KAPAK ÇEVĐRĐYAZIMI
HATIRAT-I NĐYAZĐ YAHUD TARĐHÇE-Đ ĐNKILAB-I KEBĐR-Đ OSMANĐDEN BĐR SAHĐFE KOLAĞASI RESNELĐ AHMED NĐYAZĐ 1324
Đstanbul Sabah Matbaası, Bab-ı Ali Caddesi 1326
HÜRRĐYET KAHRAMANI RESNELĐ NĐYAZĐ HATIRATI HÂTIRAT-I NĐYAZĐ
Örgün Yayınevi – Đstanbul - Birinci Baskı 2003
Resne taburu kumandanı ve fedakâr arkadaşlarımızdan Kolağası (Onyüzbaşı) Resneli Niyazi Bey'in "HÂTIRAT-I NĐYAZĐ" namıyla telif bu kitabın Đdare Heyetinin emirleri mucibince tetkik edilerek yazış ve hadiseleri sıralayış istikametinden münasip görülmüş olup muvafakıyetinden dolayı kendisini en samimî hislerle tebrik ederim. 20 Eylül 1908 Đttihat ve Terakki
Manastır Đttihat ve Terakki
Kaymakamlık Đdare
Vilâyet idare Heyeti
Azalarından
Azalarından
Manastır Merkez K. Y.
13. T. A. 2. Bl. Ütgm.
Kolağası
Mülazım-ı evvel
Hüseyin Avni
Sadık oğlu Yusuf Ziya
Niyazi Bey'in bu eseri tetkiki edilerek yukarıdaki tasdik mucibince münasip bulunmuştur. Böyle kıymetli bir eseri meydana getirmelerinden dolayı da kendilerini tebrik ederiz. 21 Eylül 1908 Đttihat ve Terakki Manastır Merkezi
MUKADDĐME Osmanlı tarihini dikkatle tetkik edenler, bu devrin hadiselerini, geçmiş devirlerin aşıladığı kötülüklerin, idaresizliklerin tesiriyle işleyemez hâle getirdiğini kabulde tereddüt etmezlerdi. Bunun için şu veya bu zamandaki hadiselerin tesirini o zamanın çevresinde değil, eski devrin gidişinde aramak lâzım gelir. Osmanlı tarihi dört mühim devreye ayrılmıştır. Bu devrelerin birbirini takip eden hadiselerini birbirinden kat'î hudutlarla ayırmış olduğu kadar da birbirine bağlamıştır. Bu hadiselerin akış ve gidişini kendine göre bir tekâmül içinde görürüz. 1299-1453 Osmanlı Devleti'nin kuruluşu ve onu takiben başarılı devre, 1453-1575 Balkanlardan Orta Avrupa'ya doğru akışla gelişen ekonomik, stratejik, sosyal yükseliş devri ve bunun en son dereceye ulaşması. 1579-1772 duraklama devrinin sebeplerini ve buna tesir eden hadiseler, 1772-1908 gerileme ve dağılma devri ise duraklamanın kaçınılmaz bir neticesi olması lâzım gelir. Kuruluş ve yükseliş devrelerindeki idarecilerin izlerinden yürümeyen duraklama ve gerileme devrinin devlet adamları, devletin bu vaziyete düşmesinin hazırlayıcısı olmuşlardır. Yüz elli seneden beri çeşitli siyasî hadiselerin tesiriyle tarihten silinmeye doğru giden Osmanlı Devleti, bu öldürücü tesirler altında hiçbir zaman ümitsizliğe düşmeyerek daima dayanma imkânını bulmuş, hayata devamım bırakmamıştı. Buna rağmen neye yaradı ki kendisini bu yok olmaya iten hastalığı bir zaman sonra öğrenip anlayamamıştı. Bütünüyle okuma ve yazmadan mahrum olup dünya gidişini takipten uzak olan millet, idarenin kendi hayatına ve sosyal yapışma olan tesirini kavrayamıyor ve onun tahammül edilmez istibdadı altında inliyordu. Her tarafıyla medhedilmeye değer on büyük padişahı yetiştiren Osmanoğulları, daha sonra karanlık ve kötü devirler içinde bile IV. Murat gibi kahramanlar, III. Selim gibi üstün zekâlar yetiştirmekle Osmanoğullarının henüz hayat zindeliğinde olduğunu ispatlamıştı.
Đlim, tecrübe ve danışma yoluyla devlet idaresinde yeni bir çığır açan III. Selim'in yetiştirmesi olan II. Mahmut gibi, Abdülmecit gibi padişahlar, ıslahat yolunda birçok adım atıp memleketi aydınlığa kavuşturmak istemişlerse de hadiseler, gerileme devrinden beri sürüp gelen dahili yıkıntılar, padişahların mani olmasını imkânsız bırakmıştı. Devleti yıkılma istikametine götüren dördüncü devrin hadiseleri, III. Selim'in iyi görüş ve düşünüş, malûmat ve sezişiyle birdenbire ters dönmüş, haksız akıtılan kam, şehit edilme hadisesi devletin geleceğinde kötü bir yolu açmıştır. Bu felâket II. Mahmut'un, Abdülmecit'in yetişmesinde mühim rol oynamıştır. Reşit ve Mustafa Fazıl paşaların yetiştirmeleri olan büyük devlet ve siyaset adamlarımız, millet büyüğü Mithat Paşalar, Şinasiler, Kemal beyler gibi devlet yolunda çalışan büyükler meydana getiriş, bunların hepsi, III. Selim'in açtığı çığırdan gidilmek yoluyla oluşmuştu. Siyaset istikametinde Mithat Paşa'nın edebiyat sahasında Şinasi’nin, millet yolunda Namık Kemal'in çocukları sayılan şimdiki inkılâpçı Genç Türkler de hep o yolun birer eseri olarak ortaya çıkmışlardır. Büyük şehit III. Selim'den başlayıp yine milleti yolunda şehit olan Mithat Paşa'nın tamamlanmasına çalıştığı o yem çığır, dördüncü kara devrin şanlı en uzun gecesi, yalancı bir tanyeri gibi gelip geçmiştir. Mithat Paşa'nın öldürülmesi ile her şey eski vaziyetine dönmüş, dördüncü karanlık devir bütün melânetleriyle geri gelerek yine o herkesi korkutup sindiren, yine o katliam ve istibdat, III. Selim'den evvelki devirdeki kötülükleriyle görünmeye başlamıştı. Bundan sonra kötülüklerin tesiri altında vatan, millet inlemiş, bu öldürücü tesir millet içinde alttan alta bir mukavemet hissi yaratmıştır. Đşte 23 Temmuz Đnkılâbı'nın gerçek yaratıcısı! Evet yüz şu kadar sene önce başlayıp da otuz iki sene kadar duraklayan bu büyük inkılâp, bir padişahın veya bir üstün zekânın tesiriyle ortaya çıkmamış, birçok hadiseler ve kötülüklerle karşı karşıya olan milletin ruhundan doğmuştur. Görülüyor ki hadiseler, şahısların veya onların zamansız olarak ortaya attığı usulün değil, gidişatın tesiri altında oluşa gelmiştir. Halkın inkişafı yolumda millet ve memleket için geleceği hazırlamak istikametinden yeni yollar aramak lâzım gelir. Yaradılışındaki olgunluk ve büyüklüğü yeryüzündeki bütün milletlerden üstün olarak Türk milleti henüz gençtir. Millet kendi kuvvetiyle müsavi olan geniş bir devlet kurduktan sonra onu muhafaza edecek yerde aşın ihtiraslara kapılarak tabii hudutlarını aşmış, lâzım gelenden çok koşmuş olduğu için birçok duraklamalara, gerilemelere düşmüştür.
1453'te girdiği ilerleme yolunda Osmanlı Devleti sırasında dinlenmek ve böylece de eksiklerini tamamlamak ihtiyacını düşünmeyerek büyük bir hırsla ileri atılmış, tabii hudutlarını aşmış, ulaştığı yerdeki yapması icap eden inkılâp ve ıslahatlara riayet etmemiş olduğundan 1575 senesinden sonra büyüklük hırsının tesiriyle kötü hâllere düşme yoluna girmiştir. Böylece günden güne genişleyen memleket hudutları içinde kalan yeni azınlıklar, Türklük vasatı içinde kaynaştırılmasının ihmal edilmiş olması, kuvvetin kaybedilmesi yolunu açmıştır. Şimdi biz üç yüz sene evvel, evet tam üç büyük asır evvel yapılacak işler karşısında bulunuyoruz. Hem de hiç müsait olmayan bir vaziyetle o kuvvet, o zaman, o takattan mahrum olarak. Şunu da unutmamalı ki ümitsizliğe düşmeye de sebep yoktur. O çağlarda saadetini padişahların hareketinden, sadrazamlarının gayretinden bekleyen Türk, bugün saadet ve hür olma istikametini kendi çalışma kuvvetiyle kazandı. III. Selim'in, Mithat Paşa'nın hareketi gibi bizim çalışmamızın bir kötü neticeyle karşılaşamayacağına itimat edebiliyoruz. Çünkü bugün yapılanlar, bir üstün insanın ortaya çıkardığı hadise gibi şahsî ve zayıf değildir. Hareketimiz umumi, muvaffakiyet milletledir. Böylece millet geleceğinin saadetini ve itimadını hazırlayacak bir kuvvete ulaşmıştır. Bunun için uzağı görmek, kanaat, sabır ve tahammül lâzım gelir. Yalnız evet, bu yolda yürürken şahsi, hissi ve çekişmelerden uzak kalınarak fikir birliğinde olmanın neticesi olduğu unutulmamalıdır. Resneli Niyazi
Đttihat ve Terakki teşkilâtından arkadaşım Kolağası Mecdettin'in teşebbüs ettiğim hadise üzerine beni tebrik eden mektubu. Resne Çetesi Kumandanı Niyazi Efendiye, Kahraman kardeşim, muhterem ve aziz vatandaşım! Kat'î bir ölümü göze aldırarak vatanın kurtuluşu için dağlara çıktığını, her biri birer ateş parçası olan iki yüz vatanperverin seninle olduğunu, alçak, alçak olduğu kadar da korkak olan hükümeti şaşkınlığa düşüren beyannamelerinin okunmasından sevinçle öğrendim. Bu kahramanca hareketini bütün vatanperverler gibi ben de acizane takdir eder ve tebriklerimi arz ederim. Bütün milletin ve belki bütün insanlık dünyasının alkışla karşılaştığı bu ilk şanlı teşebbüsün yakın zamanda muvafakıyete ulaşacağına teşkilâtımızın ümidi kuvvetlidir. Hele ben, seni her zaman bu gibi kuvvetli bir insan isteyen hareketin başında bulunduran talihin cazibesinden, itimadım olduğu için daha çok mesudum. Sen yine vatanperverlerin başı, fedakârların kumandam oluyorsun. Vatan yolunda çalışmayı kimseye bırakmıyorsun. Geleceğin öyle gösteriyor. Seni daima vatanı kurtaranların başında bulunduruyor. Bundan sonra on iki sene evvel de aynı muvaffakiyetin yaratıcısı olmuştun. Yunan Harbi'nde Tesalya muvaffakiyetini tesirsiz bırakarak vatanı tehlikeye düşüren Yanya perişanlığını muvaffakiyete götüren kahramanca hareketini elbette hatırlarsın. Yine o zaman bir alay yiğitin mesuliyetini üstüne alarak yaptıkları hareketin başında sen bulunmuştun. Evet, evet, o zaman yine sen Yanya Kolordusunda, iyi niyet ve kuvvetten mahrum bir kocaman ordunun alçaklığı neticesi olarak harp etmeksizin rezilce dağınık bir çekilme ile hududu, tahkim edilmiş mıntıkaları, o yer yer tabii istihkâmlarla sarp dağlar, geçitler, boğazlarla tahkim edilmiş ve müdafaası kolay olan vatanı, tüfek patlatmaksızın bırakarak ve ufak bir aracı ile dağılarak çekilmeyi, sinmeyi olsun düşünmeyerek Yanya Ovası'na kadar kaçan perişan ordunun, evet o bütün moral kuvvetini kaybetmiş yirmi bin kişilik ruhsuz ve kansız bir ordunun Yanya Ovası'nda Kırmızıkilise civarında mukaddes ve hürmetli bir hatibin kanlı yaşlarla anlattığı kalpleri dolduran kelimelerle morallerini yükselterek intizama koyup, fedakâr birlikleri içinde bulunarak
vatanperverlikle ortaya atılmış, tehlike ile karşı karşı düşen vatanı, yerle bir olan askerlik namusunu kurtarmak için en önde bulunmuştun. Bilirsin ya, o zamana kadar düşman ümit etmediği muvaffakiyetlere varmış hiç harp etmeden mağlubiyeti kabul eden bu ruhsuz birliklerin boşalttığı boğazlan, dağlan, sırtlan, tepeleri, kaleleri tutmuş, bir kat daha tahkim etmişti. Böylece lekelenmiş olan askerlik namusunu kurtarmak için ölümü bile göze alan Miralay Mustafa Bey ile Erkânıharp Binbaşı Recai Bey'in tavsiyelerine uyan fedakâr taburların en ilerisinde giden taburunun Binbaşısı Ahmet Siyavüş Bey daha doğrusu talih seni en önde yürüyen bölüğün başucunda bulundurmuştu. Beşpınar Kalesi'nde yerleşen düşmanı ilk yiğitçe vuruşunla titreten, o yüz kızartıcı geri gelişimizi düşmana bir plân gibi gösteren senin kahramanca saldırışın, evet senin bütün arkadaşlarına misal olan hareketin olmuştu. Đşte bu kere talih yine sana döndü. Yine sen vatanperverlerin lideri oldun. Teşkilâtımızın sana karşı beslemekte olduğu itimat ve hürmete lâyık olduğunu göstereceğinden kat'îyetle eminim. Nazım Bey hadisesinden dolayı sanık olarak Đstanbul'a istenen Enver Bey'in de Selanik'te ortadan kaybolduğu resmen tebliğ edildi. Kat'î olan bir şey varsa onun da Selanik vilâyeti içinde aynı teşebbüse geçmek üzere kaybolduğudur. Görünüşe göre bugünlerde bizde de bu istikamette hareket için müsaade verilecektir. Bütün zabitler, evet birliklere kumanda eden bütün zabitler bizimle beraberdir. Ya vatanı kurtaracağız, ya öleceğiz. Đki gözlerinden öper, bütün vatanperver kardeşlere selâm ve hürmetlerimi yollarım… 6 Temmuz 1908
BAŞLAMADAN EVVEL
Muhterem vatandaşlarım, okuyucularım, hatıralarımı yazmaya başlamadan evvel size birkaç kelime ile hayatımı anlatmayı vazife saydım. Benim küçücük hizmetlerimin olduğundan çok büyütüldüğünü görüyorum. Şahsiyetimin, yaptığım işin bu kadar büyük alkışlara kıymeti olmadığını anlatmak, ispatlamak için hatıralarımı yazmak zorunda kaldığımı söylemek istiyorum. Ben ne yaptım, bilmem? Đttihat ve Terakki Cemiyetinden aldığım bir emri; beni Resne'de bulunduran talih başka bir arkadaşın başına konmuş olsaydı benden daha az mı yerine getirecekti? Anlamak isterim: Bu büyük inkılâptaki hareketim, evet bu büyük inkılâbın millete getirdiği aydınlığın yalnız yapıcısı gibi gösterildikten sonra, şahsım o kadar büyütülüyor ki, bundan üzüntü duyuyorum. Millet ve memleket vicdanım derinliğine yaralayan bu kanaat, büyük bir hatadır, bir iftiradır. Bu aydınlık günlere ulaştığımız sırada büyük bir fikir, hak ve adalete aykırı düşer. Hakikati olduğu gibi belirtmek lâzım gelirse bu şerefi milletimizin büyük kabiliyetine ve Đttihat ve Terakki Cemiyetine bırakmalıdır. Evet millete! Malûmdur ki milletler, kendine yaraşan hükümetleri bulmuşlardır. Đşte hakikat bence budur. Bize inkılâbı hazırlayan; istibdat devrini atlatan, hürriyeti kazandıran, milletin bir an bile kötümserliğe düşüp tembellik yolun sapmadan geleceğe lâyık olabilecek terakki ve yükselme kabiliyetlerini kaybetmemiş olmasıdır. Otuz iki seneden zincire vurup istibdat altında yaşayan millet, (II. Abdülhamit’in istibdadı devri) bir dakika bile uykuya dalmadı. Đttihat ve Terakki Cemiyeti gibi kuvvetli ve gizli çalışan bir kuvvet, zekâsına ilâve ettiği bir şimşek hızıyla çalıştı. Çalışmalarına mani olan zulüm zincirlerini bir tarafını bile incitmeksizin gösterdiği maharet ve siyasetiyle parçaladı. Fırlattı attı. Hür oldu, mesut oldu. Şimdi benim ve benim gibi kendilerine verilen vazifelerden başka bir büyüklüğü görülmeyen ve isimleri hürriyetlerle söylenen insanlar ve onun yolunda yürüyenlerin yaptıklarını bu kadar büyütmeye, bizi bu kadar çok alkışlamaya yer olmadığını söylemek isterim. "Hâtırat-ı Niyazi" adıyla inkılâbımızın bir sayfasını anlatan şu eserimle tezimi müdafaa edebilmişsem kendimi
mesut sayacağım. Evet, inkılâbımızın pek ehemmiyetsiz bir bölümünü, Đttihat ve Terakki'nin yalnız benim tarafımdan yapılmış olan kesimini anlatan bu eserde benim hatıralarım, şahsî fikirlerim, eski hayatım görülecektir. Bundan dolayı okuyucularımdan Đttihat ve Terakkinin ne zaman, nerede ve nasıl kurulduğundan, her zaman sitayiş ile anılmaya değer kurucularından malûmat ve izahat beklememelerini isterim. Aslında büyük bir mahremiyet taşıyan bu büyük vazifeyi yapmaya kuvvetim de yetmez. Bu siyasî nezaket istikametinden hatıralarımı bile bütün açıklığı ile yazamadığımdan, milletimin yaradılışındaki büyüklük ve terakki yolundaki kabiliyetlerini alenî olarak anlatamadığından müteessirim. Bunun içindir ki bu noksanları örtmek için hatıralarımı mektep hayatımdan başlayarak inkılâp hareketine kadar olan pek de lüzumlu olmayan hadiselerle karıştırmak mecburiyetinde kaldım. Sizleri yorup sıkacak olan teferruatlı malûmatlardan zuhur edecek kusurun iyi niyetime bağışlanacağından ümitliyim.
Birinci Fasıl MEKTEP HATIRALARI 1887 senesi daha on dört yaşını tamamlamamış bir mektep talebesi iken vatanın yandığını, milletin ve memleketin battığını duymuş, padişahın çevresinin hainlerle sarıldığını öğrenmiştim. Manastır rüştiyesinde ders verişindeki ağır başlılık, malûmat ve aydınlatıcı çalışmalarına bağlandığım Bursalı Yüzbaşı Tahir Efendi gibi muallimlere sahip olması istikametinden ancak askerî rüştiyeden faydalanabileceğimi ve içimde yanan milletimin ve memleketimin düşüşünü mani olma çalışmaları için ancak askerî mekteplerde lâzım gelen malûmatı alabileceğimi düşünerek askerî rüştiyeye girmiştim. Askerî rüştiyenin son sene imtihanları bitince tatili geçirmek üzere Manastır'dan Resne'ye geçtim. Yakınlarım ve tanıdıklarım beni askerlik gibi şerefli bir mesleğe geçmiş olmamdan dolayı tebrik etmekle beraber mektepten yetişen zabitlerin hiçbir zaman Türk ordusunun eski şan ve şerefini muhafaza edemediklerini ortaya attılar. Beni fikrimden caydırmaya çalıştılar. Milletimin büyüklüğünden ve fakat hükümetin, hâkimlerin, saray çevresi denilen kötülük ve hıyanet yuvasından, ordunun gerilik ve düşkünlüğünden söz ettikçe ve son Türk-Rus Harbi'nde bir menfaat karşılığında padişahın etrafını alıp kandıranların kötü tesiriyle kazanmanın nasıl ortadan kaybolduğunu anlattıkça içim sızlıyordu. Hainler, alçaklardan öç almak gün ve kuvvetini bana vermesini Yüce Allahımdan diliyordum. Bu hislerimin tesiriyle askerliğe olan bağlılığım gittikçe artıyordu. Bundan böyle vatan sevgisi ufkumu güneş gibi aydınlatmış, gönlümü dünyalara açmıştı. Oraya ne yerleştirilirse yine bir boşluk, yine bir şeyler koymak gerekiyordu. Orayı yalnız vatan sevgisinin doldurabileceğini bana gizli bir ses durmadan tekrarlıyordu. Yakınlarımdan, sevdiklerimden hiçbirinin nasihati gönlümden yükselen bu arzuya mani olamıyordu. Vatan sevgisinin tesiriyle askerî mektebe girdim. Burada üç sene süren talebelik devresini yazmayacağım. Mektepteki hayatım bir tazyik altında olmakla beraber, dürüst ve çalışkan bir aile hayatı içindi. Fransızca muallimi Yüzbaşı Orhan ve tarih muallimi Yüzbaşı Tevfik efendiler, derslerinde sırası düştükçe
kahramanlık, insanlık, terakki, vatan sevgisinden söz ederek Türklerin ve Fransızların vatanperverliklerini de belirten hatıralarından söz ediyorlardı. Mektep olarak bu mukaddes yuvada başlıca edindiğim faydalar bunlar olmuştu. Mektep arkadaşlarımla ve hususî olarak cemiyetle dünya hâlinden söz ettikçe Namık Kemal'in bu büyük vatanperverin hürmetli, abideleşen şahsiyeti, ortaya koyduğu eserleri mevzuu bahis oluyor, bunların aydınlığıyla milletin büyüklerine, siyaset sahasındaki büyüklerimize, millet yolunda hizmetleri görülenlerden söz edilebiliyordu. Böylesine malûmatı olan, yüksek zekâsı alkışlanması lâzım gelen, vatan uğrunda tuttuğu istikametin değerlendirilmesi lâzım gelirken, bir köşeye itilip atılıvermiş olması beni düşündürüyordu. Bu fikirlerin altında kaynayan kanım, varlığımla o yükselişe engel olan maniaları imha etmek yolunda ölümü göze almayı bir vazife sayıyordum. Kendi kendime çok defa arkadaşlarıma şöyle seslenirdim: - Biz milletin, asker adını taşıyan şerefli bir kısmını, erlerinin zabitleri olmak üzere yetiştiriliyoruz. Vazifemiz vatanı müdafaa etmek, hücum eden düşmanı imha etmek değil mi? Neden talimimizde, programlarımızda vatan sevgisinden eser yok. Bizi akıl ve mantık yolunda mukaddes sayılacak fikirlerden uzak kalmak mecburiyetinde bırakıyorlar. Bu mukaddes fikirlerin gelişip terakkisine faydalı kitaplar okutmuyorlar? Ne için tarihin birçok çağlarından, bütün milletlerin gelişip terakkisinden misal alarak şu düşüşümüze mani olacak gençliği yetiştirmek istemiyorlar? Bize vatanperverliği öğrenmek için Fransızca eserler okutuyorlar. Ardı arası kesilmeyen bu 'neden'lere "Yıldız'ın menfaati için!" demekten başka ne vicdanım ve ne de bildiklerimin istikametinde bir sebep, ikna edici bir yol göremiyordum. Manastır'da bildiklerimden ve Resne'de tanıdıklardan duyduklarım, öğrendiklerim günden güne doğru çıkıyordu. Üstad Tahir Efendi'nin rüştiyede Namık Kemal'in ve eski yazarların eserlerinde belirttiği heyecanlı şiirlerin tesiriyle beni bağlayan vatan sevgisi, o çocuk ruhumu inkılâplara hazırlıyordu. Namık Kemal'in gönlüme ışık tutan ve karanlığa düştüğüm anlarda bir kurtuluş ümidi veren şu: Hakir olduysa millet şanına noksan gelir sanma Yere düşmekle cevher sakıt olmaz kadr ü kıymetten beyiti gibi hakikati aksettiren şiirleri, kafamda yarma itimat ışıkları yaratmaktaydı. 1894'te Pangaltı'da Harbiye'ye girdiğim zaman kendimi bir zindanda mevkuf sayıp mektepten, askerlikten tiksinmeye başlamıştım. Namık Kemal'in ve onun
gibilerin eserlerini ve adlarını ağzına almak en büyük kabahat olan bir yerde bulunuyordum. Orada o kadar genişleyip derinleşmek isteğinde olan gönül, iklimin, tabiatın ve Đstanbul'da o zaman bir dereceye kadar hür olan kütüphanelerin, kitapların, fikir sahası genişlemiş mekteplerin, mektep hayatı nihayet bulmuş etrafın, bu tesir ve tazyiki altında kendini yetiştirip hürriyete koşma istikametine girmişti. Neye yarardı ki devrin tazyiki bu çalışma ile orantılı bir tazyik sürdürüyordu. Bu tesirlere karşı yine etrafın aydınlanmasına aydınlığın muhafazasına edebiyat muallimi Kolağası Recep, Fransızca muallimi Binbaşı Ahmet, Tabiye muallimi Erkânıharp Yarbay Esat'ın -ki biz daha mektepte iken inkılâp hareketlerinin tahrikçileri oldukları suçlamasıyla Đstanbul'dan uzaklaştırılıp Arabistan'a sürülmüşlerdi- ders sırasında aydınlanmamız ve gelişmemiz için söyledikleri bize kafi geliyordu. Evvelâ Đstanbul'a, mektebe büyük bir arzu ve sevgiyle girdiğim hâlde zabit üniformasını bize veren mektep idare heyetinin, yani bir sürü casusların, bir sürü iki yüzlü vatan hainlerinin (Zeki, Rıza, Servet, Đsmail paşaların) mühürleriyle tasdik ettikleri diplomayı alıp çıktığım zaman mektebe, Đstanbul'a büyük bir iç burukluğu ve nefretle vedalaşarak ayrılmıştım. Çünkü o aralık memleketimin bir çiçek bahçesi, fakat Türklerin mezarı, politikacıların derinliğine düşünmesi lâzım gelen o güzelim eşsiz Girit Adası hadisesinde Babıâli'nin, hayır hayır Babıâli diyemeyeceğim, (Zira o yüz elli seneden beri kapatılmış, yerine saray çevresi ve Yıldız yer almıştır) Yıldız’ın takip ettiği hatalı istikamet, zabit olmak üzere o koca mektepte bizler gibi zincire vurulmuş fikirleri coşturmuş, Yıldız'ı telâşa veren Murat Bey'in Avrupa'ya kaçması ve neşriyatıyla genç bir devreye vatanperverleri canlandırmakta olduğu rastladığından vatanı kurtarmak için hazırlanan gizli teşkilâta katılmıştım. Murat Bey'in dönüşünden evvel mektebin muallim ve talebeleri arasında sınıf arkadaşlarımızdan Kandiyalı Hayrettin ve daha bir iki arkadaşı gibi sütü bozuk casuslar gizli teşkilâtımızı haber vermişti. Mektep idaresinin zulüm ve kötü tavrına karşı mevcut kuvvetimle kinimi yaşatıyordum. Bu mel'un hareketlerinden dolayı saray ve etrafı ile onun hizmetinde olanların bundan böyle karşısındaydım, diplomalarımızın verilişinde Zeki Paşa tarafından söylenip tarafımdan tekrarlanan yemin sırasında kalbimden vatanımın kurtuluş ve terakkisi istikametinde kimler çalışacaksa yalnız onlara bağlı kalacağımı söyleyerek öyle yemin etmiştim. Burada
arkadaşlarımdan benim gibi hareket etmemiş olanlar yalnız asilzade çocuklarıydı. Gençlik devresine ve ordu içine girdiğim güne kadar geçen çocukluk merhalesini burada bitirmeye, inkılâp fikrinin gerek bende, gerekse bütün zabit arkadaşlarımda ne kadar tesirli ve kuvvetli olduğunu böylece izah etmek mecburiyetinde olduğumdan okuyucularımdan af dilerim. Türklerin bir inkılâbı az zaman içinde büyük bir gayretle başarabileceğine inanmayan Avrupa'ya, bütün medenî dünyaya sorarım. Hürriyetin ilân edildiği gün umumî bir sevinçle kabul edilen fikir beraberliğinin yaratılmasına birkaç fedakârın çalışması yeterli midir? Đşte buracıkta milletimin bütün o büyük vasıflarını, bütün hürriyete düşkünlüğünü gözümün önüne getirerek biyografimi değil, ancak bütün alenîyetiyle hakikati ispatlamak için ta çocukluğumdan beri hatıralarımı yazmak suretiyle milletimin bu inkılâba nasıl istikâmet aldığını, bir ortam yarattığını ve hazırlandığını, münevver liderlerin çalışarak yarattığı ortamdaki gelişmesini vatandaşlarıma ve beni değerlendiren bütün Avrupalı münevverlere anlatmak istiyorum. Bu bir hakikattir ki onun yalanlanması için ortaya atılabilecek tek bir hadise bile düşünülemez. ZABĐT OLDUKTAN SONRA Zabitliğin memleketimiz içindeki üstün manasım idrak ederek, onu her şekliyle yerine getirmeyi düşünen vatanperver arkadaşlarım gibi ben de vatanımın intizam ve terakkisine faydalı kanunlara, lâzım gelen şekilde bağlanarak iyi bir zabit olmayı gaye edinmiştim. Đlk vazife aldığım birliğe gittiğimde, kanunlar yerine geleneklerin devam ettirildiğini ve birlikte kumandanın kendi görüş ve fikirleriyle şahsiyetten başka bir şeye müsaade etmeyen emirlerini ve bu şahsî davranışların tesirlerini görmekten hissettiğim bir üzüntü ile çalışmaya başlamıştım. Vazife aldığım 21. Alayın 4. Taburunda benden daha evvel gelen Leskovikli Mülâzım Kâmil'in teklifiyle hakikatleri yavaş yavaş kavrayabiliyordum. Askerliğin en üst kumandandan en alt kumandana kadar olan birbirine bağlanışında boşlukları görüyor, daha doğrusu bu çalışmanın kanun dışı selâhiyetsiz kimselere verilmiş olmasından zuhur eden intizamsızlıkları görebiliyordum.
Askerlik kademelerini hak etmeden aşarak yüksek yerlere ulaşan ve buralarda bulunmuş olan paşa ve üst zabitlerden bir kısmının uşaklıktan, damatlıktan, evlâtlıktan, casusluktan yetişme, haksız yere orayı ele geçirmiş, devletten para almak için, daha hakikati kapmak ve çalmak için çalışıp yaşayan birtakım şakşakçılardan ibaret olduğunu anlıyordum. Müteahhitlerle mutabakat, hazineyi soymayı, askerin yiyeceğini çalmayı, tütün idaresinden haraç almayı, kaçakçılığı bütün etraflarıyla öğrenmiş bir sürü haydut ve rezilin milletin kendine verdiği askerlik üniforması içinde cesaret ettikleri bu fena hareketlere karşı umursamazlık göstermelerine ve her türlü mesuliyetten uzak kalmalarına bir türlü akıl erdiremiyor ve bu kördüğümü bir türlü çözemiyordum. Her birlik ve her orduda, böylece yürüdüğüne inandığım bu fesadın çıkış yerinin saray ve etrafı olduğuna kanıveren, birçok hadiselerin ortadan kaldırılması ise devlet bünyesinde kuvvetli bir inkılâba ihtiyaç gösterdiğini düşünüyordum. Milletimin hayatını ve geleceğini engelleyen bu kötülükler içinde bazı münevver ve mühim insanların hiçbir tesir altında kalmayarak fikirlerini neşretmekle bizim gibi gençleri ümitsizliğe düşmekten alıkoymaktaydı. Doğruluğun, sadakatin, sanki bir kötülük, vazifeye sarılmanın âdeta fenalık sayıldığı, hakkın ve adaletin sessiz ve halsiz kaldığı bir memlekette, bütün devlet müesseselerinde olduğu gibi ordumuzda da aynı hayat devam ederken bütün bu suistimallere, bu küçüklüklere yalnızca birimizin, evet kalpleri vatanı geliştirip ilerletmek isteği ile yanan, yalnız başına çıkamayacağı bir güneş gibi ortadaydı. Yok olmak tehlikesine mukavemet etmek kaygusunda bulunan münevverler, bu kuvvetin önünde el ele vermiş aynı ideal ve birbirine samimî rabıtalı bir harekette çalışıyordu. Beraberlik! Devlet idaresinin değiştirilip tanzimi istikametinde söz-birliği etmiş olan hürriyetçiler, birçok mani karşısında birbirlerinden uzaklaşarak ümitsizliğe düşmüşler, korkunç bir kuvvetin hücumuna uğramışlardı. Bozguncular! Đşte bir cemiyeti imha edecek olan bu fenalık, cemiyetin birbirine kenetlenmesine mani oluyordu. Đnkılâbı gerçekleştirme istikametindeki ayrı ayrı fikirler Kanun-ı Esasiyi ortaya çıkarmak suretiyle ittifak ve ittihat tarzı olabilirdi. Yalnız, itimatsızlık da başta geliyordu. 1901 senesine kadar fikir beraberliği ve birlikteliği cemiyette ve münevver kimselerde görülmüyordu. Nihayetinde bu temin edilince Đttihat ve Terakki Cemiyeti meydana gelmiş oldu. Yalnız biraz geç hareket edildi. Aslında bu çalışma ve ittihat daha eskiden de vardı. Daha zabitliğimin ilk senesiydi. Yunan Harbi ilân edilmişti. Đnkılâp fikirlerinin gelişip yayıldığı bu zamanda
devlet, buna karşı Yunan Harbi ile mani olmak istiyordu. Erkânıharp zabitler, genç zabitler, mektep muallimleri, memurlar, mühendisler, avukatlar ve bazı münevver din adamları, talebeler vaziyetten endişe duyuyor, gün görmüş yaşlılar, Yıldız'dan, o kokmuş teşkilâtın neşrettiği fena kokunun dört tarafa yayılarak mikrop saçması, casusların her an adam takip etmesine karşı gizli gizli toplanıyor, vatan için tehlikelerle karşı karşıya olan ana ocağının kurtuluş yollarını arıyordu. Arap, Ermeni vatandaşlarımızın Anadolu'da, Yemen'de, Đstanbul'da yaptıkları isyanlar, Girit'teki kanlı hadiseler inkılâba çevrilmiş olmanın ve beraberliği yaratmanın en kuvvetli emareleridir. Beraberliğin ortaya çıkarılmasının bir an evvel tahakkuku lâzım geldiği hâlde memlekette bulunan azınlıklar ile başka istikametlerde mutabakat, devletin dikkatini üzerimize çekmeme için başka yollardan gidilmesine lüzum vardı. Mutabakatı temin etme gayesiyle buluşmalarımız ve haberleşmemiz büyük bir gizlilik içinde çok ağır ve kararsızlıklarla ilerliyordu. Hürriyet yolunda yapılan çalışmalara hariçten gelen tesirler bütün çalışmaları imha ederek itimatsızlık yaratmaktaydı. Hele harp ilâm ile beraber bütün fikirler başka istikametlere çekilmek isteniyordu. Münevver muhitin o sıralarda dayanağı olan Murat Bey'in, bir sürü çocuğun ve genç ümidin rabıtası olan Murat Bey'in avdeti ile ümitsizliğe kapılan bazı fena kimselerin, umumî itimat ve birbirine bağlılık gibi dünyanın altın ve gümüş servetlerinden daha kıymetli olan bir servet ve saadeti altınlar ile saltanata değişmesi, o zamana kadar herkesin sevgi ve hürmetini kazanmış olan gençleri büyük bir mesuliyet altına itmiş, satılan insan, milletin vicdanında lanetlenmişti. Bundan böyle, vatanın kurtuluşu için beraberliği isteyenler bozgunculukla, ahlâksızlıkla suçlanıyorlardı. Yunan Harbi'nden sonra 1901'de, hatta umumiyetle diyebilirim ki 1903 senesine kadar Genç Türkler bu zor vaziyette çırpmıyorlardı. Murat Bey'in hareketi bütün gençlere bir insana bağlanmanın, çalışmada aleniyet ve itimadın kötülüğünü göstermişti. Bu felâket gelecek için çok güzel ve faydalanılacak bir ders vermişti. Murat Bey'in riyaseti altında kurulan cemiyetin nizamnamesi hür bir devletin sosyal şartlarından pek az farklıydı. Bu yeni cemiyet, reisinin tesiri altında eziliyordu. Yalnız reisin üstün zekâsından, malûmatından, idare ve dayanışma kuvvetinden bir şeyler bekliyordu. Bu insanın düşüşü, her istikametten teşkilâtın da çöküşü demekti. Onun için bütün azınlıklar gibi, vatanımızın Müslüman cemaati de fena
idareden daha çok tesir altında kaldıkları hâlde, bu şekildeki beraberlik ve toplanışla bir muvafakıyet kazanamadılar. Reisin küçülmesiyle birer birer dağıldılar. Birlik fikri de yok oldu.
SÜRGÜNLER, ĐŞKENCELER Đtimadın yok olmasına, yeni fikir sahalarının silinmesine bundan başka tesir yapan sebepler de vardı. Şöyle hülasa edilirse devlet teşkilâtının, ordu kumanda ve kadrosunun, azınlıklar için mekteplerin ayrılışı, azınlıklar arasındaki muhafazakârlık Müslüman olmayanların sosyal hayattan ayrılışı cemiyet arasında bir itimadın temin edilmesine ortam yaratmıyordu. Onun için Genç Türklerin adalet, müsavat, kardeşlik adına yüklendikleri neşriyatın tesiri görülmüyordu. Cemiyetin ikazı için münevver insanların neşriyat sahasına attıkları yasaklanıyor, bunlar engizisyon cellâtları tarafından akıl ve hayale sığmaz işkenceler altında ya imha ediliyor ya da uzaklaştırılıyordu. Yenilik fikrini ve beraberlik ideolojisi etrafında toplananlara karşı gösterilen sertlik, boynu bükük millete vurulan ihanet satırı gençlerden kimini geri dönüşe, kimini de memleket haricine kaçmaya itiyordu. Böylece Yıldız'in altınları karşısında önünde diz çöken küçük insanlar, Yıldız'ı, hükümeti büsbütün kuvvetlendirmiş, gençliği temelinden yok etmişti. Bundan böyle Yıldız hükümeti Avrupa'ya kaçan gençleri kandırma yolundan vazgeçmiş, kendine karşı kalem kullananlara, yazı yazanlara, söz söyleyenlere tazyik ve imha etme hareketine girişmişti. Sivil ve askerî ceza kanunları bu yeni suçları cinayet sayarak suçlularını ölüm, sürgün gibi en ağır cezalarla korkutucu yeni yeni madde ve fasıllarla doldurmuştu. Beyoğlu mahkemele143 ri, Taşkışla Askerî Mahkemeleri, Yıldız'ın engizisyon çağına parmak ısırtacak sorgu hâkimlikleri hep bu mühim suçların dosyalarıyla uğraşıyordu. Hürriyetin ilân edildiği güne kadar sertliği günden güne artan bu istibdatın, vatanın dört köşesinde acentaları, ona canla başla hizmet eden fena ruhlu devlet adamları vardı.
Devlet kademesinde vazife almış Genç Türklerin asıl mesuliyeti, kendilerine verilen emri yerine getirmekle beraber bu cemiyet içinde de münevver muhitle birleşerek beraberlik ve hürriyet uğrunda çalışmaktı. Abdülhamit devri hükümetinin tesis ettiği mahkemelerin dosyalarında bu gençlerden tevkif edilenlerin zabıtları buna şahitti. Gençliğin bu bitmez tükenmez kuvvetine, yeniliğe karşı bağlanışına yeni yeni mukabil hareketler bulmakta müşkilât çekmeyen Yıldız, o fenalık yuvası, bir aralık Avrupa'da "Cihan titrer sebat-ı pây-i er-bab-ı hamiyetten" manasına gelen, vatanı için, hürriyet için çalışanları halkın gözünden düşürmek için hile yoluna saptı. Sadakat ve aynı istikamette yürüyormuş gibi hareket maskeleriyle donattığı casuslarını Avrupa'ya gönderdik Bunlara Genç Türkler adı altında birçok fenalık yaptırarak gençliğin beraberliği dağıtılmak istenmiş ve Türkiye'nin terakkisine taraftar olan Avrupa efkar-ı umumiyesini bulandırma ve itibardan düşürme istikametinde bir hayli uğraştılar. Birçok para saçıldı. Bu hareket ise hürriyetçi gençleri şaşırtmış, inkılâp fikrini altüst etmişti. Saraym altınlarıyla yapılan, vicdanların ümitsiz mahkemesi, o altınlarla her şeylerini satan gazetelerin ortaya attıkları bir aralık bütün dünyayı olduğu gibi saf ve masum olan cemiyet vicdanım da karşımıza çıkarmış gibiydi. Hele Yunan Harbi'ni açmakla halkın desteğini kazanan hükümet, ordunun Tesalya'da kazandığı muvaffakiyet üzerine bundan sonra beraberlik, sadakat gibi fikirleri ortaya atan144 lara Jön Türk nazarıyla bakıyor, sanki vatan düşmanı ve fesatçı sayıyordu. Bir aralık gençlik milletin nazarında bu kadar küçülmüşse de bu nazarlar çok uzun sürmemiştir. Saray istibdatının artması, Yunan oyunları karşısında Girit'ten askerin alınması, muvafakıyetle neticelenen Yunan Harbi'nin malûbiyetten bin kat acı ve gönül yaralayıcı bir netice alması millette hükümete karşı ve gençliği tutan bir vaziyet yaratmıştı. Hadiseleri olduğu gibi değerlendirmekten uzak olan cahil ve zavallı milletin bu değişiklikler arasında ne yapacağını şaşırmış bir kararsızlık ve çekingenlik içindeydi. Ben bile o kadar bu hareketlerin muhalifi olduğum hâlde ne yapılması lâzım geldiği fikri altında kararsızdım. Ne olmuştu? Yunan Harbi sırasında devletin gösterdiği harekete aldanmış, i-çi kaynayan milleti teskin edici, efkar-ı umumiyeyi yatıştırmak gayesiyle açılan bu harpte bir iyi niyet, bir kötülükten vazgeçme hareketi hissetmiştim.
Beşpınar Harbi'nde çocukluğumda etrafın mektepten çıkan zabitler hakkındaki fikirlerini tashih gayesiyle hareket etmeyi tasavvur etmiştim. Bunun için de bütün arkadaşlarım gibi olağanüstü bir çalışma ile kendimi yetiştirmiştim. Bunun için de sırasında askerî kaidelerin de dışma çıkarak harpte bana gösterilen yerleri bile bırakıp daha ileriye gitmeyi, kahraman ve sabırsız erlerimin önünde harp etmeyi düşünmüştüm. Harbiye'de, talebelerin padişahına sadakatini göstermek için bütün Harbiye Mektebi zabit arkadaşlarım gibi böyle hareket etmem gerekiyordu. Böylece de padişahın Harbi-ye'den çıkan zabitlere karşı itimadını temin etmek lâzım geliyordu. Ne yazık ki! Erkânıharp zabitlerin ve bazı namuslu kumandanlarımın gözleri önünde yaptığım fedakârlık üst kumandanlarca değerlendirilmiş ve eşsiz kabul edildiği için rütbem mülâzım-ı evvelliğe terfi ettirilmişti. Bir değerlendir1 AK me olarak da Beşpınar Harbi'nde bölüğümle esir ettiğim Yunanlıları Đstanbul'a götürmekle vazifelendirilmiştim. Vazife. mi bitirip Đstanbul'dan avdet ettikten sonra memleketimin inkılâba olan ihtiyacını daha iyi anlamış oluyordum. Evvelâ yolun üstünde Manastır'a varışımda burada bulunan kumandanlar ve üst zabitler bu vazifemden faydalanarak oğullarını, yakınlarını kayırmak, hazineden bir şey koparmak kaygısında olduklarını gördüm. Selanik'teki koskoca müşir bile bundan faydalanmaya koşmaktan geri kalmıyordu. Milletin avuç dolusu parasını alan büyükleri, gördüm ki millet ve devletinin menfaatinden çok, kendilerini düşünmektedirler. Harbiye Nezaretine götürüldüğümde Askerî Şûrada erlerin ayakkabıları hakkında bir neticeye varılamadığını öğrenince şaşırıp kaldım. Nazır Paşa, çarık, yemeni veya çizmeden hangisinin orduya kabul edilmesinde fayda vardır diye bana sual edince hayretim daha da artmıştı. Bu zamana kadar kumandanlarımız, müşirlerimiz, paşalarımız anlaşılıyordu ki vazifeleriyle uğraşmıyorlardı. Hâlbuki harp başlamış, neredeyse bitecekti. Saray etrafına sığınanlardan alay alay kordonlular harp başlayıp muvafakıyet emareleri göründükten ve hatta sona erdikten sonra bile gönüllü adıyla rütbe ve maaşlarını artırmak için akın akın harp meydanına koşuyorlardı. Harbin bütün yükünü omuzlarında taşıyanlara karşı gizli bir çekişme başlamış, rütbe ve nişan yağmasında ön safa geçmişlerdi. Kumandanların Tesalya'da yağma yapmak suretiyle küçülmeleri, birbiriyle yarış edercesine ticarete kalkışları -Hakkı Paşa'dan başkası- yaverlerin,
müfettişlerin hadiseden faydalanmaya koyularak hazineyi soymaktaki muvafakıyetleri ortaya yayılmış, benim gibi hükümetin iyi niyetine, fena hareketlerini bundan böyle değiştireceğine inanmış olan saf yüreklileri aydınlatmıştı. Hususî saray etrafında Harbiye'den 146 çıkmış zabitlere karşı gösterilen itimatsızlık ve hareket beni çok üzmüştü. Sarayda bana adımı ve rütbemi sordular. Beşpınar Harbi'nde, Harbiye'den çıktığımın sekizinci ayında mülâzım-ı evvel çıkarılmış olduğumdan hak etmeden ikinci bir yükseltilme talihsizliğine yer vermemek için mülâzım-ı sâni olduğumu söyledim. Padişaha arzedildikten mülâzım-ı evvel yükseltildiğim bildirilmiş ve on altın padişah mükâfatı almıştım. Hâlbuki Müşir Kâzım Paşa'nın benimle beraber gelen ve esirleri alıp orada burada kendini gösteren on üç yaşındaki oğlu, iki yüz lira mükâfat ve iki derece terfi suretiyle değerlendirildi ve yağverliğe alındı. Saraya alınmam için yapılan teklifi de kabul etmedim. Bu hadiseler karşısında devletin kendi kendini tanzim edemeyeceğini anlıyor ve bir inkılâba olan ihtiyacı düşünüyordum. Harp bitti? Bitmezden evvel saraydan ve devletten ordu ve idare hakkında yenileme istikametinden kumandanlardan ve erkan-ı harp zabitlerden teklifler istenmişti. Hâlbuki sonradan bunların da uyutma için uydurulmuş bir manevra oldukları ortaya çıktı. Böylece devlet bünyesinde batıya dönük hamleler yapmak isteyenlerin avlanması için bir tuzak kurulmuştu. Bu tuzağa düşen münevverler birer birer imha oldular. Devlet idaresi gibi ordu da eskisinden daha fena bir hâle geldi. Yunan Harbinden sonra gösterdiğim çalışma ve gayretime karşı geri vazife sayılabilecek olan Redif Birliğine verildim. Talih beni doğum yerim olan Resne yakınındaki Ohri Taburuna atmıştı. Đşte benim, Yunan Harbi'nden 1903 senesine kadar Genç Türklerin, vaziyetleri hiç de iyi olmayan bu teşkilâtın tekrar kendini göstermeye başlayıp etraftan alâka görmeye başladıkları zamana kadar hayatım, görgüm ve fikirlerim bunlardı. Đkinci Fasıl BULGAR ĐSYANI §
HARĐCÎ BASKILAR
1903 senesine kadar bu taburda depo vazifelisi idim. Vazifem dolayısıyla, Türkler, Arnavutlar, Bulgarlarla çok münasebetlerim oluyordu. Dört beş sene günden güne artan bir çalışma, canla başla Bulgarların büyük bir isyana girişerek kan dökmekten çekinmeyeceklerini duyuyor, görüyor ve tetkik ediyordum. Tırpan, koşa gibi yeni ziraat aletleri fabrikalarının seyyar vazifelileri olarak 1895'ten beri Makedonya'da Osmanlı Devleti'ne karşı isyanı hazırlayan Rus erkân-ı harp zabitleri ve vazifelilerinin Bulgar zabit ve papazlarının tesiriyle başlayan Bulgar inkılâbı, ancak 1903 senesinde teşkilâtını tamamlamış, Bulgarları umumî bir isyana bu kadar geç hazırlayabilmişti. Bulgarlarda inkılâp fikri o kadar çok inkişaf etmişti ki ilk senelerde köylüler Rusların bu ikazından devlete şikâyette bile bulunmuşlardır. Fakat devlet, Rusya'ya karşı hareketi siyasî münasebetler istikametinde menfaatları han-cinde gördüğünden bu isyan tohumlarının ekilip biçilmesine göz yumuyordu. Bu istikamette hükümetin bindiği dalı kestiğine bir misal vermek için Ohri Kaymakamı Ali Asaf gibilerin vazifelerini yapacak yerde vaziyeti haber veren devlete sadık Hristiyanı azarlayıp kovması kafi sanırım. Bulgar 148 isyanı idare eden dahilî teşkilâtta Resne Bulgarları* vazifeliydi. Komite teşkilâtı da buradan başlamıştı. 1903'te kendisini gösteren ilk isyan buradan başladı. Türk inkılâbı, inkılâp hareketi yine buradan başlamış ve bütün isyanlar burada nihayete ermiştir. Bulgar isyanı Rumeli'de intizam ve istikran bozduğu, ayrılık ve karışıklığı yaydığı hâlde, Türk hareketi onun aksine Bulgar isyanının dağıttığı fikri bir noktada toplamış, devletin bütünlüğünü ve hürriyetini ele geçirerek intizam ve emniyeti temin etmişti. Rumeli'de emniyet ve intizamı temin etmekte ordunun gösterdiği gayrete karşı sivil vazifeliler, emniyet teşkilâtları alâkasız duruyor ve bu bütün münevverleri üzüyordu. Polis, jandarma, adalet, sivil memurlar Bulgarların düşmanlığını, hareketini kötüye götürecek çalışmalardan çekinmiyorlar; halk ise Bulgarları haklı görüyor ve fakat memurların vazifelerini kolaylaştırması, göz yumması, alâkasızlığı karşısında silâh depolarına dönüşen Bulgar *
Resne'deki Bulgar kilisesinin yapılışındaki temel atma merasiminde hazır bulunmak maskesi altında Bulgaristan'ın her tarafından Bulgar Damyan Groyef ve Yuvançe Ketyan gibi birçok şahıs toplanarak komite kurmak için çalışmaya başlayıp yemin etmişler ve teşkilâtlarını genişletmeye teşebbüs etmişlerdi. Đşte Bulgar isyanı bu zaman başladı diyebiliriz.
köylerindeki hazırlıkların sonradan kendilerine kötülükler getireceğinden şüphelenerek müdafaaları için kanlarının son damlalarını akıtma kararını veriyorlardı. Şurada burada istikran bozan hadiseler Avrupa devletlerinin terakki yolundaki mukavemetleri yarını bile düşünmeyen büyükler tarafından telaşlanmaya sebep olmuş, hayatlarını sürdürmek için geçici bazı hareketlerini zorla kabul etmişlerdi. Böylece de mahkemelerin, köy bekçilerinin, köy iratlarını değerlendirenlerin, vergi toplayanların, jandarmanın yenilenip tanzimine karar verilmişti. Bu istikamette de değişik devlet dairelerinin fikirleri sual edilmekte, malûmat istenmekteydi. Đşe yaramayan memurların değiştirilmesi düşünülmüş, köylüden haksız yere lüzumundan fazla yiyeceği-ni elinden alan sistemin ortadan kaldırılması ve köy bekçilerinin itimat edilen insanlardan seçilmesi tasavvur edilmişti. Üsküp, Manastır, Selanik vilâyetlerindeki jandarma alaylarında bulunan okuma yazma bilmeyen, vazife kuvveti olmayan ve rüşvet almakla bilinen zabitlerin Harbiye'den çıkmış veya alaydan yetişmiş zabitlerle değiştirilmesi teklif edilmişti. Vergi bakımından da bir yenilik olarak belirli bir arazi vergisinin konulması düşünülmekteydi. Yapılacak bu yenilik için mıntıkada bir Umumî Müfettişlik kurulmuştu. Yapılanları Avrupalı ecnebiler takip edeceklerdi. Hâlbuki senelerden beri hürriyet için hazırlanan ve dişlerine kadar silâhlanmış bulunan Bulgarlar haricî tahriklerin tesirinden kendilerini kurtaramadıkları için iyi niyetlerine itimat duymadıklan devletin bu projesinden emin olmadılar. Girit'ten, Ermenistan'dan, Đstanbul'dan, memleketin her tarafındaki isyanlardan ve hadiselerden Bulgarlar birçok ders almış gibiydiler. Biliyorlardı ki idaredeki kötülük, devleti idare edenlerden çok idare şeklindedir. Bu şekil ve idare, sistem değişmedikçe bu tek idare edenin istibdatı değişerek Meşrutî idarenin kabulü için Müslümanlar arasında bir temayül, bir çalışma gayreti görülmedikçe, arzularının, mukaddes tanıdıkları hürriyetin, müsavatın kat'î olması imkânsızdı. Hürriyeti için kanma susamış, ölümü gözüne almış, kefenini boynuna sarmış Bulgarları tesiri altına alan ecnebiler, Türklerin umursamazlık ve gevşekliğinden, yalnız kendini düşünüp devlete aldırmayan idarecilerinden faydalanacak bundan daha iyi bir vaziyet olmayacağı kanaatine vardılar. Bulgarlar da 150
Ermeniler gibi, belki onlardan daha akıllıca bir siyaset ve ileri görüşlülükle Avrupa'da çalıştılar, seslerini duyurdular, kendi mevcudiyetlerini tanıttılar, efkâr-ı umumiyeyi kazandılar. Berlin Kongresi'ni yapan büyük devletin desteğiyle devletin söz verdiği yeniliklerin yapılmadığını ortaya atarak büyük devletlerin alâka ve tazyikini istediler. Avrupa'nın müdahelesine hak kazandıran bir kanlı isyanla dünyanın alâkasını ve sevgisini topladılar. Makedonya'da yapılacak ıslahat için Rusya ile Avusturya arasında geçerli olan statüko -mevcut vaziyeti muhafaza etmek- anlaşmaya rağmen Makedonya'da kan akmakta, iki tahrikçi devletin bütün bu fenalıklardan mesul olması lâzım gelirken, bu iki menfaatperest devlet her çeşit suçlamaya karşı dünyaya bir elinde zeytin dalı gösterirken diğer elleriyle silâh yardımı yapıyorlardı. Avrupalı büyük devletlerin menfaatleri Türkiye'de yenilik ve ilerlemesine bağlı gibi görünen bir iki devlet ile o iki menfaatperest hükümet tarafından hazırlanan tahripkâr kararı tasdik etmekten geri kalmıyordu. Đki menfaatperest grup arasında fikir ayrılığı bunun tatbik şekli idi. Bütün bu haricî tesirler karşısında da Türkler Rumeli'de Türk hâkimiyetini devam ettirmek için kararlı bir çalışmanın içinde sessizce bekliyorlardı. Rumeli'de gözleri olan Avrupalı büyük devletler bizim umursamazlığımızdan faydalanma yolundaydılar. Avrupa medeniyetine yakışmayacak bir şekilde kendi siyasetlerini lekeliyorlardı. Saray, Babıâli, millete zulüm yapan idare, Rumeli'de, Anadolu'da üzerine aldığı ıslahat hareketlerinden çekiniyor, savsaklayıcı hareketlerle zaman kazanma yolunu tutuyordu. Berlin Antlaşması'na imza koyan Avrupalı büyükler, bunun için işe burunlarını sokmak mecburiyetinde kalmışlardı. Neden, aynı zulüm altında tutulan bütün halklara karşı aynı alâka gösterilmiyordu? Yalnız kendi menfaatlerini düşünüyorlardı. Bunun için de Babıâli'nin politikasından, vurdum duy-mazlık ve korkaklığından faydalanmayı düşündüler. Fena hareketlerin sebebi olan Rusya ve Avusturya'yı hadiselerde en çok alâkalı oldukları için devletler teşkilâtında adalet balonundan şahit olarak bile kabul etmemek lâzım gelirken bu iki devleti ıslahat hareketinin tatbikinde vazifelendirdiler. Zaptiye alaylarının jandarmaya tahvili, Müslüman köy bekçilerinin yerine Hristiyan köy bekçilerinin konulması, adalet teşkilâtının genişletilmesi, jandarmaya bölge
nüfusu nisbe-tinde Hristiyan er alınması, birçok vazifelilerin uzaklaştırılması, umumî müfettişin tatbik ettiği diğer küçük ıslahatlara karşı Kuzey Arnavutluk'un isyanı, Anadolu'dan getirilen bir tümenle bölgeden alman birliklerden müteşekkil tümeni pekleştirmek suretiyle mani olunmuştu. Her zaman Müslümanların haklı ve doğru arzulan karşısında yaptıkları toplantıları dağıtmayı başaran Şemsi Paşa, bu işte büyük hizmette bulunmuştu. Binlerce insanın sürüldüğü kulelerin yerle bir edilmesi suretiyle Arnavutluk'a gözdağı verilmişti. Bu vaziyet karşısında Loma Arnavutları çok haklı isteklerde bulunmuşlardı. Bütün Arnavutluk bir isyan hazırlığı içindeydi. Hürriyet, müsavat istiyorlardı. Öteden beri devam eden ve Arnavutların tembellikle geri geri gitmelerine yol açan, kan gütmeye çare olacak bir müsavat ve bunu temin edecek hükümet arzu ediyorlardı. Hazırlanan isyan iyi teşkilâtlanmadığı ve Arnavut beyleri bu isyandan menfaat temin ettikleri, hükümette öldürenleri ceza yerine rütbe, nişan ve mükâfatla karşıladığı için arzu edilen gayeye varılamıyordu. Devletin bütün kuvvetiyle Arnavut'ta çalıştığı, umumî müfettişliği bütün kuvvetini -ast vazifelilere tatbik ederek Türkleri gerilettiği- kullandığı sırada Bulgarlar dahilî işlerini tanzim ediy152 or, teşkilâtlarını tamamlıyorlardı. Böylece Bulgarlar, hükümetin organizasyonundan faydalanıyor, kendilerinden polis, jandarma, bekçi yapmak suretiyle plânlarını tamamlıyordu. Hükümetin pek mühim olmamakla beraber iyi tatbik edemediği ilk devre jandarma ve polis teşkilâtları, kayırma ve rüşvetin tesirinden kurtulamadığı için Belçika ve Đsviçreli zabitlerin kontrolüne rağmen istenen neticeye varmaktan çok uzaktı. Bu iş için fena bir vaziyette olan zaptiye alaylarından bir iki yüz zabitle bin beş yüz ere yol vermek lâzım geliyordu. Yıldız için bunun tatbiki kolay bir şey değildi* (*). Senelerden beri ekmeğini bu yoldan sağlayan bir sürü ailenin geçimi bu yüzdendi. Buradan çıkarılacakla, bunların yerine konacakların müşkülâtı da ortadaydı. Aslında umumî valinin Rumeli'de vaziyeti, Yıldız'ın tesiriyle pek sınırlıydı. Bu hâl dolayısıyla da bölgede Yıldız'ın iş yapan eli olmaktan başka *
Kosova vilâyetinden (Manastır) açığa çıkanlan işe yaramaz ve dağ mektebinden yetişme zabitleri, saray Harbiye Nezareti'nin görüşünü almadan birer derece rütbelerini yükselterek orduda kullanılmalarını teklif etmişti. Selanik, Manastır vilâyetinden açıkta kalanlan da Yemen'e ve başka uzak vilâyetlere tayin etmişti.
bir vasıf taşımıyordu. Vazife bakımından bir hürriyet ve salâhiyete sahip değildi. Vazifesi Babıâli'nin, daha doğrusu Yıldız'ın göz boyaması kabilinden birtakım köksüz tadilât yapmaktan ibaret kalıyordu. Bulgarların devletin hareketi derinliğine etüt edip Avrupa'ya aksettirmesi, şikâyetlerinin nazarı itibara alınarak devlet üzerinde tazyik başlamıştı. Dahilde ve hariçte hürriyet için çalışan münevverler bu vaziyet karşısında yalnız halkın görüş ve fikirlerini batıya döndürmekle bir netice alınamayacağını anlamışlardı. Bir zamanlar Avrupa'da Damat Mahmut Celâlettin Paşa oğullarıyla, ismail Kemal Bey, Yarbay Đsmail Hakkı, Siyret beylerle Musoros Bey ve Avrupa'da bulunan diğer münevver Türkler dahildeki münevver Türkleri Avrupa'dan yardım istemeye kışkırtıyorlardı. Makedonya'da sık sık eksik olmayan isyanların, seslenişlerin menbaı, sebebi Türklerin hareketlerinde değil, hükümetlerinin istibdat idaresinde aramanın doğru olacağını Avrupa'ya tebliğ edilmesini istiyordu. Avrupa'daki münevverlerimizin bu istikametteki neşriyatına, Đttihat ve Terakki'nin Paris'teki toplantılarına arkadaşlarımdan Đzmir'de, daha sonra Selanik'te vazife almış olan mülâzım (şimdi kolağası) Mecdettin ile görüşerek öğrendim. Se-lânik'e hatta bundan biraz evvel Avrupa'dakilerle görüşüp mektuplaşmaya vasıta olan kendisi daha sonra beni Selanik'te Đttihat ve Terakki'den müteşekkil bir komitenin bulunduğundan malûmatlandırmıştı. Daha sonra Avrupa'daki münevverlerimizden Ahmet Rıza taraftarlarından başkasının Türkiye'de yapılacak ıslahat için Ermeniler, Bulgarlar gibi Avrupa'nın müdahalesini, yardımım arzu etmek fikrinde olduklarım, bunun doğru bir hareket olmadığını anlatmıştı. O günden sonra Ahmet Rıza Bey'in neşriyatına kalpten bağlanan gençlerimiz, zabitlerimiz yalnız bir mıntıkada ve bir istikamette terakki değil, bütün memleketi ihtiva eden umumî manada bir ıslahata, kuvvetli ve köklü bir inkılâba gidilmesi lüzumu üzerinde sebat ederek beraberliğe varmıştı*.-(*) Kanun-ı Esasinin yeniden meriyete konması! 1876 senesinde Rusya'nın tahrikiyle Đstanbul'da büyük devletler tarafından bize karşı toplanan konferansın açılış günü bildirilen Kanun-ı Esasinin yeniden meriyete konup tatbiki bütün bu kö*
Ahmet Rıza Bey'in Meşveret, Şura-i Ümmet, Vazife-i Mesuliyet adlarıyla neşrettiği kitapları etrafı aydınlatma istikametinden büyük tesirler yapmıştı.
154 tülükleri durduracak bir hâl yolu olarak kabul ediliyordu. Doğuda Hristiyanların hamiliğini üzerine alan, onların vaziyetleri için değil, bir iyi niyet gösterisi altında ikide bir ortaya atılan Rusya, dahili işlerimize burnunu sokmasında devletin bir istibdat rejimi içinde yaşamasından faydalanıyordu. Bizde istibdat idaresinin değiştirilmesi Rusya için bütün bu fırsatların elden kaçması demekti. Türkiye'yi imha etmek için Hristiyanlara imtiyaz verdirmek, Türkiye'de yavaş yavaş azınlıklardan birtakım hükümetler ortaya çıkarmak suretiyle Avusturya ile beraber tatbik ettikleri kararı ancak Osmanlı hükümetindeki istibdat idaresi yoluyla tatbik edilebiliyorlar-dı. Kanun-ı Esasi ile Hristiyanların hürriyet ve müsavata vasıl olması ise Rusya ile Avusturya'yı bu hadiseler karşısında seyirci bulunduracaktı. Bir taraftan Avusturya ve Yıldız'ın tahriklerine kapılan Kuzey Arnavutluk'un bu görüşe muhalif vaziyeti, diğer taraftan Rus zabit ve papazlarının Makedonya'da köy köy koşa satmak suretiyle Hristiyan köylerinde dolaşarak Makedonya'da Rus menfaatlerinin ve politikasının ikamesine, bir an evvel meşrutî idarenin tesisine çare araması lâzım geliyordu. Türkler, Makedonya'da oynanan Rus ve Avusturya oyunlarına sessiz ve seyirci kalamazlardı. Đttihat ve Terakki ise bir taraftan Yıldız'dan, Rusya'dan, Avusturya'dan Balkan Yarımadasına sokulan fenalık mikroplarını ayıklamaya çalışıyor, bu mel'un şahısların çalışmalarıyla tehlikeli istikamete girmiş olan azınlıkların birleşebilmeleri için uğraşıyordu. Pek de kolay olmayan bu çalışmanın neticelenmesi kuvvete ihtiyaç gösteriyordu. Đslâm münevverleri arasındaki fikir ayrılığını evvelâ bir istikamette, Kanun-ı Esasinin tekrar meriyete konması yoluna döndürerek esaslı bir fikir istikametinde durulması lâzım geliyordu. Bu yolda da ordudan başka hiçbir kuvvetten faydalanılamazdı. Bunun için de neşriyatı anlaşılmıştı.
bu
zaviyeden
idare
etmek
lüzumu
Ortada talebeleri, onun devamlıları ve askerlik vazifesinden uzak tutulan ve yirmi seneden beri milleti aydınlatabilecek din adamlarına yol verilmek suretiyle medreseler birer tembel yuvası hâline döndürülmüştü. Din adamı yetiştiren medreseler bundan böyle Đslâm dinine hizmet edecek yerler değil, köy köy, mahalle mahalle dolaşıp yiyecek
dilenen cahil ve yalnız kendilerini düşünen adamlarla dolmuştu. Đşte bu adamlarladır ki Yıldız, halk üzerinde istibdat idaresini muhafazakarlığı geliştirmekle yürütüyordu. Mısır'da tab'edilip memlekette dağıtılan "Risale-i Đstinsah daha sonraları Ahmet Rıza Bey'in, "Kadınlar, Zabit, Ordu, Vazife ve Sorumluluk"; Mülazım Ömer Naci'nin "Hayya-lel Felah" ve onun gibi faydalı kitapların cemiyette büyük bir değişiklik ve terakki vasatı yaratıyordu. Makedonya'daki kanlı isyanlara karşı hükümetin alâkasızlığı, hele ordunun küçük düşüp bir iş yapamayacak hâlde bırakılması vicdansızlığı, bir inkılâbı kökleştiriyor ve umumîleştiriyordu. Herkesi şaşırtan bu inkılâbımızın bir an evvel yapılmasında, Bulgarların hareketinden çok günden güne artan ve Reval'de Đngiliz ve Rus kralları arasında anlaşmaya varılan ecnebi baskısı karşısında hükümetin sessiz kalışı ve her şeyi kabul eder görünerek alçak bir politika takip etmesiydi. Rumeli Umumî Müfettişliğinin idare ettiği ıslahatın sathî olduğunu gören Avrupa, jandarma için büyük devlet ordularından seçkin zabitler sevk etti. Avusturya ve Rusya tarafından yapılanları takip etmek için sivil ajanlar sevk edildiği gibi daha sonra dahilî işleri ve malî sahada kontrolleri altına alındı. Umumî Müfettiş bu murakebe altında sarayı ve ecnebileri memnun etmek, onların mesuliyetinden kaçınmaktan başka bir şey düşünmeyerek arzu ettiği gibi yürütebiliyordu. 156 Bulgarların 1903 senesindeki umumî isyanları karşısında devlet eli kolu bağlı bir şey yapamaz olmuştu. Devletin bu beceriksizliği, Bulgarlar için faydalanılacak bir ders oldu. Kısa zaman içinde, varmak istedikleri siyasî gayeleri ele geçirdiler. Bundan başka bir şey yapamayacaklarını da pek iyi biliyorlardı. Bundan sonra jandarmanın yeniden tanzim edilmesine oldukça esaslı başlanarak bir şeyler yapılabilmişti. Fakat güzel üniformalar, külliyetli ve intizamlı verilen maaştan başka bir muvafakıyet temin edemeyen jandarma, bu isyanlar karşısında vazifesini yapma değil, hatta zamanında işyara öğrenip tetkik etmeyi bile yerine getirmemiş, her zaman ordunun yardımına, askerin işe müdahalesine ihtiyaç göstermişti. Bulgar isyanı 1904 senesinden sonra çalışmasını yeni bir şekle soktu. Programmı günün ihtiyaçlarma göre tanzim
edildi. Hükümet icra kuvvetini ve bunu temin eden Müslümanlardan çok Rumları takip etmek mecburiyetinde kalmış, ti. Çünkü Rumlar da Bulgarların mıntıkayı ellerine geçirmek kaygısıyla isyan etmişlerdi*.(*)
Manastır'da hürriyetin ilânı Sağdan ikinci fedaî Atıf Bey (1908)
*
Makedonya'da Müslümanların birkaç tecavüz ile imha olacağına ve ekseriyeti temin eden Bulgarların kısa zaman içinde gayelerine varacağına inanmış olan Bulgar köylüleri, ilk isyanlarında Müslümanları, çiftlikleri ve binalarını hücum hedefi olarak seçmişlerdi. Hatta Hristiyanlarda nüfus nispetinde polis ve jandarma alınması görüşü de bu asılsız temele istinat ederek ileri sürülmüştü. Üsküp, Manastır, Selanik vilâyetlerinde Hristiyanların Müslümanlardan fazla olduğu kanaatine varılarak bu görüşlerin kifayetsizliğini sonraki hadiseler ispatladı. Evvelâ Müslüman nüfusunun sayıca, sonra barınak ve toprak bakımından üstün olduğu öğrenildiği gibi Hristiyanlan ihtiva eden Bulgarların bazı mıntıkalarda Rumlardan az nüfuslu olduklan ortaya çıktı. Đki kere yapılan nüfus sayımında şu neticeye varıldığını sonradan kendileri de, Avrupalılar da kabul etmek mecburiyetinde kaldılar. Bu nüfus istatistiğini aşağıda olduğu gibi gösteriyoruz: Selanik vilâyeti
Kosova vilâyeti
Manastır vilâyeti
485.555 Đslâm
752.536
Đslâm
260.418
Đslâm
323.227 Rum
13.452
Rum .
291.238
Rum
217.117 Bulgar
170.005
Bulgar
188.412
Bulgar
1.025.899
169.601
Ulah ve Sırp
30.116
1.105.594
770.174
Ulah ve Sırp
SĐVĐL ĐDARECĐLERĐN UŞAKLIĞI Umumî af ile boşaltılan hapisaneler, Makedonya'daki isyancılara taze ve yeni kuvvetler katmıştı. Bu zamana kadar padişahın emrine bağlı olan Balkanlarda komitacılara karşı yapılacak takipler, bundan sonra mıntıka kumandanlarının selâhiyetine verilmişti. Bu vazifeler dolayısıyla çevrenin emniyetini temin etmekle vazifeli olanlar yalnız umumî müfettişin gözüne girmeyi düşünüyor! Haber alma için verilen yüklü paradan, ajan tahsisatından faydalanmayı gaye ediniyorlardı. Komitalarla yapılan çarpışmalar, ordu birlikleri tarafından tertip edildiği gibi, azınlığa bağlı eşkıyaların, isyancıların saklandıkları yerler ve koruyucuları, yine zabitlerin buldukları haber vericiler tarafından öğreniliyordu. Bütün suçlular, katiller şehirlerde askerî polis ve zabitler tarafından yakalanıyordu. Sanki sivil idare bu hadiseden hiç de mes'ul değildi. Ordunun bu hareketindeki yükünü hiçbir zaman binbaşıdan yukarı rütbedekiler üzerine almamıştı. Bütün bu çalışmalara ve fedakârca hareketlere karşı geçimleri temin edilemeyen ve gençlikte baskı alfanda tutulan zabitler, çok az maaşlarını da alamadıklarından çevrede hiç de iyi karşılanmıyorlardı. Haklarını isteyenler hapis ediliyor veya sürülüyordu. Mukavamet edenlerden, ordudan çıkarılanları hatta dayakla karşılaşanlar da oluyordu. 159 Bulgarlar, köylerindeki teşkilâtlar tamamladıktan sonra aralarındaki itilafları hâlletmek için mahkemeler bile kurmuşlardı. Şimdi bu yapaklarını sağlayacak bir icra kuvvetine ve diğer azınlık veya hükümetin müdahalesi karşısında ona cevap verecek bir silâhlı kuvvetin meydana getirilmesine Đhtiyaç kalmamıştı. Onu da pek akıllıca davranarak ortaya çıka, rıverdiler. Küçük mıntıkalar içinde mahallî ve seyyar çeteler tesis ettiler ki, ekseriyette kendi iş ve gücüyle uğraşmakta, vazifeye davet edildiğinde kendine verilmiş olan silâhı alıp çetesine iltihak köylülerden müteşekkildi. Böyle bir teşkilâtı takip edip yakalamak kolay değildi. Bulgarların bu teşkilâtları ordunun, özellikle Üçüncü Ordumuzun yeniden tanziminde büyük tesir yapmıştı. Üçüncü Ordu da yaşlı, vücutça iş görmez,
fikir ve ahlâk bakımından zayıf birçok zabit vazifeden uzaklaştırıldığı gibi, ikinci sınıf tümenlerin tanzim edilerek bütün bölük zabitlerinin genç ve umumiyetle Harbi-ye'den çıkmış olanlardan temin edilmesi göz önünde tutul-muştu*.(*) Redif zabitleri bulundukları kazalarda üç ayda bir yoklamalarda, halkla münasebet kurdukları gibi kırkar, ellişer kişilik ve daha büyük kuvvetlerle dolan Nizamiye zabitleri de bütün köylerle fasılasız münasebet tesis etmiş bulunuyordu. 1904 senesinden 1908'e kadar Üçüncü Avcı Taburunda bulunduğum zaman içinde Nizamiye zabitleri gibi fasılasız komitacıları takiple dolaşmaktaydım. Bu zaman içinde bizim de yapmamız lâzım gelen hürriyet mücadelesi için nasıl bir teşkilat tesis edip hareket lüzum ettiğini bütün arkadaşlarla danışıp görüşüyordum. Çoğu muvaffakiyetle neticelenen komitalarla karşılaşmamızda bombasıyla, tüfeğiyle, zararlı neş 160 riyatıyla ele geçirdiğimiz komitacıların çeşitli tesirlerle bağlanıp salıverilmesi vazifesini yerine getiren zabitleri derin üzüntülere itmekteydi. Bu yersiz aflar dolayısıyla komitacılık, eşkıyalık ve isyanların kökünü kurutmanın imkansızlığı herkesçe çok iyi anlaşılmıştı. Her gün aslı olmayan isyanlara karşı yeni yeni vaziyetler alınıyordu. Yeni askerî mıntıkalar tesis ediliyor, kumandası erkânıharp veya tecrübe edilmiş kabiliyetli zabitlere veriliyor, büyük bir mesuliyet yükletiliyorsa da bütün yapılanlar, aflar dolayısıyla boşa gidiyordu. Ölüm cezasına uğratılmış binlerce insan çeşitli yerlere itimat ederek hayatının af edileceğini, bir gün gelip hapisten çıkacağına kat'î olarak inanıyordu***) Đşte bu itimat, isyan ve dağa çıkmak için en büyük teşvikti. Üzücü olan, bu kadar hadiseye karşı Harbiye Nezareti zabitlere haksız muameleden çekinmiyor, rütbeleri, makamları, maaş zamlarını bu dağda, bayırda hürriyet için çalışan, vatan için çırpman zabitlere değil, damatlara, ajanlara, şakşakçılara veriyordu. Orduda kanun meriyeti yalnız hakkını isteyen ve müdafaa eden küçük rütbeli zabitleri ezmeye *
Rumeli'de Üçüncü Orduda yapılan teşkilâtlanma Rumeli'ye yüz bin silâh ile altı yüz genç zabit kazandırmıştı. ** Rumeli hapishanelerinde hapis tutulan komiteciler ve eşkıyalar birer siyasî suçlu gibi daima Avusturya, Rus konsoloslarının ve adamlarının desteği altında çalışmakta ve thrik edilmekteydi. Aflar da onla-nn arzusuyla oluyordu.
yetiyordu. Erlerin çıplaklığı, kışlaların berbatlığı, asker yiyeceğinin fenalığı, devletin maaşı vermesindeki aksaklığı orduda inkılâp fikrini umumîleştirmiş ve kökleştirmişti. 161 Üçüncü Fasıl ĐTTĐHAT TERAKKĐ’NĐN ĐNKILABA TEŞEBBÜSÜ GENÇ ZABĐTLERE SARAYIN ÖFKESĐ Bu sırada Đttihat ve Terakki teşkilâtı, kötülüğün insanlardan, kumandanlardan, müfettişlerden, valilerden, sadrazamın fenalığından değil, idare mekanizmasının noksanlığından doğduğu fikrini, uzun zamandır münevverlerin belirttiği doğru yolu umumiyetle kabul ettirmiş oluyordu Memleket içinde inkılâp fikirlerinin geniş bir sahaya yayılarak münevverleri etrafında toplamada Đttihat ve Terakki nin büyük hizmetleri görülmüştü. Umumiyetle cemiyetten çok ordunun atak kalbi demek olan kumanda kademelerinin , da bulunan yabası ve mülâzımları kendi kadrosu içme almasıyla büyük bir ileri görüşlük göstermişti. Böylece zabitler eskiden olduğu gibi birbirinin yanında yalnız bir mesleğin adamları gibi değil, mukaddes bir vazifenin sır taşıyıcısı ve kardeşi olarak da bulunuyorlardı. günden güne aralarında itimat ve sevgi rabıtaları kuruluyordu, ittihat ve Terakki'nin hürriyet yolunda hazırla^ planlar, büyük bir gizlilik içerisinde oluşmakla beraber etraftaki itimat edilebilecek insanlara yarın aydınlık bir gün doldurulacağı yolunda gizli gizli duyuruluyordu. Böylece Ru 162
meli'de kendini tebarüz ettiren Đttihat ve Terakki, devletin icra kuvvetini ele aldıktan sonra şehirlerde, köylerde halka olan tesirini bu münevver zabitler yoluyla yaymış, silâh kuvvetiyle de inkılâp ateşini yakma yoluna girmişti.
Mıntıka Müfettişi olarak köyleri gezen erkânıharp ve münevver zabitler, Rumeli'deki azınlık komitacılarını takip eden birliklerimizi idare eden ve Makedonya ihtilâlcileri arasında ehemmiyetli bir yeri olan, Erkân-ı harp Binbaşı Enver Bey'in gösterdiği gayret ve dürüstlük en başta gelmekteydi. 1907 senesi nihayetinde ve 1908 başında Rumeli'nin birçok yerinde bulunan birliklerdeki erlerin, terhis ve yiyecek bakımından hep beraber hak istemeye kalkmaları, Đttihat ve Terakki taraftan zabitlerin yardımcı hareketiyle bir isyan şeklini almamış ve bu arzuların devlet tarafından yerine getirilmesi, Đttihat ve Terakki'nin kuvvetini halka göstererek itimat temin etmiş oluyordu. Hicaz'a uzanacak demiryolunun inşasına menfaatlerinin engellenmesi istikametinden Araplar karşı çıkmış, daha doğrusu Ratip Paşa ile Mekke Emiri ve Medine Muhafızının tahriklerine kanan Arap kabileleri mıntıkada büyük bir mukavemet hareketine teşebbüs etmişti. Rumeli'den istenen ihtiyat kuvvetlerinin silâh altına alınması emrine karşı koymak fikri de Đttihat ve Terakki'nin tesiriyle tatbik edilmiş ve böylece kendinin mıntıkada kuvveti, halk içinde iyice kavranmıştı. Đttihat ve Terakki teşkilâtı intizamlı ve gizli bir hükümet hâlinde vazifesini devam ettiriyordu. Bütün devlet memurlarının vasıfları ve sicili cemiyet tarafından muntazam bir şekilde takip edilmekteydi. Ayrıca cemiyete iltihak edenlerin her türlü hareketleri de takip ediliyordu. Böylece Umumî Müfettişin, valilerin, kumandanların idare üzerindeki tesirleri ortadan kalkmış gibiydi. Bundan böyle devlet ve ordu kademele-
ri de ittihat ve Terakki Cemiyetinin idaresi altında gibiydi Hareketlerindeki dürüstlük ve memleket menfaatine olan çalışmaları bütün münevverleri ve fikirleri kendi üzerinde topluyordu. Zamanla bu çalışma eskisi kadar gizliliğe ehemmiyet verilmesini lüzumsuz kılmıştı. Rumeli’de artan bu kuvvet, saraya bağlı olan kolları tesirsiz kılmış fena hareketlere teşebbüs istikametinde cesaretlerini kırmıştı. Đstibdat idaresinin vatan menfaatine muhalif olan hareketleri kendi menfaatine münasip gören devlet adamları müşkülat ve şaşkınlıklar içindeydi. Onlar bükülemez bir kolun karşısında olduklarını anlıyorlar, fakat onu bulup ortaya çıkaracak insanları bulamıyorlardı.
SARAY VE ETRAFININ CEMĐYETE HÜCUMU HÜRRĐYETĐN ĐLÂNI Đttihat ve Terakkinin Rumeli'de Hürriyet ve Meşruti idaresini temin edilmesi için teşebbüs ettiği hareketlere en evvelâ Selanik Merkez Kumandanı, Saray yaverlerinden Kaymakam Nazım Bey'i harekete geçirmişti. Menfaatlerinin inkılâp dolayısıyla yok olacağını çok iyi anlayan bu zat, Đttihat ve Terakki'yi bir belâ gibi görerek teşkilâtı bulup, sırlarını öğrenmek için bütün teşkilât kuvvetini harekete geçirmişti. Bu "gizli-kuvvetten korkusu, maaşlarına yapılacak olan zammın, tütün teşkilâtından, kumarhane, umumî evler, meyhanelerden alacağı haracın ortadan kalkmasına mani olmasından ileri geliyordu. Bu gizli çalışmaları bulup çıkarabilmek için de casuslara ihtiyacı vardır. Merkez Kumandanlığı, emrinde kullandığı bu işlerle vazifeli bir iki zabiti casus olarak kullanıyorsa da, onlar da kendisinden bir adım bile ileri atıp bir şey öğrenememişlerdi. Milletin kabiliyeti, büyüklüğü bu fena muamele eden insanları pek az bir muhit içerisinde sıkıştırmıştı. Onlar bunun için çok çalışıp, çok yorulmuşlar, gönülleri kin ve hırsla dolmuştu. Bu çaresizlikler karşısında kendi büyüklerine, bilinmez kaynaklan ortaya atarak dürüst, çalışkan insanları avlamaya karar verdiler. Avlayacakları münevverlerin cezalandırılması suretiyle de kendileri hem göze girecek hem de sükûnet bulacaklardı. Onlar için namus ve vicdan, münevver insanları yakalamaktan ibaretti! 165 Saray ve Bab-ı âli'nin bütün arzusu, Batıdan gelen tesirler-e millette uyanan inkılâp ve hürriyet fikrini öldürmek istikametinde değil miydi? Zabitlerden, talebelerden, halktan birçok münevveri cemiyete taraftar diye tevfik etme yoluna gittiler. Fakat yersiz bir hâl ve telâş içindeydiler. Đttihat ve Terakki bütün Rumeli'de nüfuzunu terakki ettirme kuvvetini çoktan temin etmişti. Cemiyetten tevkif edilen şahıslar bırakılınca (Cemiyet, nüfuzu ile bıraktırıyordu), Selanik Merkez Kumandam Yarbay Nazım Bey doğru saray ve etrafına jurnal gayesiyle koşmuştu. Ordu müşir vekili olan Ferik Esat Paşa'yı, Erkân-ı Harbiye Reisi Ali Paşa'yı, diğer ordunun namuslu kumandanlarını, Vali Rauf Paşa'yı, işi alâkasızlıkla karşılamak, Đttihat ve Terakki'ye yakın bir siyaset tatbik etmekle suçlamak
istedi. Dönüşünde saraydan aldığı fazla para ve alâkayla kuvvetinin arttığını ve Cemiyete taraftar münevver insanları kolayca yakalayabileceğini sanıyordu. SARAY ADAMI KAYMAKAM NAZIM'I ÖLDÜRME KARARI Bu zavallı, Allahın birliği üzerine yemin etmiş olarak Đttihat ve Terakki teşkilâtına girenlerin hürriyet ve müsavat için ölümü, ölümlerin en şereflisi saydıklarını bilmiyordu. Merkez Kumandam Kaymakam Nazım'ın etrafındaki Đttihat ve Terakki çalışmalarım manevî bakımdan yıkmaya çalışması karşısında bundan böyle alâkasız kalınamazdı. Bu kötü insanın imha edilmesi lâzım geliyordu. Böylece toplanarak onun ortadan kaldırılmasına karar verdi. Hatta bu karara onun yakınlarından biri bile imzasını atmaktan çekinmemişti. Tatbik işi ise, Cemiyetin adlî teşkilâtına verildi. Đşte o büyük gün, evet bugün inkılâp istikametinde yürüyen milletin ve bütün Đttihat ve Terakki teşkilâtının imtihan geçirdiği bir gündü. Bugüne kadar hiçbir zabit, hiçbir Cemiyete bağlı ve vatan yolunda kendisine fenalık edenlere, jurnalcılara silâh atmaya, devlete açıkça meydan okumaya kalkmamıştı. Bugüne kadar milletin askerleri, zabitleri, fedaîleri, onun yolunda başım koyanlar yalnız haricî düşmanlar için canım fedadan çekinme-meyi öğrenmiş, bu istikamette bir kahramanlığa, fedakârlığa, ölüme alışmıştı. Daha doğrusu medenî cesaretin, milletin feraha kavuşması için bile bile carımı bağışlamanın tat ve büyüklüğünü henüz tanımamıştı. Şahsî hak ve hürriyetlerin müdafaası veya vatanın menfaatleri uğrunda şahsî, umumî fedakârlıklara, kahramanlıklara aşina olan Türk zabitleri, bugün ilk defa dahilî meselede milletin menfaati, geleceği için 167 ölüme davet ediliyordu. Hususiyetle düşman karşısında bir harpte veya bir eşkıya ile yapılan müsademede olduğu gibi, bu yoldaki vuruşmada da baba, ana ve çocuklar devletin yardımına değil, Đttihat ve Terakki Cemiyetinin herkesçe bilinen dürüst ve müşfik idaresinin kanatlan altına alınacaktı. Bu istikametten vaziyeti ve geleceği düşünmeye ihtiyaç yoktu. Bu teşebbüste büyüğünü kaybetmiş her ailenin hayatını Cemiyet temin edecekti. Böylece de her çeşit fedakârlık yolu açılmış oluyordu. Artık, yapılan vaid
ve tatbikat birbirini tuttuğu sürece Cemiyetin vereceği emri tatbik edenler için fedakârlık yolundan dönülemezdi. Piyade alayından bir mülâzım (Silâhçı Tahsin) kendini bu mühim vazife için ilk defa ortaya attı. Ahlâk bütünlüğü ve görüş yüksekliği malûm olan bu mülâzımın bu mühim vazifeyi yapabileceği anlaşılınca yerine getirilmesi de kendinden istenmişti. Bütün Türk zabitlerine hak için, hürriyet için, Cemiyetin, milletin şeref ve kurtuluşu adına bile bile ölmeyi ilk defa olmak üzere muhakkak bir ölüme koşmayı, bu Türk zabitlerine öğreten bu kahraman Türk çocuğu idi. Vazifesini büyük bir soğukkanlılık ve takdire değer bir hareketle yerine getiren bu zabit hakkında hükümetin yaptığı tahkikat ve tetkikat Đttihat ve Terakki Cemiyetinin tazyikiyle tesirsiz kalmışta. Bu hadise Cemiyetin etrafta devlet çapında bir şeyler yapabileceğini gösteriyordu. Bu fedakâr mülâzımın ilk muvafakıyeti münevver zabit zümresi üzerinde büyük bir tesir yaparak genç zabitleri birbiriyle rekabet edecek hâlde bir hürriyet çalışmasına itiyordu. Abdülhamit'in muhafazakâr ve istibdat idaresinin millî hiçbir gaye gütmeyen ve vatanın zararına açtığı muharebe meydanlarında boşu boşuna hayatını kaybeden zabit arkadaşlarının şehit oluşları, ailelerini11 168 maişet sıkıntısı içine düşmeleri o devre zabitlerinin en üzüldüğü hadiselerdi. Bu şehit zabitlerin arkada bıraktıkları kimsesiz, himayesiz babalar, yardıma muhtaç analar, gözleri yaş dolu dullar "ve yetimler hükümet kapılarında, maliye koridorlarında sürünüp dilenmekteydiler. Birçok aile de eşlerini kaybettikleri hâlde, aylar ve senelerdir maaş cüzdanını beklemekle vakit öldürüyorlardı. Bütün bunlara karşı ordu içerisinde devamlı gelen ses de: “Dünyada ölümlerin en şereflisi, hak yolunda göze alınan ölümdür!” Saray ve etrafının Selanik'te en itimat adamın (Kaymakam Nazım'ın) yıkılışıyla Rumeli'deki istibdat idaresine ilk tokat indirilmiş oluyordu. Kendisine indirilen bu tokadın tesiriyle çırpınıyor, kıvranıyordu. Hadiseyi bir türlü hazmedememiş, bunun üzerine de Selânik'e daha büyük rütbeli ve daha becerikli casuslar göndermişti. Đsmail Mahir Paşa'nın reisliği altında Yusuf ve Recep paşalardan müteşekkil sarayın tetkik heyeti gelince de ağır bir yarayla hayatını kurtarmış olan
Kaymakam Nazım Đstanbul'a kaçmıştı. Ne yazık ki doğru bir çalışma içinde kendine bir gelecek temin edemeyen bazı vazifeliler bu yeni heyete müracaat ederek bir şeyler koparabileceklerini sanmışlardı. Manastır'da Miralay Nazmi Bey ile Alay Müftüsü Mustafa Efendi, Satınalma Komisyonunda meydana çıkarılan becerikli hırsızlıklardan dolayı mes'ul kılınmışlardı. Đlk tahkikat yeri olarak seçilen, Selânik'in jurnalcılarma sırlarını vermekten çekinmişler, Đstanbul'a kadar giderek yeni rütbeler almayı ve maaşlarına zam yaptırmayı be-cererek geriye dönmüşlerdi. işte Selanik ve Manastır'da böylece Đttihat ve Terakki Cemiyetine taraftar olanları avlamak için bir faaliyet başlamış oluyordu. Pirlepe'den Kaza Kaymakamı Şevket Bey ile Süva169 ri Mülâzımı Cinci Hüseyin ve Nidai, Piyade Mülâzımı ismail, Pirlepe'de Đttihat ve Terakki Cemiyeti azalarını avlama teşkilâtının acenteliğini üzerlerine almışlardı. Bu faaliyetlerden Cemiyet endişelenmişti. Hakkı da vardı. Çünkü bu jurnalci-lar için bir emare, bir kabahat belirtisi arama mecburiyeti yoktu. Parlak ve temiz bir geçmiş, namuslu ve vatanperver bir çalışma sahibi olmak, insanı töhmet altında tutmaya yetiyordu! Evet suçlamaya.
Arnavut Toska misafirlerinin 10 Temmuz'da Manastır'ı ziyaretleri
POLĐS MÜFETTĐŞĐNĐN ÖLDÜRÜLÜŞÜ Temiz bir mazisi olan vazifeliler Rumeli'nin her tarafından Đstanbul'a veya Selânik'e tahkikat için davet edildikçe, Cemi-yet azalarının maneviyatı sarsılıyor, kötülüğü kendi hareketlerinde daima bir çıkar yol kabul edenler yeni yeni ihbarlarda bulunmada birbirleriyle rekabet ediyorlardı. Manastır'da Đttihat ve Terakkinin başı ve azalarım ortaya çıkarmak ve saraya yaranmak için gecesini gündüzünü bu çalışmaya bağlayan Polis Müfettişi Sami'nin bu fena hareketlerini imha etmeye karar verildiği bir sırada, Pirlepe kaymakamı Şevket Bey'in de aynı istikamette hareket ederek Cemiyete bağlı olanları yakalamak için çalışmaları, Đttihat ve Terakki idarecilerini daha sert bir istikamete itiyordu. Yine Đttihatçılara bir fenalık hazırlamak için Froşve nahiyesine giden Polis Müfettişi Sami, orada yok edilivermişti. Cemiyetin bu muvafakıye-ti de saray ve etrafım yeni telâşlara sürüklüyordu. Onlarca hakikati ortaya çıkarmak için yerine giden sayısız tetkikat heyetleri, Cemiyetin tesiri altında tahkikatı icra mecburiyetinde kalarak hadisenin kahramanlarım ortaya çıkartmıyordu. Bu ikinci hadise Đttihat ve Terakkinin gaye ve istikametini halk üzerinde daha iyi belirlemişti. Arnavutların kurduğu komitenin adamı olan Şevket'in de asılması, işi icabı Cemiyetçe geri bırakılmıştı. Çünkü, Osmanlı Đttihat ve Terakki Cemiyeti namına münasip bir şekilde hareket ederek din ve milliyet tefriki gözetmeden Osmanlı Devleti'nin yaşamasını arzu ediyordu. 171 Ben bütün bu hadiseleri zamanında ittihat ve Terakki Cemiyetinin Rumeli'nin her köşesine yayılmış olan fıkraları araalığı ile zamanında bütün teferuatıyla öğreniyordum. Ben de Resne'de mıntıka kumandanıydım. Aslında Resne'ye geleçekteki çalışmalarım Đttihat ve Terakki Cemiyetinin programı içinde yürütülme gayesiyle Manastır Mıntıka Kumandam Hadi Paşa'nın yardımıyla getirilmiştim. Burası benim doğduğum ve büyüdüğüm yerdi. Resne'yi, Ohri'yi ve etraftın çocukluğumdan beri kendime bağlamıştım. Resneliler, Ohrililer vatanperverlikle, kahramanlıkla Rumeli'de ün salmışlardı. Bu üstün vasıf bütün mıntıkadaki azınlıklarda da vardı. Her hâlde bu da tabiatın büyük bir ihsanı olsa lâzım gelirdi. Yaptığı kahramanlık
dolayısıyla Ohri Redif Taburu sancağının kazandığı mühim birkaç nisam da vardı. Karadağ'la yapılan harpte, 1877-1878 Rus Harbi'nde, 1897 Yunan Harbi'nde bu taburun gösterdiği kahramanlık dillere destan olmuştu. Yunan Harbi'nde herkesin değerlendirdiği fedakârlığım, kahramanlığımla iftihar eden hemşerilerim bana büyük bir sevgi, itimat ve sadakat gösteriyorlardı. Bu itimadı 1899'dan 1903'e kadar Ohri'de askerî depo işleriyle vazifeliyken yaptığım hareketler dolayısıyla temin etmiştim. Bu vazifeden sonra Resne Kumandanlığına yükseltildim. Avcı taburunda dört sene, seyyar eşkıyayı ortadan kaldıracak olan birliğimle yaptığım hareketler, Türk ve Müslümanların hukukunu müdafaa bakımından gösterdiğim dürüstlük ve insanlık bana mıntıkanın itimadım temin etti. Ben Resne'de iken Bulgar komitecilerinin bu mıntıkada istedikle ri gibi at oynatmalarına müsaade etmemiştim. Resne ve Prespe kumandanlığında iken Abdülhamit hükümetinin istibtad idaresini icradan çok, Đttihat ve Terakki'nin bir eli olarak çalışıyordum. Diğer taraftan aynı vazifeyle Ohri'ye getirilen ve 172 benim gibi hareket ettiğini bildiğim Ohri Redif Taburu Kumandanı Kolağası Eyüp benim gibi Cemiyete bağlı olduğundan Ohri, Đttihat ve Terakki'nin en itimat edilir bir merkezi hâlinde çalışmaktaydı. Abdülhamit hükümetinin Rumeli'deki tavrından yüz alan yerli Bulgarlara karşı Đttihat ve Terakki'nin ufak bir çetesi, Türklerin hak ve hukukunu müdafaa için büyük gayret gösteriyordu. Ayrıca bu fedakârlıklar, bu ciddî hareket Debre'nin ve bütün çevrede bulunan Arnavutların da gönlünü kazanıyor ve itimadını temin ediyordu. Mıntıkadaki Arnavutlar da parti parti gelerek Đttihat ve Terakki Cemiyetine iltihak isteğiyle Ohri'ye, Resne'ye, Manastır'a üşüşüyorlardı. Đttihat ve Terakki Cemiyetine girebilmek için bazı şartlar ortaya konmuştu. Bu vasıflan taşımayanlar alınmıyordu. Hususiyetle Arnavutluk için çalışan komiteye bağlı olanlar topluca girme arzusu karşısında bu arzulan kabul edilmemişti. Bu hareketi de Cemiyetin sağlam bir karaktere sahip olduğunu gösteriyordu. Başka bir ifadeyle Đttihat ve Terakki Rumeli'de Arnavutluk, Boşnaklık, Hırvat, Ulah gibi azınlıkların bölünmesini değil, Osmanlı Đmparatorluğu potasında birleşip hürriyet ve meşrutî idare altında yaşamasını
gaye edinmiş bulunuyordu. Yok yere büyütülmek istenen muvafakıyetlerimi kolaylaştıran yukarıdaki hadiseleri anlatmama Đttihat ve Terakki'nin saklanması lâzım gelen sırları mani olmasaydı, benim de diğer Cemiyet azalan gibi vazifeden başka bir şey yapmadığımı, daha doğrusu anlatacak çok şey yazmam imkânı vardı. Hatırlatma — (Buraya kadar olan kısımda kendi hayatımı ve başımdan geçenleri yazarak böylece milletimin kabiliyetini, büyüklüğünü, bağışlayıcılığını anlatmaya çalışsam da anlatmak istediklerini anlatabilmeye gücümün yetmemesinden dolayı Abdülhamit 173 devrinin hükümetine ve onun istibdat idaresini tatbik edenlere ebedî lanetler, nefretler yağdıracağım. Vasfın, kuvvetin, malûmatın ve idarenin kıymet bulmadığı zamanlarda derin bir yeise kapılarak gereğince kendimi yetiştirmeye çalışma imkânını bulamadım. Bunun için anlatmak istediklerimi, fikirlerimi düşündüğüm kadar belirte-meyeceğim. Aslında askerlik vazifem sırasında geri hizmetlerde ve yazı işlerinde fazla kalmadığımdan daha çok askerle ve birlikle uğraşmam beni silâhıma bağlı kıldı. Ne yapayım ki aldığım vazifeler dolayısıyla bu da benim elimde değildi.) Đstibdat hükümeti, jurnalcılarıyla Selanik, Manastır Đttihat ve Terakki merkezlerini sıkıştırmaktaydı. Bu hareketle Cemiyetin sabır ve kararım tüketmeye uğraştığı sıralarda Resne'de bizler de aynı sıkıntılı günleri yaşıyorduk. Bu sıkıştırmalar dolayısıyla Rumeli'deki bütün Cemiyet azaları bir makinenin parçalan gibi beraber işler bir hâlde çalışma yolundaydılar. Hususiyetle Resne'de, Prespe'de, Ohri'de Bulgarların mahallî ve seferî çeteleri, Arnavutların Toska komitalarının başı Çerçis ile birleşmiş, geniş bir çalışma yoluna koyulmuşlardı. Bu aralık Ohri'de Petros, Dehan, Resne'de Kriste, Pirlepe'de Petro Voyvodoların çeteleri üçer beşer mühim yerlere, elde tutulması lâzım gelen köylere dağılmış, hükümet idaresine nihayet verecek hareketlere teşebbüs Türklerin her türlü hareketlerini kontrolları ve tesirleri altına almışlardı.
TAYĐNĐM VE VAZĐFEM Đttihat ve Terakki Cemiyeti, mıntıkaya, buradaki vaziyetle alakalı olan malûmatımı, hususî olarak azınlık eşkıyasını takiple yaptığım hizmetleri ve edindiğim tecrübeleri ayrıca bölgedeki halkın, temin ettiğim itimadını ve komitalara karşı olan hakimiyetimi dikkate alarak o zaman binbaşılığı açık bulunan taburumla Resne kumandanlığına tayinimi sağlamıştı. Halkın da bana karşı olan itimadı ile kısa zamanda Bulgar komitacılarının hareketleri ve sığındığı yerler hakkında pek çok malûmat toplayabildim. Ohri çetelerine karşı, Ohri tabur kumandam mesuldü. Benim asıl vazifem, Bulgar Krista ile Petro'yu yakalamak, çetelerini dağıtmak, sığındığı yerleri imha etmekti. Bir hayli takipten sonra Krista'nın Froşiye köyünde iki arkadaşı ile saklandığını öğrendim. Köyü sardım, silâhlı müsademe neticesinde arkadaşlarından biri ölünce Krista bir samanlığın içine saklanmıştı. Kendisi Resne'de teslim olunca da hadise böylece kapanmıştı. Köyün aranması sırasında yedi Manliher tüfeği, iki bomba, evvelâ ormanda öldürülüp, katilleri bulunamayan dört Asomatlı Türk'ten birinin birçok yerinden kurşunla, kama ile delinmiş kanlı cepkeni de eşkıyanın sığındığı bir mağarada bulundu. Hadiseden yarım saat sonra Lovareke köyü de sarıldı. Aldığımız malûmata göre, on beş kişi olan Krista çetesinin, kışı geçirmek üzere ikişer ikişer köylere dağılmış olduğunu öğrenmiştim. Her hâlde bu köy de bu itibarla olamazdı. Köy çevrilerek aranmaya başlandı. boş Bulgaristan'dan gelme 175 komitadan Hristo Tontef ve Krista'nın arkadaşlarından Resneli Dangol, bir evde saklanmıştı. Her ikisini de sağ olarak yakalamıştım. Fakat gece karanlığından faydalanılarak ve bizim telâşımızı da fırsat bilerek firara kalkıştıklarından Hristo ile ev sahibi ateşimiz karşısında arzu ettikleri kurtuluşa ulaşamadılar. Yalnız Resneli Dangol, yakayı kurtarabildi. Bu köyde de sekiz Manliher ve Bulgar tüfeği ile Arnavut Đttihat Komitesi tarafından beş altı ay evvel vurulan postacı bir jandarmanın eyer takımı, heybesi ve askerî eşyası çıkmıştı. Her iki köyde Bulgar ve Arnavut çetelerine yardım edenler, yakalanan eşyalarla beraber emniyet kuvvetlerine teslim edildi. Bulgar Krista'nın çetesini dağıtıp sığındığı yeri bu şekilde ortadan kaldırdıktan sonra Resne'ye avdet ettim. Resne'de tesis ettiğim haber alma teşkilâtı dolayısıyla şehirde
bulunan Bulgar komitasının başı, azası, para işlerine bakanı, sekreteri, yol göstericileri, yatakları hakkında aldığım malûmat üzerine geniş bir arama ve sıkıştırma hareketine teşebbüs etmiştim. Bu tahkikat neticesinde yüz elliye yalan silâh, birçok bomba ve Bulgaristan'dan sokulmuş zararlı neşriyata rastladım. Failleri cürüm aletleriyle beraber hükümete teslim ettim. Bu faillerin inkâr ve müdafaasına elbette imkân yoktu. Bunların yolu ölüm olabilirdi. Fakat hükümet çeşitli tesirlerin ve ihanetin eliyle harekette bulunarak hiç de böyle yapmamıştı. Bundan sonra bir yıldırım çabukluğu ile Leskofça ve Bezmişte köylerini de taburum zabitlerinden Osman ve Yusuf'un emrindeki birliklerle aratılmasını temin etmiştim* Bu iki köyde de yalnız on beş kilo dinamit ile yirmi beş otuz kadar silâh ele geçti. Buradaki failleri de hükümete teslim ettim. Resne'de senelerden beri görülmeyen bu hareketim/ Bulgarlara kan ağlatıyordu. Fakat ben onlardan çok üzülüyordum. Gerçi hükümetin istibdatına karşı hürriyetleri ve 176 milliyetleri için silâha sarılan bir halkın mukavemetini yok e-diyordum ama ne yapayım ki milletimin menfaati başka bir yol takip etmeme elbette mani idi. Bütün çalışmalarım karşısında hükümetin umursamazlığı ve yarınını düşünmeyecek kadar ileriyi görmekten mahrum hareketi beni bu işe itiyordu. Bu gayeyle de Hristiyanların ileri gelenlerini bir araya topladım. Onlara halk içindeki azınlıkların ayrı ayrı çalışmasından bir netice alınamayacağını, sessiz ve her şeyden habersiz gibi görünen Türklerin haklarını müdafaa istikâmetinde son damla kanlarını akıtmadıkça Bulgarlar için de bir menfaat teinin edilemeyeceğini izah ettim. Şu kısa süren vazifem sırasında hareketlerimden ders edinmelerini ileri sürerek Türklerin mıntıkadaki Hristiyanlardan çok hükümetten zarar gördüklerini anlattım. Bu hâl dikkate alınarak kardeşliğin ve bir beraberlik temininin ehemmiyetini yana yakıla anlatmaya çalıştım. Sözlerimden etkilenmiş gibi göründüler. Şehir ve köylerdeki Hristiyanlara emirler gönderdiler. Her taraftan üçer beşer işe yaramaz silâh teslim etmek suretiyle beni aldatacaklarını zannetiler. Bu hareket benim için daha faydalı arama yapabilecek mıntıkaları tesbit etmeye yaradı. Bu işlerden sonra mıntıkada daha kat'î bir silâh arama ve, eşkıya takibine giriştim. Bunun neticesinde Resne'de Bulgarların silâhlı kuvveti ve siyasî hayatı sönmüştü. Prespe bölgesinin
aranması ve mıntıkada eşkıya takibi Prespe'deki Mümtaz Kolağası Muhtar'ın kendini üstün görme ve vazifesine müdahale gibi bir hareket saymasından dolayı neticeye ulaşamamıştı. Kolağası Muhtar, Resne'den çok Prespe'de oturduğu hâlde bir iş görememişti. Malûmat ve askerlik bakımından benden kat kat üstün olmasına rağmen, bu vazifenin adamı değildi ve olamazdı da. Evvelâ dil ve çevredeki gelenekler bakımından bir malûmatı yoktu. Halkla bu bakımdan 177 bir irtibat ve samimiyet temin edememişti. Bu mınüka halkı herkese, umumiyetle devlet adamlarına kolay kolay itimat edip bağlanır insanlar değildi. Komitacıları haber verme bakımından, bir yanlış hareket neticesi birçoklarının canları yanmış, ocakları sönmüştü. Baskını idare eden zabitin küçük bir hatası, haber vereni saklama bakımından gevşek hareketi, koca bir yuvanın komitacılar tarafından yıkılıp imha edilmesine sebep olabiliyordu. Mümtaz Kolağası Muhtar Bey, ki-sa süre içinde çok miktarda silâh ve yetmiş seksen kadar mahallî ve seyyar komitacı yakalamaktaki muvafakıyetimi kıskanmış, o da böyle bir hareketle itibarım muhafaza etmek için lüzumlu görmüştü. Đlk işe başladığı zaman işkencelerle köyleri, köylüleri sıkıştırmaya, hakaret edip öldürünceye kadar dövme yolunda işi ilerletmiş, Müslümanlığın ve insanlığın doğru görmediği bu hareketler, ecnebiler tarafından siyasî protestolara yol açmıştı. Büyük devlet sefirlerinin miskin ve korkak hükümet üzerine ağır tazyikine sebep olmuştu. Abdülhamit hükümeti bu tazyik üzerine Mümtaz Kolağası Muhtar ile Kolağası Şükrü'yü tevkif ederek Askerî Mahkemeye vermişti. Ecnebilerin bu hareketinden şımararak maneviyattan kuvvetlenen Bulgar komitası da Rus konsolosuna müracaat ederek, benim Resne'den uzaklaştırılmama kalkışmıştı. Bu yolda da Rumeli Umumî Müfettişi, bunun tedarikine girişmişti. Benim de mahkemeye verilerek Resne Kumandanlığından uzaklaştırılmam Ordu Mareşali Vekili Esat Pa-şa'ya emredilmişti. Resne'deki hareketlerimin ortaya çıkarılması için ecnebi ve Türklerden oluşan bir tahkikat heyeti gönderildi ise de yapılan tahkikat gönderilen emrin tatbikine lüzum olmadığından Umumî Müfettişin emirleri durdurulmak mecburiyetinde kaimdi. Buna karşı Esat Paşa beni Selâ-nik'e çağırarak mıntıkadaki hareketlerim hakkında bazı nasi178
hatlerde bulundu, tekrar Resne'ye vazifemin başına gönder Bu sıralarda mıntıkada dehşet saçan Kirmanlı Bulgar komitacılarından Petro yaralanmış, bir hafta sonra da yaralı olduğu hâlde çarpışıp Türk köylerine zarar vermekte devam eden bu azgın komitacı, Kesriye Türk birlikleri tarafından öldürülmüştü. Daha sonra onun yerine geçen Voyvoda Metro da yakalanmıştı. Kirmanlı Metro benim tarafımdan evvelâ Manastırlı Resten ile beraber kışlada asker elbisesi giyerek mıntıka ve komitacılar hakkında malûmat vermek üzere kullanılmalarım arzu etmiş, bu arzuları da kabul edilmişti. Fakat buna mukabil kendisine hükümet çevresinden af edilmeleri sağlanacağı söylenerek lâzım gelen teşebbüsler de yapılmıştı. Kirmanlı Metro'nun mıntıkada büyük bir şöhreti ve tesiri vardı. Hadi Paşa'nın vazifeden alınmasına sebep olan Rakova Rum köyünün yakılıp içindekilerin imha edilmesinden mesul olan Kirmanlı yirmi Bulgar, onun faaliyeti neticesinde ortaya çıkarılmıştı. Bu Bulgarlar yaptıkları suçu itiraf ettikten sonra adalete teslim edilmişler, böylece mıntıkada hükümetin lüzumlu otoriteye sahip olduğu gösterilmişti. Avrupa matbuatım uzun zaman alâkadar bu hadise böylece nihayet bulmuş ve devletin itibarını temin etmiştik. Maloviş-te balkanında bir seneden beri kimin yaptığı bilinmeyen Sarıkaçan Rumlarından on beş ölünün Pratojine ve Đsliminiçe Korbinova'da on, on beş kişi olan katilleri de yine bu Metro'nun uzun tetkikati ve bize malûmat vermesiyle ortaya çıkarılmıştı. Böylece istibdat idaresi Türkiye'ye tesir yapmak isteyen Avrupa büyük devletlerine kuvvetli olduğunu gösterebilmişti. Bulgarlar Rumeli'de meydana getirdikleri komitaları ile büyük Bulgar isyanını hazırlayarak Makedonya'yı ilerde kendilerine ilâve etmeyi gaye edinmişlerdi. Metro'nun 179 benim tarafımdan elde edilerek Bulgar komitacılarına bir bir haber verip hayatını müdafaa istikâmetinde kışlaya sığınmış olması kolay kolay bağışlayamayacakları bir suçtu. Bu bakımdan da onun ortadan kaldırılmasına karar vermişlerdi. Rus entrikası Balkanlarda Bulgar, Sırp, Hırvat, Rum azınlıkların üzerinde bütün şiddetiyle devam etmekte ve 1877-1878 Osmanlı Rus Harbi'nden ellerine geçen Amerikan malı Manleher tüfeklerini bu azınlıklara vererek, komitalar tesis ettirerek devlet
gemisini sarsmaktaydılar. Rus politikası Met-ro'nun Bulgar komitalarına yaptığı tesiri çok iyi kavradığından, hükümet üzerinde tazyik yaparak gizlice idamına hüküm çıkartmış ve yerine getirilmesi için Metro'nun Manas-tır'a gönderilmesini bana emretmişti. Devletin bütün kuvvetiyle çalıştığı hâlde kimin yaptığı bilinemeyen kötülüklerin ortaya çıkmasında bize yardım eden, hatta devlet adına kendisinin suçlarının af edileceği tebliğ edilen Metro'nun bu vaziyetle karşılaşması beni çok üzmüş ve yaralamıştı. Hükümetin bu yerinde olmayan hareketine uymak, kötülük yapanları takip eden bütün kuvvetleri büyük bir moral kırıklığına itecek ve çalışmalarına belki de mani olacaktı. Bulgar komitacılığına Bulgar olduğu için hükümete hizmet ettiği hâlde Bulgarlık için onu imha etmeye kalkışmak/ Bulgar komitacılığını tahrik edip inkişaf ettirmekten başka bir şey demek değildi. Hususiyetle mertliği, namusu, memleketi düşünen kimsenin ortada pek azı görüldüğü sırada böyle bir insanı imha etmek lüzumsuzdu. Vadedildiği hâlde yaptığı hizmet karşılığı suçunun af edilmesinin yerine geti-rilmemesi, devlet şeref ve haysiyetini yok etmeyecek miydi-Türkler hiçbir zaman böyle bir hataya düşmemiş ve böyle bir hareket yapmamıştı. Bence bu, tahammül edilemeyecek kö180 tülükten başka bir şey değildi. Bu uğurda rütbemi, on beş sene emek verdiğim rütbemi değil canımı versem bile açmaza düşmezdim. Resne'de bulunan bütün Đttihat ve Terakki'li arkadaşlarım da benim gibi düşünüyorlardı. Vaziyeti bir kere de Manastır'daki vilâyet merkezinin fikrini öğrenmeyi münasip görerek Metro'yu takip birliğiyle beraber eşkıya izlemesine gönderdim. Ben de Manastır'a gittim. Orada her kime söyledimse, herhangi bir vicdan sahibi insana sordumsa fikirlerimin doğru olduğunu ve yanlış hareket etmediğimi söylüyordu. Bu vaziyet karşısında her mesuliyeti, her baskıya karşı gelmeyi kararlaştır-dım. Eskiden beri fikirlerine itimat ettiğim münevver bir insan olan müşirin vekili ve sekreteri Kolağası Mecdettin'e vaziyeti açtım. Anlattıklarımdan çok üzülen arkadaşım, devletin namus ve haysiyetini müdafaa bakımından bize yardım edenlerin himayesi lâzım geldiğini, daha çok zabitlerin verdiği sözde durmak suretiyle hükümet emrine karşı gelmektense Metro'nun
kaçırılmasını ve evine teslimini daha doğru görüyordu. Bunun için bana demişti ki: — Niyazi kardeşim! Siz devlete karşı yapacağınız mukavemetten iyi bir netice almak için her şeyi göze aldınız mı? Bu yolda rütbeyi değil, hayatı değil, size uyacakların, davranışınızı alkışlayacak bütün münevverlerin, Đttihat ve Terakki teşkilâtının menfaatlerini ve geleceğini düşündünüz mü? Bu hareket hükümete muhalif bir isyanın başlangıcı demektir. Bakalım Cemiyet size yardımda bulunma kuvvetine sahip midir? Biz vaziyeti sizin kadar yalandan bilmediğimiz için pek bir şey diyemeyiz. Her hâlde etraflıca Đttihat ve Terakki ileri gelenleriyle bir görüşelim. Fakat Metro'yu kaçırmak suretiyle ortaya çıkacak vaziyeti karşılamak ve bunda size düşen mesuliyete mani olmak mümkündür. 181 Đttihat ve Terakki'nin Manastır'da bulunan vilâyet heyeti ve selâhiyettarları da aynı görüşte olduklarını söylediler. Memlekete hizmet edenlere sürülmek istenen lekelere ve kötülüklere karşı halkın ve Cemiyetin artık mukavemet kuvveti kalmamıştı. Kuvvetine güvenerek bütün bu kötülüklere bir nihayet vermek Cemiyetin menfaatleri ve haysiyeti istikâmetinde lüzumlu idi. Bu malûmatı aldıktan sonra acele Resne'ye döndüm. Manastır'a gitmeden evvel Metro'nun sevk edilmesi emrine karşı Bulgar komitacılarını takip etmek üzere askerle beraber yeni malûmat alınan bir komitayı takibe gittiğini bildirmiştim. Resne'ye döner dönmez kendisini getirttim, vaziyeti anlattım, Türklük adına verdiğim sözü yerine getirmek için hayatım pahasına da olsa kendisini evine teslim etmek suretiyle firarını kolaylaştıracağımı söyledim. Silâhım, cephanesini kendisine teslim ettikten sonra itimat ettiğim ve bana bağlı erlerden bir birlikle Manastır Merkez Kumandanlığına gönderdim. Erlerim dediğimi yapmış, yolda onu salıvererek firar etmiş gibi takip edip evine vasıl olmasını temin etmişti. Resne Bulgar Komitası hadise üzerinde fazla durmamıştı. Cemiyetin uğraşması ile olacak, hükümet de nihayet vaadettiği affını yapınca Metro, cellât sabrından kendini kurtarmış oldu. Bu muvafakıyet şimdiye kadar olan Rus zorlamasıyla aldığı kararlarla gururlanan Bulgar Komitasına büyük bir mağlûbiyet olmuştu. Benim bu işte oynadığım rol her iki tarafça anlaşılmıştı. Fakat ne Bulgar komitacıları ne de hükümet dürüst hareketim karşısında bana el uzatamıyorlardı.
Bulgarlar bütün tasavvur ve yapacaklarımdan habersiz değildiler. Vazifemde ne kadar titiz ve mukavemet kuvvetime sahip olduğumu da biliyorlardı. Rumeli'de Türkleri yok etmek politikasına, bu alçak manevraya ne 182
kadar muhalif olduğumu kendilerine birkaç kere anlatmış, buna mani olmak için Türklüğün şerefine yakışır bir şekilde beraberliğin temini yolunda çalışacağımı, ordunun da bu istikamette kararlı olduğunu, devlet istibdadına değil, memleketin bütünlüğünü tesis etme yolunda hizmet eden Đttihat ve Terakkiye bağlı olduğumu kendilerine anlatmak istemiştim. Hareketlerim Bulgar komitacılarını düşündürmüş, onları daha ihtiyatlı bir hareket takip etmeye itmişti. Komitalarının çalışmalarına mani olmak, ona bağlı olardan yakalamak, silâhlarını ellerinden almak suretiyle dört seneden beri çalışmalarına mani olmamdan dolayı beni hiç sevmemiş olmalarına ve Metro'nun onlara muhalif çalışmış olmasına rağmen tarafımdan himaye edilmiş ve affa uğratılmış olması bana karşı bir yakınlık hissetmelerini temin etti. Bu zuhur eden vaziyet dolayısıyla Bulgar nahiyelerinde dolaşan konuşmalar, ileriye dönük hareketler istikâmetinden bana yardıma olmak yolunu açmış oluyordu. Bu muvafakıyet benim için, bağlı bulunduğum Cemiyet için büyük bir müjde idi. Mıntıkada hasıl ettiğim bu havadan faydalanmada zaman kaybetmek istemiyordum. Türk, Arnavut, Bulgar, Rum, Ulah, Sırp, hepimizin aynı toprağın çocukları olduğumuz için, müsavata dayanan bir devlet idaresi için çalışmamız lüzumunu anlattım. Pek samimî ve büyük bir ideale müstenit bu sözlerim iyi bir tesir yapmıştır. Fakat neye yarar ki, karşıda hükümetin Şeytanlara bile pabucu ters giydirecek kötülükleri ve yalanları benim bu tesirimi imha ediyordu. Hükümet, Metro'nun yardımıyla yalnız Resne'den ve ona bağlı köylerden silâhı, bombayı, zararlı neşriyatları ile topladığı suçluları, ki bu suçlular yüzleri aşmaktaydı, bunlardan köylü olan yirmisi hüküm giymiş, şehirli olan itibarlı kimselerle, köylülerin arazi 183 sahibi olanların çeşitli yollarla teşebbüsleri neticesi kurtularak bırakılmışlardı. Hükümetin aczini gören komita, senelerden beri yaptığı çalışmanın meyvesini almak ümidine kapı-larak bu zayıf karar karşısında seyirci olamazdı. Yeni bir hareketle hükümeti, kuvvetlerini bizi takibi programına almış, bu istikamette mukaddes gayesine varmayı tasarlamıştı. Eskiden de Yunan muvafakıyetine benzeyen bu çekilmeyi görmek, benim için tahammül edilmez bir elem olmuştu.
Manastır'da, Selanik'te çıkan gazetelerin kötü tesir yaptığı rivayeti Resne'deki Đttihat ve Terakki'ye kayıtlı insanlan büyük üzüntüye atmıştı. Halkı her an rahatsız eden Đttihat ve Terakki Cemiyetini yakalayıp imha etmek istikametinde çalışan bu mikropların bir an evvel yok edilmesine teşebbüs etmekte kararlıydık. Bunların ortadan kaldırılmasıyla Cemiyetin itimat ve vaziyetinin temini hususunda Resne'den bir yardım isteyip istemediklerini sual etmiştim. Buna mukabil Resne mıntıkasının kendilerine bir destek noktası olduğunu bildirdiler. Rumeli içine dağılmış olan Đttihat ve Terakki'ye mensup münevverler şehir, köy teşkilâtlarını tamamlayıp haberleşme yolunu neticelendirmek üzereydiler. Bir vücudun organları gibi kenetlenme meydana getirilmişti. Yalnız hükümet kuvvetlerinin dolaştığı şehirlerde ve nüfusu az olan köylerde bize taraftar olan insanların müdafaası çok müşkül olduğu gibi, bundan böyle Müslüman olmayan azınlıkları da bizim yola getirmek, ittihada davet etmek, mukaddes vazifenin yakın olduğunu bildirmek lâzım geliyordu. Bu sebeple resmî vazifesi olan bizim gibi zabitler ile onların ikaz edilmesi pek tesirli olamadı. Herhalde Đttihat ve Terakki'ye kayıtlı olanlar, vazifelerini bırakarak çeteler teşkil etmek, dağlara çekilmek, köyleri dolaşmak, müsavatı göstermek suretiyle harekete geçmenin zamanı gelmişti. Đyi niyetine 184 mizi, mukaddes gayemizi kabul ettirmek için bundan daha münasip bir istikamet düşünülemezdi. Bu büyük gayeye vasıl olmak için, istisnasız bütün Cemiyete bağlı olanlar aynı hissi taşıyorlardı. Ya namus, ya ölüm! Vatanı müdafaa yolunda ölmeyi büyük bir şeref bilen Cemiyet azalan, bütün memleket ve münevver gençlik, harekete geçmek için tek bir işaret beklemekteydi. Harekete geçmek için kılavuz bir birliğin hareketi bekleniyordu. Bundan böyle kendini hakikî Osmanlı bilen hiçbir insan Arnavutların, Bulgarların, Rumların, Ulahların kendi milletlerini kurtarıp hür yapma istikametinde gayretlerini temin etmek gayesiyle teşebbüs ettikleri çalışmalarım bekleyemezdi. Türklerin, sırasını beklemek istikametinde gösterdikleri umursamazlığın, müsavat ve iyi idareye müstenit gizli hareketlerinin, sabırla bekledikleri bu hareketlere karşı sessiz kalmakla durulamazdı. Bundan böyle kuvveti, beklemenin memlekete getireceği müşkül ve yeni hayatı göstermenin zamanı gelmişti.
CEMĐYETĐN KONSOLOSLARA VERDĐĞĐ BEYANNAME Bu sırada Reval'de yapılan Rus Çarı ve Đngiliz Kralı mülakatında memleketi parçalanma istikâmetinde yapılan görüşme duyulmuş, imparatorluğun çökme tehlikesi karşısında Đttihat ve Terakki, Avrupa'ya karşı dahildeki kuvvetini göstermek mecburiyetinde kalarak şu beyannameyi Makedonya'nın birçok mıntıkasındaki konsolosluklar vasıtasıyla büyük devletlere arzetmişti: "Ekselans! Vatanımızın mühim bir parçası olan Makedonya'nın bugün içine düştüğü vaziyet, onun ıslah edilmesi ve geleceği istikâmetinden Türkiye denilen bu büyük devletin çocukları olan bizleri, aşağıdaki satırları sizlere arzetmek mecburiyetinde bırakmıştır. Bu hareketimizin başlıca sebepleri: üzerinde doğduğumuz toprağa olan sadakatimiz ve sevgimizdir. Onun iyiliği ve geleceği için elbirliğiyle çalışmak gayesinde-yiz. Avrupa'nın bizi zayıf ve kötü bilmekte olduğuna vardığımız kanaattir. Makedonya meselesi hakkında daha doğrusu Makedonya'nın dertlerini arzetmek ve hakikatleri izah etmek için, bizi doğru yola götürecek olan sebebi beyan etmek istiyoruz. Böylece Avrupa devletlerini de lüzumsuz hataya düşmekten kurtarmak gayesindeyiz. Đşte bu mektubumuzla takip etmek istediğimiz gaye yalnız budur. Bugün seyirci olduğumuz manzara pek gariptir: Şimdiye kadar bu istikâmete gösterilen çare, büyük bir lütufkârlık takman ecnebilerdir 186 ki, gösterdiği istikametler hep ayrı ve tatbiki imkânsız olan şeylerdir. O hâlde vatanlarını ve onun hastalıklarını, hadisede menfaatleri olan ecnebilerdin çok ve daha iyi bilen Türklerin kendi sözlerini söylemeye haklan yok mudur? Sizlerden hadiselerin alenî bir ifadesi olan şu sözleri arzetmemize müsaade etmenizi talep ediyoruz. Avrupa'nın Makedonya'da teşebbüs ettiği ıslahat ve yeni tanzim hareketleri hiç de iyi netice vermemişti. Makedonya'da yine karışıklıklar devam etmekte, hatta daha kötü bir hâle girmektedir. Azınlıkların isyanı çoğalmış, Makedonya meselesi bir kat daha hâl edilmez bir vaziyete girmiştir.
Avrupa için lüzumsuz, Türkler için hiç de iyi olmayan dört senelik bir tecrübeden sonra şimdi de büyük devletler yaptıklarının tesirsizliği karşısında hareketlerinin, mıntıkaya bir emniyet temin edemediğini itiraf etmektedirler. Hâlbuki bu hakikat karşısında, Avrupa şerefiyle işten çekilip, kötülükleri artırmadan başka bir şeye yaramayan her çeşit teşebbüsten vazgeçecek yerde, ne yazık ki mıntıkayı daha kötü bir hâle sokacak tecrübeye teşebbüs etmek istiyor. Evet, üzülerek haber aldık ki Đngiliz Hariciye Nazırı Sir Edvard Grey, Makedonya'da isyanların bastırılması için oraya müstakil bir umumî vali tayininin doğru olacağı fikrinde sebat etmiş ve daha sonra da Petersburg Kabinesi (Çarlık Hükümeti) Makedonya meselesinin devletler arası bir teşkilât yoluyla idaresinin mümkün olacağım tasavvur ediyormuş. Kat'îyetle şunu şimdiden beyan edebiliriz ki, bu iki çeşit tedbirin ne biri, ne diğeri ve hatta ne de ikisi birden Makedonya'nın, Osmanlı topraklarından büsbütün ayrılmasıyla neticeleneceği için Müslüman ve Hristiyan bütün vatandaşlar, birlik olarak vatanlarına ecnebilerin el atmalarından muhafaza gayesiyle şahsî ve siyasî hürriyetlerini bugünkü hükûmetten almaya karar vermiştir! Bu gaye uğruna bugünkü idarenin zorbalığından faydalanan yüksek rütbeli ve yüksek makam sahiplerini bir köşeye iterek "Osmanlı Đttihat ve Terakki Cemiyeti" namı altında birleşmiştir. Yukarıda ki arzu dışında, herhangi bir kararı millet kabul etmeyecektir. Biz memleketimizin umumî çöküntüsünü temin edecek olan bu çeşit hareketlere karşı millî haklarımızın müdafaasına kat'î karar vermiş bulunuyoruz. Bu uğurda bütün kuvvetimizi kullanacağımızı insanlık, müsavat ve medeniyetle hiçbir zaman bağdaşmayan bir şekilde ve ecnebilere oyuncak olmayacağımızı sizlere bildiririz. Şuna da itimat isteriz ki, bu sözlerimizde en küçük bir dinî ve millî bir vaziyet yoktur. Bizi bu yola iten vatanımızın üç vilâyetinin* (*) karışıklıklar dolayısıyla bir "yıkıntılar mıntıkası" hâline gelmesine mani olmak için hepimizde var olan bir müdafaa ve mukavemet arzusudur. Bize deniyor ki: Avrupa'nın mıntıkada yapmak istediği Makedonya'dakilerin saadetini temin içindir. Biz de diyoruz ki: Avrupa şimdiye kadar yaptığı teşebbüslerle arzularına kavuşamamıştır. Bundan sonra da kat'î *
Makedonya'daki üç vilâyetimiz Selanik, Manastır, Kosova (Üsküp).
bir netice alamayacaktır. Bunun da birçok sebebi vardır ki, birincisi ve bizce en mühimi de budur. Çünkü Avrupa olmayacak bir şeyi zuhur etmeye çalışıyor-Gerçi Avrupa'nın esas gayesi ortaya bir Makedonya devleti yahut Makedonya'da kendi başına bir idare tesis etmek istiyor ki, bunların ikisi de birbirinden farksız ve tehlikelidir, larihte bir Makedonya iki bin seneyi geçmiş bir zamandan be-ri yok olmuş, eski Makedonyalılardan bugün bir emare yok 188 tur. Makedonya'nın mazisinden, bugün adından başka siyasî sahada bir mevcudiyete tesadüf edemeyiz. Makedonya adı tarih sayfalarında gömülü kalmıştır. Böylece Makedonyalılar Rumeli'de bulunmadığı gibi, Makedonya'da da yoktur. Burası Osmanlı împaratorluğu'nun bir parçasıdır, ondan ayrılamaz, hayatı ancak onun devamıyla mümkündür. Yok olması da yine onunla beraber olacaktır. Avrupa'nın uydurma bir Makedonya'yı yaşatmak arzusu üç Rumeli vilâyetimizin talihi diğer yirmi yedi vilâyetin talihine rabıtalı olup hepsi de taksim olunmaz birer parçasıdır. Avrupa maziyi bu kadar ihya etme gayesi gösteriyorsa neden bir Polonya'yı yeniden tesis etme istikametinde hiç gayret göstermiyor? Polonya yakın zamanlara kadar bir devlet olarak yaşadığı gibi arazisi ve milleti de şu anda vardır. Evet, neden bilinmez, ortada bu hakikatler durup dururken insanî ve siyasî bir müsavatsızlık içinde hayal peşinde koşulmaktadır. ikinci bir hâl şekli daha düşünelim: Okuduklarımıza ve duyduklarımıza göre Avrupa'nın Makedonya'ya müdahalesi bir mecburiyet hâline gelmiş, çünkü bu memlekette Hristi-yanlar pek zavallı, zulüm ve imha edilmek tehlikesiyle karşı karşıya imişler! Bunun için de bu kadar yüksek ve insanî bir ideal peşinde koşan Avrupa'nın nazarında, sanki bütün dünyada Makedonya Hristiyanlan kadar talihsiz ve acımaya değer insanlar yokmuş. Bütün dünyada her şey rahat, herkes mesut ve emniyet içindeymiş. Meselâ Rusyalılar mes'utmuş-lar! Bu istikâmetten aşağıdaki neticeleri çıkarmamıza müsaade etmenizi arz ederiz.
Avrupa'nın Makedonya'ya doğrudan doğruya ve alenî olarak el uzatması Manastır vilâyeti Bulgarların mıntıkaî bir isyanları hakkında Sofya komitaları tarafından yapılan te189 şebbüsten sonra ortaya çıktı. Avrupa bununla göstermek is-tedi ki kendisi bu karışıklığı istiyor ve yapanlara, isyancılara her çeşit yardıma hazırdır. Bunun için eğer Bulgarlar kıpırdanmasa, silâha sarılmasaydılar, Türk köylerini ve çiftliklerini yakıp kül etmeseydiler, yollarına çıkan, kimseye zararı olmayan Türkleri öldürmeseydiler, Avrupa hiçbir zaman karışma mecburiyetini hissetmeyecek ve bugüne kadar mülakat programlarında. pek az bir hünerle yaşatılan Makedonya problemi de kurcalanmayacaktı. Sonra da görüldü ki Avrupa devlet adamlarının her biri bulundukları siyaset sandalyesine dayanarak dünya sulhunun birer idarecisi gibi hareket etmektedirler. Bu harekette birbirine ters düşen istikâmetler alenîyse de, biz bunun üstünde durmuyoruz. Makedonya için alman kararların hepsi ölü doğmuş çocuk gibidir ve hiçbir iyi neticeye varamaz. Çünkü şunu da bilmelidir ki, Avrupa Makedonya'daki hastalığı bilmiyor yahut bilmek istemiyor. Haricî manzarayı bunun aslı zannediyor. Başladığı yanlış yol, onu yanlış neticelere götürüyor. O sanıyor ki Makedonya'da iki taraf halk var: Bir tarafta Türkler yani öldürenler ve diğer tarafta Hristiyanlar (Bulgarlar) yani zavallılar. Bu intiba'dan dolayı Hristiyanlan, yani Bulgarları Türklerin güya barbarlıklarından müdafaa etmek için Makedonya'ya kurtuluş yolu buluyorum diyor. Hemen söyleyelim ki: Avrupa tamir edilmez bir hatanın içindedir. Đdaredeki tadilât ve terakki temayül ettiğinden beri(!) geçen seneler içinde Hristiyanlar birbirlerini boğazladıkları hâlde umumî nüfusun yüzde yirmi beşi Bulgarlara karşı/ yüzde elli beşini ihtiva eden ve mühim bir ekseriyet olan Türklerin hâli Avrupa'yı yalanlamıyor mu? Vaziyet böyle iken Avrupa yine yanılmakta, yine yenilik arzusunda inat etmekte ve Makedonya'nın bu vaziyete düşmesinin asıl sebe190 bini bilmemekte inat etmektedir.
Bunun için tarafsız ve makûl bir görüşe göre Makedonya adına söylenecek iki hakikat vardır: Evvelâ Makedonya'da bir fena vaziyet olmadığı gibi bundan doğan bir problem de Pr yoktu. Đkinci olarak Makedonya'da Türk ve Müslümanların mıntıkada kötü bir hareketi de yoktur. Biz herkesten evvel yalanlarız ki, Makedonyalıların vaziyeti belki pek iyi değildir, bunda Avrupa ile fikir birliği içindeyiz. Yalnız o kötülüğün tohumunu bulmada görüşlerimiz ayrıdır ki, bunun için o kötü vaziyete karşı kullanılacak aracı bulmada ayrılık ortaya çıkıyor. Demek oluyor ki, Makedonya'daki fenalıkların müsebbibi Makedonya'nın kendisinde değildir, onu biraz u-zaklarda aramalıdır. Yalnız Makedonya'nın değil, Osmanlı imparatorluğunun bütün vilâyetlerindeki kötülüklerin asıl mes'ulü bugün başta olan hükümetin istibdat idaresidir. Ortalığı bu vaziyete sürükleyen, böylece çekilmez bir hâl alan hayat, şahsî ve siyasî hürriyetin Osmanlı imparatorluğu u-fuklarında doğmamış olmasıdır. Bilinir ki, birbirine müsavi olan hadiseler, her yerde aynı neticeyi verirler. Anadolu'yu, Arabistan'ı yahut Trablusgarb'ı sıkıntıya sokan aynı hastalık, Makedonya için de vardı. Türk, Arap, Arnavut, Çerkez, Kürt, Ermeni, Ulah, Yahudi, Sırp, Rum ve Bulgarlardan meydana gelen Osmanlı adıyla topladığımız ne kadar millet varsa hepsi de aynı istibdat idaresinin çilesini çekip boyunduruğunda inliyorlar. Halk içindeki din ve millet tefriki ne insanın acılarını çoğaltmakta ne de boyunduruğunu hafifletmektedir. Ne Makedonya ve ne de diğer Osmanlı memleketinde ayrıcalık ve zulüm görmüş iki çeşit halk yoktur. Đstisnasız hepimiz aynı istibdat tazyiki altında ezilmekteyiz.| Eğer Makedonya'nın vaziyeti Avrupa'yı bu kadar telâş191 landınyorsa ve Avrupa Makedonyalıları mesut kılmak arzu ediyorsa yapılacak şey alenîdir. Đçlerinde Makedonya'da ya-şayanlar da bulunmak üzere bütün Osmanlı halkım mesut kılacak şekilde istibdat idaresini yıkmak, hürriyete, aydınlı-ğa çıkmak için bize yardım ediniz. Yoksa ortada yalnız Makedonya adıyla başlı başına bir kötülük görmekten ibaret olan mütalâanızı hiçbir zaman hiçbir şey mukabilinde kabul edemeyiz. Sizin bildiğiniz gibi bir Makedonya problemi yoktur. Bugün ortalıkta görülen problem, Türklerin kendi aralarında hâl
edecekleri ve bu toprağın çocuklarının beraber temin edecekleri ve er geç yapacakları bir teşekküldür. Hristiyanlara karşı yapıldığı zannedilen Müslüman zulmü iddiaları her istikâmetten boş bir müdafaadır. Gerek başka vilâyetlerin ve gerek Makedonya'nın Müslüman halkı Hristiyanlara, yani aynı toprağın çocukları, aynı istibdat idaresinin esiri olan kardeşlerine karşı nihayetsiz bir çekişme açarak kuvvet kaybedeceklerini bilmez akılsız değildirler. Müslümanlar başka dille konuşan ve ayrı bir dinin insanı olan vatandaşlarıyla yapacakları sağlam bir beraberliğin vatanın kuvvet ve geleceği için mühim bir hareket olduğunu çok iyi bilmektedirler. Müslüman, Hristiyan hepimizin kaçınacağımız tehlike bu olduğu gibi gene hepimizin üzerinde birleşip müdafaa edeceğimiz yol da budur. Bu sebeple Makedonya'yı Bulgaristan, Sırbistan ve Yunanistan'a iltihak etmek gayesiyle hareket eden birtakım Bulgar, Sırp ve Rum ihtilalcileri burada yaşatmak istedikleri ve biraz da muvaffak oldukları kötü tohumun yeşerip gelişi*16" sine yardım etmekten kaçınılmalıdır. Böylesine kötü ve böylesine az bilinen Müslümanlar, Makedonya'ya yeni gelmiş değillerdir. Tarih bize gösteriyi Türklerden meydana gelen birçok halk Makedonya'ya bura192 sini Osmanlı sultanlarının ele geçirmesinden çok önce gelip yerleşmişlerdir. Bu bakımdan Makedonya'da Türklerin de çok eski bir tarihî alâkalan vardır. Bu eski Türkler ile sonradan gelenler ve bu gelişle de Đslâm dinini kabul eden yerliler, bunca asır Hristiyanlarla bir arada yaşadılar. Bu uzun geçmişte her iki taraf arasında birçok yakınlık oldu. Müslüman ve Hristiyan çok yerde birbirine arka verip yardım ettiler. Malûmdur ki, Müslümanlık başkalarının dinine ve milliyetine hürmet göstermekle ünlüdür. Şunu da belirtmeliyiz ki, bu hâllerde de müsavatsızlık öne gelir. Hristiyan kilisesinin tesis edilmesine yardım eden Müslümanlar vardır. Milliyet ve dinini zorla başkasına kabul ettiren Müslüman yoktur. Böylece bilinmelidir ki, Makedonya'da birbirini imha etmeye girişmiş, yemin etmiş iki muhalif halk olmadığı gibi, Müslüman muhafazakarlığı diye bir tehlike de yoktur. Acaba böylesine ehemmiyetle söz edilen bu muhafazakarlık neden meydana gelmiştir? Mıntıkada Avrupa'nın yeni idareyi tatbik
etmeye başlayalı dört tam sene olmuştu. Bu zaman i-çinde, Müslüman muhafazakarlığım belirten bir tek misal verilebilir mi? Müslümanlar tarafından yapılmış öldürme hadisesi kaç tanedir? Onların çeteleri, terörist komiteleri nerededir? Makedonya'daki iç harplere kim sebep olmuştu? Kahramanlıkları dünyaca bilinen Müslümanların, nihayetinde kendilerini bu derece hesaba dahil etmemelerine bundan böyle ne kadar tahammül edebilecek ve kendileri imha edilmeye hazırlanırken tesirsiz, seyirci kalmamaları pek tabii ve belki de pek yalandır. Müslümanlar Makedonya'da halkın ekseriyetini temin etmektedirler. Tarafsız istatistikler gösterir ki, Makedonya'daki halkın yüzde elli beşi Müşlümandır. Böyle iken kendilerini hiç düşünen olmadığı gibi (bunu da istemezler ya) aksine Avrupa'nın tamamiyle müdahelesi, bü193 tün kendine karşıdır. Umumî istikran bozma ve büyük devletlerin Makedonya işlerine daha yakından müdahalesini kolaylaştırdıklarından ötürü mıntıkaya getirilmek istenen yeni idare, Bulgarlara Avrupa'nın kötü bir hediyesidir. Hâlbuki eldeki istatistiklere göre Makedonya'da Bulgarlar yüzde yirmi beş kadardır. Bu rakamlar karşısında sizden şunu sual ederiz ki, halkın içindeki azınlığı önde tutarak ekseriyeti küçümseyip aşağı görmek müsavata, hakkaniyete ve insanlığa sığar mı? Bir memlekette istikran temin etmek, geleceğinin pekleştirilmesi ve birçok millet arasında birlik zuhur etmek bu çalışmalarla mı olacaktır? Bu hareketler karşısında Müslümanlar şimdiye kadar inanılmaz raddede bir sabır ve tahammül gösterdiler. Fakat bundan böyle aynı tahammülü gösteremeyecekler ve yeniden maruz kalacakları bir haksızlık karşısında kendileriyle sözbirliği etmiş olan Hristiyanlarla birlik içinde bir tek kişi kalana kadar vatanlarını müdafaaya çalışacaklardır. Avrupa'nın mıntıkada ıslahat ve reform diye ortaya attığı sistem Makedonya'da vaziyeti karıştırmadan başka bir şeye yaramamışsa, buna üçüncü sebep de şudur: Avrupa devletleri içerisinde bir kısımları vardır ki burada bir sulhun devamını samimî olarak arzu etmezler. Bu devletlerin menfaatleri Makedonya'da isyan ve karışıklığın devam etmesidir. Gerek Makedonya, gerek diğer vilâyetlerdeki eski ve yeni kan-şıklıklar
bütün bu hükümetlerin tahrikleriyle olmuştur. Bu sözlerimizin hakikati göstermesi istikâmetinden birkaç misal vermek mümkün ise de siyasî vaziyet dolayısıyla bunu bir tarafa bırakıyoruz. Avrupa'nın bizim hakkımızdaki görüşlerinde samimî olsaydı, Türkiye'yi alâkalandıran işlerin hepsinde Rusya'yı u194 zak tutardı. Bu sebeple Rusya yalnız Makedonya'nın değil, baştan başa bütün Şark için en büyük bir tehlikedir. Panisla-vizm istikametinde ilerleyen Rusya kendini tarihî bir vazife yapma mesuliyetinde görerek Şarkı ele geçirmek, Đstanbul'u almak ve Balkan Yarımadasını bir Slav vatanı, yani bir Rus mıntıkası hâline getirmek arzu etmektedir. Tarih bunun en şaşmaz şahididir. Tarih bize bütün alenîyetiyle göstermiştir ki, Çar Büyük Petro'dan bugüne kadar zavallı Şarkı parçalamış olan ne kadar harp, ne kadar karışıklık, ne kadar isyan varsa hepsini Petersburg'ta kurulmuş o-lan plânların, entrikaların neticesidir. Balkan Yarımadasının bütün köy ve şehirlerinde birtakım ajanların üzerleri mukaddes resimlerle dolu olarak dolaşıp sokak köşelerine birer haç işareti yapmaya başladıkları görüldü mü, herkes anlardı ki yine bir sürü Rus ajam gelmiş ve yalanda mıntıkada büyük bir kargaşalık çıkacak, bir fırtına kopacaktır. Böylece asırlardan beri çektiğimiz kötülüklerin hepsi Rusya'nın genişleme politikasından doğmuştur. Bugünkü Rus politikası da aynı istikamette yürümektedir. Din ve Ortodoksluk maskesi altında Ruslar, bizim için çok kötü düşünmekte ve fena neticeler hazırlamakta, dahilde Ortodoksluğu tahrik ederek ve din kışkırtmacılığı yaparak milletleri birbirine düşürmekte ve bu karışıklıkların dahili harbe dönüştürülmesinden faydalanmayı gaye edinmektedir. Rusya'nın mıntıkadaki sivil vazifelileri, konsolosları ve zabitleri bütün birer şer ocağı, alenî olarak Hristiyanlan kendi dininden olanlara ve Müslümanlara karşı mücadeleye davet ederek bir din çatışması temin etmektir. Makedonya'da yenilik denen bu trajedi de, bir komedyadaki gibi gülünecek bir taraf varsa, o da Avrupa'nın geçmişteki tecrübeleri görmezlikten gelip aynı istikamette yürümesidir. Avrupa hatır-
lamıyor ki kendisi daha yarım asır emperyalist politikası tatbik etmeye kalkan Ruslara karşı Türklerle yan yana harp etmek mecburiyetinde kalmıştı. Bunu unutup şimdi neden onlarla beraberdir ve arzularına boyun eğmektedir? Avrupa'nın her çeşit statüko değişikliği hareketinde muvafakıye-te vasıl olamasının bir dördüncü sebebi de şudur: Avrupa, Makedonya'daki karışıklıkları mani olma istikâmetinden, kat'î bir neticeye varmak arzu etmiyor. Avrupalı devletler, çok iyi biliyorlar ki, bugün oynanan trajedide Müslümanların hiçbir rolü yoktur. Bugün müşahade edilen karışıklık ve isyanlar, Türkiye'ye hudut olan memleketlerde, yani Bulgaristan'da, Yunanistan'da ve Sırbistan'da hazırlanıp ortaya çıkarılmaktadır, ihtilâlci denen çetelerin buralardan zuhur ettiğine, oralarda hazırlanıp silahlandırıldığına ve yine Sofya, Atina ve Belgrad'tan aldıkları beyannameler istikâmetinde hareket ettiklerini Avrupa çok iyi bilmektedir. Yine Avrupa pek iyi bilir ki, Makedonyalı denen bu komitalar, Türkiye ile hudut olan mıntıkalarda sığınacak bir yer bulamayacak olsalar Makedonya'da yaşamaz, çoktan ortadan kaybolurlardı. Avrupa da bu hakikati bildiği hâlde yine Sofya, Atina ve Belgrad kabinelerine okşayıcı notalar vermekte ve Makedonya'da da bu karışıklığın durmasına değil, devamına yol açmaktadır. Türkiye'nin Makedonya'da böyle karışık ve insafsız bir idare ile vatanımıza göz diken devletlerle komşu olmaktan başka bir kötü hareketimiz yoktur. Avrupa, Makedonya'da bundan böyle bir fesat yuvası komitaların bulunmasını kat'î olarak arzu ediyorsa, Bulgar, Sırp ve Yunanlıları ikaz etmelidir. Ajan, sivil komitacı ve onları kontrol eden jandarma zabitleri için burası, onların at oynattığı bir yerdir. Bu adamların Selanik'te yahut Türkiye'nin bir yerinde bulunmaktansa, asıl bulunmaları lâzım gelen yer Atina, 196 Belgrad, Sofya'dır. Orada vazifeli olmaları daha münasiptir. Avrupa'nın Makedonya'da şimdiye kadar yapmak istediklerinin iyi bir netice vermemesi karşısında bunun nasıl doğru bir yolda takip edileceğini gösterelim. Neticeyi şöyle anlatalım: Yukarıdan beri söylediklerimizle kat'î bir şekilde izah edilmiştir ki, Avrupa'nın Makedonya işlerine müdahalesi memleket için çok fena olmuştur. Dört senelik idareden sonra bugün Makedonya'da umumî bir karışıklık, bir dahilî harp, büyük bir sefalet ve
yürekleri parçalayan bir ahlâk düşüklüğü görülmektedir. Ne tarafa bakılırsa bakılsın, kötü sesler işitilmekte, küçük bir ışık görülmemektedir. Vaziyet daha da fenaya gidiyor. Halkın arzuları boyuna tahrik edilmektedir. Đsyanlar ve tahribatlar birbirini takip etmektedir. Memleketin bütün kuvveti kurutulmuştur. Halk doğru yoldan, hürriyet ve müsavata gidecek yoldan u-zaklaştırılmaktadır. Bu elîm vaziyet karşısında çıkarabileceğimiz yalnız akıllıca bir netice vardır: Bu zavallı Makedonya'da, elde henüz iyi ve sağlam olarak ne kalmışsa onu muhafaza etmek için yapıldığı gibi, yeni idare denen şeylerden uzaklaşarak, tecrübe edilmiş şeylerin kötülüğünü ortadan kaldırıp, valileri serbest bırakılacak olursa, bütün çocuklarının kendi çalışmalarıyla kendilerini var etmeye kuvveti yetecek olan bu vatanın, dahili işlerine karışmaktan kat'îyetle vazgeçmek lâzım gelir. Eğer Avrupa Makedonya'dan çekilecek olup ve bu meseleyi tahrik etmekten ve onunla uğraşmaktan elini çekerse Makedonyalılar kendi aralarında mutabık kalacaklardır. Bugün tahrik edilen ayrılıklar harici tesirlerin neticesidir. Bu tesirler kaldırılacak olursa vilâyetlerdeki vatandaşlar elbirliği ile kendilerini ezmekte olan istibdat idaresini devirip yıkmayı başaracaklardır. Gerek Makedonya'da olsun, gerek diğer vilâyetlerde bütün Osmanlılar din ve milliyet ayırmaksızın kardeştirler. Vatanın yüksek menfaatleri karşısında, Hristiyan ve Müslüman cemaatleri değil Osmanlılık vardır. Halkın menfaati, gayesi ve kaderleri hep aynı ve birdir. Bu sebeple hepimizin çalış, ması lâzım gelen gaye, vatanı istibdat idaresinden kurtarıp hürriyet, terakki ve muasır devlete vasıl olmaktır. Bu program, muhit için en münasip olduğu gibi Makedonya probleminin de hâl şeklidir. Yine tekrar edelim ki: Makedonya problemi başlı başına görüşülemez. Türk hükümeti problemin bir tarafıdır. Biz ayrı bir idare ve Avrupa'nın kötülük getiren murakebesi altında yürütülen bir Makedonya arzu etmeyiz. Her iki şekil de bizim için bir ölüm kalım meselesidir. Makedonya'nın her bakımdan Türkiye'nin bir parçası olduğunu beyan eder ve onun ayrı kabul edilmesini düşünemeyiz. Makedonya, bütün şiddetiyle devam ettirilen bir istibdat idaresine bürünmüş cemiyetin bir parçasıdır. O istib-datı Avrupa'nın müdahelesine lüzum olmadan ortadan kaldıracak da biziz. Fakat Avrupa bize ve dolayısıyla insanlığa bir yardımda bulunmak arzu ediyorsa, bize en evvel yarayacak olan hizmet;
bir taraftan Makedonya'daki her çeşit teşebbüslerden vazgeçmek, diğer tarafdan da Abdülhamit'in istibdat idaresine bir an evvel nihayet vermesi için Đstanbul ü-zerinde lâzım gelen teşebbüsleri yaparak Makedonya'da her çeşit kötülüklerin yok olmasını temin etmek için Sofya, Atina ve Belgrad hükümetleri üzerinde tesirini göstermektir. Đşte Makedonya'da sulh ve sükûnu sağlayacak, Avrupa yi lüzumsuz hareketlerden kurtaracak istikamet budur. Bu nazarla vatanın menfaatleri bakımından lüzumlu isteklerimiz haricinde, Avrupa bizim kabul edemeyeceğimiz bir istikamete girer de Makedonya'ya bir umumî vali, milletler arası bir 198 kontrol ve adlî idarî teşkilât, Makedonya'daki Türk ordusunun tahdit edilmesi gibi yeni yeni hareketlerde bulunmaya kalkarsa, şunu da beyan ederiz ki artık sabrımız tükenmiştir. Şerefli bir ölümü fena bir hayata her zaman değişebiliriz. Yalnız bu neticeye varmaya lüzum kalmadan evvel zannederiz ki sizlerce arzularımız yerinde olarak kabul buyurulur. Büyük bir tahribata mani olmak için elden geldiğince çalışarak şu iki kelimede hülasa edeceğimiz ümidimizi ortaya koymak için bizi serbest bırakırlar! Biz bize, bizim için. Bu beyannamemizi Rusya'dan başka bütün büyük devlet kabinelerine arzettiğimiz gibi, birini de siz doğru, müsavatı kendine prensip edinen yüksek şahsiyetinize arzetmekle şeref duyarız. "Mayıs 1908'de Manastır'da konsoloslara verilmiştir.” Osmanlı Đttihat ve Terakki Cemiyeti . Manastır Merkezi Konsolosların bu beyanname üzerine nasıl bir harekette bulunduklarını bilmiyorsam da, hayat, istikâmet, asılını bilmedikleri cemiyete böylesine kuvvetli olabileceğini hatırlarına bile getirmedikleri ve bu istikâmette bir harekette de bulunmadıklarını çıkarabiliyorum.
Dördüncü Fasıl ABDÜLHAMĐT'E KAT’Đ ĐSYAN ĐHTĐYACI Böylece bir sürü kötü insanın yaptıkları berbat hareketlerle devletin büyük adını küçültme istikametine girdiği, milletçe protesto edilmiş oluyor. Hükümeti Meşrutiyet idaresine döndürmek, müsavatı, adaleti temin etmek üzere milletçe umumî bir teşebbüse geçildiği Avrupa'ya tebliğ edilmiş oluyordu. Avrupalı büyük devletlerin tazyiki, Rumeli'deki azınlıkların tahriklerle isyan etmesi, Türk halkını, Abdülhamit'in zulüm idaresine karşı umumî bir isyana mecburiyet hâsıl etti. Bütün millet arkasından gidecek ciddî bir hareketi bekliyordu. Đstibdat idaresinin zuhur ettiği buhran, gönüllerin hür yaşamaya olan arzusunu geliştiriyor ve halkın birbirine yaklaşıp kenetlenmesi gittikçe tahakkuk ediyordu. Bundan böyle bende de bir bekleme takati kalmamışta. Bütün halkın gönüllerinde yer eden bu arzu ve fikrin tesiri altında kalmış, takadim elimden gitmişti. Yoktan bir ses, millet yolunda çalışmak isteyenlere ruhları titreten, yüksek manasıyla Namık Kemal'in: ''Fedakârın kalır eskârı daim kalbi millete" mısraını bu büyük şiirin ihtiva ettiği manayı hatırlatıyordu. Bütün bu elemlerin ruhumu sardığı bir sırada Reval mülakatı oluvermişti. Bu toplantıda Rusya ve Đngiltere tarafından kararlaştırılan neticeyi düşünerek üç gün üç gece heyecanlar ve helecanlar içinde çırpın200 dım. Ölümden başka bir kurtuluş yolu göremiyordum. Nihayet kanlarla dolu gördüğüm ufuk, kararmış geleceğinde milletin selâmeti için karşımda bir ışık gibi beliriverdi. Evet arzularına nail olma taraflarını kafamdan geçirmiştim. Kurtuluşu fedakârlıkta, ölümde buluyor, Reval mülakatının bütün Türklüğün gönlünde yarattığı karanlığı, ancak milletçe bir ölümü göze almak suretiyle nihayet bulacağını düşünerek, tesirlerini her gördüğüm münevverin yüzünde okuyordum. Hepimiz ve Cemiyete (Đttihat ve Terakki Cemiyeti) aza münevverler memleketimiz için verilen kötü karan öğrenmişti. Hiç tenakuza düşmedik. Bir çete meydana getirmek fikrini kafamdan geçirmeye başladım. Bir taraftan da hazırlanıyordum. Akılsızca bir bekleme, çok kanlı hadiseler hazırlayabilirdi. Şaka bir tarafa, kararan ufuklar dolayısıyla vatanımın bir daha hayat
imkanı bulamayacak bir felâkete doğru sürüklendiğini alenî olarak görmekteydik. Đstibdat idaresinin kendilerine temin ettiği refah içinde yaşayan Abdülhamit'in adamları, neye yarardı ki, bu tehlikeleri görmek istemiyorlar, görseler de mani olmayı düşünmeyi bile kabahat sayıyorlardı. Bu tehlikelere mani olmak bize, bizim gibi küçük rütbelilere kalmıştı, bunu iyi biliyordum. Đttihat ve Terakki Cemiyetinden fazla bir destek bekleyemezdim. Çünkü Cemiyetin Anadolu teşkilâtına büyük kıymet verdiğini ve bu istikamette çalıştığını biliyordum. Bu sebeple onlardan yardım beklemek münasip olamazdı. Doğup büyüdüğüm, gençliğimin geçtiği ve Rumeli'mizin bir parçası olan Resne'nin nazarlarını bana çevirip, benden bir şey istediğini çok iyi anlıyordum. Çeşitli fikirlerin tesiri altında kafamdan geçenleri istibdat idaresine karşı isyanın tertibiyle üç gün üç gecemi geçirmiştim. 28 HAZĐRAN KARARI En çok silâh, cephane, âlet ve adavat, iaşe vaziyeti beni düşündürüyordu. Buna da bulunduğum mıntıkadaki hükümet menbaalarına, milletimin yardımdan geri kalmayacağına, Cemiyetin dolaylı da olsa yardımı esirgemeyeceğini biliyordum. Kararımı, hatta kimse katılmasa bile tek başıma tatbike kat'îyetle Allah üzerine yemin ederek 28 Haziran 1908'de Resne'de Đttihat ve Terakki'ye bağlı Belediye Reisi Cemal ve Polis Komiseri Tahir'e de açtım. Bir çete oluşturarak ihtilâle bir an evvel geçmek üzere salı günü sabahı evimin bahçesinde buluşmayı kararlaştırdık. O gün aramızda ciddî ve mühim bir görüşme oldu. Ben: "Yahu ne duruyorsunuz? Hâlâ böyle hareketsiz mi kalacağız? Öteden beri Avusturya ile kozunu paylaşan Rusya bu defa da Đngiltere ile anlaştı. Vatan büyük bir tehlike içindedir. Reval’deki mülakatın neticesini biliyorsunuz!" dedim. Cemal ve Tahir beyler ikisi birden: "Bir kalleşliğin eseri olan bu tehlikeyi ölümden başka bir şey temizlemez!" dediler. Ben de: "Sizin ve benim budalacasına ölmemizden bir şey çıkmaz. Cemiyetin halk üzerindeki tesirini kullanarak yapılacak umumî bir isyan, beklediğimiz neticeyi bize verebilir. Ben ve siz, burada Cemiyete taraftarlardan, asker ve köylülerden yüz elli, iki yüz kişilik bir çete çıkarabiliriz. Bu akşam Hacı Ağa'nın
evinde Cemiyete taraftar olanlarla vaziyeti görüşelim. Onların da kararlarını alalım. Her kaza, Cemiyetin 202 her merkezi bize iltihak ederse iş kendiliğinden hâl olur gider. Yalnız en evvel biz emsal olalım. Ben her şeyi hazırladım. Şimdiye kadar aldığım harcırahlardan beş yüz elli lira biriktirdim. Para, silâh, cephane, çarık, keçe, kütüklük gibi şeyleri de bulmak kolaydır. Yalnız sizden bana yardım ve iltihak için mertçe bir söz beklerim. Sizin vaadettiğiniz gibi bir çete tanzim ederek yirmi dört saat içinde ortaya atılmak mümkündür. Bizim isyanımız, umumî isyan için güzel bir işaret olur. Yanımızda Prespe, Ohri, daha ilerde Debre de bize iltihak eder. Bu ormanlık ve dağlık mıntıkada, bu Türk dolu yerlerde hükümeti aylar ve seneler meşgul edebiliriz!... Sözlerimi büyük bir sabırsızlıkla bitirmemi bekleyen Belediye Reisi Cemal ve Komiser Tahir: "Niyazi Bey! Teklifinizi kabul ederek size bağlı kalıp her emrinizi yapmaya söz veriyoruz. Vatanımızın selâmeti için ölmeye yemin ettik!..." dediler. "Öyle ise siz bütün arkadaşları toplayarak haber verin. Akşam saat 21.30'da Hacı Ağa'ya ben gelirim. Siz görüşün, konuşun, kat'î karan verin!..." dedim. Kalktılar, akşam üzeri Hacı Ağa'nın evinde Cemiyete taraftarlardan kırk elli kişilik bir kalabalıkla geldiler. Oturup selamlaşma gibi merasime vakit bırakmadan kendilerine heyecanla: "Arkadaşlar! Hainler elinde yok olma vaziyetinde olan vatanımızı elbirliğiyle çalışarak kurtarmaya, Allahın birliği üzerine söz vererek kararlaştıran Cemiyetimize malınızla, canınızla, yardım edeceğinize ve verilen her emre itaat edeceğimize yemin etmiştiniz, öyle değilmi?" Hep bir ağızdan: "Hay hay!" sesleri yükseldi. Ben: "Đşte bugün yaptığınız o mukaddes yeminin bir an evvel 203 tahakkuk etmesi zamanı geldi. Vatan bizden fedakârlık isti-yor. Reval'de Rus Çan ile Đngiltere Kralı arasında Makedonya meselesinin kendilerince halledilmesi kararma karşı
kılını kıpırdatmayan hükümet, vatanın taksimini, o mukaddes memleketin düşmana teslimi kararını belirten bu vaziyete alâkasız kalmasını kabul edemeyiz. Bu karan, bu alçak hareketi, milletin kanıyla silmekten başka çare kalmamıştır. Avrupalının her kararma boyun eğen hükümete karşı, milletin de "hayır" demesini bilmesi lâzım gelir. Bu da hepimiz beraber isyan ekmekten başka bir şey değildir. Din ve milliyet farkı nazan itibara almadan hep beraber birleşmeli, istibdat idaresine karşı isyan etmeli, vatanın taksimine göz yuman devleti ikaz edip Meşrutî idareyi, hürriyeti ilân etmeliyiz. Bugün Avrupa'da bizim için oynanan oyunlar karşısında yapacağımız bundan daha makûl bir hareket olamaz. Dikkatinizi çekerim. Yapılacak bu umumî isyan en evvel Resne'den başlamalıdır. Bulgarlar da ilk defa burada isyan ettiler. Bize bu belâyı getirdiler. O sebeple en evvel isyan bayrağım biz açmalıyız. Ben her şeyi hazırladım. Para var, çarık, çorap, fişeklik, cephane, silâh, hülasa bir çete için lâzım gelen her şeyi hazırladım. Bana yalnız itimat edilir, fedakâr adamlar lâzımdır. Fakat öyle fedakâr isterim ki, çoluğunu çocuğunu, rahatını, hayatını, dünya ile olan bütün alâkasını, dünya zevklerini vatan yolunda feda etmeyi bilsin. Yalnız vatan yolunda ölmeyi en büyük sevgi bilsin. Ağalar, beyler hepinizin namusuna, insanlığına, fedakârlığına itimadım vardır. O sebeple sizleri buraya davet ettim. Đçinizde verdiği sözün, ettiği yeminin icabını unutacak kadar bir kötünün bulunduğunu düşünemem. Size bir büyüklük ders vermeye kalkıştığımdan dolayı affınızı dilerim. Bilirsiniz ki, yüz elli seneden beri, devletten bizden daha 204 az zarar gören Hristiyanların şikâyeti Avrupa'nın dahilî işlerimize karışmasına yol açmış, hükümetin istibdat hareketi ve Avrupa'ya her an boyun eğişi bizi küçültmüştür. Devlete ve Reval kararlarına karşı yapacağımız ayaklanmada Hristiyan vatandaşlarımızı müsavi tuttuğumuzu, onların da ırzını ırzımız, canlarını canımız, mallarım mallarımız gibi tanıdığımızı göstermek mecburiyetindeyiz. Bizim isyanımız fertlerin, azınlıklara karşı bir ayaklanması olmayacak. Aksine birbirimizi ve bütün halkı birbirine düşman eden istibdat idaresine karşı bir isyan ile hürriyet, müsavat ve kardeşliği ilân etmek olacaktır. Hülasa olarak diyebilirim ki biz, millet adına müsavatı temin etmeye çalışacağız. Bu uğurda canımızı dişimize takarak
dağlarda dolaşacağız. Ben Cemiyetin bizi destekleyeceğine kat'îyetle inanıyorum. Kimsesiz kız kardeşlerimi, yeğenlerimi, eşimi Manastır'a gönderiyorum, bunlardan belki bir daha buluşmamak üzere ayrılmış bulunuyorum. Evimi kapayacağım, kararım budur. Đçinizde candan ve gönülden bana tâbi olmak isteyen var mıdır?" demiştim ki, hepsi bir ağızdan: "Seninle beraber ölmeyi bir şeref ve saadet sayarız, hepimiz hazırız." dediler. Ve koşan koşana, hepsi beni göz yaşlarıyla kucaklamaya başladılar. Bundan böyle dağa çıkış gününü kararlaştırmak lâzım geliyordu. Cuma günü, Cuma namazından sonra yapılacak toplantıyla harekete geçilmesi kararlaştırıldı. Namazda yüz elli kişilik bir çetenin Resne kışlası yakınlarında toplanması kafîleşti. Resne'nin ileri gelenleri çeteye lâzım gelen yardımı hazırlayacaktı. Belediye Reisi Cemal Bey Manastır'a giderek ittihat ve Terakki Cemiyetini bu karardan haberdar edecek ve lüzumlu müsadeyi ve desteği temin edecekti. Hepimiz büyük bir sevinç ve heyecanla birer ikişer dağıldık. Ben büyük bir rahatlık içinde evime dönmüştüm. Kafam durmadan tatbik edeceğim plânın teferruatıyla doluydu. Gece yatağım-da ilk kararın verildiği bahçeyi, karşılaştığım arkadaşlarımı çektiğim nutku, aldığım cevaplan düşünüyor, değerlendiriyordum. Hayatımın en mühim bir gününü yaşamaktaydım. Evet! Đnkılâp tarihimiz içinde hususî bir yeri bulunması lâzım gelen günlerden biri de 28 Haziran 1908 olması gerekir. Bu mühim gün, ilk defa ben milletin kılıcım çekmek için Al-laha sığınarak fedakâr arkadaşlarla ölmeye karar vermiştim. O günün heyecanı bütün karan verenlerin yüzünde muvafa-kıyete ulaşmanın saadetini taşıyan bir sevinci yaşatıyordu. Allahım o ne büyük gündü. Bir gaye uğrunda birleşmiş insanların yarattığı kuvvet, kolay kolay yok edilemiyor. Hele bu gaye mukaddes ve bir milletin geleceğini alâkadar ederse. Millette meydana gelen kuvvetin ruhumda yarattığı rahatlıkla yatağımda yattım. Üç günden beri hasretini çektiğim uyku ve rahata kavuştum. Şafakla uyanır uyanmaz da hazırlıklara giriştim. Cemal Bey o gün erkenden Manastıra gitti. Ben de her bakımdan kendilerine itimat ettiğim arkadaşlarımdan Prespe'de müfreze zabiti Koniçeli Mülâzım Osman'ı Resne'ye getirttim. Yapmaya karar verdiğimiz millet yolundaki isyanı kendisine anlatınca bir dakika bile durmayıp bütün kalbiyle,
varlığıyla bana yardımda bulunup iltihak edeceğini söyledi. Resne'de olduğu gibi Prespe'de de ortaya çıkan itimat ve sevgiyle bana iltihak edeceklerini bildiğim yakınlarımın adlarını kendisine verdim. Đsyan günü bize Lahça köyünde varmasını kararlaştırdık. Aramızdaki haberleşmenin gizliliğini temin etmek üzere bir şifre kararlaştırdıktan sonra gitmesine müsaade ettim. Daha sonra taburun Resne'de depo memuru olan Mülâzım Sadi'yi çağırdım. Hadiseleri ve kararı anlattım. O da, gönülden iltihak edeceğini bildirerek, elinden gelen yardımı esirgemeyeceği vaadinde bulundu. Karardan bir gün sonra Avcı Taburu da Resne'ye geldi. Gönülden dostum, kardeşim, sır arkadaşım olan bölük kumandanlarından Tayyar ve Süleyman beylere, namus ve insanlığıyla taranan Erkanıharp Binbaşı Remzi Bey'e de isyan edeceğimiz akşam malûmat verdim. Para, silâh, cephane ve malzeme için hiçbir şey düşünmeye lüzum yoktu. Yalnız toplanmayı, Resne'den çıkışı ve bu çıkışı kolaylaştırmak için devletin askerî kuvvetlerini tanımak lâzım geliyordu. Bunun da kolayı bulundu. Toplantı gününde hareketten evvel bize taraftar olanlardan bir kalabalık Đsmilovo mıntıkasında çete ile takip edeceğim yolun, gideceğim yerin aksi istikâmetinde yüz erlik bir Bulgar çetesinin göründüğünü haber verecekti. Bu haberin doğruluğunu belirtmek için de o mıntıkaya gidenler ateş ederek bir müsademe taklidi yapacaklardı. Bunlar tertiplenmiş, lâzım gelen yerlere malûmat verilmişti. Böylece tabura yirmi gün evvel gelen Erkânıharp Binbaşı Refik ve vaziyeti önceden bilen Avcı Taburu Kumandam Binbaşı Remzi beylerle taburun kolağalan ve taburumun Mülâzımı Sadi'den başka diğer zabitleri, bütün askerleri, kışlayı birkaç nöbetçinin müdafaasına bırakarak kısım kısım müsademe yerine doğru gitmeye mecbur olacak ve cemaat, namaz zamanı camilerde bulunacağından benimle beraber isyana iltihak edecek olanlar da kışlada hareketlerini ve çıkışlarını temin edebileceklerdi. 29 Haziran 1908 günü bu gibi hazırlıklarla geçti. Akşam evime döndüm. Eşimi heyecanlı buldum. Her şeyi öğrenmiş gibi bir his içindeydi. Üzüntü, sevinç ve arkada ulu bir nam bırakacak eş için gurur içinde, zıtlaşan hisler altında kalmış
gibiydi. Hadiseleri bütün alenîyetiyle kendisine anlattım. Şerefsiz ve zulüm altında bir hayatın ehemmiyetsiz olduğunu söylemiştim. Vazifemin ölmekten başka bir şey olmayacağımoda kabul etti. Aile ocağına gönderilmek üzere Manas-tır'da bacanağım Merkez Kaymakamı Hakkı Bey'in yanına gitmesini kararlaştırdık. O gece tatlı bir uyku uyumuş, vücudum istirahat etmiş, kuvvetim yerine gelmişti. Sabah güneşin ilk ışıklarıyla uyandığım zaman kendimde inanılmaz bir kuvvet hissediyordum. Allahım insan gönül rahatlığıyla vatanı için verdiği kararlar karşısında büyük bir inkılâba yol açmak hızıyla ne kadar kuvvetli oluyormuş! Düne kadar tatmadığım bir hayatın bugün tadına varmış ve sihrine kapılmıştım. Allahım dün simsiyah gördüğüm şeyler, bugün bütün güzelliğiyle ruhumu okşayan ve gözüme sevimli görünen manzaralar sermekte, şimdi dağlar, ovalar gülüyor, her yer neşeye boğulmuş gibi. Çocukluğumda dünyanın hududu sandığım Resne'nin dağlan, uzak ormanları bana selâm veriyor, önümde eğilerek yaklaşıyor gibi. Şehir ve kışla, önüne geçilmez bir cazibe beni çağırıyor, kalbim heyecandan göğsümü yırtacak sanıyorum. Sabah kalkarak kışlaya gitmiştim. Uzun uzun etrafı seyrediyor. Allahın büyüklüğünü düşünerek millet yolunda başarıya ulaşmamda yardımım esirgememesini diliyordum. Her şeyini vatanı yolunda feda edene elbette Allah yardım e-derdi. Ben bu fikirlerde iken Manastır'da lüzumlu buluşmaları yapan Cemal Bey de gelmişti. Manastır Đttihat ve Terakki merkezi çete tertip edilmesini münasip bularak memnun olmuş, her bakımdan yardıma hazır olduğunu bildirmişti-Manastır merkezinin beni ve arkadaşlarıma kıymet vererek yardım vaadinde bulunması, cesaretimizi azamî derece arttırmıştı. 208 Bu sırada Bulgarlardan ve Resne voyvodalarının namlılarından Kriste'nin kız kardeşi gelmişti. Bana müracaat etmesini Allahın büyük bir lûtfu kabul ettim. Çünkü o müracaattan sonra yerine getirilmesi mıntıkadaki Bulgarların bana itimadım kazandırmış, gayemizin doğruluk ve hareketimizin müsavattan başka bir şey olmadığım ispat etmişti. Hadise şuydu: Sırp çetesi evvelâ Bulgarlardan Bohozlu Eftim'i kaçırarak öldürdüğü gibi, bugünlerde de bu zavallının sekiz yaşında biricik oğlunu dağa kaldırmış ve kendisine yerine getirilmesi imkânsız arzularda bulunmuştu. Bu vaziyeti kendisi
ve Bulgarlar adına acıklı bir dille anlatarak oğlunun kurtarılmasını istiyordu. Ben de Bulgarlar üzerinde kendimiz için hasıl edeceği müsbet vaziyeti düşünerek, kurtarmaya söz verdim. Bu sebeple karşılıklı olarak Sırp çetesini himaye eden Resne Sırp Daskalını da çete ile dağa kaldırmayı kararlaştırmıştım. Kadının yalvarması taştan katı kalpleri yola getirecek derecedeydi. Đstibdat idaresi müsavatı kaldırmış, zulme yol açmıştı. Bulgarlar kendi haklarım, sosyal davalarım temin etmek için çeteleriyle isyan ederken biz onları kırıyor, bu vaziyette de Rumların, Sırpların, Ulahların baş kaldırmaları çoğalıyordu. Rumlar kırıldıkça da berikiler meydanı rahat buluyorlardı. Bir zaman Kristi'yi kuvvetinden mahrum bırakan, komitasını imha eden ben değil miydim? Elbette şimdi onun hakkını, ailesini himaye etmek yine bana düşüyordu. Kadının kalbime seslenen sözleri bende büyük bir tesir yapmıştı. 30 Haziran salı günü bu hadiseler, görüşmeler ve muvafa-kıyet dualarıyla geçti. 1 Temmuz çarşamba günü her şey yoluna girmişti. Bütün hazırlıkları gönül rahatlığı ve zevkle yerine getiriyorduk. Hareket saatinin yaklaşmasını sevinçle beklerken neler hissettiğimi anlatamam. Aynı gün akşamı tabur arkadaşlarımdan Mülâzım Ziya, Manastırdan gelerek kararımızı öğrenmiş, sevinçle bize iltihak etmişti. Bugün neşe ve saadet içinde doğan güneş, mukaddes bir vazifeye beraber gitmenin sevinci içinde Resne'de bütün ışıklarını tantanalı bir şekilde saçarak ufukta batıyor, sessiz çeçen bir geceyi hareketli bir gündüz takip ediyordu. Perşembe günü son hazırlıkların heyecanı içindeydik. Bütün arkadaşlar kendilerine düşen hazırlığın tamamlandığını bildirmişlerdi. Hepimiz Resne dağlarında son defa güneşin batışını takip ediyorduk. Çarşamba günü kız kardeşimle çocuklarım, perşembe günü de eşimi Manastır'daki yalanlanma gönderdiğim için gecemi yalnız evimde geleceğin güzel günlerini tasavvur etmekle geçirdim. Geçimini, terbiyesini kendisine bıraktığım kız kardeşim ile beş fertten müteşekkil çocuklarım, kardeşlerimi kimsesiz bırakıyordum. Onların hayali ve istikbali kalbimi parçalıyordu. Büyük bir davaya teşebbüs etmenin kuvvetiyle dolu olan maneviyatım böyle küçük problemlerle uğraşmaz hâle gelmişti.
Aslıda benim ve benim gibilerin vaziyetini düşünmeyen hükümet, gelişigüzel verdikleriyle hayatımızı acıklı, istikbalimizi karanlık yapmamış mıydı? Mesut bir evlilik hayatıma girişimin dokuzuncu ayında eşimden ayrı kalmanın üzüntüleri içindeydim. Bacanağım Manastır Kaymakamı Đsmail Hakkı Bey'i vaziyetten şu mektubumla haberdar ettim: 'Pek Muhterem bacanağım, Bir saate kadar Allaha sığınarak hareket edeceğim için hülasa olarak yazacağım arzularımın noksansız ve geciktirilmeden yerine getirilmesini sizden beklerim. Uzun yazmayı lüzumsuz buluyorum. Alçakça yaşamaktansa ölmeyi daha münasip buldum. Bu sebeple silâhlandırdığım şimdilik iki 210 yüz vatan çocuğu ile memleketim için ölüme gidiyorum. Gerek eşimi, gerekse kardeşimin çocuklarını sana emanet ediyorum. Eşimi, dün de bildirdiğim gibi, yarın, olmazsa pazar günü her hâlde yeğenim Şevki ile Đstanbul'a sevkediniz. Bundan böyle ya ölüm ya da vatanın kurtuluşu! 3 Temmuz 1908" Kolağası Ahmet Niyazi Bundan böyle kafama hücum eden her çeşit fikir ve şüpheden uzaklaşmış, yapayalnız kalmıştım. Evim gibi içim de bomboştu. Yalnız Allahıma sığınarak millet yolunda yapacağım işin nasıl muvaffak olacağını, nasıl bir plân yapmakla ışığa kavuşacağımı düşünüyordum. Kafamda uyumayan fikirler gibi ben de uyumadan çalışarak sabahlamıştım. Bu sırada saraya, Umumî Müfettişe, Manastır Valiliğine, Manastır Jandarma Alay Kumandanlığına, Resne'de taburumun kumandanına, Resne Nahiye Müdürüne ve Bulgar cemaatine arzedilmek üzere birer beyanname hazırladım. Pencere yanında bunları yazmakla uğraşırken Tahir Bey bir arabayla telaşla yanıma geldi. Manastırdan beni görmeye gelen süvari Mülâzımı Agâh'ın geldiği haberini verdi. Yanıma giren Agâh Bey'e: "Hoş geldin hayır ola!" dedim. "Birliğinizle yapmayı tasavvur ettiğiniz hareketi ve bütün tertiplerinizi münasip buldular. Size evvel de Cemal Bey teşekkür etmişler. Her şey hazırdır, siz vazifenize devam edebilirsiniz. Biz yarm çıkacağız, vazifemizi kolaylaştıran
fedakârlığınıza kalpten iltihak edeceğim. Şimdi Ohri'ye gideceğim. O sebeple Adliye Müfettişi Mustafa Nedim Bey'in Đstanbul'a sevkedilmesi hakkında hükümetin arzusuna mani olmak, istibdat idaresine karşı bütün münevverleri himaye etmek, Cemiyetin kat'î kararıdır. Onu alıp size getirmek vazifesini almış bulunuyorum. Size nerede ulaşabileceğimi arılarsam, hemen gideceğim, başka bir işim kalmadı/' "Istaravo'da Yaşar Bey'in evinde buluşalım' Benden bu cevabı alan Agâh Efendi, Ohri'ye hareket etti. Heyecanla geçen bir gece ve buluşmadan sonra güneş de ilk ışıklarıyla etrafı ışıklandırmaya başlamıştı. Ben de giyinerek plânımın tatbikine giriştim. Đçtima ve çıkış sabahının saat onunda Resneli Rıfkı'yı Đsmilove istikâmetinde yüz kişilik bir Bulgar çetesinin göründüğünü bildirmek üzere binbaşının yanma gönderdim. Binbaşı uykudan uyandırılarak bu malûmatı almca Resne'de bulunan iki yüz elli eri hemen o istikâmete gönderdiği gibi Avcı Taburu da bütün zabitleri, erleriyle bir başka yoldan o mıntıkaya doğru yola çıkmış bulunuyordu. Ben de zabit üniformamla ve hiçbir şüpheye yer bırakmayan giyinişimle kışlaya gittim. Hazırlamış olduğum oyunun tahakkuk etmesini oradan seyrediyordum. Bir gün evvel Manastır'dan gelen Manastırlı Mülâzım Yusuf Ziya da kışlada harekete hazır, sevinç içinde beni karşılamıştı. Buna çok sevinmiştim. Đçtima ve yola çıkış yaklaşıyordu. Bütün erler kışla etrafında birer ikişer toplanıyordu. Binbaşının ve bize iltihak etmeyen diğer zabitlerle erlerin Resne'de bulunmaları, yapacaklarımı zorlaştırma istikâmetinden beni düşündürüyordu. Bunları da Resne'den uzaklaştırmak için bir yol buldum. Đnzibat çavuşunu çağırttım: "Oğlum! Bu karşılaşma çok mühimdir, ben hazırlanıp gideceğim, bu kuvveti kâfi bulmuyorum, bence binbaşıyla taburun bütün zabitleri buraya gelmelidirler. Çabuk göreyim seni! Binbaşıyı gör, burada kalan zabitleri alsın, acele etsin. 212 Ben de halktan fedaî bir müfreze tanzim ederek yardıma gideceğim. Sözlerimi aynı tarzda binbaşıya söyle, anladın mı?" "Baş üstüne! Emrinizi tamamıyla yerine getireceğim!" diyerek soldan geriye dönüp, gözden uzaklaştı. Telâşla binbaşının yanma koşmuş, Belediyede bularak sözlerimi
kendisine anlatmış. Binbaşı Refik Bey ile Nahiye Müdürü Fahri ve Jandarma Mülâzımı Yaşar bu telaşlı ve heyecanlı sözleri doğru sanarak müsademe yerine gitmek üzere oradan ayrılıp evlerine koştular. Ben bunların heyecanlarını, hareketlerini, hazırlıklarını evimden sessizce takip ediyor, uzaklaşmalarım bekliyordum. Biraz sonra înzibat Çavuşu Mustafa yanıma geldi. Zabitlerden nöbetçi zabiti Mülâzım Ramazan Ağa'dan başka kimsenin şehirde kalmadığım, hepsinin hadise yerine gittiğini anlattı. Şimdi de Ramazan Ağa'yı kışladan uzaklaştırmak lâzım geliyordu. Kendisini çağırttım ve şu emri verdim: "Ağa! Mühim bir vazife var. Hükümet karakoluna git, beni bekle! Ben gelene kadar salon oradan ayrılma." "Baş üstüne efendim!..." diye hiçbir şey sual etmeden ayrılınca, her şey yolundadır diye düşündüm. Zavallı Ramazan Ağa'nın o gün akşama kadar beni karakolda beklediğini sonradan öğrendim. O gün saat ona kadar Resne'de kışlada yalnız birkaç nöbetçi eri ve şehir karakolunda da beni beklemekte olan nöbetçi mülâzımı Ramazan Ağa'dan başka kimse kalmamıştı. Ben de kışlaya gittim, cemaat, memurlar camilere girdiği zaman ben de kışladan beni bekledikleri yerde duran arkadaşları mendille, fesimle, kılıcımla işaret ederek vazifeye davet ediyordum. VAZĐYETĐN HEYECANI Şehirde herkes Cuma namazını kılarken ben de beraber harekata katılacak arkadaşlarımı kışlaya doldurmuştum. Evvelâ hepimiz silâhlanarak taburun parası olan sandığı açtık. Ben sandıktan elli beş bin kuruşu aldığımı bildirir bir senet yazarak taburun kasasına koydum. inkılâbın en mühim ve en tesirli vesikası bence bu senettir. Bu senedi yazan kamış kalemin çıkardığı sesi ve ruhumda hissettiğim o zamanki heyecanı hiç unutamam. Nöbetçi onbaşısı ile erlerin şaşkın dikkat ve nazarları altmda büyük bir telâş ve çabuklukla silâh ve cephane sandıklarını parçalayan baltalarımız, etrafta akisler yapan sesler çıkarmaktaydı. Bu anların heyecanım her zaman yaşar ve iftiharla saklarım. Büyük bir dikkatle takip ettiğim bu hareket bana milletimin esaret zincirlerini kırdığım gösteren bir vaziyeti hatırlatıyor, hepimizin aydınlık yarınlara doğru gitmek için
bundan daha münasip bir istikamet olmadığım tasavvur ederek teselli buluyordum. Sanki o baltalar, silâh sandıklan yerine milletin kolunu büken zincirleri kırıyor, paralıyordu. Sanki o kamış kalemin gıcırtısı uzaklarda, milletin geleceğinde hürriyeti ilân ede topların sesi gibi geliyordu bana. Bu büyük hislerin içınd büyülenmiş gibiydim. Depodaki silâh ve cephanenin tevzii tamam olunca, biz de sözde başka bir istikametten Bulgarların gelmekte olduğunu bildiğim yere gitmek üzere, o tasarla 214 yıp herkesi gönderdiğimiz yere uğramadan, Resne'den ayrılıyorduk. Vaziyeti bilen bütün erlerin, cemaatin şehirde benden lüzumlu emri almak üzere karakolda bekleyen Mülâzım Ramazan Ağa'nın isyan etmek üzere dağa çıkmamız hakkındaki malûmatı bunlardı. Şimdilik erleri yüz elli olan birliğimi, ilerde çoğaltmak üzere her erin ikişer silâh almaşım kararlaştırmıştım. Telâşla emrin bütün erlere ulaştırılıp anlatılamaması yüzünden ancak on üç fazlasıyla alınabilmişti. Gece hususî şifre ile Prespe'ye yazdığım telgrafta benimle Lahça'da buluşması lâzım gelen Mülâzım Osman'ın sabahın erken saatinde hareketini emretmiştim. Hâlbuki öğleden evvel hazırlıklarım tamamlayamayacağını bildirerek benim gibi o da saat dört buçuk, beş sıralarında yola çıkabilecekti. Bu vaziyet karşısında kaçamayacağını, Lahça köyünde birkaç saat sonra bize iltihak edeceğini düşünerek daha evvel yürüyüşe geçmeyi lüzumlu görmedim. Şehrin her istikâmetini gösteren tepelerinden birinde ve ondan iki kilometre kadar uzakta olan Resne kışlasından büyük bir sevinç ve intizam içinde yola koyulmuştuk. Hep beraber Lahça yolunu takip ediyorduk. Bize evvel yardımda bulunup iltihak edeceğini bildiren Mülâzım Sadi, hareketten bir gün evvel burada saklanmıştı. Fakat köye geldiğimizde ne yazık ki bu arkadaş bize iltihaktan vazgeçmişti. Yalnız kendisine vermiş olduğum birçok sırrı açıklamamış olduğundan da kendisine teşekkür borçluyum. Kumandam altına giren yüz altmış efrat içinde taburumdan dokuz er vardı. Bu zavallılar hakikî vaziyeti bilmiyorlardı. Bizi taburumuzla Avcı Taburundan Bulgarları takibe çıkan müfrezelerin yardımına giden bir bölük sanmaktaydılar. Onlara göre fedaî bir çete gibiydik. Kışlanın biraz ilerisinde nasıl olduğunu bilmediğim, bir dere içinde saklanmış iki ere
915 rastladım. Silâhlarını alarak kendilerini kışlaya gönderdim hızla ilerlemeye koyulduk. Đki saat kadar yürüdükten sonra Resne-Lahça, Prespe-Lahça yollarının kesiştiği yere yaklaştığımız sırada Mülâzım Osman'ın da kendi kuvvetleriyle bize doğru aynı istikâmetten ilerlemekte olduğunu sevinçle gördüm. Gece yaptığımız şifre görüşmesi neticesinde o da bizim gibi saat beş sıralarında hareketi kararlaştırmış. Resne'ye iki saat uzaklıkta olan Lahça, Prespe'den altı saat uzakta olması dolayısıyla bize ancak akşam üzeri yetişebileceğini hesaplamışken bu beklenmedik karşılaşma bana gökten bir yardım eli uzanmışçasına ferahlık ve bir sevinç verdi. Burada bize katılan Osman Bey'in refakâtında Mülâzım Sadık, dört er ve inkılâp gayesiyle yanıp tutuşan otuz kadar arkadaş vardı. Đnkılâp istikametinde ilk adımı atan bu iki birliğin karşılaşması heyecanlı bir tabloydu. Erler pek bir şey bilmiyorlardı. Bu karşılaşmada zabitler ve Cemiyetin açtığı istikamette yürüyen münevverlerle erler uzun süre birbirini görememiş insanların hasretiyle sarılıp kucaklaşıyordu. Hepsi aynı yola baş koymuş insanlardı. Belki erlerden bunu anlayamayanlar da vardı, ama her iki tarafta da bir eşkıya takibine giderken yardım almanın saadetini taşıyanlar da bulunuyordu. Bu buluşmada biraz oturarak su içip yorgunluğumuzu aldık. Yalnız yüzlerde bir telâşm, bir aceleciliğin emarelerini de görüyordum. Bu vaziyet karşısında fikir ve kararlarımı izah etmek mecburiyetinde olduğumu zabit arkadaşlarıma söyledim. Onlar da içtimada bulunanlara bildirince hepsi etrafımızı alıvermişlerdi. Bundan böyle her şeyi alenî bildirmek ve isitkametimizi kat'î olarak çizmek mecburiyetindeydik. Toplananlara dedim ki: "Vatandaşlarım, muhterem kardeşlerim!... Bizi biraz dinlenmek için oturduğumuz bu yerde şu zümrüt gibi yeşilli ve 216 güzellikler içinde Prepeli arkadaşlarımız beklediğimizden daha evvel bize iltihak ederek mukaddes bir vazifeye beraber gideceğiz. Size burada neden içtima ettiğimizi izah etmeyi, kafi kararımı tebliğ etmeye beni vicdanım zorluyor. Bu güzel karşılaşmanın tahakkukunda yüce AUaha şükrettikten
sonra gayemize de vasıl olacağımızın bir müjdecisi gibi bakıyorum. (Herkes evet, evet cevabını vermişti.) Arkadaşlar! Vatanımızın büyük tehlikelerle karşı karşıya kalması üzerine onun kurtuluşu için Allahın adına ettiğimiz yemini, yaptığımız vaadi hatırlıyor musunuz? Đşte bugün şu dakikada bu zavallı vatan bizden o fedakârlığın yapılmasını bekliyor. Bütün millet böyle bir yolun açılmasını istemektedir. Vatanın kurtuluşu temin edilmedikçe dönmemeye, bu uğurda seve seve ölmeye, Türkün büyük karakterine yakışır bir emsal göstermeye hazır mısınız? (Hep bir ağızdan bulunanlar -hay hay, ya ölüm, ya vatanın kurtuluşu- diye bağırıyorlardı.) Şu anda canım, çocuk ve eşini, kendi rahatım hatıra getirebilecek kadar bir zayıf kalplinin içimizde bulunmadığını zannederim. Belki içimizde sıhhati dolayısıyla uzun süre yaya yürüyemeyecek, susuzluğa, açlığa, çıplaklığa, sıcağa, soğuğa tahammül edemeyecek, hayalın maddî ve manevî müşkülâtlarına mukavemet edemeyecek insanlar vardır. Onlara sesleniyorum! Vicdanlarına danışsınlar, hayatın bütün düşmanlarıyla cenkleşmeye kendilerinde kuvvet göremeyenlere sesleniyorum. Bunlar geri dönebilirler. Onlara müsaade ediyorum, gitsinler, köylerinde bize dua etsinler. Yine hayatı küçümseyerek geleceğin her çeşit kötülüklerine göğüs geren, zalim bir devletin bütün yaptıklarına karşı gelen kahramanca ölmeyi vatan ve vicdan problemi olarak biten arkadaşlarıma sesleniyorum. Vatan yolunda çalışmak için her şeyden evvel vazifemizi hareketlerimizde adaleti elden bırakmamaya bizi davet ediyor ve büyük fedakârlıklar istiyor. Millet ve din tefriki yapmadan bütün köylülerin ve bizi incitmeyen bütün vatandaşların kurtuluşu için vazifemiz çalışmamızı emrediyor. Onların ırzını ırzımız, mallarını malımız bilecek, zulüm ve başkalarının malına el uzatmaktan katiyetle uzak duracağız. Bugünkü dünya medeniyetinin bütün şartlarını içine alan Müslümanlık da bizi böyle mel'un istikametlerden uzak durmaya ve Türklük adının ulviyetini muhafaza etmeye itmektedir. Bu sebeple bu dakikadan sonra vazifemiz adalet ve müsavat içinde vatanın kurtuluşuna çalışmaktır. Bu harekette herkese emsal olacağız. Elinizdeki silâhla müsavatı temin ederek vatanın kurtuluşu yolunda lider olacağız. Hiçbir hareket bizi bu istikametten ayırmayacaktır. Şunu da belirtmeliyim ki, benimle hareket edenler bu yoldan ayrılmamaya söz vermelidir.
Çünkü ben söylediğim bu hareketten ayrılardan hiçbir suretle af etmem ve onların prensibim dışı hareketlerini görmemezlikten gelemem. Bir daha belirteyim ki, halka kötü davrananlara, eziyet etmeye kalkışanlara tefrik yapmadan ceza veririm. Cezamın da ölümden başka bir şey olmadığını anlatmaya lüzum görmüyorum. Şunu bilin ki, vatanın kurtuluşu ancak böyle şiddetli cezalarla mümkündür. Benimle bu istikamette yürümeyi ve ölmeyi gözüne kestiren arkadaşlarımın elimden geldiğince ihtiyaçlarını temin edebildim. Evleri için kendilerine üçer lira dağıtabileceğim. Tütün parası olarak ayrıca ikişer gümüş mecidiye vereceğimBütün ihtiyaçlarını karşılayacağım. Arkadaşlarımın giyeceğini, yiyeceğini, içeceğini ben temin edeceğim. Đşte arkadaşlar vatanın kurtarılması için düşündüğüm bu şartlarımı kabul etmek isteyenler, bu mesuliyete seve seve katlanacaklar kimlerdir bunu bilmek istiyorum. Bu şartlan kabul eder misiniz 218 "Evet, evet"öyle ise samimiyetle kabul ettiğinizi, kanınızı vereceğinizi Allah adına söyleyiniz. (Hep bir ağızdan Vallahi Billahi). Rumeli'de devam eden şu cemaat kavgalarına mani olup, onları devam ettirenleri sulha kavuşturup, haklarını müdafaa etmek, kan davalarını söndürmek ve hepsini kardeş yapmak lâzımdır. Haydi bakalım birbirimizi kucaklayalım." Bu sırada herkes birbirinin kucağına atılmış, sarılmıştı. Sözlerim burada nihayete ermişti. Resne'den gelen dokuz erden dördü dönmelerine müsaade istediler. Silâhlarını aldım, kendilerinin bizim hareketimizden malûmatları olmayıp eşkıya takibine çıktığımızı zannederek iltihak ettiklerini bildiren bir kâğıdı yazarak tabur kumandanına gönderdim. Bu erler gibi birisi daha isteksizlik gösterdi. Bu zayıf kalpli insana da saraya, Umumî Müfettişe, Manastır Valisine, Manastır Jandarma Kumandanına, Tabur Kumandanına ve Res-ne Nahiye Müdürlüğüne yazmış olduğum beyannameleri taşıyan kapalı ve mühürlediğim bir zarfı vererek Nahiye Müdürüne ulaştırması vazifesini verdim. Bu zarfın içinde Nahiye Müdürüne yazdığım beyannamede bunların hepsinin acele yerlerine ulaştırılmasını büyük bir gözdağı vererek de hatırlatmıştım.
Beşinci Fasıl HÜRRĐYETĐN ĐLÂNINI ĐSTEYEN BEYANNAMELER Yazdığım beyannameler sırasıyla şöyle idi: "Yıldız Sarayı Başkâtipliğine Müfettişliğine, Manastır Valiliğine,
Rumeli
Umumî
3 Temmuz 1908 Cuma "Bütün milletin arzusu Kanun-ı Esasinin meriyete konmasıdır. Erzurum'da yapılan zulüm, milleti korkutmamıştır. Aksine daha da bu istikamette mukavemet etmeye amil olmuştur. Padişahına karşı millet, şimdiye kadar yapılanlardan herhangi bir hesap sormamaktadır. Gayemiz bundan sonra medenî milletlere benzeyecek bir idarenin tesisidir. Kanımız bahasına müdafaa ettiğimiz vatanın otuz seneden beri maruz kaldığı taksimattan kurtarmak için vatan sathına yayılmış olan dünün nifaklarını kaldırmak ve bugün karanlık olan geleceğimizi aydınlığa kavuşturmak ve sağlam bir temele oturtmak kararındayız. Bu uğurda hesaplı ve düşünceli çalışıldığı bir sırada Selânik'e bir sürü hafiyeler dolarak istikran bozucu teşebbüslere başlamışlardır. Bu mel'un insanların hareketlerine göz yummak, dahilî ve haricî düşmanlara karşı vaziyetin daha kötüye gitmesi demek olduğundan milletçe lüzumlu teşebbüslere geçilmiştir. Đlk hareket olarak si220 lâhlarıyla iki yüz vatan çocuğu, bugün Resne'de vazifeye başlamıştır. Şimdilik üç zabit kumandasında Rumeli'deki halklardan müteşekkil müfrezeler harekete geçmiştir. Gayemiz ordu ve münevver vatan çocuklarım lekelemeye çalışan bu hafiyelerin cezasını vermektir. Selânik'e gelen dört-beş jurnalci paşayla, hususî defterle temin edilen adamları, üç gün kadar Selanik'ten trenle çıkıp gitmezlerse mıntıkadaki bütün münevverler bize iltihak edeceklerdir. Biz Kanun-ı Esasinin hemen bugün meriyete konulmasını istiyoruz. Eğer hükümet bunu sağlamazsa millet zorla alacaktır. Teşkilâtımız bu millî arzuyu tahakkuk ettirmek, hürriyetimizi ele geçirmek kuvvetini temin etmek gayesindedir. Bunu en kısa zamanda yapacağız. Bugün için vatanı kötü bir vaziyete düşürecek hareketlerde bulunmak, millet ve memleket menfaatine değilse de yukarıda anlattığımız insanların uzaklaştırılması padişah ve sarayın
şerefinin muhafazası için elzemdir. Vatan çapında kuvvetli bir teşkilât olan Đttihat ve Terakki, Millet Meclisinin hemen içtima etmesini arzu eder. Bu yapılmadığı hâlde mesuliyet hükümetin olacaktır." "Manastır Jandarma Alay Kumandanlığına "Ey vatan haini! Senden evvelki Kumandan Kâmil Bey'in cahil ve mel'un bir insan olması dolayısıyla bütün vicdan sahibi münevver insanlar ve vatanperverler, kendisinden nefret etmekteydi. Hükümetin istibdat idaresi bile bu adamın kötülüklerini müdafaa edemedi, vazifeden aldı. Vaziyetin kritikliği dolayısıyla büyük mesuliyet taşıyan o yeri, sizin gibi zeki ve malûmatlı bir insanın alması hepimizi sevinçlere sürüklemişti. Ne yazık ki siz de menfaatinizi temine kalkarak yukarıya yaranmaya çalışıp ordunun namusunu berbat ettiniz ve bize Kâmil Bey'i arattınız. Bir askerî üniforma taşıyan o casusun yaptıklarına karşı, ordunun namusunu müdafaa etmek istikametinden söz bulunabilirdi. Çünkü o, sivillikten yetişme, askerî terbiyesi, adabı ve fikri olmayan cahilin biriydi. Ya sizin, sizin için ne söylenebilir?" Siz cemiyet içinde en yüksek sınıftasınız. Asaletiniz, temizliğiniz var. Her şeyden çok boynunuzda yakalıklar var. Üzerinizde ordunun en büyük zabiti olduğunuzu gösterecek millet damgası var. Allah belânızı versin. Allahın sana verdiği o büyük zekâyı, halktan aldığın o asil terbiyeyi ve vicdanı neden böyle lekeledin? O yüksek alnını neden eğiyorsun? Dalkavukluk, alçaklık gibi bayağılıkları hoş görünmekten başka bir gayeyle yapmadığın ortadadır. Sende his yok mu? Vatanı bir yaralı aslan gibi çırpınıp duruyor. Senin gibi sütüyle, kanıyla beslediği, yetiştirdiği gençlerin, ben iyi bir zabitim diye iftihar ettiği erkânı harbiye zabitlerinin vazifesi, böyle cansız bir kadavra gibi, ruhsuz, hissiz durması doğru mudur? Sen vatanına karşı nankörlük ederek dünyada en adi bir cinayeti yaptığını düşünmüyor musun? Dalkavukluk ile iftihar ettiğin valine, Umumî Müfettişine neden isyan ettiğimi anlattım. Devlete, kuvvetlerine, alçaklara harp açtım. Ben değil, millet harp açtı. Sen hâlâ Đttihat ve Terakki'nin teşekkülünden bile habersizsin. Zevk ve rahat içinde yaşayışın sarhoşluğu ile gözünü açamıyorsun ki hakikati göresin. Ecnebi zabitlere dalkavukluktan, zalim hükümetine âlet olmaktan vazgeç! Sana layık bir harekete geç, tavrını değiştir! Yoksa pişman olursun. Seni büyüten vatanın hakkını unutma. Saçı bitmemiş yetimlerin
zorla alınan parasıyla yetiştirilip geliştirilen zekânı, millet yoluna kullan! Ölümden kurtulamazsın bari şerefinle öl. Bu kadar. Allahın dediği olur. Resneli Niyazi 222 "Resne'de 88. Alayın Üçüncü Taburu Kumandanı Binbaşı Refik Bey'e "Yaptığım hareketten dolayı belki beni kötü sanır ve bütün tabur zabitleri bana lanet okursunuz. Eğer haksızsam Allah çabuk belâmı versin. Fakat aldığım bu para, yine vatan yetimlerinindir. Bizim de gayemiz vatana hizmettir. Bu parada şahsî bir menfaat düşünülmemiştir. Lüzumu hâlinde, bir kuruşuna kadar hesap verilecektir. Hükümetin istibdat idaresi ise öbür dünyada yahut da Allahm izniyle yakında ümit ettiğimiz adalet karşısında hesap verecektir. Aldığım paralar, milleti selâmete götürmek gayesinde olan, bu uğurda ölümü göze almış olanların mecburî masraflarını karşılamak içindir. Mesuliyete gelince; ne size ve ne de diğer tabur zabitlerine kimse bir şey diyemez. Çünkü hepinizi kandırarak hazırladığım plâna kim olsa aldanacaktı. Hem Avcı Taburunu ve hem de sizleri yüz kişilik bir Bulgar çetesi görüldü diye kandıran benim. Silâhlan da bu çeteyle müsademeye gidilecek diye aldatarak aldım. Birliğimin erlerinin tüfekleri noksan olduğundan kışla mıntıkasında rastladığım iki erin tüfek ve cephanelerini de ben aldım, onların bir kabahati yoktur. Kendilerinin kumandanı olduğumdan ve neden gittiğimi de bilmediklerinden emrime tabi olmak mecburiyetinde kaldılar. Eğer hareketimden malûmat sahibi olsaydılar belki de kolay kolay vermezlerdi. Bir haksızlık etmemiş olmalıyım, mesuliyet benimdir. Taburun emanet sandığından aldığım para, elli dört bin 464 kuruştur (544 lira 64 kuruş). Sandığın hesabı budur, bunda sizin kabahatiniz yok. Çünkü ben plânı iyi tes-bit etmiştim. Sizi mesuliyetten azade kılmak için ilerde tüfeklerin adetini de yazacağım, şimdi telâşlıyım sayamam. Birliğin gayesi adaleti temin etmektir. Prespe'ye gelince, orada da Resne'de olduğu gibi bir vaziyet temin edilmiştir. Oradaki 223
hareketi de ben tertip ettim, mesulü benim. Mülâzım Sadık'a gelince, işi etraflıca anlamadığından Resne Ovası'na kadar geldiyse de mukaddes istikameti öğrenince bana uyamayacağını arzederek geri dönmüştü. Yaptığım işlerde bizden başka tabur zabitlerinin malûmatı ve alâkası yoktu. Hepinizden memnunum, kararım ya ölüm ya vatanın kurtuluşudur. Hakkım helâl olsun, siz nasıl isterseniz öyle düşünebilirsiniz. 3 Temmuz 1908 Đmza Resne Millî Tabur Kumandanı Kolağası Ahmet Niyazi Avcı Taburu zabitleriyle erlerinin de af edilmelerini arzu ederim. Çünkü onları da boş yere yordum. Đçlerinde vatan sevgisi varsa helâl ederler. "Resne'de Jandarma Mülâzımı Yaşar'a" "A hain! Bizi besleyip büyüten mukaddes vatanımızın uğradığı felâkete karşı millet, kılıcı belime kuşatmıştır. Emrimde şimdilik iki yüz ölümü göze almış erim var. Sen, Kolağası Halit ve Manastır'a gelişiyle kendisinden çok şey beklediğimiz alay kumandanınız ne yazık ki beklediğimizin dışında birer alçak olduğunuzu gösterdiniz. Bundan böyle hareketlerinizi değiştirmeli, tanzim etmeli, kapalı gözlerinizi, tıkalı kulaklarınızı iyice açmalısınız. Bilmelisiniz ki vatanı aydınlığa kavuşturmak için lâzım gelen kuvveti temin edecek olan Đttihat ve 224 Terakki düşmanlarının cezası ölümdür. Senin ve melanetteki ortağın Prespe telgrafçısıyla tahrirat kâtibi Ali, Süvari Vehbi ile Süleyman'ın ve Jandarma Kolağası Hakkı'nın hareketlerini değiştirmesi ve doğru yola gelmeleri kat'îyetle elzemdir” Đttihat ve Terakki Cemiyetinin iki yüz vatan fedaîsi adına Kolağası Niyazi
Prespe telgrafçısı Şevki, aldığı bu yazıdan korkarak Şemsi Paşa'ya kadar bütün istibdat idaresini harekete geçirmiş, fakat bizim vatan yolundaki çalışmamızın onun üzerinde yaptığı tesirden kurtulamayarak delirmişti. "Resne Nahiye Müdürüne "Yıldız Sarayına, Umumî Müfettişe, Vilâyete, Jandarma Alay ve Takım Kumandanlıklarına yazıp gönderdiğim beyannamelerin gayesi silâhlı olarak dağa çıkışımızın ne kadar mukaddes bir istikameti olduğunu ve münevver insanların bu istikamette yürüdüğünü bildirmek olduğundan gönderildikleri yerlere telgrafla ulaştırılması ve neşri istikametinden lüzumlu çalışmaların yapılmasını vatanseverliliğinizden beklerim. Beyannamelerin tehiri ve ulaştırılmamasından doğacak cezanın ölüm olduğunu da hatırlatırım." Resne Millî Taburu Kumandanı Kolağası Ahmet Niyazi Gönderdiğim beyannameler bunlardı. Şimdi bıraktığımız yerden hadiseleri sıralayalım. 225 Beni dinleyen arkadaşlarım bütün fikirlerimi, vicdan rahatlığıyla kabul ettiğini anladıktan sonra hareket emrini verdim. Herkes tüfeğini, dağarcığım omuzuna yüklendi ve yola koyuldu. On dakika sonra öncümüz Lahça köyüne gidiyordu. Birliğimiz köydeki Müslümanlara daha yakın olmak gayesiyle dualar ederek köye girmiş, yükselen Allah sesleri köy duvarlarında, ruhlarda ürperti yaratan akislerle dolmuştu. Köye girdikten sonra Köy Đhtiyar Heyeti eliyle tarlada çalışan bütün köylüyü çağırttım. Aslında Kanun-ı Esasinin tatbikini gaye edinen Đttihat ve Terakki'nin çalışmalarım bu köyde bilmeyen ve ona muhalif olan kimse yoktu. Onlar bu gayenin zorla kazanılabileceğini çok iyi bildikleri için bizi silâhlı ve Kanun-ı Esasiyi tatbik için isyan ettiğimizi görmenin sevinci içinde parlayan yüzleri ve alınlarıyla bir bayram gününde gibi bizi kucaklamak için üzerimize üşüşüyorlardı. Burada evvelce eşkıya ile yaptığımız; müsademelerin birinde fedaî olarak yanıbaşında mücadele eden kardeşinin şehit düşmesini büyük bir soğukkanlılıkla seyreden kahraman Bedri Çavuş, bize iltihak etmek arzusuyla koşup bana sarılmıştı:
"Niyazi Bey! Beni bu büyük davadan uzak bırakma, asıl uğrunda şehit olunacak harp bu harptir demişti. Bense: "Bahri Çavuş! Senin gibi kahramanlara benden çok köyün ihtiyacı var. Sen bütün hemşerilerinle benim bir mukavemetim, itimat ettiğim sığınacağım olacaksın. Gönül seni ister, fakat köyü, yarın benim sığınacağım yer olan buradan seni mahrum bırakmaya gönlüm razı olmaz. Ben sana burada vazife veriyorum. Buradan ayrılmamayı tavsiye ederim." dedim. Birliğime istirahatları için müsade ettim. Para ile de onlara yemek temin ettim. Yemeklerini yedikten sonra tekrar yo226 la koyulduk. Çünkü burada bundan böyle yapılacak bir iş kalmamıştı. Benim yapacağım şeyi köyün ihtiyar heyeti, Bahri Çavuş burada pekâlâ biliyor ve yapıyorlardı. Bahri Çavuş’un vatanseverliğine, insanlığına, vazifeye bağlılığına ve iş bitirmesine misal olarak şu hadiseyi anlatmak isterim: Lahça köyünden (falanın) evine Resne'den misafir olan kayınbiraderi (falan) köy halkının hepsinin Đttihat ve Terakki Cemiyetine kayıtlı olduğunu hemşiresinden öğrenince duyduklarını saklamak lüzumunu duymayan bu budala, ötede beride Lahça köyünün kimler tarafından ve ne şekilde idare edildiğini söylemeye başlar. Ve bu sırra hangi yoldan vasıl olduğunu izah eder. Bu izahatı bilen Bahri Çavuş, son derece kızar hemen köylüleri toplar ve bir konuşma yapar. Bu millî sırrı kardeşine ifşa eden kadının kocasından boşandırılmasına karar verilir. Koca ise vaziyetten habersizdir, bir suiniyete dayanmayan bir boş boğazlık olan bu kabahate karşı karısıyla beraber af edilmelerini isterler. Bu tecrübeden sonra da köyde itimat elde etmek için kadın ve erkekten birer polis ayırırlar. Đşte her tarafı güzel koruluklarla kaplı olan bu dağ köyünün geniş etrafı içinde, temiz bir havayı ciğerlere indiren ve çalışkanlık misali olan halk, böyle vatansever ve iyi insanlardan müteşekkildir. Ayrıca içlerinde Bahri Çavuş gibi takdir edilecek kıymetler de vardır. Bahri Çavuş'un Đttihat ve Terakkinin çalışmalarım himaye etmek için yaptığı polis servisi, daha sonra bütün köylerde de tatbik edilmeye başlamıştı. O gün saat ona doğru evvelce bildirilen içtima yerinde hareket etmek üzere olan erlerin her birine evvelâ söz verildiği gibi üçer lira ve ikişer gümüş mecidiye dağıtıldı. Hareket için
yoklamayı yapan ve tekmil haberini veren zabitler, Mülâzım Sadık'ın ortadan yok olduğunu bildirdiler. Ben kendisine iti227 mat etmediğim için bu gidişe sevindim. "Đstikamet Istarova ileri marş!" emrini alan zabitler, öncü-yü yürüttü, büyük kısımla ben de onları takip ettim. Đki tarafı meşe ağaçlarıyla kaplı olan bu yol, çok sarp bir balkanı takip eden helezon şeklinde bir tepeye tırmanıyordu. Bazı noktalarından bütün ovayı, altın başaklı tarlalarla süslü düzlüğü, uzaktan seçilen Resne Kışlası, Kevan Karakolu ve diğer köyleri ayaklarının altında gibi görerek bu yolu büyük bir sevinçle tırmandık. Bir buçuk saat sonra Đzavor denilen büyük gölgeli ağaçlarla çevrili bir kaynağa ulaştık. Mola için pek elverişli olan burada bir saat kadar istirahat edip yemek yedikten, herkes suyunu tamamlayıp sigarasını içmişti ki hava da kararmaya başlıyordu. Bu sırada dört taraftan gelen kara bulutlar etrafı kaplamış, bir sağanağın yaklaşmakta olduğunu haber vererek bize bir an evvel harekete geçmemizi emrediyor gibiydi. 3/4 Temmuz gecesi güneşin batışından on beş dakika sonra hareket eden birliğim, Đstavri yolunu terkederek Oh-ri'ye doğru ilerlemesi emrini vermiştim. Çünkü o sırada Đs-tavri'ye giden tek yol üzerinde bir buçuk saatlik mesafede San Saltık denen yerde her sene kurulması âdet edilen panayırın yarınki cumartesi günü kurulacağını öğrenmiş olmamdı. Panayır dolayısıyla her istikametten birçok insanın gelmiş olması, bu gayeyle de intizamı temin etmek üzere askerin de gönderilmiş bulunmasını düşünerek karan değiştirmek mecburiyetinde kalmıştım. Aslında su bakımından bize çok lüzumlu bulunan mataraların ele geçirilmesi için Ohri'ye gitmemiz lâzım geliyordu. Böylece hem noksanlarımızı kolaylıkla tamamlayacak hem de panayırdan uzaklaşmış olacaktıkLahça'dan Ohri'ye doğru giden yol, mola yeri olan Izavor kaynağından sonra çıplak ve sarp kayalıklardan, geçilmiş 228 zor taşlıklardan dolaşıyordu. Yol, bir patika olduğundan gece karanlığında şiddetle yağan sağanak altında intizamlı bir yürüyüş çok müşkül ve imkânsızdı. Sabaha kadar bu zor şartlar altındaki yürüyüşle dermansız kalmıştık. Dört saatlik yolu on bir saatte alabilmiştik. Sabahın ilk ışıklan ufukta belirdiği zaman Ohri'nin yarım saat kadar yakınında olan Değirmenlikler
mıntıkasındaki Kirazlı Bahçelerine ulaşarak orada uzun bir molaya geçtik. Mataraların eksikliği, daha doğrusu yokluğu yüzünden çektiklerimiz yolun müşkülâtı karşısında daha mühimdi. Büyük davarım birer fedaîsi olan arkadaşlarım, bu müşkülâtlan bile bir eğlence mevzuu yapabiliyorlardı. Bize gösterdiği misafirperverliğiyle itimat edilen bir insan olduğunu belirten, bahçeyi kiralayan Şadıman Bey'i Ohri'ye, Kaza îdare Heyetine Kolağası Eyüp Bey'e gönderdim. Gelişimin gaye ve sebebini bildirdim. Kendilerinin yanımıza gelmesinin mahzurlu olduğunu arzetmesi üzerine iki eri yanıma alarak, cumartesi sabahı erkenden gizlice kasabaya girdim. 4 Temmuz 1908 Đttihat ve Terakki'ye kayıtlı olanların, özellikle Kolağası Eyüp Bey'in gösterdiği iki kabul ve hürmeti, hayatım boyunca unutamayacağım. Aslında yaradılışları istikametinden kahramanlık, dürüstlük misali olan bu şehirlilerin, devlet yolunda hiçbir çalışmadan kaçmayacaklarını çok iyi biliyordum. Gelişimizi öğrenen Cemiyet azalarından Kolağası Eyüp Bey'le kardeşim Mülâzım Murtaza, Ohri Kaza Heyeti, Đttihat ve Terakki'nin diğer azalan, Ohri'deki eski dostlarım, beni sakladıkları Ohrili Mahmut Ağa'nın evine geldiler. Aramızda şöyle bir mülakat oldu. Eyüp Bey: "Maşaallah! Hoş geldiniz safa geldiniz, Allah bilir ani ge229 lişinizle bizi şaşırttınız. Dün Haydar Bey'le gönderdiğiniz mektupta önce Istarova kazasında dolaştığınızı yazmıştınız Toska komitesine bir dayanak olan Istarova'da adaletin temini istikametinden sizinle beraber olan Đttihat ve Terakkiciler gibi Türk ve Arnavut Müslümanı bu iki cemaat arasında birleşmeye mani olan itilâfların zaman geçirilmeden ortadan kaldırılmasını öteden beri istiyordum. Sizin bugün giriştiğiniz inkılâp hareketiyle bu iki cemaat arasında her çeşit itilâfın kaldırılarak bir mutabakat temin edilmesine itimadım var. Ben: "Çercis'in en çok tesir yapabileceği Đstaravo'ya bir an evvel gitmek, inkılâp yolundaki çalışmamızı, Meşrutiyetin memlekete getireceği müsavatı anlatmak, Đttihat ve Terakki'nin gayesini bildirmek isteği ile isyan edip harekete geçmemizde
Đstarova'yı ilk hedef seçmişken, Sarı Saltık Bektaşî ayininin panayıra rastlaması dolayısıyla bugünü Ohri'de sizlerin yarımda geçirmeyi doğru buldum. Burada en çok ihtiyacımız olan matara ve bunun gibi şeyleri ikmâl etmeyi, Đs-tarovalı Hüsrev Bey'le Arnavutların Toska komitası başı Çer-cis'e bir beyanname göndermeyi daha münasip buldum. Ev sahibiyle Đttihat ve Terakki kaza teşkilâtına kayıtlı azalar bana kendilerine gelmemle çok sevindirdiklerini, yaptığım harekete kalpten katıldıklarım, kendilerinin de pek yalanda bu harekete katılacaklarım, bu hareketi kendileri için yarma Đlâhî bir işaret sayıldıklarım ve Kolağası Eyüp Efen-di'ye matara için adam göndereceklerini söyleyerek bizi de sevindirmişlerdi. Yorgun ve aç olduğumuzu da bildikleri için bunları temin istikametine giderek bütün arzularımızı öğrenmek istediler. Öylesine yakınlık gösteriyorlardı ki, başka arzunuz varsa bildiriniz diye birkaç kere tekrarladılar. Ben 230 "Bugün bize 25 matara temin edebilirseniz, büyük bir ihtiyacımız giderilmiş olur, biz de bununla iktifa etmeye çalışırız. Đlerde daha bulursanız gönderirsiniz. Başkaca bir noksanımız ve ihtiyacımız yok. Gösterdiğiniz misafirperverlik ve yardıma teşekkür etmeme müsaade ediniz!" (Hepsi bir ağızdan): "Bağışlayın, sizin gibi vatan yolunda canını vermeye gidenlere her şeyimizi vermeyi bir vazife biliriz' "Öyle ise arkadaşlarımın, askerlerimin yanma gitmeme müsaade ediniz' "Merak etmeyiniz, sizin askerleriniz bizim için canlarını veren sevdiğimiz çocuklarımızdır. Onların her şeyi düşünülmüştür. Ekmek, su, kumanya, yemekleri fazlasıyla temin edilecektir." Ev sahibi de: "Bugün beraber kuşluk yemeği şerefinden bizi mahrum bırakmayacağınızı bildiğimizden, evvelâ hep beraber yemek yememize müsaade etmenizi isterim." dedi. Ev sahibinin katlandığı bu zahmetin, daha çok Eyüp Bey'in gayretiyle birliğimin ve arkadaşlarımın ihtiyaçlarının karşılanması bende teşebbüs ettiğim hareket için büyük bir ümit uyandırdı. Yemek hazırlanıncaya kadar Hüsrev Bey'e ve
Çercis'e bir mektup yazdım. Çercis'e yazdığımda şöyle diyordum: "Aziz Çercis! Vatanımın uğradığı felâketi nazarı itibara alarak düştüğü taksim edilme istikametinden kurtarmak için hayatımız bahasına silâhlanarak iki yüz erimle istibdat idaresine karşı bayrak kaldırarak balkana çıktım. Takip ettiğimiz istikamet vatanın felâketine sebep olacağından seninle en çok mücade231 le eden bendim. Fakat şimdi sana elimi uzatıyorum. Bundan böyle birleşip beraber çalışmanın zamanı geldi. Arzu ettiğin şartlar içinde nerede dilersen görüşelim, elele vererek vatanın kurtuluşuna beraber çalışalım. Çünkü sürüden ayrılanı kurt kapar' Resne Millî Taburu Kumandanı Kolağası Ahmet Niyazi Samimî anlaşmış insanların görüşmeleriyle süren yemek, günlerden beri her taraftan yıpranmış olan kuvvetimi bana yeniden vermişti. Yemekten sonra ne olur, ne olmaz diye beni Sinan Efendi ile Hacı Emin Ağa, Sinan Efendi'nin evine götürdüler. Orada Ohri ileri gelenlerinden Lütfi'yi beni bekler buldum. Eyüp Bey'le aramızda şöyle bir konuşma oldu. Eyüp Bey: "Azizim istirahat etmeye, kendinizi toplamaya ihtiyacınızın bulunduğunu siz de biliyorsunuz. Biz bu geceyi burada geçirmenizi arzu edeceğiz. Birliğinize gelince, onlarla alâkadar olmak vazifesi burada size düşmez. Onu biz temin edeceğiz. Erlerinizi suyu bol, her çeşit hava tesirinden uzak kalabilecek ve müdafaası kolay Değirmenlik mıntıkasına götüreceğiz. Onlar da geceyi orada geçirirler. dedi. Ben de: "Bir kumandan, hususiyetle benim gibi büyük bir davaya atılmış reisin, birliğinden bir dakika bile ayrılması doğru olmaz. Hatta vazife dolayısıyla yanınızda fazla kalmamdan da kendi kendimi kabahatli görürüm. dedim. Askerin lüzumlu kuvvetini muhafaza edebilmesi için kumandanının her an yarımda bulunması lâzım geldiğini söyleyerek gece orada geçirme arzusunu kabul etmedim.
Askerlerin daha fazla istirahat etmelerinden çok, benim yanlarında 232 olmamı arzu edeceklerini söyleyerek müsaade istedim. Bu sırada birliğimden Polis Komiseri Tahir Efendi'yle Belediye Reisi Cemal Bey'le beraber yazdıkları bir mektupla erlerden bir borazanla başka bir erin firar ettiğini haber vermişlerdi. Henüz avdet etmediğinden dolayı da şikâyet yollu üzüntülerini bildiriyorlardı. Askerin Değirmenlik'e, benim de Sinan Efendi'nin evine gitmemin gelecek tehlikelere mani olma istikametinden bir işe yaramadığım görüyordum. Đki erin Resne'ye firarı kararımı değiştirmeme sebep oldu. Bunda da doğru hareket ediyordum. Çünkü firar eden erlerin malûmat vermesi üzerine yerimiz meydana çıkmış, hükümet de Ohri'den, Resne'den birlik çıkarıp arkamıza düşmüştü. Bu malûmat üzerine kalmamızı isteyen Ohri'li münevverler bile bir an evvel uzaklaşmamızı bekliyorlardı. Beni komşu kapılarından ve bahçeden geçirerek Değirmenlik yakınlarında bulunan birliğimin yanma ulaştırdılar. Bu sırada saat onu çoktan geçiyordu. Ohri'den uzaklaşmayı kurtuluşumuz için en münasip istikamet kabul eden birliğim, bu geceyi de büyük bir takat içinde yürüyüşle geçiriyordu. Aslında şehirlerde, Ohri gibi bütün halkı ve münevverleri Đttihat ve Terakki Cemiyeti içinde vazife almış bir yerde, bizim için yapacak bir iş yoktu. Burada Kolağası Eyüp Bey gibi etrafın ve teşkilâtımızın itimadım kazanmış bir dayanağımızın bulunması bize kâfi geliyordu. Ohri'de yalnız erlerimin istirahat ederek noksanların temini için biraz kalmam lâzım gelmişti. Böyle zamanlarda insanlar düşündükleri gibi değil, karşılaştıkları vaziyete göre hareket etmek mecburiyetinde kalıyorlar. Ohri'den Đstarova'ya doğru gitmek kararındaydık. Fakat erlerin firar ederken vaziyeti bildirmeleri üzerine bu geceyi de dağ başlarında değişik yolları takip etmemiz dolayısıyla erlerim bu firarileri yakalarlarsa imha edeceklerini söylüyor233 lardı. Birkaç er benden müsaade isteyerek bu erleri yok etmek üzere gönderilmelerini beyan etmişlerdi. Firarilerin cezasını vermek isteyenler beşe varınca, bu intikam işinin ifası için firarilerin Resne Đttihat ve Terakki teşkilâtı tarafından imha
edilmesini, Ohri merkezine yazdığım bir mektupla bildirdim. Askerlerim de bu hareketimden sonra intikamlarını almış gibi sükûn bulmuştu. Birliğimle kuvvet gösterek istediğim müsavat arzumu intikal ettirmek için çalıştığım Đstaro-va'ya gitmekten alıkoyan bu firardan dolayı ben de .bütün arkadaşlarım gibi bu fenalığı yapanlara kızmaktan kendimi alamıyordum. Çaresiz Debre'ye, Đttihat ve Terakki teşkilâtının en çok gelişip yerleştiği bu Müslüman şehre doğru yürümek mecburiyetinde kalmıştım. Yolumuz üzerinde birçok Müslüman köyü vardı. Bu köylerde Cemiyete iltihak etmiş birçok münevver bulunuyordu. Yollar da müdafaya elverişli sık ağaçlıklı ormanlarla çevriliydi. Bu istikametten Değirmenlik'ten sonra ovayı takip ederek Vovoline Çiftliğinden geçen yolu, Kroşiş-te köyüne kadar, fakat büyük bir müşkülâtla almıştık. 4-5 Temmuz gecesi saat dörtte Vavoline'yi geçinceye kadar ordu mütahitlerinden ve yukarı Debre ileri gelenlerinden Đsmail Paşa'nın bataklığı geçmeye bütün köylüler, yolcular gibi biz de pantalonlanmızı sıyırmak mecburiyetinde kaldık. Bataklığı geçtikten sonra köylünün verdiği sulan içerek tekrar yola koyulduk. Burası bizim için emniyet bakımından gecelemeye müsait değildi. Her istikametten Ohri'den uzaklaşmak, Deb-re'ye yaklaşmak, Türk ve Müslümanı çok olan sarp ve ormanlık mıntıkaya yanaşmak lâzım geliyoru. Gece saat 22 ye doğru kalmamıza yarayacak olan Kroşişte köyüne yaklaşmıştık. Köye evvelden gönderdiğim konakçı grubu, köy muhtarı eliyle kalacağımız yerleri hazırlattığından askerlerle geceyi 234 orada geçirdik. Halkı baştan aşağı Müslüman olan bu köyde, Cemiyetin tesiri büyüktü. Hiçbir müşkilât ile karşılaşmamıştık. Erler iyi bir istirahatten ve derin bir uykudan sonra ertesi gün geç uyanabildi. 5 Temmuz 1908 Arkadaşlar uyandıkları zaman yemekler de hazırlanmıştı. Ohri ovasına bakan bir dağın eteğinde olan bu köyün, tabii güzelliği vardı. Mıntıka da havasının ve suyunun güzelliğiyle biliniyordu. 5 Temmuz pazar gününü akşama kadar burada geçirdik. Kroşişte köylüleri yardım bakımından bize her çeşit gayreti gösteriyorlardı. Hükümlülerden Pisocanlı Emin ufak ve fakat tesiri büyük olan çetesiyle sağa sola hücum ederek melanetine ara
vermemekte, bu hareketiyle mıntıkada Đttihat ve Terakki'ye kayıtlı olanların yarattığı itimat da büyük yaralar açmaktaydı. Yine hükümlülerden Novasilli, Korşişte, Kuruşişte köyü yakınlarında ve ona yalan yerlerde yaptığı hücumlarla kendini gösterdiği gibi Pisocanlı Emin'le de arayı bozmuştu. Böyle mühim Müslüman köylerini vurup dolaşan bu iki çetenin hareketleri mıntıkada Đttihat ve Terakki'ye olan itimadı sarsıyordu. Cemaat iki taraf olduğu gibi, ikisinin hareketleri Hristi-yanlarla Müslümanlar arasındaki uçurumu gittikçe derinleş-tiriyordu. Kroşişte ve mıntıkadaki köylerde Đttihat ve Terakki'ye girmiş olanlar, bu taraflarda Bektaşîlere matuf bir küçümseme ile karşılanmaktaydı. Đttihat ve Terakki'ye girişin gizliliği bazı mel'un insanların ve cahillerin anlamadan söyledikleriyle bazı yerlerde de Cemiyet hakkındaki fikirler zararlı bir istikamet almıştı. Ben bunu düşünerek bu mıntıkada yapacağım hareketi ve kendi koluma almak istediklerimin merasimini alenî yapmayı düşündüm. Bu hareketim sırasında da hiçbir istikametten bir kuvvetin beni rahatsız etmeye235 ceğini düşünüyordum. Muhtar, imam ve azalar vasıtasıyla vatanın ve Müslümanlık adına kendilerinden bazı taleplerde bulunacağımız, bu istikametten öğle namazında camide herkesin toplanmış bulunmasını arzu ettiğimi bildirdim. Aynca Pisocanlı Emin ile çetesini, Neosilli Kortiş ile adamlarını da çağırttım. Yanımda olanlarla alış verişte bulunan köylüler birliğimdekilerin asker olmayıp, vatanı kurtarmak gayesiyle teşekkül etmiş bir Osmanlı çetesi olduğunu kolaylıkla anlamakta müşkilât çekmemişti. Benim böyle alenî hareketim işlerimi kolaylaştıracak gibiydi. Öğleyin cami, iğne atsan yere düşmeyecek gibi dolmuştu. Çeteyi hürmetle, samimiyetle bağırlarına bastıklarını anlıyordum. Camide bulunanlara anlayabilecekleri şekilde net ve kısa bir nutuk söyledim. Konuşmam sırasında haricî düşmanların vatanı parçalamak arzu ettiklerini, ayak altına alman millet namusunun, küçük görülen devletin bizden fedakârlık beklediği şu günlerde kan gütmenin ve şahsî menfaatler uğruna dolaşmanın insanlığa yakışmadığım, bütün Osmanlıların birbiriyle barışarak, elbirliğiyle çalışarak meydana getireceği kuvvetle bütün bu haksızlıkların imha edileceğini, bu bakımdan beraberliği, bütünlüğü temin etmek için bütün maniaları aşma kararında olduğumu alenî bildirdim. Bu alenî sözlerim karşısında beni dinleyeler hak vererek birbirlerine sarılıp barıştılar. Emin ile Kortiş de, adamları da
birbirine sarılmışlardı. Köyde birleşmeye mani olan bu ayrılıkları böyle ortadan kaldırınca, hepsini kendime katmak cesaretine kalkıştım. Đttihat ve Terakki Cemiyetinin kaidelerini tatbik ederek istikrarlı bir mıntıka tesis etmiştim. Bundan böyle burada yapılacak bir iş kalmamıştı. Askerin akşam yemeğini gün batışından iki saat evvel hazırlamalarım Köy Đhtiyar Heyetine tebliğ ettikten sonra, kaldığım yere döndüm. 236 Evvelâ köyün îhtiyar Heyetini yanıma çağırttım. Erlerime ne verdiklerini ve borcumun ne olduğunu sual ettim. Onlar bizim misafir olduğumuzu, beş para bile kabul etmeyeceklerini söylediler. Kendilerine: "Ağalar, babalar! Benim isyan etmemin gayesi memlekette adaleti temin etmek içindir. Kimseden silâhla bir şey istemek değildir. Belki de biz buraya bir kere daha gelecek değiliz. Ben bağlı bulduğum Cemiyetin gayesi dışında hareket edemem. Size şimdi masraflarımızı karşılayan bir senet vereceğim. Bu senedimi verginiz karşılığı hükümete vereceksiniz. Hainler ister istemez kabul ederler. Bu masrafları yalnız fakirlerden almayın. Ekmeği ve peyniri kimden almışsanız, hangi evlerden toplamışsanız, onların vergileri karşılığı gösterilmelidir. Köy Đhtiyar Heyeti olarak siz de burada, adalet ve müsavatı temin edeceksiniz." dedim. "Madem ki böyle hareket kararındasınız, biz de kabul ediyoruz. Biz şimdiye kadar birçok namlarla hükümete vergi vermekteyiz. Bu paraların nereye gittiğinden malûmatımız da yoktur. Bizi adam yerine koyup da değil hesap vermek, güler bir yüzle bile karşılamayı hatırlarına getirmezler. Allaha şükürler olsun ki vatanımızda hakka münasip bir hareket gördük. Biz de insan olduğumuzu anladık deyince şu senedi doldurarak kendilerine verdim: Kroşişte Köylü Đhtiyar Heyetine Mahallî Hükümete verilecektir. Ey vatandaşlar! Namuslu köylüler! Vatanın her çeşit hücumdan müdafaası, şahsî haklarınızın tedariki gayesiyle hükümete birçok namlarla verdiğiniz paralar birtakım mel'un insanların ve yükselme peşinde olanla237
rın, vatan namusunu yerlerde süründüren bir sürü alçaklara yaradığını, sizi insan yerine koyup, hesap vermek değil, ırz, can ve malınıza göz dikme derecesinde hareketlerde bulunduklarını biliyorsunuz. Bugünün devlet idaresinde insana, güdülen bir hayvan gibi davranılamaz. Halk kendisine müsavi harekette bulunacak bir idareye ihtiyaç duyar. Düşmanlarımız çoktur. Bunların başında istibdat idaresini icra eden hükümet ile ecnebi büyük devletler başta geldiği gibi, o hükümetten cesaret alan Hristiyanlarla devlete arkasını dayamış olan büyük arazi ve servet sahipleri de aynı istikamettedirler. Milletimizin itimadına dayanan meşrutî bir idarenin tesisi için çalışan Cemiyetimiz muvafakıyete ulaşana kadar, köylerdeki ihtiyar heyetleri yani sizler, hükümet kuvvetini ifa edeceksiniz. Biz sizin dahilî ve haricî düşmanlarınızın hücumlarına mani olmakla vazifeli askerî kuvvetiniziz. Bu bakımdan bizi siz besleyecek, bizim iaşemiz uğrunda katlandığınız masrafları verginiz karşılığı göstereceksiniz. Đşte ilk senedi size veriyorum: Istroga, Ohri Hükümetine Kroşişte Köyü'nden Resne Millet Birliği adına alman 300 kıye (10) ekmek ile 20 kıye peynirin karşılığı olan 380 kuruşa karşı işbu senet Köy Đhtiyar Heyetine verildi. Para karşılığı olarak geçecektir. Kabul etmeyen devlet memuru, Đttihat ve Terakki icra kuvveti tarafından şiddetle cezalandırılacaklarından adlarını bildirmeye bütün münevver vatansevenler mecburdurlar. 5 Temmuz 1908 Đki yüz vatan fedaîsi adına Kolağası Niyazi 238 Bu senedi yazıp verdikten sonra Manastır'da Merkez Kuruluna Resne'den ayrılışımı anlatan aşağıdaki mektubu yazarak Yohomlu Bahtiyar Ağa ile Manastır'a gönderdim: "Manastır'da Đttihat ve Terakki Merkez Heyeti Alî Makamına
Muhterem kardeşlerim! Allahın yardımıyla temmuz ayının üçüncü günü erken saatlerde iki yüz vatan fedaîsiyle, istibdat idaresine karşı harekete geçmeyi tatbik etmiş bulunuyorum. Cemiyetin plânladığı, gayesi olan ölümü göze alarak nihayetine kadar takip edeceğimi Allahın birliği üzerine yemin eden iki yüze yakın Cemiyete bağlı erlerimle Resne kışlasında toplanarak millet malı olan tabur silâhlarıyla donatıldılar. Bir zamandır tabur kasasında toplanan altı yüz liraya yakın para evlerine uzun bir zaman veda eden askerlere dağıtıldı. Đçtimaa ve çıkış hiçbir maniayla karşılaşmadı. Hazırladığım plânı kolaylıkla tatbik ettim. Vaziyeti bilen Avcı Tabur Kumandam Erkânıharp Binbaşı Remzi Bey'le bu taburun kolağalarından Süleyman ve Tayyar beyler de işimizi kolaylaştırdılar. Binbaşı Refik Bey'le tabur arkadaşlarını da bir oyuna getirmek mecburiyetinde kaldım. Kararlaştırılan saatte bize bağlı askerlerle heyecan ve telâşla, yüz kişilik bir Bulgar çetesinin ortaya çıktığı rivayetini yaydırdım. Bütün zabitlerle erleri müsademe yeri olarak gösterdiğim mıntıkanın tersine koşturdum. Kışlada nöbetçi zabiti Mülâzım Ramazan Ağa'dan başka kimse kalmamıştı. Onu da şehir karakoluna göndererek meşgul ettim. Böylece içtimaa ve çıkış kolaylaşmıştı. Hareketimin azametini öğrenen askerler, büyük bir heyecana kapılmıştı. Sevinçle muvafakıyetimiz için dua ediyorlardı. Her istikametten Cemiyete iltihak müracaatları yapılıyor, Hristiyanlar ise 239 bu işin neticesinin nereye varacağını düşünerek korku içindeydiler. Bu korku ve telâşın yakında ortadan kalkacağını şimdiden bildirebilirim. Hristiyanlara vatanın müdafaası için beraber çalışmalarını, çetelerini dağıtmalarını, bizimle birleşmeleri lüzumunu bütün teferruatıyla izah eden bir ikazda bulundum. Bulgarcaya da tercüme ettiriyorum, yakında neşredeceğim. Ohri merkezine gönderilen emirlerinizi okudum. Ohri'de çete tertip etmek için arzular var. Fakat Cemiyetin hareketlerine mani olan bazı şahıs ve vazifelilerin ortadan kaldırılması için istediğiniz fedakârlığa yanaşılmayacak gibi. Eğer hakikaten lüzumu varsa bunu yerine getirecek bizden daha başkalarını bulamayacağınızı kuvvetle söyleyebilirim. Gayemizi mani olmak isteyenlerin ad, rütbe ve bulunduğu yerleri bildiriniz, 5,10, 20 hatta bütün çetemle orada lâzım geleni yapmaya hazırım. Vazife için lüzum olursa bütün çeteyle
Manastır'a da gelebiliriz. Bizim için bundan böyle vatanın kurtuluşundan başka düşünülecek bir şey yoktur. Bu uğurda bizce hayatın hiçbir mühim tarafı kalmamıştır. Kötülüklere yuva olan hükümet idaresini, zulüm yılanlarının barınağını sezdirmeden bir gecede kuşatmak işten bile değildir. Benimle beraber bulunan arkadaşlarımın arzuları budur. Böylece ele geçirdiğimiz kuvvetle, gayeye ulaşmaktan başka bir şey düşünmüyoruz. Eğer isteniyorsa ve emir buyuruluyorsa hadisesiz bir şekilde Manastıra gelir, lüzumlu olardan yerine getirdikten sonra yine döneriz. Kalpten bağlılığımızın hürmetlerimle kabulünü rica ederim 5 Temmuz 1908 Resne Milli Tabur Kumandanı Kolağası Niyazi 240 BULGARCA NEŞRETTĐĞĐM BEYANNAME Sırp daskalına, Hristiyan köylülerine, Bulgarcaya tercüme ettiğim aşağıdaki beyannameyi neşrettim. Merkezleri Deb-re'de, Prespe, Đstroga, Resne, Ohri olmak üzere beş mıntıkaya taksim etmiş olduğum Hristiyan köylerine dağıtılıp neşredilmek üzere bu beyannameyi oralardaki Osmanlı Đttihat ve Terakki Cemiyeti idare heyetlerine gönderdim. 5 Temmuz 1908 Memleketimizde asırlardan beri yapılmakta olan fenalıklara bundan böyle kat'î bir nihayet vermek zamanının geldiğini bütün Hristiyan ve Osmanlı kardeşlerime tebliğ etmek isterim. Avrupa büyük devletlerinin medeniyet ve yardım maskesi altında çevirdikleri fırıldaklarla Bulgaristan, Sırbistan, Yunanistan gibi komşu ve küçük devletlerin arzularını dinleye dinleye bu kötü vaziyete düştük. Bir çeyrek asırdan beri Bulgaristan, Yunanistan ve bir vakittir de Sırbistan'da aynı gayeyi takip ederek sanki size yani Makedonyalılara yardım elini uzatarak sizi kurtaracak, hürriyete kavuşturacaklarmış gibi vaadlerle kandırdıkları hâlde, bunu yapamadıkları şöyle dursun, pençelerine geçirmek isteyen bu devletler sizi birbirinize düşürdüler. Memleketimizi kana bulayan nifak tohumlan ektiler. Fenalığı daha da
umumileştirince maskeleri düştü, her şey ortaya çıktı. Ey vatandaşlar! Hey Hristiyan Osmanlı kardeşlerimiz! Yukarıda etrafımızdaki küçük hükümetlerin sizin menfaatinize çalış241 madıkları ve sizin için kan dökmediklerini ve yalnız kendi menfaatlerine çalışarak sizi esir etme yolunda gayret sarfettiklerini görmüyor musunuz. Kollarınızı açıp kucaklamak istediğiniz insanların kimler olduğunu acı tecrübelerinizle öğrenmediniz mi? Osmanlı hükümetinin Rumeli'deki vaziyetinden faydalanmak isteyen komşu devletlerin komita kurarak propaganda yapıp kendi menfaatlerini temin etme istikametinde olduklarını hâlâ anlamadınız mı? Bunların gayesi şu asırlardır üzerinde beraber yaşadığımız toprağı taksim ederek hisselerini almaktır. Bunun neticesi de esarettir. Ey vatandaşlar! Bulgarlar! Otuz seneden beri çalışmakta olan Bulgaristan, Sırbistan, Yunanistan, değil bu kadar daha altmış sene çalışsalar bile yine gayelerine, yine fikirlerine vasıl olamayacaklardır. Bu vatan bizimdir ve bizim olacaktır. Bunların yardımcısıysanız pişman olacaksınız. Biz bir fert kalana kadar bu toprak için ölmeyi göze aldık. Yok yere olmayacak bir gayenin arkasından koşmaya kalkmayın, buna müsade etmeyiz. Yalnız büyük ve küçük devletlerin kışkırtmaları ve siyasî gayelerini öğrenmemiz bizi bu istikamette çalışmaya itmedi. Kendi hükümetimizin zulüm ve kötü idaresi bu istikamette yürümemizin ilâve sebebidir. Aslında büyük devletleri işlerimize karıştıran, komşu küçük devletlerin hırslarını ayaklandıran da kendi hükümetimizin dahilde ve hariçte takip ettiği kötü siyaset, kötü idare, haksızlıklar, yolsuzluklardır, îşte bu acı hadiselerin, böylesine kanlı geçmişin mesulü kendi hükûmetimizdir. Ey Hristiyan vatandaşlarımız, biz de bugünkü zulüm idaresinden memnun değiliz. Memnun olmayan görüyorsunuz ki yalnız siz değilsiniz. Biz, Avrupalıların vatanıma göz dikmesinden, işlerimize müdahalesinden çekinmediğimiz için şimdiye kadar milletin tahammülü müşkül bu hâllere katlanmasına ses çıkarmamıştık. Đstibdat idaresinin günden güne kuvvetini arttırarak Türk, Bulgar, Ulah, Rum, Arnavut vatandaşlarımızın imha olduklarım gördüğümüz için biz, vatana
hürriyet güneşini getirecek, hürriyetin aydınlığım neşredecek bir idarenin tesisine çalışıyoruz. Đşte bugünkü istibdat idaresiyle memleketin sönen geleceğini gören Türkler, Osmanlı Đmparatorluğu'nu ve bunun içinde yaşayan azınlıkları bir çatı altında toplamaya çalışıyor. Bu gaye ile de Osmanlı Đttihat ve Terakki Cemiyetini tesis ettiler. Bu mukaddes gaye için tesis edilen bu Cemiyetin azalan umumiyetle büyük ve küçük rütbeli zabitlerle devlet memuru, yerli, şehirli, köylü münevver ve dürüst insanlardan müteşekkildir. Bunlar bu mukaddes vatan uğrunda can ve malıyla çalışmayı gaye edinmişlerdir. Cemiyetin asıl gayesi malûm sınıflar içinde bütün azınlıkları din ve milliyet farkı gözetmeksizin ırz, can ve mallarım muhafaza, insanlığa yakışır kardeşçe bir hayat temin etmektir ki, bu da hürriyetin sağlanması, müsavatın, kardeşliğin, adaletin tatbik edilmesiyle mümkündür. Plân ve programımız mel'un insanlar yerine kötü sistemleri ortadan kaldırmayı gaye edinmiştir. Yolumuz mel'unları ortadan kaldırmaktan çok, kötülüğü ve kötülüğün çıkışım temin eden istibdat idaresini değiştirmektir. Bu, devletin müstakil olmasına itimat edilir bir istikamet vermek, meşruti idaresi tesis etmek demektir. Bunu da şu hareketimle ispat ederim ki; iki yüz efrattan müteşekkil olan çetemiz Resne'den ayrılışında mıntıkada intizamı bozan ve halkı tedirgin edenleri birer birer tanıdığı hâlde hiçbirinden intikamım almamıştır. Bizim vazifemiz, Đttihat ve Terakki Cemiyetinin gayesini şehirlerde, köylerde yayarak bugüne kadar azınlık243 lar tarafından yapıla gelmekte olan kötülüklerin zuhur ettiği vaziyete mani olmak için elbirliğini temin etmek, milleti beraberlik içinde çalışma istikametine koymaktır. Bizim aynınız, gayrımız yoktur. Hepimiz Osmanlıyız. Din insanların Allah ile olan rabıtasıdır. Vatanla alâkası yoktur. Şehir ve köylerde bulunanlar bizim çetelerin millet için çalıştıklarını hürriyet, müsavat, hak ve adaleti temin etmek istikametinde olduklarını bilerek kendi çetelerini dağıtsınlar. Vatanımızın istibdat idaresinden kurtulması için çalışan çetemizle birleş-sinler. Bu gayeleri ihtiva eden söylediklerimi lâzım gelen yerlere ulaştırarak beraberliğin teminine sizi vatandaş olarak davet ediyoruz.
Eski mel'un ve tahripkâr fikirlerden uzaklaşarak memleketimizin hudutları içinde bulunan cemaatlerin saadet ve iyi geleceklerini temin etmek gayesiyle elbirliğiyle çalışalım. Osmanlı idaresi altında bulunanlara ayrı nazarla bakmayarak kardeş olalım. Benim bu beyannamem elinize geçtiğinde hep beraber okuyarak dinleyin. Bu ikazlarıma göre hareket etmelerini kendi çetelerinize söyleyin. Bundan böyle budalacasına Bulgaristan ve diğer küçük hükümetlere hizmet etmekten vazgeçsinler. Kendilerine müsavat ve hürriyet getirecek olan Osmanlılık yolunda çalışsınlar. Her cemaatin din, mezhep ve milliyet fikirleri teminat altındadır. Bulgar, Rum, Sırp, Ulah .., gibi herkes milliyetini, dilini, kolayca konuşabileceği giW hürriyeti de devletçe teminat alfanda tutulacaktır. Đşte bu Osmanlı milleti birçok cemaatin birleşmesiyle büyük bir kuvvet olacak ve meşrutî idareyi muhafaza edecektir. Yalanda temin edebileceğimiz hürriyetin yaşaması için çetelerinizin bizimkilere iltihak etmelerini hatırlatırım. Bu beyannamenin size ulaşmasından sonra biz yine şehir şehir, köy köy dolaşarak plân ve programımızın tatbik edilmediğini gördüğümüz yet244 lerde mani olanları çağırıp köylerini tahrip edeceğiz. Bu beyannamemden sonra bir köye çete girecek olursa köy halkı en yakın Müslüman köyüne veyahut askere haber vermek mecburiyetindedir. Eğer bunu yapamayacak olursa köyünüzün ileri geleni idam edilecektir. Plân ve programımızın asıl teminatı budur, ayrılık ve aykırılık fikirlerinizden vazgeçilmesini tekrar hatırlatırım. Buna karşı gelmek isteyen ister Müslüman, ister Hristiyan hangi cemaatten veya dinden o-lursa olsun şiddetle cezalandırılacaktır. Bu yolda hiçbir tefrik kabul edilemez. Beraber hareket edilerek evvelâ verilip geriye alınan Kanun-ı Esasiyi tekrar meriyete koyacağız. Bu gayeyle çalışmaya her insan mecburdur. Resne Millî Taburu Kumandanı Kolağası Niyazi Bu beyanname Bulgarlar üzerinde büyük bir tesir yaptı. Dört, beş sene mıntıkada en çok Bulgar çete ve komitelerini kırmış, benim gibi bir zabitin bu kere beraberliğin kuvvet olduğundan bahis ederek vatandaş olarak seslenmesi, daha büyük şeyler yapmak kuvvetindeyken din ve milliyet gözet-
meden onlara seslenerek müsavat ve hürriyet istemem ve ittihat ve Terakki Cemiyetinin halk için gayesini izah etmem, hareketimin mühim kısmını ihtiva etmişti. Benim bu beyannamemin doğruluğu daha sonra hadiselerin inkişafıyla kendini göstermişti. Böylece de Đttihat ve Terakki'nin kuvveti ve istikameti bütün azameti ile ortaya çıkmıştı. Bu beyannamemi neşreden Bulgar ve Avrupa gazeteleri Cemiyete, çetemize medhiyelerde bulunuyor, birçok gazete bizi tutan yazılar neşrediyordu. Bu vaziyet, bizim muvafakıyetimizde büyük bir tesir yapmıştı. 245 Beyannameleri beş kopya çıkartıp imza ettikten sonra Bulgar, Sırp, Ulah, Arnavut çete ve komitalarına ulaştırmak üzere Kroşişte Köyü Đhtiyar Heyetine bırakmıştım. Bu işleri yapana kadar da, askerim yemeğini yemiş, harekete hazır olduğunu bildirmişti. Sırp daskalı ile beraber yemek yedikten sonra o gece Kroşişte'nin bir saat yakınında olan Delafojde köyüne gittik. Burada köylüyü bizi bekler bulmuştuk. Vaziyeti ve gayemizi mıntıkaya yayılıp alâka gördüğü için köylüler, bize iltihak etmeyi kabul ettiklerini beyan ettiklerinden teşkilât içine almayı kararlaştırdıktan sonra, birliğimi de kalacağı yere yerleştirdim. Geceyi bu köyde geçirecektik. Burada yirmi dört saat kalmaya birkaç bakımdan mecburiyet hissediyorduk. Mıntıkada birbirine pek yalan olan Müslüman köylerini de teşkilâtımıza almak, oralarda Đttihat ve Terakki idarelerini temin edip sulhu ve kardeşliği tatbik etmek lâzım geliyordu. Hepsini birer birer çağırtarak hem vaziyeti anlatmış hem de güzel bir yarma varmak için Cemiyetimizle birleşmenin temin edeceği faydalan anlatmıştım. Diğer taraftan da halkı saldırılarıyla usandıran hapisane ve asker firarlarını toplayıp onlara yaptıklarının kötülüklerini anlatmıştım. Eğer doğru yola girerlerse geçmişte yaptıklarını af ediyor, Cemiyetimize katarak, çete içine alarak mıntıkayı onlardan temizliyordum. Pisocanlı Emin, Novoselli Kortiş, Asomanlı Tevfik Bey gibi olan bu firarileri, bu işe yaramaz arsızları bir otorite allına alan şu kuvvet, adaletten, siyasetten başka bir şey değildi. Bütün hareketleri kötülüğe çevirmiş olan bu insanlar, benim tesirimle bundan böyle vatan sathında kardeşlik, müsavat yolunda çalışacaklardı. Bu benim için büyük bir muvaffakıyet idi.
Köylüler, beyannameler ve nutuklarla yaptığım parlak sözlerin tatbik edildiğini yukarıda saydığım kanun firarîleri246 ni otoritem altına alıp onları tedirginlikten kurtarmamla anlamış gibiydiler. Dağ eteğinde geniş ovaya bakan bu köyün havası, suyu gibi halkı da iyi ve Müslüman, çalışkan insanlardı. Bizim birliğin içinde vazife almış olan arkadaşlarımla köylüler arasına dağılarak gayemiz, memleketin vaziyeti, düşmanların arzuları, devletin zulüm idaresiyle alâkalı malûmat vererek onları tenvir etmeye çalışıyordum. Anlattıklarımız halk üzerinde büyük tesir yapmış, bize itimat hasıl olmuştu. Bu köyler en sıkıştığımız zamanda bile itimat edip dayanabileceğimiz bir yer olabilirdi. Evvelâ Müslüman ve Türk köyleri üzerinde davamızı yürütmek, birleşmeye mani olardan ortadan kaldırmak suretiyle giriştiğimiz hareket ve adaletin büyük tesiri görülmeye başlamıştı. Evvelâ bütün Bulgar köyleri vaziyetten şüphelenmiş gibiydiler. Çünkü dört beş seneden beri halsiz ve ümitsiz gördükleri Türkleri, şimdi dimdik olmuş, geleceğe ümitle bakan bir sevince ulaşmış olmanın aydınlığı içinde görüyorlardı. Gayemiz evvelâ bütün Müslümanları beraberlik içinde topladıktan sonra a-zınlıkları da içimize almaktı. Gayeye varmak için dosta düşmana her zaman kuvvetli görünmenin büyük ehemmiyeti vardı. 247 KÖYLERDEKĐ TESĐRĐMĐZ 7 Temmuz pazartesi günü akşam üstü bu köyden de ayrıldık. Resne'ye, Ohri'ye doğrudan irtibat temin etmek için bir posta ve münakale hattı da tesisi etmiştik. Havalide yaptığım işlerden Resne ve Ohri merkezlerine birer mektupla vaziyeti bildirmiş, çevre ile büyük bir intizam içerisinde anlaşmayı temin etmek istikametine girmiştik. Yola çıkmadan evvel lüzumlu hazırlıklarla beraber yanımızda bulunması birçok bakımdan doğru olacak olan Sırp daskalı ile Kroşişte-li Orhan Ağa'yı yanıma çağırarak şöyle dedim: "Daskal Efendi! Sizi Resne'de yanıma almaktan ve beraber dolaşmaktan ne gaye güttüğümü çok iyi biliyorsun. Yardımınızla gezen Sırp çetesinin götürdüğü Bulgar çocuğunu ailesine teslim ettirmek, Makedonya'da ve bütün Rumeli'de
azınlıklar arasındaki nifaklara nihayet verdirmek, havalide insan gibi yaşama nizamını temin etmek isteyen Đttihat ve Terakki Cemiyetinin hareket ve muvafakıyetini bir misal olarak tebiğ etmektir. Vaziyeti hiç de iyi olmayan, birçok kötülükle karşı karşıya gelmiş koca bir milletin hürriyetini temin etmek gayesiyle bu farklı tevkiften dolayı talihinize küsmeyiniz! Bulgarların, Rumların, Sırpların, Müslümanların din ve mezhep farkı yapmadan her çeşit hukukunu korumak Đttihat ve Terakki Cemiyetinin baş gayesidir. Bunun için Sırpların Bulgarlardan aldıkları esiri salıvermemesine mukabil memlekette adaleti her şeyin üstünde tutmak isteyen Cemiyetimizi*1 248 prensiplerini icra için sızı teminat olarak almak mecburiyetinde kaldım. Görüyorum ki sizin bizim müşkül şartlar altındaki hayatımıza tahammül edecek kuvvetiniz kalmadı. U-zun zaman sizi bizimle beraber götürmek de insafsızlıktır. Bu sebeple sizi Orhan Ağa'ya teslim ederek Kroşişte'ye gönderiyorum. Orada emniyet içinde bulunacaksınız. Ayrıca da size hürmet etmekten geri kalmayacaklardır. Sırp çetesinin Bulgar çocuğunu bıraktığını öğrendiğim anda, ben de sizi emniyet içinde Resne'ye ulaştıracağım. Herhalde anladınız, sizin hürriyetiniz Sırpların Bulgarlardan aldıkları esirleri geri vermesine bağlıdır. Harcırah olarak da şimdilik şu üç mecidiyeyi alın! Orhan Ağa işittiniz, Daskal Efendi bizim misafirimizdir. Ona hürmet etmekten geri kalmayın, ayrıca bir dakika bile yalnız kalmaması lâzım gelir. Hareketlerinde serbesttir, okusun, yazsın, gezsin, ama hiçbir zaman yalnız başına köyden ayrılamayacaktır. Böyle bir harekete kalkışırsa, hele firar etmek isterse o zaman vaziyet değişir. Yine değerlendiriniz, fakat mukabelesini kurşunla veriniz. Anladınız değil mi? Orhan Ağa, Daskal Efendi haydi göreyim sizi' dedim ve kendilerine yol verdim. Bunları Kroşişte'ye dönmek üzere yola çıkardıktan sonra biz de Katşi ve Aşağı Katşi köylerine doğru yola koyulduk. Bir saat sonra ulaştığımız bu köyde de cemaatler arasındaki nifakları kaldırıp, beraberliği temin ederek hepsini anlattığımız gaye üzerinde Đttihat ve Terakki Cemiyetine kaydedip bir teşkilât ortaya çıkardıktan sonra Vepeşte köyüne doğru yola koyulduk. Güneşin batmasından bir saat sonra köyün ileri gelenleri ve müfreze zabiti Cemal birkaç eriyle bizi karşılamaya gelmişti. Köylüler bizi bir mesih gibi sevgiyle karşılıyorlardı. Bu köyün
de havalide adalete, kuvvete ve himayeye büyük ihtiyacı vardı. Çünkü köyde hükümetin tesiri 249 hemen hemen sıfırı bulmuş gibiydi. Köylüyü Bulgar çetelerinin hücumundan muhafaza etmek için burada elli altmış eratlık bir birlik bırakılmıştı. Halkı eşkıyadan değil, asıl hükümetin zulmünden, haklarını vermeyen ve birbirini geçimsizlik içerisinde imha etme yoluna giren entrikalardan müdafaa etmek lâzım geliyordu. Yoksa köylüler kendilerinde olan içlerindeki yiğitlikleri dolayısıyla Bulgarların, Rumların, daha doğrusu nereden gelirse gelsin bir saldırıya karşı durabilecek insanlardı. Yalnız aralarındaki geçimsizlikleri hâl edemediklerinden, bir hükümet otoritesinin olmamasından bu vaziyete düşmüşlerdi. Bu sebeple evvelâ bu anlaşmazlıkları gidermek lâzım geliyordu. Zavallı Müslümanlar! Kaç seneden beri hasretle bekledikleri adaleti, o, uğrunda canını vermek arzu ettikleri müsavatta icra eden bir devlet otoritesini istiyorlardı. Bütün bu dertlerine bir hâl bulacaklarını ümit ettikleri için beni ve çetemi sevgiyle karşılıyorlardı. Devlet ve kanun otoritesinin yok olduğu yerler, hususî olarak dağ köyleri, firariler, katiller, eşkıyalarla doludur. Bunların kötülükleri karşısında namuslu insanlar taraf tutmak ve kendi arzularım, hayatlarım temin etmek için onları müdafaa etmek mecburiyetindedirler. Yukarı Katşi ve Aşağı Kat-şi'de olduğu gibi burada da köylüyü camide topladım. Evvelâ dualar ettikten ve Kur'an'dan âyetler okuduktan sonra gayemizi, devletin büyük devletler karşısındaki vaziyetini, zulüm idaresini uzun uzun anlattım. Alâkayla dinlediklerini görüyordum. Hepsi gösterdiğim gayeye büyük sadakatlan-m, hiçbir yardımdan çekinmeyeceklerini bildirdiler. Havalinin otuz ve belki kırk seneden beri devlete karşı hissettikten bu soğukluk birdenbire ortadan silinivermiş, şimdi bize karşı büyük bir sevgi ve bağ şekline dönüşüvermişti. Sözlerimi göz yaşları içinde dinleyenler, aydınlık yarının güneşini gof~ 250 Talât Bey müş gibi ayaklanarak birbirlerine saldırdılar. Bundan böyle birleşmeye mani olacak düşmanlıklar ortadan kalkmış bir kardeşlik sevgisi ve beraberlik hissi ortada belirivermişti
Hürriyete giden yol, böyle kazanılırdı. Kaç seneden beri camiye gidemeyen, tarlasında bir saldırı korkusuyla silâhlı çalışma mecburiyetinde kalan köylüler, bundan böyle bütün bu tedirginliklerden uzaklaşmış, istediği huzuru sağlamış olmanın sevinci içindeydi. Birbirine karşı haklarım müdafaa etmek için bir saniye bile ellerinden bırakmadıkları silâhlan bundan sonra vatan düşmanları, millete karşı gelenler için kullanılacaktı. Bu muvafakıyeti temin etmeden doğan sevinç ve gönül rahatlığı içinde geceyi bu köyde geçiriyorduk.
251
MANASTIRDAN GELEN EMĐR Sabah uyandığımda beni yeni ve mühim vazifeler bekliyordu. 7 Temmuz sabahı Manastır'dan dönen Bahtiyar Ağa, Đttihat ve Terakki'nin Manastır merkezinden gönderilen aşağıda yazılı emri ve Kolağası Mecdettin'in gönderdiği kitabın baş tarafına konan mektubu verdi. Emri arkadaşlara okudum: "Kolağası Niyazi Efendi Kardeşimize; Muhterem kardeşimiz! Gönderdiğiniz mektubu hürmet ile aldık. Allah yardımcımız olsun. Manastır'da yapmayı düşündükleriniz için gösterdiğiniz arzuya teşekkürler ederiz. Fakat çeteyle buraya gelmek zahmetine değmez ve hem de doğru olmaz. Hristiyanlara neşrettiğiniz beyannameler, münasip ve yerindedir. Kalp kazanmak, gayelerimizi neşretmek istikametinden bu hareket çok münasiptir. Malûmat aldığımıza göre Manastır'dan köylere nasihat vermek için heyetler çıkarılacak, bunlarla Kanun-ı Esasinin kötülüğü anlatılacak, bunu kabul etmenin kadınları Hristiyanlar gibi açık gezdirmek demek olduğu neşir edilecektir. Bu bakımdan halkın kulağına koymak ve aldanmamalarını temin etmek için Kanun-ı Esasinin evvelce din bakımından da fetvası alınarak kabul olunduğu252 nu ve otuz iki sene evvel milletin her taraftan milletvekillerini Đstanbul'a göndererek orada topladığı, ancak bu hâl padişahın işine gelmediğinden Meclisin sözde yine içtimaa etmek üzere dağıldığım ve her sene çıkarılan salnamelerde açıklandığı hâlde bir daha toplanmadığım iyice anlatmak lâzım gelmektedir. Đhtiyaçlarımızı, mümkün ise şimdilik yalnız Ulah ve Müslüman köylerinden yapınız. Bulgar, Sırp, Rum köylerinden en ufak bir şey bile almamaya gayret gösteriniz. Resne'ye Nazmi Paşa kumandasında iki tabur gönderildi. Bunlardan birinin kumandanıyla beraber bütün zabitleri bizdendir. Hatta gedikli zabitleri de bizim kadrodandır. Hükümetin politikası nasihat ve vaidlerle sizinle beraber olanları dağıtmak, sizi yalnız bırakmaktır. Vaziyeti buna göre idare ediniz. Emrinizde bulunan birliğin disiplinini muhafazaya gayret gösteriniz. Daha çok ırz ve namus yolunda dikkatli olmak lâzım gelir. Hiç tefrik yapmadan kimseye yan gözle ba-kılmamalıdır. Çünkü düşmanımız pek çoktur. Çeşitli iftiralarda bulunacakları
kat'îdir. Irz bakımından saldırıya kalkanların cezası acımadan ölüm olmalıdır. Bunu birliğinize bildirmenizi rica ederiz. Yanınıza yakında doktor ile lüzumlu ilâç gönderilecektir. On veya on dört güne kadar yarımıza mühim iki zat katılacaktır. Biz Kazani'ye göndereceğiz, oradan size yollanacaktır. Siz bu ikisini oradan teslim alırsınız. Onlar, Kazani'nin nihayetinde ve Manatır'dan giderken sağ koldaki eve baş vurarak Haydar adında bir adam isteyeceklerdir. Sizin orada bulunduracağınız adamlar bu adı duyunca onları alarak çetenize götüreceklerdir. Bize gönderdiğiniz beyannamenin şartlarım Avrupa gazetelerinde neşrettireceğiz. Müslüman köylerine vereceğiniz senetleri yerinde gördüm. Lüzumu hâlinde, sizi silâhlı bir müsademeye itecek olanlarla şimdilik karşılaşmaktan kaçınmaya, bu imkansızsa 253 kat'î bir müsademeyi kabul etmemeye çalışmalısınız. Hükümeti şaşırtmak üzere etrafta kaza ve nahiyelerde hazırlatılmış olan çeteler harekete geçmeye amadedir. Yakında Enver Bey'in de aynı şekilde isyan edeceğinizi biliyoruz. Bu bakımdan bazı mühim haberleşmelerde şifre kullanacağız. Bilin ki her şeyimiz sizin içindir. Yaşasın millet, yaşasın vatan, yaşasın hamiyetiyle kahraman Resne fedakârları. Allah selâmet versin. 6 Temmuz 1908" Manastır Đttihat ve Terakki Merkez Heyeti Bu mektup birliğimdekileri büyük bir sevince boğmuştu. Gönüllere rahatlık veren birçok haber almıştık. Hususî olarak Enver Bey gibi Đttihat ve Terakki teşkilâtının en kuvvetli şahıslardan, Makedonya'da seyyar emniyet birliklerini tesis etme bakımından büyük bir hizmeti olan erkânıharp zabitin çeteciliğe de başlaması, bizi son derece sevindirmiş ve iftihar ettirmişti. Bense sevinçten uçuyordum. Çünkü Manashr'da Đttihat ve Terakki'nin ilk tesisinde beni bu Cemiyete alan, benim gibi birçok genç zabitleri aydınlatan Enver Bey'di. En ümitsiz günlerimizde bize sözleriyle büyük bir moral temin eden ve kendisine bağlayan bu üstün insandı. Veleşte'deki firarilerin affını kabul ederek birliğime iltîhak ettiğim gibi Balkanlarda, Debre istikametlerinde dolaşan çetelerin de katılmasını temin etmiştim. Böylece dargınlar barıştırılmış, kırgınlıklar yok edilmiş, kardeşlik ve beraberlik
sağlanmıştı. Đttihat ve Terakkinin gayesi bu köyde de kabul edilmiş, burası da bizim için bir destek olmuştu. Ertesi günü birliğimin toplandığı sırada köyden Đttihat ve Terakki'ye bağlı olanların yemin etme merasimini yaptıktan sonra idare heyetini tesis ettirdim. Yapılacak işler için arkalarında çetem 254 gibi bir kuvvete sahip olan bu köylerin bundan böyle hükümet tarafından müdafaaya ihtiyaçları kalmamıştı. Bu muvafakıyetler ve Müslüman köyleri arasında buraya kadar uğradığım cemaatler içinde gördüğüm iyi karşılama ve sevgi tezahürleri, beni ümitli yarınlara doğru uçurur gibi bir gurura boğmuştu. Her Müslüman köyü en ufak bir şüphe göstermeden Cemiyetin gayesini kabul ediyor, bu uğurda büyük fedakârlıklardan kaçınmıyordu. Bundan böyle benim için şüphe hissedilecek hiçbir şey, korkulacak hiçbir vaziyet kalmamıştı. Sığınma yerlerim böylece çoğalıyor, kuvvetlerim artıyordu. Buraya kadar dolaştığım köylerin her birinde en az yüz silâh, benim emrimde gibiydi. Ne zaman baş vursam hemen yardıma koşacaklar, canla başla çalışacaklardı. Bu köylere gönülden itimat edebilirdim. Arkamızda namuslu, sözünde duran kahraman Arnavut köyleri, önümde Müslüman ve aynı hususiyetleri ihtiva eden Debre ve Malisiyas köyleri bulunuyordu. Burada Debreli Akif Ağa'ya, Malisya'dan bazı ileri gelenlerle görüşerek Cemiyetin büyük bir merkezi olan Deb-re'ye yakında gideceğimi bildirmiştim. Bir taraftan da Dirçe, Ostroga, Prespe, Ohri, Resne Bulgarlarından gelen haberlerde Bulgar çetelerinin hareketlerimi dikkatle takip ettiklerini, müsavatı temin etme bakımından çeteme insan ve mal istikametinden her çeşit yardımı esirgemeyeceklerini bildirmişlerdi. Ayrıca Cercis'in de îstavro'daki kardeşlerimizin aracılığı üe dediklerimizi kabule taraftar olduğu bildiriliyordu. Temmuzun yedinci günü birbirini takip eden muvafakıyetler, beni sevinç ve heyecan içinde bırakmıştı. Bundan böyle yolumuzda emin bir şekilde yürüyebilirdik. Bu vaziyet karşısında Nazım Paşa ve Bekir Ağa kumandasındaki birliklerle, hükümetin ve müfettişin üzerime saldıracağı kuvvetlerle müsademe, anlaşma ve mutabakat yapabilecek bir vazi255
yetteydim. Umumî müfettişe, Manastır valisine yeni birer beyanname göndererek hakikî vaziyeti göstermeyi daha münasip buldum. Lüzumsuz yere kan akıtılmasına mani olunmasını istiyordum. Bundan başka Đttihat ve Terakki teşkilâtının arzularına tabî olarak Müslüman köylerinde meşrutî idarenin tesis edildiğini, kuvveti günden güne artan, çetenin istikametlendirilmesinin kolaylaştığım görüyordum. Büyüyen çetenin idaresi için harcamaları karşılama bakımından devlet iratlarına el uzatılmıştı. Yalnız hassasiyetle takip ettiğimiz adalet, müsavat, köylünün himayesini önde tutuyorduk. Köy Đhtiyar Heyetinin üzerlerine aldığı harcamaları, hükümete kabul ettirmek için Ohri kaymakamına bir mektup gönderdim. Umumî müfettişe, valiye, kaymakam ve nahiye müdürlerine vaziyeti anlatmak gayesiyle ayrıca mektuplar yazdım. 256 SELANĐK'TE UMUMÎ MÜFETTĐŞE VE MANASTIR VALĐLĐĞĐNE YAZILAN TELGRAFLAR Şimdilik iki yüze ulaşan birliğime, Asuvanlı Tevfik, Biso-canlı Emin, Novosilli Kortiş çeteleri de iltihak etmiş bulunuyor. Bugüne kadar vahşî hayvanlar gibi dağlarda dolaşarak köy ve şehre saldıran "Malisyalı" gibi daha birçok suçlu ve firarı, yaptıklarından pişman olarak bizimle beraber çalışıyorlar. Bunlar vatanın kurtuluşu ve meşrutî idareyi tesis etmek gayesinde olan Đttihat ve Terakki'ye katılarak dürüst bir insan gibi çalışacaklarına Allah adına yemin etmişlerdir. Biz de bunları doğru yola getirerek havaliyi kötülüklerinden kurtarmış bulunuyoruz. Bütün Müslüman köyleri bize iltihak etmiş vaziyettedir. Nazmi Paşa'nın iki taburla Resne'ye gönderilmesi hiçbir zaman iyi karşılanmayacaktır. Birçok aile ocağını söndüren istibdat idaresi, Allahın yardımı ile ve Đttihat ve Terakkinin fedaîleri tarafından imha olacaktır. Millet bizimledir ve onu Cemiyet idare etmektedir. Biz birliğimizle kendi arzularımız için isyan etmiş değil, ittihat ve Terakki Cemiyetinin emriyle bu teşebbüse katıldık. Kalpleri vatanın selâmete kavuşması arzusuyla dolu olan fedaîlerin Nazmi Paşa kuvvetlerinden korkmayacağını ve bu hücumun vatanı ve milleti parçalamak için yaptığınız hareketlerin en kötüsü olduğunu bildirmek isterim. Bizi hangi hakla takip etmeye kalkıştığınızı düşününüz. Bizim içimizde
katil, hırsız, zanlı ve suçlu kimse yoktur. Çetemiz vatanı düşüğü çukurdan çıkarmayı gaye edinmiş şerefli fedaîlerden Müteşekkildir. Bizi Çakıcı gibi serserilere benzetmek hatadır. 257 Bizim gayemiz adalet, kuvvetimiz haktır. Birçok Müslüman kanının akmasına meydan verecek olan bu vaziyete mani olmak vazifenizdir. Biz lâzım geldiği zaman maddî ve manevî mesuliyetten kaçarak müsademeden çekineceğiz. Buna mukabil vatanı düştüğü kötü vaziyetten kurtaracak tek gücün kuvvet ve birlik, Meşrutî Đdare olduğunu nazarı itibara alarak memleketteki bütün azınlıkların beraberliğini bozacak kuvvetleri vatan haini olarak karşılayacağız. Erkek ve namuslu askerlerin hepsi bizimle beraberdir. Karşımıza çıkacak birtakım budala cahiller ve istibdat idaresi sayesinde rahat döşeklerinde rütbe kazanan, erkeklikten uzak, kadm yaradılışlı Đstanbul paşalarıyla ve onun askerleriyle pençeleşmek bizim için bir eğlence olur. Đstibdat idaresinin askerleriyle, memlekette meşrutî idareyi tesis etmeyi gaye edinen Đttihat ve Terakki Cemiyetinin kuvvetleri arasındaki farkı ve müsademeye başlamadan meydana gelecek kötülüğü bir an önce dikkate alarak zuhur edecek fenalığın önüne geçmenizi ve zavallı milletin dereler gibi kanının akmasına meydan bırakmamanızı, Kanun-ı Esasiyi meriyeti koymak gibi büyük bir gaye için çalışan Cemiyetin bir an evvel bu gayesine ulaşmasına yardımınızı tekrar rica ederiz. Bu arzumuz kabul olunmadığı taktirde yarın Allah huzurunda da sizden davacıyız. Đstibdat idaresi üzerinde kat'î bir netice alma yollarını arayacağınızı büyük şahsiyetinizden bekler, bir an evvel cevabınızı talep ederiz. Şunu da tekrar katiyetle söylemek isteriz ki, gayemiz ya vatanın kurtuluşu veya ölümümüz olacaktır. Đki yüz vatan fedaîsi adına Kolağası Niyazi 258 Ohri Kaymakamına - Resne Nahiye Müdürüne Vatan ve milletin uğradığı bütün kötülükler istibdat idaresinin neticesidir. Đdarede Meşrutiyet tesis edilmedikçe bu kötülükler nihayet
bulamaz. Bugünkü mel'un vaziyet her sene çıkarılan salnamelerde yer almış olan Kanun-ı Esasinin meriyete konmasıyla intizama girebilir. Kanun-ı Esasiyi meriyete koydurmak gibi büyük bir idealin tahakkuk etmesine çalışan Cemiyetimizin emriyle dolaşan fedaîlerin size ve yüksek makamlara karşı tekrar edilen arzularım dikkate alınız. Bu ulvi gayeyi takip eden çetemizin hareketindeki dürüstlük ve temin ettiği itimadı düşününüz! Biz kimseye saldırmak ve ilişmek şöyle dursun, tersine havalide itimadı öteden beri bozan ve ele geçirilmesinde hükümet kuvvetlerinin muvaffak olamadığı insanları, haydutları, çeteleri kötülüklerden uzaklaştırmadık mı? Bizim gayemiz, halk kuvvetimizin müsavatı temin etmekle vazifeli olduğunu herkes biliyor. Bütün millet bizimledir. Siz de doğru yolu bularak bize yardım ediniz. Umumî Müfettişe, valiye yazılan telgrafları çek(*) Vali ve kaymakamın gönderilen telgrafları dikkate aldıkları, valinin Müşir Osman Paşa'ya yazdığı ve ele geçen yazıdan öğrenilmiştir. Yazıda: "Ohri Malisiyesi Müslüman köylerinde öteden beri kan gütmeden dolayı evlerine kapanıp kalmış olanlar, Niyazi Bey ve adamlarının sıkıştırıp korkutmasıyla banştıklarından serbestçe çıkmaya başladıklarını bildiren şifreli telgrafın çözülmüş sureti arzedilir." 18 Temmuz 1908. Ekli Ohri Kaymakamlığının 16 Temmuz 1908 tarihli şifresinde: "Ra-dolişte, Vovolişte gibi Ohri Malisiyesi Müslüman köylerinde sürdürülmekte olan kan davası uzun senelerden beri evlerinde kapanıp kalmış birçok erkekleri Niyazi Bey ve adamlarının kimini korkutup ve kimini tehdit etmesi neticesinde hepsi düşmanlarıyla banşıp evlerinden serbestçe çıkmaya başladıkları öğrenilmiştir. "Ohri Kumandanı Albay Hanüt Bey'le kaza kaymakamı Selânikli Kani Bey'in bizi tevkif ettikleri ve Ohri'de Cemiyetin gelişmesine göz yumduklarını kat'îyetle biliyorduk. 259 tirmekle beraber siz de, yerine getirilmesi yolunda malûmat yazınız ve alacağınız cevabı bize bildiriniz. Gezdiğim köylerde Meşrutî hükümetlerin idareleri tesis edilmiştir. Bu tarafa bundan böyle siz değil, Cemiyet hâkimdir. Köyler, çeteyi beslemektedir. Çifte vergilerle haksızlığa uğramamak için her köyde beslenmemiz için birer senet bırakıyorum. Bu paraların o köyün vergilerine sayılması lâzım gelir. Bunları kabul
etmeyecek tahsildar, mal memuru, vazifelilerin ve zulme yol açacak olanların cezası idamdır. Vatansever hislerimizin kabulünü rica ederiz. (*) 7 Temmuz 1908 Osmanlı Đttihat ve Terakki Cemiyetinin iki yüz vatan fedaîsi adına Kolağası Niyazi Bu beyannameleri yazıp idare heyetine verdikten sonra Cemiyetin yaptıklarım, geleceğini düşünüyor, muvaffakıyetin gururuyla köylülere onları okşayıcı ve yarma itimat edici sözler söylüyordum. Yine o gün Mersin Bey Hanında müfreze zabiti Mülâzım Şevki Efendi de iki erle bize iltihak etmişti. Kendisini çetenin bir kısmına kumandan yaptım. Her iltihak edenin merasimi bize ayrı bir sevinç aşılıyordu. Temmuzun pek sevinçli geçirdiğimiz bu ilk haftası nihayetinde Vavolişte'yi geride bıraktık. Labonişte köyüne giden dolambaçlı yol boyunca ormanlık araziyi dolaşırken ağaçlar arasından gözlerimizi üzerinden ayıramadığımız manzarası, suyu ve havasıyla bizi bağlayan Vavolişte'ye son defa ayrılık selâmlarını gönderiyor duk. Bu köy, bizi hususî bir samimiyetle kendine bağlamıştı. Sık ağaçlar arasında parıldayan beyaz kârgir intizamlı evler, yeşil çimenlikleri ve berrak sularıyla kendisine insanı bağlayan bir güzelliği vardı. 260 8 Temmuzda, güneş battıktan bir saat sonra, Labonişte köyüne ulaşmıştık. Burası da her tarafı sık ormanlarla kaplı, suyu bol, görünüşü güzel, havası temiz bir köydü. Üç yüz evlik bu büyük köyün içinde çeşitli din ve milletten, daha çok Müslüman, Sırp ve Bulgarlar yaşar. Bu üç cemaatten müteşekkil köylüler, meydanda toplanmış bizi bekliyorlardı. Kendilerine kardeşliğin, müsavatın ve beraberliğin temin edeceği faydaları, Đttihat ve Terakkinin Kanun-ı Esasiyi meriyete koydurmak üzere onun kuvvetli eli olarak bizi harekete geçirdiği, istibdat idaresine nihayet verilmesiyle Meşrutî idarenin temin edeceği faydalar uzun uzun anlatıldı. Zulüm ve mel'un idareden bizar kalmış ve itimatsızlıktan tedirgin olmuş köylüler, bu sözleri sevinçle karşılıyorlardı. O güne kadar görmedikleri bir müsavat ve adalet sözünü, hareketleriyle de ortaya koyan çetemiz,
kendilerini hayran bırakmıştı. Köylüler arasında devam eden ve bugüne kadar nihayet-lenmeyen şahsî ihtilâflar, köylüyü taraflara taksim etmiş, anlaşıp barışılması zor nifaklar tedirgin etmişti. Bizim müsavat ve adalet sloganımız kendilerini aydınlığa kavuşturunca, hepsi de bu büyük gaye karşısında Đttihat ve Terakki'nin vefalı kanadı altına girmeyi kabul ettiler. Şimdiye kadar birbirine düşman gibi bakan cemaat, birbirini kucaklayarak öpmeye başladı. Böylece ihtilâf mevzuuları ortadan kalkmış ve hepsi Đttihat ve Terakki teşkilâtının içine seve seve iltihak oldular. Kendilerine lüzumlu malûmat ve nasihat verildikten sonra, üç cemaatten meydana gelen bir idare tesis ederek köylü arasındaki ihtilâfların hâili ile vazifelendirildi. Müsavat ve adalet saçan bir otoritenin tesisi herkese itimat telkin etmişti. Mıntıkada bu vaziyeti tesis ederken Cemiyetten bir emir geldi. Bundan başka Cemiyetin 6 Temmuzda Manastır sokaklarına yapıştırdığı ilânlar, valiye tebliğ edilen ikazlarla 261 Cemiyetin alenî bir çalışmaya teşebbüs ettiğini de öğreniyorduk. Gelen yazıda şöyle deniyordu: "Bugünkü zalim idare milletçe kabul edilmemektedir. Ka-nun-ı Esasi ile devletin idaresinin meşrutî olması lâzım gelirken, meriyetten kaldırılarak istibdat idaresine devam edilmesiyle birçok zavallının kanları akıtılmaktadır. Bugünkü insanlık anlayışı, hakkını isteyen ve bu hakkı otuz iki seneden beri ortadan kaldırarak istibdat idaresini devam ettiren hükümetin tavrını ve haksızlığını şüphe ile karşılar. Osmanlı Đttihat ve Terakki Cemiyetinin mukaddes vazife ve mevcudiyeti bundan böyle sizce de malûmdur. Siz de çok iyi biliyorsunuz ki, teşkilâtımızm şahısla hiçbir alâkası ve hakkında fena nazar ve fikri yoktur. Millete münasip meşrutî bir devleti tesis etmekten başka bir gaye takip etmiyoruz. Bütün gayemiz son devrin üzerinde durduğu 1876 Kanun-ı Esasinin tatbike konulmasından, kötü istikamete yol açanların vazifesinden uzaklaştırılmasından başka bir şey değildir. Her insanın hayatını müdafaa etmesi tabii bir kanundur. Bu uğurda bütün kuvvetiyle mukavemet edebilirler. Bu tadil olunmaz bir kanundur. Her hücum bir mukavemeti lüzumlu kılar. Gerek istibdat idaresinin ve gerek ona bağlı olan bazı kötü vatandaşların yükselme arzusuyla, Đttihat ve Terakki'ye karşı teşebbüs ettikleri hücumlar, bugün olduğu yerde durdurulmalıdır. Artık kırımdan çıkmış olan adalet kılıcı, kendisine çarpanlara elim nihayete hazırlayacaktır.
Đstibdat idaresinin kendini bilmez ve cahil idarecilerine malum olmalıdır ki, Osmanlı hükümeti bir millet ve bir de onu temsil eden padişahtan müteşekkildir. Bu ikisinin arasında mel'unlara, zevk ve safa düşkünlerine, rezillere, büyüklük budalalarına hususî bir yer yoktur. Bunlar bundan böyle idare ve siyaset sahasından çekilmeli, kötü ve kötülük getiren vaziyetlerine 262 nihayet verilmelidir. Millet padişahı, padişah da milleti ile vasıtasız görüşüp sevişecek, birbiriyle kucaklaşıp hürmet ve sevgisini anlatacaktır. Bu ikisinin hayatında mel'un karakterli yer yoktur. Osmanlı Đttihat ve Terakki Cemiyeti, kendisine karşı Selânik'e gönderilmiş olan ve birkaç gün evvel otuz senedir bir günah yuvasına döndürdükleri Đstanbul'a iltica etmiş olan bu iki mel'un insanın bir daha bu yerlere avdet etmelerini, kendilerinin menfaatleri olarak tebliğ eder. Manastır, Selanik, Üsküp'e sızmaya çalışan, aynı yolda yürüyenlerin geri gelmelerini emreder. Mukaddes halkımız, haricî memleketlerden destek gören, maaşlar, rüşvetler alan ve yükselme hayalleri peşinde koşanların uslu durmalarım hatırlatarak meşrutî idarenin bir an evvel tesisine karar vermiştir. Millet haklarının ele geçirilmesi uğrunda istibdat idaresi kuvvetleriyle karşılaşmadan zuhur edecek ve kanlı hadiselerin mesuliyeti zulüm idaresinin olacaktır. Đnsan haklarım müdafaa yolunda azimli olan Cemiyetimizin bu nazarı hiçbir şekilde değiştirilmeyecektir. Đstibdat idaresinin bunu böyle bilmesi lâzımdır. Bu dakikadan sonra bu istikamette daha kat'î ve emin adımlarla yürünecektir. Ey millet vekili! Sen ki Manastır vilâyetinde milletinin haklarım müdafaa yeminiyle yola çıktın, istibdat idarecilerinin yaptığı zulme ve mel'un insanların uzanan eline bir nihayet ver. Millet yolunda çalışanların arkasında halk, her zaman bir destektir. Yüzüyle gülüp eliyle kötülük edenlerin kalplerini okumakta millet aciz değildir. Bu milletten para yeyip hakkaniyetten ayrılanların akıbeti yaman olsa gerektir. Bu hakikati onların menfaatine olarak tebliğ et. Bilirsin ki sana millet yüzlerce, binlerce lirayı ancak bu sebeple veriyor. Elbette bunun hesabım soracaktır. Aldığın para ile gördüğün iş mukayese edilecek, hesabı istenecektir. Đnsanlık vazifesi263
nin sana gösterdiği istikamette yürümelisin. Emrinde bulunan vazifelilerden bozgunculuk edenleri biz tanırız. Bunlara sen bizim iyi yolu gösterdiğimizi söyle. Haklı müdafaamızı yapma istikametinde kanlı neticelere varmamak için haksız hücumlarına son versinler. Biz kan dökmek arzusunda değiliz. Şimdiye kadar dökülen kanlar kâfidir. Fakat haşarılar imha edilmelidir. Sözü tesbit ettiğimiz yolun dayanaklarından biri olarak her zaman gözümüzün önündedir. Đnsanlığa kötülük edenlere hayat hakkı tanımayacağız. Cinayetler, rezaletler, zulümler nihayet bulmalıdır. Đnsanlık kanunu devam ettirilmelidir. Ey milletin Manastır vekili! Üstlerine tebliğ etmek üzere sana şunu söylüyoruz ki, bir milletin kanunu her yerde aynı şekilde tatbik edilmeli ve meriyette olmalıdır. Đstibdat idaresinin kendisine muhalif görüp cezalandırmak için acele Đstanbul'a çağırttığı insanların Đstanbul'a sevkedilmesinde hiçbir kanunî mecburiyeti yoktur. Kanun ve mahkeme her yerde vardır. Suçlu zannedilenlerin bulundukları yerde mahkeme edilmeleri lâzım gelirken Đstanbul'a talepleri bir engizisyonla karşılaşılacağım gösterdiğinden kabul edilemez. Bu hareketlere nihayet veriniz. Đstibdat idaresinin suçlu zannettiği insanları rabıtalı oldukları mahkemelere sevkediniz. Yıldız, Taşkışla, Polis Müdürlüğü gibi engizisyon teşkilâtlarına masum insanları sevketmek istemiyoruz. Buna nihayet veriniz. Yoksa bütün mesuliyet sizin olacaktır. Biz bunları sözle değil kuvvetle de ifa edecek vaziyetteyiz. Gayenin sözle değil cebren ele geçeceğini çoktan anladık. Biz kanunun her yerde meri olduğunu bilenlerdeniz. Fakat istibdat idaresi, mevcut olan kuvvetiyle başımızda dolaşmaya başlamış, kanlarım son damlasına kadar akıtmak için Đttihat ve Terakki'ye bağlı insanlara büyük bir enerji ve sadakat aşılıyor. Bugün is264 tibdat idaresinin fedaîleri, Manastır vilâyetindeki ittihat ve Terakki azalarını avlama yoluna girmiştir. Osmanlı Đttihat ve Terakki Cemiyeti de bu beyannamesini bu vilâyetin valisine ulaştırmayı lüzumlu bulmuştur' Vilâyete verilen beyanname böyle nihayete varıyordu. Bana gönderilen mektupta ise: Niyazi Efendi Kardeşimize 7 Temmuz 1908 Cuma - Manastır
Muhterem kardeşimiz, 1. Bulgarlardan ve diğer Hristiyan azınlıklardan çetenize cebren kimseyi almamanızı kat'îyetle rica ederiz. Bu sebeple bu istikametteki gayretinizi büyük bir sabırsızlıkla beklemekteyiz. 2. Tarafınızdan saraya, umumî müfettiş ve valiye yazılmış olan mektupların suretlerini kat'îyetle bize gönderdiniz. Bunları kendi gazetemizde neşredeceğimiz gibi, tercümelerini de Avrupa matbuatına göndererek neşrettireceğiz. Bu bakımdan ehemmiyetleri büyük olduğundan gerek bunların ve gerekse bundan sonra yazılacak olanların birer suretlerini ilk vasıta ile bize göndermenizi kat'îyetle rica ederiz. 3. Burada Şemsi Paşa vurulmuş, vuran muhafaza edilmiştir.
Manastır'da
kurşunla
4. Selâhattin ve Hasan beyler Karaçova istikametinde çeteye çıkmışlardır. Muvaffakiyetinizi Allahtan niyaz eder, bütün kardeşlerimize kalben sevgiler arzeder, gözlerinizden öperiz. Sevgili kardeşimiz! Çetenizde bulunan zabit ve memur kardeşlerimizin isim ve rütbelerinin bildirilmesi mümkünse resimlerinin de eklenmesi rica olunur. Gelecekte Đnkılâp Ta265 rihimize kuvvetli bir vesika olmak üzere bütün yaptıklarınızın noksansız yazılarak elde tutulmasını ve mühimlerin bize de bildirilmesini rica ederiz. Bu sabah alay müftüsünün öldürüldüğü kat'îyetle öğrenilmiştir. Manastır valisi sizi öldürtmek üzere Resne nahiye müdürüne gizli emir vermiş, emrinizdekilerden birisini, müdür, para ve rütbe ile kandırarak size bu melaneti yapacağını valiye söz yermiş olduğundan dikkatli bulunmanızı hatırlatırız. Osmanlı Đttihat ve Terakki Cemiyeti Manastır Merkezi Aman Allahım neler öğreniyordum. Şemsi Paşa'nın halk içinde öldürtülmesi, yapanın muhafazası, alay müftüsü ve onun gibi casusların imha edilmesi, Selâhattin ve Hasan beylerin çeteye iltihakı, birkaç gün evvel Enver Bey'in de aynı gaye ile Tîkveş istikametinde çetesiyle seyir etmesi bu haberler benim hareketlerimi kırbaçlıyor, gayretimi artırıyordu. Erkânıharp
Miralay Selâhattin Bey'e Manastır Askerî Rüştiyesinden mezun olduğu için bütün erkânıharpler ve Harbi-ye'den çıkanlar gibi orduda adı hürmet ile yadedilen bu büyük insana ben de hayrandım. Hasan Bey'e, o insan yaradılışlı, çalışkan erkânıharbe karşı ise hürmetim nihayetsiz ve sevgi ile doluydu. Dört, beş sene Avcı Taburunda bulunduğum zaman içindeki eşkıya müsademelerinde kazandığım muvafakıyetin, onun tesbit ettiği istikamette yürümeyle olduğunu çok iyi biliyordum. Bundan başka Selâhattin, Enver, Hasan beyler uzun zamandır bu mıntıkada büyük bir hürmet kazanmışlardı. Mıntıkadaki istibdat idaresinin tatbik edenler bile onlara bir hürmet duymaktaydılar. Çetecilikte beni takip etmeleri Đttihat ve Terakkinin gaye266 sine ne kadar yaklaştığım, idealinin ne kadar asil bir hisse dayandığım gösteriyordu. Bu vaziyet karşısında her çeşit mahzurdan azade bundan böyle Debre'ye veya Malisiya'ya iltihaka, istibdat idaresinden çekinmeye lüzum kalmamıştı. Đstibdat idaresinin bütün takatini üzerime yüklenmesine ve kuvvetleri idare edecek Şemsi Paşa ayarında kumandanlarm yürümesine imkân bırakılmamıştı. Plânımı altüst eden bu emrin gelişinden evvel, Labonişte köyünün halkım Đttihat ve Terakki içine alışta, Çermenika mıntıkası köylerine bağlı ileri gelenlerden Đttihat ve Terak-ki'ye yazılmış beş, altı şahısla Behlül Ağa'nın Çermenika adlı dağlık ve dağınık büyük köyünde sarp araziye sığınarak istibdat idaresinin kuvvetlerinden muhafazayı düşünmüştüm. Bura köylülerinin yardımıyla aylarca burada devlet kuvvetlerinin hücumlarına mukavemet edebilirdim. Đçimize girmiş bir şey öğrenmek ve onu istibdat idaresine tebliğ etmek için Cemiyet'e girmeye çalışan Nazım, Sami, Alay Müftüsü Mustafa Şevket gibi mikropların birbiri arkasından imha edilmesi ve Resne'de paşa veya Miralay Nazmi Bey'in şüphe ve pişmanlığı, emrine aldığı yedi taburdan başka Prevrin, Priştine, Yakova etrafından fedaî asker toplayan ve Anadolu'dan bir (*) Sonradan malûmattar olduğuma göre Şemsi Paşa'nın gelişine mani olmak üzere Manastır - Resne yolunda birçok yerde Manas-tır'dan pusular kurdurulduğu gibi Resne'den de Avcı Taburu kumandanı kahraman Remzi Bey kardeşimizin Şemsi Paşa'nın Resne'ye girmesine meydan vermeyecek tertibat aldığı malûm olmuştur. Aslında Remzi Bey gibi dürüst karakter
sahibi bir erkânıharp binbaşının, Süleyman ve Tayyar beyler gibi kahraman yüzbaşıların bulunduğu Avcı Taburundan büyük yardımlar görmüştüm. Birliğimle Resne'den ayrılır-ken bu kahramanlar çete için mühim bir ecza takımı ve çantası hediye etmişlerdi. 267 tümenin getirilmesine lüzum gören hain Şemsi Paşa'nın herkesin içinde öldürülmesi, Selâhattin ve Hasan beylerin de Enver Bey gibi çeteciliğe teşebbüs etmesi beni hareketlerimde serbest bırakıyordu. Beni Şemsi Paşa ile çarpışmaktan men eden bütün milletin öpmek istediği bu eli hayatım müd-detince mukaddes sayacağım. Zira bu kahraman ve kavi el, beni ve bütün milleti perişan etmek üzere hazırlanan bir zulüm ve zalim idarenin hareketine nihayet vermiş, beni kurtarmıştı. Manastır Đttihat ve Terakki merkezinin bu muvafa-kıyeti bence çok mühimdi.(*) Şemsi Paşa gibi cahil ve gururlu, gururlu olduğu kadar da atak, hareketlerinde hile ve melanet malûm olan bir kumandanın karşıma çıkması, zavallı milletim için büyük bir kötülük olacaktı. Şemsi Paşa kuvvetleriyle çarpışmak beni için zor değil, fakat kaybedeceğim arkadaşlarım için beni üzüntüye atıyordu. Bin meşakatle toplamaya çalıştığımız birliği dağıtmak, bir dahili harp açmak, zavallı erlerimin kanım akıtmak gibi mel'un bir harekete düşmemeliydim. Biz kan akıtmak değil, milletin haklarını almak arzu ediyorduk. Şemsi Paşa gibi talimden mahrum, malûmattan uzak, kara vicdanlı, insafsız ve şöhret mübtelâsı bir kumandanla uğraşmak kolay bir iş değildi. Bu gayesine ulaşmak için teşebbüs etmeyeceği hareketler yoktu; zulümler, kötülükler, bu insandan her şey beklenirdi. Kuzey Arnavutluk'ta yarattığı zulüm idaresinde yaptıkları herkesçe malûmdu. Elimize geçen bu yaptıklarını gösteren telgraflardan ne kadar kara ruhlu olduğu ortadadır. Metroviçe'de Ferik Şemsi Paşa'ya Resne çetesinin isyan günü, Yıldız Sarayından şu emirleri alarak öldürüldüğü zamana kadar beni imha etmek için geceli gündüzlü çalışmıştı. 268 Yıldız'dan Birinci Ferik Şemsi Paşa Hazretlerine(*)
Resne'de bulunan Seksen Sekizinci Alayın Üçüncü Tabur Kolağası Niyazi Efendi adında lanetin biri ile Resne Belediye Reisi Hoca Cemal, Vergi Kâtibi Tahsin, Polis Komiseri Tahir, Mülâzım Yusuf Efendi ile halk ve askerden müteşekkil yüz kadar eratın tabur deposunu kırarak mevcut mavzer tüfeklerinden yüz kadarıyla cephane ve tabur kasasında bulunan parayı alıp Istinye istikametine savuştukları malûm olmuştur. Prespe'de bulunan bu tabura bağlı iki zabitin de yetmiş kadar mavzer ve cephane ile Asuman köyüne giderek oradaki halkı silâhlandırdıkları, sonra da Resne'ye doğru gittikleri erlerden dördü ile mülâzımlardan birinin avdet ettiği tebliğ edilmiştir. Kolağası Niyazi ile arkadaşlarının bu mel'un hareketi ve yedikleri ekmeğe karşı nankörce davranmaları karşısında cezalandırılmaları lâzım gelmektedir. Mıntıkada bir menâlet ve emniyetsizlik husul edecek olan bu insanların, başkalarına emsal olacak bir şekilde ele geçirilerek mıntıkanın temizlenmesi padişahımız tarafından sizin büyük muva-fakıyetinizden beklenmektedir. Padişahımız eskiden beri malûm bağlılık ve muvafakıyet kuvvetinizden hadisenin bir an evvel bastırılmasını Anadolu'dan gönderilecek olan tümenin gelmesine kadar zaman geçirmeyerek orada elde bulunan taburlar ile o istikamete gitmenizi emir vermekte olduğundan nerelerden hangi taburlarm alınacağının ve bu mev-zudaki mütalaalarınızın kendilerine tebli etmek üzere makine başında ulaştırılmasını arzederiz. 3 Temmuz 1908 Başkâtip Tahsin Yine Yıldız'dan çekilen diğer bir telde de Başkâtip Tahsin şöyle diyordu: "Evvelki telde tebliğ edildiği gibi Anadolu'dan gönderilecek taburların yerine sonradan ikame edilmek üzere Metro-viçe tümeninden lüzumu kadar taburları alarak tanzim edeceğiniz hususî trenle hemen acele olarak Manastır'a giderek Niyazi ile ona iltihak eden zabit ve erlerle arkadaşlarını ele geçirmek üzere lâzım gelen çalışmaların yapılması ulvî şahsiyetinizden beklenmektedir. Ayrıca birlik kâfi görülmediği taktirde askerî elbise giydirilerek işe yarayacağına itimat ettiklerinizi de gönüllü olarak taburlara alabilirsiniz. Đşin genişleyip başka mıntıkalara da sıçramasına meydan vermeden isyan eden bu askerlerin, ders verici bir misal olacak şekilde şiddetle mani olunması size olan yüksek itimat ve muvaffak şahsiyetinizden beklendiği padişahımızın emirleridir. Üçüncü
Ordu Müşirliğine lüzumu için malûmat verilmiştir. Padişahımızın selâmlarını da arzetmeme vasıta olmamı istediler. 3 Temmuz 1908 Başkâtip Tahsin Sadakat! Çalışkanlık! Muvafakıyet! Gibi pöhpöhleyici sözlerle göklere çıkartılan Şemsi Paşa'nın bu telgraf üzerine fırsattan faydalanma arzuları kabarıvermişti.(*) Hemen ken(*) Şemsi Paşa saraya bu vazifeye tayin edilmesinden dolayı şu teşekkür telgrafını çekmişti: "Her zaman büyüklük ve ihsanlarıyla karşı karşıya bulunduğun1 padişahımın bu kere de yeni bir vazife ve selâmlan ile mükafatlandırıl' mam bana hayatımın en büyük hediyesi oldu. En samimî kendisine bağlı kullan olduğunu tebliğ ederek saltanat ve ömürlerinin uzun seneler devamını niyaz ederim." 4 Temmuz 1908 Ferik Şemsi 270 dini gösterebilmek için çalışmalara başladı. Kendi tümeni içinden on tabur ayırarak Rumeli'de bir terör havası estirme istikametine giriverdi. Đlk olarak üç taburu 5 Temmuzda hususî trenle Manastır'a yolluyordu. Trenler 6 ve 7 Temmuzda Manastır'a vasıl olmuştu. Yıldız'dan aldığı selâhiyete dayanarak Prezrin'den, Priştine'den, Firzovik'ten birliğine er elbisesi giydirilmiş otuz kadar adam almıştı. Bundan başka Ya-kova, Đpek, Prezrin ve Priştine'den bazı ileri gelenleri postanelerde makine başına ve istasyonlara getirerek Manastır'ın büyük bir tehlikede bulunduğunu, Hristiyanların Müslümanları imha etmeye hazırlandıklarım ifşa ederek ve dinî hislerini tahrik ederek kendilerine baş vurduğunda emrine hazır bulunmalarını istemişti. Kandırma ve tahriklerin mıntıkada aksettirdiği tesiri anlamak için Manastır'ın Đttihat ve Terakki teşkilâtından biri ile alâkası olan bu gelenlerden bazdan arasında geçen konuşmayı dinlemek yeterlidir. — Hoş geldiniz hemşehriler! Yine askerlik, redif mi, ikinci defa mı alındınız? — Hoş bulduk, sefa bulduk ne redif, ne de ikinci askerlik. Padişah arzu etmiş, yardıma koşmuş fedaîleriz. — Burada böyle bir vaziyet yok. Olsa bile asker çok. Đmdat için kim asker istemiş, siz biliyor musunuz? Sizi Müslü-
manları ikiye taksim etmekle vazifeli olan Şemsi Paşa kandırmış. Onun vazifesi Rumeli'yi taksim etmek isteyen Avrupa'ya boyun eğen alçaklar hükümetine son vermek, Sarayı, Millet Meclisini açmaya cebretmek için çalışan Đttihat ve Terakki'nin kahramanlarım öldürmeye, vatan fedaîlerini imha etmeye geldiniz. Hâlbuki bu kahramanlar, erkânıharpler, genç zabitler, erler, mıntıkanın ileri gelenleriyle hürmet gösterilen insanların çocuklarıdır. Bunlara değil silâh atmak, silâhla yardım etmek lâzım gelir. Bütün ordu bu istikamette 271 çalışmaya Allah adına yemin etmiştir. — Öyle ise biz de onlara iltihak ederiz. Biz bunu bilmiyorduk. Bağışlayın da diğer arkadaşlara da anlatalım. — Üzülmeyin. Buraya Cemiyet kahramanlarına karşı gelen sizin gibi gönüllülere, askerlere Cemiyetin azaları vaziyeti anlatacak ve ikaz edecektir. Fakat siz de hemşehrilerinizle bu istikamette görüşünüz ve hiçbir zaman Şemsi Paşa'ya iltihak etmeyiniz. Şemsi Paşa Manastır'a geldikten sonra Elbasan Mutasarrıflığı vekâleti vasıtasıyla Batı Arnavutluk ileri gelenlerine şu telle baş vurdu: Elbasan Mutasarrıflığı Vekâleti Vasıtasıyla Akif Paşa, Şevket Bey, Derviş Beylere Evvelden beri neslinizin devlete ve memlekete karşı yaptığı fedakârlık ve gösterdiği sadakat hepimizce malûmdur. Bu kere de bu büyük yardım ve hizmetten kaçınmayacağınızı biliyorum. Büyük bir müşkilâtın tesiri altındayım. Sizin bu mıntıkada olan kuvvetinizin kıymetini çok iyi bildiğimden yardımınızı bekliyorum. Bu sırada ötede beride meydana gelmiş olan karışıklıklardan malûmatınız vardır. Bu münasebetsizliklerin hakikî sebepleriyle derinliklerini malûmattar olmak için itimat edebileceğiniz akıllı ve iş yapar adamlar kullanarak, bunlar vasıtasıyla alınacak doğru malûmatın bana tebliğini arzeder, bu iş için vicdanınıza başvururum. 7 Temmuz 1908 Ferik Şemsi 272
Şemsi Paşa Manastır’a ulaştığında gerek Manastır'da, gerekse Resne'de ve hatta mıntıkadaki askerin kendisine ve saraya hizmet edemeyeceğini Đttihat ve Terakki'ye iltihak olan damadı Jandarma Miralayı Rıfat Bey'in ikaz etmesiyle malûmattar olmuştu. Müşkilâtı bundan geliyordu, bunun için de mıntıkadaki birer derebeyi olan memleket ileri gelenlerine iftirada bulunuyordu. Edindiği kanaate göre, getirdiği ve getireceği Rumeli kuvvetlerinden bir fayda bekleyemezdi. Bu bakımdan Kigalı ve Toskalı Arnavut fedaîlerini ve Anadolu birliklerini bekliyordu. Hususî olarak Kigalılardan yardım beklemekte haklıydı. Yanında getirdiği fedaîler hep Kigalı idi. Fakat bunların da Đttihat ve Terakki'ye bağlı zabitlerin ikaz edilmesiyle kanaatlarını değiştirdiğinden haberi yoktu. Şemsi Paşa'ya Manastır'a gelirken Yakova, Malisiyas, Gans kabilesi reisi şu haberi göndermişti: Firzovik'te Ferik Şemsi Paşa Hazretlerine: Askerin acele Firzovik istikametiyle lâzım gelen yere gittiklerini müşahede ettik. Padişahımıza, din ve devletimize hayatımız müddetince canımızı verircesine hizmet ettiğimiz malûmdur. Müsademe bakımından verdiğimiz karan kabilece binlerce insan toplanarak görüştük. Din ve vatan uğrunda her nereye lâzım geliyorsa gitmek için hazır olduğumuzu şahsım ve halkım adna arzederim. 5 Temmuz 1908 Gans Kabilesi Reisi Rüstem Ağazade Selim Bu telgrafı alan Şemsi Paşa, Kigalı Arnavutların yaşadığı Kuzey Arnavutluk'un bütün arzularını temin ettiğini sanı273 yordu. Şemsi Paşa bilemezdi ki, bu vazifeye kendisinden başka her kim tayin edilmiş olsa, vatanın menfaati için çalışan Đttihat ve Terakki'nin gayesinden ayrılmayacaktı. Damadı Rıfat Bey, Şemsi Paşa'ya vaziyetin ehemmiyeti karşısında ne yapılması lâzım geldiğini sezdirmeye çalışmış, elbette kendisinin onun bir azası olduğunu izah edememişti. Manastır'da ve mıntıkada vaziyeti yavaş yavaş anlayan Şemsi Paşa, aşağıdaki teli ile nasıl kötümser olduğunu göstermektedir. Saraya, Harbiye Nezaretine, Ordu Müşirliğine
Bu sabah yanımda iki tabur olduğu hâlde Manastır'a geldim. Altmış Dokuzuncu Alayın Yakova'dan hareket eden dördüncü taburu da bana iltihak etmek üzere trene bindirilmiştir. Havalide yaptırdığım tetkikatta, Đttihat ve Terakki'nin nerede ve kimlerden müteşekkil olduğunu bilen kimseye rastlanmamıştı. Yalnız gizlice malûmattar olduğuma göre Erkânıharp Binbaşılardan Enver Bey'in tebdil-i kıyafet bu cemiyete iltihak üzere harekete geçtiği malûm olmuştur. 7 Temmuz 1908 Ferik Şemsi Ayrıca vaziyeti uzun uzun izah eden bir teli de saraya gönderiyordu. Bütün görüş ve fikirleriyle saraya nasıl sadık olduğunu belirttiği bu telde şöyle diyordu: "Padişahımın emriyle yanımda iki tabur olduğu hâlde bu sabah Manastır'a vasıl olduğumu arzetmiştim. Gerek Selanik'te ve gerekse burada bazı itimat ettiğim eski arkadaşlarımla görüşerek buralarda mel'un istikametlere sapmış bazı insanların bulunduğuna malûmattar oldum. Hususî olarak 274 Manastır'da askerî disiplinin pek gevşek olduğunu üzüntüyle müşahede ettim. Tesis etmiş olan Cemiyetin nerelerde yuvalandığı ve kimlerden meydana geldiğine dair ne vilâyet ne de kumandanlıkta doğru bir malûmat vardır. Dün akşam Manastır'ın bazı caddelerine içinde birçok saçmalıklar bulunan yaftalar asılmış olduğunu öğrendim. 7 Temmuz 1908 tarihli Cemiyetin arzularını bildiren bu yazılarda büyük bir teşkilâtın harekete geçmek üzere olduğu ve kendisine de birçok büyük rütbeli sivil ve zabitlerin iltihakı bildiriliyordu. Padişahımın emriyle bu mel'un teşkilâtın imha edilerek, taraftarlarını yakalayarak, hadiseyi kökünden yok etmeye hayatım bahasına da olsa çalışacağımı arzede-rim. Altmış Dokuzuncu Alaym Yakova'dan hareket ettirilen dördüncü taburu da bana iltihak etmek için trenle buraya gelmek üzere yola çıkmış bulunmaktadır. Đpek, Yakova, Be-rana ileri gelenlerinden aldığım telgraflarda padişahlarına bağlı olduklarını bildirmektedirler. Bu gaye ile de padişahları uğrunda çalışmak için bana yardıma hazır olduklarını ar-zediyorlar. Allah korusun bu taraf halkıyla din düşmanı ve yedikleri ekmeye nankörlük eden zabitlerin bu gibi isyanlara teşebbüs ettikleri zaman Arnavutluk'tan binlerce insanı getirebilirim. Yalnız böyle bir
şeye teşebbüs edebilmem için padişahımın emirlerini almam lâzım gelir. Mıntıkada istikrarın temin edilebilmesinin ve gayeye vasıl olabilmenin buna bağlı olduğu hakkındaki fikirlerimin arzıyla bundan sonra karşılaşılacak vaziyetler hakkında terakkileri ayrıca arzede-ceğim." diyor, yine de aynı gün gönderdiği bir telde de saraya şu malûmatı veriyordu: "Niyazi Bey ve adamlarının takip edilmesiyle vazifelendirilen Hacı Nazmi Paşa, telgrafhaneye davet edilerek vaziyet kendisinden sual edilmişse de, hadise gününden beri bütün aramalara rağmen henüz bir netice alınamadığını, Niyazi ile adamlarının üç kola taksim olarak biri Đstarova, diğeri Elbasan Sancağı içinde Çermenika mıntıkasına, yetmiş efrattan müteşekkil üçüncü kolunun da Debre'nin Kocacık Nahiyesi istikametinden Ohri kazası içinde Veloveşte köyüne giderek, dün geceyi orada geçirdikleri Ohri Kumandanı Albay Hamit Bey'den ve diğer mıntıkalardan malûmat edinilmiş olup, herhalde benim de Resne'ye giderek emrimdeki iki taburla bu aramaya katılacağımı arzederim." diyordu. Şemsi Paşa'nın 7 Temmuzda Manastır'a gelişinden Atıf Bey tarafından öldürüldüğü ana kadar geçen on saatlik zaman içinde, çektiği telgraflarla ve aldığı emirlerle, Đttihat ve Terakki hakkında.ne kadar mel'un düşündüğü ortaya çıkmış oluyordu. (Aynı zamanda saraym mel'un fikrini de beliriyor-du.) O gün Đstanbul'a sevkedilmek üzere Selanik'ten getirilen Takip Alayı Kumandanı Mirliva Yarbay Selâhattin Bey gibi dürüst bir insanla, yine aynı trende sevk edilmek istenen Manastır Mıntıkası Erkânıharp Reisi Binbaşı Hasan Tosun beylerin ortadan kaybolmaları Şemsi Paşa'yı deliye döndürmüş, dinsiz, hain, mel'un diye adlandırdığı bu kahramanların firarları üzerinde ehemmiyetle duruyordu. 6 Temmuz 1908'de Manastır sokaklarına asılan beyannamede Đttihat ve Terakki Cemiyeti bu kendine bağlı adamların Đstanbul'a sevk edilmeyeceğini bildirmişti. Şemsi Paşa'nın bu gayreti karşısında da Cemiyet, Kolağası Muhittin'i vazifelendirerek onları saklatmış, bir çete meydana getirerek Karaçova'ya ulaştırmıştır. 7-8 Temmuz gecesi Manastır'dan hareketle Görüce, Ohri, Resne ve Kesriye taraflarına gitmişti. Manatır'da da benim ve arkadaşlarımın takip edilmesi için lüzumu kadar asker toplamasına başlanıyordu. Bunlar Resne'ye sevk edilecekti. Cemiyet ise takibe çıkacak birlikleri ve başındakiler!
276 ikaz ederek Şemsi Paşa'ya ve onun mel'un emellerine hizmet ettirmekten uzaklaşürıyordu. Ayrıca isyanın daha geniş bir sahada gösterilmesi için de Filorina'dan Kolağası Resneli Osman, Serfice mıntıkasından Jandarma Binbaşısı Naşit, Ohri'den Eyüp Bey isyana katılmak üzere Cemiyetten verilecek emri beklemekteydi. Sevinmek lâzım gelir ki, Şemsi Paşa'nm kötülükleri yapmaya ömrü yetmedi. Onun hareketiyle Rumeli'nin kana boyanmasına, zavallı milletin haksız yere birbirini boğazlamasına sebep olmuş olacaktı. O gün erkenden Resne'ye gidecek olan taburlara iltihak etmek üzere Manastır telgrafhanesinden çıkıp arabaya binmek üzere iken, milletin bir kahraman çocuğu tarafından, hayatma ve mel'un faaliyetine nihayet verilmişti.(*) O dakikadan sonra Đttihat ve Terakki'nin, yani milletin haklarım müdafaa eden gizli teşkilâtın, hükümete yani istibdat idaresine üstün geleceği ortaya çıkmıştı. Bundan böyle hiçbir kumandanın Şemsi Paşa gibi böyle geniş bir mesuliyeti olan kumandayı üzerine kolay kolay alamayacağı ortaya konmuş gibiydi. Şemsi Paşa kendini müdafaa etmek için ve birliklerini pekleştirmek gayesiyle getirttiği Arnavut fedaîleri de o gün yerlerine iade edilmişti. Bu vaziyet Kuzey Arnavutluk'ta da yayılmış, istibdat idaresinin son günlerini yaşadığı hakikati ortaya çıkıvermişti. Hususî olarak Kuzey Arnavutluk'ta Şemsi Paşa'nm dayandığı derebeyi gibi olan i(*) Manastır telgrafhanesinden Resne'ye gitmek üzere çıkan Şemsi Paşa'yı muhafaza eden otuz gönüllü Arnavut, paşayı vuran fedaîyi gördükleri hâlde havaya silâh atıyorlardı. Đşi anlamayan birkaç gönüllünün attıkları silâhtan çıkan serseri bir kurşun Mülâzım Atıf'ı topuğundan yaralamıştı. Adaletin temin edildiğini gören Allah, Şemsi Pa-Şa'nın kanı ile lekelenen toprağı yağdırdığı yağmuruyla sildiği gibi, Mahmut Bey'in kaçırdığı Mülâzım Atıf'in kanlarını da silerek izinin kaybolmasına yardım etmişti. 277 leri gelenlerden başka herkes onun aleyhindeydi. Şemsi Pa-şa'nın ölüvermesiyle bütün yaptığı hazırlıklar da bir sabun köpüğü gibi Cemiyetin davaya parmak basması üzerine sö-
nüvermiş bulunuyordu. Cemiyet bundan böyle kuvvetliydi, kuvvetini Rumeli'de herkes kabul etmişti. Vaziyeti öğrenmiştim. Bundan böyle bir şeyden korku hissetmeme, şüphelenmeme yer yoktu. Bir an evvel Cercis'le birleşmek için manialar da ortadan kalkmıştı. Etrafımı sarmak isteyen bütün şer kuvvetler bir bir yıkılıyorlardı. Şimdi gittiğim her yerde daha samimî karşılanıyor, Cemiyetin büyüklüğünü daha iyi anlıyordum. Moralim son derece artmıştı. Milletçe de, aynı hislerin içinde olduğumuzu görüyordum. Đstibdat idaresi nihayi demlerini yaşayan, ölmek üzere olan bir adamın zoraki yaşama kuvvetini gösterme gayretin-deydi. Moral kuvveti böylesine artmış bir halk, elbette muvaffakıyete ulaşacaktı. Şemsi Paşa'yı müdafaa edenlerin arasına girerek, kahramanca bir saldırıyla, bin beş yüz insanın arasında imha eden bu muhterem kahramanının kalabalıktan kolayca kurtulmasına ve hükümetin bütün kuvvetiyle takip etmesine rağmen saklayarak koruyabilen Cemiyetin gösterdiği gayret, uzak görürlük, onun kuvvetini bir kat daha arttırmıştı. Bu vaziyetin öğrenilmesi Labonişte'de bize karşı hürmet ve sevginin de artmasını temin etmişti. Köylü öylesine samimî bizi bağrına basmıştı ki kendilerinden yakamızı müşkülâtla sıyırabildik ve 9 Temmuz sabahı yeniden yola koyulduk. Uzun dağlık, ağaçlık bir yolu takip ederek halkının hepsi çalışkan ve Müslüman olan Potgoriçe'ye yarım saat sonra varabilmiştik. Bu köyde de kan davası köylüyü yıldırmakta, ufak tefek münakaşalar neticede büyük ayrılıklara sebep olmaktaydı. Köylüyü toplayarak uzun uzun kardeşlik, bera278 berlik, insanlık ve hürriyetten söz ederek kalplerini kazanmayı temin ettim. Benim bu ikazlarım büyük bir gönül hoşnutluğu ve sadakati yaratmıştı. Hepsini Cemiyetin kadrosuna alarak bir idare heyeti meydana getirdim. Potgoriçe köyü dağlık, ormanlar içerisinde kurulmuş, halkı cesur ve iyi insanlardı. Yetmiş, seksen evden müteşekkil olan bu köyden yüz elli silâhlı iyi bir kuvvet çıkarılabilir, bana bir emniyet menbaı olabilirdi. Mıntıkanın silâh taşıması hep Bulgar, Sırp komitelerine karşı kendi varlığını müdafaa istikametindeydi. Yarım saat kadar ötede aynı kahramanlık ve insanlık hislerini taşıyan Oktis köyü bulunuyordu. Onların da sevgi tezahürattan arasında karşılanmıştım. Şemsi Paşa'nın öldürülmesi kısa zaman içinde
yayılmış, Cemiyetin kuvveti bütün mıntıkada anlaşılmıştı. Kendilerine tesis edilecek yeni Türkiye'nin müsavat ve hürriyet içerisinde bir dünya tesis etmek gayesinde olduğunu uzun uzun anlattım. Mıntıkayı kasıp kavuran Sırp, Bulgar, Rum komitecilerinin tedirginliği karşısında bir de kendi aralarında kan gütme yoluyla açtıkları emniyetsizliğin münasip olmayacağını söyledim. Sözlerim iyi karşılanıyordu. Sözlerimin tesirli olduğunu görünce kendilerini vazifeye davet ettim. Hepsi de sevinçle Cemiyetin yolunda yürüyeceğini beyan ettiler. Bu vazifeleri tamamladıktan yanın saatlik bir yoldan sonra kuzeyde yalnız Bulgarların bulunduğu Vechan köyüne vasıl oldum. Üç yüz elli evi ihtiva eden bu büyük köy, arkası orman ve arazisi sarp kayalardı. Burası Bulgar çetelerinin bir sığmağı idi. Öncünün köye ulaş-h&m gören köylüler, korku içinde dükkânlarını, hanlarını kapatıp saklanmışlardı. Ne gaye için buralara kadar geldiğimizin farkında değillerdi. Benim Bulgar komitelerinin kendi mıntıkalarında sığındığını bildiğimi çok iyi kavradıklarından başka bir fikirle geldiğim kanaatinde idiler. Bense gaye279 me varmak mecburiyetindey-dim.
için
bunları
da
yola
getirmek
Köyün ihtiyar heyetini çağırttım. Kendilerine ne gaye ile yola çıktığımızı ve şimdiye kadar yaptıklarımızı anlatarak hedefimizin Rumeli'de bulunan Türk, Bulgar, Sırp, Ulah Rumlar arasında kardeşçe bir hayata varan müsavatı ve hürriyeti temin etmek olduğunu anlatınca itimatları temin edilmiş oluverdi. Çetede bulunan arkadaşların halkla alışverişe de girişmeleri, korku ve tedirginliğin kalkmasının sebebi oldu. Hususî olarak çetemizin içinde hükümette vazifeli memurların, Müslüman ileri gelenlerinin, zabitlerin bulunması, çetenin büyüklüğünü ve gayesini ortaya koyuvermişti. Ayrıca bir müsavat ve insanlık hissi içindeki hareketimiz, köyün Papaz ve ihtiyar heyetini, bütün köylüyü şaşkınlık içinde bı-rakıvermişti. Hepsi Đncil üzerine el basarak bize gayemize vasıl olma istikâmetinde yardım edeceklerini, istediğimiz zaman, lâzım oldukça silâhla yardımda bulunacaklarına söz vermişlerdi. Akşam güneşinin son ışıkları köyü zayıf ve kuvvetsiz ışınlarını selâmlayarak karanlığa bırakırken korku ve şüphe dolu karanlık gönüllüleri bırakmış, yerini hakikâtin, müsavatın güneşi almış ve gönüllerde yanan
ışıkla yüzler gülmüş ve alınlar yükselmiş olarak bu köyden ayrılıyorduk. Akşamın serinliğinde hafif ve zayıf kıvrımlar içinde uzayan bir yürüyüş zahmetsiz geçti. Bir buçuk saat ilerde aynı ormanın eteklerinde üç yüz evden müteşekkil Radovişte köyüne doğru ilerliyorduk. Evvelâ varacağımız yerde konak yerini hazırlamak için gönderdiğimiz öncü, dönüşünde kötü haberler getirmişti. Bütün köyün silâhlanarak heyecanla cami meydanında toplandığını, bizi kabul etmek istemediklerini, hatta ateşle mukabele edeceklerini anlatıyorlardı. Gönderdiklerim bu köyle eskiden beri rabıtaları olan, Radovişte280 lilerce emniyet temin etmiş kimseler oldukları için şüphelen-mistim. Öncü kumandanından sordum: "Ne için geldiğimizi köylüye anlatmadınız mı? Köylünün hakkımızdaki kanaatlanm öğrenemediniz mi?" "Her şeyi anlattık, ama anlayan yok! Bu cahil ve muhafazakâr insanlara söz anlatmak imkânsız. Kendilerine hiçbir zararımızın dokunmayacağım, gayemizin istikrar ve müsavat temin etmek olduğunu, kendilerini her çeşit saldırıdan müdafaa edeceğimizi, Cemiyet adına geldiğimizi, her şeyi her şeyi söyledik. Fakat bunlar ne anlıyorlar, ne de anlatmaya müsaade ediyorlar." demişti. Bütün köylü cami avlusunda toplanmışlar. Yediden yetmişe halk elinde silâh ve heyecan içinde. Bir bağnşmadır gidiyor. Seslerinin birbirine karışmasından kimse bir şey anlamıyor. Anlaşılan bir şey varsa, bize karşı kötü bir karşılama kararında oldukları idi. Ayrıca çok kötü küfürler ve tehditler de savuruyorlardı. "Öyle ise biz hazırız, yolumuza mani olarak çıkan bu cemaati de ortadan kaldırıveririz, olur biter." Benim bu konuşmalarım sırasında Ohri yolundan bir köylünün yaklaşmakta olduğunu haber vermeleri üzerine yanda kalmıştı. Bu köylü de bir kötü haber getiriyordu. Oh-ri'den bizi takip etmeye çıkan Kolağası Bekir Ağa'nın arkamızda dolaştığım, bir gün evvel bizim ayrıldığımız yerlerde aramakta olduğunu bildiriyordu. Köyden ve köylüden aldığım malûmat bu alçakça karşılaşmaya karşı sabrım tükenmişti. Bir zabit elbisesinin içerisinde vatan yolunda çalışanlara silâh atacak olan
Kolağası Bekir Ağa'nın ortadan kaldırılmasına karar verdim. Nişancılıkta usta olan on beş fedaîyi yanıma alarak onun bize kurşunlarının ulaşamayacağı bir yerde pusu kuracaktım. Tam bu kararı tatbik etmek üzerey-
dik ki, ikinci bir köylü bu kararın tatbikinin münasip olmadığını bildiren bir haber getirivermişti. Hâlbuki malûmat alıyorduk ki, Kolağası Bekir Ağa bir şeyler öğrenmek için bizi takip etmek vazifesini kabul etmişti. Bu Boşnak Kolağası, Şemsi Paşa'mn ortadan kaldırıldığını öğrenmesi üzerine müfrezesiyle beraber Đttihat ve Terakki teşkilâtına ilhak etmek üzere Ohri'ye gidiyordu. Böylece şüphe nihayet bulunca beni karşılayan öncü kumandanımla görüşmeye devam ettim. Ona: — Arkadaş! Köyün bütün ileri gelenleri, benim candan bildiğim insanlardır, yakınlarımdır. Daha yirmi gün evvel içlerinden mıntıkada en tanınmışı olan Kurtiş Lena, Resne'ye gelerek bana misafir oldu. Muhtar Ali Ağa ve ihtiyar heyetini teşkil eden azalar, hepsi benden iyilik görmüş adamlardır. Benden söz etmediniz mi? Yanımda bulunan arkadaşlarımın çektiği meşakkati, gayemizi bir daha kendilerine anlatınız. Anlatınız ki, çete köye girmezse aç susuz kalacak, açıkta geceleyecek, kendilerinin müsavatı ve hürriyeti uğrunda çalışan vatan yoluna düşmüş insanlara yaptıkları hareketin mesuliyetini düşünsünler. Son pişmanlık bir fayda sağlamaz. Böyle söyleyerek korku yaratıp rica eder yollu bir kere daha söyleyiniz de bakalım ne olacak? "Đnşallah hayırlı olur efendim. Fakat bunlara, bu heyecanlı kalabalığa söz anlatmak biraz müşkül ve belki de imkansız! Fakat emir sizin." diyerek birliğine ileri emrini verdi. Öncü birliği tekrar köye giden yol üzerinde daha sık ve canlı adımlarla yürümeye koyulmuştu. Ben de beş on dakika sonra büyük kalabalıkla öncüyü takip ediyordum. Biz yürürken bir silâh sesi duyuldu. Bu köylünün evvelce kararlaştırılmış olduğu pusulara yerleştiğini gösteriyordu. Son derece kızmıştım, hemen köyü kuşatarak cezalarını vermeyi karar4
laştırdım. Arkadaşlarım ve zabitlerim emirlerimi yerine getirmeye hazırdılar. Böylece köye yaklaşıyorduk. Tanıdıklarımı birer birer adlarıyla çağırıyordum. Fakat neye yaradı ki, sesime hiçbir tanıdık ses cevap vermiyordu. Beni tanıyanların hepsi o mukavemet etmeye karar vermiş cemaatin içine karışmış kaybolmuştu. Oradan ayrılamıyorlardı. Bir topluluktan ayrılmak müşküldü. Köyün namuslu ve iyi insanları, ihtiyarlar, daha çok yammızda bulunan Ali Boyko adında Beliceli, uzun ömürlü bir ihtiyar, bu gelenlerle gece heyecanlı ve kararlı bir cemaate söz geçirmenin müşkilâtını söylemek üzere yanımıza gelmişlerdi. îyi niyetten intiba bırakan bir samimiyetle söze başladılar. Bu görüşmeler sırasında bütün zabitlerim da yanımda bulunuyorlardı. Kötü bir vaziyet yaratmaktansa ben de geceyi açıkta geçirmeyi doğru gören görüşe katıldım. Böylece Değirmenlik'e çekilecek, geceyi aç ve susuz geçirecektik. Bütün gece üzüntüden gözlerime uyku girmedi. Gündüzü bir sürü yorgunluklarla geçiren arkadaşlarımın bu vaziyetle karşılaşmasına üzülüyordum. Bu mukavemetin meydana gelmesinde gizli bir elin emareleri, bir kötülüğün kolu olmalıydı. Ben böyle bir harekete sessiz kalabilecek, onun cezasını veremeyecek adam değildim. Fakat gecenin neler doğuracağını düşünmeden hadiseyi sabaha bırakmak daha münasip olurdu. Radovişte'den yarım saat bile uzak olmayan Değirmenlik'e gece yarısına yakın varabilmiştik. Burada Mişledocde köyünde bir ağanm arzularımızı yerine getirmek istikametinde gösterdiği insanlığı medhetmeliyim. Fakat iki yüze yaklaşan adamlarımın ihtiyaçlarım bir evden karşılamak elbette imkânsızdı. 11 Temmuzda erkenden Ohri, Đstroda merkezlerine bir raporla vaziyeti tebliğ ettim. 283 MANASTIRDAN YĐYECEK ĐÇECEK ĐSTEĞĐMĐZ Ekmek ve diğer yiyecek maddeleri istiyordum. Manastır merkezine yazdığım mektupta da şöyle demiştim: Manastır Đttihat ve Terakki Cemiyeti Merkezine: Muhterem Efendilerim! Bizi takip etmekle vazifeli Şemsi Paşa'nın Mülâzım Atıf (Kamçıl) tarafından öldürüldüğünü öğrendim. Nazmi Pa-şa'nın hâlâ yaşamasına müsaade etmenizin sebebini anlayamıyorum.
Mühürsüz gelen emrinizde ciddiyetimizi, fedakârlığımızı küçümser bazı imalar bizi biraz üzdü. Nazmi Paşa'nın yok edilmesine Resne'den birçok vatanperver ve fedakârı almış olmamız sebep ise, beş on fedaî göndermek için başvurmaya da gelen mühürsüz cevabınızda oraya gelmemizin zamanı olmadığı tebliğ edilmişti. Belki de telâşla yazılmış ve mühürlenmemiş olan emrinizde, bir kasıt yoktur. Bize gönderilecek yazılarda kat'îyetle resmî mühürle nihayet-lenmesini rica edeceğim. Ayaklanmamın, gönderdiğim beyannamelerin aksettirdiği tesiri Kriste'nin yeğeninin kurtarılması hadisesinin sizce nasıl kabul edildiği bildirilmedi. Yapılan hareket için azamî selâhiyet veren Cemiyetimizin kaidelerine rabıtalı hareket etmekteyim. Eğer bu hareketlerimde bir yanlışlık varsa, tarafınızdan bildirilmesini talep ederim. Sırp Daskalı'nın tevkif edilmesi, Bulgar çocuğunun kurtarılması, beyannamelerimin yarattığı havarim bizce bilin* 284 mesi, bundan sonraki hareketim istikametinden bana ışık tutacaktır. Dahilde ve hariçte neşredilen Cemiyet gazetelerinin fasılasız gönderilmelerini rica edeceğim. Đstrago nahiyesi, Ohri kazası köylerini çok geri buldum. Mıntıkada büyük bir nifak, çekememezlik, birbirine düşmüşlük bulunduğu gibi derebeylik ve ağalığı sürdürerek zulme kalkışanlara da tesadüf ettik. Bunları birer birer çağırarak, gayemizi anlatıp, barıştırdık. Ordu firarilerini, melânetlik edenleri silâhlarıyla beraber topladık. Yanımızda gezdiriyoruz. Bu hareketimizle Cemiyetin havalide gelişip, inkişaf etmesini temin ettik. Yalnız Radolişte'de hiç beklemediğimiz bir hareketle karşılaştık. Bizi silâhla karşılamaya kadar varan Cemiyete muhalif bir harekette bulundular. Onları yola getirmek için şiddet göstermek mecburiyetindeydim. Birkaç tahrikçi misal olarak sallandırılmadıkça bu hareketlerin sonu alınamayacaktır. Đstgora ile Ohri'ye de yazdım. Ohri, Resne ve Prespe'deki Hristiyanlar tebliğ ettiğim beyannameleri iyi karşıladılar. Bütün hareketlerimizi kabul ettiklerini bildirerek iyi harekette bulunuyorlar. Emirlerimi her zaman yapmaya hazır olduklarını bildirdiler. Havalideki Bulgarlar da Cemiyete katılmak isteğine yanaşmaktadırlar. Bunlara karşı yapılacak hareketin tebliğ edilmesi dileğiyle hürmetlerimi arzederim. Kolağası Niyazi Yiyecek ianesi istediğim Đstroga o gün yardımımıza koştu. Şimdilik iki günlük ekmeğimiz gelmişti. Yalandaki
Zağraçan köyü ileri gelenleri getirilerek hareketimiz hakkında kendilerine geniş malûmat verildi. Millet yolunda giriştiğimiz bu hareketimiz kendilerince de doğru bir istikamet kabul edilerek Cemiyetimize iltihak etmeyi canla başla kabul ettiler. 285 Köyde Đttihat ve Terakkinin Köy idare Heyetini seçerek vazifeye başlattık. Đstrogalılar, Radolişte köylülerinin bize yapmaya kalktığı mel'un hareketten üzülmüşler, onları ikaz ederek Radoloviştelilerin uyuşuk kanlarını harekete getirmeye muvaffak olmuşlardı. Bu cahiller ve kandırılmışlarla dolu köyün muhafazakâr insanlardan söz anlayanlarını yanlarına alarak bana getirdiler. Gelirken de ayrıca iki günlük ihtiyacımızı karşılayacak kadar ekmek ve peyniri de yanlarına almışlardı. Kadolişteliler de dünkü hareketlerinden çok üzüldüklerini, pişmanlık hissettiklerini söyleyerek kusurlarını af edilmelerini istiyorlardı. Hareketleri mıntıkada bir çalkalanmaya sebep olmalı ki, yalandaki köylerden birçok insan da onlarla beraber toplanmıştı. Ben kendileriyle yaptığım uzun mülakatta hepsinin yanlış bir istikamette olduklarım, kendilerini silâh kuvvetiyle yola getirmenin kolay olduğu hâlde böyle bir harekete teşebbüs etmeyip, mıntıkada yalnız adalet, müsavat, kardeşlik ve beraberliğin teminini arzu eden Cemiyetin, vatana ne hizmetler etmek arzu ettiğini anlattım. Bütün dünyanın ışıklı bir zamanda yaşadığı sırada, Kanun-ı Esasinin meriyette olmaması dolayısıyla düştüğümüz kara günleri anlatarak bizi aydınlığa götürecek olan Cemiyetin çalışmalarını anlattım. Büyük bir alâkayla dinlenen sözlerimden sonra, birçokları Cemiyete iltihak etmeyi şeref bildiler. Mıntıkada Đttihat ve Terakki'nin idare heyetini de tesis ederek hareketleri hakkında malûmat verdikten sonra hepsini ve başka köylerden gelenleri yerlerine gönderdim. Elbasan, Debre mutasarrıflıklarına da vaziyeti bildiren bir telgraf yazdım. Haber gönderildiği dakikada yerine ulaştırılması'hatırlatmasıyla Zağraçan Köyü Đdare Heyetine verdim. Burada daha fazla kalmama lüzum görmediğimden tekrar 286 yürümüşe devam ettim.
Akşama bir saat kala Virçe'ye giden yolu takip ediyorduk. Bu sırada Ohri merkezinden aldığımız bir mektupta bazı şeyleri görüşmek üzere Ohri'ye davet edildiğimizi öğrendik. Hiçbir tarafa görünmeden Ohri'ye doğru giden yol dolambaçlı, uzun ve müşkül olduğu hâlde bizi misafirperverlikleri ve yardımlarıyla kendilerine bağlayan Đstrogalıları da sevindirmek istiyorduk. Onun için gidişte Đstroga yolunu seçtik. Üç saat sonra, 11 Temmuz cumartesi akşam ezanında gün batmak üzereyken büyük bir sevinçle Đstroga'ya giriyorduk. Mülâzım Cemal, bu defa vatanperverliğin eşsiz bir misalini göstermekten geri kalmadı. Giriş ve çıkışımızı askere duyurmadan kolayca idare etti. Biz uzun bir mola yaparak yorgunluğu giderdikten sonra çeteyi ikiye taksim etmeyi lüzumlu buldum. Mülâzım Osman elli erle Gögis ve Berzişte istikametine doğru ilerledi. Ben de büyük kısımla Ohri yolunu takip ettim. Đki saat sonra halkının hepsi Müslüman olan Gorunca köyüne vardık ve orada geceledik. Mülâzım Osman'la Istrova istikametinde Çernova'da birleşmeyi sözleşmiştik. Geceyi burada büyük bir emniyet içinde istirahatle geçirdik. Köylünün bize gösterdiği samimiyet ve misafirperverlik hepimizi kendilerine kalpten bağlamıştı. Bu köyde yapabileceğimiz pek az iş vardı. Köylünün çoğu Cemiyete iltihak etmiş, idare heyeti intizamlı bir çalışmanın içindeydi. Evvelki gelişimizde arkadaşlarının Cemiyete iltihak etme merasiminde köyde bulunamayanlar, hep beraber gelmişler, kendilerinin de merasimle Cemiyete iltihaklarının kabulünü istemişlerdi. Şükürler olsun ki bu köyde kan gütme gibi insanları birbirine düşüren kırgınlık ve dargınlıklardan bir şey yoktu. Hayatlarım emniyet içinde temin etmek isteyenler arasında kardeş287 lik tesis edilmiş, intizamlı bir hayat temin edilmişti. Yalnız hepsinin yüzlerinde bir şüphenin emaresi vardı. Vatanın geleceğinden, Cemiyetin geniş çalışması karşısında mesut idilerse de, haricî dünyanın tesirinden korkuyorlardı. Köy umumî manzarasıyla kadere boyun eğmiş, kanaatkar insanların bir araya toplanmasından meydana gelmiş gibiydi.
Đttihat ve Terakki Cemiyeti merkezi umumîsi azasından Bahaeddin Şakir Bey 288
12 TEMMUZDA OHRĐ'DE KONAKLARDA ĐSTĐRAHAT 12 Temmuz pazar günü bu iyi insanların misafirperverliğinden ve çok tatlı geçen bir günden kolay kolay uzaklaşmak imkânsızdı. Yalnız ne yapalım ki, vazife bizi ayrılmak mecburiyetinde bırakıyordu. Güneşin batmasına yakın sıcak bir vedalaşmadan sonra, yola koyularak Ohri ovasına girmiştik. Ohri merkezinden Cemiyetli birçok arkadaş bizi karşılamaya gelmişti. Birbirimizin boynuna sarılarak kucaklaşmamız temaşa edilecek bir manzaraydı. Bu öyle kalpleri harekete getiren, gözleri yaşartan bir tablo idi ki, ihtiyarı genci, kuvvetlisi kuvvetsizi, bir insan kümesi sevincin bütün emaresini yüzlerinde yaşatarak birbirine sarılıyor, öpüşüyor, sevinç sesleri etrafta akisler uyandırıyordu. Geceyi bu misafirperverlik ve samimiyet içinde Ohri'de konaklarda geçirdik. Günlerden beri hasret kaldığımız istirahate burada ulaşabilmiştik. 13 Temmuz pazartesi günü birliğime bağlı olanlar konaklarda dinlenip beklerken, ben zabitlerimle Kolağası Eyüp ve Đttihat ve Terakki kaza heyeti azalarıyla hükümete, köylülere, Arnavut, Sırp, Bulgar, Rum azınlıklara ve karşı olanlara yapmamız lâzım gelenleri kararlaştırmakla uğraşıyorduk. Hep beraber Manastır merkezinden Ohri vasıtasıyla bana gönderilen şu emri okuduk: 289 "Muhterem kardeşlerimiz! Mektubunuzu sevinçle aldık. Sizi biraz gücendirdiğimizden dolayı affınızı rica ederiz. Yazdığınız maddeleri şöyle cevaplıyoruz: 1. Şemsi Paşa'yı öldüren fedaî arkadaşınız, sizin adını verdiğiniz değildir. Bununla beraber adını kat'îyetle yazıda belirtmemenizi gönülden arzu ederiz. 2. Yazıların mühürsüz olarak gönderilmesi sizin dediğiniz gibi bir hatayı ortaya koyacak mühim sebepleri meydana getirebilir. Fakat kâğıdın yazıldığı yerde mühür olmadığından bu mecburiyet karşısında böyle yapılmıştır.
3. Bulgar çocuğunun kurtarılması için Sırp Daskalı'nın tevkif edilmesi, Bulgarlar arasında mühim bir tesir yapmıştır. Bugün konsolosluklardan alman kat'î malûmata göre Bulgar idarecileri Müslüman çetelerine büyük bir misafirperverlik göstererek iyi muamele edilmesini, yalnız ikinci bir emre kadar kendilerine silâhla iltihak etmemeleri hakkında bütün köylere lâzım gelen emirler vermiştir. Bu hareket karşısında bütün konsoloslar, bundan böyle adalet ve müsavatı devam ettirerek büyük faydalar temin edebileceğimizi ehemmiyetle bildiriyorlar. Sırp Daskalı hakkında bir şey öğrenemedik. Yıldız Sarayının telâşı çok mühimdir. Dün akşam Selanik'ten gelen Topçu Ferik Şükrü Paşa, bugün kışlaları dolaşarak padişahın zabitlerin bundan sonra kendisine sadakatlarından emin olduğunu bildirdi. 4. Dün sabah Selanik'te otel önünde topçu alayı imamı Mustafa'yı vurdular. Osman Paşa da Manastır mıntıkası kumandanlığına tayin edildi. 5. Cemiyet azalarına gönderilen gazetemiz, kesif çalışmalar dolayısıyla henüz neşredilmedi. Haricî matbuattan da çetenizin hareketlerini ihtiva eden hadiseleri yazanlar daha 290 gelmedi. Çetenizin teşkilâtı, hareketi ve sizin verdiğiniz makbuzların tercümeleri Avrupa matbuatına gönderildi. Bu hafta gelecek olanlarda her hâlde çok enteresan malûmatlar bulacağız. Yalnız her zaman yazdığımız gibi azınlıklar arasında milliyet ve din farkı gözetmeksizin herkese iyi davra-nılmasının ehemmiyetini bir kere daha hatırlatırız. 6. Radoliş'te köyü hakkındaki mütalanızı doğru buluyoruz. Fakat her hâlde tatlılıkla ve iyi bir siyaset kullanarak kalplerinin kazanılmasının daha münasip olacağını hatırlatırız. 7. Evvelce de yazdığımız gibi Hristiyan ve Müslüman köyleriyle hükümete verdiğiniz kâğıtların birer suretini bize de gönderiniz ki, hem gazetede neşredelim hem de tercümelerini Avrupa matbuatına ulaştıralım. 8. Cemiyetimizin nizamnamesi milliyet ve din farkı gözetmeksizin bütün vatandaşların mühim ve ehemmiyetli olanlarının alınmalarını gaye edindiğinden, arzulan bulunduğu taktirde Bulgarların da alınmaları doğrudur.
9. Burada Hristiyan vatandaşlarımız Bulgarca, Rumca, Sırpça, Ulahça, Fransızca birer beyanname neşredeceklerdir. Size de lüzumu kadar gönderilecek. Bunları kendilerine okutursunuz. 10. Çetenizin mıntıkadaki hareketi ve gayesi hakkında yarın konsolosluklara birer muhtıra tebliğ edilecektir. 11. Ferik Şükrü Paşa vasıtasıyla padişaha bir beyanname gönderiyoruz. Suretlerini sonra size de bildiririz. 12. Çetenizin hareketi cemiyet tarafından alkışlanmakta ve iyi karşılanmaktadır. Bütün kardeşlerime sevgi ve selâmlarımızı yollarız. Karaçova istikametinde dolaşan Selâhattin ve Hasan beyler çeteleriyle de mümkünse görüşüp rabıta temin edimesini tavsiye ederiz. Hepinizin gözlerinden öper, 291 Allaha emanet olunuz kardeşlerimiz. Osmanlı ittihat ve Terakki Cemiyeti Manastır Merkezi Gönderilen emri uzun uzun okumuş, üzerinde tartışmıştık. Hülâsa olarak bizden beraber olma ve bütünlüğün devam ettirerek, müsavat ve adalet iskikametinden şaşmamamız isteniyordu. Musahabemiz nihayet bulunca izimizi kaybetmek için beni Eyüp Bey'in tabur arkadaşlarından büyük kardeşim Mülâzım Murtaza'nın evine götürdüler. Orada saklanacaktım. Sokak kapısından girdiğimde nasıl olduğunu bir türlü anlayamadığım bir sevinç ve heyecan içindeydim. Bacaklarıma bir ağırlık gelmiş, merdivenleri müşkilâtla çıkabiliyordum. Sofaya çılanca Murtaza, beni koridorun sağ tarafına doğru götürmek istedi. Hafif bir hışırtıyla açtığı kapıdan içeriye bırakıvermişti. Kapının tam karşısında sedir üzerine serili bir yatağa yanaştı, içinde yatam göstererek: "Büyük milletimizin büyük fedaîsi Mülâzım Atıf, Şemsi Paşa'nın pis vücudunu ortadan kaldıran kahraman' dedikten sonra ona dönerek: "Kardeşim Kolağası Niyazi'yi seninle tanıştırmakla şeref duyarım!" diyordu. Bu hiç beklemediğim karşılaşmanın beni ne kadar sevindirdiğini anlatamam. Heyecandan sesim kısılmış,
söyleyecek lâf bulamamıştım. Bu karşılaşma ve görüşme bizim gibi vatan için çalışan iki insanda ayrı bir saadet ve heyecan yaratmıştı. Yolunda yürüyen ve beni ortadan kaldırmak isteyen birini imha eden kahramanla karşı karşıya idim. Bir insana felâkette el veren veya destek olanla karşılaşıp tanışmak ne büyük saadet değil mi? Yalnız bana değil bütün yolumuzda yürüyenlerin fedaîsi olan bu arkadaşa 292 yaptıklarından dolayı hepimiz hayat boyu sevgi ve hürmet hissedecektik. Bütün bu hislerin altında nefesim kesilmiş onu hayranlıkla seyrediyordum. Yatakta uzanan bu soluk benizli kahraman, hakikatte benim yabancım değildi. Eski tanıdıklarımdan, sevdiklerimden, kıymetli bir arkadaşımdı. Ruhu kadar bünyesi de kuvvetli olan bu genç zabitin bu sapsarı benizle yatışı beni bir hayli üzmüştü: "Geçmiş olsun, en kısa zamanda sağlığa kavuşmanızı temenni ederim aslanım!" dedim. O, uçuk ve zayıf benzinin insanı olan, acılarına ehemmiyet vermediğini gösteren nazar ve süzüşüyle: "Teşekkür ederim kardeşim, bir şey değil elbet geçecek, yara kapanmaya yüz tuttu, kardeşinizin yardımları sağ olsun!" diyebildi ve beni kucaklamak için yerinden kımıldamaya çalışıyordu. Ben: "Aman rahatsız olmayınız." diyerek kımıldamasına meydan vermeyen bir çabuklukla yanma yaklaştım. Boynuna, eline sarıldım. O mübarek ve muhterem eli öpmek için. Boşuna uğraşıyordum. O elini çekip büyük bir tevazuyla mukavemet ederek aynı şeyi yapmak ister gibi bir hareketle: "Aman ne münasebet, asıl müsaade ederseniz ben sizin elinizi öpeyim!" diyerek elimi kavradı. Böylece yatakta sarmaş dolaş olmuş, kucaklaşmıştık. Bundan böyle dilimizle değil hareketlerimizle birbirimizi tebrik ediyorduk.
ŞEMSĐ PAŞA'NIN ÖLDÜRÜLÜŞÜ "Niyazi kardeşim! Buyurun şöyle oturun, yorgunsunuz kaç gündür belki istirahat etmediniz bile" deyince kendisine: "Sizin kahramanca hareketinizin neticesi ben de bütün millet gibi kurtulmuş sayılırım. Bundan sonra bol bol istirahat edeceğiz. Müsaade ediniz de bir kere daha arkadaşlarım namına size teşekkür edeyim." "Yok efendim ben vazifemden başka bir şey yapmadım. Size hareketimle ulaşmak istedim. Şemsi Paşa'nın Manastır'a gelmesiyle bütün Cemiyet azalarının gelecekleri kritik bir hâl almıştı, hepimiz tehlike içindeydik. Bu bakımdan kan dökmek mecburiyetinde kaldık. Cemiyet adına bu vazifeyi yerine getirmek şerefi de bana düştü. Manastırda yapılan toplantıda arkadaşlarla vaziyeti uzun uzun münakaşa etmiş ve plânı hazırlamıştık. Bu vazifeyi ben üstüme almaya kalkınca da arkadaşlarım becerebileceğime itimat ettiklerinden kabul ettiler. Zaman geçirmeden kışladan çıktım, arkadaşlarla beraber telgrafhane yanındaki kahvelerden birinde Şemsi Pa-şa'nın sarayla görüştükten sonra çıkmasını bekliyordum. Postanenin kapısı ve etrafı muhafızları ve zabitlerle tutulmuştu. Saatlerce beklemek mecburiyetinde kaldım. Şunu da belirtmeliyim ki, hiç heyecan hissetmiyordum. Nihayet saat 15 sularında iki araba telgrafhane önünde durdu. Biraz sonra da Şemsi Paşa kapıda göründü. Arabaya girmek üzereydi, yerimden fırladım, bir dakika bile durup düşünmeden bana verilen Cemiyetimin mukaddes emrini yerine getirecektim. 294 Kolaylıkla elim tetiğe gitti ve koskoca herif yere yıkılıverdi. Đşte bu kadar' Ben de kendisine: "Şemsi Paşa'nın müdafii olarak birçok kumandan, yüzlerce sahil Arnavutlarla, otuz kadar silâhlı fedaîsi ve bundan başka binlerce seyirci ile kapalı olduğu hâlde Şemsi Paşa gibi hakikaten cesur bir zalime tek başına saldırmak, doğrusunu söylemek lâzım gelirse her babayiğitin yapacağı iş değildir. Şu hakikati belirtmek için söyleyebilirim ki, bu dünya tarihinde bile emsal olacak büyük bir hadise idi. Yalnız siz değil, sizin gibi kahramanları yetiştiren Türk milleti de bu hadiseyle iftihar edebilir. Bütün Türkler sizin gibi milleti adına kendi canını ortaya koyanlarla ancak yalanda hürriyet ve saadete
kavuşturacak ve Türkün büyüklüğünü dünyaya tanıttıracaktır. Đstibdat idaresinin Nazım ve Sami'sine de silâhım kullanan arkadaşımız da kahraman birer Türk'tü. Evet yaşasın sabırlı ve kanaatkar Türkler, Osmanlılık adına canım vermek ile büyüklük gösterdiler." "Size kalpten sesleniyorum, asıl kahraman sizsiniz, Osmanlılık adına ilk defa yüz elli eifratla bir istibdat idaresine mücadeleyi siz açtınız. Kahramanlığınızla, senelerce bize saldıran Avrupa matbuatım ve siyasîlerini görüşlerini değiştirerek memlekete kazandırdınız. Birliğinizle beraber dağa çıktığınız zaman, hele beyannamelerinizi okuyunca heyecandan kalbimin göğüs kafesine sığmadığım hissetmiş gibiydim. Ben de sizin yanınızda, sizin yardımcınız olmak arzusunu hissetmiştim. Đşte bize kılavuzluk eden hareketinizin ışığı altında ben bu vazifeyi başarabildim. Allaha bin defa şükrederim ki bu vatan vazifesini yaparken benden himaye lutfunu esirgemedi. Đşte muvafakıyetimin sırları bence budur' Bu sırada Kolağası Eyüp Bey içeriye girerek yanımıza geldi: 295 "Bu mesut buluşmanın tablosunu ben de seyretmek isterim. Đki kahramanın bir arada olması hakikaten güzel şev!" diyerek yanımıza yaklaştı, hatırlarımızı sordu. Hâlinde bir şeyler demek istemenin çekingenlik ve titizliği vardı. Az sonra çatılan kaslarıyla: "Ne yazık ki bu mesut tablonun uzun zaman devam etmesini yanda kesmek mecburiyetindeyim. Sizi birbirinizden ayıracağım. Ne yapayım? Selâmetimiz, selâmetiniz benim böyle kötü hareketime bağlı. Đttihat ve Terakki Đdare Heyeti sizin bir arada uzun zaman kalmanızı münasip bulmadı ve bu işe beni vazifelendirdi." Ve Atıf'a dönerek: "Kardeşim! Sizi başka bir mecburiyetindeyiz. Buyurun gidelim." dedi.
eve
nakletmek
Bir iyi niyete dayanan bu sözlere elbette boyun eğmek mecburiyetindeydik. Arkadaşlarımla birkaç kelime daha konuştuktan sonra yaşlı gözlerle birbirimize sarılıp ayrıldık. Kahraman arkadaşlarımızdan Celâlettin, Maksut, Mefahir ağalarla Sinan, Nimetullah, Mülâzım Ali Rıza kapıda bekliyorlarmış, hepsi de Atıf'ı alarak kalabalık içerisinde
götürdüler. Ben kardeşim Murtaza ile yalnız başına kalmıştım. Birlik ise Ohrili Đttihat ve Terakki azalan tarafından ağırlanmakta ve geleceğe, çalışmalarımızla alâkalı konuşmalarla vakit geçirmişti. Güneş battıktan bir saat sonra tekrar yola koyulduk. Ohri gölünün kenarım, dağ eteğini takip eden kumluk üzerinde ilerliyorduk. Karanlık iyice basmak üzere idi ki taşlık, kayalık bir tepenin altına sıkışıp kalmış olan çiftliğe, Peştan köyüne girdik. Halkı balıkçılıkla geçinen bu Bulgar köyü, bizi çok samimî karşıladı. Ohri'de matara, çamaşır, çarık gibi noksanlarımızı gidermiş olduğumuzdan fazla zaman kaybına lüzum yoktu. Biraz istirahatten sonra tekrar yola koyulduk. San Saltık Türbesi'ne giden yoldaydık. Pek sarp, taş296 lık ve kayalık olan bu arazide birtakım insanların pusuda gizlendikleri haberi gelmişti. Hemen buna karşı lüzumlu tertibatı aldık. Đleri gönderdiğimiz keşif kolu, sürüne sürüne gidiyor, mıntıkayı tarıyordu. Koyu karanlığın yarattığı müşkülât bu kayalık taşlık ve kesik arazide erleri şaşırtıyor, başka istikametlere doğru uzaklaştırıyordu. Bu karışıklık içinde mıntıkayı taramış, ama kimseye rastlayamamıştık. En küçük bir emare bile görülmüyordu. Belki de bizim adımızı duymuşlar, korkudan kaçmışlardı. Đki buçuk saat süren bu çok müşkül yokuşun nihayet bulduğu tepede zorlukla toplanabildik. Hepimiz yerlere serilmiş, nefes alamayacak kadar yorulmuştuk. Bu istirahat sırasında da güneşin ilk ışıklan tepelerin ardından kendini göstermeye başlamıştı. Bir zaman bize büyük kuvvet aşılayan ve dünyaya hayat veren güneşin çıkışını seyre daldık. Güneşin ilk ışıklarının Ohri gölüne düşüşü ve karşıki çam ormanları içerisinde yeşille beraber karışınca ortaya çıkan tablo insanı Allahın büyüklüğü önünde dize getiriyor. Ohri gölünü çevreleyen kayalıklar onun üstündeki yeşil ve yüce ağaçlar, birbirinin üstüne binmiş gibi sıralanan dağlar doyulmasına zor manzaralar, tablolar çizmekte. Durmadan akan kaynaklar, dalları birbirini kucaklayan asırlar görmüş çınarlar, harap kulübelerle donatılmış güzel bir ovanın kenarında da azamet ve heybetle yükselen binayı, taştan üç katlı San Saltık Türbesi'ni seyrederek konuşuyorduk. Đçimizden hiçbiri bu türbenin banîsi, tarihi hakkında sağlam bir malûmata sahip değildi. Tepeden aşağıya doğru seke seke, bu güzel tabloyu seyrede seyrede, Manastır'a kadar indik. Ohri'deki Đttihat ve Terakki Merkezi Manastırdaki Kâhya Đslâm Ağa'yı bize tavsiye etmişti. Kendisinden büyük
yardım beklediğimiz Đslâm Ağa, bize hiç de faydalı olmamıştı. Korkusunu belirten bir hareketle: 297 "Hoş geldiniz, safa geldiniz, tanıştığımızdan şeref duydum. Ama bugün buraya gelişiniz iyi olmadı. Dün Görüce'den yürüyüşe geçen dört yüz erlik bir tabur, sizi takip etmektedir. Geceyi bu mıntıkada geçirdi. Ve Đstarova'daki yetmiş erle birleşti" gibi lüzumsuz sözlerle karşılayarak telaşlanmaya ve neşemizi kaçırmaya kalkıştı. 'Peki! Peki! Anladık. Vatanı uğruna evlerini bırakıp silâhla dağlara çıkan bu iki yüz er, öyle dört yüz, dört bin kişiden korkmaz, her zaman mukavemet edebilir . Bizim yardımcımız Allahtır. Kararımız kat'îdir, hiçbir şeyden korkmayız. Ya vatanı istibdat idaresinden kurtaracağız, ya öleceğiz. Sen bize hizmet etmek mecburiyetindesin. Hemen Đstarova'ya git, Yaşar Bey'i bul, şu mektubumu ver." dedim. Çaresiz: "Baş üstüne!..." deyip telâşla sıvıştı. Söylediği doğru olabilirdi, büyük bir emniyet tertibatı almak lâzım geliyordu. Manastır yakınlarında bulunan kaynaklardaki istirahatimizi değiştirmek mecburiyetindeydik. Onar, on beşer kişilik müfrezeleri ovaya, yollara hâkim sırtlara gönderdim. Ben de büyük kısımla beraber Manastır'da kaldım. Đki saat kadar burada istirahat ettik. Biraz dalmışım, uykudan uyandıktan sonra Đslâm Ağa'yı sordum, kimisi Oh-ri'ye, kimi de Trepeziçe Çiftliğine gittiğini söyledi. Đslâm Ağa'nın hâlinden şüphelenmiştim. Bir pusuya düşmek veya düşürülmek imkânı vardı. Burada erlerimi emniyet tertibatı altında fazla yormayı münasip bulmadım. Đstarovalı Durmuş Ağa'yı köylü kılığına sokarak Yaşar Bey'in yanına gönderdim. Yaşar Bey orada olmadığından Hüsnü ile Muharrem beylerle Mülâzım Emin ve Rasim'i alıp beraber dönmüştük. Bunlar Görüce'den gelen askerin iki yüz elli er olduğunu,, burada taksim edilerek bir kısmının Göğse'ye diğer bir kısmının Mogra ve Gora istikametlerine gittiklerini, kumandan298 larının Kolağası Ziya Bey gibi kahraman bir zabit olduğunu, bu mevzuuda hiçbir şüpheye yer bulunmadığını
söylediler. Bugün Đslâm Ağa ile görüşmek üzere îstarova'dan dört, beş Redif eri geldi. Erlerle görüşüp anlaştıktan sonra geri gönderdik. Daha sonra Manastır'ın rahipleriyle uzun bir görüşme yaptık. Gelişimizi çok iyi karşılayarak bize büyük bir misafirperverlik gösterdiler. Söz arasında ben: "Bize gösterdiğiniz misafirperverlikte hepimizi kendinize bağladınız. Şunu belirtmeliyim ki, bizim asıl gayemiz memleket içindeki azınlıklar arasında bir kardeşlik tesis etmektir. Böylece vatanı kavgalarla harap eden hadiseler nihayet bulacak, bu kuvvet Meşrutiyet idaresini kurarak hür bir vatan yaratacaktır. Biz Birinci Meşrutiyetle Mithat Paşa'nın yaptığı Kanun-ı Esasiyi meriyete koydurmak istiyoruz' Sözlerimi dikkatle dinleyen Baş Metropolit, yüzünde beliren emniyeti anlatan hatlarla: "Gayenizin büyüklüğü hareketlerinize alenî ortadadır. Herkes müsavat ve adaleti elden bırakmayan hareketinizi medhetmektedir. Muvafakıyetinizi yakında göreceğimizden bizde büyük bir itimat hasıl oluşmuştur. Her neye ihtiyacınız varsa elimizden geldiğince gidermeye çalışacağım. Rica ederim sıkılmayınız, söyleyiniz, ekmek, katık, su için emir verdim. Çok yorgunsunuz, biraz istirahat ediniz!" karşılığını verdi. Bu konuşmalarla akşamı etmiştik. Gece îstarova'dan Ahmet Bey ile Görüce'den bizi yakalamak üzere vazifelendirilen birlik kumandanı Kolağası Ziya Bey geldi. Đstanbullu Kolağası Ziya Bey, beni görünce şöyle seslendi: "Niyazi Bey! Sizin gibi vatan için dağlara çıkmış bir insana karşı bütün zabitler gibi ben de yardım lâzım gelirse size iltihakı vazife bilirim. Đnanınız ki, ne ben, ne de herhangi bir Türk zabiti emrimdeki birlikle size mukavemet etmek gibi 299 kötü bir harekette, cellâtlıkta bulunamaz. birliklerimi hemen Đstarova'dan uzaklaştıracağım/' Çok sevinmiştim. bekliyordum.
Aslında
kendisinden
de
Ben bunu
"Teşekkür ederim, milletimin büyüklüğünden, bütün milletin benim gibi düşüneceğinden kat'îyetle eminim. Yalnız yanlış anlaşılmaktan şüpheliyim. Görüce nasıl, hâlâ ilerleyemedi mi? Çerçis'in tesirine boyun eğen Arnavutların Đttihat
ve Terakki hakkındaki düşünüyorlar ?"
fikirleri
nasıl?
Bizim
için
ne
"Görüce halkı çok zeki ve uyanıktır. Çerçis'in ve bağlandığı teşkilâtın tesis etmek istediği hür Arnavutluk fikrini benimseyenler çok az. Bunun olamayacağı kanaatini çok iyi biliyorlar. Bütün hareketleri büyük bir mahremiyet içerisinde yürütülmüş olan Cemiyetimizin kuvvetine, gayesi hakkında bir şey öğrenemedikleri için kendilerini müdafaa istikametinden teşebbüs ettikleri hareketten dolayı üzgündürler. Cemiyet Arnavut komitasına kayıtlı olanları tek tek kabul etmediği, hepsinin birden iltihaklarını istediği için Çerçis ile zaman kaybetmeden birleşmeniz çok faydalı olacaktır. Ben bu uğurda size ne yardımda bulunabilirim. Lütfen söyleyiniz/' "Mutasarrıfın, kumandanın, zabitlerin hareket ve fikirleri hakkında malûmatınızı söyler misiniz?" "Kardeşim! Mirliva Cavit Bey itimat edebileceğiniz vatanperver, mert oğlu mert bir insandır. Sizi takip vazifesini alan Yunan hududu kumandanı Ethem Paşa, mazeret beyan ederek Selânik'e gitmeden evvel Kesriye kumandanı, yaverlerden ve yıldırım hızıyla rütbeleri atlayanlardan Mirliva Muhittin Bey'i vekil yaptı. Muhittin Bey bir kenara atılmışlardan Binbaşı Rıdvan'la birleşerek sizi takip edecek zabitlerin birkaç derece terfi edeceğini yaydığı gibi, zabitlerle erlere de si300 ze silâh çekmekten çekinmeyeceklerine yemin ettirdi. Binbaşı Rıdvan'ın reisliği altında Đttihat ve Terakki Cemiyetinin sırlarını çözüp malûmattar olmak için bir teşkilât, bir tetkik heyeti de meydana getirildi' Vaziyet çok kritikti. Ziya Bey'le beraber gelen Đstarovalı Ahmet Bey'e: "Ahmet Bey Đstarova nasıl? Oradan şüpheli değilim, çünkü Çerçis'e bağlı olanların da ehemmiyeti yok bundan böyle. Çünkü Çerçis de bize iltihak etmek arzusunda" diyerek Ahmet Bey'den bir şeyler öğrenmek istemiştim. Ahmet Bey vaziyeti anlamıştı, sözüne şöyle devam etti: "Evet, Đstarova'da Arnavutluk'un hürriyetini isteyenler parmakla sayılacak kadar azdır. Onlar da takip ettikleri isti
kametin müşkülâtını, muvafakıyete ulaşamayacaklarını çok iyi biliyorlar. Onları da suçlu bulmamak lâzım, ne yapsınlar, Đttihat ve Terakki'nin ortaya çıkışından evvel kendilerini müdafaa etmek, milliyetlerini devam ettirmek için yalnız başına çalışmak mecburiyetinde kalmışlardı. Zamanla bu mesele de ortadan kalktı. Çerçis'e haberi gönderdik. Ergili Sancağı'ndaymış. Bugünlerde buraya gelecektir. Manastır'da da vilâyet idare heyeti Cemiyetin mevcudiyetini halka, hükümete izah etti. Valiye, azınlıkların ileri gelenlerine beyannameler gönderdi. Sokaklara da yaftalar yapıştırdı. Hükümet Cemiyete taraftarlardan ve ileri gelenlerden kimseyi bulup çıkaramadı. Đşte Manastır valisine verilen beyannamelerden birini arzediyorum. Bakınız memleketin vaziyeti ne güzel anlatılmış." "Teşekkür ederim, Cemiyetin bu beyannamelerini kendileri geçen gün göndermişlerdi. Ben en çok Muhittin, Rıdvan ve Görice mutasarrıfı ile alâkadardım. Görice'de halkın taksimine çare aradığım bir sırada bu adamların karşıma çıkışı 301 hoşa gidecek bir şey değil. Hele bir Çerçis ile birleşeyim de onları da yola getiririm!" dedim. Yakın tanıdıklarımdan Çernovalı Hüseyin Ağa'yı yarın erkenden San Saltık Türbesine gelmesini haber vermiştim. Mogra mıntıkasında dolaşan müfreze kumandam Osman'a da vaziyeti bildiren bir mektup yazdım. Ayrıca yarın akşam Çernova mıntıkasında bizimle birleşmesini tebliğ ettim. Burada îstarova'da dolaşan ve umumî istikran bozan firarileri toplamaya başladım. Đstibdat idaresinin büyük sillesini yiyen Trebinalı Adem Ağa'ya haber verdim. O da iki gün sonra bize îstarova'da yirmi adamıyla iltihak etti. îstarovahlardan Hüsrev Bey'in vaziyetini merak ediyordum. Suallerim bana: "Hüsrev Bey'in Đttihat ve Terakki hakkındaki fikirleri o kadar itimat edilecek gibi değildi. Sizin tarafınızdan yapılan davet üzerine daha doğrusu tehdit karşısında Görülce'de mutasarrıfa, kumandana iltica etti. Bu gece Đstarova'ya dönecektir. Hüsrev Bey mıntıkadaki nüfuzunu kötüye kullanıyordu, yanlış bir istikamete sapmıştı." Ben hayret etmiştim: "Bu kadar hadise ve yapılanlar karşısında Cemiyetin kuvvetinden şüphelenmesine şaşarım. Đstibdat idaresinin bu mıntıkada hiç idarî kuvveti kaldı mı? Rumeli'de bütün idare
Cemiyetin elindedir. Yakında hükümeti de eline geçirecektir. Teşebbüs ettiği hareketin neticesi kötü, cezası ağırdır. Şimdi yeni bir mektupla ikaz etmeye çalışacağım. Cemiyete iltihak etmediği veya tarafsız kalmadığı taktirde yolumuza mani olan vücudunun ortadan kaldırılması vazifem olacaktır. Evvelâ çiftliklerini, evlerini imha edeceğim, sonra da hayvanlarıyla eşyalarına el koyacağım" dedim ve kararımı izah eden bir mektubu yazıp Đstarova'ya gönderdim. 14 - 15 Temmuz gecesi istirahatla geçti. Hepimiz rahat bir gece geçirmiştik. Sabah uyandığım zaman Çernovalı Hüse302 yin Ağayı görüşmek üzere beni bekler buldum. Hüseyin Ağa pek sevinçliydi. Đttihat ve Terakki Cemiyetinin Rumeli'de kendini göstererek çeteler gezdirmesi mıntıkada bir emniyeti temin etmiş, komitaların saldırılarına mani olmuştu. Hüseyin Ağa'da görülen sevinç bu hareketin eseriydi. Bu sevinçle bana dedi ki: "Allaha şükürler olsun ki işte milletimin askerini bizim havalide görüyorum. Bağışlarsanız sizi kucaklayacağım/' Kendisiyle uzun uzun görüştük. Bu tatlı yaşlı adam sözüne şöyle devam ediyordu: "Bütün mıntıkadaki vaziyeti anlayan Müslümanlar varlarını yoklarım sizler için feda etmeye hazırdılar. Uğurlu varlığınızla köyümüze de şeref vermenizi rica ederim. Köyümün halkı sizi karşılamak için can atmaktadır. 'Teki, şimdi birliğime hareket emrini veriyorum. Benim ve Cemiyetin muvafakıyeti sizin gibi düşünenlere milliyet ve din farkı gözetmeyen vatandaşlarımıza ve kardeşlik, müsavat ve sevgiye dayanan kuvvete bağlıdır. Bu hissi uyandırıp devamına çalışınız, her şey yolunda gider/' dedim. Askeri dışarıda topladım, sabahın erken saatinde yürüyüşe geçtik. Sarı Saltık'tan Çernova'ya giden yolu takip ediyorduk. Papazlar ve Manatır'da bulunanlar bizi yolcu etmeye Çıkmışlardı. Yaşasın millet, yaşasın Đttihat ve Terakki sesleri etrafta akisler uyandırırken biz ovayı geçmiş, kayalık tepelere tırmanmaya başlamıştık. Yarım saat sonra ormanlığın içinden geçen yolu hızlı hızlı yürüyerek iki saat sonra Çernova'ya yaklaşmıştık. Köylü en küçüğünden, en büyüğüne kadar köyün girişinde toplanmış bizi bekliyordu.
Biraz istirahattan sonra Đttihat ve Terakki teşkilâtına iltihak edecek yeni azalar için büyük bir merasim hazırladık. Köyün mühim bir kısmı daha evvel Cemiyete iltihak etmiş ;03 bulunuyordu. Bu merasimden sonra bütün köy aynı his ve ideal içinde bir kardeşlik havasına büründü. Büyük bir misafirperverlikle askerler konaklayacağı yerlere yerleştirildi. Köylü birliğim için bir yemek de hazırlamıştı. Köylüyle geç vakitlere kadar görüşerek büyük bir samimiyet temin etmiştik. Elli, altmış evden müteşekkil olan bu köyde geçimsizlik ve üzüntü yaratacak aykırılıkların olmayışı bana büyük zaman ayırma imkânı temin etmişti. Istarova'dan Hüsrev Bey'i bekliyordum. Ayrıca mıntıka köylülerini de davet etmiştim. Gelenler arasında Görüce ve Çerçis ile alâkalan olduğunu öğrendiğim ve bildiğim Foçalı Salih Bey gibi bazı ileri gelenler de vardı. Kendileriyle Đttihat ve Terakki'nin Rumeli'de ve bütün Osmanlı memleketinde yapmak istediği Kanun-ı Esasi teşebbüsünü ve Meşrutî idarenin kurulmasından temin edilecek faydaları münakaşa ettik. Netice olarak Çerçis'in zaman geçirmeden yanındakilerle beraber bana iltihak etmesi için karar verdik. Arnavut komitası taraftarı olan bu ileri gelenler, bana diyorlardı ki: "Türklerin şimdiye kadar Osmanlılık adına çalışmakta gösterdikleri umursamazlık, Toskaların yalnız başlarına bir şeyler yapmak hevesine kapılmalarına sebep oldu. Đstibdat idaresinin tesiriyle sarsılan koca memleket, şu son senelerde ecnebi devletlerin ve vatandaşları olan azınlıkların hırs ve tamahına hedef olduklarından büsbütün ellerinden çıkmaktehlikesiyle karşı karşıya geldi”7 Ben de bu sözler üzerine onlara şöyle dedim: 'Türkler hiçbir zaman vatanları için çalışmada tembellik etmemişlerdir. Türklerin sabır ve büyüklüğü, ağır ve ileri görüşlü hareketi herkesçe malûmdur. Đşte bu kadar kuvvetli bir teşkilât meydana getiren Türk siyaseti hiçbir zaman da parlak hareketlerle yerinde olmayan ve kötülüğe varan tezahü304 rata kalkmamıştır. Aksine olarak kuvvetini ve sırrını saklamakta büyük fayda görmüştür. Bütün çalışmaları mahremdi. Evvelâ Türkleri ve kendilerine yakın olan azınlıkları
birleştirdi. Bir kuvvet yaptı. Siyaseti ve bu kuvvetiyle meydana atıldı. Çok iyi biliyordu ki, kuvvet ve siyaset onun muhafazakâr tesirli gücüdür. Đşte şimdi Arnavutları, Bulgar, Rum, Ulah, Sırp hiç kimseyi ayırmaksızın, din ve milliyet farkını halk arasında nazarı itibara almadan o kuvvet ve siyaset gücüyle idare edecektir. Bu beraberliğini izah ediyor. Bundan böyle bugün için buralarda yalnız bir azınlığın çalışması, çoğu Müslüman olan Arnavutların ayrılmasını kat'îyetle zararlı görüyor. Aslında Arnavutlar da bu ayrılışın yaratacağı müşkilâtı anlamış bulunuyorlar. Türkler, Rumeli'de başka devletlerin uzanacak elini kat'îyetle imha etmeye, son damla kanlarinı akıtıncaya kadar Allahın birliği üzerinde söz vermişlerdir. Türkler insaflı bir millettir. Onları dünyaya kötü tanıttıran istibdat idaresini tatbik edenlerdir. Bugün Rumeli'de Meşrutî idarenin temin edilmesi için çalışanların çoğu Türklerden çok, azınlıklardır. Bu üzerinde durulacak bir hadisedir. Vatandaşlarım! Türkler, uysal, kendi hâlinde, insaflı ve cesurdur. Her şeyin nihayetini düşünür, fakat sinirlenmez. Onlar bütün azınlıklarla ve muhaliflerle başa çıkacak bir kuvvet tesis edene kadar sessiz kalmayı doğru buldular. Hususî olarak ecnebi karışmasını mecbur edecek gösterişlerden, muhalefet çıkmalardan, bağırıp çağırmalardan uzakdurdular. Kuvvetlerinin bir şey yapabileceğine kanaat getirdikten sonra büyük bir inançla ortaya atılıverdiler. Müsavat bayrağını ellerinden bırakmadan bu istikamette yürüyecektedir, onları artık kimse çeviremez." "Çok haklısınız, hakikati bütün alenîyetiyle belirten bu sözlerinizle bizi davaya inandırdınız. Biz de onların iyi niyet305 lerine inanmış bulunuyoruz. Hakikat Yıldız denen istibdat kuvvetini Arnavutlar, Türkler, Ermeniler ve diğer azınlıklar yaratmıştır. Fakat bu kuvvette Türklerin tesiri pek azdır. Vekâletler, devlet dairelerindeki istibdat idaresini tatbik edenler, Türklerden çok azınlıklarla doludur. Bunda haklısınız, bizce de doğrudur. Bugün idare edilen vaziyetin bizim için daha iyi olacağına inanıyoruz' Bu konuşmalardan sonra orada bulunan Arnavutların da büyük bir merasimle Đttihat ve Terakki Cemiyeti teşkilâtına kabulleri yapıldı. Cemiyetin nizamnamesi hakkında umumî malûmat verilerek nasıl hareket edip çalışmaları lüzumunda da uzun uzun anlatıldı. Bu konuşmalar sırasında Arnavut ileri gelenleriyle Çerçis ve adamlarının getirilmesi için lüzumlu
görüşme ve ittifaklar yapıldı. Biz üç dört gün îstarova mıntıkasında Çerçis'i bekleyecektik. Öğleye yakın tstarovalı Hüsrev Bey de geldi. Kendisiyle uzun uzun konuşarak vaziyet münakaşası yaptık. Kendisine Đttihat ve Terakki Cemiyetinin ordu ile hükümetin de başlıca icra uzuvlarını çok iyi bir çalışmayla tamamen eline geçirdi, inkılâbı Balkanlarda ve Avrupa'da kötü bir akis yapıp civar devletleri tedirgin etmeden istikrar içinde devam ettirmek mevzuu edildi. Vatansever Arnavutları Đttihat ve Terakki Cemiyetine iltihakla sevinç duyacakları ve ancak onun idaresi altında vatanlarına faydalı olabileceklerini uzun uzun görüştükten sonra Hüsrev Bey de işin ehemmiyetini anlamış, bize elini uzatmıştı. Kendisini arkadaşlar arasında yaptığımız bir merasimle Cemiyete iltihak etmiştik. Hüsrev Bey, Çerçis'le bir an evvel buluşup beraberliğin temini meselesini de üzerine aldı. 306
MINTIKADA SULH TEMASLARI Böylece mıntıka ileri gelenleriyle fikir birliğine vardıktan sonra, hakikî bir kardeşlik ve müsavatın temini için çalışmalarımız hakkında görüşmeler yaptık. Hüsrev Bey'in Cemiyete iltihakı büyük bir kıymet taşıyordu, o mıntıkanın muteber derebeylerindendi. Onun muhalifi olanlarla anlaşılması yüzlerce köyde, binlerce insanın birbirleriyle anlaşıp bir kuvvetli vaziyete gelmesi demekti. Bütün bunlara rağmen muteber bir insan olan Hüsrev Bey, benim baba dostumdu. Bu eski a-ile rabıtalarını hatırlatarak, kendisini pohpohlayıp koltuklarını kabartarak yola getirmeye çalışıyordum. Ben bu istikamette uğraşırken o da bugüne kadar Cemiyetten uzak kalmasından dolayı bağışlanmasını istiyor ve buna sebepler gösteriyordu. Hatta istibdat idaresinin yarattığı itimatsızlık ve azınlıklar arasındaki geçimsizlikten söz ederek diyordu "Malûmdur ki, istibdat idaresiyle birçok kazanç temin eden hükümet, düşmanlarımın entrikalarına uyarak beni kaç kere müşkül vaziyete düşürmüştü. Bu yolda hiç günahım olmadığı hâlde hükümet kapılarında süründürüldük, tevkif edildim. Senelerce hapiste, zindanda çürüdüm. Benim düşmanlarımdan bazılarının Đttihat ve Terakki içinde olması itimadımı, iyi niyetimi yok ediyordu." "Bana itimadınız Hüsrev Bey, bizim Cemiyetimizin içinde olanların haysiyet, ırz, can ve malı Cemiyetin teminatı altında, her tecavüzden uzaktır. Cemiyetimiz adaleti ve müsava307 ı bayrak edinen ciddi, tarafsız Meşrutî bir hükümet ve milletin menfaatlarını düşünen mahrem bir teşkilâttır. Böylece siz, değil düşmanlarınızın, hatta hükümetin, ecnebilerin bile hücumlarından teminat altında olacaksınız. Bir memleketin saadet ve geleceğini teminat altına getirebilecek kuvvet, bütün vatandaşların bir bayrak altında toplanmasıyla olacaktır. Maziyi tekrarlayarak düşman saydığınız insanların kardeş ve dost olduklarım ve düşmanlığın müsebbibi olan hükümetten, istibdat idaresinden başka bir düşmanımızın olmadığını kabul etmek zamanı gelmiştir. Bundan böyle bu büyük gaye uğruna size muhalif olanlarla barışarak düşmanlığı ortadan kaldıracağınızı büyüklüğünüzden beklerim. Bunu bana söz veriyor musunuz?"
"Evet söz veriyorum. Memleketimin menfaatları için her bir fedakârlığı yapabilirim. Ben Đttihat ve Terakki'nin teminatı altında barışmayı, elbirliğiyle vatanıma çalışmayı canımla başımla kabul ediyorum!" Bu sözleriyle uzun zamandır aralan açık olan Đstarovalı Yaşar, Göriceli Cemal Bey gibi havalinin tanınmış, muteber insanları ile barışacağını ve onlarla beraber mıntıkada bir beraberliğin teminine çalışacağına söz verdi. Şimdi Đstarova'da Çerçis ile buluşmaktan başka bir iş kalmamıştı. Bu görüşmeler bütün buzlan eritiyor, itilâfları bir tarafa atıyor, beraberliğin temellerini temin ediyordu. Hüsrev, Yaşar, Cemal beyler mıntıkada birbiriyle çatışan menfaatları yüzünden cemiyet ikiye taksim etmiş, geçimsizlikler itimadı kaybetmişti. Şimdi bunlar ortadan kalkıyor, mıntıkada bir beraberlik doğuyordu. Sıra toprağı geniş, ama sarp ormanlık olan Berzişte mıntıkasını ele geçirmeye geliyordu. Bu mıntıka için de evvelce Aziz Efendi ile görüşmüştük. Berzişteli Hüseyin Efendi'yle Çernova'da yaptığımız mülakat muvafakıyetle neticelenmiş 308 kendisi Allah üzerine yemin ederek Cemiyete sadık kalacağı-nı bildirdiğinden, merasimle iltihakı temin edildikten sonra hususî beyanname ve tamim ile donatılarak kendi mıntıkasına gönderilmişti. Hüsrev ve Salih beyler de lüzumlu çalışmaları yapmak üzere îstarova'ya döndüler. Şunu da ehemmiyetle belirtmeliyim ki, beklenenin üstünde bir gayret gösterdiler. Hüsrev Bey Görüce mıntıkasında Melmepan Bektaşî Tekkesi babalarından Şeyh Hüseyin Baba ile görüşme yaparak mıntıkada çalışmalar için lüzumlu bir istikamet temin etmişti. Baba, Cemiyeti ve gayesini mukaddes bilmiş ve büyüklüğüne inandığı bu istikametten ayrılmamalarını ve kendi müritlerine gerekirse bu uğurda kanlarını akıttırabileceği-ni söylemişti. Bu Bektaşî babasının havalide ve bütün Toskalılar arasında bir büyük tesiri vardı. Ayrıca Çerçis'i himaye eden ve ona yardım eden de oydu. Đşte ben, Hüsrev Bey üzerinde durmamın neden doğru olduğunu böylece ispatlamış oluyordum. Bana bunları Hüsrev Bey'i ele geçirmem temin ediyordu. Hüseyin Baba, Çerçis ile bir an evvel birleşip anlaşmamız yolunu bize açacaktı. Her biri muvafakıyetle neticelenen bu görüşmeleri hazırlayan, muteber insanları, onların hayatlarını, mazilerini, mıntıkadaki tesirlerini öğrenip bana bildiren Çemovalı Hüseyin Ağa, zeki, kurnaz, dünya görmüş akıllı bir adam olduğundan bu
görüşmeler hakkında kendisiyle konuşmayı faydalı bularak Hüseyin Ağa'ya dedim ki: "Büyük yardımınız ve çalışmanızla koca Toska mıntıkasını aykırılıklar ve çatışmalardan kurtardık. Bir anlaşmama sarmaş dolaş olmanın teminatı, her tarafı sardı. Berzişte'de kimsede birbirinden korku kalmadı. Hele Hüsrev, Yaşar ve Cemal beylerin barışmaları bu istikametten çok mühimdi. Yaptıklarınızla yeterince iftihar edebilirsiniz." "Aman efendim, ben çok şüpheliyim. Bizim halkın huyunu çok iyi bilirim. Hadiselerin tesirine çabuk kapılır, onlar bu kuvveti, bu çalışmayı memleketlerinde görmedikçe buradaki olanları çabuk unuturlar. Herhalde Đstarova'ya girmek, biraz orada kendini gösterip çalışmak lâzımdır' dedi. Bu görüşmelerle çalışırken gece de olmuştu. Bir saat sonra hareket etmek için akşam yemeğini yedik. Köyün dışında toplandıktan sonra köylüye teşekkür için birkaç söz söyleyip veda ettik. Ayrılış pek samimî olmuştu. Birliğin içinde bulunanlar harbe giden evlatlarıymış gibi büyük bir üzüntü içinde hıçkıra hıçkıra ağlıyorlardı... Hüseyin Ağa'nın söyledikleri ne kadar doğru ve yerindeydi. 15-16 Temmuz sabahı Đstarova'daydık. Evvelce gönderdiğim vazifelilerle ne için geldiğimiz anlatılmıştı. Yolda gelirken Đstarovalılardan Hüsnü, Muharrem, Ethem, Đbrahim beyler bizi kabul etmek veya etmemek fikirlerinden hangisini taşıdıkları belli olmayan bir acelelikle beni yolda karşıladılar. Beyleri bir kenara çektim, ne demek istediklerini öğrenmek istiyordum: "Beyler, buraya kadar gelişiniz beni şüphelendirdi, arzunuz Đstarova'ya girmememiz mi? Bunda bir kötülük mü görüyorsunuz? Yoksa gelişimizden sevinerek bizi kucaklayarak karşılamak için mi?" "Af ediniz, Đstarova'da sizi görmekle sevinç duyacağız, gururlanacağız. Biz sizi kucaklamak ve karşılamakta halka kılavuzluk etmeyi düşündük. Ancak sizi bir hakikatten malûmattar etmeyi vazife sayıyoruz. Yolunuzun üzerindeki Leşinçe köyünün görülüp biraz intizama ihtiyacı vardır. Zorbalardan tahsildar Osman Efendi bu köyü birbirine düşürmüştür. Cemiyet hakkında kötü kötü rivayetlerle halkı şüphelen-dirmiştir. Onun için bu geceyi Leşinçe'de geçirmek daha iyi
310 olacaktır kanaatindeyiz. Fakat nasıl isterseniz öyle yapınız, emir sizindir. Bize sorarsanız Hüsnü Bey'in de sizinle beraber olmasında fayda vardır/' "Biz gayemizi anlatmak, beraberliği temin etmek için yola çıktık. Buna lüzum varsa plânı değiştirir burada kalırız." Böylece karar değiştirmiş, Istarova'ya yarın ulaşılmasında söz birliği etmiştik. Birliğimle Leşinçe'ye varınca muhtar vasıtasıyla köyün ileri gelenleri, zorbalığı ile halkı birbirine düşüren, Cemiyeti kötü gösteren tahsildar Osman'ı getirtmek istedik. Bu cahil herifle kardeşleri gelişimizi duyduklarından saklanmışlardı. Halk da bu bakımdan tedirgindi. Đki saat kadar cami çevresinde bekledikten sonra köyün yansı gelebildi. Bunlara Cemiyet ve gayeleri mevzuunda umumî bir malûmat verdim. Birleşmenin faydasını anlatarak aynı gayede yürümeyenlerin halka ne gibi kötülükleri olabileceğini söyledim. Bosna'dan, Bulgaristan'dan, Girit'ten, Tesalya'dan ve buna göre binlerce kanlı hadiseleri saydım döktüm. Hür bir devlette, bir idarede menfaatları uğruna devleti ele geçiren istibdat idaresinin misallerini verdim. Bin dereden, kırk bin tepeden söz ederek onları aydınlatmaya, doğru yola ulaştırmaya çalıştım. Hususî olarak Reval'de Rus Çarı ile Đngiliz Kralının anlaşması neticesi ortaya çıkacak hadiselerin kötü neticelerini anlatarak beraberlik ve bütünlükle yapacağımız işleri anlatarak Đttihat ve Terakki'ye iltihak etmelerini istedim. Kimse gelip şimdiye kadar onları ikaz etmemişti. Asık suratlı olanlar şimdi gülümseyerek bize bir aşinalık duyuyorlardı. Bizi anlamaya başlayan halk birliğim için konak hazırlığına koşuştular. Köyün hepsini ve asıl kötülüğü yaratanı toplayamamış olduğumuzdan rahat değildim. Geceyi uyku uyumadan rahatsız geçirdik. 311 Ertesi günü Osman Efendi ile kardeşlerini arattım. Adamlar bir türlü ortaya çıkmıyorlardı. Köyde olmadıkları söyleniyordu. Kötülükleri ortada olduğu için görünmemekle kurtulacaklarım sanıyorlardı. Bundan böyle Osman Efendi'yi ciddi bir şekilde arayıp ortaya çıkarmak, köylüyü bu zorbanın elinden kurtarmak zamanı gelmişti. Karar verdim, mahallesini kuşattırdım, evini arattım, kendisinden, kardeşlerinden kimseyi bulamayınca hay vanlarına el attım, koçlarım kestirdim, askere
dağıttım. Daha da ileriye gideceğimi öğrenen kardeşi az sonra çıka geldi. Af dileyerek bağışlanmalarını istedi. Sabah olmuş, halk da camide toplanmıştı. Bir gecelik düşünme ve görüşmeden sonra camide toplananlar Cemiyetin gayelerini kabul etmişler, yapılan merasimle kadroya alınmışlardı. Osman Efendi'nin kardeşi de bize iltihak ediyordu. Osman Efendi ise Đstarova'da imiş. Mıntıkada bu zamana kadar Cemiyet hakkında yersiz fikirler ortaya atılmış olduğu için şüphelenmişler, memlekete bir kötülük gelmesinden korktukları için uzak kalmışlar. Kendi fikirlerinin yanlış olduğunu öğrendiler. Biz de kesilen koçların oradaki fiyatları üzerinden karşılığım ödedik. Burada da halka, vergilerine mukabil göstermek üzere bize yaptıkları masrafın karşılığı olarak birer senet verdik. Ayrıca da Manastır'a Resne'ye göndermek üzere aşağıdaki mektupları yazdım: Đstarova Kaymakamlığına Aziz vatandaşım, Vatanımızın uğradığı felaketlere son vermek üzere Đttihat ve Terakki'nin emirleri mucibince iki yüz fedaîden meydana gelen birliğimle Resne, Ohri, Debre, Elbasan havalisini taradım. Bu defa da kazanıza geldim. Görüce'ye bağlı köyleri de gözden geçirdim. Bütün Müslümanlar hatta Hristiyanlar bi312 le gayemizde yardıma olacaklarına Allah üzerine yemin ettiler. Kazanızın bütün halkı, din ve milliyet farkı olmadan sizden memnundurlar. Allah da sizden razı olsun. Adaletinize teşekkür olunur. Yalnız bir şeye üzüldük, yüz köyü olan kazada mektep denilecek bir bina bulunmamaktadır. Milletimizin çektiği, devletimizin uğradığı bütün kötülükler bundan değil midir? Hizmetin en büyüğü maarifin yayılmasına, medeniyet ışığının memleketi kaplamasına yarayacak olan mekteplerin açılmasıdır. Bu istikametten de yardımınızı beklerim. Leşniçeli tahsildar Osman halka kendi menfaatları uğrunda birçok kötülük yapmış olduğundan hemen işten el çektirilmesini beklerim. Manastır valisiyle umumî müfettişe verilecek telgrafın hemen çektirilmesine dakika kaybetmeden yardım edilmesini hatırlatırım. Kolağası Niyazi Resne Nahiye Müdürüne
Hamiyetsiz düzenci herif! 4 Beni ortadan kaldırmayı temin edeceğini vali paşaya bildirdiğin, Đttihat ve Terakki Cemiyeti tarafından bana yazıldı. Benim ortadan kaldırılmam yüzünden mutasarrıf değil, vali bile olsan, memuriyetinin devamı ve hayatın, tehlikede bulunan vatanın selâmetine bağlı olduğunu unutma. Alem ne olursa olsun ben geleceğimi temin edeyim diyerek rütbelere, servete, devlete ulaşmış olan mel'un insanların ne vaziyete düştüğünü gördüm. Bir ibret aynası olan tarihi okumadın mı? Dünyada iyilikten başka yaşayacak bir şey yoktur. Allah seni doğru yola ulaştırsın. Kolağası Resneli Niyazi 313 Manastır Valiliğine Resne Müdürüne verdiğiniz veya onun tarafından üzerine alınan hizmetin ne kadar adî bir hareket olduğunu vicdanınızdan sual ediniz. Ben ve arkadaşlarım millet ve vatanımız uğruna canımızı verecek insanlardan olduğumuz hâlde bugüne kadar en adî eşkıya ve katiller için reva görülmeyen bir hileye baş vurularak hakkımızda imha edilme karan vermişsiniz. Devletin şeref ve haysiyetine yakışmayan böyle bir kötülüğün, sizin gibi şimdiye kadar bu şekilde bir hareketi olmayan valinin baş vuracağını tahmin etmiyorum. Bu gibi işler umumiyetle yukarıdan emredilmiş olması uzak bir ihtimal olmadığına göre, şimdilik ihtiyatla kabul etmekteyim. Cemiyet tarafından tebliğ edilen bu haberin doğruluğu hâlinde sizin de istibdat idaresinin bir kolu olarak tanınmanız, hakkınızda o mel'un insanlar gibi muameleyle karşılaşmanız alenî olarak tebliğ edilir. Zamanın kritik vaziyeti ile mütenasip olarak bulunduğunuz mesuliyeti millet faydasına idare etmek için bir an evvel vicdanınıza müracaat ederek Kanun-ı Esasiyi kabul ettirmeye çalışmanızı dilerim. Milletin bu gaye uğrunda çalışmasını mani olmaya kalkışanların imha edilmesine gayret göstererek, birliğin teminine ehemmiyet verilmesini rica ederim. Bu kadar ehemmiyet verdiğiniz vücudumun kıymeti yoktur. Ben yüz binlerce memleket çocuğundan meydana gelen, bu millet
yolunda çalışan hayırlı teşkilâtın en kıymetsizlerinden biriyim. Bu sebeple ya kurtuluş, ya ölüm. Kolağası Resneli Niyazi 314 Umumî Müfettişliğe Manastır Valiliğine Đttihat ve Terakki teşkilâtından aldığım emre tabî olarak Resne'den çıktığım günden beri Debre, Elbasan, Ohri, Đstaro-va, Görüce mıntıkalarını dolaştım. Bütün milleti istibdat idaresinin muhalifi buldum. Bu mıntıkadaki azınlıkların hepsi de birliğimiz altında toplanarak Kanun-ı Esasiyi temin etmek gayesiyle bize yardımcı olacaklarım Allah adına yemin ederek bildirdiler. Bugüne kadar bütün bu hareketlerden birkaç kere yüksek makamlarınıza malûmat verdim. Gayemiz her şeyden evvel Kanun-ı Esasinin meriyete konmasıdır. Henüz bu istikamette bir kıpırdamaya rastlayamadığımdan bir an evvel bu gayeye ulaşmak üzere Yanya mıntıkasına doğru ilerleyeceğim. Sebepsiz yere suçsuzların kanlarının akmasına yol açacak hareketlere nihayet verilmesi için istibdat idaresinin beyni olan Yıldız'a lüzumu gibi tebliğ edilerek hafiyelerle casusların geldikleri yere gönderilmesi istikametine lâzım gelen çalışmaların yapılmasını beklerim. Kolağası Resneli Niyazi Ohri'de aldığım emre uyarak Cemiyet tarafından arzu edilen mektup ve beyannamelerin suretini aşağıdaki mektuba iliştirdim: Manastır îttihat ve Terakki Đdare Heyetine Emirlerinizi aldım. Beyannameleriniz son derece sevinmemi temin ederek daha çok gayret göstermeme yol açtı. Bütün arkadaşlarım adına teşekkür ederim. Emirlerinizi burada aldım. Ohri kazasının vaziyetini daha evvel bildirmiştim. Bi315 raz şikayette de bulunmuştum. Fakat zaman her şeyi çabuk değiştirdi. Beklenenin üstünde değişiklik ve ilerleme oldu. Radovişteliler af dileyerek yiyecek verdiler. ikazlarımız karşısında da hepsi Cemiyete iltihak ettiler. Burada da bir teşkilât meydana getirildi. Kazalar arasında
rabıtaya mani olacak kötülük merkezleri kalmadı. Etrafta görmekte olduğumuz iyi kabul bizi umumiyetle sevindirmektedir. Radovişteliler hakkında düşündüklerimin tatbikine lüzum kalmadı. Oradan Đstarova kasabasına geçtik. Bu mıntıkada Cemiyete iltihak edenler de çekingen davranıyorlardı. Pek çok nifak sebepleri çıkarılmış, kan davaları, şahsî çekişmeler, derebeylik belâları, firarı gibi sebepler otuz bin nüfusu birbirinden ayırmış. Đlk defa kan davası güdenleri barıştırdık. Çekişen tarafları uzlaştırdık. Firarileri, kötülük edenleri toparladık. Kendilerini ikaz etmemiz karşısında büyük bir arzuyla bize sarıldılar ve teşkilâtımıza iltihak ettiler. Arnavut Cemiyetinin en mühim azalarıyla burada görüştük, anlaştık. Çerçis de bize iltihak ettiler. Evvelce bildirdiğim gibi kendisine Ohri'den yazdığım mektup iyi tesir yapmış, bugünlerde gelmesini bu mıntıkada bekleyeceğim. Fakat dayandığı yer olan Đstarova, Görüce kazasının Đttihat ve Terakki'ye iltihakı temin edildiği için bana bir başka emrinizde bugünlerde Manastır yakınında bulunmaklığım arzu edildiği için o mıntıkaya gideceğim. Çerçis'le ilerde görüşeceğiz. Siz de bize iltihak etmesini arzu ettiğimiz iki mühim şahsı yola çıkarınız. Arzu edilen mıntıkaya hangi gün gelmem ica-bediyorsa tebliğ ediniz. Şimdiye kadar neşrettiğim beyannameler ve devlet makamına çektiğim telgraflarla, köylerde bıraktığım senetlerin birer suretlerini ilâve olarak arzediyo-rum. Benimle beraber bulunan zabit ve mühim şahısların adla316 nı aşağıda yazıyorum: Seksen sekizinci alay üçüncü taburdan Mülâzımı evvel Osman, Yusuf, Ziya beyler. On sekizinci alay üçüncü taburdan Mersinbey Han'ında bize sonradan iltihak eden Mülâzım Şevki, Belediye Reisi Hoca Cemal, polis komiseri Tahir, vergi memuru Şemsi, tahsildar Abdullah, Jandarma Başçavuşu Şükrü, Karahan muallimi Ömer, Bilaçerkova muallimi Ragıp beyler. Yanımızda fotoğrafımız yoktu. Đlk fırsatta gönderme imkânını arayacağız. Şimdiye kadar daha başka çeteler çıktı mı ve kimlerin kumandasındadır? Harice ve dahile ait mühim haberlerle gazetelerin muntazam olarak sevkedilmesini rica
ederim. Vali ile Resne nahiye müdürüne de lüzum görüldüğü gibi birer tehdit mektubu yazarak bugün gönderdim. Muvakıyetinizin duacısıyım. Kolağası Resneli Niyazi Ben Cemiyete bu mektubu yazarken Đstarova'daki Cemiyet vasıtasıyla şu emri aldım: Muhterem kardeşim! Yapmakta olduğunuz bu büyük işe hepimiz teşekkür etmekteyiz. Fakat hareketinizin dahilde ve hariçte bıraktığı tesirleri sizin oradan işitebilmeniz mümkün olmadığından biz Şu malûmatları arzediyoruz: Hristiyanların haklarına el uzatmamak, aksine beraberliğe davet etmek suretiyle aradaki ayrılıkları gidermeye çalışılması ecnebiler üzerinde çok iyi tesir yapmıştır. Đşler bu istikamette giderse hiçbir zaman ecnebi devletlerin müdahelesine meydan verilmeyecek, belki onlar tarafından da çok iyi aşılanacaktır. Đşte bundan sonra muhite daha iyi davranıla317 rak kalplerinin kazanılması lüzumu daha büyük ehemmiyet kazanmaktadır. Köylere gönderdiğiniz beyannamelerin altında iki yüz anarşist diye imza atmışsınız. Anarşistlerin millet yolunda bir çalışmaya karışır insanlar olmadığını bildiğiniz için böyle bir imza etmeyeceğiniz bizce kabul edilmiştir. Bunu Bulgarca yazan kimsenin kusuru neticesi yazılmış olduğunu kabul mecburiyetinde kaldık. Bundan sonra yazacağınız beyanname ile mukaddes teşkilâtımızın gayesinin din ve milliyet farkı nazarı itibara alınmadan bütün vatandaşların müsavat ve hürriyetini temin etmek gayesinde olduğunu belirten bir şekilde imza atmanızla etrafa ve azınlığa iyi dav-ranılması ve beraberlik yolunda çalışılması mevzuuna da kıymet verilmesini rica ederiz. Ayrıca Toskalara da bu bakımdan teşkilâta iltihakları için çalışmanızı bekler, bütün milletimizin selâmet ve alkışlarının kabulü ricasını azederiz, fedakâr kardeşimiz. Osmanlı Đttihat ve Terakki Cemiyeti Manastır Merkezi Bu mektuba da şu cevabı vererek Manastır'a gönderdim: Muhterem efendilerim!
14 Temmuz 1908 tarihli emirlerinizi aldım. Talimat ve beyanlarınız noksansız olarak tatbik edilmektedir. Hristiyanlar bize karşı büyük alâka göstermektedirler. Sözlerimizle hareketimizin mütenasipliğinden dolayı iyi niyetimize kat'îyetle itimat etmektedirler. Anarşist imzasına gelince, bu kat'îyetle yanlıştır. Đki yüz vatan fedaîsi, Osmanlı Đttihat ve Terakki Cemiyeti namına imzam vardır. Bu da tebliğ ettiğiniz gibi Bul318 garcaya tercüme eden Daskal'ın yaptığı hatadır. Đstarova'da muvafakıyet tahminimizin üstündedir. Yüz köy halkının bundan sonraki çalışmasını, beraberliğini temin edecek bir anlaşma yolu buldum. Hürmetlerimin kabulünü arzederim. Resneli Kolağası Niyazi Leşniçe köyü halkı arasında da Đttihat ve Terakki teşkilâtına iltihak merasimi yapılıp idare heyeti teşkil edildikten sonra Mülazım Osman da yanındakilerle beraber geldi. Bize sevinebileceğimiz birçok malûmat da getirmişti. Gezdiği köylerde kudretini göstererek buralarda da halkın Cemiyete destek olduğunu tebliğ etti. Bizi yakalamak üzere gönderilen askerin takip edilmek üzere başka istikametlere gittiğini, îstarova'da askerin öldürüldüğünü anlattı. Her iki grup birleşince tekrar yola koyulduk. Biraz sonra Zirvaska'ya vardık. Burada bütün mıntıka köyleri halkı toplanmıştı. Dualar okuyarak köye giren birliğimizi, köylüler sıcak bir şekilde karşıladılar. Konuşmadan sonra camiye gittik. Burada görüşerek hepsini Cemiyet için çalışmaya davet ettim. Bize iltihak işi tamamlanınca tekrar yola çıktık. Bir saat sonra da Virdoğa köyünde aynı şekilde sıcak bir alâka ile karşılaştık. Bu köye de yalandaki köylerin insanları toplanmıştı. Herkes birbiriyle yarış edercesine yanımıza gelmeye, elimizi sıkmaya can atıyordu. Hele Đstarova'ya gideceğimiz rivayeti onların sevgi ve itimadını iki kata çıkarıyordu. Zavallı köylüler derebeylerinin menfaatları için birbiriyle çatışması karşısında ezilmiş, miskin bir vaziyette kalmışlardı. Burada toplanan binlerce vatanperver Kanun-ı Esasiyi meriyete koymak, Millet Meclisini açmaktan başka bir gayesi olmayan Đttihat ve Terakki'ye, 319
Kur'an'a el basıp göz yaşı dökerek yemin ettiler. Bütün Müslümanlar ve azınlık, din ve milliyet farkı gözetmeksizin vatandaşlarla elele vererek kardeşçe yaşamak lüzumunda birleştiler. Din ve insanlık hisleri ile dolu olan bu köy halkının istibdat idaresinin adamlarının hareketi ile kandırılması kolaydı. Kanun-ı Esasinin Müslümanlık aleyhinde birtakım hükümleri taşıdığı başı sarıklı ve ağzı kalabalık birkaç insanın ortaya atması fena bir netice meydana getirebilirdi. O sebeple Kanun-ı Esasi ve gayesi hakkında kendilerini uzun uzun aydınlattık. Akşama kadar bu istikamette konuşmalar yaptık, konferanslar verdik. Đyi niyet ve iyi ahlâk sahibi olan bu insanlar, hakikî vaziyeti idrak etmekte müşkilât çekmediler. Böylece hepsini kendi tarafımıza kazandıktan sonra Đstaro-va'ya ulaşmıştık. Burada da başta ileri gelenler olmak üzere bütün köylü yediden yetmişe bizi karşılamaya çıkmışlardı. Su, sigara, kahve tuttuktan sonra biraz istirahat edip dualar ederek camiye gittik. Burada da köylüyü ikaz etmek gayesiyle memleketin maruz kaldığı tehlike, Đngiliz Kralıyla Rus Çarının Reval'deki mülakatları, Cemiyetin gayesi hakkında geniş malûmat verdim. Büyük bir alâkayla dinleyen köylüler kalben bize katıldılar. Hepsi de yolumuzda olduklarını bildiklerinden büyük bir merasimle Cemiyet teşkilâtı içine alındılar. Teşkilâtın idaresi için seçim yapıldı. Herkes vatanın kurtuluşu için oy vermek hürriyeti kazanmıştı. Uzun konuşmaların neticesi aralarındaki kırgınlık ve dargınlıklar yapılan yemin etme ile ortadan kalkmıştı. Đdare heyeti seçildikten sonra istirahat etmek üzere birliğimdekileri de askerî konaklara yerleştirdim. 16-17 Temmuz gecesini kaldıkları yerlerde geçiren askerim ilk defa evlerindeymiş gibi rahat uyumuşlar, güzel ye320 mekler yemişler, kahve ve sigaralar içmişler, örtü ve yatak yüzü görmüşlerdi. Biz zabitler ileri gelenlerle gece vaziyet münakaşası ve yarılarına kadar görüşerek kıymetlendirmesi yapmıştık. Diğer köylerde olduğu gibi burada da mektebin yokluğu camilerin yıkık döküklüğü kalbimizi sızlattı. Kendilerine bu vaziyet karşısında neler yapmamızı, halka nasıl faydalı olabileceğimizi, gelecek çocuklarımıza nasıl bir
vatan bırakmamız lâzım geldiğini uzun uzun anlattım. Ayrıca bütün yapamadıklarımızın sebebinin de istibdat idaresinden başka bir şey olmadığını, istibdat idarelerinin dünyayı bilip gören ve anlayan insanlardan tedirgin olduklarım kafalarına sokmaya çalıştım. Birçok yerde mektep gibi halk için lüzumlu olan şeylerin daha çok halkın yaptığım belirterek aralarında bir cemiyet yapıp para toplamak suretiyle bunu yapmalarının mümkün olduğunu belirterek kendi çetem adına ilk olarak iki lira verdim. Bütün uğradığımız mıntıkalarda, köylerin birbirinden farklı olmayan vaziyetleri kalbimi sızlatıyordu. Bütün geçtiğim yerlerde de halkın elbirliğiyle mekteplerini yapmaları, camilerini tamir etmeleri, bunları idame için aralarmda paralar temin etmeleri, Köy Đhtiyar Heyetlerine nasihat ettim. Gece saat 23'e doğru idi ki kaza merkezi olan Pogradiç'ten büyük bir telâş ve heyecanla Hüsrev Bey yanıma gelmişti: "Size çok mühim bir şey söylemeye geldim!" diyordu. Ben: "Buyurun." deyince heyecanla: "Sizi yalnız olarak bir yere götüreceğim, herhalde gelirsiniz' Baba dostu olan bu ihtiyara, teşkilâtımızı kabul ederek Đttihat ve Terakki içinde bulunmayı kabul ettikten sonra, hayır 321 diyemezdim. Hükümetin bir oyunu olarak bu adam para ile kandırılmış olabilirdi. Altının, paranın insan ahlâkı üzerinde tesirini çok iyi biliyordum. Bir an gözümün önünden birçok tablo geçiverdi. Ben kendi canımdan çok, çalıştığım davanın yarıda kalmasına üzülen bir insandım. Hiç renk vermeden bu arzuyu şöyle karşıladım: "Hay, hay! Arkadaşlara malûmat vereyim, arzu ettiğiniz yere yalnızca gidebiliriz7 dedim. Arkadaşlarım benim yalnız gidişime razı olmadılar. Gitmemem için çok mukavemet ettiler. Ben Hüsrev Bey'in yarımda yürüyerek, tüfeğime dayanıp çıkabilecek her tehlikeye karşı mukavemet edebilecek bir adamdım. Đçimden de gelen bir ses, bana bu adama itimat etmeyi fısıldar gibiydi. Hüsrev Bey'in yaradılışı, karakterin-deki
itimadı, böyle küçüklüklere düşmekten çok uzak olan mertçe hâli, bende bu itimadı sağlıyordu. Düşünmeden: "Buyurun haydi gidelim' dedim. Sağ elimle tüfeğimi ateş etmeye hazır bir vaziyette tutuyordum. Sol elimi bir demir mengene gibi sıkan sağ eliyle tutarak, beni koşturmaya başladığı zaman titredim. Doğrusu sağ elimde emniyet tetiği açılmış olan tüfeği kullanamayacak bir vaziyete gelmiştim. O, sağ elimde bir sopa gibi vazifesini yapamaz bir vaziyete gelmişti. Hüsrev Bey ise yüzündeki gülümsemesiyle beni de sürüklüyordu. Büyük bir heyecan içinde iştirak ettiğim bu koşuyu, ekinleri çiğneyerek köye yirmi dakika uzakta olan bir mısır tarlasına kadar sürdürdük. Orada Đstarova Kaymakamı Zühtü Bey ile Hüsrev Bey'in oğlu, kardeşim kadar sevdiğim Haydar Bey bizi bekliyorlardı. Ben bu tabloyu görür görmez büyük bir sevinçle kendilerine sarılarak geniş bir nefes almıştım. Mülkiyeden mezun olan Kaymakam Zühtü Bey, münevver, dürüst, memleketini seven bir gençti. Đstarova kazası halkı tarafımızdan 322 aydınlanmadan önce Đttihat ve Terakki teşkilâtı ve çetemiz hakkında iyi düşünmüyordu. Halkın ve mıntıkadaki beylerin ardı arası kesilmeyen müracaatlarından dolayı Avcı Taburu Kumandam Remzi Bey'e vaziyeti şikâyet etmişti. Leşniçe'den benim gönderdiğim mektup ile ona ilâve Umumî Müfettişe yazılan telgrafın ihtiva ettiği mana, kendisini çok üzmüş, hatta korkutmuştu. Hareketimizdeki samimiyet karşısında mıntıka beylerinin ve köylülerinin kanaatlerini değiştirdiğini görmüş bulunuyordu. Bu bakımdan bizimle görüşerek kendi vaziyetini izah etmek istemiş, af edilmesini dilemişti. Aslında Istarova'da, Leşniçeli Osman Efendi ile birleşen bir azanın herkese emsal olmak üzere hükümet kapısında idam edileceğini yazmıştım. Bu vaziyet kaymakamı telâşlandırmış olmalı ki görüşerek kendisini afettirmek için buralara koşup gelmiş. Ve kimseye görünmeden benimle yalnız görüşmek istemişti. Heyecan içinde olan genç kaymakam diyordu ki: "Niyazi Bey! Hakikaten memleket bakımından büyük bir
gaye taşıyan hizmetiniz alkışlanmaya değer. Bu sizin davanızı hakikate vardıran bir kahraman olduğunuzu göstermektedir. Bağlı olduğunuz Cemiyetin hareketinizle memlekette büyük hizmetler de bulunacağını ispat ettiniz. Doksan beşi Müslüman olmak üzere yüz köyden müteşekkil, otuz bin nüfusu barındıran Đstarova kazasında adalet ve müsavatı, istikrarı temin ettiniz. Vatanım adına size şükran ve hürmetlerimi arzetmeye geldim. Allah şahitimdir. Anamdan çok sevdiğim zavallı memleketimin kurtuluşu ve aydın yarınlara kavuşması için bütün emirlerinizi yapmaya hazırım" dedi. Heyecanlanmıştım: "Sizin gibi dürüst genç bir kaymakamla karşılaşıp tanış323 maktan dolayı kendimi mesut sayarım, inşallah pek kısa zaman içinde bütün vatan sizin gibi dürüst, malûmatlı, münevver insanların elinde olacaktır..' Tanışmamız bitmişti, daha fazla kalamazdı da, birbirimizin üzerinde bıraktığı sıcak hisler içerisinde ayrıldık. Ben yerime döndüm, arkadaşlarım, heyecanla gelmemi bekliyorlardı. Biraz ihtiyatsız gibi görülen hareketimden dolayı da bana kızmış gibiydiler. Belki de haklıydılar. Fakat vaziyet ve benim eskiden tanıdığım Hüsrev Bey'in kötü bir oyuna gelmeyeceği ve teşebbüse de cesaret edemeyeceğini biliyordum. Böyle yapmış olsa bile bu kendisine ve çevresine çok pahalıya mal olabilirdi. Bütün bunları arkadaşlarıma anlatarak onları ikna ettikten sonra yatağıma girebildim. Fakat kafam hâl edilmesini bekleyen birçok problemlerle doluydu. Yarın yapacaklarım hakkında düşüne düşüne uyuya kalmışım. 17 Temmuz sabahı erkenden köyün sokakları, cami meydanı diğer köylerden gelenlerle dolmuş, taşmıştı. Beni görmek ve dinlemek istiyorlardı. Karşılaştığım manzara yolumuza ulaşmadaki emareler dolayısıyla bana gurur veriyordu. Yüksek bir yere çıkarak kendilerine birliğim ile bu mıntıkada neden dolaştığımı, bağlı olduğumuz Cemiyetin gayesini, dahilî ve haricî düşmanların gayeleriyle buna yol açan istibdat idaresinin vaziyetini uzun uzun anlatarak müsavat, adalet ve hürriyeti gaye edinen bir Meşrutî idarenin kurulmasını, milletvekillerinin seçilerek rafa kaldırılan Kanun-ı Esasinin meriyete konmasını arzu ettiğimizi anlattım. Sözlerimin nelere dayandığını onların anlayabileceği bir dille söylediğimden hepsinin yüzlerinde anladıklarının ve münasip bulduklarının
emarelerini okuyordum. Gönülden katılışlarını bildirdiklerini öğrenince de bunların hepsini Cemiyet teşkilâtı içine alan büyük bir merasim tertip ettik. Bir taraftan 324 da silâhı ile beraber bize iltica eden firarîleri afederek yanıma alıyordum. Mıntıkada geçimsizliklerin açtığı düşmanlıkları, dargınlıkları kaldırarak birbirlerine diş bileyenler şimdi sarmaş dolaş dost oluyorlardı. Akşama kadar süren bu merasim beni çok yormuştu. Otuz bin insan olan bir kazanın intizamı-nı temin etmek için teşebbüs ettiğim bu yorgunluğun bir de manevî zevki vardı ki bütün yorgunluğu yok edebiliyordu. Resne, Prespe, Ohri mıntıkaları gibi Debre ve Malisesi ve Arnavutluk'a büyük ehemmiyet veren ve o tarafı tutan Đsta-rova kazası, böylece kazanılmış ve Cemiyetin otoritesi bu mıntıkada temin edildikten sonra Çerçis'i beklemeye, Đstaro-va'da dolaşmaya hiç de lüzum yoktu. Bugüne kadar ormanlık, dağlık bir arazide dolaşarak otuz bin Müslüman Arna-vut'un barındığı Đstarova kazasının bence hususî bir ehemmiyeti vardı. Kigalık, Rumluk, Türklük, Bulgarlık, Toskalık arasında sıkışıp kalmış olan bu kavgacı insanlar çok da zeki ve merhametli olmakla beraber etraflarındaki komşularına göre çok geri kalmışlardı. Đstibdat idaresinin muhafazakâr ve imha edici eli burada fazla tesirini göstermişti. Koca kazada yüzlerce köyün hiçbirinde mektep yoktu. Mektep diye gösterilen birkaç harap bina, oturulamayacak kadar kötü bir vaziyetteydi. Uzaktan beyaz gövdeleriyle insan ruhuna ferahlık vermesi gereken camiler, harap, minareler yıkık bir şekildeydi. Mektep olmayan yerlerde çevredekilerin millî ve fikrî eğitimde mühim vazifesi olması lâzım gelen camiler de kendi başlarına bırakılmış, bakımsız ve perişandı. Zulüm her yerde kendini göstermiş, eserlerini ortaya koymuştu. Dağlarda, ormanlarda söz sahibi olan eşkıya himayesiz bırakılan halka her istediğini yaptırabiliyordu. Bu korku altında da halk, bir ordunun ileri karakolları, nöbetçileri gibi silâhlanarak gez-mek mecburiyetinde kalmıştı. Cemiyet içinde insan, kendi 325 hakkını kendi müdafaa ediyor, camiye, tarlaya, pazara silahıyla gidiyordu.
Akşam yemeğini güneş batmadan bir saat önce yiyerek 17 Temmuzda yola çıktık. Buğradiç'ten gelen idare heyetiyle görüştükten sonra bundan böyle Istarova'da dolaşmaya, Çerçis ile beraberlik tesis etmek için kalmayı uzatmaya lüzum olmadığı kararını vermiştik. Đttihat ve Terakki Manastır merkezinden aldığım emirde bugünlerde iki mühim şahsiyetin Kışrani merkezi vasıtasıyla bana iltihak edeceği tebliğ edilmiş olduğundan o istikamete doğru gitmek mecburiye-tindeydim.
Mabeyn Başkâtibi Tahsin Paşa 326
MANASTIR VALĐSĐNĐN SADRAZAMA TELGRAFI Bugünlerde Manastırdan vaziyetle alâkadar birçok malûmat almıştım. Manastır valisinin Đstanbul'da sadrazama çektiği 18 Temmuz 1908 tarihli telde umumî vaziyeti şöyle mütalaa ettiğini öğrenmiştik. Vali telinde cevap olarak şöyle yazıyordu: "18 Temmuz 1908'de Niyazi Bey ve adamlarının takip edilerek ele geçirilmesi emredilmekte ise de, mevcudiyeti, yaptığı şiddet hareketleriyle malûm olan Đttihat ve Terakki Cemiyetinin taraftarları yalnız ondan ibaret değildir. Birçok defa gönderilen yazılarımızda arzettiğimiz gibi bütün zabitler kendisiyle beraber olduğu, halkın da onlarla fikir beraberliğinde bulundukları anlaşılmıştır. Dün mıntıka kumandanı Osman Paşa'ya yapılan tecavüz ile de mütalaamızın doğru olduğu ortadadır. Bu bakımdan kendisini takip etmek şöyle dursun herhangi bir tetkikatı üzerine almaya da kimse cesaret edememektedir. Şükrü Paşa'nın reisliğinde teşekkül eden komisyon azalan gizlice yapılan tehditler üzerine işten el çekmek mecburiyetinde kalmışlardır. Ohri'den köylülere nasihatta bulunmak üzere çıkarılan heyete dolaşmaları sırasında imha edilecekleri Cemiyet tarafından tebliğ edilmesi ü-zerine, dönmek mecburiyetinde kaldıkları kazadan bildirilmiştir. Ben de başta olduğum hâlde vazifelilerin hepsinin hayattan tehlikededir. Tetkikatta ileri gitmek isteyenler ölümle korkutulduğu gibi Cemiyetin bunu yapmak kuvvetinde de olduğu ortadadır. Osman Paşa'yı yaralayan zabit, padişahı327 mızın emirlerini öğrenmek için toplanan askerin içinden çıkıp herkesin gözü önünde üç el silâh atmışken, kendisi kimse tarafından yakalanmamıştır. Yapanın ortaya çıkarılması için tesis edilen komisyon azaları yukarıda arzettiğim gibi, korkutulduğundan polis ve adliye memurları sıkiştırılacak olursa hayatlarını korumak için vazifeden ayrılmak mecburiyetinde kalacaklarım bildiriyorlar. Ben dört asırdan beri soy-cak devletin ekmeği ile büyümüş, ona bağlılardan olduğum gibi kendim de kırk senedir değişik devlet vazifelerinde bulundum. Böyle karışık bir zamanda vazifeden ayrılmayı kadir bilmezlik
sayarak bütün ailemle beraber bu tehlikelere göğüs gererek vazifeye devama ve zabitler ve onlara iltihak edenleri bu işten döndürmeye çalışmakla beraber hakikati de bütün aleniyetiyle arzetmeyi bir vicdan vazifesi addetmekteyim. Cemiyetin tuttuğu istikamet erler tarafından da kabul edilmiş olduğundan takibe teşebbüs bile askerin Cemiyete karşı silâh kullanmayacağı Resne'ye gönderilen altı taburun orada durup kalmasından ve kumandanlarının bir şey yapamadıklarından anlaşılmaktadır. Şemsi Paşa'nın kendisini müdafaa için getirdiği Arnavutlarla hadise mahalinde bulunan asker ve jandarmaların ateş eden zabiti sanki takip için silâhlarım ona değil, havaya atmış olmaları da bunun ispatıdır. Mahrem olarak malûmat alındığına göre buraya gönderilmesi arzu edilen Anadolu'dan gelecek tümen birliklerinin de aynı hareketi yapacakları tahmin edilmektedir. Bu vaziyet yalnız burası için değildir. Malûmat aldığımıza göre Selanik ve Üsküp vilâyetleri de aynı hareketlerin içindedir. Buna göre işin ehemmiyeti ve nazarı itibara alınarak daha başka istikametlere sıçrayıp genişlemekte olan Đttihat ve Terakki'nin arzuları devletçe dikkate alınarak başka mel'un hâllerin çık328 masına meydan bırakılmamak üzere zamanı geçmiş olan nasihat etme ve mecbur bırakmadan çok, vaziyete münasip tertibatın acele alınması lüzumu bağlılıklarımızla beraber arzolunur. Manastır Valisi Hıfzı Bu kasabaya yol diye gelip gitmenin yaptığı patikalardan başka bir emare yok. Hükümetin en küçük bir eserine bile tesadüf etmiyorsunuz. Köylü canını her dakika büyük tehlikelerle karşı karşıya görmekte, maişetini zor temin edebilmektedir. Hükümete vereceği vergiyi dişinden arttırıp etinden kopararak ifa etmekte kusur etmeyen bu fedakâr insanlar, bu bağlılıklarını hilâfete ve saltanata dinî hisleri dolayısıyla yapmaktadırlar. Burada Đslâmî hisler, vatanî hislerden evvel gelmektedir. Sosyal bünyeleri bu derece karışık olan Đstarovalı-ların hak, adalet gibi yüksek vasıflarla dolu olması hayret edilecek bir şeydi. Kendilerine kaymakamı nasıl bulduklarını sual ettim, hepsi de, dürüstlüğünü, iyiliğini ve çalışmalarını medhederek otuz seneden beri böyle bir memura tesadüf etmediklerini söylediler. Bu sıralarda böyle bir dürüst
kaymakamın Đstarova'da kazanın başında bulunması benim yapacaklarımı kolaylaştırıp çabuklaştırma istikametinden büyük yardımı olmuştu. Bu bakımdan Đstarova'da hükümeti basıp ele geçirmeye lüzum yoktu. Yalnız Leşniçeli Osman ile birleşen azayı yakalayıp, cemaat için lâzım gelen cezayı vermek üzere otuz er ayırıp, kaza merkezi olan Bogratça'ya gönderdim. Bütün aramalara rağmen Osman'ı ele geçiremeyen müfreze, suçlu adamları yakalamış, emirlerimi yerine getirerek, cehalet ve kusurlarını itiraf eden bu adamı afederek bırakmışlardı.
17 Temmuz 1908 akşam üstü güneş batmadan bir saat evvel Đstarovalılardan pek sıcak uğurlayışları arasında Res-ne'ye giden yolu takip ediyorduk. Üç saat kadar ilerde saatlerce süren dik bir yokuşu, ıskala yani merdiven denilen geçilmesi müşkül bir patikada yürüyorduk. Sabaha doğru Res-ne ovasına uzanan dolambaçlı bir inişi takip ettiğimiz için karanlık, susuzluk, ormanlık, taşlık ile karşılaşmamız, dermanımızı kesmiş hepimizi bayıltmıştı. Daha çok gece yürüyüşlerini kapalı ve kesik arazide tek bir insanın bile müşkülâtla geçebileceği bir yolda yapan silâh arkadaşlarım, bu yürüyüşü çok iyi anlayabilirler. Zaman zaman erler birbirinden ayrılıp tekrar yaklaşıyorlardı. Bu merdivenli dağ tepesinde değişik patikalardan çıkan erlerim, saatlerce içtima edememişlerdi. Buluşabilenler de dilleri damaklarına yapışmış olduğundan su aramak için öteye beriye dağıldılar. Dağın engebeli bir yerinde bir kuyu buldular. Koşan koşana, iki yüz eratlık bir birlik, bundan böyle beşer onar kişilik ufak kısımlara taksim olunmuştu. Gideceğimiz yeri biliyorlardı. Herkes değişik yoldan oraya doğru gidecekti. Çok mukavim sandığım ben de bile derman kalmamıştı. Iskalarım nihayetinde arkadaşlarımı bekleyip duruyordum. Mıntıkayı iyi bilen erlerin kılavuzluğu ile hepsinin Leskofçe'ye giden değişik istikametlerde ilerlemekte olduğunun kanaatına vardım. Ben de yanımdakilerle, on beş, yirmi kadar erle inişi takip etmeye başladım. Leskofçe'ye vardığımda köyün horozlan sabahın yaklaştığım bildiriyordu. Köylüleri çağırttım, bizden evvel grup grup geçen birliğimin hangi yoldan gittiklerini telâşla toplanan köylüden, ormanlara sığman kadınlardan sordum. Bazı grupların Ateşova ormanına doğru çıkmış olduklarını ve diğerlerinin ne tarafa gittiklerini bilmediklerini söylediler. Sabahleyin ormana sığınan köylüyü çağırttım. Bu vaziyete 330
düşmemizin sebebini anlattım. Su getirdiler, kana kana içtik. Hepsi Hristiyan olan bu köy halkı, bizim kimler olduğumu-zu öğrendikten sonra bize nasıl yardım edeceklerini, kendilerine bir vazife verip vermeyeceğimi sual ettiler. Kendilerine Resne'den alacakları emre göre hareketlerini tanzim etmelerini, umumiyetle Müslümanlarla kardeşlik kurarak her ne bakımdan bir şikâyetleri varsa Resne'deki Cemiyet Đdare Heyetine müracaat etmelerini tavsiye ettim. Köylü, Resne'den Eşniye yoluyla Görüce'ye doğru bir taburun geçtiğini ve bir takip müfrezesinin mıntıkada dolaştığını söyledi. 18 Temmuz 1908' de güneş etrafa hayat veren ışıklarını dağlara serperek ovalarda pırıltılar saçmaktaydı. Bundan böyle buralarda duramazdık. Arkadaşları toplamak lâzım geliyordu. Ateşova balkanına doğru yürüdük. Bir saat sonra koruluk arasında giden yol ağaçlar altına serilmiş, on beş kadar arkadaşla buluştuk. Đlerledikçe ufak ufak topluluklar hâlinde ağaçlar altına sığınmış arkadaşlarla buluşuyorduk. Böylece büyük kısmı topladıktan sonra Ateşova Çiftliğine girdik. Orada da birlikten daha kestirme yolu takip eden yirmi, otuz erin Lahçe köyüne doğru ovaya indiklerini çobanlardan öğrendik. Büyük kısım Ateşova'da toplandığı zaman elli, altmış kişilik bir grupta Tahça'ya girmiş, Bahri Çavuş'la görüşmüştü. Takip ettiğimiz yolun bizi ne vaziyete düşüreceğini bilen Bahri Çavuş, bizim bu ormanlarda dağılarak birbirimizi kaybedeceğimizi anlatmakta müşkülât çekmedi. Lahçelileri aramak için dağlara gönderdi. Bunlar da birer ikişer Leskofçe'den ilerleyerek bizi buldular. Đstine'den geçen taburun Avcı Taburu olduğunu ve birliğin yabana olduğunu anlattılar. Ben Ateşovalı köylülere diğer yerlerde yaptığım gibi gayemizi anlatıp, onları bu yolda çalışmaya davet edip 331 başardıktan sonra Lahça'ya doğruldum. Đkindiye doğru Lahça'ya girmiştik. Bütün arkadaşlar yirmi dört saatten beri çektikleri müşkülâtı birbirine anlatıyordu. Vaziyetimizi öğrenen köylüler, bize acıyarak gözyaşı döküyorlardı. Köylüler Resne'den çıkışımızdan beri yaptığımız dolaşma ve çalışma plânımızı dinleyerek bana sualler soruyorlardı. Kendilerini lâzım geldiği kadar aydınlatınca çok sevindiler. Hepsi de sevinç içinde evlâtlarını, kardeşlerini karşılar gibi bizi kucaklayarak
ağırladılar. Bir aile toplantısı vaziyetine girmiş ve sevinç içine gömülmüştük. 18-19 gecesini köy evlerinde konaklayarak geçiriyorduk. Ben ve arkadaşlarım uzun süren yorgunluğun neticesi olan bu uykuyu bir ölü gibi sağdan sola bile dönmeden geçirmiştik. Burada başka köylerde olduğu gibi bir tehlikeyle tedirgin değildik. Onun için kimseyi nöbete, devriyeye çıkarmamıştım. Bizi müdafaa ve gözetleme vazifesini köyün Cemiyete iltihak etmiş olanları üzerlerine almışlardı. Lahça'da evvel bıraktığımız müfrezeyi değiştiren asker de o gün bize iltihak etmiş bulunuyordu. Yorgunluğun yarattığı bitkinlikle akşamdan tavuklar gibi uyuklamaya başlamıştım. Sonra da derin bir uyku neticesi ertesi günü pek müşkül uyandım. 19 Temmuz uyandığımda köyde büyük bir kalabalığın toplanmış olduklarını gördüm. Hayvanlar, çobanlar dağlara, çiftçiler de tarlalara gitmişlerdi. Köyün sokakları, meydanları, cami önü yakın köylerden bizi görmeye gelenlerle dolmuştu. Halkın şimdiye kadar yaptığımız tesir karşısında hissettiği bir alâkadan geldiği anlaşılıyordu. Kendilerine 3 Temmuzdan beri Lahça'dan başlayarak yaptığımız faydalı teşebbüsleri uzun uzun anlatarak vatanın bugün karşılaştığı tehlikeleri, onların anlayabileceği bir lisânla burada da anlattım. Müsavat ve adaletin insanlar ve cemaatler arasında tesis 332 edilmesinin bir memleketin kalkınmasına en faydalı yol olduğunu söyledim. Bu bakımdan istibdat idaresinin bize temin etmediği hürriyetin, geri kalmamızın sebebi olduğunu anlatarak Rumeli'de bütün Müslüman, Hristiyan, Türk, Arnavut, Bulgar, Sırp, Ulah, Rum din ve milliyet farkı gözetmeksizin kardeş kardeş bir beraberlik içinde geçinmesinin lüzumunu belirterek, bu istikameti açmış olan Đttihat ve Terakki bayrağı altında toplanmalarının faydalarım belirttim. Onlar senelerdir böyle bir nasihatin hasretini çekiyorlardı. Devlet memuru öne düşüp de hiçbir şekilde, medeniyete erişecek bir istikameti ona göstermemişti. Bu sözlerimin büyük tesir yaptığım gözlerinden okuyordum. Bu konuşmalardan sonra başka köylerden gelenler Cemiyete iltihak merasiminden sonra büyük bir gönül rahatlığı konuşma, içinde yerlerine dönüyorlardı. Görüşme, anlaşmalarımız akşama kadar sürmüştü. Bu büyük topluluğun elbette büyük dertleri vardı. Đşte biz bunları hâllediyorduk.
EYÜP BEYĐN OHRĐ'YE DAVETĐ Burada da vazifeyi tamamladıktan sonra Gobeş istikametine gitmek üzere yol hazırlığına giriştik. Bugünlerde Kat-ran'dan bize iltihak edeceği evvelce Manastır idare heyetinden tebliğ edilen iki mühim şahsı almaya gidecektim. Etrafa saldığım habercilerimden bunların gelmesinden bir emare olmadığı anlaşılıyordu. Diğer taraftan da Ohri'nin idare heyeti habercisi bana Kolağası Eyüp Bey'den şu mektubu getirmişti: Resne Çete Kumandanı Niyazi Bey'e Kahraman kardeşim! Manastırdan gelen mühim bir malûmata göre bazı mevzuların görüşülmesi için mektubumu alır almaz hemen buraya gelmenizi rica ederim. Birliğiniz erlerini şehre yakın itimat edilir bir yerde bırakıp, yalnızca siz gelirsiniz. 17 Temmuz 1908 Đlâve: Đstarova'ya dün yazmıştık. Bugün öğrendiğimize göre buralarda olduğunuz anlaşıldığından işin ehemmiyeti dolayısıyla mektubumu almca hemen gelin kardeşim. Kolağası Eyüp 334
Bu ehemmiyetli davet üzerine istikamet değiştirip geri dönmek lâzım geliyordu. Lahça'nın dışında hareket etmek üzere olan öncüye "Ohri'ye ileri marş!" emrini verdim, ikindiye doğru Ohri yolunda yürümeye başladık. Gecenin yarısına kadar süren bu gidiş biraz hızlı oluyordu. Neden davet edildiğimizi öğrenmek için hepimizi bir telâş ve merak sarmıştı. Gece yarısı Ohri ovasına girdikten sonra erler, üçer beşer Değirmenlik'e sokuldu. Ben de Resneli Ali Ağa'yı yanıma alarak Ohri'de kardeşim Murtaza Bey'in evine gittim. Aslında gelişimizden malûmatı olan kardeşim, beni bekliyormuş. Davet edilme sebebini sual ettim. Cemiyetten Kolağası Eyüp Bey'le birleşerek iki bin erle acele Manastır üzerine yürüme-
miz hakkında kat'î bir emir gelmiş. Vazifemizi belirten bir de tebliğ göndermişler. Kendisinden bundan başka bir şey öğrenememiştim. Yarın sabah hemen idare heyetiyle görüşecektim. Sabaha kadar kardeşimle vaziyeti münakaşa ettim. Đstibdat idaresinin fasılasız takip edilmesinden kurtulamayan küçük kardeşim Tıp Fakültesi talebelerinden Osman Fehmi de buradaydı. Zavallı çocuk kendisinin ve bütün ailemin istibdat idaresi tarafından ne çeşit sıkıştırılıp hakaret ve düşmanlıklarıyla karşılaştıklarını anlattı. Kendisi de bu sıkıştırma karşısında firar ederek bana iltica etmek mecburiyetinde kaldığını anlatıyordu. Bütün bu felâketlere ben sebep olmuş, ailemin geleceğini, memleketimin geleceği ve onun için çalışma bakımından hiç düşünmemiştim. Kardeşim Osman Fehmi'yi böylece yerinden ve tahsilinden ettikleri gibi, kız kar(*) Manastır merkez kaymakamı bacanağım Đsmail Hakkı Bey, bütün ailemi büyük bir insanlık misali göstererek himayesi altına almıştı. Kendisi Đttihat ve Terakki'ye bağlı olmak dolayısıyla geceli gündüzlü takip edildiği hâlde bundan hiç yılmayarak çalıştığı için kendisine hayatım boyunca minnettardım. 335 deşimin oğlu Mühendis Mektebi talebelerinden Hakkı'yı da bana yakınlığını öğrenerek hakkında lâzım gelen muameleyi yapılmak üzere Askerî Mektepler Müfettişi Đsmail Paşa jurnal etmiş, zavallı çocuk bu sebepten kalp hastalığına yakalanmıştı*) Bütün bunları bana yana yakıla anlatıyordu. Çok müteesir olmuştum. Tesirini müşkülâtla giderebildim. On beş yaşında bir çocuktan korkan bu alçak hükümet, bir yavrunun hayatına kıymakla ne kazanabilirdi bilmem. Zavallı çocuk o tesirlerin altında bugün sıhhati bozulmuş olarak hava değişimi yapmak üzere yanıma getirmek mecburiyetinde kaldım. Büyük bir üzüntüye kapılmış olan kardeşimi teselli ederek ümitsizliğe kapılmamasını, her şeyin yoluna gireceğini anlatmak mecburiyetinde kalmıştım. Şimdi de Şemsi Paşa'nın yerine gönderilen idare bakımından Şemsi Paşa'dan daha tehlikeli olan Osman Paşa'nm hareketine nihayet verecek bir harekete teşebbüs etmiş bulunuyoruz. Bundan böyle ümit güneşinin parıltıları gözlerimizi aydınlatmaktaydı. Muvafakıyet gün geçtikçe
yaklaşıyor diyerek çocuğu teselli ettim. Bu yolda konuşarak sabaha kadar ikimizin de gözlerine uyku girmemişti. 336 OHRĐ'DE 20 TEMMUZ MÜLAKATI 20 Temmuz 1908 sabahı erkenden Kolağası Eyüp Bey, Oh-ri Đttihat ve Terakki Cemiyeti Đdare Heyeti azalarıyla beraber kaldığım kardeşimin evine geldiler. Cemiyetin Manastır'a gelmemiz hakkındaki emriyle buna ilâve talimatı gösterdiler. Talimatta Ohri'den ve Resne mıntıkasından Cemiyete iltihak etmiş olan iki bin kişiyi silâhlandırarak bunlardan iki millî tabur meydana getirerek Eyüp Bey'le benim emrimde olarak acele Manastır üzerine yürümemiz tebliğ ediliyordu. Biz bu emrin nasıl tatbik edileceğini görüşmelerle kararlaştırdık. Aslında benim ve birliğimin ortadan kaldırılması için Res-ne'den hareket ettikten sonra silâh altına alınıp sonradan Đttihat ve Terakki taraftarı olduğu bilinerek geri bıraktırılan Ohri Redif Taburu erleri henüz silâhlarım bırakmamıştı. Bu taburu Ohri'de Değirmenlik mıntıkasında toplamak bizim için büyük bir iş değildi. Hemen Ostroga'ya, Brezişte'ye, Đs-tarova'ya da Cemiyete kayıtlı olan kahramanlarımızın bir an evvel silâhlanarak gelmeleri için haber gönderdik. Ayrıca kazaya ve köylerine de haberler ulaştırarak emrin yerine getirilmesine çalışıyorduk. 20-21 Temmuz 1908 gecesi Ohri taburunun Cemiyet azalarından müteşekkil olan erlerini Değirmenliklerde toplanması emrini verdik. Benim birliğime iltihak edecek köylere Katran, Grinçari mıntıkaları toplanma yeri olarak tebliğ edildi- 21 Temmuzda Cemiyete dahil bütün erler buralarda top337 lanacaktı. Emirin sessiz ve telâşsız tatbikine çalışıyorduk. 20 Temmuzda sabaha karşı benim emrimde olan iki yüz er ile Resne ve bu mıntıkadaki kuvvetleri toplamak üzere Lahça'ya doğru yürüyüşe geçmiştik. îki saat sonra da Değirmenliklerde birliğin toplanmasını tamamlayan Kolağası Eyüp Bey de taburuyla bizi takip ediyordu. Kolağası Eyüp Bey, kaymakamlığa verdiği beyannameyle hükümeti ve büyük devletleri teşebbüsünden malûmattar olduğu gibi, yaptığımız hazırlıklardan malûmat vermek üzere kardeşim Osman Fehmi'yi bir faytonla Manastır'a gitmek üzere yola çıkarmıştı.
20-21 Temmuz gecesi, yatsıdan sonra Istok, Ulah kulübelerine vardık. Buradan Eyüp Bey'e kılavuzlar gönderdikten sonra da kendime yol göstermek için kılavuzlar aldım. Kılavuzların öncülüğüyle ormana dalarak Lahça'ya doğru ilerliyorduk. Karanlık ve sık ormanlık dolayısıyla kılavuzlar da yolu şaşırmıştı. Iskala'daki kargaşalığı andıran bir intizamsızlık içinde deliler gibi sabaha kadar birbirimizi arayarak tarifsiz müşkülâtlarla karşı karşıya kalmıştık. Bütün gece orman içinde gideceğimiz yerin etrafında dolaşıp durduktan sonra sabahın ilk ışıklarıyla Lahça'ya giriyorduk. 21 Temmuz salı günü Resne'den, civar köylerinden erler, üçer beşer alan akın gelmeye başlamışlardı. Resne, Lahça ve diğer köylüler bize ekmek peynir gibi bol yiyecek getiriyorlardı. Böylece bugünkü birliğimde bulunanlarla daha iltihak edecek sekiz yüz erin iki günlük yiyeceğini temin etmiştiler. Bütün işler intizama koyduğumuz gibi yolunda gidiyordu. Geceyi aynı yollarda, ormanda, aynı müşkülâtlarla geçiren Eyüp Bey de Lahça'yı bulamamış, îzevor'a gitmişti. Mıntıkadan taburuna iltihak edecek olan fedaîleri, köylüleri orada bekleyeceğinden birliğimle oraya gelmemi bildirdi. Gecenin 338 müşkilâtı, yolun zorluğu bakımından ben de kuvvetlerimi ve iltihak edecekleri burada beklemek mecburiyetindeydim. Kendisine şu mektubu gönderdim: Đzavor'da Kolağası Eyüp Bey'e Muhterem kardeşim! Mektubunuzu aldım. Emriniz başımla beraber. Yalnız sizin bilmediğiniz vaziyetimize dair malûmat vererek gelemeyeceğimden dolayı af edilmemi talep ederim. Size gönderdiğimiz gibi biz de Istok kulübelerinden kılavuz aldık. Bunlar bizi gece ormanlarda dolaştırarak bir türlü yolu bulamadılar. Çok sık bir ormanın sarp tepelerinde dolaştırdılar. Erler birbirini kaybetti, çok yoruldu. Geceyi ormanda geçirdik. Bacaklarında yürüyecek takat kalmadı. Bu bakımdan oraya gelemeyeceğiz. Bununla beraber bana iltihak edecek köylüleri de burada beklemem münasip olur. Yiyecek temin etmekteyim. Resne idare heyetinden iki şahıs getirteceğim. Onları davet etmek üzere adam da gönderdim. Bu sebeple affımı dilerim. Kolağası Niyazi
Bu mektubum üzerine Eyüp Bey de vaziyetini bildiren şu cevabı veriyordu: Lahça'da Kolağası Niyazi Bey'e Kardeşim! Uykusuzluk, yorgunluk dolayısıyla gelemeyeceğinizi yazıyorsunuz. Biz de aynı vaziyetteyiz. Herhalde gelmenizi bekleyeceğim. Ben bize iltihak edenleri bölüklere yerleştirmekle uğraşıyorum. Şimdilik iltihak edenler dört yüz otuz dokuz erdir. Köylerden gelmesini beklediğimiz erler iltihak 339 etmeyince hareketimiz doğru olmayacaktır. Ekmek varsa da her ihtimale karşı daha birkaç yüz ekmeğin hazırlanmasını rica edeceğim. Istarova'dan Kırkalar ve Kayri kabileleri bize burada katılacaklardır. 21 Temmuz 1908 Kolağası Eyüp Mektubunun cevabım gidene kadar Eyüp Bey de iltihakları bekleme mecburiyetinden kurtulmuştu. Davet edilen Cemiyete bağlı erler, sağdan soldan kendisine ulaşıyordu. Đkindiye doğru Eyüp Bey, bin kişilik kuvvetiyle Lahça'da bize ulaşmıştı. Akşama bir saat kalaya kadar orada kaldık. Lahça'dan bana yirmi er daha iltihak etmişti. Bunları öncüye sürerek yürüyüşe geçtik. 21-22 Temmuz 1908 akşam ezanından bir saat sonra her iki grup da toplu olarak Dirmeni'ye giriyordu. Bu sırada ormanlardan silâh sesleri duyulmaya başladı. Bu seslerin geldiği yere keşif kolları çıkarttım. Bize iltihak edecek olan iki yüz erlik bir grubun bizi aradığını öğrendik. Bunlar Istarova'dan gelmelerini beklediğimiz Frakalar ile kendilerinin can düşmanı olan Kapilerden müteşekkildi. Öteden beri birbirinin canına kıyan bu iki kabilenin bir gaye uğruna birbirine sarılmış olarak vatan için ölüm harbine çıkışları görülecek şeydi. Đki yüz seneden beri birbirinin yüzünü görmek, sesini işitmek istemeyen bu iki yüz fedaî, senelerden beri birbirini kurşunla takip ediyor, kurşunla selâmlıyordu. Hâlbuki şimdi elele vererek o kurşunlan vatanına ihanet edenlere, vatanını zulüm altında tutmak isteyenlere karşı atmayı düşünüyorlardı. Bir saat sonra Dirmeni'de bize ulaştılar. Bu gelen fedaîlerle Eyüp Bey'in birliği bin iki yüz ere ulaşmıştı. Dirme-
340 ni'de Hristiyanlara lâzım gelen malûmat verildikten sonra, Grençar'a doğru ilerledik. Kozak değirmeninde Resne'den daha altmış fedaî bana iltihak etti. Yatsıdan sonra Grençar'a vardık. Burada da Prespe'den, Grençar'dan ve diğer köylerden iltihak edenlerle benim iki yüz seksen erlik birliğim sekiz yüz gibi mühim bir rakama ulaşmıştı. Grençar köyü misafirperverlikte ve yardımda diğerlerinden geri kalmayan Karahan köylüsüyle dolmuştu. Prespe mıntıkasında bu iki köy halkının insanlık ve fedakârlığı hareketimizi kolaylaştırmak bakımından büyük tesir temin etmişti. 21-22 Temmuz gecesi köy bir harp kazanmış ordunun sevinçli nümayişi içindeydi. Sabahlara kadar sokaklarda köy kenarında toplanmalar, buluşup konuşmalar eksik olmadı. Köy iki üç bin erlik misafirleri ağırlama bakımından büyük bir gayret göstermişti. Hepsi de ne için çalıştığımızı, ne yapmak istediğimizi çok iyi biliyor, anlıyor ve onun için seviniyordu. Sabahın erken saatinde birliğe yiyecek dağıttıktan sonra Malovişte yolunu takibe başladık. Güneşin sıcağı Peris-ter dağlarının sarp yamaçlarını dolaşan yolun müşkülâtını arttınyordu. Yolun dik iniş, dar ve kayganlığı yürümeyi büsbütün zorlaştırıyordu. Güneşin gözleri karartan ışınlan içinde Malovişte'ye girdik. Dükkânlar kapanmış, halk evlerine çekilmiş, ortalığı bir korkunun sessizliği kaplamıştı. Ohri Millî Taburundan Süvari Mülazımı Agâh, halkın korku ve heyecanım gidermek için vazifelendirildi. Kendisi itimat verici sözlerle lâzım gelen huzuru kısa zamanda temin etti. Papazlar, köyün ileri gelenleri nihayetinde bize iltihak etmiş, kısa bir merasimle burada da Đttihat ve Terakki idare heyeti teşkil edilmişti. Bu merasimden sonra papazlarla ileri gelenler kusurda bulunduklarım söyleyerek af edilmelerini istemişler, 341 Cemiyete iltihak etmekle iftihar duyduklarını bildiriyorlardı. Biz de kendilerine teşekkürle lâzım gelen malûmatlar vererek kendilerine emniyet temin ettik. Burada da lüzumlu hazırlıkları ve noksan işleri tamamladıktan sonra iltihak edenleri Ohri ve Resne Millî Taburlan adıyla iki grup şeklinde toplayarak harekete hazırladık.
Bu zamana kadar nereye gittiğini bilmeyen gruplarımıza vaziyeti alenî olarak bildirmek lâzım geliyordu. Eyüp Bey tarafından Ohri Taburuna ben de Resne Taburuna şu sözlerle vazifemizin ehemmiyetini anlatmak istedim: Arkadaşlar! Vatandaşlar! Hepimizin rahat döşeğini, eş ve çocuklarını, ev ve ailesini bırakarak hayatımızı feda ettiğimizi biliyorsunuz. Böylesine büyük fedakârlığı hepimizin ve vatanımızın iyi günlere kavuşması için çalışan Cemiyetimizin emirlerine tabi olarak yaptık. Cemiyetimizin muvafakıyete ulaşarak adının her tarafa yayılması için bir vakitten beri geceli gündüzlü çalışarak her çeşit müşkülâta göğüs gerdik. Bundan böyle çektikleri------------(*) Manastır üzerine yürüyenler: 1.
Resne Grubu Kumandanı Kolağası Niyazi Bey.
2. Manastır Birliğiyle harekâta katılan Erkânıharp Mirliva Yarbay Se-lâhattin Bey. 3. Manastır Grubu ile katılıp sonradan reislik eden Erkânıharp Binbaşı Hasan Tosun Bey. 4. Manastır Grubunu tanzim ve idare eden Yanyalı Kolağası Necdet-tin Bey. 5.
Manastır Grubu zabitlerinden Kolağası Şerif Bey.
6.
Manastır Grubu zabitlerinden Kolağası Hayrettin
7.
Dr. Fehim Bey.
8.
Mülâzım Mehmet Ali Bey.
Bey.
9. Manastır Grubu gelenlerinden Abidin Bey. 10.
zabitlerinden
ve
ileri
Manastır Grubu zabitlerinden Mülâzım Nazmi
Bey. 342 mize nihayet vereceğiz. Allahın yardımıyla şimdi vilâyet merkezine, Manastır'a gideceğiz. Burada da Cemiyetimizin bir mühim emrini yerine getireceğiz. Cemiyetin bütün varlığıyla yardımcımız olduğunu, Allahın da bizim yardımcımız bulunduğunu unutmayınız. Eğer bize verilen vazifeyi bir iki saat
içinde yerine getirebilirsek, vatanımız her çeşit kötülüklerden kurtulacaktır. Müşir Osman Paşa'yı bulunduğu yerden kılma ziyan getirmeyerek alacak, Cemiyete, millete, vatana yapması mümkün olan fedakârlıklara meydan vermemek olan bu vazifeyi hakkıyla yerine getireceğimizi ümit ediyorum. Onun için arkadaşlar! intizam ve nizamı muhafazaya, alman emirleri değiştirmeden yapmaya son derece gayret göstermek lâzım gelir. Kimse telâş etmesin. Bu çok basit ve kolay bir şeydir. Manastırdaki erler bizimle beraberdir. Haydi aslanlarım! Kahramanlarım ileri! (*) 11.
Resne Grubu zabitlerinden Koniçeli Osman Bey.
12.
Resne Grubu zabitlerinden Manastırlı Yusuf Bey.
13.
Resne Grubu zabitlerinden Şevki Bey.
14. Manastır Abdullah Bey.
Grubu
zabitlerinden
Manastırlı
15.
Manastır Grubu zabitlerinden Manastırlı Salim
16.
Manastır Grubu zabitlerinden Manastırlı Nezir
17.
Manastır Grubu zabitlerinden Manastırlı Halim
Bey. Bey. Bey. L8- Arnavut Çerçis Bey. 19- Arnavut Adem Bey. 20* Kardeşi M. Osman Fehmi Bey 343
GEYĐK'ĐN KILAVUZLUĞU Nutkumu verdiğim zaman beni dinleyenlerden sevinç içinde yerinde duramayan kimse kalmamıştı. Sabaha karşı Katrani'ye çıktık. Bir an evvel Manastır'a ulaşmak arzusuyla yorgunluğu düşünmüyor, durmadan ilerliyorduk. Yolda çeteye iltihak etmek üzere o gün Manastırdan birkaç gün evvel firar etmiş olan altı jandarma, birkaç sivil yanlarında bir Geyik olduğu hâlde bize iltihak ettiler. Birliğimize kabulleri hakkında Cemiyet tarafından yazılı itimat vesikasını gösterdiler. Bütün nazarlar iki yaşını daha tamamlamamış olan bu Geyik'e çevrilmişti. Kimi Karaca, kimi Geyik olduğunu ortaya atıyordu. Jandarmalardan biri bu muammayı hâlletti, bunun henüz iki yaşını tamamlamamış dişi bir geyik olduğunu ve Prester sırtlarında önlerine çıkan bu insanî hayvanın okşamalara aldanarak kendilerini çekinmeden takip ettiğini anlattı. Herkes bu hayvanı okşuyor, seviyor, mukaddes olduğuna inanıyordu. Davranışındaki insana yakınlığı gönüllerimizi kendisine bağlayan bu sevimli mahlûku bize gönderen Allaha şükürler ediyor, bu gelişte bir hayrın, Đlâhî bir müjdenin işaretini görüyorduk. Her zaman önde giden ve askerin önünde sıçrayan geyik, sanki bize kılavuzluk ediyor. Bir içgüdüyle bizi gayemize doğru koşturuyordu. Akşam güneş dağların arkasına doğru yaklaşırken Kıjanı köyüne girdik. Bütün köylü karşılamaya çıkmış, gelmemiz1
344 bekliyordu. Kıjanlı Rakıp Ağa, Kırkdölençeli Raif Ağa, yüz altmış eriyle birliğine, Resne Millî Taburuna iltihak ediyordu. Böylece benim taburum da bin ere ulaşmışta. Burada bir saat kadar bir dinlenmeye geçerek yemek yeyip, su içtik. Büyük bir birlikle üzerimize memleket yolunda büyük bir vazife verilmişti. Bu vazifenin yerine getirilmesi disiplinin teminine bağlıydı. Bu bakımdan erlerimize tekrar tekrar emniyet ve beraberliğin, emirlere tabi olmanın lüzumu anlatıldı.
Meşrutiyetin ilânından sonra yapılan ilk mebus seçimleri 345
MANASTIR BASKINI VE MÜŞĐR OSMAN PAŞANIN YAKALANIŞI 22-23 Temmuz 1908 güneşin batışından bir saat sonra tabur kolu tanziminde Manastır yolu üzerinde sevinçle ilerliyorduk. Đlerliyor değil, sanki mecburî bir yürüyüşle koşuyorduk. Cemiyetin tanzim edip yürütmedeki kuvvetine itimat eden kalplerimiz sevinçle doluydu. Bu sevincin yarattığı kuvvetle hiç yorgunluk çekmeden Manastır'a doğru uçar gibiydik. Gece yarısına doğru Dölecik'e varmıştık. Burada Cemiyete taraftar olanlardan Resneli Kolağası Osman ve Mülâzım Esat kumandasında elli er bizi karşılamaya çıkmış bekliyordu. Kolağası Osman Bey bize kapalı ve mühürlü bir zarf uzattı. Bunda Müşir Osman Paşa'nın evinden alınıp götürülmesi hakkında Cemiyetin kararlaştırdığı plân vardı. Bu plân idare heyetinin emri gereğince okunup anlaşıldıktan sonra yakılarak tatbikine geçildi. Plânda kararlaştırılan tanzimler, Manastır merkezinden ayrılan vazifeli zabitlerin kılavuzluğu ile büyük bir itina ve intizam içinde temin edildi. Bundan böyle Osman Paşa'nın Yıldızla, hükümetle, askerle, adamlarıyla bir alâkası kalmamıştı. Hadise şöyle tanzim edilmişti: Bizi karşılamaya gelen Kolağası Resneli Osman Bey ile Mülâzım Esat'ın kılavuzluğu ile 346 Müşir Osman Paşa'nın Dırahor boyunda bulunan evleri karşısında Dırahor'un öbür istikametinde hükümet konağı, merkez kumandanlığı birliğimizden ayrılan kuvvetlerle kuşatılıp ele geçirildi. Aynı zamanda telgraf tellerini de kestik. Müşirin konağında nöbet tutan erlerin silâhlarını aldık. Bir aralık nöbetçilerden biri silâha davranarak mukavemet etmek istediyse de, kıskıvrak bağlanak ateş etmesine imkân verilmedi. Bu telâştan faydalanan Cemiyet taraftarları, konağın içerisine girdiler. On erden meydana gelen birliğin silâhlarını aldılar. Resucanlı Emin ile kardeşim Osman Efendi, müşirin yatak odasına sokuluyorlardı. Gürültüden uyanan paşa, gelenleri kızgınlıkla karşıladı. Kollarından, ellerinden tutarak telâş ve kızgınlığa kapılmamasını anlattılar. Paşa fena hâlde köpürmüştü. Eyüp Bey'le ben müşiri saran kalabalığı yararak ilerledik. Kendilerine asla bir fenalık düşünmediğimizi anlatmaya
çalışarak serbest bıraktık. Eyüp Bey karşısında ciddî ve terbiyeli bir asker duruşuyla selâmladıktan sonra: "Paşam! Müsterih olunuz, bize itimat ediniz, içimizde size melanet edecek bir kimse yoktur. Büyük bir gaye ve mukaddes bir vazife taşıyoruz. Sizi buradan alıp kılınıza bile dokunmadan Resne'ye götürüp orada bir zaman misafir yapacağız. Cemiyetimizin hususî hürmet ve iyi niyetini gösteren şu mektubu arzetmeyi şeref bilirim. Buyurunuz okuyunuz/' diyerek besmele ile başlayan mektubu uzattım. Mektupta şöyle yazıyordu: "Ölmüş bu milletin ekmeği ve verdiği emeklerle meydana gelen askerî kuvvetinizi ve yaradılıştan sahip bulunduğunuz kahramanlığın millete karşı değil, belki düşmana karşı göndereceği orduların idaresinde vatana saldıracak düşma347 nın imha edilmesine karşı verilmiştir. Bugünkü istibdat idaresinin yine aynı padişahın idaresinde bir meşrutî idare gayesini güden ve milletin hürriyet hakkım ele geçirmekten ibaret olan bugünkü askerî hareketin tek gayesidir. Bu vaziyet temin edildikten sonra askerî kuvvetin yenilenmesi ve Harbiye Nazırlığı makamına yükseltildiği sizin gibi iyi kalpli insanlardır. Bu bakımdan kıymetli varlığınızın kaybedilmesine millet kat'îyetle razı olmasa da, hadiseler sizin bu sırada bu vazifede bulunmamanızı lüzumlu kılmaktadır. Bu bakımdan Cemiyetimiz kısa bir zaman için kendisinin bir misafiri olmanızı talep etmeye cesaret etmiştir. Ve bundan dolayı kendinize karşı mel'un bir harekette bulunulmadığım kabul buyuracağınızı tahmin ederiz. Bulunacağınız yer şerefinizle mütenasip bir şekilde hazırlanmış olduğundan her çeşit rahatlığınız temin edilecektir. Bu bakımdan şehir kenarında beklemekte olan bin üç yüz er kuvvetlerinize sizi ilâve üzere evinize gelmiş olan sekiz yüz kişilik Cemiyet kuvvetine iltihak etmenizi rica ederiz. Millet bu gece aldığı tedbiri size şöyle bildirir: Ev kuşatıldığı gibi, yeni mıntıka kumandanlığında bulunan Naki Paşa ve merkez kumandanıyla kendilerine pek itimat edilmeyen diğer bazı vazifeliler de tevkif edilmiştir. Şe-, hir içinde bulunan kuvvetlerin kumandan ve zabitleri, erleri Allah huzurunda, teşebbüs ettiğimiz mukaddes dava yolunda canlarını vermeye yemin etmiştir. Şehirlilerden üç bin kişi de Cemiyetin bir emriyle harekete hazır bulunmaktadır. Millet
aleyhinde binde bir imkân içinde vermeyi başarabileceğiniz bir emri şu saatte yapacak hiçbir insan kalmamıştır. Konağınızdaki telgraf telleri de kesilerek dışarıyla irtibatınız imkânsızdır. Cemiyet sizin bir kılma bile gelecek yanlış hareketinizden üzülür ve sizi mesul görür. Yıldız'dan size veril348 miş olan geniş selâhiyetlere -yüksek vicdanınızdan beklenmemekle beraber- burada haretek etmeyeceğinizi ve Erzurum'daki hadiselere benzer bir vaziyete düşmeye kat'îyetle razı olamayız. Bu bakımdan Cemiyet vermiş olduğu kafi kararı yerine getirmek mecburiyetindedir. Umarız ki evinizde bulunan birkaç silâhı millete, millet fedaîlerine, otuz senedir bin bir müşkülât içinde çırpınan bu zavallı halka, hürriyeti uğrunda ölümü göze alarak bundan böyle silâha sarılma kararını almış olan zulüm görmüşlere karşı kullanmaya temiz vicdanınız razı olmaz. Canlarını feda etmeyi göze almış olan yol gösterenlerinizle beraber yeni kalacağınız yere gitmenizi kabul buyurmanızı arzederiz. 22 Temmuz 1908 Çarşamba Osmanlı Đttihat ve Terakki Cemiyeti Manastır Merkezi Mektubu büyük bir sessizlik ve serinkanlılıkla okumaya başlayan Osman Paşa'yı buracıkta bırakalım da geçmiş hadiselere bir nazar atalım. Hükümetin benim Resne'den birlikle isyan etmemden bugüne kadar geçen hadiseleri, tuttuğu istikameti, Cemiyetin yaptığı umumî hareketleri gözden geçirelim. Manastır Valisinden, Üçüncü Ordu Kumandanından, Umumî Müfettişten, Şemsi Paşa'dan beklediklerini bulamayan Babıâli ve Yıldız, son güne kadar Cemiyeti takip etmekten' onu imha etmek için lüzumlu her tedbiri almaktan kaçınmamıştı. ĐŞte Yıldız ve Manastır olağanüstü kumandanı Müşir Osman Paşa, Müfettiş Paşa, Üçüncü Ordu Kumandanı Müşir Đbrahim Paşa arasında yapılan yıldırım telgraflardan bazı mühimlerini ve Üçüncü Ordu Kumandanı Đbrahim Paşa'nın 349
Manastır ve Resne mıntıka kumandanlarına şifreli telgraflarla yağdırdığı emirlerin bazı parçalarını aynı şekilde aşağıda arzetmeyi faydalı buldum: Manastır Mıntıka Kumandanlığına 3 Temmuz 1908'de Resne'de Niyazi Bey ve arkadaşları tarafından yapılan isyan ve tabur kasasıyla silâhların çalınması hadisesi elem vericidir. Padişahımız uğrunda hizmet ederek devletin namus ve şerefini muhafaza her askerin umumî vazifesidir. Hadisenin ehemmiyeti bir an için olsun nazardan uzak tutulmayarak yapanların hemen imha edilmesi gayretinizden beklenir. Yarın iki trenle Demirhisar ve Virtekob istasyonlarından iki tabur, Manastır'a gönderilecektir. Şu kadar ki başkumandanımız padişahımıza ordunun bütün kumandan, zabit ve erleri bu gibi hadise karşısında birbiriyle rekabet edercesine hizmet edeceklerinden şüphe etmiyorum. Gönderilecek taburların gelmesini beklemeden mıntıka içinde bulunan birliklerden faydalanarak acele hareket edilmesini böyle birkaç şahsın bütün silâh arkadaşlarımızı rencide edici hareketlerle lekelendirilmemesini ve bu isyancıların mümkün olduğu kadar çabuk cezalarının verilmesine gayret gösterilmesini teklif eder ve orada bulunan Hacı Nazmi Paşa'nın bu imha etme kuvvetinin kumandanlığına tayininin lüzumlu gördüğümün tebliğ edilmesini ve harekete geçilmesini beklerim, efendim. 3 Temmuz 1908 Üçüncü Ordu Müşaviri Đbrahim Đstanbul'dan Harbiye Nezaretinden 4 Temmuz 1908'de 350 Manastır mıntıka kumandanlığına yazılan şifrede şöyle diyordu: Bazı şahıslarla beraber birçok silâh ve cephaneyi alıp sıvışan Kolağası Niyazi, hangi taburun kolağası olup nerelidir? Hususiyeti nedir? Kimlerle görüşmekteydi? Ayrıca silâh, cephane ve diğer çalınmış eşyanın miktarı nedir? Askerden ve sivillerden bunlara iltihak edenler kaç kişi, kimler ve nerelidirler? Yakalanmaları için teşebbüs edilen tedbirden ne
netice alınmıştır? Bunlarının ve hemen makine başında tebliğiyle beraber diğer lâzım gelen hususların yapılarak ele geçirilmeleri ve neticenin tebliğ edilmesini rica ederim. Lüzumu Üçüncü Ordu Müşirliğine yazılmıştır. Serasker Harbiye Nazırı Rıza Manastır Mıntıka Kumandanlığına Firarî Niyazi mel'ununun Prespe'ye yazdığı ve karşılık olarak aldığı bazı şifreler ele geçirilmiş olduğundan bunların burada tahlile çalışılmak üzere tarafınızdan hususî yerler için kullanılan şifre anahtarı suretinin yarınki posta ile acele mühürlü bir zarfla gönderilmesi lüzumu tebliğ edilir. 4 Temmuz 1908 Müşir Đbrahim Manastır Mıntıka Kumandanlığına Şimdi Müşir Nazif Paşa'dan alman şifreli telgrafta Lahça karakol kumandanı onbaşının Resne'ye giderek verdiği ifa351 dede kolağasının dün saat onbire kadar yanındaki iki yüz kadar adamıyla Lahça'da kalıp sonra ovaya gittiği, yüksek makamlara ve Resne Kumandanlığına kolağası adıyla ve mührüyle büyük bir zarf içinde Nahiye Müdürlüğüne verilmek üzere bir hayli yazıyı Resne'ye gönderdiği ve yanında Sadık, Yusuf adlarında iki zabit ve sekiz er bulunduğunun anlaşıldığı tebliğ edilmiştir. Mülâzım Sadık'ın Resne'ye gitmiş olduğuna göre Niyazi haininin indiği bildirilen ovanın Manastır ovası mı yoksa Resne ile Prespe arasındaki ova mı olduğunun mülâzımdan malûmat alınarak bu gece telgraf ile size tebliğ edilen lüzumlu kuvvetin gönderilip gönderilmediğinin bildirilmesi ve lüzumlu tertibatın alınması akşam bildirilen iki taburun bugün hareketleri için lüzumlu muamele yapılmış olduğundan hazırlayabileceği kuvvetle Florina mıntıkasında mukabil harekete geçmesi vaziyeti Yunan hudut kumandanlığına da yazılmış olduğundan lâzım gelen şekilde çalışarak bu şahsın daha çok kuvvetlenip başka hareketlere geçmeden men edilmesi mevzuunda gayret
gösterilmesi ve takip verilmesini beklerim.
edilmesinden
saat
saat
malûmat
4 Temmuz 1908 Üçüncü Ordu Müşiri Đbrahim Manastır Mıntıka Kumandanlığına Mahrem ve Hususî Resne'den Ahmet Niyazi haininin Prespe'de Osman Efendi adında birine yazılan şifrelerle buna mukabil verilen cevapların birer sureti ilaveli arzedilmiştir. Bunların şifre tahlinin maharetli olanlarca çalışılarak tahlil edilmesi imkân içinde bulunmuş olduğundan bunların makam tarafından tetki352 kiyle tahliline Çalışılması ve tahlil edilmişlerin acele buraya sevkedilmesini rica ederim. 4 Temmuz 1908 Padişah Yaverlerinden Üçüncü Ordu Müşirinden Đbrahim Manastır Mıntıka Kumandanlığına Birliğini bırakarak firar eden Kolağası Niyazi ile Mülâzım Osman ve yanındakilerden bir kısmının dün saat beş sıralarında Resne'ye iki saat uzaklıkta Pomoçan köyü civarındaki ormanlıkta bulundukları Prespe'den tebliğ edilmiştir. Bu köyün bir tarafı göl olduğundan birkaç istikametten kuşatılmak suretiyle birlikler göndererek her taraftan sarılıp, bu mel'un insanların kendine uyan hainlerle beraber imha edilmelerine çalışılması ve göl tarafından kaçmalarına veya Perister dağlarına sığınmalarına kat'îyetle mani olunması Resne'de Nazmi Paşa'ya yazılmışsa da görüşülerek başka istikametlere firarlarına meydan verilmemesi ehemmiyetle tebliğ edilir 5 Temmuz 1908 Üçüncü Ordu Müşiri Đbrahim Ethem
Manastır Mıntıka Kumandanlığına Birliğini bırakıp firar eden Niyazi mel'unu ile adamları arasından Resne'ye avdet eden iki erin verdikleri malûmata göre Ohri istikametine gittikleri anlaşıldığı Resne Kumandanlığına tebliğ edilmektedir. Kendilerinin yakalanmaları Ohri'den ve diğer yakın yerlerden birlikler çıkararak 353 itimat edilir zabitler kumandasında sevk edilmesini beklerim. 5 Temmuz 1908 Üçüncü Ordu Müşiri Đbrahim Ethem Manastır Mıntıka Kumandanlığına Resne ve Prespe'de isyana teşebbüs eden birliklere iltihak etmişken sonradan avdet eden ve şimdi Resne'de bulunan Mülâzım Sadık ile erlerin itimat edilir bir zabite verilerek maaş ilmühaberleriyle acele ve etrafa duyurmadan Selânik'e sevkedilmelerini ve hareketlerinin tebliğini beklerim. 6 Temmuz 1908 Müşir Đbrahim Ethem Manastır Mıntıka Kumandanlığına Mıntıkada beliren isyana, Niyazi ve adamları gibi bunların başı olan insanların imha edilerek saçtıkları melanet tohumun temizlenmesi bakımından padişahımız tarafından lâzım gelenin yapılması için Metroviçe Kumandanı Şemsi Paşa vazifelendirilmiştir. Kendisi üç taburla ve hususî trenle evvelâ Selânik'e gelmiş ve Manastır'a doğru yola çıkmıştır. Oraya varışlarında lâzım gelen askerî merasimin yapılarak kolaylık gösterilmesi ve yardımın esirgenmeyerek zaman kaybetilmemesi mevzuunda lâzım gelen çalışmaların yapılarak isyan eden asilerin yok edilmesi orduca padişahımız ta354
rafından emir buyrulmuştur. Padişahına sadık ordumuzun lâzım gelen hareketlerini göstermelerini yüksek makamınızdan beklerim. 6 Temmuz 1908 Müşir Đbrahim Manastır Mıntıka Kumandanlığma 7 Temmuz 1908 tarihli yazı cevabıdır. Şemsi Paşa'nın böyle bir hücuma maruz kalması ne kadar elem verici ise yapanların yakalanmaması ve kim olduğunun öğrenilmemesi de o kadar üzücüdür. Kendisi Resne'ye gitmek üzere mi arabaya biniyordu? Saldıran sivil mi, yoksa asker miydi? Yakalanabildi mi? Takip etmekte misiniz? Ne yapıldı? Öldürenin yakalanmasının ehemmiyetini anlatmayı lüzumlu buluyorum. Bu istikamette ne yapılmak lazımsa yapılarak bu hainin tutulması ve bu yüzden başka hadiselerin çıkmasına imkân bırakmayarak askerlik şerefinin muhafazasına ve mıntıkada istikrarın teminine dikkat edilmesini isterim. Ohri ve Resne mıntıkalarına lâzım gelen birlik gönderilerek Niyazi ve adamlarının yakalanıp, kötülüklerinin etrafa sirayetine imkân bırakılmamalıdır. Sık sık malûmat verilmesi, Metroviçlilerden geriye kalan iki bölük bugünkü posta treniyle buradan hareket etmiş olduğundan varışlarında lâzım gelen muamele yapılarak mıntıka istikrarının teminine ehemmiyet verilmesini, bilinen sadakatinizden beklerim. 7 Temmuz 1908 Üçüncü Ordu Müşiri Đbrahim 355 Resne'de Nazmi Paşa'ya (Şifre) Devlet ve padişahımıza karşı isyan eden birkaç mel'unun mıntıkada yarattığı itimadı sarsıcı vaziyet bizim devlete karşı yapmamız lâzım gelen vazifeyi yapmadığımız hissini uyandıracağından bir an evvel lüzumunun yapılarak bu mel'un insanların yakalanmasına çalışılmalıdır. Niyazi ve a-damlarının bir an evvel yakalanması alî seraskerlik (başkumandanlık)
katından da istenmektedir. Mıntıkada istikrarın temin edilerek bu gibi hadiselere meydan verilmemesi tavsiye ve ihtar olunur. Selanik 9 Temmuz 1908 Müşir Đbrahim Selanik'te Müşir Makamına 8 Temmuz 1908 tarihli şifre: Kumandan ve zabitlerden bir kısmının bu sıralarda devlete baş eğmekten uzaklaşarak çeteye iltihak ettikleri ve dünkü Şemsi Paşa'nın öldürülmesi burada da esefle karşılanmıştır. Daha fena hadiselerin çıkması beklendiğinden şimdiye kadar tertibat olmak üzere sözü dinlenen büyüklerden müteşekkil nasihat verecek bir heyetin acele gönderilmesi lâzım gelmektedir. Bu mümkün olmadığı hâlde, Resne'de bulunan Hacı Nazmi Paşa tarafından şimdi alman telgrafta tebliğ edildiği gibi buraca hepimiz aczimizi kat'îyetle itiraf etmek mecburiyetindeyiz. Manastır Mıntıka Kumandanı Osman Hidayet 356 Manastır Mıntıka Kumandanlığına 7 Temmuz 1908 tarihli şifre: p Đsyan eden birkaç erata karşı tertibat almakta aciz kalmak padişahımıza lâzım gelen sadakati göstermememiz demektir. Askerlik şerefi nazarı itibara alınırsa üç beş mel'un insanın mıntıkada yaratacağı istikrarsızlığa mukabil yapılması lâzım gelenleri yapmaktan kaçınmak, yapmak mecburiyetinde olduğumuz sadakati yerine getirmek demek olacağından lüzumlu gayretin gösterilerek bu mel'unların yakalanarak imha edilmesi Seraskerlik makamına da emredilmiştir. Lâzım gelen gayretin gösterilerek istikrarın mıntıkada temin edilmesi ve bu insanların yakalanması tavsiye ve ihtar olunur. Müşir Đbrahim Manastır Mıntıka Kumandanlığına Alınan birkaç telgrafınızda Rıfat Bey'le beraber imza ettiğiniz üzüntüyle görüldü. Siz mıntıka kumandanı olduğunuzdan başka birini vazifenize ortak etmeniz münasip olamaz. Rıfat Bey padişah
emriyle Resne'ye vazifelendirildiğin-den kendisinin oraya acele sevkedilmesini tavsiye ederim. 8 Temmuz 1908 Müşir Đbrahim Manastır Mıntıka Kumandanlığına Çerçis mel'ununun Ergiri mıntıkasında kötülüğünü devam ettirmekte olup gittikçe kuvvetlendiği malûm olmuştur. Bunun yakalanması için gönderilecek olan Üçüncü Avcı Taburunun gelmesi beklendiği Yanya vali ve kumandanlığı ta357 rafından gönderilen telgrafla tebliğ edilmektedir. Çerçis'in yakalanması için Avcı Taburu ayrılmışsa da Resne'de vazifesini tamamladıktan sonra yola çıkabilecektir. Son hadiseler dolayısıyla tabur Resne'de kalmıştır. Siroz ve Metroviçe'den oraya beş taburun da Niyazi'nin yakalanması için ayrılması dolayısıyla Avcı Taburunun orada kalmasına lüzum yoktur. Avcı Taburunun yerini gelecek taburlar aldıktan sonra, Üçüncü Avcı Taburunun noksanlarının tamamlanarak eski vazifesine sevkedilmesini ve taburun kaç zevatla ne zaman hareket ettiğini acele tebliğini beklerim. 9 Temmuz 1908 Üçüncü Ordu Müşiri ibrahim Manastır Mıntıka Kumandanlığına Debre'nin Mesih Bey karakolundan firar ettiği bildiren hainin Niyazi'ye iltihakına meydan verilmeden yakalanmasına gayret gösterilmesi ehemmiyetle tebliğ edilir. 10 Temmuz 1908 Müşir Đbrahim Umumî Müfettiş Hüseyin Hilmi Paşa Hazretlerine Rumeli'nin Manastır mıntıkasında halktan ve askerden bazıları tarafından birtakım teşebbüslere kalkışıldığı bildirilen haberler üzerine yüksek askerî mürakebe heyeti azalarından Müşir Osman Feyzi Paşa, bu mıntıkaya yüksek kumandan adıyla vaziyetin tanzimiyle vazifelendirilmiştir. Selâ-nik'e
geldiklerinde Müfettiş Hüseyin Hilmi ve Üçüncü Ordu Kumandanı Müşir Đbrahim paşalarla görüşerek lâzım gelen kararlaştırıldıktan sonra devlete ait olanlar müfettiş paşa, or358 duya ait olanlar ordu kumandanı tarafından tanzim edilerek lâzım gelen tertibat alınıp tebliğ edilecektir. Bir kötü bir orduyu berbat eder sözü' öteden beri geçerli bir atasözüdür. Şemsi Paşa gibi tecrübeli, namuslu, sadık bir kumandana karşı teşebbüs edilen bu saldırının başkalarına emsal olmak üzere cezalandırılması için ne lâzım gelirse yapılmaktan geri kalınmaması, eğer suçlu bulunmazsa bu vazifede bulunan mesul şahısların, böyle hadiselere yol açacağım düşünerek, suçlunun mutlaka yakalanması lâzımdır. Rumeli'de devlet istikrarının ve devamının temin edilmesi, askerin intizam ve tertip içinde bulunmasıyla mümkündür. Halk içinde çıkacak fenalığın önü, ancak askerî kuvvetle alınacağından her şeyden evvel ordu içinde böyle kanun ve sadakate ve itaat aykırı bir vaziyet varsa onun giderilmesine çalışmak lâzımdır. Sultan Mahmut devrinde büyük fedakârlıklarla tesis edilen ordunun emniyeti temini mevzuunda gösterdiği gayret, bütün dünya tarafından bilinmektedir. Şimdi ise askerin Rumeli'de emniyeti temin edemediği ileri sürülerek Avrupalılar tarafından yeniden birçok şikayete kapı açacaktır. Avrupalılar Rumeli'de asker yerine jandarma kullanılması yolunda bir teklif getirmek arzu ettikleri işitilmekte ve buna mani olunması çaresi aranıldığı bir sırada devletin nasıl müşkül bir vaziyete düşeceğini anlatmak herhalde kolaydır. Avrupalı devletler bütün dünyada Müslümanların arasına fitne sokarak birbirine düşürmekte oldukları gibi Rumelide böyle hareketlere teşebbüs etmiş olup, bu istikametten mıntıkanın ele geçirilmesine çalışacakları ve Bulgarlarında Edirne'ye ve daha ileriye doğru yürümek için faydalanmaya kalkacakları ortadadır. Yukarıda anlatıldığı üzere, ordu içinde en ehemmiyetsiz bir şeyin belirmesi pek büyük görüleceğinden padişahımızın buyurdukları bu ileri görüşü iyi karşılayarak ona göre hareket edilmesi Allahı da memnun edeceğinden Müşir
Fevzi Paşa'nın yüksek şahsiyetiyle ona lâzım gelen yardımın yapılması padişahımızın emirleridir. 9 Temmuz 1908 Başkâtip Tahsin Saray Başkâtipliğine 10 Temmuz 1908 tarihli şifre: 9 Temmuz 1908 tarihli şifreye cevap, padişahımızın emirleriyle yapılacak işler hakkında umumî görüşme yapılarak derinliğine ve genişliğine hazırlıklar yapıldı. Şemsi Paşa'nın katilini ortaya çıkarmak için Manastır'da askerî ve mülkî istikametten tahkikat ve tetkikat yapıldığı gibi, Müşir Osman Paşa da lâzım gelenler üzerinde itinayla durmaktadır. Niyazi ve adamlarının Manastır veya Selanik mıntıkasında saklanıp Cemiyet adamlarıyla buluşmasına mani olunması, kendisine katılan zabitlerin kimler oldukları ve nerelerde saklandıkları mevzuunda lâzım gelen tetkikatlar yapılmaktadır. Ordu vazifesini sadakatla yapmaktadır. Şükrü Paşa tarafından zabit ve erlere verilen nasihatlerin büyük faydası görüldüğü gibi, devamını da faydalı olacağı kanaatindeyiz. Niyazi'nin daha fazla genişleyip zehrini saçmaması için Anadolu'dan gönderilecek kuvvetlerin evvelâ Manastır'a sevke-dilerek buradaki istikrarın teminine çalışılmasını faydalı görmekteyiz. Zabitler arasında gelişen Cemiyetin köylere de yayıldığı öğrenilmektedir. Buralarda bulunan taburların yerlerinin değiştirilmesine teşebbüs edilmişse de bununla istenen gayeye ulaşılamayacağından Anadolu'dan birliklerin gelin360 ceye kadar bu becayişin bıraktırılarak eşkıya takibi gayesiyle götürülmeleri, kaynaşmış olan zabit ve halkın ayrılması ile daha iyi bir vaziyet yaratılmış olacaktır Zabitlerin zamanında terfii ettirilip haklarının verilmemesi kırılmalarına yol açmıştır. Bu gibi zabitlerin padişahımızın bağışlamalarıyla münhal bulunan yerlere yerleştirilerek terfiî ettirilmek suretiyle gönüllerinin alınıp Cemiyetten kopmalarını temin edileceğinden ve uzun zaman beraber kalıp birbiriyle tanışmış zabitlerin ayrı ayrı yerlere ve birliklere dağıtılmak suretiyle hizmetlerinin temini daha mümkün ve faydalı olacağı kanaatinde bulunmaktayız. Anadolu'dan sevkedilecek birliklerin acele ulaştırılması Osman Paşa'nın vazifelerinin daha çabuk yapmasını temin edeceğini lâzım gelen çalışmalara başlamak üzere Osman Paşa'nın da
pazar günü hareket padişahımızmdır. Osman
edeceğini
Đbrahim
tebliğ
ederiz.
Emir
Hüseyin Hilmi
Manastır'da Mıntıka Kumandanı Osman Hidayet Paşa'ya Mıntıkada meydana gelen hadiseler ve isyanlar dolayısıyla umumi nıurakebe heyeti azası Müşir Osman Fevzi PaŞa Manastır ali kumandanlığı vazifesiyle yarınki trenle Selânik'ten Manastır'a hareket edecektir Vazifesi devamında emrinde çalışarak kendisine yardımda bulunacaksınız. Aşağıdaki ikazlara dikkatinizi çekerim. Manastır'da emniyeti temin istikametinden lâzım gelen tedbirleri almadığınız Şemsi Paşa'nın öldürülmesi ile inkâr edilmez şekilde ortaya çıkmıştır. Allah korusun Osman Paşa hakkında da böyle bir saldırıya meydan erecek harekette bulunursanız uğrayacağınız mesuliyetin derecesi pek büyük ve hakkınızda da pek kötü olur Bu bakımdan her çeşit emniyet tertibatı alınarak karşılama merasiminin yapılmasıyla gerek istasyonda, gerek yollarda ve kalacağı yerde rasat ve müdafaa kuvvetlerine emin insanların vazifelendirilmesini tavsiye ederim. Merasime çıkarılacak birliğin karşılanmaya kadar neden gönderildiğinin bildirilmeyerek mahremiyete son derece ehemmiyet verilmesini tavsiye ederim. Müşir Đbrahim Selanik Müşirlik Makamına 11 Temmuz 1908 şifre ve çok aceledir: 11 Temmuz sayılı emirlerinizi okudum. Vazifemin yapılmasında dikkatle hareket etmem tabiatım gereğidir. Şemsi Paşa kendi emirleri gereğince kendi adamları tarafından alınmış olan muhafazası sırasında öldürülmüştü. Bense kendimi muhafazayı düşünmeyerek en tehlikeli yerde, onun yarımda bulunmaktaydım. Osman Paşa'nın gelecekleri hakkında şimdiye kadar bir malûmatımız yoktu. Bu gece Manastır valisi paşa tarafından bildirilmesi üzerine ne zaman gelecekleri
bilinmediğinden hemen tertibat alınması merkez kumandanlığına tebliğ edilmiştir. Kendisinin kumandanlık vazifesiyle gelecekleri birkaç gündür burada söylenmekteydi. Osman Paşa'nın gelişini gizlemeye imkân yoktur. Her tarafta kolu ve kulağı olan Cemiyet bunu çoktan öğrenmiş ve lâzım gelen hazırlığım yapmıştır. Müşirin hayatının muhafazası için her şey yapılacaktır. Bundan böyle kimin Cemiyete iltihak etmiş, kimin iltihak etmemiş olduğu buradaki yüksek rütbeli zabitler ve halk arasında bilinmediği için böyle mühim bir vazifeyi yapamayacağımı ve mesuliyeti üzerime alamayacağımın bilinmesini benim de aynı şekilde hayatımın tehlikede olduğunu arzede362 rek bugünden itibaren bu ağır yük altından kurtulmamın temin edilmesini arzederim. Manastır Mıntıka Kumandanı Mirliva Osman Hidayet Manastır Mıntıka Kumandanlığına 9 Temmuz 1908 tarihli yazıya: Manastır mıntıkasındaki Hristiyanların vaziyeti iki sebebe dayanabilir. Bunlardan biri Niyazi'nin çetesiyle evlerine ve köylerine saldırmak korkusudur, diğeri ise Bulgaristan'ın bir hücum tertip etmek istikametinde yaydığı ve böylece halkın heyecan ve korkuya düşerek bir türlü kötülüklerin doğmasına yol açmasıdır. Bu istikametteki rivayetlerin ve heyecanın yok edilerek sükûn ve istikrarın temin edilmesi için çıban başı olanların göz altında bulundurulması Yıldız Sarayı tarafından tebliğ edilmiştir, lâzım gelenin ehemmiyet verilerek neticenin ulaştırılması. 11 Temmuz 1908 Müşir Đbrahim Manastır Mıntıka Kumandanlığına Firarî Niyazi ile adamlarının hakkında lâzım gelen muamelenin yapılarak yakalanması ve adamlarıyla beraber sev-
kedilmesine gayret gösterilmesi ve şimdiye kadar neler yapıldığının bildirilerek kendisinin hâlen nerede bulunduğunun tebliğ edilmesini gayretiniz olarak beklerim. 11 Temmuz 1908 Müşir Đbrahim 363 Manastır Mıntıka Kumandanlığına Manastır'daki fesat Cemiyetinin hapisanede bulunan hükümlüleri firar ettirmek istediği bir ecnebi kaynaktan öğrenilmiştir. Bunların doğruluk derecesi bilinmemekte ise de firar etmiş olan hükümlülerle dağa çıkmış birçok mel'un insanın Niyazi Bey ve adamlarına iltihak ettikleri çeşitli kaynaktan öğrenildiğine göre lâzım gelenin buna göre yapılması Manastır Vilâyetine bildirilmişse de askerî bakımdan da lüzumlu tertibatın alınmasını teklif ederim. 12 Temmuz 1908 Müşir Đbrahim Manastır Mıntıka Kumandanlığına Bazı mel'un insanların depolardan silâh ve cephane alarak firar ettikleri hadiseyle ortaya çıkmıştır. Ordunun ruhu olan silâh ve cephanenin çalınmaması bakımından lâzım gelen tedbirlerin alınmaması mesuliyeti iltizam ettirir. Bu bakımdan en büyük rütbeliden en aşağıya kadar bütün zabitler mesuldür. Buna göre muhafazasının emniyet allına alınmasını beklerim. 14 Temmuz 1908 Müşir Đbrahim Manastır Mıntıka Kumandanlığına 18 Temmuz 1908 tarihli yazıya, cevap: Eşkıyanın takip edilmesine her bakımdan dikkat edilerek ortadan kaldırılmaları ve mavzer tüfeklerinin ele geçirilmelerine çalışılarak başarılacak neticenin tebliğini tavsiye ede364 rim. 20 Temmuz 1908
Müşir Đbrahim Manastır Mıntıka Kumandanlığına Selanik'te Müşirin konağından telsizle: Kumandan ve zabitlerin devlete sadakatlarını göstermede büyük gayret sarfederek Cemiyetin yalan ve kandırmalarına inanmayarak doğru yoldan ayrılmamalarını, korkuyla ayrılmış olanların padişahımızın bağışlarına itimat sadakatlarını göstermelerini ehemmiyetle tavsiye ederim. Ayrılmış ve Cemiyete iltihak etmiş olanların öğrenilmesi hâlinde ağır cezalara uğratılmak üzere askerî mahkemelere verileceğinin alenî bütün birliklere neşredilmesini tavsiye ederim. 20 Temmuz 1908 Üçüncü Ordu Kumandanı Müşir Đbrahim Manastır Mıntıka Kumandanlığına Öldürülmüş olan Şemsi Paşa'nın kumandasında olarak Resne'ye hareket etmiş olan taburların kumandasını üzerine almak üzere Metroviçe tümeni merkez kumandam miralayca yükseltilmiş olan Rıfat Bey tayin edilmiştir, hemen gönderilmesi Yıldız umumî kâtipliğinden bildirilmiştir, lâzım gelenin yapılması. 7 Temmuz 1908 Üçüncü Ordu Kumandanı Müşir Đbrahim 365 Ne padişah, ne saray adamları ne de onun uşakları onlar kendi istibdat idaresinin ortadan kaldırılabileceğine bir türlü inanmamışlardı. Hürriyetini temin etmek için varını yoğunu fedaya hazır olan milletin ayaklanmasına hakikaten inanamıyorlardı. Şemsi Paşa'dan sonra Anadolu'dan sevkedecek-leri birliklerle, Osmanlı paşalarıyla, umumî müfettişleriyle, Ordu Kumandam Đbrahim Paşa ile milletin ağzına, koluna kement vurmaya devam edeceklerini sanıyorlardı. Hâlbuki Şemsi
Paşa'ya sevkedileceği vaat olunan Anadolu tümeninin Selânik'e ve oradan gönderilen taburları, Đttihat ve Terakki Cemiyetinin neden uğraşıp çalıştığım öğrenmekte geç kalmadılar. Onlar da bu istikamette hazırdı. Ellerindeki silâhlarıyla Cemiyete, millete yardımdan geri durmadılar. Yalnız hainlere karşı silâh kullanacaklarım Allah üzerine yemin ederek istibdat idaresinin kendilerine yaptıkları telkinleri karşı isyan ederek Đttihat ve Terakki Cemiyetinin gayesini güttüklerini ortaya koyarak Yıldız'ı korkuttular. Hürriyeti ve Meşrutî idareyi temin etmek üzere bayrak kaldırmış olanların takip edilmesi emrine karşı Yıldız Sarayının başlıca ümit bağladığı Anadolu rediflerinin bu cevabı bundan böyle bizimle uğraşmak imkânını Yıldız'a alenî anlatmıştı. Manastır valisi gibi dürüst ve ileri görüşlü olan devlet büyükleri, Cemiyetin gayesini kavramış ve hürriyetin temini için çalışmıştı. Cemiyetten, vilâyetten gönderilen telgraflar birbirini kovalayarak zorla hürriyet ve meşrutî idareyi istibdat idaresine kabul ettirmişti. Đttihat ve Terakki Cemiyeti ile Manastır valisi tarafından Yıldız Sarayı'na çekilen telgraflarda da şöyle deniliyordu: 366 Mukaddes Halifemizin Alî Makamına Tarafınızdan meriyeti konulan Kanun-ı Esasinin tekrar meriyete konulmasına müsaade bulunulmasını sadakatimizin zedelenmemesi istikametinden arzetmekteyiz. Pazar gününe kadar milletvekillerinin toplanmasına emir buyurul-madığı hâlde istemeyerek Manastır vilâyeti içindeki bütün sivil memur, ordu, zabit ve üst zabitleriyle er, dinî vazifelileri ile ileri gelenler halkın ve azınlıklarının Allah adına yemin ederek birlik hâlinde toplanacaklarını arzederiz. 22 Temmuz 1908 Osmanlı Đttihat ve Terakki Cemiyeti Manastır Merkezi Mukaddes Padişahımızın Alî Makamına Sadrazamlık Alî Makamına; Bu gece Kolağası Eyüp ve Niyazi beylerin kumandasında halk ve erlerden müteşekkil iki bin kadar silâhlı Manastır'a kadar gelerek benim ve diğer büyüklerin evlerini kuşattığı gibi, sekiz yüz de Müşir Osman Paşa'nın kaldığı yeri
sararak kendisinin muhafaza birliğinin silâhlarını alıp, paşayı kaldırıp götürmüşlerdir. Manastır'da bulunan askerin hepsi ve halktan da üç bin beş yüz kişi kendilerine katılmış olduğunun bilinmesini arzederim. 23 Temmuz 1908 Vali Hıfzı Bu telgrafıyla hadiselerin hakikî istikametini aydınlatan hürriyet ve meşrutî idarenin iyiliğini kavrayan Vali Hıfzı Pa367 şa, daha evvel de Şemsi Paşa'nın öldürülmesinden beri umumî müfettişi, Yıldız Sarayı'nı, Babıâli'yi hadiselerin ve vaziyetin ciddiyetinden, Đttihat ve Terakkinin mukaddes bir dava uğrundaki çalışmasından malûmat vermeye gayret etmişse de, bir türlü derdini anlatamamıştı. 18 Temmuz tarihli yukarıda yazdığımız telgrafından da anlaşılacağı gibi, paşa bu yolda büyük bir dürüstlük misali vermişti. Umumî Müfettişliğe Babıâli'ye tebliğ ettiğim ve bir suretini de posta ile size ar-zettiğim cevaba göre, buralardaki vaziyeti bütün alenîyet ve nazikliğiyle anlatamadığım ortadadır. Bu bakımdan zuhur edecek kötülükten mesuliyet maddî ve manevî istikametten benim omuzlanma yüklenmemesi için üzülerek istifa etmek mecburiyetinde olduğumu ve vaziyeti Sadarete ve size tebliğ edildiğini arzederim. 20 Temmuz 1908 Vali Hıfzı Yıldız Sarayı valisiyle ve istibdat idaresini yürüten vazifelileri ile milletinin karşısında muvafakıyete ulaşamayacağını anlayınca Patrikhane ile Yunanlıları birleştirerek bir hadise çıkarmaya çalışmış ve bu gaye ile Münir (Bu ajan, bir daha Türkiye'ye sokulmamıştır) hainini Atina'ya kadar göndererek Rumların Cemiyet hakkındaki iyi fikirlerini şüpheye düşürmeye çalışmış, her ne kadar bunu başaramamışsa da Đttihat ve Terakki Cemiyeti bu mel'un hareketi Rum cemaatine izah ettiği şu beyanname ile ortadan kaldırıvermişti:
368 Manastır'da Rum Cemaati Reisiyle Rum Komitasına Osmanlı Đmparatorluğu içinde yaşayan bütün vatandaşların arasında din ve milliyet farkı gözetmeksizin müsavat ve hürriyeti temin etmek gayesiyle Osmanlı Terakki ve Đttihat Cemiyeti adıyla evvelâ gizli ve şimdi alenî çalışan bir Cemiyetin bulunduğunu biliyorsunuz. Bu Cemiyetin gayesi, 1876'da ilân edilen ve her sene salnamelerde neşredilen Ka-nunı Esasinin meriyete konmasıyla millete hürriyetinin verilmesi arzusudur. Đstibdat idaresinin hile ve oyunları vatandaşlarımız arasına ektiği fesat tohumu neticesi olarak meydana gelmiş olan milliyet ve din davaları gibi yolsuzluklara ve bu yüzden dökülen kanlara bundan böyle bir nihayet verilerek hepimiz kardeş olarak beraberlik içinde vatanın yükselmesine çalışmak üzere ortaya atılmıştır. Đşte bu büyük gayeye karşı sizden rica ederiz ki, bundan sonra din ve milliyet davası peşinde koşarak Rum vatandaşlarımız tarafından kan dökülmesine katiyetle nihayet verilsin. Eğer Rum arkadaşlarımızın asıl gayeleri müsavat ve hürriyetin ele geçirilmesi ile iyi bir hayata ulaşmak ise hiçbir şekilde nasihata lüzum görmeksizin bu gayenin yerine getirilmesi için bizimle beraber çalışırlar. Bulgar kardeşlerimiz fikir ve hareketleriyle bizimle beraber olduklarını tebliğ ettiler. Birleşilmezse bile hiç olmazsa iyi hareketlerle tarafsız kalmaya çalışarak, kan dökülmesinin mani olunmasını Rum vatandaşlarımızdan insanlık adına bekleriz. Şurası da bütün alenî-yetiyle bilinmelidir ki, Rum kardeşlerimiz bu büyük gayeden ayrılarak, Elenizm fikir ve hayaline hizmetle, neticesi kötüye giden tehlikeli bir yola sapmış bulunmakta ve hem de Anadolu'da kendilerinin birkaç kat fazlası olan Rumların ge369 leceğini ayaklar altında çiğnetmiş oluyorlar. Bunun için yanlış yoldan dönülerek beraber bir mukaddes gayeye ulaşılmasına çalışılmasını ve hiç olmazsa diğer azınlıklara karşı kötü yollara sapmayarak tarafsız kalınmasını rica ederiz. Bu vaziyetle alâkalı Yıldız ile Patrikhane arasındaki gizli görüşmeler, Rum milletinin iyiliğinden çok kötülüğüne yol açmasını temin edecektir.
Yıldız Sarayı'nın öteden beri yapmakta olduğu bu gibi dolaplara kapılmamalarını Rum kardeşlerimize samimiyetle teklif ederiz. Rum çetecilerinin ötede beride dolaşarak din ve milliyet gayretiyle kan dökmemelerini, mümkünse dağılmalarını veya hiç olmazsa tarafsız kalarak sakin olmalarını rica ederiz. Hususiyetle olarak birtakım mühim olmayan Müslümanları maaşla yanlarına alarak bunlara cinayet işletmelerini kat'îyetle arzu etmemekteyiz. Gerçi bu Müslümanlar bizim Cemiyetimize bağlı değildir. Fakat bunlar Cemiyetimizle diğer azınlıklar arasında soğukluğu ve belki de kan davası gütmeye sebep olacaktır. Bu vaziyet karşısında biz onları Rum çetecilerinden ayrılmadıkları takdirde bulup öldüreceğiz. Bunun için siz de çetelerinize bunların ve hususiyetle Filorina kazasına bağlı Novokzi köylü dört Müslüman eşkıyanın yanlarından kovularak uzaklaştırılması hakkında kat'î emir veriniz. Böylece aramızı açmaya sebep olan dört alçağın, kötü yaradılışı eşkıyaların yüzünden aramızda kan dökülüp mukaddes gayemiz olan beraberlik ve hürriyetten uzaklaşmış olmayalım. Böylece insanlık ve medeniyeti yaralamış olmak gibi kötü bir hareketten kaçınalım. Bir de Libar-çe Çiftliğinde yapılmış olan vahşiyane cinayetin tekrarlanmamasını, yapanların şiddetle cezalandırılmasını medeniyet, insanlık ve vatandaşlık adına Rum kardeşlerimizden rica ediyoruz. Aksi hâlde meydana gelecek kötülüklerin, aka370 cak kanların bütün mesuliyetinin kendilerinin olacağı ve insanlık ve medeniyet sahasında kendilerinin mesul tutulacağını tebliğ ederiz. Bu hakikatin bütün Rum vatandaşlarımıza bildirilmesini ve Kanun-ı Esasi ile Meşrutî idarenin ele geçirilerek hürriyet ve müsavattan müteşekkil olan büyük gayemize katılmalarını bütün Rum kardeşlerimizi samimî hisler ve sevgilerle çağırırız. Bütün insanlığın yaratıcısı olan Allah, muvafakıyeti insanlık, medeniyet adına çalışanlara vereceğinde şüpheye düşmemelidir. 22 Temmuz 1908 Çarşamba Manastır Osmanlı Đttihat ve Terakki Cemiyeti Rumları Cemiyete karşı kullanmak için ne kadar kötü yollara baş vurduğu ve ne gibi vaadlerle oyalamaya kalktığı
Manastır valisinin yukarıda yazdığımız telgrafında alenî olarak görülmüştü. Manastır Valiliğine 18 Temmuz 1908 sayılı yazıya cevap: Cemiyetin hareketlerinin genişlik ve dağılışına göre bu çalışmalarının yeni bir şey olmayıp çok zamandan beri gelişip yayıldığı anlaşılmaktadır. Bu bakımdan bu gizli çalışma--------------(*) Millet ve Cemiyete karşı büyük hizmetlerini gördüğüm Hıfzı Pa-şa'ya karşı, evvelce gönderdiğim mektuplardaki hareketimden dolayı bugün üzgünüm. Kendisinin benim ortadan kaldırılmam hakkında Resne nahiye müdürüyle görüştüğü doğru çıkmadı. Bu rivayetin Res-ne nahiye müdürünün bana yardımcı olduğu hakkında Şemsi Paşa tarafından ortaya atılan iddia üzerine nahiye müdürünü korumak için tertiplenmiş olduğu açıktır. Ben sonra her ikisinden de özür diledim. 371 ları ve Cemiyetin davranışlarına mani olma bakımından zamanında öğrenip lüzumlu tedbirleri almadığından o mıntıkadaki hükümet selâhiyetlilerinin vaziyeti düşünülmeye değer. Cemiyetin birtakım siyasî cereyanlara akıl erdiremeyecekleri düşünüldüğüne göre, bunları, bu istikamete iten ve öncülük yapanların aranıp bulunması lâzım gelir. Asıl dikkate değer olan kısım bu karışıklıklardan faydalanmaya kalkışan ecnebilerin, siyasî menfaatlar bakımından memleket aleyhine pek kötü hareketlere geçmesidir. Bu bakımdan hadiselerin kötü neticelerini düşünerek akıl ve fikir sahibi insanlara lâzım gelen telkinlerde bulunarak, ordu ve halkın tahriklere kapılmamaları ve bilmemezlik bakımından neticesini düşünmeyerek, neticede üzüntülerini ve aflarını isteyecek vaziyete girmemeleri için onları tahrik edenlerin kısa zaman içinde ele geçirilmesi istikametinden tamamlanarak neticenin zaman geçirmeden gün gün tebliğ edilerek lâzım gelen izahatın yapılmasını ehemmiyetle bildiririm. 19 Temmuz 1908 Sadrazam Ferit
Hıfzı Paşa'yı Manastır valiliğinden istifaya zorlayan bu telgraf her ne kadar Ferit Paşa tarafından imzalanmışsa da Yıldız Sarayı'ndan yazdırıldığına şüphe yoktu. Rumeli'de orduyla beraber Meşrutî idarenin ve Kanun-ı Esasinin meriyete konması için yapılan hareketlere Manastır valisinden başka sivil idareden katılıp destekleyen yok gibiydi. Yıldız Sarayı istibdat idaresini bütün şiddetiyle sürdürmek için devlet adamlarım istediği şekilde kullanmaktan geri kalmıyordu. Đnkılâbın büyük bir intizam ve tertip içerisinde dünyayı hayrette bırakan çabuklukla neticelenmesi, buna tesir 372 eden sebeplerin kritiğini yarın Đnkılâp Tarihimizi yazacak olan kalemlere ve heyetlere bırakarak biz yine Cemiyet tarafından kendisine yazılan mektubu okumakla meşgul olan Müşir Osman Paşa'nın hâline gelelim: — Peki sözlerimi yanlış anladınız, geceliklerimi değiştireyim de sizinle beraber geleyim, dediler. Bu sırada koridorda dolaşan Cemiyet azalarından biri bağırarak: —
Yalnız bırakmayınız intihar etmesin, demişti.
Bu söze karşı kimse bir şey diyemedi. Paşa da sesini çıkarmayarak kabul etmişti, yanımızda elbisesini giymek mecburiyetinde kaldı ve hiçbir şey olmamış gibi bizi takip ederek ağır ağır merdivenlerden indi. Sokak kapısına çıktığımızda: — Bir kumandan olduğumu unutmayınız, bana ve yaverime at hazırlayınız! —
Paşam merak buyurmayın, her şey hazırdır.
Hakikatte biz de kendisini hürmet edilen bir misafir olarak rahatlığını temin etmek bakımından hiçbir şeyi hazırlamada kusur etmemiştik. Kendileri için hazırlanan beyaz bir at vardı. Vazifede, emir ve kumandada, harp sahalarında sert bir kumandan olan Osman Paşa'nın hususiyeti hiç de öyle fena değil çok hoştu. Şakayı pek severmiş, yataklarına kadar önümüzde gitmeyi bırakmayan geyik'e pek şaştılar. — Her şey yolunda, tertibatımız da mükemmel, bir diyecek yok, yalnız bu geyik'e bir mana veremiyorum.
— Paşam! Allah emirlerine uyan Cemiyetimizin mukaddes gayesine hizmeti hayvanlar bile şeref biliyor. îşte bu yabanî hayvan saydığımız şu geyik adeta bize kılavuzluk ediyor. Bir his ile gidiyor, hiçbir gayret ve sıkıştırmaya lüzum kalmadan kaldığınız yere kadar bize o kılavuzluk etti. —
Bunu nereden buldunuz?
373 — Sizi almak üzere yolda gelirken beş, altı jandarmaya rastladık. Bunlar Cemiyetten bize iltihak etmeleri için ellerinde bir vesika ile gelmekteydiler. Geyik'i bunlar getirdi. Jandarmalar bize iltihak etmek üzere Perister'den geçerken önlerine çıkmış olan geyiği kolaylıkla yakalamışlar. Ufak bir insan okşayışına boyun eğen bu sevimli hayvan, jandarmalara, evet Cemiyetimize en son iltihak eden bu erlere kılavuzluk ederek bize iltihak etti, bir türlü yanımızdan ayrılmıyor.
Mabeyn Đkinci Katibi Đzzet Paşa 374
HÜRRĐYETĐN TOP SESLERĐ, ŞENLĐK Böyle tatlı tatlı konuşarak yolumuza devam ediyorduk. Resne Millî Taburu harekete hazır bir vaziyetteydi. Yolda taburu kol nizamına koyarak Kışrani'ye doğru yürümeye başladık. Eyüp Bey Ohri Millî Taburuyla Cemiyetten aldığı talimat mucibince Manastırda kalmıştı. 23 Temmuz 1908 perşembe günü sabaha karşı, biz Kışrani'ye girerken Manastırda toplar atarak büyük merasimlerle hürriyet ilân edilmiş, bütün Müslüman ve Hristiyanlar hürriyetin yarattığı kardeşlik, müsavat güneşi altında bayram yapmıştı. Osman Paşa benimle beraber Ferhat Ağa'ya misafir oldu. Orada öğle yemeğini yedikten sonra yola devam ederek, güneş batmadan bir saat evvel Resne'ye girdik. Resne'de ordu mensuplarıyla sivil hükümet adamları, azınlıklar ileri gelenleri ve halk bizi karşılamaya çıkmıştı. Herkes paşaya büyük hürmet gösteriyordu. Resne ileri gelenlerin den Rıza Ağa'nın evi, Osman Paşa için hazırlandığından doğruca oraya gittik. Bu akşam benimle ilk defa ayaklanıp çeteyle dağa çıkan erler, hayatlarının en mesut gününü yaşıyorlardı. Hepsi evlerine, çocuklarına, eşlerine kavuşmuştu. Saadet ve sevinç birbirini takip ediyordu. 24 Temmuz 1908'de Resne'de büyük bir bayramın hazırlığı vardı. Herkes neşeye boğulmuş, sevinç içinde koşuyor, güdüyor, eğleniyordu. Alınlarda bir saadet parıltısı vardı. Bundan böyle herkes hür, herkes hürriyetin nimetlerinden faydalanacaktı. 375 Manastır'dan, Cemiyetten gelen bir telgraf bir yıldırım süratiyle dört tarafa yayılmıştı. Bu telgrafta 23 Temmuzda Manastır'da hürriyetin ilân edildiği, merasimin pek büyük ve güzel olduğu o akşam üzeri Saraydan gönderilen bir telle padişahın Kanun-ı Esasiyi meriyete koyduğunu anlatıyordu. 24 Temmuz 1908 cuma büyük bir millî bayram heyecanı içinde geçiyordu. O büyük günde Türk, Arnavut, Bulgar, Sırp, Rum, Ulah, hülasa Müslüman ve Hristiyan bütün Rumeli halkı, hürriyetin sevinci içindeydiler. Gözlerde bu sevinç emareleri parlak bir yarını bekliyordu. Kanun-ı Esasi, meşrutiyet, hürriyet, müsavat, kardeşlik, adalet yaftalarıyla süslenmiş meydanlarda bu büyük manaların millete neler getireceğini anlatan nutuklar
veriliyor, konuşmalar yapılıyor, görüşüp anlaşmalar temin ediliyordu. Yaşasın ordu, yaşasın Đttihat ve Terakki Cemiyeti, yaşasın millet, yaşasın vatan, yaşasın hürriyet, müsavat, adalet, kardeşlik sözleri alanlarda geniş akisler yapıyordu. Bu sevincin tesiriyle bütün Resne köylüleri şehre dolmuştu. Yalnız bir şeye ehemmiyet veren bu kalabalık Çerçis'in gelmesini sabırsızlıklar içerisinde bekliyordu. Güneşin batmasından bir saat sonra gelen Çerçis ile Adem Bey, otuz kadar adamıyla onu bekleyen kalabalığın açtığı yoldan ağır adımlarla ilerliyorlardı. Ben ve arkadaşlarım onları karşılayarak, görüşerek birbirimizi tebrik ettik. Bundan böyle Bulgar, Sırp, Rum çetelerinin katılmalarını arzu eden görüşmelerle geçen bu geceyi halkın sabaha kadar süren merasim ve alkışları içinde ayakta geçirmek mecburiyetinde kaldım. 376 25 Temmuz 1908 cumartesi Sabah erkenden Manastır Đttihat ve Terakki merkezinden bir telgraf almıştım. Bunda Resne Millî Taburundan yeteri kadar askeri, Müşir Osman Paşa'nın muhafazasına bırakarak kalanlarının terhis edilmesini istiyor, ayrıca çeteye bağlı iki yüz erle Çerçis Bey'i de alarak Manastır'a gelmem emrediliyordu. Halkın heyecanlı ve devamlı alkışları arasında Res-ne'den yola çıktık. Yolda Çerçis Bey, Adem Bey, Apostol, Mi-halaki ve diğer komita reisleriyle konuşa konuşa Manastır'a kadar Görüce yolunu yer yer mıntıka köylülerinin yollara yığılmış kalabalılan arasından geçerek, ikindiye doğru Döle-cek köyüne Hanlarönü mesire yerine ulaştık. Burada mahşeri andıran bir kalabalık toplanmıştı. Sanki bütün Manastır, elli bin nüfuslu koca bir memleket yerinden kalkmış buraya gelmişti. Osmanlı halkım teşkil eden azınlıklardan bu kalabalıkta insan vardı. Hepsi aynı sesleri çıkararak bir ahenk i-çinde yürüyordu. Hürriyetin yarattığı bir sevincin temin ettiği beraberlikle yürüyorlardı. Manastır'a kadar Resne caddesini köylülerin kalabalıkları arasından geçerek gelebilmiştik. Burada kalabalık yürümeye, nefes almaya takat bırakmıyordu. Bizi karşılamaya gelen bu insanların vefalı kucaklamaları içerisinde aralarından ilerliyorduk. Müşkülâtla adım atabilmekteydik. îttihat ve Terakki Cemiyetinin bütün azaları, memleketin ileri gelenleri, azınlıkların din adamları, azınlık ileri gelenleri bizi karşılayıp tebrik ederek kucaklamaktaydı. Bu karşılama merasimi dayanılamayacak bir hareket içinde bizden birkaç saat evvel
aynı sıcak merasimle karşılanan Manastır çetesinin bulunduğu kahvehaneler mıntıkasına varıncaya kadar devam etti. Burada kalabalık yere iğne atsan düşmeyecek kadardı. Ben bu kalabalık içinde büyük bir Müşkülâtla bana kılavuzluk ve yardım edenlere ulaşabildim. 377 Sonra da Manastır çetesinden büyük insan Erkânıharp Miralay Selâhattin, Erkânıharp Binbaşı Hasan Tosun, eski arkadaşım Yüzbaşı Yanyalı Mecdettin, Mülâzım Selânikli Mehmet Ali beylerle karşılaşarak sarılıp görüştük. Polislerle jandarmaların ufak bir işaretiyle geçişimiz için bir yol açılmış, Manastır, Resne, Çerçis çetelerine bir geçiş yolu temin edilmiştir. Hürriyetin kalplerde yarattığı kuvvetin neler yapabileceğini ilk defa görüyor, öğreniyordum. Burada da oturup istirahat etmeye imkân yoktu. Burada toplananların hepsi din, dil farkı nazarı itibara almadan askerle görüşmek, öpüşmek istiyordu. Binlerce yaftanın asıldığı yollarda küme küme toplanan halk, kendilerine bu şerefli günü temin edenleri elde, omuzlarda gezdiriyor, yaşasın zabitler, yaşasın ordu sözleriyle değerlendiriyordu. Çetelerin istirahat etmesine, yürümesine meydan bırakmıyordu. Müşkülâtla temin edilen intizamdan sonra çetelere bir geçiş yolu temin edilmişti. Önde yürüyen muzıkaları Anadolu redif taburlarını Đttihat ve Terakki Cemiyetinin ileri gelenleri takip ediyor, çeteler de sırasıyla bunların arkasında geliyordu. Hanlar önünde, lokanta caddesine kadar iki taraflı ağaçlık yoldan, Dırahor kenarından müşkülâtla yürüyorduk. Sokaklarda yer bulamayan halkın bir kısmı da Dırahor'un iki yanındaki kahvehanelerin masalarına, peykelerine, sandal-, yalarına çıkmış, biraz açıkgözlerse caddeye bakan pencerelerde, balkonlarda daha evvel yerleşmişti. Herkes bizi seyrediyor, hürriyeti, bizi değil bu mesut günü alkışlıyordu. Ellerde dalgalanan binlerce bayrak, ağaç dalları, çiçek demetleri, allı beyazlı kordelâlarla, rozetlerle, yaftalarla süslü ve donatılmış olan bu mesut mukaddes bağırış ve çağırışları sevinçlerinin ürünüydü ki en metin kalpleri, en hissiz vicdanları bile yumuşatıyordu. Bütün kalabalık kalbiyle, kafasıyla, hissiy378
le yollarda akan bir kalabalık oluvermişti. O gün kimbilir kaç eski devrin adamı bu merasimi görerek üzülmüş, istibdat idaresine yardımda bulunduğundan dolayı üzüntü hissetmişti. Yürüyen kalabalık hükümet önünde durarak burada bir kabul resmi yapıldıktan sonra dualar edilip nutuklar verildi.(*) Ben de bu büyük günün beni büyüleyen kemaliyetine kapılarak heyecan içinde arkadaşlarımla görüşüyordum. Şimdi adı '23 Temmuz' olan eski lokanta caddesine yarım saat sonra dönüşerek büyük bir merasimle kışla meydanına kadar aynı sıcaklıkla yavaş yavaş ilerliyorduk. Böylece on dakika sürecek bir yolu bir saatte alabilmiştik. Kışla meydanına geldiğimizde orada bütün askerî birlikler, üst zabitler, zabitler bizi büyük bir merasimle karşıladılar. Heyecanlı nutuklarla akşamı bulmuş, merasim bir türlü nihayet bulmamıştı. Karanlığın yaklaşması üzerine artık istirahat etmeye ve yemek yemeye ihtiyacımız olduğunu anlayan kalabalık, takım takım dağılıyordu. Bizim için hazırlanan yoldan geçerek çeteye katılan zabitlerle Royal Oteli'ne getirilmiştik. Erler de hanlar önüne götürüldüler. Bizim ve erlerimizin istirahati için çok şey hazırlanmış, büyük ziyafetler tertip edilmişti. Birkaç gün sonra, birer ikişer gün ara ile Kıraçova'dan Müslüman, Resne'den Bulgar, Magarove'den Rum çetecileri gelerek aynı şekilde karşılandılar. Ben bu çetelerin karşılanmasına Cemiyet tarafından ayrılan heyette vazifelendirildiğimden korkunç bir kalabalık içinde alkışlarla hayatımda hiç alışmadığım söz söyleme mecburiyetinde kalmıştım. Bulgar çetesinin geldiği gün söylediğim nutku arkadaşlardan biri yazdığı için buraya aldım: -----------------(*) Batı memleketlerinde belediyelerde yapılan bu merasimleri biz de onlara bakarak aynı vakur hava içinde yapmalıyız. 379 "Vatandaşlar, istibdat idaresinin elimize, dilimize vurduğu bağları koparmak için vatanımızda on, on iki seneden beri evvelâ Anadolu'da ve nihayet altı senede de Rumeli'de meydana gelen fasılalı fasılasız isyanların ve hareketlerin neden şimdiye kadar beklenen neticeyi veremeyip, sürüncemede kaldıklarını izah etmek için çok kısa birkaç söz söylemeyi lüzumlu görüyorum. Anadolu'da Ermeni vatandaşlarımızın
istibdat idaresine muhalif yaptıkları isyan diğer azınlıkları ihtiva etmeyip yalnız Ermeniler tarafından tertip edilmişti. Daha sonra Rumeli'de Bulgarların yaptıkları isyan da yine bu azınlığın menfaatlarını yürütüyordu. Bulgar isyanı üzerine Rumeli'de olan diğer Hristiyan azınlık da haricî tesirler neticesi olarak çeteler tertip ederek, din ayrılıkları ile zehirlenip, birtakım cinayetlere kalkıştılar. Bütün bu tefrikten doğan hareketlerin hepsi istibdat idaresine birçok azınlığı birbirine karşı kullanmak fırsatını vermişti. Ecnebi tazyikleri ne kadar genişlerse memleketimizdeki duraklama ve geriliği ortadan kaldıramayacağı biraz aklı erenlerce düşünülerek, a-zınlıklan birleştirecek bir kuvvetin yaratılması yollarının a-ranılmasına gidildi. Bunun için de en evvel istibdat idaresinden en çok zarar gören cahil sanılan Müslümanların arasında Đttihat ve Terakki komiteleri tesis edilerek birliğe davet edilmesi düşünülmüştü. Haklı ve tabii bir mevzuu olan işbu Đttihat ve Terakki bayrağı altında toplanma inanılmayacak kadar kısa bir zaman içinde, akılların alamayacağı bir hızlılıkla büyük bir fedakârlık ve tehlikeleri göze alarak muvafa-kıyetle neticelendi. Đşte memleketin hürriyetini temin etmek ve halk arasında müsavatı yaratmak, istibdat idaresine son vermeyi gaye edinen bu hareket, memlekette bulunan bütün azınlıklar arasında bir beraberlik tesis ederek din ve milliyet fikirlerini orta380 ya atarak fırıldak çeviren istibdat idaresini dize getirmiş ve Kanun-ı Esasiyi meriyete koyma mecburiyetinde bırakmıştı. Manastır halkı ile vatanın her köşesinden ve haricî memleketlerden binlerce telgrafla beni tebrik etmekteydiler. Đlk defa kendisinde büyük bir yardım ve destek gördüğüm Enver Bey'den de benim için kıymeti büyük olan şöyle bir tel almıştım: Selanik'ten yazılan bu telde Enver Bey şöyle diyordu: Manastır aracılığıyla Niyazi'ye Kardeşim tebrik ederim, yaşasın vatan, yaşasın millet, yaşasın hürriyet. 25 Temmuz 1908 Enver
Meşrutiyetin ilânı günlerinde Tepebaşı yazlık tiyatrosunda verilen "Vatan" piyesi temsillerinden birinde bulunanlar
NETĐCE Hürriyet ve Meşrutiyetin ilânı üzerine bütün gözler bu büyük davayı gerçekleştirenlerin kim olduklarını öğrenmek istiyordu. Evet, Manastır'dan bütün memlekette bu güneşi doğduranlar kimlerdi, bu büyük inkılâp kimlerin eseriydi? Onları bulup tebrik etmeli, öpmeliydi. Herkes bu yaptıklarıyla ortada olan, yapanları bilmeyen teşkilâtı bilip öğrenmek, tanımak istiyorlardı. Başı olmayan büyük bir teşkilâttı bu. Ona halkın arzulan hükmediyordu. Ben de bu arzudan kendimi kurtaramadım. Bana Manastır merkezi adına emir veren, hareketlerimi takip eden, istikamet veren kimlerdi? Onların emirlerini yapıyordum, ama onları tanımıyordum. Bana bu emirleri verip hadiseleri hazırlatan ve muvafakıyete ulaştıranları görmeyi, kendilerini tebrik etmeyi candan, gönülden istemekteydim. Herkes gibi ben de bu büyükleri, lüzumsuz yere çeteleri, misafirleri karşılamaya gelen vazifeliler, ziyafetlere reislik edenler, toplantılarda nutuklar verenler arasında aramış bulamamıştım. Bu merak günden güne beni daha da zorladı. Asıl baş olan kuvveti ihtiva eden bu mukaddes şahıslar ise sessiz sedasız bir yere çekilmişler, eskisi gibi çalışmaktaydılar. Onlardan hiçbirisi bu toplantılara iştirak etmiyor, bundan sonra yapacaklarıyla meşgul oluyorlardı. Ben ortada göze çarpanları birer birer göstererek: — Bey idare heyetinden midir? diye merakla soruyor, şu cevaplan alıyordum: 382 —
Hayır.
—
Ya bu şahıs?
—
O da değil.
—
Ya şu bey?
—
Hayır.
Bir gün dayanamadım, Vilâyet Đdare Heyetinden bana kılavuzluk eden (*) Süvari Yüzbaşısı Debreli Zülnun Bey'e: — Azizim! Cemiyete taraftar olanların birçoğu bugün ortaya çıktı. Đdare heyetinin muhterem azalarının saklanmasına bir mana veremiyorum. Hususî olarak bana bu kadar şan ve şeref temin eden büyüklerimi tanımak istiyorum. Evet beni kendilerine takdim ediniz. Kendilerine hürmetlerimi
arze-deyim, teşekkürlerimi bildireyim. Bu benim için yapılması, hem de acele yapılması lâzım gelen bir arzu ve şerefli bir vazifedir, dedim. —
Baş üstüne, dedi:
— Görmek istedikleriniz sizin pek yabancılarınız değildir. Süvari on dördüncü alayın kumandanı Yarbay Sadık Bey, Tercüman Fahri, Topçu Yüzbaşısı Habip, Topçu Mülâzımı Ziya beylerle askerî ortamektep resim muallimi Mülâzım Đbrahim Şakir ile epeydir taburuna gitmiş olan Erkânıharp Binbaşı Remzi ve hususî olarak iltihak eden Erkânıharp Binbaşı Vehip beyleri herhalde tanırsınız. —
Evet, dedim.
— Birer ahlâk ve insanlık abidesi olan Sadık, Remzi, Vehip ve Fahri beyleri tanırım. Kendilerine hususî bir hürmetim vardır. Fakat burada vazifeli olduklarını bilmiyordum. ------------(*) Süvari Yüzbaşısı Zülnun Bey, çok kıymetli, dürüst ve iyi bir kalbe sahip olduğu kadar da malûmatlı bir insandı, Manastır'da Cemiyete ilk kuruluşunda katılmış, en müşkül vazifeleri üzerine alarak bü-yük bir iyi niyet ve irade ile verilen vazifeleri yerine getirmişti. O, sözlerine devamla: — Sadık Bey hepsinden ayrı bir şahsiyeti olan insandır. Kılıcı kadar kuvvetli bir kalemi vardır. En mühim tebliğleri, emirleri, plânlan yapan odur. Uzun zamandır alâkalı olan umumî heyet azalan hep onun emir ve fikirleri üzerinde birleşerek çalışırlar. Sadık Bey Manastır'da büyük bir hürmet ile karşılanır. Dürüstlüğü ile herkesi kendine bağlamıştır. Ha-bip, Fahri, Ziya, Ressam Đbrahim Şakir beyler ise en heyecanlı günlerde bir aslan gibi kükreyerek Sadık Bey'in hizmetinde çalışmaktadırlar. Bu dört arkadaş hiç korkmadan alınan kararlara imzayı koydukları gibi kararın yerine getirilmesinde de gözlerini kırpmadan çalışanlardandı. Şemsi Paşa'nın gelişinde hepimizi bir heyecan kaplamıştı. Paşanın ne kadar cahil ve zulümden hoşlandığını biliyorduk. Asker elbisesi giymiş, dünyadan habersiz ve paşanın uğrunda canım vermeye hazır birçok Arnavutla çevrili bulunduğunu biliyorduk. Bir dahili harbin çıkması korkusuyla heyecanlanmış, o-nu ortadan kaldırma istikametinde bile tenakuza düşerek ne yapacağımızı şaşırmıştık. Sadık Bey'le Ziya
ve Habip beyler bu etrafına zehir saçan insanın vazife sırasında herkesin ö-nünde öldürülmesine karar verdiler. Görüşmenin fazla uza-maması için kendilerini vazifeli saydılar. Heyecanlı bir dakikada bile bir elleri Kur'an üzerinde olduğu hâlde diğer ellerini tabancalarına uzatarak yemin ettiler. Bu konuşmalar sırasında büyüklerinin herhangi bir vaziyet karşısında yakalanıp Cemiyetin sarsılmaması için Mülâzım Atıf, yalnız başına ortaya atılarak bu işi yapmaya hazır olduğunu bildirdi. Đşte azizim idare heyeti bunlardır. Pek meşguldürler. Yemeye, uykuya bile zamanları yoktur. Onlar bu umumî sevince adetâ yabancı kaldılar. Vazife her şeyden evvel gelir ve 384 mukaddestir. Bunun için görünmüyor ve kendilerini göstermiyorlar. Madem ki böyle çok arzu gösteriyorsunuz, haydi sizi Sadık Bey'in yanma götüreyim, görüşünüz. Ben: Çabuk olalım, teşekkür ederim. diyerek konuşa konuşa yürüyorduk. O, Sadık Bey'in din, felsefe, askerlik, edebiyata olan alâka ve malûmatından, zekâsından, hak ve hakikate olan bağlılık, dürüstlük ve alçakgönüllülüğünden söz ediyordu. Cemiyetin en zayıf zamanında katıldığını, kızı ve eşi ile beraber yaptığı hizmetleri anlattı. Konuşa konuşa eve varmış ve kapıyı çalmıştık. Bizi karanlık bir odada toplanan heyetin yanına götürdüler. Ben, o büyük adamın, elini sakalını öptüm. Diğer azalarla da görüştük. Her birisi birer ahlâk ve kahramanlık abidesi olan bu arkadaşlar bana karşı büyük bir nezaket gösterdiler. Son derece alçakgönüllülükle konuşarak | benim kendilerine söyleyeceklerime, söylemek imkânım vermediler. Şeref ve muvafakıyetin Cemiyetin umumî kuvvetine bağladılar. Oradan çıktık, kaza idare heyetine sordum: — Kolağası Avni Bey'i görünüz, o sizin de arkadaşınızdır, idare heyetinde vazifelidir, benim işim var, izin verirseniz o size lâzım gelen yardımı yapar, dedi. Zülnun Bey ayrılmıştı. Avni Bey'i arayıp buldum. Kendisi Mülâzım Ziya Bey'i Osman Paşa'nın evinden kaldırmak suretiyle vaziyeti hazırlayan arkadaşlardan biriydi. Böylece kaza
idare heyetini ve Manastır'da mühim vazifeler yapanları birer birer gördüm. Avni Bey bana Manastır ileri gelenlerinden Baha Bey'i, jandarma mektebi arkadaşım Yüzbaşı Halil Bey'i, Eczacı Đbrahim Bey'i tanıştırdı. Ben bize yardımlarından dolayı hepsine ayrı ayrı teşekkür ettim. Bütün bu arkadaşlar alkış-' gösterişten uzak, çalışıyor, istibdat idaresinin memleket385 te imha edilmesinden başka bir şey düşünmüyordu. Ben asıl Selânik'i, bu büyük Cemiyetin düşünen beyini o-lan umumî merkez azalarını görmek istiyordum. Onlar büyük bir nezaketle beni ve bütün çete başlarıyla zabitlerini ve erlerini davet ettiler. Bize insanlığın, nezaketin, kadirbilirliğin, misafirperverliğin en büyük misalini verdiler. Topçu Albayı Hasan Rıza, Erkânıharp Yarbay Faik, Erkânıharp Binbaşı Fethi (Okyar), Hafız Hakkı ve Avukat Refik (Manyasizade Refik Bey) ve Posta Memuru Talât beylerle tanıştırdılar. Bu tanışmaya Enver ve Fethi (Okyar) beyler aracılık ettiler. Umumî Merkezden hususî bir vazifeyle Đstanbul'a gitmiş olan Erkânıharp Yarbay Cemal, Rahmi beylerle tanışamadım. Đlk evvel Enver Bey'in eniştesini vurarak kahramanlığını gösteren Mülâzım Silâhçı Tahsin ile görüştüm. Selanik'te vazifeli, bu büyük insanları yalnız vazifede görüp tanıyabilmek mümkündü. Rumeli'nin bütün merkezlerinde Cemiyete taraftar olanlar vazifelerini yapmış insanlardı. Manastır'da, Selanik'te tanınan bu büyük şahsiyetler gibi, memleketin pek çok yerinde gönülleri vatan sevgisiyle çarpan insanlarda bulunuyordu. Kuzey Arnavutluk'u, Kiga ve Toskalıları Cemiyete bağlayan Üsküp idare heyetinin de mühim payı vardı. Yanya, Cemiyetin fedakâr azaları için en emin yer olarak Malisya'yı e-le geçirmiş, Debrelileri kendine kazanmıştı. Debre de Manastır gibi 23 Temmuzda kendiliğinden hürriyeti ilân edecek bir vaziyete gelmişti. Altı seneden beri menfaatları uğruna birbirini boğazlayan Ulahlar, Rumlar, Bulgarlar ve Sırplar şimdi Türklerin açtığı bayrak altında toplanarak ayrılıkları, kırgınlıkları sararak, kaybettiklerini unutarak insanlıkla memleketin yücelip yükseltilmesine çalışacaklar. 386