deneyimden yola çıkılurak sözcüğün yeniden yaratılması, bir iskelete benzeyen şeye can ve kan katılarak benim gözümde sa hip olduğu somut gerçeklik ortaya çıkartılmalıdır. (A.g.e.
•. 97.) Şiir sanat mu bekâretini yeniden kazandırabilmek amacıy la kavramı soymak mı yoksa giydirmek mi gerektiği konu sunda bir karar verebilmek oldukça güçtür! Zaten önemli olan "şeyler arasında var olan gi2İı ilişkilerin" ortaya çıkar tılmasıdır.
Bu 'dahiyane" ve romantik kurama özgü görüşler gü nümüzde. paradoksal bir şekilde, enformatik terimleriyle yeniden yorumlanmaktadır. Çok seslilikten kaynaklanan "zenginlik*, “bilgi fnzlılıfr" terimleriyle irade edilmektedir. Gösterilen düzeyinde Pctrark'ın şiiri, aşk konusunda, mu azzam bir bilgi birikimi anlamına gelmektedir (Umberto Eco. Açık Yapıt). Gösteren düzeyindeyse dilin bildik ve öngörülebilecek düzenindeki belli bir dağınıklık, kopuş ve yadsıma tipi mesajdaki bilgi miktarını artırmaktadır. Şiir de bir fon görevi yapan düzensizlik ve düzen arasında “di yalektik bir gerginlik’* olmalıdır. Oysa dilbilimsel sistemin en akla yakın kullanımında bile böyle bir şey olamayacağı gibi, şiirsel yaratıcılığın göreceli belirsizliği maksimum bir bilgi oranı anlamına ıgelmcktedir. Burada da şiir sanatı al dığından çoğunu geri vermektedir. B u sayede sem iyolojik d ü ş g ü c ü niceliksel betim le meyle rom antik çok sesliliği çok güzel b ir şekilde u zlaştır m aktadır.
Şiirsel yapı olası tıklan sıralama yöntemiyle daha kesin bir şekilde betimlenip, yorumlanabilir.... Bir dize, bir dörtlük, bir şiınn ses dokusunda yer alan belli bir sınıfa nil ses bilimlerin ortnlama yinelenme frekansı üstüne çıkan bir sözcük sıralaması ya dn iki karşıt sınıf arasındaki uyum suzluğu ortaya çıkartan bir buluşturma gizli bir anlam kı rca anlaşması görevi yapmaktadır. [Fonagy. Dıopöne, 51.| “Dilyetlsinin biçimi açıkça çekirdcğimsı bir yapıya sa hip olup, zerrecik yöntemiyle betimlenebilir* (Jakobson). Kristevn'nın l"Poösıc ct nögativitö", Sâmüiotikâ, s. 24b) dü şünceleri bundan pek farklı değildir: Sözcükler anlamlarının içine hapis olunmuş, bölünmesi olanaksız bütünler olmaktan çok sözcükten sözcüğe geçe rek söylev unsurları masında kuşku duyulması olanaksız, bilinçsiz ilişkiler oluşturan sesli ve yazılı anlam birlikte likleri olup, bu unsurlar arasındaki ilişkinin dilin anlamla ilgili altyapısını oluşturduğu söylenebilir. Bütün bu formüller dile özgü *Brownicn" bir aşamayla fi-
zıkscl maddenin molekûler aşamasına benzeyen bir gös teren dağılımına uygun gibidirler. Bir atom çekirdeğinin zerrecik tarafından emilmesi ya da füzyon sırasında ortaya çıkan yeni molekûler l>enzcrlikler gibi bu formüller de an lam 'harmonilcrTnin ortaya çıkmasına yol açmaktadırlar. Bütün bunlar madde konusunda olduğu gibi söylev konu sunda da bir 'altyapı", “gizli bir anlaşma* bir başka deyişle mantıksal açıdan daha öncesine dayanan bir aşama ya da daha basit bir yapılanımı şeklinde düşünülmektedir Atom ve moleküllerin, düvelisinin ikinci eklcmliligiııe indirgen diği, söylevle ilgili bir “materyalist" bilimsel görüş. Şiirsel aşamada karşılaşılan bir de molekûler aşama vardır ki, bu. çeşitli anlam örgütlenmeleri öncesine ait ilk aşamadır. Zaten Kristeva ürettiği rnetafordaıı çekinmemekte ve dilbi limin (şiir sanatı) anlam sürecini anlamlı atomlara bölmesi gibi modem bilimin de insan vücudunu yalın elemanlara böldüğünü söylemektedir. Birinci eklenildik metafiziğine (anlamlı birimlere bağ lanan gösterilenler metafiziği) rakip bir ikinci eklemlilik me tafiziği denilebilecek şey, yani söylevin en küçük unsurları olan aynmlayıcı birimlere bağlı altyapısal bir anlamlanma nın sonuçlarıyla tam da bu noktada karşılaşılmaktadır. Ancak bu unsurlar burada bile birer pozitif çekim gücüne sahip olup Itıpkı atom ve moleküllerin basil birer çekim gücüne sahip olmaları gibi), dizilme ya da olasılık üzerine kumlu bir düzenlenme biçimine boyun eğen somut sesler den ibarettirler. Oysa şiir sanatı sözcükler ya da sözdizimsel eklemlen me üzerine kurulmadığı gibi, özerk bir foııematık eklem lenme üzerine de kurulmamıştır. Uırinci eklemKUğe ikinci eklemlihkle karşı çıkmamaktadır. ■' Şiir sanatı, dılyctisinin 1
11 Çift
eklemlenme biçimini birbirinden ayırma vc muhtemelen birini diğerinden türetme düşüncesi bir düşten başka bir şey değildir. Dil düzeyinde, dilbilimse) olmayan gösterge sistemlerindekınlıı (jestler, sesler, renkler) eşdeğerlisi olan, ‘ belirleyici* birinci eklcmlıliği devre dışı bırakmak bir düşten başka bir şey değildir. Bu yanılsama |J. F. Lyotardt Discours, Figüre başlıklı
söylev özelliğiyle bir dışavurum yolu olarak [ve dilbilimsel bir nesne olarokl işlemsel özerkliği üstüne oturan anali tik ayrımın yok edilmesi demektir. Fonematik düzeyin sözlûksel kavram ya da tümceden daha "materyalist" o l ması için bir neden yok ki. En küçük töz birimleri haline getirildikleri an, sesbilim ler de atomlar gibi idealist birer gönderene dönüşmektedirler. Bilim, atom fiziği sayesinde pozitif akılcılığı daha da geliştirmiştir. Bu gelişme kesinlik le bilime özgü nesne ve özne konumlarının karşılıklı ola rak yok edilmesi yönünde bir yöntemin ortaya çıkartılması şeklinde olmamıştır. Günümüzde artık bir ilerleme kayde demeyen bilim gidebileceği en uç noktaya ulaşmıştır. Bu aynı zamanda materyalizmin de kurumsal açıdun tam bir bunalıma girdiği noktadır. Bir başka deyişle bunalımının zirvesinde bulunan bir bilimden, "diyalektik" aracılığıyla bilim ötesi sayılabilecek bir noktaya geçilemez. Çünkü bi lim ötesini, bilimden kesin bir şekilde ayırabilmek müm kün değildir, zira bilim ötesinin temelinde bilimi yadsıma (diyalektik bir yadsıma değil sadece yadsıma) vardır. En katıksız materyalizm bile değerle sınırlı bir akılcılık ilkesi nin ötesine geçemeyecektir.
X Tel Çuel dergisi, gösterge yapı-bozumu çözümlemelerinde işi gösterenden tamamen "kurtulmaya" kadar götürmekte dir. Gösterilen ve mesaj ipoteğine bir son verilmekte, "çok içeriklilık" ortadan kaldırılmakta, çoğul bir gösteren oluş turulmaktadır. Çelişkili mesajın yerini, katıksız "nesnel* mantık çerçevesinde ortaya çıkan ve üretilen, gösterenin mctinlcrerarası konumu almaktadır. Dil. gerçek anlamda
çalışmasında) bu görsel, bu işitsel düzeyi doğal bir yasak çiğ neme biçimi olarak kabul ederek, her zaman söylevse! olanın ötesinde sanatsal olana yakın hır yerlere koymaya zorlamıştır. Bu yanılsamayı tuzağa düşüren şey çift eklcmtilik kavramıdır; çünkü bu sayede dilbilim elinden kaçırdıklarına bile kendi yo rumunu dayatabilmektedır.
bu bitmek tükenmek bilmeyen bir paragrnm metni haline gelen an lam la ma süreci tarafından üretilirken; üretilen göstergenin anlamına karşı çıkan değer ötesi bir üretken likten söz edilmektedir. “Poesic et Negativiıö"dc {S4m6iotik£, s 246) Jıılin Kristeva, "materyalist anlam üretim i' gibi bir batıl inanca da yanarak şiiri, göstergebilimsel düzenin hesabına aktanp, bu radika] alternatifi sansür ettiğinde, şiir sanatı tanımla masına da çok yaklaşmaktadır. Şiirsel gösterilene özgü çelişkinin (yoksa sıradan çeliş ki değili hem somut hem de genel olduğunu, (mantıksal) olumlama ve yadsımayı birlikte kapsadığını, olası ve ola naksızı aynı anda dile getirdiğini söylemektedir. "Genele somutla karşı çıkılması" bir postulat yerine kavramdaki kopukluğun, yani çift değerli mantığın (0/1), çelişkili man tık tarafından devre dışı bırakılmasıdır. O zaman dn ortaya şiir sanatına özgü çok özel bir yadsıma biçimi çıkmakladır. Çift değerli söylev mantığı, muhakeme çerçevesi içinde yer alftn içsel yadsıma Üzerine oturtulmuş olup, kavramı ken di kendisiyle Igflsterilcn neyse odur) eşdegerliği kılmakta dır. Şiir sanatındaki yadsıma, muhakeme mantığını içeren radikal bir olumsuzluktur Bir şey hem kendisidir hem de değildir, bir başka deyişle bu (sözcüğün gerçek anlamın da) bir gösterilen ütopyasıdır. Böylelikle şeyin kendi (doğal olarak öznenin de) kendinin eşdeğerlisi olması engellen mektedir. Örneğin şiirsel gösterilen “İnsanı şaşkına çevi ren bir yöntemle var olmayanın, var olanla sarmaş dolaş olduğu bir uzam m ıdır?' Bu uzamı büMnsef hir alan ve bu “sarmaş dolaş olm a” işini de bir diyalektiğe benzetmek tehlikeli bir şey olup, bu tehlike Kristeva’nın yorumunda mevcuttur. Bu uzamı değişik yer değiştirme biçimleriyle doldurmaya kalkışmak da tehlikeli bir şeydir, "örneğin metafor ve metoniminin yanı sıra tüm benzeri biçimler bu ikili anlambiliınsel yapının içine iıkılınaktadırlnr". Metafor dn tehlikelidir, pozitif bir metafor değiş tokuşu da. Yukarı da Baudclaire’den yapılmış alıntıdaki ‘ şehvetli mobilyalar* örneğinde şiirse) etkinin nedeni kendisine eklenen erotik
bir değer, sonradan katılmış bir düşsellik ya da herhangi bir metnforik ya da metonimik 'değer" değildir Bu etki iki sözcüğün birbirine kısa devre yaptırmasının bir sonucu dur: çünkü bu durumda mobilya ne mobilya ne de şehvet anlamına Rclmckte, dolayısıyla iki ayrı değer ulam da saf dışı edilmektedir. Burada mobilya şehvetli bir görünüme sahip olurken şehvet de devingen bir görünüme sahip ol maktadır. Her iki terim de kendi başlarına şiirsel bir nite liğe sahip olmadıkları gibi bir araya getirildikleri zaman da böyle bir niteliğe sahip olamamaktadırlar, ikisi ancak bir birleri içinde eriyip gittikleri ölçüde şiirsel bir niteliğe sahip olabilmektedirler. iŞıirscl) haz ve şehvet arasında doğru dan. bir ilişki yoktur. Sevişme sırasında alınan haz şehvet anlamına yelmektedir - bir mobilyaya dönüştürüldüğünde de şehvet haz verebilmektedir. Şehvetin yok etliği mobilya örneğinde de böyle olmakta ve benzer bir tersine çevirmey le terimler yok edilmektedir. Rimbaud’nıın: "Yazınsal ve yazınsal olmayan tüm anlamlarda doğrudur" şeklinde ifa de ettiği formül işte bu tür bir anlama sahiptir. Metafor, değerin bir alandan diğerine taşınması anla mına gelip, bu iş “ mesajda yer alan çok sayıdaki metnin laıı lamın) emilmesine" (Kriateva, "Pocsie et negativite'"! ka dar gidebilmektedir. Şiir sanatı bir alanı başka bir alana dönüştürmeyi içermesi nedeniyle değerlerin karşılıklı ola rak yok edilmesini de içermektedir. Oysa metafor süreci ne katılan l>olli sayıdaki unsur bir “uyumluluk" (“dildeki gizli anlaşmalar") oyunu çerçevesinde birbirine karışmak ta, birbirini içermekte, karşılıklı birbirlerinin metinlerini üretmekte ve şiirsel haz alma sırasında da karşılıklı olarak birbirlerini yok etmektedirler Radikal çelişki bu sürece katılmamak demektir. öyleyse Kristeva radikal bir çelişki üstüne oturan kuramı metinler arası ve “çoklu kodlar* denilen bir ku rama indirgemektedir Bu durumda şiir diğer söylevler den "sonsuz sayıdaki kod" sayesinde ayrılmaktadır. Bu 'çoğul* türden bir söylev olup diğeriyse bunun tekil bir mantığa dayalı en uç biçimidir. Bu tek kodlu bir söylevdir.
O zaman tek bir gene! semiyotik içine, iki söylev tipi de oturtabilmektedir: * S 4 a (ofiylcv) »cmivotiği olası scmiyoük uygulamalardan sadece biridtr" (Sd/ndıoriko. s. 276). Scmaııaliz hiçbirini dışlamadan hepsiyle ilgilenmek bir baş ka deyişle hem şiir sanatının indirgcnemczliğıni hem de gösterge mantığını indirgememeyi kabul etmek durumun dadır. Kendine, "semiyotik uygulamaları indirgemeyen, bir tipoloji" oluşturmak curuınundadır. Burada farklı anlam mantıkları birbirine karışmaktadır: ‘ Sözün işleyiş biçimi dilbilgisinin denetim alanı dışına çıkabilmektedir; tıpkı şiir dilinin sözün yasalarına boyun eğmesi Ribi." (/t y.c., a. 275). Buruda Starobinski’niıı, Saussure'ü yorumlarken başvurduğu çelişkili bakışın benzeri, yani dilyelisine özgü evrensel kurallardan yola çıkılarak ("gerçekten de mater yalist’ bir bilim olan acmiyotikj şiirsel ve söylevselın bir birlerine karşı hoşgöıülü olduğu bir durumla karşılaşıl maktadır. Aslında bu indirgeyici ve baskıcı bir yorumdur. Zira söylevsellc şiirsel ırasındaki fark bir anlamın diğerine eklemlenmesi türünden bir şey değildir. Karşıtlık kesindir. Biri “anlamlı altyapı" ciğeri, yanı mantıksal söylev de gelip bunun üzerine oturan bir “üstyapı" mıdır? Söylevle, insa nın kendini ifade etmesini sağlayan dil binbir tnııe koddan yalnızca biri değil, sonsuzluğu sınırlandıran kodla; şiir sa natına, anngrama ve dilbilgisi dışında kalana son veren söylevin ta kendisidir. Buna karşılık şiir sanatının çözül düğü ve yok edildiği yerde dilyetisi “sonsuz" sayıda olasılık üretme olanağına sahip olabilmektedir. Aslında “kodların çokluğu ‘ terimi kötü bir terimdir; çünkü metin '‘ matemati ğinde" bir ile sonsuz arasında dolanan bir alaşımın ortaya çıkarak aynı zincir içinde yer almasına neden olmakladır. Kesin karşıtlık ve uyuşmazlık ifade eden terimlerle dilyctisinin çelişkili bir görünüme sahip olabilmesi için bu değer söylevinin ortadan kaldırılması gerekmektedir. Bu şiir sa natının söylev karşısında gerçekleştirdiği bir detsrim olup, birinin yaşayabilmesi i;in diğerinin ölmesi gerekmektedir. Göstergebilimscl çözümleme şiirsel kesinliği etkisiz
kılabilmenin vc dilbilimin (yeni adı “göstcrgebilimdir*) egemcnltgjııl sâıü&ıcUilınc«inin daha Icurnasoa bir biçimidir Bu iş şiir sanatının doğrudan göstergebilim kapsamına alır ması şeklinde değil, “çoğulculuk" ideolojisi ardına g iz lenilerek yapılmaktadır.
X Dilbilimi, şiir sanatı aracılığıyla yıkma bununla sınırlı de ğildir. Bu yaklaşım biçimi dilyetisi kurallarının, dılyetisi alanında da geçerli olup olmadığı sorusuna, yanı her şeyi egemenliği altına alan iletişim alanına götürmektedir (eko nomi politiğin eski toplumlun açıklama konusundaki başansı/lığı da benzer bir şoka neden olmakta vc sahip oldu ğu kuralların bizim için geçerli olup olmadığı sorusunun soıulmasına yol açmaktudır). Gündelik yaşamda kullanı lan dilyetisinde akılcı dilbilimsel soyutlamaya karşı çıkan bir şeyler vardır. O. Mannoni “Elips ve Ayrım Çizg)»t"ndc ( Ckfs pour iim aginaire içinde, s. 35) “Dilbilim gösteren vc gösterilen arasına konulan ayrım çizgisiyle başlar ve muh teriden de gösterenle gösterilenin birleştiği noktada sona ertr* -kı bu birleşme bizi yaşamla ilgili gündelik konuşma lımı göndermektedir- diyerek bunu çok güzel bir şekilde ifale etmektedir. Dilbilim kuramının baştan sona gözden geçirilmesini sağlayan şey de bu Saussurecü ayrım çizgi si! ir. Marksizm de “üstyapı" kavramına karşı geliştirdiği altyapı kavramıyla bir tür devrimci ve “nesnel" bir toplum sa çözümleme biçimi oluşturmuştur Bilimin kökeninde ayırma işlemi vardır. Bir “ bilimin", bir başka deyişle, yaşa m ı yönelik bir akılcı yaklaşım, yani örgütlenmenin ortaya çıkmasını sağlayan şey uygulama ve kuram arasındaki farklılıktır. Her türlü bilim ya da akılcılığın yaşaması bu ayrım çizgisinin sürdürülmesine bağlıdır. Diyalektik buna biçimsel bir görünüm kazandırmakta ancak asla bir çözüm getirmemektedir. Altyapı ve üstyapı, kuram vc uygulama yada gösteren ve gösterilen, dil vc söze diyalektik bir biçim kazandırma boşuna girişilmiş bir sentezleştirme eylemidir. Çünkü bu ayrım çizgisi sayesinde vurhğını sürdürebilen
bilim, onunla birlikte ölmektedir. İşte bu yüzden, ister dilbilimsel isterse toplumsal dü zeyde olsun, bilimsel sayılmayan alışagelmiş uygulamala rın, bir tür devrimci niteliğe sahip oluşlarının nedeninin bu tür btraynm yapma m alan olduğu söylenebilir. Bu tür uy gulamalar asta bir beden i v ruh ayam 1da yapmazlar Oysa egemen felsefe ve din bu aynrn sayesinde var olabilmek tedir Yine hep birlikte doğrudan bir parçası olduğumuz, “vahşi" toplumsal uygulamalar da kuram ve uygulama, altyapı ve üstyapı arasına bir ayrım çizgisi koymamakta dırlar. Bunlar burjuva ya da Marksist akılcılığın ötesine geçerek birlikte hareket eden, yatay uygulamalardır. Ku ram, yani “nesnel" Marksist kuram bu gerçek toplumsal uygulamayı (yaşamı) hiç çözümlememişim. Bunun yerine altyapı ve üstyapı bölümlemesi ya da kuram ve uygulama arasındaki ayrım üstüne oturan bir toplumsal çözümleme si yapmaktadır. Bu 'toplum sal yaşamı" çözümleyebilmesi olanaksızdır; çünkü kuramsal anlamda var olabilmesi için bu toplumsal yaşamı parçalayıp, bölmesi gerekmektedir. Neyse ki bu uygulama (yaşam) onu (kuramı) çözmeye ve geçersiz kılmaya başlamıştır, öyleyse diyalektik ve tarihi materyalizm sona erm iş demektir. Avm şekilde söze ve “konuşan özne’ ye ait güncel, günlük dilbilimsel uygulama açısından, gösterge ve dünya (gösteren ve gösterilen, göstergenin ncdcnsizîigi vs.) ara sındaki aynının da hiçbir önemi yoktur. Bonvenıstc bunu doğrulamakla birlikte ondan yararlanmamaktadır; çünkü bilim bu aşamayı sollayıp, geride bırakmak durumundadır. Bir başka deyişle Benvcnisteyi ilgilendiren tek konu aynı zamanda bilginin öznesi demek olan dilbilimsel özneyle di lin öznesi, yani kendisi, Bcnvenistc'dır. Bununla birlikte bir yerlerde diğeri, yani gösterge ve dünya ayrımının dı şında kalan, henüz "batıl innnçlanndnn" kurtulamayanın haklı olduğu görülmektedir. İşin özünü asıl onun bildiği ve onun sayesinde dc bizim hatta bizzat Benvenistc'nin bu konuda dilbilimci BenventstC'dcn daha çok şey bildiği doğrudur. Zira gösteren ve gösterilen aynını üzerine otu
ran yöntem; ruh ve beden aynmı üzerine oturandan daha geçerli değildir. Her ikisi de aynı düş gücünün ürünüdür. Birinde bunun ne unlama geldiğini psikanaliz12açıklarken; diğerinde bu işi şiir sanatı yapmaktadır. Oysa bunun için ne psikanalize ne de şiir sanatına gerek yoktur; çünkü bu açıklamalara bilginler ve dilbilimciler de dahil olmak üzere hiç kimse hiçbir zumun inanmamıştır. Tıpkı son aşamada ekonominin bilimselliğine, ekonomi bilginleri ve onların Marksist eleştirmenlerinden başka hiç kimsenin inanma mış olması gibi. Kuramsal düzeyde kalmakla birlikte, sözcüğün yazılı anlamında asla bir dilbilimsel özne olmamıştır. Bu dilbilim kodu aracılığıyla düşünüp konuşmayan insanlar olsak bile dilbilimsel özne olarak kabul edilenleyiz. Aynı şekilde asla bir ekonomik özne, bir homo eoonomicus var olmamış tır. Bir başka deyişle bu masalla bu kod dışında bir yerde karşılaşılmamaktadır Bilinç öznesi ve tabii ki bilinçaltı öznesi diye bir şey de hiç var olmamıştır. Gündelik yaşa mın eıı sıradan uygulamalarında bile, hepsi de rasyonel olan, bu simülasyon modellerine aldırış etmeden yanla rından geçip gitmiş bir şeylerle karşılaşabilmek mümkün dür. Sonuç olarak tek bir büyük özne, yani bilgi öznesiyle noktalanan ve günümüzde, hemen şu andan başlayarak,
■'Dikkat: bütün bunlar bizzat psikanaliz için de gcçcrlidır. Çün kü psikanaliz de birincil ve ikincil süreçler arasındaki ayrım üzerine oturduğundan bu ayrımın sona erme durumunda, o d a ölmüş olacaktır. Tüm davranışları (bilinçaltının) bu ikiye bö!ünmr(sir.|dcn yola çıkarak inceleyen bir psikanaliz gerçek ten de "bilimsel" ve 'devrimci" niteliklere sahip olacaktır! Oysa günün birinde gerçek, bütünsel, güncel yaşamın bu postulata, b u analitik simülasyoıı modeline boyun eğmediği -simgese/ ya şamın daha baştan itibaren birincil/ikincil süreç- ayrımının öte sinde bir yerlerde bulunduğu anlaşılacaktır. O gün bilinçaltı ve bilinçaltı öznesiyle psikanaliz vc bilgi öznesi Ipsıkanalitikl. mey danı simgesel alana bırakarak, yok olup gideceklerdir; çünkü koyduğu ayrım yüzünden ortada çözümleme alanı divc bir şey kalmayacaktır. Daha şimdiden bu türden şeylerin gerçekleşmiş olduğunu kanıtlayan pek çok göstergeyle karşılaşılmaktadır.
bölüncmeycn (simgesel) s ö z " tarafından biçimsel düzeyde parçalanan bütün bu kodlarla, 'nesnel" rıısyonellcştirtr.clerde eksikliği her zaman kesinlikle hissedilen bir şeyler Olmuştur, işin aslına bakılacak olursa herkes hemen her zaman Dcscartcs. Saussurc. Marx ve Frcud’dan çok daha büyük bir bilgi birikimine sahip olmuştur.
SÖZ OYUNU (W irz) YA OA FREUD'DAKI EKONOMİ FANTAZMI
Şiir ve psikanaliz dili arasında bir benzerlik var mıdır? Şiirsel biçimin (dağılım, tersine çevirme, kesinlikle sınır lı bir bûtünccnin varlığı), dilbilimsel biçimle (gösteren/ gösterilen eşdeğerliği, gösterenin çlzgiselllği, bütünccdcki sınırsızlık) uzlaşması ne kadar zorsa psikanalitik biçimle Ibirincil süreç: yer değiştirme, yoğunlaşma vs.) anlaşması da sanki o kadar kolaydır. Düşte, dil sürçmesinde, semp tom, söz oyunu |nükte), yani bilinçaltının devreye girdiği her yerde Freud'dan yola çıkarak şu gösteren/gösterilen ilişkisi, gösterenin çizgiselliği. göstergenin gizilliği. birincil sürecin etkisiyle anlamı saptırılan şu söylev, fanlazm ve haz almanın ortaya çıktığı, şu abartma sürecini yorumla yabiliriz. Peki ya şiir sanatı bağlamında arzu ve bilinçaltı hangi anlamlara sahiptir ve libidinal ekonomi bunun bi lincinde midir dersek? Şiırinkiylc psikanalizin dili birbirine karıştınlamaz. "B ıı
s ö z ü n , d ilb ilim s e l “ s ö z le * h iç b ir iliş k is i y o k t u r . D ilb ilim s e l
s ö z d ı l / s ö z k a r ş ı t l ı ğ ı i ç i n d e e l e a l ı n a n , d i l e Is - ığ ım lı b i r t e r i m d i r B ö lü n c m e y c n (s im g e s e li s ö z is e d il/ s ö z a y n m ın ı y a d s ım a k t a d ır . T ıp k ı b ö lü n e m c y e n
t o p lu m s a l y a ş a m ın
k ıır a m / u y g u k ım n
ay
r ım ın ı y a d s ım a s ı g ib i. 'D ilb ilim s e l" s ö z d e n b a ş k a n c s ö y le m e k is t e d iğ i b e lli o la n b ir s ö z y o k t u r : a n c a k b u d ili ö lü le r d e n b a ş k a k im s e k u lla n m a m a k t a d ır . S o m u t, g ü n c e l s ö z b ir ş e y s ö y le m e y e ç a lış tığ ın d a
geride söylemediği b ir ş e y
ö ım k e ıo m o k t a d ır . B u s ö z
g iz li g ö s t e r g e y le a y r ı s ü r e ç le r y a s a s ın ı g ö z e t m e d e n , t ü m d ü z e y le r d e a y ın a n d a k o n u ş m a k t a h a t t a d ili, y a n i d ilb ilim i d a r m a d a ğ ın ç im e k t e d ir . B u n a k a r ş ın d ilb ilim
d e d ili, y a n i ik t id a r ın
ç e k t i ğ i s ö y l e v d e e m r e d i l e n l e r i n y e r i n e g e t i r i l m e s i n d e n i b a r e t b ir s ö z ü d a y a t m a y a ç a lış m a k ta d ır .
Simgesel biçim bilinçaltı düzenine a ı! değildir, öyleyse, Freud'a göre, şiirin sorgulanması simgesel düzeyde psi kanalizin sorgulanması anlamına gelmektedir. Uir karşı çözümleme her zamanki gibi kusursuz bir iktidar alanına benzeyen, kuramın elinden kaçılmasını sağlamaktadır. Frcud'un söz oyunu çözümlemesi bize yol gösterebilir zira kendisi semptomlara ait alanla sanat yapıtı, “sanat sal yaratım* (bilindiği gibi "yüceltm e' kavramı bir kesinliğe sahip olamama gibi bir rahatsızlık ve kalıtımsal idealizm hustnsıdır) alnın arasında kuramsal bir ayrım yapmamak tadır. Bu bile çok önemli bir noktadır, bir başka deyişle, şiir bir dil sürçmesi hatta söz oyunu değilse bu durumda bilinçaltı kuramının açıklamalarında eksik olan bir şeyler var demektir. Şiirsel lınz hatta herhangi bir neden ya da amaçla ilgi lenmeyen Saussurc'c karşılık; Frcud'un çözümlemesi belli bir ışleiv sahip bir haz kuramıdır. Gösteren açıkluması her zaman arzunun gerçekleşmesiyle ilintilendirilmcktedır. Bu haz kuramı ekonomik özelliklere sahip bir kuramdır. Söz oyunu I Mı.’z) söylemeye çalıştığı şeyi çok daha kısa yol dan, kısa devrelere başvurarak, çok daha hızlı bir şekilde söylemekte ve söylediği şeyler bir anlama sahip olmakta dır. Anlamları ‘ özgür kılan' söz oyunu olmadan bunları dışavurabilmek için muazzam bir bilinçli entelektüel çaba nın harcanması gerekmektedir. Haz almanın kuyııagında bu psişik mesafeden tasarruf etine ya da sansürün devre dışı bırakılması vardır. Bu yolundan saptırmaca/abartmn uranlığıyla üst ben ve baskı altında tutma sürecine bağlı belli miktardaki enerji “açığa çıkartılmakta ■ özgürlcştirilmektcdir". Duygusal “boşalma* denilen şey budur. Bu olay bilinçaltı ya da önbilinçte oluşan duygular/düşüııccler üzerindeki baskının kaldırılması; kısaca baskı altında tutulan psişik sürecin üzerindeki baskıdan kurtulması şeklinde olmaktadır Haz alma, her durumda, bir söz oyu nuyla ortaya çıkan bir kalıntı, bir fazlalık, bir nyrımlayıcı enerji kuantumu tarafından üretilmişe benzemektedir. Bu anlamda aynı malzemenin çeşitli şekillerde yeni
den kullanılması ya da kısaltılması söz oyununun temel bir özelliği haline gelmektedir. Hep çabadan tasarruf y a pılmakta. yani bir gösterenle birçok anlattı üretilmekte; minimum gösterenle maksimum (bazen de çelişkili) anlam elde edilmektedir. Şiir sanatıyla birçok konuda benzerlik gösterdiğini yadsımanın bir anlamı yoktur. Aynı malzeme nin yeniden kullanımı Saussurc'ün gövde sözcüğü ve çift leşme yasasını. MetzscheYlin sözünü ettiği sınırlandırılmış bütünce vc "göstergelerdeki malcaimunı enerjiyi* nmmaatınaktııdır Frcud, şairin, “çok sesli düzenlemeler sayesin de açık bilinç, önbılınç ve bilinçaltı düzeyinde üçlü mesaj verine olanağına sahip olduğunu* söylemektedir. Sıradan bir duygusal enerji yüklenme düzeninden söz edilen her yerde enerjiden "tasarru f edilmeye çalışılmaktadır. Psişik yapı adlı çokgende haz bir tür kısaltma işleminin sonu cuna benzemektedir. Daha doğrusu psişik yapının çeşitli katmanları arasından diyagonal bir şekilde geçip giden bu söz oyununa özgü yatay örgütlenme, öngörmediği hedef lere, hiç çaba sarf etmeden ulaşmakta ve geride enerji tü ründen bir artı değer, bir haz “primi”, “haz cinsinden kâr" bırakmaktadır. Bu enerji muhasebesinde kapitali anımsatan bir şey ler vardır. Hazzın bir tür tasarruf etme (Preud hep bu te rimi kullanır!, çıkarsama yoluyla, gıyabında, duygusal bir enerji kalıntısı ya da bir fazlalığa benzeyen ancak aşırılıkla hiçbir ilişkini olmeyan bir şeye benzet ildiği görülmektedir. Belki de haz hiçbir şeyin ürünü değildir, yani tasarruf etmenin tersi, yüzüstü bırakılmış enerji ve amaçlar sü recine ait bir şey. Burada ilk önce “gösteren*in "bıraktığı etkiden" söz etmiyoruz; çünkü Frcud çözümlemeye asla bu düzeyden başlamıyor. Onun ürettiği libidinal ekono mi bilinçaltına özgü içeriklerle (hisler ve düşünceler), bir baskı altına alma ne baskı alımda tutma üretiminin yanı sıra enerjileri birleştirme/özgür bırakma konusunda bir denge (gcrginliğir çözülmesi) oluşturabilmek amacıyla, bu üretimi düzenleyen, bir duygusal enerji hesabı üzerine kurulmuştur. Freudcu haz güç ve enerji kuantumu tû-
ründcn ifade edilmekte ve bunun üzenne oturmaktadır. Söz oyunu ya da düşte gösterenler düzeni kendi başına asla bir haz duygusuna yol açmamakta, bir başka deyişle bu düzenleme hayali ya da baskı altına alınmış içerikleri kapsamaktan başka bir şey yapmamaktadır. Bu asla bir "mesaj'' görevi yüklenmeyen bir "mcdium/araçtır"; çünkü bunun için -kesinlikle kuramsal topik ve ekonomi terim leriyle sınırlı- kendini onun gibi ifade edebilen, konuşan “Üst ben ' görünümüne sahip arzu tülünden bir şeylere ihtiyaç vardır. Gösteren düzenlemesi hep arzuyu izliyor gibidir. Tamamen libıdinal ekonomi ve eleştirisi üzenne oturan sorgulama, bilinçaltı ancak bu şekilde ‘ üretildiği" (ve yeniden cnnlandınldığı). ekonomiyle hiçbir ilişkisi olma yan bir kaz perspektifi oluşturulduğu takdirde mümkün olabilmektedir. (îıinîıifc Yaşamın Psikopatolojisi bntlıklı çalışmasında, Kreud, dil sürçmesi üzerinde durarak: Okuyucudaki arzu duygusu, ilgisin ve dikkatini çeken şeyleri metne sokarak onu deforme e mektedir.. Metinde ki sözcük ve yenile konulun sözcük arasında bir benzerlik bulunması durumunda okuyucu oının anlamını istediği gibi değiştirebilmektedir. Buruda gerçekten de gizli, baskı altında tutulun, ortaya çıkmak için mantıklı söylevin zayıf noktalarını kollayıp onun fantezileri ve kılcal boşluklurmdan 'yararlanan' bir içerikten söz edilmektedir. Bu vücut konusundaki yaşa ma istegi-cinsellik ilişkisi [Ğtayugtf kavramının söylev düzeyindeki karşılığıdır, bir başka dtyişlc fizyolojik ge reksinimin hoşnut edilme biçiminden ■‘yararlanan" arzu vücudun şu ya da bu bölgesiyle libıdinal anlamda ilgilen mekte, yani işlevi arzunun gerçekleşt rilmcsi sağlayacak şekilde saptırmaktadır (organik mantık budur|. Ancak tam da bu noktada gereksinim ve arzunun birbirlerine nasıl eklemlendiklerinin asla açıklanmamış olduğu görülmek tedir. Başka bir süreçten geçirilmeden bu şekilde ortaya konulan, biri belli bir işlevi gerçekleştirmeye diğeriyse be
lirsiz (nesnesi konusunda demek istiyoruz) bir içtepinin somutlaştırılması anlamına gelen iki terim arasında yer alan yaşam ya da yaşama istcği-cinscllik ilişkisi Iâtayage) kavramı, hiçbir şeyi başka bir şeye eklemlemeyen bir tür aracı görc%n yapmaktadır. Libidinal ekonomi de burada gereksinim kavramıyla birlikte kısaca ekonomi denilen şeye yapılan ‘yakıştırmadan" muzdariptir. Çtlııkü özne ve nesne arasında “gereksinim*, gereksinim ve arzu arasın daysa 'yaşam a istegi-cinsellik ilişkisi" vardır (dilbilimsel ekonomide de aynı şeyle karşılaşılmaktadır, gösteren ve gösterilen ya da gösterge ve dünya arasında “güdümlcmc" var mıdır, yok mudur). Bütün bu yakıştırmalar var olması olanaksız bir bilimin gizli çekiciliğine sahiptir, bir başka deyişle eğer eklemlenme yoksa terimler yanlış tanımlan mış olduklarından, geçerli olabilmeleri mümkün değildir. Arzunun gereksinim, gösterenin gösterilen ve öznenin nesne karşısındaki özerk konumları hiç kuşkusuz bilim sel bir cfckttcn-hıleden başka bir şey değildir. Oysa ortaya konulun ekonomilerin ayakta durabilmeni oldukça güç gö rünmektedir; çünkü kendilerini yaratan bu düzenlenmiş karşıtlıklardan, yani arzu gereksinim, bilinçaltı-bilinç, bi rinci) süreç-ikincil süreçten vs. vazgeçmeye niyetleri yok tur. Haz ilkesi, psikanalizin gerçeklik ilkesinden başka bir şey olabilir mi? Oysa psikanalizin gösteren-gösterilen ilişkisini yerin den oynattığı ve bu işi şiir sanatının yaptığına yakın bir anlamda yapmış olduğu kesindir. Burada gösteren gös terileni doğrudan işaret etmek yerine, gösterilenle bunun tam tersi sayılabilecek bir ilişki içindedir, yanı dilbilim açıklamalarında hiç ortaya çıkmayan bir olumsuzluk doğ rultusunda bir yokluk, baskı altında tutulan bir şey gibi ifade etmeye çalışmaktadır. Gösteren gösterilenle zorunlu (nedensiz sayılamayacak) bir ilişki içinde olm akla birlikte olmayan bir şeyin yerine geçebilmektedir. Yitirilmiş nes neyi ifade eden ve onun yerini alan bir şeydir. Lcclairc, Psyehanaliser (s. 65) başlıklı çalışmasında şöyle der: Psikanalizde yeniden canlandırma kavramı nesnel bir ger-
çeklik ve anlamlı görünümü arasında yer almaktan çok sannsal bir gerçeklik hoşnut edici yitirilmiş bir nesnenin unutulmuş imgesiyle; ister hayali bir formül-nesne ya da fetiş cinsi araçsa! bir nesne şeklinde olsun, bir şeyin yeri ne geçen nesne arasındadır. Bu durumda dilbilimsel eşdeğerlik uçup gitmektedir; çün kü gösteren mevcut olmayan y a elli belirsiz kimliğiyle asla itiraf edilmemiş bir şeyin mecazına, yani annedeki fallııs yokluğu, cinsiyet ayrımı anlamına gelmektedir. Dilbilime oranla daha sınırlı olduğu söylenebilecek psıknnalitik anlam, O. Mannoni tarafından şu şekilde dile getirilmektedir Göstereni devreye soktuğumuzda imlama yer değiştirim iş oluyoruz. Ostelik gösterenin beraberinde bir gösterenler koleksiyonu l.ışıınâSI önlflrirt geleneksel bir anlamİHİim ta rafından açıklanabileceği anlamına gelemez. Ostelik bi/ter Saussureün elipsim sanki gösterilenin yerini bn$ tutuyor muş gibi yorumtuyoruz Snnki bu yerin çeşitli söylevlerde ortak payda görevi yapan tek bir gösteren tararından dol durulması gerekiyormuş gibi... Göstereni gösterilenin baskısındnn kurtarmamızın nrdcııi. onu. dilbilimin her somut söylevde varlığını keşfettiği yasalara teslim etmekten çok. belirsiz bir anlama sahip old ıığıında bile her znmaıı tek bir anlam taşımaya eğilimli somut söylevin zorlamalarından, kısa bir süreliğine bile olsu sayesinde kaçabildiği birincil süreç yasasına uymasını sağlamaktır f*lT.llipse et la barre", Clefa pour hmaginaire. s. -16l Müthiş bir açıklama ancak şu art arda gelen birçok söy levin doldurduğu 'boş* bırakılan gösterilenle şu bir başka düzenin emrine verilen •özgür'" bırakılmış gösteren ne de mektir? Gösteren ve gösterilen arasındaki ayrım çizgisini saf dışı etmeden bu dilbilimsel kategorilerle bu türden bir “oyun oynanabilmesi* mümkün müdür? Bu stratejik bir ayrım çizgisi, bir başka deyişle gös
tergeye çelişkisizlik ilkesi kazandıran ve onu oluşturan parçalan değer olarak ortaya çıkartan çizgidir Ou uyumlu bir yapı olup içine aklınıza eseni tıkamazsınız Ikarşıt an lamlılık, çelişki, birincil süreç gibi). Gepenston der Unvorte lllkel Sözcüklerin Karşıt Anlamları Üzerine) eleştirisinde Benvenisle taşlan yerli yerine oturtmakladır: Ne kadar arkaik olurla! &£ olsunlar diller, çelişki ilkesinin elinden kaçamazlar 'Büyük" ve "küçük* sözcüklerinin aynı şekilde söylendiği bu dı.’de “büyük" ve ‘ küçük' ayrı mının bir anlamı olamaz... Zira bir dilde birbirinin karşıtı olan iki kavramın aynı sözcükle dışavurulmasını kabul et mek tur çelişkidir.' (GenelütlMm Sorunları, cilt I. s 82 | Bu doğru bir yaklaşımdır; çünkü karşıt anlamlılık dilbi limsel anlamlanın düzenine ait değildir. "Dilin temelinde açıklanabilir olanı açıklamak vardır" bu yüzden bir ayrıın üzerine oturtulmayan bir anlam ya da tersine her şeyi söy leyebilen bir gösteren düşünebilmek mümkün değildir. Dile özgü ... belli bir nesnenin ayın zamanda hem kendi is miyle hem de akla gelebilecek her sözcükle çağrıtabileceği, çelişki ilişkisinin sürekli rrcvcut olacağı, hcı şeyin aynı za manda hem kendisi hem te başka bir şey. yani ııc kendisi ne de başka bir şey olncağı bir aşama düşünmek bir dıış görmekten başka bir şey değildir (A.g.e., s 7i-2| Bcnveıııste nc dediğinin Tarçındadır; çünkü dilbilimsel aklın görevi bunu engellemektir. Dilbilimde baskı altında tutulana benzer bir karşıtlık yoktur, çünkü psikaııalitik karşıtlık tamamen bilinçaltıra özgü bir süreçtir. Ancak düzenlenme biçimi konusundı haklı olan dilbilimdir: çün kü çelişkısızlik. özdeşlik ve eşdeğerlik ilkesine uymayan bir şey dile ait olamaz. Sorun dilbilimin kurtarılması değil, Denvenistcriin yapılacak seçim konusundaki kesin tavrıdır |bu kadar ke sin bir tavır kovmasının nedeni herhalde kendine ait bu alanı başkalarına kaptırmak ittememesidir; çünkü herkes kendi alanı içinde kaldığı takdirde kimse dile saidıramayacagım düşünmektedir!) oysa başka bir yerde "simgesel
bir alan" olabileceğini kabu' etmekle birlikte “bunun dile değil söyleve ait olacağını söylemektedir. Çözümlemenin sınırlan içine alınabilmesi için Suussurccü elips ve aynm çizgisinin ışfei'i yalnızca göstergeyi birindi sûredn hesabı na devretmeyle stntrtı kalmamalıdır. Göstergenin üzerine oturtulduğu yapıyla hırlikte bvı mimarinin oluşmasına yol açan denklem de alaşağı edilmeli ve belirsizliklerin sayı sının artırılmasıyla yctinilmemelidlr. Aksi takdirde psika nalizin bir yerlerde belli bi* anlamlama ve yeniden can landırma biçiminin yanı sıra; belli bir değer ve dışavurum biçimiyle uzlaştığını kabul îtmek gerekecektir. Uir başka deyişle Mannoni'nın "boş" gösterileni bu türden bir göste rene sahiptir. Gösterilene b liııçnltına özgü oynak içerikler yüklenmiştir. Psikanalitık gösterenin mantıksal eşdeğerlik olayının dışında kalınası onun değer dışı ya da değer Ötesi bir alana ait olduğunu göstermez Çünkü 'yalpalayan" psikunalitik gösterenin yeniden canlandırdığı şeyi hep baskı altında tu tulan. numevcul bir değer olarak sunduğu görülmektedir. Artık gösterenin ilettiği mantıksal bir açıklamadan yoksun kalan bu değer, kendisinden kaçmanın mümkün olmadığı bir hayalet gibidir. Gösterenle gösterileni ayıran çizgi artık başka bir anlama sahip olmakla birlikte henüz ortadan kalkmamıştır, bir başka deyişle her zamanki gibi çizginin bir yanında güçlü bir gösterilen (bölünemeyen, baskı altın da tutulan değere ait bir i;cnk). öteki tarafındaysa baskı altında tutmanın oluşturduğu bir sürece benzeyen bir gös teren vardır. Son olarak bundan böyle bir eşdeğerlikle birlikte kar şıt değerlilikten, yani değerin güç kaybından söz etmenin olanaksız olduğunu söyleyebiliriz. Şiir sanatının farklılığı da zaten bu noktada ortaya çıkmaktadır; çünkü bu de ğerle şiirde kesinlikle karşılaşılmamaktadır. Şiirde semp tom, fantazm ya da fetiş görünümüne bürünerek kalıntıya benzeyen bir göstereni besleyen namevcut ya da baskı altında tutulan bir değer yoktur Fctiş-nesncnin şiirsel bir yanı yoktur, çünkü o zaten değere kesinlikle ihtiyacı
kalmamış anlamsız "bir şeydir. Çünkü gösterenin güç y i tirmesi olanaksızdır, tam tersine o sabit ve sonsuza dek arkasına gızlcnilcbilccck somut bir değere sahip, sonsu za dek yitirilmiş bir gerçeklik sanrısı olarak kalmak du rumundadır. Sonsuza dek sürüp gidecek bir anlam sap lantısıyla anlamsız nesneye anlam kazandırmaya çalışan sapık arzunun gerçekleştirilmesine takılıp kalmış olan bu sistemin debloke edilmesi olanaksızdır. Şiirde (simgeselde) gösteren tamamen ortadan kalkmakta oysa psıkanalitik gösteren birincil süreçlerin etkisi altında, sürekli anlam değiştirip, baskı altında tutulan değer doğrultusunda bir anlııma sahip olabilmektedir. Ancak ne kadar değişikliğe uğratılırsa uğratılsın olsun, sonuç itibarıyla bilinçaltının değişken gerçekliğine endekslenmiş bir yüzey olarak kal maktadır. Şiirdeyse, gösteren, gövde-Sözcük süreci içinde parçalanmakta ve yayılmakta, böylelikle hem kendini üre ten yasa, hem elini kolunu bağlayan baskı altında tutma sürecinin elinden kaçmakta hem de baskı altında tutulan bir gösterilene ait karşıt anlamlan belırleycmcmcktcdir. O artık her yöne dağılmış, günahları bağışlanmış bir değer den ibarettir Üstelik büyük bir keyif alınarak yaşanan bu süreç kesinlikle can sıkıcı değildir. Yapıtın ya da simgesel etkinliğin yaydığı ışığın nedeni baskı altında tııtmn, kalıntı ve karşılık vermeden yoksun olmasıdır. Iiunıda l'nntnzın ya da fetişte baskı altına alman ve sürekli yinelenen anlam, yasak vc değer ortadan kaybolmaktadır. Dur ada ölüme ve anlamın güç yitirmesine knışı çıkamamaktadır. "Yazılanda söylenmeyene nit bir semptom yakalamak" iNietüöchc, iyinin ı«e Kötünün ötesinde). Dit kusursuz bir psikanalitik önermed ir, başka bir deyişle bir "anlama” sa hip ne varsa |vc özellikle de 'ş e ffa f olmaya çalışan bilim sel söylevin) susması gerekmektedir. Dilimin söylemekten kaçındığı şey, tersine çevrilmesi olanaksız yıkıcı bir şeye dönüşüp, çektiği söylevin peşine düşerek ona zarar ver mektedir. Zaten psikanalizin ortaya çıktığı yer de burası, bu her türlü mantıksal söylevin çekildiği görece özgürlük olanıdır.
Oysa şiir sanatı içinden nc geçiyorsa onu söylediğin den peşine takılıp, rahatsız edebilecek bir artık bırakma maktadır. Zira her zaman baskı altında tutulun ve hakkın da konuşulmayan şeyin adı ölümdür. Buruda ölümden, anlamın kurban edilme töreni sırasında söz edilmektedir. Hiçlik. Ölüm, yokluk açıkça dile getirilmekte ve bir çözüm önerilmektedir. Bir başka deyişle tüm diğer söylev biçim lerinde yalnızca sem/ıfomor/ik özelliklere sahip olun ölüm, burada somut, simgesel bir görünüme sahip olabilmekte dır. Doğal olarak bu söylenen ve söylenmek islenen arası na konulan eşdeğerlik (ayrım) çizgisi üzerine oturtulmuş her türlü dilbilimle; lıaskı altında tutulunla (söylenmeyen le) açıkça söylenen arasındaki çizgi, baskı altında tutma, yadsıma, kafada üretme, dur dıırnk tanımadan yinelenen bir yadsıma yöntemine benzeyen ölüm sayesinde yaşayan psikanalizin sonu demektir. Belli bir toplumsul ya da dilsel oluşumda, ölüm, belli bir simgesel düzenek çerçevesinde konuşuyor, kendi kendine sesleniyor ve değiş tokuş edi liyorsa bu durumda psikanalizin söyleyebileceği bir şey yoktur. Riıııbnud. Cehennemde Bir Mevsim konusunda: "Hem yazınsal hem de tüm diğer anlamlarda bu doğrudur" dediğinde, burada psikunalizın gerisine geçerek bulabile ceği. saklanmış, gizlenmiş, baskı altında tutulan bir an lanı yok demektir. Bütün anlamlar ancak bu şekilde var olabilmektedir. O. Mannoni şöyle demektedir: D ilb ilim g ö s t e r e n v e g ö s t e n lc n a r a s ın a k o y m u ş o ld u ğ u b u a y n ın ç iz g is i s a y e s in d e v a r o la b ilm iş t ir v e ö lü m ü ç iz g in in o r t a d a n k a lk m a s ı
de
bu
yüzünden o l a c a k t ı r
Psikanalizde ürettiği iğdiş edilme korkusu ve baskı altında tutma yasasına bağlı söylenen ve söylenmeyen (ya dn "sannsal bir gerçeklik ve bir başka şeyin yerini alabilen nesne” Leclairc. Psgchanalysc-r. s. 65) arasına koymuş olduğu avnnı çizgisi sayesinde var olabilmiştir ve onların yeniden bir araya gelmesi psikanalizin ölmesine neden olacaktır. “ Kalıntr yok demek yalnızca gösteren ve gösterilen.
gösterenin gerisindeki gösterilenin ya da onları ikiye ayı ran yapısal bir çizginin ortadan kaybolması değil, aynı zamanda psıkanalıtik yorumlamada karşımıza çıkan biri bastıran diğeri bastırılan ve görülenin arkasına gizlenmiş süreçlerin yanı sıra ikincil süreçlerle saklambaç oynayan birincil süreçlerin de ortadan kaybolması demektir. Şiirin ürettiği herhangi bir gösterilen yoktur. Şiirsel metnin geri sinde herhangi bir 'düşsel düşünce" ya da anlamlı bir for mül yoktur (Leclnirc). Herhangi bir şekilde birincil süreçler arasında dolanan ve bir tür bilinçaltı üreten bir düzenin varlığını kanıtlayan bir libido ya da herhangi bir potansiyel enerji yoktur. Nc ekonomi [>o!i(tk diye bir şey vardır ne de libidinal ekonomi diye b ir şey, doğal olarak dilbilime özgü bir düzen, yani dile özgü bir ekonomi politik de yoktur. Çünkü ekonomi her yerde katıntı üzerine kurulmaktadır (üretim ve ycnidcn-Ûreiim'* düzeni varlığını kalıntıya borçludur), bu kalıntı simgesel olarak paylaşılmamış, mala özgü ticari değiş tokuş ve eşdeğerlik üzerine oturan bir dolanını düze nine ait olabilir Hu knlıntı şiire özgü gövde sözcüğün yer aldığı dolanım düzeni içinde yaşamayı sürdürerek, anlama özgü dolanım düzenine de geçebilir. Bu kalıntı karşıtlık ve ölüm düzeni tarafından yok edilemediği için durdurulması mümkün olmayan yinelem e içgüdüsü doğrultusunda üre tilen ve yeniden üretilen yalnızca bireysel bilinçsiz bir de ğer kalıntısı, bir dolu sahne ya da yeniden canlandırmanın baskı altında tutulmasına da benzeyebilir. Ticari değer, gösterilen değer, baskı altında tutulan/ bilinçsiz değer gibi şeyler bir kalıntı ürünü olup, simgesel işlemden geriye kalan bir tortudur. Bu her yerde biriktiri lerek oluşturulan ve yaşantımızı yönlendiren değişik eko nomi biçimlerini besleyen depodur. Eğer yaşamı değiştir menin bir anlamı varsa, bu ancak ekonomi ötesine geçerek yani, bu kalıntının tüm alanlarda yok edilmesi şeklinde olabilir. Bunun en kusursuz örneği eşdeğerlik, birikim.
w Rkz Charles Mnlomoud ‘ Brahmanizm'de knlıntı kavramı üze rine’ Wicncr Zeıtschrift fü r die Hande Sûdasiens. c. XVI, 1972.
kalıntı gibi işlemlerin yer almadıkları şiir sanatıdır. Yeniden söz oyununa dönecek olursak, haz almanın bu "ekonomi* tarafından üretilmiş, “psişik mesafe adlı elips* sayesinde güçlenen ya da söylevse! düzende karşı laşılan birincil süreç; anlamın altında gizlenen bir başka anlamın ortaya çıkması; psişik süreçlere özgü ikili yapı nın dayattığı derin bir gerçeklik anlamına gelmediği, yani yolundan saptırılan “Öteki sahnenin* gelip bu birinci ara cılığıyla yansıtılmayı amaçlamadığı; süreçlerin birbirinden ayrılması üzerine oturan bir psişik değer (topık varsayım) şeklinde yeniden ortaya çıkan baskı altında tutulmaya ben zemek istemediği ve haz alma adlı bu libidinal artı değerin lekonomik varsayımı, enerjilerin birleşme/ayrılmalarının doğrudan bir sonucu şeklinde, ortaya çıkmasının söz ko nusu olmadığı düşünülemez mi? İhız alına duygusunun tam tersine nyn alanların bir araya getirilmelerinin -hatta bu birbirlerinden ayınlmış süreçlerin dışında bir yerlere ait olduğu, öyleyse ayrım layım enerji yoğunlaşmasının- bir sonucu olduğu ve do layısıyla psikanaliz ve ürettiği mantıksal düzenin dışında kaldığı düşünülemez mi? O ana kadar ayrt alanlar olarak kaldıkları için bir anlama sahip olan bu ayn alanların (sesbirim. sözcük ler. roller, kurumlar) altüst edilerek, devre dışı kalma ları (Kurtsehluss), birbirlerine çarparak ıç içe geçmeleri, bu beklenmedik yakınlaştırılma sonucunda anlamlarım yitirerek, birbirlerinin yerine geçmelerine yol açlığı söyle nemez mi? Söz oyunu, yani haz alına duygusu, ayrı bir varlık olarak öznenin hem bilinçli bir düşüncenin ürettiği kopuş, hem de bilinçaltı sürecine uygun bir şekilde orta dan kaybolup gitmesi değil midir? Bu aşamada üst-benin, gerçeklik ilkesi ve rasyonel anlamı bir arada tutmaya ça balamaktan vazgeçmesi; yalnızca baskı altında tutan sü recin baskı altında tutulan lehine değil, aynı zamanda, her ikisinin birlikte ortadan kaybolması anlamına gelmekte dir. Söz oyununun (Vt'itz| şiirsel ve komik olan yanı budur; bu özelliğin fanıazm içtepisinin yeniden canUmdınlması ve
arzunun gerçekleştirilmesiyle bir ilişkisi yoktur. Freıul Kant‘tan şöyle bir alıntı yapıyor: *Das Komisehe isi eirıe in ntchts zergagene Erurartunğ' ('Kom ik, boşluk ta çözünerek hiçliğe dönüşen bir bekleyiştir"). Bir başka deyişle, bilinçaltına bile ait olsa ortada bir şeyler ıtırken hır arıda hepsi ortadan kaybolmaktadır. Bilinçaltına bile Özgü olsa herhangi bir amaç ya da (baskı altında tutu lan) değerden geriye kalan bir şey yoktur. Haz alma bir değer kanaması, kodun parçalanması, baskıcı mantığın yok olup gitmesi demektir. Komik, kurumsal kodların (durumlar, roller, sosyal kişilikler) ahlaki dayatmasına bir son vermektedir. IVtfz'de ise ortadan kalkan, sözcük lerle öznenin özdeşleşmesini zorunlu kılan ahlak ilkesidir. Bunun bir nedeni yoktur Bunun nedeni "bilinçaltına' ait bir şeyleri "açıklayabilmek" değildir. Lichtenbcrgln bıçak (bıçak olmayan) tanımındaki espri kesinlikle şiirsel bir ni teliğe salııp olup, herhangi bir art düşünceye dayanma yan bir kahkaha patlamasına yol açmaktadır. Bıçak bir sap ve kesici olarak ayrı ayrı isimlendirildiği ve bunlar ayrı ayrı kalmayı sürdürdükleri sûrece bir bıçaktır. Bu ikisi arasındaki ayrımı ortadan kaldırdığınız anda (sap ve kesici ancak ortadan kayboldukları zaman birlcşebilırler ki, zaten Lichtcnbcrg'in kullandığı sözcük bu anlama gel mektedir! geriye haz alma dışında hiçbir şeyin kalmadığını görürsünüz Kant, bıçağın "beklentisi" hem Rcrçck hem d r düşsel bir beklenti ('bıçağın' ne anlama gelebileceğini biliyoruz) olup bunlardan geriye kalan bir şey yoktur. Bu birincil sürece ait (.ver değiştirme, yoğunlaştırma! bir şey olmadığından, keskin bıçak ya dn sapın gerisinde kendi siyle karşılaşılan bir şey yoktur, bu. hiçliğin gerisinde bir hiçlikten başka bir şey yoktur. Ayırma, iğdiş etme, baskı altında tutma, bilinçaltı sona ermiştir. Mantıksal sürecin tamamen dışlanması, sınırsız bir haz alma duygusuna yol
açmaktadır. Lichtenbcrg örneği özel bir durum değildir. Yakın dan bakıldığında Frcud. absürd bir maniıga boyun eğen iM’itz’in sınır çizgisinde yer alan ve haz almanın en üst
noktaya ulaştığıl tüm örnekleri sunmaktadır. Kazan, tur ta, mayonezli somon, gözler yerine kuyruğu delinen kedi, doğduğu zaman kendisiyle ilgilenecek bir anne bulan şanslı çocuk. Bunların hepsi aynı şekilde çözümlenebilir, yani hepsi kendi kendini yineleyerek bir gerçekliğe sahip olabilmekte ya da hiçbir anlama sahip olmayan bir göste reni emip, parçalayarak yok etine yöntemiyle rasyonel bir şekilde kendi kendilerini yok etmektedirler. "Etfersuchl ist einc Leidcıschafi, die mit Rifer sudu. uxıs Lciden sehafff (Bir söz oyunu olduğu için çevrilmesi olanaksız bir şey: -Kıskançlık, saplan t isal bir şekilde ken disine acı çektirmeye çalışan bir tutkudur”). Aynı malzeme nin yeniden kullanılmusı öyleyse enerji kaybı yoluyla haz nlıtınk! Oysa Freud aynı malzemenin yeniden kullanımının çok zor bir iş olduğunu kabul etmektedir; en kolay yol fark lı gösterenlerle farklı şeyleri dile getirmektir. Değişik olan iki şeyin aynı anda söylenmelidir. Oysa asıl Önemli olan bu gösterenin anlamsal sürekliliğine son verilmesi değildir; haz alınmasına yol açan şey bir gösterenin (ekonomist bir yorum) birçok gösterilene sahip olması değil, sözcelcmc/ bağlamsal tümceye ait mantıksal zamanın ortadan kay bolmasıdır kı. bu da bizzat gösterenin yok edilmesi lantiekonomist bir yorum) anlamına gelmektedir. Zaten IV'ifz “Eifcrsucht vs.‘ bir tür Saussurecü bir çiftleşmeye, yani tümce ve karşı tümce düzeyinde Saussure'ün İter sesli ve karşı-scsll harf konusunda söylediklerine benzer bir şevin ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Buıadıı kural bütün bir dizimsel bağıntı için gcçcrlıykeıı Saussure’de yalnızca anlamlı olmayan (sesbilim ya da çift sesler) unsurlar düze yinde geçerli olmakla birlikte hazzm her zammı gösterenin kendi kendini yok etmesine bağlı olduğu görülmektedir. Bu hazzm kaynağı U-'ifz mıdır yoksa şiir mi? Buradaki anlam “zenginliği'' ya da çokluğunun önemi yoktur Tam tersine çoğu kez IH'tz'den görece yeterince haz alınamamasının nedeni gösterilendir. Gösterilenler unlumdan yoksun kal mama koşuluyla söz oyununu noktalayabılmcktcdırler. Oysa gösterenin o inanılmayacak kadar kısa süre içinde.
kendi kendini yok ettiği, ne var ki bu kendi kendini yok etme süresi içinde, sonsuz sayıda anlamın yanı sıra gücü! düzeyde hem başkasının yerini sonsuz kez alma olanağı na hem de sonsuza dek anlamsız (gösterilensiz) kalacak, tüm mesajlara anında kısa devre yaptırarak onları çılgınca ve korkunç bir hızla harcama olanağına sahip olabileceği söylenebilir. Anlam kimseyle kapılmamaktadır bir başka deyişle her an dolanım düzeni içindeki yerini almaya hazır bir şekilde beklerken, ikiye ayrılma (gösteren/gösterilen), kendi kendini yok etme gibi özelliklerini de korumaktadır. Tıpkı simgesel değiş tokuş düzeninde, değer sürecinin ege menliği altına hiç girmeden, durmaksızın verilen ve alınan mallar gibi X Freud hemen İler yerde, temel süreçten a yn tuttuğu, söz oyunu 'tekniğinden" söz etmektedir. Ona göre: W\tz
t e k n iğ i a y n ı s ö z c ü ğ ü
ib a r e t o lu p ,
ilk
k u lla n ım d a
k e n . ik in c i k u lla n ım d a
ik i a y r ı ş e k ild e k u lla n m a k t a n sözcü ğü n
b ir b ilm e c e
ta m a m ı d evred ey
g ib i
h e c e le r e
b ö lü n
m e k t e d ir .
Ancak bu yine de bir "teknikten" başka bir şey değildir. Aynı malzemenin yeniden kullanılması konusunda da du rum aynıdır, yani bütün bu teknikler yoğunlaşma denilen tek bir kategoriye indirgenmektedir. Y o ğ u n la ş m a y s a
tü m
d iğ e r le r in in
k e n d is in e b o y u n e ğ d iğ i
b ir k a t e g o r id ir . H u t e k n ik le r k ıs ıt la m a , t a s a r r u f e t m e e ğ i lim in in e g e m e n liğ i a lt ın d a d ır
H a m l e t in d e d i ğ i g i b i h e r ş e
y in e k o n o m iy le b ir iliş k is i v a r d ır ...
Burada Frcud'urı gözden kaçırdığı şey VWlz•‘ teknikleri* de mlen şeyin bizzat haz kaynaklarının kendisi olduğudur. Bu gerçeği (“Söz Oyunu ve Bılınçaltıyla Olan İlişkilerinde colJ. Idees, s. 180) bir yandan doğrularken, hemen ardın dan (s. 196) şöyle der:
B e t i m l e m e s i n i y a p t ı ğ ı m ı z V V ifz t e k n i ğ i n i n d a h a ç o k H tfU rtn h a z k a y n a k l a r ı n a b e n z e d i ğ i n i a n l a m a y a b a ş l ı y o r u z . . . VVİrz t e k n iğ iy s e b u h a z ü r e tim
k a y n a k la r ın ı, b u h a z z ı y a s a k la
m a y a ç a lıla r , e le ş t ir i d e n e n ş e y d e n k o r u m a k t a n ib a r e tt ir ... D a h a tik b a ş la n g ıç t a n it ib a r e n s ö z o y u n u n u n g ö r e v i iç s e l y a s a k la m a la r ı o r ta d a n k a ld ır a r a k b u y a s a k la r ın h a z k a y n a k la r ın ın ö n ü n ü tık a m a s ın ı e n g e lle m e k t ir
Böylccc hemen her yerde W W ın hır sonucu olarak ortaya çıkacak şey, (bu kez) VVJfâin kendisine teknik anlamda bir aracılıktan başka bir şey yapmadığı, ilk "kaynağa" gönde rilmektedir. Aynı şema duyar duymaz anlama ve anımsamanın verdiği haz konusu için de geçcrlıdir: b ilin e n i y e n id e n k e ş fe t m e k in s a n a h a z v e r ir v e b iz im b ir t a s a r r u f ü r ü n ü
o la n
iç in
b u b a z d a k i g iz li e n e r ji t a s a r r u
fu n u n v a r lığ ın ı k e ş fe tm e k o ld u k ç a k o la y d ır
K u fiy e , a lit e
r a s y o n , n a k a r a t v e ş iir e ö z g ü s ın ıfla n d ır ılm ış d iğ e r s e s le r b ilm e n i y e m d e n
k e ş fe t m e k a m a c ıy la a y n ı h a z k a y n n ğ ın ı
k u lla n m a k ta d ır la r .
{A.g.e., s .
1B 3)
Buruda da bu tekniklerin “ IVıfzdc çoklu bir kullanım ola nağı sağlayan malzemeye çok benzediği görülmektedir", bir başka deyişle, bu teknikler unutulmuş bir içeriğin (bilinçli ya da bilinçsiz) yeniden ortaya çıkarılma sürecine boyun eğmektedirler Bu teknikler belki de çocukluk dönemin den kalma özgün bir fantuzıru dışaım/maktan '' başka bir ■’ F r c u d b e l k i d e b u b i l i n ç a l t ı e k o n o m i s i n e t a n ı d ı ğ ı ö ı ı c c l ı k . i n d i r g e m e n e d e n iy le fa n ta z m k u r a m s a lla ş tır ın a y a c a k t ır
v e s a n a t y a p ı t ı a r a s ı n d a k i f a r k ı a s in S ö y le y e b ile c e ğ i te k ş e y ç ö z ü m le m e
s in i y a p m ış o ld u ğ u h e r ş e y i ş a ir le r in k e n d is in d e n ö n c e s e z m iş o l d u k t a n y a d a ( G r a d i o a 'd a ) p s i k i y a t r ı n ş a i r d e n ü s t ü n o l a m a y a c a ğ ıd ır . Ç ü n k ü ş a ir “ y a p ıt ın ın g ü z e lliğ in e h iç d o k u n m a d a n ')!! b i l i n ç a l t ı n a ö z g ü b i r s o r u n u t ü m d e r i n l i ğ i y l e i f a d e c d c b -.h r. Ş i i r s e l e d im y ü c e a n c a k e k le m e y a p m a ü z e r in e o t u r a n b ir e d im d ir . J . F . l . y o t a r d i s e . f a n t a z m v e y a p ı t a y r ı m ı n a b ü y ü k b i r ö n e m v e r ip , o n la r ı b ilim s e l b ir a n ln m d a b ir b ir le r in e e k le m le m e y e ç a lış a r a k , b u k o n u d a . F r e u d ü n e k s ik le r in i g id e r m e y e ç a lış m n k ta d ır . ö n c e f a n t a m u n 'ö z g ü r l e ş t i r i l m e s i ’ t e r i m l e r i y l e y a p ı l a n t ü m y o r u m l a
r ın y a n lış o k i.ığ u n u s ö y le m e k t e d ir
P a n tıız m ır . ö z g ü lle ş t ir ilm e s i
s a ç m a b i r ş e y d ir ; ç ü n k ü a r z u n u n y a s a k l a n m a s ı a n l a m ı n a g e le n . y i n e l e n m î d ü z e n in e a lt b i r ş e y d ir ig ü t ıü m ü z d e b ilin ç a lt ın ın " ö z g ü r le ş t ir iln e s i' k o n u s u n d a d a b e n z e r b ir s ü r e ç y a ş a n m a k t a d ır . ç ü n k ü b i l i n ç a l t ı b a s k ı a l t ı n d a t u t u l a n v e y a s a k b i r ş e y i n ö z g ü r le ş t ir ilm e s i. y a n i b ir d e ğ e r , t e r s b ir d e ğ e r - ü s t ü o la r a k k a b u l e d ilm e k t e d ir . B e lk i d e " D e v r im * d e n ile n "S a n a tç ı
hayal k u ra rk en
te k r a r la r la
şey
b u d ıır ? ) L y o tu rd :
iliş k is i o lm a y a n ,
s ü r e ç t e n k u r t u l m a y a ç a l ı ş m a k t a d ı r ” ı Demu> a
b ir in c il
r*ırf> r t>c M or* n
F reud , s . 2 3 6 ) " F r c u d ' a g ö ı e b i r ş e y i n s a n a t o l u p o l m a d ı ğ ı h a y a l g ü c ü y l e iliş k ili o l u p ..
s a n a tç ı fa n tn z m la r ın ı g ız le m e y ip o n la r a
g e r ç e k t e n d e s o m u t b i r b i ç i m k a z a n d ı r m a k l a d ı r . Ü s t e l i k (! ) y a p t ığ ı s u n u m e s t e t i k b i r l u ı z k a y n a ğ ı d ı r * ( s . 5 6 ) . L y o t a r ı l b u k u r a m ı b i r b a k ı m a ' t e r s y ü z ’ e t m e k t e d i r . .S a n a fçı/ ıı/ ı
Juntazmı
gerçek
lık e v r e n i n d e k a r ş ı m ı z a ç ı k a n b i r o y u n , b i r u z l a ş m a , s o m u t b i r a r z u d e ğ il; z e m e k te d ir
ffcrçekhk içinde ortaya ç ı k a n G e r ç e k lik y e t e r s iz
b ir
karşı gcrçekliğe b e n
k a ld ığ ın d a o r t a y a ç ık m a k t a v e
b iz e b u y e te r s iz lik te n s ö z e t m e k t e d ir . ‘ S o n a tın g ö r e v i a r z u n u n g e r ç e k le ş m e s in i g ö s t e r e n s o m u t b ir s im û la k r a b e n z e m e k d e ğ il, s u n d u ğ u b i ç ı m / g ö r ü n t ü l e r o y u n u y l a b i l i n ç a l t ı d ü z e n i n e a i t b ir fig ü r ü n
ü s tle r d iğ i
bu
y ü k ü m lü lü k
(b ir in c il
s ü r e c in
su num u l
k o n u s u n d a a lp ln m a v e d i! d ü z e n in d e n a s ıl b ir y a p ı- b o z u t m ın a b a ş v u r u lm a s ı g e r e k liğ in i g ö s t e r m e k t ir " A ncak y ık ıc ı
a r n ın u n
y a s a k la n m ış
g ö r e v i b ir d e n b ir e
B ir in c il
sü reç
n a s ıl
konu su n da
b iç im i
o la n
fa n ta z r m n
bu
ü s t le n d iğ i a n la ş ıla m a m a k t a d ır .
da
aynı
ş e y le
k a r ş ıla ş ılm a k ta d ır .
‘ D ü ş le , s e m p to m d a n ; d ü ş y a d a s e m p t o m d a y a s a k la n m ış a r zu ya
kıhk değtttirtmeyia m a ç l a y a n
s a n a t y a p ıtıy s a ; d ış a v u r u m g u n b iç im d e n '
b iç im le r i a m a l ı ğ ı y l a a y r ıla n
d ü z e y in d e
ik in c il s ü r e ç te n ,
‘u y
k u r t u la b ilm e k a m a c ıy la a y n ı y e r d e ğ iş t ir m e v c
y o ğ u n la ş m ıı iş le m le r in e b a ş v u r m a k t a d ır (s
5ö|. B ir in c il s ü r e ç
le r in b u ş e k ild i t e r s in e ç e v r ilm e s i h a n g i a n la m a g e lm e k t e d ir ? B ir in c il 8 ü r c ç lır d e
baskı
altında tutulan
a rzu ya
tâ b i d e ğ ille r
m i? B u e lb e t t e s a f v e k a tı, y o k e d ilm e s i o la n a k s ız ‘ a lt y a p ıs a l* b ir b ilin ç a lt ın a ö z g ü
b i r v a r o lu ş b iç im i m id ir ? b u
l.y o t o r d k e n d i k e n d im
d u ru m d a
m n h k ü rn e t m iş o lm a k ta d ır ; ç ü n k ü
‘B i
r i n c i l s ü r e ç l e r a s la a ç ı k l a n a m a z . B i r i n c i l s ü r e ç l e r i a ç ı k l a m a y a k a lk ış m a k b ir ıc in c il s ü r e ç o y u n u d u r * d e m e k t e d ir . O y s a s a n n ıç ı ta m d a b u n u y a p m a k t a d ır ; “ B u s a n a t s a l ç a lış m a d ü ş v e d a h a g e n e lin d e b ir in c il s ü r e ç iş le m le r in e in d ir g e n m e k t e a n c a k s a n a tç ı b u iş le m le r i t e r s in e ç e v ir e r e k y in e le m e k t e
şey yapm am ak tadırlar Fantazm y a d a psişik enerjinin “özgürleştirilm esi* te rim leriyle y apılan her tü rlü Vi'itzyu d a şiir y o ru m u yanlıştır. G österilen ortaya çıkarak gelişigüzel b ir şekilde o y a n a ya d a b u y a n a d o ğru g iliğinde (çeşitli psişik k a tm an lara alt gösterilenlerin aynı andalığı, birincil sürecin b ask ısı altın d a b u lu n a n gösterenin yatay lığı) ne gü lü n ın ek tc ne d e haz alın abilm ektedir. Bv. b ir k a b u s , h a lü sin a sy o n ve çılgınlık tan b a ş k a bir şey değildir. K arm aşıklık ve çok anlam lılık b u g u ı u d u ı , ç ü n k ü o n la r d a a n la m (a n la m ın a h la k y u n a s ı)
tam am en saplan tısal bir şey o lu p , açık ve tek b ir a n la
dır; çünkü bu işlem eri bizzat bu sürecin sonucuna, bu başka deyişle hayal gücü tim hadan üretilen biçimlere uygulamakta dır'' (s. 651. Doha da radikal bir şekilde ifade etmek gerekirse ‘ Ger çekten ölme pahasına olsa bile, sanatçı, içindeki ölüm arzusu, üretme arzusuna galip gelen biridir ... hastalık, bilinçaltının ortaya çıkması değil, bizzat bu ortaya çıkışla ona karşı yünitû len şiddetli mücadelenin adıdır. Deha, hastalık kadar derin bir biçim ürctinccyc kn-iar çalıştıktım sonra, bu biçimden kaçmak yerine onu arzu etmektedir* (s. 60-01) Bilinçaltının "ilkelliğini" onaylamanın kökeninde tersine çevrilmiş bir •irademle, anla şılması olanaksız U t “güncel bağışlam adan başka bir şey var mıdır? Bu edimin bir sonucu olan hazzm kaynağı neresidir? Çünkü bu haz İçeriden çok inçime nit bir yerlerde bulunmak durumundadır. I.yotnrd, bu biçimi gizemli bir boşluğu ben zetmektedir. Sanatçı kendine “yapısını bozduğu' bir alan, bir boşluk, hayallerin m aya çıkacağı bir karşılama düzeni kur maktadır. 'Anlam , iğfal edilmiş söylev aracılığıyla onaya çıkan, anlamlama alanına ait bir de!:k, bir güç ya da jesttir. Bu delik te sözün baskı altırdn tuttuğu anlam hem ortadan kalkmakta hem de ortaya çıkınaktndır". Bu boşluk, bu sessizlik -ortaya çıkmadan önce anlamlandırma- mistik süreçle tehlikeli bir benzerlik göstermektedir. Bu anlamlar nasıl ortıv/a çıkmakta dırlar? 'Yapı bozum* süreci nasıl işlemektedir? Yapı bozumun burada kendisine anlaşılmaz bir ikili mİ biçilen ıtersine çevir menin iki tarafında birden yer atan) birincil süreçle hiçbir ilişki si yoktur. Oysa birncil süreci doğrudan çizginin baskılama ve yineleme tarafında bırakarak, şiirsel edimin psikanalizle olan ilişkisini tamamen koparmak daha iy> olmaz mı?
ma sahip olamamaktadırlar. Oysa haz2in gerçekleşmesini sağlayan şey tam tersine her türlü dayatmayla her türlü (açık ya da gizli) anlam referansının sa f dışı edilmesine bağlıdır ve böyle bir şey ancak anlamın tamamen tersine çevrilmesiyle mümkündür. Bu iş çok anlamlılık şeklinde değil her anlamın büyük bir titizlikle tersine çevrilmesiyle gerçcklcştirılrnektcdir. Aynı şey enerji için de geçerlidir. Hazzın kaynağı ne patlama yoluyla "özgürleştirilen" enerji, ne ondan kurtulma, ne kendi başına hareket etmesi, nc de "yoğunluğudur. Tersine çevrilm e1®tek haz kaynağıdır. Güldüğümüz ya da haz aldığımızda bu gösterenin şu ya da bu hale sokulması ya da saptırılması ya da anlam sız bir kahkahanın sonucu değildir, örneğin karanlık bir sokakta anahtarını yitiren adamın, gidip onu sokak lam bası altında araması gibi. Çvınkü anahtarı bulma şansına salıip olduğu tek yer orasıdır. Bu yitirilmiş anahtara akla gelebilecek her türlü gizli anlam (anne, ölüm, fallus. iğ diş edilme vs.) yüklenebilir. Aralarından birini seçebilmek oldukça zor olduğu gibi bunun bir önemi de yoktur, bir başka deyişle bu kendi kendini yok edebilmek amacıyla yi nelenen bir mantıki» mantıksızlık biçimidir. Gülmek ve haz almak, yaratılan bu mantıklı mantıksızlık sayesinde ger çekleşmektedir, yoksa bu mantıklı mantıksızlık sürecin de "bilinçaltının baskı altında tuttuğu sözü rahatlatmak ve karşı koymasını sağlamak amacıyla değil" |byoturdj). Freud bunu çok güzel ifade etmektedir: Entfesselung des •'•Keyif n!ma. hoşnut olma, arzunun gerçekleşmesi ekonomik düzene; haz alm aksa simgesel düzene ait bir şeydir İkisi ara sında kesin bir nyrım yapılması gerekmektedir. Tasarruf cime, bilineni tanımak/fark etmek, psişik elips, içtepisel yinelemenin belli bir keyif altr.n aracı oldukları yadsınamaz. Dunlar bir lür entropık. eski biçimlerine dönme/gerileme özelliği taşıyan, aynı anda hem heimltclı hem de unhetmMı, tanıdık ve tedirgin edici ve fantazmın yinelenmesiyle ilgili olduklarından asla korkunun egemenliği altına giremezler. Ekonomi her zaman biriktirme ve yineleme özelliğine sahip olmuştur. Simgesel ise tersine çeviri ci, biriktirme ve yinelemeyi yok edici bir özelliğe sahiptir. Fantazm da bu şekilde yok edilmektedir.
Unsinns - saçmalığın çıldırması. Ancak saçma demek an lamın ürettiği ıpzli bir cehennem ya dn tüm baskı altında tutulan ve çelişkili anlamlardan oluşan bir tabaka demek değildir. Saçına, her terimin büyük bir titizlikle tersine çevrilmesidir. Tersine çevirmeyle gerçekleştirilen bir ydacıhk (subvcrsion) biçimi Wılz'e özgü bu içsel mantıktan yararlanarak; '‘dışsal* özelliklerinden birini şu şekilde yorumlayabiliriz. U'itz: Paylaşılan, tek başına tûkrtilemcycn ve ancak değiş tokuş edildiğinde bir anlama sahip olabilen şeydir. Söz oyunu ya da gülünç hikâye simgesel evrene ait nesnelere; ilkel top lumlardnki kadınlar gibi nadir bulunan şnmpunya ya da armağanlara benzemektedirler. Söz oyunu güldürmekte ya da bir başka gülünç hikâyeyle karşılık verilmesine yol aç makta hatta art urda gelen hikâyelerden oluşan gerçek bir potlaçu yol açmaktadır. Eskiden birbirlerine göndermede bulunun şiirler gibi kimi hikâye ve söz oyunlarının insan lar arasında simgesel bir suç ortaklığına yol açtığını biliyo ruz. Bütün bunlar simgesel t/ûkümııifıaje göndermektedir. İnsanın gülünç bir hikâyeyi kendine saklaması saçma bir şey, buna gülmemek bir saldırı biçimi ve anlattığı hikâyeye ilk kendisinin gülmesiyse bir anlamda değiş tokuşn: özgü o ince yasaların çiğnenmesi demektir. Eğer Witz simgesel değiş tokuş düzenine ait bir şeyse bunun nedeni simgesel (yoksa ekonomik değil) bir biçime sahip olmasıdır. Eğer simgesel düzenin temelinde “psişik birikim" türünden bir şev olsaydı, o zaman herkesin söz oyunuyla “ harcanan" bu psişik enerjiye kendi kendine gül mesi ya da ilk kendisinin gülmesi gerekirdi, öyleyse bura da bilinçaltına özgü ekonomik mekanizmalardan farklı ve karşılıklılığı zorunlu kılan bir şeyler vardır. Bu farklı şeyin
ırFreud her zaman ekonomik yorum mantığı çerçevesinde dü şünmekte vc ilk gülen kendimiz olmadığımız tnkdirde bunu tVıiz üretiminin belli bir psişik enerji tüketimini zorunlu kılma sına bağlamaktadır, öyleyse burada haz alınmasını sağlayacak bir fazlalık yoktur. Ne var ki kendisi bile bu yorumu pek doyu rucu bulmamaktadır.
adı, değerin simgesel tın lamda yok edilmesidir. Terimler simgesel düzeyde değiş tokuş edilebildiklerinden, yani bu işlem sırasında birbirlerini tersine çevirip, birbirlerini yok edebildikleri için U'ı'rz ve şiirin benzer bir toplumsal ilişki tipi oluşturduktun düşünülmektedir Gülme ve haz alma konusunda, sözcükler gibi, yalnızca bir kimlikten yoksun özneler toplumsal bir karşılıklılık sürecine mahkum edil mişlerdir.
Anti-Matoryallst Bir Dil Kuramı Düş, Witz. nevrozlar v e şiirin analitik yorumlanmasında "materyalist* bir dil kuramıyla giderek daha sık karşıla şılmaktadır. Birincil süreç varlığını, bilinçaltının sözcük leri şeyler/nesneler gibi değerlendirmesine borçludur Gösterilenin bakış açısı ve amaçlarını dışlayan gösteren, yeniden ham bir malzemeye dönüşerek başka bir işleme (birincil sûrece özgü anlam oyunları, bir yerden başka bir yere sürüklemeler, iç içe geçmelerden oluşan ‘ zorunlu" malzemenin varlığı) tâbi tutulmaya hazır hale getirilmekte dir. Maddi şeyde içkinleşen dilin fonik tözü birinci cklemlilikle fnnlatr.lı birimler) yetinmeyip (tabii bu formüllerin bir anlamı varsa) belki dc ikinci cklemliliğın bile (aynmlayıcı birimler) ötesine geçmektedir. Bu durumda sesler (ya da harfler) vücuttaki tözün atomları gibi algılanmaktadırlar. Dil sanki aşılıp geçilmesi olanaksız bir kesinliğe sa hiptir. Sözcükleri, "şeyler* gibi görmek dile özgü cıı önemli ilkeye ait bir kurul gibidir; çünkü "materyalist" bir temele oturtulur oturtulmaz sanki söylenebilecek başka bir şey yokmuş gibi davramlmaktııdır. Oysa buradaki materya lizmin de diğerlerinden b ir farkı yoktur. Bu kuramın fel sefi alın yazısında, uçsuz bucaksız spekülasyon evrenine takılıp kalmak ve basit bir yer değiştirme oyunu aracılı ğıyla ıdealiz.mı tersine çevirmek yazılıdır. Olumsuz idea list yaklaşımın biçimlendirdiği bir cehennem, onun kar şıtı bir fantazmu benzeyen 'şev" ve 'madde* kavramları, ilk baştan itibaren sahip oldukları soyutlama düzeyinde
hiçbir değişikliğe uğramadan, sorgusuz sualsiz bir şekilde olumlu bir gerçeklik hatta devrimci bir açıklama ilkesine dönüşmüşlerdir. Belli bir ’ bilgı birikimini* yasakladığını sanan idealizm ve idealist yasaklamanın tüm mirasını yüklenen bu bilgi birikimi materyalizmle birlikte yeniden ortaya çıkmıştır. Yeniden canlandırma/temsil etme ötesini belirlemeye yarayacağı düşünülen “şey* kavramının iyice sorgulanması gerekiyor. İçi boşaltılmış/özünü yitirmiş her aş kinlik anlaşılmaz, “nesnel', tözsel bir varlığa sahip, taş tan bir kaide ya da dil üstüne oturan bütünsel ya da ince ayrıntılardan oluşan hum bir bilgi birikimine benzer. Oysa idealizm, kurduğu bu son ve çok ince ayarlanmış tezgah sayesinde, kendini yadsıyan “şeyi*, açıklanması olanaksız töze dönüştürüp, bir karşıt gönderen sistemi, karşı kanıt şekline sokarak yasallaştırmakta ve bir gerçeklik 'görü nüm üne' sahip olmasını sağlayarak, onu. idealist düşün cenin kusursuz bir dayanağı haline getirmektedir. “Şey", “töz*, “altyapı", “madde* asla başka lıir şekilde açıklanma mıştır. Böylelikle “materyalist" dil kuramı da AVhl İdealist karşı-bağımlılık tuzağına düşmüş olmaktadır. Sözcük ler yeniden canlandırma alanım terk ederek, bir göster ge olma özelliğini yitirdiklerinde daha temel bir nesnellik statüsüne sahip “şeylere*, gerçeğe biraz daha yakın, eski kanıtların allanıp pullandıktan sonra yeniden öne sürül düğü bir aşamayı temsil edemezler. Bundan daha kötü bir yorumlama olamaz. “O" şeyi, yani Bilinçaltını ifade edebilmek, gizli bir enerjiye nesnel bir görünüm kazandırabilmek amacıyla sözcüklere 'şey* muamelesi yapılmaktadır. Karşımıza yine dnşavurum tuzağı çıkmaktadır. Burada da baskı altında tutulan, söylenmeyen, belki de söylenemeyen şey bir gön deren sistemi olarak olumîanmnktadır. Ancak bu söylene meyen binleri tarafından kanıt hatta bir töz olarak kabul edilmektedir. Batı düşüncesi anlamsızlık, kendi haline bı rakılma ve degerden-yoksun bırakılmaya usla tahammül edememiştir. O her zaman için bir topik ve bir ekonomiye gereksinim duymuşlar. Şiirde (ve hiç kuşkusuz Vi'ilz’del
41 2* Sınficsei
ı> Tokuş ıe O?!#"!
karşılaşılan göstergenin yok edilme uygulaması, sftylenmeyenin yeniden açıklanmasını şaftlarken, belki dc sırrını asla ifşa etmeyecek ancak bu yüzden daha da değerli bir şeye dönüşecektir. Psikanalizin "sıradan” bir yorumbilim olduğunu söylemiyorum Söylemeye çalıştığım şey onun çok daha kurnaz ve sinsi bir yapıya sahip olduğudur. Çün kü gösteren cüzeyindc ele alman malzemenin gerisinde her zaman başka bir şey, başka bir dünya, başka bir şali ne vardır ve bütün bunların yüklendiği dolaylı anlamlar ancak uzmanlaşmış bir söylev aracılığıyla açıklanabilmektedir. Haz, salı yok etmeden ibaret bir şey değil; bu işlem sırasında her a m a n libidonun metabolizmaya aktardığı, faıuazmlantı en derin katmanlarındaki "anlam", duygusal boşalmayla ortaya çıkan şeydir. Kısaca bu dilsel malzeme olumlu bir dönüşüm sürecinden (burada bir yazıya dökül me vardır) geçi ilerek kendisine bir amaç kazandırılmıştır. Kendisine ait bir çözümleyici1* akla dönüştürdüğü yorum lama biçimi sayesinde bu malzemenin varlığını daha orta ya bile çıkmadan kanıtlayabilmek mümkündür Gizlenen "Şey" aslında başka şeyleri gizlemektedir. Gücün kimde olduğuna bakın, göstereni bulun. X Gösterge/semp om arasındaki çok yakın ilişkiyle şey ve sözcük, dilin yazgısı ve içtepisel yazgı, figür vc güç ara'* Her madde/mazerne önce ham bir maddedir/malzemedir. Hır başka deyişle kavram belli bir üretim düzeni çerçevesinde or taya çıkmaktadır. “Materyalist* (bilim adandan, scır.ıyotikçilcr. tarihçiler, diyaleklikçiler vs.) görünmek isteyen tıerkcs bunu unutmamak du umundadır. XVIII. yüzyıldaki duygusal mater yalizm, vücudun işlev/arzu doğrultusunda, bir hnz üretiminin ham maddesi atarak, özgürlcştirılmesiyle ilgili atılmış bir ilk adımdır. Madde üretici güçten başka bir şey değildir. Oysa ille tim “materyalist1bıı-özelliğe sahip olmadığı gibi, idealist bir şey dc değildir. 15u yalnızca bir düzen ve bir koddur. Bilim alanında da bu böyledir. Bilim de bir düzen vc kuddan ibarettir. Bilim dc büyü ya da başka bir şeyden daha “materyalist" değildir.
aındo töz&cl özdeşlik vardır. Libidinal ekonominin amacı bilinçaltı, vücut, libido ve fantazmı. düzenden yoksun bir dille metaforlaştırmaktır (ya da metonimikleştirmcktir). Dilbilimsel güdümlcmedc nedensiz gösterge yerini, göste ren ve gösterilen şey arasındaki p o z itif b ir analojiye bırak maktadır. Psikaııaliıik güdöinlemedeyse yapısı bozulmuş göstereni, potan siye! bir enerji dolanım düzenine bağlayan şey temine çevrilmiş bir zorunluluktur. Burada güdü inleme bir biçimin isyankar bir içerik tarafından çiğnenip geçmesi ne benzemektedir. Burada libidonun mantık dışı göıüucn gcrçekûfitülüğü dilsel gerçeklik ve saydamlık ilkesini delip geçmektedir. Olası cn güzel şiirsel yorumlama da bu tür bir şeydir, örneğin Luciano Bcrio'nun yaşamsal gürültü olarak nitelendirdiği şeyle, Artaud'nun vahşet tiyatrosu, yani dil düzeyinde içselleştirilmiş baskıcı bir mokanda haykırışlar, çığlıklar, soluk alıp vermeler, büyülü sözcükler aracılığıyla aniden ortaya çıkan vücut gibi. Kısmı içtepiler baskının dokunulmazlığı sayesinde, aynı zamanda yasak çiğneyici/gerilelici kısmı içtepiler olarak yeniden ansızın ortaya çıkmaktadırlar. Zira bu baskıdan kurtarma işlemi olsa olsa baskı altında tutulan ve bu haliyle biçimin ege menliği altında bulunan bir içeriği kapsayabilir. Bu Swinburnc'ün meltemine oranla daha mantıklı görünmekle birlikte yine de güdümlemc ve metafor biçi mindedir. Bu vahşet tiyatrosunun ürettiği bir yaşamsal ilke/güç. enerjiden ibaret bir dünya, bir bedensel iletişim metafomdur öyleyse ilkel bir amaçlılık şeklinde bile olsa, sonuçta crekçidir. Yaşamsal enerjinin/özüıı sornest bı rakılması konuşunda yapılan bir büyüye benzemektedir (Artaud'yla büyü vt şeytan kovma hatta orjiyak mistisizm arasında açık saçık denilebilecek türden bir yakınlık oldu ğu herkesin malûmudur- Hâtiogabale). Tıpkı bilinçaltı sü recinin (kısaca bilinçaltı kavramının) ckonomık/cncrjctık açıklamasında yaptığı gibi, metafizik işi hep yokuşa sür mektedir. Burada metafizik düşünce bilinçaltına bedensel bir töz kazandırmaya çalışırken, aynı zamanda da ser best bırakılmasını hedeflemektedir. Bilinçaltını bir içerik.
bir güç gibi sunmaya çalışan çağdaş baskı altında tutma yanılsaması. Bu içerik olarak yadsıdığı şeyi sınırlar içine hapseden biçimin zaferidir. Biçim içeriğe bir dışavurum zorunluluğu dayatmaya ya da direnişi yeniden canlandır maya çalışır gibidir. Bu noktada dilbilim ve psikanaliz arasında pek bir fark yoktur. İler ikisi de şiir sanatını söylev ve nesne üstü ne oturtmaya çalışmaktadırlar. Bir başka deyişle: Sözcüklerle şeyler arasındaki fark, sözcüğün zamanla kul lıınıla kullanıla •’şeye", şeydeki duygusallığın düşünsel bir şeye dönüştürülmesi ve şeyin de bu biçimiyle bilinçaltı denilen duygulnnn karanlık mağarasında yol açacağı de dikodular ve kendisine bulunan dilsel karşılığa bağlıdır, (t.yotard, Discours, Figüre, g. 77.| Böylelikle dilbilimciler sese özgü "simgesel* değeri, nedensizlik savum karşı savunmaya çalışmaktan başka bir şey yapamayacaklardır. Daha ileride: Dil içine ycrle4tinlınetneklc birlikte, şey. dilin düzenleniş biçimine bağlı olarak sözcükler arasında ritimler oluştur makla ve bunlar da söylevin sözünü etliği şeyin vücudu muzda karşılık bulmasına yol açmaktadır. iA.ge., s. 77 8) “Şey" ve sözcüğün vücut üzerinden aynı tınılan vermesi ni hangi mucizeye borçluyuz? Ritme mi? Hayır, metafor»! Gerçekten de bütün bunların gerisinde p ozitif trir metafor düzeninin bulunduğu söylenebilir. "Şey” ve maddi bir gö rünüm kazaııdtnlmış sözcük arasında uzlaşma sağlan maya çalışılmaktadır. Ancak bu doğru değildir. Mantıksal söylevin sözcüğün maddi yanını (/e V/ortkdrpcı) yadsıdığı doğnı olmakla birlikle, şiir sanatının, gelişigüzel bir tersi ne çevirme işlemiyle sözcüğü şey olarak yemden yaşama döndürdüğü söylenemez. Onun asıl amacı şeyi yaşatmak tan çok. bir şey gö.-ünümü alınış olan dth yok edebilmek tir. Şiir sanatı, şey ve söylevin sahip oldukları karşılıklı statünün yok edilmesi demektir. Bir başka deyişle şiirin amacı yalnızca bir söylev olarak değil aynı zamanda dilin bir malzeme/madde olarak da yok edilmesidir. Bu iş söy
levdeki gibi baskı altına alma yoluyla değil, onu yok edecek kadar çok ötıemscmeklc mümkündür.
X Kristeva'da keza, Herakleıtos ve Lukrctius'a kadar giden materyalist bir gösteren kuramı önermektedir. Buna göre sözcükler (devingen) gerçeği ifade etmezler zira onlur bu devingen gerçeğin ta kendilidirler. Bu, düşüncenin aracı lığına gerek duymayan; maddi şey ve dile ait sesçil töz or taklığının (bu birbirine "uygunluktan" öte bir şeydir) ürünü olan bir gerçekliktir. Buruda da psikanalizle bir benzerlik söz konusudur zira dil aracılığıyla bilinçaltına ıılaşılabiliyorsa, bunun nedeni dilin onu ifade edebilmesi değil, ben zer bir yapıya sahip olması, benzer bir şekilde eklemlenip, lıcnzer bir şekilde konuşmasıdır. Aynı kurgu, aynı sahne, aynı "yöntem", uynı çaba. Eskilerin, ateş, su, hava, toprak dediklerine; biz. dil. bilinçaltı, vücut diyoruz. Ancak dilin ateş. su. hava ve toprağı (ya da bilinçal tını) ifade etmesinin nedeni, bizzat kendisinin, diğerleriyle çok yakın ilişki içinde olan vazgeçilmez bir töz olmasıdır. Bu töz. her türlü psikonatüralist “gûdümlemedcn" daha radikal hır şey olup, hakikatle de bir ilişkisi yoktur. Bütün bunlann tersine çevrilmeleri, bir başka deyişle ateş, su. hava ve toprağın birer değer ya da p ozitif unsur değil, ke sintisiz bir şekilde yok edilen değerle simgesel değiş tokuş dünyasının metaforu oldukları söylenebilir. Bunlar birer töz değil antitöz. anti maddedirler. Zaten dil de ancak gös terge ve değer mantığına bir son verildiğinde bu anlamda onlara benzeyebilir. Antikçnğ mitleri de elementler konu sunda şeyi söylemektedirler. Yaşamsal dinamizmle ilgili Hcrakleitosçu ve Nictzscheci masal da bundan başka bir şey değildir. Zaten şiirsel olmalarının ve her türlü analitik yorumlamadan üstün olmalarının nedeni analitik yorum lamanın yok etmeyi söylenmeyeni gizli bir sürece dönüştü rerek söylememesi ya da bir başka şekilde söylemesidir. Simgesel işlemde "bilinçaltına bile ait" olsa materya list bir gönderen sisteminden söz edilemez. Tam tersine bu
4 1 6 » SimgeselDeğiş Tokuş re Û!ü>n
“ânti-maddcyc” yönelik bir işlemidir. Bu bir bilimkurguya benzememekle birlikte; bir zerrecik ve karşı-zcrrccık ara sında bir benzerlik olduğu ve karşı karşıya gelmelerinin ikisinin de yok olmasına (üstelik de inanılmaz bir enerji doğumuyla) neden olduğu doğrudur. Saus&ure'deki ünlü ve karşı ünlü ilkesi ya da daha genelinde herhangi bir gösterenle onu yok eden ikizi anagrnm gibi Doğal olarak burada da geriye inanılmaz bir bazdan başka bir şey kal mamaktadır. Kı isteva şöyle yazar: Mnntık yasalarının yerinden oyıı.ılıldı£ı bu değişik mekanda ûxne ortadan kaybolmakla ve göstergenin yeri ni birbirlerini etkisiz kılan tepişen gösterenler nlmakludır. Yok cime \Aufhebung) düşüncesine dayalı olumsuzluk ya da düşünsel (0-1 mantığıl olumsuzlukla hçbir ilişkisi ol mayım yok edici (Budizmdcki Sunyavade), genelleştiril miş bir olumsuzluk işlemi Sıfırlanmış, var olmayan bir özne, bu kendi kendini yok eden düşünceyi üstlenmekle dır. j'Pnesicct nrgatıvüe", s. 212.|
Bilinçaltının ötesi Sorulması gereken soru, baskı altında tutulduğu sırada bilinçaltının, görevini, şu enerji ve duygu yüklü söylevse! "dışavurumu" çökerterek ya da bozarak ve ikincil süreçlere birincil süreçle kafa tutarak yerine getirip, getirmediğidir. Böyle bir varsayımın şiir sanatı için de geçerli olduğunu söylemeye gerek var mıdır? Doğal olarak her şey birbirini doğrular gibidir. Bir başka deyişle eğer bilinçaltı tersine döndürülemeyen bir süreçse; o zaman birincil süreç/ikincıl süreç İkilisinin dc açıklanması söz konusu olamaz Bu durumda, anlamlama çalışması baskı altında tutulanın, söylevin bu baskıyı gizlemeye çalıştığı bir sırada aniden ortaya çıkması şeklinde olacaktır. Bu açıdan şiirsel ve nevrotik ifade, şiir ve dil sürçmesi arasında pek tir fark yoktuı. Psikanalizin çok kesin bir disiplin olduğu göz önünde bulundurulacak olursa; her yerde birincil süreçlerle kar şılaşılması durumunda, her şeyin bunlar taraf ndan belir-
lenmcsi gerekmektedir. Bunun tersi sayılabilecek bilinçal tı, yasak ve baskı altında tutmadan yoktun v/* dolayısıyla birincil ve ikincil süreç arasındaki ayrım sorununu da çözmüş simgesel, yani farklı bir düzene ait basit bir var sayım psikanalitik açıklamaları, yalnızca marjinal olarak gördüğü alanlarda değil, egemenliğini ilan etmiş olduğu alanlarda da lanıropoloji, şiir sanatı, politika vs.), yani psi şik çözümleme, nevroz ve tedavi gibi konularda da göreceli bir hale getirmektedir. Matmoni'den yola çıkarak birincil ve ikincil süreç ayrımı sayesinde ortaya çıkmış bir psika nalizin, bu ayrımın terk edilmesiyle yok olup gidebileceği söylenebilir. S iiv ir c s c I düzen, yalnızca değer ve ekonomi politik ötesine değil aynı zamanda bilinçaltı ve psikanaliz ötesiyle libidinal ekonomi ötesine ait bir düzendir. Simgesel süreçlerin (tersine çevrilebilirlik, dağıtılma, anagrnmatık biçim, artık bırakmadan emme| birincil sü reçlerden (yer değiştirme, yoğunlaşma, baskı altında tut ma) farklı oldukları görmezden gelinemez İşbirliği yaparak anlamlı söylevin mantığına karşı gelseler bile, birbirleri ne karşıt şeyler oldukları unutulmamalıdır. İşte bu tuhaf farklılık |ki bu olay haz konusunda da gcçcrlidirl yüzün den bir düş, bir dil sürçmesi, bir söz oyununun bir yapıt ya da şiire dönüşmesi söz konusu olamaz. Günümüzde simgesel düşünce ve libidinal bilinçaltı arasındaki fark bu konuda psikanalizin ayrıcalıklı bir yere sahip olması ne deniyle sanki tamamen ortadan kalkmış gibidir Oysa bu fark yeniden ortaya konulmak durumundadır. Psikanali zin, şiir sanatı Isaııat yapıtı), simgesel, lilkcl) antropoloji gibi alanlara girmesi yasaklanmalıdır; çünkü bunlar hak kında söyleyebileceği hiçbir şey yoktur. Frcud bu alanları baskı altında tutma ve iğdiş edilmeye indirgerken; Marx dn üretim biçimine indirgemiştir. Çuvalluyan bir psikanaliz ve Marksizmı, içine düşmüş oldukları bu durumdan kur tarmak yerine, neleri atlamış olduklarından yola çıkarak, tam tersine, acımasızca eleştirmek gerekmektedir. Tüm devrimci çözümlemeler açısından psikanaliz ve Markslzmin takıldıkları nokta stratejik bir noktadır.
Manc, diyalektik bir görünüm kazandırdığı ekonomi sayesinde sorunu çözdüğünü sanmaktadır. Aslında eko nomi ve ekonomik çırpınmalar ya da sarsıntılar aracıhğyyla açıkladığı bir şey varsa, o da, neredeyse kendisinden kurtulamadığı bir rahatsızlık haline gelen ekonomik süre cin diğerlerinden ayrılmasıdır. Ekonomiyi etkileyerek, bir çelişkiler yumağına benzemesine neden olan şey. ne kadar şiddetli olurlarsa olsunlar bu çelişkilerin, ekonomiyi, ken di karalarına uygun bir gerçeklik ilkesine dönüştürerek, akıl almaz bir alışkanlık haline getirmeleridir. Bu yaklaşım psikanaliz içtn de geçerkdır. Bir baş ka deyişle Frcud, simgesel düzenin dağıtılmasıyla yine bireysel psikolojik süreç görünümünü alan şeyi asal bir sürece dönüştürerek bilinçaltı ve bilinçaltının işleyiş biçi mi terimleriyle açıklamaya çalışmaktadır. Bılınç/bilinçaltı arasındaki çelişkili ilişkiler de psikolojik süreci ikiye bölen saplantılı bir düşüncenin ürünüdür. Uilinçaltı/On bilinç/ Bilinçten oluşan Freudcu topik bir yapı bozumunun sonu cunu başlangıçtan bu yuna geçerli bit veli haline getirmek ve kuramsnllaştırmaktan başka bir şey yapmamaktadır. Manc ve Frcud eleştirel çözümlemeler yapmaktadır lar. Ancak bunlar birbirlerinden tamamen farklı alanlara ait çözümlemelerdir. Sanki onları birbirlerinden ayıran sınır çizgisinin farkında değil gibidirler. Bu eleştirel semptomalojilcr, kendilerine ait semptomatik alanları hiç belli etmeden, belirleyici alanlara dönüştürmüşlerdir. Birincil süreçler, üretim biçimi ya da “kesinlik taşıyan* sözler; açıklanmaları olanaksız belirleyici şemalardır. Kavramla rını ancak bu şekilde başka alanlara ıhıaç ederek, emper yalist bir görünüm kazanmaktadırlar. Günümüzde Marksizm ve psikanaliz kavramlarını birbirine karıştırmaya, değiş tokuş etmeye çalışmakta dırlar. Mantıksal açıdan, gerçekten de '‘ radikal" bir eleş tiri anlayışına sahiplerse, o zaman, bu ışı başarmaları gerekir. Oysa böyle bir şey kesinlikle söz konusu değildir. Frcudo-Marksizıııin büründüğü tüm biçimler bnşnrısızlığn uğramış olup, bütün bu girişimler boş bir lıuyal olmanın
ötesine geçememişlerdir. Oysa bu kavram transferinin yol açtığı kesintisiz düş kırıklığıyla her iki alanda bir metafordan başka bir şeyi çağnştıramamasının asıl nedeni, Mark sizm gibi psikanalizin de (cehaletleri nedeniyle) ancak ken dilerine ait sınırlı alanlarda inandırıcı olabilmeleridir. B-.ı yüzden de her yerde geçerli bir çözümleme şeması olarak kullanılma şansına sahip değildirler. Marksist ya da psikanalitık “sentezlerin" her yere ve her şeye bulaşması onlara radikal bir kuram özelliği ka zandırmaz. Ortaya radikal bir kuramın çıkması için birbir lerini karşılıklı olarak yok etmeleri gerekmektedir. Mark sizm ve psikanaliz bunalıma girmişlerdir Karşılıklı olarak birbirlerine destek olmalarını sağlamak yerine, onları kafa kafaya tokuşturarak, bu bunalımın derinleşmesine katkı da bulunmak gerekmektedir. Daha uzun hır sûre karşı lıklı olarak birbirlerinin canını yakabilirler. Kentlimizi bu gösteriden mahrum etmeyelim. Bunlar sınırlı birer eleştiri alanından başka bir şey değildirler.
Dizin acftng-our 193, 245, 308
Aftk VapıJ 381 Allais. Alphonsc 187 Anagram Defîericn 340 AntiOedipus 242 Arc-Arclar 355
armağan 2. 82. 120, 145. 146, |91, 231, 236, 350. 355 Artnud, Antonin 128, 188, 303, 367, 413 n rU -d c ğ c r
18. 1 9 , 2 0 . 2 2 , 2 3 . 3 2 , 3 6 , 3 7 . 3 8 . 5 9 . 6 1 . 6 6 . 7 1 . 1 8 5 ,
309. 376
A silli Fransuva 256 Bacan. Fronds 313 Barbarella 204 Bardol. B ri»lte 187, 200 Barthcs, Roland 163. 166. 168 Bataille, OcorRcs 191, 275. 277, 278. 280. 281, 282. 283. 284, 349, 367 Bcnjamin. Wallcr 94. 97, 98. 99, 109, 110. 338 Bcnvenlstc, lîmslc 388. 396 Bcno. Lucıano 413 Bilgin ve /V.fı'lıXa 294 Bosırdicu, Pierrc 62 Brcclıl, Beıtolt 285 Burnelin. O. 173 Cam uj, Albcrl 264.311.312 Carte du Tcndre 198 CW;cancr?ıde Bir .Ucısın: 399 Ccrtcau. M. de 324 Chamisso, Adclberi voıı 229 Chase Bank 125 Clarke. Arthur 368 Claslre*. İSerıc 86 Crazy Borse Suloon 189 CunlıfTc, Mitzi 150 değiy tok»!} 2. 3. 9. 11. 12. 15. 19, 24. 26. 29. 30. 35. 38. 44-46, 59. 66. 73-76. 80. 81. 89, 104, 120. 132. 135, J41. 142. 146, 147. 153, 160-162. 164. 167. 169. 176, 180. 181, 186. 189. 195, 198. 201-205. 207, 215. 217. 220, 222. 223. 225,
228-231, 233, 236-24], 24-1.246. 249, 252. 258-261, 273. 275-277, 280, 28], 265, 289. 293. 295-298. 307. 303. v»$. 306, 313. 317, 319, 322. 326, 333. 33-a, 340. 350. 353-356, 358. 359, 399. 400, 404. 409. 410. 415. 416 Deleııze. Gılles 9, 16, 142 Dcrrlda. Jnqxıcs 364 Dcscnrtcs. Rene 390 Devrim 4, 18. 19. 27, 93. 173. 213. 220. 226, 339. 359, 106 Dewcy. John 379 Do K.'ımo 234. 237
Dostoyevski, Fyoılor 61, 250 !X»ıûşı\rn 300 Dünya Ticaret Merkezi 124. 125, 148. 338 «hissel bilimler 7
B co. U rn berto 360. 379, 381 E n g e l», F ried ric h 269
Eros
104 199. 210. 262, Î63, 265-269. 271, 274. 278, 317. 335, 358 Erotizm 278
fallu» 178. 180, 183. 185. 89. 192. 196, 199. 201,202. 204, 206. 207. 216. 240, 241. 395. 408 l-'rııcrbaclı. Lııduig 220. 2*4 Klorcli Joachım 256 Fonagy. Ivan 346. 360, 374. 376. 380, 331 Fnucault. Mtchel 55. 219, 220. 250, 332 Francc-Dimanehe dergisi 213 Frcild. Sigmund 2. 26, 125. 179. 181, 182. 195, 197. 251, 253. 262. 263. 265-267. 269. 270. 273, 274. 276 279. 364. 372. 390-393. 402 406. 4C8. 409. 417. 418 funcral hocncs 327. 328
Glayman, Clıuule 312 IMd/inger 185 Gölgesini Yitiren Adan 229 Grafiti 137, 141, 143. 147. 50 Grammont. M. 376 Grccn. Julicn 181 Grevin müzesi 330 Günlük Favamın Psikopatoicjis» 393
Eaute cvuture 165 Haz İlkesinin ötesinde 266.269
H epi. O. W. F 79.100.264 H»-rl<*gger. M. 264 Hcraktaıos 106. 415 hipergerçekçlllk m . 128. 1 3 2 lliildcrli». Friedrich 279 Hugo, Vıctor 327 İbrahim. Hz. 294 k * p i 193. 234. 262. 271. 273, 275. 279. 282 lk ııci Dünya Savası 4 1. 66 ly n in ve Kötünün Efesinde 398
Jfccobs.Jav ISO Jkkobson, Koman 102, 344, .345. 360, .376. 377. 378, 381 Jaııliıı, X. 230, 252 Jtudy, H.-P. 153 Kalka. F. 300. 336 Kant. Imımınurl 402 kıra büyü 87.94.265.300 Kıyamet Gûtıû .337 Kızılderililer 37, 127. 171. 216. 220. 234, 272, 306 Mnıği'i Doyuşn 3.32 Kini Obû 6 knsteva. Julia 381, 382. 384. 385, 415. 416
la Bruyi-rc. Jcaıı de 162. 163. 168 lacan. Jacques 181.235,274.349 Lcclaire, S 199. 208. 215. 372. .394, 399. 400 Lcenhardt, Maunce 234, 2 3 7 leger. Ferııond 149 Leıbniz, G. W. 7, 99. 100. 103 le Miprift 200
Lcry. Jcnn ile 2 18 y
Lyouırd. Jcnn François 9. 16. 19 . 81. 132. 208. 364. 382. 405, 406. 407. 408. 414 Machiavclli. Niccolâ 174
Malanıoud, Charles -100 Mnndcville. B. 174 Matineni, O. 387, 395, 397. 399. 417 Marcuse. Herbcrt 33. 62, 210. 267 Marksizm 2. 18. 263. 387. 4 1A. 419 Marx. Harpo 375 Marx. Kari *. 1.2. II 14. 17, 22. 24. 28-35, 62. 69-71.97-99. 106. 139. 211. 229. 230. 263. 303, 312. 39Û. 406. 417, 41A Mansa, Marccl 2. 164, 237 Mayıs 1968 57. 68, 75. 86. 143 McLuhan, Marshall 43. 94. 97. 98, 99. 110. 113, 115 Medıısa 181 moMur 231 Monod. Jacqucs 103, 104, IOS. 106, 107. 234, 272 Montnignc 258. 264 Morln, Kdg.tr 103. 104 Mort Sara 230 Mdhlmnnn, W. E 256 Napolynn, III. 70 Nietzschc, K W. 107, ıs s . 249. 255. 270, 354, 355. 360. 392, 398 Nırvaııa 268, 269, 275
Oedtpc afncain (Afrikalı Oedipus| 238 Oedtpu» kompleksi 119 Orfeus 348 Ortigues. Edmond 238 Osiris 34B Otomat 93. 9S Ouvetle Nem e de Paychaanalyse dergisi 334 Otüm Cezası 310 Pascal 258. 263. 264 Passcron. J. 62 Pavlov refleksi 126,127 Pavlus 225 Pax. Octavio 233, 287. 288. 294 Platon 106 Pfaytime 336 Pollock, Jack&on 150 potlaç 158. 165. 166.303 Pouillon, Jcaıı 334
Pragl! ögrcn ri 94. 251, 254 hvtestan Ahlakı 257 psikunaliz 1.2. 119, 120, 160. 208, 213. 235. 241. 253. 254, 271. 273. 274. 283. 301. 308. 309. 360. 380. 389, 390, 401. 414. 417-419 Kadar, ICdmond 158. 159 RaslanU ı-r Zomnhtk 234, 272 Klchard, l•'rançoİ9 119 Ricsmann, D 46 Rimbaud, Arthur 374, 385. 399 robot 93. 94. 95. 203 Rockfellcr Çenter 125 Kotısacmı, Douanier 149 RÖncMiiıs x, 87. 89. 244 Kubtn, Jerry 143 Sahlm ». Mnrslıal) 260. 35S Saussurc, Kcrdinaıul tlc 2, 11, 13. 14, 34, 41. 340-347, 349. 350, 352. 360, 361. 362. 366. 369. 371. 372. 373. 386. 390. 391. 392, 395. 403. 4 )6 SchAffer. N'.cola* 127 Sebcok, Thoır.aa 101 slmftlakr x. 4. 6. İS. 66. 87.93, 94.95, 96. 97. 101, 106, 107, 119. 132, 299. 329 s'.mÛlasyor. x. 3, 4. 5, 8. 12. 15. 21. 62. 65. 67. 70. 94. 97. 98. 99. 101. 104. 108. 113. 115. 116. 117, 119. 120. 122. 123, 126. 127. 128. 130, 131. 132. 133, 136. 140. 1S2. 159, 160. 167. 172. 192, 389 Sosyoloji ıv Antropoloji 237 Sturobinski. Jcaıı 342. 343. 344, 347. 348, 560. 361, 362, 366. 369. 371.372. 386 Strııdhal 174 Tansıloa 265 T ali. Jacques 336 Tel One! 371, 372. 383 Tort. Mıchcl 112
Uygarlık t-c Huzursuzlukları 277. 266 Prcfi'Rİ'i »i/norfi 242 Varlık Zaman 264
Vcblcn. T. 09 Vcrrcs, D. 26 Voyuc 165, 166 Warhol.Andy 125. 130. 134. 135 Wcbcr. Max 257, 201 Wildcn, Aııthony 6 Wiîdc. Otcnr 163 WitZ 391. 401. 402. 403, 404, 405, 407, 409. 410. 411
Yapısal Antropoloji 356 yerine koyma 16
t