Balyoz:1 - Gazetecilerle ilgili belgeyi delil kabul etmediler TÜRKİYE, günlerdir Balyoz iddianamesini konuşuyor. Balyoz iddianamesinde adı geçen subayların terfi durumları konusunda hükümetle askerler arasında çıkan görüş ayrılıklarının Yüksek Askeri Şûra'da da gerginliğe yol açtığı gözleniyor. Duruşmaların yıl sonunda başlamasıyla birlikte, halen çoğu muvazzaf, bir bölümü ise emekli olan toplam 196 subayın sanık olarak yargılandığı Balyoz davasının önümüzdeki bir-iki yıl zarfında Türkiye'nin gündemine damgasını vurmaya devam edeceğini söyleyebiliriz. Balyoz iddianamesinin metni üzerinde yaptığımız incelemede dikkatimizi çeken noktalar üzerindeki gözlemlerimizi bugünden itibaren okurlarımızla paylaşmak istiyoruz. METNİN YAZIMI ACELEYE GELMİŞ Önce 974 sayfa tutan metnin Türkçesiyle ilgili genel bir gözlem. Elimizdeki “word” formatında yazılmış olan iddianame dosyasındaki Türkçe, özellikle de imla hataları yer yer okuru yoracak boyutlara ulaşabiliyor. Sıkça mayıs yerine “mwıs” gibi yazımlarla ya da harfler yerine garip bilgisayar işaretleriyle karşılaşıyorsunuz. Bu tür hataların sıklığı, iddianamenin yazım sürecinin biraz aceleye getirildiğini, metnin nihai bir okuma yapılmadan mahkeme heyetine sunulduğunu gösteriyor. Bu durumun terfilerin görüşüleceği YAŞ'ın zamanlamasıyla bir ilgisi olup olmadığını bilebilecek durumda değiliz. Savcılar, Mehmet Ergül, Süleyman Pehlivan, Ali Haydar, Mehmet Murat Yönder tarafından hazırlanan iddianame, büyük ölçüde, Taraf Gazetesi muhabiri Mehmet Baransu tarafından Savcılık makamına iletilen valiz içindeki CD ve belgeler esas alınarak kaleme alınmış. Ayrıca, savcılar tarafından hazırlatılan çok sayıda bilirkişi raporu da iddianamede geniş bir yer tutuyor. VALİZDEN 12 EYLÜL DARBE PLANI DA ÇIKTI İddianamenin hemen girişinde karşımıza çıkan ilginç bir durum, savcıların bu belgeleri tasnif ettikten sonra “devlet güvenliğine ilişkin olduğu değerlendirilen” belge ve dosyaları çıkartıp soruşturma için yalnızca bunların haricindeki belgeleri değerlendirmeye almış olmasıdır. Balyoz savcıları, bu açıdan, ellerine geçen belgeleri devlet güvenliğine ilişkin olsa bile iddianamenin eklerine dahil ederek kamuoyuna açık bilgi haline getirmekte sakınca görmeyen Ergenekon savcılarından farklı bir tutum sergiliyor. Önemli bir başka nokta, soruşturmanın dışında tutulan bu belgeler içinde 12 Eylül askeri darbesinin resmi planı olan “Bayrak Harekat Planı” ve planın İstanbul 1'inci Ordu bölgesinde uygulamasına ilişkin Orgeneral Necdet Üruğ imzalı talimatların da bulunmasıdır. Dolayısıyla Mehmet Baransu'nun Savcılığa getirdiği valizden Balyoz'un yanı sıra, bugünlerde referandum tartışmalarıyla birlikte sıkça gündeme gelen 12 Eylül darbesi de çıkmıştır. Anayasa değişikliğinin referandumda geçmesi ve yargıda 12 Eylül'le ilgili bir adım atılması halinde, zamanaşımı sorunu çıkmazsa bu belgelerin delil niteliği taşıyacağı savlanabilir. LİSTELERLE İLGİLİ DELİLE ULAŞAMADIK Savcıların, Taraf Gazetesi'nin yayımladığı ve darbe halinde kurulacağı ileri sürülen Bakanlar Kurulu'nun listesi ile darbecilerin “tutuklayacağı ya da faydalanacağı” gazetecilere ilişkin listeleri nasıl değerlendireceği merak konusuydu. İddianamenin ilgili bölümünde, bu konuda aynen şöyle deniliyor: “Söz konusu planlarda plan doğrultusunda görev alacaklar ve bu planın destekleyeceklerle ilgili değerlendirme bu belgeleri düzenleyenlerin görüşü niteliğindedir. Bu değerlendirmenin hangi kriterlere göre yapıldığı anlaşılamamıştır. Ayrıca bu planlarda görev alacak veya destekleyecek şeklinde ismi yazılan kişilerin bu konuyla ilgili beyanda bulundukları, kendilerine verilecek görevi kabul ettikleri veya başka bir işlemde bulundukları hususunda herhangi bir delil elde edilememiştir. Zaten bu kişiler hakkında bu yönde bir delile ulaşılmış olsa idi atılı suça iştirak veya yardım suçundan eylemleri soruşturma konusu edilecek belki de haklarında toplanan delillere göre
haklarında kamu davası açılabilecekti. Bu bağlamda örneğin planda bahsi geçen Milli Mutabakat Hükümeti belgesinde burada görev alacak Başbakan veya Bakanlara bunun teklif edildiği, bunların da bunu kabul ettikleri hususunda herhangi bir delil yoktur. Diğer görev alacak olanlar veya destekleyecekler listesinde bahsi geçen kişiler için de aynı durum söz konusudur.” MEDYADA LİNCE MARUZ KALANLAR NE OLACAK? Savcılar, bu çerçevede isimleri planlarda yer almış ya da şüpheli sıfatı taşımayan şahıslarla ilgili değerlendirmeleri, fişlemeleri, kanaatleri soruşturma dosyasına koyarken “bu kişilerin isimlerini kararttıklarını ya da sildiklerini” belirtiyor. Burada da Ergenekon savcılarının bu konulardaki özensiz tutumundan 180 derece ayrılan bir hukuk çizgisiyle karşılaşıyoruz. Savcılar, bu belgeleri delil olarak kabul etmiyor. Oysa bazı medya kuruluşlarında bu listelerde isimleri geçen gazeteciler, işadamları, siyasetçiler ciddi bir linç kampanyasına maruz kalmıştı. Bu kişilerin gerçekte mağdur edilmiş olduğu Balyoz iddianamesiyle gün ışığına çıkmış bulunuyor. Balyoz: 2 - Senaryoyu Orgeneral Yalman'dan sakladı mı? DÖNEMİN Birinci Ordu Komutanı Orgeneral Çetin Doğan, 5-7 Mart 2003 Mart tarihlerinde gerçekleştirilen Plan Semineri-03'ün hazırlıkları sırasında, dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Aytaç Yalman'dan gelen “İç tehdide ilişkin senaryoları seminer planına dahil etmeyin” talimatını hasır altı mı etti? Balyoz İddianamesi'nde yer alan bir askeri bilirkişi raporuna bakarsanız, bu sorunun yanıtı “evet”tir. İddianamenin içindeki bilirkişi raporları arasında en çok dikkat çekenlerden biri, “Balyoz Darbe Planı” iddialarının geçen ocak ayında Taraf Gazetesi tarafından ortaya atılmasından sonra Birinci Ordu Komutanlığı Askeri Savcılığı'nın görevlendirdiği Kurmay Pilot Binbaşı Ahmet Erdoğan'ın kaleme aldığı 22 Şubat 2010 tarihli rapor. Bu raporda, Balyoz savcılarının tezlerine güç veren bir dizi saptama ve gözlem yer alıyor. KARA KUVVETLERİ: İÇ TEHDİDİ GÖRÜŞMEYİN Binbaşı Erdoğan, raporunda çok açık ifadelerle Plan Semineri-03'ün a) hazırlık ve planlama, b) uygulama ve c) değerlendirme ve tenkit safhalarında olmak üzere “bazı konularda sorunlar yaşandığını” belirtiyor. Rapora göre, sorunların kaynağında yatan mesele şudur: Plan Semineri-03'ün konusu Yunanistan'dan kaynaklanan dış tehdit çerçevesinde hazırlanmış olan “Egemen Harekât Planı”dır. Birinci Ordu Komutanlığı, bu plana ek olarak doğrudan bölücülük ve irtica kategorilerindeki iç tehditlerin ele alındığı “Olasılığı En Yüksek Tehlikeli Senaryo” (OEYTS) çerçevesinde hazırlanan Alternatif Harekât Planları'nı da seminerde görüşmek ister. Komutanlık, 12 Aralık 2002 tarihinde KKK'lığına ve ilgili birliklere gönderdiği yazıyla, seminerde OEYTS'nin de kullanılacağını bildirir. Başında Orgeneral Aytaç Yalman'ın bulunduğu Kara Kuvvetleri Komutanlığı, 3 Ocak 2003 tarihinde bu yazıya yanıt verir ve “OEYTS'nin anılan plan seminerinde kullanılmamasını, sonradan belirlenecek bir tarihte yapılacak başka bir plan çalışmasında kullanılmasını” emreder. Binbaşı Erdoğan, raporunda, “KKK'lığının (bunu) emretmesine rağmen, Birinci Ordu Komutanlığı'nın ve 52'nci Zırhlı Tümen Komutanlığı'nın 9 Ocak tarihinde yayınladıkları iki yazıdan OEYTS'yi kullanmaya devam ettiğinin anlaşıldığını” belirtiyor. 17 Ocak tarihinde Birinci Ordu Komutanlığı'nın seminer hazırlıklarına ilişkin brifingi Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Yalman'a takdim edilir. Binbaşı'nın saptamasına göre, bu takdimde 2003 plan semineri hakkında bilgi verilirken OEYTS'nin bu seminerde kullanılmasına ilişkin herhangi bir bilgi verilmemiştir. BİLİRKİŞİ: SEMİNER AMACINDAN UZAKLAŞTI Rapordaki bir başka çarpıcı bölüm, Birinci Ordu'nun ast birliklere ve KKK'ya farklı seminer uygulama emirleri gönderdiğinin ileri sürülmesidir.
Raporda, “Seminerin Kara Kuvvetleri Komutanlığı'nın emrine muhalif olarak hazırlanan ve yayınlanan uygulama emrine göre 5-7 Mart 2003 tarihleri arasında icra edildiği anlaşılmıştır” deniliyor. Binbaşı Erdoğan, “ast birliklerin alternatif harekât planlarına ait çalışmalara daha fazla ağırlık vermeleri nedeniyle plan tatbikatlarının ve ordu plan seminerinin başlangıçta konulan maksatlardan uzaklaştığı, seminer uygulama emri ile seminer sonuç raporunda yazılan maksatların bile tamamen farklı olduğu” kanaatine varıyor. Seminer Sonuç Raporu'nda yer alan ve bütün çalışmanın vardığı noktayı gösteren şu bölümün de altını çizelim: “Ordu plan semineri raporunda özetle; dış tehdidin bertaraf edilmesinin ancak ülke içerisinde sağlam ve sağlıklı devlet yapısı ile mümkün olabileceği, siyasal İslam'ın ülke kaderini bütünüyle ele geçirmek için kadrolaşmaya hız verdiği bir ortamda, Türkiye Cumhuriyeti devletine yönelik en büyük tehdidin siyasal İslam'dan kaynaklanan iç tehdit olacağı dikkate alınarak, iç tehdide yönelik plan ve eklerin mevcut bilgiler ile güncelleştirilmesini ve müteakip Ordu Plan seminerlerinde iç ve dış tehdidi kapsayan alternatif harekât planlarının incelenmesinin uygun olacağının değerlendirildiği tespit edilmiştir.” HANGİ SİYASETÇİNİN FOTOĞRAFI KULLANILDI? Görüleceği gibi, bütün egzersizin vardığı sonuç, Birinci Ordu'nun siyasal İslam'a karşı alternatif harekât planlarını incelemesi tavsiyesidir. Bilirkişinin yaptığı önemli bir tespit, senaryo sunumunda bazı siyasetçilerin fotoğraflarının kullanılması ve ordunun yetki alanı dışına çıkan bazı konuşmaların yapılmış olmasıdır. Binbaşı Erdoğan, buradan hareketle, Balyoz Planı'nın seminerde “ifşa olmayacak bir seviyede görüşülmüş olabileceğini” öne sürüyor. Bu, bir olasılığın ifade edilmesidir. Gelgelelim, askerler tarafından hazırlanmış olan ve Binbaşı'nın tespitlerine katılmayan başka önemli bir bilirkişi raporu daha var. Bu raporu da yarın gözden geçirelim. Not: Dünkü yazımda, iddianamedeki Türkçe hatalarının yaygınlığına dikkat çekerek, bunun metnin yazımının aceleye getirildiğini gösterdiğini yazmıştım. Bir kaynağım, iddianamesinin orijinalinin PDF formatında yazıldığını, hataların metnin word formatına dönüştürülmesi aşamasında ortaya çıkmış olabileceğini belirtti. Okurlarımın dikkatine sunarım. Balyoz:3 - Genelkurmay raporu da eleştirel bakıyor BİLİRKİŞİ Kara Pilot Kurmay Binbaşı Ahmet Erdoğan, dönemin Birinci Ordu Komutanı Orgeneral Çetin Doğan'ın seminer çalışması için Kara Kuvvetleri Komutanlığı'ndan gelen “Yalnızca dış tehdidi görüşün, iç tehdide bakmayın” emrini uygulamaya koymadığını, bu emre rağmen planlamayı dış ve iç tehdit üzerine birlikte kurguladığını ortaya çıkartmıştı.
BALYOZ İDDİANAMESİ (3) Balyoz İddianamesi ve ekleri incelendiğinde, Binbaşı Erdoğan 'ın bu konudaki saptamasını aslında Genelkurmay'ın atadığı kalabalık bir bilirkişi heyetinin de önemli ölçüde paylaştığı ortaya çıkıyor. İki rapor arasında Balyoz Planı'nın gerçekte var olup olmadığı konusunda önemli farklılıklar var. Bunu ayrıca değerlendireceğiz. Ancak seminerin planlanma aşaması büyüteç altına yatırıldığında, Birinci Ordu Komutanlığı ile Kara Kuvvetleri Komutanlığı arasındaki yazışmalarda ve emir komuta düzeninin işleyişinde çok ciddi sorunların yaşandığını her iki raporda da görmek mümkün. TÜMGENERAL DAYSAL'IN ÖNEMLİ TESPİTLERİ
İkinci bilirkişi raporu, Kara Kuvvetleri Komutanlığı İstihbarat Başkanı Tümgeneral Mehmet Daysal başkanlığında iki kurmay albay, bir kurmay binbaşı ve bir mühendis üsteğmenden oluşan 5 kişilik bir heyet tarafından hazırlanmış. Rapor oldukça yeni, 28 Haziran 2010 tarihini taşıyor. Bu rapor da birinci askeri bilirkişi raporunda olduğu gibi 5-7 Mart 2003 tarihlerinde Birinci Ordu karargahında gerçekleştirilen seminer çalışmasının amacının dış tehdit olduğunu vurgulayarak yola koyuluyor. Rapor, bunu iki temel belgeye dayandırıyor. Birincisi, Genelkurmay Başkanlığı'nın 20 Kasım 2002 tarihli “Tatbikatlar Programı 2003-2006 Kitabı”, ikincisi ise Kara Kuvvetleri Komutanlığı'nın 2 Ocak 2003 tarihli “2003 Yılı Tatbikatlar Programı”dır. Gerek Genelkurmay'ın gerek Kara Kuvvetleri'nin bu planlarında söz konusu “seminerin gayesi” Türk Yunan krizini konu alan Egemen Harekat Planı'nın geliştirilmesi ve uygulama hazırlıklarının gözden geçirilmesi, yani dış tehditle sınırlıdır. Rapora göre, başında Orgeneral Çetin Doğan'ın bulunduğu Birinci Ordu Komutanlığı, 12 Aralık 2002 tarihli bir emirle ast birliklere, seminerin maksadına iç tehdidin eklendiğini bildirir. Başında Orgeneral Aytaç Yalman'ın bulunduğu Kara Kuvvetleri Komutanlığı, bunun üzerine 3 Ocak 2003 tarihinde gönderdiği bir yazıyla iç tehdide ilişkin bölümün ertelenmesini, bu bölümün daha sonra “plan çalışması” olarak incelenmesini, ayrıca bunun için “planlanacak tarihin de bildirilmesini” Birinci Ordu Komutanlığı'na “emreder”. Birinci Ordu Komutanlığı, ilginçtir ki, bu kesin emre rağmen 31 Ocak tarihinde ast birliklerine iç tehdidin de seminer gündemine dahil edildiği bir uygulama emri yayımlar. Bu uygulama emri, KKK'lığının 3 Ocak tarihli emri ile açık bir şekilde çatışmaktadır. YALMAN, EMRİN DELİNMESİNE NEDEN GÖZ YUMDU? İlginç bir nokta, Tümgeneral Daysal'ın raporunda “KKK'lığı ve 1'inci Ordu Komutanlığı karargahında yapılan incelemelerde, 1'inci Ordu K'lığının 31 Ocak tarihli (iç tehdide ilişkin) Seminer Uygulama Emrine nasıl bir cevap verildiğine dair bir kayda rastlanmamıştır” denilmesi. Bu durumda akla şu sorular geliyor: Birinci Ordu'nun başındaki Orgeneral Doğan, Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Yalman'dan sözlü olarak onay alıp mı bu planlamayla girişmiştir yoksa Ankara'dan gelen emre rağmen kendi bildiği gibi mi hareket etmiştir? Birinci Ordu'nun seminerde iç tehdidi görüşeceğini öğrenince 3 Ocak 2003 tarihinde müdahale edip “yapmayın” diyen Orgeneral Yalman, bu uyarısının dikkate alınmadığını fark ettiğinde ikinci bir uyarı göndermediyse, bu tutum değişikliği nasıl açıklanmalıdır? Orgeneral Yalman'ın müdahale etmeme keyfiyeti, kendisinin tutum değiştirmesinden mi yoksa bir kriz çıkmaması için otoritesinin aşınması pahasına durumu sineye çekmesinden mi kaynaklanmıştır? Orgeneral Doğan'ın o yılın ağustos ayında emekliye ayrılacak olması sessiz bir çözüm olarak mı düşünülmüştür? GENELKURMAY'DAN SEMİNERE ÖVGÜ Havada asılı duran bu soruların yarattığı belirsizlik içinde önemli bir nokta, 5-7 Mart 2003 tarihlerinde yapılan ve irtica ve bölücülük tehditlerine dayalı senaryoların da görüşüldüğü plan seminerinde Genelkurmay Başkanlığı'ndan 6, Kara Kuvvetleri'nden 7, Hava Kuvvetleri'nden de 2 gözlemcinin hazır bulunmuş olmasıdır. Genelkurmay gözlemcilerinin seminere ilişkin raporu dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral
Hilmi Özkök ve dönemin Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt'ın önüne gitmiştir. KKK gözlemcilerinin raporu ise Orgeneral Yalman ile o tarihteki Kara Kuvvetleri Komutanlığı Kurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ'a sunulmuştur. Genelkurmay gözlemcilerinin hazırladıkları rapor Balyoz İddianamesi'ne ek delil dosyasının 14'üncü klasöründe yer alıyor. Dört sayfalık bu raporda Birinci Ordu'daki Plan Semineri- 2003'ün “son derece başarılı” bulunduğu belirtiliyor. Rapordaki olur'un altında imzası olan kişi ise Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Büyükanıt'tan başkası değildir. Yarın, bir milli mutabakat hükümeti kurulması önerisine de atıf yapan bu gözlemci raporunu yorumlamaya çalışalım. Balyoz:4 -Milli mutabakat hükümeti kurulabilir mi? ABD, Irak'a karşı harekâta girişip Saddam Hüseyin rejimini devirince Kuzey Irak'taki Kürt gruplar bağımsız bir Kürt devleti kurma gayretine girişir ve Musul ile Kerkük'ü kontrol altına alır. Hemen ardından PKK ile bu Kürt gruplar arasında ittifak kurulur. Zor duruma düşen Türkmenler Ankara'dan yardım ister.
BALYOZ İDDİANAMESİ (4) PKK'nın Güneydoğu'daki silahlı eylemlerine TİKKO'nun eylemlerini yurtiçinde yaygınlaştırma kararı eklenir. Bu olaylar yetmiyormuş gibi Kıbrıs'ta patlak veren gerilim nedeniyle Türkiye'nin AB ile ilişkileri kopma noktasına gelir. Tam bu sırada Yunanistan karasularını 12 mile çıkardığını açıklar. Türkiye bunu kabul etmeyince Ege'nin deniz ve hava sahasında çatışmalar çıkar. Bunu seferberlik ilanı izler. Ancak ortaya çıkan ortam irticai kesimlerin İslam devleti kurma özlemini fiilen harekete geçirir Özellikle Kocaeli, Adapazarı ve İstanbul'da rejim aleyhtarı gösteriler düzenlenir. Çıkan olaylarda çok sayıda ölü ve yaralı vardır. Bakanlar Kurulu, MGK'nın tavsiyesi ile sıkıyönetim ilan eder. Kara Kuvvetleri Komutanlığı'nın, Birinci Ordu Komutanlığı'nın 12 Aralık 2002 tarihli yazısının içeriğinde görünce 3 Ocak 2003 tarihli bir emirle “Bunu seminerde görüşmeyin” diye uyardığı “Olasılığı En Yüksek Tehlikeli Senaryo”nun ana akışı bu şekilde özetlenebilir. KOLORDULARA VERİLEN HASSAS GÖREV Birinci Ordu Komutanlığı, bu iç tehdit senaryosunu 5-8 Mart 2003 tarihleri arasında icra edilecek olan Plan Semineri-2003 için hazırlamıştır. Birinci Ordu Komutanı Orgeneral Çetin Doğan, Kara Kuvvetleri'nin uyarısına rağmen seminer planlamasının bu senaryo üzerinden yapılması emrini verir maiyetine. Senaryo, seminere katılacak olan Birinci Ordu'nun görev alanındaki bütün ast birliklere iletilir ve hepsine “Bu senaryo uyarınca 1402 sayılı Sıkıyönetim Yasası uygulamaya konduğu takdirde ne gibi tedbirler alınmalıdır? Ortaya çıkabilecek sorunlar nelerdir?” sorusu yöneltilir. Birinci Ordu bölgesinde Gelibolu'daki 2'nci Kolordu, Çorlu'daki 5'inci Kolordu, İzmit'teki 15'inci Kolordu ve İstanbul'daki 3'üncü Kolordu komutanlıkları, onlara bağlı tümen ve tugaylar kendi bünyelerinde iki-üç aya yayılan bir hazırlık çalışmasına girişirler. Bu hazırlık çalışmasının amacı, bir varsayım olarak irticai, bölücü ve sol gruplar ayaklandıklarında bunların etkisiz hale getirilmesi, huzur ve asayişin sağlanmasıdır.
Bu belgelerin dış tehdit bölümünde Yunan ordusunun Türk sınırının hemen karşısında nasıl konuşlandığını gösteren çok gizli haritalar da var. Aynı zamanda iç tehdit faslında irticai ve bölücü unsurların nasıl bastırılacağına ilişkin bölümler de... Senaryoya göre, seri tutuklamalar yapılacak, binlerce insan stadyumlarda toplanacaktır. Toplama merkezleri arasında Burhan Felek Spor Salonu ile Fenerbahçe Stadyumu da vardır. Seminerin en kritik noktalarından biri, Birinci Ordu Komutanı Orgeneral Çetin Doğan'ın bu senaryolar çerçevesinde sıkıyönetim ilanı halinde bir Milli Mutabakat Hükümeti kurulması gereğinden de söz etmiş olmasıdır. Bu arada Birinci Ordu Harekât Başkanı Kurmay Albay Süha Tanyeri'nin imzasını taşıyan Seminer Sonuç Raporu'nda da doğrudan iç politikanın alanına giren pek çok nokta var. Örneğin, “Cumhuriyet'in laik demokratik yapısını tehdit eden iç politika gelişmeleri, siyasal İslam'a yöneliş, devlet içi kadrolaşma konularının görüşüldüğü”, “bir siyasi partinin militanca irticai kadrolaşma için mücadele verdiği” belirtiliyor. ‘İÇ TEHDİT HER ZAMAN ÖNCELİKLİDİR' Tuğgeneral Mehmet Pınar'ın başkanlığındaki Genelkurmay Başkanlığı gözlemci heyeti, üç gün süren semineri izleyip not alır ve raporunu hazırlar. Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök için hazırlanan bu raporda, senaryo bağlamında iç tehdidin vurgulandığına dikkat çekiliyor, bu çerçevede “öncelikle bir Milli Mutabakat hükümetinin kurulması gerektiği, MİT Başkanlığı'na asker bir kişinin getirilmesi, İstanbul ili için ilave 4 tugaya ihtiyaç bulunduğu, sivil toplum kuruluşlarının yeniden yapılanmasına ihtiyaç olduğu” gibi görüşlerin belirtildiği aktarılıyor. Gözlemciler, “Sayın Org. Çetin Doğan'ın plan seminerinde üzerinde durduğu önemli konular” diye bir bölüm de açmış raporda. Burada “İç tehdidin her zaman birinci öncelikli tehdit olarak algılanması gerektiği, Silahlı Kuvvetler'in demokrasinin ve insan haklarının her zaman yanında olduğu, ancak Cumhuriyet'in temel niteliklerinden hiçbir zaman taviz verilmeyeceği Org. Çetin Doğan tarafından önemle vurgulanmıştır” saptaması yapılmış. Seçilmiş bir hükümet işbaşındayken resmi bir senaryoda Milli Mutabakat Hükümeti talebinin dile getirilmesi demokrasiyle bağdaşır mı? Bu soruya da yarın yanıt arayalım. NOT: Dünkü yazımda “Balyoz Planı” üzerinde ilk incelemeyi yapan askeri gözlemci Kara Pilot Kurmay Binbaşı Ahmet Erdoğan'ın ismini yazarken hata yapmışım. Sayın Erdoğan'dan ve okurlardan özür dilerim. Sedat Ergin. Balyoz: 5 - Senaryo da olsa problemli BALYOZ iddianamesinin önemli bir ağırlık noktasını, 5-7 Mart 2003 tarihleri arasında Selimiye'deki Birinci Ordu Komutanlığı karargâhında gerçekleştirilen Plan Semineri2003'teki sunum ve konuşmaların değerlendirmesi oluşturuyor. BALYOZ İDDİANAMESİ (5) Savcılar, deliller arasında yer alan seminerde yapılan konuşmalara ait ses kayıtlarını da iddianamede oldukça ayrıntılı bir şekilde değerlendiriyor. SENARYOLAR SEVİMLİ DEĞİL Bu sunumlar ve konuşmaların dökümleri, katılımcıların çok büyük ölçüde bir senaryo çalışmasının sınırları çerçevesinde hareket ettiklerini gösteriyor. Bu sunumlarda getirilen önerilerin önemli bir bölümü, bir “iç kalkışma” senaryosu üzerine geliştirilmiş. Her katılımcı, kendisine “üst makam” tarafından talimat olarak iletilmiş bir senaryo üzerinden, o tasarıma göre planlamasını yapmıştır. Kanlı isyanlar, senaryo da olsa, çok sevimsizdir. Seminerde sivil halkın oturduğu yerleşim bölgeleri
çatışma alanı olarak gösterilmiştir. Çizilen alt senaryolardan birinde tanklar İstanbul'un Fatih, Bağcılar ve Gaziosmanpaşa semtlerine girmektedir. Senaryoya göre, çıkan irticai ayaklanma sırasındaki çatışmalarda yalnızca Fatih'te 30 kişi ölmüştür. İddianameye göre, bu çatışmayı bastırmakla görevli olan dönemin 66'ncı Mekanize Tugay Komutanı Tuğgeneral İhsan Balabanlı, seminerde “en sert şekilde” hareket edeceğini belirterek, “30 kişinin öldüğü bir Fatih bölgesinde artık bizim copla, kalkanla davranmamız geride kalmıştır” diyor. Keza dönemin 5'inci Kolordu Komutanı Korgeneral Şükrü Sarışık, birlikleriyle “İstanbul'un üzerine çökeceğini” belirtiyor, “acımasızca hareket etmenin görevleri olduğunu” söylüyor. BİR DİZİ PROBLEMLİ İFADE Bazı konuşmalarda sorunlu ifadelerle de karşılaşılıyor. Örneğin, iddianamede ismi “A” diye geçirilen bir subay, “Bana göre en kolay hareket tarzı bir 12 Eylül gibi harekâtın baştan itibaren organize edilmek suretiyle...” diyor. Bazı noktalarda senaryolardaki kurgusal realite ile yaşanan realite arasındaki sınırların zayıfladığı, hatta kaybolduğu durumlar da yaşanıyor. Bunun nedenlerinden biri, yöntem gereği plan seminerinde özel kişi isimlerinin kullanılmaması gerektiği halde, çalışmada bunun aksi yönünde davranılmış olmasıdır. Örneğin Orgeneral Doğan, Ümraniye, Pendik ve Üsküdar belediye başkanlarının isimlerini bizzat geçiriyor. Bu arada senaryoda sıkıyönetim ilan edilmesi halinde komutanların asayişi sağlamanın dışında başka hangi alanlara el attıklarını gösteren çarpıcı örnekler de var. Örneğin, sıkıyönetim ilan edildiği için sıkıyönetim mahkemeleri de kurulacaktır. Ayrıca, kamu kurumlarında ciddi bir tasfiyeye girişilecek, irticai, bölücü kadrolar, hatta yolsuzluklara karışmış kamu görevlileri tasfiye edilecektir. Bu çerçevede seçilmiş bazı belediye başkanları da görevden alınacaktır. Tasfiye edilen isimlerin yerine genellikle emekli askerlerin getirilmesi öneriliyor. SENARYOYLA GERÇEK İÇ İÇE GEÇİNCE Seminerin problemli gözüken noktalarından biri, Orgeneral Doğan'ın konuşmalarında senaryolarda yaşanan durumlarla “bugün” arasında sıkça paralellik kurmasıdır. Örneğin, daha açış konuşmasında “Bu bir jenerik senaryo ama günümüzdeki gelişmelerle bir paralellik taşıyor” diyor Orgeneral Doğan. Orgeneral Doğan'ın bu senaryolar içinde özellikle bir “milli mutabakat hükümeti”nin kurulmasına çok sıcak baktığı anlaşılıyor. Komutan, bunun “İç güvenlikte pekiştirici, sağlamlaştırıcı, güven verici bir hükümet olacağını... Bütün Türk ulusunu arkasından sürükleyeceğini” söylüyor. Bu, komutanın senaryo içindeki bir tasavvurudur. Ancak senaryo dahi olsa, seçilmiş bir hükümet işbaşındayken bir başka hükümet tarzının tasavvur edilmiş olması demokrasi açısından ciddi mahzurlar taşımaktadır. Yasanın kendisine iç tehdide karşı görev verdiği bir ordunun hazırlıklı olabilmek için senaryo çalışması yapmasında yasal açıdan sorunlu bir durum yoktur. Sorun, yukarıda işaret ettiğimiz bir dizi noktada yapılan dikkatsizlikler ve ölçünün kaçırıldığı durumlarda yaşanmış olmasıdır. Onun dışında Birinci Ordu Karargâhı'nda talimatla Orgeneral Doğan'ın komutası altında toplanan 25 general ve 121 subay kendilerine verilen bir görevin
gereğini yerine getirmiştir. Bir bölümü yalnızca dinleyicidir. Bugün hepsi Balyoz davasında sanık durumundadır. DOĞAN DARBEYE TEŞEBBÜS ETTİ Mİ? Bu seminerdeki ölçüyü aşan, problemli durumlar doğrudan hükümeti devirmeye dönük bir darbe teşebbüsü olarak adlandırılabilir mi? Bundan dolayı salondaki herkes suçlanabilir mi? Bütün bunlar Orgeneral Doğan'ın darbe yapmaya soyunduğu anlamına mı geliyor? Savcıların iddianamesindeki ana önermesi bu seminer çalışmasının aslında darbeye ilişkin Balyoz Planı'nın bir parçası olduğu, Balyoz ile seminerin iç içe geçtiğidir. Balyoz Planı gerçekten varsa seminer bambaşka bir görüntü kazanabilir. Ama bu belgenin doğru olduğunu ileri sürenler olduğu gibi “sahte” olduğu konusunda da kuvvetli görüşler var. Önümüzdeki hafta köşemizde bu sorulara yanıt arayacağız. Balyoz:6 - Aytaç Yalman: ‘Gerekeni yaptım' ESKİ Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Aytaç Yalman'dan bir açıklama aldım. BALYOZ İDDİANAMESİ (6) Orgeneral Yalman'ın açıklama göndermesine yol açan olay, geçen hafta bu köşede çıkan yazılarda 2003 yılında dönemin Birinci Ordu Komutanı Orgeneral Çetin Doğan'ın kendisinin Kuvvet Komutanı olarak verdiği bir talimatı yerine getirmediği yolundaki saptamaları gündeme getirmiş olmamızdı. Kara Kuvvetleri Komutanı emri yerine getirilmeyince ne yapmıştı? Muhtelif olasılıkları değerlendirirken, bir kriz çıkmaması için bu durumu otoritesinin aşınması pahasına sineye çekmiş olabileceğini yazmıştık Orgeneral Yalman'ın. HEP AÇIK VE NET EMİRLER VERDİM “Bilgim dahilinde olan her hususta açık ve net emirler vermişimdir. Verdiğim emirleri de daima takip etmişimdir” diye başlıyor Orgeneral Yalman'ın açıklaması. Orgeneral Yalman, şöyle devam ediyor: “Benim hizmet anlayışımda yapılan her güzel faaliyet mükafatlandırılır. Yapılan her yanlış da cezalandırılır. Yaşanan bu olayları da bu çerçeve içinde görmek gerekir. Bu olayda gereken yapılmıştır.” Bu tartışmanın odağında, 5-7 Mart 2003 tarihlerinde Birinci Ordu Komutanlığı'nda gerçekleştirilmiş olan ve Balyoz iddianamesinin ana eksenlerinden birini oluşturan tartışmalı seminer yer alıyor. Genelkurmay Başkanlığı ve Kara Kuvvetleri'nin 2003 yılı programlarında bu seminerin konusunun “dış tehdit”le sınırlamış olmalarına karşılık, Birinci Ordu Komutanı Orgeneral Doğan iç tehdide ilişkin bir senaryoyu da seminerin gündemine dahil etmiştir. Kara Kuvvetleri Komutanlığı, bu durumu öğrenince 3 Ocak 2003 tarihinde Birinci Ordu'ya gönderdiği bir yazıyla, “Bu senaryoyu seminerde görüşmeyin” emrini vermiştir. Birinci Ordu Komutanı, Kara Kuvvetleri'nin bu uyarısına rağmen maiyetindeki birliklere hazırlıklarda iç tehdit senaryosunun da esas alınmasını ister. 5-8 Mart 2003 tarihli seminerde dış
tehdidin yanı sıra iç tehdit de masaya yatırılır. SORU İŞARETLERİ GİDERİLEMEDİ Bu arka plan içinde değerlendirildiğinde, Orgeneral Yalman'ın açıklamasının belirmiş olan soru işaretlerine açıklık getirdiği söylenemez. Yalman, ancak talimatının yerine getirilmediği saptamasını yalanlamıyor. Ancak “gerekenin yapıldığını” söylerken, bunun “mükafatlandırma” mı yoksa “cezalandırma” mı olduğu sorusunu boşlukta bırakıyor. Bu arada, “Bilgim dahilinde olan her hususta açık ve net emirler vermişimdir” derken, bilgisi dışında bazı unsurlar olduğunu mu söylemek istiyor? Yalman bu konuda tartışmaya girmek istemese de bu konuda verdiği talimatın en azından Birinci Ordu Karargâhı'nda seminerin hazırlık çalışmalarını yürüten kurmay subaylar arasında belli bir tedirginlik yarattığı Balyoz iddianamesinde de açıkça görülüyor. YA İKİ KOMUTANIN ARASI AÇILIRSA Seminer düzenlendiğinde kurmay albay rütbesiyle Orgeneral Doğan'ın maiyetinde Birinci Ordu Harekât Başkanı olan Balyoz davasının 12 numaralı sanığı Kurmay Albay Süha Tanyeri, Orgeneral Doğan ile Orgeneral Yalman arasında sıkıştıklarını gizlemiyor. Tanyeri, iddianamenin 214'üncü sayfasında yer alan savcılık ifadesinde bakın ne diyor: “Her ne kadar Kara Kuvvetleri Komutanlığı'ndan Birinci Ordu'ya 2003 yılı için plan seminerinde OEYTS (iç tehdit senaryosu) oynanmamasına ilişkin bir talimat gelmişse de, sayın Komutan Çetin DOĞAN, bizlere ‘Ben meramımı anlatamamışım. Bu işin bir de Irak boyutu var, bunun yanında geri bölge boyutu, dolayısıyla iç tehdit boyutu var. Buralara kuvvet ayırmam gerekir. Bu şekilde bu planı nasıl uygularım?' şeklinde sözler söyleyerek, ‘Biz bunu bu şekilde oynayacağız' dedi. Normal şartlar altında üst komutanlığın talimatlarına aykırı davranması askeri hiyerarşiye uygun değildir, ancak komutanın kendi kişiliği ve takdiri bu konuda karar almasına neden olmuş olabilir. Bunu ben bilemem.” İlginç olan, Tanyeri'nin ifadesine göre, Birinci Ordu Karargâhı'nda görevli Tuğgeneral Mehmet Korkut Özarslan'ın da seminer hazırlıkları sırasında Kara Kuvvetleri'nin iç tehdidin ele alınmaması yolundaki emrini hatırlatarak “Bunu bu şekilde (iç tehditle) yazarsak Kuvvet Komutanı ile Ordu Komutanı'nın arası açılabilir” diye durumun hassasiyetine dikkat çekmiş olmasıdır. Bütün bunlara rağmen boşlukta kalan önemli bir nokta daha var. Birinci Ordu Komutanlığı, Kara Kuvvetleri'nin emrine rağmen 31 Ocak 2003 tarihinde iç tehdidi seminer hazırlığına dahil eden bir uygulama emri yayınladığında, bu durumu fark eden Kara Kuvvetleri Karargâhı neden sessiz kalmıştır? Bu soru da boşlukta asılı duruyor. Bu tartışmayı şimdilik kapatıp yarından itibaren Balyoz belgesinin içeriğini büyüteç altına yatıracağız. Balyoz:7 - Bilirkişi raporları kafa karıştırıyor BİLGİSAYAR ve yazılım teknolojileri konusunda bilgisi sınırlı herhangi bir vatandaşın Balyoz iddianamesini okuduğunda kafasının karışmaması mümkün değildir. BALYOZ İDDİANAMESİ (7)
Bunun nedeni Balyoz planına ilişkin delilleri oluşturan CD ve DVD'ler ve bunların içinde yer alan belgelerin orijinal mi sahte mi olduğu konusunda hazırlanan muhtelif bilirkişi raporlarının taban tabana zıt kanaatlere varmış olmasıdır. Buradaki çelişkileri gösterebilmek için iddianamede yer alan bilirkişi raporlarının özünü kısaca aktaralım. 1. TÜBİTAK: RAPORLAR 2003 ÖNCESİNE AİT: Savcılığın talebi üzerine TÜBİTAK, Erdem Alparslan, Tahsin Türköz ve Dr. Hayrettin Bahşi'den oluşan üç kişilik bir heyet kurar. Bu heyet, 19 Şubat 2010 tarihli raporunda “tüm CD'lerin tek oturumda yazılmış oldukları ve sonradan ekleme yapılmadığı” görüşünü bildirir. Raporda, “Dosyaların oluşturma ve son kaydetme tarihlerinin 2003 yılı ve öncesine ait olduğunun tespit edildiği” de belirtilir. TÜBİTAK'ın bu raporu, belgelerin 5-7 Mart 2003 tarihinde Birinci Ordu'da düzenlenen seminer çalışmasından sonra üretildiği konusunda ortaya atılan tezlere karşı savcılara önemli bir dayanak sağlıyor. Savcı, bu seminerin darbe planının parçası olduğunu ileri sürüyor. 2. BİRİNCİ ASKERİ BİLİRKİŞİ: TÜBİTAK RAPORU YANILTICI: Konuyu soruşturan Birinci Ordu Komutanlığı Askeri Savcılığı da Muharebe Yarbay Birol Çelik'ten bir rapor ister ve bu raporu Başsavcılığa iletir. 11 Mart 2010 tarihli bu rapor, TÜBİTAK raporunun ciddi eksiklikler taşıdığını ileri sürüyor. Askeri bilirkişi, “Dokümanların oluşturulma tarihi, son kaydedildiği tarih ve son yazıcıya gönderildiği tarihin değiştirilebilir olduğunu, değiştirilmiş bilgisayar ve CD yazma programları kullanılarak yeni CD'ler yaratılabileceğini, TÜBİTAK araştırmasının sadece uyum gözetmiş olduğunu, CD'lerin orijinalliği ile ilgili bir sonuca varmadığını” söylüyor. Askeri bilirkişi, “diğer askeri belgelerden yararlanılarak hazırlanmış dokümanların ve CD'lerin gerçek belgelerin arasına serpiştirilmesi ya da var olan belgelerin değiştirilmesi suretiyle yanıltıcı ve sahte doküman ve CD elde edildiği kanaatini” belirtiyor. 3. İKİNCİ ASKERİ BİLİRKİŞİ: SAHTECİLİK İHTİMALİ YÜKSEK: Askeri Savcılık ikinci bir bilirkişi olarak Muhabere Albay Yavuz Fildiş'i de görevlendirir. Yarbay Fildiş, 26 Mart 2003 tarihli raporunda “bu belgelerin bilimsel olarak gerçekliğinin kanıtlanmasının mümkün olmadığını” belirterek şunları söylüyor: “Bilgisayar ortamında oluşturulan her belgenin öznitelikleri olan yaratılma tarihi, son kaydedilme tarihi, yazıcıya gönderildiği tarih, dosyayı yaratan kişi, son kaydeden kişi ve bilgilerinde kötü niyetli olarak değişiklik yapmak mümkündür. Söz konusu dosyalar ideal bir bilgisayar ortamı yaratılarak kolaylıkla üretilebilir.” 4. İKİNCİ TÜBİTAK RAPORU: SAHTECİLİK BULGUSU YOK: Asker bilirkişilerin kuvvetli karşı görüşler belirtmesi üzerine Başsavcılık TÜBİTAK'tan yeni bir rapor ister. Başsavcılık, TÜBİTAK'ın gönderdiği 7 kişilik bir listeden Burak Bayoğlu, Ünal Tatar ve Yılmaz Çankaya'yı seçer. Bu heyetin hazırladığı 16 Haziran 2010 tarihli rapor, TÜBİTAK'ın birinci raporuna destek çıkar. Heyet, belgelerdeki “üstveri bilgilerinin tutarlı olduğu, askeri bilirkişilerin sahtecilik şüphesini artırdığını ifade ettikleri çelişkilerin bir kısmının bir çelişki göstergesi olmadığı ve sahtecilik bulgusunun olmadığını” belirtiyor. 5. EMNİYET RAPORU: BELGELER 2003 ÖNCESİNDE HAZIRLANMIŞ: Başsavcılığın talebi üzerine Emniyet Genel Müdürlüğü de 17 Şubat 2003 tarihli bir rapor hazırlar. Emniyet, CD ve DVD'lerdeki ilk dosyanın 8 Nisan 1996, son dosyanın ise 4 Mart 2003 tarihinde oluşturulduğunu belirtiyor. Plan semineri çalışmasının 5-7 Mart 2003 tarihleri arasında yapıldığı hatırlandığında, son dosyanın seminerden bir gün önce açıldığını belirtiyor Emniyet raporu. Tersinden okunduğunda sonradan imal edilmesinin mümkün olmayacağı kanaati belirtilmiş oluyor Emniyet raporunda. 6. ÜÇÜNCÜ ASKERİ BİLİRKİŞİ RAPORU: Son olarak 1'inci Ordu Komutanlığı Askeri Savcılığı'nın görevlendirmesiyle bir tümgeneralin başkanlığında Mühendis Üsteğmen Hüseyin Erol'un de yer aldığı 5 kişilik bir heyet oluşturulur. 28 Haziran 2010 tarihli bu raporda, TÜBİTAK
ve Emniyet'in görüşlerine karşı görüş belirtiliyor. Bu raporda, “DVD ve CD'ler içinde yer alan resmi askeri belgelerin art niyetli kişiler tarafından ele geçirilmesini müteakip eylem planı ve ekleri olarak adlandırılan dokümanların resmi askeri belgelere uyum arz edecek şekilde sahte olarak üretilmiş olabilecekleri yönünde kuvvetli bulguların mevcut olduğu kanaatine ulaşılmıştır” deniliyor. Bilirkişi raporlarındaki uzlaşmaz çelişkiler karşısında mahkeme heyetinin işinin kolay olmadığını tahmin etmek güç değil. Mahkeme heyetinin Türkiye'nin en seçkin mühendislik fakültelerinin temsilcilerinden oluşan yeni bir bilirkişi grubu oluşturması bu belirsizliğin aşılması için çıkış yolu olabilir. Yarın devam etmek üzere... Balyoz: 8 - Davanın seyrini bu tartışma çizecek BALYOZ iddianamesinin ana tezi şu: Dönemin Birinci Ordu Komutanı Orgeneral Çetin Doğan'ın liderliğindeki bir grup subay, 2 Kasım 2002 tarihindeki genel seçimden hemen sonra, sandıktan çıkan Adalet ve Kalkınma Partisi hükümetini devirmek için bir darbe hazırlığına girişti.
BALYOZ İDDİANAMESİ (8) Bu amaçla bir dizi darbe planı hazırlandı ve tam 4 ay sonra 5-7 Mart 2003 tarihlerinde Birinci Ordu Karargâhı'nda gerçekleştirilen önceden programlanmış bir seminer çalışması da senaryosu değiştirilerek bu darbenin bir provası olarak kullanıldı. Bu seminere katılan 25 general ile 121 subayın büyük bir bölümü, bizzat bu darbe organizasyonunun içinde yer aldı. Savcılar, toplam 967 sayfa tutan iddianamede ortaya koydukları bu tezi bir dizi delil üzerinden kanıtlama çabasına girişiyor. Bu tez üzerine kurgulanmış olan bir iddianameyi tahlil etmek üzere yola çıkarken öncelikle delillerle ilgili çok temel bir ayrım yapmamız gerekiyor. BAZI DELİLLERİN GERÇEKLİĞİ SU GÖTÜRMÜYOR İddianamedeki delillerin önemli bir bölümü, gerçekliği hiçbir şekilde su götürmeyen orijinal belgeler. Bunlar arasında 5-7 Mart 2003 tarihlerinde yapılan plan seminerine ilişkin hazırlık çalışmaları, muhtelif yazışmalar, bu seminerin üzerinde cereyan ettiği dış ve iç tehdit senaryoları, üç gün boyunca burada yapılan sunumlar, bu sunumlar üzerinde yürütülen bütün tartışmaların ses kayıtları, seminer sonrasında Birinci Ordu'nun gizli harekât planlarında yapılan değişikliklere ilişkin belgeler sayılabilir. Sahiciliği tartışılmayan bu belgeler öbeği içinde söz konusu seminere ait dosyaların yanı sıra Birinci Ordu'nun başka faaliyetlerine ilişkin belgeler de var. Birinci Ordu Komutanlığı bünyesinde istihbarat alanında yapılan bazı çalışmalar bunlar arasında gösterilebilir. Ve ayrıca Deniz Kuvvetleri Komutanlığı'na ait çok sayıda belge de var. Bunlar içinde bir dizi resmi yazışma, istihbarat belgesi olduğu gibi, bazı şahısların özel amaçlar için hazırlamış olabilecekleri özel notlar ve çalışmalar da olduğu anlaşılıyor; Deniz Kuvvetleri'nde 2000-2014 yılları arasında kimlerin Kuvvet Komutanı olabileceğine ilişkin bir belge gibi... Bu belgeler de Taraf Gazetesi'ne gelen bavulun içinden çıkmış ve buradan Savcılığa intikal
ettirilmiş. Bu kategori içinde yer alan, özellikle de seminer çalışmasıyla ilgili olan yüzlerce belgenin gerçekliği sorgulanmıyor. Dolayısıyla bunların her birini sağlam birer delil olarak kabul etmek durumundayız. BAZI DELİLLER ÜZERİNDE GÖRÜŞ AYRILIĞI VAR İkinci grupta ise sahiciliği sorgulanan belgeler yer alıyor. Metinleri hazırladığı iddia edilen sanıkların “Hayır, bunları biz hazırlamadık, başkaları imal etmiş” dedikleri kategorideki belgeler bunlar. Sanıklar ya imzalarının monte edildiği ya da bilgisayar çıktılarında dosyayı oluşturan kişi olarak gözükseler de bu dosyaları hazırlamadıklarını ileri sürüyorlar. Bu dosyaları kimin oluşturduğu konusunda bilirkişiler de bölünmüş durumda. TÜBİTAK ve Emniyet kökenli bilirkişiler “belgelerde sahtecilik olmadığını” ifade ederken, asker kökenli bilirkişiler “belgelerin üstkimlik bilgileriyle kolaylıkla oynanabileceğini, dosyaların sahtecilik ürünü olduğunu” öne sürüyorlar. Aslında iddianame içindeki en kritik, en hassas belgeler bu kategoridekiler. Bunlar arasında en önemlisi, hükümeti darbeyle devirmeye dönük bir plan olan “Balyoz Harekât Planı”. Balyoz'u tamamlayan bir hükümet programı, muhtemel bir milli mutabakat hükümeti listesi de bu gruptaki belgeler arasında. Bir de doğrudan darbe ortamını hazırlamak amacıyla hazırlanmış provokasyon amaçlı planlar var. Hava Kuvvetleri içindeki darbeci bir grubun yürüteceği ileri sürülen “Oraj Planı”, Deniz Kuvvetleri içinde bir grubun üstleneceği öne sürülen “Suga Planı” ve Jandarma içindeki birimlerin sorumlu olduğu iddia edilen “Çarşaf” ve “Sakal” eylem planları gibi. Özellikle “Çarşaf” ve “Sakal” planları, insanı dehşete düşürecek bir içerik taşıyor. Çünkü biri Fatih Camii, diğeri ise Beyazıt Camii'nde bir cuma namazı sırasında gerçekleştirilecek olan ve doğrudan sivil halkı hedef alan tedhiş eylemleri öngörüyor. HER İKİ KATEGORİ İÇ İÇE GEÇİNCE Savcılık makamı, ikinci kategoride yer alan Balyoz, Suga, Oraj, Çarşaf, Sakal gibi belgelerin tümünü sanıkların hazırladığı gerçek belgeler olarak kabul ederek, iddianameyi birinci kategoriyle birlikte önemli ölçüde bu metinler üzerine kurgulamış bulunuyor. İddianameyi okuduğunuzda her iki kategorideki belgelerin iç içe geçtiğini görüyorsunuz. Davanın seyrini de büyük ölçüde iddia makamı ile savunma arasında bu iki kategori delil üzerinde yürütülecek tartışmanın çizeceğini söyleyebiliriz. Bu ana çerçeveyi çizdikten sonra yarın biraz daha detaya inebiliriz. Balyoz: 9 - Darbe planı gerçekten görüşüldü mü? BALYOZ iddianamesinin ana ağırlık merkezini 2003 yılında dönemin Birinci Ordu Komutanı Orgeneral Çetin Doğan tarafından hazırlandığı ileri sürülen ve içeriği itibarıyla 12 Eylül'de olduğu gibi seçilmiş hükümetin bir darbeyle devrilmesini hedefleyen “Balyoz Harekât Planı” oluşturuyor.
BALYOZ İDDİANAMESİ (9) Savcılar, metnin akışı içinde bu plana aynı zamanda bir tür anahtar işlevi de yüklüyor, iddia ettikleri
darbe örgütlenmesinin şifrelerini bu plan üzerinden çözmeye çalışıyor. Sundukları diğer delillere inandırıcılık kazandırmak için, sıkça Balyoz Planı ve eklerine atıf yapıp bu delilleri Balyoz ile ilişkilendiriyor savcılar. ‘PLAN, ÜSTÜ KAPALI MASAYA YATIRILDI' İddianame, 5-7 Mart 2003 tarihlerinde Birinci Ordu Karargâhı'nda Orgeneral Doğan'ın komutası altında yapılan plan seminerinin aslında Balyoz Planı için kullanıldığı tezine dayanıyor: “Balyoz Harekât Planı'nın üstü kapalı bir şekilde seminerde masaya yatırıldığı anlaşılmaktadır.” (Sayfa 265) İddianamenin finalinde de “Şüphelilerin detaylı çalışmaları tamamlayıp 5-7 Mart 2003 tarihli plan seminerinde jenerik senaryo şeklinde gerçekleştirilecek harekât planının bir nevi provasını yapacak düzeyde darbe hazırlıklarını tamamladıkları kanaatine varılmıştır” deniliyor. (Sayfa 972) Ancak savcılara göre, “Şüpheliler hükümeti devirme suçunun icra hareketlerini ellerinde/iradelerinde olmayan nedenlerle tamamlayamamışlar, eylemleri teşebbüs aşamasında kalmıştır.” Buradaki kilit ifadelerden biri, 265'inci sayfadaki “üstü kapalı” sözcükleri... Çünkü iddianamede aktarılan seminer konuşmalarının hiçbirinde Balyoz, Suga, Oraj gibi planlara açık bir atıf yok. Ayrıca, söz konusu seminere ilişkin olarak yürütülen resmi yazışmalarda da hiçbir şekilde bu planların ismi geçmiyor. Peki o zaman savcılar olduğunu söyledikleri bu ilişkiyi nasıl tesis ediyor? BAZI İFADELER ÖRTÜŞÜYOR Savcılar, bu iddialarını kanıtlamak için özellikle seminerde yapılan bazı konuşmalarla Balyoz Harekât Planı metni arasında birbirini tutan ifadelere, paralelliklere ve söylem birliğine dikkat çekiyor. Gerçekten de seminerde yapılan bazı konuşmalarda ve ayrıca Birinci Ordu'ya ait seminerle ilgili bir bölüm yazışmada kullanılan ifadelerle Balyoz Planı ve eklerinin içindeki bazı cümlelerin örtüştüğü ya da anlam olarak yakın durduğu gözleniyor. Savcılar, iddianamenin önemli bir bölümünde bu benzerliklerin ayrıntılı bir dökümünü veriyor. Örneğin, Balyoz Planı'nda yer alan “İrticai kesim devlet içinde kadrolaştırma faaliyetlerine hız kazandırmaktadır” şeklindeki bir cümleye çok yakın ifadelerin Orgeneral Doğan'ın konuşmasında da geçtiğinin altını çiziyorlar. İddianamede bu tür pek çok örnek var. Buradan hareketle, seminer çalışmasına katılan 26 general ve 121 subayın en azından önemli bir bölümünün Balyoz Planı'ndan haberdar olduğu ve Balyoz Planı ve eklerindeki ifadeleri seminerdeki sunumlarına yansıttığı söylenmiş oluyor savcılar tarafından. Üstü örtülülük buradan geliyor. Tümgeneral Mehmet Daysal'ın başkanlığındaki ikinci askeri bilirkişi raporu, örtüşme durumunu belli ölçülerde teyit ediyor. Bilirkişi raporunda, “Seminerin ses kayıtlarında geçen değişik konuşmacılara ait toplam 19 ifadenin Balyoz Güvenlik Harekât Planı adlı metinde, 2 ifadenin Milli Mutabakat Hükümet programı metninde, 3 ifadenin SUGA adlı doküman metninde, 3 ifadenin ORAJ adlı doküman metninde kullanıldığı görülmektedir” deniliyor.
Savcılar, işte bu örtüşme ve paralelliklerin seminerde aslında Balyoz Planı'nın görüşüldüğünü gösterdiğini ileri sürüyor. ASKERİ BİLİRKİŞİ: SES KAYITLARI PLANA EKLENDİ Ancak askeri bilirkişiler, belgelerin sahte olduğunu ileri sürdükleri için örtüşme olgusunun bir delil oluşturmadığı görüşündeler. Söz konusu askeri bilirkişi raporunda, bu belgelerin “art niyetli kişilerce maksatlı olarak hazırlanırken”, “ses kayıtlarından bazı bölümlerin birebir, bazı cümlelerin ise oldukça yakın anlama gelecek şekilde alıntı yapılarak kullanıldığı” öne sürülüyor. Şimdiden gözüken, Balyoz Planı ile bazı sanıkların konuşmaları arasındaki örtüşme ve benzerliklerin davanın en kritik başlıklarından birini oluşturmaya aday olduğudur. Yarın, Balyoz Harekât Planı ile ilgili olarak kendi tanıklığımıza da dayanan bir durumu irdeleyeceğiz. Balyoz: 10 - Daktilograflar darbeyi itiraf etti mi SEVİLAY Erkanı Bulut ve Melek Üçtepe, darbe girişiminin planlandığı öne sürülen Birinci Ordu Komutanlığı Harekât Başkanlığı'nda daktilograf olarak görev yapan iki sivil memurdur. BALYOZ İDDİANAMESİ (10) Birinci Ordu'nun en gizli yazışmaları, savaş planlarının yer aldığı belgeler bu bölümdeki Harekat Şube Merkezi'nde bulunan iki bilgisayarda bu iki sivil memur tarafından yazılmaktadır. Her ikisi de Balyoz soruşturmasını yürüten savcılar tarafından “şüpheli” olarak sorgulanmıştır. İDDİANAMENİN EN ÖNEMLİ DAYANAKLARINDAN Bulut ve Üçtepe'nin ifadeleri, iddianamenin en kritik bağlantı noktalarından birini oluşturuyor. Çünkü bu ifadeler darbe yapılanmasının lideri olmakla suçlanan dönemin Birinci Ordu Komutanı Orgeneral Çetin Doğan'a yüklenen suçların delilleri olarak gösterilen 11 ve 17 numaralı CD'lerin hazırlanması ile ilgilidir. Önce bu iki CD'nin öneminin altını çizelim. Taraf gazetesi tarafından Birinci Ordu karargâhından sızdığı belirtilerek savcılığa teslim edilen toplam 19 CD var. Bunlardan 17 numaralı CD'de, bir darbe planı olan Balyoz Harekât Planı ile bunun ekleri olan Oraj, Suga, Çarşaf ve Sakal eylem planları yer alıyor. 11 numaralı CD'de ise Balyoz'la ilgili diğer çalışmalar bulunuyor. Bu iki CD'nin Birinci Ordu Harekât Başkanlığı'nda hazırlandığının burada görevli daktilografların ifadeleriyle kanıtlanması, savcılık makamının iddiasına çok kuvvetli bir destek sağlayacaktır. İDDİANAMEYE GÖRE SEVİLAY BULUT NE DEDİ? İddianamenin 396'ıncı sayfasında, Sevilay Bulut'un ifadesi şöyle aktarılıyor: “İçerisinde 17 No'lu CD'de yer alan eylem planları ile birlikte Balyoz Harekât Planı kapsamında yapılan tüm çalışmaların yer aldığı, üzerinde Or.K.na yazılı 11 No'lu CD'nin ise plan seminerinin ilk
günü olan 05 Mart 2003 tarihinde saat 23.50'de oluşturulduğu ve alınan ifadelere göre her iki CD'nin de Ordu Komutanına özel olarak hazırlandıkları, bu konuda ifade veren Sevilay Erkanı Bulut'un ifadesinde bu CD'leri net olarak hatırlıyor olmasından anlaşılmıştır.” İddianamenin bir sonraki 397'inci sayfasında da şöyle deniliyor: “Soruşturma kapsamında ifadesi alınan sivil memur Sevilay Erkanı Bulut'un 11 ve 17 No'lu CD'leri komutana özel olarak hazırladıklarını belirtmesi, şüpheli Çetin Doğan'ın ‘böyle bir CD'den bilgisinin olmadığı' beyanlarının gerçeği yansıtmadığını ortaya çıkartmaktadır.” İFADE TUTANAĞINA GÖRE NE DEDİ? Bu alıntıları yaptıktan sonra Sevilay Bulut'un iddianamenin eklerinde yer alan 74'üncü klasörün 3538'inci sayfalarında yer alan üç sayfalık ifade tutanağına geçebiliriz. Bulut, şöyle diyor savcılık ifadesinde: “Ben Balyoz Güvenlik Harekât Planı'nı ilk defa basından duydum. Çalıştığım dönemde böyle bir Güvenlik Harekât Planı duymadım. Balyoz Güvenlik Harekât Planı gösterildi. Soruldu. Bana göstermiş olduğunuz 11 sayfadan ibaret ÇOK GİZLİ ibareli bu belge Birlik içersinde ilgili kişilere gönderilmek amacıyla hazırlanan resmi yazışma usullerine uygundur. Belgedeki kopya No: 1/7 ifadesi bu belgenin bilgisayardan 7 suret çıkarıldığını gösterir. Belgenin sağ üst köşesinde 021000 B AR 02 ibaresi bu belgenin 02 ARALIK 2002 tarihinde saat 10:00'da yazılıp çıktı aldığı tarihtir. Balyoz Harekat Planının son sayfasındaki Dağıtım Gereği; Özel Dağıtım Planı ifadesi yazıyı yazan komutanın kime gönderilmesini emrediyorsa ona göre hazırlanan dağıtım planını ifade eder ve yazının arkasına dağıtılacakların listesi eklenir dedi.” İfadenin üçüncü sayfasında son paragrafında ise “Balyoz Harekat Planı çerçevesinde yapılan çalışmalarla ilgili bilgisinin olmadığını” tekrarlıyor Sevilay Bulut. MELEK ÜÇTEPE, HANGİ CD'LERİ HATIRLAMADI? Görüleceği gibi Sevilay Bulut, kendisine savcı tarafından gösterilen Balyoz belgesinin yazışma tekniklerine uygunluğunu teyit ediyor, ancak kendisinin bu plandan haberdar olmadığını söylüyor. Bulut'un bu ifadesi, bizi iddianamede kendisine atfedilen beyandan ve bu beyan üzerine inşa edilen kabulden biraz daha farklı bir yere götürüyor. Peki aynı odadaki diğer bilgisayarı kullanan ikinci sivil memur Melek Üçtepe iddianameye ek 143'üncü klasörün 202'inci sayfasında başlayan ifadesinde ne diyor? Üçtepe'ye, savcı tarafından delil dosyasındaki 1'den 19'a kadar bütün CD'ler gösterilmiştir. Üçtepe, 1, 2, 3, 4, 5, 6, 9, 10, 12, 13, 14, 15, 18 ve 19 numaralı CD'leri hatırlar. Üçtepe'nin görünce “Bunu hatırlamadım” dediği 7, 8, 11, 16 ve 17 numaralı CD'lerdir. Balyoz planlarının bulunduğu ileri sürülen 11 ve 17 numaralı kritik CD'ler bu grubun içindedir. Savcılık makamı, Sevilay Bulut ve Melek Üçtepe hakkında kamu davası açılmasını gerektirecek nitelikte delil bulunmadığına kanaat getirerek takipsizlik kararı vermiştir. Not: Bugün çıkacağını söylediğimiz Balyoz Harekât Planı belgesindeki bir iddiayla ilgili şahsi tanıklığımızı konu alan yazıyı CD'lerle ilgili bugünkü bölümün araya girmesi nedeniyle önümüzdeki haftaya bırakmış bulunuyoruz.
Balyoz 11: 2008'deki vergi teftişi 2002'deki darbe planına nasıl girdi? BALYOZ İddianamesi içindeki en önemli delillerden biri, belki de en önemlisi “Balyoz Harekât Planı” başlıklı 2 Aralık 2002 tarihli belge. Bilgisayar çıktısı olan 11 sayfalık bu belge, en yalın ifadeyle bir darbe planı.
BALYOZ İDDİANAMESİ (11) Bu planda, 2002 Aralık ayında Türkiye'nin içinde bulunduğu olumsuz koşullar anlatılıyor, ardından Türk Silahlı Kuvvetleri'nin neden duruma müdahale etmesi gerektiği gerekçelendiriliyor. Metnin altında “Balyoz Sıkıyönetim Komutanı” sıfatıyla Orgeneral Çetin Doğan'ın adı yazılı, ancak kendisinin imzası yok. BELGEYE YÖNELTİLEN ANA İTİRAZ Geçen ocak ayı sonunda Taraf Gazetesi'nin manşet haberi olarak Türk kamuoyuna yansımasından sonra, bu belgenin içeriği geniş bir şekilde tartışılmış, her satırı büyüteç altına yatırılmıştır. Bu konuda çıkmış olan yazılar şimdiden yüklü bir külliyat oluşturuyor. Özellikle Çetin Doğan'ın, her ikisi de ABD'nin en üniversitelerinden Harvard'da ekonomi okutan kızı Prof. Pınar Doğan ile damadı Prof. Dani Rodrik'in kurdukları http://cdogangercekler.wordpress.com başlıklı blogda bu konuda pek çok analiz yer alıyor. Bu belgenin sahiciliğine dönük itirazların başında, 2002 Aralık ayı başında anlatılan olayların, gelişmelerin büyük bir bölümünün aslında çok daha sonra, hatta yıllar sonra gerçekleştiği görüşü geliyor. Bunlar arasında en çarpıcı örneklerden biri, Prof. Haydar Baş'ın 27 Kasım 2005'te yaptığı bir konuşmadan bazı bölümlerin neredeyse satırı satırına 2002 yılındaki Balyoz belgesinde yer alması gösterilebilir. Bu gibi örneklerin tekrarına girecek değiliz. Bugün konunun bu satırların yazarını da dolaylı olarak ilgilendiren bir yönünü ele alacağız. Şöyle izah edeyim: İŞBAŞINDA OLAN ERDOĞAN DEĞİL, GÜL'DÜ Balyoz Planı'nın girişinde Adalet ve Kalkınma Partisi hükümeti altında ülkenin ne kadar olumsuz koşullarla çevrelendiği anlatılıyor. Unutmayalım ki, bu metin 2 Aralık 2002 tarihini taşıyor. Yani 3 Kasım 2002 genel seçiminden tam tamına bir ay sonra kaleme alınmış. 2002 Kasım ayının akışını hatırlayalım: Recep Tayyip Erdoğan siyasi yasaklı olduğu için TBMM'de değil. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, 16 Kasım 2002'de Abdullah Gül'ü hükümeti kurmakla görevlendiriyor. Gül'ün başbakanlığındaki kabine 18 Kasım'da Cumhurbaşkanı tarafından onaylanıyor. Hükümet TBMM'den 28 Kasım tarihinde güvenoyu alıyor. İddianameye göre, Orgeneral Çetin Doğan'ın darbe planı 2 Aralık tarihini taşıyor. Meseleye basit mantıkla yaklaşıyorum. Bu darbe planında kadrolaşma, askeri müdahale için gerekçe gösterilen olumsuzluklar 16 Kasım'la 2 Aralık arasındaki iki haftaya nasıl sığdırılabilir? Hükümet icraatının başlangıcı için 28 Kasım 2002 tarihi esas alındığında bu süre 5 güne düşüyor. Neresinden bakarsam bakayım, mantığımı ne kadar zorlarsam zorlayayım, 2 Aralık 2002 tarihli bir darbe gerekçesinde sıralanan (yoğun kadrolaşma faaliyeti, özel sektörde sermayenin el değiştirmeye
başlaması gibi) bütün bu olumsuz icraatın iki haftaya sığabilmiş olmasını aklım bir türlü kabul etmiyor. Üstelik benim hafızamda kayıtlı olan gerçeklik, bu planda anlatılan bazı olaylarla da örtüşmüyor. 2002'DE VERGİ DENETİMİ BAŞLADI MI? Balyoz Planı'nda şöyle deniliyor: “Hükümet, iktidarın kendisine sağladığı imkân ve kabiliyetleri kullanarak medya, sivil toplum örgütleri ve bürokrasiyi kendine bağımlı hale getirmeye çalışmaktadır.” Aynı planın bir başka bölümünde yine medyaya değiniliyor: “İktidar ve irtica yanlısı basın yayın organları her geçen gün cesaretlenip palazlanırken, muhalif basın geçmişte yaptığı şahsi yanlışlıkların bedelini görevini yapmayarak ve/veya yapamayarak ödemektedir. Toplumsal muhalefet sindirilmiş, muhalif basın ekonomik ve mali denetim tehdidi ile susturulmuştur.” Belgenin bu bölümleri Balyoz Planı'nı geçen ocak ayında okuduğumdan bu yana kafamı kurcalıyor. Şu nedenle: 2002 yılı için “muhalif basın” tanımlaması ayrı bir yazı konusudur. Bu hususu bir tarafa bırakırsak, planın yazıldığı ileri sürülen 2 Aralık 2002 tarihinde Hürriyet Gazetesi'nin Ankara Temsilcisi olarak görev yapmaktaydım. O dönemin Başbakanı Gül'ün 15 Mart 2003 tarihine kadar süren başbakanlığı döneminde hükümetinin elindeki imkânları kullanarak bizim gazeteyi ve bağlı bulunduğu grubu hükümetine bağımlı hale getirmeye dönük herhangi bir faaliyetine tanık olmadım. Gül'ün bizi mali denetim ile susturma yöntemine başvurduğunu hiç hatırlamıyorum. Kendisi, tanıdığım kadarıyla bu tür yöntemlere tevessül edecek biri değildir. 2008'İN OLAYI 2002'NİN BELGESİNE NASIL GİRER? Dahası, o dönemde gazetenin Ankara Temsilcisi olarak Başbakan Gül ile yakın ilişkim vardı. Kendisini Başbakanlık'taki makamında ziyaret edip ayrıntılı bir mülakat yaptığımı da çok iyi hatırlıyorum. Bu mülakatım 22 Kasım 2002 tarihinde “Hiç Kimseye Ayrım Yok, Beni de Soruştursunlar” başlığıyla yayımlanmıştı. Gül, yalnızca benimle değil, gazetenin diğer yöneticileri ile de iyi ilişkiler içindeydi. Abdullah Gül, gerçekten Balyoz Planı'nda belirtildiği gibi, mali denetimle bizi susturmaya kalkışmış olsaydı, kendisiyle diyaloğumun bu olaydan bir şekilde etkilenmesi, en azından hafızamda bunun bir izinin kalması gerekirdi diye düşünüyorum. Maliye Bakanlığı'nın vergi müfettişlerini Doğan Grubu şirketlerine ilk kez göndermesi 2008 Nisan ayında gerçekleşmiş, ikinci dalga teftiş ise 2009 Haziran ayında başlamıştır. Doğan Medya Grubu'na 840 milyon lira dolayındaki ilk ceza 18 Şubat 2009 tarihinde, yaklaşık 3 milyar 750 milyon tutarındaki ikinci ceza ise 8 Eylül 2009 tarihinde tahakkuk ettirildi. O tarihlerde Milliyet'in Genel Yayın Yönetmeni olarak bu olaylara yakından tanıklık ettim ve hatta vergi müfettişleri tarafından da sorgulandım. Kendi tanıklığımla 2008 ve sonrasında hedef
olduğumuz bu uygulamaların, nasıl olup da 2 Aralık 2002 tarihindeki bir darbe planının içine girdiği sorusuna doğrusu mantıkla izah edebileceğim bir yanıt bulamıyorum. Belki ben bir yanılsama içindeyim, bilemiyorum... (Yarın: Yeni ve ilginç bir bilirkişi raporu) Balyoz: 12 - İTÜ'nün bilirkişi karmaşası hakkında bilimsel mütalaası GEÇEN hafta salı günü bu köşede “Balyoz İddianamesi” dizisinin 7'nci bölümü olarak çıkan “Bilirkişi Raporları Kafa Karıştırıyor” başlıklı yazımız, başlığın da işaret ettiği gibi farklı bilirkişileri raporlarındaki çelişik kanaatlerin yol açtığı belirsizliği konu alıyordu.
BALYOZ İDDİANAMESİ (12) Konu Balyoz iddianamesinin en önemli delillerini oluşturan, darbe planları ve hazırlıklarının yer aldığı CD'lerin sahte olup olmadığı tartışmasıyla ilgili olduğundan, bilirkişi raporlarının davanın seyri üzerinde belirleyici bir etkisi söz konusu. TÜBİTAK, bu CD'lerde “üstveri bilgilerinin tutarlı olduğunu, sonradan ekleme yapılmadığını, sahtecilik bulgusunun olmadığını” belirtirken, Emniyet Genel Müdürlüğü de CD'lerin “2003 sonrasında imal edilmesinin mümkün olmadığı” kanaatini belirtmişti. Buna karşılık, muhabere sınıfından ya da mühendis kadrosundan subayların da yer aldığı üç ayrı askeri bilirkişi raporunda, “CD'lerin oluşturma, son kaydedilme tarihleri üzerinde kolaylıkla oynanabileceği, bu çerçevede bunların art niyetli kişilerce kolaylıkla imal edilebileceği” kaydedilerek, bu delillerin “sahte olduğu” yolunda kanaat belirtiliyordu. Peki gerçek neredeydi? İTÜ BİLGİSAYAR MÜHENDİSLİĞİ BÖLÜMÜ DEVREYE GİRİYOR Bu yazımızın ardından Türkiye'nin kendi alanındaki en saygın üniversitelerinden İstanbul Teknik Üniversitesi'nin Bilgisayar Mühendisliği Bölümü tarafından bazı sanık avukatlarının talebi üzerine bu çelişkilerle ilgili bir bilirkişi raporu hazırlandığını öğrendik. Sanık avukatlarından Şule Nazlıoğlu Erol, İTÜ Elektrik-Elektronik Fakültesi Dekanlığı'na bir dizi soruyla başvurarak, “bilimsel mütalaa” talep etmiş. Dekanlık, bu talebi Bilgisayar Mühendisliği Bölüm Başkanlığı'na iletmiş. Raporu, bu bölümün eski başkanlarından Prof. Eşref Adalı hazırlamış. Yaklaşık 40 yıldır İTÜ'de bilgisayar mühendisliği alanında çalışan Prof. Adalı'nın 14 Haziran 2010 tarihli “Bilimsel Mütalaa” başlıklı raporu soru-yanıtlar şeklinde kaleme alınmış. DEĞİŞTİRİLEBİLİR BİLGİLER ADLİ DELİL OLMAZ Birinci soru şöyle: Bir bilgisayardaki tarihin ve zamanın veya belli bir dosyadaki tarihin ve zamanın değiştirilmesi, önceki veya sonraki bir tarihin ayarlanması mümkün müdür? Prof. Adalı, yanıtta “Bir dosyanın yanında görülen zaman bilgisini değiştirmek olanaklıdır” dedikten sonra şöyle diyor:
“Bu işlem iki türlü gerçekleştirilebilir. 1. Bilgisayarların gerçek zaman saati istenen bir zamana ayarlanır. Ardından ilgili dosya kaydedilir. Böylece dosya istenen tarih ve zamanda kaydedilmiş gibi görünür. 2. Dosyaların zaman bilgilerini değiştirmek üzere üretilmiş programlar kullanılarak, dosyaların yanında bulunan zaman bilgileri değiştirilebilir.” Prof. Adalı, ardından ekliyor: “Dosyaların yanında yer alan zaman bilgisi değiştirilebilir nitelikte olduğundan adli delil olarak kullanılamaz.” YENİ TEKNOLOJİ İLE ESKİ CD YARATILABİLİR Bir diğer soru şu: “Office 2003 sürümünde özellikle de Word programında oluşturulan belgelerin yazarı, belgenin oluşturulma tarihi, son kaydeden kimliği sonradan değiştirilebilir mi? Bu mümkünse belgenin değiştirilip değiştirilemediği ve orijinal olup olmadığı, gerçekten yazar olarak görünen kişi tarafından oluşturulup oluşturulmadığı kesin olarak tespit edilebilir mi?” İTÜ bilirkişi raporunda şu yanıt veriliyor: “Office yazılımının söz konusu kayıtları yazılım içinden değiştirilebildiği gibi, bu kayıtları dışarıdan değiştiren programlar da internetten indirilebilmektedir. Yazar, oluşturulma tarihi, son kaydeden kimliği gibi bilgiler değiştirilebilir bilgiler olduğundan, değerlendirilmesi yapılan belgedeki kayıtlara bakarak kayıtların asıl (orijinal) olup olmadığı, yazar olarak görünen ismin gerçekten bu yazıyı yazan kişi olup olmadığı söylenemez. Dolayısıyla bu kanıtlar adli delil olarak kullanılamaz.” Prof. Adalı, başka soruları yanıtlarken de, “yazar adlarının da değiştirilebileceğini, sonlandırılmamış CD'ler üzerine ise her türlü eklemenin yapılabileceğini”, ayrıca “mevcut teknoloji kullanılarak bir CD'nin eski teknoloji ile yazılmış gibi gösterilebileceğini”, yani eski tarihli bir CD yaratılabileceğini de belirtiyor. DEĞİŞTİRİLEBİLİR KANITLARLA YARGIYA VARILAMAZ Avukat, İTÜ'ye hem TÜBİTAK hem de askeri bilirkişilerin hazırladığı “birbirine tamamen zıt” bilirkişi raporlarını sunup bu çelişkiler hakkında mütalaa talep eder. İTÜ bilirkişisinin yanıtı özetle şudur: “İncelemek üzere bilirkişilere verilen CD'lerin bilgisayar sisteminden nasıl, ne zaman ve kimlerin gözetiminde kopyalandığı bilgisine ulaşılamamıştır. Bir bilişim sisteminden veri kopyalama işlemi, sayısal kanıt toplama kurallarına uygun olarak yapılmalıdır. Dolayısıyla, söz konusu CD'lerin sayısal kanıt niteliği özellikle değerlendirilmelidir. Genel mantık kuralları gereği; bir önermenin doğru olabilmesi için tüm koşulların sağlanması veya olumlu olması gerekir. Bu mantık kuralı kapsamında, sayısal kanıtlar değerlendirildiğinde, tüm kanıtların kesin olması aranmalıdır. Bilişim ortamından elde edilen kanıtlar, konu ile ilgili kurallar çerçevesinde toplanır ise bu kanıtlardan kalkarak değerlendirme yapılabilir. Ancak kanıtlar, kurallara uygun olarak toplanmamış ve üstelik değiştirilebilir nitelikte ise bu kanıtlara dayanarak yargıya varılamaz.” İTÜ'nün bilirkişi raporu, görülebileceği gibi, bilimsel açıdan askeri bilirkişilerin tezlerini destekler niteliktedir.
Yarın devam etmek üzere... Balyoz: 13- Doğan: ‘Kara Kuvvetleri senaryoyu biliyordu' YAZI dizimizin giriş bölümü, Orgeneral Çetin Doğan'a yönelik eleştirel bir saptamayla başlamıştı.
BALYOZ İDDİANAMESİ (13) Dönemin Birinci Ordu Komutanı Orgeneral Doğan, 5-7 Mart 2003 tarihlerinde komutasında düzenlenen bir plan seminerinde, irticai ayaklanmaya da yer veren bir senaryonun görüşülmemesi konusunda Kara Kuvvetleri Komutanlığı'ndan (KKK) kendisine gelen bir emre uymamakla suçlanıyordu. En azından birinci askeri bilirkişi raporunun açık saptaması bu yöndeydi. Bu yöndeki eleştirilerin ardından Çetin Doğan'a elektronik postayla şu soruyu yönelttim: “KKK'ndan gelen emre rağmen iç tehdidi seminerin gündemine dahil etmenizin nedeni nedir? Bir emrin yerine getirilmemesi Türk Silahlı Kuvvetleri'nin kurallarına aykırı bir hareket değil midir?” BİZ MİLLİ SİYASET BELGESİNDEN YOLA ÇIKTIK Bu soruma oldukça ayrıntılı bir yanıt verdi Orgeneral Doğan. Kendisinin yanıtı, “Seminer için verdiğim ana fikir doğrultusunda hazırlanan ‘Olasılığı En Yüksek Tehlikeli Senaryo'nun (OEYTS) İç Tehdide ilişkin bir senaryo olduğu yolundaki ‘kesin yargıya' nasıl varıldığını anlayabilmiş değilim” diye başlıyor. Doğan, ardından OEYTS'nin dayanaklarının, dönemin Türkiye'nin “Milli Askeri Stratejisi” ile “Milli Siyaset Belgesi” olduğunu belirterek, bu hususun son “Askeri Bilirkişi Raporu'nda” açıkça ortaya konduğunu belirtiyor. Doğan, her türlü plan çalışması ve harp oyunlarında senaryonun tartışılmadığını, senaryonun çizdiği ortama bağlı kalınarak mevcut planların irdelendiğini kaydederek, şöyle devam ediyor: “Çapı ne olursa olsun bir harp oyunu veya plan çalışmalarında cepheye angaje olmuş veya olacak kuvvetlerin yanı sıra, cephe gerisi -askeri terminoloji ile “Geri Bölge Emniyeti”- ve bu amaçla tahsis edilen kuvvetlerin yeterliliği, senaryo çerçevesinde irdelenir, irdelenmiştir. Günümüzdeki savaşların “Topyekû Savaş” niteliğini dikkate alan dünyamızdaki bütün orduların bu konuya artan ölçüde ağırlık verdikleri de bilinen bir gerçektir. Seminerde yapılan konuşma ve takdimlerin kaset çözümlerini inceleyenlerin, Plan Seminerinde “Cereyan Tarzı Planına” bağlı kalınarak, hem “Cephenin” ve hem de “Cephe Gerisindeki” gelişmelerin serbest bir tartışma ortamında irdelendiğini, konunun dışına taşılarak, bir “Darbe Planından” söz edilmediğini, anlamamakta ısrar edenlerin dışında herkesin kolaylıkla anlayacağından eminim. ” “BANA ÖYLE BİR EMRİN GELDİĞİ DOĞRU” Ve yanıtın en ilginç bölümü geliyor: “Kara Kuvvetleri Komutanlığı'nın 3 Ocak 2003 tarihli bir yazıyla OEYTS'nin anılan seminerde kullanılmaması emrini verdiği doğrudur” diyor Orgeneral Doğan ve şöyle devam ediyor:
“Söz konusu emir bana ilgili karargah subayı tarafından arz edildiğinde kendisine, “KKK'nca konunun yanlış anlaşılmış olabileceğini, muhtemelen Plan Seminer'inde sadece iç tehdidi irdeleyeceğimizi sanmış olabileceklerini, Genelkurmay Başkanlığı'nca yayınlanan Tatbikatlar Programı'ndaki Egemen Harekat Planının incelenmesi direktifine ters düşülmemesine gösterdikleri özenden dolayı, bu mesajı göndermiş olabileceklerini” söyledim. Bilahare “Konuya ilişkin yanlış anlaşılmalara meydan vermeyecek ayrıntılı bir seminer cereyan tarzı planı hazırlanarak, OEYTS ile birlikte KKK'na gönderilmesi” direktifini verdim. Verdiğim direktif doğrultusunda yapılan hazırlıklar bir yazı ile 31 Ocak 2003 tarihinde KKK ile tatbikata katılan bütün birimlere gönderilmiştir.” YANLIŞ ANLAMAYI GİDERDİK “KKK'lığının emrine rağmen iç tehdidi seminer çalışmasına dahil etmenizde resmi yazışmalara yansımayacak şekilde KKK'lığından sözlü bir onayın alınmış olması rol oynamış olabilir mi?” şeklindeki sorumuza da “yanlış anlaşılma giderildiği için KKK.lığından OEYTS için sözlü bir onay alınması söz konusu olmamıştır” karşılığını verdi Orgeneral Doğan. Bu ifadelerden şunu anlamamız gerekiyor: 1) KKK'lığının “OEYTS'yi görüşmeyin” emri Orgeneral Doğan'a iletiliyor. 2) Doğan, bunun üzerine maiyetiyle “K.K.K.lığı bizi yanlış anlamış, programlanmış olan dış tehdit senaryosu direktifine ters düşmüyoruz, bunu görüşürken içe dönük yansımalarını da değerlendiriyoruz” değerlendirmesini yapıyor. 3) Ardından seminere ilişkin ayrıntılı bir plan ve OEYTS'yi 31 Ocak 2003 tarihinde KKK'ya göndererek, semineri bu çerçevede icra edeceğini bildiriyor. Sonuçta, K.K.K'lığının 3 Ocak 2003 tarihinde kendisine gönderdiği “OEYTS'yi görüşmeyin” emrinin bir yanlış anlamadan kaynaklandığı ve yaptığı yazışma ile bu yanlış anlamayı K.K.K.'lığı ile “giderdiği” kanaatindedir Orgeneral Doğan. Şurası çok açık: K.K.K'lığı, Doğan'ın 31 Ocak 2003 tarihli yazısı üzerinden plan seminerinde OEYTS'nin yine de masaya konacağını öğrenmiş oluyor. K.K.K.lığı, Orgeneral Doğan'ın 31 Ocak tarihli bu yazısına bir yanıt vermiyor. Belli ki, daha önce “OEYTS'yi görüşmeyen” uyarısını yapan K.K.K.'lığı, Birinci Ordu Komutanı'nın burada sergilediği inisiyatifi kabul ediyor. Peki Orgeneral Doğan, dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Aytaç Yalman'ın bu konuda çıkan yazılarımız üzerine gönderdiği “gereğini yaptım” şeklindeki açıklamasına ne karşılık veriyor? Onu da yarınki yazımızda ele alalım. *** (Genelkurmay'ın Ege'de muhtemel bir Türk-Yunan çatışmasına ilişkin savunma planı. S.E.) Balyoz: 14 - Orgeneral Doğan TSK'da kimlere tarizde bulunuyor? BALYOZ iddianamesinin bir numaralı sanığı Orgeneral Çetin Doğan açısından dava dosyasında en çok sıkıntı yaratan belgelerden biri, Birinci Ordu Askeri Savcılığı'nın bilirkişi
olarak atadığı bir kurmay binbaşının hazırladığı 22 Şubat 2010 tarihli rapor.
BALYOZ İDDİANAMESİ (14) Kara Pilot Kurmay Binbaşı Ahmet Erdoğan, toplam 15 sayfa tutan ve iddianameye ek 54'üncü klasörde yer alan raporunda, 5-7 Mart 2003 tarihlerinde Birinci Ordu Komutanlığı'nda düzenlenen plan seminerinde “Balyoz Harekat Planı”nın görüşülmüş olabileceği” kanaatini belirtiyor. GENÇ BİR SUBAYA TARİZDE BULUNMAM Binbaşı Erdoğan'ın Orgeneral Doğan'a yönelttiği en önemli eleştirilerden biri, plan seminerinin gündemini “Kara Kuvvetleri Komutanlığı'nın emri hilafına” düzenlediği, ayrıca seminerde “başlangıçtaki maksatlardan uzaklaşıldığı” saptamasıydı. Tümgeneral Mehmet Daysal'ın başkanlığındaki heyetin hazırladığı 28 Haziran 2010 tarihli ikinci askeri bilirkişi raporu, Orgeneral Doğan'a Kara Kuvvetleri'nden hazırlanan senaryonun görüşülmemesi yönünde bir emrin gittiğine dikkat çekmekle birlikte, bu emrin yerine getirilip getirilmediği meselesinde bir görüş belirtmekten uzak duruyor. Orgeneral Doğan, sorularımıza verdiği yanıtlarda, Binbaşı Erdoğan'ın bazı saptamalarından duyduğu memnuniyetsizliğini gizlemiyor. Ancak, şu sözleri Çetin Doğan'ın tepkisinin binbaşıdan çok, bu dosya için “genç bir subayı” görevlendiren üst komutanlara yöneldiği seziliyor: “2009 yılında Harp Akademilerinden mezun bir genç kurmay subayın önüne konan ‘5000 sayfalık belgelerden' oldukça kısa bir sürede yalnız başına ‘faraziyeye' dayalı hazırladığı Bilirkişi Raporu'nun eleştirisine girmek istemeyişimi lütfen anlayışla karşılayın. Bu konuda benim tarizlerde bulunmam gerekenler elbette vardır. Ancak bu hiçbir zaman genç bir kurmay subay olamaz.” BANA VERİLEN BİR CEZA YOK Peki Orgeneral Doğan, dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Aytaç Yalman'ın seminerle ilgili olarak gönderdiği bir emrin kendisi tarafından uygulanmadığı tartışması üzerine Hürriyet'e yaptığı açıklama hakkında ne düşünüyor? Bilindiği gibi, Orgeneral Yalman, 3 Ocak 2003 tarihinde Birinci Ordu'ya gönderdiği “o senaryoyu seminerde görüşmeyin” emrine uyulmadığı yolundaki bilirkişi tespitlerini yalanlamamış, “Bilgim dahlinde olan her hususta açık ve net emirler vermişimdir. Verdiğim emirleri de daima takip etmişimdir. Benim hizmet anlayışımda yapılan her güzel faaliyet mükafatlandırılır, yapılan her yanlış da cezalandırılır. Yaşanan bu olayları da bu çerçeve içinde görmek gerekir. Bu olayda gereken yapılmıştır” demişti. Orgeneral Yalman “bir olay”dan söz ediyor, bu olayda “gerekenin yapıldığını” belirtiyor. Orgeneral Doğan, 2003 yılında kendisinin komutanı konumunda bulunan Orgeneral Yalman'ın bu açıklamasını şu yanıtı veriyor: “Doğrusu Sayın Yalman'ın sözlerini yorumlamak bana düşmez... Sayın Yalman'ın bir orgeneral olarak kimlere ceza verebileceği talimatlarda açıkça belirtilmiştir. Ortada şahsımla ilgili bir suç ve buna bağlı bir ceza olmadığına ve kendilerinin ‘gerekeni yaptıklarını' belirttiklerine göre, bunun ne olduğunu elbette açıklaması gerekecektir.”
Orgeneral Doğan, ayrıca şunları söylüyor: “Benim öteden beri gerek dönemin Genelkurmay Başkanı'ndan (Orgeneral Hilmi Özkök) gerek Kara Kuvvetleri Komutanı'ndan beklentim, bildikleri doğruları kamuoyuyla paylaşmalarıdır. Dönemin Genelkurmay Başkanı biraz gecikmeli de olsa ‘Balyoz' konusunda kendisinde hiçbir bilgi ve belge bulunmadığını açıkladı.” İDDİANAMEYE GÖRE DARBEYİ YALMAN MI ÖNLEDİ? Bu noktada ilginç bir noktaya parmak basıyor Orgeneral Doğan: “İddianamede savcılarımız ‘Darbeyi (!) Sayın Aytaç Yalman'ın önlediğini' açıkça ifade etmelerine karşın, dava dosyasında konuya ilişkin bir ifade tutanağına rastlamadım. Bu noktada daha önce de belirttiğim gibi konuyu açıklığa kavuşturma vazifesi dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı'nın kendisine düşmektedir.” Gerçekten de iddianamenin 384'üncü sayfasında, “TSK'nın üst kademelerinde yer alan kişilerin ve bazı gazetecilerin 2003 yılının ilk aylarından başlamak üzere olası bir askeri müdahale ile ilgili birtakım bilgilerinin olduğu” belirtilerek, şöyle deniliyor: “Şüpheli Çetin Doğan'ın bu müdahalede önemli bir yerinin bulunduğu, ancak 2003 yılında emekli edildiği, darbenin gerçekleşmemesinde dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman'ın rolü olduğu, hatta bu durum ile ilgili olarak şüpheli Çetin Doğan'ın kendisine ağır ithamlarda bulunduğu değerlendirilmiştir.” Orgeneral Doğan bu noktada topu doğrudan Aytaç Yalman'ın sahasına atarak, kendisinden konuya açıklık getirmesini istiyor. Yarın, Birinci Ordu'daki milli mutabakat hükümeti tartışmasına bakacağız. *** Not: Dünkü taşra baskılarımızda çıkan yazının sonunda Kara Kuvvetleri Komutanlığı'nın 3 Ocak 2003 tarihli talimatını Birinci Ordu'ya özel bir temsilcisi aracılığıyla gönderdiği gibi yanlış bilgiye yer verilmiştir. Benim yanlış anlamamdan kaynaklanan bu durum gerçeği yansıtmamaktadır. Orgeneral Doğan'a 3 Ocak 2003 tarihli emri getiren kişi kendi karargâh subayıdır. Düzeltir, özür dilerim. Balyoz: 15 Doğan, savunmasında Sıkıyönetim Yasası'na dayanıyor YAZI dizimizin giriş bölümünde, Balyoz iddianamesine konu olan olayların meydana geldiği 2003 yılı ilkbaharında Birinci Ordu Komutanı olarak görev yapmakta olan Orgeneral Çetin Doğan'a bir dizi eleştiri yöneltmiş ya da bilirkişi raporlarındaki eleştirel saptamaları aktarmıştık.
BALYOZ İDDİANAMESİ (15) Kendisiyle elektronik posta üzerinden yürüttüğümüz yazışmada, Çetin Doğan eleştirildiği başlıklarda kendisini savundu. SENARYOYA PROBLEMLİ DEMEK ÖNYARGI Doğan'ı şahsen eleştirdiğim bir nokta şuydu: Birinci Ordu'da 5-7 Mart 2003 tarihlerinde düzenlenen plan seminerinde bir senaryo görüşülmüştü. Bu senaryoda bir milli mutabakat hükümeti kurulması, seçilmiş bir hükümetin işbaşında olduğu dikkate alındığında demokrasi açısından problemli bir
durum yaratıyordu. Orgeneral Doğan “seminerde senaryonun gerçekmiş gibi kabul edildiğini, çözümlerin buna göre üretildiğini” belirterek, şunları söylüyor: “Senaryoda yurtiçinde ve yurtdışında meydana gelen olaylar ve tehditler sonucunda Hükümet tarafından sıkıyönetim ilan edildiği, ancak TBMM'nin toplanamaması nedeniyle Hükümet kararının onaylanamadığı farz ve kabul edilmiştir. Böyle bir durumun vukuu halinde yasal bir platformda (Milli Güvenlik Kurulu) çözüm olarak bir Milli Mutabakat Hükümetinin kurulmasını önermenin, demokrasi açısından ‘problemli bir durum olduğunu söylemek' biraz önyargılı olmuyor mu?” EMASYA PROTOKOLLERİ BİZE YETKİ VERİYORDU Plan Semineri-2003'e yöneltilen eleştirilerden biri de, bu tür plan seminerlerinin gerçek şahıs ve yer isimleri verilmeden icra edilmesi gerektiği halde, Orgeneral Doğan'ın komutasında yapılan seminerde hem -bazı belediye başkanları dahil- şahıs, hem de yer isimlerinin telaffuz edilmiş olması. Çetin Doğan, şu yanıtı veriyor: “Seminerin dayandığı senaryoda gerçek şahıs ve yer isimleri yok. Ancak seminerde irdelenen gerçek planlarda gerçek şahıs ve yer isimleri doğal olarak yer alır. Seferberlik ve Savaş halinde ilgili yasalar uyarınca ‘Kaynak Sayım Cetvelleri' ilgili yerel yönetimler tarafından doldurularak ilgili komutanlıklara gönderilir. Bu cetvellerde bir savaş halinde TSK'nin ihtiyaç duyacağı her türlü üretim tesisleri, araç ve gereçler, depolar yer alır. Ayrıca cephe gerisinde bulunan stratejik hassas tesis ve yerler de gerçek adları ile planlarda yer almaktadır. Bunun dışında Ordu Komutanlığı'na cephe gerisinde oluşabilecek potansiyel tehditlere ilişkin kendi kuruluşu dışındaki istihbarat birimlerinden (MİT, Emniyet, Jandarma) gerçek bilgiler gelir. Bu bilgiler yürürlükten yeni kaldırılan Emasya Protokolü uyarınca valilerin başkanlık ettiği aylık istihbarat toplantılarında ele alınır, gerekli görülenler üst makamlara bildirilirdi.” PLAN YUMURTA KAPIYA DAYANINCA YAPILMAZ Laiklik karşıtı irticai faaliyetlerin odağı haline gelmemiş, devletin resmi istihbarat birimlerince takibata alınmamış kimselerin keyfi değerlendirmelerle, sıkıyönetim planlama faaliyetleri içerisinde dahi olsa, seçilmiş belediye başkanlarının isimlerinin seminerde geçmesinin tasvip edilecek bir tarafı olmadığına inanırım. Bu noktada şu hususun daima dikkatlerden kaçmaması gereken tarafı, bir sıkıyönetim planlaması söz konusu olduğunda, Kudüs'ü anma görüntüsü altında fiili bir irtica propagandası yapanların -belediye başkanı olsalar bile-, yönetimde kalıp kalmayacaklarının değerlendirmesinin gerekliliğidir. Doğan, senaryoda sıkıyönetim ilan edildiğini hatırlatarak, şöyle devam ediyor: “Unutulmaması gereken bir husus, ‘Sıkıyönetim'in gerektiğinde uygulanmak üzere Anayasal bir yönetim tarzı olduğu ve çerçevesini belirleyen bir kanunun bulunduğudur. Sıkıyönetim Planlamalarının, her askeri plan gibi, ‘yumurta kapıya dayandığı zaman' değil önceden hazırlıklarının yapılması ve güncel tutulması gerekir.” KKK GÖZLEMCİ RAPORU NEREDE? Çetin Doğan, 31 Ocak 2003 sonrasında Kara Kuvvetleri Komutanlığı'nın bir itirazıyla
karşılaşmadığına dikkat çekerek, sözlerini şöyle bağlıyor: “Verdiğim direktif doğrultusunda istediğim hazırlıklar yapıldıktan sonra, senaryo ve genişletilmiş Seminer Ceryan Tarzı Planı 31 Ocak 2003 tarihli yazı ile K.K.K.'lığına da gönderilmiştir. K.K.K.'lığına gönderdiğim yazı elbette dönemin Kuvvet Komutanına arz edilmiştir. Bu yazıya doğal olarak herhangi bir itirazi yanıt gelmemiş, Genelkurmay Başkanlığı ve Kuvvet Karargâhından gözlemciler seminere katılmıştır. Gözlemcilerin ifadeleri incelenirse bu konunun bir sorun olarak gündeme gelmediği de görülecektir.” İşte tam bu noktada karşımıza pürüzlü bir soru çıkıyor. Doğan'ın belirttiği gibi, darbe planlandığı iddiasına hedef olan seminerde Genelkurmay ve Kara Kuvvetleri'nden de gözlemciler vardı. Genelkurmay gözlemcilerinin 4 sayfalık raporunu biliyoruz. Ancak Kara Kuvvetleri Komutanlığı gözlemcilerinin raporu bugüne kadar bulunamadı. Savcılar da bu metne ulaşamadı. Bu belge neden büyük bir devlet sırrı muamelesi görüyor? Çetin Doğan'ın yanıtlarını ayrıca değerlendireceğiz; ancak önümüzdeki hafta öncelikle bu kayıp belgenin ve üzerindeki parafların izini sürmemiz gerekiyor. Balyoz: 16 - Kara Kuvvetleri'ndeki kayıp evrakın sırrı BALYOZ iddianamesinin içinde gezinirken karşıma bir muamma çıktı. Muamma, bir raporun akıbetiyle ilgili.
BALYOZ İDDİANAMESİ (16) Savcıların “darbe provası” olduğunu iddia ettikleri, 5-7 Mart 2003 tarihlerinde Birinci Ordu Karargâhı'nda yapılan plan seminerine Ankara'daki Kara Kuvvetleri Komutanlığı Karargâhı'ndan gelen tam 7 kişilik bir gözlemci heyeti de katılmıştı. Dönemin Kara Kuvvetleri Eğitim ve Okullar Dairesi Başkanı Tuğgeneral Tevfik Özkılıç'ın başkanlık ettiği bu heyet, seminere ilişkin saptamalarını bir raporla üst makamlara sunmuştu. Raporun, bürokratik akış içinde, karargâhta en yukarıdaki iki makam olarak dönemin Kara Kuvvetleri Kurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ ve onun bir üstü Kuvvet Komutanı Orgeneral Aytaç Yalman'ın önüne kadar çıkmış olması gerekiyor. İşte bu rapor ortada yok. GENELKURMAY: KAYITLARDA RASTLANAMADI Eğer birinci askeri bilirkişi raporunun belirttiği doğrultuda söz konusu seminerde Kara Kuvvetleri'nin emrine aykırı bir uygulama ve ayrıca yetki aşımına giren durumlar söz konusu olduysa, Kara Kuvvetleri gözlemcilerinin raporda ne gibi saptamalar yaptıkları sorusu büyük önem kazanıyor. Üç gün süren seminere Genelkurmay'dan 5, Kara Kuvvetleri'nden 7 ve Hava Kuvvetleri'nden 1 gözlemci katılmıştı. İlginçtir ki, gerek savcıların yürüttükleri soruşturma gerek askeri bilirkişilerin çalışmaları sırasında bu seminere ilişkin binlerce sayfa belge gün ışığına çıktı, ancak iki kritik belge bu durumun istisnasını oluşturdu. Bunlar, seminere Kara Kuvvetleri ve Hava Kuvvetleri'nden gelen gözlemci heyetlerinin kaleme aldıkları raporlardı.
Genelkurmay Başkanlığı tarafından 14 Nisan 2010 tarihinde İstanbul Başsavcılığı'na gönderilen gizli kayıtlı resmi yazıda, “Kara Kuvvetleri Komutanlığı ve Hava Kuvvetleri Komutanlığı temsilcileri tarafından düzenlenen herhangi bir rapora kayıtlarda rastlanmadığı tespit edilmiştir” deniliyor. Bir sonraki cümlede “Genelkurmay Başkanlığı'nda hazırlandığı tespit edilen bir adet gözlemci raporu ise EK'te gönderilmiştir” deniliyor. Böylelikle, seminer hakkında ana hatlarıyla olumlu bir değerlendirme sunan 4 sayfalık Genelkurmay gözlemci raporu iddianamenin ekleri arasına girmiş bulunuyor. KAYIP RAPOR ÇANKAYA'DA GÜNDEME GELDİ Mİ? Şimdi projektörlerimizi Balyoz çerçevesinde 22 Şubat'ta başlayan ilk gözaltı dalgasından hemen sonra 25 Şubat 2003 tarihinde Çankaya Köşkü'nde Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün başkanlığında yapılan, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ'un da katıldığı üçlü toplantıya çevirelim. Bu toplantıyla ilgili çıkan 8 Nisan tarihli önemli bir haber, Hürriyet'in Ankara Temsilcisi Metehan Demir'in imzasını taşıyor. Bu habere göre, 25 Şubat tarihli Çankaya zirvesinde Orgeneral Başbuğ, Gül ve Erdoğan'a, Birinci Ordu Komutanı Orgeneral Doğan'ın komuta ettiği plan seminerinde “gerçek isimler kullanmasının hatalı olduğu, yetki aşımına girildiği” gibi noktalarda eleştiri yönelten bir inceleme raporundan söz etmiş. Haber, belgenin Başbuğ'un imzasını taşıdığını belirtiyor. Genelkurmay Başkanlığı, haberin çıktığı 8 Nisan günü tek cümlelik şu açıklamayı yaptı: “Bir gazetede 5-7 Mart 2003 tarihleri arasında icra edilen 1'inci Ordu Plan Seminerinin icrasını müteakip hazırlandığı iddia edilen bir belgeye (incelemeye) ilişkin haber yer almıştır. Söz konusu haber gerçeği yansıtmamaktadır.” Hürriyet ise ertesi günü (9 Nisan) haberinin arkasında durdu, ancak bu kez belgeye atıf yapmadan, Orgeneral Başbuğ'un Çankaya Köşkü'nde “seminerin gerçek isim ve durumları kapsayacak şekilde icrasının hatalı olduğu görüşünü dile getirdiği” bilgisini tekrarladı. Bu habere hiçbir taraftan itiraz gelmedi. ÇANKAYA KÖŞKÜ YALANLAMIYOR Daha ilginç olan, TSK'nın duyurusuyla aynı günde (8 Nisan) Çankaya Köşkü'nün bu konuda Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Ahmet Sever aracılığıyla basına “Devletin gizli konuları hakkında herhangi bir yorumda bulunmak istemiyoruz” açıklamasını yapmasıydı. Çankaya Köşkü, aslında, Başbuğ'un Gül'e yaptığı değerlendirmeyle ilgili haberin ana hatlarını yalanlamıyordu. Gerçek, muhtemelen bu iki açıklamanın arasında bir yere sıkışmıştı. Metehan Demir “inceleme raporu” yerine “gözlemci raporu” deseydi, TSK'dan aynı açıklama gelir miydi acaba? Kim bilir? Her halükârda, bu konunun tam olarak aydınlık kazanabilmesi için Kara Kuvvetleri gözlemci raporunun bir şekilde gün ışığına çıkması gerekiyor.
Yarın bu konuyu biraz daha kazıyacağız... *** Önemli not: 14 Ağustos 2010 tarihli “Daktilograflar Darbeyi İtiraf Etti mi?” başlıklı yazımda konu ettiğim Birinci Ordu'da görevli daktilograf Sevilay Bulut'un Savcılık tarafından alınmış, birincisinden bazı farklılıklar gösteren ikinci bir ifadesinin daha olduğunu tespit ettim. Hafta içinde her iki ifadeyi birlikte ele alan yeni bir değerlendirme yazacağım. Balyoz: 17 - Bir seminerde gözlemci olmanın bedeli Ömer Şevki Gençtürk, 2003 yılı mart ayında yarbay rütbesiyle Kara Kuvvetleri Komutanlığı Personel Dairesi Başkanlığı'nda görev yapmaktaydı. Kendisine 5-7 Mart 2003 tarihleri arasında İstanbul'da Birinci Ordu Karargâhı'nda düzenlenecek olan Plan Semineri-2003'ü “gözlemci” olarak izleme görevi verildi.
BALYOZ İDDİANAMESİ (17) Yarbay Gençtürk, Kara Kuvvetleri'nin görevlendirdiği diğer 6 gözlemci ile birlikte İstanbul'a giderek Fenerbahçe Orduevi'ne yerleşti. Üç gün boyunca seminere katılan Gençtürk, Ankara'ya dönüşünde raporun yazımına katıldı, bu arada temsil ettiği Personel Başkanlığı'nı ilgilendiren bir talep, konu olmadığını hazırladığı bölüme not olarak düştü. ‘HÜKÜMETİ DEVİRMEYE TEŞEBBÜSLE SUÇLANIYORSUNUZ' Gençtürk, görev gereği katıldığı bu seminer nedeniyle kendisini tam 7 yıl sonra 4 Mayıs 2010 tarihinde Beşiktaş'taki Özel Yetkili Başsavcılık'ta “şüpheli” sıfatıyla Savcı Murat Yönder'in karşısında buldu. “Hükümeti devirmeye teşebbüs”le suçlanıyordu. Gençtürk, davet üzerine ifade verdiği sırada albay rütbesiyle Harp Akademileri Komutanlığı'nda Öğretim Başkanı olarak görev yapmaktaydı. İfade tutanağına göre, Gençtürk, Savcı'ya “Kara Kuvvetleri Personel Başkanlığı tarafından gözlemci olarak görevlendirildim ve birkaç gün seminerde bulundum. Yasal görevim dışında herhangi bir göreve katılmadım” dedi. Balyoz iddianamesinin sonunda “Haklarında Takipsizlik Kararı Verilenler” listesi var. “Kovuşturmaya Yer Olmadığına Dair Karar”da Ömer Şevki Gençtürk, 11'inci sırada yer alıyor. Savcılar şöyle demişler: “Şüphelinin izah olunan suçları işlediğine, Çetin Doğan liderliğindeki hükümeti cebir, şiddet kullanarak devirmeye yönelik oluşturulan, bu şekilde atıl suçu işlediğine dair hakkında kamu davası açılmasını gerektirecek nitelikte delil bulunmadığı kanaatine varılmıştır.” SORUŞTURMASI BİTMEYEN BİR KORGENERAL DE VAR Buna karşılık, seminere katılan Kara Kuvvetleri gözlemci heyetinin başkanlığını yapan dönemin Kara Kuvvetleri Komutanlığı Eğitim ve Okullar Dairesi Başkanı Tuğgeneral Tevfik Özkılıç'ın durumu biraz farklı. Özkılıç, “şüpheli” statüsünde. Özkılıç, savcıların “darbe provası” olmakla suçladıkları plan semineri hakkında hazırlanan, ancak kayıtlarda bulunamayan Kara Kuvvetleri gözlemci raporunun altında imzası bulunan asker.
Özkılıç'ın kariyeri seminer sonrası dönemde de parlak bir çizgi izledi. 2000 yılındaki Yüksek Askeri Şûra'da albaylıktan tuğgeneralliğe birinci sırada terfi etmiş olan Özkılıç, 2004 yılında tümgeneralliğe de yine birincilikle terfi etti. Bu rütbesiyle önce iki yıl Kıbrıs Güvenlik Kuvvetleri Komutanlığı ve ardından yine iki yıl Harp Okulu Komutanlığı yaptı. Özkılıç, 2008 yılında korgeneralliğe terfi etmesinden sonra iki yıl süreyle Erzurum'da Dokuzuncu Kolordu Komutanı olarak görev yaptı. Özkılıç, son YAŞ'ın ardından Ankara'da EDOK Komutanlığı'nda Okullar Komutanı olarak göreve başladı. Özkılıç'ın “hükümeti cebren devirmek ve engellemek, silahlı terör örgütüne üye olmak” iddiasıyla halen “şüpheli” konumda olduğunu Balyoz iddianamesinin en son sayfasında yer alan bir ayırma kararından öğreniyoruz. Bu kararda, “şüpheli Özkılıç hakkındaki soruşturma işlemleri tamamlamadığı için evrakının ayrılmasına karar verildiği” belirtiliyor. SAVCILAR MUVAZZAFLARI SORUŞTURUYOR Bunun gibi dikkat çekici olan bir başka nokta, seminere Kara Kuvvetleri'ni temsilen katılan diğer 5 gözlemci hakkında soruşturma yapıldığına ilişkin bir kayda rastlanmaması. Keza, Genelkurmay Başkanlığı'ndan gelen 6 kişilik gözlemci heyetiyle, Hava Kuvvetleri Komutanlığı'ndan gelen tuğgeneral rütbesindeki bir gözlemcinin durumu da aynı. Bu gözlemcilerin isimleri iddianamede ne sanıkların arasında yer alıyor, ne de haklarında takipsizlik kararı verilen şüpheliler listesinde. Savcıların gözlemciler hakkında ne gibi işlemler yaptıklarını araştırırken, gerek Gençtürk, gerek Özkılıç'ın muvazzaf olarak halen görev başında olmaları dikkatimizi çekti. Seminere katılan ve işlem görmediği anlaşılan diğer gözlemcilerin büyük bir bölümünün emekli olduğu anlaşılıyor. Örneğin, Genelkurmay gözlemci heyeti başkanı Tuğgeneral Mehmet Pınar 2003 yılında, Hava Kuvvetleri gözlemcisi Tuğgeneral Cevdet Kurnaz ise 2004 yılında emekliye ayrılmış. Savcıların emekli olanlardan çok muvazzaflara odaklandıkları gibi bir durumla karşı karşıyayız. Yarın daktilografların ifadelerini yeniden mercek altına yatırıyoruz. Balyoz: 18 - Daktilografın ifadesi ikinci kez alınınca BALYOZ iddianamesine ilişkin dizimizin 10'uncu bölümündeki “Daktilograflar Darbeyi İtiraf Etti mi?” başlıklı 14 Ağustos 2010 tarihli yazımız, şüpheli olarak sorgulanan bir daktilografın ifadesiyle iddianame metni arasında bir uyumsuzluk bulunduğunu ileri sürüyordu.
BALYOZ İDDİANAMESİ (18) Şüpheli, Birinci Ordu Komutanlığı karargâhında daktilograf olarak çalışan Sevilay Erkanı Bulut'tur. İddianamenin 395 ve 396'ncı sayfalarında, Bulut'un darbe planlarının yer aldığı öne sürülen 11 ve 17 numaralı CD'leri dönemin Birinci Ordu Komutanı Orgeneral Çetin Doğan için hazırladığını söylediği anlatılıyor. Buna karşılık, Bulut ek klasörlerde yer alan ifade tutanağında “Balyoz hakkında hiçbir şey bilmediğini” söylüyordu. Bir uyumsuzluk söz konusuydu. “BALYOZ PLANINI BASINDAN DUYDUM”
Bu yazıyı yazdıktan bir süre sonra Bulut'un ek klasörlerde ikinci bir ifadesinin daha bulunduğu gerçeğiyle karşılaştım. İlginç olan, ikinci ifadenin başka bir savcı tarafından alınmış olmasıydı. Doğrusu, kuşkusuz benim her iki ifadeyi baştan tespit edip, birlikte değerlendirmem olurdu. Bir şüphelinin ikinci kez ifadesinin alınmasının çok sıkça rastlanan bir durum olmadığını belirtmem, buradaki kusurumu ortadan kaldırmaz. Ancak bu özeleştiriden sonra, yazımda ifade tutanağı ile iddianame arasında var olduğunu söylediğim uyumsuzluğun, Sevilay Bulut'un iki ayrı ifade tutanağını karşılaştırdığımda başka bir düzlemde karşıma yeniden çıktığını hemen vurgulamam gerekiyor. Önce 1 Mart 2010 tarihli birinci ifade tutanağına bakalım. Bu ifadeyi alan Savcı Ali Haydar. Sevilay Bulut'un ilk ifadesinde Balyoz Planı'nı hazırladığına ilişkin bir itiraf yer almıyor. Aksine, “Ben Balyoz Harekat Planı'nı ilk defa basından duydum. Çalıştığım dönemde böyle bir Güvenlik Harekat Planı duymadım... Balyoz Harekat Planı çerçevesinde yapılan çalışmalar ile ilgili bilgim yoktur. Ne olduğunu bilmiyorum” diyor Sevilay Bulut. Sevilay Bulut, bir darbe öngören 11 sayfalık Balyoz Planı kendisine Savcı Ali Haydar tarafından gösterildiğinde ise bu metni hatırladığına ilişkin bir beyanda bulunmuyor, yalnızca belgenin şekilsel olarak Birinci Ordu'daki yazışma usullerine uygun olduğunu belirtiyor. “YAZDIĞIMI HATIRLAMIYORUM, AMA CD'Yİ BİZ HAZIRLADIK” “Ek sorular sorulması ihtiyacı doğması” üzerine Sevilay Bulut, aynı gün Savcılığa ikinci kez ifade vermeye davet ediliyor. İfadesini bu kez, Balyoz soruşturmasını yürüten 4 kişilik Savcı heyetinden bir başka savcı alıyor. Bu savcı, nisan ayı başında İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Aykut Cengiz Engin tarafından Balyoz soruşturmasından alınan Bilal Bayraktar'dır. Savcı Bayraktar, Balyoz Harekat Belgesi'ni Sevilay Bulut'a gösteriyor. Bulut, “Ben bu yazıyı ne zaman yazdığımı hatırlamıyorum. Yazıp yazmadığımı da hatırlamıyorum” karşılığını veriyor. Savcı, bunun üzerine kendisine TÜBİTAK'tan alınan bilirkişi raporunun Balyoz Planı'na ilişkin incelemelerini gösteriyor. Burada gösterilen 15 numaralı CD üzerindeki yazının kendisine ait olduğunu kabul ediyor Sevilay Bulut. Savcıların delil dosyasında Birinci Ordu arşivine olduğu söylenen toplam 19 adet CD var. Ancak burada önem taşıyan 15 numaralı CD değil, Balyoz planlarının yer aldığı iddia edilen 11 ve 17 numaralı CD'ler. 11 numaralı CD'nin üzerinde “Or.K.”, 17 numaralı CD'nin üzerinde ise “K.ÖZEL” yazılı. Savcı Bayraktar, Bulut'a Taraf gazetesinin Savcılığa teslim ettiği 4 numaralı DVD içindeki 19 adet CD'nin asıllarına ait “fotoğrafları” gösteriyor. Bulut, “Bu CD'ler bizim tarafımızdan hazırlanan CD'lerdir. Or K'na yazılı CD'yi net olarak hatırladım. Bu CD Ordu Komutanına verilmek üzere hazırlanmıştı. K. Özel yazılı CD'yi de hatırladım. Bu CD'yi de yine Komutana Özel olarak verilmek üzere hazırlamıştık” diyor. İşte Bulut'un bu ifadesi, Savcıların Orgeneral Doğan'a dönük darbe suçlamalarının en önemli dayanaklarından birini oluşturuyor. DİĞER DAKTİLOGRAF HATIRLAMIYOR Sevilay Bulut'un yanına avukat almadan verdiği bu ifadeleri bir bütünlük içinde analiz edildiğinde şu tabloyla karşılaşıyoruz: Daktilograf, 1) Balyoz belgesini hazırladığını kabul etmiyor. Balyoz'u
basından duyduğunu, bununla ilgili çalışmalara katılmadığını, bu belgeyi yazdığını hatırlamadığını söylüyor. 2) Ancak Balyoz belgesinin içinde yer aldığı ileri sürülen CD'yi -içeriğine ilişkin herhangi bir beyanda bulunmadan- kendisinin hazırladığını hatırladığını söylüyor. İki ifadenin doğrultuları arasında belirgin bir çelişki var. Birinci Ordu Harekat Başkanlığı'nda görevli olan Bulut'un mesai arkadaşı diğer daktilograf Melek Üçtepe'nin ifadesini de bu vesileyle hatırlayalım. Yine Savcı Bilal Bayraktar, Uçtepe'ye delil dosyasındaki bulunan 1'den 19'a bütün CD'leri gösteriyor. Üçtepe'nin görünce “Bunu hatırlamadım” dediği toplam 5 CD içinde 11 ve 17 numaralı CD'ler de vardır. Sevilay Bulut'un tanık olarak hakim karşısına çıkacağı duruşmanın Balyoz davasının en ilginç oturumlarından birine sahne olacağını şimdiden söyleyebiliriz. Yarın belgeleri incelemeye devam. Başbuğ'un imzası olan belge BALYOZ iddianamesi 973 sayfadan oluşuyor. İddianamenin sonunda yer verilen takipsizlik ve muhtelif ayırma kararları da 25 sayfa tutuyor. Sonuçta toplam 998 sayfaya ulaşıyor. İddianameyi yalnızca ana metin üzerinden değerlendirmek her zaman yeterli olmuyor. İddianameye dayanak oluşturan deliller için ek klasörleri de incelemeniz gerekiyor. Bu şekilde toplam 184 klasör var. Her klasörün içinde, yüzlerce sayfa belgenin yer aldığı yüklü bir PDF dosyası sizi bekliyor. Bu klasörlerin içinde gezinirken hiç beklemediğiniz bir anda bir dosyanın içinden hiç ummadığınız sürpriz bir belge birden karşınıza çıkabiliyor. İşte Balyoz iddianamesi klasörleri arasında böyle bir belgeyle önceki akşam karşılaştım. Bu belge, Kara Kuvvetleri Komutanlığı tarafından Balyoz soruşturmasını yürüten savcılara 19 Nisan 2010 tarihinde gönderilmiş. ORGENERAL BAŞBUĞ'UN HASSAS TALEBİ Bu, 2003 yılının hemen başında, dönemin Kara Kuvvetleri Komutanlığı Kurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ'un, o tarihte Orgeneral Çetin Doğan'ın başında bulunduğu Birinci Ordu Komutanlığı'na gönderdiği bir gizli mesajın belgesi. Orgeneral Başbuğ'un bu mesajı, bugün Balyoz iddianamesinde darbe suçlamalarına kaynaklık eden Birinci Ordu'nun 5-7 Mart 2003 tarihli plan seminerinin hemen öncesinde, bu seminerin gündemiyle ilgili hassas bir talebi içeriyor. Belgenin içeriğine geçmeden önce kısaca bu seminerin gündemiyle ilgili tartışmayı hatırlayalım. Bu seminerde, Genelkurmay'ın daha önceden vermiş olduğu direktif doğrultusunda Yunanistan'la muhtemel bir savaş durumunu konu alan planlar görüşülecektir. Birinci Ordu Komutanı Orgeneral Doğan, bir savaş anında “geri bölge emniyeti”nin de mutlaka ele alınması gerektiğini belirterek, dış tehditle iç tehdidin iç içe geçtiği bir senaryoyu plan seminerinin gündemine dahil eder; bu hazırlığını 12 Aralık 2002 tarihinde alt birliklere ve aynı zamanda Ankara'daki Kara Kuvvetleri Karargahı'na da duyurur. Bu senaryonun iç tehdit bölümünde, Yunanistan'la savaş anında cephe gerisinde patlak veren bir irtica ayaklanması sıkıyönetim ilanıyla sonuçlanmaktadır.
ORGENERAL YALMAN'DAN 2 OCAK TARİHLİ DİREKTİF Bu yazıyı gönderince Orgeneral Doğan'a Kara Kuvvetleri Komutanlığı'ndan iki kritik yanıt gelir. Bunlardan birincisinde, Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Aytaç Yalman, 2 Ocak 2003 tarihinde “Kara Kuvvetleri Komutanlığı 2003 yılı Tatbikatlar Programı Kitabı”nı yayımlar. Bunun ekinde, Birinci Ordu Komutanlığı'nda 2003 mart ayında yapılacak olan plan seminerinin çerçevesi çok spesifik bir şekilde çizilmiştir. Orgeneral Yalman imzalı bu yazının ekinde bakın ne diyor: “GAYESİ: Ertuğrul Harekat Planı'nı geliştirmek, uygulamaya dönük hazırlıkları gözden geçirmek, müşterek harekatta görev alacak ast birlik ve karargahların çalışmalarına yön vermek ve personelin eğitimlerini geliştirmek, komuta kontrol sistemlerini gözden geçirmektir. KISA ÖZETİ: Türkiye ile Kırmızı (Yunanistan) arasındaki sorunların barışçı yollardan çözümlenememesi ve giderek tırmanan bir gerginlik dönemini kapsayan bir senaryo içerisinde Ertuğrul Harekat Planı'nın incelenmesidir.” Görüleceği gibi, Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Yalman, kitapta verdiği direktifte semineri Yunanistan'ı konu alan bir dış tehdit senaryosuna odaklamıştır. KARARGAHTAN GELEN ÜÇ MADDELİK HASSAS MESAJ Kara Kuvvetleri Komutanı'nın bu talimatı 2 Ocak 2003 tarihli. Bu talimatın gitmesinin hemen ertesi günü (3 Ocak) Kara Kuvvetleri Komutanlığı karargahından Birinci Ordu Komutanlığı'na ikinci bir yazı gider. Bu mesaj 12 Aralık tarihli Birinci Ordu yazısına 2 Ocak tarihli kitapla çizilen çerçevenin ardından verilen resmi yanıtı içeriyor. Hemen girişinde, “ilgi” olarak 12 Aralık tarihli Birinci Ordu'nun yazısı gösteriliyor. Üç maddelik bir mesaj bu. Birinci maddesinde, “1'inci Ordu Plan Semineri Uygulama Esaslarının ilgi- ile alındığı belirtiyor. (Yani, “12 Aralık 2002 tarihli yazınızı aldık” diyor) İkinci maddesinde, faaliyetin Genelkurmay'ın 2003-2006 tatbikat programı dokümanında emredilen özelliklere göre icra edilmesi gerektiği belirtiliyor. (Ki bu da, 2 Ocak tarihli Kara Kuvvetleri talimatının kaynağı olan bir program.) Ve nihayet mesajın üçüncü maddesinde şöyle deniliyor: “İlgi ile teklif edilen senaryonun, 1. Ordu K. plan semineri (4-6 Mart 2003)'nden sonra, 1'inci Or. K.'nca tespit edilecek bir tarihte, plan çalışması şeklinde incelenmesini, planlanacak tarihin bildirilmesini.” Mesajın altında “Müsaade eden isim ve imza” bölümü var. Burada “İlker Başbuğ Orgeneral Kurmay Başkanı” yazılı. Ve üstte de Başbuğ'un imzası yer alıyor. BAŞBUĞ'UN MESAJI UYGULANSAYDI Bu mesaj ne anlama geliyor? Orgeneral Başbuğ, Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Yalman
adına gönderdiği bu mesajla, Birinci Ordu'ya “O senaryoyu şimdi görüşmeyin, mart ayındaki seminerden sonra görüşürsünüz ama bize önceden tarihini bildirmek koşuluyla” diyor. Kara Kuvvetleri karargahı, sonrası için de kontrolü elinde tutmak istiyor bir bakıma. Birinci Ordu Komutanı Orgeneral Doğan ise geri bölge emniyeti dahil olmadan yalnızca dış tehdit senaryosu görüşülmesinin doğru olmayacağı, bunun güvenlik açısından zafiyet yaratacağı görüşündedir. Orgeneral Doğan, seminere ilişkin ayrıntılı cereyan tarzları hazırlatarak 31 Ocak tarihinde aynı senaryoyla birlikte Kara Kuvvetleri'ne gönderir. Bu haliyle, Orgeneral Başbuğ imzalı Kara Kuvvetleri mesajına rağmen, Birinci Ordu plan semineri için aynı senaryoyu gündemine alır. Kara Kuvvetleri Komutanlığı, 31 Ocak tarihli bu yazıya karşılık vermez, Orgeneral Doğan'ın pozisyonunu bir bakıma kabul eder. 5-7 Mart 2003 tarihlerinde yapılan seminerde Türk-Yunan savaşının yanı sıra iç tehdidin de ele alındığı karma bir senaryo görüşülür. Bu senaryo şimdi Balyoz iddianamesinde Savcıların darbe suçlamalarına dayanak olarak gösteriliyor. GENELKURMAY BELGE HABERİNİ TEKZİP ETMİŞTİ Başbuğ imzalı belgenin Hürriyet Ankara Temsilcisi Metehan Demir'in geçen nisan ayı başında yazdığı iki önemli haberle de yakından ilgisi var. Bu haberlerde geçen mart ayı başındaki Balyoz tutuklamalarından hemen sonra Çankaya Köşkü'nde Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün başkanlığında yapılan, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve Genelkurmay Başkanı Orgeneral Başbuğ'un da katıldığı Balyoz tutuklamalarına ilişkin bir toplantıyı konu ediliyordu. İlk habere göre, Orgeneral Başbuğ Birinci Ordu'daki seminerde bazı hatalar yapıldığını belirtmiş, bu konuda Cumhurbaşkanı'na bir de belge göstermişti. Bu haber ertesi günü Genelkurmay tarafından tekzip edilmişti. Açıklamada, “incelemeye ilişkin” bir belge olmadığı belirtilmişti. Bugün yayımladığımız belge, en azından seminerin hazırlık sürecinde Orgeneral Başbuğ'un bu seminere ilişkin çok kritik bir belgede imzasının olduğunu, plan semineriyle ilgili gelişmeleri başından itibaren çok iyi bildiğini gösteriyor. 3 Ocak 2003 tarihinde Birinci Ordu'ya giden talimata imza atarken, bu belgenin tam 7 yılı aşkın bir süre sonra Genelkurmay Başkanlığı'nı devredeceği gün Türk kamuoyunun bilgisine ulaşacağı, herhalde hiç aklının ucundan bile geçmemişti Orgeneral Başbuğ'un. Yarın seminer dosyasını toparlıyoruz. Balyoz: 20 - Askeri seminerde ses kaydı usulden midir? DÖNEMİN Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Aytaç Yalman, 2 Ocak 2003 tarihinde bütün Ordu Komutanlıklarına gönderdiği bir yazıda, o yıl düzenlenecek olan tatbikat ve plan seminerlerinin hangi esaslara göre yapılacağı konusundaki direktiflerini iletir.
BALYOZ İDDİANAMESİ (20) Orgeneral Yalman'ın bu talimatının C-2 ekinde, plan seminerlerinde dikkat edilmesi gereken başlıklar faslında bir dizi emniyet önlemi de sıralanmıştır. Bunlar arasında “ğ” bendinde şu önlem var:
“ğ. Harp Oyunu/Plan Tatbikatı/Plan Semineri çalışmalarının icra edildiği salonlarda ses ve görüntü kaydı yapılmayacaktır.” İki ay sonra Birinci Ordu Komutanlığı'nda 5-7 Mart 2003 tarihlerinde gerçekleştirilen plan seminerinin ses kayıtlarının deşifre dökümlerinin Balyoz iddianamesinde geniş bir şekilde yer alıyor olması, Orgeneral Yalman'ın bu emrinin gereğinin yerine getirilmediğini gösteriyor. SANIKLARDAN NEDEN SES KAYDI ALINDI? Bu durum, anlaşıldığı kadarıyla seminerdeki katılımcılardan birinin konuşmaları gizlice kaydetmiş olmasından değil, sunum ve tartışmaların tümünün Birinci Ordu tarafından kayda alınmış olmasından ve bu kayıtların daha sonra kozmik odada saklanmasından kaynaklanmıştır. Kozmik odadan seminerle ilgili belgelerin içinde bulunduğu CD'ler bazı şahıslar tarafından dışarı çıkarılırken, muhtemelen ses kayıtlarının bulunduğu kasetler de çıkarılmıştır. Bu kasetler daha sonra Taraf Gazetesi'ne intikal etmiş, buradan da Beşiktaş'taki Özel Yetkili Başsavcılığa teslim edilmiştir. Plan seminerinde senaryo üzerinden sunum yapan, bu sunumlar üzerinde görüş açıklayan generallerin, albayların konuşmalarının önemli bir bölümü, bugün Balyoz iddianamesinde geniş bir yer tutmakta, sanıklara yöneltilen suç isnatlarını desteklemek üzere delil olarak kullanılmaktadır. Bu kayıtlardaki bazı seslerin sahipleri anlaşılamadığı için, polis sanıkların bir bölümünün ses kayıtlarını almış, daha sonra bu kayıtları kasetlerle karşılaştırılarak ses tanımlaması yapmıştır. Kayıt sırasında bazı sanıklara Birinci Ordu Komutanlığı'nın tarihçesinin okutulduğu anlaşılıyor. SEMİNERE KATILMIŞ OLMAK SUÇ MU? Seminere katılıp konuşmuş olması, suçlanan bir sanığın darbe hazırlığının içinde olduğuna mı işaret eder? Savcılar, seminerin katılımcılarının önemli bir bölümü için bu kanaate sahip. Buna karşılık, konuşmalara bakıldığında, katılımcıların büyük ölçüde kendilerine talimat olarak iletilen senaryo ve bu senaryoya göre geliştirilen planlar üzerinde kanaat belirttikleri görülüyor. Kayıtlara göre, yer yer iç politikanın karasularına giren, yetki aşımına işaret eden bazı beyanlara rastlanmakla birlikte, açıkça bir darbe planı üzerinde konuşan herhangi bir konuşmacı yoktur. Keza, Balyoz, Suga, Oraj gibi planlara da atıf yapılmamıştır seminerde. Katılımcıların hepsi, görevlendirildikleri için o plan seminerinin yapıldığı odadan içeri adım atmış olan askerler. Örneğin 2. Kolordu'nun koordinatörlüğünü ve seminerdeki sözcülüğünü, 2003 yılında bu kolordudaki en kıdemli tugay komutanı olarak 92'nci Zırhlı Tugay Komutanı olan Tuğgeneral Ali Karababa yapmıştır. Kolordunun en kıdemli tugay komutanı bir başka tuğgeneral olsaydı, Karababa'nın yerine sunumu o yapacak, muhtemelen bu konudaki suçlama da ona yüklenecekti. Aslında Savcılar açısından seminere katılımı darbe iddiası ile ilişkilendiren en önemli bağlantı noktalarından biri, ilk kez Taraf Gazetesi'nin duyurduğu “Balyoz Harekât Planı” belgesi içinde geçen cümlelerden biridir. Bu cümlede, “Balyoz Güvenlik Harekât Planı ‘Olasılığı En Yüksek Tehlikeli Senaryo' (OEYTS) isimli jenerik bir plan şeklinde bir plan seminerinde denenecek ve müzakere edilecektir” deniliyor. Savcılar, buradan hareketle 5-7 Mart 2003 tarihli plan seminerinde görüşülen OEYTS'yi aslında darbe hazırlığı olarak görüyor, dolayısıyla plan seminerini de darbe organizasyonunun bir parçası olarak değerlendiriyor. TSK'NIN ÇIKARMASI GEREKEN DERSLER
Gelgelelim, söz konusu Balyoz belgesi, aynı zamanda bir dizi mantık, zamanlama ve yazışma hatalarını barındırdığı iddiasıyla sanıklar ve savunma tarafından sahiciliği ciddi şekillerde sorgulanan bir metindir de. Dolayısıyla yargılama sürecinde mahkeme heyetinin bu belgenin sahici olup olmadığı hususunda geliştireceği kanaat, davanın bütünü üzerinde belirleyici bir rol oynayabilir. Bu husus bir tarafa bırakılırsa, 5-7 Mart 2003 tarihli plan seminerinin, özellikle hazırlık aşamasında TSK'nın hiyerarşik yapısının işleyişi ve ayrıca icra aşamasında operasyonel anlamda (örneğin ses kaydı alınması) karşımıza çıkardığı bir dizi problemli durum ve uygulama vardır. Bunlardan gerekli sonuçları çıkarmak öncelikle TSK'nın konusudur. Bu noktada plan semineriyle ilgili tartışmayı -şimdilik- burada kesip, dizinin bundan sonraki bölümünde dikkatlerimizi iddia makamının sanıklara yönelttiği suç kategorileri, sanıklarla ilgili gözetilen kriterler, delillendirmenin nasıl bir sistematiğe dayandığı gibi sorulara çevireceğiz. (Not: Bu yazı, Sayın Çetin Doğan'ın dün yaptığı açıklamadan önce kaleme alınmıştır. Açıklamayı yan sütunlarda bulabilirsiniz.) Balyoz: 21 - Bir generale darbe suçlamasının anatomisi BALYOZ iddianamesinin 20 numaralı sanığı, 2003 yılı ağustos ayına kadar 1'inci Ordu'da 2'nci Kolordu Komutanlığı'na bağlı Malkara'daki 95'inci Zırhlı Tugay'ın komutanı olarak görev yapan Tuğgeneral Ali Karababa.
BALYOZ İDDİANAMESİ ( 21 ) Karababa, 2002 yılı sonunda 2'nci Kolordu Komutanlığı tarafından kendisine verilen bir emirle, 5-7 Mart 2003 tarihlerinde Birinci Ordu Komutanlığı karargâhında gerçekleştirilen plan seminerine katıldı. İddianamenin mantığını anlayabilmek ve sanıklara yöneltilen suçlamaların ne şekilde kategorize edildiğini gösterebilmek açısından Karababa'nın durumunu bir örnek olarak inceleyelim. BİRİNCİ ORDU'NUN RESMİ YAZIŞMALARI Tuğgeneral Karababa hakkındaki delil ve değerlendirmeler, iddianamenin 566 ile 573'üncü sayfaları arasında yer alıyor. Bu bölümde, savcıların Karababa hakkında dosyaya koydukları delillerin geniş bir özetini ve kendisine yükledikleri darbecilik suçlamasına ilişkin mütalaalarını okuyabiliyoruz. İddianameye ek 114'üncü klasörde de delillerin orijinal belgeleri yer alıyor. İddianamede Karababa ile ilgili karşımıza iki tür “delil” çıkıyor. Birinci grupta Karababa'nın 5-7 Mart 2003 tarihinde icra edilen plan seminerine katılmasına ve burada yaptığı sunum ve konuşmalara ilişkin belgeler yer alıyor. Bunların hemen hemen hepsi Birinci Ordu'nun seminere ilişkin resmi yazışmaları. Bunların kimin tarafından hazırlandığı belli, sahicilikleri tartışılmıyor. İkinci grupta ise çoğunluk kimin tarafından hazırlandığı belli olmayan ve içinde ya doğrudan Karababa'nın ya da onun maiyetindeki görevlilerin isimlerinin geçtiği belgeler var. Bu belgelerin ortak özelliği imzasız olmaları. Savcılar, bu belgelerin önemli bir bölümünün Birinci Ordu Karargâhı içinde hazırlandığını ileri sürüyor. Önce birinci grupla başlayalım.
‘BİRİNCİ ORDU'YA HOŞ GELDİNİZ' Delillerden biri, “Plan Semineri Broşürü” başlıklı belge. Broşürün ikinci sayfasında “Birinci Ordu Komutanlığı Karargâhı'na Hoş geldiniz” ibaresi bulunuyor. İddianamenin 570'inci sayfasında şöyle deniliyor: “Belgenin içeriğine bakıldığında bahse konu seminere katılacaklar için hazırlanmış tanıtım kitapçığı olduğu, Orduevleri Yerleşim Planı başlığı altında ‘Tuğg. N.A. KARABABA' şeklinde şüphelinin isminin yer aldığı...” Ek klasördeki belgeye göre, Tuğgeneral Karababa Harbiye Orduevi'nde kalmış. Buna karşılık seminere katılan diğer generallerin çoğu Fenerbahçe Orduevi'ne yerleştirilmiş. İddianame devam ediyor: “‘FOTOĞRAF TOPLU' isimli Powerpoint belgesinin belgesinde ‘Plan Semineri Fotoğraf Çekimi' başlığı altında şahısların isimlerinin rütbe sırasına göre dizilmiş olduğu, üçüncü sayfada TUĞG. KARABABA şeklinde şüphelinin isminin yer aldığı...” Savcılar, sanığın salonda oturduğu yerden fotoğraf çektirirken salonda nerede durduğuna kadar bütün detayları iddianameye girmiş. Bu arada Karababa'nın İkinci Kolordu'nun koordinatörü olarak üzerinde konuştuğu sunumdan bölümlerin ve ayrıca komutanlarının senaryoya ilişkin bazı sorularına verdiği yanıtların ses kayıtlarının dökümlerinin de ana hatlarıyla yine bu birinci kategoride yer aldığını söyleyebiliriz. Savcılar, bu resmi semineri, görüşülen senaryo nedeniyle bir darbe provası olarak görüyor. 212 GENERALİN OLDUĞU LİSTEYİ KİM HAZIRLADI? İkinci kategoride ise seminer çalışmasının dışında kalan, Savcıların yine darbe planının hazırlığı içinde gördüğü farklı bir grup belge var. Bunlar içinde darbe planı olduğu iddia edilen “Balyoz Harekât Planı”nın eki olarak gösterilen Ek-A ve Ek-B belgeleri önem taşıyor. Savcılar, EK-A belgesinde Karababa'nın da adının geçtiğini, bu belgenin kendisinin Balyoz darbe planında görevlendirildiğinin delili olduğunu iddia ediyor. EK-B ise “Özel operasyon ve sorgulama ve görevli toplama timlerinde görevlendirilecek personel listeleri” başlıklarını taşıyor. Savcılar, bu timlerde Tuğgeneral Karababa'nın komutanı olduğu 95'inci Tugay Komutanlığı'ndan 27 personelin bulunduğunu belirtiyor. Savcının dayandığı bir başka delil, 11 No'lu CD içinden çıkan bir “GEN ETÜD” isimli bir excel dosyası. Bu dosyada 212 adet general ve amiralin ismi ve bu çerçevede Tuğgeneral Karababa'nın da ismi de yer alıyor. Savcılar, bu dosyada her bir ismin karşısında muhtelif bilgilerin yanı sıra “Destekler” ya da “Desteklemez” şeklinde notların düşülmüş olduğunu belirtiyor. İddianameye göre, bu dosyada Karababa'nın isminin hemen karşısında kırmızı renk ile “++” işareti yer alıyor. Daha önce vurguladığımız gibi, bu kategorideki belgelerin hiçbirinin altında imza yok, hatta bazılarında isim de yok. Balyoz davasında sanık olarak yargılanan, Birinci Ordu'daki plan seminerine katılmış Kara Kuvvetleri mensubu pek çok subaya yöneltilen suçlamada, karşımıza Ali Karababa'nınkine benzer, her iki kategorinin iç içe geçtiği bir karma delillendirme kalıbı çıkıyor. Ali Karababa, bu deliler nedeniyle yaklaşık iki buçuk ay kadar Silivri'de tutuklu yattı.
Yarın, söz savunmanın. Sonradan tümgeneralliğe terfi eden ve 2007 yılında emekli olan Karababa, bu deliller karşısında kendini nasıl savundu? Meriç'e taarruz derken darbe sanığı olmak “NEHİR Geçiş Planı ve Manevra Planı'nı açıklayınız. Hedefi ele geçirinceye kadar cereyan edecek muharebeleri nasıl tahayyül ediyorsunuz?” “Bölgeniz takviye edilmeden önce vuku bulacak mahdut hedefli bir taarruza karşı Ferre Kupürü'nü savunma planını açıklayınız?” “65 kilometrelik Saros kıyı emniyetini nasıl sağlayacaksınız?” Bütün bu sorulara ve oklarla İkinci Kolordu'ya bağlı birliklerin Türk-Yunan sınırını çizen Meriç Nehri'ne doğru muhtemel taarruz hamlelerini gösteren haritalara, Balyoz iddianamesinin eklerinde rastlayabilirsiniz. TRAKYA'DAKİ 4 TUGAYIN ORTAK ÇALIŞMASI Sorular “inceleme konuları” başlığı altında, İkinci Kolordu bünyesinde 3-4 Şubat 2003 tarihleri arasında yapıldığı anlaşılan bir plan çalışmasının programında yazılı. Bu çalışma, bir ay sonra 5-7 Mart 2003 tarihlerinde Birinci Ordu Karargâhı'nda gerçekleştirilen Plan Semineri-2003'ün hazırlığına dönük. İkinci Kolordu çalışmasına, bu toplantıya ev sahipliği de yapan Keşan'daki 4'üncü Mekanize Piyade Tugayı, Tekirdağ'daki 8'inci Mekanize Piyade Tugayı, Gelibolu Ortaköy'deki 18'inci Zırhlı Tugay ve Malkara'daki 95'inci Zırhlı Tugay'ın tuğgeneral rütbesindeki komutanları ve maiyetlerindeki subaylar katılmış. Ek klasörlerdeki belgelere göre, çalışmanın ilk günü Türkiye ile Yunanistan arasındaki muhtemel bir savaş senaryosu üzerinde geçmiş, cephedeki kuvvet durumları karşılaştırılmış. Buraya kadar olan bölüm, 5-7 Mart 2003 seminerinin dış tehdit boyutuyla ilgilidir. Plan çalışmasının Kolordu Komutanı Korgeneral Engin Alan'ın komuta ettiği ikinci gününe (4 Şubat) ilişkin cereyan tarzına bakıldığında, saat “9.45-9.55: Olasılığı En Yüksek Tehlikeli Senaryonun (OEYTS) arzı” yazıyor. Öğle yemeği molasına kadar çalışma büyük ölçüde Birinci Ordu Komutanlığı tarafından gönderilmiş olan bu senaryonun tartışılmasına ayrılmış. BİR TABURU AZ KALSIN IRAK'A GİDİYORDU Bu, yazı dizimizde sıkça konu edildiği üzere, bir Türk-Yunan savaşıyla başlayan, aynı anda Kürtlerin Kuzey Irak'taki bağımsızlık talebiyle devam eden ve bu kriz ortamında İstanbul ve Kocaeli'nde irticai ayaklanmaların patlak verdiği, iç ve dış tehdidin iç içe geçtiği bir senaryodur. Savcılar, bu senaryonun darbe egzersizi olduğunu ileri sürüyor. Söz konusu senaryonun görüşüldüğü hazırlık çalışmasına katılan tuğgenerallerden biri de 95'inci Zırhlı Tugay Komutanı Ali Karababa'dır. Karababa'nın başında bulunduğu Malkara'daki 65 Zırhlı Tugay, Yunanistan sınırına yaklaşık 60 km uzaklıktadır. Tugayın görevi, muhtemel bir Türk-Yunan savaşında sınır güvenliğini sağlamak ve taarruzda öncü rol üstlenmektir. Bu, bir cephe tugayıdır ve geri bölge emniyeti ile ilgili bir görevi de yoktur. Ayrıca, 95'inci Tugay'ın ünlü 1 Mart 2003 tezkere oylaması öncesinde ABD'nin Irak'ı işgaliyle birlikte Türk ordusunun Irak'a girmesi ihtimali çerçevesinde bir zırhlı taburunu da Urfa'ya gönderdiği anlaşılıyor. Karababa, Korgeneral Alan ve Kolordu'nun diğer 3 tugay komutanı ile birlikte 5-7 Mart 2003 tarihleri arasında İstanbul'daki plan seminerine katılmış, en kıdemli tuğgeneral olarak İkinci Kolordu'nun OEYTS üzerindeki değerlendirmesini ve önerilerini iletmiştir. Savcılar, Tuğgeneral Karababa'yı bu senaryo üzerinde yaptığı sunum ve ayrıca yine darbe hazırlığı olarak gördükleri biri dizi belgede adı geçtiği için darbecilikle suçluyor. Bunlar arasında “Balyoz Harekât Belgesi”nin Ek-A Ek-B belgeleri ve bir de 212 generalin adının geçtiği, Karababa'nın adının karşısına “++” notunun düşüldüğü “Gen ETÜD” başlıklı bir belge de var.
‘EMİR VERİLDİ, KATILDIM' Ali Karababa, Savcılık ve Hâkim ifadelerinde, plan seminerine emir komuta zinciri içinde 2'nci Kolordu Komutanı'nın emriyle katıldığını, toplantıda suç teşkil eden hiçbir şey görüşülmediğini, Balyoz Planı'nın tartışılmadığını, bu planın adını basından öğrendiğini söyledi. Karababa, adının geçtiği “GEN ETÜD” belgesini ilk kez gördüğünü, belgenin kendisi için bir şey ifade etmediğini, diğer belgelerin de kimler tarafından hazırlandığını bilmediğini kaydetti. Onuncu Ağır Ceza Mahkemesi, Karababa'yı 6 Nisan 2010'da tutukladı. Avukatları, Karababa'nın serbest bırakılması için tam 7 ayrı dilekçe verdi. Karababa, 7'nci dilekçeden sonra serbest bırakıldı. Bu arada 1998 yılında baypas ameliyatı geçirdiği, 2006 yılında kalbine giden bir damara stent takıldığı, ayrıca tansiyon hastası olduğunu gösteren doktor raporları da, Karababa'nın Silivri'de 2.5 ay süren tutukluluğuna bir engel oluşturmadı. 2007 yılında tümgeneral rütbesinden emekliye ayrılmış olan Karababa'nın durumunu Genelkurmay'ın planladığı resmi bir seminere katılıp darbe sanığı olan askerlerin durumuna örnek olarak ele aldık. Seminere katılıp darbe sanığı olmayanlar da var. Bir de seminere hiç katılmayan ancak bazı listelerde adları geçtiği için sanık olarak yargılananlar var. Yarın onların durumuna göz gezdirelim. Balyoz: 23- Üç belge üzerinden müebbetle yargılanmak BALYOZ iddianamesi, geçen ağustos ayının başında yapılan Yüksek Askeri Şûra (YAŞ) toplantısında hükümetle ordunun üst kademesi arasında büyük bir gerilimin yaşanmasına yol açtı.
BALYOZ İDDİANAMESİ (23) Gerilimin kaynağında çok sayıda muvazzaf askerin (105 dolayında) sanık olarak iddianamede yer alması ve bunlardan 77’si hakkında YAŞ’ın hemen öncesinde mahkeme tarafından yakalama kararı çıkartılmış olması yatıyordu. Bu nedenlerle, YAŞ’ta terfisi görüşülmesi gereken pek çok kurmay subayın durumu askıda kaldı. Ve ilk kez bu yıl YAŞ’ta rütbelerindeki görev süreleri bir yıllığına uzatılan general ve amirallerin listesi kamuoyuna açıklanmadı. KUVVET KOMUTANLIĞINA ADAY YAŞ’ta temdit alanlardan biri, Balyoz iddianamesinin 95 numaralı sanığı olan, Boğazlar, Karadeniz ve Marmara’dan sorumlu Kuzey Deniz Saha Komutanı Koramiral Mehmet Otuzbiroğlu’dur. Bu uzatma kararı, Koramiral Otuzbiroğlu’nun kariyerini kritik bir kavşak noktasına taşıdı. Çünkü önümüzdeki yıl mevcut Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Uğur Yiğit görevindeki iki yılı doldurup emekliye ayrılacak, yerine Donanma Komutanı Oramiral Emin Murat Bilgel geçecek ve boşalacak oramiral rütbesindeki tek kişilik kadroya da atama yapılacaktır. Bu kadro için kıdemi yeterli olan potansiyel iki adaydan biri Otuzbiroğlu’dur. Gelin görün ki, Koramiral Otuzbiroğlu, kendisine önce Donanma Komutanlığı, ardından da Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’nın kapısını aralayabilecek olan bir eşiğe doğru yaklaşırken, bir yandan da 16 Aralık tarihinde Silivri’de başlayacak olan Balyoz davasında sanık olarak yargılanacaktır. Balyoz davası kısa bir süre içinde sonuçlanmazsa, önümüzdeki yıl ağustos ayında yapılacak olan YAŞ’ta Otuzbiroğlu’nun oramiralliğe terfi şansını kaybetmesi ihtimal dışı değildir. Bu yıl yaşanan kriz
hatırlandığında, sanıklığının devam edecek olması koramiralin terfisi açısından sıkıntı yaratabilir. İMZASIZ ÜÇ BELGEDE İSMİ ÇIKINCA Peki Mehmet Otuzbiroğlu’nu bu sıkıntılı durumun içine sokan iddialar nedir? Kendisiyle ilgili delil ve değerlendirmeler bin sayfaya yaklaşan iddianamede toplam 12 paragraf tutuyor. (Sayfa 772-774) Koramiralin suçlanmasının nedeni, 2 belgede adının geçiyor olmasıdır. Bir de adının geçmediği ama bunlardan birincisiyle ilişkili olan bir üçüncü belge var. Bu belgelerin üçü de imzasız bilgisayar çıktıları. Üçü de başkaları tarafından hazırlanmış. Başka bir anlatımla, dosyada doğrudan Otuzbiroğlu’nun bir eyleminden, tasarrufundan ya da ifadesinden kaynaklanan bir delil yoktur. Bu belgelerin ikisi, iddiaya göre bir darbe öngören “Balyoz Harekât Planı”nın Deniz Kuvvetleri’ndeki uzantısını oluşturan “SUGA Harekât Planı”nın eklerdir. Bunlardan birincisi Ek-B, SUGA bünyesinde “Çalışma Grupları Görev Bölümü” başlığını taşıyor. Belgeye göre, Mehmet Otuzbiroğlu’nun adının karşısında o yıldaki görevi olan Çanakkale Boğaz K. (Komutanı) yazıyor. İsmin yanında “icra edilecek görev” başlığının altında “Müzahir Sb/Astb listelerinin hazırlanması. (Çanakkale) yazıyor. Bu bölümde “grup personeli” olarak Deniz Binbaşı Hakan Çelikcan ve Deniz Yüzbaşı Necdet Doluel gözüküyor. İddianamede, bu belgenin 3 Ocak 2003 tarihinde o dönemde kurmay albay olan, bugün ise tümamiral rütbesinde bulunan Cem Gürdeniz tarafından yazıldığı ileri sürülüyor. Savcılar, ikinci olarak ilkinde “grup personeli” olarak adı geçen Dz. Binbaşı Çelikcan tarafından 7 Ocak 2003 tarihinde oluşturulduğu ileri sürülen bir belgeye atıf yapıyor. Bu belgede, Çanakkale Bölgesi’nde Deniz Kuvvetleri’nde görevli 72 kişinin isim, sınıf ve okul numaraları yazıyor. Bu belgede Otuzbirdoğlu’nun adı geçmiyor. Ama bu, ilk belgenin devamı gibi duruyor. Otuzbiroğlu hakkındaki üçüncü belge, KK.BİLGİ NOTU/EK-C Doc isimli “HASSAS PERSONEL LİSTESİ” başlığını taşıyan bir word çıktısı. Oluşturulma tarihi 15 Ocak 2003 gözüken bu belgenin altında yine Cem Gürdeniz’in ismi yazılı. Bu belgede, Deniz Kuvvetleri’ndeki 54 amiralin isim, soyad, rütbe ve sivil numaraları yer alıyor. Otuzbiroğlu 20’nci sırada yer alıyor. Otuzbiroğlu’nun “hassasiyet durumu” hanesinde “+” işareti var. HASSASLIK LİSTESİNİ ANLAYAMADIM Otuzbiroğlu, 4 Mayıs 2010 tarihinde verdiği Savcılık ifadesinde, gerek Balyoz, gerek Suga planlarını ilk kez basından duyduğunu söyledi, ayrıca 5-7 Mart tarihlerinde Birinci Ordu’da yapılan plan seminerine katılmadığını anlattı. Kendisine gösterilen her üç listeyi de ilk kez gördüğünü, bunların gıyabında hazırlandığını söyledi. Savcı adının karşısında “+” işareti düşülmüş olan listeyi gösterdiğinde, Koramiral Otuzbiroğlu, “Böyle bir listeyi ilk defa şu anda burada görüyorum. Buradaki artının ne anlama geldiğini anlayabilmiş değilim. Hassaslık listesini de anlayabilmiş değilim” dedi Otuzbiroğlu, bir belgede isminin yanında adı yazılı olan Hakan Çelikcan’ın bir dönem maiyetinde top tabur komutanı olarak çalıştığını, Yüzbaşı Necdet Doluel’i ise tanımadığını söyledi. Savcılar, iddianamenin 774’üncü sayfasında Otuzbiroğlu hakkındaki değerlendirmelerini özetle şöyle bağladılar: “Şüpheli her ne kadar üzerine atılı suçlamayı reddetmekte ise de; SUGA Harekat Planı kapsamında planın icrası için oluşturulan Çanakkale bölgesi müzahir subay ve astsubay personel listelerinin hazırlanması göreviyle ilgili olarak “grup başkanı” olarak görevlendirildiği, listelerin hazırlanmasını temin ettiği, SUGA kapsamındaki hassas personel listesinde yer aldığı, bu şekilde Türkiye
Cumhuriyeti Hükümetini Cebren İskat veya Vazife Görmekten Cebren Men Etmeye Teşebbüs suçunu işlediği kanaatine varılmıştır.” Burada adres gösterilen suç, Türk Ceza Kanunu’nun 312’nci maddesinin birinci fıkrasında düzenlenmiştir. Bu suça ceza olarak “müebbet hapis” öngörülmektedir. Yarın Balyoz’un denizci sanıkları açısından çoğu benzer bir suçlama kalıbı üzerinden şekillenen tabloyu incelemeye devam edelim.