SUÇLULUK SORUNU: KARL JASPERS – HANNAH ARENDT II. Dünya Savaşı 1945 yılında sona erdiğinde, savaşı kazanan müttefikler Almanya‟da göz önündeki pek çok noktalara büyük afişler asmışlardı. Bu afişlerin içeriği, yenilmiş ama hayatta kalabilmiş Alman halkı için çok acı verici nitelikteydi çünkü Nazi Almanya‟sının yaptığı kitlesel katliamlar gösterilerek “Bunlar sizin suçunuz; sadece seyretmekle yetindiniz ve suskun kaldınız” yazılıydı. Buradaki amaç, Alman halkının bir bütün olarak, yani kolektif/toplu bir şekilde suçlanmasıydı. Nürnberg‟de görülen bir davada baş hâkim şöyle demişti: “Nazi döneminin kâbusu, bütün dünyada Almanların adına yeni ve karanlık bir anlam yükleyecek ve bu da Almanya‟yı yüzyıl geri götürecektir.” Karl Jaspers’in Yaklaşımı Karl Jaspers, 1920 yılından beri Heidelberg Üniversitesi‟nde felsefe kürsüsü sahibiydi. Kendisinin 1908‟de Genel Psikopatoloji, 1919‟da Dünya Görüşlerinin Psikolojisi, 1930‟da Çağın Manevi Durumu ve 1932‟de de üç ciltlik Felsefe gibi çok önemli eserleri yayınlanmış ve Varoluş Felsefesi adıyla anılan akımın en önemli temsilcilerinden biri olarak üne kavuşmuştu. 1933 yılında Alman Nasyonal Sosyalist İşçi Partisi‟nin(NSDAP) iktidarı ele geçirmesinden sonra Yahudi asıllı pek çok bilim insanı ve filozofun Almanya‟yı terk etmelerine rağmen Jaspers, Heidelberg‟de kalmış fakat 1937‟den itibaren ders vermesi ve yayın yapması Naziler tarafından yasaklanmıştı. Eşi Yahudi olan Jaspers, savaşın sonuna doğru eşinin Naziler tarafından deporte edileceğini öğrenmiş ve önce eşinin sonra kendisinin hayatına son verecek şekilde hazırlığını yapmış, ancak bu tarihten kısa bir süre önce Heidelberg‟in Amerikan askerleri tarafından işgal edilmesiyle her ikisinin de hayatı kurtulmuştu. Nazilere karşı pasif bir direnişin simgesi olan Karl Jaspers‟in politik bir filozof olması bu tarihten itibaren başlar. Savaştan sonra yeniden açılan Heidelberg Üniversitesi‟nde verdiği ilk dersin adı Suçluluk Sorunu’ dur. Varoluş Felsefesinin ana noktalarını temel alarak yazdığı bu siyaset felsefesi kitabında Karl Jaspers Almanların suçlu olup olmadığını sorgular. Her Alman vatandaşının kendi ülkesinde yapılan haksızlık ve adaletsizliklerde ne kadar payı olduğunu; Nazi Almanya‟sında yaşayıp, o hayata ve düzene uyum sağlayarak yapılanları haklı çıkarmış olmayı; hukuksuzlukları bilmeden ya da istemeden de olsa desteklemiş olmayı; haksızlığın, adaletsizliğin hâkim olduğu kamusal bir iklimin oluşmasına katkıda bulunmuş olmayı sorgulaması gerektiğini düşünür. Heidelberg‟de muzaffer ittifak kuvvetlerinin astığı afişleri Jaspers de görmüştür ve bir filozof olarak şu soruyu sorar: Suçluluk nedir? Alman halkı kolektif/toplu olarak suçlu mudur? Hayırsa niçin? Evetse hangi anlamda suçludur ve bu suçluluk duygusundan kurtulmak için Almanlar ne yapmalıdır? Artık önemli olan, savaşı kaybedenlerle kazananların hesaplaşması değil, Jaspers‟e göre Almanların kendi kendileriyle yüzleşmesidir. Suçluluk sorunu ancak içselleştirildiği takdirde her tek insanın içinde bir “iç devrim”, yani “arınma” gerçekleşebilecektir. O halde yapılması gereken, her insanın önce suçla yüzleşmesi, sonra da kendi kendisiyle hesaplaşarak suçtan arınmaya çalışmasıdır.
1
Hannah Arendt’in Yaklaşımı Karl Jaspers‟in Alman halkının suçluluğu konusuna savaştan hemen sonra yoğun bir şekilde eğilmesinin sebeplerinden biri, Hannah Arendt‟in Die Wandlung (Dönüşüm) dergisinin ilk sayısında yayınlanan Örgütlü Suç başlıklı makalesidir. Arendt, 1928 yılında Jaspers‟in öğrencisi olarak “Augustinus’da Sevgi Kavramı” başlıklı doktora teziyle mezun oldu; 1933‟de Nazi Almanya‟sından kaçarak Prag ve Paris‟te bir süre yaşadıktan sonra New York‟a mülteci olarak geldi. Savaş sırasında öğrencisi ile olan iletişimini kaybeden Jaspers, 1946 yılında Melvin Lasky adında bir Amerikalı yayıncı aracılığıyla Arendt ile iletişimi tekrar kurdu ve kurulan köklü dostluk Jaspers‟in 1969‟daki ölümüne kadar sürdü. Savaşın bitiminde Jaspers, Werner Krauss ve Alfred Weber ile birlikte Die Wandlung adlı felsefi-edebi-siyasi içerikli bir dergi çıkarmaya başlamış ve Arendt‟ten dergi için yazı yazmasını istemişti. Jaspers ile Arendt arasında 1938‟de kopan iletişim 1945 yılında yeniden başlar. 2 Aralık 1945 tarihli mektubunda Jaspers, Arendt‟e Wandlung dergisine bir yazı yazmak isteyip istemediğini sorar.1 Aynı mektupta Dwight Macdonald‟ın Almanların suçluluk sorununa dair yazdığı Halkların Sorumluluğu başlıklı yazısını beğendiğini yazar.2 Bu arada Arendt Örgütlü Suç başlıklı yazısını Jaspers‟e göndermiş olmalıdır ki 29 Ocak 1946 tarihli mektubunda Jaspers‟in bu yazıyı beğenmesinden duyduğu hoşnutluğunu dile getirir. “Eğer isterseniz tabii ki onu Wandlung‟da basabilirsiniz.”3 8 Mayıs 1946 tarihli mektubunda Jaspers, Arendt‟in yazısının basıldığını ve çok beğenildiğini yazar.4 1945-1949 yılları arasında çıkarılan bu dergiye Hannah Arendt altı yazı göndermiştir.5 Bunlardan ilkinin başlığı Örgütlü Suç idi ve aslında Arendt‟in 1944 yılında, yani savaşın sonuna doğru Amerika‟daki Jewish Frontier adlı dergide İngilizce olarak yayınlanmış bir yazısıydı. Arendt‟in bu yazısının konusu, Nazi Almanya‟sında Heinrich Himmler‟in oluşturduğu “kitlesel cinayet örgütü”dür.6 Himmler, “şeytani bir deha” ile oluşturduğu bu örgütlenmede ne askerleri ne fanatikleri ne de katil ya da sadistleri kullanır; onun kullandığı insan tipi normal iş güç sahipleri ve “iyi aile reisleri”dir.7 1920‟lerin sonunda en üst noktasına ulaşan dünya iktisat bunalımı ve Weimar Cumhuriyeti‟nin siyasal sorunları çözmekte yetersiz kalması nedenleriyle uzun yıllardır işsizlikle boğuşan insanlar Nasyonal Sosyalistlerin milliyetçilik ve şovenizmden beslenen ideolojilerinin bir maşası olarak iş bulurlar ve parti örgütünün parçası haline gelirler. Hannah 1
Hannah Arendt-Karl Jaspers Briefwechsel 1926-1969, hrsg.v. L.Köhler und H.Saner, München/Zürich 1985, S.62 2 Dwight Macdonald, The Responsibility of Peoples, in: Politics, March 1945, pp.82-93 3 Hannah Arendt-Karl Jaspers Briefwechsel, S. 68 4 yage., S.75 5 Çıkan yazılar tarih sırasına göre şunlardır: Organisierte Schuld, 1. Jg., 1945-46, S. 333-344 Über den Imperialismus, 1. Jg., 1945-46, S. 650-666 Franz Kafka, 1. Jg., 1945-46, S. 1050-1062 Konzentrationslaeger, 3.Jg, 1948, S. 309-330 Parteien und Bewegungen, 4. Jg., 1949, S. 459-473 Es gibt nur ein einziges Menschenrecht, 4. Jg., 1949, S. 754-770 Bu yazılar daha sonra ‘Sechs Essays’ ve ‘Die verborgene Tradion’ başlıklarıyla toplu halde de basılmıştır. 6 Hannah Arendt, Organisierte Schuld, in: In der Gegenwart. Übungen im politischen Denken II, München/Zürich 2002, S. 37 7 yage., S. 33
2
Arendt, modern kitle insanının, bu örgütün işlevsel uzantısı ve dolayısıyla suç ortağı haline getirildiğini yazar. Bu insan tipi, hayatını özel ve kamusal olarak öylesine böler ki, iyi bir aile reisi olarak aynı zamanda katil olması onu rahatsız etmez: “mesleği onun bir insan öldürmesini emrettiğinde, kendini bir katil olarak görmez… çünkü bunu meslek icabı yapmıştır.”8 İşte Arendt, Alman halkının bu şekilde Nazilerin kitlesel cinayet makinesinin bir parçası haline getirildiğini yazmaktadır. “O kişiler, Nazilerin yakın işbirlikçileri ve onların yardımcılarının yardımcıları aslında ne yaptıklarını ve kim için yaptıklarını bilmiyorlardı.”9 Böylelikle suçluyu suçsuzdan ayırmak mümkün olmuyordu. Arendt bu durumda, Alman halkının bütünüyle suçlanabileceği tehlikesine değinir çünkü Nazilerin uyguladığı milli seferberlik hali, Alman halkının tamamının işbirlikçi olmasına neden olmuştur.10 Hannah Arendt savaş bitmeden önce kaleme aldığı bu yazısında çok önemli bir tehlikeye dikkat çekmektedir: Nazilerin oluşturduğu kitlesel cinayet makinesi Alman halkının tamamını bu makinenin bir dişlisi haline getirmiştir ve bu nedenle savaşın bitiminde hayatta kalan Almanlar arasında hiçbir fark gözetilmeyecek ve herkes suçlu ilan edilebilecektir. Nitekim savaşın galibi müttefiklerin, Almanya‟nın her tarafına astığı afişlerdeki ifadeler de bunu doğrulamaktadır. Suçluluk Sorunu İşte, Karl Jaspers‟in dersinde ve sonradan yayınlanan kitabında Suçluluk Sorunu başlıklı, tartıştığı konu tam da budur: Alman halkının suçlu olup olmadığı! Jaspers‟in ilk siyaset felsefesi eseri sayılabilecek olan bu kitapçık, kendisinin Heidelberg Üniversitesi‟nin yeniden açılmasıyla birlikte 1945/46 Güz Döneminde verdiği derslerden oluşur. 12 yıllık bir Nazi iktidarından sonra harabeye dönen Almanya‟da ilk yapılması gereken şeyin, insanların birbirleriyle konuşması olduğunu söyleyen Jaspers “kimse suçsuz değildir”11 ifadesiyle Alman kamuoyunda bir düşünme, tartışma ve barışçıl bir hesaplaşmanın yolunu açmaya çalışmaktadır. Çünkü o, bir arada yaşama kültürünü kaybetmiş ve korkunç bir baskı rejimi altında kendi benliğinden olmuş, nihayet milyonlarca vatandaşını ve topraklarını kaybetmiş olan Almanya‟da en köklü soruları sormanın ve bunlara yanıt aramanın, felsefenin görevi olduğunu düşünmektedir. Jaspers‟in amacı, hayatta kalanların yepyeni bir bilinçle hayata sarılmalarını, yeniden kavuştukları özgürlük ortamında karşılıklı konuşarak hakikati aramalarını ve en korkunç hakikatlerle dahi yüzleşerek Alman ruhunun dönüşümüne ve arınmasına katkıda bulunmaktır: “Biz Almanlar, istisnasız hepimiz, suçluluk sorunumuzu net bir biçimde kavramak ve bundan gerekli sonuçları çıkarmakla yükümlüyüz. Bizi bununla yükümlü kılan, insanlık onurumuzdur. Her şeyden önce, dünyanın bizim hakkımızda ne düşündüğüne kayıtsız kalamayız; zira biliyoruz ki biz de insanlığın bir parçasıyız; önce insanız, sonra Almanız. Kaldı ki bundan da önemlisi, sıkıntı ve bağımlılık içindeki kendi yaşamımız, kendimize karşı dürüst olduğumuz sürece onurlu bir yaşam olabilir. Suçluluk 8
yage., S. 36 yage., S. 30 10 Nazilerin insanlığa karşı işlediği suçları Arendt’in eserlerinde analizini yapan Günal, onun siyaset felsefesindeki “kolektif suç” kavramına yeterince değinmez. Bkz.: Hüseyin Günal, Hannah Arendt ve İnsanlığa Karşı Suçlar, Ankara 2015 11 Karl Jaspers, Suçluluk Sorunu. Almanya’nın Siyasal Sorumluluğu Üzerine, Istanbul 2015, S. 47 9
3
sorusu, başkalarının bize yönelttiği bir sorudan ziyade, bizim kendimize yönelttiğimiz bir sorudur. Bu soruya kalbimizin en derininde verdiğimiz yanıt, mevcut varlığımızı ve bilincimizi temellendirecektir. Bu, Alman ruhu açısından bir ölüm kalım meselesidir.”12 Bir filozof olarak Karl Jaspers, savaş sonrasında “Alman ruhu”ndan geriye ne kaldığını ve Alman halkının suçunun ne olduğunu sorgulamakta ve düşündüklerini kamuoyu ile tartışmaya açmaktadır. Suç konusu, felsefi bir problem olarak Karl Jaspers tarafından ilk olarak 1919 yılında yayınladığı Dünya Görüşlerinin Psikolojisi adlı kitabındaki “Sınır Durumlar”13 bölümünde yer almakla birlikte, asıl olgunlaşmış halini Felsefenin Varoluş Aydınlanması başlıklı ikinci cildinde bulur.14 Bir psikiyatrist, psikolog ve filozof olarak Jaspers, insanı “durumsal” bir varlık olarak tanımlar. İnsan yaşadığı dünyada ve toplumda yüklendiği rollerinden ötürü sürekli olarak çeşitli durumların içinde yaşar. Bir durumdan ya da rolden çıksa mutlaka başka bir duruma, role adım atmak zorundadır. Toplum hayatında insanın içine girdiği durumlar sürekli değişebilmektedir. Lakin öyle durumlar vardır ki, insanın bunları aşması ya da değiştirmesi mümkün değildir ve insan sürekli olarak bunların içinde yaşamak zorundadır. Jaspers‟in “sınır durumlar” olarak adlandırdığı bu kalıcı ve aşılamayan durumlar ölüm, mücadele, acı ve suçtur. İnsanın hayatının sonlu olması, bir gün mutlaka öleceğini bilmesi, yaşamakta olduğu hayatta sürekli bir mücadele içinde olması, yaşamı boyunca acılara katlanması ve nihayet bir eylemde bulunarak veya bulunmayarak sorumluluk yüklenmesini, Jaspers “sınır durumlar” olarak niteler. Sınır durumlar konusu, insanın kendi varlığının derinliğinde yatan gerçekleşmemiş imkânlarının farkına varması bakımından Jaspers‟in Varoluş Felsefesinde büyük önem taşır. İnsanın eylemde bulunması veya ondan imtina etmesi, her halükarda onun bir sorumluluğu üstlenmesi anlamına gelir. İşte arka planında böyle bir suç ve sorumluluk anlayışı olan Suçluluk Sorunu’nda Karl Jaspers 4 farklı suç ve yargı mercii tanımlar: 1. Hukuki Suç:15 Bunlar cürüm niteliğindeki suçlardır. Mevcut yasalara karşı işlendikleri için bu tür suçlarla ilgilenen merci mahkemelerdir. 2. Siyasal Suç: Bir ülkede yaşayan yurttaşların tamamının, nasıl yönetildiklerine dair siyasal sorumluluğu vardır. Çünkü yurttaşlar kendi varlıklarını devleti yönetenlerin kararlarına ve eylemlerine borçludurlar. Devletin uygulamaları ve kurduğu düzen vatandaşların varlığını sürdürmesini sağlar. Buradaki yetkili merci “hem iç hem de dış politikada galip gelenlerin otoritesi ve iradesidir.”16 Nitekim Nazi Almanya‟sını yönetenlerin yargılandığı merci Nürnberg‟de kurulan mahkeme idi. Ancak Jaspers siyasal suçu bu şekilde tanımlamakla tüm Almanlara da bir sorumluluk yüklemektedir. Eğer devlet, uygulamalarıyla siyasal bir suç işlediyse –ki Alman Reich‟ı işlemiştivatandaşları da bu suçtan sorumludur. 12
yage., S. 54 Karl Jaspers, Psychologie der Weltanschauungen, Berlin/Heidelberg/New York, 6.Aufl. 1971, S. 273-280 14 Karl Jaspers, Philosophie, B II Existenzerhellung, Berlin/Heidelberg/New York, 3. Aufl. 1973, S. 246-249 15 Karl Jaspers, Suçluluk Sorunu: Çevirmen tarafından “cezai suç” olarak verilen karşılık yerine “hukuki suç” karşılığını kullanmayı tercih ettim. 16 yage., S. 56 13
4
3. Ahlaki Suç: Eylemde bulunan her tek insan, birey, kendi eyleminin sonuçlarından sorumludur; bu eylemler ister siyasal amaçlı, ister askeri anlamda bir emri ifa etmek biçiminde olsun, sorumluluk eylemde bulunan bireydedir. “„Emir emirdir‟ sözü asla geçerli değildir.”17 Bireyin eylemlerinde ahlaki bir suç olup olmadığına karar veren merci, kişinin vicdanıdır. Felsefi bir sorun olarak vicdan konusu, Felsefe‟nin ikinci cildinde yer alır.18 İnsan varoluşunun kökeninde sürekli hareket halinde olan vicdan, Jaspers tarafından “dönüm noktasındaki ses”19 olarak adlandırılır. Varoluşsal bilincin kökenindeki hareketliliği esnasında bu ses “ayırt etmek” ve “karar vermek” talebinde bulunur. 4. Metafizik Suç: Karl Jaspers, aynı dünyada birbirlerinden uzak da olsa bir arada yaşayan insanların kendi aralarında bir çeşit “dayanışma” içinde olduğunu dile getirir. “Başkalarının öldürülmesini engellemek için kendi hayatını tehlikeye atmadan olanlara seyirci kalmışsam, hukuksal, siyasi ve ahlaki açılardan bakıldığında layıkıyla kavranamayacak şekilde kendimi suçlu hissederim. Böyle bir şey vuku bulduğu halde yaşamaya halen devam ediyorsam bu, benim omuzlarıma silinmez bir suç yükler.”20 Karl Jaspers‟in üç ciltlik Felsefe adlı eserinin üçüncü cildinin başlığı Metafizik olup, konusu Transzendenz, yani Tanrı düşüncesi ve inancıdır. Metafizik suç söz konusu olduğunda ilgili merci ancak Tanrı olabilir. Jaspers 9 Haziran 1946 tarihinde Hannah Arendt‟e yazdığı mektubunda Suçluluk Sorunu’nun “iki hafta içinde”21 basılacağını belirtmektedir. Bu da Jaspers‟in, Arendt ve Macdonald‟ın yazılarından yararlandığını göstermektedir. Nitekim Dwight Macdonald‟a değinmekle birlikte, bu eserinin ilk baskısında referans olarak gösterdiği tek yazı, Arendt‟in bu makalesidir.22 17 Ağustos 1946 tarihli mektubunda Arendt, Jaspers‟in bu eserini “kafasında tekrar tekrar dolaştırdığını”23 ve onun Naziler için kullandığı “hukuki suç” kavramının sorunlu olduğunu dile getirir. Çünkü Nazilerin işlediği bu suçun “bana öyle geliyor ki hukuken idrak edilebilmesi mümkün değildir ve bu da onun ne denli muazzam olduğunu gösterir. Bu suça uygun bir ceza artık yoktur.”24 Ancak Arendt‟in itirazı sadece bununla kalmaz; ona göre bu suçun kurban ettiği suçsuzların da suçsuzluğunun derecesi yoktur. “Her türlü cürümün ötesindeki bu suç ile her türlü iyilik ve erdemin ötesindeki bir masumiyetle insanca ve siyasal olarak bir şey yapabilmek mümkün değildir.”25 Bu noktada, makalesinde yazmış olduğu Almanların suçluluğu konusuna döner ve Almanların “binler, onbinler, yüzbinlerinin” bu suçla yüklü olduklarını ve bu suçların hiçbir hukuk sistemine uyacak şekilde
17
yage., S. 56 Karl Jaspers, Existenzerhellung, S. 268-275 19 yage., S.268 20 Karl Jaspers, Suçluluk Sorunu, S. 57 21 Hannah Arendt-Karl Jaspers, Briefwechsel, S. 79 22 Karl Jaspers, Die Schuldfrage, Heidelberg 1946, S. 75 Dipnot 23 Hannah Arendt-Karl Jaspers, Briefwechsel, S.89 24 yage., S. 90 25 yage., S. 90-91 18
5
cezalandırılamayacağını; Yahudilerin milyonlarının ise masumiyetle yüklü olduklarını yazar.26 Arendt ayrıca Almanya‟dan “siyasal bir irade beyanı”27 beklediğini yazmaktadır. Bu beyan Arendt‟e göre Almanların antisemitizme karşı yeni bir anayasaya yazacaklarını, Yahudilerin yeni oluşmakta olan Almanya‟nın eşit haklara sahip anayasal vatandaşı olabileceklerini, Filistin‟e gitmek isteyenlerin de aynı haklara sahip olmaları gerektiğini içermelidir. Jaspers‟in 19 Ekim 1946 tarihli mektubu bu konuya yanıt niteliğindedir: “Sizinle tamamen aynı fikirde olmam beni daha da huzursuz ediyor. Çünkü bugünkü Almanya‟da bunun imkânsız olduğunun ve böyle bir irade beyanı konusunda da hemfikir olunamıyorsa Almanların ne olacağı hakkındaki umutsuzluğun farkındayım.”28 Karl Jaspers‟in, Almanya‟da yeni bir toplumsal bilinç yaratma amacıyla verdiği ders ve bastırdığı kitap olan Suçluluk Sorunu pek yankı bulamadı. Yeni oluşan Almanya‟daki devlet organlarına yerleşen kişilerin de yarattığı hayal kırıklığı, Jaspers‟in 1948 yılında İsviçre‟nin Basel kentine taşınmasına neden oldu. Nasyonal Sosyalistlerin 12 yıl boyunca acımasızca yönettiği Almanya‟da hayatta kalmayı başaran ve ülkesini terk etmeyi reddeden Karl Jaspers, öldüğü 1969 yılına kadar İsviçre‟de yaşadı. Fakat Suçluluk Sorunu ile başlayan siyaset yazılarını yazmaya devam etti. Yeni kurulan Almanya‟yı hayati derecede ilgilendiren bütün konularda gazete yazıları, dergi makaleleri ve kitaplarıyla hep Alman kamuoyunun önündeydi. Bir filozof olarak, 1958 yılında aldığı Alman Yayıncılar Birliği Barış Ödülü‟nün tören konuşmasını yapan Hannah Arendt, Jaspers‟in dünya problemleriyle ilgilenmesini “kamusallığa cüret etme” olarak adlandırdı ve felsefenin zorunlu olarak siyaset ile birlikte yürümesi gerektiğine değindi. Jaspers‟in bu anlamda “Kant‟ın her anlamda yegâne halefi”29 olduğunu dile getirdi. Karl Jaspers ise yaptığı “Hakikat, Özgürlük ve Barış” başlıklı konuşmasında uzun ve meşakkatli yılların edindirdiği tecrübenin imbiğinden damıtılarak süzülen şu sözlerle kendi Varoluş Felsefesine atıfta bulundu: “Barışın ön koşulu, herkesin hakikat ve özgürlük içindeki kendi hayat tarzıdır: Barış sorusu öncelikli olarak dünyaya değil, herkesin kendine sorduğu sorudur.”30 Karl Jaspers‟in felsefesinin temelinde tek ve başkasıyla değiştirilemez olan insan varoluşu bulunmaktadır. Varoluş, kendi imkânını kendi kararlarıyla gerçekleştirerek özgürleşebilir veya geri adım atarak somut dünyanın ve hayatın içkinliğinde kalır. Jaspers‟in Varoluş Felsefesinin bütün amacı, insan varoluşuna çağrıda bulunmak ve onu kendi imkânlarıyla karşı karşıya getirmektir. Bu felsefi temel, onun suçluluk anlayışında da en önemli rolü oynamaktadır.
26
yage., S. 91 yage., S. 89 28 yage., S. 98 29 Hannah Arendt, Karl Jaspers, in: Reden zur Verleihung des Friedenspreises des deutschen Buchhandels, München 1958, S. 32 30 Karl Jaspers, Wahrheit, Freiheit und Friede, in: Reden zur Verleihung des Friedenespreises des deutschen Buchhandels, München 1958, S. 25 27
6
Suçluluk Bilinci ve Arınma Karl Jaspers‟in suçluluk konusunu kamuoyunda tartışmaya açmasındaki amacı, hayatta kalan Almanlarda yeni bir bilinç oluşmasını sağlamaktır. Bundan anlaşılması gereken –Jaspers‟e göre- yeni bir milliyetçilik anlayışı ya da millet olma bilinci türünden hamaset içeren kavramlar değildir. Lakin düşünürün kastettiği, Almanların, yapılanlardan ötürü kendilerini diğer milletlerden daha aşağı hissetmeleri gerektiği de değildir. Filozofun hedefi, siyasal sorumluluktan kaçması mümkün olmayan Alman yurttaşlarının kendi hayatlarıyla ilgili yeni bir bilince kavuşmalarıdır. Jaspers, bunun gerçekleşebilmesi için bir “suçluluk bilinci”nin oluşmasını talep eder: “Biz Almanlar, burada bir alternatifle karşı karşıyayız: Ya dünyanın geri kalanının işaret ettiği değil, aksine vicdanımızın sürekli dile getirdiği suçun üstlenilmesi, biz Almanların benlik duygularının temel bir özelliği haline gelecektir –ki bu durumda ruhumuz dönüşüm yoluna girecektir. Ya da kayıtsız, çıplak yaşamın bayağılığına batacağız. Bu durumda, içimizde hiçbir asli dürtü uyanmayacaktır; bu durumda varoluşun gerçek doğası ortaya çıkmayacaktır; bu durumda yüce manzum eserlerimizin ve sanatımızın ve müziğimizin ve felsefemizin aşkın (transzendent) anlamını duymayacağız.”31 Karl Jaspers, suçluluk bilincinin oluşmasıyla birlikte atılacak adımın “arınma” olduğunu dile getirir. Arınma, siyasal sorumluluk taşıyan tek tek yurttaşların kendi vicdanlarıyla baş başa kalmaları ve özür dilemeleri anlamına gelir. Burada önemli olan, her tek insanın kendi yapıp ettikleriyle yüzleşmesi ve vicdanıyla hesaplaşmasıdır. Arınma her tek insanın, yani tek tek yurttaşların yaptıklarıyla veya yapmadıklarıyla kendi varoluşlarının derinliklerinde yüzleşmesidir. Alman devletinin kitlesel infazlara ve soykırıma uğrayan Yahudilerden özür dilemesi ve bunun sonucunda zararların olabildiğince telafi edilmesi ile tek tek insanların kendilerini arındırmaları aynı şey değildir. Özür ve telafi devletin işidir; arınma ise tek tek kişilerin: “Arınma, kişinin bir insan olarak tutacağı yoldur. Suçluluk düşüncesinin gözler önüne serilmesi vasıtasıyla arınma, bunun üzerinde yalnızca bir uğraktır. Arınma öncelikle dışsal eylemler aracılığıyla, büyü aracılığıyla gerçekleşmez. Arınma, daha ziyade, hiçbir zaman sona ermeyen, kişinin mütemadiyen kendini oluşturduğu manevi bir süreçtir. Arınma, özgürlüğümüze ilişkin bir sorundur. Herkes, her seferinde, saflıkla bulanıklık arasında bir seçim yapacağı yol ayrımına gelir. Arınma herkes için aynı şey değildir. Herkes kendi yolunu tutar.”32 Tek tek kişilerin kendilerini, vicdanları karşısında arındırması her ne kadar bireylerin kendi iç meselesi gibi görünse de Karl Jaspers bu içe dönük sürecin, siyasal sorumluluk taşımanın ve siyasal özgürlüğün koşulu olduğunu belirtir. Çünkü siyasal özgürlük, bir halkı oluşturan bireylerin, bir arada yaşamaktan doğan sorumluluklarını üstlenmekle gerçekleşeceğini bilmektir. Jaspers‟in Varoluş Felsefesinin temel düşüncesi olan varoluşsal özgürlüğün, siyasal özgürlüğün önkoşulu olmasının anlamı, her tek insanın kendi imkânını gerçekleştirmesi ve özgürleşmesinde yatar. İşte bu bireysel özgürlük, siyasal özgürlüğün de temelini oluşturur.33 Suçluluk Sorunu bağlamındaki anlamı ise şudur: Her birey kendi vicdanıyla hesaplaşmalı, bu
31
Karl Jaspers, Suçluluk Sorunu, S. 145 yage., S. 147 33 Bkz.: Yusuf Örnek, Karl Jaspers. Philosophie der Freiheit, Freiburg 1984, S. 111-119 32
7
sayede arınmalı ve siyasal özgürlüğünün yolunu açmalıdır: “Kısacası: Ruhu arındırmadan siyasal özgürlük söz konusu olamaz.”34 Görüldüğü gibi, Karl Jaspers‟e göre politik özgürlük, savaş sonrası Almanya‟sında ancak arınma sürecinden geçmiş Alman yurttaşlarının taşıyabileceği bir sorumluluktur. Arınma içinse bir suçluluk bilincinin oluşması gerekir. Böylelikle bireysel olan varoluşsal bilinç ile kamusal olan siyasal özgürlük bilinci birbirinin içine geçmektedir. Kişinin kendi vicdanıyla hesaplaştığı, yani arınmanın gerçekleştiği düzey, tek insanın taklit edilemez ve biricik olan varoluşsal özüyle ilgili bir süreç iken, bu, Jaspers tarafından siyasal özgürlüğün önkoşulu haline getirilmektedir. Kolektif Suç ve Kolektif Sorumluluk Şimdi Alman halkının bütünüyle suçlu olup olamayacağı sorusuna geri dönelim: Dört suç kavramından üçü, yani hukuki suç, ahlaki suç ve metafizik suçta söz konusu olan zanlı, birey, ya da Jaspers‟in deyimiyle “tek olan/tek insan”dır. Bu suçlarda tek olan, hesabını mahkeme hâkimine, kendi vicdanına ve Tanrıya vermek zorundadır. Bunlardan farklı olan ise siyasal suçtur, çünkü Jaspers burada bir “kollektiv”den, yani bir toplu suçtan, bir grubun suçundan söz etmektedir. Söz konusu olan, devletin yurttaşlarıdır. Bir halkı bütünüyle hukuki bir suçla ya da ahlaki bir suçla zan altında bırakmak Jaspers‟e göre mümkün değildir. Bu, adaletsizliğe ve insanların onurunun kırılmasına yol açar. “O halde, bir halkın ya da ya da halklar içinden bir grubun –siyasi sorumluluk haricinde- kolektif suçluluğu söz konusu olamaz; ne hukuki, ne ahlaki, ne de metafizik anlamda…”35 Buradan da anlaşılacağı gibi Karl Jaspers, bir devlet örgütü içinde yaşayan ve vatandaş kimliğine bürünmüş olan herkesi, yani halkın bütününü siyasal olarak sorumlu tutmaktadır. Bu anlamda, Weimar Cumhuriyeti‟nin istikrarsızlığından veya Nazilerin 1933‟te iktidarı ele geçirmesinden sorumlu olanlar Alman vatandaşlarıdır. Onları ahlaki açıdan sorumlu tutmak abesle iştigaldir çünkü Jaspers‟e göre ahlaki sorumluluk her tek bireyin kendi vicdanıyla ilgili bir konudur. Ama siyasal olarak Jaspers‟e göre Nazilerin iktidar döneminde tüm Alman vatandaşları sorumludur. Siyasal suçtan doğan kolektif sorumluluğu şöyle açıklar: “Alman Reich‟ı adına işlenmiş olan suçlardan dolayı, her Alman müştereken sorumlu kılınmıştır. Kolektif olarak „sorumluyuz‟… Devlet tarafından yapılan eylemlerden dolayı, tüm yurttaşların ortak sorumluluklarının siyasi bir anlam taşıdığına şüphe yok… O halde suç, devletin uyruklarının siyasi sorumlulukları açısından zorunlu olarak kolektif nitelik taşır; ancak ahlaki, metafizik ve hukuki suçlar aynı anlamı taşımaz… Modern bir devlette herkes, en azından seçimde kullandığı oyla veya seçime gitmekten kaçınarak siyasal bir eylemde bulunmuş olur. Siyasi sorumluluğun taşıdığı anlam, kimseye kaçış yolu bırakmaz.”36 Karl Jaspers‟in “kimse suçsuz değildir”37 sözünü dikkatli bir şekilde irdelemek gerekir. İnsanın sürekli olarak bir “sınır durum” olan suçluluk durumu içinde olması başka şeydir, Jaspers‟in Alman ruhunu irdelerken dile getirdiği “suçluluk sorunu” başka. Bu konu bizi 34
Karl Jaspers, Suçluluk Sorunu, S. 149 yage., S. 68 36 yage., S. 89-90 37 yage., S. 47 35
8
Jaspers‟in “kolektif suç” ve “kolektif sorumluluk” tan ne anladığına götürecektir çünkü bu iki kavram birbirine çok bağlı olduğu için Jaspers‟in metninde de kafa karışıklığına yol açmaktadır.38 Karl Jaspers‟in “kolektif suç” olarak adlandırdığı “ortak sorumluluk duygusu”nun iki yanı vardır: Birincisi, bir kültürün içine doğan insanların geleneklerine bir çeşit “sadakat bilinci”39 ile bağlı oldukları gerçeğidir. Bu bilinci yaratan, tek tek insanların, dostlarının, ailelerinin ve nihayet bütün bir milletin aynı “biografi”nin bir parçası olduklarını keşfetmeleri sayesinde olur. Yani, öncelikle bu suç, o milletin fertleri tarafından keşfedilmiş olmalıdır. “Suçluluk duygusu, kötü bir şey yapmış olmanın bilgisinden ve onunla birlikte verilen zararı telafi etme talebinden kaynaklanır.”40 Bu cümlenin son kısmı da sorumluluk duygusunun ikinci yanını dile getirmektedir, yani mağdur olanlarla dayanışma duygusunu… Fletscher, “sadakat duygusu”nun aranıp da bulunan bir şey olmadığını, bu duygunun, insanın kendi geçmişini keşfetmesiyle geliştiğini yazar.41 Buradaki anahtar sözcük, “kendini bulma/keşfetme”dir. Bu, kolektif sorumluluk duygusunun merkezini oluşturur. Bir milletin bir yurttaşının kendini ve tarihindeki suçluluğu keşfetmesi bilgisel bir süreçtir. Nazi Almanya‟sında toplu halde deporte edilen Yahudilerin başına ne geldiği konusunda Alman halkının büyük çoğunluğunun bilgisi yoktu. 1943‟ten itibaren toplama kamplarındaki vahşet yavaş yavaş dillendirilmeye başlamıştı. Almanların savaşı kazanmaları halinde belki çok uzun bir süre daha dünyanın kitlesel cinayetlerden haberi olmayacaktı. Bir devletin yurttaşlarında suçluluk duygusunun oluşması, onların kendi tarihleri hakkında doğru bilgiye sahip olmaları sayesinde olabilir.42 Hannah Arendt‟in bu bağlamda tercih ettiği terim “kolektif sorumluluk” tur. Arendt, “hepimiz suçluyuz” ifadesinin başlangıçta “pek asil ve çarpıcı”43 tınladığını ama bu ifadeyle aslında gerçek suçluların omuzundan önemli ölçüde yük alındığını yazar. 1968‟de yaptığı bir konuşmasında Arendt‟in 1946‟da yayınlanan Örgütlü Suç makalesiyle aynı çizgide olduğu görülür: “‟Hepimiz suçluyuz‟ aslında suçlularla dayanışma ifadesidir.”44 Arendt‟in “vekâleten üstlenilen sorumluluk”45 olarak adlandırdığı bu sorumluluk biçimi, insanın yapmadığı ve tamamen suçsuz olduğu bir şey için birtakım sonuçlara katlanması anlamına gelir ki, bunun nedeni, insanın kendi başına değil, diğer insanlarla birlikte toplum içinde yaşadığı gerçeğidir. Karl Jaspers, “istisnasız her Almanın siyasi sorumlulukta pay sahibi olduğunu”46 düşünmektedir. Hatta Jaspers, bir adım daha ileri giderek “atalarımızın suçlarını da üstlenmek
38
“Sorumluluk” ve “Suçluluk” kavramları arasındaki anlamsal farklılık ve benzerlikler için bkz.: Michael Eugster, Kollektive Verantwortung und Schuldzuweisung, GRIN Verlag, Norderstedt 2005, S. 5-8 39 George P. Fletscher, Die kollektive Schuld, Basel 2003, S.17 40 yage., S. 28 41 yage., S. 17 42 42) Kolektif Suç için bkz.: Bernhard Schlink, Vergangenheitsschuld. Beitraeege zu einem deutschen Thema, Zürich 2007, S.11ff., S.80ff. 43 Hannah Arendt, Collective Responsibility: Discussion of the paper of Joel Feinberg, Rockefeller University. American Philosophical Society, December 27, 1968, Washington D.C. Archiv des Hannah Arendt Zentrums an der Universitaet Oldenburg, Cont.Nr.62.12 Alıntılar Frank Stühlmeyer’in Almanca çevirisinden yapılmıştır, S.3 44 yage., S.4 45 yage., S.14 46 Karl Jaspers, Suçluluk Sorunu, S.102
9
zorundayız”47 ifadesini kullanarak tarihçilerin ve hukukçuların tartıştığı bir konuya dair çok önemli bir noktaya değinir. Çünkü insan, belirli bir gelenekler çerçevesi içindeki sürekliliğin bir kesitini yaşamaktadır. Kendisinden sonraki dönem, kendisinin yaptıklarıyla ilişkili olduğu kadar, kendisinden önce yapılıp edilenler de yine kendisiyle ilintilidir. Kültür varlığı olarak insanın bu zincirin dışına sıçraması mümkün değildir. Karl Jaspers, bu bağlamda Almanların kendi kendilerini ve tarihlerindeki özellikleri sorgulamaları için bir kapıyı aralamaktadır: “Alman yaşamının düşünsel koşullarının bu tür bir rejime olanak tanımış olması, hepimizin ortak sorumluluğuna dâhil olan bir olgudur. Elbette bu, „Alman düşünce dünyasının‟, „geçmişteki Alman düşüncesinin‟ Nasyonal Sosyalizmin kötücül eylemlerinin kökenini oluşturduğunu kabul etmek zorunda olduğumuz anlamına gelmez. Ancak bu, bir halk olarak geleneğimizde, ahlaki yıkımımızı ifade eden güçlü ve tehdit edici bir şeyin bulunduğu anlamına gelir.”48 Jaspers, her ne kadar bir halkın bütünüyle suçlu ilan edilemeyeceğini söylese de siyasal suç kapsamında öngördüğü şekliyle, devletin tüm yurttaşlarına ortak bir sorumluluk yüklemektedir. Aynı kültürel geleneklerden gelen, aynı dili konuşan ve aynı tarihsel geçmişi paylaşan Almanların “ortak sorumluluğu” olduğunu ve bu ortak sorumluluktan dolayı her Almanın kendi içinde bir hesaplaşma yapması gerektiğini belirtir. Tek insan açısından, Jaspers‟e göre, çıkarılması gereken zorunlu sonuç budur. Ancak devlet bu tek tek bireyleri bünyesinde barındıran bir yapı olduğu için, devlet açısından zorunlu sonuç, özür dilemek ve telafinin yollarını aramak, büyük acılar çekmiş olan Yahudilerin hayatta kalanlarının acılarını dindirmeye çalışmaktır. Jaspers‟in “kolektif suç/sorumluluk” kavramının bir halkın tamamına uygulanamayacağı düşüncesi ile bu sorumluluğun “ahlaki suç” gibi düşünülerek her tek bireye uygulanabilir olması kendi içinde problemli görünmektedir.49 Şüpheye yer vermeyen konu ise Jaspers‟in, bir halkın kendinin değil ama atalarının işlediği suçlardan ötürü de sorumluluk üstlenmesi gerektiğine dair düşüncesidir. Arendt de Jaspers gibi “her yönetimin ve her milletin kendinden önceki yöneticilerin yaptığı iyi ve kötü işlerin sorumluluğunu üstlenmek zorunda olduğunu”50 dile getirir. Arendt‟in ve Jaspers‟in kabul ettikleri nokta, bugün yaşayan Almanların, geçmişte yaşayan atalarının devamı olmasıdır. Tarihteki, kültürdeki ve geleneklerdeki süreklilik her insanda bir aidiyet duygusunun gelişmesini sağlar. Bu aidiyetin kişide yarattığı farkındalık sayesinde kişi geçmişine saygı duyduğu gibi, kendisinin de sonlu olduğu bilinciyle günün birinde yapıp ettiklerinin geçmişte kalacağını bilerek geleceğine yön verir. Burada sorunlu olan, pek çok insanın, kendisini geçmişin sadece büyük ve onurlu sayfalarına ait olduğunu hissederek karanlık sayfaları bilmezlikten gelmeleridir.51 Gerek Jaspers ve gerekse Arendt‟in yaratmak istediği sorumluluk bilinci, geçmişe yönelik olarak daha serinkanlı, önyargısız ve geçmiş nesillerin hatalarını kabul etmeye açık bir tavırla yaklaşmaktır. Bugün yaşayanların geçmişe dair suçları yoktur 47
yage., S. 108 yage., S. 108-109 49 Bu sorun için bkz.: Michael Shefczyk, Verantwortung für historisches Unrecht, Berlin/New York, 2002, S. 115119 50 Hannah Arendt, Collective Responsibility, S. 7 51 Bu tartışma için bkz.: Michael Sandel, Adalet. Yapılması Gereken Doğru Şey Nedir?, 3. Baskı Ankara 2015, S. 287-299 48
10
ama sorumlulukları vardır; bir kültür varlığı, toplum varlığı ve ortak tarih varlığı oldukları için…
KAYNAKÇA: Arendt, Hannah: Organisierte Schuld, in: In der Gegenwart. Übungen im politischen Denken II, München/Zürich 2002 Arendt, Hannah: Karl Jaspers, in: Reden zur Verleihung des Friedenspreises des Deutschen Buchhandels, München 1958, pp. 27-40 Arendt, Hannah: Collective Responsibility: Discussion of the Paper of Joel Feinberg, Rockefeller University. American Philosophical Society, December 27 1968, Washington D.C. Archiv des Hannah Arendt Zentrums an der Universitaet Oldenburg, Cont.Nr. 62.12 Arendt, Hannah-Jaspers, Karl: Briefwechsel 1926-1969, hrsg.v. L.Köhler und H.Saner, München/Zürich 1985 Eugster, Michael: Kollektive Verantwortung und Schuldzuweisung, GRIN Verlag, Norderstedt 2005 Fletscher, George P.: Die kollektive Schuld, Basel 2003 Günal, Hüseyin: Hannah Arendt ve İnsanlığa Karşı Suçlar, Ankara 2015 Jaspers, Karl: Psychologie der Weltanschauungen, Berlin/Heidelberg/New York 1919 Jaspers, Karl: Philosophie, B II Existenzerhellung, Berlin/Heidelberg/New York 1932 Jaspers, Karl: Die Schuldfrage, Heidelberg 1946 Jaspers, Karl: Suçluluk Sorunu. Almanya‟nın Siyasal Sorumluluğu Üzerine, Istanbul 2015 Jaspers, Karl: Wahrheit, Freiheit und Friede, in: Reden zur Verleihung des FriedensPreises des deutschen Buchhandels, München 1958, pp. 8-26 Macdonald, Dwight: The Responsibility of Peoples, in: Politics, March 1945, pp.82-93 Örnek, Yusuf: Karl Jaspers. Philosophie der Freiheit, Freiburg 1984 Sandel, Michael: Adalet. Yapılması Gereken Doğru Şey Nedir?, 3. Baskı, Ankara 2015 Schlink, Bernhard: Vergangenheitsschuld. Beitraege zu einem deutschen Thema, Zürich 2007 Shefczyk, Michael: Verantwortung für historisches Unrecht, Berlin/New York 2002
11