MÜCEDDİD RİSÂLESİ & VASİYETLER VE NASİHATLER
Ahmed Ziyâüddîn Gümüşhânevî(K.S.)
MÜCEDDİD RİSÂLESİ & VASİYETLER VE NASİHATLER Ahmed Ziyâüddîn Gümüşhânevî(K.S.)
Tercüme: Dr. Mehmed S. Bursalı
Vuslat Vakfı Yayınları Tasavvuf – Hikemiyat Serisi: 3
Birinci Baskı Konya 2006 Tüm yayın hakları VUSLAT VAKFI’na aittir. Kaynak gösterilerek iktibas yapılır. VUSLAT Eğitim-Yardımlaşma Kültür ve Çevre Vakfı Baba Sultan Mah. İstanbul Cad. No: 239 Tel: 0332. 350 64 99 Karatay/ KONYA
2
MÜCEDDİD RİSÂLESİ (Her Asırda Dîni Yenileyen Bir Müceddidin Geleceğine Dâir Bir Risâle)
Ahmed Ziyâüddîn Gümüşhânevî(K.S.)
Tercüme: Dr. Mehmed S. Bursalı
3
Eser Hakkında Birkaç Söz... Elinizdeki bu risâle, Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve selem)’in: “Cenâb-ı Hakk, her bir yüzyılın başında bu ümmete, dinini yenileyen bir müceddid gönderir.” hadîsi üzerine, Ahmed Ziyâüddîn Gümüşhânevî Hazretleri tarafından kaleme alınmıştır. Eserinde, her yüzyılın başlangıcının, bir evvelki asrı idrâk edenlerden kimsenin kalmadığı andan itibaren başlaması gerektiğine işâret eden Ahmed Ziyâüddîn Gümüşhânevî (K.S.) Hazretleri, bir evvelki asır ile bir sonraki asır arasında meydana gelen değişiklikler karşısında, insanlara anlayacakları dilden konuşan
bir
müceddidin
gönderileceğini,
bizzat
Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)’in ifade ettiğini belirtmiştir. Ancak bunun mutlaka âlim olması lâzım gelmediğine, bazen halife, bazen de melik olarak gelebileceğine işâret etmiştir. Risâle, Kitâbül-Âbir’in sonunda yer almaktadır.* 1 MÜTERCİM
*1-Gümüşhânevî Ahmed Ziyâüddîn ve Hâlidiye Tarikatı: Dr. İrfan Gündüz (sh. 135-136)
4
AHMED ZİYÂÜDDİN GÜMÜŞHANEVİ (K.S.) Hz.NİN KISA TERCEME-İ HALİ
Gümüşhane’de dünyaya gelen, İstanbul Süleymaniye Camii haziresinde medfun bulunan, İstanbul’a teşrifleriyle ufku değişen, ariflerin ve evliyaların kutbu, üstadı, yardımcısı, dayanağı, yardıma yetişeni, elinden tutanı, kendine ulaşanların gavsı, müridlerinin terbiyecisi, sâliklerin irşad edicisi, Kur’an edebiyle yaşayan, Allah(C.C.)’ın kelimesini ve şeriatını gönüllerde yüceltmeye bütün gücü ile gayret eden, fakih ve muhaddis, Resulullah’ın (S.A.V.) sünneti ve yolundan ayrılmayan, ilim ve marifetlerin kaynağının takipçisi, milyonlarca insanın gönlüne irfan nurlarının akmasına vasıta olan Büyük Şeyh Efendi Ahmed Ziyâüddin bin Mustafa el-Gümüşhanevi (K.S.) Hazretleridir. Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevi (K.S.) Hazretleri 1813 yılında Gümüşhane’nin Emirler mahallesinde dünyaya gelmişlerdir. Babaları Mustafa,
5
dedeleri Abdurrahman adlarını taşırlar. Pederleri ticaretle hayatını kazanan salih bir zât idiler. Gümüşhanevi Hazretleri beş yaşında okumaya başladılar. Sekiz yaşlarına gelince Kur’an-ı Kerim, Delâil-i Hayrat, Kaside-i Bürde ve Hizbü’l-Ahzap kıraati için icazet aldılar. On yaşlarında babalarının Trabzon’a hicretiyle birlikte, oranın ileri gelenlerinden olan Laz Hoca, Şeyh Osman Efendi ve Şeyh Halid asSaidî’den sarf, nahiv ve fıkıh dersi almağa başladılar. Abilerinin askerde, babalarının ise yalnız olması sebebiyle küçücük yaşında bir yandan babalarının mağazasında çalışırlar, bir yandan da büyük bir aşk ve şevkle ilim tahsiline gayret ederlerdi. Mutad dersleri ve hafızlığını devam ettirirken de bizzat elceğiziyle ördükleri keseleri satarak helal para biriktirmeye çalışıyorlardı. Bu parayla ileride tahsillerini ilerletmek için gereken masrafı karşılayacaklardı. 1831’de amcalarıyla birlikte alışveriş için İstanbul’a geldiler. Babaları için lüzumlu ticaret eşyasını aldıktan sonra onları amcalarına teslim ettiler ve şöyle buyurdular: “Muhterem amcacığım, ben şu anda gökte ararken yerde bulduğum, ilim ve marifet beldesi İstanbul’da bulunmaktan dolayı tarife sığmaz bir saadet ve bahtiyarlık içindeyim. Ağabeyim askerden
6
dönmüş bulunuyor. Benim için artık memleketime dönmek gerekmez. Burada kalıp ilmimi tamamlamak, tarikat ve tasavvuf ilmimi sürdürmek arzusundayım. Mazeretimi kabul edin ve bana incinip gücenmeyin. İleride lazım olur düşüncesi ile kendi ellerimle örerek sattığım para keselerinden birkaç kuruş biriktirmiştim. Bunları da kendime hiç pay ayırmadan size vererek babama gönderiyorum. Yardımcı ve dost olarak Allah bana yeter! Üzerimde hakkı olan yakınlarımın haklarını helal edip, dualarından unutmamaları en büyük dileğimdir. Ben de kapanacağım hücremde, sizleri dua ve hayır ile anmaktan bir an geri kalmayacağım.” Bu vedalaşmadan sonra, İstanbul’da hiçbir tanıdığı, yanında da tek kuruşu kalmadığı halde, Rabbine tam bir tevekkül ve teslimiyet duygusu içinde, Bayezid Medresesinde yapayalnız kalmışlardır. Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevi (K.S.) Hazretleri, Süleymaniye Medresesindeki derslere devam ettiler, zamanın ileri gelen ulemasından padişah hocası Hacı Hafiz Muhammed Emin Efendi ve Abdurrahman el-Harputi Hazretleri’nin ders halkalarına katıldılar. Şeriat ilimlerini elde edip icazet aldıktan sonra Bayezid Medresesinde müderrisliğe tayin olundular. Orada irşada, ders okutmaya ve 28 yıl sürecek olan ilmi eser tertibine başladılar. Zaten Gümüşhanevi (K.S.) Hazretleri, henüz icazet almadan
7
üstün zekâları, kavrayış ve çalışkanlıkları ile hocalarının dikkatini çekmişler ve vekâleten Şerh-i Akaid okutmaya, bir yandan da eserler telif etmeye başlamışlardı. Gümüşhanevi Ahmed Ziyâüddin (K.S.) Hazretleri, şeriatın zahir ilimlerinde başarılı bir tahsil hayatından sonra icazet almışlar, dersiâmlık mevkiini ulaşmışlar ve ilim yayma faaliyetine başlamışlardı. Ama tarikat ve tasavvuf sahasında da olgunlaşmak istiyorlardı. Bu maksatla Mevlana Halid el-Bağdadi (K.S.) Hazretlerinin halifelerinden Abdülfettah el-Akri Hazretlerine müracaat ederek ona intisap etmek istediklerini belirttiler. O şu cevabı verdi: “Sizin, tarikatta kısmetiniz benim vasıtamla değildir. Mana âleminizi nurlandırmakla vazifeli başka birisi vardır. Vakti gelince intisap eder, feyzinizi ondan alırsınız. Bekleyiniz.” Böylece Gümüşhanevi (K.S.) Hazretleri hasret dolu bir bekleyişe girdi. O sırada Mevlana Halid elBağdadi (K.S.) Hazretleri, halifelerinden Ahmed bin Süleyman el-Ervadi (K.S.) Hazretlerine: “Ey Dost, parıltısı ile kuzey Afrika, Buhara, Mısır, Mekke, Medine, Hindistan ve uzak doğunun aydınlanacağı zat için İstanbul’a git, Onu ara bul. O, henüz açılmamış bir goncadır. Her ne kadar İstanbul’a
8
senden evvel pek çok halife gönderilmiş ise de, onun nasibi sana verilmiştir. Onun irşadı ile meşgul ol. Zira O, bizden sonra sahibi zaman ve rehberi tarikat olacaktır.” buyurmuşlar ve Ervadî Hazretleri emir gereği yola çıkıp 1845 de İstanbul’a varmışlardır. Gümüşhanevi Hazretleri, bir sabah Abdülfettah Efendi’nin (K.S.) odasında ilk defa Ervadî Hazretleri (K.S.) ile karşılaşmış, ona çok yakın bir alaka ve sevgi hissetmiştir. Ervadî (K.S.) Hazretleri’nin, “Ya Ahmed! Sizin irşadınız bana verilmiş olup, yalnız sizin için Şam’dan Anadolu’ya gelmek için görevlendirildim.” demesi üzerine tanımadığı bir kişinin kendisine adı ile hitap etmesinden hayretler içinde kalan Gümüşhanevi (K.S.) Hazretleri, hemen oracıkta Ervadî Hazretlerine (K.S.) intisab etmişlerdir. Pek çok meşayıhın manevi bir işaretle yönlendirildikleri, diyar diyar gezerek mürşidlerini arayıp buldukları bilinir. Durumun tam tersine dönüp, Gümüşhanevi Hazretleri’nin şeyhi Ervadî Hazretleri’nin Şam’dan sadece Gümüşhanevi (K.S.) Hazretlerimizi irşad için İstanbul’a gelmesi, Gümüşhanevi (K.S.) Hazretleri’mizin Halidiye Tarikatı içindeki yerlerinin büyüklüğüne işaret etmektedir. Kendisi ile ilmi alışverişi 16 yıl süren Ervadî Hazretleri(K.S.), Gümüşhanevi(K.S.) Hazretlerine bir süre tarikat, zikir ve seyr-ü sülûk yollarını talim
9
ettirmişler, Ona manevi dereceler aştırmış, ruhani yüksek derecelere ulaştırmışlardır. Gümüşhanevi (K.S.) Hazretlerinin girdiği iki halvetten sonra Ervadi (K.S.) Hazretleri kendisine 1848 tarihinde; Nakşibendiyye, Kadiriyye, Sühreverdiyye, Kübreviyye, Çeştiyye, Halidiyye, Halvetiyye, Bedeviyye, Rifaiyye, Şazeliyye ve Müceddidiyye tarikatlarından hilafet-i tâmme ile icazet vermişlerdir. Gümüşhanevi (K.S.) Hazretleri Mahmutpaşa Medresesindeki hücresinde irşad faaliyetine devam etmişler, bu hücre, zamanla artan müridlerinin ihtiyaçlarına cevap veremez hale gelince İstanbul’da, Sultanahmed’in Alemdar Mahallesindeki Fatma Sultan Camii’ni tekke olarak kullanmışlardır. Daha sonra cami yanına büyük bir ev ve tekke yaptırıp vakfetmişler, burası Gümüşhaneli Dergâh-ı Şerifi diye şöhret bulmuştur. 1863 yılında, Sultan Abdülaziz tarafından emirlerine tahsis edilen bir vapur ile beraberinde birçok öğrencisini alarak Hacca gitmişlerdir. Bu Hac ziyaretinde Ramuz el-Ehadis kitabının tanzim ve planlamasını düşünmüşler, İstanbul’a döndükten sonrada görevlerine devam ederken 1865–1875 yılları arasında eserin tasnifini tamamlamışlardır. İlk haclarına müteakip İstanbul’a dönüp, Şeyhül-Haremi Nebevi
10
Mehmet Emin Paşa’nın kızı Havva Seher validemiz ile evlenmişlerdir. 93 harbinin patlak vermesinin ardından (1877– 1878) müridleri ile birlikte Kars’a gidip cephede fiilen savaşa katılmış, ateş hattında bulunmuş, askere manen moral desteğinde bulunmuşlardır. O senenin Ramazan ayına kadar savaşa devam eden Gümüşhanevi (K.S.) Hazretleri, savaşın hafiflediği ve durakladığı bir sırada Of’a gelip burada iki yüz sekseni aşkın talebeye Ramuz okutmuş, birçok kişiyi de halvete sokarak hilafet vermişlerdir. Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevi (K.S.) Hazretleri 1877 senesinde ikinci defa Hacca gitmiş, dönüşte 3 seneden fazla Mısır’ı şereflendirmişlerdir. Bu ziyaretinde Ramuz el-Ehadis’i 7 defa okutarak yüzlerce Arap âlimine icazet vermişlerdir. Ömrünün 28 senesini neşriyat ve ilmi çalışmalara veren Gümüşhanevi (K.S.) Hazretleri, 16 sene müridlerine bizzat tarikat telkini yapmış ve hatm-i hace yaptırmışlardır. Her sene biri Zilhicce, biri de Recep ayında olmak üzere senede iki kere halvete girerlerdi. Zühd ve takvada dereceleri son derece yüksek idiler. Gayet perhizkâr, kanaatkâr yaşarlardı, çok zaman katıksız ekmekle yetinerek ellerine geçen parayı fakirlere dağıtırlardı. Ömrünün son 18 yılını (bayram
11
günleri hariç) aralıksız oruç ile geçirmişlerdi. Geceleri uyumazlar, zikirle, ibadetle, eser telifi ile meşgul olurlardı. Gündüzleri de talebe yetiştirmekle uğraşırlardı. Yatsı namazından sonra konuşmayı sevmezler, yatsı abdesti ile sabah namazı kılarlardı. Gümüşhanevi (K.S.) Hazretlerinin hocası Muhammed Emin Efendi, Gümüşhanevi Hazretlerine tarikat yönünden intisap etmişler ve bu suretle şeri ilimlerde öğrencisi olan zatın tasavvufta öğrencisi olmakla şereflenmişlerdir. Yazlarını Beykoz’un Yuşa tepesine çadır kurarak geçiren Gümüşhanevi Hazretleri, Cuma günleri mutlaka dergâha gelmeyi adet edinmişlerdi. Haftanın bir gününde yapılması adet olan hatm-i hace zikrini bizzat yaptırmayı hiç ihmal etmemişlerdi. Gümüşhanevi Hazretleri vefat senesinden öndeki yaz Cuma günleri dâhil tekkeye gelmemişler, yerine Hasan Hilmi Hazretlerini vekâleten bırakmışlardır. Kışın dergâha döndüklerinde mihraba hiç geçmemişler, tekkenin tüm mesuliyetini halifesi olan Hasan Hilmi Hazretlerine devretmişlerdir. Bu Hazretleri aralık çok şey yeyip
ara rahatsızlanan Gümüşhanevi (K.S.) pek zayıf ve mecalsiz düşmüşlerdir. Bir ağırlaştığı, yatağa düştüğü, beş gün hiçbir içmediği, son üç günde de gözünü hiç
12
açmadığı, ağzından da tek sözün çıkmadığı bizzat görenlerden nakledilmiştir. Bu hal üzere hasta yatağında baygın bir şekilde, dört büklüm yatan Gümüşhanevi (K.S.) Hazretleri, tedavisi için gelen doktor tarafından ayakları uzatıldığında, kulaklarının ucuna kadar utancından kıpkırmızı kesilmiş, gözlerini hafifçe açarak: “Bir de beni Rabbimin huzurunda ayak uzatma suçu ile baş başa bırakmayın” diyerek ayaklarının toplanılmasını istemişlerdir. 25 Mayıs 1893 Pazar günü sabaha doğru yarı baygın yatarken ansızın gözlerini açıp “Hepsini isterim Ya Kibriya!” diyerek ruhunu teslim etmişlerdir. Mübarek kabirleri Süleymaniye Camii haziresinde, zevcesi Seher validemiz ile yan yanadır. Her iki kabrin etrafı parmaklıklar ile çevrili olup Gümüşhanevi (K.S.) Hazretlerinin başuçlarındaki taşta aşağıdaki manidar beyitler yazılıdır: Nazar kıl çeşm-i ibretle, makâm-ı ilticâdır bu! Erenler dergâhı, bâb-ı füyûzât-ı Hüdâ’dır bu! Ziyâüddîn-i Ahmed, mevlidi anın Gümüşhâne, Şehir-i şark-u garbın, mürşid-i râh-ı Hudâdır bu!.. Muhakkak ehl-i Hakk ölmez, ebed haydır bil ey zâir ! Saray-ı kalbini pâk eyle, bâb-ı evliyâdır bu!
13
Şu’a-ı dürr-i vahdet, menba’-ı ilm-i ledünnîdir. Mükemmel vâris-i şer’-ı Muhammed Mustafâ’dır bu. Hilâfet müddetinden, "İrcii" vaktine dek Hakk’a, Tarîk-i Hâlidî’yi neşr eden, Hakk-reh-nümâdır bu. Oku ihlâs ile bir Fatiha, kalbinde daim tut Cilâ-yı ruhdur zikri, mürîdana gıdâdır bu!" Gümüşhanevi (K.S.) Hazretlerinin vefatı haberi duyulunca müslüman halk derin bir teessüre kapılmış, yürekten sarsılmıştı. Çünkü Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevi (K.S.) Hazretleri bütün müslümanların sevdiği, saydığı, gönülden bağlı olduğu bir din büyüğü idiler. Cenazelerinde mahşeri bir kalabalık hazır bulunmuş ve en samimi dualar ve gözyaşı içinde toprağa verilmişlerdir.
ŞEMAİLİ Orta boylu, beyaz yüzlü, yanakları kırmızı, orta kısmı hafifçe yüksek çekme burunlu, çatık kaş ve açık alınlı, sağ ve sol gözlerinin altında birer siyah ben bulunan, yuvarlak yüzlü, beyazı bellice siyah ve iri gözlü, başları devamlı traşlı ve beyaz sakallı bir zât idiler. Başlarına Nakşî tacı ve beyaz imame sararlar,
14
cübbe, hırka ve uzun entari giyerlerdi. Ayaklarında devamlı ayakkabı bulunur, siyah renge hiç rağbet etmezlerdi. Yazları beyaz, kışları da yeşil renk elbise giymeyi tercih ederlerdi. GÜMÜŞHANELİ DERGÂHI Gümüşhaneli Dergâhı bir ilim ve irfan üniversitesi gibiydi. Ferdi anlamda irşad gayreti ile hareket eden tekkenin toplumsal olarak amacı ise; imanı, fikri, ahlakı ile kemale ermiş, şuurlu Müslümanları yetiştirmekti. Dergâhta Ramuz elEhadis, Levamiul-Ukul ve Gümüşhanevi (K.S.) Hazretlerinin diğer eserleri okutulurdu. Müridlerin sayısı bir milyonu aşıyordu. Gümüşhanevi (K.S.) Hazretleri 116 adet irşad salahiyetinde talebe yetiştirmişler, onlara maddi ve manevi ilimlerini aktarmışlardı. Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevi (K.S.) Hazretlerinin hürmet edilip sözü dinlenen büyük bir şahsiyet olması sebebiyle Dergaha Sultan Abdülmecit, Sultan Abdülaziz, Sultan II. Abdülhamit ve birçok devlet adamı gelerek Gümüşhanevi (K.S.) Hazretlerinin sohbet ve derslerine iştirak etmiş, Reisül Ulema Tikveşli Yusuf Ziyâüddin Efendi, Erkan-ı Harp Livalarından Munib Bey, Arap Mehmet Ağa gibi zatlar ise Hazret’in müridi olma şerefine nail olmuşlardır.
15
Toplumun her türlü ihtiyacına cevap verme gayreti içinde olan Gümüşhanevi (K.S.) Hazretleri, iktisadi ve ticari hayata da istikamet vermiştir. O zamanlarda yeni ortaya çıkan faizle çalışan bankalardan ihvanını kurtarmak için dergâhta bir yardımlaşma sandığı kurdurmuşlardı. Müntesiplerin ellerinde bulunan menkul kıymetleri bir araya getirerek kurulan bu sandıktan muhtaç olanlar ihtiyaçları kadar borç alırlar, en müsait şartlarda bilahare öderlerdi. Osmanlı Devleti tarihindeki “avarız sandıklarına” benzer bu sandıkla Gümüşhanevi (K.S.) Hazretleri hem evlerde beklemekte olan ufak sermayenin bir araya gelerek büyümesini ve iş hayatına intikalini sağlamışlar, hem de sosyal hayatın her safhasına hizmet götüren dergâhların, iktisadi ve ticari hayatta da rol alabilecek birer müessese olduğunu göstermişlerdir. Ayrıca Gümüşhanevi (K.S.) Hazretleri, müslümanların ilerlemesi, İslamiyet’in yücelmesi için bir matbaa kurdurmuşlar, Rize, Bayburt ve Of’ta on sekiz bin ciltlik 4 ayrı kütüphane tesis ettirmişlerdir. Dergâha ait matbaada basılan İslami kitaplar ücretsiz verilmişti. Gümüşhaneli Dergâhı, tekke ve zaviyelerin kapatılmasından 1942 ye kadar mabed olarak korundu. Anıtlar Yüksek Kurulu’nun “Muhafazası gerek eski eser” olduğu kararına rağmen dergâh ve Fatma Sultan
16
Camii, yol yapımı gerekçesiyle 1957 de yıktırılmıştır. Dergâhtan bu gün sadece, minaresinin tuğla enkazı ile “Gümüşhaneli Ahmed Ziyâüddin Sokağı” hatıra kalmıştır.
İLMİ YÖNÜ Gümüşhanevi (K.S.) Hazretleri ilme çok önem vermişler, 28 sene süren telif hayatında yatağa, yastığa rağbet etmemişler, nice gecelerini sırf bu yüzden uykusuz geçirmişlerdir. İsimleri bir icazetname hacmine sığmayacak kadar çok müellifin, daha da fazla olan eserlerini inceleyip, bunları okutacak kadar iyi bildiği, Bayezid ve Mahmutpaşa medreselerinde öğrencilere verdikleri icazetnamelerden anlaşılmaktadır. Kütüphanesinde 18 bin ciltlik eser bulunan Gümüşhanevi Hazretlerinin 60’a yakın basılı eserleri mevcuttur. Ömrünün büyük kısmını yoğun ilmi çalışmalara ayırıp geceleri hiç uyumadıklarını, sabahlara kadar kitap yazmaya çalıştığını halifelerinden Hasan Hilmi Efendi Hazretleri(K.S.) şöyle anlatırlar: “Çok uzun süren bu dönem içerisinde öğleye az bir zaman kala kıbleye döner, başına da bir havlu örterek uyumaya çalışırdı. Böyle yaparken çevresindekilere: “Öğle ezanına az bir zaman kala beni uyandırın” diye tembih ettiği halde, her defasında
17
kendiliğinden uyandığı için onu uyandırmak kimseye nasip olamamıştır.” Zamanında hadis alanında zirveye ulaşmışlar, 2 ciltlik “Ramuz el-Ehadis” ve şerhi olarak 5 ciltlik “Levamiul Ukûl”u kaleme almışlardır. Hadis alanındaki üstün çalışmalarından dolayı kendilerine “Muhaddis-i Rum” da denilir. Bu eserler dışında hadisle alakalı Acâibün-Nübüvve, Letaifül Hikem, Hadis-i Erbain adlı üç eserleri daha vardır. Tasavvuf konusunda Câmiul Usul, Mecmuat-ül Ahzab ve Ruhul Arifin gibi tasavvufun inceliklerini ihtiva eden eserleri de mevcuttur. Ahlak konusunda ise Necat-ül Gafilin, Netaicül İhlâs, Devaül Müslimin adlı eserlerinden başka Gümüşhanevi (K.S.) Hazretlerinin fıkıh ve kelam ilmine dair eserleri de bulunmaktadır.
TASAVVUFÎ ŞAHSİYETİ Levamiul Ukûl isimli eserinde kendisini “Tarikaten Nakşibendî, meşreben Şazeli” diye tanıtan Gümüşhanevi Hazretleri, ruhani latifeler ve seyr-ü sülûk prensibini esas alan ve “hafi zikr” i benimseyen
18
bu iki tarikatın usul ve adabı çerçevesinde bir tasavvuf ve tarikat anlayışına sahiplerdir. Gümüşhanevi (K.S.) Hazretleri, on altı yıl müridlerine bizzat tarikat telkini yapmışlar, haftada iki defa müridleri ile topluca hatm-i hace zikri icra eylemişlerdir. Dergâhındaki sayısız müridin hepsinin farklı farklı manevi kabiliyetlerine vakıf olarak onlara ayrı ayrı yollar gösterip onları manen olgunluğa ulaştırmışlardır. Bir milyondan fazla müridi bulunan Gümüşhanevi (K.S.) Hazretleri sadece İstanbul’da değil tüm dünyada tesir göstermişlerdir. Yetiştirdikleri 116 adet irşad salahiyetindeki talebelerini Kazan’dan Komor adalarına, Mısır’dan Medine’ye, Çin’den Afrika’ya kadar geniş bir sahaya göndererek, Nakşibendî tarikatı ve tasavvuf düşüncesinin yayılmasına pek büyük katkıda bulunmuşlardır. Kişiyi içten vuran ‘kötülüğü emredici’ karakteri kırarak, bedende ruh lehine bir hâkimiyet kurabilmek için zühd ve takva dolu bir hayat anlayışı benimseyen Gümüşhanevi (K.S.) Hazretleri, “az yemek, az uyumak, az konuşmak” prensibine sımsıkı bağlı bir ömür sürdürmüşler, müridlerine de bunları telkin etmişlerdir. Gümüşhanevi (K.S.) Hazretlerimizin kolu olan, Nakşibendîliğin Halidiyye kolunda, gizli ve sessiz zikir
19
olan “zikr-i hafi” ye önem verilir. Günlük zikir öncesi kalp ve gönülde olan dünyevi kuruntulardan kurtularak, insana, bir gün Allah(C.C.)’ın huzuruna çıkıp hesap vereceğini hatırlatan ölüm tefekkürü yapılır. Şöyle ki: “Gözlerimizi yumarız kendimizi yatağımızda yattığımız gibi düşünürüz. Sanki bu yatışımız son yatışımız da Hz. Azrail canımızı almaya gelmiş. Ne yapacağız ve bu iş nasıl olacak diye telaş içerisinde kıvranırken imdad-ı İlahi yetişir ve kelime-i şahadet getirerek ruhumuzu teslim ederiz. Dostlar, akrabalar başımıza toplanır. Ağlarlar, sızlarlar, feryad ü figan ederler. Komşulara, yıkayıcıya da haber verirler. Teçhiz ve tekfinini hazırlarlar. Elbiselerimizi soymaya başlarlar ya işte o hali gözünün önüne getir. Haa... Bak... Soyuyorlar. Soydular. Teneşir tahtasına koydular. Yıkayıcı geldi. Temizledi, yıkadı. Abdestledi, kefenlere sardı. Tabuta koydular, namazını kıldılar. Ahiret evi olan kabire koydular. Herkes evine gitti sen orada yapayalnız kalakaldın...” Bu şekilde her gün yapılan “rabıta-ı mevt” ile mürid ‘ölmeden evvel ölüm’ sırrına ermeye ve daha yaşarken fenadan bekaya sıçramaya çalışır. Gümüşhanevi (K.S.) Hazretleri bir şeyhe olan ihtiyaçtan bahsederlerken “Yaratılış gayesi kulluk olarak belirtilen insanın, gerçek kulluğa ermesi marifetle, marifet de kâmil ve mükemmel bir mürşid elinde manevi dereceleri kat ederek, Allah(C.C.) ile kul
20
arasında karşılıklı rızanın bulunduğu durum olan “sıfat-ı mardıyye” sahibi olmaya bağlıdır” buyururlar. Marifette kemal ve seyr-ü sülûkta visal için kendisine intisab gereken mürşidde, kemal ifadesi olarak bulunması gereken beş şart şunlardır: 1- Silsilesi itibariyle Hz. Peygamber (S.A.S.)’e eksiksiz olarak ulaşan kâmil bir mürşidden irşad icazeti ile müşerref olmak. 2-
Manevi zevk sahibi olmak.
3- İslam’ı çok iyi bildiği gibi, emirlerine uyma ve yasaklarından kaçınmada müridlerine üstün misal olması. 4-
Şefkat ve himmette yüce olmak
5- Allah(C.C.)’tan gelen her şeye razı olmuş, iradesini Hakk’ın iradesinde ifna etmiş durumda bulunmak. İsabetli görüş ve tesirli telkin sahibi olmak. Nakşibendîyye prensiplerinden olan intisab, tasavvufi mana olarak kalbi şüphe karanlığından kurtarmak, gaflet ve isyandan zikre dönmek gayesiyle kamil bir mürşidin kurtarıcı eline yapışmak, ölünün teneşir tahtasında yıkayıcıya olan teslimiyeti gibi, iç ve dış âlemini mürşide teslim ile tabiri caiz ise manevi bir sözleşmeye girmek demektir. Nakşibendiyye
21
prensiplerine göre şeyhe intisab, dört farklı yoldan yapılabilir: 1- Şekli olarak ki, bu, bir mürşid-i kâmilin sohbetine iştirak ve istifade etme ile olur. 2- Manevi bir terbiye görmek ve tarikata dâhil olmak maksadıyla bir mürşidden inabe istenebilir. Bu tür inabede, gönül ehlinin yolu hangi edebe riayeti icab ettiriyorsa, o şeylere istikametle sımsıkı bağlanmak esastır. 3- Rivayet yolu ile intisab ki, bu, şeyhin irşad ve ikaz mahiyetinde yazmış olduğu eserleri, okumak ve anlamaya çalışmak suretiyle yapılır. 4- Dirayet yolu ile intisab. Bu intisap yolu ise, mürşidin tertib ve telif etmiş olduğu eserlerini sadeleştirerek anlaşılır hale getirmek ve insanların istifadesine arzetmek için yapılan gayret ve yapılan titiz ilmi çalışmalar iledir. Mürşid-i kâmile intisab ile bağlanmak ve feyzinden istifade etmek için mutlaka onu görmek şart değildir. Manen de onların yüce ruhaniyetlerinden istifade kasdı ile intisab mümkün olup, bu çeşit inabelerde o şeyhin hayatını, eserlerini ve sistemini kabul etmek ve onları benimseyerek yaşamak esas olandır.
22
Ahmet Ziyaeddin Gümüşhanevi Efendimizin (K.S.) Tarikat Silsile-i Şerifleri şöyledir: 1. Seyyid-i Kainat Hz. Muhammed Mustafa (S.A.S.) 2. Hz. Ebubekir es-Sıddık (R.A.) 3. Hz. Selman el-Farisi (R.A.) 4. Hz. Kasım İbn-i Muhammed (R.A.) 5. Hz. Cafer-i Sadık (R.A.) 6. Hz. Beyazid-i Bestami (K.S.) 7. Hz. Ebu’l-Haseni’l-Harakani (K.S.) 8. Hz. Ebû Ali el-Faremedi (K.S.) 9. Hz. Yusuf el-Hemedani (K.S.) 10. Hz. Abdülhalık el-Gûcdüvani (K.S.) 11. Hz. Arif er-Rivgeri (K.S.) 12. Hz. Mahmud İncir el-Fağnevi (K.S.) 13. Hz. Ali Ramiteni (K.S.) 14. Hz. Muhammed Baba es-Semmasi (K.S.) 15. Hz. Emir Külâl (K.S.) 16. Hz.Şah-ı Nakşbend Muhammed Bahaüddin Üveysi el-Buhari (K.S.) 17. Hz. Alâeddin Attâr (K.S.) 18. Hz. Yakub el-Çerhi (K.S.) 19. Hz. Ubeydullah Ahrâr (K.S.) 20. Hz. Muhammed Zahid (K.S.) 21. Hz. Muhammed Derviş (K.S.) 22. Hz. Hacegi el-Emkenegi (K.S.) 23. Hz. Muhammed Baki (K.S.)
23
24. Hz. İmam Rabbani Müceddid-i Elf-i Sani Ahmed Faruk es-Serhendi (K.S.) 25. Hz. Muhammed Ma’sum (K.S.) 26. Hz. Şeyh Seyfüddin (K.S.) 27. Hz. Seyyid Nur Muhammed el-Bedvâni (K.S.) 28. Hz. Şemsüddin Cân-ı Cânân Mazhar (K.S.) 29. Hz. Şeyh Abdullah ed-Dehlevi (K.S.) 30. Hz. Mevlânâ Ziyâüddin Halid el-Bağdadi (K.S.) 31. Hz. Ahmed İbn-i Süleyman Halid Hasen eş-Şami (K.S.) 32. Hz. Ahmed Ziyâüddin el-Gümüşhanevi (K.S.) 33. Hz. Hasan Hilmi el-Kastamoni (K.S.) 34. Hz. İsmail Necati ez-Zağferanboli (K.S.) 35. Hz. Ömer Ziyâüddin ed-Dağıstani (K.S.) 36. Hz. Mustafa Feyzi İbn-i Emrullah et-Tekfurdaği (K.S.) 37. Hz. Hasib es-Serezi (K.S.) 38. Hz. Abdülaziz el-Kazani (K.S.) 39. Hz. Mehmed Zahid İbn-i İbrahim el-Bursevi (K.S.)
MENKIBELERİ Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevi (K.S.) Hazretlerinin kerametleri ve tasarrufları, sayılamayacak kadar çoktur. Onun güzel ve üstün vasıflarını
24
belirtmekte diller aciz kalır. Hazret-i Pir’i övmeye defterler yetmez, akıllar onun büyüklüğünü kavrayamaz. Anlatılanlar keramet denizinden damla, yazılanlar cömertlik levhasından nokta gibidir. Gümüşhanevi (K.S.) Hazretlerinin müridlerinden Mustafa Fevzi Bin Numan Hazretleri, Şeyh Hazretlerinin menkıbelerinden birkaçını şöyle anlatmaktadır:
Hıristiyan Aşkı Şeyh Hazretleri Beykoz Çayırında çadırdayken bir Hıristiyan daima yanına gelir, ağlayıp sızlardı. Derdi ki: - “Ey Şeyh Hazretleri, senin gibisi hiç görülmemiştir. Hallerin gönlümü derinden etkiliyor. Ne zaman huzuruna gelsem hemen rahatlıyorum. Halbuki benim hiç iç huzurum yok, dünyayı dolaşsam, huzursuzluğum geçmiyor. Kendimi ancak senin yanında rahat hissediyorum. Bunun sırrını kısır aklım almıyor. Senden daha güzel ve üstün bir şeyh görmedim.”
25
Zavallı Hıristiyan’ı yakıp bitiren ve zayıf düşüren onun içindeki kâfirlik ateşiydi ama o bunu bilmiyordu. Hazret-i Şeyhin nuru onun küfür ateşini söndürüyor, tevhid ışığı kâfirlik dikenlerini yakıyordu. O yüzden Hazreti Şeyhin huzuruna varmaya can atar, daima onun yanında olmak isterdi. İşin aslını bilmiyordu ama Hazreti Şeyhin sevgisini içinde sakladı, sonra imana gelip Müslüman oldu. Ziyafet Şeyh Hazretleri bir gün Yuşa’da büyük bir ziyafet vermişti. Üç yüz müritle birlikte dört yüz kadar misafir vardı. Şeyh Hazretleri bir tane koyun kestirdi, ondan herkes yedi. Hazreti Şeyh bizzat kendisi davetlilere saygı göstererek hizmet etti. Zira büyüklerin misafire hizmet etmesi sünnettir, Yahudiler Hazreti Şeyhin ibret verici bir kerameti daha şöyledir: Şeyh Hazretleri Beykoz çayırında yine çadır kurmuş, etrafına müritleri manevi zevkler içinde toplanmış, sessizce oturuyorlardı.
26
Bu sırada oraya kadınlı erkekli bir grup Yahudi geldi. İçlerinde hasta, zayıf bir zenci vardı, gelip şeyhin önüne oturdu. Diğerleri de şeyhin huzuruna yerleşti, sonra hep birden şarkı söylemeye başladılar. Bunun üzerine Şeyh Hazretleri yerinden kalktı ve oradan ayrılıp yürümeye başladı. Onlar şaşkınlık içinde kalıp dediler ki: — Şeyh Hazretleri acaba niçin gitti? Bir şeye mi incindi? Biz hoşlanır diye, ona hürmetimizi göstermek için şarkı söylemiştik. Edepsizlik ettiysek affetsin, kusurumuzu bağışlasın. Bize acısın, elini öpmemize müsaade etsin. Bir hastamız var, ayaklarına yüz sürmesine izin versin. Himmetiyle sağlığına kavuşacağına inanıyoruz. Hizmetçiler bunların dediklerini Hazreti şeyhe arz ettiler, o da kabul etti. Yahudiler bunun üzerine gayet saygılı bir şekilde gelip şeyhin ayaklarını öptüler. Hasta olan ağlayıp yalvardı. Birden ortalığı öyle bir heybet kapladı ki, yerler gökler titredi. İnkârcılar bile kendilerinden geçtiler. Bütün müritler ağlaşmaya başladı. Dağlar taşlar Hakk
27
feyziyle gül bahçesine döndü. Âşıkların gönlü nurla doldu. Bu heybetten âşıkların biri öyle etkilendi ki, müthiş bir nara attı. Bu naranın şiddetinden herkes dehşete kapılıp yerlere serildiler. Orda bulunanlar hiç böyle bir heybet ve yüksek feyiz görmedik, dediler.
Şifa Yine Mustafa Feyzi Efendi (K.S.) Hazretleri şöyle naklediyorlar: Hazreti Şeyhin mis gibi kokan sakal kıllarını biriktirip topladım. Hastalığı sırasında ilaç yapıp vücuduna sardığı bezin içine koyup bohça yaptım. İşte o bez ve sakal kılları feyiz ve şifa vericidir, onu taşıyana zarar ulaşmaz. Bir hasta onu muska gibi yanında tutsa Cenab-ı Hakk onun hastalığını iyileştirir.
28
Hamile olup da doğumda zorluk çeken kadınlara da verdim. Boyunlarına takınca ağrıları gitti, kolayca doğum yaptılar. Hastalar bunu kullandıklarında derhal hafiflik hisseder, iyileşirler. Bunu defalarca denedim. Evliyanın bir tüyü bin çeşit ilaç gibi tesir eder. Özellikle Ahmet Ziya’nın, o gavs-ı azamınki çok şifa verir. Bunun pek çok delili vardır.
Kutup Birisi ilim öğrenmek için yalnız başına yola çıkmıştı. Hiç arkadaşı olmadığından Cenabı Hakk onun yoldaşı olmuştu. Issız yollarda giderken içinden “Ya Rabbi, bana zamanın kutbunu göster, bana ledün ilmini öğret” diye dua ederdi. Hakk Teâlâ onun duasını kabul etti, birden hatiften bir ses işitti: — Ey talip, zamanın kutbu Ahmet Ziya’dır, ona git. Dileklerini ona söyle, o gavsın şimdi yeryüzünde eşi benzeri yoktur, git ayaklarına yüzünü sür! Bunu duyunca Şeyh Hazretlerini görmek için içten derin bir özlem hissetti, arayıp sordu, gidip onu
29
buldu. Büyük bir zevk ve heyecanla huzuruna çıktı. Daha dileklerini arz etmeye başlamamıştı ki, Hazreti Şeyh ona şöyle buyurdu: — Ey talip, sen niçini, nasılı bırak! Allah aşkını kendin çalışarak kazan. O aşk sana hidayet ilmini öğretir. Kutbu bulmak için dünyayı dolaşmak gerekmez; ruhun sana senden daha yakındır. Evliyanın kalplerine rabıta ile yönel, Hakk’ın şeriat ve tarikatına yapış. Her zaman kalbin bizlere bağlı bulunsun, hiç şüphesiz bizlerle can ciğer dost olursun. Dünyaya ait düşünceleri gönlünden çıkar, Ahmet Ziya’yı kalbinde görürsün. Ama Cenabı Hakk’ın lütfu olmazsa, kutup sana hiçbir fayda vermez. Daima Cenabı Hakk’ın lütfunu istersen, Ahmet Ziya’nın en yakını olursun. Bu şekilde birçok öğütler verdi ve bağışlarda bulunup gönderdi. Kutup, cihandaki bütün cisimlerinin ruhudur, onlar üzerinde tasarruf eden odur. Onun tasarrufuyla arş feyizlere boğulur. Kutup Allah’ın izniyle bütün yaratılmışları dilediği gibi hareket ettirir. Cenabı Hakk’ın lütufları kullara onun vesilesiyle erişir. Kulların başlarına musibetler, Allah’ın bir velisini incittiklerinden dolayı gelir. Veliler ilâhi fiillerin sebebidir. Onlar hidayet yıldızlarıdır, Hakk’a giden doğru yol onlarla bulunur.
30
Veliler kalp casuslarıdır, insanın içinden geçenleri okurlar. Onları sevmek gamları, sıkıntıları giderir. Velilere kızan ve kin tutanları Hakk Teâlâ sevmez ve kabul etmez. Sonları, imansız gitmektir onların. Son nefeslerinde şeytan onları kandırıp imanlarını çalar. Cenabı Hakk Hadis-i Kutsi’de şöyle buyurmuştur: “Evliyamı sevmeyen beni sevmiyor demektir.” İki cihan saadeti istersen, velileri sev, gönlünün pasını sil. Ahmet Ziya Hazretlerini can ve gönülden sev, onun ruhunu dualarla an. O, büyük kutup ve gavstır, Allah’ın nurudur. Hazreti Şeyh’i seven yüksek vasıflı kimseler, onun ruhuna Fatiha ve İhlâs okusunlar.” Mustafa Feyzi Efendi (K.S.) Hazretleri, Gümüşhanevi Efendimizin (K.S.) menkıbelerini anlatırken, zamanın kutbunu ve tasarruflarını da yukarıdaki gibi izah etmektedirler. Ahmed Ziyaüddin Gümüşhânevî (K.S.) Hazretlerini anlayabilmek, okyanusu avuçlayabilmek kadar zor ve imkânsızdır. Halifelerinin her biri ayrı bir derya, eserlerinin her biri birer hazinedir. Deryaya dalabilene, hazineye sahip olabilene ve bu dergâha mensup olabilene ne mutlu!
31
Allahü Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri Gümüşhânevî Hazretlerinin (K.S.) derecâtını ulyâ eyleyip, biz âciz ü nâcizleri de, füyûzat ve şefaatinden feyizyab u nasibdâr buyursun... Âmîn, bihürmeti seyyidil-mürselîn SAS. ve âlihî ve sahbihî ve men tebiahüm biihsânin ilâ yevmid-dîn, velhamdü lillâhi rabbil-àlemîn.
32
MÜCEDDİD RİSÂLESİ
33
Bîsmillâhirrahmânirrahîm
Hamd, onun ehli olan Allah’a, salât ve selâm da O’nun Peygamberine olsun. Hamd ve salât ü selâmdan sonra şunu ifade etmek isteriz ki; yardımı, ancak kâinatın yaratıcısı olan Rabb’imizden isteriz. Resûlullah
(sallallahü
aleyhi
ve
selem)
buyuruyor ki: “Allah-u Teâlâ, her bir yüzyılın başında, bu ümmete dinini yenileyen bir müceddid gönderir. ”
34
Şunu bilmiş ol ki, Allah(c.c.)’ın her yüzyılın başında, bu ümmete, dinini yenileyecek bir kişiyi göndermesinin sırrı, şu hikmetlere bağlıdır: Birincisi: Yüz sene, tam bir asır sayılır. Çünkü insanlar,
bir
asrın
kaç
sene
olduğunda
ihtilâf
etmişlerdir. Bazısı, bir asır kırk senedir derken; bazıları altmış senenin, diğer bazıları da seksen senenin bir asır olduğunu ifade etmişlerdir. Bu konudaki görüşlerin çoğu ise, her bir asrın yüz sene olduğu yönündedir. Yüz seneden ibâret olan bir asırda, çoğunlukla geçmiş asırda yaşayanlardan hiç kimse artık hayatta kalmamıştır. Hayatta kalan bir kimse bulunursa da, bu çok nâdirdir veyâ geçmiş asrın başını ve sonunu idrâk etmiş olan bu kişi, yeni başlayan asrın başında küçük yaşta olması gerekir. Dolayısıyla, yeni asrın başında yaşayanlar,
geçen
asrın
başında
yaşayanlar
gibi
değildirler. Önceki asrın birçok hâl ve durumları değişmiş, kaybolup unutulmuş; dini esaslar, başka kültürler, başka dinlerle karışıp gitmiştir. Bu sebeple insanlar,
kendilerine
bu
durumu
hatırlatacak,
kendilerinin Allah(c.c.)’a olan bağlılıklarını yenileyecek bir hatırlatıcıya ihtiyaç duyarlar. İşte, Allahü Teâlâ, bu
35
ümmete lûtfeder ve her yüzyıl başlangıcında dinlerini yenileyecek bir kişiyi kendilerine gönderir. İkincisi:
Peygamber
Efendimiz
(sallallahü
aleyhi ve sellem) ’den rivâyet edilen şu hadis-i şeriftir: “Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) bir sabah vakti, Ashâbına: “Bu geceyi görüyor musunuz?” diye sordu.Ashâbı Kirâm (radiyallahü anhüm): “Evet ey Allah’ın Resûlü”, dediler. Resûl-i Ekrem Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem): “İşte, bu geceden itibâren yüz sene sonra, bugün yeryüzünde olanlardan hiç kimse hayatta kalmayacaktır.” buyurdular. Bu hadisin manası şudur: O gece yaşayanların hepsi, büyük ve küçük herkes, yüz sene içerisinde ölecek, o nesil yok olarak yeni bir nesil gelecek, gelecek yüz sene içerisinde yaşayacak olan bu yeni nesil, Peygamberimiz’i (sallallahü aleyhi ve selem) gören, O’ndan ilim öğrenen, O’ndan hidâyet ve şeriatı alan kimseler olmayacaktır.
36
O
halde,
kendilerine
dini
yenileyecek,
bilmediklerini öğretecek, ihmâl ettikleri şeriat binâsını yeniden ikâme edecek bir kişi gerekecektir. Hicrî ikinci asrın durumu böyle olursa, üçüncü asrın, dördüncü asrın ve ondan sonraki asırların hâli nasıl olur? Sonraki asırlar, dini yenileyecek kişiye, muhakkak ki, hicrî ikinci asırdan daha çok ihtiyaç duyacaklardır. İşte, Allahü Teâlâ bu ümmete lütfeder ve her yüzyılın başında, kendilerine, dine olan bağlılıklarını yenileyecek bir kişiyi gönderir. Üçüncüsü:
Bu
ümmet,
başka
ümmetlere
nazaran her yönden üstün kılınmış, şereflendirilmiş bir ümmettir. Çünkü İsrail oğullarına her asırda bir peygamber gönderilirdi. Allahü Teâlâ, bu ümmete, peygamberler yerine âlimler vermiştir. Resûlullah Efendimiz (sallallahü aleyhi ve selem) şöyle buyurur: “Ümmetimin
âlimleri,
peygamberleri gibidir. ”
37
İsrail
oğullarının
Bu kâide bu şekilde ortaya çıkınca, geçmiş asırlarda dini yenilemeye kâim olan kişilerin tâyininde şöyle bir netice ortaya çıkar. Allahü Teâla’nın her asrın başında gönderdiği kişilerin âlim olması şart değildir. Bu kişi, bazen âlimlerden biri olabileceği gibi, bazen bir halife, bazen ileri gelen bir kişi, bazen de insanların itaat ettiği bir melik olarak da gelebilir.
38
VASİYETLER VE NASİHATLER
Ahmed Ziyâüddîn Gümüşhânevî(K.S.)
Tercüme ve Sadeleştirme: Dr.Mehmed S. Bursalı
39
Ahmed Ziyâüddin Gümüşhânevî (K.S.)'nin MÜRİDLERİNE VE BÜTÜN MÜMİNLERE VASİYETLERİ *2
*2 -Bu vasiyetler; A.Z.Gümüşhânevi'nin “ Kitabül Abir fil Ensar vel Muhacir” kitabının 1859 (H.1276) senesi baskısının 51ve 52. sayfalarında yer almaktadır.
40
VASİYETLER “Önemli tembihler ve pek çok teşvikler ihtivâ eden bu lâtif risale, öncelikle ve bizzat, tarikata intisab etmek suretiyle (eski hayâtını terk edip yeni bir hayata hicret etmiş olan) muhâcirlere, daha sonra da umûmi olarak bütün müridlerime değerli bir hediyedir”.
41
Bismillahirrahmanirrahim Her şeye kâfi olan Allah'a hamd, seçtiği kullarına selâm olsun. Bundan sonra şunu ifade etmek isterim ki; Ey Muhacirler! Ey İhvân-ı safâ! Sizlere âcizâne vasiyetim şudur: Sizlerden
İstanbul'a
gelmeyi
murâd eden
kimse, buraya vardığında önce burada ikâmet edeceği yerini belirleyip, daha sonra üstâdını (şeyhini) ziyârete gitmelidir. Bu ziyâretini-mümkünse- Recep ayında, Ramazan bayramında veya bayramın ilk haftasında yerine getirmelidir.
42
En az on kişi bir araya gelindi mi, akşam ve sabah hatm-i hâce icra edilmeli, mümkünse Kur'ân-ı Kerim'in tamamı, üçte biri veyâ cüz yok ise hatimsiz olarak toplu zikir yapılmalıdır. Zikirlerini kalpte olan kalpte, Letâifte olanlar meal-letâif, nefy ü isbatta olan ise üçüne birden devam ederek zikrini yapmalıdır. Eğer kendinde bir tesir hissetmezse vukuf-u kalbiye devam etmeli, cezbe galebe gelirse nefy ü isbat, istiğrâk zuhûr ederse murâkebe ve tehlile (Lâ ilâhe illallah zikrine) devam edip, her zaman evliyâ ve sâdâttan istimdâd istenmelidir. Dâim râbıta, vukûf-u kalbî, huzûr-u meallah'a riâyet ederek, duâyı, tazarrû ve niyâzı elden bırakmamalıdır. Helâl kazanca ve helâl lokmaya dikkat ediniz. Bir şey yiyip içtiğinizde huzûr ve râbıta ile adâb ve sünnetleri yerine getiriniz. Haramları terk ile az yeme ve içmeye devam ediniz. Yeme ve içmenin âdâb ve sünnetleri Necât-ı Kebir (Necâtül Gâfilin) kitabının hâşiyesinde yer almaktadır. Belde dostlarınıza
ahâlisine, hased
ana
ve
etmeyiniz
ve
43
babaya, onlarla
diğer ihtilâfa
girmeyiniz. Zira tasavvufun ilk başlangıcı, mahlûkatı incitmemektir. Yedi yaşından yukarı olan kız çocuklarınızı ayrı
yataklarda
başkasına ailelerinize ailelerini,
yatırınız,
göstermeyiniz. ihtimâm
onları Büyük
ediniz.
çoluk
mahremlerinden kızlarınıza
Bütün
çocuklarını
ve
peygamberler korumakla
emrolunmuşlardır. Peygamberimiz (s.a.v.)’in: “Sa'd bin Ebî Vakkas' ın kıskançlığına hayret mi ediyorsunuz? Muhakkak ki ben ondan, Allah da benden daha gayretlidir (kıskançtır).” hadis-i şerifi, aileleri muhâfaza etmek konusunda kâfidir. Vücûdunuzun,
bulunduğunuz
yerin
ve
elbisenin temizliğine dikkat ediniz. Vücûdunuzdaki, özellikle şu sekiz uzvun, yâni: göz, kulak, burun, ağız, koltuk altı ve avret yeri temizliklerine, tırnakların kesilmesine önem veriniz. “O erkekler ki, temizlenmeyi severler” ayeti bu konuda kâfi, “Temizlik imandandır” hadisi de bu mânâyı teyid etmektedir.
44
Tuvalette kenarlarına,
cami
ve
banyoda
yakınlarına,
konuşmamalı, ağaç
altlarına
yol ve
insanların kullandıkları diğer yerlere, güneşe aya ve rüzgâra karşı küçük abdest yapmaktan sakınmalıdır. Bu konuda tafsilâtlı bilgi “Necâtul-Kebir” (NecâtülGâfilin) kitabında mevcuttur. Namaz, oruç, hac, zekât, nezir(adak), kefâret vermek, yerde bulunan kayıp eşyâ, sadaka-i fıtır, kurban, cenaze techizi, sözünü tutmak,
anlaşmaya
uymak, hasta ziyâreti ve diğer ilâhi hükümleri, bütün vacipleri ve sünnetleri ile yerine getirmeye devâm ediniz. Halinizde bir değişiklik bir ziyâdelik olmasa da, bu ibadetlerden her birinin aslını terk etmeden, bunlara devâm ediniz. Bu tarikatta, az amel ile çok sevaba nâil olunacağından şüphe yoktur. O halde farz, vâcip, sünnet, nafile ve müstehabların hepsini yerine getirmek gerekir. Üstad, mürşid, ana-baba ve akrabâ haklarına riâyet edip, onlara ezâ ve cefâ etmeyiniz. Komşu haklarına da dikkat edip, onların rızâ ve duâlarını talep
45
etmelisiniz.
Salât-ı
Seyyidül-İstiğfâr
ve
Münciye,
Seyyidüs-Salavât,
Duâyı-Ferec’i,
namazlardan
sonraki tesbihleri, Ayet’el-Kürsi, Haşr Suresinin sonu (Hüvallâhüllezi...), Bakara Sûresini, “İnned-dine indallâhilislam…”(Âl-i İmran Sûresi, 19.) ve “Kulillâhümme mâlikel mülk.. (Âl-i İmran Sûresi, 26.) ayet-i kerimelerini okumalı, Muavvizeteyn (Kul eûzü bi-rabbil felâk, kul eûzü bi-rabbin-nâs), abdest, gusül ve yemek duâlarına, elbise giyerken okunacak duâya ve başka şeylerde vârid olmuş bütün duâlara riâyet ve devâm ediniz. Kur’an’ı hatmetmek, Delâil-i Hayrât’dan günde bir hizip okumak, Hizb-i Bahr’i tamâmıyla okumak, gerektikçe diğer duâları okumak ve başka hizipleri (virdleri) de mübârek gün ve gecelerde bazen okumak gerekir.
Kendi
tarikatının
dışındaki
evrâdı
ise,
okumamalıdır. Beyaz horoz edininiz, patik, el değirmeni, âsâ, misvâk, ayna, sürmedanlık, divit, diş kürdanı, tarak, makas ve
iğne
gibi eşyaları kullanınız, bunları
yanınızdan hiç eksik etmeyiniz.
46
Sahur yemeği, tirit çorbası, yemekten önce ve yemekten sonra tuz almak ve elleri yıkamayı ihmâl etmeyiniz. Mercimek, çörek otu, bal, mantar, alıç, temr-i hindi, habbetur-reşâd ve diğer şifâlı yiyecek ve bitkileri kullanınız. Her gerektiğinde, keyfiyetine riâyet ederek hacamat yaptırınız(kan aldırınız). Sülük tutmasını tatbik ediniz. Bu konularda tafsilatlı bilgi için “Hacamat Risalesi”ne bakınız. Kınayı,
erkekler
sakallarına,
hanımlar
da
istedikleri her yere kullanmalı, haftada veyâ ayda bir defa
kına
yakılmalıdır.
Bunun
dışındaki
bütün
boyalardan ve renklerden uzak durulmalıdır. Erkekler sarık sarmalı, sarığın bir ucunu arkaya bırakmalıdır. Hanımların ise baştan ayağa kadar örtünmeleri, çarşaf ve ayaklarına çorap giymeleri gerekir. Seslerini erkekler işitmemelidir. Yedi yer hariç, kadınların dışarı çıkmasına izin vermemelidir.
47
Kedi, köpek ve diğer hayvanları dövmemelidir. Pire, bit, tahta kurusu, böcek, karınca, arı ve diğer haşarâta eziyet etmemeli, özellikle bunları ateşte yakmamalıdır. Çünkü ateşte
yakmak Allah(c.c.)’a
mahsustur. Bütün
ilâhî
emirlere
ta’zim,
mahlûkata
merhamet etmeli, vaaz, nasihat, zikir ve Kur’an hatmi ile meşgul olmalı, kabirleri ziyâret etmelidir. Kadir gecesi ve bayram günleri, Regâib kandili, Berâat Kandili, Mevlid Kandili, Aşure Günü ve diğer mübârek gün ve gecelere ta’zim etmelidir. Tam bir tövbe ile tövbe edip insanlarla helâlleşmeli, hayvan haklarını ve ilâhi hakları yerine getirmelidir. Bir an bile olsa vaktini zâyi etmemelidir. Özellikle akşam ile yatsı namazı arasındaki vakti, gece yarısı teheccüd vaktini ve sahur vakitlerini ihya etmelidir. Tarikat ehli, def-i kabız (içindeki sıkıntıyı def’etmek) için, enbiyâ ve evliyâ kabirlerini ziyâret,
48
üstazın (şeyhin) sohbet ve ziyâretine devâm etmelidir. Çok zikir ve çok râbıtaya ve tasavvuf kitaplarını okumaya devam etmelidir. Uyku ve fetreti (gevşekliği) def’ için, önce zikir mahallini değiştirmeli, muhabbet üzere rabıta, üstâza mektup yazmak suretiyle fütûrun
(gevşekliğin,
istiâze ederek, zikirde
bezginliğin)
giderilmesine
çalışılmalıdır. Çünkü fütûrsuz bir amel, fütûrlu binlerce amelden daha hayırlıdır. Def-i
gazap
(kızgınlığı
gidermek)
için
bulunduğu yeri değiştirmek, ayakta ise oturmak, oturuyorsa ayağa kalkmak, abdest almak ve de ,“Onlara şeytandan bir vesvese dokunduğu zaman...” (Â’raf Suresi, 201) âyeti mucibince “Esteîzu billâh...” diyerek istiâzede bulunmak (Allah’a sığınmak) gerekir. Aslî heyetinizi (görünüşünüzü) ve elbisenizi değiştirmeyiniz. Sigara, tömbeki, nargile, kahve, enfiye, afyon ve diğer habis şeyleri terk ediniz.
49
Câmiye, mescide ve ev içine tükürmeyiniz. Elinizin yağını elbisenize silmeyiniz. Müsâfahaya, cemâate, sabır, şükür ve kanâate devâm ediniz. İhyâ-i evkât (vâkitleri değerlendirmek), ihyâ-i beled(memleketi ihyâ etmek),
ihyâ-i mahlûk
(yaratılmışları
evkâf(vakıfları
ihyâ),
ihyâ-i
canlandırmak) ve devâm-ı ubûdiyyete(Allah’ a kulluğa devâma) önemle riâyet ediniz. Dikkat
ediniz.
Ahmed
(Gümüşhânevi)
(K.S.)’nin bu vasiyetlerini öğreniniz ve iyi tutunuz. 1276 Hicri Senesi
50
Ahmed Ziyâüddin Gümüşhânevî (K.S.) Hazretleri’nin NASİHATLERİ*3
*3 -Bu Nasihatler: ‘Tasavvuf î Ahlâk: M.Z. Kotku’(Birinci cild, 116118) sayfaları arasında yer almaktadır
51
- NASİHATLER 1-) Mahviyet ve tevâzû icâbı, kendinizi dâimâ câhil ve avam kabûl ediniz. 2-)
Amelleriniz,
tahsilleriniz
ve
ahlâkınız
bakımından âlim olunuz ve insanlara akıllarının ereceği kadar söyleyiniz. 3-) Birbirinize arka çevirmeyiniz, buğz etmeyiniz, ayrılmayınız, haset etmeyiniz ve kardeş olunuz. 4-) Âlimlerin zâlimlerinden ve inatçılarından olmayınız. 5-) Dâimâ müzâkere ve hakkı ızhâr için, ilminizi ve araştırmalarınızı arttırınız. 6-) Cemâate, cumaya, bayrama ve evrâdlarınıza, va’d ve ahdinize riayetkâr olunuz.
52
7-) Cemâati, zekâtı, haccı, orucu, emâneti ve emr-i bil-ma’rûfu terkedenlere yakın olmayınız. 8-) Avretlerini açanlara, gençlere, yâni saç ve sakalı bitmeyenlere yakın olmayınız ve kadınlara benzemeyiniz. 9-) Muhkem(yüksek) binâlar ve kabirleri taş ve kireçle yapanlara yakın olmayınız. Binâlara kurban kesmeyiniz. 10-) Fâiz, haram mal ve yetim malı yemeyiniz ve yiyenlere yakın olmayınız. 11-) Zûlmen gasb olunan malı yemeyiniz ve gaspedenlere yakın olmayınız. 12-) Âlimlere, meşâyiha ve anne-babaya ezâ etmeyiniz. Kalplerini kırmayınız ve inâd etmeyiniz.
53
13-) Sakallarınızı kesmeyiniz ve kısaltmayınız. Âdette
ve
görünüşte
Yahûdi
ve
Hıristiyanlara
benzemeyiniz. 14-) Zina edenlere, livâtacılara, deyyuslara, fuhuş işleyenlere ve rüşvet alanlara yakın olmayınız. 15-)
Sapık
fırkalara,
dinsizlere(mülhidlere),
sihirbazlara, tembellere, tenâsuha (ruhun insandan insana geçtiğine) inananlara yakın olmayınız. 16-) Kâhinlere, yıldıza bakanlara, falcılara, cin ve ifrit sâhiplerine yakın olmayınız. 17-) Cinlerle uğraşanlara, muskacılara, “gizli şeyleri bilirim” diyenlere yakın olmayınız. 18-) Tılsım bilgilerine, filozofların ilimlerine ve sözlerine yakın olmayınız. 19-) Her nevî şarap, sarhoşluk veren içki içenlere yakın olmayınız.
54
20-) Her çeşit ilâca, yabancı memleketlerden gelen ilâçlara ve küffâr eliyle yapılan eşyâya yakın olmayınız. (kendiniz yapın demektir). 21-) Ressamlara, oyunculara, çalgıcılara yakın olmayınız. 22-) Vücûtlarına dövme yapanlara ve saçlarını siyaha boyayanlara yakın olmayınız. 23-)
Nâmahrem
olan
yabancı
kadınlara
bakmayınız ve yakın olmayınız. 24-)
Kâfirler,
putperestler
ve
müşriklerin
kestiklerine yakın olmayınız. 25-) Ashâb-ı Kirâm’a ve evliyâullah’a sövenlere, müctehidlere sâdât(Peygamberimiz(s.a.v.)’in soyundan gelenlere) ve selefe(sahâbe, tâbiin ve tebe-i tâbiin)e ta’n edenlere(onları kötüleyenlere) yakın olmayınız.
55
26-) Harp meydanından, tâun, vebâ gibi bulaşıcı hastalıklardan,
meşâyiha
ve
ulûl-emre
itâatten
kaçanlara yakın olmayınız.. 27-)Yemeklerdeki
ve
cenâzelerdeki
bid’atlere
yakın olmayınız. 28-)
İnsanlar
arasında
söz
taşıyanlara
(koğuculara) ve Kur’an ve hadisten başka şeylerden yardım ve medet umanlara yakın olmayınız. 29-) Hiçbir isrâfa ve israfçılara yakın olmayınız. 30-) Kâfir ülkelerden gelen yağ, şeker vesâir yiyeceklere, kaplara ve elbiselere yakın olmayınız. (kendiniz yapın demektir). 31-) Zâlimlerin kapısına, oyun, eğlence ve töhmet yerlerine (plaj, dans yeri, balo ve emsali yerlere) yakın olmayınız.
56
32-) Satılığa çıkarılan vakıf mallarına, fâsit ve noksan alışverişe, ham meyveleri alıp satmaya ve vakıf malını değiştirmeye, tebdil ve tağyîre yakın olmayınız. 33-) Kuş (güvercin) uçurmaya, nefes ve celbî havâs ve cin çağırma toplantılarına yakın olmayınız. 34-) Küfre götüren sözlere, haram sözlere ve yabancı kelimelere (şehinşâh gibi) yakın olmayınız 35-) Âmirlik, imamlık, kadılık gibi şeylere ve sâlih kimseleri azletmeye, zâlimleri tâyin etmeye yakın olmayınız. 36-) Ayakta, yollara ve mübârek yerlere küçük abdestinizi yapmayınız. 37-) Yolları kapatmak, onlara pislik dökmek ve geçenlere ezâ veren zararlı şeyleri atmaya yakın olmayınız.
57
38-) Zühd, verâ, velâyet, keşif, kerâmet, ilhâmât ve
“Allah(c.c.)’ı
ve
Resûlullah(s.a.v.)’i
gördüm”
iddiasında bulunmayınız. 39-) Yüksek binâlara, köşklere, bineklere, her türlü ziynet, süs eşyâsına ve mal zâyiâtına yakın olmayınız. 40-)
Mescidlerde
seslerinizi
yükseltmeyiniz,
küçük çocuk, deli ve dilencileri câmiye sokmayınız. 41-) El ve başla selâm vermeyiniz. Âlimlerden başkasının elini öpmeyiniz. Hiç kimseye eğilmeyiniz ve sarılmayınız. 42-) Kuş (güvercin) uçurmayınız, süt kuzusunu kesmeyiniz, evde köpek bulundurmayınız. 43-) Haktan ve doğruluktan ayrılan müftülere ve hadis âlimlerine, dinini bilmeyen doktorlara ve iflâs etmiş tüccarlara yakın olmayınız.
58
44-) Hırsızlara, hainlere, ganimetten çalanlara, harpten kaçanlara, yetim malı ve haram yiyenlere yakın olmayınız. 45-) Baston ve her çeşit küffâr âdetlerine yakın olmayınız. 46-) Memleketin saâdet ve selâmeti için, siyâseti sağlam ve dürüst yapınız. 47-)
Şer’î
cezâların
tatbik
edilmesine,
dinî
esasların yerine getirilmesine ve mazlumlara yardım ediniz. 48-) Zulmü terk ile, bütün günahlardan tövbe ve istiğfâr ediniz. 49-)
Hak
sahipleriyle
helâlleşiniz,
kimseyi
incitmeyiniz, hor ve hakîr görmeyiniz. 50-) Bütün işlerinizi ve niyetlerinizi düzgün ve sağlam yapınız.
59
GÜMÜŞHANEVÎ(K.S.) HZ.’NİN MEZAR TAŞI KİTÂBESİ Özellikle kendi vasiyetleri ve Sultan II. Abdulhamid Hân’ın yakın alâka ve müsâadeleriyle, techîz ve tekfîn masraflarının bizzat sultan tarafından karşılandığı* 4
Gümüşhânevî
Hz.’nin
defnedildiği
mübârek kabri; Süleymâniye Cami-i Şerîfi avlusunda, Kanûni Sultan Süleyman Türbesinin kıble duvarına bitişik, yeşil parmaklıklarla çevrili yerdedir. Muhterem zevceleriyle yan yana defnedilmişlerdir. Mezar taşının başucunda: “Nazar kıl çeşm-i ibretle…” beytiyle başlayan nefis bir kitâbe vardır. Altı beyitten ibâret olan bu kitâbede şunlar yazılıdır:
*4-Techîz ev tekfîn masraflarının, bizzat Sultan II. Abdulhamid Hân tarafından karşılandığı, defninin hemen ertesi günü hükümdâra takdîm edilen bir belgede yer almıştır. Bu konuda bakınız:Ahmed Ziyâüddin Gümüşhânevî Sempozyumu Bildirileri: (sh,115-116)
60
KİTÂBE “Nazar kıl çeşm-i ibretle, makâm-ı ilticadır bu! Erenler dergâhı, bâb-ı füyûzât-ı Hûdâ’dır bu! Ziyâüddîn-i Ahmed, mevlidi ânın Gümüşhâne, Şehîr-i şark-u garbın, mürşid-i râh-ı Hüdâ’dır bu! Muhakkak ehl-i Hakk ölmez, ebed haydir, bil ey zâir, Sarây-ı kalbini pâk eyle, bâb-ı evliyâdır bu! Şuâ-i dürr-i vahdet, menbâ’-i ilm-i Ledünnîdir, Mükemmel varis-i şer-i Muhammed Mustafâ’dır bu! Hilâfet müddetinden, “irciî” vaktine den Hakk’a, Tarîk-i Hâlidî’yi neşreden, Hakk-reh-nümâdır bu! Oku ihlâs ile bir fâtiha, kalbinde dâim tut, Cilây-ı rûhdur zikri, mürîdâna gıdâdır bu! “ 1311, 7 ZİLKA’DE (13 MAYIS 1893, PAZAR SAAT 10.00)
61
KİTÂBENİN SÂDELEŞTİRİLMİŞ ŞEKLİ: “İbret gözü ile bak (ey ziyeretçi), ilticâ (sığınma) makâmıdır bu! Erenlerin dergâhı, ilâhî feyizlerin kapısıdır bu! Ahmed Ziyâüddîn’dir, doğum yeri Gümüşhâne’dir, Şark ile garbın en meşhûru, Hakk yolunun mürşididir bu! Şüphesiz Hakk yolcusu ölmez, dâimâ diridir, bunu bil ey ziyâretçi, Gönül sarayını temiz tut, evliyâ kapısıdır bu! Vahdet incilerinin ışığı, ledünnî ilmin kaynağıdır, Muhammed
Mustafâ
şeriatının
en
mükemmel
vârisidir bu! Hilâfet zamânından, “irciî” (Rabbine dön) emrine kadar, Hâlidiyye tarikatını yayan, Hakk yolunun rehberidir bu! İhlas ile oku bir Fâtiha, kalbinde devamlı tut (onu), Rûhun cilâsıdır anılması, müridler için gıdâdır bu!”
62
AYAK UCU KİTÂBESİNDE ise: “Muhaddisîn-i
Kirâmdan,
fahrü’l-meşâyih,
Gümüşhâneli el-Hâc Ahmed Ziyâüddîn Efendi Hazretlerinin rûh-u mukaddeslerine el-Fâtiha…” yazılıdır. Muhterem Zevcelerinin KİTÂBESİNDE: “Hakperestim, arz-ı ihlâs ettiğim dergâh bir, Bir nefes ayrılmadım tevhidden, Allah bir!” KİTÂBENİN SÂDELEŞTİRİLMİŞ ŞEKLİ: “Hakkın kuluyum, ihlâsımı arz ettiğim dergâh bir, Tevhid’den bir an olsun ayrılmadım, Allah bir.” …beyti yazılıdır. * 5
*5 -Bu konuda bakınız: Gümüşhânevî Ahmed Ziyâüddîn ve Hâlidiyye Tarikatı: Dr. İrfan Gündüz (sh.80-81), Büyük Duâ Kitâbı: A.Z.Gümüşhânevî, tercüme: A.Fâik Arslantürkoğlu (sh.24-25), A.Z.Gümüşhânevî Sempozyumu Bildirileri.
63
GÜMÜŞHANEVÎ DERGÂHI KİTÂBESİ Gümüşhânevî Dergâh-ı Şerifi’nin kapısında şu beytin yazılı olduğu rivâyet edilmiştir: “Nakşibendî Dergâhıdır bu, makâm-ı dilküşâ, İşte meydân-ı muhabbet, gel azîzim, merhabâ.” * 6
*6 -Bâb-ı Âlî’nin tam karşısında yer alan, şimdiki İstanbul Valiliğinin yakınında bulunan bu dergah: “Gümüşhâneli Dergâh-ı Şerîfi” diye şöhret bulmuştur. Fatma Sultan Câmii, onun bitişiğinde Gümüşhânevî tarafından yaptırılıp vakfedilen onaltı odalı bir meşrûthane (büyük ev) ve bir de tekkeden müteşekkil bu ilim ve irfan yuvasının, ne yazık ki bugün, yalnızca kitaplarda resimleri kalmıştır. 1951’e kadar tekke olarak hizmet gören bu camî ve müştemilâtı, 1942 yılına kadar mâbed olarak muhâfaza edilmiş, bu tarihten itibâren de câmi kısmı depo olarak kullanılmış meşruthâne ve tekke ise vakıflara kirâya verilmiştir. 1957 yılında ise, hiçbir meşrû gerekçe olmaksızın, oradan yol da geçmediği hâlde, (yol yapımı bahânesiyle) bu cami ve dergah temellerine kadar yıktırılmış, yok edilmiştir. Hazinesindeki kabirler düzlenmiştir. Oysa bu cami ve dergâh, millî kültürümüzün, millî kimliğimizin çok önemli ve büyük merkezlerinden biriydi. O sebeple, ne kadar esef etsek, ne kadar hayıflansak azdır. Böyle bir tahribât karşısında, bir Müslüman’ın, üzüntüden kahrolmaması mümkün değildir.
64
SÂDELEŞTİRİLMİŞ ŞEKLİ: “Gönüle ferahlık veren, Nakşibendî Dergâhıdır bu, İşte muhabbet meydânı, gel azizim, merhabâ.”
Bugün, sâdece, minaresinden tuğla enkâzı ile, “Gümüşhânelî Ahmed Ziyâeddîn Sokağı” hâtırâ kalmış olup, aesası üzerinde İstanbul Defterdarlığı binâsı bulunmaktadır. Bakınız: Yakın Târihimizde Câmi Kıyımı: M. Şevket Eygi (sh.345), Gümüşhânevî Ahmed Ziyâüddîn: Dr. İrfan Gündüz (sh.54-57) Fatma Sultan-Gümüşhânevî Dergâhı hakkında daha fazla bilgi için bakınız: “Fatma Sultan Camii ve Gümüşhânelî Dergâhı”: Prof. Dr. Semâvi Eyice (Prof. Dr. Sabri F.Ülgener’e Armağan, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Mecmuâsı. Cilt:43, sayı:1-4, 1984-1985, sh.475-513). Bu amansız yıkım tahribât furyasından Gümüşhânevî Hz.’nin kabri de nasibini almış, 1957 yıllarında, Süleymâniye Câmii avlusunda, Kânûnî Sultan Süleyman Türbesinin yanında yer alan mezarlarının kaldırılması plânlanmıştı. Bu konuda, yaşanmış bir hadiseyi, bize, M.Şevket Eygi: “Yakın Târihimizde Câmi Kıyımı” adlı eserinde (sh.338), olayın canlı bir şahidi olarak nakletmektedir.
65
İÇİNDEKİLER
v
AHMED ZİYÂÜDDİN GÜMÜŞHANEVİ (K.S.) HZ.’NİN TERCEME-İ HALİ ...............................5
v
MÜCEDDİD RİSÂLESİ ................................... 33
v
VASİYETLER VE NASİHATLER ........ 39
v
AHMED ZİYÂÜDDİN GÜMÜŞHÂNEVÎ(K.S.)'NİN MÜRİDLERİNE VE BÜTÜN MÜMİNLERE VASİYETLERİ .................... 40
v
AHMED ZİYÂÜDDİN GÜMÜŞHÂNEVÎ (K.S.) HAZRETLERİ’NİN NASİHATLERİ ..... 51
v
GÜMÜŞHANEVÎ(K.S.) HZ.’NİN MEZAR TAŞI KİTÂBESİ ............................. 60
66
67