TESİRİ O« t Prof.
M .¥ u a d Köprülü
CTUKEN
Bizans Müesseselerininin Osmanh Müesseselerine Tesiri Ord. Prof. M. Fuad Köprülü
Önsöz, bâzı notlara, bibliyografyaca ilâveler ve geniş bir indeksle yayımlayan Dr. Orhan F. Köprülü lndiana Ünv. Osmanh Tarihi eski Assoc. Profesörü
ÖTÜKEN
YAYIN N U : 184
KÜLTÜR SERİSİ : 32
2. basım: 1986
Ö tüken N eşriyat A Ş. Klodfarer Cad. 40/7 D ivanyolu-İstanbul Kapak Düzeni: Nur ve Olcay Okan Kapak Raskısı: Burkul O fset Baskı: Pnlot O fset Cilt: Y eıligün M ücellithânesi
1986
12
— İmparatorluk ve Hâkimiyet Telâkkileri ... 145 13 — Hilâl Mes'elesi 155 14 — Sâır İdari Müesseseler ............................... 163 I. II. III.
V.
Bürokrasi 165 Devlet Muhaberelerinde Rumca ...... 169 İdâri Taksimat ve Şehremaneti ......... 173
15 — Saray Âdetleri I. Cülus Bahşişi ............ II. Alkış Âdeti ...:......... III. Umûmi Eğlenceler ve Ziyâfetler ... ...................................... IV. Fetihnâmeler V. Hil’at Vermek Âdeti ............... VI. Tahkir Usûlleri ............................... VII. “Alay” ve "Efendi” Kelimeleri ......
189 191
16 — Maddi Medeniyette ve İktisadi Hayatta Bizans Te’siri
193
Bu Tetkikten Çıkan Neticeler
178 179 180 18i 184 188
............................ 199
VI. Osmanlılar'dan Evvel Bizans'ın İslâm - Türk Âlemiyle Münasebetleri ve Karşılıklı Te'sirler Hakkında Mütalâalar ............ ...... 206
İNDEKS .. —
I
..........
227
.
BİBLİYOGRAFYA ................
243
ÖNSÖZ Merhum Prof. M. Fuad Köprulü’nün, Bizans Müessese lerinin Osmanlı Müesseselerine Tesiri başlığı altında ve ilk defa müstakil bir kitap halinde yayımladığımız bu monografisinin aslı, 1931‘ae kendisinin müdürlüğü altında neşir hayatına başlayan Türk Hukuk ve İktisat Tarihi Mecmuası nda1 uzun bir makale halinde çıkm ıştı/ Daha ziyâde bir edebiyat tarihçisi olarak bilinen Köprülü. Türk medeniyet tarihinin çeşitli şûbeleri arasında Türk hukuk tarihiyle de ciddi ve etraflı bir şekilde meşgül olmuştur. Kendisinin şimdi bir kitap halinde yayımladığımız bu id dialı araştırması, Avrupa'da da büyük akisler yapmış3 ve Osmanlı müesseselerinin Bizans'tan ve İstanbul’un fethini takiben alındığı hakkındaki görüşleri o zamana kadar bil* müieârife gibi kabul edilmiş olan en tanınmış bızanîinistierin ve şöhretli tarihçilerin ilmi mesnetten mahrum hükümlerini sağlam bir metoda dayanarak büyük ölçüde değiştirmiştir. İimi değeri kabul edilmiş olan bu monog rafinin 1953'de İtalyanca'ya tercüme edilerek'* bir kitap halinde neşredilmiş olması da Köprülü'nün görüş ve hü kümlerinin daha geniş bir çevrede yayılmasını sağlamış tır. F. K öprülü'nün bu monografisindeki an a fikir, Osman lI müesseselerinin, Bizans müesseselerinin bir taklidi ol mayıp. kendi an’anesi içinde geliştiğini gösterm eğe mâtuftur. B urada peşin hüküm lere yer verilmeksizin h er müc-srese sağlam bir tarih m etoduna dayanılarak, kendi ta rihî seyri içinde incelenmiştir. Köprülü, hacmi itibariyle küçük fak at ileri sürdüğü görüşler ve vardığı neticeler ba-
kınamdan büyük bir ehemmiyet taşıyan bu araştırm asın da. yalnız varmış olduğu neticeleri ilim aleminin tenkidlerine arz etmekle de kalmamıştır. O, bu monografisinde bir taraftan konunun genişliği, diğer taraftan evvelce ya pılan çalışmaların çok yetersiz kalm ası yüzünden, ileride yapılması gereken araştırm aların hangi mesele ve mev zularda teksif edilmesi gerektiği üzerinde de durm uştur, Bu husustaki görüşlerini başlıca iki ayrı kısımda ele al mak icap eder. Bir bütünün daha küçük p arçalan olarak kendisinin üzerinde çalıştığı ve yayımlamağı düşündüğü mevzular şu n la rd ır: Selçuklu!ann idâri teşkilâtı (s Bö); Gelibolu tersanesi (s. 72); Tavacı tâbiri (s. 79); Orta-Zamanda İktisadi ve Mâli Türkiye (s. 89. 93 ve türlü yerler): İran Türkleri (s. 1075; Anadolu'nun türkleşmesi Cs. 109), Hârizmşahlar dev letinin teşkilâtı (s. 111); Anadolu Selçuklulannın idâri teşkilâtı (s. 1121; ıstılah olarak subaşı (s. 139); Selçuklu larda uc teşkilâtı (s. 141); İslâm ve Türk devletlerindeki hâkimiyet timsâlleri (s. 149); Memlükler devleti ile Anado lu’nun harsi münasebetleri (s. 165); Orta-Çağ’da İslâm ve Türk şehirlerinin teşkilâtı (s. 176): Gazneliler’in idâre teş kilâtı Is. 187); Osmanlı hâkimiyeti devrinde hıristiyan teb’a İS. 200); İkİbaşlı kartal meselesi (s. 218). Bir iki istisnası dışında K öprülünün yukarıda isimle rini belirttiğimiz araştırmaları ne yazık ki neşredilmemiştir. Yayımlananları da İslâm Ansiklopedisl’nin çeşitli maddeleri arasında kısmen dağınık bir şekilde bulunm ak tadır. İkinci kısımda ise, K öprülünün genç araştırıcılara yaptığı tavsiyeleri gösterebiliriz. O, diğer birçok araştır m alarında yaptığı gibi bu monografide de birçok yeni me seleler ortaya atarak bunların nasıl halledilebileceği hu susunda kendisinden sonra gelecek araştırıcılara yol gös termeğe çalışmaktadır. Onun bu tetkikinde, üzerlerinde incelemeler yapılmasını istediği mesele ve m evzular yir miyi geçmektedir. Yerimizin m üsait olmaması yüzünden burada bunlardan sâdece birkaç tanesini belirtm en» ikti fa edeceğiz.
İstanbul'un fethinden sonra, Osmanlı İmparatorlu ğu’nun çeşitli m üesseseleri üzerinde, meselâ Saray teş rifatında, idare teşkilâtında Bizans’ın büyük tesirler olduğu, m üverrihler tarafından bir m ütearife gibi ka bul olunmuştur. Busbec, daha XVI. yüzyılda bazı Os manii âdetlerinin, m eselâ alkış âdetinin, Roma âdet lerinden alınmış olduğunu kaydettiği gibi*, XVII. yüz yılda Pietro Della Valle de aynı görüşü te k rar etmek te, ve h attâ, Türklerin kendilerini Romalıların takip çisi ve vârisi addettiklerini söylemektedir.2 Klâsik kül türe yabancı olmayan Busbec ve Della Valle’nin bu müşâhedeleri, Türkler üzerinde Bizans tesiri mesele sinin, yüzyıllardanberi göze çarpmış olduğunu göste ren delillerden biridir ; ve şüphesiz ki, daha XIX. yüz yıldan evvel bu gibi birtakım müşâhedelere rastlana bilir. F akat, bu gibi m ünferit müşâhedelere dayanan benzetişlerden başka, bazı Osmanlı muesseseleriyle Bizans m üesseseleri arasında bağlar kurulmasını ön ce Leunclavius (Löwenklau)’da buluyoruz. Osmanlı ta rihinin bu eski m üverrihi Annales Sultanorum, Othma1 Letters du Baron de Busbec, traduit p ar De Foy. Paris M.D.CC.XLVII. c. 1 s. 36. 2 Voyages de Pietro Della Valli, Rcmen MDCCXLV % I. S. 207-208.
nidarum (Francoforte, 1596) adlı m eşhur eserinin so nuna ilâve ettiği, Leonclavii Pandectes historiae Turciae'sm da birtakım Osmanlı m üesseseleriyle Bizans müesseseleri arasında m ünasebetler bulmuştur. Sonraları Du Cange onun kaydettiği bu gibi benze yişleri Glossarium ad sepiptores m ediae et infimce graeciiatis (Lugduni, 1688)’de te k ra r eylemiştir. XIX. yüzyıl zarfında gerek Osmanlı gerek Bizans tarihleri hakkmdaki te tk ik ler ilerledikçe, Osmanlı İm paratorluğu’nun S aray âdetleri ve idare njüessese* leriyle Bizans m üesseseleri ve te şrifa t usûlleri arasın daki benzeyişler daha açık ve daha umumî bir şekilde dikkati çekmeğe başladı. H akikaten, Bizans hukuku ta rihinin büyük üstadı Z achariae von Lingenthal’İn pek haklı olarak ileri sürdüğü veçhile, Osmanlı İm parator luğu içindeki hukukî şa rtla rın yalnızca Türkler ta ra fından yaratıldığını zannetm ek ve bunda Bizans’ın te sirlerini dikkat nazarına alm am ak, muhakkak bir ha ta olurdu.3 n . M ehmed’in, İstanbul fethinden sonra Kanunnâme'sini neşrederek İm paratorluğun müesseselerini yeniden düzenlediğini ve tanzim ettiğini de dikkate alan Ram baud. Bizans m üesseselerinin bu hu susta bir örnek teşkil ettiğini düşünmüş ve buna da ir dikkate değer cazip m ukayeseler yapm ıştır. Ram baud, Osmanlı İm paratorluğu teşkilâtında Türklerin «Bağdad, K arakurum veya Pekin» saraylarından da birçok şeyler alm akla birlikte, en çok Bizans İm para torluğu müesseselerinden ilham aldıkları fikrindedir: Ona göre, Bizans’taki doğuya ve batıya mahsus iki «domestigue des scholae», O sm anlIlardaki «Anadolu ve Rumeli beylerbeyliklerinin m odelidir; «veztr-i-âzam*, 3 Ch. Diehl, Byzance, Paris 1019. s. 326.
€granddomestique»tiı; «kapudan paşa», «m âgaduotür; «reisülküttab», «grandlogothSteHir; « d efterd a rla r «logothete»lerâiv; «kadı-asker», «juge du camp»dır. Bizans ve Osmanlı saraylarını dolduran daha bir çok m em uriyetler arasında da böyle bir uygunluk ku rulmasının pek mümkün olduğunu Ram baud kuvvetle iddia ediyor ve diyor ki: Codinus, Bizans sarayında — sonradan Osmanlı sarayında da olduğu gibi — «çavuş lar», h attâ bir «çavuş başı» sonra «tercüm anlar» ve bir «amiral» mevcut olduğunu tesbit etm işti. Yeniçerilere dağıtılan cülus bahşişleri, R om alılardaki donativuır,’ dan başka bir şey m idir? Sultanların çıkardıkları fe r manlar, tıpkı o ferm anlarda olduğu gibi altınla, sürlı ve lâcivert renklerle yazılmış Bizans Chrysobulle'lerlnden farksızdır. Büyük m uvaffakiyetleri dost ve tâbi devletlere litterae laureatae’lerle bildiren Rom a im pa rato rları gibi, Osmanlı İm p arato rla rı' da zaferlerini /efihndm e’Ierle tebliğ etm em işler m idir? Vilâyetlerin idaresi hususunda da Bizans them e’loTİyle Osmanlı sancak'ları, tem lerin idaresine m em ur strateğe'ler le sancak beyleri arasında büyük bir fark yoktur. Bizans lIlardaki Clisurarque’lara, turm arque’\ara hudut «dur» ve «comfe&larına, tabiî başka isim ler altında. Osman lIlarda rastlanır. Stratiötai fiyeflerinin (dirlik) benzer leri «timar» ve ziâm ef’lerde, sipahi dirlikleri'nde görü lür.4 R am baud’nun, birdenbire cidden çok* açık ve çok inandırıcı m ahiyette olan bu görüşlerine göre, Osman lI İm paratorluğu’nun yalnız saray âdetlerinde ve m er kez teşkilâtında değil, vilâyet idarelerinde, ve ordu teşkilâtıyla pek yakından alâkadar olan toprak mesc4
Lavisse et Rambauıl. Histoire gânerale, c. IV. s 750-
üzerinde Arap tesiri başlayıncaya k ad a r hukuk sa h a kanunlarının hüküm sürdüğünü, ve A rap tesirinin de ancak XVI. yüzyıl başında Suri ye, Mısır, Elcezire, Irak fütuhatıyla başladığını iddia etm iştir.7 Bununla birlikte H. A. Gibbons Osmanlı ce miyeti üzerinde Bizans tesiri*nin daha İstanbul fethin den evvel başladığını, Yıldırım Bâyezid’in G erm iyan beyinin kızıyla izdivacı meselesini anlatırken söylüyor; ona göre, daha XIV. yüzyıl sonlarında Osmanlı s a ra yındaki merasim, yüksek sınıfların âdetleri, kadınların örtünmesine kadar, Bizans tesiri altında kalm ıştır; Os manlIlar eğer franklardan bazı şeyler aldılarsa, o bi le ancak İstanbul yoluyla yani Bizans vâsıtasıyla ol m uştur;8 yine Gibbons, sefirlerin kabulünde silâhların alınması âdetini de — Rambaud gibi — Bizans âdetlerin den alınmış addetm ektedir.9 Öyle anlaşılıyor ki, Gib bons, Osmanh cemiyeti üzerindeki Bizans tesirlerinin, daha İstanbul fethinden evvel başladığı kanaatindedir. Ch. Diehl, Bizans'ın Türkler üzerindeki tesirinden bahsederken, başlıca Ram baud’ya dayanm akla b e ra ber, bundan daha cüretkâr neticelere varıyor: Onun fikrîne göre, Türkler ne idare adam ları, ne de hukuk çudurlar; siyaset ilmine alâka duym ayan; se rt ask er dirler; bundan dolayı İstanbul’u alarak Bizans’ı m ah vettikten sonra, yeni devlet m üesseselerinin ve idari teşkilâtlarının büyük kısmım Bizans örneklerini taklit ile kurdular.10 E n son ve en ciddî batı ta rih eserlerinde, bile, Ram baud’nun ve Diehl’in bu görüşlerinin artık sında Bizans ö rt ve
7 Aym eser, s. 80; Türkçe tercümesi, s. 62. 8 Aynı eser, s. 157; Türkçe tercümesi, s. 135. d Aym eser, s. 177; Türkçe tercümesi, s. 155. 10 Ch. Diehl, Byzance, s. 325 - 327.
b ir dıakikat» şeklinde umumileştirildiğini,12 hattâ bazı eserlerde daha ifratk ârân e bir surette tBizans İmpa ratorluğulnun siyasî ve askerî müesseselerinin Osman It İmparatorluğu tarajm dan toptan kabul olunduğu• görüşünün ileri sürüldüğünü görüyoruz^ Yalnız Bizans tarihiyle uğraşan bâzı ilim adamla, n ve tarihçiler, ara - sıra, bir münasebetle, Bizans ve Osmanh müesseseleri arasında bazı benzerlikler kur mağa çalışm ışlarsa da, bunlar arasında Ram baud'g; bi meseleyi daha umumî bir noktadan tetkik edenler pek az olmuştur: M eselâ A. Mortdmann, bir makale-, sinde «eski Bizans m üesseselerinin sadık bir timsali olan yeni Türkiye»deki «kapı kethüdası» mevkiinin Bi zanslIlardaki « iv scpoecSreov »nın karşılığı oldu ğunu söylemişti,13 Keza A. Finlay, Osmanlı pa dişahlarının her hafta îstanbul camilerinden biri ne gitmelerini, Bizans im paratorlarının her hafta gayr-: resm î elbise ile kiliseye gitm eleri ve halkın arzuhalle rini doğrudan doğruya alm aları âdetiyle alâkadar gör’ müştjü,14 Bizans ve Osmanlı müesseseleri arasında ku rulm ağa çalışılan bu gibi benzerliklere ait misaller da ha fazla çoğaltılabilir. E. Oberhummer, Türkler ve 0> manii İm paratorluğu hakkındaki küçük re değerli bir eserinde bu meseleden de biraz bahsetmiş ve dikka te değer bâzı fikirler yürütm üştür.15 Oberhummer, Bi
11 H. Hauser et A. Renaudet, Les Dâbuts de I’Âge ntoderne, Paris 1929. s. 393. 12 Rene Grousset, Histoire de I*Asi e, Paris 1922. c 1 s. 286. 13 Archives de I’Oricnt Latin, Paris 1881, s. 699 14 Finlay, A History of Greece from its Conquest by the Romans to the present times, 1877. 15 E. Oberhummer. Die Türken und das Osmaaıische
zans’ın Türkler üzerindeki medenî tesirlerinin — m ese lâ tamamiyle olmamakla beraber kısmen sikkelerde ve ölçülerde, sonra mimarîde, inşaata ve gemiciliğe ait tâbirlerin iktibasında olduğu gibi —* ehemmi yetinden bahsetmiş, ve ayrıca hukuki ve malî husus larda ve idari teşkilâtında da birtakım iktibasların mevcudiyeti hakkında evvelce ileri sürülen fikirleri hu lâsa olarak tekrar eylem iştir.18 Onun bu risalede en ziyade üzerinde İsrar ettiği ve derinleştiği mesele, Osmanlı Devleti’nin ve Osmanlı tesiri altında kalmış İslâm memleketlerinin hâkimiyet timsali olarak kullandıkları m ilâ h in Bizans’tan alımp alınmadığıdır; yazar bu hu susta etraflı tetkiklerde bulunmakla beraber, bunun Bizans'tan alındığı neticesine varam ıyarak, eski T ürk an’anesinde de hilâl’in mevcudiyetini ve bu hususta Bi zans ve Türk an’aneleri arasında bir benzeyiş bulun duğunu yazıyor. Oberhummer’in çok defa fikirlerini kabul ve tek rar ettiği R.V. Scala, Bizans'tan Osmanlı D evleti’ne geçen müesseseler hakkında, Ram baud’dan daha derin ve daha dikkate değer görüşler ortaya sürm üştür. Ona
Rciclı. Leipzig und Berlin 1017 (Geograpische Zeitschrift, XXII - XXIII) s. 53-57. 16 Onun başlıca kaynaklan R.V. Scala’nın aşağıda bahsedilen eseri, ve kısmen de Ami Bouo'nin önce Fran sızca yayınlanıp son cildi 1840‘da çıkan ve sonradan Aimancaya tercüme olunan -Die Europ. Türkei, 1889» adlı meşhur kitabıdır. Bu son eserde Bizans'tan alınmış olarak gösterilen şeyler pek sayılı olduğu gibi, yaşadığı devrin umumi telâkkisine uyarak Bizans’ı her türlü fenalığın ve idare bozukluğunun timsali sayan yazar, Osmanh idaresi nin başlıca fenalıklarını Bizans'tan alınmış gibi göster mektedir.
göre Selçukluların enkazı üzerinde kurulmuş olan Bey likler — Selçukluların daha fazla İran tesirinde kalma larına mukabil — Batı ile ve Bizans'la daha sıkı müna sebetlerde bulundular; Sanıhan, Aydın, Menteşe sikke lerinde bu tesir göze çarpar. OsmanlIlara gelince, bun lar daha Orhan zamanında Alâaddin P aşa’nın tesisa tıyla Batı nüfuzunu kabule başlamış bulunuyorlardı. Aile bağlarıyla da Bizans’a bağlı olan OsmanlIların ilk devirlerinde Bizans ve Batı tesiri o kadar açık gö rünmüyor. Türklerin, diğer birçok şeylerde olduğu gi bi, siyasî - sosyal teşkilâtta da daha eskidenberi İran tesirinde kalmaları belki bunda müessir olmuştur. Türklerdeki ay ve yıldız alâmetlerinde tamamiyle Sâsâni tesirini gören Scala, timar meselesinde de —Ram baud ve takipçilerinin sathî ve acele hükümlerinden tamamiyle farklı olarak — İran tesiri olup olmadığım araştırıyor; ve Gâz&n zamanında yapılmış olan İran tim ar ıslahatının OsmanlIlara bir örnek vazifesi görüp görmediğini -ileri sürüyor. Osmanlı timar teşkilatında batı feodalizminin tesirini kabul etmemekle beraber Bizans’taki arazi teşkilâtıyla Osmanlı timarîarı arasın da bâzı benzerlik noktaları bulunduğunu — mesela her iki teşkilâtta da timar kıymetlerinin muayyen olduğu nu — ileri sürerek, bu meselede Bizans tesirini kabule ta ra fta r gözüküyor. Ona göre, Bizans arazi kanunu, Türk hâkimiyeti zamanında devam etmiş ve Bizans hukukunun bazı esasları Osmanlı. kanunlarına tesir ey lemiştir. Scala’ya göre, Bizans’ın birtakım teşkilâtı ve gelenekleri de OsmanlIlarda devam etmiştir. İdarî teş kilâtın Anadolu ve Rumeli olarak ikiye ayrılması, İs tanbul Eparchia’sının Şehremâneti olarak muhafazası, ellerindeki gümüş değneklerde gümüş zincirler şıkır dıyan, çavuşlar, çavuşbaşılar, «kanun, defterdar, güm rük, efendi» kelimeleri, ve inşaat ve teçhizata aiî bir
çok tabirler, sikkeler ve ölçülerin bir ktsmt hep Bizans’ tan alınmadır. Sikkelerin Hükümdar namına basılması meselesine o kadar ehemmiyet verilmesi, Batıdaki hâ kimiyet mefhumunun tesirine atfedilmek lâzımgeldiği gibi, maliye meselesinde olduğu veçhile daimî ordu teş kili meselesinde ve Saraydaki hadımagalart’ndâ da Bi zans nüfuzu göze çarpıyor. Scala’ya göre, Osmanlı Türkleri arasında Uzak - Doğu medeniyetinin kalıntısı olarak yalnız «karagöz» oyunu kalmıştır. Maddî mede niyet hususunda, askeri, siyasî, ve sosyal teşkilâtta mağlûp Bizans tesiri galip Türklere kendisini zorla ka bul ettirm iştir.17 Osmanh tarihiyle uğraşan bâzı mütehassıslar da, Osmanlılara geçen Bizans müesseseleri hakkında bâzı fikirler ileri sürmüşlerdir: Meselâ Netâyicul-Vuku'ât y azan M ustafa Paşa, İstanbul fethinden sonra Bizans teşrifat usûllerinin Osmanlılara geçtiğini, sorguçlar, solaklar, peykler, türlü türlü elbiseler ile alayların Bizans mirası olduğunu, hattâ efendi kelimesinin bile rumlardan alındığını yazmıştır.** Ludwig Fekete, Os manh resm î muhaberatında Bizans tesiri ihtimalini kı saca z ik re tm işti19. J. H. Kramers, Osmanh İmparatorluğu’ndaki ulemâ teşkilâtında Rum patrikhanesinin bir örnek olduğunu Encyclopâdie de l'Islam ’daki bir ma kalesinde ileri sürmüştür.10 Jean Deny de, tim ar me selesi hakkında yine Encyclopedie /'İslam ’a yazdığı pek mühim bir makalede, OsmanlIlardaki tim ar teş-
17 Helmolt, Weltgeschichte, V, s. 111-113. 124. 18 Netâyicü’l-Vukuât. 2. Basım, c. I. s. 01. 10 L. Fekete, Einf&hrung İn die Osmanisch - Türkische Diplomatik der T&rkischen Botmaessigkeit in Ungam. Budapest 1926, s. LXVII: 20 Encyclopâdie de L'Islam, Shaikh al-lslâm maddesi.
kilâtımn BizanslIları tak lit suretiyle, hatlâ belki de eski Bizans tim ar usulünün korunm ası suretiyle mey dana geldiğini, ve tim ar kelimesinin de Bizans’taki pronoya (pronia) kelimesinin karşılığı olduğunu ispata çalışmakladır.* Türklerdeki tim ar ıstılahının rum ca tim arion’dan alındığını önce Leunclavius XVI. yüzyıl sonunda ileri sürmüş, ve biraz sonra B audier ve daha sonra da Du Cange bu farazıyeyi kabul etm işlerse de, V.D. Smirnov, bu hususta istinad edilen m etinlerin sonraki devir lere ait olduğunu ileri-sürerek onu reddetm iştir. 1598’de Venedikli Lazzaro Soranzo F a rsç a «
» kelimesi
nin mevcudiyetinden bahsetm iştir ki, Hammer ve da ha diğer bazıları Türklerdeki tim ar kelimesinin bura dan alındığı fikrine katılm ışlardır. Halbuki F arsça da tim ar kelimesi hiçbir zam an OsmanlIlardaki manâsiyle kullanılm am ıştır. Osmanlı tim ar teşkilâtının menşei hususunda H am m er ve onun bâzı görüşlerini düzelten Vorms, Belin, Tischendorf hep aynı neticeye varm ış lar ve bunu İslâm feodal sistem ine yani «İktâ» mesele sine bağlam ışlardır. İra n tesirine fazla ehemmiyet ver mekle beraber, H am m er’in de vardığı netice budur. Deny, T ürk arâzi kanununda İslâm tesirleri olduğunu ve meselâ arazinin öşriyye ve harâciyye diye bölünme sinin bu tesirden doğduğunu kabul etmekle birlikte, ti mar arazisi hakkında Osmanlı kanunnâmelerindeki hükümlerin XVI. yüzyıl âlim leri tarafından ş e r’î esas larla pek zor uzlaştırılabileceğini söylemektedir. Ona göre tim arların menşeini İra n ’da aram ak hiç doğru değildir; Hammer, Bizans ve T ürk tım arlarının teşek külünü İran tesirine atfetm ekle büyük bir mübaleğa 21 Encyclopgdie de l'Islam, timâr maddesi.
ya düşm üştür. Bu üç devlette de zırhlı sipahilerin mev cudiyeti, te fe rru a ta âit bir meseledir. Askerî tım arla rın Anadolu S elçuklularında bulunup bulunmadığı hak kında bilgisi olmadığını söyliyen Deny, Bizans’ta oldu ğu gibi, Osm anlûarda da donanma hizmetine mahsus ttm arlar olmasını, Osmanlı tim arlarınm Bizans menşeinden geldiğine bir delil gibi kabul etm ektedir. Şu son senelerde P rof. Sokolov eski Osmanlı İm paratorluğum da arazi meselesi ve arazi vergileri hak kında yayım ladığı bâzı makalelerde,21 gerek arâzi ka nunlarında gerek arâzi vergilerinde Bizans’ın pek kuv vetli tesiri olduğu fikrini m üdafaa etmektedir. Yukarı da görüşlerini îzah ettiğimiz çeşitli âlimler arasında da bu fikri daha evvel ileri sürenler olmuştu; lâkin So kolov, Osm anlı îm paratorluğu’nda Tanzimat’tan evvel ki arâzi m eselesini ve bilhassa arâzi vergilerini ayrı ca gpzden geçirerek, onlarla Bizans devri arâzi vergi leri arasında daha açık bağlar kurmağa çalışmıştır. Bu yazar, gerek arâzi kanunlarında gerek arâzi vergi leri sistem inde Osmanlı îm paratorluğu’nun, benzeri Bizans m üesseselerinden ilham aldığını kabul etmekle birlikte, sosyal ve İktisadî şartların tesiri altında bun ların sonradan hususi bir şekil aldığını, ihtirazî bir ka22 Sokolov, Zemclnye otnosenija v Turcij do Tanzimata, Novyj Vostok, Moskva 1924. nu. 6, s. 93-113. Yazar bu makalesinde, Bizans müesseselerinin OsmanlIlara tesi ri hakkında Bizans tarihinin tanınmış mütehassısı F. 1. Uspenskij'nin «Socialnaja Evol'ucijai feodalizatcija v Vizantij» yâni «Bizans'ta içtimai tekâmül ve feodalizasyon» adlı eserine dayanmakta ise de, maalesef bu eseri bulup fay dalanmak kabil olmadı. Sokolov'un ikinci makalesi de yi ne. Novyj Vostok’da (nu. 8-9, 1925, s. 82-95) şu isim altın da çıkmıştır. Zemelno-podatneo oblozeniev Turcij do Tan zimat a.
yit olarak, zikretmektedir; ve umumiyetle Bizans müesseselerinin Osmanlı Devleti üzerindeki nüfuzu hak kında ileri sürülen iddiaların inceden inceye esaslı bir surette araştırılm ası lüzumunu itiraf etmektedir. Sokolov, şe r’ı tekâliften olan «öşür»ün, yani «onda bir nis petinde mahsulât vergisinin» Bizans’ta da mevcut ol duğunu sadece kaydettikten sonra, Osmanlı devrinde ki birtakım örfi tekâlifin Bizans’tan alındığını söylü yor: I. Tapu resmi (ona göre bu kelime rumca topos’tan alınmadır); II. Resm-i çift (Bizans’taki zevgarion ve ya zevgar karşılığı); IH. Dönüm akçesi (Bizans’ta karşılığı vardı); IV. Sâlâriyye (Bizans’taki ippoforvi yani at yemi vergisi karşılığı); V. Resm-i otlak (Bi zans’taki ennomion karşılığı); VI. Resm-i kışlak (Bi zans’ta karşılığı vardı); VH..Resm-i agnâm (Bizans’ta karşılığı vardı); VHI. Resm-i ağıl (Bizans’ın mandrictikon’una karşılık); IX. Resm-i hınzîr (Bizans’taki X;rodekatiya karşılığı); X. Resm-i kovan (Bizans'taki mellisonomion karşılığı); XI. ,Resm-i dühan (Bizans'taki, kapnikon karşılığı); X n . Resm-i arûsân (Bizans’taki partenofforiya karşılığı); XIII. Resm-i bâd-ı h avi (Bi zans’taki aerikon karşılığı). Sokolov’un bu muadeletleri kaydederek Osmanlı îm paratorluğu’ndaki bu ve diğer arazi vergileri hak kında da kısaca izahat verdikten sonra” «timar» usu 23 Bu vergiler hakkında malûmat almak için Tarih-i Osman! Encümeni Mecmuası'na ilâve olarak neşredilen Kanunnâme (İstanbul 1329) ile Millî Tetebbular Mecmuası'ndaki Kanunnâme'ye (sayı 1-2, İstanbul 1331) ve F. Kraelitz tarafından neşredilen Fatih Kanunnâmesi'ne (MOG, Band I, 1821) bakınız. Bunlar hakkında Süleyman Sudi’nin Defter-i Muktesid (1301)'inde ve Abdurrahman Vefik Bey’in Tekâlif Kavaidİ (s. I, l32o)’nde bilgi vardır.
lünden, köylünün başka mükellefiyetlerinden, ve bütün bunların sosyal ve iktisadi neticelerinden de bahsede rek, tım arın BizanslIlardan alındığını ve sonra diğer İslâm memleketlerine geçtiğini söylüyor; ve Osmanlı İmparatorluğu devrindeki toprak ve köylü vaziyetinin Bizans devrinden âdeta farksız olduğu neticesine varı yor. Sokolov’un timar meselesi hakkında verdiği bilgi ler, Deny ve hattâ Scala ile karşılaştırılam ayacak ka dar basittir; eski arazi vergileri hakkında başvurduğu Osmanlı kaynaklarının da gayet mahdut olduğu ve hat tâ bu sebeple birtakım büyük yanlışlıklara düştüğü görülüyor; ancak bu vergilerin Bizans’taki karşılıkla rını ilk defa umumî bir tarzda tesbite çalışması her halde dikkate değer. F akat, şu son zamanlarda bu mühim mesele ile en ziyade meşgul olan. Prof. N. Iorga'dır. II. Mehmed’in İstanbul merkez olmak üzere tensik ve tanzim ettiği Osmanlı İmparatorluğu’nu Bizans’ın sadece devamı sayan, F atih’i — hattâ İstanbul’un fethinden evvel bi le — y a n Sırp Constantin Dragases’ten daha fazla Bi z a n s lI sayan lorga24 Bizans müesseseierinin OsmanlI lara tesiri meselesi hakkında ayrı bir tetkik yayımlamamakla beraber, çeşitli kitap ve makalelerinde do-' İayısiyle bu meseleye temas etmiştir. Osmanlı İm para torluğu’nun Güney - Doğu Avrupa’nın tarihî mukadde ratı üzerindeki tesirini birçok batı tarihçilerinden fark lı ve daha tarafsız bir surette îzah eden RomanyalI tanmmış tarihçi, meselâ Osmanlı ordusunun Hızır İlyas'la. hareketinden bahsederken, bu âdetin Bi
24 N. lorga, L*interp6n6tration de l'Orient et de I’Occident au Moyen Âge, Bulietin de la Section Historique d» I’Acaddmie, Roumaine, Bucarest 1929. c. XV, s. 52.
zans’ta da geçer olduğunu söyler," yahut Osmanlı pa dişahları zamanında saray düğünleri münasebetiyle At-Mey dam ’nda tertip edilen umumî eğlencelerden bahsederken, bununla Bizans devrindeki eğlenceler arasında bir münasebet kurm ağa çalışır." Bunun gi bi, Bizans im paratorlarının im paratorluğu «ayrılma kabul etm ez bir kül» telâkki etm eleri prensibine, son rad an Osmanlı îm paratorluğu’nun da sadık kaldığını söyler.*7 Bu parça parça müşahedeler, Iorg a’nın bu meseleye bakış tarzım açık surette gösterebilir. F a kat N. Iörga, daha umumî mâhiyette bir eserinde, bu husustaki fikrini açıkça hulâsa etm iştir: Ona göre Et. Mehmed, İstanbul’u Kumlardan alıp kendine hükü met merkezi yaptıktan sonra, kendi zamanına kadar. — h attâ Edirne payitahtında bile — Asyaî bir devlet mahiyetinde olan Osmanlı Devleti’ni bir «monarhie absolue» halinde ve Bizans D evleti’ni taklidcn kur m uştur; Bizans sarayının bütün teşrifatı, bütün me m uriyetleri, II. M ehmed’in sarayında da, tabiî isim lerini değiştirerek, devam etti; ve padişahın iradeleri bile eski rum ca Canon'dan alınmış olarak «kanun» unvanı altında çıkarıldı." İşte, N. lo rg a’nın bu müta lâalarından anlaşılıyor ki, o da, Rambaud ve Diehl gibi, İstanbul fethinden sonra, Osmanlı. İm paratorlu
25 N. Iorga, Les Voyageurs français dans l ’Oricnt Europeen, Paris 1928, s. 62. 28 N. Iorga, La Societe roumaine du XIX. siâçle dans le theatre roumain. Paris 1926. s. 12. 27 N. Iorga, Y-a-t-il eu un Moyen-Age byzantln? (BulIctin de la Section Historique de I’Academie Roumaine, Bucarest 1927, c. XIII, s. 8). 28 N. Iorga, Essai de synthfcse de Thlstoire de ThumanîtĞ, Paris 1027, c. II. s. 560.
ğu’nun, Bizans müesseselerini taklid yoluyla tanzim edildiğine kani’dir; Fatih jVIehmed’in tesisatından ev vel, Osmanlı Devleti, «Bursa» ve «Edirne» hükümet merkezlerinde tamamiyle Asyaî bir Beylik’ten iba retti; ancak Bizans’ın m irasına konduktan sonradır ki, Türkler, Bizans'ın İdarî kadrolarım m uhafaza et m ek suretiyle, im paratorluklarını kurdular.29 İşte yukarıda verdiğimiz bütün izahattan anlaşı lıyor ki yalnız Eambaud, Diehl gibi Bizans mütehas sislan değif, Deny, Gibbons, K ram ers gibi Osmanlı ve Türk tarihiyle uğraşan tetkikçiler de — aralarındaki bazı görüş farklarına rağm en — İstanbul fethinden sonra Bizans müesseselerinin Osmanlı müesseselerine en mühim bir örnek vazifesi gördüğüne kani’dirler. G örünüşte pek mantıkî ve pek cazip istidlallere. mu hakemelere dayanan bu kesin kanaatin, artık bir mü29 Bununla birlikte N. lorga diğer bir eserinde, XV. yüzyıl Türkiyesinin, hattâ daha II. Murad zamanında bi le, Bizans İmparatoıiuğu'nun müslüman rengine boyan mış yeni bir şekli olduğunu iddia etmek suretiyle yuka rıdaki iddiasını bir dereceye kadar nakzetmiş tir. (Les Voyageurs français dans I'Orient Europeen, s. 14). Yine aynı yazar, XVI-, yüzyılda tamamiyle emperyalist bir mahiyet alan Kanuni Süleyman Türkiyesinden bahsederken de, Bi zans medeniyetinin Islâmiyetle ittifak etmek yolunu bula rak İstanbul'da yeni bir şekil altında devam ettiğini söy ler ve Kanuni Süleyman'ın Türk ırkının ananelerine ta mamiyle yabancı bir medeniyetten mülhem olduğunu ve Bizans’ı «taklit değil âdeta intihal ettiğini* ilâve eder (ay nı eser. s. 21-22; Etudes roumaines, Paris 1023, s. 51). Diğer iki eserinde de, başka bir münasebetle, Osmanlı Devleti'nin bir «müslüman Roma İmparatorluğu» olduğunu söy ler (Une vingtaino de voyageurs dans I’Orient Europeen, Paris 1928. s. 4; Relations cntrc I'Orient et l ’Occident au Moyen-Age, Paris 1923. s. 181).
teârife şeklinde bütün tarih manüellerine geçmesinden daha tabii bir şey olamaz. F ak at, bugünkü tarihçiler arasında âdeta resm î leşm ekte olan bu kanaat ne dereceye kadar doğrudur? Bu k anaat yalnız görünüşteki benzeyişlere, mantıkî is tidlallere, Türkiye tarihi hakkındaki evvelce edinilmiş fik irlere mi dayanıyor? Yoksa, tarihî şe'niyete de uy gun m udur? Usul noktasından, yukarıda zikredilen ta rihçilerin takip ettikleri usûl doğru ve kâfi midir? De ğilse, nasıl bir usûl takibi îcap eder? Orta Çağ Türkiyesi’ne a it tarihî tetkiklerin yeni bir devreye girdiği, ve h a ttâ bu tarihin çeşitli meseleleri hakkında şimdiye ka d ar umumileşmiş birçok kanaatlerin değiştiği şu sırada, Bizans ve Osmanlı tarihi m ütehassıslarını alâkadar et m ekle beraber Türk hukuku tarihi itibariyle de esas bakımından büyük bir ehemmiyeti olan bu meseleyi yeniden orta 3'a koymayı ve yukarıdaki suallerin cevap larını araştırm ayı bir zaruret saydık.
Bugüne kadar Bizans m üesseselerinin Osmanlı müesseseleri üzerindeki derin tesirlerinden bahsedenler, itiraf etmeli ki bunu «ispatı lâzım bir davâ» şeklinde değil,
birtakım umumi görüşler, bu tarihçiler tarafından hiç bir müspet delile dayanmaksızın ortaya atılmış fante zilerdir ki, hattâ tarihî birer faraziye bile sayılamaz. Bu kadar umumî mahiyette neticelere emniyetle vara bilmek için, evvelce uzun müddet birçok tahlilî çalış mada bulunarak, ayrı ayrı müspet ve sarih dayanak noktaları elde etmek lâzımdır. Halbuki, şimdiye ka dar, gerek tarihçiler gerek başkaları Osmanlı müesseselerinin gelişmesi hakkında hattâ en basit monog rafiler bile yapmamışlardır. Hamm er’in ve D’Ohsson’un pek mahdut kaynakları fcenkitsiz bir surette kulla narak vücude getirdikleri çok eski eserlere51 dayana rak böyle umumî neticeler çıkarmak, ilmî ihtiyata hiç uygun değildir. Osmanlı tarihinin bütün şubelerini ve bilhassa Osmanlı müesseselerinin gelişmesi meselesini anlamak için esas bakımından bir ehemmiyeti olan «Anadolu Selçuklularıt tarihi — burada kelimenin mahdut manâsıyla «siyasî tarih» değil, geniş manâsıy la '«medeniyet tarihi» kastolunuyor — henüz pek ka ranlık olduğu gibi, Anadolu’nun. XIV. yüzyıl tarihi de daha yeni yeni aydınlanmaya başlıyor. Yirmi senedenberi bu hususta Avrupa'da ve bil hassa Türkiye'de yapılan araştırm alar ve elde ediien neticeler, henüz türkiyatçıların mahdut dairesi için-
ve müsadere gibi «Moğol devlet sisteminin en müthiş vası talarına başvurduğunu* söyler (Histoire des etats balkaniques, Paris 1925, s. 25). 31 Bu hususta şimdiye kadar elde bulunan umumî mahiyette eserler, Joseph von Hammer’in Des Osmanischen Reiches Staatsverfassung und Staatsverwaltung (VVien 1815) ile meşhur Tarih’i, ve d’Ohsson'un, Tableau de TEmpire Ottoman (Paris 1625, s. 25)'dır.
ta ra ftan , Türk tarihine âit diğer birçok meselelerde olduğu gibi, bu meselede de A vrupa tarihçilerini yan lış neticelere götüren en büyük âmil, onların Türkler hakkında besledikleri yanlış fikir (prejuge)’lerdir. Bu telâkkilere göre, T ürklerin ta rih î rolü, yalnız askeri ve tah rip kâr bir m ahiyette kalmış, ve medenî hayat ta hiçbir m üspet rolleri olm am ıştır. Th. NÖldeke gibi büyük bir ilim adam ının bile, her nedense böyle bâtıl ve g arazkârane fikirleri m üdafaada ne kadar ileri git tiğini gördükten sonra, Türk ve İslâm tarihlerinde hiç bir bilgisi olmayan B izantinistlerin bu cins telâkkileri ne asla şaşılam az. Bilindiği üzre, Nöldeke, Selçuklu’larm o rtay a çıkışım bütün dünya tarihi için birinci de recede bir felâket saym ış ve hayatının sonuna kadar bunu m üdafaaya çalışm ıştır.35 Gerçekten, W. Barthold gibi büyük bir tarihçi, bunun tarih! hakikate hiç uygun olmadığını ispat etm işse de38 Türk tarihine ait tetkikle
35 Th. Nöldeke, 1914 de yayımladığı bir makalesinin dip notunda şu satırları yazmıştı; «Sâmâniler’in yok olmasından sonra, Türklerin, yeni teşekkül eden İslâm medeniyetine girmesini cihan tarihi itibariyle birinci derecede bir fe lâket telâkki eylemeğe kendimi mezun addediyorum. Türkler ve husûsiyle Moğollar. medeni eserler vücûde ge tirmek şöyle dursun, eski ve yeni birçok medeniyetleri tahrip etmişlerdir. Türk padişahlarının hükümet mer kezlerini ve sayfiyelerini mağrurane süsledikleri nefis binalar ve diğer sanat mahsulleri, saray edebiyatından daha fazla, ya doğrudan doğruya Acem mahsûlü veya bunların Türkler tarafından vücüde getirilmiş taklitle rinden ibarettir. Tarih bakımından daha önceki mede niyet sahasındaki Türkler’de bu gibi san’at eserlerinin azlığı buna bir delil sayılabilir* (Der İslam, c. XIV, 1-2, s. 158). 36 Orta-Asya Türk Tarihi Hakkında Dersler, s. 130 v.d.
rin azlığı ve yetersizliği yüzünden, Türkler hakkındaki bu gibi yanlış fikirler en ciddî tarihçiler arasında bile m aalesef halâ hüküm sürmekte, ve birçok tarihî mese lelerin tam iîmî bir şekilde halline engel olmakladır. Mevzuumuzun dışına çıkmamak için bu hususta gös terebileceğimiz birçok delilleri ortaya koyam amak mecburiyetinde kalıyoruz. Müspet vakıaların tahlil ve inşaasından değil, yukarıda zikrettiğimiz «mütekaddım fikirleri ( les idees preconçues)» den ve m ücerret m antıktan doğan bu istidlallerin tarzını da kolayca ta yin edebiliriz: 1 — Bütün bu tarihçilerin fikrine göre, Ösmanİj Devleti, Selçuklu hüküm darları tarafından Bizans hu dud boyuna yerleştirilm iş göçebe küçük bir kabile ta rafından kurulmuştur. B asit çobanlardan ib a re t olan ve devlet kurm ak için medenî unsurlara m alik bulun m ayan bu kabîle, İslâm iyet’i bile ancak O sm an’ın za manında kabul etm iştir (Rambaud, Gibbons, Grousset ve diğerleri). Bunlar, yerleştikleri ve zaptettikleri sa halardaki müslüman olmayan unsurlar sayesinde bir devlet kurm ak için gerekli unsurları elde ediyorlar.37 37 Osmanlı Devîeti’nin kuruluşunda yalnız Bizans sınırındaki göçebe aşiretleri âmil göstermek ve‘ bunların idare adamlarım ancak yerli hıristiyan unsurlar sayesin de tedarik ettiklerini zannetmek, büyük bir hatâdır. Hal buki Osmanlılar. daha ilk zamanlarından . başlayarak. Anadolu Selçukluları devletinin ve İlhanlIların idare teşkilâtından azamî nispette faydalandıkları gibi, Ana dolu’nun çeşitli merkezlerinde, Mısır ve Suriye'de, İran’ da tahsil etmiş, hattâ Selçukluların ve Iran Moğollan’nra idari işlerinde bulunmuş münevver bir bürokrasiden de istifade etmişlerdir. Türklerin ne idareci, ne de hu kukçu olduklarını delilsiz iddia eden Ch. Diehl’in bu fik ri tamamen yanlış ve tarihî vakıalara aykırıdır. Selçuk-
2 — Bu göçebelerin m üslüm an olduktan sonra yap tıkları ilk teşkilât, şüphesiz, iptidai ve Asyai bir .ma hiyettedir. Aslı, İstanbul fethinden sonradır ki Osman lI İm paratorluğu bütün m üesseseleriyle yeniden kuru luyor. Bunun da, Bizans m üesseselerini taklit ve ikti bas ile olduğu pek tabiidir. İşte, yukarıda gösterdiğim iz veçhile, aralarındaki bâzı görüş farklarına rağm en R am baud’dan N. Iorga’ya ve Ch. Diehl’e kadar takip edilen istidlal tarzı budur. Anadolu’nun X III — XIV. yüzyıllardaki tarihi hakkında halâ geçerli olan yanlış faraziyeiere dayan makla beraber, çıkarılan neticenin bâzı doğru cihet leri olduğu da inkâr edilemez. Yüzyıllarca süren bir hayata malik kuvvetli Bizans medeniyetinin, o imparatorlağun yerine geçen O sm anlılar’m medeniyeti üze rinde müessir olm am asına im kân yoktur. Her iki de virdeki İktisadî hayat, şehir teşkilâtı, umumî ve husu sî hayattaki birçok âdetler, bâzı halk i ’tikatlan, hat lularm ilk Anadolu fütuhatı hakkında Byzance et les Turcs Seldjoucides dans I'Asie Occidentale jusqu'en 1081. (Paris 1919) adlı mühim bir eser yazmış olan J. Laurent da, Büyük Selçuklu İmparatorluğu nun çok sağlam ida ri teşkilâta malik bir devlet olduğunu hiç dikkat naza rına almıyarak, Anadolu'ya gelen Türkleri alelâde çapul cu göçebelerden ibaret saydığı için, çok yanlış ve çok sathi neticelere varmıştı (Cl. Huart’ın buna ait Journal Asiafique'te çıkmış olan haklı tenkitleri ve bizim bu hu sustaki görüşümüz hakkında tafsilât için bakınız: Tür kiyat Mecmuası, c. I, ş, 300 - 303). Bütün bu yanlışlıkla rın sebebi, yukarıda izah ettiğimiz gibi, Türkler hak kın daki yanlış telâkkilerdir, Rambaud ve Diehl Anadolu Selçukluları tarihini, J. Laurent da Büyük Selçuklu İm paratorluğu tarihini tarafsız bir zihniyetle tetkik etse lerdi, bu kadar basit yanlışhklardan kolayca kurtulabllirlerdi.
tâ birtakım İdarî müesseseler dikkatle m ukayese edile cek olursa, birtakım göze çarp ar benzerliklerin, ikti basların meydana çıkacağı şüphesiz sayılabilir. F ak at bütün bu gibi tetkiklerde, bilhassa, bahis mevzuumuz olan «müesseselerirı iktibas ve taklidi» gibi ince ve pek muğlak meselelerde, tarihî usulün bütün icapları na — eldeki vesikaların verdiği im kân nispetinde — uymak zarurîdir. Yoksa, Ram baud'nun ve takipçileri nin yaptığı gibi, dış görünüşteki birkaç benzerliğe da yanarak, onların tarihî vakıalara ne derece uyabilece ğini hiç düşünmeden umumî hükümler çıkarm ak, as la İlmî bir hareket sayılamaz. Sosyal m üesseseler in bir kavimden diğerine, bir m edeniyet dairesinden di ğer bir medeniyet dairesine nasıl geçtiğini, sosyal bir müessesenin bir kavim için ifade ettiği m anâyı diğer bir kavme geçince nasıl değiştiriverdiğini araştırm ak , çok güç bir meseledir. İlk bakışta birbirinden alınmış gibi görünen iki müessesenin, hakikatte, tam am iyle ay rı menşe’lerden gelmiş olması da m üm kündür. Yine bu gibi birçok hallerde, mesele lâyıkıyla tetkik olunun ca, her hangi bir iktibas ve taklitten bahse hiç m ahal olmadığı, ve yalnız benzer sosyal şartların benzer ne ticeler vücude getirmiş olduğu m eydana çıkabilir. Keza birtakım iktibasların da doğrudan doğruya değil fa k at vasıtalı olması çok mümkündür, R am baud da ta kipçileri de, Bizans’tan alındığını iddia ettikleri Osm anlı müesseselerinin menşeini, m ahiyetini a ra ştır m aya lüzûm görmemişler ve m üesseselerin tarih î ge lişmesini tespit için yapılması gerekli olan çalışm ayı tamam iyle ihmal ederek, II. M ehmed’in Kanunnâm e’siyle tespit edilen bâzı müesseselerin B izans’tan geç tiğine — görünüşteki benzeyişlere b ak a rak — m antıkî istidlâ İlerle hükmetmişlerdir. Halbuki, ac ab a o m ües seseler daha İstanbul fethinden evvel m evcut değil
miydi? XIV. yüzyılda O sm anlılar’la Bizans arasındaki devamlı münasebetler, o m üesseselerin de o yüzyılda Osmanlılar tarafından taklit edilmiş olmasını intaç edemez miydi? Gibbons, yukarıda zikrettiğimiz gibi, eserinin bâzı yerlerinde bunu im a etm iş olmakla be raber, açık deliller zikredem em iştir; keza Grousset, ı. Bâyezid’in hükümeti hakkında «byzantin» sıfatım kullanmakla birlikte, buna hiç bir delil gösterm emiş tir.3' BizanslIlar’la ve İstanbul sarayıyla yüzyıllarca münasebete bulunan Anadolu Selçukluları, acaba Bi zans müesseseleri tesiri altında kalm am ışlar mıdır? Osmanlılar’ın doğrudan doğruya Bizans’tan almış ol dukları zannolunan bâzı m üesseseleri, menşei velev ki Bizans olsun, Selçuklular’dan geçm iş değil midir? H attâ, Em evîler ve A bbasîler zam anında İslâm âle miyle Bizans arasındaki devamlı m ünasebetler, İslâm medeniyetinin Doğu-Roma’dan birtakım müesseseler alması neticesini doğurmuş değil m idir? Bu müesseselerden Abbasîler yoluyla — doğrudan doğruya veya vasıtalı olarak — Büyük Selçuklu İm paratorluğum a, onlardan Anadolu S elçuklularına ve onlardan da Osm anlılar’a geçmiş olanlar yok m udur? İşte birtakım mühim sualler ki, şimdiye kad ar Bizans - Osmanh müesseseleri arasındaki benzerliklerden bahsedenler bunları tetkik lüzumunu duym am ışlardır. Osmanlı m üesseseleri üzerinde «Bağdad, Pekin veya Karakurum saraylarının da tesiri olabileceğini» sadece bir ihtirazî kayıt gibi ileri sürm üş olan Rambaud, Osmanlı Devleti’ni «yarı Moğol, yarı BizanslI» sayan Grousset, II. Mehmed’in Kanunnâm e’sinde «mu tedil Türk tesiri» olabileceğini söyleyen Gibbons, Türk hukuku tarihinin en karışık meselesini sadece kelime 38 H .Grousset, Histoire de I'Asie, s. I, s. 278.
lerle çözmek istem işlerdir! R am baud ve takipçilerinin Bizans’tan alınmış gösterdikleri birtakım m üesseseler, belki gerçekten B izans’tan alınm ıştır; fak a t onların, tezlerini ispat için takip ettikleri usûl, buraya kadar İzaha çalıştığımız veçhile, tarih usûllerine tamamiyle aykırıdır. Ne gibi m üesseselerin Bizans’tan Osmanlıla r ’a geçtiğini ilm i surette tesbit için önce, Osmanlı m üesseselerinin m enşe’leri m eselesini umumî ve n a zari surette belirtm ek m ecburiyeti vardır. Burada bu mühim m eseleyi a y n bir tetkik şeklinde ortaya süı> cek değilim; m aksadım , sadece, lisûle a it bir noktayı aydınlatm aktan ib a re ttir. Yani, R am baud ve takipçi lerinin Bizans’tan alınm ış olduğunu iddia ettikleri mü esseselerin yahut diğer Türk - Osmanlı m üesseseleri nin menşeTerini nasıl ve nerede a ra m ak lâzımdır? İş te, Türk hukuku tarihinin metodolojisine â it olan bu çok mühim m eseleyi burada en umumî çizgileriyle iz a ha çalışacağım .
III Osmanlı İm paratorluğu hukukî m üesseselerinin mer.şe’lerini ciddî bir surette tetkik etm ek isteyen her tarihçi, her şeyden evvel, Osmanlı D evleti’nin kurulu şu hakkında şimdiye kadar bilinen yanlış ve d ar faraziyelerden kurtulm ak m ecburiyetindedir; ve bu mec buriyet, Osmanlı devrinin yalnız hukukî değil diğer bütün sosyal müesseselerinin menşeini ara ştırm ak is teyenler için de aynı kuvvetle v ârîttir, Çünkü bütün bu faraziyeler, tarihi zihniyete tam am iyle ters, yanlış bir telâkkiye dayanm aktadır: Osmanlı D evleti’ni, Anado lu'nun batı nihayetinde, Bizans hudut boylarında yer leştirilm iş küçük bir aşiretten çıkmış addetm ek! Eski Osmanlı vakanüvislerinin telâkki tarzların dan tam am en farksız olan bu başlangıçtan hareket edildikçe, Osmanlı Devleti’nin kuruluşu da Osmanlı hukukî müesseselerinin menşei meselesi de hiç bir za man bir muamma halinden kurtulam ıyacaktır. Halbu ki Osmanlı tarihi, umumî Türk tarihi çerçevesi içinde, yani, öteki Anadolu Beylikleriyle berab er ve Anado lu Selçukluları tarihinin bir devam ı şeklinde telâkki olunursa, o zaman, şimdiye k adar karanlık kalan bir Çok noktaların anlaşılm ası im kânı ortaya çıkar. Aynı suretle, Anadolu Selçukluları tarihi için de umumî Sel çuklu tarihinin bir şubesi halinde tetkik edilmek, ve böylece, Türk tarihinin en eski devirlerine kad ar in
mek zarureti vardır. Bütün sosyal m üesseselerim iz gi bi, hukukî m üesseselerim izin tetkikin d e de, İslâm iyetten evvelki devirlerden başlayarak, kronolojik bir su rette, çeşitli T ü rk devletlerinde o m üesseselerin ne gi bi safhalardan geçtiğini anlam ak ve her devirde ve her coğrafî sahada dıştan gelm esi m uhtem el tesirleri de tespit etm ek m ecburiyetindeyiz. A ncak böyle genetique ve com paratif bir usûl sayesinde, h er m üessese nin dahilî gelişmesini, m aruz kaldığı dış tesirleri, iktibas olunan yabancı m üesseselerin m illî bünyem iz içinde nasıl bir m ahiyet aldığını bütün sebepleri ve neticele riyle anlam ak kabil olur. Hiyung-nuTardan b aşlay arak O sm anlılar’a k ad ar Türk tarihinin geçirdiği uzun yüzyıllar ve bu tarihin üzerinde cereyan ettiği geniş coğrafî saha gözönüne .alınırsa, T ürk hukukî m üesseselerinin m enşe Teri ve gelişmeleri meselesinin, ehem m iyeti nispetinde müş külâtı da derhal anlaşılır. T ürkler, daha İslâm mede niyeti dairesine girm eden evvel, çeşitli zam an ve yer lerde, kısmen kendi örfî hukuklarım m uhafaza etm iş lerdir; kısmen de — zam an zam an siyasî, dinî, İktisa dî bağlarla bağlandıkları — Ç in,’ Hind, İ ra n hukuki m üesseselerinden iktibaslarda bulunm uş olabilirler.36 Bâzı Türk şubeleri çeşitli âm iller tesiriyle son zaman la ra kadar göçebe yahut yarı göçebe kabile teşkilâ tım korudukları ve bunların hukukî m üesseseleri bil39 Islâmiyetten evvelki Türk devletlerinin teşkilâtı hakkında yine bu sahifelerde yayımlayacağımız makale lerde bu meseleler hakkında tafsilat verilecektir. Bu es ki Türk devletlerinin teşkilâtı ve hukuki mahiyeti hak kında hattâ en son Avrupa tarih eserlerindi? verilen? bil gi — meselâ: F. Löt, La fin du mondc antique et le dübut du Moycn-Âge, Paris 1S27, s. 221-224— çok sathidir.
T ürk devlet müesseselerinin îslâm âlem inde kuv vetli ve göze çarpıcı tesirler yapm ası, bilhassa, büyük Selçuklu îm paratorluğu’nun kuruluşundan sonradır. Abbasî halifelerini maddi hâkim iyetleri altına aldık tan sonra, Mısır ve Suriye gibi şiî F atım î halifeleri ekseriyetle Sâsâniler'den alınmıştır (İbn Haldûn, arapça metin, c. I. s. 203; Gaudefroy - Demombynes, La Syrie â l’epoque des Mamelcuks. Paris 1923, s. CXVI; A. Christensen, î'Empire des Sassanides, Mem. de I'AcadĞmie do Daneoıark, 1907, 33. 39. 41). Sâsânî teşkilâtı hakkında en mühim kaynak olan bu son eserde, yazar, Abbasi teşki lâtıyla da bazı karşılaştırmalar yapmaktadır. Cl. Huart*ın «Histoire des Arabes, Paris 1912, c. I. s.' 289-290* adlı zayıf eserinde bu hususta verilen bilgi pek sathidir. L. Halphen'in «Les barbares, Paris 1926, s. 215‘indeki hulâ sa fena değildir. J. H. Kramers'in «les Noms musuimans composes avec Din, Açta Orientalia, V, 57» adlı makale sinde de bâzı mukayeseler yapılmıştır. Yine A. Christensen, bir eserinde bir münâsebetle. Sâsâniler'de hüküm darın taç giyme gününde nutuk söylemesi âdetinin Os manlI İmparatorluğu nda son zamanlara kadar devam ettiğini kaydetmiştir. (Archives d’Etudes orientale,. Uppsala 1918. c. XIV, s. 88). Bununla birlikte Sâsâniler’den îslâm devletlerine geçen daha birçok hukuki müessese ler, âdetler mevcut öidüğundan. bu mesele hakkında da ha derin tetkiklere ihtiyaç olduğu kanaatindeyim. Mese lâ Saffâriier’de askere maaş dağıtılması merasimi — kİ Sâmâniier, Gazneliler. Selçuklularda ve daha sonraki İslâm-Türk devletlerinde de mevcuttu— doğrudan doğ ruya Sâsâniler'den alınmıştı; bu hususta tafsilât veren İbn Hallikân, İbnül-Adim’in Tarih-i Haleb'inden naklen, bu âdetin Sâsâniler’de de mevcudiyetini söylemektedir. (İbn Hallikân, 1273 Kahire basımı, c. II, s. 475-476). Corci Zeydan bu fıkrayı mehaz göstermeksizin kitabına nak letmiş ve Abbasiler'de geçit resminin İranlılar'dan alın dığını söylemiştir (Medeniyet-! lslâmiye tarihi, türkçe tercümesi, c, I, s. 135). Bu hususta aşağıda bilgi vardır (X. Timar Sistemi).
nin nüfuz sahaları m üstesna olmak üzere, İslâm dün yasının hâkimi olan ilk Selçuklu sultanları zamanında, devlet m üesseseleri çok sağlam olarak kuruldu. Bun la r arasında Sâsânî ve îslâm m enşe’inderi gelen müesseselerle birlikte, kısmen K arahanlılar’dan kısmen de Oğuz geleneklerinden kökünü alan Türk müessese leri de mevcuttu. Bu büyük imparatorluğun parçalan m asından sonra, yerine geçen çeşitli devletlerde — me selâ H ârizm şahlar’da, Suriye, İra n ve Anadolu Selçuk lularım da, A tabeyler’de, Eyyubîler’de, sonraları Memlû k ler’de — bu T ürk menşe’inden gelen müesseseleri görm ek kabildir;45 ve bu tesir, hattâ Kuzey:Afrika İs lâm devletlerinde de az çok kendini göstermiştir"
45 Bâzı Avrupalı şarkiyatçılar bir takım İslâm dev let müesseselerinde Türk tesiri olduğunu, İslâm yazarlarm n ifâdelerine dayanarak kaydetmişlerse dc, meseleyi da h a fazla derinleştirmeğe girişmemişlerdir: Meselâ Abbasİler’deki «divânü’l-inşâ*nm S elçuklularda ve Selçuklular'ın idari geleneklerini takip eden Türk devletlerinde «div ân ü ’l-Tuğrâ» ya tebeddülü gibi (Makrizi, Kitabü’l-Hıtat. K ahire basımı, g. II, s. 226; T uğra hakkında bu makalemi zin 61-65’nci sahifele rinde verilen tafsil ata bakı nız). Keza «iktâ» meselesinde Selçuklular’m koydukları esaslan n ehemmiyeti hakkında (KÖprülüzade Mekmed Fuad, Milli Tetebbular Mecmuası, sayı 5, s. 205) ve yine b u makalemizin (X. Timar Sistemi) faslında mufassal bil gi vardır. Bununla birlikte doğrudan doğruya Türk mer.şo’inden gelen ve Büyük Selçuklular‘dan sonra bütün Is lâm âlemine yayılan Türk devlet müesseseleri. umumiyet le zannolunduğundan çok fazla ve çok mühimdir. İslâmıyetten evvelki ve sonraki Türk devletlerinin teşkilâtı şim diye kadar hemen hiç tetkik edilmediğinden, bu mesele lerin ilim alemince meçhul kalm ış olması pek tabiidir. Bu husustaki tetkiklerimizin neticelerini şırasıyla yayımlaya cağız. 4(1 Mesâlikü’l-Ebsâr’ın, Mısır hariç olmak üzere, Af-
Anadolu Selçuklularının ve Danişmendliler’in de bu imparatorluğun parçalarından olduğunu düşünürsek, cihan tarihi noktasından olduğu gibi Türk hukuku ta rihi bakımından da, bu devrin ne kadar büyük bir ehemmiyeti olduğunu daha iyi anlarız. Bundan sonra, Türk hukuku tarihinin ikinci mühim safhasını açan, Moğollar devri gldu. Kurdukları devlet müesseselerinin menşe’ini çeşitli kaynaklardan — me selâ mühim bir kısmını Uygur Türkleriyle Kara-Hıta y la r’dan — almakla beraber47, T ürk dünyasının huku ki gelişmesi üzerinde Moğol hâkimiyetinin mühim ve de vamlı bir tesiri olmuştur. İlhanlIlar'm İslâm iyeti kabu lünden sonra, Moğol müesseseleri, bilhassa İra n ’da, bir
rika memleketleri hak kındaki kısmını neşreden G. Demombynes, eserine yazdığı kıymetli mukaddemede, KuzeyAfrika İslâm devletlerinde hâkimiyet alâmeti olan bâzı müesseselerin - meselâ «nöbet çalınması, hükümdarların başlarında tutulan şemsiye ( )» gibi - Türkler’den gelmesi ihtimalini ileri sürmekle ve bu hususta bâzı karşılaştırmalar yapmakla beraber, ilim âlemince Türk devletlerinin müesseseleri hakkmdaki malumatın yok de necek kadar azlığından dolayı, mukayeselerini yeter de recede derinleşlirememiştir. (Bibliothcque des geographes arabes, Paris 1927, c. II, s. LVIII, LXIV). 47 P. Pellioi. Sur quelques riiots d’Asie Centrale, Jour nal Asiatique, XI eme sârie, c. I, s. 465; Barthold, OrtaAsya Türk Tarihi Hakkında Dersler, s. 112, 139; bununla birlikte Barthold, Kara-Hıtaylar’ın tesirini olduğundan çok fazla göstermek isteyen Blochet ve Marquart'm fikir lerini haklı olarak tenkit etmektedir (aynı eser, s. 113, 152). P. Pelliot, Moğol împaratorluğu’nun ilk devirlerinde türkçenin İmparatorluğun milletlerarası lisam olduğunu söyle mek suretiyle, büyük Moğol devletinin çok kuvvetli Türk tesiri altında kaldığını anlatmaktadır (T'oung Pao, c. XXVII, s. 191, 208).
dereceye k adar İslâm tesiri altında kalmakla birlikte, ehem m iyetini kaybetmedi; Celâyirler devri, devlet teş kilâtı bakımından, llhanlılar devrinin devamından baş ka bir şey değildir. F akat en ziyade Orta-Aş.va’da, Altın - O rdu’da, Kırım ’da yüzyıllarca bu müesseselerin pek kuvvetli bir surette yaşadığım ve h attâ Moskoflar üzerinde bile m üessir olduğunu görüyoruz48. Anadolu’ da bile bu Moğol devrinin tesiri, şimdiye kad ar sanıl dığından fazla olmuştur, Timur saltanatı, çeşitli gö48 Moğol istilâsının, Rus Çarlığı'nın teşekkülü üze rinde, doğrudan doğruya veya vasıtalı olarak, büyük bir tesiri olduğu, daha eskidenberi kabul edilmiş bir gerçek tir, Moğollar'm idari ve mali müesseselerinden birçoğu nun da Rusların devlet teşkilâtı üzerinde müessir olduğu muhakkaktır. Bununla beraber Ruslar'daki bâzı devlet müesseselerinin ve birtakım saray âdetlerinin Moğollar’dan mı alındığı, yoksa Bizans'tan mı geldiği henüz tarih çiler arasında bir münakaşa mevzuu teşkil etmektedir. Türk ve Moğol tarihi hakkındaki tetkikler ilerledikçe, bu meselelerin daha iyi anlaşılacağı pek tabiidir (tafsilât için; A. Rambaud, Histoire de la Russie, 7 eme ed., Paris 19iS, s. 138-147); N, Iorga. Moğol hâkimiyetinin Ruslar'a yeni bir «İmparatorluk mefhumu» getirdiğine kanidir (Cinq conferences sur le Sud-est de I’Europe, Paris 1924. s. 45-47), Altın-Ordu Devleti nin, şimdiye kadar sanıldığı gibi, her türlü medeni teşkilâttan mahrum, ilme ve gü zel sanatlara ilgisiz bir barbar cemiyeti olduğu hâkkındaki eski fikirler tamamiyle yanlıştır. Son zamanlarda Rus arkeologları tarafından yapılan tetkikler bunun aksi ni ispat ettiği gibi, XIV. yüzyılda burada zengin bir Türk edebiyatının teşekkül etmiş olduğunu da şahsi tetkikleri miz neticesinde meydana çıkardık (Köprülüzade Mehmed Fuad, Türk Edebiyatı Tarihi, İstanbul 1928. s. 347-365 12. basım, 1980, s. 295-3101). Altın-Ordu hükümdarlarının, Çin idari geleneklerine ilgisiz kaldıkları için, burasının «vasıf lan dınlamıyacak bir barbarlığa düştüğünü» iddia eden E. Blochet tamamen aldanmıştır (Introduction â I’Histoire des Mongols, Gibb Memorial, 1010, c. VII, s. 217).
rüşlere göre, îslâm tesirinin Moğol müesseselerine karşı bir reaksiyonu mahiyetinde olmakla beraber, yi ne birçok hususlarda o umumî kadro dahilinden dışa rıy a çıkamamıştır. Daha sonraları K ara ve Ak-Koyunlular'da, Tim urlular’da ve onların bir şubesi demek olan Hind Moğolları’nda, ve hattâ Safevîler’de bile Mo ğol devri müesseselerinin kalıntılarım bulmak çok ko laydır49. En umumî çizgileriyle çizmeye çalıştığımız şu umu mi çerçeve, Osmanlı müesseselerinin m enşe’ ve geliş mesini tetkik için nasıl bir yol takip edilmesi gerek tiğini ve bu müesseselerin köklerini bâzen ne uzak bir geçmişte aram ak icap ettiğini pek açık bir surette gös terebilir. Buna bir misâl olmak üzere, Selçuklu hüküm darlarının istiklâl alâm eti olarak Osman Gazi’ye da vul ve bayrak göndermesi an ’anesinin, diğer İslâm dev letlerinde bulunmakla beraber, İslâm iyetten evvel Gök - Türkler’de ve diğer bâzı Türk devletlerinde ge çerli bir usûl olduğunu, II. Mehmed devrinde konulan «hükümdarların divân müzâkerelerini kafes arkasın dan dinlemesi» âdetinin H ârizm şahlarda -mevcut bu lunduğunu, eski bir makalemde başka bir münasebet le söylemiştim*0. Eski Türk ve İslâm devletlerinin ..hu kukî müesseseleri hakkında yapılmış araştırm alar yok denecek kadar nâdir ve yapılanlar da ekseriyetle usul süz ve itimâda değer bulunmadığından, yukarıda tas 49 Şimdiye kadar pek az ve tamamiyle usulsüz tetkik edilmiş olp.n bu meseleler hakkındaki tetkiklerimizi yine bu sahifelerde parça parça yayımlayacağız. Yalnız şunu söylemekle, İktifa edelim ki, yukarıdaki görüşler, alelade tahminlere ve mantıki istidlâllere dayanan indi faraziyelerden ibaret olmayıp, kaynakların tenkitli bir surette tetkik ve mukayesesinden çıkarılmış neticelerdir. 50 Hayat Mecmuası, İstanbul 1927, sayı 11.
rih ettiğimiz genetique ve com paratif usûlün tatbikinin ne k ad ar güç olduğu meydandadır. F ak at m enşe’ mese lesini, ve bilhassa hangi rhüesseselerin ve ne za m an hariçten alındığını tayin edebilmek için, bundan başka bir usûlün tatbikine imkân yoktur. Şimdi R am baud ve takipçilerinin Bizans’tan O sm anlılar’a geçti ğini iddia ettikleri çeşitli müesseseler i bü usûle uya ra k tetkik edelim.
ve vazifelerini açık sureti* tayin etm iştir: P adişahtan sonra, devletin en büyük adamı odur ve padişahın m utlak vekilidir; devlet işlerini diğer vezirlerle ve def te rd a rla rla m üşavere eder. D efterdarların buyrultu suyla olan malî işler ve kadı askerlerin buyrultusuyla olan kazâı işler müstesna olmak üzere, diğer bütün iş ler vezir-i âzam buyrultusuyla olur. Vezir-i âzam bâzı tım arları padişaha arzetmeden verebilir. M alî işleri m üstakil olarak gören başdefterdar bile vezir-i âzam ’la m üşâvereye mecburdur; çünkü vekil-i m utlak ol m asından dolayı mali işlerin, de n âz ın odur. Padişahın m ühürü bu sebeple yani vekâlet-i m utlakası hasebiy le onda durur52. B u memuriyetin İstanbul fethinden sonra Bizans lIlar’ın grand domestique’inden alınmış olm asına en u fak bir ihtim al bile yoktur; çünkü, daha F a tih ’ten Bu kanunnâmeyi notlar ekleyerek yayımlayan Arif Bey’in fikrine göre. - K a n u n n â m e , K eri 882'den sonra tertip edil miştir. Bu Kanunnâme’nin var lığından Önce ‘Âİİ, Künlıü’lAhbâr adlı meşhur tarihinde bahsettiği gibi, sonraları da Hammer Osmanlı imparatorluğu teşkilâtına a it yukanda bahsettiğimiz eserinde ve Osmanlı Tarihi’nde bundan sözetmiştir. Fatih devrine ait diğer bir Kanunnâmenin metni ve almanca tercümesi de, yukanda zikrettiğimiz gibi, F. Kraelitz tarafından neşredilmiştir. CMitteiIungen zur Os man is riı en Geschichte, Wien 1921, e. p #. 52 Kanunnâme-i âl-İ Osman, s. 10, Tİ, 16. 20, 21, 27. 29, 30; burada vezir-i âzamlara ait bâzı hukuk ve selâhiyetler daha yazılıdır ki, Hammer yukanda zikredilen eser lerinde bunlardan bahsetmiştir. Biz, sadece, vezir-i âzamlığın Bizans’tan almıp-almmadığı meselesini aydınlatma ğa çalıştığımızdan bütün o tafsilâtı vermedik. Bu mühim mesele hakkında aynca bir monografiye ihtiyaç vardır; ve elde bulunan bol vesikalar, bu müessesenin gerek di ğer islâm devletlerinde, gerek Osmanlı împaratorluğu’nda nasıl bir tarihi gelişmeye uğradığını aydınlatmağa kâfidir.
ni haiz olan «vezirlik» müessesesinin Osmanlı Devlet i ’ne —daha diğer birçok İdarî teşkilât gibi— Anadolu S elçuklularından geçtiği pek tabiîdir: X III. yüzyılda Selçuklu vezirlerinin —Osmanlı vezir-i âzam ları gibi— devlet idaresinin başında ve hüküm darın vekil-i mutlakı olarak bulunduklarını biliyoruz53. Bunun, Büyük Selçuklu İm paratorluğum dan geçmiş olduğu 56 ve yalşa’mn ve daha sonra da Çandarlızâde Halil Paşa’nin ve zir-i âzam olduğunu söyler. -Âşık Paşazade-de vezir-i âzam tabiri yoktur; halbuki o devrin meşhur şâirlerinden «SafUnin Divanında Halil Paşa nâmına kayıtlı bir kasi dede «vezir-i âzam» tabiri yazılıdır. (Hususi kütüphane mizdeki yazma nüsha). 55 Anadolu Selçuklularında, hükümdarlıktan sonra devletin en büyük mevkii vezaretti; ve vezâretin timsali divitti. Bu. vezirin, sivil idarenin en büyük âmiri olduğu na bir alâmetti ki, bunu daha evvel Büyük Selçuklular’da görüyoruz (Rahat as-sudûr, Gibb memorial ne w series. II. s. 365, al-Urâda fi'l-hikâyat as salcukiyya, K. Süsheim ba sımı, Leyden 1009, s. 66). Bununla beraber, bazen vezire hükümdar tarafından altın kıliç verildiği de oluyordu. Bu, askeri işler üzerinde de onun nüfuz ve murakabesini gös teren bir delildir. Nihayet, atabeylik, beylerbeyilik gibi devletin en mühim mevkilerine geçen kimseler, terfian vezârete getiriliyordu; ve merkezi idare doğrudan doğruya onun nüfuzu altında bulunuyordu. Maamafih bazen ve zirlerin diğer nüfuzlu emirlerin tesiriyle azil ve nasbedildiği ve müşkül zamanlarda vezâret mevkiinin kimse ta rafından kabul edilmek istenmediği vakiydi (Muhtasar Selçuknâme-i İbn Bîbi, Houtsma basımı. Leyden 1902, çe şitli sahifelerde). Selçuklu vezirlerine «Sâhib. Sâhib-i a’zam* lâkabı verilirdi (Taeschner ımd Wittek, yukanda zikredi len makale'de, s. 112, not 1). Sâhib lâkabı hakkında aynca şunlara da bakınız: Makrizi. Kitabü'l-Hitat c. II, s. 223; Subhü'l-A’şa, c. VI. s. 17. 56 Büyük Selçuklu İmparatorluğu'na âit bütün tarihi vesikalarda, devletin en büyük memuru ve hükümdarın mutlak vekili olarak «vezir»in bulunduğu kayıtlıdır; daha
him eyaletlerin başında bulunan ve yine vezir unva nını taşıyan büyük memurla, devlet m erkezinde bulu nan ve hüküm darın mutlak vekili olan asıl veziri kanştırm am alıdır60. H ârizm şahlar’m en son zam anlarına kadar vezâret müessesesinin onlarda da bulunduğunu ve vezirlerin daim a büyük bir nüfuz sahibi olduğunu bili yoruz*1. Bu müessese llhanlılar’da da mevGuttu62. «Mâverdî» gibi bâzı İslâm hukuk nazariyecilerl, vezâretin mahiyeti, mevkii, hukuk ve selâhiyeti, vazifeleri hakhakkm da prensipler de koym uşlardır63. B unlara göre «vezâret» başlıca iki nevidir: 1. vezâret-i te fv iz; 2. vezâret-i lenfiz. «Vezâret-i tefviz» halifenin m üsaadesiy le ve onun nezareti altında halîfe nam ına bütün hükü m et işlerini m üstakil olarak yapm ağa mezuniyet ifa de eder; yalnız halîfenin istifasına, veliaht nasbına, halîfe tarafından tayin edilmiş olan m em urların azli ne selâhiyetli değildir. Halbuki «vezâret-i tenfiz» halî fenin em irlerini yapm aktan başka hiçbir selâhiyete m alık değildir. Bu bakımdan «veztr-i tefviz» ancak bir tane olabildiği halde, çeşitli işler için m uhtelif «vezir-i tenfiz»ler mevcut ola*bilirM. İşte, şu hale göre meselâ 60 The Târîkh-i Baihaki, Bibliotheca İndica, Calcutta 1862; A. de Biberstein Kazimirski, Menoutchehri, Paris 1887. 61 O. Houdas, Histoire du Sultan Djelal ed-Din Mankobirti, Paris 1895. 62 Subhü'l-A'şa, jp. VI, s. 139; c. VII. 5. 262-264, 302-304; ayrıca Ilhanlıİar tarihine ait başlıca kaynaklara bakınız. 63 El-Ahkâmü’s-Sultaniyye. Mısır basımı, 1909, s. 18-24. 64 Vezâret müessesesinin Kuzey-Afrika ve Endülüs'te ne gibi değişmeler geçirdiğini, tafsilâtıyla anlamak için, bilhassa İbn Haldun’un Kitabü’l-İber ve Divânü’İ- Mübtedâ ve'l-Haber mukaddimesine bakınız: c. I, s. 197-202; Kalkaşandi'nin Subhu’l-A'şa’smda vezâret meselesi hakkında epeyce mühim bilgi vardır: c. VI, s .18-22; Mısır’daki İslâm devletlerinde vezâret müessesesinin mahiyeti hakkında
Selçuklulardaki vezirler, sonra, Osm anlIlarda mevcut veziri âzam lar «vezâret-i te fv îz n hâiz bulunuyorlar85. Abbasî İniparatorluğu’nun diğer birçok devlet müesseselerinde olduğu gibi «vezâret» m üessesesinde de, Sasânileri taklit ettiği, ilim âlem inde eskidenberi bili nen bir vâkıadır.06 S âsâniler’deki «W azurg-framâahâr» yani hüküm darm mührünü taşıyan m utlak vekili ne ise, İslâm devletlerindeki vezir-î te fv iz veya vezir-i âzam da odur. Osmanlı vezir-i âzam larının yalnız mül kî değil askerî m em urların da en büyüğü olduğu me yine bu esere bakınız, c. III, s. 277, 482, 489; c. IV. s. 28, 29; W. Björkman. Beitrage zur Geschichte der Staatskanzlei im isiamisciıen Aegypten- (Hamburg (1923)'in indeksine bakınız: G. Demombynes. La Syrie â I'Epoque des Mamelouks, s. LXVI. 151, 207, Abbasiierde ve Sâmâniler'in son zamanlarında olduğu gibi hükümdar «emirü'l-ümerâ» un vanlı askerî bir. kumandanın tahakkümü altına düşerse, o. MâverdThln tarifince «vezir-i tefviz- mahiyetinde olu yor. ve hükümdarın asıl veziri «vezir-i tenfiz» hükmünde kalıyordu Sâmâniler'in son devrinde emirüT-ümerâ Sebük tekin vezirlerin azil ve nasbına karışıyordu (Ch. Schefer, Description topographique et historique de Boukhara, Paris 1892. s. 193-195). Bununla birlikte, daha önce, hüküm darların nüfuzu sarsılmamışken bile vezirlerin seçilmesi hususunda Horasan valisi olan emirü'l- ümerâ’nın reyi alı nırdı (aynı eser. s. 105). Nizamülmülk. devletin en bü yük memuru olarak veziri gösteriyor (Siyasetnâme, Ch. Schefer tercümesi. Paris 1893. s. 220). Vezâret müessesesi hakkında küçük bir hulâsa. Corci Zeydân'ın «Medeniyet-I İslâmiye Tarihi*nde mevcuttur: Türkçe tercümesi, İstan bul 1328, C. I. S. 132-137. 65 Bunları hiçbir zaman emirüT-ümerâlarla muka yese edemeyiz-, çünkü, tamamiyle diktatör makamında bulundukları için, hükümdarm mutlak vekâletini zor la elinden almışlardı; ve hükümdar onları azletmek kud retine fiilen malik değildi. 66 A. Christensen, L’Empire des Sassanides, s. 33. .
selesine gelince, eski îslâm vezirlerinde çok kere ku mandanlık sıfatının da birleştiğini biliyoruz: Abbasî veziri F azl b. Sehl bu iki sıfatı da kendinde topladığı için zü’r-riyâseteyn lâkabını alm ıştı. G azneliler'de ve diğer bâzı Türk-îslâm devletlerinde de ordu ku mandanlığı vazifesini gören vezirler vardı. E sasen Sâsânîlerde de vezir-i âzam ’ın askerî vazifeleri malûm dur.67 Vezâret müessesqsinin îslâm ve T ürk devletle rinde gelişme tarihini yazmak, îslâm iyetten evvelki bâzı Türk devletlerinde buna benzer bir m emuriyet bulunup - bulunmadığını aram ak, bu araştırm am ızın mevzuunun dışındadır68. Yalnız, bu kısa izahat, Fatih kanunnâme1sindeki vezir-i âzam lığın B izanslılar’dan alınmış olamıyacağmı kati surette gösterm eye yeter. 2 — îk i B eylerbeyilik F atih' Kanunnâmesi*nde beylerbeyiler hakkında epeyce tafsilât vardır. Buna göre beylerbeyilik hem fiili bir memuriyet, hem de bilfiil b aşk a bir m em uri yette bulunanlara verilebilen bir rütb ed ir. M eselâ, ni şancıların, vezir veya beylerbeyi rütbesini haiz iseler teşrifatta defterdardan önde gelecekleri açıkça belir tilmiş olup, buna göre, beylerbeyilik bir rütbe olmuş oluyor. Beylerbeyiler, vezirlerden bir derece daha a şa ğı sayılıyorlar; mal defterdarları, nişancı, 500 akçe kadılar, 400.000 akçeye kadar vasıl olmuş sancak bey leri terfi’an beylerbeyi oluyorlar. B eylerbeyiler, hiz m etkârlarına mücevveze değil üsküf giydirebiliyorlar; 67 Aynı eser, s. 4J. 68 Îslâmiyetten evvelki Türk devletlerinin idari teşki lâtlan hakkında hazırladığımız bir makalede, bu mesele - de izah edilmiştir.
oğulları kırkbeş akçe ile m üteferrika oluyorlar. P adi şah huzuruna çıkam am akla beraber, yazılı m aruzatta bulunabiliyorlar; kendi m em uriyet dairelerindeki ti m ar ve zeam etleri tevcihe mezun olmakla beraber, a r za m ecburdurlar. T ahsisatları başlangıçta 800.000 ak çeden başlayarak nihayet 1.200.000 akçeye kadar yük selebiliyor; 100.000 akçe ile tekaüt oluyorlar; padişa hın kızlarından olan çocuklara asla beylerbeydik veri lemiyor.63. İşte bütün bu izahat, vilâyetlerin en büyük mülkî ve askeri âm iri olan beylerbeyilerin ehemmiye tini göstermeğe kâfidir. Ancak, ay rıca Anadolu ve Ru meli beylerbey ileri hakkında K anunnâm e'de hususî tafsilât olmayıp, yalnız bir yerde başdefterdarın Ru meli beylerbeyi ile beraber yani m evki’ce müsavi ol duğu zikrolunmaktadır.70 Ram baud’nun B izans'taki Doğu ve B atı’ya mahsus iki cdomestique des schole»den alınm ış olduğunu söyle diği Anadolu ve Rum eli beylerbeyilikleri, hakikati hal de. F atih devrinden çok önce konulmuş iki m emuriyet tir: Daha Çelebi Mehmed zam anında Rumeli beyler beyi olarak rHamza Bey» ve «Bayezid Paşa», II. Murad zamanında Anadolu beylerbeyi olarak «Uruc Bey», «Hamza Bey», Rumeli beylerbeyi olarak da «Sinan Bey» ve «Şahin Paşa»71 tarihinde yer alm ış şahsiyetlerdir. Os60 Kanunnâme-i âl-i Osman, çeşitli sayfalar. 70 Aynı kanunnâme, s. 16. 71 Aşık Paşazâde, Emir Musâ’nm vezir, beylerbeyi, kadıasker tayin ettiğini yazdığı gibi (İstanbul basımı, s. 82) Çelebi Mehmed devrinde ve II. Murad vekayiinden bahsederken de yukanda zikredilen kimselerin Rumeli ve Anadolu beylerbeyisi olduklarım tasrih eder. (s. 89. 96. 102, 119, 129, 132). Âşık Paşazadede, bunlardan evvel, I. Mu radın Lala Şahin Paşa’yı Rumeli beylerbeyi tayin ettiği yazılmıştır ki (s. 55) Tevarih-i âl-i Osman’da, I. Murad’m
manii D evîeti’nin XIV. yüzyıl tarihi henüz kâfi dere cede aydm lanam adığı için, Anadolu ve Rumeli beylerbeyiliklerinin ilk ne zaman ihdas edildiğini şimdiden katiyetle tespite kalkışmıyoruz. F a k a t, yukarıda ver diğimiz izahat, herhalde îstanbul fethinden çok evvel bunların ihdas edildiğini gösterm ek suretiyle, Rambaud’yu katî surette yalanlam aktadır. O sm anlılar'm Selçuklular’dan alm ış oldukları «bey lerbeydik» mem uriyeti, belki de R um eli’deki fütuhat tan sonra tabiatıyla ikiye ayrılmış ola çak tır; bunu bir taklit saym am ak, ve devletin genişlemesiyle ahenkli olarak bu m üessesenin geçirdiği dahili bir gelişme saf hası gibi telâkki eylemek, elbette daha doğrudur. Bunu doğrulayacak başlıca delil, bu memuriyetin XIII. yüzyılda Anadolu Selçukluları’nda, İlhanlılar’da, Aitm Ordu D evieti’nde, M em lûkler’de de var oluşudur: Anadolu Selçuklularında «vezirlik»ten sonra «nâiblik, m elikul-üm eralık, atabeylik, pervânelik» devletin en büyük m akam ları idi; buradaki «meliku l-iimera» lâ kabı, beylerbeyilikten başka birşey değildir ve onun Rumeli fütühatmda Lala Şahin’in beylerbeyi olduğu kav dı bunu doğrulamaktadır. F. Giese. Die Altosmanischen anonymen Chroniken, Breslau 1922, c. I, s. 21). «Netayicii'Ivukuat»ta dahi bu görüş kabul edilmiştir (İkinci basım, İs tanbul 1329, c. I, s. 15. 16). II. Murad devrinde Türkiye’de seyahat etmiş olan «Bertandon de la Broquiere»in «Seigneuı* de la Grece» diye zikrettiği Sinan Bey’in Rumeli bey lerbeyi Sinan Bey, ve «Le plus grand Gouverneur du Turcq* diye tavsif ettiği «Camussat Bayscha*nm da Ana dolu beylerbeyi Hamza Paşa olduğu muhakkaktır (Ch. Schefer, Le Voyage d’Outremer, Paris 1892. bk. indeksi. Ru meli beylerbeyi Sinan Bey hakkında şair Safi'nin bir ka sidesi de mevcuttur (hususi kütüphanemizdeki Divan’mda). Bütün bu izahat, II, Murad devrini pek iyi bilen Âşık Paşazâde’yi doğrulamaktadır.
bir tercüm esidir; nitekim îbn Bîbî, bu iki kelimeyi hep m üteradif olarak kullanm aktadır.” Selçuklular devrinde bu beylerbeyilerin nüfuz ve ehemmiyeti çok büyüktü; O sm anlılar’da Anadolu ve Rum eli beylerbeyilerîne verilen ehemmiyet, bu m em uriyetin Selçuklu la r’dan alındığına bir delil olabilir. Ancak, yine îbn Bıbî’de mevcut bir kayıt, Sultan İzzeddin Keykâvus zamanında (1210 - 1219) «melikiTl-ümerâ — beylerbeyi» lâkabını taşıyan iki adam ın yani «Hüsâmeddin Çoban» ve «Seyfeddin Kızıl» beylerin mevcudiyetini gösterdiği gibi” bu hükümdarın son zam anlarına k adar bunlar dan başka olarak bir üçüncünün yani «Seyfeddin»in de- yine «melikü'l-iimerâ — beylerbeyi» olduğunu ve Alâeddin Keykubâd’ın — y u k arıd a zikredildiği veçhi le — onun yerine diğer birini beylerbeyiliğe tayin et tiğini biliyoruz. Y ukarıda ismi geçen iki beylerbeyi Alâeddin zamanında da «melikü’l-ümerâ = beylerbeyi» lâkabını taşım akta idiler. Şu hale' göre, beylerbeydik, Anadolu S elçuklularında hem muayyen bir m em uri yet, hem de devletin en nüfuzlu ve büyük ricaline ve rilen bir unvan, bir rütbe m idir? Selçuklular’da olsun, Memlukier’de olsun, bâzen bu türlü unvanların bir rü t be gibi verildiğini biliyoruz. Ancak, Yazıcı-Oğlu’nun 72 îbn Bibi: Sayf ad-Din Ayne ki malik al-umarâ bûd. (s. 84); An şab beylerbegi râ az tahvili Sayf ad - Dîn Ayne ba Komninüs 7 farmûd (s. 115). Daha, Büyük Alâ eddin saltanatından evvel mevcut olan beylerbeyliğin, da ha sonraki devrede Moğol tahakkümünden sonra da de vam ettiği yine aynı kaynaktan anlaşılıyor (s. 268, 270, 275, 280ü. XIII. yüzyıla ait bir Mısır vesikasından da Ana dolu Selçuklularında beylerbeyi unvanının mevcudiyeti görülüyor (Subhü’l-A’şa, c. XIV, s. 149). 73 Th. Houtsma. Recueil de textes relatifs â l’histoire des Seldjoucides, c. IV, S. 49.
Selçuknûm e*sinde
ğin ikiye ayrılm asında — yahut, ilk defa iki beylerbe yilik ihdasında — bu eski aşiret ananesinin de mües sir olması ihtim ali kolayca reddedilemez.» İlh an lılar’da, vezirden sonra devletin en büyük me m urları, dört Ulus em îri idi; bu dört em îrin en büyü ğüne de «beglari-beg = beylerbeyi» yani «emirüT-ümerâ» derlerdi ki, askerî işler ve ordu doğrudan doğruya onun em ri altında idi.17 Görülüyor ki beylerbeyilik İl» h an lılar'da, h a ttâ Selçuklular’dan daha mühimdi. Beglarbek yani beylerbeyi memuriyeti — İslâm î İra n dev let geleneklerinden İlhanlılar kadar m üteesir olma yan — Al tın-Ordu Devleti’nde de mevcuttu. «İbn Battûta», bu devletteki «emîr-i ulus» tâbirini «emirüT-ümerâ» diye izah etm ektedir.78 XIV. yüzyıl Mısır y az arla rının verdiği m alûm ata göre, ulus em irleri, Altın-Ordu’da m evcut olmakla beraber, nüfuzları İlhanlıİar’da olduğu kad ar büyük değildi; yine aynı kaynaklar bun la ra «beylerbey» nâm ı verildiğini de tasrih ediyorlar.7* 77 Subhu’l-A'şa, C. IV. S. 423-425; C. VII, S. 262-263; Ze ki Velidi. Türk Hukuk ve İktisat Tarihi Mecmuası, c, I, s. 34-36; Notices et extraits des manuscrits dc la Bibliotheque Nationale, XIII, s. 263. 78 İbn Battûta, türkçe tercümesi, c. "I, s. 376. 79 Subhu’l-A'şa yazan Altın Ordu’daki ulus emirle rinden bahsettiği gibi te. IV, s. 475), Memlûkler divânın dan bunlara hitaben yazılan mektuplardaki lâkablara nümûne olmak üzere -et-Tetkifden naklen* bir parçayı da muhtevidir (c. V, s. 137). Bununla birlikte bu ciltlerde «Beglarbek» unvanı mevcut değildir; bu unvan ve ulus emirlerinin llhanlı ulus emirlerinden daha ehemmiyetsiz olduğu hakkmdaki sarahat asıl et-Tetkif'dedir (ondan naklen: Subhu’l-A'şa. c. VII, s. 302-304; W, de Tiesenhausen, Recueil de mat£riaux relatifs â I’histoire de la Horde d'Or, St. Petersbourg 1884, c. I. s. 405; E. Quatremere, Histoire des Mamelouks, c. II, kısım II, s. 315; Journal Asiatique,
Herhalde, Ilhanlılar D evleti’nde olduğu gibi bunlarda da ulus em irlerinin reislerine «beylerbeyi» nam ı ve rildiğini tahmin edebiliriz. M ısır M em lûkleri'nde «Atabekü’l-asâkin ve «emır-i kebir» unvanlarıyla birlikte «beylerbeyi» unvanı dahi verildiği «el-Merıhelü1s-SâJı» de yazılıdır.80 Sonraları da Safeviler’de, daha ilk devirlerden başlayarak, büyük eyaletlerin başındaki ask erî ve m ül kî en büyük âm ire «beylerbeyb unvanı verildiğini gö rüyoruz.81 Bunun S afevîler’e, Ilhanlılar teşkilâtına he men aynen vâris olan C elâyirler ve onları takip eden Kara-Koyunlu ve Ak-Koyunlular devletleri vasıtasıyla geçtiği kuvvetle tahm in olunabilirse de vazifesi itib a riyle Osmanlılar’daki beylerbeyiliklere benzer oldu ğundan Osmanlı Devleti'nden alınmış olması da — za yıf bir ihtimal olmakla berab er — tasavvur olunabi1850, 4 eme serie, c. XVI, s. 59). I. Berezin, Cuci ulusu'nun dahili teşkilâtına dair monografisinde tTrudy Vostocn. Otdel.. St. Pâtersbourg 1863, c. VIII, s. 52) Reşidüddîn, İbn Battûta ve Mesâlikül’-Ebsâr'a dayanarak, ulus beyi me muriyetinden bahsettiği halde, Quatremere ve Defremery’Ain yukarıda zikrettiğimiz kayıtlarım göremediğinden Altın-Orduda «Begiarbek» unvanının mevcudiyetinden ha berdar olamamıştır. 80 E. Quatremere, Histoire des Mamelouks, c. I, kısım
1i m
- 81 Ch. Schefer tarafından yayımlanan şu esere ba kınız: (Raphael du Mans, Estat de la Perse en 1660, Paris 1890. s. 151; ayrıca bakınız: Sanson, Voyage ou relation de I’etat present de Perse, Amsterdam MDCXCV. s. 42-44; Chardin, Voyage, II, s. 173, 280). Bunların maiyetindeki hanlar Osmanlılar'daki sancak beylerine muadildi. Bu nunla birlikte biz bu memuriyeti Safeviler’in daha ilk za manlarında da görüyoruz (Tarihi âlem-ârây-ı Abbasi, c. I, s. 155). Bu kaynaklarda «beylerbeyi» tâbiri yerine «emirû'l-ümerâ» tâbiri de kullanılmaktadır.
lir.*2 H erhalde T ürk m enşe’inden geldiği ‘açık olan beylerbeyiliğin, ve onun Anadolu ve Rumeli diye ikiye ayrılm ış olmasının, Bizans tesiriyle hiçbir münasebeti olmadığı yukarıdaki izahat ile katî surette ortaya çık m ıştır.81 3 — Kadıaskerlik Fatih Kanunnâm esi’nde kadıaskerlerin mevki ve selâhiyetleri hakkında epeyce tafsilât vardır. Buna gö re, m eratip silsilesinde vezirlerden sonra kadıaskerler gelir; divanda yem ek yenildiği zaman, onlara mahsus 82 Beylerbeyilik memuriyetinin çeşitli Türk devlet lerinde mevcut olup - olmadığım anlamak ve her devirde vazife ve selâhiyetlerini lâyıkıyla tayin etmek için ayrı bir monografiye ihtiyaç vardır. Meselâ Hâriznışahlar daki emir-i emirân. beylerbeyi nden başka bir şey değildir (Cüveyni. Târih-i Cihânguşâ, 1, s. 68). 83 J. Deny’e nazaran beylerbeyi unvanı, eski bir Er meni unvanım takliden vücûde gelmiştin V. yüzyıl başın da hükümran olan Sâsâni padişahı V. Behrâm ve halefle ri zamanında Ermenistan’daki Sâsâni marzbân mm mai yetinde yerli bir reis mevcut idi ki, buna «prenslerin prensi» manâsına olarak «ichkhan ichkhanats* derlerdi. Sonraları Bizans imparatorlarının, kendilerine tâbi olan Ermeni prenslerine verdikleri unvan, bu unvanın rumca tercümesinden başka birşey değildi. Leunclavius. ilk defa bu unvanla Türkler’deki beylerbeyi unvanı arasında bir benzerlik kurmağa çalışmış, ve bu, *Du Cange» tarafın dan da tespit olunmuştur. Araplar, Ermenistan’ı hâkimi yetleri altına aldıkları zaman, Ermeni prenslerinin bu un vanını muhafaza ettiler; ve belki de emîrü’l-ümera unva nını bunu takliden vücude getirdiler; Selçuklular devrinde bu unvan beylerbeyi şeklinde türkçeye tercüme olundu (J. Deny, Sommaire des Archives turques du Caire, Le Caire 1930, s. 41-42). Bu mesele hakkında burada tafsilâta girişmemekle beraber, beylerbeyi unvanının emirü’l-ümerâ’dan alınmış olduğu fikrinin bize de mülayim geldiğini ilâve edelim.
sofra çıkar; so fra onların önünden kalktıktan sonra kapıcılar-kethüdasm a verilir. Vezirler gibi hizm etkârla rın a mücevveze giydirebüirler. Ş er’ân hükmedilecek davâlar onların buyrultusu ile yazılır. Çehzâdelerin ce naze m erasim inde vezirler ve defterdarlarla beraber bunlar da bulunurlar. K adıasker olmak, 500 akçeye k a dar yükselen kadıların hakkıdır. O ğullan 45 akçe ulu feye nâil olur. S ultanlara m üteallik olmayan cihetlerin iki akçelerini, a rz a m uhtaç olmadan, verebilirler. Bay ram m erasim inde padişah onları kabul ederken ayağa kalkar; m erasim de padişahın yanında dururlar. Sefer lerde padişahın huzuruna girebilirler. Günde ekalli 500 akçe tahsisat a lırla r.44 K anunnâm e’de kadıaskerliğin Anadolu ve R um eli kadıaskerliği diye ikiye ayrıldığı na dair hiçbir kayıt yoktur. Yalnız, Osmanh vekayinâmelerinde, kadıaskerliğin I. M urad tarafından — ule ma silsilesinin en yüksek m ertebesi olarak — ihdas edildiği, ve sonradan F a tih ’in 885 = 1480’de. Sadr-ı - âzam K aram an! M ehmed P a ş a ’nm bâzı şahsî sebep lere müstenit teşviki üzerine, bunu Anadolu ve Rume li kadıaskerliği diye ikiye ayırdığı kaydedüm iştir.85 84 Kanunnâme-! âl-i Osman, çeşitli sayfalarda. 85 Âşık Paşazâde. I. Murad Tıenüz Rumeli Fûtûhatına başlamadan evvel Çandarlı Kara Halil’in kadıasker ol duğunu yazdığı gibi (s. 54, 188). Musa Çelebi’nin de kadıasker nasbettiğini söyler (s. 82). Tevarih-i âl-i Osman’da da I. Murad'ın Bilecik ve İznik kadısı olan Kara Halil’i kadıasker yaptığı zikredilir (Giese neşri, s. 20 ) Netâyicü’IVukuât’ta da bunlara dayanılarak I. Murad’ın ilk sene lerinde kadıaskerlik ihdas edildiği yazılıdır (c. I. s. 16). Kadıaskerliğin ikiye ayrılması hakkında Solakzâde Tarih i’nde (s. 265-266) ve ondan naklen Hammer'de bilgi vardır fc. III, 18 .kitap). Her halde d’Ohsson’un, kadıaskerliğin 1362’de ihdas edildiği hakkmdaki ifadesi, asla kat i sayılamaz (Tableau gânörale de IUmpira
Bâzı edebî m enbalarda ve vakıfnam elerde, II. Murad devrindeki bâzı kadıaskerler hakkında kayıtlar bulun m ası86 ve daha İstanbul fethinden evvel bâzı kadıaskerlerin terfian vezarete geçm eleri,07 bir taraftan bu m em uriyetin eskiliğini gösterdiği gibi, diğer taraftan da F atih K anunnâm esinin vezirlerden sonra teşrifat sırasında kadıaskerlerı gösterm ek suretiyle, sadece, eski bir geleneği tespit etm iş olduğunu da anlatıyor. I. M urad devrine ait bir vesikada rastlanılan «Rumeli şey hülislâmı» unvanına şimdiye kadar diğer vesikalarda tesadüf edilem em iştir.38 XV. yüzyıl başlarında K aram an Oğulları’nöa da m evcut olduğu Âşık P aşazad e’nin bir kaydından da an laşılan89 «kadıaskerlik», O sm anlıîar’dan evvel Anadolu
Ottoman, Paris 1791, c. IV, s. 530 ve devamı). Kâtıb Çele b in in bu hususta verdiği malûmat da tamamiyle itimada lâyık değildir (Takvimü’t-Tevârih, İstanbul 1146, s. 186 187). 86 Meselâ Safi'nin divan'mda II. Murad'm kadıaskeri Veliyyüddin hakkında bir kaside vardır. Bu devirde kadıasker unvanının vakfiyelerde de mevcudiyeti hakkında bakınız: Türk Tarih Encümeni Mecmuası, nu. 94, s, 222. 294. 87 Daha Çandarlı Halil’den başlıyarak buna birçok misaller görüyoruz. Fatih’in son zamanlarında kadıaskerlerin bazen vezârete terfi edildiklerini biliyoruz (Solakzâde Tarihi, s. 265). 88 Tarih-i Osmani Encümeni Mecmuası, nu. 28. Bu unvan hakkında tafsilât için Encyclopedie de I'IsIam'da J. H. Kramers tarafından yazılan Shaikh al-Islam maddesi ne bakınız. 89 Âşık Paşazade Tarihi, s. 86. Anadolu Selçuklu ları’nın birçok teşkilâtına vâris olan, Memlûkler'le ve Os manlılarca sıkı münasebetlerde bulunan Karaman Oğul lan Devleti’nde kadıaskerlik memuriyetinin bulunması
S elçuklularında Memlûkler D evleti’nde, daha evvel de Eyyubîler’de, mevcut idi, «îbn Bibî»de ve j «Aksarayî»de rastlanılan «kadı-i ieşker», herhalde «kadıask«er»den başka bir şey değildir.90 Mısır kaynaklarında mevcut bir kayda nazaran daha «Seîâhaddîn Eyyûbi» zamanında kadıasker bulunuyordu.9’ E yyubîler Devle tim in bir devamı demek olan ve onun birçok müesseselerin; iktibas eden Memlûkler Devleti*nde bu m em u riyetin mahiyeti hakkında oldukça bol bilgiye malikiz: «Melikü’z-zâhir Baybars» zam anm da d ört mezhebe mahsus olmak üzere sayılan dörde çıkarılan d ört «Kadıü'I-kudât»dan sonra* kadıaskerler gelirdi; Şafii, H a nefî ve Maliki mezhebinde üç kadıasker daim a hü küm darın maiyetinde bulunurlar, saray d a ve hüküm darın maiyetindeki askerî kuvvetler ara sın d a çıkan meseleleri hallederlerdi. K ahire’deki m erkezi idareden hemen farksız teşkilâta malik olan Şam niyabetinde-, de, dört kadıü’l-kudât’tan sonra biri Şafiî diğeri H a nefî olmak üzere iki kadıasker bulunurdu. Halep ve Trablus-Şam niyabetlerinde de aynı suretle biri Şafii
pek tabiidir .Karaman Oğullarına âit bâzı resmi yazılarda Kadıasker unvanını taşıyan birtakım adamlara rastlanıl ması da bunu doğrulamaktadır (Aşır Efendi Kütüphanesi, kısım I, nu. 869). 90 Th. Houtsma. Recuei] de textes relatifs â I’histoire des Seldjoucides, c. IV. s. 299; Türkiyat Mecmuası, c. II, s. 17; Subhu’l-A'şa c. XIV, s. 160'daki Anadolu SelçuklularTna âit ve o devirde yazılmış bir eserden alınmış bir fıkra da, kadıasker kelimesi de mevcuttur. Bunu doğrulayan diğer bir delil daha: Türk Tarih Encümeni Mecmuası, nu. 83 ,s. 349. XII, yüzyılda Gûriler de de «kadı-i İeşker» memu riyeti vardı. (Tabakat-ı Nâsıri, Calcutta 1864. s. 1171. 91 Subhu’I-A’şa, c. IV, s. 36,
bu unvanın mevcut olduğunu biliyoruz.94 Her ne olur sa olsun, bu verdiğimiz izahattan sonra, «kadıaskerlik» memuriyetinin Bizanslılar’daki «Juge de camp»lar takliden ihdas edilmiş olamıyacağı katiyetle anlaşılıyor.
4 — Reisülküttâblık ve Nişancılık Fatih Kanunnâmesi"nde «reisülküttâb»lara âit olan m addeler şöylece hülâsa olunabilir; Reisülküttâb, nişan cı’mn maiyetindeki kâtiplerin reisidir; teşrifattaki yeri şehre mininin altında ve yeniçeri kâtibinin üstünde d ir; Sili akçe m üderris yalnız reisülküttâb’a değil şehreminine dahi takaddüm eder. Dıvan-ı hümâyûndaki yem ekte vezirlerin önünden kalkan sofra, reisülküttâb ile m aiyetindeki kâtiplere verilir. Reisülküttâb te rfi’an nişancı olursa, sancak hükmü ile olur; bununla be rab er, nişancılıktan aşağı bir m ertebe olan defterdar lığa terfi edildiği de vardır. E ğer defterdarlıktan nişancı olursa, beylerbeyilik hükmü ile olur. Kanunnâ m e'ye göre şehremini ile reisülküttâb’a aynı elkap ya zılır.*5 îşte kanunnâm e’nin bu hüküm leri gösteriyor ki, reisiilküttâblık, Ram baud’un iddia ettiği gibi «grandlogothete»e muadil yüksek bir mevki değil, nişancıla rın maiyetinde alelâde bir kalem amirliğinden ibaret ti. Sonraları bu mevkiin ehem m iyet kazanarak hattâ nişancılığın üstüne çıkmış olması, R am baud’yu şaşırt çuklu İmparatorluğundan kalma bir müessese olduğu im kânım da kuvvetle akla getirmektedir. Herhalde bu me sele hakkında eski tarihi kaynaklan yeniden tetkik lâzım dır. Ordu kadılığı Safeviler'de de vardı (Tarîh-i Âlemârây-ı Abbasî ve diğer Safevi devri kaynaklanna bakınız). 94 O. Houdas, Hlstoire du Sultan Djelal ed-Din s. 50. 95 Kanunnâme-i âl-i Osman, s. 14, 15 17. 18, 22, 31.
mış ve yanlış bir neticeye götürm üştür. Halbuki Ham m er Tarihi'nin şöylece bir gözden geçirilm esi bile bu yanlışlığı düzeltmeğe kâfiydi.96/ Öyle anlaşılıyor ki, Ram baud, «nişancı» yerine yanlışlıkla «reisülküttâb» Kelimesini kullanmıştır. Bu ihtimale göre, «nişancılık» m emuriyetinin de F atih Kanunnâmesi'nde tayin edilen vazife ve selâhiyetlerini tespit edelim: Merkezî idarede vezirlik, kadıaskerlik, başdefterdarlık’tan sonra en büyük vazife nişancılıktır. Devletin haricî m uhaberatına o b akar ve tu ğra çeker. Vezirler, kadıaskerler, defterd arlarla b erab er dîvanda sadırda oturur. E ğer vezâret veya beylerbeyilik rütbesini haizse, d efte rd a ra takaddüm ed er; eğer sancak beyliği ile nişancı ise, defterd ar ona takaddüm eder; elkabı ve m ertebesi d efterd ar gibidir. N işancıların oğullan, beylerbeyi çocukları gibi, 45 akçe ile d efterdarlar ve nişancı ile birlikte sofraya otururlar. B ayram merasiminde padişah vezirlere, kadıaskerlere, başdefterdara olduğu gibi nişancıya dahi ayağa kalkar. Nişancıların bilhassa m ünşiler ve âlim ler a r a sından seçilme ve tayini usûldendi. Bu bakım dan, d a hil ve şahın müderrislerinden nişancı tayin olunurdu. M al-defterdarlarından te rfi’an nişancı tayin edilirse beylerbeyilik hükmü ile, reisülküttâb nişancı olursa sancak hükmü ile olurdu. N işancılara beylerbeyilik, yahut, esasen beylerbeyi pâyesini haiz iseler vezirlik verilirdi.97 96 Hammer, Histoire de I’Empire Ottoman, c. III, s. 313. 97 Kanunnâme-i âl-i Osman, s. 13, 14, 15, 20, 25: kezalik Hammer, aynı yerde Th. Spandouyn Cantacusin’in - Ch. Schefer tarafından yayımlanan - Petit Traıcte de l’origine des Turcqz, Paris 1896. s. 99-100 adlı eserinde buna âit pek
«Tuğra»,94 «tevki»99 gibi hüküm darın alâmet-i mahsusası ve o alâm eti havi yazılar m anâlarında kullanıkısa bilgi verilmektedir. Esasen XVI. yüzyıldan itibaren bu hususta bol malûmat vardır. 98 Aslında Oğuz Türkleri’ne mahsus olan «tuğra» hakkında en toplu bilgi. Jean Deny’nin Encyclopedie de I’Islam’a yazmış olduğu Tughrâ maddesindedir; yine ora da nişancılık hakkında da biraz izahat verilmiş olmakla beraber, bu müessesenin menşei hakkında bilgi yoktur. Bununla beraber bu makalede bilhassa Memlükler'in ve Osmanlılar’m tuğraları hakkında malûmat verilmiş olup, Selçukluların ve diğer Türk devletlerinin tuğralan hak kında hemen hiç birşey söylenmemiştir. Bu mesele hakkın da yakında bir makale neşredeceğiz. Yalnız şimdilik şu nu söyleyelim ki, ilk Selçuklu sultanı Tuğrul Bey’in tuğ rası çomak şeklinde idi. (Râhat as-Sudûr, s. 98; GMNS. II). Biz. Râvendi’nin tespit ettiği ve çomağa benzettiği bu şek lin, Selçuklu hanedanının mensup olduğu Kınık boyunun damgası olduğu fikrindeyiz. Tuğrui'daıj sonra. İslâmiyet tesiri altında tuğralar mühim bir değişikliğe uğradı: Alp A rslanin tevkı'i «bi-nasr Allah», Berkyaruk’un «i'timâdi ala’llah» Muhammed ibn Melikşah’m «ista'antu bi'llah». Sencer’in «tavakkaltu ’ala'ilâh», Mahmud ibn Muhammed'in «i'taamtu bi'llah*, Tuğrul ibn Muhammed'in «i'tadadtu bi'llah vahdahu»; Mes'ud ibn Muhammed'in «i'timâdi 'ala'llâh»; Melikşah ibn Mahmüd'un ve Süleyman ibn Muhammed’in «ista'antu bi'llâh», Arslan ibn Tuğrul’un «Itadadtu billâh- Tuğrul ibn Arslan’ın «i’tadadtu bi'llah vahdahu», idi. (Râhatü'sSudûr'a ve onun bir hülâsası olan al-Irâdah fî’I hikâyah as-Salcukiyyah'ye bakınız). Büyük emirlerin de tevkıieri vardı; meselâ Emir Gökce'nin Allah ve şimşir idi (RahAt as-Sudür, 391) Hârizmşahlarin ve diğer İslâm-Türk sülâlelerinin de tevki'leri vardı. 99 Tevki' Osıhanlılar'da tuğra ve nişan karşılığı ola rak kullanılmıştır. Islâm devletlerinde tevki ve tuğra ile niş?.n arasındaki fark hususunda tafsilât «tuğra» hakkındaki makalemizdedir. Encyclopödie de I’IsIam'daki «Tawki» maddesinde verilen malumat çok eksiktir.
lan «nişan»100 kelimesinden teşkil edilmiş olan bu «ni şancı» tâbirinin ne zamandan beri kullanıldığını, bu günkü araştırm alarım ıza göre, kati olarak söyleyeme100 Bu kelime hakkında izahat almak için bakınız: F. Kraelitz. Osm&nische Urkunden in türkischer Sprache, Wien 1922, s. 18, 22; L. Fekete, Einführung in die osma nich-türkische Diplomatik..., Budapest 1926, s. XLIV. Pro fesör Kraelitz'in Âşık Paşazâde'den aldığı «timarlann ni şanı Bayezid Han adına öldü» cümlesi -nişan» kelimesi nin, hükümdarın imza veya alâmet-i mahsu sasını yani tuğrasını muhtevi resmi vesika manâsına kullanıldığını göstermektedir. Fatih devrine ait resmi vakıf defterlerin den de, birtakım yerlerin vakıf olduğunu ispat eden vesi kalara «nişan» denildiği, ve bu «nişan-ların yalnız padi şahlar değil, şehzâdelcr ve beylerbeyiler tarafından da verildiği anlaşılıyor. Bu defterler, herhangi bir memleket Osmanlıiar eline geçtiği zaman bu gibi tasarruf vesika larının derhal yenilendiğini göstermek suretiyle Âşık Paşazâde'nin ifadesini de doğrulamaktadır (Ahmet Refik. Türk Tarih Encümeni Mecmuası, nu. 79: Fatih Zamanında Teke İli, nu. 80: Fatih Zamanında Sültanöyügu). XIV ve XV. yüzyıl resmi vesikalarından anlaşıldığına göre, bu gi bi vesikalara «bitiv*" unvanı da yeriliyordu. Profe sör Kraelitz’in Tarih-i Osmani Encümeni Mecmuasında neşrettiği ilk padişahlara ait vesikalarla yukarıda zikret tiğimiz eserindeki vesikalar, bunu göstermektedir. Bahis mevzuu vakıf defterlerinde ise padişah ve şehzadelerin emirnamelerine «nişan» beylerbey ilerin, beylerin ve kadılannkine «biti» denmektedir; hatta burada rastlanılan « • ve •*/--! • nin ne demek olduğu tamamiyle anlaşılamamaktadır. Bu .«biti» kelime si Shiratori’nin ve W. Radloffun mütalâalarına göre Çin ce «fırça» manâsına olan «pit» kelimesinden alınmıştır; eski Çin kaynaklarına nazaran, Orta-Asya'da daha TopaWei (M.S. 388-558) sülâlesi zamanında «pi-teh» (ihtimal ki «bitik: yazı») kelimesi ve «pi-teh-çen» (ihtimal ki «bitik çi», yani «kâtip») vazifesi malûmdu: Orhon kitabelerinde «bitig» kelimesi mevcut olduğu gibi «Kutadgu Bilig» te de
yiz.’"1 Ancak, bu unvanın F atih zam anından beri kul lanılmaya başlandığını kabul etsek bile, bu ad altın daki müessesenin Büyük Selçuklular’daki «tuğrâi»lik müessesesinden başka birşey olmadığı gayet açıktır. Abbasi ler’den başlayarak bütün İslâm devletlerinde muhtelif fark larla mevcut olan «divânüT-inşâ» adı,10* Büyük Selçuklular zamanında eski Oğuz geleneğine uyularak «divânüT-tuğrâ»ya tebdil edilm işti.103 İşte bun dan dolayı, önce Büyük Selçuklu İmparatorluğum dan •»bitikçi* kelimesi geçer (V/. Barthoid’un Encyclopedie de I'Islam'daki Bitig maddesine bakınız). Her halde Uygur ların ve Karahanlılar Devle ti’nin idari ıstılah lan arasın da bulunan ve kelimenin, sonradan Moğoilar tarafından alındığım ve llhanlıiar Devleti’nde «Uiug Bitikçi» memuriye Linin büyük bir ehemmiyeti olduğunu o devre ait ve sikalardan öğreniyoruz (Muhammed b. Hindûşâh Nahçivâni rkn Düsîûıü’l-Kâtib fi Ta'yinü'l-Merâtib adlı eserinde, Köprülü kütüphanesi, nu 1241, var. 187-188; bu hususta Cüveyni, Vassâf. Reşidücl-din gibi müverrihlerin eser lerinde bol malûmat vardır). II. Bayezid zamanına kadar Osnumlı padişahlarının muharreratında bu «biti» kelime sinin kalınası, bu eski an anenin bir kalıntısı gibi telâkki olunabilir. (Münşcclt-ı Feridun'a bakınız) . İSİ XVI. yüzyıl başında yazılmış bâzı eserlerde. XIV. yüzyıl sonlarında Germiyan beyliği’nde nişancılık memu riyeti bulunduğuna ait bazı kayıtlar varsa da, bunu biraz ihtiyatla karşılamak gerekir. 102 İslâm devletlerinde «divanûl-inşâ»mn ehemmiye ti vs gelişmesinin çeşitli saf halan hakkında bakınız: Subhu’I.A’şa, c, III, s. 490 ve devamı; Makrizi, Kitabü'l-Hıtat. Mısır basımı, c. II, s. 225 ve devamı; Corel Zeydûn, Medeniyet-i İslâmiye Tarihi, türkçe tercümesi, c. I, s. 228 ve devamı. 133 Makrizi, aynı eser, s. II, s. 226; Makrizi burada lbn Hallikân'a daytınarak «tuğra»mn fansi bir kelime olduğunu söylemekle aldanmıştır. Houtsma, Recueil des textes reiatifs â ['Histoire des Seldjoucides, c. II, Preface,. VIII - IX; Çahâr Makale, Gibb Memorial series, XI. s. 100.
başlayarak, muhtelif Selçuklu şubelerinde daim a «tuğ* râî» lâkaplı birtakım meşhur devlet adam larına tesa düf olunur ki,104 biz bunu Anadolu Selçukluları’nda da aynen görüyoruz.105 Bunların vazifeleriyle Osmanlı 104 Houtsma'nın neşrettiği metinlere. Râhat as-Sııdur’a, ve Selçuklu tarihine ait diğer metinlere bakınız. «Tugrâi» lakabıyla şöhret kazanan âlim ve şairler hakkın da. «İbn Hal likan* ve Lubâb al-albâb’a bakınız. Celâieddin Harzemşah Tebriz'i zaptettiği zaman, şehir reisliği, «tugrâi» lâkabını taşıyan bir ailenin' elinde idi (Nesevi, Siretü’s-Sultaıı Celâieddin, s. III; Houdas tercümesi. Paris 1895, s. 1641. Yine aynı kaynaktan «tugrâi-lik vazifesinin Hârizmşahlar'da da mevcudiyetini ve ehemmiyetini öğreni yoruz (meiin s. 146; tercümesi, s. 243). Ancak, Selçuklu larda bu vazife «kitâbet-i inşâ» memuriyetine takaddüm ettiği halde, Hârizmşahlar'da onun altında sayılıyordu, (meiin. ş, 37: tercümesi, s. 29). 103 Anadolu Selçuklularında «tugrâi» lik memuriyeti mevcumı- ve divanda büyük ehemmiyeti vardı* Şemsedd'I:_ Muuınud Tugrâi. Meçdeddin Tugrâi, Nureddin Tugraı gibi Sriçuaiu devlet adamları hakkında «İbn Bibi»de mühim maıumata rastlanır (indeks’e bakınız). XIII. yüzyı lın başında Anadolu Selçuklularında mevcudiyetini gör düğümüz bu memuriyetin herhalde XII. yüzyılda da bu lunduğunu kolaylıkla tahmin edebiliriz. Büyük Selçuklu larda ve Karizmşahlar'da olduğu gibi Anadolu'da da tugrâilik vazifesine ekseriya münşilikle şöhret kazanan, res mi haberleşme usûllerine lâyıkıyle vâkıf adamlar tayin olunur, bilhassa devletin dışla olan muhaberatı onlar ta rafından idare edilirdi. Büyük memuriyetlere tayin edilen lerin menşurlarını da onlar yazarlar, ve karşılığında bü yük hediyeler alırlardı (Houtsma, Recueil de textes .... IV. s. 83, 157, 251). Şemseddin Mahmüd Tugrâi'nin Anadolu Sel çukluları tarihindeki rolü bilhassa mühimdir. Bütün bu izahat. Osmanlılar’daki nişancılık vazifesinin tamamen Selçuklulardan geçtiğini gösterebilir. Anadolu Selçuklu larında a=®:bâz] devletlerdeki kâtibü’s-sırr'a muadil olarak ^ ayrıca bir de «münşi-i hâss» bulunduğunu ilâve edelim.
Devletinin XV. yüzyıldaki nişancılarının vazifeleri ara- t sında esas bakımından hiçbir fark yoktu. XVI - XVH. yüzyıllarda bunun yerine «reisülküttab»lık ve «tevki’î* lik m em uriyetlerinin daha ehem m iyet kazanm ası me selenin araştırılm ası, mevzuumuzun dışındadır. Bu kı sa izahat O sm anlılar’daki «nişancılık» müessesesinin «grand - logothete» mukabili olarak Bizans’tan alındı ğı iddiasının ne kadar esassız olduğunu ispata kâfi dir.
5 — D efterdarlık
Fatih K anunnâm esinde defterdarlık müessesesi hakkında, hattâ diğer m em uriyetlerden daha fazla, taf silât yardır. Bu kcm ınnâm e'ye göre, devletin bütün ma liye vazifeleri, başdefterdar, defterdarlar, defter-kelhüdaları ve tım ar - d efterd arları tarafından görülmek tedir. Elimizdeki kanunnâm e nüshasının oldukça bozuk ve tertipsiz olmasına rağm en, defterdarlık hakkındaki hükümlerini şu suretle hülâsa edebiliriz: Maliye iş leri, devletin diğer bütün işleri gibi vezir-i âzam ’ın nezareti altında bulunmakla b eraber, bunun asıl m es’ul âmiri b aşd efterd ar’dır; ve ehemmiyetli maliye işlerin de yalnız vezir-i âzam la m üşâvere eder. Onun maiye tinde m al-defterdarlan yani diğer d efterdarlar vardır ki, kanunnâm e’de sayıları açıklanm am ıştır. D efter darların aşağısında defter-kethüdalan vardır ki, Ru meli defter-kethüdası’nın te rfi’an m al-defterdarı ola bileceği açıklanmış olduğuna göre, Anadolu defter-ketlıüdalığı memuriyetinin de bulunm ası zarurîdir. Bun ların aşağısında da tim ar-d efterd arlan vardır; ve bun lar te rfi’an defter-kethüdası olabilirler. Başdefterda-
rrn teşrifattaki mevkii onun ehemmiyetini gösterm eye kafidir: Dîvanda vezirler ve kadıaskerlerden sonra sadırda oturur; nişancı, eğer vezir rütbesini haiz ise ancak o zaman başdefterdara takaddüm e d e r; yemek yenirken başdefterdar vezir-i âzam ’la bir sofrada bu lunmak hakkını dahi hâizdir; diğer d efterd arlar, ni şancı gibi, diğer vezirlerle birlikte ayrı bir sofraya otu ru rla r. Başdefterdar Rumeli beylerbeyi ile aynı pâyede sayılır; ve işte bundan dolayı te rfi’an vezir olabilir. M al-defterdarlan beylerbeyi veya beylerbeyilik hük mü ile nişancı olabilirler (s. 15’de m al-defterdarlarının d e fa te n vezir olabilecekleri m anâsı çıkarılabilecek olan fıkra, cümle tertibindeki bozukluktan da anlaşıla cağı veçhile, ş. 14’deki açıklığa göre bu yolda düzel tilmek lâzımdır). B aşdefterdar devlet m erkezinde dî vanda bulunur; fakat merkezde olduğu gibi vilâyetler-, de de m al-defterdarlan olduğu ve mevki itibariyle hepsinin de aynı derecede bulunduğu kanunnâm e’den anlaşılm aktadır. M al-deflerdarlan. te şrifa tta , şehzâde lalarına, ve İstanbul kadısı m üstesna olarak diğer ka dılara, sancak beylerine ve diğer ağ a la ra takaddüm ederler, B aşdefterdar vezir ve kadıaskerler gibi padi şaha bizzat m ârûzatta bulunabilir: şehzade cenazele rinde bulunur; hizm etkârlarına m ürevveze giydirebilir; kendisine selâm çavuşu tayin olunur; devlet işle rinde, ve 2ir-i âzam, diğer vezirler gibi başdefterdarla da m üşavere eder, bayram m erasim inde vezirleri ve kadıaskerleri takiben m erasim e k atılır; ve hüküm dar ona da ayağa kalkar; seferde dahi m ârûzatta bulun m ağa mezundur. Hükümdar haslarının id aresi d efter d ara aittir. Hükümdara her nereden h ara ç ve hediye gelirse, vezirler gibi ona da muayyen bir hisse veril mesi âdettir. B aşdefterdara 600.000 akçe has, ve hâzi neden 150’den 240 bin akçeye kad ar sâliyane verilir.
Havâss-ı hüm ayundan gerek iltizam gerek emanet yo luyla verilen h a sla r kaç yük kıymetinde ise defterdar lar yük başına 1000 akçe imza hakkı alırlar. Hâzineye teslim edilen p ara lard an ise 1000 akçeden 22 akçe alır lar. D efterd ar m aiyetindeki kâtiplere de kitabe: hak kı verilir. H avâss-ı hümayun âşârından defterdarlara zahire dahi verilir. D efterdarlar 80.000 akçe ile tekaüt olurlar. M al-defterdarları te rfi’an baş defterdar olabi lirler. M al-defterdarlığı vazifesine de defleremir.i. şeh remini, reisülküttâb, Rumeli defter-keıhüdası, 300 ak çe m aaşlı kadı, yahut sahm m üderrisi olan kimseler tayin edilir. D efterd arlar yılda bir kere devletin bü tün gelirlerini ve giderlerini yani bir nevi bütçesini hüküm dara arzederler. ve buna mukabil kendilerine h ila l ihsan edilir. H üküm dara arza muhtaç olmadan hâzineden iki akçe verm eye, ve, çavuşluk, sipahilik, kâtiplik, sancak ve zeam et arzına dahi mezundurlar. Divandan ve m âliyeden kendilerine yazılacak elkap m uayyendir .106 Kanunnâm e’den çıkardığım ız bu hükümlerde:, baş ka, yine F atih devrine ait tarih î metinlerde defterdar lığın m evcudiyetini gösteren bazı kayıtlar vardır ,107 fakat, daha evvelki devirlerde devletin maliye işleri nin nasıl idâre edildiğini gösteren hukukî kaynaklar mevcut olmadığı gibi, bu husustaki tarihî bilgiler de pek az ve pek çok şüphelidir. Maliye tarihimize ait olarak şu son zam anlarda yazılan bazı eserlerde, def terdarlığın daha Osmanlı D evleti’nin ilk zamanlarında ihdas edildiği iddia olunm akta ise de, bunu doğruiaya-
İOC Kanunnâme-i âl-i Osman, s. 10, 11, 13-17, 19, 2C. 22, 23, 25-29, 31. 107 Tursun Bey. Tarih-i Ebü'l-Feth, s. 91-92.
cak hiç bir delil zikredilm em ektedir.10® n . M urad dev rinde «mal-def tercisi» yahut «mal-def terdarı» adıyla bir m emur bulunduğunu tahm in edebiliriz: «Yazıcı-Oğlu Ali»nin bu devirde yazdığı Selçuknâm e'de Anadolu Selçuklu D evleti’nde «sahib-dîvân»ın «emval defterle r i n e de nezarette bulunduğu y azılırı «İbn Bibi» ta rihinde bu kayıt m evcut olmadığından, Yazıcı-Oğlu’108 M. Zühdi, Bütçe, c. II, s. 36-42'de Osmanlı Devleti'nin ilk mali teşkilâtı ve defterdarlık hakkında verilen bilgi, başLan başa yanlış ve esassızdır; Abdürrahman Vefik Bey'in «Tarih-i Mali» (s. 112) ve «Tekâlif Kai’aidi» (s. 157, 162) adlı eserlerinde bu hususta açık çelişkiler vardır; M. Zeki Bey’in «Teşkilât-ı Atıkada Defterdar» (Türk Tarih En cümeni Mecmuası, nu. 91. s. 96-102 ve nu. 93. s. 234-244) adlı makalesinde bu çelişkiler gösterilmiştir. Bununla be raber bu makalede de. çeşitli zamanlara ait kanunnâme lerin ahkâmı -hepsi aynı devre aitmiş gibi- tasnifsiz su rette birbirine karıştırılmış, ve ne kaynakların tenkidi ne. ne de kronolojiye ehemmiyet verilmiştir; Haremer'den ve bilhassa lbn Haldun'un, tûrkçe tercümesinden alman parçalar, «defterdar» unvanının eskiliği hakkında yazan şaşırtmıştır; halbuki lbn Haldun'un metninde «defterdar* kelimesi mevcut değildir (c I. s. 202-205). Bu makalede en ziyâde Mehmed Arif Bey’in Fatih Kanunnâmesine yaptı ği haşiyelere dayanılmışsa da. orada bahsedilen teşkilâtın hangi zamanlarda yapıldığı gösterilmediğinden tarih ba kımından ehemmiyeti yoktur. Naili Abdullah Paşa, XVIII yüzyılın son yarısında yazdığı Kavanin-i teşrifat adlı ese rinde lbn Haldün’un verdiği bilgileri aynen tekrar ederek. Osmanlı!ar’da defterdarlık teşkilâtı hakkında küçük bir ilâve ile iktifa etmiştir. Hammer. müverrih Âli'nin verdi ği bilgilerden faydalanmışsa da. verdiği malûmat umumi yetle çok basit ve sathîdir (c. III, 18 . kitapta «defterdar* bahsi); d’Ohsson'un meşhur eserinde (c. VII, s. 192. 261 ) ve Cl. Huart'ın bilhassa buna ve bir de Hammer'e dayana rak yazdığı. Encyclopedie de I'lslam'daki DcftcrdSr maka lesinde verilen bilgi dahi pek sathidir. M. Belin'in «Essai nır I’histoire £conomiquc de la Turquie»sinde defterdarh
nun bunu başka bir kaynaktan aldığını ve fakat, «emval defterleri» tâbirinin, Selçuklu devrine ait olmasa bile, herhalde II. M urad devrine a it olduğunu ve bu defter lere nezaret eden m em ura da «defterdar» adı verildi ğini söyliyebiliriz.109 «Defter» kelimesi İslâm âleminde pek eski zam anlardan beri bilindiği gibi,110 F aiım îkr'in idari teşkilâtında «sahib-i defter» unvanı,111 ve bilhas sa İran Moğol D evleti’nde «defterdarlık» ve cdefîer
gin daha sonraki devirlerdeki teşkilâtı hakkında daha iyi ve toplu bilgiye rastlanır (Journal Asia(iquc, mai-;âi;ı 1834, s. 466 ve devam»), XV. yüzyıl sonunda def terör, rhs hak kında en iyi malûmat «Fctit Traicte de ibriğine des Turcqz»dedir (s. 96-93). Tarihi kaynaklarımıza. çc-;::îi ka nunnâmelere, diğer resmi vesikalara, hattâ Batı seyyahla rının bâzı eserlerine başvurmak suretiyle XV. yüzyılın ikinci yansından başlayarak İmparatorluğun mali teşki lâtını mükemmel surette tetkik imkânı vardır. 109 Houtsma’nın neşrettiği Recueil..'., (c; IV); Muh tasar İbn Bibi Tarihi, (s. 44)te birşey yoktur; halbuki, c. III, s. 103'te Sultan İzzeddin Keykâvus'un «Sâhib d;vanlık ve emval defterlerini, siyâkat ve hesapta Rum memûiikinde benzeri olmayan Bedreddin-i Horasâni'ye verdiği» yazı lıdır. İlhanlılar’da da «sahip divan» unvanım hâiz olan büyük memurun «divan-ı istifâ» âmiri olduğu ve devle tin bütün maliye işlerine baktığı, ve vilâyetlerdeki mali ye memurlanmn mercii bulunduğu tamamiyle malûmdur. Selçukluların idari teşkilâtı hakkında neşredeceğimiz ma kalede bu meseleyi ayrıca tetkik edeceğiz. Her nç olursa olsun. Yazıcı-Oğlu'nun ifadesi, II. Murad devrinde «defter ci, defterdar* unvanlarının kullanıldığım göstermektedir. 110 Yunancadan gelen bu kelime Arap, Acem, Türk, Moğol lisanlarına da girmiş ve eskiden beri kullanılmıştır. 111 Subhu’l-A’şa'daki bir kayda göre (e. III. s. 525526). Makkârî’de «daftar-h’ân» unvanına rastlanması, def ter kelimesinin Mısır yoluyla Batı ,İslâm devletlerine de, geçtiğini gösterebilir (Dozy, Suppl. aux Dictionnaires arabes, c. I, s. 448).
dar» bulunduğu cihetle,112 Osmanlılar’ın bu hususta kısmen Selçuklu ve bilhassa da Ilhanlı teşkilâtından iktibasta bulundukları meydana çıkm aktadır. Abbasîle r’deki «dîvanü’l-hurûc ve'l-cibâyât» ile Sâm ânîler ve S elçuklulardaki «dîvan-ı istifa » teşkilâtından başlaya rak, çeşitli İslâm ve Türk devletlerinde maliye işleri nin nasıl görüldüğünü, H ârizm şahlar’da, M emlûkler’de, Moğollar’da, Anadolu Selçuklularında çeşitli mali ye m em uriyetlerinin mahiyetini, ve çok defa aynı un vanlar korunmakla beraber vazife ve salâhiyet husus larında ne büyük farklar ortaya çıktığını izah mesele si, ayrıca bir monografiye m uhtaçtır. İşte, bütün bun lardan anlaşılıyor ki, Fatih Kanunnamesi ndeki «def terdarlık» m üessesesi de «defterdar» unvanı da, asla Bizans’tan alınmış değildir; ve Rambaud'nıın bunu Bi zans’taki «logothele»lerden alınmış gibi gösterm esi, ta rihî vakıalara tam am iyle aykırıdır. 112 İlhanlı Devîeti’nin tanınmış .devlet adamlarından Sahib-divân Hoca Şemseddin Cüveyni, Hülâgû zamanın da çok kanşmış olan maliye işlerini düzenlediği sırada, her vilâyetin mali işleri hakkında mükemmel deflerler tanzim ettirmiş ve bu suretle muameleleri merkezileşti rerek her zaman sıkı ve emin bir kontrol imkânını elde etmişti. Sonradan bu defterlerin tertip ve muhafazası için Seyyid Sadrü'd-din Hamza’yı «defterdâr-ı divan-ı memâlik* veya «defterdâr-ı memâlik- tayin etti. Daha sonra Gâzân Han, «müstavfi-i memâlik»in 'emri altında bulunan bu memuriyete daha fazla ehemmiyet ve istiklâl verdi; gayet muntazam bir defterhâne yapıldı; hattâ divan top lantıları çok defa orada yapılmağa başlandı. Fakat sonra ları bu teşkilât bozuldu; ve bu memuriyet dahi ortadan kalktı (daha fazla tafsilât için: Düstûrü’l-Kâtib fi Ta’yîni’l Merâtib, s. 191-192; bunun tamamiyle itimada değer olma yan bir tercümesi: Hammer, Geschichte der Goldenen Horde, Pesth 1840, s. 497-501). «Defterhâne»nin İran’da Safeviler zamanında da mevcudiyetini, Du Mans’dan öğren mekteyiz (Estat de la Perse en 1660. s. 26).
6 — Kaptanpaşalık A. R am baud ve takipçilerinin sırf bir Bizans tak lidi olarak ve «megaduc» mukabili gösterdikleri kaptanpaşalık hakkında Fatih Kanunnamesi’nde hiç bir ka y ıt yoktur; ve bu da gayet tabiîdir. Çünkü F atih za m anında, Osmanlı Devleti’nin küçük bir deniz kuvve ti m evcut olm akla birlikte, «kaptanpaşalık» diye bir m em uriyet m evcut değildi. Donanma, bilhassa Gelibo lu deniz üssüne dayandığı ve tersane orada olduğu için, Gelibolu sancakbeyinin emri altında bulunurdu. H arp esnasında, hüküm dar, yahut sadr-ı âzam, yahut, bun lar harbe katılm adıkları takdirde serdar tayin edilen vezir, donanm aya da kumanda ederdi. Daha sonra Osmanlı D evleti’nin Mısır ve Suriye’yi zaptıyla bir Ak deniz im paratorluğu halini alm ası ve Karadeniz sa hillerinin de tam am en Osmanlı nüfuzu altına düşme si üzerİSc, donanm anın ehemmiyeti arttı. B âzı.vakit, azledilen vezirlerin Gelibolu sancakbeyliği ve kaptan lıkla m erkezden uzaklaştırıldığı oluyordu. Nihayet «Barbaros»tan sonra kaptanlara Cezayir beylerbeyi payesi, ve daha sonra d a vezâret verilmeğe başlandı; ve bilhassa XVII. yüzyıldan başlayarak, kaptanpaşalık, m erkezi idarenin en mühim ve nüfuzlu mevkilerinden biri halini aldı .113 îşte bu kısa izahat, Rambaud 113 Bu mesele hakkmda Hammer ve d’Ohsson’un eserlerinde verilen bilgi pek sınırlıdır: F. Babinger'in bun lara ve Kâtib Çelebi'nin. «Tuhfetü'l-Kibâr fi Esfâri'l-Bihâr»ıyla bâzı ikinci derecede kaynaklara dayanarak Encyclop ed ie de I'Islam'a yazdığı «Kapudan Pasha* makalesi ise gayet sathi, tenkitsiz, ve birçok yanlışlıklarla doludur. Hal buki. bilhassa XVII. yüzyıldan itibaren, bu mesele hakkın da gerek tarihi kaynaklarda, gerek kanunnâmelerde bol bilgi mevcut bulunduğundan, bu hususta etraflı bir mo nografi vücüde getirmek mümkündür.
ve takipçilerinin, bu hususta kurm ak istedikleri ben zetm elerde de tamam iyle aldandıklarını meydana çı karıyor. Osmanlı deniz kuvvetlerinin ve denizcilik teşkilâ tının F atih zamanına kadar geçirdiği safhalar haklım daki bilgi, yok denecek kadar az ve dağınıktın”4 An cak, bu dağınık bilgiler, toplanarak birleştirilince gö rülüyor ki, daha XIV. yüzyıl -sonlarında Gelibolu’da te şekküle başlayan Osmanlı bahriyesi, Menteşe ve bil h assa Aydın ve Saruhanoğulları gibi, mühim deniz kuvvetlerine malik Anadolu Beylikleri’nin bu hususta ki geleneklerine vâris olmuştur.” 5 Nitekim onlar da
114 Kâîib Çelebi'nin Tuhfeîü'l-Kibâr fi Esfâri’l-Bihar ında. Naili Abdullah Paşa’nm Kavanin-i Teşrifâl’lnda bu ilk devirler hakkında verilen bilgi hem pek az hem de yanlıştır. Kitib Çelebi, Fatih’ten evvelki zamanlar hak kında malûmatı olmadığım söylüyor. Kevanin-i TeşrifâtTa ise, yazar tarafından tasrih edilmemekle beraber, görü lüyor ki. îbn Haldûr’un, İslâm devletlerinde donanma hakkındaki kısmı tercüme olunarak tArapça metin, c. I. s. 210-214), Lûtfl Paşa’nın Âsafnâme’sinden ve Kâtib Çc-lcbfden alman bazı parçalar ona ilâve olunmuş ve XV]i-XYÎIT yüzyıllara aı: birtakım malûmat da eklenmiştir; bundan dolayı, eski devirler hakkında bunda da bir şey yeki ur Yukarıdaki haşiyede zikredilen Avrupa eserlerinde de bu hususta bilgiye rastlanmaz.115 Clavijo XV. yüzyılın İlk senelerinde Gelibolu’daki Osmanlı tersanesini ve harp gemilerini görmüştü (Guy Lo Strange, Ciavijo, Embasşy to Tamc lan, 1403-1405). «Türk istilâsından sonra Gelibolu* hakkında yakında_,ya yınlayacağım ız bir tetkikte: Osmanlı donanm asının teşek külü hakkında da izahat vereceğiz. IKöprülü'nün bu mes'ele hakkında pek çok notu varsa da bunlar bir eser ha line getirilmemiştir. Kendisi bu hususta yaptığı araştırm a yı yayımlamağı çok arzu ederdi 1, Menteşe, Aydın, Saru han Oğullan’nın deniz seferleri hakkında Bizans ve Av
XUI. yüzyılda Alâiye, Antalya gibi mühim deniz üsle rine dayanarak Akdeniz’de, ve Sinob’a dayanarak da Karadeniz’de donanma yapm ağa çalışan Selçuklular’ın an’anelerini devam ettirm işlerdir.11* Anadolu Selçukluları teşkilâtında X m . yüzyılın ilk yarısı sonlarında «reisü’l-bahr» unvanlı büyük bir me mur bulunup Selçuklular’ın K aradeniz’de en mühim deniz üssü olan Sinob’ta oturduğunu, ve bu m em uriyet te bulunan «Şücâü'd-dîn»in bir aralık niyabet vazife si gibi devletin en mühim vazifelerinden birine tayin olunduğunu biliyoruz.117 Yine bu yüzyılın ıkinei yarısın da, Selçuklu em irleri arasında pek mühim bir mevkii olan «sm îrü'ssevâhil Hoea Yunus» ile118 «m elikû’s-sevâ-ı'.l Brhaü'd-din» m alûm dur.119 Acaba «reisüT-bahr», «cmlrû's-sevâhil» ve «melikü’s-sevâhil» unvanları aynı memuriyetin üç muhtelif ismi m idir? Yoksa, ikisi Ak deniz kıyılarının ve «reisüT-bahr» unvanı da K aradeniz kıyılarının korunmasına m em ur bulunan iki ay rı me m u r iy e t isimleri midir? Öyle tahm in ediyorum ki,
rupa kaynaklarında bilgi vardır. Fakat bilhassa Umur Beyin deniz harpleri hakkında Enveri’nin Düstûrnâme ad lı raazrjıa vakayinâmesi ve Mükrimin Halil Bey’in mukutkîlme’si zikre şayandır (Türk Tarih Encümeni neşriya tından, nu. 15. îstanbul 1928-1930). 115 Bu hususta malûmat, maalesef, çok azdır. Her halde Seiçuklularbn denizcilikte o kadar büyük bir faa liyet gösteremedikleri, ve XIV. yüzyıldaki Anadolu Beylikleri’nia bu hususta onlara üstünlük sağladıkları muhak kaktır. 117 Houtsma, Recueil... c. IV, s. 271, 272. 118 Aksarayi’nin Selçuknâme’sinde (Ayasofya kütüp hanesi yazmaları, nu. 2143; Yenicami kütüphanesi yaz maları. nu. 827). 119 Houtsma, Recueil..., c. IV, s. 323, 325.
Anadolu’da Moğol tahakkümünden sonra, eski «reisü’lbahr» unvanı önce «em îrü's-sevâhlUe ve daha sonra da «melikü’s-sevâhibe tebdil edilmiştir. Bu unvan Ak deniz sahillerinde kurulan — m eselâ A ntalya’daki Te ke Beyliği gibi — em aretlerde de bâzı değişmelerle, yani «emir» ve «melik» kelimeleri tam bir istiklâl ifa de eden «sultan» kelimesine tahvil edilerek, devam et m iştir.120 Eski «reis» unvanının, Moğol hakimiyeti altın da Konya Selçuklu sultanlarının nüfuzları azaldıkça, ön ce «emir» ve daha sonra da «melik» unvanlarına tahavvül etmesi, pek tabiîdir. Sonraları O sm anlılar’daki gemi kaptanlarına, «reis» unvanı verilmesi de, görü lüyor ki, Anadolu Selçukluları zamanına çıkan bir ge leneğe dayanm aktadır.121 Bizans’ın, Anadolu T ürk leri nin deniz teşkilâtında bir örnek vazifesi gördüğü ga-
120 Teke beylerinden Mehraed Bey'in Antalya’da Aîâaddın camii kapısındaki kitâbesinde «Sultanü’s-sevâhil» unvanı da mevcuttur (Ahmed Tevhid, Türk Tarih En cümeni Mecmuası, nu. 83, s. 336). Bizans tarihleri, ilk Men teşe hükümdarı olarak «Salpakis» adlı birisinden bahse derler (Köprülüzade Mehmed Fuad, Türkiyat Mecmuası, c. II. s. 10). Dr. P. Wittek bu ismin «sahil bey- yani «emîrü*s-sevâhil» olması ihtimalini bana hatırlattı ki, pek doğ rudur. Esasen bu ailenin yukarıda zikrettiğimiz «emîrü’ssevdhil Bahâü’d-din»e mensup olduğu tahmin edilmekte dir. (birde bk. P. Wittek, Das Fürstentum Mentesche. İstan bul. 1934.1 121 Kaptanlara reis unvanı verilmesi, herhalde daha eski zamanlardan kalmış olacaktır. Fatımiler’de bahriye kumandanına «mukaddam» ve «reis» unvanları veriliyor du. (Subhu'I-A’şa, c. III, s. 523). XIV. yüzyılda Suriye li manlarına dayanmak suretiyle Akdeniz doğusunda bü yük faaliyette bulunan bazı Türk korsanlarının da «reis» adını aldıklarını biliyoruz (L. De Mas Latrie, L’ile de Chypre, Paris 1876, s. 274).
tahmin olunabilir.13* Bunun, Sâm ânıler vasıtasıyla ge çen bir Sâsânî geleneği olduğu pek tabiîdir. Abbasî ve Gazneliler’in birçok a n ’anelerine vâris olan Selçuklu la r d a , ve F atım î a n ’anelerine de vâris olan Eyyübîle r’de tavâşilerin ehemmiyetini ve içlerinden bazıları nın mühim m evkilere yükseldiğini ve devlet işlerinde ehemmiyet kazandığını görüyoruz; Salâhaddin Eyyüb î’nin veziri «Karakuş» bir tavâşî idi.130. Memlûkler za manında bu hadım lara artık «tavâşî» adı verilmeye başlandığını biliyoruz ki, bu kelime, Arap tarihçileri nin ifadeleri veçhile, türkçeden alınmıştır.131 Mısır Memlûk sultanları zam anında saraydaki tavâşîlerin reisine «zimâmdâr» unvanı veriliyordu: Sultanın ha rem işlerine, ailevî hususlara o nezaret ediyor, dışarı dan alınacak şeyleri o alıyor, hükümdar ailesine men sup prenseslerin yahut aza d edilmiş cariyelerin evlen mesi hususunda sultandan doğrudan doğruya emir alı yordu; cbâbü’s-sitâre» yani «perde kapısı» hizmetinde Tirikh-i B a y h a k i, farisi metin, s. 489 Bu devirlerde yetişip mühim mevkiler işgal eden tavâşiler hakkında tarihi kaynaklarda birçok bilgiye rast lanır. 131 Makrizi’nin verdiği malûmata göre tavâşî keli mesinin eski şekli tâbüşi olup, türkçeden alınmadır (Quatremere, Histoire des sultans Mamelouks, c. I. kısım 1, s. 132). Türkçeden arapçaya geçen kelimelerde «c=:ş» ve «p=b» değişikliğine daima tesadüf edildiği için «tabuşi» nin «tapucı* olduğu kolaylıkla anlaşılıyor. Bu kelimenin daha eski şekli «tapugcı»dır ki, eski türkçede «memur, hizmetçi» manâlarına gelir; bu kelimenin aslı olan «tapug = tapu* kelimesi de muhtelif manâlarda türkçede eskiden beri kullanılır (XV. yüzyıl başında Rumeli’de rastlanılan tavacı tâbiri hakkında bu makaleye zeyl olarak yayımla yacağımız kısımda tafsilât mevcut olduğundan, burada fazla izahata lüzum görmüyoruz). 129 130
XVI. yüzyılda, harem hizmetindeki tavâşilerin devle tin id are hayatı üzerinde tesirli olduklarına dair tarihi kaynaklarda hiçbir bilgi yoktur. Yalnız bu yüzyılın so nunda, (982 hicride) kapı-ağası Habeş Mehmed Ağa’nın ilk defa «dârüssa’âde ağası» unvanını aldığını, ve ay rıca, H arem eyn evkafına nezaret vazifesinin de uh desine verildiğini biliyoruz. S aray kadınlarının elinde oyuncak olan m . M urad devrinde dârüssa’âde ağalı ğının böyle büyük b ir ehemmiyet kazanması gayet ta biîdir. Şehzadelerin sarayda mahpus yaşam aları ve saltanata geçen şehzadelerin ancak eski m usahipleri ne ve kadınlarına güvenerek haremin devlet işlerine hâkim olması, harem in âm iri olan dârüssa’âde ağasının ehemmiyetini artırıyordu. O zamandan başlayarak, Türkiye’de m eşrutiyet ilânına kadar yetişen d ârüssa’ âde a ğ a la n arasında, memleketin umumî hayatında ekseriyetle m eş’um büyük roller oynayanlar mevcut t u r / 36 D ârüssa’âde ağalığı memuriyetinin İstanbul fe t işe Osmanlılar devrindeki dârüssa’âde ağalan hak kında meşhur -Resmi Ahmed Efend;»nın 1163’te yazdığı Hamiletü’l-Kübrâ adlı eserde toplu bilgi vardır (İstanbul’ da çeşitli nüshaları varsa da, Yazarın elvazısıyla olduğu tasrih edilmiş bir nüsha Üniversite kütüphanesindcdin Yıldız Kütüphanecinden naklen 17402 numarada). Müşta kı mzade bunu tezyil ederek 1202 senesine kadar darüssa'âde ağalığında bulunan sekiz zatın hal tercümesini yaz mıştır (İbnülemin Mahmud Kemâl, Tuhfe-i Hattatın mukaddemesinde s. 63). XVII. yüzyıldan başlayarak Osmanlı vakayinamelerinde ve diğer tarihi kaynaklarda dârüssa'âde ağalan hakkında birçok tafsilâta rastlanır (meselâ Üniversite kütüphanesindeki Hamiletü'l-Kübrâ nüshasının arkasında Resmi Ahmed Efendfnin, kitabı namına ithaf ettiği ve hakkında çok sitayişli davrandığı Beşir A ğanm memlekette nasıl bir suiistimal şebekesi vücudo getirdiği ne dair pek mühim malûmat vardır). Resmi Ahmed Efendi’nin verdiği malûmata nazaran, dârüssa’âde ağalığı va-
lerin daima te k ra r ettikleri bu yanlış iddiayı, yalnız E m st Stein, her zam anki kuvvetli görüşüyle, kabul e t memiş, ve Orta-Bizans’a âit mandatores Terin halef leri olan .bu çavuş ( tÇaovoıoç ) isim ve teşkilâ tının Türklerden alınm ış olduğunu, ve önce Manuel Comnenus zam am nda bunlara rastlandığını söylemiş tir.137 Biz burada, takip ettiğimiz usûle uyarak, daha O sm anlılar’dan evvelki çeşitli Türk devletlerinde ve İstanbul fethine kad ar O sm anlılar’da çavuş ismine ve teşkilâtına tesadüf edilip edilmediğini izah edeceğiz. Muhtelif T ürk lehçelerinde mevcut eski bir Türk kökünden geldiği m uhakkak olan 138 «çavuş» 137 Emst Stein. Untersuchungen zur spâtbyzantinischen Verfassungs und Wirtschaftsgeschichte (Mitteil. Zur Osman. Geschichte. Wien 1925, e. II, s. 45). 138 Çavuş kelimesinin tûrkçe «çav { ** * kö künden geldiğini önce Vamböry meydana koymuştur (Çagataische Sprachstudien, s. 276; Etymologisches Wörterbuch, s. 130). «Feryat, bağırma, ses» manâlarına gelen ve mecazi olarak «şan, şöhret» mefhumunu dahi ifade eden — Türk tarihinde pek çok rastladığımız «Çavlı» admı hatırlatmak kâfidir; bununla beraber Çavlı kelimesinin başka manâlan da vardır— bu kelime, «Mahmûd Kâşgari»de (Divan-ı L.T., c. I, s. 47; G. Brockelmann, Mitteltürkischer Wortschatz. s. 51), Çağatayca çeşitli lügatlerde (Şeyh Süleyman, s. 149; Pavet de Courteille, s. 281'), ve Kit&b al-idrâk (Caferoğlu neşri, s. 47)'te mevcuttur. Eski Anadolu metinlerine gelince, XIV. yüzyıla ait olan Ferhengnâme (s. 94)'de, XV. yüzyıl başlarında yazılmış olan türkçe Selçuknâme'de (Recueil..., s. III, s. 47. satır 6'da ve diğer sayfalarda), XVI. yüzyıla âit «Divan-j Türki-i Basit»te (Köprülüzade. s. 44, satır 7) bu kelimeye rastlanır. Bu izahât, kelimenin çeşitli Türk lehçelerinde mevcudiyetini ve eskiliğini göstermeye kafidir. «Çavuş» kelimesine gelince «çav» kökünden, geldiği pek açık olan bu kelimeye önce Mahmûd Kâşgari'de tesadüf ediyoruz (c. I, s. 307; Brockel-
kelimesine ve çavuş teşkilâtına — şimdiki tetkiklerim i ze göre, daha evvelki zam anlar hakkında kati birşey söyliyememekle beraber139— herhalde Büyük Selçuklu devletinden başlayarak rastlıyoruz: Siyasetnâm e’debi bir fık ra Sultan Alp A rslan’m sarayında çavuşlar bu lunduğunu ve hattâ, hükümdârın, şiî olduğunu itira f eden bir memuru onlara dövdürdüğünü anlatm akta dır.140 Bunu teyid eder bir şekilde, Sultan Sencer dev rinde çavuş lâkabını taşıyan adam lar olduğunu yine o devre ait tarihî kaynaklarda görüyoruz.141 F arsça mann, Mitteltür. Wort., 51). Mahmüd'un «orduda saflan tertip ve düzenleyen ve askerin zapt ve raptmı muhafa zaya memur olan adam, yani, zabit» manâsında izah etti ği « : Çavuş» kelimesi, bu teşkilâtın yalnız Selçuklular’da ve Karahanlılar’da değil, hattâ daha îslâ miyetten evvelki Türk devletlerinde de mevcut olduğunu tahmin ettiriyor. Bununla birlikte elimizde bu kelimenin daha eski devirlerde mevcudiyetine dair vesika olmadığın dan, bunu, ancak bir faraziye olarak ileri sürebiliriz. Ça vuş kelimesinin moğolca «tehagou-tehi» kelimesinden gel diğini iddia eden E. Blochet’nin bu hususta uzun uzadıya verdiği izahat, kanaat verici olmaktan çok uzak ve taraamiyle indidir (Patrologia Orientalis, Paris 1920, c. XIV, fas, 3. s. 664-665). Yine aynı yazar, diğer bir eserindeki haşiyede, bu «çavuş» kelimesinin yine moğolca «tsaghadsa» kelimesinden gelmesi ihtimalinden, fakat burada sırf bir ihtimal olarak, bahsetmiştir (Relation du voyage un Orient de Carlier de Pinon. publiö par E. Blochet, eztrait de la Revue de I’Orient latin, Paris 1920, c. XII-XUI, s. 96). 139 P. Pelliot'nun zikrettiği «Tcheou chou» kelime sinin acaba bununla bir münasebeti var mıdır? (A propos des Comans, Journal Asiatique, avril-juin 1920, s. 153). r140 Nizâm-ül-Mülk. Siasset-Namâh, traduit par Ch. Schefer, Paris 1893, s. 207. 141 Th. Houtsma, Recueil de textes relatifs â I’histolre des Seldjoucides, c. II, s. 159. Burada zikredilen Yusuf Ça
kaynaklarda çok defa serheng yahut dûrbâş kelime leriyle ifade edilen çavuşların Selçuklu devrindeki kı yafetleri, A vfî’nin CâmVü’l-HikâyâVındaki bir fıkradan anlaşılm aktadır: Hükümdarın daima maiyetinde bulu nan bu çavuşların bellerinde gümüş kem erler ve elle rinde de m urassa değnekler bulunurdu; hükümdar bir yere giderken önünde bulunurlar ve «dûrbâş: savu lun» diye bağırarak yol açarlardı.m F arisî lisanında hem bu değneğe, hem de o değneği elinde bulunduran sa ra y hademesine «dûrbâş» ismi verilir.143 Daha Gaznelilerde, h attâ Sâm ânîler’de mevcut olan bu serlıenglerin,144 ve, onların ellerinde m urassa değnek taşım ala rı âdetinin, Sâsânıler’den kalma bir saray geleneği ol duğu tahmin edilebilir, Yalnız Büyük Selçuklular’a de ğil, diğer Selçuklu şubelerine ve Anadolu Selçukluları na ait farisı m etinlerde «Serheng, dûrbâş» kelimeleri ne daim a rastlanm aktadır. Büyük Selçuklu İmparatorluğu’nun vârisleri olan çeşitli Türk devletlerinde de çavuşların mevcudiyeti anlaşılıyor: Moğol istilâsı önün den kaçarken «Âbiskûn»da ölen Harezmşah Alâ’addin M uhammed’in yanındaki em irler arasında «Şemsü’ddîn Mahmûd el-Çavuş»un bulunduğunu biliyoruz ki, bu adamın taşıdığı «Çavuş» unvanı, Hârizmşâhlarida
vuş, Sencer'in ileri gelen emirlerinden olarak gösteriliyor. Bununla beraber, bu, çavuş lâkabının büyük emirlere ve rildiğini göstermekten ziyâde, bu emirin evvelce çavuş ol duğuna bir delil addedilebilir. 142 Tarih-i Cihânguşâ-yı Cüveyni c. I sonundaki ha şiyelerde, s. 238. 143 Mütercim Âsım’m Burhân-ı Kâtı' tercümesinde dûrbâş kelimesine bakınız. 144 Tarih-i Beyhaki'de çok defa bunlardan bahsedi lir (meselâ s. 488). /
da çavuşların bulunduğuna açık bir delildir.144 Nesevî’deki bir kayıt da bu devlette yani çavuş lar sınıfının mevcudiyetini doğrulam aktadır.144 Eyyûbîler vasıtasıyla Selçukluların birçok müesseselerini almış olan M emlûklar’da da çavuşlara rastgeliyoruz: Memlûk sultanlanm n maiyetinde bir çavuşlar zümre si bulunduğu gibi, Suriye'deki n â’ibü's-sultan'm maiye tinde de yine çavuşlar vardı. Bilhassa askerî alaylar da, m erasim de bunların bulunması, saltan at icabından sayılıyordu.147 Anadolu Selçuklularında hükümdarın ve büyük em irlerin maiyetinde çavuşlar bulunuyordu; bunlar, em irleri tebliğ için münadılik vazifesi yaptık145 kobirti, 146 147
O. Houdas, Histoire du Sultan Djelal ed-Din Mans. 81; arapça metin, s. 48. Aynı eser, s. 123; tercümesi, s. 205. Memlûkler devrinde çavuşlar zümresinden bahse
den Arap tarihçileri bunlara «çâvişiyya» ( «şâvişiyya» (
jlj»
),
) adını .verirler. Bu mesele
hakkında önce E. Quatremere epeyce bilgi vermiş ve ça vuş lâkabına XIX. yüzyıl başlarında Mısır’da halâ rastlan dığım da kaydetmiştir (Histoire des sultans Mamelouks, c. I, kısıra I, s. 135 - 136). Bu zümrenin Suriye’d eki’ nâi’bü’s-suitanlarm maiyetinde de bulunduğu gerek Subhu’l-A’şa’dan (G. Demombynes, La Syrie â I’epoquo des Mamelouks, s. 232), gerek diğer tarihçilerin ve meselâ Mufaddal ibn Abi’l-Fazâil’in ifadelerinden anlaşılıyor Patrologia Orientalis, c. XIV, fas. 3; E. Blochet, Histoire des sultans Mamelouks, Paris 1920, fas. II, s. 664). Bu kelime hakkında Dozy’nin verdiği malûmattan, çavuş lâkabımn sonraları Kuzey - Afrika’da ve Yemea’de de yayıldığı an laşılmaktadır (Suppl. aux dictionnaires arabes, c. I, s. 169, 717-718* aynca bakınız; Mohammed Ben Cheneb, Mots turcs et persans conservâs dans le parler algûrien, Paris 1922, s. 51). Bunda Osmanlı hâkimiyetinin de mühim te siri olmuştur.
da değişik m ahiyette kalm ası neticesini doğurmuş tu r.1*1 Osmanlı İmparatorluğunun «Tanzimat» devrine ka d ar devam eden bu adem-i m erkeziyetçi ve mahallî alışkanlıklara çok riayet eden maliye sistemi, eski Osmanlı devri vergilerinin m enşeini araştırırken daima göz Önünde bulundurulacak bir noktadır, Anadolu sa hasında, Selçuklular’dan ve îlh an lılar'd an kalan vergi usûllerinin te 'siri tabiîdir. B ilhassa O rta ve Doğu Ana dolu sahasında İlhanlı te'siri daha derin ve daha de vamlı olm uştur.161 Bizans te'sirinin ise, daha ziyade, - İSİ XVI. yüzyıldan başlı yarak Tanzimat’a kadar Os manlI împaratorluğu'nun mali nizamlarını ihtiva eden ka nunnâmelerde ve diğer tarihi vesikalarda bu hususta bir çok deliller vardır. 162 Uzun müddet Uhanlı memurları tarafından ida re edilen ve îlhanlılar’m idare ve vergi sistemleri te'siri altında kalan Doğu- ve Orta Anadolu’da vaziyetin böyle olması pek tabiidir. Eretna Oğullan'nın yerine geçen Ka dı Burhaneddin, esasen fukahadan olduğu için 782'de tah ta çıktığı zaman, İlhanlIlar devrinden kalan bir takım hukuki ve mali an’aneleri kaldırmıştı (Bezm-Ü Rezm, Tür kiyat Enstitüsü neşriyatından, 1928, s. 223). İslâm zihniye tinin Moğol devrinden kalan şeylere karşı böyle bir tepki de bulunması, gayet tabiidir. Fakat, İlhanlılar devri mü esseselerinin ve bilhassa vergi sisteminin Anadolu’da uzun müddet tesirli olduğunu gösteren diğor delillere ma likiz: Karaman Oğulları’ndan Pir Ahmed ve Kasım namı na Niğde’de Cami-i Kebir veya Sunğur Bey camiinin çar şı içindeki kapısı üstüne konulmuş olan (H. 874) tarihli kitabe, İlhanlılar devrinden kaldığı pek açık olan birta kım vergilerin kaldırıldığı hakkında bir hükmü havidir. Deraçk oluyor ki, bu zamana kadar Anadolu'da tlhanlı devrinin vergi sistemine hâlâ riayet olunuyordu (bu mü him kitabe Halil Edhem Bey tarafından neşredilmiştir. Karaman Oğullan Hakkında Vesaik-i Mahkûke, Tarih-i Os man! Encümeni Mecmuası, 11-14, aynbasım, 1328, s. 52).
B atı Anadolu ve bilhassa Rumeli sahasında daha te sirli olduğu tahmin edilebilir. F a k a t bunu isp a t için Sokoiov’un yaptığı gibi, yalnız haricî benzeyişlere baka ra k ondan umûmî neticeler çıkarm ak, asla doğru bir usûl değildir; hangi cins vergi bahis mevzuu ise onu Osm anlılar’ın ilk devirlerinden başhyarak, Anadolu beyliklerinde, Anadolu S elçuklularında, îlh an lılar’da, h attâ Memlûkler’de ve Büyük Selçuklu devletinde a ra mak suretiyle genötique bir usûl takip etm elidir ki, hakikî menşei ve geçirdiği değişm eler lâyikıyle anlaşılabilsin. Bizans te’siri, ancak, O smanlılar’dan evvel ki İslâm -Türk devletlerinde m enşei bulunamayan ver gilerde aranabilir. İşte Sokolov böyle esaslı bir tetkike hiç girişmeksizin, h attâ sözünü ettiği vergilerin Os m anh devletinde Kanunî Süleyman devrinden evvel mevcut olup olmadığım anlam ağa bile lüzum görmek sizin, acele ve sathî hükümler verm iş, yani, şimdiye kadar hemen bütün bizantinistlerin işlemiş oldukları bir yanlışı tekrarlam ıştır. Yayımlanmış Osmanh kanunnâm elerinden bile hiç faydalanm ayarak sadece H am m er’e dayandığı, ondaki bâzı yanlışlıkları aynen tek rar etmesinden de163 ko layca anlaşılan Sokolov’un XVI. yüzyılda Bizans’tan alınmış gibi gösterdiği muhtelif vergilerden yalnız bir tanesini, «resm-i agnâm» yani «koyun vergisfoni bura da kısaca tetkik edelim; ve verdiği hükümlerin ne k a Maliye tarihi bakımından pek büyük ehemmiyeti olan, ve Moğol hâkimiyeti devrinden kalan idari ve mali an'anelerin devamım gösteren bu kitabe hakkında a y n bir araş tırma yayımlayacağız. 163 Meselâ «resm-i bennâk» Sokolov tarafından «resm-i nebbâk» tarzında kaydedilmiştir ki, daha evvel Hammer de bu hatayı yapmıştı.
d ar sathi olduğunu m eydana çıkaralım : bu verginin daha Fatih zam anında mevcudiyetini Kanunnâm e’den öğrendiğimiz gibi,IM I. M urad zam anında mevcudiyeti ni de, onun, Tirmizli Seyyıd Ali’nin çocuklarım «resm-i agnâm»dan istisna eden bir ferm anından anlıyoruz.165 Selçuklular’da, H ârizm şahlar'da, M em lûkler’de, Ana dolu Selçuklularında, İlhanlılar’da çeşitli isimler a l tında, tabiî, m iktarları değişmek üzere, bu vergiye dai ma rastlıyoruz.166 Tebaasının çok m ühim bir kısmı hay van sürüleri yetiştirm ekle uğraşan göçebelerden mü rekkep olan bütün bu devletlerde, ekseriyetle aynen alınan bu verginin ehemmiyeti pek açıktır, îslâm iyet ten evvelki Türk devletlerinde de m evcudiyeti gayet tabiî olan bu vergi, İslâmî T ürk devletlerinde şe r'î hü kümler ile de bağdaş tırılmış tır: Çünkü bu vergi «zekât-ı sevâ’im» namı altında şe r’î tekâlif arasında esa sen mevcuttur.167 Bu verginin, gerek m iktar, gerek ay
164 F. Kraelitz tarafından yayımlanan Kanunnâme metnine müracaat, s. 22, § 13; 29, § 5; 30, § 24; 31, § 25; alman ca tercümesi, s. 36. § 13; 45, § 5; 47, § 24; 25. 165 Tarih-i Osmani Encümeni Mecmuası, nu. 28, s. 245; Fatih Kanunnâmesi*nde olduğu gibi 787 tarihli bu ferman da da «koyun hakkı» tâbiri kullanılmaktadır. 166 M. Belin, 1864 de «Journal Asiatique, sixiöme sörie, c. IV»de neşrettiği «Essai sur I’histoire economique de la Turquie» adlı eserinde OsmanlIlardaki agnâm resminden bahsettiği gibi, Selçukluiar'da ve Hârizmşahlar'da koyun vergisinin mevcudiyeti hakkında biraz izahat vermişti (s. 261; ve bilhassa 263'deki not). Bu bilgiler çok mahdut ve bâzı cihetlerce düzeltilmeğe muhtaç olmakla beraber. Sokolov’un iddiasını redde kâfidir. «Orta-Zamanda İktisadi ve Malî Türkiye», adlı araştırmamızda bu hususta tafsi lât vardır. 167 Bu hususta tafsilât yukarda zikredilen araştır mamı zdadır.
nî olarak veya nakten alınm ak itibarıyla eski Türk ve İslâm devletlerinde geçirdiği çeşitli safhaların tetkiki, büsbütün ayrı bir mevzu teşkil ed er; ve bu makalemizin sahasının dışındadır. Bu kısa izahat, Sokolov’un, agnâm vergisinin ve ona m üteferri yahut m üşabih diğer bâzı vergilerin Bizans'tan alındığı hakkındaki iddiası nı çürütm eye kâfidir. Onun rum ca «topos»tan alındığı nı söylediği «tapu» kelimesinin türkçe olduğunu da ilâ ve edelim.16*
10 — Tim ar .Sistem i Osmanlı devletindeki tim ar sistem i hakkında Jean Deny ile Scala'nın görüşlerini yukarıda hülâ sa olarak söylemiştik. Bu sistem in Bizans’tan alındığı nı, hiçbir delile dayanm aksızın iddia eden Rambaud ve takipçilerine nisbetle, bunların görüşleri şüphe siz daha esaslı bir tetkike dayanm aktadır. Bilhassa D eny’nin tetkiki, son zam anlarda bu m evzua ait y a zılan tek ciddî m akaledir. F a k a t, Osmanlı tim ar siste minin Osmanlılar’dan evvelki diğer İslâm -Türk dev letlerinde ve bilhassa Anadolu S elçuklulan’nda mevcut olup olmadığı meselesi burada da tam am iyle ihmal edilmiş ve Osmanlı tim ar sistem ini İslâm feodal siste mine yani «iktâ» m eselesine bağlam ak isteyen Ham m er ve takipçilerinin fikri hilâfına, B izans’tan geldi ği kabul edilm iştir; donanma hizm etine m ahsus timar168 Encyclopedie de V İslam, c. IV, s. 813, Timâr mad desinde. Evvelce M. Belin de bu kelimenin türkçe olduğu nu kaydetmişti (Etüde sur la propriete fonciere en pays musulmans, et specialement en Turquie, Journal Asiatique, fevrier - mars 1862, s. 194).
ta lan n tetkikine girişemiyor.170 Deny ise, Anadolu Selçukluları’nda tim ar sistemi hakkında, eski m akale mizdeki küçük bir kaydı hatırlatm akla iktifa ediyor; ve Osmanlı tim ar sisteminin A raplardaki iktâ* usûlün den doğamıyacağı gibi S âsânîler’den de alınmış olamıyacağım söylüyor;171 Gâzan’m ihdas ettiği ask erî ti m ar lar hakkında ise hiçbir şey söylemiyor. Halbuki, 170 Türkler’le Acemlerin medeni münasebetleri. İran medeniyetinden Türklere geçen unsurlar ve Türkler den Acemlere geçmiş olan askeri ve idari tâbirler hakkında Scala’nm verdiği bilgi, birçok noktalardan düzeltilmeğe ve tamamlanmağa muhtaçtır. Bilhassa Gâzan’m askeri timarlar ihdâs etmesini, daha Parthe’lar ve Sâsâniler za manında İran’da mevcut feodalizmin te’âirine atfetmek, görüşümüzce, çok yanlış bir düşüncedir. Bunda, daha zi yade, Büyük Selçuklu İmparatorluğundaki benzeri tesisle rin nüfuzunu aramak şüphesiz daha mantıki olur. Maamafih, Scala, diğer taraftan bu meselede Türk te’siri im kânını da inkâr etmiyor: «Fakat öyle görünüyor ki eski Türk hayatının en saf olarak muhafaza edildiği mıntıka larda (?)., Hokand ve Hive Hanlıklarında göze görünür bir surette hususi bir timar sistemi mevcuttur. Özbeklerde, asilzade sınıfı,, küçük çiftçilerden _ asker toplardı (Helmolt, VVeltgeschichte, V. s.' 112). Orta-Asya tarihine pek az vukufu olan muharririn bu görüşleri de çok tashi he muhtaçtır. Moğolİar devrinde arâzi meselesi ve Gâzan’m ihdas ettiği askeri timar sistemi hakkında biraz aşağı da bilgi vereceğiz. 171 Milli Tetebbular Mecmuası, nu. V. 1331, s. 213-214 de Anadolu Selçuklularında askeri timar sisteminin mev cudiyetinden kısaca bahsetmiştim. Biraz aşağıda bu hu susta daha etraflı bilgi verilecektir. İran te’siri meselesine gelince, vaktiyle Hammer. gerek Bizans gerek Türk feoda litesi üzerinde bu te’sirin ehemmiyetinden mübalegalı bir şekilde bahsetmişti; halbuki, ' Deny’nin de yazdığı gibi, Kremer, Arap feodalitesinin teşekkülünde İranlIların hiç bir rolü olmadığını meydana koymuştur (Kulturgeschichte des Orients. I. 109-110).
Osmanlı Umarlarını Bizans pronoyaTarının bir taklidi, h attâ bir devamı sayabilm ek için, evvelâ, Büyük Sel çuklularda ve Anadolu S elçuklularında buna benzer bir müessese olmadığını, ve bunun doğrudan doğruya Osmanlı devrinde ortay a çıktığını tespit etmek zaru reti vardır. Osmanlı tim ar sisteminin A raplaıdaki iktâ* usûlün den doğmuş olmasını kabul etm ek istemiyen Deny bu iddiasını doğrulayacak açık deliller gösterememiş tir. Halbuki, ondan evvel XIX, yüzyılda bu mesele ile uğraşan Avrupa âlim leri ve en sonra da Prof. C. H. Becker, bu iktâ‘ usûlünün nihayet nasıl Osmanlı ti mar sistemini doğurduğunu oldukça açıklıkla anlatm ış lardır.17* Biz burada, Büyük Selçuklular ve bilhassa Anadolu Selçukluları zam anına a it daha sarih ve daha bol maddelere dayanarak, m eseleyi daha k a t’î bir şe kilde çözmeğe çalışacağız. Daha ilk îslâm devletlerinde mevcut olan «iktâ‘> usûlü hakkında ta rih î kaynaklarda ve «Mâverdi»nin aiAhkâmü’s-sultâniyye»si kabilinden hukukî eserlerde bol bilgi olduğu gibi, bu mesele çeşitli Avrupa âlim leri tarafından da tetkik edilm iştir.173 Bilhassa C. H. Bec-
172 G. H. Becker, Steuerpacht und Lehnwesen, Der İslam, 1914, V, 82-92. J. Deny, bahis mevzuu makalesinde bu mesele hakkmdaki başlıca Avrupa tetkiklerini zikret tiği halde, bu mühim makaleden bahsetmemiştir. 173 Bu hususta M. Sobemheim tarafından Encyclopödie de I’Islam’da neşredilen Iktâ’ maddesine müracaat edi niz. Oradaki bibliyografyaya ilâve olarak E. Fagnan tara fından tercüme ve notlarla birlikte yayımlanan İmâm Ebü Yusuf'un meşhur Kitâbü’l-Harac’ım zikredelim: Le Livre de l'impot foncier, Paris 1921. Kezalik Subhu'1-A’şa, Kahire 1918, c. XIII. s. 104-200; G. Demombynes’in yukarda bir çok defa zikredilen «Memlûkler Devrinde Suriye» unvan-
ker bu meseleyi çok güzel hulâsa ve İzah eylemiştir: Abbâsiler zam anında her ne suretle olursa olsun ken dilerine geniş arazi iktâ* edilmiş olan nüfuzlu adam lar ve bilhassa askerî ricâl, devlet hâzinesine verecekleri varidat hissesini verm iyorlardı; esasen, fazla gelir a l mak m aksadıyla çiftçiyi son derecede tazyik ettikleri için, m ukâta’aların varid atı devamlı surette azalıyor, m ukâ’taa sahipleri de bunları hâzineye iade ederek mukabilinde tazm inat istiyorlardı. Devlet, askerlerin elindeki bu m u k â 'ta a la n alarak onlara sadece belirli m aaş vermek için çok çalıştıysa da, m uvaffak olama dı; onlar, büyük arâzi sahibi veya vergi mültezimi sı fatıyla meşrü olm ayan m enfaatler sağlam aktan vaz geçmiyorlardı. Bu suretle, hem devlet gelirlerini kay bederek malî bir felâkete sürükleniyor, hem de çiftçi sınıfı İktisadî bakım dan tamam iyle harap oluyordu. Nihayet, .Büyük Selçuklu devletinin veziri «Nizâm-ülMülk» Selçuklu merkezî idaresinin çok kuvvetli bulun masından faydalanarak bu vaziyeti yeni bir şekilde ıs lah etti: araziyi m ukâ’ta ala ra bölerek askerî hizmet leri mukabili olmak ve irsen intikal etmek suretiyle askerlere verdi. «Nizâm-ül-Mülk»ün «Siyâsetnâmensin de izah ettiği bu usûl mucibince «M ukâ'taanlar yani kendilerine arâzi iktâ edilenler «reâyâ» yani çiftçilerden yalnız muayyen m iktarda vergi (mâl-i hakk) alm aya selâhiyetli olup, başka bir hakka malik değillerdi; ve bunu da, ahaliyi incitmeyecek bir şekil de yapacaklardı; ahali şikâyetini hükümete bildirm ek lı eseriyle, yine aynı yazarın «Mesâlikü’l-Ebsâr ve Memâlikü'l-Emsâr- dan tercüme ve tahşiye ettiği, Mısır m üs* esna olmak üzere sair Afrika memleketleri hakkmdaki mü him eseri (Bibliotheçue des GĞographes arabes, Paris 1627, c. 11) de bu hususta zikre değer.
ten men olunamıyacaktı; reâyâya karşı haksızlık eden lerin iktâ‘Iarı ellerinden alınacaktı; çünkü, gerek a r a zi gerek tebaa ancak hükümdara aitti,174 İstihsalin ço ğalması iktâ* sahibinin gelirini de çoğaltacağı cihetle, onlar, kendi topraklarında mâmuriyetin artm asına, ik tisadi vaziyetin düzelmesine çatışacaklardı. Hakikaten, o devre ait tarihî kaynaklarda bu ümidin gerçekleş tiğini gösteren kayıtlar vardır.1” İşte bu suretle, Büyük Selçuklu İm paratorluğu’nun ilk defa m uayyen askeri hizm et mukabilinde, irsi ol mak üzere, askerî iktâ'lar yani timarlar vücûde getir diğini görüyoruz. Halbuki bundan evvel, Selçuklular 174 Siyasetnâme'nin 5. ve 37. fasıllarına bakınız. 175 Th. Houtsma, Recueil de tcztes reiatifs â I’histoire des Seldjoucides, c. II, s. 58. Buradaki mühim kayda dikkat eden C. H. Becker. sadece bunu zikretmekle iktifa etmiştir. Halbuki, burada verilen bilgiye göre. Ni2 âm-ülMülk. meselâ bir askere senelik 1000 dinar kıymetinde bir iktâ' verdiği zaman, bunun yansım Rum diyarında bir memleketten, diğer yansını da meselâ Horasan’daki bir şehirden veriyordu. Selçuklu tarihine ait eserlerden Rahat as-Sudur'da ve ondan naklen al-Urâda fi’l-hikâya as-Salcûkiyya’deki diğer bir kayıt da bunu doğruluyor; bu kay da göre bu ayininin sebebi, askerlerin, nerelere giderlerse orada kendilerine ait tahsisat bulup reâyâya zulmetmeme leri idi: va çunin gufta and ki az gâyet-i ma’dalat u dâdparvari mavâcibu câmaki-i Iaşkariyan dar câmi'-i bilâd-i cahân mutafarrik farmûd, tâ bi-har mavzl' ki nuzûl kunand varili cihat-i hare daşta başand va ra'âyâ-râ zahmati na-rasânand (Kari Süssheim, Das Geschenk aus der Seidschukengeschichte, Leiden, 1909, s. 60). Bu eserin baş lıca mehazı olan «Rahat as-Sudür» da ise mavâcib u câmaki tâbirleri yerine ıktâ'ât tâbiri kullanılmıştır (Rahat as-Su dür, s. 131). Nizâm-ül-Müİk*ün iktâ' meselesinde koyduğu yeni usûl ve onun neticeleri hakkında «Medeniyeti tslâmiye Tarihi-nde de bilgi vardır (türkçe tercümesi, c. I. s. 151).
ta ra fın d an birçok İdarî müesseseleri taklit edilen İran ve M averaünnehir’deki eski îslâm devletlerinde de iktâ 4 usûlü m evcut olm akla beraber,1,6 askere arazi ve rilm ez, yalnız belirli m aaş verilirdi: S a ffâ rlle r’de, Sâm âniler’de, G azneliler’de yılda dört defa orduya m aaş verildiğini biliyoruz.1,7 Büyük Selçuklular’da arâzinin askerî m ukâ4ta a la ra taksiminden sonra, devlete ait arâzinin azaldığı, ve vaktiyle Gazneliler’de, Sâmânîle r’de o arâzinin idaresi vazifesiyle mükellef olan me m urun büyük ehem m iyeti olmasına m ukabil Selçuklu id aresinde bu m em uriyetin eski ehemmiyetinin kal m adığı görülüyor.178 Bununla beraber, Selçuklular’da, yalnız m aaş alan ve iktâ' sahibi olmıyan efradın da m evcudiyetini gösteren tarihî deliller vardır: fak a t bu 176 İktâ* usûlü, bütün İslâm devletleri gibi İran ve Maveraûunehir sahasındaki İslâm devletlerinde de mev cut idi. Sâmâniler ve Gazneliler devrinde ordu efradına arâzi verilmemekle beraber, hükümdar hanedanına men sup olanlara büyük ricâl ve ümeraya İktâTar bahşedilirdi. 177 Siyâsetnâme'de verilen bilgiye göre, Selçuklular dan evvelki devletlerde senede dört defa — efradın mev kiine. ehemmiyetine göre miktarı değişen — maaş verirlerdi: devletin geliri hâzinede toplanır, maaş bundan verilirdi. Bu üç aylık maaşa — Nizam-ül-Mülk’ün kullandığı tabirle «mevâcib»e— bistagâni derlerdi. Harizmi’nin Mefâtihü’JUlüm’ da bahsettiği , t* l w L.>- bundan başka bir şey
değildir (Mısır basması, fasıl V., s. 43). Maaş efrada dağıtı lırken, ordunun mikdan ve askerin teçhizatında noksan olup olmadığı da teftiş olunurdu. Saffâriler’de bu usûlün mevcudiyetini ve teferruatını îbn Hallikân'daki bir kayıt tan anlıyoruz (yukarda s. 32‘deki 44 numaralı nota bakı nız) . Sonraları* Osmanlılar’da da orduya üç ayda bir maaş verilmesi, herhalde bu pek eski an'anenin bir devamı gibi düşünülebilir. 178 Köprülüzade Mehmed Fuad, Türkiye Tarihi, İs tanbul 1923, S. 177.
maaşlı efrat, ordunun hepsini değil, yalnızca, hüküm darın maiyetinde veya büyük m erkezlerde ve sın ır larda devamlı olarak bulunan daim î kuvveti teşk il edi yordu .179 Bununla birlikte «Sultan Melikşahnm daim a maiyetinde bulunan ve dîvan ceridelerinde isim leri y a zık olan 46.000 kişilik büyük bir süvari kuvvetine m en sup efradın da, m em leketin çeşitli yerlerinde iktâT arı vardı. Sayıca bundan pek fazla olan diğer iktâ* sah ip leri, umumiyetle kendi arâzilerinde yaşıyorlar, ve lü zum görüldükçe yapılan davet üzerine orduya katılı yorlardı. Selçuklu ordusunun esas kuvvetini teşkil eden bu askerî m ukâ'taafîann m enşei meselesi henüz m eç huldür; acaba, bu m eselede, daha P a rth e 'la r zam anın da ve daha sonra m evcudiyeti m uhakkak olan İra n feo dalizminin bir te’siri mi bahis mevzuudur? Yoksa, d a ha îslâmiyetten önce T ürkler arasında da böyle bir müessese mevcut mu idi? Henüz bu cihetler ay rı ve uzun tetkiklere m uhtaçtır .180 E sasen gayemiz, sadece, OsmanlIlardaki tim ar teşkilâtının B izans'tan mı, yok sa. Anadolu S elçuklularından mı geldiği meselesinin tahkikine hasr edilm iş olduğu cihetle, bu m enşe’ m e selesi mevzuumuzun dışında kalm aktadır. Şimdilik, menşei her ne olursa olsun, herhalde tarih i bir zaru179 Nizâm-ül-Mülk, Selçuklular’da hükümdarın bas sa askeri demek olan gulâmlara — yani sonraları OsmanlI lar daki Kapıkulu — arâzi verilmeyip yalnız maaş verildiği ni ve iktâ’ sahiplerinin ise muhtaç oldukları parayı mukâraalanndan aldıklarını tasrih etmektedir : laşkar-râ mâl rûşan bâyad kardan u ân-çi ahl-i iktâ’ başand dar dast-i ışân mutlak u mukarrar bâyad dâşt va ân-çi gulamânand ki iktâ' na-dârand mâl-i işân padid bâyad avurd (Siyâsetnâme, fasıl XXIII). . 180 Partlar ve Sâsâniler devrinde feodalizm hakkın da tafsilât için bakınız: A. Chriştensen, L'Empire des Sassanides, s. 10-13, 23-29. 44-45.
D. Hanedan azasm a mahsus m ukâtaalar kanunen değil fakat fi'len irs! olmakla beraber, tahta her yeni çıkan hükümdarın iktâ’ı yenileştirm esi, yahut, iktâ* sa hibinin ölümü üzerine o m ukâtaayı vârislerine hüküm darın tevfiz etmesi lâzımdı. D evlet adam larına ve em irlere, memuriyetlerine mahsus olarak verilen mu k âtaalar, ancak o vazifenin devam ıyla m ukayetti.182 III. Büyük m ukâtaa sahibi olan prenslerin, devlet adam ları ve em irlerin, buna mukabil, askerî bir kuv vet beslemeleri lâzımdı. Bunun m iktarı belirli olma makla beraber, hükümdarın hoşuna gitm ek için bütün rical, maiyetlerinde, kabil olduğu kad ar çok ve mun tazam bir kuvvet bulundurmaya çalışıyorlardı.183 manında Mısır timar sisteminde tadilât yapıldığı zaman sultana mahsus iktâ'lar için yine «hass» unvanının korun duğu. ve bu ıstılahın Osmanlılar zamanında da hemen he men ayni manada muhafaza edildiği muhakkaktır. Os manlI timar sisteminin menşei meselesinde, bu, mühim bir noktadır. lâ2 Siyâsetnâme’ye göre toprak ve raiyyet doğrudan doğruya hükümdara ait olduğundan iktâ’m sahih olması, ancak yeni hükümdarın tasdikiyle mümkün olurdu. Şahsa değil büyük memuriyetlere mahsus olan iktâ’lar, ancak, babasının memuriyetini oğlu da işgal ettiği zaman ona geçerdi. Merkezde değil fakat bilhassa vilâyetlerde böyle babadan oğula kalan büyük mevkiler pek çoktu; ve onlar âdeta yan müstakil gibi idiler. Yeni tahta çıkan hükümdarlarm eski iktâ'lan ve memuriyetleri yenilemek için yeni menşurlar verdiklerini tarihi kaynaklar daima zik rederler. Hanedana mensup kadınlara da büyük arâzi ik tâ’ edilirdi. 183 Geniş Selçuklu İmparatorluğu'nun çeşitli sahalannda âdeta yan müstakil birer hükümdar gibi yaşıyan Selçuklu prenslerinin sarayı, tıpkı Selçuklu İmparatoru nun sarayım takliden teşkil edilirdi; ve emirleri altında daima mühim bir askeri kuvvet bulunurdu. Bu kuvvet.
IV. Küçük ask erî m ukâtaalar, bilfiil askerlik m etinde bulunanlara veriliyordu; ve babadan oğula geçiyordu. Bununla birlikte, reâyâya karşı haksızlık edenlerin m u k âtaaları hemen ellerinden alınıyordu.m merkezde olduğu gibi, daimi ve maaşlı gulâmlarla. lüzu mu halinde hizmete çağnlan iktâ* sahiplerinin tedarike mecbur oldukları sipahilerden meydana gelirdi. Büyük ge lirli geniş malikânelere sahip olan büyük rical ve emirle re gelince, bunların da maiyetlerinde kendi kölelerinden mürekkep mühim kuvvetler bulunurdu, Nizâm-ül-MüIk Siyâsetnâme’sinin XXXII. faslında, bunlann, maiyetlerin de her türlü teçhizatı mükemmel bir kuvvet bulundurma ları lâzım geldiğini, paralarıyla daima köleler almalarım, mevki ve itibarlarının hususi hayatlarındaki gösteriş ve servetle değil maiyetlerindeki kuvvetle mütenasip olacağı nı, gerek hükümdara karşı, gerek ordu erkânı ve sair ri cal arasında ancak bu suretle kendilerini gösterebilecek lerini anlatıyor. 184 Hukukî bakımdan mukataalar, vazife mukabilin de verilen bir ücret mahiyetinde olduğundan, babadan er kek evlâda veya çocuklara geçmesi hukuki bir zaruret de ğildi. Vazifesini yapmayan veya reâyâya karşı fena mua melede bulunduğu sabit olan mukataa sahiplerinin elin den mukataalannın alınabilmesi de bundan dolayı idi. An cak, -Selçuklu devleti, bu askeri mukataaların babadan oğula geçmesini İdarî bir prensip olarak kabul etmiş, ve bu prensip, sonradan Selçukluların yerine geçen ve aske ri mukataa sistemini kabul eden diğer Türk-İslâm devletle ri tarafından da tatbik olunmuştur. Mukataa sahibi olan askerlerin devlete bağlılığını ve fedakârlığını te'min için bu usûlün çok faydası olmuştur. Atabeyler’den meşhur Nureddin Şehid'in (milâdi 1146-1173) askerlerinden birine atfen Maknzi'de mevcut olan - ve Sobemheim tarafından işaret edilen - mühim bir kayıt bu izahatımızı doğrulaya cak bir mahiyettedir: «İktâ'lar bizim emlâkim izdir; baba dan oğula kalır; biz o uğurda hayatımızı feda ederiz» (Hıtat, Bulak basımı, c. II. s. 216). Gerçekten diğer tarihi kay naklarda da Nureddin’in, ölen efrattan kalan askeri mu
ta ltif için artırıldığını, hattâ bâzı hadiselerde umumî olarak çoğaltm a isteğinde bulunulduğunu görüyoruz.187 îş te bu bakım dan, bu askerî m ukâtaaların — sonraları Osmanlı tim ar teşkilâtında da görüldüğü veçhile — ge tirdiği gelir m iktarına göre ayrıldığı yani kıymetçe be lirli olduğu anlaşılıyor. İlk Selçuklu hüküm darları, geniş Selçuklu İm para torluğum un arazisini ve bilhassa hudut memleketleri ni hanedan azasm a ve büyük em irlere iktâ' etmek su retiyle, sonradan kendi im paratorluklarına halef olan birçok siyasî heyetlerin esasını hazırlamış oldular. M erkezî idarenin kuvvetli olduğu ilk zam anlarda bu nun z a ra rı görülmüyordu. Fakat, merkez zayıfladıkça, önee y a n m üstakil sonra tamam ile müstakil birtakım yeni devletler m eydana çıktı. İlk Selçuklular‘ın takip ettikleri bu iktâ* usûlü, esas itibanvla kendilerinden evvelki İslâm im paratorluklarının takip etmekte olduk la rı bir sistem di; onların bu hususta yaptıkları deği şiklik. yâni, babadan oğula kalan askeri m ükâtaalar ihdas etm eleri m eselesi, Selçuklu İmparatorluğunun nasıl ta rih î ve sosyal şa rtlar dahilinde kurulduğu dü şünülünce. daha iyi anlaşılır: göçebe Oğuz aşiretlerine d a y a n a ra k H orasan ’da saltanatlarını kuran Selçuklu hüküm dârları, yalnız onlan değil, çeşitli sebeplerle Orta-Asya bozkırlarından devamlı surette akıp gelen diğer T ürk kabilelerini de yerleştirmek, onlara geçim vasıtaların ı sağlam ak mecburiyetinde idiler. Ne Hora san, ne de İra n ’ın sa ir sâhaları, bu kadar kesif kütle lerin tam am en yerleşm esine müsait olmadığından, Sel 187 zaman, teğinde morial,
Melikşah,. amcası Kavurd’un isyanını bastırdığı askerleri, iktâ'lannm ve maaşlarının artırılması is bulunmuşlardı, (Rahat as-Sudur, E. J. W. Gibb MeNew series II, s. 127).
çuklu hüküm darları batıya doğru yeni istilâ hareketle ri yapm ak^zarurelinde kaldılar: işte, İra n dahilinde ve Güney K afkasya’da T ürkler’in çoğalm ası ve bilhassa Anadolu’nun fethi ve Türkleşm esi, doğrudan doğruya böyle bir İktisadî zaruretin neticesidir.188 İra n dahilin de göçebe hayatını ve aşiret asabiyetini m uhafaza eden bir kısım O ğuzlar'm, Selçuklu hüküm darlarına daima ne büyük m üşkilât çıkardıklarını biliyoruz. İra n ’ın b â zı m ıntıkalarında, yerli ahaliyi yok ederek onların ye rine geçen ve toprağa yerleşen bir kısım Türkler de mevcuttu; hattâ birtakım ’ şehirlerde, ay rı T ürk m ahal leleri de kurulm uştu. F akat, T ürk aşiretleri, ekseri yetle kendilerine iktâ* edilen sâ h ala rd a yaşıyorlardı: İra n ı unsurlarla bunlar arasında müthiş bir düşmanlık vardı.183 Bu karşılıklı nefret, göçebelerle yerleşmiş 188 Meselâ Muhammed bin İbrahim'in Kirman Selçukilcri Tarihi'nde göçebe Oğuzların bu sâhadaki müthiş tahribatı ve yok ettikleri yahut yerlerinden kaçırdıktan yerli halkın topraklarına yerleşerek kısmen ziraatie uğ raşmağa başladıkları hakkında bilgi vardır. Diğer Selçuk lu tarihlerinde de bu hususta bir çok mühim tafsilâta rast lanır. İran Türkleri hakkında neşredeceğimiz bir eserde bu hususta geniş malûmat vardır. 189 Ayni kavme mensup olsalar bile, yerleşmiş halk ile göçebeler arasında karşılıklı nefret gayet tabiidir. Fa kat bundan başka, Orta-Zaman İslâm dünyasında, îslâmiyetin, kavmi unsurları birleştirmeğe çalışan zihniyetine rağmen, müşterek yaşıyan çeşitli unsurlar arasında ihti lâfların. zıdlaşma ve karşılıklı nefretin mevcudiyetini bi liyoruz. Emeviier devrinde ve Abbasilerin ilk asırlarında göze çarpan bu anlaşmazlıklar, Gazneliler, Selçuklular. Hârizmşahlar zamanında daha şiddetle devam etti; Türk lerle muhtelif irani unsurlar arasındaki anlaşmazlıklar, yalnız şehirlerde ve köylerde değil, bu Türk saltanatları nın çeşitli unsurlardan mürekkep ordulannda da göze çarpıyordu. Bu gibi zıddiyetleri, muhtelif Türk zümreleri
halk arasında zarurî olan İktisadî zıdlaşmadan, Türk ler'in vergi tahsilindeki şiddetlerinden, toprak geçim sizliklerinden ileri geliyordu. İşte bu kısa izahat gösteriyor ki Selçuklular’ın as kerî m ukâtaalar ihdas etm eleri, hanedanın, kendi baş lıca dayanağı olan Türk unsuruna mensup kütleleri ya bancı sahalarda yerleştirm ek, onlara hem toprak ver mek, hem de lüzumunda askerî bir kuvvet olarak fay dalanm ak fikrinden doğmuştur.190 Bu suretle yavaş ya vaş toprağa bağlanan göçebeler, hem bir karışıklık âm ili olm aktan çıkıyorlar, hem de devlete kuvvçtli bir askeri dayanak teşkil ediyorlardı. Bu usûlün ehemmi y et ve faydası bilhassa Bizans’tan zaptedilen yeni sâh alarda daha sarih olarak görünüyor: kısmen harpler de ve istilâlarda imha veya esir edilen ve kısmen de yerlerinde bırakılan yerli ahaliden kalmış geniş Ana dolu toprakları, Selçuklular’ın takip ettikleri iktâ’ sis tem i sayesinde yavaş yavaş T ürkleşti.1®1 D aha Bizansarasmda bile görmekteyiz: Meselâ Oğuzlar, Türkmenler, Kalaçlar arasında münaferetler eksik değildi. Bu devre ait tarihi kaynaklarda bunu doğrulayan birçok misaller bulunabilir (meselâ: Houtsma, Recueil..., c. T, s. 105, 173; Cihânguşâ-yı Cüveynl, c. II, s. 193; Nesevî. arapça metin, s. 81, Fransızca tercümesi, s. 136). 190 Nizâmü’l-Mülk’ün askeri mukataalar ihdası su retiyle eski iktâ* sisteminde b ir yenilik yapması, Selçuklu imparatorluğu sâhasına devamlı surette gelen kesif Türk kabilelerini yerleştirmek zaruretinden doğmuştur denilebi lir. Selçuklular’dan evvelki müslüman Türk sülâleleri za manında böyle kuvvetli göç hareketleri mevcut olmadığın dan, askeri mukâtaalar ihdasına lüzum görülmemişti. 191 Anadolu'nun. Büyük Selçuklu saltanatı zama nından başlıyarak, türkleşmesi meselesi ve bunun muhte lif âmilleri burada hattâ en umumi hatlanyla gösterileme
Iılar zam anında geniş topraklara m alik olan yerli feo daller ve bilhassa Erm eni a risto k ra tla n ,— -bâzen geçi ci ve zâhiri, fak at bâzen de hakiki olarak — îslâm iyeti kabul etm ek suretiyle eski iktisadi ve hâkim vaziyet' lerini tam am iyle m uhafaza ediyorlardı.192 İslâm olmıyan bâzı prensler veya m ahallî hâkim ler de, Selçuklu hâkimiyetini kabul etmek suretiyle, yerlerinde bırakı lıyorlardı. Selçuklu hüküm darları, bu suretle, geniş topraklar, vilâyetler iktâ* ettikleri a şire t reislerinin is yan ve istiklâl ihtim allerine karşı bir m üvazene unsu ru vücude getirm ek ve m erkezî idarenin kuvvetini ve nüfuzunu m uhafaza etm ek istiyorlardı.193 T ürk aşiret leri bu suretle kısmen eski şehirlere yerleşm ek ve Kıs men de yeni köyler teşkil etmek suretiyle toprağa bağ lanmağa, göçebe hayatından çıkm ağa başladılar; fakat, gerek bâzı coğrafî âm iller, gerek doğudan yeni yeni Türk kabilelerinin — bilhassa Moğol istilâsından sonra
yecek kadar uzun ve ehemmiyetlidir. Bu mesele hakkında başka bir fırsatta neşredeceğimiz bir makalede etraflı bil gi vermek ümidindeyiz. 192 Türk istilâsı esnasında Anadolu'da bulunan Ulahlar, İslavLar, Suriyeliler ve bilhassa Ermeni 1er, Bizans aleyhine Türklerle, birleşiyorlardı (J. Laurent, Byzance et Toriğine du Sultanat de Roum, Mâlanges Ch. Diehl, Pa ris 1930. c. I, s. 180). Fakat bu hususta Ermeniler’in bilhas sa mühim rolü olmuştur. Ortodoks tazyıkmdan ve Bizans idaresinden nefret duyan Ermeniler’in. din hürriyetine ri ayet eden Türk hâkimiyetini memnuniyetle karşılamaları gayet tabiiydi. İşte bundan dolayıdır ki. o devir hıristiyan vak'anÜYİsleri, Ermenileri Hıristiyanlığa ihânetle ittiham etmişlerdir (tafsilât için: J. Laurent, Byzance et les Turcs Seldjoucidesı s. 74; kezalik yine aynı müellifin: Des Grecs aux Croises, Byzantion, c. I, s. 386-387). 193 Aynı makale, s. 408.
daha geniş m ikyasta — Anadolu’ya gelmeleri, bir kısım göçebe aşiretlerin Anadolu sâhasm da yüzyıllarca bu sosyal şekli m uhafaza etm elerine sebebiyet verm iştir. Yalnız Selçuklular devrinde değil O sm anlılar’ın son rak i devirlerinde bile, İktisadî sebeplerle devlete bir çok m üşkilât çık aran bu göçebelerin yerleştirilm esi meselesinin hâlâ devam ettiğini görüyoruz.134 Anadolu’nun iskân tarihine ait olan bu mühim ve karışık m esele üzerinde daha fazla duracak değiliz* Yalnız bu kısa ve um um î izahat, S elçukluların ihdas ettikleri askeri m u k â ta a la r sisteminin nasıl sosyal za ruretlerden doğduğunu anlatm ağa kâfidir sanırım. Şimdi, Büyük Selçuklu İm paratorluğu’ndan doğan di ğer Türk devletlerinde bu sistemin mevcudiyeti hakkmdaki tarih î delilleri zikredelim: Halep A tabeklerin de veraset yoluyla erk ek evlâda intikal eden askerî m ukâtaaların m evcudiyetini yukarıda söylemiştik195 Bunlar nasıl Selçuklu m üesseselerini hemen aynen mu h afaza etm işlerse, bunların bir devamı demek olan Eyyûbiler de aynı esasları takip etm işlerdir.196 Yine Büyük Selçuklular’m diğer bir istitalesi olan Hârizm şah lar devletinde de irsi iktâ‘ sisteminin ve askerî m ukâtaaların m evcudiyetini görüyoruz: Devletin büyük m em urlarına, büyük ask erî kum andanlara verilen büyük 194 Anadolu’da göçebe Türk aşiretlerinin yerleştiril mesi meselesi ve bu göçebelerin gerek Selçuklularda gerek Osmanhlar'a karşı çıkardıkları müşkilât hakkında burada bilgi vermeğe imkân yoktur. Osmanlı devleti, Tanzimat' tan sonra bile, bu ıhühim mesele ile uğraşmıştır (Ahmed Cevdet Paşa'nm. Türk Tarih Encümeni MecmuasTnda çı kan Ma’ruzât'ına bakınız: XIV., XV., XVI. senelerde). 195 104. sayfadaki 184 numaralı nota bakınız. 196 M. Sobemheim'ın Encyclop6di© de ITslanı'daki iktâ' maddesine bakınız.
m ukataalardan başka, kendilerine iktâ* edilen ar&zide yaşıyan ve harp zam anında hükümdarın maiyetindeki daimî orduya k atıla ra k harp bittikten sonra tekrar ken di topraklarına çekilen mühim bir kısım efrat da var dı ;197 Bununla berab er, H ârizm şahlar’da hükümdarın da imî ordusundaki e fra d a hem toprak hem de m aaş veril diğini gösteren bâzı kayıtlar dahi vardır .198 Her halde, teferruatı bir ta ra fa b ırakacak olursak Selçuklu tim ar sisteminin H ârizm şahlar devrinde de hemen aynı esas lar içinde devam ettiğini söyliyebiliriz. Büyük Selçuklu devletine vâris olan diğer devlet lerde devamını gördüğüm üz bu sistemin, Anadolu Selçuklulan’nda m evcut olması gayet tabiidir. Askeri mukâ ta alarm ihdasını gerektiren âm iller hakkında biraz evvel verilen izahât, bu sistem in bilhassa Anadolu sa hasında belki her yerden daha kuvvetli olması sebep lerini anlatm aktadır. G erçekten eldeki tarihî vesika lardan istidlal edilebilen neticeler bunu doğruluyor: ha nedan azasm a, devletin büyük m em urlarına, m emleket leri ellerinden alınan bâzı prenslere, Moğol istilâsın dan sonra m aiyetlerindeki aşiretlerle birlikte kaçıp Anadolu’ya sığınan H arizm em irlerine geniş arazi iktâ ‘ edildiğini pek iyi biliyoruz .199 Bu iktâT ann m uay yen kıym etlere m alik olduğu, ve iktâ* sahiplerinin bu kıymet nispetinde m aiyetlerinde efrat bulundurmağa mecbur oldukları da anlaşılıyor .200 Büyük iktâTara ma197 Hârizmşahlar devle ti’ne ait tarihi kayıtlarda bu hususta mühim tafsilâta rastlanır. Bu devletin teşkilâtı hakkında neşredeceğimiz tetkiknâmede bu hususta bügi bulunduğundan burada ayrıca izahata girmeyeceğiz 198 Tafsilât aynı yazımızda olacaktır. 199 ibn. Bibi’nin verdiği bilgiye göre. Bu devre ait di ğer tarihi kaynaklar da bunu doğrulamaktadır. 200 İbn Bibi’deki bâzı kayıtlar bunu anlatmaktadır:
İlk olan em irler, lâzım oldukça hüküm et merkezine gelirler, yahut, aldıkları em ir üzerine, belirli bir nok tada maiyetlerindeki askerî kuvvetle orduya katılırlar, ve iş bittikten sonra te k ra r kendi yerlerine dönerler di.201 Selçukluların Akdeniz’de ve K aradeniz’de sahil korumasına memur ve m aiyetlerinde her halde bir de niz kuvveti de mevcut sahil em irleri bulunduğunu yu karda söylemiştik; demek oluyor ki Selçuklular’da do nanma hizmetine mahsus ik tâ 'lar da mevcuttu. Aske rî iktâ’ların bilhassa Uçlarda yâni sınırlarda büyük ehemmiyeti olduğu, ve gerek uc beylerinin gerek mai yetlerindeki Türk aşiretlerinin bu ik tâ’îardan fayd a landıkları pek tabiîdir. «Yazıcı-Oğlu Ali»nin Selçuknâm esinde, «I. Alâeddin Keykubâd» devrinden bahsolunurken, onun «tim arları gazilere yani sipahilere ayır«Sultan ân lahza cavabî na-fannûd: çün farû âmad Kamâl ad-Din Kâmiyâr-râ talab dâşt va tasrıf-i hass va yak hazar dinâr-i surh u panc sar astar pâlânî u dah asb bâzin u licâm u panc gulâm arzânî dâşt va farmûd ki uma ra bâ û takaüuf kunand va vilâyat-i Zirah-râ ki sad hazâr ’adad hâsıl u şast mtfar havâşî büd bad-û ba-hukm-i ik tâ' rahmat farmûd» (Houtsma, Recueil..., IV, 113-117). Bun dan anlaşılıyor ki. iktâ' edilen bu vilâyetin varidatı yüz bin dinar idi: ve bu kıymette bulunan vilâyete mâlik olan emir, hükümdar ordusuna altmış nefer asker tedarikine mecburdu. Yine bu eserdeki diğer bir fıkra (aynı eser, s. 274) iktâ'Iarın muayyen kıyjnetlere mâlik olduğunu gös teriyor: Sâhib Mühezzibü’d-Din kendisine verilen iktâ iardan ancak kırk bin dinar kıymetinde iktâ’ kabul etmişti; ■Sâhib Muhaddib ad-Dîn ba-cuz çihil hazâr ‘adad kabul na-kard va dar kabza-i nay-âvard».— Anadolu Selçuklulan ’nın idari teşkilâtı hakkında yakında yayınlayacağımız bir makalede bu meselelere dair uzun malûmat verdiğimiz den burada daha fazla izahata girmiyoruz.— 201 Aşağıda ordu hakkında verilen izahata bakınız (H - Ordu Teşkilâtı).
dığı ,ve bir tim ar sahibinin ölümünde oğlu ehliyetini is pat edince tim arm ona tevcih olunduğu» kayıtlıdır.*® Yazıcı-Oğlu Selçııknâm e’sinin bu kısmı, esas bakımın dan İbn B îbî'nin eserinden alınm ıştır. Acaba İbn B îbî’de mevcut olmıyan bu mühim kayıt, II. M urad devrin de eserini yazan Yazıcı-Oğlu tarafından, kendi devrin deki tim ar usûlleri gözönünde tutularak, yapılmış bir ilâve midir? Böyle bile olsa, Selçuklu devri a n a n e le rinden birçoğunun henüz Anadolu’da yaşam akta oldu ğu bir sırada eserini yazan ve o a n ’aneleri gayet iyi bilen «Yazıcı-Oğlu»nun bu kaydı ,203 O sm anhlar’daki ti m ar usûlünün Selçuklular’dan geldiği kanaatinin XV. yüzyıl başında bile hâkim olduğunu gösterir. Nitekim, yukandanberi verdiğim iz izahat ve Anadolu Selçuklu ları hakkında İbn B îbi’den çıkardığımız malûmat, «Yazıcı-Oğlu»nun görüşünü k a t’ı surette doğrulam aktadır. As/cer: m ukâtaalar a yâni tim ar sistem ine Osman lIlardan başka diğer Anadolu Beyliklerinde de umumi yetle tesadüf edilm esi, bu sistem in Selçuklular devrin den kaldığına diğer m ühim bir delildir. Anadolu Bey likleri hakkındaki ta rih î m alum at henüz çok eksik bu lunmakla beraber, eski Osmanlı vekayi’nâm elerindeki bâzı kayıtlar bu ciheti pek açıkça gösteriyor: meselâ Aşık P aşa-zâde’nin verdiği bilgiye göre, I. M urad, Hamid-Oğlu’ndan satın aldığı şehirler civarındaki tim arları eski sahiplerine bırakm ış, fa k a t ellerine yeni be r a t verm işti; kezaük, I. Bâyezid, Aydm ilini zaptettiği zaman, eski tim ar sahiplerini yerlerinde bırakm ış, yal nız memleket kendi hâkim iyeti altına geçtiği için, vak
202 Milli Tetebbu'lar Mecmuası, sayı 5. s. 213. 203 Bu hususta bir fikir edinmek için bakınız: Türk Hukuk ve İktisat Tarihi Mecmuası, e: I, s. 127, 131.
tiyle Aydın Oğlu nam ına verilm iş eski beratları değiş tirerek , kendi tuğrasıyla yeni nişanlar- verm işti; Men teşe Beyliğinin zaptında da tim arları eski sahiplerine bırakm ıştı.204 F a tih de îsfen d iy ar Oğulları memleke tini Osmanlı Devletine kattığı zaman, eski timar sa hiplerinin hepsini yerlerinde bırakm ıştı.205 Osmanlı devleti Anadolu’da yeni arazi zaptettikçe hemen daima bu usûlü takip etmiş, eski tim ar sahiplerini her zaman yerlerinde bırakm ıştır. Yeni bir hâkimiyetin kolaylık la ve sosyal hiçbir sarsıntıya meydan bırakm adan-ye rine oturm ası için çok faydalı olan bu mahirâne usû lün, Osmanlı devleti tarafından icat edilmediğini, ve diğer İslâm - T ürk devletlerinde ve hattâ Moğoliar'da dahi tatbik edilmiş olduğunu ilâve edelim.2” İşte bu suretle, sosyal ve İktisadî m evkileri hiç sarsılmayan mühim ve nüfuzlu bir sipahî sınıfı, bir hanedanın hâ kimiyeti altından çık arak diğer bir hanedanın hâkimi yeti altına girm ekte hiçbir mahzur tasavvur etmiyor du.207 204 En eski Osmanlı vaka yinâm ele rinde umunıyeıle bu kayıtlara rastlanır ki, mevsukiyetinden şüphe e:me ğe hiç bir sebep yoktur. 205 Âşık Paşa-zâde, İstanbul basımı, s. 157. 206 İbn Fazl Allah al-Omari diyor ki: Hârizır. mem leketi Cengiz evlâdı eline geçtikten sonra da Harizz* as kerleri Hârizmşahlar devrindeki iktâ’lannı korudular. Bu veçhile halâ bu iktâlar babadan oğula miras kalmaktadır. (Türk Hukuk ve İktisat Tarihi Mecmuası, c. I, s 3£’ Bu kayıt, aynca, Hârizmşahlar devrinde de iktâTann baba dan oğula geçtiğini, yâni Selçuklu sisteminin onlarca.da aynen devamını göstermek suretiyle, yukanda verd.gımiz İzahatı doğrulamaktadır. 207 Orta-Zaman İslâm dünyasında bugünkü anlaşı lan manâsıyla vatanperverlik telâkkisi me vcu t ol anıya cağı düşünülürse, bu cihet daha iyi anlaşılır.
Osmanlı tim ar sisteminin tarihî menşe’lerini gös teren bu izahattan sonra, Osmanlı devleti’ndc bu müessesenin nasıl bir gelişmeye m azhar olduğunu — eldeki tarih i ve hukuki kaynakların eksikliğine rağmen — umû mi çizgileriyle gösterm eğe çalışalım : bu kaynaklara nazaran, Osmanlı tim ar sistemi, Osman Gazi'nin ilk fütuhatıyla birlikte başlıyor: Osman Gazi zaptettiği bütün y erleri tim ar olarak silâh arkadaşlarına, asker lerine veriyor; ita a t eden yerli halkı yerlerinde bıra kıyor; h attâ arkadaşlarından bazılaıım n uysal ahaliyi her hangi b ir sebeple yerlerinden kaçırm alarına engel oluyor.20® Âşık P aşa-zâd e’ye nazaran Osman Gazi, ti m ar hakkında bâzı esaslar koymuştur : (I) tim ar'sah i binin elinden sebepsiz yere tim arının alınmaması. (II) bab ası ölünce tim arının .oğluna verilm esi. (III) oğul kü çük olursa, büyüyünce}'e kadar maiyetindeki hizmet kârların sefere gitm esi.209 Gerek tim ar sisteminin- ge rek bu zikredilen bürün esasların umumiyetle Selçuk lular devrinden kalmış olduğu düşünülürse, bu iddianın yanlışlığı, ve Osman Gazi’nin sadece eski sistemi de vam ettirdiği, kendiliğinden anlaşılır. Orhan zamanın da ise, tim ar tevcihlerine ait bir çok tarihi kayıtlar ol duğu gibi, gazilerin yâni tim ar erlerinin yeni zaptedilen u çlara y erleştirildiği hakkındaki rivayet de tım ar ların askerî m ahiyetini daha iyi anlatabilir.2& Tım ar lar dahilindeki yerli halk da, bâzen, sipahilerle bir likte, kendi din kardeşlerine karşı harplere katılıyor lardı.211 Rum eli fütuhatı başlayınca, tim ar sistemi ora da da tatbike başlandı: hattâ, iptida zaptedilen Geİibc 208 209 210 211
Âşık Ayni Ayni Ayni
Paşa-zâde, İstanbul basımı, s 20-29. eser; s. 20. eser; s. 39. eser. 41.
lu havalisinin Y akup Ece ile Gazi F azıl’a tim ar olarak verildiği ilk ta rih î kaynaklarda yazılıdır.21* I. Murad devrinde Rumeli fütuhatı büsbütün ehemmiyet kazan dıktan sonra, Anadolu’dan birçok halk, h attâ b ir ta kım Türk a şire tle ri R um eli’ye nakledilmeye başlandı, ve tim ar teşkilâtı bu yeni vaziyet dahilinde büsbütün yaygınlaştı. XVI. yüzyılda toplanmış olan eski kanun mecmualarında, tım arların babadan oğula kalm ası usûlünün — bilhassa Rum eli'ye ve Bosna’ya ait diğer bâzı askerî m ahiyette tesisler ile birlikte — I. Murad devrinde Rum eli Beylerbeyi bulunan Tim urtaş P a ş a ’nm teşvikiyle olduğu,2- h attâ küçük U m arlarla daha büyük kıymette ziam etler ayırımının da yine Tim ur taş P a şa ’mn teşvikiyle M urad tarafından 1375’te yapıl dığı kayıtlıdır.214 Bununla beraber, tim ar sisteminin menşe' ve gelişmesi hakkında yukardanberi verdiğimiz izahat, bu iddianın doğru olamıyacağını ve Umarların babadan oğula intikali usûlünün daha O sm anlılar’dan çok evvel m evcut bulunduğunu anlatm aktadır. Yalnız, bundan I. M urad’m, T im urtaş P a ş a ’nın teşvikiyle, tim arlarm kıymet derecelerini tespit ve tefrik için bâzı yeni esaslar koyduğu ve orada — belki d e — babadan 212 Ayni eser, s. 51. 213 «Sultan Murad Gazi zaman-ı şeriflerinde iptida sipahi ve silâhdar olmak ve erbab-ı timar oğulları mah rum olmayıp babalan fevt oldukta oğullanna Ka nun üzere timar verilmek ve kul oğulları mahrum olmamak ve voynuk yazılmak cümlesi Rum elinde ve Bosna vilâyetinde Rumeli Beylerbeyisi Timurtaş Paşa ilkasiyle olmuştur» (Kanunnâme, Millî Tetebbu’lar Mecmuası, sayı 2, s. 325). J. Deny, timâr hakkındaki makalesinde bu kayda dikkat etmemiştir. 214 J. Denv’nin yukanda zikredilen tîmâr makale sinde (Paris Milli kütüphanesindeki bir Osmanlı kanun nâmesine dayanarak).
oğula geçmesi m eselesine ait bâzı küçük teferruatın da tesbit olunduğu istidlâl edilebilir.315 215 Hukuk Fakültesi profesörlerinden Ebul'ulâ (Mar din) Bey Gelibolu’ya Geçerken Rumeli Arazisi İçin Vazolunan İki Esaslı Kaide-i Hukukiyye adlı küçük bir makalesin de (Yeni Mccmua’nm Çanakkale nusha-i fevkalâdesi, s. 34-36) Rumeli arâzisinin «arz-ı memleket» namiyle devle tin manevi şahsiyetine izafe olunmasının bâzı mühim ne ticeler husüle getirdiğini söyliyerek, timar usulünü de bu neticelerden olarak gösteriyor. Feridun Bey Münşeatında ki iki mektupla. Millî Tctebbular Mecmuası'nda neşredilen Kanunnâme’den alınmış Ebüssüud fetvalarına istinat eden bu makaledeki hükümlere karşı, tarihi görüş bakımından muhtelif tenkitler ileri sürülebilir- evvelâ, dayanılan fet valar XVI. asra ait olduğu gibi, Feridun Bey M ünşeatında mevcut ilk devirlere ait vesikaların da pek itimada değer olmadığı bilinmektedir; bunların dışında hiç bir tarihi ve sikaya istinat edilmeden, Rumeli’nin, ilk zaptında bâzı hu kuki esaslar konulduğuna nasıl hükmedilebilir?- Benim şimdiye kadar görebildiğime göre «arz-ı memleket* ıstı lahına Osmanlı müellifleri arasında ilk defa XV. yüzyıl başında Selçuknâme sahibi Yazıcı-Oğlu Ali’nin eserinde rastlanıyor; bu müellif, «Ravendi»nin bir fıkrasını tercü me ederken «arz-ı memleket» tâbirini kullanmıştır: «cüm le bid’atlerden birisi bu idi ki müslümanların elindeki mülklerin tutardı, eydürdi ki cemi’ yerler arazi-i memle kettir; Emirülmü'mininindir. kimsenin mülkü yoktur, isbat etsünler». önce Barthold'ün nazarı dikkatini celbeden bu fıkranın (Barthold, Turkestan..., s. 348, asil şudur: «kibâIahâ ba mi hvast u mı-guft zamin az ân-i amir al-mu'minîn ast kasi ki bâşad İd milk dârad» (Râvendi. s. 381). İkinci olarak timar usulünün teessüs ve takarrürü, Rume li'nin fethinden sonra değil, Selçuklular devrinde olmuş tur; ve bunun tarihi sebepleri ve muhtelif safhaları yuka rıda gösterilmiştir. Üçüncü olarak timar usûlünün konul masıyla «hükümetin araziyi re’sen idaresi mahzuru» ber taraf olmamıştır; çünkü gerek Rumeli'de, gerek Anadolu’ da hükümetin elinde daima geniş arazi kalmış, ve bu arâzi ilk zamanlarda emanet ve daha sonraları da iltizam yo-
I. Bâyezid devrinde Osmanlı tim ar teşkilâtının d a ha muntazam bir hal aldığı kuvvetle tahmin olunabilir: bu devirde yazılmış bulunan Kenzü^l-Kiiberâ adlı mü him bir siyaset kitabında «timar, dirlik» tâbirleri, m a lûm m ânasıyla kullanılm aktadır; meselâ yazar, m e murlardan bahsederken, bunların halka zulmetmeme leri için «ekmek, iktâ, tim ar, dirlik lerin in tamam ol ması lüzumundan söz ediyor; sonra, kâfir uçlarından yâni sınır boylarından bahsederken cesaretiyle ün yapluyla idare edilmiştir; bilhassa Rumeli'de hükümete ait arâzi daha çoktu; «Çelebi Sultan Mehmed» zamanında Ru meli Umarlarının yansının malikâne addedildiği hakkında yukarıda verdiğimiz izahat dahi bunu doğrulamaktadır. Dördüncü olarak, «bir kısım efrat uhdesinde çök geniş arâzi bulunmasının ve netice olarak derebeyliğin Önü alın dı» iddiası da yanlıştır; Bosna'da arâzi meselesi hakkında Truhelka'nın makalesi ve Bosna'ya ait arâzi kanunları bu yanlışlığı isbata kâfidir (Ciro Truhelka'nın makalesinin tercümesi: Türk Hukuk ve İktisat Tarihi Mecmuası. 1931. c. ,1. s. 43 - 69); bundan başka, timar sistemi Osmanlı İm paratorluğumun her tarafında geçer olmadığı gibi. İmpa ratorluğun doğu eyaletlerinde ve bilhassa Kürtlerle mes kûn bir çok yerlerde derebeylik mevcuttu. Beşinci olarak, timarların erkek çocuklara kalmasında «ziraat arazisi ile ormanları eşhas uhdesinde mümkün mertebe müstakillen bulundurarak usul-i tevrisin istilzam eylediği küçük par çalara inkısam tehlikesinden sıyanet* faydasını bulmak da doğru değildir; çünkü, bir timar veya ziamet sahibinin erkek çocuğuna veya çocuklarına verilen hisseler, her za man. babanın malik olduğu miktara müsavi değildi: Ebul'ulâ IMardinl Bey’in diğer bir eserinde (Ahkâm-ı Arâzi Dersi Notlan. Talebe-i Hukuk Cemiyeti neşriyatı, 1340-41, s. 54) «bizde arâzi meselesinin ihtilâllere sebep olmadığı» hakkındaki görüşü de doğru değildir: bu makalemizde, tı marlan ellerinden alınanlann Rumeli ve Anadolu'da ne mühim isyan hareketleri vücude getirdiklerini İzah ettik; meşhur Celâliler İsyanının esasında da başlıca bu âmil mevcuttur.
şaya bile değm ez. Aksine, îran Moğoiları’ndaki aske rî m u kâtaalar sistem inin Selçuklu te’siri altında vücude gelip gelm ediğini araştırm ak , şüphesiz, daha doğ ru olur.200 N itekim , V. Minorsky, ahiren bir makalesinde, cib, câmegî, mâl, berât, idrârât, zindegânî» ve maaşlı mu kabilinde «rûzihvâr, icrahvâr» tâbirlerine tesadüf olunur. Daima birbiriyle karıştırılan ve müteradif olarak yekdiğe ri makamında kullanılan bu kelimeler arasın d» «♦'»r.-.r» kelimesinin de bulunması, bunun «pıonoya» karşılım ola rak meydana çıkarılmadığına bir delildir. Anadolu Selçuk lularına ait metinlerde (meselâ, Houtsma. Recueü..., c. IV ş. 242) *de yukanda zikredilen mânalarda «timar» kelime si mevcuttur: «va didand ki Baycu kasi-râ ki bad-û navla mî-konad tımâr mi-dârad». Yukanda zikredildiği üzere XIV. yüzyıl sonlarına ait Osmanlı eserlerinde de «etmek, iktâ', tımâr, dirlik» kelimeleri müteradif olarak kullanıl maktadır (s. 118). İslâm eserlerinde daima rastlanılan «zaim, ze’âmet» tâbirleriyle, yukanda izah ettiğimiz «hass» ke limesinin (% 102. not >181)'de eski İslâm-Türk devletlerinde mevcut olduğunu düşünürsek, Osmanlı timar sisteminde ki ıstılahların tamamiyle İslâm menşeinden geldiğini söyliyebüiriz. Timar kelimesi. OsmanlIlara gelinceye kadar mânâ itibariyle uzun bir gelişme devresi geçirmiş ve an cak o devirde belirli bir ıstılah olarak yerini almıştır. Os manlI timar sisteminde husûsi bir ehemmiyeti olan «dip lik» ve «sipahi» kelimelerine gelince, birinci kelime -m a aş, zindagânr» gibi arap ve acem tâbirlerinin türkçe tercü mesinden başka bir şey değildir; «sipahi» ıstılahına ise İran'da, daha Selçuklular'dan çok evvel bile tesadüf edil mektedir. Bütün bu meseleler hakkında daha etraflı tet kiklere- ihtiyaç olduğunu itiraf etmekle beraber, bu izaha tın. yukankı görüşümüzü isbata kâfi bulunduğunu söyle yebiliriz. 230 Encyclopedie de ITslam'daki «Tiyül» makalesine bakınız, Minorsky bu makalesinde bilhassa Safeviler ve Kaçarlar devrinden bahsetmekle beraber, kelimenin işti kakından ve müessesenin menşeinden sözederken İ l h a n l I l a r ve Timurlular zamanında da mevcudiyetini sadece zikr
îran Moğolları’ndaki bu sistem in Büyük Selçuklu im pa-‘ ratorluğu’ndan veya daha eski zam anlardan kalmış olacağım, pek doğru olarak yazm ıştır. Bu küçük araştırm am ızda, sadece, Osmanlı tim ar sisteminin Bizans’tan m ı yoksa Selçuklular’dan mı gel diği meselesini izaha çalıştığım ızdan, daha fazla ta fsi lâta girişmeyeceğiz. Yoksa, bu sistem in bütün Türk ve îslâm âlemindeki çeşitli tecellileri, onların birbirleriyiie iktifa ediyor. Tiyûl kelimesi hakkında önce Quatremere bilgi vermiş, ve Timurlular, Safevîler, Babüriler devirle rine ait tarihi metinlerde bu kelimenin mevcudiyetini ve Chardin’in bu husustaki izahatıyla sair bâzı Avrupa coğ rafi eserlerindeki malumatı nakletmişti (Notices et Extraits des Manuscrits, c. XIV. Paris, JL843. Matla’ as-sadayn. s. 124-225). İlhanlIlar devrine ait tarihi kaynaklara dayanarak d'Ohsson, İran Moğollan’ndaki askeri timar müessesesi hakkında biraz bilgi vermişti (Histoire des Mongols. IV, s. 420-429). Fakat. Celayirler’de, Timurlular’da Kara ve Ak Koyunlular*da, Safeviler’de, sonra Hindistandaki îslâm devletlerinde — Babur sülâlesinden evvel ve sonra — bu müessesenin geçirdiği çeşitli safhalar, elde buniara ait az çok malzeme bulunmasına rağmen, henüz tetkik edil memiştir. Umumi mahiyette bâzı eserlerde bu hususta ve rilen mahdut bilgi çok müphemdir (meselâ M. Ishawari Prasad, I’lnde du VlIIe au XVIe siöcle, Histoire du Monde Paris 1930, c. VIII, s. 324'de XIV. yüzyılda Tuğlukşahlar devrine ait verilen malûmat gibi). Orta-Zaman İslâm ve Türk feodalitesinin lâyıkiyle anlaşılması için bu meselele rin daha esaslı bir surette teikiki zaruridir. Partlar ve Sâsâniler devrindeki askeri iktâ’lar meselesi hakkında A. Christensen oldukça toplu biigi vermektedir (I'Empire des Sassanides, s. 8 -10, 12, 13, 23 - 29, 45.— dayandığı tarihi bilgi, bilhassa İslâmî devirler hakkında, çok sınırlı olmak la beraber, Jacque de Morgan’m «La feodalite en Perse, son origine, son developpement, son âtat actuel* adlı ma kalesi de tavsiyeye değer: Revue d’Etnographie et de Sociologic, Paris 1912 nu. 5-8, s. 169-161).
11 — Ordu Teşkilâtı Osmanlı devletinin ask erî teşkilâtında esaslı bir ehemmiyeti haiz olan Y eniçeri1lerin yâni hükümdarın şahsına bağlı daim î piyade ordusunun 'kurulmasında bile Bizans te 'siri görm ek isteyenler olmuştur. Scala bu noktayı bilhassa belirttiği gibi, F ransız müsteşriki Cl. H uart da bir m akalesinde — k a l'î bir hüküm verm e mekle beraber — bunda Bizans te ’sirinin pek muh temel olduğunu, yalnız efrad ı devşirm e usûlünün yani hıristiyan çocuklarından ask er alınm ası kaidesinin ta rihle ilk defa O sm anlılar tarafın d an tatbik edildiğini söylemektedir.232 Bu ikinci m esele, bütün ehemmiyeti ne rağmen, mevzuumuzla doğrudan doğruya alâkadar olmadığından, burad a, yalnız, hüküm darın şahsına bağ lı daimî piyade ordusu teşkilinde Bizans te'siri olup ol-
232 Encyclopedie de I'Islam'daki • Janissaires* mad desinde. Halbuki Seignobos. Yeniçeri teşkilâtının Mısır Memlükleri'ndeki Memlûk teşkilâtının taklidi oldu ğunu söylüyor ki (Histoire Generale» II, 334; Gibbons tarafından zikredilmektedir: The foundation of the Ottoman Empire, hi 118; trk. tercümesi, s. 98), Cl. Huartın gö rüşünden daha doğrudur. Ancak, bu usulün, daha Memlûkler'den evvelki İslâm ve Türk devletlerinde de mevcut olduğunu unutmamalıdır. Bâzı harplerde esir edilen ve satılan hıristiyan çocuklarının memlükler arasında İslâm terbiyesine göre büyütülerek türkçe öğrendiklerini, asker olduklarım, ve içlerinden büyük emirler yetiştiğini biliyo ruz kiJu
lan fıkraların birleştirilm esi ve mukayesesi, suretiyle elde edilmiş olduğundan, çizeceğimiz levhanın, bu teş kilâtı tam ve kusursuz bir surette gösterm esine imkân yoktur; bilhassa, Anadolu Selçukluları hakkında verdi ğimiz bilgi ancak XIII. yüzyılın ikinci yansına, yâni Mo ğol boyunduruğu altındaki daha geç bir devre aittir; m aam afih, Osmanlı ordu teşkilâtının menşeini anla mak itibariyle, bu devir teşkilâtını bilmek, eski devir leri bilmekten şüphesiz daha faydalıdır. Anadolu SelçukluIarTnın askerî kuvveti şu çeşitli kısım lardan meydana geliyordıj : I — Doğrudan doğruya Sultan’ın şahsına bağlı olan ve daim a merkezde bulunan kuvvet. Bunlar £müfred, gulâm, mülâzimân-ı yatak» unvanlarıyla yadolunurlardı. Serhengler, can d arlar, perdedarlar gibi, sarayın muhtelif hizmetlerinde bulunanlar da bunlardı. Büyük Selçuklular‘da ve M emlûkler’de de mevcudiyetini gör düğümüz ve hüküm darın m üteferrik hizmetlerinde kul lanıldıkları için bu namı alan m üfredler,235 daha sonra
235 Nizâm-ül-Mülk. Siyâsetnânıe’sinde diyor k i «gulamlardan başka, sarayda daima bulunmak üzere, şeci, mücerrep, uzun boylu ve güzel yüzlü, müfred namıyla 200 nefer seçmelidir. Bunlardan yüzü Horasanlı, yüzü de Deyiemli olmalıdır. Bunların sarayda daimi ikametgâhı ol malı. gerek sulh gerek harp zamanında oradan ayrılma malıdırlar. Bunlara erzak, m iaş, güzel libaslar vo daima mükemmel silâhlar verilmelidir. Fakat bu silâhlan lüzum görüldüğü takdirde ellerine vermeli, ve sonra tekrar al malıdır. Her elli mûfredin âmiri olmak üzere bir nakip ta yin etmelidir.* (XIX. bahis). Selçuklu tarihine ait diğer kaynaklarda da rastlanılan bu müfred ıstılahı (Râhatu’sSudür, s. 365), müfredi ve cemi' olarak mefâride şeklinde Memlûkler'de de mevcuttu. (Quatremere, Histoire aes Ma-
züm redir ki, sonraları Osmanlı teşkilâtındaki ckub> ıstılahı da bundan alınm ıştır. Yine İbn B îb î’de «mülâzimân-i yatak» ıstılahıyla ifade edilen züm re de bu gulâm lardan bir kısım olmalıdır.241 Bu h assa kuvveti nin m iktarı ve ne gibi unsurlardan m ürekkep olduğu meselelerine gelince, XIH. yüzyılda saray d a Kazvinli, Deylemli ve Frenk olmak üzere 500 kişi bulunduğunu biliyoruz.242 'Büyük Selçuklu İm paratorluğu’nda olduğu gibi Anadolu Selçukluları’nda da gulâm lardan m ürek kep olan hâssa kuvvetinin böyle çeşitli unsurlardan meydana gelmiş olması pek ta b iîd ir.243. Hususî surette kullanıldığını ve aralarındaki farkları anlamak için, bu eserle, G. Demombynes'in yukarıda zikredilen eserine ba kınız, 241 Houtsma, Recueil..., IV, £^182. 242 Ayni eser, s, 87. 243 Nizâmü’l-Mülk, çeşitli unsurlardan mürekkep bir ordu lüzumunu şiddetle savunmaktadır. Eğer ordu, bir unsurdan teşekkül edecek olursa, efrat daima bir takım karışıklıklar çıkarabilirler; ve hükümdarın arzusuna uy gun hizmet etmıyebilirler. Bundan dolayı, saltanatın bü tün unsurlarından alman askerlerle orduyu teşkil etme lidir. Sarayda iki bin Horasanlı ve iki bin Deylemli asker bulunmalıdır. Eğer ayrıca bir miktar Gürcü ile bir miktar İranlı da bulunursa daha iyi olur; çünkü bunlar cesur adamlardır. Mahmud Gaznevi'nin bu husustaki usûlü şu idi; onun ordusu Türkler, Horasanlılar, Araplar, Hintliler, Deylemliler, Gürlulardan mürekkepti. Harp zamanında hepsi yerli yerinde kesif, bir kütle halinde bulunur, ve «fi lân harpte filân millet iyi harp edemedi» dedirtmemek için her millet bütün gayretini sarfederdi. (Siyâsetnâme, XXIV. bahis. Bu bölümdeki «va dar safar har şab az har gurûh malûm karda bıi dand ki Çand mard ba yatak raf tandı» cümlesindeki «yatak» kelimesini, Schefer türkçe -yatak» manâsına alarak, bunu, sefer esnasın da bu çeşitli unsurlardan bir kısmının yatmağa git tiği yâni nöbetle dinlendiği tarzında tercüme etmiş-
talim ve terbiye gören gulâm lardan m ürekkep bu d a im î hâssa kuvvetinin süvari olduğu, ve m ikdarlarım n üç-beş bini geçmediği îbn B îbî’nin bâzı kayıtlarından anlaşılıyor. M aam âfih, Büyük Selçuklular’da olduğu gi bi, Anadolu S elçuklularında da merkezde devam lı o la ra k bir piyade kuvveti bulunduğu kuvvetle tahm in olunabilir.244 Yazıct-Oğlu Selçuknâme si'nde merkezdetir. Halbuki, benim fikrime göre, buradaki «yatak» keli mesi, aşağıda izah edildiği gibi «otak» kelimesinin bozul muş veya lehçevi bir şekildir; bundan dolayı bu cümleyi, sefer esnasında bu değişik unsurlardan ayrılan belirli kı sımların otak hizmetini gördüğü yâni, hükümdarın çadırı nı beklediği tarzında tercüme etmek gerekiri. Çeşitli un surlar üzerinde hükümran olan büyük imparatorlukların böyle çeşitli ordulara dayanması ve hükümdarın hâssa kuvvetinin bilhassa «hükümdar ailesinin mensup olduğu unsurdan başka unsurlardan teşkil edilmesi» Orta - Çağ Türk ve İslâm İmparatorluklarında daima görülen bir şey dir: Abbasi imparatorluğu da daima bu usûlü takip etmiş, ve ordusunu en ziyade Iranlı unsurlarla Türklerden teşkil eylemişti. Bunun çeşitli sebepleri, fayda ve zararları ay ri ca tetkik edilmek icap eder. Bununla beraber, Nizâmü‘1Mülk, Türkmenlerin Selçuklu Saltanatı için ne kadar kuv vetli bir dayanak olduğunu da inkâr edemiyerek, bu hu susta şu tavsiyelerde bulunuyor. Türkmenler her ne kadar devlete bir takım güçlükler çıkarmışlarsa da, yine Selçuk lu sülâlesinin teveccühüne lâyıktırlar. Çünkü bu devletin ilk kuruluşunda çok hizmetleri olmuş ve bu uğurda bir çok meşakkatlere katlanmışlardır. Bundan başka, hüküm dar ailesine akrabalık bağlarıyla da bağlıdırlar. Bundan dolayı onların çocuklarından 1000 tanesini alarak tıpkı ğulâmlar gibi hususi surette terbiye etmeli, silâh kullanma yı ve saray hizmetlerini öğretmeli; daimi surette saraya bağlamalıdır. Bu suretle onlar hükümdara sadıkane hiz met edecekleri gibi, kalplerinde hükümdar ailesine karşı besledikleri hoşnutsuzluk da zail olacaktır (Slyasetnâme. XXVI. bahis). 244 Nizâmu l-Mülk, Siyâsetnâme’nin XIX. bahsinde
ki bu hâssa kuvvetinin devamlı su rette ask erî talim lerle uğraştığı hakkında —İbn B îbî’de bulunm ıyan— bir takım tafsilât m evcutsa da, bunun eski bir tarihi kaynakdan mı alındığı, yoksa XIV. yüzyıl başında Osmanlı teşkilâtına kıyasla mı ilâve edildiği kat! surette kestirilemez.24* «Mülâzimân-ı yatak» tâ b irin e gelince: İbn Bîbî’de bir iki defa geçen bu ıstılahtaki «yatak» keli mesinin, eskidenberi, hüküm dara m ahsus çadır m âna sında kullanılan «otak, otağ» kelim esinden başka b ir şey olmadığı, ve Mısır Memlûklerine a it arap ça ta ri hî eserlerde «vutak» şeklinde tesadüf edilen kelime nin de bu kelime olduğu kuvvetle tahm in edilebilir.24* Maamâfih, yine İbn B ibi’de bu m anâda olarak «serâperde» ve Memlûk tarihlerinde de daim a kullanılan müfredlerden bahsettikten sonra, isimleri divan defterle rinde kayıtlı ve muhtelif unsurlara mensup 4000 piyadenin daima hazır bulunması lüzumunu, ve bunlardan 1000 ne ferinin doğrudan doğruya Sultanın maiyetinde olmasını, ve 3000 neferinin de emirlerin ve sipehsâlârlann yanında bulundurulmasını söyler. İbn Bibi’de. Selçuklu ordusunun ekseriya, süvarilerden teşekkül ettiğini gösteren kayıtlar bulunmakla beraber (Houtsma, Recueil..., IV. s. 165, 187, 2371. orduda piyade kuvvetinin de bulunduğunu anlatan fıkralara dahi rastlanıyor (ayni eser, s. 183). 245 Houtsma. Recueil..., IH'te bu hususta tafsilât var dır. 246 Houtsma külliyatı, IV, s. 113: «va guJâmân-ı hâss dar-silah ravand va bar-kanun yatak mülâzım bâ-şand bâsilah va favci az mafârîda u gulâman-ı yatâk»; (s. 2651: •az mafârida-i halka-i hâss u gulâmân-ı dar-gâh u mulazımân-ı yatâk»; (s. 182); «Sultan bar-dar sâhib ravand...» Bu fıkralar gösteriyorki, buradaki «yatâk» kelimesi, daha Mahmüd Kâşgari'nin meşhur eserinde mevcut olan «otag»dan başka bir şey değildir, «vutak» şekline gelince, bu hu susta Quatrem6re’e bakınız (Histoire des Mamelouks, l. 197). «Yatak» kelimesi hakkında 135. sayfadaki 243 numa ralı nota müracaat.
«dehliz» kelimelerine de tesadüf olunm aktadır.247 Bu takdirde «mülâzımân-ı yatak»m, hüküm darın çadırını muhafazaya memur gulâm lar olduğu m eydana çıkı yor. II — Anadolu Selçuklu devletinin, K ayseriye başta olmak üzere, Sivas, H arput, D eveli-K arahisar, Nik sar, M alatya, Erzincan, Niğde, Lâdik, Honas gibi mü him askerî merkezlerinde devam lı surette bulunan mu hafaza kuvveti. Bu büyük m erkezlere tâbi olan civar m ıntıkalardaki tim ar erbabı, göçebe kabileler, ve di ğer askerî kuvvetler o mıntıkanın «subaşı»sı - farsça tercüm esiyle «SerTeşker» - unvanını haiz büyük bir kumandana tâbi bulunurdu. O m ıntıkalarda m evcut müs tahkem mevki Terdeki daim î kuvvetlerin başında ay rıca kum andanlar vardı ki, şehrin mülkî idaresi ve inzibatı onlara aitti; fak a t bunlar o m ıntıka «subaşı»sının em ri altında idiler. Bu m erkezlerden bilhassa fCayseri’nin askerlikçe büyük ehem m iyeti vardı; ve orada her zaman mühim bir kuvvet bulunurdu.248 247 Houtsma külliyatı, IV, s. 80, 216, 303; bu kitap ta bu ıstılahlar daima geçmektedir. Dehliz kelimesinin Mısır Memlûkleri’nde istimâli hakkında bakınız (Histoi re des Maraelouks I, 190-192). Dehliz ıstılahı Hârizmşah lar da da mevcuttu (Nesevi'ye bakınız: s. 144, 314). Mısır Memlûkleri’nde Dehliz teşkilâtının mahiyeti ve yine o devre ait menbalarda tekerrür eden «âlâcûk» keli mesi hakkında ÇuatremĞre malumat vermektedir (âlûcük kelimesi hakkında bakınız: Şeref ad-Din Yezdî. Za fer nâme. a I, s. 518; P. Pelliot, Neuf notes sur des question d'Asie Centrale T’oung Pao, c. XXVI, s. 264; Fârsnâme-i Nâsıri, I, 120). 248 îbn Bibl’deki çeşitli kayıtlara göre «Subaşı» keli mesi hakkında Encyclopâdie de I'lslâm'daki Dr. J. H. Kramers tarafından yazılan makaleye bakınız. Eski Türk teş kilâtında büyük ehemmiyeti bulunan ve ıstılah olarak mâ-
İÜ — Büyük ik tâ'lara malik devlet büyüklerinin m aiyetlerinde kendi şahıslarına bağlı olarak bulunan ve teçhiz ve iaşesi dahi onlara a it olan gulâm lardan veya ücretli askerlerden m ürekkep kuvvet.* îktâ* sis temi takip eden bütün îslâm ve T ürk devletlerinde ve bilhassa Büyük Selçuklular’da ve M em lûkler’de oldu ğu gibi Anadolu S elçuklularında da devlet büyükle ri ve em irlerin maiyetinde daim a mühim kuvvetler bulunurdu.249 îb n B ibî’de büyük em irlerin şahıslarına bağlı m üfredlerden, gulâm lardan, «icra-hvâr»lardan yâni ücretli askerlerden bahsolunm aktadır.” 0 Yine
itasını muhtelif zamanlarda değiştirmekle beraber yüzyıl larca devam eden bu kelime hakkında aynca bir tetkik yayımlayacağımız için burada izahâta girişmiyoruz. 249 İbn Bibi'nin verdiği bilgiye göre, Selçuklu devle tinin büyük emirleri, muazzam servetlere maliktiler. Ve daireleri o servetle mütenasip olarak gayet muhteşem ve kalabalıktı. Meselâ Alâeddin Keykubâd'ın ilk zamanların da saray mutfağında günde otuz koyun kesildiği halde. Emir Seyfeddin'in mutfağı için günde seksen koyun kesi liyordu (s. 112). Bu ümeranın nüfuz ve tahakkümünden kurtulmak istiyen Alâeddin, Antalya'da bulunduğu sıra da, yakınında bulunanlann akıllıca tavsiyesiyle, yirmi seneclenberi orada hâkim olan Emir Mübarizüddin'in nüfu zundan korkarak, bir harekete cesaret edememiş ve bunu Kayseriye’de yapmağa karar vermişti (s. 113). Devlet bü yükleri. kendi nüfuzlarını her ihtimâle karşı sağlamak için maiyetlerinde, doğrudan doğruya kendilerine bağlı olmak üzere, mümkün mertebe büyük bir kuvvet besleme ğe mecburiyet hissediyorlardı. Moğol tahakkümünden son ra Selçuklu sarayının debdebesi ve memur kadrosu arttığı gibi, bilhassa Moğollara dayanan büyüle emirlerin debde besi. serveti .de artmış, ve maiyetlerinde eskisinden daha çok bir kuvvet bulundurmağa başlamışlardı. 250 Houtsma. Recueil..., IV. 264; Sâhib Şemseddin, kendi şahsına bağlı olan müfredleri ve «icra-hvâr»lan uc-
o rad a rastlanılan «havâşî» tâbiri galiba, bunların hepsini birden ifade eden bir tâbirdir.231 Bu em irlerin b ir kısmı merkezde, bir kısmı da kendi ik tâ ‘ dairele rinde y aşarlar. Bir harp halinde — m erkezden aldıkları em ir ü z e rin e — maiyetleriyle beraber ordunun toplan m a yerine gelirlerdi. IV — Y ukarıda sözünü ettiğimiz ask erî tim ar sa hiplerinin m aiyetinde bulunan kuvvet. Selçuklu ordu sunun mühim bir kısmının bunlardan teşekkül ettiği tahm in olunabilir. V — U çlarda yâni çeşitli hudud boylarında ucbeylerinin maiyetinde bulunan kuvvet. E kseriyetle uç la ra yerleştirilm iş Türkmen kabilelerine mensup ef r a tta n m eydana gelen bu mühim kuvvetler, fırs a t bul la çıkan bir isyanı bastırmak maksadıyla gönderdiği za man, düşmanlan bu fırsatı kaçırmıyarak onu yakalayıp öldürmüşlerdi. 251 Houtsma, Recueil..., IV. s. 117: «çün sultân az mayHAn ba-ivân âmad farmûd tâ tamâmat-i havâşi u gulâmân u muta’allikân-i umarâ-i maktûl-râ siyâsat kanand*; aynı eser. s. 264: «Bâyad ki ba'd az intark-i havâşi farmâyad...» Bu kelimeye ayni manâda olarak Siyâsetnâme’nin XVI. bahsinde rastlıyoruz: «Va kasi ki ahval-i matbah u şarabhâna u âhur u sarâhâ-i hâss u farzandân u havâşi ba-vai ta'alluk dârad har mâhi balki har rüzi bâyad ki şinâhta-i maclis-i *âli bâşad...» İşte bütün bu metinler gös teriyor ki «havâşi» kelimesi, hükümdarın yahut bir emi lin bütün maiyetini yâni dairesi halkını ifade eden umumi bir tâbirdir. Ancak, s. lir d e k i 200 numaralı notta yine İbn Bibi'den nakledilmiş olan çok mühim fıkrada, «havâşi* kelimesi, ıktâ* sahibinin tedarike mecbur olduğu askeri kuvvet manâsında kullanılmış gibi görünüyor. Bütün bu eski metinlerde, birbirinden azçok farklı bir takım ıstılah ların birbiriyle aynı manâda gibi kullanılması, bu türlü karışıklıklara sebep olmaktadır.
dukça düşm an m em leketlerine akm yapm aktan geri kalm azlardı. Sultanlar, Bizans veya E rm eni, Gürcü hüküm darlarıyla sulh halinde oldukları zam an bile, bu akın h arek etleri tek errü r ederdi.252 M erkezî idare zayıfladığı zam an, uc beylerinin kendi hesaplarına hareket ettiklerini, m erkezi tanım adıklarını, çok defa isyan h areketlerine katıldıklarını biliyoruz.253 VI — H arp zam anlarında fazla a sk ere ihtiyaç gö rüldüğü vakit ekseriyetle T ürk kabilelerinden ve kıs men de im paratorluk içindeki çeşitli m illiyetlere ve dinlere m ensup ahaliden ücretle tutulan efrat. îbn B îbî’de acr-h v âr, icra-hvâr kelim esiyle ifade edi len bu kuvvet,254 oldukça mühim bir yekûn teşkil 252 Bizans vakayinamelerinde buna ait pek çok mi sallere rastlanır. Sonradan Osmanlı Akıncılarının komşu memleketlere yaptıkları akmlann da çok defa devletler arasındaki sulhu bozmadığım görüyoruz. 253 Selçuklular devrinde uc teşkilâtı hakkında ayn bir araştırma yayınlayacağımız İçin burada tafsilâta giriş miyoruz. 254 Houtsma, Recueil..., IV, s. 237: «Bâ haftâd hazar suvar az kadimi u icra-hvâr ki bâ haram u atfâl u umam bar mücİb-i hukm cam’ âmada bûdand»; ayni eser, s. 264: «sâhib-i mafârida u ıcra-hvârân râ dar suhbat-i Hatır ad-Din amirdâd irsâl farmüd»; ayni eser, s. 301; «Parvâna bâ asâkir-i hvud ü laşkar-i nakida u cam'iyyat-i pîşar-i Hâcâ (Câcâ) ki az suflagân u macâhil-i turkân-i acr-hvân bûd va parvâna ûrâ bar kaşida...». Bu metinlerden de an laşılacağı veçhile «icra-hvâr»lar, Türklerden ücretle tutul muş askerler olacaktır (cira, icrâ) kelimeleri hakkında bakınız: Çahar Makale, Mirza Muhammed Kazvinî ta rafından ilave edilen notlar kısmında (s. 169). İran’da XVII. yüzyılda hâlâ kullanıldığını gördüğümüz bu «cıra» kelime si (Raphael du Mans, Estat de la Perse, s. 26) hakkında «Burhân-ı kâtı*» mütercimi şunlan söylüyor: «kul, hizmet kâr ve şakirt için tayin olunan yevmiyedir. Harçlık olsun
ederdi. em irler dükleri ted arik
Maamâfih, yalnız hükümdarlar değil, büyük de, yukarıda söylediğimiz gibi, ihtiyaç g ö r zaman kendi hesaplarına böyle ü cretli ask er ederlerdi.
VII — Selçuklu hükümdarının m etbuluğunu k a bul etmiş olan, yahut her hangi bir ittifak m uahedesi mucibince bir harp halinde belirli m iktarda bir im d at kuvveti göndermeği taahhüt etmiş bulunan müsîüm an vc Hıristiyan komşu devletlerin gönderdikleri yardım cı kuvvet. XIII. yüzyılın ilk yarısında Bizans veya Trabzon İm paratorlarının, Erm eni ve Gürcü krallarının, Suriye ve Elcezire'deki bâzı küçük İs lâm hükümdar larının Selçuklu ordusuna yardım cı kuvvetler gönderdiklerini çeşitli vesilelerle görüyo ruz.255 Bunların teçhiz ve iâşe m asrafları ve m ik tar la n meselesi muahedelerle belirlenirdi. . ve gerek taam olsun.» Nâsır Husrev Seyahatnâmesi’nde de •devletten yevmiye veya maaş alan» mânasına «icra-hvâr» ve -rûzi-hvâr» tâbirlerine tesadüf olunuyor (Berlin basımı s. 62, 67). Sonradan Osmanlılar’da gördüğümüz «çirehor.' sereîıor, serâhor» tâbiri bundan muharref olmalıdır (Aşık Paşa-zâde, İstanbul tabı, s. 77; Rumeli’nden serahor çıkarmak Bâyezid Han’dan ihdas oldu, veziri Ali Paşa mübaşeretiyle: s. 155: Mahmûd Paşa kendi Edirne’ye vardı. Rumeli'nin leşkerf ve azabını ve serahorunu cemi’ cem’ettı. Naimâ, c. II. s. 240: ve bundan esbak merhum Sultan Os man etrafa serahorlar gönderip...). Bu kelimeyi şimdiye kadar umumiyetle yapıldığı gibi «sohrahör» veya •silâşûr» kelimelerinden iştikak ettirmek yanlıştır (bakınız: F. Taeschner und P. Wittek, Der İslam, XVIII, 1-2, 88; aynca: Mehmed Arif, Âşık Paşa-zâde Tarihi Hakkında, Milli Tetebbular Mecmuası, IV, s. 279). Osmanlı teşkilâtındaki di ğer birçok ıstılahlar gibi bunun da eski Türk-İslâm devlet lerinden ve bilhassa Anadolu Selçuklularından geçmiş ol ması, har halde dikkate değer. 255 Anadolu Selçuklulan’na ait İslâm, Bizans, Erme-
İşte, bu izah ettiğim iz tarzda çeşitli kısım lardan meydana gelen Anadolu Selçuklu ordusunun oldukça yüksek bir yekûn teşkil ettiği tabiîdir. İbn Bibî, MoğollarTa yaptığı m eşhur Köse*Dağ harbinde Selçuklu ordusunun 80 bin süvariden fazla olduğunu söylü yor.236 O rdunun en büyük kısmını süvariler teşkil e t mekle beraber, çeşitli seferlerde orduda piyadelerin mevcudiyetini, * ve m uhasara harplerinde bilhassa bunlardan faydalanıldığım , ayrıca, bugünkü istihkâm kıt’a la n n a benzer lâğım ve mancınık kıt’alarım n da bulunduğunu biliyoruz.287 Bu ordu, din ve milliyet iti bariyle m ütecanis değildi: yalnız Türkler ve Türk k a bileleri değil, çeşitli İran ve A rap unsurları, Rum lar, Erm eniler, G ürcüler, F renkler de bulunuyordu.25* Hudud boylarında ise daha ziyade Türk kabilelerinin faaliyetini görüyoruz: meselâ Sinob’a yapılan bir hü cumu o havalideki Çepni aşiretine mensup Türkler neticesiz bıraktırm ağa m uvaffak olm uşlardı.25*' Maa mâfih bâzı iç isyanlarda karışık unsurlardan m ürek kep ordunun büyük faydası göze çarpıyor.260 Anadolu Selçukluları, karışık ordu meselesinde, bütün İslâm ve Türk devletlerinin ve bilhassa Büyük Selçuklu İmparatorluğu’nun tak ip ettiği bir geleneği devam ettirni, Gürcü tarihi kaynaklarında bu hususta uzun tafsilâta rastgelinir. Mevzuumuzun dışına çıkmamak için burada buna ait izahata girişmiyoruz. 25S Houtsma, Recueil..., IV, s. 237 ve 238 257 Anadolu Selçuklu tarihine bu hususta tafsilât mevcuttur.
ait kaynaklarda bu
258 Aynı kaynaklara bakınız 259 Houtsma, Recueil..., IV. s. 333. 260 Babûiler isyanını bastırmakta büyük hizmeti olmuştur.
muhtelit ordunun
miglerdir ki, yukarıda izah ettiğim iz gibi, bütün Orta-çağ im paratorlukları için bunu gayet tabiî h attâ zarurî görmek gerekir. Selçuklu ordusunun m erkezde nasıl bir teşkilât tarafından idare edildiği, ne gibi harp vasıtalarıyla teçhiz olunduğu, nasıl bir harp usûlü takip ettiği hak kında burada izahata girişm ek mevzuurnuzun dışın dadır. Yalnız, yukarıki hulâsa, eski Türk-İslâm dev letlerinde oldpğu gibi, Anadolu Selçuklu sultanlarının maiyetinde de kendi şahıslarına bağlı devamlı bir kuvvet bulunduğunu, ve Selçuklu ordusunda yalnız süvari değil piyade kuvvetleri de m evcut olduğunu meydana koym aktadır. îlk Osmanlı ordu teşkilâtı hakkında şimdilik eli mizde kesin bilgiler yoktur; ancak, Osmanlı devleti nin önce bir uc beyliğinden ib a re t olduğu düşünülür se, diğer Anadolu Beyliklerinde olduğu gibi bunlarda da, Selçuklu m üesseselerinin, devlet teşkilâtına baş lıca esas teşkil ettiği anlaşılır. Eski kaynaklarda «ga ziler, alplar, alp erenler» ism iyle zikredilen serhat akıncıları, en ziyade süvarilerden” 1 mürekkepti: fa kat, O sm anlılar’da ay rıca «yaya» adıyla bir de piya de teşkilâtı bulunduğu, ve so nraları Y eniçeriler'in bunların yerine geçtiği anlaşılıyor.”2 Yeniçeri teşkilâ tındaki «ocak» tâbirinin M em lûkler’de mevcudiyeti, «orta» ıstılahının M oğollar’daki «orda»dan alındığı, ve Anadolu S elçuklularında ve diğer tü rk devletlerin de piyade kuvvetlerinin m evcudiyeti düşünülürse, bu261 Köprülûzâde M. Fuad, Türk Edebiyatında tik Mutasavvıflar, İstanbul. 1919 s. 273. 262 Osmanlı ordu teşkilâtı hakkında bilgi veren bü tün tarihi kaynaklarda bu cihet açıkça belirtilmektedir.
nun Bizans’tan alınm ası ihtim ali çok uzak kalır. Bun dan başka, yukarıda Selçuklu ordusu hakkında veri len bilgi, daha İstanbul fethinden evvelki Osmanlı or du teşkilâtıyla birçok noktalarda büyük benzerlikler gösterm ekte ve h attâ ıstılahlarda bile bu benzeyiş göze çarpm aktadır. Bizans te’sirini, eğ e r m evcut ise Anadolu Selçukluları teşkilâtında ara m a k gerekir: Çünkü, Konya sultanları, Bizans ask e rî teşkilâtı daha m untazam bulunduğu bir sırada, B izansla — ilk Osm anhlar’dan daha uzun, daha sıkı — tem aslard a bu lunm uşlardı. M aam âfih, Anadolu Selçukluları askerî teşkilâtının diğer Türk-İslâm devletleri teşkilâtıyla pek yakından alâk ad ar olduğu ve — belki bâzı ehem m iyet siz noktalar m üstesna o la ra k — bu hususta Bizans te'sirinin bahis mevzuu olam ıyacağı, yukarıki izahattan anlaşılm ıştır. O sm anlılar için de böyle bir ihtim al düşünülemez, çünkü, Yeniçeri teşk ilâtın d a Bizans te’siri ihtimalinden bahsedenler, bu hususta hiç bir de lil zikredem em işierdir. îşte, bütün bu ta fsilâ t netice si olarak, OsmanlI'lardaki ordu m üessesesinin esas bakım ından Anadolu S elçuklularından alındığını, ve kısmen M em lûkler teşkilâtından d a m ülhem olduğu nu söyleyebiliriz .*63 12 — im paratorluk ve H âkim iyet T elâkkileri Osmanlı îm paratorluğu’nu B izans'ın İslâm laş mış şekilde bir devamı sa y arak Osm anlı T ürklerine Nâo - B yzantins de I'lslâm sıfatını veren, ve Doğu Rom a’nm, İstanbul'un T ürkler ta ra fın d an fethinden sonra T uranî Roma olduğunu söyliyen P ro f. Io rg a’ya göre ,264 Bizans'm Rom a’dan intikal etm iş «tek ve ay 263 Bu hususta birçok deliller zikredilebilirse de, mevzuumuzdan uzaklaşmamak için izahata girişmiyoruz. 264 Avant et aprâs, 11 ya I’Etat centralisO, inoxorab-
rılık kabul etmez im paratorluk» telâkkisi, Osmanhla r ’da da devam etm iştir: h a ttâ XIX. yüzyılda Bal kan milletlerinin istiklâl h areketlerine karşı Bâb-ı Ali’nin daima «tam âm iyet-i mülkiye»den söz etmesi ni, lorga bu telâkkinin b ir eseri olarak yorumlu yor.1*5 Bütün bizantinistler gibi h a ttâ onlardan daha m üfrit şekilde Osmanlı İm paratorluğu’nu Bizans’ın bir devamı sayan lo rg a için bu görüş tarzını pek tabiî bulmak gerekir, Nitekim Scala da aynı m antıka uya rak, Osmanlılar’da sikke darb ı hakkının hâkimiyet hukukundan sayılm asını — keza Alâeddin P a ş a ’ya is nat olunan bütün devlet teşkilâtını — Bizans te ’sirine atfetm ektedir.266 Şimdiye k ad a r verdiğimiz izahat hiç bir açık delile dayanm adan insanı bu gibi umu mî hükümler verm eğe sevk eden m ücerret mantığın le envers toute libertâ et toute spontanene, la machine de gouvemement, aux ressorts d'une ubiquite parfaite, qui salt et peut tout. Home orientale. au debut. et. 4 la fin: Rome touraniennc (Bulietin de la Section historique de I'Academie Roumainev c. XIII, s. 9). Mekteplerde okutulmaya mahsus bâzı yeni fransız tarih kitaplarında, Avrupa’daki mutlakiyetçİ devlet rejiminin ya II. Mehmed'in imparatorlufühdan yahut doğrudan doğruya Bizans imparatorlu ğundan mülhem olduğu görüşlerine rastlanmak tadır (M. Lheritier, l’lıistoire byzantine dans les manuel français, Bulietin du comite International des Sciences historiques, 1930, nu. 9. s. 687). Bu mutale&larla, Iorga'nın yukarıdaki görüşü arasında alâka pek açıktır. lorga, diğer bir ese rinde, Yeni-Çağ’ın ilk mutlakiyetçİ devleti olmak üzere Fatih Mehmed’in İstanbul zaptından sonraki Osmanh-TürR imparatorluğu nu göstermek suretiyle bu görüşü daha açık suretle ifade etmiştir (Essai de synthese de rHistoire de I'humanitâ, II. s. 560). 265 Buli. de la Sect. hist. de I'Acad. Roumaine, c. XIII, s. 8. 266 Helmolt, Weltgeschichte, V,
yanlışlığını ispata yeter; fak at çeşitli bakım lardan husûsî b ir ehemmiyeti olan bu im paratorluk ve hâ kim iyet telâkkilerinin O sm anlılar’daki mahiyetini ve menşeTerini en umumî çizgilerle gösterelim ki, yuk an k i iddiaların doğru olup olmadığı anlaşılsın. Roma İm paratorluğum da olduğu gibi Bizans’ta da im paratorluğun tek ve ayrılık kabul etm ez bir mahiyet te sayıldığı m alûm dur. Son zam anlarda, Iorga — yukarı da zikrettiğimiz m akalesinde m bu hususta tafsilât ver diği gibi ,267 Michel Lheritier de Bizans tarihinin umu mî tarih içindeki hakikî mevkiini gösterm ek m aksadıy la yazdığı bir m akalede buna ait mühim bilgiler vermiş tir .268 M aam âfih, Bizans, Rom a’nm tek m eşru vârisi sı fatıyla, b arb a r Batı âlemini ve B atı hüküm darlarını, nazari olarak kendisine tabî sayarken, Doğu’da Sâsânî im p aratorları ve daha sonra İslâm H alifeleri de kendi lerini im parator addediyorlardı .268 Yüksek ve incelmiş bir m edeniyete, m untazam devlet teşkilâtına, muhteşem bir devlet merkezine, en küçük teferrüâtına, kadar tan zim edilmiş saray merasimine malik olan Sâsânı hü küm darları, kendilerine «şahların şahı» gibi unvanlar verm ekte ve şahıslarım m a‘budlar sırasında saym ak ta idiler .270 Em evî ve bilhassa Abbasî halifelerine ge lince, «Bağdad» gibi, Orta-Çağ’ın en m edenî bir m er kezinde, göz kam aştıracak bir debdebe ve nihayetsiz bir servet içinde yaşayan, m untazam devlet müesse267 Aynca bakınız: N. Iorga, L’Orient et I’Occident au Moyen-Âge (Bull. de la hist. de l'Acad. Roumaine, c. XV. s. 16 ve devamı). 268 M. LhĞritier, L’histoire byzantine dans I’hlstoire generale (Mölanges Ch. Diehl, 1, s. 201-216). 269 Aynı makale, s. 213. 270 A. Christensen. L'empire des Sassanides, s. 88-89.
selerine m alik olan bu İslâm im paratorları da, kendi lerini alelâde hüküm darların fevkinde bir im parator saym akta haklı idiler. Orta-Çağ’da B atı’nm barbar âlem ine k arşı XIII. yüzyıla kad ar «Vempire unique, Vempire üniversel» vaziyetini koruyan Bizans, Eski Doğu medeniyetlerinin vârisi olan bu muhteşem Do ğu im paratorluklarına k arşı aynı rolü oynayamıyordu; İstanbul patriklerinden biri Girid İslâm emirine yazdığı bir m ektupta, İslâm ve Bizans im paratorluk larını gökteki iki yıldıza benzetmiş ve bunların iki kardeş gibi yaşam aları lüzumundan bahsetm işti.271 A bbasîler’de «imparatorluk» telâkkisinin mahiye tini anlam ak için, • tarihî şe’niyetlerle beraber, İslâm âm m e hukuku nazariyelerini gözden geçirmek gere kir. Bu nazariyeleri Abbasî D evleti zamanında — dinî esaslarla çok defa tearuz eden ta rih î şe'niyetleri dik kat nazarına alarak ve bunları im kân dairesinde te ’life çalışarak — kuran İslâm jıukukçularına göre,173 bü tün İslâm âlem i «Emîrülmü-minîn»e tâbi bir kül teş kil etm ektedir; yâni, başka bir ifade ile, İslâm âlemi, «vâhit: unique» ve «âlem-şümul: üniversel» bir «Saltanat-Ü m m et: un Empire-Eglise»dir. Gerçekten, En dülüs E m evileri’nin, ve sonradan Şiî F atım î halifele rinin kendilerini «em îrülm ü’minîn, imâm» saym ala rın a rağm en, Abbasî Devleti, Sünnî İslâm devletleri üzerinde yüzyıllarca büyük bir m anevî nüfuz icrasına m uvaffak olmuş, tah ta çıkan hüküm darlan menşur larla tasdik etmiş, unvanlar verm iş, onlara hâkimi yet tim sali olarak bir takım hediyeler göndermiş, bu suretle onların hâkim iyetlerine m eşrûluk bahşetmiş271 M. LhĞritier’nin aynı makale'sinde, s. 213-214. 272 Bilhassa Mâverdi’nin Ahkâmü’s-Sult&niyyesine bakınız.
ni takip eden K arahanlılar ve G azneliler, Abbasî ha lifelerine k arşı çok ‘bağlıydılar: bilhassa G azneliler’in bu husustaki alâk aları daha büyüktü.*76 F ak at, Ab b asî hilâfeti hiç bir zaman onların m addî hâkimiyet leri altına geçm edi. Ancak B ağdad’ın «Tuğrul Bey» tarafından fethinden yâni Büyük Selçuklu İm parator luğu’nun kuruluşundan sonradır ki, F âtım î devleti m üstesna olarak, hemen bütün Islâm dünyasının Türk hegem onyası altına düştüğünü görüyoruz. Bağdad’da A bbasî halifesinin elinden Doğu ve B atı memleketle ri hâkim iyetini tem sil eden ta ç la rı giyen Tuğrul Bey ve kudretli halefleri, Abbasî halifesini kendi nüfuzla rı altında ve kendisine ayırdıkları gelirle yaşayan ruhâni bir reis m ahiyetinde bırakarak*77 bütün cis276 Gazneliler’in ve Karahanlılar'm Abbasiler'le mü nasebetleri hakkında Nizâmü'l-Mûlk Siyâsetnâme’de epey ce tafsilât vermektedir. Bunlar bu hususta Saman:!er'in an anesine sadık kalmışlardır. Bâzı Karahanlı sikkelerinde oniann «Emirü’l-ümerâ» lâkabım kullandıkları bile görü lüyor. Gaznelilerin Abbasiler’le münasebetleri ve bilhas sa Bağdad'dan gelen sefirlere yapılan gösterişli istikbâller hakkında «Beyhakî- tarihinde çok mühim bilgi vardır. Anadolu'ya gelen Abbasi sefirleri hakkında gösterilen hür met ve iltifatı ve yapılan merasimi «lbn Bibi» uzun uzun anlatmaktadır. Sünnî îslâm devletleri, Abbasi sefirlerine karşı, diğer devletler mümessillerine yapılan muameleden çok farklı hürmet gösteriyorlardı. 277 Tuğrul'un Bağdad’da halife tarafından kabulü merasimi ve «melikü’l-maşnk ve’l-mağnb» unvanıyla tekrimi hakkında bakınız: (lbnü'l-Esîr, Mısır basımı, c. IX. s. 220-221). Hukuki şekli itibariyle, halife ona «mutlak vekâle tini» veriyordu; çünkü, İslâm hukukuna göre, Emirü’l-mü’minîn, ruhani değil asıl cismani kudretin sahibidir; yâni bizzat «sultan»dır. Halbuki fi’len sultanlık yâni imparator luk Tuğrul Bey'e geçmiş ve halifenin yalnız ruhani bir sı fatı kalmıştı ki. böyle bir ayınm. İslâm hukuki prensiple-
mani nüfuzu yâni imparatorluk nüfuz v e selâhiyetini tamamen alıyorlar; Asya'daki îslâ m m em leketlerinde hüküm süren birçok sülâleler, onların tâbii olmak m ecburiyetinde kalıyorlar. Yâni, A bbasîler’in ilk şev ketli asırlarında mevcut u n i q u e v e ü n i v e r s e l îslâ m İmparatorluğu telâkkisi, Büyük Selçuklularda adetâ tekrar canlanıyor. Son büyük Selçuklu imparatoru sayabileceğim iz «Sencer» devrine isn a t edilen bir ve sika, bu telâkkinin mahiyetini gösterm ek bakımın dan çok dikkate değer: Bizanslılar tarafından esir edilen ve fena muamelelere uğratılan islâm ların ken disine gönderdiği bir şikâyetnâm e üzerine, «Sencer», Bizans imparatoruna tehdid edici .bir mektup yazarak, bu esirlerin derhal salıverilm esini em rediyor; aksi takdirde İslâm memleketlerindeki hır is tiy anları öldü rüp m a’bedlerini tahrip ettireceğini, v e İstanbul'a ka dar gelip Rumlardan bir eser bırakm ıyacağm ı söylü yor.178 Bu mektubun mevsuk veya sah te olduğu m ese lesinin tetkiki, mevzuumuzun dışındadır. Çünkü, sahte bile olsa, Sencer devrindeki im paratorluk telâkkisinin riyle asla bağdaştırılamazdı. Halife ve m aiyeti, Tuğrul ta rafından kendilerine aynlan gelirle yaşıyorlardı (R âhatu’sSudûr, s. 11). 278 Muhammed Avfî, Lubâb al-albâb, M irza M uhammed Kazvîni tarafından yapılan ilâveler arasın d a Cc. I, s. 314-317). Sencer tarafından Bizans İm p arato ru n a yazılan bu m ektubun küçük bir parçası, b undan evvel W. Barthold tarafından neşredilmiştir ki (Turkestan..., rusca aslına ze yil olarak neşredilen metinler arasında, s. 24-26). Mirza M uhammed Kâzvini buna dikkat etm em iştir. Barthold’ün bunu iktibas etmiş olduğu y azan m eçhul m ü n şeat mec m uası hakkında bilgi almak için bakınız: (CoUections scientifiques de I’İnstitut des langues orientales, III, lea m anuscrits persans decrits p a r le Baron V ictor Eosen» St. - Petersbourg, 1886, s. 146).
küçük ve zayıf bir devlet olan Anadolu Selçu k lu ların da bile, Büyük Selçuklu devleti a n ’anesinin bir deva mı olarak, civardaki küçük müslüman ve hıristiyan devletler üzerinde nazari bir hâkim iyet iddiası göze çarpmaktadır.281 Ancak, şunu bilhassa kaydedelim ki, bütün bu îslâm imparatorlukları tek hıristiyan im pa ratorluğu olarak Bizans’ı tanıyorlardı. îş te bütün bu izahat gösteriyor ki, Osm anlılar’da bilhassa XVI. yüzyılda en gelişm iş şeklini gördüğü müz imparatorluk telâkkisi, B izan s’tan kalma bir m i ras değil, kısmen Osmanlı D ev leti’nin muazzam inki şafından yâni tarihî ş e ’niyetten doğan, ve kısmen de eski Selçuklu ve Abbasî an’anesinden gelen İslâm î bir telâkkidir. Acaba bunda, daha îslâm iyetten ev v e l ki Türk an’anelerinin bir te’siri var mıdır? Y egân e imparatorluk olarak «Çin»i tanıyan v e onun zap tından sonra kendisini tam mânasıyla tek ve cihan-
şümûl
bir
imparatorluk
sayarak
bütün
İslâm
ve
ait tarihi kaynaklarda bu meseleyi bütün teferruatıyla ta kip etmek kabildir. 281 îbn Bibî'nin verdiği bilgiye göre, Anadolu Selçuk luları. Küçük Ermenistan Krallığını adetâ kendilerine tâ bi bir vilâyet sayıyorlardı: Sultan îzzeddin Keykâvus, Er meni kralım yenip sulha mecbur ettiği zaman, memleketi ni tekrar ona tevfiz eden bir menşur göndermişti (Houts ma, Recueil..., IV. 66). Bu gösteriyor ki, Anadolu Selçuk luları. Küçük Ermenistan’ı müstakil bir devlet değil. Selçuk lu tmparatorluğu’nun tamamlayıcı bir parçası sayıyorlardı: Selçuklular, çeşitli zamanlarda kendi yüksek hâkimiyetle ri altında bulunan diğer müslüman ve hıristiyan devletle rini de imparatorluğun parçalarından saymakta idiler; hattâ o devletlerin sikkelerinde metbu'lan olan Selçuk lu padişahının ismi de mevcut idi (bu cins müşterek sik keler hakkında Galib Edhem ve Tevhid Beylerin yukanda zikredilen kataloglanna bakınız).
Hıristiyan devletlerini kendisine tâbi telâkki eden Moğol İmparatorluğu, bu hususta eski Türk ve Moğol a n ’anelerinin te ’siri altında kalmış mıdır? îşte bir ta kım karışık sualler ki, mevzuumuzla doğrudan doğ ru y a a lâk a d ar olm am akla beraber, meselenin esaslı b ir surette tetkiki için bunlara da cevap verilmek za ru re ti vardır. Şimdilik bu meselenin tetkikini başka bir fırs a ta geri bırakarak, burada, kısaca, Osmanlıla r ’da sikke darbının hâkim iyet hukukundan sayıl m asının Bizans’tan alınma bir telâkki olduğu hakkın d a S cala’nm iddiasını tetkik edelim. İslâm iyet ten evvelki ve sonraki Türk devletlerin de hâkimiyet mefhumunun menşei ve gelişmesi me selesi. T ürk hukuku tarihinin diğer bütün meseleleri gibi, henüz meçhul bulunuyor. Ancak S cala’nm iddia sını reddetm ek için böyle uzun bir tetkike ihtiyaç yoktur. Osmanlı m üesseselerine ekseriyetle örnek va zifesi gören Anadolu S elçuklularında sikke darbının, diğer bütün İslâm devletlerinde ol duğu gibi, doğrudan doğruya devlete âit bir hak olduğunu, h attâ Selçuklular’a tâbi devletlerin sikkele rinde Selçuklu hüküm darlarının ismi de bulunduğunu y u k an d a söylemiştik, Şu halde, hicrî 722’de ilk Osrrranh- sikkelerini bastırm ış olan «Orhan»m“ 2 bu hu su sta Bizans te’siri altında kalmış olduğunu iddia et mek tam am iyle yersizdir. O rhan devrinde teşekküle başLayan Osmanlı bürokrasisi, Anadolu Selçukluları’nm h attâ M em lûkler’in ve Ilhanhlar’ın idari an’ane lerine tam am iyle vâkıftı; ve sikke darbı hakkının
282 Köprülüzade Mehmed Fuad, tik Osmanlı Sikkele ri Hakkında, Türkiyat Mecmuası, c. II, s. 411.
hâkimiyet haklarından olduğunu Bizans’tan meye asla m uhtaç değildi.
13
—
öğren
Hilâl Mes’elesi
Osmanlı T ürkleri’nin bayraklarında hâlâ milli bir tim sâl olarak bulunan «Hilâl» şeklinin ya îstanbul fet hinden evvel ve yahut sonra Bizans’tan alınmış ol duğu, eskidenberi tekrar edilmiş bir iddiadır. Bu me seleyi en son tetkik etmiş ölan Oberhummer, m akale mizin ilk kısm ında söylediğimiz gibi, Hilâl’in daha Osm anLlar’dan evvel Türkler arasında bir tim sâl ola rak kullanıldığım dikkate alarak, bunun, yalnızca bir Bizans taklidi sayılamayacağını ve eski T ürk a n ’ane sinin de bu hususta tesirli olduğunu ileri sürm üştü. Hilâl m eselesi hakkında yazılmış çeşitli yazılarda, İlk ve O rta çağlarda Hilâl’in çeşitli kavim lerde bir tim sâl olarak kullanıldığı hakkında kâfi derecede, ta fsilât mevcut bulunduğundan,283 burada o bilgilerin
283 Ûberhummerin makalesine ve orada bu devirler hakkında gösterilen çeşitli kaynaklara bakınız. Yakub Ar tın Paşa'mn Concribution â f etüde du blason en Onent unvanlı eserinde, daha tlk-Çağ devletlerinden başlıyarak, Hilâl hakkında mühim bilgi vardır fbu kısım Halil Haiid Bey tarafından tercüme edilmiştir.- İlahiyat Fakültesi Mec muası. sayı 3. s. 36-51; Maamafih burada İslâm ve Türk devletlerinde ve bilhassa OsmanlIlarda Hilâl hakkında verilen bilgi tamamlanmağa muhtaçtır. Profesör Ridgeway tarafından İngiliz Antropoloji Cemiyeti Mecmuasında 1908 de neşir ve yine Halil Halid I^y tarafından tercüme edi len »Türk Hilâlinin Aslı* unva mi-makale de dikkate değer (İlahiyat Fakültesi Mecmuası, sayı 2, s. 158 • 132). Bu ma kaleye zeyil olarak çeşitli Ingiliz âlimlen tarafından ileri
tek rarını lüzumsuz buluyoruz. Bundan dolayı, sadece Osmanlı Devleti’nin kuruluşundan evvelki îslâm ve bilhassa Türk devletlerinde Hilâl'in m illi bir timsâl olarak mevcut olup olmadığını ara ştırm ak la iktifa edeceğiz. Bu mesele hakkında şimdiye kad ar çeşitli m akale ve kitaplarda dağınık kalmış bilgileri, eski ta rih î kaynaklarda mevcut olup da bugüne kadar dik k ati celbetmemiş bir takım kayıtlarla tamam layıp birleştirerek yazılan bu satırların, İslâm -Türk arkeo lojisiyle uğraşanlar için de faydalı olacağını zanne diyoruz. Eski Türkler de Hilâl'in bir tim sâl olarak kullanıl dığına dair Çin kaynaklarında hiç bir kayıt yoktur. Bir Çin şairinin tasvirine göre «korkunç çölün son suzluğunda boşluğa asılmış gibi duran hilâbin284 Türkler içir, hususî bir ehemmiyeti olması kolaylıkla sürülen görüşler de çok dikkate değer. Bunlardan, meş hur arkeolog Arthur Evans, Hilâl'in JTürkler tarafından İstanbul fethinden sonra — Bizans'tan alman sair birçok şeylerle beraber— alındığını, ve yalnız, Bizans'ta Hilâl'in üstünde Yıldız bulunduğu halde Türklerin Hilâli semaya doğru yan çevrilmiş vazıyette kuilandıklannı söylemiştir Hind ve Efgan tarihi hakkında tetkikleriyle ün yapan M. Longvvorth Dames ise, Efganistan'da hüküm sürmüş bir takım Türk sülâlelerinin sikkelerinde Hilâl ve Yıldıza rast lanıldığını ileri sürerek, Bizans'tan alınma iddiasını red detmiştir. W. Deonna'nın «Le drapeau de la Râgence du Carnaro» adlı küçük makalesinde de Hilâl meselesine ait bâzı bilgilere tesadüf edilir (Revue de I’histoire des Religions, 1920 . c. 02, s. 79-84). Profesor W. Barthold'ün Hilâl meselesine dair Rus İlimler Akademisi bültenlerinde çık mış olan bir makalesi mevcut ise de bu makaleyi yazar ken onu bulup faydalanamadım. 284 Renâ Groussct, sur les traces du Bouddha, Paris. 1929. M31.
h atıra gelebilir; fakat buna âit kaydı ancak «Şeftndme»de bulabiliyoruz ki203 ne dereceye kadar mevsuk sayılabileceği bilinemez. Sonradan Moğollar devrinde «Muqalı»nm bayrağında «kara Hilâldin bulunduğu Çin m enbalarından anlaşılıyor; fa k a t bu b ayrak P . Pelliot’nun tahmin ettiği gibi M uqalı’nın şahsına m ah sus bir b ayrak mı idi? Yoksa, Cengiz H an'ın bayrağın da da «kara Hilâl» bulunuyor muydu? Bu, kesin olarak söylenem ez.286 Bununla beraber, şimdi îzah edeceği miz üzre, îslâm iyetten sonra çeşitli Türk devletlerin de, bilhassa sikkeler üzerinde, «Hilâl»e rastlanıldığı ve Şehnâm e’n in yukarıda geçen kaydı dikkate alınır sa, eski T ürk ve Moğollar’da Hilâl’in bir tim sal olarak kullanıldığı fikri birden bire reddedilemez. Hilâl, Sâsânîler zamanında İra n ’da bir tim sâl ola ra k kullanıldığı gibi,287 İran, İslâm hâkim iyeti altına geçtikten sonra da o sâhada devam etti.23* E. Ober285 Buna Oberhummer dikkat etmiştir: Die Türken und das Osm anise he Reich, s. 104. 286 P. Pelliot. Notes sur le Turkestan de M. W. Barthold, T’oung Pao. XXVII, s. 32. 287 Bu eskiden beri bilinen bir vâkıadır. Yukanda zikrettiğimiz eserlerde buna dair verilen tafsilâta bakınız. Onlara ilâve olarak: A. Christensen, L’empire des Sassanİdes, s. 90; CL Huart, la Perse antique, s. 170; J. Stryzgowski, Altai-İran und Völkenvanderung, 1917, s. 52, 1S7; N. P. Kondakov. bu Sâsânî timsalinin onlarla münasebetlerde bulunan Türk göçebelerine ait bâzı eserlerde de mevcud olduğunu bugün Tokyo Müzesinde bulunan bir kumaştan istidlAl etmektedir (Byzantion, I. s. 24). 288 Sâsânî geleneklerinin İran sâhasında Islâmiyetten sonra uzun müddet devamı bilinmektedir. Hattâ, eski İslâm meskûkâtı arasında, doğrudan doğruya Sâsâni sik kelerini taklid ederek basılmış ve içinde pehlevî harfleri bulunan sikkeler de mevcuttur (daha sonraki devirlerde
hummer, m üverrih Mîrhond’dan naklen, Sebük Tekin’in ordusunda H ilâl’in —acem ce metinde «mâhçe»— bir tim sâl olarak kullanıldığını söylüyor.*89 Sonradan, Selçukluiar'da H ârizm şahlar’da, Anadolu Selçuklula r ın d a mevpudiyetini o devirlere â it tarihî ve edebî kaynaklarda gördüğümüz bu «Mâhçe» yâni «Hilâl»290 bile orap harfleriyle fakat Sâsânî tipinde İslâm sikkeleri ne rastgelinir). Ya'kub Artin Paşa bu hususta Hcnri Lavoix’nm «Catalogue des monnales de Bibliothcque Nationale, c. I. Khalifes orientaux»suna dayanarak bilgi ver mektedir. Aynca Galip Edhem Bey’in İstanbul Müzesi Meskûkât-ı Kadime-i lslâmiye Kataloğu’na bakınız. 289 Oberhummer, ayni eser,*s. 54. Onun dayandığı metin şudur: «Dar în atnâ mahça-i tûk-i zafar-paykar-i amir-i Nâsır ad-Din Sabuktagin az ufk-i dıyâr-i Balh tâli' gaşt» (Ravzatu's-safâ, Bombay basımı c. 4, s. 26). Bu «mahçe» kelimesi hakkında Ferheng-i Şu’ûri (c. 2, 35S)'de şu tafsilât vardır: «Sancak ve alem başlannda olan yassı nesne ki ay gibi gümüşten ve bakırdan idüp yaldızlarlar» ve bunu müteakip Selman-ı Saveci'nin şu beyti zikredili yor : Şâh ginft Kâf tâ Kâf cahân ki dar cahân Mahça âflâb şud râyat-i râyi şah-râ. «Ravzatu s-Safâ» metnindeki «tuk» kelimesi «tug»dan başka bir şey olamaz. Gerek bu fıkrada gerek Şehnâme'deki fıkrada Belh havalisinden bahsolunduğu için Oberhummer’in bundan bir netice çıkarmağa çalışması, tamamiyle manasızdır. Bu, alelade bir tesadüften başka bir şey değildir. (Bu «mahçe» meselesi hakkında C. Brockelmann'a da bakınız Keleti Szemle 1916-17, XVII, 1-3. s. 187-190), 290 Meselâ Râhatu's-Sudûr (s. 137)‘de: «Va aftâb-i din-i muhammadi darhama ‘âlam az mahça-i livâ-i şahryâr-i kâmgâr duruhşân u tafta ast», Houtsma, Recueil..., i, .130: «Ba tulû’-i hilâl-i râyat-i Atâ-begi tabaşır-i subh u sa lâh-i rûy namüd»; kezalik «Hakanı*nin Harezmşah Töküş'e takdim ettiği bîr kasidenin şu mısraında. «Mâhça-i çatr û kal'a-i gardûn guşâd» (Cihangüşa-yı Cüvaynî'den naklen: Hâdi Haşan, Falakî-i Shinvânî, 1929, s. 32-33). Bu
K arah an lılar'ın ,” 1 Büyük Selçuklular’ınÎM ve Selçuk lular'ın h alefi olan bir takım küçük devletlerin, son ra İlhanlılar’m meskukâtında2” da görülmektedir.
gibi misâlleri daha pek çok uzatmak kabildir. Netice ola rak söyliyelim ki, eski metinlerde daha ziyade «mahça-i çatr, mahça-i livâ. mahça-i ’alam» ve daha sonraları «mahça-i tüg- şekillerinde bu kelimeye rastlanır. 291 Ahmed Tevhid, Meskukât-ı Kadime-i İslâmiye Ka talogu, s. 4. 3u sikkede mevcut olan Hilâl ve altındaki Yıl dız, diğer bir şekiile karışık olduğu için; Tevhid Bey bu nun Hilâl şekli olduğunu tesbıt etmemiştir. 292 Tuğrul Bey sikkelerinde. Hilâl ve Yıldız işareti, ve ayrıca, yukarıda zikrettiğimiz Karahanh sikkesindeki bir işaret mevcuttur ki. Tevhid Bey bunların ok ve yay işareti olduğunu söylemiştir (ayni eser, s. 53-59). Bizim fikrimize gere, o unlardan biri Hilâl ve Yıldızdır; diğe rinin de. Tuğrul 3ey :a tevki’ alâmeti olan «çomak tamga* olduğu tahmin olunabilir. Acaba bu çomak tamga, Sel çukluların mensup olduğu Kınık boyunun tamgası mı dır? Yoksa, ad enin ceddi olan Selçuk Subaşı’ya, metbûu olan Karahaniılar tarafından verilen bir alâmet-i mahsu sa mıdır? Her haide yukanda zikredilen Karahanh sikke siyle Tuğrul'un sikkeleri arasında görülen •—ve Ahmed Tevhid Bey taralından belirtilmeyen— bu derin benzerlik ay rıca tetkike değer. Biz burada bu meseleyi halle çalış maksızın. sadece, kayıd etmeği yeter görüyoruz. 293 Meselâ Anadolu Selçuklularının sikkelerinde Hi lâl, Yıldızla Hilâl şeklilerine çok rastlanır (Ahmed Tevhid, Meskükat-ı Kadime-i İslâmiye Katalogu. s. 126, 142, 189. 197, 199, 202, 232, 248; Galib Edhem, Takvim-i Meskukât-i Selçukiyye, s. 45. 63). Musul Atabeylerinden İzzeddin in 535 tarihli, Mahmudun 627 tarihli, Cezire Atabeylerinden Mu'izzüddin Mahmud’un 606 tarihli, Meyafarikîn Ey yû bilerinden Melik al-Nâsır Salâhaddin’in tarihi bilinmeyen sikkelerinde Hilâl mevcuttur (Galib Edhem, Meskııkât-ı Türkmâniyye Katalogu, s. 101, 132, 148). Hülâgu’nun Erbil’de kesilmiş bir sikkesinde, Abaka Han’ın
Bununla beraber, bu devletlerin bayraklarında Hilâl şeklinin mevcudiyeti hakkında hiç bir bilgimiz yoktur. Eski İslâm devletleri arasında ise, m eselâ F âtım iler'in bayraklarında Hilâl resm i - bulunduğunu pek iyi biliyo ruz.294 Efganistan’da hüküm süren bâzı T ürk ve K arluk em irlerinin sikkelerinde dahi Hilâl ve Yıldız şekillerine rastlanm ası,295 her halde, öyle basit bir tesadüften ib a r e t sayılamaz. İslâm Epigrafisinin adetâ kurucusu sayabileceği miz Max van Berchem, İslâm sikkelerinde ve kitabe lerinde tesadüf edilen bâzı şekillerin m ahiyetini ve bunların bir sülâleye ve yahut bir şehre m ahsus arm a lar gibi telakki edilip edilemiyeceğini h er zamanki de rin görüşüyle tetkik ettiği sırada, bir m ünasebetle. «Hi lâ ld e n de söz etmiş ve bu gibi karışık m eseleler hak kında acele hükümler verm enin yanhşlığm ı pek iyi
Musul’da, kesilmiş diğer bir sikkesinde Hilâl olduğu da malûmdur (Mübarek Galib. Meskükât-ı Kadime-i İslâmiyye Kataloğu. III, s. 16. 24). Bu çeşitli sikkelerde. Hilâl deği şik şekildedir: ya sadece bir Hilâl, yahut Yıldızla Hilâl, yahut Anadolu Selçuklularında olduğu gibi bir süvarinin başında Hilâl, iki eliyle göğsünün üstünden uçları yukan doğru bir.Hilâl tutmuş bir adam, ilh... Aşağıda 295 numa ralı nota bakımz. 294 G. Demombynes, Bibliothequ 2 des gâographes arabes. c. II, s. LI. Burada verilen izahata göre, bâzı Ku zey Afrika müslüman devletlerinde de bayrak üzerinde Hilâl kullanılmıştır. Yakub Artin Paşa'nın kitabında diğer İslâm devletlerinde de Hilâl'in kullanıldığı hakkında bâzı kayıtlar vardır. 295 Yukarıda s. 155’deki 283 nolu notta gösterildiği gibi. M, Longvvorth Dames tarafından verilen izahata bakınız (İlahiyat Fakültesi Mecmuası, sayı 2, s. 180)'
gösterm işti.296 G erçekten, yukarıda, sikkelerinde Hilâl şekline rastlanıldığını söylediğimiz çeşitli T ürk devlet lerinin bayrakları, o bayrakların renkleri, çeşitli renk lerin ifade ettikleri m anâlar, sülâleye mahsus resm î bayrak ile em irlere mahsus b ay ra k lar arasındaki fa rk lar, hülâsa bütün bu m eseleler hem en hemen tam a men meçhulümüz bulunuyor. Bu m eselelere dair şura da burada rastlanılan bilgiler de dağınık ve yetersiz dir. tik Osmanlı bayraklarına âit H am m er’den bugüne 296 Max van Berchem, Musul Atabeyi Lü'lü'ye âit bâzı eserler ve kitabeler hakkında yayımlamış olduğu bir makalede, «elinde Hilâl tutan oturmuş bir adam» şekline bu hükümdara âit kitabelerde ve Musul'da yapılmış bâzı sanat eserlerinde rastlandığını, ve bunun Zengi ve Hülâgû hanedanlarının sikkelerinde de bulunduğunu söylemiş, ve Lü'lü «Bedreddin» lâkabım taşıdığı için bu lâkapla Hi lâl arasında bir münasebet olması ihtimâlini bir faraziye şeklinde ileri sürmüştü (Orientalische Studien, Festschrift fiir Th. Nöldeke, 1900, Band 1. s. 201). Van Berchem, son radan, diğer bir eserinde, başka bir münâsebetle bu me seleden tekrar bahsetmiş, ve evvelki faraziyesi tahakkuk edecek olsa bile bu timsâlin umumiyetle sülâleye mahsus değil, belki sadece Bedreddin Lü’Iü'ün şâhsına mahsus bir arma gibi telâkki olunabileceğini söylemişti (Max van Berchem und J. Strzygowski, Amida, Heidelberg 1910, s. 94-S5, not 4). Yazar, bundan sonra, üzerinde Hilâl işareti bulunan Zengiler ve İlhanlIlar gibi sülâlelere âit çeşitli sikkelerden bahsederek, bunun herhangi sülâleye mahsus bir arma sayılmayacağını, çünkü aynı sülâlenin sikkele rinde değişik şekiller bulunduğunu (meselâ tlhanhlar'da arslan, kaplan, tavşan, güneş), ve hattâ M. de Karabacek'in iddiası veçhile Musul şehrine mahsus bir arma da sa yılamayacağını, çünkü çeşitli şehirlerde basılan sikkelerde Hilâle tesadüf edildiğini pek haklı olarak söylemiştir. İs lâm ve Türkierde Hilâl meselesi hakkında yukarıdanberi verdiğimiz izahat, van Berchem’in bu görüşlerini doğru layacak mahiyettedir.
kadar verilen bilgilerin de, sonraki devirlerde yazıl mış ve bundan dolayı tam m anâsıyla güvenilemiyecek Osmanlı kaynaklarından çıkarılm ış olduğunu söy lersek, Hilâl timsâlinin Osmanlıiar tarafrndan ne z a mandan beri kullanıldığım bile şimdilik kesin surette tesbite imkân olmadığı açıkça anlaşılır.287 Ancak, men şei her ne olursa olsun, A sya'nın m uhtelif sahaların daki Türk devletleri tarafından kullanıldığı anlaşılan Hilâl’in Osmanlılara Bizans’tan geçtiğini iddia etmek te hiç bir sebep yoktur. Eğer Hilâl Osmanlıiar dan ev velki T ürk ve Moğol devletlerinde m evcut olmasaydı, ancak o zaman bunun Bizans’tan alındığını iddia ka bil olurdu. Hilâl, Osmanlıiar tarafından kullanıldıktan sonradır ki, bilhassa son asırlarda Batı ve Doğu âle minde İslâm î bir timsâl mahiyetini alm ıştır.288 297 Osmanlıiar'da Hilâl kullanılmasının ne zamandanberi başladığı hakkında Yakub Artin Paşa’nm kita bında ve Oberhummer'de verilen bilgilere tamamıyle güvenilemez. Sonraki devirlerde yazılmış kaynaklardan çı karılan o bilgiler ihtiyatla kullanılmalıdır . 298 E. Oberhummer, camilere ve minarelere Hilâl asılması adetinin Türk memleketlerine münhasır olduğu nu, Fas'ta. Acemistan ve Hindistan'da bu âdetin mevcut olmadığın; söylüyor, ve bunu da. Hilâl’in islâmi bir tim sâl olmadığına bir delil olarak zikrediyor (yukarıda mez kûr eserinde). Bu münasebetle, eski bir Ermeni müverri hinde tesadüf ettiğimiz mühim bir kayıt üzerine dikkati çekmek istiyoruz: bu kayda göre Abû Suvar «Ani* şehri ni zaptettiği zaman, büyük kilisenin üstüne. Ahlat’tan bil hassa getirttiği altından bir «at nalı» astırmış: fakat Kral Dav id şehri geri alınca, nalı kaldırarak y eri ne tekrar sa libi koymuş (Histoire chronologique par Mkhithar d'Airivank, XM'e sieclc., traduit par M. Brosset, St. Petersbourg, 1809, 5, 99), Bu eserin mütercimi olan Brosset. ilâve ettiği bir notta Hilâl'in «at nalı* olduğunu, ve gerek Ermeni ge rek Gürcü yazarlarının bunu ifade için arapça nal kelime-
14 — Diğer İdarî Müesseseler Bizantinistlerin iddiasına göre, Osmanlı İm p arato r luğu Bizans idari müesseselerini hemen aynen alm ış, ve devleti idare eden bürokrasi de, hem en um um iyet le. müsiüman olmuş hıristiyanlardan teşkil olunm uştur; devletin dış haberleşmelerinde ve bir takım iç işlerde rumcamn resm i dil olarak kullanılması da bunun baş lıca delillerinden biridir! Türklerin idare adam ı ve hu kukçu olmadıklarını bir m üiearife olarak d eri süren Ch. Ciehl gibi bizantinistlerden başlay arak bu m ese le hakkında son zam anlarda çok m utaassıbâne bir ma-
sinîn transkripsiyonunu kullandıklarını söylüyor. Müslü man Acem müverrihlerindeki «mâhçe-i tüg» tâbiri, acaba, at kuyruklarından yapılan tuğların üstüne konulan at na lım mı ifade ediyor? Türklerde HilâTin menşeini ararken acaba bunu göz önünde tutmak lâzım değil midir. Yoksa. Ermeni müverrihleri, sırf şekil benzeyişine aldanarak Hi lâli nala benzetmiş ve o kelime ile mi ifade etmişlerdir? işte mühim bir mesele ki yalnız tarihi ve arkeolojiyi de ğil, etnegrafiyi de alâkadar ediyor. Hilâl'ln Türk-Moğol kabileleri arasında kullanılıp kul lanılmadığı hakkında bir fikir vermek için, G. GrumGrzimajlo'nun Uriankhai şamanlanna ait bir müşahedesi ni kaydedelim: Onlann başlıca eşyası arasında «çclcsdedikleri bir bayrak (Moğollara ait acemce kaynaklardaki çaliş) vardır; bâzan yukarısına madeni bir yılan timsâli veya güneş yahut Hilâl şekilleri konur (Zapadnaja Mongolija, i Urjanhajskij Kraj, c. III. kısım. 2, s. 143). Acaba bu Hilâl eskiden beri kullanılan bir timsâl midir? Yoksa, sonraki devirlere ait bir iktibas mıdır? Yukanda, s. 157, not 287'de Kondakovun . iddia ettiği gibi Sâsânilerden Türklere ve onlardan Moğollara mı geçmiştir? Yoksa, bu bir Hilâl değil de sadece bir at nalı mıdır? Biz hiç bir kat’i fikir ileri sürmeyerek yalmz vâkıalann tesbitiyle ik tifa ediyoruz.
kale neşreden yunanlı yazar A. Papadopulos’a ka d ar299 daima tekrarlanan bu iddia, şimdiye kadar Bi29D Epetiris Etireias Byzantinion Spedion (Bizans Tetkikleri Cemiyeti Yıllık Mecmuası, rumca) Atina, 1925. c. II, s. 84 - 106. Türklerin ancak Rum tebaalan sayesinde devlet kurabildiklerini isbata çalışan, ve çok dar, msîaassıbane bir zihniyetle yazılmış olan bu makalede, yazar, diğer çeşitli meseleler arasında bu noktaya da temas ede rek şunları söylüyor: «hükümetin idari ve mali hizmetle rinde dahi Rumlar faydalı idiler. Yan vahşi ve g?;ebe Türkler, medenî bir teşkilâttan büsbütün habersiz olup bu teşkilâtı ancak BizanslIlarla temasa geldikleri zaman öğ rendiler. Bizans devleti harabeleri üzerine Türk de", ,'eti kurulunca, Türkler. Bizans’ın teşkilâtını kopya etmrVer, idare ve maliye hizmetlerinde mecburiyet dolayısıyla Rum kullanmağa başlamışlardı. Rum memur olmadığı vakit devlet veznelerinde çetele kullanan bir hükümette, gllir ve gider doğru ve tamam olamaz». Görülüyor ki bu id İla, bizantinistlerin eski görüşlerinin daha mutaassıbâne bir tekranndan başka bir şey değildir; yukanda da bu mahi yetle görüşlere rastlamıştık. Bunlara bir ilâve olmak üze re. Kanuni Süleyman devri hakkında dikkate değer bir eser yazmış olan ve Türkler hakkında hattâ dostâne fi kirler besieyen bir Amerikalı tarihçinin de Osmanlı dev letinde devlet teşkilâtının bir çok teferruatının — hem mer kezî idareye, hem de mahalli teşkilâta ait olmak üzere— Bizans'tan geldiği fikrinde bulunduğunu da söyliyelim (Albert Hoıve Lybyer, the Government of the Ottoman Empi re in the time Of Suleiman the Magnificent, Cambridge, 1913, s. 2Ş-24). Görülüyor ki, bizantinistlerln bu gibi iddi aları. en tarafsız olmak istiyen âlimler üzerine bile tesir li olmuştur! En son neşredilen bir umumi tarih serisinden aldığımız şu satırlar da, Osmanh idare mûesseselerinin mahiyeti hakkındaki bu yanlış telâkkinin umumiyetle ta rihçiler arasında halâ devam ettiğini göstermektedir: «le Turc, qui est un guerrier et non un administrateur, et qui a conserve â peu pres intacts les cadres de I’administration byzantine, s’en remets volontiers du soin de gouvemer les provinces â ces hommes qui connaisserit les populations
I
zans’tan alındığı iddia olunan bir çok İdarî, m ali, a s kerî m üesseselerin büsbütün başka m enşe’lerden gel diğini m eydana çıkaran yukarıki sayfalardan sonra, artık ehemmiyetini kaybetmiştir. Bununla beraber, bu meseleyi daha açık ve kesin surette halletm ek için, bizantinistlerin mevcud olduğunu iddia ettikleri diğer bâzı idari iktibasları da birer birer gözden geçirelim . I — Bürokrasi
Daha Osmanlı Devleti kurulm adan evvel m evcut olan ve Anadolu'da kuvvetli izler bırakan Anadolu Sel çukluları devleti, XIII. yüzyılda, gayet iyi kurulm uş bir devlet teşkilâtına, vazife ve salâhiyet daireleri sı nırlandırılmış ve tanzim edilmiş kuvvetli bir sınıfına malikti. Bu asrın sonunda Anadolu’ya fi'len hâkim olan Ilhanlılar im paratorluğu ise, merkezde ve m ülhakatta, gayet mükemmel bir idare mekanizması na sahip bulunuyordu; h attâ Anadolu'nun m uhtelif âm illerle karışm ış olan İdarî ve mâlî vaziyetini tanzim için merkezden hususî heyetler gönderildiği de bilin mektedir.300 X in - XIV. yüzyıllarda Anadolu ile siyasî ve kültürel çok sıkı münasebetlerde bulunan M ısır Suriye Memlûk Im paratorluğu’nun ne kadar kuvvetli ve muntazam bir bürokrasiye malik olduğunu da ilâ ve edelim.301 işte, esasen Selçuklu teşkilâtına vâris sujettes et qui sont familıarises avec les traditions d’une bureaucratie seculaire» (H. Hauser et A Renaudet. Les debuts de I’âge modeme, Paris, 1929, s. 3931. 300 İbn Bibî, Aksarayi Tezkeresi, Cami'ü't-Tevârih gibi o devirlere ait başlıca kaynaklar ve d’Ohsson'un Moğollar Tarihi'ne bakınız. 301 Me mİ ilkler devletinin Anadolu ile '.ok sıkı harsi münasebetleri hakkında Encyclop4die de l’lslam'a yazmış
olan Osmanlı Devleti, XIV. yüzyılda kendi İdarî müesseselerini kurmak m ecburiyetinde kaldığı zam an, Sel çuklu - îlhanlı • Memlûk m üesseselerini bir örnek ola rak karşısında buldu; ve Osmanlı bürokrasisi, kısmen bu devletlerin — yahut, onlara benzer m üesseseler vücude getirmiş Karam an, Germiyan gibi beyliklerin — hizmetlerinde bulunmuş, ve o geleneklere vukuf k az ar mış adamlar tarafından kuruldu.*’2 D aha XIII. yüzyıl da parlak mahsuller vermiş olan Anadolu m edreseleri. O sm anlIların ve diğer Anadolu Beyliklerinin muhtaç oldukları idare adam larını, hukuk âlim lerini bol nis pette yetişdirdikleri gibi, o zam anki tedris si s temin cgöre İslâm âleminin çeşitli büyük m erkezlerinde tah sillerini tamamlamış adam lar da Anadolu’da aslâ ek sik değildi.3^ Orhan’ın açtığı İznik m edresesi ve ondan sonra açılan diğer m edreseler de bu unsurları yetiştir mek hususunda şüphesiz faydalı olm uşlardır.301 Devle tin kuruluşunda çok büyük hizm etleri olan XIV. yüz yıl Osmanlı devlet büyüklerinin, hemen pek az istisna ile. Türkler‘den mürekkep olduğu da unutulm amalıdır. İşte bütün bu cihetler düşünülecek ohr.-a. ilk Osman lı bürokrasisinin daha XIV. yüzyılda tam am iyle Türk
olduğum uz «Osman!' T urk Edebiyatı» maddesine banın:.
Şimdiye kadar hiç teıkı*. -.emiş olan bu mühim mes* le hakkında aynca bir tetkik yayimlıyacağız. 302 İlk Osmanlı ric&l ve âlimleri hakkında tarihi kay naklarda mevcut bilgi bunu göstermektedir. Eski Osman lI vakayinamelerinde — meselâ Âşık Paşazade Tarihi’nde. Tevarih-i âl-i Osman’d a — buna ait mühim kayıtlar vardır 303 Bu hususta «Şakayık» a ve XIV—XV. yüzyıllards Mısır'da yazılmış tarihi ve biyografik eserlere bakınız. 304 Mehmed Arif. Devlet-i Osmaniye’nin Teessüs ve Takarrürü Devrinde İlim ve Ulema (Edebiyat Fakültesi Mecmuası. 1332, sene 1, sayı 2, s. 137-144).
lermkî vergi mültezimliği gibi basit vazifelerde kulla nılm aları, hiç b ir zaman, Osmauu idare makinesinin Bizans’tan kaldığına delâle* edemez. Asya’daki diğer Islâm devletleri gibi, isinim Iran an aneleriyle meşbu ? ve T ürk-Islâm lardan mürekkep çok muntazam bir bü rokrasi. Osmanlı Devletinin esas dayanaklarından bi rini teşkil ediyordu.308 303 Sâsânî İmpuratorluğu’nun idare teşkilâtı, İslâm devrinde âdeta ideal bir örnek gibi telâkki edilmiştir. M.S. IV. yüzyılın meşhur İslâm müellifi Câhız, Risale fi fezâili’lEtrâk'ınde Sâsâniler'm idarecilikteki üstünlüklerini kay deder (bu risale van VIo ten tarafından «Tria opuscula auetore al-Djâhiz, 1903» adıyla toplanan risaleler içinde yayımlanmıştır. Türkçe tercümesi Türk Yurdu Mecmuası'nda’ mevcuttur; İngilizce tercümesi de «J.R.A.S. 1915, 631-97» de çıkmıştır). İslâm yazarları tarafından yazılan siyaset kitaplarında daima Sâsânî hükümdarlarının ve devlet bü yüklerinin tedbirlerinden. İran feylesoflarının devlet idare si hakkındaki nazari yelerinden balı solunur. Her halde, İs lâm devletlerindeki divan teşkilâtında, daha umumi tâbir ile İslâm bürokrasisinin teşekkülünde Sâsâni tefsin — vak tiyle İbn Haldun'un da dikkat ettiği g ib i— çok göze çar pıcıdır (A. Christensen, I’Empire des Sassanides s. 33. 55). Nizâmü'l-Mülk, Siyasetnâme'sinde, Büyük Selçuklu İmpa ratorluğunda da hâkim olan bürokrasinin mahiyetini o l dukça vazıh olarak anlatmaktadır: Bundan anlaşılıyor kı. devlet işleri ve bilhassa merkezi idare, âdeta belirli ailele rin ellerindedir, ve âdeta bir «caste» hâlini almış olan bu sınıf, yabancıları kendi arasına almaktan şiddetle kaçın mıştır. «Muhammed bin Hindüşâh»ın Düstûrü’l-Kâtib adlı münşeatında, kitabet vazifesinin ehemmiyet vc fazileti ve bilhassa Sâsûniler devrinde buna verilen büyük kıymet hakkında, kısmen Uyûnü'l-Ahbâr’dan nakledilmiş (Mısır basımı 1925, c. 1, s. 7; ‘Uyûnü’l-Ahbâr’m birinci cüzünde bu mesele hakkında uzun malûmat vardır) mühim bilgi ler olduğu gibi, İslâmî arda kitabet meselesinin ehemmiye ti hakkında da İzahat vardır; bu meselede eski Sâsânî te lâkkisine şiddetle taraftar olan müellife göre, babalan ve
II— Devlet Muhaberelerinde Rumca
D aha Selçuklu’lar devrinden başlayarak Anadolu şehirlerinde T ürklerle R um ların karışık bir halde y a şam aları, h er iki lisanın birbiri üzerinde karşılıklı te’dedeleri devlet işinde bulunmamış kimseleri ve avâmı ki tabet işine karıştırmamak, devletin selâmeti için şarttır (Köprülü kütüphanesi yazmaları, nu. 1241, varak 12 ve 2 3 1 ). «Muhammed bin Hindûşâh» kendi zamanında yâni XIV. yüzyılda Mısır ve Suriye’de kitabet vazifesine çok ehemmiyet verildiğini ve «kâtibü*s-sır»[ann büyük emirler gibi ikta’lara malik olduklarını söylüyor: Memlûkler dev rinde bürokrasinin ehemmiyetini, bu vazifelerin âdeta ir si surette babadan cgula kaldığım, kâtiplerle kadıların böyTece ayrı ye çok kuvvetli bir sınıf teşkil ettiklerini bi liyoruz (C. Demombynes, La Syrie â l‘cpoque des Mamclouks, XLVIII, LXV, CXVI - CXVII’de bu sivil idarenin mahiyetini pek iyi anlatmakta, ve bunun, eski halifeler devri idari ananelerinin bir devamı olduğunu söylemekte dir). AbbâsiierMe, Sâsânller’de, Memlûklerde, İlhanlılar’da devam eden bu Sâsâni te! âit kilerinin XV. yüzyılda Timurlular devrinde de devamım gösteren bir delili, Devletşâh'ın şüerâ Tezkire’şinde buluyoruz: avam ve köylü ço cuklarının biraz okuyup yazma öğrenerek devlet memuri yetine girmelerini şiddetle suçlayan bu müellife göre, köy lü sınıfının memur olması hem ziraat hayatım bozar; hem de, memur aristokrasisine mensup olmıyan bu sonradan görme insanlar, ahaliye zulmetmekten çekinmezler. Dcvletşâh. bu fikrim doğrulamak için eski bir hikâye de an latıyor: Selçuklu İmparatoru Melikşah ordunun ihtiyacı için iki hafta içinde 200.000 dirhem tedarik etmesini emre derek Nizâmu l-Mülk’ü İsfahan'a yolluyor. NizâmüT-Mülk yolda bir köy ağasının, (dihkan. kethüda) evine m isafir oluyor; Nizâma 1-Mülk"ün niçin seyahat ettiğini öğrenen dihkan, azçok okuma yazma öğrenmiş olan oğlunun dev let hizmetine kabulü takdirinde derhal bu parayı verece ğini söylüyor. Bu tekliften memnun olan vşzir. derhal me seleyi hükümdara bildiriyor. Fakat an’aneye muhalif olan bu teklif Melikşah’ı fevkalâde hiddetlendiriyor (Devletşah Tezkeresi, 3rowne tab’ı, s. 179-181). îşte Anadolu Selçuklu-
sirler yapm asına sebebiyet verdi. Bundan başka, Sel çuklular, Hıristiyan devletlerle ve bilhassa Bizans ile haberleşm elerinde rum cayı kullanmaya başladılar. Yakın-Doğu’da asırlardanberi büyük bir im paratorluk m a nevî nüfuzu ic ra eden Bizans’ın bu devirlerde resm î •dili olan rum ca, büyük bir diplomasi lisanı mahiyetini kazanm ıştı; işte, birçok Rum tebaaya, ve merkezî id a rede Rum tercüm anlara malik olan Anadolu Selçuklu devletinin, hıristiyan devletlerle muhâberelerinde rum cayı diplomatik bir lisan olarak kullanması gayet ta biîydi. XÜI. yüzyılda Anadolu Selçuklularının yaptık ları m uahedenâm elerde rum ca kullandıkları hakkın da tarihî bilgilere malikiz. Onlardan sonra, K aram an hüküm darlarının, Anadolunun cenup sahillerindeki b â zı T ürk Beylerinin, Batı Anadolu’da Bizans ile ve B a tı devletleriyle m ünasebetlerde bulunan Türk E m irlik lerinin bu an ’aneye uyduklarını biliyoruz.303 XIV. yüz yıldan başlayarak, hemen hemen XVI. yüzyıl sonları ları’nm ve sonra Osmanlı Devletinin esas itibariyle bu bü rokrasi an’anelerine vâris olduğunu asla unutmamalıdır XIV. yüzyıl sonuna ait bâzı Osmanlı menbalanndan pek iyi anlaşıldığına göre, bu esnada Osmanlı bürokrasisi es ki lran-İsl&m geleneklerine göre teşekkül etmiş bulunu yordu. 309 Papadopulos’un makalesinde buna ait menbalar zikredilmiştir. Ona ilâve olarak *L. De Mas Latrie’nin (Histoire de Chypre sous les Lusignans, Paris. 1852-61, 3 Cilt.) adlı mühim eserindeki bâzı vesikalarla. (Thomas et Pedrelli. Dipîcmatarium Veneto-Levantinuml ’daki bir ta kım vesikaları ve Iorga'nın aşağıda sözü edilen makalesi ni zikredebiliriz. Anadolu Türk devletlerine ait bu resmi vesikalar arasında lâtince olanlar da vardır; acaba bun lar esasen lâtince mi yazılmıştır? Yoksa, bu lâtince metin ler rumca yazılmış metinlerin tercümeleri midir? Bu ci heti biraz tetkik edelim. W. Heyd. II. Bayezid devrine ait ve ticari mahiyette resmî bir vesikadan bahsederken, bu nun rumca ve lâtince ve yahut sadece rumca yazılmış ol-
na kadar, Osmanlı padişahlarının da bu kuvvetli gele neğe uyduklarını görüyoruz. D aha 1430’da sarayda D churatch adında türkçe, rum ca ve Slavoncaya vâkıf bir sırp kâtibin vazifeli olduğunu Ducas söylediği gibi, Kritovulos da F atih 'in bir ru m kâtibi olduğunu haber veriyor.310 XV. yüzyılda F a tih 'in ve II. Bayezid’in rum ca yazılmış ferm an ları bu gün elde m evcuttur; XVI. yüzyıldan da, galiba en son olarak, II. Selim’in, Kıb rıs meselesi m ünasebetiyle Venedik Doju’na gönder miş olduğu rum ca bir ferm anın metni elde bulunuyor.3,! duğunu. çünkü rumcamn henüz o devirde de dış haber leşmelerde Osmanlı devleti tarafından resmi lisan olarak kullanıldığını söylüyor (Histoire du commerce du Levant, ®f s. 3431, N. Iorga, Fatih Mehmed’in Galata ahalisine verdiği meşhur ferman hakkında yayınladığı makalede (Belletin de la sec. hist. de I’Acad. Roumaine, 1914, II, nu. 1. 11-32) bunun rumca olduğunu söylüyor (bu fermanın türk çe sureti İskender Hoci Bey tarafından neşredilmiştir: Ta rih-i Osmani Encümeni Mecmuası, 1330, yıl 5, cüz 25, s. 52-53). Musa Çelebi ile Venedik arasında 12 ağustos - 3 ey lül 1411'de I. Mehmed ile Venedik arasında S aralık 1419‘da, II. Murad ile Venedik arasında 4 eylül 1430'da yapılan muahede metinleri, yine Iorga tarafından (Notes et extraits pour servir â l’histoire des Croisades au XV örae sieclel külliyatında neşredilmiştir. Bu makalede, II. Mehmed'in rumca yazılmış bâzı vesikalarını daha neşreden Iorga. makalesine I. Murad’ın Cenevizlerle 8 temmuz 1387' de yaptığı muahedenin lâtince metnini naklettikten sonra, bunun esasen rumca yazılmış olduğunu söylüyor. Süley man Çelebi’nin 3 haziran 1403 tarihli muahedesinin lâtin ce metninin ise türkçeden tercüme olunduğu fikrindedir. II. Mehmed'in Macarlarla yaptığı 13 nisan 1452 tarihli mu ahedenin lâtince metninin ise siavoncadan tercüme edil diğini tahmin ediyor. 310 Ducas, Kritovulos ve sair Bizans menbalannda. 311 Papadopulos’un makalesinde (Miklosich - Müller. Açta et Diplomata’dan naklen).
1
Daha XIV. yüzyıl sonlarında adetâ bir Balkan dev leti halini alarak Batı devletleriyle m ünasebetlere gi rişen, ve yalnız rum değil külliyetli Slav tebaaya d a hi malik olmuş olan Osmanlı Devleti, batı devletleriy le ve hattâ tebaasıyla münasebetlerinde, rum cadan başka, lâtince ve Slavonca’yı da kullanıyordu. D îvan da bütün bu çeşitli lisanları bilen kâtipler mevcuttu.312 XVI. yüzyılda M acaristan, Osmanlı hâkimiyeti altına geçtiği zaman, Osmanh valilerinin halk ile olan m üna sebetlerinde M acar halk lisanını kullandıklarını düşü nürsek, İm paratorluğun, çeşitli unsurlara mensup te baasına karşı ne kad ar akıllıca ve geniş bir siyaset takip ettiğini daha iyi anlamış oluruz. Öyle görünüyor ki, Osmanlı padişahları bu hususta Iİhanlı İm p arato rluğu’nun güttüğü siyaseti takip etm işlerdir: çünkü, İlhanlılar da, değişik unsurlara mensup tebaalarının dev letle münasebetlerinde kendi ana dillerini kullanm ala rını terviç ediyorlar ve divanlarında muhtelif lisanla ra vakıf kâtipler, tercüm anlar bulunduruyorlardı.313 Harici haberleşm elerde diplomatik zaruretten, iç muâmelelerde ise im paratorluğun tebaasına karşı takip ettiği geniş siyasetten ileri gelen bu hali, daha yüzyıl larca evvel edebî dil ve devlet dili olarak kullanılmış bulunan türkçenin iptidaîliğine yormak her bakım dan imkânsızdır. 312 F.' Kraelitz'in -Osuıanischen Urkunden in türkischer Sprache» mukaddimesine bakımz. Iorga, Kanuni Süley man devrinde, türkçeden başka rumca ve siavoncanın da devlet lisanı olarak kullanıldığını söylüyor (N. Iorga. Les voyageurs français dans TOrient âuropeen, Paris, s. 22. Aynca yine aym yazarın şu eserine bakınız: Points de vue sur I hisloire du commerce de I’Orient â l’epoque Moderne. Paris. 1925. s. 12). 313 Câmiü’t-Tevârih ve Düstûrü’l-Kâtib gibi o devir menbalanna nazaran.
Osmanlı devletinin resm i m uhabere usûllerinde, elkap meselesinde, üslupta ve sairede, bir kelime ile «Diplomatique»de Bizans'ın te ’siri asla bahis mevzuu olamaz. Selçuklu hüküm darı Alâeddin Keykubâd’m 1220’de Venediklilere verdiği ferm anın tıpkı bir Bizans [ chrysobulle’İne benzediği iddia olunuyorsa da,314 bun dan, öyle büyük b ir netice çıkarm ak hiç doğru değildir: Hıristiyan devletlerle haberleşm elerde, Selçuklular’m Bizans geleneklerine tâ b i olm aları, Selçuklu dîvanının Bizans te’siri altında kurulduğunu gösterm ez. İç işler de, diğer İslâm devletleriyle haberleşm elerde, Anado lu Selçukluları, kendilerinden evvelki İslâm -Türk dev letlerinin kurm uş oldukları usûllere sadık kalm ışlardır. Bütün büyük İslâm -Türk im paratorluklarında, H ârizm şa h lar’da, İlhanlılar’da, ve bilhassa Memlûkler’de bu resm î haberleşm e usûllerinin ne kadar m untazam ol duğu, kâğıtların şekli ve k ıt’ası gibi en ince ve basit teferrü ata k ad a r nasıl evvelden t a ’yin edilmiş bulun duğu ise bilinm ektedir.315 Osmanlı dîvanında takip edi len usûllerin m ahiyeti ve gelişmesi, bilhassa ilk devir ler için henüz Iâyıkıyla bilinmemekle birlikte, bunda, Bizans’tan ziyade Anadolu Selçukluları’nın, kısmen M emlûkler’in ve îlh a n lılar’m te ’sirlerini aram ak her halde daha doğrudur. III — İdari Taksimat ve Şehremaneti
Osmanlı İm paratorluğu idare teşkilâtında Rumeli ile Anadolu’nun —vaktiyle Bizans teşkilâtında olduğu gi
314 G. I. Bratianu, Recherches sur le commerce g6nols dans la Mer Noire au XIIIe siecle, Paris 1929, s. 163. 315 Kalkaşandi’nin «Subhu’l-A'ş&»sı bu hususta yete ri kadar fikir- verebilir.
bi — ayrılmış olması, ve beylerbeyilik, kadıaskerlik gi bi büyük m em uriyetlerde de bu tasnife uyulması, bizantinistlerin fikrine göre, doğrudan doğruya Bizansı taklitten doğmuştur. Bu tasnifi her hangi bir taklide değil, doğrudan doğruya coğrafî zaruretlere b ağ la mak elbette daha akla yakındır. Böyle sathî m üşabe hetler üzerine kurulmuş diğer bir iddia da, «Şehrema neti» meselesidir. B izantinistlere göre, Osmanlılar dev rinde îstanbul’da m evcut Şehremaneti, Bizans’taki «Eparchia»nm bir devam ıdır. Son yıllarda, yalnız E rnst Stein tarafın d an reddedilen bu umumî iddianın*’6 ne kadar esassız olduğunu gösterm ek için, Osmanlı İm paratorluğu teşkilâtındaki «şehreminbrün mahiyetine kısaca göz atalım : Fatih Kanunnâm esi’nde, «defter-emini’nin altında ve reisülküttâb’ın üstünde oturduğu ve yüz yirmi akçe ulufe aldığı» tasrih edilen «şehremini» nin vazifesi hakkında hiç bir şey söylenmiyor. XVI. yüzyıl başında dahi bu vazifenin mevcud olduğunu, ş a ir F a k iri’nin b ir eserinden öğreniyoruz;357 bu yüzyıl sonlarında da bu m em uriyetin devam ettiğine dâir, b â zı resmî vesikalardan başka müverrih Âli'de de bir 316 Untersuchungen zur Spatbyzantinischen. Verfassungs und Wirtschaftsgeschichte (M.O.G. Band II, 1-2. s. 36). E. Stein bu meselede de mu'tat derin, görüşünü göstermiş ve diğer bizantinistlerden ayrılmıştır. Bizanstinistlerin bu gibi esassız iddiaları, yalnız Avrupa’da değil memleketi mizde de o kadar yerleşmiştir ki, eski Şehreminliği me muriyeti hakkında en esaslı tetkiki yayımlayan Osman Nuri Bey bile, bu umumi yanlışlıktan kurtulamıyarak, Os manlılarca İstanbul'un fethinden evvel rastlanılmayan şehremini unvan ve vazifesinin Bizans idare teşkilâtından alınan bâzı şeylerle beraber alınmış olacağını söylüyor (Mecelle-i Umur-ı Belediyye, e. I. s. 1358-1365). 317 Bu şair ve eseri hakkında: bk. Türkiyat Mecmu ası, c. I. s. 13.
kayıt buluyoruz.318 XVII. yüzyılda Evliya Çelebi’nin v er diği bilgilere göre, yalnız İstanbul’da değil, P eşte, Bağdad, Bosna’da da bu m em uriyete rastlanm aktadır.319 XVIÜ. yüzyılda da mevcudiyeti çeşitli vesikalardan a n laşılan bu m em uriyet, nihayet hicri 1247’de kaldırıl dı.720 Bu m em uriyetin bu yüzyılda K ahire’de de mevcud olduğunu biliyoruz.321 Bütün bu çeşitli vesikalardan, şehremininin vazifesi azçok açıklıkla anlaşılabilm ekte dir: sarayda ve şehirde hükümete a it inşaat ve tâm irat işlerine nezaret etm ek, Topkapı sarayı m üstesna ola rak İstanbul’daki diğer sarayların — meselâ Eski s a ray, İbrâhim P a şa sarayı, G alata s a ra y ı— umumî m asraflarına bakm ak, doğrudan doğruya şehrem inine aittir.322 İşte bu izahlardan anlaşılıyor ki, O sm anlılar’daki şehremini, Bizans'ın «Eparchia»sıyla aslâ a lâ k a dar değildir. Bizantinistler, 1271’den sonra kurulm uş olan İstanbul Şehrem anetini dikkate alarak, bu bele diye teşkilâtını, eskidenberi devam edip gelen bir mü essese zannettikleri içindir ki böyle yanlış bir fikre k a pılmışlardır. Bununla birlikte îstanbul fethinden sonra
318 -Ahmed Refik, Onuncu Asr-ı Hicride İstanbul Ha yatı, s. 25. 105 (Osman Nuri Bey tarafından zikredilmiştir)* Müverrih Ali, eserlerinden birinin. Padişahın emriyle yaz dırılıp tezhip ve minyatürlerle tezyin ettirildiğinden bah sederken. bunun masarifine Şehremini'nin baktığını söy lüyor (İbn-üI-Emin Mahmud Kemal. Menâkıb-ı Hünerverân Mukaddimesi, s. 25). t 319 Bu bilgi Osman Nuri Bey tarafından toplanıp ya yımlanmıştır. (Mecelle-i Umur-ı Belediyye’deki Şehremaneti faslında). Burada bu memuriyetin bu yüzyılda mevcudi yetine ve vazifelerine dair şâir bâzı vesikalar daha vardır. 320 Aynı eser'de. 321 Jean Deny. Sommaire des arehives turques du Caire, s. 521. 322 Elde mevcut vesikalardan anlaşılan budur.
OsmanlIlarda gördüğümüz şehremini, bizantinistlerin zannı gibi bugünkü belediye reislerine benzer bir vazi yette bulunsaydı bile, bunun Bizans taklidi olduğuna hükmedilemezdi: Çünkü, Orta-Çağ'da, İslâm dünyası nın en doğu sâhalardaki İslâm ve Türk büyük şehir lerinde bile hususî bir şehir teşkilâtının mevcudiyeti kesin su rette bilinm ektedir.325 . 15 — Saray Âdetleri Osmanlı devletinde saray hayat ve teşkilatının ve saray âdetlerinin —bâzılarina göre daha İstanbul fethin den evvel, bazılarına göre fetihten sonra— Bizansı taklid yoluyla geliştiği, eskiden beri iddia olunur; ve bu id diayı doğrulam ak için, Bizans ve Osmanlı saray ların d a müşterek bir takım âdetler daima zikredilir. D aha Or han zam anından beri Bizans ve Osmanlı sa ra y ları a r a sında m evcut sıkı bağlar, sonra, Bizans sarayının bü tün Orta-Çağ tarihinde ünlü debdebesi, ince ve karışık teşrifat usûlleri, komşu kavimleri hayran bırakan ih tişamı düşünülünce, bu iddia birden bire belki çok ta biî ve m antıkî görülür. Bu mantıkî ihtimâli birden bire reddetm em ekle beraber, eldeki vesikaların kifâyeti nisbetinde, iddia edilen benzerlik noktalarını ayrı ayrı tetkik m ecburiyetindeyiz. Çünkü, Bizans sarayının Os manlI sa ra y ı üzerinde en göze çarpan te ’siri olarak gösterilen harem a ğ a la n kullanmak usûlünün bile, Osm anlılar'da İstanbul fethinden evvel başladığım , ve bu nun menşeinin Bizans’tan başka sâhalarda bulunduğu nu yukarıda gösterm iştik.
323 Orta-Çağ'da İslâm ve Türk şehirlerinin teşkilâtı hakkında ayrıca bir tetkik yayımlamak ümidindeyiz.
Yalnız, bu tetkike girişmezden evvel, Osmanlılar*da tam mânasıyle saray bayatının İstanbul fethinden evvel başlayıp başlam adığını araştırm ak lâzım dır: ta rihçiler arasında hemen um um iyetle yayılm ış b ir k an a ate göre, Osmanlı sarayı, bilhassa İstanbul'un fethin den sonra, Bizans modeline göre tanzim edilm iştir. H al buki tarihî vesikalar gösteriyor ki, Osmanlı sa ray ı d a ha Yıldırım Bayezid zamanında bile oldukça büyük b ir ihtişam içinde idi; bu hüküm darın Schiltberger ta ra fından tasvir edilen av alayı, bu sa ra y debdebesinin bir misâli olduğu gibi, eski Osmanlı v akayi’nâm eleri de saray debdebesinin ve israf ve sefahetin bu devir de başladığını umumiyetle itiraf ederler.314 II. M urad devrinde, Osmanlı sa ra y ı hakkında B ertrandon de la Broquiâre’ın verdiği mühim bilgiye malikiz. Bu devre ait Osmanlı vesikaları ve Chalcocondilas’m n . Murad'ın serveti hakkında verdiği izahat da bunu doğru layacak m ahiyettedir.325 Fatih devrinde İstanbul sarayı hakkında bugün eli mizde bulunan resm î vesikalar gösteriyor ki, bu sa ra y ,
324 Hammer, Yıldınm’ın bu av tafsilâtım Schiltberger'e dayanarak tasvir eder (J. de Hammer, H istoire de l’Empire Ottoman, I, 337). Eski Türk devletlerinde av me rasiminin ehemmiyeti ve şa'şaası hakkında bakınız (Köprülüzade Fuad, Milli Tetebbu'lar Mecmuası, nu. 4. s. 3540). Selçuklu hükümdarlarının av merasimine itina ettik lerini, hattâ Melikşah’m avlarım tasvir eden bir de Şikârnâme bulunduğunu biliyoruz (Rahatü’s-Sudür, 131). Mah mûd bin Muhammed bin Melikşah-ı Selçuk! pek av me raklısı olduğundan, hayvanlarına altından tasmalar yap tırmıştı (aynı eser, s. 205). «Tevârih-i âl-i Osman» Yıldırım Bayezid devrindeki bu israf ve sefaheti Vezir Ali Paşa’ya isnat etmektedir. 325 Tafsilât «Orta-Zamanda İktisadî ve Mail Türkiye» adlı eserimizdedir.
şimdiye k adar tahayyül olunduğu derecede kalabalık ve tantanalı değildir.326 İstanbul fethinden sonra Bizansı taklid ile ihdas edildiği söylenen «Solaklarım d a ha Yıldırım Bayezid devrinde mevcud olduğu düşünü lürse, F atih sarayının Y ıldırım ve II. Murad saray la rından daha çok fark lı ve daha muhteşem olduğunu iddia için hiç b ir açık delil bulunamaz.” 7 Bizans s a ra yı, eğer Osm anlı sa ra y ı üzerinde bâzı te ’sirler y ap mışsa, bu te ’sirle ri daha İstanbul fethinden evvel XIV. yüzyılda Y ıldırım B ayezid'in sarayında, hattâ, biraz aşağıda izah edeceğim iz gibi, XIII. yüzyılda Anadolu Selçukluları’nm sa ray ların d a aram ak şüphesiz daha doğru olur. A vrupalIların eski Bizans ihtişamıyla m u kayese ettikleri m uazzam Osmanlı sarayı ise, n . B a yezid devrinden b aşlay a ra k ,” 6 XVI. yüzyılda teşekkül etm iştir: III. M urad’m sarayıyla F a tih ’in sarayını h a t tâ sathî surette m ukayese edecek olursak, Fatih s a ra yının XVI. yüzyıldaki bir vezir dairesinden daha ihtişamsız kaldığını görürüz.” 6 Bu umumî îzahattan sonra,
326 Hicri 883 senesine yâni Yeni Saray'ın tamamlan dığı seneye mahsus «mevâcib-i mülâzimân-ı dergâh-i âli» defterinden anlaşıldığına göre, Fatih'in bütün saray halkı 726 kişiden ve m aaşlan 216.011 akçeden ibaretti. 878 sene si şa'banma ait bir mutfak defterinden anlaşıldığına gö re, bu ay zarfında sarayın mutfak masrafı 135,363 akçe tutuyordu (Ahmed Refik. Fatih Devrine Ait Vesikalar. Ta rih-i Osmani Encümeni Mecmuası, nu. 49-62. s. 1-58). 327 Daha Yiidınm Bayezid zamanında solakların mevcudiyetini Âşık Paşa-zâde söylüyor: İstanbul basımı s. 78. 328 Solak-zâde, Osmanlı padişahlarının önce 914 se nesinde yâni II. Bayezid devrinde altın ve gümüş kaplar içinde yemek yemeğe başladıklarını kaydeder. 329 XVI. yüzyıl sonunda padişah ve vüzera sarayla rının ihtişamı hakkında o devirlere ait tarihi kaynaklarda
Osmanlı sa ra y ların a Bizans’tan geçtiği iddia olunan bâ zı âd etleri b irer birer tetkik edelim. I — Cülus Bahşişi
Osmanlı padişahlarının tahta geçtikleri zaman a s k ere p a ra dağıtm aları âdetinin Bizans’tan alındığı umu m iyetle iddia olunur. Halbuki, yeni hükümdarların, başlıca d ayanakları olan orduyu memnun etmek için, ask ere p ara dağıtm aları, yahut m aaşlarına zam yap m aları, gayet tabiî bir hâdisedir. Doğuda ve Batıda daim a tesadüf olunan bu âdetin bir iktibas ve taklit eseri sayılm ası, tam am iyle mantıksızdır. Bilhassa, sal ta n a t verâseti prensibinin kesin ve kararlaştırılm ış ol madığı ve tahta çıkmak iddiasında bulunacak birçok şahsiyetler bulunduğu devirlerde, yeni hükümdarın bu gibi m addî v asıtalara başvurm ası bir zarurettir. Os m an lIlar’dan çok evvel İslâm tarihinde buna birçok m isaller görüyoruz: A bbâsîler'de H akku’I-bi’a adı ve rilen bu cülus bahşışları, devlet hazînesini sarsacak k ad ar ağır bir m asraf teşkil ediyordu.330 Bu âdeti Sa m an lılard a,331 G azneliler’de,33* Selçuklular’da,333 Hâ-
pek bol bilgi vardır. Bu ihtişam ve israf, yüzyıllarca de vam etmiştir. 330 Abbâsiler, bi’at hakkı olmak üzere askerlere çok para verirler ve bu suretle mevkilerini sağlamlamağa ve taraftar kazanmağa çalışırlardı. Bu hususta ta'fsilât için bakınız: Corci Zeydan, Medeniyet-i İslâmiye Tarihi, türkçe tercümesi, c. II. ş .175. 331 Nerschakhy, Description de Boukhara; s. 204. Gardizi, Zainu’l-Ahbâr, 1928, s. 60. 332 Beylıaki’ye bakınız. 333 Râhatu’s-Sudâr, s. 127; Melikşah, amcası Kavurd' un isyanını bastırıp onu esir ettiği zaman, ordusu efradı
rizm şahlar’da334 diğer İslâm -Türk devletlerinde ve Moğollar'da338 görüyoruz. Bu kısa izahat, bunun, benzer şartların doğurduğu bir neticeden başka bir şey olma dığını ispata kâfidir. n — Alkış Adeti
O sm anh sa ray ların d a m erasim esnasında m utat olan alkış âdetinin Bizans'tan alındığı, eskidenberi tek rar olunan bir iddiadır. Osmanh tarihi hakkındaki meşhur eserinde H am m er de bu görüşü ileri sürm ek tedir.538 Halbuki, yine aynı yazar, diğer bir eserinde, bu alkış âdetinin Bizanslılar a Abbâ siler'den geçtiğini iddia ediyor.” 7 A bbâsîler’deki bu âdetin, Abbasî müesseseleri tesiri altında kalan diğer İslâm ve Türk dev letlerinde de m evcut olması gayet tabiîdir. Bu husus ta tafsilâta girişm em ekle beraber, bu âdetin Memlûkle r’de ve Anadolu S elçuklularında mevcudiyetini söy-
maaşlarmm artırılması talebinde bulunmuşlar ve bu ta lep kabul edilmediği takdirde Kavurd'a bi'at edeceklerini soyliyerek tehditlerde bulunmuşlardır. Berkyaruk’un cülûsu meselesinde de, bütün saltanat müddetlerinin, tarafdar kazanmak için, bol paralar sarfettiklerini biliyoruz, (ayni eser, s. 140 ve devamı). Selçuklular'm çeşitli şubele ri ve Anadolu Selçukluları için daha bu gibi bir çok mi saller zikredilebilir. 334 ll-Arslan'm cülusunda, asker maaşlanna zam ya pılması gibi. 335 İbn Arabşâh, Fâkihetü’l-Hulefâ, Musul 1860, s. 481-482; Moğol devrine ait acem ve ermeni kaynaklan da' bunu doğrular. - 336 Hammer, Histoire de l’Empire Ottoman. c. III, ki tap XVIII. 337 Hammer, Histoire de I'Ordre des Assasins, traduit par Hellert, s. 295.
liyebiliriz. Osmanlı D evleti’nin ekser m üesseselerinde olduğu gibi, bu hususta da, Selçuklu ve Memlûk s a ra y larının te’sirini aram ak, Bizans te ’siri aram aktan d a ha doğrudur sanmaktayız. İÜ — Umumi Eğlenceler ve Ziyafetler
Osmanlılar devrinde saray düğünleri m ünasebetiy le At Meydam’nda tertip edilen umumî eğlencelerden ve ziyafetlerden bahseden Iorg a’nın, bununla Bizans devrindeki Hyppodrome şenlikleri arasında bir benzer lik kurmağa çalıştığını ve bunda da Bizans te ’siri gör mek istediğini yukarıda söylemiştik. Halbuki O sm an lIlar devrindeki At Meydanı eğlencelerini ve um um i ziyafetleri biraz tetkik edecek olursak, bunda Bizans te ’siri ihtimali olmıyacağım derhal anlarız. Eski T ürk devletlerinde bu gibi umumî ziyafetler ve eğlenceler hakkında vaktiyle yapmış olduğumuz bâzı tetkikler,338 Osmanhlar’da da devam eden bu âdetin menşeini ay dınlatacak bir mahiyettedir. Burada o araştırm aların neticelerini kısaca izaha çalıştık: Türklerin eski k ab i le hayatında ve İslâm iyetten evvelki Türk devletlerin de kabîle reisinin veya hâkan’m kendi halkına um um î ziyafetler vermesi zaruriydi; eski bir dinî ayinin b a kiyesi olan ve sonradan hukukî bir müessese m ahiye tini alan bu umumî ziyafetlerde, her kabîle m ensup larının mevkileri ve yiyecekleri belirliydi.338 Bu ziya fetleri vermemek, yahut çağırılm ası icap edenleri ç a 338 Köprülüzade Mehmed Fuad, Türk Edebiyatının Menşei (Milli Tetebbu’lar Mecmuası, sayı 4, s. 27-34), aynı yazar, Türkiye Tarihi s. 114, 175. 339 Yukanki notta gösterilen eserlere bakınız. Ayrı ca bakınız; Abdülkadir, Orun ve Ülüş meselesi (Türk Hu kuk ve İktisat Tarihi Mecmuası, c. I, s. 121-133).
ğırm am ak, belirli kaidelere uymamak, isyanlara se bep olurdu.340 T ürklerde kabile reisinin ve hükümda rın «pederâne velâyeti» telâkkisinden doğan bu âdete, daha Orhon kitabelerinde bile rastlanm aktadır. O ra dan kolaylıkla anlaşılıyor ki, hükümdar, tebaasını giy dirm eye, doyurm aya, zengin etm eye m ecburdur.341 En eski gelenekleri saklıyan Türk halk destanlarından da bu umum! ziyafetlerin mevcudiyetini ve ehemmiyeti ni çıkartabiliyoruz.343 NizâmüT-Mülk, Siyasetnâm e'sinin XXXV. babını bütünüyle bu m eseleye ayırm akta, gerek Selçuklu hü küm darlarının gerek T ürkistan Hanlarının yani Karahan lılar’ın bu kavm î geleneğe riayetlerinden bahseylem ektedir.343 M elikşah ile b eraber Semerkand ve Öz340 Kitab-ı Dede Korkut’ta buna ait tafsilât vardır: Salur Kazan böyle bir ziyafete Dış Oğuzlan davet etme diği için onlar isyan etmişlerdi. Biraz aşağıda bunun tari hi misallerini dahi göreceğiz. 341 V. Thomsen, Inscriptions de 1‘Orkhon, 1896. s. 118. Orhon kitabelerinin yine Thomsen tarafından neşredilen son ve tadilli tercümesine (ZDMG,»1924, s. 121-175) bakınız: trk, tercümesi: (Türkiyat Mecmuası, c. III), 342 Daha Oğuz destanından başlı yarak, çeşitli Türk şubelerinin destanlannda buna misaller bulunabilir. 343 Nizâm üT-Mülk’ün söylediklerini şöylece hulâsa edebiliriz: Hükümdarın sofrası daima mükemmel surette hazırlanmış ve herkese açık olmalıdır. Vazifelerini yap mak için saraya gelenler yemeklerini orada yemelidirler. Eğer hükümdann hususi hizmetlerinde bulunanlar her hangi sebeple sofraya gelemezlerse, paylarını istedikleri zaman kendilerine vermelidir. Tuğrul Bey her sabah ye meğinde sofrasını herkese açık bulundururdu. Hattâ, bir den bire ava gitmek veya gezmeğe çıkmak istediği zaman, sofrası kırda hazırlanır, Türk ümerası, askerler ve ahali oradaki bolluğa hayret ederlerdi. Türkistan Hanlarının idare usûlü, mutfaklarında daima tebealan için bol mik tarda yemek pişirtmektir.
kend’e gittiği zaman, hükümdar bu eski âdete uym adı ğı için bir takım şikâyetler olduğunu söyleyen Nizâmü’lMülk'ün bu ifadesi, diğer tarihî kaynaklarla da uygun luk gösteriyor: M elikşah’ın Semerkand’den H orasan’a geri dönüşünden sonra, Batı K arahanhlar ordusunun esasını teşkil eden «Çigibler, Sultan kendilerine ria yet edip ziyafet vermediğinden dolayı, epeyce m ühim bir isyan çıkarm ışlardı.344 Çeşitli Türk devletlerinde gördüğümüz bu umumî ziyafetler hakkında daha faz la tafsilâta lüzum görmüyoruz. Yalnız, muhtelif îslâm devletlerinde, A bbâsîler’de, Tolunlular’da, F atım île r’de var olan bu âdetin, Sâsânîler’de de mevcut oldu ğunu belirtelim .345 XIV. yüzyıl başında, Kastamoni emîri Süleyman P a şa ’nın hergün halka mahsus sofralar kurdurduğunu «İbn Battûta» söylüyor. Bu izahattan sonra, Osmanlılar devrindeki bu umumî ziyafetlerde, kısmen, T ürk kabîle hukukunun te’siriyle eski Türk devletlerinde mevcut olan ve onlardan gelen geleneğin en çok m üessir olduğu, ve ayrıca, İslâm devletleri v a sıtasıyla gelen Sâsâni a n ’anesinin de belki bir te ’sir yaptığı kolaylıkla anlaşılıyor. İstanbul fethinden sonra Osmanlı padişahlarının bu cins umumî ziyafetleri ve eğlenceleri At M eydam’nda yapm aları, sırf topoğrafik
344 İbnü’l-Esir, c. X, s. 59. 345 Emeviler ve Abbasîler devrinde halk için tertip lenen umumi sofralar ve ziyafetler hakkında bakınız: Corci Zeydan, Medeniyet-i İslâmiye Tarihi, türkçe tercü mesi c. V, s. 116-117. Bu müellife göre, bu âdet bilhassa S&sâniler’den alınmıştır. O tafsilâta ilâveten, Mısır'da Fatımiler. devrindeki umumi ziyafetler hakkında bakınız: Se yahatname*! Nâsır-ı Husrev, Schefer tercümesi, s. 156. Fatımiler bu hususta belki Tolunlular’dan kalan bir an'aneyl takip ediyorlardı. Çünkü, Tolunlular devrinde Mısır’da hal ka umumî ziyafetler verildiğini, umumi eğlenceler tertip
sebeplerden dolayıdır; yoksa, yalnız buna dayanarak, bu eski T ürk âdetini Bizans taklidi saym ak, tarihen imkânsızdır. . IV — Fetihnameler
Osmanlı padişahlarının herhangi büyük za ferleri ni fetihnam elerle komşu devletlere tebliğ etm eleri âdetini Ram baud, hiç bir delile istinat etmeksizin, R o m a İm paratorlarının letter laureatae’leriyle alâkad ar görm üştü. H albuki biz bu âdeti yalnız Osmanlı Devleti’nde değil, bütün Islâm ve Türk devletlerinde bul m aktayız. Mevzuu fazla uzatmamak için, yalnız Türk devletlerinden bahsedelim . Gazneliler’de herhangi bir z afer m ünasebetiyle bütün İm paratorluk içindeki y a n m üstakil hüküm darlara fetihnam eler gönderildiği g i bi, Abbasî halifelerine ve diğer civar devletlere de f e tihnam eler yazılırdı.346 Sonraları Büyük Selçuklular^ da347 ve Selçuklular’a halef olan çeşitli devletlerde, Hârizm şahlar'da, Anadolu Selçuklularında, İlhanlılar’da • ve onları tak ip eden diğer bütün Türk devletlerinde bu usûle uyulduğunu görüyoruz.348 M ısır-Suriye Mem-
edildiğini biliyoruz (Encyclopedie de I'Islam’daki «Tulunides* maddesine müracaat). 346 Gazneliler devrine ait başlıca kaynaklarda bu hususta yeter bilgi vardır. . 347 Selçuklu reislerinin, daha müstakil bir devlet kur madan evvel bile, Sultan Mes’ud Gaznevi'ye karşı bâzı ba şarılarım civar memleketlere ve hükümdarlara fetihname lerle tebliğ ettiklerini «Beyhaki»den öğreniyoruz. 348 Bu devletlere ait tarihi kaynaklarda ve o devir lerden kalan inşa kitaplarında bu hususta bir çok çeşitli bilgi ve aynca metinler mevcuttur. W. Barthold'ün yuka nda İngilizce tercümesini çeşitli münasebetlerle zikretti ğimiz Turkestan..., adlı 9serinin rusça aslına ilâve olarak
luk İm paratorluğunda da bu usûlün m evcut olduğunu, h attâ o devir inşa kitaplarında buna ait tafsilât bulun duğunu söyliyelim.549 Bütün bu Îslâm î geleneklerin te ' siri altında, Osmanlı devleti de daha îstanbul fethin den evvel bu âdete uyuyor ve büyük zaferleri, bilhas sa H ıristiyan âlemine karşı kazanılan b aşarıları İslâm hüküm darlarına fetihnam elerle tebliğ eyliyordu.550 Do ğu ve Batı âlemlerinde mevcut olan bu âdeti h er hangi bir iktibas ve taklide atfetm ekden ise, belirli za ru re t lerin tabii bir neticesi gibi düşünmek daha doğrudur: Haber alm a vasıtalarının iptidaî bir halde bulunduğu Orta-Çağ'da düşm anlarına karşı zafer kazanan hüküm dar, kötü şâyialara meydan vermemek, ve gerek içte, gerek dışta kendisine hücum için fırsat bekleyenlerin ümidini kırm ak için, tantanalı fetihnam elerle zaferini her ta ra fa bildirmek mecburiyetinde idi. E kseriya se faret heyetleri vasıtasiyle ve ganim et olarak alınm ış hediyeler ve esirlerle birlikte gönderilen bu fetihnam e ler, düşman devletlere karşı bir tehdit, dost hüküm darlar için de bir müjde mahiyetinde idi. îşte görülü yor ki bu meselede de Bizans te ’siri asla bahis mevzuu olamaz.
neşredilen metinler arasında Selçuklular ve Hârizmliler devrine ait bâzı fetihname nümûneleri vardır (Saint Petersboıırg, 1898). 349 Subhu't-A’şâ, c. VII, s. 366; c. VIII, s. 271 ve deva mı. 350 Münşcât-ı Feridûn Bey’e ve o devre ait Mısır ta rihlerine bakınız. Yalnız Osmanlılar’da değil XIV. ve XV. yüzyıllarda bütün müslüman devletlerinde, bu âdete rast lanıyor. Osmanlılar’m teşekkülünden evvel ve sonra, İs lâm dünyasının en doğu sâhalannda kalan devletlerde bi le bu usulün mevcudiyeti, Bizans te'siri iddiasını red için en kesin bir delildir.
V — Hil'at Vermek Âdeti
Osmanlı hüküm darlarının herhangi bir kimseyi ta l tif için hil'at verm eleri, Osmanlı sarayında pek eski bir âdettir. Bu âdetin eskiden beri Bizans sarayında da m evcut olduğu bilinm ektedir.551 Şu halde, şimdiye k adar zikir ve tetkik ettiğim iz bir çok diğer meseleler de olduğu gibi, bunda da, bir iktibas ve taklit iddiası ileri sürülebilir. Halbuki, bu sathî karşılaştırm ayı kâ fi görm eyerek m eseleyi biraz tetkik edecek olursak, varacağım ız netice büsbütün başkadır: İslâm devletle rinde daha E m evîler’den başlıyarak «tırâz» meselesi nin, yâni hüküm darlara mahsus nakış ve yazılar ile işlenmiş mükellef libasların ve bunları dokumağa m ah sus «DârüT-Tırâzalarm mevcudiyeti- malûmdur; bun la rı yaptırm ak ve taltif edilecek kimselere bunları v er mek yâni h il'a t ihsan etm ek, doğrudan doğruya hâki m iyet hukukundan sayılıyordu.352 Sonraları Abbasiler’de,353 T ahirîler, S affa rîler ve Sâm ânîler’de,354 Gazne-
351 Germaine Rouillard, I’Adrainistration çivile de FEgypte byzantine Paris 1928, s. 228; N. lorga, FOrient et I'Occident au Moyen-Âge- (Bull. Sec. Hist. Ac. Roumaine, c. XV, s. 50), Ch. Diehl, Byzance, Paris, 1910, s. 57. 352 Tu*âz meselesi hakkında bilgi almak için A. Grohmann tarafından Encyclopedie de Flslam’a yazılan Tırâz maddesine bakınız. Orada yeter derecede bibliyografik bilgi de verilmiştir. 353 Medeniyet-i lslâmiye Tarihi'nde bu hususta verilen malûmat çok eksiktir (Cilt. V. s. 255). Fazla tafsilât İçin ba kınız: A. Mez, Die Renaissance des Islâms, s, 118, 432-34. 354 Çahâr Makale, s. 76; Narşahı, Description du Boukhara, s. 86, 166, 197; Barthold’ün Turkestan...’ma zeyil olarak neşredilen metinlerde ve bu sülâlelere ait tarihi menbalarda tafsilât vardır.
liler’de,335 Selçuklular’da,356 F atım îler’de, E yyubîler’de, M em lûkler’de,337 H ârizm şahlar’da,39* Anadolu Selçuklu la n ’nda359 da bu âdetin mevcut olduğunu görüyoruz. Bu m üessesenin menşei hakkında kesin bir söz söyle mek kabil değildir: Sâsâniler’de bu an’anenin büyük ehem m iyeti olduğunu bildiğimiz gibi,340 eski M ısır’da F irav u n ların da taltif için hiTat verdikleri bilinmekte dir.361 Jo sef üon Karabacek, bunun Babil-Asurî menşe355 Çahâr Makale, s. 58; ayrıca Beyhaki’de buna ait bir çok bilgiye rastlanır (ondan naklen: Kazimirski, Menoutcehri, s. 44, 53. 62). Gazneliler'in İdare teşkilâtı hakkında yayım layacağımız bir makalede bu hususta tafsilât mevcuttur. 356 Selçuklu tarihine ait kaynaklara ve Houtsma’nın Recueil..,'ine bakınız. Sclçuklular'ın idare teşkilâtına ait yayınlayacağımız bir makalede buna dair tafsilât vardır. 357 Subhu’l-A’şâ, c. VIII. s. 339. Mısır tarihine ait kay naklarda buna dair bir çok tafsilât vardır ki. onlann en iyi hulâsası Quatrcmere*in Memlûkler Tarilıi'nde (c. 2, kı sım 2, s. 72 ve devamı) ve G. Demombynes’in (La Syrie â I'epoque des Mamelouks, LXXXIX-XCV) ’indedir. Aynca Grohmann'ın makalesinde de bu hususta mühim tafsilâta rastlanı;*. 353 Nesevl’nin S'ıret-i Sultan Cclâleddîn’ine bakınız. 359 Houtsma Külliyatı, c. IV’te buna ait malûmat vardır. XIII. yüzyılda Anadolu Selçuklularında Tiriz imâlâthanesi bulunduğu. «Alâ'addin Keykubad ibn Keyhusrev»in ismini taşıyan bir nümünenin elyevm Lyon men sucat müzesinde bulunmasiyle de sabittir (Jean Ebersolt, Orient et Occident, Paris, 1929, s. 40-41). 360 Al-Tha’âlibi, Histoire des Rois des Perses, publiö et traduit par H. Zotenberg, Paris 1900, s. 649, 654; Cİ. Huart, la Perse antique et la civilisajtion iranienne, Paris 1925, s. 180-181; A. Christensen, İran'da bu hil’at usûlünün pek es ki olduğunu, sonradan İslâm Halifelerinin bu hususta Sâsânileri taklit ettiklerini, ve onlardan bu âdetin bütün İs lâm dünyasına yayıldığım söylüyor (l'Empire des Sassanides, s. 100). 361 Grohmann’ın makalesine bakınız.
inden gelm esi ihtim alini ileri sürmüş ve îslâm ların bu hususta S âsânileri ve Bizansı taklit ettiklerini iddia e t m iştir.863 R o m alılar’daki Clavus ile îslâm lardaki tırâzın alâkası, A cem lerin V-VI. yüzyılda bu clavus’leri taklit ettikleri iddiası, clavus’Ierin E trüsk menşeinden gelmesi gibi cihetler mevzuupıuzun tam am iyle dışında d ır.” 3 Yalnız, bu h il'a t verm ek usûlünün eski Çinliler de m evcut olduğunu, ve Türkler arasında daha İslâm iyetten evvel bu Uzak-Doğu a n ’anesinin m evcudiyetini tahm in .edebiliriz ” 4 S onraları M oğoliar’ın, llh a n lıla r’ın, Altun-Ordu hüküm darlarının bu âdete riay e t etm ele rinde, h erh a ld e bu Uzak-Doğu a n ’anesinin te ’siri ol m u ştu r denilebilir.” 5 O sm anlIlar bu hususta kısm en is362 Aynı m akaleye bakınız (Karabacek, Papyrusprotokolle, s. 27) den naklen. 363 M aamafih Grohmann da bu meselede Eski Doğu te’siri iddiasının kolayca reddedilemeyeceği fikrindedir. 364 Çın imparatorlarının taltif maksadiyle Türk prenslerine h il’atîer verdiğini, bu iıiI atlerin —•sonraları Memlûkler'de gördüğümüz g ib i— çeşitli rütbelere göre değişik renklerde olduğunu, ve bu hil alin yalnız elbiseden ibaret o lm a y ıp — yine Memlûklerde ve diğer bir takım İslâm ve Türk devletlerinde olduğu g ib i— ay n ca bazı teferruatı da m eselâ hil'atın derecesine göre altın veya güm üş kem er ve saireyi ihtiva ettiğini biliyoruz (E. Chav an n es’ın m akalesine bakınız.- T’oung-Pao, sârie II, c. V. s 15, 36, 42, 46-491, Islâmlarda hil'at m eselesinden oldukça sathi surette bahseden Cl. Huart (Encyclopedie de l'Islam! gibi Grohm ann da tırâz hakkmdaki kıym etli m akalesin de, Çinlilerdeki bu âdetten tam am iyle habersiz kalm ış, ve Eski Türk ve Mdğol devletlerinde hil'at ve tıraz m eselesin den gayet ek sik surette söz etm iştir. Biz. büsbütün b aşka ve m ahdut bir m aksatla, yani hil'at m eselesinde B izan s te'siri olup olm adığını gösterm ek için yazdığım ız bu s a tırlarda, onların ihm al ettikleri bu n ok talan işaret etm eyi fa y d alı gördük. 365 M oğollar’da h il’at m eselesi hakkında M oğol dev
lâm te’siri -—yani Memlükler'in, Selçuklular’ın te ’si r i — altında kalmış olsalar bile, belki kısmen de îlhanlılar devrinde canlanan Uzak-Doğu a n ’anesinden mü teessir olm uşlardır. Bu izahattan sonra Bizans ve Osmanlı saraylarında müşterek olan bu h il'a t verm ek âdetinde O sm anlıiar üzerinde Bizans te ’siri aram ak imkânsızdır. E ğer bu hususta Karabacek’in iddiası veç hile Bizans’ın eski bir te ’siri varsa, onu O sm anlılar’dan çok önceki zam anlarda, yani Em evîler’de ve F atım îler’de aram ak şüphesiz daha doğru ve daha m antıklı olur. VI — Tahkir Usûlleri
Osmanlı devrinde tahkir ve tezlil için sakal kes mek, eşeğe bindirmek, erkeklere kadın elbisesi gönder mek gibi bir takım usûllere başvurulduğu bilinmekte dir.36* Bu usûllerin tahkir ve tezlil vasıtası olarak Bi
ri tarihlerine bakınız (meselâ: Cihanguşâ-yı Cüveynî, c. II, ş. 25). Mogollara halef olan çeşitli devletlerde, meselâ Altun-Ordu’da (İbn Battüta, c. I, s. 381), llhanlılar’da, Celayirler’de, Timurlular’da, ilh... bu âdet sürüp gitmiştir. Türk devletlerinde hil’at meselesi büsbütün müstakil bir mevzu teşkil ettiğinden, mevzuumuzdan uzaklaşmamak için yal nız bu âdetin mevcudiyetini kayıt ediyoruz. 366 Eski Osmanlı an’anelerini pek iyi bilen Âşık Paşa-zâde diyor ki: «Zaman-ı evvelde taraklı ve hürmetli sa kallar olurdu. Kaçan bir kişiye padişah hışmeylese saka lın kesip eşeğe bindirirdi. Şimdiki zamanda sakalların ken di elleriyle keserler ve eşeğe binmek hod âdetleridir» (İs tanbul basımı, s. 40-41). Maamafih, ceza olmak üzere sakal kesmek âdetinin XVI. asırda da mevcudiyetini Kanuni Sü leyman devrinde tertip edilen Kanunnâme’den öğreniyo ruz (Tarih-i Osmani Encümeni Mecmuası’na ilâve olarak neşredilen «Kanunnâme-l âl-i Osman, s. 7). XVI. asırda
zanslılar’da da kullanıldığını biliyoruz.367 Meseleyi te t kik etmeksizin yalnız Osmanlı ve Bizans sarayların daki bu usûllerin benzeyişini gözönünde tutacak olur sak, bu hususta da Ö sm anhlar’ın Bizansı taklit ettik lerini iddia edebiliriz. Halbuki, bu tahkir ve tezlil usûl lerinin O sm anlılar’dan evvelki îslâm devletlerinde de mevcut olduğunu tarihî kaynaklar bize gösteriyor: s a kal kestirm ek daha Abbasîler devrinde bir tahkir a lâ meti olduğu gibi,368 Sâm ânîler’de de eşeğe bindirmek bir tezlil vasıtası idi.389 Sonra, tahkir maksadiyle kadın elbisesi göndermek gerek Sâsânîler’de gerek Romalıla r ’da m üşterek bir âdetti.370 Çeşitli İslâm ve Türk dev letlerinde bu âdetlerin mevcudiyetine dair daha bir çok deliller zikredilebilir. Görülüyor ki bu meselede de Osm anlılar üzerinde Bizans te ’siri bahis mevzuu olamı yor. Eski Doğu saraylarında m üşterek bir âdet, men şei her ne olursa olsun, İslâm saraylarına geçmiş ve Osmanlılar devrinde de devam eylemiştir. ceza olarak sakal kesildiğini ve bunun Türkmenler arasın da büyük bir tahkir alâmeti olduğunu, «Âlî»den naklen Peçevı tarihinde mevcut bir kayıt bize gösteriyor (c. I, s. 118). Tarihî kaynaklarda bunu doğrulayacak daha bir çok misaller bulunabilir. 367 Bizans tarihinde buna pek çok misaller vardır. Tahtından indirilen İmparatora hakaret için saç ve saka lının traş edilerek topa] bir deveye bindirildiğini (Ch. Diehl. Byzance, s. 155), azledilen Patrikin saç ve sakalının traş olunarak eşeğe bindirildiğini (N. Iorga, Y-a-t-il eu un Moyen-Âge byzantin, B. S. A. R., ç. XIII. s 2), harpte ce saret göstermiyen zabitlerin kadın elbisesi giydirilerek ve bir eşeğe bindirilerek halkın yuhalan arasında Forum’da dolaştırildıgmı (F. Chalandon, Les Comnenes, Paris 1912, II. s. 610) biliyoruz. 368 Medenîyct-î İslâmiye Tarihi, c. IV, s. 318. 369 Nerchakhy, Description du Boukhara, s. 189. 370 A Christensen. l'Empire des Sassanides, s. 101.
VII — «Alay» ve «Efendi» Kelimeleri
Bizans’ın Osm anlılar a te’sirini gösterm ek için dai ma zikrolunan iki delil de «alay» ve «efendi» kelime leridir. Bizans'ın O sm anlılar'la değil h attâ daha Sel çuklular Ta tem asından çok önce Bizans’ta mevcut olan zallagiyon» kelimesi, iptida, seferde İm paratorun m a iyetindeki ask ere verilen bir isim olarak biliniyordu. XIII. yüzyılda ise, ordunun bir birliğine bu ismin ve rildiği görülüyor.371 3u bakımdan Ernst Stein'ın türkçedeki «alay» kelimesini bundan alınmış addetm esi pek doğrudur.1"2 «Efendi» kelimesine gelince, Bizans’tan Türkiere geçtiği m uhakkak olan ve şimdiye kadar epeyce te t kik edilen bu kelim e hakkında burada izahata girişe cek değiliz/ 3 Yalnız, bu kelimenin Anadolu türkçesine
371 Ernst Stein. Untersuchungen zur spatbyzantinischen Verfassung und Wirtschaftsgeschichte (MOG, Band II. 1-2 s. 44) . 372 Alay kelimesinin. Osmanlı te’siri altında XVII. yüzyılda Rus Çarlarının sarayında da kullanıldığını biliyo ruz (Dimitrijev, Les elements de lexique turc dans la nomenclature des faucons du tzar AIexis, Comptes Rendus de l'Academie des Sciences de l'U. R. S. S.. 1962, s. 14, Rusça). 373 CI. Huart tarafından Encyclopedie de ITslam'a ya zılmış olan Efendi makalesine bakınız. Çok üstünkörü olan bu makalede, kelimenin XIII-XV. yüzyıllarda ne manâlarda kullanıldığına dair hemen hiç bir şey yoktur; verilen bil gi daha sonraki devirlere aittir. Jean Psichari'nin 1908'de Louis Havet'ye takdim edilen «Melanges de Philologie et de Linguistique, s. 337-427»de çıkan Efendi makalesi dik kate şayandır. Jean Deny önce «Grammaire de la langue turque. § 1158»de bu kelime hakkında basit bilgi vermiş olüugu gibi, sonradan da «Sommaire des Archives turques du Caire, s. £l. 561-de bu hususta tafsilât vermiştir. Ona
ne zaman geçtiği şimdiye kadar tesbit edilmediğinden, bu hususta kısaca bilgi vermek, istiyoruz: Anadolu’da XIII-XIV. yüzyıllarda kullanıldığı o devir eserlerinden anlaşılan «efendi» kelimesini «İbn Battûta» yazdığı gi bi, Eflâki Menakıbi’nde de yine bu kelimeye rastgeliyoruz; bunlardaki kullanış tarzı, kelimenin rum ca aslına tamamiyle uyuyor. M evlânâ’nm kızı «Melike Hatun» daha ziyade «Efendi - Poulo = Efendimizin Kızı» lâka bıyla anılıyordu;*74 K astamoni Em irinin kardeşine «Efendi» unvanı veriliyordu.37* H. M ehmed’in Galata ahalisine vermiş olduğu meşhur rum ca ferm anda dahi, Fatih’in kendisi için «Efendi» unvanını kullandığını gö rüyoruz.37* XV. yüzyılın ikinci yarısından başlayarak «Efendi» kelimesinin m ünevver sınıfa mensup okumuş adam lara verildiğini söyleyebiliriz.3'7 16 — Maddî M edeniyette ve İktisadî Hayatta Bizans T e’siri Bizans’ın Osmanlı devlet' müesseseler: üzerindeki te’sirleri iddiasını ayrı ayrı tetkik ettikten sonra, onun sadece bir tam am layıcısı olmak üzere, yine Bizans'tan göre Grand Seigneur lâkabı rumca «Megas Aphemis-in tercümesinden ibarettir, ve Löwenklau zamanında henüz kullanılıyordu (Pandectes historiae turcicae, Francfurti, 1596, s. 104’den naklen). 374 Cl. Huart. Les Saints des Derviches toumeurs, Pa ris 1922, c. II, s. 429. 375 İbn Battûta, Şerif Paşa tercümesi, c. I, s. 353. 376 Hammer. Histoire..., II, s. 523; N. Iorga, B.S.H.A.R., c. II, nu 1, s. 12-13. 377 Psichari bu kelimenin Th. Spandouin Cantacasin’in «Petit traictâ de I’or. des Turcqz>ünde mevcudiyetini yazıyor.
Türklere geçtiği iddia olunan çeşitli mahiyette bâzı te’ sirleri, veya birden bire hatıra gelebilecek bâzı göze çarpan benzeyişleri kaydedebiliriz. Burada bu m uhte lif iddiaları ve benzeyişleri, yukanda hukukî m üesse seler hakkında yaptığımız gibi ayrı ayrı tetkik etm ek, mevzuumuzun biraz dışındadır. Ancak, um um iyetle T ürkB izans medenî münasebetleri hakkında m evcut başlıca fikirleri tenkidi bir surette hulâsa etmek, asıl mevzuumuzun daha iyi aydınlanması için de faydalı elabilir. Yazımızın ilk kısmında kısaca zikrettiğimiz gibi, maddi m edeniyet itibariyle Türkîer’in B izanslîlar’dan çok m üteessir oldukları daima iddia edilm iştir: inşa a ta , bir takım sa n ’atlara, gemiciliğe, madenciliğe a it bir çok tâbirlerin türkçeye rumcadan geçtiği söyleni yor. Türkçe gemicilik tabirlerinde rum cadan başka italyancanm te’siri olduğunu söyliyebiliriz. XIH-XIV. yüzyıllarda Bizans denizciliği müthiş bir gerilem eye uğram ış ve büyük İtalyan ticaret şehirleri Doğu deniz ciliğini ele almış olduklarından, Türkler'in onlardan da m üteessir olm aları pek tabiidir. Madencilik gibi m ahallî sa n ’atlard a da Türkler'in eski Bizans a n ’anelerini devam ettirdikleri tahmin olunabilir.378 K ıyafetler 378 Rumeli'de, daha Sırp devleti zamanında madenci likle uğraşan Sakson kolonileri vardı ki. bunlar. Osmanlı hakimiyeti altında da uzun müddet bu işlerle meşgul ol muşlardır. Osmanlı devrinde bunlara mahsus yapılan ka nunnâmelerden biri, Fehim Spaho tarafından Sırp-Hırvatça tercümesiyle birlikte Bosna Müzesi Mecmuası (Glasnik Bos., 19L3, XX-XXV. 133-194)’nda neşredilmiştir. Alman ca ıstılahlarla dolu olan bu kanunnâme’nin. onlara ait daha eski bir kanunun türkçe tercümesinden ibaret olduğunu C. J ire çek söylüyor (La Civilisation serbe au Moyen-Âge, trad. fran. de L. Etsenmann, Paris, 1920. s. 29). Mahalli an'anele-
de ve kostüm lerde Bizans te'şirinin çok göze çarpıcı ol duğunu gösteren m addî deliller vardır. Hulâsa, maddî medeniyet itibariyle Bizans’ın Türkler üzerinde mües sir olduğu tarihi bir hakikattir. Ancak, bütün bu te’sirlerin mahiyetini, derecesini, ve bilhassa zamanmı — yâni Osmanlılar zamanına mı, yoksa Selçuklular za manına mı ait olduğunu — tayin için uzun tetkiklere vc müstakil m onografilere ihtiyaç vardır. Daha Osmanlıla r’dan evvel, eski Anadolu şehirlerinde yüzyıllarca be rab er yaşıyan T ürklerle R um lar arasında bir çok âd et lerin mübadele edildiği pek tabiîdir. Rum âlimi Ph. Ktıkules umumiyetle T ürklere isnat edilen çeşitli âd et lerin ve meselâ tesettür meselesinin Türklere Bizans' tan geçtiğini iddia etm ektedir ki,379 ondan evvel de ile ri sürülmüş olan bu görüşte her halde bir hakikat his sesi olduğunu söyleyebiliriz.380 Selçuklular ve OsmanlI lar devrinde şehirli Türklerin m uaşeret âdabı, yaşayış tarzları daha iyi araştırılacak olursa, belki bir takım
re çok riayet eden Osmanh idare sisteminin bu hususiyeti düşünülürse, yukanki görüşümüz daha iyi anlaşiiır Bu hu susta tafsilât «Orta-Zaman’da İktisadi ve Malî Türkiye» adlı eserimizdedir. 379 Byzantinische Zeitschrift. Dreissigster Band. Fesigabe A. Heisenberg, 1629 - 30, s. 180-185. 380 Ziya Gök Alp. Yeni Mecmua’nın 14-17. numarala rında çıkan Aile Ahlâkı adlı makaleler silsilesinde, umumi yetle Islâmiyete tesettür usûlünün girmesinde Bizans ve İran te’siri olduğunu söylemektedir. Türklerin bu tesettür âdetini doğrudan doğruya Bizans’tan değil, İslâm an an e lerinden aldıkları tahmin olunabilir. Maamafih, Anadolu şehirlerinde. Bizans'ın doğrudan doğruya te'siri ihtimali de mevcuttur. Her halde bu mesele de ayrıca tetkîkeStnuhtaçtır. ve Kukules’in üstünkörü makalesi meseleyi lüzumu kadar aydınlatmış değildir.
Bizans te ’sirlerinin daha m eydana çıkacağı tahm in olunabilir. Bizans geleneklerinin bilhassa şehir teşkilâtında ve iktisadi m ekanizm ada devam ettiğini tahm in e ttire cek bâzı benzerlik noktalan ilk nazarda göze çarp m ak tadır: M eselâ, Bizans ve Trabzon, Selânik gibi büyük merkezlerde, m ahallelerin ayrı kapılarla birbirinden aynlm ış olması, geceleri bu kapıların kapanm ası, gece bekçilerinin m evcudiyeti, sonraları Osmanlı devrinde de aynen göze ç a rp a r.381 Bizans esnaf teşkîlâtiyle Osmanlı devri esnaf teşkilâtı arasında bâzı benzerlik noktaları pek göze çarpıcı olduğu gibi, Bizans devrin de çeşitli esnafa m ahsus ayrı ayrı ça rşıla r olması âde ti Osmanlılar devrinde de devam etm iştir.383 Bizans İm paratorlarının yabancı tüccarları memleketlerine çekmek için verdikleri im tiyazlar, yâni kapitülasyon lar, yalnız O sm anlılar'da değil, Selçuklular’da h attâ Akdeniz kıyılarına hâkim çeşitli İslâm devletlerinde de mevcuttu. İç ve dış ticaretin gelişmesi için Bizans’ ın takip ettiği bâzı usûller, Selçuklular ve O sm anlılar devrinde de devam etm işti: ticaret yollarının em niye ti maksadiyle, mühim m erhalelerde, ticaret kervanla rım içine alabilecek kervansaraylar inşası âdetinin Bi zans’ta m evcudiyetini O. T afrali söylediği gibi,383 mü-
2&1 Henri Grâgoire, Les Veilleurs de nuit â Trebizonde, Fyzantinische Zeitschrift, XVIII, s. 490 ve devamı. 332 Tafsilât için bakınız: Orta-Zamanda İktisadi ve Mali Türkiye. : 13 O. Tafrali. ThessaIonique au quatorzieme siöcle, Pari: 1913, s. 123; bu müellif, Texier ve Pullan’m «L'Architectı e byzantine» adlı eserine dayanarak, II. Murad’a is nat ılunan bir kervansarayın Bizans eseri olduğunu id dia ' diyor. Bu mesele hakkında tafsilât yukanda zikredi len ı «elimizdedir.
him geçit noktalarının korunm ası ve kervanların o ra larda taarru za uğram am ası için hükümet tarafından derbentçiler konulması âdetinin Bizans’ta da bulundu ğunu lorga iddia etm ektedir.384 G. I. Bratianu'ya göre, Bizans İm paratorluğunun hükümet merkezi ve ordu ia şesi hususunda takip ettiği usûl ile Osm anhlar ta ra fın dan takip edilen usûl arasında büyük bir benzerlik mev cuttur; Bizans’ın azam etli zam anlarında İstanbul'un iaşesi için takip edilen siyaset, Osmanlı İmparatorluğu zamanında da aynen tatbik olunmuştur.385 Ancak, bütün bu benzeyiş noktalarını tesbit ve bun larda Bizans te ’siri ihtim alini kabul etmekle beraber, bu meselelerde doğrudan doğruya Bizans te’siri oldu ğuna derhal hükmetmemeliyiz. Buna kesin surette hük medebilmek ve bu te’sirin derecesini ve zamanını ta yin edebilmek için, Orta-Çağ İslâm şehir teşkilâtım , Bizans ve İran ile de m ukayese suretiyle esaslı bir tarzda tetkik etm ek, ve bu tetkiki Selçuklular devri Anadolu şehirleriyle O sm anlılar zamanındaki Rumeli şehirlerine de teşm il etmek lâzımdır. İslâm - Türk dev rindeki İktisadî teşkilâtta ve esnaf cemiyetlerinde Bi zans te'siri olup olmadığını anlamak için de büyük ve esaslı mesaiye ihtiyaç vardır. Bütün bu meseleler he384 N. lorga, Histoire des Etats bal cani ques, s. 29. Maamafih bu usûlün yalnız OsmanlIlar da değil. Anadolu Sel çukluları’nda, îlhanlılar'da ve daha diğer Türk devletlerin de de mevcut olduğunu ilâve edelim. Buna yalnız Osman lIla rd a veya Anadolu Selçuklularında tesadüf edilseydi, o vakit bir Bizans te'şirinden bahsetmek mümkün olurdu. Bu mesele hakkında «Orta-Zaman da İktisadi ve Malî Tür kiye* adlı eserimizde uzun tafsilât v ard ır. 385 G. İ . Bratianu, La Question de l'approvisionnement de Constantinople â I’epoque byzantine et ottomane, Byzantion. c. V, s. 94. 103-106.
nüz derin bir karanlık içinde bulunurken, m ukayese ler yapm ak ve m üsbet neticelere varm ak imkânı ta savvur edilemez. Tetkiki nisbeten daha kolay olan ve şimdiye kadar üzerinde oldukça çalışılm ış bulunan mi m arî tarihi m eselelerinde bile Bizans'ın İslâm ve Türk m im arilerine te ’sir derecesi hakkında ne kad ar değişik fikirler ileri sürüldüğü malûmdur. Bu hakikat meydan da iken, şimdiye k adar hiç düşünülmemiş, tetkiki çok büyük çalışm alara muhtaç m eseleler hakkında hüküm ler vermenin ilmen imkânsız olduğu kolayca teslim olu nur.
Osmanlı İm paratorluğunun, bilhassa İstanbul fe t hinden sonra, B izans’tan aldığı iddia olunan hukukî müesseseleri, ve onlarla a lâk a d ar bâfcı âdetleri, m aka lemizin başında izah ettiğim iz tarihî usûle göre, birer birer tetkik ettik. Bu uzun tetkikten çıkan neticeleri, artık vuzuh ve em niyetle hulâsa ve tesbit etmek kabil dir: 1— Osmanlı devletinin, İstanbul fethinden sonra, dev let müesseselerini yeni baştan tertip ve tensik ettiği id diası, tarihi şe ’niyete uygun değildir. F atih kanunnâ meleri, daha İstanbul fethinden önce yerleşmiş olan esasları tesbit eden birer vesikadır; onların ihtiva et tiği hükümlerin evvelâ ne zam an konulduğunu bu k a nunnâmelerden anlam ak mümkün olamaz; çünkü, d a ha sonraki Osmanlı kanunnâm eleri gibi, Fatih kanun nâmeleri de, hüküm dar tarafından bir kül halinde ç ı karılmış bulunan hüküm leri ihtiva eden resm î bir vesika değildir. Çeşitli zam anlarda konulan ve değişiklikler y a pılan ve Divanda yazılı bulunan hükümlerin —onları ta t bikle mükellef devlet m em urları için bir kolaylık olmak üzere— tevkiî veya nişancı vazifesini ifa eden bir zat ta rafından toplanarak sıray a konulm asından vücude gel miş hususî m ahiyette birer nizam ât mecmuasıdır. Bun dan dolayı, bunlara «Fatih kanunnâmeleri» demekten ziyade «Fatih devrinde toplanm ış kanun mecmuaları» demek daha doğrudur. Hiç şüphe yok ki bu kanun mec-
m ualannın tertip edildiği sırada, onlarda m evcut hü kümler yürürlükte bulunuyordu; fa k a t o nizam ve k a nunlar acaba ne zam andanberi yürürlükte idi? M uhte lif zam anlarda ne gibi değişikliklere uğram ıştı? İstanbul fethinden sonra F atih onların üzerinde bâzı değişiklik ler yapmış mıydı? B unlara henüz k a t’ı ve açık bir ce vap verilemez. Yalnız şurası m uhakkaktır ki, F atih devrinde, ne saray hayatında, ne devletin um um î müesseselerinde hiçbir esaslı değişm e olm am ış, ve İçti maî hayatın diğer şubeleri gibi, Osmanlı devletinin hu kukî tekâm ülü de tabiî mecrasını takip edip gitm iştir. Osmanlı m üesseseleri tarihi için esasi bir ehem m iyeti haiz olan bu netice tesbit edildikten sonra, bizantinistlerin m antıkî istidlallerine başlıca esas teşkil eden is tinat noktası temelinden yıkılmış oluyor. 2— Osmanlı devletinin idari teşkilâtı, m ali usulleri, saray âdetleri hakkında ayrı ayrı yaptığım ız tetkikler, bu müesseseler üzerinde Bizans te 'siri iddiasını ta m a miyle cerhetm iştir. P ek mahdut bâzı şeylerde, m eselâ Osmanlı denizciliğinin inkişafında, «alay» ve «efendi» kelimeleri gibi bir iki noktada Bizans te ’siri görünüyor; fakat bu te 'sirler de İstanbul fethinden çok önce, h a t tâ Anadolu Selçukluları zam anm da vukua gelm iş ve O smanlılara belki de onlardan intikal etm iştir. Osman lI devrinde belki bâzı mahallî vergilerin B izans’ta n k al dığı kabul olunabilir; fakat bu tahm inin ta rih î b ir h a kikat gibi kabulü için henüz ara ştırm alara ihtiyaç v a r dır. Bizans’tan alındığı şimdiye k ad a r en k a t’î su re t te iddia olunan bir çok m em uriyetlerin, sa ra y âdetle rinin, vergi ve tim ar sistemlerinin ise O sm anlılar’dan evvelki Türk-tslâm devletlerinden intikal etm iş oldu ğu, yukarıdaki sayfalarda verilen izahat sayesinde a r tık kesin olarak anlaşılm ıştır. Bizans ve O sm anlı m ü esseseleri arasında, sırf dış benzerliklere b ak ılarak ve
evvelce edinilmiş fik irlere dayanılarak mantıkî istidlal yoluyla kurulan bağlar, doğrudan doğruya tarihî realiteyi istihdaf eden genetique ve com paratif usûl k a r şısında yıkılmış, ye Bizans m üesseselerivle hiç bir a lâ kaları olmadığı kesin olarak anlaşılan muhtelif Osman lı m üesseselerinin m enşe’leri ve tekâm ülleri de olduk ça vuzuh ile teayyün etm iş bulunuyor: Osmanh devleti, Anadolu Selçukluları saltanatının idari ananelerine vâris olmuş ve kısm en llhanlılar’m ve M emlûkler’ın te’siri altında kalm ış bir T ürk-îslâm saltanatıdır,
3— Osmanlı devletinin O rta-Çağ’daki bu um seciyeleri bir defa tayin olunduktan sonra onu bütün m üesseseleriyle, siy asî a n ’a neleriyle «Bizans’ın îslâm laşmış bir devamı» sayan görüş tarzının yanlışlığı da m eydana çıkmış oluyor. B alkanlarda Tuna hududunu geçtikten ve Ş arkta Suriye ile Mısırı zaptettikten son ra , K afkas dağlarından B asra körfezi’ne ve Bağdad*tan P e şte ’ye k ad a r büyük bir im paratorluk halinde in kişaf eden. XVI. aşrın en muazzam siyasî ve askeri kuvveti m ahiyetini alan ,386 um um î Avrupa siyaseti üze rinde şiddetle m üessir olan,387 Hint Denizlerinde Porte 386 H. Hauser et A. Renaud'et, Les debuts de I’Âge mo derne. s. 392-395. Maamafıh bu müelliflerin Osmani: İmpa ratorluğunun dahili müvazenesi ve kuvvet kaynaklan hakkmdaki fikirleri, selefleri gibi, çok yanlıştır: Osmanlı devletinin başlıca kuvvetini Yeniçeriler değil, bilhassa Ti marlı Sipahisi teşkil ediyordu. 387 Bu yüzyılda Avrupa’da artık Haçlı zihniyetinin ortadan kalktığını, Hıristiyan devletlerin sırf kendi siya si menfaatlerini gözeterek İslâm devletleriyle ve Osmanlı larla andlaşmalar imzalamaktan çekinmediklerini, ve Os manlI İmparatorluğunun Avrupa devletleri manzumesine girerek .umumi siyaset üzerinde faal bir rol oynadığını gö rüyoruz CH. Hauser, La Modemite du XVI e siecle, Pari^ 1930, s. 81-B2).
kiz nüfuzunu kırm ağa çalışan138 Osmanlı devleti, O rtaÇağ*da değil fak a t Yeni-Çağ’da oynadığı cihanşüm ul tarihî rol itibariyle, bâzı cihetlerden Bizans ile m uka yese edilebilir: Bizans nüfuzunun sarsılm asından son ra Balkan m illetleri arasında başlayan ve TürklerinRumeliye geçmesiyle hâd bir şekil alan anarşi, O sm an lI İm paratorluğu sayesinde ortadan kalktı; ve bu İm paratorluk kadrosu içinde Balkan h ıristiy an lan — B i zans’ın kudretli zam anlarında olduğu gibi — sulh ve sü kûna, nisbı bir refah a kavuştular;33* Doğu Kilisesi L â tin tahakküm ünden kurtuldu. Bizans İm paratorluğu, Ortodoks mezhebi ve Rum lisanı gibi iki büyük tem sil vasıtasına m alikti; Osmanlı imparatorluğu da îslâ m dininin sünnîlik şeklini ve Türk lisanını iki büyük te m sil makinası gibi kullandı. İstanbul sarayının ve İm pa ratorluk nüfuzunun cazibesi altında bu m akinelerin çarklarına kapılan muhtelif unsurlardan, koyu müslüman ve sağlam Osmanlı tipleri çıktığını görüyoruz.3* 388 Longworth Dames, The Portuguese and Turks in the Indian Oce&n in the sizteen Century (J. R. A. S. 1921). 389 H. Hauser et A. Renaudet’nin yukarıda zikredilen eserine bakınız (s. 393). Bu müellifler, Osmanlı idaresinin, Hıristiyan tebaayı müslüman yapmağa çalışmadığını söy lemekte çok haklıdırlar, lorga da bu görüşü müdafaa et mekte, ve Osmanlı idaresinin Hıristiyan tebaaya karşı hiç bir taassup fikriyle dolu olmadığını, aksine, büyüklerin zulümlerine karşı reayanın Padişaha şikâyet ettiklerini ve bu şikâyetlerin daima reaya lehine netice verdiğini ve zâlimlere büyük cezalar verildiğini kaydetmektedir (Histo ire des Etats Balcaniques, Paris 1825, s. 30-31). Osmanlı devletinin hıriştiyan tebaasına karşı nasıl bir siyaset ta kip ettiği ve muhtelif hıriştiyan unsurların Osmanlı haki miyeti devrindeki vaziyetleri ayrıca tetkik edilmeğe muhtaçdır. Bu mesele hakkında hazırladığımız bir tetkiknâmeyi yakında neşretmek ümidindeyiz, 390 XVI-XVII. yüzyıllarda, bilhassa Rumeli serhatle-
Balkanların dünkü h attâ bugünkü etnolojik simasında, İçtimaî m üesseselerinde, m edeniyet eserlerinde Osmanlı İm paratorluğunun sağlam ve azam etli islerini, yüzyıllarca m ahkûm iyet hatırasının şiddetlendirdiği millî kin ve taassuplarına kapılarak o izleri imhaya ça lışan Balkan m illetlerinin gayretine rağmen, halâ bul mak m ümkündür: bir B ulgar âlimi, Balkanlarda bugün bile gözalıcı m edeniyet eserlerinin Osmanlı devrinden kaldığını itiraf ed iy o r;391 B alkanlarda halâ yaşıyan Türk kütlelerinden başka, İslâm iyet dairesine girmiş A rnavutlar, B oşnaklar da doğrudan doğruya Osmanh İm paratorluğunun canlı eserleridir. Türk dilinin ve Türk kültürünün derin ve göze çarpıcı izlerini Balkan milletlerinin lisanlarında, halk edebiyatlarında, âdetle rinde bulmak için, lisaniyatçı veya etnograf olmaya hiç gerek yoktur. Yalnız B u lg arlar’da ve S ırplar’da değil, istiklâllerini onlardan önce kazanan Y unanlılar’da ve Rum enler’de bile T ürk kültürünün te ’siri hâlâ görülür. Gö zümüzü İm paratorluğun diğer sahalarına çevirecek olursak, Kuzey A frik a’da, I ra k ’ta, Suriye’de, Kırım’da, hulâsa bütün eski Osmanlı m em leketlerinde im parator luk devrinin izlerini, kalıntılarını görebiliriz.392 Osmanrinde bu tiplere tesadüf etmekteyiz. O devirlere ait tari hi kaynaklarda ve Evliya Çelebi Seyahatnamesinde bu tiplerin canlı tasvirleri mevcuttur. 391 Meşhur Sırp âlimi Tsivitch, Makedonya’nın Bul gar değil Sırp olduğunu isbat için yazdığı bir müdafaanâmede. Makedonya’da Bulgar medeniyet-i maddiyesine ait hiç bir eser olmadığını kaydetmişti. Buna karşı bir Bulgar âlimi diyor ki: «Eğer maziden kalan âbidelerin mikdanndan siyasi neticeler çıkarılmak isteniyorsa, Makedonya’ daki Türk âbidelerinin diğerlerine üstün olduğu muhak kaktır» (J. Ivanoff. La Question Mac6donienne, Paris 1920 s. 224). 392 Bu memleketlerde muhtelif medeniyet unsurla-
1» harsının tarihi tetkik edilecek olursa, B ağdad’dan P eşte’ye ve Cezayir'den Kefe’ye kadar İm paratorluğun muhtelif merkezlerinde, muhtelif milliyetlere mensup insanların aynı müşterek hars dairesinde yaşadığı, Türk lisan ve edebiyatına hizmet ettiği görülür. îslâm iyeti kabul etmiş Bcşnaklar'ın, A m avutlar’ın, R um la rın, hattâ M acarlar’m, kendi dillerini yazm ak için A rap elifbesi alm ak tecrübesinde bulunm aları da, yine Os manlI İm paratorluğunun medenî te ’sirlerindedir.3*3 Anadolu’daki Rum lar ve Erm eniler de — daha Selçuk lular zam anından başlayarak — Türk harsının çok kuv vetli te'siri altında kalmışlardı.394 Bütün bu 'izah atlar gösteriyor ki, Osmanlı İm p ara torluğu, bâzılarının iddiası gibi «ilk m ağlubiyette ça dırlarını'toplayıp geldiği bozkırlara dönen ve hakim i yetinden hiç bir iz bırakmıyan b arb a r göçebelerin kur duğu geçici bir devlet» değildi. Mükemmel teşkilâta malik, sağlam esaslara dayanan hakikî bir im parator luktu. Ancak, Osmanlı devletinin, Yeni-Çağ’ın m utlakıyetçi devletlerine örnek olacak derecede m untazam idare teşkilâtına malik olması ve.O rta-Ç ağ G arp feo dal sistemine dayalı devletlerden farklı ve Yeni-Çağ’ın nnda bu OsmanIı-Türk te'sirini görmek kabildir: mimari de. lisan ve edebiyatta, âdetlerde, hulâsa medeni hayatın bütün şubelerinde bu tesirleri ayn ayn araştırmak lüzu mu vardır. Mevzuumuzun dışına çıkmamak İçin burada bu meseleler hakkında en umumi malûmat bile veremiyo ruz.
393 Encyclopâdie de l'Islam’da Osmanlı-Türk Edebi yatı hakkındaki makalemizde bunlardan umumi surette bahsedilmiştir. 394 Bu hususta bir fikir edinmek için «Türk Edebi yatının Ermeni Edebiyatı Üzerindeki Te’siri» adlı makale mize bakınız (Edebiyat Fakültesi Mçcmuasi; c. II. sayı 1, s. 1-30Î.
devlet telâkkisine yakm bir devlet mahiyetini alması, neden ileri geliyor?.. Bugünkü Avrupa tarihçilerinin iddialarına göre, bunu her şeyden evvel Bizans te’sirıne atfetm ek lâzım dır. Halbuki, bu araştırm am ız kesin surette ispat etm iştir ki, Osmanlı Devletinin hakimiyet telâkkisi ve id a re sistem i üzerinde Bizans’ın hemen hiç bir te ’siri olm am ıştır. Bundan başka, Avrupa tarihçile rinin şimdiye k ad a r nedense hiç düşünmedikleri diğer mühim bir nokta vardır ki, o da bu görüşümüzü tama* miyle doğrular: OsmanlIlar XIV. yüzyılda Bizans’la te m as ettikleri zam an, yahut XV. yüzyılda İstanbul'u a la ra k Bizansa v âris oldukları esnada, Bizans İmparator*, luğu artık eski Doğu-Eoma değildi; hudutları daralmış, teşkilâtı bozulmuş, eski muhteşem imparatorluk hatı raların ı bir gölge halinde bile aksettiremeyen zayıf ve feodal bir O rta-Çağ devleti idi.395 Bununla. II. Meh395 -Bizans İmparatorluğu daha Komnen’ler zamanında eski romen mahiyetini kaybederek, «askeri bir aristokrasi tarafından idare edilen feodal bir devlet» şeklini almıştı İstanbul'un Lâtin! er tarafından alınmasından sonra ise Rum İmparatorluğu birbirinden ayn üç parçaya ayrıldı, Bizans parası, yüzyıllardan beri muhafaza ettiği istikra rım kaybetti; ve merkeziyetçi bir devlet mefhumu yerine, son Paleaiogue'lann. âdeta feodal diyebileceğimiz rejimi kaim oldu. Bizans'ın Lâtinlerden kurtarılarak tekrar Kum lar eline geçmesi, hakikatte büyük bir şey ifade etmez: çünkü o sırada bütün ticari ve sınaî faaliyet Akdeniz’in tacir cumhuriyetlerine mensup ecnebi kolonilere geçmiş. İmparatorluk eski malı vasıtalarını kaybetmişti. XIV. yüz yılda Balkan milletlerinin İmparatorluk dairesinden çıka rak müstakil devletler kurmağa çalışmaları, Batı-Anadolu'daki Türk Beyliklerfnin ve bilhassa Ösmanhlar'ın ilerliyen istilâsı karşısında Bizans topraklannın devamlı daralma' sı. ve en sonra Ösmanhlar'ın Kümeliyi de istilâsı, XV. .yüz yılda Bizans’a mukadder olan akıbeti hazırladı (G. 1. Bratianu, Les Divisions chronologiques de l'histoire byzantine.
med'in merkeziyetçi imparatorluğu her hangi bakım dan olursa olsun kıyaslanamaz. Bunlar arasın d a, sa t hî benzeyişlerden çok fazla, derin ve hakikî teza tla r vardır. îşte bu noktadan da, Osmanlı Devletini Bizans’ ın İslâmlaşmış bir devamı gibi telâkkiye im kân olm a dığı görülüyor. Yukarıda izah ettiğim iz gibi, hukukî müesseselerinin esasını Orta-Çağ T ürk-îslâm sa lta n a t larından alan Osmanlı Devletinin, XIV-XVI. yüzyıllar daki hukukî tekâmülü hakkında burada izah lara g iriş mek mevzuumuzun dışındadır; yalnız, bir defa d aha te k ra r edelim ki, bu tekâmül üzerinde, O sm anlılar'm İstanbul fethinden önce ve sonra Bizans ile tem asları nın hiç bir esaslı te'siri olmamıştır.
Bul. de la Sec. hist. de I'Acad, roumaine, c. XVII, ş. 48-63; N. Iorga, Y a-t-il eu un Moyen-Age byzantin, B.S.H.A.R., XIII. s. 1-9).
Rambaud ve takipçilerinin, araştırmamızın ilk kıs mında izah edilen faraziyeleri bu suretle yıkıldıktan sonra, yazımızın ikinci ve üçüncü kısımlarında temas ettiğimiz ana bir nokta üzerine dönebiliriz: Osmanlı devletinin, hukukî müesseselerinin esasını Bizans’tan değil fakat O rta-Çağ Türk-îslâm saltanatlarından aldı ğı neticesine varm ıştık. Acaba bu Orta-Çağ Türk-İslâm saltanatları üzerinde Bizans'ın te ’siri olmamış mıdır? ve o te ’sir sonradan Osm anlılara da vasıtalı bir şekil de geçmemiş m idir? Meseleyi daha açık ve müşahhas olarak ortaya koyalım: Orta-Çağ İslâm devletleri teş kilâtı üzerinde çok büyük nüfuzu olan Abbasi devleti nin hukukî m üesseselerinde acaba Bizans te ’siri mev cut değil m idir? Büyük Selçuklular, doğrudan doğruya değilse de vasıtalı olarak o te ’sir altında kalmamışlar mıdır? Bizans ile sıkı tem aslarda bulunan ve hattâ b ir bakımdan ona halef olan Danişmendiller’de, Anadolu Selçuklularım da doğrudan doğruya Bizans te’sirine rastlanm ıyor mu? Bu te ’sirler Anadolu Selçuklularım dan O sm anlılara da geçmiş olamaz mı? İşte bir yığın sualler ki, Osmanlı m üesseseleri üzerinde Bizans te h ir lerinden bahsedenler, bunları düşünmeğe bile lüzum görm em işlerdir. Halbuki, bir takım noktalarda, yalnız bunlarla da iktifa etmiyerek meseleyi daha derinleş tirm ek ve bâzı yeni sualler daha ortaya atmak zarure ti v ardır: Malûm olduğu üzere, Orta-Çağ İslâm sa lta
n atları Sâsânî müesseselerinin büyük nüfuzu altında kalm ışlardı; Sâsânî - Bizans münasebetlerini ve bu iki büyük medeniyetin karşılıklı te’sirlerini dikkat nazarına alırsak, S âsân îler’den îslâm devletlerine geçen bâzı m üesseseleri ve âdetleri Bizans’ta da bulmak kabil de ğil midir? Keza, İslâmiyetten evvelki Türk devletlerin de bâzı Sâsânî te ’sirleri, yahut. Sâsâniler — veya daha evvelki İra n d ev letleri— vasıtasiyle intikal etmiş Yunan-Rom a te’sirleri bahis konusu olamaz mı?... Bu is tifham noktalarım daha pek çok uzatmak kabildir; ve yalnız T ürk hukuku tarihi itibariyle değil, umumî m e deniyet tarihi bakımından da çok mühim olan bu sual lerden bir çoğu şimdiye kadar ya büsbütün ihmal edil miş, yahut pek üstünkörü surette tetkik olunmuştur. Biz burada — daha evvelki devirlere gitmiyerek — Bi zans'ın Sâsânî İm paratorluğu ve İslâm devletleri üze rinde ve karşılıklı olarak Sâsânî ve İslâm medeniyet lerinin Bizans üzerinde yaptıkları te’sirlerden —en umu mî hatlariyle— bahsederek bu suretle, Bizans'ın Osmanlı m üesseseleri üzerinde vasıtalı olarak te 'siri m e selesine, yâni daha açık bir ifade ile, Bizans'ın Osmanlılar’dan evvelki İslâm devletleri müesseseleri üzerin deki te’siri hususuna tem as etmek istiyoruz. Asıl m evzuumuzun bir lahikası hükmünde olan bu sahifeler, bu mühim ve karışık meseleyi halletmek m aksat ve iddiasiyle, yazılm ıyor; maksadımız, sadece, gerek Bizans, gerek İslâm tetkikleriyle uğraşanların dikkatlerini bu mühim m esele üzerine çekmektir. İlk-Çağ’da Yakın Doğu tarihinin en mühim hadise lerinden biri, İran ile Yunan-Roma medeniyetlerinin birbirleriyle mücadeleleridir; bu mücadelelerin Sâsân î’ler devrinde yeniden kuvvetlendiğini görüyoruz. Bu iki büyük medeniyetin bin yıldan fazla süren tem asla rı esnasında birbirinden iktibaslarda bulunacakları pek
tabiîydi: Keyâniyan (Achemenides) devrinin bir takım an 'a n e ve m üesseseleri, İskender istilâsından sonra kurulan muhtelif Asya monarşileri vasıtasiyle, Roma İm paratorluğu’na intikal etmişti. Roma, Küçük Asya ve Elcezire fütuhatından sonra, 'd a ha çok İran te ’siri altında kaldı; Milâdın birinci yüzyı lından başlıyan bu devamlı te ’sir, Sâsânî İm paratorlu ğunun kurulm asından sonra (M.S. 228) büsbütün kuv vetlendi: millî a n ’anelerinin kuvvet ve kıymetini idrak ederek hakim iyetlerini o sağlam esaslar üzerine ku ran bu sülâle zamanında, İran İmparatorluğu, o aralık iç karışıklıklar arasında bocalıyan, iktisadi ve manevî bakım lardan bitkin bir halde bulunan. Roma’ya karşı üstünlüğünü pekâlâ hissediyordu. Kendi zâfı ve geri lemesi karşısında Sasânî devletinin yükseldiğini gören Roma, artık İra n ’ı bir örnek gibi telâkkiye başlamıştı. Diocletien in sarayı, mabut mertebesine çıkarılan hü kümdarın önünde secde etmek âdeti gibi âdetleriyle, karışık teşrifat kaidelerine bağlı memurları ve hadımlariyle, bizzat o devir adamlarının da iddia ettikleri gibi, Sâsânî sarayının bir taklidi idi. İm parator Galere, İra n mutlakiyeiçiliğinin Roma İmparatorluğuna sokul masından açıkça bahsediyordu; halkın iradesine d a yalı olan eski kayserlik, adeta bir nevi hilâfet şekline dönecek gibi görünmüştü.3* 396 Franz Cumont. les Religions oricntales dans )e Pagan isme romain, 4e 6dit., Paris, 1929, s. 125-131. Kıymet li âlim bu eserinin VI. bahsinde Roma’da İran te’sirinden ve bilhassa dini te’sirlerden uzun uzun bahsetmektedir. Sasâni medeniyetinin icra ettiği bu nüfuz yalnız Batıya mahsus kalmamış, Orta-Asya’da ve bozkırlardaki Türk kabileleri üzerinde de kendini göstermiştir. Şimdiye ka dar bilhassa san’at tarihi sahasında yapılan tetkikler bu noktalan aydınlatmışsa da hars tarihinin diğer şubelerin de ve bilhassa hukuki müesseselerde böyle bir te'sirin mev-
Sâsânî te ’siri Doğu-Roma’da dahi uzun müddet kuv vetle devam e tti;397 A. Christensen, Sâsâni ve Romen âdetleri arasında benzeyişler bulunduğunu yazdığı gi bi,398 F. Cumont, N. P. Kondakov, J. Ebersolt gibi âlim ler de Bizans sarayında Sâsânî âdet ve kıyafetlerinin, bir takım rütbe ve memuriyetlerin taklit edildiğinden bahsediyorlar.399 E . Quatrembre, daha bundan bir asır cut olup olmadığı henüz lâyıkıyle tetkik edilmemiştir. Bu yazımızda yalnız hukuki meselelerin tetkiki gayesini ta kip ettiğimizden, arkeoloji meseleleri hakkında hattâ en umumi bibliyografya malûmatı bile vermiyoruz. Yalnız, Sasani san’atının yayılma sahası ve tehirleri hakkında ol dukça bol tetkikler ve neşriyat yapılmış olduğunu ilâve edelim. 39? Bizans İmparatorluğu Eski-Doğu monarşilerinin ve bilhassa Sasâniler’in bir çok an'anelerine vâris olmuş, ve hattâ âmme hukuku telâkkilerinde bile bu Doğu tehi rinden kurtulamamıştır. G. Millet, Bizans’ın takip ettiği iktişadi siyasetin — yani, devletin bütün iktisadi faaliyetler üzerinde nâ^ım. ve mürakıp vazifesini görmesi, eşyaya narh koymasj, bâzı ziynet eşyasını, hattâ zaruri ihtiyaç maddelerini inhisar altına alması gibi esasların— Eski Do ğu monarşilerinin ve bilhassa Lagide’lerin an’anelerine geri dönüş mahiyetinde olduğunu söylüyor (G. Millet, Sur les Sceaux des commercîaires byzantins, Melanges offerts â M. G. Schlumberger. Paris 1924, II, s. 306). Hıristiyan ki lisesinin de şiddetle desteklediği bu telâkkiler. Orta-Çağ iktisadiyatında uzun ^aınan büyük bir âmil olmuştur. 398 A. Christensen, L’Empire des Sassanides, s. 101. 399 Kondakov. Bizans sarayında kullanılan Doğu kos tümlerinden bahseden mühim bir makalesinde, Bizans İmparatorlarının ve zabitlerinin alay elbisesi olan «scaramangion»un eski Acemlerin süvari kıyafetinden başka bir şey olmadığını ve bu kostümün bir taraftan Orta-Asya’ya, diğer taraftan Güney Avrupa'ya kadar yayıldığını söyle mişti (Les Costumes orientau* â la Cour byzantine, Byzantion I. s. 7-49). F. Cumont, Saiihiye’de yapılan son hafriyat neticelerine istinaden, bu kostümün daha Sâsâniler dev
evvel, Bizans saraylarındaki top ve çevkân oyunları nın İra n 'd a n iktibas edildiğini haklı olarak söylemiş t i / 00 Bizans san ’a tı üzerinde Sâsânî san’atmın te ’siri m eselesi birçok y azarlar tarafından tetkik edilmişse de, b urada, mevzuu muzla doğrudan doğruya alâkası olraıyan bu mesele üzerinde duracak değiliz: mahiyeti ve te ’sir derecesi hakkında ne kadar farklı fikirler yürü tülürse yürütülsün, her halde bu te ’sirin mevcud oldu ğu m u hakkaktır/01 Bizans İmparatorluğunun, Eski Do ğu medeniyetleri izlerini taşıyan bu simasını ve onun rinden önce, Fırat nehrinin romen hududunu bekliyen sü vari okçular kıt'alan tarafından kabul edilmiş olduğunu, yâni, daha İstanbul'un kuruluşundan evvel bu irani kostü mün Fırat batısında Koma İmparatorluğuna tâbi sahalar da yayıldığını meydana çıkarmıştır (L'Uniforme de la Cavalerie orientale, Byzantion, II, s. 180-191). Saraylarda hü kümdarın şahsi hizmetlerine bakanlara o hizmetlerin ma hiyetine göre verilen unvanların, sonralan devletin umu mi hizmetlerini gören büyük memurlara ve kumandanla ra, b&zen bir belirli memuriyet ismi bâzen de bir rütbe olarak, tevcih edilmesi âdeti, Bizans sarayında da mevcut idi ki. Ebersolt bu an’anenin Eski Doğu monarşilerinden intikal ettiğini haklı olarak söylemektedir (Fonction et dignite du vestiarium byzantin, Melanges Ch. Diehl. I, s. 88). Biz bu an’anenin Orta-Çağ İslâm-Türk saltanatların, da da kuvvetle devam ettiğini görüyoruz. 400 Kûy ve çevkân oyununun eski İran sarayların daki ehemmiyeti malûmdur. Bizans sarayında da pek ma ruf olan bu oyunu BizanslIların Fransızlardan iktibas et miş olacaklarım Du Cange vaktiyle iddia etmişti. Halbuki bu meseleyi etraflı bir surette tetkik etmiş olan Quatremöre. buna imkân olmadığını, ve Bizanslılann — Arapîar gibi — bunu İran'dan almış olacaklarını isbat etmekte, ve muhtelif Islâm-Türk saraylarında bu oyunun mevcudiye ti ve ehemmiyeti hakkında uzun tafsilât vermektedir (His. toire des Mamelouks, I, s. 121-132). 401 Tafsilât için Ch. Diehl’in «Manuel d’Art byzantin» adlı eserinin 2 ciltlik, son basımındaki indekse bakınız.
doğulu karak terin i pek güzel hulâsa eden Ch, Diehl, daha sonraları tslâm âlemiyle ve Şam, Bağdad sa ra y lariyle devam lı tem asta ve tic arî ve siyasî çok sıkı m ü nasebetlerde bulunan bu İm paratorluğun bir çok nok talardan onlara benzediğini söylüyor: m eselâ sa ra y la rın ve sa ra y hayatının ihtişam ve debdebesi, teşrifat usûlleri, saray ın ve saray entrikalarının devletin siya sî hayatındaki mühim mevkii, askerî ihtilâllerin çok luğu, harem hayatı, debdebe ve gösteriş m erakı, kan dökmek zevki, ilh... Bizans’ta olduğu kadar B ağdad’ta da m evcuttu.402 M aamafih, Bizans ve Bağdad saray ları kadar Sâsânî saraylarına dahi tatbik edilebilecek olan bu umumî benzerlik noktalarını sadece kayıt eden Ch. Diehl bu hususta hiç tafsilâta girişmiyor. Acaba Bizans m edeniyeti özerinde ve Bizans müesseselerinde, İslâm medeniyetinin ve devletlerinin ne gibi te’sirleri oldu? V aktiyle H am mer’in iddia etmiş olduğu üze re,403 Bizans sa ray ı Abbasî sarayından bir takım ikti baslarda bulunmuş mudur? îconoclasme hareketinde İslâm iyetin te siri olduğunu iddia edenlerin,404 bu gö 402 Ch. Diehl. Byzance, s. 269-270. 403 Abbasi halifesi Muktedir’in Bizans İmparatoru Thâophile tarafından gönderilen sefaret heyetini kabulün den bahseden Hammer. bu hususta tafsilât verdikten son ra, Bizans sarayının Abbasi saray âdetlerini taklit ettiğini, ve Thâophile’in, Bağdad’taki «Darüşşecere* sarayını en kü çük teferruatına kadar taklid eden bir saray yaptırdığını, ve bu saray geleneklerinin OsmanlIlar devrinde İstanbul'da da devam ettiğini söylüyor (Hammer, Histoire de I'Ordre des Assasins, trad. par Hellert et de la Nourais, Paris 1833, s. 292-2951. Ch. Diehl de bu fikre iştirak etmekte ve Islâm san'atının — bilhassa tezyini İslâm san’atının— Bizans'ta ki te'sirinden bahsetmektedir (Manuel d’Art byzantin, lere edition, s. 343-344). 404 Ch. Diehl’in Manuel d’Art byzantin'ine bakınız. Ayrıca: Compte-rendu du premier Congres International
rüşleri doğru mudur? Islâm lar’dan Bizanslılara bâzı malî usûller geçtiğini iddia edenler405 ne dereceye ka dar haklıdırlar? İşte t r takım sualler ki, bunların ay rı ayrı tetkik edilmesi Bizans-îslâm münasebetleri tari hinin aydınlanması için zaruridir. Yalnız, o tetkiklerin neticesini beklemekle birlikte, Islâm medeniyetinin Bi zans üzerinde herhalde m üessir olduğunu şimdilik umumî bir surette söyliyebiliriz. Üzün yüzyıllar îslâm dünya siyle sıkı m ünasebetlerde bulunan Bizans İmpa ratorluğunun böyle bir te ’sir altında kalmamasına im kân yoktur. Anadolu Selçuklularının Bizans’la yüzyıl larca devam eden devamlı münasebetleri neticesinde de, Bizans’ta bâzı Türk tehirlerine tesadüf edilmesi zarurîdir sanıyoruz: J. Ebersolt, Bizans’ta Selçukî mi m arîsi tehiri altında vücude gelen eserlerden bahset tiği gibi,400 E. Stein’in «Ç2vuş» kelimesini ve çavuşlar teşkilâtını gayet doğru olarak T ürkler’den Bizans’a geçmiş -saydığını da yukarıda söylemiştik. Acaba bun ların dışında, Bizans üzerinde Selçuklu te h irleri oldu ğu tahmin edilemez mi? Keza, İlhanlılar devrinde kozmografya tahsili için Bizans’tan Tebriz’e bir takım ta lebeler gittiğini biliyoruz.407 Acaba bu devrin Bizans üzerinde diğer tesirleri olmamış mıdır? Yüzyıllarca Bizans’la münasebetlerde bulunan, Bizans ordularında
des etudes byzantines, Bucarest. 1925, s. 42.- M. Lheritier, L'histoire byzantine dans I'histoire generale, Melanges Ch. Diehl, I, s. 214.- BuIIetin du Comitc International des Sci ences historiques, nu. 9, s. 687. 405 A. Andreades, Les Juifs et le fise dans l’Empire byzantin, M61anges Ch. Diehl, I, s. 12-13. 406 J. Ebersolt. Le Grand Palais de Constantinople, Pa ris. 1910, S. 149-150. 175. 407 R. Guilland, Essai sur Nicephore Grâgoras, Paris, 1626, s. 72.
hizmet eden Türk kabilelerinden bâzı şeyler Bizans’a geçmemiş m idir? îşte Türk-Bizans m ünasebetleri ta ri hinin aydınlanm ası için de bu meselelerin tenviri lâ zımdır. M aam afih, bütün bunlar, meselenin bir. cephesidir; halbuki, Bizans’m İslâm ve Türk dünyası ile m ünase betleri tarihi için, meselenin diğer cephesi, yâni — d a ha O sm anlılar’dan evvel — Bizans’ın İslâm ve Türkler üzerindeki te ’sirlerinin tetkiki şüphesiz daha mühim dir. Bir ta ra fta n Yunan-Roma medeniyetinin, diğer taraftan Eski Doğu medeniyetlerinin m irasçısı olan Bi zans, yeni doğan İslâm medeniyeti üzerinde elbette m ü him bir te’sir ic ra edecekti. Mısır ve Suriye de dahil olmak üzere Bizans’ın Asya’daki topraklarının büyük bir kısmım elde eden İslâm lar, oralardaki mahallî h a r sın te’siri altında kalarak bir takım yeni medeniyet unsurları aldıkları gibi, oralardaki Bizans teşkilâtına ve idare m üesseselerine de vâris oldular. Çölden gelen y a n barb ar A rap fatihlerinin, devlet kurm ak için, kıs men Sâsânî ve kısmen Bizans m irasından istifade ve bu iki büyük İm paratorluk müesseselerini taklit ettik leri tabiîdir. Bizans te ’sirini, en ziyade, hükümet m er kezlerini Şam ’da kuran Em evîler'de aram ak lâzım dır; onların İdarî ve mal! teşkilâtında, ordularında, saray hayat ve âdetlerinde Bizans’ın kuvvetli izleri bulunma sı lâzım gelir. Nitekim Em evîler devrinde, vergi usûlle rinde, İdarî taksim atta, orduda Bizans an ’anelerinin de vam ettiğini m ütehassıslar iddia ediyorlar. Abbasîler, kısmen E m evîler vasıtasiyle gelen Bizans te ’siri altında kalmakla beraber, devletlerinin merkezini Sâsânî a n ’anesiyle meşbu topraklar ^üzerinde kurdukları ve ilk zam anlarda başlıca iranî unsura istinat ettikleri için, devlet teşkilâtında daha çok Sâsânî te’sir inde kaldılar. Eski İslâm müelliflerinin İslâm m üesseseleri üzerinde
Sâsânî ve Bizans te ’sirlerinin mevcudiyetini pek iyi anladıklarını İbn Haldun bize açıkça gösteriyor: Ona göre, İslâm devletlerinde salta n at levazımından sayı lan bir takım şeyler, m eselâ taht, hüküm dara mahsus mühür, ordu tertibatı, askerî muzika, muhtelif renk ve şekillerde bayraklar istim ali, Tıraz (yâni hükümdarın husûsi alâm etini muhtevi hil’a t), tam am iyle Sâsânîler'den veya Bizans’tan geçm iştir.408 Bugünkü tarihçilerin — sa n 'a t tarihine a it noktalar m üstesna olmak üzere bu meseleleri telkîk hususunda İbn Haldün'a nazaran öyle çok büyük bir terakki gösterem ediklerini üzülerek itiraf edelim. Eski İslâm devletleri m üesseseler! üze rinde Sâsânî te'«iri m eselesi, yukarıda pek kısaca bah setmiş olduğumuz üzere, çok mühim olmakla beraber, henüz yeter derecede tetkik edilm em iştir. Bizans te’si ri meselesine gelince, bâzı bizantinistler tarafından dolayısiyle ileri sürülen bir takım m ütalâalar müstes na olmak üzere, bu hususta da hemen hiç bir şey ya pılmış olmadığını söyliyebiliriz. Gelecekteki tetkikler için bir kolaylık olmak m aksadiyle, Bizans'ın İslâm müesseselerine te’siri hakkında şimdiye kadar rastla dığımız çeşitli m ütalâa ve faraziyelerin başlıcalarm ı sıralayalım : Bizans devrinde M ısır’ın mülki idaresini tetkik etmiş olan bâzı âlim ler, meselâ Af. H'îîcIceR, Bi* 408 İbn Haldûn. Kitâbü’l-lber ve Divânül-Mübtedâ ve’lHaber, cilt I. s. 203 ve devamı; s. 215 ve devamı. Corci Zeydan, Medeniyet-i Islâmiye Tarihi, türkçe tercümesi, c. I’de yukarıdaki meseleler hakkında verilen bilgiye bakınız. Tıraz hakkında Encyclopâdie de ITslam’daki GrohmannTn makalesine bakınız. Eski İslâm müellifleri bir takım âdet ve müesseselerin İslâmlara Bizans’tan veya Sâsâniler’den geç tiğini itiraftan çekinmemişlerdir. Meselâ «Belâzûri» İslâmlar’da zimâm ve mühür divanını önce Irak valisi olan *Ziyad b. Übeyye-’nin eski İran padişahlarını taklid ederek, kurduğunu söyler.
zans devrindeki bâzı vergilerin sonra A rap idaresi za manında da devam ettiğini söylediği gib i;109 H. I. Bell de bu hususta biraz daha ileri giderek, Bizans ve Arap devirlerindeki m alî m üesseseler arasında pek sıkı bağlar olduğunu, ve h attâ bâzı eski vergilerin aynen devam et tiğini ileri sürm üştü.410 D aha sonra M. F. Dölger, Bi zans vergi sistem inin yalnız A raplar tarafından değil, Lâtmler ve Islavlar tarafından da kabul edildiğini mey dana koyarak, bunu doğrulam ıştır.411 Bununla birlikte daha, onlardan evvel Van Berchem M ısır’ın ilk fethin de eski Bizans vergi sisteminin m uhafaza edildiğini, hem de İslâm m üverrihlerinden naklen, m eydana koy muştu.412 A. Mez, İslâm lardaki arâzi vergisi ve şahsî vergi sistem lerinin, mağlupların bütün teşkilâtıyla b ir likte, İslâm lar tarafından alınmış Bizans m alî siste minden başka bir şey olmadığını ileri sürm üştü.412 Gaudefroy-Demombynes, sonradan neşrettiği bir eser de, bu görüşleri te k ra r ettiği gibi, Suriye’de E m eviler’ın eski Bizans idari taksim atını m uhafaza ettiklerini,414 409 YVilcken’in Grundzüge'sine dayanarak: G. Rouillard, L'administration çivile de l’Egypte byzantine, s. 79. 410 Aynı eser s. 80. Bu müellif, eserinin sonunda, Mı sır'daki Bizans idare usûlüne Araplar’ın vâris olduğunu, ve eski usûlün itina ile takip edildiğini söyler: s. 248. Ay rıca bakınız: G. Bouillard, Les Archives de Lavra, Byzantion. III, s. 262. 411 M. F. Dölger, Beitrage zur Geschichte der byzantinlschen Finanzvenvaltung, Byzan. Archiv, 1927, 9, s. 9495. G. I. Bratianu, Recherches sur le commerce genois dans la Mer Noire, s. 135. 412 Van Berchem, ia propriötâ territoriale et Timpot roncier sous les premiers Califes, Genöve, 1886. 413 A. Mez, die Renaissance des İsl&ms, s. 42. 414 G. Demombynes, le Monde musulman et byzantin jusqu’aux Croisades, Paris 1931, s. 216 (Histoire du monde, publiĞe sous la direetion. de M. E. Cavaignac, Tome VB. 1).
Dîvan teşkilâtında olduğu gibi Ordu idaresinde ve a s kerî rütbeler hususunda da Bizans ve Sâsânî gelenek lerine uyulduğunu,415 berîd yâni resm î posta teşkilâtı nın kısmen S âsâ n î’leri ve daha ziyade Bizans’ı taklid ederek vücude getirildiğini söylem ektedir.410 Evvelce Kremer ve daha sonra W ellhausev gibi İslâm iyet mutahassısları tarafın d an da bu gibi fikirler ileri sürül müştü. Bununla birlikte, bütün bu umumi m ahiyetteki görüşlerde Bizans ve Sâsânî tehirlerinden m üşterek surette bahsedilmekte, onları açık ve k a t’î surette ayır m ak ekseriyetle kabil olm am aktadır. Bu husustaki tetkiklerin henüz kâfi derecede derinleşmemesinden ileri gelen bu vuzuhsuzluğa Demombyne s'in eserinde de rastlanm aktadır. Eski İslâm devletlerinde devlet hâzinesi nin, yâni «Beytü’l-m âbin, câm ilerdeki hususi kubbeler altında m uhafaza edildiği hakkında eski İslâm coğraf yacıları tarafından verilen m alûm at, daha sonraki sey yahlar ve tarihçiler tarafından da doğrulanm aktadır kî. Johs. Pedersen bu âdette Bizans te h iri olduğunu tahmin etmektedir.417 Nitekim, ilk İslâm fetihlerinin mahiyeti bi raz düşünülecek olursa, îslâm lar eline geçmiş eski Sasâ nî ve Bizans m em leketlerinde m ahallî idarenin ve vergi usûllerinin belki aynen bırakılm ış olduğu kendiliğinden anlaşılır: M ısır’da, Suriye’de. M ezopotamya’da ilk İs lâm fatihleri, sadece bir işgal ordusu mahiyetinde id i ler; bunlar arasında hesap ve kitabet işlerinden anlıyan idare adam ları bulunam ıyacağı cihetle, mülki id a re aynen eski halinde bırakıldı; E m evîler devrinde bile, yine yerli kâtipler tarafından idare edilen Mısır dîvanında ‘vergi defterlerinin "kopt,, lisaniyle, Suri415 Ayni eser, s. 217, 241, 270, 306, 358, 402. 410 Aynı es*»r- S, 417 Encyclopödie de I'lslam’da Masdjid maddesinde. (La Mosquöe et I'admicistration pub!iquo) kısmında.
y e ’de rumca, Irak’ta farisî olarak d evam ettiğin i b ili yoruz. Sonradan, Abdü’l-Melik ibn M ervân zam anın da (H. 81 senesinde) Suriye'de idari ve m ali d efterler de arapçanm kullanılmağa başlandığını, H a cc â c’ın Irak’ta farisî defterleri arapçaya naklettirdiği, V elid ibn Abdü’l-Melik zamanında (H. 87 sen esin d e) M ısır haraç divanının arapçaya tahvil olunduğunu îslâ m ta rihlerinden öğreniyoruz.418 Tırazlarda da Bizans d e v rinden kalan rumca yazıların ve hıristiyan lığa m ahsus formüllerin kaldırılarak arapça İslâm î form üller kul lanılması; yine Abdü’l-Melik ibn M ervân zam anında olmuştur.418 Bu zamandan başlayarak idare işlerinin İslâmlara geçm eğe başladığı, daha doğrusu, esk i yerli unsurun kısmen din değiştirm ek ve ara p ça öğrenm ek suretiyle yerlerinde kaldığı söylenebilir. Bununla b ir likte bunu da umumî bir hadise gibi telâkki et memek gerekir: çünkü, bundan y ü zyıllarca sonra, m eselâ Mısır ve Suriye’de, m uam eleler tam am iyle arap lisaniyle olduğu halde, gayri m üslim unsurun y i ne idare işlerinde kullanıldığı bilinm ektedir.430 İşte bu izah edilen şartlar dairesinde, esk i îslâ m d ev letleri nin Bizans’tan bir takım m üesseseler alm ış olm aları gayet tabiîdir. G . D e m o m b y n e s , M ısır-Suriye Memlûk İmparatorluğu teşkilâtından bahsederken, M ısır’ın an cak İran ve Bizans’tan tevarüs edilm iş olan esk i İslâm
418 Maverdi, Ahkâmü’s - Sultaniyye, Divan teşkilâ tından sözeden XVIII. bahiste; Fagan’ın tercümesi: Les Statuts gouvemementau*, Alger, 1915, s. 430-437; îbn Haldun, c. I. s . 203-204; Corcı Zeydan, Medeniyet-i islâmiye Tarihi, türkçe tercümesi, c. I, s. 203. 419 Medeniyet-i İslâmiye Tarihi, türkçe tercümesi, m î, s. 121.. 420 Bütün îslâm tarihlerinde bunu doğrulayacak bir çok bilgiye rastlanır.
hilâfeti id ari te şk ilâ tı sayesinde Memlûk emirlerinin büyük tahriblerine m ukavem et edebildiğini söylü y o r;421 ve Memlûk devleti bürokrasisinin, bu devlete, bizanten — yâni b ir Orta-Çağ devletinden daha çok Yeni-Çağ devletine benziyen— bir mahiyet verdiğini, h attâ «İnşâ ve M ükâtebat dîvanı»nda Bizans İmparatorlariyle Sasânî hüküm darları devrinde olduğu gibi teşrifat ve elkap m eselelerine fevkalâde fazla ehem miyet verildiğini yazıyor.422 Bu Fransız âliminin haklı kanaatine §01*6, İslâm m üesseseleri üzerinde Bizans te ’siri m uhakkaktır; fak at, Abbasî devri müellifleri, Sâsânî te ’sirlerini kabul ve itiraf ettikleri halde, hıristiyan B izans’ın Islâm hilâfeti müessesele ri üzerindeki nüfuzunu kabul etmek istememişlerdir.422 Bununla birlikte, G. D em om bynes de bu umumî görüş ile iktifa ederek, bu hususta tafsilâta girişmiyor. Ch. Diehl, Bizans hakkm daki umumî eserinde, Bizans’ın İslâm âlemi üzerindeki te ’siri m eselesine az çok temas etmişse de hukukî m üesseselerden hiç bahsetm iyerek yalnız ilim ve felsefe sahasm da İslam ların tercüme faaliyetini zikretm eği y e te r görm üştür.424 Umumiyet le bilinen ve şim diye k ad a r en fazla tetkik edilmiş bulunan bu noktalara ilâve olmak üzere, Johs. Pedersen’in İslâm îardaki bâzı ilim müesseselerinin Bizans te ’siri altında kurulduğu hakkm daki görüşünü zikre debiliriz.425 İslâm F ık h ı’mn teşekkülünde Roma, huku 421 La Syrie â l'6poque des Mamelouks, s. CXVI. 422 Aynı eser, s. LXV-LXVI. 423 Aynı eser, s. CXVI, 1 numaralı notta. Maamafih İbn Haldûn da dahil olmak üzere, muhtelif İslâm müelliflerinde, bâzı âdet ve müesseselerin Bizans'tan iktibas edildiğine dair kayıtlara tesadüf olunduğunu unutmamalıdır. 424 Ch. Diehl, Byzance, s. 309-310. 425 Encyclopâdie de lTslam 'da Masdjid maddesinde
kunun da nüfuzu olduğu hakkında şimdiye kad ar ileri sürülen fikirleri de buna ilâve edelim.428 İşte bu izahattan anlaşılıyor ki, Bizans’ın İslâm âlemi üzerinde te ’sirleri meselesi — oldukça işlenm iş olan Arkeoloji sahası müstesna olmak üzere — yalnız ilim ve felsefe sahasm a münhasır gibi kalm ış, İdarî teşkilât üzerinde Bizans nüfuzu olup olmadığı m ese lesinin tetkikine girişilmemiş tir. Bundan başka, Bi zans'ın en ziyade Emevîler ve A bbasîler’le olan mü nasebetlerinden bahsedilmiş, fak at Bizans ile çok sıkı alâkaları olan muhtelif İslâm -Türk devletlerinin ve bilhassa Anadolu Selçukluları'nın hukukî m üesseseleri üzerinde Bizans te’siri meselesi hemen tam am iyle ih mal olunmuştur. F atım î saraylarının âdetlerinde Bi zans te ’siri olması ihtimalini sadece zikreden İnostj ranisev bu hususta hiç malûmat vermediği gibi,427 A na dolu Selçuklularının Bizans'tan iktibasları hakkında da Bratianu'nün Alâaddîn Keykubâd’m Venediklilere verdiği bir ferm anı Bizans chrysobulle’lerine benzet-
(La Mosquee, centre d’enseignement, 1, II). Bu müellif camilerin tedris merkezi olmasında ve İslâm Darülhikemelerince, Bizans vasıtasıyle intikal eden Eski Yunan ananesinin mevcut olması ihtimalinden bahsetmektedir. 426 I. Goldziher. Le Dogme et la Loi de I'Islam, Paris, * 1920. s. 39; yine aynı müellifin Encyclopâdie de ITslam’dd* ki Fikh maddesine bakınız. Ayrıca: J. Declareuil, Rome et Targanisation du Droit, Paris, 1924, s. 426 (IEvolution de l'humanitö, XIX). 427 Bu müellif. Fatımi hükümdarlarının alaylan hakkında neşretmiş olduğu gibi makalede (Zapiski Vostok Otd., 1908-1907, c. XVII., s. 1-113) bu merasimi sair bu cins merasimle mukayeseye girişmemekle beraber, Constantin Porphyrogânâte’in meşhur teşrifat mecmuasındaki bâzı merasimin Fatımiler sarayında müessir olması ihtimalin den bahsediyor.
m eşinden,428 bir de bâzı Selçuklu âbidelerinde görülen Ikibaşlı Kartal şeklinin Bizans’tan alındığı iddiasından başka dikkate değer ve açık bir mütalâa yurütülmemiştir.4M Halbuki, Bizans-Türk münasebetlerinin Bizans m üesseselerinin ve âdetlerinin Türkler üzerine te’siri bakımından en dikkate değer safhasını, belki, Anado lu Selçukluları devri teşkil eder. Bu devirde Bizans ve Konya sa ra y ları arasında çok sıkı münasebetler m ev cutlu; Konya sarayında Bizans prenslerine ve Bizans sarayında dahi Selçuklu prenslerine rastlanıyordu. Bi zans idaresinde ve hizmetinde müslüman Türkler ol duğu gibi, Selçuklu idaresinde ve hizmetinde de Orto doks R um lar mevcuttu. A sırlarca yanyana yaşıyan Türk ve Bizans kültürlerinin birbirleri üzerinde te’sirler yapm am aları, tasavvur edilemez. Müslümanlarla kom şu yaşıyan BizanslIlar nasıl Türk-İslâm âdetlerini ka bul etm işlerse,430 aynı suretle, Türkler de Bizans’tan 428 Recherches sur le commerce genois dans la Mer Noire au XIIle siecle, s. 163. 429 Yalnız Selçuklular'da değil muhtelif Türk sülâle lerine ait kitabelerde ve sikkelerde de tesadüf edilen bu «îkibaşlı Kartal» meselesi hakkında şimdiye kadar çok şeyler yazılmıştır. Bu hususta ayn bir makale neşredece ğimiz için burada aynca izahata girişmeyi zait sayıyoruz Ancak, İkibaşlı Kartal’ın yalnız Bizansa ait bir timsal ol madiğini, ve daha Eski Doğu devletlerinde de bunun mev cudiyetini ilâve edelim. 430 Jean Comnâne Çankırı'yı zaptettiği zaman, ora daki Türklerin istedikleri yere serbestçe gitmeleri şartını da kabul etmişti; halbuki, ahaliden bir çoğu bu şartttan istifade etmiyerek yerlerinde kald.lar ve hattâ Bizans hiz metine girdiler (F. Chalandon, Les Comnenes, II, s. 91-92). Hudutlarda yaşıyan bir takım hıristiyanlann Türk âdetle rini kabul ettikleri hakkında bakınız, aynı eser, s. 181-182. Bizansa tâbi bâzı Batı Anadolu şehirlerinde îslâm mezar lığı mevcut olduğunu İbn Bibî'den öğreniyoruz.
elbette birçok şeyler alm ış olmalıdırlar. Osmanlı d ev rinde Bizanslılar’dan alındığı iddia olunan bir çok âdetlerin, m üesseselerin, daha ziyade Selçuklu devrin de iktibas edilm iş olduğu pek tabiîdir. Ancak, A nado lu Selçuklularının İçtimaî tarihi bugüne kadar çok az tetkik edilmiş olduğu cihetle, bizantinistlerin bu de vir hakkında bu türlü tetkiklere girem em elerini m a zur görmelidir. îslâm devletleri üzerine Bizans te ’siri m eselesi, şimdiye kadar en fazla meskûkât üzerinde göze çarp mıştır. G. î. Bratianu Arap m eskûkât sistem inin Bizans taklidi öldüğünü ve sikkeler üzerindeki resim ve yazı lar itibariyle de bu te s’irin pek bâriz bulunduğunu söy lemektedir.431 M . J . d e M o r g a n , îslâm lar tarafından fethedilen B atı A sya memleketlerinde ve M ısır’da, e s ki Sâsânî ve Bizans sikkelerine alışık olan ahalinin o tipte sikkelerden başkasına kıym et verm ediklerini, v e binaenaleyh îslâm hükümdarlarının A bdüTM elik ibn Mervân’a kadar Irak’ta Sâsânî tipinde v e Suriye ile Kuzey Afrika’da ise Bizans tipinde sikkeler bastırm a ğa mecbur olduklarını kaydetmektedir; bununla bera ber, Sâsânî ve Bizans taklidi sikkeler «Abdü’l-Melik» den sonra da bâzı sahalarda yine epey zaman devam etmiştir.433 Türk sikkelerine gelince, A n d r â a d â s bun ların Bizans taklidi olduğunu söylüyor ki,433 bu iddia ancak kısmen doğrudur; filhakika, Büyük Selçuklu
431 Bratianu, L’Hyperpfere byzantin et monnaie d’or des republiques italiennes au XIII e siecle, Melanges Ch. Diehl, I, s. 40. 432 J. de Morgan, Evoiution et revolutions numismatiques, Melanges offerts â M. G. Schiumberger, II, s. 285-295. 433 AndrĞades, De la monnaie dans l'Empire byzan tin, Byzantion, I. s. 81.
lar'dan sonra Batı Asya’da Bizans bududlarmda kuru lan muhtelif Türk devletlerinin, meselâ Dânişmend* liler’in, A rtuklular’ın, Zengîler’in, Anadolu Selçukluları’nın meskûkâtı tetkik edilince, bunlarda Bizans tipinde sikkelerin ehemmiyetli nisbette mevcut olduğu, ve bunların uzun bir müddet devam ettiği görülmekte dir. Muhtelif iktisadi ve İdarî zaruretlerin neticesi olan bu vaziyeti burada tetkike girişecek değiliz. Elde mevcut meskûkât kataloğları sayesinde bu Bizans tak lidi Türk sikkeleri hakkında etraflı bir tetkik yapma ğa daima imkân vardır.431 İran Moğol hükümdarı Hülâgû’nun bir sikkesinde de Bizans te'siri görülüyor ki,435 bunu, ya Trabzon imparatorlarının sikkeleri nin taklidine, yahut, Bizans sikkeleri tipinde sair Türk sikkelerinin te’sirine atfetmek kabildir.436 Rus şarki yatçısı Borozdin Altm-Ordu'ya ait bâzı sikkelerde de bir kadın ve çocuk resm i olduğunu ve Meryem’le îs â ’yı tasvir eden bu sikkelerin Bizans te’siri altında b a sılmış olacağını ileri sürerek, Altın-Ordu sahasında da Bizans medeniyetinin te’sirleri bulunduğunu iddia et mişti.437 Halbuki, tanınmış m eskukâta R. Vasmer bu nun tamamiyle yanlış olduğunu, ve Altın-Ordu sikke lerinde Bizans te ’sirine aslâ tesadüf edilmediğini kat'I surette izah etm iştir.436 XV. yüzyılda Batı Anadolu’da434 İstanbul müzesi kolleksiyonlanna ait neşredilen «Meskûkât-ı lslâmiye Kataloğu» bile bu hususta bir fikir edinmeğe kâfidir. 435 Meskukât-ı Kadime-i lslâmiye Kataloğu. c. III, s. 234. 436 Bu ihtimallerden hangisinin daha kuvvetli oldu ğu aynca tetkike muhtaçtır. Biz, meseleyi halle çalışmcksızm sadece ortaya koymakla iktifa ediyoruz. 437 Noviy Vostok, Moskova, 1924, s. 329-335. 438 Mâmoires du ComitĞ des Orientalistes, 1927, ç. I . kısım I, s. 109-113.
ki Türk Beyliklerinden Aydın, Menteşe, Saruhan Oğul la rın ın Batı memleketleriyle olan ticarî m ünasebetle ri dolayısiyle — İslâm tipindeki sikkelerden başka — Napoli K rallarının Gillati adıyla tanınmış gümüş sik keleri tipinde sikkeler kestirdiklerini biliyorsak d a439, ne diğer Anadolu Beyliklerinin ne de Ö sm anhlar’ın sik kelerinde Bizans te'siri görünüyor. Bizantinistlerin, çok yanlış olarak, Bizans’ın her hususta taklitçisi v e takipçisi gibi telâkki ettikleri Ö sm anhlar'ın, m eskukât meselesinde de Bizansla hiç bir alâk a lan olmaması, makalemizin umumî neticeler ini doğrulayan diğer bir delildir.
Bütün bu m ütalâalardan sonra, Bizans müesseselerinin, yalnız Osmanlı devri müesseseleri üzerinde değil, umumiyetle Batı Asya İslâm-Türk devletleri m üesseseleri üzerindeki te’sirini araştırm ak m esele sinin ehemmiyeti daha iyi anlaşılm ıştır Sanırız. Bi zans’ın, ilk İslâm devrinden başlıyarak Osmanlı dev letinin kuruluşuna kadar, İslâm ve Türklerle yedi asu de vam eden münasebetleri esnasında, bu iki âlemin birbirine karşılıklı te’sirleri ve bilhassa Bizans huku kî müesseselerinin İslâm-Türk müesseselerine te’siri meselesi, Türk hukuku tarihinin en dikkate değer saf halarından birini teşkil eder. Bizans devlet m üessese lerinin Osmanlı devlet müesseseleri üzerinde hiç bir bârız te'sir icra etmemiş olması, Osmanlılar’dan ev 439 G. Sctılumberger, Les Principaules franques du Levan t. Paris 18.9.7,,. s. 121-123. Yine aynı müellifin »Numism atique de I ’Orient latin»iyle, Joseph Karabacek’in «Wiener Mumismatiseho Zeitschrirt*le 1370 ve 1877 de intişar eden m akalelerine bakınız.
velki devirlerde de böyle bir te'şirin bulurimadtğına aslâ bir delil teşkil edemez. Türk ve îslâm lar üzerinde Bizans medeniyetinin diğer bir takım te h irleri de, en ziyade, O sm anlılar'dan evvelki devirlerde vukua gel miştir. İşte bu bakımdan, yukarda verilen izahlar dan sonra, bu sahada yapılacak müstakbel tetkikler için faydalı olabilecek bâzı neticeler ve bâzı hareket noktaları kendiliğinden meydana çıkmış oluyor: Evvelâ, kesin bir surette ortaya çıkıyor ki, Bizans medeniyeti, diğer bütün medeniyetler gibi, kendisine kısmen vâris olan İslâm-Türk medeniyeti üzerinde müessir olmuştur. Maddi ve mânevi hayatın bıitün tecellîlerinde bu te h iri bulmak kabildir: Şehirlerdeki yaşayış tarzında, kıyafet ve âdetlerde, fikir ve felse fe sahasında, devlet teşkilâtında, saray hayatında, muhtelif hukukî ve iktisadi müesseselerde, m im arîde ve tezyini san’atlard a, ilh... zaman ve m ekâna göre az veya çok nisbette, Bizans unsurları bulunabilir. Muhtelif tarihi âm iller, bu unsurların, meselâ edebi y a tta ve husûsi hukuk’da âdeta yok denebilecek kadar az bir derecede mevcudiyetini intaç ettiği halde, sair bâ zı sahalarda bil’akis çok bâriz bir surette tecelli et melerine sebep olmuştur. İslâm medeniyeti, her m e deniyet gibi, muhtelif menşe’lerden gelme m ütecanis olmayan unsurların yeni şartlar altında vücude g etir dikleri yeni bir terkiptir; bu terkip içinde Bizans un surlarını bulmak için, bu medeniyetin yeni teşekküle başladığı ilk yüzyıllara kadar inmek daha doğrudur. Bundan dolayı, bizantinistler, îslâm tarihinde Bizans teh irin i, en ziyade, Emevî devriyle Abbasîler’in ilk asırlarında aram alıdırlar. Çünkü, bir medeniyet bir defa teşekkül ettikten ve bütün teferruatiyie kuvvetli bir sistem halini aldıktan sonra, kendi kıymet ve kuv veti hakkındaki şuurunu da kazanır; ve o vakit, haricî
hululler daha azlaşır ve daha m üşkilleşir. Dinî esaslar üzerine v e ümmet şuuruna dayanan büyük İslâm me deniyeti, teşekkül edip şuurunu kazandıktan sonra, Bi zans m edeniyeti gibi yabancı bir dîne müstenit bir Or ta-Çağ m edeniyetini maddeten ve mânen kendisinden daha aşağı görmüş ve onu bir örnek saym ağa tenezzül etm emiştir. Diğer taraftan, Türkler İslâm m edeniyeti dairesi ne girdikten sonra, vasıtalı olarak, o m edeniyetin B i zans'tan aldığı unsurlardan m üteessir olmuşlardır. F a kat, Türkler’İn doğrudan doğruya Bizans nüfuzu altın
da kaldıkları en mühim devir, şüphesiz, Anadolu fü tu hatını takip eden ilk asırlardır. Anadolu Selçukluları ve Anadolu’da kurulan diğer eski Türk devletleri, B i zans’tan zaptettikleri topraklarda yerleştikleri ilk za manlarda, tamamen değilse de yine bir dereceye ka dar, Mısır ve Suriye'nin ilk İslâm fatihleri vaziyetinde bulunuyorlardı: Onların metbuu ve dayanağı olan Bü yük Selçuklu devleti, İslâm î İran m edeniyeti esasları nın ve Türk İdarî an’aneleriyle imtizacından doğmuş kuvvetli ve muntazam m üesseselerc malik ve İslâm medeniyetine dayalı bir imparatorluktu. Fakat, onun batıya doğru ilerliyen bu istitâleleri, daha ziyade göçe be aşiretlerden mürekkep ve göçebe an'anelerine bağ lı kuvvetlerdi. Yeni yerleştikleri muhitin Bizans te ’siriyle meşbu şartlarına uymak mecburiyetinde olduk ları gibi, İslâm î m edeniyetle de tam am iyle ünsiyet et miş değillerdi; ve oldukça kesif hıristiyan kütleleriyle birlikte yaşıyorlardı. İşte bu şartlar altında Anadolu T ürklerinin bilhassa XI. - XII. yüzyıllarda kuvvetli Bi zans te’siri altında kalmaları pek tabiîdir. Suriye, İran ve Irak’la sıkı münasebetlerde bulunan Anadolu Türk lerin d e, şehir hayatı geliştikçe, İslâm medeniyeti te’sirlerinin de arttığı, ve Moğol istilâsından sonra İslâm
dünyasının her tarafından menkul servetleriyle birlik te gelen muhacir kütleleri sayesinde şehir hayatının ve tslâm kültürünün büsbütün kuvvetlendiği kolayca tah min olunabilir. F ak at bu hal, XI. - XII. yüzyıllardaki Bi zans te'sirlerinin izlerini büsbütün ortadan kaldıram a mıştır. İşte bu bakımdan, Osmanlılar devrinde Bizans’ tan Türklere geçtiği iddia olunan şeylerin mühim bir kısmını XI. - XII. yüzyıllarda aram ak daha doğru olur. Şimdiye kadar tamamiyle ihmal edilmiş olan bu noktalar üzerinde gerek bizantinistler, gerek İslâmiyat ve Türkiyat mütehassısları tarafından müştereken yapılması icap eden tetkikler, yalnız Türk hukuku de ğil, umumiyetle Orta-Çağ medeniyet tarihi itibariyle, büyük bir ehemmiyeti haiz olacaktır.
B İBLİY O Ğ R A FY A Abdülkadir, (İnanl Orun ve Ülüş Meselesi (Türk Hukuk . ve İktisat Tarihi Mecmuası, c. I s. 121-133). Abdürrahman Vefik, Tekâlif Kavaidi, Kanaat Kütüpha nesi, 1328. Tarih-i Malî 1330 (tamamlanmamıştır). Abû Hayyân, al-Idrâk li Lisan al-Atrâk (nşr. A. Çafnroğlu). İstanbul. 1931. Ahmed Cevdet Paşa, Ma’ruzftt (Türk Tarih Encüme ni Mecmuası, 1924-20, nu. 78-103). Ahmcd Refik (Altunayl, Fatih Devrine Aid Vesikalar, Tarih-i Osmani Encümeni Mecmuası. 1919-1921, nu. 40-02. —, Onuncu Asr-ı Hicride İstanbul Hayatı, İstanbul, 1333. —, Fâtih Zamanında Sultan Öyüğü, Türk Taıih Encü meni Mecmuası, 1924, sayı 00, s. J29 -141. —, Fatih Zamanında Teke-ili, Türk Tarih Encümeni Mec muası, 1924, nu. 79, S. 65 - 70. Ahmed Tcvhid. Antalya Kitabelerine Dâir, Türk Tarih Encümeni Mecmuası, 1924, nu. 83. Meskıikât-ı Kadime-i İslâmîyye Kataloğu, İstanbul. 1321, c. IV. AksarAyi, Selçuknâme, Ayasofya Kütüphanesi yazmala rı. nu. 2143: Yeni CAmi Ktp. yazmaları, nu. 827 |Ost man Turan tarafından Musâmeretü’l-ahbâr ve Müsâyeretü'l-ahyâr adıyla 1944'te Ankara'da yayımlanm ıştırl. al-Fnkhri, Texte arabo (nşr. H. Derenbourg) Paris, 1B95. Ali. KılnhüT Ahbâr, İstanbul. 1277 - 85. Amar. E., Histoire des dynastics musulnıanes, Archives Marocaiııcs, Paris. 1910, c. XVI.
Andrâadâs, A.. Les juifs et les fise dans l’Empire byzantin, Mâlanges ch. Diehl. Paris. 1930, I. s. 7-29. —, De la monnaie et dc la puissance d’achat des mâtaux precieux dans I’empire byzantin, Byzantion, 1924, I. ş. 75 - 115. Arif Mehmcd, Fâtih Kanunnâmesi, Tarih-i Osmânî En cümeni Mecmuası, '1912, nü. 13 -15. —, Devlet-i Osmaniye’nin Teessüs ve Tekarrürü Devrin de İlim ve Ulema. Edebiyat Fakültesi Mecmuası, 1332, I, nu. 2. —, Kanunî Süleyman Kanunnâmesi, Tarih-i Osmânî En cümeni Mecmuası, 1914, ııu. 16 - 19. Âsim (Mütercim), Burhân-ı kâtı tercümesi. Âşık Paşa Zâde, Tevârih-i âl-i Osman, Âli Bey (İstanbul. 1332) ve Giese (Leipzig. 1929) basımları. Atâ, Tarih-i Atâ İstanbul. 1291, c. I. Avfi, Lubâb al-albâb (nşr. Brovvne). Lejden. 1906. Aziz îbn Ardaşir-i Astarâbâdi, Bezm ü Rezm (Türkiyat Enstitüsü neşriyatından), İstanbul, 1928. Baihaki, Tarih-i Baibaki (nşr. Morİey). Calcutta, 1862. (Bibliotheca îndica). Barthold, W., Turkeslan doıvn to the mongol invasion. 1928 (Gibb Memorial Nevi- Series, V). —, Bitikçi, Encyclopedie de l’lslam. — Orta Asya Türk Tarihi Hakkında Dersler, İstanbul. 1927 (Türkiyat Enstitüsü neşriyatından). —, Kayı, Encyclopedie de l’Islam. Becker, C. H.. Steuerp&cht und Lehnıvesen. Der İslam. 1914, V. s. 81- 92. Belin, M., Etüde sur la propri€t6 fönciere en pays musulmans specialement en Turquie, fevri er-mars. 1862 —, Essai sur 1’histoire âconomique de la Turquie, Journal Asiatiquc, mai-juin, 1864. Berchem, M. Van, La propriâte territoriale et l'impot foncier sous les premier Califes, Gene ve 1836. —. Monuments et inseripliens de l’Atâbek Lu'lu' de Mossoul, OrientaUsche Studien. Festschrift fılr Tlı. Nöldeke, Band I. Gicssen, 1906, s. 197- 210. Berchem, M. van und StrZygövvakî. J., Amida, Heidelberg. 1910. .
Berezin, L, Oçerk vnutrenniago ustroistva ulusa Dzuçieva (Cuci ulusunun dalı ili teşkilâtına dair monog rafi), Trudy Vostoç. Otdel., St. Petersbourg, 1863. Björkman, W., Bcitrage zur Geschicîıte der Staatskanzlei im islamischen Aegypten, Hamburg, 1928. Blochet, E.. Introduction â l’histoire des Mongols. 1910 (Gibb Memorial Series, VII). Borozdin, N„ Ob izuçenij vostoçnyh kultur SSSR. (Sovyetler Birliğinin Şark Medeniyeti), Novyj Vostok. Moskova, 1924. Boue. Ami, La Turquie d’Europe, Paris, 1840, 3 cilt. Bratianu, G. 1., Lcs divisions chronologiques de Thistoire byzantine, Bull, de la Scction Hist. de l’Acad. Roumaine, 1931, c. XVII. — La question de l’approvisionncment de Constantinople â l’epoque byzantine et cttomane. Byzantion, 1928, c. V, S. 83 - 107; 1931, c. XI, S. 645 - 656. Eecherches surle commerce genois dans la Mer No ire au XIII siecle, Paris, 1929. L’hyperpere byzantin et la monnaie d’or des republiques italiennes au XIII siöcle, Melanges Ch. Diehl. Brockeİmann, C., MitteJtürkischer wortsclıatz, nach Mahmud al-Kâsgarîs Diwan Lugât at-Turk, Budapest - Leipzig 1928. Busbec. Baron de. Letters. trad. par De Foy. Paris 1748. 0, I. Câhız IIisala fi fadâ’il al-Atrâk (nşr. Van Vloten), Tria opuscula auctore al-Dijâhiz, 1903; trk. trc. Türk yur du, İstanbul 1914, c. V. yıl III.; ıng trc. C.T. Harley VValker. Journal or the Royal As. Şociety, 1915, s. 636-607. {Bu eserin yeni ve güvenilir bir tercümesi Ramazan Şeşen tarafından yapılmıştır. Hilâfet Ordu sunun Menkıbeleri ve Türkler’in Faziletleri. Ankara 1967, (Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü yayın ları)!. Cantacusin. Spandouin, Petit traictö de Toriğine des Turcqz (nşr. C. Schefer), Paris 1866. Chalandon, F.. Les Comnenes, Paris 1912, c. II. Chardin, Journal dû Voyage..., Amterdam 1792, c. II.
Ohavannes, Ed., Documents sur les T'ou-Klue (Turcsl Occldentaux, st. Petersbourg, 1903. —, Noies additionnelles sur les T'ou-Kiuc occidentauz, T'oung Pao, 1904, Seri II. c. V. —, Dix inscriptionfi chinoises de l'Asie Centrale, 1902. Ccvad Paşa, Tarih-i askeri-İ Osmâni, İstanbul 1297. Christensen. A., L'Empire des Sassanides, Mem. de I'Aca• demiede Danemark. 1907. [1936'da Paris’de Liran sous les Sassanides adıyla basılmıştır]. 8 ^ -. Le premler homme et le premier roi dans l'histoire le gendairc des Iranicns, Archives d'Etudes Oricntales, Uppsala 1918. XIV. Ctavijo. Embassy to Tamerlan, translated by Guy Le Strange. Ne w York 1928. Corci Zeydan, Mcdeniyet-i İslâmiye Tarihi, trk. trc.* İsta n bul 1328-1330. 5*CİIt. Cumont. Fr. L'uniformo de la cavalerie orientale, Byzanti on, 1925. II, s. iei-192. —, Les religions orientales dans le paganisme romain, Paris 1329 (4. basım). Cüveyni, Târih-i Cihânguşâ nşr. Muh. Kazvini (Gibb Me mene! series. XVI). Dames. Longworth, The Portuguese and the Turks İn the İndian Ocean in the Sizteenth century, journal Royal Asiatic Society, 1921. S. 1-28. Davlatşâh. Tadkira (nşr. Browne, 1901). Declareuil. Rome et l’organisation du droit. Paris 1924. Della valle, Pietro, Voyages. Fms. trc. Rouen 1745. Deny, Jean, Sommaire des archives turques du caire, Le caire 1630. —> Timâr, Encyclopedie de l’Isiam. —, Tughrâ, Encyclopâie de I’Islam. Grammaire de la langue turque, Paris 1920. Deonna, W., Le drapeau de la RĞgence du Camaro, Revue de I’Histoire des Religions, 1920, t. 82 Diehl, Charles. Byzance; Paris 1919. —J Manuel d’Art byzantin, Paris 1912. DImitrijev, N. K., Tureckle leksibeskie elementy v nomenklature sokolov carja AIexseja Mikajloviça (Comptes
Rendus de 1‘Academie des Sciences de 1’Û.R.S.S. 1926) s. 13-18. Dingelstedt. Victor. Le regime patriarcal et le droit coutumier des Kirghizes. Paris 1891. DOhsson, Ign. Mourajea. Tableau gânâral de I’Empire othoman, Paris 1788 -1824, 7 cilt. Dozy, Supplâment aux dictionnaires arabes, Leiden 1881, 2 cilt . Ebersolt, J., Les fonctions et les dignitâs du vesttarium byzantin, Melanges ch. Diehl, Paris 1930, I, s. 81 - 89. —, Le grand paiais de constantinople. Paris 1910. —J L’Orient et 1'Occidont, Paris. 1929. Ebü‘l-UIâ (Mardin), Ahkâm-ı Arâzi Dersi Notlan (Talebe-i hukuk cemiyeti neşriyatı), 1340-1341. Gelibolu'ya Geçerken Rumeli Arazisi için Vaz'olunan İki Esaslı Kâide-i Hukukiye, Yeni Mecmua (Çanakkale nüshası), 1917. En veri, Düstumâme, nşr. Mükrimin Halil (Yinanç) Türk Tarih Encümeni neşriyatından nu. 15. İstanbul 1930. Fagnan, E.. Abou Yousof Ya kcub, Le livre de l'impot foncier. Paris 1921. —. Les status gouvemementaux, Alger 1915 (Bu kitap Mâr verdi'nin al-Ahkâm as-Sultaniyya*sinizi tercümesidir). Fekete, L.. E in fü hrun g in die osmanisch - türkische Diplo matik der türkischen Botmassigkeit in Ungara, Budapest 1926. Feridun Bey. Münşeat, İstanbul 1274, 2 cilt. Finlay, George, A History of Greece from its conquest by the Romans to the present times, Oxford 1877. Galîb Edhem, Meskukât-ı Kadîme-i îslâmiyye Katalogu, îstanbul 1322. —, Takvim-i Meskûkât-ı Selçükiyye, îstanbul 1309. Gardizi, Zain ul-Ahbâr nşr. Muhammed Nâzım, Berlin 1928. Gaudefroy - Demombynes M., Masâlik ai-Absâr (al-Omari’nin) Mukaddimesi (Bibi, des Gâogrophes Arabes, c. II.), Paris 1927. La Syrie & l'6poque des Mamelouks, Paris 1923. Gibb, H.A.R., Tülûnuides, Ency )lop6die de l'lslam.
Gibbons,, H. A.. The foundation of the Ottoman Empire,
Oxford 1916; Türkçe tercümesi. Ragıb Hulusi, Osmanlı İmparatorluğunun Kuruluşu, İstanbul 1828. Giese, F.. Dic altosmanischen anoymen Chroniken. (metin! Bresi a u 1922; (tercüme) Leipzig 1925 —, Das Problem der Enstehung des Osmanischen Reiches, Zcitschrift für Semitisk, 1924. II. s. 24G-271; Türkçe ter cümesi, Türkiyat Mecmuası, 1925. i; s. 151 -177. Goldziher. I., Lc dogme et la loi de l'Islam, Paris 1920. Fikh, Encyclopedie de l'Islam. Granet, Marcel. Danses et legendes de le Chine aııtique. Paris 1926, 2 cilt. Gr6goire, Henry. Les veilleurs de nuit â Trebizonde. Byzantinische Zeitschrift, 1909. XVIII. s. 490-499. Grohmann. A., Tirâz, Encyclopedie de l'Islam. Grousset. R.. Histoire de l’Asie. Paris 1922. 3 cilt. —. Sur les traces du Bouddha. Paris 1929 Grum-Grzimajlo, G.. Zapadnaja Mongolija Urjanhajski} Kraj, c. III. Guillard. R., Essai sur Nicephore Gregoras, Paris 1926 Halil Edhem. Düvel-i İslâmiyye. İstanbul 1927. —, Karaman - Oğullan Hakkında Vesâik-i Mahküke, Târih i Osmani Encümeni Mecmuası. 1323, nu 11 - 14. Halphen. L.. Les Barbares, Paris 1929. Hammer, J. (von). Des Osmanischen Reiches staatsverfassung und staatsvenvaltung, VV'ien 1615. —, Histoire de 1‘Ordre des Assassins (fransız trc. Hellert el De la Nourais, Paris 1833). —, Geschichte der Goldenen Horde, Pesth 1840. Histoire de l’Empire Ottoman (fransız trc. Hellert, Pans 1835-1841). Hauser, H.. La modemite du XVI e siâcie, Paris 1930. Hauser. H.. et Renaudet, A., Les debdebuts de l’Âge moderne. Paris 1929. Heyd, W., Histoire du commerce du Levant au Moyen - Âge (fransız: trc. F. Raynaud), Paris 1923, 2 cilt. Hoca Mes’ûd, Ferhengnâme-i Sa’di tercümesi, İstanbul 1340. Houdas, O.. Histoire du Sultan Djelal ed-Din Mankobirti, Paris 1895, 2 cilt.
Houtsma, Th., Rccueil de textes relatifs â l’histoire des Seldjoucides, Leiden 1886 -1902, 4 cilt. Huart, Cl. Histoire des Arabes, Paris 1912, 2 cilt. —'i Cavush, Encylopedie de l'Islam. —, Defterdar, Ene. de l’Islam. —, Efendi EnC. de l'Islam. —. Janissaires, Ene. de l'Islam. —, Kâdı'asker, Ene. de l'Islam. —! Les saints des derviches tourneurs. Paris 1922, 2 cilt. —| La Perse antique et la civilîsation iranlenne, Paris 1925. Hüseyin Hilmi, Sinop Kitabeleri, Sinop 1341. Hüseyin Hüsamettin, Koca Mehmed Paşa, Tarih-i Osman! Encümeni Mecmuası, 1916, nu. 37-38. —, Orhan Beyin Vakfiyesi, Tarih-i Osmani Encümeni Mec muası, 1927, nu. 94, S. 2 8 4 -3 0 1 . İbn al Asir, al-Kâmil fi't-Târih, Mısır basımı. İbn Arabşâh, Fakihat al-Hulafâ’, Musul 1869. İbn Bibi, Selçuknâme, Ayasofya kütüphanesi, yazma,- nu. 2985. İbn Haldünî Kitâb al-İbar ve Divân ai-Mubtedâ v’al-Habar. Kahire 1284. İbn Hallikân, Vefayât al-A'yân, Bulak 1275. Ibnülemin Mahmud Kemal, Tuhfe-i Hattatın Mukaddimesi, İstanbul, 1928. —, Menâkıb-ı Hünerverân Mukaddimesi, İstanbul 1926. —, Evkaf-ı Hümâyun Nezaretinin tkrihçe-i teşkilâtı, İs tanbul 1336. Iorga. N., Cinq confârences sur le sud-est de l'Europe, Pa ris 1924. ^ Relations entre l’Orient et l'Occident au Moyen-Age, Pa ris 1923. —, Points de vue sur l’histoire du commerce de TOrient a l’epoque moderne, Paris 1925. — L'iconoclasme byzantin et ses correspondances dans l i treme - Orient CCompte - rendu du premier congres International des Ğtudes Byzantines), Bucarest 1925. —, Le privilâge de Mohammed II pour la ville de Pera, Bulletin de ia Section Histor. de l'Acad. Roumanie. 1914. II. nu. 1. s. 11-32 (türkçe sureti Tarih-i Osmani Encüme ni Mecmuası, 1914, nu. 25,
—, Essai de synthâse de l'histoire de l’humanltĞ, c. IV, Paris 1927. —, Ya-t-il eu un Moyen - Âge Byzantin? Builetln de la section Histor. de I'Acad. Roum&nie, 1927, c. XIII, s. 1*9. —, Les voyageurs français dans I’Orient Europâen, Paris 1928 —, L'interpenetration de l’Orient et de l'Occident au Moyen - Âge, Bulletin de la section Histor. de I’Acad. Roumalne. 1929 c. XV. S. 16-52. —, La sociötö roumaine du XIX'e sidcle dans le thiatre roumain, Paris 1929. —, Histoire des Etats Balcamques, İskender Münşi Tarih-i Âlem-ârâ-yi Abbasî, Tahran 1314. Ivanoff, J„ La Question Macedonienne, Paris 1920. Jansky, Herbert, Das Meer in Geschichte und Kultur des İslam (İslâm Tarih ve Medeniyetinde Deniz), Beitrâge zur historischen Geopraphie, Kulturgeographie, Etnographie und Kartographie vomehmlich des Orients, Wien 1929, s. 41-59. Jiriçek, C , La civilisation serbe au Moyen - Âge (Eisenmann’m fransızcaya tercümesi), Paris 1920. Juynbolİ, Th. W., Kâdi, Encyclopedie de l’lslam. Kalkaşandi , Subh al - A'şa, Mısır basımı, 14 cilt. Kanunnâme, Milli Tetebbular Mecmuası, İstanbul 1915, nu. l *2. Karabacek, J., Gigliato des jonischen Turkomanfürsten Omar - beg, Wiener Numism. Zeitschrift, 1870. —, Gigliato des Karischen, Turkomanfursten Urchân-beg. Wiener Ürumism, Zeitschrift, 1877. Kâtib Çelebi, Tuhfat üi-Kibâr fi Esfâr ül-Bihâr, İstanbul 1329. (kısmen İngilizce tercümesi J. Mitchelii, The History of the maritime wars of the Turks, London 18311. Takvim üt-Tevârih, İstanbul 1733. (R. Carli’nin tercümesi, Venezia 16971. Kazimirski. *. De Biberstein, Menoutchehri, Paris 1887. Kemâl-ad-din, Histoire d’Alep (tercüme E. Blochet) Pans 1900. Kondakov, N. P., Les costumes orientaux â la cour de Byzance, Byzantion, 1924, s. 7-49. Köprüiü-zâde Mehmed Fuad (Köprülü, Fuad), Orta Za manda Mâlî ve İktisadi Türkiye (basılmamış).
—, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, İstanbul 1919. 12. basım Ankara 1968; 3. basım, Ankara 19761. Anadolu'da İslâmiyet, Edebiyat Fakültesi Mecmuası, 1922, nu. 5. s. 327. — Türkiye Tarihi, İstanbul 1923. —, Türk Edebiyatı Tarihi, İstanbul 1928. İ2. basım, İstanbul 19301. —. Anadolu Beylikleri' Hakkında Tarihi Notlar, Türkiyat Mecmuası. 1928, II. s. 1 - 32. —, Selçukiler Zamanında Anadolu'da Türk Medeniyeti, Millî letcbbular Mecmuası, 1915, nu. 5. Tenkit, (J. Laurent'ın Byzance et les Turcs Seldjoucides dans I’Asie Occidentale }usque'cn 1081) adlı eseri hak kında. Türkiyat Mecmuası, 1925, I, s. 300 - 303. —, Kayılar, Türkiyat Mecmuası, 1925, I. s.187 -191. —, Osmanlı İmparatoriuğuhun Kuruluşu Meselesi, Hayat Mecmuası, nu: 11« 12ı — Türk Edebiyatının Ermeni Edebiyatı Üzerindeki Tesiri, Edebiyat Fakültesi'Mecmuası, c. II, nu. 1. —. Litterature turque othmanlı, Encyclopödie de l'Islam (bk. Turks). Meddahlar, Türkiyat Mecmuası, 1925,. I. s. 1-46; 1928, II • ’ S. 430 - 434.
Kraelitz, F., Kanunnâme Sultan Mehmeds des Eroberers, —, Mitteilungen zur osm. Geschichte, 1921, I s. 13-48 —■, Osmanische Urkunden in türkischer sprache, Vien 1921 Kramers, J. H., Les noms musulmans composâs avec Din. Açta Orientalia, 1927. V, s. 53 - 67. •—, Shaikh aJ-Islâm. Encyclopedie de l'Islam. Kntobulos. Târih-i Sultan Mehmed Han II, Tarih-1 Osma ni Encümeni Mecmuası, (1910-1911, nu. l - l 3 ) ‘na ilâ ve olarak. Laurent, J.. Byzance et les Turcs Selloucides dans l’Asie Occidentale îusquen 1081, Paris 1919. Byzance et Toriğine du Sultanat de Roum, M6Ianges Ch. Diehl. Paris 1930, c. I. . Des Grecs aux Groisös, Byzantion, c. I, s. 386 v.d.
Laviesse et Rambaud, Histoire gânârale, c. IV Lees, Nassau W., Tabaqât-ı Nâsıri, farsça metin, Calcutta 1864. Lhöritier, M., L’Histoire byzantine dans les manueis français, Bulletin du comitâ Internationale des Sciences historiques, 1930, nü. 9. —, L’Histoire byzantine dans I’Histoire gânörale, Melanges Ch. Diehl, Paris 1930, I, S. 2 0 1 - 2 1 6 Lot, F., La fin du mondc antique et le debut du Möyen Âge, Paris 1928. Lybyer, Albert Howe, The Government of the ottoman Empire in the time of Suleiroan the Magnificent, Çarnbridge Mass. 1613: Maçoudi, Les prairies d’or, (metin ve tercüme Barbier De Meynard ve Pavet de Courteille tarafından!, c. I - IX. Paris 1861-1877. Mahmud Kâşgari, Dîvân Lugât at-Türk (nşr. Ali Emirî). İstanbul 1915; Türkçe trc. Besim Atalay tarafından (İs tanbul 1940- 1943). Makrizi, al-Mavâiz v'el İtibâr fî zikr al-Hitat v’el-Âsâr, Bu lak 1270. Mans, Raphael Du. Estat de la Perse en 1660, Paris 1890 (nşr. Ch. Schefer). Marsigli. comte De. L’etat militaire de I'Empire ottoman, Amsıerdam 1732, Mas, Latrie De. L’ile de Chypre, Paris 1876. —, Histoire de Chypre sous les Lusignans, Paris 1852 - 61. 3 Cilt. Mâverdı, al-Ahkâm as-Sultaniyye, Mısır basması. 1909. Mez, A.. Die Benaissance des Islâms, Heidelberg 1922 (İs panyolca’ya Salvador Vila tarafından (Madrid 1936). İngilizce'ye S. Khuda Bukksh ve D.S. Margohouth ta raflarından (London 1937) tercüme edilen bu eserin türkçesi de Cemal KÖprülü'nün kalemiyle Ülkü Mec muası (1936, nu. 43’den başlayarak) ’nda tefrika hâlin de yayımlanmıştır). Millet, G., Sur les sceau* des commerdaires byzantins, Melanges offerts â M. G. Schlumbeıger, Paris 1924. s. I 303 - 327. Minorsky. W.t Tlyûl, Encyclopedie de l’Islam. Mirhând, Rauzat as-Safâ. Bombay 1261.
Mkhitar D'Airivank, Histoire chronologiuque par Mkhitar D’Airivank, XIIIe siecle (trc. Brosset), st. Pötersbourg 1895. Mohammed Ben Cheneb, Mots turcs et persans conserves dans le parler algerien, Alger 1922. Mohammed ibn Hinduşâh Nahçivâni, Düstûr al-Kâtib fî Ta’yin al-Maratib (Köprülü kütüphanesi, yazma, nu. 1241). Mordtmann. A., Bulles byzantines realitives aux Varâgues, Archives do l'Orient Latin, Paris 1881, I. Morgan, J. De, Evolutions et revolutions numismatiques, Melanges offerts â M.G. Schlumbergor Paris 1924. s. 235 - 295. —, La feodalite en Perse, son origine son developpement, son etat actuel, Revue d'Ethnographie et de sociologie Paris 1912. nu. 5-8, 169-191. Mufazzal İbn Abıl - Fazail., Histoire des Sultans Maraelouks, Partrologia Orientalis (Texte arabe publie par E. Blochet). Paris 1909-1920, c. XII-XIV. Mustafa Paşa, Netâyicü'I-vukû'at, 2. basım İstanbul 1327. Kaili Abdullah Paşa, Kanunnâme-İ Teşrifat (hususi kütüp hanemizdeki yazma nüsha, (Çeşitli kütüphanelerde nüshaları vardır). Naîmâ, Tarih, İstanbul 1281, 6 cilt. Nâsır-ı Husrau, Safarnâmo (tercüme ve nşr. Ch. Schefer), Paris 1881; (ayrıca 134i’de de Berlin'de basılmıştır). Nazml Edirneli, Divân-ı Türkî-i Basit (nşr. F. Köprülü), İs tanbul 1928. Nemeth. G., A. honfoglalo magyarsağ kialakulâsa, Budapest 1930, Nizâm ul-Mulk, Siyasetnâme (tercüme ve neşr. ch. Sche fer), Paris 1893, Nizâmi ul-Arudı Chahâr Maqâia (nşr. Mohammed Kazviiıü. Gibb Memorial Series, 1910, c. XI. Nöldeke, Th., Kans Dcmschwam's Tagebuch, Der İslam, 1925, XIV, s. 156-158. Oberhummer, E„ Die Türken und das Osmanische Reich, Gcographischen Zeitschrift, Leipzig - Berlin 1917, c. XXII - XXIII. Osman Nuri. Mecelle-i Umûr-ı Belediyye, İstanbul 1338, I.
Papadopulos, A., Türk İdaresi Altında Yunanlılar, Epetiris Etireias Byzantinion Spedion (rumca), 1925, c. II, s. 84106. • Pavet De Courteille, Dictionnaire turc-Oriental, Paris 1870. Pedersen, Johs., Masdjid, Encyclopedie de l’Islam. Pelliot, P., Sur que]ques mots d’Asie centrale attestes dans les textes chinois, Journal Asiatique, 1913, serie XI. c. I. s. 451 - 469. —, A propos des Comans, Journal Asiatique. 1929, serie XI. G. 15. S. 125-186. —. Notes sur le «Turkestan» de M. W. Barthold, Toung Pao. 1930, XXVIII, s. 12-56. —. Le prötendu mot «iascot» chez Guillaume de Rubrouck, T’ouung Pao, 1930, XXVII, 190-192. Pinön, Carlier De, Relation du voyage en Orient de Carlier de Pinon (nşr. E. Blochet), Revue de l’Orient Latin, Paris 1920. e. XII-XIII. Prasad, M. Ishawari, L’Inde du V lle au/XVIe si ede, Histoire dus Monde, Paris 1930, c. VIII. JPsichari. Jean. Efendi, Philologie et Linguistique, Melanges offerts a Louis Havet, Paris 1909, s. 3B7-427. Quatremere, Histoire des Sultans Mamelouks, Paris 183740. 2 cilt. —, Notice de l'ouvrage qul a pour titre «mes&lek Alabsar fi Mamalek Al&msar», Notices et Extraits des manuscrits de la Bibi, du Roi, 1838. XIII, S. 151-384. Rambaud, Histoire de la Russie. (7. basım) Paris 1918. Raşid ud-Dın, Cami‘ut - tavarih, Berezin ve Blochet tara fından bastırılan kısımlar (K. John tarafından da kıs men Londra (1940) ve Prag (lB41)’da neşredilmiştir). Râvandi. Rahat as-sudör va âyat as-surür (nşr. Muhammed îqbâl), Gibb Memoria) Ne w Series, 1921, II. Resmi Ahmed Efendi, Hamilet ul-Kubra (İstanbul Üni versite Ktb. yıldız yazmaları nu. 17402). Ridgevvay, William, The Origin of the Turkish Crescent, The Journal of the Royal Anthropological Institute of Gıeat Britain and Ireland, 1908, c. XXVIII, s. 241-258; Türkçeye Halil Halid Bey tarafından tercüme edilmiş tir (Türk hilâlinin aslı, Ilâhiyat Fakültesi Mecmuası, 1926, nu. 2).
Rifat (Kilisli). Kitab-ı Dede Korkut, İstanbul 1332 tOrhan Şaik Gokyay tarafından lâtin harfleriyle İstanbul'da 1938‘da yayınlandığı gibi. Vatikan'daki nüsha da İtal yanca tercümesiyle birlikte Ettore Rossi tarafından. 1952 de neşredilmiştir!. RouiIIard. G.t L’administration çivile d I’Egypte byzantine,. Paris 1928. —i Les archives de Lavra Byzantlon, 1926, III, s. 253-264 Rypka. J., Sâbit's Ramazânijje, Islamica, 1926, III, s. 435478. Sâfi, Divân (husûsi kütüphanemizdeki yazma nüsha). Sanson, Voyage ou relation de I’etat prâsent du Royaume' de Perse, Amsterdam 1695. Scala. R. (von), Das Griechentum Seit Alexander dem Grossen. (HeLmolt), Weltgeschihte, Leipzig und VVien. V, s. 1-116. Schefer, Ch. Le voyage d'outremer de Bertrandon de la Broquiere, Paris 1892. —, Description topographique et historique de Boukhara (Narşahi’nin), Paris 1892. Schiumberger. G., Les principautes franques du Levant d'aprcs les pius recentes deconvertes de la numismatique, Paris 1877. Sobernheim. M.. Iktâ’, Encyclopedie de l'Islam. Sokolov, İ. !., Zemelnye otnoşenija v Turcij do Tanzimata,. Novyj Vostok. Mosca 1924, nu. 6. —, Zemelno - podatnoe oblozenie v Turcij do Tanzimata„ Novyj Vostok, Mosca 1925, nu. 8 -9 . Solak - Zâdî, Tarih, İstanbul 1297. Stein, Ernst, Untersuchungen zur spatbyzantinischen Verfassungs und V/irtschaftsgeschichte, Mitteilungen zur Osm. Geschihte. 1923 - 1925, II. S. 1 - 62. Strzygovrski, Altai - Iran und Völkervvanderung, 1917. Süleyman (Şeyh), Çağatay lügati, İstanbul 1298. Süleyman Sû di. Defter-i muktesid, 1301, 3 cilt. Süssheim, K. Das Geschenk aus der Seldschukengeshischte. Leiden 1909. Şeref ud - Dîn Yezdı, Zafernâme, Caicutta 1887 (Bibîiotheca İndica).
Şeyhoğlu, Kcnz ül-küberâ, (Tek yazma nüshası husûsî kiıtüphanemizdedir. Ta'âlibi, Histoire des rois de Persc (tercüme ve nşr. H. Zotenberg). Paris 1900. Taeschner, Fr. Tavkî, Encyclopedie de ITslam. Taeschner, Fr. und Wittek, P., Die Vezirfamilie der Çandarlyzâde (14-15. Jhdt.) und ihre Denkmaler, Der İs lam, 1929, XVIII, S. 60 -115. Tafralı, O.. Thcssalonique au quatorzi&me siecle, Paris 1913. Tâ'ib, Osmanzâde. Hadikatii'l-vüzerâ (hususi kütüphane mizdeki yazm a nüsha). Thomsen, v., Inscriptions de I’orkhon dechifrecs, 1891 -1896 (yeni tercümesi H. H. Schaeder tarafından Zeit. der Morg. Ges. (1924-25. s. 121 -175) 'dc neşredilmiştir 1. Tiesenhausen. W. De, Recueil de matcriauz rclatifs â l’histoire de la Horde d'Or. c. I. St. Petersbourg 188 i. Tursun Bey, Tarih-i Ebu 1-Feth, Tarih-i Osmani Encümeni Mecmuası (1914 -1916. nu. 26 - 75)‘nda ilâve olarak. Vâmbery. E., Çağataische Sprachsiudien, Leipzig 1867. Etymologisches W5rlerbuch der turke - tatarisehen Sprachen. Leipzig 1878. Vasmer. R.. O dvuh zolotoordyskih monetah (Altunordû'ya ait iki sikke hakkında), Zapiski KoIIegij Vostokovedov. 1927, II. S. 109 - 112. Visdelou. C., Supplement â la Bibliolheque Orientale, 1780. ZeKi, M.. Teşkilât-ı Atikâ da Defterdar, Türk Tarih Encü meni Mecmuası, 1926-1927. nu. 91-93. Zekî Velidi IToğanl, Moğollar Devrinde Anadolu'nun İk tisadî Vaziyeti, Türk Hukuk ve İktisat Tarihi Mecmu ası. 1831. I, S. 1 -4 2 . Ziya Gökalp. Aile Ahlâkı, Yeni Mecmua, 1917, nu, 14 - 17. Zühdi, M.. Bütçe, 2 cilt.
B ib liyografya’y a ek
Bu eser 193İ de neşredildifi için o tarihten zamanımı za kadar geçen elli yıl zarfında gerek kitabın müellifi olan Profesör M. Fuad Köprülü, gerek çeşitli yazarlar tarafın dan bu devre esnasında yazılan kitap ve makalelerin bel
li başlılarını, ek bir bibliyografya halinde vermeği faydalı bulduk. Bu ek bibliyografyadaki kitap ve makalelerin bir kısmı kitabın 1953'de yayımlanan halyancasmda da yer almıştır. Ayalon, D., L’esclavage du Mamelouk, Jerusalem 1951. Babinger, F., Mehmed der Eroberer und seine Zeit. 1953. Barkan. Ömer Lütfi, XV ve XVI ıncı Asırlarda Osmanlı İmparatorluğumda Zirai Ekonominin Hukuki ve Mali Esasları. I. Kanunlar. İstanbul 1945. —, Tim ar mad., İslâm Ansiklopedisi. (1973). BrĞhier, Louis. Les instutions de I’Empire byzantin, öditions Albin. Michel, 1949 et 1970. Canard, M., Le Ceremonial fatimite et le ceremonial byzan tin. Byzantion, 1951, XXI, s, 355 - 420. Cibb, H. A. R. and Bowen, Har., Islamic Society and the West. I. Islamic Society in the eighteenth century, Part I. Oxford 1950. Göyünç, N'ejat, Tavâşi, Islâm Ansiklopedisi. (1971). Kahane, H. R., - Tietze, A, The Lingua Franca in the Levant, Turkish Nautical Terms of Italian and Greek origin. Urbana 1958. Köprülü. MT. Fuad, Les Origines de L’Empire ottoman, Pa ris 1935; Türk. trc. Osmanlı Devletinin Kuruluşu, An kara 1959, 2. basım. Ankara 1972. 3. basım İstanbul 1981. —, Orta-Zaman Türk Hukuki Müesseseleri, İslâm Amme Hu kukundan Ayn Bir Türk Amme Hukuku Yok mudur? Belleten, Ankara. 1938. II, s. 39 - 72. —, Alp, İslâm Ansiklopedisi (1941). —, Ata, İslâm Ansiklopedisi (1942). —, Bayrak, İslâm Ansiklopedisi (1942). —, Bey, İslâm Ansiklopedisi (1942). —L Çağatay Edebiyatı, İslâm Ansiklopedisi. (1945). —, Çavuş. İslâm Ansiklopedisi (1945). —, Fıkıh, İslâm Ansiklopedisi (1947). —, Hârizmşâhlar, İslâm Ansiklopedisi (1949). Hil'at, İslâm Ansiklopedisi (1950). Köprülü, Orhan F., Efendi, Islâm Ansiklopedisi (1946). Mayer, L. A. Mamluk Costume. Geneve 1952. Moravcsik, G., Byzantinoturcica. I. DieByzantinischen Qucllen der Geschicte der Türkvölker. II.Sparchres-
te der TürkvÖlker in den byzantinischen Quellen, Budapest 1942 - 43. Ostrogorskij, G., Pronija, Prilog İstarii feudalizma u Vizantij i u Juznoslovenskim zemijama, Beograd 1951. Parmaksızoğlu, İsmet, Kaptan Paşa, İslâm Ansiklopedisi. P&gliaro, A., Un ginoca persians alla corte di Bisanzio, (1936' da Eoma’da toplanan Milletlerarası 5. Bizans Çalış maları Kongresi'zıin zabıtları). Roma 1939, c. I, s. 5 2 1 524. Turan. Osman, lktâ, İslâm Ansiklopedisi, (1951). Uzunçarşılı, İsmail Hakkı, Osmanlı devletinin saray teş kilâtı, Ankara 1945. , Ağa. İslâm Ansiklopedisi (tashih ve ikmal) Wittek, Paul, The Rise. of Ottoman Empire, London 1938. —>, Notes sur la Tuğhra ottomane, Byzantion, 1948, XVIII, S. 311-334; 1950, XX. S. 267-293.
İNDEKS («Bizans, Osmanlı, Osmanlılar, Osmanlı Devleti, Selçuk lu, Selçuklular, Türk ve Türkler» kelimeleri metinde çok sık geçtiğinden indekse dahil edilmemiştir.) A A History of Greece from its conquest... (A. Fınlay), 8 A Honfogalolo Magyarsag... (Nâmeth), 21 A propos des Comans (P. Pelliot), 83 Abaka Han, 159 Abbasi, Abbasiler, 27, 32. 34, 43, 45, 58, 63,. 70. 76 - 78, 98. 107, 136, 147 - 152, 169, 179, 180, 183, 184, 186. 190, 206. 211, 212. 218, 219, 224. Abdülkadir lînanl. 50, 181 Abdü’l-Melik İbn Mervân, 217. 221 Abdürrahman Vefik Bey, 14. 68
Abiskûn, 84 Abû suvar, 162 Açta et Diplomata, 17İ Açta Orientalia, 33 Acem, Acemler, 23, 163, 188. 209 Acemistan, 162 Aerikon, 14 Afrika, 98 Ağacı, 77 Ağıcı, 31
180,
Agnâm resmi. 93 Ahiler, 22 Ahkâm-ı Arazi Dersi not lan (Ebul'ulâ Bey), 118 Ahkâmü’s - Sultaniyye (Mâverdi), «7, 148, 217 Ahlat. 162 Ahmed I.. 69 Ahmed Cevdet Paşa, 110 Ahmed Refik (Altunayl, 62. 89, 134, 167, 175 Ahmed Tevhid, 74, 149, 153, 159 Aile Ahlâkı (Ziya Gökalp), 194 Akdeniz, 71, 73 - 75, 112, 195, 204 Akhisar, 120 Ak Koyunlular. 37, 51, 53, 66, 129 Aksarayi, 57, 73 Aksaray! Tezkiresi, 165 al-Fakhri, 76 al-Tha’alibi (Sa’alibi), 187 al-Urâda fi'l-hikâyat aş-SaJçukiyya, 42, 61, 99 Alâiye, 73 Alâcûk, 138 Alâeddin Camii (Antalya’da), 74
Alâeddin Keykubâd (Sul tân) 49, 50. 112, 139, 173, 187, 219 Alâeddin Muhammed (Harezmşah), 84 Alâeddin Paşa (Sultan Or han’ın kardeşi), 6, 10, 146 Alay, 191, 199 Alı (müverrih), 40, 68, 121, 174, 175. 190 Ali Paşa (Bâyezid I. devri ve zirlerinden), 142, 177 Ali Paşa (Çandarlı), 120 Allagion, 191 g Alp Arslan (sultan), 43, 61 , 83, 149 Alp erenler, 144 Alp’lar, 144 Altai-İran und Völkerwanderung, 157 Altın-Ordu Devleti. 36, 48, 52, 53, 188, 169, 222 Altuntaş (Harezmşah), 77 Amar, E., 76 Amida, 161 Amiral, 5 Amsterdam, 53 Anadolu, 20. 21, 2İ, 25. 29, 36. 49, 50, 54, 58. 64, 74, 86, 91, 92. 108 - 111. 113, 114, 121, 122, 150, 152, 165-167, 169 170, 173, 191, 102, 194, 196. 203, 204, 225 Anadolu Beylikleri, 21, 29, 72, 73. 86. 90, 92, 113, 128, 161, 223 Anadolu defter - kethüdalığı. 65 Anadolu Kadıaskerliği, 55 Anadolu medreseleri, 166 Anadolu Selçukluları, 20, 24, 25. 27, 29. 34. 35, 42. 43, 48. 49. 56 - 58, 64, 68, 70, 73 75, 79, 81. 84 - 86, 89. 92 07. 105, 111-113, 123, 126, 128,
130 - 133. 135, 138, 139, 142 145, 149, 153, 154, 158 - 160, 165, 167, 169, 170, 173, 178, 180. 184, 187, 196, 199, 200, 206, 212, 219, 220, 222. 225. Anadolu Türkleri, 74. 225 Anadolu ve Rumeli Beylerbeyilikleri, 47 Anadolu ve Rumeli Beylerbeyiliği, 48 Anadolu’da İslâmiyet (Fuad Köprülü), 22 Andrâades, A., 212, 221 Ankara, 22 Ankara Harbi, 119 Ani (şehri), 162 Annales Sultanorum othmanidarum, 3 Antalya. 73. 74, 139 Antropoloji Cemiyeti Mecmu ası (İngiliz), 155 Amorath (bk Murad), 122 Araplar, 54, 96. 97, 135, 210, 215 Archives d’Etudes Orientale (Christensen), 33 Archives de I’orient Latin, 8 Archives Marocaines, 76 Archieunuchos, 75 Ârif Bey (nâşir), 40 Arnavut, Amavutlar, 167, 202, 203 Arslan İbn Tuğrul, 61 Arz-ı memleket, 117 Ar tuk! ular, 222 Asafnâme, 72 Asya, 151, 162, 168, 208, 213, ^ 221, 223 Âşık Paşa zâde, 41, 42, 47, 48. 56, 62. 79. 113 - 115, 120, 121 142, 178, 189 Âşık Paşa zâde Tarihi. 41, 56. I 142, 166 Aşır Efendi kütüphanesi, 57
A ta b e k u l-a sâ k ir , 53 Atabeyler, 34, 43, 104,
105
Atabeylik, 42, 48 At Meydanı, 16, 181, 183 Avfi, Muhammed, 84, 151 Avrupa. 125, 129, 174. 178, 200, 204 Ay ve Yıldız (alâmet), 10 Ayasofya kütüphanesi, 73 Aydın, 10 Aydın ili, 113 Aydınoğlu, 114 Aydi.no ğullan, 72, 86. 223 B Baöâiîcr isyanı. 143 Bâbıâli, 146 Bâbil - Asuri. 187 Babinger, F. 71 Babur sülâlesi, 129 Baburiler, 129 Bâbus-sitâre (perde kapısı). 78 Bağdad, 4, 19, 27, 32, 99, 147. 149, 150, 175, 200, 203, 211 Bahaü’d-din (melikü's-sevâhii), 73, 74 Balkan. Balkanlar, 146. 172. 200 - 202. 204, Barbaros. 71 Barthold, W., 21, 23, 32, 35. 43. 63, 117, 151. 152, 156. 184. 186 Basileus, 0 Basra Körfezi, 200 Başbakanlık Arşivi, 89 Başdefterdarlar, 65. 67 Başdefterdarhk. 60 Baş-erenler, 119 Batı-Karahanhlar, 183 Baudier, M„ İ2 Bâyezid I., 27, 62, 79. 113, 118. 142
Bâyezid II.. 63, 170. 171, 178 Bâyezid Paşa. 47 Bayındır, 50, Becker. Prof. C. H„ 97, 99 Bedreddin Horasâni. 69 Bedreddin Lü’lü (Musul Ata beyi), 161 Beglarbek, 52, 53 Beglari - beg == beylerbeyi, 52 Behram V., 54 Beitrage zur Geschichte... (Björkman), 45, 102, 134 Beitrage zur historischen Gaographie... (H. Jansky), 75 Beitrage zur Geschichte... (M. F. Dölger), 215 Belazüri, 214 Belh. 158 Belin. M.. 12, 68, 93. 94 Bell, H. 1. 215 Ben Cheneb, Mohammed, 85 Berât, 128 Berchem, Max Van, 160, 161. 215 Berezin. 53 Berkyâruk, 51, 180 Berlin, 9, 43. 77, 127, 142 Beşir ağa (darüssâde ağası). 80 Beyhakî, 150, 179, 184, 187 Beylerbeyi (unvan), 53, 54 Beylerbeyi = melikü'l-ümera, 50 Beylerbeydik, 9. 42. 46. 48. 51, 54, 60 Beytü'l-mâl, 216 Bczm-ü Rezm, 91 Bibliotheca İndica, 44, 86 Bibiiothöque des gâographes arabes (G. Demombynes), 35, 98, 160 Bilecik, 55 Biıtagâni (bk. mevâcib), 100 Biti. 62, 63
Bitig mad. (Ene. de l'Islam), 63 Bitikçi, 62 Bizantinistler. 76, 81, 146, 162. 164, 174 - 176, 199, 214, 221. 223 Björkman, W., 45, 58, 102, 134 BlOChet, E., 35. 36, 83, 85. 105 Bombay, 158 Borozdin, 222 Bosna, 116 , 118. 175 Bosna Müzesi Mecmuası (Glasnik Bos.), 193 Boşnaklar, 203 Bouâ, Ami. 9 Bratianu, G. I., 173, 196, 204, 215. 219, 221 Breslau, 48 Brockelmann, C„ 82. 158 Broquiere, Bertrandon de la 48, 122, 177 Brosset M., (mütercim). 162 Brovvne (nâşlr), 169 Bucarest, 15, 16, 212 Budapest. 21, 62 Bulak, 104 Bulgarlar. 201 Bull. de la seetion Hist. de l'Ac. Roumaine, 15, 16, 146, 171. 186. 100. 192, 205 Burhan-ı Katı tercümesi, 84. 141
Busbec, Baron de, 3 Bursa, 17 Bütçe (M. Zühdi), 68 Büyük Selçuklu İm paratorlu ğu, 25, 27, 41. 58. 63, 64, 83. 84, 9b - 100, 108, 110, 123, 126, 129. 130,' 133 - 136. 139. 149-153, 159, 168, 184, 206, 221. 225 Byzance (Ch. Diehl), 4, 7. 186, 190, 211, 218 Bvzan. Archiv, 215
Byzance et les Turcs Seldjoucides... (J. Laurent), 25, 109 Byzance et Toriğine du Suitanat de Roum (J. Laurent) 109 Byzantion, 109, 157. 196, 209, 210, 215, 221 Byzantinische Zeitscrift, 194, 195
C Caferoğlu. A. (naşir), 82 Cahız, 168 daire. Le, 54 Calcutta. 44 , 57. 86 Cambridge, 164 Câmi-i Kebir (Niğde'de), 91 Câmi'ü'l-Hikâyat, 84 Câmi’ü’t-Tevârih, 165. 172 Cam ussa t Bayscha (Hamza Paşa), 48. 122 Candar Oğullan. 90 Candarlar, 133 Canon, 16 Cantacasin. Th. Spandouin 192 Catologue des monnaies (H. Lavoix), 158 Cavaignac, M. E.. 215 Cebeci başı, 87 Cebeliler, 122 Celâleddın Harzemşah, 64 Celâli ier, 118 Celâyirler, 36, 53, 79. 129, 189 Cenevizler, 171 Cengiz evlâdı, 114 Cengiz Han, 157 Cevat Paşa, 132 Cezayir, 203 Cezayir beylerbeyi (pâye), 71 Cihanguşa-yı Cüveyni, 108, 158, 189
Cinq Confârences sur le Sudest... (Iorga), 36 Cira (icrâ), 141 Chabot, J. B. (nâşir), 152 Chalandon, F.t 123, 190, 220 Chalcocondilas. 177 Chardin, 53, 129 Chavannes. Ed., 51, 130, 188 Christensen, A.. 33. 45. 76, 101 129, 147, 157, 168, 187, 190, 209 Chronique de Michel le Syrien (nşr. Chabot), 152 Chrysobulle, 5, 173, 219 Ciavijo, Embassy to Tamerlan..., 72 Clavus (Tıraz gibi), 188 Clisurarque, 55 Codinus, 5, 81 Collections scientifiques de l'Ins..^ 151 Comte, s Comptes rendus du premier... (Ch. Diehl), 211 Constantin Dragases, 15 Constantin Porphyrogönet, 219 Contribution â l’etude du blason en Orient (Y. Artin Paşa), 155 Corel Zeydân, 33, 45, 58, 63. 75, 179, 183. 214, 217 w Courteille, Pavet de, 82 Cuci Ulusu, 53 Cumont, Franz. 208, 209 Cülus bahşişleri, 5 Cüveynî, 54. 63
Ç Çagataische Sprachstudien (Vâmbery), 82 Çahar Makale, 63, 127, 141, 186, 187
Çandarlı Ali Paşa, 119 Çandarlı Halil Paşa (Kara), 41, 42, 55, 56 Çandarlı İbrahim Paşa, 41 Çandarlılar, 41 Çankırı, 220 Çardak köyü, 120 Çav (Çavuş'un kökü), 82 ÇâviŞİ, 86 Çavişiyya (bk. Çavuşlar), 85 Çavlı, 82 Çavundur, 50 Çavuş. 82. 83, 85, 212 Çavuş mad. (İslâm Ansk.) 88 Çavuşbaşı, 5. 86-88 Çavuşbaşılar, 10 Çavuşlar, 5, 10, 81, 84 - 87, 212
Çaıvsh, mad. (Ene. de FIslam), 88 Çelebi Mehmed I.; 120, 121 Çeles (bayrak), 163 Çepni (aşirot), 143 Çigil’ler, 183 Çin, 30. 36, 62, 130. 153, 156, 188 Çinliler, 51, 188 Çivehor; 142 Çomak tanığa (tevki alâme ti), 159 D Dames, M. Longworth, 156, 160, 201 Danişmendliler, 35, 206, 222 Danses et lögendes de la chine an tiq u e (Marcel Granet), 51 Darü’l-hikeme’ler, 219 Darüssa’âde ağası. 75, 79 Darüssa’âde ağalığı, 80, 81 Darüşşecere sarayı (Bağdad’da), 211
Darü’t-tıraz’lar, 186 Dos Fürstentum Mentesche (P. Wittek), 74 Das Geschenk aus der... (K. Süssheim). 69 David (kral), 162 Dchuratch (sırp kâtib), 171 De la monnaie dans l’Empirc byzantin (Andrâades), 221 Declareuil, J.. 219 Defter, 69 Defter emini, 67, 174 Defter kethüdaları, 65 Defterdar mad. (Ene. de l’Islam), 68 Defterci, 69 Defterdar, 10. 65 - 69. 87 Defterdar-ı Divan-ı memalik (veya Defte rdar-ı mema lik). 70 Defterdarlık, 65. 67, 68 - 70 Defter - hân, 69 Defterhâne. 70 Defter-i Hakâni arşivi, 89 Defter-i Muktesîd (Süleyman Sudi), 14 Defrömery, 53 Dehliz (ıstılah), 138 Demombynes, G.. 33, 35, 45, 58, 85, 95. 97. 302, 134, 135, 160, 169, 387. 215, 216. 237, 218 Deonna, W., 156 Der İslam, 23, 41. 97. 142 Derenbourg. H„ 76 Des Grecs aux Croises (J. Laurent), 109 Des Osmanischen Reiches... (Joseph von Hammer), 20 D escription............... de Boukhara (nşr. Schefer), 45, 179, 186 190 Devletşah, 169 Develi - Karamsar. 138 Devlet-i Osmaniye'nin tees
süs ve takarrürü (M. Arif) 166, Devletşah Tezkeresi, 169 Deny, Jean, 11 -13,15.17,54,6| 94 - 97. 122, 123, 12,5 12‘İ 132, 166, 175, 191 Deylemli, 133, 135 Dış Oğuzlar, 182 Die Altosmanischen anonyracn Chroniken (F. Giese j 48, 119 Die Europ. Turkei (Amie Boue), 6 Die Renaissance des Islamd (A. Mez), 43. 58. 77, 18C, 215 Die Turken und des Osmaı nisehe Reich (Oberhummer), 8, 9, 76, 157 Die Vezirfamillio der Çandar| lyzâdc. . (F. Taeschner * Fİ \Vittek), 4 t Diehl, Ch.. 4. 7. 16 . 24, 25. 123J 163, 186, 190, 210, 211. 2121 218 Dihkan (kethüda). 169 Dimitriyev, 191 Dingelsted, Victor, 31 Dioclâtien. 208 Diplomatirum Veneto - Lc vantinum, 170 Dirlik, 5, 118 , 119, 128 Divan, 64, 66. B7, 172, 197 Divan cerideleri, 101 Divan defterleri. 137 Divan teşkilâtı (Abbasiler'de), 32 Divan-ı humayun, 59 Divan-ı istifa, 69, 70 Divan-ı lugati't - Türk, 82 Divan-ı Safi, 42 Divan-ı Türkiii Basit (F Köp rülü), 82 Di van ü’l-huruc ve'l - ci bây ât3 70 Divanü'l-insâ 34 63
Divanul-Tuğra, 34. 63 Dix inseriptions Chinoises de l'Asie (E. Chavannes), 51 Documents sur les Tou - kiue (E. Chavannes). 51 D'ohsson, 20, 55. 68. 74, 129. 165 DoğU Roma. 27. 145. 146, 204. 209 Doğu Türkistan Karahanlılan. 102 Domestique dez seholae. 4 Donativum. 5 Dozy, 69. 85 Dölger, M. F. 215 Dönüm akçesi. 14 Dört ulus emiri, 52 Du cange, 4. 12, 54, 210 Duc, 5 Ducas, 171 Dûrbâş, 84 Dusturû’l-Kâtib fi ta'yini’l merâtib, 63, 70, 168, 172 Düsturnâme (Enveri), 86 Düvel-i lslâmiye, 79 Düzme Mustafa, 121 E Ebersolt, Jean, 187, 209, 212 Ebül'ulâ (Mardin), 117, 118 Ebüssuûd fetvaları, 117 Edebiyat Fakültesi Mecmuası. 22, 166, 203 Edirne, 17, 142 Efendi, 10, 11. 191, 192. 199 Efendi mad. (Ene. de İTslam), 191 Efendi - Paulo, 192 Efgan. 156 Efganistan, 156, 160 Eflâki menakıbı. 192 Einführung in dle Osmanische... (L. Fekete), 11, 62
Eisenmann, L.. (mütercim), 193 Ekmek, 118 El-Ahkâmü's * Sultaniye, 44 El-Menhelü's-Sâfl, 53 Elcezire, 7, 142, 208 Emevİ, 76, 147, 224 Emevîler, 27, 32, 107, 183. 186. 189, 213. 215, 216. 219 Emin (halife), 78 Emir, 74 Emir Gökçe. 61 Emir Musa, 47 Emir Mübarizüddin, 139 Emir Seyfeddin, 139 Emir Süleyman, 120 Emir-i emirân, 54 Erair-i kebir. 53 Emir-i ulus, 52 Emirülmü'minin, 148, 150 Emirü’l-ûmerâ = Beylerbeyi, 49 EmirûT-ümerâ, 45. 52 - 54. ISO Emirü's-sevâhil, 73, 74 Emval defterleri, 68, 69 Encyclopâdie de l'Islam. 11. 12, 21, 56. 58, 6i, 63. 68, 71, 88. 04. 97. 110, 119, 128, 131, 138, 165. 167, 184. 186.. 188. 191, 203. 214. 216, 218 Enderun teşkilâtı, 167 Endülüs, 44 Endülüs Emevîleri, 148 Ennomion, 14 Enveri, 73 Eparchia. 10, 174, 175 Epetiris Etireias Byzantinion Spedion (Bizans tedkikieri cemiyeti yıllık mecmuası), 164 Erbil, 159 Eretna oğullan, 91 Ermeni, Ermeniler, 54, 109, 141 - 143, 153, 162, 180, 203 Ermenistan, 54
Erzincan, 138 Eski Saray. 175 Essai de synthâse de l’histoire... (Iorga). 18, 146 Essai sur l’histoire economique de la Turquie (Belin), 68, 93 EssaJ sur Nicephore Grâgoras (R. Guilland), 212 Estat de la Perse en 1660 (R. Du Mûnsl,153, 70. 141 ct-Tetkif, 52 Etrüsk, 188 Etüde sur la propriâtâ... (M. Belin), 04 Etudes roumaines, 17 Etymologisches Wörterbüch (Vâmbery). 82 Evans, Arthur (arkeolog), 156 Evkâf-ı Hümâyûn Nezareti nin tarihçe-i teşkilâtı, 81 Evliya Çelebi, 175 Evliya Çelebi Seyahatnamesi. 201
Eyyûbiler, 34, 43. 57, 58, 78. 85, 105, 110, 187 F
Fagnan, E., 97. 215 Fükihetö'i-Hulefâ (İbn Arabşah), 180 Fakiri (şâir), 174 Faiaki-i Shirtvânî, (Hadi Ha şan), 158 Farsnâme-i Nâsırî, 138 Fas. 162 Fatih (bk, Mehmed II.), 39, 40, 47. 55, 56. 62. 63. 67, 71, 72, 88, 90, 93, 114, 124, 134. 167. 171. 177, 178, 192, 108, 199, Fatih Devrine alt vesikalar (Ahmed Refik), 134, 167. 178
Fatih Kanunnâmesi, 9. 46, 54, 56, 59, 60. 65. 67, 68, 70. 71. 87, 68. 60. 03. 122, 174 Fatih Kanunnâmesi (nşr. F. Kraelitz), 14 Fatih Kanunnâmeleri, 122 , 197, Fatih zamanında Sultanöyüğü, 62 Fatih zamanında Teke ili, 62 Fatımi, Fatımiler, 33. 74, 78, 148 - 150. 160, 163, 187, 189, 219 Fazl b. Sehl (Abbasi veziri), 46 Fehim Spaho (mütercim), 193 Fekete. Ludvvig. 11, 62 Ferheng-i Şu’ûri, 158 Ferhengnâme, 82 Feridun Bey Münşeatı. 117 Fermanlar, 5 Fetihnameler, 5, 184, 185 Fırat nehri. 210 Fi el. 95 Fikh mad. (Ene. de Flslam), 219 Finîay, A.. 8 Fonction et dignite du...... byzantin (Ebersoit), 210 Forum, 180 Foy, De, 3 Francoforte (Frankfurt), 4 Fransızlar, 209 Frenk. Frenkler, 135, 143
G Galata, 171 Galata-sarayı 175 Galâre (imparator), 208 Gaüb Edhem. 153* 158. 159 Gardizi, 179 Granet, Marcel, 51 Gâzân (Han). 10. 70, 95. 96
Gazi Fazıl. 116 Caziler (sipahiler), 112, 115. 144 Gaznelilsr (devleti), 31 - 33, 43, 46, 77, 78. 84, 100, 107. 134, 150. 179, 184, 188, 187 Gelibolu. 71, 72, 115 Gelibolu tersanesi, 75 Gelibolu’ya geçerken Rumeli arazisi için (Ebü'l-ulâ), 117 Geograpische Zeitschrift, 9 Germiyan, 7 Germiyan beyliği, 63, 1G3 Geschihte d er G o ld e n e n Hor da (Hammer), 70 , Gibb Memorial, 32, 36, 42, 63. 106 Gıbbons, H, A., 6. 7, 17. 19. 21, 22, 24, 27, 95, 131, 132 Giese, F.. 21. 22, 48, 55 119 Gillati 223 Girid, 148 Glossarium ad scpiptores... 4 Goldziher. 1., 219 Gök-Türkîer. 37 Grammaire de la langue Turque. (Dony), 191 Grand dcmestique, 5. 40 Grand-logothete, 5, 59, 65 Grand Seigneur, 191 Grâgoire, Henri, 195 Grohmann. 186 - 188, 214 Grousset. Rene, 8, 19, 21, 24, 27. 156 Grundzüge (VVilcken), 215 Grzimajio. G. Grum, 163 Guiâm’lar. 101, 104, 136, 138, 139 Guiâm-r hass (bk. gulâm), 134 Gulâmân-ı dergâh (bk. gu lâm). 134 .1 Gulâmân-ı hassa. 134 Guriîer (Gurlular), 57. 58. 135
Guilland. R.. 212 Gümrük. 10 Gürcü, Gürcüler, 135, 141 143, 162
H Habeşi (Habeş) Mehmed Ağa (dârüssa’âde ağası), 80, 81 Haccâc, 215 Hâce-i büzürk (vezir), 43 Hacı İvaz Paşa, 41, 121 Hâcib, Hâciblik, 77 Hâcib mad,. (îsl. Ansiklope disi), 77 Hadım ağalan. 11, 75 Hadım Ali Paşa (sadrâzam), 79 Hadım Sinan Paşa. 79 Hâdımân-ı harem-i Sultani, 77 Hâdi Haşan. 158 Hadikatü’I-Vüzora, 79 Hak anî, 158 Hakku’i-bi’a (cülus bahşişi), 179 Halac, 79 Halep, 57, 149 Haleo Atabekleri, 110 Halil Edhem Bey, 79, 91 Halil Hal id Bey, 155 Halka. 134 Halka-i has müfredleri. 134 Halphen, L., 33 Hama, 58 Hamburg, 45 Hamîd - oğlu. 113 Hamiletü'l - K üb râ (Ahmed Resmi). 80 Hammer, J, v., 12, 20. 40, 55, 60, 68. 70. 71. 92. 94, 93. 132, 161. 177. 180, 192, 211 Hammer Tarihi (bk. Histoire de l'Empire ottoman), 60
Hamza Bey (Anadolu beyler beyi, II. Murad devri), 47 Hamza Bey (Rumeli beyler beyi, Çelebi Mehmed dev ri). 47 Hamza Paşa ICamussat Baychal, Anadolu beyler beyi. 48 H^nbeli, 58 Hanefi. 57, 58 Haraç (Abbasiler’de), 32 Haraç divanı (Mısır’da), 217 Haraciyye, 12 Haremeyn evkafı, 80 Haremeyn evkafı nezâreti, 81 Harput, 138 Hârizmi, 100, 114 Harizmliler, 105. 185 Hârizmşahlar, 34. 37, 43, 44, 51. 54, 58, 61, 64, 70, 03, 102, 107, 110, 111, 114, 138, 152, 158, 173. 180, 184, 187 Hârizmşahllk, 152 Hass. 66, 102, 103, 126 Hass incü (hükümdara mah sus arazi). 102 Hauser. H., 8, 165. 200, 201 Havass-ı hümâyûn. 67 Havâşi (ıstılah). 140 Havet. Louis, 191 Hayat Mecmuası, 21,. 37 Hazinedar, 31 Hazinedarbaşılar. 81 Heidelberg, 43, 161 Hellert (mütercim). 180, 211 Helmolt, 11. 96, 146 Heyd, W., 170 Hıtat (bk. Kitabü'l-Hıtat), 104 Hızır lîyas, 15 Hilâl (timsal), 9. 155, 156, 158163 Hil’at. 180 - 189. 214 Hind, 30, 156 Hind Denizi. 200
Hind Moğolları, 37 Hindistan. 129, 162 Hiadliler, 135 Histoire chronologique par Mkhithar d ’Airivank, 162 Histoire d’Alep (Kemâl-addin), 105 . Histoire de l’Asie (R. Grous set), 8, 9. 27 Histoire de Chj'pre sous les Lusignans, 170 Histoire de la Russie (Rambaud), 36 Histoire de I’Empirc ottoman (Hammer), 60, 177, 180. 192 Histoire de l’ordre des Assasins (Hammer), 180, 211 Histoire des Arabes (Ci. Huart), 33 Histoire des dynasties musulmanes (E. Amar)> 76 Histoire des etats balcaniques (Iorgaİ, 20. 196. 201 Histoire des Mongols (Dohsson). 129 Histoire des Rois des Perses (Ai-Tha'alibi), 187 Histoire des Sultans MameIouks (E. Blochet), 85 Histoire des Sultans Mamelouks (Quatremere), 52, 53. 78, 79. 85. 133, 134. 137, 138. 210 Histoire du commerce du Levant (W. Heyd). 171 Histoire du Sultan Djilâl edDin Mankobirti (O. Houdas), 44. 51, 59. 85. 102 Histoire generale (Lavisse et Rambaud), 5 Histoire generale (Seignobos). 31 Hive (hanlığı), 96 Hiyung - nu’lar, 30. 51
Hoca Şemseddin Cüveyni (sâhib-divan), 70 Hoca Yunus. 73 Hokand (hanlığı), 96 Honas, 138 Horasan. 32, 45, 99, 106, 183 Horasanlı, 133. 135 Houdas, O., 44. 51. 59, 64, 85 Houtsma, Th., (naşir), 42, 43. 49, 57. 63. 64. 69. 73. 83. 86, 99. 105. 108. 112. 128. 134, 135, 137. 139 - 141, 143, 153, 167, 187 Houtsma külliyatı (bk. Recueil...), 137, 138, 187 Huart, Cl., 25, 33. 58. 68, 88, 131, 157, 187, 188, 191, 192 Hulâgû, 70. 159, 161, 222 Hums-ı divâni (tâbir), 105 Hums-ı uşr-i divâni, 105 Husrev-i Dehlevi, 86 Hükümdar haslan, 66 Hüsameddin Çoban, 49, 50 Hüseyin Hüsameddin Bey, 41 Hüseyin Hilmi, 79 Hyppodrome. 181
l Iorga, N.; 15 - 17, 19. 25, 36. 145 - 147, 170 - 172, 181, 186, 190, 192, 196, 201, 205 Irak, 7, 202, 214, 217, 221, 225 Islavlar, 109. 215 i
lbn Arabşah, 180 îbn Battûta, 52. 53, 183, 189, 192 ibn Bibi, 49, 50, 57. 64, 68, 87. 111, 113, 134 - 139. 141. 143, 150, 153, 165. 220 lbn Fazl Allah al-Omarî, 114
lbn Haldûn, 33, 44, 68. 72. 149. 168, 214, 217, 218 lbn Hallikân, 33. 63. 64. 100 İbnü'l - Adim. 33 lbnülemin, Mahmud Kemal, 80. 175 İbnü’I - Esir. 183 İbrahim Paşa (Veziriazam), 41 İbrahim Paşa Sarayı, 175 lchkan ichkhanat (prensler prensi),54 lconoclasme, 211 İcra-hvâr (ücretli askerler). 128, 129, 14 i (acr-hvâr, lbn Bibi'de), 142 İdrarât, 128 İki Beylerbeyilik, 46, 52 îkibaşlı Kartal (timsal) 220 İktâ, 34, 94 - 96, 97, 99 - 101, 103-109. 111. 112. 118, 126130, 139, 140, 169 İktâ mad. (Ene. de Flslâm), 97. 110 İl Arslan (Hârizmşahlar’dan), 152. 180 İlâhiyât Fakültesi Mecmuası, 155, 160 llhanhlar. 70. 165, 166, 172. 184, 188. 189, 196, 200. 212 İlk Osmanlı sikkeleri hakkın da (F. Köprülü), 154 İmam Ebü Yusuf, 97 İncü (arazi), 102 İnostrantsev. 219 İnscriptions de Forkhon, 182 İnşa ve mükâtebât divanı. 218 İntroduction â 1’His toire des Mongols (E. Blochet). 36 Ippoforvi,, 14 İran, 24, 30, 34, 35. 52. 70, 70. 96, 100, 101, 106, 107, 128, 135, 136, 141, 143, 157, 168, 187, 207, 208. 210, 214, 217, 225
İran Moğollan, 24, 69, 95, 127, 129, 222 lsâ, 221 lsfendiyar İbn Bâyezid, 79 lsfendiyar Oğullan,. 114 İskender Haci Bey, 171 İskender istilâsı, 206 İslâm Ansiklopedisi, 77, 78 Islamica, 86 İsmail Bey (Kastamonu emiri), 79 İsmail Galib, 149 İstanbul, 3, 4, 6-8, 10. ii, 14 17, 19. 21, 22, 25 - 27, 32. 37. 39-41, 45, 47, 48, 56, 73, 75 -'77, 79 - 81, 86. 88, 89, 100. 114, 115, 120, 123. 130, 142, 145, 146, 148, 151, 155, 167, 174- 178, 185, 189, 198, 199, 201, 204, 205, 210, 211 İstanbul Müzesi, 222 İstanbul Müzesi meskukât-ı k a d im e -i is lâ m iy o K a ta lo g u (Galib E d h c m /, 158
İvanoff, J., 202 İznik, 55 İznik medresesi, 166 İzzeddin (Musul Atabeylerin den), 159 İzzeddin Keyhâvus (sultan). 49, 153
. J Janissaires mad. (Ene. de l’Isla m ) , 131 Jansky. Herbert, 75 Japonya. 130 Jean Comnâne, 220 Jean II Comnâne et Manucl I ....... (Chalandon), 123 Jireçek, J.. 193 Journal Asiatique, 25, 52, 69 93, 94
J.R.A.S., 168. 201 Juge de Camp, 5. 59 Juynboll, Th. W.. 58
i Kaçarlar, 128 Kâdi mad. (Ene. de l’Islam), 58 Kadı asker, 5, 57, 87 Kadıaskerler, 56. 66 Kadıaskerlik, 39, 41, 54 - 56. 58-60 Kadı Burhaneddin. 91 Kadı-i leşker, 57, 58 Kadıu'l-kudât, 57 Kafkas dağlan, 200 Kafkasya, 107 Kâfur (siyah bir tavaşi), 76 Kahire, 33. 57, 97, 175 Kalaçlar, 108 Kalavun (sultan), 102 Kalkaşandi, 44, 173 Kanun, 10 Kanûnl Süleyman, 6, 17, 89. , 90, 92, 164, 174, 189 Kanunnâme (Fatih), 4, 26, 27. 39-41, 47. 93 Kanunnâme (nşr. F, Kraelitz). 90, 93 Kanunnâme (Milli Teteb. Mec.), 14, 116 Kanunnâme-i âl-i Osman (Fa tih Devri), 40, 47, 55, 59, 80. 67 Kanunnâme-i âl-i Osman (Kanûni devri), 88, 90, 189 Kapı ağaları, 81 Kapı kethüdası, 8 Kapıcılar kethüdası, 87 Kapıkulu, 101 Kapnikon, 14 Kapudan Paşa, 5
Kapudan Pasha mad. (Ene. de l’Islam), 71 Kaptanpaşalık, 71, 75 Kara Burun. 120 Karabacak. 161, 187 -189. 223 Karadeniz. 71, 73, 112 Karahanhlar. 32. 34, 63, 83. 150, 159, 182 Kara - Hıtaylar, 35. 152 Kara Hilâl, 157 Kara Koyunlular, 37, 53, 129 Karakunm. 4. 19, 27 Karakuş (bir tavuşi), 78 Karaman Oğullan, 56-58, 90. 91. İ0S. 167. 170 Karaman Oğullan hakkında vesâik-i mahküke (Halil Edhera). 91 Karluk, 130 Karamâni Mehmed Paşa. 55 Kasım (Karaman Oğullan’ndan) 9 i Kastamoni. 79. 183, 192 Kaşgâr. 31 Kâtıb Çelebi, 56, 71. 72 Kâtibü's-sır. 64. 163 Kavanin-i Teşrifat (Naili Ab dullah Paşa). 63, 72 Kavurd (Melikşah'ın amca sı) 105, 179, 180 Kayı Boyu, 50 Kayz mad. (Ene. de l'Islam), 21
Kayseri ye. 138, 139 Kâzı-asker mad. (Ene. de l'Islam), 58 Keleti Szemle, 158 Kazvin. 135 Kefe. 202 Keleti Szemle. 158 Kemal - ad - din. 105 Kenzü‘1- Kübera, 118 Keyâniyân (Achemenides). 2C8
Keyhusrev III, 149 Kıbns. 171 Kılıç Arslan, IV, 149 Kınık boyu. 61, 159 Kırım 36. 202 Kızılbaş kabileleri. 51 Kirman Selçukluları Tarihi (RecueU’de), 43, 105, 107 Kitab al-idrâk... (nşr. A. Caferoğlu), 82 Kitab-i Dede Korkut. 182 Kitabet-i inşa, 64 Kitabü'l İber v e . . Haber (lbn Haldun), 44. 214 Kitabü'l Haraç. 97 Kitabü'l - Hıtat (Makrizi), 34. 42. 63 Koca Mehmed Paşa. 41 Koca Mehmed Paşa (TOEM*de). 41 Komnenier, 123, 204 Kondakov, 157, 163, 209 Konya, 74. 145, 220 Kopf, Kari, 95 Kopt. 215 Koyun hakkı, 93 Köprülü. Fuad, 72, 77, 88 Köprülü kütüphanesi, 63, 169 Köprülü zâde Mehmed Fuad (bk. Köprülü Fuad), 32, 34, 36, 74, 82, 100, 144, 149, 154, 177, 181. K öse-D ağ harbi, 143 Kraelitz, F., 14, 40. 82, 90, 93. 172 Kramers Dr. J. H., 11. 17, 33. 56, 133, 167 Kremer. 96. 216 Kritovulos (Kritobulos), 171 Kukules, Ph., 194 Kul (ıstılah). 135 Kulturgeschichte des Orients (Kremer) 96 Kutadgu - Bilig, 62
Küy ve Çevgân oyunu, 210 Kuzey Afrika, 34, 44, 85, 160, 202, 221 Küçük Asya, 208 Küçük Ermenistan Krallığı, 153 Künhü’I-Ahbâr (Ali), 40, 120, 121
_
Kürtler. 118 L L’administration civilo de l’Egypte byzantine (G. Ro- üillard), 186, 215 L’Architecture byzantine (Texier ve Pullan), 195 L'Empire des Sassanides (Christensen), 33. 45, 76. 101, 129. 157, 168, 187, 190, 209 L’historie byzantine ... (M. Lhâritier), 146, 147 L’Hyperpere byzantin ...... (Bratianu), 221 L’Ile de Chypre (Mas Latrie). 74 L’Inde du ville ........ (M. î. Prasad), 129 L'interpenetration de TOricnt (lorga) 15 L’Orient et I’occident au Kloyen -A ge ...... (lorga), 147, 186 L’ Uniforme de la Cavelerie Orienlale (F. Cumont). 210 La civrilisation serbe au Moyen - Âge, 193 La feodalite en Perse son origine, 129 La fin du monde antique ...... (F. Lot), 30 La modernite du XVI'e siecle ...... (H. Hauser), 200
La Perse Antique (Cl. Huart), 157, 187 La propriâte territoriale et l'impot ... (Van Berchem), 215 La question de l’approvisionnem en t, 196 La ques£ion Macedonienne (İvanoff), 202 La socictd roumaine (lorga). 16 La Syrie â l'epoque des Mamelouks (G. Denıombynes), 33, 45, 58. 85, 95, 102, 134, 169, 187. 218 Lâdik, 138 Lagide’ler, 209 Lala Şahin Paşa (Rumeli Bey lerbeyi). 47, 48 Lâtin, Lâtinler, 201, 204, 215 Latrie, L. De Mas, 74, 170 Laurent. J., 109 Lavoix. Henri, 158 Lavisse. S. 6. Le Dogme et le loi de l’Islam (Goldziher), 219 Le drapeau de la Regence du Carnora (W. Dconna), 156 Le Grand Palais de Constantinopie (EbersoltJ, 212 Le livre de l'impot foncicr (Ebû Yusuf). 97 Le Monde musulman et by zantin ...... (Demombynes), 215 Le regime patriarcal et le droit ... (V. Dingelöted). 31 Le Voyage d outremer (B. de la Broqiu£re), 48, 122, 167 Lhcritier, Mıchel, 146. 147, 148 Leipzig, p,‘75 Leonclavii Pandectes historiae Turciae. 4
Les Archives de Lavra (G. Rouılhırd), 215 Les B arb ares, ( L Halphen).33 Les biens de la couronne (Hass) 102 Les comnenes (Chalandon), ISO. 220 Les costumes orientaux â la cour byzantin (Kondakov), 209 Les debuts de l’Age moderne (H, K’tser, A. Renaudet), a
t*?. 2Cö
Les Divisions chronologiques .. (Bratiaıiu), 204 Les eleraents de Iexique ... (Dimitriyev). 191 Les iuifs le fise ... (Andreadös). 212 Les noms musulmans XKramer3), 33 Les Origines de l’Eır.pire Ottoman (Fuad Köprülü). 22 Les Prairies d’or (Maçoudi). 76 Les Principautö franque . . Schlurnberger)I 223 Les reiigions Orientales 27 Les Saints des Derviches Tourneurs (Huart), 192 Les Status gouvcrnementaux (Fagnr.n), 217 Les Tou-kuie Occidentaux. 130 Les veiiîeurs de nuit â Trebizende CH. Gregorie), 195 Les voyaçeurs français (lor* ga), 15. 17. 172 Lettres ciu Baron de Busbeq, 3 Leunclav.us (Lovvenklau), 3, 12. 54 Leyden. 42. 43 Lingenthal, Zachariae von. Litterr.a laureatae, 5, 184
Logathöte. 5. 70 Lot, F.. 30 Lövenklau. 192 Lubab al - Albâb, 64, 151 Lugduni, 4 Lûtfi’Paşa, 74 Lybyer, Albert Howe, 164 Lyon. 187
M Maaş. 128 Macar, Macarlar, 171. 172, 203 Macaristan, 172 Mahçe (Hilâl). 158 Mahçe-i alam, 159 Mahçe-i Çatr, 159 Mahçe-i liva, 159 M ah çe-it uğ. 159. 163 Mahmud (Musul Atabeylerin den) 159 Mahmud bin Muhammed b. Melik şah-1 Selçuki, 177 Mahmud ibn Muhammed, 61 Mahmud Gaznevi, 135 Mahmud Kaşgarî, 82, 83, 137 Mahmud Paşa, 142 Makedonya, 202 Makkâri, 69 Makrizi, 34, 42. 63. 78, 104 Mâl, 128 Mal-deftercisi (bk. mal def terdarı), 68 Mal - defterdarları (bk. deftociarlar), 65, 60, 67 Malatya, 138 Mâl-i hak (vergi), 98 MâliklıAne, 118, 121 Maliki, 57 Manda tores, 82 Mandriatıkon, 14 Mans, Raphael du, 53, 70, 141 Manuel, 124
Manuel Comnenus, 82 Manuel d’Art byzantine, 210, 211 Marquart, J.( 21, 35 Mşrsigli, Conte de, 132 Mâruzât lCevdet Paşa), 110 Marzbân, 54 Masdjid mad., (Ene. de l’Islam), 216. 218 Matla'as - sa'dayn, 129 Mâveraünnehir, ıoo, 127 Mâverdi, 44. 45, 97, 148. 217 Mecelle-İ Uraur-i Beledi yy e (Osman Nuri), 174, 175 Medeniyel-i îsiamiye Tarihi (Corel Zeydan), 43. 45. 58. 63. 75 - 77, 99. 179, 183, 186. 190, 214, 217 Megaduc, 5 Megas Aphentis, 192 Mefâtihü’l-ulûm (Hârizmi).
100 Mehmed 1. (Çelebi). 41. 47. 118. 120, 171 Mehmed II, 4, 6. 15 -17. 26. 27 37, 41, 86/ 122, 123, 146, 171, 204 Mehmed Arif. 142. 166 Mehmed Bey (Teke beyi). 74 Mekke, 149 Mâlanges Ch. Diehl, 147, 210,
.
211 212
Mâlanges de Philologie ... 191 Mğlanges offerts â M.G. Schlumberger, 209, 221 Melik, 74 Melik al Nasır Salâhaddin (Meyafârikin Eyyubilerinden), 159 Melike Hatun (Mevlânâ’nın kızı), 192 Mşlikşah (sultan), 43, 101. 106, 140. 169, 177, 179. 182. 183
Melikşah lbn Mahmud, 61 Melikü'l - havass. 102 Melikü'l - maşrık ve’l magnb (unvan). 150 Melikü'l - ümera, 50 Melikü's- sevâhil, 73, 74 Melikü'z - zahir Baybars. 57, 86
Mellisonomıon, 14 Memlûk (unvan), 134 Memlûkler, 34, 43. 48, 49. 52, 56 - 58, 61, 70, 70, 79, 81, 85, 92. 95; 102, 13i, 133, 134. 139. 144. 145, 154, 165, 169, 173, 180, 187 - 189, 200, 217. 218 Memlûkler devrinde Suriye (bk. La Syrie â l'epoque...). 97 Memlûkler Tarihi (bk. Histo ire des.,. - Ouatremere). 187 Memoircs du Comite des Orientalistes (Borozdin) . 222 Mcnakıb-ı Hünerveran Mu kaddimesi ... (Îbnüieminî. 175 Menteşe, 10. 74 • Menteşe Beyliği, 114 Menteşe oğullan. 72. 223 Menoutchehri (Kazunirski). 44. 187 Mersûm, 127 Meryem, 222 Mesâlikü'l - Ebsâr ve memâIikü’l-cmsâr, 34. 53, 98 Meskükat-ı îsiamiye Kataîoğu, 222 Meskukat-ı kadime-i İslâmîyc Kataloğu (A. Tevhid), 159 Meskükat-ı ...... îsiamiye Ka talogu (Mübarek Galib). 160, 222 Meskukat-1 Türkmanîyye Ka taloğu (Galib Edhemi, 159
Mes’ud Gaznevi (sultan), 77. 184 Mes'ud İbn Muhammed, 01 Mes’udi (Maçoudl), 76 Meşrutiyet, 80 Mevâcib, 128 Mevâcib-i mülazimân-i dergâh-ı âli defteri, 178 Mevâcib ve Câmegi, &9, 127 Mevlânâ, 192 Mez, A.. 43. 58, 77, 188, 215 Mezopotamya, 216 Mî sır. 7. 24, 33, 34, 44. 49. 52. 57, 58, 63, 69. 71, 77. 78, 85, 86. 95. 88, 100, 150, 166. 158. 169, 133, 185. 187. 200, 213, 214. 217, 221, 225 Mısır Memlukleri. 53.131. 132. 134, 137, 138 Mısır - Suriye Memlûk impa ratorluğu, 165, 185, 217 Michei VII. Doukas. 123 Miklosich - Müller, 171 Miilet. G.. 209 Milli Tetebbu’lar Mecmuası, 14. 34. 51, 86, 88, 90. 113, 116. 117, 132, 142, 152, 177, 181 Minorsky, 128 Mirhond (müverrih), 158 _ Mirza Muhammed Kazvini, 141, 151 Mltteilungen zur Osmanischen ..., 40 MitteltürUischer ... (Brockelmann), 82. 83 Moğol, 19-23, 27, 36, 37. 44. 49, 51, 58, 69, 74, 84. 91, 92. 109, 111, 133. 139, 224 Meğollar, 35. 51. 63, 70, 96, 105. 114. 139, 143, 144, 149, 154. 157, 162, 163, 180, 188, 189 Moğollar devrinde Anadolu’ nun iktisadi vaziyeti (Z. Velidi). 167
Moğollar Tarihi (bk. Histoiredes Mongols), 165 Monarchie absolue, 16 Motdmann, A.. 8 Morgan, Jacque dc, 129, 221 Moskova, 13, 222 Mcskoflar, 38 Mots turcs et persans ... (M. Ben Cheneb) . 85 Muâviye, 76 Mübarek Gaiıb. 160 Mufaddal ibn Abi’l Fazâil, 85 Muhammed bin İbrahim, 105, 107 Muhammed bin Hinduşâh Nahçivâni, 63, 168, 169 Muhammed İbn Melikşah, 61 Muhtasar Seiçuknâme-i tbn Bibi, 42, 69 Muızzüddin Mahmud (Cezire Atabeyi), 159 Mukaddam, 74 Mukaddime (Düsturnâme’de M. H. Yraanç), 73 Muka’taalar, 98, 100 -100, 108, 110. 111, 113 Muktedir-Billâh (halife), 70,
211 Murad I.. 47, 55. 56, 07. 93, 113, 116, 171 Murad II., 17. 41, 47. 48, 56. 68, 69, 87, 113, 121, 177, 178 Murad III., 80, 178 Muqalı, 157 Musa Çelebi. 55, 120, 121. 171 Mustafa Paşa (müverrih), 11, 125 Musul, 180 . 161. 180 Mutfak defteri, 178 Mûfred’lcr, 133, 137, 139 Mükrimin Halil (Yınanç), 73 Mülozimân-ı yatak (ıstılah), 133, 135, 137. 138
Munşeat-ı Feridun Bey (bk. Feridun Bey Münşeatı), 83, 185 Münşi-i hass, 64 Müstavfi-i m em âlı k, 70 Müşahare, 127 Müteferrikalar, 134 Mütercim Âsim, 84
Nöldeke, Th., 23 Nunıismatique de l'Oricnt la tin (Schlumberger). 223 Nureddin Şehid (Atabeyler den), 104 Nureddin Tugrâi, 64
O N
Nâiblik, 48 Nâibü’s-sultan, 85 Naili Abdullah Paşa, 68, 72 Naima, 142 Nanpâre. 127 NSsır Husrev, 77, 142 Nâzırü’l - hass. 102 Nâmetlı. J„ 21 Nerschakhy (Nerşahi), 127. 179, 186. 190 Nesevi, 51. 64. 108, 138, 187 Netayicü’i - vuku'ât (Mustafa" Paşa), 11. 43. 45. 48, 55. 125 Neuf notes sur des ... (Pelliot), 138 Niğde. 91, 138 Niksar, 138 Nişan, 61. 62 Nişancı, 59. 60, 62. 65. 198 Nişancılık, 60. 61, 64, 65 Nizamü'l - Mülk, 83, 98-101, 102, 104, 105. 108, 133, 135. 136, 150, 152, 168,169, 182, 183 Notes additionelles sur les Tou-kiue ... (Chavannes), 51 Notes et extraits pour sorvir «.*(N. lorga), 171 Notes sur le Turkestan de M. W. Bart hol d, 157 Noticcs et extraits des Manuscrits. 52, 129 Noviy Vostok, 13, 222,
Oberhummer. E., 8. 9, 75, 76 155, 157. 158, 162 Ocak (ıstılah) 144 Oğuz. Oğuzlar, 34, 63, 50. 51 105 - 108 Oğuz boyu, 51 Oğuz Destanı, 182 Oğuz Türkleri, 61 Onuncu Asr-ı Hicride İstan bul Hayan (A. Refik), 175 Orda (ıstılah), 144 Ordu kadılığı, 59 Orient et Occident (Eöersoîtî. 187 Orhan (sultan). 6, 10. 41, 87, 115;, 154. 166. 176 Orlıan Bey in Vakfiyesi (TOEM). 4 i Orhon kitabeleri. 62. 182 Orientalische Studien ... (Th. Nöldeke), 161 Orta - Asya. 36, 62, 96, 106, 208. 208 Orta Asya Türk Tarihi Hak kında Dersler (Barlhold), 21, 23. 35. Orta - Zamanda İktisadî ve Malı Türkiye (Köprülü, ba sılmadı). 89, 90, 93. 177, 194, 196 Orun vc Ülüş meselesi (Abdüikadir), 50, 181 Osman ağa (Darüssa’âde ağa sı) 81
Osman (Gâzi), 22, 24, 37. 86. 113. 142 Osman Nuri Bey, 174, 175 Osman zâde Tâib, 70 Osmanlı İm paratorluğunun kuruluşu (G ibbons), 6 Osmanlı K anunnâm eleri, 92 Osmanlı Tarihi (bk. H istoire de 1 Empire Ottoman. Hammer), 40 Osmanlı Türk Edebiyatı (Ene. de l'Islam, F. Köprülü), 119, 166, 203 Osmanische Urkunden in türkiseher spraehe (K raelitz). 62. 172 Otağ, 137 Otak (yatak), 136, 137
Ö Örfi tekâlif. 105 Öşriyye, 12 Öşür. 14
Ötüken Neşriyat A.Ş.. 22 özbekîer. 96
Pehlevî, 157 Pekin, 4. 19, 27 Pelliot, P„ 35, 83. 138, 157 Perdedarlar, 133 P ervânelik, 43 Peşte, 175, 199, 203 Petit traictö de ... (C antacasin ), 60, 69. 192 Peykler, 11 Pi - teh. 62 Pi - teh - Çen. 62 Pir Ahm ed (K aram an oğu l larından) 91 Points de vue sur 1'histoire du comm erce (lorga). 172. Prasad. M. Ishawari. 129 Pronia (pronoya), 97, 123, 124. 127, 128 Psichari, Jean. 151. 192 Q
öuatrem ere. E.. 52, 53. 78. 79, 85. 129, 131, 133, 134. 137, 138, 187, 210
R P
Paleoiogue'lar, 204 Pandactes historia Turcicae Lövenklau). 192 Papadopulos, 164, 167, 170, 171 Papyrusprotokolle ■(Karabacek). 188 Par:s Milli Kütüphanesi (Biblıotheque Nationaie). 116 Part (Parthe)’lar, 96, 101, 129 Partenofforiya, 14 Patrologia Orientalis (Blochet). 83, 85 Peçevi Tarihi, 190 Pedersen, Johs, 216, 218
Radloff, W.. 62 Ragip Hulusi, 6 Rahat as sudur, 42, 61, 64. 99, 106, 133. 151. 158, 177, 179, Raiyet, 119 Rr.nıbaud, .4 -10, 16, 17. 19. 24 - 28. 38. 38. 47, 48,59, 60. 70. 71, 81, 94, 123,184. 206 Ravendi, 117 Ravzatü’s - safâ, 158 Reâya, 98, 99, 102, 104. 105 Recueil de textes... (Houts ma) , 49, 57, 63, 64, 69, 73, 82, 83, 86. 99, 105, 108, 112, 128, 134, 135, 137, 139, 140. 141. 143, 153, 167, 187
Recueil de matoriau* ... (Tiesenhausen), 52 Recherches sur le commercc genois ... (Bratianu), 173 214. 220 Reis, 74 Reisu'l - bahr, 73 Reisülküttâb. 5, 59. 60 , 87, 174 Reisülküttablık, 65 Relation de voyage de NasSİr Khosrau. 77 Relation du Voyage un Orient ... (nşr. Blochet), 83 Relatıons enire I’orient ct l’occident ... (lorga). 17 Renaudet. A., 8. 165, 200, 201 Resm-i ağıl, 14 Resm-i agnâm (Koyun vergi si), 14. 92. 93 Kesm-i arusân. 14 Resm-i bâd-i havâ. 14 Resm-i bennâk (Sokolov’da yanlışı resm-i nebbâk), 92 Resm-i çift, 14 Resm-i dühan, 14 Resm-i hınzır, 14 Resm-i kışlak, 14 Resm-i kovan. 14 Resm-i otlak. 14 Resmî Ahmed Efendi. 80 Reşidüddin. 53. 63 Reşidüddin (vezir), 22 Revue d Etnographie et... 129 Revue de l’histoire des Religions, 156 Ridgeway, Prof. 155 Risâle fi fezâili’l-etrâk (Câhız), 168 Roma. 145, 147, 184, 208 Roma hukuku, 218 Roma İmparatorluğu, 147, 208. 210
Rome et I’organisation Drolt (Decİareuil), 219 Rosen, Baron Victor. 151
du
Rouen, 3 Rouillard, Germaine, 186, 215 Rum (Anadolu), 99 Rum İmparatorluğu, 204 Rumi ar, 143. 151. 164, 167, 169, 194, 203, 204, 220, Rumeli. 48, 54, 55, 78, 92, 115119, 121, 142. 173, 193, 196, 201, 204 Rumeli beylerbeyi, 66 Rumeli defter kethüdası, 65, 67 Rumeli Kadıaskerliği, 55 Rumeli Şeyhülislâmı, 56 Rumenler, 202 Rus. 31. 191, 222 Rus Çarhğı, 3G Rus İlimler Akademisi. 156 Rûzî-hvâr (ıstılah), 128, 142 Rypka, J., 86
S Sâbit’s Ramazânı)je. 86 Safevîier, 37, 53. 59. 70, 128 , 129 Saffariler, 33, 100. 186 Safemâme-i Nâsır-ı Husrav, 43. 77, 127 Sâfi (şâir). 42. 48, 56 Sâfi Divanı. 48, 56 Sağ kol beylerbeyi, 50 Sâhib, 42 Sâiıib - divan. 68 Sâhib - divanlık. 69 Sâhib-i a’zam, 42 Sâhib-i defter (Fâtımiler’de). 69 Sâhib Mühezzibü'ddin. 112 Sahib Şemseddin. 139 St. Petersbourg, Sİ - 53. 123, 151, 162, 185 Sakson kolonileri, 163 Sftlâriyye, 14 Sâlihiye. 209
Sâliyane, 66 Sal pak is, 74 Salur Kazan, 182 Samânî, Samâniler. 23, 31 - 33, 43, 45. 70, 78. 84. 100, 134, 150, 179, 180, 100 Somsa Çavuş, 86 Sancak beyleri. 5, 66 Sancaklar, 5, 120 Sanson, 53 Saruhan, 10 Saruhan Oğullan, 223 Sâsâni. Sâsâniler, 32-34, 45, 46, 54. 76, 78, 84, 90, 101, 129, 147. 157, 158. 163. 168, 109, 183, 187, 188, 190, 207, 211. 213, 214. 216, 218, 221 Sâsâni - Bizans, 207 Sebüktekin, 45. 158 Seignobos, 131 Selâhaddin Eyyûbi, 57, 78 Selçuk Subaşı, 159 Selçuknâme (Aksarâyi), 73 Selçuknâme (Yazıcıoğlu), 68. 112, 113, 117, 122, 136 Selâm Çavuşu, 60 Selânik, 195 Selim II. 17, 89 Selman-ı Sâveci, 158 Semerkand, 182, 183 Sencer (Sultan). 61,83. 84, 151. 152 Serdarlık, 79 Serehor (Serâhor), 142 Serhad akıncılan, 144 Serheng’ler, 84, 133 Ser-leşker, 138 Seyahatnâme-i Nâsır-ı Husrev (bk. Safernâzne...), 142, 183 Seyfeddin Kızıl, 49, 50 Seyfü’d-din el çâviş (emir), 86
Seyyid Sadrü‘d-diû Hamza, 70
Scala, R. V., 9-11, 15, 81, 9496, 127, 131, 1^6, 154 Scaramangion, 209 Schefer, Ch. «nâşir ve müter cim), 45, 48, 53, 70, 77, 83, 102, 122, 127, 135, 183 Schiltberger. 177 Schlumberger. G.p 223 Slav, 172 Slavonca, 171, 172 Shailkh al - Islâm mad. (Ene. de l'Islam). 56 Shiratori. 62 Sırp devleti, 193 Sirplar, 202 Siasset - Nameth (bk. Siyâsetnâme), 76, 83 Silahdar, 116 Simp.vnaİı Bedreddin, 120, 121 Sınan Bey (Seigneur de la Grâce), Rumeli beylerbeyi, 47, 48 Sinan Paşa (Vezir), 41 Sinob, 73. 79. 143 Sinob kitabeleri (Hüseyin Hilmi), 79 Sipah - yazıcılan, 122 Sipahi, 119, 128, 128 Sipahi birlikleri, 5 Sipahiler, 104, 105 Sipehsâlâr, 31. 137 Siretû's Sultan Celâleddln (Nesevî), 64, 187 Sivas, 138 Siyasetnâme (Nizâmü’l Mülk), 45, 98-105, 108, 133. 135, 136, 140. 150, 152, 168, 182 Smimov, 12 Sobemheim, M., 97, 104, 110 Socialnaja ... Vizantij, (Bi zans'ta içtimâi tekâmül...), 13 Sohrakor (silâşûr), 142
Sokolov, Prof. 13-15. 88-00, 92 - 94 Sol Kol beylerbeyi, 50 Solak -zâde, 178 Solak - zâde Tarihi. 55, 56 Solaklar, 11. 178 I Sommaine des Archives ... du Caire (Deny). 54, 175, 191 Soranzo, Venedikli Lazarro. 12
|
-
Sorbon Üniversitesi, 22 Sorguçlar, 11 Stein, Emst. 82, 88, 174, 191. 212
Steuerpaeht und... İslam (Becker), 97 Strange, Guy Le. 72 Stratege, 5 Stratiotai fiyefîeri, 5 Stryzgovvski. J., 157, 161 Subaşı, 31, 119, 138 Subhul - A'şâ (Kalkaşandi). 42, 44, 49, 52, 57, 63, 60, 77, 79, 86. 97, 102, 173, 185, 187 Su-lu (Türkeş hükümdarı), 130 Sultan. 74 Sultanöyüğü. 89 Sultanü’s - sevâhil. 74 Sungur Bey Camii (Niğde’ de). 91 Supplâment â la Bibliotheque Orientale (C. Visdelou), 51 Supp aux Dict... arabes (Dozy), 69, 85 Sur les sceaux des... (Millet). 209 Sur les traces du Bouddha, 156 Sur quelques mots d’Asie (P. Pelliot), 35 Suriye. 24. 33. 34, 58, 71. 74, 85, 108, 142, 169, 200, 202, 213, 215, 217, 221, 225 Süleyman Çelebi. 17i
Süleyman İbn Muhammed. 61 Süleyman Paşa (Kastamonu e miri),, 183 Süleyman Sudi, 14 Süssheim, K., (naşir), 42. 99
ş Şafii. 57 Şah İsmail Safevi, 51 Şahin Paşa. 47 Şahların şahı (unvan. Sâsânî ler’de), 147 Şakayık, IBS Şam. 57. 211, 213 Şahabeddin ağa, 79 Şehname, 157, 158 Şehremaneti, 10,174, 175 Şehremini. 59. 67. 174, 175 Şehreminliği. 174 Şehzade lalaları. 66 Şeker (bir tavaşi) 77 Şemseddin Mahmud Tugrü 64 I Şemsü’d-dih Mahmud el ■ça vuş (emir), 84 Şerefü'd-din Yezdı. 86, 138 Şeri Tekâlif, 93 , Şerif Paşa tercümesi (İbn Battûta. Seyahatname), 192 Şeyh Süleyman. 82 Şıhab ad-din Şahin (bk Şa habeddin ağa), 79 Şikâmâme, 177 Şücâü'd-din (reisüi-bahr). 73
T Tabakât-ı Nâsıri, 57, 127 Tableau de TEmpire Ottoman (lorga), 20 Tableau gânârale de l'Empire ottoman (d’ohsson), 55
Tabuşİ (tapıcu), 78 Taeschner, F.. 41, 42. 142 Tafrali. O., 105 Tafuca, 120 Tafucı, 120 Tahiriler, 186 Takvim-i Meskûkât-ı Selçukiyye (Galib Edlıem). 159 Takvim-1 Meskûkât-ı Selçukiyye (İsmail Galib), 149 Takvimü’t-tevârih (Kâtib Çe lebi), 56 Tanzimat, 13, 90, 91, 110 Tapu, 94 Tapu defterleri, 89 Tapu resmi, 14 Tapug (tapu), 78 Tapugcı, 78 Tarih (bk. Hist de l'Emp. Ott.. Hammer), 20 Tarih-i askeri-1 Osmani, (Cevat Paşa). 132 Tarih-i Atâ, 81 Tarih-i âlem ârâ-yı Abbasi, 53, 59 Tarikh-İ Beyhakl, (bk. The Tarikh-i Baihaki), 78, 84 Tarih-i Cihangüşa (Cüveyni), 84 Tarih-i Ebü'l - Feth (Tursun Bey), 67 Tarih-İ Haleb (İbnüT Adim), 33 Tarih-i Mâli, (Abdurrahman Vefik), 68 Tarih-i Oğuz ve Türkân (Reşidüddin), 22 Tarih-i Osmani Encümeni Mecmuası, 21. 39, 41, 56, 91, 93. 134, 167 171, 178, 189 Tavâcı, 78 Tavâşi Mercan. 79 Tavaşi'ler, 75-81 Tavaşîlik, 76 Tavcı, 119
Tawki mad. (Ene. de l'Islam}» 61 Tcheou Chou, 83 Tebriz, 64. 212 Tekâlif, 105 Tekâlif Kavaidi (Abdurrah man Vefik), 14, 68 Tekâlif-» örfiyye, 89 Tekâlif-i Şer’iyye. 89 Teke. 89 Teke Beyliği, 74 Tercümanlar, 5 Terdjumân mad. (Ene. de I'Islam), 167 Teşkilât-ı Atikada Defterdar (M. Zeki), 68 Tevârih-i âl-J Osman (F. Giese). 47 Tevârih-i âl-i Osman, 55. 160, 167 Tevkii. 61, 198 Tevkiilik, 65 Texier ve Pullan, 195 Tıraz, 186-188, 214, 217 Tırâz mad., (Ene. de l’Islam), 186, 214 Timar. 5. 10 -12, 15, 62, 04,- 97. 99, 101, 103, 106, 111-119. 121-130, 132, 136, 140 Timâr mad-, (Ene. de l'Islam), 12, 94, 116 Timar defterdarları, 65. 122 Timar erleri, 119 Timar müteferrikası, 88 Timarlar, 120 Timarlı sipahi, 122, 199 Timarion, 127 Timur, 36 Timurlular, 37, 128, 129, 189 Timurtaş Paşa (Rumeli bey lerbeyi), 116 Tirmizli Seyyid Ali, 03 Tischendorf, 12 Tiesenhausen, W. de. 52 Tiyüi, 129
Tlyûl mad., (Ene. de l'Islam), 128 The Foundation of the ottoman Empire (Gibbons), 6, 95, 131 The Government of the ottoman Empire (Lybyer), 165 The Portuguese and Turks İn the İndian Ocean ... (L. Da* mes), 201 The Tarikh-i Baihaki (bk. Tarih-i Beyhakî), 44 Thdme’ler, 5 Thdophile, 211 1 Thessalonique au quatorziömc siecle (O. Tafrali). 195 Thomas et Pedrelli, 170 Thomsen, V.. 182 Tokyo Müzesi, 157 Tolunlular, 183 Topa - Wei sülâlesi. 62 Topçubaşı, 87 Topkapı Sarayı, 175 Topos, 14. 94 TOung Pao. 35. 130, 138, 157, 188 Töküş (Harezmşah), 158 Trablus-Şam, 57 Trabzon, 141. 195, 222 Tria Opuscula .... 168 Trudy Vost. Otdel ... (Berezin), 53 Truhelka, Ciro. 118 Tsaghadsa, 83 Tsivithe, 202 Tuğra. 34, 61, 63 Tughrâ mad., (Ene. do FIslam), 61 Tugrâi, Tugrailik, 63, 64 Tuglukşahlar, 129 Tuğrul Bey. 43, 61, 150, 151, 159, 182 Tuğrul îbn Arslan. 61
Tuğrul ibn Muhammed, 61 Tuhfe-i Hattatın mukaddime si (İbnülemin). 80 Tuhfetü'l - Kibâr ... (Kâtib Çelebi), 71. 72 Tu-kiu’lar, 51 Tulunides mad.. (Ene. de l'Islam), 184 Tuna. 200 Turâni Roma, 145, 146 Turkestandown ... (Barthold). 32. 43, 117, 151, 152, 184, 186 Turmarque, 5 Tursun Bey (müverrih), 67. 89 Tük (tuğ). 158 Türk Beylikleri, 204, 223 Türk hilâlinin aslı (trk, trc.), 155 Türk Edebiyatının menşei Fuad Köprülü). 181 Türk Edebiyatı Tarihi, (Fuad Köprülü), 36 Türk Ed. tik Mutasavvıflar (Fuad Köprülü), 21, 144 Türk Ed. Ermeni Edebiyatı üzerindeki ... (Fuad Köp rülü). 203 Türk Hukuk ve iktisat Tarihi Mecmuası. 50. 52, 113. 114. 118, 167, 181 Türk Tarih Encümeni, 73 Türk Tarih Encümeni Mec muası, 57, 62, 68. 74, 79. 110 Türk Tarih Kurumu, 22 Türk Yurdu Mecmuası, 168 Türkeş, 130 Türkmen. Türkmenler. 108, 136, 140, 190 Türkistan Hanları (Karahan lılar), 182 Türkiyat Enstitüsü, 91 Türkiyat Mecmuası, 21, 25, 57, 74, 154. 174, 182
Türkiye. 17. 18. 20. 125 Türkiye Tarihi (Fuad Köprü lü), 32. 100, 149, 181
U Uc beyleri. 112, 140 Uc beyliği, 144 Uc’lar, 115, 140. 141 Ucaki, 134 Ulu Timar, 119 Ulug Bitikçi. 63 Ulahlar, 109 Ulüs beyi, 53 Urnur Bey, 73 Une Vingtaine do Voyageurs ... (lorga). 17 Untersuchungen zur spat ... (Stcin). 82. 174. 191 Uppsala, 33 Uriankhai şamanlan, 163 Uruc Bey (Anadolu beyler beyi), 47 Uspenskij (Rus bizantinisti). 13, 123. 124 Ustûl, 75 Uşüki. 134 Uygur Türkleri, 35 Uygurlar, 63 Uyunü’l - Ahbâr, 168 Uzak-Doğu. 11. 188, 189
Ü Üniversite kütüphanesi. 80 Üst&dân, Üstadın (siyah ve beyaz tavaşîler), 77 Üveys (sultan). 79
V Vakıf defterleri, 62 Vallö, Pietro Della. 3
Vâmbery, 82 Vasmer, R., 222 Vassâf, 63 Vasalİik bağı (le lien de la vassalitö), 95 Velid lbn Abdü'l - Melik, 217 Veliyüddin (kadıasker), 56 Venedik, 171 Venedik Doju, 171 Venedikliler, 173, 219 Vezâret (Abbasiler’de) 32, 4346, 60, 71 Vezâret-i tefviz, 44, 45 Vezâret-i tenfiz, 44 Vezir-i âzam, 4. 45, 65 Vezir-i âzamlık, 39-41 Vezir-i tefviz, 45 Vezir-i tenfiz, 45 Vezirler, 42. 56. 59, 66, 87, 120 Vezirlik, 42, 48. 60 Visdelou, C., 51 Viyana kütüphanesi, 39 Vloten, Van, 168 Vorms. 12 Voyage (Chardin), 53 Voyages de Pietro Della Vai le, 3. 51 Voyage ou relation ... Ferse (Samson), 53 Voynuk, 116 Vuşâki. 134 Vutak. 137
W Wazurg - framâalıâr, 45 VVellhausen. 216 Weltgeschichte (Helmolt), 11, 96. 146 Wien, 40, 62, 75 Wiener Numismatischc Zeitserift, 223 Wilcken. M., 214, 215 Wittek, P„ 41, 42, 74, 142
1 ı
X Xirodekatiya, 14
T
Y
T|
Y-a-t-il eu un Moyen-Age
T*
byzantin (lorga), 16, 190, 205 Y akın-D oğu, 58, 170 Yakub A rtin Paşa. 155, 158. 160- 162 Yakub Ece, 116 Yatak (bk. Otak, ıstılah), 135. 137
Tt Tfc
Th
Yaya (piyade teşkilâtında).
P Th Th Tol To] To] Toj Toj Top To U Tök T TraTria T™ -
144 Yazıcıoğlu AIi, 49. 50, 68, 69, "67.JU2, 113, 121. 136 Yemen, 85 Yenicami kütüphanesi, 73 Yeni Mecmua (Çanakkale nüshası), 117. 194 Yeni Saray. 178 Yeniçeri teşkilatı. 131 Yeniçeriler. 131, 144. 199 Yıldırım Bayezid (bk. BayeZİd 7, 177, 178 Yıldız. 156. 159, 160 Yıldız kütüphanesi, 80 Yunan-Rom a, 207, 210 Yunanlılar, 202 Yusuf (magrib em lri), 149 Yusuf Çavuş, 83
Trul Tsa{ Tsiv Tugr
Tugl laz Tugz Tugl Tuğr 159 Tuğr
M
z Zafernâme (Şerefüddin Yea di). 88. 138 Zaim. 128 Zainu'l - Ahbâr, 179 Zapadnaja MongoUja ... İS Zapiski Vos. Otd 219 Z. D. M. G , 182 Zekât-ı sevâ’im, 93 Zeitschrift für Semitistik, 3 lı Zeki. M , 68 Zeki Velidi (Togan). S2. 1671 Zemelnye ot ... do Tanzimat! (Sokolov). 13 Zemelno ... Turcij do Tanzı mata (Sokolov), 13 Zengi, 161 Zengiler. 222 Zerend (vilâyet). 105 Zevgarion (veya Zevgar), 14 Ziâmet, 5. 118. 126, 128 Zim&m ve mühür divanı. 2 l> Zinde gani, 128 Ziyad b. Übeyye (Irak vâlisil 214 Ziya Gokalp. 194 Znatçenie ... pronij (Uspens kij), 123 Zotenberg. H.. 187 Zühdi, M.. 68 Zü'r - riyaseteyn. 46
Sâsânî ve Bizans te ’sirlerinin mevcudiyetini pek iyi anladıklarını İbn Haldun bize açıkça gösteriyor: Ona göre, İslâm devletlerinde salta n at levazımından sayı lan bir takım şeyler, m eselâ taht, hüküm dara mahsus m ühür, ordu tertibatı, askerî muzika, muhtelif renk ve şekillerde bayraklar istim ali, Tıraz (yâni hükümdarın husûsi alâmetini muhtevi hil’a t), tam am iyle Sâsânîlcr'den veya Bizans’tan geçm iştir.408 Bugünkü tarihçilerin — sa n 'a t tarihine a it noktalar m üstesna olmak üzere — bu meseleleri telkîk hususunda İbn Haldün'a nazaran öyle çok büyük bir terakki gösterem ediklerini üzülerek itiraf edelim. Eski îslâm devletleri m üesseseleri üzerinde Sâsânî te ’siri m eselesi, yukarıda pek kısaca bah setmiş olduğumuz üzere, çok mühim olmakla beraber, henüz yeter derecede tetkik edilm em iştir. Bizans te’si* ri meselesine gelince, bâzı bizantinistler tarafından dolayısiyle ileri sürülen bir takım m ütalâalar müstes na olmak üzere, bu hususta da hemen hiç bir şey ya pılmış olmadığını söyliyebiliriz. Gelecekteki tetkikler için bir kolaylık olmak m aksadiyle, Bizans'ın İslâm m üesseselerine te ’siri hakkında şimdiye kadar rastla dığımız çeşitli m ütalâa ve faraziyelerîn başlıcaiarını sıralayalım : Bizans devrinde M ısır’ın mülkî idaresini tetkik etmiş olan bâzı âlim ler, meselâ M. B'ilc/cen. Bi* 408 İbn Haldûn. Kitâbü’l-lber ve Divânül-Mübtedâ ve'lHaber, cilt I. s. 203 ve devamı; s. 215 ve devamı. Corci Zeydan, Medeniyet-i İslâmiye Tarihi, türkçe tercümesi, c. I’de yukarıdaki meseleler hakkında verilen bilgiye bakınız. Tıraz hakkında Encyclopedie de ITslam'daki Grohmann'ın makalesine bakınız. Eski İslâm müellifleri bir takım âdet ve müesseselerin Islâmlara Bizans’tan veya Sâsâniler’den geç tiğini itiraftan çekinmemişlerdir. Meselâ «Belâzûri» İslâmlar’da zimâm ve mühür divanını önce Irak valisi olan «Ziyad b. Übeyye-’nin eski İran padişahlarını taklid ederek, kurduğunu söyler.