GÖSTERGEBİLİM
• •
YAZILARI
V. DOĞAN GÜNAY
Doç. Dr. V. Doğan Günay
GÖSTERGEBİLİM YAZILARI
MULTILINGUAL Klodfarer Cd. 40/6 Çemberlitaş- İstanbul Tel: (212) 518 22 78 Fax: (212) 518 47 55
İçindekiler Önsöz Yerine....................................................................................;......................7 ]. Sözceîeme Kuramı ve Ö zne......... ................................ ............ ,.................... 13 I. 0. Genel G özlem ler...................................... ....................... ......................13 1.1. Sözce T ürleri............................................................................................. 19 1.2. Verici - Sözceîeme İlişk isi...................................................................... 22 1.2. 1. Adıl Kullanımı........................... .............................................. .....24 1.2.2. Zaman ve Uzam Kullanımı..........................................................29 1.2. 3. Verici - Sözee-Alıcı İlişkisi.....:................................................32 1.2. 4. Sözceîeme Açısından Dolaylı Anlatım................. .....................36 î. 3. Gönderge....................................... 41 1.4. Dil Edimi.................................................................................................. ,.,.43 1. 5. Kiplik................................................... 45' 1. 6. Sonuç......................................................................... 53 2. Anlatıdaki İşlevleri Açısından Özne......... ...................................................... 54 2. 1. Tarihçe.......................................................................................................59 2 .2 . Yazınsal Göstergebilim Çözümlemesinde Ö zn e.................. ................ 62 2. 2. I. Özne Türleri.................................................................... ........... 66 2. 2. 2. Örnekler...................................................................................... 73 2. 3. Anlatı İzlencesi İçinde Öznenin Serüveni..............................................75 2. 3. 1. Örnekler..........................................................................................79 2.4. Sonuç ..........................................................................................................85 3. Kipse! Yapılar İçinde Özne...............................................................................86 3.1, Anlatı İzlencesi ve Kiplikler.....................................................................90 3. 2. Edimi Koşullandıran Edim.................................. 98 3. 3. Edimi Koşullandıran Durum.................................. 102 3. 3. 1. Gticüllük Kiplikleri............................. ,..................................... 103 3. 3. 1. 1. Zorunda Olmak............................................ .......... 105 3. 3. 1.2. İstemek...................................................................... 106 3. 3. 2. Edimsel Kiplikler.........................................................................107 3. 3. 2.1. Muktedir Olmak........................................................ 108 3. 3. 2. 2. Bilmek............................................................. 110 3. 4. Durumu Koşullandıran Edim............................ İH 3. 4, 1. Gerçekliğin Kipliği: Yapmak.................................................... 113 3. 5. Örnekler............................................................... 113 3, 6. Durumu Koşullandıran Durum .............................................................. 118 3,7. Sonuç.........................................................................................................120 4. Olmak ve Görünmek Açısaldan Ö zne......................................................... 121 4. 1. Kuramsal Çerçeve............................. 122 4. 2. Haberi Okumak...... ...............................................................................123 4. 3. Anlatı İzlencesi......................................................................................126 4. 3. 1. Eylerim............................ 127 4. 3. 2. Yaptırım.......................'Y-.-,........................................................ 129 4. 4. Ya/Olduğun/ Gibi /Görün/. Ya/Göründüğün/ Gibi701/.....................332 4. 5. İnandırmak................................................... 136
4. 6. Sonuç...................................................................... 5. Bir İletişim Biçimi Olarak Siyasal Söylem................. 5.1. Sözceleme ve Sözce.............................................. 5. î. 1. Siyasal Söylemin Sözceleme Durumu.... 5 .1 .2 . Sözce ya da "Bir Ben Var Benden İçeri". 5.2. İletişim Açısından Sözceleme Edimi................... 5.2. 1. BEN-zersiz "BENHerin BEKliği....... 5. 3. Sonuç........................................................... .......... 6. Bîr Anlatım ve İkna Biçimi Olarak Siyasal Afişler ..... 6. 1. Görsel Göstergebiîim ve Tanıtım.......................: 6. 2. Seçilen Bütüncenin Genel Özellikleri.............. 6 .3 . Görsel Anlatım: Göstergeler ve Özellikleri........ 6. 3.1. Yazılar........................................................ 6. 3. 2. Renklerin İşlevi..............,....,......... ,......... 6. 4. Göstergebİlimsel Okuma..................................... 6. 5. Sonuç...................................................................... 7. Bir Tanıtım Bildirisinin Göstergebİlimsel Okunması 7. ' -!. Gösterge ve Göstergebiîim....... ...................... 7 .2/Göstergebilimsel Çözümlemeler.... ................... 7:2. 1. Çözümleme Düzeyleri................. ........... 7. 3. Görsel Anlatım.................................................. 7. 3.1. Betimsel Düzey.... ,.................... .............. 7. 3. 2. Anlatışa) Düzey....... ................................ 7. 3. 3. İzleksel düzey.................................... ....... 7.4. Sonuç...... ’.............................................................. Kısaltmalar................ .............................. ......................... Türkçe - Fransızca Sözlük.................................. .......... . Fransızca- Türkçe Sözlük.A............................................ KAYNAKÇA.......................m.........................................
139
140
149 155
.. 157 .. 158 .160 .. 162 .. 164 ,. 170 .. 172 .. 176 ..181 .. 181 .. 186 186 .. 191 .. 197 .. 200 .. 205 ..216 .,218 ' ..219 ..224 ..229
Önsöz Yerine Ferdinand de Saussure'ün yapısalcı dil çözümleme kuramı üzerine gelişen, daha sonra da Prag Dilbilim Okulu’nun sesbilim alanında yap tığı karşıtlıklarından, Kopenhag Dilbilim Okulumun anlamlama dizge sinden yararlanarak kendi kuramım oluşturmaya çalışan göstergebilimin esinlendiği kaynaklar bunlarla sınırlı değildir kuşkusuz. Algirdas-Julien Greİmas ile birlikte anılan, Paris Göstergebilim Okulu olarak adlandırı lan Avrupa kökenli göstergebilimin gelişim kökenleri konusunda çok değişik alanlardan söz edilebilir. Jean-Marie Floch, göstergebilimin esinlendiği, yararlandığı ya da bilgi alışverişinde bulunduğu kuramları, bilim dalları ve yöntemlerle ilgili genel soyağacmı üç temel köke bağ lar: Kültürel insanbiîim (fr. antropologie), dilbilim ve bilgi kuramı (fr. epistemologie) (1985:45). Bu alanlarla ilgili de birçok kuramdan ye ki şiden söz edilebilir. Kültürel insanbiîim İçin dört önemli ad görüyoruz: Marcel Mauss, Vladimir Propp, Georges Dumeziİ ve Claude Levi-Strauss. Rus biçimcİleriııden Propp u n çevresindeki Clîklovski, B. Tomachevski ve Jan Mukarovki gibi adları da anmak gerekir. Rus biçimcileri, Saussure’ün düşüncesinin temel öğeleri olan dizge ve işlev kavramlarım çalışmalarmda kullanarak göstergebilimin kuranımı oluşturmasında esin kaynak larından birisini oluştururlar. Bu grupta sözünü ettiğimiz araştırmacıla rın işlevden yola çıkarak dizgeye ulaşmaya yönelik çözümleme yön temi, göstergebilimcilerce de kabul görür. Propp, kendi geliştirdiği biçimci yaklaşımda, anlatı (masal) çözümlemelerinde işlevden yola çıka rak dizgeye ulaşmaya çalışır. Halk masallarını incelerken anlatının değişmez ve değişken öğelerinin saptar ve anlatılardaki işlev ve eylem alanlarını da betimler. Yine ChklovskiYıin anlatı biçimlerinin ana
8
V. DOĞAN GÜNAY
örnekçe!eri, Tomachevskrnin anlatışa! süreçler ve metindeki izlekleri betimlemesi göstergebılim için hareket noktalan olmuştur, Göstergebiîimin, budunbilim (fr. ethnologie) konusunda yararlan dığı önemli bir kişi Claude Levi-Strauss’tur. Tahsin Yüceltin “insansal bilimlere gerçek bir bilim niteliği kazandırma yolunda olan büyük bir düşünce adamı, yapısalcılığın en önemli öncülerinden biri” (1982: 58) olarak tanıttığı Levi-Sîrauss, Greimasçı göstergebilim için önemli bir esin kaynağı olmuştur, Latin Amerika’daki yerli halkın toplumsal yapısı nı inceleyen Claude Levİ-Strauss’un budunbilimde yaptığı çalışmaların dan ve yapısalcılığın budunbilime uygulamasının sonuçlarından göstergebilim kendi kuramım oluşturmada fazlasıyla yararlanır. Dilbilimde de birkaç ad görüyoruz: Ferdinand de Saussure, Ro man Jakobson, Nikoîai Troubetzkoy, Louis Hjelmsîev, Emile Benveniste ve Roland Barthes. Saussure’ün dilbilimde ‘işlev’ olarak tanım ladığı ‘yapı’ kavramının, göstergebilimsel çözümlemede önemli bir yeri olmuştur. Dilbilim alanından asıl önemli dayanak ise, Saussure’ün gö rüşlerini geliştinneye çalışarak, anîambilim, dahası göstergebilimsel çö zümlemelere girişen Kopenhag Dilbilim Okulu’nun ve Louis Hjeîmslevtin adını anmak gerekiyor. Greimas göstergebilimi anlam so rununa birçok bakımdan Hjeîmslevtin çalışmaları bağlamında yaklaş mıştır. DanimarkalI dilbilimci, Saussure’ün gösterge kavramım yeniden ele alarak, anlamın oluşumunu açıklamaya çalışır. Hjelmsley, gösteren / gösterilen İkilisini ve biçim / töz karşıtlığını da kendi açısından yeniden düzenler. DanimarkalI dilbilimcinin yaptığı anlatımın tözü ve anlatman biçimi; İçeriğin tözü ve içeriğin biçimindeki dörtlü katmanlaşma, anlamı betimleme açısından çok önemlidir. Anlatım ile içeriğin birbirini karşı lıklı olarak varsaydığım belirtmesi ve/ya da anlam ile biçimin zorunlu olarak birbirini içerdiğini söylemesi, göstergebiîimin, anlamın oluş süre cini tanımlamada kullandığı en büyük destek olmuştur. Göstergebiîimin kendi bilimsel düşünce biçimini aldığı bilgi ku ramına gelince; iki okul ve temsilcilerini görüyoruz: Viyana mantık okulundan Rudolphe Camap ve Polonya matematik düşünce okulundan Alfred Tarski. Daha sonra olgubilimin (fr. phenomenologie) iki temsil cisi Edmond Husserl ve Maurice Merlau-Ponty bu sıralamada yer alı yor. Yine, Bemard Russel ve Emesi Cassirer gibi araştırmacıları da bu
GÖSTERGEBİLİM YAZILARI
9
bağlamda anmak gerekir. Bu çalışmalara bağlı olarak göstergebiîim. bir bakıma simgesel mantık ve modem matematik dili ile kendisini 'anlatı yordu. Greimas'm, kendi kuramını oluştururken, kavramsal ve biçimsel bir üstdü oluşturmada benimsediği varsayımsal ve tümdengeîimli yak laşımlarım, simgesel mantığın esinlendiği bu bilgi kuramına bağlamak doğru olur. Bu denli değişik alanlardan beslenen bir kuramın, kendi içinde ye terli ve tutarlı bir bilim olabilmesi için, daha başında kendine özgü bir kuramı olması gerekir. Bilim olmanın ya da bir alanda bilimsel bir in celeme yapmamn birincil koşulu, incelenecek nesneyi belirlemek ve tu tarlı bir çözümleme yöntemi oluşturmak biçiminde tanımlanabilir. Baş langıcından itibaren tutarlı bir yöntem oluşturma konusunda göstergebiîimin aynı yaklaşma sürdürdüğü söylenebilir. Bugün de aynı tutar lılığı görebiliyoruz. Göstergebilimin belki de birçok kuramdan ayrılan bir yanım da kendi kuramını oluşturmada görebiliyoruz: Bu, inceleme yöntemi nes nesini kendi kendisi için ve kendi kendisi içinde ele almayı amaçlar. Yani incelenecek nesne kendi kendine yeterli bir anlam dizgesidir. Yi ne, Saussure'iin dilbilimde yaptığına benzer bir yolla, incelenecek nes ne, eşsüremlilik düdenimde ele alınır. Son olarak da, incelenecek nes nenin anlamsal bakımdan tam olarak betimlenebilmesi için, göstergebiliııı onu "lıem bir kavram ulanılan dizgesi ya da bir anlam evreni, hem de bir eylemler ve deneyler kesiti olarak çözümlemeye yönelir” (Yücel, 1991: 100-101). Yanlan sonuçta her bakımdan tutarlı bir çözümleme yöntemine ulaşıldığı söylenebilir. Greimas'm göstergebiîim oluşturma evrelerinin de, araştırmacının çalışmalarım göz önünde bulundurduğumuzda, bir süreç içinde gelişti ğini söylemek olasıdır. Greimas'm çalışmaları üçlü bir aşama gösterir. Greimas, Öncelikle sözcükbilgisİ çahşmalan yapmıştır. Anlam incele mesinde, sözcüklerin değerlerini ve İşlevlerini koymak ilk planda gelir. Sonra sözcüklerin anlam evrelerini ele alan anlambilimdeıı söz edilebi lir. Bu nedenle olsa gerek, Greimas'm 1966 yılında yazdığı Yapısal Anlambilim (Semantique Structuraİe) kitabı, göstergebilimin ilk kitapla rından sayılsa dadaşlığı anlamhiHindir. Son aşama da ise, göstergebiîim evresi gelecektir.
10
V. »OĞAN GÜNAY
Yapısal Aniambilim kitabında, anlamsal yapının eklemlenişi, dü zenlenişi belirlenir ve anlam olgusu, anlamlatna gibi anlamı belirleyici konular irdelenin Greimas bu kitapta anlamla ilgili olarak, şu temel dü şünceleri belirler: Anlamın temel yapısı öncelikle anlam birimleri ara sında bir eklemlenimdir, ikinci olarak da anlam birimiyle bunların an lam eksenleri arasındaki bağmtılann varlığıyla nitelenen bir bağıntılar örgüsüdür. Her türlü anlam betimlemesi, dilin bütün düze5rlerinde, bu tür yapısal bağıntıları ortaya çıkarma amacım güder. Fransız göstergebilimcinin, 1970 'te yayınlanan Du Sens (Anlam Üstüne) adlı çalışması genel bir anîamlama kuramım ele alır. Yapısal Anlambilira ve Anlam Üstüne I ve II olarak çıkan kitaplar ile gelinen noktada, iki farklı yol ortaya çıkar: Birincisi Propp’un anlatısal işlev çözümlemesi, diğeri de Hjehnslev’in çalışmalarından esinlenerek oluşturduğu içerik çözümle mesi. Ancak Greimas, 1976 3'ilında yazdığı Maupassant adlı yapıtı ile bu iki kuramı birleştirerek genelleşmiş anlatısallık (fr. narrativite generalisee) diye adlandırdığı şeye ulaşır (Yücel, 1991:109). Daha Ön ceki çalışmalarda içerik çözümlemesiyle kendisini sınırlandıran göstergebilim, bn kitabın yayınlanması ile, anlam evresi ile anlatı işlevlerini bir arada ele alabilme durumuna gelir. Bu da, kuram açısından yetkin liğe ulaşma bakımından önemli bir göstergedir. Sözünü ettiğimiz son yapıtı ile, daha Önce sözü edilen Propp’un anlatısal çözümlemesi ile Greimas'm başlangıçtaki içerik çözümlemesini birleştirilerek daha tümü kapsayıcı bir çözümleme biçimine ulaşılmıştır. Kuramın tam ve yetkin olmasına yönelik, Greimas’ın yaşamı içinde yapılan son etkinliklerden birisi de, alanla ilgili olarak hazırlanan İki ciltlik göstergebilim sözlüğü dür. Gerek esinlenilen yöntemler ve kuramlar gerekse Greimas’m ken di çalışma süreci, onu zorunlu olarak anlamı tanımaya, anlam olu şumunu ortaya koymaya götürür. Dille ve toplumlar arası iletişimde kul lanılan göstergelerle ilgilenen lıer bilim, anlam olgusunu göz ardı edemez. Yani anlamı dışarıda bırakarak, dille ilgili değerlendirme ya da çözümleme yapılamaz. Bu da bize göstergebilimin zorunlu olarak an lamı ve onu inceleyen anlambihmi İçerdiğini gösterin Göstergebilİmin, anlam dizgelerini ele aldığını düşünürsek, çok geniş bir inceleme alanı olduğunu görebiliriz. Greimas çerçevesinde ge lişen göstergebilim, genelleştirilmiş anhuısalhk aşamasından sonra ö
GÖSTERGEBİLİM YAZILARI
11
nünde incelenecek çok geniş iki alan bulur: Doğal diller ve dil dışı bağ lamlar. Belki de anlam dizgelerinin çözümlenmesiyle, inşam dünya ve toplum içinde değerlendirme olasılığı artacaktır. Anîamlamamn oluşum ve kavramın koşullan üzerinde bir genel düşünce oluşturabilmek bu ku ramın temel amacıdır. Anlam ve anlamlama olgusunu kendisine çözüm leme alanı olarak belirleyen böyle bir çözümleme yöntemi için de; uy gulanacak bir izlence, kuram ve yöntemler bütünü gereklidir. Yapısal Anlambilim kitabının yayınlanmasından bu yana Avrupa kökenli göstergebilim, anlam sorunu üzerine yoğunlaşarak gelişmekte dir. Toplumda iletişim aracı olarak kullanılan her türlü anlamlı bütünleri betimlemek, bu anlamlı yapılardaki göstergelerin birbirleriyle kurdukla rı bağıntıları saptamak temel ilke olmuştur. Başka bir deyişle, gösterge bilim; insanlar nasıl iletişim kurarlar, bu bilgi aktarımından anlam nasıl üretilir, insanlar bildirilerini nasıl oluştururlar gibi soruların yanıtlan, yapılan her çalışma ile yeni boyutlara getirilmiştir. Göstergebilim, anlam evrenini çözümlemeyi amaçlar: Anlam olu şumu, anlam yaratmak, anlamlandırmak gibi soyut durumun dizgeleştirilnıesi, açığa çıkarılması gibi konular anlamla ilgili ilk akla gelenlerdir. Bu bakımdan anlamla ilgili lıer şey göstergebilimin alanına girer. Genel izlem (fr. parcours generatif), doğal dillerden ya da doğal dünyadan ba ğımsız bir çözümleme kurgusudur denilebilir. Anlamın oluşumunu geneljzlem kurgusuyla çözmek olasıdır (Yücel 1991: 107). Bu kurgu üçlü bir aşama içerir: îlki, anlamın en derin dolayısıyla en soyut düzeyini oluşturan göstergesel-anlatısal yapılar. İkinci olarak, yüzeysel göstergebilimsehyapılan içeren ve onları bir sözceleme sürecinden geçirerek söyleme aktarmayı üslenen söylemsel yapılar, üçüncü ve son aşamada ise, belirlenim düzleminde yer alan ve anlamlama açısından doyurucu bir çözü mİeme.al anı oluşturmayan metinsel yapılar. Göstergebilimin bugünkü şekliyle genel kabul gördüğü zaman çok yenidir. 1980 yılında Paris'te toplanan göstergebilimciler, bu bilimin ne olup ne olmadığını kesin çizgilerle belirlemişlerdir. Ama hemen ekle mek gerekiyor: Greimasüıı ölümünden sonra göstergebilim yeni alan lara doğru gelişmekledir. Özellikle Jacques Fontanille:İn çevresindeki yeni oluşumda; inanmak, kanıtlamak ve İkna etmek bağlamında yeni ge lişimleri görebiliyoruz. Yani günümüz göstergebiîimsel çözümleme-
12
V DOĞAN GÜNAY
İerde, tutkuların göstergebilimsel olarak incelenmesine yönelmdiğini görüyoruz. İşte bu kadar farklı»disiplini erden esinlenen, çeşitli görüş ve düşüncelerden etkilenen, kendi bilgi kuramını ve sınırlarını oluşturmuş göstergebilhn, Algirdas-Julİen Greimas'm Öncülüğünde ve desteğinde bugünkü tartışılmaz yerine ulaşmıştır. Batı dünyasında bilimlerüstü bir bilim haline gelmiştir. Bizim burada ele aldığımız konular da, Greimas göstergebilimi çerçevesinde olacaktır. Kuramın soyutluğu göz Önünde bulunduruldu ğundan, makalelerde ya da yazılarda zaman zaman incelenen kuramla ilgili bilgilere de yer verilmiştir. Bazıları idaha önce makale olarak ya yınlanmış ya da sunulmuş bildiriler olsa da, hepsinin bir bütünlük oluş turduğunu söyleyebiliriz: Anlamlandırma olgusunu çözümlemek ya da anlama ulaşabilmek. Anlamı yaratan, devinim içindeki insandır. O zaman inşam tanı mak gerekiyor. İnşam tanımanın tek yolu da ürettiği sözcesine bağlı olacaktır. Bu sözce bir metindir, resim, heykel, konuşması sırasmdaki bedensel davramşı vb.dir. Bu nedenle buradaki çalışmanın hemen hepsi devinim içindeki İnşam, yani özneyi tanımaya yönelik. Son olarak dergilerde yayınlanan ya da yayınlanmayan makalele rin gerektiği biçimde (bazı değişikliklerle, hatta bazı yazıların yeniden gözden geçirilmesi ile) bu kitapta yer aldığım belirtmemiz gerekiyor. Çalışmamın her aşamasında yol gösteren hocam Prof. Dr. Ayşe Kirama İçtenlikle teşekkür ederim. Yine çalışmamı titizlikle okuyarak görüşlerim benimle paylaşan meslektaşlarım Nilgül Sökmen, Ümral Kırman ve Sinan Oruçoğîu’na teşekkür ederim. Buca-İzmir, 2002
K Doğan Günay
1. Sözceleme Kuramı ve Özne 1, 0. Genel Gözlemler Saussure’ün dilbilimde geliştirdiği kuramla ortaya çıkan, dili ken di içinde inceleme geleneğinin sürdüğü bir dönemde, dili dış gerçekle ilişkilendiren yazılar da yayınlanmaya başlar. Bu alandaki yazılar için iki farklı kaynaktan söz edilir. Bir yanda Fransız dilinin kullanımı ile ilgili çalışmalar, diğer yandan da mantıksal pozitivizme dayanan (Maingueneau, 1979: 99) dil felsefesi ile ilgili çalışmalar. Saussure’ün görüşlerinden farklı bir durum olan dilin gerçek dün yayla ilişkilendirilmesi, dilbilim alanına yeni bir yaklaşım getirir. Bu in celemede, gündelik yaşamda kullanılan dil, iletişim dizgesi içindeki de ğerine göre tanımlanmaktadır. Fransızcanın kullanımına yönelik birinci grupta Charles Bally, Gustave Guillaume, Emile Benveniste ve Antoine Culioli’nin adı geçer. Emile Benveniste tarafından 1956 yılında yazılan “adılların kullanımı ve özellikleri” adlı çalışma, dilbilimde yeni bir ala nın varlığım kesin olarak ortaya koyar (Maingueneau, 1979: 99-100). Sözceleme kuramının başlangıcı olarak Benveniste’in bu çalışması anı lır. Aynı alana yönelik bir başka kaynaktan da söz edilir. Sözceleme kuramı gibi, kullanım içindeki dili incelemeyi amaçlayan edimbilim akımı, mantık ve felsefeden esinlenmiştir ve anglo-sakson bir çizgide ge lişmiştir. Hatta burada sözünü ettiğimiz edimbilimin kaynağı konusunda da üç değişik alandan söz edilebilir: Göstergebilİm, mantık, felsefe. Göstergebİlim açısından, Charles Sanders Peirce ve Charles William Morris’in adlan; mantık açısından, Rudolphe Camap ve Bar-Hillel; fel sefe açısından, J.-L. Austin. J.-R. Searle adlan verilebilir (Fuchs, Le Goffic. 2001: 32-33). Her iki çalışma da, aralarında yöntemsel farklılık lar olsa da, kullanım içindeki dili ele alması açısından Saussure’ün gö rüşlerinden ayrılır.
14
V. DOĞAN GÜNAY
Dilin bireysel olarak üretilmesi ve bildiriyi üreten öznenin yeri, konumu ve sorumluluğu üzerine dayanan sözceleme kavramını Emile Benveniste “dili bireysel kullanım haline sokmak” (1983: 80) olarak ta nımlar. Benvenİste'iıı geliştirdiği sözceleme kuramına göre, konuşma (ya da yazma sırasında) özne, kendine özgü bireysel yanlarını sözce sinde yansıtarak, bir bakıma söylemi kendine mal ederek varlığım ve kimliğini ortaya koyar. Her dilin kendi kullanım olanakları vardır. Bir eylem, herhangi bir doğal dilde, örneğin buyurma edimini içerirken, bir başka dilde buyur ma ediminin yanında bir başka özelliği de içerebilir. Bu nedenle dil kul lanımında toplumsal özelliği de göz önünde bulundurmak gerekir. Ana dilin kazanmanda farkında olmasak da bu durum vardır. “Çocuk anadi lini öğrenirken sözceleme etkinliğine bağlı toplumsal kullanımları iş letmeyi de öğrenir. Öznellik toplumsal ilişkilerin içinde yer alır’ (Portine, 1984: 101). Yabancı dil öğrenmede sözcükleri yanlış olarak kullanma nedeninin, o dilin, toplumsal kullanım etkinliğine uygun ola rak üretilmemesi olduğu söylenebilir. Toplumun üyeleri, bu toplumsal kullanıma bağlı olarak kendi bireysel sözcelerini üretirler. Her sözce, bir bildiri üretim etkinliğidir. Sözce, sözceleme aşama sının bir sonucudur. Bu bakımdan sözceleme, bir özneyi / sözceleme öznesini (fr. sujet de Fenonciation) (Bundan sonra: SÖ), bir alıcıyı, bir üretim anım ve üretim yerini varsayar. Kısaca sözceleme, sözcesiyle il gili olarak konuşan öznenin tutumudur denilebilir. Yani konuşan özne, oluşturduğu sözcesi ile kendisini, öznelliğini ya da nesnelliğini de or taya koyar. Özne, sözcesindeki bazı belirleyiciler ile sözceleme anına gönde rimde bulunur ve kendi öznelliğini de ürettiği sözcesinde göstermiş olur. Örneğin, söyleme kaynağını, alıcısıyla ilişkisini, söylenenin doğrulu ğunu, sözcenin bir önceki sözceyle ilintili olup olmadığını belirtebile ceği gibi, kullanılan sözceye göre, SÖ’nün ruhsal durumu hakkında da bilgi edinilebilir. Ruhsal olayları belirtebilecek eylem ya da sözcük gnıplarmı, durumuna uygun olarak verici sözcesinde kullanır ya da kullanmaz. Bu tür durumların alıcı tarafından bilinmesi, hem söylem hem de anlatı çözümlemelerinde gereklidir. Bir bakıma, öznenin kendi bireysel yanlarım göz Önünde bulundurarak,' neler yapabileceğini kestirmek İçin gereklidir. Sözceleme edimi aşamasında özne, kendisi ile sözcesi arasındaki ilişkisini (ürettiği sözcenin içinde olma/olmama, ürettiği bildirinin so rumluluğunu alma/almama, bildirinin doğruluğundan sorumlu olma/ olmama), alıcı ile olan ilişkisini (alıcısını tamma/tammama, ona doğru
GÖSTERGEBÎLİM YAZILARI
15
dan seslenme/seslenmeme, onunla aynı zaman ve uzam içinde yer alma/almama, onunla olan ilişki düzeyini ortaya koyma/koymama) de kendi söyleminde belirtebilir. Karşılıklı konuşmadaki bir SO’nün bildi risini oluşturması ile, varsayımsal olarak bilenen bir okuyucuya sesle nen roman 3razarmın sözcesindeki farklılık bu ilişikler bağlamında dü şünülebilir. Maingueneau'ya göre SÖ, kendi Öznelliğini ürettiği sözce sinde yedi biçimde gösterebilir (1999:13-17): 1. Sözceîeyen (fr. enonciateur), sözcesinin içerisine bizzat sözceleme edimine gönderimde bulunan öğeler yerleştirir. Örneğin “açıkça söylemek gerekirse, kadın hasta” sözcesi, örtük olarak “ben sana diyo rum ki...” yapışım barındırır. Bu sözcedeki “açıkça söylemek gerekirse” yapısı, doğrudan sözceleme edimine gönderimde bulunur. Bu tür Öznel lik belirten dilsel yapılar SÖ ’nün varlığım ortaya koyar. ; 2. Ne tür sözce olursa olsun, her sözcenin bir izleği vardır. Her sözce, vericisi tarafından belirli bir izleğe göre oluşturulur. İzîekleştirilnıe (fr. thematisation), verici tarafından yapılan Öznel bir etkinliktir. Yani verici, sözcesinin hangi konuda olduğunu belirtir, bu konuya uy gun bir sunma ve sözdizimi oluşturma biçimi geliştirir. Bu durum çok uzun bir sözce için geçerli olabileceği gibi, birkaç öğeden oluşmuş bir sözce için de geçerlidir. Örneğin, “içme suyu” gibi bir sözcenin, vericinin İzlekleştirmesİ ile hangi anlamda kullanıldığı ortaya çıkar. Bu örnek değişik biçimlerde sunulabilir: “İşte! Aradığın içme suyu” ile “Sakın ha! İçine zehir katmışlar, içme suyu!” sözceleri arasındaki ayrım izlekseîleşme ile belirtilebilir. Bu durumda sözceîeyen değişik çıkış noktalan (fr. point de repere) seçen kişidir. Vurguya bağlı olarak izleğin değişebileceği birkaç örnek sıralayalım: Hizmetçi kadın müdürümüzle konuştu. Hasta annesine baktı. Kadın doktora gitti. Genç annesine sevgiyle güldü. Ali dayısını anyordu. Satıcı adama malım övüyordu. Buradaki sözcelerde izlekseîleşme vurgu ile ortaya çıkmaktadır. Her sözce bu denli kısa olmayacaktır. Ancak bu tür sözcelerde bile veri cinin izleğme göre değişik anlamlar oluşturulabilecektir. Buradaki türde değişik anlamlara gelebilecek sözceleri, vericiler, seçtikleri izleğe bağlı olarak yeniden oluşturabilirler. Daha uzun yapılı bir çalışmanın da belli bir izlek bağlamında geliştiği görülür. Düşüncelerini bu izlek bağlamın da belli bir sıra ile alıcısına sunar. Kısaca sözceîeyen, sözcesini aktar-
16
V. DOĞAN GÜNAY
„mada zorunlu olarak bir sunuş biçimini seçer. Bu sunuş, değişik biçim lerde yapılabilir. Sunuş sözcesinin bir öğesini öne çıkararak, sözdizimde dilin verdiği olanaklar ölçüsünde değişiklik yaparak, vurgu ile ya da bir başka edimle gerçekleştirir. 3. Dünya üzerinde var olan birşeyi söylemek için, belirme sözcesi1 (fr. enonce-ocurrence) her zaman bireysel bir nesneye gönderimde bu lunan terimleri içermek zorundadır. Göstergeler dizgesi olarak dil kendi başına birşeye gönderimde bulunmaz. Yalnızca belli bir koşul içinde, belli bir alıcıya yönelik olarak belli bir verici tarafından üretilen belirme sözcelerinin göndergesi vardır. “Sözceleme kuramı, sözceleme ediminin hangi kullanımda göndergesinin olduğunu ya da bireysel yanların dilsel yapılar içine nasıl yerleştirildiğini inceler” (Maingueneau, 1999: 14). Sözceleyen için bir nesneyi, diğer nesneler arasından seçip tekil hale ge tirmeye yönelik anlatım biçimlerini kullanma, başkaları içerisinden bir nesne ya da nesne grubunu tanımlama söz konusudur. Özne, bir nesneyi kendi sözcesinde kullanması ile, hem o nesneyi diğerlerinden ayırarak tekil hale getirmiş, hem de nesneler içinden bir tanesini tanımlamış olur. Örneğin sözceleme belirleyicileri (fr. deictique), söylemsel öğeler (fr. embrayeur) olarak bu bağlamda düşünülebilir. Tanımlıhk, sayı sıfatlan, belgisiz sıfatlar, gösterme sıfatlan, özel adlar, seçilen nesneyi vericinin tanıdığım ve alıcıya da tanıtmak istediğini gösterir. Yani, söylemsel öğeler verici ile alıcı arasındaki ilişkiyi sağlayan öğelerdir. Bir kavramın verici tarafından bilindiği, sözcesinde ilk kez ya da ikinci kez kullanıl dığı bu biçimbirimlerle belli olur. Söylemsel öğeler anlamdan yoksun değildir, ancak yorumlanması zorunlu olarak sözceleme durumunu ge rektirir (Maingueneau, 1999:12). Örneğin “ben” ve “sen” anlambirimcikleri (fr. seme) kişiyi belirten öğelerdir. Ama söylemsel öğenin yo rumlanması, zorunlu olarak kendi sözceleme durumu içinde olacaktır. Sözcede kullanılan birinci tekil kişi adılı, sözce öznesini (ama aynı du rum değişik bağlamlarda sözceleme ve/ya da söylem Öznelerim de) be lirtir. Ancak her sözce bir tek SÖ tarafından üretilmediğine göre, SÖ’niin sözcesini ürettiği koşullan belirten sözceleme durumunda (fr. situation de Tenonciation) üretilen her sözcedeki birinci tekil kişi adılı 1 Domİmque Maingueneatrnun yaptığı sınıflamada İki tür sözce vardır (1981: 22-28, 1999 : 10-11): Belirme sözcesi ve Örnek sözce (fr. enonce-type). Belirme sözcesi, bir sözcenin bireysel olarak söylenmesini belirtir. Örnek sözce ise, aynı sözcenin değişik öznelerce söyleneceğini varsayar. Bu durumda örnek sözce bir birey tarafından söy lenmesi durumunda belirme sözcesine dönüşecektir. Bu sınıflama başka dilbilimciler tarafından yapılan sözce-tümce karşıtlığım anımsatıyor. Bİz de bu çalışmamızda sözcetümce karşıtlığım bu bağlamda ele aldık.
GOSTERGEBİLİM YAZILARI
17
da değişik sözce (ve söylem) Öznesini gösterir. Bir başka örnekte, “bar dak sobanın üzerindedir” sözcesindeki “bardak” sözcüğü, söylemsel öğe değildir. Çünkü sözcüğün amaçlanan göndergesinin ne olduğunu bul mak için, bu sözdızimsel yapının kullanıldığı sözceleme durumunu bil meye gerek yoktur. Ama, “bu bardağı Şahin kırdı” sözcesindeki “bu” biçimbirimi, sözceleme durumu ile belirgmleşecektir. Benzer durum değişik örneklerde bulunabilir. “Karşıdan bir adam geliyor. Adam bir adres soruyor” Bu iki sözcede, “adam” kavramının kullanımı sözceleyenin adamla olan ilgisine göredir. Örneğin, doğal dünyadaki birçok kavram, durum ya da eylem içinde “adam” seçilmiş tir. Böylece, o nesneyi diğerleri içinden seçip tekil hale getirmiştir, ikin ci sözcede ise, “adam”ı bildiğinden, tanımlanmış bir biçimde kullanmış tır. Örneğin ikinci sözceyi “bir adam” biçiminde sürdürmek gereksizdir. Çünkü verici, alıcıyı kimden söz edildiği hakkında bilgilendirmiştir, 4. Sözceleyen yalnızca gönderge ile yetinmez. Dilin tek amacı sözcüklerle belirtilen içerikleri taşımak değildir. Konuşmak, yani dilin kendisi de bir eylemdir. Taşıdığı içeriğin dışında her sözce, alıcısına yö nelik olarak bir dil edimini (söz verme, sorma, tehdit etme, önerme, bu yurma vb.) yerine getirir. Söz vermek, sormak, buyuraiajjc gibi eylemler edim sözcelerini belirtir. Verici, her sözcesinde hangi tür edim sözcesini türünde kullandığını bildirir. Bn edim tipine uygun olarak sözceyle ilgili eylemlerde bulunur. Her sözcenin sözdizimsel yapıda açık olarak belir tilen söz verme, soru sorma türünde kendi edîmsöz gücüne (fr. force illocutoire) sahip olduğu söylenir. Örneğin “Yemin ederim ki yağmur yağıyor / Yağmurun yağdığına yemin ederim” sözcesinde, 'Yemin ed erim ki” kısmı edimsöz gücünü belirtir. “Yemin etmek”, edimsel (fr. performatif) bir eylemdir ve “ben” diyen bir özne tarafından edim gerçekleştirilir ve eylemin içeriğinden bu özne sorumludur. Ayrıca bu tür edimsel eylemlerde konuşmak, eylemin yapılması ile aynı zamana denk düşer. 5. SÖ'nün kendi sözcesi ile girdiği ilişki göz önünde bulundurul duğu ölçüde, farklı türdeki sözcelerin sözceleme durumlarını göz önünde bulundurmak gerekiyor. Sözceleyen, sözcesini mantıksal kip likler (olası, zorunluluk, olanaklı, gerekli, olanaklı vb.) ulamlarına göre oluşturabilir. Örneğin, mantıksal kiplikler bağlamında farklı türden oluşturulmuş “Hakan'ın gelmesi olasıdır / Olasıdır ki Hakan gelecek” ya da “Hakan belki gelecek”, “Hakan'ın gelmesi gerekli”, “Hakan'ın gelmesi zorunlu” sözcelerinde iki düzey görülür. Bir yandan “Hakan'ın gelmesi” söz konusudur, diğer yandan ise sözceleyenin bu edimle ilgili
18
V; DOĞAN GÜNAY
öznelliği (varsayımı, düşüncesi, beklentisi, olasılığı vb.) söz konusudur. “Hakan geliyor” sözcesi, bir öneri olarak (olanafchhk kipliği) karşısında sözceleyenin davranışıdır. 6. Sözce içinde kanıtlayım işlevi olan biçimbirimleri de göz önünde bulundurmak gerekiyor. Öznenin birşeyi kanıtlamak için kullan dığı biçimbirimler kendi yargısını belirtir ve öznel bir tutumdur. Örne ğin SÖmün varlığını belirten şu tür biçimbirimlerden, kalıplaşmış söz celerden söz edilebilir: açıktır ki, ama yine de, ama, amacıyla, ardından, asla, ashnda her zaman durum böyle değildir, aynı biçimde, aynı şekilde, ayrıca, bana İnanın ki, belki, ben bu konuda şöyle düşünüyorum, böyle düşünüldüğünde, böyle olmakla beraber, böyle olmakla birlikte, böylece, bu açıdan bakıldığında, bu nedenle,' buna göre, buna kar şılık, bundan başka (da), bundan şu sonuç çıkar ki, bununla beraber, bununla birlikte, çünkü, daha sonra, dahası, demek ki, demek, -den önce, -diği halde, doğru, dolayısıyla, -e aykırı olarak, -e göre -e zır olarak, elbette, eminiz ki, fakat,.gerçekten"!de), gerçi, halbuki, hem... hem (de), her şeyden önce, her zaman, hiç kuşku yok kİ, için, ihtimaldir kî, ilkin, imdi, -in tersine, -İse de, (çok) kesin olarak, kesinlikle, kuşkusuz, mademki, -meden Önce, -mesi için, muhakkak, ne var kİ, ne... ne, nihayet, o halde, o sırada, ö zaman, ola ki, olasılık dahilindedir ki, ondan-sonra, onu yaşamış olmak için, oysa ki, oysa, öte yandan, öyle, öyleyse, -sin diye, -sinden önce, -sine karşın, -sine rağmen, siz de benim gibi biliyorsunuz kL, sonra, sonuç olarak, sonuçta, sonunda, şu bellidir kİ, şu da düşünülebilir, şu da olanaklıdır, şu-halde, şu konuda sizinle aynı görüşteyiz, şundan eminim(iz) ki, şüphesiz, tam tersine, tersine, üstelik, ve, veya, ya da tersi, ya...ya da, yadsınamaz ki, yahut, yine de, zira vb. (Günay, 2001: 261-263).
7. Çoğunlukla, sözceleyen sözcesini belirttiği şeyin dışındaki bir anlamı aktarmak için kullanır. Sözceleyenin amacı, alıcısına söylenen şeyi değil, söylenmek istenen konusunda bilgilendirmek, söylenmek İs tenileni sezdirtmektir. Bu dunun da, sezdirim (fr. sous-entendu) ve çıkarsama (fr. inference) ile olabilir. Verici ve alıcının daha önce söyle dikleri, aralarındaki ilişkiler, mizaçları, politik yapılan, sözcelemenin üretim zamanına ait atmosferik yapılar da sözceîeme anında etkilidir. Sözcenin doğru anlamlandırılması için bnrada sayılan durumlar etkili dirler. Belki de sezdirimlerin anlaşılması bu öğelere bağlıdırlar. Bu öğe lerden bazıları dilsel açıdan belirtilebiîse de (zamanı' belirten kavramlar, eylem çekimleri, adıllar vb.) birçoğu dilsel açıdan kodlanamaz ve ancak sözceîeme durumundan çıkartılabilir. Bir dildeki sözcüklerin anlamında,
GÖSTERGEBİLtM YAZILARI
19
dilin sözdızimseî ya da ardambilinısel yapılarında toplumsal değerden söz edilebilir. 2. 2. Sözce Türleri Sözcedeki yüklemin anlamsal içeriği, öznenin yüklemle ilişki dü zeyini ortaya koyar. Dilbilgisel anlamdaki görünüş (fr. aspect), kiplikler ya da eylemin anlamsal özelliği, öznenin tutumunu doğrudan ilgilendi.rir. Diğer yandan, her yüklem eylem belirtmez. Durumu belirten eylem ler (olmak, sahip olmak, görünmek vb.), adı üstünde belli bir durumu ortaya koyar. Bu tür eylemler, öznenin bir durumunu ya da özelliğini, öznenin sahip olduğu şeyleri ya da öznenin bir başkasına yönelik istek ya da dileğini belirtir. Kısaca, kullanılan eylemlerin durum ya da hare ket belirtmesine bağlı olarak durum ya da edim sözcelerinden söz edilir. Durum eylemlerindeki özne durum Öznesi olarak adlandırılır. İşlemci öznenin bir bakıma karşıtı olan durum öznesi (fr. sujet d’etat) ise ken disi ile ilgili çok yönünü ortaya koy(a)maz. Adı üstünde, o bir eylem içinde değildir, sadece bir durumu ortaya koymuştur, örneğin; olmak, dönüşmek, gibi görünmek, olarak'geçinmek vb. gibi eylemler bir du rumu açıklar. "Ali üzgün görünüyor55 sözcesi, A lrninbir durumunu ser giler. Bir durum öznesi; mutludur, üzgündür, öğrencidir, yaşlıdır, yor gundur vb. Yani kendisi ile ilgili bir durumu açıklamaktadır. Anlatı iz lencesine ve gerçek yaşama göre durum öznesi bîr "değer nesneye55 (fr. objet de valeur) sahiptir (mutludur, arabası vardır ya da bir başka du ruma / nesneye sahiptir) ya da değildir (mutsuzdur, parası yoktur, masal dünyasında elindeki büyülü nesneyi kaybetmiştir ya da bir başka nes neye sahip değildir). Kısaca olmak ve sahip olmak eylemleri ile belirtilebılen durağan yapıdaki bir özne, kendisi ile ilgili fazla bilgi ortaya koyamaz. Böylesi öznenin söz edilecek çok fazla yönü bulunmaz. Bu tür özneler, alıcı için kapalı bir kimlik olabilir. Durum sözcelerindeki özne eylemin merkezindedir, yani eylemde belirtilen dunun özneyi belirtir, örneğin "Kadın hastadır5 tümcesinde, özne oluşun merkezindedir (fr. siege du proces). “Hasta55 sözcüğü öz neyle ilişkili anlamsal durumu açıklar. Karşıtı konumundaki edim sözcelerindeki özne, eylemin merke zinde olabilir, eylemi bir başka özne ya da nesne üzerinde gerçek leştiriyor olabilir. Eylem yapan öznenin edim sözceleri, durum sözcele rinden farklıdır. Eylem içinde bulunan işlemci özne (fr. sujet operateur), kendisini tanımaya yönelik ipuçlarını söyleminde (Burada, söylem kav ramını daha geniş düşünmek gerekir. Anlam üretmeye yarayan her türlü
20
V DOĞAN GÜNAY
sözel ya da bedensel davranışları bu bağlamda söylem olarak değerlen dirmek gerekir.) gösterecek, kendi kimliğini daha belirgin olarak ortaya koyabilecektir. Eylem yapan öznenin sözceleri her zaman, durum söz celerinden daha çok bilgi içerir. Bu, bir anlatı için geçerli olduğu gibi, her türlü söylemsel yapılar için de geçerlidir. Eğer bu özne, dinleyicinin (alıcısının) karşısında ise, sözel ve/ya da bedensel eylemlerden yola çı karak, onunla rahat iletişim kurmak için, onu yönlendirmek ya da ondan bilgi almak için öznenin tanınması gereklidir. Tümcedeki özne her zaman etken durumda olmayabilir, bir başka anlatımla, her özne yerine göre kılıcı özne (işlemci özne) ya da etkile nen özne, durum öznesi olabilir. Bu tür anlamsal ilişkide öznenin, yük lemiyle arasındaki ilişki, canlı ve cansız olmasma göredir (Le Goffıc, 1994: 138): Özne canlı bir varlık ise, üç tür görev üstlenir: Neden bildi^ ren (fr. causateur), kılıcı (fr. agent) ya da eylemin merkezindeki kişi (fr. siege) olabilir. Örneğin: “Bahçıvan otlan yakıyor”, “Terzi kumaşı kesi yor” gibi tümcelerde “bahçıvan/terzî” neden bildirir, “otlar/kumaş” ise nedensel ilişkiyi belirtir. Bu sözcedeki öznenin etkileyici bir görevi var dır. Edimden etkilenen ise nesnedir. Bu bakımdan bütün düz tümleçler, öznenin eylenir üzerinde gerçekleştirdiği tümce öğesi ya da öznenin yaptığından etkilenen tümce öğesi olarak değerlendirilebilir. Bir başka tümcede “Sinan camı kırdı”, “Sinan” işlemci öznedir. Yani, eylemi ya pan “Sinan’dır. Bu tümcede “canı” gerçekleştirici bir ilişkiyi belirtir. Sözceleme, sözcenin üretiüş dunımunü belirtir. Aynı sözce birçok Özne tarafından üretilebilir. Her durumda konuşan (sözceyi üreten özne) kendi öznelliği içinde sözcesini üretir. Yani konuşan özne, ürettiği söz cenin sorumluluğunu üzerine alır. Sorumluluğunu üzerine alan kişi üret tiği sözce-söylemin öznesidir. Konuşan özne, “d iri “söylem” e dö nüştürerek, özel belirleyicileri kullanarak sözcelemenin vericisi duru muna gelir. Sözceyi bireysel lıale getirmek de sözcelemenin öznesi ol mak ve sözcenin sorumluluğunu almakla olacaktır. Söylem açısından özne, sözceyi söyleme dönüştüren kişidir. Bu dönüşüm sırasında kendi kimliğini, yeteneğini ve gücünü, söyleminde gerektiği kadarıyla göste rir. Bu tutumuyla özne, sözceyi kendisine mal eder. Söylem çözümle mesinde kabul edilen genel tutum şudur: Belli bir söylem içinde kulla nılan her dilsel yapı, kendisini kullananların ve bağlı bulundukları du rumların, yani bağlamların imgelerini yansıtırlar. Söylem kendine özgü zaman ve söylemsel öğelerin dışında, dil edinileri ile de anlatıdan ve öyküden ayrılır. Söylemin birçoğu bir baş kasını lıarekete geçirmeyi amaçlar.
GÖSTERGEBİLİM YAZILARI
21
Sözce tümceden ayrıdır. Sözce iletişim amacıyla bir kişi tarafın dan söylenir ya da yazılır. Halbuki tümce dilbilgisi bağlamında ele alı nan soyut ve bağlam dışı bir örnektir. Yine tümce, dilbilgisi kuralına gö re bir ad dizimi ve eylem diziminden oluşan bir yapı olarak hazırlanmalıdır. Halbuki belli bir iletişim bağlamında üretilmiş bir sözce, bit memiş bir yapı da olabilir. Yani, dilbilgisi açısından eksik bir tümce, hatta yanlış bir kullanım da sözce olarak değerlendirilebilir. Geçmişten süregelen olaylar da şimdiki zaman kipiyle anlatılır. İki yıldan beri kitap yazıyor. Yıllardır Fransızcaya çalışıyorum. On günden beri kar yağıyor. Tahir Necat GENCAN (1979) Dilbilgisi, Ankara: TDK Yay. s. 279.
Bu tümceler belli bir bağlam içinde üretilmemiştir. Bu nedenle sözceleme durumuyla ilgili bilgilere okuyucu (alıcı) sahip değildir. Ör neğin “iki yıldan beri”, “yazıyor = o”, “çalışıyorum = ben”, “yıllardır”, “on günden beri” gibi sözceleme belirleyicilerinin konuşan özneye bağlı olarak bir anlamı olacakür. Ancak buradaki tümceler, böyle bir bağlam dan yoksundur ve dilbilgisinin belirttiği biçimde düzenlenmiş dilsel ya pılardır. Aynı tümceler, belli bir özne tarafından belli bir uzam ve za man içinde söylenmesi durumunda sözceye (söylem ya da anlatı) dönü şür. Konuşmak ya da yazmak, bir sözceleme edimi yapmak ve bir sözce üretmek demektir. Tümce bağlamında özne, kendine özgü, durumlarım ve özellikle rini tümcenin yükleminde ve tümcenin diğer bazı öğelerinde gösterir. Özne ile yüklem; kişi, sayı bazen de tür bakımından birbirleriyle ilişki içindedir. Eril ya da dişil olması (bazı diller için geçerlidir), tekil ya da çoğul olması, eylemi yapma arımdaki zamansal durumu gibifıesnel yön ler, Öznenin, tümce bağlanımdaki nesnel yönleridir. Bir tümcenin doğru olup olmaması dilbilgisi açısından önemlidir. Tümcenin üretildiği dile ait dilbilgisi kuralına göre “ad dizimi-eyleın dizimi-ad dizimf’nden oluşan bir tümce doğru ya da yanlış olarak kabul edilebilir, örneğin “Bir çocuk ağaca çıkıyor.”, “Çocuk ağaca çıkıyor.”, “Bu çocuk ağaca çıkıyor.” tümceleri dilbilgisel açıdan doğrudur. Ancak, sözceleme açısından “bir çocuk”, “çocuk” ve “bu çocuk” arasında ayrım vardır, çünkü her birinin ğöndergeleri farklıdır. Örneğin, sözlü dilde “çocuk” ve “bu çocuk” kullanımında, vericinin parmağı, kaşı ya da eliy le yaptığı hareketin anlamı da bildirinin içerisindedir. “Çocuk” ya da “bu çocuk” kullanımında, verici ve alıcının bildiği bir özne söz konusu dur. “Çocuk” ya verici ve alıcının yanındadır (görebildikleri bir uzam
22
V DOĞAN GÜNAY
dadır) ya da her ikisi de hangi çocuktan söz edildiğini bilmektedir. Ör neğin, iki hekim (verici ve alıcı olarak) daha önceden kendisinden ko nuşulmuş hasta bir çocuktan söz ediyor olabilir. Bu tür durumlarda, durumsal gönderge (fr. reference situationnelle) ya da söylem dışı gönderge (fr. reference extra-discursive) söz konusudur. "Bağlamsal ya da söylem dışı gönderge,. sözceleme dışındaki bağlam içinde, bir göndergenin doğrudan belirtilmesi ve adlandırılmasıdır” (Perret, 2000:16). Yukarıdaki örnekte, ad dizimi (çocuk, bir çocuk, bu çocuk) gerçek dünyadaki bir nesneye gönderimde bulunur. : 1. 2. Verici - Sözceleme ilişkisi İletişim kurandan açısından, bir bildiriyi alıcısına aktarmaya çalı şan özne, üretilen her bildirinin sözceleme aşamasından sorumlu bir kimliktir. Bu sorumluluk, bildirinin üretilmesinden başka, bildirisi ile olan ilişkisine göre, içeriğinden de sorumlu, olmayı gerektirebilir ya da gerektirmeyebilir. Sözceyi kendi sözceleme durumu içinde üreten SÖ ile ürettiği sözcesi arasında, sözcenin üretilmesi açısından doğrudan ilişki vardır. V'' " Sözce, SQ5ye ait dil dışı bir gerçekliğe (kişi, süre ve uzam bakı mından) yerleştirmeyi varsayar. Dilsel yerleştirme, sözcedeki özneyle ilgili belirleyicilerde görülür. Sözce, dil dışı gerçeklik olarak tanımlana bilecek sözceleme durumuna gönderimde bulunan birçok öğe içerir. Sözceleme belirleyicileri (fr. deictiques) olarak; kişiyi belirtenler (kişi adları/adıllan, belgisiz adıllar, iyelik adıl ve sıfatları vb.), zaman belir leyicileri (eylemin dilbilgisel zamanı, zaman belirteçleri vb.), yer ile il gili belirticiler (yer belirteçleri), beğemne/beğenmemeyi gösteren ey lemler {sevmek, nefret etmek, beğenmek, beğenmemek vb.) sıralanabilir (A. Kıran, 1995: 195). Bu belirticiler, vericinin varlığını ve konumunu, alıcısıyla olan ilişkisini ortaya koyar. İyelik sıfatları bir nesneye sahip olmayı belirtir. İyelik adılları ise, bir balama artgönderimsel duruma bağlı olarak kullanılır. “(Benim) ara bam” sözcesinde öznenin varlığı, iyelik sıfatı ve Türkçedeki nesnenin sonundaki iyeliği belirten biçimbirim ile belirtilir. Ancak iyelik adılım anlamak, dalıa Önceki bir sözceye gönderimi gerektirir: “Ayşiriiıı ara bası kırmızı, seninki yeşil” sözcesindeki “seninki (=senin araban)” du rumsa! göndergeden, metin içi.bağlamdan çıkarılabilir. Bu da bir artgönderimdir. t.
GOSTERGEBILIM YAZILARI
23
SÖ, sözce öznesiyle aynı olduğu yapılarda, bildirinin üretil mesinden sorumlu özne durumundadır ve kendi söyleminde kimliği, öz nelliği / nesnelliği ile ilgili birçok yönünü ortaya koyacaktır. Farklı söylemsel görünümleri üzerine almış da olsa, SÖ, toplumsal değerleri ve kendi ruhsal yönünü göz önünde bulundurarak, sözcesinin üreüminden sorumludur. Sözceleme durumu yalnızca yer, zaman, sözceleme eyleyenleri, kipsel yapılar, izlek vb. ile sınırlı değildir. Başka öğelerden de söz edilebilir. Sözceleme durumu, özneye ait ruhsal yön ile ilgili olduğu gibi, toplumsal yönle de ilgili olabilir. Sözcenin üretilmesi aşamasında SÖ, bildiriyi fiziksel anlamda üreten öznedir. Bu sorumlu luk “seslemenin fizyolojik görünümünden, psikolojik güdülerden geçe rek, sözcenin maddi ve sosyal çevresine değin uzanır” (Maingueneau, 1997: 2). Bütün bu yönler üretilmiş sözceye de yansır. Eğer SÖ aynı zamanda sözce öznesi ise, söylemin fiziksel olarak üretilmesinden baş ka, söylemin anlamından da sorumludur. SÖ, söylem içindeki sözcükle rin düzenlenmesinden bürünsel özelliklere, yazılı anlatımdaki noktala ma işaretlerinden kiplerin kullanılmasına,' sözceleme durumuna bağlı olarak kendi belirleyicilerini seçmeden sözcüklerin seçimine değin her türlü söylemsel özelliklerden sorumlu olacaktır. Sözcelemede (özellikle sözlü anlatanlarda) bürünsel özelliklerin ne denli önemli olduğu bilinir. Bürünsel Özelliklerle ilgili ayırt edici yönlere-bakıldığmda, örneğin söz lü dilde Önemli bir yeri ve işlevi olan vurgunun, tümcenin sonunu ve tümcedeki üstelenen hangi öğenin öne-çıkarıldığı alıcı tarafından sezin lenebilir. Tümcenin sonu vurgu ile belirlenir. Buradan bazı tümce türleri de belirlenebilir. Örneğin vurgusu aşağı doğru olan bir tümce, bildirme tümcesini (fr. phrase assertive); vurgusu yükselen, sonuçlanmamış bir tümceyi belirtir. Yine soru tümcelerindeki vurgu diğer anlatımlardan farklıdır. Günlük konuşmaları düşündüğümüzde her şeyin sözcüklerle belirtilmediğini fark ederiz. Bir ses tonu birçok sözcüğün yerine geçebi lir. Örneğin aynı sözce: Doğrulamaya yönelik, kam belirten, onaylayıcı, soru belirten, buyurgan, hüküm bildiren, kuru, öneride bulunan, yansız, yinelenen, ikna edici, vurgulanan, ısrarcı, yalanlayan, can sıkıcı, açık lama yapan, sabırsızlık belirten, bilgi veren, kışkırtıcı, güvence veren, kuşku uyandıran, uyarıcı, kararsızlık belirten, yargı bildiren, kaygısızlık belirten, suçlayıcı, eleştirici, övücü, sızlanma belirten, doshj^j^iakla= , şım, sinirli bir yanıt gibi yaklaşımlarla değişik anlamlar | biçimde söylenebilir. Tümcedeki değişik türden vurgular özellikler, verici ile alıcı arasındaki ilişkiyi ve vericinin biı rini de ele verir: Birini çağırma ile birine yanıt verme ayı maktadır. Yine dolaylı anlatanlarda, aktarılan söylemin
V DOĞAN GÜNAY
24
sözcesinden biraz farklılık göstermektedir. Serbest dolaylı anlatımlar, alıntılan daha vurgulu söyleyerek sözcedeki di! düzeylerini belirtir. Her sözce, kullanımla ilgili bir dilsel yerleştirme ve dil bağla mında yapılan bir etkinliktir. Kendini yansıtma biçimleri çeşitli aşama larda ve düzeylerde olabilir. Verici ile alıcı arasındaki dilsel ya da diîdışı iletişimi belirten sözceleme olgusu, vericinin değişik parametrele rini yansıttığı bir edimdir. Ancak, bazı sözceler iki özne arasında ger çekleşmeyebilir. Monolog ve günlük (fr. jounal intime) türü sözcelerin belirgin bir alıcısı yoktur. Bir iletişim olgusu olarak ele alındığında, bu tür sözcelerde aynı kişinin hem verici hem de alıcı olduğu kabul edilebi lir.
1. 2 . 1. Adıl Kullanımı Bir sözcede, sözceleme (bu sözcenin bir kişi tarafından gerçek an lamda alıcıya aktarılması durumunda söylem Öznesi için de benzer du rum geçerli olacaktır) öznesi, varlığını en belirgin biçimde adıllarla gös terir. Benveniste, üç temel adılı (ben, sen, o, ve çoğullan biz, siz, onlar) sözcelemedeki özellikleri açısından ikiye aymr (1983:99). Bir yanda sözceleme durumundaki adıllar (ben, sen) ve diğer yanda sözceleme du rumu dışında değerlendirilebilecek üçüncü tekil kişi adılı. Kısaca, sözceleme durumu temel olarak dört öğeyi belirtir: SÖ.(ben), sözceleme zamanı (şimdi), yeri (burada) ve sözcelemenin alıcısı (sen). .Bu-açıdan “o” üçüncü tekil kişi adılı, sözceleme durumu içinde yer almaz ve “ben” ile “sen” adılından farklıdır. Sözcelemenin söylemsel Öğeleri (fr. embrayeur) olan “ben” ve “sen” adılları, sözceleme durumu içinde ke sinlikle belli iken, üçüncü tekil kişi adılı “o” sözceleme içinde belli ola bilir ya da olmayabilir. Her bakımdan üçüncü tekil (ya da çoğul) adılı, diğerlerinden farklıdır. “Ben” ve “sen” adılı kişiyi belirtirken, “o” adılı bir sözcede kişiyi belirtir ya da belirtmeyebilir. İletişim kurmayı ve sür dürmeyi belirten ilişki işlevi bağlamında düşünüldüğünde, “ben” ve “sen” adıllarının zorunlu olarak sözceleme durumda bulunması ve göndergelerinin görülebilir olması gerekirken, “o” adılı için bu durum ge"çerli değildir. “O” adılının göndergesi sözceleme durumunda görülebilir ya da^görülemez, sözceleme durumunda bulunur ya da bulunmaz. Bu durum SO^ıîümyetkesindedir. “Ben” vö “sen” konuşan (ve dinleyen) özne olarak söyleiüsel anlamda kişi olurken, üçüncü tekil kişi adılı için böyle bir zorlama yokturi-Konuşan ve dinleyen özneleri belirten sınırlı sayıda sözcük grubu (ben, serifvarken, “o” adılına gönderimde bulunan
GÖSTERGEBİLİM YAZILARI
25
çok değişik dilsel yapılar vardır. (O, çocuk, palto, babamın arkadaşı, ki tap, kedinin kuyruğu vb.). Bu nedenle, üçüncü tekil kişi adılı olan “o” adılım Benveniste, “kişi olmayan” (fr. non-personne) olarak tanımlar. Çünkü bu adıl ve değişkenlikleri (onun, ona, onunla, onsuz, onu vb.) bir inşam gönderimde bulunabileceği gibi, bir nesne ya da hayvana da gönderimde bulunabilir. Bağlam açısından da bu iki grup adıl arasında farklılıklar bulunur. “Ben” ve “sen” adılı konuşan ye dinleyeni belirtir ken, “o” adılı bağlamdan çıkartılabilir. Bu, bazen kurmaca bir anlatıda metin içi göndergeden, söylemde ise artgönderimden (fr. anaphore) çıkarülabilir. Her dilin kendi kullanım olanakları içerisinde değişik kullanım bi çimleri olabilir. Türkçede, üçüncü tekil kişi adılı kullanarak da “sen” ikinci tekil kişisine seslenilebiîir. Dildeki bazı kullanımlar buna olanak verir. Örneğin “(sen) nasılsın?” yerine “Bugün küçük beyimiz nasıl ba kalım?” türü bir anlatımda bunu görebiliriz. Yine Türkçede adıl yerine kullanılan nesnenin eril ya da dişil olması sadece üçüncü tekil kişi adılı yerine kullanılan “erkek” ve “kadın” sözcüklerinden öğrenilebilir. Yani birinci ve ikinci tekil kişi kullanımlarının hiçbir durumunda bu özellik belirtilemez. “Ben” ve “sen” adıllarının bazı ortak yanlarından söz edilebilir: Bu iki adıl gerçek kişilerdir. Yani bir sözcede konuşan ve dinleyen ki şilerdir. “O” ise, sözcede kendisinden söz edilen kişi ya da nesnedir. Üçüncü tekil kişi adılı “o” bir sözcede kişiyi belirtebilir, ancak konuşma hakkı yoktur. Sözceleme durumu değişip, “o” SÖ olduğunda, son du rumda kendi sözcesinin vericisi (ben) olacaktır. Sevgili Attilâ, “Sevgi11 üzerine yazılan hiçbir yazıyı okumadım. Okuyamadım. Başladıklarım oldu, ama sürd üremedim. Çünkü onun hakkında kimsenin yazı yazmaya hakkı yok gibi geliyordu bana. İçerde ve sürgünde, olmadığı 1971-1972 yılı pazarlarını ansıyorum. O, Ülker, ben ve oğlum tan. Uzun uzun yemek yer ve onu dinler dik. O sıralar içindeki “serseriyi nasıl bastırmayı başardığım da ansıyorum. Sevgi'yi neredeyse pasaklı bir militan haline sokacaklar! Bir tek senin yazını okudum. Sağ ol! Sevgi için de, senin için de “anıt'1 bir yazı! "Anıt" çünkü gerçek, hiçbir abartma, ülküleştirme çabası yok da ondan. Sevgi'nin abartılmaya, kendinde olmayan değerlerle bezendirilmeye ihtiyacı yoktu! Senin dışında herkes onun sevmediği bu ’şey'i yaptı.
26
V. DOĞAN GÜNAY
Yazıyı biraz önce yüksek sesle Ülker'e okudum. Birlikte ağladık. Sevgi de ağlamayı bilirdi. O, ikimizin, Dikerle benim, yeryüzünde gerçekten sevdiğimiz ve bizi sevdiği için de onurlandığımız, dolay sız, az eksikli bir insandı. Ben Sevgi'yi hep kendisi gibi düşündüm yazı yazdığı pek az aklıma geldi. Yazı .yazmak, çoğunun aksine, kendini aşmak gibi bir şey değildi onda. Doğaldı. Belki bu yüzden bir yazar olarak düşünmüyorum onu. Yazmamış, olsaydı hiç eksilmezdi! . "Sevgi, üşüyecek" Çok uzun yıllar önce, sabaha karşı Çankaya’ dan, karlar içinde, çete yürüyüşü inişimizi ansıyorum Kızılay’a. Herkes birşeyinî yitirmişti. Ankara’ya bir daha öyle kar yağmadı. Sağoİ! Sağlık, mutlu ve verimli bir 1977 dilerim. (01. 01. 1977)
(Özdemir İNCE, Atılla Ilhan’a Mektuplar, Derleme, Otopsi Yayınlan, Mektup Dizisi, İstanbul, 2001). Burada SÖ’yü ve sözcelemenin alıcısını (sen) bilebiliyoruz. Yine üçüncü tekil kişi adılı “sevgi =■o” bağlamdan çıkarılabilir ve sözcelemede yalnızca adından söz edilebilir. Halbuki SÖ ve alıcısı, sözcelemenin içindedir. Bu durumda “ben” ve “sen” adılı bir nesneyi belirtmez. Kişileri belirtebilir. Halbuki “onun”, “o”, “Ülker”, “oğlum Tan”, “onu” “militan M ine sokacaklardırlar”, “kendinde olmayan=p”, “onun”, “onda” gibi kullanımlar yalnızca metin için artgönderimle anlaşılabile cek üçüncü kişi adılıdır ya da onun belirten başka sözcüklerdir. Örneğin “"Sevgi" üzerine yazılan hiçbir yazıyı okumadım” 'sözcesindeki “o = sevgi”nin neyi belirttiği ancak bağlamdan çıkabilmektedir. “Ben” ve “sen” adılları tek bir özneyi belirtir. Sözceleme açısın dan bir tek “ben” ve bu öznenin seslendiği bir tek “sen” vardır. Ancak “o” adılı birçok şeyi belirtebilir. Yakandaki örnekte “o” adılı, “Sevgi, Ülker, yazı, oğul” gibi değişik kişi ya da nesneyi belirtmektedir. Bu iki tür adıl arasındaki bir başka farklılık ise, “ben” ile “sen” arasında sıra ile yer değiştirme vardır. Aynı durum “o” için geçerli değildir. Beri ile sen arasında öznellik bağlaşımı (fr. correlation de subjectivite) vardır (Perret, 2000: 46). Birisi konuşandır, diğeri de dinleyen öznedir; Ben ve sen adıllanmn çoğulu olan “biz” ve “siz” adılının kullanı mında da farklılıklar vardır, örneğin bilimsel bir makalede SÖ» “bu ça lışmada şu durumu ele aldık” derken aslında tek bir kişi olarak bunu söylemektedir. Benzer kullanım siz adılı için de görülebilir. Nezaket ku ralları içinde söylenilen kullanımlarda sen yerine siz adılı kullanılır. Bunlann dışında kullanılan (aslında bu kullanımlar için de geçerli olan)
GÖSTERGEBİLİM YAZILARI
27
"biz" adlimin kullanımlarında her zaman “ben" adılı vardır. MaingueneaıEya göre biz ve siz adılları şu tür durumları belirtir (1999: 22-23): Biz; ben + ben (+ben...) Biz: ben + sen (+sen„.) Siz: sen + sen (+sen,„) Siz: sen + o (+o...). Özne, birinci tekil kişi adılı kullanarak kendini ortaya koyabile ceği gibi, nesnelliğini belirten başka sözcük ya da sözcük grubu kullana rak da kendini ortaya koyabilin Özellikle kendisinin yarlığını, düşünce sini, savını belirten dilsel yapılan kullanabilir. Söylenenin kaynağını be lirten tümleçlerden bazdan şunlardır (Le Goffıc, 1994: 461): Bana göre, bana kalırsa, bence, kendim, bizzat kendim, mademki düşüncemi soruy orsim, benim düşünceme göre, benim bilgime göre, bildiğim kadarıyla, benim bilgi kaynaklarıma bakılırsa, deneyimlerime göre vb. Bir söy lemde (anlatıda ya da konuşmada) konuşan ya da düşünen bir kişi oldu ğu andan itibaren, bir SÖ'nüıı varlığı kabul edilir, metinde SÖ’nün ro lünü üslenen (anlatıcı, SÖ, sözce öznesi ya da bir başka kişi) bir kişi bu düşünme görevini de üslenmektedir (A. Kıran, 1995: 200). “Bana göre” diye konuşan özne, kendi düşüncelerini ortaya koyacaktır ve kendi değer yargılan ile birlikte sözcesini oluşturacaktır. "Farklı nedenlerle birçok kez dile getirdiğim, beni yakmdan iz leyenlerinse, haklı oiarak biraz sikilmiş olabilecekleri, kendim için seçtiğim bir “doğruyu51, ne yazık kî burada bir kez daha yinelemek zorundayım: Benim için kitap, her zaman “mimari bir bütünlük”, bir “proje tutarlılığı” demektir. (Murathan MUNGAN (1997) “Üç Kitap İçin Bir Önsöz” Dört Kişilik Bahçe içinde, İstanbul: Metis Yayınları, s. 7)
Bu sözcede verici (SÖ olarak yazar, sözce öznesi olarak, bir ön sözden alıntı olduğuna göre, yine yazar) ile ilgili kendi değer yargılarını ve öznelliğini yeterince görebiliyoruz. Söylem içindeki konuşan özne için de benzer durumlar geçerlidir. Kendini anlatmak için her zaman birinci tekil kişi adılım (ya da bunun denkliği bir başka sözcüğü) kullanır. Yer ve zaman gibi, kişi adılları da, söylemsel öğe (fr. embrayeur) olarak adlandırılır. Her “ben” adılı değişik öznelerde farklı kimlikleri belirtir ve yeni anlamlandırma yaratır. Herkes “ben” ya da “sen” diye farklı bir kişiyi anlatır. Sözceleme kuramında bu adıl yerine göre SÖ’yü ya da sözce öznesini belirtir. “Ben” dediğim kendime bir başkası “sen” der. Mantık sal tanımlamaya göre, “ben” kavramı, “sen” ve “o” kavramma göre var dır. Bu bakımdan iki kişi aynı sözceyi söylemiş de olsa, farklı durum
28
V. DOĞAN GÜNÂY
vardır. Göndergeîeri, yer ve zaman belirleyicileri farklıdır. Her sözcede kullanılan kişi (ben, sen, o), yer (burası, burada, orası, orada) ve zaman (dün, yarın, şimdi, biraz önce, biraz sonra) belirleyicilerinin farklı göndergeleri vardır. Özne, bildirisinin içeriğine göre kendisine, alıcısına ya da bir başkasına gönderimde bulunan adıllar, sıfatlar ya da başka söz cükler kullanır. “Birkaç yıi önce, Doğu Anadolu gezisine çıkan bir tanıdığım, Kars'ta mı, Van’da mı, yoksa daha başka bir yerde mi, sanat değeri olabildiğince yüksek, İşlemeli bir kapı görmüş, eski mi eski... Evin sahibini bulmuş, "Sana yeni bir kapi yaptırsam, bana kapını verir misin?” demiş. Anlaşmışlar. Anlaşmışlar ama, ertesi gün otelin önünde bir yığın “eski kapı" sahibi toplanmış”. (Özdemir İNCE (1993) <4Mersm Idraanyurdu Müdafaası” Dinozorca içinde, İstanbul: Telos yayınlan, s. 9)
Bu sözcenin üretilmesinden sorumlu SÖ Özdemir İnce’dir. Sözce öznesi ise, sözce içindeki eylemlerden ve durumlardan sorundu ve SÖ’den farklı bir kişidir: Bir tanıdıktır (yani üçüncü tekil kişi). SÖ “bir tanıdığım” diyerek kendisini, oluşturduğu sözcesi ve sözce öznesinle ilişkilendirmişîir (Yukarıda da belirtildiği gibi bu tür tutumlar SÖ’nün kendi yetkisi içindedir). Kullanılan zaman açısından, SÖ sözcenin doğ ruluğundan kendisinin sorumlu tutulmayacağım göstermiştir. Yani, du yulan geçmiş zamanla (görmüş, bulmuş, demiş, toplanmış), kendisinin olaylardan sorundu olmadığım, ancak duyduğunu ortaya koymuş olur. Yine sözcenin SÖ tarafından üretilme zamanı (şimdi) ile sözcedeki ola yın geçtiği zaman (birkaç yıl önce) da açıklamadan aıdaşdabilmektedir. Kısaca, sözceleme zamanı ile sözce zamanı çakışmamaktadır. "Okura ulaşmış bir yapıt tümüyle yazarın değildir artık, bir bakıma aynı yapıt da değildir; doğru ya da yanlış, öznel ya da nesnel, tinsel ya da özdeksel, her türlü yoruma açık olması nedeniyle, çoğu kez yazarın büe usundan geçirmediği, gizli anlamlarla yüklü, karmaşık bir alandır" (Tahsin YÜCEL (1983) Yazın ve Yaşam, İstanbul: Yol Yayınları, önsöz)
Bu alıntıda, SÖ (Tahsin Yücel) kendi sözcesinde (ve alıcısına ak tardığına göre söyleminde) sözcenin üretilmesinden sorumludur. Bu sözcenin öznesi, “yapıt”tır; içerik açısından da, bir durum sözcesi ol duğu görülmektedir. Yani yapıtla ilgili bir durumun saptanması söz ko nusudur. Bu durumun doğruluğu ya da yanlışlığı da sözce öznesi (yapıt) ile ilgilidir. SÖ, yalnızca sözcenin belli bir sözceleme durumundan üre tilmesinden sorunludur (Ancak sözce öznesi bir nesne olduğundan, yo rumlamadan da bir bakıma SÖ sorumludur denilebilir).
GÖSTERGEBİLİM YAZILARI
29
1.2. 2. Zaman ve Uzam Kullanımı Sözceleme durumu olarak adlandırılan zaman, yer ve eyleyenler bir sözcenin anlaşılması için zorunlu öğelerdir. Bu üç öğe her sözcelemede vardır. Bu belirleyicilerin bilinmesi sözceleme eyleyenleri (verici ve alıcı) için olduğu kadar, sözce karşısında bir seyirci konumunda olan, ancak üretilen sözceyi anlamaya çalışan bir kişi için de gereklidir. Her sözce belli bir zaman diliminde ve belli bir uzam (alıcının sözcesini ürettiği uzam) içinde üretilir. Oluşturulan her sözce, üreten ki şi açısmdan “özel bir konum içine yerleştirilmiş, yaşanmış bir durumun parçasıdır” (Gardes-Tamine, 1990: 8). Her sözce yaşanılan şimdiki za man içinde üreülir (Üretilen sözcenin geçmişteki ya da gelecekteki bir zaman diliminde olması bu durumu değiştirmez). Sözceleme konumuna özgü yer ve zaman belirleyicileri, bazen sözce için de geçerli belirleyiciler olabilir. Örneğin “bugün” diyen bir SÖ’nün sözcesi, onun konuşma anım (“bugün” olarak adlandırdığı gü nü) bilmeden anlaşılamaz. “Bugün” kavramı, “dün” ve “yarın” kav ramına bağlı olarak içinde yaşanılan bir zaman parçasını belirtir (Ancak, sözceye ait, sözceleme zamanından farklı bir zaman da kullanılabilir). S ö değişik zaman belirleyicileri arasından “şimdi, bugün, şu anda, şu sırada” gibi belirleyicileri kendi durumuna uygun olduğu için kullanır. Geçmiş ve gelecekle ilgili belirleme de, yaşanılan şimdiki zamanı göz önünde bulundurularak yapılan bir zaman saptamasıdır. Sözceleme açısmdan temel zaman, sözceleyenin konuştuğu şimdi ki zamandır. Sözceleme edimine bağlı olarak sözceleyen, oluşturduğu sözcesini belli bir zaman dilimi içine oturtarak alıcısma aktarır, örne ğin, “Bugün kendimi mutlu hissediyorum” belirme sözcesindeki “bu gün” (ve şimdiki zaman eylem çekimi) kavramım bilmek için konuşma zamanını bilmek gerekiyor. Zaman belirleyicilerinin hepsi sözceleme zamanına (SZ) bağlı ol mayabilir. Örneğin “Hakan bayram ertesi işe başladı” sözcesindeki “er tesi” kavramı SZ!ye gönderimde bulunmaz. “Ertesi” blçimbirimi, bu sözcedeki sözdizimsel yapı içindeki noktasal bir zamana (bayram) bağlı olarak anlamlandırılır. Ancak, “başladı” eylem zamanı, SZ'ye göre ya pılan bir belirlemedir. SZ’den daha önce olmuş bir durumu belirtir. Bu açıdan Maingueneau, sözcedeki zaman belirleyicilerinin İki türde olaca ğım söyler (1999:37): Birincisini, belirleyici (fr. deictique); İkincisini İse, belirleyici olmayan (fr. non-deîctique) biçiminde tanımlar. Belirleyici
30
V. DOĞAN GÜNAY
ler, SZ’ye gönderimde bulunur. Belirleyici olmayanlar ise, sözce için deki herhangi bir noktasal zamana (Z) gönderimde bulunur. Belirleyi cilerde SZ ile Z çakışır, yani sözceleme zamanı ile sözce zamanı üst üs te gelmiştir. Belirleyici olmayanlarda ise Z ile SZ’nin, öncelik ve sonralığa göre çakışmadığı durumlar olabilir. Sözceleyen, bulunduğu yer ve konuma göre, sözcesinde kullandığı nesneleri belli bir uzama yerleştirir. Bu nesnelerin kendisine olan uzakhğı/yakmlığı sözceleyenin kullandığı gösterme sıfatlan ve adıllanndan anlaşılır. Dilimizde kullanılan; "bu, şu, o, bunun, şunun, onun, bunu, şunu, ona, bunda, şunda, onda, bundan, şundan, ondan, bunca, şunca, onca, bununla, şununla, onunla, bunun için, şunun için, onun için, bu nun gibi, şunun gibi, onun gibi vb.” sözcükleri, sözceleyen ile sözce sinde kullandığı nesnesi arasındaki ilişkiyi uzamsal açıdan bildirir, il zamı gösteren belirleyenler (fr. determinant) İki türde olabilir (Maingueneau, 1999: 34): Durumsal belirleyici (fr. deictique situationnel) ve artgönderinısei belirleyici (fr. deictique anaphorique). Örneğin "şuna bak” sözcesindeki "şu” gösterme sıfatı durumsal belirleyicidir. “Sinan çok sorumsuz. Bu durum beni üzüyor” sözcesindeki “bu” göstericisi artgönderimsel belirleyicidir. Aynı biçimde "Bu kitabı alıyorum”da du rumsal belirleyici, "«Bıyık Söyîencesi»ni okudum. Bu kitabı çok sev dim” sözcesindeki “bu” artgönderimsel belirleyicidir. Durumsal belirle yici genellikle vericinin iletişim durumunda, alıcısının anlamasına yar dımcı olmak için bedensel davranışlarla (jestle, el işareti ile) desteklenir. Kısaca uzamı belirten bu göııdergeler, bağlam ya da dil dışı durumlara gönderimde bulunmasına bağlı olarak algılanabilir. Dil dışı bir duruma gönderimde bulunan gösterme sıfat ve adılları, vericinin yapacağı jestle desteklenen, konuşma zaman ve uzamındaki gerçek bir duruma gönde rimde bulunur. Söylemse! bağlam içinde kullanılan sıfat ve adıllar ise, kendisinden önce ya da sonra gelen bir kavrama gönderimde bulunur. Belirleyiciler olarak tanımlanan bu Öğeler (işaret sıfatlan, yer ve zaman zarflan vb.), kesin olarak sözcelemenin üretim koşullanna gön deren öğelerdir. Sözceleme durumu olan kişi, yer ve zaman belirteçleri gibi söylemsel öğeler (fr. enıbrayeur) ve belirleyiciler (fr. deictique), SÖ’niin, söyleminde kendi varlığını ortaya koymasını sağlar. Sözcedeki belirleyicilerin hepsi konuşan özneye, öznenin içinde bulunduğu yer ve zamana göre değer kazanan göreceli kavramlardır. Belirteçler de uzamsal belirlemeler için kullanılır. Burası/orası, yakm/uzak, aşağı/yukarı, solda/sağda vb. Bu tür belirteçler, vericinin kendi bulunduğu yere göre tanımlamadır. Eğer vericinin konumu bilin miyorsa bu kavramların göstergeleri çok belirgin olmayacaktır. Çünkü,
G Ö STERG EBİLİM Y A ZILA RI
31
hepsi de vericinin bulunduğa yere göre yaptığı belirlemedir. Yalnız, “burada, burası, bura" belirleyicisinin iki farklı kullanımından söz edi lebilir. Birinci olarak vericinin konuştuğu yeri belirtir. “Burası çok sı cak". İkinci olarak da vericinin gösterdiği başka bir yeri belirtebilir. Ör neğin, bir harita üzerinde gösterilen bir uzam için “Burası Akdeniz'in tam ortası sayılır” gibi bir kullanımdaki “burası” sözcüğü, konuşulan uzamı değil haritada gösterilen yeri belirtir. Uzamı belirten bir başka dilsel yapı da “işte?f sözcüğüdür. Verici tarafından kullanılan “işte” belirticisi, alıcının bilmediği bir durumu, gerçek dünyadaki göndergesini göstererek sunma işlevini görür. “İşte beklediğin misafir”, “işte yeni arabam” gibi yapılarda hem uzamsal bir belirleme, hem de alıcıya birşeyi, bir durumu tanıtma ya da sunmadan söz edilir. “İşte” sözcüğü, bilinen bir nesneyi belli bir uzam içinde tut maya da yarar. “İşte” sözcüğü ile verici, ilgili nesnenin alıcı ile birlikte görülecek bir uzam içinde olduğunu da belirtmiş olur. Zaman belirleyicileri sözceyi, SÖ’ye göre değil, sözceleme anma göre anlamlandıran belirleyicilerdir. Karşılıklı konuşmada verici ve alıcı aynı zaman dilimi içinde ve aynı uzamda bulunurlar (ancak, verici ile ahcı arasında bir araç yoluyla iletişim söz konusu ise ya da yüz yüze ko nuşmadan farklı bir durum söz konusu ise, aynı uzam olmayabilir). Kı saca, yer ve kişi adılları SÖ’ye göre anlamlanır. Karşılıklı konuşmada “ben” ve “sen” adıllarının göndergeleri sürekli değişir. Öyleyse, sözceleme durumunun üç temel öğesi; kendi içinde bir karşıtlık oluştu rur. Sözceleme durumu Kişi Süre Uzam
Zamana göre belirleme -
■
Kişiye göre belirleme +
+
_
-
+
Bu tablodan da anlaşılacağı gibi, zaman öznenin dışındaki bir be lirlemedir. Aynı anda iki ayrı Özne konuşabilir. Her ikisinin da ortak bir şimdiki zamanı vardır. Ancak, iki ayrı öznenin kendilerine ait iki ayrı “ben” adılı ve bulundukları yere bağlı olarak iki ayrı “burada” yer be lirteci olabilecektir. Konuşan özne ancak sözel davranışı ile tanımlanabilir. Her bildiri, özne ile ilgili az ya da çok bir ipucu taşır. Benzer türde kanallar kullan
V. BOĞAN GÜNAY
32
mış olsa da, İıiçbir bildiri, diğerinin aynısı değildir. Bu durumda her öz ne farklı olacaktır (en azından sözceleme yeri ya da zamanı değişik ola bilecektir). Bildirinin üretildiği bağlamın yer ve zaman boyutları, alıcı ve bildiri açısından belirleyici özelliklerdir. Yer ve zaman belirteçleri (burası, dün, şimdi,..), eylemlerin zaman ile ilgili çekimleri ve özne ile ilgili durumlardır. 1. 2. 3. Verici —Sözce-Alıcı İlişkisi Dili kendi toplumsal kullanımı içinde kullanabilmek, sözceleme İçin de geçerli bir durumdur. Yine, kişinin dili kendi ruhsal durumları ve bireysel yönlerine göre seçmesi ise sözcelemenin rahbilimsel yönünü gösterir. Sözceleme, konuşan bir özne tarafından sorumluluğu üzerine alınmış, belirgin bir konum içinde yer alan ve sonunda da bir sözce üre timine varan bir söz edimidir (fr. acte de parole). Bir başkası tarafından söylenmiş bir söylemdir ya da söylem parçasıdır. Sözceleme kuramında Benveniste, “sözceleme edimini, sözcelemenin geçtiği durumu ve gerçekleşmenin araçlarım” (1983: 81) göz önünde bulundurur. Bu da söylemin vericisini ve üretimle ilgili durumlarını ortaya koymaktadır. Konuşma eylemi gibi, bir bedensel ya da fiziki eylem de yalnızca bildiri içeriğine göre değil, anlatım biçiminin gücüne göre de işlevi ve SÖ (eylemi üreten kişi) ile ilgili Öznellikleri açısından ortaya konulabi lir. Kısaca, sözlü anlatım ile bedensel anlaüm, aktarılan bildirinin anlam içeriğini oluşturur (Ricceur, 1990: 33). Vericinin etkisöz edimi olarak be lirtebileceği anlatımsal özellikler yalnızca doğal dü sınırlan içinde kal mayabilir. Yani, doğal dilin kullanımında çoğunlukla doğal dili destek leyici /biçimde kullanılan bedensel davranış (jestler, mimikler, el-kol işa retleri vb.) etkisöz edimi tutumunu belirlemede önemli işlevler görür. Anlatım biçimi; yazıda noktalama işaretleri ile, sözlü aktanmda ise, ses tonuyla gerçekleşir. Sözlü dille ilgili her türlü bürünsel özellikler de sözcenin anlam oluşumuna yeni içerikler ve anlamsal yapılar katabilir. SÖ, oluşturduğu sözcenin doğru olduğunu, sözcesine katacağı söz cüklerle sağlayabileceği gibi, sözlü dildeki bazı bürünsel özelliklerle de bu durumu gerçekleştirebilir, örneğin, ses tonunu yükseltme ya da alçaltma, vurgulama, ton ve ezginin kullanılması ile bir sözcenin doğru luğu ya da başka Özelliği belirtilebilir. Yine, her dilde sözcenin doğrulu ğunu belirten, SÖmüıı doğru söylediğini belirten sözcük gruplan da vardır. Türkçede bir söylemin doğruluğunu belirten tümleçlerden bazıJan şunlar olabilir: İçtenlik!e, açık yüreklilikle, samimi olarak, içten ol mak gerekirse, candan olmak gerekirse, samimi olarak, gerçeği söyle-
GÖSTERGEBÎLİM YAZILARI
33
menü isterseniz, yalana gerek yok, onurlu bir şekilde, herkesin bildiği gibi, hiç kuşku yok ki, muhakkak, gerçekten, hakikaten, oysa. Bu tür sözcüklerle verici; içtenliğini;, gerçeğe uygun olduğunu belirtin bildiri nin doğruluğunu üslenir. Dilbilgisel zamanlarla ilgili olarak, süreli ya da sınırlı görünüşleri (fr. aspect) kullanma öznenin tutumuna ve oluşla belirtilen eylemin ya pısına2*5 bağlıdır. Kuşkusuz, eylemi kullanan özne kendi durumu, beklen tisi ya da tutumuna göre bir anlatım biçimi seçecektir. Özne, kullandığı eylemlerin anlamsal özelliğinden, kullanılan dilbilgisel durumlardan ya rarlanarak, oluşturduğu sözcesindeki durumla ilgili bilgiler de verebilir. Görünüş, vericinin sözcesindeki eylemle ilgili yansıttığı tutumu belirten dilsel özelliktir. Kısaca, eylemin belirttiği durumları açıklayan şu türden görüşler söz konusudur: bitmemiş görünüş (fr. aspect İnaccompli) "Şu anda mektup yazıyo rum", bitmiş görünüş (fr. aspect accompli) “Bu filmi daha önce gör dük", sürerlilik görünüş (fr. aspect duratif) “yaşıyorum", "hâlâ uyu yorsun" Benzer şekilde bazı olasılık anlamında da sürerlilik anlamı görülebilir: “Tren kaçmış olmalı" (Herhalde tren şu anda gitmiştir), “Çocuk televizyon izliyorduk‘ (Şu. anda televizyon izlediğini sanıyo rum), bir an süren görünüş (fr. aspect instantane) “Attan düştü", sı nırsızlık görünüşü (fr. aspect statlf) “Dünya dönüyor", başlama gö rünüşü (fr. aspect İncohatif) *Romanı okumaya başlıyorum" ve bit meye yönelik görünüş (fr. aspect terminatif) “Kitabı bitiriyorum" gibi görünüşleri özne kendi sözcesine ve durumuna uygun olarak kul lanabilir. Eylemlerin görünüşü gibi, oluşları da alıcı açısından an lamlı olabilmektedir. Örneğin noktasal oluşta (fr. proces ponctuel) eylem bir kez olmaktadır. “Atatürk Selanik'te doğdu". Yinelenen bluşta (fr. proces repetitif) düzenli olmayan bir yinelenme söz konu sudur “Ayşİn’İ görmek için on kez geldim". Son olarak da düzenli yinelenen oluşta (fr. proces iteratlf) eylem düzenli bir biçimde yine lenir: “Her akşam Ayşİn'İ görmeye geidim". Ama, tümcedeki oluş her zaman başka öğelerle belirtilmektedir. Yani, tümce tek başına oluştan meydana gelmemektedir
2 Yeryüzünde konuşulan lıer doğai dilde eylemlerin anlamlarından kaynaklanan özellikleri olabilmektedir. Bazı eylemlerin verici tarafından söyleminde belirtilmesi ile, eylemin gerçekleşmesi aynı anda olur (anlamak, düşmek), bazı eylemler anlık durumları (sıçra mak) belirtir. Bazen eylem sürerİİIiğİ kendi anlamında taşır (“Özge uyuyor’, “dünya dönüyor”). Her eylem bu tür özellikler taşımasa da, konuşulan lıer dilde bu tür özel likleri olan eylemlerin varlığı bilinmektedir.
34
V. DOĞAN GÜNAY
Sözce öznesi, sözce içinde değişik durumlarda bulunabilir. Yani aym özne eylemlerin anlamsal ve kullanıma bağlı durumlarına ya da öznenin nesnesi ile olan durumuna bağlı olarak, sözce içindeki özne ko numunda farklılıklar görülebilir. Birçok dilbilim kuramındaki özneyle ilgili sınıflandırmalarda, eylemle özne arasındaki ilişkiye göm yapıl maktadır. Söz konusu ilişki, öznenin işlevi olarak tanımlanabilir. Bu bağlamda, öznenin yaptığı işe bağlı olarak yapılabilecek bir işlev terimi “kılıcı özne (fr. ageııt) ya da etkilenen Özne (fr. paîient) durumundaki eyleyen-kişinin görüntüsü içinde durum” (Adam, 1990: 37) olarak ta nımlanır. Özne (özellikle canlı özne) her zaman yaptığı bir eylemle kim lik kazanır. Bir özne ile ilgili yapılan yorumlar gerçekleştirdiği eylemler ile, öznenin söylemiyle olan ilişkisine göredir. “Hatice (Al) kocasını (A2) oklava (A3) ile dövüyor (E)” türü bir tümcedeki Hatice, tümcedeki yaptıklarına göre tanımlanabilir. Ömeğinbazı mantıksal belirlemeler ve toplumsal bilgilere göre A2, A Fin kocasıdır ve A2 erkektir. Al ise kızgın bir kadındır. A3 mutfakta çoğunlukla Al tarafından kullanılabi len bir araçtır. Al, A3 yardımı ile eylemi gerçekleştiriyor. Burada Al, eylemle (E = dövmek), A2 ve A3 ile olan ilişkisine göre bir işlev kaza nıyor. Bazı eylemlerin özneleri, edimi kendileri gerçekleştirmez, başkasına yaptırırlar. “Kız ağladı” tümcesinde ağlayan kızdır. Ama “kız ağlattı” tümcesinde, özne belli olmasa da, ağlatma edimini yapan özne değildir, nesne durumundaki kızdır. Ağlama eylemim bir başkasına yaptırıyor. Sözce öznesinin (SÖ, kendi yetkisini ve gücünü sözce öznesine vermediği durumlarda) yetkisi ve gücü sınırlıdır. Yani tümcedeki ey lemi yapmakla/yapmamakla görevlidir. Bu durumdaki sözce öznesi, sözcenin üretilmesinden, sözce İle veri ya da sözce ile alıcı arasında oluşturulabilecek ilişkilerden sorumlu değildir. Buna karşın, sözcenin somut olarak üretilmesinden sorumlu SÖ’nün yetkisi ve gücü çok gen iştir: SÖ’nün, üretim aşamasında sözcüklerin seçiminden düzenler (do ğru bir tümce haline getirilmesine), bazı eylem çekim özellikleriyle söz cedeki durum ya da edimle kendi ilişkisini ortaya koyar. Yine dilin olanaklarından yararlanarak konuşmasını daha önceki bir durumla ilgi lendirir ya da ilgilendirmez. Oluşturduğu sözcesini söylem olarak ak tarması durumunda, bürünsel Özelliklerden yararlanarak (ya da yazılı anlatımda noktalama işaretleri kullanarak) sözcesine yeni anlam katabi lir. Sözceyene her zaman tek bir sözcükle iletişim kurmayacaktır. Bir bağlam her zaman söz konusudur. Bu bağlam sözceleme ile ilgili ol duğu gibi, üretilen sözce ile de olacaktır. Sözce açısından bağlamı be-
GÖSTERGEBİLİM YAZILARI
35
lirtmek, üretilmekte olan sözcenin öncesi ve sonrasını bilmek, sözcenin anlaşılması için gerekli olabilir. Bir konuşmanın öncesinin olup olma dığı, konuşma içindeki çeşitli özelliklerle belli olur. Verici tarafından aktarılan bir sözce, dalıa önceki bir sözceye gönderimde bulunduğunu da kullandığı dilbilgisel Özelliklerle belirtebilir. Örneğin dilimizdeki; ama, ancak, aslında, buna rağmen, bununla beraber, bununla birlikte, çünkü, fakat, halbuki, lâkin, ne çare kİ, nedir ki, ne var ki, neylersin ki, oysa, öyleyse, sonuçta, şu durumda, şu halde, üstelik, ve, veya, ya da, zaten, zira vb. gibi sözcükler bu tür durumu açıklamakta kullanılır. Yine SÖ, söylemin düzenlenişini: Her şeyden önce, başlangıçta, ilkin, ilk önce, sonra, ardından, arkasından, başka bir deyişle, bitirmeden önce, nihayet, sözün kısası gibi anlatımlarla sağlayabilir. Her türlü iletişimde temel olan, vericinin oluşturduğu bildiriyi alı cısına aktarmasıdır. Bu nedenle her sözcelemede az ya da çok verici ile alıcı etkileşim içinde bulunur. Verici ile alıcı arasındaki etkinlikte vericinin şu tür tutumları görülür: Verici, alıcısına göre sözcesinde yer alır, ona bağlı olarak sözce sinde bir konum alır. Alıcısını tanıyıp tanımaması, onunla yakm olup olmaması bu bağlamda düşünülebilir. Sözcesine göre bir durum alır ve bu durumuna göre sözcesini oluş turur. İzlekleştimıe ve sözcesinin içinde bulunup bulunmama, sözcenin içindekilerin sorumluluğunu alma almama bu bağlamda düşünülebilir. Sözceleme koşullarına göre bir duram alır. Alıcısına buyurma, bilgi verme, esinleme gibi kipsel yapılar sözceleyenin kendi tutumları arasındadır. Gerçek dünyaya göre sözcesini oluşturur. Sözcedeki nesnelerin sözce içi göndergeîerinin yanında, gerçek dünyaya gönderimde bulunan yanlan da vardır. Her durumda, sözceleyen; nesneleri, gerçek dünyadaki tanıdığı biçimlerden yola çıkarak kendi sözcesinde kullanacaktır. Geçmiş ya da gelecek sözcelere göre sözcesini oluşturur. Her sözce belli bir bağlam içinde üretilir. Bu sözce bir önceki ya da bir son raki sözceyi de ilgilendirecek biçimde oluşturulabilir. Burada belirtilen her etkinlik sözcede ız bırakır. Yani burada be lirtilen durumlar sözcede belli olur. Bu tür durumlarla verici, sözceleme durumunda ya da oluşturduğu sözcede varlığım ortaya koyar. Sözce aracılığıyla verici, alıcısıyla ilişki kurar. Bu ilişki de bürünsel yanlarla olabileceği gibi, seçtiği sözcüklerle de olabilecektir. SÖ, alıcısı ile olan ilişkisini de sözcesinde dilsel öğelerle belirtebilir. Bir tümcedeki "sen, senin, sana5’ gibi dilsel anlatımlar, vericinin alıcıyla olan ilişkisini ortaya
36
V. DOĞAN GÜNAY
koyar. SÖ:nün alıcısına yönelik seslenmeler (sen, sana, seni) ya da alı cıyla ilişkileri belirten anlatını biçimleri {Aramızda kalsın, sizi incitme den, affedersiniz, bana hak verirsiniz sanırım, beni anlayın lütfen, haşa huzurdan, kusura bakmayın, size duyduğum saygıdan ötürü vb.) sözceleyenin alıcısı ile etkileşim içinde olduğunu belirten dilsel yapılardır. Sözceleme durumunun temel Öğeleri, üretilen sözcenin anlaşılması açısından hem vericiye, hem de alıcıya ekonomik katkı sağlar. “Bugün seni görmeye geleceğim, sonra da buraya geri döneceğim” diyen bir özne, şu tür bir tümceyi ekonoıiıik olarak belirtmiştir: “Burcu 17 Nisan 2002 tarihinde Handemi görmeye gidecek, daha sonra da Burcu evine geri dönecek”. Bu tür uzun bir anlatım yerine, sözceleme durumu Burcu ve Hande tarafından bilindiğinden Hande, Burcu’nun sözcesini anlaya bilir. Bu öğelerin tümü sözceleme durumunu belirtir.
1. 2, 4, Sözceleme Açısından Dolaylı Anlatım Öznenin sözcesiyle ilgili ilişkisi, “uzaklık” (fr. distance) kavramı ile açıklanır. Bu kavram “sözce karşısında konuşan öznenin davranışı bakımından sözceleme sürecini göz önünde bulundurur. Süreç, öznenin kendisi ile sözcesi arasındaki göreceli uzaklık olarak betimlenir. Uzak lık, vericinin sözcesini hangi düzeyde algıladığım belirtmesi ile ortaya çıkan söylemle ilgili tutumdur” (Maingueneau, 1979: 119). Uzaklık kavramı, Öznenin oluşturduğu sözcesi vasıtasıyla kurduğu dünya ile kendi konumu arasındaki ilişkiden yola çıkarak, özne sözcesinin ne ka darına sahip olduğunu/olmadığım ortaya koyar. Eğer, bu uzaklık sıfır ise özne, sözcesinin sorumluluğunu bütünüyle alır. Bu durumda SÖ İle sözce öznesi üst üste gelir, tek bir kişi olur. Tersine, eğer uzaklık çok büyük düzeyde ise özne, sözcesini kendi dünyasından ayrı bir parça ola rak görür. Özne kendisinden tamamen ayrı bir dünyaya bağlı olarak sözcesini oluşturur. Yani özne, sözcesinin aktarılmasından sorumludur, içeriğinden sorumlu değildir. Bu son durum (serbest) dolaylı anlatım larda ve roman anlatısında geçerli genel durumdur. Üç tür sözceleme vardır. Doğrudan, gecikmeli ve dolaylı sözcelenıe (Perret, 2000:11-13). Doğrudan sözceleıııede, verici ve alıcı yüz yüzedir. Her biri konuşma boynmca sıra ile verici ve alıcı olur. Bazı doğ rudan sözcelemede verici ile alıcı doğmdan görüşse de, aynı uzamda değildir. Verici ya da alıcı için, belirgin bir dinleyici ve uzam göz önüne gelmez. Telefon konuşmaları, bir kişi ile yapılan görüşmeler bu türe Ör nek verilebilir.
GÖSTERGEBİLÎM YAZILARI
37
-Öykü yazmaya 70'!i yıllarda başladınız. İlk kitabınız Ağda Zamanı 1979’da yayınlandı. Yirmi yılı aşkın bîr süredir yazın ortamının için desiniz. Sizinle, bu süreci de kapsayan, bir yolculuğa çıkacağız. Yaşamınızın yazıyla/edebsyatla beslenen dönemlerine, öyküdekiromandaki durak yerlerine bakacağız. Kitapla, okuma girişimiyle İlk yüzleştiğiniz anlara dönelim; o ortama, yaşadıklarınıza, ilk tanık lıklarınıza... -Okumaya çizgi romanlarla, Sihirbaz Mandrake, Arı Maya, Uçanadam gibi çizgi roman kahramanlarının dünyasında olağanüstü se rüvenlere dalarak başladım. Okuma hazzını böyle keşfetttlm. Ki tapların, dergilerin girdiği, değer verilip önemsendiği bir evde gö zümü açmam, kitabın insan İçin ihtiyaç olduğunu erkenden öğren meme neden oldu. Babamın devlet memuru olması yüzünden ço cukluğum 'tayin'lerle, bir şehirden ötekine taşınmalarla geçti. Bütün o hafif, portatif eşyalar arasında kitap sandıklarımızın vazgeçilmez yeri olduğunu hatırlıyorum. Ağır karyola başlıkları atılır ya da satılır ama kitaplar öncelikle yüklenirdi kamyona. (Feridun ANDAÇ (Mart-Nisan 2002) Çfoci Aral ile Dünden Bugüne1' Adam Öykü içinde, sayı: 39, s. 54)
Burada yüz yüze yapılan bir görüşme söz konusudur. Her özne kendi konuşmasını kendi sözceleme durumu içinde yapar. "Ben" adılı sıra ile yer değiştirir. înci Aral, kendi sözceleme durumuna bağlı olarak (şimdi ve burada) geçmişte yaşadıkları durumları belit uzam ve sözceleme zamanı olan şimdiki zamana göre yerleştirerek anlatmakta dır. Gecikmeli sözce!ernede. verici ve alıcı aynı zaman dilimi içinde bulunmazlar. Yani vericinin sözcelemesi, alıcımn sözceyi anlamlan dırma zamanına göre daha önceki bir zaman diliminde olacaktır. Mek tup, gecikmeli sözceleme için örnek verilebilir. Birisi mektup yazar, karşısındaki mektubu okur ve geri bildirimde bulunur. Yazılı metinlerde de (gazete, öğretici yazılar, edebi metinler) gecikmeli sözceleme söz konusudur. Ancak yazılı metinlerde alıcının geri bildirimde bulunma hakkı yoktur. Bu son dunun da, ne zaman ne de yer verici ile alıcının ortak olduğu sözceleme durumu değildir. Yazınsal anlatımlarda iki sözceleme yeri ve zamanından söz edilebilir. Birincisi, kitabın basıldığı yayınevine ait yer ve zamandır. İkincisi ise, yazann metni kaleme aldığı yer ve zamandır. Gecikmiş sözceleme için afiş, duvar yazısı, araçgereçlerin üzerindeki kullanma talimatları (buraya basınız, buradan açı nız), genel uyanlar (burada sigara içilmez,: yüksek sesle konuşmayınız) gibi yazı türleri önıek verilebilir.
V. DOĞAN GÜNAY
38
Necati Kardeş, Mektubunu, piyesini aidim. Hem seni özlediğim İçin, hem de piye sin bam telime dokunduğu için heyecanlandım. Piyesi şimdi bitirdim; şu sırada Bedri okuyor. Benim beklediğim bir yola girmiş olduğun için belki fazla titizlik göstereceğim; ama sen yine bildiğini yap. Sana piyesin değerli taraflarından, dilinin tadın dan falan bahsetmeyi lüzumsuz buluyorum. Bunları piyesin oynan dıktan sonra söyleriz. (...)
Türkülerin notaları maalesef yok. Roji’den istemek de uzun iş. Fa kat her hâlde İzmir'de birini bulursun. Yalnız dikkat, bu türküler sahnede çok zaman alır. Birer kıta bence ancak söylenebilir. O da sahne oyunlarıyla. Piyesi durdurmak çok tehlikeli. Piyesi E. Muh sin’e verilmesini temin edebilirim. Yazıyı da piyesin basılınca yaza rım. Annene, babana ve kardeşlerine selam ve sevgiler Hasretle gözlerinden öperim. (Sabahhatin Eyuboğl undan Necati CumaU’ya mektup, Güzel Yazılar: M ektuplar içinde, Ankara: T.D.K. Yayınlan, 2000, s. î 14-115)
Dolaylı sözcelemede ise. bir konuşucu başkalarından duyduklanıu aktarır. Dolaylı anlatım buna Örnektir. Bu tür sözcelemede iki ayrı verici vardır. Birincisi, bir sözce iiretcn; diğeri ise, bu sözceyi bir başkasına aktaran kişidir. Aynı biçimde İki sözceleme durumundan da söz etmek gerekiyor. Birinci olarak, aktanlaıı söyleme ait sözceleme durumu; İkin cisi ise aktaran söyleme ait sözceleme durumu. Yazılı ve sözlü anlatım lardan başka tiyatro metinlerinde ve filmlerde dolaylı sözceleme duru muna örnekler bulunabilir. Özellikle anlatıbilim açısından, bir anlatıda konuşan kişi anlatıcıdır. Ancak anlatı içinde anlatıcıdan başka birçok kişi de olacaktır. Anlatıbilim açısından, diğer kişilerin tüm sözlerini anlatıcının anlaü lana/ok oyucuya aktardığı kabul edilir (Böyle olmakla birlikte bir romandaki tüm konuşmaların dolaylı anlatım olmadığı da bi linir. Bu durumda anlatıcı silinmiş ve konuşma hakkını anlatı kişilerine bırakmıştır. Ama her durumda, bu bilgileri de okuyucuya anlatıcının ak tardığı kabul edilir). SÖ, gerek kendisine (yani sözce öznesi ile SÖ'nün aynı olduğu durumda) gerekse bir başka Özneye ait (dolaylı anlatımlarda belirgin olan, SÖ ile sözce öznesinin ayrı olduğu durumlar) bir sözceyi alıcıya aktarır. Dolaylı anlatımda SÖ, sözcenin içeriğinden sorumlu tutulamaz, yalnızca sözcelemenin üretimi (aktanlaıı söylemi kendi söylemi içine
GÖSTERGEBİLİM YAZILARI
39
yerleştirme ve gerekli dilbilgisel düzenlemeleri yapma) ve aktarımından sorumludur. Dolaylı anlatımda iki söylem bir arada kullanılır. Birincisi, SÖ’ye ait olmayan bir başka kişiye ait bir söylem vardır. Bu, 'bir başkasına ait söylemi’ bir özne aktarır. Bir başkasına ait söylem, "aktarılan söylem” olarak değerlendirilir, SÖ’nün söylemi ise "aktaran söylemedir. “Ayşe: Senin kitabım almadım”. Bu aktarılacak söylemdir. Bu tümce, dolaylı aktarımda “Ayşe 'onun kitabım almadığım’ söylüyor / iddia ediyor” şeklinde aktarılabilecektir, “Söylüyor” biçimindeki bir dolaylı anlatımda SÖ, sözce Öznesinin düşüncelerini ve söylediklerini aktarıyor. Ancak, “iddia ediyor” şeklindeki tümce ile SÖ kendi çekincelerini de sözcesine yansıtmış olacaktır. “İddia etmek”, her zaman ve her yerde geçerli ol mayan bir durumu açıklamaya yönelik bir durumdur. Bir anlamda “id dia etme” ediminde bulunan kişi, bir konuyla ilgili yaygın görüşe karşı geliştirilmiş bir görüşü olduğunu ortaya koyar. O halde aktarılan söy lemde kullanılan “söylemek”, “demek” ile “savında bulunmak, savla mak, iddia etmek” eylemleri, vericinin öznelliğini belirtmesi açısından ilginçtir. “Hakan, herkesin kendisine hayran olduğunu iddia ediyor” tümcesinde Hakan’ın bir savı vardır. Bu, bir bakıma bir istektir. “Herke sin kendisine îıayraıı olması’m istemektedir. Ancak, SÖ de “iddia edi yor” diyerek, gerçeğin tamamen böyle olmadığım belirtmiş oluyor. Bir bakıma bildirinin üretiminden sorumlu SÖ ile bildirinin içeriğinden (doğruluğu ya da yanlışlığından) sorumlu sözce öznesi karşıt durumda dır. Ama “iddia ediyorum ki Hakan’a herkes hayran” şeklindeki bir tümcede, SÖ her iki sorumluluğu üzerine almış olacaktır. Yine de şüpheli bir durum vardır ki, “iddia etmek” eylemiyle bu durumunu, alı cıya bir şekilde yansıtmış olacaktır. Başkalarının düşünce ya da sözcelerinin sorumluluğunu alma de recesine göre SÖ, farklı sözdizimsel biçimleri kullanabilir: 1. Doğrudan anlatımda, SÖ, sorumluluk alma bakımından, sözün içine girmeden, bir başkasının düşüncelerini aktarır. Aktarılan söylem ile aktaran söylem birbirinden ayrıdır. Işılay: “Bu senin kitabın, senin” dedi. ( 'Işılay’ ve 'dedi’ aktaran söylemdir, diğerleri aktarılan söylem dir). 2. Dolaylı alıntılamada, (anlatmada) SÖ, aktarılan söylemin so rumluluğunu da üzerine alarak, aktarılan söylemin içinde yer alır. Do laylı anlatımda, aktarılan söylem aktaran söylem içine katılır. Bu kaülıuada aktarılan zaman, kişi ve yer belirleyicileri değişir. Örneğin, Sinan bana: "Buradan yarın gideceğim için mutluyum” dedi. Dolaylı anla-
40
V BOĞAN GÜNAY
tnnda “Sinan, bana, oradan ertesi gün ayrılmış olacağı için mutlu oldu ğunu söyledi” şeklindedir. Sorumluluğu üzerine alma bildiriyi doğru olarak görme ya da doğ ruluğunu bilme demektir. Belirtelim ki olaylar doğru olarak verilmiş de olsa, yalan her zaman olasıdır. Ama doğrudan alıntılamada, vericinin bildirinin aktarımından başka sorumluluğu yoktur. “Söylemek” ve “demek” eylemleri, aktarılan söylemle ilgili ey lemlerdir. Bir tür sözce yinelenmesi vardır denilebilir. Bu bir başkasının sözcesi olabileceği gibi, kendi sözcesini de yineliyor olabilir. “Ben se nin hırsız olduğunu söylemedim” şeklindekibîr anlatımda S ö, söyleme diği bİrşey hakkında bilgi veriyor. Yani, özne daha önce bir sözce üret miş. Ancak, bu sözceyi aktarırken söylenmek istenmeyen şeyi de söy lemiş olacaktır. Bîr çeşit “söylemeden söylemektir”. Yani, “sen hır sızsın, ama bunu ben söylemedim” demektir. “Söylemek” edimi, her zaman bir savda bulunmayı gerektirir. Ve rici, sözcesindeki eylemin içten olduğuna yani söylediği şeyin doğru ol duğuna inamr (Martins-Baltar, 1977: 40). Bu nedenle örneğin, “Ali uyu yor” sözcesinin belirtik (fr. explicite) nesnel bir kiplik olduğu söylenebi lir. Vericinin düşüncesi “Ali’nin uyuduğunu söylüyorum”dur. “Söylemek/Demek” türü eylemler, dolaylı anlatımlarda SÖ ile sözce öznesi ayırımmı ortaya koyar. “Devlet Bakam «İlkbaharda enflasyon düşecek» dedi” şeklindeki bir sözcede “İlkbaharda enflasyon düşecek” savma gü vence veren devlet bakanıdır. Ama bu sözceyi söyleyen ilgili devlet ba kam değildir. Bakanın sözü bir başkasınca aktarılmıştır. Sözcesindeki savının doğruluğu, verilen bir sözün (birisine söz verme, vaat etme) ya da edilen bir yeminin doğruluğu sözce öznesine bağlıdır. Bazen SÖ, daha önce söylediği bir sözcesini yinelemek durumun da kalabilir. Bu da bir bakıma dolaylı anlatımdır. Hatta “yeniden diyo rum, söylüyorum”, “yineliyorum” türü kullanımlarda. SÖ, kendi söylemini bir şekilde dolaylı anlatımla tekrar etmiş olur. Bu, bir tür ak tarma söylemdir: “Ben, şimdi burada diyorum ki: Ben ben’im / ben bu nu söyledim”. Örneğin, “diyorum ki bu yanlış” şeklindeki bîr sözcede SÖ, sözceyi aktannakla kalmaz, sözcenin doğruluğu ya da yanlışlığım da üzerine alır. Gerçekte “diyorum kİ, söylüyorum, yineliyorum, yeni den diyorum, yeniden söylüyorum” şeklindeki anlatımda SÖ, sözcesin den sorumlu olduğunu özellikle belirtmiş olur. Kısacası, doğrudan akta rım ile dolaylı aktarım arasındaki ilişki, bildirinin içeriğinin sorumlulu ğunu almayla ilgili bir durumdur.
GÖSTERGEBİLİM YAZILARI
41
3. Serbest iç söylem (fr. discours iııterieur libre) ya da serbest do laylı anlatım (fr. discours indirect libre): XIX. yüzyıl romanlarında- gö rülen bir biçem etkisidir. Metin içine diyalog değişimini belirten bir öğe eklenir. Dolaylı anlatını ile bir diyalogun ya da bir iç konuşmanın (monologue iııterieur) arasında bir bağdaşım (fr. combinaison) vardır. Yaza na, SÖ olarak sorumluluğu yüklenmesi söz konusu değildir. Kullanılan sözdiziııısel yapı basit bir tümcedir ya da basit tümcelerin sıralanması dır. “Ali mırıldandı: Onun yeterince parası var, yakında beni görmeye gelir herhalde'’. 1. 3. Gönderge Dilsel birimler için iki tür göstergeden söz edilir. Bir yanda durumsal gönderge, diğer yanda bağîamsal gönderge (Perrot. 2000:57). Bu iki tür gönderge için kısaca şu söylenebilir: Söylemsel öğe durumsa! göndergcyi, artgönderim ve öngönderinı (Bu kavramlar için Bkz. Günay, 2001:61-64) ise bağîamsal göndergeyi ilgilendirir. Söjdemsel öğe kavramı, durumsal göndergeve göre daha sımrlıdır. Söylemsel öğe ola rak yalnızca sözceleme durumu içinde işlev gören çok farklı ve çok de ğişken göndergelere salıip sözcük öğeleri düşünülür. Yani söylemsel Öğelerin göndergeleri; kim, nerede ve ne zaman konuşuyor sorularının yanıtı ile ortaya konulabilir. Artgönderim ise, söylemsel öğeye göre çok daha değişik biçim lerde ve çok sayıda kullanılabilir. Bir sözce zamanı, yeri ve bir sözceieyeni vardır. Ama aynı sözcenin birden çok sayıda artgonderimi ve öngönderimİ bulunabilir. Bu açıdan sözce içindeki bağîamsal gönderge, durumsal göndergeye göre daha fazla olabilecektir. Söylemin kendi iç bilgileri önemlidir. Örneğin, “Sinan ve Burcu neredeler'r, “Küçük bey bakkala gitti, küçük hanını televizyon izliyor", “Yedi numaradaki küçük bey bakkala gitti”. “Üç gündür dışarı çıkmay an küçük bey nihayet bakkala gitti". Bu son örneklerde bağîamsal bir göndcrgeden (fr. refereııce contextueIİe) ya da söylem içi bir göndergeden (fr. reference inlra-discursive) söz edilebilir. "Küçük bey, küçük hanım, yedi numaradaki küçük bey, üç gündür-dışarı çıkmayan küçük bey" gibi adlandırmalar, birinci sözceye bağlı olarak tanımlanabilecek tir. Bu bakımdan artgönderim olarak değerlendirilir. Metin içindeki art gönderim (fr. anaplıore). yani bağlamın bir imgesinin ortak göııdergesel öğe ile yeniden ele alınması bağlamsa] bir göııdergedir (Peıret, 2000:17). Örneğin “Ayşe içeri girdi. Küçük hanım çok heyecanlı görünüyordu” sözcesinde, “küçük hanım” bir artgöııdcrimdir.
V. DOĞAN GÜNAY
42
Dilbilgisel olarak “çocuk", “bu çocuk", “bir çocuk” gücül bir göndergeve sahiptir. Gerçek dünyada “çocuk” kavramım belirten her şeye gönderimde bulunur. Yani “insan”, “oturmak için değil”, “canlı”, iki ayaklı”, “kuyruğu yok”, “erkek”, mazotla çalışmaz”, “yetişkin değil”, “evlat” gibi birçok özellik içinden olumlu olanların belirttiği gücül bir yapıdır. “Gücül gönderge (fr. reference virtuel), bir adın sözlükteki be lirtildiği biçimdir” (Perret, 2000:17). Gücül göndergenin karşıtı olarak edimsel gönderge (fr. reference actuel) vardır. Bu da konuşma amadaki metin içi ya da metin dışı bağlamlardan kaynaklanan göndergeîerdir. Bütün bunlardan sonra bir sözcenin anlaşılması her türdeki göndergcnin alıcı tarafından da bilinmesine bağlıdır. Yalnız, burada gön derge kavramım doğru tanımlamak gerekiyor. Gönderge, sözcenin an lamı değildir. Anlam ile göndergeyi birbirinden ayırmak gerekir. Aynı ad dizimi içinde bile anlam İle göndergenin farkı görülebilir. Örneğin, “İstanbul'un fethi” ile “Konstantinapolis’in düşüşü” gerçek dünyadaki aynı olaya gönderimde bulunur. Göndergeleri aynıdır fakat farklı an lamlan vardır. İki ayn gösterge gerçek dünyada aynı nesneyi belirtse de, anlamlan farklıdır. Çünkü, gösterge olarak iki ayn tür söz konusudur. Burada sözü edilen değişik gönderge türleri şu türdeki bir çizge ile belirtilebilir:
Artgönderim
Ad dizimindeki sözcüklerin düzenlenişi
Söylem içi
Söylem dışı
Verici, söyleminde belirtmek istediği şeyi iki biçimde sunabilir. Gerçek dünyadaki nesneyi sunar, alıcı da bu nesneyi vericinin söylemi ile öğrenir. İkinci olarak da, alıcının da bildiği nesneleri kullanır. Özne, oluşturduğu sözcesinde alıcı tarafından bilinmeyen nesneler kullandı ğında, nesnelerin başında niteleyenler (fr. qualifıants) olarak belgisiz ta nındık (bir), saju sıfatlan (bîr, iki, üç) ya da belgisiz sıfatlar (birkaç, ba zı, bir hayli, çok) bulunur. “Bir adam geldi”, “Elli kişi öldürüldü”, “iki,
GÖSTERGfiBİLİM YAZILARI
43
birkaç, birçok, çok kitap satın aldım'5 örneklerinde bu tür kullanımlar vardır. Sözceieyen, sözcesindeki nesneleri alıcısının da bildiğini varsay dığı durumlarda kullanır. Eğer alıcı bilmiyorsa, sözcesinde bilinmeyen bu durum dil olanakları ile açıklanır. Özne, sözcesinde alıcının da bildi ği nesneleri kullanması durumunda, nesneleri iki biçimde kullanabilir. 1. Bağîamsal (fr. contextuel) bir biçimde kullanılabilir. Söylemin ya da metnin içinde yaratılan evrende, dalıa önce tanımlanmış ya da adı geçmiş bir nesne kullanılırken, metmsel bağlamdan yararlanılır. Ancak aynı nesnenin İlk kullanılmasında belgisiz sıfat, sayı sıfatı ya da tanımlıîık (bir, birisi) kullanılarak, gerçek dünyaya, söylem dışı bîr göndergeye gönderimde bulunur. İkinci kez aynı nesnenin kullanımında ise artgönderimden .yararlanılarak metin içi, yani bağîamsal bir gönderge söz konusudur. 2, Gerçek dünyaya gönderimde bulunur (durumsal gönderge). Gerçek dünyaya gönderimde bulunma da öznel ya da nesnel biçimlerde olmaktadır: Nesnel bir biçimde; özet adlar (Zeynel Günay), tek bir nes ne (ay, güneş), maddeler (kum, demir), kavramlar (erdem, zaman), tarih (16 Nisan 2002): Öznel bir biçimdeki kullanımda, vericiye göre be lirlenen söylemsel Öğelerle (fr. embrayeurs) (ben, burada, şimdi, bugün, dün. yarın vb.) olabilir ya da vericinin yaptığı gösterme jestleri İle ola bilir. Ali orada, şu kediye bak, ekmeği bana uzat.1 1. 4. Dil Edimi Bir alıcı, dilsel ya da dil dışı (bürünseî Öğeler, bedensel eylemler) davranış ve tutumlara göre SÖ'niiıı bildirisinde kullandığı çeşitli dilsel birimleri ve dilbilgisel özellikleri değerlendirir; Bu değerlendirme, akta rılan sözcenin her boyutu ile ilgili olacaktır. Vericisini tanıma, söylemin belirttiklerinden başka, belirtmek istediklerini sezme; söylemin öncesi nin olup olmadığı gibi çok değişik yanlarla ilgili ipuçları, SÖ'niın üret tiği sözcesinde bulunacaktır. SÖ'nüıı bildirideki sorumlu olduğu durundan şöyle belirtebiliriz: Sözcüklerin içinden kendi düşünce ve sözcesine uygun olanı seçer, sözceleınc durumuna bağlı olarak özne, kendi sözcesiyle olan ilişkisinde, varlığım açık ya da gizli olarak ortaya koyar. Yine, dilin edim boyutunu üstlenir. Diğer yandan SÖ, her zaman kendi nesnelliğini metninde göstermek istemeyebilir. Kısacası. Öaıe kendisini metinde gösterme ya da göstermeme biçimini kendisinin sözcesiyle olan uzaklığına göre be-
44
V DOĞAN GÜN AY
lirler. Her türden dil edimi bîr söylemdir, örneğin "Pencereden sarkmak yasaktır, “Sigara içilmez" "Günde üç hap alınız" türü dil edimleri birer söylemdir. Yansız (yani vericinin öznelliği yokmuş gibi) görünse de, bu sözceler dil edimidir. Yasaklama ya da öperi olması onun SÖ’ye ait bir öznellik olarak görülebilir. Bir başkasını etkilemeye yönelik en belirgin söylem, buyrum söz celeridir. Bu sözcelerde; alıcının belli bir işi, edimi yapması, gerçek leştirmesi amaçlanır. Alıcı üzerine edim yapmayı amaçlayan başka söz ce örnekleri de vardır. Örneğin; rica etme, talimat verme, yasaklama, lütfetme, tepki gösterme bu tür örneklerdir. Bu tür durumları içeren söz celer alıcı üzerinde etki yapmayı amaçlar. Ayrıca, bu tür edimsel yapılar yalnızca dil yardımı ile de olmayabilir. Yani, bir buyrum dilsel olarak belirtilebileceği gibi, bir mimik, jest ya da bedensel anlatımla da yapıla bilmektedir. Bir tek eylemi, verici, gerek dilsel gerekse dil dışı durum larla açıklayabilir ye kendi beklentilerini, alıcıya karşı tutumunu, söy lerken ne demek istediğini gösterebilir: a. Dışarı çıkmanızı istiyorum. b. Size dışarı çıkmanızı emrediyorum. c. Dışan çıkmak zorundasınız.' / d . Çıkınız. e. Kapı orada. f. Defol! h. Bir mimikle aynı eylem yapılabilir, i. Fiziki olarak kişiyi iterek de isteğini belirtmiş olur. Bu örneklerde SÖ, farklı dil düzeyleri ve dil ^etilen kullanarak, bildirisini alıcısına aktarmaktadır. SÖ etkisöz türiind ;ki bir sözce ile alı cısı üzerinde tutumu diğer anlatımlara göre da.ıa baskındır. Ancak bu da bir bakıma kullanılan eylemlerin anlamsal yapılan ile ilgili bir durum dur. Bu da her dilde sınırlı sayıdaki eylemlerle etkisöz sözceleri oluştu rulabilecektir. Yani her eylemle, alıcı üzerinde etki yapma şansımız yoktur. Etkisöz edimi, alıcıdaki beklentiye göre beş bölüme ayrılır (Aus tin, 199i: 153): -----a. Açıklayıcı (fr. assertif) sözceler: Sözcelemeııin söylediği alıcıyı bir olay hakkından bilgilendirir (Hava soğiık). b. Buyruk (fr. directiO sözceler: Sözce, belirttiği şeyil a fanın bi eylem yapmasını isler (Kapıyı kapatınız). L
GÖSTERGEBİLÎM YAZILARI
45
c. Söz verici (fr. promissif) sözceler: Sözcelemenin belirttiği şey* aliciyi vericinin karşıtı bir eylem yapmaya iter (Bunu düşüneceğim). d. Bildirine (fr. dedaralif) sözceleri: Sözcelemenin belirttiği çev rede değişiklikler uyandırır (sizi kan koca ilan edi}rorum). Bu bir tür uygulayıcı edimdir. SÖ’nün hukuk, erk ve toplumsal etkisinden gelen yönleri ile oluşturduğu sözcelerdir. e. Anlatımsal (fr. expressif) sözceler: Sözcelemenin belirttiği bir olayla ilgili ruhsal bir durumu açıklar. Tavır alma davranışım belirtir. (Özür dilemek). Soru sözceleri de dil edimleri içinde değerlendirilir. Bu tür sözce ler, alıcının bir edim yapmasını (yanıt vermesini) isteyen sözcelerdir. Edimsel yapılar, çoğunlukla kipsel eylemleri (fr. verbes modaux) ya da bir sürece götüren eylemleri içerir (Maingueneau, 1979: 105-107). Ama bu iki eylem türü dışında durum eylemleri de (fr. verbes d’etat) vardır. Benveniste ve Austin, buyurma (fr. performatif) eylemlerinden söz ederler. Yani bu eylemlerde, söylemin yapmak ve gerçekleştinnek anlamı vardır. Örneğin “Size teşekkür ederim" sözcesi, hem söylenir hem de eylem (teşekkür etmek) gerçekleştirilmiş olur. Ama, “Ayşe, Özge’ye teşekkür ediyor” sözcesinde bu durum görülmez. Kiplik eylemler yüklemsel ilişkiyi değiştirir (Örn. -A bilmek, zo runda olmak, istemek). “Ali gitmek zorunda” sözcesinde bu verici tara fından belirtilen bir kipsel yapıyı görebiliyoruz. L 5. Kiplik Bildirinin içeriğine göre; özne, alıcıyı bir konuda eyleme geçir meye çalışır, alıcıya bilgi verir, ona kendi durumunu açıklar, kendisi ve alıcısı dışında bir başka kişi ya da nesneden söz eder ya da onun hak kında görüş belirtir. Bu tür bir özneyi tanımak, verici tarafından üretil miş sözceyi (söylem ya da anlatı) incelemekle olabileceği gibi, özellikle göndergeleriııin gerçek dünyayı ilgilendirdiği söylemsel yapılarda, söy lem dışı göııdergeleri (fr. reference extra-discursive) ve davranışları in celemek, söylediğinin yanında söylemek istediğini de göz önünde bu lundurmakla olabilecektir. Özellikle “anlamın en küçük birimi “sözcük” değildir, fakat dil edimidir” (Aktaran Sarfaü, 1999:27) diyen Serale’ün de belirttiği gibi, bir sözce ile belirtilmek istenen her şey dilsel yapılarla olmayacaktır.
46
V DOĞAN GÜNAY
Kiplik kuramının özneyi tanımada önemli katkılan olmuştur. Kip (fr. mode) ya da kiplik (fr. modalite) İle belirtilen, kullamlan tümcedeki eylemlerin sınıflandırılmasına bağlı bir durumdur. Kipleştirme kavramı, sözceleme oluşunu kavrayabilmek için kullamlan araçların çözümlen mesine yardım eder. Mantıkçılar, kipliği; gerekli (fr. necessaire), ola naklı (fr. possible) ve olası (fr. probable) arasındaki kararsızlık olarak görürler. Sözceleme sorunsallığı içinde, kipleştirme (fr. modalisation), öznenin sözcesinde belirttiği işaretleri açıklar (Dubois, 1974: 320). Kul lanılan eylem, belirteç gibi sözcükler yardımı ile S ö ’nün kendisini bir konudan sorumlu tutması, alıcısını sorumlu tutması, kendisini ya da alı cısını sözcede belirtilen durumlarla ilgili olarak yükümlü kılmasıdır. Kiplik açısından tümceler üç farklı biçimlerde bulunabilirler (Chiss, Fİ1liolet, Maingueneau, 1992:16-Î7): 1. Sözceleme kipliği (fr. modalite d’enonciation), konuşan özne ile alıcı(lar) arasındaki ilişkiyi belirler. Sözceleme kipliği, kişilerarası, top lumsal ilişkinin karşılığıdır. “Sözceleme kipliği, söylem çözümleme siyle işletilebilen söz edimleri (fr. acte de parole) kuramına varabilir” (Maingueneau, 1979: 111). Sözceleme kipliğinde, konuşan özne kendi değer yargısını ürettiği sözcesine yerleştirir. Kiplik anlatımında eğer kiplik; düşünüyorum ki, bana göre, benim düşünceme göre, bana kalır sa gibi anlatımlarla özneye gönderimde bulunuyorsa öznellik vardır (Martins-Baltar, 1977: 37). “Ben” adılı ve kipsel bir eylem (Örn. Düşü nüyorum kİ,...) kullanıldığında kipsel öznellik (fr. subjectivite modale) belirtik (fr. explicite) durumdadır. SORU: Sayın Başbakanım, özellikle Avrupa Birliği Zirvesi’nin nihai bildirisinde Türkiye İçin aynian bölümde bazı ifadeler vardı. Bu İfa delerden biri de insan hakları konusundayds. Biraz bize bu konu dan bahseder misiniz? BAŞBAKAN BÜLENT ECEVİT: Tabiî, bu konuda öyle fazla sert bir üslup yoktu. Her şeyden önce bildiride Türkiye'nin kendini tam üye liğe hazırlama yolunda kararlı adımlar attığı özellikle belirtiliyordu. Sayın Chirac’ın açıklamasında da bu ayrıntı vardı. Bundan birkaç gün önce Türkiye Büyük Millet Meclisî'ndeki bütün siyasî partilerin katılımı ile oluşturulan Anayasa Komisyonu’nun anayasal değişik likler konusunda büyük bir çaba harcadığını ve bir uyum sağladı ğını belirttik. Anayasa’mn 37. maddesi bu şekilde ele alınabilecek hale gelmiştir. Eğer Anayasa değişiklikleri konusunda Türkiye Bü yük Millet Meclisi Genel Kuruiu’nda da birlik sağlanacak olursa, Av rupa Bİrliği’ne tam üyelik yolunda çok büyük bir mesafe almış ola cağımızı belirttim. Gerçekten de inancım budur. Türkiye’den beklentileri değerlendirdiğim zaman, bu anayasa değişikliklerinin
GÖSTERGEBİLÎM YAZILARI
47
süratle, çok kısa sürede tamamlanmasının yararlı olacağı kanısına vardım. Ankara’ya gider gitmez koalisyon partilerinin Sayın Genel Başkanlar! İle görüşeceğim. Bu anayasa değişikliklerinin takvimi üzerinde bir görüş birliğine varabileceğimizi düşünüyorum. (16 haziran 2001 Ecevit’in AB Üye ve Aday Ülkeler Devlet ve Hükümet Başkan lan Toplantısından sonra Göteborg’da yaptığı basın toplantısı)
Diğer durumlarda örtük (fr. impîicite) bir nesnellik vardır. Öm. Bana kalırsa, bana göre, bence.... Yine vericinin öznelliğini yansıtan açık yüreklilikle, içtenlikle, açıkça, kişisel olarak, şahsen, kuşkusuz, mu hakkak, herhalde, şüphesiz gibi belirteçler de sözceleme kipliğini belir tirler (Sarfati, 1999:22-23). Dildeki eylemler, her zaman farklı anlamsal gruplar içinde incele nebilir. Örneğin, verici; kanısını, nesnelliğini ve olayın tanımlanmasına yönelik girişimlerini seçtiği eylemlerle ortaya koyacaktır. Bu eylemler bir olayın tamına nedenini, bir insanın kanısını ya da yargısını belirten eylemlerdir: Sanmak, kabul etmek, farz etmek, fark etmek, sezmek,- gör mek, seçmek, kavramak, düşünmek, tasarlamak, görmek, incelemek, de ğer vermek, tahmin etmek, dikkatle bakmak, saptamak, ortaya koymak, meydana çıkarmak, inanmak, karar vermek, tahmin etmek, ortaya koy mak, açıklamak, ümit etmek, ummak, sanmak, beklemek, kestirmek, be ğenmek, saygı duymak, değer biçmek, not etmek, gözlemlemek, düşün mek, -i Önceden sezmek, varsaymak, iddia etmek, önceden görmek, san mak, doğrulamak, bilmek, şüphe etmek v£. Yukarıdaki konuşma met ninde, "olacağımızı belirttim”, “gerçekten de inancım budur ve “kanı sına vardım” sözcelerinde bu tür öznelliği görebiliyoruz. Sözceleme kipliği (fr. modalite d’enonciation) bakımından dilde kullanılan tümceler genel olarak dört biçimde bulunabilir (Clıiss, Fiiliolet, Mainguenean, 1992: 16): Tümce bir yargı, bir emir/buyurum, bir soru belirtebilir ya da bir bildirimde bulunur. Ancak, aynı tümce birden çok yargıyı içermez, yani her tümce sözceleme kipliğinin birini belirte bilir. a. Yargı tümcesi, vericinin nesnel değerini ya da bir durum karşı sındaki şaşkınlığım belirtir. Bu tür anlatımları içeren dilsel yapılar, olay karşısında vericinin tepkilerini açıklayan tümce türleridir. b. Emir ya da buyurum tümceleri, alıcının bir işi ya da eylemi yap ması için, verici tarafından bilgi vermek amacıda oluşturulan tüm celerdir. Verici tarafından oluşturulan emir tümceleri, bîr işin ya da ola yın gerçekleştirilmesini alıcıdan ister. Emir ya da seslenme (fr. vocatif), SÖ’nün bir başkasına yönelik biçimde oluşîurduğu anlatım biçimidir.
48
V. DOĞAN GÜNAY
Verici, kendisine yönelik emir tümcesi oluşturamaz ya da vericinin ken disine yönelik emir tümceleri dilek, istek ya da arzuyu belirten anla tımlardır. '‘Gelmesini istiyorum” diyen özne, emir olarak söylemiştir ama "gelmek istiyorum” (ya da “geleyim istiyorum”) diyen özne, bir is teğini belirtir, bu tümce bir bildirim tümcesidir (Zaten mantıksal açıdan, zorlamak ya da İstemek edimlerinin her ikisinde de bir zorlama durumu söz konusudur. Birisinde, (zorunda olmak) dışarıdan gelen zorlama var dır; diğerinde (istemek) ise, kişinin içinden gelen bir zorlama vardır. Bu bakımdan dilek, istek ya da arzu tümceleri, temelde aym ruhsal yan ile ilgilidir. İkisi arasmdald fark, isteğin kaynağı ile ilgilidir). Seslenmedeki zamansal gönderme, sözcelemenin zamansal göndergesidir. Verici tara fından bir buyruğun alıcı tarafından gerçekleştirilmesi için alıcının, mantık ve göstergebilimsel kuramların sözünü ettiği dört kipliğe sahip olması gereklidir. Kısaca alıcı, verici tarafından bildirilen buyruğun, kendisinden yapılmasını istenen şeyin nasıl yapılacağım bilmeli (bil mek), yapabilmeli (-abilmek), yapmak istemeli (istemek) ya da yapmak zorunda (zorunda olmak) olmalıdır. Bu dört kipliğe sahip bir özne, ve rici tarafından bildirilen bir emri yerine getirir. Alıcıdan istenilen bir edim (kapıyı kapatmak) için, onun nasıl kapatıldığım bilmeli, kapatabi lecek durumda olmalı ve kapatmak istemeli ya da dışarıdan bir istekse kapatmak zorunda olmalıdır. c. Som tümcesi, vericinin eksik bilgisini doğrulamak ya da gider mek için alıcıdan bilgi İsteyen, bir olgu hakkında bilgilerinin doğrulan masını ya da vanlışlanmasmı belirttiği tümce tipleridir. Soru, “yanıt” al mak için oluşturulmuş bir sözcedir. Kuşkusuz bir tümce içinde, SÖ:ye ait söylem edimleriyle İlgili ipuçları birbirine bağlıdır. SO, bir şekilde alıcımn davranışım etkilemek için dili kullanır. Bu etkileme, bir bilgi öğrenme, bir edimde bulunma ya da alıcıya bir emir verme biçiminde olmaktadır. Dili, işlevlerin bir aracı olarak: yerleştirir. Bir sözcedeki her şey, bir biçimde vericiyle ilgili durumlardır denilebilir. “Söyleme isteği, yapma isteğinin özel bir durumundan başka bir şey değildir” (MartİnsBaltar, 1977:38). Alıcıya aktarılan her sora sözce ile, verici alıcıdan bir şey yapınasım ister, soruya yanıt vermesini ister. Bu istek, çok açık bi çimde olabileceği gibi, dilin olanaklarım kullanarak örtük biçimlerde de olabilmektedir. Böylece “Kapıyı kapatınız” tümcesi ile verici, alıcıya “Sizden, kapıyı kapatmanızı istiyorum” demek ister. Ancak örtük bir emir tümcesi olarak değerlendirilebilecek: “Saat kaç?” sorusu, “Senin bana zamanı söjdemeni istiyorum/bekliyorum” anlamı taşımaktadır, d. Bildirme tümcesi, alıcısına bilgi verir. Bir olguyu belirten sözce ile sınırlı bîr anlatımdır. Sav tümceleri, tonlamadaki gibi, kesinlik ilet-
GÖSTERGEBİLİM YAZILARI
49
meyi amaçlar. "Sav, sözceleme içinde, sözce Öznesinin varlığım en ge nel gerçekleştirmesidir" (Benveniste, Î983: 84). ‘Evet' ya da ‘hayır1 söz cükleri bir bakıma savdır. Bildirme tümceleri bir başkasıyla iletişim kurmayı amaçlar. Ya da bu tür tümceler, alıcıya birşey açıklayarak, bir olgunun bilinmesini sağlar ya da bir yargıyı açıklar (Le Gofflc, 1994: 251) Türkçede bildirme durumunu açıklayan bazı eylemler şunlardır: Söylemek, bağırmak, ilan etmek, anlatmak, karşılık vermek, itiraz etmek, doğrulamak, eklemek, bildirmek, sağlamak, doğrulamak, tanık göstermek, gerçekliğine tanıklık etmek, itiraf etmek, mırıldanmak, dili dolaşmak, onaylamak, tasdik et mek, haykırmak, vermek, vazgeçmek, kendi isteği ile bırakmak, doğru lamak, göstermek, tanıtlamak, ortaya koymak, yazmak, öğretmek, açıklamak, ifade etmek, garanti etmek, belirmek, yargılamak, göster mek, inkar etmek, kanıtlamak, hatırlatmak, tekrar etmek, ortaya koy mak, altım çizmek, telefon etmek, saklamak, kamufle etmek, inkar etmek, susmak vb. İddia etmek, savlamak ya da savda bulunmak türü eylemler, SÖ’nün isteğini, inancını, sözcesinin doğruluğu konusundaki eminliğini ve ısrarım açıklar. İddiada bulunan SÖ, sözce öznesinden ve alıcıdan daha baskın dunundadır. Çünkü sözceyi oluşturan odur. Bu savla alıcıyı ikna etmeye çalışır ve düşüncesinin doğruluğunda ısrar eder. Siyasal söylemlerin çoğunluğu bildirim tümceleridir. "Baykal, seçim inadından vazgeçecek" tümcesiyle SÖ, kendisini bağlamış olur. Ama aynı özne, alıcının kendi tümcesinin karşıtı bir tümceye "Baykal, seçim inadından vazgeçmeyecek" tümcesine inanına eğiliminde olduğunu bilir. Sözceleme çözümlemesinde kullanılan değişik kavramların çağrı şımları, kiplik kavramım daha iyi kavramaya yardımcı olur. Bu kavram lar uzaklık, saydamlık ve gerilmedir (Dubois, 1974: 319-320). Daha ön ceki bölümde sözünü ettiğimiz uzaklık kavramım burada yinelemeyece ğiz. Ancak sözceleme çözümlemesinde kullanılan saydamlık (fr. transparence) ve gerilme (fr. tension) kavramları da, kipliği anlama açı sından önemlidir. Bu kavranılan kısaca açıklamaya çalışalım. Saydamlık kavramı ile, SÖ’nün varlığı ya da silinmesi söz konusu edilir. SÖ’nün metnini kendi bakış açısına göre üretme özgürlüğü vardu ve sonuçta sözce, öznenin isteğine ve duruma göre oluşturulur. "/İstemek/ kipliği ile dile getirilen niyet, özne ile nesne arasındaki temel bağıntıdır. Eğer, sözce bîr değer nesnesi olarak oluşturuluyorsa, özne, metnine kendine ilişkin öznel, uzamsal, zamansal Özellikleri yerleştirip yerleştirmemekte serbesttir” (A. Kıran, 1995:212). Eğitimle ilgili söy lemlerde (Örneğin, okul ders kitapları); göndergesel metinler denilen bi
50
V BOĞAN GÜNAY
limsel, eğitici ve eğitimle ilgili metinlerde; yemek tariflerinde; kullanma talimatlarında ya da kıssadan hisse gibi anlatımlarda özne kendisine ait hiçbir nesnel yönü metnin içine koymayabilir. Bu tür metinlerde en üst düzeyde bir saydamlık olacaktır, çünkü gerek metnin yapısı gerekse kendi tutumundan, SÖ kendi değerlerini ve nesnelliğini göstermek istememektedir. Gerilme kavramıyla, verici ile alıcı arasındaki bildiri aracılığıyla oluşan ilişki söz konusudur. Sözcede söz konusu olan gerilme, kullanı lan kipsel eylemler ve sözcük türleri (belirteç, ünlem vb.) yoluyla olu şur. Örneğin, olmak ve sahip olmak en az düzeydeki gerilmeyi belirtir; istemek ve yapabilmek vb. gibi yardımcı eylemler en geniş biçimde ge rilmeyi belirtir. 2. Sözce kipliği (fr. modaîite d’enonce), doğruluğa ya da yanlış lığa göre; olasılık, kuşku, gerçek ya da gerçeğe benzerlik vb. gibi man tıksal kipliğe (fr. modaîite logîque) göre vericinin, sözcesini nasıl yer leştirdiğini belirtir (Maingueneau, 1979:112). Sözce kipliği, verici - alıcı ilişkisine dayanmaz. Çünkü sözce öznesisinin karşısındaki alıcı yine sözce içindeki bir başka kişidir. O zaman sözcenin üretilmesinden so rumlu ve belli bir alıcıya seslenen, SÖ’dür. Bu durumda, verici ve alıcı hakkında bilgi veren sözceleme kipliği olmalıdır (Ancak, sözce içindeki sözce öznesinin karşısında bir başka alıcı daha bulunabilir. Özellikle anlatısal yapılarda bunu sıklıkla görürüz). Dildeki değer yargısını (fr. axiologie) belirten her durumda bir kipsel durum görülebilir. Her dilde, kullanılan bazı sözcükler öznelliği de yansıtabilir. Osvvald Ducrot, Catherine Kerbrat-Orechionni'nm ça lışmalarından yola çıkan Georges-Elia Sarfati; sözce kipliğinin ad, sıfat, eylem ve belirteçle ilgili olarak dört gruba ayrılabileceğini gösterir (Sar fati, 1999: 23-26). Adlan da kendi içinde gruplara aymr. Kullanım ola rak vericinin öznelliğim belirten adlar (“Şoför” yerine “Şoför bozuntu su” demek vericinin bir nitelemesini belirtir. Benzer örnekler olarak; in tikamcı, değnekçi, çirkin, tembel, miskin, korkak, ödlek vb, adlar ve rilebilir. E_yîenıden türemiş adlarda da bu durum görülebilir: Övüngen, kaçak, üzgün gibi. Bazen de bir adın farklı biçimde söylenmesi öznelliği belirtir. “Tuvalet” yerine; yüz numara, kenef, hela, ayak yolu, abdestlıane türü kullanımlar buna örnek verilebilir. Aynı durum eylem ler için de geçerlidir. Ölmek yerine; caıtı çekmek, nalları dikmek, tahtalı köye muhtar olmak, lıakkm ralmıetine kavuşmak, vefat etmek gibi kul lanımlar, vericinin, ölen kişi ile ilgili tutumlarını belirtebilecektir. Bazı sözcüklerin olumlu ve olumsuz biçimleri de öznellik belirtir: Çocukça / olgun davranış, çocuksuluk / ağırbaşlılık, sorumluluk / sorumsuzluk gi-
GÖSTBRGEBİLİM YAZILARI
51
bi. Belli ideolojileri belirten sözcükler de vericinin kimliğine göre olum lu ya da olumsuz durumlarda kullanılmış olabilir. “O bir sosj'alist, işçiyi ezmez” ya da “O bir sosyalist, zenginlerin düşmanıdır, dikkat edin” söz celerindeki "sosyalist” sözcüğü, vericinin özelliğine göre iki farklı yönü belirtir. Aynı durum; Kemalist faşist, komünist gibi ideolojileri de be lirtir. Sıfatlarda da sözce öznesinin öznellliğini görebiliriz. Duygusal (fr. affectif) özneî sıfatlar olarak; dokunaklı, etkili, içlendirici, hoş, eğlen-/ celi, tıılıaf, gülünç, acayip Örnekleri verilebilir. Değer yargısına uğra mamış ve kullanımları ile öznellik getiren sıfatlar, büyük, küçük, sıcak, soğuk, pahalı, önemli vb. Değer yargısına uğramış sıfatlar; güzel, latif, iyi, hoş, yararlı, hayranlık verici, aşağılık, alçak, iğrenç, göz kamaştırıcı, tırmalayıcı, sıkıcı, sinirlendirici vb. gibi. Öznellik belirten eylemler de vardır: Anlatımsal kiplikler (fr. modaîiîe expressıve) olarak; ummak, sanmak, (bir şey) beklemek, ümit et mek, güvenmek, istemek, dilemek, ileri sürmek, savlamak, arzu etmek, korkmak, çekinmek, kaygılanmak, dilemek, temenni etmek vb. Bilimkuramsal kiplikler (fr. modalite epistemique) olarak; değer vermek, dik katle bakmak, göz önünde bulundurmak, saygı göstermek, tartmak, dü şünmek, sanmak, kanısında olmak, talimin etmek, kestirmek, saygı duymak, beğenmek, sonucuna varmak, karar vermek, kamsmda olmak, düşünmek, yargılamak, -i sanmak, -diğiııi sanmak, emin olmak, -diğine inanmak, -inekte emin olmak, düşünmek, inanmak Bu tür örneklerden de anlaşılacağı gibi, dilde kullanılan sözcük ya da sözcük gruplan nes nel bir anlatımı aktarmaya yetmeyebilir ya da her zaman sözce içinde öznelliği ele veren belirleyiciler bulunur. Göndergeseî denilen SÖmün silindiği ya da silinmek zorunda olduğu metinler dışındaki sözcelerde birçok sözcük, vericinin varlığım ele verir türdendir. Yükümlülük kiplikleri (fr. modalite deontique) olarak; izin (ver mek), zorunluluk (zorunda olmak) ve yasaklama söz konusudur. Son olarak da kipse! belirteçlerden söz edilebilir; belki, kesinlikle, kesin olarak, kararlı bir biçimde, gerçeğe benzer olarak, görünüşte, bes belli, elbette, kuşkusuz, açık bir biçimde, açıkça, görülür bir biçimde vb. gibi. Bazı tümce tümîeyenîeri SÖ'ye ait, sözcenin genel bildirimi bağlamında bir değerlendirme ya da yargı belirtirler (Le Goffic, 1994: 463). Örneğin, değerlendirici tümleyen olarak; Bereket versin, çok şü kür, iyi ki, neyse ki, şükürler olsun, ne mutlu, maalesef, elden ne gelir ki,
52
V. DOĞAN GÜNAY
eyvah, ne yazık ki, doğa! olarak, kuşkusuz, tuhaf hir şekilde, karşıt ola rak gibi belirteçleri sayabiliriz. Sözce kipliği, mantıksal (Ali'nin gelmesi olası) ya da talimin edici / değerlendirici (fr. appreciatif) (Ali orada olursa mutludur. Mutlu, üz gün, yararlı, gereksiz gibi değerlendirici eylem ya da sıfatlar) olabilir. “Ali Mustafa'nın karamsarlığından endişeleniyor" türü bir tümcede, kipsel Özne (AIİ) SÖ'den (bu tümceyi söyleyen özneden) farklıdır. Ama “Ali'nin mutlu olduğundan eminim." gibi bir bildirim tümcesinde, sözceleme kipliği sözce kipliğinden farklıdır (Maingueııeau, 1979: 111). Aynı dunım farklı sözcüklerle açıklanabilir: Ali gelmek zorunda, Ali muhtemelen gelecek, Ali kesinlikle gelecek, Olasıdır ki Ati gelecek, vb. “Ali’nin gelmesi olası/olasidir ki Ali gelecek” tümcesinde “olası/olasıdır ki" kısmı, mantıksal kipliği oluşturur. Bu yapıda da görüldüğü gibi, mantıksal kiplik temel tümceden “Ali / gelmek" ayrıdır. Ama “Ali ke sinlikle oradadır" tümcesinde mantıksal kiplik bir belirteç ile (kesin likle) gösterilmiştir. Her dilde mantıksal ilişkiyi belirten birçok eylem vardır. Örneğin Türkçedeki bazı eylemler şunlardır: Bir yana atmak, ih mal etmek, İçermek, kapsamak, içine almak, gerekmek, gerekli olmak, kaçınmak, sakınmak, zorunlu olmak, olası olmak, kolaylaştırmak, ne den olmak, yol açmak, meydan vermek vb. : Mantıkla dil karşılaştırıldığında dilin kaynaklanma daha zengin olduğu görülür. Bir tek olanaklılık kipliği:(fr. modalite de possibilite) için çok değişik tümce yapılan oluşturulabilir (Maingueneau, Î979: İÎ2): a. Bizim gitmemiz olasıdır, b. Gitmemiz olanaksız değil, c. Git memiz olanak dahilinde, d. Belki gideceğiz, e. Gidişimiz olanaklıdır, f. Herhalde gideriz, g. Gidebiliriz, Iı. Gideriz belki, i. Gitme olasılığımız var vb. özellikle üçüncü tekil kişi ile kullanılan olasılık durumunda, ey lemin gerçekleştiriliyor olmasını sanmak anlamı vardır. “Geliyor olma lı" (Herhalde şu anda geliyordur), “Uyuyor olmalı" (Şu anda uyuduğunu sanıyorum). Çünkü bu tür anlatımlarda, çpğunîukla kendisinden sözü edilen üçüncü tekil kişi, sözceleme durumunda değildir. Bildiri ile verici arasındaki mantıksal ilişkiler (Örneğin; zorunlu luk, olasılık, şüphe, kaygısızlık bildiren söylemler) ve göreceli olan de ğer yargıları (mutlu, üzgün, sinirli, heyecanlı) da vericiye ait söylemsel Öğeler ve göstericiler olarak algılanmalıdır.: Sözcedeki konumsal yerleş tirme, SÖ'ııün değerlendirmesiyle olur (Gardes-Tanüne, 1990:9). Özne kendi değerlerini, aktardığı sözcesinin üzerinde toplar: “Belki gelecek / Geleceğini sanıyorum / Gelecek / Keşke gelse / Gelmesini isliyorum / Ona söyle gelsin". Bu anlatımlarda özne, kendi beklentisini de sözce-
GÖSTERGEBİLİM YAZILARI
53
siııde yansıtmıştır. Örneğin "keşke gelse” diyen özne ile "ona söyle gel sin” diyen öznenin “o” karşısındaki durumları ve beklentileri farklıdır. Birincisi, bir isteğin gerçekleşmesini özlemle istiyor, İkincisi ise, buyur gan bir durumdadır. 3. Bildiri kipliği (fr. modalite de message), sözdizim ile söylemin bütün karmaşıklığı içindeki ilişkiyi belirtir. SÖ, sözdizimsel durama bağlı olarak farklı biçimlerde sözcesinde yer alır. Bu, ses tonuyla ya da yazılı anlatımda, noktalama işareti ile olacaktır. Gelen Ali'dir; Bu gelen Ali; Ali, bu gelen o; Ali geliyor. L 6. Sonuç Bu çalışmada sözceleme açısından özneyi ele almaya çalıştık. Sözceleme durumu, her sözcenin üretim koşullarını belirtir. Sözcenin al gılanması birçok durumda sözceleme durumunu bilmeyle ilintilidir, ö zellikle söylem türü sözcelerde bu durum zorunludur. Ancak anlatı tü ründeki sözcelerde, sözceleme durumu birinci derecede önemli olmaya bilir. Vericinin oluşturduğu sözcesinde, kendi varlığım ortaya koyması nın çok değişik yollan vardır. Kendi varlığım, farklı dilsel yapılan kul lanarak belirtir. Belirlediği bir izlek bağlanımda sözcesini oluşturur. Belli bir. koşul içinde, belli bir alıcıya yönelik olarak, belli bir verici ta rafından üretilen her sözcenin bir göndergesi vardır. Her sözcede belli bir dil ediminden söz edilebilir, yani söylediğinin yanında söylemek is tediğini de, verici, oluşturduğu sözcesi yardımı ile belirtir. Değişik kipsel yapılar da vericinin varlığını belirtir. Belli bir kanıtlama işine giren özne, kendi öznelliğini de sözcesinde yansıtmış olur. Her sözce belli bir bağlam içinde üretileceğinden, kendisinden önce ya da sonraki sözce lerle ilişki içindedir. Verici de, bu bağlamı göz önünde bulundurarak kendi sözcesini oluşturur.
2. Anlatıdaki İşlevleri Açısından özne* Belli bir bütünlüğü, uzunluğu ve kapalılığı olan yazınsal anlatıla rın incelenmesinde, öznenin (ya da kahramanın) tanınmasına yönelik et kinlikler birçok çözümleme kuramı içinde önemli yer tutmaktadır. Ör neğin göstergebilimseî incelemelerde (yazınsal, tiyatro, sinema, tutku, hatta görsel göstergebilimseî çözümlemeler), izlekçi eleştiride, edebiyat sosyolojisi türü eleştiri ve çözümleme biçimlerinde özne ve anlatıda ge çen kahramanların tanımlanması ve çözümlenmesi önemli bir yer tut maktadır. Yüzeysel yapıdan derin yapıya doğru bir sıralama içinde ele aldığı biitüncesini incelemeye çalışan göstergebilim, bütüncesini üç aşamalı bir çözümleme ile ele almak ister: Betisel düzey, anlatısal düzey ve izleksel düzey (Everaert-Desmedt, 2000:29-83). Betisel düzeyde, anlam etkileri (fr. effet de sens), betilerin (fr. figüre) bir metin içindeki ilişkile ri ve dizilişleri, yani kurdukları ilişkilere göre, anlam değerlerinin sınıf landırılmasını gerçekleştiren İlişkiler ağı (ftv reseau de relation) ele alı nır. Belirlenim düzleminde yer alan ve anlamlama açısından doyurucu bir çözümleme alanı oluşturmayan metmsel yapılar, betisel düzeyde ele alınır. Anlatısal düzeyde, durumların (fr. etat) ve dönüşümlerin (fr. transformation) art arda gelmeleri (fr. successıon), anlatıdaki dizilişleri (fr. enclıaînement) ve bir değerden bir başka değere geçişi düzenleyen işlemler dizgesi ortaya konulur. Yüzeysel yapılan içeren ve onlan bir sözceleme sürecinden geçirerek söyleme aktarmayı üstlenen söylemsel yapılar anlatısal düzeyde ele alınır. İzleksel düzeydeki çözümleme, an latının derin yapısıyla ilgilidir. Anlamın en derin, dolayısıyla en soyut düzeyini oluşturan göstergesel-anlatısai yapıların incelenmesi derin yapı düzeyinde gerçekleştirilir.
* Yazı daha önce ' ‘Göstergebilimseî Çözümlemede Özne ve Gücü’" başlığında Pil Pcrgtsrnde (Ankara: A.O. TÖMER Yay., Kasım 2000, sayı: 97, {45-65]) yayınlanmıştır.
\
GÖSTERGEBİLİM YAZILARI
55
Yüzeysel ve derin yapı bağlamında yapılacak bir çözümlemede üretici süreci oluşturan sözdızimsel ve anlamsal bileşkeler, söylemsel yapılar ve anlatısal yapılar gibi farklı düzeylerde bir okuma işlemine gi rişilir. Örneğin; oyuncuîaşma (fr. actorialisation), süremselleşme (fr. tempona lisation) ve uzamsallaşma (fr. spatialisation) söylemsel yapıların sözdızimsel bileşkeleri bağlamında ele alıiıır. Durumlara sahip olan ya da dönüşümleri gerçekleştiren, anlatıdaki eyleyenlerdir. Yani ikinci dü zeyde, bütünce içindeki eyleyenleri, işlevlerine göre tanımlama süreci söz konusudur. Metin çözümlemelerinde sıklıkla sorulan kişi, kahramanın kim ol duğu ne yaptığı biçimindeki sorulardır. Yani bir roman okuyan, bir film izleyen yâ da bir tiyatroyu seyreden kişinin ilk yaptığı şey, anlatının kahramanını tanımaktır. Bu da normaldir, çünkü izleyeceği ya da oku yacağı anlatıda kahramanın serüvenine ortak olacaktır. Yazınsal göstergebilimin çözümlemelerinde, işlev ve aşamalara bağlı olarak değişik özne türlerinden söz edilir. Bu Özne, aym eden (fr. acteur) olsa da, işlev ya da çözümleme sürecinin aşamaları bakımından değişik olduğu için farklı adlarla anılabiîmektedir. Burada kısaca göstergebilimsel çözümlemede kullanılan özne türleri-ele alınacaktır. Bu bağlamda, kısa da olsa göstergebilimin eyleyen kuramını oluşturmada esinlendiği bazı görüşlerin adlarını da anacağız. Anlatı ve söylem çözümlemeleri ya da toplumu, bireyi tanımaya yönelik değişik bilim dallan, salt özneyi tanımaya yönelik olmasa da, her durumda kendi çalışmalan bağlanımda özneyi sorgulamış, incelemiş ya da betimlemeye çalışmıştır. Bu da doğaldır, çünkü inşam tanımayı amaçlayan her araştırma (yani toplum bilimlerin tamamı denebilir) du rum ya da eylem, içindeki insanı betimlemeyi amaçlamaktadır. Bn da belli bir konumdaki insanı ya da belli bir eylemde bulunan insanı tanı mak demektir. Birbirine bağlı eylemler zinciri olan herhangi bir anlatıyı okumaya başladığımız andan itibaren birçok kişi tamnz. Ama biz yaza rın baş kahraman olarak sunduğu kişinin serüveni ile kendimizi Özdeş leştirerek, kahramanın yaptıklarım ve yapacaklarım izlemeye koyuluruz. Hiç kimse anlatıdaki betimlemeler için bir. romanı okumayı düşünmez. Bu çalışmamızda daha çok yazılı anlatılardaki sözce özneleri, ya zar tarafından yaratılmış özneleri tanımaya çalışacağız. Yazılı bir anla tımdaki özneyi tamma üe sözlü anlatımdaki özneyi tanımanın kendile rine göre kolaylığı ve zorluğu vardır. Marconot’nun dediği gibi: “istesek de istemesek de, konuşan özne karşılıklı konuşan bir öz ne, yazan özne ise artık karşılıklı konuşmayan bir öznedir. Yazan
56
V. DOĞAN GÜNAY
özne, artık bir özne-öğrenci, hataları düzeitiimek üzere omzunun üstünden metni okunan biridir. Hataları olan bir öznedir. Sözün Öz nesi, belki olası muhataplarının seçimi açısından sınırlanmış ve be lirlenmiştir" (1993:37).
Yazan öznenin söyleyeceği her şey okuyucu önünde olduğuna gö re yazar, kendini anlatan bir yazar ya da yazanın söz ettiği kişiyi yaptığı eylemlere göre tanımlamak daha kolaydır. Yazınsal göstergebilim bir kuram ve bilimsel çözümleme yöntemi biçimiyle, sözceleme aşamasını da göz önünde bulundurarak metindeki anlam evrenine girme ve anlatı işlevlerini ortaya koymaya çalışır. Ya zınsal göstergebilimin incelediği anlatı kavramı, SÖ’yü olmasa da, doğ rudan sözce öznesini ilgilendiren bir anlatım türüdür. Çünkü anlatı ey lem yapan inşam, kendi çevresi içinde betimleyen bir söylem türü ola rak tanımlanabilir. Bu tür (anlatısal) söylemlerde, birden çok özne türü ve. eylem içindeki öznenin birden çok durumu olacaktır. Bu nedenle ge nel bir betimleme ile özne (özne, durum öznesi, gerçekleştirici özne, karşı-özne gibi değişik durumlardaki anlatının baş kahramanı ya da kah ramanları) her durumda anlatının en başta gelen öğesidir. Anlatı türü yapılarda, sözce öznesi ile SÖ çoğunlukla farklıdır. Bu nedenle anlatılardan yola çıkarak SÖ (yani metnin yazan) hakkında çok fazla bilgi edinilemez. Aynca söylem/anlatı ayrımı ortaya konulduğun dan beri, anlatılarda “sözcelemenin saydamlığı, yani bildiride konuşan özneye (ve alıcıya) aif bir belirtinin olmadığı” (Dumortier, Plazanet, 1980:34) kabul edilir. SÖ (yani yazar) anlatı türü sözcesinde kendisini belirtmediğinden, anlatıdan yola çıkarak yazar hakkında çok yetkin bil gilere ulaşılamaz3. Anlatı söz konusu olduğunda, en az üç ayrı “ben” J Belki özyaşam öyküsel (fi-, autobiographi que) anlatılarda sözceleme Öznesinin kendisini belirten izler bulunabilir. Bu tür anlatılarda sözceleme öznesinin (yazar) “ben"i ile sözceîenemiş sözcenin (sözcelemniş sözce (ir. enoncialion enoncee), sözceleme ile sözce arasındaki aşamayı belirtir. Bu da anlatı kuramı açısından anlatmayı (fr. naıration) kar şılar) öznesinin (anlatıcı) “beıv’inin çakıştığı söylenebilir. Yine bir kişinin özyaşam öy küsünü anlatan yazı türlerine yakın Özyaşam öyküsel roman (ir. roman autobiographique) ile birinci tekil kişi ağzından yazılmış romanlardan da söz edilir. Özyaşamöyküsel anlatıda, yazarın, anlatıcının ve anlatı kişisinin “benzerinin üst üste geldiği söylenebi lir. Yani bir anlatıda bulunabilecek üç ayn “ben” kavramının, tek bir “ben” olarak bu lunduğu anlatılan belirtir. Bu son iki anlatı türü temel alınarak, yazarın yaşamı ile anla tıyı karşılaştıran incelemeler yapılır. Yazarla metin arası ilişkileri ele alan bu tür ince lemelerde yapılan, yazarın yaşamından yola çıkarak yapıtı yorumlamaya çalışmaktır. Bu da yazarla ilgili yeni bir bilgi edinme değil, yazarın bilinen yaşamöyküsünün yazdı ğı metindeki konu ve İzlekle ne denli örlüştüğünü ortaya koymaya yönelik bîr çalışma-
GÖSTERGEBİLİM YAZILARI
57
kavramından söz edilebilir. Sözce-anİatınm SÖ’den başka, anlatıyı me tin içindeki anlatılana ya da metin dışındaki okuyucuya aktaran bir anla tanın “ben” kavramı da vardır. Son olarak da anlatanın okuyucuya ak tardığı öykü içerisindeki anlatı kişilerinin, kendi sözcelerini oluşturur ken, kendilerinden söz etmeleri durumunda üçüncü bir “ben” kavramına ulaşılır. Burada şunu belirtelim: Her ne kadar bir anlatıda üç ayrı “ben”in varlığından söz edilse de, üç “ben” aynı düzeyde değildir. Ara larında belli bir sıralıdüzenden söz edilebilir. Yazarın “beıri, anlatanın ve anlatı kişisinin “bentlerini kapsar biçimdedir. Yani, anlatıcıya ya da anlatı kişisine “ben” demelerine yazar karar verir. Benzer sıralama, an latıcı ile anlatı kişisi arasında da .yapılabilir. Okuyucunun karşısındaki kişi anlaücı olduğuna ve bütün olayın anlatımından sorumlu olduğuna göre, anlatı kişisine konuşma hakkım veren anlatıcıdır. Bu bakımdan anlatıcının “b e ri\an la tı kişisinin “bencinden daha üst konumdadır. Za ten bu çalışma, SÖ olan yazardaıriçok sözce öznesi olan anlatı kişisini tanımaya yönelik olacaktır. Hemen belirtmek gerekiyor: Anlatı kişisi gerçek yaşamdaki kişi den birçok bakımdan farklıdır. Bn azından düşsel bir dünyada yaratılmış kağıttan bir kimliktir. Ama onu yaratan yazar bizim dünyamıza aittir ve yarattığı tipler de bulunduğumuz toplumdan esinlenerek oluşturulmuş tur. Bu konuda Philippe Hamoriun görüşüne katılıyoruz: “Bir anlatı ki şisi kavramı, gerçek kişiden (fr. personne), özneden ve bireyden (fr. individu) ayrı olamaz” (1977:116). Kısacası anlatı kişisi bütünüyle ger çek yaşamdaki kişilerle örtüşmese de, birçok bakımdan gerçek kişileri anımsatan bir kimlik olarak anlaülarda yer alır. Burada kısaca eyleyen (fr. aetant), eden (fr. acteur), anlatı kişisi (fr. personnage), gerçek kişi (fr. personne), özne (fr. sujet) ve birey (fr.
dır. Her ne kadar Danıel Bergez “gerçek bir özvaşamöyküsünü, özyaşamöyküsel roman ya da birinci tekil kişi biçiminde yazılmış romandan ayıracak nesnel ölçütler yoktur” (1998:25) biçiminde bir yaklaşım getirse de. bizim için, bir anlatıcı tarafından belli bir bakış açısıyla anlatılan her türlü sözce bir anlatıdır ve gerçek yaşamla her zaman yüzde yüz örtüşmesi beklenemez. Kaldı ki, anlatılarda, okuyucunun karşısında olan anlatıcı, gerçek bir özyaşamoyküsünü aktaran sözceleme öznesinden farklı olarak, “daha önce den söylenmiş sözleri yinelememek (hatta anlatıyı gerçek yaşamdaki geçtiğini varsay dığımız olayları gereksiz yinelemelerden, ayrıntılardan kurtarmak ve sağlam bir doku üzerine oturtmak için] genelde aktarılmış bir söylem kullanır” (Dumortier, Plazanet, 1980:45-46). Aktarılmış söylem, gerçek kişinin söylemine katılmış yorumu da içerir. Yani sözceleme öznesinin kendisini tanımladığı sözcelerden, ilgili özneyle ügiHİsağlıkh bilgiler alınabilirken, dolaylı anlatımdaki söz edilen bir özne ile ilgili bilgiler her zaman ilgili sözce öznesini belirtmede doğru belirtiler vermeyebilir.
58
V. DOĞAN GÜNAY
individu) arasındaki ayınmı ortaya koyalım. Eden, anlatıda bir adı olan ve belli bîr durum ya da edim sözcesinde bulunan-anlatı kişi sidir. Eden, anlatıda bîr kişi (baba), ortak bir kimlik (kalabalık), sim gesel bir varlık (insan ya da hayvan) ya da soyut bir kavram (ka der) olabilir (Greimas, Courtes, 1979:7). Eyleyen, anlatı izlencesin deki işlevine göre bir edenin adıdır. Anlatıdaki edenler işlevlerine göre; gönderen-gönderüen, özne-nesne, yardımcı-engelleyici eyle yenlerinden birisi olabilir. Buradan da anlaşılabileceği gibi, bir anla tıda sınırlı sayıda (altı tane) eyleyen olmasına karşın, sınırsız sa yıda eden bulunabilir. Propp’a göre eden, bir masalda değişik iş levleri yerine getiren bireyieşmiş anlatı kişileridir, eyleyen ise aynı eylemi gerçekleştiren eden sınıfıdır (Aktaran Dumortier, Pîazanet, 1980:64). Anlatı kişisi (fr. personnage) okuyucunun anlatılarda adı nı öğrendiği, serüvenlerini izlediği “kağıttan kişileridir (Ducrot, Todorov, 1979:286). Anlatı kişisi “okuyucunun oluşturduğu bir yapı ol duğu kadar metnin oluşturduğu bir yapıdır da Anlatı boyunca okuyucu tarafından aşamalı olarak geliştirilen bir anlatı göstergesi dir” (Hamon, 1977:119, Dumortier, Pîazanet, 1980:73). Ama anlatı kişileri arasında da bazı ayrımlar yapılabilir. Örneğin Todorov, "her anlatı kişisinin bir karakter olmadığını" (1978:183) söyler. Bu ba kımdan anlatı kişisi, sunulan zamansai-uzamsaî evrenin bir parça sıdır. Ama aynı anlatı kişisi psikolojik bir betimlemeyle birlikte ka raktere dönüşür. Bu nedenle anlatı kişisi, karakterden ayrıdır, ama diğer yandan da anlatı kişisi gerçek kişiden (fr. personne) de farklı dır. Etrafımızda gördüğümüz herkes (gerçek) kişidir (personne). Bi raz zorlamalı da olsa, bu kişi bir anlatıda yer alıyorsa, o zaman an latı kişisi olur. Özne, dilbilgisi açısından tümcenin temel öğesi, an latı açısından eylemler zincirini gerçekleştiren anlatının temel eyle yenidir. Ruhbiiîmsel tanımlamada ise, tanınan nesnenin karşı sındaki tanıyan varlıktır (Benac, 1985:192). Son olarak birey ise, toplumbilimsel bir tanımlamadır, ve toplumu oluşturan kişilerin, top luma göre yapılan bir adlandırmasıdır.
Anlatı kişileri birçok araştırmacının dikkatini çekmiştir. Hatta an latı çözümleme, yorumlama ya da değerlendirmelerinde, kişiyi yaptığı eylemlere ve tiplerine göre tanımlamaya birçok inceleme kuramı ayrı calıklı bir yer vermiştir. Roland Bartlıes, “anlatı kişileri bir betimleme düzlemleri oluştururlar, bu düzlemin dışında, aktarılan küçük “eylem ler” anlaşılır olmaktan çıkar, öyle ki, yeryüzünde “anlatı kişilerinin ya da en azından “edenlerdin bulunmadığı bir tek anlatı yoktur denebiliri1 (1988:45) şeklindeki görüşü, anlatı ile eyleyenler ve edenler arasındaki ayrılmaz ilişkiyi ortaya koyar. El yordamı ile yapılan anlatı incelemesi dışında bir kurama bağlı olarak yapılan çalışmalarda Özne, çoğunlukla incelemenin merkezinde olmaktadır. Bu doğrudur, çünkü uzam ya da
GÖSTERGEBİLİM YAZILARI
59
zaman gibi anlatıyı açıklayıcı öğeler içinde duran ya da eylemde bulu nan bir özne vardır. Tahsin Yüceltin dediği gibi, ''dünya konusunda her türlü bilginin en azından üç etkenin işlevi olduğu sö3rlenebilir: Dünya nın kendisi (uzam), onu ele alan özne (belli biri) ve her ikisinin de yer aldığı zaman (belli bir an). Bu üç öğeden birinde en ufak bir değişiklik oldu mu dünya aynı dünya değildir artık" (1993:17). Buradaki sözü edi len durum her türlü anlaü için de geçerlidir. Anlatı kavramı da bir özne nin eylemler zinciri içindeki yaptığı düşsel eylemlerin bir başkasınca sözlü ya da yazılı olarak alıcıya aktarılmasıdır. Aktarılan bu sözlü ya da yazılı bildiride bir özne ve bu öznenin yaptığı eylemler yoksa, bu anlatı olmaz, belki betimleme, Özdeyiş, deneme, yorum, lirik bir şiir ya da bi limsel bir bildiri olur. Algirdas-Juîien Greimas’m anlatı eyleyenlerim betimleme konu sunda verdiği sayıdan farklı sayılarda eyleyenlerden söz edenler ol muştur. örneğin Vladimir Propp, halk masallarım İnceleyerek yedi eyle yenden, Etienne Souriau tiyatro metinlerini inceleyerek altı eyleyenden söz eder. Bu tür sınıflamaların anlatıdaki kişilerin kimlikleri ile ya da karakterleri ile değil yaptıklarına göre olduğunu bir kez daha belirtelim. Kaîıraman-özneııin anlatıdaki işlevi ve konumu, yaptığı eylemlere bağlı olarak tanımlanması İle olacaktır. Kahraman olmak bir eylemi, eylem de belli bir niteliği varsayar. Bütün incelemeler konusunda anlatı, masal ya da tiyatro ile ilgili olarak dört ile sekiz arasında, değişen eyleyen sayısı verilmiştir. Ancak bütün bu saptamalarda, değişik adlarla anılsa da, öz ne her zaman ilk sırada yer almıştır. Bu sayılar değişse de yapılan kişi ya da eyleyen tanımlaması, kişinin yaptığı eyleme göre yapılan bir be timlemedir.2 2. 1. Tarihçe Yaptıkları eylemlere göre anlatı kişisini tamma, sınıflama ve işlev alanlarım tanımlama çalışmalarıyla İlgili olarak; A. Nikiforov, Vladimir Propp, Joseph Bedier, Alan Dundes, Etienne Souriau, Claude Bremond, Algirdas-Julien Greimas gibi adlar anılabilir. Nikiforov’a göre, kişilerin masaldaki işlevleri ve dinamik rolü değişmez. Kişi adları değişse de, iş lev ve roller aynı biçimdedir. Bu bakımdan Propp’ım görüşlerine ya kındır. Temel anlatı kişisi, biyografik işlevlerin taşıyıcısıdır, halbuki ikınci dereceden kişi, dolamının (fi. intrigue) karmaşık işlevlerini taşır (yani kahramana yardım ya da engelleme işlevi, nesne işlevi ya da kişi lerin isteklerini içeren işlevler). Meletinski ’ye göre, Greimas’m Yapısal Aniambilim’inde sunduğu “eyleyenierin yapısal modeli”, Nikiforov’un
60
V DOĞAN GÜNAY
modeli ile sözcüğü sözcüğüne örtüşmektedir (1970: 205). Bu bakımdan en azından Meletinskf ye göre, Nikiforov, Greimasrin öncüsüdür, eyle yen şemasını oluşturmada yararlandığı kişilerden birisidir. Ama Greimas tarafından geliştirilen göstergebilimsel çözümlemede, Rus biçimcileri yanında, dalıa birçok kaynaktan yararlandığı bilinir. Yazınsal anlatıların eklemlenimîerini belirlemeye çalışan anlatısal işlevler çözümlemesi ile Propp, masaldaki kişileri, onların işlevlerinden, eylem alanlarından yola çıkarak tanımaya çalışır. Yani ona göre masal daki değişmeyen eyleyenleri bulmak İçin "kişilerin ne yaptıklarını bil mek55 önemlidir, "kim yapıyor ve nasıl yapıyor55 (Propp, 1970: 29) soru ları bu bağlamda önemli olmayacaktır. Propp, bu değişmeyen işlevlerin tanınması ile, masallarda 31 işlev ve bu işlevleri gerçekleştirme bakı mından 7 tür eyleyen olduğu sonucuna varır (1970: 96-97): 1. Saldırgan (ya da kötü kişi) 2. Bağışçı (ya da Sağlayıcı) 3. Yardımcı 4. Prenses (ya da Aranan Kişi, bazen Prenses yerine: Babası) 5. Gönderen 6. Kahraman 7. Düzmece kahraman Bİr masalda birçok kişi olmasına rağmen, Propp’un bu sınıflama sına göre, işlev bakımından yedi anlatı eyleyen grubu oluşturur. Bunlar, halk masalının değişmeyen öğeleridir. Bu kişiler ile yaptıkları işlevler arasında üç tür durum görülebilir: Bir kişi bir işlev yapar, bir kişi birçok işlev yapar ya da birçok kişi tek bir işlev yerine getirirler. Etienne Souriau da Propp5un yaptığına benzer bir yöntemle, 210444 dramatik durumu inceleyerek, tiyatronun değişmeyen eyleyenle rini ortaya koymaya çalışır. Bu eylemleri dramatik eylemler olarak ad landırır. Meletinski’ye göre, Souriau'nun eyleyenler sınıflaması, hazır lanması ve uygulanabilirliği Proppmııki kadar net ve ayrıntılı değildir (Meletinski, 1970: 210). Bu işlevleri, Souriau astroloji terimleriyle şu bi çimde tanımlar (Pavis, 1980: 2ü): 1. Aslan (eylemi gerçekleştirmeyi arzu eden özne) 2. Güneş (öznenin sahip olmak istediği nesne) 3. Toprak (arzu edilen nesnenin yararlandığı şey) 4. Mars (engelleyici, öznenin karşılaştığı engel) 5. Terazi (arabulucu) 6. Ay (yardımcı)
GÖSTERGBBİLİM YAZILARI_____________________________________61
Bu altı eyleyen oyundaki işlevi ile var olurlar ve bu altılı yapıyı yaptıkları dramatik işlevlere bağlı olarak ikili gruplar oluşturur. Örne ğin. aslan ile güneş, toprak ile engelleyici ve terazi ile ay yaptığı bu grupları belirtir (.Aktaran, Ducrol, Todorov, 1979: 291). Bu eyleyenler sınıflandırmasında da ilk sırayı özne almaktadır. Claude Bremond, bütün anlatılar için geçerli olabilecek bir şema oluşturmaya çalışır: O, yalnızca lıalk masallarım incelemekle kalmaz, her türlü anlatıyı da inceleyerek bir sonuca varmaya çalışır. Özellikle anlatı mantığı ve insan davranışlarının sözdizimi üzerinde durur. Bremond’un anlatı mantığındaki temel kişileri: 1. Kahraman 2. Müttefik (Yardımcı) 3. Hasım (Engelle3rici)dır. (Bremond, 1973: 67-80) Bütün anlatıların “anlatısal çekirdek” denilen işlevlerden oluştu ğunu ortaya koyma>ra çalışan Bremond, bu temel kişilerin anlatı için deki yaptıkları eylemleri yeni bir yaklaşımla betimler. Aslında, bu üç eyleyen Propp ve Greimas’m eyleyenleri arasında vardır. Çalışmalarında Nıkiforov, Propp, Levi-Strauss ve Souriauhum yöıılembil imlerinden yararlanan Grenmiş’m eyleyen ömekçesi, hepsinin bir sonucu ve özeti olarak daha tutarlı görünür.. Dizisel (Propp) ve di zimsel (Levi-Strauss) bir inceleme türü ile kendi modelini oluşturur. Greimashn altı eyleyeni Propp’un eyleyenlerinin yeniden yorumlanma sıdır denilebilir: 1. Gönderen (Gn) 2. Gönderilen (Gln) 3. Özne(Ö) 4. Nesne (N) 5. Yardımcı (Yrd) 6. Engelleyici (Eng) Kuşkusuz, bunların yanma, özellikle anlatı İzlencesi (bundan son ra: Aİ) bağlananda karşı özne, karşı gönderen ve karşı gönderilen de ek lenebilir. Yine de son ekleııileııler temel anlatı kişileri değildirler, ben zer örnekler diğer araştırmacıların sınıflamaları için de geçerli olabilir. Bir anlatı içinde olaylar dizisi vardır. Bu olayları (eylemleri) ya pan anlatı kişileridir. Yukandaki işlevi bakımından kişilerin (eyleyenler) hepsi bu eylemleri yapma, diğer kişilerle olan ilişkileri kısacası, anlatı içindeki işlevlerine göre tanımlamadır.
62
V. DOĞAN GÜNAY
Paris göstergebilim okulunun- eyleyen çizgesini oluşturmada ya rarlandığı kuramlardan birisi de Fransız dilbilimci Lucien Tesniere’in görüşleridir. Tesniere 1965 yılında yazığı Yapısal sözdizimin öğeleri (Eîements de syntaxe slructuraîe) adlı kitabında tümceyi bir tiyatro oyu nuna benzetir. Bu durumda tiyatronun; oluş (eylemi) * edenler (kişileri) (fr. acteurs) - tümleyeıılerinin (fr. circonstances) tümcedeki karşılıkları: eylem (fr. verbe) - eyleyenler (fr. actants) - tümleyenlerdir (Şöyle bir sözcede: “Dün akşam (tiimleyen), Hakan (1. eyleyen) arkadaşına (2. ey leyen) bir kitap (3. eyleyen) verdi (eylem)" bir tek eyleme, birçok eyle yen ve tümleyen ekleyerek uzatmak olasıdır. Ancak tüm eyleyenler ve tünıleyenler, eylemle ilişkisine göre bu biçimde nitîendirilirler). Tesniere’in sınıflandırmasına göre özne, tümcenin birinci eyleyenidir (fr. actant premier), anlamsal yapının hareket noktasıdır. Mantık ve anlam ba kımından yüklemse! ilişkinin çıkış noktasıdır. Tesniere, eyleyeni, fiil tarafından belirtilen oluşa (fr. proces) katı lan varlık ya da nesneleri, belirten birimler olarak tanımlar {Aktaran Dubois, 1974: 8). Bu yaklaşımda tümce oluştan (yüklemden) yola çıkıla rak tanınmaktadır. Eylemdeki oluş bir edimin var olan durumdan bir başka biçime dönmesini belirtir. Tümcedeki eyleyenler, fiilin oluşuyla belirtilen dönüşümse! bir edim içindeki herhangi bir rolü üslenen îıer türlü kavramlardır. Oluş olarak süreç (fr. processus) (Örn. Uyumak) ve eylem (fr. action) (örn. Kapıyı çalmak) yardır. Bu bakımdan eylem tüm cenin merkezindedir. Bu görüş GreimasTn eyleyen ömekçesine benze mektedir. Tesniere ;in, eyleyenleri yaptıkları işlevlere göre sınıflaması göstergebilim için de geçerli olmuştur. Tesniere, diğer tümce öğelerini (yani eyleyenleri) eylemle olan ili.şkisine göre değerlendirir. Eyleyen metindeki durumuna göre; kılıcı (fr. ageııt) / eden (fr. acteur), nesne i kılman, yararlanan ya da araç du rumunda bulunabilir. Eylemle birinci derecede İlişkili olan, özneyi bi rinci eyleyen olarak niteler. Örneğin “Burcu, arkadaşına bir kitap verdi” tümcesinde, birinci eyleyen "Burcu”dur. Diğer yandan “arkadaşına” (yararlanan) vc “bir kitap” (nesne) sözcükleri eylemi yapan eyleyenözne değildir, ama bu İki sözcük grubu da Tesniere'İn betimlemesine göre tümcenin eyleyenleridir.2 2. 2. Yazınsal Göstergebilim Çözümlemesinde Özne Bütün eyleyen betimlemelerinde, temel anlatı kişisi öznedir. Adı ne olursa olsun (kişi, kahraman, anlatı kişisi, eyleyen-özne, edimsel öz ne. aslan, gerçekleştirici özne vb.) aheı-okuyııcu açısından birinci de-
GÖSTERGEBİLİM YAZILARI
63
recede ilgilenilen kişi her zaman öznedir. Onun serüveni, başarısı ya da başarısızlığı izlenilir. Öznenin etkileşimine göre diğer eyleyenler ta nımlanır. Örneğin Greimas’m oluşturduğu eyleyenler modelinde, yar dımcı ya da engelleyici, öznenin yardımcısı ya da engelleyicisidir. Yine nesne, öznenin sahip olmak istediği, onda ya da onun aracılığıyla bir du rum değişikliği yapmak istediği anlatı eyleyenidir. Belki Greimashn şemasında gönderen, önemli bir eyleyendir denebilir. Gönderen, özneyi yönlendiren, özneden şu ya da bu eylemi yapmasını isteyen tek eyle yendir. Bu nedenle konum olarak eyîeyen-Özneden daha üsttedir. Greimas, eyleyenlerin kendi aralarındaki etkileşimine bağlı olarak, onla rı üç anlam eksenine göre değerlendirir. Gönderen, nesne ve gönderilen arasındaki İlişki, iletişim eksenini oluşturur. (Gönderen ile gönderilen arasında tek taraflı bir ilişki vardır. Yani gönderilen, göndereni Ön var sayarken, tersi doğru değildir (Courles', 1991:99). Ama diğer eyleyen gruplarında eyleyenler karşılıklı olarak birbirini varsayar). Özne ile nes ne arasındaki etkileşim istek (ya da ara3rış) eksenini, son olarak da yardımcı, özne ve engelleyici arasında bir sınama (güç) ekseni vardır. Aİ’de temel işlevi olan eyleyen-özııe, Aİ’nin çeşitli aşamalarında Gn ile (eylerim (fr. manipulation) ve yaptırım (fr. sanction) aşamala rında) ya da nesne ile (ediııç (fr. competence) ve edim (fr. performance) aşamalarında) ilişki içindedir. Yine Aİ'nin dört aşamasının ikisinde (edinç ve edim aşamalarında) eyleyen-Özne, kendisine yardım eden (yar dımcı) ya da ona karşı çıkan, onu engelleyen (engelleyici) eyleyenlerle ilişki içindedir. Özne, nesne ile etkileşimi öncesinde, etkileşimi sı rasında ya da etkileşiminden sonra da diğer eyleyenlerle ilişki içindedir. Örneğin, öznenin gönderen ile İlişkisi nesne ile etkileşimi öncesi ve $onrasmdadır. Yani nesne ile etkileşimi sırasında öznenin gönderen ile bir ilişkisinin olmadığı söylenebilir. Yardımcı ve engelleyici ile etkileşimi İse özne ile nesnenin etkileşimi sıraşmca vardır. Yardımcı ve engelle yici. öznenin nesneyi kazanması ya da kazanmaması anında hep vardır. Genel olarak anlatıdan söz edebilmek için Jean-Micheî Adanrm da belirttiği gibi altı temel özellikten söz edilebilir (1991:86-94). 1. Her anlatıda bırbiriyle İlişkili olaylar art arda gelir. Belli bir zaman diliminde gelişen olaylar, kendi içinde var olabilecek çeşitli ba ğıntılarla (sezdirimler ve çıkarsamalar, artgönderim ve öngönderimier, anlatının tümünden çıkarılabilecek eksiltili yapılar, tümceler arası ba ğıntı öğeleri, metnin belirticileri gibi) ilişkilendirilebilir. Okuyucu, an latı içindeki birçok örtük durumu, yüzeysel yapıda belirgin olmayan ya da sezdirimsel olarak verilmiş durumu, art arda gelen olayları ilişkilendirerck ortaya koyabilir. Dolamı, olayların zaman içinde bîr sıraya bağlı
64
V. DOĞAN GÜNAY
olarak dizilişidir ve bu durum anlatının temel yapısını oluşturur. Anlatı daki zamansal yönü belirtmek için de bazıları, "zurnan içinde gelişen göndergesel metin”ler (Ducrot. Todorov, 1979: 378) olarak tanımlar. Bir başka biçimiyle anlatı, "genel bir konu bütünlüğünde, değişik kişiler ta rafından gerçekleştirilen, birbiriyle bağıntılı eylemler zincirini anlatan bir bildiridir. Eğer olaylarda art arda gelme durumu yoksa anlatıdan söz edilemez” (Dumortier, Plazanet, 1980:36-37). Burada sözü edilen art ar da gelme, değişik eylemlerin aynı metin içinde bulunması ya da arka ar kaya yazılması değil, aksine art arda gelen eylemler birbiriyle ilişki içindedir. 2. İkinci olarak, bir anlatıdan söz edebilmek için, metnin genelin den çıkartılabilecek belli bir izlek gereklidir. Bu İzlek, genel bir durumu belirtebileceği gibi, dar anlamda bir eyleyen Özne ve onun yaptığı edim leri belirten bir izlek de olabilir. Yazınsal göstergebilimin bir anlatıyı çözümlemek için geliştirdiği Aİ, durum ve edim içindeki eyleyenin yap tıkları işlevleri betimlemeye dayanır. Bu durumlar ve dönüşümler belli bir izleği ortaya koyabilir. Ancak izlek, her durumda kahramanın yap tıklarına bağlı olmayabilir. İzlek, okuyucunun metnin tümünden çı kartabileceği yani tümünü anlamlandırması ile ortaya koyabileceği bir sonuç, varılabilecek bir yargıdır. 3. Her anlatı, durum ve edim sözcelerinden oluşur. Durum sözce leri ve aralarındaki dönüşümü belirten edim sözcelerinin varlığı bir an latı için gereklidir. Bu İki tür sözce de birbiriyle ilişki içindedir. Courtes anlatıyı "bir durumdan başka bir duruma geçiş” ya da "birbirini izleyen farklı iki durum arasındaki dönüşüm” (Courtes, 1991:70,72) olarak ta mınlar. Anlamım başlangıcında, Özne nesnesinden ayrıdır ya da nesnesi ile birliktedir. Ama anlatının sonunda bu dunun değişmiş olarak bulu nur'4 5. Özne İle nesnesi arasındaki ilişkide. Öznenin nesnesi ile birlikte ol ması ya da nesnesinden ayrı olması anlatıdaki durandan belirtir. Bu du rumun tersine dönmesi ya da sümıesi için öznenin eylemde bulunması gerekir. Bu eylemler de anlatıdaki dönüşümlerdir. Anlatımlı başında ço ğunlukla nesnesinden ayrı olan özne, belirli dönüşümlerle ona salıip oî4 Ö zne ile nesnesi arasındaki İlişki açısından dört tür İlişkiden söz edilebilir: 1. Anlaümn
başında nesnesinden ayrı olan özne, anlatının sonunda nesnesine kavuş m uştur ve anlatı bu şekilde sona erer. 2. Anlatının başında nesnesinden ayrı olan özııe, anlatı İçinde ba zen nesnesine bir ara sahip olsa da, anlatı sonunda yine nesnesinden ayrı olarak anlatı biter. 3. Anlatının başında nesnesi ile birlikte olan özne, anlatı sonunda nesnesinden ay rı kalmıştır, 4. Anlatının başında nesnesi ile birlikte olan özne, atılalı süresince bir ara nesnesinden ayrı kalsa da, anlatı sonunda yine nesnesi ile birliktedir ve anlatı bu şekilde sonlanır.
GÖSTERGEBİLİM YAZILARI
65
maya çalışır. Zaten anlatısalhk (fr. narrativite) kavramı, “bir anlatı için de, dunun ve dönüşümlerin art arda' gelerek metinde anlam oluşturması” (Gr. d'Entr., 1988: 14) demektir. Genel metin içinde en fazla yer alan kı sım özne ile nesne arasındaki istek ekseninin belirtildiği dönüşümlerdir. Aslında bu dönüşümler hem Propp'un hem de Greimasm çözümleme lerinde vardır. Örneğin Propp’taki 31 işlevden eksiklik (fr. manque) (Villa işlevi) ve eksikliğin ortadan kaldırılması (fr. liquiditation du manque) (XIX işlev) biçimindeki işlevler iki durum arasındaki dönüşü mün başı ve sonudur. Aynı biçimde Greimasm çözümleme ömekçesindekı gönderen (koşullandırıcı özne) ile özne (gerçekleştirici özne) arasındaki anlaşma (eyletim) ve anlaşmanın değerlendirilmesi (yaptı rım) aşamaları dönüşümlerin başı ve sonunu belirtir. Bu tanımlama da, yazınsal göstergebilim açısından iki tür sözcenin olduğunu ortaya koyar: Özne ile nesnesi arasındaki değişik türdeki bağıntıyı ya da ilişkiyi belir ten durum sözcesi ile öznenin durumlar arası dönüşümlerini belirten edim sözcesi. 4. Her anlatıda belli bir oluş (fr. proces) vardır. Yani anlaüdaki olavlar zinciri, bir bütünün parçası olarak bir arada bulunurlar. Bu dü zenleme de, giriş-gelişme ve sonuç gibi bir sıralama izlemelidir. Anlatısal yapıların İşleyişiyle ilgili Aİ kuramı açısından en yalın bir sözce ola rak ele alınabilecek bir anlatı parçası ya da metni, eyleyenler (E) arasın daki bağmtı-işlev (İ) biçiminde (Courtes, î991:76) tanımlanabilir. î (El, E2, E3, ...En). Böyle bir tanımlamada en küçük bir eylemde bile birden çok eyleyen ilişki içindedir ve edenlerinin sayısı konusunda bir sınır lama olmayacaktır. 5. Sözceleme öznesi (yazar) tarafından anlatılacak olayın bir ne deni olmalıdır. Bir anlamda, okurcunun okuduğu metinden kendisine bir pay çıkarması gereklidir. Bu çıkarım her zaman somut birşey olmaya çaktır. Ama her durumda okuyucu, okuduğu metinden kendine göre bir çıkanında buhmabilmelıdir. Anlatı, ele aldığı konuyu açıklar ve dü zenler. Bu düzenlemede anlatılan olaylar, gerçek yaşamda geliştikleri biçimde zamançîzgisel bir sıralama izlemeyebilirler. Aksine, olaylar arası ilişkiye bağlı olarak sebep-sonuç ilişkisi içinde gelişirler. “Her anla tı eklemlenmiş ve aşamalaııdmlımş birçok dönüşümü içerir. Bu durum ların ve dönüşümlerin art arda gelmesi mantıksal bir yol izler” (Gr. d’Entr., 1988:16). Yazarın bilinçli olarak eksik bıraktığı (sezdirimler) kı sımlar ya da okuyucudan beklenilen çıkanralar da bu manüksal sırala maya dayandırdın Eğer anlatıdaki olaydar arasmda mantıksal ya da-sebep-soııuç türü bir ilişkilendirme yapılamıyorsa, anlatı yetersiz ve başa-
66_________________________________
V DOĞAN GÜNAY
nsız olacaktır ya da okuyucudan beklenilen metnin eksik kalmış kısmını doldurma işi gerçekleşmeyecektir. 6. Okuyucunun anlatıdan çıkarabileceği bir etik sonuç olmalıdır. Bu sonuç, bir bakıma gerçek yaşamla ilgili bir çıkarandır. Özellikle, göndergesi gerçek dünyaya ait olan anlatilarm okuyucuya aktarılma ne deni vardır. Buradaki olaylar, her zaman gerçek dünyadaki göndergelerle bire bir oranında çakışmaz. Sıralamada ya da olayların gelişiminde yapılan bilinçli değişiklikler alıcıya belli bir etik çıkarım sağlamak için düzenlenmiş olabilir. Okuyucu, okuduğu metinle verilmek istenilen çı karımı anlar, satır aralarım okur. Anlamak, olayların art arda gelmesini kavrayabilmek ve “anlatı açısından bütünü kavramak, çizgisel gelişimin ötesinde, bütünü ve ilişkilerin ana parçası olarak parçalan kavramak” (Adam, 1990:40, 151) demektir. 2*2.1. Özne Türleri AT de özne, anlatı boyunca değişik konumlarda bulunabilir. Buna bağlı olarak da işlevine göre aynı özne değişik adlarla tanımlanır. Yani aynı özne; eyletimç edinç, edim ve yaptırım aşamalarında değişik adlarla anılabilir. Yine aynı özne, bir başka eyleyenle olan ilişkisine göre yeni bir ad alabilir. Öznenin gönderenle ve nesne İle olan ilişkisinde bu du rum görülür. Eyleyenler içinde diğer eyleyenlerin hepsi ile etkileşim içinde olan eyleyen, öznedir. Durum sözcesinde onun bir durumu belir tilir, özne, gönderenin esinlediği eylemi yapmak zorundadır, onun yar dımcısı ya da engelleyicisi vardır vb. Bir A l’de temel olarak bir tane eyleyen-özne olsa da, değişik bakış açısı ile, üç ayrı özneden de söz edile bilir: Eyleyen özneden başka, bu öznenin engelleyicisi (ya da karşı öz ne), kendi AFnin eyleyen-öznesi durumundadır. Bu açıdan, iki değişik Aİ’ne bağlı olarak (ya da aynı anlatının İki ayn kişiye göre yorum lanması ile) özne İle karşı özne (kÖ) arasında bir yer değiştirme söz ko nusudur. Daha üst düzeydeki bir sınıflamada, gönderen de (özneye iş yaptırması açısından) kendi anlatı izlencesinin öznesi konumunda ola caktır. Ancak gönderenin anlatı izlneeesinde eyleyen-özne (yani gönde ren) bir eylem yapmak yerine bir eylem yaptınnak konumundadır. Bü tün bu açıklamalardan sonra, göstergebilımsel çözümlemede şu adlar daki öznelerden söz edilir: Durum öznesi (A. sujet d’etat), edim öznesi (A. sujet de faire), edimsel özne (A. sujet pragmatique), edinçli özne (A. sujet competant), eyleten özne (A. sujet manipulateur), eyletilen özne (A. sujet manipule), gerçekleştirici özne (A. sujet operateur), karşı özne (A. anti-sujet), koşullandıran özne (A. sujet modalisateur), yapım öznesi (A. sujet de faire). Bu Öznelerin bazıları, aynı rolü yapan öznenin bir
GÖSTERGEBİLİM YAZILARI
67
başka adıdır. Örneğin, gerçekleştirici özne, yapım öznesi ve edim öznesi aynı konumdaki özneyi belirtir. Ama öznenin bir başka eyleyene ya da durumuna göre bu tür ayrım gerekli olabilmektedir. Örneğin, duranı öz nesinin karşısındaki özne, yapım öznesidir; gönderenden aldığı eylemi yerine getiren özne, gerçekleştirici öznedir. Edim aşamasındaki eylemi yapmakta olan özne ise, yapım Öznesidir. Yine eyleten özne ile eyletilen özne, gönderen ile öznenin eylerim aşamasındaki ilişkilerine göre bir belirlemedir. Koşullandırıcı özne, gönderenin özneye göre konumunu belirten bir tanımlamadır. Burada kısaca yazınsal göstergebilimi ilgilendiren bazı özneleri tanımlayalım: Durum öznesi: Anlatısal yapıyla ilgili olarak, gösterge bilim, an latıdaki duruma göre iki tür özneden söz eder: Durum öznesi ve edim Öznesi. Anlatıdaki başlangıç durumu (fr. situation initiale) denilen aşa mada ve yaptırım uygulanmış bir öğe ile ilgili olarak durum öznesinden söz edilebilir (Ancak anlatı süresince, değişik eylemlerin öncesi ve son rasında da aynı özneyi durum öznesi olarak adlandırmak yanlış olma yacaktır). Durum öznesinin karşıtı ya da zamansal olarak, durum öznesinin öncesi ve sonrası konumdaki edim öznesi, devinim içindeki öznedir. Çünkü anlatıda yaptığı eylemle kimlik kazanır, bir kimliği olur. Bura daki karşıtlık, aynı düzeydeki iki öznenin eylem yapması ya da yapma ması bağlamındadır. Bir kez daha söylemek gerekirse, her türlü eyleyen tanımlanmasının, anlatıda geçen kahramanın adına göre değil, anlatı İçinde sahip olduğu ya da yaptığı göreve göre olduğunu belirtmek gere kiyor. Bu bakımdan Öznenin adı, birinci derecede önemli olmayacaktır. Edim öznesi ile durum öznesi arasındaki temel ayrım ise; durum öznesi hakkında okuyucu çok fazla bilgi öğrenemez. Yani, eylem yapmayan ve bir durumu açıklanan, özne kendisi ile ilgili çok fazla bilgi açıklamaz. Kendisine ait fiziki ya da ruhsal durumlar öğrenilebilir ya da kendisinin sahip olduğu ya da olmadığı nesneleri bilinebilir. (Durum öznesi /olmak/ ve /sahip olmak/ edimleri ile belirtilir). Eylem yapmamasına bağlı olarak, durum öznesi bir bakma kapalı bir özne olarak tanımla nabilir (Durum öznesini tanımaya yönelik çalışmalar, göstergebitimci lerin son zamanlarda en çok ilgilendikleri konuların başında gelmiştir. Greimas’ın <(öfke> !y i incelemesiyle başlayan bu çalışmalar, değişik duygu ve tutkuların çözümlemeleriyle sürmektedir.. Ancak eyleyenlerin tutkusal yönünü ele alınacak çalışmalarda her iki türde Özne ile karşı laşmak olasıdır. Kişi bir tutkusunu anlatısında belirtirken belli bir devi nim içinde bulunabilir).
68
V. DOĞAN GÜNAY
Gücül (ya da eyletilen) özne: Daha önce de belirtildiği gibi, eyleyen-özne, ilişkili olduğu başka eyleyenlere göre (ya da A İ açısından, dört aşamanın her birinde) farklı adlar alabilir. Eyleyen-özne, gönde renle ilişkide olduğu eyletim (fr. manipulation) aşamasında gücül özne (fr. sujet virtuel) olarak adlandırılır: Eyletim aşamasında, gerçekleşti rici özneden bir İş yapması islenir. Bu bakımdan aynı öznenin buradaki adı, gücül özne olarak adlandırılır. Edim aşamasında ise bu özne ger çekleştirici öznedir. İlk aşamadaki gücül \özne nesneye sahiptir ya da değildir. Al'nin eyletim aşamasındaki bu gücül özne gerçek anlamda bir eylem yapmaz. Ama koşullandırıcı özne (fr. sujet modalisateur) ya da eyleten özne (fr. sujet manipulateur), gücül özneye bir eylem yapması konusunda telkinlerde bulunur. Bu konumdaki durum öznesi, eyletilen özne fr. sujet manipule) olarak adlandırılır. Gönderene bağlı olarak eyletimin alıcısı olarak da tanımlanabilir. Aynı eden fr, acteur), özne nin nesnesinden ayrı olması ya da onunla birlikte (ona sahip) olması açısından durum öznesidir; ama gönderenin, durum öznesinden bir ey lem yapınasım istemesi bakımından ise eyletilen öznedir. Eyleten (ya da koşullandırıcı) Özne; Özneyi etkilemeye çalışan ey leyen olarak gönderen de (özne, gönderenin nesnesi olarak düşünül düğünde), bir Öznedir. Bir bakıma, eyleyen öznenin Ai'sinden daha ge niş (ve doğal olarak Öznenin Ai ’sini de kapsayan) yeni bir A İ düşünmek gerekir. Bu, daha üst konumdaki A İ ’nin eyleyen Öznesi, gönderen ola caktır. Koşullandırıcı özne fr. sujet modalisateur) olarak da adlandırı lan gönderen, her durumda, hiyerarşik olarak gerçekleştirici özneden daha üst konumdadır. Bir bakıma, eyleten özne fr. sujet manipulateur) ile eyletilen özne fr. sujet manipule) birbirine karşıttır. Bu karşıtlık, ko numsal bir durumdur. Yani, aynı düzeydeki iki öznenin karşıtlığı değil, iist-ast arası bir karşıtlık söz konusudur. Çünkü koşullandırıcı özne, önerisi ve telkinleri ile gerçekleştirici özneyi eylem yapmaya ikna eder ya da zorlar. Gönderen, eyleyen çizgesindeki özneye telkinde bulunması ya da onu edimde bulunmaya zorlaması biçimiyle koşullandırıcı özne olur. Eyletim fr. manipulation) aşamasındaki gönderen, eyletimdeki iş levine bağlı olarak eyleten özne olarak da tanımlanır. Bu aynı edenin fr, acteur) A İ içindeki yerine göre tanımlamadır, gönderene hiçbir ye nilik getirmez, yalnız, gönderenin eyletim aşamasındaki adıdır. Yine eyletim aşamasında, eyletilen, öznenin göndereni (eyletimin göndereni) durumundadır. Bir başka deyişle, gönderenin özneyle oluşturulan konu muna göre yapılan bir değerlendirmedir. Gerçekleştirici (ya da işlemci) özne: Durum öznesi edim aşama sında, gerçek anlamda bir eylemde bulunur. Gerçekleştirici özne fr.
GÖSTERGEBİLİM YAZILARI
69
sujet operateur), belli bir devinim içinde bulunan, gönderenin esinlediği şeyi yapmaya ya da yapmaya yönelik edimlerde bulunan bir eyleyendir. Bir nesneye sahip olmak ya da ondan kurtulmak için gerçek anlamda eylem yapan bir öznedir: Hemen belirtelim ki durum öznesi, gönderenle etkileşimi sonunda gerçekleştirici özne olur. Yani bir bakıma nesne ile etkileşimi aşamasında durum öznesinin adı ve konumu değişir. Aynı eden, A Î içindeki konumuyla durum ya da gerçekleştirici özne olarak bu lunur. Eylemi gerçekleştirme ile İlgili kipse1 sözceleri (yani “şu eylemi yap” türü telkin, emir ya da öneride bulunan sözceleri) koşullandırıcı özne yapar. Eyleyen-gönderen olan koşullandırıcı özne gerçek anlamda bir eylemde bulunmaz, gerçek bir eylemin yapılmasını bir başkasından ister. Bu eylemi, gerçek anlamda yapan ise gerçekleştirici öznedir. Bu durumdaki öznenin adı edimin gerçekleştirici öznesidir (fr. sujet operateur de la performance) (Gr. d ’Ent. 1988:45/ Sonuçta yapma ey lemi ile ilgili İki ayrı özneden söz edebiliriz: Eylemin yapılmasını bir başkasından isteyen koşullandırıcı özne yanında, eylemi bizzat yapan gerçekleştirici özne vardır. Burada değişik özne türleri anılsa da, bazıları aynı öznenin değişik durumlar karşısındaki adıdır, bazısı da Greimas’m özne dışındaki eyle yene verdiği addır. Örneğin eyleten özne gönderendir. Gönderen karşı sındaki özne ise eyletilen öznedir. Eyletilen öznenin engelleyicisi ise, karşı öznedir. Zaten eylerim kavramı, bir öznenin bir başka Özne üze rinde gerçekleştirdiği eylem biçiminde tanımlanır. Bunun için de eylerim, edim ve edinç olgularım tanımlayan koşullandıran düzleminde yer alır. Gerçekleştirici Özne, A İ’nin ikinci ve üçüncü aşamasındaki duru muna göre bir tanımlamadır. Özne, gerçekleştirdiği edim ile ilişki için dedir. Yani, olayın gerçekleşmesi sürmektedir. Edim öznesi (fr. sujet de faire) olarak da adlandırılan bu özne, bütün işlevini edim (fr. perfor mance) aşamasında alır. Edim öznesi yalnızca belirli özelliklere sahip olmakla kalmaz, yani durum öznesi olarak kalmaz, bir edimde bulunur. Gerçekleştirici özne ile edim arasındaki ilişki edim sözcesini belirtir. Ancak şu durumu da göz Önünde bulundurmak gerekiyor: Dıımm öz nesi, öncesinde ya da sonrasında bir gerçekleştirici öznedir. Yani her durum öznesi, bir dönem gerçekleştirici öznedir ya da her gerçekleştirici Özne bir süre sonra durum öznesi olacaktır. Bir nesneye sahip olan özne, o nesneye sahip olma aşamasında gerçekleştirici öznedir. Öznenin farklı tanımlamalar gerçekleştireceği dunım için de (nes ne) geçerli olabilir: Kipse! nesne (fr. objet modal) (bundan sonra: kN)
70______________________'______________
V. DOĞAN GÜNAY
ve değer-nesne (fr. objet de valeur) (bundan sonra: dN) AÎ’deki farklı zamanlarda (öznenin Aİ’nin edinç ve edim aşamalanndaki sahip olmak İstediği iki değişik türdeki) nesnelere verilen adlardır. İki nesne arasın daki temel farklılık ise kN, öznenin edinç aşamasındaki sahip olup ol madığım değerlendirdiği dört temel kipsel yapıyı (istemek, bilmek, muktedir olmak ve zorunda olmak) belirtir. İkinci türdeki dN ise eyleyen-öznenin, edim aşamasındaki sahip olmak istediği gerçek nesneye verilen addır. Bir bakıma, özne kN’ye sahip ise dN’ye sahip olabilecek tir. Bütün bu durumlar, öznenin AÎ’deki dört temel aşamaya göre yapı lan tanımlamaları belirtir. Öznenin dN’ye sahip olma biçimine gelince, özne İle nesne ara sındaki ilişki dört değişik biçimde olabilir (Gr. d’Entr., 1988:24-26): 1. Aynı özne, gerçekleştirici (ya da işlemci) Özne (fr. sujet operateur) anlatının başında nesnesinden ayrıdır, sonunda İse birleşmiştir. Bu rada, işlemci Öznenin dN’yi kendine mal etmesi söz konusudur. Buna elde etme (fr. appropriation) denir. 2. İşlemci özne, anlatının sonunda nesnesiyle birleşmiş olan du rum öznesinden ayrı olabilir (iki değişik özne söz konusudur). Burada, Aİ bakımından, dN’yi bir başka özneye kazandırma söz konusudur. Yani geçişli dönüş(tür)üm vardır (fr. transformation transitif). Değer nesnenin bu şekilde elde edilmesine katkı (fr. attribution) denir. 3. Bir özne, hem işlemci öznedir hem de başlangıçta dN’sine sa hip, ama anlatının sonunda nesnesinden ayrı olan durum öznesidir. Bu eden (fr. acteur) için, nesnesinden ayrılması söz konusudur. Bir tür dö nüşlü işlem (fr. operation refîechie) söz konusudur ve bu işlem vazgeç me (fr. renonciation) olarak adlandmhr. 4. Son olarak dönüşümün işlemci öznesi, anlatının başında nesne sine sahip (onunla birlikte) olan duranı öznesinden farklıdır. Bu, geçişli dönüşümdür ve sahiplikten vazgeçme (fr. depossession) olarak tanımla nır. Gerçekleştirici özne, yukarıdaki sınıflamadan da anlaşılabileceği gibi, her zaman nesneye sahip olmak durumunda değildir, ya da anla tıda bu durum her zaman böyle sonlanmaz. Bazen aradığı nesneye sahip olur (1), bir başkasına yardım eder (2), ;elindeki nesneyi kaybedebilir (3) ya da yeni bir durum öznesi aranılan nesneye sahip olabilir (4) (Bu radaki dört durumdan ilk ikisinde, eyleyen nesnenin elde edilmesi, diğer ikisinde de nesneden yoksun kalınması söz konusudur, ama sahip olma ve yoksunluk durumunda da farklılık vardır. Eylemin öznenin kendi sinde gerçekleşmesi ya da bir başkası üzerinde gerçekleşmesi söz konu
GÖSTERGEBİLİM YAZILARI
71
sudur). Ama her durumda, AVnin öznesi edim aşamasında bir eylem ya par. Bu bakımdan, öznenin kimliğini tanıma, daha çok gerçekleştirici özne aşamasında olacaktır. Çünkü eylemde bulunan kişi kendi kimliğim eyleminde yansıtacaktır. Eylem içindeki insan, yani iş yapan özne ken dine özgü davranışlarım daha çok ortaya koyar. A l ’deki nesne ile ilişki içinde bulunan özne (edinç ve edim aşamalarında) kendi sözcesinden yola çıkarak tanımak daha kolay ve anlamlı olacaktır. Çünkü bu A İ ’ne göre bu aşamalarda özne bir eylem içindedir ve bu eylemi gerek sözel gerekse bedensel olarak yapmaktadır. “Nasıl konuşmacı kendi konuş masında mevcut ise, eylemi yapan da eyleminde mevcuttur” (Ricoeur, 1984:9). Bu da, kendisini ele verecek davranışlar içinde bulunduğunu gösterir. Gerçek yaşam anlatısal bir dünya olarak ele alındığında, öz nenin nesnesi ile ilişkisi edinç ve edim aşamalarında kendini göstere cektir. Bu da, çoğunlukla yaptığı eylemlerde ve konuşmalarında görüle bilir. Konuşmak da bir anlamda eylemde bulunmaktır. Bir başka açıdan düşünülürse, konuşma bir içsel eylemdir. Yani, her özne kendine özgü bireysel yönlerim kendi iç ve dış eylemlerinde gösterebilecektir. AVde söz konusu olan dört kiplikten ikisine (istemek ve yapabilmek) göre çe şitli söylemlerdeki özne türleri vardır. Kuşkusuz, durum öznesi de kendi sözcesinde nesnel yanlarını or taya koyabilir. Kullanılan zamandan, görecelik içeren sıfatlara, kişi adıllarından nesnelliği açığa çıkaran eylemlere değin birçok ayrıntıda kendi kimliğini ortaya koyabilir. Karşı Özne: Gerçekleştirici öznenin karşıtı durumundaki bir başka özne de anlatı içinde yer alır. Yazınsal göstergebiUmde bu son özne kar şı özne (fy. anti-sııjet) olarak adlandırılır. Gerçekleştirici özne ile karşı özne aynı nesneye sahip olma/olmama konusunda bir ilişki içindedir. Bu ilişki;uzlaşma, ama çoğunlukla çatışma biçimindedir. Bu iki özne (Öl = gerçekleştirici özne, 02 —karşı özne) anlatı boyunca birbiriyle karşıt eylemler içindedirler. Bir anlatıdaki öznelerden hangisinin Özne, hangi sinin karşı özne olduğu ise, bakış açısı ile ilgili bir durumdur. Ama çoğunlukla yazarın baş kahramanı özne .olarak yer alır. Çünkü okuyucu, öznenin serüvenlerini, başarı ve başarısızlıklarını izler. Aynı anlatıda birinci özne gerçekleştirici ise, bu öznenin karşısındaki özne karşı özne dir. Bakış açısı değiştirilerek aynı anlatı, karşı öznenin amaçları ve bek lentileri açısından okunabilir ve yorumlanabilir. Bu son durumda Öl, Ö2 ’nin karşı öznesi olacaktır. Yani, öznelerin işlevleri değişmiş olacak tır. Bu durumda her anlatıda Öl ve Ö2 hin anlatı izlenceleri ayrı ayrı ortaya konulabilir. Bu iki anlatı izlencesi tek bir anlatı içindedir, tek bir
72
V DOĞAM GÜN AY
anlatıyı oluştururlar. Bir başka deyişle, her anlatı, birbirine bağlı en az iki ayrı anlatı izlencesini içinde barındırır. Bütün anlatılarda Öl ’in gerçekleştirdiği izlence, 0 2 'hin tam kar şıtı olarak tanımlandığına göre, Ö l ’in başarısı Ö2’nin başarısızlığı, Ö2 ’nin başarısı da ÖVin başarısızlığı biçiminde anlatıda yer alır. Bu bakımdan özne ile karşı özne, anlatı süresince aynı nesneyle ilgili ola rak bir çatışma halindedir ve anlatı bu eksende gelişir, Barthes, yazarların belirgin olarak iki özneyi öne çıkardığını, bu nedenle, diğer anlatı kişilerini okuyucunun çok iyi tanıyamadığını belir terek, yazarları eleştirmek için söylediği “birçok anlatı, iki lıasmı bir beklenti çerçevesinde karşı karşıya getirir” (1988: 50) açıklaması, anla tılarda en belirgin olarak özne ile karşı öznenin serüvenlerinin en ön planda olduğunu belirtmek içindir. Özne; ile karşı öznenin (iki hasım) bir nesne (beklenti) ile ilgili olarak çatışma yaşamaları, anlatmm genel yapısının oluşturur. Öznenin nesnesini elde etmeye yönelik çalışması, her zaman karşı özne tarafından engellenmeye çalışılacaktır, benzer şey ler karşı özne için de söylenebilir. Sonuçta aynı anlatı içinde, bir tek nesneyi (dN) elde etmeye yöneHk iki ayrı A İ vardır, iki ayrı öyküden söz edilebilir (Elbette karşı özne için de, d N ’y î elde etmeye ya da kaybetmemeye yönelik, kendi edinç aşaması İle ilgili olarak bir k N ’den söz edilebilir). Her iki A İ için ayrı ayrı eyleyen şeması oluşturulabilir. Bu İki Aİ'de aynı edenin (fr. acteur), İki ayrı A İ içinde farklı eyleyen olarak bulunduğu görülecektir. Yani AÎj için (Aİh öznenin öyküsünü belirtir; A İ2, karşı öznenin öykü sünü belirtir ~ kt Aİ) oluşturulacak eyleyen çizgesindeki gönderengönderilen, özne-nesne, yardımcı-engelleyici, A I2 de aynı eyleyen ola rak bulunmayacaktır. A İfdeki gönderen ve gönderilen A lfd e bulun mayacaktır (Öznenin bir nesneye sahip olmasını isteyen gönderen ile karşı Öznenin göndereni hiçbir zaman aynı olmaz5. Aynı durum gönderi len için de geçeriidir. Ama diğer edenler, işlev değiştirerek her iki A İ ’de değişik eyleyenler olarak bulunurlar). A Î} ’deki özne, A l2 'de karşı özne ya da engelleyici olarak bulunur; A İ} ’in yardımcısı ve engelleyi cisi Aİ2 ’nin (işlevleri değişmiş olarak) engelleyicisi ve yardımcısı olur lar. Her iki anlatıda aynı eyleyen olarak bulunan ise nesnedir. Kuşkusuz1
1 Önıeğin'Courtes, göslergebiiimsei dörtgen ile Gıı - Ö ve kt Gn - kt Ö anısındaki ilişki leri ettirgen kipliklerle şöyle açıklar (1991:112): Bir yandan G n - Ö diğer yandan kt Gıı - kt Ö arasında /yaptırtmak/ (yapmasını yapmak) kipliği vardır. Ama Gıı kt O ya da kt Gıı - Ö arasında ise /yaptırmamak/' (yapmamasını yapmak) kipliği vardır. Bu da Gıı ve kt G n ‘in özneleri ve karşı Özneleri İle ilgili beklentilerini ortaya koyar.
GÖSTERGEBİLİM YAZILARI
73
burada da farklılık vardır: Aİj ’de değer nesne olarak varken, A İ2> de kipsel nesne olarak bulunur. A l'nin eyleyenleri_____ _________ k tA I ’nîn eyleyenleri
Gn Gln
Ö N (kN/dN) Yrd Eng
- (kî Gn) - (kt Gln) kî Ö6 (ya da Eng) N (kN/dN) Eng : Yrd (ya da kt Ö)
2. 2. 2. Örnekler Buradaki saptadığımız Özne türlerim Ali Kaş'm biz çizgi film çö zümlemesinde kullandığı örnek metinle ortaya koymak istiyoruz. Kaş, HE-MAN adlı çizgi filmle ilgili olarak yaptığı çözümlemede (1988:4043). ele aldığı bütüncesinde, yüzeysel ve derin yapıyı ayrıntılı olarak or taya koyar. Bu çizgi filmin başlangıcında kullanılan ve Kaş tarafından da incelenen bütünce olarak alman şu metin, bizim özne türlerimiz için de iyi bir örnekçe olacaktır: - Ben Adam: Sonsuzluk ülkesinin prensi ve gölgeler şatosunun sır larının koruyucusu - Bu gördüğünüz de Titrek: Korkusuz dostum - Bana gizli güçler verildiği gün, sihirli kılıcımı gökyüzüne kaldırıp şu sözleri söyledim: “Gölgelerin gücü adına, GÜÇ BENDE ART1K!”
6 Her bilim için söylenebilecek olan “henüz son halini almamış, hala gelişim içinde” biçi
mindeki görüşler göstergebilim için de geçerlidir. Örneğin, Yücel’in “henüz tamam lanmamış bir bilim” (1990:17) dediği b» bilim, zaman zaman kendi kuramını da yeni leyebilmektedir ya da önceden belirtilen görüşler yeni araştırmalara bağlı olarak deği şebilmektedir. Göstergebilimsel çözümlemede kiplik kuramının ayrıntılı ele alınması ile birlikte yardımcı ve engelleyici durumdaki eyleyenlerin varlıklar, işlevleri ve konumla rı tartışılmaya haşlanmıştır. Örneğin, Anne Henault "'kiplik kuramı, anlamın oluşumun da zorunlu bir öğe olmadığı ortaya çıktığından, yardımcıyı eyleyen şemasının temel bir öğesi olmaktan çıkardı” (1983:59) der. Yani, eyleyen yardımcı, işlemci öznenin kendi sinde bulunması gereken kiplerini ile ilgilidir. Bu bakımdan eyleyen çizgestnde olması zorunluluktan çıkmıştır. Yine engelleyici ise, anlatı izlencesinde karşı Özne olarak var dır.
74
V. BOĞAN GÜNAY - Titrek müthiş bir kediye, bense HE-MAN’e dönüştüm ve kainatın en güçlü adamı oldum. - Sadece üç kişi bu sırrı biliyor: Dostlarım olan; büyücü, General, Orko. - Birlikte gölgeler şatosunun sırlarını Sskeietor’un kötülük dolu güç lerinden koruyoruz”
Bu kısa metinde, burada söz ettiğimiz tüm özne türlerini, hatta en az iki anlatı izlencesini bulmak olasıdır. Durum öznesi: Daha en baştaki tümcede Adam (daha sonra HEMAN olduğunu öğreneceğiz), bir durum öznesidir. Eylem yapmıyor, kendisini betimliyor: “Ben Adam: Sonsuzluk ülkesinin prensi ve gölge ler şatosunun sırlarının koruyucusu”. Kendi durumunu açıkladığı bn sözce de Adanda ait bir durum sözcesidir. Gücül ve eyletilen özne: Ama “Birlikte gölgeler şatosunun sırla rını İskeletor’un kötülük dolu güçlerinden koru’Tnak için gönderenle yapılan anlaşma açısından, Adam, gücül özne durumundadır, gönderen bakımından ise eyletilen bir öznedir. Eyleten özne: Eyleten Özne ya da koşullandmcı özne (yani gönde ren) burada görünmüyor, ama varlığı biliniyor. Örneğin Adanda gizli güçleri veren ve arkadaşları ile “gölgeler şatosunun sırlarını Iskeletor’un kötülük dolu güçlerinden koru”ma görevini veren bir gönderenin varlı ğım anlıyoruz. Gerçekleştirici Özneye bu görevi verebildiğine göre, on dan dalıa üst konumda olduğu da söylenebilir. Edimselleşmiş özne: Gücül özne, gerçekleştirici özneye dönüş meden önce, edinç aşamasında, kendini gönderenle yapılan anlaşmayı yapabilme konusunda sorgulaması söz konusudur. Ancak birçok anla tıda olduğu gibi burada da bu aşama yüzeysel yapıda görünmüyor. Kuş kusuz, buradaki öznenin, eylemi yapabilme konusunda tüm kipliklere sahip olduğu anlaşılıyor. Örneğin “gizli güçlerin verilmesi”, gücül öz nenin edimsel özne olarak da başarılı ve eylem yapmaya hazır olduğunu belirtebilir. Gerçekleştirici özne ve anlatı izlencesi: Öznenin gönderenle yaptığı anlaşma uyarınca şatoyu koruduğu, korumakta olduğu ve koru yacağı, çizgi filmin sürekliliği açısından görülüyor (Kaş, 1988:41). Bu görevi yaparken AdamTn bir edim sözcesi olduğu keşin. Yani “şatonun sırlarını korumamda işlemci özne olan AdamTn anlatı izlencesi buradan başlatılabilir. O zaman Adam, bir nesneye sahiptir (sırlan koruma) ve bunu, karşı özneye (burada İskeletorun kötülük dolu güçleri) karşı ko rumakla yükümlüdür.
GÖSTERGEBİLİM YAZILARI
75
Yardımcı: Adanı:m birçok yardımcısı olduğunu görüyoruz: Titrek (sihirli kedi), sihirli kılıç, gizli güçler, belki AdamTn dostlan; büyücü, General ve Orko. Karşı anlatı izlencesi: Karşı anlatı izlencesi ise Iskeletor ve onun kötülük dolu güçleri açısından olacaktır. Anlaşılan İskeletor ve tonun güçleri (kt Ö), gölgeler şatosunun sırlan (N) peşindedir. Yani Ö (Adam) nesnesine salıipken (elinde tuttukları sırlan koruma), kt Ö aynı nesneye sahip değildir ve onu elde etmeye çalışır. Durumlar ve Dönüşümler: Gerek Ö ve gerekse kt ö ile İlgili ba zı durumlan sezinleyebiliyoruz. Ama aynı kısa anlatıda bazı dönü şümleri görebiliyoruz: Öncelikle Adam'm HE-MAN’e dönüşmesi, ona bazı nesnelerin (sihirli gücün) verilmesi. Yine kahramanlardaki fiziksel değişimler ve anlatı izlencesi açısından “birlikte gölgeler şatosunun sır larını İskeletor’un kötülük dolu güçlerinden koruma” sırasında yaşanı lan değişik dolanlılar sıralanabilir. 2. 3. Anlatı izlencesi İçinde Öznenin Serüveni Tzvetan Todorov, Norton Friedman’dan yararlanarak, bir anlatıda olabilecek dolantı (fr. iııtrigue) türlerini şu biçimde sıralar (Ducrot, To dorov, 1979; 380-382): - Yöneltilmiş dolanlılar (eylem, melodramatik, trajik, cezalan dırma, edepsizlik, övgülü dolantı türleri bu grubun alt türleri olarak be lirtilir), - Kişiyle ilgili dolmtû&v (olgunlaşma, geri verme, kanıtlama ve soysuzlaşma dolanlıları) ve son olarak da - Düşünce dolanlıları (eğitim, açığa çıkına, duygulandırıcı ve düş kırıklığı dolanlıları) vardır. Bu dolanlıların tümü, kalıraman-özııeyi temel alan sınıflandırma lardır. Okuyucu, anlatıda geçen kişileri yaptıklarına göre bu tür sınıfla malara koyabilir ya da okunan bir anlatıdaki kişiyi bu sınıfların birisi içinde görebilir. Okuyucunun tanımaya çalıştığı kalmamam ilgilendiren bu dolanlıları kişilere yönelik biçimiyle kısaca açıklamaya çalışalım. Eylem dolanlısında olaylar, art arda sebep-sonuç ilişkisi içinde ge lişir. Okuyucu hep “daha sonra ne olacak?” sorusunun peşindedir. Bu da bütünüyle anlatı izlencesi açısından durumlar ve dönüşümler içindeki bir öznenin serüveni demektir. Melodramatik dolanlıda, sempatik fakat zayıf bir kahramanın mutsuzlukla biten serüveni söz konusudur. Aynı
76
V. DOĞAN GÜNÂY
durumda, anlatı kahramanın başarısı ile biterse duygusal bir dolanlıdan söz edilebilir. Trajik dolanlıda, sempatik kahraman mutsuzluğundan so rumludur, fakat bu sorumluluğun farkına çok geç varır. Cezalandırma dolanlısında, bazı olumlu yönleri olsa da, okuyucunun nefretini kazan mış kahramanın başarısızlığı ile biten bir anlatı söz konusudur. Edepsiz lik dolanlısında, kötü bir kişinin, cezalandırılması gerekirken ödüllendi rilerek biten bir serüveni vardır. Övgülü dolanlıda, trajik bir anlatı için de, yaptığı birçok tehlikeli eylemlerden sorumlu ve kahramanın sonunda başarmasından dolayı okuyucunun hayranlığım ve saygısını kazanmış bir kahramanın serüvenleri vardır. İkinci grupta kişilerle ilgili dolanlılardan söz edilebilir. Örneğin olgunlaşma ile ilgili dolanlıda, gelişen olaylar sempatik fakat saf bir kahramanı olgunlaştırır. Geri vermede, sempatik ve saf kahraman kade rinin değişimi için uğraşır. Fakat, mutsuzlukla biten kendi sonundan so rumludur. Kanıtlama dolanlısında, sempatik bir kişi çok zor durumlar içinde kendini kanıtlamaya çalışır. Fakat sonunda okuyucu, kahramanın bu zorlukları aşıp aşmadığım ya da bu düşünceleri bırakıp bırakmadı ğını öğrenemez. Soysuzlaşma dolamışında, olaylar art arda gelir, başta belli bir düşüncesi olan kahraman sonunda her şeyi bırakmıştır. Son grupta düşünce temelinde gelişen dolanlılar vardır. Eğitimiz ilgili dolanlıda, olgunlaşma dolanlılarına benzer biçimde, kahraman, ge lişen olaylardan kendisine ders çıkanr. Bu dolanlının karşıtı düş kırıklığı dolanlısında ise, kalıraman, bütün iyi düşüncelerini terk eder ve mutsuz luk içinde ölür. Açığa çıkma dolanlısının başında, kahraman kendi du rumunu bilmez. Olayların sonunda öğrenir. Duygulandırıcı dolantıda kahramanın düşüncesi değil ama davranışları ve inançları değişir. Aslında okuyucu ya da çözümlemeeilerin peşinde olduktan şey, bu anlatıların kendi iç yapılarının yani anlamlandın a süreçlerinin or taya konulmasıdır. Yazınsal göstergebilim kur jmında, bir metnin İnce lenmesi, eyleyenlerin yaptıkları eylemleri bir bütünlük içinde^ çözümle meye dayanır. Anlatıdaki eylem örgüsü en doğru biçimde Aİ’ne daya narak ortaya konulabilir. "Anlatı çizgesi (fr. sclıema narratif) bir bakıma yaşamın anlamını belirleyen bir çerçeve oluşturur, insan etkinliğini bir anlamlama edimine dönüştürür: Yetilendirici deney, öznenin yaşama katılmasını sağlayan deneydir, belirleyici deney, öznenin kendini yap tığı şeyle güçlendirmesidir, hem ödüllendirme, hem onay olarak tanım lanan onurlandırıcı deneyse, edimlerin anlamım kesinleşerek, gerçek özne niteliğini kazanmasını sağlar’ (Yücel, 1991: 1Ü9). Akne göre me tindeki kişiler sınıflandırılabilir, bir kişinin yaptığı eylemin değeri ve iş levi, öznenin gücü ve yeteneği ya da anlatıdaki bir betimlemenin ge
GÖSTERGEBÎLİM YAZILARI
77
rekliliği ortaya konulabilir. Bir Aİ} eylem ve bu eylemleri ilgilendiren kanıtlamalardan (fr. argumeııts) oluşur. Bu kanıtlama kavrammı geniş ölçüde değerlendirmek ve algılamak gerekir. Kanıtlamalar, bir anlatı daki özne ve onun nesnesi ile ilgili her şeydir denilebilir. AİMeki eyleyenler her zaman kişiyi belirtmez. Tek farklı olan öz nedir, özne her zaman bir kişiyi belirtir (Kişileştirme sanatı İle bir hay vanın da Özne olabileceği unutulmamalıdır). Yine, özne ile nesne her zaman bir arada bulunmak zorundadır. Biri olmadan diğeri olamaz. Ka nıtlamalarla, öznenin nesnesi ile olan durumunu (nesnesiyle birleşmesi, ondan kurtulması, onu elde etmesi vb.) çözmesi söz konusudur. Bu çözme işi bir eylemdir, yani anlatının temelindeki yapma (gerçekleş tirme), edimidir (fr. acte de faire). Anlatıdaki bu gerçekleştirme edimi çeşitli aşamalardan sonra olacaktır. Anlatıdaki diğer e3rleyenler, öznenin bu gerçekleştirme aşamasına göre belirir ve anlatıda yer alır. Örneğin gönderen, bir başka aşamada yardımcı da olabilir. Bir anlatı kişisi gerçekleştirdiği rolü ile gönderen, nesne, Özne ya da yardımcı olabilir. Hatta aynı eden (kişi) anlatının de ğişik aşamalarında farklı eyleyen rolünü gerçekleştirebilir. Sonuçta, an latıda belli bir rolü olan nesneler (insanlar ve işlevi olan diğer nesneler), eyleyen olarak tanımlanır. AL de yukarıda sözü edilen altı eyleyenin yeri belirlenmiştir. Bu eyleyenlerin AFııin dört temel aşamasında (L eylerim, 2. edinç, 3. edim, 4. yaptırım) önemli işlevleri vardır. Gn ile Ö arasında, iki kişinin de çıkarma uygun bir sözleşme yapılır. Gn bir anlamda yaptıran özne dir. Eylemi yapan ise öznedir. Bu anlaşma, Öznenin kendisinde olmayan bir duruma, konuma ya da nesneye sahip olması/olmaması üzerinedir. Bu aşamaya kısaca eylerim (fr. manipulation) aşaması denir ve ALnin ilk aşamasını oluşturur. Talisin Yücel “Eylerim işlemi birçok insan edi mini kavrama ve çözümleme yolunda kullanılabilecek etkin bir araçtır" der ve ekler; “Eylerim birbirini izleyen iki ayrı edimden oluşur; Koşul landıran öznesinin genellikle bilişsel edimiyle, yapım öznesinin genel likle kılgısal edimi. Ama bir yandan her edim bir edinci varsayar, öbür yandan koşullandmm Öznesinin (Ö2) edimin ereğinin bir donatım ya da bütünleyim yoluyla yapım öznesinin (Öl) edincini dönüştürmek ister” (1982:67). Gn eylerim aşamasında kahramanı bir yandan dN konusunda bilgilendirirken, diğer yandan bu eylemi kahramanın yapması için tel kinlerde bulunur. Bu telkin Gnhün ikna etmesiyle yakından ilgili bir durumdur. Yine ALııin sonuncu aşaması olan yaptırım (fr. sancüon) aşaması da özne ile Gn arasındaki bir etkileşimin olduğu kısımdır. Yaptırım, bi
78
V.
DOĞAN GÜNAY
lişsel (fr. cognitif) bir düzeye dayanır. Genel anlatı açısından, öznenin cezalandırılması ya da ödüllendirilmesi, son paragraf ya da son satır larda görülür ve çoğunlukla öznenin bu durumlardan somaki yaşamı hakkında fazlaca bir bilgi verilmez. Bu aşama, baştaki eyletim aşama sındaki yapılan anlaşmanın değerlendirildiği bir durumdur. Gn ile özne arasındaki anlaşmanın gerçekleşip gerçekleşmemesine göre, Gn özneyi ödüllendirir ya da cezalandırır. Her iki durumda özne, eylem aşamasın da değildir. Yani, edilgen bir özne vardın Yapünm aşamasında iki tür eylem vardır (Adam, 1990:78): Özne, nesnesini de alarak Gn!e doğra bir yönelmedir. Özellikle, Özne başarılı olduğunda görülen durum budun Bu, Öznenin Gn tarafından ödüllendirilmesidir (ya da ödüllendirilme is teğidir). Diğer yandan başarısızlık durumunda bu eylem tersine işler: Gn özneye doğru giderek yapılan anlaşmanın sonucunu sorar. Bu da cezalandırmadır. Aİ’nin ikinci ve üçüncü aşamaları ise, özne ile G n’nin isteğin ger çekleşmesi olan nesne (dN) arasında bir ilişki vardır. Bu iki anlatı dü zeyi bir bakıma öznenin eylemde bulunduğu aşamalarda. Özellikle üçüncü aşama olan edim (fr. performance) aşaması, bir anlatıda eylemin gerçekleştirildiği aşamadır. “Bir durumun (fr. etat) dönüşümünü ger çekleştiren yapma işleminin tümü edimdir. Gerçekleştirilen bu işlem, işi yapan kılıcı (gerçek) bir Özneyi (fr. agent) varsayar, bu işlemci öznedir (fr. sujet operateur)” (Gr. d’Entr., 1988:16). Anlatıda en uzun verilen bö lümlerin başında, öznenin bir görevi nasıl gerçekleştirdiği (yani edim aşaması) belirtilir. Ne denli uzun belirtilirse belirtilsin, edim aşaması, bir Aİ’nin diğer üç aşaması kadar önemlidir denilebilir. Diğer yandan edinç ile edim aşamaları arasında tek taraflı bir varsayma söz konusu dur. Yani her edim aşaması, kendisinden Önce gerçekleşen bir edinç aşamasmı varsayar, ama tersi doğru değildir: Edinç aşaması kendisinden sonra gerçekleşecek bir edim aşamasını varsaymaz. Edinç (fr. competence) ise, Aİmin değerlendirilmesi ve anlaşıl ması zor olan aşaması olarak görülebilir. Edim aşamasındaki özne ile nesne arasındaki gerçek ilişki yerine, soyut bir ilişkiden söz edilebilir. Öznenin, nesnesi ile bilgi düzeyinde bir etkileşimi vardır. Paul Claudel bir tiyatrosunda “Ben hiçbir şey bilmiyorum ve hiçbir şey yapamam. Ne demeli? Ne yapmalı? Ben kimim?’ diye sorar (Aktaran Coquet, 1973: 154). Aslında bu, edinç aşamasındaki bir öznenin kendisini tanımasına yönelik bir etkinliğidir. Kuşkusuz, böyle bir Özne çok fazla yeteneğe, kipliğe ve eylem yapma gücüne sahip değildir. Ama bu sözler bir anlatı izlencesinin edinç aşamasını belirtmesi açısından ilginçtir: Edinçli Özne (fr. sujet competent), gerçekleştirebileceği bir Aİ’nı izlemek durumun
GÖSTBRGEBİLİM YAZILARI
79
dadır. Yine, edinçli özne, bu Aİ’nin gerçekleştirebilmesi için gerekli kipliklere sahip olmalıdır. Edinç, "işlemci Özneyle ilişkili olan edimin gerçekleştirilmesindeki gerekli durumlardır” (Gr. d’Entr., 1988:17). Edinç, öznenin kendini tanımaya çalıştığı, gücünü ve yeteneğini sınadığı aşamadır. Aİ’nin gerçekleşmesinde zorunlu sayılan kiplikler bu aşa mada söz konusudur. Gn ile özne arasındaki anlaşmanın gerçekleşmesi (eyletim aşaması) için öznenin gerekli kipliklere sahip olması gereklidir. Bu yeteneğe ve gücü göre özne ilgili eylemi gerçekleştirir. Aİ’nin edinç aşamasında, kendini ortaya koyan ve kendini sorgu layan bir özne ile karşı karşıyayız. İş yapan değil, iş yapmaya yönelik bir öznedir söz konusu olan. Belki de günlük yaşamda iş yapmayan po litikacılara benzer bir öznedir. Bu tür durumlar bir anlatı için geçerli olabileceği gibi gündelik yaşamda iş yapmadan önce, deyim yerinde ise “ahkam kesen” özne için de geçerli bir durumdur. Ancak anlahsal yapı larda bu Özne mutlaka bir edim aşamasına geçer, yani bir şekilde ey lemde bulunur. Gündelik yaşamda ise eylem yapmak isteyen kişi, ko nuşmalarında bunu sıklıkla belirtse de, her zaman eylemde bulunmaya bilir. Bu durumda A İ’nin birinci (eyletim) ve dördüncü (yaptırım) aşa malarında, aynı özne durum öznesidir, çünkü bir nesneye sahiptir ya da değildir. Genel olarak, eyletim aşamasında bir nesneye sahip değildir, yaptırım aşamasında ise sahip olmuştur. Bu aşamalarda, özne ile nesnesi arasındaki ilişki durum sözcesi olarak tanımlanır. 2. 3.1. Örnekler Anlatı izlencesini bir gazete haberine uygulayarak açıklamak isti yoruz. Kuşkusuz, her gazete haberi bir anlatı özelliği İle hazırlanmıyor, ancak bazen haber bir anlatı özelliğinde okuyucuya sunulabiliyor. Seç tiğimiz haber de bu tür bir özellik içeriyor. Loiipop soygunu Amerika'nın Pensacol bölgesinde, ülke tarihinin en İlginç soygunla rından biri yaşandı. Bir markete giren 9 yaşındaki çocuk Jeffry, ceketinin altında bir si lah bulunduğunu söyleyerek, tezgahtar kızdan bütün lolipopları bir kesekağıdına doldurmasını istedi. Şaşkına dönen tezgahtar kız kendisinden istenileni yaptı ve küçük soyguncu şekerlemeleri ala rak kaçmaya başladı. Dışarıdaki bisikletinin lastiklerinin indiğini gö rerek, onu karşı kaldırıma bıraktı ve ara sokaklara daldı.
80
V. DOĞAN GÜNAY
Ancak küçük bir çocuğun kendisini soymasını hazmedemeyen kız gın market sahibi Ron Brovvn, çocuğun peşine düşerek çocuğu iki sokak ileride kıskıvrak yakaladı. Çocuk, benzer bir soygunu televizyondaki bir dizide izlediğini ve çok etkilendiğini söyiedi. Kendisinin de böyle bir cesareti göster mek için bir soygun yapmayı kafasına koyduğunu belirterek, böl gedeki marketleri tek tek incelediğini, en uygunun bu market oldu ğunu söyledi. Soygundan birkaç gün önce geldiğinde marketteki lo lipopların çok azaldığını fark ettiğini, bu nedenle de yeni ürünün gelmesi için birkaç gün beklediğini söyledi. Her şeyin kendi başarı sı için uygun olduğu bir anda harekete geçerek böylece marketi soyduğunu anlattı. Ancak bisikletinin lastiklerinin patlaması ve daha hızlı koşamadığı için kendine kızdığını söyleyen yaramaz afacan, market sahibinden de özür dilemeyi unutmadı. Ailesi de, minik soyguncunun iki hafta sonunu markette çalışarak geçireceğini ifade etti. Sabah Gazetesi, 16 kasım 1998.S.19)
Anlatı: Bir gazete haberini anlatı olarak alabilir miyiz? Her habe rin anlatı biçiminde yazılmadığı bu nedenle anlatı olarak alınamadığı doğru, ama bazen anlatısal haberler de gazetelerde bulunabilmektedir. Kuşkusuz anlatı yazımı ile gazete yazımı aynı biçimde olmamaktadır. Bir anlatı için gerekli; bakış açısı, anlatan, olaylar ve durumlar, olayla rın birbirini İzleyerek gelişmesi gibi konular burada da var. Yine, dönü şümleri de çok belirgin olarak görebiliriz. Bir metni anlatı olarak de ğerlendirebilmek için eyleyenler ile onların yaptığı işlevlerin olması ge reklidir. Ö (El, E2, E 3 ,....) Örneğin Jeffıy’ran yaptığı eylemler: Televizyon izleme, soygun yapma isteği, marketleri inceleme, u)'gun market bulma, soygun için uygun zamanı bekleme (lolipopların çok olduğu bir zaman), soygun yapma (silah taşıyor görünme, kıza emir, kızın kendisine verilen emri yerine getirmesi) kaçma, bisikletinin lastiklerinin patlamasını görme (düş kırıklığı), bisikletini karşı kaldırıma koyma (kendine ait izleri orta dan kaldırma isteği), fazla hızlı koşa mama ve yakalanma gibi eylemler. Aynı olaylar, kızgın market sahibi Ron Brown için de çıkarılabilir; mağazasını düzenli çalıştırma, mağazasında insanlar çalıştırma, eksik nesneleri zaman zaman giderme, güvenlik açısından daha zayıf gö rünme, mağazasına bir çocuğun gelmesi, tezgahtar kızı tehdit ederek mağazasındaki lolipopları zorla para vermeden alma, durumu Brovra’un öğrenmesi, karşı atak, çocuğu arama ve yakalama.
GÖSTERGEBİLİM YAZILARI
81
Soıı olarak da aynı anlatı İle ilgili Jeffry’nin ailesinin yaptığı ey lemler (metin yüzeyinde çok az olmakla birlikte) şöyle sıralanabilir: Ai lenin çocuğu olması, çocuklarını topluma yararlı insan olarak yetiştirme arzusu, Jeffry'e gerekli önemin gösterilmemesi, çocuklarının bir soygun yaptığım öğrenme, market sahibinden özür dileme ve Jeffiy’i cezalan dırma. Anlatıda devingenliği (fr. dynamisme) sağlayan durumlar ve dö nüşümler de yukarıda verdiğimiz olaylarla sağlanmaktadır. Örneğin, ce saretin kendisinde eksik olduğunu hisseden duranı»öznesi, bü eksikliği gidermek için eyleme kalkışır. Sonra eylemi yapması, kaçması kt O ’nün onu yakalaması ve ailesinin Ö ;yü cezalandırması da anlatı için deki dönüşümler olarak belirtilebilir. Dolantı olarak Jeffry'nin öyküsü, melodramatik bir dolantryı ammsatıyor. Çocuk olması ve küçük yaşta planlar kurması açısından kah raman, okuyucu tarafından sempatik bulunur. Ama çocuk olup zayıf ol ması ediminin olumsuz bitmesine neden olmuştur. Serüveni (ailesi açı sından olmasa da kendisi açısından), olumsuz bitmiştir. Eğer ailesinin verdiği cezadan sonra yaptığının yanlış olduğunun farkına vardı ise bu trajik bir dolantı olur. Ama bu son durum anlatıda belirtilmemiştir. Uzam: Amerikalım Pensacol bölgesi. Ayrıca bölge marketleri, ara sokaklar, iki sokak ilerisi ya da daha dar anlamda soygunun yapıl dığı marketler. ■ Zaman: "Ülke tarihi” bir. ipucu olarak görülmektedir. Yani Ame rika Birleşik Devletlerimin kuruluşundan haberin çıktığı ana kadar ki zaman diliminden herhangi bir zaman olabilir. Yine, geçmiş zaman da, olayın, en azından gazete haberinin yazımından önce olduğunu gösterir. Ama biz gazete kavramının tanımından yola çıkarak, 16 kasım 1998 ta rihinden Önceki bir an olarak değerlendiriyoruz (Aslında, gazete, 24 sa atlik ömrü olan bir iletişim aracı olduğuna göre, olay zorunlu olarak 15 Kasını 1998 tatilimde olması gerekir. Ama bazı haberlerin zamanla İlgili bir sınırlaması olmadığından, gazetecilik açısından ilginç haber olarak değerlendirilebileceğini ve her zaman gazetede boşluk doldurma haberi olarak kullanılabileceğini düşündüğümüzden, bu haber için kısaca "16 Kasım 1998” tarihinden önceki bir zaman diyebiliriz). İkinci olarak, anlatıdaki olayların gerçekleştiği bir zamandan da söz edilebilir. Yani Jeffryhıin televizyon izlemesinden market sahibinin yakalamasına kadar geçen bir zaman ve bu anlatı zamanının daha sonra sında gerçekleşecek "iki hafta sonu” gibi yinelemeli bir zamandan da söz edilebilir.
82
V; DOĞAN GÜNÂY
Özne: Burada temel anlatı kişisi olarak; 9 yaşındaki yaramaz, afa can çocuk Jeffry’yi görürüz. Anlatı onun serüvenidir. Kuşkusuz, bu Jeffry’nm bakış açısı ile ilgili bir durumdur. Aynı olayı market sahibi ya da Jeffry’nin ailesi açısından ele aldığımızda özneler farklı olacakür. Durum özne: Çocuğun televizyonda bir diziden etkilenmesi ve nesnesinin kendinde olmadığının farkına varması biçimiyle bir durum Öznesidir. Yani, özne herhangi bir eylemde bulunmuyor, yalnızca nes~ vnesi ile birlikte ya da ondan ayrı olduğunu bilmemiz açısından durum öznesidir. Gücü! Özne: Eylemi gerçekleştirmek için kendinde gerekli kip liklerin olduğunu gören, eylem yapmaya hazır bir özne söz konusudur. Bu da anlatıda ayrıntılı olarak verilmiştir: “Kendisinin de böyle bir cesa reti.... birkaç gün beklediğim söyledi”. Eyleten özne (Gönderen): Jeffry’yi bir market soymaya zorlayan, onu bu davranışı yapmaya iten bir özneden söz edilebilir. Bu bir yandan televizyon dizisine özenme (televizyon dizisinden esinlenilen merak ve macera), diğer yandan da kendisini kanıtlama olarak tanımlanabilir. İz lediği diziden çocuğun çıkardığı sonuç, “onun da televizyon dizisinde oynayan çocuk gibi kendisini kanıtlama” isteği gönderen durumundadır. Bu bakımdan soyut bir özne olarak “kendini kanıtlama” eyleten Öznesi (göndereni), durum, gücül ya da işlemci özne olarak bulunabilecek Jeffry’den daha üst konumdadır. Nesne: Öznenin sahip olmak istediği iki şeyden söz edilebilir: Bi rincisi, cesaretini kanıtlama; İkincisi ise, lolipoplara sahip olma. Ama “lolipopları alma” çok fazla bir nesne olarak görünmüyor. Çünkü çocuk lolipop yerine bir başka şey de isteyebilirdi. özne nesne ilişkisi: Burada, iki eyleyen arasındaki İlişki elde et me (fr. appropriation) biçimindedir. Bu elde etme, cesaretin kanıtlanma sı olabileceği gibi, lolipopların elde edilmesi biçiminde de değerlendiri lebilir. Gönderilen: Bu işi yaparak kendini kanıtlayabilecektir' (başar mak) ya da kamüayamayacaktır (başarısızlık). Yardımcı: Koltuğunun altında taşıdığım söylediği tabanca. Ama bu durumu düşünebilmesi biraz kurnazlık ve zeki olmayı da gerektiri yor. Yani bir bakıma yardımcısı da kendisidir (zeka ve kurnazlık bakı mından). Bir başka açıdan tezgahtar kız hem yardımcı (Çocuk, tezgahtar kızdan bütün lolipopları bir kesekağıdına doldurmasını istedi. Şaşkına dönen tezgahtar kız kendisinden istenileni yaptı) hem de patronuna du rumu haber vererek engelleyici konumundadır.
GÖSTERGEBİLİM YAZILARI
83
Engelleyici: Bisiklet de yardımcı olarak düşünülmüşken, tersine önemli bir engelleyici konumuna dönüşür. Tezgahtar kızın da yukarıda bir bakıma engelleyici olarak düşünülebileceğini belirttik. Özne, eylemi yaparken yardımcı ve engelleyici Özne İle etkileşim içindedir. Örneğin tabancasının olduğunu söylemesi, karşı özne karşısında kendisini daha güçlü kılmasını sağlamıştır. Ya da bisiklet, ancak gerçek anlamda eylem yaparken öznenin kullanmak istediği bir araçtır. Eyleyen çizgesindeki eksenlerin oluşması: İletişim ekseni olarak kendini kanıtlama (Gn), soygun (N) ve başan/başansızlık (Gln) düzlemindedir. İstek (arayış) ekseni Jeffry (Ö) ile soygun (N) arasındadır. Sı nama ekseni: tabanca düşüncesi (kurnazlık) ve tezgahtar kızm oluştur duğu yardımcı (Yrd), Jeffry (Ö) ve bisiklet ve ailesinin oluşturduğu en gelleyici (Eng) eyleyenleri arasında olmaktadır. Anlatı izlencesi: İncelediğimiz anlatı, zamandizimsel bir sıra iz lemediğini görüyoruz. Örneğin, önce zamandizimsel sıralama: Eyletim ~ edinç - edim - yaptırım biçiminde bir sıralamayı gerektirirken, burada edim - eyletim - edinç - yaptırım biçiminde bir sıralama ile karşılaşıyo ruz. Yanı anlatının en önemli aşaması (edim) öncelenmiş olarak veril miştir. Bu anlatının zaman sırası ile olayların oluş sırası arasında yazar tarafından bilinçli olarak yapılan değiştirme, anlatıyı daha ilginç kılmak için yapılmıştır. Burada üç eyleme bağlı olarak (çocuğun cesaret denemesi, market sahibinin çocuğu yakalaması ve ailenin çocuğu cezalandırmak için ça lıştırmaları) üç değişik Aİ5den söz edilebilir. Market sahibinin Aİ:si Jeffry’ııin AF sine karşıt durumdadır. Okuyucu, doğal olarak Jeffry’niıı AFsini temel alır, çünkü onun serüveni anlatılır. Ailenin A İ’si market sahibine yakın olmakla birlikte her iki öznenin amaçları farklıdır, bu nedenle de A İ’leri de farklıdır denilebilir. Örneğin ailenin Ai’sinde; top lumsal yaşam, çocuk yetiştirme ve yapılan suçun düzeltilmesi adına cezalandırma gibi amaçlar sıralanabilir. Başlangıç durumu: Bir anlatı için söz konusu olan başlangıç du rumu bizim anlaümızda da var. Tek bir tümce: "Amerika’nm Pensacol bölgesinde ülke tarilıinin en ilginç soygunlarından biri yaşandı”. Baş langıç kısım ile okuyucu anlatıya hazırlanır! Burada da okuyucu, olayın geçtiği yeri ve zaman ile olayın özelliği (en ilginç soygunlarından biri) verilir. Zaten “en ilginç soygunlarından biri” olması, okuyucu için me rak konusu olmuştur bile. Eyletim: Bu aşama, öznenin yaşama katılmasını sağlar, öznenin gönderenle etkileşimi (eyletim) aşaması için şu tür bir sözleşmeden söz
84
V. DOĞAN GÜNAY
edilebilir; Gönderen (çocuğun kendini kanıtlama isteği yani benliği, ruhsal yönü, maceracı yönü) Özneyi (yine aynı çocuğa) televizyonda gördüğü türde bir eylem yapınasım istemektedir. Gücül özne kendisini bu işe yönlendirir. “Kendisinin de böyle bir cesareti göstennek için bir soygun yapmayı kafasına koyması" Aİ’niıı ilk aşaması, yani eyleüm aşamasmı belirtir. “Çocuk benzer bir soygunu...... böylece marketi soy duğunu anlattı” paragrafı hem eyleüm, hem de edinç aşamalarım belirtir. Edinç: Edinç aşaması ile ilgili olarak ayrıntılı bilgiler öğreniriz. Örneğin “bölgedeki marketleri tek tek incelediğini, en uygunun bu mar ket olduğunu söyledi. Soygundan birkaç gün önce geldiğinde marketteki lolipopların çok azaldığım fark ettiğini, bu nedenle de yeni ürünün gel mesi için birkaç gün beklediğini” söylemesi edimselleşmiş öznenin edinç aşamasını ayrıntılı olarak gösterir. Edimselleşmiş Özne, eylemi ya pabilmek için kendisinde tüm kipliklerin olduğunu anladıktan sonra işe başlar. Edim: Edim, öznenin kendim yaptığı şeylerle güçlendirmesidir. Metin, başlangıç durumunu saymazsak, ediuı aşaması ile başlar. Tüm kipliklerin (yapabilmek, yapmasını bilmek, yapmak istemek, yapmak zorunda olmak) kendisinde olduğuna inanan özne, gerçek anlamda ey lemi yapmak için harekete geçer. “Bir markete giren....ve ara sokaklara daldı” tümceleri anlatının edim aşamasını belirtir. Bu aşama, her anlatı da en çok ayrıntılı olarak verilen kısımdır, çünkü işlemci özne burada gerçek anlamda bir edim yapar. Yaptırım: Bilişsel düzeye dayanan yaptırım edimi, gönderen ile özne arasındaki bir değerlendirme aşamasıdır. Fazla koşamaması, bi sikletinin lasükleriııin patlaması (yani kiplikte /yapabilmek/ ediminin eksik olduğu anlaşılıyor) sonucu özne başarısız olmuştur/'Ancak bisik letinin lastiklerinin... Özür dilemeyi unutmadı” tümcesi yaptırım aşama sını belirtir. Courles, böylesi bir sonlaıunayı özyaptırım (fr. autosanctioıı) olarak (1991:99) değerlendirir, öznenin kendine kızması bir tür cezalandırmadır.'Zaten market sahibinden özür dilemesi bu başarı sızlığın kabulü demektir. Asıl cezalandırma aileden gelir, ancak bu baş ka bir Aİ'siııiıı yaptırım aşamasıdır. kt Ö: Üç Aİ'yc göre üç ayrı karşı özne bulunabilir. Çocuğa göre kt Ö, market sahibidir. Market sahibi açısından Jeffry, kt Ö'dür. Aile bu bakımdan yardımcı durumundadır. Aile açısından kt Ö, Jeffry!dir. Market sahibi belki yardımcıdır denilebilir.
GÖSTERGEBİLİM YAZILARI
85
kt Aİ(1): "Ancak küçük b ir .....ileride kıskıvrak yakaladı” tümce si karşı öznenin A l’sini belirtir. kt Aİ(2): Son olarak da “Ailesi de minik soyguncunun iki hafta sonunu markette çalışarak geçireceğini ifade etti” tümcesi bir yandan dolaylı bir yaptırım olmakla birlikte, başka yandan yeni bir Aİ olarak da değer kazanır. Aile açısından işlemci özne (Jeffry), değer nesneye sa hiptir (soygun yapmama edimi, iyi bir aile ve toplum bireyi olma edi mi). sonunda nesnesinden ayrı kalmıştır (iyi bir toplum bireyi olama mıştır). Aile açısından işlemci özne İle nesnesi arasında bir vazgeçme (fr. renonciation) ilişkisinden söz edilebilir. 2, 4. Sonuç Göstergebilimsel çözümlemenin en başta gelen amaçlarından bi risi; anlatıdaki eyleyenleri saptamak, eyleyenler ile eylemler arasındaki ilişkileri ortaya koymaktır. Nasıl, bir okuyucu, okuma edimiyle birlikte kalıramanlarm serüvenini öğrenmeyi sürdürürse, bir çözümîemeci de anlatıdaki eyleyenlerin serüvenlerini genel anlatı içinde ortaya koymaya çalışır. Göstergebilim, Özneyi anlatıdaki (belirli bir durumlar ve eylemler den olan gerçek ya da düşsel her türlü anlamlı yapı) eylem aîamna ka tılmasına göre değerlendirir. Bu eylemleri yapan kişiler, anlatı içinde diğer eyleyenlere göre farklı bir eyleyen olarak bulunur. Her zaman en önemli işi özne yapar ve değişik eyleyenlerle ilişkilerine göre farklı bi çimlerde tanımlanabilir: Gönderen, nesne ya da diğer eyleyenlerle iliş kide bulunan aynı özne anlatı izlencesi içinde, bulunduğu durumlara ya da yaptıkları eylemlere göre dört tür özne biçiminde bulunur: Gücül öz ne, edimselleşmiş özne, gerçekleştirici özne ve durum Öznesi. Bu ta mınlar da anlatı izlencesi aşamalarına göre yapılan bir betimlemedir.
3. Kipse! Yapılar İçinde Özne* Sözceyi, sözce öznesinin durumu ve/ya da edimi hakkındaki bil giler içeren bir söylem olarak tanımladığımızda, ilgili Öznenin yaptık ları, sözcesi ile kendisini bağımlı kıldığı sorumlulukları ya da yüküm lülükleri, durumu ya da bir başka özneden beklentisi, ürettiği sözcesinde belli olur. Sözceler arası işlevler ve bağıntılara göre iki sözce arasında da (dolayısıyla iki sözcenin özneleri arasında) etkileşim olabilmektedir. Bu iki sözce arasındaki bağıntı (sözce öznelerinin birbirini değişik bi çimlerde etkilemesi) kip olarak değerlendirilir ya da iki öznenin oluş turduğu sözceler yardımı ile birbirini etkilemesinde kipsel bir durumdan söz edilir. Belli bir bağıntı içindeki bu tür ikili sözcelerde, sözcenin biri sinin diğerini (dolayısıyla birinci sözcenin öznesi diğer özneyi) nesne olarak alması ve onu değiştirmesi, yani ikinci sözceyi belirlemesi, kipsel bir yapıyı ortaya koyar. Bu iki sözce arasındaki belirleme biçimindeki ilişki kiplikle açıklanabilir. Bu bakımdan kiplik kavramı, sözceleme oluşunu kavrayabilmek için kullanılan araçların çözümlenmesine yardım eder. Oluşturduğu sözce yardımı ile, özne kendisini ya da çoğunlukla alıcısım bir durumda belirler ya da bir edimden sorumdu tutar. Yüklemi değiştiren bir durum olarak tanımlanan kiplik (fr. modalite), kişinin kendi isteği ya da dışarıdan gelen bir baskıdan dolayı eylem yapması, bir başka özne tarafından yapmaya zorlanması ya da öznenin kendi yetenek ve isteklerinin ortaya çıkmasını belirten sözcelerdir. Bir durum ya da edim sözcesinin bir başka durum ya da edim sözcesini et kilemesinde, etkilenen sözceye betimleyici sözce (fr. enonce descriptif), etkileyene ise kipsel sözce (fr. enonce modal) denir (Greimas, Courtes, 1979:124). Örneğin: “Ben (bir) öğretmenim’5 (/olmak/) ve “Ben resim yapıyorum” (/yapmak/) sözceleri betimleyici sözcelerdir. Bu iki sözcede bir başka sözceyi (ve özneyi) etkileme yoktur. Durum ve edim sözceleri
Yazı daha önce “Göstergebilimsel Çözümlemede Kiplikler Kurami ve Özne” başlığında Dil Dergisimde (Ankara; A.Ü. TÖMER Yay. 2001, s. 99, [27-53]) yayınlanmıştır.
GÖSTERGEBÎLÎM YAZILARI
87
olarak betimleyîci sözcelerdir. Ama şu tür kipsel sözcelerde iki ayrı yüklemden, dolayısıyla iki ayrı sözceden ve (biri dışında dördünde aynı özne olmakla birlikte) iki ayrı özneden söz edilebilir: “Ben ev yaptırıyo rum” /Yapmak-yapmak = yaptırtmak7/), “Ben ey yapmak istiyorum” (/yapmak-istemek8/), “Ben ev yapmayı bilirim” (/yapmayı-bilmek/), “Ben ev yapabilirim” (ev yapmaya muktedirim) (/yapmaya-muktedir olmak9/) ve “Ben ev yapmak zorundayım” (/yapmak-zorunda olmak/). Buradaki beş sözcenin lıer birinin iki ayrı sözceden oluştuğunu görebili yoruz. Hepsinde ortak “ev yapmak” (/yapmak/) betimleyici sözcesi var dır10. Ama bu sözcenin bir başka sözce ile nitelenmesi yani kipleştirilmesi söz konusudur. Bu Örneklerdeki kipsel sözceler, /yapmak/, /istemek/, /bilmek/, /muktedir olmak/ ve /zorunda olmak/ eylemleri ile belirtilen sözcelerdir (Bu örneklerdeki kem /yapmak/ ediminin, hem /olmak/ ediminin, hem de kipsel edimlerin olumsuz biçimlerini düşün düğümüzde, iki Öznenin (betimleyici ve kipsel sözcelerin özneleri) ken disi ve diğer özne ile ilgili durumları hakkında sekiz ayrı kipsel ulamın olduğu görülür: “Ben ev yapmak istiyorum”, “Ben ev yapmamak istiyo rum”, “Ben ev yapmamak istemiyorum”, “Ben ev yapmak istemi yorum”: “Ben öğretmen olmak istiyorum”, “Ben öğretmen olmamak ' Buradaki kiplikleri ayırmak için /yaptırtmak/ kipini, iki ayrı /yapmak/ kipi olarak düşü nebiliriz: /yapmasım-yapmak/. İkinci kip (/yapmak/) gönderenin kendi yaptığı edim iken, birincisi (/yapmasını/) gönderenin İşlemci özneden yapmasını istediği edimdir. s Bu eylemleri gerçek değerinden ayırmak ve kipsel eylemler olduğunu göstermek için / / arasında gösterildi. Yani bir yandan “istemek” eylemi, diğer yandan da /istemek/ ya da /yapmak - istemek/ kipleri vardır. 9 Fransızca’daki Pouvoir, ya da İngilizce’deki can yeterlilik bildiren eylemler Türkçeye e b i l m e k “yapabilmek,” ya da “ m uktedir o lm a k ’ biçimlerinde çevrilir. Kiplik açısın dan ise biz (en azından bu çalışmada) m uktedir olm ak biçiminde kullanacağız. Çünkü ebilm ek biçiminde kullanıldığında, fa ire (yapmak) edimi ile kullanılan pouvoir fa ire (yapabilmek) ite tek başına kullanılan pouvoir (yapabilmek) eylemleri arasındaki aynm fark edilemeyecektir. Yine savoir (bilmek) kipi de-bir kipsel değer olarak kullanıldığın dan, p o u vo ir (yapabilmek) ile savoir-faire (yapmayı bitmek) arasındaki aynm da çok iyi ortaya konmayabilir. Yani ilgili kipin “-e b ilm ek' “y a p a b ilm e k' Türkçe karşıt lıkları burada sorun yaratabilecektir. Özellikle m p a s p o u vo ir ne p a s fa ir e (yapmamayı bilememek) gibi bir anlatımın Türkçesini -e b ilm e k anlamıyla vermek oldukça zordur. Kiplik açısından hem bilm ek (fr. savoir), hem y a p m a k (fr. faire), hem de m uktedir ol m ak (pouvoir) eylemleri bir arada kullanıldığından bu tür bir aynm gerekli görün müştür. 10 Burada verilen Örnekler edim sözceleri ile ilgilidir. Benzer örnekleri durum sözceleri için de verebiliriz: /oldurmak/ (o 1masıni-yapnıak), /olmak-İstemek/, /olmayı-bİİmek/, /olmaya-muktedir olmak/, /olmak-zorunda olmak/ kiplikleri ile durum sözceleri de ya pılabilir.
88
V. DOĞAN GÜNAY
istiyorum”, ‘‘Ben öğretmen olmamak istemiyorum” ve “Ben öğretmen olmak istemiyorum” gibi. Benzer örnekleri /zorunda olmak/, /bilmek/ ve /muktedir olmak/ kipleri ile de yazmak olasıdır). Bu çalışmada kipsel sözcelerin betimleyici sözceler üzerindeki etkisi, dolayısıyla kipsel özne le betimlenen özneler arasındaki etkileşim, kipsel öznenin ve betimle nen öznenin durum ve kimlikleri söz konusu edilecektir. Kipsel sözceler her zaman /yapmaku / ediminin yamnda değişik kiplerle birlikte var olan betimleyici sözcelere göre daha karmaşık ya pılardır. Betimleyici sözcelerden farklı olan kipsel sözceler anlatı izlen cesindeki aşamalara bağlı olarak dört türde olabilmektedir (Greİmas, Courtes, 1979:230): 1. Edimi koşullandıran edim (ettirgen kiplikler, eylerim) 2. Edimi koşullandıran durum (edinç) 3. Durumu koşullandıran edim (edim, eylem) 4. Durumu koşullandıran durum (doğrulayıcı kiplikler, yaptırım) Bu dört duruma bağlı olarak kipsel öznenin kendisi ya da betimle yici sözcenin öznesiyle ilgili glarak doğruluk, isteğe bağlılık, uyma, ge reklilik gibi değişik ilişki biçimleri ortaya konulabilir. BunSar aynı kipliğin olumlu/oSumsuz kullanımları ya da değişik kip lerin bir arada olumiu/olumsuz bulunmaları ile elde edilebilecek ta nımlamalardır. Bütün bu anlatımlar Aristo'dan beri bilinen: Gerekli, olanaklı, olanaksız, ve olağanlık (fr. contingent) olarak tanımlanan dört tür kipsel sözce (Demougin, 1986:1064) içinde tanımlanabilir. Felsefe, mantık ve göstergebiiim çerçevesinde bu kiplikler arasın daki değişik oluşumların adlandırılması kısaca şu biçimlerde olabi lir: /Olmak-zorunda olmak/ : Gereklilik; /Olmamak-zorunda olmak/: Olanaksızlık; /Olmamak-zorunda olmamak/: Olanaklıltk; /Olmakzorunda olmamak/: Olağanlık; /Yapmak-zorunda olmak/: Buyurma; /Yapmamak-zorunda olmak/: Yas aklama; /Yapmamak-zorunda olmamak/: İzin verme; /Yapmak-zorunda olmamak/: İsteğe bağlılık; /OJmaya-muktedir olmak/: Olanaklılık; /Olmamaya-muktedir ol mak/: Olağanlık; /Olmamaya-muktedir olmamak/: Gereklilik; /Oîmaya-muktedir olmamak/: Olanaksızlık;
!1 Gerçekleştirme etlimi he: zaman /yapmak/ kipi ile belirtilir. Elbette bu, kipin adidir ve eylem İçeren itim bu türdeki yapıları da kapsadığını söylemeye hile gerek yok.
GÖSTERGEBİLİM YAZILARI
89
/Yapmaya-muktedir-olmak/: Özgürlük; /Yapmamaya-muktedir ol mak/: Bağımsızlık; /Yapmamaya-muktedir olmamak/: Boyun eğ me; /Yapmaya-muktedir olmamak/: Güçsüzlük; /Olmak-istemek/: Arzu edilebilir; /Olmamak-istemek/: Zararlı; /Olmamak-istememek/: Zararlı değil; /Olmak-istememek/: Arzu
edilemez; /Yapmamak-istememek/: Vazgeçme; /Yapmak-lstememek/: İstenç yokluğu; /Yapmasım-yapmak/: Müdahale etme; /Yapmamasınıyapmak/; Engel; /Yapmamasını-yapmamak/: Serbest bırakma; /Yapmasını-yapmamak/: Müdahale etmeme; [/Yapmak-zorunda olmak/ + /yapmak - istemek/]: Etken boyun eğme; [/Yapmamak-zorunda olmamak/ + /yapmamak-istememek/]:
Edilgen istenç; [/Yapmamak-zorunda olmamak/ + /yapmamak-istememek/: Edil gen istenç; [/Yapmak-zorunda olmak/ + /yapmamak-istemek/]: Et ken direnme; [/Yapmak-zorunda olmak/ + /yapmamak - isteme mek/]: Edilgen boyun eğme; [/Yapmak-zorunda olmak/ + /yapmamak - İstememek/: Etken boyun eğmeme; [/Yapmakzorunda olmak/ + /yapmak - İstememek/]: Edilgen boyun eğm e me; [/Yapmak-zorunda olmak/ + /yapmamak-istemek/]: Etken di
renme;
Öznenin gönderen ve nesneyle, hatta diğer tüm eyleyenlerle iliş kisi kiplikler kuramı açısından daf2 ele alınabilir. Bu dört tür kipsel ya pılara bağlı olarak özneleri tanımlamak, günlük yaşamdaki ya da bir an latıdaki olay Örgüsünü daha iyi algılamamıza ve daha doğru değer lendirmemize olanak sağlayacaktır. Bilindiği gibi anlatı ya da gerçek yaşamda kullanılan değişik söylemlerde kipse! yapılar (belirtik ya da Ör tük olarak) her zaman vardır. Bizim burada değerlendireceğimiz özneler de hem kurmaca yapılarda hem de gerçek yaşamda karşılaşılabilecek kimliklerdir. Bu özneler bazen kendisinin içinde bulunduğu durumuyla, olmak istediği/istemediğİ, olduğu/olmadığı, göründüğü/görünmediği bi çimiyle ya da yapmayı düşündüğü/düşüıunediği ve asıl olarak da yapüğı/yapmadığı bir eylemle tanımlanabilir. Bazı özneler kendi kimliğini bastırarak gerçek yanım ortaya koymaz, bazıları olduğu gibi davranır, hatta bazıları da olduğundan daha farklı görünmek ister (Bu da ileride açıklayacağımız “yalan" ile belirtilen durum öznesinin kimliğidir). Bu tür özneler değişik yer ve durumlarda farklı adlarla anılabilir: Yazınsal !~ Aslında bu durum, göslergebilimsel çözümlemede eyleyen çözümlemesi ile ortaya ko nulıır. Ancak eyleyen çizgesi de kiplik kuramı ile bir bütündür. Yani kiplik kuramı ya pılmadan bir eyleyen çizgesinİ oluşturmak yöntem açısından tutarsız bir çözümleme oİaeaktır.
90
V. DOĞAN GÜNAY
bir anlatıda olabileceği gibi, gazeteye demeç veren bir politikacı, sınıfta ders anlatan öğretmen, bir futbolcu, pazarda mal satmak için bağırıp ça ğıran satıcı ya da kendisini herkesten üstün gören bir kendini beğenmiş olabilir. Yani kendi yeteneklerim, gücünü ya da durumunu ortaya koyan özne, başkasını etkileyen özne, var olan özne, görünen özne gibi değişik kimlikler her zaman etrafımızda bulunabilir. Bunlar söylemlerde çoğun lukla edim sözcelerindeki öznelerde görülebilir. Durum sözcelerinde özne kendisi ile ilgili bir tek durumu belirtirken ya da belirtebilirken, edim sözcelerinde, edimin sürmesine bağlı olarak özneler, değişik kim liklerde olabilir ya da görünebilirler. Birinci tür kiplik (edimi koşullandıran edim), birisi koşullandıncı özne, diğeri yapım öznesi olmak üzere iki ayrı özne arasındaki bağıntıyı belirtir. Edimi koşullandıran durumda ise, bir eylem yapmaya hazırla nan özne ile nesnesi arasındaki bağıntı elealmır. Durumu koşullandıran edimde, gerçek anlamda eylem yapan bir öznenin, eylemin bitmesi ile bulunacağı durum söz konusudur. Son olarak da, durumu koşullandıran durumda, gönderen ile özne arasındaki yaptığı eylemin yorumlanmasını içeren bir aşama vardır. Bizim burada kiplikler açısından özneyi tanımlamaya çalışmamız bir bakıma durumu koşullandıran durum, yani yaptırım aşaması olarak görülebilir. Koşullandıncı öznenin etkilediği ve bir eylemde bulunduğu Özneyi, cezalandırma ya da ödüllendirme işine girmeden, yaptığı, yap mak istediği, olduğu, göründüğü durum ve davranışlarından yola çıka rak tanımlamaya ve graplandırmaya çalışacağız. Elbette edimi koşul landıran edimdeki bir koşullandıncı özne ya da diğer aşamalardaki özne türleri de her zaman karşılaşılabilecek kimlikler olarak anlatıda ya da gerçek yaşamda karşılaşılabilir. Yani buyurgan bir özne, eylem yap maya niyetli/niyetsiz, yapabilir ya da eylemi yapmış (bitirmiş) bir özne de çalışmamız içinde konu edilecektir. Bu da kipsel sözcelere bağlı ola rak eyleyenlerin tanımlanması demektir. 3. L Anlatı İzlencesi ve Kiplikler En yalınından-en karmaşığına anlatı izlencesi, işlemler (/yapmak/) ve dunımlann (/olmak/) dönüşümü (ya da dönüştürülmesi) demektir. Dönüştürüm, ilişkiyi değiştiren ve örneğin bağlaşık durumdan ayrışık durama geçirten bir edimdir. Kıpleşme ise, özne ile bir başka özne ya da özne ile nesne arasındaki ilişkiyi niteleyen işlemdir. Göstergebilimsel çözümlemede kullanılan kiplik kuramı, anlatı izlencesinin dört aşama sına bağlı olarak geliştirilmiştir. Eyleyenlerin işlevleri ve anlatı izlencesi
GÖSTERGEBİLİM YAZILARI
91
içindeki diğer eyleyenlerle ilişkisi kiplikler yardımı ile ortaya konabilmektedîr. Eyleyen kavramı, bir edenin anlatı içindeki kipsel değerlerin kazanılması ya da kaybedilmesine bağlıdır. Bu kurama göre, her türlü anlatının dört aşamalı bir yapı oluşturduğu söylenebilir. Eylemin ger çekleşmesi olarak adlandırılabilecek bu anlatı izlencesi yalnızca kur maca bir dünyayı (anlatıyı) çözümlemekle sınırlı değildir. Gerçek ya şamdaki her türlü eylem İçin de bu modelin aydınlatıcı bir işlevi olabilir. Burada şöyle bir açıklama yapalım; Anlaü izlencesindeki olay örgüsünü kuran insandır. Bu da gerçek yaşamdan şu ya da bu biçimde etkilenme demektir. Anlatıda oluşturulan aynı olay örgüsü ve aynı özne türleri ba zen anlatıdakinin benzeri olarak bazen de daha farklı olarak, işlevleri ile birlikte gündelik yaşam içinde de sürüp gitmektedir. Kısaca bir kurmaca yapıda betimlenen düşsel bir öznenin benzerini gerçek yaşamda da görmek olasıdır. Göstergebilimsel çözümlemede kullanılan eyleyenleri, kendi ara larındaki etkileşimleri de değişik kiplikler yardımı ile değerlendirmek olasıdır. İletişim ekseni denilen gönderen ile gönderilen arasında /bilme/ kipliği, yani iki eyleyen arasında /bildinne/ye yönelik bir kipsel durum vardır. İletişim ekseninde gönderen, değer nesnenin durumu hakkında özneyi bilgilendirir ve ondan bir eylemi /yapmasım-ister/ (Adam, 1991:70). /Yaptırtmak/ (ya da /yapmak-yapmak/) anlamındaki /yapmasmı-istemek/ biçiminde belirtilen koşullandıncı edim, doğrudan gönde renin Özneyi ikna etmesiyle ilgilidir Necati Cumals’mn Vur Emri adlı oyununda hapisten kaçan Halil’in yaşlı ve silahsız bir kadın durumundaki annesi İle Onbaşı arasın daki iletişim biçiminde, Onbaşı’nın mesleği ve yaptığı iş gereği e~ linde daha fazla güç olması bakımından, konuşmalarında buyurgan bir tavır görülür. Bu bazen buyurma biçiminde, bazen de telkin ya da esinleme biçimindedir. Benzer durum bir tek kaçak kişi olan Ha lil'in bulunduğu yeri saran sayıca çok askerle birlikte olan Onbaşı’mn konuşmalarında da görülür. Onbaşı’mn konuşmalarında /yaptırtmak/ edimine sıklıkla rastlanır. ONBAŞI: (Bekçiye) Evi ara. ONBAŞI: (Ana'ya) Sözümü iyi dinle! Oğlun gelirse saklamaya kalkma! Başına îş açarsın, oğlunun da başını yakarsın! Kaçana kurtuluş yok! Ya teslim olur, giere içeri, gününü doldurur ya da vu rulur ölür! Ona göre davran... Anladın mı? ONBAŞI: Halil, ev sarıldı, teslim ol!.. ONBAŞI: Halil, Silahını boşalt, at dışarı.
(Necati CUMALI, (1983) V ur Emri, Bütün Oyunları 1, İstanbul: Tekin Yayınları, ss. 163, 166, 181, 182)
92
V BOĞAN GÜNAY
Gönderilen özneyi, kendisinde eksik olduğu nesneyi belirterek bir eylem yapması konusunda ikna etmeye çalışır ve kendisinin bunu yapa bileceğini (/yapmamaya-muktedir olmamak/ = boyun eğme) belirtin Bu dunım, anlatı izlencesinin başlangıcı, yani: iki eyleyenin ilk karşılaşması olduğu için iletişim ekseni olarak adlandırılır. Aşağıdaki metinde, hapishaneden kaçan Halil, babasına nasıl ha pishaneye düştüğünü anlatırken, yurdundan nasıl ve neden ayrıl dığını da anlatmaktadır. Halil'in konuşmalarında, İçinden gelen se se karşı tam anlamıyla bir Jboyun eğme/ durumu görülür. Köyden gitmeme konusunda kendisine engel olamamıştır. Bu anlatıdaki gönderen, Halil'in içinden gelen sestir BABA: Kaçmasaydm evimden! HALİL: Sonu yoktu! Neyimiz var dedim? Sonumuz ne dedim? On dönüm tarla.. Aklim kestiği zaman gördüm, ne eksek, ne yetiştirsek borcumuza, faizine yetmezdi. Giderim şehirde iş tutarım, tarlanın üstünden bir boğaz eksilir dedim. Toprakta gözüm yoktu, kardeşle rimi doyursun dedim ( ...)
BABA: Kaçmayacaktın! Kaçmayacaktın! Bütün köye rezil etmeye cektin beni! HALİL: Elimde değildi dedim. Elimde değildi. Bir kere çağıran ol masın İnsanı. İnsan içinde o sesi bir kere duymasın. Evden çıkar dım, ayaklarım köyün bayırına doğru giderdi. Bayıra varırdım, o ses, bu sefer aşağıda şoseden gelirdi. Şosenin kıyısına inerdim. O ses daha uzaktan gel elerdi. Şosenin, İzmir’e doğru, palamutluklar arasında kaybolan inişine çağırırdı beni. Şoseden geçen kamyon lar, otobüsler rüyama girerdi. Aklımda ne toprak, ne tarla vardı. Birgün o sesin çağırmasına dayanamadım, karşı duramadım, koşa koşa gittim.. (Necati CUMALI, (1983) V ur Em ri, Bütün oyunları I, İstanbul: Tekin Yayınlan, ss. 175-176)
Bir eylem yrapma37a koşullandırılmış Özne ile nesnesi arasında is tek ekseninden söz edilir ve bu durum /istemek/ kipliği ile belirtilir. (Daha sonra /istemek/ kipini ayrıntılı olarak ele alacağız. Burada şu ka darını söyleyelim: /İstemek/ kipliği bir nesneye sahip olmak ya da ol mamak isteyen bir öznenin varlığım ortaya koyan bir kipliktir). Bu du nunda iletişimin genel yapısı bir anlatı izlencesinde iki biçimde olur: Özne - nesne arasındaki geçişlilik (fr. transitivite) ile gönderen-gönderilen arasındaki iletişim (Henault, 1983:66). Özne nesne arasında /iste mek/; gönderen gönderilen arasında ise, /yapılmasını istemek/ vardır.
GÖSTERGEBİLİM YAZILARI
93
Son olarak da eyleyenlerden yardımcı-özne-engelleyici arasındaki ilişkileri belirten katkı ya da sınama ekseni ise /muktedir olmak/ kipliği ile belirtilir (Courtes, 1980:75). Yani yardımcının /muktedir olma/sı du rumunda, engelleyici /muktedir olmayacak/tır. Muktedir olmak özneye yardımcısı tarafından sağlanır, ama engelleyici ise bu kipliği ortadan kaldırmaya çalışır. Göstergebilimsel çözümleme, zaman içinde aşamalı olarak oluştu rulan ve sürekli eksiklikleri giderilmeye çalışılan, böylece değişik anlatısal yapılara ve anlam oluşturucu bütüncelere uygulanarak daha kalıcı bir inceleme yöntemi oluşturmaya yönelik bir etkinliktir. Bu görüşler den yola çıkıldığında, kuramın başlangıç aşaması ile gelinen son durum arasında bazı farklılığın ya da değişimin olması kaçınılmazdır, özellikle kiplik kuramımn göstergebilimsel çözümlemeye önemli katkısı olmuş ve bu aşamadan sonra eyleyen şeması yeniden değerlendirilmiştir. Ör neğin bir an lattı öznenin ve karşı öznenin anlatı izlenceleri olarak ele aldığımızda, lıer öznenin kendi anlatı izlencesini gerçekleştirmek için kendi kipliklerine salıip olması gerekmektedir. Bu da eyleyen şemasın daki yardımcı ve engelleyicinin varlığını ve işlevini sorgulamak demek tir. Bu son durumda engelleyici, karşı özne olarak değerlendirilebilir. Yine yardımcı kavramı da Öznenin kiplikleri açısından ele ahnabilir. Bu konuyla ilgili olarak Anne Renault “kiplik kuramı, anlamın oluşumunda zorunlu bir öğe olmadığı ortaya çıktığından, yardımcıyı eyleyen şema sının temel bir öğesi olmaktan çıkardı” (1983:59) der. Öznenin /yapmaya-muktedir olmak/ ve /yapmasmı-bilmek/ kiplikleri içinde de yardımcının işlevleri bulunabilir. Engelleyicinin ise zaten karşı özne olarak anlatıda bir işlevi vardır. Yani kiplik kuramından sonra eyleyen çizgesinde allı eyleyen yerine dört eyleyenin varlığı kabul görmüşe ben ziyor. iletişim ekseni Gönd
Kiplikler -------- > /bilmek/ /muktedir olmak/
Özne
<
edim ekseni
Karşı özne
V DOĞAN GÜNAY
94
Anlatı izlencesinin eylerim ve yaptırım aşamalarında gönderen üe Özne arasında buyurma ve yorumlama kiplikleri; edinç ve edim aşama sında ise özne üe nesnesi arasındaki ilişkilerde gücül, edimsel ve ger çekliğin kiplikleri söz konusudur. Eylerim aşaması, ikna edici işlemlerin egemen olduğu ve çoğun lukla /yaptırtmak/ edimiyle birlikte anılan bir aşamadır. Burada, gönde ren işlemci özneye göre daha etkindir ve özne üzerindeki telkinler ve baskılarından söz edilebilir. Eylerim aşamasındaki /bildirmek/ kipi, gönderenin özneye nesnesi (yapacağı edim) hakkında bilgi vermesidir. Bu bakımdan /bildirmek/ kipi /yapmasmı-istemek/ yani /yaptırtmak/ (yapnıak-yapmak) kipini belirtir. /Bildirmek/ ya da /yapmasmı-istemek/ ikna edici bir tutumdur. Bu aşamadaki gönderenin işlemci özne üzerin deki etkisi edimsel (/yapmak/) boyutta ya da bilişsel (/bilmek/) boyutta olur (Courtes, 1991:111). Necatı Cumafı'nın Nalınlar adlı tiyatrosunda, Muhtar'm kendi amaçiarı doğrultusunda Döndü Bacı'yı yönlendirmesi, onu kendi is tediği gibi davranması konusundaki davranışlarında tam bir eyietim aşaması söz konusudur. Gönderen.(Muhtar) İşlemci özneye (Dön dü bacı) göre daha etkindir ve daha üst konumdadır: Gönderen önce bir haberi, bir durumu özneye / bildirir.t MUHTAR: Diyeceğimi dinle: Şu meydanın etrafında, Akkuzuluiar, sen, ben bunca yıldır üç komşuyuz, bunca yıllık hukukumuz var. (...)
MUHTAR: Osman YavaşI nasıl tanırsın? DÖNDÜ: (Kendine çeki düzen verir) Eh, şöyle böyle. MUHTAR: Yani nasıl? DÖNDÜ: Adı gibi yavaş derler, bilmem ki!.. MUHTAR: Sen öyle dediklerine bakma. DÖNDÜ: Kendi de öyiü sümsük pümsük görünür.. MUHTAR: Sen onun öyle göründüğüne bakma.. DÖNDÜ: Gayri herkesin içyüzünü bir Allah bilir. MUHTAR: Sen onun içyüzünü benden sor! Onun adı yavaş ama, kendi hiç yavaş değil.. (...)
MUHTAR: Sen onun niyetinden haber aldın mı?
(-) MUHTAR: Sen onun niyetini bir bilsen MUHTAR; Onun niyeti Seheri kaçırmak
GÖSTERGEBİLİM YAZILARI
95
Burada gönderen, işlemci özneyi bilgilendirir. Bu bilgilenmenin so nucunda işlemci özneden bir eylem yapması istenir; Yani ona bir eylem yaptı itilir. Başlangıçtaki bilişse! boyuttan bir sonraki aşama edimsel boyuta geçiş vardır. Bu bilgilendirmeden sonra gönderen (Muhtar) işlemci özneden (Döndü) bir eylem yapmasını istemekte dir. MUHTAR: Onun için sen Seherin anasım ya da ağabeyisini gör, Seher’! boş bulunup yalnız bırakmasınlar. DÖNDÜ: Bunu sen söylesen daha doğru olmaz mı? MUHTAR: Ben söylesem, bakarsın akıllarına bir şey gelir, Ya vaşlarla aram açık, o yüzden oğullarına Seheri vermelerini iste mediğimi sanırlar. DÖNDÜ: (Kendine çeki düzen verir) Ben kalkıp söyliyeoek olsam, bilmem ki... MUHTAR: Sen söyle, çekinme. DÖNDÜ: Seheri çekemedi, kıskandı demesinler de. MUHTAR: O yönden onlar İşin doğrusunu bilir, meraklanma. Hadi bak, ağabeyisi geliyor, hemen söyle! Kulağını iyice doldur
(Necati CUMALI (Î983)
Edimsel boyutta öznenin birşey yapınası için doğrudan yönlendi rilmesi vardır. Kısacası, ettirgen kiplik, bedensel eyleme zorlayan biliş sel kipliklerdir denilebilir. Bilişsel boyutta ise birşeyle İlgili bilgilen dirme tutumu vardır. Bilişsel boyutun edimsel boyuttan önce geleceğini söylemeye gerek yok. Çünkü kişi, önce öğrenecek, bilecek sonra da bu nu uygulamaya koyacaktır. Gönderen ile yapım Öznesi arasında üç tür /yaptırma/ ediminden söz edilebilir (Greimas, 1983:74): Birşey öğrenmesi için /yapmak/ (/bilmesini-yapmak/ = /bildirmek), birşeye inanması için /yapmak/ (inanmasım yapmak/ = /inandırmak/) ve birşey yapması için /yapmak/ (/yapmasmı-yapmak/ = /yaptırtmak/). ________________________________ E yletim ___________ __________________Gönderen İle işlemci Özne arasındaki ilişki__________ __ ____ B ilm esin i istem ek ~ B ild irm ek (nesne ve değerler hakkmda bilgi)_____ İn a n m a sın ı istem ek - in a n d ırm a k (bilme ile eylem arasındaki İlişki) Yapm asını istem ek — Y aptırtm ak (gönderen, özne ve eylem arasındaki ilişki)
İkna edici tutum
96
V. DOĞAN GÜNAY
Aslında her üç yaptıran türü de eyletim aşamasındaki gönderen İle özne arasındaki ilişkiyi belirtir. Gönderen, özneyi önce bir konuda bil gilendirir. bu konu ile İlgili olarak özneyi ikna eder ve son olarak da bu eylemi yapması için onu zorlar. Öznenin, gönderenin iknası ile eylem yapmaya koyulması bir kipsel durumdur. Bilimkuramsal (fr. epistemique) kiplikler, öznenin edinç aşamasıyla ilgili durumu belirtir. "Yorum sal edimin [edinç aşaması] sonunda özne, gönderen tarafından bildirilen durumu kabul eder. Gönderen ikna edici bir davranış (ikna edici edim /inandırmak/), Özne ise bilimkuramsal bir yargılama ile (yani /inanmak/) yorumlayıcı bir edimde bulunur (yorumlayıcı edim = /inanmak/) (Greimas, Courtes, 1979:124). Edinç aşaması, anlatı izlencesi süreci açısından edim aşamasından bir önce gelen /yapma/ edimini doğrudan ilgilendiren bir aşamadır. Dö nüştürücü edimin hangi durumda olduğu, gönderenin telkininin nasıl sonuçlanacağı bu aşamada belli olur. Edinç, /)npnıa/mn /oluş/unu (fr. etre du faire) belirtir. Edim aşaması ise, işlemci Özne açısından eylemin gerçek anlamda yapıldığı aşamayı belirtir. Yani bir edimi yapmak, /oldurma/ (fr. faireetre) edimi ile gerçekleşir. /Oldurma/ ulamı bir yandan özne ile nesne arasındaki ilişkiyi, diğer yandan da dönüşümleri belirtir. Son olarak da. /olmanın durumu/ denilebilecek (fr. etre de l’etre) yaptırım aşaması vardır. Bu da bilme ile ilgili bir edimdir. Yaptırım aşamasmdaki /bilmek/ kipliği (edinç aşamasındaki /bilmek/ kipliğinden farklı olarak) yorumlamayla ilgili bir tutumdur. Baştaki /bilgilendirmek/ nesnenin durumu ile ilgili iken (gönderen, öznenin yapması gereken edimi (nesne) konusunda onu bilgilendirir. Bu bilgilenme sonunda ey leten özne, işlemci özneden bir eylem yapmasını ister), buradaki /bilmek/ Öznenin durumu ya da yapılan e^yîemle ilgilidir (Yani öznenin bir edimi yapıp yapmadığı konusunda gönderilenden nesneye doğru bir sorgulama biçimi söz konusudur: Gönderen, baştaki anlaşmanın sonucu ile ilgili olarak özneyi sorgular, ondari bilgi ister. Bu da bir bakıma baştaki yapılması istenilen eyleme bağlı olarak işlemci öznenin, eyleten özne tarafından ödüllendirilmesi ya da cezalandırılması ile ilgili bir bilgi istemedir). İki /bilme/ kipliği arasındaki farklılığı şu biçimde de belirt mek olasıdır: Başta her şeyi bilen eyleten Özne (gönderen) işlemci Öz neyi /bilgilendirir/. Sondaki /bilme/de İse. baştaki durumun tersi söz ko nusudur. işlemci özne yapılan eylemle ilgili olarak göndereni /bilgilen dirir/. Bu durumda yaptırım aşamasında Özne ile nesne arasında yoru mlayıcı (/bilmek/) edim için İki farklı sonuçtan söz edilebilir (Adam, 1990:78). Özne başarısız olduğunda gönderenin özneye doğru gitmesi
97
GÖSTERGEBİLİM YAZILARI
(ki bu durumdaki göndereni Courtes “yargılayıcı5’ (fr. judicateur) (1991:99) olarak adlandırılır) ya da özne başarılı ise, bu sefer öznenin nesnesini de alarak gönderene doğru yönelimi vardır. a. özne nesne -> gönderilene doğru yönelme (ödüllendirilme beklentisi ya da nesnenin verilmesi) b. gönderen -> özneye doğru yönelmesi (bilme durumu). Yukarıda açıkladığımız durumlar bir anlatı izlencesinin dört aşa masına bağlı olarak, kiplikler açısından şu biçimde çizgeleştirilebilir: Eyletsin Yaptırtm ak
Edinç
Edim
Y aptıran
Yapmanın oluşu
Oldurum
Olmanın durumu
Gönderen İle iş* îemci özne arasın daki İlişki
İşlemci Özne İle iş lemler (kipsel nes ne) arasındaki ilişki
İşlemci özne İle du rumlar (yani değer nesneler) arasındaki ilişki
* gönderen İle işlemci özne arasındaki ilişki * gönderen ile durum öznesi arasındaki ilişki B ilm e k (özne ve/ya da nesne ve/ya da gönde ren hakkında bilgi)
Y apm ak-zorunda olm ak Y apm ak —istem ek Yapm aya —m u k te dir o lm a k Yapm ayı - bilm ek
Yapm ak
in a n d ırm a k
Edimsel boyut
Edimsel boyut
Yorumlayıcı tutum Bilişsel boyut
B ild irm ek (nesne
ve değerler hak kında bilgi) B ilm esin i istem ek Yapm asutı iste m e k (~ u ta n dırm ak) Yaptırtm ak
İkna edici tutum Bilişsel boyut
Bu dört aşamadan ikisi (eylerim ve yaptırım) bilişsel boyutta yer alır. Eylerim, gönderen açısından bir ikna etme (/bildirmek/), yaptırım İse bir yorumlama (/bilmek/) işidir. Diğer iki aşama ise (edinç ve edim) anlatı izlencesinin edimsel boyutunda yer alır. Kipler ve eylemin gerçekleşmesi (/yapmak/) bu aşamada olmaktadır. Bir anlatının bilişsel boyutu, eylemin gerçek anlamda yapıldığı edimsel boyutuna karşıt du rumdadır. Aslında anlatı izlencesinde /olmak/ ile /yapmak/ eylemlerinin kendi kendilerini ya da karşılıklı olarak birbirlerini etkilemesi söz konu sudur: /Yapmak/ eylemi, /yapmak/ eylemini kipleştirmesinde eylerim aşamasını, /yapmak/ eylemi, /olmak/ eylemi üzerine yönlenmesi du rumda edinç aşamasını, /olmak/ eylemi, /yapmak/ eylemim kipleştimıesinde edim aşamasını ve son olarak da /olmak/ eylemi, bir başkasının /olmak/ eylemini kipleştirmesinde doğrulamaya yönelik yaptırım aşa masını belirtir.
98
V. DOĞAN GÜNAY
3. 2. Edimi Koşullandıran Edim Edimi koşullandıran edim olarak ettirgenlik kipi ile belirtilen eyîetim aşaması, /yaptırtmak/ kipiyle gösterilir. Bu /yapma/ edimi, işlemci öznenin (yani edinç ve edim aşamasındaki gibi) durumları dönüştürmesi değil, bir işlemci öznenin (bu bağlamda iş yapan gönderen de İşlemci özne olarak tanımlanabilir), kendisine söylenilen bir izlenceyi gerçekleştirecek bir başka işlemci Özne (bu gerçek işlemci ya da yapım Öznedir) üzerindeki uygulamasıdır. Bu bakımdan gönderen (koşullandıncı özne), yapım öznesine birşey /yaptırtmak/ ister. Bu İstek /yaptırt mak/, alıcı açısından dışandan bir /istek/tir, bir bakıma da emirdir; /Zorunda olmak/. Örneğin, daha sonra açıklayacağımız şiirden aldığımız “sefer eyletmek” sözcesinde, yapım öznesinin, koşullandmcı öznenin isteğine uyarak, sefer eyleme yolunda bir eylem yapınası gerekir. “Biz daîıa Ölmedik oğul” sözcesinde yapım öznesinin (gönderen tarafından belirtilen) birşeyi bilmesi yolundaki yaptığı bir eylemdir. Birbiriyle ast - üst ilişkisi içinde bulunan iki özne arasında, koşul landırın öznenin (fr. sujet modalisateur), yani gönderenin, kipleşmiş Öz neye ya da işlemci özneye yönelik bir edimi söz konusudur. Eyletimde iki işlemci özne ilişki içindedir. Bu ilişki birinci öznenin (yani gönde ren) ikinci özneyi (yani anlatı izlencesindeki gerçek Özne) etkilediği biçimiyle ast-üst arası bir ilişkidir. Bu bakımdan birinci işlemci özne, eylerimin göndereni, ikinci işlemci özne ise gönderilenidir. Gönderen “bir başkasının yapması için yapar” (Greimas, Courtes, 1979:143) biçi minde tanımlanabilecek ettirgenlik durumu, anlatı izlencesine göre, gönderen ve öznenin iki ayrı anlatı izlemi (fr. parcours narratif) açısın dan şöyle açıklanabilir: /Yaptırma/ durumunda gönderen kendi anlatı iz leminin edim aşamasındadır yani gerçek bir eylemde bulunur: Durum öznesini dönüşümler yapması için teşvik eder. Bu balamdan gönderen özneyi /oldurma/ kipliğine (fr. faire-etre) getirmesi ile bitecek kendi edim aşamasının sonunda, görevini tamamlamıştır. Ama aynı /yaptırt mak/ kipliği özne açısından, durum öznesinden gücül özneye ve işlemci özneye dönüşümün başlangıcıdır. Bir bakıma bilişsel anlamda öznenin, gönderen ile etkileşim halindeki eylerim aşamasından edinç aşamasına geçişi belirtir. Eylerim aşamasında /yaptırtmak/ edimiyle anlatılabilecek bu iş lemler: Gönderen ile İşlemci özne arasındaki bir ilişki ve gönderenin alıcıyı ikna etmesini (/bildirmek/ ve /inandırmak/) belirtir (Gr. d'Entr.,
GÖSTERGEBÎLİM YAZILARI
99
1988:53). Bu da göstergebilim çözümlemelerinde şu biçimde çizgeleştirilir:
İı {Öî l 2 {Ö2 (Ö3 AN) > } 53 Eyleten özne, yani gönderen (= Ö*) öyle bir biçimde davranır ki [/ikna etmek/ (= t*)], eyletilen özne (= Ö2), bir durum öznesinin (= Ö3) değer nesnesine (= N) sahip olmasını sağlar (= 12). Burada çoğunlukla Ö2 ile Ö3 aynı ve tek öznedir, ama işlevlerini görebilmek açısından ayrı simgelerle belirtilmiştir*14. Oluşturulan formülde [İx (Öı —>] kısmı gön derenin yaptığı eylemleri belirtir. Bu eylemler de alıcıya yapılan bir buyrum kipi ile belirtilir. Kiplik kuramındaki dört kiplik ile /yapmak/ ediminin birleşimi; çoğunlukla göstergebilimsel dörtgen yardımı ile gösterilir. Bu çızgede, her köşede bulunan bir kipsel birleşim diğer üçünden farklıdır. Bunlar, ikili ulamlar olarak birbirlerini karşılıklı olarak varsayan anlambirimciklerdir. Aralarındaki karşıtlık, alt karşıtlık, çelişkinlik, çelişiklik, içerme ve varsayma gibi değişik ilişkilerle dört ayrı anlambirimciğin birbiriyle ilişkisi ortaya konulur. Örneğin /yapmak-zorunda olmak/ ile /yapmanıak-zorunda olmamak/ arasında, her ikisinde de /yapmak/ edimi olsa da, birincisinde zorunluluk vardır (“Borcumu ödemek zorunda yım”), İkincisinde yoktur (“Borcumu ödememek zorunda değilim”) bi çiminde tanımlanabilir. Bir göstergebilimsel dörtgen üzerinde belirtilen değişik kiplikler birbiriyle değişik düzeylerde ilişkilidir. “Her kiplik bir yandan kapsayaıı/kapsanan kipsel yapı olarak, diğer yandan da göstergebilimsel dörtgen üzerinde yansıtılabilecek ulamlar olarak tanımlanabi lir (Greimas, Courtes, 1979:231). Örneğin, içerme ya da varsayma du rumu kiplikler arası kapsayaıı/kapsanan biçimindeki İlişkiyi açıldar. Eylerim aşamasında da gönderen, özneden her zaman birşey yap masını istemeyebilir. Yerine göre bir şey yapmamasını istemek (ya da yapmasını istememek) de gönderenin bir isteği olabilir. /Yapmakyapmak/ biçimindeki gönderenin işlemci özne üzerinde uyguladığı kip sel yapıyı göstergebilimsel dörtgenle açıklamaya çalıştığımızda, aynı eyleyenin en az dört değişik seçeneğinin olduğunu görebiliyoruz. Örne ğin, /yapınasım-yapmak/ kipsel yapısı bir müdahale etmeyi (fr. intervention) belirtir. Ama ayın gönderenin işlemci özneyle ilgili tutumu bir en gel (/yapmanıasım-yapmak/), serbest bırakma (/yapmamasmı-yapmamak/) ya da müdahale etmeme (/yapmasmı-yapmamak/) de olabilir. lJ İ: işlev, Ö: özne, N: nesne 14 İstek dışarıdan dayatılmadan da özne kendi isteği ile davranabilir. Bü durumda gönde ren (Ö ı)f eyletilen özne ( 0 2) (hatta dunun öznesi Ö 3) aynı özne olacaktır.
100 ____________ ___________________ V DOĞANGÜNAY
Yapmasını-yapmak
...*
M üdahale etme
yapmamasım-yapmak ^
\
engel
I --Yapmamasım-yapmamak ______; yapmasım-yapmamak Serbest bırakma müdahale etmeme '" '" ' ■ " - A
'
Ab'
ONBAŞI: Evini arayacağız! ANA: Neden? Ne oldu? ONBAŞI: Bugün hep yalnız miydin evde? ANA: Bütün gün harmandaydım. Az önce döndüm. ONBAŞI: Sen döndükten sonra gelen giden olmadı mı eve? ANA: Kim olsun? Herkes işinde gücü,nde. Herkes yorgun. Harman zamanı, kimin kimi arayacak hali var? ONBAŞI: Şimdi görürüz! ANA: Ne görürsünüz? ONBAŞI: Dediğin doğru mu, yalan mı? (Bekçiye) Ara! ANA: (ikisinin önünde dikilir) Sebep? ONBAŞI: Sebebini bulur gösteririz sana! ANA: Madem evi arayacaksınız, erkeğimi niye bulup gelmediniz? Kadını yalnızken bir erkeğin evine girildiği nerede görülmüş? ONBAŞI: Aksilik etme kadın! Çekil önümden! ANA: Erkeğim gelmeden evime kimseyi adım attırmam ben! De he le sebep ne? ONBAŞI: (Artan bir kuşkuyla) Aksilik etme, çekil dedim sana! ANA: Çekilmiyorum! Gücün yeterse anan yaşındaki bir kadını çiğne de geç. (Necati CUMALL (1983) “Vur Emri’? Bütün Oyunları I İçinde, İstanbul: Tekin Yayınlan, ss. 162-163)
Bu anlatıda Ana, %İkisinin önünde dikilir) Sebep?" derken belli bir müdahale (/yapmasını-yapmak/) sözkonusudur, Daha sonra Onbaşı'ya karşı direnerek; /yapmamasım-yapmak/ biçiminde bir engelleme söz konusudur. Onbaşının bekçiye “ara" demesi, bir müdaheiedir (J'yapmasınıyapmak/). Ancak Ana'mn Onbaşı’y a karşı duruşu İse' bir engellemedir (/yapmamasım-yapmak/).
GÖSTERGEBİLİM YAZILARI
101
Anlatının daha sonrasında “oğlunun hapisten kaçtığını öğrenen Ana, Onbaşı'nm evi arama isteğine ses çıkarmayarak; evin aran masına izin verir. (Serbest bırakma = /yapmamasını-yapmamak/). ONBAŞI; Oğlun nerede? ANA: Halilimin yüzünü gören kim! Üç yıldır hapiste! BEKÇİ: Kaçmış! ANA: Ne?... Allahım, başıma gelen!.. ONBAŞI: Yaa! Kaçmış İşte.. ANA: (Oturduğu yerde acısından sallanır) Allahım, nedir bu kimse siz kuluna yazdığın çile!? ONBAŞI: Arayacağız. ANA: (Bitkin) Arayın...
Gönderen bu dört anlambirimcikten kendisine ve konumuna uy gun olan biri ile özneyi yönlendirir. Ama lıer anlambirimcik gönderenin değişik amaç ve beklentilerini belirtir. Yani, gönderen; emir, rica, ser best bırakma, niyet, tehdit, kışkırtma ya da meydan okuma amaçların dan birisine bağlı olarak buradaki anîambirimciklerin birisi ile Özneyi etkilemeye çalışır. Diğer yandan gönderenin kullandığı anlambirimcik de yine bir başka göstergebilimsel dörtgende yer alacak ve seçilen anlambirimcik diğerlerinden farklı olduğu için anlamsal bir işlevi ola caktır. Kipliklerden ikisi (/istemek/ ve /zorunda olmak/), öznenin bir ey lemi kendisinden (/istemek/) mi yoksa dışarıdan gelen bir baskı ile (/zorunda olmak/) mi yaptığım gösterir. Örneğin gönderenin /yaptırtmak/ kipliği alıcı açısından /yapmak-zorunda olmak/ biçiminde algılanacaktır. Ama bu zorunluluğun da aşamaları vardır. Yükümlülük (fr. deontique) kipliğinde, /zorunda olmak/ kipi, /yapmak/ kipini etkile mesiyle vardır. Böyîece /yapmak-zorunda olmak/ zorunluluk (dışarıdan: buyurma) anlambirimciği göstergebilimsel dörtgende: /yapmamak-zorunda olmak/: yasaklama: /yapmamak - zomnda olmamak/: izin verme; /yapmak - zorunda olmamak/ keyfilik anlambirimciklerini de içerir (Greimas, Courtes, 1979:90). Buradaki buyurma edimi, zorunluluk ile değiştirilebilir. Elbette gönderenden gelen bir yasaklama, kendi isteğine bırakma ya da izin verme aynı derecede etkili değildir ya da özne bu tür yapılar karşısmda değişik tutumlarda bulunabilir.
102
V. DOĞAN GÜNAY
3. 3. Etlimi Koşullandıran Durum Greimas edimi, öznenin.yapacağı kendi edimsel davranışları için önvarsaydığı, /yapmak-islemek/ ve/ya da /yapmaya-muktedir olmak/ ve/ya da /yapmayı-bilmek/ olarak tamınlar (1983:53). Anlatı İzlencesinin ikinci (edinç) aşamasında, edimselleşmiş öznenin (fr. sujet aclualise), gönderenle yapılan anlaşması gereği, yapması gereken eylem için ken disinde dört tür kipliğin olması gerekir: Bir yandan /zorunda olmak/ ve /istemek/ kiplikleri, diğer yandan da /muktedir olmak/ ve /bilmek/ kip likleridir. Bütün bu kipliklere yerinde ve zamanında sahip olan bir özne, edinç aşamasında söz konusu eylemi /yapar/. Yani /istemek/, /muktedir olmak/, /bilmek/ ya da /zorunda olmak/ bu anlamda birleşerek bir bütün oluşturan kiplikler değil, /yapma/ eylemi ile değer bulan kipsel edimler dir. Sonuçta edinç aşamasındaki dört kipliğin tamamı edim aşamasın daki /yapmak/ eylemini gerçekleştirir. Bunlardan birinin eksikliği eyle min gerçekleşmesini engeller. Bu kipliklerin gerçekleşmesi eşsüremîi de olabilir, artsüremlİ de. Her iki durum da zamana yayılır. Bir işi yapmak zorunda olan gerçekleştirici öznenin, dört kipliği de kendisinde bu lundurması gereklidir. Kipliklerden bir tanesinin bile eksik olması du rumunda eylem gerçekleşemez, edim başarısız olur. Bu kiplikten ikisi (/zorunda olmak/ ve /istemek/) Öznenin eylemi gerçekleştirmeden önceki durumuyla ilgilidir. Bu iki kiplik özne bakı mından gücü! kiplikler olarak adlandırılır. Diğer ikisi (/muktedir ol mak/ ve /bilmek/), /yapmak/ eyleminin gerçekleştirilmesi ile doğrudan ilintilidir ve edimsel kiplikler olarak adlandırılır (Greimas, Courtes, 1979 :231). Elbette gücül ve edimsek kipliklerin, gerçeğin kipliği /yapma/ edimi ile sonlanması beklenir. Bu kipliklerin kendi aralarında şöyle bir farklılık ortaya konulabilir: /İstemek/, doğrudan öznenin kendisi ile ilgi li bir dunundur. Bir başka açıdan /istemek/ kipliği sözce öznesini belir tir, birşey isteyen kişi öznedir ve anlatıda hemen fark edilir. /Zorunda olmak/ kipi ise /istemek/ kipi ile yer değiştirebilecek bir kipliktir. Yani, /yapmak/ edimi Öznenin kendisinden gelen bir arzu ise /istemek/; dışarı dan gelen bir arzu ise /zorunda olmak/ kipliği vardır. Halbuki /bilmek/ ve /yapabilmek/ ise /}rapma/ edimine yönelik olarak vardır. Söz konusu iki edim, /istemek/ kipliğine sahip bir öznede bulunabilecek kipliklerdir. Bu bakımından /istemek/ kipliği, özne-ııesne eksenindeki bir dununu belirtir: Özne birşey i ister (/istemek/) ya da istemez (/istememek/). Bir nesneden ayrıdır (/olmak-istemek/) ya da nesneyle birliktedir (/olnıamak-istemek/). Halbuki /bilmek/ ve /yapabilmek/ dönüştürücü /yapma/
GÖSTERGEBİLİM YAZILARI
103
kipliği bağlamında anlam kazanır. Bir başka açıdan da üç kiplik (/bilmek/, /istemek/, /muktedir olmak/), dışarıdan gelen bir /zorunda olmak/ kipliğinden farklı olarak, öznenin anlatısal edincini belirtir (Adam, 1990:196). Bunlar, öznenin kendisinden kaynaklanan kiplikler ola rak değer bulur. Bir başka açıdan /bilmek/, /muktedir olmak/ ve /istemek/ kipleri özerk bir özneye ait değerlerdir, halbuki /zorunda ol mak/ kipi, kendisinden daha üst konumda bir eyleyenle ilişki içindeki özneyi belirtir. Giicül.ve edimsel kiplikler bir başka biçimde de sınıflandırılabilir: Geçirgen ilişkileri belirten (fr. exotaxıque) kiplikler (/zorunda olmak/, /muktedir olmak/, /yapmak/) ile, yalın ilişkileri belirten (fr. eııdotaxique) kiplikler (/istemek/, /bilmek/, /yapmak/). Bu son durumda ben zer özneleri birleştiren kiplikler söz konusudur. Yalın ilişkileri be lirtilenler, edimde içkin olarak bulunan (fr. intrinseque) kipler olarak da tanımlanır. Geçirgen ilişikleri belirtenler ise, dışarıdan gelen (fr. extrinseque) kiplerdir. Bir eylemde içkin olarak bulunan kipler dışarıdan kay naklanan kiplere karşıt durumdadır. Örneğin bir öznenin /yapmakistemek/ kipliği olmadan /yapmaya-muktedir olma/sı durumunda eylem yapacak öznenin kendisine ait istencin olmadığı, bu edimi dışarıdan ge len bir baskı ile yapacağı görülür. ..
3. 3.1. Gücüllük Kiplikleri Gücülîük, henüz bir eylemin olmadığını, ancak bu eylemin, zaman içinde olmaya yönelik bir dunmıu olduğunu belirtir. Hiçbir şeyin yapıl madığı bir zamanda, öznenin etkinliğini Gani gönderenle yapılan an laşmanın gerçekleştirilmesi işini) belirten geleceğe yönelik durumlarda gücüllükten söz edilebilir. Gücüllük kipliğini yapacak ya da yapmayı arzulayacak olan işlemci Öznedir. Bu da onun kendi durumu ile doğru dan ilintilidir. Bir edenin "bir şey yapmak /isteme/si ya da yapmak /zorunda olma/sı durumunda işlemci özneden söz edilebilir (Gr. d'Entr. 1988:34-35). Gücüllük, özne -açısından'bir sorumluluk alma demektir, çünkü henüz gerçek anlamda bir eylem olmasa da, öznenin tutumundan, /yapma/ etkinliğini gelecekte gerçekleştireceği anlaşılır. Özne kendisini böyle bir duruma hazırlamıştır. Anlatı izlencesinde belirtilen dört kiplikten ikisi gücüllük kiplik leri olarak değer kazanır: /Zorunda olmak/ ve /istemek/. Gücüllük kip likleri, edimselleşmiş öznenin tasarladığı kipliklerdir. Bu kiplikler iş lemci özneyi tanımlar, onun varlığım ve kimliğini ortaya koyar. Gücüllük kiplikleri açısından öznenin iki durumundan söz edilebilir: /Zorunda olmak/ - /zorunda olmamak/ açısından bir yasaklama;
104
V. DOĞAN GÜNAY
/İstemek/ - /istememek/ açısından ise bir isteksizlik vardır. /Yapmak-zorunda olmak/ ve /yapmak-istemek/, işlemci öznenin yapacağı eylemle ilgili düzenleme kipleridir (Gr. d’Entr. 1988:34). Bu İki kipliğe sahip iş lemci özne olarak adlandırılan bir eden (fr. acteur) birşey yapmak zo rundadır. Eyletim aşamasında, gönderen, öznenin kendisinden gelecek /istemek/ kipini, kendisinden gelecek telkin ve baskı ile /zorunda olma/ya çevirir. Aslında /yapmak-istemek/ gücül öznenin kendisinden kaynaklanan bir istek iken, gönderenin baskısı ile aynı durum /yapmakzorunda olmak/ biçimine dönüşür. Yani içsel bir süreç olan /istemek/ kipliği, dışarıdan gelen /zorunda olmak/ kipliği ile değişerek baskıya dönüşür, /istemek/ ve /zorunda olmak/ birbirine yakın kipliklerdir. Her İkisi de /yapmak-istemek/ edimi bağlanımdadır. ‘"Eğer bir /yapmak-is temek/ ediminin eyleyen-özııesi, gerçekleştirilecek eylemin öznesi ile aynı ise /istemek/ kipliği söz konusudur; /yapmak-istemek/ kipinin öz nesi, gerçekleştirilecek eylemin öznesi ile farklı ise ve bu özne diğerin den güçlü /muktedir olmak/ ise, /zorunda olmak/ kipinden söz edilebi lir” (Courtes, 1980:75). Bir başka anlatımla, aynı eden (acteur) hem gön deren hem de özne ise, kendine dönük bir iletişim (fr. communication reflechie); bu eyleyenleri değişik edenler üstlenmişse, geçişli bir iletişim (fr. communication transitive) vardır (Gr. d’Entr. 1988:35). Birincisinde /istemek/ kipliği, İkincisinde /zorunda olmak/ kipliği egemendir. So nuçta /istemek/ kipliği, dönüşlü bir kipliktir, öznenin kendi kendisine bir işi yapmak istemesidir. Bu da yukarıda belirtilen basit kiplikler (fr.. endotaxique) biçimindeki gelişmeye uygundur: /İstemek/, /bilmek/ ve /yapmak/. Bu kiplikler öznenin kendisiyle doğrudan ilintilidir ve dışarı dan baskı gelmeden işlemci özne bir eylemi /yapar/. /Zorunda olmak/ edimi ise, özne üzerinde yapılan geçişli bir edimdir, yani öznenin isteği dışında bir başkasından gelen istek söz konusudur. Bu da geçirgen iliş kiler (fr. exotaxique) demlen kipliklerdir. /Zorunda olan/ kişi, kendi is teği içinde ya da dışında, bir eylemi yapmaya /muktedir olmuştur/. İs temeden yapılan bir edim vardır (öznenin kendisine rağmen bir durum söz konusudur. Özne kendisine de dayatmada bulunabilir. Örneğin “bu diyarları terk etmeliyim” türü anlatımda böyle bir dayatmadan söz edi lebilir), çünkü /zorunda olmak/ dışarıdan bir etkidir ve içsel ya da dışsal etki bakımından /istemek/ kipinin karşıtıdır. Diğer yandan /muktedir olmak/ her zaman özneyle doğrudan ilişkili olmayabilir. /Muktedir olan/ özne, aynı eylemi yapmayı bilmez (/bilmemek/) ya da istemez (/isteme mek/).Yani /muktedir olmak/ kipliği, /istemek/ ya da /bilmek/ kipliğin den farklıdır.
GÖSTERGEBİLÎM YAZILARI
105
3. 3 .1 . L Zorunda Olmak Durum kipliği içinde iki tür öznenin varlığından söz edilebilir: Durumun İlişkilerini biçimlendiren (ve doğal olarak eylemi, gerçekleş tirme kipliğindekinden farklı, en azından işlevi bakımından farklı olan) bir koşuîlandıncı öznenin (gönderen) yanında, birşeye sahip olaıı/olmayan birşeyi olan/olmayan bir durum öznesi vardır. Bir durumu belir ten sözcede, özneye göre daha üst konumda bulunan gönderen ile özne arasında bir anlaşma yapılmıştır. Tüm kipsel değerlerin işlemci özneye aktarılması, bir gönderen yardımı İle olur. Gönderenin anlatı izlencesin deki konumu budur, işlemci özneyi eyleme geçirmekle sınırlı bir ileti şim biçimi vardır. Bu istek de işlemci özneye /zorunda olmak/ biçimin de iletilir. Öznenin bir eylemi yapması konusunda ikna edilmesi ya da zor lanması gereklidir. Eylemin yapılması sırasında, gerçekleştirici Öznenin kendi durumuna ve konumuna bağlı olarak /zorunda olmak/ ya da /zorunda olmamak/ durumlarından söz edilebilir. Daha Önce kullandı ğımız şemayı bir kez daha alalım ve işlemci öznenin /yapmak-zorunda olmak/ ile ilgili durumunu gösterelim: İı {Öı —» İ2 {Ö2 —> (Ö3 A N) } }15 Bu şemada işlemci özne, dışarıdan gelen baskı ile yapılacak olan edim [İ? (Ö2 —•> (Ö3 A N ) ) } ] bölümünde yer alır. Ama bir başka açı dan [{Ö2 —> (Ö3 A N ) } } ] kısım yalnızca /yapmak/ edimine denktir. Bu bakımdan eylerim (bir başka açıdan edinç aşaması da) aşaması [İı (Ö! 12] kışımın belirtir ve burada belirtilenlerin tümü öznenin, gön deren tarafından belirttiği -/yapmak-zorunda olduğu/ şeylerdir. Aslında gönderen açısından bu bir istek (/istemek/) olsa da, alıcı açısından bir zorunluluktur (/zorunda olmak/). Diğer yandan ikna olmamış bir özne bir eylemi yapmakta her zaman isteksizdir. Ama aynı özne aynı edimi kendi isteği ile yapmak isteyebilir. Genel anlamda edim, özne ile nesne si arasında olmaktadır. Ama /zorunda olmak/ kipi düşünüldüğünde, bu ikili eyleyene göndereni de eklemek gerekir. Coquet, gönderenle ilişkili olmayan bir özneyi Özerk özne; gönderenle ilişkili özneyi de türedışı (fr. lıeteronome) (ya da yükümlü) özne olarak tanımlar (î984:11). Bu du rumda /zorunda olmak/ kişinin, türedışı özneyi ilgilendiren üst belirle
u Öj = Eyleten özne, İj = /ikna etmek/. Ö2 == eyletilen Özne, Ö j = durum öznesi, N = değer nesne, İ2 ™Durum öznesinin işlemci Özne olarak nesneye sahip olmak için yaptığı ey lem.
m ___________________________________
V D O Ğ A N G Ü NA Y
yici bir kip olarak işlevi vardır. Özne, gönderenin isteğini benimserse /zorunda olmak/ kipliği ortadan kalkar. /Zorunda olmak/ kipliği, hem durum hem de edim sözcelerinde bulunur. Durum sözcesinde /olmak-zoranda olmak/ kipliği ile, edim sözcelerinde /yapmak-zonmda olmak/ kipliği biçiminde bulunabilir. Durum ve yapma edimlerine göre iki tür kipten söz edilebilir: Zorunlu luk ile belirtilen /yapmak-zonmda olmak/ kipi; gereklilik biçiminde be lirtilen /olmak-zoranda olmak/ (fr, devoir-etre) kipinin karşıtıdır (Greimas, Courtes, 1979:231). Birincisinde edim sözcesindeki öznenin kipleşmesi, İkincisinde durum sözcesinin kipleşmesi söz konusudur. Ge reklilik durumu, değişik kiplikle açıklanabilir (Demougİn, 1986: 1064). Örneğin gereklilik durumu, nesnel bir gerçeğe gönderimde bulunuyorsa karar verme kipliğinden (fr. modalite alethique); öznel bir gerçeğe gön derimde bulunuyorsa bilimkuramsal kiplikten; hukukla ya da ahlaki bir gerçeğe gönderimde bulunuyorsa yükümlülük kipliğinden (fr. modalite deontiqüe) söz edilebilir. Karar verme kiplikleri, bilimsel anlatımlarda daha çoktur, çünkü bu kiplerde öznel durumlar yoktur. Bilimsel anla tımdaki gerçek (fr. verite), insanın kendi düşüncesinden farklı olabilir, o zaman gerçek, bir çözümleme sonucunda elde edilen, ve sözceleme öz nesinin görüşlerinin dışındaki bir durumdur. Bu özne, yalnızca vardığı sonuçları. Öznelliğini katmadan, yani nesnel bir biçimde aktarmakla gö revlidir. Bir başka kiplik karşılaştırması da kipleşmiş sözcelerin yapısıyla ilgilidir. Bu konuda Anne Henault, “özne ile nesne arasındaki İlişki, /yapmak/ ve /olmak/ ile tanımlanan ve bazen /olmak/ bazen de /yapmak/ tarafında gerçekleşen bir anlamsal ulamdır” (1983:51) der. Bu da edim (yapmak) sözceleri (enoııce de faire) ile durum (olmak) sözceleridir (eııonce d'etre). Böylece buyurma olarak adlandırılan /yapmak-zorunda olmak/ kipse! yapısı, gereklilik (fr. necessite) olarak adlandırılan /olmak-zoranda olmak/ kipse! yapının karşıtıdır. Buyurmada yüklemle ilişkili olan kipîeştimıe, “kıpleşeır özne üzerindedir, gereklilikle, ise “kipleşen” nesnedir. 3. 3. 1. 2. İstemek
——
/İstemek/, kiplik kuramının temelidir. Bir sözcede istek varsa ora da bir eyleyenden söz edilebilir ve anlatı izlencesi oluşturulabilir. /İstemek/ kipliği, doğrudan öznenin kendi istenci ile ilgili olduğu için, “ben” ile /istemek/ kipi arasındaki ilişki diğer kipliklere oranla daha güçlüdtir denilebilir. Burada, öznenin kendisinden gelen çeşitli yönlerini görebiliriz. Eylemin yapılması sırasında gerçekleştirici Özneden, bu kip-
GÖSTERGEBİLİM YAZILARI
107
ilklere göre /istemek/ - /istememek/ten (istençsizlik) söz edilebilir. 'İste mek" ve "istememek" edimleri, kipliğin varlığı ya da yokluyla doğrudan ilintilidir (Gr. d’Entr. 1988:37). Kısacası /istemek/ edimi diğer kiplikle rin önvarsayımıdır, anlatıda kiplik vardır, yoksa kiplikten söz edilemez. Sonuçta /bilmek-muktedir olmak/ kiplikleri, bitmemiş bir durumu belir tir ve eylemin sorumluluğu bir "ben” tarafından üslenilmemiş olabilir. Eyleyen kavramına kişisel bir özneye dönüştüren ise /istemek/ kipliğidir (Coquet, 1973:197). Bir özne tarafından /istemek/ kipliği ile sorumluluğu alınmamış /muktedir olmak/ ve /bilmek/ kiplikleri alıcı açısından bir karmaşa yaratır. Okuyucu bu durumu yadsır ve “birisi, bir başkası” gibi belirsiz bir özneyi bu kipliklerle i1işkiIendirilebilir. Her ne kadar /yapmak-zorunda olmak/ ile /yapmak-istemek/ kip likleri birbirinin karşıtı görünse de, bir özne bu kipliğin her ikisine de sahip olabilir. Bu durumda etkin bir boyun eğmeden (fr. obeissance active) söz edebiliriz. Özne, dışarıdan gelen isteği kendi isteği olarak gör müştür ya da kendi isteği ile birleştirmiştir. Yine /yapmamak-zorunda olmamak/ ile tyapmamak-istememek/ kipliklerine sahip bir öznenin, edilgen istencinin (fr. volonte passiye) olduğu; ya da /yapmak-zorunda olmak/ ile /3rapmamak-istemek/ kiplerine sahip bir öznenin ise etkin bir direncinin (fr. resistance active) olduğunu gösterir (Greimas, 1983:8687). Bu durumlar çoğaltılabilir. Örneğin /yapmak-zorunda olmak/ ile /yapmamak-istememek/ kiplerine salüp bir öznede,: edilgen bir boyun eğme; /yapmak-zorunda olmamak/ İle /yapmak-istemek/ kiplerine sahip bir öznede, etken bir istenç; /yapmak-zorunda olmak/ ile /yapmak-istememek/ kiplerine salüp bir öznede, edilgen bir direnme; /yapmamak-zo runda olmamak/ ile /yapmamak istemek/ kiplerine sahip bir öznede, et ken bir istenç yitimi ve /yapmamak-zorunda olmamak/ ile /yapmak-istememek/ kiplerine salüp bir Öznede, edilgen bir istenç yitimi vardır.
3. 3. 2. Edimsel Kiplikler /Yapmaya-muktedir olmak/ ile /yapmayı - bilmek/ ile belirtilen edimsel kipliklerin (fr. modalite de l'actualite), işlemci öznenin kendi edinçleri olarak bir değeri vardır. Edimsel kiplikler, niteleyen kiplikler (fr. modaİİtes qualifiantes) olarak tanımlanır. İşlemci öznenin eylem ki pini ve yapma ile ilgili 3reteııeğini belirtir. Kipsel değerlerin'iletişimi açısmdaıı, bu iki edimsel kipliğe göre gönderenin bir başka yönünden de söz edilebilir. Anlatılarda /yapmaya-muktedir olmak/ ve /yapmayı-bilmek/ kiplerinin edinilmesini niteleyen edim (fri performance qualifiant) belirtir (Gr. d'Ent. 1988: 36). N ite d e n edim, temel edimin (eylemin gerçekleştirilmesi ediminin) olması için zorunlu bir aşamadır.
V, DOĞAN GÜNAY
108
3. 3. 2* 1. Muktedir Olmak Bir eyleyenin /muktedir olmak/ kipinin nedenini bulmak için, an latıda geçen dönüşümleri çpzümiemek ve eyleyen olarak bulunmasına neden olan özel etkinliklerini kendi çabası ve işlevi içinde değerlendir mek gerekir. /Yapmaya-muktedir olmak/ ve /yapmasını-bilmek/ yapma ediminin iki niteliğini ya da farklı nitelemelerini belirtir. Birincisinde erk olarak Öznenin yeteneği söz konusu iken, İkincisinde bilişsel açıdan öznenin durumu söz konusudur. Erk olarak /yapma/ edimine sahip olsa da, bilme açısından eksiklik söz konusu ise, eylem gerçekleşmeyecektir. Kuşkusuz tersi de geçerlidir. /Muktedir olmak/, kiplik kuramı bakımından betimleyici sözceler üzerinde etkisi olan kipsel sözcelerin kiplerinden birisidir ve bu kiplik hem durum, hem de edim sözcelerinde bulunur. Durum sözcesinde /olmaya-muktedir olmak/ kipliği (fr. pouvoir-etre) ile, edim sözcele rinde /yapmaya-muktedir olmak/ (fr. pouvoir faire) kipliği biçiminde bulunabilir. Durum sözcelerinde /olmaya-muktedir olmak/ kipliği ile be lirtilen olanakhhk (fr. possibilite) anlambirimciği, göstergebilimsel dörtgen yardımı ile şu tür anlambirimciklerle ilişki içindedir: /Olmaya muktedir olmak/: olanakhhk,; /olmamaya-muktedir olmak/: olağanlık; /olmamaya-muktedir olmamak/: gereklilik; /olmaya-muktedir olma mak/: olanaksızlık. Aydın Kezer Türk ve Batı Kültüründe Siyaset Kavramı adlı yapı tında Nİccolo Machİavelli'nİn Hükümdar (il Principe) He Yusuf Has Hacip'İn Kutadgu B ilig adlı yapıtlarındaki, toplumsal yaşamı kar şılaştırır. XV ve XVI. Yüzyıl Floransa’sında İlkel kapitalizm filizlenir. Top lumsal yapıda feodalizm çözülmeye yüz tutar. Feodal soylular sını fının boyunduruğundan kurtulan halkm bir bölümü, kendisini alabil diğine sömürecek kapitalizmin tuzağında düşmeye hazırdır ve Floransa’nın İnsan pazarlarında bir proleter sınıf oluşturur. Bu arada siyasetin gelecekteki büyük aktörleri kapitalistler, eski ustalardan, aristokratlardan ve ruhban sınıftan, siyaset sahnesinde yer ve rol isterler. Sahnenin dışındaki, dört aşamalı toplumsa! hiyerarşinin en altındaki halk tabakası, şaşkın ve perişandır. Hele hele Machiaveilİ' nin verdiği örneklere, yaptığı tavsiyelere bakılacak olursa, halka acımamak elden gelmez. X. ve XI. Yüzyıllardaki Türk toplumuna gelince, birbirinden ge çilmez duvarlarla ayrılmış bir sınıflaşma ve smıflararası bir çekişme söz konusu değildir. Zaman zaman Kutadgu Bilig’de "kul" ve “karabudun" gibi gruplara rastlanır ise de, bunların batıda anlaşıl-
GÖSTERGEBİLİM YAZILARI
109
dığı anlamda sosyal birer sınıf olmadıkları görülür. Bundan ötürü devletin kimliğinde, bir sosyal sınıfın ve onun çıkarlarının somutlaş tığı görülmez. Devlet, halkın tamamına, bir baba tavrı ite yaklaşır, halkını mutlu etmeye çalışır. (ELEZER, Aydın (1987) T ü rk ve B atı K ültüründ e Siyaset K avram ı, Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, s. 20).
Bu alıntıdaki iki toplumu /muktedir olmak/ kipliği açısından kar şılaştırdığımızda, Türk toplumunda halkın sınıfsız yaşaması olanaklıdır /olmaya-muktedir olmak/. Devlet yapısı bu düzende kurulmuştur ve halkın sınıfsız 3raşamasım istemektedir /olmamaya-muktedir olmamak/. Karşı toplum olarak sunulan İtalyan toplumunda sınıfsız toplum durumu yoktur. Bu olağan bir durumdur: /Olmamaya-muktedir olmak/. Devlet yapılanması açısından sınıfsız toplum olanaksızdır /olmaya-muktedir olmamak/. Türk toplumu O lm aya-m uktedir olm ak ^
(olanakhlık) sınıfsız toplum A
İtalyan toplumu
— O lm am aya-m uktedir olm ak (olağanlık) sosyal sınıfların olduğu toplum
A
O lm am aya-m uktedir olmamak"^ ...........^ O lm aya-m uktedir olm am ak
(gereklilik) .Devletin toplumu yapılandırması
(olanaksızlık) Devletin toplumu yapılandırması
Buradaki karşılaştırma iki toplum arasında yapılmıştır. Ancak aynı toplumun, bulunduğu konumdan karşı konuma geçişi olarak da düşün düğümüzde, burada üçlü bir yapı söz konusudur. Birinci olarak: /Olmaya-muktedir olmak/- /olmaya-muktedir olmamak/ - /olmamayamuktedir olmak/ biçimindeki bir geçiş olabilir. Bu durumda sınıfsız to plumdan sosyal sınıfların olduğu bir topluma geçiş söz konusu olacaktır. Tersi durumda ise, /olmamaya-muktedir olmak/ - /olmamaya-muktedir olmamak/ - / olmaya muktedir olmak/ biçimindeki geçişte sosyal sınıfların olduğu bir toplumdan sınıfın olmadığı bir topluma geçiş söz konusu olacaktır. Benzer anîambirimciklerini edim sözcelerinde de bulabiliriz. Ör neğin /yapmaya-muktedir olmak/ kipi İle belirtilen özgürlük anlambirimciği: /Yapmaya-muktedir olmak/; özgürlük,; /yapmamaya-muktedir olmak/: bağımsızlık /yapmamaya-muktedir olmamak/: boyun eğme; /yapmaya-muktedir olmamak/: güçsüzlük anlambirinıcikleri ile bir an
V. DOĞAN GÜNAY
110
lam evreni oluşturur. Eğer eyleyen, nesneyi isteğine vermeyi biliyorsa ya da isteği geçişsiz (fr. intranstif) ise güçsüzlüğü (fr. impuissance) ve bilgisizliği (fr. ıgnorance) ortaya çıkar (Coquet, 1973:187). Y apm aya-m uktedir olmak
(buyurma)
Y apm am aya-m uktedir olmamak
(izin verme)
^
Yapm am aya-m uktedir olmak
(yasaklama)
> Yapm aya-m uktedir olmamak
(isteğe bağlılık)
Eylemin yapılması sırasında gerçekleştirici öznenin bu kipliklere göre /muktedir olmak/ - /muktedir olmamak/ (güçsüzlük) (fr. impuis sance) durumundan söz edilebilir. 3. 3. 2. 2. Bilmek Anlatılarda önemli bir yeri olan tanıma işi (fr. reconnaissance), öz nenin bir nesne, varlık ya da eylem konusundaki /bilmeme/ durumundan /bilme/ durumuna geçişi belirtir (Greimas,d 976:75). Bir edimsel kip ola rak /bilmek/, öznenin yapacağı eylemle ilgili düzenlemesidir. /Yapmasım-bilmek/ bir anlatı izlencesinin gerçekleşmesine yönelik gerekli iş lemleri önceden görme ve programlama yeteneğidir. Yani /yapmasımbilen/ özne eyleme geçer. Coquet “/bilmek/ ile /muktedir olmak/ arasındaki İlişkiyi birbirini karşılıklı olarak varsayar (fr. canonique)“ biçiminde (1973:154) tanımlar. Elbette /muktedir olmak/ bir biçimde /bilmek/ kipini içerir. Yani /yapmasıru-bîlen/ özne, aynı zamanda /yapmaya-muktedir/de. Ya da /muktedir olmak/ kipi, mantıksal olarak /bilmek/ kipinden sonra gel mektedir. Öznede /bilmek - muktedir olmak/ kiplikleri /istemek/ kipliğini et kilerse, burada /bilmek/ kipliği düzenleyici bir kip olarak bulunur, yani /istemek/ kipliği /bilmek/ kipliğine bağımlı olur. Bu durumda /bilmek/ kipi /istemek/ kipini belirler (Coquet, 1973:188). Bir başka durumda /istemek/ kipi /bilmek-muktedir olmak/ kiplerini etkilerse, /istemek/ dü zenleyici bir kip olarak bulunun yaııi /bilmek/ kipi /istemek/ kipine ba ğımlıdır. Bu durumda /istemek/ kipi /bilmek/ kipini belirler (Coquet, 1973:196). Bu iki durumda (yani /istemek/ ile kendini tamtan “ben” ile,
J
GÖSTERGEBİLİM YAZILARI
m
/bilmek/ ile kendini tanıtan “ben") aynı düze}'de ve yetenekte değildir. Coquet, /bilmek/ ve /istemek/ kiplerinin baskın olması ya da olmaması durumuna göre üç tür özne bulunabileceğini söyler (1973:197): 1. /Bilmemek/ kipliğinin /istememek/ kipliğini etkilemesinde, var olan özne İle “ben” dışında bir özneyi belirtir: Bazıları, kimisi, herkes. 2. /Bilmek/ kipinin /istemek/ kipini etkilediği durumda “BEN 1” öznesi vardır (Buradaki öznede /bilmek/, /istemek/ kipini getirir) “Yıl lardır politikanın içindeyim. Artık milletvekili olmanın zamanı geldi” diyen bir politika ile uğraşan kişinin sözcesi buna örnek verilebilir. 3. /istemek/ kipinin /bilmek/ kipini etkilediği durumda “BEN 2” öznesi vardır (Buradaki öznede /istemek/, /bilmek/ kipini getirir) “Bunu çok istiyorum ve yapmalıyım” diyen bir özne. 3, 4. Durumu Koşullandıran Edim Kipliğe göre, işlemci özne, kendi kişiliğini açıklayabilecek olan özel bir yapma biçimine girişir. Burada bir gerçekleştirme kipliği söz konusudur, çünkü kipsel değerlerin edinilmesi (fr. acquisition) ile Özne, işlemini gerçekleştirir. Öznede gücüllükten gerçekliğe doğru bir geçiş varsa gelışmeci (progres) bir anlatı vardır (Gr. d’Ent. 1988: 36) denebilir. Ama her zaman anlatı başarı ile bitecek diye bir kural da yoktur. Edinç her zaman olumlu olmak zorunda değildir, yetersiz ya da olumsuz ola bilir. Daha önceki çalışmamızda dolantı türlerinde kahramanın başarısız olduğu melodramatik, trajik, cezalandırma, geri verme, düş kırıklığı do lanlı örneklerinde, (Bkz. ss. 75-76) edinç aşamasında işlemci öznenin gerekli kipliklere sahip olmadığmı ya da olamadığım söyleyebiliriz.
3. 4.1. Gerçekliğin Kipliği: Yapmak Öznenin durumu ya da yaptığı edimi açısından iki tür sözceden bahsedilebilir. Özne ile nesne arasındaki bağıntı (fr. jonction) ilişkisini belirten durum sözcelerinden başka, özne ile nesnesine sahip olmak için yaptığı dönüşümleri belirten edim sözceleri (fr. enonce de faire) de var dır. İş yapan özne olarak tanımlanan İşlemci öznenin, gerçek anlamda bir eyleme girişmesi, yani koşullandırıcı özne tarafından bildirilen ey lemi /yapma/sı anlatı açısından birinci derecede ilgilenilen konudur. Başlangıçta durum öznesi, gücü! özne, edimselleşmiş özne gibi adlarla tanımlanan eyleyen-Özne, /yapma/ edimi ile işlemci Özne ya da gerçek leştirici Özne olur. Bütün anlatılarda da /yapma/ edimi en belirgin olarak bulunur.
112
V DOĞAN GÜNAY
Gönderenin telkin ettiği bir edimi yapabilmesi için edinçli özne; elinde tüm kozları bulundurmak zorundadır. ‘"Edinçli özne, elbette ger çekleştireceği bir anlatı izlencesine sahip olmak zorundadır. Yine edinç li özne, bu anlatı izlencesini gerçekleştirmek için gerekli “özelliklere sahip olmak zorundadır” (Courtes, 1980:17). Yani /istemek/, /muktedir olmak/ ve /bilmek/ kipliklerine sahip bir özne, gönderen ile yaptığı bir anlaşmayı yerine getirebilir. Ama gerek yazınsal anlatılarda gerekse gerçek yaşamda iş yapan bir özne, her zaman bu kiplilerin hepsine sahip olmayabilir. Bu kipliklerden bir tanesi bile eksikse, özne istenilen deği şikliği /yapamaz/. Gerçeğin kipliği (fr. modalite de la realite) /yapmak/ ile, gerçek bir eylem söz konusu olduğu belirtilir. Bu da gönderen tarafından belirtilen bir edimin işlemci özne tarafından gerçekleştirmesidir ya da anlatı iz lencesindeki edincin kullanılmasıdır. Temel edimde işlemci özne, du rumları' dönüştürür, yani anlatının başındaki durum ile sonundaki durum aynı değildir. Gerek kipsel edinci belirten kipliklerin (durumu koşullandıran edim) gerekse doğrulayıcı kipliklerin (durumu koşullandıran durum) düzenlenişi ve anlatı izlencesinde bulunuşu belli bir hiyerarşik düzene göredir. (Courtes, 1991:106). Bütün kiplikler için birbirini tek taraflı var sayan bir durumdan söz edilebilir. Böylece /olmak/ ve /yapmak/ edim lerinin gerçekleşme kiplikleri (fr. modalite realisante) edimselleşme kip liklerini (fr. modalite actualisante) (/yapmayı-bilmek/, /olmayı-bilmek/ ve /yapmaya-muktedir olmak/, /olma3?a-muktedir olmak/) varsayar. Benzer biçimde edimselleşme kiplikleri de gücülleşme kipliklerim (fr. modalite virtualisante) (/yapmak-istemek/, /olmak-istemek/ ve /yapmakzorunda olmak/, /olmak-zorunda olmak/) varsayar. Bunu şöyle bir şema ile belirtelim: Edim
E dinç Gücülleşme kipliği
Edim selleşm e kipliği
/o tm a sım -b ilm ek / /o lm a k-iste m ek / / dlm aya-m uktedir o lm a k / /o lm ak-zorunda o lm a k / /yap m a sın ı-b ilm ek/ /yapm a k-İstem ek/ /yapm a k-zo ru n d a o lm a k / /yapm aya-m uktedir o lm a k /
Öznenin ortaya çıkması
Öznenin yeti kazanması
G erçekleşm e kipliği /o lm a k / /y a p m a k /
Öznenin gerçekleştirmesi
Bu kiplikler arasındaki varsaymanın tersi doğru değildir. Yani ör neğin gücüllük kipliği, kendisinden sonra gelecek bir edimsel kipliği varsaymaz.
GÖSTERGEBİLİM YAZILARI
113
S. 5. Örnekler Bedri Rahmi Eyüboğlu’mm bir şiirinden yola çıkmak, kiplikler kuranımı açıklamaya çalışalım. Yollara Yollara Ölmüş eşek kurttan korkmaz Biz daha ölmedik oğul Gel bir sefer eyleyelim Düşelim yollara yollara Kaybeyledik dost yüzünü Düşmüş dillere dillere Gel bir sefer eyleyelim Düşelim yollara yollara, Dizimize kara sular inmeden Gözümüze ak perdeler durmadan Tepemize kara kuzgun konmadan Gel bir sefer eyleyelim Düşelim yollara yollara Daha dağarcıkta balımız var Damarda bir deli kanımız var Kuş gibi çırpınır canımız var Gel bir sefer eyleyelim Düşelim yollara yollara (Bedri Rahmi Eyübbğlu , Dol K arah a k ır Bol, Bilgi yay., Bütün eserle ri:! , Ankara,1985,2. Basım, s. 132)
Bakış açısı: Bu şiirde kiplik, anlatı izlencesi ve özneler bakman dan değişik durumlarda görülebilmektedir. Şiirde geçen iki özneye bağlı olarak iki değişik bakış açısı oluşturulabilir: 1. Baba İle oğul aynı anlatı izlencesinin iki eyleyeni olarak görü lebilir. Baba gönderendir, oğul ise (baba ile birlikte) işlemci öznedir. Yani baba iki eyleyen görevini de üstlenir. Gönderen durumundaki ba ba, kendi eyleyen işleviyle yetinmeyip oğluyla birlikte işlemci özne ol maya da adaydır. İşlemci Özne (oğul) açısından çok fazla bırşey söy-
114
V PÖĞAN GÜNAY
leyemiyoruz. Onu, gönderenin tanımladığı kadarı ile biliyoruz. Onun sözcesi şiirde yoktur. Yani oğul böyle birlikteliğe (işlemci özne ortaklı ğına) razı olacak mı belli değil. Âma baba /vapmasmı-yapmak/ (yap tırtmak) gücüne sahip bir gönderen olmanın yanında /yapmak -isteyen/ bir eyleyen de olmak ister. 2. İkinci olarak da, baba hem gönderen hem de öznedir. Bu yakla şımda oğul, babanın /muktedir olmak/ kipinin dengidir, yani babanın eylemi gerçekleştirmesinde bir yardımcı görevindedir. Baba, yapılması gereken eylemle ilgili olarak /istemek/ ve /bilmek/ kipliğine (oğluna gö re daha )raşîı olduğuna göre, yeterli deneyimi vardır) sahiptir. Ancak "baba” sözcüğünü sözlüksel tanımı ve toplumdaki değerleri açısından ele aldığımızda, sözcüğün oğluna göre /daha yaşlı/ olmak, (oğlundan yardım istediğine göre) daha /güçsüz olmak/ gibi anlambirimcikleri çağrıştırması nedeni İle, /muktedir olmak/ kipi eksiktir diyoruz. Bu da /yapma/ edimini tek başına gerçekleştiremeyeceğini gösterir (Ama şiir den anlaşılan özne /yapma/ edimini denemiyor. Yalnızca oğulu ikna et me işlemi var. Hatta ikna etme isteği bile istek aşamasında kalıyor. Ey lem aşaması için gerekli anlaşmanın yapılıp yapılmayacağı bile belli değil. Anlaşma henüz dilek aşamasında kaldığı için anlatı izlencesinin edim ve edinç aşamalarına geçilmiyor). Bu yaklaşımdan yola çıktığı mızda, baba ile oğul arasındaki ilişki özne-nesne arasındaki katkı ekse nine göre değerlendirilebilir ve oğuîun babaya sadece eylemi gerçekleştirmede bir katkısı olacağı söylenebilir. Bu son durumda baba nın bir göndereni, nesnesi ve gönderileni de olacaktır. Biz, bu son duruma göre (Baba, hem gönderen hem de özne; oğul ise yardımcı) şiiri değerlendireceğiz. Ancak, unutmamak gerekiyor ki, burada da özne (baba) ile /muktedir olmak/ kipliği (oğul) arasında bir başka anlatı izlencesi oluşturulabilir. En azından özne (gönderen), /muktedir olmak/ kipine (yani yardımcısını) sahip olabilmek ve onun desteğini alabilmek için onu İkna etmek, zorundadır. Baba ile işlemci özne arasındaki ilişkide, baba açısından daha ön ce belirttiğimiz baskıcı, otoriter ve /yaptırtmak/ edimine sahip bir gön derenden çok, daha zayıf, hatta yalvaran bir eyleten Ö2ne vardır. Kuşku suz gönderenin her zaman buyurgan ya da zorlayıcı bir kimliği olmaz, yerine göre rica ya da yalvarma ile de isteğini işlemci özneye kabul etti rir. “Gel bir sefer eyleyelim/Düşelim yollara yollara” dizeleri ile gönde renin alıcıdan birşey Çapmasını istemesi/ buyrum değil istemde bulun ma ve önerme biçimindedir. Kullanılan emir kipi buyurmayı belirtse de, özne kendisini de kapsayan bir emir ile baskıcı bir özne olmaktan, eşlik eden bir Özne olmaya dönüşmüştür. Ama daha sonraki dizelerde, gele-
GÖSTERGEBİLÎM YAZILARI
115
çekte olabilecek durumları anımsatarak aynı yalvarmanın biraz tehdit biçimine dönüştüğünü fark edebiliyoruz. Gönderenin Özneyi etkilemesi ve yapılması gereken edim: Şiir de, gönderenin özneyi çok iyi bilgilendirdiğini görebiliyoruz. Bu bil gilenme daha çok edimsel boyuttadır. Yani bir şeyin 3'apılmasına yöne lik bilgilendirme vardır. Ancak baştaki "ölmüş eşek", ‘‘dostlan kay betme" ve daha sonra belirtilen, bulunulan yerde kalınırsa ne tür kötü sonuçların çıkacağı türü bilgiler (Dizimize kara sular inmeden/Gözümiize ak perdeler durmadan/Tepemize kara kuzgun konma dan) ise bilişsel boyuttaki bilgilendirmelerdir. Babanın, hangi yeteneklere sahip olduklarım ve bu yeteneklerle neler yapabileceklerini ayrıntılı anlatması hep bilgilendirme ve ikna bağlamında düşünülebilir. Tüm şiirde eyleten öznenin (baba), işlemci özneden (oğul) beklediği “daha ölmediklerini göstermek, yollara düş mek"' biçiminde özetlenebilir. Bulunulan uzamda dostlarım kaybetmiş lerdir, bu nedenle de eski dostları artık onlara değer vermemektedir. Hatta toplumca dedikoduları yapılmaktadır: “Kaybeyledik dost yüzünü /Düşmüş dillere dillere". İçinde bulunulan uzamdan yeni bir uzama ge çiş arzulamnaktadır. Bu da gönderenin, işlemci özneden yapmasını iste diği edimdir. Anlatı izlencesi: Şiirde, anlatı İzlencesi açısından yalnızca eylerim aşamasının olduğunu söyledik. Babanın oğlunu ikna etmek istemesi gönderen ile özne arasındaki bir ilişkiyi ye anlaşmayı belirtir. Bu açıdan şiirin tamamı anlatı izlencesinin dört aşamasının yalnızca eylerim aşa ması olarak değerlendirilebilir. Bu durumda anlatı izlencesini üç aşama sının şiir düzeyinde olmadığım söyleyebiliriz. Gönderen, özneyi ikna ile bîr eylemi yaptırtmaya çalışır. Burada baba ile oğul arasında bilgi ver meye yönelik bir durum vardır. Yani iki eyleyen arasında /bilgilendirmece yönelik bir kiplikten söz edilebilir. Şiirde edinç ve edim aşaması ile ilgili bilgiler yoktur. Belki yo rumlama ile “Biz daha ölmedik oğul” sözcesi edinç aşaması olarak de ğerlendirilebilir. Yani özne, bu betimleme ile eylemi yapmak için ge rekli tüm kipliklerin kendisınde/kendilerinde olduğunu göstermiş olur. Şiirin son kısmında yer alan tehditleri ise, bir bakıma eylemin ya pılabileceğini göstermektedir (“seıı” kullanımı bir ikna denemesidir). Eğer işlemci özne, gönderilen tarafından belirtilen edimi yerine getir mezse, varılacak sonuç da şiirde belirtilir. Örneğin “Dizlerine kara sular inmek”, “Gözlerine ak perdeler durmak” ve “Tepelerine kara kuzgun konmak” bunlardan birkaçıdır. Bu da babanın oğlunu ikna etmek için
V DOĞAN GÜNAY
116
takındığı bir tutumdur. Yukarıda yalvaran bir babadan söz etsek de. bu rada Öznesini ikna etmeye çalışan bir baba (gönderen) vardır. "Eğer sen söylediklerimi yapmazsan (benimle gelmezsen) sonuç böyle olacaktır’5 denilmektedir. Bu da anlatı izlencesi açısından bir bakıma yaptırım ola rak değerlendirilebilir. Şiirde baba, oğluna hep birşey (anlaşma )rapmak) /yaptırtmak/ üzere seslenir. Değişik ikna ve kanıt biçimleri kullanılsa da, sürekli bir /yaptırma/ ediminin varlığı hissedilir. Bu durumda babamn oğlunun yapmasını istediği edimi bir göstergebilimsel dörtgenle belirtebiliriz: Y apm ak-zorunda olmak ^
TZ
(buyuıma)
" * Y apm am ak-zorunda olmak
(yasaklama)
Mutlu olmak: uzam değiştirmek A
Y apm am ak-zorunda olm am ak ^
(izin verme) Kendisini güçlü hisseünek: Sefer eylemek
Mutsuz olmak. Aynı yerde kalmak
A
Y apm ak-zorunda olm am ak
(isteğe bağlılık) Güçsüz kalmak: İstememek
Burada, gönderenin istediği (mutlu olmak: uzam değiştirmektir. Ama özne bunu yapabileceği gibi, karşıt durumu da seçebilir. Bu da gönderen tarafından istenilmeyen birşeydir ve sonuçlan onun açısından istenilmeyen bir durumdur. Uzam değiştirmede bir zorunluluk varken, güçsüz kalmakta (isteğe bağlılık) bir zorunluluk yoktur. Örneğin yaptı rım aşamasında, bir edimin yapılıp yapılmadığına göre Öznenin gönde ren tarafından sorgulanması vardır. Kiplikler: Kişinin kendi isteği ya da dışarıdan gelen bir isteğin be lirtilmesi anlamındaki kipsel sözcelerin bu şiirde oldukça fazla kulla nıldığım söyleyebiliriz. “Ölmüş eşek kurttan korkmaz” sözcesi, gönde renin (baba) ve Öznenin birçok şeyi kaybettiğini belirtir. Şiir bu durum sözcesi ile başlar. Takip eden sözce de (“Biz daha ölmedik oğul”) du rum sözcesi olmakla birlikte bir edimi de çağrıştırır. Bir bakıma bu söz ce, işlemci öznenin tüm kiplerinin var olduğunu açıklar. “Biz dalla öl medik oğul”: /Bilmek/ + /istemek/ /muktedir olmak/ kiplerine sahip öz neler). Şiirin başmdaki durumu belirten ve başkaldırı biçiminde söylen miş sözcenin bu yapısına uygun olarak, tüm şiirde bir eylem yapma isteği görülür. Baştaki İki dizenin açılımı şiirin geri kalan kısmını o
GÖSTERGEBİLİM YAZILARI
117
luşturur. Baba, ölmediklerini belirtmek İçin eylem yapmaları gerektiğini belirtir oğluna. Tüm kipliklere sahip olan öznenin /yapacağı/ edim de şiirde en çok yinelenen sözcedir: "Gel bir sefer eyleyelim/Düşelim yol lara yollara”. Bu da uzam değişimine bağlı bir değişiklik araması biçi midir. Yani içinde bulunulan durumdan (durağan ve sınırlı bir uzam dan); devingen, uzak, olumlu, esenlikli ve açık bir uzama geçiştir aranı lan. "Biz daha ölmedik oğul” diyen baba, kipliklere de sahip olduğunu söyler oğluna. Yani, biz daha ölmedik, istediğimiz eylemi /yapmayıbiliriz/ ve /yapmaya-muktediriz/. Hemen arkadan gelen “Gel bir sefer eyleyelim/Düşelim yollara yollara” dizeleri ile en azından babanın /istemek/ kipine de sahip olduğunu anlıyoruz. Bu durumda gönderene göre, (her ne kadar bu durumu gönderenin ağzından öğrensek de) iş lemci özne bir eylem yapmak için tüm kipliklere sahiptir. Baba da iş lemci özne olmayı arzuladığına göre, eylemin olumlu sonuçlanacağı an laşılıyor. Elbette, burada baba, tek başına işlemci özne olmayı arzulamamaktadır. Yani “sen ister gel, ister gelme. Ben bu işi seninle de sen siz de yaparım” gibi bir arzusu şiir düzeyinde görülmemektedir. Hatta bu işi tek başına yapmayı arzulamadığı bile söylenebilir. Çünkü şiirin sonuna kadar hep oğluna seslenerek birlikte davranmayı Önermektedir. Şiirin genel düzenlenişi içinde, Önce durum öznelerinin nesneleri ne sahip olup olmadığı ortaya konur. Baba ve oğul (özne), yola çıkmak tan (nesne) yoksundur (Ö V N). Sonra, yapılacak edimler ortaya konur. Daha sonra edimin gerçekleşmemesinin gecikmesi durumunda, Özneye başına gelecekler anımsaülır. Son beş dizede ise baba, kendilerinde han gi kipliklerin olduğunu, yukarıda kapalı biçimde söylemiş olsa da, yeniden daha ayrıntılı olarak belirtir. Şimdi şiirde kiplikleri belirten du rumları kısaca açıklayalım: Bilmek: “Daha dağarcıkta balımız var” sözcesini bilme kipini açıklayan bir sözce olarak alıyoruz. Dağarcık, az bulunulan bir nesnenin saklandığı koruyucu bir uzam ya da kavramdır. Dağarcığın yan anlamı ise beyinle ve bilgi ile ilgilidir: Söz dağarcığı gibi. O zaman bu sözceyi “bu eylemin nasıl yapılacağı ile ilgili beynimizde yeterli bilgi var” an lamında değerlendirebiliriz. M uktedir olmak: “Damarda deli kanımız var” tümcesi de bu kipi daha açık belirten bir kiptir. Deli kan, daha çok gençliği ve heyecanı be lirtir. Gençlik de enerji demektir. Bu durumda “bu eylemin nasıl ya pılacağı ile ilgili yeterli enerjimiz var” anlamında değerlendirebiliriz (Ancak şiirin genelinde ve özellikle 3. bölükte bir /muktedir olmak/ kip liği sezinleniyor).
V BOĞAN GÜNAY
118
Daha önce geçen bazı sözcelerde de bu kiplikle ilgili ipuçları gö rebiliyoruz. "Biz dalıa ölmedik oğııl” sözcesinde gizli olarak /muktedir olmak/ kipliği vardır. Ölmek, tüm yetileri (kiplikleri) kaybetmek oldu ğuna göre, özne, kendisinin bir eylemi yapabilecek güçte olduğuna ina nıyor. Yine "Dizimize kara sular imneden/Gözümüze ak perdeler durmadan/Tepemize kara kuzgun komitadan” sözceleri daha sonraki bir du rumu anlatıyor. Özne(ler)(ııin) henüz bu durumlarla karşılaşmadığına göre, var olan’durumda diğer kipliklerle birlikte /muktedir olmak/ kipine de sahip olduğu söylenebilir. İstemek: "Kuş gibi çırpınır canımız var” sözcesinin de /istemek/ kipini belirttiğini söyleyebiliriz. Camn kuş gibi çırpınması, içinde bulu nulan durumdan kurtulmayı çok istemek anlamında olduğu gibi, eylem yapmak isteyen bir özneyi de belirtir. Bu sözce de baba açısından içinde bulunulan durumdan mutlaka kurtulması gerektiğini, bunu çok istediğini açıklar. Bu da /istemek/ kipidir. Kuşkusuz "biz” bağlamında kullanılan bir buyrum tümcesinin de /istemek/ kipliğini yeterince belirttiğim düşü nüyoruz. Zorunda olmak: "Kaybeyledik dost yüzünü /Düşmüş dillere dil lere” sözcesi toplumsal bir baskıyı açıklar. Yani dostlar kaybedilmiş ve içinde bulunulan toplumdan soyutlanmışlardır. Bu da toplumun onları kovmaya zorlaması olarak değerlendirilebilir. Toplum, onların "gitmele rini istemektedir”. Bu da dışarıdan gelen istektir, yani özneler açısından /zorunda olmak/tır. Bir başka açıdan “Kuş gibi çırpınır canımız var” sözcesinde de, öznelerin cam (belki onuru ya da toplumsal konumu) on ları bir eylem yapmaya zorlamaktadır. Zaten /zorunda olmak/ ile /istemek/ kipliğinin, birbirine yakın olduğunu ve birbirinin yerine ko nulabileceğini belirtmiştik. Burada öznenin "onuru” dışarıdan bir baskı olsa da, aynı zamanda kişinin kendisinden gelen bir durumdur. Yapmak: Şiirde dört kez yinelenen "Gel bir sefer eyleyelim/Düşelim yollara yollara” sözceleri, yapma isteğini açıklar. Şiirde en belirgin kipliğin bu olduğu söylenebilir. 3. 6. Durumu Koşullandıran Durum Anlatı izlencesi açısından yaptırım aşaması olarak durumu koşul landıran durum doğrulayıcı (ff. veridictoire) kipliklerle açıklanır. Ettir gen kiplikler (edimi koşullandıran edim) gibi doğrulayıcı kiplikler de bir başkasına yönelik kipliklerdir. Bu nedenle, anlatı izlencesinin ■edimsel aşamaları (edinç ve edim) bilişsel aşamalarına (eylerim ve yaptırım)
GÖSTERGEBİLİM YAZILARI
119
karşıt durumdadır. Bilişsel aşamalar, edimin yapılmasını (eylem /yap mak/ ve öznenin söylediklerine /inanmak/) bir başkasından istemektedir. Anlatı izlencesinin bu iki aşamasında, gerçek anlamda bir edim yapıl masından çok, bilişsel düzeydeki edim söz konusudur. Durumu koşul landıran durumda, öznenin yaptığı edimle ilgili olarak geri bildirimde bulunması, yani göndereni ikna etmesi söz konusudur. Gönderen açısın dan ise /inanmak/ kipliğinden söz edilebilir. Yani baştaki /inandırma/ ediminden sonra burada öznenin, eylemi yapıp yapmadığına inanması gereklidir. İnanma kipliği, bilimkuramsal bir kipliktir, yapılan açıklama lara inanma söz konusudur. Öznenin geri bildirmesine göre gönderen, şu tür yaklaşımlar sergileyebilir (Greimas, Courtes, 1979:129): Söyle nenlerin doğruluğum kabul eder (/inanmış-olmak/) ya da olasılık içinde görür (/inaınnamış-olmamak/), söylenenleri olasılıktan uzak bulur (/inanmış-olmamak/) ve son olarak da bir şüphecilikten söz edilebilir (/inanmanuş-olmak/). Burada belirtilen dört durum, kendi içinde aşama lı bir bağıntı içindedir. Yani olanakh/olanaksız biçiminde karşıtlık oluş turan aletlüque kipliklerin tersine, bilimkuramsal kipliklerde karşıtlıktan öteye aşamalı bir durum vardır (örneğin: “doğruluğunu kabul etmek", “olasılık içinde görmek', “olasılıktan uzak görmek” ve “kuşkuculuk” bir aşamalı durumu belirtir). Diğer 3'andan öznenin durum sözcesine ka tılması olarak /inanma/, doğruluk ulamına göre tanımlanmış bir bilişsel edim olarak vardır. Bu ulamın, mantıksal ve göstergebilimseî yaklaşıma göre iki tür yorumu olabilir: Birincisi, karar vermel ile ilgili bir ulam (ve /oîmak-zorunda olmak/ kipliği ile belirtilen olağanlığın eş anlamlısı ola rak /inanma/); İkincisi de, doğruluk terimi ile özerk bilimkuramsal bir ulam olarak değerlendirilebilir. Olanakh/olanaksız çizgesİ ile kesin bir karşıtlık oluşturan ve üçüncü bir anlambirimciğin bu karşıtlık içinde yer almadığı ulam ile; olası/olûsyz ulamlarının karşıtlığından hareketle, /inanmak/ kipini, doğal dildeki bilimkuramsal ulamın bir adlandırması (fr. denomiııation) olarak görüyoruz (Greimas, Courtes, 1979:77). Durumu koşullandıran durum ile söz konusu olan doğrulayıcı (fr. veridictoire) kiplikte “nesneler üzerinde bir bilme işi olarak gerçekleşen bilişsel bir işlemdir” (Greimas, 1983:74). Her anlaüda, /yapmak/ kipini belirten dönüşümler söz konusu değildir. Aynı zamanda dutum sözcele rini doğrudan ya da dolaylı olarak etkileyen /olmak/ kipinin olumlu ya da olumsuz biçimleriyle açıklanan sözceler, anlatının başında ve so nunda özne ile nesnesi arasındaki birliktelik ya da ayn olma durumlarım açıklar. Gerçekleştirici Öznenin /yapmak-istemek/, /yapmaya-muktedir olmak/, /}upmasmı-bilmek/ ya da /yapmak-zorunda olmak/ kiplikleri yanında; durum öznesinin de /olmak-istemek/, /olmaya-muktedir olmak/ (olabilmek), /olmayı-bilmek/ ve /olmak-zorunda olmak/ kiplikleri var
V. DOĞAN GÜNAV
120
dır. Yüklemi /zorunda olmak/ olan kipsel sözceler, yüklemi /olmak/ olan kipsel sözceleri biçimlendirdikleri zaman karar verme kipliğinden söz edilebilir (Greimas, Courtes, 1979:12). /Oîmak-zomnda olan/ bir sözcede, öznenin durumu, gereklilikle (/olmak-zorunda olmak/), ola naksızlıkla (/olmamak-zorunda olmak/), olanak (/olmamak-zorunda ol mamak/) ve olağanlık (/olmak-zorunda olmamak/) biçimlerinden birisi ile tanımlanabilir. 3. 7, Sonuç Burada, anlatı izlencesinde kullanılan kiplik kuramından yola çı karak özneleri tanımaya çalıştık (ya da Önceki çalışmaları da göz önün de bulundurarak: özne türlerini tanımayı sürdürdük). Gerek kurmaca dünya olan anlatı izlencesindeki özneleri tanımada, gerekse gerçek ya şamdaki eylemi yaptırmaya çalışan, yapmak isteyen, yapan, yapmış olan Özneleri tanımada, kiplikleri göz önünde bulundurarak Özneleri be timlemek; özneyi bir edim yapma (yaptırtmak, yapabilmek, yapmayı bilmek, inandırmak, ikna etmek vb.) aşamasında tanımak demektir. Bu da yapma edimi öncesi öznenin konumu ve tutumu ya da başkası İle il gili davranışı içinde özneyi tanıma biçimidir. Bu çalışmada, gönderen-özne ve Özne-nesne arasındaki etkileşime bağlı olarak, gönderenin ya da öznenin istek, niyet ya da edimlerine gö re değişik özne türlerini tanımaya çalıştık.
4. Olmak ve Görünmek Açısından Özne Yazınsal göstergebilimin anlatı çözümlemesinde kullanılan dört aşaması (eylerim, edinç, edim ve yaptırım), anlatıların genel yapılarını açıklamaya yönelik bir durumdur. Bu dört durumun hepsinde özne, gönderen ile ya da nesne ile etkileşim içindedir. Bu çalışmamızda bir gazete haberini, anlatı izlencesinin iki aşamasma göre (eyletim ve yaptı rım) çözümlemeye ve yaptırım aşamasındaki durum öznesini tanımaya çalışacağız. Yani belli bir eylemi gerçekleştiren Öznenin, yaptırım aşa masındaki göndereni ile ilişkisi ele alınacaktır. Kuramsal çerçeve açı sından. göstergebilimsel çözümlemede kullanılan anlatı izlencesinde, dört aşama birbirini izler. Söz konusu gazete haberinde de bir anlatı iz lencesinin dört aşamasma denk düşen durumları bulmak olasıdır. Ancak bizim açımızdan, bir durum içindeki öznenin konumu ve özne ile gön deren arasındaki etkileşim (bildirme, inandırma, yaptırma, bilme, geri bildirim, ikna etme) söz konusu edilecektir. Bildirme/bilme ve inandırma/inanma açısından öznelerle ilgili kipsel durumlar da göz önünde bu lundurulacağından, /yaptırtmak/1®(yani /yapmasmı-yapmak/) ve /olma nın durumu/ kipliklerine göre seçtiğimiz metin değerlendirilecektir. Haberde, sözü edilen olay (Libya gezisi) olup bittiğine göre, bu haber, anlatı izlencesi açısından yaptırım aşamasıyla ilgilidir denebilir. Bu da gönderen ile özne arasındaki “durumu koşullandıran durum” bağ lamında olayı değerlendirmemizi gerektiriyor. Yani, Öznenin yaptığı edimi savunmasını, gönderenin öznejâ sorgulamasını ya da durum için deki öznenin bulunduğu konumu göstergebilim açısından ele alacağız. Durum Öznesi tarafından, gönderene verdiği bilgilerin doğruluğu yanlış, gerçek ya da gizli olmasını göstergebilimsel kipliklere göre tartışmaya çalışacağız. Kipsel açıdan, doğrulama ulamı ve bilgi kuramsal kiplikler yardı mı ile öznenin /olduğu/, /göründüğü/, /olmadığı/ ya da /görünmediği/* Bkz. Dip not; 7.
V. DOĞAN GÜNAY
122
durumları ortaya konulabilir. Savunma ya da yalanlama/doğnılama davranışları^ durumu koşullandıran durum bakımından /olmak/ ve /görünmek/* ‘ kiplerine göre değerlendirilebilir. 4. İ. Kuramsal Çerçeve Göstergebil imsel çözümlemede kullanılan anlatı izlencesi, eyle yenler Ömekçesi ve kiplikler gibi betimlemeler gündelik yaşamı da an lamlandırmak için kullanılabilir. Burada yapılacak olan da bir anlatıyı çözümlemek ve anlamlandırmak için, geliştirilmiş göstergebilimsel çö zümleme örnekçesi. gerçek yaşamla ilgili bir haberi anlamlandırmak için kullanılacaktır. Bir eylemi değil de, durumu belirten durum sözcelerindeki Özne leri tanımak ve tanımlamak, edim sözcelerindeki özneleri tanımaktan dalıa zor olabilir. Edim sözcelerinde, bir şeye sahip olmak ya da olma mak için eylemde bulunan bir özne varken; durum sözcelerinde, bir öz ne bir nesneye sahiptir ya da sahip değildir biçiminde tanımlanabilecek bîr işlev vardır. Edim sözcelerindeki gibi durum sözceleri üzerinde iki tür işlem gerçekleştirilebilir (Courtes, 1995:78): Dönüştürüm (fr. transformation) ve kipleştirme (fr. modalisation). Bu iki işlem öncelikle edim sözceleriyle ilgilidir, ama aynı şeyler durum sözceleri için de geçerlidir. Edim sözcelerinin durum sözcelerini belirlediği değişik anla tımlarda, /olmak/ kipliği /yapmak/ kipliğine bağlı olarak dönüşüme.uğrar. /Olmak/ edimi açısından kipleşme, öznenin nesnesiyle olan bağda şık ya da ayrışık ilişkisini belirtir. Yani durum sözcelerinde, nesnesine sahip olma/sahip olmama biçimiyle ilgili olarak kipleşmeden söz edile bilir. O halde, durum sözcelerindeki öznelerle ilgili olarak /olmak-istemek/, /olmaya-muktedir olmak18/, /olmayı-bilmek/ ve/ya da /oîmak-zorunda olmak/ kiplerinden söz edilebilir. Durumu kipleştiren durum olarak adlandırılan yaptırım aşamasın daki durum sözcelerinin, kipsel yapısını ortaya koyabilmek için doğru lama ulamı (fr. categorie de veridiction) kullanılır. Yani Özne İle nesne arasındaki durumsal kiplik doğrulayıcı (fr. veridictoire) olarak belirtilir, çünkü özne ile gönderen arasında, yapılan edimin sonucu ile ilgili- bir doğrulama biçimi vardır. Ettirgen kiplikler (edimi koşullandıran edim) gibi doğrulayıcı kiplikler de bir başkasına yönelik kipliklerdir. Doğru-1 1' Bkz. Dİp not: S. Bir yandan “görünmek” ya da “istemek” eylemleri, diğer yandan da /görünmek/, /istemek/ ya da /görünmek - istemek/ kipleri vardır. İSBkz, Dip not: 9.
GÖSTERGEBİLÎM YAZILARI
123
lama işi; bir başka öznenin yaptığı, söylediği ya da konumu İle İlgili bir betimlemedir. Ancak doğrulama kipliği, edimsel değil bilişsel bir etkin liktir (Halbuki anlatı izlencesinin edinç ve edim aşamalarında bir eylem yapmayla ilgili edimsel etkinlikten söz edilebilir). Gönderenin bir bil giyi özneden Öğrenmesi bilgi düzeyindedir, eylemsel bir etkinliği ge rektirmez. Durumu koşullandıran durum ile söz konusu olan doğrulayıcı kiplikte "nesneler üzerinde bir bilme işi olarak gerçekleşen bilişsel bir işlemdir" (Greimas, 1983:74). Yani, gazete haberinde ilgili milletvekili nin söylediklerim doğrulama, durumu koşullandıran durum olarak bilme düzeyindeki bir işlemdir (Ancak aynı milletvekilinin Libya gezisi ise edimsel bir eylemdir). Anlatı izlencesinin bu iki aşamasında, gerçek an lamda bir edim yapılmasından çok, bilişsel düzeydeki edim söz konusu dur. Bîr bakmıa, öznenin yaptığı edimle ilgili olarak geri bildirimde bu lunması, yani göndereni ikna etmesi gibi bilişsel bir işlem söz konu sudur. Bu da öznenin verdiği bilgilere göre söylediklerinin doğru ya da yanlış olmasını belirtir. 4. 2. Haberi Okumak
Biz de, doğrulama ulamım, bir gazete haberi bağlamında yorum lamak ve haberden yola çıkarak dununu koşullandıran durum aşaması ile ilgili olarak özneleri tanımak istiyoruz. Libya skandalinin kahramanı DSP’li Alphan kendini savundu: Sa dece şaka yaptım (10)1S Libya gezisinde eleştiri oklarına hedef olan DSP Amasya milletve kili Gönül Saray Alphan, dün basın toplantısı düzenledi (11). Alphan, Meclis heyeti olarak Libya'ya yaptıkları ziyaretin basma yansıdığının aksine son derece başarılı geçtiğini belirterek, kendini savundu (12). Kendisinin geçmişte Irak, Rusya ve Libya’da ticari faaliyetlerde bu lunduğunu ve bu ülkeleri iyi bildiğini belirten Alphan, “Benîm son 6*2
19 Çözümlemeni izde bu metinden alıntılar yapacağımızdan, çalışmamızda kolaylık olması
açısından, üç haberdeki sözceleri numaralandırdık. Daha sonra bu sözceleri kullanaca ğımızda yalnızca numarası ile belirtilecek ya da numarası yanında, konumuzla İlgili olan sözcenin bir bölümü alınabilecektir. Örneğin (14): Birinci haber, dördüncü sözceyi (“Büyükelçi kayboldu”) belirtir. Bu durumda: 10, 11, 12, 13, 14, 15, 16, 17, 18, 19; 20, 2 i, 22, 23, 24, 25: 30, 31, 32, 33, 34, 35. 36, 37 olmak üzere 24 ayrı sözcemiz vardır. Sözcelerden 10, 20 ve 30 haberde kufi anılan başlıkları; 14 ve 33 de alt başlıkları belir tiyor.
124
V.
DOĞAN GÜNAY
yıldır Libya ile hiçbir ticari ilişkim olmamıştır. Bundan sonra da ol mayacaktır dedi (13). Büyükelçi Kayboldu (14) Alphan, Türkiye’nin Libya Büyükelçisinin heyetten dışlanması ve görüşmelere katılmaması gibi bir durumun söz konusu olmadığını da belirterek “Libya Genel Halk Kongresi Başkanı Muhammed E! Zinatİ ziyaretin son günü heyet başkanı olarak beni ve Büyükelçi’yi kabul etti (15). Görüşmeye giderken Sayın Büyükelçinin aracı kay boldu (16). Onu bulmak için görüşmeyi bir saat erteledik, daha son ra ikili olarak görüşme gerçekleşti” dedi (17). Dışişleri Bakanlığı’mn özelleştirilmesi konusunun bir sohbet sıra sında şaka olarak ifade edildiğini anlatan Alphan, “Türkiye'nin bili nen, sevilen ve dış politikayı bilen insanlarının büyükelçi olabilece ğini söyledim. Bu bir şakalaşmadır. Benîm kişisel düşüncemdir, partiyi bağlamaz" dedi (18). Bayan Kaddafi’yî Antalya Aspendos Festivali için davet ettiğini de bildiren Alphan, bu davetin resmi sıfatla yapılmadığım belirterek, "Bayan Kaddafî'nin gelmesi ve barış deklarasyonu okuması ne bü yük bir boyuttur" diye konuştu (19). Özkan Alphan’ın İfadesini aldı (20) Başbakan Yardımcısı Hüsamettin Özkan, dün, Libya gezisi sıra sında yarattığı skandallar sonucu eleştirilen DSP Amasya Milletve kili Gönül Saray Alphan’! makamına çağırdı (21). Özkan heyetin Libya temasları ile ilgili bilgi alırken, eleştirilen konularda da Gönül Saray Alphan’ın ilgisine başvurdu (22). Alphan görüşmede, Libya temaslarının çok olumlu geçtiğini, bazı konuların basın tarafından çarpıtıldığını, çalışmaların medya tara fından yanlış aksettirildiğini söyledi (23). Kendisinin Meclis TürkLibya Pariamentolararası Dostluk Grubu Başkanı olarak Libya’ya gittiğini bildirdi (24). Başbakan Yardımcısı Özkan, Alphan’tn kendi sine verdiği bilgileri Başbakan Bülent Ecevit’e de aktardı (Erhan SEVER) (25) Başbakan, Gönül Hanım’dan rahatsız (30) ANKARA - DSP Amasya Milletvekili Gönül Saray Aiphan’ın Libya ziyareti sırasındaki tutumunun ve basında hakkında çıkan haberle rin Başbakan Ecevit'i rahatsız ettiği öğrenildi (31). Ecevit'e yakın kaynaklar, Alphan’ı gitmeden önce uyardıklarını ve bu ziyaret için teşvik etmediklerini belirterek, Alphaa’ın bundan önceki benzer zi yaretlerde de sorun yarattığım kaydettiler (32). Gazeteci götürdü (33)
GÖSTERGEBİLİM YAZILARI
125
Dışişleri Bakanlığı da Aiphan’m Türkiye’nin Trablus Büyükelçisi Müfit Özdeşi by-pass etme girişimlerinden rahatsız oldu (34). Dip lomatik kaynaklar, Türkiye’yi Libya'da Özdeşin temsil ettiğini ve Alphanln Dostluk Grubu Başkam olarak yetkisinin-sınırlı olduğuna dikkati çektiler (35). Bu arada Dışişleri'nin heyeti Libya’ya gitme sinden önce uyardığı ve gezisinin medya açısından düşük katılımlı tutulmasını İstediği öğrenildi (36). Ancak Alphanln beraberinde çok sayıda gazeteci götürdüğü ve gazetecilerin de isimlerini ziyaretten çok kısa bir süre önce Trablus Büyükelçiiiği'ne ilettiği öğrenildi (37).
Haberin Betimlenmesi: Haber 19 Ağustos 2000 tarihinde Sabah Gazetesi tzıııir baskısı 22. sayfanın en üst kısmında çıktı. Gazetelerde, sozceleme öznesinin konumu açısından genelde iki tür sözce bulunur (Perret, 2000:52): Röportaj türü sözcelerde, sozceleme öznesi (SÖ) söy lemin içinde yer alır. Politik yazılar, haberler ya da başka türden gazete sözcelerinde, SÖ kendi söyleminin içinde bulunmaz. Bu tür sözcelerde silinmiş bir anlatıcıdan (fr. narrateur efface) söz edilebilir, incelediğimiz gazete sözcesi de İkinci türe örnektir. SÖ anlatımının içinde bulunmaz. Öç haber bir arada verilmiştir. “Sadece şaka yaptım” sözcesi üç haber arasında kullanılan en büyük puntolarla yazılmıştır. Ayrıca hab erde söz konusu edilen milletvekilinin basın toplantısından alınmış orta büyüklükteki bir fotoğrafı da lıaber kapsamında verilmiştir. Yani, üç ha ber ve bir fotoğraftan oluşan grup tek bir kornada ilgilidir. Yine ikinci haberin başlığı (20), patlamayı belirten siyah renkli bir grafiksel görün tünün üzerine beyaz puntolarla yazılmıştır. Bu da en azından haberi ya zan (ve burada adı geçen Erhan Sever açısından, gazete haber sorumlu ları ya da dizgideki görevli açısından) haberin ilginç yönlerinden birisi dir. (20). sözce, “Sadece şaka yaptım” sözcesi (10) ve fotoğraftan sonra en çok dikkat çeken göstergedir. Haber, tek bir konu ile ilgili olmasına karşın, içinde birden çok şey hakkında bilgi verilmektedir. Bu bilgileri, zaraandizimsel bir sıralamaya koyduğumuzda şu tür bir bilgilenme elde edebiliriz: 1. Aiphan’m Lib ya’ya ziyaret isteğini hükümete, dışişlerine bildirmesi (Bu durum pek yansımamak!» birlikte bazı anlatımlardan belli oluyor: (32) “bu ziyareti teşvik etmediklerini belirterek...”), 2. Alplıan’m gitmeden önce uyarıl ması (32), 3. Dışişlerinin u^yansı (36), 4. Bu uyarılara rağmen çok sayıda gazeteci götürmesi (36), 5. Gazeteci sayısını zamanında elçiliğe bil dirmemesi (37), 6. Libya gezisi (10, 11, 12), 7. Büyükelçinin toplantıya katıl(a)maması (16, 17), 8. Dışişlerinin özelleştirilmesi ile ilgili bilgi verme (18), 9. Bayan Kaddafî’yi Aspendos’a davet etme (19), 10. Gezi lim başarısızlığı (12. 23), 11. Gezinin skandal olarak değerlendirilmesi
V. DOĞAN GÜNAY
126
(10, 21), 12. Dışişlerinin geziden rahatsız olması (34), 13. Alphan’a, yet ki ve sorumîuluklanmn sımrîarımn hatırlatılması (35), 14. Alphan’m ba sın toplantısı (11), 15. Kendisinin geçmişi ve düşünceleri ile ilgili bilgi verme (13, 18, 24), 16. Medyayı suçlama (12, 23), 17. Başbakan Yar dımcısı Hüsamettin Özkan'ın Alphan’la görüşmesi (21, 22), 18. Öz kan’ın bu bilgileri Ecevit’e aktarması (25), 19. Ecevit’in durumdan ra hatsızlığı (30, 31). Yani, aynı haber süredizimsel olarak yazılsa idi bu sı ralamayı izlemesi gerekirdi. Ama gerek yazınsal anlatımlarda gerek di ğer anlatım türlerinde sıklıkla kullanıldığı gibi, anlatı sırası (öykü za manı) ile zamandizimsel sıra (anlatım zamârn) Örtüşmemektedir. Başlıklar: Gazete haberinde kullanılan başlıklar da oldukça an lamlıdır. Kullanılan üç başlık ve iki alt başlığı bir araya getirdiğimizde belli bir anlamsal yapı oluşuyor: "Libya skandalinin kahramanı DSP’li Alphan kendini savundu: Sadece şaka yaptım (10). Büyükelçi Kayboldu (14). Özkan Alphan’m ifadesini aldı (20). Başbakan, Gönül Hanım’dan rahatsız (30). Gazeteci götürdü (33)”. Konumuz, gazete başlıklarından oluşmuş anlamlı yapıyı çözmek değil kuşkusuz. En azından ilk planda böyle bir amacımız yok. Genel olarak, haber metnini durum sözceleri açısından değerlendirmeyi amaçlıyoruz. Ama bu başlıklardan oluşan metin de kendi içinde değişik bir anlamlı yapı olarak görünüyor. Örne ğin başlıklardan oluşan bir metnimizin olduğunu varsaydığımızda; Alphan’m şakasının büyükelçiyi kaybetme olduğunu, Özkan’ın bu ne denle Alphan’ı sorguladığım ve son olarak da başbakanın rahatsızlığı ise Alphan’m geziye gazeteci götürmesi1olduğu söylenebilir. Ancak sonradan oluşturulmuş böylesi bir metnin, gerçek metinle tam olarak Örtüşmediğini anlıyoruz.4 4. S. Anlatı izlencesi Yazınsal göstergebilimde kullanılan anlatı izlencesi, eyleyenleri 3'aptıkîarı eylemlere göre tanımlamak ve anlatının genel dokusunu or taya koymaktır, biçiminde özetlenebilir. Burada, anlatı izlencesinin olu şumu ya da aşamalarım ele almaktan öteye, incelediğimiz metin çerçe vesinde anlatı izlencesinin iki aşamasmı bütüncemiz bağlamında de ğerlendirmek istiyoruz. Ama öncelikle kısaca eyleyenleri tanımlamak gerekir. Öznenin DSP Amasya Milletvekili Gönül Saray Alphan olduğu kesindir. Çünkü okuyucu onun serüvenini (başarısını ya da başarısızlı ğım) okur. Gönderen konusunda şüpheler varmış gibi görünse de, habe rin dikkatli okunmasında göndereni belirten birden çok ipucu bulunabi-
GÖSTERGEBİLİM YAZILARI
127
lir. Örneğin “Başbakan yardımcısı Hüsamettin Özkan, dün, Libya gezisi sırasında yarattığı skandaHar sonucu eleştirilen DSP Amasya Milletve kili Gönül Saray Alphanü makamına çağırdı" (21) sözcesinde en az dört eyleyeni bulmak olasıdır. Öznenin (DSP Amasya Milletvekili Gönül Sa ray Alphan) yanında, öznenin nesnesini (Libya gezisi ve sonrasında ba sma yansıyan gezi sırasında yarattığı skandallar) belirtir. “Eleştirilen” sözcüğü ile karşı Özneyi (yani bu gezi dolaysı ile Alphan sı eleştiren kimse ya da kimseler) ve son olarak da göndereni bulabiliriz: Hüsamet tin Özkan. Aynı durum (20) ve (22) sözcelerinde de vardır. “İfadesini aldı" ve “ilgisine başvurdu” açıklamaları, göndereni ortaya koyar. Öz kan, içinde bulunduğumuz toplumun herhangi bir bireyi olarak “maka mına çağırmıyor” yani başındaki sıfatla bu işi yapıyor. Ancak bir başka sözcede (25) Özkamıı da görevini (yani gönderenin sözcülüğünü) tek başına yapmadığı anlaşılıyor. “Başbakan Yardımcısı Özkan, Alphan'm kendisine verdiği bilgileri Başbakan Bülent Ecevit’e de aktardı” sözcesi, kendisinin de bir başka gönderenin sözcüsü olduğu izlenimini veriyor. Bu durumda, hükümet ya da devlet kavramım gönderen olarak alıyoruz. “Makama çağıran” kişi özneye göre daha güçlü olduğundan, bir tür bu yurma ile yaptırım aşamasının değerlendirileceği anlaşılıyor. Ancak hü kümet ya da devlet gibi bir eyleyeıı-gönderen, soyut kavram olduğundan bu kavramlar, kendilerine sözcüler belirlemiştir. Yani Hüsamettin Öz kan kendi gücüyle değil, devlet sözcüsü olarak, adının önündeki sıfatla bu işlemi gerçekleştirmektedir. Bütüncemizde “başbakan” ve “başbakan yardımcısı”, gönderenin (devlet) sözcüleri olarak işlev görmektedirler. Engelleyicileri (ya da karşı-özne) “eleştirenler” sözcüğü ile ortaya koymuştuk. Bu grup, yazıdan anlaşıldığı kadar bir yandan basın ve dı şişleri bakanlığı, diğer yandan da değişik partilerin sözcüleri olarak de ğerlendirilebilir. Yardımcı ise yine Alphan ün kendisi görünüyor. Yine bayan Kaddafıyi çağınım (önemli bir iş yapma biçiminde), basın top lantısı (burada kendisini savunma) ve geçmişi ile ilgili bilgiler de yar dımcısı durumunda değerlendirilebilir. Son olarak da gönderileni, gezi nin başansı ya da başarısızlığı olarak belirtilebilir. 4. 3. 1. Eylerim Eylerim (fr. manipulation) aşamasındaki /bildinnek/ kipi, gönde renin, Özneye nesnesi (yapacağı edim) hakkında bilgi vermesidir. Bu ba kımdan /bildinnek/ kipi /yapmasmı-istemek/ yani /yaptırtmak/ kipini belirtir. /Bildirmek/ veya /yapmasmı-istemek/ ikna edici bir tutumdur, İkna etmek /bildinnek/ (yani /bilmesini-yapmak/), /inandırmak/ (yani /inan ma sim-yapmak/) ile ilişkili bir durumdur (Geninesca, 1985:84).
V DOĞAN GÜNAY
128
Haberde, anlatı izlencesinin ilk aşaması olan eyletimle İlgili yeterli bil giler okuyabiliyoruz. Özne, gönderen tarafından /bilgilendirilir/: örne ğin (32) de “Ecevİt'e yakın kaynaklar, Alphan'ı gitmeden önce uyardık larım ve bu ziyaret için teşvik etmediklerini belirterek” (altını biz çiz dik) sözcesi ile bu bilgilendirmeyi ve /yaptırmayı/ fark edebiliyoruz. Za ten bu eylerime göre, gönderen özneyi, yaptırım aşamasında sorgular. Bu sözce, eyleten özne (gönderen = hükümet) ile eyletilen özne (Özne = Alplıan) arasında eylem yapılmadan önce bir anlaşmalım yapıldığını or taya koyar. Burada, işlemci özneye göre daha güçlü olan gönderenin (devlet), işlemci özneden bir edimin yapılmaması konusunda baskı ve telkinleri vardır. Bu da ettirgen bir kipliktir ya da bedensel eyleme zor layan bilişsel bir kipliktir. Her ne kadar Alphan (özne) ile Libya gezisi (nesne) arastada bir /istemek/ kipliği görünse de (Örneğin (13) “kendisinin geçmişte Lib ya'da ticari faaliyetlerde bulunması ve bu ülkeyi iyi bilmesi” ve (24) “Kendisinin Meclis Tlirk-Libya Parlamentolararası Dostluk Grubu Baş kam olarak Libya’ya gittiğini bildirmesi”, /isteğini/ ortaya koyabilir), gönderen ile özne arasındaki anlaşmada /yapmasmı-istemek/ değil, /yapma masmı-istemek/ üzerine bir anlaşma gerçekleştiği anlaşılıyor. Gönderenin, Özneden istediğini göstergebilimsel dörtgenle açıklamaya çalıştığımızda, gönderenin ilk amacının “engelleme” olduğunu görebi liyoruz. Ama bir anlambirimcik, diğerlerindeki farklılık ve diğerleriyle kurduğu ilişki bağlamında anlam kazandığına göre, engellemenin de göstergebilimsel dörtgene göre en az üç değişik anlambirimcikle ilişki içinde olduğunu söyleyebiliriz. Yapmamasım-yapmak Engel
Yapmasını-yapmamak Araya girmeme
yapmasmı-yapmak araya girme
yapınamasını-yapmamak serbest bırakma
Bu dörtgenden anlaşılabilecek olan: Alphan (özne) gitmeden uya rılır (engel), hatta /gitmemesi istenir/ (= /yapmamasım-yapmak/). Ama bu kesin bir yasaklama değildir ya da bu anlaşma sonucunda özne (ser best bırakılır), eylemin sonunda sorgulanır (araya girme).
GÖSTERGEBİLİM YAZILARI
129
4. 3. 2, Yaptırım /Olmanın durumu/ denilen (fr. etre de 3'etre) yaptırım aşamasındaki bilme ile ilgili bir edimdir (Gr. d’Ent, 1988: 63), Yaptırım aşama sındaki /bilmek/ kipliği (edinç aşamasındaki /bilmek/ kipliğinden farklı olarak), yorumlamayla ilgili bir tutumdur. Louis Panier’in belirttiği gibi yaptırım aşaması bilişsel bir etkinlik olarak izlencede yer alır (1982:12), Yaptırım aşaması ile /bildirmek/ ve gerçeği /bilmek/ kipliklerinden söz edilebilir. Bu kiplikler, gönderenin, işlemci özne tarafından gerçekleşti rilen izlence hakkmdaki yorumsal bir tutumunu belirtir. Yorumcu olarak gönderen, önce bilginin alıcısıdır ve sonra kendisine iletilen bilginin nesnesi üzerine bilimkuramsal bir kipleştirme gerçekleştirmek duru mundadır. Bu anlamda yaptırım, öznenin gönderen tarafından (yaptığı eylemlere göre) tanınması demektir. Durum ve edim sözcelerinin kipleşmesine bağlı olarak iki tür kip likten söz edilebilir: Yaptırma kiplikleri (fr. modalite de faire), göndere nin niyetiyle ilgili yönlerini belirtir; durum kiplikleri ise, var olma iliş kilerini belirtir (Greimas, 1983:96). Eylerim ve yaptırım aşamalarındaki özne-gönderen arasındaki ilişki kipsel açıdan şöyle özetlenebilir: Eyletim
Y aptıran
Yaptırtmak
Olmanın durumu
Gönderen ile işlemci Özne arasındaki ilişki
* gönderen ile durum Öznesi arasındaki ilişki
B ild irm ek (Nesne ve değerler
B ilm e k (Özne ve/ya da nesne ve/ya da gönderen hak
* gönderen ile işlemci özne arasındaki ilişki
hakkında bîîgi)
kında bilgi)
B ild irm ek {Bilm esini istem ek)
B ildirm ek (Bilmesini istemek)
İn a n d ırm a k (inanm asını iste
İn a n d ırm a k (inanmasını istemek)
mek)
(Ö düU endirilm esiıv/cezalandtnlm asım ) istem ek
Yaptırtm ak (Yapmasını istem ek)
İkna edici tutum
Yorumlayıcı tutum
Bilişsel boyut
Bilişsel boyut
Her iki düzeyde geçen /bildirmek/ ve /inandırmak/ kiplerinin öz nesi Gani bilmesini isteyen ya da inanmasını isteyen özneler) farklıdır. Eylerim aşamasında, gönderen, özneden bilmesini, inanmasını ve so nunda yapmasını ister. Yaptırımda ise, gönderen, işlemci özneden bil mesini (/bilmek/) ve inanmasını (/inanmak/) ister. Özne ise, gönderenin
130
V. DOĞAN GÜNAY
yaptığı edimi bilmesini, kendisine inanmasını ve sonunda ödüllendiril mesini ister. Eyletim, gönderen açısından bir ikna etme (/bildirmek/), yaptırım ise bir yorumlama (/bilmek/) işidir. Eyletim aşamasındaki /bilgilendirme/, nesnenin durumu ile ilgili iken (gönderen, öznenin 3'âpması gereken edimi (nesne) konusunda onu bilgilendirir. Bu bilgilenme sonunda eyleten özne, İşlemci Özneden bir eylem yapmasını ister) yaptırım aşamasında yapılan anlaşma ile ilgili olarak, gönderen özneden bilgi ister. Buradaki /bilmek/, öznenin duru,,nıu ya da yapılan eylemle ilgilidir (Yani,; öznenin bir edimi yapıp yap madığı konusunda gönderilenden nesneye doğru bir sorgulama biçimi söz konusudur: Gönderen baştaki anlaşmanın sonucu ile İlgili olarak özneyi sorgular, ondan bilgi ister. Bu da bir balama baştaki yapılması istenilen eyleme bağlı olarak işlemci öznenin, eyleten özne tarafından Ödüllendirilmesi ya da cezalandırılması ile ilgili bir bilgi istemedir). An latı izlencesinin son aşaması yaptırımda, gönderen ile özne arasında, eyletim aşamasında yapılan anlaşmanın sonucunun değerlendirilmesi vardır. Durumu koşullandıran durumda, gönderen ile Özne arasında, yaptığı eylemlerin yorumlanmasını İçeren bir aşama söz konusudur. Ör neğin (22) “...temasları ile ilgili bilgi alırken, (...) Gönül Saray Alphaırm ilgisine başvurdu”. Burada açıkça görülüyor ki, gönderen yaptırım aşaması ile ilgili olarak özneyi sorgulamaktadır. İncelediğimiz bütüncemizde, basın toplantısı (11) ve Özkan’ın Aîphan’îa görüşmeleri (20, 21, 22) geribildirim olarak değerlendirilebilir. Basın toplantısı işlev sel olarak, basın toplantısını düzenleyen kişinin (özne) bilgilendirilme sidir. Kuşkusuz, (11) ve (20, 21, 22) sözcelerindeki bilgilenme biçimi farklıdır. Birincisinde (11) öznenin bilgilendirmesi varken, diğerlerinde (20,21, 22) gönderenin bilgilenmesi vardır. Eyletim ve yaptırım aşamalarındaki iki /bilme/ kipliği arasındaki farklılığı şu biçimde de belirtmek olasıdır: Başta her şeyi bilen eyleten özne (gönderen), işlemci özneyi /bilgilendirir/. Sondaki /bilme/de ise, baştaki durumun tersi söz konusudur,işlemci özne, yapılan eylemle ilgi li olarak göndereni /bilgilendirir/. Gönderenin istediği (ya da istemediği) türde eylem yapan öznedir ve gönderen, yapılan anlaşmaya bağlı olarak eylemin sonucunu bilmek ister. > Bilme ve bilgilendirme ile ilgili durum kullanılan başlıklarda da ortaya çıkmaktadır: Anlatı izlencesi açısından söz konusu olan iki tür /bilme/ ediminin ikinci tüm, yani öznenin göndereni bilgilendirmesini haber için seçilen başlıklarda görebiliyoruz. Bu başlıklarda, (daha doğ rusu anlatı izlencesinin yaptırım aşamasında) yorumlamaya yönelik bir büme/bügilendirme vardır. Çünkü özne, yaptırım aşamasından önce bir
GÖSTERGEBİLİM YAZILARI
131
eylem yapmıştır, ve anlatı izlencesi açısından bu durumu geribildirim ile gönderene bildirmesi (ya da gönderenin bu eylemle ilgili özneyi sor gulaması) gerekmektedir. Gönderen açısından, bu bildirmenin doğrulu ğu ya da güvenirliği söz konusudur. Yani gönderen, bir bakıma yorum layıcı bir tutum içindedir. Baştaki yapılan anlaşmaya uygun olarak özne tarafından verilen bilgiler '‘yorumlanır”. Bu durumda yaptırım aşama sında özne ile nesne arasında yorumlayıcı (/bilmek/) edim için iki farklı sonuçtan söz edilebilir (Adam, 1990:78): Özne başarısız olduğunda gön derenin özneye doğru gitmesi yâ da özne başanlı ise, bu sefer öznenin nesnesini de alarak gönderene doğru yönelimi vardır. a. özne -> nesne -> gönderen: Ödüllendirilme beklentisi ya da nesnenin verilmesi. b. gönderen -> özne: Bilme durumu ya da cezalandırma. Bu iki tutum açısından başlıklara baktığımızda, her iki durumu da görebiliyoruz. Bu sonuç da bize eylemin yapılması konusunda gönderen ile Öznenin aynı türde düşünmediğini gösterir. Yani sözünü ettiğimiz yorumsal tutum burada yeterince görülür. Örneğin (12) "Alplıan, Meclis heyeti olarak Libya'ya yaptıkları ziyaretin basma yansıdığının aksine son derece başarılı geçtiğini belirterek, kendini savundu” türü bir açık lama da göndereni ikna etmejie ilgili bir bilgilendirme biçimidir. "Ken disini savunmak” bir inanmama durumu ile ilgili bilgilendirme biçimi dir. Birinci başlıkta, Öznenin nesnesini (yaptığı başarılı seyahati) de alarak gönderene doğra gitmesi (yani basın toplantısı düzenlemek de soyut kavram olan hükümet ya da devleti ya da onun üyeleri kamuoyu nu ve halkı iknaya yönelik bir tutumdur) ikna etmesi söz konusudur. Bu bakımdan "son derece başarılı geçtiğini” söylemekle, özne kendisi açısından ödüllendirilmesi gerektiğini düşünür. En azından ödüllendirme olmasa da cezalandırılmama isteği sezinlenebilir. İkinci başlıkta ise, gönderenin özneye inanmadığını fark ediyoruz. Burada, gönderenin özneye doğru bir yönelimi vardır. Sorgulamaya çekmek, bir tür cezalandırma olarak değerlendirilebilir. Üçüncü başlık ise, ikinci başlığın devamı niteliğindedir. Yani gönderen ikna olma mıştır ve bir tür cezalandırma isteği söz konusudur. Zaten birinci başlığa bakıldığında, özne kendisinin "başarılı olduğunu iddia eder” yani bu kendi görüşüdür ve İkna ile göndereni etkilemeyi dener. Eylerim aşaması için gerekli görünen /yapmayı-bilmek/, bilişsel etkinliği olanaklı kılar yani bilişsel bir edince (ff. competence cognitive) denktir. Yani bir eylemi /yapmak/ için o eylemin nasıl yapıldığını
132
V. DOĞAN GÜNAY
bilmek/ gerekir. Yaptıran aşaması için gerekli /oîmayı-bilmek/, nesne ler üzerindeki bilgide var olur ve bilimkuramsai bir edince (fr. competence epi$temique) denk düşer (Greimas, 1983:97). Bu son durumda, /yapmayı-bilmek/ olmadan /bildirmek/ (yani /bilmesini-yapmak/) ya da /bilmek/ olmadan /yapmak/ kipliğinden söz edilemez. 4. 4. Ya /Olduğun/ Gibi /Görün/, Ya/Göründüğün/Gibi/Ol/ Yaptırım aşamasındaki özne, durum öznesidir. Yani bir edim so nucunda bir nesneye sahiptir ya da değildir. Nesnesine sahip (ya da de ğil) bir öznenin, bu durumu doğru, yanlış, yalan ya da gizli olarak ta nımlanabilir. Örneğin “yapılan seyahat başarılıdır, başarılı değildir, ba şarısız görünüyor, başarısız görünmüyor” türü durum sözceleri değişik bağlamlar içinde gizli, yanlış, gerçek ya da yalan olabilir. Burada, söz konusu olan doğru ya da gerçek (fr. verite) değildir. Çünkü gazetedeki durum sözceleri, kendisinden olan bir gerçekliğe sa hip değildir (Ancak gerçek yaşamdaki olayın kendisi ile ilgili olarak doğru ve gerçekten söz edilebilir). Özne ile nesne arasındaki bu doğru lama biçimi yalnızca gazetedeki bilgilerle sınırlıdır. Gerçek yaşamla örtüşmeyebilir. Ama gerek anlatı, gerekse gerçek yaşam içinde görünen ve olan birşey gerçektir, var olan ama görünmeyen birşey ise gizlidir. Sonuç olarak, özne ile nesnesi arasındaki durum yoruma açıktır. Özne nin durumu gerçekleşme (fr. manifestation) olarak tanımlanabilir. Yani Öznenin durumu: Görüldüğü, anlaşıldığı ya da yorumlandığı gibidir. Özne için gerçekleşme kullanılırken, anlatıdaki bir “durum”u tanımla mak içinse içkinlik (fr. immenance) terimi kullanılır (Courtes, 1991: 114). Örneğin, Alphan’m savunması (gerçekleşme) ile metnin ge nelinden çıkan durum (içkinlik) birbiriyle örtüşebilir ya da tam olarak örtüşmeyebilir. Bu da anlatı ile gerçek durum arasındaki faikı ya da öz nelerin değişik durumlarla ilgili değerlendirmesini ortaya koyar. Anla tıda söz konusu olan gerçek, gerçekleşme ve içkinlik düzeylerinin birle şimi ile çözümlemenin betimlediği göstergebilimsel bir sürecin etkisi olarak vardır, yani kurgusal bir gerçektir. İçkinlik ve gerçekleşme için /olmak/ ve /görünmek/ kipleri kulla nılır. Bir durum sözcesi /olmak/ ya da /görünmek/ edimleri ile kipleşir. Bir bakmıa /görünmeli/ ile /görünmemek/ çizgesi (fr. schema) gerçek leşmeyim /olmak/ ile /olmamak/ çizgesi içkmliği belirtir (Greimas, 1983:72). Bu iki kiplik aynı zamanda somut (/olmak/) İle soyut (/görünmek/) olgular gibi birbirine karşıttırlar. Her durum sözcesinde, özne ile nesnesi arasındaki ilişki, gerçekleşme ve içkinlik düzeylerine
GÖSTERGEBİLİM YAZILARI
133
göre değerlendirilebilir. Bu da, anlatıdaki özne ve durumu hakkında olumlu ve olumsuz biçimde değişik görüşler oluşturabilir. Yani özne ve nesnesi arasındaki ilişkide, gerçekleşme ve içkinlik açısından var olangörünen var olan-görünmeyen, var olmayan-görünen ya da var olmayan-görünmeyen açılarından değişik ilişkiler saptanabilir. Her durum sözcesi, gerçekleşme ve içkinlik bağlamına göre değer lendirildiğine, durum sözcelerindeki özne ile nesnesi, arasındaki gerçek leşme (/görünmek/ kt /görünmemek/) ve içkinlik (/olmak/ kt /olmamak/) aşamalarına göre dört türde yorumlanabilir. Durumu kipleştiren durum açısından, doğrulamaya yönelik olarak geliştirilen göstergebilimsel dörtgendeki anîambirimcikler arası İlişkileri Greimas şu biçimde tanım lar (1983:72):1234
Gerçekleşme DURUM Ö-N İlişkisi
İçkinlik D oğrulanın
Var Var Yok Yok /Görünmek/ /Görünmek/ /Görünmemek/ /Görünmemek/ Yok Var Var Yok /olmamak/ /olmak/ /olmamak/ /olmak/ G erçek
Yalan
Gizli
Yanlış
1. Durum sözcelerinin gerçekleşme ve içkinlik bakımından doğru olmasıyla gerçek (fr. vrai) belirtilir. Yani /görünmek/ E /olmak/ = ger çek. Göstergebilimsel dörtgene oluşturulacak bu çizgenin iki ekseni, karşıtlık ekseni (/olmak-görünmek/) gerçek kavramım verir. 2. Her ikisinin de olumsuz olması ile yanlış (fr. faux) bir durum sözcesi belirtilir. Göstergebilimsel dörtgene oluşturulacak bu çizgenin iki ekseni, ait karşıtlık ekseni (/görünmemek-olmamak/) yanlışlığı verir. Yani /görünmemek/ 4- /olmamak/ = yanlış. 3. Gerçekleşme olumsuz (/görünmemek/) ama içkinlik olumlu ise (/olmak/), gizli (fr. seçret) bir durumu belirtir. Göstergebilimsel yer leştirmede belirimlerden (fr. deixis) birincisi (/olmak-görünmemek/) gizli kavramım verir. Yani /görünmemek/ + /olmak/ = gizli. 4. Son olarak da, gerçekleşme olumlu (/görünmek/), içkinlik olumsuz ise (/olmamak/) yalan (fr. menşonger) söz konusudur. Göster gebilimsel yerleştirmede belirimlerden İkincisinde (/görünmek-olmamak/), yalan kavramını verir. Yani /görünmek/ + /olmamak/ = yalan.
134
V DOĞAN GÜNAY
gerçek
g i z 1 i
..görünmemek
olmamak
Jn
Metnimizde bu dört türden en az üç biçimi, değişik öznelere, göre görünmektedir. Örneğin (12) “Alphan, Meclis heyeti olarak Libya'ya yaptıkları ziyaretin basma yansıdığının aksine son derece başarılı geçti ğini belirterek, kendini savundu” ve (23) “Alphan görüşmede, Libya te maslarının çok olumlu geçtiğini, bazı konuların basın tarafından çar pıtıldığım, çalışmaların medya tarafından yanlış aksetürildiğini söy ledi”. Bu iki sözcede, özne ile karşı öznenin görüşlerinin farklı olduğu ortaya çıkıyor. Öznü açısından gezi, /olmak/ ve /görünmek/ açısından olumludur. Ama bu basın toplantısının nedeni ve eleştirmeler de özne nin alıcısının (yani göstergebilimsel tanımlama ile bir yandan gönderen, diğer yanda karşl-özııe (engelleyici) açısından) özne gibi düşünmemele rinden kaynaklanmaktadır. Sorun /olmak/ ve /görünpıek/ kipliklerinin, her İki taraf açısından farklı yorumlanmasından kaynaklanmaktadır. Her anlatıda /yapmak/ kipini belirten dönüşümler söz konusu de ğildir. Aynı zamanda durum sözcelerini doğrudan ya da dolaylı olarak etkileyen /olmak/ kipinin olumlu ya da" olumsuz biçimleriyle açıklanan sözceler, anlatının başında ve sonunda özne ile nesnesi arasındaki bir liktelik ya da ayrı olma durumlarım açıklar. Doğrulayıcı kiplik açısın dan gelişürilen bir göstergebilimsel dörtgeni değişik kişilere göre yo rumlayabiliriz. .Örneğin “gezinin başarısı” konusunu ele aldığımızda: Öncelikle her tür bakış açısına göre gezi yapılmıştır/Olmak/. Ancak başan konusunda değişik yaklaşımlar vardır. Örneğin Alphan’m kendisine göre, gezi olumludur (/ o l m a k / )s o n u ç la n da bunu açıklar (/görün mek/). (23) sözcede benzer, dürüm vardır: “Alphan görüşmede, Libya ■-temaslarının çok olumlu geçtiğini, bazı konuların basm tarafından çarpı tıldığını, çalışmaların medya tarafından yanlış aksetürildiğini söyledi”.
GÖSTERGEBİLİM YAZILARI
135
Alphan !a göre gezi gerçektir. Yazıda geçen “eleştirenlere göre, gezi başarılı olmamıştır (/olmamak/), sonuçlan da bunu ortaya koyar (/gö rünmemek/). O halde Alplıan yalan söylüyor. Hükümet açısından, en azmdan yazıdan öğrendiğimize göre, gezi başarılı olmuştur (/olmak/), ama basma yansıyan açısından şüpheler vardır /görünmemek/. O halde gizli bir durum vardır ve bu gizi kaldmnak için Alphan ile görüşülmüş tür. Bu gezide yanlış durum yoktur. Eğer Alphan bu geziyi yapmamış olsa /olmamak/ ve başarılı geçtiğini söylese de /görünmemek/ bu tür bir yanlıştan söz edilebilirdi. Edim kipliği, edim öznesinin durumsal bir değişimini belirtir, yani bu kiplik, öznenin kipsel edincini oluşturur. Böylesi bir edim öznesinin kılıcı özne (fr. agent) olarak işlevi vardır. Durum kipliği ise, değer nes nenin durumsal değişimini belirtir, yani durum kipliğinde, öznenin kip sel varlığı gibi bir işlevi vardır. Durum öznesi işe, edim öznesinin tersi ne, etkilenen özne (fr. patient) olarak tanımlanabilir. Burada durum söz celerini belirten /olmak/ edimi ile göstergebilimsel çözümlemede kulla nılan gücül ve edimsel kiplikler arasındaki ilişkiyi, bütüncemiz açısın dan ortaya koymaya çalışalım. Öncelikle /olmak/ edimi, tüm kipliklerle oluşturduğu en az sekiz kipsel yapıyı ortaya koyar. Yani /olmak-istemek/, /olmak-zomııda olmak/, /olmayı-bilmek/ ve /olmaya-muktedir olmak/ kiplikleri söz konusudur. /Olmayı-istemek/ ve /olnıak-zorunda olmak/ ile belirtilen gücül kiplikler daha..özneldir, çünkü özneye daha 3?akm, özneyle ilgili daha açıklayıcı yanlan vardır. /Olmaju-muktedir olmak/ ve /olmayı-bilmek/ ile belirtilen edimsel kiplikler daha nesnel dir, çünkü değer, nesnenin durumunu belirtir (Greimas, 1983:99-100). Gönderenden özneye yapılan bir telkinde (Olmak-zorunda olmak) zo runluluk vardır. Örneğin “Alphan’m gitmemesi konusundaki telkin" bir gerekliliği belirtir. Ancak bu durum Alphan açısından olasılıktan uzaktır (/olmamak - zorunda olmak/). Hükümet açısından “giünemesr bir ola nak gibi görünse de (/Olmamak - çorunda olmamak/), Alplıan açısından “gitme" olağan birşey olmalıdır (/olmak - zorunda olmamak/). Bir anlatı içinde bir durumun ya da edimin gerçek ya da yalan ol duğu, anlatının kendi iç göndergeleriyle ortaya konulabilir. Kuşkusuz aynı durum gerçek yaşamda da olabilir ve anlatı ile gerçek yaşam ça kışmayabilir. Yani, anlatıdaki doğrulama ile ilgili yargı için gerçek ya şam yerine, aniatmm iç göndergelerini temel almak gerekir. Burada da biz,.metine göre özneler hakkında değişik görüşler öne sürdük. Yoksa, gerçek yaşamla ilgili bir görüşümüz en azından bn metin bağlamında olmayacaktır. Çünkü biz, çözümlememizi bu gazete haberine göre geliş tirdik. Bu bakımdan incelediğimiz gazete haberinde, söz edilen millet
136
V DOĞAN GÜNAY
vekilinin yaptıkları ya da yapmadıklarının doğru ya da yanlış olması ve yalan söyleyip söylememesi bu çalışmanın dışındadır. Bu metinde, Alphan'm sözceleri ile basının (ve hükümetin) tezleri hep çelişkili gö rünmektedir. Örneğin “Bayan Kaddafi’nin barış deklarasyonu okuması çok önemli olmaktadır55 (/olmak/ + /görünmek/ = gerçek). Ama aynı du rum, basın açısından hep yalan (/görünmemek/ + /olmamak/) ya da gizli (/olmak/ + /görünmemek/) olarak değerlendirilmektedir. Gazete yazarının, yazdıkları ile belirli bir görüşü savunduğu doğ rudur. Her ne kadar gazetecilikte nesnel olumnası gerektiği belirtilse de, her insan gibi onun da belli bir bakış açısı olacaktır. Bu da yazdıklarında bir biçimde ortaya çıkabilir. Örneğin (11) “eleştiri oklarına hedef olari45. (12) “son derece başarılı geçtiğini belirterek, kendini savundu”. (13) “bildiğini belirten”. (15) “söz konusu olmadığım da belirterek”. (19) “davet ettiğini de bildiren (...) yapılmadığım belirterek (...) diye ko nuştu55. (23) “geçtiğini (...) çarpıtıldığım (...) söyledi55 türü anlatımlarda, metni oluşturanın kimliğini, varlığını ve öznelliğim bir biçimde görebi liyoruz. Dolaylı anlatını kullanarak, Öznenin görüşlerim alıcıya aktar mıştır. Burada, kipleştirici özne ile durum Öznesi arasındaki karşıtlığı görebiliyoruz. Bir özneye (ö l) ait durum kipse! sözcesi, bir başka özne (Ö2) tarafından üretilen ve sunulan bir başka durum sözcesi tarafından değiştirilmeye olanaklıdır. Böylesı bir şema, iki SÖ ve alıcısının varlı ğım belirtir. Bu SÖ5nün alıcısı, SÖ tarafından üretilmiş sözceyi onayla yan koşullandıncı özne (fr. sujet modalisateur) olarak bulunur (Greimas, 1983:72). Gazetecilerin sözcesi, kipsel sözce olarak değerlendirilebilir. 4. S, inandırmak Gönderen İle yapım Öznesi arasında, üç tür /yaptırtmak/ edimden söz edilebilir (Greimas, 1983:74): Birşey öğrenmesi için /yapmak/ (/bilmesini-yapmak/ = /bildirmek/), birşeye inanması için /yapmak/ (/inanmasını yapmak/ = /inandırmak/) ve birşey yapması için Çapmak/ (/yapmasmı-yapmak/ = /yaptırtmak/). Aslında her üç yaptınm türü de eylerim aşamasındaki gönderen ile özne arasındaki ilişkiyi belirtir. Gönderen, özneyi önce bir konuda bilgilendirir (bu iletişimi sağlayan İlk etkileşimdir, iki özne arasındaki iletişim bilgilendirme İle başlar), bu konu ile ilgili olarak özneyi ikna eder (burada bilimkuramsal bir kiplik, yani inandırmaya yönelik bir etkileşim vardır) ve son olarak da bu ey lemi yapması için onu zorlar (bu da veriçi-gönderen tarafından yapılan buyrumsal bir durumdur). Gönderen (verici) açısından /bildirmek/ (yani
GÖSTERGEBİLİM YAZILARI
137
/bilmesini-yapmak/), ikna edici bir tutumdur. Ancak alıcı açısından aym kipse! durum, yorumlamaya yönelik bir tutum olacaktır. SÖ’nttn iknaya yönelik bir edim (fr. faire persuasif) olan /inandırmak/ (yani /inanmasım-yapmak/), sözcelemenin alıcısının inan mak edimiyle yanıtlamr. Bu /inanmak/, yorumsal bir edimdir (fr. faire interpreîatif). Her durumda yorumsal bir durum olan /inanmak/ kipi, ik na edici bir durum olan /inandırmak/ (ya da /inanmasım-yapmak/)-ki pine karşıttır. Birisi ikna ile ilgili bir tutum iken; /inanmak/ alıcının, kendisine aktarılan bilgiye göre, yorumlama işidir, /inandırmak/, SÖ’nün alıcısını bilgilendirmesi ve bu bilginin sonunda kendi görüşle rini benimsetmesi işidir. Yani /bildiren/ özne, alıcıyı ikna etmeye çalışır. Bu bilgiyi alan gönderilen ise yorumlama ile ikna olmaya çalışır. Bu du rumda alıcı, önce aktarılan şeyi bilecek soma da inanacaktır. Greimas’ın söylediği gibi /bilmek/ inanmak/tan önce gelir (1983:117). Yani birşeye inanmak için o şeyin ne olduğunu bilmek ve tanımak gereklidir. Kiplik açısından öznenin, göndereni (alıcısını) ikna etmesi ve kendisini savunması ile ilgili olarak bilimkuramsal (fr. epistemique) kiplikten söz edilebilir. Bu kipte, yapım öznesi yaptığı eylem ya da öne sürdüğü nedenleri (basın toplantısında savunduğu görüşler) ile var olur. Bu nedenle bilimkuramsal bir kiplikle konuşan kişi; ahlak, felsefe yani etiğin taşıyıcısı olarak bulunan bir öznedir. Bu da kipsel açıdan /inanmak-zorunda olmak-yapmak/ ya da /inanmak-muktedir olmakyapmak/ biçiminde değerlendirilir. Kipliklerle ilgili olarak şunu belirtmek gerekiyor: Kipleştirme, sözcelerin oluşturulduğu sözdizimsel işlemlerden önce gelen bir durum dur. Özne, iletisi ile ilgili bilgiyi söylemeden önce beyninde oluşturur ken, bildirisinin içeriğine göre bir kiptel yapıyı göz önünde bulundurur. Sonra bu oluşturulan bilgi, sözdizimsel bir yapı içinde alıcısına aktarılır. Yani /yapma/ ediminden Önce, /yapmaya-muktedir olmak/ kipsel du rumu, alıcı, kendisinde oluşturmuştur. Öznenin, gönderenin iknası ile eylem yapmaya koyulması bir kip sel durumdur. Bilim-kuramsal kiplikler, gönderenin ya da sözceleme alıcısmm edincidir yani yaptırım aşamasında yer alır. “Yorumsal edimin [edinç aşaması] sonunda özne, gönderen tarafından bildirilen durumu kabul eder. Gönderen ikna edici bir davranış (ikna edici edim /inandırmak/), özne ise bilimkuramsal bir yargılama ile (yani /inanmak/) yorumlayıcı bir edimde bulunur (yorumlayıcı edim = /inanmak/) (Greımas, Courtes, 1979:124). Yorumlayan Öznenin bilmesi ve inanması ile ilgili olan bilimkuramsal kiplikte, önceden kipleşmiş yüklemi /olmak/ olan dunun sözcesinin üst belirlenmesi vardır. Bilimkuramsal
V DOĞAN GÜNAY
138
kiplik, bir vericinin ikna etmesi edim karşısındaki alıcının, kendisine ak tarılan bilgileri yorumlaması ile ilgili durumunu belirtir. Örneğin, met nimizdeki (20) “Özkan Alphan’m ifadesini aldı”, (21) “Başbakan Yar dımcısı Hüsamettin Özkan (...) makamına çağırdı”, (22) “eleştirilen ko nularda da Gönül Saray Alphan’m ilgisine başvurdu” türü anlatımlarda, alman bilgilerin yorumlanması ile ilgili durumlar vardır. Bunlar bilimkuramsal kipliklerle açıklanabilir. Diğer yandan, incelediğimiz met ne göre, aktarılan bilgi ile de ilgili sorunlar vardır. Yani metinden öğ rendiğimize göre, öznenin, yaptığı eylemleri iyi anlatamaması söz konu sudur. Örneğin (23) “bazı konuların basın tarafından çarpıtıldığım, ça lışmaların medya tarafından yanlış aksettirildiğini söyledi” türü bir açık lama, Öznenin bilgilendirmesinde (en azından özneye göre) bir eksildik ya da aksaklık vardır. Bu durumda anlatı izlencesindeki gönderenin (bu rada hükümet) yorumlama işlevi daha önemli görünmektedir. Öznenin yaptığı ejdemle ilgili gönderene yapılması gereken bilgilendirme, özne tarafından yapılmamış, başkaları (=karşı-Özne) tarafından yapılmıştır denilebilir ve bu yorumlamayı daha önemli bir duruma getirmiştir. Bu duruma göre yorumlayıcı özne, eylemi;yapan öznenin ve başkalarının söylediklerini yorumlayarak, öznenin başarısı ya da başarısızlığı konu sunda bir sonuca varabilecektir. Ve sonunda Özne; aldığı bildiriyi doğru, şüpheli, olasılık içinde ya da olasılıktan uzak görebilir. İnamnış-olmak ^ Doğruluk
înanmamiş-olmamak < Olasılık
inanmamış-olmak şüphecilik
—
inammş-dlmamak ; olasılıktan uzak
Alphan tarafından yapılan açıklamanın doğruluğu ya da yanlışlığı bu yoruma bağlıdır. Bu da, gönderenin, kendisine aktarılan değişik bil gilendirmelere göre yapacağı bir seçme ve yorumlama işine bağlıdır. Öznenin geri bildirmesine göre gönderen, şu tür yaklaşımlar sergileye bilir (Greimas, Courtes, 1979:129): Söylenenlerin doğruluğunu kabul eder (/inanmış-olmak/) ya da olasılık İçinde görür (/inanmanuş-olmamak/), söylenenleri olasılıktan uzak bulur (/inaıımış-olmamak/), ve Son olarak da bir şüphecilikten söz edilebilir (/inanmamış-olmak/). Buradaki gönderende bir şüphe söz konusudur, bu nedenle de özneden, geri bildi rimini kendisinin yapması istenmiştir.
GÖSTERGEBÎLİM YAZILARI
139
4. 6. Sonuç Bu çalışmada, anlatı izlencesinin ilk ve son aşamaları olan eyletim ve yaptırım aşamaları, incelediğimiz gazete haberi bağlanımda ele alın mış ve anlatı izlencesinin son aşaması olan yaptırım aşamasındaki gön deren ile özne arasındaki geribildirim üzerinde durulmuştur. Baştaki bir durum bildirilen, bu konuda İkna edilen ve bir eylem yapması istenilen özne, anlatı izlencesinin son aşamasında, yapılması istenilen bilgi ile il gili sorgulanır. Bu da geribildirimdir. Burada, /inanmak/ ve /inandır mak/ kiplikleri, yani bilimkuramsal kiplikler çözümlememizde yardımcı olacaktır. Yaptırım aşamasındaki bir özne, durum öznesidir. Yani bir eylem yapmaz, daha önce yaptığı bir eyleme göre, yani içinde bulunduğu du ruma göre tanımlanabilir. Bu da /olmak/ ve /görünmek/ bakımından öz neyi tanımlamak demektir.
5. Bir iletişim Biçimi Olarak Siyasal Söylem* Dil incelemesinde, kullanılan dil ile birey ve verici-bildiri-alıcı arasmdaki ilişkinin araştırılması önemli bir yer tutar. Verici ile oluştur duğu söylem arasındaki ilgi, söylemin aktarılmasından, anlamlandınlmasına, dil edinimleriyle söyleme verilen yeni anlamlardan, verici ile ilgili ipuçlarına kadar çeşitli özellikler gösterir. Özellikle vericinin ken di varlığını ve nesnel yanlarım, oluşturduğu söyleminde görmek her zaman olasıdır. Bu nedenle, söylemin anlamlandmlmasmda, vericinin kendi konumundan getirdiği kişisel özellikler göz önünde bulundurulur. Bugün söylem incelemesinde iletişim durumları (fr. situation de communication) ve konuşana ait belirleyicilerin (fr. deictique) tanımlan ması, gerek sözceleme kuramları gerekse edimbilim açısından büyük Önem kazanmıştır. Bu özellikler yalnızca söylem çözümlemelerinde de ğil, bildirişim kuramları, toplumdübilim ve ruhdilbilim açısından da ay rıcalıklı olarak İncelenmektedir. Hatta dil edimi (fr. acte de langage) ku ramının gelişmesi bir ölçüde sözceleme kuramınm bir sonucudur (Bkz. Z. Kıran 1981:34). Siyasal içerikli bir konuşmayı düşündüğümüzde, burada belirtilen durumların ne denli önemli olacağım görebiliyoruz. Bu çalışmada, siya sal söylemi, sözceleme kuramları çerçevesinde ele alacağız. Bir başka deyişle Ferdinand de Saussure'ün araştırmalarında önemli bir yer tutan diî/söz ayırımındaki sözün, sorumlu öznelerini ve üretilme aşamasını in celeyeceğiz.
İlgili yazı "Siyasa! söylemde İletişim: Kim kimin adına konuşuyor?” başlığı ile Dit n e r gisimde (Ankara: A.Ü. TÖMER Yayınlan. Haziran 1996. Sayı:44, j76-88] yayınlandı.
GÖSTERGEBİLİM YAZILARI
141
5. L Sözceleme ve Sözce Sözceleme durumu ve sözceleme belirleyicilerinin sözcenin anlaşılmasmdakİ işlevi ve önemini belirtmek için şu türde bir sözce oluştu ralım: Sevgili yurttaşlarım! Onlar bu konularda benim gibi açık konuş mayacaktın Benim buradaki tek görevim, size her şeyi doğru ola rak, olduğu gibi açıklamaktır.
Bu sözcenin bir siyasal verici tarafından söylendiğini düşündüğü müzde, bildirinin buradaki şekliyle anlaşılmasının biraz zor olduğu gö rülecektir. Bir başka deyişle, Türkçe bilmemizin bu tümceyi anlamlan dırmamıza yetmediğim görürüz. Nedeni de açıktır: Bu tümce dilbilgisel olarak anlaşılır olsa da, iletişim açısından aym anlaşılır durumu kormadığı görülebilir. Sözcede geçen ve sözceleme durumu içinde an lamlı olacak bazı kavramların kimi ve neyi belirttiğini bilmiyoruz. Be lirleyicileri (fr. deictiques) açık değildir. Onlar, bu konu, ben, burası, siz gibi kavramlar ancak bir bağlam içinde anlamlı olacaktır. Her sözce, bir sözceleyeni, bir alıcıyı, özel bir an’ı ve bir yeri varsayan bir sözceleme olgusunun ürünüdür. Sözcede bulunan belirleyiciler kendi gerçek kulla nımından bağımsız olarak bir sözceleme durumu içinde anlamlanır. Kı sacası, bu tümce dilbilgisi bakımından 3retkin bir anlatımdır. Ama bu nun, söyleme dönüşmesi için bir öznenin sorumluluğu alması ve bir bağlam içinde söylemesi gerekmektedir. Benveniste, "bir göstergeler dizgesi olan dil ile bireyin kullandığı dil arasında büyük bir ayırım ol duğunu ve birey onu kendine mal ettiği zaman, dilin söyleme dönüştü ğünü" (1982:254-255) belirtir. Gücül anlamdaki dilin bir öznesi yoktur. "Kim konuşuyor?" sorusu bu düzlemde geçerli değildir. Ne zaman ki dil bir söyleme dönüşür, o zaman bir öznenin varlığım kabul edebiliriz. Öyleyse bir kişi tarafından oluşturulan sözce, bir durumun belirtilerini , taşır. Sözceleme kuramından yola çıkarak şu tür bir saptama doğru ola caktır: Söylemi anlamak ve anlamlandırmak için dilbilgisi kuradan ye terli değildir. Kısaca, dilbilgisi bütünüyle dil dünyası içinde kalarak bir tümceyi değerlendirirken, gerçek dünyayı da tümcenin (ya da sözcenin) anlaşılması için gerekli olduğunu savunan sözceleme kuranıma göre, bir sözcenin anlaşılması sözceleme durumunun bilinmesine bağlıdır. Belli bir özne tarafından üretilen bir sözcenin anlaşılabilmesi için; belirleyi cilerini, söylenme nedenini, hangi bağlamda söylendiğini ve söyleme
V. DOĞAN GÜNAY
142
ortamım bilmek gereklidir. "Doğal dilin işleyişim anlamak için, sözdizimsel çözümleme gerekli bir koşuldur, fakat yeterli bir koşul değildir. Bir sözcenin gerçek anlamım kavramak için, sözceleme koşullan ve betiksel bağlamın dışında, sözceye gerçek değerim veren çevreyi de dik kate almak gerekir." (Z. Kıran 1981:38). Diğer yandan, sözcenin anlaşıl ması, uzunluğuna ya da kısalığına da bağlı değildir. Aksine, en kısa söz ce bile bir bağlam içinde anlamlı olacaktır. "Hayır" sözcüğünü Sayın Özal, eski politikacıların geri dönüşüne hayır anlamında kullanırken, Sayın Demirel yasaklı Tiirkiye!y e hayır anlamında kullanmış olabilir. O halde söylemin bağlamı ve söylemin içeriği ile ilgili göndergesinin an lamlandırılması sözceleme durumunun bilinmesiyle olacaktır. 5* 1.1. Siyasal Söylemin Sözceleme Durumu Emile Benveniste'in ve diğer dilbilimcilerin sözünü ettiği sözce leme kuramına göre, konuşan özne, ürettiği metnin sorumluluğunu alır ve kendisinden çeşitli özellikleri metnine katar (Benveniste 1983:82). Bu kural lıer türlü dilsel anlaünı (sözce, söylem, anlatı) için geçerlidir. El bette söylem ya da anlatı türleri için de benzer durumlar geçerli olacak tır. Bir tiyatro, öykü ya da gazete haber metni için de burada söylenenler geçerlidir. Yine incelediğimiz siyasal söylem de bir sözcedir ve bu söy lemde bildirinin sorumluluğunu üstlenen Özne ile ilgili ipuçlarını göre biliriz. Sözcelemede, dilin bireysel kullanımı söz konusudur: "Bir konu şucu ve dinleyiciyi, uzam ve zaman göndergesellerini, dilbilimsel ve anlambilimsel öğeleri içeren bir dil edinimidir" (A.Kıran 1981:105). Bir sözce üretimi aşamasında, sözceleyen, üretilmiş dil edinimini kendine mal eder, yani söyleme dönüştürür ve sözcenin sorumluluğunu üstüne alır. Çünkü, "sözceleme, dilin bireysel kullanımıyla söylem haline dö nüşmesini varsayar" (Benveniste 1983:80,81). Kısacası sözceleme, bir üretim sürecidir, dili söyleme dönüştüren etkinliktir ve bir sözcenin önvarsayımıdır. Bildirideki göstericiler sözceleme çevresinde anlam kaza nır. Sözce durumunda bitmiş olan bu soyut aşamayı kavramak biraz zordur ama varlığım kabul etmemiz gerekir. Bu, metnin üretilme aşama sıdır ve metni üretenin ya da oluşturanın özelliklerini bu aşamada gör mek olanaklıdır. Sözceleme öznesinin oluşturduğu sözcede her zaman kendisi ile ilgili çeşitli özellikler bulunur. Bu öznel durumda sözcenin sesleminden (fr. phonation) sözceleme öznesinin fizyolojik görüntüsüne (sesleme, duyma), Öznenin ruhsal güdülenmesinden fiziksel (ses dalgalan) özel liklerine, toplumsal yanından somut durumuna değin oldukça farklı et-
GÖSTERGEBİLİM YAZILARI
143
kenlerden söz edilebilir (Greimas, Courtes 1979:126). Söylemi oluşturan öznenin bakış açısı, içinde bulunduğu ruh hali, bireysel özelliği, fiziki, sosyo-kültürel yapısı, etnik özellikleri, politik görüşü gibi nesnel Özel liklerini, oluşturduğu sözcesine yansıtır (Özellikle, her türlü göstergenin çok önemli bir kimlik gösterme biçimi olduğu siyasal içerikli anlatım larda bu tür Öznel yanların ne denli ayırt edici öğeler olduğunu söyle meye gerek bile yoktur). Aynı sözcüğün, vurgulanmasından ya da farklı ortamlarda kullanılmasından doğabilecek yeni anlamları olabilir. Konu şanın ses tonundan onun sakin, Öfkeli, mutlu, heyecanlı ya da zarara uğramış olduğunu söyleyebiliriz. Sözcüğün normal kullanılışı dışında daha sert, daha yumuşak ya da farklı vurgu ile söylenmesi öznenin alı cıyla olan ilişki düzeyini ve kendi öznel yanlarım söyleminde ortaya koyar: Daha yakın olma, belli bir mesafe koyma, tamdık olduğunu be lirtme, ölçülü olma, alıcısı ile ilgili Ön yargısı... gibi amaçlarla söylen miş olabilir. Bu tür öznel tutumların tamamı, verici ile söylemi arasın daki ilişkiyi açıklar. Alıcı, oluşturulmuş bir metin, karşısında, ne metnin yazarıyla (oluşturam), ne üretilme aşamasıyla ne' de metnin üretimle ilgili taşıdığı izlerle ilgilenir. Metnin okuyucusu ya da bir toplantı yerindeki dinleyici için’bunlar aksesuar türü konu dışı şeylerdir. Çoğunlukla bunları merak bile etmez. Halbuki, söyleme biçimi söylenmiş metin kadar anlamlıdır. Bir metinin üretilme aşaması, buradaki anlatımımızla sözceleme, üre tilmiş metilde, yani sözceyle, çok yakın ilişki içindedir. Çünkü, sözce, sözceleme ediminin bir sonucudur ya da sözceleme, sözcenin bir önvarsayımıdır. Burada, somut ve dinamik dilsel üretim süreci olan sözcelemeyi, Saussure'ün söz ya da Chomsky'nin edinil kavramından ayır mak gerekiyor. Sözceleme, belli bir bağlam ve durum içinde sözce üretme edimidir. Halbuki söz ya da edim, dilin birey tarafından somut kullanılmasıdır, dilin gerçekleşmesidir (Bkz. Z. Kıran 1983:17). Sözce leme kuramıyla, belli bir zamanda, belli bir yerde ve belli koşullarda gerçekleşen bireyin söylemimi! incelenmesi amaçlanır. Bir sözü üreten kişi, o metni kendine mal eder, yani söyleme dö nüştürür. Bu kendine mal etme, sözceleme aşamasında kullandığı kişi adılları, uzam, yer belirticileri, görünüşler (fr. aspect), tanıtlayıcılar (fr. demonstratifs), belirleyenler (fr. determinants), özneler arası bağıntıları ve öznenin ürettiği sözce karşısmdaki davranışım gösteren çeşitli kiplikler (fr. modalites) gibi öğeler yardımıyla olur (Arrive, Gadet, Galmiche 1989:255). Sözün belli bir yerde belli bir zamanda ve belli ko şullarda gerçekleşmesi, yani sözceleme aşaması, alıcının bu bildiriyi çö zümlemesi için önemlidir. Dilin söyleme dönüştürülmesi, aslında özne
144____________________________________ ;_________ V. DOĞAN GÜNAY nin sözcesinde kendisi göstermesiyle başlar. Bu öğeler ancak sözceleme durumunda anlam kazanır. Yani size sesleniyorum, burada şunu açık seçik söylemeliyim ki, ■ şimdi beni İyi dinleyin diyen vericinin (sözceleme öznesinin) bildirisi "BEN, BURADA, ŞİMDİ" belirleyicileriyle anlamlıdır. Söylemin durumuna göre, verici kendi nesnel özelliklerini kullanmıştır. Aksı durumda, belirleyiciler bir başkası için anlamlı olamayacaktır. Her türlü uzam ve zaman belirleyi cileri, söylemi oluşturanın durumuna göre düzenlenmiştir. İşte bu an lamlandırma aşamasında, sözceleme kuramının tanımladığı belirleyici lerin, bir başka deyişle, bildirinin göndergesinin (fr. referent) (söylemin konusu) ve bağlamının (fr. contexte) bilinmesi gereklidir. Söylemin hangi konudan söz ettiğinin ötesinde, söylemdeki adılların, yer ve za man belirleyicilerinin bilinmesi, alıcı açısından önem kazanır, örneğin, yer belirteci olan "burada kavramı, sözceleme öznesi tarafından göste rilen ve konuşucunun yakınındaki bir yere gönderme yapan bir dilsel bi rimdir" (Z. Kıran 1981:37). Bir başka deyişle, oluşturulan söylemin anla şılması, kullanılan adılların, yer ve zaman belirteçlerinin anlamlandmlmasıyla olacaktır. Oluşturulan sözcelemenin yeri, sözcede belirtilen yer olmayabilir. Her sözcede farklı bir yere gönderme yapılabilir. Diğer ta raftan, sözceleme öznesinin nesnelliğim gösterdiği söylem, hep zamansal olarak "şimdiki zaman"da gerçekleşir. Bu da sözceleme anıdır. Bu, çok kısa olabileceği gibi günleri, hatta aylan, yıllan kapsayabilir. Dö nemin siyasi parti lideri Bülent Ecevit'in 12 Eylül öncesi yapacağı (ki yapamamıştır) Trabzon mitingindeki konuşması için partililer ve danış manlarıyla birlikte 15 gün hazırlandığım duymuştuk. Bu 15 günlük süre, sözceleme süresini belirtir. Halbuki bu sözcenin aktanlma aşaması bir ya da iki saati geçmeyecektir. 5.1. 2. Sözce ya da "Bir Ben Var Benden İçeri" Sözceleme iki aşamadan oluşur, önce sözceleme edimim gerçek leştirme aşaması vardır. İkincisi ise, bu sözceyi söylem edimi haline ge tirme aşamasıdır. Siyasal söylemde, birinci aşama parti örgütünce ger çekleştirilir. îkinci aşama ise parti adma konuşanlarca yerine getirilir. Bireyin, sözceleri belli bir bağlam ve durum içinde gerçekleştirmesi ola rak tanımlanan sözce ediminde, metnin öğelerinin açığa çıkarılması amaçlamr. Bir .sözcenin en az iki öznesinden bahsetmemiz gerekiyor: Öncelikle yukarıda açıkladığımız sözceleme öznesi her tür bildiride
GÖSTERGEBİLİM YAZILARI
145
(metin, slogan, el İlanı, tanıtıra,..) vardır. Edim olarak sözcelemeyi ger çekleştiren bu özne, sözcenin üretenidir. Başka bir deyişle, sözcenin içinde bulunmayan ama sözcenin üretilmesinden sorumlu bir öznedir. Diğer yandan sözcenin de, bildirideki gerçekleştirme edimini yapan, söyleme dönüştüren bir öznesi vardır: Sözce öznesi. Bu bize tiyatrodaki iletişimi anımsatıyor: Metin yazan metnin içinde bulunmaz. Görüşünü oyunda yarattığı kişiler yardımı ile alıcısına aktarır. Yani metnin yazannm çeşitli görüşleri bir oyuncu kitlesince belirtilir. Burada bir çoksesli likten (fr. polypiıonie) söz edilebilir. Ama bu gruptakiler, tek bir kişinin (sözceleme öznesinin) görüşünü aktarmakla yükümlüdür. Siyasal ileti şimde de aynı tür ilişkiden söz edebiliriz. S ö z c e l e m e edimi S ö z c e i e m e sözceleme öznesi BENİ siyasal parti Örgütü
Sözce edinil sözce öznesi meydanda konuşan politikacı BEN 2
sözcenin dinleyicisi aktarılan sözce meydanda fs ö v 1 e m) bulunan fsecmen+diger dinleyici') SEN 2
Sözcelemenin alıcısı SENİ seçmen (en genel anlamda)
Her siyasal partinin, kendi İdeolojisi doğrultusunda ürettiği bir söylem bütünü vardır. Bunu söz konusu partice oluşturulmuş bir iistdil olarak kabul edebiliriz. Bu üstdiî, Chomsky'nin anlatımıyla edinç'dır. Yani kuralları ve içeriği belirlemniş bir dildir. Parti adına konuşan her verici, bu edinci, edim haline getirir. Konuşucu, var olan üstdilden yola çıkarak kendi söylemini oluşturur. Bu da, içerik olarak var olan parti gö rüşünün söyleme dönüştürülmesidir. Öyleyse siyasal söylemde, sözce leme öznesi sözcenin içeriğinden sorumludur. Bu içerik parti örgütünün sözceleme edimi sonunda oluşturduğu en genel bağlamda partinin her konuda görüşünü belirten sözcedir. Burada siyasal iletişimdeki ayrıca lıklı durumu görebiliriz: Siyasal söylemin yapısı diğer söylemlerden farklıdır. Zira sözceleme öznesi, sözceyi içerik olarak oluşturur. Yani sözce öznesinin oluşturulmuş hazır bir sözcesi yoktur. Örneğin, tiyatro salmesmdc konuşan öznenin elinde, içeriksel ve sözdizimsel olarak ha zır bir sözce vardır. Ama siyasal vericinin elinde sözdizimsel olarak ha zırlanmış bir sözcesi yoktur. (Ya da konuşmadan önce kendisinin ha zırladığı bir metin vardır. Ama bunu parti örgütü, yani sözceleme Öznesi hazırlamamıştır). Burada içerik bakımından, aktarılan söylemden (fr. discours rapporte) söz edebiliriz. Eric Lando\vskİ, bu bağlamdaki sözce
146
V. DOĞAN GÜNAY
Öznesini parti sözcüsü (fr. porte-parole) olarak tamınlar (Larıdowski, 1980:15). Parti sözcüsü, metni üretenle, metnin alıcısı arasında iletişim sağlayan aracıdır. Bu tür aktarılacak sözcelerin oluşturulmasında parti nin içeriksel olarak oluşturulmuş sözcesi dikkate alınır. Partinin ülke so runlarının çözümü konusunda bir bütün olarak ele alınabilecek bir gö rüşü vardır. Ama o partiden bir kişi, bu oluşturulmuş söylemin tamamını ya da bir kısmım alarak sözce öznesi olacaktır. Bu özne de oluşturulmuş söylemin aktarılmasından sorumlu bir öznedir. Meydanda konuşanın görevi, parti düşüncesini, eylemini alıcıya aktarmak ve sözceyi söylem haline getirmektir. Sözceleme ve söylem aşamasından sonra alıcıya ulaşan sözcede de iki tür Öznenin varlığından söz edebiliriz: Eyleyen İTr. actant) ve Oyun cu (eden)20 (fr. acteur). Bilindiği gibi, eyleyen anlatısal sözdizimdeki (fr. syntake narratif) bir işlevin adıdır. Oyuncu İse bu işlevi yerine geti ren ve söyleminde kendisini gösteren kişidir. Söylem, anlatıdan farklı olduğu için, bu iki işlev de önceden sözünü ettiğimiz sözceleme ve söz ce özneleri tarafından gerçekleştirilir. Siyasal partilerin de toplumda ye rine getirdikleri bir işlev vardır. O halde, siyasal parti eyleyen konu mundadır. Toplumdaki bu durumu işlevsel olarak gerçekleştirecek bir varlıktır. Ama bu işlevi gerçek ardamda yapan bir oyuncu vardır. Yani eyleyen parti ise, oyuncu, partinin yetkilisidir, meydanda partinin görü şünü alıcısına gerçek anlamda aktaran kişidir. Oyuncuların sürekli de ğişmesine karşın, eyleyenler si$rasal yaşama bağlı olarak hep vardır. Greimas'm eyleyenler şemasında, eyleyenlerin işlevleri değişmez. Ama bu işlevi yerine getiren kişilerin, her anlatıda farklı isimleri vardır, farklı konumdadırlar ya da aynı isimdeki tek bir kişi, duruma göre farklı eyle yenlerden biri olabilir. (Örneğin parti değiştiren milletvekillerini düşü nelim. Bir gün önce A eyleyenin işlevim yerine getirirken, ertesi gün B eyleyeni için konuşacaktır. Tersi de geçerlidir. A eyleyeninin işlevini bugün B oyuncusu (partilisi) gerçekleştirirken, yarın bir başka oyuncu gerçekleştirecektir. Her akşam televizyonda, aynı partinin görüşünün farklı kişilerce açıklanması buna örnektir). Bu yaklaşımdan yola çıktığımızda şöyle bir sonuca varabiliriz: - 1. Eyleyen durumundaki partinin işlevi (bu işlevi, alıcıyı İkna et ine yoluyla devlet yönetme arzusu olarak tanımlayabiliriz) İlk düzlemde 10 Fransızca acteur sözcüğünü oyuncu olarak aldık. Belki kişi de denebilir. Ama siyasa!
söylem de bir tiyatro oyununa benzer: Önceden hazırlanmış roller, sahneler, biçimsel ve sözdizimsel olmasa da, İçerik olarak hazır söylemler. Meydanda konuşanla.sahnede "rol yapan" oyuncunun İşlevleri birbirine benzer.
GÖSTERGEBİLİM YAZILARI
147
birçok partililerce (oyuncular) yerine getirilmeye çalışılır^Burada, dev leti yönetme arzusu, eyleyen; bu işe talip olan parti ise, ‘oyuncu duru mundadır. Ama bu durumdaki bir eyletim (fr. manipulation) sürecinde, yazınsal göstergebilimin tersine, sonuçta oyunculardan (siyasal partiler den) bir tanesi, oyuncu görevini üslenecektik. Kısacası, birçok oyuncu-. dan bir tanesi bu İşlevi (eyleyeni) yerini'getirme olanağmrbulaeaktır. 2. İkinci dummda, e)4eyen ve oyuncu değişmiştir. Birinci du rumda oyuncu olan parti, bu sefer eyleyen görevini üslenmiştir. Q par tiye hizmet edenlerin tümü oyuncu durumundadır ve tek bir işlevin ye rine getirilmesi için uğraşırlar. Burada birinci durumun tersi söz konu sudur. Yani, oyuncuların hepsi bir eyleyen işlevini yerine getirmekle yükümlüdür. Birinci durumda, eyleyeni oyunculardan bir tanesi gerçek leştirirken, İkincisinde tüm oyuncular bir eyleyeni gerçekleştirmek için çalışırlar. Her iki durumu sözceleme kuramıyla da açıklamak olasıdır: Ey leyen kavranunı sözceleme öznesi olarak alabiliriz; bu durumda oyuncu, sözce öznesi olacakür. Yani eylemi işlev olarak yapan ile eylemi gerçek anlamda yapanı ayırmak gerekir. Eyleyen, işlevin yapılmasından ve İçe riğinden sorumludur. Oyuncu ise, işlevi yerine getirmekten sorumludur. Yapılan bir yanlışlığın faturasının eyleyene (sözceleme öznesi, parti ör gütü) çıkarılması gerekir; yoksa bir oyuncuya (partinin görüşünü aktar makla görevli partililerden biri) çıkarılmamalıdır. Ama gerçek yaşamda bu iki özne hep birbirlerinin yerine konur. Siyasal iletişimde sözceleme öznesi tektir. Biz bunu parti- örgütü olarak adlandırdık. Ama sözce Öznesinin çokluğu kesindir. Aynı işlevi yerine getiren bir ya da birden çok oyuncu yardır. Zira bir sözce Özne sinin görevi, kendi bireysel görüşünü aktarmaktan, bireysel olmaktan öte; bir grubun görüşünü, yani bir partinin görüşünü yansıtmaktır. Sözcede geçen öznenin, metnin üreticisi olan Özne ile aynı kişi olması gerekmez. Edim olarak var olan' sözceleyen, ürettiği metinde bu lunmaz (Greimas, Courtes, l979: Ü58). , Bu iki özne çoğunlukla ayn kişilerdir. Sözceyi söyleme dönüştüren kişi metninde bulunabilir. Siya sal söylemde konuşan, metni içerik olarak oluşturan değildir demek ye rinde olur. Bartlıesin yazm metinleri için söylediğinden yola çıkarak şunu diyebiliriz: Meydanda konuşan, bildiriyi (içerik olarak) hazırlayan değildir (Barthes 1977: 40). Meydanda konuşan BEN, sözcenin sonımluluğunu üstlenir.-Bu BEN, sözceleme öznesi olan "BEN"den farklıdır. Bildirinin üreticisi değil aktarıcısı durumunda bulunabilir.
148
V. DOĞAN GÜNAY
5. Z iletişim Açısından Sözceleme Edimi Sözce öznesi, bir bildiri üretme kaygısı içinde bir takım gösterge ler üretmesi nedeniyle alıcıyla iletişim kurar. "Sözceleme kuramı, dili bir eylem olarak kavramaya çalışır, kullanımı göz önünde bulundurur, sözceyi salt göndergesel işlevi dışında, konuşucunun eylemiyle özdeş leşmesi ve dinleyicide bir etki yaratması açısından ele alır" (Vardar 1982: 37). Burada iletişimin gerçekleşmesi için verici ve alıcının ortak çabalarından söz edebiliriz. Yani bilgi üreten verici kadar bu bilgiyi çö zümleyecek alıcı da belirli bir eylem içindedir. Zira tek başına vericinin çabaları iletişim için yeterli değildir. Bu iletişimde amaç, günlük dildekinden farklıdır. Siyasal söylem önceden oluşturulmuş ve amaçlanmış bir söylem türüdür. Bir edimi gerçekleştirmeye yöneliktir. Bu tür ileti şimde, alıcıya bilgi vermek değil, bir görüşü kabul ettirmek amaçlan mıştır. Gerçekte siyasal söylem bağlamında, hiçbir konuşucu dinleyici sini doğra olarak bilgilendirmeyi amaçlamaz. Doğra bilgiler kendi parti görüşüne göre seçilip ayıklanır. Gerektiğinde, doğru bilgi bile çarpıülmış olarak alıcıya aktarılır. Burada iletişim açısından da ilginç bir du rum vardır: Aynı alıcı grubuna birden çok verici seslenmektedir. Deği şik vericiler (siyasal partiler) ortak alıcıda kendi istedikleri doğrultu sunda durum değişikliği (yani kendi partilerine oy verme) istemektedir ler. Vericinin amacı, hangi biçimde olursa olsun, alıcıyı etkilemektir. Seçimde alıcı açısından tercih yapma yine vericinin özelliklerine göre olmaktadır: Alıcıma vericiye (parti ve partili) olan güveni, geçmiş de neyimleri, içinde yaşadığı çevre koşullan, vericinin bildiriyi aktarma daki başarısı gibi etkenlerin alıcı üzerinde olumlu/olumsuz etkileri ola cağını söylenebilir. Siyasal söylemi halkın önünde söyleyenin (sözce öznesi) görevi, doğru bir iletişim kurmakla başlar. Sözce öznesi, öncelikle alıcısıyla iyi bîr iletişim kurmak zorundadır. Bu da konuşan kişinin kendi kişiliği ile ilgili özelliklerini yansıtmayabilir. Hatta sözceleme öznesinin oluştur duğu söyleme, sözce öznesi katılmayabilir, zira kendisi üretilen söylem den sorumlu değildir. Halkın karşısına yüzüne taktığı maske ile çık mıştır. Gerçek kimliği yoktur orada. Bir başkasımn verdiği görevi ye rine getirmekle yükümlüdür. Bu durumda, sözce öznesinin bu tür bir söylemi değiştirme olanağı yoktur. Değiştirdiği söylem, parti görüşü olmaktan çıkacaktır. Gerçekte meydanda konuşan sözce öznesi, yal nızca söylemin alıcıya aktarılmasından sorumludur. Ama dinleyici, söy-
GÖSTERGEBİLİM YAZILARI
149
îemin konuşana ait olduğunu düşünecek ve konuşmaları ile ilgili olarak konuşan hakkında çeşitli yargılara varacaktır. Alıcı açısından, metni söyleyen, onu üretendir. Ona göre, söylemi aktaran söylemin üretilme sinden ve içeriğinden sorumludur. Yani alıcı, metni aktaran sözce öz nesi ile metni üreten sözceleme öznesini birbirine karıştırmıştır. O kişi ile ilgili yaklaşımım öncelikle konuşma türü ile ilgili olarak kestirmeye çalışacaktır. Konuşmanın içeriğine göre alıcı, konuşan kişi hakkında be lirli yargılara varabilecektir: Ekonomik konularla ilgili çeşitli sayısal ve rileri sıralarsa alıcı, konuşanın ekonomik konulardan anladığım; yö netim ile ilgili bilgi verirse, devlet yönetiminden anladığım; halkın so runlarım dile getirip halk ağzıyla konuşursa, halktan biri olduğunu; ko nuşmasında sık sık dini sözcüklere yer verirse dini inançlarının tam ol duğunu; eşiyle birlikte çıkıp laiklikten söz ederse çağdaş yaşam taraftan olduğunu (Bkz, Yücel 1987: 12) varsayacaktır. Oysa, meydanda bu bildi riyi alıcısına aktaran konuşmacı, sözce öznesidir. Gerçekte bütün bu dü şünceler, parti örgütünün görüşlerini yansıtırlar ya da yansıtmalıdırlar. Yine, alıcının beklentileri de, oluşturulan söylemde önemli bir et kendir. Yani tütün ekimiyle ilgisi olmayan bir halka, tütün taban fiyatlanm açıklamak ne kadar anlamsızsa, dönemin Başbakanı Tansu Çiller'ın, halka bir şeyler sözvermek için, daha önce büyük şehir olmuş bir İlde Samsun'u büyük şehir yapacağım türünden bir açıklamada bulunması da anlamsız olacaktır. Bu tür söylemler, alıcının beklentisi dışında kalır. Burada sözce öznesinin kendi sınırlarım aşarak yeni söylemler peşinde olduğunu söyleyebiliriz. Bu da sözce öznesinin kendi görevini karıştır masından, parti (ya da devlet) sözcülüğü işlevinden ayrılmasından ve yetkisini bilmemesinden kaynaklanmaktadır. S. 2. 1. BEN-zersiz "&E/V"lerin /İA/V’Iiği Bir yazılı metni okumaya, sözlü konuşmayı dinlemeye başladığı mız anda bu metnin ya da konuşmanın içinde bir BEN'in varlığım kabul etmemiz gerekir. Söz konusu BEN, sözceyi üretene ait bir BEN'dir. Bu nunla birlikte, ikinci bir BEN'den söz edilebilir. Bu, dili söyleme dö nüştüren, Benveniste'in deyişiyle, konuşan bireyin kendisinin Özne ola rak ortaya çıkmasıyla oluşan öznellik (fr. subjectivite) (Benveniste 1982:259) durumundan sorumlu bir kişidir. Bir siyasal söylemde BEN kavramı biraz daha karmaşıktır. BEN ile belirtilmek istenen söyleyen kişi mi yoksa parti genelince benimsenmiş genel bir düşüncenin (soyut bir varlığın) belirtisi mİ? Kim konuşuyor? Kendi düşüncelerini mı akta rıyor yoksa başkaları adına mı konuşuyor? Bu sorulara verilecek cevap bir kişi olabileceği gibi bir topluluk da olabilecektir. Özellikle siyasal
150
V. DOĞAN GÜNAY
parti bağlamında bunu kollektif bir grup olarak algılamak daha doğru olur. Zira pahi kavramı çoğunluğu belirtir. Burada, bir siyasal söylemde bulunabilecek beş ayrı BEN'i kısaca tanımlamaya çalışalım. BEN t: birincisi metnin üretiminden sorumlu, onu oluşturmakla görevli biri varlık. Buna kişi diyemiyoruz, zira kişilerden oluşmuş bir toplumsal kimlik söz konusudur. Biz soyut bir varlık olarak kabul ede bileceğimiz parti örgütünü sözceleme öznesi olarak alıyor ve BEN 1 olarak tanımlıyoruz. Söylemin üreticisi olan parti örgütünün görevi, günlük konulan, ülke sorunlarım alıcıya/seçmene ilginç ve ikna edici bir biçimde sun maktır. Bu işlevi yerine getirirken, hem parti görüşüne ters düşmemek, hem de alıcı üzerinde olumlu etki bırakmak gerekir. Kısacası, siyasal söylemi üretenin işlevi önemlidir ve zahmetli bir çalışma gerektirir. Hedef kitlenin beklentileri, parti görüşünün bu beklentilere göre oluştu rulması lıep bu aşamada gündeme gelir. BEN 2: İkinci BBN'den halkın karşısında konuşan özneyi anlıyo ruz. Buradaki BEN, gerek toplumdaki baskı gruplarınca, gerek diğer siyasal partilerce, BEN 1 yerine en çok eleştirilen, kendisine ah ol mayan söylemlerin içeriğinden sorumlu tutulan kişidir. BEN 1-tarafın dan oluşturulmuş sözce, bir başka BEN tarafından alıcısına aktarılır. Jean-Claude Coquet‘nin özne sınıflandırmasına göre, BEN 2, türedışı (fr. lıeteronome) bir öznedir (Coquet 1984: 11). Yani bir başkasının, gönderenin, işlevini yerine getirmekle yükümlüdür Çünkü halkın karşı sında konuşan, kendi düşündüklerini değil, kendisinden üstün bir özne nin istekleri doğrultusunda, yani parti örgütünce oluşturulmuş düşünce lere uygun olarak konuşmak zorundadır. Eğer bir siyasal konuşmayı yapan kişi kendini ön plana çıkararak hep "ben" derse, bu tür, bîr yaklaşımın siyasal yaşam bakımından sağlıklı olmadığım düşürtüyoruz, öyle ya, halk bir kişiyi dinlemeye gi diyorsa, A kişisinin.d'eğil, A partisinin görüşlerini dinlemek için meyda na gidiyor. Bazen" bir siyasal söylemi aktaran kişi, sözce Öznesi olarak konuşurken, isteyerek ya da istemeyerek parti görüşünün dışına çıkabi lir. Oluşturulmuş sözce daîıa sonra parti örgütünü güç durama sokabilçe'ekse, partinin yetkili kurulları, o kişinin konuşmalarının partîlerhıfbağlanıadığım söyler. Böylece, söz konusu vericinin, aynı anda söz. celeme ve sözce öznesi olma isteği reddedilmiş olur. Bu tür yanlışlıkla ra! yapılmaması için elbette parti örgütünün bir görüşü olmalıdır. Örne ğin ülkemizdeki bir partinin siyasal yapısını belirtmek İçin Milliyet ga zetesinin kullandığı başlık ilginçti: «Sanki İki SHP. Çillerin Adetâ İki Ortağı Var: "Karayalçmin SHP’si" ve "Profesörlerin S H P ' s i D Y P
GÖSTERGEBİLİM YAZILARI
151
ve SHP'li bakanların, üzerinde anlaştıkları düzenlemelere Aydın Güven Gürkan, Mümtaz Soysal, Nami Çağarim başını çektiği SHP milletve killeri karşı çıktı» (Milliyet, 23 Nisan 1994, s.l). Burada, parti görüşü nün (sözceleme öznesinin) ne olduğu konusunda bir belirsizlik söz ko nusudur. Bir başka deyişle sözceleme öznesinin görüşünde kesinlik yok tur. Halkın karşısında konuşan kişi, sözceleme Öznesi olan partinin gö rüşüne bağlı kalarak farklı türde birşey söylemişse burada içerik bakı mından yeni birşey yoktur. Bu içerik bir durum bağlamı içindedir ve birşey hakkındadır. Örneğin, sözceleme öznesinin, yani parti örgütünün görüşü "yerel yönetimlerin güçlendirilmesi’1bağlammdadır. Bu görüşü söyleyen parti örgütü, yani sözceleme öznesi "BEN"dir. Aynı içerik, bir partilinin sözce öznesi olarak söyleminde, "Benim vatandaşım evin ta pusunu almak için Ankara'ya gelmesin." şeklinde aktarılacaktır. Konu şan kişinin sözcesi yenidir, ama içerik olarak yeni değildir. Aynı kişi meydanda halka ileteceği bildirisini'var''olan'"partinin görüşleri doğrultu sunda oluşturarak, halkın karşısında söyler. Ama parti örgütü, görüşünü kendisi anlatmaz, parti adına konuşacak özneler grubuna açıklatır. Ay- nca aynı parti görüşü, farklı konuşmacılar tarafmdan da halka sunulabi lir. Her anlatım biçimi yeni olsa da içerik olarak aynıdır diyebiliriz! Kı sacası, siyasal söylemin sahibi olan parti örgütü BEN ile bu .görüşü alı cıya aktarmaya çalışan BENler (BEN 2) vardır. Ama BEN 2'ler, BEN 1 için ve BEN 1 içindedir. Ö Sözce öznesinin, söylemini daha güçlü ve-etkili kılma isteğinden dolayı, aktardığı söylemde sözceleme ve sözce olma isteği hep yardır. Siyasal yapılanmada parti başkam, partisi ile kendim özdeşleştirdiğin den, sıklıkla BEN adılım kullanır. Bu tür kullanımların yanlış olduğunu söylemeye gerek bile yoktur. "Sözcelerin bir siyasal parti programına oturtulmuş ilkelerin açıklanmasını, taıuülmasını amaçlaması gerekirken, Öznenin birinci tekil kullanımıyla, özne ile parti ve parti yönetimi öz-deşleştiriknektedir. özne, partisi ve partilileri adına yükümlülüklere girme yetkisini kendisine verebilmektedir. Bu dilsel davranış,-Türk siy asal yaşamı ve siyasal partilerin liderleriyle ilişkileri yeTiderlerin ne denli etkili olduğu gibi konularda ilginç ipuçları vermektedir" (Kaş 1992:37). Parti başkanlan, sıklıkla "ben" adılım kullanarak, parti örgütü nün (yani metnin içeriğinden sorumlu sözceleme öznesinin) yetkisini e~ İmden almış olurlar ve kendileri ile partisini ve parti görüşünü özdeş leştirme yolundadır. Tansu Çillerim, Kıbrıs konusunda görüşünü belir tirken, ""Ben kimseye söz vermedim. Taviz de. Bunu çıkaranlar yanlış, yanlı ve kasıtlı davranmaktadır" (Milliyet 25 Nisan 1994, s.î) der. Bura
152
V. DOĞAN GÜNAY
da, hangi özne olarak konuşmuştur? Bu tür bir söylemin incelenmesi ile, siyasal parti başkanlanmn ne ölçüde örgütleri adına konuştukları sapta nabilecektir. Bu konuda Ali Kaş'ın ilginç bir saptaması var: "Sayın Ozal ve Saym İnönü, söylemlerinde, parti ve partilileri adına konuştukların dan daha çok kendi adlarına konuşmakta, kendi kişiliklerini öne çıkar makta, olumlu ya da olumsuz olguları, kararlan, sözleri kendilerine mal etmektedirler. (...) Oysa Sayın Demireltin söyleminde durum tam zıttır. Kısaca, söylemlerinde Sayın Demirel'in hemen hemen sürekli parti ve partilileri adına konuştuğunu söyleyebiliriz" (Kaş 1992:37). Parti örgütü adına konuşulmadığı zaman, parti görüşü, başkanın sözleriyle sınırlı ka lacak ve parti başkanınm her söylediği parti örgütünün görüşü olarak değerlendirilecektir. BEN 3: Üçüncü BEN'den halkın karşısında konuşan öznenin par tili kimliği dışındaki gerçek kimliğini açıklayan bir öznenin varlığını anlıyoruz. Bu özne, BEN 1 adına konuşmuyorsa, elinde sınırsız yetkiler vardır. Coquet yetkileri sınırsız olan bu BEN türünü, özerk (fr. autonome) özne olarak niteler (Coquet 1984:11). Bu BEN her türlü kipliğe sahiptir: Yani bir işi yapmak istemek, yapabilmek, yapmayı bilmek gibi gücü kendinde görür. Ama BEN 1 adına konuşacaksa, BEN 3 özne ola rak konuşması doğru değildir. BEN 3, BEN Tin görüşüne inanmayabi lir. Zaman zaman bir partiliye görüşü sorulduğunda, “Ben kendi görü şümü söyleyeyim” diyerek konuşmaya başlar. İşte burada iki BEN'i (yani BEN 2 ile BEN 3’ü) karıştırmamak için üreteceği sözceleme edi minin sorumluluğunu üstlenmiş oluyor: "Benim görüşümü sorarsanız, belediyelerin yetkileri iyice kısıtlanmak. Her şey merkezî hükümetin eİmde olmalı. Ama bit benim kişisel görüşüm. Partimizi bağlamadığım söylemeliyim Toplumsal olan BEN 1 adına konuşma yetkisi bulunan kişiler, zaman zaman, kendi özel kişiliği olan BEN 3 ile toplumsal olan BEN l'i birbirine karıştırırlar. XIV. Louıs, "Devlet benim" (L’Etat, c’est moi.) derken, BEN 3, BEN Tin işlevini kendi üzerine alarak konuşmuştur. İki kimliğin birbirine karıştırıldığı bir BEN adılının kullanımı söz konusu dur. Tabii bu tür bir öznenin sağlıklı olduğunu ve doğru düşünebildiğini söylemek zordur. Bu durum siyasal yapılanmanın sağlıklı olmadığım gösterir. J.-L. Austin’e göre, "Bir sözcenin edimsel değeri kimi toplum sal uzlaşmalar uyarınca düzenlenir. Kişileri şu ya da bu biçimde konuş maya götüren Özel koşullar ve kurallar gereklidir" (Austin 1991:40). XIV. Louis'nin bulunduğu sosyal konum önemlidir. O, devletin bütün yetkilerini kendinde varsayarak bu tür bir söylemi kullanmış olabilir. Halbuki sözceleme öznesi olan devlettin: (BEN 1); sözce öznesi olan
GÖSTERGEBİLİM YAZILARI
153
XIV. Louis'den (Devletin sözcesini aktarmakla görevli olduğa zaman BEN 2), ve resmi kimliğinden ayrı, sıradan kişi XIV. Louis'den (BEN 3) çok daha büyük yetki ve sorumlulukları vardır. XIV. Louis'nin yakla şımı, ülkemizde, gerek iktidara gelen, gerekse muhalefette bulunan parti başkanlannın sözcelerinde görülür. Aslında bu tür bir kullanımda iki ay rı sözcelerae öznesi (BEN 1 ve BEN 3) tek bir kişi üzerinde toplan mışta. Ben kefilim, Anayasayı deldirtmem, sizi ben de kurtaramam tü ründen anlatımlar hangi özne tarafından söylenmiştir? Siz ÎLKSAN ola yının hesabım benden sorun diyen bir parti başkam hangi tür BEN’i kullanmışta? Eğer BEN 1 adına BEN 2 sözce öznesi (yani bulunduğu konumun görüşlerini aktarmakla görevli bir Özne ise) olarak kullan mışsa, burada BEN 1 suçlu duruma düşmüştür. Yanı, bu durumda parti örgütü ya da başbakanlık adına kullanmışsa, başbakanlık suçlu duruma düşmüştür. İkinci durumda özne eğer BEN 3 adına konuşuyorsa, yani bulunduğu sosyal durumun dışındaki kimliği ile konuşuyorsa, suçlu kendisidir. Böyle suçlu bir kişinin toplumsal bir örgütün sorumlusu ola rak konuşması güçlük çıkarabilir. BEN 4: Dördüncü BEN gerçekte BEN 2 tarafından dile getirilen BİZ bağlamında oluşturulmuş bir öznedir. Meydanda konuşan özne, ben yerine biz demeyi tercih eder. Aslında buradaki biz, BEN I ile BEN 2'den oluşmuştur. Bu tür anlatımda kullanılan BİZ adılında, konuşan kendisinin de dahil olduğu bütün partililer adına konuştuğu varsayımın dan yola çıkmıştır. Örneğin Sayın Murat Karayalçırim Memokratikleşme paketi için hükümetteyiz” (Milliyet, 27 Nisan 1994, s. 11) tü ründeki söylemi, BEN 1 ile BEN 2 olabilecek tüm partililer adına belir tilmiştir. Şunu da söyleyelim: BEN 1 tek bir özne oîmasma karşın, BEN 2 çok geniştir. Tüm partilileri kapsar. Aynı içerik farklı konuşmacılar ta rafından farklı biçimlerde aktanlabilmektedir. Zaten meydanda konuşan özne kendi adına konuşmadığım söylemlerinde vurgular: “Biz sizden belediyelerinizi daha güçlü ve daha zengin yapmak için yetki istiyoruz ” türünden bir söylemle konuşan kişi kendi görüşlerini değil partisinin gö rüşlerini aktarmakla yükümlüdür. Bu tür kullanmadan yola çıkılarak parti örgütünün yapısı ortaya konabilir. Son dönem Türk siyasal yaşamında, liderlerde gençleşme modası adına örgütlü davranıştan uzak siyasal konuşmalar gözlenmek tedir. Örneğin, 20 Ekim 1991 genel seçimlerindeki parti tanıtımlarında, DYP ve RP örgütü ön plana çıkarılırken; ANAP ve SHP, lideriyle oy kazanma yolunu seçmiştir: Örneğin "Kararlı kararsız herkes DYP'ye! DYP tek başına iktidar” (Aktüel, sayı: 14, 10-16 Ekim 1991), "Sizi Anlıyoruz. Gelin hep birlikte insanca yaşamak için "Adil bir düzen" ku
154
V. DOĞAN GÜNAY
ralım. Refah Partisi. Yeni bir dünya" (Hürriyet, 19 Ekim 1991); "Mesut Yılmaz: Çünkü yapacak daha çok İş var" (Aktüel, sayı: 15, 17-23 Ekim 1991), "Farklı olan o (= Erdal İnönü)" (Milliyet,. 13 Ekim 1991). "Ben kefilim. Erdal İnönü" (Milliyet, 18 Ekim 1991). BEN 5: Son olarak, bir başka BİZ kullanımından söz edebiliriz. Bazı kullanımlarda da konuşan özne alıcısını da konuşmasma katarak "biz" adılım kullanabilmektedir. (Kaş 1992:38). Burada, sözceleme öz nesi, sözce öznesi ve ahcmm (alıcıya sorulmadan) ortak edildiği bir kul lanımdır. Kendi görüşlerini alıcısının görüşüymüş gibi davranarak, alı cısını da kendi savlarım benimsetir. Yani "ben" + "sen" + SEN bağla nımda kullanılan bir BİZ'in kullanımı söz konusudur. Bu da parti adına konuşamn alıcıyla olan ilişkisi bakımından Önemlidir. Halkla yüz yüze iletişimde daha yalın konuşarak sanki halkın adma konuşuyormuş izle nimi vermeye her parti özen gösterir. Bunları, edimsöz (fr. illocution) olarak niteleyebiliriz. Yani "Konuşucunun niyetine bağlı olarak dinleyi ci üzerinde etki yapmaya yönelik edimleri'den (Z. Kıran 1981:41) söz edebiliriz. Buradaki BİZ adılı, üstte belirttiğimizden daha geniştir. Bu, ikna etme yöntemi ile yakından ilgilidir. Kısaca bu bağlamda kullanılan BİZ adılının içine BEN 1, BEN 2 ve BEN f in muhatabı olan SEN 1 ve BEN 2’nin karşısındaki SEN 2 dahil edilmiştir. Bunu ömeklendirirsek, şöyle bir kullanım vardır: “Sevgili vatandaşlarım. Gelin hep beraber hu yanlışlıklan düzeltelim. Yerel yönetimlerden başlayarak, ülkemizi ay dınlığa çıkaralım, ” türündeki bir söylemde: a. Bir partinin görüşü olduğu için: sözceleme öznesi, yani BEN 1 vardır. Parti örgütünün bu yönde bir görüşü vardır. "Yerel yönetimler güçlendirilecektir" b. Bunu halka aktaran bir sözce öznesi, bir partili, yani BEN 2 vardır. c. BEN 2'nin karşısında, meydanda bulunan bir alıcı vardır. Bu SEN 2'dir. Bu söylemi aktaran, "gelin, düzeltelim, çıkaralım" türündeki anlatımla, dinleyiciyi parti görüşüne ortak etmeyi amaçlamıştır. d. Asıl bu bildiri tüm halka, seçmene söylenmiştir. Bu da sözce leme öznesinin muhatabı olabilecek bir SEN l'dir. Yani bu bildiri bir toplantıda söylenmiş olsa da, gerçekte alıcısı olarak ülkedeki tüm seç menler amaçlanmıştır. Bu tür bir söylemle verici, alıcıya bir şey yaptırmayı amaçlar. Kendisi, alıcıyla birlikte eylemi yapıyor görünse de, asıl işi alıcıya yap tırmayı amaçlar. Bir buyurma edimi (fr, ;acte predictif), siyasal söylemin temel özelîiklerindendir diyebiliriz (Adam 1990:187). "Gelin", "yapalım"
GÖSTERGEBÎLÎM YAZILARI
155
türündeki anlatımda, söyleyen BEN, eylemi alıcısının gerçekleştirmesini ister. "Yapalım” türündeki anlatım biçiminde BİZ öznesi olmasına kar şın, bunu bir buyurma edimi olarak, yani "yapınız” bağlanımda algıla mak doğru olacaktır. Ama siyasal parti örgütü, buyurma kipinin alıcı üzerinde olumlu bir etki yapmayacağını bildiğinden, istediğini çok yu muşak bir biçimde aktarmaya çalışır. BENZERSİZ "BEN'İERİN BEN’LlĞl: Yere! yönetimin güçlendirilmesi ile iigiii bir durumu farklı türdeki BEN’ler n a sıl kullanabilir. Bunu k ısa c a ş u şekilde örnekiendirebiliriz: BEN 1 '.Parti örgütü: "Yerel yönetim ler güçlendirilecektir". BEN 2: Partinin görüşünü alıcıya aktaran ve parti adına konuşan verici: "Benim vatan d aşım evinin tap u su n u alm ak için Ankara’ya gelm esin, işi bu lunduğu yerde bitirmeli". BEN 1‘deki görüşü kendine göre yorum layarak alı c ısın a aktarır. BEN 3 BEN 2‘deki kişinin partili kimliği dışındaki gerçek kimliğini yansıtmak İçin kullandığı özne: "Benim görüşüm ü sorarsanız, belediyelerin yetkileri iyice kısıtlanm ak. Her şe y m erkezi hüküm etin elinde olmalı. Ama bu benim kişisel görüşüm . Partimizi bağlam adığını söylemeliyim". BEN 4 {= BİZ 1} BEN 2‘deki partili vericinin, BEN 1 ve BEN 2‘yi tek bir öz ne sayarak oluşturduğu özne: "Biz ■{” BEN 1 + BEN 2) sizden {-Alıcı/ s e ç m en SE N 1 + SE N 2) belediyelerinizi daha güçlü ve d a h a zengin yapm ak için yetki İstiyoruz". BEN 5 (-B İZ 2) BEN 2‘deki kişinin, BEN 1, SEN 2} da katarak oluşturduğu yeni bir özne.
BEN 2 ve alıcıyı (SEN 1 ve (NOT: Alıcıya bu tür bir söy leme ortak olup olmaması sorulmamıştır. Gerçekte, alıcıya bir buyurma edimi vardır) "G elin 'h ep berab er bu yanlışlıkları düzeltelim. Yerel yönetim lerden başlayarak, ülkemizi aydınlığa çıkaralım".
5. 3. Sonuç Siyasal söylemdeki BEN sözcüğünü, parti örgütü olarak algılama mız doğru olacaktır. Aksi durumda sözceleme öznesi olan bir kişi parti örgütünden bağımsız söylemler üretirse, Türkiye’de parti adına konuşa cak birşey kalmaz. Bir yığın insan kitlesinin parti adına bireysel ko nuşmalarından öteye gitmeyen söylemlerle alıcı kandırılmış olur. Parti başkanlannm durumu daha dikkat çekicidir. Zira ülkemizde parti baş kam ile parti örgütü özdeşleştirilmiştir. Bir parti başkam, yapılan yol suzluğa ben kefilim diyebiliyorsa burada iki, hatta üç BENİn (BEN X, BEN 2, BEN 3) karıştırılması söz konudur. Ya da şunu söylemek gere kiyor: "Ben kefilim" diyen kişi, partili olarak ve sözceleme öznesi ola
156_____________________________________
V. DOĞAN GÜNAY
rak konuşuyorsa, bu yolsuzluğa söz konusu bir siyasal görüş kefil ol muştur, demek doğru olacaktır. Gerçekte devlette ya da toplumsal bir hareket adına konuşan her kişide, bu tür yanılgılar olabilmektedir. Yani o kişi, bulunduğu konu mun sözce öznesi olması gerekirken, bulunduğu konumun firsatlarmdan yararlanarak, gerçek sözceleme öznesini unutup bireysel davranışlarda bulunabilmektedir. Austin'in görüşlerinden yola çıkmak söyleyecek olursak, kişi, bulunduğu toplumsal ortamda, bir kurumdan güç alarak ko nuşuyorsa, sözceleme öznesinin kendisi olmadığım bilmesi gerekir. Bir cumhurbaşkanı, bir başbakan konuşmalarım hemen tümüyle okumak zorundadır. Yanlış bir ifade onların siyasi hayatlarına son verebileceği gibi, uluslararası anlaşmazlıklara dahi yol açabilir. Bulunduğu konumu gereği demeç veren kişi de aynı durumdadır. O kişi sözceyi aktarmakla görevlidir. Hatta devlet kuramlarında, her önüne gelenin kurum adına basma bilgi vermesi yasaktır. Çünkü bu söylemin içeriğinden sorumlu devlet kurumu aktarılan söylemin içeriğini açıklayamayacak duruma düşebilir. Burada bir kişi İzmir Valisi olarak konuşuyorsa, aktardığı söylemde BEN 3 olarak bulunması yanlışür. Bu durumda işlevler ka rışmıştır, demek doğru olacaktır. Gerçekte metnin üretiminden ve içe riğinden sorumlu sözceleme öznesi, İzmir Valiliği gibi soyut bir kav ramdır. Aynı durum partiler için de geçerlidir. Parti yetkilileri ve özel likle parti başkanlannm bulundukları yetkeci ortamdan güç alarak sözceleme öznesi olma arzusuna kapılmaları yanlış bir tutumdur. Devlet benim demek bireysel olan ben'in (BEN 3) kimseye danışmadan BEN 1 adına konuşmasıdır. Sonuçta şunu söyleyebiliriz: Değişkenleri çok olan siyasal söy lemde her şey belirli düzenlemelere göre yapılmaz. Bu konuda güvenle başvuracağımız hiçbir doğrulama yöntemi yoktur. Yapabileceğimiz, ye ni yorumlarla önermelere sürdürmekten ibaret olacaktır. Burada söy lediğimiz her şeyin siyasi parti adına konuşan herkesin söylemlerine tamamen uyduğunu söylemek biraz saflık olur. Ama genel olarak böyledir, dersek yanılmamış oluruz.
6. Bir Anlatım ve İkna Biçimi Olarak Siyasal Afişler * Son zamanlarda tanıtımın sunduğu îıer türlü olanaktan da yararla narak alıcı-seçmenin karşısına çıkan sİ3rasal partilerin seçimlerde kul landığı afişlerin anlatım biçimi ve düzeyi oldukça önemli yönler ortaya koymaktadır. Türk siyasal yaşamının, bazı görsel anlatım biçimleri ile son zamanlarda tanıştığı bilinir. 80lerden sonraki siyasal yaşamda tanı tıma, Özellikle de görsel-işitsel tanıtıma ağırlık verilmiştir. Örneğin, ga zete ve diğer basılı ilan türlerinden bir kısmı ile yapılan tanıtım son dö nemlere ait bir etkinliktir. Tanıtım (fr. publicîte) alanında gelişen yeni yaklaşımlar ışığında oluşturulan her bildiriyi, sıradan bir bildiri olması nın ötesinde, gerçek anlamda bir sanatsal ürün ve bir sanat yapıtı olarak kabul etmek gerekir. Bu çalışmamızda, geçen dönemlerde ülkemiz siya sal seçimlerinde kullanılan bir grup afişi görsellik işlevi ve göstergebılım açısından değerlendirmeye çalışacağız. Her türdeki tanıtım, hedef kitlenin beklentisi ya da hedef kitlenin yönlendirilmesi biçiminde hazırlanır. Buradaki açıklamalar siyasa! tamtım için geçerli olduğu kadar ekonomi ya da bir başka alanla ilgili tanıümlar için de geçerlidir. Her türlü tamümda, alıcıyı etkilemek ve kendi bildirisini hedef alıcı kitlesini etkileyecek bir biçimde sunmak temel il kedir. Bu amaca ulaşmak İçin de değişik türden kod, kanal ve bağıntı (fr. contacte), her türden gösterge biçimlerinden birini ya da birden faz lasını bir arada kullanmak, değişik anlatım biçimlerini denemek her za man yapılmaktadır. Görsel anlatım biçimlerinde, örneğin dilsel anlatıma göre, kullanılan göstergelerin, kanal, kod ve bağlamları farklıdır. Bu du rum, yalnızca siyasal tanıtımla ilgili değildir kuşkusuz. Kısaca, alıcıyı İlgili yazı “Göstergebilim ve siyasal aiîş çözülmemesi'’ adı ile I. Ulusal İletişim Sempo zyumu "mımda (A. Ü / Gazi Üniversitesi, Ankara. 3-5 Mayıs 2000 (Yayın: ‘“Medya ve K ü llin “ I. Ulusal İletişim Sempozyumu Bildirileri, [405-427]) sunuldu.
V. DOĞAN GÜNAY
158
ikna etmek için her türlü yol ve yöntem geçerli sayılabiîmektedir. Bu bağlamda siyasal içerikli tanıtım ve propaganda anlatımlarında da dilsel göstergelerin yanında değişik gösterge türleri ile bildiriler oluşur. Biz, inceleyeceğimiz tanıtım afişlerinde de değişik göstergelerin bir arada kullanıldığım ve anlatım biçimlerine daha fazla önem verildiğini görüy oruz.
, 6. 1. Görsel Göstergebilinı ve Tanıtım İletişim., amacıyla üretilen her türlü göstergenin belirli bir alıcı için ve belirli bir amaçla üretilmiş olduğunu söyleyebiliriz. Genel olarak bir başka şeyin verini alabilecek nitelikte olduğundan kendi dışında birşey gösteren nesne, varlık ya da olgu biçiminde tanımlanan gösterge sözcü ğü, herhangi bir nesnenin, olgunun ya da varlığın yerini tutan birşeydir. İnsanların her zaman ve her yerde kendilerini, kendilerine ve başkaları na karşı yansıtmakta kullandıkları simgesel biçimlerdir. Hep söylendiği gibi, insan, doğumundan ölümüne değin her zaman ve her yerde göster gelerle birlikte yaşar. İnsan oluşturduğu ve iletişiminde kullandığı bu göstergeler yardımı ile kendini başkasına tanıtır, başkasını tanır, belki en önemlisi de birlikte yaşamayı öğrenir. Yaşamı boyunca onları öğre nir, kendini anlatmakta onları kullanır. Aslında tüm göstergeleri bir öğ renme süreci sonunda anlamlı hale getiriyoruz. Bu öğrenmede çağrışım, karşıtlık ve benzerlik gibi çeşitli ilişkilerden jurarlamhr. Özellikle son zamanlarda toplumda sıkça kullanılan gösterge türlerinde, kolaylık ol sun ve daha kolay öğrenilsin diye, çağrışım ve benzerlik ilişkilerinden yararlanılıyor. “Biz görsel göstergeleri benzerlik ilişkisine dayanarak okuruz. Bu ilişki toplumsal, kültürel, bireysel, aıtyetişim vb. öğelerle kurulur ve görsel açıdan kodlanmış ikonografilerle oluşur. Bir başka de yişle bu kodlar, görsel “klişelere, “stereotype”lere dönüşür” (Kıran, Büker,1999: 27). Dilsel anlatım dışındaki şekil, grafik ve fotoğraflarda tüm afişlerde ortak olan yönler vardır. Örneğin, seçtiğimiz afişlerin dü zenlenmesinde bir benzerlik görüyoruz. İnsan, her zaman oluşturduğu bu göstergeler ve onurt kullanımıyla doğrudan ve dolaylı biçimde ilişkin olan kültürel bir dünya içinde ve bu gösterge topluluğu 'yardımı ile oluşturduğu bir anîamlama ağının orta sında bulunur. Tüm göstergeleri insan anlamlandırmıştır, onların şu }7a da bu türde kullanılmasına onlar karar vermişlerdir. Üretilen her gös terge insanların kendilerini başkalarına anlatmak ve kendilerini, başka larım ve doğayı anlamak, algılamakTçin ürettikleri birimlerdir.
GÖSTERGEBİLİM YAZILARI
159
Göstergebilimin hangi alt evreni olursa olsun, her zaman oluştu rulmuş bir metni ya da anlamlı bir yapıyı çözümlediğini bilmek gereki yor. Çünkü her durumda göstergebilimseî çözümleme, anlam üreten bir yapıdaki anlamlama ve anlama evrelerini ortaya koymaya çalışır. Bu bakımdan siyasal bir bildiri her durumda belirli bir verici tarafından be lirli bir alıcı için “oluşturulmuş” bir bildiridir. Greimas’ın görsel göstergebilim ve çözümleme alanı konuşunda “düzlemsel bir anlatım gereci olarak kullanılan nesneleri inceleme konusu yapabileceğini” (Aktaran Öztokat, 1999:136) söyler. Böylece bizim çalışmamızdaki siyasal afiş gibi, resim, grafik, fotoğraf gibi anlatım, biçimleri görsel göstergebilimin inceleme alanına girerler. İnsanların farklı ortam ve bağlamlarda ürettiği, anlamlandırdığı göstergeler çeşitli bakımlardan sınıflandırılabilir. Dil dışı göstergeler (göstergebilimseî gösterge) olarak; doğal göstergeler, belirtiler, görüntü sel göstergeler, belirtkeler ve semptomlar sayılabilir. Dil dışı gösterge ler, tüm gösterge türleri gibi iletişim sağlama aracı olarak kullanılan ve doğal diller dışında kalan her türlü göstergelerdir. Bu tür göstergelerde kullanılan dizge ile gösterge; gösterilen-gösteren arasındaki ilişki farklı lık gösterebilir. Bununla birlikte, çağımızda dildışı göstergelerin (göstergebilimsel göstergeler) de kullanılma sıklığı geçmişe oranla artmışür. Görsel öğeler, kullanılan İmgelerle gösterdiğinin yanında göster mek istediği ile de işlevi olan anlatını türleridir. Bu bakımdan da görsel anlatım biçiminin diğer gösterge türlerinden ayrı olduğu yanları fazla dır. Doğal dil dışındaki göstergelerin dilsel göstergelerden önce algılan dığı söylenebilir. Bu gösterge türünün eklemli olmaması algılamayı ko laylaştırır (Ama anlamayı ve anlamlandırmayı kolaylaştırdığım söyle mek zordur). Ayrıca, dilsel göstergeler dışındaki göstergelerin, gösteren ve gösterilen gibi iki yönlü olmaması da bu kolaylaştırmada önemli bir etken olarak görülmektedir. Bütün bu açıklamalardan anlaşılan, hangi: sınıflandırma dizgesi kullanılırsa kullanılsın, her tür gösterge iletişim amacı için üretilir. Belli bir dizge içinde anlam kazanır ve göstergelerin büyük çoğunluğu, üre tildiği toplumun geçmiş birikimi, tarihi, kültürü ve sosyal ortamıyla ya kından ilgilidir. Değişik görsel anlatım biçimleri ile oluşturulan tanıtımda bildiri nin yerleştirildiği görsel uzam ve uzam içindeki kompozisyonda simge ler, yazılar ve diğer gösterge türlerinin yerleşimi, birbiriyle olan ilişkisi, kullanılan göstergelerin düzanlamlan ve çağrışımsal anlamlan, değişik gösterge türlerinin birbiriyle olan ilişki ve uyumu anlamlandırma açı-
160
______________________________________ V DOĞAN GÛNAY
smdan önemlidir. Bıı uyum ve düzenleme her durumda alıcı üzerinde olumlu etki yapmaktadır. 6. 2. Seçilen Bütüncem n Genel Özellikleri Siyasal tanıtım bildirisi anlatımın tözünün farklı olduğu yapılardan oluşur. Yani, görsel tanıtım bildirisi söz, bedensel davranışların yansı tılması, tanıtım için oluşturulmuş düzenlemede kullanılan oyuncuların yüz hareketleri, ışık, dekor, giysi, oyuncuların oluşturulan sahne için deki yeri ve doğal dil gibi değişik anlatım biçimleri iletişim sırasında birbiriyle İlişkili olarak bir arada sunulur. Bu denli değişik göstergeler bir arada sunulmuş da olsa, algılama bir düzen içindedir. Alıcı/seçmen bildiriyi bir bütün olarak değerlendirir. Göstergebilim açısından anlam, bir bağlam içinde kullanılan her türlü göstergenin birbiriyle olan ilişkisinden ve aralarındaki karşıtlıktan doğmaktadır. Bir resimde, afişte ya da fotoğraftaki nesneler ve göster geler bir anlam oluşturmak için, İlgili görsel bildirinin genel anlamına bir katkı sağlamak için o resmin, gösterinin, fotoğrafın içinde yer alır. Yani değişik gösterge türü kullanılmış olsa da, siyasal tanıtım afişi bir bütün olarak belirli bir anlam yaratabilecek bir bildiri olarak değerlendi rilebilir. Seçilen afişler bir bütün olarak incelendiğinde şunlar söylene bilir: DYP’nin ilgili seçimde kullandığı ve gazetelere yansıyan tam say fa ilan olarak verdiği altı21 afiş bir bütün olarak ya da tek tek ele alındı ğında, görsel ve sözel anlatımın bir kompozisyon içinde tek bir bildiri olarak aktarıldığını görüyoruz (Geriye kalan iki afiş ilk altı afişten fark lıdır). En başta hepsinin düzenlenmesi aynı yaklaşımla hazırlanmıştır. Hepsinde parti örgütü ve parti başkammn fotoğrafım bir arada kullanıla rak alıcıya seslenilmiştir. Diğer yandan örneğin DYP’nin aktardığı tüm bildirilerin de kendi içinde gruplandırıldığmda, bildirilerin tümünün de bir bütünlük oluşturduğu görülür. Afişlerde kullanılan her sözce genel afiş içinde bir anlamı olduğu gibi, tek başlarına da bir anlamı vardın Bu bağlamda ilk altı afiş tek başına bir bildiri olarak da değerlendirilebilir. Bu da ilgili partinin görüşlerini yansıttığı bir bildiridir. Diğer yandan her afiş kendi içinde, hatta her afişteki sözceler de ayrı ayrı değerlendirile21 Seçilen afişler tarafımızca yapılan bîr değerlendirme ile numaralandırılmıştır. Çalışma mızın sonraki aşamalarında afişler bu numara ile belirtilecektir. l.Ortadirek yeniden güçlenecek, 2. Kalkınma yeniden başlıyor, 3. Şelİallık, 4. 10 büyük reform, 5. Hepimiz DYP’de bütünleşelim, 6. 21 Ekim sabahı yeni bir Türkiye, 7. Hanedan’ın başbakanına 10 som, S. Hazin bir "istikrar" tablosu! (afişler için hkz. ss. 17S-IS0)
GÖSTERGEBİLİM YAZILARI
161
bilir. Bunun nedeni hazırlanan afişlerin okuma/algılama biçimi bir me tini algılama biçiminden farklıdır. Çünkü değişik sözceler bir afiş içine görsel boyutu farklı olarak ve birbirinden ayrı olarak yerleştirilmiştir. Okumada bu farklılığa bağlı olarak, örneğin bir metni olmmadakinin ak sine, çizgisel olmaktan öteye, vurgulanmış biçim ve yazılan ve çarpıcı olanlan önceleine biçimi ile olacaktır. Bir metindeki gibi baştan sona bir okuma yerine öncelikle fotoğraf, parti amblemi ve partiyi belirten kı saltmalar, renkli olanlar, büyük puntolu yazılar, değişik renkteki bay raklar ve küçük yazılar içine serpiştirilmiş değişik renk ve büyüklükteki yazılar biçiminde olmaktadır. Bir bakıma çizgisel okuma edimi yapıl mamaktadır. Zaten vericinin de böyle bir okumayı beklediği söylenebi lir. İlk planda göze çarpanlardan birisi de, değişik renklerin bildirinin tümünde kullanılmış olmasıdır. Sözel dil ve diğer gösterge türünü bir arada veren bildirilerde grafik ve dilsel anlatım bir bütünlük oluşturur. Yani, tek başına dilsel anlatım ya da tek başma görsel Öğeler, ayrı ayrı kullanılmaları durumunda, hepsinin bir arada kullanıldığı bir bildirideki kadar etkili olmayabilir. Diğer yandan belirli bir bağlam içinde, aynı göstergeler bir bildiri içinde kendilerinin aj'rık olarak taşıdıkları anlam ların dışında da bir anlam taşıyabilirler. Çözümlediğimiz afişlerde bazı dil dışı göstergeler kullanılsa da çoğunluk yazılı anlatımdır. Ancak ya zıma büyüklükleri ve kullanılan renklerin de işlevi vardır. Fotoğraf, gra fik, şekil ya da dilsel anlatıma dayalı bir bildiride gözün algılaması di ğerlerinden (yani yazımn algılanmasından, yazılı anlatımdan) farklıdır. DYP’nİn tanıtım afişlerinde, liderin fotoğrafı olsa da, asıl olarak parti nin görüşleri ön plana çıkarılmıştır. Her tanıtımda bir izlek öne çıkarıl mış. Bu izlekler her afişin adı durumundadır ve punto, renk olarak he men ilk planda göze çarpmaktadır. Afişlerin genel kompozisyonuna baktığımızda gerçek ya da gücül biçimlerin bir arada kullanıldığını görüyoruz. Bir yanda ağırlıklı olarak sözel anlatım varken, diğer yanda kullanılmış bir fotoğraf ve simgesel renkler ve dilsel anlatım bulunmaktadır. Kullanılan fotoğrafın da genel düzenleme içinde bir yeri vardır, ancak fotoğrafın varlığını belirten, ona doğrudan ya da dolaylı bir gön derimde bulunan bir anlatım yoktur. Görsel söylem ile yazılı söylem arasmda bir ilişki ya da bir koşutluk yoktur. Bir eşbiçimlilikden (fi. isomorplıisme) söz edilemez (Greimas, Courtes, 1979:197). Bu nedenle de fotoğraf afişten çıkarıp atılsa böyle bir fotoğrafın var olup olmadığı tartışılabilir. Ya da fotoğraf afişten atılarak yeniden sunulsa hiçbir deği şiklik olmayacağı söylenebilir. Burada, fotoğraf ile yazı arasındaki iliş-
162
V. DOĞAN GÜNAY
kiyi alıcı/seçmen kendi bilgi birikimine dayanarak, çağrışım yoluyla olnşturacaktır. Bir de sözceleme açısından bu sözcelerin yandaki fotoğraf tarafından, yani parti lideri tarafından söylendiği savlanabilir. Çağrışım yoluyla' öğrenilebilecek gösterge ile onun nesnesi arasında bir bağ kuru labilir. Böylece göstergeyi ya da göndergeyi gören insan hemen diğerini anımsayabilnıekte, iki şey arasmda bir benzerlik ilişkisi kurabilmekte dir. Yazılı bir bildiride, kullanılan renkler ilk planda dikkate alınsa da, her dilsel gösterge belli bir algılamayı gerekli kılar. Örneğin soldan sağa doğru okumayı ve eklemlenmeyi gerektiren bir algılama biçimi ile ya zılı bildiriler anlamlandırılabilir. Yazımn büyüklüğü ya da küçüklüğü, değişik renklerde olması, örneğin eklemlenmeyi ortadan kaldırmaz. An cak bazı yazıların büyük ya da küçük olması ya da bazılarının renkli olması okuyucunun öncelikle diğerlerinden renk, boyut ya da bir başka Özellik bakımından farklı olan yazılara yöneltir. Zaten yazının biçimi ya da rengi konusunda bilinçli olarak yapılan bir bildirinin amacı da alıcı sını bu yönlere yöneltmektir. Diğer yandan en küçük bir yazı ya da yal nızca bir rengin kullanıldığı bir yazı için geçerli kural her tür yazı için de aynen geçerlidir. 6. 3. Görsel Anlatım: Göstergeler ve Özellikleri Görüntüsel gösterge anlamlandırılması en kolay gösterge türüdür. Nesnesi, o anda göstergenin (görüntünün: fotoğrafın) yanında olmayabi lir. Ancak o gösterge yine de anlamlıdır, göstergeye bakarak bir anlam çıkarılabilir. Elbette izleyenin, fotoğrafa konu olan nesnenin gerçek du rumu ile görüntüsü arasındaki ilişkiyi ortaya koymasına da bağlıdır. Ya ni alıcının hiç tanımadığı bir nesnenin fotoğrafım algılaması biraz zor olabilir. Görüntüsel göstergede (fr. icöne), bir yansıtma durumu söz konu sudur. Yani, gösterge kendi nesnesini (görüntü) yansıtır. Bu türe en iyi örnek olarak fotoğraf verilir. Fotoğraf (görüntü) gerçek nesnesini yansı tır. Sayın Demirci’m fotoğrafı, herhangi bir kişiyi değil, DYP liderini yansıttığı için incelediğimiz afişlerde yer almıştır. Fotoğraf görüntüsü, konu aldığı gerçek nesnenin kendisidir. Ancak nesne fotoğraf görüntü sünde içinde bulunduğu gerçek zaman ve uzamdan soyutlanmış olarak yer alır. Yani, fotografîk görüntü ile onun belirttiği nesne arasmda ben zerlik ilişkisi vardır.
GÖSTERGEBİLÎM YAZILARI
163
İnceleyeceğimiz afişlerin İlk altismda parti liderinin görüntüsel göstergeleri vardır. Bu bilinçli seçilmiş bir gösterge türüdür. Her afişte parti başkanımn görüntüsel göstergesini bir anlam yaratıcı öğe olarak koymuştur. Elbette burada kullanılan fotoğraf da bir vesikalık fotoğraf tan oldukça farklıdır. İki tür fotoğrafın kullanıldığını gördük. “10 büyük reform”, “Hepimiz DYP'de bütünleşelim”, “21 Ekim sabahı yeni bir Türkiye” afişlerinde mask türde bir fotoğraf kullanılmıştır, diğerlerinde boydan resimler vardır. Kullanılan görüntüsel göstergenin belli bir amaca yönelik ve belli bir anlam yaratması için afişlerde bulunduğunu biliyoruz. Yazı ile ilgili bölüm bu afişlerin çoğunluğunu oluşturuyor. Liderin fotoğrafı bu ilan larda daha az yer kaplıyor. Ancak sayfadaki yerleştirmede gerekli özen gösterilmiştir. Sayfa düzenlemesi içindeki yerinden, yüz anlatımına de ğin her şey ayrıntılı olarak düşünülmüştür. Demirel objektife bakmak yerine, gazeteye göre sağ köşeye (bazen de sol köşeye) durmuş ve par tisi ile İlgili yazıların olduğu tarafa bakmayı yeğlemiştir. Bunu çeşitli biçimlerde değerlendirmek olasıdır. Örneğin, bir parti başkanımn tek başma kendisi ile oy toplama isteği yerine parti örgütü ile, siyasal parti biçiminde oy alma isteğim belirttiğini söyleyebiliriz. DYPde lider ile birlikte parti örgütü ve parti görüşü ile oy almaya çalışılmaktadır. Ayrı ca parti başkanımn fotoğrafı olsa da, partiyi ve partinin görüşlerini içe ren yazının belirli bir ağırlığı olduğunu görüyoruz. Bu da yine örgüte dayalı bir kampanya yürütüldüğünü gösteriyor. Seçilen lider fotoğrafla rında bir başka özellikten de söz edilebilir. Bütün tanıtımlarda parti başkanımn fotoğrafı kullanılmış olsa da, adı hiç kullanılmamıştır. Yine bu olay DYP’nin parti İmgesini öne çıkararak (parti demek çokluk ve ör gütlü birliktelik demek olduğuna göre) bir ekiple bu işe girdiğini ve alı cıdan bu ekip için oy istediğini göstermektedir. Parti ambleminin kulla nım sıklığı da partilerin birey ve parti adına oy istediğini göstermekte dir. Örneğin, seçtiğimiz afişlerde partinin simgesi oldukça fazla kulla nıldığını görüyoruz. 1, 2, ve 5 no’lu afişlerde birer tane; 6’da 2, 3Ye 5 ve 4 noTu afişte 11 tane amblem kullanılmıştır Dönemi anımsarsak, ülke askeri yönetimden yeni çıkmıştır ve sivil yaşama özen duymaktadır. Yine kendisinden önceki merkez sağın lideri durumundaki Turgut Özaî’m geleneksel siyasetçi izlenimine aykırı gi yiminin toplum üzerinde yaptığı etkiyi de göz önünde bulundurabiliriz. Bu nedenle de, sayın Demirefin giysi biçimi bu durumu yansıtmaktadır. DemireTin fotoğrafı o dönem ülkenin iç dinamizmine uygun olarak se çilmiştir. Yani yıpranmış Demirel yerine her zaman çağdaş, ve her za man dinamik bir lider kimliği ile toplum karşısına çıkmıştır. Bu tür bir
V. DOĞAN GÜNAY
164
tutumu belirten fotoğrafın seçilmesi parti tanıtımı açısından doğru bir yaklaşımdır. Bütün bunlar Sayın Demire!’in daha önce basma yansıyan lacivert takım elbiseli, her zaman ve her yerde taktığı kravatlı devlet adamı imgesine karşıt bir durumlardır. Kafalarda var olan lacivert takım elbiseli devlet adamı imgesi değiştirilmiştir. Belki de Sayın DemireFde o zamana değin hiç görmediğimiz türde bir giysi ile halkın karşısına çıkmıştır. Kullanılan fotoğraflarda esenlikli bir durum vardır. Yani fo toğraftaki kişi gülümsüyor izlenimi vermekte ya da gülümsemek üzere bir durumdadır. Gülümsemeye hazır bir kişi alıcı üzerinde olumlu bir etki yapacaktır. "Ben devletim, her şeyi yaparım” biçiminde özetlenen bir devlet adamlığı düşüncesi yerine daha güler yüzlü bir devlet adamı imgesi ile alıcı karşısına çıkmıştır. Bunun da halkta olumlu bir izlenim bırakacağı kesindir. Bazı fotoğraflarda bu sivil yaşam ve değişim imgesi daha belirgin bir biçimde gösterilmeye çalışılmıştır. Örneğin, elleri pantolon cebine kovarak halkın karşısına çıkmak Sayın DemireFin o döneme değin yapmadığı ya da yapamadığı birşeydir. Yine, elleri pantolon cebine kok mak, bir yandan kişinin kendine güvenini belirtirken, diğer yandan da yukarıda sözünü ettiğimiz sivil yaşama bir göndermede bulunmaktadır. Öte yandan el pantolon cebinde olsa da, ceketin düğmeleri iliklenmesi de, sorumluluk alacak belirli bir devlet adamı imgesini de anım satmaktadır. Yani bu fotoğraftan anlaşılabilecek olan; hem halkın iste diği sivil yaşama geçişi hem de devlet adamlığında olması gereken be lirli sorumluluk ve ciddiyeti belirtmesidir. Yani güler yüzlü devlet im gesi bu fotoğraflarda da vardır ve afişlerde kullanılan görüntüsel göster geler, toplumun beklentisine uygun olarak seçilmiştir denilebilir. Afişlerdeki bir başka ortak simge altta yer alan üç değişik renkteki bayraktır. Bu bayraklar belki de afişlerdeki eylemi belirten tek öğedir. (Yine partinin amblemindeki şaha kalkmış at imgesi ve sürücüsü de bir devinimi belirtir. Ancak bu afişlerde kullanılan bir durum değil, aksine partinin değişmeyen amblemi durumundadır). Dalgalanan bayraklar im gesini vermesi, üç değişik renkte olması belli bir devingenliği belirtiyor. Zaten üzerinde yinelenen “haydi” sözcükleri de bu devingenliğin, eyle min belirticileri durumundadır. 6. 3 .1 . Y azılar
Dil, duygularımızı ve düşüncelerimizi ana hatlanyla çizen, anlam bütünlüğünün tam olarak kavranılmasını da iç varlığımıza, iç güdü müze, sezgiye, telkin ve yoruma bırakan bir simge takımından başka birşey değildir ve art arda gelmiş harfleri yorumlayan, anlamlı kılan biri
GÖSTERGEBİLİM YAZILARI
165
olmazsa hiçbir değeri yoktur. Dilsel göstergeleri çeşitli bakımlardan di ğer gösterge türlerinden ayırmak gerekir: Öncelikle, en sık kullanılan iletişimin en çok yararlandığı gösterge türüdür. Uzlaşmaya dayanan, ile tişim amacı güdülerek, istençli olarak yapay yoldan oluşturulmuş diğer belirtke türleri gibi dil göstergelerinin öğrenilmesi, diğer gösterge türle rine (örneğin belirti, doğal gösterge ve görüntüsel göstergeye) göre daha zordur. Çünkü her göstergeyi ayrı ayrı ve kendi kullanımı içinde öğ renmek gerekecektir. Gösteren ve gösterilen birbirlerine bağımlı olarak bir dildeki dilsel göstergeyi oluşturur. Bir gösterenin gösterileni yoksa, bu ses grubu bir gösterge değildir. Afişlerde kullanılan dilsel anlatımın da, genel yazım kurallarına uyduğu söylenebilir. Örneğin, yazımn bir başlığı vardır, yazı kendi için de bir bütündür, paragraflar üe konular kendi içinde de sınırlandırılmış ve düzenlenmiştir. İncelediğimiz afişlerdeki dil kullanımına baktığmıızda, özellikle başlıklarda ayrımlara ve ayrıntılara az yer verilmiş tir. Demirel’in fotoğrafının kullanıldığı bu afişlerde genel olarak göze çarpan şey, herkesin anlayabileceği bir yalınlıkta konuların afişlerde yansıtılmış olduğudur. Yani bu afişlerde görsel düzenleme, gerçek ya da gücü! birimler, resimler, grafiksel anlaümlar ve dilsel göstergelerden oluşan bir bildiri karşısındayız. Genel tanıtımlarda olduğu gibi, bu tür tanıtımlarda söz sanallan, yan anlamlar ve estetik kaygılar taşıyan anlatım biçimleri kullanılır. Yi ne de alıcı kitlesinin çok geniş olduğu varsayılan siyasal tanıtımlarda kullanılan dilsel ve görsel anlatımları algılamak belirli bir yoğunluğu gerektinnez. Çünkü çoğunlukla oluşturulan düşünceler ve imgelerde yananlamiar ya da yorumlama ile elde edilebilecek anlamlandırmalar pek kullanılmaz ya da kullanılsa bile çok belirgin olanlar kullanılır. İlk anda fark edilen büyük punto ile j'azılmış yazılarda olabildiğince yalın ve anlaşılır bir biçimde konu ve sorunların tanımlanmış olmasıdır. Ör neğin, “Ortadirek yeniden güçlenecek”, "Kalkınma yeniden başlıyor”, “Şeffaflık”, “21 Ekim sabahı yeni bir Türkiye”, Hepimiz DYP'de bü tünleşelim”, “10 büyük reform”, “Hanedanın başbakanına 10 soru”, “Hazin bir “istikrar” tablosu!” gibi başlıklarda anlatım düzeyinin çok yalın olduğunu görebil iyoruz. Ancak, aynı afişte daha küçük puntolarla olayın daîıa ayrıntılı olarak değerlendirildiğini görüyoruz. Başlıktaki konuya, ilgili partinin nasıl bir yaklaşım getireceğine merak edenler ay nı afişte daha küçük puntolarla yazılmış yazılan okuyarak bilgi edi nebilirler. Kullanılan dilsel anlatımlarda, çoğunlukla halk/seçmen adına söz ce üretilmiştir. Yani, sen/siz, yap/yapm türü yaklaşımlann Ön planda oî-
166
V. DOĞAN GÜNAY
duğunu görebiliyoruz. Bu da sözcelerae kuramı açısından ilginçtir. Bi lindiği gibi, yazılı söylemin ya da dil dışı göstergelerin kullanıldığı her türlü anlatım biçiminin sözceleme öznesi (SO) vardır. Her sözce, sözceleyenin kendini dile getirdiği, kendi nesnel özelliği ile alıcı karşı sına çıktığı bir anlatım biçimidir. Ancak SÖ’nün kendi sözcesi ile olan durumunu (yani sözcesinin içinde bulunup bulunmama ya da alıcısıyla olan ilişkisini belirtip belirtmeme) istediği gibi oluşturma özelliği var dır. Burada SÖ alıcısına doğrudan seslenmeyi amaçlamıştır. Hatta SÖ, kendisini sözce Öznesi ile tek bir özne olmaya çağıraıaktadır: "Hepimiz DYP'de bütünleşelim”. Böylesi bir anlatımda parti örgütü çoğunlukla partiyi belirtecek “beıı” SÖ yerine, alıcıya sorulmadan alıcının da içinde olduğu bir “biz” SÖ'yü kullanmıştır. Örneğin “hepimiz DYP’de bütün leşelim” (3, 4, 6) ve “gelin” sözceleri. Bu tür anlatımın alıcı üzerindeki olumlu etkisini söylemeye gerek bile yoktur. Zaman zaman da “herkes”, “tüm”, “siz” gibi adıllarla sözcenin alıcısına doğrudan seslenilmişim Örneğin, “gelin” (1, 3, 4, 6), “herkes (1, 2, 3, 4, 5, 6, 7) gibi. “Bitsin bu oyum” sözcesi de alıcıya yönelik bir buyrum olarak bulunmaktadır. El bette “Doğru Yol iktidarına evet” sözcesi de alıcıya yönelik bir söylem olarak işlevi vardır. Diğer yandan “21 Ekim sabaln yeni bîr Türkiye” ve “Tek başına iktidar” sözceleri bir savsöz (fr. assertıon) ve kanıtlayım (fr. argumentatif) sözceler durumundadır. Bîr yandan'alıcının da deste ğini isterken, diğer yandan da alıcıyı iknaya yönelik önemli savlarda bu lunulmaktadır. Seçtiğimiz afişlerde alıcıyı, parti örgütünce belirtilen bir eydemi yapmaya ve bir davranış değişikliğinde bulunmaya iten anlatım örnek leri de görüyoruz. Örneğin “Gelin, BÜYÜK DEMOKRAT TÜRKİYE için hepimiz DYP'de bütünleşelim” (3. 6) ve “Gelin, yeni DEMOKRAT BÜYÜK TÜRKİYE için hepimiz DYP'de bütünleşelim” (4) sözcele rinde “gelin” ve “bütünleşelim” eylemleri; “Kararlı kararsız herkes DYP'ye” (1, 3,4,6), “Türkiye'nin kalkınmasını isteyen herkes DYP’ye” (2), “21 Elcimde tek parti iktidarı isteyken herkes DYFye” (5) ve “Dürüst iktidar isteyen herkes DYP'yre” (7) eksiltili (fr. ellıptique) tümcelerinden çıkabilecek “katılsın, oy versin” eylemleri; “Gelin kendinize oy verin” (1) sözcesinde “oy verin” biçimi; “İşte karar: Doğru yol iktidarına evet” (5) sözcesinde “evet deyin” biçimindeki beklenti ve “Bitsin bu oyun” (2) biçimindeki anlatımlar da alıcıdan bir davranış değişikliğinde bu lunmasını istemektedir. Parti amblemindeki at ve sürücüsünün yanında, bayraklardaki “haydi” sözcükleri ve doğrudan alıcıdan eydem yapmasını isteyken değişik anlatımlara baktığımızda, bildirinin durum sözcelerinden çok, doğrudan alıcıya yönelik edim sözceleri, devinim belirten sözceler olduğunu sezinliyoruz.
GÖSTERGEBİLİM YAZILARI
167
SÖ'nün kendi nesnel yönünü, sözcesinde göstermediği ya da daha az gösterdiği durumlarda alıcı açısından kamaşıldık yaşanabilir. Sözceleme açısından siyasal söylemleri konu ettiğimiz bir yazımızda, bir siyasal söylemde birbirinden farklı “ben” Öznesinin varlığından söz et miş ve siyasal içerikli bir sözcenin SÖ5nün parti örgütü olabileceğini söylemiştik (Bkz. 5. Bir İletişim Biçimi Olarak Siyasal Söylem). Siyasal konuşma ya da tanıtımda kullanılan bir bildirideki tüm sözcelerin SÖ!yü parti örgütü olarak ele aldığımızda, liderlerin işlevinin parti ör gütünün görüşlerini aktarmaktan öteye geçmeyeceğini söyleyebiliriz. Bu görüşlerimiz DYP’nin afişleri ile doğrulanmaktadır. Çünkü bu söz celerde (yani tanıtım afişlerinde) parti lideri adına oy istenmemiştir. Ancak aynı sözceler, yukarıda söylediklerimize karşıt olarak, bir başka biçimde de yorumlanabilir. Her ne kadar parti liderinin genel afiş te yeri ve varlığının tartışmalı bir fotoğrafı bulunsa da, parti liderinin doğrudan oy istemediği doğru olsa da, alıcı seçmen parti liderinin fotoğ rafı ile afişteki sözceleri bir arada değerlendirecek ve bu sözcelerin parti liderine ait olduğu yönünde bir görüş oluşturacaktır. Belki parti örgütü doğrudan istemese de, sözceleme kuramı açısından, alıcı seçmen bu sözcelerin SÖ olarak afişte fotoğrafı bulunan parti başkamın görecektir. Bir görsel öğe gösterdiği ile (ilk planda görülen ve düzanlam diy ebileceğimiz biçimi ile) alıcıya sunulur. Ancak aym göstergenin alıcı daki etkileri, onda yarattığı anlamlar göstergenin sundukları ile sınırlı değildir. Düzanlamm yanında, tanıtımda görsel anlatımın düzenlenme sinden diğer göstergelerle kurduğu betisel, yananlamsal ya da sanat iş levlerine, göstergenin toplumsal değerinden alıcının kendi nesnelliğini belirtebilecek kültür, yaş, cinsiyet, toplumsal katman gibi yönlere değin uzamr. Belki, sunabilecekleri, görsel göstergenin alıcıda bıraktığı etkile rin tümüdür, denilebilir. Tanıtım ve diğer iletişimde kullanılan göstergelerin anlamlandınlmasmda uzamsal bir İlişkiden de söz edilebilir. Yani, denizcilikte kul lanılan bir flamayı dağ başında görsek bir anlam veremeyiz. İlk planda aklımıza gelen yakınlarda bir denizin olabileceğidir. Yine şehir içinde yaban hayvanlarının geçebileceğini; belirten bir trafik tabelası gördüğü müzde yadırgarız. Çünkü, o tabelayı daha çok dağlık yollarda gördüğü müzden, tabela ile bulunulan ortam arasında bir ilişki kurmuşuzdur. Rulıbilimde uzayda yakınlık denilen bu çağrışım yoluyla öğrenmede “ayın yerde olan şeyler birbirini anımsatır” (Baymur, 1994:154) İlkesi geçerlidir. Demirci'm fotoğrafı ve DYP!nin afişini bir arada gören seç men, ilgili sözlerin DemireFe âit olacağım varsayacaktır.
168
V DOĞAN GÜNAY
Bildirilerde kullanılan başlık biçimindeki sözcelerin dilsel değerle rini de ele almak gerekiyor. Öncelikle BarthesTn sözünü ettiği tanıtım metinlerindeki “her anlatımın düz anlamıyla birlikte yaptığı çağrışımla rın, yananlamlarıyla birlikte var olduğu” (1964: 41) görüşünün, bizim afişlerimizdeki sözceler için de geçerli olduğunu sezinliyoruz. Her metin, çok seslilik içerir ve birden çok okuma biçimine açıktır. Göstergenin ahcıda yarattığı düzanlamın dışında, gerek görsel sunumundan, gerek dü zenlenmesinden, gerekse ilgili göstergenin toplumsal ya da bireysel çağ rışımlarından kaynaklanan, düzanlamları dışında taşıyabilecekleri sim gesel değerleri, betisel (fr. figüratif) işlevleri, yananlamlan ile birden çok işlevi bir arada taşıyabilirler. Kişinin ruh özelliklerini de katarak yaptığı yorumlamalar, okumaya çalıştığı görsel göstergeler bu yönü ile diğer göstergelerden oldukça ayrıdır. Görsel anlatımın bu yönünün alıcı üzerinde değişik etkiler yaratabileceğini bilen tanıtımcılar, görsel anla tımın bu yönünü daha belirgin kullanarak alıcı üzerinde etki yaratmaya çalışırlar. Siyasal anlaumlarda seçilen hedef kitle çok geniş olduğundan, olabildiğince yalın bir anlatım biçimi kullanılmış da olsa, her zaman ya nanlamlan da içeren anlatım biçimleri bu tür tanıtımlarda yapıla gelen bir tutumdur. Her slogan için, tamüm metni için çağnşımlardan, yananlamlardan ya da söylenmeden söyleme biçimlerinden yararlanıldığım bilinir. Burada incelediğimiz sekiz afişteki, başlık olarak değerlendirile cek yazılana kısa bir değerlendirmesini yapmakla yetineceğiz. Kuşku suz, aynı çalışma afişlerde geçen tüm yazılar için yapılmalıdır ya da ya pılabilir. 1. “Orta direk yeniden güçlenecek”: Öncelikle “orta direk” söz cüğü, yananlamsal ve çağrışımsal değeri olan bir sözcük. Sözcük, ilgili seçimden önce Türkiye’nin gündeminde uzun süre yer eder. Burada o döneme ait bir göndermeden söz edilebilir. Yine bu afişte de ilgili söz cükle ne anlaşıldığı ayrıca belirtilmiştir: "İşçi, memur, çiftçiler, küçük esnaf, emekli, dul ve yetimler”. Başlıkta kullanılan “yeniden” sözcüğü de değişik anlamlamaya el verişli bir durum sergiliyor. Her şeyden önce renk olarak farklıdır. Pem be rengi partinin beklentisi, yapmak istediği ve umudu olarak de ğerlendirilebilir. Bu durumda, orta direği yeniden güçlendirme işi parti nin vaatlerindendir. Yine, “yeniden” demekle birden çok şey söylenmek isteniyor olabilir. Hemen ilk akla gelenler: “Bizim önceki İktidar oldu ğumuz dönemde orta direk güçlü İdi, daha sonra bu gücü kayboldu, şimdi orta direği yeniden güçlendireceğiz”, “Orta direk oldukça/çok güçlü, ama bizim için yeterli değil, onları tekrar güçlendireceğiz”, “Orta direk bizden Önceki iktidar güçlendirdi ama biz bir daha giiçlendirece-
GÖSTERGEBİLÎM YAZILARI
169
ğiz” gibi anlamlan olabilir. Ama her durumda orta direğin daha Önceki bir zamanda güçlü olduğunu anlıyoruz ve bu parti orta direğin yar ol duğu durumu daha da güçlendirmeyi amaçlamaktadır. 2. “Kalkınma yeniden başlıyor”: Önceki afişte “yeniden” söz cüğü üzerinde durmuştuk. Yine önceki afişte “yeniden” sözcüğü pembe idi, bu sefer pembe olan “kalkınma” sözcüğüdür. “Yeniden” sözcüğü yeşil yazılmıştır. Partinin hedefi kalkınma pembe ile yazılmıştır, ancak bu kalkınmanın nasıl olacağı yeşil renkte saklıdır. Yeşil dinsel yönü, yani muhafazakarlığı belirtir. Bu durumda kalkınma yerli sermaye ile olacaktır. Ya da manevi kalınma ile desteklenecektir biçiminde değer lendirilebilir. Elbette, “yeniden” sözcüğü burada da daha önceden bir kalkınmanın olduğunu belirtiyor. 3. “Şeffaflık”: Birinci afişte orta direk ile ne anlaşıldığı belirtil mişti, burada da “şeffaflık” ile ne anlaşıldığı açıklanmış: “Bütün karakol duvarlan camdan olacak”. Şeffaflık ile en can ahcı bir yön ortaya konu yor. Ama hemen altta diğer şeffaflık örneklerini de görüyoruz. 4. “10 büyük reform”: Bu başlıkta, belirtilen reform sayısı çok önemli olduğundan belki de sekiz afiş içinde yazılmış en büyük yazı puntosu “10” sayısı İçin kullanılmıştır. Elbette, “10 reform” değil, bu re formlar ilgili partiye göre “büyük” reformdur. Bu nedenle de büyük sı fatı eklenme gereği duyulmuştur. 5. “Hepimiz DYP’de bütünleşelim”: Burada, ahcıya/seçmene so rulmadan seçmenin yapması gerekenler belirtilmiştir. Hatta bu bir buyumıa edimi ile belirtilmiştir: “Bütünleşelim”. Aynca ilgili partili tüm alıcı seçmeni kendi partisi ile birlik “biz” olarak görerek “hepimiz”m yapması gerekeni de doğrudan bize söyler. Diğer yandan “hepimizin DYP:ye oy vermesi” istenmemektedir ya da “hepimizin DYP’de bir leşmesi” de istenmemektedir. Yalmzca bütünleşme istenmektedir. Bir leşme sonunda ayrılma da olabilir, halbuki bütünleştikten sonra kopma zor olacakür. Son olarak da “DYP ile birleşme ya da DYP ile bütün leşme” istenmiyor, “DYP:de bütünleşme” isteniyor. Bu bakımdan “DYP” imgesi korunulacak, sığınılacak kapalı ve esenlikli bir uzam ola rak iş görmektedir. 6. “21 Ekim sabahı yeni bir Türkiye”: Her ne kadar tüm afiş lerde küçük puntolarla bu bildiri belirtilmiş de olsa, alıcının gözünden kaçmış olabileceği kaygısı ile bu afişin başlığı olacak biçimde daha bü yük puntolarla yeniden verilmiştir. Elbette, Türkiye hep var, ama 20 fîkim seçimlerinin sonuçlanılın öğrenileceği 21 Ekim günü aynı Türkiye, bu partiye göre her zamanki Türkiye olmayacaktır. Gün, sabah ile baş-
170
V. DOĞAN GÜNAY
ladığma göre ve insanlar uyuduktan sonra ilk bilgileri sabahleyin ala caklarına göre, bu yeni Türkiye aynı günün ilk ışıklan ile başlayacaktır. 7. “H anedanın Başbakanına lO soru”: Anlaşılan bu partide 10 sayısının özel bir anlamı ve işlevi var. “10 büyük reform”dan sonra şim di de “10 soru” ile yeni bir afişin karşısındayız. Reformların niceliksel yönü “büyüklüğü” belirtilmiş olsa da, sorular için böyle bir betimleme yapılmamış. Belki de somlar “küçük” soru olduklarından bu betimleme yapılmamıştır. Son olarak da, her ne kadar “Hanedanhn Başbakanına 10 soru”da, sorulann başına, alıcıya kolaylık olması için birden ona kadar sayı ile belirtilmiş olmasına karşın, aynı kolaylık reformlarda unu tulmuştur. Belki de reformlarda her seçmenin öncelik sırası farklı ola bileceğinden böyle bir sırlamaya gidilmemiştir. Seçmenin reformlardan en çok istediğini birinci sıraya koyma şansı yardır. S. “Hazin bir “istikrar” tablosu!”Afişler içinde en karamsar ola nı budur. Bu karamsarlık o denli farklıdır ki, diğer altı afişte renkli olan üç değişik renkli bayraklar ya da partinin amblemi dahi burada ve bun dan önceki afişte siyah-beyaz olarak kullanılmıştır. Bildiride geçen bü yük puntolarla yazılmış “İşte masal / işte gerçek” karşıtlığı da karam sarlığı artırıyor. Yine, afişin sonundaki yazı da başlık kadar ilginç: “Bu “istikrarlı” çöküşe dur deyin”. Son olarak, ilgili partice durumun ciddiy etini göstermesi açısından kullanılan ünlem işareti de incelediğimiz afiş ler içinde en büyük punto ile yazılmış bir gösterge olarak yer alır. (>. 3. 2. Renklerin İşlevi Propagandayı kitle için kullanılan bir dil, toplumsal anlatım ve ik na biçimi olarak tanımladığımızda, propaganda için kullanılan her türlü bildirideki her gösterge anlamlıdır, alıcı üzerinde mutlaka bir etki yara tır. İncelediğimiz bu afişlerde kullanılan her rengin ayrı bir işlevinin ol duğunu söyleyebiliriz. Afişlerde çoğunlukla ilgili partinin kendi görüşleri renkler de kul lanılarak anlatılmıştır. Ancak, iki afişte “Hazin bir istikrar tablosu” ve “Hanedanın başbakanına 10 sora” afişlerinde, diğer parti(ler)in yaptığı ya da yapamadığı durumlar ortaya konmuştur. Zaten bu afişler de siyahbeyaz verilerek, afişi okumadan rengine bakarak da alıcının bir sonuca varması sağlanmaya çalışılmıştır. Başlangıçta gösterdiğimiz altı afişte kendi programını anlatırken, son iki afişte diğer partilere, daha doğrusu iktidara yönelik eleştirileri konu eüniştir. Bu da ilgili partiye göre ka ranlık bir sonuç olduğundan renkli vermek gereksiz biçiminde yorum lanmış olmalıdır. ■ .
GÖSTERGEBİLİM YAZILARI
171
Her toplumun kendi yaşamı içinde kullandığı gösterge ile anlamı arasında doğal bir bağıntı vardır. Bu göstergeler anlamı yaratmak ve uyarmak için yetmez; çünkü anlam gene de bir anlaşmaya dayanır. Bütün bunları anlamlı kılan insandır ve neyin anlamlı olduğunda anlaşabilmek İçin göstergelerin anlamı konusunda belli bir uzlaşım gerekir. Neyin an lamlı olduğu, kişinin okuma tarzına bağlıdır, bu ise kişilerin nasıl an ladığına dayanır. Bir toplumdaki göstergenin anlamım (göndergesini) bilmeden o göstergeyi kullanmak olanaksızdır. Kullanılsa da, yanlış an laşılmalara neden olabilir. Renklerin eski dönemlerden bu yana simge sel bir iletişim aracı olarak kullanıldığı hep bilinir. Renkler insanın fiz yolojik, ruhsal ve duygusal yönlerine seslenir. Diğer yandan, iletişimde anlam yaratıcı Öğe olarak da işlevi vardır. Ancak, toplumda iletişim ö~ ğesi olarak kullanılması için, diğer göstergelerde, olduğu gibi, belli bir uzlaşı gerekir. İncelediğimiz afişlerdeki renklerin de anlamlı bir işlevi olduğunu söyleyebiliriz. DYP’nin afişlerinde; liderin fotoğrafı, temel başlıklar, parti amblemi, partiyi belirten baş harflerin büyükçe bir yazısı, parti ambleminin üstündeki "Kararlı kararsız herkes DYP’ye” (1, 3, 4, 6), "Türkiye’nin kalkınmasını isteyen herkes DYP’ye” (2)’deki parti adının kısaltmaları, "İşte K arar: Doğru Yol iktîdanna evet” (5) yazısı, biraz daha küçük punto ile partinin tam adı ile üç renkteki bayrağa yazılmış "haydi” sözcükleri renkli yazılmıştır. Bu renkli kullanımlar tüm afiş lerde aynen korunmuştur. DYP1de, lider kadar, partinin de önemli ol duğu görülmektedir. Örneğin "21 Ekim Sabahı, Yeni bir Türkiye” afi şinde, oldukça büyük bir parti amblemi renkli olarak yerleştirilmiştir. DYP’nin afişlerinde beyaz zemin ve üzerine yazılmış siyah yazı ları saymazsak, üç renk geniş bir biçimde kullanılmıştır. Kırmızı, pembe ve yeşil. DYP’nin parti amblemi için seçtiği renk kırmızıdır. O halde, kırmızı rengi Örgütçülük olarak değerlendirebiliriz. Eğer bu yaklaşımla gidersek afişlerde görülen: "Ortadirek yeniden güçlenecek”, "Kalkınma yeniden başlıyor”, "Hepimiz DYP’de bütünleşelim”, "10 büyük re form” afişlerinde, “güçlenecek, başlıyor, bütünleşelim” ve "10” söz cükleri de kırmızı yazılmıştır. Bu durumda, ilgili düşünceleri parti örgü tü olarak yapacağım gösterir. Diğer yandan her afişte kullanılan ve kır mızı renkle yazılmış "Yeni bir Türkiye” imgesi de, parti örgütü olarak arzulanan bîr durumdur biçiminde yorumlanabilir. Yine benzer biçimde, "hepimiz DYP’de bütünleşelim” afişindeki “İşte karar: Doğru yol ikti darına evet” sözcesi, "10 bü}1ik reform” afişindeki reform başlıklarının başında işaret olarak kullanılan parti amblemleri, "Şeffaflık” afişindeki dört ana konunun başına işaret olarak konulan parti amblemleri de parti
172
V. DOĞAN GÜNAY
örgütünce arzulanan şey ya da belirlenen İlkeler olarak değerlendirilebi lir. Yine, her afişte görülen dalgalanan üç bayraktan birisi yine kırmızı dır. Bu da parti Örgütünü belirttiğini varsayarsak bir afişteki parti örgü tünü anımsatan ne denli gösterge olduğunu görebiliyoruz. Pembe ise umuttur. Bunu sol köşede (bazen en üstte, bazen liderin fotoğrafıma üstünde) ters L biçimindeki “21 Ekim sabahı” (yeşil) Yeni bir Türkiye” (pembe)” yazısında görebiliyoruz. Yani tüm afişlerde kul lanılan pembe renkleri, ilgili parti örgütünün beklentisi ve umudu olarak değerlendirdiğimizde, şöyle bir sonuç çıkar: Ortadirek yeniden güçle necek, Kalkınma yeniden başlıyor, 21 Ekim sabahı yeni bir Türkiye, Hepimiz DYP’de bütünleşelim” afişlerindeki “yeniden, kalkınma, yeni bir Türkiye” ve “bütünleşelim” sözcükleri de pembe yazılmıştır. Yine: “10 büyük reform” afişinde reform adlan, “Şeffaflık” afişindeki “cam kapılar, açık yönetim, açık toplum, katılımcı demokrasi” sözceleri pem be yazılmıştır. Son olarak, afişlere bir devingenlik kazandıran 3 bayrak tan birisi de pembedir. Afişlerdeki bu pembeler, DYP örgütünün (yani kırmızı rengin) yapmayı arzuladığı, yapmak istediği şeyler olarak belir tilebilir. Afişlerde kullanılan üçüncü renk ise yeşildir. İlgili partinin merkez sağ tarafta yer almaşım da göz önünde bulundurarak, yeşilin İslam di nindeki kutsallığı akla gelebilir. Zaten partinin adı da dinsel yönleri faz lasıyla içeriyor. Yine yeşil; dinlendirici, huzur verici bir renk olarak de ğerlendirilebilir. Örneğin “Şeffaflık” başlıklı afişte yeşil olarak yazılmış “Her şey su gibi berrak olacak” sözünde ya da “10 büyük reform” afi şindeki “Doğru hedeflere birlikte gidiyoruz” sözünde bir miktar da olsa dinsel çağrışımlar yapıyor. O halde, yeşil ile hem muhafazakar yön hem de DYİP iktidara geldiği zaman toplum huzurlu olacak imgesi verilmiş olmalıdır. Bu rengin kullanıldığı yazılar da bizim gülüşümüzü doğrular niteliktedir. Öncelikle her afişte kullanılan “21 Ekim sabahı” tümcesi yeşildir. Yine “Ortadirek yeniden güçlenecek”, “Kalkınma yeniden başlıyor”, “Şeffaflık”, “21 Ekim sabahı yeni bir Türkiye”, “Hepimiz DYP’de bütünleşelim” ve “10 büyük reform” kullanılan bu yazılar da bizi destekler niteliktedir. Üç bayraktan birisi yeşildir. Yine, her afişin en altında bulunan “tek başına iktidar” sözcesi yeşil zemine beyaz yazı olarak yazılmıştır. 6, 4. Göstergebilimsel O kum a. Göstergebilim, genel olarak dünyanın anlamlı bir bütün olduğu görüşünden yola çıkar (Greimas. Courtes. 1979:339). Bu nedenle de çev-
GÖSTERGEBİLİM YAZILARI
173
remizdeki değişik göstergelerin değişik bağlamlarda bir anlam yaratıcı işlevi olduğu, rahatlıkla söylenebilir. Göstergebilim, her nesneyi iletişim açısından verici ile alıcı arasındaki ilişkide anlam yaratma işlevi bakı mından incelemeye çalışır. Bu açıdan, bir siyasal tanıtım afişinin eko nomik ya da siyaset bilim açısından getirisi ya da götürüşü göstergebilimin inceleme alanı dışında kalır, ama aynı afişin iletişim değe rini ve anlamlandırma durumunu göstergebilim incelemeye değer bulur. Göstergebilimin bir alt evreni olarak, son zamanlarda oldukça fazla ge lişim alanı bulan görsel göstergebilim, adından anlaşılabileceği gibi, an lam yaratan görsel öğeleri göstergebilim kuramları açısından değer lendirmeye çalışır. Her türlü görsel bildiriyi kendi kuramı bağlamında çözümlemeye, daha İyi anlaşılmasına yardımcı olmaya çalışır. Anlam yaratan, anlam yaratılmak için üretilmiş her tülü anlatım biçimi bu yön temle incelenebilir. Sonuçta, görsel göstergebilimin her türlü tanıtım ve siyasal tanıtımlar üzerine de söyleyecek sözü olacağı kesindir. Gös tergebilim, incelediği hangi gösterge türü olursa olsun, ilgili gösterge nin, nesnenin ya da simgesel birimin bir anlam bütünlüğü içinde hangi işleve sahip olduğu, hangi anlama nasıl geldiğini araştım. Dilbilimsel bir anlatımla gösterge ile gönderge arasındaki anlamlama sürecini ta nımlama, betimleme ve ortaya koyma göstergebilim açısından Önemli dir. “Görsel olan ile görülebilen arasındaki sapma, oran ve. perspektif ile gösterilebilir. Tanıtım fotoğrafının alıcıya sunduğu, şaşırtıcı bir karşıt lıktan doğar ve bu karşıtlıkla açıklanabilir” (Kıran, Büker, 1999:29). Bir okuma olanağı, metnin anlam katmanlarını kavrayacak tutarlı bir yön temsel yöneliş olarak insan bilimlerinde kendisine Özgü sağlam bir yer edinmiştir. Yazılı ya da görsel göstergebilim, inceleyeceği her bütünceyi ön celikle bir bütün olarak değerlendirir ve anlam katmanlarım ve anlam lama olgusunu daha iyi ortaya koyabilmek için kesitlemeye (fr. sequence) girişir. Her metin (afiş, resim, yontu ya da bir müzik parçası), bir bütün olarak ele alınmalıdır, parçalar ancak o zaman anlamlı hale ge lir. Bir bütünceyi, yani resmi, afişi ya da metni kesitlere ayırmak, an latının temel yapısını ortaya koymak için gerekli bir aşamadır. Her ke şideme ile belirli bir anlamsal yapıyı ortaya koymak amaçlanır ve bu nedenle de bir kesit içindeki anlam yaratıcı karşıtlıklar ortaya konur. Göstergebiîimsel çözümlemede, nesnel bir inceleme için kesitleme, ke sitler içinde ve kesitler arası anlam yaratıcı karşıtlıkları ortaya koymak ilk yapılacak çözümleme girişimleridir. Anlam, bir göstergede kendiliğinden var olmaz. Anlam, bir özne içindir ve bir durumun bağlamı içindedir, birşey hakkındadır, bir alanın
174
V. DOĞAN GÜNAY
bir parçası olarak vardır ve anlamın basit öğeleri diye bırşey yoktur. An lamın oluşturulması göstergeler arası (farklılık, ayrım ya da ayrılık gibi) ilişkiler iledir. Bu ilişkiler kavranabilir olmasına karşın, belirtik, kendini kolaylıkla ele veren bir yapıda olmayabilir. Yorumlama ya da anlamlama işi, anlamı oluşturan ilişkileri ortaya koyabilme ile doğrudan ilintili dir. Onu yaratan ve oluşturan alıcı / okuyucudur. Algıladığı göstergeler arasındaki ilişkiler ağını belirleyerek anlamı ortaya koyar. Seçtiğimiz DYP’nin afişleri arasında öncelikle, olumlu ve olum suz olarak bir keşideme yapılabilir. Bir yanda l.“Ortadirek yeniden güç lenecek5, 2. “Kalkınma yeniden başlıyor”, 3. “Şeffaflık”, 4. “21 Ekim sabahı yeni bir Türkiye”, 5. Hepimiz DYP’de bütünleşelim”, 6. “10 büyük reform” başlıkları ile verilen altı afiş; diğer yanda ise partinin ik tidarda eksik bulduğu yönlerini belirten son iki afiş vardır: 7. “Hane dandın Başbakanına 10 soru”, S. “Hazin bir “istikrar” tablosu!” Keşideme 1: Olumlu Olumsuz
1.2.3.4.5.6 7 ,8
Buradaki kesitlemenin belirticileri zaten afişlerin düzenlenmesin den belli oluyor. Olumlu afişler hep parti liderinin fotoğrafı ve renkli olarak verilmişken, son ikisi siyah-beyaz olarak ve parti liderinin fotoğ rafları olmadan verilmiştir. İlk altı afişte alıcıya daha güzel şeyler su nulurken, son İkisinde pek de hoş olmayan şeyler sunulmuştur. İlk altı afiş ile son iki afiş birbirinin karşıtı durumunda yerleştirilmiştir. Bu da olumlu ve olumsuz içerikleri ortaya koyan bir anlamlama biçimidir. İkinci bir keşideme ise, olumlu afişler arasında yapılabilir. Burada keşideme afişlerin değişen ve değişmeyen göstergeleri arasında olacak tır. Afişlerin bütünü olarak ele aldığımız bu kesidemede, her afişte ol ması gerekli olan ve bizim “değişmeyenleri5 olarak belirttiğimiz görsel öğeler ile, partinin değişik konularda açıkladığı görüşlerinin olduğu “değişenler” kısmıdır. Afişlerde değişmeyenler: Değişik boyut ve afişte bulunma yeri açısından farklı yerde de olsa liderin fotoğrafi vardır. İkinci olarak, partiyi belirten simge (Kırmızı zemin üzerinde, beyaz ola rak betimlenmiş üzerinde bir binicisi ile şahlanmış bir kır at) ve partiyi belirten kısaltma baş harfler. Bunlara ek olarak, her afişte bulunan ve üç renkli ve üzerinde “haydi” sözcüğü yazılı devingenlik belirten bayraklar vardır. Son olarak da her afişte (hatta afişin birisinin adı olmuş) bazen ters L biçiminde bazen de tek bir sıra halindeki “21 Ekim sabahı yeni bir Türkiye55 sözcesi ile, partinin amblemi, kısaltma adı ve partinin tam adımn yazıldığı uzamın her zaman altında yer alan “Tek başına iktidar”
GÖSTBRGBBILİM YAZILARI
175
sözcesi afişlerin değişmeyenleri olarak vardır. Yine, olumlu afişlerde hep yinelenen, "Tek başına iktidar” ve “21 Ekim sabahı yeni bir Tür kiye” sözceleri geleceğe yönelik olumlu anlatımlardır. Metindeki değişen öğe olarak her afişin başlığı, yani partinin deği şik konulardaki görüşlerini açıklayan yazılardır diyebileceğimiz: “Orta direk yeniden güçlenecek”, “Kalkınma yeniden başlıyor”, “Şeffaflık”, “10 büyük reform”, “Hepimiz DYP’de bütünleşelim”, “21 Ekim sabahı yeni bir Türkiye” sözceleridir. Yine, iki siyah beyaz fotoğraftaki “Hane dan Tn Başbakanına” ile “Hazin bir “istikrar” tablosu!” sözceleri de de ğişen öğeler arasındadır. Kesıtleme2: Değişenler Değişmeyenler
Partinin görüşleri fotoğraf, parti amblemi, adı ve iki sözce
Burada değişmeyenler parti örgütü ve partinin sloganlarıdır. Bu bakımdan parti örgütü değişmeyenler ile alıcı/seçmenden değişenler için oy istemektedir. Demirel’in fotoğrafları değişik de olsa; afişin genel yapısı, parti nin belirlediği kalıplaşmış sözler (sloganlar) ve DemirePin giysisi değişmiyor. Bunun çeşitli nedenleri bulunabilir. Özellikle alıcıda kalıcı olmasının birçok nedenlerinden birisi de aynı durumun, imgenin, gös tergenin ya da eylemin belirli aralıklarla yinelenmesidir. Kullanılan slo ganlar, görsel öğeler, simgeler ve değişik göstergeler sürekli yinelenerek topluma ait değerler haline getirilmeye çalışılır. Kuşkusuz, bu yinele meler ilgili siyasal grubun kendi üstdilini oluşturmada temel bir işlevi vardır. Sürekli yineleme ile her parti kendi üstdilini oluşturur ve türdeş leri arasında kendi farkım oluşturduğu bu üştdili yardımı ile belirtmeye çalışır. Bu değişenler ve değişmeyenlerin afiş düzenlenmesi içindeki yeri de ayırt edici bir durumdadır. Değişmeyenler, genellikle afişin alt kıs mında yer almıştır, değişenler ise, afişte üst kısımlarda bulunmaktadır.
176
V. DOĞAN GÜNAY
Keşideme 3: Üst Değişenler Alt Değişmeyenler Belki biraz zorlamalı da olsa, şöyle bir yaklaşım getirilebilir: Parti örgütünü belirten değişmeyenler alt kısımda yer almıştır. Partinin de ğiştirmek istediği şeyler, getirmek istediği yenilikler üst kısımda bu lunmaktadır. Bu da “Oy vereceğiniz partinin temeli sağlamdır. Eğer yu karıdaki değişiklikleri arzuluyorsanız alttaki partiye oy verin” biçiminde yorumlanabilir. Elbette, burada yapılabilecek başka kesitlemeler de vardır. Fotoğ rafın kullanımı (tam boy ve mask türü), gazete sayfalarının yatay ve di key kullanımı, renkler, yazıların büyüklükleri / küçüklükleri de ayırt edici özellikler olarak vardır. Değişik görsel anlatımların bir arada sunulduğu bir bildiride, göz, değişik okuma/algılama biçimini bir arada yapar. Yani, aym anda sağ dan sola, soldan sağa, yukarıdan aşağıya ya da aşağıdan yukarıya doğru algılama ve okuma biçimini bir arada yapar. Bu da, bildiride kullanılan göstergenin özelliğinden kaynaklanmaktadır. Sözel anlatımda sesbirim - biçimbirim - sözce sıralamasındaki bir anlama yerine, burada bir söz. ce olarak görsel göstergenin tamamı söz konusudur.
.
6. 5 Sonuç
Partiler, seçtikleri görsel öğelerin anlaşılmasında hedef kitle olarak tüm seçmenleri düşündüğünden, tanıtımlarında anlaşılması kolay bildi rileri kullanırlar. Yani, alt tabakama anlayabileceği türden bildiriler, simgeler, dilsel ve görsel anlatım biçimleri kullanırlar. Ama aym yalın bildiri, her durumda yorumlanmaya muhtaçtır. Alıcıya bir bildiri olarak aktarılacak her anlatım biçimi değişik okuma ve anlamlama edimine açıktır. Biz de burada, bir siyasal partinin 21 Ekim 1991 tarihinde verdiği gazete ilanlarından birkaçım görsel göstergebilim açısından okumaya çalıştık. Değişik gösterge türlerinin bir arada sunulduğu bu tür bildirilerde, kesin bir anlam aramak boşuna ola caktır. Göstergebilime göre bizim burada değerlendirdiğimiz göstergeler ve anlamlı yapılar, bir başka yaklaşıma göre daha değişik olarak yo rumlanabilecektir. Bu da normaldir, çünkü bir bildiri oluşturma niyetin deki insanlar lıer şeyi doğrudan söylemez ya da söyleyemez. Söyleme den -söylemek de bir anlatım biçimidir. Göstergebiîiracilerin, söylem çö-
GÖSTERGEBÎLİM YAZILARI
177
zümlemecilerin ya da yommbilimcilerin peşinde olduğu da söylenme den söylenilen şeylerin farkına varma arzusudur. Tamunun önemli bir sektör olduğu, bir sanat dallım dönüştüğü günümüzde, her türlü tanıtım gibi siyasal tanıtım da her zaman yeni bi çimleri deneyecek, yeni anlamlama olguları peşinde koşacaktır. Bu da, düşünen, devinim içindeki insandan beklenen bir davranış biçimidir.
E K L E R : Ç Ö Z Ü M L E M E D E K U L L A N D IĞ IM IZ A F İŞ L E R
7. Bir Tanıtım Bildirisinin Gostergebilimsel Okunması Göstergebilimin, yeni bir uygulayım alanı olarak tanıtım metinle rine uygulandığı günümüzde, yapılan çalışmalardan oldukça tutarlı çö zümlemelere ulaşıldığı görülmektedir. Biz de bu çalışmada gostergebiliın kuramımnm kısa tanıtımından sonra, seçtiğimiz bir tanıtım bildiri sine bu kuramı uygulamak istiyoruz. 7. 1. Gösterge ve Göstergebilim Göstergebiiim nedir? Kısaca göstergeleri inceleyen bir bilim dalı dır denilebilir. O halde, gösterge nedir diye sormak gerekiyor. Çok bili nen bir tanımı biz de yineleyelim: Gösterge, bir başka şeyin yerini ala bilecek nitelikte olduğundan, kendi dışında bir başka şeyi gösteren her türlü nesne, olgu ya da varlıktır. Bu tanım, dilbilim için geçerli olduğu gibi göstergebilim, mantık, felsefe ya da bir başka bilim dallan tarafın dan da kabul edilir. Değişik türde göstergelerden söz edilse de, hepsinin ortak yönü: İnsanla insan ve insanla doğa arasında İletişim sağlamaya yönelik olmasıdır. Yani denizcilikte, tanıtımda, sinemada, bilimsel bir anlatımda, tutkularımızı belirtmede, bir anlatıdaki simgesel kullanımda, mimari bir öğe olarak, bedensel bir davranış biçiminde kullanılsa da, temel özelliği iletişim sağlamaya yönelik olmasıdır. Tüm göstergelerin işlevsel açıdan böyle bir benzerliğinden ya da ortak yanından söz edile bilir. Ancak, tür açısından, kullanılan kod açısından ya da bir başka açı dan farklı gösterge türlerinden söz edilebilir. Örneğin, dilsel göstergeler, dil dışı göstergeler, doğal ve yapay göstergeler biçiminde sınıflandırma lar yapılabilir. Amerikalı mantıkçı Charles Sanders Peırce, insamn ileti şim amacıyla ürettiği tüm göstergeleri: Kendisi, nesnesi ve yorumlayanı
182
V. DOĞAN GÜNAY
açısından sınıflandırır. İnsanın kullandığı göstergelerin tümünü üçlükler biçiminde oluştumr ve insamn altmışaltı değişik türde gösterge kullan dığını saptar. Çalışmasının en kalıcı olanı göstergenin nesnesi açısından yaptığı sınıflamadır. Birçok yerde gösterge sınıflamasında adı geçen: Belirti (fr. indice), görüntüsel gösterge (fr. icone) ve simge (fr. symbole) Peirce’ün göstergeyi, nesnesi açısından sınıflamada bulduğu gösterge grubudur. Göstergelerin hemen tamamına yakım insanlar arasında iletişim kurmak amacıyla üretildiğinden, toplumla doğrudan ilintilidir. Yani, ile tişim amacıyla üreülen göstergeler, kültürel değerler olarak adlandırılır. Ancak, insanlar bazen de doğa ile iletişim kurma yoluna gider. İnsanla doğa arasındaki iletişimde kullanılan göstergeleri insan üretmez, doğada var. olan bir durumu ya da edimi gösterge olarak değerlendirir ve ona bir anlam yükler. O halde, insanla doğa ve insanla insan iletişimine göre göstergeleri sınıflamak olasıdır. Doğal göstergeler ve yapay göstergeler bu tür bir sınıflamayı belirtir. Belirtiler ve semptomlar (hastalık belirti leri) doğal göstergelerdir. Karşıtı yapay göstergeler olarak da görüntüsel gösterge (icone), belirtke ve simgeleri sayabiliriz. Yapay göstergeler de. kendi arasında 5ransıtan göstergeler (örneğin görüntüsel gösterge) ve saymaca gösterge (örneğin belirtke ve simge) olarak sınıflandırılabilir. Bizim burada ele alıp çözümleyeceğimiz göstergeler, kültürel de ğerlerdir. Yani, bu yanıyla yapay göstergeler, diğer yanıyla da dilsel ve dil dışı göstergelerdir denilebilir. Kısaca, insanlar arası iletişimde kulla nılan göstergeler inceleme konusu edilecektir. Çağdaş dilbilimin öncüsü Ferdinand de Saussure’ün kuranımda dilbilimin konusu dilsel göstergelerdir. Bu dönemde insan yaşamında önemli bir yer tutan dil dışı göstergeleri inceleyecek bir bilim henüz yoktur. İnsamn iletişim sağlamakta kullandığı her türden göstergeyi in celeyecek bilim 1960’larda gelişir. Bu bilimin temel amacı da iletişim sağlamada kullanılan her türlü bildiriyi (dilsel ve dil dışı) anlam açısın dan çözümlemektir. Elbette insanlar arası iletişim dediğimiz zaman, kul lanılan bildiri çeşitliliğinden söz etmemiz gerekiyor. Dilsel iletişim ya nında; davranışlarımız (beden dili, el kol hareketleri, yüz hareketleri miz), sinema, tutkularımızın düzenlenmesi, her türlü biçimiyle tanıtım dizgeleri, tiyatro, moda, afiş, görüntüsel göstergeler, resim, fotoğraf, müzik yapıtı, roman, heykel, mimarlık düzenlemeleri gibi çok değişik gösterge türleri söz konusudur. İnsanın iletişim kurmada en sık kullandığı gösterge türü dilsel gös tergelerdir. Rolaııd Barthes'm dediği gibi, dil dışı göstergeleri açık lamak için de dilsel göstergeyi kullanırız. Hatta bu konuda Umberto Eco
GÖSTKRG EBİLİM YAZILARI
183
daha da ileri gider ve “Dil kültürün temelidir. Diğer simgesel dizgeler, dile göre birer aksesuardır ya da dile bağlı olarak türetilmiş göstergeler dir” (Eco, 1965:48) der. Ancak, insanların yaşamlarında bir bildiriyi alı cıya aktarmak için geliştirdiği çok değişik kod, kanal ve anlatım biçimi ve buna bağlı olarak da gösterge türü vardır. Her göstergenin kullanım yeri farklıdır. Yani, aynı anlama gelen iki farklı göstergeden birini diğe rinin yerine kullanabilmek her zaman olanaklı olmayabilir. Kısaca, her gösterge türünün kullamm yerleri farklıdır ye her türün kendine göre ko laylığı ve zorluğu vardır. İnsan, her zaman göstergeler, biçimler^ simgeler ve imgelerle çev rili olarak yaşar. Çevresi ile yani bir başka insanla ya da doğa ile ileti şim kurmak için değişik türde gösterge oluşturmuş ve bunları iletişim amacıyla kullanmıştır. Göstergeye bir anlam yükleyen insandır ve insan yaşamı, gösterge kullanmayı zorunlu hale getiriyor: Toplumsal bir var lık olmak, içinde yaşanılan toplumca kullanılan göstergelerin anlamım bilmek ve doğru yerde kullanmak demektir. Basındaki bir yazıyı oku mak dilsel göstergeyi ve basın dilini bilmekle olacaktır. Sokakta yapılan bir el hareketinin ne anlama geldiğini bilebilmek, toplumca kullanılan beden dilini ve bu dilin sağladığı simgesel davranışı öğrenmeye bağlı dır. Kısaca insan, yaşamı boyunca göstergeleri öğrenir, onu kullanır, onu anlamlandırır. İlişkilerimizi ve davranışlarımızı yönlendiren, göster gelerdir. Bu da, öğrenme ile kazanılan bir davranıştır. İnsanın kullandığı değişik gösterge türleri olsa ya da bildirilerini değişik kodlarla aktarsa da, gösterge olarak kullanılması bakımından, yani işlev bakımından ortak yanlarından da söz edilebileceğim söyledik. Kısaca, insan değişik türde gösterge kullansa da, temel olarak bir anlamı alıcısına aktarmayı amaçlar. O zaman “anlam nedir?” ya da “anlam na sıl oluşur?” sorusu akla geliyor. İşte burada, göştergebilimden söz et mek gerekiyor. Göstergebilinı, iletişim amacıyla oluşturulan anlamlı yapının temelini ortaya koymaya çalışır. Yani göstergebilim, iletişim amacıyla üretilmiş bir anlamlı yapıyla, bir bildiriyle ilgili olarak şu so ruların yanıtım arar: “Bu bildiride, bu metinde, tanıtımda, söylemde, heykelde, romanda, vitrayda, sinemada, öfkeyi belirten bedensel anla tımda, görsel anlatımda ya da bu tümcede anlam nasıl oluşuyor?” Ya da: “Bu bildiri söylemek istediği şeyi nasıl söylüyor?”. Bu somlara yetkin yanıtlar bulabilmek için insanın düşünme biçimine, mantıksal düzenle melere, davranış biçimlerine, göstergelerin düzenleniş ve işleyiş biçimi ne kadar giden bir inceleme süreci gereklidir. İletişim, bir anlamın, belli bir kodla alıcıya aktarılması olduğuna göre, iletişimin gerçekleşmesi, verici tarafından aktarılan bildirinin alıcı
184
V. DOĞAN GÜNAY
tarafından doğru bir biçimde anlaşılması ile olur. Alıcı neyin peşinde dir? Göstergenin hangi maddeden yapıldığı, biçimi, hacmi ya da gö rüntüsü ile ilgilenmez. Yani, göstergenin plastik ya da kağıttan olması ona farklı bir özellik katmaz. O halde alıcı, göstergenin neyi belirttiğini öğrenmeye çalışır. Göstergenin anlamım bilmesine bağlı olarak bildiriyi anlayabilecektir. İletişim amacıyla üretilen her bildirinin bir anlamı ol duğuna göre, iletişimin gerçekleşmesi açısından anlam en temel öğedir. Anlaşılmanın kolaylığı açısından her bildirinin aynı düzeyde ol duğu söylenemez. Göstergelerin hep bilinen anlamlan ile bildiriyi değerlendinııek kolaydır, ancak simgeleştirme türü anlatımlarda göster geleri anlamlandırmak daha zordur. Kolaylık ya da zorluk, bildirinin ta şıdığı kavramın özelliğine, nicelik ve niteliğine bağlıdır. Niceliksel açı dan, basitlik ya da karmaşıklık, bildirinin içerdiği öğe sayısıyla ilişkili dir. Örneğin düzaniamsal bir bildirinin anlaşılması daha kolaydır. Nite liksel açıdan basitlik ya da karmaşıklık ise, kavramın somut ya da soyut oluşuna, simgesel kullanımlara yani yananlamsal ya da çağrışımsal an lamlarla yüklü bildirilerin kullanılmasına göre değişir. Öyleyse göndergesi görülebilen, algılanması kolay olan nesneleri ilgilendiren bir bildiri niteliksel olarak daha yalın ve basittir, anlaşılması da kolay olacaktır. Bu tür anlatımlarda göstergeler herkesin bildiği şekli ile yani düzanlamsal olarak kullanılmıştır. Düzaniamsal yanın ağır bastığı gündelik ko nuşma, gazete haberi, bilimsel yazı gibi anlatımlarda anlamın algılan masında önemli bir sorunla karşılaşılmaz. Ama soyut göndergeleri ve simgesel kullanımları içeren bir bildirinin anlaşılması daha zor olacak tır. Sanat içerikli anlatımların alıcı tarafından anlaşılması, yani anlam landırılması her zaman kolay değildir. Soyut kavramlar olarak; duygu lar, ilişkiler, düşünceler, bildiriyi karmaşık yapan ve bildirinin anlaşıl masında zorluk çıkaran öğeler arasında sayılabilir. İşte bu tür yapıların çözümlenmesinde göstergebilimsel yöntem, okuyucuya ya da çözüm leyiciye önemli kolaylıklar sağlar. Dilsel ve dil dışı göstergeler arasındaki benzerlik, iletişim ama cıyla kullanılıyor olması ve gösterge olarak bir başka şeyi belirtmesi olarak açıklanabilir. İki tür gösterge arasındaki en temel karşıtlık kulla nılan kodlarda görülür. Birisinde dilsel kod kullanılırken, diğerinde, al gılama biçimindeki farklılıktan dolayı,; görsel, işitsel ve/ya da görselişitsel kodlardan birisi kullanılır. Karşıtlık yalmzca kodla sınırlı değil. Örneğin, görsel anlatımda eklenildikten söz edilemez. Halbuki dilsel göstergenin en temel özelliği eklemli oluşudur. Görsel göstergelerin de kendine özgü yanları ve ayırt edici yönleri vardır. Hatta görsel Öğelerin hepsinin aynı işleve sahip ol
GÖSTERGEBİLİM YAZILARI
185
duğu da söylenemez. Bir kısmı gösterge olarak anlamlandınlırken, bir kısmı da imge olarak işlev görür. Görsel göstergebilimin günümüzdeki kuramcılarından İsveçli Göran Sonesson’a göre, imgeler (fr. figurae) çizgi, açı ve köşe gibi figürler taşır (1992b:l54). Sonesson, imgeyi göstergeden ayırmak için üç ölçüt önermektedir (1992b:l55-156). Birinci olarak, her birimin göndergesıne değil kendisine özerk ölçütler uygu lamak gerekiyor. Bir burun, yerine göre imge ya da gösterge olabilir. İkinci olarak imgede, dildekine benzer birinci ve ikinci eklemlilikten söz edilemez. İmgede, bir arada bulunan birimler kendi kendilerine birşey belirtmezler. Fakat bir imgede bulunan her birim, imgenin genel anla mım oluşturmada ortak öğe durumundadır. İmgenin öğeleri, bağlam (imge bütünlüğü) içinde anlam kazanır. Son olarak da, imgenin mantığı, bir tür olasılık belirten algılama biçiminin mantığıdır. O halde, imgeler de dildekine benzemese de çizgi, açı, boyut ve madde gibi ayırt edici yanlar vardır. Ancak bu ayırt edici yanların tek başlarına bir işlevi yok tur. Genel imge içinde bir özellik taşımaktadırlar. Dilsel göstergede gösteren ile gösterilen arasındaki ilişki saymaca, buyrultusal ve nedensizdir. Görsel göstergelerde bu durum daha farklı dır. Gösterge olduğuna göre sasınaca ve nedensizlik ilişkisi bulunsa da, bazılarında benzeşme ya da Örnek alma türünde bir nedenlilik ilişkisi kurulabilir. İmgelerde; benzeşim, ömekseme, eğretileme, düzdeğişmece gibi bazı figürler yardımıyla, iki nesne (yani gösterge (ya da imge olarak kullanılan nesne) ile gerçek dünyada (ya da dilsel dünyada) var olan bir durum ya da nesne arasında) bir nedenlilik ilişkisi kurulabilir. Örneğin benzeşim yoluyla yapılan eğretileme (fr. nıetaphore), düzdeğişmece (fr. metonymie), karşılaştırma (fr. comparaison) gibi figürler, birer imgedir. Bu tür figürlerde gösterge ile göndergesi arasında, kullanıldığı kültüre bağlı olarak, belli bir nedenlilik ilişkisi kurulabilir. Kısaca iletişimde kullanılan her türlü simge, imge ya da göstergenin oluşumunda yararla nılan benzerlik, karşıtlık ya da örnekseme türü ilişkiler belli bir kültürün içinde geçerlidir. Beden dili, jest ve mimikler, renklerin anlamlan gibi her türlü gösterge, toplumla ve kültürel ortamla doğrudan ilintilidir. Göstergebilime göre, anlam oluşumu (fr. semiosis), doğal bir ilişkiyle değil, uzlaşmaya dayalı bir tutumdur (Greimas, Courtes, 1979:339). Bu nedenle anlam sağlamaya yönelik her gösterge dizgesi belli bir kültürün parçası durumundadır, yani gösterge İle nesnesi arasındaki ilişki toplumsaldır. Bu açıdan, okuma, anlamlandırma gibi tutumlar, insan akimın işleyişi açısından evrensel ve her insanda benzer yollarla olsa da, anlamın oluşumu ve okunan birşeyi belli bir kültür çerçevesinde yo rumlamak, toplumsal bağlamda gerçekleşen bir durumdur.
186
V. DOĞAN GÜNAY
7.
2. Göstergebilimsel Çözümlemeler
Göstergebilim, ele aldığı bütüncedeki anlamın oluşumunu ortaya koymaya çalışır. Anlamın ortaya konması da belli bir bütünlük ve kapa lılık içinde sunulan göstergeler dizgesini bir arada çözümlemek, arala rındaki ilişkileri ortaya koymak ve yüzeysel yapıdan derin yapıya doğru bir okuma süreci gerçekleştirmekle olabilecektir. Kısaca, göstergebilim, ele aldığı bildiride anlamın nasıl oluştuğunu ortaya koyabilmek için, ilk bakışta görülebilen öğelerden, belli bir ayrıntılı okuma elde edilecek an lamlı yapılara doğru giden çözümlemelere girişir. Çözümlemeler, alı cıya iki türde bilgi sağlar: Niceliksel olarak çözümlemenin temeli ve yöntemi üzerinde açıklayıcı yaklaşım getirir. Alıcı bir başka gösterge tü rünü anlamada bu yolu izleyerek bildiriyi anlamaya çalışır. İkinci olarak da, okuma (çözümleme) süreçlerinden yola çıkarak, imgenin yapısını yeniden oluşturmayı amaçlar. Kısaca bir araya gelerek belli bir anlara sağlayan göstergeler arasındaki ilişkileri her boyutta çözümler. Anlaşılır olmak ve konusunu daha tutarlı ve daha1etkin bir biçimde kavramak amacıyla örnekçeler oluşturur. Bu tür bir okuma, dizimsel aşamadan di zisel aşamaya doğru bir sıra izlemeyi gerekli kılar. 1. 2.1. Çözümleme Düzeyleri
Greimas göstergebılimi, bir anlamlama kuramı olmak ve böyle bir kuramı geliştirmek ister. Yani, anlaımn oluşumunu anlatım ve içerik düzleminde belirleyebilmek, anlamın kavranma biçimim ve nasıl üretil diğini ortaya koyabilmek için genel bir kuram geliştirir. Geliştirdiği örnekçelerle, anlam çözümlemesinde yetkin bir kuram olduğu herkes ta rafından kabul edilmektedir. Çok değişik anlamlı yapılara uygulanarak yetkin çözümlemeler yapılabilmiştir. Bu nedenle olmalıdır ki, Sonesson, göstergebilimi nomoîhetique22 ve niteliksel bir bilim olarak değerlendi rir (1992a: 30). Göstergebilim nomothetique olarak kabul edilebilir, çün kü göstergeleri anlamlandırmada, benzer durumlar için geçerli ola bilecek kurallar ve düzenlemeler oluşturmaya çalışır. Göstergebilim ön celikle nitelikle ilgilenir, nicelikle değil; çünkü gösterge, insanlar ya da dizgeyi kullanan toplumsal grup için bir anlam taşıdığı sürece, göster genin niteliksel bir işlevinden söz edilebilir.
22 Kanunları gözden geçirmekle görevli bir komisyonun üyesi demektir.
GÖSTERGEBİLİM YAZILARI
187
Genel izlem (fr. parcours generatif) olarak adlandmlan ve ardanım oluşum, kavranım ve üretüiş sürecim açıklayan bu örnekçe üç aşamalı bir yapı olarak sunulur. Anlamlamamn eklemlenin! yeri olarak adlandı rılan bu özerk yapılı üç aşama, doğal dünyadan ve doğal dilden ayrı ide al bir kurgudur Genel izlemin üç özerk alanı; betisel düzey, anlatısal düzey ve ızleksel düzey olarak adlandırılır.
ANLATISAL YAPILAR (ızleksel düzey) (anlatısal düzey) SÖYLEM SEL YAPILAR (Betisel düzey)
ÜRETİCİ SÜREÇ S öz dizimsel Bileşke Derin Düzey Yüzeysel Yapı
Temel Sözdizim: Göstergebilimsel Dörtgen Anlatısal Sözdizim: Eyleyenler Çizgesİ ve İşleyişi Söylemsel Sözdizim Söylemseli eşme
Anlamsal Bileşke Temel Anlam Değer Y argıları Anlatısal Anlam Söylemsel Anlam İzlekselleşme
Oyunculaşma Süremselleşme
Uzamsallaşma
Betiselleşme
Betisel düzev: Bu aşamada ele alman bütüncedeki göstergeler sözceleme durumu53 açısından yani, gerçek dünyadaki karşıtlıkları ile eşleştirilerek tanımlanır. Bütüncenin ilk okunuşu ile fark edilebilecek göstergebilimsel yapıların betimlendiği bu aşamada, bildiri, söylemsel yanıyla ele alınır. Betisel çözümleme, doğrudan gerçek dünyadaki nes nelere gönderimde bulunarak yapıldığından en kolay aşama olduğu söy lenebilir. Ancak, bir bütüncenin betisel olarak çözümlenmesi daha son raki iki aşama için gereklidir. Çözümlenecek bütüncedeki kişiler, zaman ve uzam temel işlevleri yani birincil değerleri ile ortaya konur. Kişi ile ilgili olarak; fiziki ve ruhsal görünümü, yaptığı eylemler, etkileşimde bulunduğu diğer anlatı kişileri değerlendirilir. Zaman açısından; olayın belli bir zaman içinde yerleştirilmesi, anlatı zamanı ile öykü zamanı arasındaki farklar ya da benzerlikler, süre, tarihsel zaman, anlatıdaki olaylann zaman içindeki gelişimi (yinelenmesi, sıklığı vb...) ele alınır. Uzam açısından da; nes nenin uzamda kapladığı yer, boyutu, sınırları, olayın geçtiği uzam, yer değiştirmeler gibi durumlar ele alınır.23
23 En kısa anlatımı ile sözce, sunulan içerik ya da anlatılan öyküdür. Sözcelem ise: bu içe riğin, öykünün, kısaca, sözcenin anlatılış biçimidir.
188
V DOĞAN GÜNAY
Anlatışa! Düzey: Betise! düzeyde yer alan metinle ilgili anlatışa! öğelerin ele alınıp incelendiği alandır. Anlatısal düzeyde, anlatımın işle yiş biçimi ortaya konulur. Eyleyenler şeması, anlatı izlencesi bu aşa mada gerçekleştirilir. Anlatıdaki kişiler adlarına göre değil, yaptıkları iş levlere göre betimlenir. Bu durumda her türlü anlatıda altı temel eyleyen bulunur. Gönderen-gönderilen, özne-nesne, yardımcı-engelleyici.* iletişim ekseni Gönderen /yaptırtmak/
Nesne /istemek/ a isteyim ekseni
Gönderilen
buyrum Yardıma Kiplikler /bilmek/ /muktedir olmak/
*
►Özne
<--------------------Karşı özne (engelleyici)
e(|jm ekseni
►
Bir anlatıda, gönderen ile özne arasında bir anlaşma kurulur. Öz ne, bu anlaşmayı yerine getirip getirmemesine göre ödüllendirilir ya da cezalandırılır. Anlatıda geçen sözceler açısından, durum sözceleri ve edim sözceleri olarak iki tür sözcenin olduğu görülür. Örneğin, özne nes nesinden yoksundur (durum sözcesi) ve gönderen, Özneye bu nesneye sahip olmasını ister. Özne, nesneye sahip olmak için harekete geçer (edım sözceleri) Anlatı izlencesinin dört temel aşaması; eyletim, edinç, edim ve yaptırım olarak belirtilir. Bunların ikisinde, gönderen ile özne etkileşim içindedir. Diğer ikisinde ise, özne ile nesne etkileşim içindedir. Hemen belirtmek gerekiyor ki, durağan yapılı bir bütüncede anlatısal düzey bu lunmayabilir. Örneğin bir resimde, tabloda, fotoğrafta olayların deği şimi, durumlar ve dönüşümler olmayabilir. O zaman, çözümlemenin bu aşaması, İçinde belli bir devinim olan bütünceler için gereklidir. Örne ğin, sinema, tiyatro, söylence, roman, masal, güldürü, vitray, pantomim ve bazı tanıtımlar için geçerlidir. Izleksel düzey: Anlamın en derin, dolayısı ile en soyut aşamasının ortaya konduğu izlekseî aşama, göstergebiîimcinin en çok önem verdiği çözümleme kısmıdır. Çözümlemenin son ve en zor aşaması izlekseî dü-
GÖSTERGEBİLİM YAZILARI
189
zeyde gerçekleştirilir. Bir bakıma, bütüııceniıı derin yapısmda bulunabi lecek yan anlam, çağrışımsal değer, simgeleştirme gibi soyut durumların ortaya konulması aşamasıdır. Bu aşamada, gerek betisel, gerekse anlatısal düzeyde ortaya konulan durumların, dönüşümlerin, nesnelerin, u~ zamların ve eyleyenlerin gösterdikleri dışında, göstermek istedikleri açı sından ele alınır. İncelenen bütüncedeki anlam taşıyıcı öğeler arasındaki değişik türden ilişkilerin ortaya konması söz konusudur. Derin yapıdaki çözümleme, biçimsel ya da belirim düzlemindeki çözümleme değil, doğrudan içerik düzeyinde yapılan bir çözümlemedir. Bir bütüncedeki görünen y a da görünmeyen, birbiriyle ilişkili anlambirimcıklerin ilişki lerinin ortaya konması ile anlam belirgin hale getirilebilecektir. İçerik düzleminde yapılan izleksel yapısının çözümlenmesinde, Louis Hjlemslev’in geliştirdiği dilbilim kuramının önemli katkısı ol muştur. Hjelmslev, dilsel gösterge ile ilgili olarak geliştirdiği dilbilim kuramında anlamın oluşumunu ayrıntılı bir biçimde ortaya koyar. An lam taşıyan bir göstergenin; anlatımın biçimi, anlatımın tözü, içeriğin biçimi ve içeriğin tözü olarak dört parçadan oluştuğunu gösterir. Anla mın da, anlatımın tözü ve biçimiyle, içeriğin tözü ve biçiminin ortaklaşa gerçekleşme aşamasında oluştuğunu belirler. Her türlü göstergeyi, anla tım ve içerik katmanlarının bileşmesiyle oluşan bir yapı olarak tanımlar. derin düzey (anlatım ın tözü): sesbirim cikler anlatım düzlemi yüzeysel d ü z ey (anlatım ın biçimi): sesbilim ler belirim düzlem i
________sözcükbirim ler (bildiriyi oluşturan farkh öğeler)
yüzeysel d ü z ey (içeriğin biçimi): göstergebirim ier çerik düzlemi derin düzey (içeriğin tözü): göstergebirim cikier A n la tım ın B iç im i: Dilsel gösterg en in yazı ya da s e s olarak söyienm esidir,
S a u ss u re ’ün g österenine eşit bir yapıdır (Z. Kıran, A; Kıran, 2001:143). A n la tım ın T ö z ü : Dilin h en ü z yapısal bîr özeliik verm ediği s e s yığınıdır. Tek tek sesbirim lerdir. Sesbügisi vardır. İç e riğ in B iç im i: S a u ssu re 'ü n gösterilen kavram ına d e n k d ü şe r. Toplumca belirlenm iş tözün som ut bir biçimidir. İçeriğin tözünün som utlaşm asıdır. Tözün som utlaşm ış biçimi olarak yazınsal, bilimsel, her türlü anlatım biçimi, konuşm a tü ründe zam an, kişi, uzam , çevre, doğa, aşk, Ölüm gibi tözlerden s ö z eder. Şiir, ro m an, denem e, çevre korum a konusunda yazılm ış biümsel bir m akale vb. tüm bun lar, biçimsel bir betim lem ede uygulam a (tözün biçim sel olarak belirm esi) olabilir.
J
190
V. DOĞAN GÜNAY
İç e riğ in T ö z ü : Dil tarafından henüz yapısal bir özellik kazanm am ış dil dışı gerçekliklerdir. T oplum ca kabul edilmiş değerlerdir, içeriğin tözü, nesnel biçimde tanım layabileceğim iz anlam dır. Bu nedenle de İncelenm esi ve tanım lanm ası diğer bilim dallarına bağlıdır. Bir anlam da içeriğin tözü, s a d e c e dilbilimce ortaya konulam az. Toplumbilim, felsefe, ruhbilim, yazın, yazın tarihi, siyaset bilimi vb.; gi bi alanlarla ilgilidir. İçeriğ in tö z ü ya da a n la m ın a ç ık la n m a s ı g ö ste rg e b ilim c i için k a ra r v e rm e d ü zlem id ir.
Bu belirleme, anlam kuramı oluşturmayı amaçlayan Greimasçı göstergebilim açısından çok önemlidir. Anlam, göstergeyi oluşturan dörtlü yapı arasındaki ilişki ile açıklanabilmektedir. Anlamın oluşu munda bu yapı kullanılmaktadır. Sözel dil (metin; söylem vb.) ya da sö zel olmayan dil (müzik, mim, resim, heykel vb. gibi), her türlü anlatıma uygulanabilen bu yapıda, her göstergesel nesne, anlatımın biçimi ile içe riğin biçimi arasında karşılıklı olarak birbirini varsayan ilişki ile belirle nir (Courtes, 1995:163). Hjelmslev'in anlamla ilgili olarak, Saussure’den esinlenerek geliştirdiği en belirgin görüşü “anlamın karşıtlıklardan:ve karşıtlık içinde olduğunu” söylemesidir. Anlamın oluşumunu ortaya koyması açısından bu, önemli bir belirlemedir. Çok bilinen renklerle: bu karşıtlığı ortaya koymaya çalışalım. “Beyaz” sözcüğü, “siyah” İle olan karşıtlığına, “gri” ile olan çelişkinliğine, “bej” İle olan içermesine göre bir anlam kazanacaktır.
Algirdas-Julien Greimas'm anlam çözümlemesi için oluşturduğu göstergebilim sel dörtgende (fr. carre semiotique) sözcüğün (Greimas, sözcüğü bu bağlamda anlambirinıcik (fr. seme) olarak adlandırır) an lamı, diğer sözcüklerle olan farklı türdeki ilişkileriyle ortaya çıkar. Böylesi bir yaklaşımla: kavramlar arası temel ve mantıksal ilişkiler, anlamın temellendiği gücül (fr. virtuel) yapılar, kısacası, sözcüğün kullanıldığı bağlamı içindeki anlamlanın (fr. signifıcation) süreci ortaya çıkarılabilir. Bu inceleme türü, anlam çözümlemesinin en soyut düzeyidir. Zira, ince lenecek lıer şey metin düzleminde, yani yüzeysel yapıda bulunma yabilir. Örneğin bir metinde kullanılan herhangi bir anlambirimcik, aynı metindeki diğer anlambirimcikle kurduğu değişik türdeki ilişkilere göre anlam kazanır. Herhangi bir bildiride kullanılan bir anlambirimcik, ger-
GÖSTERGEBİLİM YAZILARI
191
çek anlamını oluşturduğumuz şemadaki diğer sözcüklerle olan ilişkileri [karşıtlık (fr. contrariete, opposition), alt karşıtlık (fr. sub-contrariete), çelişiklik (fr, contradiction, contradictoire), varsayma (fr. supposition), içerme (fr. implication) ilişkileri] ve aralarındaki mantıksal dönü şümlerle kazanmıştır. Bir kavramı, kullanıldığı bağlamda doğru anlamlandırabilmek için; o anlambirimciğin diğer sözcüklerden farklı olan ayırt edici yanları, amlambilimsel özellikleri ve anlam eksenleri (karma şık eksen (fr. axe du comp!exe) ve yansız eksen (fr. axe do neutre) ola rak iki eksen söz konusudur) üzerindeki farklılıklarım göz önünde bu lundurmak gerekir.
7. 3. Görsel Anlatım Kişi, değişik kodlar ya da farklı türde göstergeler kullanarak kendi bildirisini oluşturabilir. Anlaşılma açısından da, kullanılan gösterge tür lerinin ve kodların alıcı tarafından bilimnesi gereklidir. Anlama, göster gelerin anlamının, kullanılan kodun ve kanalın alıcı tarafından tanınma sına bağlıdır. Bu tür tanımlamalar, bir bildirinin birincil anlamı, yani düzanlamı için gereklidir. Ancak bildiriler her zaman düzanlamsal kodla üretilmemektedir. Düzanlamsal olarak üretilmiş bir bildiri için yukarıda söylediklerimiz gerekli durumlardır. Simgesel kullanımlar ise, düzan lamsal kodun üzerine geliştirilen ikinci bir kodlamadın Bir bildiri, sim gesel kullanımlar içeriyorsa ve yorumlama gerektiriyorsa anlama ve an lamlandırma zor olacaktır. Kısaca, yan anlam ya da çağrışımsal an lamların kullanıldığı bildiriler görecelik içerir ve yorum gerektirir. Yorumlama yapılacak bildiriler simgesel anlamın bol olduğu bir anlatım biçimi ise, daha tutarlı bir anlam ortaya koyabilmek için ayrın tılı bir okuma sürecine girmek gerekecektir. Eksiltil! anlatımlar, sezdi rilirler ve çağrışımsal anlamların kullanıldığı her türlü bildiri ayrıntılı okumayı zorunlu kılar. Günümüzde kullanılan tanıtımları düşündüğü müzde, okuyucunun tamamlaması gereken birçok anlatım biçiminin kullanıldığım görüyoruz. İşte göstergebilinı, bu anlamlandırma sürecinde geliştirdiği kuramı ile okuyucuya yardımcı olmayı amaçlar. Göstergebüim bu nedenle bir bildirinin anlaşılması için değişik okuma düzeyleri önermiş ve anlamı ortaya koymak için de farklı yöntemler geliştirmiştir. Diğer yandan, an lam yaratan her gösterge grubu aynı özellikte olmayacağından, göster genin kendisinden ya da kodundan kaynaklanan özellikleri olacağından, genel göstergebilinı in alt evrenleri oluşmuştur. Yazınsal göstergebüim, tiyatro göstergebilimi, sinema, tanıtını, görüntü, mimarlık göstergebi-
192
V. DOĞAN GÜNAY
lîmleri böyle bir zorunluluktan doğmuştur. Alt bilimlerdeki gelişmeler sürmektedir, örneğin; bilişsel göstergebiiim, müzik göstergebilimi, hatta tutkuların göstergebiliminden söz edilebilmektedir. Biz, bu bağlamdan yazınsal ve tanıtım24 göstergebilimlerinden ya rarlanarak, günümüzde sıkça kullanılan bir tanıtım bildirisini göstergebilimsel bir yöntemle okumaya çalışacağız.
24 İmgelerin çözümlenmesini amaçlayan bir imge göstergebilimi, imgenin görsel olarak kullamima özelliğini, imgeyi gösterge yapan özellikleri, görsel öğelerdeki anlamlan dırma biçimlerini ve imge tiplerinin anlamlandırmadaki olası dunım ve farklılıklarım ortaya koymaya çalışır. Görüntüsel (fr. iconicjue) ve voğrumsal (İr. plastique) gösterge ler ve anlamlandırma biçimlerine göre imgenin Özelliğini ele alır. Böylece, imge tiple rinin olası anlamlandırma değişkenlikleri imge göstergebilimi taralından ortaya konulur (Soııesson, I992a:31, Sonesson, 1996: 23-24). Dilsel ve imgeye dayalı bir bildiri olan reklam bütüneesîni çözümlemeyi amaçlayan tanıtını göstergebilimi de, genel gostergebilim, yazınsal göstergebilimden ve imge göslergebİUminden yararlanarak, kendi bülüncesindeki anlamlandırma olgusunu ete abr.
194
V.
DOĞAN GÜNAY
İncelediğimiz tanıtım, eşanlamlı olarak, televizyonda,25 görsel ve işitsel olarak; radyoda, işitsel olarak ve yazılı basında görsel olarak su nulmaktadır. Ele aldığımız bütünceyi genel Akbank tanıtımları içindeki yerini tanımaya çalıştığımızda, tek bir afiş de olsa, tüm Akbank tanıtımların dan bir örnektir ve tüm Akbank tanıtımları ile belli bir ilişkisinden söz edilebilir. Tüm Akbank tamtımlanm bir üstyapı (fr. superstructııre) ola rak aldığımızda, bu tanıtım üstyapıyı oluşturan öğelerden birisi olacak tır. Eğer televizyonda gösterilen film tanıtımım da işin içine katarsak, üçlü bir sıralamaya ulaşırız. Televizyonda sunulan tamürn bildirisi, bü yük yapı (fr. macrostructure) Özelliğindedir. Bu tanıtım da televizyonda sunulan bildirinin bir kesiti, yani küçük yapı (fr. microstructure) olarak işlev görür. Akbaıık’ın aynı büyük yapı ile ilgili olarak üç değişik küçük yapılı tanıtını bildirisini görsel basın için hazırladığım düşündüğümüz de, her üç tanıtım bildirisi de televizyondaki büyük yapının alt ulamları olarak işlev görecektir. Radyoda sunulan da bir bakıma büyük yapıdır, yani televizyonda sunulan bildirinin bütününün işitsel olarak sunulma sıdır. Ancak görsel boyut olmadığından! küçük yapı olarak almakta bir sakınca yoktur. Bu sıralamalarda, alt birimler üst birimleri oluşturur ya da üst birimler alt birimleri varsayar. Üstyapı Büyük yapı K üçük yapı
Tüm Akbank tanıtımları Televizyonda sunulan 79 saniyelik görsel-işitsel Akbank tanıtı mı Gazetede 37,5 x 27,5 boyutundaki 3 değişik görüntü içeren Ak bank tanıtım ve radyodaki işitsel tanıtım
25 Televizyondaki tanıtım bildirisinin dilsel kısmı şöyledir: (Müzik)/ KONUŞMA: İlk gö
rüşte aşk böyle başladı (başlık)/ (Müzik Önce yavaştır, sonra hızlanır) / ŞARKI: İlk gö rüşte aşk böyle başladı / Adı üstünde, yıldırım aşkı (şarkının devamı) / Hemen evlilik, hemen balayı / Pek çabuk geçti cicim aylan (şarkı biter bitmez konuşma başlar) / K O NUŞMA: Koca sever klasik müzik / Karısı ise rock pop asit / Birisi ister akşam çıkmak (BİRİSİ İSTER BOW LİNG OYNAMAK) / Öbürü evde oturmak (ÖBÜRÜ BANYO YAPMAK) / Bayılır biri hamburgerle kolaya / Öbürü İse enginara, patlıcanlı pilava (müzikte bir duraklamayı belirten uzun vuruş) / ŞARKI: Rüya bitti / Anlaşarak aynîdılar / Günün birinde karşılaştılar / İkisi de buna çok şaştılar / TON DEĞİŞİM İ: Ayn dünyanın İnsanlanydılar / Niye burada karşılaştılar? i Neden acaba? / Neden acaba? (alaycı gülümseme) / (müzik) YENİ B ÎR SEŞ (konuşma sırasında müzik sürer): Hizmet, farklı dünyalara saygı duymakla başlar / Bİ2, size bu anlayışla hizmet vermek için çalı şıyoruz / AKBANK.
GÖSTERGEBİLİM YAZILARI
195
Büyük yapıda yapılacak her keşideme küçük yapılan verir. Büyük yapı, tutarlı bir bütündür. Diğer tanıtımlarla girdiği ilişki (karşılaştırma lar, benzerlikler, farklılıklar gibi), tanıtımlar arası bir inceleme de üst yapıyla ilgili betimlemedir. Örneğin, küçük yapı olarak ele aldığımız bu bildiride de üstyapı (genel Akbank tanıtından) ile ilgili kısımlar bulmak olasıdır. İncelediğimiz bu bildiride, Akbank logosu ve internet erişim adresi tüm Akbank tanıtımlarının ortak yanı olduğuna göre, bildirideki üstyapıya gönderimde bulunurlar. Bu iki kesit bildirinin değişmeyen kı sımlarıdır. Tüm tanıtımlarda ise, bu iki kesitin dışındakiler, bildiriler arası farklılıkları belirten kısımlardır. Her ne kadar gazetedeki tanıtım bildirisi, üstyapının bir kesiti ola rak sunulsa da, tanıtımcı amacına uygun olarak her bildiriyi kendi içinde kapalı, tutarlı ve anlamlı bir yapı olarak sunar. Okuyucu, diğer bildiri lerden haberli olmazsa buradaki bildiri anlaşılmaz olabilir. Bu nedenle incelediğimiz bildiri tek başına bir bildiri kabul edilebilir. Buna bağlı olarak da, bir anlamlı yapı olarak ele alınıp ayrıntılı okunması yapılabi lir. Biz bu yöntemi izleyeceğiz. Bir farkı da belirtelim: Burada tanıtım bildirisi üstyapı durumundaki televizyonda sunulan bildirinin bir kesiti dir. Ancak bu kesit, bire bir uyuşan bir kesit değildir. İzlek (fr. tlıeme) olarak büyük yapımn bir alt birimi olsa da, görüntü açısından büyük ya pı ile örtüşmediğini söylemeliyiz. Asıl bildiride bu resimlerin olduğu bir kısım yoktur. Ama bu durum, tanıtımda genel anlamda ele alınmaktadır. Hatta bu tanıtımı televizyon bildirisinin içine yerleştirecek olsak, “pek çabuk geçti cicim ayları” şarkılı anlatımdan sonra, iki kişinin kendi özelliklerinin anlatıldığı bölüme yerleştirmeliyiz. Yani “birisi ister akşam çıkmak, öbürü evde oturmak” sözlerinin değişik bir yorumudur (Akbank’ın televizyonda gösterilen bildiriye uygun olarak görsel basın için üç tanıtım bildirisinin hazırlandığım öğrendik. İlginçtir, her üç bildiri de resimdeki iki kişinin karşıt isteklerinin olduğu bölümle ilgili olarak ha zırlanmıştır). Görüldüğü gibi, incelediğimiz tanıtım bütüncesi, genel ta mlım yapısı içinde değerlendirilebilecek özelliktedir. Eğer bu bildiriyi, bir üstyapı olarak ele alırsak, bu bildiriyi oluştu ran alt birimlerden, küçük yapılardan da söz etmemiz gerekecektir. Afiş, tablo gibi iletişim sağlamaya yönelik olarak hazırlanan dizgelerin temel göstergeleri olan görüntünün de oluşturucuları ya da alt dizgeleri vardır. Kağıt, görüntü, perspektif, çizgi, gibi görsel anlatımın belirleyiciler ola rak alt birimler ya da oluşturucular yanında, görüntüsel göstergenin gerçek dünyaya doğrudan gönderimde bulunması nedeniyle, bu kısım daki göstergeler arasında yapılabilecek alt dizgelerden de söz edilebilir.
196
V. DOĞAN GÜNAY
Tanıtlının amacına baktığımızda, her tanıtım için geçerli amaç bu rada da söz konusudur. Tanıtıma yapılan markanın, düşünce yapısının ya da felsefesinin alıcı tarafından paylaşılmasını sağlamak biçimindeki bir amaçtan söz edilebilir. Belli bir vericinin^ belli bir alıcı kitlesine yönelik olarak hazırlanmış bu bildiride, alıcıdan bir eylem yapması istenmekte dir. Birçok tanıtımda olduğu gibi, düzanlamsal anlatımda ortaya çık mayan, ama bir çıkarım sonucu elde edilebilecek bir anlam söz konusu dur. Tanıtınım amacı, kullanılan görsel anlatımda ne gösterilir, ne de an lamsal olarak çağrışımda bulunulur. Yani asıl yerilmesi istenilen “Ak balık” Öğesi, okuyucunun dikkatini çekecek bildirinin merkezindeki Öğe değildir. Uzamsal düzenlemede, bildirinin merkezi konumuna gö rüntüsel öğeler yerleştirilmiştir. Okuyucunun bakışı, olumlu bir gönde rimde bulunan iki resmin genel görünüşü üzerinedir. Görsel ve dilsel göstergelerin bir arada kullanıldığı bildirilerde odaklayım (fr. focalisation) ve alıcının ilgisi çoğunlukla görsel gösterge üzerinde yoğunlaşır. Bu algılama biçimi, dilsel ve görsel öğelerin bir arada kullanıldığı bildi rilerin genel özelliğidir. Tanıtımcılar, bu durumu bildiklerinden görsel göstergelerin tamtnnlann işlevini ayrıcalıklı olarak ele alır. Bu tür tanı tımlarda, görsel gösterge incelendikten sonra yazıların okunmasına geçi lir. Okuyucunun ilk bakışta dikkatinin yoğunlaştığı görsel öğelere baktığımızda, bildirinin asıl aınacıjda ilgili bir durumun olmadığını gö rürüz. Kullanılan uzam ve zaman ya da kişilerin yaptıkları eylemler de tanıtımın amacım belirtmez, açıklamaz ya da sezinletmez. Kişilerin ba kışında da asıl bildiriye yönelik bir tutum görmeyiz. Hatta, kişiler alı cıya bile bakmamaktadırlar. Kendi eylemlerinde asıl hedefleri duru mundaki yere bakmaktadırlar. Kendi işiyle ilgilenen iki kişinin görüntü sü tanıtımın odağına yerleştirilmiştir. İlgiyi asıl bildiri Öğesi dışında başka bir şeye yöneltmek, tanıtımlarda sıklıkla başvurulan bir durum dur. Buradaki amaç, alıcının olumlu bir konumda yerleştirilmiş betiler yoluyla, kendisine de pay çıkarmasını sağlamaktır. Bir tür ömeksemeden (fr. analogie) söz edilebilir. Alıcıdan, kendilerini, resimdeki kişiler gibi huzurlu, sakin, mutlu ve belli bir ekonomik güce sahip kişiler ola rak hissetmeleri önerilir. Bu nedenle tamtımlann birçoğunda, okuyucu, zihinsel bir işlem yapmaya, olayları yorumlayıp sonuçlar çıkarmaya çağrılır. Bu bildirinin anlaşılması için okuyucu, önsel olarak ya da artıkbilgi olarak “Akbank” sözcüğünün ne anlama geldiğim bilmek zorunda dır. O zaman bildiri (hizmet vermek), tanıtımı yapılan kurum arasında bir ilişki kurabilecektir. Elbette “bank” sözcüğü bir ipucu sayılabilir.
GÖSTERGEBİLIM YAZILARI
197
İletişini dizgesiyle anlamlama dizgesinin bir arada kullanıldığı bu tanı tımın bildirisi şu şekilde belirtilebilir: “Kendinizi hangi dünyada hisse derseniz hissedin, Akbank’a gelin. Biz sizi anlarız. Yeter ki siz paranızı bizim bankaya yatırın, yeter ki sizin paranızdan biz para kazanalım. Tek amacımız budur”. Ama bu tür bir bilgi, okuyucunun bir çıkarımı olacak tır. Tanıtını bildirisini amaçlan açısından sınıflamada üç tür bildiri ol duğundan söz edilir: Bilişsel amaçlar, duygusal amaçlar ve çağnmsal amaçlar (FİÎali, Crivel, Maniak, 1996: 30-31). Tanıtmak, bildirmek ve birşeyın nesnenin, durumun varlığım haber vermek gibi bildirilerde bi lişsel amaç vardır. Duygusal amaçlarda; tanıtımı yapılan nesnenin sev dirilmesi, alıcının beğenisinin kazanılmasını sağlamak söz konusudur. Son olarak da esinlemek, önermek, bir konu ya da davranışla ilgili ola rak düşünmesini sağlamak amacındaki tanıtımlarda çağnmsal amaç söz konusudur. İncelediğimiz tanıtıma baktığımızda, bunun çağnmsal amaç lı bir tanıtım bildirisi olduğunu görürüz. Okuyucudan, görüntüsel anla tımdaki yaşamla kendi yaşamım karşılaştırması ve bu yaşamı sürdüre bilmek için önerilen davranış değişikliğini yapması istenmektedir. İncelediğimiz bildiri ile İlgili bu tür genel bilgiler verdikten sonra, göstergebilimsel yöntem için geçerli olan üç aşamalı bir okuma sürecim burada gerçekleştirmeye çalışalım. 7. 3.1. Betimsel Düzey Algılama açısından tanıtımı ele aldığımızda, dilsel ve dil dışı gös tergelerin bir arada sunulduğunu görürüz. Ancak, algı açısından ön celiğin dil dışı (görüntüsel gösterge, icone) göstergeler üzerine olacağım söyledik. Sayfa düzenlemesi, fotoğraf, renk kullanımı, yazıların büyüklüğü-küçükîüğü gibi durumlar da algılamada belli bir sıra izlememize yardımcı durumlardır. Tanıtımdaki öğeler, işlevleri ve algılanma sırala nma uygun olarak dört kesite ayrılabilir. Bu kesitler, tanıtım bildirisinin bütününü verir. Yani, sıralama dizisel (fr. paradigmatique) değil, dizim seldir26 (fr. syntagmatique).
26 Dizisel ilişki bir seçme işlemidir. Yani eşdeğerlik, benzerlik, benzemezlik, eşanlamlılık
ve karşıt anlamlılık durumlarına göre bir seçme işlemidir. Dizimsel ilişki İse birleştirme işlemidir. Bir sozdizim üzerindeki Öğeleri kendi aralarında anlamsal, dilbilgisel ve m an tıksal olarak birleştirme ve dizme işlemini belirtir.
198
V. DOĞAN GÜNAY
Dizimsel eksen
* ------------------------------------- -----------------------------► Kesit 1
Kesit 2
Kesit 3
Kesit 4
Dilsel gösterge
Görüntüsel gösterge L
Logo
Adres
Görüntüsel gösterge 2 1t Görüntüsel gösterge n
Birinci kesit, açıklamaların yapıldığı dilsel yapıları belirtir (burada bÜ3âik ve küçük yazılar ile renkli ve renksiz yazılardan söz edilebilir), İkinci kesitte, kendi içinde bir bütünlük oluşturan ye dizisel bir ilişki ile, yer değiştirme durumuna göre değerlendirilebilecek görüntüsel göster geler (fr, icone) vardır. Tamtımm logosu yeni bir kesiti oluşturur. Son olarak da tanıtımı veren kuruluşun adresi vardır. Bu dört kesit, kendi: aralarmda da ikili birliktelik oluştururlar. Örneğin, dilsel göstergeler ile ikonlar bir grubu, logo ile erişim adresi diğer grubu oluşturur. Yine, bu ikili yapılar da kendi aralarında geçicilik ve kalıcılık açısından karşıt du rumdadırlar. Bununla birlikte, dört birim eşzamanlı bir sunum İçinde belli bir bütünlük oluştumr. Eşzamanlı olarak sunulmuş olsa da, oku mada belli bir sıralamanın izlendiği görülecektir. Okuma açısından, 2-34-1 biçiminde bir sıralama izlenir. Alttaki Akbank yazısı (3. kesit), üstteki yazıya göre daha önce fark edilmektedir. Bu öncelik için bazı nedenlerden söz edilebilir: Örneğin, kırnuzı zemin üzerine beyaz yazılması, alıcının daha önce tanıdığı bir logo olması, ve üstteki yazıya göre daha kısa olması öncelik nedenlerindendir. (Dilsel bir öğe olsa da, “Akbank” sözcüğünün logo ola rak kullanılması ve doğrudan bir bankayı belirtmesi açısından dil dışı bir göstergeye dönüştüğü de söylenebilir. Bu durumda logo dil dışı gös tergedir ve dilsel göstergeye göre daha önce algılanır). Kullanılan yazı ların rengi, büyüklüğü, küçüklüğü ve yerleştirilen uzam açısından ayırt edici yanları vardır. Logo (Akbank) dışında ilk göze çarpan en üstteki yazıdır. Görüldüğü gibi 2-3-4-1 biçimindeki algılamada da, dilsel ve dil dışı göstergelerin, hatta dilsel göstergelerde kullanılan yazıların büyüklüğü-küçüklüğü ya da renkli olmasına bağlı olarak, göstergeler arasında bir seçme işlemi yapılarak okunmaktadır. Farklı türden göstergelerin kullanıldığı bîr bildiriyi algılamada göz, öncelikle göstergelerin farklılı ğım seçmek ister. Bu nedenle, dilsel göstergeleri algılamadaki gibi her zaman soldan sağa bir sıralama izlemez. Algılama açısından insan gözü
GÖSTERGEBİLİM YAZILARI
199
genellikle yukarıdan aşağıya doğru bir sıralama izler. Bu nedenle, en üstteki yazıların diğerlerine göre bir önceliğinden söz edilebilir. Ancak, “hizmet, farklı dünyalara saygı duymakla başlar” sözcesinin algılanması yalnızca en üstte olmasına bağlı değildir. Diğer dilsel göstergelere göre daha büyük ve renkli yazılmıştır. Bu durum da önceliği bu yazıya ver meyi sağlıyor. Başlıktan sonra, yazı olarak sol alttaki yazı grubu gelir. B irinci kesitte verilen bilgiler:
Vericinin hizmetle İlgili düşüncesi öneri olarak sunulur: "Hiz met farklı dünyalara saygı duymakla başlar" Herkes tarafından kabul edilebilecek gene! bir kam: "Her İnsa nın kendine ait bir dünyası vardır. Vericinin genel kabul gören bu düşünceye göre ilk tümceyi yeniden tanımlama İsteği görülür: “Hizmet o dünyaya saygılı ol makla başlar" Son olarak da vericinin kendi özelliğini belirten bir sözce var dır: “Biz size bu anlayışla hizmet verebilmek için çalışıyoruz"
Tüm tanıtımlardaki birincil işlev olan kanıtlama biçimini dilsel göstergelerin oluşturduğu yapıda görmek olasıdır. Kanıtlama biçi mine uygun olarak önce genel kabul gören bir düşünce söylenmiş, sonra buradan kendi kanıtına yöneiticl bir tümce ve son olarak da kendi düşüncesi söylenmek biçimindeki bir kanıtlama biçimi gelişti rilmiştir.__________________________________ Fotoğrafın öncelikli algılanması, ruhbilimsel ölçütlerle açıklanabi lir. Göz, temel algılayıcı organdır. Görme edimi, birçok süreci içine alan bilişsel bir süreçtir. “Algılama sırasında göz, değişik hareketler yapar: Çizgi boyunca ilerler, durur, geri döner, aşağı iner, yukarı çıkar. Gözün, ileri hareketi genelde saniyenin kırkta biri (1/40 sn) kadar sürer, bunu izleyen ve yine genelde saniyenin dörtte biri (1/4 sn) kadar süren du raklama sırasında da, bazı bilgiler kısa dönemli belleğe aktarılır” (Günay, 2001:17). Dil dışı ve Özellikle nesnesini olduğu gibi yansıtan gö rüntüsel gösterge, alıcının gerçek dünyada daha önce gördüğü kavram ların sunumunda ise algılama kolaydır. Göz, dilsel göstergelerde belli bir sıra izlerken, dil dışı göstergelerde oldukça değişik sıralar izleyebil mektedir. Yani dil dışı göstergenin tümünün aynı anda algılandığı söy lenebilir. Bu nedenle, yazının algılanması ve anlamlandırılmasma göre bir resmin algılanması daha kolaydır. Dilsel göstergede belli bir öğren me ile kavranılan bir araya getirip okuma durumu söz konusu iken, gör sel göstergelerden göz, istediği biçimde (soldan sağa, sağdan sola, aşa ğıdan yukarıya, yakandan aşağıya) hareket ederek nesneyi algılayabilir.
200
V. DOĞAN GÜNAY
Dilsel göstergede böyle bir kolaylık yoktur. Dilin kullandığı dizgeye bağlı olarak soldan sağa, sağdan sola ya da yukarıdan aşağıya belli bir sıra içinde algılamak gerekmektedir. Görsel göstergenin algılanması kolay olsa da, anlamlandırılması (özellikle simgesel anlatanlarda) dilsel göstergelerden daha zordur. Dil sel anlatımlarda, sözcüklerin anlatanlarından yola çıkarak belli bir an lamlandırmaya gidilebilir. Ama soyut resim karşısında hiçbir şey söyleyememe durumundan söz edilebilir. İncelediğimiz bildirinin genel özelliğine gelince; gazetede oldukça büyük bir kısmı kaplamaktadır (37,5 cm x 27,5 cm boyutunda). Fiziki kanal olarak kâğıt üzerine yazı ve fotoğraf yardımıyla alıcıya sunul maktadır. Kod açısından dilsel kod, görsel kodu destekler biçimde kul lanılmıştır. îkonografik gösterge iki tanedir, hem birbirinden ayrı, hem de birbiriyle ilişkili olduğundan birbirine yapışık olarak sunulmuştur. Resimlerde birbiriyle hiçbir ilişkisi olmayan, herkesin kendi dünyasını yaşadığı iki kişinin görüntüsü vardır. Resimlerdeki iki kişinin, her bakımdan birbirine karşıt olduğunu görüyoruz. Her İki kişi de, bir eylem gerçekleştirir. Kişilerden birisi, vü cuduna bağlı olarak eylem yaparken, diğeri el kol ve birazcık da mimiksel (kaşlarım çatma, dikkat gösterme) davranışlar sergiler. Zaman: Belirgin bir zamandan söz edilememektedir. Ancak gerek evde banyo, gerekse oyun, iş dışındaki bir zaman dilimi olacağından varsayımsal olarak akşam ya da hafta sonu gibi bir zaman diliminden söz edilebilir. Yine televizyondaki tanıtım bildirisini aldığımızda “birisi ister akşam çıkmak öbürü evde oturmak” sözcesi de, zaman açısından bir ipucu olarak değerlendirilebilir. Toplumsal olarak, yani toplumdaki art alan bilgisinde, dirilenme zamanı her zaman olumlu ve esenlikli bu dununu belirtir. Uzam: Resimlerde iki kişinin yaptıkları eyleme bağlı olarak iki uzamdan söz edilebilir. Seçilen uzam gerçek dünyaya gönderimde bu lunmuyor. Örneğin, İzmir Saat Kulesi ya da Anıtkabir yok. Anlatı için de değerlendirilebilecek, göndergesi kendi üzerine olan iki değişik uzam seçilmiştir. Uzam açısından da karşıtlık vardır. Ama her iki uzam da esenlikli ve olumlu bir dünya sunar. 7.3. 2. Anlatısal Düzey Bu bildiri bir anlatı olarak kabul edilebilir mi? İlk planda böyle bir anlatı yokmuş gibi gözükse de, yakından bakılınca bu bildirinin anla tıyla ilgili bir kısmının da olduğu görülecektir.
GÖSTERGEBİLİM YAZILARI
201
Öncelikle bu bildiriyi sözceleme açısından ele alalım: Paris Göstergebilim Okulumun esin kaynaklarından birisi olan Emile Benveniste’in, bildiriyle vericisi arasındaki ilişkiyi ele alarak geliştirdiği söz celeme kuramına göre, iki tür sözce vardır: Söylem ve anlatı. Benveniste, iki tür sözce için şöyle bir yaklaşım getirir: Bazı sözcelerin göndergeleri gerçek dünyaya aittir, bazı sözcelerin göndergeleri ise kendi üzerinedir. Bir başka deyişle, söylem biçimindeki sözcelerin gönderge leri gerçek dünyaya aittir. Her söylem, sözceleme durumu olarak adlan dırılan ben-şimdi-burada göndergeleri içinde üretilir. Anlatı türü sözce lerde göndergeler metnin içindeki bilgilere göre değerlendirilir. Yani, bir romandaki “Bugün annem öldü” (Albert Camusüıün Yabancı roma nının ilk tümcesidir) türü sözce karşısında, “Eyvah, yazarın annesi bu gün Ölmüş!” diye ağıt yakılmaz. O bir kurmaca dünyadır ve “bugün” sözcüğü metnin içindeki bir belirlemedir. Ama konferans vermeye gelen birisi, dinleyicinin karşısına çıkıp: “Arkadaşlar bugün bu konuşmayı ya pamayacağım. Annemi kaybettim.” derse, dinleyici, roman okurkenki durum gibi davranmayacaktır. İşte bu İki tür sözceden yola çıkarak söy lem ile anlatı arasında bir ayrım yapılabilir. Söylemde, SÖ kendi ^sözceleme durumu içinde sözcesini üretir, ' anlatıda ise sözce öznesi, SÖ’den ayn olarak, kendi durumu içinde söz cesini, üretir. Bu ayrımdan yola çıkarak, elimizdeki tanıtım bildirisini söylem ve anlatı olarak ikiye ayırabiliriz. Yazı ve görsel Öğeler dikkatli okunduğu zaman, bildirinin iki kısmadan oluştuğu görülecektir. Bir yanda: “Biz size bu anlayışla hizmet verebilmek için çalışıyo ruz. Akbank. www.akbank.com.tr.” kısmı var. Diğer yanda ise bildirinin geri kalan kısmı. îşte bu ayrım, bize, söylem ile anlatı ayrımım vermek tedir. “Biz size...” ile başlayan sözcenin, söylem olduğunu gösterir. “Biz” kavramı vericiyi (Akbank) belirtir, “Siz” kavramı ise alıcı/okuyucuyu belirtir. Yani söylem olarak belirttiğimiz kısmın gön dergeleri gerçek dünyaya aittir. Akbank, çevremizde gördüğümüz bir bankadır, bu nedenle gerçek dünyaya gönderimde bulunur. Adıl olarak kullanılan “biz” sözcüğü de tanıtımı veren kurumu (Akbank) belirtiyor. “Siz” adılı, sözcenin alıcısını belirtiyor. Bir başka açıdan “siz” adılı, hem sözcenin alıcısını hem de farklı dünyalara sahip olan tüm insanları belirtir. Yani “siz” sözcüğü, resimdeki insanlar, varsayımsal alıcılardan ikisi olduğuna göre, resimdeki iki kişiyi de içine alacak biçimde yerleş tirilmiştir.
202
Anlatı
Söylem
V. DOĞAN GÜNAY
Hizmet, farklı dünyalara saygı duymakla başlar Farklı dünya 1 farklı dünya 2 farklı dünya n .....İ 1 :....... i f ............... ; Her insanın kendine ait bir dünyası vardır. Hizmet O düny aya saygılı olmakla başlar Biz size B U anlayışla hizmet verebilmek için çalışıyoruz; ; Akbank www.akbank.com.tr.
Görüldüğü gibi, sözcenin; belirleyicileri (verici, alıcı, uzam ve za man) gerçek dünya ile İlgilidir. Anlatıya gelince, bir başlık ve bu başlığın konu olduğu bir anlatı vardır. Bir anlatı, genel olarak üç aşamadan oluşur. Başlangıç durumu, durumlar ve dönüşümlerin olduğu gelişim kısmı ve bitiş durumu. Bu an latıda üç aşamayı da belirgin bir biçimde görebiliyoruz. Başlık, aynı zamanda anlatının başlangıç durumunu belirtiyor. Konumsal olarak da resmin altındaki “Her insanın kendine ait bir dünyası vardır.” sözcesi de bitiş durumunu belirtiyor. Bir bakıma “her insanın kendine ait bir düny ası vardır” sözcesi, iki görsel öğenin (fotoğrafın) dilsel açıdan yinelen-, mesidir. Yani iki resim ile bu sözce eşdeğerdedir. Bu durumda resimler, anlatının ana çatısını oluşturmaktadır. Tanıtım bildirisi
Bu karşıtlıkların tümü, anlatı içindeki dizimsel (fr. syntagmatiçpıe) bir yerleştirmedir. Anlatı, iki ayrı kod ve gösterge türü kullanılmış olsa da tek bir yapıyı belirtir. Anlatının bu ikili yapısı, genel tamtım bildiri sinin alt dizgeleri olarak işlev görür. Söylem ile anlatı arasındaki kir başka ilişki de, söylemde geçen “‘bu” sözcüğünün, anlatının bütününü belirtmesidir. Anlatı, söyleme eklenmiş durumdadır ve anlatı olmadan söylemin anlaşılması zor görünmektedir. Bu bakımdan, arasındaki ilişki
GÖSTERGEBİLİM YAZILARI
203
dizisel (fr. paradigmatique) değil, dizimseldir (fr. syntagmatique). Bir başka şekli ile söylem çevreleyen sözce, anlatı ise çerçevelenen sözce dir. Anlatının temel izîeği i:farklılık”tır. Bu farklılık, yazılı açıklamada da belirtilse de, asıl olarak her bakımdan birbirinden ayrı iki fotoğraf ve fotoğraf içindeki göstergelerle ortaya konulmuştur. Anlatı kısaca şöyle özetlenebilir: Bu dünyada çok farklı İnsanlar vardır. Herkesin kendi istekleri, beklentileri farklıdır. Bazısı oyun oynarken, bazısı kitap okuyup, banyoda zaman geçirir. Bir başkası bir başka özel zevki ile ilgile nebilir. Bu insanların istekleri de farklı olacaktır. İnsanlara hizmet edebilmek için onların özel yaşamlarına saygı duymak gerekir.
Anlatıbİlim açısından, her anlatıda, kalmaman ya da kahramanların serüvenlerini belirten durum ve edim sözcelerinden oluşan bir yapı söz konusudur. Hatta her özne (kalmaman), anlatı içinde karşı öznesi ile bir likte bulunur. Gerilim de, bu iki Öznenin aynı nesneyle ilgili paylaşımı üzerine kurulur. Ancak bu anlatı, bir tanıtım bildirisi olarak düzenlendi ğine göre, kurgusu da farklı olmalıdır: Tanıtımın amacım uygun olarak, anlatıda da baş kahraman değil, eşit konumda iki kahraman bulunmak tadır. Gerçekten de oluşturulan kurmaca yapıda, anlatı ile ilgili her türlü durumun olmasına karşın, bir çatışma yoktur. Roman ya da öykü gibi kurgularda, her öznenin, karşı öznesi de anlatıda yer alır. Yani, bir nes neye birisi salüp olmak isterken, diğeri ayni nesneyi kaybetmemek için çabalayacaktır. Burada ise, tanıtım amacı doğrultusunda bir anlatı hazır landığından, karşı Özne yoktur. Amaç, söylemde vericiye aktarılacak bildiriyi destekleyen bir anlatının oluşturulmasıdır. Bu nedenle, anlatı nın sonunda cezalandırılan ya da kaybeden yoktur. Bu anlatıda, herkes kazanmaktadır. Zaten anlatı, “çatışmasız bir dünya” izleği üzerine ge liştirilmiştir. Kısaca, buradaki anlaü edebiyattaki anlatıdan farklıdır. Çünkü burada gerçekten bir kurmaca dünya yaratma amaçlanmamıştır. Karşı özne olmadan, her özne kendi anlatı izlencesini gerçekleşti receğine göre, her Öznenin anlatı izlencesi ayrı ayrı oluşturulabilir. Bu iki kişinin eyleyenler şeması kısaca şu biçimde geliştirilebilir: Kadın öznedir. Nesnesi boıvling oynamaktır. Bu tür bir oyunu oynamak, ka dına toplumsal bir statü kazandıracaktır. O halde toplumsal konum ya da statü, kadının gönderenidir. Biraz zorlandığında, kadın için yardımcı ve engelleyiciden de söz edilebilir. Kadımn bulunduğu fotoğrafta iki ki şi daha vardır. Birisinin eli açıktır. Kadının düşeceğini-varsayarsak eli açık olduğundan hemen yardımına koşabilecektir. Bu nedenle eli açık
V DOĞAN GÜNAY
204
kişiyi kadının yardımcısı olarak değerlendirdik. Diğer kişinin ise, eli ce bindedir. Bp kişi, davramşı açısından kadma ilgisiz görünmektedir. O halde engelleyici değilse bile, en azından yardımcı durumunda değildir.
Kadın Gönderen
Nesne
Toplumsal Konum
Yardımcı
:
Bowling oynama
----------------- ►
Eli açık adam
Özne
Gönderilen Kazanma/Kazanamama
---------------
Kadın
Engelleyici
Eli cebindeki kadın. (Diğer resimdeki erkek?)
Erkeğin özne olduğu anlatı izlencesinde, kadındakinden farklı ey leyenler görülecektir. Erkeğin amacı bellidir: Kitap okuyup, zamanını değerlendirmek ya da bilgilenmek istemektedir. Bu tür bir davranışı, adama esinleyen kendi isteğidir. Yani toplum içinde daha saygın bir yer edinme, kendi alanı ile ilgili bilgi sahibi:olma gibi amaçlarla kitap oku maktadır. Erkek kendi anlatısında tek başına bulunmaktadır. Bu neden le, belirgin bir yardımcı ya da engelleyiciden söz edilemez. Ancak, su içinde kitap okumak zor olacağından suyu engelleyici olarak alabiliriz.
Erkek Gönderen" Bireysel istek
:
Nesne Kitap okuma
Yardımcı ------------------ - > Erkek
(el, göz, kitap)
Gönderilen
Özne Erkek
Bilgilenmek/bilgilenmemek
— ---------------- Engelleyici Su?t (Diğer resimdeki Kadın?)
Başlığı temel aldığımızda, yeni bir anlatı izlencesi oluşturabiliriz. Bu belki de yukarıdaki iki izlenceyi de içline alan bir yapı olacaktır.
GÖSTERGEBİLİM YAZILARI_____________________________
Herkes Gönderen--------------------- Nesne” "Öznel beklentiler
zevkini yapma
205
” Gönderilen Gerçekleştirme/gerçekleştirememe
Yardımcı---------------------> Özneli---------- —— Engelleyici ?
Herkes (Seçilen iki örnek: Erkek ve kadın)
?
Bu tür bir yaklaşımda, engelleyiciler ve yardımcılar belirtilmemiş tir, Ancak özne “herkes” olduğuna göre, her Öznenin kendi yardımcısı ve engelleyicisi de olacaktır. Her ne kadar bir anlatı izlencesinden söz etsek de, anlatıda belir gin olan yalnızca edim aşamasıdır. Yani; ne eyletim, ne edinç ne de yap tırım aşaması anlatıda belirgin değildir. Ancak, göstergebilim kuramı açısından bir anlatıda, anlatı izlencesinin bir aşaması varsa, diğer dört aşamasının da varlığım kabul etmemiz gerekiyor. O. zaman bu aşamaları doldurmak okuyucuya düşmektedir. 7. 3. 3, İzi ek sel düzey Tanıtımlardaki dilsel ve dil dışı göstergeler çoğunlukla farklı an lamlara gelebilecek biçimde kullanılır. Her sözcüğün ya da dil dışı gös tergenin gerçek bir anlamı, yani düz anlamı vardır. Bu durum, her türlü anlatım için geçerlidir. Tanıtımda, bu düzanlamsal yan ilk planda alda gelir ve düzanlamsal yanı ile bildiride yer alır. Ancak, sanat içerildi ya da iknaya yönelik olarak hazırlanan bildirilerde kullanılan göstergeler; düzanlamsal kullanımın yanında, yananlanısal, çağrışımsal anlamlan içerecek biçimde kullanılır. Yine bildirinin bütünlüğünden oluşturula bilecek çıkarsamalar da bilinçli olarak yapılan kullanımlardır. Bu tür kullanımlar, bildirinin daîıa farklı yorumlanmasına olanak sağlar. Söz konusu bildiri, alıcıyı iknaya yönelik olarak hazırlanan bir ta nıtım bildirisi ise, burada belirttiklerimizin fazlasıyla kullanıldığını soyt lemeye gerek bile yoktur. Yani, kullanılan göstergeler farklı yorumlana bilecek biçimde bildiride yer alır. Tanıtım bildirisinin başarısının da bu tür simgesel kullanımlardan doğduğu söylenebilir.
V. DOĞAN GÜNAY
206
Okuyucunun ilk karşılaştığı, belîrim düzeyindeki bir bildiridir. Ancak göstergebilim öncelikle içerik düzlemine yönelir, belirim düzle mini ikinci düzey olarak görür. Bildiri, belirim düzleminde okuyucunun karşılaştığı tek tek öğeleri inceleme yerine, anlamlı yapıyı bir bütün ola rak ele alarak birimler arası ilişkileri, bir bakıma tümce ötesi ilişkileri ele alıp çözümler. Görsel anlatımda, bildirinin anlamı, görüntüyü oluşturan öğelerin biçimsel olarak karşıtlık ya da benzerlik sonucu bir arada bulunmaların dan kaynaklanır. Bizim incelediğimiz tanıtım bildirisi de farklı türden karşıtlıklar üzerine kurulmuştur. 1. Biçimsel açıdan yazı ve görüntü karşıtlığı ilk planda görülebile cektir. Yine biçimsel açıdan, yazılana büyüklüğü ve küçüklüğü arasında bir karşıtlık söz konusudur. Görsel açıdan, yazıların dil dışı göstergeye göre ve sayfa düzenlemesine göre yerleştirilmesi de bir karşıtlık oluş turmaktadır. Bu durum, okuyucunun bildiriyi algılamasında bir sıra iz lemesi açısından ve fotoğraflardaki kişilerle kendilerini özdeşleştirmesi açısından yapılan bir durumdur. 2. Tanıtım bildirisinin üst yapıya gönderimde bulunan kısmı ile bu bildiriye ait olan kısmı arasında da bir karşıtlık kurulabilir. Yani kalıcı olan (üstyapıyı ilgilendirenler), bildirinin alt kısmanda yer almaktadir. Geçici olan, her bildiride değişen kısımlar, düzenlemede üst kısımda bu lunmaktadır. Buradan verilmek istenen çağrışımsal anlam ise, üstteki bildiri hep değişse de alttaki kurum hep vardır. Tüm Akbank tanıtımla rında bu karşıtlığı genelleştirmek olasıdır. Üstyapı öğeleri, her tanıtımın değişmeyenleri, her tanıtımın bildirisi (büyük yapı öğeleri) ise, değişen leri olarak bir karşıtlık oluşturur. Ancak, büyük yapı açısından ele alman bu bildirinin değişenleri ve değişmeyenleri bir arada ortak ve genel bir adam oluşturur. n . Değişen ~ Değişmeyen
gecici kalıcı
«üst ait
« tanıtım bildirisi (her tanıtım İcİn secilen konul ; Akbank (hertamtımda değişmeyen logo ve internet adresi)
3. Sözcenin göndergeleri açısından, yani sözcelemsel açıdan söy lem ve anlatı karşıtlığım görebiliyoruz. Söylem, tamümm vericisi tara fından doğrudan alıcıya seslenilerek oluşturulmuş kısımdır. Anlatı ise, kurmaca bir yapıdır. Anlatının göndergesi kendi üzerinedir, söylemin göndergesi ise gerçek dünyaya aittir. Diğer yandan söylem ile anlatı arasmdaki karşıtlık dizisel düzeydeki yer değiştirme (fr. substitution) il kesine bağlı değil, dizimsel olarak birbirini varsayan, birbiriyle ilişkili bir karşıtlıktır. Okuyucuya iletilen bildiri olarak, tek bir bildiri biçi minde ve eş zamanlı bir yapı olarak sunulsa da, anlaümn, söyleme göre
GÖSTERGEBİLİM YAZILARI
207
bir önceliği olduğu görülür. Söylemde geçen “Bu” sözcüğü, daha Önce belirtilen ya da aktarılan bir duruma, birşeye gönderimde bulunmuştur. Söylemin içinde geçen “bu” sözcüğü anlatıyı varsayıyor ve söylemin anlatıya dayalı olarak kurulduğunu gösteriyor. O halde önce anlatı, son ra söylem biçimindeki bir sıralamadan, söz edebiliriz. “Bu” sözcüğü hem öncelik-sonralık karşıtlığım, hem de çerçevelenen ve çerçeveleyen söz ce karşıtlığını gösterir. Kısaca, anlatı bir kurmaca olarak, söylemi des teklemek için oluşturulmuştur. Tanıtım bildirisinin temel işlevi, alıcıya bilgi vermektir. Her tam lım bildirisi yüzeysel yapıda ya da derin yapıda bilgi verici bir işleve sahiptir. Bilgi vermenin temel amacı da, alıcının tutum ve davranışlarını değiştirme biçiminde açıklanır. Buradaki söylem, bilgi verici bir işleve sahiptir. Anlatı ise, söylem ile alıcıdan beklenilen davranış değişikliğini inandırmak amacıyla yerleştirilmiştir. Çağn işlevinin baskın olduğu bu tanıtımda, alıcıyı bir eylem yapmaya itme söz konusudur. Bu da söy lemle yapılmıştır. Diğer yandan söylem ve anlatı içinde de yeni karşıtlıklar buluna bilir. Örneğin söylemin logo ve dilsel göstergelerden oluşması yeni bir karşıtlığı belirtir. Söylemde geçen “biz” ve “siz” ayrımı bir karşıtlıktır. Yine, anlatının dilsel ve görsel göstergelerden, oluşması kendi içinde bir karşıtlıktır. Aıılatı
Söylem
Dilsel göster Görsel gösterge
Dilsel gösterge
Logo/adres
ge “o” kadın”
“o” erkek”
“Biz” verici
“siz” alıcı
Önce
Sonra
Çerçevelenen
Çerçeveleyen
Anlattığımız: İnsanlar farklıdır
Söylediğimiz: Biz size hizmet veriyoruz
4. Asıl karşıtlık anlatı içinde yer alan İki ikonografık gösterge ara sında bulunabilir. Ancak buradaki tüm gösterge, davranış ve durumlar karşıtlığı belirtmiyor, aksine alternatifini belirtiyor. İki fotoğrafin ko nulan ayn, çağrışımları aynıdır: Herkes kendi dünyasını yaşar. Bu iki resimde, iki kişi, iki nesne ve iki uzam görürüz. Bunlar birbirinin karşıtı gibi olsa da, tanıtımda bulunma biçimi dizisel bir yaklaşımla birinin ye rini diğeri alabilecek biçimdeki seçenekler olarak sunulmuştur. Yani, al-
V. DOĞAN GÜNAY
208
tematif bir seçme işi Önerilmektedir. Günümüzde yapılan tanıtımların genel özelliği; alıcının ürünle ya da yapılan hizmetle ilgilenmesi yerine tanıtımla özdeşleşmesi beklenir. Böyle bir yaklaşımdan yola çıkınca, aîıcmın, bu iki durumdan birisi ile kendisini özleştirmesi istenmektedir. “Reklamı beğenen alıcı, reklamın yarattığı olumlu evreni ve düşünyapısal estetik anlayışı paylaşmış olur” (Kıran & Büker, 1999: 25). Tamum daki fotoğraflarla alıcıya esinlenmek istenilen düşünce de budur. Kişiler, birbirinin karşıtı olarak yerleştirilmiş olsa da, anlamın ay ırt edici öğeler taşıdığı açıktır. Bay ve bayan olması, yüzlerinin erkek ve kadım belirtmesi biyolojik bir karşıtlıkür. Bu karşıtlığa uygun olarak, saçlarından da söz edilebilir. Kültürel olarak kadın uzun saçı, erkek de kısa saçı ile belli bir kimlik çizer. Yine resimlerdeki giyim, oyun, banyo yapma, banyoda kitap okuma, bowling oynama gibi yanlar kültür teme linde değerlendirilebilir. Saçın uzunluğu ya da kısalığı evrensellik özel liğinde olabilir. Ancak bowling oynamak, ülkemizin her yerinde oyna nan ve bilinen bir oyun değildir. Benzer şey köpükle banyo yapmak ve küvette yıkanmak, küvette kitap okumak için de söylenebilir. Burada belirtilenler resimlerdeki belli bir kültürün özelliğini taşıyan kısımlardır. Bunlann anlaşılabilmesi için art alan bilgisine gereksinim vardır. Bu ta nıtımların, kırsal kesimde burada belirttiğimiz gibi anlaşılmadığı kesin dir. Bu da gösterilen resimlerin anlaşılması için gerekli olan art alanbilgisinin eksik olmasından kaynaklanmaktadır. Bu iki resimde, yaygın kültürel duruma uygun düşmeyen özel likler daha dikkat çekicidir. Yaygın kültürel tanımlamada; kadın fiziksel olarak daha zayıf, erkekse daha güçlüdür. Ancak resimlerde fiziksel enerjisıni gösteren kadındır. Toplumsal olarak belirlenen rollerin dışavu rumları, görünümleri ile fotoğraftaki taşıyıcılar arasında bir uyuşmazlık söz konusudur. Kısaca, bildirinin yananlamsal boyutta, gösteren ile gösterilen arasındaki ilişki tersyüz edilmiştir. K ültüre özgü a rt alan bilgisi Y ananlara D üzanlam
Güç
Erkek
(gösteren)
(gösterilen)
Güç
[Güç]
(gösteren)
(gösterilen)
Düzanlamsal olarak kadın ve erkek fiziksel olarak bir eylemi gerçekleştiriyor. Burada bir sorun yoktur. Ancak yananlamsal boyutta, toplumsal genel geçer değerlerin tersyüz edilmesi söz konusudur. Yay-
209
GÖSTERGEBİLİM YAZILARI
gm kullanım üstteki gibi iken, resimdeki kullanım bunun tersi durum dadır. T anıtım da belirtilen durum Y ananlara D üzanlam
Güç
Kadm
(gösteren)
(gösterilen)
Güç
[Güç]
(gösteren)
(gösterilen)
Tek başına dışarıda top oynayan bir kadın kabul edilebilir. Ancak iki resmi bir arada göstererek, böyle belirgin bir karşıtlık gösterecek biçimde yerleştirmek izleyici açısından dikkat çekicidir. Alışılmış bil gilerin, yanaıılam katmanında bozulduğunu görüyoruz (Erkman-Akerson, 2001:18-19). Aynı durumu, kadm ve duygusal yaşam arasında da oluşturabiliriz. Roman okuma, düşsel dünyadan haz alma daha çok ka dına özgü bir davranış biçimidir (en azından romanın çıktığı dönemde Avrupa'daki durum böyledir). Burada ise erkektir. Yani iki resimde olağan diye bilinen durumların tersyüz edilmesi söz konusudur. Toplum sal art alan bilgisinde, duygusal olan (roman okuyan) kadındır. Erkek daha gerçekçidir: K ültüre özgü a rt alan bilgisi Y ananlara D üzanlam
Duygusal
Kadm
(gösteren)
(gösterilen)
Duygusal
[Duygusal]
(gösteren)
(gösterilen)
Tanıtımda bu durum da ters yüz edilmiştir. Elbette ters yüz etme işinin bilinçli yapıldığını da belirtmemiz gerekiyor. Tanıtımda belirtilen durum Yananlam
Duygusal (gösteren)
Düzanlam
Duygusal (gösteren)
Erkek (gösterilen) [Duygusal] (gösterilen)
Erkek ile kadm arasındaki karşıtlıklar yalmzca bunlarla sınırlı de ğildir. Ayakta olmak güçlü olmayı belirtir. Yatmak ise, güçsüzlük ol masa da, korumasızlık anlamım belirtir. Burada da bir karşıtlık söz ko
2X0____________________________________
V. DOĞAN GÜNAY
nusudur. Erkek genelde dışarı çıkar, kadın ise evde kalır. Ancak burada yine alışılmış toplumsal kodun alt üst edilmesi söz konusudur. Dpha çarpıcı bir karşıtlık cinsellik boyutunda görülür. Cinsellik, genelde ka dına yüklenilen bir toplumsal koddur. Erkek genelde giyinmiştir. Top lumsal tanımlamalarda, erkeği cinsel öğe olarak göstermede, belki göm leğinin bir düğmesi açık olarak gösterilir. Kadın ise, soyunmuş olarak tanıtımlarda sıklıkla yer alır. Ancak burada iki durum bütünüyle tersyüz edilmiştir. Kadmm resminde cinselliğim açıklayıcı hemen hiçbir yan görünmez. Tek öğe olarak saçım görebiliriz. Üst kısmı çıplak ve köpük banyosu yapan bir erkek her bakımdan cinsel bir Öğe olarak gösteril miştir. Kadın ise alışılmış bilgilerin dışındaki bir kimlikle karşımıza çı kar, yani bildiklerimiz tersjniz edilmiştir. Kadının giysisi de burada söy lediklerimizi iyice ortaya çıkarır. Kültürümüze özgü art alan bilgisi ola rak, kadın genelde etek ve ceket biçimindeki bir giysi ile belirtilir. Ama burada, bütünüyle erkeği belirten gömlek ve pantolonla belirtilmiştir. Gömlek ve pantolon, kadının tanıtımda yüklendiği işlevi belirgin biri bi çimde ortaya koyar. İki resimde, tüm işlevleri ile erkek ve kadın yer!de ğiştirmiştir. Her bakımdan tanıtımdaki görüntüsel öğelerin, alışılmış bilgileri tersyüz etme üzerine kurulduğu söylenebilir. Toplumsal art alan bilgisi ile örtüşen tek yan yüzdeki gülümsemedir denilebilir. Kültürel tanımla mada kadın daha gülümseyen bir yüze, erkekse daha asık suratlı bir yü ze sahip olarak belirtilir. K ültüre özgü a r talan bilgisi
Tanıtımın dayattığı bilgi
E rkek
Kadın
E rkek
K adın
Güçlü
..Güçsüz
Güçsüz
Güçlü
Dışarıda
Evde
Evde
Dışarıda
Yöneten
Yönetilen
Yönetilen
Yöneten
Toplumda
Evde
Evde
Toplumda
Kalabalık
Yalnız
Yalnız
Kalabalık
Fiziksel öğe
Cinsel öğe
Cinsel öğe
Fiziksel öğe
Gerçek dünya
Düşsel dünya
Düşsel dünya
Gerçek dünya
Kendinkkorumak
Destek aramak
Destek aramak
Kendini korumak
Gömlek-pantolon
Ceket-etek
?
Gömlek-pantolon
Asık suratlı
Gülümseyen yüz
Asık suratlı
Gülümseyen yüz
GÖSTERGEBÎLÎM YAZILARI
211
Görüntülerdeki nesneler arasında, genellikle iki tür ilişkinin oldu ğu söylenir (Courtes 1995:237): Benzerlik ilişkisi ve karşıtlık ilişkisi. Ta nım olarak, aralarında hiçbir benzerlik olmayan iki nesne aym dizgenin öğesi olamaz. Bu iki Öğe arasında bir benzerlik yoktur. Tek benzerlik “farklı insanlar Özel yaşamlarını istedikleri gibi geçirebilir” türü bir açıklama bağlanımda bulabiliriz. Böyle bir dizge bağlanımda iki nesneyi yan yana yerleştirebiliriz. Ancak, tanıtımda, bu iki resim aym dizgenin öğeleri değil, değiştirim ilkesine göre, birbirinin yerini alabilecek seçe nekler olarak yerleştirilmiştir. Burada belirgin olan ilişki karşıtlıktır. İşlevsel olarak, bir öğe kar şıtı olmadan bir başka öğeden ayrılamaz. Hjelmslev’in “anlam karşıt lıklardan ve karşıtlık içinde doğar” sözünü anımsatan bir karşıtlık söz konusudur. Biraz önce söylediğimiz gibi, kadın tek başına borvling oy nar durumda olsa, toplumsal bilgiler bağlamında kabul edilebilirken, gö revlerini değiştirmiş olarak, erkekle karşıt biçimde bir arada bulunması okuyucuyu şaşırtır. Bütün bu durumlardan da anlaşılabileceği gibi tanı tımdaki görsel anlatım, hem alışılmış toplumsal art alan bilgisi açısından karşıt, hem de bu farklı yapı kendi içinde birbiriyle karşıt durumdadır. İzleyicinin ansiklopedik bilgiye dayanarak bir okuma edimi gerçekleş tirmesi durumunda, beklediği görüntüye ulaşamayacaktır. Televizyon daki tanıtım filminde, kafesi alıp evi terk eden kişinin kadın olduğunu da düşündüğümüzde, her şeyin toplumsal kabul gören durumların dışın daki bir kullanım üzerine geliştiğini söyleyebiliriz. Alışılmış toplumsal art alan bilgisi dışındaki bir yerleştirme üze rine kurulmuş iki resimdeki edimler, nesneler ve durumlar toplumsal değerlerini kaybetmişlerdir. Toplumsal olarak, işlevi ve değeri bilinen, ancak kendi konumu dışında kullanılan eylemler, nesneler ve durumlar, bilinen etkilerini kaybedeceklerdir (Everaert-Desmedt, 1999:8). Toplum sal bilgilerin kaybolması, okuyucuda bir şaşkınlık yaratıyor. Böylesİ bir karmaşa, kanıtlama açısından önemlidir. Verici, bu kanıtlama içinde kendi bilgisini okuyucuya esinleyip kabul ettirecektir. Resimdeki olayların ve nesnelerin bu biçimde yerleştirilmesi ve ahcıya sunulması rastlantısal değildir. Çok sağlam bir mantık çerçevesi içinde görülmektedir: Öncelikle bu bildirinin kadına yönelik olarak ha zırlandığım söyleyebiliriz. Çağdaş kadın, ekonomik gücü olan ve top lum içinde yaşayan kadındır. O zaman bankaya da gereksinimi olacak tır. Bir nesne, İnsan düşüncesinde bulunan bir niteliğe sahiptir. Bu nite liğin algılanması duygu yoluyla olmaktadır. Zillinde yaratılan bu nitelik, aym özelliğe sahip bir başka şeyin düşüncesidir. Top devinimi belirtir.
212
V DOĞAN GÜNAY
Bumı kullanan kadındır. O halde, devinim içindeki kadının tanıtımdaki görüntü ile kendini özdeşleştirmesi beklenmektedir. Erkek ve kadının yaptıkları edim için kullandıkları araçlar da dik kat çekicidir. Erkek kitap okurken, kadın bowling oynamaktadır. Kulla nılan bowling topu ve kitap öğesini ele aldığımızda, erkek ve kadınların belirgin özelliklerine ulaşabiliriz. Erkek ve kadının yaptığı edimlerde bir karşıtlık görülür. Birisi düşünsel bir edimi (kitap okumak) gerçekleşti rirken, diğeri ise eyleme dayalı bir edim gerçekleştirmektedir. Top ile kitap da kişilerin ruhsal yanını ortaya koyacak nesneler olarak değerlen dirilebilir. Top, kitaba göre daha büyük bir nesnedir. Kitap köşelidir, du rağan bir yapıyı simgeler. Top ise yuvarlak olması açısından devinimi belirtir. Elden bırakıldığı anda top, yer değiştirecektir, kitap ise, elden bırakıldığı anda içine kapanacaktır. Bu nedenle top özgürlüğü, kitap içi ne kapalılığı simgeleştirir. Top oynamak için özel bir dikkate gerek yok tur, kitap ise hesap işidir. Topun resimdeki durumuna baktığımızda, in sanla son temasım görürüz ve alıcı İmgelemsel olarak, bakmasından hemen sonra topun elden çıkacağım düşünecektir. Yani özgür kalacak tır. Top
K itap
Büyük
Küçük
Bırakıldığı anda: Serbest kalacak
Bırakıldığı anda: Kapanacak
Özgürlük
İçine kapanma
Rahat
Hesap
Yuvarlak
Köşeli
Devinim
Durağan
Sıcak
Soğuk
İnsanla kısa temas
İnsanla sürekli temas
Buradaki “top” nesnesinin çağrışımsal olarak, çağdaş kadım sim geleştirdiğini düşündüğümüzde, yaptığı edimler ile kimliğim ortaya ko yan bir kadın söz konusudur. “Kadının varlığı hareketlerinde, sesinde, fikirlerinde, yüz ifadelerinde, giysilerinde, seçtiği çevrede, zevklerinde ortaya çıkar. Gerçekten de kadın, kendi varlığına katkıda bulunmayan hiçbir şey yapmaz” diyor John Berger (1986:46). O halde bir tamum da olsa, kadının yaptığı her davramş varlığına katkı sağlayacak özelliktedir
GÖSTERGEBÎLİM YAZILARI
213
ya da tanıtınım, burada belirttiğimiz özellikteki çağdaş kadına yönelik olarak hazırlandığını düşünebiliriz. Birisi devingen ve hareketliliği, diğeri de durağan bir kimliği simgeleştirmektedir. Tersini düşünmek zordur. Yani tek başına bir erkeğin devinim belirtmesi anlamsız olacaktır. Ancak tek başına olsa da, banyo da ve çıplak olması erkeğin cinsel yanım göstermiştir. Buna karşın, ka dın toplum içinde olsa da, devinim İçinde olsa da, bütünüyle cinsel bir nesne olarak gösterilmemiştir. Giyimi ölçülüdür. Bu açıdan erkeğin yal nız olup, durağan ve cinsel yanı öne çıkarılan görünümü, kadm açısın dan şu biçimde dengelenmiştir: Devinim içindedir, toplum içinde bulu nur, ancak giyimi ile belli bir ölçülülük İçindedir. John Berger, erkekle kadımn görme ve görülme biçimlerini ele aldığı bir yazısında şöyle der: “Erkekler davrandıkları gibi, kadınlarsa göründükleri gibidir. Erkekler kadınlan seyreder. Kadınlarsa seyrediîişlerini seyreder. Bu durum, yal nız erkeklerle kadınlar arasındaki ilişkileri değil, kadınların kendileriyle ilişkilerini de belirler. Kadının içindeki gözlemci, erkek; gözlenense ka dındır. Böylelikle kadm kendisini bir nesneye -özellikle görsel bir nes neye- seyirlik birşeye dönüştürmüş olur” (Berger, 1986: 47). Bu düşün ceden yola çıktığımızda, kadının toplum içinde bulunma nedeni daha iyi anlaşılacaktır. Yalmz olması durumunda “seyredildiklerini seyretme” olanağım bulamayacaktır. Olayın gerçekleşmekte olduğunu, bitmeye yönelik olduğunu gör mek, alıcı üzerinde olumlu etki yapacaktır. Olayın gerçekleşmesi, başa rılı bir İnşam simgeler. Olumlu niteliğe sahip, deneyime bağlı bir edimin algılanması, zihinde aynı nitelikteki bir başka şeyi çağrışünr. Oyunda kazanma olgusu, alıcının da yapacağı işte kazanma olgusunu çağrıştırır. Kız topu atmak üzeredir. Erkek de kitapta belli bir sayfaya kadar gel miştir. Bitmemiş bir olaym sonucu, alıcı tarafından merak edilir. Bu me rak duygusu, alıcıda zevk alma, onu izleme ve kazanmasını görme isteği uyandırır. Tanıtımda, ilk karşılaşmalarda göz ucuyla yapılan tanıklık, daha sonra bildik birisinin davranışı gibi algılanmaya başlar. Başkasının başarısını görmek, kendisinin de başarılı olacağı düşüncesini akima ge tirecektir. Bu tür bir eylemle vericinin amaçlan da şu türde sıralanabilir: Eğer bu insanlar gibi başarmama tadına varmak istiyorsanız (farklı ol ma, tanınma, hayranlık), onların yaptığı gibi yapın (benzerlik, ilişki) ve size farklı olduğunuzu gösterecek Akbank’a gelin (erk5e katılma, uy gunluk, kimlik bulma). Seçilen renklerin, dekorun ve uzanım da anlama katkı sağladığı açıktır. Renklerin kullanımı, uzam ve yapılan eylemlere uygundur. JeanClaude Coquet’nin dediği gibi “renk ya da biçim kendi başlarına değil,
V. DOĞAN GÜNAY
214
gerçekleştirdikleri işlevler, örneğin belirledikleri uzamlar ve oluştur dukları nitel birimler’ (Coquet, 1982:42) olarak anlama katkı sağlarlar. Evde huzur bulan ve rahatlamak için banyo yapan kişinin uzamı ve se çilen renk ve dekor rahatlatıcıdır. Ancak dışarıda heyecan (oyun, ka zanmaya bağlıdır ve heyecanı beraberinde getirir) arayan bir kadın İçin seçilen uzam, renk ve dekor, yaptığı İşe ve bulunduğu yere uygundur. Daha karanlık, kalabalık ve karmaşık bir dekor vardır. Bakan kişi için banyodaki gibi rahatlatıcı değil, yorucu ve gerilim sağlayan bir uzamı anımsatmaktadır. Aralarında farklar olsa da, her iki uzam da kişilerin özel zevklerini gerçekleştirdiği yerlerdir. Yani, olumlu bir işlevi olduğu kesindir. Kadımn hoşnutluk gösteren durumu, yaptığı işte başanlı olaca ğım gösterir. Erkek asık suratlı olsa da, yüzünde belli belirsiz bir gü lümseme görülür. Bu da yaptığı işten, bulunduğu ortamdan ya da oku duğu romandan hoşnut olduğunu gösterir. İki uzam arasında şu tür kar şıtlıklar bulunabilir: Kadm
Erkek
Eylem in uzam a uygunluğu
Kabul edilmiş
Kabul edilebilir
Dekor
Karanlık (yorucu)
Aydmbjk (rahatlatıcı)
Dekor-toplum
Açık (herkese yönelik)
Kapah (bireysel kullanım)
Çerçeve
Sınırsız
Sınırlı
Fiziksel o rtam
Kum
Su
Toplum
Toplumsal
Bireysel
K utlanılan eşyanın özelliği
Yuvarlak
Düz
Y ardım cı eşya
Yok
Var
U zam adan destek alma
Yok (ayak?)
Var (sırtı dayanmış)
Edim için kullanılan nesneler ile, uzam arasındaki ilişki de bildiri nin anlamı açısından önemlidir. Top bir oyunun aracıdır. Oyun kavramı ise en az iki kişiyi gerektirir. Bu nedenle, kadımn yaptığı toplumsal bir edimdir ve uzam olarak toplumsal bir yerde bulunmaktadır. Kitap dek kişinin yapacağı bir edimin aracıdır. Bu nedenle, adamın yaptığı edim bireysel bir edimdir. Okumak için seçilmiş belli bir uzama gerek yoktur. Her yerde okunabilir. Erkek de, tartışmalı da olsa küvette bu işi gerçek leştirmektedir.
215
GÖSTERGEBİLİM YAZILARI
Uzamın simgesel değeri, tanıtımda Önemli bir işlev görmektedir. Kişilerin yaptığı eylemle, seçilen uzam arasında olumlu bir koşutluk vardır. Bedensel davranışlar açısından her iki kahraman da olumlu du rumdadır. Bu hoşnutluk hem yapılan eyleme, hem dinleme zamanına, hem de yaşanılan uzama gönderimde bulunur^ Seçilen uzamlarla tanıtım bildirisi arasında ömeksemeye dayalı ilişki kurulabilir: Kişilerin yap tıkları eylemle, bankaya gitme arasında ve bulunduktan esenlikli uzam ile, bir uzam olarak "banka” arasında dîizdeğişmece ilişkisi vardır. Ya da Ömekseme yoluyla okuyucunun bu iki durum arasında bir ilişki kur ması istenmektedir. Burada var olan bir durum verilir, ancak alıcı bu du rumu gelecek zaman içinde düşünecektir. Resimde v a r olan gerçek durum
Öm eksem e yoluyla geleceğe yönelik çağrışım ları
Eylem
Kişiler yaptığı işten hoşnutturlar
Size önerdiğimiz işi yapmaktan hoşnut kalacaksınız
Zaman
Dinlence zamanı (tatil, çalışma za Bizimle çalışmak sizi dinlendirecektir manı dışındaki zaman dilimi)
Uzam
Dinlenilecek ortam (çalışma ortamı Akbaıık sizin en iyi dinleneceğiniz dışında dinlenmek için seçilebilecek yerdir en iyi iki ortam)
Anlam, karşıtlıklar üzerine kurulmuştur. Karşıt iki insanın karşıt iki devinimi bildirinin anlamım oluşturmaktadır. Bildiride yer alan “farklı dünyalar” ve “kendine ait bir dünya” sözceleri de bu farklılığı belirginleştirir. Kullanılan uzam, dekor, nesne, eylem, kişiler hep bu di zisel ilişki içinde değerlendirilebilecek bir ilişki içindedir. Bütün bu kar şıtlıklar, alıcıya yönelik olarak hazırlanmıştır. Bu tanıtım bildirisinde var olan durumların kısa özeti şöyle olabiiir: Herkesin farklı dünyaları vardır (açık) Siz de bu İnsanlardan birisiniz (kapalı) Çağdaş kadın, özgür kadındır. Kendine ait bir dünyası vardır (derin
yapı)
Sizin de farklı dünyanız olacaktır (kapalı) Bîz size saygı duyuyoruz (açık) Her kesimden insan bizim bankamıza geliyor (çağrışım) Siz de gelin (beklenti)
V. DOĞAN GÜNAY
216
Bu beklenti için belli bir kanıtlama yoluna gidiliyor. Buradaki ka nıtlama; ucuzluk, sağlık, hızlılık gibi durumlarla değil, yapılan hizmetle . gösterilmeye çalışılmıştır. Yapılan hizmette, insana saygı duyulduğu ve kişilerin farklı olduğu düşüncesinden yola çıkıldığı alıcıya esinlenerek bir kanıtlama biçimi geliştirilmiştir. Bu durum da bankadaki bir özellik le değil, doğrudan kişilerin kendi özel yaşamları üzerine geliştirilen bir varsayıma dayanmaktadır. 7, 4, Sonuç Dilsel açıdan bütünce (metin, tanıtım bildirisi, heykel, resim) bir birini izleyen, sıralı ve anlandı bütünlerin oluşturduğu bir dizidir. Bu di ziliş; rastlantısal bir durum değildir, aksine SÖ tarafından bilinçli ola rak, belli bir mantık sırasına göre, dilbilgisi ulamlarına ve metnin işleyi şine göre yapılmıştır. Düzenli ve tasarlanmış bir bütün olan her türlü an lamlı yapılar; duygu, heyecan, coşku, korku ya da insan ruhuna yönelik daha başka soyut değerleri yaratmaya ya da kullanmaya elverişli, anlam bakımından da çok zengin göstergebilimsel birimlerdir. İletişim amacıyla üretilmiş anlamlı yapılar, değişik amaçlar için üretilmiş olabilir, farklı kanal ya da kod yardımı ile aktarılmış olabilir. Ancak anlamlı bir yapının, gösterdiklerinin yanında, belirttikleri diğer anlamlar da vardır. Bu bir roman için böyle olduğu gibi, soyut resimde ya da mim sanatçısının .yaptıklarında da geçerli bir durumdur. Burada, görsel ve dilsel anlatımın bir arada kullanıldığı bir bildiri nin çözümlemesinde uyguladığımız göstergebilim, bir bildiriyi ayrıntılı okumaya girişen okuyucuya, daha tutarlı bir okuma edimi gerçekleşti rebilmesi için, ilk bakışta gördüklerini düzenleme ve birbiriyle ilişkilendirmenin yanında, yüzeysel yapıda görülemeyecek birçok anlam odaklarınm da farkına varmasını sağlayacak bir çözümleme yöntemidir.
Kısaltmalar AÎ: Anlatı izlencesi
N: Nesne
Aİj: Öznenin öyküsü
Ö: Özne
Aİ2: Karşı öznenin öyküsü dN : Değer-nesne
Öl: Gerçekleştirici özne
E: Eyleyen Eng.: Engelleyici
SÖ: Sözceleme öznesi
Gln: Gönderilen Gn.: Gönderen
V: Öznenin nesnesinden ayrı ol| ması (ayrıklık)
î: İşlev
Y: Yapmak (edim) Yrd.: Yardımcı
İj: İkna etmek î 2: Durum öznesinin işlemci özne olarak nesneye sahip olmak için yaptığı eylem. kN : Kipsel nesne k t A l : Karşı anlatı izlencesi
kt Ö : Karşı özne
Ö2: Durum Öznesi SZ: Sözceleme zamanı
Z. Sözce zamaıu A: Öznenin nesne ile birlikte olması (birliktelik) = > : Edim sözcesi : Dönüşüm
Türkçe - Fransızca Sözlük Açıklayıcı sözce: Enonce assertif A dlandırm a: Denomination A ktarılan söylem: Discours rapporte Aldatıcı: Illusoire Alt karşıtlık: Sub-contranete Anlam ekseni: Axe semantique Anlam etkisi: Ellet de sens A nlam oluşumu: Semiosis Anlambırİmcik: Seme Anlam lam a: Signilication Anlamsal yerdeşlik: Isotopie lexıcale A nlatı çizgesi: Schema naıratif A nlatı izlemi: Parcours narratif A nlatı kişisi: Personnage Anlatı: Recit A nlatım sal işlev: Fonction d’expression A nlatım sal kiplik: Modalite expressive A nlatım sal sözce: Enonce expressıf Anlatımsal: Expressif Anlatışa! bileşen: Composant narrative A nlatîsal dilbilgisi: Grammaire narrative A nlatîsal düzey: Niveau narratif A nlatîsal sozdizim: Syntaxe narratif Anlatısallık: Narrativite A nlatm a: Narration A raya girmeme: Non-interventİon A rt a rd a gelme: Succession Artgönderim : Anaphore A rtgönderlm sel belirleyici: Deıctb que anaphorique
Arzu edilebilir olmayan: desirable A rzu edilebilir: Desirable Arzu edilemez: Indesirable Asıl: Ventable Ayrışık: Disjoint
Non~
Bağdaşım: Combinaison Bağımsızlık: Independance Bağıntı: Contacte, j onction Bağlam: Contexte Bağlarasal gönderge: Reference contextueîle Bağlaşık (ya da Bitişik): Conjoint Başlangıç durum u: Situation initiale Belirim: Deixis Belirleyen: Determinant Belirleyici olmayan: Non-deictique Belirleyici: Deictİque Belirme sözcesi: Enonce ocurrence Belirti: indice Belirtik: Explicite Beti: Figüre Betimleyici sözce: Enonce descriptif Betisel düzey: Niveau figüratif Betisek Figüratif Betisellik: Figurativite Bırakm a: Resignation Bildiri kipliği: Modalite de message Bildirm e sözcesi: Enonce declaratif Bildirm e tümcesi: Phrase assertive Bildirmek: Faire-savoir Bilen Özne: Sujet öpistemique Bilgisizlik: Ignorance Bilimku ram sak Epistemique
220
________
Bilim kuram saî kiplik: Modalite epistemique Bilişsel boyut: Dimension cognitif Bilişsel edim: Faire cognitif Bilişsel edinç: Competence cognitive Bilmek: Savoir Bilmemek: Non-savoir Birey: Individu Birleşim: Combİnaison Boyun eğme: Obeissance Buyrum sözce: Enonce directif Buyurm a edimi: Acte predictif Buyurma: Prescriptİon Büyük yapı: Macrostructure
D urum öznesi: Sujet d’etat D urum : Etat D urum sal belirleyici: Deictique situationnel D urum sal gönderge: Reference situationnelle Duygusal: Affectif Düzdeğişmece: Metonymie
Çelişiklik: Contradİction, contradictoire Çıkarsam a: Inierence Çıkış noktası: Point de repere Çokseslilik: Polyplıonie D eğer nesne: Objet de valeur D eğer yargısı: Axiologie Değerlendirici: Appreciatif Devingen: Dynamique D ışarıdan gelen kiplik: Modalite extrinseque D il edimi: Acte de langage Direnme: Resistance Diziliş: Enchamement Dizimsel: Syntagmatique Dizisel: Paradigmatique Doğrulam a ulamı: Categorie de veridiction Doğrulayıcı kiplik: Modalite veridictoire Doğrulayıcı: Veridictoire Doğruluk: Certitude Dönüşlü işlem: Operation reflechie D önüştürüm (Dönüşüm): Transfonnation D urum eylemi: Verbe d'etat
V. DOĞAN GÜNAY
Eden: Acteur Edilgen istenç: Volonte passive E dim (yapım) öznesi: Sujet de faire E dim sözcesi: Enonce de faire. Edim: Acte, performance Edİmbilîm: Pragmatique E dim in gerçekleştirici Öznesi: Sujet operateur de la performance Edim li özne: Sujet performateur Edimsel gönderge: Reference actuel Edimsel boyut: Dimension pragmatique Edimsel kiplik: Modalite de Pactualite Edimsel Özne: Sujet pragmatique : Edimsel sözce: Enonce perfomatif Edimsel yaptm m : Sanction pragmatique Edimsel: Actuel, Performatif, Pragmatique Edimselleşme kipliği: Modalite actualisante Edimselleşme: Actualisation Edimselleşmiş özne: Sujet actualise Edim söz gücü: Force iliocutoire Edimsöz: Illocution Edinç: Competence Edinçli özne: Sujet competant Edinim : Acquİsition Eğretileme: Metaphore Eksiltili: Eîliptique E lde etme: Appropriation Engel: Empechement
GÖSTERGEBİLİM YAZILARI Eşbiçimliük: Isomorphisme Etkilenen özne: Patient Etkin boyun eğme: Obeissance ac~ tive Etkin direnç: Resistance active Ettirgen: Factitif Ettirgenlik: Factitivite Eyleten özne: Sujet manipulateur Eyletilen özne: Sujet manipule Eyletim: Manipulation Eyleyen: Actant Geçirgen ilişkileri belirten kiplik: Modaîite exotaxique Geçişli dönüş(tür)üm: Transformation transitif Geçişli iletişim: Communication transitive Geçişlilik: Transitivite Geçişsiz: Intranstif Gelişmecİ: Progres Genel izlem: Parcours generatif Genelleşmiş anlatısalhk: Narrativite generalisee Gerçeğin kipliği: Modaîite de la re alite G erçek kişi: Persorme
Gerçek: Vrai Gerçekleşebilir: Realisable Gerçekleşemez: Irrealisable Gerçekleşme kipliği: Modaîite realisante Gerçekleşme: Manifestation Gerçekleştirici (ya da işlemci) özne: Sujet operateur Gerçeklik: Verite Gerekli: Necessaire Gereklilik: Necessite Gerilme: Tension Gizli: Secret Gönderge: Referent Görünmek: Paraître
221 Görünmemek: Non-paraître G örüntüsel gösterge: Icone Görüntüsel: Iconique Görünüş: Aspect Göstergebilimsel dörtgen: Carre semiotique Göstergebirim: Sememe Gösterim: Representation Gücül gönderge: Reference virtud
Giicül özne: Sujet virtuel Gücülleşme kipliği: Modaîite virtuaHsante G ücüllük kipliği: Modaîite de la virtualite Güçsüzlük: Impmssance İçerme: Implication İçkin olarak bulunan kiplik: Modalite intrinseque İçkinlik: Immenance İknaya yönelik edim: Faire persuasif İletişim durum u: Sıtuatİon de communication İlişkiler ağı: Reseau de relation İm geler bütünü: Figurae İnandırm ak: Farire croire İnanm ak: Croire İsteğe bağlılık: Facultativite İstemek: Vouloir İstem eyerek yapm a, istençsizlik: Involontaire İstenç yokluğu: Absence de volonte İstenç: Volonte İşlemci özne: Sujet operateur İzin verme: Permissivite İzlek: Theme İzlekleştirilme: Thematisation İzleksel düzey: Niveau thematique Kaçınılmaz: Indispensable K anıtlam a: Argument
222 Kamtlayıcı sözce: Enonce argumentatif K a ra r verm e kipliği: modalite alethique K arm aşık eksen: Axe du complexe K arşı özne: Anti-sujet Karşıtlık: Öpposition, Contrariete Katkı: Attribution Kendine dönük iletişim: Communıcation reflechıe Kesit; Sequence Kılıcı özne: Agent Kip: Mode Kıpleştirici sözce: Enonce modalisateur Kipleştirici: Modaîisateur Kipleştirme: Modalisation Kiplik: Modalite Kipsel eylem: Verbe modal Kipsel nesne: Objet moda! Kipsel sözce: Enonce modal Kipsel: Modal Kipselleşme: Modalisation Kişi olmayan: Non-personne K oşuîlandm cı özne: Sujet modalisateur K üçük yapı: Microstructure M antıksal kiplik: Modalite logique M uktedir olm ak (Yapabilmek): Pouvoir M üdahale etme: Intervention Neden bildiren özne: Causateur Niteleme: Qnalİfication Niteleyen edim: Perfonnance qualifıant Niteleyen kiplik: Modalite qualitıante Ni tel ey en :Quali fiant Odaklayım: Focaîisation
V. DOĞAN GÜNAY Olağanlık: Contigenee Olanak: Possibilite Olanaklı: Possible O lanaklılık kipliği: Modalite de pos sibilite M Olanaksız: Impossible Olanaksızlık: Impossibilite Olası: Probable O lasılıktan uzak: Improbabilite j Olasız: Improbable O ldurm a kipliği: Faire-etre O ldurm ak, oldurum: Faire-etre Olmak: Etre O lm am a durum u: Non-etre O lm am ak Non-etre O lm anın durumu: fitre de Petre O luntu: Episode Oluş: Proces Oluşun merkezi: Siege du proces Oyunculaşma: Actorialisation Ö nüne geçilemez: Ineluctible Ö rnek sözce: Enonce-type Örnekseme: Anaîogie Ö rtük: Implicite Özgürlük: Liberte Öznellik bağlaşımı: .Correlation de subjectivite Öznellik: Subjectivite Öznenin ortaya çıkması: Instauratİon du sujet Öznenin yeti kazanması: Qualificationdu sujet Ö zyaptınm : Auto-sanction Raslantıya bağlı: Fortuit Sahiplikten vazgeçme: Depossession Savsöz: Assertion Saydamlık: Transparence Serbest bırakm a: Laisser faire
GÖSTERGEBİLİM YAZILARI
_____________________________223
Serbest dolaylı anlatım: Discours indirect libre Serbest İç söylem: Discours mterieur lıbre Sesbirim: Phoneme Sesbirimcik: Pheme Seslenme: Vocatif S ez dirim: Sous-entendu Silinmiş anlatıcı: N anateur efface Söylem dışı gonderge: Reference extra-discursive Söylem içi gönderge: Reförence intra-discursive Söylemsel öğe: Embrayeur Söz edimi: Acte de parole Söz verici sözce: Enonce promissıf Sözceleme durum u: Situation de Penonciation Sözceleme kipliği: Modalite d’enonciation Sözceleme öznesi (SÖ): Sujet de Penonciatıon SÖzceîenen: Enoncıataire Sözcelenmiş sözce: Enonciation enoncee Sözceleyen: Enonciateur Süreç: Processus Süremseîleşme: Temporalisation
Uzaklık: Distance Uzamsallaşma: Spatiaüsation
Şüphecilik: Incertitude Tanım a: Reconnaissance Tanıtım: Publicite Tanıtlayıcı: Demonstratif Tümleyen: Circonstance T üredışı özne: Sujet heteronome
Üst kip$elleş(tir)me: Surmodalite Üstyapı: Superstructure Varsayma: Supposition Vazgeçme: Renonciation Yalan: Mensonger Yalın ilişkileri belirten (basit) ki plik: Modalite endotaxique Yanlış: Faux Yansız eksen: Axe du neutre Y apm a edimi: Acte de faire Yapmak: Faire Y apm anın oluşu: Etre du faire Yaptırım: Sanction Y aptırm a kipliği: Modalite de faire Y aptırtm ak: Faire-faire Yargılayıcı: Judicateur Yasaklama: Interdiction Yasaklanmış: Interdit Y er değiştirme: Substitution Yoğrumsal: Plastique Yorumsal edim: Faire inteıpretatif Y üküm lülük kipliği: Modalite deontique Yükümlülük: Deontique Z ararlı değil: Non-nuisible Z ararlı: Nuisible Z orunda olmak: Devoir Zorunlu: Indispensable
Fransızca- Türkçe Sözlük
Absence de volonte: İstenç yoklnğn Acquisition: Edinim A ctant: Eyleyen A cte de faire: Yapma edimi A cte de langage: Dİ1 edimi A cte de parole: Söz edimi A cte predicüf: Buyurma edimi A c te ; Edim A cteur: Eden Actorialisation: Oyuneulaşma Actualisatİon. Edimselleşme Actuel: Edimsel Affectif: Duygusal Agent: Kılıcı özne Analogie: Ömekseme A naphore: Artgönderim Anti-sujet: Karşı özne Appreciatif: Değerlendirici A ppropriatİön; Elde etme A rgum ent: Kamtlama Aspect: Görünüş Assertion: Savsöz A ttıibution: Katkı Auto-sanction: Özyaptmm Axe du complese: Karmaşık eksen Axe du neutre; Yansız eksen A se semantique: Anlam ekseni Axiologîe; Değer yargısı C a rre $emiotique: Göstergebilimsel dörtgen Categorie de veridiction: Doğrula ma ulamı C ausateur: Neden bildiren özne
Certitude: Doğruluk Circonstance: Ttimleyen Cqmbmai$on: Bağdaşım Combinaison: Birleşim * Com m unication reflechie: Kendine dönük iletişim Com m unication transitive: Geçişli iletişim Com petence cognitive: Bilişsel edinç Competence: Edinç Com posant narrative; Anlatısal bi leşen Conjoint: Bağlaşık (ya da Bitişik) Contacte: Bağıntı Contexte: Bağlam Contigence: Olağanlık Contradiction: Çelişiklik C ontradictoire; Çelişiklik Contrariete: Karşıtlık C orrelation de subjectivite: Öznel lik bağlaşımı Croire: İnanmak Deictique anaphorique: Artgönderimsel belirleyici Deıctique situationnel: Durumsal belirleyici Deİctique: Belirleyici Deisis: Beİirim D emonstratif: Tanıtlayıcı Denominatİon: Adlandırma Deontique: Yükümlülük Depossession: Sahiplikten vazgeçme Besirable: Arzu edilebilir D eterm inant: Belirleyen
GÖSTERGEBİLİM YAZILARI Devoir: Zorunda olmak Dimension cognitif: Bilişsel boyut Dimension pragraatique: Edimsel boyut Discours indireet libre: Serbest do laylı anlatım Discours interieur libre: Serbest iç söylem Discours rapporte: Aktarılan söylem Disjoint; Ayrışık Distance: Uzaklık Dynamique: Devingen Effet de sem: Anlam etkisi Elliptîque: Eksiltil! Em brayeur: Söylemsel öğe Empechem ent: Engel Enchaînem ent: Diziliş Enonce argum entatif: Kamtlayıcı sözce Enonce assertif: Açıklayıcı sözce Enonce de faire: Edim sözcesi Enonce declaratif: Bildirme sözcesi Enonce descriptif: Betimleyici sözce Enonce directif: Buynım sözce Enonce expressif: Anlatımsal sözce Enonce modal: Kıpsel sözce Enonce modalisateur: Kİpleştirici sözce Enonce ocurrence: Belirme sözcesi Enonce perfomatif: Edimsel sözce Enonce promissif: Söz verici sözce Enonce-type: Örnek sözce Enonciataire: Sözcelenen Enonciateur: Sözceleyen Enonciation enoncee: Sözcelenmiş sözce Epişode; Oluntu Episteraique: Bilimkuramsal E tat: Durum E tre de E etre: Olmanrn durumu E tre du faire: Yapmanm oluşu
225 Etre: Olmak Explicite: Belirtik Expressif: Anlatımsal Factitif: Ettirgen Factitivite: Ettirgenlik Faeultativite: İsteğe bağlılık F aire cognitif: B iliş il edim F aire interpretatif: Yorumsal edim F aire persuasif: Iknaya yönelik edim Faire: Yapmak Faire-etre: Oldurma kipliği Faire-etre: Oldurmak, oldurum Faire-faıre: Yaptırtmak Faire-savoir: Bildirmek F arire croire: İnandırmak Famı: Yanlış Figurae: İmgeler bütünü Figüratif: Betisel Figurativite: Betİsellik Figüre: Beti Focalisation: Odaklayım Fonction d ’expression: Anlatımsal işlev Force illocutoire: Edimsöz gücü Fortuit; Raslantıya bağlı G ram m aire dilbilgisi
narrative:
Anlatısal
Icone: Görüntüsel gösterge Iconique: Görüntüsel Ignorance: Bilgisizlik Illocution: Edimsöz Dlusoire: Aldatıcı Immenance: Içkinlik Implication: İçerme Impiicite: Örtük Impossibilite: Olanaksızlık bmpossible: Olanaksız ImprobabiHte: Olasılıktan uzak
226
Improbable: Olasız Impuissance: Güçsüzlük Incertitude: Şüphecilik Independance: Bağımsızlık Indesirable: Arzu edilemez indice: Belirti Indİspensabİe; Kaçımlmaz Indİspensable: Zorunlu Individu: Birey Ineluctible: Önüne geçilemez Inference: Çıkarsama Instauration du sujet: Öznenin or taya çıkması Interdiction: Yasaklama Interdit: Yasaklanmış Intervention: Müdahale etme Intranstif: Geçişsiz Involontaire: İstemeyerek yapma,, İs tençsizlik Irrealisable: Gerçekleşemez Isomorphisme: Eşbiçimlilik Isotopie lexieale: Anlamsal yerdeşlık Jonction: Bağıntı Judicateur: Yargılayıcı Laisser faire: Serbest bırakma Liberte: Özgürlük Macrostructure: Büyük yapı Manifestation: Gerçekleşme Manipulation: Eyletim Mensonger: Yalan Metaphore: Eğretileme Metonyroie: Düzdeğİşmece Microstructure: Küçük yapı Modal: Kipsel Modalisatear: Kipleştirici Modalİsation: Kipleşme Modalisatİon: Kipleştirme Modalite actualisante: Edimsel leşme kipliği
V DOĞAN GÜNAY
Modalite alethique: Karar verine kipliği Mödalite d’enonciation: Sözceleme kipliği Modalite de faire: Yaptırma kipliği Modalite de l’actualite: Edimsel kiplik Modalite de la realite: Gerçeğin ki pliği Modalite de la virtualite: Gücüllük kipliği Modalite de message: Bildiri kipliği Modalite de possibİlite: Olanaklıhk kipliği Modalite deontique: Yükümlülük kipliği Modalite endotaxique: Yalm ilişki leri belirten (basit) kiplik Modalite epistemique; Bilimkuramsal kiplik Modalite exotaxique: Geçirgen ilişkileri belirten kiplik Modalite expressive: Anlatımsal kiplİk Modalite extrinseque: Dışarıdan ge len kiplik Modalite intrinseque: içkin olarak bulunan kiplik Modalite logique: Mantıksal kiplik Modalite qualifiante: Niteleyen kipîik Modalite realisante: Gerçekleşme kipliği Modalite veridictoîre: Doğrulayıcı kiplik Modalite virtualisante: Gücülleşme kipliği Modalite: Kiplik Mode: Kip v v Narrateur efface: Silinmiş anlatıçı Narration: Anlatma
GÖSTERGEBİLİM YAZILARI
Narrativite generalisee: Genel leşmiş anlatısallık Narrativite: Anlatısallık Necessaire: Gerekli Necessite: Gereklilik Niveau figüratif: Betisel düzey Niveau narratif: Anlatışa! düzey Niveau thematique: İzleksel düzey Non intervention: Araya girmeme Non-deictique: Belirleyici olmayan Non-desirable: Arzu edilebilir ol mayan Non-etre: Olmama durumu Non-etre: Olmamak Non-nuisible: Zararlı değil Non-paraître: Görünmemek Non-personne: Kişi olmayan Non-savoir: Bilmemek Nuisible: Zararlı Obeissance active: Etkin boyun eğme Obeissance: Boyun eğme Objet de valeur: Değer nesne Objet modal; Kipse! nesne Operation reflechie: Dönüşlü işlem Opposition: Karşıtlık Paradigmatique: Dizisel Paraître: Görünmek Parcours generatif: Genel izlem Parcours narratif: Anlatı izlemi Patient: Etkilenen özne Performance qualifiant: Niteleyen edim Performance: Edim Performatif Edimsel Permissivite: İzin verme Personnage: Anlatı kişisi Personne: Gerçek kişi Pheme: Sesbiıimcİk Phoneme: Sesbirim
227
Phrase assertive: Bildirme tümcesi Plastique: Yoğrumsal Point de repere: Çıkış noktası Poiyphonie: Çokseslilik Possibilite: Olanak Possible: Olanaklı Pouvoir: Muktedir olmak (Yapabil mek) Pragmatique: Edimbilim, edimsel Prescription: Buyurma Probable: Olası Proces: Oluş Processus: Süreç Progres: Gelişmeci Publicite: Tamtım Qualifiant: Niteleyen Qualiûcation du sujet: Öznenin yeti kazanması Qua1ification: Niteleme Realisable: Gerçekleşebilir Recit: Anlatı Reconnaissance: Tanıma Reference actuel; Güncel gönderge Reference contextuelle: Bağlamsal gönderge Reference extra-diseursive: Söylem dışı gönderge Reference intra-discursive: Söylem içi gönderge Reference sitaationnelle: Durumsal gönderge Reference virtuel: Gücül gönderge Referent: Gönderge Renonciation: Vazgeçme Representation: Gösterim Reseau de relation: İlişkiler ağı Resİgnation: Bırakma Resistance active: Etkin direnç Resistance: Direnme
V. DOĞAN GÜNAY
228_____________________________
Sanction pragmatique; Edimsel yaptırım Sanction: Yaptırım Savoir: Bilmek Sctaema narratif: Anlatı çizgesİ Secret: Gizli Seme: Anlambinmcik Seme: Göstergebİrimcik Semiosis: Anlam oluşumu Sequence: Kesit Siege du proces: Oluşun merkezi Sİgnifİcation: Anlamlama Situation de commımication: İle tişim durumu Situation de l’enonciation: Sözceleme durumu Situation initiale: Başlangıç durumu Sous-entendu: Sezdirim Spatialisation: Uzamsallaşma Sub-contrariete: Alt karşıtlık Subjectivite: Öznellik Substitution: Yer değiştirme Succession: Art arda gelme Sujet actualise: Edimselleşmiş özne Sujet competant: Edinçli özne Sujet d’etat: Durum öznesi Sujet de faire: Edim (yapım) öznesi Sujet de I’enonciation: Sözceleme öznesi Sujet eplstemique: Bilen özne Sujet heteronome: Türedışı özne Sujet manipulateur: Eyleten özne Sujet manipuje: Eyletilen özne Sujet modalîsateur: Koşullandıncı özne
Sujet operateur de la performance: Edimin gerçekleştirici öznesi Sujet operateur: Gerçekleştirici (ya da işlemci) özne Sujet operateur: İşlemci özne Sujet performateur: Edimli özne Sujet pragmatique: Edimsel özne Sujet virtuel: Güciil özne Superstructure; Üstyapı Supposition: Varsayma Surmodalite: Üst kipselleş(tir)me Syntagmatique: Dizimdi Syntase narratif: Arüatısal sözdizim Temporalisation: Süremselleşme Tension: Gerilme Thematisation: İzlekleştirilme Theme: îzlek Transformation transitif: Geçişli dönîiş(tiir)üm Transformation: Dönüştürüm (Dö nüşüm) Transitivite: Geçişlilik Transparence: Saydamlık Verbe d’etat: Durum eylemi Verbe modal: Kipsel eylem Veridictoire: Doğrulayıcı Veritable: Asıl Verite: Gerçeklik Vocatif: Seslenme Volonte passiye: Edilgen istenç Volonte: İstenç Vouloir: İstemek Vrai: Gerçek
KAYNAKÇA
ADAM, Jean-Michel (1990) Le Texte Narratif, Traite d'Analyse Textuelle des Recits. Paris: Nathan-Universite. ADAM, Jean-Michel (1991) Le Recit, Paris: PUF. ADAM, Jean-Michel (2000) Linguistique Textueile, Paris : Nathan-Universite ARKIVE, Michel; François GADET, Michel GALMICHE (1986). La Grammaire d'Aujourd'huİ, Guİde Alphabetİque de Lmguistique Française. Paris: Flammarion. AUSTİN, John Langshaw (1991) Quand Dire, C'est Faıre, Fransızca’ya çevi ren: Gilles Lane, Paris: Seuil. BARTHES, Roland (1964) “Rhetorique de L’Image”, Commnnicaüon, sayı: 4, Paris: Seuil, [40-51]. BARTHES, Roland (1973) Le Plaisir du Texte. Paris: Seuil. BARTHES, Roland (1977) "Introduction â l’Analyse Structurale des Recits." Poetİque du Recit içinde. Ortak yapıt, Paris: Seuil, [7-57]. BARTHES, Roland (1988) Anlatıların Yapısal Çözümlemesine Giriş, Çev. Mehmet Rifat, Sema Rifat, İstanbul: Gerçek Yayınlan. BAYMUR, Feriha (Prof. Dr.) (1994) Genel Psikoloji, 1î. Baskı, İstanbul: inkı lap Kitapevi. BEGEZ, Daniel (1998) L’Explicatîon de Texte Litteraire, Paris: Dunod. BELLENGER, Lionel (1998) La Force de Persuasion, 2. baskı, Paris: ESF edition, Coll. Formation permanente. BENAC, Henri (1985) Nouveau Vocahulaire de la Dissertation et des Etudes Litteraires, Paris: Hachetîe. BENYENISTE, Emile (1982, 1983) Probiemes de Linguistique Generale, 2 cilt, Paris: Gallimard. BERGALA, Alain (1985) Initiation â la Semiologie du Recit en images, Pa ris: Les Cahiers de 1!Audio-visuel, BERGER, John (1986) Görme Biçimleri, Çev. Yurdanur Sahnan, İstanbul: Metis Yayınlan. BERTRAND, Deııis (1999) Parler pour Convaincre, Paris: Gallimard, colî. Education/ibrum. BERTRAND, Deniş (2000) Precis de semiotiquc litteraire, Paris: Nathan Üniversite. BOULANGER, Chantal (1996) ‘Jrreeî Photographıque”, AS/SA, no: 2, Quebec, [ 1- 11].
BREMOND, Claııde (1973) Logique du Recit, Paris: Seuil.
230___________________ _________________
V. DOĞAN GÜNAY
CHISS, Jean-Louis, Jacques FILLIOLET, Dominique MAINGUBNEAU (1992) Linğuistique Française. Paris: Hachette. COQUET, Jean-Claude (1973) Semiotique Litteraire, Paris: Mame. COQUET, Jean-Claude (1982) “L’Ecole de Paris” Semiotique L’Ecole de Pa ris, Paris: Hachette. CÖQUET, Jean-Claude (1984) Le Discours et Son Sujet, Essaie de Grammaire Modale, 2 cilt, Paris: Klinsieck. CORNU, G. (1990). Semiologie de Piroage dans la publicite, Paris, Editİons d’Organisation. . COURTES, Joseph (1980) Introduction â la Semiotique Narrative et Discursive. Methodologie et Application 2. Baskı, Paris: Hachette-Universİte. COURTES; Joseph (1991) Analyse Semiotique du Discours. De PEnonce â PEnonciation, Paris: Hachette/Universite. COURTES; Joseph (1995) Du Lisîble au Visİble, BruKelles: De BoeckWesmaels.a. DEMOUGIN, Jacques (-yönetiminde) (1986) Dİctionnaire Historique, Thematique et Technique des Litteratures Française et Etrangeres, Anciennes et Modernes. 2 cilt. Paris: Larousse DUBOIS, Jean (1969) “Enonce et Enonciation.” Langage. 13, Mars, Paris: Didier-Larousse, [92-116]. DUBOIS, Jean, ve bşk. (1974) Dİctionnaire de Linguistique. Paris: Larousse. DUCROT, OswaId; Tzvetan TODOROV (1979) Dİctionnaire Encyclopedique des Sciences du Langage. Paris: Seuil. DUMOR7TER, J.-L., Fr. PLAZANET (1980) Pour Lire Le Recit, Paris/Bruxeîles: A. De Boeck, Duculot. DUMOUCHEL, Paul (1999) Emotions. Essaİs Sur le Corps et le Social. Pa ris : Institut synthelabo. ECO, Umberto (1965) L'oeuvre ouverte, Paris: Editions du Seuil. ERKMAN-AKERSON, Fatma (2001) “Karikatür Yorumu: Art-alan ve Şiire Bilgisi” Göstergebilimsel Tartışmalar içinde, İstanbul: Multiîingual Yayınlan, [15-24]. EVERAERT-DESMEDT, Nicole (Nisan 1999) “Approche semiotique de l’oeuvre de Margitte” Göstergebilim Semineri: Görsel Göstergebilim: Kuram ve Uygulamalar, İstanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Ni san 1999, Bildiriler içinde, İstanbul: Î.Ü. Edebiyat Fakültesi Fransız Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı, [3-15]. EVERAERT-DESMEDT, Nicole (2000) Semiotique du Recit, 3. baskı, Bruxelles : De Boeck & Larcier s.a. FILALI, J., X. GRIVEL, R. MANIAK (1996) La Publicite, Paris : Nathan. FLOCH, Jean-Mari (1985) !!Mais qu'est-ce que done la semiotique11 Le Françaıs Dans le Monde içinde, No: 197, Novembre / Decemhre, Paris: Ha chette, [44-47],
GÖSIERGEBİLİM YAZILARI
231
FLOCH, Jean-Marie (1990) Semiotique, Marketing et Communication. Sons les Signes, les Strategies, Paris : PUF. FONTANILLE, Jacques (1999a) Semiotique du Dİscours, Limoges : PULIM. FONTANILLE, Jacques (1999b) Semiotique et litterature, Paris : PUF. FONTANILLE, Jacques; Claude ZILBERBEG (1998) Tension et signifıcation, Liege, Mardaga. FOUCAULT, Michel (1992) Ben’İn Yaptım, Çev. Levent Kavas, İstanbul: Ara Yayıncılık. FUCHS, Catherine, Pierre Le GOFFIC (2001) “Sözceleme ve Edimbiliın” Çev. V. Doğan GÜNAY, Anadili Dergisi, İzmir: AÜ TÖMER İzmir Şubesi Yayınlan, sayı: 20, [32-43]. GARDES-TAM1NE, Joelle (1990) La Grammaire 2. Syntaxe, Paris: Armand Colin, 2. baskı. GENINESCA, Jacques (1985) “Intetpreter, Persuader, Transformer” Introduetton â l’Analyse du Dİscours en Sciences Sociales içinde, ortak yapıt, Paris: Hachette/Universite, [71-102]. GREIMAS, .Algirdas-Julien (1966) Semantique Structurale. Recherche de Methode. Paris: Larousse. GREIMAS, Algirdas-Julien (1970) Du Sens R Essais Semiotiques. Paris: Seuil. GREIMAS, Algirdas-Julien (1976) Maupassant Lasemiotique du teste. Pa ris: Seuil. GREIMAS, Algirdas-Julien (1980) “Les Acquis et les Projets. Preface de A.J. Greimas’1COURTES, Joseph, Introduction â la Semiotique Narrative et Discursive içinde, Paris: Hachette-Universite [5-2.5]. GREİMAS, Algirdas-Julien (1983) Du sens II, Essais Semiotiques. Paris: Seuii. GREIMAS, Algirdas-Juüen et Jacques FONTANILLE (1991) Semiotique des passions. Des etats de choses aux etats d'âme, Paris: Seuil. GREİMAS, Algirdas-Julien, Eric LANDOWSKI, ve başka. (1985) Intro-' duetion â 1*Analyse du Dİscours en Sciences Şociales, Paris: HachetteUniversite. GREİMAS, Algirdas-Julien, Joseph COURTES (1979) Semiotique. Dİctionnaire Raisonne de la Theorie du Langage. cilt. I. Paris: HachetteUniversite. Groupe d'ENTREVERNES (1988) Analyse Sen«otique des Textes. Lyon: Presses Universitaires de Lyon, coll. Linguistique et Semiologie. GÜNAY, V. Doğan (1993) La Technique de Narration Dans la Pİece de Siegfried de Jean Girauduux, Yayınlanmamış: doktora tezi, Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara.
232
V. BOĞAN GÜNAY
GÜNAY; V. Doğan (1996) “Turquie: Sauvegardee ou perdue?” Analyses: Langages, Texte$ et Sorietes, No;5, Toulouse (France): üniversite de ToulouseleMirail, [121-134], GÜNAY, V. Doğan (2001) Metin Bilgisi, İstanbul: Multilİngual Yaymlan. HAMON; Philippe (1977) "Pour un Statut Semiologique du Personnage." Poetique du Recİt. ortak yapıt, Paris: Seuil, [115-180], ■ HENÂULT, Anne (1983) Narratologie. Semiotique Generale, Les Enjeux de la Semiotique: 2, Paris: PUF. JOUVE, Vincent(1992) L’Effet- Personnage Dans le Roman, Paris: PUF: KAŞ, AH (1988) “HE-MÂN’in Gerçek Gücü Kimin?” Bilim ve Sanat Dergisi, sayı: 85, Ankara,[40-43]. KAŞ, Ali (Temmuz 1992) "Siyasal Parti Başkanlannm Konuşmaları (Bir Siya sal Söylem Çözümlemesi)" Milli Kültür içinde, sayı: 94, Ankara: [34-39], KIRAN, Ayşe (Eziler) (1981) "Dilbilim - Yazm İlişkilerinde Yazınsal Göstergebilimin Yeri", EDE içinde, 8, Kış, Ankara: Hu Fransız Dili ve Edebiyatı Yaymlan, [99-115], KIRAN, Ayşe (1995) “La Constitution Du Sujet Et De Sa Subjectİvite A Tra vers Le Parcours Generatif’, Frankofoni, No: 7, Ankara: [195-217], KIRAN, Ayşe (Prof. Dr.); BÜKER, Seçil (Prof. Dr.) (1999) “Reklam Metninde Cumhuriyet İmgesi” Göstergebilim Semineri: Görsel Güstergebilim: Ku ram ve Uygulamalar, İstanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Nisan 1999, Bildiriler, içinde, İstanbul: İ.Ü. Edebiyat Fakültesi Fransız Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı, [25-36]. KIRAN, Zeynel (1981) "Dilbilimde Yeni Yönelimler: Sözcükten Söyleme" FDE içinde, 8, Kış, Ankara: HÜ Fransız Dili ve Edebiyatı Yaymlan, [3344]. KIRAN, Zeynel (1983) "Bir Üçüncü Dilbilime Doğru: Sözcelem Dilbilimi" FDE içinde, î 1, Bahar, Ankara: HÜ Fransız Dili ve Edebiyatı Yay., [16-23]. KIRAN, Zeynel & Ayşe KIRAN (2001) Dilbilime Giriş, Ankara: Seçkin Yay.. KLINKERBERG, Jean-Marie (1996) Pretis de semiotique Generale, Bruxelles : De Boeck & Larcier s.a., Coİl, Points essais. LANDOWSKI, Eric (1980) "L'Opinion Publique Et Ses Porte-parole" Documents içinde, G.R.S.L. (Groupe de recherches semio-îinguistique), 12, Pa ris. LANDOWSKl, Eric (1985) "Du Politique au Polİtologique" Introductİon â İ'Analyse du discours en Sciences Sociales içinde, Ortak yapıt, Paris: Hachette-Universite. [103-127]. LANDOWSKI, Eric (1986) "Pour une Approche Semiotique et Narratif du Droit" Actes Semiotiques içinde, G.R.S.L. (Groupe de recherches semiolinguistique), VHI, 71, Paris. LE GOFFIC, Pieıre (1994) Grammaire de la Phrase Française, Paris: Hachette/Universite.
GÖSTERGEBİLİM YAZILARI
233
LINDEKENS, Rene (1976) Essai de Semiotique Visuelle, Paris: Klincsİeck. MA3NGUENEAU, Dominique (1979) Initiation aux Methodes de l'Analyse du Discours. Paris: Hachette-Universite MAINGUENEAU, Dominique (1981) “Embrayeurs et Reperages spatiotemporels.” Le Français Dans le Monde. 160, Paris:Hachette/Larousse :2228. MAINGUENEAU, Dominique (1997) Elements de Iing«istique pour le Texte Lİtteraire. Paris: Dunod. MAINGUENEAU, Dominique (1999) Enonciation en Linguistique française, Pais: Hachette-Superieur MARCONOT, Jean-Marie (1993) “Yazı ve Toplumsal Özne” Çev. Necini Al pay, Kuram Dergisi, içinde, No:l, İstanbul: Kur Yayıncılık, [37-39]. MARTINS-BALTAR, Michel (1977) De PEnonceA 1’Enonciation, Paris: Didier-Credif. MELETINSKI, Evgueni (1970) “L’Etude Structurale et Typologique du Conte”, PROPP, Vladimir Morphologie du Conte içinde. Paris: Seuil, [201-254]. ÖZTOKAT, Nedret (1999) “Görsel Nesnelerin Çözümlemesinde Göstergebilimsel Yöntem” Dilbilim Araştırmaları 1999 içinde, İstanbul: Simurg Yayınları, [135-141] PANZER, Louıs (1982) “Remarques de Grammaire Narrative” Actes Semiotiques-Bu!letİn içinde, sayı:2î, cİlt:V, Paris: Groupe de Recherches Semoilinguistiques, [12-24]. PAVIS, Patrice (1980) Dictionnaire du Theâtre, Paris: Editions sociales. PERRET, Michel' (2000) L’enonciation en Grammaire du Texte, Paris: Nathan-Universite PORTINE, Henri (Avril 1984) “L5enonciation” Le Français Dans le Monde içinde, No. 184, [100-102]. PROPP, Vladimir (1970) Morphologie du Conte. Paris: Seuil. RICÛEUR, Paul (1990) ‘'Anlamlı Eylemi Bir Metin Gibi Görmek" Toplum Bi limlerinde Yorumcu Yaklaşım içinde, Çev. Taha Parla, İstanbul: Hürriyet Vakfı Yayınlan [27-44]. SARFATI Greorges-Elia (1999) Elements d’Analyse du Discours, Paris: Nathan-Unıversite. SCHMITT, M.-P.; A. VIALA (1994) Savoir-Iire, Precis de Lecture Critique. Paris: Didier, 5. Baskı. SONESSON, Göran (1992a) “Comment le sens vient aux images. Un autre dis cours de la methode” CARANI, Marie De îhistoire de lart â la semiotique visuelle. Les Nouveaux Cahiers du CELAT içinde, Quebec: Les editions du Septentıion, [29-84]. SONESSON, Göran (1992b) Le mythe de la triple articulation. Modeles linguistiques et perceptifs dans la semiotique des images” Balat, Michel, Deledalle—Rhodes, Jaııice, & Delcdalle, Gerard, Signs of Humanity L’Homme
234
V.
DOĞAN GÜNAY
et ses signes. Proceedings of the Fourth congress of the International Association for Semiotic Studîes, Barcelona / Perpignan, Mars—April 1989 içinde. Berlin: Mouton de Gruyter 1992; Cilt: I, [149-156], SONESSON, Göran (1996) “Iconicite de Fimage, imaginaire de Ficonıcite - De la Resssemblance â la vraisemblance- et de retour” Visio. La revue de l'assöciation internationale de semiotique visuelle, Cilt: 1, sayı:!, Printemps, Quebec, [23-33], TAYLAN, E. Eser; A. Sumru ÖZSOY (1993) “Türkçe’deki Bazı Kipliklerin Öğretimi Üzerine” VEL Dilbilim Kurultayı Bildirileri, Yayınlayanlar: ■ Kamile İmer, N. Engin Uzun, Ankaıa:DTCF yaymları, [1-9] TODOROV, Tzvetan (1978) Poetİque de la Prose, Paris: Seuil. VARDAR, Berke (1982) Dilbilimin Temel Kavram ve İlkeleri, Ankara: Türk Dİ1 Kurumu Yayınları. VARDAR, Berke (yönetiminde) (1988) Açıklamalı Dilbilim Terimleri Sö zlüğü, İstanbul/Ankara/ İzmir: ABC Yayınlan. YÜCEL, Tahsin (1982a) Yapısalcılık, İstanbul: Ada Yayınlan. YÜCEL, Talîsin (1982b) Yazının Sınırlan, İstanbul: Adam Yayınlan, YÜCEL, Tahsin (1987) "Siyasal Söylem ve Bağlamlan", İpşiroğluna Saygı, Çağdaş Düşünce içinde, İstanbul: Ada Yayınlan. [89-97], YÜCEL, Tahsin (1990) “Le Projet Semiotique ou La Naırativıte Generalisee” Dilbilim içinde, Sayı: 10, İstanbul [17-23], YÜCEL, Tahsin (1991) “Göstergebilim” Dilbilim ve Türkçe içinde, Ankara: Dil Demeği Yayınlan, [106-110], YÜCEL, Tahsin (1993) Anlatı Yerlemleri, İstanbul: Yapı Kredi Yayınlan :
MUL TÎLÎNGUAL Klodfarer Cd. 40/6 Çemberlitaş- İstanbul Tel: (212) 518 22 78 Fax: (212)518 47 55
DİLBİLİM . Genel Dilbilim Dersleri/Saussure, 352s. . İşlevsel Genel Dilbilim/Martinet, 248s.. . Dilbilimin Temel Kavram ve Ükeleri/Berke Vardar, 192 s. . Filolojinin Oluşumu/S. Bayrav, 200 s. . Yapısal Diibilimi/S. Bayrav, 168 s. . Yirminci Yüzyıl Dilbilimi {Kuramcılardan seçmeler) F. de Saıtssure, E. Sapır, L. Bloomfıeld‘ N.S. Trubetskoy, G. Guillaume, L. Tesniere, L. Hjelmslev, R. Jakobson, A. Martinet, Z.S. Harris, N. Chomsky
. Anlambilim/P. Guiraud . Dil ve Düşünce/J. Vendryes, çeviren B. Vardar . Dilbilim yazılan /Berke Vardar . Dilbilimden yaşama / Berke Vardar . Dilbilimsel Edebiyat Eleştirileri/S. Bayrav . Dile Genel Bir Bakış/Fatma Erkman . Konuşma Dili ve Türkçenin Söyleyiş Sözlüğü/lclal Ergenç. *Spoken Language and Dictionary of Turkish Articulation/ Îclaî Ergenç, 488 sayfa. . Evrensel Dilbilgisi ve Türkçe/Engin Uzun . Göstergebiİim Tarüşmaları/Derleıne . Linguistics for TEFL students/Tercanlıoğlu . Dictionary of Linguistic Terms. . Roman Dillerinin Doğ.ve Geliş./S. Bayrav . Eleştiri Kuramlan/Carlonx-Filîoux. . Her Yönüyle Tahsin Yücel/Derîeme. . FRANSIZ EDEBİYATI/ Berke Vardar, 392 s. . Edebiyat Yazıları/Gürsel Aytaç . Yeni Alman Edebiyat Tarihi/Gürsel Aytaç . Edebiyatta Dil Kullammlan/Ü. Özüniü
. Metin Bilgisi/Doğan Günay . Göstergebilim Yazılan/Doğan Günay . . Okuma, Anlama, Yonımlama/S. Bayrav ; . Metinlerle Söyleşi/Şara Sayın. . Devrimci Dram Yazarı G.Büchner/Ş.Sayın . . Grenzüberschreitungen undÜbergange/ş.Sayın. . Biedermann und die Brands!ifter/M Frish, . Tartuffe/Moliere (Fransızca-Türkçe) . Chanson de Roland (Edebiyat ve Üslup Tahlili). . Ortaçağ Fransız Edebiyatı/S. Bayrav-. . LAROUSSE Fransız Dili Grameri . Fransız dilinin sesletimi/Mustafa Durak. : . Orhan Veli Kanık “Just for the hell of it’Taiat Sait Halman çevirisi, . Yeni Türkiye/J.C.Grew . Lozan Günlüğü/J.C.Grew. . Aziyade/Pieıre Loti, 240 s. . Tartuffe/ Moliere (Fransızca-Türkçe) . Atatürk, Rozaliev (Rusça-Türkçe) Rus tarihçisi Rozaliev Atatürk u anlatıyor . Sergi Baba/ Tolstoy (Rusça-Türkçe) . Yüzyıl Yaşa Yüzyıl Sev / Rasputin (Rusça-Türkçe) . Masallar/Tolstoy (Rusça-Türkçe) . Üç Kızkardcş, Çehov (Rusça-Türkçe) . Vanya Dayı. Çehov (Rusça-Türkçe) . Vişne Bahçesi, Çehov (Rusça-Türkçe) . Köy, Bunin (Rusça-Türkçe) . Kızıl Kartopu, Şukşin (Rusça-Türkçe) . Gogol/ H. Troyat, çev, Bedia KösemilıaJ . Puşkin/ V. İ. Kuleşov, çev. Birsen Karaca . Tolstoy/ R. Rolland, çev. Tahsin Yücel