TÜKETİM TOPLUMU Nesnenin Biçimsel Litürijisi Bugün tüm çevremizi sarmış olan malların çoğaltılmasıyla oluşmuş bir bollk ve tüketim toplumu içerisinde yaşıyoruz. İnsanlar nesneler tarafından kuşatılmış durumda. Bu durumda bizi tıpkı nesnelerde olduğu gibi işlevsel bir hale getiriyor. Ancak unutmamak gerekir ki bu nesneler topluluğu da insan etkinliğinin bir ürünüdür. Nesneler topluluğunu betimleyecek sözcüklerimiz biriktirme ve çokluktur. Biriktirme başlı başına bir artı değerler göstergesi, kıtlığın yadsınması durumudur. Ancak bu bolluk, biriktirme durumu bir istifleme olayı değildir. Nesneler tüketime bir düzen içinde gönderilir. Marka, biçim, reklam, üreten firma vb. hepsi birer gösterge özelliğine sahiptir bu tüketim etkinliğinde. Bu düzen tüketiciyi baştan çıkarmak için zincirleme bir alışverişi oluştururlar.Bolluğun ve hesaplamanın yeni sentezi drugstore ya da AVM’lerde ortaya çıkar. Çünkü bu merkezler malları yan yana dizmezler yalnızca göstergelerin bir alaşımını oluşturmaya çabalarlar. Tüketimin Mucizevi Statüsü Bolluk ve refah mutluluk göstergesidir. Ancak tüketiciler kitlesi, her şeyin kendisine verileceği ve bu bolluk içerisinde kesin ve meşru haklara sahip olduğuna dair şaşmaz inançlarıyla bu bolluğu doğanın bir sonucuymuş gibi addetme eğilimindedirler. Göstergeler her zaman ele geçirme ve savma, uzaklaştırma işlevine sahiptirler. Gerçekleri bu göstergelerin uzaklığından tüketiyoruz. Bu göstergelere örnek olarak haberleri gösterebiliriz. Haberler kitle iletişim araçları tarafından görselleştirilir ve gösterge konumuna indirgenirler. Kitle iletişiminin bize verdiği gerçeklik değil, gerçekliğin bir simulakra dönüştürüldüğü şeydir. Tüketim praksisi, tüketicinin gerçek dünya politika, tercih ve kültürle ilişkisi, ilgi kendini adama, sorumluluk ilişkisi değildir, ama bir tümden kayıtsızlık ilişkisi de değildir. Merak ilişkisidir. Tüketimin yeri günlük yaşamdır. Gündeliklik bütünselliğin nesnelliği karşısında küçülmüştür. Büyümenin Kısırdöngüsü Tüketim toplumu yalnızca bireysel harcamaların artışıyla ilişkili değildir. Ayrıca yurttaşlar yararına öncü kişilerin (örneğin devletin) harcamalarında da artışlar meydana gelmiştir. Bolluğun artışının bir yanı da yol açtığı zararlardır. Bu zararların nedeni teknik ilerlemenin yanı sıra aynı zamanda tüketim toplumunun yapısındandır. Zararlara örnek olarak; yerleşim yerlerinin bozulması, trafik, görüntü, gürültü, hava ve su kirliliği verilebilir. Ancak bir de hesaplaması olası olmayan kültürel zararlar vardır. Örneğin, malların ve zamanın hızlı değişiminden kaynaklanan bir güvensizlik ortamı ve istikrarsızlığın yol açtığı psikojik zararlar bu gruba girer. Tüketimin Toplumsal Mantığı
Sistem yalnızca kendi varlığını sürme koşullarını tanır, toplumsal ve bireysel eşitsizlikler yadsır. Sadece bolluk değil aynı zamanda zararlarda toplumsal mantık tarafından sürdürülür. Kent ve sanayi ortamı yeni kıtlıklar yaratır: mekan ve zaman, temiz hava, yeşillik, su, sessizlik vb. gibi. Yani eskiden bedava olan ve her zaman kolayca bulunabilen şeyler, sanayi toplumlarıyla beraber lüks mallar haline gelmişlerdir. Toplumsal tüketimde büyük bir değişme meydana gelmiştir. Üretilmiş mallar artık kitlelere rahatça ve ucuz bir şekilde sunulurken, önceden doğal ve bedava olan şimdinin lüks tüketim malları haline gelmiş bu şeyler kitlelere çok fazla nasip olmaz. Baudrillard tüketilen malların niteliğine bakarak sınıfsal ayrımcılık okumasının yapılabileceğini söyler. Herkes için olma özelliğini yitirmiş ve bazılarının ayrıcalığı haline gelmiş mallar ve hizmetlerin iyeliği tanımlar sınıf ayrımlarını ve bugün için bu durum tersine çevrilmiş durumdadır. Çünkü bolluğuyla yoksulluğu, sınıfları ortadan kaldırdığını iddia eden tüketim toplumu tersine çevrilmiş ayrı bir sınıfsal toplum ve eşitsizlikler durumu yaratmıştır. Nesneler aslında toplumsal statüyü temsil etmektedirler. Mirasla gelen bir meşruluğun yansıması olan statü toplumda yükselmenin temel araçlarından bir tanesidir. Nesnelerin kullanımı yoluyla bu statülere erişmeye çalışan alt ve orta sınıflar için durum tamamiyle vahim bir haldedir çünkü bu statüler yalnızca kültür ve iktidar yoluyla üst sınıfların bir ayrıcalığıdır. İşte bu sebeplerle, bolluk yalnızca tüketim tatminliğiyle alakalı bir durum değildir, onun kendisi toplumsalın gösterenlerin üretilmesi ve güdümlenmesini sağlayan bir durum olma özelliğini gösterir. Buna göre de tüketim süreci iki temel bakımdan çözümlenebilir: • •
Tüketim pratiklerinin kaybolduğu ve anlamlarını kazandıkları bir koda dayanan anlamlandırma ve iletişim süreci olarak. Burada ise sadece bir koda dayanarak değil, statülere dayanan toplumsal sınıflandırma ve farklılaştırma süreci olarak
Avrupa sosyolojisinin temelini oluşturan görüşe göre tüketim alanı ortalama bir tüketici etrafında dağılan türdeş bir alandır. Ancak Baudrillard tam tersi olarak tüketim alanının yapılandırılmış bir toplumsal alandır. Çünkü ihtiyaçlar kendiliğinden tüketiciler tarafından oluşmamıştır. İhtiyaçların bir standard haline gelmesi öncelikle onun seçkinler tarafından kullanılmasına bağlıdır. Tüketim toplumunun bugün geldiği noktaya getiren de gelirlerin yükselmesi değildir esasen yalnızca tüketilen şeyler ve dolayısıyla zamanla ihtiyaç grubuna dahil olan elementlerin bu yukarıdan aşağıya doğru yenilenmesindendir. Büyümenin çelişkilerinden biri de malın ve ihtiyacın aynı anda üretilmesine rağmen aynı ritimde üretilememesidir. Çünkü mallar endüstri toplumunun üretkenlik işleviyken, ihtiyaçlar toplumsal farklılaşma tarafından yeniden üretilmektedir. İşte bu durum onların ritimlerini farklılaştırmaktadır çünkü toplumsal farklılaşmanın dinamiği maddi üretim dinamiklerinden çok farklıdır. Toplumsal faklılaşmanın dinamiklerini sayarken kentsel toplumsallaşma, statü rekabeti ve psikolojik sıçramalardan bahsedebiliriz. Bunlar toplumsal farlılaştırmayı oluşturmaktadır. Bunun yanında ihtiyaçlar ayrıca toplumsal konuma göre de şekillenmektedir. Yani insanlar kendilerine göre değil, bulundukları konuma göre ihtiyaç sahibi duruma düşmektedirler. İhtiyaçlar bağlı bulunduğu konuma göre şekillenmektedir. Ancak bu toplumsal farklılaşma ve statüye dayalı ihtiyaçlar malların üretim hızından çok daha hızla ilerlemektedirler. Zaten sanayicilerde bu gerçekten yana olup ihtiyaçların sürekli artacağını varsayarak üretim yapmaktadırlar. Baudrillard bu duruma işlevsel büyümeye
rağmen psikolojik sürekli yoksulaşmanın neden olduğu çelişki demiştir. Bu konuda değinmemiz gereken bir diğer olgu ise kentsel yoğunlaşmadır. Rekabetin ve modanın merkezi konumundaki kentler ihtiyaçların sınırsız artışının bir diğer nedenidir, aynı şekilde sanayi yoğunlaşması da malların artışının nedeni olmuştu. Büyüme toplumu bolluk toplumunun tersidir. Büyüme toplumu yukarıda bahsettiğimiz gibi kıtlık üretmektedir. Ancak hissedilen kıtlık toplumun büyümesine olanak tanımaktadır, dolayısıyla sistem bu kıtlık durumunu destekleyici bir nitelik göstermektedir. Ayrıca büyüme toplumu ayrıcalıklar da üretmektedir. Zaten bu ayrıcalık durumu kıtlık toplumunun doğal bir uzantısı halindedir. Dolayısıyla tüketim toplumu asla bir demokratik toplum yaratmamaktadır. Bolluk asla gerçekleşmemektedir. Burada Baudrillard geldiğimiz nihai aşama olan büyüme toplumunun bolluk toplumu olmadığını, gerçek bolluk toplumunun avcı-toplayıcı toplumlarda yaşandığını söylemektedir. Çünkü burada doğal zenginlere karşı bir güven vardır, ekonomik plan yapmadan biriktirmeden tüketmektedirler, ancak bugün insanlar sürekli planlamacı bir şekilde hareket etmek durumundadırlar. Bir sadece bolluğun göstergelerine sahibiz, yani bir bolluk simülakrına. Bir Tüketim Kuramı İçin Homo Economicus olarak bilinen Altın Çağ’ın insan modeli tümüyle rasyonel insandır. Bu rasyonellik ise ona kişisel mutluluğunu aramasını ve kendisine en çok fayda verecek nesneleri kullanmasını telkin eder. Ancak durum yalnızca insanın kendisi için iyi olanı seçmesi gibi salt bir tarafsız ortamda ve klasik olarak rasyonel denilen tarzda gerçekleşmemektedir. Çünkü ihtiyaçlar toplumsal bir dinamik etrafında şekillenmektedir, dolayısıyla bu fayda maksimizasyonu kuralı toplumun değerler sistemi içerisinde fayda maksimizasyonu haline dönüşmektedir. İhtiyaç ve norm kavramları özne ve nesnenin birbirine uyumlaştırılma çalışmalarının bir dışavurumunu ifade eder. İhtiyaç ve norm kavramları aynı zamanda ihtiyaçların koşullandırılması ifadesini de anlatan kavramlardır. Çünkü bugün geldiğimiz çağdaş kapitalizmin temel sorunu olan üretilen mallara pazar bulmak için ihtiyaçların koşullandırılıp belli normlara oturtulması gerekmektedir. İnsanların psikolojik olarak etkilenmesini gerektiren bu durumu yaratan başlıca araçlardan biri elbette ki reklamdır. Tüketicinin seçme özgürlüğü yalnızca bir aldatmadan ibarettir, çünkü sanayi sisteminin bu aldatmacaya gereksinimi vardır. Homo economicus’u sanayi toplumu homo pyscho-economicus’a döndürerek sistemi yönlendirmeye çalışmaktadır ve başarmaktadır. Nesneler artık salt kendi işlevsel değerine sahip değildir, ayrıca sahip olduğu bir gösterge değeri vardır. Yani nesnenin bir prestij malı haline gelmiş olması. İşte tüketim toplumunun alanı burasıdır. Nesneler yalnızca bireysel işlevin çıkarına bir anlam ifade etmezler, toplumsal değiş tokuş, iletişim, dağıtım gibi işlevleri de vardır. Toplumsal mantık gibi tüketim sistemi de hazzın yadsınılması üzerine kuruludur. Haz kendi için, özerk ve sonlu bir tüketimi ifade ederken tüketim sisteminde tüketim kodlanmış üretim değerleri içerisindedir ve asla tek başına tüketmemektedir. Modern insan hayatını giderek daha az emek içinde üretimle geçiriyor ancak buna rağmen zamanının çoğunu kendi ihtiyaçlarının üretimiyle geçirmektedir. Yani sanıldığının
aksine modern insan edilgen değildir, yapmadığı takdirde toplumdan dışlanma tehlikesiyle yüzleştirileceği bir tüketim etkinliği içerisindedir. Yani bir haz zorlamasının içerisindedir ve kaçıp kurtulması pek olası görünmemektedir. Bu zorlama haz ise elbette ki artık haz ya da arzu statüsünden çıkarılmak durumundadır ve bu halde aldığı biçim ise salt bir merak olmuştur. 19, yüzyılda başlayan üretim sektöründeki değişmeler 30. yüzyılda tüketim sektörü halinde son bulur. Eskinin üretmek zorunda olan kitleleri bugün artık tüketmek zorundadır. Ama bu durum bir norm olarak değil yeni bir ahlak olarak sunulur topluma . Örneğin, Baudrillard Einenhower’ın 1958’de yaptığı ‘ Özgür bir toplumda hükümet özel bireylerin ve toplulukların çabalarını teşvik ettiğinde ekonomik büyümeyi daya iyi teşvik eder. Para devlet tarafından asla vergilerin yükünden kurtulmuş vergi mükellefi kadar yararlı bir şekilde harcanamaz’ şeklindeki konuşmasını örnek göstererek bunun tüketim yolunda oluşturulan bir kamusal baskı niteliği taşıdığını ve artık zorla alınan verginin yerini zoraki tüketimin aldığını söylemektedir. Bugün eskinin kol emeği işlevini gören tüketiciliktir. Çünkü sistemin sömürüsü tüketime kaydırılmıştır. Eskiden kol emeği ya da sermayesiyle sisteme yatırım yapan besleyen bireylere ihtiyaç kalmamıştır, sistemi besleyecek olan tüketim yapanlardır. Ama eskinin emekçilerinden farklı ve daha kötü olarak burada tüketiciler örgütlenmemiş ve bilinçsiz bir konumdadırlar. Milyonlarca kişi karşı çıkmasına rağmen bir reklamın devam edilebilirliği bunun kanıtı olarak sunulabilir, ayrıca oynanan demokrasi oyunu ya da sanki toplumun hakim bir kamuoyuymuş gibi olduğu gösterilir ki onlar yalnızca tüketici olarak kalsınlar ve hiç itiraz etmesinler. Kişiselleşme ya da En Küçük Marjinal Fark (EKMF) Bu kısımda Baudrillard birkaç reklamın örneğinden giderek, yeni kişiselleşme çabalarıyla alay etmektedir. Reklamlarda sunulan şu renk size göre sizi yansıtacak, zevkinize göre seçeceğiniz sizi siz yapan ürünler vb. söylemler Baudrillard’a göre aslında kişiliğin olmadığının bir kanıtıdır. Önceden kişilerin belirtisi olan gerçek farklar kişileri çelişkili varlıklar haline getirirdi ancak bugünkü kişileştirici farklar ise yalnızca insanları hiyerarşik bir düzene oturtturup onları modeller içerisine hapsetmektedir. Farklı olmak yalnızca farklı bir modele ait olmak anlamına gelmektedir. Artık sistemle karşı karşıya gelecek bir tarz yaratılamaz. Kişileştirme mantığı, tıpkı doğallaştırma mantığına benzemektedir. Artık iyice tahrip olmuş doğayı anıştıracak bir biçimde ‘doğa ile içiçe’ şeklinde oluşturulan siteler kendilerine arsa açmak amacıyla başlangıçta bu doğayı yok etmektedirler. Aynı şekilde de kişiselleştirme çabalarındaki mal ve ürünler daha doğrusu sistem ilk önce insanlar arasında ki gerçek farkları ortadan kaldırarak onları türdeşleştirip ardından farklılaştırma sanayisi üretmektedir. Ortaya çıkan farklılaşma, kişiselleşme durumu toplumsal bir hiyerarşi ve konum göstergesi haline gelmeye başlamıştır. Esas olarak nesnelerin kendisi bir toplumsal statü üretmemesine rağmen göstergeler bu farkları üretmektedir. Benzer biçimde kültürel nesnelerde kültürel anlamlarını yitirerek toplumsal farklılaşma mantığının yörüngesine oturtulmuşlardır. İşin özünde sistem kişiler arasındaki gerçek farklılıkları yok ederek onların yerine gösterge halini almış özelikle sanayileştitirilebilir ve ticarileştirilebilir farklar ortaya koymaktadır. Bu durum tüketim sisteminin temel ideolojik işlevini gözler önüne sermektedir. Bu işlev toplumların denetimlerini sağlamak için türdeşlik arayan iktidarların demokratikleşme ve çoğulculuk yanlısı olmamasıyla aynı anlayışı paylaşarak farklılaştırma adı altında
toplumdaki bireyleri kodlanmış gösterge modelleri içerisine sokmaktadır. Burada bilinçdışı bir denetim sözkonusudur. Kodlandırılmış yapısal modellere örnek olarak kadınlık ve erkeklik modellerini vermektedir Baudrillard. Buna göre tüketim toplumunda kadın olmanın ve erkek olmanın göstergeleri belirtilir. Kadına kadınlık, erkeğe erkeklik sevdirilir ve reklamlar yoluyla bu modeller kendilerine satılır. Kadının ne olduğu da erkeğin ne olduğu da bu modellerce belirlenmiştir. Kitle İletişim Kültürü Marx’ın Louis Bonaparte’ın 18. Brumaire’i kitabında dediği ‘ tarihte her şey en az iki kez tekrarlanır: birincisi trajedi ikincisi komedi olarak’ sözünü alıntılayan Baudrillard kitle iletişim kültürünün yaptığı şeyi tam olarak böyle görmektedir. İnsanların tarihi yerleri yeniden keşfetmek için gezmesi ya da kitle iletişim araçları sayesinde yaşanmış bir olayı tekrar tekrar izlemesi o olayların yaşanmışların bu kişiler tarafından tüketilmesi anlamına gelmektedir. Tüketilen ve yeniden keşfedilen bu şeyler artık yalnızca bir simülasyon halini almaktadırlar. Tüketim toplumu kitlesinin sahip olduğu kültür EKOK (En Küçük Ortak Kültür) olarak adlandırılmaktadır. Bu terim ortalama bir vatandaşın sahip olduğu varsayılan en küçük ortak doğru yanıtlar anlamına gelmektedir. EKOK’u besleyen bu sorular ve yanıtlar otomatikleşmiş bir halde ve tepkiseldir. Bu terime eşlik eden bir diğer terimimiz ise EKOÇ (En Küçük Ortak Çokluk)’tur. Bu terim ise kitlelere sunulan çoklu sanat eserlerini anlatmaktadır bizlere. Artık sanat da sanayi çağına girmiştir ve kaçınılmaz olarak çokluk sergilemektedir. Sanat bir tüketim nesnesi haline gelmekle kullanım değerinin dışında kendisine simgesel değişim değeri de yüklenmiştir. Bu statü rekabetidir. Yani aynı şekilde nesnelerin bir toplumsal farklılaşma ve hiyerarşi aracı olması gibi sanatta böylelikle nesnelerle eşit bir duruma inerek tüketim nesnesi haline gelmiştir. Tüketim mantığı sanatta temsil etmenin geleneksel yüce statüsünü yok eder. Ancak Pop tüketim toplumunun mantığına uygun bir şekilde bu göstergeler düzeniyle türdeşlik göstermek istemektedir. Ancak Baudrillard’a göre Pop perspektifin sonu, çağrışmanın sonu, tanıklığın sonu, yaratıcı edimin sonu ve sanatın lanetliliğinin bir sonudur. Pop değişik tarzlar üzerindeki farklar üzerinde çalışır. Onun gerçeklik düzeni yoktur. Ne gerçek mekan ne de gerçek zaman, her şey anlamlandırma düzeyindedir. Pop sıradanın sanatı olmak istiyor. Ancak bugün hiçbir nesne salt kullanım değerini ifade etmediği dolayısıyla sıradan olmadığı için onun bu arzusu da pek mümkün görünmüyor. Medium is Message (Araç İletidir) Televizyon, radyo ya da herhangi bir yayın aracında reklamlar, haberler, tüketim nesneleri, cinayetler, komediler hepsi ardı ardına sıralanmakta ve hepsi gösterge düzeyinde eşit mesafeye indirgenmektedir bu yayınlarla. Bize nesneleri tüketmeye telkin eden reklamlar gibi, haber yayınları da bu haberleri tüketmemizi telkin etmektedirler bize ve bunu başarmaktadırlar. Buradan yola çıkarak ‘araç iletidir’ sözünün bizlere anlatmak istediği şeye parmak basabiliriz. Bu yayın içeriklerinin verdiği iletiler içeriklerin değil, araçların verdiği ileti haline gelmektedir. Bu teknik ileti ise dayattığı yeni ilişkiler, algılamalar düzeni, tüketim toplumu düzenidir. Bunu yaparken de diğer imgelerin tersine bilinçdışı olarak bir mesaj verme tekniğini gütmektedir.
Kitle iletişim araçlarını incelerken tüketim toplumunda reklama özel bir önem atfetmemiz gerekir. Reklam bütünleştirici bir işleve sahiptir. Reklam bir nesneden diğerine bir kişiden diğerine atlar ve böylelikle bütünsel bir dil oluşturur. Ancak çokça tartışılan bir konu olan reklamın aldatıcılığı üzerinde duran Baudrillard bunun yanlış bir görüş olduğu savunur. Çünkü reklam anlamaya ya da öğrenmeye değil, kehanete dayanır. Kaldı ki artık gerçeklik diye bir şey yoktur. Reklamın mı halkı aldattığı, halkın mı reklamı şekillendirdiği belirsiz bir şeydir. En Güzel Tüketim Nesnesi Beden Tüketilen şeyler arasında en dikkat çekici nesnelerden biri de bedendir. Fiziksel ve dinsel özgürleşme adı altında reklamda, modada, kitle kültürlerinde görülen beden bir kurtuluş nesnesine dönüştürülmüştür.Bugün ısrarla bir bedene sahip olduğumuzun vurgusu yapılmaktadır. Çünkü beden hem sermaye olarak hem de fikir düzeyinde bilinçli bir kuşatma altına alınmıştır. Beden ona sahip olmanın gizli anahtarları yoluyla kuşatılarak ele geçirilebilmektedir. Beden güzellik ve erotizm işlevlerini yerine getiren bir kült haline getirilmiştir. Güzellik adeta insanlar için dinsel bir buyruk biçimini almıştır, güzellik bir sermayedir. Bu sermaye hem iş dünyasında hem de herhangi bir yerde prestij için kullanılabilir, artık gösterge biçimi haline gelmiştir güzellik. Benzer şekilde bedenin kullanım değeri, işlevi olarak görülen bir başka alan erotizmdir. Bu bedenin erotik olarak değerli kılınması anlamına gelmektedir ancak bu asla bir cinsellik içermemektedir. Burada yalnızca bir gösterge mevcuttur. Bedenin güzellik ve erotizm işlevleri aslında yalnızca bir işleve yöneliktir satış, yani tüketim. Burada bedenin özgürleştirilmesi yanılgısını emek üzerinden çarpıcı bir örnekle anlatır bize Baudrillard. Emek sömürüsünün başlaması, yeni sistemin özgür emeğe ihtiyaç duyması sebebiyle köleliğin yasaklanması tarihine denk düşmektedir. Bugünde tüketim toplumunun özgür bir bedene ihtiyacı vardır onu kendi yararına denetim altına almak için. Bedenin bu değerleşmesinin ortaya çıkardığı bir başka boyut sağlıktır. Statü olarak çok önemli görülen bedenin korunması zorunludur. Kişiler bedenlerinin hizmetindedirler, çünkü bedenler rekabet halindedir. Dolayısıyla bedenin rekabet edibilmesi için müemmel bir şekilde korunması gerekmektedir. Kısaca söyleyebiliriz ki modern toplumda tüketien her şeyin içerisinde beden de vardır. Hem reklamlarda simgeler yoluyla hem de güzellik ve erotizm yoluyla bedenler işlevselleştirilmiştir. Dahası beden hem tüketen hem de tüketilen olması sebebiyle tüketim toplumunun önemli bir unsurudur. Boş Zaman Etkinlikleri Dramı Zaman tüketim toplumlarında ayrıcalıklı bir yere sahiptir. Ancak tüm diğer nesnelerde olduğu gibi boş zamanlarda statü belirten bir ayrıcalık nesnesi haline getirilmiştir bugün. Zamanın hava, su gibi tüm insanlığa ait, başkasına devredilemez boyutu boş zaman etkinlikleri mülkiyetiyle yanlışlanır. Zamanın üretim toplumlarında bütçeyle ilişkilendirilmesi, tüketim toplumlarında da geçerli bir durumdur. Ancak burada boş zaman etkinlikleri zamanı üretici zamandan daha kıymetli bir hal almıştır. Zamanı tükettiğimiz bu boş zaman etkinlikleri asla zamanı kaybetmek harcamak anlamına gelmemektedir. Tüketim toplumunda zamanı kaybetmek mümkün değildir. Çünkü çalışmadığı zaman tatile giden biri tatilini asla feda etmek
istemeyecektir, tatil de sistemin bir çalışma düzenidir ve burada da temel değiş tokuş nesnesi paradır. Zamanın parayla değiş tokuş edilebilir olduğunu Baudrillard çamaşır makinesi satın alan bir kadını aslında daha fazla boş zaman satın aldığını belirttiği bir örnekle net bir biçimde anlatmaktadır. Boş zaman etkinlikleri zamanın kullanılabilirliği değil yalnızca zamanın kullanılabilirliğinin ilan edilmesidir. Boş zaman etkinlikleri çalışma zamanının yokluğu şeklinde tanımlanabiliri. İlginin Gizemli Sistemi Tüketim toplumunda her şey bir hizmet objesi haline gelmiştirç Artık nesneler yalnızca kullanım değerine sahip değildirler, onlar sizlere hizmet etmektedirler. Tüketimin bu anlamı salt tatmin değil, aynı zamanda ödüllendirmedir. Bu ödüllendirme yönetici bürokratlar tarafından da kullanılmakta ve kamu güçleri ellerindeki kaynakları yeniden dağıtarak tüketiciler uğruna harcamaktadırlar. Ancak bu bürokratik yardım severlik toplumsal denetimin gerçekleşmesi yolunda bir araç olarak kullanılmaktadır. Lütuf karı gizlemektedir. Böylelikle toplum talep etmediği hakların kendisine verilmesiyle kendisinin yüceltildiği yanılgısına düşerek düzeni sorgulamamakta ve denetim altına alınabilmektedir. Bunun yanı sıra tüketim toplumunda ortaya çıkan başka bir şey bu ilginin kişiselleşmesidir. Hizmet sektörünün yaygın olduğu bu toplumda insani ilişkiler ön plana çıkarılır ve aslında içtenliği olmayan bir toplumda içtenlik önemli bir hale getirilir. Gülümseme ise bu işin sırrı olarak sunulur. Bir içtenlik simülakrı yani. Reklamlar ise bu hizmet halinin hizmetçileridirler. Reklamlarda tanıtılan her ürün aslında size hizmet ediyormuş, size armağan olarak sunuluyormuş gibi sahnelenir. Bu aşırı ilginin ideolojik olarak geldiği nokta ise tüketim toplumunda bireylerin hasta olduğu görüşüdür. Toplum elbirliğiyle siz hasta bireylerin/tüketicilerin iyi olması için çabalar. Tüketici araştırmaları da aynen doktorun muayene etmesi gibi bir tetkik aracıdır. Sizi iyileştirmek için neşeyle ve kazançla çabalarlar. Ancak Baudrillard bu ilginin iki anlamı olduğuna vurgu yapar. Birincisi; özen göstermek, anne gibi davranmak anlamında ki armağan, ikincisi; … için bana ilgi gösterdiler gibi bir nedeni olan, cevap isteyen anlamında talep. Bu ikincisi bugün daha geçerlidir. Burada söz konusu olan şey kendi yararına çevirmektir. Dolayısıyla etrafımızda bize gösterilen ilginin asıl anlamı bir baştan çıkarma stratejisidir. Bolluk Toplumunda Anomi Tüketim toplumu barışçıl bir şiddet toplumudur. Şiddete ilişkin sorun bolluğun ve güvenliğin belli bir eşiğe ulaştığında, şiddetin denetlemez bir hal almasındandır. Bu şiddet tüketim toplumunda amaçsız ve nesnesizdir. Şiddet durumu anlaşılamaz görünmektedir çünkü refah toplumunda rasyonel olarak böyle bir çelişki görülmemelidir. Bu bolluğun yarattığı çelişkiler, toplumda sıklıkla görülen amaçsız şiddet olarak betimleyebileceğimiz toplumsal kaçış davranışları (hippi, uyuşturucu) , suça eğilim, depresiflik Durkheim’ın terimiyle anomi ya da anomali sorunlarına yol açmaktadır.
Bazı düşünürler bu sorunun bolluğa alışma sorunu olduğunu belirtmektedirler ancak Baudrillard buna karşı çıkar ve asıl sorunun bu bollukta olma ‘zorunluluğu’ olduğunu söyler. Bolluk yeni ahlaki ve toplumsal zorlamalar düzeni olarak karşımıza çıkmaktadır. Eğer bolluk özgürlük olsaydı bu şiddet anlaşılmaz olurdu ancak bu bolluk zorlama olduğu için şiddet anlaşılabilir bir durumdadır. Toplumun bu şiddeti önlemede iki işlevi vardır; birincisi bu iç sıkıntısı yeni roller, işlevler ve ilaçlarla emmeye çalışmak, ikincisi ise bunu da bir tüketim nesnesi olarak kullanmayı düşünmek. Bu ikincisi ile şiddet ve suçluluk kültürel yollarla medyalaştırılıp tüketilebilir. Ancak bu iki işlev de işe taramasına rağmen şiddet geri döndürülemez bir hal almıştır. Şiddet gibi bir diğer tüketim toplumu hastalığı yorgunluktur. Sanayi öncesi toplumların açlık sorunlarını aşan sanayi sonrası toplumlar açlığın zıttı olan tam da açlığın aşılmasından kaynaklanan yorgunluk sorunuyla karşı karşıyadırlar. Ancak bu yorgunluk edilgen bir yorgunluk değildir Baudrillard’a göre. Sistemin yadsınmasıyla sisteme karşı yapılan bir etkinliktir bu, sistemle uyum içindeki dinamik yöneticiyi daha edilgen bulmaktadır. Yorgunluk bilinçsiz bir başkaldırıdır. Bu başkaldırının esasen açık bir başkaldırıya dönüşme potansiyeli de vardır. 68 Mayıs’ı bunun açık bir gösterisi olmuştur.