BİLGİ ANARŞİSTİ PAUL KARL FEYERABEND İnan Deniz Erguvan1
Kimdir? Gerek “yönteme karşı” duruşuyla, gerek “akla veda”sıyla tüm dikkatleri üzerine çeken Avusturyalı anarşist bilim felsefecisidir. 20. yüzyıl felsefesinde, özellikle de bilim felsefesi alanında Karl Popper ve Thomas Kuhn ile birlikte en önemli üçüncü isimdir. Karl Popper’ın öğrencisidir, ancak daha sonra düşüncelerini Popper’a karşıt bir kuramsal konumda temellendirmiştir. Viyana Çevresi’nin mantıkçı olgucu bilim anlayışının en sıkı eleştiricilerinden biri olan Paul Karl Feyerabend, bilim tarihine ve çağdaş bilimsel tartışmalara daha yakından ilgi gösterilmesi gerektiğini vurgulamış, bilimin diğer bilgilenme türleriyle ilişkilerini ve toplum-bilim konusundaki yargıların sorgulanması gerektiğini de gündeme getirmiştir (Güçlü ve diğerleri, 2002).
(I). HAYATI (a). İkinci Dünya Savaşı Öncesi Paul Karl Feyerabend 1924 yılında Viyana’da orta sınıf bir ailenin çocuğu olarak doğdu. O yıllarda Viyana, Birinci Dünya Savaşı sonrasında, kıtlık, açlık, ayaklanmalar ve yüksek enflasyonla mücadele ediyordu. Paul Feyerabend zamanının çoğunu evde geçiren, hastalıklı bir çocuktu. Altı yaşında okula başladığında diğer insanların neler yaptığına, nasıl yaşadığına, onlarla nasıl iletişim kuracağına dair pek bir bilgisi yoktu. Bu nedenle okula alışması biraz zaman aldı ve bir sürü hastalıkla boğuştu. Ama nihayet okula alıştığında artık sağlık sorunları da kalmamıştı. Okumayı öğrendiğinde kitapların büyülü dünyasını keşfetti. Dünya onun için anlaşılmaz olaylarla dolu bir yerdi; 1930’lu yıllar ve ardından gelen İkinci Dünya Savaşı boyunca da böyle hissetmeye devam etti (Feyerabend, 1997).
1
Dr., Kuveyt’te Gulf University for Science and Technology’de Yardımcı Doçent olarak çalışmaktadır. İletişim için
[email protected].
Paul Feyerabend lisede Latince ve İngilizce öğrendi, fen bilimleri derslerine katıldı. Sıra dışı bir öğrenciydi ve 16 yaşına geldiğinde herkes fizik ve matematik alanlarında onun öğretmenlerinden daha iyi olduğunu konuşuyordu. Paul Feyerabend’in fizik öğretmeni Oswald Thomas, fizik ve astronomi alanında ona esin kaynağı oldu. Babasıyla birlikte bir teleskop inşa etti ve İsviçre Güneş Enerjisi Araştırma Enstitüsü’nün gözlemcisi olarak çalışmaya başladı. Feyerabend bu dönemde nelerle ilgilendiğini şöyle açıklar: Fizik ve astronominin hem teknik hem de daha genel yönleriyle ilgileniyordum ama aralarında bir ayrım gütmüyordum. Benim için, Arthur Eddington, Ernest Mach (Mekaniği ve Isı Teorisi) ve Hugo Dingler (Geometrinin Temelleri) kendi konularıyla diğer konular arasında serbestçe hareket edebilen bilim adamlarıydı (Feyerabend, 1997). P. Feyerabend’in ilgi alanları çok genişti. Bir gün karşısına aktörlük fırsatı çıktı. Bu alanda pek tutunamasa da rollerine hazırlanırken pek çok felsefe metni okumak zorunda kaldı ve felsefeden çok etkilendi. Bütün bunların yanı sıra şarkı söylemek de P. Feyerabend için çok önemliydi. Sesiyle gurur duyuyordu, yıllarca şan dersleri aldı, korolarda şarkı söyledi. Otobiyografisinde eğitimli bir sesle şarkı söylemenin herhangi entelektüel bir uğraştan çok daha zevkli bir uğraş olduğunu belirtir (Preston, 2009). Müzik ve şarkı söylemeye olan ilgisi o kadar yoğundu ki İkinci Dünya Savaşı sırasında, operada şarkı söyleyebilmek için bir opera sanatçısından özel dersler aldı, akademinin giriş sınavına başvurdu ve kazandı. Paul Feyerabend o günlerdeki hayatını şöyle özetler: Gündüz teorik astronomi, akşamüstü provalar, ses egzersizleri, akşam opera, gece ise astronomik gözlem… Hayatımdaki tek engel süre giden savaştı” (Feyerabend, 1997). Avusturya 1938 yılında Almanya ile yeniden birleştiğinde Paul K. Feyerabend’in Yahudi arkadaşları okulda farklı muamele görmeye, Yahudi komşular da yavaş yavaş ortadan kaybolmaya başladı. Ancak, Feyerabend’in neler olup bittiğinden haberi yoktu, olanları savaş bittikten sonra, kitaplardan, gazetelerden ve televizyondan öğrendiğini aktarır kitabında. Almanya’nın Avusturya’yı işgali onun için ahlaki bir sorun değildi, sadece rahatsızlık yaratan bir durumdu. Paul K. Feyerabend, Adolf Hitler'in karizmasından etkilenmese de hitabet yeteneğini takdir ettiğini belirtir. Etrafında olup biten olaylar onu pek ilgilendirmiyor, her şeye mesafeli yaklaşıyor, bir grupla özdeşleşmeyi zor buluyordu. Buna rağmen, orduya katılarak kendini adamayı gerektiren bir meslek olan askerliği tercih etmiştir (Preston, 2009).
Liseyi bitirdikten sonra Naziler tarafından düzenlenen bir ordu hizmetinde görev almak için Almanya’ya eğitime gönderildi. Önce savaştan uzak kalmak istedi ama daha sonra kışlaları temizlemekten bıkınca cepheye gönderilmeyi istedi. Sırf üniformalarını, askerlerin sağlam duruşunu ve yürüyüşünü beğendiği için Nazi birliklerine katılmayı bile düşündü. Rusya’ya ve Polonya’da cepheye gönderildi. Burada omuriliğine aldığı bir kurşun, ömür boyu ağrı ve sızı içinde yaşamasına neden oldu. Ağrı ve sızılarını dindirmede alternatif tıptan sıkça yararlandı. Kurşun aynı zamanda onun cinsel açıdan iktidarsız olmasına da neden oldu ama bu durum evlenmesini engellemedi ve Paul K. Feyerabend dört kez evlendi. (b). İkinci Dünya Savaşı Sonrası Paul Feyerabend, 1946 yılında Viyana Üniversitesi’nde Tarih, Sosyoloji, Fizik, Astronomi ve Matematik okumaya başladı. Amerikalı filozof Arthur Pap’ın Viyena’ya ziyareti sonrasında onun görüşlerinden etkilenen Feyerabend, bilimle ilgili felsefi sorulara bir ilgi duymaya başlar ve bu sorulara bütün mesleki yaşamını adar. Pap’ın görüşlerinden etkilenerek öncelikle pozitivist bir bilim anlayışına yakın durur (Broughton, Llyod ve diğerleri, 1994). Bu dönemdeki görüşlerini “empirik” olarak tanımlayan Paul K. Feyerabend, adını Viyana Çevresi grubuna ait filozof ve bilim felsefecisi Victor Kraft’tan alan Kraft-Kreis adlı felsefe grubunun yaz kampındaki toplantılarına katıldı. Burada çalışmalarını derinden etkileyecek olan Viyana doğumlu İngiliz bilim felsefecisi Karl Popper’la tanıştı. Tanışmadan önce de K. Popper’ın eserlerini okumuş olan Feyerabend, önce kendini koyu bir Poppercı olarak tanımlasa da sonra tamamen hocasını reddetmeye varacak kadar tersi bir duruş sergilemiştir. Paul Feyerabend’in çoğu eseri, esas bakımdan açık ya da örtük olarak hocası Karl Popper’ın eleştirisini içermektedir (Liukkonen, 2008). Aynı dönemde yine bir Viyenalı düşünür olan Ludwig Wittgenstein’ın yazılarını da keşfeder ve pozitivizmi terk ederek daha köktenci görüşlere yönelir. L. Wittgenstein’in felsefe ve bilimin geleneksel varsayımlarını bir kenara bırakabilme özelliğinden etkilenir. Hatta bu etkilenmesinden ötürü, Paul Feyerabend de Ludwig Wittgenstein gibi skeptik (kuşkucu) geleneğin temsilcisi olarak kabul edilir (Broughton, Llyod ve diğerleri, 1994). Doktorasını bitirdikten sonra 1951 yılında British Council bursu kazanarak Ludwig Wittgenstein’la çalışmak üzere Londra’ya taşınır. Ancak Wittgenstein daha o taşınmadan öldüğü için 1952 yılında London School of Economics’ta Karl Popper’la çalışmaya başlar.
1955 yılında Bristol Üniversitesi’nde ilk akademik görevine başlar. Burada bilim felsefesi ve kuantum mekaniği dersleri verir. P. Feyerabend, London School of Economics’ta okurken Popper’ın bir öğrencisi olan Imre Lakatos’la karşılaşır. İkili, karşılıklı diyaloglarından oluşan bir kitap yazmaya karar verir, I. Lakatos rasyonalist bir bilim görüşünü savunurken Paul K. Feyerabend buna karşı çıkacaktır. Ne var ki Imre Lakatos'un 1974’teki ani ölümü bu ortak yayının çıkmasına imkân vermez. “Yönteme Hayır” (Against Method), P. Feyerabend’in bu gerçekleşmeyen projenin yarısı, yani tek taraflı olarak hazırladığı halidir. Kitap güncel felsefî görüşleri eleştirmiş ve çok sayıda tepki almıştır. 1958-1990 yılları arasında, emekli olana kadar Kaliforniya Berkeley Üniversitesi’nde dersler veren Paul K. Feyerabend özellikle 1960’ların sonlarında Berkeley, Londra ve Berlin arasında gelip gider. Ders vermesi için pek çok üniversiteden kendisine teklif gelen Paul K. Feyerabend, Auckland, Hamburg, Kassel, Brighton ve Yale Üniversitelerinde de dersler ve seminerler verir. Bu sürede bilime eleştirel bir biçimde yaklaşır ve daha sonra anarşist ve Dadaist olarak tanımladığı görüşler öne sürer (Liukkonen, 2008). 1989 yılında dördüncü ve son evliliğini Berkeley’de bir fizik öğrencisi olan Grazia Borrini ile yapan Paul Feyerabend, 1990’da Berkeley’den emekli olduktan sonra eşiyle İsviçre’ye taşınır ve gözlerden uzak bir yaşam sürer. Bu süre içinde kendi yaşam öyküsü Vakit Öldürmek’i tamamladıktan birkaç hafta sonra beynindeki bir tümörden ötürü 11 Şubat 1994 yılında hayata gözlerini yumar. (II). PAUL KARL FEYERABEND’İN BİLİM ANLAYISI Paul Feyerabend’e göre bilim, insan tarafından geliştirilmiş olan pek çok düşünme biçimlerinden biridir, ama en iyisi olmak zorunda değildir. P. Feyerabend günümüz bilgi anlayışının tek temel kaynağı olarak ortaya konan çağdaş bilim anlayışına sert eleştirilerde bulunmaktadır. Ona göre bilim bir yanıyla din veya ideoloji, öbür yanıyla parapsikoloji, astroloji, efsane ve hatta falcılık gibi uygulamalardan sadece biridir. Bilimin akılcı ve deneysel olma gerekçesiyle yürüttüğü üstünlük savı yersizdir, doğruluk ve bilgi hiçbir çalışma biçiminin tekelinde değildir. Bu bağlamda bilim, diğer olası perspektiflerden ne daha iyi, ne de daha kötüdür. Bilim, diğer arayışlar gibi üstünkörü ve temelde irrasyoneldir; ne dayandığı varsayım veya ilkeler, ne de ulaştığı sonuçlar bakımından ona üstünlük ya da ayrıcalık sağlayan bir özelliği yoktur (Saygılı, 2008).
Paul Feyerabend’in ifadesi ile Birinci Dünya bilimi, gerçeklikler çoklusunu ortadan kaldırmanın aracı ya da zemini olarak işlev görmüştür. Bunun nedeninin diğer gerçeklik iddialarının iflası değil, Birinci Dünya bilimini uygulayan toplumların daha büyük askeri güce sahip olmaları olduğunu iddia etmektedir (Anlı, 2010). Ona göre, “yerli” toplumların kıtlık ve iklim sorunlarıyla, doğal afetlerle baş etme usulleri ve bunlara yönelik bilgi biçimleri çürütülmek, yanlışlanmak şöyle dursun, sömürgeciler tarafından üstünkörü bir tarafa kaldırılıp atılmıştır (Feyerabend, 1999, s.8). Oysa yapılması gereken öncelikle bilimin diğer gerçeklik iddialarına karşı ve bunun da ötesinde kendinde bir meşruiyete sahip olduğunun gösterilmesidir. Paul Feyerabend’in ifadeleri ile: Birinci Dünya bilimi; Avrupa’daki bilimsel devrimden doğmuş olan ve hâlihazırda dünyanın dört bir yanında üniversitelerde ve teknoloji kurumlarında öğretilip uygulanmakta olan bilim, bize sayısız fikir ve teknolojik başarı armağan etti. Ona çoğunlukla “akılcılık” denen, bilimin sistematik ve açıkça belirlenebilir bir tarzda üretildiğini ve diğer tüm gelenekleri hükümsüz kıldığını öne süren bir ideoloji eşlik ediyor (Feyerabend, 1999, s. 7).
(a). Anarşist Bilgi Kuramı – Yönteme Hayır Yöntembilimsel kısıtlamaları reddeden Paul Karl Feyerabend (1991, s. 223) bilim tarihine bakıldığında bilim adamının fiziksel, psikolojik, sosyolojik ve tarihsel birçok kısıtlamalarla karşı karşıya bulunduğunu savunur. Bütün yöntembilimlerin sınırlı olduğunu, bir dizi kuralı başkalarıyla değiştirmeyi amaçlamadığını, geliştirdiği zıttına tümevarımının yeni bir yöntembilim olmadığını ifade eden P. Feyerabend (1991, s. 38) epistemolojik açıdan anarşisttir. Epistemolojik anarşizm, siyasal anarşizmden farklıdır. Siyasal anarşizm yerleşik düzenin yıkılması görüsüne dayanır, bu anlayışta şiddet önemli bir rol oynar. Siyasal anarşizm belirli bir yasam biçimini yok etmeye çalışırken, epistemolojik anarşist onu savunmak isteyebilir, “çünkü hiçbir kurum ve ideolojiye bitmez tükenmez bir bağlılığı ya da düşmanlığı yoktur”. Dadaist ise bütün programların karşısındadır. Yeri geldiğinde statükoyu savunabileceği gibi, ateşli bir karşıtı da olabilir. Dadaiste göre saçma veya ahlak dışı hiç bir görüş yoktur, hiçbir yöntem kaçınılmaz değildir. Mutlak olarak karşı olduğu tek konu, evrensel ölçüt anlayışıdır
(Feyerabend 1991, s. 200-201). P. Feyerabend’e göre siyasal anarşizm anlayışı bilime inanç duyarken, kendi anarşizmi Dadaizm’le özdeştir ve bilim dâhil hiçbir ölçütü onaylamaz (Hülür, 2006). Paul Karl Feyerabend epistemolojik anarşizmi, bilimsel standartlara bir alternatif olarak geliştirmiştir, çünkü Feyerabend, genel olarak bilimsel standartlara karsı çıkmaktadır. Bu karşı çıkışını da gerekçeleri ile birlikte açıklamakta ve en önemli gerekçe olarak da bilimin toplumun aydınlanmasına hizmet etmediğini göstermekte, bilimin bilim için yapıldığını iddia etmektedir (Sağsan, 2003). Paul Feyerabend’e göre, tarihsel bulgularla karşılaştırıldığında, bilim yapabilmek için katı, değişmez ve bağlayıcı ilkeler barındıran bir yöntem gerektiği düşüncesi doğrulanamaz. Bu karşılaştırma sonunda, ne kadar makul görünürse görünsün, epistemolojik açıdan ne kadar sağlam olursa olsun ihmal edilmemiş tek bir kuralın olmadığını söyleyebiliriz. Üstelik bu ihlâller tesadüfî olaylar değildir, yetersiz bilgiden veya engellenebilir birtakım dikkatsizliklerden kaynaklanmaz, tam tersine ilerleme için gerekli oldukları için ihlâl edilmişlerdir. Örneğin, Kopernik Devrimi, modern atomculuğun yükselişi, ışığın dalga kuramının aşama aşama ortaya çıkışı gibi olayların ve gelişmelerin kaynağında bazı düşünürlerin kendilerini yöntembilimsel kurallar tarafından sınırlandırmamaya karar vermeleri veya bu kuralları istemeden çiğnemeleri yatmaktadır (Feyerabend, 1999). Paul Feyerabend, epistemolojik anarşizmin günümüz epistemolojisi ve bilim felsefesi için bir ilaç olduğunu belirtir. Bilim felsefesinin hastalığı metodolojinin aşırı yetki ve güç sahibi olması, bilim adamlarına geçerli bilgiye sahip olmaları için neler yapmaları gerektiğini dikte etmesidir. P. Feyerabend eğer koşullar tersine dönmüş olsa ve anarşizm aşırı güç kazanmış olsaydı, epistemolojik düzeni savunuyor olacağını söyler (Alford, 1985). Epistemolojik anarşizmi, hem bilimin ilerlemesi hem de kültürün bir bütün olarak gelişmesi açısından zorunlu gören P. Feyerabend, bu yaklaşımıyla epistemoloji çevrelerinde büyük bir sarsıntı yaratmıştır. Ona göre epistemolojik anarşizm ilkesiyle bireysel, toplumsal ve epistemolojik alanda var olan tüm dogmalar ortadan kaldırılmalıdır. Dogmaların ortadan kaldırılmasıyla birlikte hiçbir görüş saçma, akıldışı, mantıksız sayılmayacak, böylece özgür düşünen, eleştiren, sorgulayan, seçen çağdaş bir insan modeli meydana gelecektir. Çağdaş bir insan modeli de kısa bir zaman süreci içerisinde yeni bilgilere ulaşarak epistemolojik alanda geçirdiği değişikliklerle geleceğin modern toplumunu oluşturacaktır.
(b). Yöntemsel Çoğulculuk Paul Feyerabend özellikle “Yönteme Hayır” eserinde bilimin tek bir yönteminin olmadığını savunur. Bu görüşün sadece kendisine ait olmadığını, Albert Einstein tarafından da dile getirildiğini söyler. A. Einstein, bilim adamları çok karmaşık durumlarla karşılaştıkları için sonuç elde edebilmek amacıyla tek bir kurala bağlı kalmamaları gerektiğini belirtmiştir. P. Feyerabend’e göre bunun anlamı, tek bir yöntemin olmadığı ve yapılan her şeyin uygun olabileceği şeklindedir (Demir, 2000). Paul Karl Feyerabend’in objektif bilginin elde edilme sürecinde bilimi biricik bilme edimi olarak kabul etmemesi, tek bir kuram ya da yöntemin yeterli olmadığını ortaya koymaya çalışması, onun kuramsal çoğulculuk görüşünden kaynaklanır. Kuramsal çoğulculuk iki ilkeye bağlıdır: çoğalma ilkesi ve inat ilkesi. P. Feyerabend’in metodolojisinde önemli bir yer tutan ilkelerden ilki olan çoğalma ilkesi, çok iyi kanıtlanmış ve çok yaygın olsa bile, genel kabul gören bir bakış açısıyla bağdaşmayan kuramlar bulmak ve geliştirmek anlamında kullanılmaktadır. Çoğalma ilkesine göre kuramlar ve olgular üzerinde belli bir noktaya kadar anlaşmaya varılabilir. İnsan bilgisi dağınık biçimdeki olgu ve olayları belirli kurallar çerçevesinde bir düzene sokar. Bu nedenle farklı bilgi türleri, olayların farklı düzenlenmesi demektir (Demir, 2000). Tüm insanların ortak olarak aynı şeyleri aynı şekilde algılayabilecekleri bir düzen söz konusu değildir. İçinde yaşadığımız evrendeki çeşitlilik o kadar fazladır ki bu çokluğun içerisinde şeylerin, olay ve durumların tamamının temelini oluşturan ve tek bir açıklama getiren bir kuram şimdiye kadar bulunamamıştır. Farklı kuramların ele alabileceği bağımsız ve ortak bir deneysel temel olmadığından dolayı, hangi tür bir bilginin başarılı olacağının önceden bir garantisi yoktur. Bunun için birbirlerine alternatif olan tüm kuramların birbiriyle yarışmasına imkân tanınmalıdır. Kısacası çoğalma ilkesi sadece alternatiflerin üretilmesini önermekle kalmayıp, çürütülen teorilerin ortadan kaybolmasını önleyici bir işlev de görmektedir, çünkü çürütülen teori gündemde kaldığı sürece rakip teorinin içeriğine katkıda bulunacaktır. Kuramların geçerliliklerini sürdürebilmeleri için değişerek gelişmeleri, sürekli yenilenmeleri, kendi kendilerini aşmaları gerekir (Saygılı, 2008).
Bir kuram ancak karşıt kuramların saldırılarına yanıt bulmaya çalışarak, rakip görüşlerin yarattığı ortamda zenginleşerek kendisini aşabilir, daha üst düzeyde bir gerçeklik ve geçerliliğe ulaşabilir. P. Feyerabend, bu konuda şunları söyler: “Bilinen yaşam biçimlerinin, bize istediklerimizi verebileceğinin garantisi olmadığı gibi, bilinen akıl dışı yaşam biçimlerinin de bunda başarısız olacaklarının garantisi yoktur” (Feyerabend, 1991). Öyleyse kuramların çoğaltılması, bilime yararlıdır. Tek kuramın egemenliği, eleştiri gücünü zedeler, bireylerin özgür gelişimini tehlikeye sokar. O halde yeni bir yöntembilimsel bir kurgulama yapılacaksa, birbirleriyle çelişseler bile teorilerin çokluğu ve bolluğu savunulmalıdır. Ancak o zaman daha kapsamlı bir bilgiye ulaşmak mümkün olabilir. “Ne kadar eski ve saçma olursa olsun bilgimizi geliştirmeyecek düşünce yoktur” (Feyerabend, 1999). Paul Feyerabend’in metodolojisinde önemli bir yer tutan ilkelerden ikincisi olan inat ilkesi, teoriler arasından en verimli sonuçlar vaat edeni seçmek ve karsılaştığı güçlükler çok önemli olsa da bu teoriye sıkı sıkıya sarılmak anlamını ifade etmektedir. İnat ilkesine göre aynı anda birbiriyle çelişen çok sayıda teori bulunmalı ve bu teorilerin savunucuları, bunların doğruluğuna kuvvetle inanmalı ve içerdiği tüm anomalileri ısrarla çözmeye uğraşmalıdır. P. Feyerabend için “bugünün bilgisi yarının masalına dönüşebilirken, en gülünesi efsane bile sonunda bilimin en sağlam parçası olabilir” (Feyerabend, 2007). Paul Feyerabend çoğulculuğu “gerçeğe giden yol” olarak tanımlar ve çoğulculuktaki açıklık ve hoşgörü ilkelerine sık sık vurgu yapar. Örneğin alternatif tıbbın da modern tıp kadar temsil edilme ve kendini gösterme hakkına sahip olması gerektiğini savunurken, sadece liberal bir görüşle “isteyen istediğini yapsın” demek istemez. Burada esas kastettiği, bilim dışı yöntemlerin bilimsel araştırmalara yol gösterebileceği, batılı tıbbın eksik kaldığı bazı noktalarda örneğin alternatif tıp yöntemlerinin kullanılmasında bir sakınca olmadığıdır (Lloyd, 1996). Feyerabend, uzman olsun olmasın, herkesi kültürümüzün zenginleştirilmesine davet etmekte, bilimsel konularda demokratik katılımın azınlık haklarının korunmasını sağlayacağını söylemektedir. Bu sayede bilimin ve insan uygarlığının gelişmesinin koşulları da yerine gelmiş olacaktır (Motterlini, 2006). (c). Her şey Gider
Paul Karl Feyerabend çoğu kişi tarafından bilim felsefesinde empirizme/deneyciliğe karşı en yakın zamanlı ve en uzun soluklu alternatifi üretmiş kişi olarak görülür. “Her şey gider”, Feyerabend felsefesinin anahtar kavramıdır. Eserlerini ve görüşlerini okumaya başladıktan sonra bu sloganın aslında P. Feyerabend tarafından ve onun hakkında yürütülen tartışmalarda birden fazla görüşü ve duruşu temsil ettiğini anlamak zor olmaz (Russell, 1983). P. Feyerabend’in, ‘Yönteme Hayır’ adlı eserinde dile getirdiği “Her şey uyar” felsefesi, onun bilimi, din ya da sanat ile aynı noktada ya da onlarla birlikte, mümkün olan bilgi olanaklarından biri olarak ele almasının bir sonucu olarak ortaya çıkar. P. Feyerabend’in bilime dönük görüşlerini hatırlayacak olursak, bilim, hâkim ideolojisi ile bireysel özgürlükleri sınırlandırmakta, rasyonel bir yolla üretilmediği halde, bilim ideolojisi öyle olduğunu iddia etmektedir. Bilimin (rasyonel) ussal/akılcı olduğu ve bilim tarihini ussallığın belirlediği görüşü, dünya geneline yayılmış bir ideolojidir. Böylece bilimsel ideoloji, bilimi, insanî olgularla ilişkisinden ve bu ilişkinin tarihsel mirasından koparır. Bilim kendi varlığını ve içeriğini borçlu olduğu insanî olgulardan bağımsızlaştırılmakta ve onlar üzerinde hâkim duruma getirilmeye çalışılmaktadır. Paul Karl Feyerabend, bilimde bireysel özgürlüğü temel alır ve bu anlamda doğruluğun hiçbir ortak ölçütünün olmadığını ve olamayacağını, bireylerin bilme tercihleri ve iddialarının sınırlandırılmaması gerektiğini savunur. Kendi ifadesiyle “her şey uyar”. Bilim, bilim adamlarının olgularla ve kabul gören kurallar ve kuramlarla uyuşmayan kuramlar ortaya koymalarıyla, kısaca bireysel özgür yorumlarla gelişme kaydetmiştir ve öyle devam etmelidir. Bilimin gerçek isleyişinin ve tarihinin anlaşılmasındaki zorluk, bugünkü bilim ideolojisinin bilimi “yöntemci” bir karakterle sınırlandırmasından kaynaklanır (Hülür, 2006). (d). Eşölçülmezlik Paul Feyerabend’in ön plana çıkan düşüncelerinden biri de eşölçülmezliktir. Feyerabend, bilimsel olanla olmayan arasında bir ayırıma gidilmemesi gerektiğini ve bu iki bilgi biçimi arasında doğruya yakınlık açısından hiçbir hiyerarşik ölçütün olmayacağını söylemektedir. Bilim, din, sanat, bilgi edinmenin, gerçekliğe ulaşmanın farklı yollarıdır, birbirlerinden daha üstün ya da öncelikli ya da ayrıcalıklı değillerdir. Tek bir yönteme indirgenemezler, birbirleriyle kıyaslanamazlar, çünkü rekabet halindeki kuramlar genellikle kıyaslanamazlar; aynı düzlemde değerlendirilebilecekleri ortak bir ölçüt bulunmaz. Eşölçülmezlik kavramı buradan doğmaktadır (Sağsan, 2003).
Eşölçülmezlik ilkesi Kuhn felsefesinin de önemli sacayaklarından biridir. Paul Feyerabend ve Thomas Kuhn birbirine çok yakın zamanlarda yayımladıkları çalışmalarında eşölçülmezlik kavramını geliştirmişlerdir. Bu kavram kısa bir süre sonra felsefe çevrelerinde tartışma konusu olmuş ve güncelliğini günümüze kadar korumuştur (Huene, 2000). T. Kuhn’un eşölçülmezlik kavramı şöyle özetlenebilir (Ünder, 2010) : 1- Yöntembilimsel (Metodolojik) esölçülmezlik: Paradigmalarda ortak bir yöntem yoktur; ortak bir yöntem olmadığı içinde farklı olan paradigmaları birbirleriyle karşılaştırmaya kalkmayız. 2- Gözlemsel eşölçülmezlik: Gözlem teoriye bağlıdır. Her teorinin gözlemi farklı olacağından gözlem teoriden ayrı yapılamaz. Yani paradigmadan, teoriden bağımsız ortak bir gözlem mümkün değildir. 3- Anlamsal (Semantik) eşölçülmezlik: Bilimsel kavramlar anlamlarını kısmen paradigmadan ve teoriden alırlar. Kavramların anlamları teoriden bağımsız değildir. Her paradigmanın dili farklıdır ve birbirleriyle ilişkilendirilemeyebilirler. Newton’daki kütle kavramı yalnızca Newton paradigmasında geçerlidir, A. Einstein’ın kütle kavramından farklıdır. Yani iki paradigmanın doğruluk ölçütleri farklıdır. T. Kuhn ve P. Feyerabend’in eşölçülmezlik kavramları arasında bazı farklar bulunmaktadır. Kuhn bu meseleyi bilim içi farklı kuramların eşölçülemezliği bağlamında değerlendirirken, Feyerabend daha ileri giderek bilimin kendisinin öteki bilgi kaynaklarıyla eşölçülmezliği meselesi olarak ele almıştır (Huene, 2000). T. Kuhn’un bir paradigmadan diğerine geçişte ortaya çıktığını ileri sürdüğü anlam değişimi P. Feyerabend’e göre bir kuramdan diğerine geçişte karsımıza çıkar. Kuhn gibi Feyerabend da kuramın değişmesiyle birlikte “gözlem” ifadeleri dâhil, dildeki ifadelerin değiştiğini savunur. Ancak Thomas Kuhn’dan farklı olarak Paul Feyerabend, paradigma olarak adlandırılabilecek epistemolojik yapıların mevcut olmadığını ileri sürer, çünkü paradigmanın nüfuzunu temsil eden [normal] bilimin standart ideolojisi gelişmeye engel oluşturur. Kuramsal çoğulculuk engellenmemeli, aksine cesaretlendirilmelidir (Hülür, 2006).
Farklı paradigmaların birbiriyle olan bağdaşmazlığından dolayı, paradigmalar arasında nesnel bir tercih söz konusu değildir. Paradigmaları nesnel bir biçimde karşılaştırmak pek mümkün olmadığı gibi eşölçülmezlik egemen olan paradigmanın nesnel anlamda doğru olduğunu söylemeye imkân tanımaz. Bundan dolayı Feyerabend perspektifinden eşölçülmezlik, kıyaslanamazlık, bağdaştırılamazlık, mukayese edilemezlik, evrensel ölçütlere vurulamazlık vb. şekilerde adlandırılan bu ilke, farklı paradigmalara sahip gruplar arasında mukayese edilebilirliğin olmadığını ortaya koymaktadır (Rorty, 2008). Sonuç olarak, Paul Karl Feyerabend, eşölçülmezlik ilkesi bilginin elde edilme süreci içerisinde farklı kuram ya da paradigmalara sahip olan araştırmacıların paradigmalarını sıkı sıkı sahiplenmeleri gerektiğini salık vermektedir. Farklı kuram ya da paradigmalar arasında mukayese yapılarak diğer kuram ya da paradigmanın geçersizliğini ortaya koyacak evrensel bir bilgi dili mevcut olmadığından, hiçbir kuram bir başka kurama yeğlenmemelidir. Çünkü her kuram her paradigma içinde yaşanılan evrenin çözümlenmesinde insana farklı bir perspektif sunmaktadır (Saygılı, 2008). (III). PAUL KARL FEYERABEND’İN EĞİTİMBİLİMLERİ ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ Paul Feyerabend’in günümüz eğitim anlayışına, özellikle de bilim eğitimine dönük ciddi eleştiriler getirmektedir. Bilimin bir ideolojiye dönüştüğünü belirtirken, eğitimin de bunu pekiştirmek için bir alet haline geldiğini savunmaktadır. P. Feyerabend’in eğitime ve eğitimbilim ilişkisine dönük şu sözlerinin altını çizmek gereklidir: Onyedinci ve onsekizinci yüzyıllarda bilim, insanları geçmişten kalma inançlardan özgürleştirmede bir araçken, bugün kendisi sınır tanımaz bir din haline gelmiştir. Bugün eğitimde bilimsel “olgular”, yüzyıl önce dinsel olguların öğretilmesiyle aynı şekilde öğretilmektedir… Bilimin günümüzdeki tek otorite oluşu özellikle modern eğitim tarafından pekiştirilmektedir. Ancak bilim yıllarca eğitimden sonra anlaşılabilecek kapalı bir kitap değildir”, bu nedenle, ilgi duyan “herkes tarafından incelenebilecek ve eleştirilebilecek entelektüel bir disiplindir ve çok sayıda bilim adamınca yürütülen sistematik bir karmaşıklaştırma kampanyası sonucunda zor gibi görülür. (Feyerabend 1981, s. 162-163). Bugünkü bilimsel eğitim insancıl tutumla uyuşmaz ve bireylerin gelişmelerine engeldir, bu anlamda özgürlüğün artırılması bütün evrensel ölçütlerin reddedilmesine bağlıdır (Feyerabend 1991, s. 23).
Yukarıdaki alıntılardan da anlaşılacağı gibi, Paul Karl Feyerabend, günümüzde geleneksel eğitim tasarımlarının yetersiz kaldığını, geleceğin insanı ve geleceğin toplumunun oluşumunda yeni düşünme biçimlerini destekleyecek, yeni eğitim paradigmalarının oluşturulması gerektiğini düşünmektedir. P. Feyerabend’in bu düşüncesinin temelinde ise çoğulcu bir bilim modeli, özgür bir toplum yapısı ve özgür bir birey tasarımıyla ilgili olarak oluşturmaya çalıştığı felsefî modelin gerçekleşmesinde eğitimin kilit taşı olduğu inancı yatmaktadır (Saygılı, 2008). Paul Feyerabend devlet ve bilimin birbirinden ayrılması gerektiğini söyler. Buradaki ayrımı aslında kilise-devlet ya da genel olarak din ve devlet ayrımına benzetebiliriz. P. Feyerabend burada bilim derken otoritelerini akılcı ve nesnel temele dayandıran bütün modern kurumları kastetmektedir, örneğin tıp ve eğitimle ilgili kurumlar “bilim” kavramı altında değerlendirilebilir. Paul Feyerabend, bilim adamları ve bütün diğer uzmanların yetkilerinden ve sahip oldukları kadrolardan, koltuklarından uzaklaştırılmalarını önermektedir. Böylece üniversitelerdeki müfredatı belirleme yetkileri olmayacak, şifacılarla ve üfürükçülerle eşit koşullar altında, kendi kaynaklarını yaratmak için rekabet edeceklerdir. P. Feyerabend’in bilim ve devlet ayrımıyla kastettiği budur ve bilimin haksız yere saygın bir yerde olmasından yararlanan kurumlardan da kurtulmamız gerektiğini düşünmektedir (Alford, 1985). P. Feyerabend, klâsik eğitim paradigmalarına karşı takındığı bu eleştirel tavrın nedenini söyle açıklar: “Zengin ve karmaşık bir kültüre sahip insanların kuru soyutlamalarla başlarını döndüren ve bu soyutlamalara yer açmak için tüm geleneklerini, düşüncelerini ve dillerini kesip biçtiren, kötürüm ettiren sebepleri bilmek istedim. Çünkü her ders yılı okullarda, üniversitelerde, yabancı ülkelerdeki eğitim misyonerliklerinde işlenen bir cinayetti, zihinlerin ve kültürlerin katledilmesiydi. Bu gidişat tersine çevrilmeli, artık köleleştirdiklerimizden öğrenmeye başlamak zorundayız, çünkü bize söyleyecek çok şeyleri var.” (Feyerabend, 1991, s. 327-328). Yirminci yüzyılın ikinci yarısından sonra mevcut eğitim paradigmalarının standartları, uygulamaları karşısında radikal bir eğitim reformunun gerekliliğine inanan Paul Feyerabend, çeşitli görüş açılarına olanak tanıyan çoğulcu bir eğitim sistemine inanmaktadır. Feyerabend, bilim eğitimi çerçevesinde karşımıza çıkan ve hayatımızın hemen her alanına nüfuz eden bilimsel eğitim modeli karsısında çoğulcu eğitim modelinin eğitim kurumlarında
uygulanmasının gerekli olduğunu düşünmektedir. Klâsik eğitim paradigmaları karsısında köklü değişiklikler içeren Feyerabendci eğitim sistemi, yaparak ve yaşayarak öğrenen, yaşamayı öğrenmeyle bir tutan, yaşamak için öğrenmek zorunda olan, kendilerine ve ait oldukları topluma anlamlı görünen her şeyi dağarcığına katmış milyonlarca insan tarafından oluşturulan, zenginleştirilen ve gelecek nesillere aktarılan çoğulcu bir eğitim anlayışını öngörmektedir. Çoğulcu eğitim modeli içerisinde, bilim eğitiminin katı şematik tarzı dışında, genç nesillerin özgür yaratımlarına olanak sağlayan genel eğitim sisteminin kullanılması gerektiğini belirtmektedir (Feyerabend, 1991, s.328). Paul Karl Feyerabend’in çoğulcu eğitim anlayışı, bilim de dâhil olmak üzere kendisine sunulan savları şüphe ile karşılayan, sorgulayan, akıl yoluyla yargılayan ve yaratıcı düşüncelerle problem çözebilen çağdaş nesillerin yetiştirilebileceği yeni bir eğitim modelinin uygulamaya konulmasının bir gereklilik olduğuna inanmaktadır. Toplumun kabul ettiği bilgi sistemi ya da fikirler ne kadar doğru, ne kadar yanılmaz olursa olsun, insan aklının sınırsızlığı karşısında eskimeye mahkûmdur. En büyük bilim adamlarının, siyasetçilerin, toplumsal önderlerin düşünceleri bile zaman içinde değişmeye muhtaçtır. Dolayısıyla eğitimde belli bir düşünce kalıbının değişmezliğini kabul ederek, yeni düşüncelerin oluşumuna imkân tanımamak, beraberinde dogmatizmi getireceğinden insan ve toplumun geri kalmasına yol açmaktadır (Feyerabend, 1991). (a). Paul Feyerabend ve Yapılandırmacılık 1960’lı yıllarda ortaya çıkmış bir düşünsel hareket olan Postmodernizm, 1980’li yıllarda tüm Avrupa ülkelerinde yaygınlık kazanmış, 1990’lı yıllardan itibaren de Türkiye’de tartışılmaya başlanmıştır. Önceleri sanat alanındaki tartışmalarda kendini gösteren hareket, kısa sürede sosyoloji, tarih, siyaset, antropoloji, psikoloji, psikiyatri, dilbilim vb. düşünsel etkinliklere de el atmış ve kaçınılmaz olarak eğitim bilimlerini de etkilemiştir. Postmodernizm, yapılandırmacılığın bir çeşidi olarak postmodern-yapılandırmacılık adı altında eğitim alanında belli bir yankı uyandırmıştır. Aynı anlayış, son ilköğretim programı değişikliği ile ülkemizdeki eğitim programının felsefî anlayışına da yansımıştır (Aydın, 2006). Postmodernizmle ilgili olarak özetle, Rönesans’tan itibaren beliren ve Aydınlanmayla doruk noktasına çıkan modernizme ve onun getirdiği akılcılığa, bilginin ve değerlerin evrenselliğe, hümanist ideolojilere, sekülerleşmeye, toplum mühendisliğine, nesnelci gerçeklik idealine,
evrenselci insan imgesine, ontolojik ve epistemolojik temelciliğe karşı olduğunu söyleyebiliriz (Doltaş, 1999, s.11). Postmodernizmin dayandığı bu ilkelere baktığımızda akılcılığa karşı çıkma, bilgi ve değerlerin evrenselliğine inanmama, epistemolojik temelciliğe karşı durma gibi görüşlerini aktardığımız P. Feyerabend’in postmodernizmin ve onun eğitimdeki uzantısı olan yapılandırmacılığın felsefî kökenlerini oluşturan kişilerden olduğunu öne sürebiliriz. Yapılandırmacılık pozitif bilim kuramına karşı duruşla birlikte şekillenmeye başlamıştır. Bu karşı duruş ve başkaldırı 1930’larda Avrupa’da başlamış, özellikle Thomas Kuhn’un Bilimsel Devrimlerin Yapısı yapıtıyla Anglo-Amerikan dünyada yayılmıştır. Pozitivizmin bilimin bilişin tek yöntemi olduğu anlayışı ve tümevarımsal kuram geliştirmesi, aklın doğanın bir yansıması olduğu görüşü Karl Popper, Thomas Kuhn, Paul Karl Feyerabend ve Richard Rorty gibi düşünürler tarafından ciddi olarak eleştirildi. Bu isimler pek çok konuda farklı görüşlere sahip olsalar da post-pozitivist bilim felsefesinin gelişmesine katkıda bulundular (Matthews, 1993). Yapılandırmacılık insan bilgisinin sınırlarına gönderme yapan bir kuramdır ve tüm bilginin zorunlu olarak bizim bilişsel yapılarımızın ürünü olduğunu ileri sürmektedir. Biz ne doğrudan ne de dolaylı olarak dış dünyanın nesnel bilgisini elde edebiliriz; biz sadece deneyimlerimiz aracılığıyla anlamları yapılandırırız ve deneyimlerimiz bilişsel ve kültürel çerçevelerimizle şekillenir. Bu yüzden, yapılandırmacılığın tüm türleri üç temel ilkeye dayanır. İlk ilkeye göre, bilgi pasif olarak algılanmaz, aksine öznenin bilişsel yapılarınca inşa edilir. İkinci ilkede, bilişin işlevinin ontolojik gerçekliği keşfetmek değil, dış dünyanın örgütlenmesine hizmet etmek ve ona uyumlanmayı sağlamak olduğu anlatılır. Üçüncü ilkeye göre ise, her türden bilgi, bilimsel bilgiyle eşit düzeydedir, çünkü yapılandırmacılık, nesnel ve mutlak doğruluğun yadsınmasını temel almaktadır (Aydın, 2006). Özellikle üçüncü ilkede Paul Feyerabend’in izlerini bulmak mümkündür: Bir demokraside her vatandaşın okuma, yazma, aklına gelen her konuda propaganda yapma hakkı vardır. Hastalandığında nasıl arzuluyorsa öyle, eğer üfürükçülüğe inanıyorsa, üfürükçüler tarafından, yok eğer bilime daha çok güveniyorsa bilimsel doktorlar tarafından tedavi edilme hakkı vardır (Feyerabend, 1991, s. 107-108)
Paul Feyerabend, bireyin kendine göre en yararlı gelenekleri seçmesine izin veren, çeşitli bakış açılarının toplandığı zengin bir kaynaktan beslenen, yöntemsel çoğulcu bir eğitim türü tasarlamıştır. Feyerabend, tasarladığı eğitim sistemi yalnızca bilimi değil de efsane ve dini, sanatı, hatta gizemciliği ve büyüyü öğreten yöntemsel çoğulcu bir eğitim sistemini öngörmekte, yöntemsel çoğulcu eğitim sisteminin, bireye benimseyeceği ideolojiyi özgürce seçme imkânı sağlayacağını öne sürmektedir. Öte yandan bu durum Paul Feyerabend’e göre bilimin de lehine olacaktır, çünkü bilim adamları, kendi disiplinlerine itibar gösterilmesini beklemek yerine, bilimi cazip kılmak için daha çok çalışmak ve mücadele etmek zorunda kalacaklardır. Bu nedenle, çağdaş bilim yandaşlarına ne kadar aykırı ya da saçma gelirse gelsin, astroloji ve parapsikoloji gibi yaklaşımlar da son derece öğretici olabilecektir. Sosyal bilim araştırmalarında, özellikle de eğitim bilimlerinde süre giden nitel-nicel araştırma tartışmasının kökenini de pozitivist-yapılandırmacı ikilemine dayandırmak mümkündür (Shank, 1993). Eğitim alanında yapılan nicel araştırmaların felsefî temelinde pozitivizm yatmaktadır. Yapılandırmacılık ise eğitim bilimlerinde alternatif bir epistemolojik temel sunmaktadır. Araştırmacılar yapılandırmacılığın felsefî kökenlerinden bahsederken Rorty ve Goodman’ın yanı sıra P. Feyerabend’in de adını anmakta ve “her şey gider” ilkesine değinmektedir. Bu üç yapılandırmacı düşünürün ortak yönü, kendilerini pragmatist geleneğin üyeleri olarak görmeleri ve insanın bilgi edinme ediminin tarihsel boyutuna vurgu yapmalarıdır. Pragmatizm, anlamla ilgili konuların çözümünde her zaman uygulamanın bağlamına, içinde bulunduğu tarihsel ve kültürel koşullarına bakar. Eğitimbilim araştırmalarında kullanılan yapılandırmacılığın da pragmatizmin bir türü olduğu sonucunu çıkarabiliriz (Shank, 1993). Ancak Paul Feyerabend’in özellikle “Her şey Gider” ve “Çoğulculuk” ilkeleriyle birebir örtüşen yapılandırmacılık yaklaşımında eleştirilen çok yön vardır, çünkü doğruluğu terk etmenin, göreciliği benimsemenin önemli sonuçları olacaktır. Gerçeğe uygunluk diye bir şey olmadığından, inançlar, düşünsel gelenekler ve giderek kültürler arasında doğruluk yanlışlık temelinde bir ayrım yapılamayacak, birbiri ile karşılaştırılamayacaktır. Yine Feyerabend’in alıntısından yola çıkacak olursak, astroloji ile astronomi, simya ile kimya, yaradılış kuramı ile evrim kuramı, bilim ile din, efsane ve ideoloji, batı tıbbı ile üfürükçülük doğruluk ve yanlışlık açısından eşdeğer olarak değerlendirilecektir. Aralarında bir seçim yapmak gerekecek olursa, ancak yararları ya da pratik sonuçları temelinde yapılabilecektir. Bu durumda bilim dışındaki diğer düşünce ve inanç geleneklerinin de birçok bakımdan yararlı ve kullanışlı olduğu ileri
sürülebilir. Bu görüşlerin bilim eğitimi açısından da önemli sonuçları vardır. Eğer bilimin doğrulukla, akılcılık ve gerçeklikle ilişkisi yoksa bilim eğitimi de bir tür propaganda, aşılama haline gelir. Bilim, doğru olduğu için değil, pratikte yararlı olduğu öğretilir (Ünder, 2009). Bir diğer eleştiri de P. Feyerabend’in bilime dönük eleştirilerine ve “her şey gider” yaklaşımına dönüktür. Postmodern düşüncenin ‘her şey gider’ anlayışına bağlı sınırlanmamış çoğulculuğunun serbest ruhunun, sınırlanmamış bir yıkımın potansiyel gücü ve temeli haline gelebileceği öne sürülmektedir. Postmodernizm kendisini ‘dogmatik bilim’den özgürleşme projesi olarak göstermiştir. Bu olanaklılık, uygulaması ile özdeşleştirilen ve ‘parçalanmış’ bir etkinliği yapıya kavuşturan ‘bilim’ sözcüğünün, Platon’dan bu yana gelen tarihsel anlam yükünden boşaltılması ve ‘bilimsel’ nitelemesi ile beraber kullanımının değiştirilmesi ile öne sürülebilecek bir olanaklılıktır. Söylemler çoğulluğunu öneren bu düşüncenin, karşı karşıya gelen söylemlerin ve bu söylemlerin biçimlendirdiği toplulukların Paul Feyerabend’in ‘açık alışveriş’ine gireceklerinin teminatı verilemez. Postmodernizmin önerdiği özgürlüğün, tam karşıtı olan köktenci-dogmatik düşüncenin geri dönüşü için kapıları açabileceği kaygısı vardır. Bu nedenle bilimciliğin katı sınırlarını eleştirirken dahi, olgulardan tümüyle kopmamak ve köktenci-dogmatik düşünce karşısında direnebilecek tüm kavramsal aygıtları kaybetmemek adına biraz ‘pozitivist’ olmakta yarar vardır (Anlı, 2010). Paul Karl Feyerabend’in “her şey gider” görüşünün postmodernizmin sloganına dönüştüğüne ve eklektisizme giden yolu açtığını düşünen yazarlar vardır. Onlara göre, P. Feyerabend’in modernizmin bütün uygulamalarına ve ideallerine sırt çevirmiş bilimsel akılcılığa karşı savunduğu ‘her şey olur’ sloganıyla, postmodernistler, tam bir serbestliğe, kaçınılmaz olarak da eklektizme varmışlardır (Soykan, 1993, s. s. 122; Sözer, 2006, aktaran Aydın, 2006). Eklektik bir dizgenin bilim kültürü ve eğitim bilimleri açısından değeri yoktur çünkü postmodern bir eğitim programı, postmodernizmin eklektik yapısı gereği, her şeyi içeren ama hiçbir anlam içermeyen, her şeyin bulunduğu atık yığınlarına benzeyebilir. Bu atık yığınlarından, atıklara gereksinimi olanlar, kimi parçalar bulup ondan yararlanabilir; ancak ikinci el ve atılar işlevsel değildirler (Örs, 1997, s.13). Bu eleştirilerin ardından bu noktada Ahmet İnam’ın Feyerabend’in başyapıtı sayılabilecek “Yönteme Hayır” kitabının önsözünde yazıklarına dönüp bir kez daha bakmak gerekiyor. Şöyle diyor A. İnam (Feyerabend, 1991):
Feyerabend’in bilime yönelttiği eleştiriyi anlamak gerek. …Üstünkörü, irdelenmemiş, önyargılarla yanlış anlaşılabilir bu kitap: Bilim düşmanlığı savunulmuyor burada: Bilimin sınırlan, yeri yurdu, ortaya konuyor, tartışılıyor. Bilimde yaratıcı olabilmiş, bilime katkıda bulunmuş Batılı insan için anarşizmin bir anlamı var: Zincirlerinden kurtulmaya çalışıyor. Kör bilimciliğin tehlikelerini görüyor… Bilimi tanıyor, bilim tarihi üstünde ayrıntılı, kapsamlı çalışmalar yapmış, son gelişmeleri üstüne yabana atılmayacak görüşler ileri sürmüş: Bilimin bir yığın can alıcı, teknik ayrıntılarına girmeden, onlar üstünde kafa patlatmadan, tez elden, tepkisel olarak, kim bilir hangi kaygılarla, bilim düşmanlığı yapmak, Türk kültüründe tehlikelidir derim. (Bilim şakşakçılığı da onun kadar tehlikelidir!)
Ahmet İnam’a göre Feyerabend 'den öğreneceğimiz çok konu vardır. Bunlardan belki de en önemlisi Feyerabend’in düşüncelerinin kaynaklarına, yani çağdaş bilime, bilim tarihine, bilim felsefesine, gitmeden, bilimin diğer yaklaşımlara göre bir ayrıcalığı, üstünlüğü yokmuş dememektir, çünkü bu durum kültürümüzde, bir kokuşmayı ve durgunluğu başlatabilir. İnam, Feyerabend’in yanlış anlaşılma olasılığına karşı Türk okuyucu uyararak, Feyerabend’in bilime dayanan sağlam köklerini hatırlatıyor ve kitabın bilime karşı eleştirel bir bakış açısı kazandırmak amacıyla okunması gerektiğini söylüyor. (IV). SONUÇ Sonuç olarak, Paul Feyerabend, bilim ve eğitim alanında köklü değişikliklere yol açacak fikirler öne sürmüş, görüşleri hâlâ tartışmalı, önemli bir düşünürdür. Kimini onu bilimin nimetlerinden faydalanmış ama şimdi sırtını dönmüş nankör ve şımarık bir çocuk olmakla suçlarken, kimisi çoğulculuğun, hoşgörünün temsilcisi, bilimsel katılığın ve ideolojik önyargıların yıkılmasını sağlamış öncü olarak tanımlamaktadır. Paul Feyerabend’in özyaşam öyküsü Vakit Öldürmek, düşünürün ne kadar sık fikir değiştirdiğini ortaya koyduğu gibi bazı yorumcuların öne sürdüğü gibi bir bilim düşmanı olmadığını da kanıtlamaktadır. Feyerabend sadece bilginin temelleri konusunda skeptik bir yaklaşıma sahipti ve ne akla ne de bilime karşıt bir duruş sergiliyordu. Feyerabend’in karşı olduğu konu, iyi bilim üretebilmek için bazı yerleşik kurallara uyulması gerekliliğidir (Motterlini, 2006). Elisabeth Lloyd, Paul Feyerabend’in yazılarında kullandığı diyalektik yapıdan ötürü yorumlaması zor bir düşünür olduğunu belirtir. Feyerabend genelde diyaloglar şeklinde
yazdığından, bu görüşlerden hangisinin kendisine ait olduğu, hangisini eleştirdiği her zaman tam anlaşılamamaktadır. Bu nedenle “her şey gider” ilkesinin de aynı yanlış yorumlamaya maruz kaldığını öne sürer (Lloyd, 1996), çünkü Feyerabend burada aslında kendi bilimsel görüşünü yansıtmamakta, bir akılcının içinde bulunduğu zor durumla dalga geçmektedir: Evrensel standartlar istiyorsan ve içinde bulunduğun durumdan, araştırmanın koşullarından bağımsız olarak kullanabileceğin ilkeler olmadan yaşayamıyorsan, sana bir önerim var. Saçma, komik ve işe yaramaz da olsa, sonuçta ilke ilkedir: “her şey gider” (Feyerabend, 1978; aktaran Lloyd, 1996). İkinci Dünya Savaşı sırasında Almanya’nın ve Hitler’in etkisi altında geçirilmiş bir çocukluk ve ergenlik dönemi, Nazi askerlerinin üniformalarına hayranlık duyduğu için orduya katılmayı bile düşünmüş bir delikanlı, opera sanatçılığından, felsefeye, aktörlükten uzay gözlemciliğine kadar çok çeşitli alanlarda yeteneğini denemiş bir genç yetişkin, katı pozitivizmden bunun tam karşısında yer alan epistemolojk anarşizmi yarata genç bir bilim adamı olarak Paul Feyerabend’in oldukça fırtınalı geçen hayatı belki de bu kadar tartışmalı bir düşünür olmasına katkıda bulunmuştur. Feyerabend, son yıllarda “bilimde demokrasi” konusuna özel bir önem vermiş ve bu önemin nedenini entelektüel olmaktan çok insanî olduğunu belirtmiştir. Feyerabend’e göre bu demokratik katılım, bilgiyi artırmak için değil, halk için en iyi eğitim olduğu için önemlidir. Feyerabend’n bilimi çürütmeye çalışmasının altındaki insanî gerekçe, bilim adamlarının hizmet ettikleri insanların değerlerine göre yöntemlerini ayarlamaları gerekliliğidir. Feyerabend’e göre böylesi bir bilim, insan aklının en harika icatlarından biridir. Buradan da çıkarabileceğimiz sonuç, Feyerabend’in bilime değil, bilim adı altında kültür cinayeti işleyen ideolojilere karşı olduğudur (Motterlini, 2006). Feyerabend bilimde ve felsefede bir çığır açmış bir kişidir ve eğitime dönük görüşlerini özellikle önyargılardan arınmış, açık görüşlü, kendisininkinden farklı her türlü görüş ve inanca saygı gösteren nesiller yetiştirmek doğrultusunda kullanmak bizler açısından çok yarar sağlayacaktır.
KAYNAKÇA
Alford, F. (1985). Epistemological Relativism & Political Theory: The Case of Paul K. Feyerabend. Polity, 18 (2). ss.204-223 http://www.jstor.org/stable/3234947. Anlı, Ö. F. (2010). Üst-anlatılara ‘inanmazlık’ çağında bilimin olanağı. Ankyra: Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 2(1), doi: 10.1501/sbeder_0000000025 Aydın, H. (2006). Eleştirel aklın ışığında postmodernizm, temel dayanakları ve eğitim felsefesi. Eğitimde Politika Analizleri ve Stratejik Araştırmalar Dergisi, 1(1). Aydın, H. (2006). Postmodernizmin eğitimdeki izdüşümü (2006). Eğitim Bilim Toplum Dergisi, 4(16). Broughton, J.S., Lloyd, E., Sluga, H.D., Stroud, B.G. (1994). Paul K. Feyerabend, Philosophy: Berkeley. In Memoriam. Ed. David Krogh, California: University of California. http://content.cdlib.org/view?docId=hb5g50061q&brand=calisphere Demir, Ö. (2000). Bilim felsefesi. Ankara: Vadi Yayınları. Doltaş, D. (1999). Postmodernizm: tartışmalar ve uygulamalar. İstanbul: Telos Yayınları. Feyerabend P. K. (1981) How to Defend Society Against Science, Scientific Revolutions, Ed. Ian Hacking, New York: Oxford University Press,. Feyerabend, P. K. (1991) Yönteme hayır. Bir anarşist bilgi kuramının ana hatları, 2. Baskı, çev. Ahmet İnam, İstanbul: Ara Yayıncılık. Feyerabend, P. K. (1995) Akla veda. İstanbul: Ayrıntı Yayınları. Feyerabend, P. K. (1997). Vakit öldürmek (Çeviren Nedim Çatlı) İstanbul: Ayrıntı Yayınları. Feyerabend, P. K. (1999) Özgür bir toplumda bilim. (Çeviren Ahmet Kardam) İstanbul: Ayrıntı Yayınları. Feyerabend, P. K. (2007). Anarşizm Üzerine Tezler, çev. Ekrem Altınsöz, İstanbul: Öteki Yayınevi. Güçlü, A.B., Uzun, E. Uzun, S., Yolsal, Ü.H. (2002) Felsefe sözlüğü, Ankara: Bilim ve Sanat Yayınları. Huene, P. H. (2000). Paul Feyerabend and Thomas Kuhn. J. Preston, M. Gonzalo & D. Lamb (Eds.) The worst enemy of science? Essays in memory of Paul Feyerabend. New York: Oxford University Press. Hülür, H. (2006). Bilimde yöntemciliğin reddi ve çoğulculuk: Feyerabend’in epistemolojik dadaizmi. Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 8(2), 199-218. Liukkonen, P. (2008). Paul Feyerabend 1924-1994. http://kirjasto.sci.fi/calendar.htm.
Lloyd, E. (1996). Feyerabend, Mill, and Pluralism. Philosophy of Science, 64, ss. 396-407. http://www.jstor.org/stable/188420 . Matthews, M. (1993). Constructivism and Science Education: Some Epistemological Problems. Journal of Science Education and Technology, 2 (1) http://www.jstor.org/stable/40188457. Motterlini, M. (2006). Paul Karl Feyerabend. The Philosophy of Science: An Encyclopedia. Jessica Pfeifer and Sahotra Sarkar (ed.) Routledge Press. http://www.cresa.eu/pdf/LIBRI%20MOTTERLINI/Feyerabend_Routledge%20DEF.p df. Örs, Y. (1997). Postmodern zırvalama özgürlüğü. Bilim ve Gelecek Dergisi, (42). Preston, J. (2009). Paul Feyerabend. The Stanford Encyclopedia of Philosophy. Edward N. Zalta (ed.), http://plato.stanford.edu/archives/win2009/entries/feyerabend. Rorty, R. (2008). Philosophy and the mirror of life. (Thirtieth-Anniversary Edition). Oxford: Princeton University Press Russell, D. (1983). Anything Goes. Social Studies of Science, 13 (3) ss. 437-464. http://www.jstor.org/stable/284799 Shank, G. (1993). Qualitative research? Quantitative research? What’s the problem resolving the dilemma via a postconstructivist approach. Proceedings of Selected Research and Development Presentations at the Convention of the Association for Educational Communications and Technology Sponsored by the Research and Theory Division (15th, New Orleans, Louisiana, January 13-17, 1993); http://www.eric.ed.gov/contentdelivery/servlet/ERICServlet?accno=ED362202 Sağsan, M. (2003). Epistemolojik anarşizmi karşında Feyerabend’ı yeniden anlama üzerine, düşünceler: TKD Ankara Şubesi Yayın Organı, (59), 14-30. http://www.tkdankara.org.tr/db/59.pdf Saygılı, S. (2008). Paul Karl Feyerabend’de yöntemsel çoğulcu eğitim anlayışı. (Yayınlanmamış yüksek lisans tezi, Atatürk Üniversitesi, Erzurum, Türkiye), YÖK Ulusal Tez Merkezi. Ünder, H. (2009, Mart). Yapılandırmacılık (konstrüktivizm): Türkiye’de sunuluşu, uygulanışı ve tepkiler. Uluslararası eğitim felsefesi kongresi: küreselleşme sürecinde eğitim sorunlarının felsefî boyutu’nda sunulan bildiri, Ankara. http://www.egitimbirsen.org.tr/dokuman/bildiriler.pdf Ünder, H. (2010). Yapılandırmacılığın epistemolojik savlarının Türkiye’de ilköğretim fen ve teknoloji dersi programlarında tezahürleri. Eğitim ve Bilim Dergisi. 35 (158).