Yüzyılın Psikolojik Savaş Fotoğrafı ve Cevaplar
ABDULLAH ÖCALAN İLE
NİÇİN GÖRÜŞTÜM Görüşmeler 2000'e Doğru Genel Yayın Yönetmeni olarak, PKK Genel Sekreteri Abdullah Öcalan ile iki kez görüşme yaptım. Görüşmelerden birincisi 23-25 Eylül 1989 tarihlerinde Şam'da gerçekleşti ve 2000'e Doğru dergisinin 15 Ekim 1989 tarihli 42. sayısından 12 Kasım 1989 günlü sayısına kadar beş hafta süren bir dizi halinde yayımlandı. Bu görüşmeye 2000'e Doğru dergisi adına Doğu Perinçek ile birlikte Ömer Özerturgut ve Sefa Kaçmaz katıldı. İkinci görüşme, 5-7 Nisan 1991 tarihleri arasında Lübnan'da Bekaa kampında gerçekleşti. Bu görüşme, 2000'e Doğru dergisinin 14 Nisan 1991 günlü sayısından 29 Nisan 1991 tarihli sayısına kadar üç haftalık bir dizi olarak yayımlandı. Bu görüşmeye benimle birlikte Ömer Özerturgut ve Ramazan Duran da katıldılar. Görüşmeleri yayımlarken koyduğumuz başlıklar, yapılan işin amacını da ortaya koymuştur.
Birinci görüşme dizisi başlıkları: - Abdullah Öcalan Perinçek'e anlattı: "Bende Kürtlük Aşkı Yok" - "Türkiye Halkıyla Birleşeceğiz" - "Referanduma Varız" - "Suriye ve İran ile Bir Yere Kadar" - "Emirle Ölmek ve Öldürmek: Istırap Burada" İkinci görüşme dizisi başlıkları: - Apo'nun Tampona Cevabı - "Saddam'ın Önündeki Sınav" - "Türkiye Halkıyla Ortak Ev"
Aklama Kararları Her iki görüşme, Devlet Güvenlik Mahkemesi kararlarıyla aklandı. Bu kararlar yetmedi. Yapılan suç duyuruları üzerine İstanbul C. Başsavcılığı takipsizlik kararı verdi. Bu aklama kararları sırasıyla şunlar: 1. İstanbul 2. DGM, 27.06.1990, E 1989/277, K 1990/148. 2. İstanbul 2. DGM, 04.12.1991, E 1991/216, K 1991/454. 3. İstanbul C. Başsavcılığı, 01.09.1997, Hz 1997/1777, K 1997/237. Türkiye, kendisine yeni bir gelecek arayan her ülke gibi, çelişkiler beşiğiydi. İstanbul DGM Öcalan'ın anlattıklarını yayımladığım için aklanmamıza hükmederken, Diyarbakır DGM kendi konuşmalarım nedeniyle gıyabi tutuklanmama karar veriyordu. Şam'da Abdullah Öcalan ile yapılan görüşme özgürlüğe kavuşurken; Diyarbakır, Siverek, Nusaybin, Batman ve Van'da yaptığım konuşmaların her biri için beşer yıl hapsedilmem isteniyordu. Hükümet, bir yandan Sansür-Sürgün Kararnameleri çıkarıyor, 2000'e Doğru dergisinin yayınlarını süresiz durduruyor. Ama, bir yandan da Türkiye'nin yüz yıllık özgürlük dinamiği istim üzerindeydi. Diyarbakır Cezaevi'nde 1990 yılı güzünde üç ay tutuklu kaldıktan sonra, konuşmalarımız nedeniyle açılan davalarda da aklandık.
Bütün Seçkin Gazeteciler Görüşme Yaptı 1989 Ekim ayında ve 1991 Nisan ayında Abdullah Öcalan ile görüştüğüm zaman, Parti Genel Başkanı değil, 2000'e Doğru dergisinin Genel Yayın Yönetmeni idim. Türkiye'nin hemen hemen bütün önde gelen gazetecileri, Güneri Cıvaoğlu, Fatih Altaylı, Hasan Cemal, Yalçın Doğan, Mehmet Ali Birand, Cengiz Çandar, Murat Bardakçı, Ragıp Duran, İsmet İmset ve diğerleri, Apo ile görüşmeler yaptılar.
Güneri Civaoğlu
Fatih Altaylı
Hasan Cemal
Yalçın Doğan
Mehmet Ali Birand
Cengiz Çandar
Murat Bardakçı
Ragıp Duran
Turgut Özal'ın, Başbakanlığı ve Cumhurbaşkanlığı dönemlerinde, Öcalan ile gazeteciler aracılığıyla haberleştiği, hatta Öcalan ile anlaşarak Bekaa'da basın toplantısı düzenlettiği gazetelerde yazıldı. Talabani, Özal ile Öcalan arasındaki haberleşmeye aracılık ettiğini Londra'da yayımlanan El Avsat dergisine uzun uzun anlattı.1 Zamanın Başbakanı Demirel de, Öcalan'a hediye kravat yollamıştı.2 En son MİT Müsteşarı Emre Taner'in Apo ile görüşmesi de basına yansıdı.3 Anadolu Ajansı'nın da kendisinden görüşme istediğini, Öcalan'ın kendisi belirtiyor.
T.C. 8. Cumhurbaşkanı Turgut ÖZAL
Amaç ABD’nin Müdahale Zeminini Daraltmak Amacımız, Batı devletlerinin, özellikle ABD'nin Körfez Savaşı öncesi ve başlangıcında, Kürt sorununa müdahale zeminlerini daraltmaktı. Nitekim görüşme bu eksen üzerinde cereyan etmiştir. Görüşmeden sonra yayınlanan çeşitli yazılarda "Apo Perinçekçi olmuş" yorumları yapıldı. Apo'nun bu görüşmelerdeki vurguları şöyleydi: Bende Kürtlük aşkı yok. Türkiye'nin Aydınlanma hareketinin bir parçasıyız. Başlangıçta TC düşmanlığı yok. Bulgaristan'ın Türklere baskısına karşıyım. Avrupa bana tapulansa da onlara bağlanmam. Amerika gitsin okyanusun ötesine. Özal'lar tıpış tıpış Sevr'e yürüyorlar. Amerika varsa özgürlük olamaz. Sevr'in hortlatılmasında Avrupa, Özal ve diğerleri var. Evet, Keloğlan'la birleşeceğiz. Özgürlüğe sarılan Türkiye özlemi. Benim birinci dilim Türkçedir. Birliği devrimle gerçekleştirmek vb. Öcalan, görüşmelerde kendi liderlik sırrının, PKK'ya "ilişki, para ve silah bulmak" olduğunu vurguluyordu. Hep gözden kaçırılır: O zaman Öcalan, Suriye devletinin elindeydi. Suriye, ABD'ye ve İsrail'e karşı konumlanmıştı. PKK lideri de bu gerçeğin altını çizerek, ABD ve İsrail güdümlü bir faaliyet içinde olamayacağını belirtiyordu. Suriye Muhaberatı buna izin vermezdi. PKK'nin 1991 öncesi siyasetine ve uygulamalarına damgasını vuran, Suriye devletidir.
ABD, 1980'li yılların başlarında Suriye'de İhvanı Müslimin (Müslüman Kardeşler) örgütünü kullanarak terör eylemleri ve ayaklanmalar kışkırttı. 1983'te binlerce insan öldü. Bu tertiplerde ne acıdır ki, Türkiye yönetimi ve gizli servisleri kullanıldı. Evren ve Özal'lar, ilerici Esad yönetimine karşı gerici terörü desteklediler. Bunun üzerine Suriye yönetimi, PKK'ya kamp, para, silah ve örgütlenme olanakları sağladı. Türkiye, ABD emperyalizminin çıkarları uğruna Suriye'deki irticai terörü desteklemekten vazgeçse, Suriye PKK'ye olan desteğini kesmeye hazırdı. ABD'nin Ortadoğu'daki gerici terörüne alet olan Ankara'daki Amerikancı yönetim, Suriye'yi karşısına alarak, ülkemizdeki teröre geniş bir zemin yaratmış oldu. 1990'lara doğru ABD'nin Körfez'e silahlı müdahale hazırlıkları, durumu daha tehlikeli kılıyordu. ABD'nin bölgeye silahlı güçleriyle yerleşmesi, PKK'ye çok geniş olanaklar sağlayacaktı. Nitekim öyle oldu. 1991 yılında ABD'nin Irak'ın kuzeyinde kukla Kürdistan'ı kurmasından sonra, PKK hızla gelişti. İşte biz, bu olası gelişmeleri önceden görmüştük. Suriye'nin yönlendirdiği Abdullah Öcalan ile 2000'e Doğru dergisi adına bu koşullarda görüşme yaptık. Abdullah Öcalan, yakalandıktan sonra verdiği ifadede görüşmeyi şöyle özetledi: 'Perinçek, bize ABD'nin ve Avrupa'nın peşinden gitmeyin. Bu yoldan bir yere varamazsınız. PKK'yi dağıtın, Türkiye'nin bütünlüğü içinde yer alın telkinlerinde bulundu.
Atatürk'ün Kurtuluş Savaşı'ndaki Siyasetini Uyguladık Büyük Devrimci Önder Mustafa Kemal Atatürk, Kurtuluş Savaşı başlarında İngiliz emperyalizminin Kürt sorununu kullanmasına karşı hangi siyaseti izlediyse, biz de o siyaseti izledik. Atatürk gibi, Kürtlerin "Kürdistan Teali Cemiyeti" türünden Batı güdümlü ayrılıkçı örgütlerde değil, Müdafaai Hukuk Cemiyeti gibi milli ve devrimci örgütlerde Türklerle birlikte örgütlenmesini savunduk. Mustafa Kemal'in çeşitli Kürt liderleriyle ilişkilerinde ve yazdığı yazılardaki tavrı ne ise, bizim tavrımız da, odur. Bu tutum, Amasya Tutanağı'nda, Erzurum ve Sivas Kongresi Nizamname ve Beyannameleri'nin birinci maddelerinde ifade edilen saptama ve politikalara dayanır. Türk ve Kürdü birleştirme; Türkiye'ye yönelik tehditleri göğüsleme ve Cumhuriyet Devrimi'ni tamamlama görevinin gereğidir. Atatürk, Kurtuluş Savaşı'nı aynı zamanda Kürtleri kazandığı için başarmıştır.
Büyük Devrimci Önder Mustafa Kemal Atatürk, Kurtuluş Savaşı başlarında İngiliz emperyalizminin Kürt sorununu kullanmasına karşı hangi siyaseti izlediyse, biz de o siyaseti izledik. Atatürk gibi, Kürtlerin "Kürdistan Teali Cemiyeti" türünden Batı güdümlü ayrılıkçı örgütlerde değil, Müdafaai Hukuk Cemiyeti gibi milli ve devrimci örgütlerde Türklerle birlikte örgütlenmesini savunduk. Mustafa Kemal'in çeşitli Kürt liderleriyle ilişkilerinde ve yazdığı yazılardaki tavrı ne ise, bizim tavrımız da, odur. Bu tutum, Amasya Tutanağı'nda, Erzurum ve Sivas Kongresi Nizamname ve Beyannameleri'nin birinci maddelerinde ifade edilen saptama ve politikalara dayanır. Türk ve Kürdü birleştirme; Türkiye'ye yönelik tehditleri göğüsleme ve Cumhuriyet Devrimi'ni tamamlama görevinin gereğidir. Atatürk, Kurtuluş Savaşı'nı aynı zamanda Kürtleri kazandığı için başarmıştır. Baskılara ve Eşitsizliklere Karşı Mücadele Görevimizdir Genel Başkanı olduğum İşçi Partisi'nin Güneydoğu bölgesi halkımıza yapılan baskılara karşı çeşitli düzlemlerde yürüttüğü mücadeleler de eleştiri konusu olmaktadır. Partimiz, 1991 Körfez Savaşı öncesinde ve sonrasında, Kürt halk kitleleri üzerindeki baskı ve eşitsizliklere karşı kararlı olarak mücadele etti. Türkiye'nin birliğinin ve bağımsızlığının, eşitlik ve özgürlük sağlanarak, sağlam bir temele oturtulacağını savunduk. Türkiye, Kürt kitlelerinin taleplerini karşılamalı ve kendi Kürdünü kazanmalıydı. Kürdümüzü ABD'ye kaptırmamalıydık. Irak bize ders olmalıydı. Kürdünü ABD'ye kaptırmış ve bölünmüştü. Duyarlılıklarımız doğrudur ve haklı çıkmıştır. İşçi Partisi, her zaman halk kitleleri üzerindeki baskı ve eşitsizliklere karşı mücadele etti. Bu mücadeleyi, ABD emperyalizmine karşı bütün milletimizin birliği açısından yürüttük ve yürütüyoruz.
Eğer Türkiye Partimizin Tutumunu Benimseseydi Eğer yönetim, Körfez Savaşı öncesinde Partimizin politikasını benimseseydi, Türkiye halkı birleştirilebilir, bölücülük etkisiz hale getirilebilir ve bugünkü bölünme ve parçalanma tehdidi çok daha zayıf olurdu. Dahası Suriye, Türkiye ile işbirliğine hazırdı. 1990 öncesinde Kürtlerin hak ve hukukunu tanımayan hükümetler, daha sonra ABD ve AB'nin dayatmalarıyla İkiz İhanet Yasalarını bile çıkardılar. Türkiye'nin vereceği demokratik hakları Batı devletleri sağlamış oldu. Kürt halk kitleleri böylece Türkiye'ye değil, Batı'ya bağlandı.
Apo'nun SHP Listesinden Dört Milletvekilliği Önerisini Reddettik SHP'nin PKK ile Seçim İttifakı
1991 yılı Ekim ayında yapılan genel seçimlerde Erdal İnönü-Deniz Baykal'ın yönetimindeki SHP, PKK ile seçim ittifakı yaptı. Ama hiç kimse bu konuda bir kampanya yürütmedi; yürütmez. Çünkü o ittifak, ABD merkezli sistemin içindeydi. Bu ittifakın içine 1991 seçiminde Doğu Perinçek'in Genel Başkanı olduğu Sosyalist Parti'yi de katmak istediler. Ancak bunu reddettik. Öneri Nasıl Yapıldı? PKK'nin Avrupa Temsilcisi, hatırladığıma göre, o zaman PKK'nin bugünkü lideri Murat Karayılan idi. 1991 Genel Seçimi öncesinde beni Ankara'daki evimizden telefonla arayarak, SHP'nin bir protokolle HEP'e verdiği 22 milletvekilliğinden dördünü Abdullah Öcalan'ın bizim partimize önerdiğini belirtti. Hatta bu öneride,
Diyarbakır, Şırnak ve Mardin gibi illerin birinci sıra adaylığı da belirtildi. Biz, öneriyi parti organlarında tartışmaya bile gerek görmeden anında reddettik. Bizim açımızdan bu öneriyi kabul etmenin herhangi bir tehlikesi de yoktu. Perinçek ve arkadaşları, SHP listelerinden milletvekili olacaklardı. Ama bizler için mesele, milletvekili veya bakan olmak değil, Türkiye'nin bağımsızlığına, bütünlüğüne ve emekçilere bağlı bir çizgide ısrar etmekti. Öcalan'ın Milliyet, Sabah ve Gündem Gazetelerine Açıklaması Bizzat Apo, 1991 yılı sonunda, Milliyet ve Sabah gazetelerine yaptığı açıklamalarda, Perinçek'e dört milletvekili önerdiğini ve parlamentoya girerek, SHP listesinden seçilecek 22 milletvekilinin başına geçmesini rica ettiğini açıklamıştır. Apo: "Perinçek Tenezzül Etmedi" Apo, Perinçek'e dört milletvekili önerisini, 3 Mayıs 1993 tarihli Gündem gazetesinde de anlatmış ve bu öneriyi reddettiğimi birkaç kez vurgulayarak dile getirmiştir: "Sayın Doğu Perinçek de buraya geldi. İlk pratik politika önerim şu oldu. Dedim ki, bir devrim merkezi var, onun parlamenter sözcüsü ol. Bu güzel bir şey… Eğer bir parlamenter sözcüsü olsaydı, Kürt-Türk birlikteliği de çok iyi gelişebilirdi. Kim kardeşlik istemiyor. Bize ikide bir milliyetçi diyorsunuz. Seni kendi ülkesinde ve devrimin bir merkezinde milletvekili adayı önerecek kadar Enternasyonalizme yatkınlık gösteren bir hareket mi milliyetçidir, yoksa buna tenezzül etmeyen, kendini çok üstte gören bir anlayışın sahibi mi milliyetçidir? Ve ben fazla anlamlı bulamadım… Tenezzül etmediler." Yine Öcalan, Hasan Cemal'e 14 Nisan 1993 günü yapılan söyleşide, Doğu Perinçek'in SHP listesinden milletvekilliği önerisini reddettiğini belirtmektedir. Anayasa Mahkemesi'ne de Anlattık Apo'nun SHP listesinden dört milletvekilliği önerisini niçin reddettiğimizi ve PKK ile SHP arasındaki seçim ittifakına niçin katılmadığımızı, 12 Mayıs 1992 günü Anayasa Mahkemesi'nde yaptığım savunmada anlattım. Tutanaktan aynen aktarıyorum: "Bugün koalisyonu paylaşan Sosyal Demokrat Halkçı Parti'nin listeleri içinde milletvekillikleri bize teklif edilmiştir. (…) PKK Genel Sekreteri Abdullah Öcalan, Milliyet ve Sabah gazetelerine açıkladığı için ve gazetelerde yazıldığı için bunu söylüyorum. Orada diyor ki, 'Sosyalist Parti'ye, bize SHP'den verilen milletvekilliklerinden dördünü vermek istedik. Reddettiler bizi.' Demek ki, SHP seçimlere girerken PKK'ya 21 tane milletvekilliği vermiştir. PKK da bunun dördünü Sosyalist Parti'ye önermektedir. 'Gelin 4 tane de size verelim, ayrı parti olarak girmeyin, hepimiz SHP olarak girelim' demiştir. Sosyalist Parti bunu reddetmiştir. Demiştir ki, 'ben ayrı, bağımsız bir partiyim, fikirlerim var, hiç kimsenin sırtından da Meclis'e girmem, ayrı kimliğimle ve kişiliğimle toplumun karşısına çıkarım'. Ben bunu niçin söyledim? En yasadışı olan PKK bile Türkiye'de yasal politik hayatın içine girmiştir. O kadar içine girmiştir ki, arlamentoda sandalye pazarlığı yapabilmektedir. İktidar partileriyle anlaşmalar yapabilmektedir. İktidar partisi olacaklardan milletvekillikleri alabilmektedir ve o aldığı milletvekilliklerini sağa sola dağıtabilmektedir."
Rekor Kıran Fotoğraflar
Perinçek'in Abdullah Öcalan ile Görüşme Fotoğrafları Bu fotoğrafların gizli saklı bir tarafı yoktur. Görüşme dergide yayımlanacağı için fotoğraflarla da görüntülendi. Görüşmelerde 2000'e Doğru görevlileri olarak, Ömer Özerturgut ve Ramazan Duran da bulundu. Hem 2000'e Doğru muhabiri Ramazan Duran hem de PKK görevlileri fotoğraf çektiler. 2000'e Doğru, kendi çektiği fotoğrafları yayımladı. Basında kampanya halinde çıkan fotoğraflar ise, ilginçtir PKK'nin çektiği fotoğraflar. Perinçek, ne zaman Türkiye'yi savunan bir meseleyi kamuoyu önüne getirse, ne zaman ABD emperyalizminin planlarını bozsa, Apo ile görüşme fotoğrafları, basında boy gösterir. Bu görüntüler, Türkiye'de son yirmi yılda en çok yayımlanan fotoğraf unvanını kazanmış bulunuyor. MİT Fotoğraflar Karşılığında PKK'ye Ne Verdi? Çarpıcı olan, fotoğrafların o zaman Emniyet İstihbaratı'nın başında bulunan Bülent Orakoğlu-Hanefi Avcı ikilisine PKK tarafından teslim edilmiş olmasıdır. CIA-MOSSAD-Fethullahçı Gladyo bağlantılı Tuncay Güney, İstanbul Emniyeti'nde 2001 yılı Mart ayı başında yapılan Mülakat'ta, Doğu Perinçek'in Apo ile görüşme fotoğraflarını Suriye'de PKK'den alıp Emniyet İstihbaratı'na getirdiğini şöyle anlatıyor: "Pasaportumda giriş-çıkış tarihi olacak, Suriye'ye gittim (…) Gaziantep'in Kilis Öncüpınar kapısı diye bir kapısı vardır. O kapı ben gittiğimde yeni açılmış, (…) gümrük olmuştu. O zaman polisler benden Doğu Perinçek ile Abdullah Öcalan'ın benden fotoğraflarını aldılar (…) Bunları piyasaya çıkartan Hanefi Avcı'dır. Gazetelere çıkartan, Aksiyon' a şuraya buraya. O fotoğrafları benden alırken kimliğimin fotokopisini aldılar. Bir de kendim verdim diye kapıda gündüz gözüyle imzamı aldılar (s.24). Ben kumpasa gelmişim (…) Onlar da alır almaz zaten hemen yayımlamadılar. Yani belli bir dönemden sonra yayımladılar." (s.100)
Özeti, o zamanki Emniyet İstihbarat Dairesi Başkan Yardımcısı Hanefi Avcı, PKK ile bir sözleşme yapmış, Tuncay Güney'i yollayıp Suriye'ye PKK'dan o fotoğrafları almış. Daha sonra Fethullahçı basın ve diğer denetlediği yayın organları aracılığıyla piyasaya sürmüş. Emniyet istihbaratının PKK ile yaptığı fotoğraf alışverişini İsveç'te yaşayan Mahmut Baksı da, Bekaa kampında bulunan kardeşinin tanıklığına dayanarak bana anlatmıştı. En son "Mustafa Balbay'ın Günlükleri"nde yazdığına göre, 13 Haziran 2003 Cuma günü MİT Müsteşarı Şenkal Atasagun'un Marmara Köşkü'nde Cumhuriyet gazetesi yöneticileri İlhan Selçuk, İbrahim Yıldız, Cüneyt Arcayürek ve Mustafa Balbay'a verdiği yemekte, sohbetin başında Doğu Perinçek'in Abdullah Öcalan ile röportaj fotoğrafları dağıtılıyor. 14 yıl geçmiş. 2003 yılına gelinmiş. MİT Müsteşarı hâlâ o fotoğrafları servis etmekle meşgul. Hem de kimlere? İlhan Selçuk'lara, Mustafa Balbay'lara…
Perinçek'e karşı psikolojik savaş hep öncelikli görev olmuş. Perinçek'in Apo ile görüşmesinin fotoğrafları 2000'e Doğru dergisinde çıkmıştı. Hatta Apo'nun Perinçek'e gelincik uzatan bir fotoğrafı derginin kapağında yayınlanmıştı. Bu fotoğraflardan utanılsa, herhalde yayınlanmazdı. Nitekim bütün gazeteciler, Güneri Cıvaoğlu, Fatih Altaylı, Hasan Cemal, Yalçın Doğan, Mehmet Ali Birand, Cengiz Çandar ve diğerleri kendilerinin Apo ile görüşme fotoğraflarını yayımladılar. Ancak yirmi yıldır Haçlı İrticanın yayın organlarında çıkan Perinçek-Öcalan görüşme fotoğrafları, 2000'e Doğru'nun çektikleri değil. Bunlar, PKK'nin Emniyet İstihbarat Daire Başkan Yardımcısı Hanefi Avcı'ya gönderdiği fotoğraflar. Bu fotoğraflar karşılığında Hanefi Avcı'ların PKK'ye ne verdiği araştırılmalıdır. Fotoğraf bombardımanının arkasında Emniyet içinde yuvalanan Fethullahçı CIA ekibinin bulunması, yapılan işin doğası gereğidir. Türkiye düşmanı güçler, Sevr tehdidine karşı en kararlı tavrı alan İşçi Partisi'ni yıpratabilmek için ne yapacaklarını şaşırmışlardır. Yüzlerce kez yayınlanan bu fotoğraflar, İşçi Partisi'nin ve Doğu Perinçek'in hiçbir lekesinin bulunmadığının en güzel kanıtıdır. Bütün MİT ve Emniyet İstihbaratı dosyaları karıştırılmış, CIA'dan yardım istenmiş, İşçi Partisi'nin bir açığını bulmak için özel araştırma birimleri kurulmuş, telefonlar yıllarca dinlenmiş, ancak bir şey bulamamışlardır. Böylece bir dergi röportajında çekilip, benzerleri yayımlanmış fotoğraflara muhtaç kalmışlardır.
PKK’nın Üç Dönemi Abdullah Öcalan ile görüşmeleri anlamak için, PKK tarihinin üç dönemini bilmek gerekir. Birinci dönem, 1975-1980 yıllarıdır. SüperNATO veya yaygın adıyla Gladyo, PKK'yi Güneydoğu bölgesindeki Sol'u temizlemek amacıyla kullanmıştır. PKK, o yıllarda devlet kuvvetlerini hedef almamış, başta bizim Partimizin önderleri ve Aydınlık dergisi yanında diğer Sol grupları hedef almış; yüzlerce devrimciyi şehit etmiştir. Türkiye'yi bölme operasyonu, Güneydoğu'da Sol'u ezerek başlamıştır. PKK'nin ilk görevi bu olmuştur. Çünkü Sol, Türkiye'nin birliğinden yanaydı; Kürt halk kitlelerini Türkiye'ye bağlıyordu; etnik bölücülük temelinde değil, emperyalizme karşı mücadele ekseninde, mücadele yürütüyordu. Solun tasfiyesi Kürt halk kitlelerini Türkiye'den koparmak için şarttı. Bugünkü bölünmenin temelleri o zamanlar atıldı. Gladyo, PKK'yi 1980'lere kadar bu amaçla kullandı. "Komünizm düşmanlığı"nı esas alan güçler bu plana hizmet ettiler. İkinci dönem, 1980-1990 yıllarını kapsayan Suriye güdümündeki dönemdir. Bu yıllarda PKK eylemleri, Suriye'nin devlet politikasıyla açıklanabilir. Bu dönemde PKK, Hafız Esat yönetiminin ABD karşıtı ve laik politikalarıyla uyumlu olarak, Güneydoğu'da ağalara ve şeyhlere karşı tavır olmış ve yoksul halk kesimleri içinde güç toplamıştır. Türkiye yönetiminin Güneydoğu'da gericiliğe dayanan siyasetleri, PKK'ya büyüme ve yayılma zemini sağlamıştır.
Üçüncü dönem, 1991'de ABD'nin Irak'ın kuzeyinde Kukla Devleti oluşturmasıyla başlar. Ancak ABD'nin PKK üzerindeki denetimi 1999 yılında Öcalan'ın Suriye'den çıkartılıp Türkiye'ye teslim edilmesiyle belirginleşir. 1991-98 arasında Suriye denetimindeki Apo ile Kuzey Irak'taki ABD güdümlü PKK arasında çiftbaşlı bir durum ortaya çıkmıştı. CIA, Öcalan'ı 1999'da Türkiye'ye teslim ederek bu çiftbaşlılığa son verdi. PKK bütünüyle ABD güdümüne girdi. ABD, Türkiye'ye pimi çekilmiş bir elbombası vermişti. Türkiye, o zamandan beri bu bombayı ne yapacağını şaşırmış durumda, elinde taşıyor. 1999'da aynen böyle yazmıştık. Şimdi yaşanıyor.
Halk Bizim Her Yaptığımızı Bilmeli Abdullah Öcalan görüşmeleriyle Türkiyemize, halkımızın geleceğine bir hizmette bulundum. Doğru yaptım. Önyargısız okuyanlar bunu görecektir. Kimliğim, kişiliğim bellidir. Kendime güvenirim. Herkesle görüşürüm. Niçin görüştüğüm ve görüşmenin neye hizmet ettiği önemlidir. Düşmanın saldırısından korkmam, gereğinde tehlikeleri üstlenirim. ABD güdümlü hâkim güçlerin yirmi yıldır yürüttükleri, Türkiye tarihinde eşi az görülmüş psikolojik savaş, yaptığımız işin doğruluğu nedeniyledir. Halkıma karşı her zaman dürüst oldum. Her şeyim açıktır. Türkiye halkı, bizleri olduğumuz gibi tanımalı ve değerlendirmelidir. Bugün Türkiye'de Çankaya'da oturandan Başbakan koltuğunu işgal edene kadar, ABD'nin BOP Eşbaşkanlığı görevlileri, Abdullah Öcalan ile çeşitli yollardan iletişim halindeler. Öcalan'ın beş kat altındaki görevlileriyle sözümona "Kürt Açılımı" peşindeler. Devletin çeşitli kurumlarını da bu Washington güdümlü planın içine çekmektedirler. Onların planı, ABD'nin planıdır. Bugün Türkiye'yi AKP-PKK koalisyonu yönetiyor. Güneydoğu belediyeleri PKK yönetimine teslim edilmiştir. En tehlikelisi Kürt yurttaşlarımızın ABD-AB denetimine terk edilmesidir. Türkiye'nin önündeki sorun, 1980'lerden beri şudur: Kürtlerimizi ABD emperyalizmine kaptırmamak! Dün ne yaptı isek, Kürdümüzü Kemalist Devrim'i tamamlama mücadelesine kazanmak için yaptık. Bugün de aynı çizgideyiz. Halkı kazanan, savaşı kazanacaktır. Türkiye'yi artık ancak devrim birleştirir. Bağımsızlık devrimi, Ortaçağdan kurtulma devrimi! 30 Ağustos 2009 Silivri L Tipi 4 Nolu Cezaevi / F-9
“Apo AKP’li olmuştur” İmralı süreci başlayalı bir tartışma var. Başlıca iki görüşten söz edilebilir: - Tayyip Erdoğan Apocu oldu. - Apo, AKP’li oldu. İkinci tezi, en yalın ve anlaşılır ifadeyle E. Jnd. Alb. H. Atillâ Uğur dile getirdi: “Apo AKP’li olmuştur.” (Aydınlık, 17 Şubat 2013). Tayyip Erdoğan ve Öcalan hangi oyunda el ele? Peki, Apo AKP’li olunca, AKP ne oldu?
Daha doğrusu AKP demeyelim, AKP Genel Başkanı ne oldu? O, olduğu yerde duruyor. Amerika’ya “Deliğe süpürülme” yetkisini vermişti ve oradan ayrılamaz. Tayyip Erdoğan ve Abdullah Öcalan, el ele tutuşarak, ABD’nin “Kürt Koridoru” oyunundaki rolleriyle sahneye çıkmış bulunuyorlar.
ABD’yi perdeleyerek “Milliyetçi” olunabilir mi? MHP’nin “Milliyetçileri” birinci tezi savunuyorlar. “Tayyip Erdoğan Apocu oldu” görüşüyle hem Tayyip Erdoğan’ın Amerikancı olduğunu, hem de Apo’nun Amerikancı olduğunu gizlemiş oluyorlar. Böylece Kürdümüz dahil Türkiye halkının gözlerine perde çekme çabasına yardımcı olunuyor. Türk Milliyetçiliğini PKK karşıtlığına, Kürt Milliyetçiliğini de Türk karşıtlığına indirgediğiniz zaman, kazanan ABD emperyalizmi oluyor. Bu durumda Türk ve Kürt Milliyetçiliği üzerinden bağnaz ve saldırgan emperyalist milliyetçiliğin değirmenine su taşınmaktadır. ABD’nin Meselesi ABD emperyalizmi, bugün Türk Milliyetçiliğini düşman tanımı içine almış bulunuyor. Çünkü emperyalizme direnme gizilgücü olan, Türk Milliyetçiliğidir. O nedenle Türk Milliyetçiliğini bozmak ve ele geçirmek, ABD’nin önemli meselesidir. Türk Milliyetçiliği, iki yüzyıllık emperyalizme karşı savaş geleneğinden koparıldığı zaman, özünü kaybeder, uydu milliyetçiliğe dönüşür. ABD’nin konumunu güçlendirirseniz… Türk Milliyetçiliğini emperyalizme karşı iki yüzyıllık konumundan koparır ve PKK düşmanlığına indirgerseniz, buradan yalnız ABD değil, PKK da kazançlı çıkıyor. ABD’nin konumunu güçlendiren her girişim, PKK’nın konumunu güçlendirir.
ABD tehdidini görmezden gelen her strateji ve siyaset, en sonunda PKK’nın strateji ve siyasetine hizmet eder. Bölünme Tehdidi Nerden Geliyor İyi görelim: Türkiye’yi PKK bölemez, gücü yetmez. Ama Türkiye’yi ABD bölebilir, bu ciddi bir tehdittir ve şu anda yaşanan olay budur. ABD’yi müttefik olarak gören bir “Milliyetçilik” son kertede ABD planı içinde rol üstleniyor. Hep birlikte doğru mevzide olmak bu, elbette hoşumuza giden bir durum değil. Çünkü biz, ABD’nin Türkiye’yi bölme tehdidini milletimizin gücüyle etkisiz kılacağız. O nedenle, millete dahil olan her örgütlenmenin, tehdide karşı doğru mevzide olmasını isteriz. AKP kitlesi de kuşkusuz milletin önemli bölümüdür. Doğu Perinçek, Aydınlık, ROTA 20 Şubat 2013 Çarşamba
Hakan Fidan Apo İle Niçin Baş Başa Görüşüyor? 1. SAYFA DUYURUSU Siz şüphelenmiyor musunuz? O kozlarla hangi oyunlar oynanıyor? Paris ve Moskova cinayetlerini mi araştırıyorlar? Barış içinse niçin halktan gizleniyor? Mektubu niçin açıklamıyorlar? Hangi sinsi planın sırdaşı oldular? Devlet terbiyesinde ve örgüt terbiyesinde teke tek görüşme olmaz. Ne var ki, devletinden ve örgütünden gizli plan ve uygulamalar içinde bulunanlar, teke tek görüşürler. Aslında Apo ile görüşen, Tayyip Erdoğan’dır. MİT Müsteşarı Hakan Fidan bu görüşmelerde, Tayyip Erdoğan’ın temsilcisidir. Siz şüphelenmiyor musunuz? Siz şüphelenmiyor musunuz? Hakan Fidan ve Öcalan, gizli gizli hangi uygulamaları planlıyorlar? Gazeteler açıkça yazıyor. Görüşmelerin dinlenmesini önlemek için, İmralı’da koğuşların ortasındaki yerde baş başa konuşuyorlarmış. O kozlarla hangi oyunlar oynanıyor? Görüşmelerin bittiğini, anlaşmanın bağlandığını daha önce yazdık. Apo’nun Tayyip Erdoğan’a yolladığı biat mektubu, bağlanan sözleşmeyi kayda geçirdi. O mektup Tayyip Erdoğan’ın elindedir ve en büyük kozudur. Tıpkı Tayyip Erdoğan’ın ABD yetkililerine yazdığı mektupların Washington kasalarında saklanıyor olması gibi. Bu kozlarla, hangi oyunlar oynanıyor? Paris ve Moskova cinayetlerini mi araştırıyorlar? Görüşmeler sözleşmeye bağlandığına göre neyi görüşüyorlar? Sakine Cansızların katilini bulmak için mi bu görüşmeler? Yoksa Moskova’da öldürülen, PKK’ya silah sağlayan mafya liderinin katilini mi araştırıyorlar?
Barış içinse Niçin halktan gizleniyor? Eğer bu görüşmeler barış içinse, niçin halktan gizleniyor? Yalnız halktan mı? Türkiye’nin devlet kurumlarından ve PKK örgütünden de gizleniyor! Hatta MİT’ten de gizli. Çünkü görüşmeyi Hakan Fidan yalnız yürütüyor. Bu gizli görüşmelerde vatan bütünlüğüne, Cumhuriyete, milletin birliğine karşı hangi suikastlar, hangi tertipler planlanıyor? Bu görüşmeler Türkiye halkının iyiliği içinse, niçin gizli yürütülüyor? Mektubu niçin açıklamıyorlar? Abdullah Öcalan’ın Tayyip Erdoğan’a yazdığı mektup niçin açıklanmıyor? Tayyip Erdoğan bu mektubu milletten niçin gizliyor? Abdullah Öcalan, o mektubu Kürt yurttaşlarımızdan ve bütün Türkiye halkından niçin gizliyor? Tayyip Erdoğan, o mektubu açıklamıyorsa, Abdullah Öcalan niçin açıklamıyor? Hangi sinsi planın sırdaşı oldular? Tayyip Erdoğan ve Abdullah Öcalan, hangi sinsi planın sırlarını paylaşıyorlar? İşçi Partisi, bu soruların cevabını istiyor. Peşini bırakmayacağız! CHP ve MHP’yi bu soruları ısrarla sormaya davet ediyoruz. Doğu Perinçek, Aydınlık, ROTA, 23 Şubat 2013 Cumartesi