@züpa c9dren
�vren
..
..
RUYA GOREN EVREN
Bilinç ve Bilinçaltının, Fizik ve Psikolojinin Birleştiği Yolculuk
FRED ALAN WOLF
Ray Yayıncılık Kişisel Gelişim Dizisi RÜYA G ÖREN EVREN FRED ALAN WOLF Tolga Kartal Yayın editörü: Hatice Özateş Çeviri : Zuhal Doğan Redaksiyon: Grafik Tasarım: Ses Grafik Hünkar Ofset Baskı- Cilt: HÜNKAR OFSET Gürnüşsuyu cad. Odin Topkapi Center Topkapı / İstanbul 05357365066 HUNKAR_OFSET@HOTMAİL.COM
978- 605- 8568 1 - 74 276 1 6 Baskı: Şubat 2014
ISBN:
Yayıncı Sertifikası:
Bu kitabın tüm yayın hakları RAY Yayıncılık'a aittir. Yayın evimizden yazılı izin alınmadan tamamen veya kısmen alıntı yapılamaz. Hiçbir şekilde kopya edilemez, çoğaltılamaz ve yayımlanamaz. RAY YAYINCILIK
Küçükyalı cad. Yalı Ap. No:lO A Blok D.1 Yalı Mah. Maltepe İSTANBUL 0216 352 21 60 www.rayyayin.com
İÇİNDEKİLER TEŞEKKÜRLER GİRİŞ
..............
.. . .
.. .. .....
.. . . . . .. .. . .
. . ...
...................
.................................................................................
11 13
BİRİNCİ BÖLÜM - GİRİŞ Evrim ve Rüyalar . . . .. . . 15 Rüya Görmek Nedir? 15 Rüyaların İlk Bilimi . 17 Rüya Görme ve Bilincin Mekanikleri 18 Rüya Aleminin Mitolojik Önemi 18 Rüyaların Türlerin Hayatta Kalma İlişkisi . . 20 Uyanık Halde ve Rüyalarda Kişisel Farkındalık 21 Büyük Rüyanın İçine Girmek . 22 Benliğiniz Nerededir? . . 23 Kendi Rüyalarımdan Biri . . 25 .. .........
......
..
. .................
.................
............. .........................................
..... . . . . . . .. ....... . . . . ................................ ........ ....................
.................................... ............. .. ...
. . . . . ....
........................... .............
.......................... ......................... . ........................................ .... .
İKİNCİ BÖLÜM - FREUDYEN FİZİK Freud'un Rüya Teorisi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . 33 . . .. . ... . . . 36 Psikoloji Teorisi Nedir? . Neden Bu Kavramları Dikkate Almalıyız? ... . 38 . . . .... .. 38 Freud'un Zamanı Bilinçaltının Yaşam-Ölüm Alanı 43 Ego ve Ben 45 Freud'u Özetlemek . 46 . ........ .. .
...
.........
........ ... ... ..
...
.......................... ................
........ ....
. . .......
.
.
. . . . . . .. . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
. . . . .. . . . . . . . . . . . .. . . . . .. . . .... . . . ....... . . . . . . . . ............. ...........
. . . . . . . ............................................... ....
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM - EŞZAMANLILIK Jung'un Rüya Teorisi . . ........ ....
. . . ...... . . . . . ............................
51
Jung'un Bireyleşmesi . . .. . Jung'un Enerji-Libido Kavramı . .. .. . Jung, Eşzamanlılık ve Yeni Fizik .... .. Eşzamanlılığı Deneyimlemek . .. .... Rüyalarla Eşzamanlılık . ... . .. . ............. ..
...
..
.
.. .. ........... .
.
.....
........ .
. .
54 . . .... 58 . ........ ... 64 ....... . .. 71 ...... .. .. . 76 .....................
...........
.
.
.......
....... ..
...
.
.....
........... ..
.. ........
.
..
..........
.
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM - RÜYA ARAŞTIRMASI Rüyaların Kehanet Gücü . . . . . . ... .. . . . . . 80 Rüyaların İyileştirici Gücü .. .. .. . . ... ... .... 81 Aristoteles ile Rüyalar ... . .. .. . .. .. ... .. 83 Tanrısallık ve Delilik Arasındaki Çizgi . . 85 Rüyaların Fizyolojisi .. 86 Fizyolojik Akıl/Beden Araştırması . . 88 Elektrik Uykusu Rüya Görür 90 Dualite Yapan Hücreler . .. . 92 Küçük Nöronlar Ne Yapar . ... ... . . 93 Bilinç, Bilincin Ne Yaptığıdır . .. . .. 95 Bilincin Karınca Koloni Modeli . . . . ...... 96 Kleitman'ın Gözleri ve Aserinsky'nin Bebekleri .. .. 98 Bir Rüya Ne Kadar Sürer .. .... . ...... . . . . 1 02 Rüya Görendir . . . ........ . .. .. . ..... 107 . .
..
..
......
.
.......
..
..
.......... .
. . . ................
.
.......
.
...........
. .....
..
........... .
.......................... ..............
.
.
. ..........
. .............
............................ ...
. . .. . . . . ........................ ..........
............ . . . . . .... .................. .............. .
.
.......... ......
. .................. ...... . ...
. . ......
..
.....
.. .............
. .......... .
......
......
........
.. .
.
..............
. .........
.. ..............
. . .......
.
.
.. ......
BEŞİNCİ BÖLÜM - BENJAMIN LIBET Habersiz Zamanın Kısa Geçmişi .... . ........ .... 1 10 Beyinde Zaman ve Mekan Yaratmak ...... . .. .. . 111 Zamanda Geçmişe Doğru . .. . . . .... . .... . 1 13 Bilinçte Daima Bir Gecikme Vardır . . .. 118 Yeterli Zaman 119 Bilinçaltının Kuantum Mekanikleri . . 122 .
. .........
......
.. ........
. ...
.
.
.............. .
.
...... .
............... .. .
.... .
.. ......
................... ................ . . ....................... ...... .
. . . .... ...................
ALTINCI BÖLÜM - BİRLEŞTİRMEK Hayvanların Rüyaları Hipokampuse Hoşgeldiniz İyi bir Teori Gibi İyi Test Eder mi?
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ....... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ......
YEDİNCİ BÖLÜM - AGDA TUTULMA Bilgisayar Ağında Fantezi Bilgisayar Hatasının Nasıl Düzeltileceği Rüyalarımızda Öğrendiğimizi Unutmak
. . . . . ..... . . . . . ........ . . .... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ...... . . . . . . . . . . . . . . ........ . . . . ...
132 134 137
148 150 151
SEKİZİNCİ BÖLÜM - KUANTUM ŞIÇRAMA Rüya Gören Beynin Algısı ve Saçması. Sıçramak veya Olduğun Yerde Kalmak Rüya Gören Beyni Başlatma Hobson'ın Atlaması Kuantum Sıçrama mıdır? Rüya Sahnesi Hobson Tahminleri Yumrular Diyarında Yeni Bir Şey?
158 1 63 165 166 169 171 174
DOKUZUNCU BÖLÜM - RÜYA ZAMANI Abotjinlerin Kökeni Rüya Zamanı Gerçek Zaman Olur mu? Başka Bir Zaman Rüyalar ve Rüya Zamanı Evrenin Merkezine Yolculuk Rüya Zamanı ve Rüya Gören Evren
1 85 186 188 192 193 196
ONUNCU BÖLÜM- BENİ ARAMA Kuantum Rüyalar Freudyen Ego
202 21 0
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . .. . . . . . . . ..... . . . . ......
. . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ..........
.... ........................ ....... . . . .................... ......... . . . . . . . . . . . . . . . . . .... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ...... . . . . . . . . . .... . . . . . . . . . . . .
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .... . . . . . . . . .
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ........ . . . . . .. . . . . . . . . . . .............. . . . . ...... . . . . . . . . . . . . . . . . ........ . . . . . . . . . . . . . ... . . . . . . . . . . . ..... . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . .
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
....... . . . . . . . . ........ . . .................. ........... . . . .........
Freudyen Kuantum . Zamansız Kişilik Bir Kuantum Fizik Modeli Dünyanın Yaratılması ve Bölünmesi Rüyalarda Zamansızlık. . Objektif ve Sübjektif Deneyim Arasındaki Köprü Moleküler Seviyede "Ben" Var Mıdır? .
...................... ................... ..............
............................................................. ............................................ ...........................
............ . . . . . ............................... .....
................ .......
ONBİRİNCİ BÖLÜM - TELEPATİK RÜYALAR Rüya Telepati Rüya Görmenin Ego ile İlgisi Deneysel Rüya Telepati . Sinirsel Ağlar ve Kuantum Ağlar Bütünlük, Telepati ve Türlerin Bağlanmışlığı
. . . .... . .................. . . .. . . . . . ................ ...............
.
........... .......... ............... . . .
............. . . . . . . .
............................
.. ............................... . ...........
ONİKİNCİ BÖLÜM - LÜSİD RÜYALAR Uçmakla İlgili Kendi Lüsid Rüyam Lüsid Rüyanın İncelenmesi . . Holografik Rüyalar ve Gerçeklik Dünya Bir Gettodur . . Kanıt Kendi İçin Ortaya Çıkar . Hologrcıfik Rüya Görme .. Lüsid Rüyalar Özbeni Biçimlendirir mi?
. .... ........................
....... ............... ................... ..........................
..
. ....
. ........................ ............................ .... ........... . . . ...................
. . ................... . . . . ...
.
............. ....
....... . . . . .........
ONÜÇÜNCÜ BÖLÜM - UYANDIRAN RÜYA Gerçekliği Biçimlendirme Uyandıran Rüya ile Çalışma Tek Dünyanın Kalıpları Rüya-beden ile Çalışma .
.......... . . ............. ..................... ........ ........ ....... . . . . . .............
........ ... . . . . . . . . ......... . . . . . . ........ . . . . . .
.....
.
. .... ............... . . . . . ............ ....
213 214 215 215 216 217 220
230 231 233 238 240
243 244 247 249 251 255 256
263 264 269 271
ONDÖRDÜNCÜ BÖLÜM - RÜYAYA GİRMEK Bilim "Dünyasında" Bir Yürüyüş Doğaüstü UFO ve Yaratıklar Uzaylılar Neden Hep Aynı Şekilde Görünür? Perilerle Seks Üçüncü Bir Şeyde Diyaloglar Olaylar Nasıl Meydana Gelir?
282 285 286 289 290 292
ONBEŞİNCİ BÖLÜM - HAYAL ALEMİN FİZİGİ Anlamın Fiziği Psiko Fizik ve Niyetin Uyanıklığı
301 304
ONALTINCI BÖLÜM - BEN ÖTESİ RÜYA Zamanda Devamsızlıklar Elektriksel Beyin Fırtınaları Tipik Bir ÖAD'nin Tanımı . Büyük Rüya Görene Yaklaşmak Büyük Rüya Gören Uyanır Bir Paralel Evrenler Teorisi
313 317 324 326 330 331
ONYEDİNCİ BÖLÜM - SANAL RÜYALAR Evrensel Ruhun Kanıtı İmkansıza Uyanmak Mavi Gül ve Maça Beyi Rus Sanatında Hayal Evrimde Hoplayıp Zıplamalar Rüya Yayı Politik Mimari Moskova'daki Rüya Müzesi Onları İstemesek de Rüyalar Görünür
345 349 353 356 357 359 360 363 366
................................
......................................... ...........
................................................................... ........................................ ....................... ..............
. . . . ..... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ........................
... .................... ....................... ... .......................................
............................................ ............... ......... ...........
............... .............................
............................................
............................................... ....
............................ . . . . . . . . . . ................ . . . . . . . ................ . .. .......... . . . . . . . . . . . . ..
...................................................... ....................... ..............
......................................................................... ................................................................. .............................. ........................
ONSEKİZİNCİ BÖLÜM - MADDENİN RUHU Pauli'nin Rüyaları .. . . Pauli ve Gölgesi Açık-Koyu Yabancı . .. . . .. .. Pauli ve Eros Zaman ve Mekan Ötesi Piyano Dersleri Hayal Ürünlerinin Yüzüğü . . Yüzüğünün Temsil Ettiği: Rüyalar .. .................
........................ ..... .........
.............................................................. ......... ...................
. ....... .
.
..........
.................................................................... ......................
... . ............................. . ....... ..............
...............
ONDOKUZUN CU BÖLÜM-UYANMA Rüya Diye Bir Şey Yoktur! Akıl Üzerindeki Hologramlar .. . Gerçekliğe Uyanmak. ... . . Holorüya" da "Ben"
370 372 374 376 378 380 381
385 391 398 . 402
....... . . . ................................... ....................
.............
..
.............
. . ....... ..........................
...................................................... .
YİRMİNCİ BÖLÜM - OTOMAT DOGUM Lüsid Aydınlanmanın Aşamaları . . . . 413 Rüyadaki Beş Seviye . 414 Rüyalarda Kişisel Farkındalık . .. . . : ........................ 418 Rüya Gören Sinirsel Ağda İçgözlem 421 Kişisel Farkındalığın Fiziği . . 423 ... ...... ..... ....... ........
.................................. ................... ...
. ... .
............................
................................ .. .......
YİRMİBİRİNCİ BÖLÜM - GERÇEKLİK VE İLLÜZYON Sosyal Sistemlerde Büyük Rüyalar 442 Sanal Gerçeklik ve Rüyalar . . . .. 443 Rüyalar Özbenle Evren Arasında Atlamadır . 446 Size Pis Kokan Gerçekliği Gösteriyoruz . .. 447 Hepimiz Bunu Biliyoruz . .. . . . . . 448 Rüya Görenin Varlığını Hissetmek . . 455 ..............................
.... . .
...... ...... . . . .......
......
....
...... .......
..
. . . . . . ..... .
. . . .. . .
DİPNOTLAR . KAYNAKÇA
.
.
. . . . . . . . ........
.... . . . .... .. ........
.
....
.
..
... . . . . . . . . . . . . . . . . . .
.
.
..
...
457
...................................................................
508
... . . . . . .... ............ . .
. . . . . . . . . . ........
. . . . ...
. . . ..
Teşekkür Bu kitap hazırlanırken eski arkadaşlarla buluşmamı sağ ladı. ABD'de Dr. Michael Grosso'ya, Prof. J. Allan Hobson'a, Dr. Stanley Krippner'a, Dr. Benjamin Libet'e, Dr. Kenneth Ring' e, Dr. Peter M. Rojcewicz'e, Catherine Shainberg'e, Saul Paul Sirag'a ve Dr. Montague Ullman'a sohbetlerimizden alıntıları sizlerle paylaşmama izin verdikleri için teşekkür etmek isterim. Ayrıca Ms. Kitty Farmer'a çalışmamı sürekli desteklediği için ve Dr. Jayne Gacken-bach'a yardımcı öneri leri için teşekkür ederim. Wim Coleman ve Pat Perrin'e, enfes kitapları The Jamais Vu Papers' dan alıntı yapmama izin ver dikleri ve Dr. Jeffrey Mishlove'a kadim rüya iyileştirme tek nikleri hakkında faydalı tartışmaları için teşekkür ederim. Institute for Aboriginal Studies'e "rüya zamanı" araş tırmamı daha iyi hale getirdikleri için teşekkür ederim. Sherrill ve James Sellman'a, misafirperverlikleri ve Melbo urne'da planladıkları dersler için, Billy Marshall-Balmain'in Taş kralı'na, Merkez Avustralya'nın Pintupi insanlarına ışık tuttuğu için, Byron Bay'in Lorraine Maffi Williams'a Avust ralyalı Abotjin kültürüne özel ışık tuttuğu için, 7 Mile Beach Rd.House'da Vicki Henricks, Graeme Wilson ve Wayne Armitage'a, özellikle Graeme'e "rüya görmeye" özel ışık tut tuğu için, Nigel Roberts'a şiirleri ve misafirperverliği için, Neal Murray'e, Canberra'dan Jane Murray'e de misafirper verliği için teşekkür ederim. St. Petersburg ve Moskova'da Profesör Sergei Cherko sov'a University of St. Petersburg'da, Jana Janu'ya Moskova' da derslerimi planladığı için, Tanya Belyavskaya ve Sasha Poroshin'e dostlukları için ve Aleksey Kovalev'e St. Peters burg'da yaşadığım süre boyunca Rus sanatına ışık tuttukları için, Sarah Pinckney'e ve Bob Asahina'ya, el yazmasını yayına hazırladıkları için teşekkür etmek isterim.
13
BÖLÜMI
GİRİŞ .
.
.
BiR BEN YARATMAK iÇiN RUYA GORURUZ . .
. .
. .
İçinde hiçbir yüksekliğin, genişliğin, derinliğin veya zama nın olmadığı bir alem hayal edin . . . Bıı alemde yaşayan bir varlık hayal edin. Llixgrijb adında bir varlık. Zavallı Llixgrijb'in uzay/zaman boyu tundan farklı başka tür bir boyuttan gelen mağara girişinde tuzağa düşmüş olduğunu hayal edin . . . Kaçış yok. Ama Llixgrijb . . . ölemez. Bilinci devanı edecektir, sonsuzlukta veya böyle bir alemde sonsuzluk neye tekabül ediyorsa, yapayalnız ve belki tamamen felçli olarak. Bu durumla nasıl başa çıkardınız? Zihninizde, içinizde dünyalar yaratırdınız . . . Llixgrijb bir evren yarattı. - Wim Coleman ve Pat Perrin The Jamais Vu Papers1 Batılı medeniyetlerin hatırlayabildiği kadar uzun za mandır, rüyalara karşı derin bir cazibe mevcut olmuştur. Kehanet gücüne veya geleceği görme gücüne sahip olduk larının kabul edilmesinin yam sıra, geçmişin ve hatta geçmiş yaşamların anılarının yeniden canlandırılması için bile kul lanılmışlardır. Birçok kültür rüya sırasında ruhun bedenden ayrıldığına ve diğer dünyalara yolculuk yaptığına, belki de hayal alemi2 adı verilen başka bir evreni ziyaret ettiğine inanır.
14
Rüyalar, zaman ve mekan sınırlamalarından kurtulmuş gibi görünür. Aslında, İncil bize Yusufun kahince rüyalarını hatırlatır. Ve tabi ki, rüya gören kişiye yaratıcı güç verdiği söylenen rüyalar vardır. Şair/filozof William Blake'in rüya ları, bir rüyanın kehanet ve yaratıcı gücünü gösterir. Avustralyalı Aborjin efsanelerine göre evrçn, uzun bir zaman önce Büyük Ruh'un rüyası olarak bilinmeyen bir alemden vücut buldu. Bu Ruh, hala rüya görmektedir ve kıyamet gününe kadar rüya görmeye de devam edecektir. Bu efsaneye göre, zaman ve mekan da rüyada ortaya çık mıştır ve bütün her şey, tüm maddesel nesneler, tüm ya şayan varlıklar ve bitkiler, hiçbir şey değildir. Sadece Büyük Ruh'un yaşamla doldurduğu görüntülerdir ve Büyük Ruh, tüm görüntüleri rüyada paylaşmak için olanak sağlamıştır. Kısacası, biz sadece rüya görme yeteneği olan rüyalarız. Biz aynı zamanda hem rüya göreniz hem de rüyanın ta kendi siyiz. Rüyalar göründüklerinden daha fazlası mıdır, belki hayatın daha derin anlamlarına ve evrenin doğasının daha derin içgörüsüne işaret eder mi? Eğer öyleyse, bu içgörü ne olabilir? Belki Aborjin efsanesi daha derin anlama işaret eder. Yaşam sadece bir rüya mıdır? Şüphesiz bundan daha fazlası gibi görünür. Ya hepimizin çevremizde deneyimledi ği günlük olaylar ve enerji? Onlarda sadece bir rüya mıdır? Bu dolambaçlı sorulardan, efsanelerden günümüze, bi zim Batılı düşünüş tarzımıza, çevremizde gördüğümüz ev reni gözlemleme şeklimize ve bilhassa bir bilinç araştırma sına ve modern rüya bilimine çok uzun bir mesafe var gibi gözükebilir. Ancak, tür olarak hayatta kalmamız, özbenin ve evrenin evrildiği bu gerekli "öğrenme laboratuarında", rüya görmeyi hayati olarak görmeye başlayacağımız bu kitapta yapmaya çalışacağım tam olarak bu yolculuktur. Özetle madde, rüyalar yoluyla evrilir.
15
Evrim ve Rüyalar Bu kitap, zaman ve evrim vasıtasıyla iki yol izleyecek tir. Beynin nasıl geliştiğini görmek ve ayrıca, kişinin kişisel farkındalığını geliştirme yeteneğine, benlik kavramına, kıla vuzluk eden rüyaların, evrimin gerekli bir yönü olduğunu görmek için zamanda geri gideriz. Ancak bu benlik kavramı daima değişi1, daima büyür. Zamanda geriye gittikçe aynı zamanda, temeli nörobiyoloji, fizyoloji ve en derin noktasın da kuantum fizik üzerine kurulan bir rüya görme teorisin de de gittikçe daha derine ineriz. Evrim boyunca yolculuk bizi REM, uyku (REM; yani hızlı göz hareketi, rüya görmenin meydana geldiğini ima eder) uyumaya muktedir olan büyüyen, gelişen bir beyne sahip fetüsün kendisine kadar götürür. REM uykusu, sonra sında daha fazla beyin gelişimine ve beynin uyaranlara tepki verme kapasitesinde artışa götürür. Bu noktadan zaman içinde ileriye doğru hareket ederiz ve rüya görmenin bilinç evriminin laborahıarı olduğunu görürüz. Bunu çeşitli biçimlerde görürüz: Avustralyalı düş zamanı efsaneleri, telepatik rüyalar, lüsid rüyalar, rüyaların bedenle olan ilişkisi araştırmaları, benötesi rüyaları da içeren "büyük rüya" deneyimleri; sanatta, mimarlıkta ve politik sistemlerde kanıtlandığı üzere rüya görmenin uyanık yaşamla örtüşmesi ve rüyaların kuantum fizikle ilişkisi.
Rüya Görmek Nedir ? Elbette, "Rüya görmekle neyi kastediyorum?" temel so rusu vardır. Nod Ülkesi'ne yaptığımız gece ziyaretleri sıra sında meydana gelen görsel sunum eylemine mi atıfta bulu nuyorum? Belki lüsid rüyalar - rüya gören kişinin, rüyc;ı gör-
16
düğünün farkında olduğu rüyalar - hakkında konuşuyo rum. "Gerçekten tüm her şey rüya görür mü?" demek isti yorum. Madde, daha çok hareketsiz ve cansız görünür. Bel ki bu sadece bir metafordur. Peki ya hayvanlar, onlar rüya görür mü? Bitkiler rüya görür mü? Peki ya kayalar veya okyanus? Tüm gezegenin rüya gördüğünü mü kast ediyo rum? Gerçekten evren kendini varoluşa mı "düşledi"; aslın da hala rüya görüyor mu ya da hepsi sadece büyük bir pat lama mıydı? Yoksa kendi hayallerimizin dünyasına mı işa ret ediyorum, gündüz düşlerimize mi? Veya belki ruhların ve hayaletlerin dünyasına, UFO fenomenine ve benzer şey lere atıfta bulunuyorum. Cevap, bu kitapta göstermeyi um duğum üzere yukarıdakilerin hepsini içerir. Diğer bir deyiş le, rüya görme, kişinin daha yüksek bir kişisel farkındalık geliştirmesini sağlayan, bilincinin gerekli bir bölümüdür. Yukarıda anlatılan etkenlerin tümünün bunda nasıl rol oynadığını göstermek, uyku sırasında meydana gelen rüya lar hakkında ne bildiğimizin ve uyanıkken gördüğümüz rü yalarla neyi kastettiğimin kavranmasını gerektirir. Uyanık ken rüyalar? Bu terimler kendi aralarında çelişmiyor mu? Tüm bu soruları ve düşünceleri cevaplamayı umuyorum. Bu aşamada okuyucuya ilk uyarımı yapmak istiyorum. Bir bilim yazarı olarak sıklıkla çatışma içindeyim. "Düz" bilim olarak, açık bir şekilde yazıldığını umarak, ne kadar anlatıyorum ve bir filozof ve metafizikçi olarak bu işlek yol lardan kuramsal düşünme diyarına ne kadar geçiyorum? Gerçekle hayali ayıran aradaki çizgi nerede? Bunu tam olarak bilmediğimi itiraf ed iyorum. Sadece tahminde bulunabilirim. Elbette bazı gerçekler besbellidir. Rüya gören beynin nörofizyolojisi, kapsamlı şekilde ince lenmiştir. Sinirlerimiz hakkında çok şey biliyoruz. Ancak "sinir" eksikliği veya fazlalığı hakkında az şey biliyoruz.
17
Neyi nesnel olarak kavrayabileceğimizi anlıyoruz, ama ken di öznel deneyimlerimizi çok az anlıyoruz. "Görüyorum" cümlesinde fiille ilgili neyin doğru olması gerektiğini nesnel olarak biliyoruz, ama özne, bir şekilde hepimizin kendi için de hissettiği o kıymetli "ben" hakkında, çok az biliyoruz. Dolayısıyla rüya gören madde dünyasına yapacağımız yolculuk, aynı zamanda "ben"e yapılan bir yolculuktur, "rüya gören evren" olarak adlandırdığım teorinin açıklama sında er geç sonuçlanacakhr. Bu teoriyi sunmak için, aşağı dakileri içeren oldukça geniş bir fenomen yelpazesine bak mamız gerekecek.
Rüyaların İlk Bilimi Rüyalar Sigmund Freud, Cari Jung ve diğerleri tarafın dan bilimsel olarak incelenmiştir. Bilim dünyasına Freud, ego ve id gibi terimler kazandırmıştır ve bu, onu bir bilinç ya pısına yönlendirmiştir. Freud özneye "ego" adını verir. Ego ve özben aynı şey midir? Bu ego, kafalarımızın içinde mi? Yoksa ego veya "ben" (aslında Freud egoya Almanca'da "das ich" demiştir, "ben" olarak tercüme edilir) başka bir yerde mi? Eğer başka bir yerdeyse onu nasıl ifade etmeliyiz ve nerede aramalıyız? Jung; akıl düzenine "eşzamanlılık" denilen, birbirine mekanik veya determinist araçlarla bağlı olarak görünme yen olayların psişede önemli bir rol oynadığı yeni bir bakış açısı kazandırmıştır. Çünkü Jung'un eşzamanlılık vizyonu, mekanik bir kutuya oturmamıştır ve sıklıkla mistisizm ola rak bertaraf edilmiştir. 10. Bölüm'de daha sonra göreceğimiz üzere, bu "mistisizm", kuanhım fizikte sağlam temellidir ve rüyalarda ve gerçeklikte rol oynar.
18
Rüya Görme ve Bilincin Mekanikleri Beyinde görüntü ve anıların oluşturulduğu araçlar ve bilincin mekanikleri, özellikle Benjamin Libet'in eserleri, beynin zaman ve mekanda izdüşümsel çalıştığını kuvvetle iddia eder. Jonathan Winson, J. Allan Hobson, Sir Francis Crick ve Graeme Mitchison, Montague Ullman ve diğerlerinin biyo lojik ve fizyolojik verilerini ve teorilerini içeren rüya gören beynin incelemesi, beynin holografik olarak görüntü üreten, mekanik olarak uyanıkken ve rüyada nöral ağ gibi çalıştığı nı kuvvetle iddia eder. Sonraki gelişmeler, fetüs ve yeni do ğanların özbeni geliştirmek için rüya gördüklerini ortaya çı karmıştır.
Rüya Aleminin Mitolojik ve Sosyal Önemi Evrenin Avustralyalı Aborjin teorisine, Jungyen teoriye ve kuantum teorisinin bazı unsurlarına daha yakından bakışı içeren rüyaların mitolojik, sosyolojik ve sanatsal öne mi7 rüyaların, uyanan bilinci, dana önce inandığımızdan çok daha fazla etkilediğini göstermiştir. REM, devrim dönemi öncesinde beyin, bilinç ve rüya larla ilgili en eski teoriler ve deneyler, rüyaların fizyolojik kökenli olduğu fikrini desteklemiştir. Böyle olduğu halde, günümüzde bile insanlar, rüyaların başka bir alemin, belki bir paralel evrenin tanrılarından gelen mesajlar olduğunu düşünür. Avustralyalı Abotjinler, yaklaşık 1 50,000 yıl öncesine giden "rüya gören ruh"un aleminin "hafıza"sına sahip ol duklarını iddia ederler.3 Gerçekliği iki açıdan görürler: Bi rincisi, ikincil fiziksel dünyadan çok daha yoğun bir birincil evren ve ikincisi, rüya olarak ortaya çıkan fiziksel evren. Bu
19
birincil dünyaya "düş zamanı" adını verirler, onların bakış açısına göre bu, tüm geçmişi, şimdiki zamanı ve geleceği barındırır. Bu alemden akıl, madde ve enerji dünyası, sadece çok önce değil şimdi bile, devamlı şekilde rüya olarak orta ya çıkar. Bu durum evren veya Tanrı'nın, varoluşta dene yimlediğimiz her şeyin rüyasını gördüğünü ve bu rüyanın gerçeklik olarak deneyimlediğimizle örtüştüğünü ileri sü rer. Modern bilim, rüya alemi hakkında ne biliyor? Elbette bu, neredeyse Rob Serling'in "Alacakaranlık Kuşağı" adlı televizyon dizisinde anlattığıyla aynı bir hayalgücü dünyası "zaman" ve "mekan"ıdır. Hal böyle iken, hayalgücü bu "bir yer "i tanımlamak için doğru bir kelime değildir. Bu alem gerçek mi? Var mı? Meşhur İslam alimi ve Av rupalı yazar Hemi Corbin, bunu tanımlamak için hayal alemi terimini türetmiştir. Ona göre, alem ontolojik olarak gerçek tir ve Avustralyalı Abotjinler, şamanizm4 ve rüyaların doğa sını araştırmaları, bunun algıladığımız gerçeklikten bile daha gerçek olabileceğini ileri sürer. Ancak bu, her ne kadar bize lüsid rüyalar, kehanet gibi rüyalar, ölüm anı deneyimi (ÖAD) ve muhtemel UFO alıkonulmaları5 gibi diğer ilgili fenomenler şeklinde gözükse de, normal uyanma algımızın ötesinde var olan bir gerçekliktir. Belki bize kendi rüyalarımız olarak, tek tek ve toplu olarak açığa çıkarılan evrimde bir sınırda duruyoruzdur "Büyük Rüya Gören"in varlığının keşfi ve Büyük Rüya'nın kendisinin Hayal Alemi. Bu efsaneye her iki açıdan; Batılı ve bilimsel olarak eğitilmiş gözlerimizle bakacağız: Özben'in veya "Büyük Rü ya Gören"in kimliği olan rüyanın nesnel açısı ve rüyanın or taya çıkıp evren olarak göründüğü alem olan rüyanın öznel açısı.
20
Başlangıç olarak rüyaların bir yerden geldiğini farz edeceğim. Bu yerin ne olduğuna, uyuyan deneklerin bey ninde ve sinir sisteminde bulunup bulunamayacağına dik katlice bakılmalıdır ve biz bunu yapacağız. Bir anlığına bu yer her neredeyse, kendi alışılagelmiş dilimizi kullanarak ifade etmekte çok güçlük çektiğimiz bir "zaman" ve "me kan" olduğunu bir düstur olarak almama izin verin . Neden? Çünkü rüya konusuna son derece bağlanblıdır.
Rüyaların Türlerin Hayatta Kalması ve Rüya Tele patisi ile İlişkisi Bu Montague Ullman, Stanley Krippner, Catherine Sha inberg ve diğer çeşitli rüya işçilerinin orijinal çalışmalarının yanı sıra, psikolojik verilere yakın bakışı içerecektir. Burada göreceğiz ki, kişinin hayatında anlam kazanmasını sağlama da çok önemli olan özben ile nesnenin görünür ayrımı, bir süreç olarak ortaya çıkar. Bu süreç, kesinlikle bu kitabın odağıdır. Yukarıdaki efsanede ve bölüm başındaki alıntıda olduğu üzere temel varsayım, özben/ özben olmayanın ayrı mını oluşturmak için rüya gördüğümüz ve rüyanın bölün menin meydana geldiği bu konuda bilincin ilk aşaması ol masıdır. Sonuç olarak, madde ayrı bilinçli yaşam biçimleri ne rüya yoluyla evrilir ve rüya görme çağlar boyunca de vam ettikçe, bilinçli türler evrilmeye devam eder ve kendi lerini daima çevrelerinden farklılaştırırlar. Türlerin hayatta kalması ve rüya telepatisi arasındaki ilişki, bu ışık altında incelenmiştir. Her maddede var olan, bu evrensel bağlantı nın bir kalıntısıdır. Özben/ özben olmayan ayrımı, bilinçliliğin işaretidir. Bu yüzden, bilinçliliğin ortaya çıkması için rüya görme ge rekli olan ilk evrimsel basamaktır. Rüyalar olmadan, bilinçli ve bilinçsiz davranış arasındaki ayrım mümkün bile değil-
21
dir. Dolayısıyla fiziki evren, kendisinin farkına varmak için
rüya görür. Buradan hareketle, m addeden oluşan bizler, kendimizin farkına varmak için rüya görürüz.
Uyanık Halde ve Rüyalarda Kişisel Farkındalık Rüya gören nedir? Bu soru güya akıl-beden problemi nin kalbinde yatar. Bu bizi, Arnold Mindell'in "rüya-beden" gibi, Jayne Gackenbach'ın lüsid ve "şahit" rüya çalışmaları gibi ve diğer birçoklarının kavramlarına götürür. Son günlerde lüsid rüyalara6 büyük çapta bir ilgi olmuş tur. Bu rüyalar, içerik ve deneyim açısından sıradan rüyalar dan oldukça farklıdır. Rüya devam ettiği sırada, kişinin rüya gördüğünün farkında olması ve rüya sonrasında rüyasıyla ilgili hahrladığı canlı detaylarla ayırt edilirler. Kişi ayrıca, rüya varlığının olaylarının kendi kontrolünde olduğunu hisseder. Bu varlık ifadesini kullanıyorum, çünkü kendi lüsid rü yalarımda, her ne kadar onun da aynı zamanda "ben" oldu ğumu bilsem de, rüya gören varlığı, normal uyanan karak terimden farklı hissederim. En çarpıcı farklılık, iki bilinçli akla bölünme farkındalığıdır: Evde yatakta uyuyan kişi ve rüyayı deneyimleyen ve başından beri evde yatakta olduğu nu bilen kişi. Bir lüsid rüyadan uyanır uyanmaz, kişi rüya sını hemen hatırlar. Geçenlerde, sadece lüsid rüya gören değil, art arda ge celer boyunca, farklı bir bedende devamlı bir hayatı olan bir paralel evrende uyanma kapasitesine sahip oldukları da aşi kar olan kişilerle görüştüm. (Ben kendim de, diğer lüsid rü yalarla ilgisiz olarak sıradan lüsid rüya deneyimlerimle bir likte bu deneyime sahip oldum.) Daha önceden, fiziğin bi linçle7 ilişkisi ile ilgili yaptığım çalışmanın bir bölümü olarak lüsid rüya lar hakkında yazdım.
22
Lüsid rüyalarda özbenin farkında olmak? Bu ne de mektir? Kişisel farkındalık nedir? Hepimiz kişinin farkında olmasının ne demek olduğunu biliyor gibi gözükürüz. Ama bu basit, günlük deneyim, ne bilimsel olarak veya bu me selede spiritüel öğretiler tabirince, henüz anlaşılamamıştır. Eğer bir düşünce okulunun veya farklı başka birinin temsil cisi ile konuşursanız, çeşitli cevaplar alırsınız gibi görünür. Kişisel farkındalığın basit anlamı; özbeni, özben olma yandan ayırt edebilme kabiliyetidir ve bunu yapabilmek için, kişinin rüya görmesinin8 şart olduğunu iddia ediyo rum. Başka bir deyişle, evrende var olan en temel ayrımı oluşturmak için gereken işlem, rüya görmektir: Ben ve o, özne ve nesne. Bu nasıl olur? Böyle bir ayrım nasıl ortaya çıkar?
Büyük Rüyanın İçine Girmek "Büyük rüya" deneyimi, UFO deneyimleri ve ölüm anı deneyimleri gibi tüm hayal alemi fenomenlerini içerir. Ayrı ca, sanat ve politika dünyasında, rüyaların Rusya'nın politi ka sisteminde en son değişiklikleri nasıl etkilediğine dair yakın bir kişisel bakışı da içeren, büyük rüyanın nasıl küçük rüya ile örtüştüğünü göreceğiz. Kartalın Arayışı (Eagle's Quest)9 kitabımda, hayal alemi nin nasıl büyük rüyaların kaynağı olabileceğini açıkladım. Ayrıca, şamanların maddeyi iyileştirmek ve dönüştürmek için bilinci nasıl değiştirdiklerini araştırdım. O kitapta, bazı zamanlar bilinç durumlarını anlamak için fizikteki akade mik eğitimime dayanarak yeni metaforlar sağlamaya çalış tım. Ayrıca şamanik bilinç durumlarının mümkün bir açık lamasının, kendini hayatlarımıza düşünceler, duygular ve hatta beden hastalıkları olarak yansıtan "orta" veya hayal aleminin varlığına dahil edilebileceğini iddia ettim. Burada
23
lıliyük rüyayı hayal aleminin günlük hayatımıza girmesinin lıir kanıtı olarak inceleyeceğiz. Bunun bir örneği, rüyaların gelmiş geçmiş en büyük ve ın uhtemelen en zeki fizikçi Wolfgang Pauli'nin çalışmalarım ııasıl etkilediğine baktığımızda görülür. 1 958'de ölen Pauli ile ilgili son yayınlar, kendisinin kuantum fizik ve psikoloji ııin örtüşmesi ile ilgili bir teori yönünde çalıştığını göster miştir ve bu örtüşme kendisine rüya görüntüleri ile açığa vurulmuştur.
Benliğiniz Nerededir Majesteleri ? Sonuç olarak nihayetinde bilincin nerede ve nasıl işle diğini ve rüya gören ve uyanan hayat arasındaki farkı neyin oluşturduğunu keşfetsek de, hala kendi gizemimizle yüz yüze kalırız. Eğer yapacaksanız, özben, açıkça her birimizde mevcuttur ve böyle olduğu halde, sadece nerede bulundu ğunu bilmeyiz. Holografik model ve otomatik kendiliğin den başvurma ile ilgilenen kuantum fizikten gelen kavram lara dayanılarak "neden kendimizi derimizin altında bul mayacağımız" konusu üzerine ışık tutulacaktır. Özbenin bulunduğu yer konusu, uzun zamandır bi zimle birliktedir. Buna "akıl-beden problemi" denir. Görü nen şu ki, bilim bu sorunu metafizik, felsefe, din, sinirbilim, bilgisayar bilimi, psikoloji ve fiziği içeren çok sayıda farklı öğretilerle çözmeyi denemiştir. Her biri cevabın önemli bir bölümüne ulaşmıştır, ama hiçbiri bilinç farkındalığının, özellikle kişisel farkındalığın rolü olmak üzere tüm saklı an lamını tam olarak sentezleyememiştir. Umarım burada sunulan fikirler biraz ışık tutacaktır. Belki de sadece günümüzde, tüm bu öğretileri kapsayan bir cevap formüle etmek, kuanhım fizikteki kayda değer ke şiflerden dolayı mümkündür. Bahsi geçen öğretilerin hiçbi-
24
rini alçaltmıyorum. Aslında, bu alanların her biri, varsayı mım için gerekli ipuçlarını sağlamıştır. Ancak ekseriyetle, bu öğretilerden hiçbiri akıl-beden problemine cevap verme de nemelerinde, kuantum fiziğini ciddi olarak hesaba katmamış lardır. Kuantum fiziğinin, bu çalışmalar ve rüya görme ara sında*+ gereken bağlantıyı sağladığına inanıyorum. Bu var sayıma nasıl ulaştığımı görelim. Örtüşmeler rüya alanlarında meydana gelir. Her ne kadar kuantum fiziği, bu kitapta önemli bir rol oynayacaksa da, bununla ilgili irdelememi rüya araştırmala rının kısa bir geçmişine baktıktan sonra 10. Bölüm'e sakla yacağım; rüya psikolojisi, Sigmund Freud, Cari Jung ve di ğerleri ve son rüya araştırmaları tarafından önerildiği şe kilde. Yine de, küçük bir ipucu vereceğim. Kuantum fiziği, günümüzde insan aklı tarafından tasar lanmış en güçlü, en kesin ve en yararlı bilim olarak nitelen dirilir. Dünyayı çok küçük madde, enetji birimleri ve bunla rın etkileri açısından anlayabilmemizi sağlar. Modern bilgi sayar ve lazeri de içeren geniş bir teknolojik icat yelpazesini mümkün kılmışhr. Yeni icatlar ne kadar etkileyici olsa da, kuantum fiziğinin etkileri daha da çarpıodır. Gözlemin mad deyi altüst ettiğini ve değiştirdiğini ima eder. Eğer rüyaları nızda etkin bir gözlemci varsa, onlarda oynadığı rol nedir? Yukarıdaki tüm gerçek, teori ve spekülasyonların doğ ru olduğunu kabul edersek, sadece beynimizin holografik olarak çalışmadığını, ayrıca kuantum fizik ve David Bohm' un saklı düzen teorisine11 dayanarak madde ve enetji dün yasının da bu şekilde işlediğine dair oldukça garip bir sonu ca yönleniriz. Bu görüşte yeni olan şey, öznenin de evren boyunca holografik olarak dağıtıldığı ve ortaya çıktığı, on dan neredeyse madde ve enerjinin dağıtıldığı ve ortaya çık tığı hemen hemen aynı şey olduğu fikridir - sanki bir rüya dan uyanır gibi.
25
Ayrıca okuyucuyu, rüya araştırmalarının bu çok geniş ,ılanında "ne hakkında yazma" seçiminin bana ait olduğu konusunda ikinci kez uyarmalıyım. Dolayısıyla, bazı güncel büyük rüya araştırmalarını elemiş olabilirim veya belki da ha fazla ilgi isteyen bir konuyu sadece özet geçmiş olabili rim. Bunun için şimdiden özür dilerim. Başka çarem yoktu; aksi takdirde kitap çok uzun olurdu. Rüyaların fizikle iliş kisi konusunda sadece benimle aynı fikirde olan bilim adamlarını ve teorisyenleri araştırmayı seçmedim. Aslında, hakkında okuyacağınız kişilerin çoğu, her ne kadar epeyce sempati ve çok fazla teşvik olsa da, benimle tam olarak aynı fikirde değildiler.
Kendi Rüyalarımdan Biri Kendime ait bir rüyayla başlamama izin verin. Her ne kadar hayatımın bazı mahrem detaylarını ve bir yere kadar o zamanki bazı kişisel duygularımı açığa vursa da, bir rü yanın ne anlama gelebileceğini ve yukarıda bahsettiğim bir çok noktayı nasıl açıkladığını işaret etmekte eğitici olacaktır. Bir süre önce, eski karım Jocelyn'i (gerçek adı değil) rü yamda gördüm. Her ne kadar şimdi boşanmış olsak ve yıl larca ayrı yaşamış olsak da, o zamanlaraa rüyanın bana özel bir mesajı vardı. Aslında, bir açıdan bu kitabı değerli kılan ve benim Rüya Gören Evren'i kavramsallaştırmamda aradı ğım şeyin ne olduğunu fark etmemi sağlayan bu rüyaydı. Rüyada, Jocelyn bana geliyordu ve ilgi görmek istediğini söylüyordu. Hayat dediğimiz bu sıklıkla hayret verici dene yimde kendi yolumu bulma çabalarım içerisinde, onun ihti yaçlarını düşünmediğimi söylüyordu. Gecenin bir yarısı uyandım v e açıkçası üzgündüm. Boşanmamızda tiim bunları çözdüğümü düşünmüştüm ve rüyanın üzerimde böyle bir etkisi olmasına şaşırdım.
26
Uyanmamın üzerine, rüyanın ne anlama geldiğini me rak ettim. Boşanma zamanında ne düşündüğümü hatırla dım. Boşanmaya karar verdiğimizde, artık onun için sorum lu olmak istemediğimi ve onun yegane destekçisi olmak istemediğimi hissettim. Hakiki manada, onun tarafından ihanete uğradığımı hissettim, çünkü benim sağlayabilece ğimden daha fazlasına ihtiyacı var gibi görünüyordu. El bette evlilik tüm eşler için çok zor bir iştir. Evliliğim hak kındaki düşüncelerim, eski eşimle olan hayatımla ilgili ken di yorumlarımdı. Ve elbette, her hikayenin her zaman iki yanı vardır. Ben şüphesiz bunun hepsinde ne şekilde olursa olsun tek kurban değildim. Fakat neden rüyadan kendimi uyandırmamın üzerine bu şekilde hissettim? Sonra anladım. Rüya benimdi. Rüyadaki karakterlerin herhangi biri, herhangi bir yerden rüya gören beynime bir şekilde "atlayan" aktörler ve karakterlerdi, ama orası her neresiyse, açıkça benim yararım veya benim bilgim içindi. Rüyanın hikayesinden bir şey öğrenmem gerekiyordu. Fakat Jocelyn benim için şimdi ne olabilirdi? Sonra fark ettim ki, "o" bendim. Jungyen açısından o, benim ruhumun, benim dişil tarafımın bir temsilcisiydi. Ba na ilgilenilmediğini söylediği zaman, kendime dişil ihtiyaç larımla, kendimle ilgilenmediğimi söylüyordum. Fakat eğer kişi bir erkekse, kişinin dişil ihtiyaçları ile ilgilenmesi ne demektir? Şimdi mitolojik açıdan bir erkeğin vücudunun dişil tarafı, sol tarafıdır. Sonra anladım. Hırıl dayarak uyandım: Benim astımlı olma eğilimim var ve rüya, sağlığımın tehlikede olduğunu işaret ediyordu. Sol yanım üzerine yatıyordum ve fark ettim ki, o yanım tıkanmıştı. O zamanlar, tiroit bezini etkileyen bir hastalık olan Graves hastalığından yeni kurtuluyordum, o dönemde iyi bilinen bir hastalıklı çünkü o zamanki Başkan Bush da bu hastalıktan muzdaripti.
27
Ancak bu belirtiler benim miydi? Şu anda gezegen bir sol-taraf iyileşmesinden geçiyor. Tanrıça görüntüsü, kadın laştırma, "Büyük Anne"nin şefkatli görüntüsü egemen . Be nim sol taraf ihtiyaçlarım hastalığımın mı, yoksa gezegenin hastalığının mı belirtileriydi? Küçük rüyamın büyük rüya açısından önemi var mıydı? Sanırım evet. Her ne kadar iyileşiyor olsam da, hala hayatımı, görü nürde sağlıklı olma eğilimli olan çoğumuz gibi, sanki hiçbir zaman ciddi bir hastalıktan dolayı acı çekmeyip sonsuza ka dar yaşayacakmış1m gibi yaşamaya devam ediyordum. Has talığım ve akciğerlerim, bana başka bir mesaj veriyorlardı ama dinlemiyordum. Bundan dolayı, bu rüyayı gördüm. Bu hepimiz için tanıdık bir hikaye değil midir? Kişisel geleceğimizi veya gezegenin geleceğini çok az düşünerek ve ya hiç düşünmeden, sanki her zaman var olacakmışız gibi ya şamaya devam etmiyor muyuz? Kendi işimize bakarak bi linçsiz bir şekilde devam etmiyor muyuz? Yoksa birbirimizle olan bağlantımızın farkına vardık mı? Rüyalarımız kendi bireysel hayatlarımız kadar türümüzü de yansıtıyor mu? Sonra geçen ay gördüğüm rüyaları hatırladım. Fark et tim ki, son birkaç aydır Jocelyn ve çocuklarla ilgili tekrarla nan rüyalar görüyordum. Ama ancak bu rüyadan sonra anla dım. Kendimle ilgilenmiyordum. Dahası, Jocelyn tarafından, gerçek Jocelyn tarafından ihanete uğradığımı hissediyor dum, çünkü artık benimle ilgilenmiyordu. Benim çocuk ben liğim hala onun anne görüntüsünü istiyordu ve hayal Jo celyn artık bu kapasitede hizmet etmek istemiyordu. Böylece, bir anda daha önceden yüzleşmek istemedi ğim şeyin ne olduğunu anladım. Kendi ölümlülüğüm. Uya rı işaretleri oradaydı. Bazı bölümlerim, bildiği tek yolla beni uyarıyordu - fiziksel yaşamımdan bazı daha derin alemdeki kendi resimlerimi çağırarak bunu yapıyordu. Bu resimler, kaçınılmaz olanın üstesinden geldiğim hatıralarla ilişkili
28
duygularımı hatırlattı; kendi hayatta kalışım ve ölümle ken d i savaşım. Çok sonra, fark ettim ki deneyimlediğim rüyalar, her na sılsa his ve duygu uyandıran, genel anlamda görsel biçimde ortaya çıkan mesajlardı. Fakat bu mesajlar nereden geliyor du? Aslında rüya nedir? Ve neden onlara sahibiz? Rüyaların, sadece geçmişimizle değil, aynı zamanda geleceğimizle de ilgilenen daha derin anlamı var mıdır? Rüyalar takip etme miz gereken davranış biçimi konusunda bilgi verir mi ve eğer bunu görmezlikten gelirsek, bu bizim için tehlikeli midir? Muhtemelen, hayatımın stresli dönemindeki rüyalarım benötesiydi. Tüm bunların anlamı ile ilgili, kendi hayatım, hastalıklarım, streslerim ve yansıtmalarım, sizin veya benim "orada"ki hayatlarımızla çok fazla bağlantılıdır. Şimdi açılış oyununu oynadığınıza göre, rüyayla dans etmeye başlayalım mı? Kim olduğunuzu gerçekten öğren meye hazır mısınız? Kanıtlara ihtiyacınız var mı? Güzel, say fayı çevir Llixgrijb ve uyan.
29
2. BÖLÜM
.
.
FREUDYEN FiZiK .
EVRENiN NASIL RUYA GÖRDÜGÜNE İLK BAKIŞ Çok delilik, ayırt edebilen göze göre tanrısal anlamdır. Çok anlam ise zırdelilik. Karşı çık, tehlikelisin apaçık, yoksa vurulursun zincire. -Emily Dickinson
Riiya, bilinçli bir ego olmadan çok önce ruh olan ve bilinçli bir egonun ulaşabileceğinin çok ötesinde ruh olarak kalacağı, ilk çağa ait kozmik geceye açılan, rııhım en derin ve en mahrem mabedinde saklı küçük bir kapıdır. -Cari Gustav Jung Bu ve bir sonraki bölümde psişe modelleri ve bunların iki adamın rüya araştırmalarıyla nasıl ilgili olduğu üzerine yoğunlaşmak istiyorum: Bu bölümde Sigmund Freud ve bir sonrakinde Cari Jung. Bu, rüya araştırması ve psikanaliz alanında diğer ilk çalışanların daha az önemli olduğu anla mına gelmez; sadece bu ikisi, her ne kadar her ikisince de tanınmadığımdan emin olsam da, aklımda psişe için bir ku antum-fiziksel temelin ne olabileceğini ileri süren, ilk olarak çığır açanlardır. Bu bölümde izah etmeye başlayacağım bu
30
temelden, rüyalarla ilgili, özellikle rüya gören evren kavra mıyla ilgili kendi fikrim ortaya çıktı. Jonathan Winson1 tarafından yazılan Sigmund Fre ud'un ilk çalışmaları ve sonraki gelişmelerin mükemmel bir özeti üzerine yoğunlaşmak istiyorum. Geçmişi ve Freud'un rüya yorumlarının iyi bir irdelemesi de dahil olmak üzere, Freud hakkında çok şey yazılmış olsa da, bu bölümde rüya gören evren sorusuyla ilgisi olan Freud'un düşüncesinin çe şitli öğeleri üzerine yoğunlaşacağım. Psikanalizin karmaşık lığını açıklamaya bile kalkışmayacağım. Ne de Freud'un psişe modelini onaylamaya veya çürütmeye kalkışacağım. Winson ve diğerleri2, bunu oldukça iyi yaptılar ve okuyu cuyu, bu diğer kitaplara yönlendiririm. Bunun yerine, Freud'un kendi zamanındaki fiziğin onun düşünüş şeklini nasıl etkilediğine bakmak isterim. Daha sonra bu kitapta, Freud'un modelinin bazı temel ya pılarının, beyin ve psişe arasındaki bağlantının kuantum fiziksel modelini kurmada da nasıl kullanılabileceğini ve kuantum fizik kavramlarının, Freud'un kuramsal yapıları için nasıl metafor olduklarını inceleyeceğim. Bu metaforik, bu mecazi bağlantıyı hem Freud'un hem Jung'un fikirle rinde takip edeceğim ve sonra bunların, rüya gören evren modeliyle nasıl bağlandığını göstereceğim. Yakın zamana kadar, mecazi bağlantıyı gerçekten tam olarak fark etmemiştim, gerçi kısa süre önce "kuantum psi koloji-psişeyi modellemede kuantum-fiziksel metaforları kullanma teşebbüsü"mle ilgili bir yerel üniversitede ana dal psikoloji sınıfına fikirlerimi sunma fırsatı verildiğinde, ku antum metaforlarının, nasıl Freudyen psikolojiye uygulana bileceğini görmeye başladım. Ders için düşüncelerimi top larken, birden klasik fizik dilinin Freud için metafor sağla dığını ve bu metaforların günümüzde hala psikolojik analiz de kullanıldığını fark ettim.
31
Bu araçlar özellikle mekanik çağlarda o kadar yaygındı ki, neden-sonuç makinesiydiler. İnsanların sıklıkla mantık dışı hareketler sergiledikleri oldukça net bir şekilde bilinme
sine rağmen, umut, bu "delilikler" in bile nedenlerinin oldu ğu ve bu nedensel etkenlerden arındırıldığında bir "teda vi"nin mümkün olabileceğiydi. Psikoloji oyunu bir araştır ma haline geldi. Bu araştırmaya, veri analizi yoluyla sadece mekanik ruhu altında girişilebilir. Bilinçli ve bilinçsiz akıldan oluşan kısımlara bölünebi ll'cek bir psişenin olduğuna dair mutlak görüş, yapısal bir ,ınalizdir ve varlığını Freud'un zamanının yaygın mekanik dünya görüşüne borçludur. Bu yüzden, neredeyse tüm psi kologlar ve psikiyatrisiler tarafından "psikanalizin babası" olarak nitelendirilen Sigmund Freud'u anlamak için, Fre ud'un teorilerini, kendi zamanının ve bizim zamanımızın fiziği açısından gerçekten açık bir şekilde görmemiz gerekir. "Ayd ınlanma dönemi"nin gelmesi ve evrenin mekanik resmi ile birlikte, bilinç gitgide akılcı, mantıklı, mekanik iş lem gibi tanımlanmaya başlamıştır. Diğer bir ifadeyle, tüm psişik işleyişin altında yatan bir mekanik neden olduğu hissedilmiştir - davranışı belirleyen nedensel bir etken. Geçmiş yıllarda bu, Freudyen görüşten birçok bakım dan şaşırtıo biçimde oldukça sapan B. F. Skinner'm Davra mşçılık şeklinde yeniden canlandırılmıştı. Bugün bile, bey nin nasıl çalıştığını göstermek için hala mekanik modelleri kullanmaya kalkışırız. Örneğin; girdileri, çıktıları ve mer kezi işlemcisiyle birlikte bir modern bilgisayar, psikoloji ve beyin nörofizyolojisinin büyük kısmını etkilemiştir; psiko log ve fizyolojistlerin kullandığı modellemeleri olmasa bile, o zaman şüphesiz bilimsel kanıt arayışlarında araştırmacı lara kılavuzluk eden metaforları etkilemiştir. Freud, ondan sonra gelenlerden farklı olmayan bir şe kilde, insan beynini mekanik açıdan, muhtemelen bir buhar
32
makinesine benzer bir şekilde görmüştür. Dolayısıyla ter modinamik terminolojiden faydalanmıştır. Freud ayrıca kendi zamanının nörobiyolojisinin farkındaydı. Beyni, için de nöronların elektrik şarjı oluşturduğu karmaşık bir sinir ağı olarak gördü ve sonuç olarak deşarj gerekliliğini anladı. Freud, rüyaya iki amaç vermiştir: Birincisi genellikle cinsel veya saldırgan niteliğinde olan bastırılmış bilinçaltı arzuların tatmini ve ikincisi, tüm o baskılanan arzuların denetçisi olan egonun uyuması için izin. Son dönemlerde, Winson ve Hobson, Freud'un "rüyalarda sansür" teorisini reddettiler. Söyledikleri doğruysa bile, Freud'un teorilerini, bilhassa Freud'un kavramsal çerçevesinin bir kısmını fizik açısından görmek yine de faydalıdır. Freud aklı bölümlere ayırmıştı. Ana ayrım, bilinç ve bi linçaltı olarak adlandırdıkları arasındaydı. Bilinçaltı, tatmin edilmemiş ve sıklıkla bilinçli olarak kabul edilemez arzu ların deposuydu. Onun modeline göre, uyanan aklımızda yerine getiremediğimizi hissettiğimiz bir düşünce olduğun da beyinde yansır ve nöronal şarjı oluşturur. Uyku sırasında ego, oluşan elektrik enerjisini deşarj et mek için baskılanmış arzuların ve kabul edilemez düşün celerin birleşmesine ve bunların, sembolik bir biçimde oyun sahnelemelerine izin verir. Sembolik içeriğin nedeni, rüya görenin uykuda kalması ve rahatsız olmaması için kabul edilemez ve karşılanamayan arzuların kimliğini gizlemekti. Elbette hepimizin bildiği gibi kılık değiştirmek her zaman işe yaramaz. Çoğunlukla rüyalar bizi uyandırır. Bu kitabın sonraki bölümlerinde, rüyaların hayati ve temel olma ihtimalini ve kişinin uyku uyumadığı halde meydana gelebileceğini keşfedeceğim. Sonra uyanık durum da değişmiş farkındalık biçimini alırlar ve fiziksel olarak alt üst edilmiş bir beyinde şizofrenik bölümler olarak görünür ler.
33
Freud'un Rüya Teorisi Rüyaların binlerce yıldır araştırılmasına rağmen, muh lı ·ıııelen rüyaları "bilimsel" olarak analiz eden ilk araştırma ' ı,
l
yı·ni ufuklar açan çalışmasını 1900'de yayınlayan Sigmund
ı:rcud'dur. Freud'un çalışmasından önce (ve çalışması sı rasında) çoğu tıbbi kişi, rüyaların halüsinasyon olduğunu Vl' bu yüzden aslında gereksiz olduğunu varsaymıştı, hatta günümüzde bile bazı bilimsel görüşlerde hala temeli olan hir açıklama olarak yer almaktadır. Ancak, kendi zamanının bilimsel (yani psikiyatrik ve psikolojik) temel görüşünün .ıkışına karşı duran Freud, genel olarak bir rüya ve psişik i�lev bilimi sağlamaya teşebbüs ediyordu. 20. yüzyılın başlarında rüyalar, tanrılardan açığa vuru cu güçlere sahip mesajlar gibi mitik özelliklerini kaybetme ye başladılar. Her ne kadar 19. yüzyıl literatürü, Edgar Alan l'oe ve William Wordsworth'ün çalışmalarındaki örnekler de gösterildiği gibi rüyaların gizemli niteliklerini yansıtsa da, 19. yüzyılın sonlarında, mesleki dergilerde rüya litera türü devamlı arttı ve popüler dergilerdeki rüya literatürü azalmaya başladı. Fakat popüler literatür hala doğaüstü ve metafiziksel işlere olan güçlü ilgiyi yansıtıyordu. Freud çalışmasında, rüya araştırmasını bilimin omuzla rına doğruca dayandırmaya kalkıştı. Rüyaların Yorumu kita bında Freud'un, iki yüzden fazla referanstan alıntı yapması, 1900'den önce rüyalara karşı bilimsel ilgiyi gösterir. Bu çalış malardan, her ne kadar bir miktar ilginç materyale sahip ol salar da, rüyaların esas doğasının anlaşılmasına çok az kat kıda bulundukları sonucuna varır. Freud, kitabının önsö zünde rüyaların esas doğasını açıklar: "Rüyaların yorumu nu açıklamak . . . (ve) kuramsal değerini bir örnek olarak (yerleştirmek istiyorum)."3
34
Eski uygarlıkların rüyaların dış kaynaklardan (tanrılar dan) veya Aristotele gibi duyusal izlenimlerden ortaya çı kan olarak gördüğü yerde, Freud rüyaların farz edilen bi linçaltı akıldan ortaya çıktığına inandı. Yukarıda bahsetti ğim üzere Freud'un çalışmasından önce (ve çalışması sıra sında) çoğu tıbbi kişi, rüyaların sadece halüsinasyon oldu ğunu ve bu yüzden bilimsel çalışma konusu olarak yararsız olduğunu hissetti. Buna karşılık olarak Freud'un rüya mo delinde, rüya, erken çocukluk dönemi boyunca, çocuk istek lerini dile getirdikten sonra karşılanmamış ve bastırılmış olarak kalan dürtülerin ve arzuların bilinçaltından ifade edi lişiydi. Bu yüzden istekler, rüyalarda şiddetle yansıtılıyordu ve büyümenin 4 kritik aşaması boyunca - oral, anal, fallik ve genital - ortaya çıkan özlemleri temsil ediyordu. Freud'a göre bastırılmış arzular, bilinçaltı aklın yapısını meydana getiriyordu. Bir h astanın tipik bir psi kanalizinde, Freud hastaya rüyasındaki her bir unsurla bağlantılı olarak aklına gelen ilk şeyi sorardı.� Freud, rüya gören kişi tarafın dan seçilen kelimeleri dikkate alarak onun bastırı lmış arzu larını tanımlamasına yardım etmeyi umardı. Teoriye göre, tanım lanmalarından sonra arzuların, deneğin uygunsuz davranışı üzerinde artık bir etkisi kalmayacaktı. Bu arzular bilinir bilinmez, kişi davranışını değiştirebilecek ve daha zengin bir yaşam sürecekti. Bastırılmış bir arzunun rüya farkındalığına etkisi nedir? Bastırılmış dürtüler uyku sırasında ortaya çıkar, günlük bir aktivite veya yakın geçmişte yaşanan bir deneyimin sonucu olarak ortaya çıkar, bilinçal tında salıverilmeyi isteyen eden bir hareketi tetikler. Bu yakın geçmişteki deneyimler, bastırıl mış arzuyu oluşturan maddeye benzer gibi görünür. Günümüzde bu Freudyen teoriyi vurgulayan birçok fıkra ve karikatür vardır. Tipik bir karikatür veya "mizahi" bir film, bir adamın sırf göğüsleri büyük diye geçen bir ka-
35
dına ikinci kez bakmasını gösterir. Freud bu kişinin erken çocukluk döneminden, annenin çocuğun emmesini reddetti ği zaman, göğüsle beslenme bakımından bastırılmış duygu ları olduğunu iddia edebilir. Freud ayrıca rüyalar sırasında cinsel uğraşlar üzerine de özel önem vermiştir. Amerikalı televizyon reklamları, otomobillerden çamaşır makinelerine kadar birçok ürünün reklamında, Freudyen bastırılmış cinsel arzu modelini vur gulanır. Televizyonda satılan ürünlerin neredeyse hiçbiri, özellikle se.ksi bir kadının kendini teşhiri olmaksızın satılmı yor. Uzun, şık arabaların, motor kaputları üzerine serilen çoğunlukla bikinili genç yıldızları var. Freud, arabanın kılık değiştirmiş bir penis sembolü olduğunu ve motor kaputuna serilen seksi kızın, reklamı izleyen erkeğin, kızın "erkekliği" üzerine serilmesi gibi karşılanmamış arzusunu temsil ettiği ni söyleyebilirdi. Sonuç olarak, rüyalardaki bu bastırmanın sembolleri, cinsel organların dış görünüşlerini yansıtacaktı. Uzun sivri nesneler, penis olacaktı. Yuvarlak, konkav nesne ler, vajina olacaktı. Eğer rüyaların kelimeler yerine neden görüntü olarak ortaya çıktığı sorulsaydı, Freud muhtemelen görüntülerin sembolleri tanımladığını ve bu sembollerin rüya görenin ka bul edeceği tek temsiller olduğunu söylerdi. Yine de, bu her birimizin içinde gerçeği görmemize izin vermeyi reddeden bir denetçinin olduğu görüşüdür. Freud, görüntülerin ka dim dil olduğuna inanırdı. Freud, ayrıca, eski, insan öncesi varlıkların daha konuşamadan önce rüya gördüklerine ina nırdı fikrini kastederek, bunu bir basamak daha ileri götü rürdüm. Belki ilk insan öncesi varlıklar, tam olarak bilinçli olmadan önce rüya görüyorlardı ve görüntüler ilk dildi. Bilinçaltının beyin kadar yaşlı olduğunu düşünürsek, bu durumda eğer bilinçaltı bastırılmış isteklerin koltuğu ise, bu arzuların resimlere dönmesi gerekmez miydi ?
36
Bu nedenle görüntüler, kişinin yasaklanmış arzularının kılık değiştirmiş temsilleridir. Daha sonra Freud, rüya göre nin uyanmaması için böyle bir kılık değiştirmenin gerekli olduğunu söylerdi. Böylece insan yaşamı için hayati olan uykuyu, "bilincin" temel aşaması olarak konumlandırırdı. Böylece rüyalar, bastırılmış arzuların bir sonucu olarak mey dana gelmelidir ve rüya göreni uyandırmamak için anlamı kılık değiştirmelidir. Her ne kadar buna, burada sadece kısaca değinecek ve 14. Bölüm'de açıklayacak olsam da, günümüzde biliyoruz ki niyet veya Freud'un deyişiyle arzular değişir ve fiziksel dünyayı değiştirir. Bu uyanık olduğumuz zaman çoğumuz için elbette aşikardır. Ama rüyalarda? Yataklarımızda uyur ken niyetin herhangi bir rolü var mı? Olduğunu ve niyetin, sadece rüya gören kişinin kendisini bulduğu hayal dünya sını değil, aynı zamanda bedenin fiziksel dünyasını da de ğiştirebileceğini iddia etmek istiyorum. Bu yüzden rüyalar, n iyetlerden etkilenir; ancak o niyet, basit kişisel isteklerden tamamen farklı bir a lemde yatabilir ve bunun yerine tüm evrene de uzanabilir.
Bir Psikoloji Teorisi Nedir ? Freud'un teorilerinin gerçekten bilimsel olup olmadı ğını sorabiliriz. Gerçek manada hiçbir psikoloji teorisi ger çek değildir, çünkü detaylı inceleme altındaki nesne, hiçbir şekilde gerçekten bir nesne değildir. Psişenin kendisidir ve hiç kimse bir psişe görmemiştir veya sınırlarının uzantısını veya mekanizmalarının olduğunu farz ederek mekanizma larının zamanlamasını ölçmemiştir. Bu psikanaliz, bilimsel bir teori olmakta başarısız ol muş olabilir ve aksini ispat etme veya test yaparak kanıtla namaz olması, beni bir şekilde daha az ilgilendirir. Tüm teo-
37
ı i ler, ilk ortaya çıktıklarında, bu açıdan bir şekilde doğru ı ıl d uğu kabul edilemez. Aslında her bilimsel teoride her za ı ııan test edilemezliğin veya aksi kanıtlanamazlığın bir çe1-. i rdeği vardır. Newton'un mekanik hareket teorisinin bile lıiiyle bir çekirdeği vardır. (Kütleyi, kuvvet kavramını kul1 .ı nmadan tanımlamaya çalışın, ne demek istediğimi anlaya l·aksınız.) Ö rneğin; günümüzdeki kuantum fizikte, kuantum teo riyle birlikte yaşıyoruz. Çekirdeğinde, görünmez dalgaları da içeren (kuantum dalga fonksiyonları denir), neyin müm kün olduğunu yansıtan garip ve test edilemez kavramlar yatar. Yine de, bu dalgalar düşünmemiz için o kadar garip tir ki, kesin olarak hayal edilemez bile. Dahası, çoğunlukla .ı lışık olduğumuz olağan üç boyutun ötesini kaplarlar. Bunlar doğruysa bile, bilimsel araştırmaların hemen hemen her alanı, eğer enerji veya kuvvet alanı gibi gerçek kavramların direkt uygulanmasıyla değilse bile, bir benzer lik biçimiyle, binasını yapmak için fizik üzerine kurmaya te �ebbüs eder. Şüphesiz diğer alanların fiziğe doğru bakması nın nedeni, bu bilimin en güçlü, en kesin ve en yararlı bilim olduğuna dair inançhr. Umut, tüm bilimleri fizik kadar ke sin yapmaktır. Kendi zamanının bir ürünü olarak Freud, fi zik dışındaki diğer bilim adanılan gibi, bir model yapmak için kendi zamanının fiziğini kullanmıştır. Bu açıdan Fre ud'un ne düşündüğünü anlamak için önemlidir, çünkü onun düşüncesi ha.Ja modern rüya araştırmacılarına bu yol da ve birçok önemli yolda kılavuzluk eder. Freud'un kav ramlarına daha evvel ve sonrasında tekrar bakmak istiyo rum.
38
Neden bu kavramları dikkate almalıyız ? Geleceğe baktığımda, fiziğin geleceğini merak ediyo nım. En temel nesneleri, kısacık tel demetleri veya saklı bo yutlarda katlanmış parçacıkları araştırmaya devam mı ede cek, yoksa bu nesneleri araştıranla, özneyle, i lgilenmeye mi teşebbüs edecek? Öznel fiziğin yolda olduğuna ve gelecek yıllarda fiziğin gelişmekte olan bir dalı olacağına inanıyo rum. Rüya gören evren kavramı, bu araştırmanın nasıl yapı lacağına dair bazı ipuçlarını sağlama girişiminde bulun mamdır. Ben kendi zamanımın bir ürünüyüm ve bu, düşü nüş şeklimi etkiler ve beni şartlar. Bu yüzden, Freud'un zamanının ve o dönemde bilinen ve kabul edilen fiziğin bir resmini çizmeme izin verin.
Freud'un Zamanı Freud, klasik fiziğin altın çağında doğmuştu. Güneşin altındaki her şey bir Newton makinesiydi. Dolayısıyla, bi lim kuramcıları öyle ya da böyle, daha önceki "bilimsel dev rim" modelleri üzerine dayanarak mekanik bir teori inşa et meye çalışıyorlardı . Süreç buna benzer bir şekilde ilerledi: Newton, 1687'de, Freud'un doğmasından yaklaşık 200 yıl önce, Galileo, Descartes ve Kepler'in fikirleri üzerine inşa ederek, evrenin davranışsa! olarak bir makine olduğunu "çözdü". Nesneler, sürekli büyüyen boşlukta ve tüm sonsuz zamanda mevcuttu. Newton'dan önce, nesneler birbirleriyle, nesneye fiilen dokunulduğunda ortaya çıkan temas kuvveti yoluyla etkile şiyordu. Bilardo oyununu düşünün; iki top her çarpıştığın da, temas kuvvetini faal durumda görürsünüz. Peki ya nes neler temas etmediyse? O zaman benzer şekilde, etkili olan hiçbir kuvvet olamaz ve nesneler birbirinden etkilenmemiş
39
olarak kalır veya insanlar böyle düşünüyordu. Newton ortaya çıktığında, ay ve dünyanın nasıl ha reket ettiğini ve birbirlerini karşılıklı olarak nasıl etkiledik lerini açıkladığında, ona kafa yoranlar bile hem büyülü hem de rahatsız edici bulsalar bile, "yerçekimi"ni kafasında can landırmak zorundaydı. Yerçekimi, bir temas kuvveti değil di. Ama boş verin (ÇN: Kasten kelime oyunu - yazar burada "never mind" yerine "no mind" diyerek, o dönemde buna kafa yorulmadığını kastediyor olabilir.). Yerçekimi uzakta bir yerde bir kuvvetti ve önemi olan buydu. Gövde ler arasındaki bir temas kuvveti yerine, yerçekimi boşlukta bir kuvvet alanıydı ve nesneler yerçekimsel alanla temasları nedeniyle kuvvetleri hissettiler. 1 860'ta, aydınlanma döneminin şafağından yaklaşık 200 yıl sonra, James Clerk Maxwell kuvvet alanı kavramını kullanarak elektrik ve manyetizmayı birbirine bağlayacaktı . Uzakta bir yerde, "orada" var olan ve maddeyi etkileyen gö rünmez kuvvetler olarak kabul edilecekti. Uzakta bir yerde kuvvet alanını, onu çevreleyen fiziksel-materyal sınırlarına dayanarak dairesel çizgiler, paralel çizgiler veya her neyse olarak resimleyerek, bazı araştırmacılar, bilinci beynin için deki kuvvet alanları olarak düşünmeye başladı. Freud, Diişiincesinin Azameti ve Sınırları (Greatness and Limitations of Freııd's Tlwught)5 adlı eserinde Erich Fromm, Vogt, Moleschott ve Buechner gibi kişiler tarafından sunu lan Almanya'daki burjuva materyalizminin çevresini betim ler. Örneğin; 1855'te,-Buechner, Kraft ıınd Stoss (Kuvvet ve Madde) kitabında, madde olmadan kuvvetin olamayacağı na ve tam tersi nin de doğru olduğuna dair bir çalışma yaptı; kuvvetin varlığı olmadan da hiçbir madde olamazdı. Bir yıl sonra Sigmund Freud, Viktorya devri Avustur ya'sında, psikolojinin hala bebeklik döneminde olduğu ve
40
hatta psikanalizin var olmadığı bir zamanda doğdu. Sadece bunun neye benzeyeceğini bir düşünün. Akıl hastalıkları, hala eski Yunanistan'ın meşhur fizikçisi Galen tarafından keşfedilen dört vücut sıvısından birindeki işlev bozukluğu anlamına geliyordu . Bunlar öfkeye neden olan kolesterol; neşeye neden olan kan; sakinliğe neden olan balgam ve üzüntüye neden olan safraydı.6 (Wikipedia'da bu 4'ü şu şe kilde: kan, safra, kara safra, irinli iltihap). Örneğin; o zamanlarda eğer bir kişi miskin ve yaşam gücünden yoksunsa, biri balgamın kötü hareket ettiğini söy lerdi. Günümüzde ise kişinin soğuk algınlığı olduğunu söy leyebiliriz. Sanguine ile kan rengi kastedilir. Çok kırmızı renkte olan kan, yüksek derecede enerji anlamına gelirken; düşük ya da koyu renkli kan, optimizm yoksunluğu anlamı na gelirdi. Günümüzde kanı kırmızılaştırmak için hastaya oksijen veya demir yönünden zengin gıda veya besin takvi yesi veririz. Kolesterol, karaciğer tarafı 9dan salgılanan saf ranın içinde bulunuyordu ve dışkıda incelenirdi. Melankoli de yine safrada bulunurdu ve eğer o sıvı siyahsa ciddi bir durumdu. Fransızların karaciğer sağlıklarına bu kadar çok yüklenmelerine şaşmamalı! Kişi, insan aklının anlaşılabileceğini ve hatta o günün biliminin - Newton-Maxwell fiziğinin - araçları kullanılarak ayrıntılarının çıkarılabileceğine dair Freud'un keşfinin he yecanını hayal edebilir. Hangi araçlar? Fiziksel-temas kuv vetleri, hayır. Ama görünmez kuvvet alanları? Evet. Dü şünce, psişik kuvvetlerin, görünmez dürtülerin, görünmez elektromanyetik kuvvetlerin ve uzakta bir yerdeki yerçe kimsel kuvvetin maddeyi etkilemesi gibi bizi aynı şekilde etkilediğiydi. Freud'un tutkusu güçlü bir tutkuydu. İ nsan duygusu nu anlamak istedi. Freudyen dönemden beri - yaklaşık 1 890'dan 1930'a kadar - hormonlar hakkında az şey bilini-
41
yordu, insan bilincine yakın ve sevgili olan bir fenomen ça1 ışması üzerine daha fazla enerji harcanıyordu: Seks. Her ne kadar hbbi uzmanlık alanındaki birçok kişi Freud'un, akıl hastalığında nedensel bir faktör olarak cinsel ilişkiyi görme sine olan çok istekli ilgisi ile aynı fikirde olmasalar da Fre ud, cinsel ilişkinin fizyolojik ve fiziksel beden arasındaki bağ olduğuna inı;ınıyordu. Daha sonraki bir bölümde Ar nold Mindell'in çalışmasına ve rüya-beden kavramına bakh ğımızda, rüyaların rolünü bu bağlamda inceleyeceğiz. Cinsel uyarı o zamanlar, günümüzde olduğu gibi, in san varlığının, net bir şekilde, aşikar, nedenden yoksun, apaçık bir gerçeği idi. Bir kişinin, hatta hareketsiz bir nesne nin neden bir kişiye seksi görünüp diğerine görünmediği, geçmişte de günümüzde de bir muammadır. Cinsel uyarı nın nedeni nedir? Penis ereksiyonu veya vajinanın kaygan laşması (fizyolojik maddenin bir etkisi) mekanik açıdan gö rünmez fiziksel kuvvetten dolayı olmalıdır. Bu mekanik etki-tepki görüşüyle ilgili olma, Freud'un yaşadığı burjuva ve otoriter - ataerkil dünyanın etkisiydi. Kadınlar fizyolojik ve fiziksel açıdan erkeklere göre daha aşağı görülüyordu. Fromm, John Stuart Mill'in (Freud'un çok takdir ettiği) fikirlerini duyduktan sonra kadın ve erke ğin gerçekten eşit olduğuna işaret etmiştir. Freud bir mektu bunda bunu yazmıştır, "Bu noktada Mill, adeta delirmiş tir."7 Freud'a göre deli demek, "düşünülemez" demektir. Ona göre, dünya iki sınıf insandan oluşmuştur. Freud'un aklında, bir sınıf, biyolojik, anatomik ve fiziksel olarak diğer sınıfa nazaran oldukça aşağıdadır. Dikkate değer bir film olan Fransız Teğmenin Kadını (The Frenclı Lieutenant's Woman) filminde, kadın kahraman, zama nının Viktorya devri doktoru tarafından teşhis edildiği üzere "akut melankoliden acı çeken" biri olarak düşünülmüştü. Ka dınların mazlum rolü, bir problem olarak bile düşünülme-
42
mişti. Doktoru, böyle şeyleri düşünmeye bile başlamazdı. Ancak film ilerledikçe, nedenini görürüz. O, yaratıcı bir res samdır. Zekidir, o zamanlarda kimse bunun mümkün olabi leceğini düşünmemektedir (İngiltere ve İrlanda Kraliçesi gibi) ve yaratıcı dürtülerini serbest bırakamamaktadır. Erkek sınıfı da bundan daha iyi değildi. Kurallar üzerine kurallar, neyin kabul edilebilir olduğunu ve neyin olmadığını yönetir. Üst tabaka, yüksek tabaka olmalıdır. İşçi sınıfı, kadere mahküm dur. Eğer erkekler kendi itibarlarından daha düşük bir kadın la evlenirlerse kınanırlar. Kadınlar, yaşanılan ve servetleri için tamamen erkeklere bağımlıdırlar. Bugün, bilincin son zamanlardaki popüler görüşü ola rak ayrık beyin modelini hatırladım. Beynin sol yarısı man tıksaldır, doğrusaldır, kelime oluşturabilir vs. Bir anlamda, Freud'un maskülin ve üstün olarak adlandıracağıdır. Bey nin sağ yarısı mantıkdışı, bütüncül, doğrusal olmayan ve uzaysaldır, erkekleştirilmiş Freudyen mekanik dünyasında düşünüleceği üzere, ideal "düşünülemez" beynin feminen ve daha aşağı yanıdır. İ lerledikçe daha net hale gelecek olsa da belirtmek isti yorum ki, bir Freudyen seks, erkekler ve kadınlar teorisini kurtarmaya çalışmıyorum. Sunmakla ilgilendiğim şey, Fre ud' un yapısal psişe bileşenleridir. Ayrıca Freud'un zamanı boyunca evrilen şeyin, fiziğin nesnel alanından psişenin öz nel alanına sürekli mecazi hareket olduğuna dikkat edin. Gerçekliğin doğası hakkında hiçbir biçimde düşünme yen bizler, kendi zamanımızın ürünleriyiz. Deneyimlerimizi modellemek için elimizden gelenin en iyisini yaparız. Fre ud'u pesimist olduğu veya erkek üstünlükçüsü olduğu için suçlamayın. Zaman pesimistti, kadınlar pek "değerli" ola rak düşünülmezdi ve rüya gören evrenin bir bölümü olarak Freud'un aklı, eğer bana metaforik bir kuantum sıçraması yapmam için izin verirseniz, o dönemin yansıtıcısıydı.
43
Bilinçaltının Yaşam - Ölüm Alanı İçgüdüsü Freud'un bilinçaltını keşfi, insan bilincinin en büyük içgörüsü olarak düşünülür. Freud'a göre, bilinçaltı, düşün me ve var olma arasındaki çelişki için bir mantıklı açıklama, bir neden sağlar. Ne düşündüğümüz ille de ne yaptığımız değildir. Davranışımızın gerçek nedenleri olan "bilinçaltı düşüncelere", daha derin nedensel etkenlere veya bağımsız değişkenlere sahibiz. Bu gerçek nedenler, hiçbir zaman, bi linçaltı düşüncelerin akla yatkın hale getirilmesinden başka bir şey olmayan bilinçli düşüncelerimiz değildir. Bu "ger çek" düşünceler, bastırılmış bilinçli düşüncelerdir, başlan gıçta itilen ve sonra bilinçli varlık seviyesinin altında tutu lan veya bilinçaltı hatıralar olarak daha önceden bir şekilde var olan. Freud'un bilinçaltı modelinde erotik ve saldırgan8 ola rak etiketlediği iki temel dürtü veya içgüdü vardır. 1923'te bunların yerine yaşam ve ölüm dürtülerini koymuştur. Bu dürtüler, karşılık olarak, alışkanlıklar ve tekrarlanan kalıp lar hakkında daha sonra hakkında konuşacağım "tekrar et me baskısına" dayandırılabilir. Erotik olan yaşam dürtüsüy le, saldırgan olan da ölüm dürtüsüyle ilişkilendirilmiştir. Bu dürtüleri tartışırken Freud, yaşayan maddelerin, ba sit molekülleri kompleks moleküllere sentezleyen ve tam tersi, kompleks molekülleri basit moleküllere bölen metabo lik işlemlerine atıfta bulundu. Şöyle dedi: "Bu fizyolojik işlemler, dürtülerin her iki sınıfıyla iliş kili olacaktır; her iki çeşit dürtü, yaşayan maddenin her bir parçasında, eşit olmayan oranlarda olsa da, etkin olacaktır. Görünen o ki, tek hücreli organizmaların çok hücreli yaşam biçimlerine birleşmesinin bir sonucu olarak, tek bir hücre nin ölüm içgüdüsü başarılı bir şekilde etkisizleştirilebilir ve yıkıcı dürtüler, kas aparatus vasıtasıyla dış dünyaya çevrile-
44
bilir ve ölüm dürtüsü böylece kendisini ifade ediyor gibi gözükür - dış dünyaya ve diğer organizmalara yöneltilen yıkım dürtüsü gibi."9 Aslında bu, insanın acı çekme özelliğinin doğasına dair kuvvetli bir içgörüdür. Ayrıca insan bilincinin fiziksel dünya da yansıtıldığı araçları gösterir. Bunu daha sonra hayal ale mine ve rüyalarla ilişkisine bağlayacağım. Özet olarak, bu yansıtma mekanizması, rüyaların nasıl meydana geldiği ile yakından bağlıdır - yaşayan beynin yansıtma mekanizması yoluyla. Daha sonraki bir bölümde, yansıtma mekanizması için nörolojik bir kanıt göreceğiz. Eğer Freud'un teorisi doğ ruysa, tüm yaşayan organizmalar kendi ölümlerini dış dün yaya yansıtıyorlar demektir. Bu doğruysa, dünyanın egemen görüşünün düşmanca meydana geldiğine şaşmamalı. Ayrıca bu şekilde bir yansıtmanın temel olarak bir illüzyon olması, anlaşılabilirdir. Orada olan diğer her şey "sizi alacaktır". Ama daha önce söylediğim gibi, hadi bu modeli daha ileriye taşıyalım. Örneğin; yakın zamanda global nükleer yıkım tehdidin den geçtik. Yine de, tarihin bu bölümünü hatırlıyorsanız, ara larında en önemsiz olmayan Yıldız Savaşları (Star Wars) da hil olmak üzere, "cazibeleri" vardı. Sovyetler Birliği'nin güzel bir günde, karadan ateşlenen nükleer bir füze ile Nevada'yı vurması açısından yetersiz olduğu açığa vurulsa da, Amerika Birleşik Devletleri, "dehşet dengesi" araçlarının gelişimine devam etmekten vazgeçmemiştir. Mantıklı açıklamaya bakın: Tüm yaşayan canlıların tamamen nükleer yıkımı için tüm araçları yarattığımız bir gerçekti. Giderek daha fazla nükleer "oyunlar" yaparak, daha fazla yapmaya devam etmeye mec buri hissettik. Ölüm cazibesini, "bizim" dışımızda olanların bizi ele geçirmek için orada oldukları konusunda ısrar ederek, bunu akla yatkın hale getirdik. "Onlar", düşmandı.
45
Ama görünürde insanlık gelişiminin o kritik dönemi nin üstesinden geldik. Yaşam içgüdüsünü dış dünyaya aynı �ekilde yansıttık. Hiçbir şekilde umutsuz değildik. Eğer bir güdü yansıtılabiliyorsa, her iki güdünün de yansıtılabilece ğinin, çünkü her iki güdünün de, Freudyen açısından, ortak bir kaynağı, bilinçaltı içinde içgüdü alanı olduğunun farkı na varmak önemlidir. Silahsızlanmak için insanların istekliliği karşılık bekle meksizin birbirine yardım etme, sevme isteği vs. gibi, yaşamı devam ettirme güdüsü, her "yaşayan canlı parçasında", bu güdüden doğan yaşamı devam ettirme yansımasıdır. Ancak bu dürtülerle güdümlü olan bu baskıyı hisseden nedir? Freud'un zamanında, kişinin uygulamayı hayal edebi leceği terimler, klasik elektromanyetizmadan gelecektir. Bu yüzden beyinde elektrik şarjını ilerletmeye muktedir bir şey olmalıdır. Başka bir deyişle, bilinçaltı içinde "şarj olma" kapa sitesine sahip bir yapı.
Ego ve Ben Bu yapı Freudyen modelde ego'dur. Şimdi bu çok meka nik terimlerde, nesnel hayat ve ölüm güdülerini tanımlamak için, sanki bir elektrik alanının zıt kutup şarjlarıymış gibi ve ego da, sanki alanda beynin içinde sürtünerek gidip gelen bir elektrik topu gibi, çok uygun olan bir metafora bakıyo ruz. Top olan ego hareket ettikçe, pozitif ya da negatif elek trik şarjı yüklenir. Sonuç olarak, şarjına bağlı olarak öyle ya da böyle mekik dokur. Egonun değişme yeteneği vardır ve bu modelde şarj elde ederek ve bunun bir sonucu olarak, hem pozitif hem negatif olmak üzere zıt iki kutup şarjının varlığını hisseder. Bu nedenle ego, ikisi arasında, yüklendiği şarjın ne kadar fazla ve ne çeşit olduğuna bağlı olarak rastgele güdülenir.
46
Eğer pozitif yönde şarj olursa, negatif-ölüm şarjına daha çok çekilir. Bu onu yaşamla ölüm arasında, yaşamdan dengeye geri çeker. Eğer çok fazla ölüm şarjı kazanırsa, yaşam şarjıy la diğer yöne doğru çekilir - yine üzerine rastgele etkili olduğu görünen kör güdüleri dengeler. Freud'un modelini daha fazla takip ederek, bu güdüler veya daha iyisi bizim bu güdülere verdiğimiz cevaplar, ta rafımızdan duygular olarak hissedilir. Duygusal olarak "şarj olmuş" hale geldiğimizde, bilinçaltımızda, temel yaşam ve ölüm şarjlarının varlığına daha duyarlıyızdır. Bu yüzden, duygusal hisler, bu en temel deneyim seviyesinde, bilinçaltı benliğimizin yaşam ve ölümle oyunudur. O zaman cinsel enerjimiz, libidomuz, bilinçaltı alan çizgilerinin mücadele eden deneyimleri yoluyla, bu şarjların hareketidir. Bu anlamda seks, bilinçaltı içinde, yaşam ve ölüm gü dülerinin kutuplarıyla üretilen bir alandır. "Petite nıort" veya "küçük ölüm" cinsel doruk hissini (orgazm) ifade etmek için kullanılır. Cinsellik, ifadesinde hem yaşam hem de ölüm kutuplarını kapsar.
Freud'u Özetlemek Ego, hepimizin deneyimlediği "ben" hissine karşılık ge lir. İd (10. Bölüm'de id hakkında daha fazla şey bulabilirsiniz), sanki ego farkındalığındanmış gibi, saklı deneyim dünyasına karşılık gelir. Deneyimlediğimiz "oradaki" dünya, id'den or taya çıkar. Bu mekanizmaya yansıtma denir; duyum, algıla ma ve kavramadan oluşur. Bastırma, tedbirli kendini gözlem leme işleminden kaynaklanır. Tüm bu eski fikirler yeniden ortaya çıkacak, ama burada gördüğümüz şekilde değil. Sorun şudur ki, özben nasıl ortaya çıkar? Ego ve id ayrımı nasıl meydana gelir? Ve rüyalar nasıl dünyanın ve gözlemcinin ortaya çıktığı bir zemindir? Bunu görmeye henüz başlıyoruz.
47
Isaac Newton'un fiziksel dünyanın yapısı çalışması ı ıl•yse, Freud'un psişe yapısı çalışması da ona eşittir. Özne vı· nesne ayrımı sorusu, sırf öz referansın fiziksel bir işlem ı ılcıbileceğine dair hiçbir fikrimiz olmadığından dolayı onun 1 1manında ele alınamamıştır. Bunun, kuantum fiziğinin bir ı;ok dünya yorumunda, kendiliğinden meydana gelen bir kavram olduğunu gördüğümüzde, bu tekrar gündeme gele rektir. Bir sonraki bölümde, Jung'un psikolojik çalışmaların da, nesne ile özne arasındaki ayrımı bulandırmak için ilk te �ebbüslerine bakacağız. Freud'un Newton'la kıyaslanabil d iği gibi, Jung'u Niels Bohr'la, kuantum fiziğinin baba/ana figürüyle kıyaslayacağız. Jung, bizi eşzamanlılık fikriyle ya ni nedenselliği aşan ve bizi özne ile nesne arasındaki ilişki nin yeni bir anlayışına götüren, evrenin gerekli bir düzeniy le tanıştıracak. Jung'un eşzamanlılığı, rüya görenle rüyayı, özbenle evreni birleştiren bir ağdır. .•
48
49
3. BÖLÜM
JUNG'UN FİZİGİ EŞZAMANLILIK - EVRENiN RUYASININ iSPATI . .
.
"Llixgrijb, yavaş yavaş düşiindü. Yer adı verilen bir kavram düşündü ve bir tane yaratmaya girişti . . . Sonra başka bir tane . . . Sonra onları birbirine bağlayarak . . . Llixgrijb içindeki lıer şeıJin diğer her şeye bağlı olduğu bir evren yarattı. 11
- Wim Coleman ve Pat Perrin - The }amais Vu Paper1
"Bilim adamlarının anlamadığı herhangi bir bilim.
11
- Alfred Adler, mistisizm tanımı2 "Psişe, içsel bir merkezden dışa doğru fiziksel dünyaya, dışadönüklük duygusunda hareket ediyor gibi görünür." - Wolfgang PauJi3 Freud'un mekanizmaya dayanarak psişenin bilimsel yapısını sunması gibi, Jung daha ileri gitmiş ve bu yapının zaman sıralı ve etki-tepki ilişkili olanlardan daha anlamlı i lişkiler içermesi gerektiğini göstermiştir. Bir bakıma Freud bunun ipucunu, id'i "zamansız" olarak modelleyerek ver miştir. Jung, bu diğer çeşit ilişkileri eşzamanlı olarak adlan-
50
dırmıştır. Jungyen ilişkiler, bir anlam fiziği ve özben ve psi şe anlayışını kurmak için ilk "bilimsel" teşebbüslerdir. Bu bakımdan Jung, Freud'a göre rüyalara çok daha fazla önem vermiştir. Bu bölümde sadece Jung'un rüyalarla ilgili fikirlerine değil, aynı zamanda insan psişesi modeline de değinmek is tiyorum. Sizi şimdi neden Jungyen psişe modeliyle meşgul etmeliyim? En sonunda psişe ile fiziksel arasında bir bağ lantı kurmak istiyorum. Burada rüyaların gerçek anlamda maddenin bir bölümü olduğunu - aslında evrenin kendisi nin rüya gördüğünü - göstermeye çalışan bir model inşa et meye kalkışıyorum. Şimdi, bu gerçekten uzun bir hikaye gibi görünüyor. Rüyaların maddenin bir parçası olmasıyla neyi kastediyor olabilirim? Karşı karşıya geldiğimiz temel gizem, maddenin nasıl bilinçli hale geldiğidir. Basitçe söylemek gerekirse, madde den meydana geldiğimizi iddia ediyorsak, o zaman o mad de görünürde nasıl görün tü ve düşünceleri üretiyor veya yaratıyor? Yahut daha kabaca söylersek, et nasıl rüya gö rür? Mad dede, bir şekilde açığa çıkarıldığı zaman madde nin zaten bilinçli olduğunu ve bize, kendimiz olarak bilin cini açığa çıkarmak için sadece doğru çevreyi beklediğini gösterecek hayati bir özelliği var mıdır? Bu özellik nedir? Bunun cevabını görmek için psişenin ne olduğunu ve nasıl çalıştığını anlamamız gerekir. Bu bölümde psişenin Jungyen kavramının kuantum fizik kanunlarıyla ilgisi olabi leceğini göstermeyi umuyorum - Jung'un kendisinin müm kün olduğuna inandığı ama elde etmenin zor olduğunu dü şündüğü bir şey. Hem Jung'un hem de Freud'un modelleri üzerine inşa etmek istiyorum. Burada göz önünde tuthığum önemli bir bölüm, Jung'un eşzamanlılık dediği şeyin rolüdür - herhangi bir nedensel mekanizmayla bağlanamayan olaylardan anlamın
51
v ı ı karı çıkması. Akıl ve madde arasındaki kuantum-fiziksel l ı.ığlantıyı yapmak açısından en zengin cevher, bu kavram ' l . ı bulunur. Bu bağlantı, sonunda gece rüyalarını gündüz n ı yalarına - daha sonraki bir bölümde açıklayacağım hayal .ı lı•mini-bağlayacaktır. Eşzamanlılık, "büyük rüya görenin" ı ılduğuna dair bir ipucudur ve biz, onun rüyasının bir par '"ısıyız. Cari Jung'u Freud'la karşılaştırdığımız zaman, Jung'un riiyaların ve psikolojinin alternatif görüşünü sunduğunu )',iirürüz. 1 907'de Freud'u Viyana'da ziyaret etmiştir ve ikisi, l ı i rkaç yıl sonra ortaya çıkan bir dostluk kurmuşlardır. Jung, doğası gereği tamamen cinsel olarak Freud'un psişik ener j iyle büyülenmesini asılsız hissetmiştir. Ayrıca Freud'un rü ya yorumlarının çok kısıtlayıcı olduğunu düşünmüştür.
]ung'un Rüya Teorisi Jung, Freud'un rüyanın erotik unsurlarının çok fazla ü ı.erinde durduğuna inanıyordu. Ayrıca arzu tatmininin, tüm rüyaların altında yatmaktan veya tüm rüyaların nedeni ol maktan çok öte, küçük bir neden olduğuna inanıyordu. Jung, rüyaların sadece kabul edilmemiş arzuların bashrılması de ğil, ayrıca yaratıcı açıdan da gerekli olduğuna inanıyordu. Rüyalar aslında bilinçli akıl için yeni bilgi üretiyordu. Jung, rüya sembollerinin sadece bilgi saklamak için uydurulduğu nu değil, arketip admı verdiği evrensel bir dilin biçimi oldu ğunu da hissediyordu. Bunlar, modern bir deyişle, sembolik biçimde yazılsalar bile fiziksel gerçeklikle ilgili fikirlerimizi temsil eden günümüzdeki matematik denklemlerinin çözüm leri gibi, sembolik terimlerle verilen yeni bir gerçekliği tanım layan denklemlerin çözümleriydi. Bir fındıkkabuğunda Freud, uykunun neden olduğu ve rüyaların uykunun devam etmesine izin veren gerekli sonuç
52
olduğuna inanmaya devam ederken, Jung, rüyaların esas ol duğuna ve uykunun, rüyanın meydana gelebilmesine izin veren bilincin yeterli değişimi olduğuna inarnyordu. Cari Gustav Jung, 1875 yılında İ sviçre'de doğdu. İ lk gençlik döneminden 1961'de ölümüne kadar, insan psişesi nin spiritüel ve mistik yanıyla derinden ilgiliydi. Dolayısıy la, sembolizm, parapsikoloji, modem fizik ve dinler gibi - ö zellikle Hıristiyanlık - araştırma alanları, psikolojik teorile rinde önemli bir rol oynadı. Bir sayının değeriyle olduğu kadar anlamıyla da ilgilenirdi. Bu bakımdan eski Kabalistler ve Pisagor yanlıları gibiydi. Jung, bilinçaltıyla bilinç arasında aralıksız devam eden bir etkileşim olduğunu gördü. İ kisi bir aklın açılarıydı. Ak sine Freud, bilinçaltı maddesinin bilinçli akılla "savaşta" ol duğunu ve her zaman, hoş olmayan içeriğini kasvetli id'e geri itmeye teşebbüs ettiğini hissetti. Her ikisi de, bilinçaltı aklımızın bizimle rüyalar yoluyla konuştuğu konusunda hemfikirdi. Jung; rüyaların tüm var lığımızın doğal ve önemli bir parçası olduğuna inandı. Rü ya, bize kendimizi anlatan görüntüleri kullandı. Ama bir rü ya bize bilmediğimiz neyi söyleyebilirdi? Bize hayatlarımız daki umursamadığımız, bastırdığımız veya sadece tam istifade etmediğimiz şeyleri gösterebilirdi . Rüyalar tehlikeli veya çılgın değildi ve istekleri tatmin etmesi de şart değildi. Rüyalar gizli bir dilde de ifade edilmiyordu; bunun yerine kendimizden kendimize gerçek mesajlardı. Freud, rüyaların sonunda bir şeyi saklamak anlamına geldiğine inanırken, Jung bir şeyi açığa çıkarmak için olduklarına inanıyordu. Jung, rüyaların kaynaktan bahsettiğini, yeni fikirlerin nerede yaratıldığını gösterdiğini ve geçmişteki davranışları mızı açıklayan nedenler olmadıklarını hissetti. Bunun yerine rüyalar, gelecekteki davranışımız hakkında bize bir şey an latmaları için kullanılmalıydı.
53
Ama Jung, rüyaların aşikar garipliğini ve bazen tanıdık gelmeyen görüntülerini nasıl açıklayacaktı? Jung'un, bilimin sınırlarının ötesine geçişinin izleri buradadır. Jung, içinden tüm insanlar için ortak olan belli görüntülerin göründüğü evrensel bir bilinçaltının varlığını doğru kabul etmiştir. Bu rada önemli olan görüntünün kendisi değildir, ama tüm in sanlar için ortak nokta olan görüntünün eğilimidir - görün tünün altında yatan bir özdür. Jung, bu öze, "arketip" adını verir. Sonuç olarak, eğer kendimizin bazı önemli parçalarını görmezden gelirsek, rüyalarımız bu arketipi yansıtacak gör sel görüntüler üretebilir. Gerçek görüntü farklı toplumlarda farklı olabilir, ama arketipin anlamı tüm toplumlarda aynı olacaktır. Daha sonra, arketipi, fiziksel zaman ve mekanda meydana gelen olayların eğilimlerini yansıtan ve arketiple rin daha yüksek seviyede bir özreferans işaretleri olduğuna işaret eden kuanhım fiziğinin dalga fonksiyonuna bağlama ya teşebbüs edeceğim. Bu daha sonra, bir görüntünün kendimizden bir şey sakladığı düşüncesinden, görüntünün anlamını araştırmaya götürür. Neden rüya görüntüleri vardır? Görünen o ki, biz kelimelerle değil görüntülerle rüya görüyoruz, çünkü gö rüntüler dış dünya ile başa çıkmamız için temel ve muhte melen ilk yoldur. Ayrıca görüntülerin hislerimizle fazlasıy la bağlantılı olduğunu iddia edebilirim ve daha sonraki bir bölümde göreceğimiz üzere hisler duyguları yaratır ve duy gular anılara sahip olmada hayatidir. Diğer bir deyişle, her hangi bir hisse sahip olmadığımız şeyi hatırlayamayız. Şimdi, hislerin ne olduğunu düşünmek için Jung'un onlardan nasıl bahsettiğine bakalım. Bunu yapmak için önce Jung'un psişe modelindeki bazı önemli teorik yapıları dik kate almalıyız. Freud'unkinden farklılaşan birkaç terim var d ır.
54
fung 'un Bireyleşmesi: Olmayandan Ben İ lk olarak, Jung'un modelindeki önemli bir kavram, bi reyleşme süreciydi. Bu, aklın hem bilinçli hem bilinçaltı bö lümlerini içeren açısı olan psişenin merkezi ile bilincin mer kezi bölümü olan ego arasında bir bağlantının meydana gel diği, kişisel bir gelişimdi. Egonun özbene4 bağlandığını söy lerdi. İkinci olarak, Jung'un ana kavramları tutumları içerir di. Tutumlar, davranışların nitelendirmesiydi. Onları içedö nüş ve dışadönüş olarak etiketledi. İ çe dönük, çekingen, ruh sal işlere odaklanandı. Dışa dönük, cana yakın, dış dünyaya odaklanandı. Hiç kimsenin saf bir tutumsal davranışı ol mazken - bazen bir deli gibi hissedersiniz, bazen hissetmez siniz - her birimiz bir tutumu diğerinden kayıran eğilimlere sahibiz. İ çedönüş ve dışadönüş birbirini tamamlayıcıdır. Dün yaya içe dönük olarak bağlanırken kişi kendi düşünceleri ile ilgilenir. Öte yandan dışa dönük olan, diğerlerinin düşünce ve deneyimleriyle ilgilenir. İ çe dönük, kendi düşüncelerine güvenir. Dışa dönük, dış dünyanın düşüncelerine dayanır. Jung, bu süreçlerle, bir enerjik süreç - enerji akışı - olarak ta nımladığı libido açısından ilgilenmiştir. Üçüncü olarak Jung, fonksiyonlarla ilgilenmiştir. Jung'un fonksiyonları düşünme, hissetme, algılama ve sez medir. Bunların her birinin, bu kelimeleri sıradan kulanımı mızla ilgili, ama özgünlük olarak farklı olan daha özel an lamları vardır. Örneğin, bir kişiye düşünme açısından yeter siz olduğunu veya onun için düşünmenin daha aşağı bir fonksiyon olduğunu söylemek, özellikle o kişi güçlü ve üs tün bir algılama işlevine sahipse, zannedersem, burnumun yumruklanmasıyla sonuçlanacaktır.
55
Bu fonksiyonlar, psişik boyutlar veya daha iyisi psişik
ı:.f,.,,ıciler olarak görülebilir. Göze çarpan bir şekilde, fiziksel ı l i.ı nyadaki gözlemlenebilenleri temsil eden kuantum-meka ı ı i k işlemcilere benzerler (10. Bölüm'ün alhndaki 10. dipnota l ı.ı kınız). Fiziksel dünyanın gözlenebilir nitelikleri olan ko ıııım ve momentum nasıl tamamlayıcı ise, düşünme ve his �.t'lme de aynı açıdan tamamlayıcıdır.5 Benzer şekilde, düşünme fonksiyonunu yaşamındaki ı ılaylarla baş etmede "zamanın çoğunda" kullanan bir kişi, ı.. ı •ndini doğrular, kişisel olmayan öznel yargılar, durumlara ınantıklı kriter uygulaması, soyut mantık ve sürekli tartışma ıı,wisinde bulacaktır. Şüphesiz iyi bir planlamacı olur. Diğer yandan, "zamanın çoğunda" hissetme fonksiyo ı ı u n u kullanırsa, nesnel kişisel yargılarını kullanarak olayla rırı üstesinden gelecektir. Gerçek göreceli olacak ve mutlak olmayacaktır - "bu doğru" diye hissedecektir, doğru olmalı d iye düşünmeyecektir. Duygusal düşünceler, herhangi bir mantıksal nedenden - iyi, kötü veya başka - daha ağır basa caktır. Yavan entelektüel deneyime, güçlü duygusal deneyi mi tercih edecektir. Özet olarak, düşünürler anlaşılmak için kelimeleri, his sedenler ise duygulan kullanırlar. Jung'a göre, kişi eşit oranda gelişmiş düşünme ve his setmeye sahip olamaz. Biri diğerinden ağır basar. Biri daha aşağıdadır. Dr.Marie-Louise von Franz'ın (iyi bilinen bir psi kolog ve yazar, Jung'un himayesinde olan biri) bana hisset me fonksiyonunun daha aşağı olduğunu söylediğinde nasıl şok olduğumu hatırlıyorum. Bu nedenle, düşünme ve hissetme, seçenekleri değer lendirmede ve karar almada kullanılan işlemcilerdir. Bir kişi aynı anda hem çok duygusal hem çok mantıklı olarak bir o layı değerlendiremez. Geriye dönüp baktığında bu müm kün olabilir, ama o olay yaşanırken, bir işlemciyi nPt bir şe-
56
kilde harcayıp diğer işlemciyi kullanırken bulabilir. Halbuki düşünme ve hissetme değerlendirici fonksi yonlardır - yani kişi ne düşünüldüğüne veya ne hissedildi ğine değer atar - algılama ve sezme değersizdir. Algılama, direkt deneyim, somut sonuçlar, teorilerden ziyade deney sel kanıtlar ve görülebilen, hissedilebilen, tadılabilen, doku nulabilen veya duyulabilen üzerine odaklanmayı kasteder.6 "Duyumcular" analiz yerine direkt ölçülebilir deneyimler ister. "Aklı başına gelmekle" ilgilenirler. (ÇN: Yazar burada İngilizce "coming to one's senses" deyimini kullanarak du yu organları anlamına gelen "sense" kelimesi ile kelime o yunu yapmıştır) Duyu tipleri, ani olaylarla iyi ilgilenir ve krizler ve acil durumlarla daha kolay başa çıkar. Bir savaş alanında, yara lanmış bedeninizle ilgilenmesi için duyu-tipi bir tıbbi emir erini istersiniz. Bir araba kazasında, duyu tipleri ne yapıl ması gerektiğini bilme konusunda yeterince "soğukkanlı" o lacaktır. Araç ve malzemelerle iyi çalışırlar. Duyumculara tamamlayıcı, sezgicilerdir. Bu insanlar, zamanla doğrusal olmayan bir biçimde ilgilenirler. Geçmiş teki, şimdiki ve gelecekteki muhtemel deneyimlere dayana rak bilgiyi işlerler. Sezgici tipler için gelecek, geçmiş ve şim diden daha önemlidir. Sezgici tip sevişirken yüksek sesle dünya dışı hayat, kozmik içgörü ve boşalmanın zamanın tersine bir kara delikten maddenin kendiliğinden saçılması olarak evrenin yaratılışı ile kıyaslanması hakkında bir hika ye örebilir. Çoğunlukla güçlü bir şekilde gelişen sezgiciler, duyu deneyimlerine ilgili olan şeyleri ve anlamları o kadar çabuk eklerler ki, çevrelerindeki insanlar nefeslerinin kesildiğini hisseder. Böyle insanlar genellikle daha gergin varlıklar ola rak açığa çıkarlar. Evrensel resmin bütünlüğünü, hayal gü cünün gerçeklerle bağlı alışılmadık sıçramaları ve sınırlarıy-
57
1 . ı gürebilirler. Fikirlerle iyi ·çalışırlar, ama uygulanabilme ı l ı ı yusunun az olmasından muzdariptirler. Dünyayı aynı anda sezgisel ve duyusal olarak dene ı· ı rn lemek her zaman mümkün değildir. Bu fonksiyonlar, . ı ı ı �i.i nme ve hissetmeyle eşit oranda tamamlayıcıdırlar. An ı . ı k, hem sezgiye hem düşünmeye sahip olmak veya daha w;l ii n hissetmek mümkündür. Başka bir deyişle, bir kişi sez ı-.ısı·I bir düşünür veya sezgisel bir hisseden olarak eşit oran ı l . ı gelişmiş ve işlevsel olabilir. Veya belki de, kişi üstün fonksiyonları olarak hissetme ı·ı· duyumsamaya sahiptir. Matematikte zorlanabilir, ama iyi 1 ıı r dansçı olabilir. Sezgisel-hissedici bir üstünlük, planlama vı·tı>neğinden yoksun, ama birçok farklı kişiyle iyi geçinen i v ı bir satış müdürü olur. İyi bir kişisel gelişim danışmanı ve y,ı .ımigo kız olabilir. Jung, bu fonksiyonel tipolojiyi grafiksel olarak Şekil 1 ' ı lı•ki gibi göstermiştir. Burada sezgisi çok iyi, hissetme l unksiyonu az biraz gelişmiş bir kişiyi görüyoruz. Düşünme tunksiyonu daha aşağıdadır (bilinçaltı) ve duyu fonksiyonu 1,·1 1k derin bilinçaltındadır. Bu kişi, dış dünyayı çok az göre n · k kafası bulutlarda dolaşıyor gibidir. Geçmişte iyi şeyler y.ı pıp yapmadığı ve bunun belli insanlarla ilişkisinin gelece f;i n i nasıl yaratacağı ve değiştireceği gibi davranışlarının di ı:ı·rlerini nasıl etkilediği ile ilgilidir. Bir sonraki Şekil 2'de, daha dengeli bir birey görüyo r u z . İyi bir teorik bilim adamı olur, ama muhtemelen erkek l t - r için doğum kontrolü hakkındaki düşüncelerinin, yerel ı·rkekler kulübü üyeleri arasında neden düşmanlıkla karşı1.ındığını anlamakta yetersizdir. Diğer yandan, Şekil 3'te gösterilen kişi, ideal deneysel l ıilim adamını oluşturur. Büyük ölçüde şimdi ve buradayla i lgilenecektir. Bulmaca çözmekten keyif alacaktır ve çözmek i�·in hayal gücü sıçramaları gerektirmeyen matematik en
58
güçlü yanı olacaktır. Eğer bir sözcü ya da yazar olsaydı, ça lışmaları yüksek organizasyon yeteneği gösterirdi. Gerçek lerin bir anlamı olur ve teoriler şüpheyle karşılanırdı. Şekil 4'te gösterilen kişiyi, kendim de düşünen-sezgisel tipte olduğum için muhtemelen çok çekici bulurdum. ŞEKiL 1 ;---··-···-·----· --- -·-··-··--·---·-· BiLiNÇ SEZGi
HiSSETME
.· . . . . · ·· ·
·
BILl�Ç �Fl
..
.·
... ..
.
...... · · ·
DÜŞÜNME
DUYU
B lı..INÇAL T1
Jung'un Enerji-Libido Kavramı Jung'un libido kavramı, Freud'unkinden temel detay larda farklılaşır. Freud'un libidoyu başlıca cinsel enerji ola rak görmesinin yanında, Jung onu bir enerji olarak ele aldı fizikte bahsedilenle aynı türde bir enerji.7 Psişik enerji kav ramının, fizikte bulunanlar kadar fazla sayıda ölçüm ve farklı biçimlerle birlikte, bilimde fiziksel enerji kadar açıkla yıcı olduğuna inandı.
.
59
. . . ŞEKIL 2 BiLiNÇ
.... BEZGi
. . . . .. . . 81LlllÇ
. UFKU .
.
. . . .. . .... . . .
HISSETll E .
DUYU BILINÇAL T1
_J
EKl\:1___________.....•.....••·-·····---···-··-----------� BiLiNÇ
DUYU
DO$ÜNME . . . . BiLiNÇ Ul'KU .
..
.
••······
.
.. .........
SEZGi
HISllETlılE
..
Blı..INÇALTI ··-··-----
_J
60
ŞEKIL 4 BiLiNÇ DUYU
HiSSETME
.
.
.
BiLiNÇ UFKU
DÜŞÜNME
SEZGi BiLiNÇALTI
Ama psişik enerjiyi, fiziksel enerji çerçevesine oturtma nın ilginç olmadığını, çünkü çok belirsiz bir varsayım oldu ğunu hissetti. Paradoksal olarak böyle bir bağlanh yapma taraftarı olmasından şüpheleniyorum. Böyle yapmaktaki gönülsüzlüğü, bu biçimdeki bir enerjinin niceliksel veya sa yısal değerlendirmesinin başarılmasının çok zor olduğuna dair inancından kaynaklanabilir. Bunun yerine, enerjik kav ramının yararlı olduğu sonucuna vardı, çünkü miktarları tahmin etme veya sayısal ölçüye başvurmadan kıyaslama ihtimalini sağladı. s Bu noktada, enerji kavramıyla ilgili küçük bir yan seya hate çıkmak istiyorum. Bu gezintinin sonunda nedenini açıklayacağım. Enerjiyi tartışırken, enerjinin gerçekten ne ol duğunu bilen, yaşayan bir fizikçi olmadığına işaret etmek isterim. Ortaya koyabildiğimiz en iyi nokta, işgücü veya kuvvetin, o kuvvetin uygulandığı mesafeyle çarpılması açı-
61
sından tanımlanır. Böylece, 5 feet mesafeden uygulanan 1 0 poundluk bir kuvvet, 50 foot-pound enerji kullanır veya sa lar. Sanki bu terim oldukça ölçülebilirmiş9 gibi kullanmamı za rağmen, hiç kimse enerjiyi görmemiş veya hissetmemiştir. Matematik ve ileri fizikteki gelişmeler, özellikle Einste in göreceliliği, yoluyla, bu kavramı değiştirdik, soyut ve du yarsız yaptık. Enerjiyi hissetmeyiz. Ne zaman bir fiziksel sistem değişimden geçse, sonuçlarına şahit oluruz. Fizik, enerjinin onu daha soyut yapan genelliğini tanı dığı zaman, daha güçlü bir kavram haline geldi. Freudyen dönemde daha faydalı olan işgücii ve kuvvet terimleri, yeni fizik dönemi kendini bilinçte öne sürmeye başlayınca, de mode olmaya başlamıştı. Ancak kuvvet kavramıyla, ani bir nedensellik hissi ve mantıksal pozitivizmin temel bilgisi vardı. Eğer çalıştıysa şeyler vardı (yani mevcuttu). Mekanik netti ve soyut değildi. Buradan iterdiniz, oradan çıkardı. Neden etkiye yol açardı. Geçmiş, şimdiki ve gelecek zaman ayrıydı. Enerji kavramıyla birlikte, düşüncelerimiz zorunlu ola rak daha soyut ve daha zamansız hale geldi. Enerjide ne densellik yoktur. Şeyler, sadece bir enerji biçiminden diğeri ne dönüşür. Enerji olarak bir yumurta yere düştüğünde ne den yapışkan maddeye dönüştüğünün nedeni yoktur.10 Her i ki şekilde de yumurtanın enerjisi aynıdır.11 Yumurtayı geç mişine doğru takip ettiğimizde katıdan yapışkan maddeye dönüşüm dizisinin aynı enerjiyi sürdürdüğünü görürüz. E nerj inin muhafaza edildiğini söyleriz. Jung, enerjinin eşdeğerlik prensibi ile ilgiliydi. Enerji muhafaza kanununun direkt bir sonucu olarak ifade edile hi lir. Bir sistem enerji kaybı ya da kazanımı gibi bir enerji değişiminden geçtiğinde, buna karşılık bir enerji kaybı ya da kazanımından geçen diğer bir sistem de olmalıdır. Bu yi.i zden bir sistemden diğerine aynı miktarda enerji aktarılır.
62
Jung bunun, nevrozların tedavisi araştırmasında farkı na varmıştır. Şöyle yazmıştır: Uygulanması her zaman bilinçli olmasa bile, yine de hisle veya içgüdüsel olarak uygularsınız. Örnek verecek o lursak, bir bilinçli değer, diyelim ki bir aktarma, azaldığında veya gerçekten yok olduğunda, hemen yedek oluşumu arar sınız, başka bir yerde aynı değerin çıktığını görmeyi bekler siniz.12 Eğer yedek oluşum meydana gelmezse, libido yok olmuş gibi görünecektir. Nobel ödüllü fizikçi Richard Feyn man 13 tarafından yazılan eğlenceli bir hikayede, Afacan Dennis (Dennis The Mennace)'e annesi tarafından 28 adet yıkılamaz blok verilir. Günün başlangıcında annesi onu bloklarla bir odaya koyar ve gider. Günün sonunda geri dö ner ve onu 26 blokla bulur. Odanın açık penceresinden dışa rı bakıp dikkatle araştırdığında, çalılıklarda kısmen saklı iki bloğu ortaya çıkarır. Başka bir gün döner ve 30 blok bulunca şaşırır! Ama yan komşudaki çocuğun, Bruce, ziyarete geldi ği ve arkasında iki blok bıraktığı anlaşılınca gizem çabucak çözülür. Bruce'un bloklarını iade edip, Bruce'un annesine Bruce'un ziyaret etmemesi konusunda sıkıca tembihleyerek ve camı kapatarak, Dennis'in annesi sabah yine evden çıkar. Geri döndüğünde Dennis'i sadece 25 blokla bulur. Ancak o dada bir kutu vardır, oyuncak kutusu ve kutuyu açmaya gi der. Ama Dennis yaygarayı koparır, "Hayır! Kutuyu açma," diye bağırır. Zeki olan anne, bir bloğun 3 ons geldiğini bilir. Ayrıca kutunun ağırlığının boşken 16 ons olduğunu da bilir. Böylece kutuyu tartar, 25 ons geldiğini görür ve blokların muhafazası formülünü uygular:
görülen bloklar) + (kutunun ağırlığı-16 ons)/3 ons = 28. (25 blok) + (25-1 6)13 = (25) + (9)13 = 28.
63
Bir sonraki gün onu yeni bir sürpriz beklemektedir. kirli suyun seviyesinin değiştiğini fark eder. Ço ı ı ı k suya blokları atmaktadır ve çok kirli olduğundan onları ı'.ı ırL•memektedir. Ama suda kaç tane blok olduğunu, formü l ı ı ı ıe başka bir koşul ekleyerek bulabilir. Suyun ilk yüksekli f'. ı (1 inç olduğundan dolayı ve her bir blok suyu bir inçin ı l ı ı rtte biri kadar yükselttiğinden dolayı, şunu yazar: k. i ı vetteki
(görülen bloklar) + (kııtunıın ağırlığı- 1 6 ons)/3 ons + (suyun yüksekliği - 6 inç)/çeyrek inç 28. =
Dennis'in öne sürdüğü eklenen her karmaşıklıkla, dün v.ısı daha şaşırtıcı hale gelir. Bir süre sonra, blokların-muha t . 1 1.<1sı formülünde tamamıyla farklı koşullar olacaktır. Den ı ı is' i n sihirli çocuk-hayalgücü ile birlikte, belki de bir bloğu ı ı.ısıl "imha edeceğini" veya ortadan kaldıracağını keşfede ı ı · k t i r. Ama annesi dikkatlice köşede talaş veya tavanda is a ı.ı makta ısrar edecektir. Bir bloğun görünmediğini tespit ettiği her defasında, l ı i r yerde saklıydı veya değişmişti. Bloklar enerji kavramının l ı ı r a nalojisidir. Enerji, sadece muhafaza edildiği zaman fay ı l . ı l ı bir kavramdır, yani aşikar olmadığı zaman bir şekilde .u;ı klık getirebiliyorsak. Ancak fizikte başlamak için bloklar \'ı ık tu r. Sahip olduğumuz tek şey, enerj inin nasıl şekil aldı ) ', 1 1 1 1 gösteren formüllerdir, ama kendisi değildir. Şimdi size neden bu "enerji" sapmasını yaptığımı açık1.ıyayım. Özet olarak, enerji temel veya ilkel bir kavramdır. l >na arketip derdim. Tıpkı rüyalarda görünen bir arketip gi1 ıi, sahip olduğumuz enerjinin resmi, toplumumuzda nasıl h. t ı llandığımıza bağlı olarak oldukça farklıdır. Ayrıca enerji h..ı vramının kolektif bilinçaltının bir bölümü olarak ortaya � ı ktığını iddia ederdim. Evrenseldir ve birçok biçim alabilir. l l i r sistemin enerjisini, "orada" fiziksel dünyada arayış, l t ı ngyen açısından bir rüyanın anlamını "burada" rüya gö n·n dünyamızda aramaya benzer.
64
Bu nedenledir ki, Jung enerjinin fiziksel dünya kadar psişik fonksiyona da uygulanabilecek evrensel bir kavram olduğunu farz etmekte haklı olabilir. Sonra Jung, enerjinin nasıl iki özelliği olduğunu tanımlar, yoğunluk ve yaygınlık. Enerjinin yaygınlığı, yapısı, yani yoğunluğu, değişmeden bir yapıdan diğerine aktarılamaz. Jung, yaygınlıkla enerjinin kalitesine atıfta bulunur. Başka bir deyişle, bir enerji dönü şümü meydana geldiğinde, bir yerden başka bir yere hare ket eden "bir şey" olduğuna işaret eder. Örneğin dimdik vurulan bir top, sürekli dönüşümden geçen bir enerji taşır. Kinetik enerjisi ve yerçekimsel potansi yel enerjisi vardır: Top yükseldikçe, kinetik enerji miktarı sürekli olarak potansiyel enerjiye aktarılır. Böylece yörünge sinin tepesinde, top anlık olarak dinlenmededir, yani kinetik enerjisi hiç yoktur, ama tam potansiyel enerjisi vardır. Enerji miktarlarını değerlendirmek yoğundur, ama kinetik ve po tansiyelin nitelikleri yaygındır. Top, kinetik niteliğini potan siyel niteliğe, örneğin parçalara ayrılmayla şeklini değiştir meden, transfer edemez. Benzer şekilde, transfer edilemeyen bir psişik yaygın etken vardır.14 Jung'un yaygınlık ve yoğunluk kavramları, David Bohm'un, hakkında sonra daha çok şey söyleyeceğim saklı ve açık düzen kavramlarının atalarıdır. Bunlar ayrıca dünyanın nesnelere ve nesnelerin hareketine kavramsal bö lünmesinin atalarıdır. Bir tamamlayıcılık, deneyimle üste sinden gelmenin ikili yolunu oluşhırurlar. Akıl ve madde, fiziksel ve ruhsal, kelimeler ve görüntüler arasındaki bölün menin ipuçlar�dırlar.
Jung, Eşzamanlılık ve Yeni Fizikten Etkilenme Cari Jung, önemli bir noktada Sigmund Freud'un çalış masının ötesine geçen bir teori yaratmış ve geliştirmiştir: in-
65
ın psişesinde düzenin nedeni olmayan şekilde var olabile n·ğinin farkına varmıştır. Bu, insanların bazı durumları nor ı ıı a l bir geçici etki-tepki düzeninde i lişkili olamayan şekilde ı l l•neyimleyebilecekleri anlamına gelir, yani sorunlarla veya .ıııi kazançlarla karşılaştığımızda sıklıkla kullandığımız " B unu hak edecek ne yaptım?" sorusunu sorduğumuz za ıııanki olağan tavırda. Bu yeni düzen biçimi, Jung eşzamanlılığı olarak adlandı n l ı r. Hak etme sorusunun ima ettiği üzere, bir olay olur ol ııı;ız, olay ne kadar normal ya da anormal gözükürse gözük "iin, dünya hakkındaki Batılı düşünüş şeklimiz ve içinde ı ıynadığımız rol (materyalistler tarafından sıklıkla kurban rolü olarak addedilir), olay için bir neden bulmak içindir. 1 )oğanın keyfince davranmadığına, Freud'un söyleyeceği ü1.l' re, insanların "tesirler", kuvvetler sonucu olarak bir şey h yaptığına, şeylerin böyle olmasının daha önceki nedenle ri olduğuna - o nedenlerin etkileri olduğuna - inanıyoruz. l l u geçici düzen varsayımı veya temel olarak nedensellik ya da sadece evrende izin verilmiş olan düzen prensibi, meka n i ğin temelidir. Bu ilk Yunanlılar tarafından bize getirilen gl•leneksel düşünme yolumuzun bir sonucudur. Kuantum fizik, başka bir çeşit düzen tanıttı. Bu düzen, d üzenin bir geçici veya etki-tepki biçiminde görülemez. Bu mın yerine deneyimlenebilen, genellikle geriye bakışta, ama lı,ızen aniden, ne aynı zamanda ne de aynı yerde olması şart ı ılan birçok olayın ilişkili olduğu, anlamlı bir kalıp olarak ı ı rtaya çıkar. Bu korelasyon, bir veya daha fazla olayın başka lıir olay veya bir dizi olaya sadece fonksiyonel bağımlılığı değildir. Teleolojik bağlantı da değildir (ağacın meşe pala ınudunda saklı olması gibi). Bu olayların bazılarına kalıp i ı,·i nde bakıp, kalıptaki başka olayların nedenleri oldukları sonucuna varamayız. Yine de, olaylar arasında açık ve oldukça anlamlı belir�..
66
gin bir bağlantı var. Bu, görünürde ilgisiz gözüken "anlam lılığa", kuantum eşzamanlılık diyorum ve 10. Bölüm'de bunun hakkında daha çok söyleyecek şeyim olacak. Jung'un eşzamanlılığı tanıttığı zamanlarda, Batılı me kanik düşünme son derece hakimdi (ve günümüzde de öy le). Bu yüzden, geçici nedensellik dışında herhangi bir dü zen tanıtmak, saygısızlıktı ve genellikle alay ve kür,.iimseme ile karşılanırdı. Eğer bir olay için herhangi bir neden yoksa, olay olmadı - bir illüzyon veya halüsinasyondu. Jung'un bu kuramcı tutum peşini bırakmadı ve sonuç olarak kendi kavramının tutarlı - desteksiz - tanımıyla, or taya çıkamadı. Her zaman bilimin makinistlerini yatıştırırdı. Bu el pençe divan durma, sadece Jung'un I Clıing yin-yang çalışmasında hafiflemiştir. Görünen o ki, kendisinin en bü yük içgörü gelişmiş meyvesini görmek için cesaretten yok sundu 15, kendisinin şimdi klasik olan "Eşzamanlılık: Bir Ne densellik Dışı Bağlayıcı Bir İlke" (Syncronicity: An Acausal Connecting Principle)16 adlı eserinde, kendisinin dile getir diği bir gerçek. Jung "yeni fizik"le büyülenmişti, yani o zamanlarda kendisi için yeni olan fizikle. Eşzamanlılık ile ilgili ilk fikir leri 1 920'lerde ortaya çıktı. Bu "yeni fiziğin" altın çağıydı ve nedeni olmayan bağlantıların kuantum prensibinin "yeni düzen"inin başlangıcıydı. Fizikçi Niels Bohr ve Wolfgang Pauli'den etkilenmiştir. Bohr ilk defa kendi atom modelinde "yeni düzen"i kavramıştır. Bohr, atom içindeki elektronların bir yerden (yörünge) diğerine, öncesinde herhangi bir neden olmaksı zın "kuantum sıçrama" yapabildiklerine işaret etmiştir. As lında, sonra, erken kuantum sıçrama atomik modelinden dolayı adı kötüye çıktıktan sonra, üzerinde mandala benzeri merkez olarak yin-yang sembolünün gömülü olduğu bir ar malı giysisi vardı.
67
Wolfgang Pauli o zamanlar parlak bir genç fizikçiydi daha sonraki bir bölümde Jung'un Pauli'nin kendi rüya ları yoluyla onu nasıl etkilediği hakkında daha çok söyleye ceklerim var. Fiziğe, atomik yapıyı ve atomların birbiriyle l'tkileşim ve moleküler yapı oluşturma kabiliyetlerini anla mamız için hayati hale gelen çok yeni bir fikir katmışlardır. Buna Pauli dışlama ilkesi (PEP)17 denir. 1952'de Pauli, Jung'a eşzamanlılık kavramı konusunda yardım etti. Eğer bir kağıt üzerine dikey çizgisi "bağlantı"yı temsil eden, bir uçtan yok edilemez enerji olarak, diğer u cunda uzay-zaman sürekliliği olarak etiketlenen, yatay çiz p;isi "bağlantı"yı temsil eden sol uçtan nedensellik olarak i �aretlenen, sağ uçtan eşzamanlılık olarak isimlendirilen bir artı işareti çizersek, bir yanda yeni fiziğin, diğer yandan psi kolojinin esaslarını tatmin edetı. Şekil S'teki şemayı elde ede riz. Bu kavramlar birbirine zıt gibi görünür, tıpkı nedensel liğin eşzamanlılığa karşıt olduğu gibi, enerji uzay-zamana karşıttır. Bu halde, enerji ve uzay-zaman, "orada" deneyimi ni tanımlama yollarıdır. Olaylar arasındaki bağlantıyı gör memiz için yetkili olduğumuz, kullanışlı çerçevelerdir. Aynı enerjiye sahip olan olaylar, uzay-zamanda kesinlik ile ta nımlanamaz. Uzay-zamanda meydana geliyor olarak görü nen olayların, enerji-muhafaza eden olması şart değildir. Bunun nedeni, Werner Heisenberg tarafından ortaya konan belirsizlik veya belirlenimsizlik ilkesinde yatar. Olayların ardışıklığının enerjisini bildiğimiz ölçüde, u zay-zamandaki koordinatlarını bilmeyiz. Yani, nerede ve ne zaman meydana geldiklerini söyleyemeyiz. Olayların nere de ve ne zaman meydana geldiklerini bildiğimiz ölçüde, bu olayların nasıl bir enerjiyle meydana geldiğini söyleyeme yiz. Belirsizlik ilkesiyle bu kadar söylenmiştir. ve
68
ŞEKIL S
.------------------------
ENERJi
NEDENSELLiK "
� " • " "' • • • • " 11 "' � •
••:•
..
'il • " • • • � • · e • • • e
EŞ NLILIK ZAM A
1
1
i
N ZA M ..__ _________u __ v_ ZA __A ____________
1 J
Bu nedenle, uzay-zaman ve enerji, olayların tamamla yıcı tammlayıcılarıdır ve benzer şekilde eşzamanlılık ve ne densellik birbirinin tamamlayıcısıdır. Tıpkı enerji ve uzay zamanın y:ıptığı gibi olaylarla ilgilenirler. Bu olaylar fiziksel parçalarının yanı sıra, psişik parçalarıyla da dikkat çekicidir. İşte maddenin düğüm noktası: bizim Batılı bilincimiz, sade ce nedensel olarak etiketlenen olayları anlamlı olarak kabul eder. Anlamlılığın bu diğer boyutunun izini kaybederek ve ya bu boyutu bertaraf ederek, evrenin çoğu konusunda as lında bilinçsiz hale geliriz. Bu evrenin rüya gördüğü mefhu munu kavramamızda önemli bir fikirdir. Öncelikle mantık sal aklımıza göre rüya görmenin ve uyanmanın göründükle ri kadar ayrı olmadıklarını görmeye başlamamız gerekiyor. Ne enteresandır ki, biz bu ayrımı mükemmel mantıkla sür dürüyoruz. Şaşırtıcı olarak, bu nedensel anlamlılık, 18. yüzyıl filo zofu David Hume'un 200 yıldan daha önce işaret ettiği gibi,
69
giiremediğimiz bir şeydir. Olaylarda gördüğümüz kastedi1 i r. Örneğin, bir futbol topunun oyunu yöneten oyuncunun l'l lerinden defans oyuncusunun kollarına giderken parabo1 i k bir yol izlediğini görmeyiz. Atıcının kabiliyetini algılarız. l )yunu yöneten oyuncunun ellerinden çıkan topla, defans o yuncusu tarafından yakalanan topun aynı olduğunu baştan k<ıbul ederiz. Bunu biliriz, çünkü her çıkışın bir inişi vardır. Newton böyle söylemiştir ve böyledir. Top yakalandığında, atılanla aynı olduğu sonucunu çı karırız. Zeki bir sihirbaz, bu saklı olan anlamla, bir topu di i�eri ile değiştirerek bizi defalarca kandırır. İyi bir gösteriyi lıüyülü yapan bizim nedensellik çıkarımımızdır. Böylece hayatımızın olaylarını Şekil S'in sol tarafına nedensel tarafa - eşleriz. Belli bir dizi olayın nedenini bilme sl'k bile, bir nedeninin var olduğunu kastederiz. Kuantum fiziğin ilk versiyonunda benzer bir durum vardı. 1927'de ay r ıntılı olarak açıklanan belirsizlik ilkesi yoluyla, hem uzay ı.aman koordinatlarını hem de bir nesnenin enerji-momen t umunu (momentum kütlenin hızla çarpımıdır) var olduğu haliyle bilmemizin imkansız olduğu kabul edilmiştir. 1935'te, Einstein, Podolsky ve Rosen'in EPR paradok su 18 olarak bilinen (EPR, yazarların baş harfleridir) klasik makalesi ile birlikte, şeyler değişti. Bu paradoks, başka bir yerde olan olayların, burada ve şimdi olan olaylar için an lamlı nedensel sonuçları olabileceğini göstermiştir. Bu son raki olaylar, her ne kadar başka yerdeki ve şimdi buradaki olaylar birbiriyle herhangi bir nedensel biçimde bağlantılı o lllmasa da, bazı temel tavırlarda - bir çeşit psişik bağlantı u zaktaki olaylara benzerdi. İlk kitaplarımdan birindeı9, pa radoksu çok detaylı anlattım. Bu yüzden olaylar artının sağ tarafında eşlenebilir olacaktı. Şimdi, artının iki yanı arasında temel bir fark vardır ve rüya gören evren modelini ilgilendiren birbirleri arasında
70
yapmak istediğim hayati bir bağlantı vardır. Sol taraf, hafıza diyebileceğimiz şeye tekabül eder - şimdi olmayan olayların şimdi olan olaylarla bağlantısının kurulması. Bu süreç bizi ister istemez şimdi-buradan çıkarıp kafamızın içine götürür - tabiri caizse zihnimizin içine. Sağ taraf hissedilir. Hakkında düşünülmez. Bu şekilde deneyimlenemez. Düşünmeden bilmeye neden olan bir duygudur. Şeylerin olduğu gibi olduğunun tanınmasıdır. Mantıksal bir dikteyle hemen bozulabilen derin bir bağlantı nın farkına varılmasıdır. Zihinselden ziyade etkisel ve duy gusaldır. Analiz sonucu olarak sol taraf olaylarının öldürii cü hale geldiğini söylediğimiz oranda, sağ taraf olayları de neyim sonucu canlı hale gelir - aklımızın başımıza gelmesi. Yeni bir şey öğrenmek bu duyguyu yaratır. Aynı zamanda aşık olmak da. Ve burada bizim için en önemli olan şey, rü yalarda deneyimlediğimiz görsel bilgide rol oynayan eşza manlı sağ taraftır. Burada riiyaların eşzamanlı olaylardan bahsettiğini ve sonuç olarak kelimeler ve düşünceler olmadan deneyimlen diklerini iddia edeceğim. 20 Bir rüyadan uyandığımız zaman, eşzamanlılık belirir. Göriintüleri hatırlarız ve sonra onları kelimelere çeviririz; eşzamanlılık deneyimimizi olayları bir araya getirme mantıklı yolumuza bağlarız. Deyim yerindey se, senaryomuzu yazarız, hikayelerimizi anlatırız ve rüyaya "anlam kazandırmaya" kalkışırız. Ama bize şunu düşünme mizi soruyorum, rüya görürken düşünüyor muyuz? Bunun hakkında çeşitli teorileri daha sonra gözden geçireceğim. Bir rüyayı hikaye biçimine çevirme işlemi, elbette bir zeka işidir. Zihin bizim uyanık hayatımızı yönetmeye kaklı şır, ama kendi zararına; eşzamanlılık yoluyla ortaya çıkan sihir duygusunun kaybını yaratır.
71
Eşzamanlılığı Den ey imlemek Jung'un eşzamanlılık konseptiyle, bu kitabın temasına y.ıklaşırız. Bağlanhyı kurmadan önce, size eşzamanlılıkla il ı•, i l i kendi deneyimimi anlatmama izin verin. 1979'da bana, 1 '. ı ıı<ırion Konferansı olarak bilinen büyük bir Jungyen ana l ı sl grubunun yıllık toplantısında kuantum fizik fikirlerimi ·.ı ınma fırsatı verildi. O zamanlar Jung'un yeni fizikle ilgi h·ııdiğini ve zamanının büyük çoğunluğunu Wolfgang Pauli ılı· birlikte geçirdiğini bilmiyordum. İleriki yıllarında fizik v ı • psikolojinin ortak bir temeli olması gerektiğini hissetti . l l ı ı, hem Einstein'ın görecelilik görüşünde hem de, kuantum l i ı.iğe göre, tüm fiziksel deneyimlerde gözlemcinin varlığı ı ı ı ıı gerekliliğinde yer alan nesnel unsurlardan dolayıydı. Göreceliliğe göre uzay ve zaman deneyimi, gözlemci n i n referans çerçevesine bağlıydı. Birbirine göre göreceli o l.ı rak hareket eden iki gözlemci, iki ayrı olayı ayıran zaman Vl' mekan aralıkları konusunda hiçbir zaman uzlaşmaya va r,ımaz. Örneğin, bir gözlemci iki olayı uzayda aynı yerde, a ına birbirinden 3 saniyelik bir zaman farkıyla meydana ge l irken gördüğünde ve deneyimlediğinde, birinci gözlemciye göre ışık hızının onda sekizi hızında hareket eden ikinci bir gözlemci (hiç kuşkusuz bizim var olan insan kapasitemizin iitesindedir, yine de teori olarak mümkündür), iki olayı, dört ışık-saniye (ışık tarafından dört saniyede katedilen yol) uzay aralığında ayrı ve daha da şaşırtıcı görünen, beş saniye ı.<ıman farkıyla - birinci gözlemciye göre iki saniye daha u ı.un - olarak deneyim leyecektir. Bir saniye zaman süresi önemli değildir. Eğer saniyenin yerine dakika, yıl veya hatta yüzyıl koyarsak, fark dakikalar, yıllar veya yüzyıllar bazında olacaktır. Bu suretle, mesela, birinci gözlemci tarafından üç yıl olarak görülen ikinci göz lemci tarafından beş yıl olarak görülecektir.
72
Benim kuantum fizik görüşüme göre, bir insan gözlem ci tarafından bir olayın her gözlemleme hareketi, olayı kay detme hareketidir. Bu kayıt sürekli olarak gözlemcinin ak lında ve fiziksel açıdan "orada" olarak meydana gelir. "Ora da" deneyimi, "burada" kaydedilen bir deneyim olana ka dar orada değildir. Bu bazen "dalga fonksiyonunun çökme si" olarak adlandırılır. Panarion Konferansı sırasında, daha önceden kısaca bahsettiğim Dr.Marie-Louise von Franz ile tanıştım. Jung'un derinlik psikolojisi ve fizik kavramları üzerine çeşitli kitap ların yazarıdır.21 Bana fizik ve psikoloji çalışmaları arasında ki farkla ilgili içgörü kazandırmıştır. Bu içgörü, direkt ola rak Jung'un eşzamanlılık kavramıyla, fizikçinin fiziksel ev reni ve zamanın doğasını eşleştirme inancı ile ilgiliydi. Biz fizikçiler, yaptığımız her şeyde eskiden kalma, man tığın Yunan geleneğini ve nedenin arkasındaki nedeni takip ediyoruz. Biz, özellikle Einstein'ın fikirleri yoluyla, fiziksel evreni eşlemeyi öğrendik. Yani, zamanın dinamik deneyimini - yaşayan deneyimini - aldık ve onu zamansal olmayan ve mekansal deneyime çevirdik. Zamanı mekansallaştırdık. Aslında, uzay-zaman diyagramı böyle bir haritadır. Sanki hepsi nerede-deneyimleriymiş gibi, deneyimlerin ne rede ve ne zamamnı gösterir. Dans ritmini başarılı olarak ko reografiye indirdik ve bu süreçte ritmimizi kaybettik. Evreni açıkladık ve böyle yaparak sadece bir düzlemde hazırlanmış bir harita gibi ifade e ttiğimizin farkına varmadık (aslında bu herhangi bir şeyi açıklamanın ne anlama geldiğidir). (Ç.N: Yazar burada explain (ex-plain), yani açıklama kelimesi ile plain, yani düzlem kelimesi arasında bağlantı kurmuştur.) Kuantum fizik arketip oyunbaz gibidir. Hiçbir haritanın içermediğini gösterdiği üzere bize güler, yolculuk eder ve çember çevirir. Her gözlem eylemi, bir sürprizdir. Hiçbir şey göründüğü gibi değildir. Tahmin, istatistiksel bir meseledir.
73
Ama kuantum oyunbazı, yenlerine kadar daha bile faz1 . ı sürprizlerle doludur. Fizikçi Albert Einstein ve daha son
' " John S. Bell22 vasıtasıyla, haritanın şarkı söyleyebileceğini ı•, ilstermiştir! Bize nedenselliğin olmamasının bir nedeni ola l ıi kceğini göstermiştir. "Eğer mantıklı bir evren üzerinde ıs ı. ı r ediyorsanız, onun mantıksızlığını anlamanız için size 1 1 1,ıntıklı bir yol sunacağım." demiştir. Geçen son birkaç yıl boyunca, bilhassa fizik ve bilinç a ı.ısındaki ilişki konusuna büyük ilgi duymaya başladığım ı l . ı n beri, eşzamanlılık birçok defa kapımdan geçmiştir. Fizik vı• bilinçle ilgili ikinci kitabımı bitirmeden hemen önce,23 ya ı ı sırasında bir gece kayda değer bir deneyim yaşadım. Ka l ı.ıla ve izdüşümsel dilin doğası ile ilgili bir bölümü yeni bi1 i rmiştim. Günün sonuna doğru, Hebrew harflerinin izdü ','ii msel-analog kullanımı gibi, yazılı müziğin nasıl izdüşüm �;!'( bir dil olarak da kullanıldığı konusunda yazıyordum. M üzik notaları, bestecinin aklındaki müziğin duyulması i1,·in müzik portesinde çizilir. Yazarlara çoğunlukla olduğu ü ıl're, birden bunun güzel bir örneği aklıma geldi - Ludwig von Beethoven ve onun Dokuzuncu Senfoni'yi bestelerken ı .ı mamen sağır olması. Bu suretle kelimeleri o etkide kağıda döktüm. O gece, Noel partisinden döndükten sonra, yazdık ı.ırımla görünürde hiçbir ilgisi olmayan bir makaleyi aniden okuma isteğine kapıldım. Makalenin ünlü astronom Fred 1 {oyle tarafından yazılması ve benim de göbek adımın Fred nlması, bu halde bir eşzamanlılık değil. Nede olsa evrende çok sayıda Fred var. Belki hepimiz birbirimizi, birbirimizin ki taplarını ve makalelerini okuyacak kadar çok seviyoruz. Makale, astrofizik ve görecelilik24 üzerine bir ön baskı dizisinin bir bölümüydü ve daha önceden okumamıştım. Alışkanlığım olduğu üzere, uykuya dalmadan önce ça bu cak okumak için yatağıma yerleştim. Şaşılacak derecede,
74
Hoyle onca şey arasından kuantum mekanikte paralel evren teorisi hakkında yazmıştı - daha önceki yazılarımdan göre bileceğiniz üzere, benim için çok önemli olan bir konu. Özet olarak, kuantum fiziği bir kez kavradığında, onu kavramayı ne kadar zor bulduğunu anlatıyordu! Başka bir deyişle, da ha önceki kitaplarımda gösterebildiğimi umduğum üzere, kuantum fiziğin temel bir gizem içerdiğinin farkına varmış tı. Bu gizem, kuantum olasılık fonksiyonu ile tahmin edilen mümkün ve olası olayların birçoğundan, nasıl gerçekten tek bir olay meydana geldiğini kimsenin bilmemesidir. Bu aslın da kuantum dalga fonksiyonunun çökmesinin nasıl medya na geldiğidir. Hoyle'un yazılarından üç nedenden dolayı etkilenmiş tim. Birincisi, makalenin başlığından bu konu hakkında yaz mış olabileceğini beklemiyordum. İkincisi, kendi yazdığına göre, bu kavrayamama konusundan dolayı 1938'de astrono mi öğrenmek için fiziği bıraktığını fark etmemiştim. Son o larak, Hoyle'un yazdıklarıyla, daha o gün yazdıklarımın bir şekilde paralel olmasının aşikar eşzamanlılığından etkilen miştim. Yani şöyle ki, Kabala'ya göre hiç çözülememiş olan bir gizem vardır: Herhangi bir şey nasıl var olabiliyor? Ama bu benim için, bu tanımı buraya· dahil etmem için bile, yeterli deği ldi. Beni esrarengiz bir biçimde etkileyen, daha sonra okuduklarımdı. Artık böyle olaylar, size anlattı ğım üzere, bana yeterince sık oluyor. Hayatım nedensel li neer bir olay değil. Orta yaş kariyer değişimim ve yazar ola rak farkındalığım ile birlikte, oldukça lineer olmayan bir tarzda çalışmaya başladım. Örneğin önce dokuzuncu bölü mü yazıp sonra ikinci bölüme atlayıp onu da altıncı bölümü yeniden yazmam takip edebilir vs. Hoplayıp zıplıyorum ve böyle yaparak eşzamanlı olayların farkına varma olasılığımı maksimuma çıkarıyorum. O kadar ki, artık çok zor fark edi yorum.
75
Şimdi can alıcı nokta geliyor. Hoyle, geleceğin şimdiki ı.amanda hangi seçeneğin meydana geleceğini belirlediği so nucuna varıyor. Henüz zamanda, orada herhangi bir yerde, �imdi meydana gelen olayların nedeni ve amacı yalıyor. Yine heyecanlandım. Yazdığım kitapta benzer sonuca varmışhm. l lir gerçekliğin yarahlması için, bir kuantum dalgası geleceğe doğru yolculuk etmeliydi ve umut edilen gelecekten bir geribildirim, zamanında şimdiye dönmeliydi. Bu dalgaların karışımı, şimdiki şeylerin böyle olmasının sorumlusuydu.25 Sonra, Hoyle'un yazısının geri kalanıyla içerik dışı gö ri·ı nen bir sonraki paragrafı okumaya başladım. Hoy.le'un hayranlığını her zaman ifade ettiği, Handel'in Mesih'i (Mes siah) ile ilgiliydi. Sonra şu parçayı alıntıladı:,
"İşte size bir sır açıklıyorum. Hepimiz ölmeyeceğiz; son /ıorazan çalınınca hepimiz bir anda, göz açıp kapaya-na dek ılc,�iştirileceğiz. Evet, borazan çalınacak . . "26 .
Sonra son borazanın şimdiki gerçekliği yaratan dalga fonksiyonunun çökmesiyle ilişkilendirdi. Ardından Beetho ven'ın sağır olduğunda Dokuzuncu Senfoni'yi nasıl yazdığı hikayesi ile ilişkilendirdi! Beethoven'ın o dönemde müziği bile nasıl yazabildiğini sordu. Beethoven'ın, gelecekten koz mik sinyallerin belli bir parçasının kılavuzluğunda olduğu sonucuna vardı. Bunu okuduktan sonra çok heyecanlanmıştım. Fred lfo yle, sadece Fred Wolf'un çıkarına yazmakla kalmıyor, kendi tezimi aynı Beethoven analojisini örnek olarak kulla narak ilerletiyordu. Dahası, yazdığım bölüm tam o konuyla ilgiliydi. Müzik, analojik koddu. Kağıt üzerindeki notalar, besteci tarafından kendilerinin yansıması olarak duyulabili yordu.
76
Şimdi benim mantıksal aklım tü m bunları nedensel ol mayan saçmalık olarak bertaraf edebilir. Ve kavranmasının bir anlamı yok. Bu olayların oldukları üzere gizlice anlaş maları için hiçbir etki-tepki nedeni yok. Beethoven örneği, aynı örneğin şimdiki yazımıyla bağlantılıdır. Bu yüzden, geriye bakışla birlikte geleceğin şimdiki za manın nedeni olduğunu görürüz. Etki-tepki aklı, bir şekilde bunu kabul edebilir. Ne de olsa Hoyle, örneği ben yazma dan önce yazdı. Ama bunu bilmiyordum! Okumamıştım. Daha ileri bir eşzamanlılık olarak, örnek Hoyle'un ve benim tezimi doğrular. Yani şöyle ki, bir olayın şimdi meydana gel mesi için zaman içinde, bir onaylama "el sıkışması" olmalı dır. Bu suretle, dünyanın farklı bölümlerinde ve çok farklı zamanlarında, birbirinden habersiz, kendi teorilerini yazan iki Fred tarafından ortaya konulan teorinin nedenine hizmet eden Beethoven örneğinin daha öte eşzamanlılığı vardır.
Rüyalarla Bağlan tılı Olarak Eşzamanlılıktan Ne Anlamalıyız ? Rüya görmenin ve uyanık farkındalığın, birinin diğeri içerisine karışan bir süreklilik olduğunu farz edersek, o za man uyanık hayatta rüyayı yansıtan şey eşzamanlılıktır. Bu sonucu çıkarmak için, eşzamanlılığı kuantum fizik ışığında dikkatlice değerlendirmem gerekir. Kuantum fizik te, birbiriyle nedensel olarak bağlantılı olmayan iki olayın birbirini etkilemesinin mümkün olduğundan zaten bahset tim. Daha öncesinde EPR paradoksunu ve bunun, fiziksel o larak bağlantılı olmayan iki (veya daha fazla ) olayın, sadece gözlemlenmeleri yoluyla anlamlı bir şekilde bağlantılı olabi leceğini nasıl işaret ettiğinden bahsettim. EPR paradoksu ile ilgili, kuantum fizik teorisine her hangi bir eklenti olmaması dışında özel hiçbir şey yoktur.
77
1 >.ıha ziyade, onun temel öğesidir. Anahtar fikri, dalga fonk ·.ı yonudur. Bu, uzayda bir nesneyi diğerine bağlayan bir a l . 1 1 1 olarak görünür veya hayal ed ilebilir. Ancak bu alan, yer ı.. ı ·kimi alanı veya elektromanyetik alan gibi fiziksel bir alan ı ıl.ı rak hayal edilemez. Bu olasılık alanıdır. İki nesnemiz olduğunu varsayalım. Bu iki nesnenin en )', t\' bir zaman etkileşimde bulunduğunu ama şimdi ayrı d iiştüğünü varsayalım. Kuantum fiziğe göre, iki nesnenin l ı iı..- birisinin uzayda belli bir konumu bulunmamaktadır. Bu ı ı ı ı n yerine her bir nesnenin sadece muhtemel lokasyonu v.ırdır ve bu ihtimal, kuantum dalga fonksiyonuna dayanır. l l ı ı fonksiyon, her nesnenin yerini belirlemenin ihtimalleri ı ı i ı ı haritasını sağlar. Her iki nesnenin muhtemel yerlerini ı ·�ı.amanlı bir şekilde takip eder. Nesneler birbirinden uzak ı ılsalar bile, birbirinden bağımsız değildirler ve eğer bir nes ı ıı•nin aniden yeri belirlenir veya nesne gözlemlenirse, diğer ı ll'sne de gözlemlenir. Bir gözlem, dalga fonksiyonu harita " 1 1 1 1 değiştirir ve dolayısıyla her iki nesneyi hemen değişti r i r. Bu fiziğin eşzamanlılığa gelebileceği en yakın noktadır ı k i ayrı nesnenin birinin gözlemlenmesi eylemiyle bir anda kı ı relasyonu. Rüya da bir ihtimal haritasıdır. Rüya halinde, gözlemci l ll 'ynin sadece bir bölgesine sabitlenmemiştir. Gözlemci, l ll'ynin genelinde dağılmıştır ve eşzamanlı olarak çeşi tli ha1 ıı ı lokasyonlarından bilgi alır. Beyindeki kuantum dalgası, )',İ )zlemcinin tüm muhtemel yerlerine bağlıdır, böylece bir lı ıkasyonda anıları hatırlama, hemen diğer lokasyonlarla i l ı";-kilendirilir, genellikle ayrılmış anıların şaşırtıcı ve anlamlı ı ır l i.işmelerine neden olur. Böylece, normalde ayrı tutulan görüntüler karıştırıldık ., .ı, rüya garip bir kaliteye bürünür. Rüya gören, bilinçaltı . ı k l a girmiştir ve tüm her yerde eşzamanlılık devam eder. ..
79
4. BÖLÜM .
.
.
iLK PSiKOLOJi FIZYOLOJIK RUYA ARAŞTIRMASI .
.
. .
"Alışılmış anlamda bağımsız bir gerçeklik, ne gözlem fenomenine ne de birimlerine atfedilebilir." - Niels Bohr -- Atom Kuramı ve Doğanın Tanımı (Atomic Theory ve the Description of Nature)l Freud ve Jung'un teorilerine bakhktan hemen sonra, ·,.imdi Freud ve Jung dışında daha önceki psikolojik ve fiz yı ılojik araştırmaları değerlendirmemiz gerekiyor. Yukarıda N iels Bohr'un eserinden alıntı, her ne kadar atomik feno ı m·n tanımıyla alakalı olsa da, rüya araştırmalarının hem ·,.i ındiki hem daha önceki psikolojik ve fizyolojik teorilerini ı ı ırelemede dikkat edilmelidir. Rüyalar nasıl araştırılmalıdır? Birçok açıdan rüyalar a lı ı ın i k fenomen gibidir - gözlemciden bağımsız değildirler. ı\ l omik olaylara baktığımız zaman, olaydan sonra onlara l ı i r düzen atfederiz. Aslında bir atom veya atomaltı fenome ı ı i hiçbir zaman gözlemlemeyiz. Makinelerimiz sadece, bize l ı i r şeyler olduğunu anlatan izleri ve elektronik sinyalleri k.ıydeder. Ancak yorum bizimdir ve kullandığımız teoriye l . ı ı.lasıyla bağlıdır. Sadece bu değil, bu olayların gözlemcisi, l ı ı ı fani dünya hakkında bilgi kazanmak için, deneyini belli l ı i r şekilde hazırlamalıdır. Fiziksel gerçekliğin tamamlayıcı doğası nedeniyle, hiçbir deney bize mikrodünyanın tam res ı ı ı i ni veremez.
80
Benzer şekilde, rüyaları atomik fenomenlermiş gibi saymalıyız. Teoriler ve rüyaların yorumları, nasıl araştırıl dıklarına dayanır ve hem teorilerde hem yorumlarda öne çı kan farklılıklar vardır. Freud ve Jung'un nasıl farklılaştıkla rına daha sonra dikkatinizi çekeceğim. Ve bir rüyanın, sade ce rüya raporlarından öğrendiğimiz kişisel öznel bir olay di zisi olduğunu ve atomaltı olayların izleri gibi gerçeklerden sonra geldiklerini unutmamalıyız. Bu yüzden rüya ve rüya gören, gerçekten hiçbir zaman ayrı değildir. Jungyen arke tiplere baktığımızda, bu özellikle aşikar hale gelecektir.
Rüyaların Kehanet Gücü Şimdi rüya teorileri üzerine özet bir tarihsel bakış açısı edinmemize izin verin. Belki rüyaların en eski kanısı, onla rın tanrılardan gelen mesajlar olmalarıydı. Böyle tanımlar eski Mısır ve Sümer kayıtlarında bulunabilir. Ayrıca İncil ki taplarında da, özellikle Eski Ahit, Yunan oyunlarında, M.S. 2. yy'ın sonraki Roma döneminde Heredot ve Artemidorus' un tarihe geçmiş rivayetlerinde ve Yunanlı şair Homer'in hi kayelerinde bulunabilirler. Bu rivayetlerde bulunan ortak tehlike, rüyaların başka yerden geldikleri fikriydi: onları rüya olarak gören insan beyninin ürünü değildiler. Elbette, bu dönemler boyunca beyin hakkında çok az şey bilindiğini ve Julian Jaynes'in e serini2 dikkate alarak, insan bilincinin bile kendi dönemi mizdekinden çok farklı olduğunu unutmamalıyız. Julian Jaynes, İki Kısımlı Zihinde Kırılma ile Bilincin Köke
ni (Tlıe Origin of Consciousnes in the Breakdown of the Bica111eral Mind ) kitabında, eski insanların gerçek bir bilinci olmadığı nı ve bir trans bilince benzer otomasyon durumundan bir rüya haline gezindiklerini kuramlaştırır.3 Bizim şizofreni adı verilen tanınmış zihinsel hastalığımıza benzeyen, insanların
81
trans halde oldukları fikri, daha ileri giderek bu trans hali bozulduğunda, insanların bir bilinç evriminden geçtiğini varsayar. Cari Sagan, Cennetin Ejderleri (Dragons of Eden) kitabın da, rüyalarla evrim arasında bir bağlantı olduğunu dikkate almıştır. Bir zamanlar Zincire Vurulmuş Proınetlıeus (Pronıet lıe ı ı s Boımd)'da şunları yazan Aeschylus'tan alıntılar:
Önce canavarlar gibi hissiz olan insana, duyu verdim, akılla donattım. · Başlangıçta, bakarken yanlış görüyorlardı, duyarken ılııynıuyorlardı, ama rüyalarda toplanan hayaletler gibi, günleri ııin karmaşık hikayesi şaşırttı.4 Sagan, Aeschylus'un belki bize, ilk insanların uyanık hayatlarını bizim rüya olarak adlandıracağımız duruma lıcnzer bir bilinç durumunda yaşadıklarını anlattığına işaret l'tmektedir. Bu rüyalar neyi anlatıyordu? Eski bakış açılarına göre, )',l'leceği anlatıyorlardı ve iyileştirme güçleri vardı. Gelecek l t• n bahsettikleri zaman, insanlığın kaderinin belli olduğunu iddia eden açıklamalar yapıyorlardı - kültürde mitin rolün dt• apaçık gördüğümüz bir komı. Erkekler ve kadınlarla rüyaları yoluyla konuşan tanrı1 . ı rın böyle birçok açıklamaları vardır. Mısır parşömenleri, l i ravunun rüyalarını kaydeder, İ ncil'de Yusuf'un kahince riiyaları ve Yakup'un bir melekle gece savaşının hikayesi v.ırdır. Hatta Davut bile Bat-Şeva'yı gelin olarak aldıktan �.onra ziyaret edilmiştir. Hannibal'ın rüyalarına cevabının ta rihsel açıklamaları vardır ve ayrıca Sofokles ve Sokrat'ın rü v.ıl<ırının kaydına sahibiz.
Rüyalarda Tanrıların İyileştirici Gücü Bu bakımdan en önem teşkil eden Asklepios'un rüya l . ı pı naklarıydı. Günümüzde, Kos Adası'nda, insanların tapı-
82
naklarda uyku ve rüya görme yoluyla şifa bulmaya gittikleri o eski günlerden bir kalıntı olan Aesculapieion'u buluruz. Orada, çeşitli hastalık biçimlerine sahip olan hastalar, Askle pios'un yöntemlerini takip ederek tedavi ediliyordu. Bu ta pınaklar, hastane olarak adlandırılıyordu. Asklepios kimdi? Bir insan mı, bir tanrı mı? Asıl adı bir şekilde belirsiz olan Asklepios'un, bazı araştırmacılarca bir insan olduğuna inanılırdı.5 Homer, ondan bir tarihsel kişi lik, bir şair, filozof, hastaları gözeten bir iyilik ve merhamet adamı olan ölümlü bir adam olarak bahsetmiştir. Ancak diğer Yunan kitabeleri onun "tanrıların en in sancılı" olduğunu söyler.6 Bu insan ve tanrı karışımı, İ sa'nın bir açıklamasını akla getirir ve ondan dolayı ilk Hristiyanlık dönemi boyunca, Asklepios'un mezhebi, bir dünya dini ola rak büyük bir rakipti. Neden bu karışım? Çünkü iyileştirme tekniği, tarihsel açıklamalara göre çalışıyor gibi görünüyordu. Örneğin, kör lüğü için yardım arayan ve tanrılar tarafından iyileştirilen a ma bu tedavisi karşılığında ödeme yapmayı reddeden ve sonra Asklepios tarafından tekrar kör edilen, ödeme yaptık tan sonra Asklepios'un iyileştirdiği Pasos'un Hermo olayı vardı. Başka bir hikayede, topal bir adam, bacakları üzerin den Asklepios'un bir at arabası ile geçmesiyle, Asklepios ta rafından iyileştirilmiştir. Başka bir hikayede, dilsiz bir kız tapınaktaki yılanların kendisine doğru yaklaştığını görünce, anne babasına yardım çığlığı atarak sesini geri kazanır. Bir "boş" kadın tapınaktaki bir rüyasında karnında yılanın yer leştiğini gördü ve sonra beş çocuk doğurabildi. İ yileştirme için teknik, bu ilk açıklamaları okuyarak ye niden inşa edilebilir. Önce bir hasta tapınağa gelirdi ve kapı da rahip-doktor tarafından karşılanırdı. Orada hasta, hasta lığın kısa bir geçmişini anlatırdı ve kabul için eleme yapılır dı. Muhtemelen sonra hasta, vücudunun kutsal bir kaynak-
83
ta yıkanmasından geçerdi. Bu hem temizlik hem de ruhun arınması içindi. Bundan sonra, tanrılara bir adakta bulunur ve sonra dua ederek ve kutsal şarkı zikrederek biraz zaman geçirirdi. Gün boyunca beslenme ve egzersize dikkat edilir di. Ama gece, hasta tapınak içinde bir koltuk üzerine uzana rak uyuyup rüya gördüğünde "asıl" çalışma başlardı. Rüya iyileştirmesi, eski doktorlar tarafından hastalıkla rın tedavisi için terapinin en yüksek biçimi ve en iyisi sayı lırdı. Oratorio çalışmasında Aristides şunu yazmışhr:
Kendi ışığı ile yardım etmeye hazır rahip-doktor geldiği za man, hastanın rüyaları onun gözleri önüne serilir. Rahip onları duyarak tanrıya baş eğer, çünkü rahip gibi hikmetinde Gerçek Doktor' un ilaç vermesini onaylar.7 Kişi, Arnold Mindell'in8 çalışması ışığında bunda ku sur bulabilir. Mindell, vücudun rüyayı içerdiğine ve vücu dun hastalıklarının rüya içeriğinde yansıtılacağına inanır. Mindell'in çalışmasına daha sonraki bir bölümde daha et raflıca bakacağız. Belki Aristides tarafından bu açıklama benzer bir şey söyler. Rahip, hastanın açıklamasına tanrıdan bir mesaj olarak baş eğer. Bizim dünya görüşümüzde, bu mesaj vücuttan gelmektedir ve "beden zekası" denilir.
Aristo ile Rüyalar Ancak, modem rüya araştırmalarının kökenini, mantı ğın ilk Yunan döneminin başlarında buluruz ve tanrıların büyüsünü bozan Aristo olmuştur.9 Aristo, M. Ö. 340 civarın da yaşamıştır ve rüyaların tanrılardan geldiği veya hatta herhangi bir dışsal birimden geldiği fikrini reddetmiştir. " Rüyaların Tanrı tarafından gönderilmediği sonucu çıkarıla bilir . . . Ne de tasarlanmışlardır (geleceği açığa çıkarmak i <,:in). "10 diye yazmıştır. Aristo, rüyaların uyku halinde bile insanlarla mevcut
84
kalan duyusal algıların amaçları olduğuna inanırdı ve bu al gılar artık mevcut değildi. Bunlara kalıntısal izlenimler adı nı verdi ve bunların alışılmadık niteliklerinin üç kaynaktan geldiğini söyledi: (1) rüyalar sırasında herhangi bir biçimdeki muhakeme veya mantığın uygulama noksanlığı (2) sırf bu muhakeme veya mantık yoksunluğundan bi zimle geriye kalan rüyaları etkileyen kalıntısal izlenimler (3) bu yüzden rüyaların kontrol edilemeyen kabiliyeti ve bir nehri oluşturan girdaplar gibi diğer biçimlere ayrıl maya muktedir olması . Daha sonraki bir bölümde Aristo'nun rüyalarda man tık ve rasyonellik yoksunluğu ile ilgili gözlemlerini takip e deceğiz. Göstereceğim üzere, bunun için iyi bir neden var dır. Rüyalar, beyinde doğrusal mantıksal biçimleri olanak sızlaştıran bir eylemi temsil eder. Freudyen ifadede, idin gö mülmesidir. Elbette bir rüyanın kehanet gibi içeriğinin olabilmesi mümkündü, ama Aristo bunun çoğunlukla tesadüfi olduğu na inanırdı. Bir rüyanın, rüya gören üzerinde şifa etkisi veya kahince etkisi olan o nadir vakalarda, şu şekilde yazmıştır:
Gündüz vakti meydana gelen hareketler, çok büyük ve vahşi olmadığı sürece, unutulur . . . Uykuda, tanı tersi meydana gelir, Jıatta önemsiz hareketler bile önemli gözü-kebilir . . . Tüm olayların başlangıcı küçüktür, bu yüzden hastalıkların ve diğer illetlerin de başlangıçlarının küçük olduğu açıktır. 1 1 Dolayısıyla, bir hastalığın ufak hareketleri veya başlan gıçlarının, uyku sırasında bir rüyaya neden olması veya hat ta rüya görenin uyanmasının üzerine takip edeceği bir dav ranış biçimine başlaması yeterince abartılmış olabilir.
85
Rüya Görme: Tanrısallık ve Delilik Arasındaki Çizgi Her ne kadar Aristo'nun rüyaların ilahi kaynağının yadsıması ile ilgili görüşleri sunulmuş olsa da, 16. yüzyıla kadar rüya dünyasında bölen bir çizgi oluşmaya başlama mıştır. Bu çizgi rüya sınırını tanrısallıktan deliliğe bir geçiş olarak işaretlemiştir. Rüyalar, ilahi mesajlarla ilişkisi azalmış ve zihinsel hastalıkta delilik ve mantıksızlık ile ilişkisi art mış gözüyle bakılmaya başlanmıştır. Sonuç olarak, kişinin yaralara hastalık göstergesi olarak bakması gibi, rüyaların bir teşhis işlevi olarak hizmet etmesi üzere bakılmasından bir yön değişikliği olmuştu. Bu, teolojiden veya spiritüaliteden patolojiye bir hare ket belirgindir. Bu dönüm noktası, uyanan dünyanın aklın mantıksal işlevi ile daha çok ilgili ve tanrıların mantıksızlığı ile daha az ilgili hale geldiğini gösterdi. Rüyalar artık gelecekle ilgili mesajlar değil; kişisel geç mişe bağlılar- doğaüstü ile olan bağlantı kopmuştur. Şimdi mantıklı düşünüyoruz. Analiz yapıyoruz ve "kendimizi" "onlardan" - mantıksızca rüya görenlerden ve rüyalarını "unu tanlardan" - ayırıyoruz. Aynı ikili yapı, kendi içimizde de meydana gelir. Hamlet, "Bir fındıkkabuğu içinde bile ka inatın kralı sayabilirim kendimi, gördüğüm kötü rüyalar ol masa." demiştir. Böylece dış görünüşümüz söz konusu olduğu sürece dünyaya karşı yüzümüz - "sağlıklı" bir makullük sağlama ya başlarız, ama içimizde başka bir şey devam etmektedir. 13u "bilimsel rönesans"tan sonra, bu dönemin yazarları tara fından işaret edildiği üzere, kendimizin bu mantıksız özünü itiraf etme kabiliyeti azalmıştır. Rüyaların kaynağını tanrısal gibi doğruluğunu tartışan 16. yüzyıl yazarları, bu insani en dişe alanını belirlemeye kalkışıyorlar gibi değildir. Bunun dışındaki her şeyin de doğruluğunu tartışıyorlardı. Onlar
86
sadece düşüncede ortaya çıkmaya başlayan bilimsel söylev de ortaklık ediyorlardı. Ancak tannlann ayrılışı ile zihinsel sapma çabucak hükümsüz hale geldi. Böylece, mantık için yol döşendi ve hepimizi aydınlat mak için mücadelede ağır ağır yürüyen Descartes ortaya çıktı. 16. yüzyıl sonunda delilik artık tanrıların bir işareti de ğil, insan beyninin işlev bozukluğunun işaretiydi. Aynı şey rüyalar için de geçerliydi. Dini veya spiritüel içeriğinin za yıflatılmasıyla ve ilahilik veya kehanet gibi birincil işlevleri nin geçersiz kılınması veya alt edilmesiyle, zihinsel faaliye tin lüminal durumunun herhangi bir üstünlük ilişkisinden genel bir ayrım meydana gelir. Tanrısallık geri çekildikçe ve delilik ilerledikçe, yaratıcılık bu iki kutupluluk arasında bir köprü haline gelir ve Bah kültüründe rüya görmeyi önemli bir süreç yapar.
İlk Unsurlar: Rüyaların Fizyolojisi Aristo'nun görüşü, özellikle rüyaların tanrılardan gel diğinin yadsınması, 19. yüzyıl ortalarına kadar kabul edile bilirdi. Her ne kadar bilinç çalışmaları insanların düşüncele rini eski Yunanlılar kadar eski zamanlardan beri işgal etse de, 19. yüzyıl ortalarıyla birlikte, mekanik düşünce başarılı oldu. Bu durum Avrupalı düşünürleri; kuramsal düşünce nin büyük halkalarına, akıl-beden problemine ve bunun rü yalarla ilişkisi için deneysel araştırmaları mekanik çözümle re bağlamaya yönlendirmiştir. Günümüzde fizyoloji adı verilen şeyin ilk unsurları, Newton mekaniği, Maxwell elektromanyetik teorisi, meka nik kuramsal düşünceler, hayvanların vücutlarının sinir sis temlerinin kolay anlaşılır sağlam araştırmalarının bir karışı mından hasıl olmuştur. Ancak bu unsurlar, deneysel psiko lojiye öncülük etmiştir.
87
Almanya ve Avusturya'da, Herman Helmholtz'un bir öğrencisi olan Wilhelm Wundt tarafından öncülük edilen fizyolojik psikoloji araştırmalarına adanan bir laboratuvar, fizyoloji ve psikoloji arasındaki boşluğa köprü kurmaya te şebbüs etmek için 1879'da oluşturulmuştur. Wundt'un çalış ması1 2, onu rüyalar sırasında uyuyan kişinin beyninin fizyo lojide belirgin değişikliklerden geçtiğine inanmaya yönlen dirmiştir. Bu ilk kuramsal düşünmenin o zamanın çalışma larına dayanmasına rağmen, günümüzdeki modern fizyoloji laboratuvarlarında, uyuyan hayvanların çalışmala-rında doğrulanması kayda değerdir. Wundt'un başlıca keşfi, rüyalarda gözlemlenen belli noksanlıklarla ilgiliydi, özellikle tutarlı mantığın yokluğu, rüyaları hatırlama yetersizliği ve rüya sırasında görünürde iyi karar eksikliği. Uyku, rüyalar ve hipn9zun psikofizyolo jik koşullarının, kişinin başına gelen veya başına geliyormuş gibi görünen olaylar üzerinde kişinin sürdürmesi veya her hangi bir irade gücünün olması için yeteneğini değiştirmesi açısından temelde aynı olduğunu öngörmüştür. Bilincin bu "dunımlar"ı sırasında beynin bir dönüşüm biçiminden geç mesi gerektiğine inanıyordu . Wundt'un temel düşüncesine 'karşılıklı etkileşim' de nir. Fizikteki muhafaza teoremine13 veya belki etki-tepki a racına benzetilebilir. Temel olarak, eğer normal uyanık işlev görme sırasında bazı faaliyet biçimi beyni nitelendiriyorsa, o halde eğer rüyalar sırasında o işlev görmenin bazı açı nok sanlığı ve bazı diğer karakteristik işlev fazlalığı varsa, o za man benzer şekilde beynin bir bölümünde faaliyetin berabe rinde gelen yükselişi ile birlikte diğer bölümünde faaliyette düşüş meydana gelmelidir, der. Örneğin, rüya sırasında duyusal veri çoğunlukla abar tılır. Sıradan bir ses dışında odada bir ses, bazen rüyada bü yük bir kükreme veya belki geçen bir trenin veya barajdan
88
akan şelalenin mümkün olan çok kuvvetli gürültüsü olarak görünebilir. Bu yüzden Wundt, beynin duyusal girdisiyle i lişkili olan merkezlerinin daha çok elektriksel ve/veya kim yasal faaliyet göstereceğini ve ona karşılık gelen ölçüde di ğer merkezlerde, mesela mantıkta, böyle faaliyetin azalaca ğını öngörür.
Fizyolojik Akıl/Beden Araştırması Rüya gören beyni anlamak ve maddi evrenin rüya gör düğüne dair şaşırtan hipotezi kavramak için, yaşayan var lıkların hücresel-nörobiyolojik-fiziksel temelinin çalışması olan fizyolojiye de dikkatlice bakmamız gerekir. Bu, sözüm ona akıl-beden probleminin fiziksel temeline bakmamızı ge rektirir. Bu problem, var olan tüm diğer felsefi problem-den daha çok düşünmeyle sonuçlanmıştır. Esasında sordu-ğu, Akıl ile beden veya isterseniz ruh - bazen akıl ile eş-anlamlı olarak kullanılır - ile beden arasındaki ilişki nedir? Beynin fizyolojik çalışmalarına ve uyku ve rüya gör meyle ilişkisine odaklanmak istiyorum. Bilhassa, modern nörobiyolojinin başlangıçlarına kadar bu tür çalışmaların kı sa bir geçmişine bakmak istiyorum. Daha sonraki bir bö lümde, J .Allan Hobson ve Massachusetts Men tal Center' daki grubu ve Jonathan Winson ve New York'ta Rockefeller Institute'daki diğerleri gibi çalışanların güncel rüya fizyolo jik araştırmalarına bakacağız. Bilinci inceleyen 19. yüzyıl işçileri, kendilerini çoğun lukla, beyin işlevi ve düzenini, psişenin yapısından ve işle vinden ayıran çizgi üzerinde dans ederken bulurlar. Burada deneysel fizyoloji ve deneysel psikoloji arasında, özellikle ilk günlerde, her ne kadar gördüğümüz üzere birbiriyle ör tüşse de, net ayrım yapmak istiyorum . Bilimsel rüya araştırmalarının başlangıcının mükem-
89
ı ııel bir çalışması, }.Allan Hobson tarafından yazılan Rüya < ;()ren Beyin (Tlıe Dreaming Brain) kitabında bulunur.14 Sonra gelende olgusal tanımların bir kısmı, bu kaynaktan gelir. Neredeyse her bilim, kökenini eski Yunanistan'da bu lur ve akıl ve madde bilim çalışmaları da istisna değildir. Bi.iyük olasılıkla, aklın maddeyle ilişkisi konusunda sorulan ilk soru, "Akıl nerede yer alır?" dır. Eski Yunanlılar, insan .ıklının bedendeki yerini tartışmışlardır. Birçok olası adaylar olduğundan emin olmama rağmen, Yunan düşününde orta Y" çıkan başlıca yerler beyin ve kalpti. Aristo (M.Ö. 384:122), aklın kalpte yattığına inanırdı ve Galen'in (M.S 991 29) deneysel çalışmalarına kadar, konu karara bağlanmış �ibi görünüyordu. Asklepios tanrısına (rüyaların tanrısı) es ki rüya tapınaklarının daha önceden inşa edildiği Bergama' da doğan Galen, beynin aklın mevkisi ve dolayısıyla bilin t·i n mevkisi olduğuna kendini inandırmıştı. Galen, maymunlar üzerinde deneyler yaptı - günümüz bilimsel metotlarıyla karşılaştırıldığında oldukça ilkel diye bilirim. Gerçek manada hayvanın kalbini eliyle sıktığında, maymunun bilinçli kaldığını, ancak beynini sıktığında bi linçsiz hale geldiğini buldu. Ayrıca beyinde sorumlu olan si ni rleri hayvanın ses tellerine bağladı ve bundan sonra hay vanın ses çıkaramaz hale geldiğini buldu. Bu onu beynin ay nı zamanda konuşmanın kontrol merkezi olduğu fikrine yönlendirdi. Bu suretle, bu eski deneylerden, bilincin ve ak lın koltuğunun beyinde yer aldığı keşfedildi. Galen'in keşifleri ve beynin insan bilincinin kolhığu ol duğu teorisi, her ne kadar maymunların çalışmasına dayan sa da, Leonardo da Vinci (1412-1519) tarafından yapılan in san beyni tanımlamaları ve çizimleri ve Vesalius (1514-64) tarafından insan beyninin dikkatli kesilmesiyle kanıtlandığı i.izere, Rönesans boyunca kabul edildi. Bunu takiben, bey nin kesilme yoluyla incelenmesi, standart prosedür haline .
90
geldi. Sonra, beyinde bilincin nerede yer alabileceğini bulma teşebbüsleri geldi. Bu, çok sayıda teorilere ve insan kişiliği nin belirli görünüşünü beyin korteksinin (beynin yüzeyi) belirli alanlarına atfeden frenoloji (kafatası bilimi) araştır masına öncülük etti. Bilincin koltuğunun yerini belirlemek için bu çeşit teşebbüsler, Paul Broca konuşma merkezini beynin sol yarıküresinde doğru tespit ettiği 1861'de sonuç landı. Psişik güçleri fiziksel parametreler açısından eşlemek i çin ilk nörobilimin teşebbüsü, modern araştırmada yankı landı. Hobson, bu teşebbüsün yanlış anlaşılan kavramsal te melle birlikte endişe verici olabileceğine işaret etti. Günü müzde, büyük ölçüde klasik mekanik düşünmeye dayanan, bilincin nörobiyolojik arayışı ile karşı karşıyayız. Hobson, nörobiyolojinin psikolojik işlevi açıklamadan çok uzak ol duğunu öğütlemiştir. Bu yüzden, bu tür teşebbüsler dikkat le yönetilmelidir. Bu uyarıyı tekrarlarım. Bilincin fiziksel te melini, kuantum fiziğin ilkelerini ve gözlem eylemini teşkil eden çok yeni bir kavramı dahil etmeden anlamamızın mümkün olmadığına inanıyorum. Bu soruya ve rüyalarda ve bilinçteki rolüne, daha sonraki bir bölümde tekrar döne ceğim.
İnsanlar Elektrik Uyku Rüyası Görür Burada "Bilincin keşfedilen ana fiziksel temeli nedir?" diye sormaya başlayabiliriz. Günümüzde cevap, sinirlerin e lektriksel faaliyetinde bulunur - kendi geçmişi olan bir ke şif. İngiliz anatomici Charles Beli (1774-1842) ve Fransız e lektrofizyolojist François Magendie (1783-1855), elektrik e nerjisinin beyinden kaslara ve duyu organlarından ve deri den merkezi sinir sistemine, sinir dürtüleri olarak iletilmesi çalışmaları yoluyla, refleks eyleminin meydana geldiğini i-
91
�aret eden ilk kişiler olmuşhır. Bell ve Magendie'nin keşfi, Alman matematikçi Gottfri ı•d Leibniz (1646-171 6) ve karşıt görüşlere sahip İ ngiliz filo ı.of John Locke tarafından daha önceden örneklerle açıklan ıl ı ğı üzere akıl teorileri üzerinde güçlü bir etki yaptı. Soru; Kişi uyurken bilince ne olur? idi. Bilinç sadece bir duyum sonucu muydu ve eğer duyum durursa bilinç de kaybolu yor muydu? Her ne kadar ikisi de Bell ve Magendie'nin keş finden önce ölmüş olsa da, Locke ve Leibniz bu konuyu ve ııyku sırasında bilinç var mı yok mu, yani askıda mı yoksa uyanık farkındalıkla sürekli mi konusunu tartışmaya eği li mliydi. Leibniz, bilinçte uykuda bile devam eden, bu yolla görünür algılama olmadan daim olan doğuştan fikirlerin ol duğuna inanırdı. Leibniz ile aynı fikirde olmayan Locke, bi lincin algılamalara dayandığına inanıyordu ve duyumların ııyku sırasında azalmış seviyede deneyimlendiğini, böylece hala aklı etkilediğini iddia etti. Isaac Newton (1642-1727) bile, algılama ile üretilen bi lincin, "ruh" un gizli titreşimlerinin sinirler boyunca taşındı ğı fikriyle kavgaya girmiştir. Beli ve Magendie'ye göre, bu gizli ruh ilk kez elektrik olarak ve sonra sinir zarını çapraz geçen eden iyon akışı olarak tanımlanmıştır. Bu sebepten, 1 9. yüzyıl başlarken, beyne dayalı akıl için ciddi bir araştır ma başlamıştır. Fizikte olduğu üzere, Fransız filozof Rene Descartes'in (1 596-1650) akıl-beden problemini anlamamıza katkısını göz ardı edemeyiz. 10 Kasım 1619'da, Descartes evrende anlaşı labilecek ne varsa neredeyse hepsini çözmüştür. Bavyera'da, beklenmeyen bir kar fırtınası sırasında, kendisini ısıtılmış bir odaya kilitlemiştir. Orada iki hafta kalmıştır. Ona göre, evrenin kanunlarının anlayışı ile aklı birbirine bağlayan üç vizyon/rüya görmüştür. "Düşünüyorum, o halde varım." demiştir.
92
Bazen bu ifadenin karışıklıkla endişe verici olduğunu düşünürüm. Bunu, düşünce veya akıl varsa, bu nedenle be denin de var olduğuna anlamına geldiğini kastediyor gibi kabul ederim. Ancak bunun tersi bir ifade, "Varım, o halde düşünüyorum" doğru değildir. Dolayısıyla Descartes'e gö re, onu algılayabilecek bir akıl olmadan beden var olabilirdi. Ama eğer akıl varsa, o zaman beden olmadan var olamazdı. Anlaşılan Descartes, bedenin mekanikleriyle, Descar tes'ın aynı kabul ettiğine inandığım ruhun veya aklın meka nikleri arasında net bir ayrım görmüştür. Günümüzde, düa lizm - akıl ve bedenin ayrılması - teorisiyle inanılmıştır. An cak onun zamanında, ruh beynin küçük bir bölümünde genellikle "üçüncü göz" olarak düşünülen epifiz bezinde bulunmaktaydı.
"Dualite Yapan " Hücreler Düalizm sorusu, günümüzde modern nörobiyolojinin babası olarak kabul edilen Sigmund Freud'un çağdaşı İ s panyol nöroanatomist Santiago Ramon y Cajal'ın (18521934) düşüncesini etkilemiştir. Bireysel sinir hücrelerini in celemiş ve nöronu ayrı bir işlevsel birim olarak tanıyan ilk kişi olmuştur. Bu, beynin hücresel biyolojisinin başlangıcı dır. Her ne kadar, beynin elektrik ileten polipler iletişimin kolonisi olarak düşünülebileceği ve bu gerçekleşmenin ni hayetinde bilincin fiziksel temeli olarak ortaya çıkacağı fik riyle oldukça heyecanlı olsa da, fikirde şüpheciydi ve akıl ve bedenin ayrımına inanan bir düalist olarak kaldı. Cajal, Hint mürekkebi ve suluboya kullanarak sinir hücrelerinin çizimi çalışmasıyla bilinir. Ancak bizi burada en çok ilgilendiren kendi şüpheciliğine karşın, insan aklını, burun deliklerimizin üzerinde yatan bu iletişim kuran elek trik polipleri bazında resmetmek onun teşebbüsüdür. Bilinç
93
b i r şekilde bu faaliyetten ortaya çıkmış ve bir şekilde bilgi -
düşünme ve hissetme kabiliyeti - burada ortaya çıkmıştır. Bu yüzden düşünme ve hissetme, sinir hücrelerinin elek t riksel-kimyasal faaliyetine indirgenebilir. Ama nasıl? Freud' un düşüncesinin ego ve idi, beynin korteksinin kıvrımların da bulunabilir mi? Cajal "Bir korteksim var, o halde düşü nüyorum ki varım" mı diyecektir? Yoksa Cajal akıl-beden gizeminin sislerinde gölgeli, şüpheci kalıp, aklı bedeninden ayıran duvarı delip geçemeyecek midir?
Küçük Nöronlar Ne Yapar? Daha fazlası takip etti. 19. yüzyılın sonlarında, Cajal nöronun ayrı olmasını kanıtlamasıyla aynı zamanlarda, di ğer çalışanlar nöronun mantığını - işlevini - kanıtlıyorlardı. Buradaki keşif, eylem potansiyeli - bir sinyalin nöral hücre nin kendisinin gövdesi boyunca elektrik hareketi - idi. Başta kurbağalarda elektriksel sinir eylemini inceleyen fizyolojist Luigi Galvani ( 1 737-1 798) ve Alessandro Volta (1745-1827) olmak üzere birçok çalışan bu keşfe katkı sağlamıştır. Küçük elektrik akımlarına derinin direncinin bir ölçümü olan gal vanik deri tepkisi, Galvani'nin ismiyle inanılmış ve elektrik teki voltaj kavramı, Volta'dan isimlendirilmiştir. 1875 yılı başında, Richard Caton beynin elektriksel faa liyetini kaydedebilmiş ve günümüzde EEG adı verilen ilk e lektroensefalogramı yapabilmiştir. Sözüm ona refleks yayı nın hücresel bir analizi ve sinir hücrelerinin uyarılması ve ketlenmesinin etkileşimi, şimdi klasik olan, 1906'da yayınla nan Sinir Sisteminin Bütünleştirici Eylemi (The lntegrative Acti on of tlıe Nervoııs Systenı)15 kitabını yazan Charles Sherring ton (1 857-1952) tarafından gerçekleştirilmiştir. Her ne kadar sinirsel elektriksel enerjinin tam süreçleri 1 9. yüzyılda ve 20.yüzyılın başlarında henüz eşlenmiş olsa
94
da, günümüzde sinir hücresinin hücre gövdesinden akson adı verilen uzun kuyruğu boyunca aşağıya elektrik ilettiğini kabul ederiz. Aksonda elektriksel enerji, bir hücreden diğe rine seyahat eden küçük moleküller olan kimyasal haberci lere dönüştürülür, bu suretle alıcı hücrenin aynı şeyi yap ması için uyarır veya o şekilde yapmasını engeller. Böylece sinir hücreleri birbiriyle, bir hücreden diğerine seyahat eden nörotransmitter denilen kimyasallar aracılı ğıyla iletişim kurar. Bir eylem potansiyeli (elektrik enerjisi nin bir sinyali), sinir hücresinin yüzeyi boyunca ana gövde den aksonuna seyahat eder. Bu elektriksel faaliyet, sinyalin yayılmasını destekleyen elektriksel dengesizlikle sonuçla nan, hücre dışı iyonların (hücre gövdesinin dışında yatan yüklü parçacıklar) hücre içi iyonlarla (hücre gövdesinin i çinde yatan yüklü parçacıklar) değiş tokuş etmesine neden olur. Sinaptik boşluk - sinir hücreleri arasında bir ayrım - a dı verilen yere sinyal ulaştığında, nörotransmitterlerin boş luğun uyarılmış yanında ihtiva edilen küçük çıbanlardan si naptik boşluğa yayılmasına neden olur. Yüz-angström mesafesini (tek bir atomun uzunluğu nun yaklaşık yüz katı) geçtikten sonra bu moleküller ulaştı ğında, diğer hücrede ya hücrenin ateşlenmesini uyaran, bu hücrenin hücre dışı iyonları içine çekeceği ya da hücrenin a teşlenmesini kısıtlayan, halihazırda hücrede var olan iyonla rın hücre dışı boşluğa doğru fırlayacağı bir durum yaratır lar. İ çine çekmeye uyarılma denir ve fırlamaya ketlenme de nir. Soru şudur: Bu indirgemeci görüş, bilinç hakkında her hangi bir şey anlatıyor mu?
95
Bilinç, Bilincin Ne Yaptığıdır Bana öyle geliyor ki yukarıdaki alt başlık, bilincin fizik
sl'I temeli ile çok ilgilidir. Belki bilincin ne olduğunu değil, .ı ına ne yaptığını görüyoruz. Sinir sistemi içerisinde maddi olasılıklarını değiştirir. Eğer bilincin fiziksel teme l i ni sinir hücrelerinin elektriksel faaliyetine itimat edebilir sek, o zaman eğer Eccles ve ben haklıysam16, bu faaliyet �özlemin rolü tarafından değiştirilen muhtemel olaylar ta rafından bir yere kadar vasıta olabilir veya kontrol edilir gi bi görünür. Halen böyle bir seviyenin olay ölçeğinde bireysel mole küler vezikülar salım olarak ne gözlemlenebileceği elbette başka bir sorudur. Birçok fizyolojist, bu tür olayların o ka dar hızlı ve rastgele olduğuna, insan veya hayvan bilincinin onları değiştirmede hiçbir rolü olamayacağına inanır. Elbet te bu, bilince uzay ve zaman açısından alt limit koyar ve et kin biçimde sıradan olayların uzaysal ve dünyevi ölçeğini sınırlar. Ancak günümüzde, aklın sadece inçlerle ve saniye nin parçalarıyla ilgilenirken etkin olması konusunda, her ne kadar bu konularda bilinçaltı farkındalık olarak dikkate de ğer tartışma olsa da, gerçek bir kanıt yoktur. Eğer akıl böyle bir ölçekte hareket edebiliyorsa, bu ne anlama gelir? Öncelikle bilincin, o her ne ise, indirgemeci o larak bakılabileceğini - yine oldukça tartışmaya açık bir şey - anlamına gelir. Bu bilincimizin, bir şekilde bilincin daha küçük gizli birimlerinden - eğer doğruysa, Cajal'ın şüpheci görüşünü az çok yankılar - meydana geldiği anlamına gelir. Bu hipotezi kabul ederek, o zaman bilincin küçük biri mi ne yapıyor? Cevap şudur: seçiyor. Ama o seçimi ne yöne tiyor ve seçenekler neler? Burada Sherrington'un sinir siste minin bütünleştirici eylemini göz önünde bulundurması gi bi, bilincin bütünleştirici eylemini hesaba katmamız gerekir. ı ılayların
96
Bireysel birimler elbette çok sınırlı seçenek yapar. Birimin çevresindeki veya içsel durumundaki bir değişikliği ya fark eden ya da farkında olmayan şeylerden oluşurlar. Bilincin tüm küçük birimlerini birleştirdiğimizde, işlevsel bir akla u laşırız. Akıl, oldukça karmaşık seçimler yapıyor gibi görü nür, ama milyarlarca daha küçük seçimlerden oluşmuştur. Bu suretle bir makroskobik seçim, bu daha küçük birimlerin taranmasından oluşur. Bu biçimde, bu makroskobik akıl, ol dukça gözlemlenebilen seçimler yapar.1 7
Bilincin Karınca Koloni Modeli Mikroseçimler ve makroseçimler arasındaki ilişki, kar şılıklı olacaktır. Bu büyük ölçekli seçimler, sonra sırasıyla, sonrasında tepki verecek ve tüm bilinci etkileyecek olan, bir karınca kolonisinin bireysel karıncaların hareketlerini etkile mesiyle hemen hemen aynı biçimde ve onlar sırasıyla tüm koloninin hareketlerini ve faaliyetlerini etkiler daha küçük birimleri etkileyecektir. Bilinci anlamak için tek bir nöronu incelemek, az çok tüm koloninin ne başardığını kavramak i çin tek bir karıncayı izlemek gibidir. İkinci olarak, moleküler ölçekte hareket eden akıl, bi lincin maddenin her seviyesinde, hatta atomik ve atomaltı seviyede bile var olabileceğini kasteder. Halen, fizikte hiçbir şey mikrobilincin böyle birimlerini henüz tespit etmemiştir. Ancak mitik gerçeklik fikri ile fiziksel gerçeklik arasındaki köprüyü oluşturan şey, sadece bilincin bu açısıdır ve eğer yapabilirse akıl-beden probleminin çözümü olabilir.
Rüyaların İlk Fizyolojisi Bu hipotezi şimdi bırakıyorum ve daha sonraki bir bö lümde tekrar döneceğim. Şimdi rüyaların fizyolojik kanıtıy-
97
la, özellikle 1 950'li yılların başlarındakilerle devam etmek istiyorum. Önce, uyku sırasındaki hızlı göz hareketi (REM) ile rüyalar arasındaki korelasyonun keşfinin eski araştırma larına, bu keşfin kökeninin kısa bir geçmişi de dahil olmak üzere, bakacağız. Bahsettiğim üzere, bu araştırma dalını başlatan Ric hard Caton tarafından yapılan beyinde üretilen voltajın ilk ölçümleriydi. Caton'un çalışması, bu minik sinyalleri kuv vetlendirebilen ve günümüzde EEG olarak adlandırdığımız şeyde analiz edebilen Alman psikiyatrist Hans Berger'in (1873-1941) çalışmasına öncülük etti. 1929 ve 1933 arasındaki dönemde, Berger denek gözle rini her kapadığında, kafa derisinden EEG'nin 10 dön gü/saniye ritmini (günümüzde alfa denilen) gösterdiğini bir dizi makalede açıkladı. Deneğin gözlerini açması üzerine, ritim kayboldu. Berger, tüm neokorteksin alfa dalgasının ü retiminde ilişkili olduğunu düşündü. Sonra Cambridge'deki deneysel çalışmalar, alfanın birincil görsel kortekste üretil diğini gösterdi . Ama alfanın önemi hala kabul edilmemişti. Her ne kadar bu deneyler ilginç olsa da, uykunun ne i çin kullanıldığına dair kesinleşmiş kanıt bulunamamıştı. Berger'in aslında bu tür deneyleri, çok yaygın olmayan bir prosedür olarak, insan denekler üzerinde uyguladığını vur gulamam lazım. Sonuçlarını yayınladığında, akademik ce miyet sarsıldı. Birçok şüpheci, bu dalgaların beyinde üretil diğine inanmadı, fakat kaydeden cihazın kendisinin işlem hatası olduğuna inandı. Muhalifleri ikna etmek için Berger, denekler bilinç du rumunu değiştirdiğinde, kaydedilen sinyallerin değişip de ğişmediğini görmeye karar verdi. Deneyi dikkat çekecek de recede basit ve ikna ediciydi . Deneklerine sadece gözlerini kısa bir süre boyunca kapamaları ve açmaları talimatını ver di. Denekler uykuya dalmadan önce başlangıç olarak gözle-
98
rini kapadığında, beyin faaliyetlerinde bir artış fark etti bilhassa saniyede 8 ile 12 arasında döngünün (8 ile 12 hertz) sinusoidal dalgalar biçiminde (basit tekrarlayan salınımlar) güçlü ritmik varyasyonların göriinümü. Bahsettiğim üzere, günümüzde buna alfa ritmi adı verilir. Berger'in denekleri gözlerini açtığı zaman, alfa ritmi kayboldu. Eğer bu aletsel işlem hatası olsaydı, nasıl ortaya çıktığının açıklamasıyla karşılaşması için baskı altında olmalıydı . B i r sonraki alfa, denekler gözleri kapalı bir şekilde uy kuya daldığında incelendi. Berger, denekler uykuya dalıp giderken, alfanın diğer EEG kalıplarının hayret verici kalıbı na döndüğünü buldu. Bazen EEG uyanık-durum kalıpları gösterdi ve diğer zamanlarda bir saniye süren 14 CPS'lik ani yükselişlerdi. Ayrıca 2 ile 3 CPS'lik rastgele kalıplar da gö ründü. Berger'in aleti, .günümüzde yavaş dalgalı veya non REM (NREM) uyku dediğimiz sinyallerin oynama genişliği nin yükseldiğini ve frekansın düştüğünü gösterdi . B u kalıpların gösterdiği şey, uykunun sürekli bir du rum değil, birçok farklı durum olduğu idi. Bu objektif ola rak, beyin tarafından yayılan, kafa derisine uygulanan elek trotlarla alınan, kendiliğinden ritmik elektromanyetik dal galar olarak göriinüyordu. Bu ritimler, uykuda, güçlü duyu sal girdinin yokluğunda bile beynin faal olduğunu işaret e diyor göriinüyordu, bu yüzden Locke'un asıl teorisini çürü tüyordu. NREM işaretinin meydana gelmesiyle birlikte, Ber ger'in muhaliflerinin çoğu sustu.
Kleitman 'ın Gözleri ve Aserinsky'nin Bebekleri Berger'in çalışması üzerinden 20 yıldan fazla zaman geçmesine ve EEG'nin insan beynini araştırmada majör a raçlardan biri haline gelmiş olmasına rağmen, Nathaniel Kleitrnan ve Chicago Üniversitesi (University of Chicago)'
99
nde Kleitman altında çalışan fizyoloji mezunu bir öğrenci o lan Eugene Aserinsky, ancak 1 953'te rüya gören beyni fizik sel faaliyeti ile bağlayarak majör atılım yapmışhr. 1 8 Nathaniel Kleitman, büyük bir rüya araştırmacısıydı. 1 930 ve 1940'1ı yıllarda uyku üzerinde çalıştı. O zamanlarda her ne kadar rüyaların uyku sırasında meydana geldiği ke sin olarak bilinse de, hiç kimse rüyaların ne kadar sürdüğü nü veya ne sıklıkta olduğunu bilmiyordu. Kelitman uyanık uyku döngüsü esnasında sıcaklık, kan basıncı, solunum hı zı, kalp hızı gibi gözlenebilen ne varsa ölçtü. EEG, neokorteks tarafından üretilen elektromanyetik sinyalleri gözlemek için kullanılan en önemli araçtı. Yukarı da bahsettiğim üzere bu, kafa derisine yapıştırılan elektrot kullanımıyla yapılıyordu. Kleitman bir kişiyi birkaç gün bo yunca gözleyerek vücut sıcaklığının aslında 24 saat döngü sünde değiştiğini ve gece yarısında en düşük, öğle vaktinde en yüksek olduğunu buldu. Kalp hızı ve kan basıncı, uyku sırasında düşüyordu. Solunum hızının değiştiği bulundu. Bazı araştırmacılar uyku sırasında arttığını, diğerleri azaldı ğını buldu. Kleitman 24 saat döngüsünü değiştirmeye teşebbüs et ti. 1938'de o ve diğerleri, 34 günlerini 28 saat döngüsü ba zında yaşayarak Kenhıcky'de, Mammoth Mağarası'nda ge çirdiler. Bazı insanların döngülerini 28 saate göre değiştirir ken bazılarının değiştirmediğini gördü. Başka bir deneyde, ne olacağını görmek için insanları uykuya mahrum bıraktı. İ nsanların, halüsinasyon gördüklerini akla getiren garip ' davranışlar sergilediğini buldu. Aserinsky, önce uyuyan çocuklar üzerinde yavaş yu varlanan göz hareketini inceledi. Derin uykuyla göz hareke ti arasında bir korelasyon kurmak istedi. Çocukları izlerken, çoğunlukla uzun yorucu saatlerce onları gözlemleyerek, gözlerin hareketsiz olduğu ve diğer zamanlarda hızlı ham-
1 00
lelerle hareket ettiği ayrı evreler fark etti. Kişi, Aserinsky'nin şimdi iyi bilinen hızlı göz hareketi veya REM fenomenini tesadüfen bulduğunu söyleyebilir. Aserinsky'ye ilginç gelen, bu hızlı hareketler esnasında, ço cukların eğer varsa bile çok az bedensel hareketi vardı. As lında, hızlı göz hareketi ile birlikte olan bedensel hareket noksanlığı, onu yeni bir şeyin keşfedildiğine dair uyardı. Sonra Aserinsky ve Kleitman bu fenomeni daha siste matik bir şekilde, bu defa çocuklar yerine yetişkinler üzerin de incelemeye karar verdiler. Yetişkinler genellikle, labora tuvar ortamında ışıklı odalarda uykuya dalmakta güçlük çektikleri için, deneklerini karanlıkta gözlemeye karar ver diler. Deneklerine elektrot bağladılar ve göz hareketlerini ve uyuyan deneklerin beyninden gelen diğer elektrik sinyalle rini EEG kullanarak gözlemlediler. Beklendiği üzere, REM, gece boyunca belli zamanlarda kümelerde uyuyan yetişkinlerde de gözlemlendi. İlk REM, uykuya daldıktan sonraki bir saat içinde meydana geldi. Ti pik bir küme, sürekli REM'ler yerine yavaş göz hareketleri (SEM) ile serpiştirilen REM ani çıkışlarından oluşuyordu. REM-SEM döngüsü, ilk REM evresinde yaklaşık 10 dakika sürdü, gece devam ederken her biri diğerinden daha uzun süren üç ya da dört REM evresi daha oldu. Bulgular Aserinsky'nin daha önceki gözlemlerini doğ ruladı: REM evreleri, hiç göz hareketi olmayan veya yavaş göz hareketi olan evrelerle karışık idi. Aserinsky ve Kleit man, ayrıca REM'lerle, düzensiz ritmik kalıplarla birlikte u yuyan deneklerde bir çeşit rahatsızlık meydana geldiğini i şaret eden elektriksel beyin-dalgası faaliyeti, solunum artışı nı, kalp hızı artışını ve nabız artışını da içeren çok sayıda di ğer fizyolojik tepki ile ilginç bağıntılar buldu. Bu rahatsızlık neyi gösterir? Kleitman ve Aserinsky bu REM'lerin duygusal rahat-
101
sızlığa işaret ettiğine inanıyordu ve bu hipotezi, uyuyanları REM evresi sırasında veya hemen sonrasında uyandırarak test ettiler. Uyuyanlar değişmez bir şekilde REM evresi sıra sında rüya gördüklerini bildirdiler. Rüya görme, sadece REM evresi sırasında meydana geliyor gibi görünüyordu. Çıkardıkları sonuç ilk başta şüpheli idi, ama araçlar ta rafından kaydedildiği üzere, duygusal rahatsızlıklar rüyala rın başlamasıyla bağıntılı gibi görünüyordu. Bu, rüya gören beynin dış alet düzenine kendini gösterdiği veya, isterseniz, rüyanın içsel deneyiminin rüya gören beynin kendisi dışın da tarafsız izleyiciler tarafından gözlemlendiği tarihte ilk defaydı. Bu yüzden, rüya gördüğümüzde gözlerimizin uya nıkken bir şeyin meydana gelmesini izlediğimizdeki gözle rimizin hareketi ile hemen hemen aynı şekilde hareket etti ğini farz ettiler. Daha sonra Kleitman'ın daha önceki bir öğrencisi olan William Dement, uyku sırasında REM'in rüya görmeyi işa ret ettiği hipotezini doğruladı. Normal denekler REM uyku sundan uyandırıldığı zaman, değişmez bir şekilde rüya gör düklerine dair görsel faaliyet rapor ettiler. Eğer denek, göz lerin daha az hareket ettiği bir REM evresi sırasında uyandı rıldıysa, deneğin raporu genellikle daha az canlı oluyordu. Buna karşın, denekl er göz hareketi evresinin en faal olduğu . REM evresinde uyandırılırsa, denek genellikle daha canlı detaylar rapor ediyordu. ı 9 REM ile rüyalar arasındaki ilişki ile ilgili çok sayıda il ginç sorular vardı. REM'lerin rüya kişisinin rüya boyunca a sıl akışını takip ettiği varsayımı doğru muydu? Aklın gö zündeki kişi, gerçek kişinin gözlerinin izlediği vizyonları mı görüyordu? Diğer fizyolojik işlevlerin varyasyonu rüyadaki eylemle ilişkili miydi? Örneğin bir uçaktan düştüğümü gö rürsem, rüyada hayali olarak düşerken kalp hızım ve solu num hızım yükselir mi?
1 02
Peki ya cinsel uyarılma? Araştırmacılar erkeklerde e reksiyonun ve kadınlarda vajinal kayganlaşmanın REM uy ku dönemleri sırasında meydana geldiğini kısa �süre içinde fark ettiler. Bu, deneklerin erotik rüya gördüklerine mi işa ret ediyordu? Eğer yukarıdaki sorulardan herhangi biri olumlu ola rak cevaplanabilseydi, rüyaları ve uyanık yaşamla ilişkisini gözlemlemek için son derece faydalı bir yol olurdu. Mesela, fizyolojik işlevlerle gösterildiği şekilde, bazı insanlar diğer lerine göre daha endişeli rüyalar mı çekiyorlardı? Rüya gö renin rüya kişisinin nereye gittiğini, göz hareketlerini takip ederek söyleyebilir miydik? Eğer yukarı doğru baktıysa, rü yada yukarı doğru hareket ettiği anlamına mı gelirdi? Belki sadece REM'de gözleri izleyerek kişinin uçtuğunu veya mer divenlerden çıktığını belirleyebilirdik. Ereksiyon veya kay ganlaşma aslında cinsel uyarılmayı gösteriyorsa, belki işlev siz bir kişide cinsel işlevsizlik bu yolla tetkik edilebilir. Pekala, çok sayıda inceleme vardı. Ama her ne kadar böyle bağıntılar için elbette işaretler olsa da, cevaplar kesin değildi.
Bir Rüya Ne Kadar Sürer ? Zamanla başlayalım. Belki rüyanın uzunluğu, REM ev resinin uzunluğu ile bağıntılı idi. Eğer böyleyse, bu elbette rüyazamanı deneyimi ile gözlerin hareketi arasında bazı ko relasyonları işaret edecektir. Muhtemelen tarafsız zaman ile rüyazamanı arasındaki korelasyonu tarif eden ilk raporlardan biri, Alfred Maury (1817-1892)20 tarafından verilmişti. Maury, 19. yüzyılın baş ve ortalarının rüya ve uyku araştırmalarında bir öncüydü. Belki de, kendini gözlem yoluyla rüyaları, özellikle rüya gö ren beyin üzerinde dış uyaranların etkisini analiz etmeye ilk
1 03
teşebbüs eden kişidir. Ayrıca tam uyku başlangıcında mey dana gelmeye başlayan görsel görüntüler ile özellikle kar maşık prosedürüne karşı ilgiliydi. Bunlara hipnagogik (uyu tucu) halüsinasyonlar adı verilir. 1 861'de bir gece, Maury insanların dış zaman ile rüya zamanı arasındaki ilişki konusunda düşünmeye sevk eden bir rüya gördü. 2 1 Maury'nin rüyası onu, Fransız Devrimi ve Paris'te meydana gelen Terör Dönemi (Reign of Terror) za manına, 1793 yılı civarına götürdü. Çok sayıda cinayet gör düğünü bildirdi. Bir mahkemeye getirilerek, giyotine çarph rıldı. Sonra bir at arabasına diğer suçlularla birlikte konuldu ve yuhalayan çevresini saran insanların arasından Paris so kakları boyunca çekildi. Darağacına varınca, "öldürücü ka dın" a uzanan merdivenleri çıkmaya zorlandı. Elleri arkasın da bağlı idi ve kütük üzerinde başının onlarca fit üzerinde korkunç bıçak ağzı ile başı dikme boyunca karnı üzerine yattı. Aniden giyotinin bıçağının başını vücudundan ayırdı ğını hissetti. Vay! PekaJa, böyle bir rüya kolay unutulmaz ve Maury bir sıçramayla bu rüyadan uyandı. En azından, kendini ol dukça endişeli hissediyordu. Sonra oldukça şaşırtıcı bir şey keşfetti. Yatağının baş kısmı gevşek hale gelmiş ve düşmüş tü, tam da boynunda iyi hedeflenmiş giyotinin başı beden den ayırmak için vurması gereken yere vurarak. Bu rüyadan ve Maury'nin raporundan ne çıkarmalıyız? Rüya tam da o yatağın baş kısmının düştüğü birkaç milisa niyede mi (saniyenin binde biri) meydana gelmiştir? O olay ların hepsi, başın boyna vurduğu o kısa zamanda mı olmuş tur? Belki yatağın baş kısmı gevşek idi ve bunu uyumadan hemen önce fark etti. Belki bu onu rahatsız etti ve üzerine düşebileceğini düşündü. Bu rüyaya neden olmuş olabilir, böylece tesadüfi olarak tam gevşek bölümün düşmesiyle so nuçlanan normal bir rüya görmüştür. Eğer böyleyse, bu
1 04
kayda değer bir tesadüftür. Rüyazamanı, gerçek zamanla nasıl ilişkilidir? Freud bu hikayeyi duyduğunda, bu "rüya"nın Maury' nin rüya görmeden çok önce düşündüğü bir kuruntunun gerçekten bir raporu olduğuna ve düşen yatak başının u yanmasının üzerine bu kuruntuyu uyandırdığına inandı. 22 Diğer taraftan, Maury tüm rüyanın tüm karmakarışık ve u zun öyküsel bölümleri ile birlikte, darbe ve uyanması ara sındaki zaman aralığında meydana gelen beyinde bir flaş olduğuna inandı. Bu yüzden rüyaların, birçok olayın birlik te sıkıştırılmasıyla birlikte gerçek zamanda çok kısa sürdü ğü sonucuna vardı. Elbette güya kişinin ölürken, ölme anın da tüm hayatının gözünün önünden bir film şeridi gibi geç tiğine dair hikayeleri biliyoruz. Ambrose Bierce'in Owl Köpriisiinde Bir Olay (An Occu rence at Owl Bridge)23 hikayesinde, Amerikan İ ç Savaşı'nda Owl Deresi'nin üzerindeki bir köprünün ortasına bağlanan bir ipten sallanması gereken bir hükümlü casusu anlatır. Be deni düşerken ipin gerginleşmesine neden olur, ip kopar ve derenin içine düşer. Akan sularla yüzlerce fit sürüklenir, iş kencecilerden kaçar. Kıyıya çıkar ve insanlarla tanıştığı, ye mekler yediği, birkaç gece uyuduğu, evine geri yolculuk et tiği vs. uzun bir maceraya başlar. Ama hikayenin sonuna doğru, tecrübe ettiği olaylarda bir şeyin yanlış olduğunu keşfeder. Ürkütücü bir nitelik almaya başlarlar. Aniden ip gerginleşir, havasını tıkar ve onu öldürür. Hepsi bir rüyadır: ölen bir adamın dünyanın ışığına son ba kışı, hepsi a klındadır ve vücudu ipin ucuna ulaşması sani yenin birkaç binde biri zaman almıştır. Tüm rüyalar bir flaşta mı olur? Yoksa kısa rüyalar kısa REM evrelerine, uzun rüyalar uzun REM evrelerine mi rast lar? Dement ve Kleitman bunu, denekleri bir REM evresinin başlangıcından ya beş ya on beş dakika sonra uyandırarak
1 05
araşhrdılar. Çoğu deneklerin raporu önce gelen REM evresi nin gerçek uzunluğuyla çakıştı. Ayrıca daha kısalara göre daha uzun REM evrelerinde meydana gelen rüyaların daha fazla betimlemeleri vardı. Bu yüzden, örneğin beş dakika sonra uyandırılan bir kişi araştırmacılara rüyasının beş da kika olduğunu, on beş dakika olmadığını ve rüyasının daha kısa bir betimlemesini anlatacaktır. Bu kesin gözükebilir, ama öyle miydi? Bu gerçekten bir rüyanın uzunluğunun bir REM evresinin uzunluğu olduğu nu mu gösterir? Filozof Norman Malcolm, bunun kesin bir sonuç olmadığını savunur. Zamanın uzunluğu, rüya olgu sundan sonra betimlemesinden belirlenir. Mesela sadece on beş dakikalık REM evresi sırasında, beş dakikalık REM ev resine göre daha kısa ve olay-yoğun bir rüya görme olasılığı daha yüksektir. Başka bir deyişle, rüyanın uzunluğu REM zamanı ile ilişkili olabilir, ama aynı olmayabilir. Psikoloji profesörü David Koulack tarafından bildirilen başka bir deneyde, dış uyarı ile rüyazamanını ilişkilendir mek için teşebbüste bulunulmuştur. 24 Dış dünya, Maury'nin raporunda gördüğümüz üzere rüya olaylarına neden olabi lir. Bu suretle, rüya gören bir kişinin yüzüne onu uyandır mayacak kadar hafif şekilde su sıçratma, bir ıslaklık, su veya sıvı imaj rüyasına sebep olabilir. Deneyciler bir uyarıyla u yanma arasındaki zamanı ölçtüler. Uyarıcının bir rüya içeri ği olarak tanıtıldığı on denek durumunda, rüya raporu ile uyarıcıyla uyanma arasındaki zaman uzunluğu arasında ko relasyon buldular. Araştırmacılar rüya eyleminin sanki rüya olayları gerçek yaşam olaylarıymış gibi aynı süre aldığını hesapladılar. Diğer bir ifadeyle, bir kişinin giriş kattan yirmi katlı bir binanın tepesine asansörle çıktığını farz edin. Bu kişinin rü yasında, asansöre bindiğinde ayaklarının ıslandığını (araş tırmacılar rüya görene bir su sprey uyguluyorlar) gördüğü-
1 06
nü ve yukarıya çıktığı an en üst kattan atladığını ve böylece kendini uyandırdığını farz edin. Rüya görenin ıslanmasıyla (uyarıcı) atlama (uyanma) arasındaki zamanın uzunluğu nun, gerçekten bir binanın giriş katından yirmi katlı bir bi nanın tepesine kadar asansörle çıkmanın alacağı zamanla çok yakından ilişkili olduğu bulunmuştur. Koulack, bunu daha da geliştirmeye teşebbüs etti. De nekler REM uykuya başladıktan sonra, bileklerine zayıf e lektrik şok uyguladı. Sonra denekleri, şoku uyguladıktan o tuz saniye veya üç dakika sonra uyandırdı. Rüya raporunda şokun varlığını tanımlayabildiği o vakalarda, deneklere rü yada şokun varlığını onları uyandırmadan otuz saniye önce mi yoksa üç dakika önce mi belirlediklerini sordu. Uyarının rüyada birleşik olduğu on iki durumun on birinde, denekler şokun varlığını doğru değerlendirebildiler. Bu veri, sadece REM evresinde rüya görmediğimizi ama aynı zamanda rüyanın gerçek zamanda meydana gel diğini ve şokun rastgele başlangıcından tüm REM evresi boyunca rüya gördüğümüzü gösterir. Bu yüzden rüyalar kısa süren flaşlardan ziyade fazlasıyla uzun görünür. Ama Maury'nin raporu konusunda ne yapmalıyız? Ve göz hareketi ile solunum ve nabız sayısı gibi diğer nörofiz yolojik verilerle rüya olayları arasındaki korelasyon konu sunda, tüm bu diğer soruları nasıl cevaplarız? Apaçık cin sel-organ fizyolojik değişikliklerle rüya içeriği arasında bir korelasyon var mıdır?
Rüya Zamanı ile İlgili Sorun, Rüya Görendir Eğer ilki cevaplanabilirse, tüm diğer sorular cevaplana bilir gibi görünür. Başka bir deyişle, hepsi bir rüyanın sür düğü zamana bağlıdır. Zamanı belirlemede başlıca problem, rüya görenin kendisidir! Rüya hakkında keşif yapmamızın
1 07
lt•k yolu, olaydan sonradır. Rüya görenin beyninin içine gi remeyiz ve tüm nöro-bağıntılara rağmen çözüldükçe rüyayı izleyemeyiz. Rüya raporu olayların parıltısının kabul edile mez derecede abartılmış hikayesi olabilir. Hatta REM evre leri boyunca böyle flaşların çok kısaca, belki değişen yoğun luklarda veya parlaklıkla birlikte sadece bir veya iki saniye için, meydana gelmesi akla uygundur. Flaş sayısı veya parlaklıkları, daha uzun REM evreleri boyunca daha kısa olanlara göre daha büyük olabilir. Sonuç olarak, çoğu REM evresi görsel olmayabilir, ama görsel bil giyle hafızayı ilişkilendirme teşebbüsü olabilir - başka bir deyişle bir çeşit düşünce veya veri-korelasyon işlemi. Rüya görenler daha uzun bir REM evresi sırasında uyandırıldı ğında, düşünce işlemi ve görsel flaşı hatırlama teşebbüsü sı rasında uyandırılmaları daha olasıdır. Bu suretle, düşünce işlemi sırasında tanıtılan herhangi dış uyarıcı, ayrıca görsel deneyimin denenmiş hafızası ile ilişkili olur. Bu, bu dış uya rıcının zaman farkındalığını ve Maury'nin rüyasını açıkla yacaktır. Buna ters düşen aşikar veriye rağmen neden bunu id dia ediyorum? Hangi deneysel kanıt, eğer varsa, rüyaların bir flaşta eksiksiz olduğunu iddia eder? Sonraki bir bölüm de aslında rüya görmediğimizin şok edici ihtimaline baka cağız! Rüyaların uzunluğunu işaret edecek herhangi bir psi kolojik veri var mı? Bu soruya sonraki bölümlerde bakaca ğız. Orada ayrıca modem nörobiyolojik rüya araştırmasına, Hobson'ın kayda değer hipotezine ve onun aktivasyon-sen tez modeline, Winson'a ve onun deneysel kanıtına dayanan rüya görme-hali modelinin evrimine bakacağız. Ama önce beyin-akıl problemine, beyinde zamanın rolünü ve farkın dalıkla ilişkisinin aşikardan çok uzak olduğunu anlamamı za yardımcı olacak kısmen farklı bir ışıkta bakacağız.
1 08
1 09
5. BÖLÜM .
.
.
.
.
BiLiNCiN MEKANiKLERi BENJAMIN LIBET'IN ÇALIŞMASI "Böylece dünya, farklı çeşitlerin bağlantılarının birbirini izlediği veya örtüştüğü veya birleştiği ve dolayısıyla bütünün yapısını belirlediği karmaşık bir olay dokusu olarak görünür. " - Werner Heisenberg Fizik ve Felsefe1 Böylece, 16. yüzyılın sonu itibarıyla çok iyi bir şekilde ileri sürülen mantığın mantıksızlıktan ayrımının, her şeyin mekanik bakış açısına nasıl yolu açtığını görmüş olduk. Sa dece fiziksel maddenin dış dünyasındaki mekaniğini keşfet miyorduk, ayrıca onu aklımızın iç dünyasında da arıyor duk. Beyinlerimizde ve nöronlarımızda, sanki durmaksızın vınlayan çarklı dişliler gibi akıllarımızı aradık. Diğer konu başlıkları arasında, araştırmaların rüya gören beynin rüya zamanı ile saat zamanı arasında nasıl bağıntı kurmaya te şebbüs ettiğine baktık ve beyin ve sinir sisteminde, farkın dalıkla sonuçlanan muhtemel sonuçlar alanından belli so nuçları seçen bir mekanizmanın olasılığı üzerine tahminler de bulunduk. Ancak hala bir gizem ve birçok cevaplanmamış soru var. Her şeyden önce, Freud'un keşiflerinden beri, yaptıkla rımızı bilinçsiz olarak yapıyoruz gibi göründüğü gerçeğiyle yüzleştik. Neden? Bir insan beyninin bilinçsiz olarak bilgile-
110
ri işlemesi evriminde doğanın ne amacı olabilir? Rüyalar, bi linçsiz olarak işliyor gibi görünüyor. En azından rüya görür ken kendimizi bilinçli olarak idare edemiyor gibi görünüyo ruz. Ama bu her zaman doğru mudur? Bilginin · bilinçli ve bilinçaltı işlemesi arasındaki sınırı çizen nedir? Bilinç beyin de nasıl çalışır? Cevabı, paradoksal olarak, bilinçsizce ve ge riye dönük görünür. "Düşünüyorum, o halde varım." yerine "Varım ve daha sonra hakkında düşünürüm veya farkında yım bile." olduğu şimdi daha bellidir. En azından bu, Benjamin Libet'in çalışmasından çıka rabileceğimiz sonuçtur. Libet'in verisi o kadar şahane ve an cak o kadar zorlayıcıdır ki, kişi sonsuz bir tartışma içine bu laşmadan hakkında konuşmayı güç bulur. Bir sonraki soru, Freud'un geçmişteki yansıtma kavra mına değinir. Bu işlemle ne kastedilir? Freud savaşların, in sanların ölüm isteklerini psişelerinden dünyaya yansıtmaları nedeniyle meydana geldiğini kastetmiştir. Benzer şekilde, başka birinin refahını düşündüğümüzde, orada yaşam içgü düsünü yansıtırız. Algılama psişeden bir yansıma mıdır? Bu bölümde Libet'in, sadece çoğu zaman bilinçsizce ça lıştığımızı değil, aynı zamanda kendi içgüdülerimizi ve ken di algılarımızı "orada" yansıttığımızı ve hatta orada, "ora da"yı - bizim zaman ve mekanla ilgili deneyimlerimizi yansıtıyor olabileceğimizi işaret eden kayda değer sonuçla rını keşfedeceğiz. Ayrıca bunun bizim, rüyalarla ilişkisine nazaran bilinçaltı beynimizin doğasıyla ne ilgisi olduğuna dair biraz daha tahminler sunacağım.
Habersiz Zamanın Kısa Bir Geçmişi Libet'in tespitleri, 1950'li yılların sonlarında başladı. San Francisco'da Mount Zion Hastanesi'nde beyin cerrahı Bertram Feinstein ile çalışan bir nörofizyolog olan Libet, şu
111
veya bu sebepten prosedür uygulanmasına ihtiyaç duyan, beyinlerini bir cerrahın bıçağına maruz bırakan hastaları a meliyat odasında inceleyerek başladı. Operasyon sonrası hastaları gözlemlemek için, Feinstein birkaç gün boyunca beyinlerine elektrot yerleştirdi. Sonra hastaları ameliyat o d ası dışında inceleyebildiler ve bu Libet'in araştırması için çok daha verimliydi. Libet, 1978'de ölen Feinstein'in fevka lade bir doktor olduğuna, çünkü bu tür deneyleri hastaları nın izniyle yürütmeye istekli olduğuna dikkatimi çekti. Ge nellikle cerrahlar hastalığın gerektirdiği gerekli cerrahi yön temler dışında hastalarına herhangi bir şey yapmaktan ol dukça korkarlar. Feinstein öldüğünde, Libet ve arkadaşları, öznel başvu ru2 üzerine, şimdi ünlü olan, size kısaca bahsedeceğim 1979 makale çalışmalarını tamamladılar. Sonrasında Libet, beyin de elektrot gerektirmeyen rıza üzerine çalışmasına, kafa de risi elektrotlarını kullanıp ameliyat işlemi gerektirmeyen ki şiler üzerinde çalışarak devam etti.
Beyinlerimizde Zamanı ve Mekanı Nasıl Yaratırız Libet'in ne bulduğu basit(e söylenebilir, ama basitçe i nanılabilir mi şüpheliyim. Bu, aklımızın çoğunlukla bilinç sizce işlemesidir. Bu demektir ki, tamamen bilinçsizce karar larımızı alırız ve dış dünyadan duyumlara tepki veririz. Dış dünyanın bilincine çok sonra varırız (yaklaşık yarım saniye sonra - nöral seviyede çok uzun bir süre), kaderimizin sa pan ve okları bizi çoktan geçtikten veya bizi vurduktan son ra. Ama sonra ilginç bir dönüş vardır: bilinç farkındalığının son anını, geçmiş zamandaki algı anına ve kendi bedenleri miz dışında bile olsa uyarıcının uzaydaki konumuna atfede riz. İ lkine temporal yönlendirme ve sonrakine uzaysal yön-
112
lendirme denir. Uzaysal yönlendirme bir süredir biliniyor du. Örneğin, eğer bir deneğin beyni korteksin belli bir ala nında uyarılırsa, kişi vücudunda bazı duyumlar hisseder. Hepimiz biliyoruz ki nesneleri uzayda "orada" görürüz ve ancak görsel görüntülerin yeniden inşa edildiği mekanizma lar, beyinlerimizde, nöral ağlarda ve retinalarda yer alır. Benzer şekilde, seslerden yani kulak zarımızın titreşimlerin den, sesin kaynağının uzaydaki yaklaşık yerini yeniden ku rarız. Başımızın tepesinden bir uçak geçtiğinde, o yüzden başımızı kaldırıp yukarı bakarız. Buna uzayda öznel yön lendirme denilir. Libet'in deneyleri zamanla ilgiliydi. Her ne kadar kişi bir olayın bilinçli farkındalığının zamanı ile uyarıcının uy gulandığı zaman arasında biraz gecikme beklese de, böyle bir farkındalığın zamanla eşleşebileceğini bile farz ederek, bu gecikmenin en fazla yarım saniye olabileceğini keşfet mek kesinlikle bir sürprizdi. Yarım saniyede çok şey olur. Bir beyzbol topu, plakayı yarım saniyeden daha az bir za manda geçer ve yine de başlıca lig vurucusu, en azından yaklaşık %20 ile %33 arasında bir yüzdeyle, kale vuruşu için topa vurabilmeyi başarır. Bir hayvan caddeye arabanızın ö nüne fırlar ve siz, farların hayvanın gözlerinden size yansı masından sonra yarım saniyeden daha kısa bir sürede frene basabilirsiniz. Yine de, tüm bunlarda Libet, ilgili kişinin tep ki sırasında duyusal sinyallerden tamamen bilinçsiz oldu ğunu savunur. Libet, bilinç teorisine "time-on teori" veya zamanda öz nel yönlendirme olarak atıfta bulunur. Verisi göstermiştir ki, kişi, her ne kadar uyarıcıya saniyenin yüz binde biri kadar (yüz milisaniye) zamanda çabucak tepki verebilse de, aslın da neye tepki verdiğinin tam yarım saniye dolana kadar far kında değildir.3 Yine de, farkındalık zamanı hakkında sor gulandığında, kişi sanki uyarıcının zamanında farkınday-
1 13
mış gibi cevap verir. Bunun bir örneği, bir atletizm karşılaşmasında yüz metre koşucusudur. Koşu blokları, başlatıcının tabanca atışı nın sesi korteksine ulaştıktan yaklaşık yüz milisaniye sonra terk eder. Buna göre, 400 ms sonra tabanca atışının farkına varır: Bu zamana kadar, amaca doğru uygun yolundadır, belki koşu bloklarından beş metre falan uzakta. Yine de, e ğer daha sonra onu sorgularsak, bloklardan ileri atıldığı za man atışın bilinçli olarak farkında olduğunu söyleyecektir. Bize ne kadar şaşırtıcı gelirse gelsin, Libet koşucu için, her ne kadar kendisi atışın sanki bilincindeymiş gibi cevap ver se de, atışın bilincinde olmasının mümkün olmadığını iddia eder.
Zaman Deneyleri Yoluyla Geçmişe Doğru Libet bu sonucu bir büyüleyici ve dikkatlice kontrol e dilmiş deneyler serisi ile gösterdi . Onun sonuçlarını anla mak, bir bilinç modeli inşa etmeyi denememiz açısından, ö zellikle bilinçsiz işlemlerin hayatımızda tahmin ettiğimiz den bile çok daha fazla önemli olduğu ve dünyadaki dene yimlerimizin birçoğunun kendi öznel "iç" dünyamızdan yansıdığı sonucuna gelmemizden dolayı önemlidir. Bu halde bir deneğin derisine bir uyarı uygulandığı za man veya bir atış "duyulduğu" zaman ne olur? Elbette eğer uyarı hissedilmeyecek kadar hafif ise, hiçbir şey olmayacak tır. Bu yüzden duyu m "eşiğindeki" deri uyarısını (SS) dik kate almalıyız. Libet'in kullandığı budur. Libet'in buluşlarını tam olarak kavramak için, sinyalin biçimine, bedensel-duyusal kortekste saptandığı üzere dik katlice bakmak gereklidir. Kişi bunun dört farklı "zaman kuşağı"ndan oluştuğunu görebilir (bakınız Şekil 1). Sinyalin ilk zaman kuşağı, deri uyarısından 15 ms sonra ulaşan ve
1 14
yaklaşık 35 ms boyunca süren (Sl) pozitif elektrikli keskin bir potansiyeldir. Libet bu sinyalin zaman işaretleyicisi, "gö rünür" bilinç farkındalığı için bir yönlendirme sinyali ola rak hizmet ettiğine inanır. Bunu hızla yaklaşık 100 ms bo yunca süren (S2) derin ve geniş bir negatif potansiyel takip eder. Üçüncü olarak, yaklaşık 150 ile 200 ms arası devam e den (S3) düşük bir pozitif kambur görürüz, bunu dördüncü olarak yaklaşık 200 ile 250 ms devam eden (S4) sığ bir nega tif potansiyel takip eder. Hepsi birlikte, karmaşık sinyali o luşturan tüm aralıkların toplamı (Sl +S2+S3+S4), yaklaşık 500 ms devam eder. Libet, bu toplam sinyalin tam 500 milisaniye süresini geçmeden bilinçli bir duyumun olmadığını göstermiştir. Başka bir deyişle, herhangi bir deri uyarısının farkındalığı bilinçli olarak hissedilmeden önce, beynin tüm bu sinyalin bedensel-duyusal kortekse geçmesine ihtiyacı vardır. Eğer herhangi bir nedenle, sinyalin belli bölümleri bastırılırsa, ör neğin Sl alındı ama S2, S3 ve S4 alınmadıysa, kişi deri uya rısının farkında olmaz. Aslında, Libet Sl tepkisinin farkın dalık için gerekli bile olmadığını göstermiştir. Libet ve çalış ma arkadaşları kortikal yüzeyi uyardıkları zaman, insanla rın sı tepkisi olmadığı halde farkında hale geldiklerini bul muşlardır. Dolayısıyla 500 ms geçene kadar, hiç kimse her hangi bir uyarının farkında değildir. Diğer araştırmacılar tarafından yapılan daha önceki de neyler de bunu kanıtlamıştır. Eğer bir hastayı derin aneste ziye sokarsanız, Sl ve S2 sinyalleri, cerrahın her bıçakla ke sişi ile birlikte ulaşma eğilimindedir, ama kutsanmış bir şe kilde, hasta herhangi bir acı duyumu veya ameliya tın de vam ettiğine dair farkındalığı olmadan kalır. Anestezi, daha sonraki S3 ve S4 bölümlerini silip yok etme eğilimindedir. Hastanın bilincinin elde edilmesi için var olması gereken bu sonraki bölümlerdir.
115
İ nsanların S3 ve 54 silinip yok olduğunda bu deri uya rılarının farkında olmadığına dair daha ileri kanıtlar, beyne direkt olarak uygulanan atropin gibi ilaçların kullanımın dan gelir. Son olarak, Sl sinyali ulaştıktan yaklaşık 200 ms sonra bir dizi elektrik akımı direkt olarak bedensel-duyusal kortekse uygulandığı zaman kanıt düğüm noktası gelir. Yi ne kişi herhangi bir deri uyarısının farkında değildir ve bey ne uygulanmasından sadece 500 ms sonra farkına varır. Dolayısıyla, sonraki düğüm noktasında, bir dizi kor tikal elektrik akımları uygulanıncaya kadar (Sl'den sonra 200 ms}, Sl ve S2'nin her ikisi de çoktan ulaşmış olacaktır. Ama S3 ve S4 silinip yok olmuş olacaktır. Bu durumda, kişi deri uyarısının hiçbir duyumunu bildirmez. Böylece Libet, bilinçli farkındalığın sadece belli bir za man süresini geçtikten sonra, yaklaşık 500 ms, geldiğini gös termiştir. Buna "nöronal yeterlilik" adını verir. Eğer nöronal yeterlilik elde edilmezse, farkındalık meydana gelmez. Ama sonucu hakkında şaşırtıcı olan şey, meydana geldiğinde de neğin aşikar farkındalık raporudur. Deneğe göre farkında lıkta neredeyse hiçbir gecikme olmamış görünmektedir. De nek, sinyalin Sl bölümünün 1 00 ms'si içerisinde algı girdisi nin farkındalığını bildirir. Elbette bu farkında "olması gere ken" zamanın, uyarının zamanı ile rastlantısal olmasından dolayı rastlantısaldır.4 Ama yine de, deneğin Sl sinyali za manında uyarının �erçekten farkında olabilmesi imkan sızdır. Bu "öznel takaddüm hipotezi" (subjective antedating h ypothesis )'dir. Bu hipotezi destekleyen daha fazla kanıt, Libet direkt olarak korteksi uyardığında denekler tarafından deneyimle nen nöral gecikmeden kaynaklanır. Korteksin yüzeyini u yardığınız zaman, sinyalin biçimi temelinden değişir. Sani yede yaklaşık altmış civarında (CS) bir dizi elektrik akımın dan oluşur. Akım dizisinin gücü, bir eşik seviyesine ayarla-
1 16
nır, böylece kişi, dizi 500 ms boyunca sürmediği sürece hiç bir şey hissetmez. Eğer dizi 500 ms'den daha kısa bir süre açık ise, kişi hiçbir duyum almadığını bildirir. Eğer dizi en az 500 ms veya daha fazla devam ederse, kişi duyumu algı ladığını bildirir. Böyle eşik sinyalleri için bu durum kişinin, uyarı başlatıldıktan sadece yarım saniye sonra eS'i hissetti ğini gösterir. Açık olarak bir gecikme vardır ve bir gecikme olmasının gerekmesi akla uygundur. Burada sinyalin S1 bölümü yoktur. Diğer bir ifadeyle, hızlı erken sinyali neredeyse hiç almazsınız. Libet'in ortaya koyduğu gibi "siz gelen yolu uyarmıyorsunuz. Bu yüzden neredeyse hiç (zaman işaretleyici) yönlendirmeleri yok." Şimdi iki uyarıyı, es ve deri uyarıyı (SS) karşılaştırırsa nız ne olur? Keşfedilecek 3 durum vardır: 1 Örnek olarak farz edin ki, bir SS ile başladı .
nız ve 200 ms kadar sonra beyni bir es ile uyardınız. es, 500 ms'i geçmeyecek şekilde SS'den sonra geldi ği sürece, kişi ss duyumunu bildirmez, ama eğer es dizisi yeterince uzunsa, yaklaşık 500 ms, es duyu munu bildirir. Sonuç? es, SS'in farkındalığını silip yok eder. 2. Sonra, farz edin ki, bir es ile başladınız ve 200 rns kadar sonra beyni bir SS ile uyardınız. Şimdi açıkça şaşırtıcı bir şey meydana gelir. es, SS'den ön ce uygulanmasına rağmen, kişi SS'i eS'den önce bil dirir. Başka bir deyişle, öznel olarak SS'i geçmiş za manda, es dizisi başladıktan sonra gelen işaretleyici sinyal S1 zamanına atfeder. Bu sonuç belki de en önemlisidir ve buna daha sonra tekrar bahsedeceğiz. 3 . Sonra, farz edin ki, beynin rnedial lemniskus (ML) denilen bölümünü, es için yaptığınız gibi benzer bir sinyal dizisi ile (MLS) uyardınız. ML hızlı
1 17
sinyal için (Sl) direkt yoldur. ( İnsanlar� n beyinlerine yapıştırılan tüm elektrotları merak etmeniz ihtima line karşı, klinik prosedürlerde sıklıkla elektrotlar acıyı kontrol etme amacıyla ML içine yerleştirilir.) Libet, korteksin yüzeyine uyguladığına benzer bir a kımın elektrik dizisini ML'e uygulamıştır. Yoğunlğu nu tam eşik seviyesine göre ayarladı, böylece dizinin hissedilmesi için de yarım saniye geçmesi gerekiyor du. Ama ML dizisi dunımunda, dizinin her bir akı mı, aynı deri uyarı sinyali gibi kortekse ulaşan bir sı hızlı sinyali üretiyordu. Libet'in hipotezi, her ne kadar uyarı yarım sa niye sürse de, denekler kortikal sinyalden farklı ola rak MLS'i sinyalin başlangıcına refer edeceğini tah min etti. Tahmin doğrulandı. Her MLS sinyal, za man işaretleyicisi olarak bir sı erken-uyandırılmış pozitif pulse içerdiği için, zamanda bir referans nok tası vardır. CS'in böyle bir işaretleyicisi olmadığını hatırlayın. Bu yüzden SS'den önce MLS'i açarsanız, kişi doğru zaman sırasıyla, her iki sinyalin de geç miş zamanda kendilerinin uygun sı işaretleyicisine refere yaparak, MLS'in SS'den önce meydana geldi ğini bildirir. Başka bir kanıt vardır. Yukarıda ikinci deneyde, Libet deri sinyalinin zamanını kortikal dizinin yarım saniye sonu na indirdi. O zaman, her ne kadar SS, CS dizisinin başlama sından 500 ms sonra uygulansa da, hasta iki sinyalin birlikte olduğunu söyleyecektir. Bu, birincil tepkisel potansiyel, Sl'e refere ettiğinin kanıtıdır, çünkü kortikal dizinin yeterli hale geldiği zamanla şimdi uyuşmaktadır. Yani eğer deriyi, tam kortekse uygulanan sinyalin bitmesine yakın, yeterli hale geldiği bir zamanda uyarırsanız,
·
118
bu durumda kişi, her ne kadar diğer kanıttan sonuç çıkarıl dığı üzere yarım saniye sonrasına kadar deri uyarısı hakkın da bilmeyecek olsa da, iki sinyalin eşzamanlı olduğunu söy ler. Böylece bu durumda her ikisinin de aynı anda meydana geldiğini söyler.
Bilinçte Daima Bir Gecikme Vardır Libet'in bulguları, uyarı ile uyarının bilinci arasında, zamanında olan Sl sinyalinin varlığından bağımsız olarak, daima bir gecikme olduğunu öne sürer. Sonunda bilinç far kındalığı ile sonuçlanan tüm elektriksel faaliyetin gelişmesi zaman alacaktır. Çoğu sinyaller geçmişe atıfta bulunmaya caktır. Geçmişe atıfta bulunan tek bilinçli deneyim, zama nında olan birincil sinyalleri, Sl'leri olan uyarılardır. Du yumsal olmayan bilinçli deneyimlerin zamanlama sinyali yoktur. Olanların sadece özel girdi sınıfları vardır. Libet'in teorisinde her zaman bilinçli farkındalıkta bir gecikme olacaktır. Başka bir deneyde, Libet sadece tek bir tarafında, tek yanlı inmeden şikayetçi olan bir hastayla çalış tı. İnme, bedensel-duyusal korteksi sı sinyalinden mahrum bıraktı. Hasta kusurlu elinde uyarıyı hissedebiliyordu, ama hissetmesi için epey uyarma olmalıydı. Deneyde Libet ve çalışma arkadaşları, uyarıya olan tepkileri hastanın sağlıklı ve kusurlu eline eşleştirdi. Ona hangisinin önce geldiğini sordular. Hasta, her iki elin de aynı anda uyarılmasına rağ men, sağlıklı eli önce hissettiğini söyledi. Ancak sağlıklı ele uyarıyı birkaç yüz milisaniye geciktirdiklerinde beraber ta nımlamaya başladı. Libet, diğerlerinin çalışmasını takiben hızlı sinyal Sl'in sadece temporal yönlendirme için gerekli olmadığını, ayrıca uzaysal yönlendirme için de gerekli olduğunu doğruladı. İnmesi olan hastanın beyninin sı sinyali algılayamadığını
119
ve dolayısıyla uyarıyı zamanda geri giderek kusurlu ele at fedemediğini kanıtlamış olarak, Libet ayrıca bu hastanın ku surlu kolda uyarının nereye uygulandığını tam olarak belir leyemediğini fark etmiştir. Bu suretle Libet, hızlı bir nöral yol referans sinyal olmaksızın kişinin uyarıları zamanda ve ya mekanda doğru olarak atfedemeyeceğine inanır.
Yeterli Zaman Libet'in bulguları, algıyla farkındalık arasındaki ayırıcı çizgiyi belirleme girişiminde bulunan günümüzdeki bazı deneylerle güçlendirilmiştir. Algılama, tanımı zor bir terim dir. Bir uyarının tespitinden daha çok şey anlamına gelebilir. Libet, tespit ile farkındalık arasında bir ayrım keşfetti. Bir kişi için, bir tespitin meydana geldiğinin gerçekte farkında olmadan bir olayı tespit etmesi mümkündür. Libet bilinçaltı zihinsel işlevlerin sadece elektriksel be yin aktivitesinin daha kısa süreli olmasından dolayı olabile ceğini önerdi. Eğer elektriksel akımların dizisi yeterince u zun olursa, bilinçsiz olan şey bilinçli hale gelecektir. Deneyde elektrotlar beynin duyumsal talamusuna yer leştirilmişti. Talamus, önbeynin aşağı yukarı tabanında bu lunur. Bilinçliliği başlatmaya ve dış bilgilerin ön hazırlık sı nı flandırmasını yapmaya yardımcı olur. Talamusun belli bölgeleri, daha sonra korteksin çeşitli alanlarına gönderilen belli çeşitteki bilgileri almak için uzmanlaşmıştır. Örneğin, talamus görsel görüntüleri analiz etmek için gözlerden be yindeki görsel kortekse uzanan yolda ilk aktarma istasyonu olan içyan dizli çekirdekleri barındırır. Sinyal talamustan bi rincil görsel kortekse ilerler. Elektrotların direkt olarak duyumsal talamusa yerleşi mi, inatçı ağrı çeken birçok hasta için kullanılır. Normal bir prosedür değildir ve çok beyin ve sinir cerrahı bunu yap-
1 20
maz. Teknik, kafaderisini ve çevreleyen alanı uyuşturmak ve sonra elektrotları yerleştirmektir. Bir derialtı sargı, tala musa tel ile bağlanır. Bedenin dışında bir dış sargı açılır, bir elektriksel u yarının iç sargıdan talamusa gitmesine neden o lur. Bu birçok vakada ağrıyı dindirir, ama hepsinde değil. Prosedür sadece talamustaki inmeler gibi talamik acıya neden olan beyin zedelenmelerine bağlı acıyı dindirmez, ay rıca periferal yaralanmalardan (aşağıda belirtildiği üzere) o luşan acıyı dindiri r. Yine de, zedelenen talamus olmasına rağmen, denekler talamustaki uyarı veya ağrı hafiflemesini deği l, bedenlerinin diğer bölümlerindeki ağrı giderilmesini hissederler. Diğer araştırmalar, örneğin kırılan arka ve siya tik sinir yaralanmaları gibi birçok periferal yaralanmalarda olduğu üzere, talamik iltihaplanma veya ağrı olmasa bile prosedürün iyi çalıştığını keşfetmiştir. Burada hiçbir şeyin yardımı olmazken, talamusa elektrot yerleşimi kullanılır. Ağrıyı gideren diğer tek ilaç, anestezidir. Libet böyle hastaları bilinçli bir deneyim için gereken uyarı süresini incelemek için kullandı. Kortikal uyarılarda yaptığı gibi, talamustaki elektrotlarla uyarıyı kontrol edebil di. Bilinçsiz bir uyarının hala tespit edilebilir, yani algılana bilir olup olmadığını belirlemek istedi. Deneyde, uyarının talamusa uygulandığı sürenin uzunluğunu, deneğin artık hissedemediği ve dolayısıyla farkında olmadığı noktaya ka dar kısaltacaktır. Sonra, hala psikolojik olarak tespit edilebilir olup olmadığını gösterecek bi r test u ygulayacaktır. Deneyde bir denekten, talamusu u yarıldığı zaman se çim yapması vey;:ı tahmin etmesi istenm iştir. Teste başlamak için küçük bir uyarı sinyali duyulur. Sonra bir ışık yanar, bir saniye sonra başka bi r ışık yanar. Uyarı o ışıklandırılmış ev relerden birinde ya da diğerinde gönderilmiştir. Hastaya da ha sonra hangi ışıklandırılmış aralığın uyarıyı içerdiği sorul muştur.
121
Her uyarı ışıklandırılmış evre sırasında rastgele yerleş li rilmiştir. Süresi de rastgele idi. Testin sonuçları, deneklerin ı.;erçekten bilgiyi bilmeden tespit edebildiğini doğruladı. Ba1. 1 denekler neredeyse hiçbir şey hissetmedi, uyarının süresi nin bilinçli olarak fark edilmesi için çok kısa olduğunu ka nıtladı. Deneyciler, bilinçli farkındalık için gereken seviyeyi tespit etmeye yönelik olarak bir ön hazırlık testi yürüttüler. Yine de, denekler hiçbir şey hissetmediği ve tahmin ettiği halde, doğru tercihlerinde sade şansın çok üzerine çıktılar. Farkındalık için gereken 500 ms'in çok altında olan, sa niyenin sadece onda veya yirmide biri kadar süren dizilerde bile, "tahminlerinde" şansın çok üzerinde doğru elde edi yorlardı. Bu durumlarda denekler hiçbir zaman uyarıyı "hissettiklerini" iddia etmediler. Sadece tahmin etmeleri is tendi. Diğer sonuçlar uyarı yaklaşık 400 ms uygulandığı za man keşfedildi. Bu seviyede bazı denekler uyarının bilincine varacaklardı. Denekler, seçimlerinin ne olduğunu bildirdiler ve sonrasında onun hangi seviyede farkında oldukları so ruldu. Bazı durumlarda, duyum seviyesi zayıf olsa bile far kında olduklarını söylediler. Diğer durumlarda farkında ol madıklarını, sadece tahmin ettiklerini söylediler. Diğer du rumlarda ikisinin arasında kaldılar. Deneyciler, hissedilen bir şey olduğu takdirde, yani de nekler "orada" bir şey olduğunun bilincinde olduğu takdir de "1" olarak işaretli bir düğmeyi ve orada belki bir şey ol duğunu gösteren "2" olarak işaretli başka bir düğmeyi içe ren geniş bir olasılık aralığına izin verdiler. İ ki numaralı ce vaplar önseziler ve mantıksallaştırmalardı. Ama bu farkındalık seviyesine gelmek için bile, emin olmayanların dizi süresi ola ı ak, hiçbir şey hissetmeme ve doğru tahmin etmeye karşın, ortalama en az 0,4 saniye ge rektirdikleri ortaya çıktı. Bu yüzden Libet, bilinçli farkında-
1 22
lığın elektrik sinyallerinin uzunluğunun süresinin bir işlevi olduğu ve daha kısa sürelerin ·bilinçsiz tespitiyle sonuçlana bileceği teorisini doğruladı.
Bilinçaltı Aklın Kuantum Mekanikleri Bu sonuçlardan elde edeceğimiz şey nedir? Burada hiç bir şeyi açıklamaya kalkışmayacağım. Sadece gizemi keşfet mek istiyorum. En önemli sonuç, dış dünyanın bilinçli far kındalığının, beş duyumuz yoluyla ortaya konan farkındalı ğın, geçici olarak iki ayrı olay gerektirdiğidir: hızlı bir nöral sinyal ve sonrasında nörona! yeterliliğin elde edilmesi. Ayrı ca Libet'in deneylerinden "iç dünya"nın bilinçli farkındalı ğının, düşüncelerimizin ve rüyalarımızın dünyasının, korti kal uyarıyla kanıtlandığı üzere, her iki olayın var olmasını gerektirmediği görünecektir.
Teorik Biyoloji Dergisi (fournal of Theoretical Biology5)'ne sunduğum bir makalede, daha önceden öznel yönlendirme nin beyin-aklın kuantum fizik kurallarına uygun olarak işle diğini öne sürmüştüm. Bu nedenle, hızlı nöral sinyalin (Sl) ve nörona! yeterliliğin elde edilmesinin bir kuantum fiziksel mesajın, bir ters-zamanlı yankının, iletildiğine işaret ettiğini düşünmüştüm.6 51, S4'ü uyarır ve zamanda geriye Sl'e sin yal gönderir. Libet, benim fikrime şu şekilde yanıt verdi:
"Öneriniz . . . kuantunı teori analizinizde bir kortikal uyarıda (aslında öznel yönlendirme göstermeyen) akını dizilerinin neden başlangıcına geri yansımadığını açıkla maz. Yani neden sizin yankınız temel tepkisel cevabı çok spesifik bir şekilde elesin ? Öneriniz kulağa biraz 'amaca
1 23
özel (ad hoc)' geliyor. Sadece hızlı temel akım ile yönlen dirmeyi elde edersiniz. " Kortikal uyarıda ve yukarıdaki inmeden aa çeken ka dın örneğinde, hiçbir öznel geriye alma yoktu, geçmişe doğ ru uyarının farkındalığımn yönlendirmesi yoktu. Yine de, kişi uyarının "yeri"nin kısmen farkındaydı. Felç kadın örne ğinde, kusurlu kolunun uyarıldığını biliyordu, ama uyarı nın nereye uygulandığından emin değildi. Kortikal uyarıda kişi, hiçbir uyarı uygulanmayan yerde uyarıyı hissetti, ama her zaman, düzgün bir şekilde uyarılan bedensel-duyusal kortikal bölgeyle ilişkili olan bedenin belli bölümünde. Bu deneyim yansımaları dünyada yolumuzu bulmak, sadece nerede olduğumuzu ve orada ne zaman olduğumuzu bul mak için 51 sinyallerine ihtiyacımız olduğunu mu gösteri yordu? Yoksa başka bir şey mi vardı? Libet'in sorgusundan sonra afallamış olduğumu itiraf etmeliyim. Aslında, eğer teorim doğruysa neden yönlendir me sadece hızlı bir nöral yol sinyal 51 varken meydana gel di? Sonra, yakın geçmişte BBC tarafından yapılan Learning Channel'da "ruh"un kanıtıyla ilgilenen bir yeni televizyon şovunu izlediğimi hatırladım. Program boyunca, yıllar önce felçten acı çeken ve sonuç olarak yukarıdaki felçli kadın gibi vücutlarının bölümlerini hissedemeyen insanlar, bir süre sonra çok garip bir şey yapmaya başladılar. Akıllarında be denlerini bölümlere ayırdılar. Evrensel olarak hepsi, vücut larının his duymadıkları bölümlerine, sanki kendilerinin de ğilmiş gibi "orada olan" şeyler olarak kendilerinden ayırdı lar. Hissetmeyen kol bir "o" idi ve hiçbir zaman "benim ko lum" olarak bahsedilmiyordu. "Orada" ve "burada" arasındaki ayrımın nerede oldu ğunu bize söyleyecek bir zaman işaretleyicisine ihtiyacımız olabilir mi? İşaretleyici sadece bir referans değil, ayrıca kişi-
1 24
sel farkındalık da sağlar mı? Bu suretle, S4 sinyalinin Sl sin yaline, nesne-özne ayrımını sağlamak için, zamanda geri yansıtıldığını düşünmeye başladım. Her ne kadar beyin ve sinir sistemindeki çoğu elektriksel aktivite gibi kortikal uya rı da başvurulan zaman işaretleyicisine sahip olmasa da, çünkü bunu yapmaları için bir neden yok, nesnel duyumun yansıtılan yeri, Sl sinyali var olduğunda olacağı kadar ke sindir. Belki Sl sinyali gerçeklikle hayal arasında bir ayrımı işaretler. Kuantum modelde tüm olaylar zamanda hem ileri ye hem geriye doğru sinyal gönderirler, ama bu sinyallerin hepsi yansıtılmaz. Yansıtma için başka bir şey gereklidir. Bu ne olabilir? Görünüşte, Sl sinyali geleceğe ulaşır, S4 sinyalini öteye yansıtır ve "farkındalığın" meydana geldiğine ve her şeyin iyi olduğuna dair S4 bilgisini taşıyarak zamanda geri zıplar. Ama es sinyali uygulandığı zaman, böyle bir şey meydana gelmez. Bunun nedeni, SS sinyalin akım biçiminin, eS'in a kım-dizisinden yeterince farklı olması olabilir. es sinyali özdeş akımların dizininden oluşur. Her ne kadar bu akımlar kuantum yankı dalgalarını gönderip alsa da, onlar hakkında hiçbir şey ayırt edici değildir. Tekrarlar dır ve bu yüzden hiçbir bilgi ayırt edilmez, kişi bir dizi "aaaaaaa . . . " harfinin bir grup yankı gönderip daha sonra alması gibidir. Özdeş görünürler ve dizi gönderildiği süre ce, yankılar algılanmaz. SS sinyalinde durum bu değildir. Sl, S4'ten farklıdır ve bu yüzden sı yankısını zamanda geriye göndermek için S4'ü uyandırdığında, fark edilebilecek kadar yeterli farklılık vardır. Sanki "abcdef . . . " harf dizisi gönderilmiş ve geri yankısı olan "fedcba . . . " veya başka bir permütasyon gibi değiştirilmiş bir diziymiş gibi olurdu. ;önderilen sinyalle karşılaştırıldığı zaman yankılanan sinyaldeki değişiklik fark edilirdi. "Orada"ya dikkat etmemiz gerekiyorsa, çeşitliliğe
1 25
i h tiyacımız var. "Aynı eski" "aynı eski" sadece sıkıcı değil, .ıynı zamanda bilince "orada" deneyimi olarak bile giremez. Bu, algılayıcı, uzaktan algılama prosedürii ile çok alışıl mış hale geldiği zaman geleceği algılamadaki deneylerin ne den başarısız olduğunu açıklayabilir. Ayrıca duyumsal de neyim çeşitliliği olmadan, uyarının sadece bilinçsizliğinde ol mamızın değil, aynı zamanda uyarının konumunu "ora da" olmayan ve bizimle hiçbir şekilde bağlantısı olmayan o ltırak bile düşünebildiğimizi gösterir. "Eğer sıkıcıysa, dü �li nmeye değmez." diye bağırır bizim duyumsal aygıtımız. "Bir illüzyondur, başka hiçbir şey değil." Dış dünyayla ilgilenirken, hepimiz nörona! yeterlilik zamanından çok önce kararlar alıyoruz. Bundan bir eylemi veto etme kabiliyetinin hızlı bir nöral sinyalin varlığını ge rektirdiği sonucunu çıkarabilir miyiz? Libet, tüm iradeli ak tivitelerin bilinçsizce başlatıldığına, ama herhangi bir eyle me geçmeden önce, olay bilince ulaştıktan sonra ancak be yin "harekete geçmek için motor akışı" başlatmadan önce, l'ylemi veto etmenin mümkün olduğuna inanır. Belki bu On Emir'in mesajıdır. Yedi tanesi, "bunu yapma" der. Belki bu insan bilincinin gerekli olan fiziksel amacıdır ve belki bu, dış dünya ve rüyaların iç dünyası olarak atfettiğimiz şeyler arasındaki ayırıcı çizgidir: eylemlerimizi bilinçsiz olarak yönlendirebilme yeteneği . Bu, üstesinden gelinmesi güç bir noktadır - farkındalık ve seçim şüphesi. Libet, bir eylemi bilinçli olarak veto etme kabiliyetinin harekete geçme eğiliminin farkında olma kabi liyeti ile aynı mekanizmada olmadığına inanır. Bu yüzden, kişinin eylemlerinin yönünü, farkındalık yaratmak için ge reken gecikme olmadan değiştirmek mümkündür. Libet'in bakış açısına göre, rüyalar beynin kısıtlamasız aktivitesidir. Kortikal uyarılmanın meydana geldiği normal uyanık durumda, garip olan bir şey olmuyormuş gibi görii-
1 26
nür. Saklı olan bir anlamı, korteksteki aktivite yayılmasını sınırlayan kısıtlayıcı mekanizmaların rüya durumunda ora da olmayabileceğidir. İ laçla başlatılmış psikoaktif farkındalı ğın ve yarattığı görüntülerin açıklaması, belki kısıtlamanın çökümünü içerir. Aktivite bir kez kortekse giriş yaptığında, yayılmasını sağlayan belli kuralları olabilir. Belli işlemleri durdurmak i çin normal kısıtlayıcı mekanizmalar olmadan, garip görün tüler ve düşünceler meydana gelebilir. Epilepsi ve yayılan nöbetler durumunda, elektriksel aktivitenin duyumsal kor teksinde bir odak varmış gibi görünür. Bu çeşit bir odağa sa hip olan tüm epileptikler, nöbetten önce gelen aynı çeşit ha vaları bildireceklerdir. Aktivite, kortekste karakteristik _bir şekilde yayılır. Bu farklı insanlarda aynı görüntülerle sonuç lanabilir.
ŞEKiL 6 MILISANIYELER 1 00
o
sı
-
200
-
-
-
-
+
54
-
�
-
600
500
53
52
-
300
-
-
-
-
-
-
Bir deri uyancısına duyumsal korteks üzerinde kaydedilen elektriksel sinyal cevabının kabaca şeması
1 27
Bu yüzden Libet, · hepsinin Jungyen kolektif bilince eri ·,.i ın i olmasının gerekli olmayabileceğini ileri sürer. Potansi yı·I nörofizyolojik açıklamalar vardır. Veya belki Libet kolek1 ı l bilincin gerçekte nasıl işlediğine işaret ediyordur. Libet'in keşfettiği başka bir gizem, hafıza birleşimidir. l,'ok sayıda algı girdisinden, dış dünyanın tam veya konsoli ı lı• resmini inşa ederiz. Rüyalarda, uyanıp tekrarlamadıkça, y.ıni konsolide etmedikçe, birçoğunu hatırlamadığımız ger ,,· ğ i ile kanıtlandığı üzere, birleştirme eksik gibi görünür. ! hı ndan dolayı, uyku sırasında hafıza birleştirme sisteminin i�leviyle ilgili bir şey, açıkça uyanık haldeki ile aynı değildir. Ayrıca Libet deneyimi, sözüm ona deneyim birliğini nasıl bütünlediğimizi sorgular. Herhangi bir verilen zaman da herhangi bir şeyin farkında olduğumuzda, birleştirilmiş lıir deneyime sahip olma eğiliminde oluruz. Ateşlenen 1 00 m ilyar sinir hücremiz vardır, daha bir hayli çok sinaptik ke sişimler başlar, ama biz birleştirilmiş olan bir şeyi deneyim biz. Birleşme nasıl meydana gelir? Burada birleşme ve pekiştirmenin kuantum fiziksel o larak meydana geldiğini ve direkt olarak insan beyninin m uazzam sayıda olaylardan bir "ben" kavramını oluştur ması kabiliyeti ile ilişkili olduğunu ileri süreceğim ve daha sonra göstermeye çalışacağım. "Ben" çoğunlukla, kuantum fiziksel eşzamanlı korelasyonları yoluyla rüya gören beynin .ıktiviteleri yoluyla biçimlenebilir: Rüya görmek için, bir ih t imal olmak için.
1 29
6. B ÖLÜM ..
..
.
RUYA GORMENIN MEK ANiKLERi .
.
.
.
.
.
BIRLEŞTIRMEK IÇIN RUYA GORURUZ . .
. .
. .
Büyük hayat diişii n iin öznesinin B İR olduğunu ve göriintiilerin tiim çeşitliliğinin zamana ve mekiina bağlı o/dıığıınıı kendimize hatırlatırsak, o devasa diişii nceye olan korkumuz azalacaktır. Hepsi kocaman bir riiya ve onu bir Varlık görür: Ama hayatındaki biitiin karakterler de onunla birlikte o rüyayı göriir. - Schopenlıaııer1 Son bölümde, büyük ölçüde Benjamin Libet ve çalışma arkadaşlarının çalışmaları yoluyla, insan beyninde bilincin mekaniklerinin nasıl meydana geldiğini gördük. Mekaniz manın gizemi, bunun konsolidasyona ve deneyimin birleşi mine nasıl öncülük ettiğidir. Bu gizeme cevap, rüya görme nin mekaniklerini keşfedeceğimiz bu ve daha sonraki birkaç bölümde bulunabilir. Bazı basit açık sorularla başlayalım. Neden rüya görü rüz? Ve rüyalar neden gariptir? Neden rüyalarda bazı tema lar tekrar eder gibi görünür? Çoğumuz imkansızı yapabildi ğimize dair rüya gördüğüne göre, bu rüyalar eski tarih ön cemizin kalıntıları olabilir mi? Başka bir deyişle, rüyalar sa-
1 30
dece evrilen beyinlerimizin yankıları mıdır? Örneğin uçma rüyasını ele alın. Cari Sagan, Ce11neti11 Ejderleri (Dragons of Eden) adlı popüler kitabında, gece vakti gördüğümüz uçma rüyalarımız ve gündüz vakti uçmaya o lan tutkumuzun belki "yüksek ormanın dallarında geçen o günler"2 için primat beynimizin "nostaljik hatıraları"ndan başka bir şey o lmadığını göz önüne a lmamızı ister. Diğer bir ifadeyle, rüyalar insanöncesi tarihin yansımalarıdır. Bunda ve sonraki iki bölümde bu soruları ve özellikle rüyaların mekanizmaları üzerine yürütülen bazı araştırma larla nasıl cevaplanabileceğini inceleyeceğiz. Bir nörolog ve şu anda Rockefel ler Üniversitesi'nde Nöroloji Emeritus Profesörü olarak çalışan Jonathan Win son, Scientific Aınerican'da "Rüyaların Anlamı (The Meaning of Dreams)" makalesinde, rüyaların memeli hafıza işlenişi nin temel yönünü yansıtabileceğini açıklar.3 Dolayısıyla, hala ilkel bir yapının yönlerine sahip olan primat bir beyne sahip olduğumuz için rüya görürüz gibi görünebilir. Ancak, Winson bu beyin-işlevi yönünün ilkel o larak adlandırılmaması gerektiğine işaret eder. İnceleme ü zerine kişi, aşağı hayvanların hipokampusunun (beyinde bir yapı), boyut hariç insanlarınkiyle aynı olduğunu görecektir. Eğer beyin ilkelse, o zaman belki biz ilkeliz. Belki ilkelden daha iyi olarak, davranışımızı, sadece içinde hala bu eski hafıza işlemleri devam eden bu memeli beynin çalışmaları olarak görmemiz gerekir. Winson, memelilerin sahip o ldu ğu bu anıların işlenmesinin bütünleştirici şemasının ayrıca bilinçaltı psikolojik yapıyı oluşturduğuna inanır. Başka bir deyişle, bir memeli beynine sahip olduğumuz için bilinçaltı mız var. Günümüzde rüyaları sinir sisteminden atılan gereksiz bilgiden daha fazlası olarak ele alan bilim adamları da var dır. Rüyalar bilgisayar beyninin çöplüğünden başka bir şey
131
dl'ğildir. Örneğin 1983'te Kaliforniya, Lo Jolla'da Salk Ensti l iisü'nün Francis Crick'i ve İngiltere, Cambridge Ü niversite si'nin Graeme Mitchison'ı, rüyaların aslında çöplükleri yeni dl'n işleyen çöp-bilgiler olduğunu öne sürmüştür. İşleme "tersine-öğrenme" adını verdiler. Uyku sırasında gözlemle nen hızlı göz hareketinin (REM), beynin hafıza bölümlerine gelen engin bilgiden dolayı ortaya çıkan yapay çağrışımları silmeye hizmet ettiği hipotezini kurmuşlardır. Bu suretle rü yalar, silintilerin işleyen kaydıdır. Crick ve Mitchison'ın or taya koyduğu üzere, "unutmak için rüya görürüz." Bir son raki bölümde, Crick'in hipotezi ile ağ bilgisayar modelleme nin ilginç çalışması arasındaki bağlantıya bakacağız. Bazı çarpıcı bağıntılar rüyaların gerçekten silme amacına hizmet edebileceğini gösterir. Rüyaların herhangi bir psikolojik önemi var mıdır? Harvard Medical School'dan }.Allan Hobson ve Robert Mc Carley, rüyaların beyin sapından (beyni omurgaya bağlayan bölüm) önbeyne (düşünme bölümü) gelen sinyallerin rast gele bombardımanından kaynaklandığını ileri sürdü. Rüya ların bazı zamanlar psikolojik önemi olabileceğini, ama ö zünde anlamsız olduklarını öne sürdüler.5 Rüya Gören Beyin (The Dreaming Brain)6 kitabında Hobson, daha önceki fikrini değiştirdi ve rüyaların derin psikolojik anlamının varlığını kabul etti. Hobson, her insa nın bu rastgele sinyallere rüya olarak yorumlanan bir düzen yüklediğine veya üzerine yansıttığına inanır. Ayrıca beyin sapının bir anahtar olarak çalıştığına ve basitçe bir rüyayı kapattıktan sonra bir diğerini açtığına inanır. Rüya görme nin mekanikleri ile ilgili üç bölümün üçüncüsünde (Bölüm 8), Hobson'ın çalışmasını daha detaylı olarak anlatacağım. Rüyalar gerçekten anlamlı ve kahince mi, yoksa fazla yüklenmiş bir beyin ve sinir sisteminin yararsız yan ürünle ri mi? Yoksa eski memeli (belki sürüngen) beyinlerimizin
1 32
kalıntıları mı ve hala bilmediğimiz bir evrim amacına mı hizmet ediyor? Bu üç bölümde modem rüya araştırmaları na, fizyoloji ve psikoloji arasındaki boşluğa köprü kurma çalışmasına ve bu soruları nasıl cevaplamaya çalıştığına ba kacağız.
Hayvanların Rüyaları ]onathan Winson 'ın Çalışması Jonathan Winson bilim kariyerine, 1946'da Califomia Institute of Technology'den mühendislik derecesiyle mezun olarak havacılık mühendisi olarak başladı. Sonra Columbia Üniversitesi'nde matematik dalında PhD yaptı ve sonra on beş yıl süren bir işe başladı. Sinirbilime karşı çok meraklı bir ilgisi vardı ve New York'ta, Rockefeller Üniversitesi'nde, ö zellikle hem uyanık hem uyku durumu sırasında hafıza iş lemleri alanında araştırma yapmaya başladı. 1979 itibarıyla orada doçent doktor oldu ve şimdi ise bir Emeritus profesö rü olarak hafıza ve rüyalar üzerine araştırmasına devam e diyor. Winson'a göre, rüya görme beyin ve psişe arasında bir köprüdür.7 Rüyalar, Winson ve diğerlerinin keşfettiği üzere beyindeki fizyolojik bir işlemle ilişkilidir. Bu işlemlerin, Freud'un bilinçaltı teorisini destekleyecek şekilde hareket e den başlıca madde olduklarına inanır. Winson, insan doğa sının evrimin alışılmadık bir ürünü olduğuna - sadece in sanda var olan bilinçli bir zeka ile uyanık veya uykuda olan her bireyde sürekli olarak etkin halde olan bir bilinçaltı be yin mekanizmasının birleşimi - işaret eder. Bu birleşim en eski memeli atalarımızdan bize miras kalmıştır. Winson, hayvanlardaki REM uykusunun (ağırlıklı ola rak memelilerde), hayvanın deneyimlerine dayanan davra nış stratejilerinin kademeli olarak inşa edildiği temel bir fiz-
1 33
volojik mekanizma nedeniyle olduğunu bulur.8 Bu mekaniz hayatta kalmak için önemlidir. Deneysel kanıtının, dav r.ınışsal stratejilerin bir hayvanın hayatında ilk gelişiminin Aritik bir dönemi sırasında düzenlendiğine ve insanlarda ilk ı;ocukluk döneminde benzer bir kritik dönemde kurulduğu ı ı ı ı gösterdiğine inanır. Bu stratejilerin kurulumu sonucu, bi1 inçaltının gelişimidir: "insan psişesinin merkezinde" baştan h;1şa kalan en eski yıllarda toplanan görüşlerin ve yanlış ka nıların bir bileşiği. Winson bilinçaltının, .Freud ve sonraki psikanalistler ta r<ı fından hipotezi kurulduğu üzere var olduğuna ikna ol muştu ve onun hipotezi hakikaten gerçek olduğunu - bey nin bir evrim ve biyoloji ürünü olduğunu - doğrular. Beyin işlevinden elde edilen onun bilinçalh kavramı, Freud'unkin den farklıdır. Freud bilinçaltını, İ d'i (das Es) barındıran ola r;ık - Ego'dan (das leh) baskılanarak kontrol altında tutulan yabani tutkuların ve yıkıcı içgüdülerin bir kazanı - görür ken, Winson bilinçaltını yaşam deneyimlerinin notunu tutan v e kendi yorumlama ve cevaplama şemasına göre tepki ver ı•n bağlayıcı, sürekli olarak etkin zihinsel bir yapı olarak gö t ı hl ,
r ü r.
Bu tepki her gece rüyalarda yansıtılır. Winson, psikana1 iz en derin merkezine kadar kazdıktan sonra bile, bilinçaltı
düşüncenin kararlılığını yükler. Bir insanın mantıksızlığının kaynaklarının hayatta kalma çıkarlarında yattığına ve doğa nın böyle bilinçaltı özelliklerini hayatın ilk döneminde, kri tik dönem boyunca, genel olarak deneyimle değiştirilebilir olarak ayarladığına inanır. Dolayısıyla Winson'ın hipotezinde bilinçaltı, beynin fi ziksel yapısının bir bölümüdür. Aynı zamanda, bilincin be yinde ortaya çıktığına ve John Eccles'ınki (temelde daha ön ceki bölümlerden birinde ele alınan Descartes'in düalistik t anımlamasını takip eden) gibi spiritüel teorilerde olduğu ü-
1 34
zere beyinden ayrı olmadığına inanır.
Hatıralar Üniversitesine, Hipokampuse Hoşgeldiniz Winson'un hipotezini ve daha sonra rüya gören evren le ilgili bir kuantum fiziksel modele dayanan benim kendi hipotezimi kavramak için, ufak bir dolambaç yapmalı ve ba zı temel beyin anatomisini göz önüne almalıyız. Her şeyden önce, kafa kubbesinin hemen altında kor teks adı verilen bir madde katmanı vardır. Bir inç'in yakla şık onda biri kalınlığında olan korteks, beyni kaplayan bir sarmal kilim gibidir. Bir kilim boyunca minik silindirler gi bi, korteksin tepesinden aşağıya akan nöron okları olan di key kolondan oluşmuştur. Her kolonun çapı, bir inç'in bin de ila iki binde biri arasında değişir. Her kolon kabaca 1 1 0 nöron içerir. Her kolon, girdi ve çıktı aleti olarak işlev görür. Her ne kadar beyin işlemlerinin tümü gözlenmemiş olsa da, şimdi biliniyor ki kolumnar işleme, görsel kortekste görerek, du yumsal kortekste beden üzerinde baskıyla ve işitsel korteks te duyarak meydana gelir. Duymada, kolonlar sesin sıklığını, hangi kulakta du yulduğunu ve bir kulaktan sonra diğerinde sesin duyulması arasında geçen zamanı (bu duyan kişinin sesin kaynağını belirlemesine olanak sağlar) tespit eder. Neticede, tüm neo korteks benzer kolondan, tahmini 600 milyon, toplamda yaklaşık 50 milyar nörondan oluşuyor gibi görünür. Beynin dış korteksinin içinde saklı, temporal lobun iç duvarının altında sıkıştırılmış - beynin sol tarafından bakıl dığında beyzbol topu yakalayıcısının eldiveninin başparma ğına benzeyen - hipokampus, amigdala ve mememsi cisim cikler yatar. Hipokampus böyle adlandırılır, çünkü küçük denizatı-
135
ı ı.ı benzer (hipokampus "denizatı" için Yunanca kelimedir).
ı\ ınigdala Yunanca'da "badem" anlamına gelir ve sözüm o r ı.ı mememsi cisimcikler, hipokampusun fomiks bölgesinin
ı ln bölümünden sarkan meme biçiminde ikiz çift yapılardır. National Institute of Mental Health'den Mortimer M ishkin, beynin nöral yapıları yoluyla bilgi akışını araştır r ı ı ıştır. Mishkin her duyumsal sistemin amigdalanın farklı l ı i r bölümüne bağlanarak, tüm duyumsal sistemlerin amig ı l .1laya girdi gönderdiğini bildirir. Kanıtlar amigdalanın tüm ı;i rdilere duygusal bir hava eklediğini veya yarattığını gös lı·rir. Bu yüzden girdi amigdaladan geçtikten sonra, kişi du V l l msal girdiyle ilgili olarak etkisel modda bir şeyler hisse ı l l'T.
Böylece Fransız şarkıo Edith Piaf'ın bir şarkısı bize hü ı.i'ınlü gelebilir, çünkü amigdala onun halihazırda hazin me lodilerine bir keder havası eklemiştir. Sonunda amigdala l ii m bilgisini hipokampusa gönderir. Tüm duyumsal sis l ı•rnleri de entorhinal kortekse - neokorteksin hipokampu slln bir bölümüne bağlı olan bir bölgesine - sinyaller gönde n r.
Bu araştırmadan ortaya çıkan şey, hipokampusun tüm hafıza işlemi için gerekli olan, beynin !imbik sisteminin baş ı ıca bileşeni olduğudur. Limbik sistem, 1876'da Pierre Paul B roca tarafından, beynin merkezinde bir ventrikül veya sıvı dolgulu boşluk etrafında bir sınır (limbus) oluşturan hipo kiımpusu, amigdalayı ve diğer yapıları içeren bir beyin do ku halkasına verilen, aslen bir anatomik tayindir. Beyin sapını hariç tutarsak, beyin aslen merkezi boşlu �� u çevreleyen iki eşmerkezli kabuktan oluşur. İ ç kabuk hi pokampusu, amigdalayı ve Jimbik lob olarak isimlendirilen diğer ilgili yapılardan oluşurken, dış kabuğa neokorteks de nir. Limbik sistem terimi daha yakın zamanda Paul Mele-
1 36
an tarafından, !imbik lobun bir dizi yapısını olduğu kadar anatomik olarak yakın olan diğerlerini de tayin etmek için tanıtılmıştır. Birlikte bu sistem hipokampus, amigdala, sep tum, mememsi cisimcikler, ön talamik çekirdekleri ve singu lat korteksten oluşur. Şimdi görünüyor ki !imbik sistemin asıl işlevi, hafızayı duygulara bağlamaktır. Örneğin !imbik sistemi olmayan erkek m aymunlar, garip duygusal davranışlar sergilerler, normalde kaçacakları düşmanlara yaklaşırlar ve saatlerce mastürbasyon yaparlar veya yakınlarında olan neredeyse her şeyle ilişkiye girerler. Maymunlar için bu kadar, peki ya insanlar? Limbik sistemin insanlarda da hafızayı duygulara bağ ladığı gerçeğinin bir kanıtı olarak, Winson isminin baş harf leri H.M. olan 29 yaşında bir adamın vakasına işaret eder. 10 1953'te, büyük nöbetlere neden olan epilepsiye tutulmuş o lan H.M. isimli şahıs, Connecticut'ta Hartford Hastanesi'nde ameliyat edildi. Hazır bulunan doktor, William Scoville, kapsamlı cerrahi prosedür kullanarak. H.M.'nin amigdalası nı, hipokampusunun neredeyse tamamını ve beynin her iki yanında neokorteksin ilişkili sınırlı alanlarını gidermiştir. Bu radikal prosedür günümüzde hemen hemen hiç kullanılmaz, ama belki McCarthy'nin korku devriyle birlik te tesadüfi, bu zaman Iobotom ilem "şiddetle hüküm sürdü ğü" psikocerrahi zamanlarıydı. Ameliyattan sonra H.M.'in epilepsisi bir bakıma gelişmiştir. Hoş bir kişiliğe sahip olma ya devam etti ve mantık ve anlama kabiliyeti bozulmadan kaldı - neredeyse ameliyattan önceki haliyle aynı idi. Her ne kadar epilepsisi şimdi ilaçlarla kontrol altında olsa da, bu günlerde ameliyat zamanından şimdiki zamana kadar olan olaylara dair hafızası neredeyse tamamen yoktur. Birkaç da kika önce olan olayları hatırlayamaz. Beraber saatler geçir diği yeni tanıştığı insanları tanımakta başarısız olur. Eğer
1 37
yl'mek yerse, birkaç dakika sonra yediğini hatırlamaz. Eğer ı l nüne başka bir yemek koyarsanız, onu da yiyecektir. Aynı ı lt>rgiyi, her defasında "ilk kez" görüyormuş gibi tekrar tek r.ı r okuyacaktır. Yakın geçmişi olmayan bir adamdır.
İyi Bir Teori Gibi Winson İyi Test Eder mi? Winson'ın hipotezi, rüyaların memelilerin hafıza işle ıninin temel yönünü yansıttığıdır. Bu yüzden uyanık du rumdaki farkındalık sırasında elde edilen bilgi, uyku sıra sında, özellikle REM uyku sırasında yeniden işlenir. Win son'un kurduğu bu hipoteze göre bu bilgi, Freud'un bilinç ,ı l tı dediği şeyi teşkil eder. Winson'un laboratuvarındaki ve dünyadaki diğer labo ratuvarlardaki son bulgular, rüyaların anlamlı olduğunu, a ma ille Freud ve Jung'un öngördüğü şekilde olmadığını gösterir. Winson uyku sirasında yarı primat hayvanların be yinlerini eşlemiştir. Hayvanların uyku sırasında hipokam puslarının (daha önce gördüğümüz üzere hafıza için önemli olan beyin yapıları) ve hızlı göz hareketlerinin, hayvanların rüyalar sırasında hafıza işlemi yaptıklarını gösterdiğini bul du. Onun ve diğerlerinin araştırmalarından, hafıza için so rumlu olduğuna inanılan bir etki keşfedildi. Buna uzun va deli kuvvetlendirme anlamına gelen LTP denir. Londra'da National Institute of Medical Research'ün Timothy Bliss ve A.R.Gardner-Medwin'i ve Oslo Üniversitesi'nin Terje L0mo'su elektrik akımlarıyla yoğun olarak uyarılan sinir hüc relerinde değişiklikler buldu. Bliss ve çalışma arkad aşları, belli sinir hücrelerine tetanik akımlar (TP) adı verilen uzun bir dizi yoğun yüksek-frekanslı sinyaller uyguladılar. Bu te tanik akımların uzun bir dizisi uygulandıktan sonra, tek bir elektrik akımı ateşlediler. O hücrelerde TP'den sonra, TP'
138
den önce gözlemlediklerinden çok daha fazla aktivite göz lemlediler. Artan etki üç gün boyunca sürdü, sonra normale döndü. LTP, hücrelerin nasıl hafızayı uygun hale getirdiğini veya hafızanın beyinde nasıl depolandığı ile ilgili temel me kanizma olarak değerlendirilir. LTP'nin nasıl çalıştığını an lamak için, her ne kadar mekanizmanın tam detayları tü müyle anlaşılmamış olsa da, ilaveten mekanizma vardır. Ör neğin tetanik akımların beyinde doğal olarak meydana gel medikleri için, eğer mekanizma LTP ise, normal koşullar al tında nasıl elde edilir? Cevabı, teta adı verilen, memelilerin beyninde bulunan belirli bir ritim ile ilgilidir. Bu ritim saniyede yaklaşık altı döngüde meydana gelir ve görünüşe göre hipokampusun belirli nöronlarında üretilir. Ancak asıl soruya geri dönersek: Eğer hiç TP yoksa, be yinde LTP nasıl meydana gelir? Cevap, Rose ve Denver'da Colorado Üniversitesi'nden Dunwiddie'nin hipokampusta LTP meydana gelişinin teta ritmine bağlı olduğunu ileri sür düğü zaman geldi. TP kullanmadan farenin hipokampusun daki hücrelerde gerçekten LTP elde ettiler, ama bunu, kul landıkları akımlar, iki teta-dalgası zirvesi arasında geçen sü reyle - yaklaşık 200 ms - ayrıldığı zaman yapabildiler. Hi potez, teta ritminin LTP'nin ·meydana geldiği doğal araçlar olmasıdır.11 Winson aynı şeyi hipokampus hücrelerinde göstermiş tir. Sonra Winson ve ortakları Pavlides ve Greenstein, daha gizli etki göstermiştir: hatıralar sadece tetaya ayak uydurdu ğu zaman meydana gelir - kaydedilir. Bu hafıza işleminde tetaya majör bir rol verir, buna rağ men birçok memelide keşfedilen teta ritimlerinin insanlar da dahil primatta gösterilmemesi, ilginç bir yöndür. 12 Winson ve iş arkadaşları, serbestçe hareket eden fare ve
139
tavşanlarda hipokampustan gelen sinyalleri kaydederek te ta rihninin kaynağının hipokampusta olduğunu keşfehniş lerdir.13 İ lk bulguları teta rihninin, türleri temsil eden belli dav ranışlar sırasında meydana geldiğidir. Örneğin, test edilen tüm hayvanlarda, keşifte meydana gelir, çünkü tüm türler de hayatta kalmak için uzay bilgisi önemlidir. Ama uzay farklı türler için farklı anlamlar taşır. Örneğin tavşanlarda teta ritmi uyarılma sırasında meydana gelir, ama farelerde değil. Eğer bir nesne hareket ederse ve bir tavşan bunu göz lemlerse, tavşanın beyninde muazzam bir teta rihni oluşa caktır, ama farelerde değil. Fare elektrikle şoklanmış olsa bi le, hiçbir şey olmayacaktır. Farede sadece keşif tetayı başla tır. Dolayısıyla teta, türlerin hayatta kalması için en önemli olan o belirli davranışlarda meydana gelir. Keşif fare için ö nemlidir, av davranışı tavşan için önemlidir ve yırtıcı davra nış kedi için önemlidir ve bu aktivitelerde teta ritmi gözlem lenir. Daha düşük memelilerde teta ritmi her davranışta meydana gelmez. Fare hareket etse bile, farenin beslenme davranışında meydana gelmez. Hareketi içerdiği halde, cin sel davranışta meydana gelmez. Genetik olarak program lanmış davranışta meydana gelmez. Bir hayvan çok sayıda hayatta kalma konusu için gene tik olarak programlanmıştır. Genetik olarak programlanma dığı tek şey, yeni çevresel bilgiyi dahil etmek ve nasıl kulla nacağını belirlemektir. Bunu yapmak için yapısı vardır, ama tümüyle genetik olarak programlanamaz, çünkü çevresel deneyimleri sürekli olarak değişmektedir. Winson'ın hipotezi için anahtar veya onun ortaya koy duğu şekilde bir ilk ipucu, teta ritminin gözlemlediği hay vanlarda REM uykusu boyunca da meydana geldiğidir.
1 40
Winson, eğer teta rüyalarda anlamlıysa, bunun, uyanık du rumda bu hayatta kalma davranışsa! şablonları sırasında bilgi girdisinin REM uykusunda yeniden işlendiğini götse rebileceğine inanır. Bunu doğrulamak için ilk olarak tetanın kaynağının hi pokampusun başlıca iki hücre alanı olduğunu keşfetti. Ri timlerin eşzamanlı olduğunu buldu (alanlardaki zirveler ve çukurlar her adımda eşleşti) ama her iki hücre alanında da tersine-aşama (yüz yüze bakan iki dansçıyı izlemek gibi, biri sol ayağını ileri doğru uzattığında diğeri sağ ayağını geriye doğru uzatır) idi. Winson bu teta ritminin memory işlemi i çin işlevsel önemi olduğundan şüphelendi . Ama nasıl çalışı yordu? Fareler üzerinde dikkatlice kontrol edilen bir deneyde, hipokampusta bir lezyon yaparak teta ritmini bertaraf etti. Sonuç, farelerin uzaysal hafızasını kaybetmesiydi. Bu teta ritminin bir işlevi yerine getirdiğini gösterdi: hipokampusta uzaysal hafızayı kodlamak için ihtiyaç duyuluyordu . Winson'ın hafıza modelinde, uyanık bir hayvanda e lektrik sinyallerinden oluşan duyumsal girdiler, korteksten aşağı hipokampusa doğru hareket ederek bir noktaya yöne lir. Teta ritmi bu sinyali bayt adı verilen 200 ms'lik parsellere böler. Bu LTP'nin meydana gelmesine imkan sağlar. Bir ne denden ötürü REM uyku sırasında da benzer bir işlem mey dana gelir. REM uyku sırasında gelen hiçbir bilgi veya hare ket olmamasına rağmen, neokortikal-hipokampus ağı da te ta ritmiyle tempolu olur. İ ki araştırmacı, John O'Keefe ve Londra, University College'dan J.Dostrovsky, farenin uzaysal çevresinde belirli yerlerle ilişkili olan bir farenin hatıralarının, beyinlerinde belirli nöronlarla ilişkili olduğunu bulmuşlardır. Bu keşfe "yer alanı" adını verdiler. Uyanık hayvan belli bir yere hare ket ettiğinde, belli nöronların ateşleneceğini fark ettiler. Fa-
141
renin gittiği o yere, o nöronların yer alanı adını verdiler. 1989'da Pavlides ve Winson, faredeki farklı yer alanları na sahip nöron çiftlerinden kayıt yaptılar. Başka bir deyişle, fare bir yerdeyken o nöronlardan biri ateşlenecektir ve baş ka bir yerde olduğu zaman diğer nöron ateşlenecektir. Her iki hücreden eşzamanlı olarak kayıt yaptılar. Uyanık ve u yuyan hayvanlarda normal ateşlenme oranlarını belirledik ten sonra, fareyi nöronlardan birinin yer alanına koydular ve o nöron ateşlendi. Buna uzayı kodlamak veya konumu eşlemek dediler. Fare ilk yer alanındayken, ikinci nöron dü zenli olarak ateşlenmedi, sadece rastgele ateşlendi. Fare do lanıp durdukça ve çeşitli uyku döngülerine girdikçe kaydet meye devam ettiler. Altı çift nöronu bu şekilde incelediler. Yer-alanı nöron larının - uzayı kodlayanların - hayvan uyurken normalden daha yüksek bir oranda ateşlendiğini buldular. Diğer nöron ların hiçbirinde, eğer fare o nöronların yer alanına gitmezse, ateşlemede bir artış yoktu. Sonuç olarak, hayvan uyanıkken şifrelenen bilginin yeniden işlenmesi veya güçlendirilmesi, uykuda bireysel nöronun seviyesinde meydana gelir. Daha önceden bahsettiğim üzere, Winson teta ritminin primatta gösterilmediğine işaret eder. Görmenin koklama duyusu yerine geçen dominant bir duyu olmasından dolayı kaybolabileceğini söyler. Ama hipokampusta, iddia ettiği ü zere teta dalgalarının yaptığı gibi, belli nöral reseptörleri dö nemsel olarak etkinleştiren eşdeğer bir nöral mekanizma o labilir. Sonuçta teta ritimlerinin REM uykusunda meydana gelmesinden dolayı, REM uykunun amacının hafıza işlemek için olduğudur. Dolayısıyla REM uykusu, bir evrimsel etken olarak ortaya çıkar, prefrontal korteks alanındaki azalmanın neden olduğu bir gelişim, evrimle birlikte ebatta anormal bir azalmaya olanak sağlar. Winson'ın hipotezi rüyaların ha-
1 42
yatta kalma için bireysel bir strateji yansıtmasıdır. Rüyaların konuları geniş kapsamlı ve karmaşıktır, ama hepsi hayatta kalmak için stratejiler yansıtır. Hayvanlarda bu kadar, peki ya insan verileri ve rüya görme? Winson rüya üzerine tüm psikolojik verilerden, psi kanalistler fikirlerinde çok serbest olmalarına rağmen, bazı şeylerin doğru görüldüğüne işaret eder: rüyalar psikolojik sorularla ilgilenir. Rüyalar hayvanlarda olduğu gibi insan larda da dışa vurulmalıdır. Rüyalar hayatta kalma meselele ri ile - bizim bilinçaltı yapımızın hayatta kalma hakkında neye inandığı ile - ilgilenir. Bu yüzden.- hayatta kalma ve hayatta kalmamız için gerekli olan hafızayı tazelemek için REM rüya görürüz. Bilinçaltı aklımız bunu başaran meka nizmadır. Dolayısıyla Winson'a göre "Rüya görme, bilinçal tının altında yatan ve bilinçaltına içgörü sağlayan hafıza iş leminin bir bölümüdür." Winson'ın hipotezi, bebeklerde görülen çok miktarda REM için bazı açıklamalar sunar. Yetişkinler gecede kısmen iki saatten biraz az zamanı REM uykuda geçirirken, yenido ğanlar, gecede 8 saatten fazlasını aynı aktivitede geçirirler. Neden? Winson REM'in yenidoğanlarda, henüz tam olarak anlaşılmayan özel bir işlevi yerine getirdiğini ileri sürer. An cak yenidoğanın iki yaşına girmesiyle birlikte, REM uyku süresi gecede 3 saate düşer. Winson, bu yaşta, hipokampu sun işlevsel hale geldiği zaman, REM uykunun açıklayıcı hafıza işlemi işlevini üzerine almaya başladığını ileri sürer. 8. Bölüm'de, kendi benlik kavramımızı yaratmak için rüya gördüğümüze dair model için kanıtları toplamaya devam ettikçe, fetüslerin rüyalarına bakacağız.
1 43
7.
BÖLÜM
RÜYA GÖRMENİN MEKANiKLERi .
.
AGDA TUTULMA Rüyanın altında yatan bir Tek Akıl vardır. -
Kızılderili sözü 1
Rüyalardaki bağlantılar kısmen saçma, kısmen şapşal veya hatta anlamsız veya kısmen çılgındır. Bu özelliklerin sonuncusu, bağdaştırma baskısının rüyalarda lıiiküm siirdiiğii gerçeği ile açıklanır. - Sigmund Freud ı Klasik makalelerinde Crick ve Mitchison, rüya uykusu nun, özellikle REM uykusunun işlevinin "serebral kortekste, hücrelerin ağında, belirli istenmeyen etkileşim modlarını gi dermektir" .3 Bu "ters öğrenme" denilen bir mekanizma ile başarılır, Winson'ın ortaya koyduğu gibi hafızayı güçlendir me veya pekiştirmeden çok, beyinde bilinçaltı rüya izleme sinin zayıflaması ile sonuçlanır. Bu makale yayınlandığında, onu çok ihtilaf kuşattı. Son bölümde işaret ettiğim üzere, Crick ve Mitchison (C&M) "u nutmak için rüya görürüz" diyerek çok ileri gitmişlerdir. Daha sonraki bir makalede, bu sözün gerçekte bir slogan ol duğunu ve kesin bir tanım olmadığını açıkladılar. Sloganın, ters-öğrenme hipotezleri için bir hatırlatıcı olarak rol oyna-
1 44
yacağını ummuşlardı. Sonra tecrübe onlara insanların onla rın niyet ettiğinden çok daha fazlasını farz ettikleri için, yani şöyle ki, REM'in işlevinin bilinçaltı rüyaların tüm unsurları nı hafızadan silme olduğunu düşündükleri için, slogandan pişman oldular. Bu onların niyeti değildi. Bunun yerine al ternatif olarak "Hayali azaltmak için rüya görürüz" veya "Saplantıyı azaltmak için rüya görürüz" cümlelerini önere ceklerdi. Her iki şekilde de, kulağa merak uyandırıcı gelir. Eh, ters-öğrenme hipotezi nedir? Aklın bir çeşit ekolojisi, akıl çöplüğünün yeniden işlenmesi midir? Bir bakıma evet. On ların görüşünü kavramak için fizyolojik temeli ve hipotezle rinin bilgisayar-modelli nöral-ağ temelini gözden geçirmeli yiz. Nöral korteksin anatomisinin çok küçük alanlarınının incelemesi üzerine, C&M sinapsların (nöronların birbiriyle bağlandığı yerler) büyük çoğunluğunun, bölgesel olara"k kaynaklanan aksanlardan (nöronların kuyrukları) geldiği gerçeği ile vuruldular. Bu demektir ki, beynin lokal bölüm lerindeki nöronlar, daha uzaktaki nöronlarla "uzun mesafe" yi birbirine bağlamaktan ziyade, birbirleriyle yakın çevre i çinde birbirleriyle "konuşma" eğilimindedir. Dahası, korti kal nöronların büyük çoğunluğu engelleyici değil, uyarıcı dır. Bu demektir ki bu nöronlar, girdi sinyallerine, durdur maktan veya hiç sinyal göndermemekten ziyade, daha fazla sinyal göndererek cevap verme eğilimindedirler. Yani bir mesaj :ı.lıp hiç tepki vermemektense, bu nöronlar en azından bölgesel olarak mesajı durmadan taşıyarak tutma eğilimin dedir. Bu gerçek, onlara korteksin kendinden uyarmalı olması için çok büyük kapasitesi olduğu fikrini verdi. Küçük bir u yarı girdisi, çok sayıda çıktı üretir. Bu bir anımsatıcının tüm hafızayı uyandıracağı çağrışımlı bellek için yararlı bir yön-
1 45
dür. Bu, ilaçla başlatılmış halüsinasyonda olduğu gibi, kor teksin bölümlerinin çok uyarıldığı, nöronların geniş-dalga genliği değişkenliklerinde sallandığı epilepsi ve migren gibi çeşitli nöral durumlarla da desteklenir. Nöronların böyle baştanbaşa birbirine bağlantılı mon tajı bir bilgisayar programıyla modellenebilme kapasitesine sahiptir ve böyle modeller bizim çağrışımlı bellek olarak adlandıracağımıza benzeyen, en azından matematiksel ifa deyle, işlemleri sergiler. Eğer modeldeki az sayıda "hüc reler" etkinleştirilirse, ağ modeldeki tüm "hücreler"i uyara rak cevap verir. Dahası, ağın cevapları, sabit şablonlar dizisi oluşturmaya eğilim gösterir, küçük bir girdinin meydana geldiği her zaman, girdinin "hafıza" şablonunun küçük bir bölümünü içermesi kaydıyla, tekrarlanabilir. Diğer bir ifa deyle ağ "hatırlar" ve şablonun küçük bir parçasına daya narak bütün "hafıza" şablonunu yeniden inşa eder. Böyle nöral ağların bilgisayar modelleri, on yıldan fazla süredir çok revaçtadır.5 Nasıl çalıştıklarını açıklamama izin verin. Model, sayısal olarak "ağırlıklandırılabilen" birimler arasındaki birimlerden ve bağlantılardan oluşur. Her bir bi rim oldukça basittir: genellikle 2 değerden birini a' abilir, O veya 1 diyelim veya 1 veya + 1 (birden çok değerli birimle rin olduğu modeller de vardır). Her bir birim, birime olan bağlantılar yoluyla girdilere dayanarak değerini değiştirebi lir. Bu girdiler sayılardır, genellikle diğer birimlerden girdi lerin ağırlıklı sayısal toplamıdır. Örneğin, Hopfield vs. ağın da, eğer bu ağırlıklı toplam negatif ise birim -1 değer alır ken, pozitif ise, birim +1 değer alır.6 Negatif değerlerin ger çek canlı nöronlarda zayıflatıcı veya engelleyici olarak alı nırken, pozitif değerlerin güçlendirici veya uyarıcı nöral davranışı modellediği söylenebilir. Birim bir değer alır al maz, bu değerini rastgele zamanlarda (veya bazı modeller de belirli zamanlarda) bağlı olduğu diğer tüm birimlere -
1 46
gönderir. Genellikle her bir birim diğer her birime bağlıdır, bundan dolayı ismi "ağ" dır. Şimdi, ağırlıklı ortalamadaki "ağırlık" her bir bağlantı için sayısal eğilimden başka bir şey değildir. Örneğin, ikinci birimle üçüncü birim arasında ki "ağırlık" +3 olurken, birinci birimle ikinci birim arasındaki bağlantı + 10 olabilir. Dolayı sıyla birinci ve ikinci birim arasındaki bağlantı, birinci ile ü çüncü brim arasındakinden daha güçlüdür. Hepsi birlikte a lındığında, bu "ağırlıklar" programcı tarafından isteğe bağlı olarak değiştirilebilir, ama genellikle programcı onları de ğiştirmek için, birimlerde bulunan tutarlı, sabit ve tekrarla nabilir şablonlar üretmek için sistematik bir yol arar.7 Buna ek olarak, birimleri birbirine bağlayan ağırlıkların sistematik olarak değiştirildiği basit bir öğrenme kuralı yo luyla ağa "öğretmek" mümkündü. Bundan çıkan sonuç, a ğın birimleri için sabi t bir değerler dizilişi üret�eye eğilimli olacağıdır. Buna "hafıza" dendi. Bu "öğretme" her defasın da ağırlıklar için farklı bir girdi değeri takımıyla birkaç defa yapılabilir ve sonuç her defasında ağın farklı bir hafızayı öğ renmesidir. Neticede, ağ, ağırlıkların değerlerinin değiştiril mesiyle depolanan tüm şablonları "hatırlayacaktır." Bu modeli kullanarak, Hopfield artılardan (+) ve eksi lerden (-) oluşan ("l"den vazgeçtim) birim değerlerinin çok sayıda sabit şablonunu bulmuştur. Böyle bir birim değerle rin şablonu bir "hatıra izi" teşkil edecektir. Hopfield ve ça lışma arkadaşları, bazı hatıraların, kalıplar aynı ölçüde olsa bile, diğerlerine göre erişiminin daha kolay olduğunu bul muştur. Ayrıca bellek öğrenildiğinde, "öğretilmeyen" aldatı cı bellek (sabit kalıplara eşi t olmayan ama benzeyen) yaratıl mıştı. Bazı zamanlarda istenen bir hatıra aranmasına rağ men, aldatıcı bir hatıra anımsanır. Bu aldatıcı şablonların görünümü, bir sınav için tıkıştırılan öğrenci beynine çok benzer bir şekilde, ağın "aşırı yüklü" olduğu sinyalini verdi.
1 47
Öğrenme modu yoluyla ağa belirli girdiler, istenen şab lonları güçlendirebilir, böylece beyin hafızasının bir teorisi ne benzeyen bir şey üretir, yani şöyle ki o hafıza beyinde nö ronlar arasındaki tesir veya kuvvette yatar. Bu kuvvetleri, y�ni sinirlerarası bağlantı esneklikleri değiştirerek, bellek güçlendirilebilir. Ama ve bu C&M'nin ana fikridir, belirli girdiler de hatıraları zayıflatabilir. Yine bunu açıklamama izin verin. Öğrenilecek ne varsa "öğrenmiş" olarak, belli bir hatıra, birimlerde tutulan her hangi bir kısmi şablonla yem atılarak uyandırılır. Örneğin e ğer bir hatırayı oluşturan on altı birimlik bir dizi (dörtlü bloklar halinde gösterilen) şu değerleri içeriyorsa + +
-
-, +
-
- +,
( + -
-
+
), + -
-
,
-
ve yukarıda parantezle gösterilen dokuzdan on ikiye kadar olan hücrelerin değerleri, ağ rastgele bir şablon içerirken a ğa besleme olarak konulursa, ' ·
* * * * * * * * ( + +) * * * * 1
I
-
-
I
f
sonunda kendini daha önce gösterilenle aynı hafıza şablo nuyla dengeleyecektir. Ancak, eğer başka bir kısmi "hatıra" ile besleme yapı lırsa, sonuç başka bir bellek kalıbı olacaktır. Ağın kısmi bir hafızadan gerçek ve güvenilir bir kopyayı yeniden inşa etme kabiliyeti, kuramcıların çağrışımsal bellek dedikleri şeydir ve istenen sonuçtur. Ama bazı hatıralar diğerlerine göre da ha kolay erişilebilirdi ve aldatıcı hatıralar zaman zaman or taya çıktı. Bu "kusurlar" kuramcılar için iki problem oluş turdu: her hatıra nasıl eşit ölçüde erişilebilir yapılabilir ve aynı zamanda ağ istenmeyen garip hatıralardan nasıl temiz lenebilir. Bir çözüm her iki problemi de çözmüş oldu.
1 48
Bilgisayar Ağında Fan tezi, Saplan tı, Halüsinasyon Zaman zaman model ağları, C&M'in fantezi, saplantı ve halüsinasyon olarak etiketlediği üç garip aldatıcı şablon sergiledi. C&M'in bu davranışları beyin işlemelerini açıkla maya yönelik teori olan nöral-ağ teorisine zararlı olarak gör düğüne inanıyorum, ama ben onların aslında genel zihinsel işlemleri ve rahatsızlıkları açıklayacaklarını ve dolayısıyla teorinin "başarısı" olarak addedileceklerini hissediyorum. Öyle olsa bile, her ne kadar bilgisayar nöral ağlar bir derece ye kadar beyinlerimize benzer özellikler sergileseler de, C&M bunun beynimizin bir bilgisayar veya bir nöral ağa benzeyen şekilde çalıştığını göstermediğine dikkatlice işaret etti. Nöral-ağ aşırı yüklemesi ve aldatıcı hatıralardan olu şan hastalığı problemini açıklamama izin verin. Bilgisayar nöral ağları oldukça sınırlıdır - Hopfield tarafından kulanı lan bazı örnekler, otuz iki birim kadar az içerir - sonuç ola rak eğer kişi eşzamanlı olarak çok fazla farklı şablon veya şablonların çağrışımını depolamaya kalkışırsa veya eğer de polanan şablonlar çok fazla çakışma veya benzerlikler içerir se, aşırı yüklenmiş hale gelebilirler. Bunun nedeni, ağların bir süperpozisyon ilkesini kulla narak çalışmasıdır - birkaç şablon, birimler + 1 veya -1 de ğerlerini kaydediyor ve ağırlıklar sabit olsa da, bağlantılarla üretilme kapasitesine sahiptir. Bir ağ aşırı yüklü hale geldi ğinde, yani çok fazla öğretildiğinde "kafayı bulması" muh temeldir, yani garip davranış sergileyebilir. Bir anlamda çok fazla bilir ve her şeyi her şeyle ilişkilendirmeye başlar. Belki bu kötü değildir ve bazı mistik farkındalık durumlarına ve ya yaratıcılığın coşkun durumlarına yakındır. Ama eğer caddeden karşıdan karşıya geçmek istiyorsanız, doğru iliş kilendirmelere gerek duyacaksınız, garip olanlara değil.
1 49
Bir garip davranışsa! ağ kalıbı, inanması güç çağrışım lar veya bilgisayar "fantezileridir". Bir şablonun küçük bir bölümünü, ağın toplam şablonun doğru kopyasını çıkarta cağını bekleyerek besleme olarak verirsiniz ve bunun yerine bilgisayar tamamen farklı şablonlarla boşlukları doldurur. Tipik bir fıkrada, analist hastasına çikolatalı pastanın ona ne hatırlattığını sorar. Ve hasta "Seks" cevabını verir. Sonra a nalist sinek raketinin ona ne hatırlattığını sorar. Hasta "Ay" diye cevap verir. İnanması güç çağrışımlarda yakalanan aşı rı yüklü nöral ağlar, yukarıdaki hikayedeki hasta gibidir. Herhangi bir girdinin, görünürde mantıklı bağlantısı olmak sızın herhangi bir çıktıyı üretmesi muhtemeldir. İ kinci bir garip davranış, C&M'in "saplantı" dediğidir. Ağa hangi girdiyi besleme olarak verirseniz verin, her za man aynı çıktıyla cevap verir. Bu, oğlunun obsesif annesini telefonda arayıp "Nasılsın?" diye sorduğu fıkraya benzer. Anne bunu kendi saplantısına dönüştürür, "Beni sevmiyor sun çünkü anneni hiç aramıyorsun!" Oğlunun konuşmanın başlangıcında ne söylediğinin önemi yoktur, obsesif anne ne olursa olsun aynı cevabı verecektir. Hopfield ve diğerleri, bunu şaka yollu "uyarıların %50'si bana seksi hatırlatır" problemi olarak ele alır, ağları aşırı yüklü olduğunda girdi lerin %50'sinin aynı çıktıyla sonuçlandığı anlamına gelir. Obsesif bir kişiye ne söylerseniz söyleyin, genellikle negatif olan aynı sonuca gelecektir. Sonunda C&M, belli model ağların, özellikle çıktılarını tekrar girdilerine yönlendiren geribildirim halkaları veya bağlantıları olan, "halüsinasyon" dediklerini sergilerler. Bu ağlar, kısmen tamamlanmış girdiler gibi, normalde neredey se hiçbir tepkiyi uyandırmayacak girdi sinyallerine tepki ve rir. Bu, dışarıda rüzgarın hafifçe hışırdadığını duyan ve evin bir canavar tarafından paramparça edildiğini veya tüm evin bir hortum tarafından parçalandığını hayal eden kişi gibidir.
1 50
Bilgisayar Hatası Nasıl "Düzeltilir: Öldür Onu Bu garip davranışları eğlenceli bulduğumu söylemeli yim ve kuramcıların aradığı istenen sonuçlardan çok daha önemli olabilirler. Ancak, bunlar modelin "kusurları" olarak değerlendirilirler ve bu itibarla düzeltilmeleri gerekir. Stan ley Kubrick tarafından yönetilen The Shining (Türkçe'ye Cinnet olarak çevrilmiştir) filminde, Jack'in Colorado'da 0verlook Otel'de daha önceki bakıcısının halüsinasyonuyla yüz yüze geldiği sahneyi hatırladım. Bakıa Jack'e çocuğu nun "düzeltmeye" ihtiyacı olabileceğini hatırlatır, çünkü ço cuk psişik etkilere karşı çok hassastır. "Düzeltme" ile hayali bakıcı gerçekten öldürmeyi kasteder. Bilgisayar kuramaları nın bu istenmeyen "nöral ağ davranışlarının modlarıyla" yapmak istedikleri budur. Ağları, istenmeyen modları zehir leyen "öğrendiğini unutan" belirli girdilerle besleyerek. Ağın rastgele durumlarıyla başladılar ve ağ istenmeyen bir modun içine yerleştiğinde, "sinirlerarası" bağlantı ağırlıkla rına çok az negatif sapma ekleyerek, o belirli şablonun kay bolmasına neden olup değiştirdiler. Buna ek olarak, kullan dıkları sapma çok fazla olmadığı sürece "istenen" hatırala rın diğer sabit şablonlarının kaldığını buldular. Örneğin, eğer normal bir öğrenme girdisi için değer 1 ise, o halde "düzeltici" bir girdi için değer -.Ol sırasında olacaktır. Daha büyük negatif girdiler, iyi ve kötü hatıraları eşit olarak silip yok etme eğilimindeydi. Hopfield ve diğerleri, istenmeyen aldatıcı hatıraların ağlarını temizlemekte başarılı oldular ve istenmeyen modlar kaybolduğunda, tüm istenen hatıraların erişilebilmesi eşit olma eğilimindeydi. "Aşırı yüklü" durumdayken, "öğrendi ğini unutan" sapması girilmeden önce, belli hatıralara eri şim diğerlerine göre daha kolaydı. Bu yüzden, her iki probl emi, istenmeyen hatıraları "zehirleyerek" çözebildiler.
151
R üyalarımızda Öğrendiklerimizi Unu tmak Halen "öğrendiğini unutan" teorisi için nörofizyoloji den oldukça fazla destek vardır. Hobson ve McCarley (8. Bölüm'e bakınız) REM uyku sırasında başlıca girdi ve çıktı ların kapatıldığını ve beynin, tıpkı odasına kilitlenen yalnız bir çocuk gibi, izole edildiğini göstermiştir. Sonra beyin sapı yoluyla rastgele ataklar verilir ve yüksek derecede elektrik aktivitesi gösterir. Bu aktivite normalde unutulan ve sadece rüya gören uyandığı takdirde hatırlanan rüyalarla sonuçla nır. Bu rüyalar, C&M'in mekanizmasının yan ürünüdür. Rüyalar uyandırılan "parazitik" hatıralardır ve özellikle herhangi bir nöronun uyarılma ve engellenme dengesi, uya rılmaya kaydığında şahit olunur. Bu karışıklık, nöral ağın "öğrendiğini unutması" için gereken negatif geribildirimdir. Hopfield'ın ağlarında keşfedilen bilgisayar-modelinin "öğrendiğini unutan" sonuçları, C&M'in istenmeyen "para zitik" modların REM uykuda bertaraf edileceğine ve REM rüyaları sırasında aslında olanın "tersine öğrenme" olduğu na dair teorisini desteklemeye eğilimliydi. Bu yüzden rüya ların garipliği, nöral ağlarda meydana gelen aldatıcı ilişkili hatıralarla karşılaştırılabilir. Gün boyunca kayda değer ölçüde bilgi ediniriz. Çevre mizdeki dünyayı "öğreniriz." Beynimize birçok girdi nöral ağlarla tanımlanan çeşittedir - tüm hatıraları uyandıran kıs mi hatıralar. Ancak bu girdilerden bazısı, sonunda sinapslar yoluyla sinirlerarası bağlantıların aşırı yüklenmesine neden olur. REM uykusuna girdiğimizde, rüyalarımız bir uyarıcı olmadan duyularımız yoluyla gelen kendileri üzerinden beslenen nöronların ürünüdür. Aslında, bunlar negatif geri bildirim halkalarıdır, Hopfield ve diğerleri tarafından bilgi-
1 52
sayar ağlarında kullanılan negatif ağırlık sapması gibi, diğer nöronlarla bazı bağlantıların güçlerini zayıflatırlar. Böylece rüyalarımız "silme" moduna dönüşerek, bizi istenen veya hayatta-kalmak-için-önemli hatıraları eşit oranda erişilebilir yaparak ve bizi istenmeyen ve garip hatıralardan - hayatta kalmamızda hiçbir rol oynamayanlardan - temizleyerek, bi zim yenilenmiş hale gelmemize yardımcı olur. Özünde Crick ve Mitchison modeli budur. Elbette teoriye bazı itirazlar vardır. Her şeyden önce, ö zellikle Winson ve çalışma arkadaşları tarafından, hayvan lardaki REM'in aslında hafızalarını güçlendirmede yardımcı olduğu, oysa ters öğrenmenin onları silip yok etme eğili minde olduğu ileri sürülmüştür. Ama daha önce söz ettiği miz üzere, Hopfield modeli aslında, beyni istenmeyen hatı ralardan temizleyerek istenen hatıraları güçlendirir. Böylece "öğrendiğini unutma" gerçekten istenen hatıraları daha az karmaşık ve eşit oranda erişilebilir yaparak hafızayı güçlen dirir. Başlıca itiraz, birçok gece boyunca, genellikle yaklaşık bir hafta REM uykusundan mahrum bırakılan insanların deneysel çalışmalarında bulunmuşhır. Teoriye dayanarak kişi, böyle insanların fantezi ve hayalgüc�nün, hatta belki halüsinasyonların artan bölümlerini sergileme eğiliminde olmalarını bekleyebilir. Bunun nedeni, eğer öğrendiğini u nutma meydana gelmediyse, istenmeyen hatıralar silinme yecektir. Her ne kadar bunun için kanıt olsa da8, araştırma cıların genelde genel görüşleri, REM'den mahrum bırakılan insan veya hayvanların davranışları herhangi açık veya tah min edilebilir biçimde etkilenmemiştir. C&M bu eleştiri çok güçlü bir şekilde alınmadan önce, kişinin dikkatlice deneysel kanıta bakmasını önerir. Rüya gören bir kişiyi REM'in başlangıcında uyandırmak, birkaç gece sonra geri tepme etkisi üretme eğilimindedir. Başarma-
1 53
sı çok daha güç hale gelir. Bir haftalık mahrum bırakmanın sonunda, rüya gören REM durumuna gecede yaklaşık 50 kez girer, bu da bu durumlarda kişinin uyanık saatleri sıra sında bile REM evrelerini kapıştığını akla getirir. İ laçların a ranan sonucu maskeleyebilecek birçok yan etkiye neden ol duğu bilindiğinden dolayı, uykunun ilaçla uyarılmış bastı rılması daha iyi değildir. "Silmek için rüya gör" teorisini desteklemek için her hangi bir deneysel veya biyolojik kanıt var mıdır? Eh, bir ba kıma evet. Bazı hayvanlar daha büyük beyinlere sahip ol malarına rağmen REM uykusu sergilemezler. Bundan dola yı istenmeyen hatıraları silmelerinin hiçbir yolu olmadığı sonucuna varabiliriz. Ancak yunusları, Avustralya'nın di kenli karıncayiyenleri içeren bu hayvanlar, oldukça büyük beyinlere sahiptir. Neden bu hayvanlarda REM yoktur? Ve neden bu hayvanların beyni bu kadar büyüktür? İ nsan beynine kıyasla - eğer insan beyninin ağırlığını, insanın kendi ağırlığına bölersek ve bu oranı dikenli karın cayiyenin veya yunusunkiyle karşılaştırırsak - insanların beyin ağırlığının vücut ağırlığına oranının daha küçük ol duğunu görürüz. Muhtemelen bu hayvanların göreceli ola rak daha büyük beyinleri, onların REM uyku eksikliği ile bağlantılıdır, çünkü eğer gece REM yapamazsanız, istenme yen ilişkileri "özümsemek" için daha büyük nöral ağa ihti yacınız olacaktır. Bu, yukarıda bahsettiğim hayvanların ağ larındaki çakışmaları azaltmaya eğilim gösterecektir. Böylece REM yapmayı öğrenerek daha küçük bir beyne sahip olmaya adapte olduk. Daha küçük beynimizi, "silmek için rüya gör" mekanizması yoluyla istenmeyen hatıralar dan kurtularak farklı bir şekilde kullanıyoruz. Bu nedenle REM uykusunun işlevi, gelişmiş beyinleri daha etkili yap mak ve bu beyinlerin aksi takdirde olacağından daha küçük olmasına imkan vermektir.
1 54
Bunun bir örneği, fpk balığı ve yunusların karşılaştır masında bulunabilir. Fok balıklarının beyin-vücut ağırlığı o ranları yunuslara göre d aha küçüktür ve ancak her iki hay van da benzer ortamlarda yaşar. Fok balıkları REM yapabilir ve başlarını suyun dışında yukarıda tutmaları gerekirken yunuslar REM yapamaz ve başlarını suyun dışında tutma konusunda yetersizdirler. Dolayısıyla kişi yunusların daha küçük kafalara sahip olmaları için, sadece ağırlığa dayana rak oldukça çok baskı varken, fok balıklarının yunuslara gö re daha küçük kafaları olduğu için - küçük bir kafayı yuka rıda tutmak daha az çaba gerektirir - daha az evrimsel baskı olduğu sonucuna varabilir (başları sürekli olarak suyla des teklendiği için). Bu nedenle, daha az beyin ağırlığına sahip olma ihtiya cı olan hayvanlar, daha küçük kafalarla evrim geçirmeye e ğilimlidirler, ama hayatta kalmak için REM geliştirmeye ih tiyaçları olacaktır. Her ne kadar bu C&M'in teorisini kanıtla · masa da, kesinlikle onun tarafından desteklenmektedir. Bel ki eğer hepimiz tamamen suda yaşayan yaratıklar olsaydık, hiçbirimiz asla rüya görmezdik. Ve sonra, tüm bunların başka bir yönü vardır. Her şey den önce REM'in noksanlığı gerçekten yaratığın rüya gör mediği anlamına mı gelir? İnsanlarda non-REM dönemle rinde bile rüyalara benzer bir şey devam eder gibi görünür. Aslında kişi "devre dışı kalma" yavaş d c;ı. Iga uykusu sırasın da, REM'in çok daha etkin dönemine göre silme-modu işle mi için bir kutu yapmak isteyebilir. REM yeteneği, ağırlık faktörü bir kenara, hayvan krallı ğında evrimsel bir adımın göstergesi olabilir miydi? Uzay ve zaman yeri için bir gereksinim olabilir miydi? Daha son raki bölümlerde bu olasılığı keşfedeceğim. Bundan sonra Hobson'ın rüya gören beyin teorisini incelememiz gerekir.
1 55
8. BÖLÜM
RÜYA GÖRMENİN MEKANiKLERi .
.
.
.
Y UMRULAR DIYARINA BIR KUANTUM SIÇRAMA
Olasılık dalgası bir şey için eğilim demekti. Aristocu felsefede eski "potentia (güç)" kavramının niceliksel versiyonuydu. Bir olayın düşüncesiyle olayın kendisi arasında tam arada duran bir şeyi tanıttı, tam olasılıkla gerçeklik arasında garip bir çeşit fiziksel gerçeklik. - Werner Heisenberg Fizik ve Felsefe1
İ ngiliz gazetesi The Independent'm Bilim bölümünde John McCrone, 1 991'de Fransa, Cannes'da düzenlenen Dün ya Uyku Federasyonu (World Federation of Sleep Research) hakkında rapor hazırlamıştır. 2 Son velvele, yeni bir uyku ve rüya görüşünü ilgilendiriyordu, özellikle REM'in ve rüyala rın rolü. Çoğu araştırmaa, artık rüyaların bizim ilk rahim zamanımızdan bir "kalıntı" olduğunu düşünüyorlardı. Mevcut durumda REM rüyalarının üç fiziksel temelli
1 56
teorisi vardır. Tüm bu teorilerde genel olarak, rüya görme nin büyük ölçüde uykunun REM evresi sırasında meydana geldiği savunulmaktadır. Sözüm ona uykunun yavaş-dalga safhası sırasında, rüyaların bazı kanıtları vardır, ama karşı konulamaz veriler, her ne kadar düşünceye benzer işlemler meydana gelse de, uyuyan tarafından görsel bilgiye benzer bir şeyin deneyimlenmediğini ileri sürer. Uyuyan bir kişinin rüya görüp görmediğini veya düşünüp düşünmediğini tes pit etmek için, araştırmacılar basitçe uyuyanları uyandırırlar ve onlara ne hatırladıklarını sorarlar. Rüyaların aslında ka nıtı olmadığını fark etmeliyiz. Kanıt olarak elimizdeki tek şey, uyandırılan insanların rüya raporlarıdır. Elbette rüya görüp görmediğinizi hatırlarsınız, ama çoğunlukla rüya sı rasında değil. Şüphesiz bunun tek istisnası, daha sonraki bir bölümde bahsedeceğim lüsid rüya görmedir. İ lk teori rüyaların ve dolayısıyla REM'in, daha önceki i ki bölümde bahsedildiği üzere, hafıza işleminde anahtar bir rol oynadığıdır. Rüyalar günlük deneyimlerimizi, Winson'ın hipotezinde olduğu gibi, sınıflandırmamıza ve pekiştirme mize yardımcı olur veya Crick ve Mitchison'ın teorisinde ol duğu gibi istenmeyen hatıraların süpürülmesinde yardımcı olur. Bir önceki bölümde bu teorilerle ilgili başlıca proble min, deneylerin REM uykusu sekteye uğratılan insan de nekler üzerinde yürütülmesi veya belli i laçların kullanılması yoluyla baskılanmış insanların REM yokluğunun bir sonucu olarak, bu sekte veya baskılanma bazen bir haftadan fazla sürse bile, hafıza işlevinde hiç sapmadan acı çekmediğini göstermesi olduğundan bahsetmiştim. Bunu bir haftadan daha uzun yapmak, sadece REM yoksunluğunun başlangı cını takip eden peşpeşe günlerde insanlar giderek daha u zun REM uyku evrelerine girmeye başlamalarından dolayı çok zordur.
1 57
İ nsanların sonuçta daha asabi olduğu bir ger-çektir ve eğer evre süresi bir haftadan çok daha uzun sürdü-ğü takdirde, insanların halüsinasyon görmeye başlayabile cekleri farz edilebilir. Bu aslında, halüsinasyonların uyanık beyni kaplayan istenmeyen hatıralar olarak düşünülmesi a çısından teoriyi destekler. İkinci bir teori, REM rüyalarının beyin sapından kay naklanan belli elektrik sinyallerinin rastgele bombardımanı nın neden olduğunu ve sonunda neokorteks üzerine, özel likle çağrışımsal korteks olarak bilinen bölgeye indiğini ileri sürer. Bu teoriyi bu bölümde daha detaylı inceleyeceğiz. Bu teori her ne kadar bu bombardımanlar rastgele ve dolayısıy la anlamsız olarak nitelense de, bu bombardımanların yarı uyarılmış akıl üzerindeki sonucu, onun rastgele verilerden anlam çıkarmaya çalışması içindir. Bu sizin ay üzerinde ve ya bulutlarda belirli bir şekil veya yüz bulmaya çalışırken yapabileceğiniz şeye benzer. Çeşitli ipuçları aklınızda yanıp sönerken (ve elbette, her ne kadar deneyimin neyden oluştuğunu hepimiz bilsek de, bu metaforun bilimsel olarak neyi kastettiği hakkında hiçbir fikrimiz yok), deneyimlerin hatıraları aklı çeşitli gö rüntülerle doldurarak ortaya çıkar. Akıl bir şekilde tüm bu bambaşka görüntüleri biraraya getirir ve onlardan bizim rü ya anlatımı dediğimiz bir hikaye örer. Bu görsel deneyimler ilaçlarla, hipnozla veya duyusal yoksunlukla başlatılan halüsinasyonlar gibidir. Gerçek gibi görünürler, çünkü dış dünyadan duyularımızı kuvvetlendi ren hiçbir rekabet yoktur. Rüya görmenin yavaş dalga biçi mi bu teoriyi destekler. Çoğu insan uyuduğunda ya dışarıda soğukta olduklarını, yani bilinçsiz olduklarını hissederler veya rüya görürler. Ama veriler derin uykuda bile aklın ger-
1 58
çekten hiçbir zaman kapanmadığını gösterir. Yavaş-dalga uykusundan uyanan insanlar, ipsiz sapsız gibi görünen be lirsiz düşünceler ve görüntüler bildirirler. Normalde rüyaları hatırlamayız. Bunu yapabilmek için kendimizi uykudan uyandırmalıyız. Dolayısıyla uykunun uzun-vadeli hafızayı kapattığı görünür. }.Allan Hobson ve Robert Mc Carley, aktivasyon-sentez (A-S) modeli olarak adlandırdıkları ikinci teoriyi destekle yen çok miktarda veri toplamışlardır. Yukarıda bahsedilen konferansta, McCarley ve diğerleri, uyku sırasında beyin sa pı dış dünyayı kapatmaya başladığında, karmaşık elektrik ve kimyasal aktivitenin devam ettiğini gösteren teorileri için yeni kanıtlar sundular. Ü çüncü teoriye bölümün sonunda bakacağız. Sonrasın da, uyanıklıkla uyku arasındaki sınıra yaklaştıkça REM rü yaların rastgele beyin aktivitesi nedeniyle olduğunu iddia e den Hobson ve McCarley'nin rüya teorilerine biraz detaylı bakacağız. Bu aktivite, beyin sapında başlayan elektrik akti vitelerinin patlamasından oluşur. Bu mekanizma kabul edi lirken, genelde çoğu araştırmacı bunun sadece bir mekaniz ma olduğunu hisseder. Soru şudur: Neden oradadır?
Rüya Gören Beynin Algısı ve Saçması Bunu bulmak için }.Allan Hobson'ı Massachusetts'teki laboratuvarında ziyaret etmeye gittim. Çalışması ile ilgili ta nımım, hem kitabından hem de Baston bölgesinde onu ve çalışma arkadaşlarını ziyaretimden dolayıdır. Allan Hob son'ı geniş kapsamlı ilgileri ve kah bilim ve daha yumuşak sanatlar arasında dans eden, muazzam araştırıcı ve çok hızlı bir akılla birlikte çok büyüleyici bir adam olarak gördüm. Hobson karışık serebral baskınlık ile doğmuştu, solak ve sağ gözlüydü. Bir Hartford disleksi uzmanının dikkatini
1 59
çekti, çünkü okumada, yazmada ve hecelemede hiçbir güç lük çekmiyor gibi görünüyordu. Böyle zorluklar mevcut çapraz-beyin bağlaması ile tahmin edilebilirdi. Belki Hobson'ın hem bilim adamı hem de sanatçı olma sı gerçeğinin sebebi, beyninin karışık baskınlığıydı (onun sanatsal yönü hakkında size daha sonra daha çok şey söyle yeceğim). Ziyaretimden ne beklemem gerektiğini bilmiyor dum. Öğrenmek için oradaydım, ama aynı zamanda Dr. Hobson, grubuna rüya gören beyinle ilişkili olarak kuantum fiziği nasıl gördüğümü anlatmamı istedi. Lütfedildiğim için sadece çok mutluydum, ama biraz gönülsüzlük hissettim. Benim kuramsal teorilerim bu görünüşte dik-başlı, materya list bilim adamlarına bir anlam ifade edecek miydi? Bir bilim adamı olarak, Hobson rüya görmeyi ·bir nöro biyolojik-mekanik yaklaşımla ele alıyor. Rüya görmeyi bir beyin mekanizması olarak kafasında canlandırıyor ve ancak beynin biçimsel işleyişlerini anladığımız zaman rüyaları an layacağmuza inanıyor. Dolayısıyla, belli soruları cevapla makla ilgileniyor: Kişi uyurken beyin ne yapıyor? Bilim a damları rüya görürken onun nasıl haritasını yapabilirler? O haritadan bilim adamları rüyaların biyolojik nedeni olarak neyi söyleyebilirler? Ama diğer yandan, Hobson'ın yıllar boyunca kendi rü yalarını kaydetmesi ve analiz etmesi ve rüya görmenin bili mi ile ilgili bir sanat sergisi yaratması açısından sanatsal ve ya yaratıcı yönü de var. Rüyaların her ne kadar öyle gözükmeseler de, aslında mantıklı olduklarına işaret eder. Rüya gören bir aklın, alışıl madık mükemmel bir hafızası olduğu söylenebilir - bu rüya görürken hafızaya erişebildiğini gösterir ki bu durum rüya görme hali bittikten sonra rüyayı geri kazanmanın etmenin sanal imkansızlığı ile belirgin bir şekilde çelişir.
1 60
Hobson rüya görmenin beş karakteristik özelliğine işa ret eder: 1. Güçlü duygular - o kadar güçlüdür ki, rüyaya bile son verme ya da onu durdurma eğilimindedirler. 2. Fiziğin doğal kanunlarıyla birlikte alışıldık uzay ve zaman ve hatta kişilerin kimliklerinin askıya a lındığı mantıksız içerik ve düzen. Deneyimlerin ne kadar garip olduğundan 3. bağımsız olarak çoktan oluşmuş duyumsal izlenimlerin deneyimleri. 4. Oluşmuş duyumsal deneyimlerin, ne kadar tuhaf ve garip olsalar da, sanki o deneyimler tamamıyla normal günlük olaylarmış gibi eleştirmede kabulü. 5. Rüya gören uyanır uyanmaz rüyasını kadetmeye kalkışmadığı takdirde, herhangi bir rüyayı hatırla makta güçlük.
Rüyaların bu beş ana karakteristi�leri, zihinsel hasta lıklı hastaların halüsinasyon, dezoryantasyon, garip düşün celer, hezeyan ve amnezilerini içeren bir çeşitlilikte psikotik olaylarda da görülebilir. Bu zihinsel semptomlar, deliryum, bunama ve psikoz denilenleri oluşturur gibi görünür. Dola yısıyla, uykuda oldukları gerçeği olmasa, mantıklı netlik an ları elde eden insanlar, rüyalarında bir psikoz durumunda olduklarını düşünürlerdi.4 Hobson, rüya çalışmalarının günümüzde zihinsel has talıkların bir çalışması olduğu sonucuna varır - ancak zihin sel hastalığın kendisinin bir çalışması değildir. Dolayısıyla rüya gören bir kişi, zihinsel olarak hasta değildir, ama rüya zihinsel hastalığın ne olduğunu yansıtır. Rüyaların garip olduğuna, çünkü iradedışı olduğuna i şaret eder ve bu yüzden, örneğin Yusuf'un rüyalarında veya
161
Yusuf'un Genesis'te firavunun rüyalarını yorumlaması ör neklerinde olduğu üzere, rüyaların kahince geleneğinin bu kadar uzun ve devam eden popülaritesini ayırt etmek onun için zordur. Rüyalar rasyonellik ve sorumluluğun paralel kavramlarına meydan okur ve onları inkar eder gibi görü nür. Sorumlu olmak için kişi rasyonel olmalıdır. Rüya gö rürken rüya gören kişi irrasyonel gibi görünür ve böylece rüya gören kendisine irade hissini kaybetti gibi görünür. Yine de Hobson, kahince pozisyonuna inanmasının ne denini - rüyayı yaratan dış organ kavramını, tanrılardan o larak söyleyelim, tamamlayan - geceleyin rüyalar sırasında meydana gelen beden dışı deneyimlerden (OBE) veya uya nıklık ile uyku arasındaki geçiş durumunda meydana gelen hipnagojik görüntülerin meydana gelmesinden işaret eder. Doğum, ölüm, kazalar, beden dışı deneyimler gibi rüya o layları ve önsezili deneyimlerin özünde irade dışı doğal fe nomen olduğuna dair bilimsel kanıt sunar.5 Bunlar, determi nizm (gerekircilik) ve şansın kuralları olduğu kendi kanun larına göre meydana gelir. Olayların kendileri ne kadar ne densel ise, aralarındaki ilişkiler de o kadar nedenseldir. Ve olayların kendileri ne kadar nedensiz ise, aralarındaki ilişki ler de o kadar nedensizdir. Hobson onların ne saçma yanla rını aşırı anlamlı saymanın akıllıca olduğuna, ne de sembol yorumlamasına müsamaha etmenin sağlıklı ve bilimsel ol duğuna inanır. Hobson, Freud'un rüyalardaki kılık değiştirme-sansür teorisini eleştirir. Bu teori için anahtar, Hobson'ın gerçekte pek bilimsel bulmadığını belirttiği psikanaliz çalışmasında yatar. Zincirsiz deli bir adam gibi uyku sırasında salınır gibi görünen idi oluşturan dürtülerin konstelasyonu olan psişe nin bölmesinde bulunan bazı iç organ fikri, Hobson'a en iyi ihtimalle bilimdışı görünür. Bu iç organ uyuyan akla o ka dar hoş karşılanmaz ki, bilinci rüyalarla istila edebilerek ve
1 62
uykuyu ele gec,.i rilebilerek emirleri değiştirilmelidir. Hobson'ın beyne-dayalı teorisi, rüyaların yorumunun psikoanalitik teorisine derinden karşı gider. Ama bunun psikodinamik ruhuyla uyuşmadığı anlamına gelmesini ifa de etmek istemez. Rüyaların gizli veya sansürlü olmasından ziyade daha çok şeffaf ve düzenlenmemiş olduklarına inan ması bakımından Freud'dan farklıdır. Kişisel görüşü bir ba kıma Jung'un şeffaf olarak anlamlı olarak rüya kavramını yankılar ve tezahür eder ve gizli rüya içeriği arasındaki her hangi bir ayrımı ortadan kaldırır. Gizli içerik, bilinçli hafızada mevcut olmayan görüntü veya düşüncelere atıfta bulunur. Freud'a göre bu, rüyanın karşılamaya çalıştığı bilinçsiz bir dilek demektir. Eğer bu i fade geçersizse, kişinin içerik hakkındaki düşünüş şekline nazaran tüm vaziyeti değiştirir. İ çerikten çekinmek ve biçi mi vurgulamak biraz yan çizme gibi görünebilirken, Hob son biçimsel analizin içerik teorisi üzerine derinden etkiledi ğine inanır. Ha tta kişinin içerik hakkındaki düşünüş şeklini kökünden değiştirebilir. Ortaya koyduğu üzere, "içerik teorisi için geçen şey ge nellikle gerçekten biçim atının sırtına ait olan birçok bagaj taşır." Bunu, bu bölümün bir sonraki kısmında inceleyece ğim. Hobson, düşününün çoğunu 19. yüzyıl Fransız alim Marquis d'Hervey de Saint Denise ve Alfred Maury tarafın dan yapılan araştırmaları üzerine inşa eder ve elbette Freud' un 1 900'deki klasik rüya yorumlamasına atıfta bulunur. Ona göre Freud'un rüyalara bilimsel yaklaşım beyan ederken gerçekte büyük ölçüde öznel raporlara dayanması ve kendi sini veya deneklerini telkin yoluyla rüya bozukluklarının et kilerinden - gerçekte rüyaların kapsamında olmayan eklen miş bilgi - korumayı başaramaması ironiktir. Ancak Freud'un, neredeyse karşıt bir şekilde, beyin bi-
1 63
liminin psikoloji için tu ttuğu sözü kabul ettiğine ve teorileri nin sonuçta nörobiyolojinin bulgularıyla yer değiştireceğini koruyacağına işaret eder. Hobson günümüz nörobiyoloji veya beyin biliminin büyük ölçüde Freud'un çağdaşlarının, başlıca meşhur olan Santiago Ramon y Cajal'ın, nöron doktrin temeli üzerine ku rulu olarak görür. Ayrıca 1953'te REM'in keşfine de ve uyku sırasında meydana gelmesi ve beyin aktivasyonuna eşlik et tiğinin görülmesini özne ile nesne arasındaki boşluğa köprü kurmada ilk adım olarak inanır. REM'in uyku sırasında rü yanın başladığını gösterdiğinin kabulü ile belki de ilk defa rüyaları nesnel bir şekilde incelemek mümkün oldu. Elbette, REM'den önce 19. yüzyıl rüya görenleri genellikle kendileri ni rüyalardan hemen sonra uyandırdılar ve izlenimlerini kaydettiler. REM uykunun neredeyse tüm memelilerde meydana geldiğini işaret eder. Bu neredeyse tüm memelilerin rüya gördüğünü iddia eder. Veya hatta, mümkün olduğunca, rü ya görmenin memelilere özel bir fenomen olduğunu iddia eder.6 Bu, hayvanlar üzerinde rüyaları inceleyerek insanlar daki rüyaları anlayabileceğimiz anlamına geliyordu. İ nsan lar deneyimlerini öznel olarak rapor ederken, hayvanlar bi reysel nöron seviyesinde araştırılabiliyordu.
Hobson 'm Seçimi: Sıçramak veya Olduğun Yerde Kalmak Hobson rüyaların nasıl oluştuğu ile ilgili psikofizyolo jik bir teori sunar. Özellikle, rüyaların biçimi, uykudaki bir beyin aktivitesinin biçimi ile ilgilidir. Uyku sırasında, beyin önce açılır veya uyarılır ve sonra sonuç olarak kendi du yumsal ve motor bilgisini yaratır ve sentezler veya birleşti-
1 64
rir. Beynin otomatik olarak yarattığı duyumsal ve motor bil giler hem itici güç hem de sevk edilen şeydir -:-- rüya konusu. Konu, bireyin geçmiş deneyimlerinin, tutumlarının ve bek lentilerinin ışığında sentezlenir. Hobson'ın rüyaların nörofizyoloji seviyesinde nasıl ça lıştığı ile ilgili oldukça spesifik bir teorisi var. Buna aktivas yon-sentez teorisi adını verir. Belirli bir beyin mekanizması nın, rüya görmenin meydana gelmesi için hem gerekli hem yeterli olduğunu teklif eder. Bu mekanizma daha önceki te orilere göre hem daha çok hem daha az belirleyicidir, ama aynı zamanda REM evresi sırasında elektriksel aktivitenin beklenmedik şablonlarını kortekse getirme kapasitesine sa hiptir. Hobson eğer rüya raporlarını analiz ederseniz ve bu ra porlarda rüyalar hakkında onlara özgü olan ne var diye so rarsanız, rüya görenlerin normalde kesintiler gösterdiğini a çıkladı. Kesinti sırasında rüya karakteri, eylem ve hatta tüm sahne değişebilir. Uyanık farkındalık sırasında normal ola rak aldığımız zaman, mekan ve kişinin birliği, rüyalar sıra sında son derece dengesizdir. Bu tüm rüyaların karakteristik yönüdür. Bu durum, bu kesintinin fizyoloji ile belirlendiğini iddia eder. Hobson bu işlemi bir bilgisayarda nöral-ağ ve di ğer modellerle çalışarak modellemeye kalkışmıştır.7 Bir önceki bölümde açıkladığım üzere, nöral-ağ model leri bilgisayarlarda kolayca programlanabilen matematiksel yapılardır. Hobson bu modellere oldukça yakındır, çünkü sinir sistemlerimizi nitelendiren bazı alışılmış özellikler ser gilerler. Örneğin size söylediğim gibi, bir nöral-ağ modeli-nin birbirinden farklı olan çok sayıda sabit durumları var gi-bi görünür. Her bir durum çok sayıda bilgisayarla model lenmiş ya açık ya kapalı olabilen yapıların düzenli olarak a-
1 65
teşlendiği bir kalıpla nitelendirilmiştir. Hobson'ın çalışma sında modele rastgele girdiler genellikle ağın bu kalıplardan birine veya diğerine "sıçramasına" neden olur. Bu sıçrama lar Hobson'ı keşfettiği nöral ağları uyardığı kadar uyarır. Hobson, canlı-hayvan nöral aktivitesini izlerken, bu gerçek canlı "sıçramaların" meydana gelmesini izlemeyi bir bakıma hayret verici olduğunu açıklar. Hobson, "Onlara ne den olan nedir? Sıçrayışı ne üretir? Ağa çarpan nedir?" diye sorar. Şüphe ettiği en iyi adaylar, beynin dev pontin hücre leridir. Bu hücreler uyanık bilinç sırasında sessiz ve rüya görme sırasında en e tkin haldedir. REM uyku sırasında rüya gören beyin, açıkça rastgele zamanlarda belirli EEG-kayıtlı elektrik dalgalarıyla sıçratılır gibi görünür. Aslında REM temelde iki gösterge ile nitelenir: görünür şekilde belli olan REM ve EEG kaydedici ile görü nen bu sıçrayış şablonları. Bu elektrik dalga aktivitelerinin sıçrayışı, ponto-geniculo-occipital (PGO) dalgaları olarak etiketlenir. Hobson'ın son araştırması, bu pontin hücrelerin kolinerjik sistemle - nöronları uyarma kapasitesine sahip o lan nörotransmitter moleküllerle - teşvik edildiğini gösterir. Bunu daha çok açıklamama izin verin.
Kolinerjik SıçramaRüya Gören Beyni Başlatma Beyinde rüya araştırmacılarını en çok ilgilendiren iki kimyasal sistem vardır. Kolinerjik ve aminerjik sistem olarak bilinen bu sistemler, nöronlar arasındaki sinapslerde yayı lan moleküllerden oluşur. Genel olarak nörotransmitterler bir nöronun ateşlenmesini ya uyarırlar ya engellerler. Ami nerjik sistem nöronları uyarır ve normal uyanık bilinç sıra sında açılır. Büyük ölçüde bunun etkisiyle uyanık kalırız. Ancak uyuduğumuzda kapanır: kapanmaya başladığında,
1 66
uykulu hissetmeye başlarız. Diğer yandan, kolinetjik sistem uyanık olduğumuzda normalde kapanır ve uyuduğumuzda açılır. Dolayısıyla iki sistem birbirine karşıt durumdadır, Hobson'ın "sinirlerin savaşı" dediği şeye yol açar. Uyanık farkındalık sırasında, örneğin konuşmanın akı şı ve/veya fikirlerin sürekliliği veya gelişimi de içeren çok sayıda sürekliliklerin muhafazası, korteksin aminetjik sis temle modlülasyonuna, işlevsel uyumuna dayanır - özellik le iki molekülün aktivitesine: noradrenalin ve serotonin. REM uyku sırasında aminetjik sistemi kapatmaya demodü lasyon denir. Aminerjik ve kolinetjik sistemlere bakmak, kişiyi uyku nun iki çatallı nörobiyolojik-saldırı teorisine götürür. Diğer tarafta, nöral ağlar, aminerjik sistemin kapanması sonucu iş levsel uyumsuz oldukları zaman dengesiz hale gelir. Öte yandan, kolinetjik sistem açıldığında bu içsel olarak üretilen uyarıcıyla, PGO dalgalarıyla, vurdukları için de dengesiz dirler.
Hobson 'ın Atlaması Bir Kuantum Sıçrama mıdır? PGO sıçrayışları da rüya kesintilerinden sorumlu mu dur? Rüya kesintileri rüya sisteminin bir çeşit elektriksel sıç rayış - sistemi başka bir duruma gönderen (ama eşit oranda dengeli) bir şey - aldığını gösterir gibi görünür. Belki bu sıç rayışlar yeterince sık meydana gelir. Böylece rüyanın düzeni, rüyanın hikayesini resmet mek için mantıksal olarak takip etmeyi son derece güç ye terince karışmış hale gelir. Bu rüyaları hatırlamanın çok zor olmasınının nedeni de olabilir. Sürekli olarak rüyayı belleğe sokması için gereken düşünce şablonu ne ise onu engel olan dalgalarla sarsılmış oluyoruz. Beyin de sürekli olarak bir sahneden diğerine sıçrıyor.
1 67
Bir hikaye meydana geldiğinde, her hatırlamaya kalkış tığımızda, anlamlı bir sıra veya konu gelişiyor gibi görünür. Bu hatırlama gerçekten aklın kaydının bir hafızası mıdır? Yoksa rüya bir defada mı olmuştur? Belki hatırlama, diziyi mantıklı olarak birbiriyle bağlama kabiliyeti, aminerjik sis temin açılması ve PGO artışlarının kapatılmasını gerektirir. Dolayısıyla, biz uyurken bir rüya hikayesinin meydana gel mesi gibi bir şey olmamasına rağmen, uyanık olduğumuzda bir hikayeyi mantıksal olarak inşa edebiliriz. Sürekliliği sağ lamak, yani hikaye olması için uyanık olmalıyız. Rüyayı hatırladıkça, A B'yi, B C'yi, C D'yi vs. takip e der. Ve sonra ani bir atlama olur gibi görünür. Denge nokta ları var gibi görünür ve sonra başka bir denge noktasına bir sıçrama ve sonra başka birine sıçrama olur gibi görünür. Bu atlamalar PGO aktivitesini anımsatır mı? Bu atlamalar ne sıklıkta olur? Cevap, aslında hiç kimsenin bilmediğid ir. Hiç kimse gerçekten buna dikkatlice bakmamıştır. Böyle bir araştırma yapmadaki bir problem, rüya görenlerden gerçekten ayrıntı lı raporlar almanın güçlüğüdür. Ancak Hobson'ın, bir rüya nın birbirini tutan bölümlerinin ne kadar zaman süreceğine bakan mezun bir öğrencisi vardır. Bir rüyanın kuantum atlaması, A'yı B'ye bağlamanın tüm farklı yollarını gerektirir. Mesela rüyalarımdan birinde New York'ta bir ofis binasından dışarı çıkıyordum ve çok yıl önce San Francisco'da çok kısaca tanıştığım bir aktör ve yö netmen olan Michael Douglas'a rastladım. Daha sonra bildi ğim tek şey Londra'da Regent Parkı'nda yürüdüğümüzdü. Tüm her şeyi çok net hatırlıyordum. Rüya araştırmacıları sıçramamın klasik bir rüya-sahne değiştirme kesintisi olduğunu söylerd i. Uzaysal yer değiş tirmeler olağandışı olarak bu kad ar anormal değildir. Hob son bir şey "oryantasyon kavrayıcı"ya çarptığı zaman, bir
1 68
rüya-sahne yer değiştirmesinin meydana geldiğine inanır. Hobson bu sorun üzerinde çalışmaktaydı. Tüm akan pontin sinyallerini içerebilirdi. Kedinin beyninde gözlemle diği nöral ağlar, eğer bir akan sinyalle vurulmadığı takdirde bir diziden diğerine atlamıyordu. Hobson, ifade eden bellek üzerine çok fazla çaba sarf e dildiğine inanır, çünkü rüyaları dar bir dilbilimsel şekilde düşünürüz. Ancak, usuli bellek alt hikayedir; işleri nasıl ya pacağımızı kelimelere dökmeden biliriz. Tüm motor beceri lerimiz düşünmeden yaparak güçlü bir şekilde tazelenir. Benzer şekilde rüyalarda düşünmede veya kelimeleri oluşturmadan dolanıyor gibi görünürüz. Bu motor-program üretkenlerinin REM uykuda güçlü bir şekilde etkinleştirildi ğini gösterir. Dahası, rüyaların dikkat çekici bir şekilde mo torik olduğunu biliyoruz. Hobson açıklamıştır:
Siz ve ben göreceli olarak hareketsiz yaratıklarız, a ma hareketsiz aktiviteler ile ilgili riiyalarıınız yok. Her ta rafta hareket etme ile ilgili rüyalarımız var. Henri Baunis, 20. yüzyılın ilk başlarında buna dikkat çekti. Hemen he men başka hiç kimse bunun hiç farkına varmadı. Bu, rü yaların en göze çarpan normal özelliklerinden biridir. E ğer rüya görmenin uyanık hayatı yeniden oynadığını dü şünüyorsanız, çok düşüniilenin aksinedir. Değildir. Uya nık hayatın belli bir yönünü, temelde eylemle ilişkili olan yönünü yeniden oynarlar. Eylemin hafizayı organize et mek için çok önemli ve iyi bir yolu olduğunu düşünüyo rıırn. İşlevsel olarak çok önemlidir. Rüyalarda hareket ederiz. Genellikle bir yerden bir ye re gideriz ve çevremizde olup biten sürekli değişiklikleri fark ederiz. Neden rüyada sadece oturup meditasyon yap mayız? Neden genellikle uyanık hayatımızda olduğu üzere
1 69
sadece dünyanın bize gelmesini beklemeyiz? Belki soru bilimseldir. Einstein çok uzun zaman önce tüm hareketin göreceli olduğunu işaret etmiştir. New Mexi co'da özellikle ağır bir kar fırtınasında gece vakti yol boyun ca araba sürdüğümü hatırlıyorum. Birden hareket etmedi ğim hissine, arabanın aslında yolda hareketsiz olduğu ve karın bir tipide bana doğru estiği hissine kapıldım. Bir yer den bir yere mi gidiyordum, yoksa ben hareketsizken çev remdeki her şey sadece yanımdan akıyor muydu, görsel ola rak fark edilebilir değildi . Elbette vücudumun kaslarımı ha reket ettirme çabasını gösterdiğini veya arabayı kullanırken yoldaki tümseklerle vücudumun sarsıldığını hissediyor dum. Bu bana hareket edenin ben olduğumu ve ben hare ketsiz dururken dünyanın yanımdan geçip gitmediğini an latıyordu. Ama bir rüyada kaslarımız felçli iken biz mantığa aykı rı olarak "hareket ederiz." Ancak rüya manzarasında için den geçtiğimiz yaptığımız ve onun bizi geçmediği gerçekten doğru mudur? Bu ayrımı gerçekten hiçbir mutlak cevap ol madığını göstermek için yapıyorum. Tüm hareket gerçekten görecelidir. Yine de önemli olan şey, kimin hareket ettiğin den bağımsız olarak rüyaların gerçekten "hareket resimleri" olduğudur. Bu bize doğamız hakkında ne söyler? Daha son ra holografik modelde, rüyaların bu hareket yönünü hatırla tacağım.
Rüya Sahnesi Hobson'ın araştırmasından elbette etkilenmiştim; şim di "rüyasahnesi" üzerine sanatsal çabalarımdan bahsetme me izin verin. 1970ler boyunca Hobson ve bazı çalışma ar kadaşları, Boston bölgesinde oldukça alışılmadık bir sergi ortaya koydular. Bir "rüyasahnesi" - kişi "uyuduğu, şans e-
1 70
seri rüya gördüğü" zaman ne olduğunu anlatan yaşayan bir müze - olarak adlandırdıkları şeyi oluşturmaya karar verdi ler. Hobson, ona her zaman yeterince açıklanmamış olan bi-limin en önemli yönlerinden biri, bilimin estetik yönünün fenomenolojisi gibi göründüğünü açıklamıştır. Bilimle ilgili onu en çok ilgisini çeken şey, fenomen seviyesinde ve mo delleyerek fenomen seviyesinde güzellik algısıydı. Hobson "En derin anlamda bilim yapmak duyusaldır." diye ifade et miştir. Bu duyusal güzelliğin insanlara daha açık hale getiril mesi gerektiğini düşünmüştür. Böylece bilimi kuru, soyut, bertaraf edilmiş işlem olarak dikkate almazlar. Kişinin, baş lıca bilimsel deneyimin o yönüne, hikaye anlatma, sonuçlar hakkında konuşma veya kelime kullanma ihtiyacını nere deyse tamamen çare bulacak odaklı olan bir bilimsel sergi tasarlamayı düşünebileceği gibi g�rünmüştür. Gayretinin bir bölümü, bir panelin içine konulmayan, hiçbir etiketi ol mayan, önsözlü olan bir sergi yaratmak içindi: "Fenomenin merak duyusunu iletmek için." Bu merak hissi, karanlıkta oturmak ve osiloskoba bakıp sinir hücrelerini izlemek olan günlük yaşam deneyimlerin den ortaya çıkmıştır. "Müzik ve onların görüntüsü ve mik roskop ve nöronlar ve tüm bu şeyler, bana sadece tüm bun ların bir kolajını yapabilseydim, o zaman insanlara direkt konuşkan çekiciliği olabilirdi gibi geldi. Bunu yapmaya ka rar verdiğimiz yol, halk içinde bir kişinin uyuması idi. Son ra insanların izlemesine izin verecektik. Ama Hobson insanların uyuyan bir kişiyi izlemelerine izin vermekten daha fazlasını yaptı. Sergiyi elektriksel akti vitesini alarak kelime anlamıyla uyuyan kişinin beyninden dışarı akıttılar ve serginin her yerinde yayınladılar. Sergiyi daha anormal ve görsel yapmak için lazer bir osiloskop kul-
171
landılar. Bu, lazer ışınlarını ve görüntüleyici aynaları kulla narak çalışır. Beynin voltajını bir osiloskopta yapıldığı üzere bir katot ışını tüp içindeki iki elektromıknatısa uygulamak yerine, bir görüntüleyici aynanın X ve Y eksenleri üzerine koydular. Böylece lazer ışınının bir duvara göz hareketleri ni, kas tonusunu ve kalp hızını sergileyen büyük bir iz üret mesini sağlar. Çarpıcı maksatlardan dolayı sadece ışık değil, aynı za manda bir sentezleyici kullanılarak ses de eklenmişti. Böyle ce beynin elektriksel enerjisi duyulabilecek şekilde dene yimlenebiliyordu. Hobson, "Sentezleyici ile oynayarak çeşit-li durumlar için müzik algoritmaları geliştirebilirsiniz. Siz yavaş-dalga uykusundayken, büyük bir basso vardı. Siz REM uykusun dayken, frekans artacaktır. Bu frekansları programladığımız şekilde, tüm izin çeşitlerini aldık. Her ne kadar siz var dese niz de, onunla ilgili gerçeğe uygun olmayan hiçbir şey yok tu, çünkü bir işlemi sembolik olarak keyfi bir tutumla temsil etmeyi seçtik. Ancak gerçeğe uygun sinyal her zaman gö rüntünün kaynağında vardı." demiştir.
Hobson Tahminleri Dr. Hobson'la olan görüşmem sırasında, rüyaların a macı ile ilgili ve rüyaların, onun sıklıkla yinelediği gibi, an lamsız olup olmadığı konusunda fikrini sordum. Yukarıda bahsettiğim üzere, Hobson rüyaların hem anlamlı hem an lamsız olduğuna inanır. Bir anlamda, onlar neredeyse o açı dan Freud'un niyeti ile aynı fikirde aşırı anlamlı idi. Ancak Hobson'a göre bir rüyanın anlamı şeffaf ve açığa çıkmışken, Freud anlamının saklı olduğunu hissediyordu. Her ne kadar rüyalar sembolik ve mecazi olabilirken, sembol veya meta forun niyetinin, var olduğu dereceye kadar, açığa vurucu
1 72
bir net anlam içine birçok anlam yoğunlaştırmak olduğuna inanır. Sembol, şeyleri gizlemek için orada değildir; daha gizli anlamı kendisiyle taşıması için oradadır. Öte yandan, rüyaların anlamsız bir yönü olduğunu da düşünür. Kendisinin, rüyaların "her ikisi de/ve" olduğu ce vabıyla, halkın olduğu kadar eleştiricilerin de kafalarının karışmasını sağlar. Hangisi olduğunu bilmek isterler. Rüya Gören Beyin ve diğer kitaplarında ana fikir, rüyaların biçimi nin aslen kaotik olduğudur. Bu yüzden herhangi bir psiko lojik açıdan anlamlı olarak düşünülmemesi gereken kesinti ler vardır. Çünkü bunlar muhtemelen serebral tarafından teşvik edilmiş bir işlemi yansıtırlar. Bu kesintiler muhteme len otomatik veya mekanik işlemler olduklarından ötürü, rüya görmenin bu yönünü yorumlamaya çabalamak, Hob son'da faydasız ve anlamsız olduğu etkisini bırakır. Böyle bir yorumun anlamlı olmadığına inandığını onaylar. Bu, a çık bir şekilde kitabının alt başlığının, Rüyaların Anlamı ve Saçmalığı, kastıydı. Her ikisi de rüya gören beyinde var olur ve her birinin farklı bir mekanizması vardır. Hobson'a nörobiyolog Francis Crick'in rüyaların silme teorisini sordum (bir önceki bölümde ele alınan). Bu fikri hoş karşılar, çünkü insanlar çoğunlukla sorunun diğer yö nüne odaklanır: rüyalar insanların hatırlamasına nasıl yar dımcı olur. Bilgisayar ağ simülasyonları, ağların her ikisini de yapabildiğini gösterir. O halde, işlemin yeni olmuş ve/ve ya yüklü girdileri hem güçlendirebileceği hem de alakasız hale gelmiş diğer durumların solmasına veya iptal olmasına izin verebileceği görünür. Crick'in teorisindeki problemin, onun için gerçekten güçlü bir kanıt olmadığı konusunda hemfikirdir. Öğrenme üzerinde pozitif bir etkisinin olduğuna dair bazı kanıtlar vardır.
1 73
Bu, örneğin Winson'ın fareleri incelemesiyle toplanmış tır. Diğer çalışmalar, eğer fareler uykudan yoksun bırakılırsa, labirentleri çok daha az öğrendiklerini göstermiştir. Kişi on ların uyku sersemi olduklarını söyleyebilir. Çalışmalar, öyle olsa bile eğer bir labirenti öğreniyorlarsa, REM uykularında artış olduğunu göstermiştir. Hobson bu artışa "tümsek" adını verir. Öğrenmeye maruz kalmayla tümsekler arasında sürekli bir gecikme var gibi görünür, bu kanuni bir şeyin devam ettiği izlenimini uyandırır. Uyku-davranış literatüründe bu, Hobson'ı gerçekten en ilginç ipucu olarak çarpar. Görüşmemizde Hobson, bunun silme teorisinin yanlış olduğu anlamına gelmediğini işaret etmede dikkatliydi. Bu nu merak uyandırıcı bir fikir olarak hoş karşılar, ama sorar, "Bilim adamları buna deneysel olarak nasıl ulaşacaklar?" Teorik bakış açısından her iki teori de, rüya silme ve öğren me teorileri, mümkündür. Hobson, rüyaların diğer herhangi bir detaylandırıcı kognitif işlemle aynı amacı olduğuna inanır. Tüm kognitif işlemler, bilinç oryantasyonunun başlıca boyutlarını belirler. Ve tüm bu boyutlar, gözlemci için hareket tedbirleridir. Gözlemcinin belirli sorulara cevap verme teşebbüslerini içe rirler. Orada kim var? Neler oluyor? Ne anlama geliyor? Ne gücü veya değerliği var? Duygusal önemi nedir? Sosyal ö nemi nedir? Tüm bu sorular, REM uyku da dahil olmak ü zere, herhangi bir farkındalık durumunda kognitif işlemin boyutlarıdır. Hobson, rüya görmenin o anlamları, o amaçlan ve o or ganizasyon özelliklerini paylaşma teşebbüslerinde herhangi bir uyanık durumdaki biliş gibi olduğuna işaret eder. Ancak rüyalarda, kognitif işlem, bu soruları ilginç yollarla, uyanık durumdakilerde niteliksel olarak farklı bir şekilde cevapla maya kalkışır. Yine de, aslında aynı şeyi yapmaya çalışan gerçekten aynı beyin-akıldır.
1 74
Yumrular Diyarında Yeni Bir Şey ? Bölümün başında bahsettiğim üzere, şimdi yeni yeni ortaya çıkan üçüncü bir teori vardır. Loughborough Üniver sitesi'nin uyku araştırma laborahıvarlarının yöneticisi olan Jim Horne, A-S modelinin sadece rüyaların ardındaki meka nizmayı açıkladığını söyler. Onun ve diğerlerinin araştırma ları, rüya görme için şimdi bir neden ileri sürer, yani evvela mekanizmanın nede var olduğunun bir amacı. Bu araştır macılar, REM rüyalarının gerçekte beyin sapından bir bom bardıman sonucu olduğuna, ama bu elektriksel barajın bü yüyen insan fetüsü için sadece gerçek bir amaç sunduğuna inanırlar. İ nsan fetüsünün her gün yaklaşık 15 saatini RM uyku olarak görünen uykuda geçirdiği bilinmektedir. Doğumla birlikte, REM günde yaklaşık 8 saate düşer ve çocuk tam ye tişkinliğe eriştiği zaman süre, gecede sadece 2 saat veya da ha az REM uykusudur. Horne, fetüs için REM'in bir çeşit prova olduğuna, gelişen beyin için bir egzersiz olduğuna inanır. Fikir, fetüsün sonsuzluğun karanlığında - amniyotik sıvı yuvasında - asılı dururken beynini güçlendirmek ve et kinleştirmek için nöral enerji patlamalarına ihtiyacı olduğu dur. Fetal dönemde bu patlamaların bu kadar uzun REMler le souçlanmasının nedeni budur. Daha sağlıklı bir beyin bü yütmek için fetüs REM yapar. Çocuk, yetişkinliğe geçtikçe, REM evresi azalır ama bitmez, bizi ilk fetal dönemden ka lıntıyla bırakır. Rahimde beyin sapı mekanizması çalışırken, gelişen çocuk dış dünyaya girmeye hazırlanır. Uzmanlara göre bu fetüsün rüyaya benzer bir şey de neyimlediği anlamına gelmez, çünkü bir hafızayı oluşhır mak için hiçbir veri girdisi yokhır. Dolayısıyla rüya görün-
1 75
tülerini sağlayacak hiçbir bilgi yoktur. Hatıralar olmadan, fetüs muhtemelen rahimiçi sarsıntı ve vuruşlarını, annenin kalp atışı gibi örtülü sesleri ve rahimde yer değiştirdiği za man ya da anne dolaştığı zaman hissettiği hareketleri kay deder. Fetal REM evreleri, belki bu uyarıcıların sonucu olarak fetüse verilen "buraya bak" mesajları gibidir, dolayısıyla do ğum sonrası görüntülerin, seslerin ve diğer duyuların dün yasına açılan görünümü için beynini eğitir. Yetişkin hayatta, hatıralarla dolarız. Bu rahimde başla yan programı detaylandırır, hepimizin sahip olduğu tipik rüya deneyimlerini sağlar. Bu yetişkin hayatta rüyaların sı nırlı amacı olduğu anlamına gelir. Home, derin yavaş-dalga uykusuna düşmemizi engellemek için her gece yaklaşık 90 dakika rüya gördüğümüze (REM uykuda olduğumuza) ina nır. Kişi beş dakikalık yavaş-dalga uykusundan kolaylıkla uyandırılabilir, ama süre uzadıkça, tam olarak uyanık olma yetisi, aşırı uzun zaman alır. 40 dakikalık yavaş-dalga uyku sundan sonra, insanlar alışmak için en az 10 dakikaya ihti yaç duyarlar. Bu ilk insanları, mesken edindiği sözde kaba yaşam ya da ölüm dünyasında kolay bir av yapardı. Bu yüz den REM bize, uyandığımızda uykudan daha çabuk topar lanmayı sağlar. Dolayısıyla rüyalarımız bir belirsizlik dünyasında ta mamen hayatta kalma gereklilikleridir. Bu teori diğer rüya kavramlarıyla nasıl eşleşir? Şaşırtıcı bir şekilde tüm diğer rüya dünya görüşleriyle uyum sağlar. "Rüya görme" veya "rüya zamanı" olarak adlandırılır ve bütün insanların Avustralyalı Aborjinlerin - hayatta kalmasının temelidir.
1 76
1 77
9.BÖLÜM ..
RUYA ZAMANI Aborjinler iki çeşit zamana inanırlar. İki paralel aktivite akışına Biri sizin ve benim sınırlı olduğumuz günlük nesnelaktivitelerdir. Diğeri "rüya zamanı " adı verilen sonsuz spiritüel döngüdür ve gerçekliğin kendisinden daha gerçektir. Rüya zamanında ne olursa, değerleri, sembolleri ve Aborjin toplumun kıırallarını kurar. Alışılmadık spiritüel güçleri olan bazı insanların rüya zamanı ile teması vardır. - Peter Weir tarafından yapılan Son Dalga (The Last Wave) filminden Yaşlı adam bana izah e tti, "Deri adın Tjongula. Ülkeme gittiğin zaman insanlara bu çizimi göster ve anlat. Seni tanı yacaklardır." Çizim, Avustralya'nın merkez bölümlerine şimdi çok sayıda Abojinlerin yaşadığı topraklar - giriş için pasaporhımdu. Avustralya'ya, Aborjin rüya zamanı olarak bilinen şe yin ne olduğunu araştırmaya gelmiştim. Bağlantılarım beni tam Byron Bay'in dışında, Queensland sınırının tam aşağı sında, o kıtanın doğu sahilinde bir sahil tatil şehrinde, el değmemiş bir yerde bir eve yöneltti. Yaşlı adam bir kabile lideri, ata ve birçok büyü kahra manlığı yetisi olan tıp adamıydı. Adı Arthur'du. Onunla bir likte iki genç Aborjin vardı, Wayne ve Graeme. Wayne, Gra eme ve Vicki'nin, Birsbane'de Stratejik Liderler İ çin Merkez (Center for Strategic Leaders)'in program yöneticisi olan iş lideri ve genç bir kadın, evinde oturuyorduk. Öğrenmek i-
1 78
çin oradaydım. Rüya zamanının rüyalarla herhangi bir ilgisi olup olmadığını öğrenmek ve onlardan öğrendiğim şeyin evrenin rüyası hakkında şüphelendiklerime işaret edip et meyeceğini bilmek istiyordum. Daha önceki bölümde, uzun süreli REM'in ilk fetal ge lişim döneminde meydana geldiğini öğrendik. Bu riiya gör menin kognitif işlemler için temel bir gereklilik olduğunu gösterir mi? Başka bir deyişle, bu kanıt riiya görmenin bir evren ve benlik kavramı yarattığını gösterir mi? Biliş olma dan elbette mümkün bir evren kavramı gerçekte olamaz. A borjinler tarafından verildiği üzere rüyaların karmaşık ama sıklıkla etiketlendiği haliyle "ilkel" kavramlarına bakarak riiya görme ile evren arasındaki ilişki hakkında daha çok şey öğrenebilecek olabilir miyiz? Olabileceğinden şüphele niyordum. Kitabında 1 W.H.Stanner, ilk defa Baldwin Spencer ve Frank Gillen2 tarafından ölümsüzleştirilen "Rüya Zamanı" veya Arunta veya Aranda kabilesinin alcheringa kavramına atıfta bulunur. Stanner onu "Rüya Görme" veya basitçe "Rüya" olarak adlandırmayı tercih eder. Rüya görmenin asıl anlamı, insanlar ve doğa şimdi ol dukları hale geldiklerinde kahramanlari n zamanıydı. "Bir zamanlar, . . . varmış" cümlesinde olduğu gibi, uzun bir za man önceydi. Ancak ne zaman ne de tarih gerçekte Rüya görmenin anlamında kullanılmaz. Soyut bir kavram olarak zaman, Aborjin dilinde yoktur. Rüya görme, tarih terimle riyle de anlaşılamaz. Rüya görme karmaşık bir durumdur. Siyah bir "adam" totemine veya Rüyası olarak gelen ruhu nun geldiği yere saygı duyabilir. Ayrıca kabile kanununu Rüyası olarak sayabilir. "Yaşlı bir adam" bir defasında Stan-ner'a bir şiirde şöyle söylemişti:
1 79
Beyaz adamın rüyası yok Başka bir yöne gider Beyaz adam, farklı gider Kendine ait yolu vardır Byron B ay'de arkadaşlarımın evinde dinlenirken, Abor jin insanlar hakkında bir videoteyp izledim. Bir arkeolojik kazı için kendi topraklarına dönen bir adamı anlatıyordu. Oraya vardığında, topraklarının taşlarının kendisine bağlı olduğunu ve kendisinin de o taşlara bağlı olduğunu fark et ti. Bunun bir sonucu olarak kendi ülkesine geri döndü. Günler önce, Sidney'e varışımdan sonra, beni Graeme ve Wayne ile paylaştığı evine davet eden Vicki ile tanıştım. Beni Brisbane havaalanından aldı. Yanında Mornington A dası'ndan safkan Aborjin Graeme vardı. Bana hiçbir yüz ifa desi olmadan baktı. Ani bir ürperme hissettim. Burada ne yapıyordum? Graeme kültürel bilgi konusunda uzman ve a dasından dans eden bir öğretmen, müzisyen ve dansçıdır. Graeme ve Momington Adası, tipik bir Aborjin insan ları hikayesidir. Mornington Adası, Queensland'in kuzeyin de, Carpentaria Körfezi'nin güney köşesinde yer alır. Yakla şık altmış kilometre uzunluğunda ve yirmi kilometre geniş liğindedir ve yirmi iki ada içerisinde en genişidir. Gelenek sel sahipleri Lardil insanlarıdır. Kara, Avustralya turnası, deniz kuşları, ördek ve Avus tralya papağanı çeşitleri, ürkek çayır küçük kanguruları gibi göçmen kuşları da içeren yabani yaşamın birçok türüne do ğal ortam sağlayan Hint defnesi ve bataklık yüzeyi ile birlik te alçak maki bitki örtüsüyle kaplıdır. Deniz meşeleriyle kaplı rüzgarla süpürülmüş plajlar, istiridyelerle kaplı kaya lık çıkıntılar ve dansçılar tarafından beden süslemesi olarak kullanılan beyaz toprakboyası ile parlayan uçurumlar var dır. Çevreleyen deniz, Lardil insanlarının geleneksel yemek-
1 80
leri olan balık, kaplumbağa ve dugong gibi deniz yaşamı a çısından verimlidir. Onların tarihine göre, Momington Adası'ndaki ilk üç insan, anakara Avustralya'dan birkaç bin yıl önce sal ile ula şan Mambil, Dhual-dhual ve Ghingin'dir. Tüm yerlere isim verdiler. Efsaneler tabiatın ve "hikaye yerlerin" yaratılması nı anlahr. Kanunlar ve seremoniler Tuwartu'dan (Gökkuşağı Haini (Rainbow Serpent)) ve Nyaranbi'den (Dingo) gelmiş tir. Tüm aileler ve klanlar, hangi özel toprak alanlarının bak mak için ve çocuklarına bırakmak için kendilerinin olduğu mı, nasıl evlenmeleri gerektiğini, sahip olduklarını nasıl paylaşmaları gerektiğini bilirdi. Şarkıları ve dansları, onlara bu tarihi ve mirası öğretir. Orada yaşayan birçok insan hala, belli "hikaye yerlerinin" veya kutsal mekanların bulunduğu ve gelecek nesiller için muhafaza edilen geleneksel toprakla rına gider. İ lk yerleşen Avrupalılar, 1914'te gelen misyonerlerdi. Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra, ada bir Presbiteryan mis yonu haline geldi ve kültürel "asimilasyon" başladı. 1978'de hem Mornington hem de Wellesley Grubu'nun yakındaki a dalarına, eyalet komisyonu ve halkın seçilen temsilcileriyle birlikte yerel hükümet statüsü verildi. Nüfusu yaklaşık 1 100 kişidir ve başlıca toplum merkezi, "Yeter!" anlamına gelen Gununa'dır. Graeme, tipik Aborjin insanları gibi görünen özellikle riyle zayıf bir adamdır. Geleneksel yollarla oldukça hünerli dir ve bana "rüyasının" Mornington Adası'ndan geldiğini a çıkladı. Bana toprakların insanlarının toprağın rüyasının da marları olduklarını fark etmelerinin önemli olduğunu söyle di. Toprak, yerli insanları yoluyla rüya görür ve insanlar kendi hikayelerini anlattıklarında, rüya gördüklerinde ken di topraklarında olup olmadıklarını bilmek önemlidir. Toprağın insanları, toprağın rüyasının sesleridir.
181
Rüya zamanı, garip bir terimdir, Aborjin insanlara öz gün değildir. Bunun yerine 1896'da İ ngiliz araştırmacı Frank Gillen tarafından türetilmiş ve Gillen ve Baldwin Spencer tarafından şimdi klasik olan 1 899 çalışmasında kullanılmış tır.3 Abotjin insanların, beyaz insanlar gelmeden önce sade ce bir değil, birçok dini olmuştur. Tanrılar veya bir tanrı ye rine, atalardan kalma ruhları vardır. Bunlar ne insan, ne bit ki veya hayvandır ve muhtemelen şamanlara veya tıp a damlarına yakın olan "zeki adamlar" dedikleri hariç, kişisel olarak insanlarla ilişki kurmazlar. Graeme, duvara kadar yürüdü. Duvardaki eklentilerin den yaklaşık altı buçuk fit uzunluğunda uzun bir mızrak al dı ve bana gösterdi. Elimde tutarken titremeye başladı. Çok esnekti, sanki ince çevresinin etrafında kırmızı toprak boya sı daireleri olan bir yılan gibi süslenmişti. "Bu mızrak bir yı lan mızrağıdır. Çimen boyunda atılır." Eli mızrağın en alt u cunda olacak şekilde mızrağı tuttu. "Burada kayış için bir delik var." "Savaşta, avcı düşmanına birçok mızrak atar. Onları havada yükseğe atar ve düşman bu mızraklardan kaçınmak için yukarı bakmalıdır. Sonra yılanı atar. Uçarken çimen bo yunca kayarak gider ve aynı bir yılan gibi onu bacağından yakalar." Graeme bana farklı bumeranglardan bahsetti. Bazıları bir kalkanın etrafından atmak içindir. Kalkana çarparlar ve etrafında zıplayarak kalkanın arkasından savaşçıyı vururlar. Graeme ile konuştuktan sonra, bu insanların hayatları nı binlerce yıldır olduğu üzere ve şimdiki haliyle olduğu gi bi gördüm. Herhangi bir yargı duyusunu, geçmişte veya şimdi neyin doğru veya medeni davranış olduğu duyusu nu, iş can almaya geldiği zaman, özellikle hayvan canını, neyin doğru neyin yanlış olduğu duyusunu kaybetmeye
1 82
başladım. Hepimizin aynı insanlar olduğu kafama dank etti. Amerika'daki hayahmı derinlemesine düşündüm. Was hington'da evimde oturuyorum ve yemek yiyorum. Markete gidiyorum ve bir somon alıyorum, eve geldiğimde çoktan ölmüş bir balık. Somona canlı bir hayvanmış gibi bile bak mıyorum. Onu sadece bir "balık" olarak görüyorum. Balık düşündüğümde, tadını düşünürüm, suda nasıl hareket etti ğini değil. Yediğim diğer hayvanları düşündüğümde, so nunda masama getirilebilmeleri için o hayvanların nasıl öl dürüldüğünü yine düşünmem. O sadece bir ettir, ölü kalın bir dilim sığır eti veya dilimlenmiş ve filetosu yapılmış kır mızı etli somon. Bu ölü hayvanı yiyorum, ama midemde hissetmiyo rum. Yaşayan bir varlık olarak hayvanın farkında değilim. Benim dünyamda her şey güvenlikle paketlenmiş plastiğe sarılmış ve ben hayatın daha "kaba" yönlerinden çıkarımlı şım. Balıkçı ağlarından ve balıkların boğulmasından güvenli bir şekilde gizlenmişim. Kesim yapan adamın öküzün kafa sına darbesinden veya binlerce sığır öldürülürken makine nin elektrik şokundan çıkarılmışım. Ben, ölümün gizlendiği "medeni" dünyadanım ve var olan her şey hayat ve gerçeklik olarak adlandırdıklarını. Wayne, "Aborjinler hayali bir dünyada yaşıyorlar." der. Hayatını rüya görmenin bir parçası olarak niteler. Toprakla bağlanhlı yaşar. Avlanır ve öldürür. Öldürdüğü hayvanları yer. Kanguruları öldürür. Balık öldürür. Nereye giderse av lanır ve toplar. Ayrıca benim tarafımdan da, beyaz "ruh" ta rafından, süzülmüştür. Beyaz insanlar Abotjinler tarafından ilk defa görüldüğünde, onların ölü ruhlar olduklarına inan dılar. Ben beyaz tenliyim, bu yüzden beni seyrederken akıl larında hatırlatıcı her zaman var. Benim rengim yok. Ben ö lüyüm. Arthur, "zeki bir adam." Bana hikayesini anlatır. Art-
1 83
hur "Amca" "birçok hikaye var." diye anlatır. Yaratımın hi kayesi olan rüya zamanı ile ilgili hikayeler var. İnsanların A vustralya'ya nasıl geldiği ve hayvanlar ile ilgili hikayeler var. İ nsanlar yemek yemek ve yaşamak zorunda. Öldürecek ve yiyecek hayvan olmayınca, insanlar hayatta kalamaz. A borjinler bunu bilir. Hayvanları öldürmekten, çakmak taşın dan mızrak yapmaktan, eti kesmekten utanmıyor. O, hika yenin bir parçası. Bağımlı olduğu şeylerin çok farkında. Av ladığı ve öldürdüğü hayvanların şarkılarını söylüyor. Onla ra saygı duyuyor. Mezbaha kavramı düşünülemez, eğer ye meyeceksen bir hayvanı neden öldürürsün? Gerçekten neden? Aborjinler hiçbir zaman hayvanı eğ lence için öldürmezler. Bu düşünülemez, kanun ihlalidir. Kanguruyu yemek için avlar. Arazide rüya söylediği için av lanır. Avladığı hayvanın kutsal dansını yapar. Rüyalarım aklıma geldi. Birinde, kurban edilmek üzere sunaktayım. Bunu ben seçtim. Perulu bir şaman bana "Ama sen de kurban etmelisin." diyor. Gerçekten insan olmak için öldürmeyi öğrenmeliyim. Batılı kültürümün benden çok iyi sakladığı hayatın kutsal yanını öğrenmeliyim: yemekteki yaşamda bulunan ölümün anlamı. Mircea Eliade, bu insanlar tarafından görüldüğü şek liyle insan haline gelme ve gerçek dünya hakkında yazmış tır. 4 Rüya zamanında - ilk ve harika destan için Aranda te rimlerini kullanmak için alchera veya alcheringa zamanında - meydana gelmiştir. Bu olduğunda, fiziksel manzara değiş ti ve insanlar bugünkü hallerine geldiler. Bu, doğaüstü var lıklar tarafından bir dizi eylemin sonucudur. Yine de günü müzde, Avustralya'da hiçbir yerde bu rüya zamanı şahsiyet leri, ihtişamlarıyla bizi etkilemez. Doğruyu söylemek gere kirse, merkez-Avustralya yaratım mitlerinin büyük çoğun luğu, sadece farklı çeşitlerdeki ilkel varlıkların uzun ve tek-
1 84
düze göçebeliklerini anlatır. Rüya zamanı, doğaüstü varlıklar dünya yüzeyini terk ettikleri zaman sona erdi. Ancak efsanevi geçmiş sonsuza kadar kaybolmadı; aksine kabile ritüelleri yoluyla düzenli olarak takip edildi. Tüm bu dünya doğumlu doğaüstü varlıklar işlerini ba şardıkları ve gezintilerini tamamladıkları zaman, yorgun lukları ağır bastı. Yaptıkları iş, güçlerini son derecesine ka dar meşgul etti, dolayısıyla asıl uyuklayan durumlarına geri çöktüler ve bedenleri ya toprakta yok oldu - çoğunlukla ilk ortaya çıktıkları mevkide - ya da taşlara, ağaçlara veya kut sal nesnelere dönüştü. Günümüzde kabile ritüellerindeki üyeler, seremoniler yoluyla rüya zamanını nasıl tekrar yaşayacaklarını öğreni yorlar. Nihayetinde birey, tamamen kabilenin kutsal tarihine dalmış hale gelir; yani kayalardan, bitkilerden ve hayvanlar dan adetler, semboller ve kurallara kadar her şeyin anlamını anlar ve kaynağını bilir. Mitlerdeki ve ritüellerdeki eğlence yi özümsedikçe, dünya, hayat ve insan varlığı doğaüstü var lıklarca yaratıldıkları ve mükemmelleştirildiklerinden dola yı anlamlı ve kutsal hale gelir. Hayatlarının beIIi bir noktasında insanlar, doğumların dan önce ruh olduklarını ve ölümlerinden sonra doğum ön cesi spiritüel durumla yeniden bütünleşeceklerini keşfeder ler. İ nsan döngüsünün daha büyük bir kozmik döngünün parçası olduğunu, yaratılışın rüya zamanında meydana ge len "spiritüel" bir eylem olduğunu ve her ne kadar şimdi kozmos "gerçek" ve "maddi" olsa da, yine de düzenli ola rak başlangıçta meydana gelen yaratıcı eylemlerin tekrar lanmasıyla yenilenmesi gerektiğini olduğunu öğrenirler. Dünyanın bu yenilenmesi, spiritüel bir eylemdir, "rüya za manının" ölümsüz olanlarıyla pekiştirici bir ilişkinin sonu cudur.5
1 85
Ancak günümüzde şeyler değişti. Aborjinler toprakla rına dönmeye başlamalarının son birkaç yılı içindeler. Bu A vustralyalıların gerçek bir dünyada yaşamaları gerekiyor. A ma bu onlar için çok farklı bir şey anlamına geliyor. Doğaüs tü varlıklar tarafından kaynak dolu bir toprağın oluşması, zenginleştirilmesi ve kutsanması anlamına geliyor. Böyle bir "dünyanın" bir "merkezi" veya bir yapısı vardır ve bu yüz den "amaçlı" dır. Bu kaos değildir - biçimsiz bir şaşırtıcı dal gınlıktır. Bitkilerin ve hayvanların ve insanların dünyasına varlık olarak katılmak, mitlerle dikkatle korunan ve düzenli olarak kutsal seremonilerle yenilenen kutsal bir tarihin so nucudur. Bu "dünyanın" bir tarihi olduğu - rüya zamanı sı rasında ortaya çıkan kutsal bir tarih - ama ayrıca insanların, başlangıçtaki muhteşem olayları sürekli tekrarlayarak ve toprağı durmaksızın "rüya görmenin" güçleriyl e doldura rak, dünyayı sürdürmek için sorumluluk aldığı anlamına gelir. İnsanlar rüya zamanı ile iletişim kurmayı ve tarihini tekrarlamayı kestikleri zaman, dünya çözülecek ve yaşam sararıp solacak ve neticede dünya yüzeyinden silinecektir.
Aborjinlerin Kökeni Yeni bir kitabın önsözünde, Wandjuk Marika, OBE, gü nümüzde insanların Aborjinlerin, sadece Avustralya kıtası na nasıl ulaştıklarını merak ettiklerinden Aborjinlerin köke ni hakkında tartıştıklarını açıklar.6 Birçok insan Aborjinlerin Güney Hindistan'daki insanlara ve Celebes'teki tepe insan larına benzerliklerini fark etmiştir. Bu, bu insanların deniz ler aşırı teknelerle veya uzun zaman önce kaybolan bir kara köprüsüyle gelmiş olabileceklerini akla getirir. Ancak Aborjinlere göre, böyle bir şey olmuş gibi gö rünmemektedir. Bunun yerine onların hikayesi her zaman efsaneye gömülüdür. Marika, insanlarının, Riratjingu'nun,
1 86
deniz aşırı Baralku adasından gelen büyük Djankawu'dan indiğini ve insanlarının ruhlarının bu yüzden öldüklerinde Baralku'ya döndüklerini söyler. Djankawu'nun iki kız kar deşiyle birlikte bir kanoda geldikleri görünür ve onları Arn hem diyarının doğu yakasında Yelangbara kıyılarına götü ren sabahyıldızını takip etmişlerdir. Yağmur bulutlarını ta kip ederek ülkeyi baştan başa yürüdüler. Su istediklerinde sadece yere bir çubuk tutturdular ve taze su aktı. Djankawu ve kız kardeşleri, tüm yaratıklara isim verdiler ve kanunun _ kaynağıydılar.
Rüya Zamanı Hiç Gerçek Zaman Oldu mu ? W.Love'a göre ilk Abotjinler buraya 40,000 ile 1 20,000 arası bir yıl önce vardıklarında, kendi topraklarında gör düklerinden çok farklı bitkiler ve hayvanlarla karşılaştılar ve bu yaşam biçimleri şimdi rüya zamanını oluşturan hika yeleri ve efsaneleri oluşturdu. Örneğin, Love'ın makrohay vansal yaratıklar olarak adlandırdıkları, kendilerini kendi doğal tarihleri açısından göstermişlerdir. Bu tarihin incelen mesi, sonra günlük yaşamda insan davranışının kılavuzlu ğunu, örneklerini ve modellerini sağlamak için kullanılmış tır. Evrim ilerledikçe, özgün insanların torunları bu örnekle ri, elde edilen inançları ebedileştirmek için hikayeler olarak kullanmışlardır. Makro-hayvanlar "Kadimakara" rüya za manının hayvanlarının miti ve efsanesi haline geldi. Sonra türlerin belirli davranış kalıpları, insan düşüncesine ayar landı ve törensel şablonlarda kutsal hale geldi. Başka bir uzman olan Ebenezer A.Adejumo'nun mas ter tezine göre, rüya zamanı Abotjinlerin sadece bir kurgusu değildir.8 Bunun yerine, günümüzdeki rüyalanmızdan özel likle psikologların ve psikiyatristlerin bulacağı anlam kadar çok anlam bulabiliyorlar. Rüya zamanı mitleri, coğrafi ko-
1 87
numlar, sosyolojik ilgiler ve kişisel deneyimlerle ilişkili tari hi kayıtlar içerir. Aborjinler, rüya zamanı hikayelerini tek rarladığı sürece, tüm geçmiş, şimdi ve geleceğin şu anda ol duğu veya paralel evren deneyimlerinde olduğu gibi bir a rada var olduğu sonucunu çıkarabiliriz. Tüm bunlar birlik te, şimdiki zaman algımızın sadece küçük bir bölümü oldu ğu bir gerçeklik meydana getirir. O halde rüya zamanı sonsuz ve zamansızdır. İnsanların ruhları da öyle. Bu ruhlar rüya zamanı ile bağlantılıdır: geç mişte var olmuşlardır, gelecekte henüz doğmamış çocuklar da var olacaklardır ve şimdi toprağın insanları olarak mev cutturlar. Hikayelerin ve efsanelerin izlerini kaybetmeyerek, ruh gerçek anlamda kendi izini - yıllar içinde kendi yolunu ve örüntüsünü - takip etmektedir. O zaman Aborjinler kendilerini ruh olarak ve tüm i.n sanları da aynı şekilde görürler. Zamanla sonsuzluk arasın da hiçbir ayrım yoktur, tüm zaman aslında mevcuttur. Bunu canlı tutmak için insan biçiminde reenkarne olan ruhlar ta rafından şarkılar söylenmeli, danslar yapılmalı ve asıl yara tıcı eylemler sayısız yinelenmelerle tekrarlanmalıdır. Aborjinlerin neden buna inandıklarını sorabiliriz. Bu tekrarların amacının insanların gezegenlerinden yabancılaş masına bir çözüm olduğunu fark ettiğimizde cevabı açıktır. Onlar hayatta kalmak için tamamen topraklarına bağımlıdır. Doğayı bizim Batılı dünyamızda olduğu gibi bilimsel açı dan görme yoluna sahip olmadıkları için kendilerini uygu lamalı bilimlerle ayarlayamazlar. Bunun yerine kendilerini doğanın bir parçası olarak görürler. Aborjinler için zaman oldukça somuttur ve mevsimler ve ay ve güneş döngüleri gibi doğal ritimlerin gözlemlerine dayanır. Dolayısıyla Newton dünya görüşünde olduğu gibi zaman, eksiden artı sonsuza kadar giden bir çizgi üzerinde ki noktalarla işaretlenmez, ama bir daire üzerinde işaretle-
1 88
nir; döngülerin yenide oluşlarını sayarlar. Günlük bir dön güde olayların zamanı, güneşin gökyüzündeki konumu ile işaretlenir. Merkez Avustralya'nın yerlileri, zamanı uykuda işaretler. Bir yere çok fazla sayıda uykuda veya gecede dö nerler. Zaman süreleri günlük işlemlerle işaretlenir. Örneğin bir saat, bir Hint yerelmasının pişme süresiyle belirtilir. Bir an, bir yengecin gözünü kırpması olacaktır. Daha uzun za manlar, belirli bir yolculuğun süresiyle gösterilebilir. Dola yısıyla tarifeler kesin değildir. Önemli olan "şimdi"nin so mut zamanıdır. Bu yüzden Abotjinler saat zamanına bağlı bir çizelgede bulunmakta güçlük çekerler. Ayrıca Aborjinler ruhların, özellikle rüya zamanında yaratıcı eylemlerini tamamladıktan sonra kültürel kahra manların, genellikle taşlara, kayalara veya kutsal ağaçlara dönüştüklerine inanırlar. Yeni başlayanlar üyeliğe kabul e dildiklerinde, tjımmga denilen kutsal nesneler gösterilir. Bu nesnelerin ebadı bir fit uzunluktan altı fit uzunluğa kadar değişiklik gösterir. Genellikle taş veya ahşap levhalardan yapılmıştır. İnisiasyon sırasında tjıırunga yeni başlayanın be denine sürtülür. Kendisine şöyle denilir:
Genç adam bu nesneyi göriir. Bu senin kendi bedenindir. Bu, kendi geçmiş varlığında dolanıp dururken dalıa önce olduğun tjilpa atandır. Sonra yakındaki ku tsal bir mağarada dinlenmek için çöktiin. Bu senin tjurııngandır. Yakın dur ve ona göz kulak ol. 9
Başka Bir Zaman Garret Barden kitabında10 "rüya" için kelimenin, yay gın olarak, iki sık kullanımı olan tjukurpa olarak kabul edil diğini belirtir. Söylendiği ancak şarkı söylenmediği takdir de, bir isim olarak anlamı "hikaye" veya "masal" demektir. Sıfat olarak kullanımında, aslında terim hikayedeki ana ka-
1 89
rakter tarafından deneyimlenen zamana atıfta bulunur. Ör neğin malu tjukurpa veya kanguru hikayesinde, hikayeyi an latan, bakış açısını hikayenin hedefi olarak izlediğimiz kan gurudan ayrı olarak alabileceğimiz hikayedeki aktör olan kanguruya atıfta bulunur. Barden dünyamızda zamanın birçok imajına sahip ol duğumuza işaret eder. Örneğin, süre kavramında iki dene yim vardır. Öncelikle algılanan aktivitenin süresi ve ikinci o larak algılayanın deneyiminin süresi. Örneğin karşıdan kar şıya geçen bir köpeği ele alalım. Eylem kendi zamanını alır: bu nesnel bileşendir. Ayrıca öznel bileşen vardır: gözlemde ki kişinin farkındalığı. Barden hayali zamanın gerçek zamana ilişkisine atıfta bulunur. Hayali zamanın, diyelim ki ıiiya zamanının zama nı, gerçek olduğuna çünkü kutsal olduğuna işaret eder. Elia de'nin ifade ettiği gibi "!es mythes sont vrais, parce qu'ils sont sacres (mitler gerçektir çünkü onlar kutsaldır." Avustralyalı çöl insanlarının hayali planı, bir gerçeklik oluşhırur. Ancak bu insanlar bu hayali gerçekliğin nereye kadar kendi duyusal gerçek dünyaları kadar gerçek olduğu nu düşünürler? Cevap bir bakıma şaşırtıcıdır. Bu insanlar hayali dünyanın duyusal dünyadan daha gerçek olduğuna inanırlar. Bu dünya, duyusal dünyanın rehberlik için bak ması gereken dünyadır. Bu bakış açısından duyusal dünya eleştirilmelidir. Şimdi rüya zamanı gibi bir mit, nasıl gerçek kabul edi lebilir? Tarihsel olarak doğru olduğu mu düşünülmelidir? Buradaki problem gizlidir. Mistik temalar veya olaylarla meşgul olurken, kronolojik zamandan - saat zamanı veya süre bölünmesinde geçirdiğimiz zaman, dünyanın güneş et rafında dönmesiyle güneşin yükselmesini veya Paris'te bir laboratuvarda bir sezyum atomunun resminin parçalara ay rılmasını karşılaştırdığımızda çok farklı bir zaman algısı
1 90
vardır. Hepimizin geçmişi günümüzden ayırt etmede doğal bir yolumuz vardır. Birkaç dakika öncesi ile birkaç yıl öncesi arasında fark olduğuna inanırız. Dolayısıyla rüya zamanını, milyon yıllar önce olmuş gibi çok uzak geçmişte olan bir za manın hikayesi olarak ele alına eğilimindeyiz. Geçmiş za man algımızda yapacağımız üzere efsanevi zaman ilişkilen diririz. Dolayısıyla benim çocukluğum yetişkinliğimden da ha önce meydana geldi. Ve bu yüzden efsane zamanları çok uzun zaman önce meydana geldi. Bir zaman çizgisinde haya tımı şu şekilde sembolize e debilirim: Ç----------y----------Ş Burada Ç çocukluğumu, Y yetişkinliğimi ve Ş şimdiki zamanı gösterir. Böyle sembolik bir örnekte, rüya zamanı gi bi kutsal bir olayı aşağıdaki zaman çizgisi ile gösterebiliriz: *-
------. . . ----------Ş
---
Yıldız işareti, tarihteki rüya zamanının zamanını belir tir, zaman çizgisindeki ara, çizginin son derece uzun oldu ğunu sembolize eder ve Ş yine şimdiki zamanı gösterir. Do layısıyla eğer kutsal olayı bir tarihsel grafikte oturacak şekil de işaretlersek, o olay uzun zaman önce meydana gelmiştir. Ancak burada ilgilenmemiz gereken başka bir zaman algısı vardır. Bu kendi deneyimimizin öznel zamanıdır. Bu rada rüya zamanının geçmişte olduğunun önemli olmadığı algısı vardır. Geçen zaman çizelgesine oturan rüya zamanı nın olaylarının kavramı da önemli değildir. Bunun yerine i ki karşıt görüntüye bakıyoruz. Bir olayı belirten bir kökenin görüntüsü ve birinin o kökenden bir çizgi boyunca gittikçe
191
uzaklaşan devam eden görüntüsü. Sonra bir de sürenin son suza kadar uzanmayan görüntüsü vardır. Eğer zamanı, kar şıt kutuplar arasında bir dizi salınımlar gibi deneyimlendi ğini düşünürsek, o zaman geçmişin ona gerçek "derinliği" yoktur. Örneğin, eğer günü güneşin doğması ve batması karşıt kutupları arasında var olduğunu düşünürsek, o za man dün, dünden önceki günle ve ondan önceki günle aynı derinliktedir. Tüm günler, hepsi şimdiki zamandan eşit u zaklıkta geçmişte oldukları için aynıdır, eşit derinliktedir. Efsanevi zaman, zamanı algılamanın ikinci yoluyla paylaşır. "Geçmiş"teki tüm olaylar, eşit oranda derindir, şimdiki zamandan eşit uzaklıktadır. Kronolojik olay olarak alınmamaları gerekmesinin anlamı, hayatımızdaki olaylar da yaptığımız gibi kronolojik zaman çizgisine konulmama ları gerektiğidir. Bu yüzden onlar, tarihsel zaman temelinde grafiksel olarak konulmamalıdır. Bu, gerçek olmadıkları ve ya meydana gelmedikleri veya hatta şimdi olmadıkları anla mına gelmez. Eğer kutsal olayları, tarihsel olaylar olarak düşünürsek, zaman çizgisinde onları şu şekilde göstermemiz gerekirdi: **********
ve bu şekilde değil: *----------
Yani şimdi her zaman meydana gelmektedirler ve bazı geçmiş bir zamanda bir defa olmamışlardır. Bu farklı zaman algısı, Aborjinleri beyaz dünyayla ilgilenirken etkiler. Beyaz adam, zamanı bir zaman çizgisi çerçevesinde harcanmış ola rak görürken, Aborjinler görmez. Süre saatle yönetilmez, a ma eldeki işle yönetilir.
1 92
Rüyalar ve Rüya Zamanı Sonraki gün Graeme ile birlikte şehre gittik. Bir süre sessizce oturduk. Bir süre sonra ona rüyaları hakkında ve Mornington Adası'nda olmadığı zamanki rüyaları hakkında soru sordum. O rüyalar ne anlama geliyordu? Graeme, rüya derken neyi kastettiğine bağlı olduğunu açıkladı. Onun insanlarının normal rüyaları vardı. "Düzgün bir rüya, bir akraba tarafından bir rüya yoluyla size şarkınız verildiği zaman elde ettiğiniz rüyadır. Veya önemli olan bir hikaye yeri görürsünüz ve bir şey size o alanı anlatır. İ nsan larım, başka insanların ülkelerinde şarkılar ve hikayeler gör müşlerdir. Kendi dilleriyle geldiği üzere hikayeleri alırlar." diye açıkladı. Sonra bana rüyaların her zaman önemli olduğunu söy ledi. Birçok defa onlardan kurtulmak istedi. Kişi her zaman büyük rüyalar veya vizyonlar görmez, küçük rüyaları da bi ri görmeli. Bir defasında büyükbabası ölmeden önce, Grae me rüyasında bir çember içinde büyük bir kum tepesinin ü zerinde oturduğunu gördü. Diğer insanlar çemberde oturu yorlardı ve ortasına doğru bakıyorlardı. Bir adam ortada ko nuşuyordu. Graeme sağına baktı ve birden Marion adı veri len başka bir ülkedeydi. Uzakta Sidney Adası'nı görüyordu. Gelgitsel çamurlu arazide, karanlık bir havuz gördü. Bedeni orada kalırken, onun üzerinden bakıyordu. Sonra bir du gongun, bedeninin yarısı çamurun içinde yansı suyun için de olarak içinde oturduğunu gördü. Bir yansı et ve deri, di ğer yarısı kuru kemiklerdi. O vizyon ona büyükbabasının ölmek üzere olduğunu açığa çıkardı. Sonra rüyasında dugong görmesinin önemli bir ipucu olduğunu söyledi. Büyükbabası ona nasıl dugong avlanaca ğını öğretmişti. Diğer ipucu, uzakta Sidney Adası'nı görme siydi. Bu ona Marion'da olduğunu ve rüyanın ne olacağına
1 93
dair bir yorum olduğunu bildirdi. Graeme açıkladı: "Toprak insanları, toprağın kanunla rını uygulamak ve dünyayı korumak için dünyaya konul muştur. Öldüğünüz zaman ruhunuz yine toprağa döner. Siz doğmadan önce, ruh gelir ve biçiminizi alır. Eğer bir adam ve hamile bir kadın, hamile olduğunu bilmeden önce bir yı lan görürse, o yılan gelecek doğumun habercisidir ve yılan, çocuğun ruh totemi olacaktır. Çocuk ayrıca annenin ruh to temine de sahiptir, bu onun başlıca totemidir. Biz sadece et ve kemiklerle kaplı bir ruhuz."
Günümüzde Rüya Görme: Evrenin Merkezine Yolculuk Byron Bay'den ayrıldıktan sonra Sidney'e döndüm. A vustralya'nın iç kısımlarını, özellikle Ayers Rock olarak da bilinen Uluru'yu ziyaret etmek için planlar yaptım. Birkaç hafta sonra, çocuklarıyla birlikte Avustralya'nın iç kısımları na dönüp ziyaret etmeyi isteyen bir arkadaşımla - yarı A borjin yan beyaz - birlikte Sidney'den ayrıldım. Yolculuğu muzu Broken Hill'den geçerek Yeni Güney Wales üzerin den, sonra Güney Avustralya'daki Coober Pedy kasabası ü zerinden Uluru'nun karşısından Ebenezer Dağı'ndan Port Augusta'ya doğru yapacaktık. Kuzey Bölgesi'nin kırmızı topraklarına yolculuk beni şaşkın bıraktı. Ama "taş"ı gördüğüm zaman, büyülendim. Her geçen dakika şekli değişiyordu. Sonra Alice Springs'in batısında Pintupi insanlarına ulaşmayı umdum. Günümüzde Aborjinlerin yaşama ve evrene bakışı ha!a Rüya Görme ile şekillenir. Ancak Rüya Görme ile yaşam a rasındaki ilişki bir problem olarak kalır. Öncelikle Rüya Görme bir fenomen olarak kabul edilmelidir. O, "ne o lan" dır. Avustralya'nın iç kısımlarında yaşayan Pintupi in-
1 94
sanları için, insan davranışının bir çerçevesidir. Ne anlama geldiği başka bir şeydir. Rüya görmenin (tjukurpa) birçok anlamı vardır. Sosyal işlemlerin "sembolik uzayı"na bir iz düşümdür ve bireylerin hayatlarına ilişkilendirilmelidir. Pinhıpi için, Avustralya'nın iç kısımlarında tehlikeli bir şe kilde yaşadıkları üzere, günlük hayatın ötesine geçen bir şeylerle ilişkilendirilmelidir. Pintupi arasında Rüya Görme, bu çelişkiyi temsil eder. Pin tupilerin uzay ve zamanda nasıl yaşadıkları, Rüya Gör melerinde yansıtılır. Bu yüzden Pintupiler iki seviyede ya şar: uzay ve zamanın içinde ve dışında. İ çinde vizyonları vardır ve olmadan toplumları vardır. Onların "aile", "sosyal hayat" ve "ülke" kavramları, Rüya Görmeleri ile bağlantılı dır. Rüya Görme, Pintupi gerçekliğinin temelidir. Rüya Görme ile diğer her şey arasındaki fark, evrene bakış açıla rında önemlidir. İnsanlar ve ülkeleri, Rüya Görmekten doğ muş olarak düşünülür. Örneğin, Kintore dağ alanının yakı nında yaşayan Pintupi insanları, o alanda büyük bir tepeyi bir kertenkele görüntüsünün vücudu, Ngintaka, olarak gö rürler. Bu kertenkele batıdan gelmiştir. Kertenkele geldiği zaman Kintore'de (Avus tralya'nın ortasında) dans eden bir grup kadın ve çocuğu, kuyruğunu kaldırarak kuyruğuyla öldürmüştür. Sonra başını kaldırmıştır ve vücudu tepenin şeklini almış ve taşa dönmüştür. Günümüzde tepeye, başını kaldırdığında açığa çıkan o kertenkelenin boğazına atıfta bulunularak yıı11ytjı111ycı adı verilir. O halde Rüya Görme hem belirli hikayelere hem de tüm hikayelerin atıfta bulunduğu tüm yaratıcı 'çağa atıfta bulunur. Dolayısıyla kertenkele görüntüsünün hikayesine Kertenkele Görüntüsü Rüyası denir. Pintupi insanları, duyusal dünya, yıı ti, adını verdikleri ile Rüya Görme, tjukıı rpcı, arasında bir ayrım yaparlar. Bir ki-
1 95
şi tarafından görülen veya görülebilecek olan herhangi bir olaya, Pintupilerce yuti denilebilir. Yuti ve tjukıırpa arasındaki önemli ayrım, nesnellikle il gili olan gibi görünür. Eğer uzay ve zaman dünyasında mümkün olan bir olay veya bir açıdan nesnel olarak kanıtla nabilir bir olay ise, o bir yutidir. Gerçekten olan olaylara nı u larrpa denir, anlamı doğru veya asıldır. Lakin eğer bir şey a çık bir şekilde bir yalan veya hikaye ise, nıularrpa değildir ve aynı zamanda tjukurpa değildir. Ama mularrpa ve tjukurpa, zıt da değildir. Bir hikaye nin her ikisi de olabileceği bazı çakışmalar vardır. Bazı olay lar, şahit olunabilme kapasitesine sahiptir ve Rüya Görmek ten ortaya çıktığı düşünülür. Böylece mularrpa olanın aslın da tjukurpadan ortaya çıktığı görülür. Böylece kertenkele da ğı hem mıılarrpa hem de tjııkurpadır, yani hem doğru hem de Rüya Görmektendir. Bu yüzden Pintupiler, Rüya Görmek ten gerçeklik doğar derler. Rüya Görmenin şimdiki uzay-zamanın ötesine geçtiği söylenebilir. Manzara, bir zamanlar dünyada yürüyen tote mik hayvan ruhlarının izleri olarak görülür ve gerçekten kendileri taşa dönüşerek dünya haline gelmişlerdir. Hay vanların her gün izlerini toprak üzerinde bırakmaları gibi, bu totemik varlık/hayvan/ruhlar kendilerininkini bırakmış lardır. Avustralya'nın iç kısımlarında büyük Ayers Rock gibi belli alanlar, Yarta yarta denilen kutsal topraklar olarak bili nir, çünkü orada bir güç hissedilir. Pintupiler hiçbir şeyin insanlar tarafından ne geçmişte ne günümüzde yapılmadığına inanır; her şey Rüya Görmek ten ortaya çıkarak başlangıçtan beri oradaydı. Bir birey kav ramı ve doğumu da Rüya Görmekten ortaya çıkmıştır. Kav ramdan önce, kişinin "rüya zamanı varlığı olarak oturduğu" söylenir. Bu işlem, Rüya Görmekten aslına bir dönüşüm ola rak düşünülür.
1 96
Rüya Görmek, her şeyi birbirine bağlar. Bu yüzden bir kişi bir yerle bağlantılıdır. Rüya Görmek kişi için, doğumun dan önce var olan ve sonrasında var olacak olan bir kimlik sağlar. Bu suretle Pintupiler, Rüyaları olan Pintupi toprakla rından gelmişlerdir.
Rüya Zamanı ve Rüya Gören Evren Pintupiler rüyalarla Rüya Görmeyi ayırırlar. Bazı rüya lar, Rüya Görmenindir, bazıları değil. Geleneksel rüyalar ö nemli olarak değerlendirilmez. Ama bazı rüyalar vardır ki, Pintupiler "Rüya Görmeyi görme" olarak tanımlarlar. Bun lara "büyük rüyalar" diyeceğim. Bir kişi rüya gördüğünde, ruhunun bedeni terk ettiği ve sıradan gerçekliğin dışındaki şeyleri gözlemlediği söyle nir. Bazen ruh Rüyadan ruhlarla karşılaşacakhr. Kişinin bu karşılaşmalardan gördüklerinin her zaman var olduğuna i nanılır. Dolayısıyla bir kişi bu rüyaların bize, belki farklı bir boyutta başka bir paralel gerçekliği gösterdiği görüşünü ta kınabilir. Bu "Rüya Görme" rüyalarını gerçek olarak mı değer lendirmeliyiz? Bir sonraki aşamada ne olacağına bağlıdır. E ğer rüya bazı olaylara işaret ediyorsa ve rüya gören sonun da fark ediyorsa, o zaman rüya "gerçek" olarak düşünülür. Ancak bunun önemli bir bölümü, rüyanın paylaşıldığı kişi lerin onayını almaktır. Böylece rüyalar, eğer rüya görenin toplumu tarafından kabul edilirse "daha gerçek" hale gelir. Ama rüyalar çok farklı şekillerde yorumlanabilir. Bu yüzden kişi anlamı konusunda çok emin olamayabilir. Bir rüyayı ge çt>rli kılmak için, kişi rüyayı paylaşmalı ve diğerlerinde o nay almalıdır. Bir bakıma bu, günümüz kuantum fiziği görüşünden farklı değildir. Kuantum fizikte, bu bilimi çalışmalarına kul-
1 97
!anan fizikçilerle paylaşılan bir inanç temeli vardır. Hala, fi zikçi cemiyetinin çalışmalarının dışında yatan kuantum fizi ğin yorumunu ilgilendiren ve evrensel olarak paylaşılma mış veya onaylanmamış oldukça çeşitli inançlar vardır. Jim Poulter, Rüya Görmenin Sırrı (The Secret of Dreaming) kitabında evrenin ve tüm hayatın hiçbir şeyden, ama Tüm Hayatın Ruhu'ndan, nasıl başladığına dair bir hikaye anla tır. Bu Ruh bir Rüya Görmeye başlar. Önce Ruh bir Ateş gö rür. Sonra büyük bir Rüzgar ve sonra Yağmur gelir. Ateş, Rüzgar ve Yağmur arasındaki savaş, bir Dünya ve Gökyüzü Rüyası olana kadar devam eder. Sonra Toprak ve Deniz A ma Ruh, Büyük Rüyayı Görmekten Yorulur ve bu yüzden önce Barramundi veya balık olarak görünen kendi Yaşam Ruhunu, Büyük Rüyaya gönderir. Balık denizde yüzer. Hi kayedeki bu noktadan evrim devam eder. Balık rüyasında toprakları, dalgaları ve ıslak toprakları görür, ama sürekli o nu çevreleyen su dünyasında yaşadığı için rüyasını anla maz. Ama balık rüyasını kaplumbağanın ruhuna geçirir. Sonra kaplumbağa, denizden çıkarak balık tarafından görü len özel dünyanın içine girer. Kaplumbağanın ruhu toprakta yaşayan kertenkeleyi rüyasında görür. Sonra kertenkele rüyasında kartalı görür. Tüm bu rüya görmenin sonu, Büyük ruh'un rüya gördüğü her şeyi rüya gören insandır. Hikaye gerçekten evrimin rüya zamanı yeniden sayı mıdır, ama bu defa evrimin sadece hayatta kalmayı aşan bir amacı vardır. Rüya Görmedeki her hayvanın kendisinin öte sinde bir şeyi rüyasında görmesinden dolayı. Poulter, ken dinden ötesini görme, geleceği görme, şimdiki çevremizde var gibi gözükmeyen olanakları hayal etme kapasitesinin, insan bilincinin eşsiz bir işareti olduğuna inanır. Hikayede evrenin temel itici gücü, bu kapasitedir. Büyük Ruh, olanın ötesine geçerek ne olabileceği bu yetenek yoluyla var olmayı ·
1 98
beraberinde getirir. Başka bir deyişle rüya görme. Ama hangi nedenle? Poulter için cevap, sorumlukta ya tar. Önemli Aborjin kavramı, Büyük Rüya devam ettiği sü rece, gerçekte gelecek için daha büyük bir bakım ve sorum luluk algısına uyandığımız inancıdır. Yine de tüm insanlar, doğumları için rüya zamanında beklemektedirler. Buna yö nelik eylemlerimizle, dünyaya çocuk getirmek ve onların Büyük Rüyayı bilmelerini sağlamak bizim sorumluluğu muzdur. Git gide, biz daha çok evrildikçe, daha büyük bir Ruh'un daha büyük bir Rüyası'nın bir parçası olduğumuza dair sorumluluk ve bu sorumluluğu birbirimizi koruyarak paylaşmamız gerektiği daha açık hale gelecektir. Bu yüzden bir önceki bölümde rüya görmenin, en azın dan rüya görmenin öncülerinin, REM'in, sadece ilk fetal ge lişimde meydana geldiğine işaret etmiştim. Fetüsün gelişi mi, evrenin kendisinin gelişiminin bir mikrokozmosudur. Fetüsün yaşamın her evresinden geçtiği söylenir, tek hücreli hayvandan başlayarak balık aşamasına geçer, solungaçlarla tamamlanır, günümüz insan biçimine kadar ulaşır. Belki "maddenin anlamı" olarak adlandıracağım şey i çin bunu hayati bir ipucu olarak görmemiz gerekir. Bu, tüm olasılıkların tüm var olanlarla iletişim kurması için, ruhun ve maddenin sorumlu ve aşk dolu birliği tam olarak idrak e dilir. Bu Büyük Ruhun Rüyasıdır.
1 99
10. BÖLÜM .
.
KU ANTUM FiZiK VE RUYAL AR ..
BENİ ARAMA HAZIRLIGI Bıı arada, ıızay ve zamanın dışmda, Llixgrijlı en büyük başarısı üzerinde çalışmaya başladı: yiiksckliği, genişliği, derinliği ve zamanı olan bir evren . . . kronolojik tarih illüzyonu ile bir evren. Ve eğlencesi için hayali varlıklar yarattı . . . senin gibi hayali varlıklar, sabırlı okııyııcu ! Ama Llixgrijb korkuyordu. "Farz edin ki, varlıklarım birer hayalet olduklarını keşfettiler. " diye merak etti Llixgrijb . . . "Farz edin ki benim tek gerçeklik oldıığıımıı öğrendiler. " - Wim Coleman ve Pat Perrin The Jamais Vu Papers1 Demek ki neden rüya görürüz? Son araştırmalara göre, rüya görme fetal gelişimde gereklidir. Çocuğu, rahim sonra sı tanıştırılacağı dünyaya hazırlar. Dünyaya gelir gelmez rü yalarımız o ilk gelişimin yansımalarıdır. Şimdi, dünyanın en yaşlı insanları tarafından sunulan rüya teorilerini getirin. A botjin düşüncesine göre, rüya görme sadece bireysel benlik lerimizden daha büyük bir şeye ait olduğumuzu tanımamız için gereklidir. Geleceğin ve türler ve evrenin bakıcısı olarak devam etme sorumluluğumuzun bir yansımasıdır. Bu yüz den evren, fetüs gibi, hayatta kalmak için rüya görür. 1 1 . Bö-
200
Iüm'de bunu Montague Ullman'ın çalışmasında daha detay lı inceleyeceğiz. Yine de, tüm bunlarda belki kaçırdığımız bir şey var dır. Fetüs dünyada hayatta kalmak için rüya görür. İ nsanoğ lu daha büyük bir bütünün bir parçası olarak hayatta kal mak için rüya görür. Ama peki ya "ben"? "Ben benim, Don Kişot" veya her kimsem oyum diyen o değerli ayrım nasıl ortaya çıkar? Büyüdükçe ve olgunlaştıkça bireysel benlik veya ego algımızı geliştirdiğimiz elbette görünür. Rüyaların bunda bir rolü var mıdır? Eğer hayatta kalma şeklimiz her ne olur sa olsun, hayatta kalmak için rüya görüyorsak, rüyalarımı zın ego gelişiminde derinlemesine düşündüğü görünmez mi? Bir egonun başlıca amacı, benliği ben olmayandan ayır maktır. Hayatta kalmak kesinlikle buna dayanır gibi görü nür. Bize zarar verecek şeylerle bizi besleyecek şeyleri birbi rinden ayırabilmemiz gerekir. Bu yüzden korkularımız var dır. Bir anlığına bireysel benlikten tüm evrene atlayalım, e ğer evren hayatta kalmak için rüya görüyorsa, o zaman kor kacağı ne var? Evren ölebilir mi? Nihayetinde evren olan her şeydir, böyle olunca onun dışında korkulacak ne kalır? Hatta hepimiz rüyaların güçlü duyguları, özellikle korkuyu, yansıttığını biliyoruz. Korku, maddenin kendisinden ortaya çıkabilir mi? Bakın, ben sadece soruyorum. Belki bu sorular bir bi lim adamı tarafından sorulabilecek kadar bilimsel değildir. Biz evrildikçe, daha büyük bir bütünün parçası oldu ğumuzu idrak edeceğimiz için korkumuzu kaybedecek ola bilir miyiz? Bu idrak, sonunda evrenin tüm köşelerine ula şacak mıdır? "Ben" kimim? "Ben" neredeyim? "Ben" ne yapıyorum? Bunların anlamı nedir? İster uyanık, ister uykuda ve rüya
20 1
görüyor olalım, bu sorular bilişin temelindedir. Sürekli ola rak devam ederler. Sadece rüya görmede kişinin işlemi bağ lamak için daha az yan etkisi vardır ve belki kesintileri ve rüyanın garipliklerinin diğer yanlarını belirleyen bu iç elek trofizyolojik ve kimyasal değişiklikler de vardır. Rüyalarda bulunan duygusal kuvvetlendirmelerden de bahsedilmelidir. Allan Hobson'la daha önceki sohbetlerim de (daha önceki bölümlere bakınız) bu konular hakkında ne düşündüğünü sordum. Her ne kadar ayrıntılı bir şekilde kurulmasa bile, rüya bilişinin çoğu uyanık-durum bilişine göre oldukça yoğun duygularla yüklü olduğuna inanır. Yine de, ben bir rüya görürken herhangi bir şeyi yoğun olarak hissettiğimin farkında olmadığımı hatırladım. Sadece rüyayı hahrladığım zaman rüyanın eylemleriyle ilişkili duy guları hissederim. Bu münasebetle, uyanık olduğumda his settiğimi söyleyebilirim. Rüya gördüğüm zaman potansiyel duygularım vardır ama gerçekte bunu hissetmem. Bir defa sında gördüğüm lüsid bir rüyada, korku hissettiğimi hatır ladım. Ama rüyamda bedenim korkuyla ilişkili tüm kimya sal değişiklikleri açıkça gösterdi mi? Yoksa korku sadece u yandıktan sonra mı .hissedildi? Hobson, gerçek sonrası duygu ile rüyanın içindeki duygu arasında net bir ayrım yapmaları talimatı verilen genç deneklerle, rüyalarda hissettiklerine inandıkları çok fazla duygu olduğunu açıkladı. Bunlardan bir kısmı yoğun ve çok endişeyle birlikte nahoş olma eğilimindeydi. Diğer yandan zevk, sevinö, hipomanik baş dönmesi raporları da vardı. Belki duygular doğal olarak son derece evrimseldir. Genç insanlar olarak belki daha duygusal rüya görürüz. Yaşlandıkça ve umarım daha akıllandıkça, belki daha az duygusal rüya görürüz. Duygusallık rüyalara nasıl uyum sağlar? Duygular rüya gören evrenin bir parçası mıydı?
202
Kuantum Rüyalar Hobson'la konuştuktan sonra, ben hala rüyalardaki at lama ve kesintilerden etkilenmiş haldeydim. Rüya gören beynin gerçekte kuantum fizik işleminin bir "rüya sahnesi" olabileceğinden şüphelenmeye başlıyordum. Hobson'ın ve rileri beni muhtemelen yeni bir modele götürüyordu. Hobson'a rüyaların bilinç farkındalığının değiştirilmiş bir durumu olduğuna inanıp inanmadığını sordum. Çok vurgulayarak cevapladı, "Evet, kesinlikle." Ancak bu soruya cevap vermek için kişinin bilinci yeniden tanımlaması ge rektiği için, bu bir bakıma aldatıcı noktaydı. Bilincin bazı ta nımlarının uyanık-algılama işlemiyle kısıtlı olduğunu açık ladı. Eğer tanımı sadece bununla sınırlarsanız, o zaman ce vap hayırdır. Ama Hobson bilincin sadece dış dünyanın far kındalığı olmayan, ama aynı zamanda beyindeki temsilleri nin de farkındalığı olan bir çeşit farkındalık olduğunu dü şünüyordu. Eğer böyleyse o halde rüya farkındalığı kesin likle bilincin değiştirilmiş bir durumudur, aslında farkında lığın odağının dış değil içsel temsillerin olduğu, çok ilginç bir değişimdir. Burada kuantum fiziğin rüya gören beyne nasıl uygu lanacağını açıklamak istiyorum. Kuantum fizik açık olarak fiziksel dünyanın tümünü olmasa da çoğunu başarılı bir şe kilde açıklayan tek teoridir. Kuantum fizik modern elektro niği, bilgisayarları, televizyonu, nükleer enerjiyi, lazerleri ve uzay iletişimini mümkün kılmıştır. Madde ve enerjinin özel likle atomlar, moleküller ve atomaltı parçacıklar ölçeğinde ve hatta son zamanlarda birbirlerinden otuz fit uzaklıkta o lan nesnelerin bile davranışıyla ilgilenir! Günümüzde hala fiziksel evreni anlayışımızın köşetaşıdır ve eğer, tahminde bulunacağım üzere, böyleyse, insan aklını anlamamızın te meli olabilir.
203
3. Bölüm'de açıkladığım üzere, kuantum fizik düşünü şümüze yeni bir düzen biçimi sunmuştur. Eski düzende, o laylar etki ve tepki yasasıyla birbirine bağlıydı. Verilen bir nedenden tepki belirleniyordu. Kuantum fizikte artık bu doğru değildir. Bunun yerine düzen, olayların tek bir yerde ve tek bir zamanda olayları etkilediği ama onlara nede ol madığı, anlamlı, genellikle anlık şablon olarak ortaya çıkar. Bu bölümde daha sonra, bazı örnekler vereceğim. Genellikle bu şablon, tüm olaylar aynı and a olmasa bile ve hatta aynı yerde olmasa bile, yine de belirli bir biçimde ilişkili olduğu gözlemlendiği sonradan tanınır. Bu ilişki nedensel değildir ve teleolojik değildir, ancak çok anlamlıdır. Bu bölümde sunulan bu düzenin tanımı bir bakıma ön hazırlıktır. Fazlası daha sonra gelecektir. Kuantum fiziğin beyne nasıl uygulanabileceğinin sadece bir ipucunu edinme vakti gelmiştir. Bu açıklama, "ben" ile ilgili teorim ve "ben" in beyinden kuantum korelasyon denilen belli bir kuantum fiziksel mekanizma yoluyla ortaya çıkması ihtimalini kuan tum fiziğin nasıl kurduğu hakkında Allan Hobson ve ortağı Robert Stickgold ile olan sohbetimden ortaya çıkmıştır. Birtakım ipuçları beni bu teoriye götürmüştür. İ lki ku antum-fiziksel olayların nöral dokuda olabileceğinin tanın masıydı. Yeni bir makalede, aynı zamanda akıl-beden düalistik resmine inan seçkin Nobel ödüllü Sir John Eccles, nöro transmitterleri barındıran küçük yumruların, vezikül adı ve rilen nörotransmitter paketlerini snaptik boşluğa olasılı ola rak yaydıklarını doğru varsaymıştır. 2 Bu rastgele bir biçim de, kontrol edilemez olarak görünüyor demektir. Eccles ve zikül salımının kuantum-olasılı bir olay olduğuna ve bu yüzden böyle olaylarda aklın bedene, gözlemcinin olayların olasılığını onları gözlemleyerek değiştirmesi ile aynı şekilde bu olasılıkları değiştirerek girdiğine inanır.3 Daha önceki bir
204
makalede aynı hipotezi sundum, sadece ben nöral duvar i çindeki giriş mekanizmalarına baktım.4 Kuantum fizikte bir deneyin sonucunu belirlemede gözlemin pasif bir rolden daha fazlasını oynadığını biliyo ruz. Ama siz bunun hakkında herhangi bir sonuca atlama dan önce, bu ifadeyi dikkatle değerlendirmeliyiz. Kuantum fizikte şimdi gözlemci etkjsi denilen şeye bakmalıyız. Bir kuantum sistemi genellikle durumların süperpozis yonunda var olur. Bu demektir ki, bir kuantum fiziksel de neyde bir sonucun çeşitli olasılıkları arasında ilişki vardır. Her bir sonuca bir durum denir. Ve herhangi bir gözlemden önce, tüm olası durumların eşzamanlı olarak var oldukları söylenir. Algılama, gözlem, tanıma veya biliş üzerine - ki minle konuştuğunuza bağlı olarak kelimeler kendi araların da değişir - veya manyetik bir teyp üzerine veya bir bilgisa yar hafızasında kayıt yapma üzerine, aniden durumların bir süperpozisyonu tek bir durum haline gelir. Buna kuantum fizik jargonunda "dalga paketinin azalması" denir. Bir azal ma meydana geldiği zaman ne olduğu ile ilgili birçok yo rum vardır. Ne olduğu net değildir. Sorun şudur ki, halihazırda bu işlemi modelleyecek hiçbir fiziksel-matematiksel yol yoktur. Tamamen fiziksel ol mayan bir şekilde meydana gelir. Bununla, nasıl meydana gelebildiği ile ilgili hiçbir bilgimiz olmadığını yeniden vur guluyorum. Bu azalma Einstein'ı çok rahatsız etmiştir ve o nu kuantum fiziğin tamamlanmamış bir teori olduğuna i nanmaya yönlendirmiştir, çünkü bu etkiyi modellemenin bir yolu yoktur. Bundan daha öte, kuantum fizik gözlemlenemeyen bi rimlerin matematiksel çerçevesine dayandırılmıştır. Kuan tum fizğin temel birimi, kuantum dalga fonksiyonudur. Bu "dalga" ile ilgili ilk şey, eğer ona fiziksel bir dalga olarak ba karsak çok ilginç olduğudur. Heisenberg'in belirsizlik ilkesi
205
gibi, belli "kuantum kuralları" nedeniyle, dalga bir karma şık-sayı fonksiyonu olarak matematiksel olarak temsil edil melidir. Bunun anlamı iki ayrı matematiksel bölümü oldu ğudur: sözüm ona bir "gerçek" bölüm ve sözüm ona "haya li" bölüm. Gerçek ve hayali terimlerinin kullanımı, kendisi de ger çek ve hayali sayılardan oluşan karmaşık sayılar çalışmasın dan gelir. Dalgaların bu iki bölüme sahip olduğu gerçeği, kimse hayali bir sayı "görmediği" için, dalgaların nesnel o lamayacağını gösterir gibi görünür. Tüm kuantum dalgaları hem gerçek hem de hayali bö lümlerden oluşması, yani gerçek bir fiziksel dalga olarak resmedilebilen bir bölüm ve sadece hayallerimizde var olan bir bölümden oluşması daha çok habrlatıcı bir "bilinçaltı" veya "kolektif olarak bilinçaltı" metaforu olabilir. Bunu söy lüyorum, çünkü dalga tamamen gerçek kendisi gibi görün müyor ve bazen büsbütün fizikçinin hayal ürünü olarak dü şünülür. Başka bir ifadeyle, dalga tam olarak "orada" değil dir. (Daha sonraki bir bölümde fizikçi Wolfgang Pauli'nin fi zik ile psikoloji arasındaki boşluğa köprü kurmak için bu kavramla uğraştığını göreceğiz.) Ancak, gerçek ya da nesnel olsunlar veya olmasınlar, tüm fizikçiler, uzay ve zamandaki belirli olayların doğru matematiksel olasılık hesaplamalarına bir anlam vermek i çin, kuantum dalgaları "sanki" orada uzaydalarmış gibi ve şahit olabileceğiniz herhangi bir sırada dalga gibi zamanda hareket ettiğini düşünmelidir. Ve burada başka bir hayali etken vardır. Belirli bir ola yın belirli bir zaman ve mekanda meydana gelmesinin ne kadar muhtemel olduğunu belirleyen sayısal bir olasılık fonksiyonuna varmak için, kişi bu dalgayı ona benzeyen a ma bir önemli nokta açısından farklı, zamanda geriye doğru giden5, başka bir dalgayla çarpmalıdır.
206
Kişinin, biri şimdiki zamandan diğeri gelecekten gelen iki karşı akan dalgayı beraber çarpması fikrine, işlemsel yo rumlama denir.6 Burada yeni olan, daha meydana gelmemiş olayların bile, bu dalgaları yaratabileceğidir. Eğer doğruysa, o halde zaman kavramımızın biraz dü zeltmeye ihtiyacı var. Kişi şimdi olaylara yeni bir ışıkta bak malıdır. Görecelilikten olayların uzay-zaman sisteminde eş lenebileceğini ve sistemde zaman düzeninin mutlak olmadı ğını ama gözlemcinin bir çift olayı nasıl tanımladığına göre göreceli olduğunu öğrenmiştik. Örneğin eğer olaylar uzay da ayrı ise, zamanda nasıl ayrı oldukları, özellikle o olaylar ışıktan daha hızlı seyahat eden bir sinyalin uç noktalarıysa, tamamen net değildir. Olayların zaman düzeni, gözlemcinin hızına güçlü bir şekilde bağlıdır. Eğer bir sayfa kağıt üzerine olay haritasını çizersek, dalga sayfada, bir göle düşen küçük bir çakıl taşı tarafından üretilecek olan dalgalar gibi yayılıyor görünecektir. Sadece bu defa, dalga kendisini zaman içinde hem ileriye hem geri ye doğru hareket halinde gösterecektir (ayrıca zamanda yanlara doğru; Şekil 7'ye bakınız). Şimdi, böyle bir dalga başka bir olayla karşılaştığı za man, o olayı da aynı şeyi yapması için uyarır. Uyarılan dal ganın gücü, onu uyaran dalgaya dayanır, sonuç olarak ikin ci olay da zaman içinde hem ileri hem geri doğru seyahat e den bir kuantum dalga gönderir. Şimdi eğer ikinci olay her nasılsa ilk olaydan çok farklıysa - deyim yerindeyse ters re zonanslı iseler - o zaman uyarıcıya cevap zayıf olacaktır ve cevap veren olayla az güç toplanacaktır. Ama her halükarda cevap veren olay, zamanda geriye doğru yankılanan, sunan olaya bir cevap olacaktır, zaman içinde bir çeşit el sıkışma sı.7
207
ŞEKiL 1
ZAMAN ZAMANDA GERi GiDEN CEVAP DALGALAR!
�
CEVAP VEREN OLAY
--- ZAMANDA iLERi GiDEN UYARlCI DALGALAR UYARICI OLAY
Eğer bilinçteki her olaya bu şekilde baksaydık, onu bombardımana tutan ve dışarıya çok çok dalgalar gönderen birçok çakıl taşı olan bir gölün üstünden' bakıyor olurduk. Şimdi eğer herhangi iki çakıl taşı merkezlerine, yani olayla ra, bakarsak, fevkalade bir şey meydana gelir. Dalgalar o laylar arasında ve olaylar arasındaki zaman arasında, uzay da kendilerini pekiştirme eğilimindedir. Sonra uzayda bu o layların dışında birbirlerini, ilk veya sunan olaydan önce ve son veya yankılanan olaydan sonra birbirlerinin etkilerini yok ederler. İ ptalin derecesi, teklif ile yankı dalgalarının bir birlerine ne kadar benzediklerine dayanır. Eşleşme ne kadar büyükse, olaylar arasındaki pekişme o kadar büyük ve olay lar dışındaki iptal o kadar büyük olacaktır. Bu dalgaların sihridir. Ve bu gerçekte meydana gelen olayların ihtimalle-
208
rinden anlam çıkarmak için tam ihtiyaamız olan şeydir. Yankı olayının, bir radyo istasyonu dalgasının yayın yapan stüdyo tarafından ona konulan bilgiyle hemen he men aynı şekilde hafifleştirilmesi gibi, sunan olayı geri sü ren hafifleştiren bir dalgadan daha fazla bir şey olmadığı görülebilir. Bu kuantum fiziğin olasılık alanını üretir. Şimdi tüm fi zikçiler bu iki dalgayı, tanımlandığı şekilde modüler biçim de birbiriyle çarpmanız gerektiğini bilir, ancak bunu fizikçi John Cramer'in işlemsel yorumlamasından önce bunu biri nin neden yaptığının modeli yoktur. Şimdi bu mekanizmanın tüm evren boyunca meydana geldiğini farz edin ve bilişimizin bu işleme bağlı olduğunu farz edin. Garipliği dışında tümünün en önemli özelliği, gerçekte bir olay olmadan önce iki olayın gerekmesidir. Ha len bu bir şekilde döngüsel tartışmadır. Daha yeni bir olayın bunu başka bir olaya vs. yaptığını söyledim ve şimdi diyo rum ki tek bir olay olmadan önce iki olay olmalıdır. Ne demek istiyorum? Pekala, sorunun bir bölümü dil dir. Ö nce ve sonra kelimeleri, zaman ötesinde bir pozisyon dan olaylara baktığımızda çok az farklı bir anlam yüklenir ler. Gerçekten diyorum ki, eğer evren tek bir olaydan oluş saydı, yine de olan hiçbir şey olmayacaktı. Tek bir olay diye bir şey olmayacaktı. Ve bu demektir ki, iki veya daha fazla olaydan biri, diğer olay "mevcut" olduğu için meydana ge lir. Her biri diğerini tanımlar ve bu olmadan hiçbir örnek çerçeve yoktur ve hiçbir madde yoktur ve olayların bilinci yoktur ve bu demektir ki hiçbir olay yoktur. "Bir"e sahip ol duğunuzu bilmeden önce, "iki"ye sahip olmalısınız. Bu gör düğünüz üzere tanımlaması oldukça çelişkilidir. Nerede olursa olsun, beyinde veya evrende herhangi bir yerde, tek bir olay, bir bilinç olayı oluşturmayacaktır. İki olaya ihtiyacınız var. Bilinç, bu teklif-yankı kuantum-fiziksel
209
mekanizması yoluyla, iki olay arasındaki ilişkidir. Olasılık ne kadar yüksekse, ilk olayın farkındalığı o kadar yüksektir. Olasılık ne kadar yüksekse, olay o kadar farkındadır. Dola yısıyla bilinç alanının bu iki kuantum dalgasının (U*U) ürü nü olduğunu ve bu ürün her yerde, sadece beyinde değil, a ma her yerde, var olan bir olasılık alanı olarak göründüğü nü ileri sürüyorum. Olan nöral olayların sayısı ne kadar fazlaysa ve bu şim di nöral-ağ modellerine girer, ilk olay o kadar anlamlı hale gelir. Dolayısıyla zengin bir olasılık alanı, dış bir uyarıcı et rafında inşa edilir ve o olasılık alanının yoğunluğu, ilk olay la bağlantı kurabilecek ikinci bir olayın meydana gelmesi koşuluyla, bizim bilinçle ne kastettiğimizdir. Bu, bir bilinç eylemini oluşhıran şeydir. Ayrıca mevcut nöral-ağ modellerinin bunu tekrarlaya mayacağını ileri sürüyorum, çünkü sırf kuantum fizik tara fından öne sürülen bu gelecekten günümüze eylemi değer lendirmeye almazlar. Hiçbir ikili ağ modeli bunu dikkate al maz ve elbette geleceğin şimdiki zamana katılımını içerme yen hiçbir model, bunu dikkate almaz. Burada diğer bir anahtar, kuanhım dalga süperpozis yonu kavramıdır. Rüya durumu, beyin tarafından üretilmiş kuantum dalgaların veya kuanhım durumların süperpozis yonunun temsilidir. Uyanık durumda da var olmalarına rağmen bu durumlar, gündüz boyunca güneşin yıldızların ışığını maskelemesi gibi, uyanık veri girdileriyle maskele nirler. Dolayısıyla nöral ağlara, Boolean ikili durumlarından ziyade kuantum durumları kullanarak bakmak gereklidir. Kişi kuanhım fikrinin rüya gören beyne olduğu kadar uyanık beyne de uygun olup olmadığını sorabilir. Uyanık beyne uygundur, sadece işlem dış uyarıcıların girdisiyle bunalmıştır. Sadece dış dünya kapatıldığı zaman kuanhım süperpozisyonları direkt olarak deneyimlenebilir.
210
Bununla birlikte, dış dünya tehlikelidir ve bunu idare ede bilmesi için tüm nöral bağlantıları gerektirir. Bu kadar çok bağlantılar meydana geldiğinde, bunun etkisi beyinden üre tilmiş süperpozisyonların gizli etkilerinin yok edilmesidir. Kapıdaki kurt, rüya durumunda olabileceği gibi, Kırmızı Başlıklı Kız ve büyükannesinin bir süperpozisyonu değildir.
Freudyen Ego: Bilincin Yapısı Freud'un Ego ve İd (The Ego and Tlıe ld) kitabını oku duktan sonra, Freud'un vizyonuyla vurulmuştum ve Freud' un fiziksel araçlarıyla klasik fizikten belli kavramları karşı laştırmaya çekilmiştim. Neden direkt olarak Freud'un rüya modellerine devam etmediğimi merak ediyor olabilirsiniz. Çünkü Freud'un temel farkındalık modelinin çeşitli rüya a nalizi çalışmalarından daha önemli olduğuna inanıyorum ve Freud'un ego ve id gibi temel teoretik yapıları yoluyla, rüyaları daha iyi anlamamızın mümkün olduğuna inanıyo rum. Başka bir şekilde ifade edersek, psişe ve kuantum fizi ğin Freudyen kavram ları arasında, özellikle bilinci hesaba kattığı üzere, ortak bir altyapı yerleştirmek istiyorum. Ego ve İd kitabında, Freud, "bir şeyi bilinçli yapmak" dediğimizde neyi kastettiğimiz sorusunu düşünmemizi is ter. Sonra bu soruya cevap vermek için üç fiziksel yapı veya terim sunar: bilinç (Cs.), önbilinç (Pes.) ve bilinçaltı (Ucs.). Freud şöyle yazmıştır:
"Bilinç, zihinsel aracın yüzeyine bağlanmıştır. (Dııyu algıları) olmadan ve içeriden alman tiinı algılar - duyumlar ve hisler olarak adlandırdıklarımız - başlangıçta Cs 'dir. . . . İçsel işlemler, içeride etkilenen zihinsel enerjinin yerdeğişinılerini temsil eder. İçsel işlemler yüzeye ilerler mi . . . yoksa bilinç onlara do,�ru yol mu alır? . . Üçüncü bir alternatif olmalıdır. "8
211
Burada özel ilgili gerektiren şey, Pcs.'dir. Freud önbilin ce gizlilik özelliğini - faal olmayan veya statik durumda var olma özelliği - verir. Pcs.'nin her an Cs. olabilme yetisi var dır. Genellikle otoparkta arabanızı nereye park ettiğiniz gi bi, hafıza olarak başvurulur. Pes. Ucs. ve Cs. arasındaki yol da "aracı" dır. Freud devam eder:
"Bir şey nasıl bilinçli hale gelir? Daha faydalı bir şekilde ifa de edersek: Bir şey nasıl önbilinçli hale gelir? Ve cevap şu olacak tır: Ona karşı gelen kelime-temsilleri ile bağlantılı hale gelme yo luyla. Bu kelime-temsilleri, hafıza artıklarıdır. "9 Dolayısıyla kelime-temsillerinin aracılığıyla, içsel dü şünce işlemleri algılara dönüştürülür. Sadece bir zamanlar Cs. algısı olan şey tekrar bilinçli hale gelebilir. UCS.'den or taya çıkan herhangi bir şey duygulardan ayn olarak bilincin bir bölümü haline gelebilmesinden önce, dışsal algılara dö nüştürülmelidir. Bu kelime-temsilleri, işitsel algılardan elde edilen gizli görüntüler veya hatıra izleri olarak ortaya çıkar. Kuantum fizikte kelime-temsillerine analojik herhangi bir yapı var mıdır? Sadece olduğunu düşünmekle kamlıyo rum, ayrıca böyle bir analojinin varlığını farz ederek rüyala rın aslında neden kelime veya düşünce değil de resim biçi minde olduğunu anlayacağımıza inanıyorum. Kitabın so nunda bunu daha netleştireceğim. Burada kuantun1 fizik dilinde, kelime-temsillerinin, dış dünyada gözlemlenebilir olanları belirleyen bir dizi değişen matematiksel operatörler10 oluşhırduklarını ileri süreceğim. Beynin kuantum yasalarını takip ederek işlediğini varsayar sak, o zaman olasılık fonksiyonlarını değiştirebilecek ve farklı hafıza etkilerinin görünmesine nede olabilecek fiziksel operatörler mevcuthır. Bu operatörlere herhangi bir fiziksel gözlemde başvurulmalıdır. Bunlar kodlu kural setleridir ve Pcs.'nin yüzeyinde gizli bir durumda depolanır. Freud bu yüzeyi, algı-bilinci (Pcpt.-Cs.) olarak etiketlemiştir.
212
Öte yandan duygular Pes. haline gelmez. Ya bilinçli ya bilinçsizdirler. Duyguların dünyayı deneyimlemede tamam layıcı bir yol oluşturduğunu önermek istiyorum. Sadece bu tamamlayıcı deneyimlerin nasıl ortaya çıktığı, kitabın son bölümlerinde ele alınacaktır. Burada sadece öz-referans se viyelerinin, görüntülerin nasıl duygu ve düşünce biçimleri ne dönüştürüldüklerini anlamada önemli olduklarına işaret edeceğim. Duygular, düşüncelerin tamamlayıcılarıdır ve bu yüzden kelime-temsillerini oluşturan operatörlerle "değiş meyen" (eşzamanlı olarak bilinemeyen) bir dizi gözlemlene bilirleri oluştururlar. Dahası, bu işlemler Pcpt.-Cs.'de var ol maz. Sonuç olarak bu işlemler başlatıldığında, Pcpt.-Cs. at lanır. Ancak, egonun ortaya çıktığı yer Pcpt-Cs.'dir. Dış dün ya etkilerinin ağırlığını alan, bilinçaltı alanının bu bölümü dür. Bu ağırlık, Pcpt.-Cs.'nin araolığıyla meydana gelmiştir. Pcpt.-Cs. dolayısıyla bilinçaltını kaplayan egonun yüzeyidir. Ego yüzeyinin altında kalan iddir (hakkında daha sonra da ha çok şey anlatacağım). Ama idin tamamı bu kadar korun maz. Ego tamamen idi kaplamaz. Buna karşın id, Freud'un haz ilkesi11 olarak adlandırdığı ihtiyaçlarını karşılamayı a maçlar, ego kendisini duyular yoluyla aralıksız olarak öne süren gerçeklik ilkesinin12 ihtiyaçları ile güdülür. Freud, egoyu idin üzerinde at sırtı giderken betimler. Acımasız ve güçlü cinsel enerjisi ile at gibi id, güçten yok sun olan ve ah düşünsel hünerini kullanarak yönlendirmesi gereken binici tarafından kontrol altında tutulmalıdır. Ama deneyimsiz binici gibi, ego bazen gitmek istediği yöne doğ ru at gibi idi götüren dümenci gibi hareket etmelidir. İd kelimesi, Latince it kelimesinden doğmuştur, olmak veya bulunmak kelimelerinin cinssiz halidir. Eski İngilizce'de kökü eğer (ij) kelimesi ile ilişkili olan gif kelimesidir. Aynca kişi nesne ve tanımak kelimeleriyle bağlantılı kökleri de bulur.
213
Eğer bunları biraraya getirirsek, iki çelişkili kavramı temsil eden ide ulaşırız: var olabilecek bir şey ve var olan bir şey. Ayrıca id içinde kapsanan kimliğin şaşırtıo kavramı vardır. Burada bir yerde kimlik adını verdiğimiz işlem bulunur. Freud buna içinden süperegonun geliştiği ego adını verir'.
Kuantum Freudyen İd Bilinçaltı, büyük bir olasılıkla kuantum durumların sü perpozisyonlarının meydana geldiği zemindir. Aşağıdakini söylediğinde Freud'un aklında olan şey budur:
"İd, kalıtım yoluyla alınan, doğum sırasında var olan, bün yede saklanan lıer şeyi içerir - lıer şeyden önemlisi, dolayısıyla so matik yapıdan kaynaklanan içgüdüler ve burada (idde) biçimlerde ilk defa fiziksel olarak ifadesini bulan içgüdiiler bizce bilinmez. "JJ Psikolojinin fiziğini elde etmede en önemlisi, Freud'un ifadesidir:
"Düşüncenin mantık yasaları, ide ııygulanamaz. . . Karşıt dürtüler, birbirlerinin etkisini yok etmeden veya birbirini zayıflat madan yan yana var olur. "14 İ din mantıkdışı yapısı, kuantum fiziğin Hilbert uzayının mantıkdışı yapısı gibidir. Bu uzayın mutlaka fiziksel bir u zay olması gerekmez, ideallerin, henüz gerçekleşmemiş ve dolayısıyla potansiyel olarak mevcut ama aslen var olmayan kavramların uzayıdır. Kişi Hilbert uzayından fiziksel uzay da gözlem yaparak deneyim yaratabilir. Ne gözlemlediğim Hilbert uzayında var olan muhtemel ideal gözlemlerin ağı na dayanır. Benim gözlemim, benim Hilbert uzayımda mev cut olan seçeneklerden oluşur. Eğer benim gözlemim keskin değilse, Hilbert uzayımdan "orada" ne olduğunun deneyi mini aklıma gösteren çeşitli ve muhtemelen çelişkili idealle ri alırım. Keskin bir gözlem net ve kesin bir görüş verir. İ d, her nasılsa gerçek olan olasılıklar diyarında bir göl-
214
gedir! Tüm olasılıklar, bir haritada uzayın dört yönü olması gibi, Hilbert uzayında vektör olarak, belirli yönleri olan uza tılmış çizgiler olarak bulunur. Bu uzay, çelişkili ya da değil, tüm muhtemel gözlemleri temsil eden ideallerle yayılmıştır. İ din bir Hilbert uzayı olduğu teorisini destekleyecek daha fazla kanıt vardır. Kuantum fizikte, zaman (t) tuhaf bir rol oynar. Fiziksel bir işlem veya gözlemlenebilirle temsil e dilemez. Benzer şekilde id, zamanı bilmez. Freud'un ortaya koyduğu gibi: " İ dde, zaman düşüncesine karşılık gelen hiçbir şey yoktur, zaman akışı tanınmaz ve (çok kaydadeğer ve felsefi düşüncede yeterli ilgiyi bekleyen bir şey) zamanın akışıyla zihinsel süreçlerin değişimi yoktur . . . Doğal olarak id değer-leri, iyi ve kötüyü, ahlakı bilmez."15
Zamansız Kişilik Şimdi, yukarıda bahsettiğim üzere, kuantum mekanik te fizikçiler zamanın gözlemlenebilir olmadığının farkına varmışlardır. Bu demektir ki zaman geçerken gözlemleye meyiz. Kol saatlerimizde veya daha yaşlı olmamız açısından zamanı gözlemlediğimizi söylediğimizde gözlemlediğimiz şey, zaman değildir - hareket, deneyim ve hafızadır. Bunlar aynı değildir, kendi içinde zamana eşit de değildir. Kuantum mekaniğinde, evrende her fiziksel gözlenebi lire bir matematiksel operatörün karşılık gelmesi gerektiğini keşfettik. Operatör gözlenebilirin sembolik temsilidir. Bu sembol, o gözlenebilirin bilgisinin kazanıldığı araçlardır. Ör neğin uzayda konumun gözlenebilirliği, kuantum mekanikte operatör q ile temsil edilebilir. Bir nesnenin uzay boyunca hareketi, operatör p ile temsil edilir ve nesnenin momentu mu olarak adlandırılır. Bir nesnenin enerji kütlesi, operatör H ile temsil edilir, vs. Kuantum fizik dilinde, kelime temsilleri, dış dünyada
215
gözlenebiliri (hissedileni değil) tespit eden operatör takımı nı oluşturur. Bu operatörler Pcs.'nin - algı-bilincinin - yüze yinde gizli bir durumda depolanır. Bu operatörler, evreni gözlemlemeye başlama yolumuzu temsil eder. Gizlilikleri, belli bir şekilde onları bilince çağırabileceğimiz anlamına gelir. Onları kullanmak için, üzerinde çalışabileceğimiz mal zeme olmalıdır. Bu malzeme, herhangi bir zaman algısı ol madan - zaman veya t-operatörii olmadan - idden ortaya çı kar. Bunlar Hilbert uzayının zamansız ideal vektörleridir. Kuantum fiziğe geri dönersek, Hilbert uzayında hiçbir t-operatörü yoktur. Kuantum mekanikte zaman, geçmişi ge lecekten ayırmayan, ama ideali idealden ayıran bir paramet re olarak görünür.
Bilinçaltına İtme: Bir Kııantum Fizik Modeli Aklın düşünceyi bilinçaltına nasıl ittiğini, bastırdığını hep merak etmişimdir. Bastırma, eğer tamamlayıcılık ilkesi nin eylem hali olarak tanırsak, bastırma meydana gelmeli dir. Freud'un ortaya koyduğu üzere, "bastırmanın özü, basit olarak bir şeyi başka tarafa yönel tmekte ve onu bilinçten u zakta tutmakta yatar."16 Bastırma, potansiyel olarak endişeye neden olucu her hangi bir kavramı bilinçaltına iter. Ayrıca gömmeyi durdur mak sürekli tetikte olmayı gerektirir. Daha sonra sadece bastırmanın tetikte olma yönüne değil, aynı zamanda sürek li gözlem yoluyla tetikte olmanın aslında nasıl fiziksel ato mik dünyayı değiştirdiğine bakacağız.
Dünyanın Yaratılması ve Bölünmesi Freud'u takiben, deneyim üç bölüme ayrılmıştır: du yum (sensation), algı (conception) ve kavrama (perception).
216
Kavrama, tüm duyumun sembolik bir temsilinin havuzun dan oluşur. Algı, sembolik havuzdan duyumun deneyim lendiği dış dünyaya bir yansımadır. Duyum eylem olarak düşünce ve duygu olmadan tamamen mekaniktir. Tüm du yumu klasik mekanik dünya görüşünün bir parçası olarak görürüm. İngilizce kelimelerin sonundaki "tion" kısmını böldü ğümüzde "sensat", "percept" ve "concept" elde ettiğimiz gi bi, gerçekliği de üç bölüme ayırırız: klasik (duyulara karşılık gelir), yarı klasik veya yarı kuantal (algılara karşılık gelir) ve kuantal (kavramlara karşılık gelir). Kuantum dünyası tama men semboliktir. Klasik dünya tamamen duyusaldır. Sem bolik ve duyusalın karşılaştığı sınır dünya, algısal veya yarı klasiktir. Bu egonun gerçekliğidir. Bilinçaltı ve sembol refe rans dünyası aynıdır.
Rüyalarda Zamansızlık Metaforik bir temel olarak kuantum fizikle, rüyaların zamansızlığına yeni bir içgörü sağlayabiliriz. Neredeyse tüm bilinçaltı, idin işlemleri kasvetli ide iti len bastırılan hatıralarla birlikte daha önce gözlenmeyen zi hinsel biçimleri içerir. Gözlenmemiş zihinsel biçimler gibi bu hatıralar, bireyin fiziksel ve zihinsel hayatını etkiler. Ama kişinin bunlar üzerinde çok az kontrolü vardır. Bunlar za man zaman mantar gibi yerden bitiverirler. Ayrıca bu za man zaman mantar gibi bitmenin, dünyayı Pcpt.-Cs. yoluy la, yani kelime-temsilleri yoluyla görme arzusunun bir so nucu olduğunu öne sürüyorum. Psikoanalizde kullanılan meşhur kelime çağrışım testleri, kelimelerin psikoanalist ta rafından verilen herhangi bir kelime ile bağlantılı olarak bi tiverir gibi göründüğünü işaret eder. Ortaya çıkıveren keli meler, kuantum fizikte fiziksel özelliklerin görünümilne
217
benzer. Örneğin verilen bir deneyde bir partikülün görüne bileceği zamanın ilerisinde tahmin edemeyiz. Uzaydaki ko num operatörünü kullanmaya karşılık gelen onu aramaya kalkışabiliriz, ama sonuç belirsizdir. Özellikle karanlıkta meydana gelen bir rüya deneyimi sırasında veya şamanik bir deneyim sırasında, d ış dünyayı kapatırsınız. Bu, garip süperpozisyonları görmenizin olası olduğu zamanlardır. Bu freudyen ide veya isterseniz bilinç altı akla bir bakıştır. Akıl hastanelerinde dış dünya ile kuan tum süperpozisyonların zihinsel dünyası arasında her za man ayrım yapmayan insanların dolaştığını hayal edebiliyo rum. Belki onlar kuantum diyarındalar. Rüya görme, fizikte ünlü çift yarık deneyinde, müda hale kalıbını gözlemlemek gibidir.17 Ve uyanmak, müdahale etkisinin iptal olmaya başlaması için yarıklar arasındaki me safeyi ayarlamak gibidir.
Rüya Görmenin Kuantum Mekaniği: Objektif ve Sübjektif Deneyim Arasındaki Köprü Kuantum fizik bakış açısından her şeyi somutlaştırma ya çalışıyoruz. Yine de öznel deneyimimize algılarımız yo luyla yönleniyoruz. Dolayısıyla benim kuantum fiziksel ba kış açımdan, gözlemin öznel deneyimini nesnel olarak ince lememe sebep oldu - ki bu bir bakıma çelişkilidir. Yazdığım herhangi bir şey hakkında direkt deneyimim olmasını isti yorum. Deneyci olduğum kadar laboratuvar ve deney olu yorum. Değişmiş durumdaki farkındalığımdaki deneyimlerim den, bilincin nasıl çalıştığına dair çeşitli teoriler geliştirmek teyim. Bilinç çalışmalarımızda hepimizin ortak başlıca soru su şudur: Denek nerede? Süregiden her şeye tanık olan "ben" nerededir? Örneğin Hobson'ın çalışmasında çok net
218
olarak nörolojik ve hücresel seviyede ve en sonunda bir olay bilince girdiğinde veya kişi bir rüya durumuna girdiğinde moleküler seviyede bile ne olduğunu saptayabiliriz. Ama süregiden görsel ve duyusal ışık gösterisinin şablonunu ta nıyan, gözlemleyen "ben" nerededir? Ancak bunu cevaplamaya kalkışmadan önce, 1 . Bölüm' de belirtilen soruyu kısaca cevaplamama izin verin: Ben/ben olmayan ayrımı nasıl meydana gelir? Yeni cevap, olayların uzayımsı kuantum fiziksel bağlantısı vasıtasıyladır. Benliğin ve ben olmayanın uzay ve zamandaki deneyimini ortaya çıka ran, olayların bu bağlantısıdır. Bunun anlamını açıklamak için cevabı bir kenara ayır mama izin verin. Burada birleştirilen üç anahtar kelime var dır: olaylar, uzayınısı ve kuantunı. Şimdi olayların ne olduğu ile ilgili bazı fikirlerimiz var. Onlar gördüğüm üzere, deneyimle sonuçlanacak bir çeşit nesne-özne ayrımı gerektiren belirli, uzay ve zaman açısın dan yeri belirlenebilir deneyimlerdir. Dolayısıyla fark edil diği zaman bir şey, olay haline gelir. Şimdi, bir çemberde tartıştığımı iddia etmenizden önce, ilkin deneyimin nasıl or taya çıktığını açıklamaya kalkıştığımdan dolayı, mantığın bu sırasını tamamlamama izin verin. Kuantunı kelimesi burada gündeme gelir. Bu kelime, kuantum fizik yasalarına göre, olasılıkların gerçekliklere dö nüştüğü oldukça spesifik yollara atıfta bulunur. Özet olarak, bir olasılık gözlemlenen bir olay olduğu zaman, deneyimle nen bir olay haline - bir gerçeklik haline - dönüşür. Yine bu eylemde işaret edilen döngüselliğe dikkat edin. Bunun nasıl olduğunu, çoktan olduğunu bildiren bir işlem bazında ta nımlamaya çalışacağım. Ve yine okuyucudan sabır göster mesini rica ediyorum. Bu kolay bir iş değil ve ben hala ku antum rüya görmenin sadece ön hazırlık tartışmasındayım! Üçüncü kelime uzayıınsı kelimesidir. Bu kelime, Eins-
219
tein'ın özel görecelilik teorisinin ilk zamanlarında ortaya çıkmıştır. İ ki olayın uzay ve zamanda eşzamanlı olarak bir biriyle ilişkili olabileceği yolunda atıfta bulunur. Eğer gök yüzünün farklı yerlerinde aynı anda milyonlarca havai fişe ğin patladığını ve bu patlama olaylarının bir şekilde birbir leriyle bağlantılı (ilişkili) olduğunu hayal ederseniz, o za man uzayımsı bağlantıların fikrine sahip olursunuz. Burada önerilen modelde, özben, birbiriyle ilişkili olabilme kapasi tesine sahip tüm olayların uzayımsı ağında "orada" yer alır. Bu "uzayımsı" bakış açısında, çevrenizdeki dünyanın farkındasınızdır, çünkü özbeniniz aslen o dünyaya uza-nır. Öncelikli olarak duyularla ilgili olan bir özben, deriyle bağ lanhlıdır.18 Deri ile bağlantılı olan bilinç, farkındalığın büyü mesinde ve evrilmesinde gerekli bir basamakhr. Ama kişisel farkındalığa götürmez. Veya belki daha iyi ortaya koyarsak, özbenle deri algılaması arasındaki farkı ayırt edeme-yecek bir kişisel farkındalığa yol açar. Bu küçümsemek de-ğildir. Evrimin gerekli bir gelişimidir. Bu uzayımsı bağlantılar beklediğiniz şey olmayabilir; özbeni geliştirmek için kuantum fiziksel ilişkiler gerektirir ler. Bu anahtar kavramdır. Peter Russel, Global Beyin (The Global Brain) kitabında, tüm yaratıkların bireysel bölümleri arasındaki irtibat yoluy-la evrildiğine işaret eder. Bölümler bağlandıkça, genişlemiş bir kişisel farkındalık geliştirdiler. Bu süreç biyolojide görü-lebilir. Hücrenin kişisel farkın dalığı sınırlıdır. Eğer kendini çok sınırlarsa, kanserli olur. Hücrelerin ortak davranışı, organları üretir. Organlar varlık ları üretir. Ve eğer o varlıklar rüya görürse, varlıklar kişisel farkındalık geliştirir. Deri farkındalığı olarak adlandırdığım sınırlı kişisel farkındalık, deri dışındaki uyarıcıyla bağlantı kurma kapasitesine sahip değildir. Bu sınırın ötesine geç mek için rüya görürüz. Paradoksal olarak, evrenle bağlantı kurmak için dış dünyayı kapatırız.
220
Moleküler Seviyede "Ben " Var Mıdır? "Ben" nasıl ortaya çıkar? "Ben", uyarıcıyla bağlantı ku ran tüm konumlarda meydana gelen olasılık alanının yo ğunluğunda, zamandan bağımsız olarak ve aslında anlaşı lan zamanın ötesinde ortaya çıkar gibi görünür. Benim olayların uzayımsı kuantum fiziksel bağlantısı olarak adlandırdığım senkronik nedensiz bağlantılar, far kındalık üretir. Ve bu bağlantılar her yerde meydana gelir. Tüm evrende mevcut olan "ben" vardır. İçimizde herhangi küçük bir varlık bulmayacağız. Cüce yoktur. Dolayısıyla iş lemin kendisine ve fiziksel bir fenomen olarak anlamına bakmalıyız. Bu kavramdan "özben" kavramı ortaya çıkar. Ancak yine de paradoksal olarak, "ben" olmadığı so nucuna vardım. Doğu mistiklerinin idrakinde olduğu gibi, "ben" idrak işlemleri bütündür. Bu yüzden kişi, şu sonuca varabilir: O halde yokum. Bir bakıma bu doğrudur. Veya başka bir açıdan "ben" olan her şeyim. Yani nesneyi redderseniz ve var olmadığını ve her şeyin nesnel olduğunu söylerseniz, o zaman henüz tam olarak anlamadığımız komik bir şekilde tüm işlemlerin canlı ve kognitif olduğu sonucuna gelmelisiniz. Hepsinin kognitif gizliliği vardır. Bu bazı verilere, bazı teorilere ve bazı yorumlara ön ha zırlık bakışı oldu. Kitabın sonuna ulaşmanızdan önce, rüya görmeye daha bile özgü olan terimler bazında bu konuya ve rüyaların, "Büyük Rüya Gören"in tezgahladığı, gizli kuan tum fiziksel deneyine doğru laboratuvar ortamını nasıl sağ ladığına, eğer onu görmek için yeterince evrilmeyi seçersem "ben"im tüm evren olduğum idrakine tekrar bakmaya çalı şacağız.
22 1
1 1 . B ÖLÜM .
..
TELEPATiK RUYAL AR TURLERIN HAYATTA KALMASI Şimdi biliyorum ki, rüya görmemizin nedeni tekil ruhlarımızdan kaynaklanmıyor. Kimliği belirsiz ve ortak olarak rüya görüyoruz, ama lıer biri kendi biçiminde. Bizim bir parçası olduğumuz büyük ruh, gençliğinin, umudunun, keyif ve barışının ve kan /edasının kendi gizli rüyalarını bizim rüya görme tarzımızda, bizim vasıtamızla rüya görebilir. - Thomas Mann Sihirli Dağ (The Magic Mountain)1 Günümüzde, bilimsel bir ifadeyle, bilincin üç ana ilkesi olduğunu biliyoruz: uyanık, uyku ve rüya. Daha fazla oldu ğundan eminim, ama bu üçü bilimsel olarak tamamen bel gelenmiştir ve kesinlikle çoğumuza aşikardır. Elektriksel be yin aktivitesini kaydeden bir araç olan bir elektroensefalog ram (EEG), bu üç durum sırasında üç ayrı karakteristik ka-· lıp veya beyin dalgası sapt�r. Ancak REM evreleri sırasında, EEG şablonu uyanık durumdakine benzer. Zamanın dehliz lerinden geçerek şimdiki üçe evrilmiş olan bilincin d�ha ön ceki ilkel durumları olabilir mi? Sanki evrenin tek bir noktadan doğmasını, başlangıcını günümüzde anladığımız şekliyle hemen hemen aynı şekil de, muhtemelen bu üçü olmadan önce bilincin böyle tek bir durumu vardı. Fizikle ilgili mevcut düşünüşün ileri sürdü-
222
ğü, evren ilk başladığında şeyler bir bakıma daha basitti. Evrende sadece tek bir güç vardı. Ama evrildikçe, o güç kendini günümüzde aşina olduğumuz bilinen dört güce2 böldü. Belki bilinçte buna benzer bir şey olmuştur. Bunun herhangi bir kanıtı var mı? Başka bir ifadeyle, günümüzdeki beyin araştırmalarında rüya görmenin, uya nıklığın ve uyumanın bir şekilde tek bir bilinç durumuna tümleştiğini akla getirecek herhangi bir şey mevcut mu? Herhangi bir kanıt olsaydı, normalde alıcı başka bir durum da olduğu zaman bilincin bir durumunda alınması veya de neyimlenmesi mümkün olan bilgiyi içermesi şart olurdu. Örneğin rüya gören bir kişi, uyanık hayatta meydana gelen olayların farkında olurdu. Bir kişi uykudayken ve rüya gö rürken, dış dünyada meydana gelen olayların bir şekilde farkında olabilir mi? Montague Ullman ve diğerlerinin tele patik rüyalarla ve türlerin bağlantısı açısından rüyaların ro lüyle ilgili çalışmalarını kazarken bizi ilgilendirecek olan so ru budur. Telepatik rüyalar kehanet rüyalarını, rüya gören bir in sanla uyanık bir insan arasındaki bağlantıyı, rüya gören bir insanla başka bir rüya gören insanı bağlayan rüyaları ve u yanık bir insanın rüya gören birine bir resim göndermeye çalıştığı rüyaları içerir. Ullman, prekognitif rüyaların telepatik rüyalardan ay rıldığında ve her ikisinin de paranormal olmasına rağmen, normalde telepatinin sadece bir kişinin aklıyla diğer kişile rin akılları arasındaki geçmiş veya günümüzdeki, ama gele cekteki değil, paranormal bağlantıya atfedildiğine işaret e der. Ayrıca çoğu paranormal rüyaların telepatik (geçmiş ve ya günümüzle ilgilenen) olmaktan ziyade prekognitif (gele cekle ilgilenen) olduğunu açıklar. Kuantum dalgalarının za manda ileri, geri, yanlara seyahat etmesinin mümkün oldu ğu 10.bölümdeki açıklamamla tutarlı olarak, hem Ullman'ın
223
o terimin açıklamasını hem de prekognisyon kavramım i çermek için telepatik terimini kullandım. Daha önceki bölümde, beynin eşzamanlı olarak anlam lı bir şekilde bağlantılı ama nedensellik bağının şart olmadı ğı muhtemel kuantum fiziksel bağlantılar, olaylar yoluyla nasıl çalıştığını açıkladım. Bu bağlantıların belki özbenin ve ben olmayanın duyumunun gelişmesi için, yani özbeni ev renin geri kalan kısmından ayırma kabiliyeti için gerekli o labileceğine işaret ettim. Burada bu bağlantıları rüyaların nasıl bu bağlantıları güçlendirmek ve bazı zamanlarda za yıflahnak için gerekli olan bilinç durumu olduklarını göste ren kuantum fizik bakış açısıyla daha detaylı keşfedeceğiz. Kuantum fiziksel açılar, kuantum fiziğin kendisi mad denin "dış dünyası" ile ilgilenmediği ama bunun yerine ça kışan olasılıkların, niteliklerin gerçek manada rüya gibi olan hayaletvari bulutları ile ilgilendiği için ortaya çıkar. Bir fın dıkkabuğunda bu hayalet gibi olasılıkları kontrol ederek, ki şi gerçek dünyanın kontrolünü elde eder. Kontrolün nasıl ve ne ölçüde ortaya çıkacağı, sadece ne kadar bağlantılı ve o layların görünümünde ne kadar duyumsal deneyim oldu ğuna bağlı olabilir. Sıradan veya telepatik olmayan rüyalar, telepatik rüya lardan sadece bir açıdan farklıdır: rüya sırasında ilişkili olan veri . Sıradan rüyalar genellikle günün hatırlanan deneyim lerini (günlük kalıntı) geçmiş ilişkilerle ve/veya hafıza kap samında gelecek beklentileriyle ilişkilendirir. Ayrıca bireyin veya insan türünün hayatta kalmasına hizmet etmeyen hatı raları silmek için (7. Bölüm'e bakınız) antikorelasyonları bir mekanizma olarak sunabilirler. Telepatik rüyalar hisleri ve duyguları uzay-zaman olaylarıyla ilişkilendirme eğiliminde oldukları için oldukça farklıdırlar. Telepatik rüyalarla yakından bağlantılı olan, Dr. Mon tague Ullman tarafından kuramlaştınldığı üzere, rüyaların
224
bireylerin hayatta kalmasını ikinci konu olarak ama şart ol mayarak görmesi ile birlikte insan türünün hayatta kalması na yardımcı olmaya hizmet ettiği ilgili konudur. Rüyalar, sı radan uyanık benliklerimizden kurtulur bir biçimde kay naklanır gibi görünür. İ lgimiz olabileceğini asla düşünme yebildiğimiz şeyler hakkında rüya göre eğilimindeyizdir. Bi zim uyanık farkındalığımız uzay-zaman-madde konularıyla ilgilidir. Günlük deneyimlerimizi zaman, uzay ve madde ile koordinasyonumuza göre düzenleriz. Rüyalarımızda böyle değildir. Orada olayları uzay ve zamana göre değil, his ve duygulara göre bağlantı kurarız gibi görünür. Rüyalarımız bunu neden yapar? Ullman rüyaların "bi zim başkalarıyla bağlantımıza zararının, bağlantımızın ta mir edilmesinin ve güçlenmesinin değerlendirmesi"3 ile ilgi li olduğunu öne sürer. Uyanıkken oldukça ben odaklı, par çalanmış ve sosyolojik baskılar yoluyla farz edildiği üzere bireysel olarak ayakta kalma endişesiyle çalışırız. Uyku sıra sında ve rüyalarda uyanık hayatın günlük kalıntılarını, fark lı önceliklere göre yeniden düzenler gibi görünürüz. Rüya gören benlik, diğer insanlarla ve bazen insan olmayan var lıklarla bağlantısına müdahale eden herhangi bir şeyden en dişe duyar. Bu genellikle görsel metafor4 yoluyla başarılır. Ullman rüyalara hareket halindeki metaforlar olarak atıfta bulunur. Rüya metaforları hisleri ve duyguları görsel görüntü lerle ilintilemeye eğilimlidir. Her ne kadar 20. Bölüm'de ku antum fiziğe dayanan bir kuramsal teori sunacak olsam da, bir hissi bir görüntüyle nasıl bağdaştırdığımız bilinmiyor. Bunu bilinçsiz olarak veya belki uykumuz sırasında yapma mız şaşırtıcıdır. Çok çabuk meydana gelir. Bir rüya görüntü sü vardır ve biz o görüntünün sonucu olarak bir şeyin kıpır kıpır olduğunu hissederiz. Çoğu görüntüler bir önceki gün den veya geçmişten ortaya çıksa da, nadir görüntüler rüya
225
göreni geleceğe veya kişinin yerel veya geçmiş çevresinin bir parçası olmayan olaylara bağlayarak ortaya çıkar. Belki bu görüntü ve his bağlantısı sorusunu ters soru yoruzdur. Görüntü ve hisler halihazırda birleşmiş olabilir ve uyanık, ben odaklı hayatımız boyunca, bağlantıyı parçala yıp ikiye bölüyor olabiliriz. Hepimiz çok sıklıkla hislerimizi duyusal deneyimlerimizden parçalarız. Özbenin uyanık ha yat boyunca hareketi, telepati meydana gelmesine rağmen, hissi uzay-zamandan ayırma işlemi olabilir; rüya hayatı bo yunca ise bağlantıyı tazeler ve kesiği iyileştiririz. Telepatik rüyalar bu açıdan meydana gelmesi gereken iyileştirmeler dir, diğerleriyle bağlantımızı duygularımız vasıtasıyla yeni den kurar. Dolayısıyla rüya telepatisi, insanın hayatta kalmasının doğal sonucudur. Rüyalar vasıtasıyla, bizi tehdit eden güç lere karşı kendimizi bilgilendirilmiş tutmak ve bu endişeler le ilgili olarak türümüzün diğer üyeleriyle iletişim kurmak için, bu endişelerin kaynağına bağlı olmaksızın telepatik o larak iletişim kurarız. Uyanık hayatta tüm problemlerimizin nedenini biliyor gibi görünürüz. Bu oradaki "o adam"dır. Ama rüyalarda "orada" ile "burada" arasındaki fark aynı değildir. Aslında hayatta kalma problemi, kendimiz ile evrenin geri kalanı arasına koyduğumuz sınırlara güçlü bir derece de dayanır. Sadece ben nerede sona eriyorum ve sen başlı yorsun? Ne ölçüde ben insanlığın bir parçasıyım ve aynı za manda bağımsız bir varlığım? Her birimiz diğerleriyle ve çevremizle ilişkilere başladığı ve bitirdiği, zamanla karşılaş tığımız ve uzayda hareket ettiğimiz için bu soru sürekli so rulur, sürekli incelenir. Sınırlarımızı nerede algıladığımız, u zay ve zamanda ne ölçüde uzandığımız, büyük ölçüde bi zim gece çalışmamızla - rüya işimizle - belirlenir.5 Şimdi bu kavram garip görünebilir. Çoğumuz, özellikle
226
klasik bilimi takip ediyorsak, bedenlerimizden fazlası olma dığımızı düşünür. Kendi derimin sınırlarının ötesine uzana bileceğimi düşünmek bile, büsbütün fantezi gibi görünebi lir. Ama öyle midir? Eğer Libet'in verisini hatırlarsanız (6. Bölüm'e bakın), her ne kadar her deneyimin "burada" be yinlerimizde kayıtlı olduğunu "bilsek" de, deneyimi hemen o deneyimin tam konumuna bakmaya yöneliriz. Libet'in de neyleri yoluyla, beyinleri, yarım saniye geçene kadar uyarı cının bilinçli bir farkındalık uyandırdığını göstermemesine rağmen, deneklerin deneyimi uyarıcının asıl zamanına geri atıfta bulunduğunu gösterdiğini hatırlayın. Benzer bir şekil de bizim de görsel deneyimimizi, retina! ağlarımızdan ziya de vizyonun konumuna başvurduğumuza işaret etmiştir. Bu belki de, nesnelliğin büyük ölçüde deneğe bağlı ol duğuna ve "orada" /"burada" ayrımının bir şekilde keyfi ol duğuna dair bir ipucudur. Burada önerdiğim şey, rüyaların o sınırı yerleştirmemize olanak sağlayacak gerekli bir meka nizma olarak hizmet ettiğidir. Duyusal deneyimlerde bahse derken, genellikle bununla ilgili bir problemimiz olmaz. A ma peki ya derimize oldukça dışsal olan deneyimler? Ben den hem zaman hem uzaysal açıdan oldukça uzak "orada" olan bir olayın, benim için bir anlamı olabileceği mümkün müdür? Pekala, evet, olabilir. Ama fiziksel dünyadaki bir olay ve algılayanın bilincinde olan bir olay gibi iki olay arasında ki nedensel bağlantının kışkırtmasında olduğu üzere sıra dan bir anlamda değil. Anlamı bizim hislerimizi ve muhte melen duygularımızı içerecektir. Ama sonra, o olay benim bilincimin bir parçası nasıl o hır? Evrene bakış açımızda radikal bir değişiklik yaptığımız yer burasıdır. Normal bakış açısı, evrenin bazı fiziki etmen değişimi yoluyla birbirleriyle etkileşime girmesi gereken ay-
227
rı nesnelerden oluştuğudur. Bir fiziki eylem değişimi göz ö nünde tutularak, işlemle ilişkili her iki nesne, harekette bir değişiklikten zarar görür. Burada, Newton'un üçüncü hare ket yasası, nedeni dikte eder: bir cisme, bir kuvvet etkiyorsa; cisimden kuvvete doğru eşit büyüklükte ve zıt yönde bir tepki kuvveti oluşur. Fiziki eylemi alıp götürün ve nesneler, sanki diğer nes neler var olmayı becerememiş gibi kendi işlerini yaparlar. Newton'un eylemsizlik yasası, bu düşüncenin başlıca aksi yomudur: Bir cisim üzerine bir dış kuvvet etkimedikçe, ha reket halinde veya durağan cisim, o şekilde kalma eğilimin dedir. Ancak kuantum fizik, Newton'un yasaları tarafından belirtilenden çok farklı bir yönde işaret eder gibi görünür. Fiziki eylemler yoluyla kuvvetler tarafından etkilenen ayrı nesneler yerine, bir olasılık denizinden ortaya çıkan potansi yel nesnelerimiz, bulanık görüntüler gibi görünen nesnele rin hayalet gibi görüntüleri vardır. Sadece bu potansiyel nesnel2rin hareketini göstermeyen ama aynı zamanda bu potansiyel nesnelerin potansiyel hareketlerini de gösteren, potansiyel etkileşimler vardır.6 Dolayısıyla, daha derin bir düzenden, herhangi objektif açıdan tanıma direnen bir dü zenden nesnel nitelikler ortaya çıkar gibi görünür. David Bohm buna saklı düzen adını verir.7 Bohm'un sezgisel kavramını beraberinde tutarak, evre ni, içinde daha derin eylemlerin bir sonucu olarak ayrı par çaların ortaya çıktığı tek bir temel ve potansiyel bütün olarak görürüz. Bu eylem sadece fiziki evreni değil, fiziki evrenin değerlendirilebileceği araçları da üretir: akıl-bilinci. Bu ba kış açısından, fiziki bir olayın olduğu her yerde, onu algıla yacak bir bilinç biçimi olmalıdır. Şimdi bunun nasıl olduğu hala bir gizemdir. Önereceğim büyük bir ipucu, insanların rüya gören beyinlerinde yatar.
228
Belki de tüm sözüm ona dışsal olaylar, saklı düzendeki bu daha derin eylemlerden kaynaklanır. Tıpkı iki elektro nun temel özelliklerinde farklı olmamaları gibi, bu elektron ları algılayan iki akıl-grubu, temel özelliklerinde birbirinden farklı değildir. Tıpkı tüm elektronların aynı elektronlar ol duğunu doğru varsayabileceğimiz gibi8, tüm akıl-grupları aynı akıldır. Bu öngörüyü alarak, dışsal olayların halihazırda bir bi lincin parçası olduklarını ve problemin bireyin kişisel far kındalığının mekanik lokal modeli içine nasıl uydurulacağı olmadığını, ama dışarıdaki "duyuötesi" deneyimlerin "ka pahlması" ve normal duyusal deneyimlerin "açılması" veya "dönülmesi" gerektiğini görmemiz olduğunu, çünkü bunla rın bireysel hayatta kalışımız için temel olarak göründüğü nü öne sürüyorum.9 Ullman, bireyler olarak değil, türler olarak hayatta kal mamız için rüya gördüğümüzü söyleyerek daha da ileri git miştir. Dolayısıyla duyuötesi deneyimlerin farkındalığını, tü rümüzün hayatta kalmasını etkileyecek dereceye kadar aça rız. Bu rüya görme sırasında yaptığımız ne varsa, kendi bi reysel hayatta kalmamıza dışsal olan olaylara dikkat verme mede, sadece kısmen başarılı olduğumuzu ima eder. Ayrıca olaylar yıkıcı hale geldiğinde ve tür olarak neslimizi tehdit ettiğinde, rüyalarımızda bunu algılayacağımızı ima eder. Varlığımızın rüya görme safhasında ne yapıyoruz? İki tamamlayıcı şey yaptığımızı öne sürüyorum. Verileri eşza manlı (kuanh1m fiziksel uzayımsı 10 ayrı olaylar) ve nedensel (klasik fiziksel zarnanımsı 1 1 ayrı olaylar) olarak ilişkilendiri yoruz. Sadece çizgiyi nasıl çektiğimiz bir gizem olabilir.1 2 Ayrımı nasıl yaparsak yapalım, rüya adını verdiğimiz gece çalışması sırasında sadece bunu yapmak için eğitimi sonuç landırdığımızı öne sürüyorum. Telepatik rüyalar esasen gelecekte olacak ve/veya rüya
229
görenle bölgesel olmayan13 rüyayla eşzamanlı olarak mey dana gelen olayları içeren verileri ilişkilendirmeye eğilimli olmaları dışında, sıradan rüyalardan farklı değildir. Bu "bi lim-kurgu-gibi" korelasyon, eğer mekanizma kuantum fizi ğin halihazırda bir parçası olmasaydı anlaşılamazdı. Bölgesel olmayan veya uzaktaki eylemler, günümüzde kuantum fiziğin basmakahbıdır. Bunlar aynı anda ama fark lı yerlerde olan, telepatik bağlantılar için gerekli bir özellik, anlamlı bir şekilde bağlantılı olaylara atıfta bulunur. Peki ya aynı yerde ama farklı zamanlarda meydana gelen anlamlı bir şekilde bağlantılı olaylar? Elbette olaylar arasındaki ku antum fizik prekognitif bağlantıları kullanarak açıklamak i çin gerekli olacaktır. New York, Rochester'da, Rochester Üniversitesi'nde 1967'de yürütülen bir dizi deneyde, Fizikçi R.L.Pfleegor ve L.Mandel, bağımsız ışık kaynaklarından14 bir şekilde yayı lan tek bir fotonun (ışık partikülü) hedef alanda bir müda hale etkisi yaratabileceğini göstermiştir {bir önceki bölüm deki çift yarık müdahale şablonunu ele alan dipnota bakı nız). Bu, herhangi bir zamanda tek bir ışık partikülü mev cutken bile meydana gelmiştir.15 İki lazer, ışığı ara sıra yaya caktır ve fotonlar iyi emilecektir, böylece kişi müdahaleyi iki (veya daha fazla) fotonun hedef alanda aynı anda mevcut olmasının bir sonucu olarak açıklayamaz. Bunun yerine, her bir foton, sanki her ikisinin de oraya varacağını, ya önce ya da sonra ve her iki lazer tarafından yayılacağını "biliyor muş" gibi hedef alana varmaktadır! Her fotonun, zaman içinde aynı yere ulaşmak için iki farklı yolu vardı. Dolayısıyla kendisine müdahale etti. Foton için gelecek ihtimali, bir şekilde olası geçmişte kendisiyle i letişim kurması olarak görülebilir. Bu bir kuantum fiziksel prekognisyon etkisidir ve kısa süre sonra göreceğimiz üze re, prekognisyon için bir açıklama olabilir.
230
Daha sonra size holografik rüya görüntülerinden bah sedeceğim. Burada hologramların, müdahale etkilerini gös teren sonuçta ortaya çıkan tek görüntüyle, farklı zamanlar da çekilen görüntüleri depolama kapasitesine sahip olduk larını belirtmek istiyorum. Bu yüzden mevcut bir görüntü nün üstüne konulan geçmiş bir görüntü, mevcut görüntüyü bozacaktır. Bu işlem holografik olduğu kadar kuantum fi ziksel ise, o halde gelecek ihtimali zamanda geriye şimdiki zamana "dalgalar" gönderecektir, bozulmuş bir rüya görün tüsü yaratacaktır. Bu geleceği görmenin neden bu kadar zor olmasının sebebi olabilir.
Rüya Telepati Telepatik etkiler rüyalarda görülür mü? Telepatik ve te lepatik olmayan rüyalar arasındaki tek fark, ilişkilendirilen veri "alanının" kapsamı veya yerelliğidir. Sıradan rüyalar yerel verileri, günlük hayatın alanını, telepatik rüyalar yerel olmayan verileri, normal çevremizin dışındaki olayların ala nını ilişkilendiriyor gibi görünürken, mekanizma aynıdır. Herhangi birimizin bununla ilgili zorluk yaşamasının tek sebebi, sadece yerel olayların birbiriyle ilişkilendirilebi leceği inancıdır. Kuantum fizik tarafından reddedilen nokta, tam bu noktadır. Herhangi iki olay, birbirlerinden ne kadar uzak olurlarsa olsunlar, herhangi fiziksel bir sinyalle bağlı olmasalar da, ilişkilendirilebilirler.16 Bu demektir ki, anlam aralarındaki ilişkiden ortaya çıkar. Bu anlam, "orada" özben olmayan bir şeyden farklı olan bir özben deneyimi ile so nuçlanır. Özbeni özben olmayandan ayırma işlemi temeldir ve bir olayın meydana geldiğini söylediğimizde, bir olayın meydana geldiğini gördüğümüzde, bir olayın özelliklerini etiketlediğimizde, olayları tanımladığımızda ve genel olarak
23 1
dünyanın bir deneyimini yaşadığımızda ne demek istediği mizdir. Dolayısıyla özben/özben olmayan ayrımı, "orada" ve "burada"nın veya "ben"in farkındalığı olarak evrenin farkındalığının sorumlusudur. İ kisi aynı deneyimdir, çünkü kişi aynı anda "burada"nın farkında olmadan "orada"nın farkında olamaz.17 Artık rüya, ben ve ben olmayanın meydana geleceği sı nırı harekete geçiren deneydir. Sınır uzayda ve zamanda ne kadar genişse, özbenin genişletilmiş algısı o kadar büyük tür. Eğer her zaman telepatik olsaydık, derilerimizin altında yaşadığımızı hissetmezdik. Duyularımız dışarıda iyi oldu ğumuzun "direkt deneyimlerini" içerirdi. Dolayısıyla tüm bedenimle telepatik iletişimde olmam durumunda bedenim olmam gibi, evrendeki tüm olaylarla telepatik iletişimde ol saydım, ben tüm evren olurdum.
Rüya Görmenin Ego ile İlgisi Nedir ? Şimdi bu işlemde rüya neden bu kadar özeldir? Bu so ruyu Freudyen ego ve id modeli ışığında değerlendirmemiz gerekir. Eğer bu yapıları kuantum fizik ışığında dikkate alır sak, bu yapıların günümüzde hala faydalı olduğunu öneri rim. Burada takındığım yeni bakış açısından, ego nedensel lik işinde olan yapıdır - olayları nedensel bir tutumla bağ lar, etki-tepki ilişkilerini görür, "orada" olan olayların han gilerinin yaşamı tehdit edici olduğunu belirler; id ise eşza manlılık işinde olan yapıdır - bir ihtimal anlamlı olan olay ları bağlar, hisler ve sezgiyle ilgilenir, ama nedensel bir tarz da ilgili değildir. Dolayısıyla ego olayları zaman sıralı zama na benzer bir tarzda bağlarken id olayları uzayımsı zaman sıralı olmayan, hisseden, eşzamanlı bir tarzda bağlar. İ d ve ego arasında gerçekten bir ayrım yoktur, sadece birbirlerini tamamlarlar.
232
Rüya, idin alamdır.19 İ din çalışması olayların korelasyo nuna çabalamaktır (bunun sonucu rüyaların garipliği ve sı radanlığıdır). Her olay ilişkilidir, yani yaşamaya değer her olay. Şimdi yaşamaya değer olan bizi evrim ve türlerin Dar winsel hayatta kalması sorularına getirir. Kişi kuantum dal galarının zamanda geriye doğru seyahat edip bizi neyi yap mamamız konusunda uyardığını gördüğünde her iki gizem tek seferde çözülür. İ din zamansızlığı kayda değerdir. Eğer kelime anlamı olarak alınırsa, id bastırılan veya bir bakıma "unutulan" her şeyi içerir, yani zamanda geri giden hatırlanmayan geçmiş, tahminde bulunacak olursam, kişinin doğumundan bile ön ce, yaptığımız kontrol edilemeyen eylemlerin bir sonucu o larak ve gelecek olan her şey. Bu benim 5. Bölüm'de anlatılan Libet'in On Emir tartış ması ve onların temelde neden bize "onu yapma" dedikle riyle ilgili yorumumdur. Onlar Tanrı'nın mesajlarıdır, "Bü yük Rüya Gören"in gelecekten mesajlarıdır. Bu mesajları al dık ve sürekli olarak almaya devam ediyoruz. Onlara dikka timizi veremediğimiz zaman, başımız belaya girer. Bedenle rimiz makine gibi çalışır, ama eğer dinlersek, içimizde yaptı ğımız eylemler üzerine sürekli yorum yapan bir ses vardır. Sizi uyardığını duyduğunuz o ses, o şeyi yapmamanız ge rektiği hissi, gelecekten gelir. Eğer Tanrı'nın size neyi yapıp neyi yapmamanız gerek tiğini söylemesini sevmiyorsanız, bu metaforu unutun ve Darwin ve kuantum fiziğe inanın. Her iki şekilde de, bir şe ye doğru evriliyorsunuz ve rüyalarınız evrildiğiniz gelecek hakkında öğrendiğiniz okul alanıdır. Şimdi bir kişi rüyalarını hatırlarsa kendini şanslı hisse derken diğer bir kişiyi telepatik rüya görebilir yapan nedir? Bu bakımdan kişinin hayatı boyunca inşa ettiği hayatta kal ma planlarının hayati olduğunu ileri sürerim. Eğer bir çocu-
233
ğun, derisinin ötesini görmesi "gerekirse", yapacaktır. Böyle bir ihtiyaç, erken çocukluk travmasının bir sonucu olarak gelişebilir. Buna daha sonraki bir bölümde döneceğim.
Deneysel Rüya Telepati Rüya Telepati konusu üzerine başlıca çalışma Monta gue Ullman ve Stanley Krippner tarafından Alan Vaughan i le birlikte yazılmıştır. 20 Yazarlar böyle rüyalara, özellikle ya kın kişisel ilişkisi olan insanlar tarafından paylaşılan rüyala ra karşı olan ilginin çok artması nedeniyle kitaplarını son dönemde revize etmişlerdir. Her ne kadar bu rüyalara epey ilgi gösterilmiş olsa da, on iki yıl boyunca ana akım psikolojiye ulaşan bu kad ar az verinin birikmiş olması şaşırtıcıdır. Bu çalışmanın çoğu, Dr. Stanley Krippner ve Charles Honorton, aslen Dr.Ullman New York'ta, Maimonides Medical Center'da rüya araştır maları yöneticisi olduğu zaman onun tarafından önerilen a raştırma çabasına katıldığında, sağlam bilimsel temele otur tulmuştur. Krippner, en çok on iki yıllık dönemde takımın başardığı niceliksel deneyleri üretmekten sorumluydu. Hep birlikte takım, on iki resmi deney yapmıştır, bun lardan dokuzu istatistiksel olarak önemlidir. Kitaplarının re vize edilen baskısında, Ullman ve diğerleri, sonuçlarının lite ratüründe tüm kritik raporları analiz eden ve rüyalarda tele pati için gerçekten geçerli bir kanıt olduğunu gösteren Dr. Irvin Child tarafından yazılan bir makaleyi dahil etmişlerdir. Child, psikolojik cemiyetin bu sonuçlara ilgi gösterme diği gerçeğiyle endişeliydi ve oysa çalışmada herhangi bir hata bulamadı. Child, psikolojik cemiyetin bu konuda sko tomu olduğunu (retinada bir kör nokta) belirtti. Psikolojiyle ilgili olduğu dereceye kadar kontrol ve tahmin edemedikleri bir şey mevcut değildir, diğer bilimse çevrelerde de yaygın
234
olarak savunulan bir inanç. İnanç şudur ki, eğer fenomeni kontrol edemiyorsan ve tahmin edemiyorsan, var olmaları sona erer. Modern araştırmalarda yankılandığı üzere böyle endi şeler aslında yeni değildir. Anormal rüyalarla, uzun bir tari hi geçmiş içerisinde ilgilenilmiştir. Eski Roma ihtişamı gün lerinde bile, Romalı hatip Cicero, rüya kehanetinin tama men batıl inanç olduğu konusunda şikayet etmiştir. Yine de günlüklerde, sadece doğallığından ve yeniden üretilebilir olmamasından dolayı çok nadir tanımlanan, kendiliğinden olan telepatik rüyaların birçok hikayesi vardır. Ullman ve diğerlerinin kitabından alınan şu örneği dik kate alın. Yazarlardan biri, Alan Vaughan, yazar Kurt Von negut, Jr'ın televizyonda bir röportajını izledi. Birkaç gece sonra, Vonnegut'u rüyasında gördü ve sonra ona 13 Mart 1970'te rüyasını yazdı: "Bu sabah gördüğüm bir rüyada or taya çıktın. Çocuklarla dolu bir evdeydik. Yakında bir yol culuğa çıkmayı planlıyordun. Sonra Jerome adında bir ada ya taşınacağından bahsettin. Bildiğim kadarıyla böyle bir yer yok, bu yüzden belki Jerome ismi veya baş harfi J'nin il gili bir anlamı vardır." Vonnegut'un mektuba cevabının tarihi, 28 Mart 1 970'ti. "Fena değil. Rüyayı gördüğün gece, Jerome B. (bir çocuk ki tapları yazarı) ile akşam yemeği yedim ve üç gün sonra İ n giltere adındaki bir adaya yaptığım seyahat hakkında ko nuştuk." Açık olarak Vaughan'ın rüyasıyla Vonnegut'un deneyi mi arasında bir bağlantı vardı, her ne kadar Vonnegut ile ar kadaşı Jerome arasındaki görüşmenin rüyadan önce medya na gelmiş olma ihtimali olsa da, hepsi aynı gece meydana gelmişti. Ancak iki olay arasında hiçbir sinyal olmadığı için, bağlantı nedensel veya yerel olarak değerlendirilemez. Kişi bunu, görüşmenin gerçeklerini ihtiva eden, böyle rüyaların
235
tipik özelliği olan değişken bir tutumla karışmış kendiliğin den olan telepatik bir rüya olarak değerlendirmelidir. Deneysel rüya-telepati bölümlerinin bir dizisi Ullman ve diğerlerinin kitabında anlahlmışhr. 2 1 Laura A.Dale, 1 942' den beri bir dizi deneyde denek olan, American Society for Physical Research'ten Dr.Gardner Murphy'nin yönetiminde olan bir araşhrma öğretim görevlisi ve Dr.Ullman 1 953'ün başlarında günlük rüyalarını kaydetmeye ve rüyalarında u. yuşma olarak görünen telepatik iletişimi kontrol etmeye ka rar verdiler. Teori oldukça basitti: telepatik dayanışmada o lan bir çiftten bir kişiye anahtar bir fikir veya kelime söyle ve ikinci kişinin o anahtar hakkında rüya görüp görmediği ne bak. Örneğin A kişisine köpek kelimesini söyle ve B kişisi nin rüyasında köpeklerle ilgili bir şey görüp görmediğini kontrol et. İkinci kişi, köpekle ilişkili bir şey görebilir, mese la "ısırmak, havlamak veya kemik" gibi şeyler görülebilir. Ullman ve Dale bu yaklaşımı değiştirdiler. Saçma bir kelime kullanmaya ve her iki rüya görene de ortak bir uyarı cı olarak kelimeyi sunmaya karar verdiler. Teybe kaydedil miş saçma kelimeyi, ikisi aralarında 20 mil uzaklıkta uyur larken her ikisine de aynı anda sunmak için zamanlayıcıları nı ayarladılar (genellikle sabah 3 civarında). Deneylerinin iki yıllık döneminde, Ullman ve Dale haf talık olarak buluştu ve rüya notlarını karşılaşhrdı ve çok sa yıda uyuşan ve prekognitif rüyalar kaydedilmişti. 1 955'in Nisan ayında, Dale telepatik iletişimin rüya gören birinde diğerine mümkün olduğunu gösterdi. 2 Nisan'da gördüğü rüyada şunu bildirdi:
"Bir doktoru görmeye gittim. Eski piiskü bir ofisi olan peri şan bir adam çıktı. . . . Uzun siire sıramın gelmesini bekledim, sonra doktor beni gördü. Kuralsız İngilizcesiyle şok olmııştımı. Şikiiyetimi Jıatırlamıyorum, ama bana hiçbir şeyim olmadığını söyledi ve sıradaki hastayı çağırdı. "
236
Dale rüyayı onun bir ay önce gittiği ve hiçbir şeyinin olmadığının söylendiği doktor ziyareti ile ilişkilendirdi. An cak bu "gerçek" doktor, oldukça saygıdeğerdi ve rüyasında ki doktorun "perişan" özelliklerinin hiçbirini göstermiyor du. Ama 2 Nisan 1955'te aynı gece Ullman rüyasında şunu gördü: " Önce orduya, sonra psikiyatriye giden yanında staj yaptığım bir doktorun ismini hatırlamaya çalışıyor gibiy dim." Bunun rüyadan rüyaya telepatinin bir örneği olduğu belliyken, Ullman "ordudaki" doktoru sevmediği için Dale' in rüya doktorunun Ullman'ın doktoru için beslediği anti patiden dolayı negatif ışığa konulmuş olabileceği durumu söz konusuydu. Daha sonra 1955'in Haziran ayında, rüyalarında başka bir uyuşma görüldü. 15 Haziran'da Dale "yazlık bir evde ol makla ilgili bir şey - küçük bir otel veya pansiyonda - Atl antic City'de mi?" hakkında rüya görürken Ullman "plajda olmakla ilgili bir şey" hakkında rüya gördü. Bir sonraki ge ce Ullman raporladı: "Tahta bir kaldırımda yürüyordum." Bir ay önce, 4 Mayıs 1955'te Ullman raporunda şunları yazdı:
"Yırtık pırtık bir kağıt koçanı vardı. Atlantic City'de FBI ile bir görüşme hakkında bir şey. Üzerinde yazılı olan şey 'Konu şacak' idi. Oraya metroyla gidiyordum ve Atlantic City'de bir otele giriyordum. Bir tanık verdi,� iıni görünce şaşıracaklardı. " Kehanet rüyalarının veya hatta önceden bilme veya tel epatinin herhangi bir raporunun anahtar özelliği, rüya göre nin kendisine herhangi normal bir zaman gibi nedensel olay dizisiyle iletilmeyen bir şey bildiğinin ortaya çıkmasıdır. Ke hanet rüyalarının araştırılmasındaki başlıca zorluk, kendili ğinden meydana gelmeleridir.
237
Bunu netleştirmeme izin verin. Bir olayın bilinmesi i çin, nedensel bilim bakış açısından, olayın geçmişte medya na gelmiş olduğu ve olayın mesajını bir şekilde algılayıcıya gönderiyor olduğu ve dahası, o mesajın olaydan algılayıcıya ışık hızından daha hızlı gidemediği göıünecektir. Tüm bun lar söz konusu olay ile olayın algılayıcısı arasında bir zaman benzeri bağlantı oluşturur. Zaman benzeri bağlantıların nedensel bilimin, yani ne denselliğin, deyim yerindeyse belkemiği olduğunu hatırla yın. Yerellik için çerçevelerdir - yerel etkilerden başka hiçbir etki, verilen bir olaya erişemez. Bu demektir ki, eğer iki olay bağlantılıysa ve uzaysal olarak aynlarsa, olaylardan biri, ilk olan, diğer olaya yani sonrakine bir veya başka bir çeşit partikül yayarak sinyal göndermelidir. Bu yüzden sonraki sadece yerel olarak bu yayılan partikülün varlığı nedeniyle rahatsız olur ve uzaktan etki eden başka hiçbir şeyden rahatsız olmaz. Bir fındıkkabuğunda, eğer burada bir şey olursa, orada daha öncede bir nedeni olmalıdır. Ve "orada" bir ışık sinyalinin "oradan" "buraya" ulaşması için gereken zamandan daha uzak olamaz. Bu, fiziksel kuvvetlerin, fizikte bildiğimiz ka darıyla hepsinin, uzayda bir noktadan diğerine ilerlemesi için sınırlı bir zaman alması gerçeği nedeniyledir. En hızlı ilerleme hızı, ışık hızıdır ve bu durumda haberci bir foton dur. Telepatik rüyaların meydana geldiği belirlenmişken, o zaman nedensellik ve yerellik ışığında onlardan ne anlama lıyız? Böyle rüyalar, rüya görene gelecekle veya aynı zaman da olan olaylarla veya rüya görene yerel olarak bağlı olmayan bilgilerle ilgili bilgi sağlarlar - yani hiçbir sinyal gönderilme miştir. Açık olarak gelecekteki bu olaylar veya rüya görenin şu an ki yerel olmayan çevresindeki olaylar, rüya görene nedensel bir zaman gibi tarzda bağlanamaz. Her ne kadar
238
kişi rüyanın hatıraların yansıması olabileceğini söylese de, bir rüyanın yerel olmayan bir şekilde neler olduğunu veya gelecekte ne olacağını yansıtmasının bir yolu açıkça yoktur.
Sinirsel Ağlar ve Kuantum Ağlar Telepatik rüyalar nasıl meydana gelir? Özbeni geliştir mek için rüya gördüğümüz hipotezi ve maddenin kendisi nin rüya gördüğü doğal sonuç hipotezi altına nasıl düşer ler? Burada daha önceki bölümlerdeki nöral ağ modellerini tekrar değerlendirmemiz gerekir. Beyinlerimiz ve beyinleri mizin nöral ağ modelleri, ortaklaşa çalışırlar. Ağın bir bölü mündeki olaylar, belli bir kalıbı yeniden üretmek için ağın kalan kısmını uyarırlar. Bu, birbirine bağlayıcı matrikste bağlanhların esnekliği ile ilk olarak üretilmiş olan bir hahra nın hatırlanması ile sonuçlanır. Ancak bu ağlar nedensel olarak çalışmaz: ağın nöronal birimleri zaman içinde cevap verecek olan, yani yeterli za man verilirse bir matriks yoluyla birbirine bağlıdır. Dolayı sıyla bir nörondaki bir değer değişimi, bağlayıcı matriksle diğer nöronlara gönderilir, en sonunda bir süre sonra değer değiştirmelerine neden olur. Tüm bunlar zaman içinde, ağ birkaç döngüden sonra bir parça gerçeklikten tüm gerçeği yeniden inşa etmeye kalkışmasında "kendini sorguladıkça" meydana gelir. Bu durum, başka bir ilişkili olaya dayalı bir olayı hatırlamaya çalıştıkça, bir zaman gecikmesinin normal bir algısını açıklayacaktır. Kuantum mekanik ağlar, eğer bir bilgisayarla hiç takli di yapılırsa, farklı bir şekilde işleyecektir. Ağ boyunca nö ronlar teller veya matematiksel bağlantılı matrikslerce bağlı olmayacaktır. Ne de mutlak değerleri olacaktır. Bunun yeri ne "kuantum fiziksel oktrak bağlantılı" olacaklar ve her biri belirsi?; bir durumda olacaktır. Herhangi bir nöronun belirli
239
bir değer almasının bir sonucu olarak, ağdaki diğer nöron lar, sanki aralarındaki bağlantı ışık hızından daha hızlıymış gibi hemen değerler alacaktır. Bu "zaman ö tesi" bağlantının sonucu, aynı anda hareket eden nöronların "patlamasının" çeşitliliğini .ü retir ve inanıyorum ki, özben olarak etiketledi ğim dağılmış bir "varlık algısına" yol açar. Dolayısıyla, önerdiğim modelde rüya gören beyin, baş ka yerde ve "burada" meydana gelen olayları ilişkilendire bilir. Normalde uyanık beyin aynı şeyi yapar, ama baskıo "orada" veri, "buradaki" olayları gelecekte meydana gelebi lecek veya normal nedensel alan dışında meydana gelebile cek böyle olaylarla ilişkilendirme umudunu batırır. Ancak rüya gören beyin, dış dünyanın bunaltıcı nedensel veri ala nından kapatılmıştır. Bu yüzden, paranormal olarak değer lendirilebilecek olan olayları zaman zaman "okuyabilmesi" mümkün görünür. Bu veriyi, uyanık beyninizin bir ağacın hışırtısını veya bir kuşun uçuşunu alışılmadık olarak oku masından daha fazla alışılmadık olarak okumaz. Ama bunun olabilmesi için öncesinde bağlantının ku anhım durumunu düzenleyecek bir olay olmalıdır veya bazı fizikçilerin keşfettiği üzere22, söz konusu olayları birbirine bağlayacak gelecekte bir olay olmalıdır. Bu korelasyon me kanizmasının geçmişte veya gelecekte olayların korelasyo nunu yaratabildiği verildiği üzere, en azından özbenin orta ya çıkışını açıklayan aynı mekanizmanın psişik veya telepa tik rüya görmeyi açıkladığı görünür. Gerekli olan her şey, rüya görenin beynini ve dış dünyayı içeren geçmişte olmuş olan veya aslında gelecekte olacak olan bir olaydır.
240
Bütünlük, Telepati ve Türlerin Bağlanmışlığı Ullman, "Rüyalar, Türlerin-Bağlanmışlığı ve Paranor mal (Dreams, Species-Connectedness, and the Paranor mal )" 23 makalesinde, bilincin, doğanın insanları ortaklaşa davranışa yönelttiği bir yolu olduğu hakkında ilginç bir noktaya parmak basar. Ullman'ın bakış açısında, bilinç sa dece bizim kişisel hafızamız veya yansımamız değildir.24 Ya lıtılmış bir beynin özelliği değildir, ama başka beyinlerle ile tişim halinde olan bir beynin özelliğidir. Dolayısıyla bilinçli yiz, çünkü diğer insanoğullarıyla iletişim halindeyiz. Her ne kadar varlığımız beynimizde merkezleniyor gibi görünse de, eğer bilinç bir beyni bir diğeriyle ilişkilendirmekse, o za man kişinin varlığı kişinin benliğinde değil, kişinin beyni ile diğerlerininki arasındaki ilişkidedir. Belki bireysel beyinlerde bilinci aramamız noktasını kaçırıyoruz. Bilincim herhangi biriyle ilişkide olduğum her an değişiyor. Dolayısıyla belki bilincim sadece "derimin al tında" değil, orada da var oluyor. Şimdi bilincim neden böyle garip bir biçimde var olma lıdır? Belki cevap, bilincin içinde hem uzay-zaman-madde hem de düşünme-hissetme-sezmenin ortaya çıktığı genişle tilmiş bir alan olarak var olması için gereken hayatta kalma değerinde yatar. Bu düşünce çizgisini takiben olaylar ortaya çıkar. Hem uzay-zaman düzeninde ölçüiebilir kanıt olarak hem de eşit derecede önemli duygular ve sezgiler olarak öl çülemez kanıt olarak tezahür eden bileşenleri, yanları var dır. Rüyalar sırasında, hayatlarımızın olaylarının bütünlü ğünü yeniden deneyimleriz. Bu işlem, beyinlerimizde kuan tum fiziksel korelasyonların müdahale kalıplarını ilgilendi rir. Eğer kalıplar güçlenirse, rüya bütünleşir. Eğer kalıplar engellerse veya yıkıcı bir müdahaleyi güçlendirirse, kalıp si linir. Her iki şekilde de, hayatta kalmayı öğreniriz.
24 1
12. B ÖLÜM ..
.
..
LUSID RUYALAR PARALEL EVRENLER ARASINDAKi SINIR SOKRATES: Şu anda bize uyanık mı uykuda mı olduğumuz sorıılduğıınıı farz edersek, /ıangi kanıtın yardımına başvurulabilir ? THEAETETUS: Aslında, Sokrates, hangi kanıtla ispat edilebileceğini görmiiyorııın; iki dıırıım, lıer koşulda tanı tamına benzer gibi ııyıışııyorlar. - Plato'nun Theaetehıs'u (Plato's Theaetetus) Uzun bir süre rüya araştırmacıları, rüya görmenin sa dece kişi uykudayken mümkün olduğuna inandılar ve uy kuda derken, genel olarak uyanık değilken veya bilinçsiz ken demek istediler. Uyuyor olmak ve bilinçli olmak veya u yanık olmak, görünüşte ilgisiz sonuçtu. Uyanık bir rüya, ne redeyse bir oksimorondu. Ama tüm bunlar yakın zamanda değişti. İngiltere'de Dr.Keith Hearne'nin çalışması ile başla yarak ve Amerika'da Dr.Stephen LaBerge'nin, Dr.Jayne Gac kenbach'ın ve diğer birçoklarının çalışmalarıyla devam ede rek, yeni bir rüya araştırma alanı açıldı.1 Şimdi biliyoruz ki, insanlar için uykuda kalıp rüya gö rürken aynı zamanda tamamen bilinçli olmak mümkün. As lında, her ne kadar rüya araştırmalarının bu alanı yakın za mana kadar bilimsel bir ifadeyle popüler olmasa da, Aristo zamanından beri çok uzun bir süredir sözüm ona liisid rüya-
242
ların mümkün olduğu bilinmekteydi. Hatta daha yakın za manda lüsid rüyalar, çalışmalar için laborahıvara yolunu yaptı. Lüsid rüyalar terimi, 1913 tarihine kadar geride böyle rüyalardaki parlak fenomenin kişisel deneyimlerini tanımla yan Hollandalı bir doktor olan Frederik W.van Eeden2 tara fından icat edilmiştir. Ancak van Eeden'in rüyalarından çok önce, Tibetli Budistler, günümüzde lüsid rüyalar olarak ad landırdıklarımız dahil olmak üzere, bilincin çok sayıda rüya durumlarıyla çalışmışlardır. Stephen LaBerge kitabında3 Ti betli Budistlerin lüsid rüya görmeyi 8. yüzyıldan beri uygu ladıklarına ve bunun "kendini keşfetme" için aşırı önemli olduğuna inandıklarına işaret eder. Tarthang Tulku, lüsid rüya görmeyi tutumları değiştirmede, daha esnek hale gelmede ve gerçekliğin yeni boyutlarını öne çekmede fay dalı olarak tanımlar.4 Bu uygulamaya rüya yoga denir. Uygulamayla Tibetli rüya g ?renler, rüyalarında kelime anlamı olarak "herhangi bir şeyi rüya görerek var etmeye" muktedirdiler. Teknikleri yoluyla, aklın varlığının temel ger çeğini, tüm evren boyunca görebildiklerine inanıyorlardı. Dolayısıyla "uyanık rüyalarda" veya lüsid rüyalarda dene yimledikleri, uyanık hayatta deneyimlediklerine paraleldi. Tibetli Budistler, evrendeki her şeyin sabit bir şekilde değişim durumunda olduğunu, hiçbir şeyin kalıcı olmadığı nı idrak etme üzerine eğitiliyorlardı. Gerçekten evrenin do ğası geçiciliktir. Tüm madde ve madde biçimleri, ister koz mik ölçekte, ister insan veya atomaltı ölçekte olsun, algılayı cının iradesine bağlıd ır. Bunu algılamak için kişinin alıştırma yapması gerekir. Lüsid rüya görme, pratik yapan kişinin niyet alıştırmasında gerekli bir basamak sağlar. Alıştırma yaparak öğrenci, rüya durumundaki o biçimin, aklın oyuncağından başka bir şey olmadığını ve bir serap kadar tutarsız olduğunu görür. Da-
243
ha fazla alıştırma, öğrencinin uyanık dünyadaki tüm duyu biçimlerinin rüya durumundakiler kadar gerçek dışı oldu ğunu görmesini sağlar. Lüsid rüyalar nedir? Çeşitli durumlarda deneyimlemiş biri olarak bildiğimi düşündüm. Ancak, konu hakkında bir çok araştırmacıyla konuştuktan sonra, o kadar emin deği lim. Aslında lüsid durumlarda rüya araştırması yapmaya te şebbüs etmede başlıca engellerden biri bu olmuştur. Gac kenbach lüsid rüyayı "rüya devam ederken kişinin rüya gördüğünü bildiği rüya" olarak tanımlar.5
Uçmakla İlgili Kendi Lüsid Rüyam İ lk lüsid rüyamı asla unutmayacağım. Uçma hakkında konuşun, ben gerçekten uçtum. O anda Kaliforniya'da olma ma rağmen, kendimi eski İngiliz kalelerinin kalıntıları üze rinden uçarken buldum. Sonra gerçekten Wales'in batı sahi line gittim ve benzer kale kalıntılarını keşfettim. Rüyam ka hince miydi? Yoksa başka saklı bir anlamı var mıydı? Bu rü ya hakkında farklı olan neydi? Daha önce gördüğüm bu rüyaya benzer diğer rüyalar ve bu rüya ve sıradan rüyalar arasındaki göze çarpan fark, hissettiğim aşırı gerçeklik hissiydi. Üç boyutlu bir rüyaydı ve ben içinde uçuyordum ve sanki deneyim gerçekten mey dana geliyormuş gibi çevremi algılıyordum. Ve hepsinden önemlisi, uçarken rüya gördüğümü biliyordum. Kendi deneyimimden, lüsid rüyalar hem rüya içeriği hem de deneyim açısından oldukça farklıdır. Başlıca etken rüya ilerlerken kişinin rüya gördüğünün farkında olması ve rüyadan sonra kişinin hatırlayabildiği canlı detaylardır. U yandıktan sonra, rüya gören hemen rüyayı hatırlar ve kişi nin rüya sırasında rüya gören varlığın olaylarının kontro lünde hissettiğini hatırladığını da hatırlar. Varlık kelimesini
244
kullanıyorum, çünkü her ne kadar varlığın "ben" olduğumu bilsem de, çeşitli açılardan benim normal uyanık kişiliğim den farklı hissederim. İki bilinçli akla bölünmüş olmamın farkındalığı, en vurucu farkıdır. "Evde yatakta" uyuyan kişi vardır ve bir de rüyayı deneyimleyen ve başından.beri evde yatakta olduğunu bilen kişi vardır.
Lüsid Rüya Araştırmasının Kısa Bir İncelemesi Gackenbach son eleştirisinde6 rüyalarda farkındalığa aslen iki yaklaşım olduğuna işaret etmiştir. Psikolojik bir yaklaşımı kullanarak araştırmacılar böyle rüyaları, rüyada farkındalığın kognitif bir araç olarak görüldüğü bir bilgi iş leme biçimi olarak sınıflandırmaya çabalamışlardır. Dolayı sıyla rüya gördüğümüzde, uyanık hayatta "oradaki" dünya yı anlamaya çabaladığımızda kullandığımız aynı işlemler den yararlanmaya çabalarız. Tıpkı uyanık hayatta gerçeği gerçek olmayandan ayırt etmede dünyanın modellerinden yararlanmamız gibi, rüya görürken aynı şeyleri yapmaya kalkışırız. Çoğumuzun lüsid rüya görmede veya hatırlama da başarısız olduğumuz gerçeği, deneyimimizi bir rüya gibi modellemede başarısız olmamıza bağlı olabilir. Diğer psikolojik yaklaşımlar rüyada farkındalığın öz yargılayıcılığın başka bir biçimi olarak görür. Susan Black more belli yerlerde dünyada bir benliğin modelinin nasıl in şa edildiği üzerine güçlü bir vurgu yapar. Ortaya koyduğu üzere:
"Biz her zaman diinyada bir benlik modeli yaratırız. Sürekli olarak duyusal bilgilerden inşa edilir ve o bilgilerle kontrol edilir ve hafizayla desteklenir. Sonuç, bir beden içinde yer alan, sabit bir dış dünyayı algılayan bir insan gibi görünürüz. Diğer bir ifa deyle, etkili bir 'gerçeklik modelimiz'8 vardır. "
245
Parapsikoloji ve değiştirilmiş bilinç durumları alanında ünlü bir araştırmacı olan Charles Tart, rüyada farkındalık kavramını, "lüsid uyanma"9 adını verdiği daha geniş bir kapsamda geliştirmeye çabalar. Yazdığı eleştirel bir makale de, lüsid rüya görmeyi şu şekilde tanımlamıştır:
"Lüsid rüya görenin kendini zihinsel olarak 'gerçek olmadığı nı' veya kesinlikle sıradan fiziksel olmadığını bildiği bir dünya veya çevrede yerleştirilmiş olarak deneyimlediği, aynı zamanda bilincinin baştan başa niteliğinin netliğe sahip olma, sıradan uyanık d-SoC (ayrık bilinç durumu) farkındalığını deneyimlediği değiştirilmiş bir d-soc. 1 0"" Çoğumuz için gerçeği gerçek olmayandan ayırt etme kabi.Jiyeti esas sorundur. Bilinç bir bakıma, gerçekliği doğru bir şekilde modelleme çabasının illüzyon yaratma hıtkumu za karşı süregiden bir savaşıdır. Tart'a göre bu savaş bir il lüzyondur. Tart açıklar:
"Psikolojik olarak bu savaşları tüm algıların inşa edildiği ve doğru olmasının şart olmadığı en temel deri çıkarmaktan ziyade, duyuların bir 'numarası', mekanik arızalar olarak kabul etme eğilimindeyiz. 11" Bu bakış açısı, hepimizin "bir illüzyonda yaşadığımızı" gösteren Budist ve diğer Doğu spiritüel öğretilerine benzer dir. Fizikse dünyanın gerçek olmadığını göstermez, ancak sadece algılarımızın "gerçekdışılıkla" dolu olduğunu söyler. Dolayısıyla bu bakış açısından rüya görme, belki daha yük sek bir derece gerçekdışılığı kapsar. Bu, rüya gören uyku sunda "uyandığı" ve rüya lüsid hale geldiği zaman azalır. Tart için, kişi ister rüya görsün ister uyanık olsun, rüya farkındalığı, netlik için savaşta kazanılması gereken gani mettir. Bu ödül, meditasyon ve bilinçli yaşam uygulamaları yoluyla sürekli olarak aranılır: fantezi ve düş kurmaya veya boş düşüncelere küçük sapmalarla birlikte kişisel varlığın ve farkındalığın daha büyük bir algısı. Tatmin için dışarıyı ara-
246
mak yerine, kişi, var olmanın hangi durumunda olduğun dan bağımsız olarak sadece var olmakla tatmin olur. Elbette, alanda çok sayıda diğer araştırmacıların farklı görüşleri vardır. Okuyucuyu yukarıda bahsedilen Gacken bach' ın mükemmel makalesine yönlendiririm. Daha sonraki bir bölümde lüsid rüyaların, bilincin dördüncü durumuna ve muhtemelen bir evrimsel sıçramaya nasıl işaret ettiğini tanımlayacağım. Psikofizyolojik yaklaşımlar rüyada farkındalığın bir ba kıma beynin, kişi lüsid iken daha uyarılmış bir REM uyku deneyiminin meydana gelmesi çabası olduğunu göstermiş tir. Daha da ötesi, bazı araştırmacılar rüyada farkındalığı nöral ağlar bazında modellemeye kalkışmıştır (7. Bölüm'e bakınız). Örneğin LaBerge, lüsid rüyaları laboratuvarda çalışmış ve alışılmadık d·erecede beyin aktivasyonu gerektirdiğini bulmuştur. Lüsid olarak rüya görmek için kişinin beyni iyi durumda olmalıdır. Birçok durumda beyin lüsid rüyaya uy gun olmayabilir. LaBerge'nin yürüttüğü çalışmalar, eğer bir denek delta beyin dalgaları gösteriyorsa, deneğin rüyada ne olduğu hakkı:rıda bilinçli olmasının daha az bir ihtimal hali ne geldiğini göstermiştir. REM açıkça hem uyarıcı hem fa ziktir.1 2 REM evresinin son sekiz dakikasında, çeşitli fre kanslarla karışmış bastırılmış kas tonuyla birlikte uyarıcı REM vardır. Bir REM evresi sırasında gözler hareket eder, sonra etmez. REM beynin genel aktivasyonunun bir ölçüsü dür ve bu sabit değildir. Yoğun göz hareketi evrelerine fazik denir. Lüsid rüya çalışmalarının birçoğunda LaBerge ve çalış ma arkadaşları, REM sırasında EEG kalıplarının ortalamala rını aldılar ve lüsid rüya öncesinde tüm toplam EEG'de otuz saniyelik bir artış buldular. Rüya görmeden önce bu artış ol madan, rüya görenler lüsid hale gelmezler. Beyin lüsid hale
247
gelmek için bu artışı destekleyecek kadar güçlü olmalıdır. Kişinin rüya gördüğünü teşhis etmek, yüksek miktarda kor tikal uyarılma gerektirir. Rüyalarını Kontrol Et (Control Your Dreams) kitaplarında Jayne Gackenbach ve Jane Bosveld, lüsid rüya görmenin gizli arzuları ortaya çıkarmada, saklı korkularla yüzleşmede ve bilincin sınırlarını keşfetmede kişiye nasıl yardımcı oldu ğunu açıklamışlardır. Jayne ünlü bir rüya araştırmacısıdır ve kitabının yanı sıra Rüya Farkındalı,�ı Mektubu (Tize Lucidity Letter) adında bir dergiyi bir araya getirmiştir. Birkaç yıl ön ce bir sayısında lüsid rüyaların hakkında benimle röportaj yapmıştır ve daha sonraki bir sayıda 1 987 Haziran ayında Washington'da tertiplenen İ kinci Lüsid Rğya Görme Sem pozyumu'nda verdiğim bir adresi yayınlamıştır.13 Her iki makalede, lüsid rüya görmeyle kuantum fizik arasında, bir hologram modeli yoluyla açıklanabilecek olan bir bağlantı olduğunu hissettiğimi açıkladım.
Holografik Rüyalar ve Gerçeklik Her ne kadar bunu daha sonraki bir bölümde daha de taylı açıklayacak olsam da, teorim hakkında biraz bahsetme me izin verin. İ nanıyorum ki bir lüsid rüya, rüya gözler ö nüne serildikçe birbirini takip eden zaman çözümlü bir ho logram veya bir dizi hologramdır. Hologram beyinde yaratı lır ve hologramın yapısının belli unsurları ve rüya, bu hipo tezi daha savunulabilir yapar. Bunu kavramak için bir ho logramın nasıl çalıştığına bakmamız gerekir. Beynin rüya görürken veya uyanıkken bir çeşit holog ram yarattığı fikri inanılmaz gelebilir. Neden bir hologram? Bir rüya sırasında tanık olunan hologramla uyanıkken tanık olunan arasında ne fark vardır? Bu sorular bize, sadece rüya dünyasına nasıl uygulanabileceği değil, bütünüyle dünyaya
248
nasıl uygulanabileceği üzere bir hologram modeline bakma mızı isterler. Holografik modelde saklı olan, fiziksel dünyada orada olarak duyumladığımız şeyin hiçbir şekilde göründüğü gibi olmadığı kavramıdır. Bunun yerine başka bir şeyi, deyim yerindeyse göründüğünde daha az fiziki bir şeylerin görün tülerini duyumlarız. Bu fikri kavramak kolay değildir. Geçi ciliğin Budist fikrini değerlendirmemize yardımcı olur. Ora da olan hiçbir şey sabit ve kalıcı değildir. Her şey değişir. Katı maddeler hiçbir biçimde katı değildir, sadece duyuları mıza o şekilde görünür. Bu yüzden duyumladığımız her şey sadece geçen bir örnek, gerçekliğin bir anlık bakışıdır. Bu suretle gerçeklik nasıl bir an için görülür? Bunu ce vaplamaya bile kalkışmadan önce, bir hologramın işleyişini· ve yapısını değerlendirmemize izin verin. Görsel bir holog ram, üzerinde ince bir foto-duyarlı filmin muhafaza edildiği bir cam katmandan oluşur. Işık filme vurunca, herhangi bir film üzerindeki ışığa duyarlı kaplama gibi kararır. Sonra, ı şığın filme vurmasına izin verildiğinde, iki uyumlu kaynak tan gelir. Referans dalga adı verilen ana bir kaynak, engelsiz olarak filme çarpar. Filme çarpan ikinci kaynak, ilk kaynak tarafından aydınlatılan bir nesneden yansıyan ışıktır. Bu i kinci ışık kaynağı, karmaşık dağılmış dalgaları taşır. Nesne, aslında filme ilk kaynaktan gelen yansıyan ışığı parlattığın dan dolayı, iki kaynaktan gelen ışık dalgaları tutarlı olarak ilgilidir. İki kaynak eşzamanlı olarak hologramı aydınlattığın da, ışık dalgaları birbirine karışır, katman üzerinde karanlık ve aydınlık yerlerin karışık bir şablonunu üretir. O halde ki şi filmi geliştirirse, parlak bir şekilde aydınlatılmış bir pen cereden kendi üzerine katlanmış ince dantel perdeye baktı ğınızda meydana gelen hareli bir şablona daha çok benzer bir dalga şablonu görür. Film üzerindeki şablonu incelemek,
249
ne gibi göründüğünden farklı olan herhangi bir kanıt hiçbir şekilde vermez: bir filmin ışığa duyarlı kaplaması. Ama eğer biri film içinden asıl ışık kaynağını, genellikle bir lazer ışını, parlatırsa ve ona doğru konumdan bakarsa, kişi aydınlatıcı kaynaktan gelen ışığa ek olarak, daha önceden aydınlatılan nesneden dağılan aynı dalgalarla tam olarak aynı biçimde hologramdan dağılan ışık dalgalarını görür; başka bir deyiş le kişi nesnenin üç boyutlu görüntüsünü görür. Bu şekilde film nesnenin tüm görsel yanlarını içerir. Aslında hologramın aydınlatılması sırasında kişi sürekli gö rüş açısını değiştirirse, kişi nesnenin sürekli değişen görü nümünü elde eder. Bu asıl nesneyi uzayda "orada" gördü ğünde elde edeceği deneyimle aynıdır. Gerçekten nesnenin görüntüsü tam üç boyutludur. En azından görsel ifadeyle, tüm niyetler ve amaçlar açısından, nesne gerçekten orada dır. Ama gerçekte hologramda yer alan karmaşık engel ka lıpları içerisinde "katlanmıştır" ve bir ışık kaynağı kullana rak bakmaya çalıştığınızda sadece "orada" olarak deneyim lenir. Eğer biri hologramı kırarak cam katmanı parçalara ayı rırsa ve sonra bir ışık kaynağı k u llanarak bir hologram par çasına bakarsa, kişi aynı nesneyi bir kez daha görür. Sadece bu defa kişinin gördüğü, nesnenin büyük ölçüde çarpıtılmış ve belirsiz görüntüsüdür. Kişi, bir fotoğraf yırtılıp parçalara ayrıldığında göreceği gibi, nesnenin sadece bir parçasını görmez. Hologramın her bir bölümü, ilk etapta yapıldığı ü zere tüm görüntüyü içerir.
Dünya Bir Gettodur Fizikçi David Bohm, dünya ile ilgili holografik teorile riyle ünlüdür. Bohm özellikle madde, enetji ve akıl dünyası nın hologram gibi tek bir aralıksız bütün olarak var olduğu-
250
na inanır. Buna saklı düzen adını verir. Sıradan madde ve e nerji gözlemlendiğinde, iki şey olur. Aralıksız bütün ortaya çıkar, "orada" madde ve enerji ve "burada" o madde ve e nerjiyi gözlemleyen görünüşte ayrı bir akıl haline gelir. Bu olduğu zaman, aralıksız bir bütün olarak hapsedilen saklı düzenin, fiziki dünyanın ve onu algılayan aklın görünümü üzerinden açıklanmış hale geldiğini söyler. Bohm aralıksız bütünü, gözlem eylemi meydana geldi ğinde açık hale gelen bir hologram olarak hayal eder. Bohm' un bakış açısına göre, evren bu holograma benzer bir şeydir, belki daha çok boyutludur. Katı madde dünyasına bakışı mız, holografik görüntüye olan bakışımız gibidir. Gerçekten "orada" değildir, ama gözlem işlemiyle, yani duyularımızın işleyişi yoluyla, "orada" yaratılmıştır. Bozulmuş gerçeklik görüşümüz bir bakıma, bütün bir hologram yerine bir par çasına bakmamız üzerine elde edeceğimiz görüş gibidir. Hologramın bize öğrettiği algıladığımız haliyle gerçek liğin sadece orada uzayda ve zamanda olmadığı, ama "ora da" bir gerçekliği algılamamız için eylemlerimiz yoluyla bir şekilde uzay ve zamana yansıtıldığıdır. Yine okuyucuyu bu nun bir gerçeklik olmadığı anlamına gelmediği konusunda uyarıyorum. Sadece her türlü gerçeklik deneyimimizin, onu algılamamız için başlatmamız gereken, her ne çeşit olursa olsun bir eylem gerektirir. Kırılmış hologram analojisine yi ne geri dönersek, tek ilgilenmemiz gereken şeyin esas ger çekliğin kırılmış parçaları olduğunu ve onu görüşlerimizin bozulmuş olma eğiliminde olduğunu hatırlamalıyız. Şimdi çevremizdeki dünyayı algılama biçimimizin ga rip yönünün herhangi bir kanıtı var mıdır?
25 1
Kanıt Kendi İçin Ortaya Çıkar Vardır. Doktor Kari Pribram tarafından tanımlanan de neysel çalışma, beyinde meydana gelen içsel olarak etiketle diğimiz aşk veya nefret duyguları veya açlık hissi gibi iş lemlerin dış dünya duyularımız olarak kaydettiğimiz işlem lerden farklı olmadığını işaret eder. Bu duyular en sonunda beyinlerimizden ve muhtemelen sinir sistemlerimizden "dı şarıya" yansıtılır. Pribram şu şekilde yazmıştır: Klinik nörolojik deneyim algısal görüntünün yerinin belirlenmesinin basit bir işlem olmadığını anlatır. Örneğin ampütasyon sonrasında paradoksal bir hayalet uzuv feno meni, reseptör uyarıcı deneyimimizin, onun yerini belirle mek için eğilimli olduğumuz yerde "yatmasını" olası yap maz.1 4 Her ne kadar görünüşte el ve ayak parmaklarımızla hissetsek de, bu duyumların yerinin orada meydana gelme diğinin kanıtı karşı konulamazdır. Benzer bir şekilde, 5. bö lümde bahsettiğim üzere, retinamıza çarpan ışığı görürüz ve kulak zarımıza çarpan sesleri duyarız, ama bu rahatsız lıkların kaynağını "orada" zamanda geride ve uzay boyun ca uzanan uygun yerlerine yerleştiririz. Yıldız ışığını retina lanmızda yerleştirrneyiz, ama binlerce ışık yılı uzağa yerleş tiririz. Bir Mozart sonatını kokleanın baziler zarına yerleştir meyiz, ama konser sahnesindeki piyanistin parmak uçlarına veya en azından evdeki stereo sistemimizin hoparlörüne yerleştiririz. Buna göze çarpan bir istisna, kulaklıkla bir konser din lemektir. O zaman müzik başımızın içinden bir yerden geli yor gibi görünür. Ancak Arjantinli fizyolojist Hugo Zucca relli, son zamanlarda sıradan "oradaki" sesleri kulakları mızla duymamızla hemen hemen aynı şekilde dış kaynak lardan geliyor gibi görünen, kulaklıklar yoluyla dinlenen
252
sesleri yeniden üreten yeni bir kaydetme tekniği geliştirmiş tir. Bu icadına "holofonik ses" adını verir.15 Bir Zuccarelli teyp kaydını kulaklıklar yoluyla yaşadım ve itiraf ederim ki, arkamdan, önümden geliyor gibi görü nen sesleri duymam açısından ve bir berber koltuğunda o turmamama rağmen saçımı kestirme sesini yaşamam açısın dan deneyim dikkate değerdi. Tüm bunlar gözlerim kapalı otururken ve dikkatim bir çift kulaklıktan gelen seslere kon santre haldeyken olmuştu. Zuccarelli, icadının kulaklarımız tarafından gönderilen örnek ses dalgasının çıkarılmasına dayandığına ve sesin "o rada" deneyimini, bir şekilde bu dalgaların kaydedilen "o rada" ses dalgalarıyla çatışmasına neden olarak yeniden ü retebildiğine inanır. Buna uygun olarak kaydı dinlediğimiz zaman, bizim kendi örnek ses dalgalarımız teyp kaydından gelenlerle çatışır ve bize holofonik deneyimi sağlar. Hologra fik Evren (Tlıe Holograplıic Universe) kitabında Michael Talbot, Zuccarelli'nin kaydının, stereofonik kaydetme tekniği ile hiçbir ilgisi olmadığına, ama bu yayılan örnek dalgaya da yandığına inandığını bildirir. Her ne kadar bu açıklamadan şüphe etsem de, Zucca relli kaydının dikkate değer stereo canlılığını açıklamak bel ki güç değildir.1 6 Kaydın kulaklarımız tarafından yayılan seslerle (gerçekte, eğer bunun herhangi bir kanıtı varsa) hiç ilgisi olmadığına, ama kayıt yapılırken mikrofonların yerleş tirildikleri yere dayandığına inanıyorum. Tipik bir kayıt stüdyosunda olduğu üzere, stereo mik rofonların birkaç fit ayrı yerleştirilmeleri yerine, stereo kay dının her bir parçası, uygun bir şekilde yerleştirilmiş mikro fonlara giren seslerle yapılmıştı. Muhtemelen her bir mikro fon insanın gerçek kulağı gibi benzer bir pozisyona yerleş tirilmişti. Böylece kayıt, kulaklık yoluyla tekrar çalındığın da, kulağa giren sesler, onları kaydeden mikrofona akseden
253
gerçek seslere mümkün olduğunca yakındı. Bu kaydın ol dukça dikkatli yapılması gerektiğini zannediyorum. Sıradan bir stereo kaydının üç boyutlu kalitede ses ü retmemesinin tek nedeni, kaydeden mikrofonların yerleşi mine bağlı olması daha muhtemeldir. Genellikle, yukarıda bahsettiğim üzere, birkaç fit aralıklı ve hiçbir şekilde "ku lak" durumuna göre yerleştirilir. Sonuç olarak, sıradan ste reo kaydıyla, sanki kulaklarımız birkaç fit ayrı planlanmış gibi kafamızda sesler duyarız. Bu muhtemelen sesim üç bo yutlu gerçekliğinin bazı yönlerinin yoksunluğuna ve sesle rin duyumunun tam yerini belirleme yoksunluğuna açıkla ma getirir. 17 Holofonik ses kaydıyla, sesler beyin tarafından çevre mizdeki sıradan sesleri yorumladığımızla neredeyse aynı şekilde yorumlanır. Burada holografik metaforun uygulan ması gerektiği muhtemeldir. Holografik üç boyutlu bir sesin "duyulduğu" ve "orada" olarak yansıtıldığı yer beyindedir. Deneyimi "orada" yansıtma kabiliyeti, sadece görme ve duyma duyularımızla değil, dokunma duyumuzla da o lur! Örneğin Nobel ödüllü fizyolojist Georg von Bekesy ta rafından toplanan veri, görme duyularından yoksun denek lerin aslında bedenlerinin hiçbir bölümünün mevcut olma dığı uzayda duyumları hissedeceklerini gösterdi. Deneyini şu şekilde açıkladı:
"Bu çalışma için, bir çift vibratör iki (bitişik) par mak ucunu uyarır. . . . Her bir vibratör, bir dizi tıkla harekete geçirilir ve . . . Jıer bir parmak ucunda eşit büyüklükte duyum (vardır) . . . . Düzen, (her bir parmak ucuna verilen) tıklamalar arasında zaman olarak değişen gecikmele rin bir yolunu içerir. Eğer bir tıklama üç veya dört 111ilisa niycdc11 fazla gecikirse, kişi iki parmak ucunda ayrı du yumlar hisseder. . . . Eğer . . . tıklamalar arasındaki zaman
254
bir milisaniye civarına düşürülürse, iki tıklama dizisi bir tane olarak kaynaşır ve titreşimli duyum, her bir tıklama yı ilk önce alan parmakta yerleşir. Eğer gecikme daha da düşürülürse, eğitilmiş gözlemci için duyum iki parmağın ortasındaki bölgeye ("daha önceki" parmağa daha yakın) taşınır ve iki tıklama arasındaki zaman ilişkisi tersine çev rilirse, tıklama ters yana taşınacaktır. Bu deneydeki ilginç nokta, hiç zaman gecikmesi ol mayan durum için titreşimler hiçbir derinin olmadığı iki parmak arasında yerleşir. Eğer parmaklar ayrı yayılırsa, aynı etki bulunur ve zaman gecikmesinin süresi değişti rildiğinde, duyum parmaklar arasındaki boş alanda uy gun bir şekilde hareket edecektir. "18 Başka bir deneyde, deneklerin dizlerine vibratör yerleş tirdi ve onlara bacaklarının arasını açmalarını istedi. Parmak ucu deneyinde keşfettiği üzere, zaman gecikmesi değiştiğin de, duyum bir dizden diğerine sıçrıyor ve sonra dizler ara sındaki boşlukta oluyor gibi görünüyordu. Bu deneylere göre, uzayda "orada" bir şey hissetme duyumu, eğer bir holografik model kabul edersek, normal görüşte "orada" bir şey görme duyumundan daha gizemli değildir. Duyularımıza girilen verilerden gerçeklik inşa ede riz. Gerçekte duyumladığımız "orada" deneyimleri olarak yeniden yaratılan kodlanmış gerçekliktir. Duyu organların dan alınan bilgi, beyne gönderilir ve orada bir şekilde deşif re edilir.
255
Holografik Sanal ve Gerçek Görün tüleri Rüyada Görme Beyinlerimizde duyusal girdilerimizden duyusal bir hologram yaparak gerçekliği deşifre ederiz ve yeniden yapı landırırız. Şimdi bunun nasıl başarıldığı bir sonraki bölüm de açıklanmıştır. Burada bunun rüyalarla ne ilgisi olduğuna varmak istiyorum! Bir hologram, hem sanal hem gerçek görüntüler yapa bilmesi açısından dikkat çekecek derecede bir lense benzer. Gerçek ve sanal kelimelerinin burada özel anlamları vardır. Sanal görüntüler nesnelerin illüzyonları olarak yaratılır. Sa nal bir görüntüye baktığımızda gördüğümüz ışık, görüntü den geliyor gibi görünür, ancak gerçekte ondan gelmez. Bir büyüteç yoluyla görülen bir nesnenin görüntüsü, sanal gö rüntünün bir örneğidir. Gerçek görüntüler farklıdır. Gerçek bir görüntüden gördüğümüz ışık, görüntüden gelir. Görüntü gerçek uzayda mevcuttur. Örneğin, bir filmin ekranda görülen görüntüsü gerçek bir görüntüdür. Lens vasıtasıyla gelen ışık ışınları, ekranda bir odağa gelir ve görüntüyü oluşturur. Her zaman gerçek bir görüntü odaklayabilir ve ekrana yansıtabilirsiniz . . Bunu sanal bir görüntüyle yapamazsınız. Büyüteç vasıtasıy la gelen küçük bir nesnenin görüntüsünü ekranda ışıldat mayı hayal edebilirsin. İ şe yaramaz. Görüntüyü ekranda gö remezsin, çünkü görüntü orada oluşmamıştır. Sonuç olarak gerçek görüntüler keskin ve odaklanabi lirdir. Sanal görüntüler dağılmış, aykırı ve odaklanamazdır. Sıradan rüyaların hologramın sanal görüntüleri olarak yaratıldığını öne sürüyorum. Dağılmışlardır ve aykırı ışık ı şınlarından yapılmışlardır. Kişi hologram vasıtasıyla sana bir görüntüye baktığında, her zaman bulanık görünür. Ben-
256
zer şekilde sıradan bir rüya görürken, tanık olma hissi ge nellikle karışık ve bulanıktır. Sanal görüntüler farklılaşmaya eğilimlidir. Benzer şekil de var olma hissi sıradan rüyada farklılaşır ve kişinin "varlığını" odaklama ve rüyada farkın da olma kabiliyeti yoktur. Lüsid rüyalar hologramın birbirine yaklaşan gerçek gö rüntülerinden yapılmıştır. Bu yüzden canlı ve üç boyutlu görünürler. Analojiyi kullanırsak, bir kişi lüsid rüya görür ken, mevcudiyet hissine odaklanılır. Kişi benliğinin ve rüya çevresinin ayrımının farkındadır. Bu keskinleşmiş farkında lık, rüya deneyiminde kişinin uyanık olmasına olanak sağ lar. Nörofizyolojik kanıtla birlikte takip ederek, buna beyin de neden olmak biraz çalışma gerektirecektir. Muhtemelen bu çalışma, odaklanmış bir örnek "dalga" kullanmaya varır. Sonraki bir bölümde bu örnek dalganın nelerden oluştuğu nu açıklamaya çalışacağım. Ancak mekanizma neden olu şursa oluşsun, lüsid rüyaların, ne zaman meydana gelirler se, gelişmiş bir benlik duygusunu beraberlerinde taşıdıkları nettir.
Lüsid Rüyalar Özbeni Biçimlendirir mi? Rüyada farkındalığın, bilinç araştırmasında paradig matik bir değişme gösterir. Her ne kadar Doğu geleneksel uygulamalarda uzun süredir bilinse de, bu deneyimlerin bi limsel bir paradigmaya uydurulma kavramının ortaya çıkışı Batı'dadır. Doğu'da "ben" ilgisinin daha az derecede oldu ğunu, böylece rüyalarda uyanık olmanın "ne fark eder" ya nının daha az önemli göründüğünü söyleyebiliriz. Doğu' daki ilgi, gerçekliğin öncelikle "gerçek olmayan" olarak ta nık olunduğunun bilinmesidir. Batı'da ise bilimsel yöntem ler yoluyla kanıtlandığı üzere gerçeklik hakkındaki "gerçe-
257
ği" bilmek istiyoruz. Lüsid rüyalarda, hayatta kalmak için cevaplamamız ge reken aynı eski soruları cevaplamaya çalışıyoruz. Nerede yim? Ben kimim? Burada ne yapıyorum? Hayatta kalma so rusu güçlü bir şekilde benlik sorusuna bağlıdır. Nerede ol duğum ve kim olduğum, beni diğerlerinden, evrenin geri kalanından ayıran çizgiye dayanır. Düşünceli uyanıklıkta ki şi bu ayrımla daha az ilgili ve basitçe söylersek, daha uyanık hale gelir. Sıradan uyanık bilinçte, akıl sürekli olarak bize oyun oynamaya meyillidir. Neden böyle yaphğı muhtemelen fark edilemez. Belki kırılan hologram analojisi ile bir ilgisi vardır. Yardım edemez, ama oyun oynayabilir, çünkü sürekli bula nık görüntülerle ilgilenir. Yine de umut vardır. Kişi aklı bu lanıklığın ötesine, Budistlerin "net ışık" olarak adlandırdığı bazı deneyime gitmesi konusunda eğitebilir. Rüyada farkındalığın sıradanlıktan ayrımı, "ben"in ne rede var olduğu ve beyin, beden ve tüm evren genelinde na sıl dağıtıldığı meselesidir. Bir bakış açısı meselesidir. Bir merkezden hologramı görme, hem uyku hem uyanıklık ve ya odaklanmamış ve farkında olmadan kalma sırasında mevcut olan tüm duyusal girdilerin gerçek bir görüntüsü nün oluştuğu odaklanmış bakış açısı yeri meselesidir. Odak lanmak, merkezlenmek için net olarak çaba gerekir. Ve bu olduğu zaman, kişi paradoksal olarak tüm evren haline ge lir. Bu belki evrenin rüya görmeyi bıraktığı ve tam aydınlan mış birlik durumunun elde edildiği zamandır. 19. ve 20. Bölüm'de rüyada farkındalık ve beyinde nasıl hologram yaratıldığı ve "ben" hissinin nasıl geliştiği veya beyinde nöral otomat olarak adlandırdığımdan nasıl ortaya çıktığı çalışmalarına geri döneceğim. Sonra tüm bedende "ben" hissinin, özellikle rüya-bedeni olarak adlandırabilece ğimiz bir şey yoluyla nasıl ortaya çıktığına bakmak isteriz.
259
13. B ÖLÜM
RÜYA GÖREN EVREN BEDEN UYANDIRAN RUYA Bizim uzay ve zamanımızın dışmda Llixgrijb lu1lı1 tatmin olmamıştı. "Hayali varlıklarla dolu bir dünya yarattım, " dedi Llixgrijb. "Ve yine de yalnızım. Bıı nasıl olur? " İllüzyonunun kalabalıklığına rağmen, Llixgrijb sevgili evrenini sadece dışarıdan izleyebildi. Kendi acısını ve yalnızlığını unutmadı. Yaptığı yaratımm tam olarak bir parçası olamadı. "İllüzyonıwııın bir parçası olmalıyım, diye düşündü Llixgrijb. "Ve bunu yapmak için bir kostüm giymeliyim, bir maske takmalıyım, kendimi sonsuza dek unutmalıyım. Ama ne - veya kim - olmalıyım ? " 11
- Wim Coleman ve Pat Perrin-The Jamais Vu Papers1
"İmkansız rüyayı gör111ek, bu benim arayışımdır.
1
1
- Don Kişot Bilincin rüya durumunun fiziği çalışmalarımdan orta ya çıkan şey, dünyayla ilgilendiği üzere "özben"in kendisi dir. Dünyayı anlamlandırmak için, özbenin iki hayatla ilgi lenmesi gerekir gibi görünür: uyuyan/rüya gören hayat ve
260
uyanık hayat. Dünyayı anlamlandırmak, haritalarımızı oluş turmak için rüya görürüz. Dünyayı deneyimlemek, bölgeye gidip haritalarımızı denemek için uyanırız. Ancak rüya gör me ile uyanma arasındaki ayrım, göründüğü kadar keskin hatlı değildir. Bazı açılardan haritaların oluşturulmasının kendisi, bölgeye bir seyahattir. Rüya görüntülerimiz, onları hatırlamasak bile, uyanık farkındalığımızı kalıplar olarak istila eder. Bu kalıplarla ya şarız. Onları tanımayarak bilinçsiz yaşarız. Onları tanıyarak bilinçli yaşarız veya Charles Tart'ın ifade ettiği üzere, "lüsid uyanıklık" durumunda yaşarız. Dünyayı deneyimlemek için, zamanda ve uzayda hare ket etme, maddeyi enerjiye çevirme, kaosu düzene sokma yolları keşfederiz; hayatta kalmak için. Rüya gördüğümüz zaman, kendimizi başarılı hayatta kalma ve anlamlı dene yimler için programlarız veya o amaçları tatmin etmeyen se naryoları bertaraf ederiz. Bu yüzden rüyalar, onları unutsak bile, bizim için önemlidir. Ama onları hatırlamak için çaba sarf etmeyi seçtiğimizde daha önemlidirler. Bu gezegende, zaten uyanıkmışız gibi görünsek de, bü yük ölçüde, sanki rüya görüyormuş gibi davranırız. Tama men farkına varmak, disiplin ve tutku ister. Ama disiplin kazanmak için girdiğimiz her yolda, ustalık kazandığımız her hayat biçiminde, sonunda kendimizi bir kez daha bir rü ya biçiminde buluruz. Fizikçinin yolu bir örnektir. Neyin gerçek olduğunu di siplinli bir şekilde tespit etmeye çabalar. Ama bunu yapmak için, dünyanın bir modelini oluşturmalıdır. Herhangi bir model görüntüler ve/veya kelimeler gerektirir. Rüya görün tülerinden sayıları icat ettik. 2 Matematik nihayetinde sadece kelime ve görüntülerin ölçek ve sayılarla ilgili olan başka bir biçimidir. Fizikte biz sonuçta her şeyi sayıya dayanan üç temel öl-
26 1
çek veya ölçü açısından açıklamaya çalışırız. Bu araçlar za manı ölçtüğümüz pendulum (sarkaç); kütleyi ölçtüğümüz eşit kollu terazi; mesafeyi ölçtüğümüz düz cetvel. Sadece üç kavram yoluyla, zaman, kütle ve uzay, evrendeki her şeyi modellemeye çalışırız. Elbette, kişi düşünce ve duygulardan oluşan akıl ve i çeriği gibi var olmayan herhangi bir şeyi, bu araçlarla ölç meye kalkışmadaki aptallığı işaret edebilir. Elbette kişi, u zay, zaman ve kütle gibi kavramlara dayanan kaba araçlarla, rüya gibi şeyleri ölçmeyi beklememelidir. Ve yine de, yapmadığımızı düşünsek de, yaptığımız tam olarak budur. Rüyalarımız yaşamlarımızı, düşünceleri mizi ve duygularımızı yansıtır. Yaşam, hayatta kalmadır ve hayatta kalmadan fazlasıdır. Ayrıca bir deneyimdir. Bu de neyim içerik açısından zengin veya zayıf olabilir ve her iki durumda da yaşamayı sürdürebiliriz. Hayatta kalma amacıyla fiziği icat ettik, en azından ras yonel bir evren Yunanlı görüşünün mirasçısı olarak gördü ğümüz üzere hayatta kalma. Evren fizik olmadan yaşamını sürdürebilir miydi? Birçok farklı kültürel bakış açılarından bu soruya baktığımda, gördüm ki her kültür bir veya diğer bir şekilde fizikle ilgilenmiş. Farklar sadece fiziğin dayandı ğı unsurlar olarak düşünülen şeylerde gibi görünüyordu. Sözüm ona ilkel kültürler değişimle ve değişimden kaynaklanan güvensizlikle ilgilenmek için bir büyü biçimi kullandılar. Bu büyüye birçok isim verdiler ve evrenin teme li olduğuna inandılar. Bu büyüye evrensel enerji diyebilir miyiz? Tipik olarak böyle kültürlerin fizikçileri şamanlar veya tıp adamlarıydı. Şamanik üyelerin rüya araştırmaları, ya şam, evren ve her şeyle ilgili soruları anlamak ve sonunda kontrol etmek veya bu evrensel enerjiyi bunları açıklamak ve aydınlatmak için kullanmaktı.
262
Rasyonel bir evrenin Yunanlı görüşünü takip eden bi zim kültürümüz, temel unsurlar olarak uzay, zaman ve küt leyi kullanmıştır, ama nihayetinde evreni bu unsurların öte sine geçenlere dayanarak görmeye başlamıştır. Kütle enerji haline gelmiştir ve enerji sonunda tanımlanamaz hale gel miştir.4 Uzay ve zaman birbirinin içine geçerek ve sonunda ayrılamaz hale gelerek, birbirine dolaşık hale gelmiştir. Küt le de, o dolaşık kumaşın bir parçası olmuştur. Gözlemcinin atomaltı sistemler üzerindeki etkilerinin kuanhım fiziksel keşfi ile birlikte, akıl, kütle, zaman ve uzayla dolaşık olan evrenin bir parçası haline gelmiştir. Günümüzde durumumuz temel kabile insanları tara fından keşfedilenlere yakındır. Evrensel enerji kavramı dili mizde "evrensel kuanhım dalga fonksiyonu" veya kuanhım fiziğin "madde dalgası" veya "olasılık dalgası" olarak ad landırılabilir. Bu "dalga" her şeyi istila eder ve evrensel e nerji gibi nesnel keşfe direnir. Gözlemlediğimiz her şeyde yol gösteren etki olarak görünür. Belki Budist düşüncenin "net ışık" kavramı ile - nesne olmaksızın her şeyi istila eden bilinç - aynı şeydir. Neden böyle kavramlarla meydana çıkıyoruz? Problem şudur ki, insanlar yaşamlarını sürdürmek ve hayatlarında bir anlam bulabilmek için deneyimlerini modelleme gereği duyarlar. Ve deneyimleri modelleme, iki kenarı olan bir bı çaktır, kesen ve aydınlatan bir kenarı, kör ve kendi düşünce ve rüyalarımızın illüzyonuna düşmemize neden olan diğer kenarı. Genellikle hayatta kalma modelleri, evrensel enerji nin varlığını - deneyimin zenginleşmesini - reddeder. Ve genellikle yaşamlarımızı zenginleştirme çabalarımız bizi, in san türünü, hayatta kalmasını bile reddeder.
263
Gerçekliği Biçimlendirme: Uyandıran Rüya ve Rüya-Beden Böylece rüyanın evreni nasıl şekillendirdiğine geldik. Bu bölümde iki seçkin rüya araştırmacısının, psikolog Cat herine Shainberg ve Arnold Mindell'in çalışmalarını ele ala cağım. Her iki araştırmacı da, rüyaların Freudyen ve Jung yen modellerinden daha öteye gittiğini göstermiştir. Onlar fiziksel dünyayı modelleyen ve biçim veren örtüşmelerdir. Shainberg çalışmasını uyanık rüya kavramı açısından tanım lar. Amold Mindell araştırmasını rüya-bedeni ile çalışma ola rak tanımlar. Shainberg şimdi Amerika'da yaşamaktadır ve çalışma sının büyük kısmını anavatanı İ srail'de, özellikle İ srail'in ha yatta kalmak için mücadele ettiği birçok savaş sırasında acı çeken hastalarla yapmıştır. Rüya ve beden çalışmasının dev rimsel alanında anahtar bir figür olan Mindell, psikotera pist, analist ve İ sviçre, Zürih'te ve Oregon, Portland'da Sü reç Odaklı Psikoloji Merkezi (Center for Process-Oriented Psychology)'nin kurucusudur. Shainberg'e göre uyanık rüya, bir hastanın gece rüyası nın görüntülerine bakan özel bir tekniktir. Her ne kadar bu görüntüleri yaratma işlemi sadece bir fantezi değilse de, ay nı çeşit mekanizmayı kapsar gibi görünür - görüntüleri üre ten fantezi dünyasında bir akıl. Bu çoğu zaman yanıltıcı yorumlara götürebilir. Bu uya nık görüntüleri gözünün önüne getirirken, çoğu psikoloğun hastanın fantezisine kılavuzluk ettiğini görürsünüz, Shain berg bunu yapmaktan kaçınmaya çalışır. Ona göre uyanık rüyaları ortaya çıkarmak bu olmamalıdır. Bunun yerine kişi nin kalıbı kendi göreceği daha derin bir seviyeye inmektir.
264
Mindell'e göre, hastalık, gerilim veya ağrı semptomları, bilinçaltından beden dilinde konuşan seslerdir. Buna uygun olarak, tıpkı bilinçaltının bizimle rüyalarda görüntüler yo luyla konuşması gibi, uyanık hayatta bizimle bedenlerimiz de aolar, ağrılar, hastalıklar ve fiziksel semptomlar yoluyla konuşur. Mindell kuramsal fizik (MIT'te fizik bölümünde master yapmıştır), Jungyen psikoloji (ayrıca psikolojide dok-torası vardır) ve hastalarla çalışmaları vasıtasıyla, rüyaların kişinin hayatının bir yansıması olduğu gibi, bedenin semp tomlarının da bu yansıma gibi olduğunu keşfetmiştir. Dola yısıyla Mindell için rüyalar ve beden arasında net bir ayrım yoktur, bunun sonucu olarak rüya-bedeni sözünü icat etmiş tir. Mindell çeşitli kitaplar yazmıştır.5 En son çalışmasında6 Mindell, rüya-bedeni kavramının rüya-evren olarak adlandı rabileceğim ötesine geçmiştir. Global mitlerin, kalıpların ve ideolojilerin, rüyalarda bize ifşa edilen görüntüler ve beden semptomlarımızın kendi hastalıklarımızı yaratması ile he men hemen aynı şekilde, günümüz dünyasal krizleri yarat tığını şimdi görür. Dünyasal "rüyaların", grupların, ağların ve ulusların davranışını düzenlediğini görür. Her iki çalışan da, bir kişinin hayatının kalıplarının rüyalarda ve o kişinin yaşamındaki olaylarda yansıtıldığını fark eder. İ kisinin çalışmasında da net olarak bazı örtüşme ler olsa da, belki çalışmalarını ayrı ayrı incelemek daha açık olacaktır.
Uyandıran Rüya ile Çalışma Catherine Shainberg, uyanık rüya kavramıyla birçok yıldır çalışıyordu. Abartmasız yüzlerce kişiyle çalıştı, onlara rüyaları yoluyla açığa çıkan yaşam kalıplarını tanımaları va-
265
sıtasıyla daha dolu bir yaşam sürmeleri için yardım etti. İ ş lemi, rüya ile uyanık durum farkındalığının birleşimini kap sar. Araşhrmasi, kişinin günlük davranışı ile gece rüyası arasında birinci derecede bir bağlantı göstermiştir. İnsanlar la seansları sırasında, onların gece gördükleri rüya ile uya nık hayatlarındaki bağlantıyı deneyimlemelerini sağlar onlara bir ayrım olmadığını göstermek için. Gece rüyaların dan, rüyalarının günlük hayatlarının bir devamı olduğunu öğrenirler. Çoğunlukla gün içinde deneyimlediklerimiz, eğer an lan aramak için eğitilmediysek, farkında olmadığımız kalıp lar olarak ortaya çıkar. Eğer rüya kalıplarımızın farkında ol maya başlarsak, bu kalıpların uyanık hayatlarımızda var ol duğunu gerçekten fark etmeye başlarız. Basit bir örnek olarak, bir kişinin eski bir efsanede Pa ris'in üç tanrıçasına verdiği elmayı bulduğunu farz edin. Bir sonraki gün bir elmanın birine mükemmel bir hediye olaca ğını düşünür. Daha sonra, bir dükkana girer ve her ne kadar o belli dükkanda elma bulmayı beklemiyor olsa da, rüyasın da gördüğü elmayı bulur. Böyle olaylar rüyaların kehanet yönünü gösterebilir ve ya kalıbın kişiyi uyanık hayatta bu kalıbı ortaya çıkaracak durumlara "çekmesine" neden olması C! labilir. Açığa çıkma nın meydana gelmesi için hiç nedensel bir sebep olmayabi lir. Muhtemelen bu kitaptaki kuanhım korelasyon modelim le açıklanabilir olan bir eşzamanlılık olabilir veya fizikteki mevcut hiçbir teori bunu açıklayamayacak olabilir. Ve sonra yine kişiyi kaderine götüren gerçekten nedensel etkenler o labilir. Ancak Shainberg'in çalışması, bir çeşit kaderin "orada" veya "burada" olduğuna ve bizim sadece o kalıplarda rolle rimizi canlandırdığımız aktörler olduğumuza işaret etmez. Catherine bunun yerine bedenlerimizin sürekli ortaya çıkan
266
ve değişen görüntüleri takip ettiğine inanır. Önce, fiziki beden bir şekilde bir görüntünün "farkın da" hale geldiğinde, muhtemelen bir hastalık veya bazı iyi leşmenin meydana gelmesi yoluyla görüntü ortaya çıkmaya başlar. Bedende, hücreler ortaya çıkar ve o görüntüye uygun olarak, bedene yararından bağımsız olarak belli bir düzen ve kalıpta gelişir. Hücreler geliştikçe, görüntü daha güçlü hale gelir ve bu görüntüleri rüyalarımızda üretmeye devam ederiz.7 Eğer rüyalarımızda böyle görüntülerin bize ulaşması olmasaydı ne olurdu? Catherine eğer rüya görmeseydik, hasta olacağımızı açıklar. Kanıt olarak, REM uykularından uyandırıldıklarında rüyaları engellenen insanlar üzerindeki deneysel çalışmaları işaret eder. Daha önceki bir bölümde bahsettiğim üzere, dört veya beş gün boyunca insanlar REM uykuları yarıda kesildikten sonra, sonunda uyuduklarında, neredeyse hemen uzun bir evre boyunca REM uykusuna gi-riyorlar, kaçırdıklarını telafi ediyor gibi görünüyorlar. Bu, rüyaların günlük hayatımızdaki görüntüleri yaratmak için gerçekten gerekli olduğunu gösterebilir. O görüntüler olma-dan kaybolurduk ve muhtemelen hasta olurduk. Paris elmasıyla ilgili tüya gören ve sonra bir dükkana girip tamamen "tesadüfen" elmayı bulan o kişi örneğine ge ri dönersek, Catherine aslında içinde olan hazineyi dış dün yaya çıkıp orada arayan kişilere dair çok hikaye olduğunu açıklar. Böyle hikayelerin sonucunda, kişi hazineyi bulmak için eve dönmelidir. Elma hikayesinde farklı bir sonucumuz var. Kişi gerçekten elmayı orada bulur. Catherine birlikte çalıştığı kişilere hasta değil, öğrenci olarak atıfta bulunur. Elma hikayesi gibi rüyaları olan öğ rencileri olmuştur. Öğrencilerinden biri, genç bir kız, hasta neye yatırılmıştı ve oldukça hastaydı, o kadar hastaydı ki
267
doktorlar geceyi geçiremeyeceğini düşünüyorlardı. Annesi Catherine'i aradı ve eğer yapabileceği bir şey varsa hastane ye gihnesini istedi. Catherine vardığında, kızı komada derin uykuda buldu. Sonra "onunla çok kısa bir imgeleme çalış ması" yaptı. Catherine bana, "Eğer bir şeyin değişmesini istiyorsan, çok çabuk olmalı." dedi. Komadaki kıza bu geniş açık uzaya gireceğini ve bu uzayın kızı rahat ettirmek için yeterli olaca ğını söyledi. Catherine uzayın neye benzeyeceğini veya .o u zayda ne göreceğini söylemedi. Catherine ucunu açık bıra kıyordu ki tamamen genç kızın kendisi tarafından başlatılan bir şey meydana gelebilsin. Bundan kısa bir süre sonra kız ohırdu, gözlerini açtı ve "Kurbağa zıplar." dedi. Sonra tekrar yattı ve uykuya daldı. Catherine "Ve farkı görebilirdiniz. Ertesi sabah tama mıyla iyileşme yolunda uyandı. Bu arada eve gitmiştim ve ertesi sabah çok erken hastaneye geldim, çünkü işe gitme den önce onu görmek istedim." diye anlattı. Catherine ona doldurulmuş bir kurbağa bulmak için tamamen orada bir tane olacağına inanarak, hastanedeki he diye dükkanına girdi. "Ve gerçekten ona aldığım büyük bir kurbağa vardı. Bulmam gerektiğini bildiğim kurbağayı bul dum, ama onu rüyamda görmemiştim, o görmüştü. Bunu o na verdim, çünkü onun hayalinin onu hayata döndürdüğü nü kabul etmesi için somut bir şeye ihtiyacı vardı." diye de vam etti. Daha sonra Catherine bu kurbağanın hasta çocukları i yileştirmeyi içeren uzun bir tarihi olduğunu ve hayata inan maları için çocuklara verildiğini keşfetti. Shainberg, zaman ve uzayın tüm bağlarını koparan dış bir kalıpla eşduyumlu olan bir iç kalıbın olduğuna inanır. Genellikle rüyalarınızda gördüklerinizle gerçek hayatta ar zuladıklarınız arasında duygusal bir bağlantı vardır. İki ya-
268
şındaki oğlunun bunu gösterdiği ile ilgili bir hikaye anlattı. Oğlu itfaiye arabalarına ve itfaiyecilere çılgınca aşıktı ve · sürekli olarak onlardan bahsediyordu. "Slaughter on Tenth Avenue" müziğini dinlerken yangınları söndürdüğü ne dair oyunlar oynuyordu. Catherine ve kocası, itfaiyeciler le olan bu aşk ilişkisi sırasında kaydı birçok defa çalmak zo rundaydılar. Bir gün Catherine ve oğlu, caddenin başında, daha önce oğlunun hiç gitmediği bir kitapçı dükkanına gir diler. Catherine oğluna, belki birini ister diye çeşitli çocuk kitapları gösteriyordu. O ısrar etti, "Hayır anne, o kitabı is temiyorum. O kitabı istemiyorum." "Ne istiyorsun?" diye sordu annesi. "Aşağıya inmek is tiyorum. O kitabı istiyorum." dedi. Şimdi "aşağıda" raflarla dolu kitaplar arasında uzun bir koridor vardı. Durdukları yerden koridorun sonunu göremiyordu. Ancak yine de ora ya gitmek istiyordu. Koridorun sonuna geldiklerinde, çocuk belli bir kitabı işaret ederek "O kitabı istiyorum." dedi. O kitap itfaiyecilerle ilgili bir kitaptı. Shainberg çocuğun itfaiyecilerle ilgili rüyalarının ve ar zusunun itfaiyecilerle ilgili kitabın bulunduğu kitapçı dük kanıyla bağlantılı olduğuna inanır. Aslında gittikleri her yerde muhtemelen çocuğun içinde süregiden, ister gerçekte ister kitapta, televizyon şovların vs. olsun, sahnede itfaiyeci lerin bir deneyimini üreten bir kalıp tanıması olacaktı. Bir şekilde çocuk telepatik olarak bağlantıyı keşfedecek ve açığa çıkmaya neden olmak için ne yapması gerektiğini hissede cekti . Örneğin tam itfaiyecilerle ilgili bir program yayınday ken birden evdeki televizyonu açabilir. Elbette rüya dünyasıyla gerçek dünya arasında neden sel bir bağlantının var olmasının imkanı yoktur. Kalıp ora dadır ve bağlantılar oradadır, ama bunlar nedensel bağlantı lar değildir.
269
Tek Dünyanın Kalıpları Böyle bir kalıp dünyada nasıl var olabilir? Rüyalarımız fiziksel gerçeklikle nasıl bağlanabilir? Gerçekten nasıl. Ma rie-Louise von Franz Sayı ve Zaman (Number and Time) kita bında, kitabıyla sonuçlanan proje üzerinde nasıl çalışmaya başladığını anlatır. C.G. Jung, Eşzamanlılık: Bir Nedensellik Dışı Bağlayıcı Bir İlke (Syncronicity: An Acausal Connecting Principle) çalışmasını bitirdikten sonra, doğal sayıların arketiplerinin araşhrmasında psişe ile madde arasında bir birlik varsayı mının bulunabileceğini önermişti. Ölümünden iki yıl önce, von Franz'a bunu incelemesini önerdi. Sonraki iki yıl, bu proje ile ilgili hiçbir şey yapmadı. Jung'un ölümünden sonra proje von Franz'ın aklından çık madı. Sonra düşüncelerini netleştirmeye yardımcı olan No ra ve Arnold Mindell'e danıştı. Sonra, ona Çinli bir bilgin o lan Fa-tzang'ın üzerinde çalıştığı sayı teorileri hakkında bil gi veren, sonradan kendi içinde eşzamanlı bir olay haline gelen, Dr. Mokusen Miyuki'ye danıştı. Miyuki ile tanışmadan önce, kitabını bitirdiğini düşün düğü zaman, rüyasında eski Hint sanalı sergisinde olduğu nu gördü. İçinde yaklaşık 30 santimetre uzunluğunda ağla yan küçük şeytan heykellerinin olduğu bir vitrin gördü. Bu nun Buda'nın hayatı ile ilgili bir hikaye olduğunu biliyordu. Hikayede Buda, ne yaptıklarını gördükten sonra ağlayan ve daha insani bir tutuma dönüştürülen şeytanlar tarafından öldürülüyordu. Sonra fark etti ki, bazı heykelcikler eksikti, çünkü genç bir erkek bilgin onları dersi sırasında göstermek için almıştı. Ders verilen salona baktı, ama içerisi zifiri karanlıktı. Genç bilgin (Dr. von Franz tarafından bilinmeyen) odadan ortaya çıktı . Sonra Jung ona yaklaştı ve canlandırılmış bir bilimsel
270
sohbete başladılar. Jung, von Franz'a katılması için işaret et ti. Fark etti ki genç bilgin (spiritüel ve zihinsel yanıyla ilgile nen ruhunu temsil ettiğine inandığı), ar.un çoktan tamam lanmış kitabı ile ilgili muhtemelen bir şey biliyordu. Ama karanlıkta okuyordu, bu yüzden bilgisinin tamamen belir sizlikte yattığını yorumladı. Bu bilgiyi daha ileri nasıl devam ettireceğini bilmedi ğinden dolayı, bu konuda hiçbir şey yapmadı. Rüyadan bir kaç hafta sonra, Dr. Miyuki ile tamamen farklı koşullarda karşılaştı. Sohbetlerinde bir ara, ona rüyasından bahsetti. O zaman Miyuki ona, Hwa-yen Budizm'de, Hint Budizm'in Çin'e yazılı nakli (Çince), sayıların ezoterik bilimi ile ilgili bilgi verdi. Fa-tzang tarafından yazılan başvurduğu bölüm ler, von Franz için tercüme edilmemişti. Sonra Miyuki çevir mek için zahmet etti. Fa-tzang'ın fikirlerinin kendisininkilere paralel olması onu şaşırttı. Mantıklı ifadeyle, daha önceden bilinmesinin imkansız olduğu bilgileri bilinçaltının bilmesinden dolayı, bilinçaltının bilginin farkında olduğunu iddia eder. Fatzang' ın fikirleri, onun da el yazısında tanımladığı Özben'in arke tipinin her şeyi saran birliği olduğunu gösterir ve yazısında dahil etmediği diğer yorumları da içerir. Gerçekten von Franz'ın deneyimi, Jung'un tek dünya (unus mundus) olarak adlandırdığı kavram yoluyla, psişe ve madde ilişkisi araştırmasına paraleldi. İfade ettiği üzere: "İnsan aklı bilinmeyenle her yüzleştiğinde, sembolik modeller icat eder, yansıtmanın önbilinç işlemi üzerine çi zer. Dolayısıyla insanlık tarihinde tek dünyanın çok sayıda sembolik temsillerini buluruz, . . . görüntülerden oluşan bir süreklilik olarak, geometrik süreklilik olarak veya sayısal o larak yapılandırılmış bir sistem olarak bu 'bir dünya'.8"
27 1
Fizik evreni anlamaya çalışmak için birlik kavramına uzun süre derinlemesine girmiştir. Einstein göreceliliği, u zay ve zamanın, uzay-zamanın tek bir alanına, her şeyi sa ran bir sürekliliğe birle,mesi ile ilgilenir. Einstein'ın genel görecelilik teorisi ile kütle uzay-zamanın bir parçası haline gelir ve ünlü denklem E=mc2 yoluyla enerji ile birleşir. Bura daki fikir, Jung'un "tek dünya" kavramına paralel olarak, fi ziğin tümünü geometrik bir süreklilik olarak görmektir. Gerçekliğin Sınırları (Tlıe Margins of Reality) kitaplarında, Robert G.Jahn ve Brenda J.Dunne fiziki gerçekliğin tesis e dilmesinde bilince bir rol varsayar.9 Kitapları, aklın neden sel olmayan bir biçimde maddeyi etkilediğini ileri süren psi şik ve telepatik fenomenin çok sayıda deneysel çalışmalarını gösterir. Bu, tek dünya fikrinin, bize alışılmadık akıl-madde bağlantıları yoluyla gösterildiği üzere, hiçbir şekilde inanıl ması güç olmadığını, bilimsel sorgunun gı çek ruhunda ol duğunu ileri sürer. Bu zamana dek evrendeki tüm işlemlere mantıklı bir biçimde bakma çabasında bilim, fiziki evrenin uzay, zaman ve kütleye dayanan ölçümlerine direnen işlemler tarafından etkilenebileceğini kavramada başarısız olmuştur. Ancak in san davranışının çoğunlukla insanların yanlarında taşıdığı görüntülerle belirlendiğini açıkça görürüz. Kuantum fizikte, sonunda fiziki dünya ile rüya dünyasının çakıştığı kenara geldik. Eğer tek dünya fikrini ciddi olarak ele alırsak, o za man bu sınır alanını, rasyonellik ile irrasyonellik arasındaki alandaki bu "tarafsız bölge"yi araştırmalıyız.
Rüya-beden ile Çalışma Bu, Arnold Mindell'in araştırma alanı olmuştur. Hasta lık Mindell'i kendi beden problemleriyle, hastalarının rüya malzemesi ile ilgilendiğinde başarılı olan bir teknikle, tama-
272
men zihinsel bir biçimde ilgilenemediğini fark ettiği derece ye kadar etkilemiştir. Bunun yerine bedenin kişinin yaşam kalıplarının bir aynası olduğunu ve bu kalıpların rüyalar dan bedenden bir sinyal olarak ortaya çıktığını ve rüyanın ilgisinin bedende büyütüldüğünü görmeye başlamıştır. Dolayısıyla bedenin semptomlarıyla, patolojilerde ol duğu üzere sadece mekanik olarak ilgilenilmemelidir. Semptomlar sadece iyileştirilmesi, bastırılması veya tedavi edilmesi gereken hastalıklar değildir. Bunun yerine semp tomlar, yaşamın fantastik bir evresini işaret eden veya kişiyi varlığının merkezine daha da yakınlaştıran potansiyel ola rak anlamlı ve amaçlı durumlardır. Mindell'in ifade ettiği ü zere "Onlar kişiliğin gelişmesi için kraliyet yolu olabileceği gibi, başka bir dünyaya yolculuk da olabilir."10 Mindell çalışmasında, bedenin her fiziksel tezahürü nün kişinin rüyalarında ifade edildiğini keşfetti. Bu tüm fi ziksel jestlerini, ses tonunu, kişinin kollarını nasıl hareket et tirdiğini, nasıl yürüdüğünü, konuşurken omuzlarını nasıl tuttuğunu, yüz ifadelerini ve tüm fiziksel hastalıklarını içe rir. İlişki problemleri de rüyalarda yansıtılır ve bedende taşı nır. Mindell hastalığı için herhangi bir neden bulamadığını fark etti. İnceleyebildiği her şeyi inceledi, ama sonuçta has talığının ona ne anlattığını öğrenmede başarısız oldu. Sonra dikkatlice apaçık fiziksel hastalığı veya sakatlığı olan hasta larını izledi. Şiddetli egzaması olan bir kişinin, kaşımaya başlayacağını ve aslında bunun semptomları daha da kötü leştirdiğini fark etti. Bir kişinin başı ağrıdığında başını sallı yordu; gözü ağrıdığında gözünün üstüne bastırıyordu; boy nu sertleştiğinde boynunu eğiyordu, ağrıyı güçlendirip bü yütüyordu.
273
Genel olarak Mindell insanların beklenenin tam tersini yaptığını gördü. Eğer bir kişi ağrıdan acı çekiyorsa, ağrıyı yatıştırmak yerine daha da kötüleştirmeye çalışıyordu. Bu şekilde Mindell bedenin semptomlarının büyütülmesinin, hastaya hastalığın gerçek öneminin verilmesi ile sonuçlandı ğını keşfetti.
Rüya Gören Bedenle Çalışma (Working with the Dreaming Body) kitabından belirli bir hikayede, mide kanserinden acı çeken bir hastayı anlattı. Hasta Mindell'e mide tümörünün ona dayanılmaz ağrı verdiğini söyledi. Normal tedaviler hasta için işe yaramadığından, Mindel onu görmeye ve ağrı yı daha da kötü yapabilmek için ne yapabileceğini sormaya gitti! Hasta karnını dışarı doğru ittiğinde, ağrının daha da kötü olduğunu söyledi, böylece Mindell hastayı ayağa kal dırdı ve karın kaslarını ileri doğru ittirdi. Bu devam etti ve ağrı arttı. Sonunda hasta çığlık attı, ağrının o kadar fena ol duğunu ve neredeyse pa tlayacağını söyledi. Sonra hasta yı kıldı ve ağladı ve tüm hayatı boyunca kendini yeterli dere cede ifade edemediğini hissettiğini söyledi. Her ne kadar kanseri ciddi olsa da, hastayla bu ağrıyı büyütme tekniğinde çalışarak, daha öncesine göre hasta kendini daha tam ifade etmeye başladı ve gerçekten ölme den önce iki veya üç yıl daha fazla yaşadı. Bu hasta ameliyat edilemez kanserini öğrendikten kısa bir süre önce, tedavi edilemez bir hastalığı olduğunu ve ila cının bombaya benzediğini rüyasında gördü. Mindell bu hastanın hastalığından, kanserin ifade edilmemiş arzuların ifadesi olduğu sonucuna vardı. Sadece kanser yoluyla orta ya çıkabilecek olan, kayıp ifadesiydi. Patlaması gerekiyordu. Bu, Mindell'in aklına rüya-bedeni fikrinin girdiği yer dir. Rüya-bedeni aynı anda hem rüya hem de bedendir. Mindell, tüm vakalarında, kişinin rüyalarının bedenin semptomlarını yansıtmadığı tek bir vaka olmadığını iddia e-
274
der ve bunun tersi de doğrudur. Bundan dolayı Mindell için rüya çalışması ve beden çalışması eşanlamlı hale gelmiştir. Rüya-bedeni, bir partikülün durumunun olasılığını ve ren kuantum dalga fonksiyonunun, partikülün fiziksel du rumuyla ilişkilendirilebilmesi ile hemen hemen aynı şekilde fiziksel bedenle ilişkilendirilebilir. Kuantum fizikte fiziksel maddeyle ilgilenmeyiz, çünkü onu kontrol etmemizin bir yolu yoktur. Bunun yerine, sanki uzayda "orada" yüzen alanlarmış gibi, beklentiler, eğilimler ve olasılıklarla ilgileniriz. Size yi ne hatırlatacağım (10. Bölüm'e bakınız) bu alanlar, karmaşık sayılarla, iki bileşeni olan sayılarla temsil edilirler: bir ger çek sayı ve bir sanal sayı. Dolayısıyla her ne kadar fizikçiler bu olasılık alanlarını karmaşık sayılarca temsil ediliyor olarak resmet�eler de, kimse böyle bir alan görmemiştir. Uzayın herhangi bir belir li noktasında ve zaman durumunda sayılar ne kadar büyük se, fiziksel partikülün orada ve sonra tezahür etmesi için yoğunluğu veya eğilimi o kadar yüksektir. Bu alanlarla matematiksel olarak tam bir biçimde ilgi leniyoruz ve birçok durumda, alanın yoğunlukları o kadar belirgindir ki, gerekli varsaydığımız üzere, partikülün teza hürlerinin "semptomlarını" mümkün olduğunca yakın kon trolüne sahibiz. Dolayısıyla "klasik" olarak adlandırdığımız birçok fiziksel durumda, kontrole sahip olduğumuza ve fe nomenin fiziğini anladığımıza inanırız. Ancak diğer birçok durumda, böyle bir kontrol açıkça imkansızdır. Örneğin herhangi bir atomaltı partikülün tam olarak konumunu ve momentumunu belirleyemeyiz. Dola yısıyla böyle bir bilginin arzulandığı durumlarda, böyle partiküllerin hareketlerini tahmin etmede başarısız oluruz.
275
Her ne kadar bunu fizikte bilsek de, hala evrendeki he men hemen her şeye sanki böyle bir bilgi emrimize amadey miş gibi bakmaya eğilimliyizdir. Teknolojiyi üreten bu ege men düşünce şekli, psikologların ve tıbbi pratisyenlerin ça lışmalarına da süzülmüştür. Eğer bu rüya-bedenini bu olasılık alanı analojisi olarak kabul edersek, Mindell'in çalışmasının bedenle ilişkisi, ala nın partikülle olan ilişkisiyle aynıdır. Partikülün davranışını açıklamak için alan kavramına başvurmanın gerekli olmadı ğı birçok klasik durumların olduğu üzere, fiziksel bedenle ilgilenmede iyileştirmenin klasik durumları vardır. Ama bu nun çalışır gibi görünmediği açıkça durumlar mevcuttur. Kanser ve muhtemel bağışıklık sistemi hastalıkları gibi has talıklar klasik olmayabilir; sadece beden semptomları gibi tedavi edilebilir değildirler. Bunun yerine, hangi dereceye kadar kontrole kalkışılabileceğini görmek için rüya-bedeni ile ilgilenmemiz gerekir. Karşılaştırma yalnızca analojiden fazla olabilir. Şu an i çin, olasılığın kuantum dalga fonksiyonları ile ilgilenirken rüya-bedeni ile ilgilendiğimizin doğru olduğunu farz edin. Rüya-bedeni, niyet ve amaçlara göre (bu niyete ve amaçlara daha sonra bakacağız) beden olarak tezahür etme eğilimin de olan alan olduğu için, bunu takiben niyet ve amacın tüm fiziksel maddenin alanında iş başındadır. Başka bir ifadeyle, bedenin rüya gören bedenin tezahü rü olması gibi, evren de rüya gören evrenin tezahürüdür. Tüm bunların nasıl çalıştığını sonraki bölümlerde görece ğiz.
277
14. BÖLÜM
BÜYÜK RÜYANIN İÇİNE GiRMEK .
Tüm şeylerin şöyle olduklarını bilin Bir serap, bir bulut kalesi, bir rüya, bir görüntü, özü olmayan ama görülebilir özellikleri olan. Tüm şeylerin şöyle olduklarını bilin: Berrak bir suda yansıyan parlak gökyüzündeki bir ay gibi, o göle ay lıiç lıareket etmediği halde. Tiim şeylerin şöyle olduklarını bilin: Müzikten, seslerden, ağlamaktan çıkan bir yankı gibi, ancak o yankıda melodi yoktur. Tüm şeylerin şöyle olduklarını bilin: Bir sihirbazın atlardan, öküzlerden, at arabalarından ve diğer şeylerden illüzyon yapması gibi, hiçbir şey göründüğü gibi değildir. - Buda1 1989'un Eylül ayında, arkadaşım Lawrence N .Koss'tan, beni ertesi ay Colorado, Aspen'de "Dördüncü Türle Yakın Temaslar (Close Encounters on the Fourth Kind (CEIV))" ü zerine düzenlenecek olan bir forumda panel üyesi olmam i çin bir telefon aldım. Larry'nin niyeti, "anlayışın yeni bir a lanına ilerleyeceğini" umduğu, tanımlanamayan uçan nesne (UFO) fenomeni çevresinde umumi bir diyalog yaratmaktı . Bana özellikle yeni fiziğe dayanan fenomenle ilgili bazı dü şünceleri sunup sunamayacağımı sordu. Hepimiz yakın temas fenomenini, özellikle başarılı Ü-
278
çüncü Türden Yakınlaşmalar (Close Encoıınters of the 17ıird Kind) adındaki Hollywood filminin ve konuyla ilgilenen çok sayıda kitabın ortaya çıkmasından sonra duymuştuk. 2 Sade ce yakın temaslar nedir ve hatta daha amaca uygun olarak, bu kitabın konusuyla ne ilgileri vardır? Bugüne dek ufologlar, UFOJarla ilgilenen araştırmacı lar, temas fenomenini dört sınıfla sınıflandırmışlardır: ( 1 ) bir mesafeden UFOları görmek (CEI), (2) yakından UFOJarı görmek (CEII), (3) inen UFOJardan varlıkları görmek (CEIII) ve (4) UFO varlıkları tarafından alıkonulmalar (CEIV). Tüm bunlar birlikte UFO fenomeni denilen şeyi oluştururlar. Bu bölümde CEleri, diğer UFO fenomenlerini ve çok sayıda araştırmacı tarafından, IR'nin parametrelerini tanım lama çabalarında özellikle Jacques Vallee, Michael Grosso ve Peter M.Rojcewicz tarafından araştırılan hayal alemi (IR) diyebileceğimiz görünümlerin bir alanını inceleyeceğiz. IR verisine baktıktan sonra, bir sonraki bölümde IR'nin fiziğini oluşturmaya çalışacağım; ondan sonraki bölümde bu soruş turma dizisine, ölüm anı deneyimi (ÖAD) ve bunun IR ile, özellikle UFO CEleri ile ilişkisiyle ilgili başlıca araştırma ça balarını yürüten Kenneth Ring, Michael Persinger, Paul De vereux ve diğerlerinin çalışmalarını dahil ederek devam e deceğim. Halkbilim ve fantezi dünyasını sınırlayan ÖAD, UFO ve diğer fenomenlerin, rüya gören bir bilincin muhtemelen arketipsel "gerçek" görüntüleri olan unsurlar olduğuna ve kuantum fizik yasalarının uygu.l anabilir olduğuna inanıyo rum.3 Bu unsurlar bizim Batılı bilim yolumuza yabanadır. Aslında eğer bu hayal alemi fenomenleri, rüya gören bir bi lincin yönleriyse, rüya gördüğümüz bir şeyin nasıl "gerçek" nesneler halinde tezahür edebildiği konusunda basitçe hiç bir fikrimiz yoktur. Bu kuantum fiziğin eğer hiç uygulanabi liyorsa, girmesi gereken yerdir.
279
Ancak eğer böyle, uçan daireden birileriyle tanışmış veya benzeri şekilde görünüşte garip deneyimler yaşamış insanlara inanırsak, bir çeşit açıklamada bulunmaya zorlanı rız. Böyle bir fenomenin herhangi bir zamanda nasıl medya na gelebileceğine bakmalı ve belki bilimsel bir modelle mey dana çıkmalıyız. Pekala, nasıl yapabildiler? İnanıyorum ki cevap, psiko lojiye sınır oluşturan bir fizik aleminde, belki nesnellik ve öznellik arasında orta bir yerdeki alemde yatmalıdır.4 Eski arkadaşım ve yazar, Michael Talbot, Holografik Evren (Tlıe Holograplıic Universe) kitabında böyle deneyimlere nesnel veya öznelden ziyade "bütünsel (omnijective)" demiştir. İ lerledikçe bunu netleştirmeye çalışacağım. Eğer fiziki ve zihinsel gerçeklik arasında tam ortada, orta bir alemin varlığı konusunda haklıysam, o zaman bi reylerde, uyanık rüyalar gibi veya benim etiketlediğim üze re "büyük rüyalar" gibi kolektif niyetin açıkça gösterildiği ne benzer bir şeye tanıklık ediyor olabiliriz. Büyük rüyalar her zaman hoş veya yardımsever değil dir. Bununla birlikte, muhtemelen başka bir gerçeklik alemi nin, muhtemelen bizimkiyle çakışan ve bir tarafsızlığı olan paralel bir dünyanın varlığının belirticisidir. Arkadaşım ve profesyonel halkbilimci Peter M.Rojcewicz, bana Siyah Gi yen Adamlar (MIB), kişinin evine veya yakınına gelen siyah giyinen gizemli varlıklarla ilgili tahminlerinin tam olarak bu çizgiler arasında olduğunu anlattı. İfade ettiği üzere:
"Burada kolektif bir görüntümüz var. . . öcünün, ka çırılma veya alıkonulma, büyük birader izliyor korkusu nım kolektif bir rüyasıdır. Bu görüntüler psişenin karan lık yanını temsil eder ve aşırı endişe ve ilgi zamanları sı rasında fiziksel olarak canlanır. E,�er hayal gücünün (i maginatio), yani ruhun hayal gücü yetisinin, fiziksel güç-
280
feri kavramına herhangi bir şey varsa, zihinsel bir görün tünün fiziksel dünyada birleşmesi ve dengelenmesi ancak kısa bir süre için mantıklı görünür. Böylece aslında biz kolektif bir seviyede rüya görüyoruz ve gerçekten kişisel bir şekilde o karışık gerçekliğin bir şeyiyle karşılaşıyoruz. " Rojcewicz'in açıklaması, ikna edici bir biçimde hayal a lemi deneyimlerinin, kısa anlar için, hem objektif hem süb jektif realizmine sahip görünen ve sonra kaybolan gibi gö rünen bütünsel (omnijective) karakterini ifade eder. Eğer bir analoji yaparsam, hayal alemi deneyimleri, bir şekilde kısa yaşamsüreli atomaltı partiküller gibi fani gerçeklik parçala rıdır. Fizikte sabit temel partiküller dediğimiz çeşitlilik var dır. Bunlar göreceli olarak daha uzun süre devam eden ato maltı "nesnelerdir". Elektron sonsuza kadar var olur; saf e nerjiye ayrışmaz. Proton da uygulamada sonsuza kadar var olur ve her ne kadar 15 milyar yıl veya daha sonra parçala nacağını tahmin eden teoriler olsa da, parçalanmaz. Ama zamanın bir saniyesi boyunca sürmeyen daha çok "temel" partiküller vardır ve yine de onlann da "gerçek" olduğuna inanırız.6 Ama kısa yaşayan partikülleri laboratuvarda görmeye geldik. IR deneyimlerinin (IREler) varlığının herhangi bilim sel bir kanıtı var mıdır? Güzel soru; veri için nereye bakma mız gerekir? Bu deneyimlerin sadece nesnel olarak yakalan malarının zor olduğunu değil, ayrıca gerçek özelliklerinin fanteziyle sınır komşusu olduğunu da hatırlayın. Her ne kadar Batı dünyasında böyle deneyimlere açık lama getirmekte veya hatta onlara inanmakta başarısız olsak da, Doğulu spiri tüel uygulamalar !REieri önemli olarak gö rür. Eğer Tibetli Budist uygulamalarına bakarsak, Tibetli yo gilerin rüyalarının içeriklerinin hakimiyetini elde edebildik-
28 1
leri (12. Bölüm'e bakınız) bir çeşit lüsid rüya görme uygula dıklarını keşfederiz. Rüya görmeyle uyanıklık arasındaki ayrım, Tibetli yogiler için kaybolmuştur. Rüya durumu sıra sında uyanık kalmıştır ve her şeyin yanıltıcı niteliğini göre bilmiştir. Peter M.Rojcewicz, bazı Tibetli Vajrayana Budistlerinin tulpaların cisimleştirilmiş düşünce biçimleri - yaratımını uyguladıklarını anlatmışhr.7 Öğrenciler, tıpkı bir mimarın çizimlerden, görsellerden, mavi baskılardan üç boyutlu bir binayı kafasında canlandırması gibi, katı bir nesneyi, bir gö rüntüye dayanarak hayallerinde canlandırmaya çalışırlar. A ma işlem daha ileri gider. Tibetli yogik gelenekte, yogi bir süre boyunca, maddileşmenin üç aşamasından geçene ka dar bir ikonu hayalinde canlandırmaya çalışır: -
1 . Önce, yetiştirilmiş kişi, ikonu günlük aktivi
teleri sırasında bile aklında tamamen net bir şekilde görene kadar, ikonun her yönü üzerine meditasyon yapar. 2. Görüntü, başkaları tarafından görülebilen holografik bir görüntü gibi dışarıya gerçekten "yası tılır". 3. Görüntü maddi hale gelir. Peter bu durumların bazılarında tulpoidal "nesnelerin" yaratıcılarının yaşamlarını sürdürme anlamına geldiğini a çıkladı. Başka bir deyişle, yogi öldükten sonra bile, diğer ki şiler maddeleşen nesneyi görebileceklerdir. 1987'deki maka lesinde8, Rojcewicz, Tibet Budizmi9 üzerine kitapları ile bili nen olağanüstü Fransız kadın Alexandra David-Neel'in Ti bet'te yaşarken tulpoidal deneyimlerini anlatmıştır. David Neel Tibet'te kılık değiştirerek seyahat etmiştir, Tibet ma nastırlarında yaşamıştır ve o ülkenin dağlarında yalnız ya-
282
şayarak oldukça çok zaman geçirmiştir. 1969'da 100 yaşın dayken vefat etmiştir. Tibetli Budist hayatının hikayelerin den birinde, bir süre sonra kötü huylu ve cesur olan ve kon trolünden kaçan bir tulpa yaratmadaki başarısını anlattı.
Bilim "Dünyasında " Bir Yürüyüş Yine de, Tibetli Budistler tarafından alışhrma yapılan etkileyici akıl kontrol gösterisine rağmen, bunu zorlukla bi limsel bir kanıt olarak adlandırırım. Muhtemelen böyle bir fenomene en bilimsel soruşturma, Jacques Vallee tarafından yapılmıştır. Boyutlar: Uzaylı Temasının Bir Arşivi (Dimensions: A Casebook of Alien Contact) kitabında Vallee, IREler konusu nu yeni bir bakış açısından ciddi olarak incelemiştir. 10 UFO fenomeni üzerine olağan bakış açıları, iki kampa girer: ko yunlar ve keçiler (yazar burada iyileri kötülerden ayırt et mek anlamına gelen İngilizce "the sheep and the goats" de yimine atıfta bulunuyor), yani inananlar ve şüpheciler. İnananlar UFOları fiziksel olarak gerçek fenomenler o larak sayma eğilimindedirler. Tipik olarak böyle inançlar bir eğilimi takip eder. Uzay gemileri gerçekten dünyamıza ge lir. Somut nesnelerdir. Buraya uçmuşlardır veya teknoloji mizin ötesinde, ışıktan daha 'hızlı bir doğaüstü biçim yoluy la bizi taşımışlardır. Gemideki yaratıklar çok zeki ve tam ke lime anlamıyla bizim mucize olarak gördüğümüz şeyleri ya pabilirler. Örneğin uzay gemilerinin, dünyasal malzemeler den yapılan herhangi bir aracı paramparça edecek hızlan malardan geçtikleri görülür. Şüpheciler evrenimizin genişliğinin herhangi bir akıllı yaşamın buraya gelme ihtimalini engellediğine işaret eder. Geniş uzay denizinde bizi nasıl bulurlar? Bu gemilerin bi zim halihazırda evrenin her yerine geçerli olduğuna inandı ğımız aynı fizik yasalarına bağlı olduklarını farz edersek, bi-
283
zi bulsalar bile, en yakın yıldızdan bize yolculuk en kötü ih timalle binlerce yıl sürerdi ve gemi ışık hızında olsa bile, en iyi ihtimalle birkaç yıl sürerdi. Hiçbir fiziki nesne ışık hızını geçemediği ve hatta ışık hızına ulaşamadığından dolayı, bu fiziki varlıkların ziyaretlerini engellerdi. Vallee dikkatle bakmamız gereken yeni bir yaklaşım e le alır. Dünya dışı uzay gemilerine inanmaz, çünkü bu inanç UFOlann kanıtıyla desteklenmez. UFOlann nedeninin uzay gemileri olmadığının ilk parça kanıtı, şaşırtıcı olarak, çok fazla sayıda doğrulanan açıklanamayan görmeler olmasıdır! Vallee'nin kendisi, son yirmi yılda iki binden fazla vaka bel gelemiştir. Bu sayı olarak karşı konulamaz gözükebilse de, Vallee bu listenin sadece bildirilen görmeler olduğunu hatır lahr. Hepsi olmasa da, raporların çoğu bu görmelerin tesa düf, tamamen rastgele olduğunu ileri sürer. Bu etkeni ve ço ğu görmelerin, özellikle inişlerin, akşam saat 6'dan sonra meydana geldiğini, saat 10 civarında zirve yaptığını ve son ra önemli derecede daha az rapor olduğunu ve sabah 6 civa rında tekrar bir artış meydana geldiğini göz önünde bulun durarak, kişi bu görme ve iniş eyleminin daha çok geceleyin hareketlenen bir olay olduğu sonucuna varır. Ancak o za man görmeler neden geceyansı civarında azalır? Basitçe, ço ğu insanların uyuduğu ve daha az tanık olduğu için daha az görme olmasından dolayı. Bu daha az olay olduğu anlamı na gelmez. Tüm matematiksel etkenleri göz önüne alarak, Vallee son yirmi yılda meydana gelen olayların sayısının iki bin den ziyade üç yüz binden fazla şok edici sayısına ulaşacağı sonucuna vardı. Ama hala hikayenin dahası var. Neden bu görmelerin çoğu sadece insanların evlerinden, meskenlerin den uzakta, nüfusu az alanlarda meydana geliyor? Belki o layları gözlemlenemez yapan şehrin ışıklarıdır, ama bunu
284
bir kenara koyarsak kişi şehirlerde yaşayan insanların rast lantısallığına ve sayısına dayanarak net olarak çünkü daha çok insan olduğu için basitçe olayların daha fazla şehir gör meleri olmasını bekler. Bu mantık çizgisini takip ederek, eğer dünyanın nüfu su şehirlerde yoğunlaşmak yerine eşit olarak dağılmış ol saydı, kesinlikle daha çok "ülke" raporu olurdu. Az insan olduğundan dolayı az görme olan yerler olan, nüfusun ıssız olduğu arazi alanlarını ve hatta belki okyanus alanlarının genişliğini göz önüne alarak, olayların tahminini son yirmi yılda 3 milyonun üzerine çıkar. Vallee bu sayının saçma olduğunu ileri sürer. Bira fıçısı boyutunda yörüngede dönen bir insansız uzay roketi, bir kaç hafta içerisinde gezegenimiz hakkında geniş bir alanda bilimsel veri yakalayabilir. Muazzam miktarda radyo ve te levizyon iletişimini göz önüne alırsak, böyle bir insansız u zay aracı hakkımızda herhangi bir dünya dışı varlığa epey çok şey anlatırdı. Bu yüzden neden bu kadar çok ziyaret ol sun? Bir veya iki veya belki elli yeterli olurdu. Neden ziya retçiler gelmeye devam ediyorlar? Belki tıpkı bizim eski bir filmi tekrar tekrar izlememiz gibi, bizi ziyaret etmeyi sevi yorlardır veya belki başka bir açıklaması vardır. Bundan dolayı rastgele ziyaretler UFO görmelerini a çıklamaz. Ziyaretçiler ya psikolojik veya sosyolojik neden lerden dolayı tanıklarını dikkatlice seçiyor olmalılar ki bu bir olasılıktır (bunu nasıl yapabildiklerini ve seçtikleri tanık ları neden seçtiklerini kişi merak etmelidir) ya da uzay ge misinde gelmiyorlar. Neden ne olursa olsun, ziyaretler plan lıdır ve Vallee'nin ortaya koyduğu üzere düzenlenmiştir ve dolayısıyla rastgele değildir.
285
Doğaüstü UFO v e Yaratıklar Geniş çeşitlilikte görmelere bakarak, Vallee hemen he men her vakada uzay gemisinin uçarak uzaklaşmadığı, ade ta kaybolduğu veya Alice'in Cheshire kedisi gibi yavaş ya vaş yok olduğu sonucuna varır. Birçok durumda geride be yaz bir bulu t kalır ve bazı durumlarda bir patlama sesi var dır. Fiziki nesnelerin fiziğine bakarak, kişi böyle bir uzay ge misinin, kozmik polis tarafından evrensel fizik yasalarının ihlali nedeniyle kilit altına alınması gerektiği sonucuna ula şabilir. Böyle kaybolmalar nasıl meydana gelebilir? Bunları a çıklamak için bir çeşit fizik ötesine ihtiyacımız var mı? E.T. ler fizik ötesi teknolojiye sahipler mi? Minimalist bir yakla şımı ele alarak, kişi tüm böyle görmelerin davranışının, u zayda hareket eden fiziki cisimlerin yasalarından ziyade, film yapma, sinema projektörleri ve holografik görüntü yan sıtma yasalarını takip ettiği sonucuna varmalıdır. Başka bir deyişle, tanık olunan şey görsel bir fenomendir, fiziki değil. Görmeler "gerçek" görüntülerindir, gerçek nesnelerin de ğil. 12 Görüntülerle başarılabilecek şey, çoğu görme raporun dan bile daha inanılmazdır. Herhangi bir modern film stüd yosunun sihirli görüntüler yaratabilme kapasitesini ele alın ve görmelerde görünenlerden sihirli görüntülerden çok da ha zengin bir kaynak bulursunuz. Buradan görmelerin bir çeşit görüntü fenomeni olduğu sonucuna varırım, optik görüntüler olması gerekmez ve kişi onları açıklamak için fizik ötesine ihtiyaç duymaz. Buna bö lümün sonunda tekrar döneceğim.
286
Uzaylılarla İrtibat Kurduğunu Söyleyen B u Kadar Çok Kişiye E. T.ler Neden Hep Aynı Şekilde Görünür? CEIVlerde benzer görünümlü şaşırtıcı varlık, insansı çeşitliliğine sahibiz ve hatta birçok durumda uzun yüzleri ve ince bedenleriyle birlikte çok sıskalardır. Burada, dünya nın farklı bölümlerinden çok sayıda uzaylılarla irtibat kur duğunu söyleyen kişilerin benzer görüntüleri rapor ettiğini görürüz. Ayrıca birbirine yakın olan insanların benzer gö rüntüler gördüğü durumlar vardır. "Yeni Bir Çağın Mitinde UFOlar (UFOs in the Myth of a New Age)" adlı makalesinde Michael Grosso, 23 Nisan 1971'de, tanımlanamayan bir ışık kümesinin, New York City'de Greenwich köyünde Our Lady of Pompei Kilisesi' nin kubbesinin üstünde uçmasını izlemiştir.13 Bu ışık küme leri, imkansız havasa! manevralarla hareket etmiş ve sonra zikzak hareketlerle kuzeye hızlıca gitmiş, Empire State bina sının üzerinde kaybolmuştur. Bunu iki diğer kişiyle birlikte görmüştür ve hepsinin benzer bildirisi vardır. onlar "orada" mıydı? Grosso, ileri teknoloji zekası ile az gelişmiş ahlaki bi linç adını verdiği şey arasındaki tehlikeli bölünmeyi incele yen Son Tercih (Tize Last Clıoice) kitabının yazandır.14 Makale sinde, UFOların ve diğer olağandışı fenomenlerin aslında insan türünün kolektif bilinçaltında bir rahatsızlığının teza hürü olduğu tezini araştırmıştır. Bu rahatsızlık, modem bili min insan hayatı ve dünya ekolojisi üzerindeki şiddetli etki si nedeniyle olmuştur. Bu fikir, Montague Ullman'ın rüya larda tezahür eden ve bireyin hayatta kalmasından ziyade türlerin hayatta kalmasını destekleyen görüntüler üreten ( 1 1 . Bölüm'e bakınız) kolektif bilinçaltı kavramı ile yankıla nır.
287
Grosso bana, Oxford mantık profesörü ve bir kez Brita in's Society for Physical Research'ün başkanı olan Henry H. Price'ın, bir defasında her "fikrin" doğasında psikokinetik olduğu görüşünü ifade ettiğini söyledi.15 Her fikir, kendini bir şekilde veya biçimde maddileştirme eğilimine sahiptir. Grosso, eğer fikirlerimiz grup düşünce işlemlerini üretmek için telepatik olarak etkileşimde ise, o halde grup düşünce işlemlerinin çok daha fazla psikokinetik potansiyele sahip o labileceğini işaret etmiştir. Bu, UFO gibi kurgusal anlamda anlaşılan bir mitin, uzayda ve zamanda belli şartlar altında kendini geçici olarak somutlaştırabileceği ve ortak olarak deneyimlenen belli fiziksel özellikleri üstüne alabileceği an lamına gelir. Bu kavramın, gözlemci tarafından yaratılmış gerçekli ğin kuantum fiziksel fikrinde bir temeli olabileceğini ekler dim. Gözlemleyerek kişi, durumların muhtemel çakışmasın dan bir durum yaratır. Eğer birden fazla gözlemci ilişkiliyse, birçok insanın bir olayın aynı veya benzer görüntülerine sa hip olduğu bir çeşit kuvvetlendirme meydana gelebilir. Dik katli gözlemlerle ilgili olarak bölümün sonunda bu noktaya geri döneceğim. Grosso, UFO deneyiminin Yeni Bir Çağ mitini yaratmanın bir bölümü olduğuna işaret eder. Bu bakımdan üç temel nokta oluşturur. UFO fenomeninin tümüne bakmamız gere kir, uzaylılar tarafından alıkonulmaya karşı uzaylı larla irtibat kuranlar gibi sadece bir çeşit veya diğeri gibi ayrı, münferit olaylar olarak değil. 2. UFO!arla Koca Ayak görüntüleri veya Bakire Meryem vizyonları, ölüm anı deneyimleri, kötü ruh lar, kanallıklar ve diğerleri gibi diğer muhtemel iliş kili kuraldışı fenomenler arasındaki bağlantıya bak mamız gerekir. 1.
288
3 . Fenomeni tarihsel olarak ele almamız gere
kir. UFO deneyimlerinin hayal alemi ile ilgilenen ve ride evrimsel bir boyut vardır. Grosso'nun makalesinin anahtar noktası, Batı dünyası nın yakasını yeni bir çağın umudu ve beklentisinin bırakma masıdır. UFO yaratıklarının görsel ortaya çıkmalarına işaret eder - cenine benzerler, çocuk gibi göriinürler, açlık ve sava şın toprakları kırıp geçirdiği ülkelerde gördüğünüz aç ço cuklar gibi genellikle çok ince kollu çok hasta, gözleri şiş ve büyük kafalıdırlar. UFO yaratığı, hepimiz için bizim kolektif bir rüyanın, hepimizin daha büyük bir rüyanın bir parçası olduğumu zun - Schopenhauer'ın fikri - bir hatırlahcısı olmasının bir görüntüsü müdür? Bu büyük rüya, gezegenimizin çocukla rına bakabilmede sorumluluk yoksunluğumuzu mu götse rir? Belki bu gelecekle ilgili endişelerimizi yansıhr; nihaye tinde çocuk geleceğin habercisidir. Televizyon programlarının çocuk istismarı ile ilgilen meden geçen bir tek günü bile neredeyse yok gibidir. İstis mar, Afrika'daki açlık veya ülkemizdeki özellikle evdeki ba balar ve üvey babalar tarafından cinsel taciz yoluyla medya na gelir. Bu gosterileri seyrederiz veya istismar hakkında o kuruz veya işten eve dönerken haber programlarında dinle riz. O veya bu şekilde, istismar edilen çocukların görüntüle ri bilinçaltı aklımızın yakasını bırakmaz. Belki bu görüntü ler, ya gece rii y alarımızda ya da arabalarımızda yolda gider ken bir otobanın yalnız geniş yerinde coşarak bir hatıra biçi mi üreterek tüm bunlarda yankılanır. Bu, bize göründükleri şekliyle yaratıkların süreklilikle rini ve benzerliklerini açıklayabilir mi? "Büyük rüyaya" benzer bir şeye, bazılarımızda tezahür eden insan türünün hayatta kalma rüyasına mı tanıklık ediyoruz?
289
Perilerle Seks: Zaman Boyunca Görüntülerle İrtibat Kurmak Yine de farklı görüntüler vardır ve zaman içerisinde farklı kılıklarda ortaya çıkmışlardır. UFO yaratıklarının ço ğu raporuna bakhğınız zaman, çeşitli şekil ve boyutlarda gelirler. Gözleri geniş yer kaplayan cüceler, tüylü küçük ya ratıklar, uzun kollu ve bacaklı uzun ince Nordik tipler, siyah giysiler giymiş gizemli erkek ve kadınlar vardır. Pekala, ne den bu kadar farklıdırlar? Sonuç olarak neden buradalar? E ğer onları böyle detaylarla görme eğilimindeysek bu yara tıklar, sadece bizim onları görmemiz için değil, ama aynı za manda bizimle temas kurmaları için buradalar. "Onlar" bi zimle irtibat kurmak istiyorlar. Tarihimiz boyunca, diğer gerçekliklerden bizimle fizik sel olarak temasa geçmiş varlıkların görüntüleri olmuştur. İngiliz adalarında, insanlarla insan olmayanlar arasında cin sel ilişkiler birkaç yüzyıl boyunca bildirilmiştir. 16 Shakespe are günlerinden birçok aşk ile ilgili etkileşimde, peri halkı bizimle oynaşmıştır. Son zamanlarda Minas Gerais eyaletin den bir Brezilyalı çiftçi, onu çırılçıplak soyan ve tüm vücu duna bir afrodizyak etkisi veren şeffaf, kokusuz bir sıvı sü ren UFO yaratıkları tarafından alıkonulduğunu bildirmiştir. Biraz daha sonra, insansı biçiminde çıplak ve çekici olan dişi bir yaratık, odaya girmiş ve onunla birçok defa "normal" cinsel ilişkiye girmiştir! Rojcewicz makalesinde17 uzaylı yaratıklarla başka bir çok cinsel ilişki raporu verir. Bu kısacık temaslar ne kadar fi ziksel olmasına rağmen, daha sonraki bir makalesinde18 pe rilerin, UFOların ve onların işgal ettikleri kişilerin, fiziksel gerçeklik yasası olarak deneyimleyeceklerimizi ihlal eder gi bi görünen sözde fiziksel doğaya sahip olduklarını açıklar.
290
Katı maddelerden geçebilir, somutlaşabilir ve maddesel ol maktan çıkabilir, iki tam ikiz nesneye bölünebilir ve sonra tekrar tek bir nesnede yeniden biçimlenebilir görünürler. Her ne kadar temas kuranların hiçbir fiziksel açısı ol masa da, sadece görsel açıları olsa da - her ne kadar böyle raporları duyduğumuzda bize garip gelse de - birkaçımızın neredeyse hayatımızın her günü böyle bir fenomen görme diğine eminim! Sadece televizyonu açın ve herhangi bir rek lamı izleyin. Ne görürüz? Havada uçan ve kaybolan otomo biller görürüz. İnsanların bir kıtadan diğerine hareket etme den gittiğini görürüz. Arabaların karton görüntülere dönüş tüğünü görürüz. İnsanların somutlaştığını ve maddesel ol maktan çıktıklarını görürüz. Liste bitmek bilmez. Son zamanlardaki filmler, bir nesnenin şeklinin sürekli olarak yeni bir şekle dönüştüğü kesintisiz biçim değiştirme (morphing) denilen bir işlem kullanırlar. Terminatör 2 (Termi nator [[) filmi bu işlemi dikkate değer bir görsel ve finansal başarıyla sergilemiştir. Ama gittiğim yönü algılayarak, diğer dünya halkı ve bizim aramızdaki tüm görmeler ve temaslar, televizyon gö rüntüsü değildir diye itiraz edebilirsiniz. Eğer televizyon görüntüleri değillerse, o halde neler? Bu rastlaşmaların bir açıklamasını yapmaya çalışacağım. Açıklamam hayatımın i ki yönüne dayanır: böyle "halk" ile kendi deneyimlerim ve rüya gören evren hipotezim. Bu açılar, bana üçüncü bir ger çeklik aleminin varlığını gösterir.
Üçüncü Bir Şeyde Diyaloglar 1 991'in ilkbaharında Peter M.Rojcewicz ve Michael Grosso ile New York'un gürültülü Üst Ba tı Yakası'nda bir kafede buluştuk. Michael Grosso, Jersey City State Koleji' nde eğitim veren bir sanatçı-filozoftur ve UFO çalışmaları a-
291
raştırmalanyla bilinir. Peter M.Rojcewicz, Ph.D., New York' ta Juilliard Okulu'nda Liberal Sanatlar Fakültesinde Beşeri Bilimler Profesörü ve Eş Başkandır. Peter, halkbilimdeki ça lışmalarıyla bilinir. Her ne kadar buluşmamız ve sohbetimiz tipik kahve sohbeti biçimine benzese de, arka tarafta kuramsal düşün meler, belli temalar netlikle ortaya çıktı. Bunlardan biri bi lim adamlarının gerçeklik kavramlarını genişletmelerine o lan ihtiyacın tanınmasıydı. Bunu ciddiye alan birkaç mo dern araştırmacılardan biri, psikoid (psychoid) kavramıyla C. G. Jung idi. Jung'un kavramı, fiziksel ile psişik arasındaki sınırda var olan bir alemin varlığını ileri sürüyordu. Peter, Henry Corbin'in kitabında19 yaptığı üzere bunu IR olarak adlandırabileceğimize işaret etmiştir. IR, maddi dünyevi ile tamamen soyut dünya kavramları arasındadır. Gerçektir, ama fiziksel değildir ve aslında Jung'un psikoid arketip kavramından ve ımus mundus adını verdiği ilişkili simyasal fikirden (13. Bölüm'e de bakınız) farklı değildir. Psişe ve doğanın çift açıdan tezahür ettiği, kendini her iki a çıdan birinde çözmediği bir yerdir. Peter açıkladı:
"Unus ınımdııs (tek dünya)'un psikoid doğası, bula nık-gerçeklik biçimindedir. Psikoid alem, algılama ve epis tomoloji sorularına yol açar. Materyalist geleneğimizde, tek gözlü görme geliştirmeye ve sadece fizikseli görmeye e ğitilmişizdir. Eğer tesadüfen bir bulanık-gerçeklik türü görürsek, yani belirsiz bir ontolojik durumda bir şey, ço ğumuz muhtemelen sadece çok çarpıcı fiziksel yönünü gö rürüz. Bazılarımız hiçbir surette bir şey görmekte başarılı olamayabilir. Algılama işlemini bildiğimiz kadarıyla, be yin anbean aracılık eder, orada meydana gelen şeyle hali-
292
hazırda daha önce kaydettiklerini eşleştirir ve sentezler. Psikoid fenomen, bir olayın yalnızca fiziksel objektif bir biçimde tezahür etmeyen veya hiç iz bırakmayan ara bir alemde meydana gelip gelmediği sorusuna neden olur. Olaylar nasıl meydana gelir? Nerede meydana gelir? Çoğumuz fiziksel olayların uzay ve zamanda, "orada" meydana geldiğine inanır. Ayrıca zihinsel olayların da uzay ve zamanda "burada" meydana geldiğine inanırız. Olayları ya içeride ya dışarıda olarak konumlandırma eğiliminde yizdir. Ama psikoid olaylar öznel fikirlerin ve izlenimlerin dünyası olan zihinsel dünyadan ve şeylerin dünyası olan fiziksel dünyadan farklıdır. Psikoid olaylar, maddi fizik içine oturmayan gerçeklik aleminde meydana gelir. Yine de, psikoid olayların kısmi ve geçici fiziksel tezahürleri vardır. Belki olayların uzay ve zamanda meydana geldiklerini düşünmede hata yapıyoruz. Belki tüm olaylar psikoiddir ve biz, bir hayatta kalma tekniği ol�rak olayların çoğunu "ora da" olarak yansıtmayı öğrenmişizdir. Diğer olaylar, sözüm ona UFO görmeleri gibi IREler, belki yaşamı daha az tehdit edicidir. Okuyucuyu tahminde bulunduğum konusunda u yarıyorum. Sonra bu tartışma iki arkadaşımı kendi psikoid olay ta nıklıklarını tarif etmeye yöneltti. Michael Grosso'nun UFO görmesinden zaten bahsettim. Sonra Grosso bana açık ola rak psikoid seviyeye ulaşmayı başaran bir öğrencisini anlat tı. 1975'te, Grosso öğretmenlik yaparken yakın temasta ol duğu çok garip bir öğrencisi vardı . Derslerden birinde bu öğrenci, klasik bir arketipsel çocuk rüyası tarif etti. Rüyasın da siyah fırtınalı bir sahilde beyaz pelerinli bir çocuğu gör dü. Rüyasında ailesi ve arkadaşları "Çocuğa dokunma." De diler. Ama çocuk ona, kendisini fırtınadan kurtarması için i-
293
şaret etti, tehlikede olan çocuk rüyasının klasik bir güdüsü. Uyandığında, sağ eli gizemli bir siyah maddeyle kaplıydı. Grosso, o zaman yanında olan iki kişiyle görüşme yaph ve bunu gördü. Bunun doğru bir açıklama olduğu konusun da yemin ettiler. Rüya birkaç defa devam etti ve siyah el kaplanması her rüyayı görüşünde ortaya çıktı. Daha sonra Grosso'ya, kendisinin araba kazası geçireceğine dair bir rü ya gördüğünü söyledi. Rüyadan sonra araba kazası geçirdi . Bir hafta sonra sağ kolu askıda olarak dersine girdi ve Gros so kızın sağ elinin siyah olduğunu gördü. Eli hiçbir zaman iyileşmedi. Bir yıl boyunca bu eliyle uğraştı. Hikayenin bir bölümü, büyülü çocuğun kıza bir res sam olmasını söylemesi ve kendisinin bir resmini yapmasını istemesiydi. Her resim yapmaya çalışmasında, eli iyileşti. A ma batıl inançlı olan anne babasının veya çok parlak olma yan erkek arkadaşının (Grosso erkek arkadaşını biliyordu, çünkü o da Grosso'nun öğrencisiydi) her tavsiyesini dinle diğinde işler sapıtıyordu ve siyah el geri dönüyordu. Psikoid fenomeni tezahür etmede alışılmadık kabiliyeti nedeniyle, Grosso onu kendisi test etmeye karar verdi. O nun sınıfında bir meditasyon yönetti ve öğrencileri rüya görmeye davet etti. Onun rüyalarında yapabildiğini iddia ettiği, gerçek, saklı nesnelerin farkında hale gelme kabiliye tini test etmek istedi. Grosso, daha önce kimsenin görmediği bir nesneyi hedef olarak seçti. Ertesi sabah ofisinde, şu anda hala sakladığı, kızın rüyasına ait bir rapor buldu. Bu tamı ta nmuı bir tarifti - raporunun her bir detayı hedefe uyuyordu. Sınıftaki başka hiç kimse yakınına bile gelememişti. O hede fi rüyasında görmüştü ve Arnavut kaldırımı gibi çok sayıda belirli detaylarını tarif etmişti. 20 Grosso hala onun siyah elle ilgili hikayesine inanıp inanmadığı konusunda emin değil. Rüya-çocuk deneyimi nin ana fikri, kız için gerçeklik olarak tezahür eden bir şey
294
olması. Rüya çocuk biçiminde gelen kılavuzunu dinleme mek, onun tüm hayatı için kötü bir habere dönüştü. Yılın sonunda Grosso onunla bağlantısını kaybetti. Bu hikayeden ne sonuç çıkarabiliriz? Olayların, Werner Heisenberg tarafından yazılan Fizik ve Ötesi (Physics and Beyond) kitabında sert nesnellik ve yumuşak öznellik ara sında orta bir alem olarak işaret edildiğine inandığım rüya lar yoluyla somutlaşmasına uygun olan mantıklı bir açıkla manın olduğunu ileri sürüyorum. Heisenberg, dünyanın mistik ve bilimsel deneyiminin bir şekilde birleştiği komi sunda yazmıştır. Nesne ile özne arasında bir yerde, günü müzde fizikçiler arasında artan ilgi alan bir kavram olan or ta bir alem olduğunu söylemiştir. Bana öyle geliyor ki, bu orta alem Jung'un psikoid alemi, üçüncü bir şeydir (tertium quid). Belki Heisenberg ve Bohr'dan etkilenerek kuantum me kanikle uğraşmamın bir sonucu olarak bu sonuca vardım. Belki bu gariptir, ama kuantum fizik gerçekte, özneler veya nesnelerden ziyade bu alemdeki muhtemel nesnel nitelikleri tanımlar. Kuantum fizik, öznel deneyim alemini veya nesnel deneyim alemini tanımlamaz. Kuantum fizik, bilimin "büyük beyaz umudu" idi nesnel deneyim açısından her şeyi görebilme rüyası. Ancak üstünlük için savaşmaya devam ettikçe, konu matematiksel ve geometrik biçimlenmiş alana atıldıkça giderek daha si yah hale geldi. Bunun yerine kuantum fizik, potansiyel maddi deneyim olan hayali deneyim alemini tanımlar. Burada sırf bu nedenle öznellikle yüz yüze geliriz, çün kü ne olup bittiğini tam olarak belirlemedeki kabiliyetsizli ğimizle karşı karşıya geliriz. Bir an için gerçekliğin bulanık olmadığını, gerçekliği deneyimlemedeki bulanıklığın biz den kaynaklandığını farz etmeme izin verin. Sonuç? Bulanık gerçekliği deneyimleriz. Şimdi gerçekliğin bulanık olduğu-
295
nu farz etmeme izin verin. O zaman gerçeklik, bizim gerçek liği modellemedeki ve içinde yaşamaya devam etme çabala rımızda olduğumuzda, olduğumuzu düşündüğümüz kadar katı değildir. Sonuç: bulanık gerçekliği deneyimleriz. Hangisi doğrudur? Her iki şekilde de Schrödinger'in denkleminin dalga hareketinde21 bulunan olasılık matemati ğine zorlanırız. Bu dalga "gerçek" dünyada hareket etmez. Tam anlamıyla IR'de hareket eder ve yine de gerçek dünya ya uyar veya belki daha iyi ifade edersek, gerçek dünya bir şekilde onun biçimini takip eder, ama Newton'un denklem lerinin klasik gerçek dünyayı tanımladığı üzere balistik ola rak değil, olasılı olarak takip eder. Bu IR dalgası ile ilgili başka bir şey daha vardır. Mate matikte iki çeşit sayıdan bahsederiz, gerçek ve sanal. Gerçek dünyada gerçek sayıları gözlemlediğimizi söylemek anlamlı görünür. Aslında sayının kendisi IR'den ortaya çıkan veya belki von Franz'ın ileri sürdüğü üzere bir arketip olarak 0r taya çıkan bir kavram olduğundan dolayı bunu bile yapma yız. Ama bunu kurcalamayalım. En azından gerçek dünya nın şeyleri, içindeki ufak tefek şeyler, kafanızda veya hayatı nızın günlerinde atasözü kabilinden sayılır. Gerçek sayılar için bu kadar. Ama bir kuantum fiziksel dalgayı, onu her iki çeşit sayı açısından temsil etmedikçe ta nımlayamazsınız. Ve birbirlerine karışmazlar. Eğer birini dı şarıda bırakırsanız, yanlış cevabı alırsınız. Hem gerçek hem sanal sayıların her ikisine de ihtiyacınız olduğu gerçeği, bel ki bir psikoid seviye "gerçekliği", orta bir alem, bir alacaka ranlık kuşağı için bir ipucudur. Bu sayıları ifade etmek için sanal terimini kullandığımız gerçeği de önemlidir ve belki IR'ye işaret eden bilinçaltı bir işlemden ortaya çıkar. Felsefede Michael Grosso, bizim normalde fiziksel ve zihinsel dünya arasından ayrım yaptığımızı açıklamıştır. Ba zı filozoflar, zihinsel bir dünyanın varlığını tam olarak kabul
296
etmişlerdir, ama aklı fiziksel dünyaya dayandırırlar. Bu gö rüş açısına materyalizm denir. İdealist olarak adlandırılan diğerleri, fiziksel dünyanın zihinse dünyadan elde edilebile ceğini düşünürler. Psikoid olay nereye uyar? Bu fenomenle birlikte materyalizm ve idealizm arasındaki ayrımlar uçar gider. Grosso üçüncü aleme varlığın iiçüncü bir şeyi (tertium qııid) adını verir. Astral seviye, IR, psişik farkındalık, psikoid fenomen ve boyut ötesi var olma gibi kavramlarla, yani bili min tanımlayamadığı ve kesinlikle saptayamadığı düşünce alanlarıyla ilgilenir. Bu alem, anormal deneyimleri ve rüyaları kapsar. Çoğu rüyalar, evreni ortak anlayışımız açısından yukarıdaki varlı ğın iki kategorisine bölünen tamamen öznel görünür. Ancak araştırmacıların gördüğü üzere, bunlar varlığın alt kategori leridir, bazıları başka olasılıklar ileri sürer - uyanık gerçek likte ortaya çıkan psikoid deneyimlerin alemine kanayan a normal rüyalar. Bu alemi araştırmada Grosso'nun stratejisi basittir. Bu dünyayı tanımlamaya çalışın, olabildiğiniz kadar betimleyi ci olun . Örneğin bazı hayaletlerin fotoğrafı çekilmiştir ve sonra katı duvarlardan geçerek kaybolduklarına şa,,'hit olun muştur. Bu demektir ki her iki özelliğe de sahiptirler: hayali duvarlardan geçerler ve fiziksel - fotografik iz bırakırlar. Grosso, Marian'ın vizyonlarını araştırdı - özellikle 1 968'de Mısır, Zeitun'da meydana gelen Meryem Ana gö rüntülerini. Açık olarak psikoid bir yansıma olarak görünü yordu - fotoğraflanan Bakire Meryem olayı. Peter M.Rojcewicz bazı UFO fotoğraflarının Marian vizyonu gibi olduğunu bana gösterdi. Bazı fotoğraflarda UFO'yu görebiliyorsunuz ve ancak onun içinden, sanki so mutlaşma sürecindeymiş gibi, arkasındaki ağacı da görebili yorsunuz. Aynı şey gerçekte basit olarak üst üste çekmekle
297
üretilebilmesiyle birlikte, eğer kişi bunu gerçek olarak alır sa, o zaman sanki hem ışık-salıyor hem ışık-emiyor gibi hem aydınlık hem karanlık alanları vardır. Bu fenomenler, nesnel ve öznel arasında hangi sınır ta rafına düştüğü, bilince dayanır; eğer bir etkileşim varsa göz lemciye dayanır veya algılaması güçlü kişinin deneyimi ile ilgili bir şeye dayanır. Çalışmalar göstermiştir ki tam olarak inanmadığımız sürece bir şeyi genellikle görmeyiz. Peter, nörolojik bakış açısından bunu ilginç bulur; ancak, sırf daha kapsamlı bir görüş alanı ve farklı eşikleri olmasından dolayı UFO!ara rastlayan algılaması güçlü kişiler olabilir. Rojcewicz, birkaç yıldır halkbilim a!emini araştırdığını, ciddi olarak farklı halk ontolojik sistemlerine baktığını ve her ne kadar bir peri masalının veya mitin doğru olarak ele alınmamasına rağmen esasen gerçek olan bir şey olduğu so nucuna vardığını açıklamıştır. Örneğin, enseste ve şiddete karşı güçlü tabuları olan toplumlar, şiddetli ve ensestle ilgili halk hikayelerine sahiptir. Neden bu hikayeler sürer? Peter bu devamlılığın sadece fanteziden daha fazlasını kapsadığı na inanır. Bu hikayelerin bu toplumlar için öğretici değeri vardır. Gerçekliği görme ve deneyimlemede eşsiz yolları so mutlaştırırlar, çeşitli zihniyetleri, karşılaştığımız fiziksel dünyaya çıkarırlar. Veya belki bilincimizin karanlık yanını yansıtırlar. Bunu onaylayarak, günümüzün dinini bilim olarak de ğerlendirebiliriz. Kısa bir süre, nükleer enerji tesislerinin tehlikeli olduğunu söyleyen insanlar vardı. Dünyanın Kaderi (Tlıe Clıina Syndrome) adında Jack Lemmon'lı bir film vardı. Ve sonra, bundan kısa bir süre sonra Three Mile Adası ve Çernobil olaylarını yaşadık. Bunlar, psikoid dünyanın fizik sel dünyaya uzandığı durumlar mıydı? Bir sonraki bölümde bu olasılığın fiziğini keşfedeceğiz.
299
15. BÖLÜM
H AYAL ALEMİNİN FİZİGİ Şamanik geleneklere sahip insanların rüyalar hakkında söylediklerine bakarak, kişi tecrübeye dayanarak rüya gerçekliğinin paralel süreklilik olduğu idrakine gelir. . . . Paralel süreklilik fikrini ciddiye almamızı öneririm ve akıl ve bedenin rüyada gömülü olduğunu ve rüyanın daha yüksek bir düzende uzaysal boyut olduğunu söylerim. Uykuda kişi, çok aslına uygun bir geometrik açıdan, uyanık dünyanın sadece yüzeyi olduğu gerçek dünyaya salınır. . . . Biz öncelikli olarak aklın bir çeşit yanardöner, biyoloji düzeninin daha yüksek seviyelerinde bir çeşit epifenomen (yan tesir) olarak ortaya çıkmasıyla birlikte biyolojik değiliz. Aslında biz, maddeye gölge atan bir çeşit aşırı uzaysal nesne/eriz. Maddedeki gölge bizim fiziksel organizmamızdır. Terrence McKenna 1
New York'ta West Side kafesinde Peter ve Michael ile sohbetlerim tüm öğleden sonra boyunca devam etti. Onlarla konuşmak ufuk açıcıydı. Birçok bilim araştırmacılarının, ha yal alemi (IR) hakkında açık fikirli olmak konusunda göbeği çatlar. Ancak daha önceki bölümde gördüğümüz üzere, Jac ques Vallee gibi bazı bilim adamları, varlığını ima etmiş ve hakkında ontolojik bir şeymiş gibi konuşmuştur. Bir nokta da hepimiz, evren deneyimimizin garipliği konusunda me rak etmeye başlarız. Yine de, deneyimi tanımlamak için çabalarımızla bize zorla kabul ettirilen basit sınırı tanımak önemlidir. Birçok
300
insan tarafsız gerçekliğin varlığına basitçe "orada" olarak i nanır, ek olarak herhangi bir şey gerektirmez. Orada ne ol duğunu görürüz, ne daha eksik ne daha fazla. Diğerleri du yumsal deneyimlerimizin sınırlı olduğuna ve bütün resmi görmemizde başarısız olmamızın nedeninin bu olduğuna i nanır. Biz sadece gerçekliğin parçalarını görürüz. Ancak yukarıdakilerin hiçbiri bütünüyle gerçek veya tam değildir. Deneysel veri, o verinin anlamının bir teorisi olmadan var olamaz. Bir keresinde Einstein, neyi gözlemle yebileceğimizi belirleyenin teori olduğunu söylemiştir. Ger çekliğin bir teorisi olmadan, hiçbir gözlemin bir anlamı ol maz ve anlamı olmadan, iddia ediyorum ki hiçbir gözlem olmaz. Gözlemlemek için anlama ihtiyacımız var. Örneğin, evrenin büyük bir akıldan büyük bir düşünce olduğu fikrini anlamlı olarak kabul edebiliriz. Veya evrenin bir makine olduğunu. Ya da belki evrenin bilinç olduğuna veya uzayın kendisinin bilinç olduğuna inanabiliriz. Böyle i fadeler anlamlı gibi görünür, ama fanteziye çok yaklaşırlar. Fantezi ile nihayetinde fikrin birçok, bazen çelişkili vizyon lara açık, bulanık bir tanım alemine ulaştığını kastediyo rum. Gerçekten evrenle ilgili herhangi bir düşünce, fantezi ye çok yaklaşır. Bu basitçe evren hakkında anlamlı konuşa mayız mı demektir? Örneğin, evrenin büyük bir makine olduğu fikrini ele alın. Newton'un yasaları ve gezegenlerin bu hareket yasala rını takip ettiği gözlemi, fikri destekleyecektir. Ama eğer bir makineyse, hayat da bir makine anlamına gelecektir. Ayrıca biri bu makineyi yaptı demektir. Ve makine uzayda var ol du. Ama evren uzayın tümünü kapsar, dolayısıyla eğer bir makineyse kendinden kendini yapan bir makinedir. Bu ne demektir? Evrenin bilinç olduğu fikrini ele alın. Ama bu bilincin nerede bulunduğunu sorarsanız, her yerde veya hiçbir yer-
30 1
de demelisiniz, çünkü bilincin uzay-zaman konumu ölçüle bilir değildir. Örneğin, beyinlerimizde bile bilincin merkezi ni bulamıyoruz, tüm evrende de o kadar. Akıl, uzay-zamana sığmaz veya uzay-zaman koordinatları yoktur ve hepsine sahiptir. Bu anlamlı mıdır?
Anlamı n Fiziği Dolayısıyla gerçeklik hakkında konuşma çabamızın li mitini anlamak, anlamlı ifadelerde bulunmak için, anlam hakkında konuşurken ne kastettiğimizi bilmemiz gerekir. Buraya kadar bir çemberde gitmeden anlamı tanımlamak imkansızdır. David Bohm Çözülen Anlam (Unfolding Mea ning) kitabında, birbirimizle iletişim kurduğumuzda, onu tanımlamadan anlamın ne olduğunu bildiğimize işaret e der.2 Bohm, anlamın her zaman madde ve enerji ile bağlantı lı olarak ortaya çıktığına dair teori kurar. Anlamın madde ve enerjiyi kucakladığını ve maddenin kendisinin enerji ve an lama işaret ettiğini ve enerjinin anlam ve maddeyi belirttiği ni ifade edecektir. Başka bir deyişle, madde, enerji veya anlam terimlerinin herhangi biri, diğer ikisinin varlığını belirtir. Anlamı, herhangi iki veya daha fazla olay, rastlantı veya rastgele vakalar, kuantum mekanik olarak ilişkili olduğu za man ortaya çıkan bir deneyim olarak tanımlamaya çalışaca ğım. 3 Dolayısıyla benim modelimde anlam böyle bir ilişki den ortaya çıkar ve en önemlisi bilinçli farkındalık olarak deneyimlenir. Bu nedenle tango için iki kişi gerekir. Tek bir o layın anlamı olmamasının yanı sıra, varlığı da yoktur ve hatta gözlemlenemez! Burada içerideki veya kendinde bir olayın gözlemi, yönlendirme, yani başka bir olay olmadan imkansızdır. Fi zik, gözlemlenebilenlerle ilgilenir. Günümüzde biliyoruz ki, kuantum mekaniğin gözlemlenebilirlerle nasıl ilgilendiğini
302
içermeyen evrenin herhangi bir mekanik modeli, yanlış tu tulur. Ancak, gözlemlenebilirler bir gözlemciye atıfta bulu nur ve bu sonunda bir şeyin algılanmasına, bir bilinç hare ketine yönlenir. Soru şudur, bilinç nasıl algılar? Bilincin ne olduğunu bilmeden, ne yapması gerektiğini biliyorum. Eyleme geçme lidir. Ve eğer böyle eylemler anlamlıysa, bu eylemler iki ve ya daha fazla olayı kapsamalıdır. Ama bu olaylar için bir çerçeve, eylemin meydana geldiği bir uzay hazırlamamız gerekir. Bu uzay, IR, bilincin eylemlerini içerir. Uzay-zama nın fantezisinden gerçekliğine, kendimizi sanki aniden maddesel olmaktan çıkmış ve başka bir konumda yeniden maddeleşmiş gibi dünyayı gözlemlerken gözlemci olarak "oradakinden" ayrı bulduğumuz ani bir hareket meydana gelir. Bohm bu eyleme saklı düzenin anlaşılabilir hale gele rek gözler önüne serilmesi derdi. Eğer bu eylemleri "orada" uzay ve zaman çerçevesine koyarsak, o zaman IR'deki bir o lay uzay-zamanda iki veya daha fazla olaya yol açar. Uzay zaman olayları, zamana bağlı veya uzaya bağlı veya her iki sine bağlı olarak ayrılabilir. Mesela iki olay eşzamanlı olabi lir. Bu tek bir eşzamanlılık veya psişik farkındalık olayı ola caktır. Her ne kadar en azından iki uzay-zaman olayına ihti yacınız olduğunu ifade etsem de, daha fazlasına sahip olabi lirsiniz. Ne kadar çok olayınız olursa, bilinçte olayın algısı o kadar güçlü olacaktır. Dolayısıyla bir odada otururken, bey ninizin ve bedeninizin uzay-zamanında, hepsi IR'de bilinçli farkındalıkta meydana gelen tek bir olayı oluşturan milyar larca olayla bombardımana tutulabilirsiniz. Bilinç, uzay-zaman matrisi içine oturmaz. Eğer biri bu nu yapmaya kalkarsa, kendisini şunun gibi çelişkili açıkla malar yaparken bulur: Her zaman her yerdedir veya her-
303
hangi bir zaman hiçbir yerdedir. Fikir şudur ki, kuantum ilişkili olay-zaman çiftleri bilinçte tek bir olay olarak dene yimlenir. Evrenin herhangi bir yerinde herhangi bir zaman da herhangi iki olay, ilişkili kuantum olasılığı üretirler ki, o olasılığın gücüne dayanarak bilinçli bir olay olur. Bilincin derecesi, olaylar arasındaki bağlantının yoğunluğu ile belir lenir. Başka bir ifadeyle, bağlantı ne kadar muhtemel ise, o layların farkındalığı o kadar büyüktür. Ama bilinç neden beynimde meydana geliyormuş gibi görünür? Cevap, ilişkili olan olayların yoğunluğu ve sayısı gibi görünür. Örneğin pencereden dışarı bakmak ve bir şey görmek, çizgili/görsel korteksimde ateşleyici olaylarla bağ kurar. Ayrıca "orada" çizgili korteksinizde ateşlemeyle bağ kurar, böylece biz aynı şeyi "görürüz." Ancak "orada"nın farkında hale geldiğimizde, "orada" "burada" ile bağlanır. Dolayısıyla "orada"nın gözlemcisi, "burada" olduğu üzere gerçekte "orada"dır. IR hem "orada"yı hem "burada"yı kapsar. Gözlemciyi beynin içinde aramak faydasızdır. Rüya gördüğünüzde, retina! ağ ateşleniyor mu? Ben evet derdim. Olaya kim tanıklık ediyor? Her şey. Olayı görme kalitesi, o layların kendilerinin çiftlerinin bir bölümüdür. Uzay-zaman olaylarından ayırt edilemezler. Ding an sich. Kendinde olan şey. Bu kavram bir kez kavranıldığında, (söylediğim şeyin tam olarak kavranılmasının zor olduğunu biliyorum) yo ğun gözlem işlemlerinin nasıl sadece o gözlemin nesnesi nin gelişmiş farkındalığına ve böylece o nesnenin gerçekliği nin anlamlı bir nesnel bakışına yol açmakla kalmayıp, eğer o gözlemler yürütülmeseydi alacağı veya almayacağı bir yol boyunca o nesnenin hareketinin asıl yaratımına da yol açtı ğını görürüz. Şimdi eğer bir dizi gözlem zaman içerisinde yürütülürse ne olur?
304
Psiko Fizik ve Niyetin Uyanıklığı Bunu bir çerçeveye koymama izin verin. Bilinç, IR adı verilen bir arenada var olan bir alandır. Nesnel dünya "ora da" ve "burada"nın öznel duyumu, o IR'nin yan ürünleri dir. Bu yan ürünlerin nitelikleri madde, enetji ve anlamdır. Bohm'un terminolojisinde madde, enetji ve anlam, saklı dü zenden anlaşılabilir düzene çözülür. Dolayısıyla IR ve Bohm'un saklı düzeni birdir ve aynıdır. Bu gözlemci ile gözlemlenen arasında derin bir bağlan tıya işaret eder. Aslında o kadar derindir ki, gerçekten onları ayıramayız. Onların ayrı olduğunu hissetmemize neden o lan şey, bir illüzyondur, gerekli bir illüzyon, evrenin lüsid bir rüyasıdır. Hala insanoğlunun lüsid rüyalarında, biz bir şeyin ol ması için yaptıkça veya niyetlendikçe ve sonra meydana gel diğine tanık oldukça, en apaçık haline gelir. Rüyalardaki ey lemler için sorumluluk aldığımız dereceye kadar, kendimizi rüyanın içeriği üzerinde giderek daha çok güç elde eder hal de, hatta sihirli eylemler yapmak için bile güç elde eder hal de buluruz. Size bir örnek vermeme izin verin. 16 Aralık 1992'de, lüsid bir rüya gördüm. Bir parkta bisiklete biniyordum ve bir grup insanla karşılaştım. Sonra lüsid bir rüya gördüğü mü fark ettim. Uyanmamak için dikkatli bir şekilde rüyayı kontrol ettim. Sonra binmeye devam ettim ve bir evin dışın da dikilen birkaç insanla karşılaştım. Onlarla konuştum ve bana cevap verdiler. Rüyada biliyordum ki bu girdiğim dünyayı soruşturmak için bir fırsattı. Onlara nerede olduğu muzu, hangi ülkede olduğumuzu sordum. Evin içine girme mi rica ettiler ve bana bir harita göstererek nerede olduğu muzu işaret ettiler. Ülkenin haritasının Güney Amerika ha ritasına çok benzediğini fark ettim. Haritayı okudum ve ku-
305
zeybatı sahiline yakın iç kısımlarda bir yerde olduğumuzu gördüm. Ülkenin isminin Angola veya Auburn veya ona benzer bir şey olduğunu söylediler. Onlara evin adresini sordum ve bana Fitzroy Caddesi numara 644 (muhtemelen 144) olduğunu söylediler. 4 Sonra onları bıraktım ve niyet gücümü test etmeye ka rar verdim. Parka, küçük bir açık hava kafesi yakınına geri döndüm. Bir ağacın yanına gittim ve elimi dallarından biri nin içinden hareket ettirmeye karar verdim. Ağaon katı ol duğunu hissettim, ama beni engellemedi. İçinden elimi geçi rebileceğimi "biliyordum." Yaptım ve hoşnuttum. Çocukla rın orada beni izlediğini fark ettim. Bunu yapabildiğim için çok şaşırdıklarını görebiliyordum. Onlara, onların dünya sından olmadığımı ve birçok sihirli şey yapabildiğimi söyle dim.5 Sonra Uri Geller'ı düşündüm ve kafedeki masalardan birinin üzerinde olan kaşık ve çatallarla çok sayıda metal bükme numarası yapmaya karar verdim. Sert metal nesnele ri, sanki onlar yumuşak biçimlendirilebilir tenekeymiş gibi eğdim. Onları çaba sarf ederek eğmedim; sadece her bir ale ti elimde tuttum ve metal niyetimi takip ederek kendiliğin den büküldü. Yapması kolaydı. Sonra kendimin uyandığını fark ettim ve rüyayı daha fazla kontrol edemedim. Şimdi bu rüyadan bahsettim, çünkü niyet sorusuna yol açar. Niyet nasıl çalışır? Fiziksel bir işlem midir? Daha son raki bir bölümde, kendini gözlemleyen nöral bir otomatik modelde niyetin nasıl çalıştığını açıklayacağım. Fikir şudur ki niyet, rüya dünyasında, o dünyanın gözlemlenen duru munu değiştirerek fiziksel dünyada çalıştığı gibi çalışır. Ni yetin fiziksel dünyayı etkilediği gerçeği, kuantum fizikçi Ya kir Aharonov ve M.Vardi'nin son keşiflerini yansıtır. Eski bir atasözü olan seyredilen çaydanlık asla kaynamaz atasözü nün daha önceden şüphelenilmeyen çeşitli geçerliliğin oldu-
306
ğunu göstermişlerdir. Bir kuantum sistemi dikkatlice izlen diğinde çelişkili bir durumun ortaya çıktığını keşfetmişler dir. İfade ettikleri üzere:
Yani şöyle ki, eğer biri sürekli gözlemleri kontrol e derse, eğer verilen bir kuantum sistem bazı baştaki du rumdan belirli bir yörünge boyunca bir başka son duruma değişirse . . . sistem kendi uyumunda yapsın veya yapma sın, sonuç her zaman pozitiftir. 6 Eğer bir kuantum sistem7 sürekli olarak izlenirse, ihti yatla diyebiliriz ki, neredeyse her şeyi yapabilir. Örneğin bir kuantum sistemi izlediğinizi ve bir durumdan diğerine bir değişimden geçtiği zamanı belirlemeye çalıştığınızı farz e din. Bunu elle tutulur yapmak için, ocak üzerinde ısıtılan hayali bir "kuantum su demliği" düşünün. Su için değişim, durgun durumdan kaynayan duruma geçmektir. Hepimiz biliyoruz ki, birkaç dakika vs. verilirse su demlikleri kaynar. Elbette izlenen demliğin de kaynayacağını düşünürsünüz. Gözlemlerin dikkati nedeniyle, değişimin hiçbir zaman meydana gelmediği ortaya çıkar; izlenen demlik hiçbir za man kaynamaz. Başka bir teorik örnek, kararsız atom çekirdeğinin par çalanmasıdır. Kendi başına birkaç mikrosaniyede parçalana caktır. Ama eğer çekirdek sürekli olarak izlenirse, hiçbir za man parçalanmayacaktır (bu deneysel olarak hiç gözlemlen di mi bilmiyorum). Tüm dikkatli izlenen "kuantum demlik leri" sonsuza dek kaynatılsalar bile hiçbir zaman kaynamaz. Tüm bunlar sadece kuantum fiziksel tahminler olarak düşünülebilir. Ancak 1989'da fizikçi Wayne ltano ve Colora do, Boulder'da National Institute of Standards and Techno logy'deki meslektaşları, gerçekten deneysel olarak "kuan tum izlenen demliği" gözlemlemişlerdir ve gerçekten hiçbir
307
zaman kaynamamıştır!8 Deneyleri, bir manyetik alana hap solan ve sonra enerjinin radyo dalgalarına maruz kalan beş bin berilyum atomunun izlenmesini içerir. Atomlar, su dem liğine eşdeğerdi ve radyo dalgaları demliğe uygulanan ısıya eşdeğerdi . Böyle durumlar altında atomlar, radyoenerjiyi emdikçe uyarılmış atomik-enerji durumlarına "değişecek lerdir." Yaklaşık tüm beş bini, 250 milisaniyeden (ms) biraz daha fazla zaman içinde, yani bir saniyenin dörtte biri süre de, kendi uyarılmış-durum amaçlarına ulaşacaklardır. Bunu kontrol etmek için, fizikçiler 250 ms'den sonra a ralarına kısa bir lazer ışığı atımı parlatarak atomları gözlem lediler. Uyarılmış atomlar seçilmiş lazer enerjisinin hiçbirini emmedi ve hemen tekrar yaydı. Uyarılmamış durumda ka lan atomlar yaptı. Lazer ışığını tutsak kalmış a tomların için den geçtikten sonra gözlemleyerek, fizikçiler kaç tane ato mun uyarılmamış kaldığını belirleyebildiler. 250 ms'den sonra neredeyse hiçbiri. Buna, saniyenin .dörtte birinde kaynama durumuna değişen izlenmeyen demlik gibi bakabiliriz. Ama sonra bilim adamları çok az dikkatli hale geldiler. Atomlara yarı yol boyunca, 125 ms geçtikten sonra bakmaya karar verdiler. Böylece deney baş ladıktan saniyenin sekizde biri sonra lazer atım açıldı ve sonra 250 ms izde bilim adamları tekrar baktı ve atomların sadece yarısının uyarılmış olduğunu buldu. Deneyi 62.5 ms' de, 125 ms'de, 187.5 ms'de ve 250 ms'de tekrarladılar; başka bir ifadeyle saniyenin dörtte bir süresini dört eşit parçaya böldüler ve artan dikkatlerinin atomların sadece üçte birini uyarılmış-enerji durumuna getirebildiğini ürettiğini görme ye şaşırdılar. Sonra 250 ms süresi sırasında, dikkatlerini on altı defa, otuz iki defa ve son olarak altmış dört defa bakarak iki katı na çıkardılar. Altmış dört eşit aralıklı zaman aralıklarında minik atomik "demliklerini" izledikleri son deneylerinde,
308
250 ms geçmiş olmasına rağmen atomların neredeyse hiçbiri uyarılmış durumda bulunmadı. Hepsi deney başladığı sıra daki zeminlerinde veya asıl durumlarında donmuş olarak kaldı. Her bir deneyde, aslında, "ısı" açıktı - radyo dalgaları sürekli olarak manyetik olarak tutsak kalmış berilyum a . tamlarına gönderiliyordu. Bu nasıl çalışır? Eğer sistem gözlenmemişse, kesinlikle fiziksel değişimden geçecektir. Demlik kaynayacaktır. Parça lanan sistem parçalanacaktır. Kuralsızlığın meydana gelme sine neden olan gözlemci etkisidir. Açıklamama izin verin. Sistem ilk gözlendiğinde, ilk durumda olduğu görülür. Azı cık bir zaman sonra gözlendiğinde, değişmesi gereken za mandan çok önce, sistem %99.99'dan daha fazla olasılıkla ilk durumunda gözlemlenir. Diğer bir deyişle, sistem ilk olarak neredeyse tam olarak orada bulunur. Şimdi bu ölçümü yine ve yine tekrar edin, her defasında sadece ufak bir zaman sonra ve aynı gözlemin meydana gelebilmesinin yüksek ola sılığı ile: sistem ilk du rumunda bulunur. Ama zaman ilerler ve nihayetinde değişimin meydana gelmesi için tüm mantıklı zaman sınırlarını geçeriz ve yine de meydana gelmez. Sistem ilk durumunda "donar" . Hare keti donduracak tek gereklilik, gözlemcinin baktığında nes neyi ilk durumunda görme niyetinin olmasıdır.9 Eski yaşlı lık ortaya çıkar: inandığınız zaman göreceksiniz. Dikkatli olarak izlemediğini veya izlediğini, fakat do ğal olarak değiştiğini görme niyetiyle izlediğini farz edin, o zaman ne olacak? Demliği alın. Eğer nihayetinde kaynaya cağını bekleyerek sadece aralıklı olarak bakarsa, demlik do ğal gözlemlenmemiş seyrini takip eder ve Itano ve diğerleri nin ispatladığı gibi kaynar. Veya nesneyi doğal değişim yolu boyunca değişirken dikkatli gözlemlemeye niyetlenirse, o zaman bunun yerine onu gözlemler. Başka bir ifadeyle, izle nen bir demlik kaynar, eğer siz kaynamasına niyet ederse-
309
niz. Son olarak buna çok garip bir unsur daha vardır. Siste min garip bir yol boyunca değişmesinin gözlemlenebildiği ni farz edin, sözde imkansız bir görev. Bunun olmasını göz lemleme için niyet yeterli derecede dikkatli ise, o zaman nesne gerçekten o garip değişim yolunu takip edecektir. E ğer niyet ettiğiniz şeyi büyük dikkatle gözlemlerseniz, şey lerin olmasını sadece olmalarına niyet ederek sağlayabilirsi niz. Bu demektir ki, çok kısa bir zaman aralıkları sonrasında meydana gelen yoğun gözlemle, aşağı yukarı sürekli ama yeni, beklenmeyen bir yol boyunca. İzlenen bir demlik, bir buz kalıbı üzerinde kaynar, eğer kaynamasına niyet ederse niz. Niyet ve maksadın aynı olmadığına işaret etmek istiyo rum. Niyet, belirli bir değişim yolu boyunca dikkatli göz lemlerin coşkulu bir eylemine atıfta bulunur. Ne için umut ettiğin veya hatta pasif olarak ne olacağını beklediğin çok az önemlidir. Değişimin yönü sen gittikçe belirlenir ve gözle mini nereye odakladığına dayanır. Dolayısıyla niyet, kuan tum fiziksel bir temel gerektirir. Diğer taraftan maksat, kla sik mekanik bir kavramdır. Kişi belli bir beklentiyi harekete geçirir ve sonra en iyisinin olmasını umar. Eski "Sakınılan göze çöp batar" sözü tüm hikayeyi anlatır. Beyinlerimiz kuantum sistemlerden oluşmuş olabilir ve sonuç olarak rüyaların fiziği, özellikle lüsid rüyalar, "ni yetle izlenen demlik" teorisi tarafından yönetilebilir. Dolayı sıyla bu hayal aleminin fiziği olabilir veya rüya görülen bir şeyin tezahür etmesinin nasıl olduğudur. Belki sonunda "Eski Olanı" sihirli eyleminde yakalamışızdır.
311
16. BÖLÜM
BENÖTESİ RÜYA GÖRME VE OLUM ..
..
Bu vizyon ne gizemler içerir! Bir gün büyük bir Bilge gelecek ve bize açıklayacak, ama bu on bin nesil gelip gitmeden olmayabilir. Yine de, bu rüyadaki bizler için, sadece tek bir sabalı veya öğleden sonranın geçmesi gibi görünecektir. - Chuang Tzuı
Alıkonulma deneyiminin, rüyanın olağandışı bir çeşidi olduğunu farz edelim. Deneyimin tutarlığı özel değil, kolektif bir rüya olduğunu gösterir. Belki türlerin aklının bir rüyası. Türlerin aklı tarafından üretilen, lıer'1angi bir rüya gibi, rüya görenle ilgilidir. Belki rüya görenin geleceği ile ilgilidir. - Miclıael Grosso2
New York'ta Michael Grosso ve Peter Rojcewicz ile gö rüşmemden sonra, Connecticut, Hartford'a, hızla gelişen ö lüm anı deneyimi (ÖAD) alanında önemli bir araştırmacı ve Connecticut Üniversitesi'nde psikoloji profesörü olan Dr. Kenneth Ring ile buluşmak için kısa bir yolculuk yapacağım trene atladım. Ring, Elizabeth Kubler-Ross, Raymond Mo-
3 12
ody, Jr. ve diğer birçokları tarafından kişisel anlatılara dayalı olarak tanımlanan bu kayda değer deneyimler için bilimsel geçerlilik sunan ilk araştırmacı olarak kaydedilmiştir. Ring bana bir ÖAD'nin tipik bir kalıp sergilediğini a çıkladı. Bir bireyin, genellikle ama her zaman değil, kadri yak veya solunum durması veya o tarz bir şeyi, yaşamı teh dit edici bir çeşit ölüm anı krizinden geçmesinin ve hayatta kalmasının bir sonucudur. Ring, son kitabında ÖAD!er ile UFO alıkonulmaları a rasında bir bağlantı kurmuştur (14. Bölüm'de tanımlanan). Bu deneyimlerden herhangi birine sahip olan insanların, "tesadüfe-meyilli" olarak etiketlediği belli bir psikolojik profile uyduğunu ileri sürmüştü. Hiçbir şekilde bu bireyle rin gerçeklikle başa çıkmada daha az becerikli olduklarını i leri sürmemiştir, ama aksine, onların farklı, spiritüel olarak duyarlı ve evrimsel bir trendin - insan gelişiminde yeni bir aşamanın - sinyalleri olabilecek görsel psişelere sahip ol duklarını ileri sürmüştür. Bu yeni trend nedir? Burada gelişmenin, aklın bireyle ve ayrı insanlarla sınırlı olmadığının, ama evrensel, tekil ve zorla kabul ettiğimiz uzay-zaman sınırlaması kavramı gibi herhangi bir kavramsal limitin ötesinde tanınması olduğu nu ileri sürmek istiyorum. Dolayısıyla ÖAD'nin, UFO karşı laşmalarının ve bizim normalde ayrı görünen akıllarımıza diğer hayal alemi (IR) sızmalarının çeşitliliğinin, bizi bir tek, kendi ÖZBENİMİZİN tek-akıl deneyimine, tüm evrene ve bundan başka bir şeye yönelten bir evrimsel trend olduğu nu ileri sürüyorum. Bu bakış açısından, ÖAD bir aydınlanma deneyimidir, birinin aklının her yerde olmasının tanınmasıdır ve ayrıca her birimizin bir ÖAD'den sonra bile, sanki bu, ayrılmış ve bölünmüş benliğimizin yükselmiş farkındalık veya lüsid durumuymuş gibi, bu tek aklı sürekli olarak deneyimleyebi-
313
leceğinin kabul edilmesidir. Farkındalığın bu lüsid duru mundan, ayrı olma duyumundan, kişinin yalnız olduğu ve diğerlerinden ayrı olduğu hissinden bir illüzyon ortaya çı kar. Bu bölümde, bunun için bilimsel kanıt sunmayı umuyo rum. Eğer böyleyse, o zaman kendi-ayrımımızdan daha bü yüğü içinde bir rüyadır veya evrenin "büyük rüyası" dır. Sa dece rüyaların neden bu biçimde var olduğu ve sadece ne den birbirimizden ayrı olduğumuzu hissettiğimiz, şartlan mış cevaplardan başka bir şey- gibi görünmez, Hintlilerin 5 maya kavramının doğal tarihi bir gelişimidir. Şimdi kanıtla ra bakmama izin verin.
Zamanda Devamsızlıklar Halihazırda muhtemelen yeni bir özben kavramına yol açan hızlı bir evrimsel gelişmeden geçtiğimiz gibi düşünce ler, Grosso ve Rojcewicz'in 14. Bölüm'de anlatılan çalışmala rıyla ve 1 l. Bölüm'de Montague Ullman'ın önerdiği teoriyle yankılanır. Burada kurmayı umduğum anahtar bir içgörü, hayali alem deneyimleri ile rüya gören beyinde hem fizyolo jik hem de psikolojik olarak meydana gelen belli deneyimler arasındaki bağlantıdır. Bu evrimsel sonuca yönlendiren ilk kanıt parçası, Ring' in dikkat ettiği noktalardan biridir: hem UFO karşılaşmala rının hem ÖADlerin kesintili özelliğinin rü yalardaki benzer fenomenleri andırmasıdır. Ring'in noktasına bu !REierdeki süreksizliklerin kuantum fiziksel sistemlerin deneysel ola rak gözlemlenen davranışlarına benzediklerini eklerim. Kendi araştırmasını ve diğer araştırmacıların değerlendir melerini gözden geçirirken, Ring insanların anlattığı hikaye lerin şu gibi ifadelerle arasına girildiğini fark etti: "sonrasın da bildiğim tek şey" veya "sonrasında hatırladığım tek şey"
314
veya "birden bayıldım" vs. Eğer kişi kendi rüyalarını hatırlarsa, hikayenin konu sunda böyle hızlı değişmeler oldukça tanıdıktır. Onlarda ge nellikle, sanki kişi bir Star Trek uçağıyla "ışınlanmış" gibi, devamsızlıklarla, hızlı sahne değişmeleriyle ve geçici ve u zaysal çarpıklıklarla yüz yüze geliriz. Ancak Ring bu dene yimlerin kendiliğinden rüyalar olduğunu önermemektedir; gerçekten hayır; onlar daha çok,
"Kişinin farkına vardığı ve bilinmeyen bir şekilde sı radan gerçekliğin içine işleyen, bir çeşit çifte görmeyle sonuçlanan, sonunda normale dönen rüyalardır. Eğer bu deneyimler bir (biçim) rüya ise, birçok insan benzer ve benzer şekilde garip karşılaşmalar bildirdikleri için (onlar) bir çeşit kolektif rüya olmalıdır. " diye ifade eder. Deneyimlerdeki devamsızlıklar ve zaman akışındaki u yumsuzluklar, aklımızın çalışma biçimine, madde ve enerji dünyasına uygulanabildiği gibi bir çeşit kuantum fiziksel mekanizmanın uygulanabileceğini akla getirir. Kuantum fi ziğin keşfinden önce, evrendeki tüm nesnelerin geçmişten geleceğe sürekli yörüngelerini takip ederek hareket halinde olduklarına inanılırdı. Buna uygun olarak, her bir etki, nes nenin geçirdiği hareketteki her değişiklik için, önceden bir neden olmalıydı. Madde ve enerji, Newton Tanrı tarafından verilen fizik yasalarını takip ederdi : tüm değişiklik sürekli değişikliktir. 7 Atom ve molekül seviyesindeki maddenin o kuralı ta kip etmediğinin kabul edilmesi ile birlikte, "yeni fizik", ku antum mekaniği, gelişmiştir. Önce Niels Bohr, sadece atom ların sürekli hareketinde bir kırılma değil, geleneksel fizikte de bir kırılma olan "kuantum sıçrama" fikriyle ortaya çık-
315
mıştır. Bohr, devamsızlığı, atomların nasıl enerjiyi yaydığını ve emdiğini açıklamak için fiziksel madde alemine koymuş tur. Daha sonra, Erwin Schrödinger, atomik hareketi ve a tom ve moleküllerin kayda değer dengesini açıklayan temel bir denklemle ortaya çıkmıştır. Her ne kadar Schrödinger'in denklemi, bir atomik sistemin enerjisinin gözlemlenme ola sılığının sürekli geliştiğini gösterse de, atomik maddenin nasıl enerji değiştirdiğini açıklamak, kuantum sıçramalar dan zarar gördüğünü - bir yerden başka bir yere, tamamen kesintisiz bir şekilde sıçramak - varsaymak için hala gerek liydi. Başta hiç kimse sıçramalara neyin neden olduğunu bil miyordu. Schrödinger'in denklemi, sadece gözlemlenmemiş kuantum sistemlerine uygulanabilen kolayca değişen olası lıkların bir haritasını verdi. Ama gözlemlenen kuantum sis temleri aralıklı olarak enerji değiştirirken bu denklemleri ta kip etmedi. Sonra, gözlemcinin sıçramalara neden olduğun dan şüphelenildi. Ama madde üzerindeki gözlemci etkisi, sürekli bir matematiksel tanım içine uymadı.8 Rüyalar ve ÖAD!er de uymadı. Saat zamanı açısından bazı ÖAD!er sadece saniyeler sürer gibi görünür. Diğerleri daha uzun bir zaman boyunca meydana gelebilir. Ama ge nellikle birey "Hiçbir zaman duyumum yoktu. Bir dakika veya bir yıl veya on bin yıl olabilir." diyecektir. Bu durumda Ring bana "yolculuk edenin" zamanın dışında göründüğü nü ve bir şekilde zamanın uzaysallaştırıldığını söyledi. Dolayısıyla deneyim sırasında kişi tarafından algılan dığı üzere aslen zamanda ne olduğu bilinmemektedir. Özet olarak, elimizde olan tek şey, deneyimin zamanda kesintili olduğunu gösteren, ama sonrasında kişi deneyimi tanımla dığında o tanımın zamanda düzenli göründüğü gerçeğin den sonra kişinin raporudur. Ring bana deneyimin tanımı ile deneyimin kendisinin karıştırılmaması gerektiğinin ö-
316
nemli olduğunu söyledi. Tanım, bir doğrusal sıra biçimini takip eden gereklilikte kelimelerle ve zaman içindedir. Hemen hemen aynı şekilde, deneysel kanıt atomların enerji durumlarını bir gözlemcinin niyetine bağlı olarak ke sintili bir biçimde değiştirdiklerini gösterirken, sürekli bir doğrusal zaman ilerlemesini takip eden atomik davranışın matematiksel tanımına sahibiz. 10 Ayrıca Ring ÖAD'nin holografik olduğuna inanır11 tüm deneyim tek seferde gösterilir. Bir analoji yaparken, bir odada biz bir şeye bakarken, bir nesneye aşağı yukarı düz i leri olarak baktığımızı açıkladı. Ancak bunu yaparken aslın da tüm sahneyi kapsayan panoramik bir görüşümüz vardır. Her ne kadar odadaki nesnelerin tümü çevremizde olsa da, belirli herhangi bir düzenlemede değillerdir. Ama belirli bir nesneye ve sonra bir diğerine ve bir başkasına odaklandığı mızda, odayla ilgili deneyimimizi doğrusal bir sıra açısın dan hatırlama eğiliminde oluruz. "Lambayı gördüm ve son ra duvardaki resmi gördüm ve sonra . . . " vs. Belli bir saat zamanı döneminde, kişi "yolculuk ede nin" çok daha uzun bir zaman deneyimlediğini söyleyebilir. Bunun bir örneği, kahramanın yaşamla ölüm arasında bi linçsiz yattığı sürede olan sadece birkaç dakika zamanı, ol dukça uzun günler boyunca deneyimlediği Dehşetin Nefesi (Jacob's Ladder) filminde meydana gelmiştir. ÖADler, kişinin zamanın dışında var olur gibi görün düğü durumlardır. Olaylar vardır, ama sıralı olma gerekli likleri yoktur. Ama kişi deneyimden bedenine ve saat zama nına geri döndüğünde, deneyim saat zamanına göre bir da kika vs. olmasına rağmen, sanki uzun bir zaman sürmüş gi bi görünebilir. Dolayısıyla Ring ÖAD'nin zamanda olmadığına ve ve sonra kelimelerini yorumlamanın sanki onlar sıralı bir ilerle meyi işaret ediyormuş gibi yanıltıcı olduğuna inanır. Sadece
317
toparlanmadan sonra, kişi zamana döndüğünde, hikayesel biçim ortaya çıkar. Ne yazık ki ve sonuç olarak, bu deneyim ler genellikle sanki doğrusal zamanda meydana gelmişler gibi konuşulur.
Uf Olar ve ÖADler: Devamsızlıklar ve Elektriksel Beyin Fırtınaları 8. Bölüm'de Hobson'ın mekanizmasının uyuyan kişinin sinir sistemlerinde nasıl elektriksel PGO sıçramalarına da yandığını ve bu sıçramaların rüya kesintilerinin bir nedeni olabileceğini açıklamıştım. UFO araştırmacıları olan Paul Devereux ve Michael Persinger, beyindeki elektriksel aktivi te ile hem ÖAD hem UFO yakın temas alıkonulmaları (CE IV) deneyimleri arasında benzer bir bağlantı bulmuştur.1 2
Devereux, insanların genellikle fay çizgileri, yüksek ge rilim hattı, verici kuleleri, dağ zirveleri, yalıtımlı binalar, ka rayolları ve tren yolları ve şelaleleri içeren su birimleri yakı nında alışılmadık ışık fenomeni gözlemlediklerini raporla dıklarını bulmuştur. Birçok örnekte, bu ışıklar yerden çıkıyor gibi görünür ve ya süratle yok olur ya da etrafında dolaşıp durur, bazen tekrar yere temas eder ve sonra havada birkaç bin fit yük selir. Ayrıca gün ışığı saatlerinde de ve metalik olarak görül müşlerdir. Ayrıca ışık fenomeni, dünyanın belli bölgelerinde o kadar çok tekrar görülme eğilimindedir ki, yerel insanlar onları halkbilim ve batıl inançlarına dahil etmişlerdir. Deve reux, böyle bir ışık fenomeninin yüksek şiddette elektro manyetik rahatsızlıkların bir özelliği olduğuna inanır. Kanad alı bir psikoloji profesörü ve klinik nörofizyolog olan Michael Persinger, meslektaşlarıyla birlikte elektro manyetik fenomen ile tektonik gerilim (stres) arasındaki iliş-
318
ki üzerine çok sayıda çalışma yürütmüştür. O ve Devereux, UFO fenomenlerinin yerkabuğunun tektonik plaka hareket lerindeki gerilim boşalmasının direkt ürünleri olan, yüksek şiddette elektromanyetik akımlar üreten doğal olaylar ol duklarına inanırlar.13 Persinger' ın istatistiksel çalışmaları, sismik olayların net olarak UFO raporlarıyla ilgili olduğunu gösterir. Başka bir ifadeyle, sismik olaylar sırasında, daha çok UFO görmeleri raporlanacaktır. Pekala, Devereux ve Persinger'in gözlemlerinde haklı olduklarını farz edin. Bu bize CEIV ve ÖADlerin gerçekliği konusunda ne söyler? Eğer bir kişi, bir tektonik gerilim bo şalmasından ve onun beraberinde gelen elektromanyetik e nerji patlamasından (EMEB) yeterince uzaksa, kişi CEI ve CEII raporlarının tipik örneği olarak bir ışık gösterisini gör düğünü tarif edebilir. Eğer kişi ışığa yaklaşırsa veya ona ye terince yakın bir yerde dikiliyorsa, etkilerini hissetmek için EMEB'e yeterince yakın olabilir. Bu bedende ve başta tüyle rin kalkmasını, deri karıncalanmasını, tüylerin diken diken olmasını ve heyecanlı uyarılmanın diğer işaretlerini göstere bilir. Bu çizgiyi takip ederek, daha derin batmalar, psikolojik rahatsızlıklar ve evham verici görüntülerle sonuçlanan be yin rahatsızlıklarına yol açabilir. Persinger özellikle temporal Iobun böyle elektriksel ra hatsızlıklara daha duyarlı olduğunu ileri sürer- diğer araş tırmalarla oldukça tutarlı bir bulgu. Belki bu alanda en çok araştırma, ölen nörocerrah ve yazar Wilder Penfield tarafın dan yapılmıştır. Penfield, temporal lobun evrimsel olarak a paçık yeni olan kıvrımları olduğunu ve bunların motor veya duyusal işlevlere bağlanmadıklarını kaydetmiştir.14 Bir ço cuk doğduğunda, bu yeni kıvrımlar bağlanmamış ve işlev olarak şartlanmamış görünür. Çocukluğun ilk öğrenme aşa maları boyunca, bu kıvrımlardan bazıları, geçmiş deneyim ler açısından şimdiki deneyimlerin yorumlanmasına bağlı
319
olarak gorunur. Temporal lobun bu bölümü, günümüzde
yorumlayıcı korteks olarak etiketlenir. Temporal lob nöbetlerinde (temporal lobdan kaynakla nan elektriksel boşalmalar nedeniyle olan epileptik nöbetle ri) acı çeken hastalar üzerinde cerrahi prosedürler sırasında, Penfield ve meslektaşları, korteksin yorumlayıcı alanlarının elektriksel uyarılmasının, 1 872'de beyindeki giderek artan karmaşık işlev seviyeleri kavramını tanıtan bir İngiliz nöro log olan John Hughlings Jackson'ın "dalgın durumlar" veya "fiziksel nöbetler" adını verdiği durumları nadiren ürettiği gerçeğini tesadüfen buldular. Cerrahi prosedür sırasında hastanın bilinçli raporları, genellikle cerrah Penfield'a nöbet lerin nedenine yakın olduğunu işaret ediyordu. Penfield, temporal lob ameliyatının ilk günlerinde, ameliyat sırasında elektriksel uyarılmanın cerrah için beyindeki kesilmesi gere ken neden olan alanların yerini saptamada yardımcı bir kı lavuz olduğunu bildirmiştir. Penfield için bu "dalgın durumların" rüyalar olmadığı açıktı. Onlar hastanın ilk bilinçli deneyimleri sırasında sak lanmış kayıt dizilerinin elektriksel etkinleştirmeleriydi. Has ta, daha önceki bir zaman boyunca farkında olduğu her şeyi "yeniden yaşamıştır." Hareket eden bir "geçmişe dönüş" ya şıyordu.15 Penfield'ın hastaların raporlarını tarif etmesi oldukça i nanılmazdır. Görüş, sesler, parmak karıncalanmaları, tatlar, kokular, duygusal hisler, esas itibarıyla insani duyumsal de neyimlerin tüm gamını içeren duyumsal deneyimlerin çeşit liliği, bu hastalarda temporal korteksin uygun bölgelerinin elektriksel uyarılmasıyla anımsatılabilirdi. Ancak başlıca tepkiler, görsel ve işitsel duyulardaydı. Her bir durumda, hasta sanki deneyime baştan başa tekrar tanık oluyormuş gibi bir hikaye konusu bildirmiştir. Örneğin, genç bir adam küçük bir kasabada bir beyzbol o-
3 20
yununda, küçük bir çocuğun tribünlere girebilmek için çitin altından emekleyerek geçmeye çalışhğını izleyerek oturdu ğunu bildirmiştir. Başka bir hasta, bir konser salonunda mü zik dinliyordu. Farklı enstrümanları duyabildiğini ve her bi rinin ne çaldığını duyabildiğini açıklamıştır. Bu vakalarda uyarılmış hatıralar önemsiz olaylardır. Nörofizyolog Persinger, ÖAD'nin beden dışı deneyim ler, havada yüzme, ışığa doğru çekilme, garip müzik duyma ve derin anlam duyumunu içeren başlıca tüm bileşenlerinin, temporal !oba uygulanan en düşük elektrik-akımı endüksi yonunu kullanarak bir laboratuvarda kopyalanabileceğini keşfetti . 1 6 Yukarıdaki bulgulara dayanarak, hayal alemi deneyim lerinin temporal lobdaki elektriksel bozukluklar nedeniyle üretildiğine hiç şüphe yok gibi görünür. Bunlar, yerkabu ğundaki tektonik gerilim boşalmasına ve beyin cerrahi pro sedürlerine eşlik eden ,ve hatta laboratuvar ortamı altında, anormal elektromanyetik fenomenle başlatılabilir. Peki ya siz ve ben? Ya, kendilerinde bir hata olmadığı görünen, hiç bir elektriksel uyarı var olmadığı halde böyle bir fenomeni deneyimleyen sözüm ona normal insanlar? Burada Ring bazı bireylerin "tesadüfe-meyilli" olduk Iar'ı nı ileri sürer, Persinger hemfikirdir. Böyle bireyler, belki çok sayıda farklı nedenlerden dolayı, normal temporal lob elektriksel aktivitesine alışılmadık olarak duyarlıydı. Ring, iki sınıf insanın özelliklerinin çalışmasını yaptı: ÖAD veya bir çeşit UFO deneyimi (UFOE) yaşamış olanlar ve kontrol grubu olarak, böyle bir deneyim yaşamamış ama bunlarla ilgilenen insanlar. Bir veya başka bir çeşit UFO deneyimi ya şamış olan insanlar, birbirlerine oldukça benzerdi, ancak Ring ÖAD yaşamış olanların ve UFO deneyimi yaşamış o lanların çok fanteziye meyilli olmadıklarını keşfetti. Kişi fanteziye-meyilli insanların, hayal alemi deneyim-
32 1
leri (IREler) yaşamalarının daha olası olduğundan sanabilir. Psikologlar, belli çeşitte insanların, fantezinin iç dünyasına daha duyarlı olduklarına işaret etmişlerdir. Bu fanteziye meyilli insanlar, fantezi içinde o kadar derin emilmiş hale gelir ki, fantezi ile gerçekliği ayırt edemezler. Ama Ring ve iş arkadaşları, fanteziye-meyilli ins mlan, olmayanlara göre IRElere karşı daha duyarlı bulmadılar. A ma çocuklar, tesadüfe-meyilli bireyler olarak, alternatif ger çekliklere daha duyarlı olduklarını söylemelerinin daha ola sı olduğunu buldular. Bunlar şöyle şeyler söyleyebilecek çe şitte insanlardır: "Çocukken, uyanıkken fiziksel olmayan varlıkları gö rebiliyordum. Diğer insanların farkında olmadığı diğer gerçeklikleri görebiliyordum." Bu aynı insanlar, gençken psişik veya paranormal deneyimler yaşadıklarını da iddia ederler. Ring vurguladı, "Ancak onlar daha çok fanteziye meyilli değillerdir, ama gerçeklikleri değiştirmeye daha duyarlı görünürler." Bir bireyi, çocukken fanteziden ayrı olarak alternatif gerçekliğe daha duyarlı ne yapar? Bu insanları çocukken bu çeşit deneyimlere daha meyilli yapan nedir? Cevap rahatsız edicidir ve aydınlatıcıdır. Çocuk istismarı ile hayal a.Jemi duyarlılığı arasında yüksek bir bağ olduğu görünür. Ring a çıkladı, "Bu insanlar, fanteziye-eğilimli sıralardan değil, a ma cinsel ve psikolojik travma, ilgisizlik ve aile disfonksiyo nelliğini içeren çocuk istismarı geçmişleriyle gelirler." Ring, istismar edilen çocukların daha çok ayrı tutucu olmaya - sıradan gerçeklikten ayrılıp alternatif gerçekliğe girebilmeye - eğilimli olduğunu açıklamıştır. Çocuk istisma rı ve travmalı bir aile geçmişi, psikolojik savunma olarak ay rı tutucu tepkiyi teşvik eder. Eğer tahmin edilemeyen şiddet veya cinsel istismar veya travmanın başka biçimlerinin ol duğu bir evde büyüdüyseniz, o duruma dikkat vermemek i-
322
çin motive olurdunuz. Ring'in ortaya koyduğu üzere, "Be deninize her şeyi yapabilirler, ama siz, içinizdeki 'gerçek' siz, başka bir yere gidecektir. Bir kez travmaya tepki olarak nasıl ayrı tutacağınızı öğrenirseniz, gerçeklikleri değiştirmeye duyarlı hale gelmeniz o kadar çok olasıdır." Dolayısıyla, daha sonraki hayatınızda bir ÖAD'ye ma ruz kaldığınız zaman, travma ile psikolojik kaçışla başa çık ma geçmişiniz yüzünden, bir hayal alemine erişim veren bi lincin ayrı tutucu bir durumuna parçalanmaya daha yakın olursunuz. Peki ya ölüm-anı travması yaşamış ama ÖAD'si olma yan kişiler? Birçok birey, bilinçsiz hale geldikleri ve ölüm anına girdikleri, ama hiçbir şey hahrlamadan çıktıkları trav matik deneyimlerden acı çeker. Ring, bu eski çocuk istismarı geçmişi olmayan bir kişinin, ÖAD yaşamasının pek olası ol madığını açıklamıştır. Çalışmaları, üç kişiden sadece birinin yaşadıkları ölüm anı deneyimini hatırladığını gösterir. Ben zer bir argüman, UFO deneyimi yaşamış insanlar için yapı labilir. Dolayısıyla Ring, ÖAD yaşayanların ve UFO deneyimi yaşayanların belirgin bir psikolojik profile sahip olduklarına inanır. 1 989'da Colorado'da, 14. Bölüm'de anlahlan Dördüncü Türle Yakın Temaslar Konferansı'nda (Close Encounters on the Fourth Kind (CEIV) Conference) aynı gözlemi yaptım. Konferansta Betty Hill, Travis Walton, Charles Hickson, Rosemary Onato ve diğer birçoklarını içeren çok sayıda UFO CEIV alıkonulmaları deneyimlemiş insanlar mevcuttu. Her birinin deneyimlerini tarif etmelerini dinledikten sonra, bu bireylerin hepsinin belli benzerliklere sahip olduklarını gözlemledim. Hepsi şaşırtıcı bir şekilde sözlü olarak ikna e dici, kendilerini ifade edebiliyor ve oldukça çeşitli eğitim geçmişlerine rağmen deneyimlerini oldukça iyi tanımlayabi-
323
liyorlardı. Onları kayda değer derecede zeki olarak tanım lardım. Ama hepsinde rahatsız edici bir kaybolmuşluk hissi ve belli bir yaşam sevinci eksikliği vardı. Oldukça yapay görü nüyorlardı ve kişisel güdü veya motivasyon eksiklikleri var dı. Tanımlamaları da benzerdi . Her bir vakada tanımlanan CEIV deneyimi, güçsüzlük, garip bir çevreye götürülme ve bedenlerinin çeşitli bölümlerine yerleştirilen sondalarla fi ziksel olarak istismar edilme vakalarından biriydi. En çok satan kitabında Whitley Strieber da, CEIV deneyiminin ne kadar nahoş olduğunu oldukça iyi ve yukarıdakilere benzer şekilde tarif eder. ı 7 Açıklamalarını duyduktan sonra, hepsinin çok mutsuz çocuklar olduğunu ve ilk çocukluktaki istismarlarını yeni den yaşadıklarını ve tarif ettiklerini sezdim. Elbette hepsi yetişkindi ve tahminim oldukça yanlış olabilirdi. Ama içgö rümü takip ederek, ben sadece istismar edilmiş çocuklar o larak istismarları hakkında konuşamadıklarını, ama sonra yetişkinler olarak ve çoğumuzdan daha çok temporal lob elektriksel aktivitesine daha duyarlı olduklarını varsayarak, bu deneyimlerin ya elektriksel temporal lob uyarılmasıyla tetiklenerek hatıralardan yeniden günışığına çıktığını (an cak şimdi onları UFOlar açısından tarif etmek daha çok ka bul edilebilirdi) ya da onların gerçekten hayal alemi varlık larından "ziyaretler" olduğunu tahmin edebilirim. Ring bu mantık çizgisi ile hemfikir olma eğilimindedir. Ancak bana bu açıklamanın CEIV alıkonulma alanında ça lışma yapan kişiler tarafından çok direnç gördüğünü, çünkü olduğundan daha az göstermeye eğilimli olduğunu söyle miştir. Persinger fiziksel istismarın beyinde fiziksel etkisi o labileceğini, onu bu çeşit aktivitelere açabileceğini ileri sü rer. Bu, ilişkili tek etken değildir, ama bu vakalarda neden sel olabilir.
324
Tipik Bir ÖAD 'nin Tanımı Ring'den tipik bir ÖAD'yi tarif etmesini istedim. Şunla rı söyledi:
"İlk şey, muazzam bir huzur hissidir, daha önce ya şadığın hiçbir şeye benzemez. Çoğu insan daha önce yaşa dıklarına hiç benzemediğini ve asla benzemeyeceğini söy ler. İnsanlar, tüm anlayışı geçen bir huzur derler. Sonra bedensel ayrım duyumu ve bazen gerçekten bedenin dı şında olma hissi vardır. İnsanların bazen, fiziksel çevrele rinde ne olduğuna dair, örneğin Üzerlerindeki lamba ar matürlerindeki sargı bezi, gerçeğe uygun olarak rapor verdiklerini gösteren raporlar vardır. Üç yüz altmış de rece panoramik olarak görebilirler. Olağandışı keskinlikle ri vardır. Genellikle deneyimin içine daha çok girdiklerin de, her zaman değil ama bazen tünel olarak tanımlanan karanlık bir yere giderler. Genellikle hareket hissi olduğu nu; neredeyse hayal gücünün ötesinde, çok büyük bir şe yin içinden geçtiklerini hissederler. Ama yine de, herhan gi bir yere gitmek için özgür olmadıklarını hissederler. Sanki sürükleniyorlarmış gibi hissederler. " Aşırı hareket hissi genellikle hızlandırmadan biri ola rak görülür. Bazıları sanki ışık hızında veya daha hızlı hare ket ettiklerini hissettiklerini tarif eder. ÖAD yaşayan kişiler den biri, bunu ışık hızından daha hızlı olarak tarif etmiştir muazzam hızlanmış hareketle silindir şeklinde bir girdap yoluyla ışık hızının ötesinde hareket etme ve sonra, uzakta, kişi aniden daha büyüyen, daha parlak olan ve her şeyi kap sayan bir ışık noktası tarif eder.
325
Ring devam etti:
"Deneyimin bu aşamasında, ışıkla bir karşılaşma vardır. Saf sevgiyi, tam kabulü ve tam anlayışı dışarıya veren, yaşayan bir ışık olarak görünür. Birey, o ışıktan ya pıldığını, her zaman orada olduğunu ve zamandan çıkıp sonsuzluğa ayak bastığını hisseder. Bu hisse mutlak mü kemmeliyet hissi eşlik eder. " Zamanın dışında olmak, deneyimin başka bir açısını tanıtır: bir kader hissi. Ring açıkladı:
"Sonra hayatınızda size olan her şeyi gördüğünüz panoramik ışık gözden geçirmesi vardır. Sadece sizin yaptıklarınız değil, ama yaptıklarınızın başkaları üzerin deki etkileri, düşüncelerinizin başkaları üzerindeki etkile ri. Tiim şey, yargılanınadan a111a hayatınızdaki şeylerin neden öyle olduklarının tanı anlayışı ile birlikte sizin için hazırlanmıştır. Bunun için önerebileceğim en iyi metafor: sanki siz başka birinin romanındaki karaktersiniz. O ro manın yazarının bakış açısını göreceğiniz ve o karakter hakkında her şeyi bildiğiniz hissine sahip olacağınız, za manın dışında tek bir an olacaktır. Yaptığı şeyleri neden yaptı, neden diğerlerini etkiledi vs. Bu idrak meydana gel diğinde, zamanın dışında derin bir andır. Hayatınızın tüm varol-Uş nedenini görürsünüz. Eğer bedeninize geri dönmeyi seçerseniz, hayatınızın sahnelerinin dekorlarını veya fragmanlarını da görürsünüz. Başka bir deyişle, sa dece geçmişe dönüşe salı,ip olmazsınız, ayrıca sanki haya tınız için bir çeşit tasarı varmış gibi, olacak olayların za man atlamalarına da salıip görünürsünüz. Ve o anda lıer şey size bağlıdır. Özgür seçiminiz vardır, çünkü hayatını za geri dönmek veya onu geride bırakmak genellikle size
326
bırakılmıştır. Elbette konuştuğumuz insanlar her zaman geri dönmeyi seçenler veya bazen geri gönderilenlerdir. "
Büyük Rüya Görene Yaklaşmak UFO deneyimi ve ÖAD yaşayanların, rüyalarla benzer likleri ve önemli farklılıkları vardır. Benzerlikler ve farklılık lar, benim "büyük rüya" deneyimi dediğim şeye ve rüya gö renin "büyük rüya gören", evrenin kendisi diyebileceğimiz şeyin bir parçası olduğunun idrak edilmesine işaret ediyor olabilir. Yukarıda bahsettiğim üzere, zaman atlamaları ve ke sintiler bu "rüya görme" deneyimleri sırasında benzer şekil de deneyimlenir. Birçok rüya araştırmacısı, REM zaman i çinde devam ettiği için rüyanın da REM hareketi kadar u zun süren benzer bir zaman dizisinden geçtiğini farz eder. Bu demektir ki, rüya, "gerçek" dünyayı deneyimlediğimiz gibi saat zamanında meydana gelir. Ancak bunun böyle ol madığına dair kanıt da vardır. REMlerin çok farklı bir şeyi gösterdiğine dair bir du rum da olabilir - belki beynin, rüyanın kesintilerini yorum lamaya çalıştığı göz-beyin bağlantısının bir biçimidirler. Rü ya gören, rüyanın olay uzayı çevresine, Ring'in bir ÖAD'nin holografik raporunu tarif ettiği ile hemen hemen aynı şekil de bakmaya çalışmaktadır. Rüya sahnesi, büyük karmaşıklı ğın devam eden, holografik olarak aydınlatılmış tek bir sah nesidir. Diğer bir ifadeyle, izleyici hologramın çevresinden bakmaktadır, uyanık hayatta yaptığımız gibi rüyasının için den geçmemektedir. O zaman rüyanın rastgele karakterine, Hobson ve çalışma arkadaşları tarafından rüya gören beyin lerde gözlemlenen elektriksel sıçrama kesintileri ile eşlik e dilen tarama prosedürünün rastlantısallığı ile sebep olun muştur.
327
Başka bir ihtimal daha vardır. Rüya gören holografik bir izlenimin koşuşturmasını yaşıyor olabilir - bütünün gö rüntü parlamaları. Her bir parlama, farklı bir bakış açısın dan bile, farklı bir sahnenin olabilir, daha uzun bir süre ka ranlıkla dev.anı eden kısa bir süre boyunca sürer. Uyanık rü ya bilinciyle benim şamanik deneyimlerim18, sahnelerin sa dece bir saniye veya daha az sürdüğünü göstermiştir. Göz lerim kapalıydı ve lüsid rüyalar sırasında deneyimledikleri me benzer şekilde belirgin biçimde lüsid üç boyutlu bir sah nede olduğumu hatırlıyorum ve ancak vizyon "deneyimim" açıkça bir saniyeden daha uzun sürdü. Bununla sahne sıra sında "gerçek" zamanda bir saniyede yapabileceğimden da ha çoğunu yaptım demek istiyorum. Dolayısıyla REM, tek bir sahnenin apaçık sürekli taran masından ziyade, açma-kapama deneyimi ile başa çıkma i çin bir aracı işaret edebilir. Tarayan REM, sahneler arasında ki geçiş dönemleri sırasında, sözde karanlıkta meydana ge lebilir. Bu evreler sırasında, düşünceler meydana gelebilir, resimler değil ve bu düşünceler rüya görenin deneyimi an lamlandırma çabaları olabilir. bu karanlık evre sırasında, rü ya gören, genellikle yavaş-dalga uykusu sırasında tarif edi len düşüncelere çok benzer şekilde düşüncededir. Ama sonra rüya gören deneyimi zamanda, sahnenin sürdüğünde daha uzun süre süren bir hikaye olarak ilişki lendirir. Tibetli Budistler, sadece rüyaların değil, genel ola rak hayat için bu tür bir açıklamayı ileri sürer. Tibetli thon kalar, tipik spiritüel resimler, bir kişinin hayatını, sanki kişi nin hayatı tek seferde meydana geliyormuş gibi, merkezin de Buda figürü olan bir çember içinde gösterir. Yine de, eğer bireysel resimlere bir sırayla bakarsanız, zaman içinde orta ya çıkan bir hikaye görürsünüz. Bu mantık çizgisini takip ederek, taramayı kontrol et me kabiliyeti, rüya sırasında lüsid uyanıklık biçimi gerekti-
328
rir. Dolayısıyla kontrol edilen taramalar, lüsid rüyalar için gereken şey olabilir. Rüya, zaman içinde olmayabilir, ama "ben", holografik sahnelerin doğrusal bağlanması nedeniyle zaman içinde gibi görünür. Ring bana Freud'un rüyaların zaman dışında olduğu nu düşündüğünü söyledi. Ring, bu bakış açısından, bir gö rüntü olarak sunulan bir bilgi alanına maruz kaldığınızı a çıkladı. Sadece bir görüntü olarak metaforik tanımlaması güç olan gerçek ve yoğun olan bir şeyin görünüp hızla kay bolması gibidir. Belki, bulutların arasından yalnız ışık götse ren şimşeğin ani ışıltısı olduğunda ve tüm panorama aydın landığında bir çöl sahnesine bakma deneyimi gibidir. Bir sonraki an, gitmiştir. Sonra onu anlamlandırmaya çalışırsı nız. İçinde bir yerde başka bir yere gittiğiniz sıralı olarak düzenlenmiş görüntü dizisinden oluşuyormuş gibi görüntü hakkında konuşu rsunuz. Ancak tü m olan sadece bir anlıktı. Rüyalarla UFO ve ÖADler arasında bir diğer benzerlik vardır. Uyurken birçok lüsid-rüya deneyimlerim ve şamanik törenler sırasında birçok lüsid-uyanık deneyimlerim olmuş tur. Bu deneyimlerin sonunda, "uyandığımda", sanki tüm maddesel kaygılarım, ilişkilerde yaşadığım güçlükler ve u yanık hayatın diğer yönleri yok olmuş gibi, aşırı bir mutlu luk ve sağlık hissi hissettiğimi fark ettim. Yukarıda tarif edildiği üzere, Ring ÖAD yaşayanların deneyimlerinden sonra benzer bir hissi ifade ettiklerini bul muştur. Benzerlikler bu kadar; peki ya rüyalarla ÖAD ve UFO deneyimleri arasındaki farklılıklar neler? Ring ve diğer çalı şanların rüyalar ve bu hayal alemi karşılaşmaları arasında keşfettikleri başlıca fark, kişilerin kendisinde bulunur. De neyimin içsel veya hayali bir deneyim olduğunu bilirlerken, rüya olmadığını oybirliğiyle rapor ederler. Deneyimin ken dilerine, şimdi kendilerini içinde buldukları mevcut gerçek-
329
likten daha gerçek geldiğini söyleyeceklerdir. Başka bir ifa deyle, deneyim hayatın kendisinden daha "gerçektir." Bu bakımdan lüsid rüyaya daha benzer olabilir. İnsan lar deneyimin o kadar gerçek, o kadar "aşırı" gerçek oldu ğunu söylerler ki, "gerçeğe" geri döndüklerinde, bazı za manlar bu dünyanın daha önce düşündükleri şekilde gerçek olarak deneyimlemenin zor olduğunu bildirirler. Ring, diğer dünyada geçici süre kalmakla, çifte vatan daş olduklarını; bu dünyada yaşadıklarını ama tamamen bu dünyanın olmadıklarını açıklar. HaJa gerçek dünyanın, san ki "gerçek" dünya onları kör etmiş ve duyularını kapatmış gibi, ölüme yakın olduklarında girdikleri dünya olduğunu hissederler. ÖAD dünyasında gerçekten görebilirler. Duyu sal sistemler artık çalışmadığında ortaya çıkan hayali dün yaya benzer olduğunu Ring'in aklına getiren, bu berraklık aurasıdır. Hem Ring, hem Michael Grosso, bu hayal alemi karşı laşmaları ve sıradan rüyalar arasındaki başka bir farka işa ret eder. Yine zaman boyutunu ve kişinin hayatının tüm pa noramik görüntüsüne "zaman atlaması" deneyimini içerir: bu noktaya kadar hayat nasıl oldu, hayatı şimdi nasıl ve fi ziksel bedenine dönmeye karar vermesi durumunda, sonra sında nasıl olabilir. ÖAD'ye bir kaza neden olmadığı takdir de, kişi genellikle tüm gelecek ihtimalleri ile birlikte tüm ha yatını hatırlar. Kişi ÖAD'yi hatırladığında, yok olmaya eği limli değildir. Canlı bir şekilde kalır ve kişi, deneyim yirmi beş yıl önce olmuş olsa da, sanki dün olmuş gibi göründü ğünü söyleyecektir. Kişinin psişesinde güçlü bir şekilde iz bırakarak kalır.
330
Büyük Rüya Gören Uyanır Bu deneyimler bize ne anlatır? Özetlememe izin verin. ÖAD/UFO deneyimleri, fiziksel olarak bir rahatsızlık, tem poral lobda - beynin deneyimleri yorumladığı ve dünyanın duyumlandığı şekilde dünyayı anlamlandırmaya çabaladığı bölümü - bir elektriksel fırtına ile karakterize edilir. Tempo ral adı verilir, çünkü dünyaya anlam vermek demek, dene yimlerimizi bir zaman sırasına koyarak şeyleri mantıklı ola rak düzenlemek demektir. Bu deneyimler derin ve aşırı an lamlıdır. Ancak içlerinde bir travma unsuru var gibi görü nür. Travma ya ÖADlerde olduğu gibi anda, ya da UFO de neyimlerinde olduğu gibi, çocuk istismarı yoluyla örneğin de olduğu üzere, geçmişte meydana gelir. Sonuç şudur ki, temporal lobun zaman-düzenleyici sı ralayıcısı, bir döngü için atılmıştır. Olan şeyler, deneyimle yicinin kontrolü dışında oluyormuş gibi rastgele olur. Şimdi, deneyim devam ederken rüya görenin lüsid ol duğu lüsid rüyalar, UFO deneyimleri, ÖADler ve diğer ha yali alem deneyimlerini içeren deneyim çeşitliliğine bakar sak, devam eden göze çarpan niteliğin lüsid gerçekliğin par layan duyumu olduğunu görürüz. Ayrıca, her ne kadar tar tışmalı olsa da, bizim sıradan saat zamanı evrenimizde açık ça o şekilde görünse de, zamanın "akıyor" gibi görünmedi ğini görürüz.
33 1
Lüsid Deneyimler ve Geçici Devamsızlıklar: Bir Paralel Evrenler Teorisi Bu noktada, hem deneyimin berraklığının hem de tem poral kesintinin kuantum fiziğine dayanan bir açıklama sunmak istiyorum. Teorim şudur ki, kuantum fiziğin mate matiksel yapısı, özellikle paralel evren hipotezi, her iki de neyimi de kapsayabilir. İlk olarak, kuantum mekaniğin paralel evren yorumla masına bağlı olarak, bir kuantum sistemi durumların süper pozisyonunda var olabilir. Örneğin bir elektron bir atom çe kirdeğinin çevresinde sayısız yerde var olabilir. Başka bir örnek olarak, bir elektron saat yönünde ve saatin tersi yö nünde dönebilir. Ayrıca her iki yönde eşzamanlı olarak da dönebilir. Şimdi farz edin ki, beyniniz birçok muhtemel du rumların süperpozisyonunda var olabilme kapasitesine sa hip bir kuantum fiziksel sistemdir. Bir gözlemci bir fiziksel sisteme baktığı zaman, siste min hangi durumda olduğu konusunda bilgi ararken, bir cevap deneyimler. Paralel evren fikrine göre, sistemin içinde bulunduğu her muhtemel durum için kesin bir cevap dene yimler. Başka bir ifadeyle, aklı, diğerlerinden kesilmiş gibi görünen ayrı bilinç deneyimlerine ayrılır. Her bir bilinç de neyiminde, her dünyada, tek bir bilgi parçasıyla oldukça ke silmiş, oldukça yalnız hisseder. Şimdi iki şeyden birini yapabilir. Bir, henüz baktığı ay nı sistemi yeniden sorguya çekebilir. Bulduğu şey, zaten keşfettiği şeyi güçlendirmeye meyillidir. Sistemin daha önce gördüğü ile tamamen aynı olduğunu görür. Eğer bunu sü rekli olarak yaparsa, sistemin sabit kaldığını deneyimler. Bunu tek bir sistemle veya herhangi benzer düzenlenmiş sistemlerle yapabilir. Her farklı ama benzer şekilde düzen lenmiş sistemi incelediğinde, farklı bir cevap elde edebilir.
332
İkinci sistem, ona baktıktan sonra birinci sistemle aynı du rumda olmayabilir. Her defasında farklı ama benzer şekilde düzenlenmiş sistem kullanarak bu sorgu çizgisini tekrarla dıkça, bir istatistiksel örnek kurar ve bulgularıyla tutarlı o lan bir hikayeyi bir araya getirir. Örneğin, çeşmedeki üç "kuantum" madeni parasına baktığını farz edin.19 Onları yazı tura dağılımlarının sekizde bir eşit ihtimaliyle bulabilir (YYY, YYT, YTY, YTT, TYY, TYT, TTY, TTT) . Her bir dağılım ayrı ama paralel evrende var o lur ve aynı şekilde gözlemcinin aklı da. Sistemler (madeni paralar) değişmediği sürece, sadece daha önce gördüklerini görerek gözlemlerini tekrarlar. Bu, her bir paralel evrende meydana gelir, diğer muhtemel dünyaların varlığında biz iz olmadığı için. gerçek bir dünyada olduğunu daha fazla o naylar. Bu durumda sekiz dünya vardır ve madeni paralara kaç defa bakmasının önemi olmadan ha!a sekiz dünya var dır ve her bir dünyada bir önceki gözlemde ne bulduysa yi ne onu bulur. Veya her ne kadar ilk baktığı sistemle aynı şekilde ha zırlanmış olsa da, kendi başlarına değişebilen diğer fiziksel sistemlere bakabilir. Şimdi farz edin ki, her bir sistem çevre sel koşullar, bir çeşit veya diğer rahatsızlıklardan dolayı de ğişebilir. Aslen durumların bir süperpozisyonunda olan, sonra o durumlardan birinde olduğu gözlemlenen her bir sistem, şimdi durumların başka bir süperpozisyonuna de ğişme eğilimdedir. Bu, yukarıdaki örnekte, ilk başta her bir madeni paranın durumların süperpozisyonunda olduğu (YOT olarak simgelenir), sonra örneğin yazı olarak gözlem lendiğini ve sonra YOT'nin başka bir süperpozisyonuna tek rar değiştiği anlamına gelir. Başka bir deyişle, çeşmedeki her bir madeni para, bakılmadığı zaman yazı durumundan (veya tura) yazı turanın bir süperpozisyonuna değişmiştir. Şimdi yine kişinin madeni paralara baktığını farz edin.
333
Onları yine yazı tura dağılımlarının sekizde bir eşit ihtima liyle görebilir. Ancak, ikinci defa bakmadan önce onların ne ye benzediği konusunda bir "hafızası" da vardır. Hatırlayın ki, ilgili olduğu derecede, madeni paralara sadece iki defa baktı. Madeni paralar gözlemler arasında süperpozisyonla ra "değişebileceği" için, şimdi aslında altmış dört (her bir sekiz dünya, sekiz dünyaya ayrılabilir) farklı gözlemlenebi lir ihtimal vardır. (Örneğin bir ihtimal YYT'nin TYT'ye deği şebilmesidir.) İkinci gözlemin sonunda kişinin bildiği tek şey, madeni paraların şaşırtıcı bir şekilde değiştiğidir. Altmış dört dün yanın her birinde, şimdi o ikinci defa bakmadan önce made ni paraların ne olduğuna dair bir hafıza vardır. Soru şudur, ilk baktığında hangi dünya gerçek dünyadır? İkinci bakma sının sonunda, sahip olduğu tek şey ilk bakışı sırasında ne yin var olduğudur, ama ilk-bakılan dünya geçip gitmiştir. Bu klasik gerçeklikle kuantum gerçekliğin ortaklığa ay rıldıkları yerdir. Klasik dünyada, madeni paraların ilk göz lemde "gerçekte" nerede olduklarını bilirdi. Kuantum dün yasında bu bilgi saklı değil. O zaman bildiği tek şey, madeni paraların bir durumda olduğu ve daha önce önceki bir du rumda olduğudur. Sekiz muhtemel önceki durumdan han gisinde olduklarını, gerçekten bilmez. Bildiği tek şey, altmış dört muhtemel dünyadan birinde olduğu ve herhangi birin de veriler madeni paraların daha önceki durumda oldukla rını ve şimdi yeni bir durumda olduklarını tasdikler. Eğer üç madeni para yine kendi istediklerini yapar ve değişirlerse ve o gözlemini üçüncü defa tekrarlarsa, bilinçli olarak 512 muhtemel dünyadan birinde farkında olacaktır. Her bir değişim ve onu takip eden gözlemle, dünyaların sa yısı sekiz ile çarpılır. Her bir dünyada bir hatıra izi olacaktır, ama bir önceki gözlemde "kendisinin" tam hangi dünyada olduğunu bilmesi, onun için imkansız olacaktır.
334
Bu nokta, kuantum fizik için önemlidir. Her bir dünya da bir hatıra olacaktır; ancak hatıranın "onun" hatırası ola cağının bir garantisi yoktur. Öteki ben tarafından gözlem lendiklerinden dolayı, daha önceki sistemlerin durumlarını hatırlıyor olabilir. Her bir dünya bu şekilde var olur ve her bir dünyada her şey doğal ve normal görünür. Son gözlem zamanında yaratılmış olsa da, hafızası tutarlıdır. Tüm hayatı madeni para deneyine göre tek seferde yaratılmış olmasına rağmen, bu yaratıcılık sıçramasını hissetmeyecektir. Bunun yerine hatıranın gerçekten kendisine ait olduğunu hissede cektir. Eğer bu değişim, düşen cisimler yasası gibi bazı neden sel hareket yasalarını takip ederek devam ederse, her ne ka dar dünyaların sayısı çoğalsa da, içinde durumların sırası nın yerçekimi kanununu takip ettiği dünyaların çok sayısı nın gözlemlenmesi en olasıdır. Başka bir ifadeyle, gözlemci nin normal, nedensel gelişen bir dünyanın farkında olması en olasıdır. Şimdi farz edin ki, beyinlerimizi "çeşmedeki üç madeni para" gibi ve bilinci yukarıdaki örnekteki gözlemci gibi ele alalım. Normal, uyanık farkındalık sırasında, dünya ve be yinlerimiz klasik olarak işler. Bu daha çuk madeni paraları tekrar ve tekrar gözlemleyen, daha önce oldukları gibi ol duklarını onaylayan gözlemci gibidir. Her ne kadar bilinç alternatif dünyalarda gelişiyor olsa da, dış dünyadaki ne densellik gelişimi nedeniyle hiçbir şey alışılmamış görün mez. Dışsal deneyimlerin aşırı duyumsal yüklenmesi, her hangi bir "alışılmadık" gelişmenin açık ara farkla üstesin den gelir. Ama rüyalar ve bu hayal alemi karşılaşmaları sırasın da, kuantum fiziksel olarak işleyen beyin, nedensel maddi bir yasayı takip etmeyen deneyimlerle ilgilenir. Beynin göz lemlenmeyen evrimi, yukarıdaki madeni para örneğinde ol-
335
duğu gibi beynin durum değiştirmesine neden olan tempo ral lobun elektriksel uyarılması sırasında meydana gelir. Sonra her bir elektriksel rahatsızlığın hemen sonrasında, i çebakış evreleri meydana gelir. Algılanan şeyin niteliğinin, her ne kadar algılama yolu na benzer hiçbir gerçek hafıza olmasa da, bilinçle, gözlemci tarafından alınan algılama yollarına dayandığını ileri sürü yorum. Her bir dünyada, her bir algısal anda sadece bir ha tıra flaşı vardır; her bir paralel evrende madeni paraların nasıl olduğunun ve şimdi nasıl olduklarının bir hatırası var dır, sonra beynin içeriğinin bir flaşının nasıl olduğunun ve şimdi nasıl olduklarının ve bu görünüp hızla kaybolan dizi her zaman tekrarlayarak devam eder, ama hiçbir zaman, beynin geçmişte "gerçekten" nasıl olduğundan bağımsız o larak, aynı akıl yapısına aynı görüşü tekrarlamaz. Hayal aleminde, maddesel gerçeklikte hiçbir referans noktası, flaşlar arasındaki bağlantıya hükmeden hiçbir kla sik maddesel fizik yasası bulunmamaktadır. Dolayısıyla her bir deneyim, her bir flaş yenidir ve bir şekilde şaşırtıcıdır. Sonuç olarak, tüm bunlardaki gözlemci, tekrarlanan benzer deneyimlerin klasik olarak algılanan dünyasında ihtiyacı ol mayacağı üzere, dikkatini vemleye yatkındır. Buna göre, büyük ihtimalle hatırlamayacağımız çeşitte ki sıradan rüyaları ve hayal alemi rüyalarını (UFO deneyim leri ve ÖADler dahil) farklı kılan nedir? Bunu anlamak için 19. Bölüm'de holografik modele bir kez daha bakmamız ge rekir. Ama sonra böyle flaşların sıradan bilince nasıl girdiği ni keşfedeceğiz. Bunlara "sanat" deriz.
337
1 7.
BÖLÜM
H AYAL İLE GERÇEGİN ORTUŞMESI ..
..
.
.
.
SANAT, MiT VE GERÇEKLiKTE RUYALAR Kişinin kendisini anlaşılmaz kıırgulara adaması, sanatçı olması anlamına gelmez, ama sanatçı olmak tamamen bizim dünyamızdan farklı olan ama onu muazzam bir şekilde etkileyen sanat rüzgarlarına katlanmak demektir. O dünyalarda ne nedenler ne sonuçlar vardır, ne zaman ne uzay, nefiziksel ne tinsel ve bu dünyalar sayısızdır. - Alexander Blok1 -- Rus şair
(Kııantum mekaniğin birçok dünya yorumu) sürekli olarak hayret verici sayıda dallara ayrılmakta olan, tümü bileşenlerinin sürüsü arasında ölçüm-benzeri etkileşimlerden kaynaklanan (bir evreni gözler önüne serer). Dahası, her yıldızda, her galakside, evrenin her iicra köşesinde meydana gelen her kııantum değişim, bizim yerel dünyamızı kendisinin kopyalarının sürülerine ayırıyor. - Bryce S.Dewitt2 Eğer hayal alemi (IR), büyük rüya görenin alemi, onto lojik olarak gerçek ise ki bu demektir ki Hemi Corbin'in3 or taya koyduğu üzere, tarafsız varoluşsal niteliği vardır, o hal-
338
d e neden sadece birkaç kişi onunla karşılaşmıştır? Neden hepimiz onu görmeyiz? Pekala, gerçek bir manada hepin.i zin IR deneyimleri (IRE!er) olmuştur, ama sadece "gerçek" olaylar olduklarını bilmiyorduk veya bize olan şeyin fante zi, halüsi-nasyon veya bir çeşit takıntı olduğuna inandık. (bilgisayar-modelli nöral ağların zaman zaman bu anormal liklerden zarar gördüğünü hatırlayabilirsiniz, biz neden görmeyelim?) Bir IRE'nin bize "normal" halk olarak nasıl göründü ğünü veya bir IRE'yi neyin oluşturduğunu açıklamadan ön ce, mistik ve hayali deneyimin derin öğrencisi olan Henri Corbin'in ve IR ile hem denek hem gözlemci olarak ilgile nen diğer araştırmacıların hakkında söylediklerini değerlen dirmemiz gerekir. Corbin için IR, uyanık duyularımızla deneyimlediği miz dünyadan daha reddedilemez ve bağdaşıktır. Bu dün yaya döndükten sonra ona rapor veren IR'nin seyircileri, "başka bir yere" seyahat ettiklerinin gayet farkındaydılar. Bu gezginler, şizofren veya zihinsel olarak hasta değiller. Deneyimledikleri dünya, bir fantezi değildi. Biçimi, ebadı ve hatta diğer yaşam-formları olan bir dünyadır; kısaca, orada yaşayan insanlar vardır. Yine de bu IR elbette çoğumuz için gerçek gibi normal duyumsanmaz. Bunun yerine gerçeklik bize çok net görü nür. Duyularımızla gördüğümüz ve hissettiğimiz şeylerden oluşur. Hepimizin adına konuşursam, eğer gerçekse, onu görebilirim, tadabilirim, duyabilirim, koklayabilirim, doku nabilirim. Yukarıdakilerin hiçbirini yapmayabilirim, ama yi ne de duyularım gerçekliği anladığım araçlarımdır. Peki ya bir şey bize görünürse ve yukarıdaki duyular dan sadece birine bağlanırsa? Örneğin, aniden bir şey tadar sınız. Bir elma yemediğiniz için, ancak tattığınız için, muh temelen tadı hayali, bir hatıra veya halüsinasyon olarak ber-
339
taraf edersiniz. Aynı durum, eğer duyu deneyimi münferit ise diğer herhangi bir duyu deneyimi için de doğru olacak tır.: Yukarıdaki duyulardan ikisinin ilişkili olduğunu düşü nün. O zaman ne olur? Deneyim, duyuların nesnesinin algı layıcıya tarafsız gerçekliği olduğunu gösterir mi? Algılanan bir nesneyi "gerçeklik" kampına koymadan önce kaç duyu ya ihtiyacımız var? Şimdi buna beş duyudan daha fazlasına sahip olduğu muz ihtimalini ekleyin. Corbin ek duyulara "psikospiritüel" olarak atıfta bulunur. Kartalın Arayışı (Eagle's Quest)4 kita bımda, şamanların sahip olarak gözüktüğü, ama maalesef çoğumuzun aklına gelmeyen IR'nin beş hayali ek duyusu hakkında yazdım. ÖAD yaşayan insanların fanteziye meyilli olmadığına, ama "karşılaşma meyilli" olduklarına dair Ken neth Ring'in çalışmasını dikkate almak, psikospiritüel du yumsal farkındalıklan olan insanlar oldukları anlamına ge lir. Eğer gerçekse, neden bazılarımızın bu kabiliyeti vardır ve görünürde çoğumuzun yoktur? Belki IR'in gerçeklikle örtüşmesi, evrimsel bir değişimdir ve bazılarımız diğerleri kadar evrimleşmiş değilizdir. Evrimsel bir değişimi dene yimlemek nasıl olurdu? Belki değişim rüyalarımızda yansır dı. 4. ve 6. Bölümlerde, Cari Sagan'ın rüyalarla evrim arasın da bir bağla�h olduğu düşüncesine işaret ettim. Hatırlayın ki Sagan, belki eski insan öncesi varlıkların uyanık hayatla rını, bizim rüya olarak adlandıracağımıza yakın bir bilinç durumunda yaşadıklarını ileri sürmüştü. Ayrıca 4.bölümde Julian Jaynes'in eski insanların gerçek hiçbir bilinçleri olma dığına ve belki bir rüya durumu biçimine benzer trans bilin cin otomatik bir durumda dolaştıklarına dair ana fikrini ta nımladım. Eğer bu doğru olsaydı, o zaman açık olarak bir şey ol muştur. Bilinç değişmiştir. Bu nasıl olmuştur? Bir dakikada
340
mı, bir saat içince mi, bir günde mi, on yılda mı, belki yüz yıldan veya iki yüzyıldan fazla zaman içinde mi? Daha u zun sürede mi? Bir milenyumda mı? Bilinç sadece ara sıra bir kuantum sıçrama yapıp ve sonra zorlu sınamadan sonra dinleniyor mu? Günümüzde biz bir dönüşümün, bilincin başka bir kuantum sıçramasının kenarında mıyız? IRE!er bir evrimsel değişimi öne sürüyor olabilir mi? Bu aralarında Kenneth Ring, Michael Grosso, Peter Rojcewicz ve Terence McKenna gibi kişilerin de bulunduğu çok sayıda araştırma cının fikri gibi görünür. Size önceden Grosso ve Rojcewicz' in araştırmalarından ve fikirlerinden bahsettim . Terence McKenna, marjinal akıl üzerinde fantezi dün yasının etkisini açıklarken, tamamen beyinlerimizi tepetak lak yaparak çağrıştıran tabirlerle boş işler yapar. Öncelikle şamanizm ve psikofarmakoloji çalışmalarında ve bunların spiritüel gelişim üzerindeki etkileri konusunda bir araştır macı olan McKenna, çeşitli kitapların ve ses bantlarının ya zarıdır.5 "Vahşi ve budala perilerle kuşatılmış uzaylar" hak kında en hassas tahminlerde bulunarak, hayal aleminin da ha zengin gerçekliğini çatırdatarak, elektronik, çok-boyutlu, yıldızlar arası, dünya dışı, aşırı cilalı kavisli yüzeylerle dol durulmuş tabağa benzer şekilde manzara, geometrik dönü şümlerden varlıklar haline geçen makineler ve görünebilir nesneler olarak yoğunlaşan düşünceler olarak karakterize etmiştir."6 McKenna, şamanların rüyaları paralel evrenin veya sü rekliliğinin gerçek dünyayla çakışmasının kanıtı olarak gör düklerine işaret eder. McKenna, akıl ve bedenin rüyaya gö müldüğüne ve rüyanın daha yüksek bir uzaysal boyutta var olduğuna inanır. Materyalizmde olduğu gibi temellenen ha lihazırdaki bilimsel bakış, aklı ortaya çıkan biyolojik bir fe nomen olarak görür. Bu bakış açısında, akıl ve maddenin her ikisi de kısmi gerçeklik olarak meydana çıkar.
34 1
Ayrıca Michael Grosso, hızlı bir evrimsel büyüme evre sinde olduğumuzu görür. 1985'ten beri Peter M.Rojcewicz, Ken Ring ve Grosso gibi araştırmacılar, !REierin farklı kate gorileri arasında - iddialara göre diğer - veya karşılaşmala rın paralel evren çeşitleri - bir ilişki gözlemlemişlerdir. Grosso, "ontolojik belirsizlik" adını verdiği !REierin en az on altı farklı kategorisinin tek bir ortak niteliğini kaydehniştir. Bu belirsiz karşılaşmalar, bir seviyede gerçek olma ve sonra başka birinde gerçek dışı olma görünümüne sahiptir. Örneğin UFO!ar dişli işaretleri ve toprak değişimleri bıra kırlar, ama sonra UFO!ar kaybolur. Hiç kimse asla, iz bırak mış bu makinelerden birini yakalayamaz. ÖAD!erde birinin genellikle gerçeğe uygun bir beden dışı deneyimi (BDD) vardır. Ama diğer ÖAD!er, deneyimin gerçeğe uygun bölü müyle karışır gibi görünür, sonra paralel veya tamamen ha-· yali bir evrene yavaş yavaş değiştiği görünür. Meryem vizyonları (İsa'nın annesi Meryem Ana viz yonları), şeytani saldırı, siyah giyen adamlar vizyonları, çe şitli UFO deneyimleri karşılaşmalarını ve Koca Ayak gibi u zaylı hayvan raporlarını da içeren bu deneyimler, kesinlikle son derece görsel ve bazen dokunsaldır. İnsanlar açıkça uya nıkken "orada" bir şeyler görürler. Bazen çeşitli insanlar on ları aynı anda görürler. Grosso'nun, objektif gibi görünen, ancak yine de o kadar objektif olmayan bunları tanımları, hiç kuşkusuz bana göre bir lüsid rüya deneyimlediğim za mandaki deneyimlere çok yakındır. Birçok lüsid veya bilinçsiz rüyalarımdan biri, bunu ya zarken akla sıçradı. 1974'te Paris'te yaşıyordum ve şehrin merkezinde adı kötüye çıkmış Marquis de Sade'nin yaşadığı yerin karşısındaki caddede Rue de Conde'de bir oda almış tım. Oldukça eski bir binanın (en az 200 yıllık) altıncı katın da küçük bir odaydı. Orada çok sayıda garip rüya gördüm. Huzur verici bir yaz akşamı, uykuya dalarken odamın
342
penceresi açıktı. Paris harika hatıralarla doludur, ama cadde leri çok gürültülüdür. Sıcak olduğu için camların açık kalma sını istemiştim, ama kulaklarıma sesi kesmek için kulak tıkaa takmıştım. Paris'in mimarisinin ortasında yaşamak, sürekli olarak bana maziyi hatırlatır. Kişi o tarihi şehrin geçmişiyle günlük uyarım alır. Böyle bir uyarım, IR'den de bir mesajdır. Şehrin hızlı bir turu sizi Fransız Devrimi öncesi akılların inanç yapılan ile tanıştırır. En azından o dönemin mimarla rının nasıl düşündüğünü ve rüya gördüğünü görürüz. Apartmanımın tüm çevresinde olan çirkin yaratık hey kellerinden etkilenmiştim. Paris'in o en eski kısmında bir çok binanın böyle figürleri vardır. Neredeyse her gün kendi mi, sadece yüksek kemerler üzerinde tünekleyen çirkin ya ratık çeşitlerine gözümü dikip bakmak için özellikle Notre Dame Katedrali'ni ziyaret ederken buldum. O huzur verici gecenin ortasında, odama pencereden bir şey uçtu ve yatağıma kondu. Varlığını yatağımın üzerin de hissedebiliyordum. Konduğunda kalbinin güm güm vur duğunu hissettim ve endişelendim. "Tanrım, odamda be nimle birlikte bir şey var." diye düşündüm. Ama sonra, bir uyku durumunda, bir çeşit berraklıkta olduğumu fark ettim ve yine de uyanıktım, ama aynı zamanda felçli idim. Bir lü sid rüya olabilirdi, ancak o şekilde hatırlamıyorum. Bir şey ler görmüyordum veya duymuyordum, onları hissediyor dum, algılıyordum, dokunsal duyularım uyanıktı. Lüsid "rüyam" beni başka bir yere götürmemişti; odamdaydım. Sonra kendi kendime, eğer sadece kendimi uyandırırsam yatağımın üzerinde olan her ne ise kaybolur diye düşün düm. Sonra kendimi uyandırdım ve kendime geldikçe kade meli olarak çözüldüğünü hissedebildim. Tamamen uyanık olduğumda, gitmişti. Penceremden giren "şey", benim için Grosso'nun ele aldığı aynı çeşit niteliğe sahipti, ontolojik belirsizlik. Her ne
343
kadar görmesem de, gerçekti. Dokunsal duyumsal farkında lığıma erişmişti, ama görsel ve işitsel duyularıma erişme mişti. Objektif gerçeklik ile saf fantezi arasında var olarak görünüyordu. Ontolojik belirsizlik güvenilmezdir. Onu normal olarak algıladığımız üzere gerçekliğe pek oturmaz ve fantezi değil dir. Belki IRE araşhrmacıları tarafından işaret edildiği üzere evrim geçiren duyularımızın olduğu daha derin bir gerçek liğin işaretidir. Michael Grosso'nun inana, bu kitabın tema sı ile yankılanır. Bir "açıkta akıl", evrimin bir gücü olarak bi ze görünen bir evrensel ruh, bilinçli farkındalığın yeni bir seviyesi vardır. Deyim yerindeyse, sanki rüya görenin, "bü yük rüya görenin" bir kabustan uyanması gibidir. Eğer sa dece çevremize bakarsak, kabus aşikardır. Onu, fiziki varlı ğımızın ötesinde bir şeyin farkında hale geldiğimizi işaret e den istismarın kabusu olarak adlandırabiliriz. Günümüzde, istismarla şimdiye kadar olduğundan da ha fazla ilgilenen daha çok işaretler, daha çok televizyon gösterileri, genel olarak daha çok medya raporu, daha çok kitap vardır. İnsanlar olarak savaşta ve barışta ve çelişmele rin bencil biçimlerinde sadece kendimizi istismar etmediği mizin, aynı zamanda çocuklarımızı ve dünyamızı da istis mar ettiğimizin farkındayız. Peki, ne olmuş? diyebilirsiniz. Siz bir çocuk istismarcısı değilsiniz, istismar da edilmediniz. Kimseyi öldürmediniz ve vergilerden, kanundan kaçmıyorsunuz veya yerel deli çöp tenekesi değilsiniz. Belki, aşırı yemek, az yemek, alkol, uyuşturucu, diğer öz-eziyet edici zararlı alışkanlıklarla ken dinizi bir veya diğer bir şekilde ara sıra istismar ediyorsu nuz, ama "Ben iyiyim. Ben normalim." diyerek makul kılı yorsunuz. Belki bazı zamanlar birini, karınızı, kocanızı, çalışanını zı istismar ettiniz ve pekala, bir çocuğa, arkadaşınıza, sevgi-
344
linize vurmuş olabileceğiniz bir zaman oldu, ama siz "ger çekten" taciz eden bir insan değilsiniz. Ancak tüm dünyada meydana gelen bu garip şeyler vardır. Hiçbir şey "hatırladığınız" kadar güvenli görünmez. Tanrım, kendi çocuklarını cinsel açıdan istismar eden insan lar? Çocuk pornografisi? Pekala, şu anda uykuda olduğunuzu ve rüya gördüğü nüzü ve yukarıdakilerin hepsinin sadece bir çeşit kötü rüya olduğunu farz edelim. Tamamen uyanık hissettiğinizi ve eli nizde bu katı kitabı tutarak şu anda bu kelimeleri okuduğu nuzu biliyorum. İlk gereklilik, lüsid rüyalarda yaptığımız gibi, bunun da bir rüya olduğunu idrak etmektir. Bundan u yanmak için, içine kontrolünüzü getirmek için, bunun bir rüya olduğunun farkına varmalısınız. Ama rüya içinde çok sayıda karakter vardır, diye itiraz edersiniz ve bu karakter ler çok tipik "insani" şekillerde davranırlar. Örneğin, garip bir nedenden dolayı, rüyanızdaki herkes acı çekmektedir. Bu nedendir? Bir nedenden dolayı, bu kabusu siz gördüğünüz için siz de acı çekersiniz. Bu nedendir? Oh, herhangi "berbat a cı" hissetmezsiniz. Mutlusunuz. İhtiyacınız olan her şeye sa hipsiniz. Pekala, bir gün öleceksiniz. Bu düşünce herhangi bir acı çekmenize neden oluyor mu? Oh, ayrıca rüyanızda yaşadığınız gezegenin tüm bölümlerinde birçok insanın tüm çeşitli istismarlardan acı çektiğini görürsünüz. Bu her hangi bir acı çekmenize neden olur mu? Onlar için üzülür sünüz, ama bu onların nasibidir, sizin hayatınız var ve acı çekmediğiniz konusunda ne olursa olsun ısrar ediyorsunuz. Devam edin. Beni neşelendirin. Ri.iyanızla olan sorun nedir? Sorun, oynadığınız karakterdir. Rüyanın bilincinde değildir veya "gerçekliği" hissetmez. Ama sadece sizin ka rakterinizin değil, rüyadaki tüm diğer karakterlerin, büyük ödül geliyor, ta ta (trompet sesini duyun), SİZDEN başka bi-
345
ri olmadığını fark etmeye başladığınızı farz edin. Şimdi ne olacak? Bu dernektir ki tanıştığınız herkes, dokunduğunuz herkes, rüya yaratırnınızdan başka bir şey değildir. Ama bunun doğru olduğunu hissetmediğinizi söylersi niz. Yalnız ve ayrı olduğunuzu ve diğer herkesin sizden ba ğımsız olarak "orada" olduğunu, bu saçmalığı okumak yeri ne şimdi yapmanız gereken şey olan kendi işine baktığını hissedersiniz. Bunun yanı sıra, bu saçmalık sizin biraz ra hatsız hissetmenize neden oluyor. Sadece ayakta kaldığınız, sadece üstesinden geldiğiniz yeterince dert var. Kitabı henüz elinizden bırakmayın. Biraz daha daya nın. Eğer tüm bu şeyin rüya göreni ve rüyanızdaki her şeyin yaratıcısı sizseniz, bu sizi hayal edebileceğinizden daha çok şeyin kontrolüne sokar. Bu dernektir ki siz "büyük rüya gö rensiniz." Akademik olarak cilalarnarna izin verin. Ben Yılı (The Year 1)8 ve diğer kitaplarında Amold Min dell, tüm dünyanın global bir bilgi ağı olarak düşünülebile ceğini ve deneyirnlenebileceğini ileri sürer. Bu vizyon, Peter Russel tarafından da tanıtılrnışhr.9 Fikir, gezegenimizin ya şayan bilinçli bir varlık olduğudur. Şimdi bu yeni bir fikir değildir. Mitolojide ve Avustralyalı Abojinler örneğinde gör düğümüz üzere kültürel inanç sistemlerinde de kaynağı vardır. "Büyük rüya görenin" varlığının herhangi bir somut kanıtı var mıdır?
Evrensel Ruhun Kanıtı: Örtüşme Büyük ihtimalle o kanıt bize, Kaliforniyalı cerrah ve ya zar olan ve bilim ve sanat tarihi üzerine yaygın olarak ders veren, fizik ve sanat dünyası görünüşte karşıt bakış açıları i le ilgileniyor gibi görünmesine rağmen, keşif ve vizyonun kayda değer paralel rotayı takip ettiğine işaret eden sanatçı Leonard Shalin'in gözleri yoluyla ulaşmıştır.10 Tam o za-
346
manda, görecelilik ve kuantum fiziğin soyut kavramları, a tasözü kabilinden "sokaktaki adamın" bilincinde ortaya çı kıyordu, sanatçılar kanvaslarında sürrealizmi ve uzay, za man ve maddenin izafi bozulmalarını çağrıştırıyorlardı. İlk defa yeni fiziği deneyimleyen insanlar, şaşkına dön müştü. Ve aynı şaşırma, sanattaki soyut sürrealist hareket gözlemcinin gözüne çarpınca meydana geldi. Picasso'nun kübist tabloları, ilk karşılaştığımızda çoğumuza garip gö ründü, ama sizi temin ederim ki, LSD alır almaz resimler ol dukça gerçek görünür. Picasso her zaman tuhafı resmetme diğini, ama ne gördüğünü göstermeye çalıştığını söylemiştir. Yeni fizik, bir düzeni olan ve sağduyudan sıyrılan bir anlamı olan görünmez bir manzaraya işaret ediyordu. Picas so, Giorgio De Chirico, Salvador Dali, Marc Chagall, Rene Magritte, M.C.Escher, Jackson Pollock, Jasper Johns ve diğer birçoklarını içeren sürrealist ressamların hepsi, her ne kadar zorlukla birlikte çalışan ortak akılların bir komplosu olsa da, bu manzarayı resmetmeye çalışmıştır. Belki benzerlik sadece, hem yeni fizikte hem modern sanatta deneyimli olan algılay.anın aklında var olur. Ama sanmıyorum. Fantezi dünyasının deneyimi, fizikçilerin ve sanatçıların rüyalarına yaklaşık aynı zamanda patlaması da ha muhtemel görünür ve her ikisi de, belki bilmedikleri hal de, diğerinin hayali kampına erişmeye çalışıyordu. Günümüz eserlerinde ve televizyon gösterilerinde, bi lim kurgu her zamankinden daha güçlü bir şekilde ortaya çıkmaktadır. Günümüz bilim kurgu yazarları, şaşırtıcı bir bi çimde zaman yolculuğu, gelecek, uzay yolculuğu ve bilincin, insanlarda ve insan olmayanlarda var olduğu benzer, ilk baş ta fizik yasalarını karşılar gibi görünen bir şekilde, gizli tema larıyla ilgilenmektedir. Ama Paralel Evrenler kitabımda işaret ettiğim üzere, aslında çok az çelişki vardır. Her ne kadar bilim kurgu yazarları genellikle bilimde deneyimli olsalar da,
347
iyi bir hikaye için yapan bilim değildir, karakterlerin bizim okumamızı ve izlememizi devam ettiren durumlardır. Ve yine de, bilim kurgunun görünen çelişkileri, fizikçi lerin karşı karşıya geldiği yeni fizikle ilgilendiği tam aynı çelişkileri yankılar görünür. Kim kimi takip ediyor? Bilim kurgu fizikçileri bilim "kurguya" mı yöneltir yoksa tam ter si mi? Kenneth Ring olağandışı karşılaşmaların (EEler), UFO deneyimleri, ÖADler veya BDDler olsun, bir biçimi ol duğunu ve muhtemelen meydana geldikleri zamandaki bi lim kurgu hikayelerine benzeyen içeriklerinin olduğunu göstermiştir. Bilim kurgunun EEler üzerindeki etkisi, bir merak değildir. Jacques Vallee ve Fransız yazar Bertrand Meheust gibi araştırmacılar, eski bilim kurgu hikayeleri ile çağdaş UFO raporları arasındaki bağlantıyı çok sayıda vaka incelemesinde göstermiştir. 1 1 Mesela Betty ve Barney Hill'in olağanüstü UFO alıko nulmaları vakasının olayları, Kayıp Rıhtım (lnvaders from Mars) filminde tasvir edilen olaylara kayda değer benzerlik gösterir. Ring kitabında12 başka çok sayıda çalışmalar ver miştir, bulgularını burada tekrarlamayacağım. Ancak işaret etmem gerekir ki, her ne kadar herhangi bir mantıklı şüphe ciye EElerin fantezilerden daha fazla bir şey olmadıklarını ve hakkında görüldüğü veya okunduğu üzere kurgusal o laylan anımsattığını öneriyorum gibi görünebilir, bunu söy lemiyorum. İleri sürdüğüm şudur ki, IR'in bizim uyanık bi lincimizi etkilemeyi başarabildiği paralel bir yol vardır. Sa dece "karşılaşmaya meyilli" olan bireylerin uyanık bilinçleri değil, ama sanatçıların, fizikçilerin, yazarların, müzisyenle rin, mimarların ve genel olarak başına gelen her yerdeki ya ratıcı insanların da. Şimdi bizi evrensel ruha, evrensel akla, büyük rüya gö rene geri getiriyorum. Bildiğini bilen öz-düşünümsel akıl. Evrensel akıl her şeyi, herhangi bir şeyi bilir ve belki şaşırtı-
348
cı olarak hiçbir şeyi bilir. Hiçliği, Budist filozofları ve uygu layıcıları tarafından saf farkındalık, bilinç nesnesi olmayan bir bilinç durumu olarak tanımlanmıştır. İçinde, anlar, olay lar ateşböcekleri gibi geçici flaşlar olarak uçar gider, ama hiçbir şeye bağlanılmaz, hiçbir şeye herhangi bir değer veril mez. Her şey bir rüya olarak görülür. Eğer evrensel akıl, akıllarımızın bir bileşimi ise, o za man o bileşik akıl nasıl bütünleşmiştir? Eğer işlem, farkın dalığın kuantum durumlarının süperpozisyonuna benzerse, o zaman o süperpozisyonun sonucu, ayrılmış durumların niteliklerini paylaşmayan başka bir durum olacaktır. Örne ğin eğer bir akılda bir madeni paranın döndürüldükten son ra yazı olduğunu biliyorsam ve başka bir akılda tura oldu ğunu biliyorsam, her iki aklın birlikte net sonucu, hiçbir su rette hiçbir madeni paranın görünmemesidir! Çünkü eğer a kıllar sempatik rezonansta birleştilerse1 3, sonuç muhtemel neticelerle karakterize olmayan üçüncü bir durumdur. Sadece akıllar çözüldüğünde, sadece akılların süperpo zisyonlarındaki kalıpları birleşmekten tutan bir şey oldu ğunda, herhangi tek bir akılda ortaya çıkan objektif niteliğe benzer bir şey hiçbir şekilde olmaz. Dolayısıyla bilincin göz lemcilere ayrıldığının herhangi bir objektif gerçekliğin görü nümü için gereklilik olduğunun farkına varmak önemlidir. Ama evrensel ruh gerçekliği verildiğinde, bunu daha ileri taşımak, sonra nesnelliğin sonuçlarını üreten akıl ayrılıkları bir illüzyondur ve aslında, evrensel ruhun gerçekliği zaman zaman bireylerin akıllarına "pat" diye gelecektir. Bu nasıl olur? Yukarıda tarif edildiği gibi, EEler olarak olur ve bu akıllarca kabul edilebilir olan biçimlerde her yer deki yaratıcı akıllara meydana gelir. Her zaman mantıklı a kıl olağandışı olayları minimize etmeye, onları seri, geçici, uzaysal, enerjik veya mantıklı düzene koymaya çalışır. Do layısıyla kendi varlığına bir ego, ayrı bir ben olarak inandığı
349
ve bildiği şekilde içerik açısından nasıl bildiğini açıklamaya çalışır. İnanç ve sosyal baskıya yüksek derecede şartlanmış olarak uykudadır. Bu uyku grup farkındalığında, dini dü zenlerde, politik düzenlerde bulunur ve sanki rüya gören diğer tüm duyarlı varlıklardan ayrı olduğu üzere rüyanın kabus gibi niteliğini dengelemeye meyilli olduğu için tüm a cı çekmenin esas nedenidir.14 Sanatçılar ve bilim adamları, yazarlar ve mimarlar ve diğer birçokları, büyük rüya ile farklı bir şekilde ilgilenir. Uğraşları, kabus gören ve uyanmayı dileyen rüya görene benzerdir.
Rusça Rüyalar: İmkansıza Uyanmak Bu kitabın yazımı sırasında üç ayımı Rusya'da, St. Pe tersburg'da geçirdim. Orada meydana gelen büyük politik değişikliklerde yansıtıldığı üzere, bilinçteki bir değişimin insanları tarafından nasıl yaşandığını deneyimlemek için Rusya'ya gitmek istedim. Bir ülkedeki bir devrim, uykusun da dönen büyük rüya görendir. Bu millet uzun zaman süren bir rüyadan uyanıyordu. Büyük rüyanın Rus biçiminin ka nıtı diyebileceğiniz şeyi arıyordum ve buldum. Rusya'ya seyahatim, benim için atalarımın evine dön mek gibiydi. Hem anne hem baba tarafından büyükanne ve büyükbabalarım Rusya'da doğdu. Birçok göçmen gibi 19001910 yılları arasında ülkeyi terk edip buraya geldiler. Her ne kadar çok yıl önce ölmüş olsalar da, elbette ben büyükanne ve büyükbabamı ve onların bana nasıl garip göründüğünü hatırlıyorum. Özellikle anneannem 90'larına geldiğinden hala yaşıyordu, bu yüzden büyüdükçe onu tanımak için ye terli zamanım oldu. Onun Rus Yahudi aksanı daima beni eğlendirmiştir ve onu taklit ederdim. Belki bu bana dil öğrenmek için istek verdi. Fikir, etra-
350
fınızdaki insanların konuşma biçimlerini taklit etmekti ve sonra onların dilini konuşmaya başlıyordunuz. Ve ben kısa bir süre sonra tereddütlü olarak Rusça konuşmaya başla dım. Dil bana tanıdık geliyordu, ama sorun yaşıyordum. Bu sorunlar benim büyük-rüya keşfimin bir parçasıydı. Çocukken, sekiz yaşları civarındayken, bir çeşit trav madan acı çekmiş olmalıyım, çünkü kekelemeye başladım. İlk başta çok zor fark ediliyordu, ama ilerleyen yıllarda, cid di bir konuşma engelinden muzdariptim. Annem yapabildi ği ne varsa yaptı. Beni beyin cerrahlarına, psikologlara ve konuşma terapistlerine götürdü. Her bir uzmanın, "soru numla" ilgilenmek için farklı bir yolu vardı. Beyin cerrahları kafamı açmak istiyorlardı, psikologlar benimle düzenli bir temelde konuşmak istiyorlardı ve konuşma terapistleri, için de yarık damaklı olan, bir zamanlar işitme yetersizliği olan, geveleyen ve kekeleyen çeşitli konuşma problemlerinden muzdarip olan diğer çocukları da içeren derslerde yer alma mı istiyorlardı. "Tedavi edilmiş" olmamın anahtarı (aslında tedavi e dilmedim, hala bir kekemeyim, ama bunu hiç bilemezdiniz) nefes, meditasyon ve bilincimi değiştirme gibi teknikler ü zerinde annemle birlikte yürüyordu. Bir şarkı söylediğim zaman, kekelemediğimi öğrendim. Bu, eğer bir kişi kendini gözlemlediği şekli değiştirirse, sonuç mucizevi olabilir anla mına geliyordu. Kelime haznemi çoğaltarak konuştuğum zaman bir kelimeyi bir diğerinin yerine koyabildiğimi gör düm, böylece eğer özellikle zor bir kelime ortaya çıkarsa, başka birini yerine koyuyordum. Bugün, sadece yazmıyorum, geçinmek için de konuşu yorum. Her yıl dünyanın çeşitli bölümlerinde başarılı bir şe kilde dersleri ve atölyeleri ve semineleri yönetiyorum. Ama bunun Rusya ve büyük rüya görenle ne ilgisi var? Bugün birkaç dil konuşuyorum, İngilizce hariç hiçbirini çok iyi akı-
35 1
cılıkla konuşmuyorum. Bu dilleri, konuşuldukları ülkelerde yaşayarak öğrendim. Rusya bir istisna değildi, ama yabancı bir dil konuşmamla hayal alemi arasındaki bağlantıyı gör düğüm tek yer orasıydı. St.Petersburg'un karanlık caddelerinden aşağıya doğru yolumu yaptığım bir akşam meydana geldi. Soğuk bir kış günü boyunca dışarıda yürüyordum ve mimctriye şaşırıyor dum. Özellikle parlak soğuk bir gündü. Güneş sabah saat 1 0 civarında doğuyordu v e o öğleden sonra ü ç buçuk gibi batı yordu, gözün yalnızca belli bir seviyesinden daha yükseğe çıkmıyordu. Nerede yürürsem, kış güneşinin uzun gölgele riyle daha çok artan havada belirsiz ürkütücü bir his duyu yordum. Eski Rus efsaneleri, binaları çoğalmıştı. Bu efsane lerden biri, temel bir gizemin cevabını içerir: St.Petersburg şehrinin bir rüyadan nasıl doğduğu sorusuna. Bu efsaneye göre, Baht Khan'ın istilası sırasında muci zevi olarak kurtulan, bir zamanlar Kitezh adı verilen bir şe hir vardı. İstilacılar, şehir büyük bir sis içinde gözden kay bolduğu zaman şehri kaçırdılar (bazıları su altına battığını söyler). Kilise çanları bile istilacılar tarafından duyulmamış tı. Ama herhangi bir dürüst adam ha!a kilise çanlarını Svet loyar Gölü'nün kıyılarından çaldığını duyabiliyordu. "Gö rünmez şehir" boyunduruğun yüzünde insanların iyi ve a dalete olan inançlarının bir sembolü haline geldi. Bu efsane St. Petersburg'un görüntüsü olarak günümüzde sürer: uyu yan ve rüya gören şehir. Fyodor Dostoyevski St.Petersburg'a "gezegende en fan tastik tarihi ile en fantastik şehir" olarak atıfta bulunur. Bu Avrupa-stili şehir, Büyük Petro'nun iradesi altında neredey se bir mucize olarak türemiştir. Günümüzde, efsanede oldu ğu üzere, gerçekten bir bataklık arazi üzerinde yer alır ve hem edebiyat hem sanatta garip ve fantezi meyilli temaların başlıca kaynağı haline gelmiştir.15
352
Şehirde yürüdüğünüz her yerde, rüyaların kanıtını, ge cenin karanlık yanının kanıtını, rasyonelliğin gerçekliği ile ilgilenen bilinçli aklın çabalarını, onu süpürüp atma çabala rını mimaride bulacaksınız. Rus arkadaşım ve sanat tarihçisi ve St.Petersburg'un uzun dönem yerlisi olan Aleksey Kova lev'e göre, böyle mimari stilleri, St.Petersburg'da ve Rusya, Finlandiya ve bazı Baltik devletlerin kuzeyinde yaygındır. Bu stil barok görüntülerle değil, ama eski paganistik Slav, Fin, Baltik ve Alman mitolojileriyle, özellikle akbabalar, ayı lar, kartallar-baykuşlar, vaşaklar ve kertenkeleler gibi farklı Tötonik hayvanlarla birlikte doldurulmuştur. Yürürken binaların en üst katlarına baktım. Genellikle kılıçlarının sağlarına başlarını dayayıp uyuyan gizemli şö valyelerin veya savaşçıların garip figürlerini görebilirsiniz. Bu ne demektir? Yerin ruhunu yansıtır. Toprağın kendisini yansıtır, belki kılıçları üzerinde yorgun bir şekilde dinlenen ama gizliden gizliye uyandırılmak için yalvaran Hristiyanlık öncesi ruhları, savaşçıların ruhlarını yansıtır. Kısa bir süre sonra erken karanlık inmeye başladı ve şehirdeki başlıca pazar yerine yakın olduğumu bildiğimden, alışveriş yapmaya karar verdim. Ancak marketin tam olarak nerede olduğunu bilmiyordum, bu yüzden sormaya karar verdim. Caddede bir kadını durdurdum, ama "ana dilim de" konuşmaya çabaladığımda kendimi kekemelerken bul dum. Kısa süre sonra kendimi açık yapabildim ve kadın ko lumdan tuttu ve pazara beni geçirdi. Cömertliğini tipik buldum. Ruslar yabancılara karşı misafirperverdir. Alışveriş yaptıktan sonra, metroya (yer altı tren sistemi) ve daha sonra eve doğru yolumu yaparken, durumum üzerinde düşündüm. Neden Rusça'da kekeliyor dum? Çocukluk hatıralarım aklıma üşüştü ve zor kelimeler yerine her zaman ikame kelimeler bularak kekelememin na sıl üstesinden geldiğimi hatırladım. Samimi olarak, bir kez
353
daha kekelemeye başladığım için hem rahatsızdım hem şa şırmıştım. Kekeliyorum, çünkü hiçbir seçeneğim yoktu; eğer anlaşılmak istiyorsam, bildiğim birkaç Rusça kelimeyi söy lemeliydim. Hiçbir ikame kelime bilmiyordum. Deyim ye rindeyse köşeye sıkışmıştım. Sonra sembolizm, IR, aklımda belirdi. Rusça konuşma yı öğrenmek için "ana Rusya'ya" geri gelmiştim. Aynı ko nuşmayı öğrenmek için anneme dönmem gibi. Rus kökenle rime geri dönmüştüm . Annemle dillerim arasındaki bağlan tı, atalarımın ülkesinde bana yansıtılmıştı. Eşzamanlı ve anlamlı olarak etiketleyebileceğim bir bağlantıydı. IR eski çocukluk bilincimde izini derinden yap mıştı. Rusya'daki deneyimlerim, bana herhangi bir rüya ka dar anlamlıydı. Rus deneyimlerimin uzay-zamanında "ora da", çocukluğumun duygusal çelişkileri ve annemin duygu sal sorunumla bağlantısı vardı. Her birimiz için, doğanın bütünlüğünün aynı hatırlatı cıları, büyük rüya görenin deneyimi, sadece rüyalarımızda değil, çevremizde inşa ettiğimiz dünyada da mevcuttu. Ha yal aleminden, tek aklın rüya tasvirlerinden ortaya çıkan bil giye dayanarak o dünyayı inşa ederiz. Şimdi şehirde yürürken, keşfimin daha çok kanıtını a ramaya başladım. Büyük rüya görene en duyarlı olan, şeh rin kurucuları olan mimarlar ve sanatçılardı.
Mavi Gül ve Maça Beyi Apartmanıma döndüğümde Aleksey ile buluştum ve biraz araştırma yaptım. Bana bazı içgörüler ve altyapı bilgi sağladı.19. yüzyılın sonunda ve 20. yüzyılın başında, St. Pe tersburg'daki çok sayıda iyi sanatçı, Sanat Dünyası (World of Art) denilen devrimsel bir yerleşim bölgesi kurdu. Bu sa natçı grubu, fazla muhafazakar buldukları sanat akademisi-
3 54
ne karşıt olarak bir dergi yayınladı. 19.yüzyıhn politik rea lizmi ile savaştılar. Grubun lideri Alexander Pushkin tara fından yazılan ünlü bir şiiri Bakır (Bronz) Atlı (Tlıe Copper (Bronze) Horseman) resimleyen Alexander Benois idi. Şiir 1824'te St.Petersburg'daki en büyük ve en yıkıcı sel lerinden biri ile ilgiliydi. Şehrin batı kısmındaki çok sayıda evler harap olmuştu ve birçok insan ölmüştü. Şiirin kahra manı, selde ailesini kaybeden fakir bir memurdu. Neva Nehri'nin kıyısı üzerinde dikilen heykel 1.Petro'ya geldiğin de, umutsuzluk içindeydi ve şehirde başıboş dolaşıyordu. Bu heykel şehrin görkemli bir sembolü haline geldi ve aynı zamanda şehrin karanlık, mistik işaretlerinden biriydi. Rusya'nın anakarasının Fin sel arazilerinde bir şehrin, gece saatlerini sembolize eden Fin pagan ve şeytanların, kertenkelelerin ve baykuşların ve diğer hayvanların dünya sında bir şehrin, kurucusunun heykeline baktığı anda, bu şehrin her zaman hastalıklı ve kötü güçler tarafından ege men olunacağını anladı. Bedbaht olarak, çara küfretti. Ama sonra heykel başını çevirdi ve ona baktı. Sonra kaideyi terk etti ve onu şehirde kovalamaya başladı. Günümüzde ha.Ja ayakta duran bu heykel, protosürrea lizmin en iyi örneklerinden biriydi. Şiirin zirvesinde Puşkin, Rus literatürünün ana teması üzerine yansıttı: küçük ada mın devlet gücüne karşı mücadelesi. Nikolai Rörich bu aynı grubun başka bir sanatçısıydı. 1 920'de ya Doğu'ya kaçırıldı ya da gizli servis tarafından o raya gönderildi. Bir süre Tibet ve Hindistan'da yaşadı. Nort hern yeni sanatı ile bağlantılı eski tabloları, Rusya'nın uyu yan toprakları temasına adanmıştır. Kutsal Savaş (T/ıe Celesti al Battle) isimli resimlerinden biri, aşağıda uyuyan bir yer yüzü ve yukarıda dinamik bir gökyüzü ile eski mezarlıkları gösterir. Diğer resimlerinden biri, Sonsuz Bekleyiş (Tlıe Eternal -
-
355
Waiting), ürkütücü, rüya-benzeri niteliğe sahiptir ve çok sa yıda köylünün bir manzaraya bakarak beklediğini gösterir. Ne için bekliyorlar? Büyük kuzey ülkesi uyuyor ve neyin rüyasını görüyor? Muazzam geçmişi, geleceği? Tüm bu dönem, devrim zamanı boyunca, birçok sanatçı farklı bir vizyon görüyordu. Bu katı maddesellik ve hayatta kalma - diyalektik materyalizm - zamanıydı. Ama hala, ken dilerine Mavi Gül (Blue Rose) diyen başka bir grup sanatçı, 20. yüzyılın başında ortaya çıktı. Mavi gül doğada var olma dığı için isimleri, programlarının sembolüydü. Mavi Gül, za manlarının kah maddesel sembolizmine bir tepkiydi. Maça Beyi (Jack of Spades) adı verilen üçüncü ve belki en tartışmalı sanatçı grubu da bu dönemde ortaya çıktı. Devrim ilerledikçe, birçok insan hapse atıldı. Mahkumlar, ü zerinde suçlarını gösteren sembollerle, sıradan kıyafetlerden ayırt edilebilecek kıyafetler giymek zorundaydılar. Politik mahkumlar, oyun kartlarındaki maça şekline benzer sem boller giydiler. Günümüzde Rusya'da dilde hala semboloji vardır. "Maçalanmış" bir kişi ile iş bitmiştir. Kişi bu ismi kendisi için kabul ederse, hayatla işinin bittiğini hissettiği anlamına gelir. Maça Beyi sanatçıları, Paul Cezanne ve primitivizmin takipçileriydi. Maça Beyi'nin en ünlülerinden biri, daha son ra Fransa'da dünyaca ünlenen Marc Chagall'dı. Ama Rusya' da sadece Maça Beyi üyelerinden biriydi. Chagall, hepsi rü ya dünyası veya hayal alemi ile ilgilenen çeşitli temaları tarif etmişti. Elbette bunlar, bir mesihin rüyası gibi, Rus Yahudi temalarıydı. Resimlerinden birinde, henüz yeni doğurmuş ama gerginlik hissettiği anlaşılabilen bir kadın görebilirsi niz. Çocuk belki mesihtir. Başka bir resminde, Saat (Tlıe Clock), sarkaçlı büyük bir duvar saati, bir masa ve bir kadın görülür. Masa ve saat, normal ebatta ve biçimdedir, ama kadın miniktir. Görüntü-
356
lerin sürrealizmi, saatle temsil edilen zamanın koskocaman ve güçlü bir kuvvet olduğuna işaret eder. Resme baktığınız da sanki saatin tıklama sesini duyabilirsiniz, ama bunlar ra hatlatıcı değildir; gürültülü gonk sesleridir. Dikkat çekici olarak, Chagall Fransa'da yaşarken, sade ce hafızasından ana yurdu Rusya'yı resmetmiştir. Bu resim ler Belarus'ta küçük ahşap evlerin, genç insanların aynı mo tiflerini ve diğer görüntüleri içeriyordu. 1973'te memleketini ziyaret etmek için Rusya'ya döndü, ama Rus yetkililer oraya gitmesine izin vermediler. Hiç kimse neden onu reddettikle rini bilmiyor. Ama gitmemesi şans eseri idi, çünkü yerel kö yü artık yoktu, 2.Dü nya Savaşı sırasında yıkılmıştı. Belki yetkililer onu korkunç bir şoktan kurtarmak istediler. Cha gall'ın resimlerinin Rusya'sı, sadece hayal aleminde var olur.
Rus Sanatında Hayal St.Petersburg ve Moskova'da kaldığım sıralarda, Alek sey'e sayesinde, Rus sanatçıların rüya dünyasını resimde ve mimaride nasıl gösterdiklerini görmek için çok fırsatım ol du. Sadece Rus sanatında değil, ama genel olarak resimde de fantezi neden bu kadar yaygındır? Belki cevap, çocukluk travmasından acı çekmenin bir sonucu olarak bireylerin "karşılaşmaya eğilimli" olmasıyla aynı şekilde, bu yüzyılda o kadar çok gerginlikten geçen toplumun sanatına bakılarak bulunabilir. Bölümün başında Ezra Pound'un alıntısında i fade ettiği gibi, sanatçıların evrimsel değişikliklere uyan ilk kişiler olduklarını ileri sürüyorum. Fantezi Rus sanatında Rus sanatçılar resmettiği, hey keller yonttuğu ve binalar tasarladıkları sürece var oldu. Tö renci olarak heykeller, metal nesneler üzerine rölyefli tasa rımlar ve animist ruhları yansıtan mağara meskenleri içe ren, tarih öncesinden Slav sanatçıların birçok çalışması, ta-
3 57
mamen fantastiktir ve ürkütücü, rüya benzeri niteliktedir. Birçok tarih öncesi insanlar gibi, Rus ataları doğanın heveslerine dayanırdı, doğanın her hareketinin bir hikayesi vardı. Çimendeki rüzgar, havadaki bulutların hareketi, suyun sıçraması ve gök gürültüsünün gürlemesi, bunların hepsi hareket halinde olan büyük güçlerin işaretleriydi.16 Ruhlar, cinler, denizkızları, orman perileri, bu güçlerin görüntüleri olarak var oldu. Gökyüzünde, güçlerinde zayıf insanları tutan tanrılar yaşardı. N ihayetinde, şimşek çarpma larını aşağı hızla düşürebilirler, kasırgalara, sellere veya hafif yağmurlara ve yumuşak güneş ışığına neden olabilirler. Gü nümüzde biri bu inançları sadece insanbiçimcilik açısından rasyonalize edebilir, ama devam etmeme izin verin. Peri hikayelerinde oldukça çeşitli Rus mitolojik yaratık lara sahibiz. Bunlar hayali canavar kitovrası (Yunan mitolo jisinin yarı-adam, yarı-at sentorlarına benzeyen); mutluluk rüyalarını sembolize eden gizemli parlayan Baltimor sarıas ma kuşu (firebird - aynı isimle Stravinsky'nin müzikal süi tinde iyi bilinen); çokbaşlı yılan Ejder Gorynych, kötünün cisimleşmesini; the Ölümsüz, korkunç cadı Kashchei'yi; ün lü cadı Baba-Yaga'yı; güzel kuğu-prensesi (Tchaikovsky ta rafından Kuğu Gölü (Swan Lake) balesi ile ünlü yapılan) ve diğer birçoklarını içerir.
Evrimde Hoplayıp Zıplamalar Rus politik sistemlerinde var olan güçlü materyalist, a teist unsurlar verildiğinde, Rusya'da sanat çağı boyunca böyle görüntülerin devam etmesi ve günümüzde modem mimaride ve resimlerde hala var olması belki şaşırtıcıdır. Böyle temalar neden devam etmelidir? EvriTQsel değişiklikler, insan ruhu gerçekliğin iç ve dış unsurlarını birleştirdiği zaman sonuçlanır. Bu kuantum aşa-
358
malarda meydana gelir. Önce bir vizyon vardır ve sanatçılar var oldukları toplum için o vizyonu yakalamaya çalışırlar. İlkel toplumlarda bu vizyonlar şamanlar tarafından yakala nırdı ve şamanın kabilesinin insanları hayatta kalmak için bu vizyonları takip etti. Belirli bir vizyon bir toplumu yöne timine aldığında, akıl-madde diyalektiğinin bir yönü, diğe rinin pahasına yönetimi alır. Buna "dinlenme taşı" safhası diyebiliriz. Bir insanın bir dereden karşıdan karşıya geçme ye çalışırken taştan taşa hoplayarak geçmeye çalıştığını res medin, benim metaforumu anlayacaksınız. Bu hoplayıp zıplamalar, rüyalarımızda bulunan uzay ve zamandaki kesintilerin anımsatıcısıdır. Belki büyük rüya görenin rüyasındaki değişikliklere tanıklık ediyoruz ve rü yalarımızdaki kesintiler o büyük rüya görenin rüyasının ho lografik parçalarıdır. Vizyon hoplamaya kılavuzluk eder, ama toplum belli bir taşa varınca, yanlışlıkla yolculuğunun sonuna geldiğini "düşünür." Toplum, her birimiz gibi, güvenlik arzusu tara fından yaratılan illüzyon tuzağına düşer. Sonra çevresindeki dünyada görüntüsünü inşa etmeye çalışır. Başarının muzaf fer görüntüleri ortaya çıkmaya başlar. Buna rağmen, buraya kadar geldik, dolayısıyla hayatta kalmamızın "gerçeğini" neden kutlamayalım? Toplum, vizyonunun genel olarak in sanların hayatta kalması için doğru olduğuna inanarak, geri kalan insanlık için bir standart olarak kendini düzenler. He pimiz onunla ilerleriz, çünkü büyük rüya bizim kendi kü çük rüyalarımız gibidir. Başarının muzaffer görüntüleri, St.Petersburg şehrinin tüm çevresinde görünür. Ancak, yolculuk daha bitmemiştir, zaferin ona hiç hata yapmayan özelliği vardır ve toplumun sanatçı-şamanı, yakın zamanda yenilenmiş imparator üze rinde kıyafet olmadığını söyleyecek ilk kişilerdir.
359
Rüya Yayı 18. yüzyılın sonunda, hem St.Petersburg'da hem Mos kova'da Rus mimarisinde rüya görüntülerinin birçok örnek leri göıünmüştür. Aleksey bana, St.Petersburg'da, New Hol land adı verilen kanallarla çevrili küçük bir ada olduğunu söyledi. I.Petro dünyada var olan neredeyse her şeyle ilgile niyordu ve kanalları ve binaları gördüğü Hollanda, Amster dam'da bir süre yaşamıştı. Sonuç olarak eski başkent Mos kova'ya karşıt olarak St.Petersburg'da New Amsterdam ve New Yenice kurmakla neticelenmişti. Ayrıca Rus donanma sını kurdu ve Hollanda terminolojisini tanıştırdı. Muhteme len o adaya New Holland demesinin nedeni budur. Her ne kadar adada birçok eski ve ilginç olmayan, de po olarak kullanılan sıradan kırmızı kiremitli binalar geriye kalsa da, günümüzde hala vardır ve bu isim devam eder. 18. yüzyılın sonu itibarıyla Fransız bir mimar, Jean Batiste Valin de la Mot, kanallardan birine karşıdan karşıya adada özel bir iç havzayı dış girişten ayıran bir kemer tasarladı ve inşa etti. Bu kemer oldukça gizemlidir, çünkü bulunduğu yerde olmasının ne belli bir amacı ne de bir nedeni vardır. St.Petersburg'un birçok zafer belirten kemeri vardır. Kemerler, Türkler ve Fransızlar üzerine zaferi selamlar. A ma bu yay onlardan biri midir? Oldukça dar bir geçit üze rinde durur ve şaşırtıcı derecede alçaktır. O zamanın savaş gemilerinin havza içine geçmesi için çok uygun görünmez. Ancak kemer, sütunlarla ve diğer tipik dekoratif unsurlarla birlikte, Avrupa'nın geleneksel zafer belirten kemeri biçi minde tasarlanmıştır. Ama hangi nedenle? Böyle bir sıra dan, sessiz bir yerde hangi zafer kutlanabilir? Ve günümüz de St.Petersburg'un sanatçıları arasında neden bu kadar po pülerdir? Bir defasında ünlü bir ressam, kemerin büyük bir resmini yapmıştır, "benim mihrabım" adını vermiştir.
3 60
Bu yay, St.Petersburg'un resmi olmayan mimari sem bollerinden biri haline gelmiştir. Her büyük şehrin başarılı bir hayatta kalma ve yaşama sembolü vardır, Moskova kule leri, Amerika gökdelenleri, Paris'te Eyfel Kulesi gibi vs. St. Petersburg'da Peter ve Paul Kalesi'nin bell kuleleri veya De niz Kuvvetleri Komutanlığı'nın spiral tasarımı gibi böyle geleneksel semboller, şehrin uyanık, umutlu, belki maskülin bilincini sunarken, bu kemer şehrin daha karanlık bilinçaltı nı veya hatta feminen yönünü sunar. Belki bu semboller ta mamlayıcıdır. Kişi ona baktığı zaman uyurgezer bir şey hissedebilir. Bu aktif bir kemer değildir. Kişiyi zafer içinde değil, bitkin lik içine girmeye davet eder. Bu belki bir zaferin rüyasının kemeridir - Rusya'nın mevcut zaferi değil, ama uzak geçmi şinden zaferler. Güneşli bir kış günü kemere bakarken, St. Petersburg' daki her yapının görülmeleri için uygun bir mevsim ve gün gerektirdiğini fark ettim. Senate meydanı güneşli bir kış günü gerektirir. New Holland'ın kemeri, yazın beyaz bir gecesini gerektirir.
Politik Mimari Rus şehirler insanların ve toplumun rüyalarının görün tüleriyle doldurulmuştur. Devrimin ilk yılları 1918, 1919, 1920 ve 1922 yılları boyunca, mimarlar hiçbir zaman gerçek leştirilmeyen mimari çizimler ve planlar çizdiler. Bu mimar lar neyin hayalini kurdular? Cevap Kırmızı güç idi. Yeryüzünden ortaya çıkan ve gökyüzüne doğru ulaşan gücü sembolize eden semboller, zigguratların, piramitlerin ve eski Mısır ve Mezopotamya dikilitaşlarının figürleriydi. Bu yapılar, Bolşevik partisinin resmi tasarımları haline geldi. Ama bir gizem vardır. Lenin ve Trotsky böyle yapıların
361
inşaatını neden tahayyül etsin? Diyalektik materyalizmi ifa de etmekten daha uzak olarak, bu semboller eski zamanlar la şimdiki zamanlar arasında mistik bağlanhlardır. Sözüm ona Moskova'da inşa edilecek olan Üçüncü U luslararası Kulesi'nin onaylanmış planları vardı. Kule hiçbir zaman inşa edilmedi. Yeni Uluslararası Kırmızı Gücün Sara yı (Palace of the New Intemational Red Power)'nın planları, Franz Kafka romanından bir şey gibi görünüyordu. Bu planlar dönen kıvrımları olan Babil Kulesi gibi yükselen ka bus gibi nitelikte bir binayı içeriyordu. Bu da hiçbir zaman inşa edilmedi. Bu sembollerden biri Moskova'da Alexie Shusav tara fından inşa edildi. Bu piramit şimdi Lenin'in mozolesi oldu. Materyalizmin babasının, Hindistan'ın zigguratlanna fazla sıyla benzeyen bir yapı içerisinde yatması kayda değerdir. Küçük bir Rus kasabası olan Vladimir'de bir zamanlar bir izba duruyordu - Lenin'in biriyle tanıştığı ahşap bir ev. İzba artık yoktur ve yerinde şu yazıtla birlikte bir anıt du rur: "Lenin buradaydı." Ama yeterince ilginç bir biçimde, a nıtın çevresinde, bir piramidin görüntüsünü oluşturan ah şap izbayı sembolize eden bazı kütükler vardır. Başka bir örnek olarak, St.Petersburg'da Litany Pros pect üzerinde KGB'nin yerel merkezinin ön cephesi, Mısır' ın tapınaklarına benzer. Moskova'da 19. yy ortasında, Napolyon'a karşı galibiyeti kutlamak için Moskova Nehri kıyıları üzerine inşa edilen bir Hristiyan Kilisesi, 1930'larda yıkılmıştı. Eski bir Rus atasözü, kutsal bir yer hiçbir zaman boş olamaz ve her zaman insan larla dolu olacaktır der. Komünist Partisi yıkılan kilisenin ye rinde, 1920'lerde eskisi yerle bir olmadan önce, yeni dinle rinin bir tapınağını dikmeye karar verdi. Sovyet Sarayı (Pala ce of Soviet) olarak adlandırılacak olan geniş kongreler için yeni ateist tapınak, birçok küçük odaları ve salonları ile daha
3 62
altta bir toplantı salonunda yirmi bin kişiyi, daha üst salo nunda beş bin kişiyi içermek için tasarlanmıştı. Komünistler, tasarımlar için uluslararası bir yarışma düzenlediler ve çoğu Sovyet ama hatta Amerikalı iki yüz mimar planlara katkıda bulundu. Kazanan tasarım her biri 230 metre yükseklikte zigguratların birleşimiydi. Babil Kulesi'nin atası Brueghel tarafından bir resim, ay nı tasarımı gösterir. Son plan, en tepesinde 80 metre yüksek likte Lenin heykeli bulunan 415 metre yükseklikte ayakta duran bir kuleydi. Dünyadaki en yüksek ziggurat olacaktı. Bazı Rus spiritüel görüşlerde, bu anıt var olamazdı, çünkü Tanrı vardı. Bu düşünürlere göre, tasarımcılar tapına ğın bir ahlaki sapma - Tanrı'ya bir hakaret - olduğunu anla mamışlardı. Diğer, daha bilimsel düşünürler, çok yüksek ol duğu için Lenin heykelinin bozulmadan görülemeyeceğini fark etti. Bozulma olmadan gözlemlenebilir olması için bo zulmayla inşa edilmesi gerekiyordu. Ama hangi bakış açısı doğru olacaktı? Bazı bakış açıları yasaklanacak mıydı? Bu tapınağın maliyeti, birkaç küçük kasaba inşa edecek kadar yeterliydi. Babil Kulesi'nin inşaası gibi, proje uygun bulundu ve inşaatçılar temel için dev gibi bir delik açmakla işe başladılar. İnşaatın ikinci yılında, 194l'de, 2.Dünya Sava şı'nın patlamasıyla çalışma durduruldu. Savaş devam ettik çe, fikir terk edildi. Ancak savaşın sonu itibarıyla çukur kaldı ve açık yüz me havuzu olarak kullanıldı. İşe bakın ki, havayı delen de vasa Babil kuleleri yerine, inşaatçılar yerde suyla doldurul muş devasa bir çökme yarattılar. Ancak, ılık sudan buhar laşma o kadar yoğundu ki, yakınlardaki güzel sanatlar mü zesindeki resimleri tahrip etmeye başladı. Günümüzde dev havuz kurumuştur. Bir Babil gökdeleni yerine kuru-zeminli çukur hala Moskova'da kalmıştır ve Rusya'daki birçok insan bu zeminde asıl Hristiyan Kilisesi'ni restore etmeyi diliyor.
363
Gorky ve Moskova'daki Rüya Müzesi Bahsettiğim üzere 20. yüzyılda, yeni sanat olarak bili nen rüyaları temsil eden bir sanat stili, birçok ülkede mima ride, heykelcilikte ve resimde ortaya çıkmaya başladı. Ayrı ca resmi Sovyet hükümeti tarafından burjuva olarak yasak lanan ve diğer gayrı resmi çalışanlar tarafından anti-butjuva olarak kabul edilen Sovyetler Birliği'nde de göründü. Yeni sanat, ilk kapitalizmin stili haline geldi. Batılı mimarlar ban ka, ticaret odaları, yeni tesisler, köprüler vs.'nin tasarımında yeni sanat kullandı. Bir altın-şafak rüya fantezisinin şanını temsil ederken, ayrıca daha karanlık gölge görüntüleri de vardı. Bu görün tüler bir fanteziden diğerine bir kaçış olarak veya politik-di ni sistemlere gömülü olan altın-ışık kavramının bir karanlık halesi olduğunun fark edilmesi olarak görülebilir. Belki sa natçılar politik sistemlerde ve sloganlarda onları çevreleyen illüzyonu hissediyorlardı ve bu sistemlerin karanlık yanına "şekil vermek", suç ve kötülükten kurtulma, varlığı paylaş ma, Amerikan yolu, gerçek, adalet için tasarlandığını ve işçi lerin birleşmesi, dünya Komünizmi vs.'nin kendi rüyaları nın karanlık içeriklerinden daha kötü fantaziler olduğunu fark etmişlerdi. Ve belki bu sanatçıların karanlık-yan rüyala rı, hayal aleminden mesajlardı, onları dünyanın Batı kültürü tarafından yaratıldığının bir illüzyon olduğu ve diğer tüm sistemler gibi temelinden çürüyeceğini anımsatıyordu. Anten gibi olan sanatçı, gidişat sert veya fazla pürüz süz olduğunda, bizi fantezi dünyasında duyularımıza geri getirmek için hep orada olacaktır. Bir rüyanın, vizyonun ve fantezinin temasına heykellerde, lekeli-cam pencerelerde, fresklerde ve binalA-rın ön cephelerinde bu kadar çok rastla mamızın nedeni budur.
3 64
Sosyal-politik-spiritüel mükemmeliyetinin rüyasında ol duğu gibi kör edilen bir kültür, herhangi bir türeyen karşı kültürel vizyonu nasıl müsamaha edebilir diye merak edebi liriz. Dolayısıyla St.Petersburg'da arkadaşım Aleksey, Mosko va'daki Gorki müzesinden bahsettiğinde, hemen büyülendim ve bir gecede trene atlayıp geceyi orada geçirmek istedim. Her ne kadar Ruslar binaya "modern stilde tasarlan mış" dese de, pek de öyle değildir. Aslen Alman olan, do ğuştan yetenekli bir Rus mimarı olan, Moskova'da çalışan Fyodor Shektel tarafından inşa edilmiştir. Shektel, evi devrimden önce sanatçıları ve güzel sanat ları destekleyen bir Rus milyoneri olan Nikolai Ryabushin sky için tasarlamıştır. Devrim sırasında Ryabushinsky dahil birçok milyoner, SSCB'den kayboldu. Elbette tüm özel mülk istimlak edildi ve sonuç olarak, devrimden kısa bir süre sonra ev, Leon Trotsky'nin emriyle (başka ne olabilir?) ilk Rus Psikoanalitik Enstitüsü (Russian Psychoanalytical Insti tute) haline geldi. 1920'lerin sonlarında, psikoanaliz moda olmaktan çıktı. Daha sonra ev büyük prolateryan yazar Maksim Gorki'ye ve rildi, ama Gorki bu yeni evi hiçbir zaman sevmedi. Devrimin altınışık idealleri ile evin karanlık bilinçaltı içeriği arasındaki belirgin çelişkiyi hissetti. Gizemli ölümüne kadar orada yaşadı. Bugüne kadar hiç kimse nasıl öldüğünü bilmiyor. Günümüzde ev hala, küçük bir cadde olan Ulitsa Kac halova üzerinde, Moskova'nın merkezine yakın bir yerde durur. Artık orada kimse yaşamıyor ve Gorki müzesi olarak biliniyor. Moskova'ya vardıktan sonra öğleden sonra, onu ziyaret etmeye karar verdim. Bu tipik soğuk kış gününde bi naya yaklaştıkça, birçok asimetrileri olduğunu fark ettim. Birçok evin kuralı olduğu üzere, evin sağ yanı hiçbir şekilde sol yanının ayna görüntüsü değildi. Her pencerenin farklı bir şekli vardı. Girişin üzerindeki balkonun örümcek ağı
365
trabzanı vardı. Antik Mısır ve barok stilleri binanın zıt bö lümlerine yerleştirilmişti. Yaklaştıkça, Gorki'nin neden bu yeni evinde o kadar mutsuz olduğunu biliyordum. Hiçbir surette diyalektik ma teryalizmin bir evi değildi, karanlık rüyaların eviydi. Girdi ğimde, hemen merdivenleri fark ettim, muhtemelen tüm Rus mimarisinin en ünlü merdivenleri. Trabzan parmaklığı bir hayali hayaletvari dalgası olarak tasarlanmıştı. Trabzan parmaklığının dalga karakterinin daha önce gördüğüm hiç bir şeye benzemediğini oldukça net gördüm. Merdivenler den yukarı çıktıkça, her ne kadar daha çok bir arketip veya bir · dalga motifi gibi görünse de, sanki deniz tutmuş hale gelmişim gibi bir yerdeğişimin ürkütücü hissini hissettim. Açıkça mimar bunun gerçek bir dalga olmasını kast et memişti. Bu rüyalar toprağından bir dalgaydı: belki tasarım cı ihtimallerin kuantum dalgalan fikrini tahmin ediyordu. Merdivenlerden yukarı çıkarken merdiven boşluğunun baş langıcında tam yedi veya sekiz fit uzunluğunda ayakta du ran bir el feneri tasarımı gördüm. Ama yaklaştıkça ve çevre sinde, şekli sürekli değişti. İlk başta yukarı doğru yükselen bir alev olarak göründü ve sonra bir kadın veya kız figürü olarak göründü. Şekli, ben çevresinde hareket ederken bir rüya görüntüsü gibi değişti. Ben bakış açımı değiştirdikçe sanki her unsuru bir sonrakine çözülüyor gibi bir akışı vardı. Tam müze kapanırken merdiven boşluğuna alacakaran lıkta görmek için geri döndüm. Bazen görüntü bir kabus, bir çığlık veya kayıp bir ruhtan feryat gibi göründü. Merdivenlerin tepesinde, yemek odasına yönlenen rü yabenzeri bir kapı buldum. Yemek odasındaki tavan daha da rüya benzeriydi. Ona doğru yukarı bakmama rağmen, gördüğüm sahne sanki aşağı bakarken bir deniz manzarası nın üzerinde uçuyorum gibi görünüyordu. Biri okyanusta yüzen su yosunlarını ve sonra derin mağarayı görebilirdi.
366
Mağara bir kedinin soyut yüzü gibi görünüyordu. Ayrıca gemiye de benziyordu. "Müzeyi" terk ettikten sonra, bir evrimsel güç olarak, hatta belki gelecekten bir ses olarak var olan hayal alemi hakkında bir idrakim vardı.
Onları İstemesek de Rüyalar Görünür Gorki'nin deneyimi ve gerçekten güncel değişiklikler eski Sovyetler Birliği'ni mahvederken, dinlenme taşları bul ma, hayatta kalmak için kendimizi övmek için zaman ayır ma ihtiyacımıza rağmen, savaşın bitmediğini resmeder. Bir sonraki aşamaya sıçrama, istesek de istemesek de geliyor. Hayal aleminin kendi planlan var gibi görünüyor ve o plan, cevabı bulduğumuzu düşündüğümüz ve vardığımıza inan dığımız zaman tam o anda, tüm seyahati sil baştan yapaca ğımızı söyler. Budistler bizim bağımlılıkta, yarattığımız, kavradığı mız bir gerçekliğin illüzyonuna tutunma çabalarımızda, ya kalayabildiğimiz her ne varsa onlarda bize her şeyin geçici olduğunu söyler. Ama hepsi sıkılmış yumruklarımız arasın dan kayıp giden kum haline gelir. Rüya gören devam eder ve bizim rüya görenin rüyası olarak ileriye doğru kuantum sıçrama için hala başka bir taşımız var. Eğer sıçramayı yap mazsak, rüyanın kesintili doğası bizi nasıl olsa zorlayacak tır. Geleceğimiz bizi çağırır. Hangi nedenle, biz sadece tah min edebiliriz. Bir sonraki bölümde, IR'nin dünyanın en büyük fizikçi lerinden birinin aklını nasıl uçurduğunu ve ruh olmadan fi ziğin kumun sıkılmış yumruğu gibi boş olduğunu öğrettiği ni göreceğiz.
367
18. BÖLÜM .
M ADDENiN RUHU Bilim adamları
1 7.
yüzyılda biraz ileri gittiler.
- Wolfgang Paulil
Özben sadece merkez değildir, aynı zamanda hem bilinci hem bilinçaltını kucaklayan tüm çemberdir; egonun bilincin merkezi olması gibi, bu bütünün merkezidir. - Cari G.Jung2 Fizikçilerin, konu ruh ve madde arasındaki tartışmaya açık ilişkiye geldiği zaman, oldukça soğukkanlı karakterler olmaları beklenir. Birçok fizikçi, bu ilişkinin hiçbir surette bilimin uzmanlık alanına ait olmadığına inanarak, bu ilişki hakkında konuşmayacaktır. Yine de son günlerde, 20.yüzyılı geride bırakırken yeni bir rüzgar kımıldamaya başlıyor gibi görünüyor. Biz fizikçiler, deyim yerindeyse, mistiğin dola bından çıkıyoruz. Ve bu ortaya çıkmanın neden meydana gelmesi gerektiği iyi bilinmektedir. Kaç zamandır en temel fizik yasalarını anlayışımızda ciddi bir problem var oldu: kuantum mekaniği (KM). Bu problem, mekanik bilimin tohumlarına kadar eskiye daya nır. Bilimin en temel paradigmasını ihlal eder: doğayı tah min etme ve kontrol etme becerisi. Fizikçilerin fiziksel dün ya ile ilgili mekanik bilimsel paradigmaya pek oturmayan bir şey keşfetmeleri, fizikte o zamanın devleri olan Einstein ve Bohr'un kuantum fiziğin anlamını tartışmaya başladıkla rı 1927 yılına kadar uzanır.
368
Sanki iki dev, beynimizin iki yansını temsil ediyor gi biydi veya belki dünyayı algılamanın mistik ve rasyonel ve ya belki feminen ve maskülin yollarını temsil ediyor gibiydi. Tartışmaları beynimizi, hem yerçekimine hem de onu yö rüngesinde tutan ipine karşı gelen bir yin yang yoyosu gibi etkiledi. O zamanın genel fikri, Bohr'un belki bir mantıksal pozitivist iken (yoyonun ellerinin dışında olduğu zaman varlığından bahsetmenin bir hata olduğunu söyleyerek onu hiçliğin içine fırlattı) Einstein'in bir realist olduğu (yoyoyu tutmayı başaramasak bile yoyonun orada olduğunu söyle yerek onu kavradı) idi. Mantıksal pozitivizm Bohr için kural olarak gözlemle nemez şeyler hakkında konuşamayacağımız anlamına gelir ken, realizm, Einstein'ın "orada" gerçek bir objektif dünya olduğuna inandığı anlamına geliyordu. Bazı bilim filozofla rı, belki Bohr'un da objektif gerçekliğe inandığına işaret e der, ama o aynı zamanda biz insanların onu tanımlamada a ciz olduğumuza inanır. Bu yüzden Einstein için KM ne ya zık ki tamamlanmamışken, Bohr için, KM tanımlamada "en iyi atışımızdı". Argümanları, gözlemin doğasıyla ilgiliydi. Bir atom ve ya atomaltı sistemi gibi (sonra bu büyük nesneleri de içer mesi için oldukça genelleştirilmiştir) bir kuantum mekanik sistem, gözlemlendiği her an hızlı ve tahmin edilemez bir değişimden geçer. Bu hızlı değişim, kuantum sistemleri ta nımlayan denklemler içinde çevrelenemez. Utandırıcı bir şe kilde matematiksel temsilin alanının dışında yatar. Bir şekil de bir şeyi gözlemlemenin gerçek hareketi, sistemde tersine çevrilemez ve kontrol edilemez bir değişime neden olur ve bu değişim etkiler ve hatta gözlemci ile gözlemlenen arasın da var olan ilişkiyi etkiler. Ünlü Pauli dışlama ilkesinin kaşifi ve Nobel ödüllü Wolfgang Pauli, sonra bu tartışmaya bir şekilde gizemli ve
369
hatta belki simyasal bir biçimde girdi. Kitabe alıntısı, Pauli' nin doğayı anlamak için çabalarımızda çok aşırı mantıksal bir yaklaşım benimsediğimizi söyleme biçimidir. Daha son ra Cari Jung ile çalışan Pauli, fiziksel gerçekliğin fizikçi ba kış açısının psikolojik yanlarına çok derinden ilgili hale gel di. Fiziksel araştırma yürütüldüğü zaman, ölçümler yapıl malıdır ve ölçümler deneycilerin beyinlerindeki psişik ey lemlerin bir sonucudur. Doğayı tanımlamak için fizikçiler tarafından icat edilen kavramlar ve teoriler de aynı şekilde. Pauli, bilinçaltının madde konusunda teori yapmakta çoğu fizikçinin düşünebildiğinden çok daha yararlı olduğu konusunda ikna oldu. Dolayısıyla gerçekliğin yeni kavramı, tek dünyanın tamamlayıcı yönleri olarak madde ve ruhu i çermek zorundaydı. Bu suretle günümüzde bizim için ve bu kitapta, Pauli' nin görüşüne bakmamız son derece önemlidir. Bu görüşler benim kendi görüşlerimle ve bu kitapta ifade edilen fikirler le boy ölçüşebilir: özellikle mad denin bilinç ve rüya görme yetisinin olduğu. Ben sadece son dönemde Pauli'nin görüş lerinden haberdar oldum ve kendim dahil çoğu fizikçinin, Pauli'nin düşüncelerinin madde ve ruhun kenarı boyunca gittiği konusunda hiçbir fikrim olmadığını fark etmekte şok oldum. Bu bölümde, Pauli'nin rüyalarına ve psikolog Marie Louise von Franz ve Cari Jung ile ilişkisine bakacağım. Mektuplarında görüldüğü üzere bu ilişkiler, Pauli'nin so runlu bir adam olduğunu gösteriyordu - bir fizikçi olarak dehasıyla bağlı mantıksızlığıyla sorunlu. Pauli hiçbir açıdan sıradan değildi. Doğa anlayışımıza parlak katkılar sağlayan ender kişilerden biriydi. En önemli keşfi, atomaltı parçacık ların birbirlerini "dışlama" yetilerine sahip oldukları, böyle ce ikisinin bir arada aynı kuantum fiziksel duruma gireme yecekleri oldukça soyut bir kavramda idi.
370
Şimdi kuantum bir durum çok özel bir şeydir. Bir fizik çinin Heisenberg'in dilekleriyle - yani Heisenberg'in belir sizlik ilkesi - tutarlı bir şekilde sistem hakkında söylenebile cek her şeyi söylemesine imkan veren bir fiziksel nesne veya nesnelerden oluşan bir sistemin bir yapısıdır. Pauli, gerçekliğin hem mantıklı hem mantıksız yönü olduğuna inanıyordu. Birçok bilim adamı bunu itiraz edile bilir bulur. Ancak burada Pauli tarafından ve bizim tarafı mızdan düşünülen gerçeklik, sadece fiziksel gerçeklikten i çerik açısından daha zengindir; aynı zamanda zihinsel veya psişik gerçekliği de içerir. Ve eğer gözlem konusuna dikkat le bakarsak, nihayetinde fark etmeliyiz ki, fizikçi John Wheeler'ın renkli olarak ortaya koyduğu üzere, "gözlemle nebilen bir gerçeklik olmadığı sürece hiçbir gerçeklik yok tur." Dolayısıyla insanların zaman zaman mantıksız işledi ğini sorgulamadan kabul edersek, mantıksızlığın gerçeklik te rol oynadığına hiç kuşku olamaz. Pauli, gerçekliğin mantıklı bakış açısının aslında tamam lanmamış olduğuna ve mistisizm ve fiziğin tek bir gerçekli ğin tamamlayıcı yönleri olduğuna ikna olmuştu. Öte yandan Wittgenstein, eğer bir kişi hem madde hem ruhu içeren tek dünya konusunda konuşmaya çabalarsa, sonucun mutlak sessizlik ve "tüm kapıların kapanması" olacağına inanıyor du. Ancak son dönemde Pauli'nin "mantıksızlıkları" su yü züne çıkmıştır ve birçok fizikçi, akıl ve maddenin ilişkisi ile ilgili konuşma alanına girmektedir. 3 Son yaklaşık yirmi yıldır bu konunun sınırında olan biri olarak bunu hoş karşılıyorum ve samimi olarak orada biraz yalnız hissediyorum.
Pauli 'nin Rüyaları 2. Dünya Savaşı'ndan sonra, Wolfgang Pauli kuantum mekaniği ve derinlik psikolojisi için birleşik bir çerçeve bul-
371
maya çalışmıştır. Mektupları ve bazı yakın araştırmalar, şimdi bizim simyasal değerlendirmeler olarak adlandırabi leceklerimizle motive olduğunu gösterir görünür.4 Pauli 1958'de vefat etti, görece olarak çok gençti, sadece ellilerin deydi. Hem yaşamda hem ölümde, bir gizem aurası onu ta kip eder gibi görünüyordu. Onu tanıyan birçok insan, onu oldukça zor ve kaba bulurlardı, genellikle diğer fizikçilerin çalışmalarını veya açıkça kalın kafalılıklarını sert bir biçim de eleştiriciydi. Allah vergisi son derece hızlı bir aklı ve keskin bir dili vardı. Pauli ne zaman fizikte deneysel çalışmaların yürütül düğü bir kasabayı ziyaret etse, kasabaya vardığı an labora tuvardakiler şöyle dursun, deneylerin başarısız olduğuna dair dedikodular devam ediyordu. Bu o kadar çok defa meydana geldi ki, deneyciler bunu "Pauli etkisi" olarak ad landırdı. Eğer bir deney belli bir günde başarısız olduysa, bazen Pauli'nin o kasabayı tesadüfen ziyaret edip etmediği ni soruştururlardı. Belki şaşırtıcı olmayarak, ölümünü takiben otuz yıldan fazla zamandır bu parlak akılla ilgili bir sessizlik var oldu. Ama 1 988'de Fin fizikçi K.V.Laurikainen, Pauli'nin daha sonraki madde ve ruhun "simyasal" bakış açılarının ciddi bir çalışmasını sundu.5 Pauli aktif olarak arkadaşıyla ve ön ceki araştırma asistanı Markus Fierz ile mektuplaştı. Fierz, Zürih'te Polytechnic'te Pauli'nin asistanıydı ve sonra Basle Üniversitesi'nde teorik fizik profesörüydü. Pauli, daha sonra Jung ve Pauli tarafından yazılan bir kitapta6 dahil ettiği bir raporunda astronom Johannes Kep ler ve Doktor Robert Fludd arasındaki 1 7.yüzyıl ihtilafı hak kında yazdı. Fludd, Kepler'in evrenin niceliksel bakış açısı na karşı olarak bir simyacıydı. Pauli Fierz'e şöyle yazdı: "Ben kendim sadece Kepler değilim, ama aynı zamanda Fludd'ım." İki muhalif arasındaki ihtilaf, Pauli içinde de kö-
372
pürdü. Pauli bilinçaltının, görünüşte simya ve fiziğin uzlaş tırılamaz görünen bakış açılarını, rüyalarında onların birleş tirmelerine dair görüntüler üreterek uzlaştırmaya çalıştığını hissetti. Aynı mektupta Fierz'a şunları yazdı: "Arayışım birleşme işlemi içindir, ama bunda sadece kısmen başarılı oldum. Hal böyleyken önce rüyalarımda eg zotik bir kadın (çekik gözlü Çinli) ortaya çıktı. Daha sonra, aradığım zıtların birleşmesi hakkında bir şey bildiği görü nen açık-koyu bir adam."7 Makalesinde Van Erkelens Pauli'nin iki rüya figürüne, Pauli'nin madde ve psişe arasındaki görünen ayrılığı nasıl uzlaştırmaya çalıştığına dair atıfta bulunur. Pauli rüyaların da bu karakterlerle diyalog kurmuştur ve içerik olarak ol dukça şaşırtıcılardır. Pauli'nin aklında maddenin ruhu, gö rünüşte epeydir ölü ve Yunan kalıntılarıyla birlikte gömül müştür ve belki Newton devrimi ile birlikte yeniden gömül müştür, yeniden dirilme için çabalamaktadır. Bu rüyalar ve rüya sohbetleri hakkında size bahsederken Van Erkelen'in sunumlarını takip edeceğim.
Pauli ve Gölgesi Pauli Amerika'da kaldıktan sonra, 2. Dünya Savaşı'nın bitimine müteakip İsviçre'ye döndü, depresyona girmiş ve modern fizik için şevkini kaybetmişti. Bu şiddetli depresyon sırasında "İranlı" adını verdiği bir karakteri rüyasında gör dü. Bu "İranlı" Pauli'ye sataşıyor gibi görünüyordu ve ken disinin Zürih'teki Polytechnic Enstitüsü'ne kabul edilmesi için Pauli'nin yardım etmesini istiyordu. Önce Pauli, 1947 A ralık'ta meydana gelen rüyanın sahnesini kurar: "Önceki evime varıyorum. İranlı olduğunu tanıdığım koyu renkli genç bir adamın pencereden evin içine nesneleri nasıl koyduğunu görüyorum. Bir parça dairesel tahtayla
373
birkaç mektubu çıkarıyorum. Sonra bana arkadaşça bir şe kilde yaklaşıyor ve onunla sohbet etmeye başlıyorum: Pauli: Çalışma yapmanıza izin yok mu? İranlı: Hayır, o yüzden gizli çalışıyorum. Pauli: Hangi konuda çalışıyorsun? İranlı: Kendin! Pauli: Benimle çok keskin bir dille konuşuyorsun! İranlı: Diğer her şeyin yasaklı olduğu biri gibi konuşuyorum.9 Pauli: Benim gölgem misin? İranlı: Ben seninle Işık arasındayım, dolayısıyla sen be nim gölgemsin, tersi değil. Pauli: Fizik çalışıyor musun? İranlı: Orada senin dilin benim için çok zor, ama benim dilimde sen fiziği anlamıyorsun!"10 Birkaç yıl önce meydana gelen bir rüyada, Einstein ve Bohr, KM'nin bütünlüğünü tartıştıkları zaman, Pauli Eins tein'a benzeyen bir adamla ilgili rüya görmüştü. Hayali E instein Pauli'ye KM'nin daha tam gelişmiş iki-boyutlu ger çekliğin sadece tek-boyutlu kesitini tanımladığını göster mişti.11 Eğer Flatland hikayesini hatırlarsanız, hikayedeki karakter aniden üç boyutlu dünyaya nakledilen iki-boyutlu bir kare idi ve burada iki-boyutlu hayatın üç-boyutlu varlık ların iki-boyutlu yüzeylerle sadece bir kesişimi olabileceğini görüyordu - bir küre içinden geçirildiği zaman, bir düzlem de bir dairenin ortaya çıkmasını gözlemlemek gibi. Pauli, E instein'ın metafor olduğu rüyası tarafından başvurulan i kinci boyutun, KM'de eksik bir şey olduğuna işaret ettiğini fark etti - bilinçaltı ve arketipsel içerikleri. Pauli bu arketip lerin sadece zihinsel görüntüleri yapılandırabildiği ve dü zenleyebildiğini değil, aynı zamanda maddenin kendisini de yapılandırabildiğini düşündü. Yıllar geçerken Pauli boşuna, fiziksel ve ruhsal olaylar
374
arasındaki boşluğa köprü kurmasını sağlayabilecek yeni bir dil bulmaya çalıştı. Bu dilin psişe ve madde arasındaki ayrı ma nazaran tarafsız olması gerektiğine inanıyordu. Ama İranlı rüyasında Pauli bu "ikinci boyutun" sadece kuramsal bir fizikçinin entelektüel ateşe yakıt ekleme çabası olmadığını fark etti - KM'nin ötesine geçerek psişeyi de içe ren yeni, daha kapsamlı bir fizik - ama bir varlık olarak or taya çıkan saklı bir boyuttu. Bu varlık Pauli'ye doğanın gizli işlerini bildiğini söyler, ama KM'nin zor dilini anlayamaz. Ayrıca Pauli'ye, Pauli'nin onun dilini anlayamayacağını söy ler. Ama bu "varlık" akademiye kabul edilmek ister. Mo dern fizik diyaloğuna girme gereği hisseder, belki o dili öğ renmek, böylece fizikçilere sırrını açığa vurmak için. Pauli' ye baskı yapar. Bu varlık maddenin ruhudur ve Pauli'nin a radığı saklı boyuthır.
Açık-Koyu Yabancı 1948 yılının Kasım'ında meydana gelen başka bir rüya da, ruh Pauli'ye tekrar görünür. Ama bu defa rüya figürü, i ki görüntünün süperpozisyonudur, İranlı ve açık tenli sarı şın adam. Bu defa "yabancı" Pauli'ye tanıdık gelmeyen şey leri somutlaştırır. Açık-koyu adamla ikinci karşılaşması, 1949 Ekim'inde bir rüyada meydana gelmiştir. Burada ya bancı Pauli'yi yangın vasıtasıyla matematiksel fizik alanın dan zorla çıkarmaya çalışır: "Matematik ve fizik üzerine yerel bir konferansın veril diği bir evin üst katlarından birinde meslektaşlarla birlikte yim. Benim ismim altında bir aşçılık kursunun ilan edildiği ni görüyorum: 'Başlangıç: 15 Aralık.' Şaşkın, yakınımdaki genç bir adama kursun neden yıl içinde bu kadar geç başla dığını soruyorum. 'Çünkü Nobel Ödülü o zaman verilecek.' diye cevap veriyor.
375
Şimdi bitişik odada bir yangının başladığını fark ediyo rum. Dehşete (etkisine) kapılıyorum, birçok kat boyunca a şağı doğru koşuyorum (acele ederek-panik halde). Sonunda dışarı çıkmayı başarıyorum. Geriye dönüp baktığımda mes lektaşlarımın toplandığı evin iki katının yanıp kül olduğunu görüyorum. Yer seviyesinde yürüyorum ve bir garaja giriyo rum. Bir taksinin beni beklediğini ve taksi şoförünün depo yu petrolle doldurduğunu görüyorum. Daha yakından ba kıyorum, 'onu' tanıyorum, açık-koyu yabancı. Anında ken dimi güvende hissediyorum. Yüksek sesle söylemeden 'Bel ki yangını o başlatmıştır.' diye düşünüyorum. Bana sessizce 'Şimdi yeniden yakıt alabiliriz, çünkü üst katta bir yangın vardı. Seni ait olduğun yere götüreceğim.' diyor. Sonra beni arabayla götürüyor." 1 2 Van Erkelens rüyayı bir dönüşüm olarak yorumlar. Pa uli matematiksel fizik üzerine bir konferansa katılmaktadır. Konferans üst katlardan birinde yapılmaktadır, gerçeklğin zeminiyle irtibatı kesilmiş bir dünyayı işaret etmektedir, a ma kuramsal fizikçilerin yorumları yoluyla madde ile temas için tek kabul edilmiş araç haline gelmiştir. Ancak Pauli aş çılık üzerine bir kurs vermek zorundadır - ocağın ateşinin maddenin hammaddelerini modern teknoloji malzemeleri ne dönüştürdüğü maddenin somut dünyasına sembolik bir referans, kuramsal bir seminer değil. Sonra Pauli'den sonra yangın başlar, ikinci kat "fildişi kulesi" başından alır götürür. Bir taksi şoförünün onu bekle diği gerçekliğin zeminine kaçmalıdır. Psişe-ruhun bir sem bolü olarak şoförü tanır. Sonra Pauli rahatlar ve şoförü takip etmek, şoförün onu her nereye götürüyorsa oraya gitmek i çin, büyük ihtimalle ruhlar dünyasına gitmek için kuramsal fizik hayatından vazgeçer. Pauli rüyadan uyandığında "Bü yük bir rahatlama duygusuyla uyandım ve bana önemli bir ilerleme kaydedildi gibi geldi." dedi.
376
Bu ruhlar dünyası yabancı için eviydi ve şimdi Pauli de bu dünyaya girmeliydi. Ama Pauli hala çok fazla kuramsal bir fizikçiydi. Cari Jung'un karısı Emma Jung'a yazdığı bir mektupta rüya yabancısının ikircikli olduğunu belirtir muazzam bir bilgeliğin spiri tüel ışığı ve doğanın yeraltı dünyasına (ruhlar diyarı) ait ruhu. Yabancının hareketleri her zaman kararlıdır, kelimeleri çoğu zaman akıl almaz ol masına rağmen kesindir. Çevresindekileri ve insanları (Pauli de dahil olmak üzere) kendisiyle karşılaştırdığında cahil o larak görür.13 Pauli rüyasında yabancının lümen naturae olarak bili nen simyasal bir ışık olduğunu - bilinçaltında bulunan do ğanın ışığı olduğunu - onayladı. Jung'un gözbebeği olan Erich Neumann, bu ışığa erosun ışığı adını verdi - güçlü duygulardan kaynaklanan bir ışık, Jung'un sonrasında bil inçaltındaki hissetme-hali takımyıldızları diyeceği şeydir. Dolayısıyla bu ışık, logosun ışığı değildir ve Pauli'nin rüyalarındaki görünümü ona dünya görüşünün tam olmak tan çok uzak olduğunu anlatır. Pauli meslektaşları tarafın dan " fiziğin vicdanı" olarak bilinirdi . Ama Pauli yabancıyla konuşmaları yoluyla şimdi biliyordu ki, bilgisinde eksiksiz değildi ve rüya figürünün öne sürdüğü üzere "tamamen eğitimsizdi." Erosun tamamen Pauli'nin hayatına girmesi bundan sonradır. Rüya bir kadın girer. Koyu ölümsüz kadındır - Ba tılı akla "çekik gözlü" bir Çinli kadın olarak sembolize olan, dönüşümü yoluyla onu kendisine, tüm bir varlığa götüren bir bilinmeyen.
Pauli ve Eros 1 95 1 Ocak ayında, Pauli Jung'un iş arkadaşlarından Marie-Louise von Franz'a aşık oldu. Yon Franz o zamanlar
377
otuz altı yaşındaydı ve bilinçaltının derin anlayışını geliştir mede başarılı olmuştu. Von Franz için hisleri gelişmede ön ce, Pauli modern fizik ve psikoloji kavramlarını birleştirecek ve aynı zamanda parapsikoloji de içerecek tarafsız bir dil yaratmaya çalışıyordu. Von Franz'a olan hisleri yoluyla bu nun da başarısız olması gerektiğini gördü. Modern logosun soyut emirler! ni takip edemezdi. Başka bir şeyin ihtiyaanı hissetti: eros.14 Von Franz Pauli'yle çalışmasına ve ona Fludd ve Kep ler'in Latince bölümlerini tercüme etmede yardımcı olması na rağmen ve Pauli'nin biz fizikçi ve von Franz'ın bir psiko log olduğu gerçeğine rağmen, bu aralarındaki işleyen ilişki onun için yeterli değildi. Onunla bu ilişkisi profesyonelden ilişkiden daha fazlası haline geldi gibi görünüyordu. Ama bu bile Pauli için çok hale gelir. Ona olan aşkının daha derin bir spiritüel önemi olduğunu hissetti. Bu nihayetinde Pauli' nin, ilişkilerini bayağı bir aşktan (amor vulgaris) ziyade da ha spiritüel bir çeşit aşka değiştirmeyi istemesine sevk etti. Pauli görünüşte von Franz'la olan aşk ilişkisinden çıkmak ister ve onun da karşılık olarak ilişkisiyle ilgili çekinceleri vardı. Ama değişim neden? Pauli'yi iten nedir? Görünüşte Von Franz'a olan aşkını fiziksel aşktan saf spiritüel aşka de ğiştirmek istemesi nedendir? Yine Pauli'nin rüyalarındaki a çık-koyu yabancıya bakmamız gerekir. Belki maskülin bir fi gür, bileği kanatlı Merkür veya tanrı Hermes gibi bir haber cidir. Bu tanrı benzeri figür Pauli'yi baştan çıkarır. Pauli'yi eros yoluyla arzularının dizleri üstüne getirir, ama ondan tüm maddeyi aşan ışığı, ruhun ışığını görmesi için kendini yükseltmesini ister. Pauli hala erkek logos tarafından güdülmektedir. Von Franz ile olan üç senelik ilişkisi boyunca, Pauli duygusal ya nına sadık kalmıştır, ama hala entelektüel konuşmasına de-
378
vam etmiştir: modem bilimsel dünya görüşünde ruhun ek sikliğini anlamak istemiştir. Meditasyonun ruhu ifade etmekte arzuladığı tarafsız dilden daha uygun olduğunu bulmuştur. Von Franz'a yazdığı mektuplardan birinde şöyle yazar: " İ çimde ısrar etmeye başlayan bir çeşit birleşik görüşün belli bir ruh halini bildirmek için uzun zamandır sana yaz mak istiyordum. Onu ifade etmek için meraklı bir şekilde, yarı fantastik yan mantıklı bir şekilde yazmalıyım. Bu şekil de henüz bilmediğin iki rüyayı içeren bir çeşit 'meditasyon' gelişiyor."15 Sonra Pauli "meditasyonunu" yazar. Von Franz'la arka daşlığına ithaf edilmiş garip bir parçadır ve meditatif ve ha yali bir biçimde boğuştuğu tüm soruların cevabını içerir. "Yabancı" figürüne şimdi "efendi" denilmektedir. Bu mas külin efendi-figürle çatışma yerine, bir kadın ortaya çıkar. Bir piyano öğretmenidir ve Pauli ile efendisi, yüksek benliği arasında aracılık sağlar. Çalışmasına Die Klavierstunde - Ei ne aktive Phantasie über das Unbewusste16 (Piyano Dersi Bilinçaltı Hakkında Aktif Bir Fantezi) adını verir.
Zaman ve Mekıinın Ötesinde Piyano Dersleri Rüya dersinde Pauli zaman ve mekanın dışında var o lan bir dünyada gibi görünür. Burada efendisine bağlı olan ve sorgulamadan bu efendiyi takip etmeye alışkın bir bayan piyano öğretmeniyle tanışır. Ama Pauli'nin piyano dersi al mak için varmasıyla birlikte, kendisine daha bağımsız bir şekilde gelişme ve Pauli ile efendileri arasında arabulucu ro lünü alma fırsatı verilir. Özellikle piyanı burada semboliktir. Dünyada yaratıcı lığı simgeler. Ama bu dünya ikiye bölünmüştür. Bilim a damları yaratım için kelimeleri kavrarlar, ama müzik için değil. Notaları okurlar, ama müziği dinlemekte başarısız o-
379
!urlar. Piyano çalan kadın, feminen yanı - müziği - simge ler, notaların mantıklı düzenini değil. Pauli müziğin logosunu anlar, ama piyanoyu çalamaz. Nota kağıdını okur, notaların mantıklı düzenini titreşimler olarak bilir, ama bunu güzellik ve ses olarak ifade edemez. Bu yüzden piyano dersleri almalıdır - feminen, hisseden ya nını geliştirmelidir. Piyano öğretmeni elbette Pauli'nin hayat kaynağıdır (anima) - feminen ruhudur. Bazen Mariz-Louise von Franz'a benzer, ama çoğu zaman çekik gözlü Çinlidir - Pauli'nin eg zotik veya gizli tarafı. Görünüşte onun bilinçaltında, rasyo nel, mantıklı masküline egosundan uzakta güvenli bir şekil de yaşar. Çinli yüzü ayrıca gizemli Doğu'yu sembolize eder, yin-yangın diğer yarısıdır. Pauli sıklıkla Çin'e "ortanın ülke si" olarak atıfta bulunur. Bu Pauli'ye göre, bölümün kitabe sinde Jung'dan alıntıda atfedildiği gibi Öz-psişenin merkez bölümü anlamına geliyordu. Stüdyoda Pauli öğretmeniyle konuşur. Birlikte birbirle rine yardım ederler. Dünyanın hem soğuk mantığının mate matiksel bir denklemi; hem de anlam, amaç ve duyguyu hisseden bir parçası olabileceğini çözerler. Ama "kadınıyla" sohbetinin sonunda, Pauli yine üz gün hisseder. Pauli, Musa gibi efendisinin topraklarını - spi ritüel memleketini - görür, ama hiç giremeyeceğinden kor kar. Kadınına efendisiyle fizik dilinde irtibat kurmaya çalı şacağına dair söz verir. Sonra Pauli efendisinin arkadaşça bir sesle "Bu uzun zamandır beklediğim bir şeydi." dediğini duyar. Pauli şimdi piyano dersi odasını terk etmek ister. Ka dını başıyla selamlar, ama efendi Pauli'ye "Bekle. Evrimin merkezinin dönüşümü." der. Ve Pauli, "Eski zamanlarda biri 'Dönüşümleri altına götür' demiştir." der.
3 80
Hayal Ürünlerinin Yüzüğü Piyano dersi şu şekilde sona erer: "O dakikada kadın parmağından daha önce görmediğim bir yüzük kaydırdı. Onun havada yüzmesine izin verdi ve bana gösterdi: 'Yüzü ğü matematik okulundan bildiğini sanıyorum. Bu birim dairedir.' Başımı salladım ve kelimeleri söyledim: "'Birim' boşluğu ve birimi bir çift yapar. Aynı zamanda tüm dairenin çeyreğini döndürme işlemidir."17 O: Konuştuğun şeyin içgüdüsel veya düşüncesiz, entel ektüel veya rasyonel, spiritüel veya doğaüstü tarafını, "ben" olmadan sayıların temsil edemeyeceği birleşik veya tekli bü tün yapar. Ben: "Birim" ile daire, partikül ve dalganın ötesindeki birliktir ve aynı zamanda bunlardan herhangi birini yaratan işlemdir. O: O atomdur, bölünemeyendir, Latince'de . . . B u kelimelerle bana anlamlı bir şekilde baktı, ama bana Çiçero'nun atom için kelimesini yüksek sesle söylemek ge reksiz göründü. Ben: Zamanı durağan bir görüntüye çevirir. O: O evliliktir ve aynı zamanda hiçbir zaman tek başı na değil, sadece çift olarak ulaşabileceğin ortanın ülkesidir. Bir ara oldu, bir şey için bekledik. Sonra efendinin sesi, dönüşmüş bir şekilde, dairenin merkezinden kadına konuştu: "Merhametli kal." Şimdi odadan çıkıp normal zamana ve normal günlük mekana gidebileceğimi biliyordum. Dışarıda olduğumda, ceketimi ve şapkamı giydiğimi fark ettim. Uzaktan yine tek başına kalan kadının kendisi ta-rafından çalındığı belli olan dört tonun Do-Majör akordunu duydum, Do-Mi-Sol-Do."1 8
38 1
Hayal Ürünlerinin Yüzüğünün Temsil Ettiği: Rüyalar ve Gerçeklikler Bu belki de Pauli'nin madde ve ruh arasındaki son uz laşma arayışı için dönüm noktasıydı: birim daire. Her ne ka dar bu şekilde değinmesem de, aslında size bu daire hak kında bahsettim. Daire aslında gerçek ve sanal sayıların kar maşık düzleminde meydana gelen hareketleri temsil eden matematiksel bir semboldür. Bu düzlemi birbirine dik iki eksenle çizilmiş olarak düşünebilirsiniz. Kesişme noktaları sıfır sayısıdır. Düzlemde yatay olarak uzanan eksen, sıfır dan hem pozitif olarak hem negatif olarak uzanan gerçek sayıların alanını gösterir. Gerçek sayı eksenini sıfır sayısın dan kesen eksen, i harfiyle sembolize edilen sade sanal sayı ların alanıdır. O zaman düzlemdeki herhangi bir nokta, iki değerle işaretlenir, gerçek bir sayı ve sanal bir sayı. Gerçek sayı, noktanın sanal eksenden ne kadar uzakta olduğunu öl çer ve sanal sayı değeri, noktanın gerçek sayı ekseninden ne kadar uzakta olduğunu gösterir. Bu, şehrin merkezinden ne kadar uzakta olduğunuzu gösteren bir haritadan daha karmaşık değildir. Kuzeydoğu ya uzanan eksen güneybatıya uzanan eksenle kesişir, şehrin merkezini işaretler. Haritanın üzerindeki herhangi bir nokta, bir adres, kuzeygüney çizgisinin doğu veya batısındaki çok sayıda sayı ve bloklara ve doğubatı çizgisinin kuzey veya güneyindeki çok sayıda sayı ve bloklara göre verilir. Bu karmaşık düzlemdeki daire, dönüşümü temsil eder. Eğer daireyi sıfınn çevresinde bir birim çapla çizerseniz, bu daire gerçek ekseni artı bir ve eksi bir noktalarından, sanal ekseni artı 1 ve eksi 1 noktalarından keser. Bir nokta daire çev resinde hareket ettikçe, temsil ettiği sayı her zaman aynı bü yüklüğe - dairenin çapma - sahip olur, ama nokta hareket ettikçe evresi değişir. Bu demektir ki toplam değerini mey-
382
dana getiren gerçek ve sanal bileşenlerinin miktarları değişir. Daire aynı zamanda bir dalga hareketi olarak da düşü nülebilir. Dalga tüm döngüsünden geçerken, evresi değişir, noktanın daire üzerindeki hareketiyle işaretlenir. 19. Bölüm de size beyin korteksinde var olabilen iyonik dalgalardan o luşan Schrödinger'in dalgalarından bahsedeceğim. Beyin hologramı bu dalgalardan yapılabilir ve bu dalgaların evre si, hologramın hatıraları yeniden üretme kabiliyetini belirle mede önemlidir. O evre, bir saat kadranındaki saniye ibresi nin süpürme hareketi olarak resmedilebilir. Şimdi o resim saat kadranındaki süpüren saniye ibresinin hareketinin as lında karmaşık düzlemde sanalların daire çevresinde nokta nın hareketi olduğunu kaydetmekle tamamlanıyor.19 Her ne kadar dalga parçacık ikileminin yorumu hala tartışılıyor olsa da, tüm fizikçiler doğanın tanımında karma şık ihtimal genlik gerektirme ihtiyaçlarını kabul ederler. Sa nal sayıların fiziksel alan veya parçacık olarak "gözlemlen mediği" gerçeği, aslında can sıkıcıdır. Ancak sadece sanal sayıların alanının, mantıklı akıllarımızın mantıksal tutarlılı ğının dışında uzandığı durumlar olabilir. Onlar, biz fizikçi lerin fiziksel dünyayı "anlamlandırmak" için gerekli ve ha yati bulduğumuz kaba, belki feminen "hayat kaynağı (ani ma)" ruhudur. Sanal sayılara ihtiyacımız var, ama onlardan ne yapacağımızı bilmiyoruz. Daire matematiksel bir sembol olarak bilimde, Hristi yanlıkta hacın güçlü olması kadar güçlüdür. Aslında hacın yatay kolunun fiziksel dünyayı gösterirken, dikey çizgisinin ruhun üstünlüğünü göstermesi açısından ileri sürülen bir benzerlik de olabilir. Benzer şekilde, sanal sayılarla temsil e dilen dikey çizgi ruhlar dünyasını gösterirken, gerçek sayı ların yatay çizgisi fiziksel "gerçekliği" gösterir. Sonra eğer biz hayatın anlamını ve önemini kavramak istersek, daire ikisini evlendirir ve ayrılamaz yapar. Hayat
383
kaynağının daireyle göstermesi gibi, Pauli'ye arayışı ve muhtemelen gerçek cevabı için hayati bir ipucu verilmiştir. Birim daire dalga ve parçacığı bağdaşhnr. Psişe ve maddeyi de - ruh ve maddeyi de - bağdaştırabilir mi? Pauli bilinçal hndan daire hakkında öğrenir. Kendisine kuantum fiziği dengeye getirdiğini bildiği aynı sembol verilmiştir. Niels Bohr, doğanın dalga ve parçacık yanları arasında var olan tamamlayıcılığın, karşıt uzlaştırılamaz çiftlerin mutlaka çelişkili olmasının gerekmediği daha derin bir ta mamlayıcılığın işareti olduğuna inanırdı. Bir defasında söy lediği üzere "küçük bir gerçeğin tersi bir yalan olabilir, ama büyük bir gerçeğin tersi de büyük bir gerçektir." Dolayısıyla birim daire, bütünün tamamlayıcı bölümlerinin uzlaşması nın bir sembolü olabilir. Daha fazlası da olabilir. Pauli için daire aynı zamanda, tarafsız bir dil arayışında eksik olan his tonlarını da sembo lize ediyordu. Dolayısıyla daire yeni bir kavrayışı da simge ler: doğanın tüm deneyimi somutlaştırma ihtiyacımız tara fından fethedilmesi gerekmez. Her şeye rağmen, bu ihtiyaç doğayı ve tanrılarını erkekleştirmek, sırlarını sadece rasyo nel, mantıksal bir aklın üstesinden gelebileceği bir dilde or taya çıkarmaya sunmaya zorlaması için bizim eski Yunan mirasımızdan ortaya çıkıyor olarak görülebilir. Pauli bunun Fierz'e bir mektubunda farkına vardı. Şöyle yazdı: Bana öyle geliyor ki, gözlemin umursanmayan "daha sonraki etkileri" sonunda resme girecektir (örneğin atom bombaları, genel endişe, "Oppenheimer olayı"), ama isten meyen bir biçimde. Kuantum mekaniğin ünlü "tamamlan mamışlığı" (Einstein), hala olgusal olarak bir şekilde- bir yerde mevcuttur. . . . Bu "içeride ve dışarıda" arasındaki çağ daş bilimde eksik olan (ama simyanın şüphelendiği ve rüya larımın semzbolizminde saptanabilecek, çağdaş fizikçiler i çin tipik olduğuna inandığım semboller) tamamlayıcı ilişki-
3 84
lerle ilgilidir. 20 Pauli'nin rüyalarındaki efendi de dönüşmüştür. Şimdi birim daireden konuşmaktadır ve tehdit edici gücünü kay betmiş görünür. Dairenin merkezi belki Pauli'nin merkezi nin simgesidir. Ve belki yabancı/açık-koyu adam orada din lenmeye gelmiştir. Belki piyano öğretmeni/hayatın kaynağı, notaları sadece besteleyip okumaktansa müziği dinleme ve müzik çalmayı öğreterek Pauli'ye hizmet etmiştir. Hiçbir zaman bilmeyeceğiz. Pauli bu açıdan çalışması nı hiçbir zaman tamamlamamıştır. 1 958'deki ölümü, şimdi gerçekten var olma ile ilgili gerçeği bildiği anlamına gelebi lir. Bir sonraki bölümde Pauli'nin sorgusunu tamamlamaya ve hepimizi gerçekle sanalın kesiştiği yere getirmeye çalışa cağım.
385
19. B ÖLÜM ..
UYANMA VE RUYA GORME FARKINDALIGININ HOLOGRAFİK MODELİ Örneğin elektronun pozisyonunun aynı kalıp kalmadığını sorarsak, "hayır" demeliyiz; eğer elektronun pozisyonunun zamanla değişip değişmediğini sorarsak, "hayır" demeliyiz; hareket halinde olup olmadığını sorarsak, "hayır" demeliyiz. - J.Robert Oppenheimer1 Rüyalar benliğin tam gelişimini yansıtır. Bize, uyanık hayatımızda bakmayı ihmal ettiğimiz, kendimizle ilgili bir şeyler anlatırlar. Pauli'nin rüyalarının sonunda onun içinde ki evrenin yarısını kaybettiğini fark etmeye nasıl götürdü ğünü gördük. Bu bölümde sonunda rüyayı, holograma da yanarak bir fizik modeli açısından tanımlamaya çalışaca ğım. Ancak rüyalar anlaşılmazdır ve yukarıdaki alıntı gibi bir elektron tanımladığımız kadar kolay tanımlayamayız. Aslında Oppen-heimer'ın işaret ettiği gibi, bir elektronu tanımlanmasını beklediğimiz şekilde tanımlayamayız. Belki bir elektron di-ye bir şey yoktur. Ve belki,
Rüya Diye Bir Şey Yoktur! Şimdi bilinç ve rüya ile ilgili bazı temel fikirleri keşfet me fırsatımız olmasına rağmen, hala daha bazı temel soru-
386
!arla kaldık. Her şeyden önce, rüya görürken tam olarak yaptığımız nedir? Bu soruyla kastettiğim görüntüleri nasıl görürüz veya belki daha iyi ifade edersem, uyandıktan son ra aslında öyle görüntüler gördüğümüzü hatırladığımıza nasıl inanırız? Bir şeyin farkında olduğumuz, bir bilgimiz, katılımcı olan kendimizin özyargılayıcı hissimiz, deyim ye rindeyse, bir dünya perdesi veya sahnesinde, sanal olarak aklımız tarafından yapılmasına karşın bir çevrede görünür. Ama bazı araştırmacılar, bunun doğru olmadığını ileri sürer. Hatta rüyaların uyanık olduğumuzda gördüğümüzle aynı şekilde görüntülerde oluşmadığını söylerler. Eğer rü yalar bazı nörofizyologların ve filozofların ileri sürdüğü ü zere gerçekten algılanan görüntüler değilse, o zaman bir rü yayı deneyimlerken ne yapıyoruz ve gerçekten deneyimle nen nedir? Her ne kadar modern lüsid rüya araştırması böyle fel sefi düşüncelerin hatalı olduğunu ve aslında bir rüya sıra sında sadece sanalı deneyimlemediğimizi, ama aynı zaman da zamanı ve hatta rüya nesnelerinin aşikar somutluğunu duyumlayabileceğimizi işaret eder ve daha önceki bir bö lümde bu araştırmaya baktık, bu karşıt görüşlere dikkatlice bakmak, bilincin nasıl davrandığını ve rüyaların aslında ne olduğu konusunda bir ipucu içermeleri açısından faydalıdır. Önce bir rüyada, dış dünyayı algıladığımızda yaptığımız gi bi aynı çeşitte bir şey yapmadığımız - görüntüleri özyargıla yıcı olarak algılama - fikrini değerlendirelim. Ne kadar ga rip görünürse görünsün, hepimiz kesin olarak açıkça rüya görüntüleri gördüğümüzü "hatırladığımız" için, bµ argü manda bir hakikat vardır. Ö rneğin filozof Jean-Paul Sartre, Norman Malcolm ve Daniel C.Dennett, içinde görmenin, dokunmanın ve hatta düşüncenin meydana geldiği rüya algısı diye bir şey olma dığı fikrine tutunmuşlardır!2
3 87
Sartre bir yaşam dünyasının bir rüya algısının olama yacağına işaret eder, çünkü ona göre algı bilincin içeriğini değiştirir ve dolayısıyla rüyayı değiştirir. Gerçek yaşam u yanık farkındalığında algı yansıhcı iken - algılayan dış bir gerçekliği algıladığını bilir - ve bu yansıma yoluyla, iradeli bir eylem yapabilirken, kuantum fizikteki gözlemci etkisine çok benzer şekilde, ne hakkında rüya gördüğünü düşün mek, rüya sürecini yok eder. Bir anlığına lüsid rüyaları bir kenara koyarsak, normal bir rüyada ne algılayacağını ve ne yapacağını seçmenin bu basit iradeli yönü ve eşzamanlı ola rak bunu yaphğını bilme, eksik gibi görünür. Neden? Görünüşte birbiriyle alakasız iki sebep yüzün den. İ lk olarak basitçe ifade edersek, algının rüya nesneleri gerçek nesneler değildir, lakin beyin tarafından yaratılmış tır. Bu yüzden eğer başlayabileceğimiz "orada" tarafsız bir gerçeklik yoksa, "orada" bir nesne görmek ne demektir? İ kinci olarak, J.Allan Hobson'ın işaret ettiği üzere, rüyalar i rade dışıdır. Rüyalar rasyonelliğin ve sorumluluğun paralel kavramlarına meydan okur ve reddeder gibi görünür. So rumlu olmak için kişi rasyonel olmalıdır. Rüya görmede rü ya gören mantıksız görünür, dolayısıyla rüya gören kendine irade ve sorumluluk duygusunu kaybetmiş gibi görünür. Bu suretle rüya nesneleriyle düşüncesizce "karşılaşı yormuşuz" gibi görünecektir. Eğer rüya içeriği üzerine yan sıtırsak ne olur? Sartre o zaman rüyayı kestiğimizi söyler. Kendinin farkında hale gelerek "gözlemlenebilirin" bu ke silmesi, Sartre için rüyanın ilerlemesini durdurmaya yeterli dir. Bunun tipik bir örneği, bir rüya "korkunç" hale geldiği zaman meydana gelebilecek ani korku ve rüya görenin u yanmasıdır. Buna elbette istisnaları kabul ederek, yine özellikle lü sid rüya deneyimlerinde, içgözlem bir rüyayı böldüğünde ne olur? Ve bir rüyada bilincin irade yanlarının noksanlığı i-
388
le rüya sırasında görünüşte "algılanan" nesnelerin gerçekdı şılığı arasında bir bağlanh var mıdır? İ rade, nesnellik ve iç gözlem yeteneği - kişinin farkında olduğunun farkında ol ması - arasında bir bağlantı olduğunu ileri sürmek isterim. Şimdi bu bağlantıya girmeden önce, diğer iki filozofun tanımladığı içgözlem ve nesnel olmama argümanlarını özet lemek istiyorum. Malcolm uyku ile uyanma refleksi arasın daki farklara bakar. Malcolm'a göre uykuda olmak, kişinin büyük ölçüde farkında olmadığı, "bilinçsiz" olduğu demek tir ve bu yüzden içgözlem yapamaz. Kişinin rüya görürken aynı uyanıkken olduğu gibi akıl yürütebildiği, yargılayabil diği, hayal edebildiği ve duyu izlenimleri edinebildiği görü şünü reddeder. Reddetme için nedeni ilginçtir ve kendi içinde bir bakı ma resimli bir bilmecedir. Bir rüyada, bir kuş gibi havada uçmak, yaralanmadan binadan atlamak veya insanların ina nılmaz bir şekilde hayvanlara dönüştüğünü izlemek gibi görünüşte imkansız olan şeyleri yapabildiğimiz için ve bun lar açıkça fantezi olduğu için, o zaman bir fanteziyi hatırla mak ne demektir? Eğer gerçek bir olay hatıramızı kontrol e dersek, bazı doğrulama araçlarımız vardır. Örneğin anahtar larımı bir restoranda bıraktığımı hatırlarım. Oraya geri gi debilir veya telefon edebilir ve hafızamın doğru ya da yanlış olduğunu teyit edebilirim. Ama bunu bir rüyayı teyit etmek için yapamam. Başka bir deyişle, raporumu doğrulamak için sahip ol duğum tek şey, raporun kendisinde içerilen rüya hafızam dır. Rapor doğrulama için kendisine başvurur ve dışarıda başka bir kastedilen şeye değil. Belki benim raporum uyan dığım anda uydurulmuştu ve o farkındalık halinde, tüm her şeyi ben uydurdum. Rüyanın hikayesini salt "hatırlama" ey lemi bile, rüya görüntüleri olarak adlandırdığım o unsurla rın yaratımı olabilir. Dolayısıyla "rüyayı hatırladığım" üze-
389
re, öyle bir şey yapmıyorum. Bir hikaye uyduruyorum ve böyle yaparak uyanık olarak ve en bilinçli olarak, muhteme len bir şekilde uyuhıcu geliştirme ile birlikte, oracıkta rüya görüntülerini yaratıyorum. Dolayısıyla hatırlama, "gerçek" olayların hatırlanması değil. Dennett reddi daha güçlü bir şekilde ortaya koyar. Ona göre kişi uyur. Sonra uyanır ve anlatacak bir hikayesi, hatı rası veya uyku sırasında daha eski bir zamanda meydana gelen bir hikayeye dair bir anısı ve belki hikaye hatırlandık ça ortaya çıkan fani nesneler dizisi vardır. Hikayenin, gö rüntülerin veya rüya görüntüleriyle ilişkili başka herhangi bir şeyin uyku sırasında olduğuna dair kesinlikle hiçbir ka nıt yoktur. Uyanmanın üzerine, şüphesiz deneyimlerimiz olduğu na dair hepimizin izlenimleri vardır. Ö zellikle güçlü bir izle nimde, sahip olduğumuz izlenimin gerçek bir olay dizisinin hatırlanması olup olmadığını bile merak edebiliriz. Eğer iz lenimin gerçek olayların hatırlanması olmadığını keşfeder sek, onları rüya olarak "hatırlarız." Bu bölümde ve bir sonrakinde, bir kuantum fizik mo deli açısından bu bilmecelere bir cevap sunmak istiyorum. Sadece yaklaşık son on yıl içinde sunacağım cevap, hologra fik görüntüler ve kuanhım fiziğin birçok dünyası üzerine dayanarak formüle edilebilmiştir. Bu yüzden bu cevabın rü ya araştırmacıları veya psikologlar tarafından ortaya atılma dığı veya aslında nörofizyologlar veya fizikçiler tarafından daha önce ortaya atılmadığı şüphesizdir. Kısaca ifade eder sek, hafızanın beyinde holografik "görüntüler" yaparak ve tanık olarak işlediğini ve bu işleyişin büyük ölçüde "kimin" baktığına ve "neyin" gözlemlendiğine dayandığını belirtir. Bu model kısmen İ talya, Padua'da Gelileo Galilei Uni versity of Studies'te fizik bölümü ndeki İtalyan fizikçi Rena to Nobili'nin yeri ama oldukça devrimsel araştırma çalış-
390
masına dayanır ve kısmen hem South Carolina Üniversitesi' nde hem de İsrail'de Tel Aviv Üniversitesi'nde hizmet veren fizikçi Daviz Z.Albert'in çalışmasına dayanır. Nobili'nin çalışması3, belli bir çeşit dalga hareketinin (kuantum dalgalarına biçim ve yapı bakımından benzer, a ma belli önemli detaylar açısından farklı) beynin holografik görüntüleri desteklemesi ve üretmesi için ideal bir ortam haline gelecek şekilde beyinde meydana geldiği konusunda ikna edici kanıtlar verir. Albert'in çalışması, objektif dünyanın sadece belli özel liklerini tanımlayabilen değil, kendilerinin de belli özellikle rini tanımlayabilen belli çeşitteki kuantum otomatlarının var olabileceğini ileri sürer. Holografik modelle birlikte bu iç gözlem niteliği, beyin içinde bir duyum kaynağı için bir me kanizma ileri sürer. Bir sonraki bölümde bundan daha çok bahsedeceğim.
Einstein 'ın Beyni ve Akıl Üzerindeki Hologramlar Daha önceki bölümlerde bahsettiğim üzere, beynin e lektriksel dalga aktivitesi ürettiğine dair elektroensefalog ramların kayıtlarında örnek gösterildiği üzere oldukça açık kanıtlar vardır. Ayrıca bu dalgaların şablonunun uyanıkken, uykuda ve hızlı göz hareketleri evreleri sırasında değiştiğini de biliyoruz. Bunu bilmenin yanı sıra, bu şablonların neden değiştiğini, hatta ne anlama geldiklerini çok az bilgimiz mevcut. Kişinin nöron elektrik aktivitesine bakarak, esasen sinir sinyalinin nöronun uzun gövdesi boyunca (akson) se yahat etmesi gibi nöral zarın bir yanından diğer yanına ge çen sodyum (Na+) ve potasyum (K•) iyonlarından oluşan e lektrik yükünün oldukça aktif hareketleri olduğunu bilme aşamasına geldik.
39 1
Ayrıca beynin nasıl yapıldığını, yani hangi çeşit hücre lerin mevcut olduğunu ve bir ölçüde bu bireysel hücrelerin nasıl çalıştığını da biliyoruz. Doğum zamanında, yeni do ğan bebek yetişkin hale geldiği zaman tam olarak sahip ola cağı kadar nöral hücreye sahiptir. Diğer bir ifadeyle, bir ço cuk yetişkin hale geldiğinde ve beyni ebat olarak büyüdü ğünde, mevcut olan nöron sayısı değişmeyecektir. Her bir nöron ebat olarak büyüyecektir ve hayatın ilk yıllarında kri tik büyüme evresi sırasında, çocuğun çevresine bağlı olarak çok sayıda nöron birleşecektir, ama nöral doku daha fazla (sayı olarak artış) yaratılmayacaktır. Yine de beyin büyür ve beyinde hücresel mitoz (hücre sel bölünme) olduğuna dair kanıt vardır, ama nöral hücre lerde değil. Bölünmeyi başarabilen bu diğer hücreler, bir ba kıma gizemdir. Hiç kimse neden mevcut olduklarını ve ne yaptıklarını tam bilmez. 4 Bunlara gliyal hücreler denir. Bazı araştırmalar bu hücrelerin metabolik işlevler yaptığını gös terir - onlar bir şekilde nöral hücrelere beslenme sağlamakla ilişkilidir. 5 Albert Einstein öldüğünde, beynine otopsi yapılmıştı ve görsel korteksiyle ilişkili normalden daha fazla sayıda gliyal hü cresi olduğu keşfedilmişti. Bu birçoklarını gliyal hücrelerin zekayla ilgili olduğunu ve muhtemelen Einstein' ın soyut kavramları görselleştirmekteki güçlendirilmiş kabi liyeti ile ilgili olduğunu tahmin etmeye götürmüştü. Einste in herhangi bir matematik ifaL.e yazmadan önce, yeni fikri "gördüğünü" veya kavramsallaştırdığını sıklıkla yazmıştır. Gliyal hücreler ve görselleştirme arasındaki bu bağlantı ile ilgili yorumların gerçekte bir temeli olabilir. 1980ler sırasında bazı araştırmacılar, gliyal hücrelerin nöronlara beslenme sağlamaktan fazlasını yaptığını göster mişlerdir. İyonların gliyal hücrelerde özgün hareketleri sap tanmıştır ve şimdi iyon "taşıma" işlemlerinin nöronların bi-
392
yoelektriksel aktivitelerini ve tüm serebral korteksi etkiledi ğinden şüphelenilmektedir. 6 Gliyal hücrelerin bozulmasıyla ilişkili olan bir hastalık olan multipl skleroz (MS) üzerine yapılan araştırmalar, hafı za ve motor işlemlerinin de derinden etkilendiğini göster miştir, dolayısıyla gliyal hücrelerin nöronlar için sadece bes lenme ve destek sağlamalarından fazlasını yaptıklarını ileri sürer.7 Nobili'nin modelinde göreceğimiz üzere, gliyal hüc reler holografik dalgalar için bir vasıta olarak rol oynar. Önce size Nobili'nin temel fikirlerinin özetini vermeme izin verin. Ondan sonra daha anlaşılması zor kavramlar ara sından size dikkatlice kılavuzluk edeceğim. Fizikçi Nobili daha önceden bahsedilen bu iyonların, Na+ ve K+, aslında kendilerini gliyal hücreler yoluyla taşıyabildiklerini ve bu hareketlerin salınım biçiminde olduğunu ileri sürer. Bu Salı nımlar karşılık olarak, sodyum iyonlarının potasyum iyon larının hareketini etkilediği ve tam tersinin de geçerli oldu ğu daha karmaşık bir biçimin bir dalga kalıbını üretir. Bu i yonik hareketi modelleyerek, Nobili aynı Schrödinger'in kuantum fizik dalga fonksiyonu ile tam olarak aynı biçimde olan bir dalga denklemi elde edebilmiştir. Sonra beyin kor teksinde modelini ve dalga denklemini kullanarak hangi çe şit dalga aktivitelerinin deneysel uyarıcı-tepki kalıplarında saptanabileceğini tahmin etmiştir ve kuramsal tahminleriyle deneysel çalışmaları arasında kusursuz uyuşma olduğunu bulmuştur. Gliyal hücrelerde böyle dalgalar olabileceği belirlen mişken, bu dalgaların holografik görüntü veya hafıza oluşu mu için bağdaşık kalıplar üretmesi için hangi koşulların ge rekli olacağını sordu. Işık-dalgası holografisine karşıt ola rak, Schrödinger dalga holografisinin beyin dokusunda ho lograf üretmede çok daha fazla verimli olduğunu buldu. Ayrıca sinyal kaynaklarının ve reseptörlerin (kendi içinde
393
diğer nörofizyolojik kortikal diyagramlarla iyi uyum içinde olan) kortekste yakın çevrede olmasının hem referans dalga larının üretilmesi için hem de bilgi dalgasının geri kazanıl ması için ideal olduğunu keşfetti. Şimdi sizi bu fikirlerden geçireyim ve meslekten olma yan okuyucu için açıklayayım. İ lk olarak, neden beynin ve ya hafıza işleminin holografik bir modelini yapmaya çalışa lım diye sorabilirsiniz. 1 9601arın son yarısından başlayarak, çeşitli çalışanlar hafıza işleminin herhangi bir doğrusal bir dosya kabini modelleri veya bilgisayar erişimli modeller bi çiminde meydana gelemeyeceğinden şüphelenmeye başla dı.8 Bunun için kanıt, çok sayıda gözlemle ileri sürüldü. 1920 ve 1950 yılları arasında Kari Lashley tarafından yapılan çalışmalar, hafızanın beyin dokusunda engramların (herhangi bir olayın sinir sisteminde bıraktığı psişik etki ve ya izlenim) oluşmasına dayandığını ve bu engramların hay vanların beyinlerinde belirli yerlerde sınırlanmadığını gös terdi. 9 Beyin dokusu kaldırıldığında (jargonda "kesip atıldı ğında") ne olduğuna dair çalışmalar, hafıza bulanıklığı gös terdi, ama bulanıklığın miktarı sadece kesip atılan dokunun miktarına dayanıyordu, dokunun yerine değil. Dolayısıyla sonuç, hafızanın belirli beyin dokusunda sınırlanmadığı, a ma beyin boyunca dağıtıldığı idi. Hayvan davranışı gözlemleri ve insan hafızasının psi kolojik incelemeleri, ne zaman bir deneğin dikkatine bir parça hafıza kaydı sunulursa, deneğin tüm hatırayı ve tüm hatırayla ilişkili diğer hatıraları hatırlayabildiğini göstermiş tir. Bu, hatıraların doğrusal bilgisayar modeli biçiminde mu hafaza edilemeyeceğini, ama bölük pörçük bilgi sunulduğu zaman bol sayıda ilişkilerin ortaya çıkmasına imkan sağla yacak bir biçimde muhafaza edilmesi gerektiğini göstermiş tir. Size bunun bir örneğini vermek için: O başkan kimdi,
3 94
? Bu kişiyi hatırlayınca, aklınıza gelen tüm John F. görüntülere bir bakın. Hafızanın hatırlatıcı olarak işleyebildiğini biliyoruz yani basit bölücü bir dizi ile daha karmaşık ve bunun dışın da olayların imkansız kalıbının anısını hatırlamanın müm kün olduğunu. Mesela, rastgele dizilmiş rakamların uzun bir sırasını hatırlamak için kişi resimleri kullanabilir. Bir nu mara bir sihirbazın değneği olur, iki numara kuğu olur, üç numara üç köşeli bir şapka olur, dört numara masa vs. Kıyı ya gelen ve kendisine başıyla selam veren ve şapkasını çıka ran bir sihirbazla buluşan bir kuğunun sırtında yüzen bir masanın görüntüsünü hatırlayarak, 4-2-1-3 dizisini hatırla rız. Genel olarak böyle diziler kişinin aklında değişen çok sayıda görüntü içerir, dolayısıyla hafızanın hareketsiz olan lar kadar hareketli sahneleri de hatırlayabildiğini gösterir. Hafızada zamana sahip olabilme, zamanla değişen görüntü leri görebilme de, hafızanın dalga holografik modelini des tekler. Dahası, beyinde bilgisayar dosyası yönetimine benzer bir şeyin olduğuna dair bir kanıt yoktur. Hatırlatıcı anımsa maları, bilgisayar hafıza araçları için tipik olan ağaç kalıpla rı veya dosyalar veya sayfalar yoluyla aramaları içerecek gi bi görünmez. Hatıralara erişim zamanı da, herhangi bir doğrusal dosya yönetim şeması açısından ilişkilendirilebilir değildir. Örneğin, bir çocukluk hatırasını, bu sabah evden çıkarken ışığı kapatmayı unuttuğunuzu hatırlamanız kadar çabuk hatırlayabili rsiniz. Yukarıdaki tüm hafıza işlevinin gözlemlenebilen özel likleri, hobgrafi ile kolayca taklit edilebilir. Buna karşın, yu karıdakilerden herhangi birini yeniden ve elbette herhangi bir Boolean (standart bilgisayar mantığı) biçimiyle veya nö ral ağ modelleriyle10 yukarıdakilerin hepsini birlikte üret-
395
mek oldukça zordur, bununla beraber insan ve hayvan hafı zasının modelleri olarak geniş kullanımda kalırlar (belki bil gisayar programlarıyla kolayca çalışılabildikleri için). Holografik hafıza işleminin beyinde meydana gelebile ceğini düşünmemize yol açan nedir? Cevap gözlemlenen EEG dalgalarının özelliklerinde yatar. Ancak her ne kadar bu özellikler görülse de, beynin aslında hologram üretebil mesi için başlıca bir etken mevcut olmalıdır: bu dalgalar biri bir diğerinin üzerine konulabilecek şekilde, bozulma olma dan üst üste konulabilmelidir. Bu, kuantum mekanik sis temler için de gerekli olan süperpozisyon ilkesi olarak bili nir. Bu ilke, sadece karmaşık görüntülerin daha basit görün tülerin süperpozisyonlarından oluşması için değil (güzel ka dını düşünün, sonra bir bıyık ekleyin), aynı zamanda bu gö riintülerin birinin bir diğeriyle ilişkili olabilmesi için gerek lidir. Bir süperpozisyon ilkesini tatmin etmek için dalgaların doğrusal oldukları söylenir. Şimdi doğrusallık birleştirildik leri zaman bu dalgaların davranışına atfedilir. Eğer dalgala rın bileşimi üzerinde, bu dalgalardan birini kaldıran bir iş lem yürütülürse, diğerleri etkilenmemelidir. Doğrusallığın bir diğer önemli yönü, özellikle hologramların nasıl yapıldı ğı ile ilgilidir.11 Şimdi EEG dalgalarının gerçekten holografik görüntü leri destekleyebildiğini düşünelim. İ lk olarak biliyoruz ki kortikal dalgaların kendileri doğrusaldır. Zaman gecikmesi ne veya frekans yer değişimine dayanan belirli deneyler, dalgaların biçimini koruduklarını ve doğrusal olarak çakı şan dalgaların tutarlı kalıplar - süperpozisyon ilkesi ile tu tarlı - sergilediklerini gösterir. İ kinci olarak, kortikal dalgalar direkt olarak kortikal aktivite ile ilgili değildir. Diyelim ki anestezi ile nöral aktivi te bastırılsa bile, devam eder gibi göriinürler. Ve son olarak
396
bu dalgalar, uykunun REM evreleri sırasında ortaya çıktık larında sergiledikleri üzere hatırlatıcı aktivite ile ilişkili gö rünür. Bu kortikal dalgaların rüya görme farkındalığıyla ka rıştığını gösterir. Ancak kanıta rağmen, birçok araştırmacı şüpheci kaldı ve alternatif olarak holografik işlemlerin meydana gelebile ceğini, ama çağrışımsal belleğin bir çeşit dijital işlem biçimi ne bağlı olduğunu ileri sürdüler. Bu çağrışımsal belleğin di jital işlemler yoluyla ilerlediği araçları arayan çok sayıda makaleye yol açtı. Başka bir ifadeyle, insanlar hafıza depola manın korteks boyunca dağıtılmış olmasından ziyade, önce likli olarak beynin belirli alanlarıyla ilişkili olduğuna inandı. Artık böyle bir şüphecilik, mantıksız değildir. Bunun il gili olabileceği başlıca neden, hologramın alanı ve ilgili dal gaların dalga uzunlukları açısından holografik hafıza depo lama için gerekendir. EEG kalıpları, küçük dalga uzunluğu bileşenlerinin yeterliliğini göstermez. Dalga uzunluğu ne kadar küçükse, dalganın kodlayabileceği bilgi miktarı o ka dar fazla olur. Eğer bir nesne hakkında düşünürseniz, diye lim ki bir madeni para ve madeni paranın yüzeyinin detay larını görmek için basitçe ne gerektiğini hayal etmeye çalı şırsanız, bu konsepti kavrarsınız. Nesneyi görmek için kul lanılan ışığın çeşitli uzunluklarda dalgaları vardır. Eğer dal ganın uzunluğu görülecek detaydan daha uzunsa, dalga on dan yansıyamayacaktır. Görülecek detay ne kadar küçükse, o kadar kısa dalga uzunluğu gerekir. Hologramın "babası" Dennis Gabor, bir hologramda i çerilen bilginin hologramın alanının dala uzunluğunun ka resine oranına eşit olduğuna dair kapsamlı bir kanıt vermiş tir. Eğer küçük alanlı hologramlarınız varsa, çeşitli dalga u zunluklarında çok sayıda dalga ışınına ihtiyacınız olur. Her dalga boyunun oranını birlikte toplayarak, istenen herhangi bir miktarda bilgi üretebilirsiniz. Böyle bir kapsamlılığın be-
397
yin dokusunda mevcut olmayacağı görünür. Beyin dalgası holografiye başka bir itiraz, optik holog ramların hepsinin bilgiyi elde etmek için odaklanan araçlara gerek duymalarıdır. Ancak beyin dokusunda böyle bir me kanizmanın olduğu görülmez. Böylece bir beyin hologramı nasıl olabilir? Eğer beyin dokusuna dikkatlice bakarsak, muazzam sayıda üç boyutlu rastgele kalıpla korteks boyunca dağıtılmış ince ayarlı yan kılayıcılardan1 2 oluştuklarını görürüz. Bu beyin dalgası ho lografisine tamamen yeni bir boyut verir (isim vermek gere kirse, hologramın kalınlığı) ve bir beyin dalgasının bilgi i çeriğinde yeni bir tahmine olanak sağlar. Korteksin hacmi nin yankılayıcının hacmine oranıdır. Yankılayıcı ebadı tah minleri tipik olarak 0.02 metreküp civarındadır. Korteks ti pik olarak 2 milimetre kalınlığındadır ve eğer gerilirse alan olarak kabaca 1 .4 metrekaredir. Bu tahminen, bölgesel uyarı başına yaklaşık 106'dan 108 bite kadar bilgi verir. Bu bilgi miktarı tüm korteks boyunca yayılır ve gliyal hücreler ener jiyi özümsedikçe zamanla azalır. Buradaki anahtar, tüm kortikal hacmin hem holografik dalganın yaratımına hem de saptanmasına katılmasıdır. Bu öncelikli olarak yüzey veya alan kayıtları olan ışık-dalga ho Iogramlarından oldukça farklıdır. Sonra, Schrödinger dalgaları ışık dalgalarından farklı bir şekilde ortam yoluyla çoğalırlar. Schrödinger dalgaları frekanslarına bağlı olarak farklı hızlarda seyahat ederken, ı şık dalgaları bir ortam boyunca aynı hızda seyahat ederler. Bu özellik bilginin anında elde edilmesine olanak sağlar. Üçüncü olarak, bu Schrödinger dalgaları ortam yoluyla sapıp kırılırken (etkin olarak yayılarak) gliyal hücrelerde sa bit depolanan bilgilerden farklı görüntüleri akla getirirler. Bu sinema filmi gibi zamanla çözülen hologramların üretil mesi anlamına gelir, böylece bilgi algılandığında, zaman i-
398
çinde hareket olarak görünecektir. Işık-dalga hologramları bunu sergilemez. Dördüncü olarak, ortamda kaydedilen zamanla deği şen bilgiler, ortamda gömülü çok sayıda yankılayıcıya yolu nu bulur. Bu kaynaklar bilginin transmiterleri olarak da rol oynar, böylece mevcut herhangi bir odaklama aracına sahip olma gerekmez. Bunların hepsini bir araya getirdiğimiz zaman, beynin holografik bir ortam olarak rol oynayabileceğine ve Schrö dinger dalga enerjisini özümseyenler olarak rol oynayan gli yal hücrelerdeki ufak değişiklikler yoluyla engin miktarda hatıranın var olduğuna dair oldukça iyi bir beklentimiz o lur. Sadece bu değil, ama süperpozisyon ilkesi nedeniyle, gliyal hücreler bazıları yeni olaylardan gelen ve bazıları eski olaylardan gelen dalga bilgisinin süperpozisyonlarını ö zümseyebilir. Bu gliyal hücreleri uyaran referans dalgaya dayanarak, ilişkili hatıralar uyandırılabilir.13 Şimdi dış dünyada bir şeyin meydana geldiğini du yumladığımızda, bir dalga biçimindeki bilgi, ben, duyular yoluyla beyne girer. Karşılık olarak bu, korteks tarafından yayılacak olan güçlü bir referans dalgası, R, kuvvetlendirir veya uyarır. İ ki dalga toplanır ve enerjileri gliyal hücrelerde emilir. Eğer hücreler halihazırda bu belirli referans dalgası i le ilişkili bilgileri içeriyorsa, o zaman tüm bunların sonucu i lişkili bir görüntü dizisidir: depolanan görüntü v e girdi gö rüntü. Ö rneğin bizim, farklı açılardan görülse bile, bir masa nın masa olduğunu ayırt etmemize olanak sağlayan bu gö rüntülerin zengin ilişkisidir.
Gerçekliğe Uyanmak Beyinlerimizin holografik olarak işlediği ve tüm hafıza nın holografik engramların - gliyal hücrelerde bulunan de-
399
polanmış bilgi kayıtları - uyarılması yoluyla işlediği varsa yılarak, hala uyanık farkındalıkla rüya farkındalığı arasın daki farkı anlamamız gerekir. İ lk soru şudur, bir farkındalık eylemini ne oluşturur? Kullanabileceğimiz temel bir kriter var mıdır? Bir şeye bak manızı istediğimizi farz edin. Ne gördüğünüzün gerçekten farkında mısınız? Bir şeyin farkında olup olmadığınıza nasıl karar verebiliriz? Belki bir şeyi gördüğünüzü söylemeniz yeterlidir. Eğer böyleyse, buna bilincin kıstası diyebiliriz: bir şeyi gördüğünüzü bildirdiniz, dolayısıyla bir şeyin farkın daydınız. Veya belki görsel alanın sınırlı sayıda yönünün farkında hale gelebilirsiniz. Fizyolojist G.Sperling bir makalesinde deneklere bir sa niyenin bir parçası kadar zamanda, harf ve rakamlardan o luşan üçe üç karenin teşhir edildiği bir deney tanımlar.14 Teşhirden sonra, gözlemciler tipik olarak tüm harfleri göre bildiklerini iddia ederler. Ama sadece üç ya da dördünü a nımsayabilirler. Dolayısıyla bilinç raporu kriterini geçerler, ama onu doğrulayamazlar. Ancak denekler sürekli olarak dizilişteki her unsurun bilincinde oldukları konusunda ısrar ederler. Harflerin teşhirinden sonra deneklere dizilişte her hangi rastgele başlayan bir harf bildirmeleri istendiğinde, denek başarılıdır. Aslında araştırmacılar tarafından rastgele işaretlenen üç veya dört harfi anımsayabilirler. Bu, her ne kadar sembollerin sadece üç veya dördünü anımsayabilseler de, tüm harflere kısa süren erişimleri olduğunu akla getirir. Ayrıca tüm diziliş karşısında hatırlanan bölümler ara sında, beyinde rol oynayan tamamlayıcılığın bir kuantum çe şidini akla getirir. Herhangi bir bölüm tanımlanabilir, ama bu diğer bölümleri hatırlama açısından bütünü görebilmeyi siler süpürür. Hiçbir bölüm anımsanmadığı müddetçe bütün gö rülebilir, ama bölümleri tanımlama çabası onu siler süpürür. Dolayısıyla kişi, bütünü oluşturan dokuz sembolün a-
400
!anını gördüğünü hahrlar. Eğer kişiye ilk sıradaki veya ü çüncü sütundaki veya hatta diziliş üzerinde çapraz uzanan sembolleri söylemesini isterseniz, dizilişin hangi bölümünü soracağınız konusunda hiçbir fikri olmasa da, bunu yapabi lir. Üç veya dört sembolü anımsayabilir ve sonra aklı karışır. Sanki salt anımsama eylemi, anımsanan şeyi değiştirir. Bu kuantum sistemin gözleminin anlamlılığıdır. Bütünü hatırlamakla ilgili eylem, bölümleri hatırla makla ilgili olan işlemlerde bulunmaz. Bölümleri tanımla madaki eylem, bütünde değildir. Dolayısıyla bir kişi üç veya dört bölümü tanımlamaya kalkışırsa, kalan bölümler kaybo lur. Şimdi anı hatırlamanın bu özelliği, dönen bir parçacık i çin bir kuantum sistemi ilgilendiren eyleminde belirsizlik il kesi açısından fizikçilerce oldukça iyi bilinir. 15 Yani hafızanın farkındalıkla olan ilişkisinde bu bize ne yi anlatır? Farkındalığın hafıza olmadan imkansız olduğunu ve anı hahrlama işleminin seçici olduğunu ve kuantum fizik yasalarıyla yönetildiğini öne sürer. Bir şeyi hatırlamaya ça lıştığımızda, neyi hatırlayacağımıza dair seçimimiz, tamam layıcılık kuralını takip eder. Ayrıca bize hatırlamanın aktif bir işlem olduğunu ve hatırlama işlemi bir kez harekete ge çirildiğinde, bilgiyi hatırlamanın farklı yollarının silinip git tiğini anlatır. Bu demektir ki, hatırladığımız şey sadece kay dedilmiş bir gerçek değildir, ama nasıl hatırlamayı seçtiği mize bağlıdır. Eğer yukarıdakilerin hepsini bir fındıkkabuğuna ko yarsak, aklın hatırlamada ve farkında hale gelmede kuan tum mekcmik olarak hareket ettiği sonucuna varırız. Eğer şimdi kuantum mekanik işlemlerin Schrödinger olasılık dal galarıyla tanımlanabildiği ve beyin hologramının iyonik Schrödinger dalgalarından yapıldığı gerçeğini dahil eder sek, farkındalığın kuantum fizik yasalarının taklidi veya benzeri bir diz yasayla yönetildiği sonucuna varırız. Şimdi
40 1
elbette bu çok spekülatiftir. Ama benzetimi biraz daha ileri taşımama izin verin. Yukarıda gördüğümüz üzere, sıradan uyanık farkında lık boyunca, bu iyonik Schrödinger dalgaları biçiminde yeni bilgi yaratılır. Bu bilgi, korteksi, tüm korteks boyunca refe rans bir dalga göndermesi için uyarır. Eğer yeni bilgiyle u yarılmış referans dalgası, depolanmış bir referans dalgası artı eski bilgi dalgası bileşimi ile eşleşirse, yeni bilginin ve depolanan bilginin süperpozisyonu kortekse ortaya çıkar. Bu korteksin duyulardan gelen bilgi dalgasına eklenen de polanan bilgilerin kısa süreli görüntülerini üretmesine ne den olur. Böyle bir durumda yeni veya duyumsal bilgi, de polanan bilgiyle eşleştirilir ve dış dünyayı "gördüğümüzü" (veya duyduğumuzu veya hissettiğimizi veya tattığımızı ve ya kokladığımızı) söyleriz. Dış dünyayı algılamak, sadece "orada" algılamaktan daha karmaşıktır, çünkü oradadır. Örneğin, daha önceki bir bölümde bahsettiğim üzere, Nobel ödüllü fizyolojist Georg von Bekesy tarafından toplanan veri, görme duyularından yoksun bırakılan deneklerin gerçekten duyumları, bedenle rinin bölümlerinin mevcut olmadığı bir uzayda hissedeceği ni göstermiştir. Bu beyinde holografik bir eylemin ve beynin "orada lık" durumunu yaratabilmesinin hatırlatıcısıdır. Görme du yusu kesildiğinde "orada" uzayda bir şey hissetme duyu-mu, normal görüşte "orada" bir şey görme duyumundan daha gi zemli değildir. Eylem, bizim yansıtma diyeceğimiz şeyle ilgi lidir. Bu yansıtma "orada" olarak hatırladığımız şeye dayanır. Fizyolojist Benjamin Libet tarafından toplanan verinin, bir olayın zamanına dair duyumumuzun bile yansıtıldığını ileri sürdüğünü hatırlayın. Verisi, deri uyarımı gibi bir olayın far kındalığının ortaya çıkmasının olayın öznel zamanlamasın dan tam yarım saniye sonra meydana gelmesinin ikna edici
402
bir resmini verir. Başka bir deyişle, olayı zamanda geri yan sıtıyoruz. Buna zaman yönlendirmesi adını vermiştir. Dolayısıyla duyularımıza giren verilerden ve beyinleri mizden halihazırda kayıtlı olan verilerden gerçeklik inşa e deriz. Görme duyumu örneğinde, aslen gördüğümüz şey her iki bilgi dalgasının girüş olarak yeniden yaratılmasının süperpozisyonudur. Retinadaki bilgi beyne gönderilir ve be yin karşılık olarak kaydedilmiş bilgisini gönderir ve ikisi birlikte "oradalığın" duyum gerçekliğini meydana getirir. Bu suretle "orada" gerçeklik aslında yeni bilgi dalgala rının biçiminde kodlanmış duyumsal verinin ve eski bilgi dalgalarından meydana gelmiş kayıtlı verinin süperpozis yonudur. Yeni bilgi dalgaları, beyin korteksi yoluyla, eski bir bilgi dalgasını üreterek "parlaması" için referans bir dal gayı uyarır. İki bilgi dalgası toplanır ve gerçeklik adını ver diğimiz görüntüyü üretir. Bir fındıkkabuğunda: farkındalık hafıza gerektirir. "O rada" uyarıları "burada" bilgisini üretir. "Burada" bilgisi, "oradaki"uyarıcılarla eşleşir. Eşleşmeye gerçeklik denir. Bu "teori" daha önceden bahsedilen "uyanık rüya" fenomeni nin ve rüyaların ev sahibini de açıklar.
İrade ve Gerçeklik Rüyası: "Holoriiya "da "Ben " Rüyalar holografik olarak nasıl tezahür eder? Çeşitli türlerde rüyalar vardır. Uyuyan bir rüyanın ilk kıstası, dış dünyadan duyumsal verinin beyin sapı mekanizmaları ile kesilmiş olmasıdır. Bu demektir ki, referans dalgaların uyarı kaynağı artık dış dünyadan gelen yeni bilgi değildir. (Şu an için Freud'un siz uyurken bir rüyayı teşvik edecek evdeki gürültüler gibi dış olaylarla ilgisini görmezlikten geliyoruz.) Şimdi referans dalgalarının görünümünü ne uyarır? Cevabı, rüya içeriği ve bir rüyanın zaman olarak uzunluğu
403
veya berraklık derecesi veya bazı rüyalarda meydana gelen tanıklık gibi etkenler açısından rüyaların niteliği ile ilgili çok sayıda farklı şey söylemesi açısından bu, anahtar sorudur. Cevap, Allan Hobson ve Robert McCarley'nin rüya görme nin aktivasyon-sentez modeli ile başlar. Önce modelin başlı ca özelliklerini gözden geçireceğim ve sonra kendime ait fi kirlerimi ekleyeceğim .1 6 Daha önce açıkladığım gibi, 1977'de Hobson ve Mc Car ley, rüyaların psikanalitik alanı neredeyse tutuşturan bir nö rofizyolojik modelini17 sundular. Bir rüya durumu üretkeni nin beyin sapında yerleştiğini ve bu üretkenin, girdi ve çıkh motor aktiviteyi engelleyerek ve aynı zamanda beyin sapı ta rafından yaratılan kısmen rastgele dürtülerle birlikte onu et kinleştirerek önbeyni (korteks) uyararak, düzenli aralıklarla rüya durumunu ürettiğini veya tetiklediğini ileri sürdüler. Rüya görmenin birincil harekete geçirici gücünün psi kolojik değil, ama fizyolojik olduğu sonucuna vardılar. Ayrı ca bu rastgele beyin sapı kaynaklı uyarıcıların rüya görün tülerini oluşturmakta kullanılabilecek uzaysal olarak belirli bilgiler sağlayabileceği sonucuna da vardılar. Rüya tuhaflık ları da ne psikolojik etkenlere bağlıydı, ne de rüyalar bastır manın kılık değiştirmiş biçimleriydi. Ama sadece uyarıcıla rın rastgele sonuçlarıydılar. Şu şekilde yazdılar: " Önbeyin, beyin sapından kendisine gönderilen görece gürültülü sinyallerden kısmen bağdaşık rüya görüntüleri ü retirken kötü bir işin en iyisini yapıyor olabilir. Dolayısıyla rüya işlemi kaynağını çok az veya hiçbir temel düşüncel, i radeli veya duygusal içerik ile duyu-motor sistemlerinden alıyor gibi görünür. Bu kavram dikkat çekici bir şekilde "rü ya düşüncelerinden" veya Freud tarafından rüyanın temel uyarıcısı olarak görülen dileklerden farklıdır." Hobson ve McCarley bizim rüya içeriğini zayıf hatırla-
404
mamızı "uyanmaya karşı dikkatli etkilenen bir durum deği şikliğinin, çok yüklü rüya malzemesini bile verimli hatırla masını üretebileceği için duruma bağlı amnezi" olarak açık lar. Dolayısıyla eğer bir rüyadan çabucak kalkarsanız, eksik liklerinizin nahoş bir hatırlatıcısı olsa dahi, onu oldukça iyi hatırlamaya meyilli olursunuz. Bu suretle şu sonuca vardı lar: "Rüyaları unutmaya açıklama getirmek için bastırmayı çağırmaya gerek yoktur." Elbette bu teori, Freudyenler arasında büyük bir çal kantıya neden oldu. Görünen oydu ki, Freudyenlerin ilgili oldukları Freud değildi; rüyalardı. Tüm rüya aktivitesinin rastlantısallığa atfedilmesi, rüya araştırmaolarına son derece kışkırtıcıydı ve eminim ki bu makale rüyalarını etkilemiştir. Ama beyin sapı uyarıcılarının rastgele bombardımanı rüyaları nasıl etkiler? Hatta herhangi bir rüya duyumu nasıl meydana gelir? Burada anahtar, Hobson'ın grubunda çalı şan fizikçi David Kahn'ın benimle tartıştığı beyin sapı me kanizmasının detayında yatar. Uyanık bir an sırasında beyin sapındaki aminerjik sis tem esasen iki molekülün düzenli olarak beyne salımıyla iş ler, norepinefrin ve serotonin. Kahn bu moleküllerin bizi dikkatli tuttuğunu açıklamıştır. Bu, oraya baktığımızda, ar ka plana karşıt olarak ön planı görmemize olanak sağlar. Böylece, siz kalabalık, gürültülü bir odada biriyle konuşur ken, çevrenizdeki seslerden dikkatiniz dağılmaz. Ama o sis tem bir kez kesildiğinde, arka plan ön plan kadar önemli hale gelir ve sonra odaklanma kabiliyetinizi kaybedersiniz, oradaki uyarıcıya katılma kabiliyetinizi kaybederseniz. Bu uyku sırasında ve daha çok rüya görme sırasında ne olduğudur. Hazır bulunma kabiliyetinizi kaybedersiniz. Ve aynı zamanda beyin sapındaki kolinerjik sistem iletime ge çer, beyni etkinleştirir. Beyin sapının belirli bir bölgesinden bu sistem tarafından üretilen başlıca molekül, asetilkolindir.
405
Hobson ve diğerleri, beyin sapındaki kolinerjik merkezi be lirlediler ve bu sistemin hem tonik - sürekli - bir şekilde hem de fazik - patlamaya benzer - bir şekilde ateşlediğini gösterdiler. Bu patlamalara ponto-geniculo-occipital (PGO) dalgaları veya patlamaları denir. Son derece ani yükselişte dirler. Soru şudur, eğer varsa, rüyanın kognitif eylemleri ile kolinerjik patlamalar arasındaki bağlantı nedir? PGO dalga larıyla kesintiler arasında bir bağlantının var olduğuna i nanmak için bir neden vardır - rüyalarda olan değiştirme ler. Ancak bunun üzerinde daha çok çalışma yapılmalıdır. Kahn bana beynin rüya görmede, uyumaya karşı, uya nıklığa karşı, kimyasal olarak farklı bir hayvan olduğunu anlattı. Bugüne kadar belirlenen amienrjik sistemdeki kim yasallar, serotonin ve norepinefrin molekülleri, rüya sırasın da sıfıra iner ve asetilkolin salan kolinerjik sistem, rüya sıra sında uyanık halde olduğundan çok daha yüksek bir hızda ateşlenir. Burada anahtar, hazır bulunma kabiliyetidir - seçim yapmak için kabiliyetin farkında olma - neye dikkatini vere ceğinin üzerinde iradeli kontrole sahip olma. Ne ölçüde bu nu yapabiliriz ve kişi uyanıklıktan uyku durumuna rüya görmeye geçtiğinde bu kabiliyet nasıl değişir? Eğer Kahn ve Hobson haklıysa, iradeli farkındalık kimyasal olarak ayarla nır: iki beyin sapı mekanizması arasındaki etkin savaşa da yanır - aminerjik ve kolinerjik sistemler. Biri aktifken, diğeri pasif görünür. Rüya içeriğinin büyük ölçüde beyinde bulunan bu kimyasalların oranıyla belirlenmesi, özellikle kişinin rüya nın farkında olduğu ve rüya sırasında iradenin farkında ol duğu derecede mümkün müdür? Öncelikle irade ile neyi kastettiğimize bakmamız gere İ kir. lk olarak John Lilly, sonrasında fizikçi Saul-Paul Sirag ve diğerleri tarafından tanımlandığı üzere, ketamin ilacıyla
406
yapılan deneylerden, bu ilacın çok farklı bir farkındalık biçi mi başlatabileceği görünür - yani şöyle ki, neredeyse hiç be densel farkındalık olmaz! Bu kitap için araştırmamın bir parçası olarak Saul-Paul Sirag ile ketaminle ilgili deneyimleri hakkında konuştum. Normalde bu ilaç, genel anestezi olarak hem insanlarda hem hayvanlarda kullanılır. 1970lerdeki psikoaktif ilaç araşhr masının etkin döneminde, birçok insan o dönemde yasal olan aklı değiştiren maddelerle deneyler yapmaya başladı. Saul Paul bu sırada ketaminin yarı-tıbbi dozajını aldı ve bir hbbi çalışma sırasında, bir fizikçi olarak, ilaç üzerinde etkisini göstermeye başlarken kendini gözlemlemeye karar verdi. İlacı aldıktan hemen sonra gözlerini kapaması söylen di, çünkü ilaç tam etkisini gösterdiğinde, tüm istemli kaslar, uyku durumunda olduğundakine çok benzer şekilde, felçli hale gelecekti. Gizleri açık tutmada biraz tehlike vardır, çün kü göz kırpamazsınız ve gözünüzün yüzeyini ıslatamazsı nız. Ancak Saul-Paul ketamin belirtilerini gösterirken görüş alanına ne olduğunu izlemek istedi. Gözlerini kapamak iste diği zaman, yapamadı. Görüş alanını izlerken, önce bir Ma tisse tablosu gibi düzleştiğini fark etti. Sonra çok boyutlu, soyut ve dinamik - çok aktif - hale geldi. Müzik çalıyordu ve tüm müzik görüş alanındaki değişikliklerle eşzamanlıy dı. "Ben" hissi yoktu, sadece farkındalık vardı. Etki vardı: huşu, korku ve sevinç duygusu. Ama bir fizikçi olarak, bir amacı olduğunu da hatırladı, neler olup bittiğini çözmek. Bu, deneyimin zorlanan bir ö zelliği değildi. Çözmesi şart değildi. Kişinin ayağını gaz pe dalından çekmesine rağmen, arabanın motorunun yüksek hızda çalışmaya devam etmesi gibiydi. Bir hipotez ardından diğeri yaratılıyordu ve anında görüş alanında test ediliyor du. Hiçbir şey çalışmıyordu, hiçbir şey açıklanamıyordu. Yaklaşık kırk beş dakika sonra, benlik kendine gelmeye
407
başladı. En ilginç olarak bunu buldu . Gözleri üç boyutlu görmeye başlayabilmesi için tam yeteri kadar hareket edebi liyordu ve bir perspektif başladı. Bu meydana geldiğinde, u zayda belirli bir nokta, perspektifin odağı ortaya çıkar. O dak olmadan "ben" yoktur. Deyim yerindeyse bir "ben" için bir göz. (Yazar burada İngilizce "eye (göz)" kelimesi ile oku nuşu aynı olan "l(ben)" arasında bağlantı kuruyor.) Bu işle min ego veya özbenle ilgisi olduğuna dair hiçbir fikri yoktu; basit olarak odak noktasını bulmaya çalışıyordu. Böylece bu noktayı bulmak için elini hareket ettirdi ve yapamadığını gördü. Aslında ortaya koyduğu üzere, "Kafam engelliyor du, ama artık bir kafam olduğunu bilmiyordum." Sonra elini dalgaya benzer bir hareketle hareket ettirdi ve elini görüşünün elinin içalgısı ile eşzamanlı olmadığını gördü. Görsel el, eylemsizliği takiben hareket ehneye de vam ediyordu, ama bu onun hissettiği değildi. Kademeli o larak görsel elini hissettiği el ile senkronize hale getirdi. Bu meydana gelirken, "ben" hissinin irade hissiyle birlikte ge liştiğini fark etti. Böylece "ben"in iradeyle derinden bağlı ol duğunu anladı. "Ben" iradeli olarak dünyada hareket edene kadar, bir "ben" yoktur. Ancak, mistiklerin sayısız çağlar boyunca söylediği ü zere, bu "ben" olmadan farkındalık vardır. Ama bunu dene yimleyene kadar inanması çok güçtür. Dolayısıyla anahtar bir içgörü, irade olmadan özben ol madığıdır. Bundan bir şeyleri itip kakmadan özben olmadı ğını topladım - bir nesnellik hissi. Ö zben, ben olmayan his sinin varlığından orada ortaya çıkar - bir orada. Benim "öz ben" dediğim şey, duyularım yoluyla hissettiğim benliğim dir. Böylece egom kendi başına var olmaz. Yönlendirilebilir farkındalıktan ortaya çıkar - bilincin iradeli yönü. Yani bir saf farkındalık durumunda, ne istemli kaslarını ne de dü şüncelerini değiştirme gücünün hiç olmadığı dış dünyanın
408
görsel olarak deneyimlerine sahip olarak, hiçbir özben hissi mevcut değildir. Hafıza da bu deneyim sırasında değişir. Saul-Paul bir bedene sahip olduğunu hatırlamadı . Bana şunu söyledi: "Eğer hatırlayabilseydim, bir bedenim olduğunu bilir dim. Şimdi hipotez kuruyorum ve mantık yürütüyorum ki, eğer bedenimi hatırlayabilseydim, bir "ben" hissine sahip o lurdum. Örneğin, bir zamanlar bir bedenim olduğu ve şim di olmadığı düşüncesi olabilirdi. Kendimin hissine bir kim lik olarak sahip değildim. Sadece görme ve işitme farkında lığı vardı, ama içalgı yoktu ." Deneyi gözetip denetleyen birlikte olduğu insanlar, de neyim sırasında onunla konuşmadılar. Deneyimden çıktığın da, hemen hakkında konuşmasını sağladılar. "Eğer anında konuşmasaydım, hiçbirini hatırlamazdım." diye anımsıyor. Deneyimi anımsama kabiliyetini kaybetme yönü, uyan dıktan sonra rüyayı anımsamaya çalışmaya çok benzer. Rü ya durumunda genel olarak insanlar yaratırsınız ve onlarla konuşursunuz, onlar sizinle konuşur. Aynca onlarla yer de ğiştirebilirsiniz. Sirag hatırladı: "Rüyalar hakkındaki garip şey budur. "Ben" hissi ora dadır, ama daha zayıftır. Eğer rüyamda seni görürsem, rü yamda senin gözlerin vasıtasıyla dışarı bakmaya başlayabi lirim veya bir roman yazarken olduğu gibi seninle kaynaşa bilirim. Modern romanlar, roman yazarının sesi farklı ka rakterlere büründükçe - hikaye farklı karakterlerin gözleri yoluyla görülüyor - giderek daha çok rüyalara benziyor. Ketaminle insanlar olmadan bir rüya durumu gibiydi; soyut bir rüya durumu. Bir rüyada dünya bir kabarcık içindedir, çok yerelleş miş bir gerçeklik - roman başlamadan önce hiçbir şeyin ol madığı bir roman gibi. Planımda rüyaları nasıl modeleyece ğimi bilmiyorum, ama değişmiş durumlar hakkında genel
409
olarak sahip olduğum bir fikir ve rüyaların en alışıldık deği şik durum olması, uzayın canlı olduğudur. Bu demektir ki, sadece matematiksel bir kurgu değildir, gerçektir." Eğer Saul-Paul'un ketamin açıklamasını bilinçli deneyi min eşsiz ama normal bir durumunu temsilen alırsak, irade nin özbenin eşzamanlı farkındalığı olmadan meydana gele meyeceği sonucuna yöneltiliriz. Başka bir deyişle, içgözlem irade ile derinlemesine bağlıdır. Bu, rüyalar hakkında çok sayıda şeyi açıklayacaktır. Bedenin motor sisteminin rüya uykusu sırasında felçli olduğu gerçeği, o zaman rüya sıra sında insanların hareketlerini yönlendirme kabiliyetlerinin olmamasını açıklayacaktır. Rüya, onları kendi yolculuğuna çıkarır. Ama peki ya lü3id rüyalar? Burada rüyada ortaya çı kan bir iradeli yanı görüyoruz. Rüya gören rüya gördüğünü biliyor ve eyleme geçebiliyor. Lüsid rüya bilim adamları tarafından araştırma da, kişi lüsid rüya görürken dış dünyaya sinyal göndermenin müm kün olduğuna işaret eder. Yöntem yeterince basittir. Rüya gören, REM'i kontrol etmek için, gözlerini hareket ettirerek araştırmacıya sinyal vermek için iradesini kullanır. Bir rüya sırasında REM olması, tüm kassal aktivitenin askıya alınma dığına işaret eder. Bazı irade gücü mevcuttur. Ve gerçekten bazı rüya görenler, araştırmacılara rüya gördüklerine dair sinyal verdikleri zaman, rüyaları üzerinde daha çok kontrol elde edebildiklerini bildirdiler. Bir arada gider. Dış dünyaya sinyal vermek için, rüya görenin iradesi olmalıdır ve bir kez bu kurulduğunda, rüya gören rüya üzerinde daha da çok kontrol sağlar. Böylece bu bizi nerede bıraktı? Bundan sonra "ben"in ortaya çıkma şekline bakmamız gerekir. Onun içinden bu rüyalar dünyasının son yönü gelir. Çok sayıda şeyi, özellikle rüya görürken veya hatta uyanıkken kasıtlı kontrolün eksik1 iği veya fazlalığını açıklayacaktır.
41 1
20. BÖLÜM
RÜYA GÖREN ÖZBEN ÖZBENİN SİNİRSEL OTOMATTAN DOGUMU Rüyanın sürdüğü kadar uzun, bilinç yansımada bağlanamaz. Kendi azalması boyunca taşınır ve süresiz olarak görüntüleri ele geçirmeye devam eder. - Jean-Paul Sartre Hayal Gücünün Psikolojisi (The Psychology of Imagination)
Rüyasında kelebek olduğunu gören Chuang Tzu muyum, yoksa Chuang Tzu olduğunu gören bir kelebek miyim bilmiyorum. - Chuang Tzu - Ancient Çinli filozof
Beynin hologramlan yaratmada nasıl yetenekli olduğu nu ve içlerinde taşman bilginin hem gliyal hücrelerde depo landığını hem de kortekste belirli bir referans dalgası uyarıl dığında kurtanldığmı yeni gördük. Ayrıca kişisel farkında lık için hafızanın gerekliliğine ve bir rüyada özben hissinin nasıl nüfuz ettiğine ve genişlemiş hale geldiğine baktık. Aklı değiştiren bir ilaç olan ketamin alan bir bilim adamının de neyimlerini rüya farkmdalığının bir örneği olarak alarak, "ben" hissinin güçlü bir şekilde beden farkındalığı ve kişi nin eylemlerinin iradeli kontrolü ile bağlantılı olduğunu
412
gördük. Azalan beden farkındalığı ve iradeli kontrol ile öz ben zaman ve uzayda genişliyor veya yön tayinini kaybedi yor gibi görünür. Tamam kabul, ama modelde hala büyük bir sorun var: Tüm bunlarda seyreden nerede? Sonunda hangi mekaniz maya ulaşıldığı fark etmeksizin, bir önceki bölümde bahset tiğim üzere ister bir holografik model olsun, daha önceki bölümlerden birinde bahsettiğim üzere ister bir nöral ağ modeli olsun, başlıca problem hala, tüm bu nöral zevkte gözlemci nasıl ortaya çıkar? Yukarıdaki Sartre'den alıntının ileri sürdüğü üzere ve ketamin etkisi altında kişinin içgözlem yeteneğinin hissini kaybetmesi iradeli kontrolün eksikliği raporlarından, özben sorununa ve rüyalarda algılanan aşikar kaybına veya yayıl masına yönleniriz. Aslında uyanık farkındalıkta bile aynı "özben" proble mini düşünmeye yönleniriz. Rüya araştırmacısı Gordon Globus uyanık hayattaki ve rüyadaki hayattaki düşüncesiz farkındalık arasında hiçbir fark olmadığını ileri sürer. Rüya mı görüyoruz yoksa uyanık mıyız arasındaki fark, biz bi linçliyken kendimizin farkında olup olmadığımızdır.1 Bu kitabın başlıca teması olan özbeni geliştirmek için rüya gördüğümüz, rüya görmenin benlik kavramının ortaya çıktığı bir zemin olduğunu ima eder. Dolayısıyla kişi rüya görürken mevcut olan bir özben var mı diye sorabiliriz. Ce vap ne evet ne hayırdır, ama belkilerin geniş ve değişen bir tayfıdır veya başka bir deyişle, belki özben bir elektron gibi dir; sabit sınırlar ve özelliklerle bir şey değildir, farklı du rumlarda var olabilen bir kuantum sistemdir. Kişisel farkındalığın dereceleri için kanıt, bir önceki bö lümde gördüğünüz üzere, değişmiş bilinç durumu araştır ması yoluyla, bize rüya araştırmaları yoluyla gelir. 12. Bö lüm'de sunulan lüsid rüya açıklamaları, kişinin lüsid olarak
413
rüya gördüğü zaman kişisel farkındalık olduğunu gösterir. Dr. Jayne Gackenbach'ın araştırması sadece bunu göster mekle kalmaz, aynı zamanda transandantal meditasyon ya panların ve diğerleri ile çalışması yoluyla, derin uyku aşa malarında olduğu kadar rüyalarda bile kişinin farkında ola bilmesinin mümkün olduğunu gösterir. Buna "tanıklık du rumu" der. Belki bu tanıklık durumu, bölümün epigrafında Chuang Tzu'nun deneyimleri ile atıfta bulunulandır - kişi herhangi bir "özben" hissini kaybeder ve bir avantaj nokta sından herhangi bir uzay-zaman kısıtlamasının ötesinde bir özbenin varlığı ile ilgili sadece merak edebilir.
Büyüyen Özben: Lüsid Aydınlanmanın Aşamaları Athabasca Üniversitesi'nde bir asistan ve Edmonton, Kanada'da, Alberta Üniversitesi'nde hem Eğitim Psikolojisi Bölümü (Department of Educational Psychology)'nde ve hem de Faculty of Extension'da öğretmen olan Jayne Gac kenbach, lüsid rüyalar çalışmasında başlıca uzmanlardan biridir. Lüsid rüya görme farkındalığının hızla büyüyen ala nında çeşitli kitap, çok sayıda makale, kitaplarda bölümler yazmıştır. Bu araştırma, bizim özben dediğimizin farkında lık seviyelerine dayanan bir yapısı olduğuna ve bir fizikçi nin bir maddeyi incelerken atomik yapısına bakmasına ben zer şekilde, rüyalarda bu yapıyı inceleme fırsatımız olduğu na işaret eder. Tıpkı "orada" uyanık gerçekliğin bedenin ha reketinin deneysel manzarası olması gibi, rüya da aklın ha reketinin deneysel manzarasıdır. Takip eden kısmın büyük bölümünü, büyük miktarda Gackenbach'ın çalışmasından aldım ve kendi düşüncelerimi ekledim. Eleştiri makalesinde2 Gackenbach, çeşitli meşhur lüsid rüya araştırmacısının görüş açılarını sağlar. Hiçbir istisna ol maksızın hepsi, lüsid rüyaların bizi, özbenin bilinçle olan i-
414
lişkisinin yeni bir anlayışı ile temin ettiğini ileri sürer. Bu ça lışmalardan ortaya çıkan şey, bilincin özbeni çok az veya hiç hissetmeden özbenin dünyada, ister rüya dünyası ister uya nık dünya olsun, tam bilişsel ve farkındalığına kadar uzan dığı geniş bir alanda seviyelerinin olduğunu öne sürer. Ay rıca Gackenbach berraklık ötesinde daha yüksek beş seviye nin olduğuna işaret etmiştir. Dolayısıyla, tıpkı bir kişinin bebeklikten fiziksel gelişi minin kişinin kişisel farkındalığındaki bir büyüme ile eşleş mesi gibi, zihinsel gelişmenin, öz-yapılandırmasının ve da ha fazla kişisel farkındalığın benzer bir dizisi biz uyurken meydana geliyor olabilir. Bilincin evrimi için rüya bir fırsat haline gelir. Aslında rüya, bilincin kenarını doğanın deney sel bilemesidir, benlik kavramının gelişimi yoluyla tam ifa desiyle gerçeklikle kapışmasına olanak sağlar. Bu çizgiler arasında Alan Moffitt ve Kanada'da Carle ton Üniversitesi'ndeki meslektaşları, E.Rossi3 tarafından ya pılan önceki çalışmaya dayanarak, rüyalarda mevcut olan kişisel farkındalığı ölçmek için dokuz seviyeli bir Öz-Düşü nümsel Ölçek'i geliştirdiler. Rossi rüya görmenin kişiliğin o luşmasına ve kişisel yetkinliğin gelişimine yardım ettiğine i nanır ki benim kişisel görüşüme güçlü bir şekilde benzer. Gackenbach tarafından sunulan Öz-Düşünümsel Ölçek üze rinden geçerek, kendi gözlemlerimi Moffitt ve diğerlerinin ölçeğine dayanan ve uyanık bir bireyin kişiliğinin veya psi kolojik büyümesinin aşamalarının üzerinde olan beş seviye açısından ekledim.
Rüyadaki Beş Seviye O seviyesinde veya zemin seviyesinde4 rüya gören rü yada bulunduğunun farkında değildir. Bu seviyeyi bir bebe ğin uyanık farkındalığına veya hatta fetal farkındalığa eşit
415
tutarım. B u seviyede özbenin ve diğer şeylerin çok az kimlik hissi ile saf farkındalığımız vardır. Bunu yüzen bilinç veya evrensel bilinç olarak etiketledim. 1 . seviyede rüya gören rüyayla ilişkili hale gelir. Bu, ço cuk kendini dünyanın geri kalanından ayırt etmeye başladı ğında ilk uyanık çocukluk deneyimlerine benzer olabilir. Se viyeyi oynak, ama tam kendini bilen olmayan olarak nite lendiririm. Bu bakımdan birkaç yıl önce danışmanlık verdi ğim Cali fornia ilköğretim okulundan doğuştan kabiliyetli çocuklara dair kendi gözlemlerim var. 4. sınıfla 6. sınıf ara sındaki çocuklar, kayda değer merak ve aynı zamanda ço ğumuzun o kadar çekici bulduğu masumiyeti gösterir. 2. seviyede rüya gören, bir fikir üzerinde düşünebilir. Belki bu on iki yaş yıllarına veya ergenlik öncesi dönem yıl larına denk gelir. Bu seviyede, çoğunlukla aksilik ve utan gaçlıkla belirgin olan kişisel farkındalığın başlangıçlarına ve mantık gücünün başlangıcına sahibiz. Bu seviyeye, 7. Sınıf tan 9. sınıfa kadar olan çocuklarda tanık oldum. 3. seviyede rüya gören rüya sırasında bir önceki katılım ve gözlem seviyesinin eşzamanlı olarak farkındadır. Bu evre yi, ergenlik ve yetişkinliğe büyümeyle eşit tutarım.Gelişmede bu seviyeye ulaştığımızda, kendimiz üzerinde yansıtabiliriz ve varlığımızı ve diğerleri üzerindeki etkimizi belirleyebili riz. Ayrıca dünyada ne yaptığımız üzerinde düşünebiliriz. 4. seviyede rüya gören bilinçli olarak rüya gördüğü gerçeği üzerinde düşünür. Bu lüsid durum olacaktır ve kişi sel gelişime kıyasla spiritüel veya mistik farkındalığa teka bül edecektir. Bu seviye, insanların büyük çoğunluğu tara fından deneyimlenmemiştir. Çoğu 3. seviyede bir yerde sı kışmış görünür. Kanada'da Brock Üniversitesi'nde Harry Hunt da lüsid rüyaların kişisel farkındalıkta bir büyümenin yansıtıcısı ol duğuna inanır.5 Rüyaları, yine kişisel farkındalık dereceleri
416
üzerinde ölçeklenen ayrı, niteliksel olarak farklı deneyimler açısından görür. Rüyada uyanabilme, meditatif gelenekler de kişisel farkındalığın gelişimine önemli biçimde benzer. Meditasyon ve lüsid rüya görme sırasında, genellikle büyük saadet, pozitif dış görünüş ve neşe hissinin eşlik ettiği, bağ lanhsız ama algısal bir farkındalık gelişir. Tam uyanmış "ben" hayattan daha çok zevk alabilir ve genel yayılma his sedebilir. Günlük hayatın tekdüzeliği "renk" alır ve merak ve huşu durumunda ortaya çıkar. Daha önceki bir bölümde zaten Kaliforniya Üniversite si araştırmacısı Charles Tart'ın lüsid uyanma kavramından bahsettim ve bu açıdan Tart'ın kavramıyla diğer lüsid rüya araştırmacılarınınkiler arasında, berraklığın daha çok kişisel farkındalığa işaret ettiği anlaşmayı buluruz. Gackenbach doğal olarak meydana geldiği zaman ber raklığın daha büyük bir kişisel farkındalığın ortaya çıkma ve daha yüksek seviyede bir bilinçliliğin tezahürünün işare ti olduğuna inanır. Öte yandan, Stanford Üniversitesi araş tırmacısı . Stephen LaBerge, berraklığın alıştırma yoluyla el de edilebileceğine ve çalışmasından anladığım kadarıyla, bi linçte herhangi bir gelişime işaret etmesinin gerekli olmadı ğına inanır. Sadece bir tanıma eşiği adını verdiği şeyden di rilen diğer tüm şemalar gibi üretilen başka bir "şema" (düzenleme ilkesi)'dır. Özünde, berraklık çoğu bireyin sade ce bu aracı kullanmaya karşı kavramsal engeli olduğu için geliştirmediği kognitif bir araçtır. Bu araca inanmazlar veya gerekli bulmazlar. Gackenbach için berraklık farkındalığın evrimi için son nokta değildir. Kendisine transandantal meditasyon uygula yıcıları tarafından bildirildiği üzere, kişinin ek olarak beş "aşamadan" geçtiği "tanıklık" denilen daha da yüksek bir seviyenin başlangıç noktasıdır. Lüsid rüyalar sırasında kişi, kişinin rüya gördüğünün farkında ve diğer bir kişi hala deri
417
ve beden rüya sınırları içerisindedir. Bir bakıma hayali ego var gibidir. Tanıklık sırasında kişisel farkında lığın yeni bir durumu mevcuttur. Rüya gören lüsid rüyanın dramından daha çok ayrılmanın farkında hale gelir. Ancak rüya gören karaktere bürünmek veya geri çekilip sadece tanıklık etmek seçenek leri kalır. Böylece duygusal içerik solar gider. Biri rüyadan ayrıdır ve biri duygusal yüklenme açısından ne olduğunu gerçekten önemsemez. lowa'daki Maharishi Üniversitesi'nden Charles Alexan der ve meslektaşları, tanıklığın sadece lüsid rüyalarda değil, derin uyku sırasında da veya başka herhangi bir bilinç du rumu sırasında da meydana gelebileceğine ve bu yüzden dördüncü bir bilinç durumu olduğuna işaret eder. Daha sonraki bir makalede Alexander, sıradan bir lüsid rüya (OLD) ile lüsid tanık rüya (LWD) arasındaki farkı ta nımlar.6 Bir OLD sırasında, uyanıklık sırasında normalde mevcut olan kognitif kapasiteler etkinleştirilir ve kişi iradeli olarak rüya dünyası içinde faaliyette bulunur. Ancak, kı�ı nin farkındalığı bir hayali egoya, kendinizi uyanıkken tanı dığınıza çok benzer olarak tanıdığınız kişiye, bağlıdır. Tıpkı dünyada olmanız ve endişe ve kederleriniz olması gibi, OLD'de benzer bir durum ortaya çıkar; rüya tarafından tü ketilirsiniz. LWD sırasında kişi şaşırtıcı bir şekilde bilinçlidir, ama o bilinçliliğin nesneleri "içerik açısından özgürdür", histen veya kelime tariflerinden, duygusal yükten veya herhangi bir sınırlamadan yoksundur. Aslında bu lüsid tanıklık duru mu bir LWD veya uyanık bilinçlilik, derin uyku veya medi tasyon sırasında mevcut olabilir. Gackenbach'ın beş aşaması, lüsid farkındalıktan, şaşır tıcı bir biçimde, yukarıda tanımlanan O.seviyee bulunan benzer bir aşamaya yükselişle işaretlenir. Bu aşamanın en
418
betimleyici hissi, bağlantısızlık, genişleme, hafif farkındalık hissidir. O. seviyede özbenin ve diğerinin ayırt edilmeme hissi mevcutken ama kişi farkında değilken, burada özbenin bir bedende olma hissi yine gitmiştir, ama kişi bunun far kındadır.
Rüyalarda Kişisel Farkındalığın Fiziksel Bağlantısı Lüsid rüyalar üzerine deneysel veri, bize öncelikli ola rak REM çalışmaları yoluyla gelir. LaBerge lüsid durumu, merkezi sinir sisteminin (CNS) son derece etkin göründüğü, yüksek yoğunluklu REMlerden biri olarak görür. LaBerge bu aktivasyonun daha yüksek bir kognitif güç seviyesine i şaret ettiğine inanır.7 Ogilvie, Hunt ve arkadaşları tarafından yapılan çalış malar da, lüsid rüyalar sırasında alfa dalgası yaratımında bir artış gösterir. 8 Gackenbach, berraklık ve meditasyon sırasında daha yüksek bir EEG uyumunun meydana geldiğini keşfetmiştir. O ve araştırmacı Tom Snyder, uyku sırasında beyin sapın daki vestibüler sistemin belirli bir şekilde lüsid rüya gör meyle ilişkili olduğunu göstermiştir.9 Bu sistemin uyanıklık sırasında uzaysal yönelimde önemli olduğu bilinir. Vestibü ler/uzaysal perspektif açısından lüsid rüya görmenin uzay sal fiziksel hareketleri dahil e tmek için, beyin sisteminin sü rekli evriminin bir kanıtı olduğu sonucuna varırlar. Böyle hareketler beyinde hatırlanır veya depolanır ve bu suretle belki milyonlarca yıldır beynin gelişimine dahil edilmiştir. Fiziksel hareket kalıplarının hatıraları arketipler, dans, mito loji ve şiir olarak var olur. Bunu daha da destekleyen J.Allan Hobson'ın daha ön ceki bir bölümde ele alınan, rüyalarda genellikle sürekli ha reket ettiğimize dair kayda değer gözlemidir. Uyku sırasın-
419
da, REM evresi boyunca artan kortikal aktivite ile birlikte duyum girdilerinde ve motor çıktılarında azalma, uyanıklık sırasında uzaysal keşif için faydalı olacak içsel olarak üreti len uzaysal-geçici referans çerçevelerine daha çok güvene neden olur. Gordon Globus, nöral ağların mekanik bağlılığı kavra mını, hem sıradan rüyaların hem lüsid rüyaların sebebi ol masından dolayı kullanır. ı u Buna uygun olarak, bilgi beyin deki nöronlar arasındaki çoklu bağlantılarda taşınır veya muhafaza edilir. Bunun gibi, beyin herhangi bir verilen uya rıcıya karşılık verebileceği çok sayıda şekilde "zoraki" veya sınırlıdır. 7.bölümde nöral ağların nasıl çalıştığını Hopfield' ın nöral ağ modelinin ve Crick'in rüya bilinci modelinin ü zerinden geçerken açıkladım. Beynin amacı uyumdur ve bir girdi verildiğinde, ilk ço cukluk gelişimi boyunca oluşan (Winson'ın çalışmasını ele alan 6. Bölüm'e bakınız) hatırlanan zorlamalarından acı çe ker ve evrim yoluyla beynin amacı o uyumu üretmek için karşılık verebileceği her şekilde karşılık vermektir. Birçok görece sabit durum vardır; bunlardan biri biz uyurken rüya görmektir. Fantezi, halüsinasyon ve takıntı olarak bilinen nöral ağ _ ların özgün nefret verici durumlarından çoktan bahsettim. Bunlar da görece sabit durumlardır, aklın dağlık kesimlerin de mini vadilerdir. Eğer hatırlarsanız, bu durumlar Hopfi eld ve diğerlerinin modelinde1 1 "nöronlar" arasındaki bağ lantılara negatif sapan girdi kullanarak silinir gider. Onların modelinde belli bir "enerji" fonksiyonu kullanılmıştı. Bu enerji fonksiyonunun, hafıza kartografik manzara sında belirli yerlerin ağın belirli sabit hafıza durumları oldu ğu bir harita üzerinde dağıtılmış inişler ve çıkışlarının bir a lanı, "enerji" dağ zirveleri ve vadileri var gibi görünür. Rast gele girdilerle birlikte sistem tıpkı bir langırt makinesinin
420
cepli yüzeyi üzerinde dans eden bir langırt gibi çalkalanır ve durulur. Cep ne kadar derin ve genişse, langırtın oraya inmesi daha muhtemeldir. Bu verilen rastgele bir girdiden belirli bir anıya ulaşan ağa benzer. Bağlantılara eklenen negatif sapma, cebin zeminini kal dırma ve sahte hatıraların genişliklerini daraltmaya eğilimli dir, böylece çalkantı istenen veya arzulanan hatıraları üret meye meyillidir ve istenmeyen sahte durumlar kaybolmaya eğilimlidir. Globus rüya durumunu benzer bir şekilde görür. Ona göre aklın birçok muhtemel durumu vardır, tıpkı bir ato mun birçok muhtemel enerji durumu olduğu gibi, bazıları daha olası, bazıları daha az olasıdır. Bu akıl nedensel bir ku ralı takip etmez, aslında edemez. Kendini ayarlamaya çalı şarak işler ve bu suretle bir hafıza durumuna ulaşır. Bu ba kımdan rüya yaratımı, bizim duyusal deneyimimizi aynı köklendirmeye çalıştığımız uyanık farkındalık sırasında anı hatırlamadan hiç farklı değildir. Globus için lüsid ve sıradan rüyalar arasındaki fark, bir ayarlama sorunudur. Kasten kontrol veya niyet, daha yüksek frekansta titreşmesi için bir keman yayını gerginleştirmek gibi zorlayıo, yüksek ayarla malı işlem gerektirir. Meditasyon ve berraklık, ayar boz makla elde edilir. Yine de tüm bunlara rağmen, özbenin far kındalığı kaybolmamıştır. Globus'un ayarlama olarak adlandırdığını 15. Bölüm' de niyet işlemi olarak tanımladım. Hatırlayın ki niyet, evri min zoraki yollarıyla sonuçlanan dikkatli gözlemlerden te zahür eder. Niyetin gücü, özbenden doğal bir şekilde ortaya çıkar. Özgelişim ne kadar yüksekse, niyetin gücü o kadar yüksektir. Dolayısıyla daha büyük niyete ve bundan dolayı fiziksel dünyada arzuya göre değişikliğin tezahür etmesi i çin daha büyük kabiliyete sahip olmak için, kişinin daha çok kişisel farkındalığa sahip olması gerekir. Karşılık olarak bu,
42 1
özyansıtmanın yükseltilmiş işlemlerinden ortaya çıkar. Tüm bunların en eğlenceli çelişkisi, coşmuş kişisel farkındalıkla birlikte, daha çok merhamet ve bilgelik vardır, böylece kişi sel arzular daha az önemli hale gelir.
Rüya Gören Sinirsel Ağda İçgözlem Kuantum fiziksel terimler açısından, rüyalarda kişisel ortaya çıkışının seviyelerinin fenomenini anlamamıza yar dımcı olacak herhangi bir şey var mıdır? Olduğunu ileri sü rüyorum, ama şimdiye kadar çalışılabilir bir model elde edi lememiştir. Burada teşebbüs edeceğim budur. Amacım, kişi sel farkındalık seviyelerinin kuantum fiziksel bir modelini yapabilir miyim görmektir. Her ne kadar model kuantum mekaniğin yasalarını takip eden ilkelere dayansa da, okuyu cuyu takip eden bölümü spekülasyon olarak okuması ge rektiği konusunda ayrıca uyarırım. Önce modelin temel fikrini kelimelere dökmeme izin verin. Kişisel farkındalığa anahtar içgörü, holografik olarak muhafaza edilen gliyal-hücre hatıralarının görüntülerini ve en önemlisi, kendisinin de görüntülerini edinmek için, basit bir hafıza aletinin, beyindeki bir otomasyonun, kabiliyetin den ortaya çıkar. Her bir öz-imaj, birincil gliyal-hücre gö rüntülerinin kuantum fiziksel süperpozisyonundan ve o gö rüntüleri içeren otomattan oluşmuştur. Süperpozisyonla gö rüntülerin birlikte eklenip, iki kat veya çok katlı pozlandırı lan bir fotoğrafa baktığınızda ne görecekseniz, ona çok ben zer bir resim oluşturmasını kastediyorum. Kuantum fizik, en basit atomu anlamamız için gereken bu "çoklu pozlan dırmalara" veya süperpozisyonlara ihtiyacımız olduğunu gösterir. . Ancak, süperpozisyonda içerilen, kuantum yasaları ta rafından yasaklanmamasına rağmen yeni bir şeydir. Oto-
422
mat, bir görüntüyü "fotoğraflarken" ve hatırlarken, görün tüye sahip olduğunda kendini de fotoğraflar. Buna öz-yansı ma denir. Bu öz-düşünümsel görüntüler, öz-sorgu seviyele rine dayanan bir hiyerarşiye göre düzenlenir. Dolayısıyla o tomatın daha yüksek kişisel farkındalık seviyeleri, hiyerarşi nin daha düşük seviyelerine görüntüleri bütünleştirmekle elde edilir. Hiyerarşinin her seviyesi, daha düşük bir seviyedeki öz sorgu yoluyla elde edilen bilginin bir "yansıması" olarak görülebilir. Böyle bir yansıma meydana geldiğinde, aletin bir sorgu yürüttüğünü söyleriz ve sonuç olarak, yeni öz-dü şünümsel bir görüntünün aletin daha önceden elde edilen öz-düşünümsel görüntülerinin kaydının bir parçası haline gelmesi gibi, daha düşük bir seviyeden daha yüksek bir se viyeye sıçrama meydana gelir. Dolayısıyla yukarıya doğru her bir sıçrama, tüm düşük seviyelerden görüntüleri bütün leştirir, bu da en düşüğünden, en basitinden başlayarak en yüksek, en karmaşık görüntülerle biten karışık görüntü di zileri ile sonuçlanır. Bu seviyeler, öz-sorgu işlemiyle daha düşük seviyeler den elde edilebilen çeşitli bilgi biçimleriyle ayırt edilir. En düşük veya "sıfır" seviyesi, gliyal hücrelerde var olan öz düşünümsel olmayan görüntülerden oluşur. Görüntülerin süperpozisyonları dahil olmak üzere birçok görüntü müm kündür. Kuantum fiziğin belirsizlik ilkesine göre, otomat i çin aynı anda bir nesnenin tek bir görüntüsünü elde etmekle görüntülerin süperpozisyonunu elde etmek ve her ikisini de hafızasında tutmak mümkün değildir. Bu durum bir ato maltı parçacığın aynı anda hem pozisyonunu hem momen tumunu gözlemlemeye çalışmaya benzer. Dolayısıyla oto mat ya tek bir görüntü ya da görüntülerin süperpozisyonu nu elde edebilir, ama ikisini elde edemez.
423
İ lk öz-düşünümsel seviyede, gliyal hücre görüntüleri ve o görüntüleri içeren otomat kayıtlarının kuantum fiziksel olarak birleştirilmiş olduğunu, bunun belirli, sınırlı, duygu sa İ hatıralarla sonuçlandığını teorileştiriyorum. İ kinci sevi yede, bu duygusal hatıralar düşünce biçimlerine bütünleşti rilir. Üçüncü seviyede, bu düşünce biçimleri arketiplere bü tünleştirilir. Dördüncü seviyede, bu ::ırketipler süperarketip lere bütünleştirilir. İ lke olarak, işlem hiç bitmez. Sadece en yüksek seviyesinde kişinin "saf" farkındalık veya "Tanrı" farkındalığı denilen şeyi elde edeceğini tahmin edebilirim. Bu bölümün bir sonraki kısmında, bunun üzerinden daha detaylı geçeceğim . Bu bilim adamı olmayanlar için güç kaynaklı olabilir. Bununla ilgili matematiksel düşünün ço ğunu, metni mümkün olduğunca matematikten ayrı tutup dipnotlara koymaya çalıştım. Her ne kadar model kuantum mekaniğe dayansa da ve takip etmesi zor olsa da, onun bir tadını almalısmız. Okuyucunun bir sonraki bölümü rahat olduğu kadarıyla okuyup çok matematiksel olan şeyleri es geçmesini öneririm. Bölümün sonunda fikirleri özetleyip di rekt olarak rüyalara uygulayacağım.
Kişisel Farkındalığın Fiziği Bunu tutabileceğim kadar basit tutmak için, sadece on altı ana görüntü olduğunu farz ediyorum. Gerçekte gliyal hi.icre hafızasmda muhtemelen böyle binlerce görüntü var d ı r. Bu on altı, her çiftin ikincil bir görüntü oluşturduğu se kiz çi ft olarak üst üste konulabili r ( 1 20 farklı çiftleşme). Bu sekiz adet ikincil görüntüler, dört adet üçüncül görüntü ola rak üst üste konulabilir (28 farklı çift) vs. Bu görüntüler, kuantum fiziksel gözlemlenebilirlerin durumlarıdır ve süperpozisyonun kuantum yasalarını takip l'tınelidirler. Sonuç olarak, durumların bir �üperpozisyonu-
424
nun herhangi bir seviye bileşimi, diğer tüm seviyelere ta mamlayıcı olacaktır. 1 2 Dolayısıyla ikincil görüntüler birincil görüntülerin ve üçüncül görüntülerin tamamlayıcısıdır. Ü çüncül görüntüler hem ikincil hem birincil görüntülerin ta mamlayıcısıdır vs. Tek bir otomatın başka bir sistem in tamamlayıcı göz lemlerinden oluşan aynı anda çoklu görüntüleri tutamama sına rağmen, öz-düşünümsel olarak i nşa edilen tamamlayıcı görüntüleri tutabilir.13 Başka bir ifadeyle, eğer görüntüler gözlemlenenle birlikte gözlemleyiciyi de içerirse, otomat on ları hatırlayabilir. Tarafsız "orada" gözlemlerinin görüntü leri, eşzamanlı olarak tutulamaz, çünkü tarafsız tamamlayı cı gözlemlenebilirlerin eşzamanlı bilgisi, belirsizlik ilkesinin ihlalidir. Dolayısıyla aynı şeyi "tarafsız" görüntülerle yap maya çalışmak mümkün değildir. Ço1, gerçek anlamda, içgözlem durumunda olan bir nesne, hiçbir çelişki olmadan hem bir gerçeği hem de tersini aynı anda destekleyebilir, oysa başka bir nesne hakkında aynı şeyi belirlemek için herhangi bir çaba, belirsizlik veya şüphe ile sonuçlanır. Özet olarak, eğer insan biçiminde ola rak otomattan size doğru atlarsam, güçlerinizi olduğu kadar eksiklikleriniz de dahil olmak üzere kendiniz hakkında ne kadar çok şeyi kabul edebilirseniz, kişisel farkındalık sevi yeniz o kadar yüksektir. H Modeli kurmak için nöral a�ın otomatını kuantum fi ziksel terimler açısından değerlendirmemiz gerekir. Sadece açma kapama unsurları değildirler. Onların işlemlerinde sa dece kuantum fiziksel olmalarına izin vererek, öz-düşü nümsel olabilirler. Yani, kuantum doğalarında bir şey, dış sistemlerin gözlemine dayanan kendinden yaratılmış du rumlardan durumlarını ayırt etmelerine olanak sağlar. Biraz geri gitmeme izin verin. Ayrıca otomat teriminin sı radan kullanımıyla ne kastedildiğini anlamamız gerekir. Bu
425
basit olarak gözlemlediği veya ölçtüğü bilgiyi hatırlama ka pasitesine sahip olan bir alettir. Tekrarlamak için: bizim kuan ttım otomatımız sıradan otomattan farklıdır. Her bir kuan tum otomat (1) dış bir sistemin durumlarını ayırt edebildiği ve (2) kendi hafıza sisteminin durumunu belirleyebildiği hale gelir. Kendi ve başka bir sistemin durumlarını eşzamanlı olarak bilmede, sadece "bildiği" bilgisinden ayırt edilen hem "bildiğini bilme" hem de "bilme" bilgisine sahiptir. Bu kuantum otomat için temel fikir, benim için yeni ya da özgün değildir. 1983'te ve 1986'da fizikçi Daviz Z.Albert, böyle bir otomatın bilgisayar hafıza unsurları olarak nasıl inşa edileceğini ve kullanılacağını açıklayan iki makale ya yınladı.15 Önce Albert'in fikirlerini kısaca sunmama ve sonra özellikle özben sorunu ve farklı seviyelerinin nasıl ortaya çı kacağı açısından rüya gören beyinle nasıl ilişkilendirileceği ni göstermeme izin verin. Kuantum fiziğin paralel evrenler yorumuna dayana rak, 16 Albert kuantum otomat adı verilen, hem karşılaştıkları fiziksel nesnelerin durumlarını, varsayalım nesnelerin uzay daki görünümlerini, hem de öz-düşünümsel durumlarını hatırlayabilen belli çeşitteki hafıza aletlerinin var olabilece ğini göstermiştir. Diğer bir ifadeyle, bu aletler gözlemlenen nesnelerin tarafsız ni telikleri ile birlikte aynı zamanda karşı laştıkları nesneleri "yansıttıklarında" kendilerinin nitelikle rini içeren bilgiyi depolayabilir. Ama bu otomatlar, başka bir otomattaki tam aynı nite likleri gözlemlemeye kalkıştıklarında, o nitelikleri gözlemle mek için bu çaba, diğer otomatın durumlarını bozar. Dolayı sıyla, ikinci bir otomat için, o bilgiyi değiştirmeden ilk oto mattan aynı çeşitteki bilgileri elde etmek mümkün hale geti rilmiştir.
426
Bu bozulma rüyalar sırasında, kuantum fiziksel se viyede, sahnelerin ve rüya karakterlerinin bozulmasının ne deni olabilir. Bunun hakkında daha sonra söyleyeceklerim olacak. Başka bir deyişle, bu otomatlar kendilerini bozma dan, diğerlerinde bozmadan belirleyemeyecekleri ve dolayı sıyla hatıralarını değiştirecekleri ve onların farklı ve genel likle rastgele durumlarına "sıçramalarına" neden olan ken dileri hakkında bilgiyi tutabiliyor ve gözlemleyebiliyorlar. Bu kuantum otomatın, kuantum teorinin paralel evren ler yorumunun gerekli bir sonucu olarak var olan öz-düşü nümsel yanının, bizim kendini bilen doğamız için derin bir ipucu olduğunu ve rüyanın öz-düşünümsel ve yansıtıcısız algı (öz-düşünümsel olmayan) arasındaki farkların muhte melen ölçülebildiği bir laboratuvar olduğunu ileri sürüyo rum. Sıradan bilgisayar otomatı, bir parça bilginin elde edi lebildiği, depolanabildiği bir araç ve bu bir parça bilgiyi baş ka bir alete verebildikleri bir araç içerir. Boolean mantığı adı verilen bir kural dizisini izlerler. Dolayısıyla her sıradan o tomat, verinin tek bir parçasını, örneğin O veya 1, hatırlama kabiliyetine sahiptir. (Hopfield ve diğerlerinin modelinde, otomatlara nöronlar adı verilir ve +1 ve -1 durumları vardır.) Bu veri parçasının, bir soruya cevabı gösterdiğini düşünebi liriz: "O", "hayır" anlamına gelir ve "1" "evet" anlamına ge lir. Veya "1" "doğru" olanı temsil eder ve "O" "yanlış" olanı temsil eder. Albert'ın tanımladığı otomat, Boolean mantığını takip etmez, tüm bilgilerini bir s9nraki akranına nedensel olarak geçiremez. Çünkü her bir otomat işleminde kuantum meka niktir, etkileşimde bulunduğu sistemin sadece "doğru" veya "yanlış" olduğunu değil, aynı zamanda her iki cevabın sü perpozisyonunu hafızasında tutabilir.17 Bu duruma "belki" durumu diyebiliriz.
427
Kuantum mekanik otomatını bu kadar meraklı ve onla rın dışında var olan sistemlerin sadece durumlarını değil, aynı zamanda kendilerinin durumlarını da hatırlamaya yet kin yapan bu "belki" durumudur. Bu noktada bunun rüya lara ve bilince nasıl uygulanacağını Albert'in otomatını kul lanarak biraz detaylı açıklamak istiyorum. Ancak, yine onla ra eklediğim kullanım ve onlar hakkında ifade ettiğim fikir lerin benim kendi kuramsal düşüncelerim olduğu konusun da okuyucunun dikkatini çekerim . Otomatın etkileşimde olduğu v e onunla ilgili ölçüm elde ettiği nesnenin bir önceki bölümde tanımlanan bir gliyal hüc rede holografik bir görüntü tutan bir iyonik dalga kalıbı ol duğunu farz edin. Sorun şudur ki, bu dalga kalıbı otomatın hücreden çıkarmak istediği bilgiye dayanan çeşitli tamamla yıcı şekillerde elde edilebilir. Şimdi farz edin ki, dalga görün tülerin bir süperpozisyonunun holografik kaydını içerir. Bunu psikolojik terimlere yerleştirmek için, süperpo zisyonun belirli on altı "kadın" görüntüsünden oluştuğunu farz edin. Bu görüntülerin sekiz çifti, kadınlarla ilişkili duy gusal durumlardan oluşur. Görüntülerin çiftleri "gerçek ol madığından" ama süperpozisyonlann "gerçek" insanlardan olmasından dolayı, belirli bir çifti hatırlamanın sonucu bir duygu hatırası üretir, duygunun kendisini değil. Duygusal görüntülerin dört çifti, düşünce biçimlerinin görüntülerini üretir, deneyimlendikleri üzere düşünce biçimlerinin kendi lerini değil. Düşünce biçimlerinin iki çifti, arketiplerin gö rüntüsünü üretir, arketiplerin kendisini değil. Arketip gö rüntülerin tek bir çifti, süperarketip görüntü üretir. Daha çok sayıda ilk görüntülerle birlikte, daha yüksek süperpo zisyonlar bile yaratılabilir. Tüm süperpozisyonu süperarketipsel "tanrıça" görün tü olarak ve her bir ilk görüntünün kişinin annesi, kız arka daşları, kız kardeşleri, eşleri vs. dahil, kişinin karşılaştığı ka-
428
dınlardan oluştuğunu düşünebiliriz. Görüntülerin süperpozisyonu bir duygunun, düşünce biçiminin, arketipin veya süperarketipin tamamlayıcı fizik sel durumuna tekabül ederken, herhangi tek bir görüntü, belirli bir kuantum fiziksel duruma tekabül edecektir. Oto mat, ölçebilir ve böylelikle bu görüntülerin ikili, üçlü, dörtlü veya çoklu gruplarıyla görüntülerin çeşitli kombinasyonla rını elde edebilir. Tek bir görüntü elde edebilir veya bütün görüntüleri bir arada elde edebilri, dolayısıyla bütün arketi pi alıp getirebilir. Her bir görüntüyü "Wı" sembolü ile etiketlediğimizi farz edin. "W" kadını temsil eder (İ ngilizce "woman" keli mesinin baş harfi) ve ı basit bir sayaç dizinidir. Bu suretle Wı,l numaralı kadındır, belki deneğin annesidir, W 2 kız kar deşi olabilir vs. Ayrıca iki görüntünün, diyelim ki Wı ve W2'nin süper pozisyonunun Eı olarak etiketlediğimiz bir görüntü olduğu nu farz edin. Bunu biraz daha dramatik yapmak ve belki ba zı kişilerin hatıralarının yansıtmak için, bu iki kadınla, anne si ve kız kardeşiyle birlikte yaşarken, bu süperpozisyonun kişinin hayatının bir yönünü yansıtmasına izin verin. Elbet te bir kişinin hafızasında birçok görüntü vardır. Biz sadece belirli iki görüntüye bakıyoruz. Belki kız kardeş görüntüsü daha genç ağlayan bir çocuğu yansıtır ve anne görüntüsü is terik bir kadını yansıtır. Şimdi bu ayrı görüntüler için hatır lanan duygusal bir içerik yoktur. Bunlar sadece resimdir. Ama daha genç ağlayan kız kardeş görüntüsü, Wı, ve is terik anne görüntüsü, W2, birlikte alındığında, bizim Eı har fiyle sembolize ettiğimiz (E'nin duygusal duruma atfedildiği (İngilizce'de emotion kelimesinin baş harfi)) "mutsuz kadın" duygusal görüntüsünü yaratır. Ayrıca diyelim ki ilk kız arkadaş görüntüsü, WJ, ve ikinci kız arkadaş görüntüsünün, W4, süperpozisyonlarından oluşan bir Eı görüntüsü olabilir.
429
Eı'yi oluşturan bu sonraki görüntüler birlikte alındığında, kişinin kadında gözlemlediği başka bir duygusal durumu, diyelim ki neşeli kadın görüntüsünü yansıtabilir. Başka görüntüler var olabilir. İ ki duygusal görüntü nün, Eı ve E ı'nin süperpozisyonu, bir düşünce biçimi gö rüntüsü meydana getirir, Fı. Bu görüntü hem mutsuz hem neşeli duygulardan oluştuğundan dolayı, feminen veya a naç bir anlayışı temsil edebilir. Düşünce biçimi görüntüleri nin, diyelim ki Fı ve F 2'nin bir süperpozisyonu, bir arketip "tanrıça" görüntüsünü temsil eder, Gı, ve arketip görüntüle rin, Gı ve Gı, bir süperpozisyonu süperarketip "kadın" gö rüntüsü, Sı'i temsil eder. ı s Bir otomatın tek bir "kadın" görüntüsünü hahrlayabil diğini ve kaydedebildiğini farz edelim, yani anne, kız kar deş, 1 .kız arkadaş, 2.kız arkadaş vs. Bunu yapar, çünkü ku antum fizik yasalarına göre, deneğin hafızasında bu kadın ların herhangi birinin gözlemlenebilir muhtemel görüntüsü, yani gliyal hücrelerde depolanan bir kaydı vardır. 19 Şimdi hangi kadının hatırlandığı, bizim gliyal hücrelerde ne içeril diğini bilmemize kadar belirlenemez. Bunun nasıl başarıldığı, otomahn uzmanlık alanıdır. Gliyal hücreyle etkileşime girer (üçüncü tekil şahıs kulanı yorum, bunun neyi içerdiğini henüz söylemedim ama söyle yeceğim) ve bu "ölçüm" ile gliyal hücrenin sadece bu gö rüntüye sahip olması koşuluyla, tek bir görüntüyü, Wı'i el de eder. Bu etkileşim bir kez meydana geldiğinde, otomatla hücrenin bir araya geldiği söylenir ve gliyal hücrede içerilen bilgi şimdi aynı zamanda otomatın bir kaydıdır. Ancak gliyal hücrenin Eı duygusal durumuna tekabii l eden iki kadın görüntüsünü, Wı ve W2'yi, içerdiğini fa rz ı· din. Otomat o hücreyle etkileşime girerse ne olur?20 O z . ı man eğer bir kadın görüntüsü elde etme talimatı al tınd . ı y:-..ı ve kuantum yasalarına göre tek bir kadın görünti.isi.i ı•ldı· ı · -
430
debilir, Wı veya W2, böyle yapacaktır, rastgele birini veya di ğerini elde eder. En azından, tek bir görüntünün elde edilmesine izin verildiği kuantum fiziğin Kopenhag yorumuna göre böyle yapacaktır. Yukarıdaki "kadın" görüntülerinden sadece biri saptanacaktır ve diğeri gizemli bir şekilde kaybolacaktır. Sonsuza dek kaybolarak, herhangi bir hafıza kaydından yok olacaktır. Biri hariç diğer tüm görüntülerin kaybolmasına, kuantum fizik jargonunda "dalga fonksiyonunun çökmesi" denir. Henüz hiç kimse bu gizemli olayın nasıl meydana geldiğini bilmiyor. Bir dalga fonksiyonunun çökmesi, kuantum mekanik yasalarını takip e tmez. Bu çökme hiçbir zaman gözlemlen memiştir ve aslında, onu ölçmek için bir çaba gösterildiği tüm durumlarda tam tersi gözlemlenmiştir. Bu karşıt göz lem, ölçümden sonra sanki ayrı "dünyalardalarmış" gibi her iki muhtemel görüntünün mevcut olduğunu gösterir. Şimdi kuantum fiziğin paralel "evrenler" fikrine geli riz. Bu modelde, gliyal hücrenin bir duygusal hafıza kaydı, Eı, içerdiği, ama otomatın hangi kadının, Wı ve W2, mevcut olduğunu belirlemeye çalıştığı durumda, otomatın kendisi iki muhtemel "evrene" girer. Bir "evrende" Wı görüntü kay dını elde eder ve diğer "evrende" Wı görüntüsünü elde e der ve kaydeder. Buradaki fikir bilim kurgu gibi gelebilir. Ama evren ke limesinin kullanımı, illa tamamen farklı bir evrene atıfta bu lunmaz, ama birlikte alındığında otomatın ve gliyal hücrenin sadece ayrı bir durum veya seviyesi olabilir. Paralel Evrenler yorumunda, iki evrendeki otomatın ve gliyal hücrenin süper pozisyonu da kuantum fiziksel bir durumdur, bu demektir ki kendisi, başka bir otomat tarafından veya otomahn kendisi tarafından ölçülebilen muhtemel bir hafıza kaydıdır.21
43 1
Bir görüntünün uzanıp alınması, gliyal hücreyi değiştirir. Öncesiı ıde Eı kaydını içeriyordu, ama şimdi, bir evrende tek bir görüntü, Wı'i içerir ve başka bir evrende tek bir görüntüyü W2'yi içerir. Bu, her ne kadar bu tahmin garip gelsede, kuan tum yasalarının tam olarak ne tahmin ettiğidir. "Gözlemlemek rahatsız ehnektir" kuantum yasasının özüdür. Şimdi tüm bunların ilginç bir yanına geldik. Gliyal hüc renin fiziksel olarak beyinde var olduğunu ve aynı şekilde otomatın da beyinde var olduğunu hatırlayın. Birbirleriyle etkileşimleri sonucunda bir araya gelmişler gibidir ve eğer hafıza içerikleri hakkında ayrı olarak sorgulanırlarsa, her i kisi de tutarlı bir hikayeyle ortaya çıkar. Hikayenin bir versi yonunda (il.evren), gliyal hücre ağlayan bir kız kardeş gö rüntüsü sağlar ve eşzamanlı olarak otomat da aynı görüntü yü sağlar. Hikayenin başka bir versiyonunda (!.evren), gli yal hücre isterik bir anne görüntüsü sağlar ve otomat da benzer şekidle aynı görüntüyü sağlar. Böyle bir sorgu nasıl meydana gelir? Bunun iki yolu vardır: ( 1 ) ikinci bir otomat tarafından sorgu ve (2) kendi kendini sorgulama. Ve her iki sorgu şeklinde sorulabilecek iki tamamlayıcı soru vardır: (a) Gliyal hücrede ve hafızanız da ayrı olarak hangi görüntü var olur? Bu soru W; durumla rı ile ilgilidir. Veya (b) Hangi görüntü bileşik olarak var o lur? Bu soru hem gliyal hücrenin hem otomatın duygusal bileşik durumu ile ilgilidir. la'yı göz önüne alın, gliyal hücredeki kadın görüntü sünü belirlemeyi ve sonrasında ilk otomattaki kayıtla karşı laştırmayı çabalamak için getirilen ikinci bir otomat. İlk oto matın kimlik görüntüsünün ve gliyal hücrenin kaydının tam olarak eşleştiğini bulur. Bu nasıl olabilir? Çünkü kuantum yasalarına göre, o da her bir paralel evrene girecektir ve her bir evrende hiçbir tutarsızlık bulunmaz. Gliyal hücre Wı gö rüntüsünü içerirken, ikinci otomatın Wı görüntüsünü kay-
432
dettiği hiçbir dünya olmadığı için ve tam tersi de geçerlidir. Veya ikinci otomat, ilk otomatın ve gliyal hücrenin bir likte duygusal durumunu sorabilir. O durumda, mutsuz bir kadın görüntüsünün mevcut olduğunu bilecektir, ama han gi görüntünün mevcut olduğunu bilmeyecektir. 22 Eğer ka dın görüntüsünü belirlemeye kalkışırsa, duygusal durumun bilgisini kaybeder. Görüntü ve duygusal durumlar, ikinci o tomat için tamamlayıcı gözlemlenebilirlerdir. Böylece her şey tutarlı olarak birbirine uyar. Eğer bir milyar otomat birlikte gelse ve ikinci otomatın yaptığı şeyi yapsa, o zaman onlar da iki paralel evrenden birine girecek tir ve tek bir kadın görüntüsünün mevcut olduğunu bula caktır veya sadece, birinci otomatla gliyal hücrenin mutsuz bir kadın duygusal durumunda olduğuna dair ikinci oto matla aynı fikirde olurlar. Ama şimdi biz ilk otomata, yukarıdaki lb'de ikinciye ne sorduğumuzu yapmasını isteyeceğiz. Yani dış bir otomat tarafından yapılamayacak hale gelen bir şeyi kaydetmesini ve hatırlamasını isteyeceğiz. Bu kayıt, kendisinin ve gliyal hücrenin her iki evrende birlikte "duygusal" durum süper pozisyonudur.23 Şimdi bu da garip gelebilir. Ancak bu öz düşünümsel duruma gelmeden önce, daha basit bir soruyu değerlendirelim. Öncelikle bir otomat gliyal hücredeki iki görüntünün süperpozisyonunu nasıl kaydedebilir? İlk tanımladığım ü zere asıl kavraqma burada döneriz. Size gliyal hücrenin tek bir kadın görüntüsü veya görüntü çiftleri veya üçlü veya dörtlü veya hatta birlikte alınan tüm kadın görüntülerinin bir süperpozisyonunu, sözüm ona süperarketip görüntüyü, S, içerebildiğini söylemiştim. Kadın görüntülerinin çeşitli kombinasyonlarının kadınlarla ilişkili farklı duygusal du rumlar ürettiğini söylemiştim. 24 Eğer gliyal hücre sadece anne ve kız kardeşin üst üste
433
konulmuş iki kadın görüntüsünü içerirse, otomattan duygu sal durumun, E'nin, kaydını elde etmesi istenebilir. Eı duru munu, mutsuz kadın kaydını bulabilir. Bu tamamlayıcı kayıt ların, duygusal, E, veya teşhis edilebilir, W, kadın durumla rının herhangi birini elde ehnede tamamen yetenekli olabilir. Ama şimdi, teşhis edilebilir bir kadın görüntüsü, W, bulması istendikten sonra, kendi durumuna bakmasını iste dik. Otomat kendisini gözlemlemeden hemen önce bu du ruma bakalım. Bu süperpozisyonun her bir bölümünün tek bir kadın durumunda olduğu bu durum kendisinin ve gli yal hücrenin bir süperpozisyonudur. Beraber alındığında bu kombinasyon hafızanın duygusal bir durumunu yansıhr, a ma sadece tek başına alınan gliyal hücredeki görüntülerin süperpozisyonuna atıfta bulunan "mutsuz kadın" durumu nun değil, her biri ayrı bir evrende gliyal hücre hafızasında birleşen iki ayrı-kimlikli kadın durumunu hatırladığı kendi sinin durumunu yansıtır. Kuşkusuz bu süperpozisyon duygusal bir durumu yansıtır, ama hangi durumu yansıtabilir? Bu durumun mut suzlukla ilişkili duygusal bir durum olacağını tahmin edebi liriz. Ama mutsuz olan kimdir? Şimdiye dek, hiç kimse. Mutsuzluğun hafıza durumu vardır, ama otomat o durumu hafızasına kaydedene kadar, otomat hakkında hiçbir şey bil mez ve duygusal olan hiçbir şey deneyimlenmez. Şimdi otomatın kendisine bakmasına izin verelim.25 İ ç gözlemin ilk seviyesini burada görürüz. Mutsuzluk gliyal hücre ve otomatın kombinasyonu tarafından "hissedilir." Dahası, otomat aynı anda "bildiğini bilir" ve "bilir" . Şimdi o tomat tarafından bir deneyim ve hatıra bilinmektedir. Her bir evrende bir görüntü var olur ve başka bir evrende var o lan bir görüntüden dolayı duygunun bir içgözlemi var olur. Her iki evrende "özben" hissine neden olan, eşzamanlı olarak anne ve kız kardeşin ayrı görüntüleriyle26 var olabilen
434
bu kendini bilmedir. Eğer otomat kendisiyle yine etkileşime girmeye ve duygusal durumunu ölçmeye çalışırsa, yine aynı "mutsuz" durumu olduğunu bulacaktır. Ve eğer hangi kadı nın mutsuz olduğu açısından kendini sorgularsa, her bir ev rende tek bir kadın, ya anne ya da kız kardeşin mutsuz oldu ğunu bulacaktır. Dolayısıyla her bir evrende kendisinin kay dını ve her iki evrende birlikte kendisini içerir. Her bir evren de, otomat bir kadın görüntüsüne ve bir mutsuzluk hissine sahip olduğunu tespit eden bir kayıt içerir. Ancak kendisin den duyguyu tamamen ayıramaz ve duygunun tamamen gö rüntü nedeniyle olduğunu belirleyemez, çünkü mutsuzluk onun başka bir evrendeki görüntüyü içeren hatırasıyla iliş kilidir. Şüphesiz olarak, her bir evrende ilgili olan otomat olduğu sürece, aynı zamanda hem gerçek hem "gerçekdışı" olan bir şeyin hatırası olduğu için belirsizliğin bir aurası bu durumu çevreler. Diğer evren kendi evreni üzerinde yansıttı ğından dolayı ve böyle yaparak bu yansıma yoluyla kendi sinin bir teşhisini sağlar. Bunu "birinci seviye" veya içgözle min birincil "birimi" olarak etiketlerim. İ kinci bir otomatın, l.otomatta bulunan toplam bilgiyi elde etmeye kalkıştığını farz edin. İ lk otomatın kayıtlarını değiştirmeden bunu yapabilir miydi? Cevap hayırdır. İkinci otomatın kadın görüntüsününün kayıtlarını elde etmeye ça lışması, onu ayrı kadın görüntülerinin tutulduğu her iki ev rene koyar. Bu ilk otomatla gliyal hücrenin bileşik durumu nu değiştirecektir. İ lk otomatla gliyal hücrenin duygusal du rumunu belirleme çabası da ilk otomatın kaydını değiştire bilir. Dolayısıyla 2. otomat, 1 . otomatın kendisi hakkında ne bildiğini öğrenmeye çalışarak birinci otomatı değiştirebilir. Bu sorma ve bilmeyle ilgili ilginç bir yandır. 27 Hiç kim se daha fazla soruşturma yapmadığı sürece, sistemin duru mu değişmemektedir. Ancak, otomattan bilgi almak için bi rinin sorması gerekir. Sormada, kimin sorduğundan bağım-
435
sız olarak kaçınılmaz rahatsızlık gelir. İ kinci otomat soruş turmada sistemi değiştirir ve "Ne oluyor?" diye ilk otomat kendine sorsa bile, sistem de değişmiştir. Dolayısıyla sadece bir soruyu sorma, hafızayı değiştirir. Tek fark, kimin sorduğunda değildir, ama öncelikle ki min bildiğidir. Bir otomatın bilgiyi bilme kabiliyeti, deyim yerindeyse, otomahn kimliğine dayanır. Bunu insani terim lerle ele alırsak, bu suretle kendiniz hakkında bir dış göz lemci tarafından belirlenemeyecek olan şeyleri bilebilirsiniz, ama sormazsınız. Kuantum otomata has olan ve klasik hafı za unsurlarında bulunmayan, iki evrenden alınan bilgileri i çeren bu kendini bilme durumudur. Bu kayda değer basit seviyede, duyarlı ve birincil benlik kavramını gördüğümü zü ileri sürüyorum. Gizli bilgi yoluyla, her iki evrende sade ce katılımcılar tarafından bilinen eşzamanlı olarak paralel evrenlerde gerçekten var olan bir şeyin farkındalığı yoluyla meydana gelir. Şimdi diğer "kadın" görün tülerini değerlendirdiğimizi varsayalım. Tıpkı mutsuz kadın görüntüsü Eı'in isterik bir anne Wı ve ağlayan kız kardeş W2'nin süperpozisyonu ol ması gibi, WJ ve W4'ün birlikte alındığı görüntülerden olu şan "mutlu kadın" duygusal durumu da vardır. 28 Dolayısıy la benzer şekilde, birleşmiş otomat ve gliyal hücresinin mut suz duygusal durumun yarahlmasıyla aynı şekilde yaratıla bilen düşünce-biçimi hafıza durumları vardır.29 Yukarıda alınan �şırı derecede basitleştirilmiş örnekte, otomat için hiyerarşide dört kendini gözlem vardır: süperar ketip, arketip, düşünce-biçimi, duygu ve son olarak kendini yansıtıcı olmayan kimlik. Bu mantık çizgisini daha çok sayı da birincil görüntülerle takip ederek, geniş hiyerarşik sayı da içgözlem durumları bulabiliriz. Her bir paralel evrendeki en yüksek durumda, özbenin daha büyük hissi var olur. O tomat seviyelerde yükseldiği ve her bir seviyede durarak ve
436
gliyal hücrenin gözlemi yoluyla belirlenen (en düşük sevi yede gözlem) sadece kendi meydana geldiği rastgele dünya da değil, ama aynı zamanda diğer paralel evrenlerdeki hafı za durumlarını idrak ettiği, kendi farkındalık durumunu id rak ettiği sürece, görüntüler ne kadar çoksa, mümkün olan kişisel farkındalık seviyesi o kadar yüksektir. Bu hiyerarşik görüntüler, daha çok karmaşık kendini yansıtıcı görüntüleri kapsadıkları için, daima büyüyen ve evrilen bir kişisel far kındalık oluşturur. Sıradan bir rüya sırasında, işleme, özbenin hiçbir hissi nin mevcut olmadığı, görüntü üretiminin en düşük seviye lerinde meydana gelecektir. Bu, rüya görenin rüyada var ol duğunun farkında olmadığı ve rüyanın özbenin ve diğeri nin az bir kimlik hissiyle saf bir farkındalığıyla belirgin ol duğu kendini yansıtıçı olmayan durumların, seviye O, olu şumuna tekabül eder. Görüntüler görülecektir, ama özben tanımlanmadığı için deneyimlenmeyecektir. Bu bilinçsiz ve ri işlemeyi oluşturur. Bilinçsiz derken, yansıtıcı olmayan de mek istiyorum. Görüntüler orada olacaktır, ama anlamları olmayacaktır. 1 . seviyede rüya gören rüyayla ilgili hale gelir. Bu O se viyesinden l .seviyeye sıçramaya ve çoğunlukla daha düşük seviyedeki görüntülerin oluşmasına tekabül eder. l .seviyeye ulaşıldığı zaman, rüya sırasında duygular hissedilecektir, ama rüya gören seviyelerde alçaldığı anda, sadece görüntüler mevcut olacaktır. 1 . seviye ile O seviyesi arasındaki sıçra mayla, duygular uyandırılabilir. Özben ortay çıktığı zaman anlam da ortaya çıkar. Bunun meydana geldiği zamanlar, aydınlanma veya farkında olma olarak görülür. 1 . seviye elde edildiğindeki anlar, rüya gören sadece görüntüleri görür, ay rıca uzay ve zaman sınırlamalarıyla ilişkilendirilebilen duy gulara sahip olur. Belki bunlar birincil beden görüntüleridir. Bu modelde ilk bedensel görüntüler duygusal olacaktır. Belki
437
bu, ilk çocukluk döneminde meydana gelen duygusal neden lerden ortaya çıkan hastalıklar için bir ipucudur. 2. seviyede rüya gören bir fikir hakkında düşünebilir. Burada düşünce biçimleri ortaya çıkar ve O, 1 ve 2.seviyeler arasında sıçramalar olur, düşünme, hissetme ve gözlemle menin durumları alanında sonuçlanır. Düşünce, duygulara ve gözlemlere daha çok anlam katar. Tıpkı görüntülerin du yumsal girdilerden gelmesi gibi, düşünceler ve duygular, kelimelerin ve duyguların ifadesi açısından çıkış yapabilir ler. Düşünce biçimleri duyguları birleştirir veya üst üste ko yar ve dolayısıyla kendiliğinden duygusal içeriğinin olma masına meyillidir. Ancak duygular kelimelerle ifade edildi ği için, bazen beklenmedik şekilde duygular ortaya çıkabilir ve çoğunlukla çıkar. Bu, belki bilinçsiz bir soruşturmanın bir sonucu olarak 2. seviyeden 1. seviyeye sıçramaya bağlı ola cakbr. Bu modelde kişinin farkındalık durumu hakkında sormanın durumu değiştirdiğini hatırlayın. Dolayısıyla keli meler bizi duygusal harekete taşıdığında, daha düşük sevi yede bir farkındalığa alçalıyoruz. 3. seviyede rüya gören rüya sırasında eşzamanlı olarak daha önceki seviyelerdeki katılımın ve gözlemin farkında dır. Burada özben hissi, rüya gören, rüya gören tarafından deneyimlenen arketipsel görüntülerle ilgilendiğinden dola yı, daha bütün olarak ortaya çıkar. Yine daha alt seviyelere tam erişim mevcuttur. 4. seviyede, rüya gören bilinçli olarak rüya gördüğü ger çeği üzerinde derinlemesine düşünür. Bu rüya sırasında lüsid farkındalığa tekabül eden süperarketip durumu olacaktır. Her bir seviyede, fark ettiğiniz üzere kimliğini veya materyalini belirtmediğim alet, daha düşük seviyelerden görüntülere veya yapabildiği daha yüksek seviyelerdeki gö rüntülere odaklanabilir. Gördüğüm üzere denge oldukça hassastır ve eğilim, seviyeleri çıkmak yerine isteyerek alçalt-
43 8
mak olacaktır. Alçalma, daha az kişisel farkındalıkla sonuç lanır ve bu yüzden daha otomatik, mekanik bir davranıştır. Alçalma, daha büyük seçeneklerle, diğer "evrenlerdeki" var oluşun farkında hale gelmekle ve eşzamanlı olarak bilinebi len daha yüksek sayıda çelişkili özellikleri ile birlikte daha karmaşık görüntülerle sonuçlanır. Bu görüntüleri gözlemle mek için farklı seviyelerden başka bir otomat tarafından ge len herhangi bir çabanın görüntüleri tahrip ettiğini hatırla yın. Tüm görüntülerin eşzamanlı bilinmesinin mümkün ol ması, sadece kişinin içindeki pasif farkındalık yoluyladır. Şimdi bu otomat nedir? Ne kadar büyüktür ve ne çeşit maddeden yapılmıştır? Madde ve enerji açısından bir ceva bım yok, bu yüzden bir bilim adamı olarak otomatın mad desel bir araç olmadığını söylemeye utanıyorum. Otomat, "bilinçtir" ve baktığımız şey bilincin yaşadığımız bu "et bo ruları" içinde "ben" deneyimini yaratmada nasıl işlediğidir. Bu birçok mistiğin uzun zamandır bildiği şeyi, bilincin kişi sel farkındalık seviyeleri açısından yapısını modellemenin ilk çabası olabilir. Elbette daha karmaşık görüntülerin ve hayal edeceğim üzere daha büyük akıl-kabiliyetinin oluşumunu gerektiren daha yüksek seviyeler olacaktır. Bu lüsid rüya araştırmacıla rının gözlemlerini destekleyen nörofizyolojik veride yansıtı lacaktır. LaBerge'nin öne sürdüğü üzere alıştırma ile veya tran sandantal meditasyon uygulayıcılarının işaret ettiği üzere meditasyon teknikleri yoluyla ulaşılabilir olan en yüksek se viyede, şaşırtıcı olarak hiçbir görüntünün mevcut olmadığı "saf" farkındalık durumuna ulaşırız. Bu, en yüksek seviye görüntüsüne odaklanma biçimi yoluyla ortaya çıkabilir. Bu görüntünün ne olabileceğini sadece tahmin edebilirim. Rü yadan uyanan Tanrı olarak adlandırabiliriz.
'1 \ ' )
21 . B ÖLÜM .
.
..
GERÇEKLiK VE ILLUZYON .
.
.
GEÇMIŞE AIT BIR ITIRAF ILE ILGILI .
.
.
.
.
.
Bir u ç nokta, uzayda ve zamanda düzenli rotasını sürdüren, herhangi bir çeşit gözlemleyen denekten bağımsız olarak tarafc;ız bir dünya fikridir; bu modern bilimden yol gösteren görüntü olmııştur. Diğer uç noktada, evrenin birliğini mistik olarak deneyimleyen ve artık bir nesne tarafından veya herhangi bir tarafsız dünya tarafından karşı konulmayan bir deneğin fikri vardır; bu Asyalı mistisizmin yol gösteren görüntüsü olmuştur. Bizim düşiinüşümiiz arada bir yerde, bu iki sınırlayıcı kavramlar arasında lıareket eder; bıı karşıtlardan kaynaklanan gerilimi dengelemeliyiz. - Werner Heisenberg "Sınırın Karşısında" (Across The Frontier)
"Size hiçbir kokan gerçeklik gösteremeyiz " -Nick Herbert Sierra Madre Hazineleri (The Treasure of the Sierra Madre)1 filmindeki ünlü bir sahneyi taklit ederken kuantum fiziği tanımlayan fizikçi ve yazar Alacakaranlıkta yatan insan ve hayvan deneyiminin or ta bir dünyası vardır - "burada" uyanık farkındalıktaki bi linçli akıl ile gerçek ve "orada" olarak ele aldığımız fiziksel
440
dünya. Her ne kadar Werner Heisenberg yukarıdaki alın h da sadece bir deneğin iç dünyası ile bir nesnenin dış dünya sı arasında var olan "gerilime" a tıfta bulunsa da, belki son yüzyılda temelinin kuantum fizikte olduğu keşfedilen akıl ve maddenin evreninin yeni kavramsal vizyonuna da atıfta bulunmaktadır. Bu kavrama "hayali" alem olarak atıfta bu lundum ve rüya görmenin geliştiği ve özbenin i fade ettiği zemin olduğuna işaret ettim. Şu an için bu alemi gerçek olarak ele almama izin ve rin. Tıpkı kuantum fizikte olasılıkların akışının hayali eşleş tirmelerinin bir şekilde fiziksel madde ve enerjiyi üretmesi gibi, "ondan" algımız dahilinde var olan her şey - düşünce lerimiz, duygularımız, duyumlarımız, fiziksel uzay ve za man ve burada göstermeye çalıştığım üzere, özben bile meydana çıkar. Neden böyle bir fikri dahil göz önüne alayım? Bunun la ilgili düşüncelerim, madde ve akıl arasındaki örtüşmeyle ilgili hale geldiğim uzun zaman önce başladı. Bana öyle ge liyordu ki, bilinç bir şekilde maddeden ortaya çıkmalıydı veya madde bir şekilde bilinçten ortaya çıkmalıydı. Hangisi nin doğru olduğu gerçekten benim için o kadar fark yarat maz (ve eğer bilinç bilimsel olarak incelenebilirse, bir veya her ikisi doğru olmalıdır: bununla birlikte her halükarda ol dukça hayret vericidir), maddeden yapılmış olduğum ve bi linçli olduğum sadece bir gerçektir. Bu örtüşme beni kuantum fiziğin bazı gizemlerinin de rinliklerine götürdü. Kuantum fiziğin hayal dünyası ile ilgi lendiğini ve gerçek dünyayla hiçbir surette ilgi lenmediğini biliyordum. Her ne kadar ufacık maddenin toptan özellikle rini tahmin edebilse de, davranışının tam mekanik tahmh lerini yapmada tamamen yetersizdi . Benim en çok ilgimi çe ken, hayal edilen oluşların dünyasından (kuantum fiziğin o lasılıkları) objekti f ma teryal olarak var olan gerçek madde
44 1
dünyasına geçiş kabiliyetiydi. Dünya nasıl var olur? Sadece orada mıdır? Llixgrijb, Tanrı, "Büyük Rüya Gören" veya "Ruh" gibi ilke olarak keş fedilmeye yetersiz olan bir şey hakkında çok gürültü yap maya kalkışan sadece aşırı gizli bir aklın kıvrımı mıdır? Fi ziğe göre dünya sadece orada değildir. Var olduğu gözlem lendiğinde ortaya çıkar. Bu kadarını atomaltı parçacığın bi zim onu görmek için gözlemleme gücümüzden bağımsız o larak var olmadığına işaret eden Werner Heisenberg'e borç luyuz. Görüntülerin, duyguların, düşüncelerin ve gerçeklik vizyonlarının, Özben'in ve Tanrı'nm nasıl ortaya çıktığını merak etmeye başlamam, burada, akıl ve maddenin tarihsel konusunu çalışmamdadır. Bu öznel gerçekliğin insani dene yimlerinin benzer şekilde gördüğümüz zaman hayat bulma sı olabilir mi? Bu deneyimlerin rüyalardan geldiğini ve hi yerarşik olduğunu, özbenle özben olmayan arasında var ol duğu düşünülen sınırları değiştirmeye eğilimli öz-referan sın yüksek seviyeleri yoluyla ortaya çıktığını öne sürmeye çalıştım. Bu evrenin gözlemcisini perspektife koyar. Ayrıca göz lemcinin rolünü son derece güçlü yapar. Bu gözlemci nere de yaşamaktadır? Cevap, her şeyin meydana geldiği hayal aleminden gibi görünür: gözlemciler ve gözlemlenenler. Bu işlem nedir? Sunduğum cevap rüya gördüğümüzde dene yimlediğimiz işlemdir. Onları hatırlamaya çalıştığımızda aklımıza gelmiyor gözüken rüyaların kendisi gibi, bu kitapta yakalamaya çalış tığım da, ele geçmez. Varlığımın bir seviyesinde rüyaların kendimizin dışında var olduğunu görüyorum. Lüsid rüya lar veya BDDler, ÖADler ve CEIVler gibi sadece uyuduğu muz zaman gördüğümüz rüyalar değil, aynı zamane.f a bi zim sözüm ona mantıklı uyanık hayatımızı etkileyen ri.iy;:ı l ;:ı r
442
da. Bu rüyaları mimaride, politik sistemlerde ve peri hikaye lerinde görüyoruz. Bunlar bize bir rüyanın kolektif bir feno men olabileceğini anlatır. Sadece insanlar rüya görmez, sis temlerin durumu da rüya görür. Bir ulus rüya görür. Bir si yasi parti veya bir mezhep de.
Sosyal Sistemlerde Büyük Rüyalar Sosyal sistemler kendileri hakkında mimari biçiminde ve hikaye ve efsanelerinde rüya görür. Politik sistemler, Hit ler'in Üçüncü Reich'ı (Third Reich) ve Moskova'da Lenin'in büyük heykeli gibi mimari heykellerde kendi rüyalarını gö rürler. Ayrıca şehrin gökdelenlerinin yapılarında var olurlar. Çılgın tasarımlar ve fenomenlerle kendilerini onaylarlar. UFOlar ve BDDler, dünyada yaratıkların ele geçirilme sinin görüntüleri gibi birçok fenomen, sadece bireylerin gö rüntülerini yansıtmaz, ayrıca tüm kültürün görüntülerini yansıtır. UFOlar sadece rüya veya fantezi midir veya başka bir şey midir? Ressamlar tablolarında rüyaları yakalarlar. Örneğin bir kişi Paris'in dışındaki Monet'nin bahçesinin sa natsal izlenimlerini hiçbir zaman unutamaz. Halihazırda anladığımız şekliyle gerçeklik, bizim gün lük deneyimlerimiz açısından büyük ölçüde basitleştirilmiş tir. Sadece tamamını kavrayamıyoruz. Bu, sadece duyumsal yaklaşımlarımızda keşfettiğimiz sınırlamalar nedeniyle de ğildir, aynı zamanda fizik yasalarını mevcut anlayışımız ne deniyledir. Kuanhım fizik ve görecelilik, gerçekliğin çoğunun saklı ve gizemli olduğuna işaret etmiştir ve bu, eğer biz direkt olarak kuantum gerçekliği deneyimleyebilsek, direkt olarak görünür olur. Evren tuhaftır, akıl ve anlam, madde ve enerji kadar önemlidir. Akıl, birçok farklı seviyelerde mevcut ola rak görünür. Akıl sadece insanlar ve hayvanlar gibi kar-
443
maşık organizmalarda mevcut gibi görünmez, aynı zaman da hücre seviyesinde ve hatta moleküller ve atomaltı madde seviyelerinde de mevcut olarak görünür.
Sanal Gerçeklik ve Rüyalar Gözlemlediği madde gibi bu aklın, içgözlem yoluyla, rüya gören beyinde birleştirme, öğrenme, hahrlama ve unutma çabalarında, kişisel farkındalık için gerekli olan ne varsa hepsinde, ortaya çıkan bir işlem, ortaya çıkan yapılan olduğunu göstermeye çalıştım. Rüya görme kabiliyeti olma dan, kişisel farkında haline gelme kabiliyeti olmayabilir. Bir uzay gemisinin uzak geleceğe yolculukları ile ilgile nen Uzay Yolu: Yeni Nesil (Star Trek: The Next Generation) adında son zamanlardaki bir televizyon gösterisinde, gemi nin mürettebatı geminin "bölmelerinde (holodeck) (hologra fik görüntülerin yaratıldığı geminin içinde bir oda, ki bunlar o kadar "gerçektir" ki buraya sanal-gerçeklik deneyimleri i çin giren mürettebatın üyeleri artık holo görüntülerle gerçek nesne ve gerçek insanları birbirinden ayıramaz hale gelir ler)" yaratılan bir kimliğin görünümüyle şaşırırlar. Sanal gerçekliğe bu dalış, zamanımızda daha ilkel bir biçimde kavranmaya başlamıştır. Hava pilotu alıştırmaları i çin tasarlanan kokpit simülasyonu teknolojisinden gelişe rek, sanal gerçeklik teknolojik dünyamıza yolunu yapmak tadır. Eşzamanlı bilgisayar-yaratımlı stereografik görüntü lerle yaratılan sanal bir dünyada - algılayıcının her bir gö züne ve stereografik holografik sesler her bir kulağına - bir kişi görülebilen, hissedilebilen, duyulabilen ve dokunulabi len saf ve çoğunlukla soyut bilginin ortamına girer. Doku n ma, kişinin bir elini veya ellerini, uzaysal bilgiyi bilgisay<ır.ı gözleyen ve geri besleyen ve sonra bilgiyi elektronik eld i w ne, ses sistemine ve görsel ekranlara geri besleyen ell'k ı n ı
444
nik eldivenlerin içine yerleştirmesiyle yarahlır. Kullanıcının "niyeti" bilgisayara verilir ve o da geri besleme bilgileri "kullanıcıya" gönderir. Tüm işlem, neredeyse ışık hızında bir elektronik döngü içerisinde meydana gelir. Özünde sanal gerçeklik makinesi bizim gibi işler, sade ce biz bilgisayarımızı bedenimiz dışında değil, burunlarımı zın üstünde, küçük ama güçlü mikrobilgisayar içinde taşı rız. Tıpkı beyinlerimizin görüşümüzden saklanması gibi, sa nal gerçeklik için de teknoloji görünmezdir ve kişinin hare ketine dikkatlice uyarlanır, böylece tamamen sıradan görü nen bir şekilde davranabilir. Son dönemde sanJ.l gerçekliği keşfettim ev her ne ka dar ilk bakışta sıradaı- görünse de, kişi çabucak gerçekten çok farklı bir dünyaya girdiği izlenimini ediniyor. Örneğin, sadece kişinin elini bir yay içinde Merlin tarzında hareket ettirmesiyle, uzayda gerçek gibi görünen yüzen nesneler ya ratmak ve sonra onları kaybetmek mümkün. Kişi elini veya vücudunu, katı görünen nesnelerin içinden geçirebilir. Kişi bir kuş gibi, bilgisayar tarafından yaratılan üç boyutlu bir gerçekliğin yapabildiği görüntü kadar gerçek bir manzarada uçabilir. Aslında, kişi bir kuş haline gelebilir veya herhangi bir şamanın dönüşümü gibi sihirli bir şekilde şekil değiştir meden geçebilir. Ayrıca kişinin fiziksel sınırlamalarını değiştirebilmesi ve içine girebilmesi de mümkündür. Örneğin, kişi bir kişi nin kalp atışının bilgisayar-yara tımlı resmine bakabilir, ama bu defa onu dıştan değil, içten görebilir. Aslında kişinin kendisinin içinde veya dışında olduğu nu belirleyen sınır, oldukça değişkendir ve aslen matematik çi G.Spencer Brown'un kuantum fizikteki "biçim yasaları" ve "gözlemci etkisi"ne dayanan "limit matematik (bounda ry mathematics)" denilen yeni bir matematik dalına yol aç mıştır.
445
..
•
1
Washington Universitesi'nde insan Arayüzü Teknoloji Laboratuvarı (Human Interface Technology Laboratory)'nda baş bilim adamı olan Dr.William Bricken'a göre, kişi siber u zay2 denilen elektronik olarak aracılık edilen deneyime gi rer. Siber uzay, katılımcının deneyimini dahil etme veya et meme yoluyla değiştirilen elektronik bilgidir; yani kişinin bazı elektronik olarak yaratılan yapının içinde veya dışında olmasında göre değişir. Sıradan gerçeklikte biz kendimizi, kendi bedenimiz bile olsa, bize sunulan herhangi bir temsil den dışarıda konumlarız. Örneğin elime bakarım ve elimin bir şekilde benden uzakta, "orada" olduğunu algılarım. Si ber uzayda kendimizi keşfetmek istediğimiz herhangi bir temsilin içine yerleştiririz. Normalde yaptığımız gibi sadece yorumlayarak değil, gerçekten içlerine girerek ve böylece onları deneyimleyerek sembolleri keşfetmemize olanak sağ lar. Tanım (objektif gerçekliğin bir bakışı) ile işlem (sübjek tik gerçekliğin bir bakışı) arasındaki ayrım, siber uzayda ta mamen aşınabilir. Mesela, okurken bir kitabın kelimelerini değiştirmeyiz. Ama farz edin ki siber uzaya girerek, kitapta ki karakterler haline geliyoruz, gerçekten yazarın hayal e tti ği niyeti deneyimliyoruz. O kelimeleri söyleyebiliriz ve on ları söylemenin ve duymanın ve kendimizi o kelimeleri söy leyen karakter veya karakterler olarak deneyimlemenin so nucu olarak, söylenen kelimelerin tamamen farklı bir dene yimine sahip oluruz. Yazar tarafından sembolik referanslar, şimdi deneyimler haline gelir. Bu teknolojik uzaya bu şekilde girebilme yeteneği, ger çekten yeni bir deneyimdir. Normalde geçemediğimiz bir sı nırı, gerçek manasıyla geçeriz: özbeni ve evreni ayıran sınır. Veya belki, "gerçek" dünya olarak deneyimlediğimiz dün yadaki sınırı geçeriz.
446
Rüyalar Özbenle Evren Arasında Bir Atlamadır Şimdi tüm bunların rüya gören evrenle ne ilgisi var? E ğer evrenin tek bir spiritüel varlık tarafından yaratıldığı fik rini ciddiye alırsak, o zaman her birimizin o rüyanın bir par çası olduğumuz ortaya çıkar. Ancak, biz de her gece rüya görürüz. Gördüğüm rüyalar sadece rüya gerçekliği ile "bü yük rüya gören" arasındaki bir sınırı geçmekten daha fazla sı olmayabilir mi? Başka bir ifadeyle, biz bir ihtimal sadece büyük ruhun rüyası değil de, bu sınırın perspektif bakışın da ufak bir değişiklik ile, rüya görenin kendisi miyiz? Uzay Yolu dizisi ilerledikçe, varlık geminin kaptanına, her ne kadar onun bölmeye giren her insan için bilgisayar yaratımlı bir görüntü olduğunu bilse de, bunu bildiğini de bildiğini söyler. Bir şekilde kendini bilen haline geldiğini a çıklar. "Gerçek" dünyada yaşamak ister ve kaptana, öz-dü şünümsel olarak düşünebildiği için var olabileceğini ileri sürer. Kaptan onu bölmenin d : ında hiçbir holo-yaratımlı görüntünün var olamayacağı konusunda uyarır. Ama varlık cogito, ergo sum, "Düşünüyorum, öyleyse varım" diyerek ıs rar eder ve bölmenin kapılarının açılmasını emreder, bun dan sonra kapılardan kolayca geçer, bölmeyi geminin iç kıs mında terk eder, geminin mürettebatı şaşkındır. Varlık rüya görerek var olmuştur! Kaptan ve mürette bat şaşkındır ve bunu nasıl yaptığını çözmeye çalışırlar, çünkü holo görüntüler sanal gerçekliğin bir parçasıdır ve "gerçek" gerçeklik değildir. Ancak varlık tüm gemide yürür ve hatta bilgisayarın kontrolünü eline alır. Tüm bunların, bölmeyi terk eden varlığın görüntüsü de dahil olmak üzere holografik olarak yaratılan bir görün tü olduğunu anladıklarında hikaye çözülür. Varlık, bölmeyi kendisinin bir görüntüsünü tutması için programlamıştır, böylece gerçek bölme, sanal bölmenin ve sanal geminin ve
447
sanal mürettebatın görüntülerini içerir. Varlık aslında hiçbir zaman bölmeden ayrılmamıştır. Gerçek bir varlık olarak de vam etmekte ısrar ettiği için, kaptan varlık için tüm evrenin bir görüntüsünü yaratabilmeyi başarır ve onun için bir siber uzay düzenler, böylece dünyasında açıkça özgürce hareket edebilir, özgür iradesini kullanabilir. Tüm program varlık için sürdürülür ve sonunda küçük bir kübün içine yerleştirilir. Varlığın bunu bilmesinin bir yolu yoktur. Ama "gerçek" geminin kaptanı ve mürettebatı bunu bilir. Ancak programın sonunda onlar da hayal edilemez bir teknolojinin içinde sadece bir görüntü olup olmadıklarını merak ederler. Ve elbette diziyi izlerken, onların benim ku tumda, gözlemlediğim televizyonda olduklarını fark ettim.
Size Pis Kokan Gerçekliği Gösteriyoruz Gerçeklik şeylerden yapılmamıştır, ama bağdaşık olabi len olasılıklardan yapılmıştır, böylece olasılık katı maddeye dönüşür. Örneğin devletin veya ulusun rüyaları hakkında ko nuştuğumuzda, rüya görme fenomenine maddenin daha kar maşık bir seviyesinden bakıyoruz, ama yine de, aynı işlem dir. Rüya, kuantum gerçekliğin özellikle şeffaf hale geldiği, akıl ve maddenin karışımının gözler önüne serildiği yerdir. Bilincin seviyeleri hakkında konuşuyoruz. Bu farklı gerçeklik seviyelerinden, gerçekliğin diğer alt seviyeleri olu · şur, bu da daha yüksek bir seviyeden görüldüğünde alt se viyelerin daha hareketsiz ve mekanik olduğu hissini yaratır. Dolayısıyla kozmik veya evrensel bakış veya gezegen sel seviyeden tüm yeryüzüne baktığımızda, bir bakıma ge zegenin mekanik bir resmini görürüz. Yeryüzünün bakış a çısından, nehirlerin ve okyanusların hareketlerini mekanik olarak görürüz. Ulusal bakış açısından, insanların ve maki nelerinin hareketlerini mekanik ve akılsız olarak görürüz.
448
Kişisel veya insani bakış açısından, bazen birbirimizi meka nik olarak göriirüz veya her şeyi mekanik baza indirgemeye çalışırız. Bedenimizin bölümlerini mekanik olarak görürüz. Katı gerçeklik bir seviye meselesidir. Ancak eğer akıl ve madde arayışımızda derinlere dalarsak, seviyeler çözülme ye başlar ve atomlar şeyler olmaktan çıkar; hayaletler gibi görünürler ve hayal alemine gireriz. Efsaneler bunu tarif etmeye çalışmıştır. Örneğin Avus tralyalı Aborjinler, bir Büyük Ruh'un tüm gerçekliği rüya gördüğüne, tüm evreni varoluşuna yarattığına inanırlar. Yü rüdükleri bu toprakların Büyük Ruh'un riiyasının bir yansı ması olduğunu söylerler ve bu topraklarda yürüdüklerinde, toprakların kendisiyle yankılanan efsanelerinin şarkılarının farkına varırlar. Bu şarkılar, yeryüzünde şarkı dizeleri ola rak yankılanır ve onlara yön verirler. Topraklardan karan lıkta çok hızlı geçen, şarkının parıltısını sanki aşırı ışıklandı rılmış bir otobanda koşuyorlarmış gibi canlı bir şekilde gö ren koşucuların hikayeleri vardır. Sanki bu ruh hala onlarla konuşuyormuş ve yollarını aydınlatıyormuş gibi nereye gi deceklerini, kutsal yerlerin neresi olduğunu bulabilirler.
Hepimiz Bunu Biliyoruz Eğer psikolojik ve spiritüel modellemeye bakarsanız, "hepsi bir riiya" fikrinin kanıtını bulacaksınız. Joseph Camp bell bu kavramla ilgili konuşurken şunları yazmıştır: Schopenhauer . . . ileri bir yaşa eriştiğinizde ve geçmiş hayatınıza baktığınızda, sanki bir romancı tarafından oluş turulmuş gibi tutarlı bir düzen ve planı var gibi görünebilir. Meydana geldiklerinde tesadüfi veya anlık olarak görünen olayların, tutarlı bir roman konusu kompozisyonu için kaçı nılmaz etkenler oldukları ortaya çıkar. Bu yüzden o roman konusunu kim oluşturmuştur? Sc-
hopenhauer tıpkı rüyaların bilincinizin fa rkında ol mad ığı sizin bir yanınız tarafından oluşturuldukları gibi, tüm haya tınızın da içinizdeki iradeden oluştuğunu ileri sürer. Ve tıp kı görünüşte şan eseri olarak tanıştığınız insanlar, hayatını zın biçimlenmesinde başlıca vekiller haline gelir ve siz de aynı şekilde bilmeden başkalarının hayatına anlam katan vekiller olarak hizmet edersiniz. Her şeyin bilinçsizce diğer her şeyi yapılandırmasıyla birlikte tüm bunlar bir dişli çark olarak büyük bir senfoni gibidir . . . tek bir rüya görenin için deki tüm karakterlerin de rüya gördüğü büyük rüyası . . . Her şey diğer her şeyle karşılıklı ilişkiden ortaya çıkar, bu yüzden hiçbir şey için hiç kimseyi suçlayamazsınız. Hatta hepsinin arkasında, her zaman bir şekilde mantıklı olan, o mantığın hiçbirimiz tarafından ne olduğu bilinmemesi veya oldukça niyetli olduğuhayatı yaşadığı tek bir niyet var gibi dir.3 Çinli filozof Chuang Tzu'nun dediği gibi: "Hayatın bir rüyadan başka bir şey olmadığını fark et tiğimiz bir gün Büyük Uyanma ortaya çıkar. Ancak ahmak lar uyanık olduklarını düşünmeye devam ederler. Hayatın panoramasını böyle bir netlikle inceleyerek, buna bir prens ve ona bir köylü derler - Nasıl bir yanılgı! Yüce Konfüçyüs ve siz, her ikiniz de bir rüyasınız. Ve bunun hepsinin bir rü ya olduğunu söyleyen ben de bir rüyayım."4 Rüyalarımız hoş, iyi veya kötü olup olmamayı önemse mez görünürler. Uçan dairelerdeki uzaylıların tipik görün tülerine baktığımızda ne görürüz? İnsanlar ince ve zayıftır. Beyaz tenleri, ince, kemikli kolları ve bacakları vardır. Has ta, aç ve yetersiz beslenmiş çocuklar gibi görünürler. Hepi miz Afrika'daki Biafra trajedisini hatırlıyoruz. O savaş aç ve evsiz insanlardan oluşan kampları yaratmıştır. Birçok psiko log bakımsız çocukların bu görüntülerini bir motif veya ar-
450
ketip olarak tanır. Hepimizin içinde bakımsız bir çocuk var dır. Hepimiz ebeveynlerimizin varsayılmış terk etmesinden, bu gerçek bir terk olsun veya olmasın, acı çekmişizdir. Az gelişmiş egolarla genç çocuklar olarak, bazı zamanlar böyle hissetmişizdir, çünkü basitçe annemizin sadece bir bardak su almak için yukarı çıktığını ayırt edecek zekamız yoktu. Elbette Freud bu motif hakkında yazmıştır ve Jung, korku verici anne ve terk edilmiş çocuk motifine işaret et miştir. Bu yüzden hepimiz, bilinçaltı aklımızı oluşturan böy le arketipsel görüntüleri vardır. Bu görüntülerin sadece kişi sel deneyimlerimizden daha derin olduğuna ve bu arketip lerin görüntülerinin rüya alemi diyebileceğimiz daha temel bir seviyedeki gerçeklikten ortaya çıktığına inanıyorum. Bu bakımdan rüya, objektif gerçeklikten daha temeldir. Rüya gördüğümüzde, bu gerçeklikte nasıl hayatta kala cağımız ile ilgili bilgi edinmek için o gerçekliğe döneriz. A ma hayatta kalma, tek bir perspektiften göründüğü gibi ol mayabilir. Ben bir yazar olarak siz okuyucular yoluyla ha yatta kalıyorum. Siz olmad an, geçinmek için yazamam. Ben bu kitabı yazarken birçok tema birlikte dokunmaya ve ör tüşmeye başlar. Rüya gören evren fikrini nereden edindim, bilmiyorum. Bir gün uyandım ve "Madde rüya görür." De dim. Bir açıdan, çetin materyalistler bununla aynı fikirde o lur. Materyalist filozoflar, bilincin maddeden ortaya çıktığı na inanırlar. Eğer öyleyse, nasıl? Benim bakış açıma göre, si zin çetin bir materyalist bilim adamı mı yoksa Tanrı'ya ina nan yumuşak bir metafizikçi mi ya da akıl-madde düalizmi ne inanan bir Kartezyen düalist mi olduğunuz fark etmez. Eğer bilinç maddede yer alıyorsa, o zaman madde bilinçli dir. Varım, o halde düşünüyorum veya düşünüyorum, o halde varım, bir totoloji haline gelir. Açlıktan ölen çocukların görüntüsüne geri dönersek,
45 1
bunlar sadece ilkel arketip görüntülerimizin yansımaları mı dır? Yoksa daha fazlası mıdır? Çocukların görüntüsü bizim yakamızı bırakmayıp yeryüzündeki sıkıntılı hayatın gerçe ğiyle yüzleşmediğimiz için rüya ve fantezi hayatımızda ola ğanüstü olaylar olarak mı görünüyorlar? Bu görüntüler di ğer gezegenlerden veya galaksilerde değil - bu çok naif o lurdu - başka bir gerçeklikten, başka bir seviyeden gerçek insanların görüntüleri olabilir mi? O insanlar sadece belirli bir arketip programa uygun olarak görünürlerdi. Neden aşikar acı çekmenin görüntülerine sahibiz? Ku antum fiziksel bakış açısından, madde dünyasının kesinlik ten inşa edilemeyeceğini görmeye başlarız. Maddi dünyada hiç yoktur. Heisenberg'in belirsizlik ilkesi, madde dünyasını yönetir. Bu demektir ki, gerçek dünyayla uğraşmaya çalıştı ğımızda, her zaman aklımızda şüphe ve belirsizlik ve hatta neyin gerçekten geçmiş neyin gerçekten gelecek olduğuna dair tereddüt gibi şeyler olacaktır. Bunlar tamamen tanımla namaz. Belirsizlik olduğu zaman, hepimizin bildiği bir meka nizma ortaya çıkar; buna korku adını veririz. Benim gördü ğüm üzere korku, maddeyle tanımlanır. Maddeyi tanımla dığınızda, tanımlama elektroniktir. Elektronlar sadece ben zer yüklerinden dolayı değil, dönüş adı verilen kuantum ö zelliklerinden dolayı birbirlerini iterler. Aynı kuantum du rumuna girmezler. Buna Pauli dışlama ilkesi (PEP) denir. Bu izole yapıların üretilmesine eğilimlidir ve atomların farklı özelliklerle görünmesine olanak sağlar. Bir bakıma PEP dünyevi yapıların görünümünden veya kimliğin yaratı lışından sorumludur - özben davranışının özben olmayan davranıştan ayrılması. Bu şüphe, belirsizlik ve aşağılık do ğal hislerimizde kurulmaya eğilimlidir (Adler aşağılık kom pleksi hakkında yazmıştır). Tüm bu yansımalar, bir bilim hayatı inşa etme çabalarıdır. Ama tüm bunlarda bir tehlike
452
vardır. Hayatı ne kadar çok bilimselleştirirsek, her şey için ne densel sebepleri bulmaya o kadar çok çalışırız, o kadar çok korku dolu hale gelir. O kadar çok korkar hale geliriz. St. Petersburg'da seyrettiğim Akrebin Bahçesi (The Scorpion's Garden) isimli Rus filminde, yönetmen Oleg Kovalov, elli lerdeki ve altmışlardaki Rus hayatının belgesel filmi ile bir likte Rus bir asker ve bir kadının aşk hikayesinin zekice bir örtüşmesi ve yan yana dizilmesini kullanarak, rüyaların ve politik sistem isteklerinin nasıl ana karakterlerin basit ha yatlarıyla örtüştüğünü göstermiştir. Büyük resimdeki vahşet ve güvensizlik sahneleri, her seviyede hikayeye süzülmüş tür. Asker nişanlısının evinde yemek yedikten sonra hasta hale gelince, ona emreden memurların söylediği üzere dev letin bir düşmanı tarafından zehirlendiğinden korkar. O caddelerde dolaştıkça, KGB her yerde omzunun üstünden bakar ya da öyle görünür. Film, kitle bilinci fikrini ve o kitle yi oluşturan bireylerin hayatlarından ayrı, ancak onlarla ör tüşen kitlenin rüyasını çok iyi gösterir. Akıl hastanelerindeki sahnelerde, orada kalan kişiler bu örtüşmeyi görür gibi görünürler ve bunun hakkında so ru sorulduğunda, başta saçma gibi gözüken cevaplar verir ler, ama dikkatlice du yulduğunda sadece: kitle rüyasına ve kendi rüyalarına karşı hassastırlar. Korku duyar hale geliriz, çünkü insanlar bize neyin gerçek olduğunu ve neyin olmadığını söylerler. Ama insan ların bize söyledikleriyle içsel bir çelişki hissederiz. Korku duyarız, çünkü diyelim ki bir politik sistemin bakış açısı ile kendi bakış açımızın tutarlı olmadığını biliriz. Komünist • . Parti, dünyaya cevap değildir. Kapitalist sistem, dünyanın sorunlarına cevap değildir. Savaşa gitmek, dünyaya cevap değildir. Bunları kendi içimizdeki daha derin bir sesten bili riz. Olan şey şudur ki, korku dolu görüntüler aklımıza girer
453
ve biz bunu fark etmeyiz. Ama eğer korku dolu görüntüleri niz varsa, gerçek olma eğilimindedirler: hayal edebildiğiniz her şey, sanki biz onları var olmaya davet etmişiz gibi gö rünmeye başlar. Bu görüntüleri gerçeklik olarak yaratıyoruz, çünkü ev ren kararsız ve çelişkilidir. Ne ürettiğinizi umursamaz. Size neyi yapıp neyi yapamayacağınızı söylemez. Tüm çocukla rını seven bir anne gibidir: çirkin olanlar, güzel olanlar, aç o lanlar, çok şişman olanlar - umursamaz. Görüntü olarak ne yaratırsanız olacağını söylerler. Neden? Çünkü evrenin ö zünde, en temel seviyesinde, katı bir şey değildir. Katı ger çeklik değildir. Görüntülerinizin ürettiği ne varsa, gerçeğe dönüştürebilir. Tüm politik ve sosyal sistemler bu şekilde üretilir. Hep si, gerçekliğin bu saklı yanının doğasının bu temel yanlış anlaşılmasının büyütülmesidir. Eğer insanlar tüm maddede ki hayali unsurları kavrayabilseler, o zaman kafalarında canlandırdıkları sonunda vuku bulur. Ancak, tam o anda vuku bulabilir veya bulmayabilir, ama rüyalar seviyesinde tezahür etmeye başlar. Bir bakıma Freud haklıydı. Rüyalar dilekleri yerine ge tirir, ama dileğin seviyesi net ve şeffaf değildir. En kötü seviyede, bir kişinin üzerine korkuları ve geçmiş şartlanma ların tahminlerini yansıtmadan başka bir kişiyle karşılaşa mazsınız. Bütün görüntülerimiz kendilerini bize bağlar ve dünyayı görme biçimimizi belirler. Bu görüntüleri orada yansıtırız. Siz benim görüntüm olmasanız bile, eğer size gö rüntümmüşsünüz gibi davranırsam, sonunda görüntü me karşı savaşmaya başlarsınız veya teslim olmaya başlarsınız ve görüntüm h aline gelirsiniz. İ lişkiler bu şekilde oluşmay.ı başlar. İnsanlar birbirlerine, birbirleri hakkında hayal e t t i k leri şeylerle aşık olurlar, her birinin ilişkiye getirdikleri ıw değil.
454
Mitlerde yaşarız, transta yaşarız, illüzyonlarda yaşarız. Meditasyon ve belki Budist düşünce, orada gerçekten ne ol duğunu görmemize yardımcı olur, çünkü kendimizi hayal lerimizden özgürleştirmemize yardım ederler. Bu spiritüel öğretiler, bizi herhangi bir çeşit görüntüden - altın yazlardan veya ıslak, soğuk, buzlu kışlardan, iyiden veya kötüden özgürleştirmede yardımcı olarak tasarlanmışlardır. O rüya gören bir evrendir. Ama eğer tüm bunları varo luşa rüya gören büyük bir ruh varsa, bunun yazarı olarak ben ONA inanıyor muyum? Benim için inanç meselesinin şu anda şu soru olduğu nu söyleyelim: Hayatım içinde Tanrı'nın varlığının bir hissi ni yaratabilir miyim? Bir kişinin inandığının herhangi bir mevcudiyet hissi olmadan bir şeye inanmak, beyin yıkama dan biraz daha fazla bir şeydir. Bir çocuğa neyi yapıp neyi yapamayacağının veya neye inanıp neye inanamayacağının söylenmesi gibidir. Kişisel bir Tanrı var mıdır? Bu Tanrı ilkel midir, var o lan tüm her şeyin kaynağı mıdır? Bu Tanrı ile bir kişi, beyaz sakallı yaşlı bir adama benzer kişisel bir görüntüyü mü, yoksa ilk Hristiyanlık veya pagan dinlerinden ilkel bir kabi le resmini mi kasteder? Yoksa kişi, Çinli Tao veya kozmik düzen gibi kişisel olmayan bir görüntüyü mü düşünür? Ve ya Tanrı, bazılarına güç veren ve çiğnenmemesi gereken davranış kuralları koyan gizemli bir ilkel kişi midir? Soru şudur, Tanrı'nın bir benliği var mıdır? Buna inanıyorum demek yerine, çok derin olan temel bir gizemin devam ettiğini söylerim. Kendi hayat deneyi mimden, onu görmek için yeterince açık olduğum zaman bu gizemi biliyorum. Eğer onu görmek için açık değilsem, korkuya girerim ve hiçbir şeyi görmem, illüzyonda olurum. Ama açık olduğum zaman, bu mevcudiyeti hissederim.
455
Büyük Rüya Görenin Varlığını Hissetmek Bir gün bu Mevcudiyetin belirli güçlü bir izlenimine sahip oldum. LSD almıştım (bu yetmişlerin ortasındaydı). Kaliforniya'nın kuzey sahilinde, güzel bir alandaydım. Mü kemmel bir yerdir. Kusursuz bir dünya günüydü. LSD etki sinde, gün.eş altında yürüdüm ve ışık saçtığını hissettim. Gökyüzünün parlak mavi parladığını gördüm. Bulutlar ku sursuz bir şekilde beyazdı. Altımdaki okyanus, kayalara çar pıyordu. Parlak bir Turner tablosuydu! Ama tam, canlı renk lerdeydi ve beynimi dolduran sesleri vardı ve güneş ışığın da ışıldayan tuzlu hava ve yeşil çimen kokulan vardı ve sanki onlarla büyüyormuşum gibi çimenin tazeliğini kokla dım. Tüm bunlara dikkatlice baktım. Sonra birden bunun gerçek olmadığını idrak etmeye başladım, hepsi bir i l l ü z yondu. Büyük bir sanat becerisi. Bir tablo veya heykel gibi y di. Tek bir çimen yaprağının bile tam yerinde olduğu bana göre çok açıktı. Aşağıdaki okyanusun tek bir dalgası bile ka yaların üzerinde dökülmesinde harcanmıyordu. Gökyi. il.i"ı nün sürekli değişen maviliğinin tek bir gölgesi bile rasl�l'll· değildi. Kusursuzdu ve düzenliydi ve açık olarak büyü k lı i r sanatçının veya büyük rüya görenin bir yaratımıydı. O anda, gördüğüm dünyanın artık hemen veril nı i � v ı · orada olan gibi beni zorlamadığını, ama titizlikle ya ra l ı l . ı ı ı bir şey olduğunu idrak ettim. İ çine daldığım boğucu n·si nı sahnesinin mevcudiyetini değil, ressamın boğucu h i ss i ı ı i hissettim. Sanki ressam benimle konuşmuş gibiyd i . S.ı ı ı J.. i Tanrı benim elimi tutmuş ve "Yani gerçekten görnwı.. i s i i yoı musun? Seni illüzyonun ötesine götürmemi i s t iy o r ı ı ı w. 1 1 1 1 r · demiş gibiydi. Sonra deneyimlediğim her şt•y i ı ı 1 1 1 1 1 . 1 1 1 . ı r ı ı bir anlamı vardı. Her şey önemliydi. Dünya n ı n y . ı p . ı v l ı ı •, ı ı ı ı görüyordum ve onu bir illüzyon, bir yara t ı m ol.ı r,ı J.. ı •,ı ı ı ı ı yordum, rastgele bir yapıda değil.
456
Buna, sanki kuvvetler bunu kör olarak yarattı, ne de mekanik bunu yarattı ne de kör doğa bunu yarattı olarak bakmıyordum. Açıkça düzenli, zeki, hisseden, algılayan, kendim gibi, insan biçiminde bir varlık bunu yaratmıştı. O açıdan Tanrı'nın varlığını hissettim . Normal hayatımda sa dece nadiren bu varlığı hissederim . Hayatıma giren belli in sanlarla bunu hissederim. Beraber olacağız ve bizi birbirimi ze bağlayan bir çeşit veya bir rezonans enerji, bu kişiyi bile mezken bir çeşi t bilme, ama bunun derin bir algısını hisse deriz. Bu bana olduğunda, bunu yine hissetmeye başlarım. Kör inançtan ziyade, bir farkındalık meselesidir. Bu farkın dalığa sahip olduğum zamanlar, hayatta olmamın en büyük zevkidir. Sonra korku gider, göğsümdeki delik iyileşir. Ka yıp veya terk edilme hissi yoktur, her şey huzur doludur. Tanıştığım herkesle bunu uyandırmaya çalışırım. Bu her za man mümkün değildir. Hangi biçime girerse, onu arayıp bulurum. Hangi biçime gireceğini tahmin edemem. Dünya nın farklı birçok bölümünde, birçok farklı nedenden dolayı, kendiliğinden ortaya çıktığını buldum . Sadece "benim" evren olduğumu kabul edebilirim, bu scı dece bir rüya olsa bile.
457
DİPNOTLAR 1. BÖLÜM GİRİŞ: BİR BEN YARATMAK İÇİN RÜ YA GÖRÜRÜ Z 1. Wim Coleman ve Pat Perrin, The Jamais Vu Papers veya Misadvantures in the Worlds of Science, Myth and Ma gic (New York: Harmony Books, 1991), 18-19, 55 2. Bkz. Henri Corbin, Mundis Imaginalis or the Imagi nal and the Imaginary (Ipswich, İ ngiltere: Golgonooza Press, 1976 [asıl baskı 1972]). 3 . Bkz. Örneğin Jim Poulter, The Secret of Dreaming (Templestove, Avustralya: Red Hen Enterprises, 1988). Ayrı ca bkz. Peter Suttan, baskı, Dreamings: The Art of Aborigi nal Australia (Victoria, Avustralya: Viking Penguin Books, 1989). Jean A. Ellis, From the Dreamtime: Australian Abori ginal Legends (Australia: Collins Dove, 1991). 4. Fred Alan Wolf, The Eagle's Quest: A Physicist's Search for Truth in the Heart of the Shamanic World (New York, Summit Books, 1991). 5. Bkz. Örneğin Peter M. Rojcewicz, "Signals of Transc endence: The Human-UFO Equation" Journal of UFO Stu dies 1 (New Series, 1989): 1 1 1 . 6 . Bkz. Jayne Gackenbach ve Jane Bosveld, Control Yo ur Dreams: How lucid dreaming can help you uncover your hidden desires, confront your hidden fears, and explore the frontiers of human consciousness (New York, Harper & Row, 1989). Ayrıca bkz. Stephen LaBerge, Ph.D., Lucid Drea ming: The Power of Being Awake and Aware in Your Dre ams (Los Angeles: J.P.Tarcher, 1985). 7. Fred Alan Wolf, Star*Wave: Mind, Consciousness, and Quantum Physics (New York: Macmillan, 1984). 8. Hayvanlar ve diğer alt seviye yaşam formları hakın da merak edebilirsiniz. Onlar rüya görür mü? Yunusların ve
458
balinaların görmediğine dair kanıt vardır. Peki ya onlar? Bu konuyla ilgili daha sonra söyleyeceklerim olacak. Şu an için her yaşam formunun bir şekilde "rüya gördüğünü" kabul e din. 9. Fred Alan Wolf, The Eagle's Quest: A Physicist's Search for Truth in the Heart of the Shamanic World (New York, Summit Books, 1991). İ stisnalar vardır. Bazılarının iyi bir hesabını 10. görmek için bkz. Roger Penrose, The Emperor's New Mind (New York: Penguin Books, 1989). 1 1. David Bohm'un görüşü, evrenin gerçekten iki tane olduğudur: algıladığımız ve inandığımız bir belir gin düzen ve duyumlamadığımız bir saklı düzen. Herhangi bir yerde bir olay olduğu her zaman saklı düzen, belirgin düzende ortaya çıkar. 2. BÖLÜM - FREUDYEN FİZİK: EVRENİN NASIL RÜ YA GÖRDÜ GÜNE İLK BAKIŞ 1. Bkz. Jonathan Winson, Brain and Psyche: the Biolo gy of the Unconscious (New York: Anchor Press/Doubleday, 1985). 2. Bkz. Örneğin J. Allan Hobson, The Dreaming Brain: How the brain creates both the sense and the nonsense of dreams (New York: Basic Books, 1988). 3. Sigmund Freud, The Interpretation of Dreams (New York: Avon Books, 1965). 4. Montague Ullman, M.D., ve Nan Zimmerman, Wor king with Dreams: Self-Understanding, Problem-Solving, and Enriched Creativity Through Dream Appreciation (Los Angeles: J. P. Tarcher, ine., 1979). 5. Erich Fromm, Greatness and Limitations of Freud's Thought (New York: Harper & Row, 1980), 5.
459
6. Charles Hampden-Tumer, Masks of the Mind (New York: Macmillan, 1981), 78. 7. Fromm, a.g.y., 7. 8. A.g.e., 1 02. 9. A.g.e., 1 03.
3. BÖLÜM - JUNG'UN FİZİGİ: EŞZAMANLILIK EVRENİN RÜYASININ İSPATI 1. Wim Coleman ve Pat Perrin, The J amais Vu Papers veya Misadvantures in the Worlds of Science, Myth and Ma gic (New York: Harmony Books, 199 1 ), 1 8-19, 55 2. Albert Rosenfeld, Mind and Supermind (New York: Holt, Rinehart & Winston, 1977), xi. 3. C. G. Jung ve W. Pauli. The Interpretation of Nature and the Psyche (Princeton, N .J.: Pantheon, 1955). 4. James Fadiman ve Robert Frager, Personality and Personal Growth (New York: Harper & Row, 1976), 54. S. Bir nesnenin pozisyonunun tam olarak belirlenmesi nin, o nesnenin momentumunu belirsiz bir durumda bırak tığı ve tam tersinin de geçerli olduğu bir işlem. 6. Fadiman ve Frager, a.g.y., 6 1 . 7. C . G. Jung, O n the Nature o f the Psyche, vol. 8 o f the Collected Works, Bollingen Series 20 (Princeton, N.J.: Prince ton University Press, 1960), 7. 8. A.g.e., 8. 9. Güneşin ısısını teninizde hissedebilirsiniz veya so ğuk bir günde rüzgarı yüzünüzde hissedebilirsiniz ve ener jiyi duyumlamazsınız. Moleküllerin hareketini ve onların duyu organlarınız üzerindeki etkisini duyumlarsınız. Bu et kilerden enerjiyi "hissettiğiniz" anlamını çıkarırsınız. Bura da anlambilime sapmak istemiyorum, ama sadece enerjinin, görünüşte objektif niteliklerine rağmen, bir nesne olmadığı nı size hatırlatmak istiyorum. Düşüncenin bir icadıdır.
460
Kuvvetler ve entropi kavramı - termodinamik olarak kapalı sistemlerin daha çok düzenden daha az düzene hareket etme eğilimi - açısından elbette bir neden vardır. Dolayısıyla yere çarpan bir yumurta, kapalı bir düze ni oluşturur ve yumurta çarptıktan sonra yerin durumu şöyle dursun, ezilmiş bir yumurtanın bütün olana göre d a ha az düzeni vardır. Daha kesin olmak için, yumurtanın ve zemi11. nin enerjisi, yumurtanın çarpmasından önce ve sonra aynı dır. Yerçekimsel enerji, kabuğun çatlamasına, ses dalgaları na ve zeminin ısısında ufak bir artışla birlikte yumurta çarp tıktan sonra zeminin ufak bir titreşimine neden olarak d ö nüşür. 12. Jung, a.g.y., 19. Richard P.Feynman, Robert B. Leighton ve 13. Matthew Sands, The Feynman Lectures on Physics, vol. 2 (Reading, Mass.: Addisor;-Wesley, 1965), 4-1 . 14. Jung, a.g.y., 20. Ira Progoff, Jung, Synchronicity, and Human 15. Destiny: Noncausal Dimensions of Human Experience (New York: Deli, 1973), 15-16. 16. W. Pauli ve C. G. Jung, The Interpretation of Nature and Psyche (Princeton, N.J.: Pantheon, 1955). 1 7. Çok sayıda farklı şekilde ifade edilebilir. Özünde, aynı kuantum durumunda iki elektron var olamaz. 18. Albert Einstein, Boris Podolsky ve Nathan Rosen, "Can the Quantum-Mechanical Description of Physi cal Reality Be Considered Complete?" Physical Review 47 (1935): 777. 19. Fred Alan Wolf, Taking the Quan tum Leap: The New Physics for Nonscientists (San Francisco: Harper & Row, 1 981 . Revised edition, New York: HarperCollins, 1989), 153. 1 O.
Daha sonra lüsid rüyalar - meydana gel d i k20. lerinde açıkça farkında olduğumuz rüyalar - meselesi ile il gileneceğim. Buradaki kavram, onlar meydana geldiğinde eğer biz kendimizin farkındaysak, böyle rüyalar yoluyla yo lumuzu düşünebilir miyiz? Meydana geldiği sırada rüyanın farkında olmamız, düşünebildiğimiz anlamına gelir mi? Yoksa düşünme sadece rüya bittikten sonra ve biz uyanık ken mi meydana gelir? Bkz. Örneğin Marie-Louise von Franz, Num21. ber and Time: Reflections Leading toward a Unification of Depth Psychology and Physics (Evanston, III.: Northwes tern University Press, 1974). 22. Bkz. Örneğin John Stewart Bell, Speakable and unspeakable in quanhım mechanics (Cambridge, İngil tere: Cambridge University Press, 1987). 23. Bkz. Fred Alan Wolf, Star*Wave: Mind, Consciousness, and Quantum Physics (New York: Macmil lan, 1984). 24. Fred Hoyle, "The Universe: Past and Present Reflections" (yayınlanmamış el yazması, 1981). 25. Bu benim Star*Wave: Mind, Consciousness, and Quanhım Physics kitabımda ve diğer kitaplarımda ele alınmıştır. 26. Hoyle, a.g.y.
4. BÖLÜM - İLK PSİKOLOJİK VE FİZYOLOJİK R Ü YA ARAŞTIRMASI 1. Niels Bohr: Atomic Theory and the Descri pi ioıı ı ıl Nature (Cambridge, İ ngiltere: Cambridge Universi l y l 'n • s .... , 1934), 54. 2. Bkz. Julian Jaynes, The Origin of Cons ri o ı ı s ı w�.�. ııı the Breakdown of the Bicameral Mind (Boslon: l l ı ı ı ı ) ', f ı l oıı Mifflin Co., 1976).
462
3. A.g.e.
4. Cari Sagan, The Dragons of Eden: Speculations on the Evolution of Human Intelligence (New York: Ballantine Books, 1977). 5. Bkz. Frank J. Machovec, "The Cult of Asklipios," The American Journal of Clinical Hypnosis 22, no. 2 (Ekim 1979). 6. R. Caton, The temples and rituals of Asklepius (Londra: C. J. Clay, 1900). Ayrıca bkz. Columbia Viking Desk Encyclopedia, 3. Baskı (New York: Viking, 1 968). 7. Machovec'te alınhlanmıştır, a.g.y. 8. Amold Mindell, Dreambody: the Body's Role in Re vealing the Self (Santa Monica, Calif.: Sigo Press, 1982). 9. Bkz. Wilse B. Webb, "Historical Perspectives: From Aristotle to Calvin Hail" Dreamtime and Dreamwork: Deco ding the Language of the Night, baskı Stanley Krippner (Los Angeles: J. P. Tarcher, 1990). Aristotle, "De Somniis" ve "De Divinatione 10. per Somnum," The Works of Aristotle, vol. 3, baskı W. D. Ross (Oxford, İngiltere: Clarendon Press, 1931), 454-58. Asıl çalışma M Ö330'da yazılmıştır. A.g.e. 11. 12. Wundt'un uyuyan veya rüya gören insanları araştırmaması kayda değerdir. Bkz. J. Allan Hobson, The Dreaming Brain: How the brain creates both the sense and the nonsense of dreams (New York: Basic Books, 1 988). 3.bölüme ve enerji muhafazası bahsine bakı13. nız. 14. Hobson, a.g.y. 15. Charles Sherrington, The Integrative Action of the Nervous System (New Haven, Conn.: Yale University Press, 1906).
lıı I
Sir John Eccles, bilincin, kuantum meka n i l d ı · hücre dışı sinir iletişiminin ateşleme kalıbını değiştirdiğinl' inanır. Daha öncesinde, hücre içi sinir fonksiyonları açısın dan benzer bir bakış açısı ileri sürmüştüm. Bunu daha de taylı ele aldığım 10.bölüme bakınız. Bu hipoteze dayanan bir kuantum mekanik 17. modeli, Avustraya, Queensland Üniversitesi'nden fizikçi Ludvik Bass tarafından sunulmuştu. Bkz. L. Bass, "A Quan tum Mechanical Mind-Body Interaction," Foundations of Physics 5, no. 1 (Mart 1975). 18. Bkz. David Koulack, To Catch a Dream: Explorations of Dreaming (Albany, N.Y.: State University of New York Press, 1991), 36. Bkz. Hobson, a.g.y. 19. 20. Maury'nin raporu bir bakıma sansasyoneldi ve rüyalara ilgi duyan hemen hemen herkesin dikkatini çek mişti. Kaynakça bölümünde Freud ve Hobson tarafından re feranslardaki diğer tanımlara bakınız. 21. L . F. A. Maury, Le Sommeil et !es reves (Pa" ris: Didier et Cie, 1861). 22. Bkz. Sigmund Freud The Interpretation of Dreams (New York: Avon Books, 1965), 534. Ambrose Bierce, An Occurence at Owl Creek 23. Bridge (Mankato, Minn.: Creative Education, 1980). Koulack'ın 4.bölümüne bakınız, a.g.y. 24. 16.
5. BÖLÜM - BİLİNCİN MEKANİKLERİ: BENJAMIN LIBET'IN ÇALIŞMASI 1. Wemer Heisenberg, Physics and Philosophy (NPw York: Harper & Row, 1958), 1 07. 2. Benjamin Libet ve diğerleri, "Subjective Referr.ıl ı ıl the Timing far a Conscious Sensory Experience: A F u ı ı d i ı ı
464
nal Role for the Somatosensory Specific Projection System in Man," Brain 102, l .bölüm (Mart 1 979): 193-224. 3. Zaman ölçümleri ile ilgili burada küçük bir not. Nö rofizyolojik çalışmalarda kullanışlı bir zaman birimi, bir sa niyenin binde biri olan milisaniyedir (ms). Dolayısıyla ya rım saniye 500 ms'dir. 4. Burada rastlantı 40 ms civarında, Sl sinyalinin süresi uzunluğunda demektir. 5. Fred Alan Wolf, "On the Quantum Physical Theory of Subjective Antedating," Journal of Theoretical Biology 136 (1989): 13-19. 6. Bu fikir, kuantum mekaniğin işlemsel yorumunu ta kip eder. Kaynakça bölümünde John G. Cramer'e referansa bakınız.
6. BÖLÜM - RÜYA GÖRMENİN MEKANİKLERİ: 1.KISIM - BİRLEŞTİRMEK İÇİN RÜYA GÖRÜRÜZ 1. Parabola'dan ( İ lkbahar 1 987) alıntılanmıştır. 1 02. 2. Cari Sagan, The Dragons of Eden: Speculations on the Evolution of Human Intelligence (Ncw York: Ballantine Books, 1977). 3. Bkz. Jonathan Winson, Brain and Psyche (New York: Anchor Press/Doubleday, 1985) ve "The Meaning of Dre ams," Scientific American (Kasım 1 990). 4. Francis Crick ve Graeme Mitchison, "The function of dream sleep," Nature 304, no. 5922 (14 Temmuz, 1983): 1 1 114. 5. J. A. Hobson ve R. W. McCarley, "The brain as a dre am state generator: An activation-synthesis hypothesis of the dream process," American Journal of Psychiatry 134 (12) (1977): 1 335-48.
,,,
'
6. J. Allan Hobson, The Dreaming B ra i ı ı : l l ı ı w 1 1 11 ' l ı ı . ı in creates both the sense and the nonsense of d n·.ıı w. ( N ı · ı ,· York: Basic Books, 1988). 7. Winson, Brain and Psyche, 6. 8. A.g.e., 241 . 9 . A.g.e., 245. A.g.e., 1 1 . 10. 11. Son bulgular LTP'nin NMDA (beynin nöral hücreleri içindeki yapılarda gömülü bir molekül) denilen belli bir reseptörün aktivasyonu yoluyla meydana geldiğini gösterir. Bu ifade bir bakıma yanıltıcıdır. Teta ritminin 1 2. patlamaları, uyuyan insanların EEG kayıtlarında görünür. Ancak ne çok tutarlıdırlar ne de farelerin beyinlerinde gö ründüğü üzere son derece düzenlidirler. Kişi, düzenli teta nın insanlarda mevcut olduğundan ve insanlarda, Winson ve diğerlerinin farelerin beyinlerinde keşfettikleri role ben zer bir rol oynayacağından şüphe edebilirler. Ancak her ne kadar birçok memelinin beyinlerinde meydana geldiği uy gun bir şekilde gösterilse de, insan beyinlerinde bir kanıtı yoktur. Meşhur beyin ve uyku araştırmacısı J. Allan Hobson'a bu şaşırtıcı gerçeği sordum. Bana insan beynindeki hipo kampusun çok derin olmasından dolayı, görece daha kalın üst beyin yoluyla aynı derecede ışıma almadığımızı söyledi. İnsan EEG'sinde teta bölgesinde ritimler vardır, ama kortek sin çok ince olduğu farede gördüğünüz olağandışı düzenli tetayı görmezsiniz. Hobson, belki korteks yoluyla yoğunluk taşıyıcısı o l . ı rak iletildiği konusunda akıl yi.i rütür. Kedide de yine telil v ı görürsünüz, ama genellikle subkortikal bölgede. Hobsoı ı, insan hipokampusunda eğer kablolarmız varsa (teller sok1 1 I duysa), "her yerde" teta göreceğinizi düşünür. Genelli k l ı · ı ı
466
kablolarınız yoktur. Ortaya koyduğu üzere, "REM uyku sı rasında veya herhangi bir zaman boyunca, insan yüzey EEG'sinde hiçbir biçimde yapay teta ritimleriyle vurulmadı nız. Bu anatomik bir fenomendir. Eğer birine bir kişinin hi pokampusuna elektrot yerleştirmesine izin verirseniz, muh temelen tetanın hayret verici olduğunu görürsünüz." Winson, "The Meaning of Dreams." 13.
7. BÖLÜM - RÜYA GÖRMENİN MEKANİKLERİ: 2.KISIM - AGDA TUTULMA 1. Dyani Ywahoo'dan alıntılanmıştır, Voices of Our An cestors (Boston: Shambala, 1987), 89. 2. Sigmund Freud, "Project for a Scientific Psycholo gy," The Origins of Psychoanalysis: Letters to Wilhelm Fli ess, Drafts and Notes: 1887-1902, baskılar Marie Bonaparte, Anna Freud ve Ernst Kris, çeviri Eric Mossbacher ve James Strachey (New York: Basic Books, 1954). 3. Francis Crick ve Graeme Mitchison, "The function of dream sleep," Nature 304, no. 5922 (14 Temmuz, 1983): 1 1 1 1 14. 4. Francis Crick ve Graeme Mitchison, "REM Sleep and Neural Nets," The Journal of Mind and Behaviour 7, nos.2, 3 (İlkbahar ve Yaz 1986): 229(99)-250(120). 5. Nöral ağ bilgisayar modellemenin hızla büyüyen a lanında çeşitli referanslar vardır. Bkz. J. J. Hopfield, O . 1. Fe instein ve R. G. Palmer, " 'Unlearning' has a stabilizing ef fect in collective memories," "Letters to Nature, Nature 304 (14 Temmuz, 1983). Ayrıca bkz. Francis Crick, "The recent excitement about neural networks," Nature 337, no. 6203 (12 Ocak, 1989): dieğr referansları da içeren 129-32. 6. Hopfield ve diğerleri, a.g.y.
467
7. Hopfield ve Kaliforniya Teknoloji Enstitüsü'ndeki
çalışma arkadaşları, belirli birim değerlerin basit sonuçların dan oluşan bir dizi ağırlık kullandılar - birim değerlerin tüm kombinasyonlarının bir altkümesi mevcuttu. Eğer bu belirli değerleri bir sıraya koyarsanız, + ve - işaretlerinin artı bir ve eksi bire tekabül ettiği şu şekilde görünebilirler ++--+ ++ vs. Dolayısıyla birinci hücreyi beşinci hücreye bağlayan bir ağırlık, + 1 x + 1 veya +1 x -1 gibi sonuçların toplamı olabi lir. Eğer belirli bir altküme eşit miktarda + ller ve -ller içeri yorsa, ağırlık küçük ve değer olarak sıfıra yakın olabilirken, çoğunlukla pozitif değer içeriyorsa, bu ağırlık büyük ve po zitif olabilir. 8. Bkz. R. O. Cartwright ve R. W. Ratzel, "Effects of dream loss on waking behaviours," Archives of General Psychiatry 27 (1972): 277-80. 8. BÖLÜM - RÜYA GÖRMENİN MEKANİKLERİ: 3.KISIM - YUMRULAR DİYARINA BİR KUANTUM SIÇ RAMA 1. Werner Heisenberg, Physics and Philosophy (New York: Harper & Row, 1958), 41 . 2. John McCrone ,"Something stirs in the land of Nod," the Independent on Sunday (Londra), 3 Kasım, 1991, Bilim bölümü. 3. J. Allan Hobson, The Dreaming Brain: How the bra in creates both the sense and the nonsense of dreams (New York: Basic Books, 1988). 4. A.g.e., 9. 5. Bilimsel kanıt kavramı, Hobson için önemlidir. Ki ta bının genelinde, Freud ve diğerlerinin rüyalar hakkında b i limsel olma çabalarında ne kadar bilimdışı olduklarına i�.ı ret eder. ·
468
6. 7.bölümde işaret ettiğim üzere, dikenli karıncayiyen ve memeli deniz hayvanları, memeli olmalarına rağmen REM sergilemezler. REM uykusu tüm keseli ve dünyasal plasenta! memelilerde meydana gelir. "Biyoloji ve hızlı göz hareketi uykusunun işlevi" makalesinde Winson'a göre, Current Opinion in Neurobiology'de 3:243-44, "REM uyku su 140 milyon yıl önce, keseli ve plasenta! memelilerin ortak atalarında, bu ortak atalar, yumurtlayan memeli (dikenli ka rıncayiyen) evrimsel çizgisinden ayrıldıktan hemen sonra evrilmiş gibi görünür. REM memeli deniz hayvanlarında (yunuslar ve balinalar) kaybolmuş gibi görünür, sonradan bir plasenta! evrimsel yayılma. 7. Bkz. David Kahn ve J. Allan Hobson, "Self-Organi" Dreaming, vol. 3, no. 3 zation Theory of Dreaming (1993), 151-78.
9. BÖLÜM - RÜYA ZAMANI 1. Bkz. W. H. Stanner, White Man Got No Dreaming: Essays 1938-1973. (Canberra, Avustralya: Australian Natio nal University Press, 1979). 2. Bkz. B. Spencer ve F. J. Gillen, The Native Tribes of Central Australia (New York: Oover, 1968 [ilk yayınlama 1 899'dadır]). 3. Colin Dean, The Australian Aboriginal "Dreamti me" : An Account of Its History, Cosmogenesis, Cosmology, and Ontology (B.S. thesis, Deakin University, Eylül, 1990). Aborjin Çalışmalarının Avustralya Enstitüsü'nden elde edi lebilir. 4. Bkz. Mircea Eliade, Australian Religions: An Intro duction (lthaca, N.Y.: Cornell University Press, 1973), 45. 5. A.g.e., 66.
469
6. Jennifer Isaacs, comp., ed., Australian Dreaming: 40,000 Years of Aboriginal History (Sidney, Avustralya: Lansdowne Press, 1980). 7. W. Love, "Was the dream-time ever a real-time?" Anthropological Society of Queensland Newsletter 196 (1 989): 1-14. Aborjin Çalışmalarının Avustralya Enstitüsü' nden elde edilebilir. 8. Ebenezer Ademola Adejumo, The Concept of Time in Yoruba, Australian Aboriginal, and Westem Cultures, Es pecially as It Is Manifested in the Visual Arts (M.S.thesis, School of Humanities, Flinders University of South Australia, 1976). 9. Bkz. T. G. H. Strehlow, Aranda Traditions (Melbour ne, Avustralya: Melboume University Press, 1947). Garrett Barden, "Reflections of Time," The 10. Human Content 5, no.2, (Londra: Chaucer Publishing Co., Yaz 1973) Bkz. Mircea Eliade, Images et Symbols (Pa11. ris, 1952), ch.2, "Symbolismes Indiens du Temps et de l' E temite." (Images and Symbols, "Indian Symbols of Time and Etemity.") Jim Poulter, The Secret of Dreaming (Temp12. lestowe, Avustralya: Red Hen Enterprises, 1988). 10. BÖLÜM - KUANTUM FİZİK VE RÜYALAR: BENİ ARAMA HAZIRLIGI 1. Wim Coleman ve Pat Perrin, The Jamais Vu Papers veya Misadvantures in the Worlds of Science, Myth and Ma gic (New York: Harmony Books, 1991 ), 70. 2. John C. Eccles, F. R. S., "Do mental events cause neu ral events analogously to the probability fields of quantum mechanics?" Proc. R. Soc. B227 (1986): 411-28.
470
3. Bunu biraz ayrınhlı olarak açıklamak faydalı olabi
lir. Kuantum mekaniğin Kopenhag veya standard yorumu na göre, atomik olaylar tespit edilemez, çünkü bu olayların objektif özellikleri belirlenemez. Dolayısıyla kişinin yapabi leceği tek şey, bir olayın olasılığını belirlemektir. Matematik sel olarak kişi, herhangi bir belirli noktayı çevreleyen uzay da bir olasılık alanı belirleyebilir. Bu alan veya bulut, gerçek uzayda var olabilir veya yapay olabilir - insan düşüncesinin matematiksel bir kurgusu. Yine de her ne olursa olsun, bir gözlem meydana geldiğinde, bulut veya alan aniden belirli bir noktaya - atomik olayın meydana geldiği noktaya - in dirgenir. 4. Bkz. Makalem "The Quantum Physics of Conscious ness: Towards a New Psychology." Integrative Psychology 3 (1985): 236-47. Benim argümanım, nöral duvarda gömülü o lan protein kapı molekülleri, Heisenberg belirsizlik ilkesine (HUP) bağlıdır. Sonuç olarak nöral duvarda enerji veya po zisyon yapıları olarak, iki tamamlayıa gözlemlenebilir olası lık olarak var olabilirler. Bu moleküllerin enerjilerini gölem leme eylemi, onları insan duyguları ile ilişkili, "hissetme tonlarını" veya titreşimsel kalıplan hatırlahcı dalgaya ben zer kalıplarda yaratır. Bu moleküllerin pozisyonlarının göz lemi, onları duvar içinde belirli yerlerde fiziksel yapı olarak yaratır. Bu, bir bilgisayarda mantıklı birimlerin oluşmasına benzer bir şey olabilir ve bu suretle düşünce işlemlerini ha hrlatıcı olabilir. Elbette bu fikirler son derece kuramsaldır. Eccles vezikül emisyonunun veziküler hız gerektirdiği ni varsayar. Bir vezikülün hızındaki belirsizliği hesaplaya rak, asıl emisyon hızının HUP ile tahmin edilen sınırlar için de yathğı ve dolayısıyla emisyonun, gözlem üzerine ani de ğişikliklere maruz kalan kuantum olasılık alanlarının etkisi altında olduğu sonucuna varır.
47 1
5. Bunu netleştinneme izin verin. Bir olasılık alanı de nilen şeyin, uzay ve zamanda var olduğu hayal edilir. Şim di, olasılıklar gerçek pozitif sayılardır, negatif veya sanal de ğildirler. Uzayda her noktada ve belirli her zamanda, bu o lasılık alanının, ihtimalin yüzdesi diyebileceğimiz belirli bir pozitif gerçek değeri vardır. Değer ne kadar yüksekse, olayın o noktada ve o za manda olma olasılığı o kadar yüksektir. Kuantum fizik bize belirli bir olayın nerede veya ne zaman meydana geleceği nin tam olarak tatminini vermez. Sadece bir olasılık haritası sağlayabilir. Bir olasılık alanını hesaplamak için, bu karmaşık kuan tum dalgasını, asıl dalganın karmaşık-eşleniği olup çıkan "zamanda geriye doğru" dalgasıyla çarpmanız gerekir. A çıklık kazandırmak için: bahsettiğim üzere asıl dalga iki bö lümden oluşur, gerçek ve sanal. Genellikle bölümler uzay ve zamanın kendisinin matematiksel fonksiyonlarıdır. Dola yısıyla bölümlere ayrı ayrı bakılabilir. Genellikle düzenli o larak değişen titreşimlerden oluşurlar. Bir sinüs dalgası, ti pik bir örnektir. Şimdi, böyle dalgalar salınımları temsil e der. Dolayısıyla uzayda ve zamanda verilen herhangi bir noktadaki titreşimleri, nötr veya dalgasız noktalarına naza ran pozitif veya negatif olabilir. Eğer uzaydaki bir noktada bir dalga negatif ve hatta sanal olabiliyorsa, o zaman bu dal ga her zaman pozitif ve gerçek olması gereken bir olasılık a lanını nasıl temsil eder? Born'un kuantum fizik yorumuna göre, cevap kendi siyle çarpılması gerektiğidir! Eğer dalga gerçek olsaydı, bu şimdi tamam olacaktı. Herhangi bir reel sayı kendisiyle çar pıldığında pozitif olur. Örneğin -6 ile -6'yı çarpmak, pozitif bir 36 verir. Ama peki ya sanal bölüm? Şimdi, asıl dalga, Schrödinger dalga denklemi (SWE) denilen belirli bir denkleme bir çözümdür. Matematiğin
472
tüm diferansiyel denklemleri gibi, SWE'nin çözümü, sınırla yıcı koşullar denilen şeylere dayanır. Denklem zamana bağlı olduğundan dolayı, yani çözümü zaman bağlı olduğundan dolayı, çözüm bir ilk zamanda ne olduğuna bağlıdır. Buna ilk sınırlayıcı koşul denir. O zaman denklem o çözümün za mandaki sınırından nasıl ilerlediğini yönetir. Karmaşık-eşlenik dalganın Schrödinger dalga denkle mini de tatmin ettiği ortaya çıkar. Ancak denklem sadece bir açıdan farklıdır. Denklemin "ilk" koşulunu, gelecekte bir za mana ayarlamalısınız. O zaman, zaman geriledikçe o çözü mün nasıl değiştiğini tanımlar. Başka bir ifadeyle, eğer za manın gelecekten şimdiki zamana gerilemesine izin verirse niz, karmaşık-eşlenik dalga, çözümü gelecekten şimdiki za mana gerileyen bir dalga olarak tanımlar veya daha basit i fade edersek, zaman boyunca geriye doğru yolculuk eden bir dalga olarak tanımlar. Karmaşık-eşlenik dalgayı bu şekilde "görme" şekli, ilk olarak fizikçi John Wheeler ve Richard Feynman tarafından kırklı yıllarda ortaya konulmuştur. Daha sonra 1980lerde Washington Üniversitesi'nden fizikçi John G. Cramer tara fından benim tanımladığım biçime konulmuştur. Dalgaların bu çarpma işlemini kendi görüş biçimine "transaksiyonel yorumlama" (Ti) adını verir. Günümüzde kuantum mekaniğin birçok yorumu var dır - en iyi bilinenini kurucusu olan Niels Bohr'un adıyla a nılan Kopenhag veya Bohr yorumudur. Tl'da bir olay - bir kayıt aletindeki fiziksel bir gerçeğin kaydı veya bir ölçü (ku antum fizikte bu olayın veya hatta herhangi bir olayın ta nımlandığı birçok yol vardır) olan bir biliş veya tanıma anı eşzamanlı olarak zamanda hem ileriye ve hem geriye kuan tum dalga gönderir. Her ne kadar meslekten olmayan kişilere garip gelse de, gerçekten bununla ilgili garip olan bir şey yoktur, çünkü
473
dalga da, ışık hızından daha yüksek hızlarda seyahat edebi lir! Bu doğrultuda, Einstein hız limitini aşan dalgalar (Eins tein bir kavramdan başka hiçbir şeyin ışıktan daha hızlı se yahat edemeyeceğini söylemişti, ama kim bilir?), eylemsiz lik yasalarıyla yönetilmez ve sonuç olarak bunlar hiçbir su rette fiziki dalgalar olarak değer!endirilmez. Bir anlamda bunlar hayal gücümüzün dalgalarıdır ve yine de sanki ger çekten uzay ve zamanda hareket ediyorlarmış gibi davranır lar (veya m addenin normal davranışını açıklayabilirler). 6. Kaynakça bölümünde John G. Cramer referansına bakınız. 7. Bununla ilgili Libet'in öznel yönlendirme modelini ele alırken kısaca anlattığımı hatırlarsınız. 8. S. Freud, The Ego and the Id (New York: W. W. Nor ton & Co., 1 960), 9. 9. A.g.e., 1 0. 10. Burada fizikçi olmayan okuyucularımı kaybetmemeyi umuyorum. Operatörler, belirli bir matematiksel işleme işaret eden sembollerdir. Örneğin " [a2]" parantez i çinde görünen hangi sayı olursa onun karesini almak anla mına gelir (bu durumda sembol "a"nın). Dolayısıyla [52] 25 sayısına eşittir. Başka bir örnek olarak "b" ile çarp anlamına gelen "bx" operatörünü alın. Bu suretle eğer b, 3 ise ve a, 5 i se, 3x5, 15'e eşittir. Operatörler birleştirilebilir ve hangi sırada birleştiril dikleri önemlidir. Eğer karesini alma operatörü ile "bx" ope ratörünü birleştirirsek, önce karesini alıp sonra çarpmamız veya önce çarpıp sonra karesini almamıza göre iki farklı bi çimde sonuç elde edebiliriz. Dolayısıyla bx[a2] veya [bxa] 2, farklı cevaplara yol açar. Mesela 3x[52] (cevabı 75'tir), [3x5] 2 (cevabı 225'tir) ile aynı değildir. İki operatör sıralamalarına göre farklı cevaplar verdik leri zaman, operatörlerin değişmediklerini söyleriz. (Örnek
474
olarak, ax ve bx operatörleri değiş tokuş ederler, çünkü axbxc ile bxaxc aynıdır. Dolayısıyla eğer a=3 ve b=S ve c=7 i se, 3x5x7 ile 5x3x'i', veya 105 aynıdır.) Kuantum mekanikte "değişme" kavramı anlaşılmalı dır. Tamamlayıcılık ilkesine göre, dünya genel olarak iki sı nıfa giren operatörler yoluyla deneyimlenir, birbiriyle deği şenle ve değişmeyenler. Eğer iki operatör değişiyorsa, bu demektir ki, bu operatörlerin fiziksel ölçümlerine tekabül e den gözlemler, eşzamanlı olarak bilinebilir veya ölçülebilir ler. Eğer değişmezlerse, o zaman her iki gözlem için eşza manlı olarak değerleri ölçmek veya tespit etmek mümkün değildir. Bir atomaltı parçacığın iyi bilinen pozisyonu ve momentumu, değişmeyen iki gözlemlenebilirdir. Bir kişinin parçacığın dalga boyunu belirleyen bir operatör kullanarak atomaltı maddenin dalga özelliklerini belirlemeye kalkıştı ğında, kişinin parçacığın pozisyonunu belirleyen belli bir o peratörle parçacık özelliklerini belirleyemediği dalga parça cık ikiliği başka bir örnektir. Çok basit olarak ortaya koymak için, Freud i11. din, acı pahasına zevki en yüksek düzeye çıkarmak istediği fikrini ilerletmiştir. Ego zevki en yüksek düzeye çıkarmak ister1 2. ken, bunu yapmak için tehlike çizgisini aşmayacaktır. Dış dünya yoluyla gerçeklik devreye girer ve belirli sınırlar ko yar. Bkz. James Fadiman ve Robert Frager, Perso13. nality and Personal Growth (New York: Harper & Row, 1976), 13, 14. 14. A.g.e. A.g.e., 14. 15. A.g.e., 24. 16. 1 7. İki paralel yarık aralığı içeren bir ekran üze rine ışık saçılarak yapılan bir deney. Işık parçacıkları, sanki
475
öz-müdahaleden muzdarip sihirli bir dalgaymış gibi, her parçacığın aynı anda her iki yarıktan geçtiğini kanıtlayan, ekran üzerinde bir şablon meydana getirir. Bkz. Nicholas Humphrey, A History of the 18. Mind: Evolution and the Birth of Consciousness (New York: Simon & Schuster, 1992). Peter Russell, The Global Brain: Speculations 19. on the Evolutionary Leap to Planetary Consciousness (Los Angeles: J. P. Tarcher, 1 983). 11. BÖLÜM - TELEPATİK RÜYALAR VE TÜRLERİN HAYATTA KALMASI 1. Jamake Highwater'dan alıntılanmıştır, The Primal Mind (New York: Harper & Row, 1981), 1 18. 2 . Bunlar ( 1 ) güçlü nükleer, (2) zayıf nükleer, (3) elekt romanyetik ve (4) yerçekimseldir. Zayıf nükleer ile elektro manyetik güçlerin tek bir gücün yanlan olduğunu gösteren kanıt mevcuttur. Yüz yıldan önce, insanlar elektriksel ve manyetik güçlerin ayrı olduğuna inanıyorlardı. Şimdi bili yoruz ki, tek bir güç alanından, elektromanyetik alandan or taya çıkıyorlar. 3. Bkz. M. Ullman, "Dream, Metaphor and Psi" (yayın lanmamış el yazması). 4. Eğer bu doğruysa kör bir insanın rüyalarının içeriği nedir? Montague Ullman ve Nan Zimmerman'a göre (kay nakça bölümündki referansa bakınız), uyanık hayatta ilgile nilen duyumsal deneyimlerin aynı yanlarından oluşurlar. Başka bir ifadeyle, daha önce hiç girmemiş olan kör bir in san, uyanık hayatın uzay-zaman dünyasında onu nasıl yö neltiyorlarsa başlıca olarak ses, dokunma ve tüm diğer du yularıyla rüya görür. Dolayısıyla normal bir insan deniz ke narında olduğunu rüyasında görebilir. Okyanusu ve kumla n görecektir, bunun yanında kör bir insan da aynı rüyayı
476
görür, ama rüyası, okyanusun sesi ve güneşin hissedilen sı caklığı, kumun dokunuşu vs. gibi duyumladığı "görüntü lerden" oluşacaktır. Rüyalar sırasında rüya gören benliğin oturup düşünüp taşınmadığını hatırlayın, genellikle dolanıp durur. Kör in sanların rüyalarında da, gören insanların rüyalarında oldu ğu gibi aynı kinestetik unsur mevcuttur. 5. Bir önceki bölümden, eğer oradaki oldukça uzun dipnotu okuduysanız, Schrödinger'in denkleminin evrimin de sınırların çok önemli olduğunu hatırlayın. Bunu okurken o bölümün özünü aklınızda tutun. Kuantum dalgaları za manda hem geriye hem ileriye doğru seyahat eder ve uzay zaman nedenselliğinin ötesindeki olaylar arasında bağlantı sağlayabilirler. Bu yüzden bir bakıma, eğer tezim doğruysa, gelecekten gelen kuantum dalgalarının bize zaman zaman rüyalar sırasında erişmesini bekleriz. Soru şudur, onları kim gönderdi? 6. Sadece potansiyel nesneler yoktur, ayrıca bu potan siyel nesnelerin etkileşime girdiği araçlar, potansiyel fiziki eylemlerle yönetilir. Bu, nesnelerin tüm potansiyel yerlerin den, tüm olası son yerlerine, tüm olası yollarını takip etme lerine mahal verir. 7. Bkz. David Bohm, Wholeness and Implicate Order (Boston: Rotledge & Kegan Paul, 1980). 8. Bu kavram şu sorudan ortaya çıkar, neden tüm elek tronlar birbirine benzer? Cevap şu olabilir, benzer olabilir ler, çünkü tek bir elektronun farklı görüntüleri olabilirler. O elektron zamanda hem ileri hem geri, özgürce uzayda hare ket edebilir. Dolayısıyla aynı anda birden fazla yerde, hatta sonsuz sayıda yerde görünebilir. Fikir benim değil ve bilim kurgudan ortaya çıkmaz. Yakın zamanda vefat etmiş Nobel ödüllü fizikçi Richard P. Feynman'ın fikrinden daha az de ğildir, daha önceden bilgisayarsız hesaplanamayan elekt-
477
ron-foton etkileşimlerinin özelliklerini yeni bir biçimde he saplamasına olanak sağlamıştır. 9. Ullman bu fikrin Jan Ehrenwald'ın paranormal etki lerin, bir mekanizmanın paranormal olayların bilinci etkile mesini süzmesindeki başarısızlığına dair teorisiyle bağlantı lı olduğuna işaret eder. 1 0. Bunu daha önceden kaçırmış olma ihtimaline karşılık, uzayınısı, uzay yoluyla bağlantılı demektir, ama zaman yoluyla bağlantılı olması şart değildir; diğer bir de yişle bağlantıyı oluşturan olaylar eşzamanlı olarak meydana gelir. Uzayımsı olaylar fiziksel bir mekanizma yoluyla birbi rine bağlanamaz. Dolayısıyla olaylardan biri diğer�nin ne deni olarak düşünülemez. 11. Zamanıınsı demek, zaman yoluyla bağlantılı demektir, ama uzay yoluyla bağlantılı olması şart değildir; diğer bir deyişle bağlantıyı oluşturan olaylar, farklı zaman larda, yerel olarak tek bir noktada meydana gelir veya eğer uzayda ayrı iseler fiziksel bir mekanizma yoluyla birbirine bağlanabilirler. Dolayısıyla olaylardan biri her zaman diğe rinin nedeni olarak düşünülebilir. Uzayda ayrı zamanımsı olaylar arasındaki fiziksel bağlantılar, ışık hızından daha ya vaş veya onunla aynı hızda, ilkinden sonuncusuna yolculuk etmelidir. 1 2. İrade veya niyetin bu çözümlemeyle çok ilgisi olduğuna inanıyorum. Kahin gibi rüya görme veya rüya ları hatırlama veya hatta rüyaya bilinçli girme niyetine sahip olarak, insanlar böyle bir niyetleri olmadığı durumlara göre daha başarılı görünürler. Bu konuya lüsid rüyalarla ilgile nen ilerleyen bir bölümde geri döneceğim. Uzayımsı ve zamanımsı olarak ayrı olaylara 13. ilişkin daha önceki dipnotlara bakınız. Zamanımsı olaylara ayrıca yerel olaylar da denir, çünkü olayların nedensel yasa larla bağlanmasına olanak sağlayan fiziksel bir araç veya a-
478
racı mevcuttur. Yerbilmezlik uzayımsı olaylara atıfta bulu nur. Böyle olaylann nedensel olarak bağlantılı olmaları ya saklanmıştır, çünkü aniden meydana gelebilirler. Dolayısıy la uzayda ayrı olan ve diğeriyle eşzamanlı olan iki olaydan biri, diğeriyle aynı yerde değildir. Bunun sonucu olarak yer bilmezlik kelimesi çıkar. 14. Fotonu hangi kaynağın yaydığını sormanız durumunda, bu aslında bir kuantum sorusudur. Her ne ka dar yayılmanın zamanı hiçbir surette eşzamanlı olmasa da, ikisi de yaydı gibi görünür. Bkz. R. L. Pfleegor ve L. Mandel, 11Interferen15. ce of Independent Photon Beams,11 Physical Review 159 (25 Temmuz, 1967). 1 6. Bazı yerel olmayan etkileşimler biçimiyle bağlanhlı olan olaylara atıfta bulunduğum için, bu biraz a çıklama gerektirecektir. Etkileşime girmiş olan herhangi iki atomik veya atomalh nesne, tek bir kuantum dalga fonksi yonu oluşturacaktır, bu demektir ki birbirlerinde fiziksel o larak oldukça ayrı olsalar da, artık birbirlerinden bağımsız değildirler. Bu nesnelerden birinin bir özelliği gözlemlendi ğinde, diğer nesne de /1 dalga fonksiyonunun gözlemlenebi lir çöküşünden" geçer, böylece şimdi her nesne benzer bir ö zelliğe sahip olur. Evrendeki tüm atomik nesnelerin hangi dereceye kadar etkileşime girdiklerini veya geçmişte etkile şime girip girmediklerini belirlemek güçtür. Şu anda ve geç mişte çok sayıda böyle atomik ve atomaltı ilişkili etkileşim lerin meydana geldiğini ileri sürüyorum. Dolayısıyla kişi, tüm nesnelerin sürekli olarak birbiriyle etkileşime girdiğini ve böyle etkileşimlerin tüm evrende meydana gelen telepa tik dallanıp budaklanmalarla birlikte ayrı atomik gerçeklik lere ayrılan gözlemlerle sürekli /1 çöken" devasa dalga fonk siyonlarını "geliştirdiğini" tahmin edebilir. Sorun garip o-
479
!ayları nasıl açıklayacağımız değildir, sorun onları gözlem lemede neden güçlük çekildiğidir? 1 7. Meditasyon durumları, bu ifadeyle çelişir gibi görünür. Meditasyon yapanlar, bilincin herhangi bir nes nesi olmaksızın saf bilinç durumlarından bahsederler. Bu durumun kendine başvuran döngü içerdiğini ileri sürüyo rum; gözlemci ve gözlenen aynı şeydir. Dolayısıyla bu kişi sel farkındalık durumunun fiziki bileşeni olduğunu, bunun bedenin kendisi olduğunu ileri sürüyorum. Beden farkındalığını telepatik olarak düşün1 8. mek, ihtimal dışı görünebilir. Bunda herhangi tuhaf bir şey kastetmiyorum. Basitçe, beden farkındalığının ani, kuantum fiziksel, uzayımsı, eşzamanlı bağlantılar - bu kitap boyunca ahfta bulunduğum şekilde - yoluyla ilerlediğini kastediyo rum. Kuşkusuz sinir sistemi yoluyla bedenin çevresinde çok fazla sinyalleşme dolaşabilir. Ancak, 6.bölümde açıkladığım üzere, bunların çoğu farkındalığımız yerine bilinçsiz ve da ha çok mekanik görünür. 1 9. Burada Ullman, Freud'un yapılanmamış görüntülerin kabı olan id kavramının geçerliliği ile ters düşer. Ullman bana "rüyalarda tanımladığınız üzere, daha derin kendiliğinden işleme vardır, ama Freud'un tamamen bencil, narsisizm gösteren id kavramı ile ortak olarak çok az şeyi vardır." diye yazmıştır. Alan Vaughan ile birlikte, Montague Ullman, 20. Stanley Krippner, Dream Telepathy: Experiments in Noctur nal ESP (Jefferson, N. C., ve Londra: McFarland & Co., 1989). A.g.e., 45-53. 21. 22. Bu, gecikmiş-seçenek deneyleri olarak bili nenlere ahfta bulunur. Bu deneylerde, gelecekteki bir göz lemci, bir fiziksel sistemin bir özelliğini ölçmeyi seçer. Bu se-
480
çim, zaman yoluyla geriye doğru şimdiki zamana yayılır ve şimdiki zamanı belirler. Montague Ullman, "Dreams, Species-Con23. nectedness, and the Paranormal," The Journal of the Ameri can Society for Physical Research 84, no.2 (Nisan 1990). 24. Ullman bu bakış açısını diğerlerinin, özellikle biyolog H. B. Barlow'un çalışmalarına dayandırır. 12. BÖLÜM LÜSİD RÜYALAR: PARALEL EVRENLER ARASINDAKİ SINIR 1 . Kaynakça bölümünde adı geçen yazarların referans larına bakınız. 2. Charles Tart'ta, "A Study of Dreams" makalesinde, baskı Altered States of Consciousness (Garden City, N.Y.: Doubleday, 1972), 145-58. 3. Stephen LaBerge, Ph.D., Lucid Dreaming: The Po wer of Being Awake and Aware in Your Dreams (Los Ange les: J. P. Tarcher, 1985). 4. Tarthang Tulku, Openness Mind (Berkeley Calif.: Dharma Publishing, 1978), 74. 5. Jayne Gackenbach, "Frameworks for Understanding Lucid Dreaming: A Review," Dreaming 1, no. 2 (1991): 109. 6. A.g.e. 7. Araştırmanın bu çizgisi, bilhassa LaBerge tarafından araştırılmıştır. Örnek olarak bkz. Stephen LaBerge, Ph.D., Lucid Dreaming: The Power of Being Awake and Aware in Your Dreams (Los Angeles: J. P. Tarcher, 1985). 8. Susan Blackmore, "A theory of lucid dreams and OBEs," J. 1. Gackenbach ve S. L. LaBerge, baskılar Conscious mind, sleeping brain: Perspectives on lucid dreaming (New York: Plenum, 1988), 377.
9. Bkz. Charles Tart, Waking-up: Overcoming tlw olıs tacles to human potential (Boston: New Science Library, 1986). 10. Charles Tart, "From spontaneous event to lucidity: A review of attempts to consciously control nocturnal dreaming," B. Wolman, M. Ullman ve W. Webb, baskılar . Handbook of Dreams: Research, theories, and applications (New York: Van Nostrand Reinhold), 226-68. 11. Tart, Waking Up, 63. 12. 1977'de Hobson v e McCarley, REM'in o ve pontin beyin sapındaki retiküler dev hücreler arasında var olan benzersiz ilişkiyle karakterize olduğunu keşfetmiştir. O ilişkinin bir bölümü, tonik ve fazik gecikme ile ilgilidir. To nik gecikme, bu hücrelerin ateşleme oranlarındaki ilerleyici artışlarla kanıtlandığı üzere, beklentinin artmasına atıfta bu lunur ve fazik gecikme, kümelerde ateşlenen veya rastgele yerine birbiriyle eşfazlı olan hücrelere atıfta bulunur. REM uykusunda hem tonus hem fazik gecikme mevcuttur. 13. Bkz. "Interview with Physicist Fred Alan Wolf, on the Physics of Lucid Dreaming," Lucidity Letter 6, no. 1 (Haziran 1987): 51-63. Ve bkz. Fred Alan Wolf, "The Physics of Dream Consciousness: Is the Lucid Dream a Pa rallel Universe?" Lucidity Letter 6, no. 2 (Aralık 1987): 130-35. Kari H. Pribram, Languages of the brain. Ex14. perimental paradoxes and principles in neuropsychology (Monterey, Calif.: Brooks/Cole Publishing Co., 1 977), 1 68. 15. Bu Michael Talbot'un şu kitabında tanımlanmıştır: The Holographic Universe (New York: HarperCol lins, 1991), 292. 1 6. Elbette bu açıklamada oldukça yanlış olabilirim. Sadece bana kulak tarafından yayılan seslerin yoğunlu ğunun kaydedilen ses seviyeleriyle karışacak kadar yüksek olabileceği pek muhtemel gelmiyor. Ayrıca, bunun Zucca-
482
relli'nin elde ettiği kayda değer sonucu nasıl ürettiğini, üret miş olsa bile, anlamakta başarısızım. Eğer alıcıların yerleşimi, çift yarık ışık dalga17. sı deneyindeki yarıkların yerleşimi ile benzer önemdeyse, kişi alıcıların neden birbirine yakın konumlandırılmaları ge rektiğini anlayabilir. Sesin dalga boyu ve kaynakların ayrı mı, dikkatlice kontrol edilmelidir, böylece uygun müdahale yeri belirlenebilir "görüntü" üretilmesi sonucunu doğurur. Yıldızlarla ilgili radyo alıcı antenleri genellikle çok sayıda "yarıkla" tasarlanmıştır, böylece bir yıldızın yayılmasının yönü tam olarak belirlenebil ir. Eğer alıcılar birbirinde çok u zakta ise, müdahale etkisi sonucu ortaya çıkmaz. 18. Georg von Bekesy, Sensory Inhibition (Princeton, N.J.: Princeton University Press, 1967), 220-26. 13. BÖLÜM - RÜYA GÖREN EVREN: RÜYABEDEN VE UYANDIRAN RÜYA 1. Wim Coleman ve Pat Perrin, The Jamais Vu Papers veya Misadvanhıres in the Worlds of Science, Myth and Ma gic (New York: Harmony Books, 1991), 141. 2 . Bkz. Marie-Louise von Franz, Number and Time: Reflections Leading toward a Unification of Depth Psycho logy and Physics (Evanston, III.: Northwestern University Press, 1974). Akıl hocası Carl Jung'un çalışmasını takip eden Dr. von Franz, bilinçaltından arketip olarak ortaya çıkan ba kış açısından sayı kavramını keşfetmiştir. 3. Örneğin Pasifik insanları bu enerjiye mana adını ve rirler. Dakota insanları wakan adını verirler. Eski İbrani kabi leleri ona rııaclı olarak atıfta bulunur. Avustralyalı insanlar alcheringa, rüya zamanı olarak atıfta bulunur. Bununla ilgili daha çok bilgi için bkz: Holger Kalwei t, Shamans, Healers, and Medicine Men (Bostan: Shambhala, 1992).
1 1\ '
Merhum fizikçi Richard Feynman tarafı ndan ı . ı �. ı r !anan "Afacan Dennis (Dennis the Menace)" örneğini k u l l ,ı narak enerji kavramını ele aldığım 3.bölüme bakınız. 5. Bkz. Arnold Mindell, Dreambody: The Body's Role in Revealing the Self (Santa Monica, Calif.: Sigo Press, 1982) ve kaynakça bölümünde listelenen diğer kitapları. 6. Bkz. Arnold Mindell, The Year 1: Global Process Work (Londra: Arkana, 1989). 7. Yine de, kanserden muzdarip çok az insanın hasta lıkları ile ilgili rüya görmesi belki şaşırtıcıdır. Genellikle rü yalar bir kişinin duygusal endişelerini yansıtıyor gibi görü nür. Ancak, Shainberg bunu farklı görür. Ayrıca, bu bölüm de daha sonra göreceğimiz üzere, Mindell, bir hastanın kan seri keşfetmesi ile ilgili sayısız rüya olayına açıklık getirir. 8. Yukarıdaki hikaye ve alıntı Franz'dan gelir, a.g.y., 1516. 9. Robert G. Jahn ve Brenda J. Dunne, Margins of Rea lity: The Role of Consciousness in the Physical World (San Diego, Calif.: Harcourt Brace Jovanovich, 1987). Amold Mindell, Working with the Dreaming 10. Body (New York: Routledge & Kegan Paul, 1985), 3. 4.
BÖLÜM - BÜYÜK RÜYANIN İÇİNE GİR14. MEK 1. Buda'dan alıntı : Samadhirajasutra, Helena Norbert Hodge, Ancient Features: Learning from Ladekh (Londra: Rider Publishing Co., 1991), 72. 2. Kaynakça bölümünde Hopkins, McKenna, Ring ve özellikle Strieber tarafından çalışmaların referanslarına ba kınız. 3. 12.bölümde lensler ve hologramlarla oluşan iki çeşit görüntü olduğunu, gerçek ve sanal, açıklamıştım. Hayal ale mi fenomeninin gerçek görüntü oluşumunun sonucu oldu-
484
ğunu ve dolayısıyla, gerçek optik görüntülerin yaptığı gibi, uzayda "orada" mevcut göründüğünü ileri sürüyorum. An cak hayal alemi fenomeninin ışık dalgalarından oluştuğunu iddia etmiyorum. Bunu bir anlığına bırakacağım ve daha sonraki bir bölümde dalgaların neden oluştuğuna dair bir a çıklama sunacağım. 4. Bu defa, burada geçerli olan bir fizik yok. Her ne ka dar beyin aktif olduğunda meydana gelen fizyolojik işlem leri tanımlamak için geçmişte teşebbüsler olsa da, kuantum psikofiziğin bütün fikri, tamamen yenidir. Böyle teşebbüsler tamamen klasik bilimdir ve hiçbir şekilde gözlemcinin be yin ve sinir sistemi üzerindeki etkilerini göstermezler. 5. Michael Talbot, The Holographic Universe (New York: HarperCollins, 1991), 279. 6. Örneğin lambda hiperonu, saniyenin on milyarda biri kadar yaşar. 7. Peter M. Rojcewicz, "Signals of Transcendence: The Human-UFO Equation," Journal of UFO Studies, n.s. 1 (1989): 1 1 7-18. 8. Peter M . Rojcewicz, "The 'Men in Black' Experience and Tradition: Analogues with the Traditional Devi! Hypot hesis," Journal of American Folklore 100, no. 396 (Nisan-Ha ziran 1987): 154. 9. Bkz. Alexandra David-Neel, Buddhism: lts Doctri nes and Its Methods (New York: Avon Books, 1979), 37-41 ve Magic and Mystery in Tibet (New York: Penguin Books, 1973). Ayrıca bkz. Alexandra David-Neel ve Lama Yongden, The Secret Oral Teachings in Tibetan Buddhist Sects (San Francisco: City Lights Books, 1967). Jacques Vallee, Dimensions: A Casebook of 10. Alien Contact (Chicago: Contemporary Books, ine., 1988).
Bu tahmin Vallee'nin görmelerin bildirildiği 11. her kıtaya bakarak yürüttüğü bir bilgisayar analizinden ya pılmıştır. 12. "Gerçek" görüntülerin uzayda meydana geldiğini hatırlayın. Birkaç yıl önce dükkanlardan dışı siyah boyalı, ama üzerinde üstü delik bir kapağı olan bir tas satın alabiliyordunuz. Deliğin içine bakarak, deliğin boşluğunda yüzen bir madeni para görebiliyordunuz. Madeni para as lında tasın dibindeydi, ama tasın iç yüzeyinin konkav yansı tıcı yüzeyinden dolayı, madeni paranın görüntüsü delik boşluğunda oluşuyordu. Bu "gerçek" bir optik görüntüydü. Michael Grosso, "UFOs and the Myth of a 13. New Age," Revision: Journal of Consciousness and Change 1 1, no. 3, 1 (Kış 1989). 14. Michael Grosso, The Final Choice: Playing the Survival Game (Walpole, N .H.: Stillpoint Publishing Co., 1985). 15. Grosso, Price'dan alıntılar: H. H. Price, "Mind over mind and mind over matter," P. French, baskı Philosophers in wonderland (Saint Paul, Minn.: Llewellyn Publishing Co., 1975), 232-43. 16. Bkz. Peter M. Rojcewicz, "Strange Bedfellows: The Folklore of Other Sex," Critique: A Journal Expo sing Consensus Reality 29 (1988): 8-1 2. A.g.e. 17. Peter M. Rojcewicz, "Between üne Eye Blink 18. and the Next: Fairies, UFOs, and Problems of Knowledge," Peter Narvaez, baskı the Good People: New Fairylore Essays (New York: Garland Publishing Co., 1991 ), 479-514. 19. Hemi Corbin, Mundis Imaginalis or the Imaginal and the Imaginary (lpswich, İngiltere: Golgonooza Press, 1976 [asıl baskı İlkbahar, 1972]).
486
20. 15.bölümdeki Deirdre'ye referansa bakınız: Mike Grosso, Soulmaker: True Stories form the Far Side of the Psyche (Norfolk, Va.: Hampton Roads, 1992). Veya kuantum fiziğin, aynı derecede gerçek21. dışı, ama matematiksel olarak "durum vektörü", "spinör", "enerji vektörü" vb. gibi belirlenebilir kavramlarıyla ilgile nen bazı diğer matematiksel şekilciliği.
BÖLÜM - HAYAL ALEMİNİN FİZİGİ 1. Terence McKenna, "New Maps of Hyperspace," The Archaic Revival: Essays and Conversations (San Francisco: HarperCollins, 1992). 2. David Bohm, Unfolding Meaning: A Weekend of Di alogue with David Bohm (New York: Routledge & Kegan Paul, 1985), 72. 3. Olayların kuantum fiziksel veya kuantum mekanik bağlanhları ile ne kastettiğimi açıkladığım 10.bölüme bakı nız. 4. Avustralya'dan beş ay erken döndüm. Bu, A harfiyle başlayan ülke isminin rüya hafızamı açıklayabilir. Ayrıca birçok "İngiliz" caddesi olan Sidney'de oldukça çok vakit geçirdiğimden dolayı Avustralya ile ilişkilendirdiğim tipik bir İngiliz ismi olan Fitzroy Caddesi'ni de açıklayabilir. 5. Bu dünyada, yakın plan sihirbaz olarak ve okullarda çocuklarla, özellikle doğuştan yetenekli çocuklarla çalıştım. Sihirli numaralar, çocuklarda bir merak hissi uyandırır ve bitmek bilmez soruları açığa çıkarır. Yetişkinler gibi, numa raların nasıl yapıldığını bilmek isterler. Onların fiziksel dün ya ile ilgili meraklarını canlandırmak için sihir kullanırım. 6. Y. Aharonov ve M. Vardi, "Meaning of an individual 'Feynman Path,"' Physical Review D 21, no.8 (15 Nisan, 1 980): 2235-40. 15.
487
Bir kuantum sistemi gerçekten yeterince basit olan, böylece kuantum fiziksel durumu gözlemlenebilir herhangi bir fiziksel sistemdir. Parçacık biçimindeki atomaltı macde, kesinlikle kuantum sistemlerdir. Maddenin daha geniş top lamları kuantum sistemler olabilir, ama genellikle böyle ni telendirilmez, çünkü onlarda tek başına incelenebilecek dış gözlemci tarafından gözlemlenecek şekilde meydana gelen çok sayıda geçiş vardır. Beyinlerimizdeki mad de, gözlemle nebilir kuantum sistemlerden oluşabilir. 8. Bu deney popüler bilim dergisi Discover'da sunul muştur. Bkz. David H. Freedman, "Weird Science," Disco ver 1 1, no. 1 1 (Kasım 1 990): 62-68. 9. ltano ve meslektaşlarını deney yapma niyetleri ile il gili sorgulayabiliriz. Bunu yapmamıza gerek yoktur. Onların yaphğı gibi sistemi gözlemleyerek, o zaman ne düşündükle rinden bağımsız olarak niyetleri zaten belirlenmişti. Diğer bir ifadeyle, niyetleri zaten "orada" fiziksel dünyadaydı. 7.
BÖLÜM - BENÖTESİ RÜYA GÖRME VE 16. ÖLÜM 1. The Book of Chuang Tzu. 2. Michael Grosso, "The Symbolism of UFO Abducti ons," UFO Universe, Fail 1 988, 44-45. 3. Kenneth Ring, Ph.D., The Omega Project: Near-De ath Experiences, UFO Encounters, and Mind at Large (New York: William Morrow, 1992). 4. UFO deneyimlerinin hayal aleminden olduğu görü şümü açıklıyorum ve böylece sıradan deneyimlere göre on lara farklı ama "gerçek" bir his duyuyorum. Her gün ortak olarak deneyimled iğimiz sözüm ona katı-gerçeklik dene yimleri ile aynı olmadıklarını i leri sürüyorum. Ayrıca fante zi veya h<ılüsinasyon olduklarını söylemiyorum.
488
5. Bu fikir bana özgün değil. 1971'de yazılan kayda de
ğer bir makalede, fizikçi Erwin Schrödinger'in önceki öğ rencilerinden biri olan, şimdi Avustralya, Brisbane'de Queensland Üniversitesi'nde fizik profesörü olan Ludvik Bass, iki veya daha fazla bağımsız bilinçli aklın var olama yacağını gösteren reductio ad absurdum (olmayana ergi) (e ğer temel dayanağı doğruysa, temel dayanağa çelişkili bir sonuca yol açan bir argüman) ortaya koymuştur! Bkz. Lud vik Bass, "The Mind of Wigner's Friend," Hermathena: A Dublin University Review 1 1 2 (1971): 52-68. 6. Ring, a.g.y., 63. 7. Her ne kadar bu noktaya geri gelecek olsam da, her olayın daha önceki bir olaya direkt eşlik etmesi kavramı, Budist felsefesinin kabul gören bir ilkesidir. Kişi, Budistlerin düşünce yapılarında Newtonian olduğu sonucuna varabilir. Ancak, sonuçta algılanan olaylar olarak tüm olaylar aldahcı dır. Dolayısıyla bundan düşünüşlerinde Heisenbergyen ol dukları sonucunu çıkarabiliriz. 8. Gözlemin kuantum sıçramaları nasıl hızlandırabile ceğinin yanı sıra, dondurabileceğini, meydana gelmesini en gelleyebileceğini ele aldığım 1 5.bölüme bakınız. 9. Zamanın mekansallaşması, zamanın uzayın başka bir boyutu olarak var olduğu kavramı, ilk olarak 1908'de Hermann Minkowski tarafından Einstein'ın özel görecelilik teorisinin gelişimi olarak fark ed ilmiştir. Bunu, önceki iki ki tabımda, Yıldız*Dalgası (Star*Wave) ve Kartalın Arayışı (Eagle's Quest) kitaplarımda, oldukça detaylı tanımladım. Bu niyet, gözlemlerin yürütüldüğü, deneysel 1 0. kurgu ve aranılan gözlemlenebilirlerin seçimi şeklinde teza hür eder. Bundan zaten daha önceki bir bölümde bah1 1. setmiştim ve daha sonraki bir bölümde hakkında daha çok şey anlatacağım.
Devereux ve Persinger'in keşifll'ri ı ı i ı ı t . 1 1 1 1 1 1 1 1 12. için bkz: Ring, a.g.y., 198-205. 13. Elektromanyetik titreşimlerin insan beyni ı ı i ı ı işleyişini etkilemesi şaşırtıcı değildir. Beyin radar dedektöri.'ı kadar hassastır, daha fazla olmasa bile. Atmosferik nükleer patlamalara eşlik edecek yüksek-genişlikte elektromanyetik titreşimler, Amerikan hükümetinin İleri Araştırma Projeleri Ajansı (Advanced Research Projects Agency) tarafından bir kaç yıldır incelenmektedir ve radarı sakladığı bilinmektedir. 14. Wilder Penfield, The Mystery of the Mind: A Critical Study of Consciousness and the Human Brain (Prin ceton, N.J.: Princeton University Press, 1975), 19. 15. A.g.e., 21. Michael A. Persinger, "Modern Neuroscience 16. and Near-Death Experiences," Journal of Near-Death Studi es 7 (1990): 233-39. 17. Bkz. Whitley Strieber, Transformation: The Breakthrough (New York: Beech Tree Books, William Mor row, 1988) ve Communion: A True Story (New York: Beech Tree Books, William Morrow, 1987). Önceki kitabıma bakınız: The Eagle's Quest: 18. A Physicicst's Search far Truth in the Heart of the Shamanic World (New York: Summit Books, 1991 ), 168. 1 9. Bununla madeni paraların gerçek, büyük madeni paralar değil, kuantum yasalara uyan küçük, ato mik boyutta madeni paralar olduklarını kastediyorum. Bu örnek aydınlatıcıdır, kelimesi kelimesine değildir. 17. BÖLÜM - HAYAL İLE GERÇEGİN ÖRTÜŞMESİ: SANAT, MİT VE GERÇEKLİKTE RÜYALAR 1 . Yevgeny Kovtun ve Liudmila Rybakova'dan alıntı lanmıştır, baskılar Fantastic and Imaginative Works by Rus-
490
sian Artists (Leningrad, Rusya: Aurora Art Publishers, 1989). Valery Fateyev yorumu. 2. Bkz. Bryce S. Dewitt Quantum Mechanics and reality Physics Today, Eylül 1970, 30-35 veya ayrıca Bryce S. De-witt ve Neill Graham,The Many Worlds Interpretation of Quan tum Mechanics Princeton,N.J:Princeton University Press1973 3. Bkz. Henri Corbin, Mundis Imaginalis or the lmagi nal and the Imaginary (lpswich, İngiltere: Golgonooza Press, 1976 [asıl baskı Eylül, 1972]), 9, 17. 4. Bkz. Fred Alan Wolf, The Eagle's Quest: A Physicist's Search for Truth in the Heart of the Shamanic World (New York, Summit Books, 1991), 174. 5. Terence McKenna, The Archaic Revival: Essays and Conversations (San Francisco: HarperCollins, 1992). Ayrıca bkz. "New and Old Maps of Hyperspace" (teyp kaseti) Big Sur, Calif.: Dolphin Tapes, 1982). 6. Terence McKenna, "A Conversation over Saucers," Revision: the Journal of Consciousness and Change 1 1, no. 3 (Kış 1989): 23-30. 7. Michael Grosso, The Final Choice: Playing the Survi val Game (Walpole, N .H.: Stillpoint Publishing Co., 1985). 8. Arnold Mindell, The Year 1: Global Process Work (Londra: Arkana, 1989). Ayrıca kaynakça bölümünde liste lenen diğer kitaplarına bakınız. 9. Bkz. Peter Russell, The White Hole in Time: Our Fu ture Evolution and the Meaning of Now (San Francisco: HarperSanFrancisco, 1992). Ayrıca bkz. The Global Brain: Speculations on the Evolutionary Leap to Planetary Consci ousness (Los Angeles: J. P. Tarcher, 1983). Leonard Shalin, Art and Physics: Parallel Vi10. sions in Space, Time, and Light (New York: William Morrow, 1991).
49 1
Bkz. Kenneth Ring, Ph.D., The Omega Pro11. ject: Near-Death Experiences, UFO Encounters, and Mind at Large (New York: William Morrow, 1992). 12. A.g.e., 213. 13. Kuanhım fizik olasılıklar arasındaki ilişkiyle iki yolla ilgilenir. Bir dalga resminde, ayrı durumları temsil eden dalga biçimleri arasındaki belirli faz ilişkisi vardır. Ric hard Feynman'ın path integral yaklaşımı olarak bilinen for mülasyonunda, iki Feynman yolunda neredeyse eşit miktar da faz bilgisi birikmiştir ve böylece birbirlerini iptal etme e ğilimindedirler. O acı, sahip olduğun şeyi istememe ve sahip 14. olmadığın şeyi istemekten ortaya çıkar. Keşfettiğim üzere, bataklık her zaman mev1 5. cuttur. Kışın apartmana gecelik ziyaretlerimde hava ne za man birazcık ısınsa, sivrisinekler tarafından ısırıldım. Bkz. Kovhın ve Rybakova, a.g.y. 16. 18. BÖLÜM - MADDENİN RUHU 1. W. Pauli ve C. G. Jung, The Interpretation of Nature and the Psyche (Princeton, N.J: Pantheon, 1955). Almanca ola rak Naturerklarung und Psyche Zurich:Rascher Verlag, 1952 2. C. G. Jung, Psychology and Alchemy, Collected Works, vol. 12 (Princeton, N.J.: Princeton University Press, 1980), 44. 3. Örneğin bkz. Pakka Lahti ve Peter Mittelstadt, baskı lar Symposium on the Foundations of Modern Physics 1990: Quantum Theory of Measurement and Related Philosophi cal Problems (River Edge, N.J.: World Scientific Publishing Co., 1991). Özellikle K. V. Laurikainen tarafından açılış ko nuşmasına bakınız, s. 3. 4. Bkz. Herbert Van Erkelens, "Wolfgang Pauli and the Spirit of Matter," Lahti ve Mittelstadt, a.g.y.
492
5. K. V. Laurikainen, Beyond the Atom: The Philosop hical Thought of Wolfgang Pauli (Berlin and Heidelberg, Al manya: Springer-Verlag, 1988). 6. Pauli ve Jung, a.g.y. 7. Bkz. Erkelens, a.g.y., 426. 8. A.g.e. 9. Yasaklanmış kelimesi burada muhtemelen Pauli'nin "dışlama ilkesini" keşfi ile ilgili endişelerini yansıtır. Buna uygun olarak, iki elektronun genel anlamıyla aynı kuantum durumuna girmesi yasaklanmıştır. Eğer bunu yapmaya kal kışırlarsa, kuantum olasılık kaybolur. Dreams of Pauli in the archive of Aniela Laf10. fe, ETH Zurich, WHS, Hs 1090: 71 . 11. Pauli'den Jung'a mektup, 27 Mayıs 1953, ETH Zurich WHS, Hs 1056: 30867. Dreams of Pauli, a.g.y. 12. Pauli'nin diğer insanları nasıl kendinden da 13. ha az akıllı gördüğünün açıkça bir yansımasıdır. 14. Pauli'den Jung'a mektup, a.g.y. 15. Pauli'den von Franz'a mektup, 12 Ekim, 1952, ETH Zurich, WHS, Hs 176: 52. Pauli tarafından yayınlanmamış el yazması, 16. ETH Zurich, WHS, Hs 1 76: 85. 1 7. Karmaşık sayılarda sanal sayılar ekseni, gerçek sayılar eksenine diktir. "i" bu sayıların düzleminde dok san derecelik bir dönmeyi temsil eder. Erkelens, a.g.y. 18. 1 9. Ayrıca daha önceki bir bölümde, olasılıkların kuantum dalgalarını karmaşık sayılarla temsil etme gerekli liğini anlatmıştım - Pauli'nin rüya hikayesinin karmaşık düzleminde görünen çeşidi ile aynı. Kuantum fizikte kar maşık sayıları kullanmadan, parçacık ile dalga teorileri ara sında var olan görünür yarığı bağdaştırmanın bir yolu yok-
493
tu. Wemer Heisenberg ve Erwin Schrödinger, bizim madde tanımımıza temel bir unsur olarak sanal i birimini tanıştır dıklarında, birdenbire kuantum fiziğin tüm çelişkili görü nümleri uyumlu bir şekilde karmaşık olasılık genliğine kay naştırılabildi. Eğer o genlik uzay ve zamanda bir karmaşık sayıyla, a+bi, belli bir noktada ifade edildiyse, o zaman karmaşık sa yı dalgası genliği de vardır, a-bi. Uzay ve zamanda bir nok tada a+bi, zamanda ileri doğru seyahat eden dalgayı temsil ederken, uzay ve zamanda a-bi aynı noktada zamanda geri ye doğru seyahat eden dalgayı temsil eder. Bu iki sayı bera ber çarpıldığında, sonuç a2+b2'dir, uzay ve zamanda o belirli noktada sistemi bulmak için bir olasılık olarak ifade edilen "gerçekliği" temsil eden gerçek ve pozitif sayı. Benzer bir şekilde, sanalların dairesi, i dairesi, üzerin deki nokta da a+bi karmaşık sayısı ile verilir. a+bi, a-bi ile çarpıldığı zaman, sonuç, a2+b2, her zaman dairenin çapına, l'e eşit olur. Bkz. Laurikainen, a.g.y., 144-45. 20. 19. BÖLÜM - UYANMA VE RÜYA GÖRME FAR KINDALIGININ HOLOGRAFİK MODELİ 1. J. R. Oppenheimer, Science and the Human Under standing (New York: Siman & Schuster, 1966), 69. 2. Bkz. David Koulack, To Catch a Dream: Explorati ons of Dreaming (Albany, N.Y.: State University of New York Press, 1991), 10, 42. Ayrıca bkz. Gordon Globus, Dream Life,Wake Life: The Human Condition through Dreams (Al bany, N .Y. : State University of New York Press, 1987), 72-77. 3. Renato Nobili, "Schrödinger wave holography in bra in cortex," Physical Review A 32, no. 6 (Aralık 1985): 3618-26.
494
4. Bu hücrelerin bir çeşit hafıza işlevi olduğuna ve tü
mörlerin gelişiminde etkili olduklarına dair bazı son kanıt lar vardır. 5. Bkz. Karl H. Pribram, Languages of brain. Experi mental paradoxes and principles in neuropsychology (Mon terey, Calif.: Brooks/Cole Publishing Co., 1977), 34-47. 6. Bkz. Nobili, a.g.y., 3619. 7. Bkz. Pribram, a.g.y. 8. Bu keşfi çok sayıda araştırmacı yaparken, okuyucu yu Pribram'a gönderiyorum, a.g.y. 9. K. S. Lashley, Brain Mechanism and Intelligence (Chicago: University of Chicago Press, 1929). 1 0. Her ne kadar erişim süresi bilgisayarlarda dosya yönetim sistemlerinde bir sınır olabilse de, bilgisayar larda taklit edilen nöral ağ modellerinde gerçekten bir sorun değildir. Aslında nöral ağ modelleri çağrışımsal hafızanın ve erişim süresi denkliğinin bazı yönlerini gösterir. 7. bölü me bakınız. 11. Bunu biraz detaylı açıklamama izin verin. Eğer sonraki birkaç paragrafı biraz fazla detaylı bulursanız, sadece baştan sona okuyun ve onlardan kapabildiğiniz ne varsa onu alın veya atlayın. Konuyu kavramanız için bunu bilmeniz gerekmeyecek. Ancak, eğer ne söylediğimi kavra mayı başarabilirseniz, hologramların gerçekte nasıl çalıştığı na dair daha sağlam bir anlayışınız olur. Genellikle hologramlar ışık dalgalarıyla yapılır. Refe rans dalga adı verilen bu dalgaların güçlü ve bağdaşık kay nağı, bir film emülsiyonu gibi bir kaydetme ortamı üzerinde parlatılır. Aynı zamanda referans dalganın bir bölümü, film emülsiyonundan çok uzakta olmayan bir nesne üzerinde parlatılır ve nesneden dağılan dalgalar da aynı zamanda film emülsiyonu tarafından alınır. Bu demektir ki, filmin her noktasında, nesnenin tüm bölümlerinden dağılan, yayılan ı-
495
şık dalgaları biçimindeki bilgi, direkt referans dalgası ile birlikte alınır. Bu, noktada hem referans hem bilgi dalgaları nın basit bir toplamını (lineer kombinasyon veya süperpozis yon denilen) üretir. Bu dalgalar basitçe birlikte toplanır. E ğer referans dalgaya R ve bilgi dalgasına 1 dersem, emülsi yonun her bir noktasında R+I toplamına sahip oluruz. Ancak holografik kaydı yapmak için bu yeterli değil dir. Film, bu dalgayı R ve I'nın ilişkili olduğu hassas yolu bozmayacak özel bir şekilde emmelidir. Bu ilişki, R ve I dal gaları arasında kayıt ortamının her bir noktasında var olan göreceli evrede bulunur. Dalgalar dalgalıdır! Sadece genlikleri veya güçleri yok tur, aynı zamanda onların salınımlı yapılarını gösteren evre leri vardır. Bunu kavramak için, film emülsiyonunun bir saat üzerindeki ibre gibi, diyelim ki saniye ibresi, bir noktasına vardığı zamanki bir dalgayı düşünün. Eğer dalganın büyük genliği varsa, uzun bir ibreye tekabül eder ve küçük genliği veya gücü olan bir dalga, küçük bir ibreye tekabül eder. Şimdi verilen bir zamandaki dalganın evresinde olduğu gibi, ibrenin yayıldığı sayıyı düşünün. İbre saat çevresinde altmış saniye boyunca yayılırken, dalganın evresi, saatlerle işaretli olan saat kadranının tam 360 derecesi boyunca ilerler. Dolayısıyla basit terim R'yi yazdığımızda, ayrıca R'nin hem genliği lıenı dalganın evresini aynı anda temsil ettiğini aklımızda tutuyoruz ve R kaydeden ortamın herhangi bir noktasına vardığı zaman, kesin bir genliği ve evresi vardır. Şimdi görünen o ki, tüm fotoğrafik medya, dalgada içe rilen enerjiyi emerek ışık dalgalarını kaydeder. Bu enerji dal ganın kendisi ile çarpımına, yani genliğin karesine eşittir. Şimdi dalgaların çarpımı ile ilgili kural, genliklerin çarpımı ve evrelerin eklenmesidir. Ama ortam sadece dalganın genli ğinin karesini kaydeder ve evre bilgisini kaybeder. Bu suret le eğer var olan dalga sadece R ise, noktada emilen enerji R2
496
veya basitçe RxR olacaktır. Ama bir dakika bekleyin, peki ya evre? Bunu bir daki kalığına detaylandırdığımı farz edin. Sıfır evresinin saniye ibresinin 12:00'de olması ile temsil edildiğini farz edin. Em me noktasında R evresinin ibreyi saat 2:00'de gösterdiğini farz edin. Dalgaların çarpımı için kural genliklerin çarpımı na evrelerin eklenmesi olduğundan dolayı, eğer sadece R'yi kendiyle çarparsak, R2 enerjisini ve 4:00 evresini elde ederiz (sat kadranını gözünüzde canlandırın ve bunu göreceksi niz). Filmde hiçbir evre bilgisi içerilmediğinden dolayı, bu evre bilgisinden nasıl kurtuluruz? Cevabı gerçekte bizim birlikte çarptığımızınevresi 2:00 olan bir dalga, R, ve R'nin karmaşık eşleniği dediğimiz negatif evresi, -2:00, olan bir dalga, R*, olduğunu hayal etmektir. Şimdi bunu hayal etmek için sadece bir saat kadranını aynaya tutun. -2:00 evresi, normalde bizim IO:OO'u gördüğü müz yerdedir. Şimdi -2:00 ile +2:00'yi topladığınız zaman, sıfır evresine sahip olursunuz. Bu dalgaların çarpımı, olayların olasılıkları hesaplandı ğında aynı çarpım kuralını tatmin ettiği görülen hem holog rafik kayıt hem de kuantum dalgalar için bir kuraldır. Ancak filmin noktasındaki bir dalga sadece R'yi değil, R+l'i de içeriyorsa ne olur? Bu, dalgaların doğrusallığı fikri nin önemli hale geldiği ve bir hologramın bir nesnenin hafı zasını nasıl içerebildiği yerdir. Aynı çarpım kuralı geçerlidir ve (R+ l)'i (R*+1 *) ile çarpmalıyız. Ve sonra kendinizi çarpı nım dört teriminin toplamıyla bulursunuz (R*R, R*I, I*R ve I*I). Her ne kadar sonuç bu dalgaların çarpımının toplamın da hiçbir evre bilgisi içerilmemesi olsa da, o toplamın ger çekten her bir teriminin bazı evre bilgisi içerdiğini açıkla mak istiyorum. Bunun nasıl çalıştığını size göstermeme izin verin.
497
Önce R*R. Bu kendisinde mevcut hiçbir evre bilgisine sahip değildir. Dolayısıyla bu terim sadece emilsiyonun noktasında filmin kararmasına katkı sağlar. Aynı şekilde J*I terimi için. Ama R*I ve J*R terimlerinin her biri evre bilgisine sa hiptir. Örneğin, I'nın 7:00'de evresi olduğunu (böylece I*'ın 7:00 evresi vardır) ve R'nin 2:00 evresi olduğunu (böylece R*'ın -2:00 evresi vardır) farz edin. R*J'nın -2:00 artı 7:00 ev resi, yani toplamda 5:00 evresi olurken, I*R terimi -5:00 evre si için -7:00 artı +2:00 evresini birleştirecektir. Gördüğünüz üzere, her bir terimde sıfır olmamasına rağmen toplam evre hala sıfırdır. Şimdi holografik bir görüntünün ortaya çıkması için bir referans d alga, R, yukarıda bahsedilen terimlerin topla mını kaydettikten sonra hologram üzerinde parlatılır. R e nerji bilgisinin kaydedildiği ortamla karşılaştığında, ortam hassas bir filtre gibi rol oynar ve toplamın her bir terimi, (R*R) + (R*J) + (l*R) + (İ*I), sadece belli bilgilerin geçmesine izin vererek R üzerinde rol oynar. Başka bir ifadeyle, çoktan kaydedilmiş bilgileri içeren ortam, ondan geçen herhangi bir dalgaya bir filtre gibi rol oynar. Matematiksel olarak R dalgası, emilen enerjiyi temsil e den toplamdaki her bir terimi çarpar. Rx(R*R) ve Rx(I*I) te rimleri, sadece R'nin gücünü azaltır. Rx(I*R) terimi de fay dalı hiçbir şey üretmez, ama Rx(R*I) terimi, bilgi dalgasının kendisinin, I'nın, evresiyle birlikte zayıf bir görüntüsünü o luşturmayı başarır. Bu meydana gelir, çünkü R'yi R*I ile çarptığınızda, R ve R* çarpımı sıfır evresini verir, 1 terimini evre bütünüyle bırakır. Dolayısıyla bir hologram yoluyla bir referans dalgasını parlatarak, baştan sona parlayan dalga, bir şekilde azalmış ve bozulmuş referans dalgasından ve hologramda içerilen bilgi dalgasından oluşur. Bir holografik görüntüye baktığı-
498
mız zaman gördüğümüz bu bilgi dalgasıdır. Bu bilgi dalga sı, asıl nesneden dağılan ışık dalgalarıyla tamamen aynı ol duğundan dolayı, tam üç boyutlu bir görüntü görürüz. 12. Yankı/ayıcı terimi, okuyucuyu düşürebilir. Sadece yankılayarak veya onunla uyum içerisine girerek bir titreşime cevap verebilen bir birim veya hü credir. Bir koroy la şarkı söylediğinizde, siz yankılarsınız. N obili, her yankı layıcının doku içi boşluğu kapsayan gliyal hücre duvarların dan oluştuğunu ileri sürer. 13. Hologramlar önce ışığa duyarlıu bir materyalle kaplı cam bir plakayı ışık dalgalarına maruz bırakarak ve sonra plakayı geliştirerek yapılır. Eğer gelişimden önce birkaç maruziyet yapılırsa ve sonra gelişim meydana gelir se, plaka gerçekten kayda değer etkileri olan, bu görüntüleri kaydeden dalgalar tamamen farklı zamanlarda kaydedilmiş olmasına rağmen birbirine yine de engel olabilen görüntüle ri içerir. Uzak geçmişin görüntüleri, Şimdiki zamanın görün tüleriyle birlikte uyandırılabilir. Holografik beyinde bu, idin zamansız niteliğinin fiziksel kanıtı olabilir. Bkz. Maurice Françon, Holography (Fransız versiyonundan genişletilmiş ve revize edilmiş) ( New York ve Londra: Academic Press, 1974). G. Sperling, "lnformation available in brief 14. visual presentations," Psychological Monographs 74, no. 1 1 (1960). 1 5. Bu, dönüşün hiçbir bileşeninin, uzayın karşılıklı olarak dik eksenleri, s2, Sx veya sy, boyunca toplam dö nüşün yansımaları olan bileşenlerinin bilinmediği tüm dö nüş S'in bilindiği, S 2=s(s+1 ), dönüş sistemine denktir. Bile şenlerden birini bilme teşebbüsleri, diğerlerini bilme kabili yetini yok eder. Dolayısıyla örneğin eğer sx'i bulmaya kalkı şırsanız, diğer bileşenleri, sy veya s2'yi belirlemek imkansız hale gelir.
499
A-S modeli ile ilgili daha fazla bilgi için 6, 7 ve 8.bölümlere bakınız. Bu özet buraya okuyucuya kolaylık olması için konulmuşhır. 17. J. Allan Hobson ve Robert W. M cCarley, "The Brain as a Dream-State Generator: An Activation-Synt hesis Hypothesis of the Dream Process," American Journal of Psychiatry 134 (1977): 1335-68. 20. BÖLÜM - RÜYA GÖREN ÖZBENİN SİNİRSEJ . OTOMATTAN DOGUMU 1. Bkz. Jayne Gackenbach, "Frameworks for Under standing Lucid Dreaming: A Review," Dreaming 1, no. 2 (1991): 1 09. 2. A.g.e. 3. Bkz. A. Moffitt ve diğerleri, "Dream Psychology: 0perating in the Dark, " J. I. Gackenbach ve S. L. LaBerge, baskılar Conscious mind, sleeping brain: Perspectives on lu cid dreaming (N.Y.: Plenum, 1988). Ayrıca bkz. E. Rossi, Dreams and the growth of the personality: Expanding awa reness in psychotherapy. (N.Y.: Braunner/Mazel, 1972-87). 4. "O"ı zemin veya temel seviyeyi göstermek için "l "in yerine kullanıyorum. Nedeni bölümde daha sonra aşikar hale gelecektir. Bu arada bizim Amerika'da "ikinci" dediği miz katın, İngiliz sisteminde "birinci" denilmesini sevmemi affedin vs. 5. Gackenbach, a.g.y., 1 16. 6. Charles Alexander, "A Concephıal and Phenomeno logical Analysis of Pure Consciousness During Sleep, " Lu cidity 1 0, numaralar 1 ve 2 (1991): 1 29. 7. Gackenbach, a.g.y., 1 19. 8. A.g.e. 9. A.g.e., 121 . Ayrıca bkz. Thomas J. Snyder ve Jayne Gackenbach, "Vestibular Involvement in the Neurocogniti on of Lucid Dreaming," 3.bölüm Jayne Gackenbach ve A16.
500
nees A. Sheikh, Dream Images: A Cali to Mental Arms (A mityville, N.Y.: Baywood Publishing Co., 1991), 55. 10. Gackenbach, a.g.y., 1 23-24. J. J. Hopfield, O. 1. Feinstein ve R. G. Palmer, 11. "'Unlearning' has a stabilizing effect in collective memori es," "Letters to Nature," Nature 304 14 Temmuz, 1983). 12. Tamamlayıcı derken otomatın hafızasında aynı anda bir görüntü ve o görüntünün tamamlayıcı görün tülerinin süperpozisyonunu tutamadığını kastediyorum. Ancak, göreceğimiz üzere, bu sadece "objektif" gözlemler i çin geçerlidir, "sübjektif" kendini gözlemler için geçerli de ğildir. Bu, içgözlemin anahtarıdır. Bir sistem kendi13. sinin tamamlayıcı gözlemlenebilirlerini "bilme" kapasitesi ne sahiptir, ama başka bir sistemin tamamlayıcı gözlemlene bilirlerini elde edemez ve "bilemez" . Örneğin Jungyen terimlerde bu, özbenin ve 14. gölgesinin eşzamanlı bilinmesi demek olacaktır. 15. Bkz. David Z. Albert, "How to Take a Photograph of Another Everett World," New Techniques and Ide as in Quantum Measurement Theory, O. M. Greenberger, baskı Annals of the New York Academy of Sciences, vol. 480 (30 Aralık 1986). Ayrıca bkz. David Z. Albert, "On Quantum Mechanical Automata," Physics Letters 98A (1 983): 249-52. Ayrıca bkz. O. Deutsch, "Quantum theory, the Church-Tu ring principle and the universal quantum computer," Pro ceedings of the Royal Society of London A 400 (1985): 971 17. 1 6. Birçok dünya ve Albert'in otomatı kavramının daha detaylı ele alındığı daha önceki kitabım Paralel Ev renler'e bakınız (kaynakça bölümüne bakınız). 1 7. Bir kuantum otomatı, klasik bir Boolean hafıza unsurundan ayırt eden, durumların süperpozisyonuna
SO L
tutunma kabiliyetidir. Ya "açık" ya da "kapalı" olacak bi r a let yapmanın aynı anda hem "kapalı ve açık" olacak bir alet yapmaktan daha basit olduğu şüphesizdir. Zor olduğu ka dar, New Jersey'deki Beli Laboratuvaları gibi yerlerde yapı lan şimdiki araştırmaların gösterdiği üzere imkansız değil dir (diğer kitaplarıma, özellikle Taking The Quantum Leap, 15. bölüme bakınız). Kuantum fizik dilinde, tamamlayıcı gözlem1 8. lenebilir operatörler mevcuttur. Bu operatörler, ne zaman fi ziksel bir sistemin gözlemi meydana gelse, neyin meydana geldiğini temsil eden matematiksel biçimlerdir. Onların o peratör olduğunu belirtmek için onları italik olarak etiketl i yorum. Eğer hatırlarsanız, 1 0.bölümde size tamamlayıcı ku antum fiziksel operatörler hakkında anlattım (10.dipnota bakınız). Bu durumda operatörler W, E, F, G ve S olarak eti ketlendi. Bu operatörlerle ilişkili olan tamamlayıcı gliyal hücre durumlarının dizileridir: kadın kimlik durumları, W;, kadın duygusal durumları, Wc, kadın düşünce biçimi du rumları, f; vs. Kuantum yasalarını takip ederek, WW; w;W; denklemine sahibiz. Bu kuantum fizikteki tutarlılık il kesidir. Der ki, eğer operatör tarafından işlenen W; durumu, o durumu bir sayıyla çarpma ile sonuçlanırsa, durum değiş mez ve fiziksel sistem o durumdadır. Durumu çarpan sayı, w; ile simgelenir. Hafızanın değerini veya içeriğini temsil e der. Bu, hafızanın her bir durumuyla ilişkili olan bir sayısal değerin olduğu anlamına gelir. Bu sayının gerçekten neyi ölçtüğünü söylemek güçtür. Bir şekilde gliyal hücrenin fi ziksel yapısıyla ilişkili olduğunu tahmin ediyorum, böylece bir hücre wı değerini yansıttığında, belli bir biçimde salınır ve duyguyla ilişkili e; değerini yansıttığında, farklı bir mod da salınır. Eğer gliyal hücre kadın kimlik durumlarının bir süper pozisyonundaysa, Wı + W2 Eı, o zaman W hücre üzerinde =
=
5 02
işlem yaptığında, sonuç olarak wıWı + w2W2 toplamını elde eder, böylece durumu değiştirir. Eğer aynı durum üzerinde, Wı + W ı = Eı, E işlem yaparsa, EEl = el El sonucunu verirdi. Dolayısıyla hücreden hangi bilginin elde edildiğine bağlı o larak durum değişebilir. Bu, örneğin her iki değerin, eı ve wı, eşzamanlı objektif bilgisini yasaklayan belirsizlik ilkesi nin matematiksel özüdür. Herhangi birini öğrenme teşebbü sü, o bilginin arandığı sistmei değiştirerek diğerini öğrenme yeteneğini yok eder. Fiziksel olarak bu, gliyal hücrenin aynı anda Eı ve Wı modlarında salınamadığı anlamına gelir. Eğer gliyal hücre belirli bir göriintü, Wı, içeriyorsa, o zaman bir kadın göriintüsüne yol açar, kuantum-mekanik operatör W "işler" ve gliyal hücre otomatın hafızasına katı lan Wı göriintüsünü verir. Bu, hem gliyal hücrenin hem de otomatın, kuantum ya salarına göre onların ayrık durumunun bir çarpımı olan bi leşik bir durumunu üretir. Bu durumu Wı(0> = [Wı)Wı olarak etiketleriz. Bu argümanı detaylı olarak takip etmek istediği nizi varsayarak, simge önemlidir. Wı, 1 numaralı kadın gö rüntüsü anlamına gelir. Köşeli parantezler [] otomatı götse rir ve içlerinde ne varsa şimdi otomatın hafızası olduğu an lamına gelir. Üst indis "(O)" otomatla sorguladığı nesne ara sında meydana gelen bir O derece etkileşim anlamına gelir. Bu durumda, o nesne gliyal hücrenin hafıza içeriğidir. Dola yısıyla Wı(OJ durumu, otomatın hliyal hücre tarafından tutu lan durumu yansıttığı, otomat ve gliyal hücrenin birleştiril miş bir durumudur. 1 9. Yine bu demektir ki, eğer kadın fikri deneğin beynine girerse, işleme alındığında tek bir kadın göriintüsü nü W;'yi hatırlayabilen W harfiyle gösterilen bir kuantum gözlemlenebilir vardır. Benzer şekilde otomat ya duygusal durumu 20. ya da kimlik durumunu elde edebilir. Otomat durumlarının
5 03
[] ile gösterildiğini hatırlayın, böylece [Eı] "mutsuz kadın" duygusal durumunu içeren otomatı temsil ederken, [W2] ağlayan kız kardeş görüntüsünün kaydını içeren otomatı ve [Wı] histerik anne görüntüsü kaydını temsil eder. 21. Şimdi otomat, görüntülerin süperpozisyonunu içeren gliyal hücreyle etkileşime girdiği zaman, kuantum yasalarına göre ona birleşir, böylece hem gliyal hücrenin hem otomatın kuanhım durumu, her ikisinin yeni bir duru mu haline gelir, Eı<0ı Wı<0ı + W2<0ı [Wı]Wı + [W2]W2. Bura da birleşik durum ve "Eı"in sağında göriinen üst indis "(O)", O seviyesinde otomat ve gliyal hücre arasında bir etki leşim meydana geldiğini temsil eder. Etkileşim birleşik ta nımlanabilir kadın durumlarının süperpozisyonu, W;<0ı ile sonuçlandığından, durumun duygusal içeriği olduğunu göstermek için "E" harfini kullanıyorum. Ancak Eı<0l'ın ve Eı'in aynı olmadığını fark edin. Eı sadece gliyal hücreyi kapsayan bir duruma atıfta bulunurken, Eı<0ı hem otomatı hem gliyal hücreyi kapsayan bir duruma atıfta bulunur. Bu birleşik du rum, hem gliyal hücrede hem otoma tta birleşik kadın kimliği durumlarının süperpozisyonundan o luştuğunu göstermesi için Eı<0ı olarak etiketlenir. İkinci otomatın durumunu "[ 2 A]"sembolü ile 22. gösterebiliriz. "A" harfinin sol tarafında görülen "2" üst in disi, bunun ikinci otomat olduğunu anlatır. Şimdi, birleşik sistemle etkileşime girdiğinde, Eı<0ı [Wı ]Wı + [W2]W2 , bah sedildiği üzere oldukça farklı iki şekilde bunu yapabilir. Gli yal hücre kaydının kimlik durumunu soruşturabilir ve so nuç hem otomatın hem gliyal hücrenin durumunun [ 2Wı] [Wı]Wı + [2W2] [W2]W2 haline gelmesi olacaktır. Toplamın her bir terimi, her bir "dünyada" ikinci aletin birinci ile hemfikir olduğunu ve bunun da karşılık olarak gliyal hücre kaydıyla gösterir. Veya ilgisiz kalabilir ve böyle detayları sarmayabilir. =
=
=
504
Sadece birleşik durum Eı(Ol'ı olduğu gibi gözlemleyebilir ve hiçbir surette gliyal hücreyi sarmayabilir. Bu durumda birle şik durum [2Eı (0l] Eı (0>'dır. İ kinci sistemin bildiği tüm şey, ilk otomatın ve gliyal hücrenin ilişkisi olduğu ve sonuç olarak ikisinin birlikte Eı(O) durumunda olduğudur ve ikinci otomat sadece bunu bilir, ama hangi kadın görüntüsünün mevcut olduğunu bilmez. Neden olmasın diye sorabilirsiniz. Ve sormadım diye cevap verecektir. 23. Başka bir ifadeyle, otomatın Eı(Ol [Wı ]Wı + [W2]W2 durumunu kaydetmesini ve bunu hafızasına koy masını isteyeceğiz. Bunu yaptığı zaman, ilk içgözlemini ya par ve şemamda O'dan l 'e bir seviye yukarı sıçrar. Sonra oto mat/gliyal hücrenin birleşik durumu Eı(ll [Eı(Ol]Eı(O) [Eı(0l,Wı]Wı + [Eı (0>,W2] W2 haline gelir. Burada "(1)" otoma tın ilk seviye öz-soruşturma yaptığını gösterir. Gerçekte oto mat iki soruşturma yürütmüştür. İ lk soruşturma gliyal hüc reyle etkileşimdir ve ikincisi etkileşimin kendisidir. Eı(ll durumu ne anlama geldiğini dikkate aldığımızda oldukça ilginçtir. Her bir dünyada otomat, gliyal hücrede gözlemlediği her iki kadın görüntüsünü "bilir" ve aslında Wi gözlemiyle bunu yaratmıştır ve eşzamanlı olarak, her iki birleşik görüntünün birlikte alınmasından oluşan Eı(O) duy gusal durumunu "bilir". Aslında her bir dünyada, bir köşeli parantez içinde her iki görüntüye sahip olarak gösterilen başka bir dünyadaki varlığının bilgisine sahiptir, [Eı(0l,Wi]. Birleşik "kendinin" duygusal durumunun ve gliyal hücre nin görüntü durumunun eşzamanlı bilgisine sahip olmak, O' dan 1 seviyesine bir sıçramadır. Bu, içgözlemin ilk seviyesi dir. 24. Kuantum yasalcırında, otomat hafızasında kimlik durumu W, yerine duygusal durum Ei'nin kaydını elde edebilir. =
=
=
505
25. Bakmadan önce durum Eı<0ı 'dır. Baktıktan sonra durum, Eı(ll [Eı<0l]Eı<0l'dır. Bu durumun ortaya çık ması, rüyada özben ile özben olmayan arasındaki sınırı işa ret eder ve içgözlem meydana geldiğinde, otomat seviyeler sıçrar. 26. Mutluluğun Eı(ll durumu olarak adlandırdığımız, her iki görüntünün bir arada olmasıdır. Bu durumda üst indis "(l)" tek bir içgözlem olduğu gerçeğine atıfta bulu nur. 27. İkinci otomat ilgili hale gelmede önce, ilk otomat, gliyal hücreyle ve sonra kendisiyle etkileşime girme sinin bir sonucu olarak, her bir dünyada hem Eı<0ı duygusal durumunun hem de W; kimlik durumunun hatıralarını içe rir. 28. Öz-neşe duygusal durumu, "2" üst indisinin ikinci duygusal duruma atıfta bulunduğu, Eı<0ı [W3]W3 + [W4]W4 şeklinde yazılır. Neşeli duygusal durumun öz-gözleminden sonra, du rum, "2" üst indisinin ikinci duygusal duruma atıfta bulun duğu Eı<1l [Eı<0l]Eı<0ı [E2<0l,W3]W3 + [E2<0l,W4 ] W4 haline ge lir. Ayrıca bir de Wı + Wı + W3 + W4 Eı + Eı'den oluşan Fı "düşünce biçimi" görüntüsü vardır. 29. Eı(ll ve Eı<1l içgözlem yapan duygusal durumlarını üst üste koyarak, yeni bir düşünce biçimi durumu yaratırız, Fı(ll E1<1ı + fü(ll. Eğer otomat bu durumda da yan sıtmaya kalkışırsa, meydana gelen ikinci bir içgözlemimiz o lur, seviyelerde sıçrama ve yeni bir içgözlem durumu yara tır, Fı<2l [fı (l l] Fı < I) . Dolayısıyla bu prosedürü takip ederek, seviyelerin yükselen bir merdivenine ve onlarla ilişkili içgözlem yapan durumlara sahibiz. En düşük seviyede, kadın kimlik du rumlarımız, W;, kadın duygusal durumlarımız, Ei, düşünce =
=
=
=
=
=
=
5 06
biçimi durumlarımız, f;, arketip durumlarımız, G ve hatta süperarketip durumumuz Sı var. Bu görüntüler objektiftir, sadece gliyal hücrede bulunur. İlk içgözlem seviyesinde, en düşük objektif gliyal-hücre hafıza durumlarının otomat durumuna eşlendiği süperpo zisyonlarından oluşan E;O l öz-duygusal durumlarımız var. İkinci içgözlem seviyesinde, ilk duygusal durumun ilk içgözlemi ve ikinci duygusal durumun ilk içgözleminden o luşan f;<1 ı düşünce biçimi içgözlem durumu var. İkinci sevi ye içgözlem durumlarının süperpozisyonu, F 1 <2ı ve F 2<2ı, ü [Gı<2l]Gı<2l , sıçramanın çüncü arketip seviyesine, G ı (3l mümkün olduğu ikinci seviye arketip durumu ile sonuçla nır, G 1 <2ı F1<2ı + Fı<2>. Aynı prosedürü izleyerek, 3.seviyede içgözlem görün tülerinin bir süperpozisyonu, G ı (3l + G2(3l, süperarketipsel bir görüntü verir, spı Gı(3l + G2(3l. Süperarketipsel görüntünün içgözlemi dördüncü seviyeye sıçramaya yol açar, Sı<4l [S ı <3l]Sı (3> vs. Bunun karmaşıklığı geometrik olarak artar; bu durum da hiyerarşinin daha yüksek her seviyesinde katlanır. Örne ğin eğer bu son seviyeyi bir kenara alırsak, on altı terimden oluştuğunu görürüz. Her bir terim [SıPl, GP>, fknı, Eı<0ı, Wm] Wnı'ye benzer. Böylece on altı dünyanın her birinde, otomat gliyal hücrede ne gözlemlediyse onun kaydını ve "hissetti ği" duygusal durumlardan, "ifade ettiği" düşünce biçimle rinden, ayrıca hissettiği arketiplerden ve hissettiği ve dene yimlediği süperarketiplerden, bunları "gördüğü" veya göz lemlediği ve bu görüntüleri hatırladığından dolayı yükselen özyargılayıcı görüntü durumlarının bir dizisini içerir. =
=
=
=
BÖLÜM - GER-ÇEKLİK VE İLLÜZYON 21. BİR GEÇMİŞE AİT İTİRAF İLE İLGİLİ
5 07
1. Bu alınh benim ve Nick'in bir arkadaşı olan Robert Anton Wilson tarafından, Quantum Psychology kitabında yakalanmıştır (Phoenix, Ariz.: New Falcon Publications, 1990) 69. 2. Dr.William Bricken, "Extended Abstract: A Forma! Foundation for Cyberspace," Technical Report No. HITL-M90-10, Washington Technology Center, University of Was hington, FU-20, Seattle, Wash. 98195. 3. Bu alınhyı nereden aldığımı hatırlamıyorum. Rad yoda Campbell'in Michael Toms ile yaptığı bir röportajdan olduğunu sanıyorum. 4. Bu alıntı iyi bilinir ve Chuang Tzu'nun kelebekle il gili rüyasıyla ilgili yazdığı bir şiirin bir bölümüdür. Yine, ne reden aldığımı hatırlamıyorum.
508
KAYNAKÇA Adejumo, Ebenezer Ademola. The Concept of Time in Yoruba, Australian Aboriginal, and Western Cultures, Espe cially as It Is Manifested in the Visual Arts. M.S. thesis, School of Humanities, Flinders University of South Austra lia, 1976. Aesclepius in Columbia Viking Desk Encyclopedia, 3rd ed. New York: Viking, 1968. Aharonov, Y., ve M. Vardi, "Meaning of an individual 'Feynman Path.'" Physical Review D 21, no. 8 (15 Nisan, 1980): 2235-40. Albert, David Z. "How to Take a Photograph of Anot her Everett World." New Techniques and Ideas in Quantum Measurement Theory, baskı D. M. Greenberger. Annals of the New York Academy of Sciences, vol. 480, 30 Aral ık, 1986. . "On Quantum-Mechanical Automata." Phy sics Letters 98A (1983): 249-52. Alexander, Charles. eA Conceptual and Phenomenolo gical Analysis of Pure Consciousness During Sleep." Lucidi ty 10, numaralar 1 &2 (1991): 1 29. "Angels, Aliens, and Ar chetypes." Revision 1 1 , numaralar 3&4, maddeler. 1 & 2. Aristotle. "De Somniis" ve "De Divinatione per Som num." The Works of Aristotle, vol. 3, W. D. Ross tarafından düzenlendi, 454-58. Oxford, England: Clarendon Press, 1931. Asıl çalışma M.Ö.330'da yazılmıştır. Aspect, Alain, Jean Dalibard ve Gerard Roger. "Experi mental Test of Bell's Jnequalities Using Time-Varying Analy zers." Physical Review Letters 49, no. 25 (20 Aralık, 1982): 1 804. Barden, Garrett. "Reflections of Time." The Human Content 5, no. 2 (Yaz 1973). London: Chaucer Publishing Co. ____
509
Bass, Ludvik. "The Mind of Wigner's Friend." Hermat hena: A Dublin University Revue 1 1 2 (1971 ): 52-68. . "A Quantum Mechanical Mind-Body Interac tion." Foundations of Physics 5, no. 1 (Mart 1 975). Bateson, Gregory. Mind and Nature: A Necessary Uni ty. New York: E. P. Duttan, 1979. Bekesy, George von. Sensory Inhibition. Princeton, N.J.: Princeton University Press, 1967. Bell, John Stewart. Speakable and unspeakable in quan tum mechanics. Cambridge, England. Cambridge Universi ty Press, 1987. Berndt, Ronald M., ve Catherine H. Berndt. The Spea king Land: Myth and Story in Aboriginal Australia. Ring wood, Victoria, Australia: Penguin Books, 1989. Bierce, Ambrose. An Occurence at Owl Creek Bridge. Mankato, Minn.: Creative Education, 1980. Blackmore, Susan. "A theory of lucid dreams and OBEs." Conscious mind, sleeping brain: Perspectives on lu cid dreaming, J. 1. Gackenbach ve S. L. LaBerge tarafından düzenlendi. New York: Plenum, 1988. Bohm, David. Wholeness and the Implicate Order. Bas ton: Routledge & Kegan Paut 1 980. . Unfolding Meaning: A Weekend of Dialogue with David Bohm. New York: Routledge & Kegan Paul, 1 985. Bohr, Niels. Atomic Theory and the Description of Na ture. Cambridge, England: Cambridge University Press, 1934. Borges, Jorge. Ficciones. New York: Grove Press, 1962. Bricken, Dr. William. "Extended Abstract: A Forma! Fo undation far Cyberspace." Technical Report No. HITL-M90-10, Washington Technology Center, University of Was hington, FU-20, Seattle, Wash. 98195. ____
____
5 10
Buksbazen John Daishin. To Forget the Self.Zen Wri ting Series, vol. 3. s. 2. Los Angeles: Zen Center of Los Angeles. Burnum, Burnum. Burnum Burnum's Aboriginal Aus tralia: A Traveler's Guide. New South Wales, Australia: An gus & Robertson, 1988. Cartwright, R. D. Ve R. W. Ratzel. "Effects of dream loss on waking behaviours." Archives of General Psychiatry 27 (1972): 277-80. Caton, R. The temples and rituals of Asklepius. Lon don: C. J. Clay, 1 900. Ayrıca bkz. Columbia Viking Desk En cyclopedia, 3rd ed. New York: Viking, 1968. Coleman, Wim ve Pat Perrin, The Jamais Vu Papers or Misadvantures in the Worlds of Science, Myth and Magic. New York: Harmony Books, 1 991 . Henri Corbin, Mundis Imaginalis or the Imaginal and the Imaginary. lpswich, England: Golgonooza Press, 1976 (asıl baskı İlkbahar, 1972). Cowan, James. Mysteries of the Dreaming: The Spiritu al Life of Australian Aborigines. Dorset, England: Prism Press, 1989. Cramer, John G. "Generalized absorber theory and the Einstein-Podolsky-Rosen paradox." Physical Review O 22 (1980): 362. . "Alternate Universes il." Analog Kasım 1984. "The transactional interpretation of quantum mechanics." Reviews of Modern Physics 58, no. 3 (Temmuz 1986). . "The Quantum Handshake." Analog (Kasım 1986). . "An Overview of the Transactional Interpre tation of Quantum Mechanics." International Journal of Theoretical Physics 27, no. 2 (1988): 227-36. Crick, Francis. "The recent excitement about neural ____
____ .
____
____
511
networks." Nature 337, no. 6203 (12 Ocak, 1989): 129-32. Crick, Francis ve Cristof Koch. "Towards a neurobiolo gical theory of consiousness." Seminars in the Neuroscien ces 2 (1990): 263-75. Crick, Francis ve Graeme Mitchison. "The function of dream sleep." Nature 304, no. 5922 (14 Temmuz, 1983): 1 1 1_ . "REM Sleep and Neural Nets." The Journal of 14. Mind and Behaviour 7, numaralar 2&3 (İ lkbahar ve Yaz 1986): 229[99]-250[120]. David-Neel, Alexandra. Magic and Mystery in Tibet. New York: Penguin Books, 1973. . Buddhism: Its Doctrines and Its Methods. New York: Avon Books, 1979, 37-4 1 . David-Neel, Alexandra ve Lama Yongden. The Secret Oral Teachings in Tibetan Buddhist Sects. San Francisco: City Lights Books, 1967. Dean, Calin. "The Australian Aboriginal 'Dreamtime" : An Account of lts History, Cosmogenesis, Cosmology and Ontology." B.S. thesis, Deakin University, Eylül 1990. Aus tralian Institute of Aboriginial Studies'ten elde edilebilir. Deu tsch, O. "Quantum theory, the Church-Turing prin ciple and the universal quantum computer." Proceedings of the Royal Society of Landon A 400 (1985): 97-117. Devereux, Paul. Earth Lights: Towards an Understan ding of the UFO Enigma. Wellingborough, Northampton shire, England: Turnstone, 1982. . Earth LightsRevelation. London:Blandford, 1990 . Places of Power: Landon: Blandford, 1990. Devereux, Paul ve Nigel Pennick. Lines on the Landscape. Landon: Robert Hale, 1989. Devereux, Paul, John Steele ve David Kurbin. Earth mind-Is the Earth Alive? New York: Harper & Row, 1989. Dewitt, Bryce S. "Quantum mechanics and reality." ____
___
____
5 12
Physics Today, Eylül 1970, 30-35. Dewitt, Bryce S. ve Neill Graham. The Many-Worlds Interpretation of Quantum Mechanics. Princeton, N.J.: Prin ceton University Press, 1973. Dreams of Pauli in the archive of Aniela Jaffe, ETH Zu rich, WHS, Hs 1 090:71 . Easwaran, Eknath. Dialogue with Death: The Spiritual Psychology of the Katha Upanishad . Berkeley, Calif.: Blue Mountain Center of Meditation, 198 1 . Eccles, F . R. S., John C. "Do mental events cause neural events analogously to the probability fields of quantum mechanics?" Proc. R. Soc. B 227 (1986): 41 1-28. Einstein, Albert, Boris Podolsky ve Nathan Rosen. "Can the Quantum-Mechanical Description of Physical Rea-lity Be Considered Complete?" Physical Review 47 (1935): 777. Eliade, Mircea. Images st Symboles. Paris, 1 952, 2. Bö lüm: "Symbolismes lndiens du Temps et de l' Eternite." (1mages and Symbols. "lndian Symbols of Time and Eterni ty.") . Shamanism: Archaic Techniques of Ecstasy. Bollingen Series 76. Princeton, N.J.: Princeton University Press, 1964. . Australian Religions: An Introduction. Itha ca, N .Y.: Cornell University Press, 1973. Ellis, Jean A. From the Dreamtime: Australian Aborigi nal Legends. Australia: Collins Dove, 1991 . Erkelens, Herbert Van. "Wolfgang Pauli and the Spirit of Matter." Symposium on the Foundations of Modern Phy-sics 1990: Quantum Theory of Measurement and Related Philo sophical Problems, Pakka Lahti ve Peter Mittelstadt. New Jersey: World Scientific Publish-ing Co., 1991. Fadiman, James ve Robert Frager. Personality and Per sonal Growth. New York: Harper & Row, 1976. ____
____
5 13
Feynrnan, Richard P., Robert B.Leighton ve Matthew Sands. The Feynman Lectures on Physics, vol. I. Reading, Mass.: Addison-Wesley, 1965. Francçon, Maurice. Holography. Fransız baskısından genişletilmiş ve revize edilmiştir. New York and Landon: A cademic Press, 1974. Franz, Marie-Louise von. Number and Time: Reflecti ons Leading toward a Unification of Depth Psychology and Physics. Evanston, III . : Northwestern University Press, 1974. Freedman, David H. "Weird Science." Discover 1 1, no. 1 1 (Kasım 1990): 62-68. Freud, Sigrnund. "Project far a Scientific Psychology." The Origins of Psychoanalysis: Letters to Wilhelm Fliess, Drafts and Notes: 1887-1902. Marie Bonaparte, Anna Freud ve Emst Kris tarafından düzenlenmiştir. Eric Mossbacher ve James Strachey tarafından tercüme edilmiştir. New York: Basic Books, 1954. . The Ego and the Id. New York: W. W. Norton & Co., 1 960. . The Interpretation of Dreams. New York: A von Books, 1965. Fromm, Erich. Greatness and Limitations of Freud's Thought. New York: Harper & Row, 1 980. Gackenbach, Jayne. "Frameworks far Understanding Lucid Dreaming: A Review." Dreaming 1, no. 2 (1991): 1 09. Gackenbach,Jayne ve Jane Bosveld,Control Your Dre ams: How lucid dreaming can help you uncover your hid den desires, confront your hidden fears, and explore the fron tiers of human consciousness.NewYork, Harper & Row, 1989. Gackenbach, Jayne ve Anees A. Sheikh, eds. Dream 1mages: A Call to Mental Arms. Amityville, N.Y.: Baywood Publishing Co., 1991 . Gardiner, Robert L. The Rainbow Serpent: Bridge to ___
____
514
Consciousness. Toronto, Canada: Inner City Books, 1990. Gillespie, George. "Light in Lucid Dreams: A Review." Dreaming 2, no. 3, (1992): 167-79. Globus, Gordon. Dream Life, Wake · Life: The Human Condition through Dreams. Albany, N.Y.: State University of New York Press, 1987. Grof, Stanislav. Beyond the Brain: Birth, Death, and Transcendence in Psychotherapy. Albany, N.Y.: State Uni versity of New York Press, 1985. Grosso, Michael. The Final Choice: Playing the Survival Game. Walpole, N.H.: Stillpoint Publishing Co., 1985. . "UFOs and the Myth of a New Age." Revisi on: Journal of Consciousness and Change 1 1, no. 3, l.bölüm (Kış 1989). Soulmaker: True Stories form the Far Side of the Psyche. Norfolk, Virginia.: Hampton Roads, 1992. Hali, Calvin. The Meaning of Dreams. New York: Har per&Row, 1953. Yeniden baskı, New York: McGraw-Hill, 1966 Hampden-Turner, Charles. Masks of the Mind. New York: Macmillan, 1981 . Hearne, Dr.Keith. The Dream Machine: Lucid dreams and how to control them. Wellingborough, England: Aqua rian Press, 1990. Heisenberg, Werner. Physics and Philosophy. New York: Harper & Ro�, 1958. . Physics and Beyond. New York: Harper & Row, 1971 . Hesse, Hermann. Siddhartha. Hilda Rossner tarafından tercüme edilmiştir. New York: New Directions, 1951 . Hobson, J . Allan. The Dreaming Brain: How the brain creates both the sense and the nonsense of dreams. New York: Basic Books, 1988. Hobson J. A. ve R. W. McCarley. "The Brain as a Dream ____
____ .
____
515
State Generator: An Activation-Synthesis Hypothesis of the Dream Process." American Journal of Psychiatry 1 34 (12) (1977): 1335-48. Honderich, T. "The Time of a Conscious Sensory Expe rience and Mind-Brain Theories." Journal of Theoretical Bio logy 1 10 (1984): 1 15-19. Hopfield, J. ]., O. I. Feinstein ve R. G. Palmer. " 'Un learning' has a stabilizing effect in collective memories." "Letters to Nature, Nature 304 (14 Temmuz, 1983). Hopkins,Bud.Intruders.New York: Random House 1987. Hoyle, Fred. "The Universe: Past and Present Reflecti ons." Yayınlanmamış el yazması, 198 1 . Humphrey, Nicholas. A History o f the Mind: Evolution and the Birth of Consciousness. New York: Simon & Schus ter, 1992. "Interview with Physicist Fred Alan Wolf, on the Phy sics of Lucid Dreaming." Lucidity Letter 6, no.l (Haziran 1987): 51-63. Isaacs, Jennifer, comp. and ed. Australian Dreaming: 40,000 Years of Aboriginal History. Sydney, Australia: Land sowne Press, 1980. Jahn, Robert G. ve Brenda J. Dunne. Margins of Reality: The Role of Consciousness in the Physical World. San Die go, Calif.: Harcourt Brace Jovanovich, 1987. Jaynes, Julian. The Origin of Consciousness in the Bre akdown of the Bicameral Mind. Boston: Houghton Mifflin Co., 1976. Jung C. G. On the Nature of the Psyche. Yol. 8, Collec ted Works. Bollingen Series 20. Princeton, N.J.: Princeton U niversity Press, 1960. . Psychology and Alchemy. Yol. 1 2� Collected Works. Princeton, N.J.: Princeton University Press, 1980. Jung C. G. ve W. Pauli. Naturerkliirung und Psyche. ___
516
Zurich: Rascher Verlag, 1952. Kahn, David ve J. Allan Hobson, "Self-Organization Theory of Dreaming ," Dreaming 3, no. 3 (1993), 151-78. Kalweit, Holger. Dreamtime and Inner Space: the World of the Shaman. Boston: Shambhala, 1988. . Shamans, Healers, and Medicine Men. Bos ton: Shambhala, 1992. Koulack, David . To Catch a Dream: Explorations of Dreaming. Albany, N.Y.: State University of New York Press, 199 1 . Kovtun, Yevgeny ve Liudmila Rybakova, baskılar Fan tastic and Imaginative Works by Russian Artists. Valery Fate yev yorumu. Leningrad, Russia. Aurora Art Publishers, 1989. Krippner, Stanley, Ph.D., baskı Dreamtime and Dream work-Decoding the Language of the Night. Los Angeles: J. P. Tarcher, 1990. LaBerge, Stephen, Ph.D. Lucid Dreaming: The Power of Being Awake and Aware in Your Dreams. Los Angeles: J. P. Tarcher, 1985. Lahti, Pakka ve Peter Mittelstadt, baskılar Symposium on the Foundations of Modern Physics 1990: Quantum The ory of Measurement and Related Philosophical Problems. River Edge, N.J.: World Scientific Publishing Co., 199 1 . Lashley, K. S . Brain Mechanism and Intelligence. Chica go: University of Chicago Press, 1929. Laurikainen, K. V. Beyond the Atom: The Philosophical Thought of Wolfgang Pau li. Berlin and Heidelberg, Ger many: Springer-Verlag, 1988. Letter from Pauli to Jung, 27 Mayıs, 1953. ETH Zurich WHS, Hs 1056:30867. Letter from Pauli to von Franz, 12 Ekim 1952, ETH Zu rich, WHS, Hs 176:52. Libet, Benjamin, Elwood W. Wright, Bertram Feinstein ____
517
ve Dennis K. Pearl. "Subjective Referral of the Timing for a Conscious Sensory Experience: A Functional Role for the So matosensory Specific Projection System in Man," Brain 102, 1 . bölüm (Mart 1979): 193-224. Libet, B. "Subjective Antedating of a Sensory Experien ce and Mind-Brain Theories: Reply to Honderich (1984)." Jo urnal of Theoretical Biology 1 14 (1985): 563-70. Love, W. "Was the dream-time ever a realtime?" Anthro pological Society of Queensland Newsletter 196 (1989): 1-14. Australian Institute of Aboriginial Shıdies'ten elde edilebilir. Lush, Nick. Australia: Cadogan Guides. London, Eng land: Cadogan Books, 1988. Machovec, Frank J. "The Cul t of Asklipios." The Ame rican Journal of Clinical Hypnosis 22, no. 2 (Ekim 1979). Maury, L. F. A. Le Sommeil et les reves. Paris: Didier et Cie, 1861. McCrone, John. "Something stirs in the land of Nod." "Science" The Independent on Sunday (London), 3 Kasım, 1991. McKenna, Terence. "New and Old Maps of Hyperspa ce" (teyp kaseti). Big Sur, Calif.: Dolphin Tapes, 1982. . "A Conversation over Saucers," Revision: the Journal of Consciousness and Change 1 1, no. 3 (Kış 1989): 23-30. . The Archaic Revival: Essays and Conversati ons. San Francisco: HarperCollins, 1 992. Mindell, Arnold. Dreambody: the Body's Role in Reve aling the Self. Santa Monica, Calif.: Sigo Press, 1982. . River's Way: the Process Science of the Dre ambody. New York: Routledge & Kegan Paul, 1985. . Working with the Dreaming Body. New York: Routledge & Kegan Paul, 1985. . The Year I: Global Process Work. London: ____
____
____
____
____
518
Arkana, 1989. Moffit, A. S. Purcell, R. Hoffman ve R. Wells. "Drearn Psychology: Operating in the Dark." Conscious mind, sleep ing brain: Perspectives on lucid dreaming, J. 1. Gackenbach ve S. L. LaBerge tarafından düzenlenmiştir. N.Y.: Plenum, 1988. Morris, W. baskı The American Heritage Dictionary of the English Language. Baston: American Heritage Publish ing Co. ve Houghton Mifflin Co., 1969. Myers, Fred R. Pintupi Contry, Pintupi Self: Sentiment, Place, and Politics among Westem Desert Aborigines. Wash ington and New York: Smithsonian Institution Press, 1986, 2. bölüm: "The Dreaming: Time and Space," 47. Neihardt (Flaming Rainbow), John G. Black Elk Speaks: Being the Life of a Holy Man of the Oglala Sioux. Lincoln, Nebr., ve Landon: University of Nebraska Press, ilk bison Book baskısı, 1 988. Nobili, Renato. "Schrödinger wave holography in brain cortex," Physical Review A 32, no. 6 (Aralık 1985): 3618-26. Norbert-Hodge, Helena. Ancient Futures: Learning from Ladekh. Landon: Rider Publ. Co., 1991. Oppenheimer, J. R. Science and the Human Understan ding. New York: Siman & Schuster, 1966. Pauli, Wolfgang. Yayınlanmamış el yazması. ETH Zu rich, WHS, Hs 176: 85. Pauli W. ve C. G. Jung. The Interpretation of Nature and the Psyche. Princeton, N.J.: Pantheon, 1955. Pekarik, Andrew. "Joumeys in the Dreamtime." Archa eology (Kasım/Aralık, 1988). Penfield, Wilder. The Mystery of the Mind: A Critical Study of Consciousness and the Human Brain. Princeton, N . J. : Princeton University Press, 1975. Penrose, Roger. The Emperor's New Mind. New York: Penguin Books, 1989.
519
Persinger, Michael A. "The Tectonic Strain Theory as an Explanation for UFO Phenomena: A Non-Technical Review of the Research, 1 970-1990." Journal of UFO Studies 2 (1990): 105-37. . "Modern Neuroscience and Near-Death Ex periences." Journal of Near-Death Studies 7 (1990): 233-39. Pfleegor, R. L. ve L.Mandel."Interference of Indepen dent Photon Beams." Physical Review 159 (25 Temmuz, 1967) Poulter, Jim. The Secret of Dreaming. Templestowe, Australia: Red Hen Enterprises, 1988. Pribram, Kari H. Languages of the brain: Experimental paradoxes and principles in neuropsychology. Monterey, Calif.: Brooks/Cole Publishing Co., 1977. Price H. H. "Mind over mind and mind over matter." Philosophers in wonderland, Saint Paul, Minn.: P. French ta rafından düzenlendi. Llewellyn Publ., 1975, 232-43. Progoff,Ira.Jung,Synchronicity,and Human Destiny:Non causal Dimensions of Human Experience.NewYork: Dell,1973 Puharich, Andrija. Beyond Telepathy. New York: Do ubleday Anchor, 1973. Reece, Laurie. "Wailbri's Ideas on Ultimate Reality and Meaning." Newsletter of the Institute of Human ldeas on Ultimate Reality and Meaning 1, no. 1 (1972): 18-22. Avus tralya'da yayınlanmıştır. Restak, Richard, M.D. The Brain Has a Mind of Its Own: Insights from a Practicing Neurologist. New York: Harmony Books, 1991. Ring, Kenneth, Ph.D. The Omega Project: Near-Death Experiences, UFO Encounters, and Mind at Large. New York: William Morrow and Co., 1992. Rojcewicz, Peter M. "The 'Men in Black' Experience and Tradition: Analogues with the Traditional Devi! Hypot hesis." Journal of American Folklore 100, no. 396 (Nisan-Ha____
520
ziran 1987): 154. .Strange Bedfellows: The Folklore of OtherSex." Critique: A Joumal Exposing Consensus Reality 29 (1988). . "Signals of Transcendence: The Human-UFO Equation." Journal of UFO Srudies, n.s. 1 (1989): 1 1 1 -26. . "Between üne Eye Blink and the Next: Fairi es, UFOs, and Problems of Knowledge." The Good People: New Fairylore Essays, Peter Narvaez tarafından düzenlen miştir. New York: Garland Publ. Co., 199 1 . Rossi, E. Dreams and the growth o f the personality: Ex panding awareness in psychotherapy. New York: Braun ner/Mazel, 1 972/1987. Russell, Peter. The Global Brain: Speculations on the Evolutionary Leap to Planetary Consciousness. Los Angeles: J. P. Tarcher, 1983 . . The White Hole in Time: Our Future Evolution and the Meaning of Now. San Francisco: Harper San Francisco, 1992. Sagan, Cari. The Dragons of Eden: Speculations on the Evolution of Human Intelligence. New York: Ballantine Books, 1977. Shalin, Leonard. Art and Physics: Parallel Visions in Space, Time, and Light. New York: William Morrow, 199 1 . Sherrington, Charles.The lntegrative Action o f the Ner vous System. New Haven, Conn.: Yale University Press, 1906. Snyder, Thomas J. ve Jayne Gackanbach. "Vestibular Involvement in the Neurocognition of Lucid Dreaming." Dream Images: A Cali to Mental Arms, Jayne Gackenbach ve Anees A. Sheikh tarafından düzenlenmiştir. Amityville, N .Y.: Baywood Publishing Co., 1991, 3.bölüm, s. 55. Spencer, Baldwin ve Frank J. Gillen. The Northern Tri bes of Central Australia. New York: Macmillan, 1904. . The Native Tribes of Central Australia. New ___
____
____
----
____
52 1
York: Dover, 1 968 (ilk yayınlama 1 899'dadır). Sperling, G. Information available in brief visual pre sentations." Psychological Monographs 74, no. 1 1 (1960). Stanner, W. H. White Man Got No Dreaming: Essays 1938-1973. Canberra, Australia: Australian National Univer sity Press, 1979. Strehlow, T. G. H. Aranda Traditions. Melbourne, Aus tralia: Melbourne University Press, 1947. Strieber, Whitley. Communion: A True Story. New York: Beach Tree Books, William Morrow, 1987. . Transformation: The Breakthrough. New York: Beach Tree Books, William Morrow, 1988. Sutton, Peter, baskı Dreamings: The Art of Aboriginal Australia. Ringwood, Victoria, Australia: Viking Penguin Books, 1989. Talbot, Michael. The Holographic Universe. New York: HarperCollins, 1991 . Tart, Charles. Waking Up: Overcoming the obstacles to human potential. Boston: New Science Library, 1986. . "From spontaneous event to lucidity: A revi ew of attempts to consciously control nocturnal dreaming." Handbook of Dreams: Research, theories, and applications, B. Wolman, M. Ullman ve W. Webb tarafından düzenlen miştir. New York: Van Nostrand Reinhold}, 226-68. Toben, Bob ve Fred Alan Wolf. Space-Time and Be yond: The New Edition. New York: E. P. Dutton, 1982. Ayrı ca New York: Bantam Books, 1 983. Tulku, Tarthang. Openness Mind. Berkeley Calif. : Dharma Publishing, 1978. Ullman, Montague. "Dreaming, Altered States of Cons ciousness, and the Problem of Vigilance." Joumal of Nervo us and Mental Disease 133, no. 6 (Aralık 1961). . "Wholeness and Dreaming." Quantum lmp____
____
____
522
lications: Essays in Honour of David Bohm, B. ]. Hiley ve F. O. Peat tarafından düzenlenmiştir. London: Routledge & Kegan Paul, 1987, 386-95. . "Dreams, Species-Connectedness, and the Paranormal." Journal of the American Society for Physical Research 84, no.2 (Nisan 1990). . "Dream, Metaphor and Psi." Ullman, Montague, Stanley Krippner, Alan Vaughan ile birlikte. Dream Telepathy: Experiments in Nocturnal ESP. Jefferson, N. C., ve London: McFarland & Co., 1989. Ullman, Montague, Ph.D. ve Nan Zimmerman. Work ing with Dreams: Self-Understanding, Problem-Solving, and Enriched Creativity Through Dream Appreciation. Los An geles: J. P. Tarcher, 1979. Vallee, Jacques. Dimensions: A Casebook of Alien Con tact. Chicago: Contemporary Books, Inc., 1988. van Eeden, Frederick W. "A Study of Dreams." Altered States of Consciousness, Charles Tart tarafından düzenlen miştir. Garden City, N.Y.: Doubleday, 1 972. Webb, Wilse B. "Historical Perspectives: From Aristotle to Calvin Hall." Dreamtime and Dreamwork: Decoding the Language of the Night, Stanley Krippner tarafından düzen lenmiştir. Los Angeles: J. P. Tarcher, Inc., 1990. Weil, Pierre. "Vers une approche holistique de la nature de la realite." Medicines Nouvelles et Psychologies Trans personnelles. L'Ouvert, Question de No. 64 (1986): 1 1 -57. Ya yıncı Albin Michel. Wheeler, John A. "The Mystery and the Message of the Quantum." Joint Annual Meeting of the American Physical Society and the American Association of Physics Teachers, Ocak 1984. Wilson, Robert Anton. Quantum Psychology. Phoenix, Ariz.: New Falcon Publications, 1990. ____
____
523
Winson, Jonathan. Brain and Psyche. New York: Anc hor Press/Doubleday, 1985. "The Meaning of Dreaıns." Scientific Ameri can, Kasım 1990. .The biology and function of rapid eye move ment sleep. Current Opinions in Neurobiology3(1993):243-48. Wolf, Fred Alan. Taking the Quantum Leap: The New Physics for Nonscientists. San Francisco: Harper & Row, 198 1 . Revised edition, New York: HarperCollins, 1989. . Star*Wave: Mind, Consciousness, and Quan hım Physics. New York: Macmillan, 1984. . "The Quantum Physics of Consciousness: To wards a New Psychology." Integrative Psychology 3 ( 1985): 236-47. . The Body Quanhım: The New Physics of Body, Mind, and Health. New York: Macmillan, 1986. "The Physics of Dream Consciousness: Is the Lucid Dream a Parallel Universe?" Lucidity Letter 6, no. 2 (Aralık 1987): 130-35. . Parallel Universes: The Search for Other Worlds. New York: Simon & Schuster, 1989. .On the Quanhım Physical Theory of Subjectiw Antedating." Journal of Theoretical Biology 136 ( 1 989): 13-1 9. . The Eagle's Quest: A Physicist's Search for Truth in the Heart of the Shamanic World. New York, Su m mit Books, 199 1 . . "The Dreaming Universe." Gnosis 22 (Kış 1992): 30-35. Zaleski, Carol. Otherworld Journeys: Accounts of Near Death Experiences in Medieval and Modern Times. New York: Oxford University Press, 1 987. Zohar, Danah. Through the Time Barrier. London: Pala din Books, 1982. ____ .
____
____
____
___
____ .
____
___
____
____