John F. Baddeley _ Rusların Kafkasya'yı İstilası Kitaplar, uygarlığa yol gösteren ışıklardır. U UYARI:
ve
Şeyh Şamil
w www.kitapsevenler.com Kitap sevenlerin yeni buluşma noktasından herkese merhabalar... Cehaletin yenildiği, sevginin, iyiliğin ve bilginin paylaşıldığı yer olarak gördüğümüz sitemizdeki tüm e-kitaplar, 5846 Sayılı Kanun'un ilgili maddesine istinaden, engellilerin faydalanabilmeleri amacıyla ekran okuyucu, ses sentezleyici program, konuşan "Braille Not Speak", kabartma ekran vebenzeri yardımcı araçlara, uyumluolacak şekilde, "TXT","DOC" ve "HTML" gibi formatlarda, tarayıcı ve OCR (optik karakter tanıma) yazılımı kullanılarak, sadece görmeengelliler için, hazırlanmaktadır. Tümüyle ücretsiz olan sitemizdeki e-kitaplar, "Engelli-engelsiz elele"düşüncesiyle, hiçbir ticari amaç gözetilmeksizin, tamamen gönüllülük esasına dayalı olarak, engelli-engelsiz Yardımsever arkadaşlarımızın yoğun emeği sayesinde, görme engelli kitap sevenlerin istifadesine sunulmaktadır. Bu e-kitaplar hiçbirşekilde ticari amaçla veya kanuna aykırı olarak kullanılamaz, kullandırılamaz. Aksi kullanımdan doğabilecek tümyasalsorumluluklar kullanana aittir. Sitemizin amacı asla eser sahiplerine zarar vermek değildir. www.kitapsevenler.com web sitesinin amacıgörme engellilerin kitap okuma hak ve özgürlüğünü yüceltmek ve kitap okuma alışkanlığını pekiştirmektir. Ben de bir görme engelli olarak kitap okumayı seviyorum. Sevginin olduğu gibi, bilginin de paylaşıldıkça pekişeceğine inanıyorum.Tüm kitap dostlarına, görme engellilerin kitap okuyabilmeleri için gösterdikleri çabalardan ve yaptıkları katkılardan ötürü teşekkür ediyorum. Bilgi paylaşmakla çoğalır. Y Yaşar MUTLU İLGİLİ KANUN: 5846 Sayılı Kanun'un "altıncı Bölüm-Çeşitli Hükümler" bölümünde yeralan "EK MADDE 11" : "ders kitapları dahil, alenileşmiş veya yayımlanmış yazılı ilim ve edebiyat eserlerinin engelliler için üretilmiş bir nüshası yoksa hiçbir ticarî amaçgüdülmeksizin bir engellinin kullanımı için kendisi veya üçüncü bir kişi tek nüsha olarak ya da engellilere yönelik hizmet veren eğitim kurumu, vakıf veya dernek gibi kuruluşlar tarafından ihtiyaç kadar kaset, CD, braill alfabesi ve benzeri formatlarda çoğaltılması veya ödünç verilmesi bu Kanunda öngörülen izinler alınmadan gerçekleştirilebilir."Bu nüshalar hiçbir şekilde satılamaz, ticarete konu edilemez ve amacı dışında kullanılamaz ve kullandırılamaz. Ayrıca bu nüshalar üzerinde hak sahipleri ile ilgili bilgilerin b bulundurulması ve çoğaltım amacının belirtilmesi zorunludur." bu e-kitap Görme engelliler için düzenlenmiştir. Kitabı Tarayan ve Düzenleyen Arkadaşa çok çok teşekkür ederiz. Kitap taramak gerçekten incelik ve beceri isteyen, zahmet verici bir iştir. Ne mutlu ki, bir görme
engellinin, düzgün taranmış ve hazırlanmış bir e-kitabı okuyabilmesinden duyduğu sevinci paylaşabilmek tüm zahmete değer. Sizler de bu mutluluğu paylaşabilmek için bir kitabınızı tarayıp, [email protected] Adresine göndermeyi ve bu isimsiz kahramanlara katılmayı düşünebilirsiniz. Bu Kitaplar size gelene kadar verilen emeğe ve kanunlara saygı göstererek lütfen bu açıklamaları silmeyiniz. Siz de bir görme engelliye, okuyabileceği formatlarda, bir kitap armağan ediniz... Teşekkürler. Ne Mutlu Bilgi için, Bilgece yaşayanlara. Not sitemizin birde haber gurubu vardır. Bu Bir mail Haber Gurubudur. Grupta yayınlanmasını istediğiniz yazılarınızı [email protected] Adresine göndermeniz gerekmektedir. Grubumuza üye olmak için [email protected] adresine boş bir mail atın size geri gelen maili aynen yanıtlamanız yeterli olacaktır. Grubumuzdan memnun kalmazsanız, [email protected] adresine boş bir mail gönderip, gelen maili aynen yanıtlayarak üyeliğinizi sonlandırabilirsiniz. Daha Fazla Seçenek İçin, grubumuzun ana sayfasını http://groups.google.com.tr/group/kitapsevenler?hl=tr Burada ziyaret edebilirsiniz. saygılarımla. John F. Baddeley _ Rusların Kafkasya'yı İstilası ve Şeyh Şamil RUSLARIN KAFKASYA'YI ISTLLASl ŞEYH ŞAMİJOHN F. BADOELEY
Kayman Yayınları
ŞEYH ŞAMİL RUSYA'NIN KAFKASYA'YI İSTİLASI VE ŞEYH ŞAMİL ÜÇÜNCÜ BASKI Tel; 513 51 Kayıtan Vnyıntan Ticarethane Sok. T.Kuşoğluişhanı No; 41 Daire: 33-34 SULTANAHMET/ıSTYazan: JOHN F. BADDELEY İngiiizceden Tercüme Eden: Sedat ÖZDEN «TIH YURDU SAHN-I S SEMÂN KİTAPLIĞI Tasnif No; «ıra No:
J3*
RUSLARIN KAFKASYA'Yi İSTİLASI Yazan
:
İngilizceden çeviren Copyright
ve ŞEYH
:
.
Üçüncü Baskı
.
S Sedat : : KEREM
Ş ŞAMİL J John F. BADDELEY ÖZDEN K Kayıhan Yayınevi MATBAASI Nisan 1
995
İstanbul İÇİNDEKİLER ŞEKİLLER ÜSTESİ . ." '? 11 Resimler Listesi JJ Haritalar Listesi 11 ARAKANI 12, TAKDİM 13 ÖNSÖZ 15 GİRİŞ ; 19 İLK ÇAĞLARDAN 1829'A KADAR OLAN OLAYLAR BİRİNCİ BÖLÜM Rusların Kafkaslara Yaklaşması-İlk İlişkiler-Özgür Kazaklar-Gürcistan İle İlk Münasebetler-Yerlilerle İlk Anlaşmazlıklar-Kazak Kolonileri-Büyük Kazak Hattı'mn Kurulması-Dağ Silsilesini İlk Ceçiş-Gürcülerin Ruslarla Birleşmesine Yo! Açan Olayların Öze¬ ti 35 İKİNCİ BÖLÜM 1722-1771 Petro'nun Seferi-Derbend'in Îşgali-Petro Moskova'ya Dönüyor-Petro'nun Kumandanları Baku'yu Alıyorlar-Rus İlerlemeleri-Anne'in Yönetiminde Ruslar Terek'e Çekiltyorlar-Büyük Katerina-Hat'tın Tahkim Edilmesi-Türkiye İle Savaş, Todtleben Dağ¬ ları Aşıyor-Platof Harekatı-Kalmuklann Firarı 52 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM 1771-1796 Türkiye ile barış-Derbend'tn yeniden işgal edilmesi ve terkedilmesi-Hat ilerliyor-Kuban-Nogay Tatarları-S uvarov Nogaylara boyun eğdiriyor-Kont Potyemkin, Kafkasların ilk Çar naibi-Kolonizasyon-Şeyh Mansur-Çeçen Zaferi-Ormanlardaki Rus faciaiarı-Tatartub savaşı-Şeyh Mansur Batı kabilelerine sığınıyor-Türkiye ile savaş-Anapa'nın birinci ve ikinci işgal girişimferi-Hermann Battal Pâşa'yı yenilgiye uğratıyor-Anapa düşüyor-Şeyh Mansur esir ediliyor-Ölümü-Hat'tın takviye editmesi-Ağa Muhammed'in Tiflis'i yağmalaması-İran ile savaş-Zubov, Başkomutan tayin ediliyor *"
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM 1796-1806 1796 İran seferi-Derbend'İn yeniden işgali-Rus başarı!an-Katerina'nın ölümü-Paul, Terek'in gerisine çekilmeyi emrediyor, fakat yeniden müdahaleye zorlanıyor-Cürcistan ile işbirtiği-1 .Alexander-Tsitsianof-Kraliçe Marie-Lazaref'in ölümü-Tsitsianof'un poli" ı u- mn w,ı snnra Gürcistan yeniden birleşi80 BEŞİNCİ BÖLÜM 1806-1816
Derbend'in dördüncü ve son kez almması-Yine Cudoviç-Her iki tarafın problemleri-Niebolseen'in zaferi-Türkiye ile savaş-Anapa yine atınıyor-Gudovİç, Ahilkelek ve Erivan önlerinden püskürtü(üyor-Poti'nin Ruslar tarafından alınması-!meritya'nın ilhakı-Htrtstiyan halkların bir! eştiril mesi'Ah îlke I ek'in duvarları dibinde Pa~ lucci'nin kazandığı zafer-Rus!arın tehlikeli konumu-Türk ve İranlıların ortak harekatı-Hareketten bir sonuç elde edilemiyor-Kotliarevsky Ahilkelek'i alıyor-Rus felaketleri-General Rteestcheff-Türkiye ile banş-Rusya, kazandığı topraklan terkediyor-Kotltarevsky'in Aslandüz'deki zaferi-Lenkoran-tran ile banş-Rus başarıları 94 ALTINCI BÖtÜM 1816-1817 Yermolov-Daha önceki karİyeri-Politİkası-İran'a gidişHat'ta 110 YEDİNCİ BÖLÜM 1818 Grozny'in inşası-Velyaminof-İlk kariyeri, politikası ve karakteri-Anılan ve Pasikevİç'in mektubuyla ilgili açıklamalan-Kazaklarla Kafkaslılarm karşılaştırtlması-Kafkaslan ilk işgal plan¬ ları 123 SEKİZİNCİ BÖLÜM 1819 Vnezepnaya'nın yapılışı-Karakaytag'daki isyan-Rus yenilgisi-Rus başarıları-Rus ordusunun mevcudunun arttırılması-Kafkas piya¬de alayının kurulması-MadatoffTabassaran, Karakaytag, Sekin ve Avarya'nın boyun eğmeleri-Yermolov'un zalimliği-Akuşalılann yenilmesi 138 DOKUZUNCU BÖLÜM 1820-1825 Gazi Kumuk'un işgal edilmesi-Şirvan yutuluyor-İran ve Türkiye arasındaki savaş-Karabağ'in işgati-Kabarde/in mahvedilmesi-Ammalat Bek-Müridizm gelişiyor-Crekof-Çeçen ayakianması-Bipolat-Amir Hacı Yurt'un yokedilmesi-Gerzel Avul'un kuşatılması-Grekof ve Lissanieviç'in öldürülmesi 148 ONUNCU BÖLÜM 1826-1827 Yermolov, Hat'ta dönüyor-1 .Alexander'in ölümü-İran ile sa¬vaş-Yermotov'un pasifliği-Paskieviç-Madatof'un Şamhordaki za¬fer i-Yermolov, Kafkasları terkediyorKariyeri ve politikası .. 163 ONBİRİNCİ BÖLÜM 1827-1828 Paskieviç Erivan't kuşatıyor-Nahçıvan'a giriş-Abbas Abad alınıyor-Aştarak savaşı-Krasovsky-Serdar Abad ahnıyor-Erivan-Tebriz-Urmia-Erdebil-Türkmençayı antlaşması-1800'den 1827'ye kadar Anglo-İran ilişkileri \ 175 ONİKİNCİ BÖLÜM 1828 Türkiye ile savaş-Rusların hedeflerİ-Kars'ın kuşatılması ve ahn-ması-Anapa'nın düşmesi-Veba-Ahilkelek'in kuşatılması ve alın-ması-Ahıska üzerine yürüyüş-Türk yardım kuvvetlerinin yenil190 mesı ONÜÇÜNCÜ BÖLÜM 1828 201 Ahiska'nın kuşatılması-Alınışı-Poti'nin teslimi-Guria'nın işgaliPaskteviç'in ikinci yıl için sefer planları-Griboyedof'un öldürülm
mesi-Türklerin Ahıska'yı geri alma teşebbüsleri ONDÖRDÜNCÜ BÖLÜM 1829 Ahıska üzerindeki baskı kaldırıtıyor-Hesse'nİn Lİmani'deki başa-nsı-İran ile savaş tehlikesi-Pasikeviç/in başarılı diplomasisi-Abbas 2. ST OX) . cr ff" '
3
3
~£:
r O O 3 2
0:
'J-CrQ
= Ç0
CD O ı O 2 £ £1 DJ C ^~ (^> OJ fD 3. 3 CT <- 3 3 ^ 3 -- -î T ^ x- ÛJ CD cre: o S| c =BJ CO Q o CD 3 ÛJ 5 O-" 3 İ2. - C < tu¬rn OJ O ft» C; 7T 3 7 C: ~
£ cr 3 O
U) cn 3" 4İ ? 1
fî)
O 55 2. 3 > ~t
~
EJ
3
~ re
>
woo 3$ ÛJ £} 2. 3 0) CL3 10 11
YİRMİBEŞİNCİ BÖLÜM 1846 Şamtl'in Kabardey bölgesine girişi-Freitag'ın takibi-Şamil'in planı başarısızlığa uğruyor-Geri çeRilişi-Şamil Akuşa'ya giriyor-Kutişi' de yeniliyor-Rus kayıpları 386 YİRMİALTINCI BÖLÜM 1847-1848 Rusların Gergebil'e saldırması-Salti'nin alınışı-Gergebil'in düşmesi-Ahti savunması 402 YİRMİYEDİNCİ BÖLÜM 1849-1856 Şamil gücünün zİrvesİnde-Argutinsky Çoh'da yeniliyor-Haci Murad-O'nun Şura baskını-Hacı Murad'ın Şamil tarafından Kaytag bölgesine gönderilmesi-Boynak'a yaptığı akın-Şamil'in şüphelerİ-Hacı Murad'ın ölümüne karar veriliyor-Hacı Murad Ruslara teslim oluyor've onlardan kaçıyor-Hacı Murad'ın ölümü-Slieptsof'un öldürülmesi-Baryatinsky Sol Kanat kumandanı oluyor-Ormanların kesilmesi-Baskınlar-Ovalık bölgedeki Çe¬ çenlerin yerlerinden kaldtrıiması-Kırım Savaşı-Küçük Asya (Ana¬ dolu) daki operasyonlar-İran ile savaş tehlİkesi-Gizli antlaşma-Şamil'in Kahetya'yı işgali ve Gürcü prenseslerinin tutsak alınması-Prenseslerin tutuklulukları-Şamil evde 411 YİRMİSEKİZİNCİ BÖLÜM 1857-1859 Baryatinsky Başkumandan ve Çar naibi olarak atanıyor-Milioutine onun kurmay başkanı oluyor-Savaş planlan-1857-1858 seferleri-Aukh ve Salatav bölgeleriyle Argun geçidi ele geçiriliyor-Burtunay ve Argun'da kaleler geçidi ele geçiriliyor-Burtunay ve Areun'da kaleler yapılıyor-Vrevsky'in Lezgi Hattı'ndan girişti¬ ği sefer-Onun Ölümü-Nazran'da isyan-Şamil'in şaşırtma hareRetlerİ-Miştçenko tarafından yenilmesi,1859-Veden'in alınması-Üç ordunun yürüyüşü-Çöküş-Şamil'in geri çeki!mesi-Gunib-Son 429 ŞEYH ŞAMİL'İN İLAHİLERİ 454 KAYNAKÇA 458 HARİTALAR 460 RESİMLER LİSTESİ RESİM 1. ARAKANI (Tipik bir Dağıstan avulu) 2. YERMOLOV 114 3. YERMOLOV (Yaşlı hali) 174 4. FELDMAREŞAL PRENS PASİKEVİÇ VARŞOVA PRENSİ 200 " 5. NAİB SANCAĞINI TAŞIYAN BİR MÜRİD (Ressamı Theo. Horscheldt'tir) 6. GALGAY ÜLKESİNDEKİ SAVAŞ KULELERİ
12
243 256
7. GALGAY ÜLKESİNDEKİ LİALAKH AVULU 256 8. GENERAL KLUG VON KLUGENAV 299 9. PRENS VORONTSOV , 361 10. TODTLEBEN 410 11. HACI MURAD 414 12. GENERAL KONT YEVDOKİMOV 440 13. İMAM ŞAMİL'İN CUNİB'DE TESLİM OLUŞU 25 Ağustos 1859 451 14. İMAM ŞAMİL (yaşlı hali) ' 452 HARİTALAR ÜSTESİ HARİTA 1. AHULGOH 34 2. VORONTSOV'UN 10.000 KİŞİLİK ORDUSUNUN 1845'DE GERİ ÇEKİLİRKEN İZLEDİĞİ YOL 385 3. ŞAMİL'İN VE ONU TAKİB EDEN RUSLARIN 1846'DAKABARDEY'DE İZLEDİKLERİ YOL 394 4. 19. YÜZYILDA DAĞISTAN'IN ETNOGRAFİK YAPİSİ VE KAFKASYA 460 5. DAĞISTAN VE ÇEÇENİSTAN'DA SAVAŞ AWNI .. 461
ARAKANİ TAKDİM İmam Şamil ve Kafkasya isimleri, Türkiye'de hemen hemen hiç kimseye yabancı gelmemesine rağmen gerçek anlamları ve tarihte yüklendikleri işlev bakımından tam olarak bilinememektedirler. Bilindiği gibi 18. yy.daki Sanayi Devrimi'nin ardından Batılı Ül¬keler, endüstrilerine hammadde sağlamak amacıyla bütün dünyayı yağmalamaya girişmişler ve bu arada Rusya da, henüz tam batılı sa¬yılmamasına rağmen bu yağmaya katılmıştır. İngiltere ile açık-gizli bir çok rekabete girişen Rusya'nın hedefi/Türkiye, İran ve Kafkasya olmuştur. Tarihteki bütün İstilalardan kurtulmayı başarmış olan Kafkasya, bu yeni paylaşım savaşında, kendi isteğinin dışında, Ruslarla Osman¬lılar arasındaki savaş ve çekişmelerin alanı olmuştur. Osmanlı ve İran topraklarını yutmak İsteyen Rusya, onlardan önce kendisine geçit vermeden uzanan Kafkasları dize getirmek zorunda kalmıştır. Müs¬lüman Çerkesler de, Dînî inanışları yüzünden sempati, duydukları Osmanlıları Ruslara karşı genelde desteklemişlerdir. Fakat kendilerine aynı şekilde karşılık verildiği söylenemez. Tek başına bütün Avrupa'yı Napolyon'dan kurtarmış olmakla övünen Rusya, korkunç insan gücü potansiyeliyle korkunç bir şekilde Kafkaslara yöneldi. Kendi aralarında küçük hanlıklar, köyler halinde yaşayan Dağlılar ise Şarnil'in idaresi altında Şeriat yönetimini kabul¬lenerek Ruslara direndiler. İşte bu aşamadan sonra Şamil'in gerçek kişiliği farklı olarak su¬nulmaktadır. Türkiye'de onun hakkında yapılmış tutarlı çalışmalar çok azdır. Ve Şamil, sadece Ruslara karşı savaşmış bir kahraman ola¬rak anlatılır. Burada asıl önemli olan, Şamil'den ziyade; O'nu ve Ondan ön¬ceki İmamları hazırlayan ortam; insanlar ve onların inançları, yaşa*" s? =;? O C 3 ~ Ç_ ÛJ 5T c SL 2 3 °Is CL ÛJ ÛJ C C ^3
3
7T 3 3°2- PÛJ 7İ 35 SrnT îf ÛJ Û> =- 2 CO N O3 => ** 2. o sr 3 -* a ÛJ 7 §"§" * 3 O 37ÖT 9- 2. < İs (B ÛJ ÛJ CL ^ O O" Ş2. fD 3 S2. ?T C: o -< Oft 5Tİ t N ££?. fl) Û) 2. Sw sr " a ^3 O $ ^ S fl °" =r 57 3 "S- aT cr rt> cr ro* 3 İT 5" ÛJ 7^ 9- 3- n> cr 3. ö fl) 33 £" 0 3" QJ o 5_ w' cr' N Ö". 2_ 5 3 gCL D 3 3 3 5Ü *< 2. m ?r (D 3 û) 2. 3 57 ÛJ i O 3 7s- 7T 3 İ' 3 g O" * J (D 3. "-< =T
3
S" g. ° ÛJ
C
,
3 Si c~ fU ÛJ CL Q. CD ÛJ 2_ =- 3 Cro Q. CL -t \A 00 Cİ < 3 fü *< 33 C CL ÛJ
~
7T
2 Cro O 9- <*% tu di ot ŞT. 3 gj =j a. 93. 3 12 9- =: ?< O: 2 ÛJ D) a; i CL" D "ö C: ÛJ Crq< 2 6= Sİ. 3-fl) £U 2. N §-£~ »İ. 03 3 3 p_ =;? iT) ^J: C Cro 2 O 2_
7~
n^
O 7T ÛJ ??
£o r* fl) ÛI 3 û) CT -* ^N CO Lt! qo.Tr -yi A T ^ 3_ ÛJ ÛJ Cm 5 3. 2 ai fl) rT ÛJ Q. fl) O ÛJ 3 fD 3 era
Q.
^ 3
^
? 2 ! * --s f i 1> -i ÛJ 3 Q- 3 *< =ı Z. İ2-fl) -j 2. 3 N" "a 3 3 T 3 5T 3 > ^ O 3 Û) 9 S_ U/ r-.
3
3
C; OI
U
(t
w
C:
--
FIl-Si flT 9: < C: N
ca w O
a. m a.
?^
* /t\
*
^3 ^^
-' 3 « rri=: -* C CL ÛJ 2 Cr 3 3 JB JSt O x= 3 5. cra 3 =- ÛJ rjTQf ÛJ ;=r ^ CTQ ÛJ O. cro< ~ 2* 3 3 < £L =" çr 3 3=fij ü 2. CL fl) Cro< cr C CL ^.ü = İT" D
İ^*
~-
ÛJ
tş
"
^T~
C" ( --
irfft
?*
n
92 2. cr H. cr 2 ^ A. CLCTO -< < i. - (t it B) fl) = ÛJ K^ 3 12 OJ O 3 ÛJ 3 ü. _ CL ru o- =ro 92. £? -~ =f &J rF CL ÛJ cr -._. 3 <. ûi cr * =L CL X35 - ^ âTfT CL °S. 3. 3. o =- 7f ^ ÛJ &2.İ 02r 3 3 p1 ÛJ ~ 3" o £^ & û, on o "îg 6> ÛJ O: ÛJ S 7T -t 3 CL 9- 3 2. 3 cT ÛJ O 3. 3 C: 5'92f fD fl) 2 CL S. o 27 ._ , ÇL O 3 < Ü İ. & Cr «? CL & 3 ÛJ 7T -1 3^flS S" < 3 g ^Ş 3 ~- 2. ^- X û. 3 7T CL C =-ÛJ O < ÛJ O ÛJ ÛJ Cro w 2* 3 5' 9- 3o _ O Ü, Cd. O~-< 2 £U 2 N O fl) 3 Cra< O O. 3_ 2_v<. ' ÛJ O -?o* |-^ i? 3 a flT S 3* r?-£^ < Z? 3ÛJ =? =; w ÛJ 3 m o. 3 3 fD _2' ÛJ ÛJ O:
o
2
3
~< 2
w -x- 3. E? Ş f t 5 ti ÛJ fl) £
Q-Q 3- 3 cr 3* 3 S 3 2 3 ÛJ İSfD
N r<" 5İ 2. d: flJ 3 Û. =; ~ 2. P ŞİÛJ 3 ^L K- S £ 5r 3. o. rc N TÛJ < O_ Cf g ~* flj
o
3
_=İ
T"
C
O 00 16 Kafkasların işgal tarihi olmamasına karşın, yine de, geniş Kafkas lite¬ratüründe çeşitli savaşlarla İlgili olarak çok zengin bilgiler elde ettim. Tuğgeneral Doubrovin'İn büyük çalışması(1) 1827 yılındaki olaylarla sona ererken, General Potto'nun geniş kapsamlı ve şu anda yayın¬lanmak üzere olan eseri de(2> 1829 Türk savaşlarıyla bitmektedir. Bu yüzden her iki eserde de Mürid savaşlarına yeteri kadar değinilme¬mektedir. 1860 yılında basılan Albay Romanovsky'in ders notları, Şa-mil'in bütün zamanını kapsamakla birlikte bu konuda âdil olarak ka¬rar verilemeyecek kadar kısa tutulmuştur. Rusçanın dışında, Özellikle İngilizce, bu konuyla ilgili olarak bölük pörçük çok az eser bulabil¬dim. Savaşın belli safhaiarındaki gelişmelerle İlgili bu eserler de, ge¬nellikle yanlışlıklar ve şartlanmalarla doluydu. Bu şartlar altında; Rusların Kafkasya'yı işgal tarihinin İngiliz oku¬yucularının dikkatini çekeceğini düşündüm. Tabii kî, yazar, askerî ko¬nularla ilgili her türlü uzmanlığı reddederek bu konuda çıkarılacak sonuçları, bu işi daha iyi bilenlere bırakmaktadır. Kamuoyuna sundu¬ğum bu kitabın, gerçekleri kavrayabildiğim oranda peşin hükümsüz ve dengeli olarak ele aldığım konuları doğru olarak yansıttığını umu¬yorum. Daha detaylı olarak kaynaklarına inemediğim olayların geçtiği dönemlerle ilgili konularda yukarıda adı geçen yazarların eserlerine baş vurdum. Bununla beraber, esas kaynağımı, Kafkas Arkeoloji Ko¬misyonu tarafından yayınlanan çok geniş dokümanlardan topladığım bol miktardaki yazılar oluşturmuştur*31. Bu eser, yazılarımda "Akti" olarak belirtilmiştir. İkinci önemli kaynağım, 20 ciltten oluşan Kav-kazsky Sbornik dergisiydi. Grandük misel tarafından derlenerek ya¬yınlanan bu eser, çok düzensiz bir şekilde, değişik kimseler tarafım . dan kaleme alınan savaşla ilgili makalelerden oluşmasına rağmen eş¬siz bir kaynaktır/41 Kullanılan diğer kaynaklar, Özellikle değinmeyi gerektirmemektedir. Fakat Profesör Miansarofun "Bibliographia (D İstoria voinee vladeetchestva rousskikh na Kavkazye, St. Petersburg, 1871-1880,6 cilt. (2) Kavkazskayavoiııâ, St.Petersburg, 1887-97,4 cilt, dörder bölüm, (3) Akti Sobranniye Kavkazskoyou arkheografeetcheskoyou Kommİssieyou, 13 cilt, Tiflis (Çeşitli tarihler) (4) Kavkazsky Sbornik, 20 cilt, Tiflis, 1876-1899. 17 Caucasica et Transcaucasica"^ adlı çalışmasına bir göz atıldığında hayranlık verici, Kafkasya ile ilgili çok zengin bir literatüre sahip ol¬duğu ve İngiliz yazarların bu konuya ne kadar az katkıda bulunduk¬ları görülür. Bununla beraber
İngilizlerin kutlayacakları bir olay da, Elbruz ve Kazbek'in zirvelerine ilk çıkanların kendi vatandaşları ol¬masıdır. İngilizlerin gelecek kuşakları, Hazar denizi ile Kara Deniz arasında başka bir geniş "Avrupa'nın oyun alanı" bulduklarında Freshfield'in(6), Grove'in(7) ve Mummery'in(8> kitablarını okuyacak¬lardır. Rusların Türklerle ve İranlılarla yaptıkları savaşlardan ayrı olarak özellikle Kafkas kabilelerinin Ruslarla yaptıkları çarpışmalarla ilgili eser veren İngiliz yazarları, sadece Be!l(9> ve Longworth'dır(10\ Bu eserde, hemen hemen Doğu Kafkasya'da ki mücadeleyle aynı za¬manda başlayarak ondan daha uzun süre, 1864'e kadar devam eden Batı Kafkasya'daki mücadeleye neden çok az değindiğimi kısaca açıklamak istiyorum. Albay Romanovsky'in de, ortaya koyduğu gibi, Batı'daki bu mü¬cadele, Rusya İçin hiç bir zaman Doğu'da Çeçenistan ve Dağıstan'da sürdürüleni kadar Önemli olmamıştır. Ve "30"larda olduğu gibi, Rus¬ya, bütün dikkatini Doğu'da yoğunlaştırdığında bu hata ona çok pa¬halıya mal olmuştur. Bununla birlikte, Balı kabileleri, Şamü'in Doğu Kafkasya'da gerçekleştirdiği gibi bir birleşme meydana getirememiş¬ler ve gerçekten büyük bir lider çıkaramamışlardır. Buradaki savaş, düzensiz olarak dağınık bir şekilde sürdürülüyordu. Tamamen ba¬ğımsız bir savaş olan bu olayların kronolojik sırasını vermek, çalışma¬larımın bütünlüğünü bozacaktı. Buradaki gelişmeleri, Gunib'deki (5) St.Petersbuıg, 1074-7&, 1 cilt. (6) "TheCentralCaııcasıısandBashan'tOrtaKafkaslarveSaşhan), Londra, 1869, 1 cilt. "The exploration of the Caucasus" (Kafkasya'nın keşfi), Londra, 1902, 2 ciit. (7) "The Frosty Caucasus" (Soğuk Kafkaslar), Londra, 1875, 1 cilt. (8) "My climbs in the Alps and Caucasus" (Alplere ve Kafkaslara tırmanışlarım), Londra, 1895, 1 cilt. (9) "journal of a Residence in Circassia during the years 1837-39" O837-39yıllarında Çerkezistan'da bir kalışın öyküsü), 2 c, Londra, 1840. (10) "A year among the Circassians" (Çerkesler arısında bir yıl), 2 ciit, Londra, 1840. 19 18 dramatik sondan sonra tek başına ele almak da, zirveye ulaşıp da tekrar inmek riskine sebep olabilirdi. Bu yüzden bu eserde, en kısa ve gerekli referansların dışında bu konu ile ilgili olarak yapılan bütün çalışmaları atlamaya karar ver¬dim. Yine de buradaki mücadelenin de çok şiddetli geçtiği ve Doğu' daki mücadeleden 5 yıl daha fazla sürdüğü unutulmamalıdır. Sonuç olarak yakın dostlarım Albay Ernest Pemberton ve Cecil Floersheim'e çok yararlı tavsiyeleri ve bayan Tyrrel Lewis'e de çok güzel çizdiği Şamil'in portresi için şükranlarımı sunarım/11J Sistem'e göre Aksi belirtilmediği takdirde bütün tarihler Eski alınmıştır. Yeni Sİstem'e göre 12 gün geride olmaktadır. . GİRİŞ ' Kafkasya veya Kafkas Dağları adı, Eschylus ve Heredot zama¬nından beri kullanılmaktadır. Önceleri Hazar Denizi ile Kara Deniz arasındaki berzahda, batı kuzey batı yönünden doğu-güney doğu yönüne uzanan dağ zincirini tanımlamak için kullanılan bu isim, bu gün, Astrahan eyaletinin güneyi ve Don'dan başlayarak Türk ve İran sınırlarına kadar uzanan toprakları içine alan ülkeye verilmektedir. Böylesine değişik ve geniş bir ülkeyi özet olarak olsa da tasvir etmeye kalkışmak, kısa bir bölümün sınırlan içinde imkansızdır. Hat¬ta bîr cilt dolduracak kadar bir çalışma da, bu konuda çok yetersiz olacaktır. Aşağıdaki sayfalarda, sadece, okuyucuya Kafkasya, onun insanları ve Rusların işgali sırasında karşılaşılan problemler hakkında bir fikir verilmesi amacı güdülmüştür. Kafkasya, esas İtibarıyla dağlık bir ülkedir. Kafkas halklarının büyük çoğunluğu
da, Rion ve Kura ırmağının vadilerinde yaşayan Hı¬ristiyan halkları saymazsak, genellikle dağlık bölgelerde yaşarlar. Bü¬yük bir yükseltiye sahip olan merkezî dağ zinciri, diğer bütün fiziksel özellikleri de etkileyerek nüfusun yapışının oluşmasında belirleyici bir rol oynamıştır. Kafkaslılar, bu dağlara, sadece herkesten değişik olan karakteristik Özelliklerini değil, fakat bu günkü varlıklarını da borçlu¬durlar. Fazla bir abartmaya kaçmadan şunu söyleyebiliriz: Dağlar, in¬sanları şekillendirirken onlar da, ateşli bir cesaret ve enerjiyle bu çok sevdikleri ve onun erişilmez yerlerinde tehlikeye karşı koyabildikleri dağları için dövüşerek borçlarını ödediler. Fakat, buna rağmen, her yerde bir çelişki karşımıza çıkar ve güçlülükle zayıflığın el ele olduğu¬nu görürüz. Kendilerini düşmanlarına karşı koruyan engebeli ve yük¬sek dağlar, dik ve derin vadiler ve ilk çağlardan kalan gür ormanlar, 20 aynı zamanda Kafkaslıların birleşmelerini önledi. Bu birleşme olma¬dan da, Kafkas kabileleri, uzun vadede Rusların korkunç gücüne bo¬yun eğmek zorundaydı. Bir zamanlar "Kafkas" adının sınırlı olarak tanımladığı dağ zinci¬ri, 650 mil (1000 km kadar) uzunluğundadır. Fakat esas dağlık bölge¬nin uzunluğu 400 mil kadardır. Fakat 150 mil kadar süren eteklen, Hazar kıyısına kadar, Baku yakınlarına uzanırken aynı şekilde Kara Deniz kıyılarındaki Novorosseeks'e kadar 100 mil uzunluğundaki etekleri yayılmaktadır. (Freshfield, c.1, s.27) Dağ zincirinin genişliği, önemli miktarlarda değişiklik göstermektedir. Tam orta yerde, konik yükseltilerin olduğu yerlerde çok daralan zincirin kabaca genişliği, 100 mil civarındadır. (170 km) Kafkasya'ya sahip olmak için sürdürülen bu uzun mücadelenin safhalarına, pek bilinmeyen sebeplerle, savaş alanı olarak görülen üçlü bir bölüntü vardır. Elbruz'un yakınlarından başlayarak Kara De¬niz kıyılarına kadar uzanan ormanlık bölgede dağlar, 3200 m'den deniz seviyesine alçalırlar. Burada yaşayan Adigeler ve diğer kabile¬lerin hepsine birden "Çerkeş" adı verilmektedir. Çerkesler, kuzeyden gelen işgalciye karşı, dağınık bir şekilde, 1864 yılına kadar çok şid¬detli bir direnme gösterdiler. Doğu'da, ormanlarla kaplı tepelerde ve çorak dağ platolarında yaşayan bir çok Dağıstan kabileleri, Ruslara karşı hemen hemen aynı uzunlukta çok daha geniş kapsamlı ve şid¬detli mücadelelerde bulundular. Bu iki bölgenin arasında dağlar, en yüksek değerlere erişmekte ve özellikle 100 millik bir uzantı boyunca 3200 m'nin aşağısında bir geçit yerine rastlanmazken 400 mil'lik me¬safe boyunca da çok az geçit bulunmaktadır. Gürcü askerî yolunun batısında yaşayan Osetler, Kabardeyler ve Tatar kabileleri ile yolun doğusunda yaşayan inguşlar, Galgaylar, Kevsurlarve Pşavlar, yapıla¬rı gereğince devamlı olarak bir yağma hayatı sürdürdüler ve birden fazla kereler Ruslara karşı ayaklandılar. Fakat bu kabileler, genelde Rus egemenliğini kabul ettiler ve Ruslara çok az sorun çıkardılar. Böylece, iki ana savaş alanı, birbirlerinden ayrılmış bulunuyordu. Aralarında kuzeyi güneye bağlayan tek yolun geçtiği büyük bir ayrılık vardı. Şamil'in 1846 yılında giriştiği umutsuz atılıma rağmen bu açık¬lık hiç bir zaman doldurulamamıştır. Kafkasların işgal edilmesinde bu durumun önemi çok büyüktür. 21 Dağ zincirinin güney tarafında ise, çeşitli Cürcü kabileleri yaşa¬maktaydı. Kendilerini korumak bahanesiyle İlk defa dağlan aşan Rus¬lara sık sık isyan etmelerine rağmen, bundan dolayı Çar'a bağlı kal¬mışlardır, onların güneyinde de, doğuda, İran'a bağlı yarı bağımsız Müslüman Hanlıklar; batıda ise Türkiye'nin yan bağımsız Paşalıkları bulunmaktaydı. Kafkaslara tamamen boyun eğdirmek için Rusya'nın bundan sonra yapacakları açıktı: Batı'da, Türkiye'den yardım bekleyen Çer-keşleri ve Doğu'da da Dağıstan ile Çeçenistan'ı yola getirirken Trans-kafkasya'da da Gürcü kabileleri birleştirilerek Türklere ve Acemlere -karşı kuvvetlendirilip savunulurken bu iki ülke aleyhine kendi sınırla¬rı genişletilip emniyete alınacaktı. Bu amaçlara nasıl ulaşıldığı, bu ki¬tabın konusunu oluşturmaktadır. Kafkasların gerilerinde yapılan Türk-Rus savaşları, ancak ikinci dereceden bir etkide bulunmuşlar ve özellikle savaş zamanında buralarda kuvvetli Türk birlikleri tutularak Rusya'nın Avrupa'daki yükü azaltılmıştır.
Kafkasların ele geçirilmesi için, kabaca bir varsayımla, Dağlılara karşı devamlı olarak 60 yıl boyunca savaşılmış ve daha uzun zaman¬lar boyunca da Türklere ve İranlılara karşı savaşlar verilmiştir. Eğer Transkafkasya'yı da bir mücadele alanı olarak ele alırsak, üç değişik yerde sürdürülen mücadele, pratik olarak birbirlerinden tamamen ayrı bulunuyordu. Fakat yine de İran, Dağıstan ile ilişkilerini sürdü¬rürken Türkiye de, Batı'daki kabileleri destekliyordu. Girişte de sözü I edildiği gibi bu kitapta Batı'daki kabilelerin savaşlarına çok az değini¬lecektir. Türkiye ve İran sınırları da çok iyi bilinen şeyler olduğundan biz, sadece Mürid Savaşlarını ve bunların geçtiği yerleri ayrıntıN ola¬rak araştıracağız ve Dağıstan ile Çeçenistan halklarını inceleyeceğiz. Fakat buna başlamadan önce Kafkas halklarının kökeni ve onların yapıları hakkında genel bir bilgi vermek için bir kaç kelime söylemek gerekiyor. Bu, aslında bir zamanların en hayranlık verici ve en çö¬zümlemesi zor problemidir. Strobo'nun kitabında çok iyi bilinen bir pasajda, şimdiki Sohum Kale veya onun yakınlarındaki bir yerde kurulmuş olan Dioscurias'ın çeşitli dillei konuşan insanlar tarafından ziyaret edildiği anlatılmakta¬dır. Strabo, bu dillerin sayısını yetmiş olarak verirken Pliny, Timoste-nes'den aktardıklarında bu dillerin sayısının 300 kadar olduğunu be22 lirtmekte ve şöyle demektedir; "Sonraları, biz Romalılar, oradaki işle¬rimizi 130 tercüman eşliğinde sürdürmek zorundaydık." Ve Et-Aziz, Doğu Kafkasya'ya "Diller Dağı" anlamına gelen "Cebel es-sine" adını vermiştir. Çünkü Aziz'e göre, Doğu Kafkasya'da yaşayan insanlar 300 ayrı dil konuşmaktadırlar. Bu rakamlarda, doğuluların hayal güç¬lerinin zenginliğinden kaynaklanan etkilerin payını düşünsek bile da¬ha temkinli Avrupalı yazarların da, verdikleri rakam kırk'ın altına düşmemektedir. Yalnızca Dağıstan'da konuşulan bu dillerin büyük çoğunluğu da, yapı bakımından birbirlerinden tamamen farklı özel¬liktedirler. Fakat son yıllarda yapılan çalışmalar, filoloji alanına yeni boyutlar getirmiştir. F.Müller'e göre Kafkasya'daki dillerin çoğunlu¬ğu, üç ana gruptan oluşan bağımsız bir dil ailesinden gelmektedir. Bunlar; Kartvel, Batı Kafkasya ve Doğu Kafkasya dilleridir. Hepsi de bir ortak kökten gelmelerine rağmen, bir kaynaktan gelerek daha sonraları bir çok .dallara ayrılan Hamit-Semitik diller gibi, zamanın aşaması süresince farklı yapılar kazanmışlardır. Bu yolla Gürcü dili ve buna akraba Kartvel clili, Semitîk dillere karşılık gelirken Dağ kabile¬lerinin dilleri de, Hamitik diyalektiklere karşılık gelmektedir. Bu sonuç¬lara, karşılaştırmalı metodlar sonunda ulaşılabilir. Bütün bu söylenen¬lere rağmen, Kafkas dilleri hakkında henüz son söz söylenmedi. Kaf¬kaslar, dünyanın başka hiç bir yerinde görülemeyen bir şekilde çok sayıdaki kabilelerinden, ırklardan ve insanlardan oluşmaktadır ve bunlar, çok çeşitli diller kullanmaktadırlar. General Komarov'un da belirttiği gibi onların yaşadıkları yerlerin yüksekliği arttıkça grupların sayıları azalmakta buna karşılık konuşulan düler arasındaki linguistik yapı, daha keskin bir farklılık kazanmaktadır. Şamil'in söylediğine göre Büyük İskender, Dağıstan toprağına ve İkliminin sertliğine fazla bir hoşgörü besîeyemediğinclen burayı, tüm dünyadaki bölgelerden yolladığı mücrimlerle doldurmuştur. Ye¬nilgisinin sebeplerini, düşmanın gücünden çok, kendi insanlarının olumsuzluklarında arayan bu lider, halkın bazı kötü alışkanlıklarının sebebini bu kötü geçmişe bağlamaktadır. Fakat biz, Büyük İskender' in kafkasya'ya yüzlerce kilometreden fazla yaklaşmadığını biliyoruz. Kara Deniz ile Hazar Denizi arasında uzanan Kafkaslar, tarih boyun¬ca, ülkeleri işgal edilen mültecilerin sığınak yeri olmuştur. Daha sonra bu işgalciler de, kuzey ve güneyden gelen istila akınlarına dayana23 mayarak işgal edilen duruma düşerek bu sefer onlar da, Kafkaslara sığınmışlardır. Dünyanın birçok bölgesinden gelen insanların, buraya sığınmaları, tamamen Kafkasların coğrafi konumu ve fiziksel yapısın¬dan kaynaklanmaktadır. İstilalara uğrayan bura halkı, savunmanın daha kolay olduğu ve kendilerinin daha zor izlenebildiği dağlara sığı¬narak daha önce buralara gelmiş olanlara katılarak onlara karışıp ya¬şamlarını sürdürmüşlerdir. Bunu başaramayanlar ise dünyadaki'mil-
letler arasından silinerek tarih sahnesinden yok olmuşlardır. Yaşam¬larını sürdürebilenler de, bir çok konularda hususiyetlerini devam et¬tirerek görünüş, dil ve gelenekler ile inanışlar arasında bir çok deği¬şiklikler gösteren farklı ve daha çok sayıda klanlara ve kabilelere ? bölünmüşlerdir. Eğer bu durumun asıl sebebinin dağlar olduğunu söylersek, Humboldt'ın Brezilya düzlüklerindekî yoğun ormanlar yü¬zünden benzer durumların ortaya çıktığını söylemesi, bizi Kafkasya' daki durumun o kadar hayret verici olmadığı sonucuna götürecektir. Çok eski çağlarda ve şüphesiz ki, uzun yıllar Önce Kafkasların . ovalık bölgelerinde askerî birlikler kaynaşırken bu dağlar, tarih sah¬nesinden silinmiş bir çok ırklara sığınak yeri olmuşlardır. Mısırlılar, Medler, Alanlar ve İskitler; Grekler, Romalılar, İranlılar ve Arablar; Moğollar, Türkler, Tatarlar ve Slavlar, bütün bu ırklar, bir birferi ar¬dınca ve bir çok defalar, sinirli bir şekilde kıyıya vuran dalgalar gibi, Kafkasları süpürüp geçtiler. Fakat işin ilginç yanı; bütün bu milletler veya bir kısmı, Kafkaslılann oluşumunda bir takım etkilerde bulun-muşlarsa da, günümüzde bulunan filolojik bulgulara göre (en azın¬dan Uslar'ın düşüncesine göre) Kafkas halkların kökeni, bu ırklardan hiç birisinden gelmemekte, fakat tarih öncesi çağlarda Asya İle Avru¬pa arasındaki geniş düzlüklerde yaşayan artık her tarafta kaybolmuş olan bir ırktan geldiğini ortaya koymaktadır. Şimdi özelde Dağıstan'a dönersek; bu ülkenin dar bir sahil boyu ve yüksek bir platodan oluştuğunu görürüz. Bu yüksek platoda ır¬maklar, yüzlerce metre derinliklerden kendilerine yollar açarak akar¬ken güneyden ve batıdan uzanan dağlar, bir çok yerde 4000 rn'den fazla yükseklikleriyle uzanırlar. Dağıstan ismi, ilk önceleri, Hazar Denizi, ana dağ silsilesi ve An-di zinciri arasında kalan ve Sulak nehrini izleyerek Terek'in ağzına aogru kuzeye hafif bir şekilde yönelen üçgenin içinde kalan bölgeye 24 veriliyordu. Şimdiki Dağıstan ismi, hemen hemen eski Dağıstan ile aynı yerler olan Rus eyaletine verilirken ayrıntılarda bir takım farklı¬lıklar olmasına rağmen en önemli farklılık; güney-doğu sınırının Aşa¬ğı Samur hattını İzleyerek üçgen yerine oldukça düzgün bir dörtgen oluşturmasıdır. Bu dörtgen, en büyük boyutlarına ulaştığı güney-do¬ğu sınırına doğru biraz daralmaktadır. Kafkas dağların bu kadar olağanüstü bir kompleks yapıda ol¬maları, jeologlar tarafından, bu dağların, yer kabuğunun iki hareke- ? tiyle oluştuğu söylenerek açıklanmaktadırlar. Birinci hareket, ku-zey-batıdan güney-doğu yönünde başlayarak ana dağ zincirini ve iki su havzasını oluşturmuştur. Kuzeyde İse yanal diziler meydana gel¬miştir. İkinci hareket, birincisine dik olarak; güney-batıdan kuzey-doğuya doğru başlamış ve ana zincir İle kıyı arasındaki bölgeyi dolduran dağ dizileriyle yüksek zirvelerin bulunduğu serileri ortaya çıkarmıştır. En yüksek zirveler, Orta Kafkaslarda olduğu gibi; büyük oranlarda yanal ve dış hatlarda, su havzasında ve ana zincirde, Şavikildİ'den Bazar düzü'ne kadar uzanır. Burada 4710 m yüksekliğe ulaşan dağ¬lar, 300 km'ye yakın bir mesafe boyunca daha alçak bir yapı göste¬rirler ve hiç bir yerde, 3770 m'nin üstüne çıkmazken yanal dağlar, çok seyrek olarak 4100 m'nin altına düşmekte ve bir çok yerde daha yüksek zirvelere sahip bulunmaktadır. Avar ve Andi Koysular arasın¬daki su havzasını oluşturan ve ana dağ zincirinden güney-doğu yö¬nünde uzaklaşan Bogos grubunun, 4100 m'den yüksek en azından üç zirvesi bulunmaktadır. Daha da güneydoğuda, Dolti Dağ zincirin¬de 4100 m'nin yukarısında iki zirve bulunurken Dolti Dağ'ın kendisi¬nin yüksekliği 3980 m'dir. Yine aynı yönde, daha da ileride 4370 m' lik Şal Buz Dağı ve Baku eyaleti içindeki 4460 m yüksekliği bulunan Şah Dağ uzanmaktadır. (Merzbacher, c.1, s.21, Leipzig, 1901) Dağıstan'da iki ırmak sistemi bulunmaktadır. Bunlardan daha önemlisi olan Sulak, dört Koysu'nun birleşmesinden oluşmaktadır: Gazi Kumuk, Kara, Avar ve Andi Koysular. Sadece Andi Koysu, Da¬ğıstan sınırları dışında, Tuşetya'da doğmaktadır. Bütün bu ırmaklar, yer kabuğunun ikinci hareketinde oluşan dağlara paralel olarak ku¬zey ve kuzey-doğu yönünde akarlar. Ve olağanüstü derinlikte ve darlıkta kanallar, su akış yolları oluşturarak dağlardan sonra Dağıs¬tan'ın özelliklerinin şekillenmesinde önemli bir rol oynayan bir ortam 25
oluştururlar. Diğer ırmak sistemi olan Samur, Kara Koysu ve Avar Koysu'nun doğduğu yerlerden pek fazla uzak olmayan bir yerde do¬ğarak güneye doğru bir kavis yapmasına rağmen genellikle doğu yö¬nünde akar. Irmağın alt tarafları daha önce de belirtildiği gibi eyaletin sınırlarını çizmektedir. Dağıstan'ın jeolojik yapısı, hâla bir takım izah ve açıklamalar gerektirmektedir. Fakat açık olan bir gerçek, Orta Kafkasların tersine, burada, dağların temelini oluşturan kristal yapıların tamamen örtül-düğü ve onun yerine her türlü jura, krates ve üçüncü jeolojik zamana ait taş ve yapılarla kaplı olduğudur. Savaşın başlangıcında Kafkaslardaki toplam nüfus, 4 milyon ci¬varında olarak verilebilir. Dağıstan'ın nüfusu yarım milyon civarına erişirken Avarlar, bunun 125.000 kadarını oluşturuyorlardı. Dağıstan' in tarihî yönden en önemli ve kalabalık kabilesi olan Avarfar, kuzeyde Çir Yurt'tan başlayarak güneyde Zakatali'ye kadar uzanan 170 km'ltk bir uzunluğu olan ve Hunzah meridyeninde 75 km'lik bir genişliğe ulaşan alan üzerinde yaşıyorlardı. Dilleri, birbirlerinden oldukça fark¬lı olan Hunzah ve Antzuk diyalektiklerine ayrılmakta, daha sonra da kendi içlerinde daha küçük bölünmelere uğramaktadır. Fakat Erc-kert, bu farklılığı reddetmektedir, (s.257) ilk üç İmam'ın konuştukları dil, Hunzah lehçesi olduğundan ve bir çok mürid liderleri de, aynı dili konuştuklarından Mürîdizm'in res¬mi dilini Hunzah lehçesi oluşturmuştur. Bu özellik ve Lezgilerin, Da¬ğıstan'daki merkezî konumları, onları diğer kabilelerle direk ilişkiye sürükelyerek karşı karşıya getiren etkenler olmuştur. Diğer Dağıstan dilleri gibi Avar dilinin de, Avrupalılalr tarafından telafuz edilmesi çok zordur. Örneğin, haritalarda çok görülen "t!" sesi, Rusçada dört ayrı ses çıkarılarak ifade edilen bir sesin yerini tutmaktadır. Yine aynı şe¬kilde "K" harfinin de altı değişik söyleniş şekli bulunmaktadır. Grama-tik yapısı da daha kolay değildir. Avar, Türkçede başı boş gezen ve yerinde duramayan anlamına gelmektedir ve Ruslar tarafındanKumuklardan alınmıştır. (Avare?) Bu !smi reddeden Avarlar, kendilerini, mensup bulundukları avullar ve kabilelerinadlarıyla çağırırlarken herkese, ortak olarak Mârutal (Dağ¬lılar) derler. Dillerini de Marul Mats (Dağlı dili) diye adlandırırlarken Kuzeyli Avarîar, güneyli kardeşlerini "Bagüaia!" diye çağinriar. Fakir ve 26 kaba insanlar anlamına gelen bu kelimenin bu insanlar için kullanıl¬ması, iki farklı lehçenin de varlığını vurgulamakta ve ayrılığın hemen Hunzah'ın güneyinde başladığını göstermektedir. Uslar, Schiefner, Komarov ve Çirkeyev'in çalışmalarını özetleyen bir Rus yazarı, Avar-ların, bir zamanlar.çok daha kuzeye yayıldıklarını ve Kumuk düzlük¬lerinde göçebeler şeklinde yaşadıklarını ileri sürmektedir. Gerçekten bu insanların, Hazar'ın kuzeyinde bile yaşadıklarına dair işaretler vardır. Eğer bu durum tamamen gerçekse onların, kuzeyden gelen çok daha güçlü kabileler tarafından güneye, dağlara sürülmüş olma¬ları gerekir. Bu Dağıstan Avarlarının, 5. ve 9. yüzyıllararasında Avrupa sahnesinde bulunan ve onlar tarafından çok iyi bilinen Avarlarla hiç bir ilgileri yoktur. Çünkü, Şarlman tarafından tarih sahnesinden sili ? nen o Avarlar, Ural-Altay (Fin-Türk-moğol) ırkına mensup bulunurken Kafkas Avarlarının dil yapısı, bu insanların kesinlikle Ural Altay ırkına mensup insanlardan farkh olduğunu İspat etmektedir. Aynı şekilde, Klaproth'ın ileri sürdüğü gibi Avarların, Hunlularla ve dolayısıyla Madyarlarla da akraba olduğu tezi de yanlıştır, (c/2) Fakat Erckerî, burada da Avarların farklı oldukları tezine karşı çıkmaktadır. Şimdiki Avarlar ile bir zamanlar Avrupa'yı işgal etmiş olan Avarları karşılaştı¬ran Erckert, her halükârda bir bağlantının imkansız olmadığını söyle¬mektedir. Bulduğu antropolojik verilere bakarak (kafa yapısı ve özel¬likleri) Avarların karışık bir ırktan oluştuğunu İleri sürmektedir. Yazar, elde ettiği bir takım diğer bilgilerle de Avarlar ile Ural-Altay insanları arasında benzerlikler bulduğunu söylemektedir: "Hunzah civarında bulduğumuz, kafatası Ölçülerinin(!) Fin ölçüleriyle benzeşmesi bizi çarpmıştı. Halbuki biz, böyle bir bağıntının peşinde değildik." diyor ve daha sonra Hunzahlılar ile Hunlar arasında bir ilişkinin olması gerek¬tiğini İfade ederek Hunlann, 4. ve 6. yüzyıllarda Kafkasların kuzeyin¬de yaşadığını ve daha sonraları, yine Ural-Altay grubu insanlarından olan Bulgarlar, Sabirler, Avarlar ve Hazarlar tarafından
yerlerinin dol¬durulduğunu iler; sürmektedir. Bunlar da, daha sonraları Turanlar (Türkistan'dan gelen Tatarlar) tarafından buralardan atılmışlardır, Erckert'e göre. Diğer bütün bilim adamlarının görüşlerinin tersine, sadece bir¬kaç kafatası ölçümüyle bu. yargılara varan Erckert'in bu varsayımları¬na karşın, bu konuya çok güzel bir yorum getiren kmail Berkuk'un 27 temel eserinden bu konuyla İlgili yazıyı aktararak durumu, olduğu gi¬bi ortaya koyabiliriz: "Dağıstan sekenesinde 'Avar' adını taşıyan bir kavim vardır. Da¬ğıstan'ın en yalçın ve çetin kısımlarında oturan Avarlar, aynı zaman¬da Kafkasya'nın kuvvetli ve enerjik bir unsurunu teşkil eder. Taşıdığı isim dolayısıyla bu kavim, ötedenberi, şarktan gelerek Macaristan'a kadar Avrupa'ya sokulmuş olan Avarlar addedilmekte ve buna kendileri de inanmış bulunmaktadırlar. Halbuki tarihteki son inkişaflar, bu telakkinin doğru olmadığını gösterir. Çünkü: 1) Ayarların asıl adlan "Avar" değildir. Bu Avar ismi, Ruslar tara¬ fından Kumuklardan alınmıştır. Kumuklar da, bunu bir isim olarak de- ' ğjl, fakat onların akıncılıklannı anlatmak için bir sıfat maksadıyla "Avare" olarak kullanmışlardır. Ruslar, bunu değiştirerek "Avar" şeklinde kullanmaya başlamışlardır. 2) Bu gün dahi idari bir mıntıka olan Andi ismi ve Şamil'in doğ¬ duğu köyün adı olan "Gİmri" kelimeleri bu halkın, daha Önceleri Kaf¬ kaslarda yaşamış olan Cimrilerle olan ilişkisini göstermektedir. Cimri hakimiyetinin Azak Denizi ve Kırım'da izlerine rastlanmasından çıka¬ rılacak sonuç, Gimriltlerin çökmesinden sonra geride kalanların, Da¬ ğıstan'ın dağlık bölgelerine çekilerek varlıklarını devam ettirdikleridir. 3) Avrupa'yı istila etmiş olan Avarlar, tamamen Moğol'dur. Hal¬ buki Kafkaslı Avarların toplum ve fert olarak Moğollukla ilişkisini gös¬ terecek hiç bir iz bulunmamaktadır. Dil, morfolojik durum ve karak¬ ter bakımından Avarlar tamamenKafkaslı bir Özellik göstermektedir. ler. Dil, Kafkaslıların bariz özelliklerinden birini teşkil eder. Genellik¬le aynı mahreçten çıkan sessiz harflerin iki türlü telafuz edildiği gö¬rülmektedir. Mesela (ç) ve (c) gibi. Fakat Kafkas dillerinde, bunun üçüncü ve daha keskin okunan bir şekli daha vardır. Bu kaide bü¬tün sessiz harfler için geçerli olabilir. Bununla birlikte Dağıstan'a başka unsurların girmediği iddia edilemez. Tarih boyunca bu memleketde cereyan eden hadiselerde, kendisine sığınacak bir yer arayan bir çok ufak tefek unsurlar, şüphe¬sizdir ki, Dağıstan'a ve Kafkasya'nın diğer yerlerine girmiş olabilirler. Fakat bu durum, Avarlar hakkındaki görüşümüzü sarsmaz." (Bkz, İs¬mail Berkuk, Tarihte Kuzey Kafkasya, s.145, ç.n) Dağıstanlılar, kasaba ve köylerinin yerlerini seçerlerken her şey¬den önce savunmaya uygun olmasını ön plana alıyorlardı. Bu yüzden yerleşim yerlerinin çoğu, yüksek bir tepenin üstünde veya bir tepenin ya da kaya parçasının karşısında kurulurken grisinin de erişilmesi imkansız dik bir uçurumla emniyete alınmasına dikkat edilirdi. Re29 28 simde de görülen Arakanı köyü, bunun tipik bir örneğidir. Evler, iki katlı olarak taştan yapılırlar ve her türlü ihtiyaca uygun olurlardı. İç duvarlar ve taban, killi topraklarla sıvanır ve genellikle de beyaz top¬rak suyuyla boyanırdı. Evler, mümkün olduğunca bir arnfitiyatro şek¬linde düzenlenir ve birbirlerine siper olacak şekillerde dizilirlerdi. Sa¬dece iki atlının yanyana geçebileceği kadar dar yapılan dolambaçlı . sokaklar, b ir parmaklığa veya ağaçtan engele sahip evlerin bulundu¬ğu yerlerde bunlarla kesilir ve hiç kimsenin geçmesine izin verilmez¬di. Bu durumda, yolu savunanların hepsi oradan çıkarılmadan veya öldürülmeden oradan geçilmesi imkansız olurdu. Hemen hemen bü¬tün bu köyler, günümüzde, bir kaç yere yerleştirilecek modem silah¬larla yerle bir edilebilirlerdi. Fakat savaşın olduğu o
zamanlarda ya topların yerleştirileceği tepelerden yeterince uzak bulunuyorlar, ya da onlardan yeterince korunma sağlayarak, düşmanın ateşine fazla maruz kalmadan daha aşağıda bulunan işgalcilere etkili darbeler in-direbiliyorlardı. Bütün bu köylerin, aslında hücumla alınması gereki¬yordu ve bu da, yerine getirilmesi çok zor bir işti. Çünkü her Dağıstan köy evi, buraları savunan kararlı erkekler ve hatta kadınlara karşı sa¬vaşılarak teker teker alınmak zorundaydı. Yakıtların azlığından dolayı yerleşim sırasında göz önünde bu¬lundurulan ikinci etken, sıcaklıktı. Bu yüzden bütün köyler, kuzey ta¬raflarını kayalar ve dağ sıralanyla korumaya alırken yönleri, güneye dönük bulunuyordu. Böylece kışın, güneş ışığından yeterince yarar¬lanmayı sağlıyorlardı. Diğer bütün etkenler; içilecek soyun getirilece¬ği yer ve yakınlarda işlenecek toprak parçasının bulunup bulunmadı¬ğı gibi şeyler, tamamen ikinci derecede kalıyorlardı. Toprağın az ol¬ması, sadece nüfusu sınırlandırıcı bir etkendi. Ondan ötesi önemli değildi. Su konusuna gelince, eğer su alınacak yer, kendi silahlarının koruması altındaki bir alanda İse o konuda bir an bile düşünmeye gerek yoktu. Çünkü bu tür işleri tamamen kadınlar yürütüyordu. Hiç bir Dağlı, böyle bir şeyle kendisini küçültmezdi.(!) Erkeklerin işi, ye¬mek, uyumak, güneşlenirken sopa yontmak ve savaşmaktı. Bütün ev işleri, karısına ve kızlarına bırakılmıştı. Bu yüzden bir kız ne kadar ça¬lışkan ise evlenmesi de o kadar kolay oluyordu. Bir kaç yıllık ağır ça¬lışma koşullarından ve doğrulan çocuklardan sonra tamamen yıpra¬narak çoküyorlarsa buna kim bakar? Gerçekten Dağlarda kadınların durumu, o kadar imrenilecek bir şey değildi. Çeşitli Dağıstan kabileleri, bir çok yönlerden birbirlerinden ayrı¬lırlarken karakteristik birtakım ortak noktalan vardı. Kültür açısından oldukça gelişmiş, sabırlı, zeki, marifetli, bir bakışta karşısındakini okuyarak bir kelimeyle onun hakkında karar verme yeteneğine sa¬hip, onurlarına çok düşkün ve son derece Dinlerine bağlı insanlardır. Yeme ve içmelerde son derece itidalli davranıyorlar, aşırıya kaçmı¬yorlar ve çok az uyku uyuyorlar. Kusur derecesinde çok cesur olduk¬larını belirtmeye gerek yok savaş sırasında komşuları Çeçenlerden daha yavaş ve az atılgan olmalarına rağmen çok daha inatçıydılar ve son hadlerine zorlandıkları zaman çok daha şiddetli bir şekilde kor¬kunç bir kavga verirlerdi. (General Okolniçi) Dağıstan'ın İnsanları, işte böyleydi. Onlara karşı girişilen savaş¬ları izlerken de bu olayların geçtiği ortamın yapısı, kesinlikle hatırda tutulmalıdır, bu savaşların çoğu, hiç bir ağacın bulunmadığı ve yük¬sekliği binlerce metreyi bulan ve bir çok zirveleri her zaman karlarla kaplı olan yerlerde geçmiştir. Plato adı verilen bu bölgeler, aslında bu ismi haketmeyecek kadar engebeliyken dar yataklarında kendilerine bir yol açmaya çalışan ırmakların, derinlikleri bazı yerlerde 1.000 m'' ye kadar yaklaşıyordu. Genellikle gözden ırak olan ve avulîann bu¬lunduğu vadiler ve kanyonlarda üzüm bağları, meyva ağaçlan, mısır ve diğer yiyecekler bol olarak yetişirken bunlara gerçekten muhteşem denecek bir itinayla özenilirlerdi. Böylesine çorak bir arazide, teras çalışmaları ve sulama kanallarıyla meydana getirilen bu .bahçeler, başka yerlerden gelen insanların sonsuz hayranlığını kazanmaktadır. Bir çok kayalık tepelerin zirvesinde işlenmiş topraklara rastlanır. Çok yorucu bir tırmanıştan sonra ulaşılan buralardaki bütün toprak avuç avuç buraya insan emeğiyle taşınmıştır. Bu tarlalardan bazıları o ka¬dar küçüktür ki, bu konuda anlatılan fıkranın fazla abartmalı olduğu sölenemez: Avar veya Andiîinin biri, tarlasının yanıbaşnıda uykuya dalmış. Fakat uyandığında ne görsün? Tarlası kaybolmuş, yerinde yok! Telaşla tarlasını ararken burkasmı kaldırınca sevinçle tarlasının burkanın altında kaldığını görmüş! Dağıstanlılar, fert olarak tam dağlıdırlar; sağlam, kıvrak, aktif ve yorgunluğa dayanıklı. Şekil olarak kaynaklarının zenginliğini gösterir-cesine farkiıiıkiar gösterirler. Fakat çoğunlukla güzel insanlardır. 30 Özellikle üst tabakalarda olanların mavi gözlen, sarı saçları, uyumlu çehreleri ve hafifçe çıkıntılı elmacık kemikleri vardır. Bu tip, Tweed'in kuzeyinde her yerde görülebilir. Bu karakteristik yapılarından dolayı bu insanların, Heredot'un söylediğine göre Hazar kıyısındaki şeridi
izleyerek aşağı inen ve iran'ı işgal eden Kimmerler (Gimrililer) ve İs-kitlerin torunları olduklarını söyleyebiliriz. Savaşın başlaması sırasında Dağıstan'ın büyük kesiminde, Arab-lar tarafından ülkeye getirilen hanlık sistemiyle yönetilirken bir çok yerlerde de demokratik bir yaşam süren Özgür kabileler, küçük veya büyük gruplar halinde, yaşamlarını sürdürmekteydi. "Çeçenistan" ismi Ruslar tarafından, doğuda Sulak nehri, batıda Yukarı Sunja ve kuzeyde Aşağı Sunja ile terek arasında kalan alana verilirken ülkenin güney sınırı, Dağıstanlı Andilerve Avarlar ile Tu-şenlerin ve Kevsurlarm yaşadığı dağlık bölgelere'kadar uzanıyordu. Şimdi bile büyük bir kısmı ormanlarla kaplı bulunan Çeçenistan, bir zamanlar tamamen ormanlık bir ülkeydi. Ormanlar, sık sık, derin yataklarında büyük bir hızla akan sayısız ırmak ve derelerle bölünü-. yorlardı. Bu ırmaklar, güneye doğru gittikçe daha çok yükselen ve birbiri ardınca uzanan dağlardan doğuyorlardı. Bu ırmakların kenar¬larında Çeçenler, birbirlerinden ayrı büyük çiftliklerde veya sayılan bazen bir kaç yüzlere varan evlerin bulunduğu avut! arda (köylerde) ? yaşıyorlardı. Evler, tek katlı olarak sazlardan ve kerpiçlerden yapılı¬yor ve dam, düz olarak örtülüyordu. Ağaçlarla desteklenerek sağlamlaşttrılan evlerin içi ve dışı çok temiz tutuluyor ve çeşitli .şekillerde süsleniyordu. Yaşayanların rahatlığı İçin halı, kilim, yastık, minder, yorgan, bakır kaplar ve benzeri diğer bütün ev eşyaları hazır bulu¬nurdu. Her evin, kendisine ait bahçesi veya üzüm bağı bulunurken köyün çevresinde ormanlık bölgeden arta kalan düzlüklerde mısır, arpa, yulaf veya darıyla dolu işlenmiş tarlalar uzanırdı. Köylerin yapı¬sı savunmaya uygun olmadığından köyün bir ucu her zaman orman ile temas halinde bulunur ve bir tehlike anında kadınlar ve çocuklar, yanlarına alabildikleri eşyalarla birlikte ormana sığınırlardı. Onda do¬kuzunu dev kayın ağaçlarının oluşturduğu bu ormanlar, bir felaket anında Çeçenlerin sığınacak yeri oluyor ve Rusların İlerlemesine en büyük engeli teşkil ediyordu. Çeçenlerin komşuları olan Kumuklar31 dan ve Dağıstan platosunda yaşayan Dağlılardan farklı bir yapı ka¬zanmaları, büyük ölçüde bu ormanlara bağlıdır. Ormanlar, onların coğrafi yapılarını belirleyen tek etken olduğundan savaşın şeklini ve süresini de etkileyerek yönlendirmiştir. Gelecek sayfalarda bu duru¬mun yol açtığı sonuçları bol bol göreceğiz. Ormanlar ayakta kaldıkça Çeçenlerin baş eğdirilmeleri imkansızdı. Ruslar, dev kayın ağaçlarını kesmeye başlayıncaya kadar Çeçeniere karşı kalıcı bir başarı elde edememişlerdir. Aslında uzun vadede, Çeçenlerin kılıca değil, fakat baltaya yenik düştüklerini söylersek yanılmış olmayız. Ormanların hayatî önemini kavramış olan Şamil, çok kesin emirler vererek onları korumaya almıştı. Sadece sebepsiz yere ağaçları kesenleri değil, fa¬kat aynı zamanda, meşru İşlerde kullanılmak üzere ama kendi izni olmadan ağaç kesenleri de şiddetli bir şekilde cezalandırmıştır. Kesi¬len her ağaç için bir inek veya boğa ceza olarak alınırken en kötü durumlarda suçlu asılırdı. Çeçenistan'da herhangi bir hükümet sistemi olmadığı gibi halk arasında bir sınıf sistemi de oluşmamıştı. Her Çeçen, doğuştan sahip olduğu bir hakla kendisini herkese eşit sayardı. Fakat bütün demok¬ratik toplumlarda olduğu gibi Çeçenler de, her zaman asil bir ruhun etkisi altında kalmaya hazırdılar. Şan ve şeref kazanmak için önlerin¬de tek bir yol vardı; savaş! Ve içlerinde en hırslı olanları, bu yolda bütün güçleriyle yürüyerek her türlü cesaret ve atılganlığı sergileye¬rek savaş atanlarında kendilerinin sınırlarını zorluyorlardı. Bir kere şan ve ün elde edildikten sonra saygı ve etkililik de onunla birlikte geli¬yordu. Fakat yine de hiç bir Çeçen,, kendi halkı ve hatta sadece ken¬di bölgesinde, diğerleri üzerinde mutlak bir etki kurarak hükmede-memiştir. ? Her Çeçen, doğuştan müthiş birer binici, keskin birer silahşor ve iyi birer atıcı özelliklerini taşıyordu. Elden ele, babadan oğula geçen silahları; tüfek veya tabanca, kılıç ve kinjal, onların en değerli varlık¬larıydı. Silahlardan sonra bir Çeçen için en önemli şey, atıydı. Bir Çe-Çen'in, duyduğu derin ve sökülüp atılması imkansız duyguları, en iyi Şekilde bir İngiliz şairinin sözleriyle anlatılabilir: "Bir at, bir at! Eşsiz hızı olan, Bir kılıç, keskin metalden;
32 Bunlardan başka herşey, değersizdir Soylu kalbler için, Bunlardan başka herşey, gereksizdir Dünyada olan." Çeçenler, daha önce pagan olmalarına rağmen şimdi hepsi Müslümandırlar. En azından önceleri fazla keskin olmayan bu duy¬guları, Ruslarla başlayan mücadeleden sonra kuvvetlenerek olaylara hakim olmuştur. Köylerdeki camilerde Mollalar, Kur'an'ı tefsir eder¬ler. Arapça, Dağıstan'da da olduğu gibi Dinî di! olarak konumunu sürdürürken aynı zamanda Kafkaslarda yazılıp okunan tek dildir. Fa¬kat Şamil'in zamanına kadar bütün sivil problemler ve suç davaları, yerel gelenek ve göreneklere göre çözümleniyordu. Dil olarak da Çeçence kullanılıyordu. Bu adetler, kan davasını şiddetli bir şekilde destekleyerek körüklüyordu. Fert olarak Çeçenler, uzun boylu, kıvrak, ince ve sağlam yapılı, genellikle yakışıklı, atik, cesur ve sert, düşmanlarına karşı korkulu ve kurnaz; fakat bunların yanında, kendi ilginç düsturlarına göre son derece şerefli ve onurlu insanlardır. Öyle ki, bunun derecesi ve şid¬deti, daha gelişmiş ırklarda çok az bilinmektedir. Misafirperverlik, bütün Dağlılarda olduğu gibi, en kutsal bir ödevdir. Bir Çeçen'in, şans eseri olarak karşılaşıp oldukça cüzî bir kazanç uğruna, hiç bir acıma duygusu ve vicdan azabı çekmeden Öldürebileceği bir kimse, davetsiz de olsa evinin eşiğinden adımını içeri attığı anda Çeçen, ha¬yatını, istediği takdirde onun ayakları dibine fırlatırdı. Başkalarının sü¬rülerini sürüp götürmek, yolları kesmek ve düşmanlaını öldürmek gi¬bi şeyler, bu ilginç yaşam düstürüne göre şerefli işler sayılıyor ve bu durum, genç kızlar tarafından da teşvik ediliyordu, öyle ki, böyle bir işte kendisini ispatlamadan genç bir kıza talip olan kimse onlar tara¬fından hakir görülürdü. Bu değer yargılarının zorlamaları ve bir düş¬mana, özellikle nefret edilen Ruslara karşı yürütülen savaşla birleşin¬ce yetişkin bir kimsenin, bütün uğraşları bunlar oluyordu. Ev ve tarla işleri kadınlarla savaşta esir alınan kölelere bırakılıyordu. İşte Kafkasya, kısaca böyle bir ülkeydi ve insanları da, böyle in¬sanlardı. Öyle ki bunlar, dışarıdan hiç bir yardım almadan, düşman¬dan ele geçirdikleri hariç, hiç bir topçu kuvvetine sahip olmadan, Al33 lah ve Peygamber'den başkasına güvenmedensağ ellerinde parlayan çeliklerle yarım asırdan fazla bir zaman korkunç Rus fücünü hakir görmüşler, ordularını yenmişler, yerleşim yerlerini basmışlar ve onun zenginliği, gururu ve nüfusuyla kahkahalarla gülerek alay etmişler¬dir. Ve bu kahramanca mücadelenin hikayesinin, İngiliz okuyucuları¬nın sempatisini çekmeye hakkı var! Doğru, onlar, kendileri için sa¬vaştılar; İnançları, özgürlükleri ve ülkeleri için. Fakat aynı zamanda, farkında olmadan İngilizlerin Hindistan'daki güvenliğini de sağlamış oldular, şöyle diyor, Sir Henry Rawlinson; "Dağlıların, mücadelesi de¬vam ettiği sürece ileriye doğru sürdürülen işgal hareketinin önünde kuvvetli bir engel oluşturdular, onların bu yol üzerinden atılmaların¬dan sonra Rusların, Aras'tan İndus'a kadar yürümelerini engelleyecek askerî ve fizikî hiç bir engel kalmamıştı." (s.264, 1875)
,<-c ,' < ,-' ,-s f İ f S'ec ,jÖ&ı Milis (Cı**«ef/&-ı fA 12 H01-- 4 Te**1 Swrh«T( KaJe almtyc BirfiNerin fi if 7ir«. - A ^?I- -An-*' ^su Ol>« s^ino
Yerlefhrilmesi J
KISIM 1 İLKÇAĞLARDAN 1829'A KADAR OLAN OLAYLAR BÖLÜM 1 Ruslar'ın Kafltaslar'a yak(aşması-İlk ilişkiler-Özgür Kazak¬lar-Gürcistan İle ilk münasebetler-Yerlilerle ilk anlaşmaz-lıklar-Kazak kolonileri-Büyük Kazak Hattı'nın kurulması-Dağ silsilesini ilk geçişGürcüler'in Ruslarla birleşmesine yol açan olayların özeti.
35
SURHAY Keıidinin ,C'D
^«nd«r> ( Avnı
Keiidinitı
«(Set
-janda almmrffır)
Kafkasya İle Ruslar arasındaki ilişkiler M.S.914 yılına kadar uza¬nır. Dinyeper'in ağzından yola çıkan bir Varangian akın kolu, Don ve Volga ırmaklarını izleyerek Hazar'a kadar inmiştir. Bu seferde gemi ve botlarını Don nehrinden volga'ya karadan çekerek götürmüşler¬dir. 941 yılında Kiev Prensi İgor, Constantinople'(İstanbul)ya bir akın yapmıştır. Bu olaydan üç yıl sonra "Russ" veya "Ros" diye adlandırılan başka bir Varangian kolu, Hazar kıyılarında yeniden görünerek, İran' 'n bazı bölgelerini ele geçirmiş ve Araplar'dan da Arran'ın başkenti 36 Berdaa şehrini almıştır. Bu şehir, daha sonraları Karabağ adını almış¬tır, (Solovioff, 1 .kitap, s.129) Bu olaylardan kısa bir süre sonra Büyük Prens Svtatoslav, sınır¬larını kuzeybatı Kafkasya'daki Kuban nehrine kadar genişletti. Bura¬da, bu günkü Çerkeş ve Osetler'in ataları oldukları sanılan Yassi ve Kossoglar'la savaşmıştır. (Solovioff, I. kitap, s.142) Bu yüzyılın biti¬minden önce, Russ veya Ros diye adlandırılan Variaglar, bugünkü . Taman Yarımadası'nda Tumatarkan Prensliğini kurdular. Fakat Rus tarihinde bu Prensliğin izi 1094 den sonra kaybolmaktadır. Onuncu asrın sonlarına doğru Ruslar'a Hıristiyanlığı kabul etti¬ren Büyük Prens Vladimir, ölümünden sonra Tumatarkan'ı Misti-salv'a bıraktı. "Mistislav, Bizans İmparatoru Basil'in yardımıyla Hazar Türkleri'nİ yenilgiye uğratarak büyük bir ün kazandı. Daha sonra Çerkeslere yönelerek onların liderini teketek bir çarpışmada öldür¬dü." (Aynı, s.19l, Rambaud, 1879, s.61) Sonraları, Çerkesler ve diğer kabilelere karşı başarılar kazanan Vladimir Monomakh'i (1113-1125) görüyoruz. Oldukça karışık bir konu olan "Russ" kelimesinin kökenini araş¬tırmaya girmeden olayların akışını izlersek 13. Yüzyıl'da Gürcü krali¬çesi Tamara'nın, Büyük Prens Andrew Bogolioubsky'nin oğlu George . ile evlendiğini görüyoruz. 1319 yılında Moskova Büyük Prensi'nin kışkırtmasıyla çıkan bir İsyan sonunda Tver'li Mikail, Derbend yakın¬larında katil Romanetler tarafından öldürülmüştür. Ruslar'ın bir halk olarak Kafkas kabileleriyle karşılaşması ki, bu karşılaşma Rusların Kafkasya'yı işgal etmesiyle sonuçlanmıştır. 16. yüzyılda Kazaklar'ın Terek ırmağının ağzıyla civarını işgal etmesiyle başlar. Kazaklar'ın kökeni, oldukça karanlıkta kalmış bir konudur, tarih sahnesine ilk defa özgür ve'yasa tanımayan topluluklar olarak Po¬lonya ve Moskova'nın güney ve doğu d ,ominyonlarında çıkmışlardır. Bu toplulukların, uzun yıllar süren Moğol ve Tatar istilalarından sonra ortaya çıktıkları sanılmaktadır. Önceleri ırmak çetecileri şeklinde gö¬çebe bir yaşam süren bu topluluklar, daha sonra fırsatlar elverdikçe ırmak kıyılarına yerleşmişler ve zamanla, İlkel yöntemlerle yapılan balıkçılık ve hayvancılığa tarımcılık da eklenmiştir. Fakat bu arada es¬ki alışkanlıklarını sürdürmeye devam etmişler, Müslüman komşuları¬na karşı devamlı akınlarda bulunmuşlar ve hatta bu saldırılarını ken37 di dindaşları, Polonyalılar ve Ruslar'a karşı da yönetmişlerdir, böylece Don Volga ve Ural Kazakları ortaya çıkmıştır. Rus prenslikleri hâkimi¬yet sahalarını genişlettikçe bu Kazak grupları da, onların otoritelerini kabul etmişlerdir. Ukrayna veya Küçük Rusya'da yaşayan ve Polonya krallarına bağlı olan Kazaklar da, bu ırkın yöneticilerinin yersiz zul¬mü cizvit baskısı ve Yahudi soygunculuğu etkisiyle Moskovalı düş¬manlarının kollarına itilmişlerdir.
Bütün bu gruplardan ayrı olarak, "poıoghi" adı verilen Dinye-per'in çağlayanlarının alt taraflarında yaşadıkları İçin Zaporej adını alan ve genellikle bu ırmak üzerinde, takviye edilmiş bir ada üzerinde yaşayan Kazaklarda vardı. Örgütlenme bakımından tamamen diğer Kazak topluluklarından farklı bir görünüme sahip olan bu Kazaklar, aralarında kadınlara yer vermiyorlar ve bir çeşit savaşçı papazlar cumhuriyeti oluşturuyorlardı. Fakat her halükârda Fransız Devrimi' nin ideallerini yaşatıyorlardı: özgürlük, eşitlik, kardeşlik. Zaporejlar da o zamanlar Polonyalıların hakimiyetlerini kabu etmişlerdir. Fakat bu bağlılıkları o kadar hafifti ki Lehlilerin, Türkler ve Tatarlarla barış içinde olmaları bife onların bu ülkelere akınlarda bu¬lunmalarına engel olmuyordu. "Hiç bir zaman ne merhamet dilendi¬ler ne de verdiler. Düşmanlarını yağmalamakla hayatlarını geçirirler¬ken tehlikeyi ve bu uğurda ölümü arayıp durdular." (Rambaud, s.316) Irk olarak Küçük Ruslar'dan oluşmakta, fakat Litvanya ve Polonya elementlerini de bünyelerinde barındırmaktaydılar. Erckert (1882, Berlin) "Der Urpsrung der Kazaken" adlı eserinde bu gruplara Çerkesler'i de eklemektedir. Din olarak Kutsal Ortodoks Kilisesi'ne bağlıydılar. Don ve Volga boylarındaki kuzenleri gibi "Sektarien" (mezhepçi) veya "Eski İnanan¬lardan değildiler. Her zaman Kırım Tatarları ve Osmanlılar'a karşı savaşmaya hazır bir şekilde "Rus öncülerinin öncülerini oluşturmuş¬lardır. Bu tehlike dolu ortamda özgürlüklerini hem Ruslar'a, hem Os¬manlılar'a ve hem de diğer kuvvetli komşularına karşı korumayı ba¬şarmışlardır. Çar Petro, İsveçlileri Poltova Savaşı'nda yendikten son-fa Kazaklar'ın yerleşim bölgelerini işgal etmiş, onlar da Kırım'a göç etmişlerdir. Fakat Çariçe Anne zamanında tekrar Dinyeper'in aşağı kısımlarına dönmelerine izin verilmiştir. Ne var ki geçen zaman için¬de çok şey değişmişti. Özgürlüklerine düşkün Kazaklar, eski ülkeleri38 ni bu yeni durumda tanıyamadılar. Artık onların buradaki varlıkları, kendileri yokken yerleştirilen Rus kolonistleri için bir tehlike teşkil ediyordu. Nihayet 2.Katerina, 1775 yılında cumhuriyetlerine son ver¬di. Onun emirleriyle yola çıkan Potyemkin, Kazak ülkesini işgal ede¬rek yerleşim yerlerini imha etti. Razaklar'ın bir kısmı, Suttan'ın ülkesi¬ne sığındılar. Geride kalanlar da yeniden organize edilerek "Kara De¬niz Kazakları" adıyla Kafkas cephesine gönderildiler. 1792 yılında Azak Denizi'nin doğu kıyıları onlara tahsis edildi. (Potto, 1897, 1, s.168) Böylece Kazaklar, yavaş yavaş Rusya ve Polonya'nın doğu ve güneyindeki mücadele alanına yerleştiler. Zaman geçtikçe müslüman birlikleri geri iterek, asırlar süren savaşlardan sonra verimli toprakla¬rına yenilerini eklerken çarların da hâkimiyet alanlarını genişletmiş oluyorlardı. ilerleyen zamanlarda Kazaklar, kendilerine yapılan bir çok hak¬sız ve kötü muamelelere rağmen Ruslarla bütünleşmeye zorlandılar. Fakat merkezî gücün Kazakları emmesi yavaş bir süreçti. Önceleri, bazı Kazak grupları Rus prenslerinin, ardından da çarların himayesi altına girdiler. Fakat bu hayatı sıkıcı ve yeni efendilerine itaati bıktırıcı bulan birtakım Kazaklarda, eski yaşam şekillerini sürdürmeye devam ettiler. Tehlikelerin çok olduğu o dönemlerde cesur ve maceracı ruha sahip insanların sayısı da çoktu: Haksız yargılanmalardan, ezici ver¬gilerden, dîni baskılardan kaçanlar... Daha sonraları Çar Feodor İva-noviç'in (1584-1598) fermanıyfa köylüler toprağa bağlanınca oralar¬dan kaçan serfler de bu gruplara katıldılar. Fakat Kazaklar'daki artışın tek sebebi bu değildi. Kazak topluluklarına katılanların çoğunluğunu tabiî ki erkekler oluşturuyordu. Zaporejler'in dışında hiçbir toplulukta bekârlık çekici olmuyordu. Bulmak zorunda oldukları kadınlar, onla¬rın komşularına yaptıkları akınların ana sebebini oluşturmuş ve ya¬şamlarını bu şekilde sürdürmüşlerdir. Kazaklar'ın tamamen Rus ol¬duğu iddiası onların Hazarlarla Türkler ve Tatarlar'ın torunları oldu¬ğu varsayımı kadar yanlıştın Onlar hakkında kesinlikle bilinen tek şey varsa, o da karışık bir ırk olduklarıdır. Atalarının din ve dillerine baka¬rak onların slav olduklarını söylersek de kadınlarının genellikle kom¬şularından veya savaştıkları kabilelerden alındığını biliyoruz. Ve bu kadınların alındığı kabilelerdeki çok sayıdaki erkeğin de gruplar ha39
|inde Kazaklar'a katıldıkları bilinmektedir. Başlangıç safhalarında cesur ve atik akıncı, casus ve sınır jnuha-fızi görünümünde olan Kazaklar, zamanla güçleri arttıkça artan bir verimlilikle Rus düşmanlarına karşı bir siper oluşturmuşlar ve sonuç¬ta artık yerleşik hayat yaşayan, kanunlara itaatkâr birer kolonist ve askerî ayrıcalıklar sayesinde geniş topraklan ellerinde bulunduran ki¬şiler görünümünü almışlardır. Bütün kusurlarına ve sapıklıklarına rağmen Rusiar'a büyük hizmetlerde bulundular. Başlangıçta, yaptık¬ları eylemlerinin gerçek anlamını kavrayamadan kendi çıkarları için yaptıkları bazı işler, daha sonraları çarların hizmetine sunularak on¬ların hizmetkârları olarak işlevlerini sürdürmüşlerdir. Her iki durumda da, özgür mızraklı süvariler, hırsızlar, korsanlar veya merkezî otorite¬ye bağlı askerî birimler olarak, işgal ve kolonizasyon işlerini büyük bir gayretle yerine getirmişlerdir. Başlangıçta, kendiliğinden ve olay¬ların doğal gelişimlerine uyarak yapılan eylemler, o sıralarda hiç bir Rus hükümetinin elde edemeyeceği sonuçlar sağlamıştır. Böylece çeşitli Rus prensliklerine birer İmparatorluk sayılabilecek topraklar eklenmiştir. Şu da doğru ki; Kazaklar'ın, bu aşamaya gelinceye kadar sürdürdükleri yasa tanımaz ve bağımsızlık ruhuyla dolu yaşam şekil¬leri, efendilerine bir çok defalar korkulu anlar yaşatmışlardır. Ve bazı olaylarda Ruslar'ı, onların can düşmanı Türkler ve Tatarlar'clan daha fazla uğraştırmışlardır. Hatta Rus topraklarımla hanedanlarının gele¬ceğini birden fazla tehlikeye düşürmüşlerdir. Kazak saflarından 1. ve 2.Sahte Dimitri'ler ve daha birçok çarlık naîbleri çıkmıştır. 1671 yılında öldürülen Stenka Razeen isyanı, 1706' daki Boulavine ve altı yıl sonraki Mazeppa ve nihayet, Büyük Kateri-na zamanındaki ünlü Pugaçev başkaldırıları hep Kazaklar'dan kay¬naklanmıştır. Bu isyanlar, uzun süreler boyunca güney ve doğu Rus¬ya yi kan ve ateşe boğmuştur. Fakat unutulmaması gereken bir başka usus da, bu kanunsuz ve özgürlükçü ruhun Ruslar tarafından kulla¬ndığıdır. Bu Rus prenslerinin yaptıkları tek şey; sınırda olaylar çıkar-maK, Müslümanlara baskınlar yaptırmak, Kazaklar başarılı olduğu zaman onların kazançlarına sahip çıkmak ve Sultan veya Han, Ka-a 'ar dan şikayetçi oldukları zaman da onlara söz geçiremediklerini »en sürerek sorumluluktan kurtulmaktı. Nihayet, belli bir süreç sonunda Kazaklar devletin hâkimiyeti al40 tına alındılar. Bundan sonraki işgal hareketleri, akıllı bir merkezî poli¬tikayla daha kesin çizgilerle belirlenmeye başlandı. Fakat daha son¬raki başarıların, bu düzenlemelerle daha da arttığı söylenemez. Burada Kazaklar'ın büyümeleriyle tarihini İncelemeye pek gerek yoktur. Fakat aşağıda, Velyaminof'un deyimiyle "büyük bir doğal ka¬le" olan Kafkasiar'a Ruslar'ın ilk yaklaşmalarını incelerken Kazaklarla da karşılaşacağız. Bİr anâneye göre, 3.İvan (1462-1505)'ın öfkesinden kaçan Ria-zan Kazakları, çocukları, eşleri ve hayvan sürüleriyle beraber Don boyunca ilerlediler. Oradan Volga nehrine geçtiler, ardından Hazar'a ve Terek kıyılarına ulaştılar. Burada, Tioumen olarak adlandırılan, ya¬rı ticarî yarı korsanî bir yerleşim yeri kurdular. Fakat yollarına devam eden Kazaklar, daha da içerilere sokularak Argun ve Sunja ırmakları¬nın birleştiği ve günümüzde Grozny'den fazla uzak olmayan bir yer¬de yerleştiler. Çevredeki tepelerin özelliğinden dolayı "Crebentsi"(1i adını aldılar. 4.İvan (Korkunç İvan) zamanında Moskova'ya bir heyet göndererek af dilediier. Sunja'nm ağzında bir kale kurarak onu Çar adına korumak koşuluyla affedildiler.*2* Kazaklar, burada sadece Çeçenler değil, fakat Kabardey prens¬leriyle de karşılaştılar. Kabardeyler, Terek'le Kuban arasındaki top¬raklarını doğuya doğru genişleterek Kumuk düzlüklerine kadar yayıl¬mışlardı. Kabardeyler, Çerkesleri içine alan Acligeler'in en asil soyun-dandı. Korkunç İvan'ın eşlerinden birisi, Maria, bir Kabardey prensi¬nin kızıydı.'3* (1) Creben, tepe, yükseklik anlamına gelmektedir. (2) O zamanlardan kalma bir şarkı olayı anlatmaktadır: "ilerdeki tarlalardan hiç bir kaz sesi yükselmiyor; Mavi GÖk'ün altında duyulmuyor hiçbir kartal ıslığı; Yükseliyor, Çar'ın önündeki Greben Kazakları'nın sesi, Çar İvan Vasiliyeviç'in. "Ey bizim küçük babamız ortodoks Çar,
Bize ne verecek, neyi bağışlayacaksın?" "Benim küçük Kazaklarım, size verip bağışlıyorum, Bu kadar özgürcesine akan'Terek'i Kendisinin doğduğu dağdan geniş mavi denize dek, Geniş mavi denize, Hazar'a kadar." (3) Kabardeyler, Kafkasya'nın genellikle ovalıkbir bölge olan orta yerlerinde bu¬ lunmaları itibarıyla merkezî bir konum kazanmışlar ve dış güçlerle kurulan \w kilerde belirleyici roller oynamışlardır. Bu durumun bir sonucu olarak Ruslar'a da bir takım ilişkiler kurulmuş ve büyük Kabardey Prensi Temiryuko'nun kıZ' Marian Rus çarıyta evlenirken erkek kardeşi de lalaların ir) gezelim; slv,r.Ö2 $2' raya gönderilmiştir. 41 1579 yılında, Yermak ve yanındaki diğer iki kanun kaçağı, Vol-eanın ağzında bir toplantı düzenleyerek nereye gideceklerini tartıştı¬lar Yermak, adamlarıyla birlikte kuzeye, sonra doğuya gitti ve so¬nunda Sibirya'yı Rus topraklarına kattı. Arkadaşlarından Andreya Shadrin, anlatılanlara göre, güneye yelken açarak Terkee adıyla anı¬lan Tioumen'i takviye etti ve daha sonra Andreyovo olarak anılan bugünkü Enderee'ye ulaştı. Şimdiye kadar Rus devleti, bu gelişmelerle yakından ilgilenme¬mişti. Fakat 1586 yılında İberya(4j kralı Alexander, Moskova'ya elçiler göndererek Tarku (Tarho) Şamhal'ına*5'1 karşı yardım İstedi. Bu baş¬vuru üzerine 1594 yılında Boyar Khvorostin kumandasındaki bir kuv¬vet, Şamhal'ın başkentine saldırarak ele geçirdi. Fakat Ruslar şehirde tutunamadılar ve Sulak nehri kıyılarına sürülerek 7000 kişilik ordunun tamamı ırmak kenarında imha edildi. Bu korkunç hezimete rağmen Çar feodor İvanoviç, sanki geleceği görmüşeesine, kendisine; "İberya toprağının, Gürcü krallarının, Kabardeyler'in, Çerkesler'İn ve Dağlı Prenslikler'in efendisi" unvanını vermiştir. 1596 yılında Rus elçileri Tif¬lis'e gittiler ve 1599'da geri döndüler, beş yıl sonra Çar Boris Coclu-nov, uğranılan yenilginin öcünü almak amacıyla biri Boutourün ku¬mandasında Kazan'dan, diğeri de Pleshtcheyef kumandasında Astra-han'dan olmak üzere iki ordu yola çıkardı. Fakat sonuç, bîr öncekin¬den farksızdı. İşbirliğine söz veren Kral Alexander zamanında yetişe¬medi. Bir takım Terkee ve Crebentsi Kazakiarı'yla desteklenen Rus ordusu, yine Şamhal'ın birlikleri tarafından yokedildi. Bütün bu olaylar, anlatımlara dayalı olduğundan Ruslar'ın kesin olarak Terek kıyısında görünmeleri hala kesinlik kazanmamıştır. Bu¬nunla beraber, 16.yüzyılın ortalarında, önce Tioumen ve sonra da Terkee'nin botlarla gelen kaçak Kazaklar tarafından kuruldukları bü¬yük ihtimaldir. Daha sonra Shadrin, adamlarını Terek'e ulaştırarak -Aktaş ve Sunja nehirlerine dek götürmüş ve bunlardan da ünlü Grebentsi ve Terek Kazakları ortaya çıkmıştır. içj Yunanl'lar ve Romalıların Gürcistan'a verdiği isim. 8-yüzyıldaki Arap fetihlerinden beri Kumuk yöneticilerine "Şamhal" adı veril¬miştir. Başkentleri Tarku şehriydi. 42 1628 yılında, hükümet jeologları Fitch ve Herald, Çeçenistan dağlarının eteklerinde yaşayan Grebentsİ Kazakları'na rastlamışlar¬dır. Bu Kazaklar, sonraları 1685 yılında kuzeye, Terek'e çekilerek Bragounee'ye gitmişlerdir. Bu aralarda ünlü Stenka Razeen, 1668 yı¬lında Tarku'ya saldırmış, fakat Şamhal tarafından yenilerek püskür-tülmüştür. Bunun üzerine İran kıyılarını yağmalamak üzere güneye yelken açmıştır. 1707 yılında, Terek Kazakları Küba Han'ı Kayıb Sul-tan'ın elinden ağır bir yenilgi tatmışlardır. Beş yıl sonra, Batıdaki Çer¬keş kabilelerine karşı bîr seferde bulunan general (Amiral?) Apraxin, Terek ırmağının güneyinde (sağ yakasında) rastladığı Kazakları, ırma¬ğın karşı kıyısına geçirerek bu topraklan Çar adına herkese karşı ko¬rumaya onları ikna etti. Apraxin, buradaki herkese Petro adına birer ruble ihsan etti ve tüm Kazak topluluğuna şimdiye kadar Dîni bir saygıyla korunan bir şeref asası ve daha bir çok hediyeler verdi. Bunların arasında Çar Alexey Mihailoviç (1645-1676)'in sancağı da bulunmaktaydı. Grebentsi Kazakları, 18.yüzyılın başlarına kadar, bazı Kabardey ve Kumuk
toplukıklanyia dostluk seviyesinde olmasa da arkadaşlık düzeyinde ilişkiler kurarak yaşamlarını sürdürmüşlerdir. Bu Kazaklar, 1716-1717 yılında, Hıristiyanlığı kabul ederek kuşaktan kuşağa Rus-lar'a hizmet etmiş bir Kabardey ailesinin üyesi olan Prens Bekoviç Çerkaski'nin Hiva Hanlığı'na yaptığı sefere 800 kişiyle katılmışlardır. Fakat bu sefer büyük bir felaketle sonuçlanmış ve bu gidenlerden sa¬dece İki kişi, başlarından geçen korkunç olayları anlatabilmek için geri dönebilmişlerdir. Ruslar büyük bir yenilgiye uğramış; caniı ola¬rak yakalanan Çerkaski'nin derisi diri diri yüzülerek içine saman dol¬durulmuş ve Hiva'nın ana giriş kapısına asılmıştır. Bu olaydan altı yıl sonra (1722) bizzat Petro'nun kendisi Kaf-kaslar'a yürüdü. Derbend'in işgalinden dönerken Sulak nehrinin ağ¬zında "Holy Cros Fort" (Kutsal Haç kalesİJ'ı kurdu. 1735 yılında Kız-lar'ın kurulmasıyla burası terkedildi. 1763 yılına kadar Ruslar'ın Kaf-kaslar'daki başkenti Kızlar olmuştur. (Akti, c.1 önsöz) Terek Kazakla¬rı, bu ırmağın aşağı kıyılarındaki eski yerleşim bölgelerine döndüler. Don Kazakları ve diğer bazı gruplardan oluşan 450 kadar aile, Sulak' in Agrakan Çağlayanı civarında yerleştirilerek Terek ve Grebentsİ Ka¬zakları arasındaki boşluk dolduruldu. Potto (Kavkazskaya Voina, c.1, 43 ?zg) aile sayısının 1000 olduğunu söylemektedir. Bu yeni gelenler Terek-Semeiny (aile) Kazakları adını aldılar. Terek Kazakları arasında yabancıların sayısı çok fazlaydı. Bazı tüm stanitsa (Kazak köyü) ların tamamen Hıristiyan olmayan kişiler¬den oluştuğu görülebilmekteydi. Fakat Grebentsi Kazakları, aralarına sadece Hıristiyanları veya bu dine girmeyi kabullenmiş olanları alı-vorlardı. Kazak eşlerini genellikle komşu halkları ve özellikle Çeçen¬ler ve Kumuklar oluşturuyordu. Kazakları'nın sahip oldukları iieri de¬recedeki tarım teknikleri ve bir takım diğer hasletlerin bu etkilerden kaynaklandığı söylenmektedir. Yine de bu karşılaşma vahşi ve mede¬nî toplumalr arasında olmuyordu, gelişmişlik açısından Kazaklar, en fazla Çeçenler ve Kumuklar'a eşit olabiliyor; fakat kesinlikle Kabar-deyler'in gerisinde bulunuyorlardı: "Kabardeyler, t amamen Gere-bentsi Kazakları'nın kanun yapıcıları durumundaydılar. Kazaklar, on¬lardan giyimlerini, her ortama uygun ve hafif olan silah ve savaş araç gereçleriyle savaş m. etodunu ve "cigitovka" (at binme sanatı) yi al¬mışlardır. (Makseemoff, s.15) M.Popko, (Terskoe Voisko, s.116) Ka¬zaklar için şöyle demektedir: "Bu insanlar, yaşam tarzlarını ve anâne¬lerini Ödünç aldıkları komuşlarının pahasına ve savaşlardan elde et¬tikleri ganimetlerle yaşamlarını sürdürüyorlardı." Bu gelişmelerin bir sonucu olarak tipik Rus evi "İzba" unutularak klasik Kabardey evi "VVıına", açfk girişi ve kendine özgü iç dekoras¬yonuyla Kazak köylerinde ortaya çıkmaya başladı. Bir Rus köyünü hatırlatabilecek sadece iki işaret kalmıştı. Bunlar, dışarıda sokak içe¬ride ise ocakdı. Dört tekerlekli Rus arabası "Teleyga" da koşum ta¬kımları ve atlarıyla birlikte terkedîlerek öküz ve boyunduruğuyla bir¬likte Kabardeyler'in iki tekerlekli kağnısı benimsendi. Kabardeyler ta¬rımla uğraşmasını bilen bir halktı. Yeni gelenler de kendilerine yararlı olacak bu tür şeyleri taklit edecek kadar akıllıydılar. Özellikle o za¬mana kadar Ruslar'a yabancı olan iki tarım metodu Kumuklar'dan alınarak benimsendi. Bunlar, bağcılık ve bu gün bile Terek kıyılarında varlığını sürdüren ipekböcekçiliğiydi. Elbette ki, tehlikeler içinde ya-Şayan Kazaklar'ın içkiye düşkünlükleri ve karılarını güzel giysiler 'Cinde görme arzuları da bu durumu etkilemiştir. Crebentsi kadınları, yarı doğulu elbiseleri içinde; çeşitli renk ve n amlarla dolu olarak göze çarparken güzellikleri ve rahat tavırları 44 da dikkat çekiyordu. Bütün bunlar, onlardaki Kafkas kanını ve süre¬gelen Kabardey etkisini gösteriyordu. Yerlilerden alınan daha az imrenilecek bir âdet de, bütün bağ ve bahçe çalışmalarıyla ev işlerinin kadınlara bırakılmasıydı. Fakat se¬bepler koşulları yaratmaktadır. Baskına giderken sudaki bir ördek ka¬dar atik olabilen Kazak, komşularının, çalışmanın insanın asaletine uygun olmadığı şeklindeki fikirlerine katılmasa da, bu alana ayıracak-zaman bulamazdı. Bununla beraber Kazaklar, kendi
hükümet sis¬temlerini devam ettirdiler. Toplumu ilgilendiren bütün kararlar, belli bir yaşa gelmiş her kazağın katılma hakkının bulunduğu bir "askerî meclis"de alınırdı. "Meclis"in hem yasama hem de yürütme yetkilen vardı. Kanunları yapar, bir hakimler kurulu gibi davranır, jüri ve cellat olabilir ve kamu görevlilerini, Ataman'dan başlayarak aşağı doğru se¬çerdi. Bütün bunlar, Kazaklar'ın askerî bir sınıf.olarak ortaya çıkma¬larına sebep olmuştur. Bu sistem, ayrı yerleşim bölgelerinde, kasaba ve stanitsalar da uygulanmıştır. Kanunları atadan gelme gelenekler¬di. Kararlar, alındıktan sonra tüm topluluğa sunulur ve onların onay¬larıyla kesinleşirdi. Bu şekilde örgütlenen Kazaklar, mücadeleler ve savaşlarla dolu bir yaşam sürdürdüler. Öyle.ki, yerli müttefiklerine ve komşularına yönelttikleri saldırılarını Hazar kıyılarına kadar uzatmışlardır. 1573 yı¬lında, Thomas Banister ve Ceoffry Ducket, bir Rus şirketi adına İran' dan yüklendikleri değerli mallarla dolu gemiyle dönerlerken yasadışı Kazaklar'ın saldırısına uğrayarak tüm mallarını yitirdiler. Bu malların çok az bir kısmı, Astrahan valisinin baskılarıyla iade edilebildi. Fakat Kazaklar'ın asıl kurbanları göçebe Nogay Tatarları ve Aİtınordu'nun kalıntılarıydı. Fakat herşeye rağmen Kazaklar, siav atalarının dinlerine bağlı kaldılar. Bu, belki de Ruslar için en hayatî durumdu. Çünkü Kazak¬lar'ın yaptığı her akın ve işgal hareketi Rusya adına yapılmış oluyor¬du. Yine de aptal ve bağnaz bir kilise anlayışı, onları yabancılaştırmak ve Ortodoks kilisesiyle Grebentsler arasındaki farklılığı arttırmak için elinden geleni yaptı. Aslında aradaki farklılıklar da oldukça önemsiz şeylerdi; kendilerini iki parmakla kutsamaları ve evlilikte, vaftiz tö¬renleri yerine güneş batarken mihrabın çevresinde dönmeleri gibi şeylerdi. Şamhal'ın topraklarına sığınmış bulunan "mezhepçi" Raskot45 'kiler, crebentsi ve Terek Kazakları'nı tanımayı reddederken; Astra¬han piskoposu, kendi yetki sahasında gelişen bu ayrılıklara göz yu¬muyor ve pek fazla müdahale etmiyordu. Hatta Çar Petro, mezhep¬leri şiddetli bir baskıya tabii tutarak büyük bir kısmını imha etmesi¬ne rağmen; sayıları az olan ve zayıf bir muhalefette bulunan Cre-bertsler'e pek dokunmadı. 18.yüzyılın ortalarına doğru Raskolnikî pa¬pazlarının eline düşen Kazaklar, oldukça ağır baskılara maruz kaldı¬lar. 1768 yılında Grebentsler'in neredeyse yarısı mezheplerinden dönmüş bulunuyorlardı. 19.yüzyılın başlarında ise bütün Grebents¬ler, Ortodoks kilisesiyle açık bir çelişki içindeydiler.(6) Şimdiye kadar Terek'in aşağı kıyılarında yaşayan Terek, Te-rek-Semeiny ve Grebentsi Kazakları'nı inceledik. 1763 yılında bir Kü¬çük Kabardey prensi Ortodoks hıristiyanlığı benimseyerek adamla¬rıyla beraber Ruslar'a sığındı. Ruslar da, bu adamı himaye amacıyla Terek kıyılarında, Mozdok'ta(7^ bir kale kurarak onu yerleştirdiler. 1770 yılında kale, kuvvetli bir askerî merkeze dönüştürüldü ve kale¬nin garnizonunu temin etmek maksadıyla 350 Don Kazak'ı buraya yerleştirilirken 517 Volga Kazak'ı da Mozdok'la Grebentsiler arasın¬daki boşluğa yerleştirildi. Bütün bunlar, Mozdok Kazak Alayı'nı oluş¬turdular. Sonraları Saratof'dan da 200 Kalmuk ailesi getirildi. Zaman geçtikçe Don, Volga ve Dinyeper'den aktarılan Kazak-lar'la takviye edilmek suretiyle yeni yeni kaleler ve stanitsalar inşa edilerek Hat'tın Azak Denizi'ne yaklaştırılmasina devam edildi. Bu suretle 1832 yılında Kuzey Kafkasya'da, tüm bölgeyi boydan boya kateden 700 Verst(ö> uzunluğunda, birbirine kaleler ve tarımcı topluluklar tarafından bağlanan ünlü Kazak Hattı tamamlandı. Fakat bununla işler bitmiyordu. Kazaklar, kendi hallerine bıra¬kıldıktan zaman komşularının yaşam tarzlarını benimseyerek bazen birbirleriyle düşman olarak mücadele dolu yaşamlarını sürdürüyor¬lardı. Dağlılarla devamlı bir mücadele halinde olmalarına rağmen aralarında millî bir düşmanlık yükselmiyor ve büyük sorunlar ortaya *6) 1888 yılında Terek Kazakları arasmda % 15.5 oranında Raskolnikniler bulun¬maktaydı. Mozdok, Kabardeyce "Sağır Orman" anlamına gelen "Mezdoğ'dan alınmış-> Verst: 1 km'ye yakın bir uzunluk ölçüsü.
çıkfnıy'ordu. Fakat merkezî gücün saldırganlığı arttıkça ve özellikle Yermo*l°v'un 1816 yılında Kafkasİar'a gelmesiyle, olaylar daha hızlı geljşmieye başlayarak mücadele çok daha şiddetli bir hai aldı. Bu ğe-'işmel^srin sonunda Dağıstan'ın büyük kısmıyla Çeçenistan, "Müri-dizm" adı altında örgütlenerek Ruslar'ın karşısına dikildiler. Bu birle¬şik PÜÇÇ karşısında Kazaklar'ın dışarıdan yardım almadan tutunmaları Ve her 'hangi bir ilerleme kaydetmeleri imkansızdı. Kazaklar'ın güven¬likleri bundan böyle artan bir hızla Kafkasya'da kaleler ve askerî (Tierk^zler kuran çarın düzenli askerleriyle işbirliği yapmaya, belli Ooktaflardaki büyük stanitsalarda toplanmaya ve bazen de Rusiar'ın desteğiyle düşman topraklarına akınlar yapmaya bağlıydı. ta işlerin O günlerde Terek Kazaktarı'na yüklenen yükler gerçekten çok- sıkıntılıydı. Askerî görevlerine ek olarak yollan korumak, pos¬ l yerine getirmek, ırmaktardaki geçiş yerlerini kontrol askerî birliklere erzak ve atlarına da yem sağlamak, yaptıkları büyük bölümünü oluşturmaktaydı. Bunun sonucunda kadm- bile? tarladaki işleri yetiştiremez bir duruma düştüler. Bu İşlerin ya- iÇ'n köleler satın almaya veya komşularına yaptıkları baskın-Urda bu işleri yürütecek kişileri kaçırmaya başladılar. Bununla be^ raber Kazaklar arasında gerçek bir köleci hayattan da sözedilemez. ^u ka çınlan talihsiz insanların çalışmaları her yıl belirli bir oranda he-Saplar"tır ve tesbit edilen bir sürenin doldurulması halinde özgürlükle¬rine k avuşa bil iri erdi. /Askerî yükümlülük olarak herGrebentsi Kazak ailesi orduya bir asker vermek zorundaydı. 19.yüzyılın başlarında bu sayı 1000'e uîa-Şıyorcdu. Bunların yarısı süvari olarak orduda hizmet verirken diğerle¬ri de stanitsaların korunmasıyla görevliydiler. 1818 yılında, aktif gö-revde bulunanların sayısı 700'e çıkarıldı. Kazaklar'ın sarhoşluklarını Ve düzensizliklerini çok aşırt bulan Yermolov, 1819 yılında onların kendi atamanlarını ve subayların seçme hakkını kaldırdı. Bundan böyle bu görev, devletin temsilcisi olan kendisi ve sonraki halefleri tarafımdan yürütülmeye başlandı. Diğer Kazak grupları da, sayılarına göre belirli oranlarda katkılarda bulunmak zorundaydılar. Zaman geçtikçe yeni yeni alaylar kurularak yerleşim bölgeleri genişletilerek ileride yapılacak geniş boyutlu işgal hareketlerine hazırlık amacıyla geçjcî yardımcı hatlar ortaya çıkarıldı. Bilindiği gibi Kazaklar atlı bir47 İlklerdi ve her Kazak kendi atını temin etmek zorundaydı. 1832'lerde Hat'tın tamamlanmasıyla bu çok değişik alay ve bö¬lüklerden oluşan Kazaklar'ın disiplinli bir şekilde imparatorluğun ge¬nel askerî organizasyonu İçinde yerlerini almaları sonuçlanır. 1845 yılından daha ileriye bir adım daha atılarak alaylar Yüzer kişilik altışar gruplara ayrıldılar. Bunlar, binlerce kişinin yaşadığı kendi bölgelerini temsil ediyor ve alayla stanitsanın birleşmesinden oluşan askerî ve sivil kurumlar tarafından yönetiliyorlardı. Kazaklar, yüklendikleri so¬rumluluklarının yanısıra bir takım ayrıcalıklara da sahip bulunuyorlar¬dı: Vergilerden ve askerî harcamalardan muaf tutulmaları, orduya düzenli asker vermeye mecbur tutulmamaları ve düşmanlarından alınan toprakların onların mülkiyetlerine bırakılmaları...v.b. Şamil i!e yapılan savaşlar sırasında kuzey-doğu Kafkasya'ya karşı kurulan bu Hat'tı tam olarak anlayabilmek için bazı noktalan daha detayiı belirtmek gerekmektedir. Her hangi bir olay anında bu stanitsalarda silah taşıyan herkesin orduya katılması istenebilirdi. Çünkü her Kazak, neredeyse bebeklik devresinden başlayarak ata binmeye, tüfek atamaya ve kılıç sallamaya alıştırılır ve biraz kalıtım¬sal biraz da yaşam koşullarının etkisiyle cesaret sahibi, kendine gü¬venen ve her türlü zorluğa dayanıklı biri olarak yetiştirilirdi. Hat'îı oluşturan bu kaleler ve stanîtsalar zinciri, hayranlık verici bir sistemle, her türlü saldırı ve savunma durumunda karşılıklı olarak yardırnlaşacak şekiJde kurulmuştu. Sunja kıyısındaki yerleşim yerleri birbirlerinden 12 millik (20 km) bir mesafeyle ayrılıyorlardı. Her sta-nitsa veya kalenin, bir gözleme kulesi, alarm çanı ve gece gündüz görevi başında olan gözcüleri vardı. Bütün hareketler,
gerektiğinde top atışıyla tüm hatta duyrulurdu. İki atış, silah başına anlamına geli¬yordu. Dört atış ise önemli bir olayı, meselâ hayvan sürülerinin götü¬rüldüğünü, çobanların öldürüldüğünü veya küçük gruplar halindeki Çerkesler'in Hat'tı geçtiğini bildiriyordu. Sekiz atış ise çok ciddi bir tehlike anlamına geliyordu; bu durumda çok kuvvetli bir düşman ko¬lunun saldırıya geçtiği bildiriliyor ve en yakın yerlerden yardım isteni¬yordu. Ruslar'ın Hazar kıyılarına ve dağların kuzey eteklerine yaklaş¬malarını izledikten sonra, şimdi de, kısaca, onların ana dağ silsilesini aşmasını ve bunun sonucu olarak denizden denize, İran ve Türkiye ^7^ntovun "Şeytan" ve -Tamara" pirlerinde işlediği ve As- ili kahramaniçesiyle kan5t.nlmamal.d1r. 48 Asya's.yla temasa geçmesini sağlayan olaylar, inceleyelim. Şimdi kada? geçen olaylarda Rusların Kata a yaklaşma-lann. Kaza lar'ın yJa tan.maz ak.nlarına ve Petro ,le hateHenn. hırs, na bağlarsak da conlar.n dağlar.n güneyinegeçmelerin ^ da farklı sebeplere bağlayabiliriz. Gerçi burada da h.rs ve politika rollen-n oynad f L esafs motivler çok daha farkhydı. Dağlar, güneyinde üzerinde Kartvel ı- rkının yaşadığı Gürcistan (Kaketya ve Karta,na), imertiya, Minerelya ve Curia bulunmaktaydı. Hatan buyuk bı ço¬ğunluğu H, istıyan : olan bu bölge, uzun yıllar Osmanlı ve Iran sa d.n-fanna mar kalrm* ve bölünmüştü. Bölgedeki tek buyuk Hmstryan güç olma dotyts.-yla Rusya, politik ve coğrafi zorlamalar sonucu on-fann ,üve Hklerin i yüklenmeyi en doğal hakkı olarak görüyordu. C, nehirlerinin sulad.ğ. verimli vadilerde Hıristiyanlık iyi ve k Cbir ço^k devrelerden geçerek 4.as,rdan ben, saylan pek 4la olamayan ffakat kişisel cesaretleri ve ^zel , eny e pek unK. olan bu insanlar arasındaki varl.ğ.n. devam e tırm.şt.. Gu cu krallığı, 12.yüzy,i « KraliçeTamara (1184-121 ^»^^Tn dorueuna erişti we kraliçenin otoritesi, rak.psız olarak Kafkaslar n büyü! Sümünü. tfne aid,. Fakat korkunç olaylar hemen kapriayd, 13. ve 14.yûzy.H^rda birbiri ardına tekrarlanan ve herbın korkunç b rer zuicjgetler, Moğol ve Tatar akınları, Gürcülerin bu güzel -kesine ölüm ve 'yık.m getirdi. Tamara'n.n ülkesi bıraz yukarıda ad, gecen b "k prinsl.klere bölündü. Daha dağhk bölgelerde yaşayan Lanlar d , kenedi hallerine b,raküd,lar ve onlar da hızla genye g de-rek yeniden pag.anlast.lar ve henüz içinden ç,kamad.klan barbarhga SzHaO ve Timur'dan son. Osmanlı Sultanlar, ve iran Şah-lan, bcSSe bir-er güç olarak ortaya çıktılar. Bundan sonrak, 4 yuz-yrtlk CSS tariMI bir çok felâketlerle doludur. 1795 yd.nda iran a Ağa Muhammecd Han'ın Tiflis'i işgal ederek tahrip etmes, ve halk.n.n bir kısmını öldürrtmesiyle bu acılar zirvesine erişir. 7 târte il k 49 Bu yüzyıllar boyunca Kaketya ve Kartalina kralları, bir çok defa¬lar vardım için Rusya'ya başvurmuşlar, fakat bir sonuç elde edeme¬mişlerdir. 1685 yılında İberya (Gürcistan) kralı Taymuraz, bizzat Moskova'ya giderek Türk ve İranlılar'a karşı Alexis'ten yardım iste¬miştir. Petro zamanında da Şah'ın Tiflis'te bir kumandanıyla garnizo¬nu bulunuyor ve Gürcü kralına bir vasalı gibi davranıyodu. (Akti, c.1, s 70) Ama o sıralar Ruslar çok uzaklarda ve komşuları da çok kuv¬vetliydi. Fakat en sonunda Todtteben, 400 asker ve 4 topla Daryal Boğazı yoluyla dağları aşarak Tiflis'e girdi. Ertesi yıl, geniş miktarda takviye aldıktan sonra İmeritya'ya yürüyerek güçlü Bağdat'ı aldı. Sonra da 120 yıldır Osmanlılar'ın elinde bulunan başkent Kutais'i ele geçirdi. 1774 yılında imzalanan Küçük Kaynarca anlaşmasıyla Türki¬ye'nin Gürcistan ve İmerİtya'deki hakimiyetine son verildi. Kuzey ba¬tıda Kuban ırmağı, Türklerle Ruslar arasında sınır olarak kabul edildi. Böylece Kaketya ve Kartalina kralı 2Jrak!i, Türkler'den gelebi¬lecek direk saldırılardan kurtulmuş bulunuyordu. Fakat bundan sonra da Türkler, Müslüman Dağlılar'ı desteklemeye devam ederek onlarla olan ilişkilerini sürdürdüler. Bu sırada İran tahtına geçen Ali Murad, selefi Kerim Han'ın politikasını değiştirerek Gürcistan'ın kendisine boyun eğmesinde ısrar etti. Çaresizlik içinde kalan İraklı, atalarının yaptığını
tekrarlayarak, artık sınırları kendisininkinden bir dağ dizisiyle ayrılan kuzeyli komşusuna başvurarak kendisini korumasını İstedi. Bu sırada (1738) Kafkas Orduları Baş kumandanı Korgeneral Kont Paul Potyemkin'di. Çariçe Katarenia'nın gözdesi ünlü Potyemkin'in yeğe¬ni. Bu gözde, o sıralarda Türkler'den aklığı Kırım topraklarındaki Rus hakimiyetini sağlamlaştırmaya çalışırken güney Kafkasya'da da Rus etkisinin yavaş yavaş kendisini hissettirmeye başlamasını istiyordu. Onun emirleriyle harekete geçen yeğeni, kendisine sunulan bu fırsa¬tı kaçırmak istemeyerek hızla işe girişti. O sıralarda bir kaç dağ pati¬kası dışında ana dağ silsilesini aşan bir yol yoktu. Daryal'dan geçerek Kazbek ve Kobi yönünde devam eden yol da bir çok tehlikelerle do-yau. Aşağılarda kaya ve buz yuvarlanması, yukarı kısımlarda ise çığ düşmesi çok sık olaylardı. Yolun kuzey kısmının yarısı Osetler'in elin-eydı ve tüm geçenlerden haraç alırlardı. O günlerde bu kabileler o ^dar güçlü ve cüretliydi ki, Tiflis'ten dönerken Kazbek civarındaki n Tsiminda köyü yakınlannda Osetler tarafından yakalanan bi50 51
? arkadaşlarını kurtarmak için 600 askerU lim adamı Guldenstedt v« top gerekmişti. Potyemkin'in yaptığı ilk iş, Terek kıyılarında Vladikavkaz adı v. rilen bir kale kurarak onu takviye edilmiş postalarla Mozdok'a bağ!, mak olmuştu. Daha sonra, dağları aş^.n patikayı bir yol haline get;: meye çalıştı. Bu İş için 800 Rus askeri çalıştı. Nihayet 1.783'ün Ekim' inde 8 atin .çektiği bir arabayla bu yolu izleyerek dağlan aştı ve Tiflis'e ulaştı.'"101 Bu sırada Ka ter İha ola, 2.İrakli'yi koruması altına almıştı. 24 Ha-ziran'cla Cöri'de imzalanan anlaşmayla, Gürcü, kralı, bir Rus vasşalı olmayı kabul ediyordu. 3 Kasım'da iki Rus taburu, 4 topla birlikte ve-ni.yapılan yoldan aşarak zafer içinde Tiflis'e girdiler. Hava kapalı ve soğuktu. Titreşen Gürcüler, yeni dostlarının kendileriyle beraber ik¬limlerini de getirdiklerim düşünüyorlardı. Fakat yanlarında en azından başka şeyler de getsı mislerdi, ya da Öyle olması umuluyordu. Bu da Osmanlılar ve İranlılar'a karşı.korunmaydı. Yorgun vr acılı Gürcüler, bu şekilde düşünerek olayı kutladılar. Fakat çok acı bir sürprize mah¬kum edilmişlerdi. Katerinn'nın Gürcü kralını himayesine a ki iğini bildi¬ren duyurunun 25 Ocak 1784 tarihinde Tiflis'te ilan edilmesinden kısa bir süre sonra-kus askerleri geri çağrıldı. Askerî bir koruma olmadan Rus Çariçesi'nin müdahalesi, lüzumsuz olmaktan çok daha kötü so¬nuçlar doyurdu. Bu durum İranlılar'* kızdırarak >\ea Muhatnmed Han'ın Tiflis'i işgaline yol açtı. Bu oiay üzerine Rusya iran'a savaş ilan etti ve Kont Zubov komutasında bir ordu gönderildi. 1796 yılında Derbend, kuba, Baku ve hu şehirle Gürcistan'ın doğu sınırları arasın¬daki tüm iran Hanlıklar! Rusiar'ın eline geçti. Fakat kısa bir süre sonra Katerina öldü ve yerine oğlu Paul geçti. Rus birlikleri bir kez daha dağların kuzeyine çekildiler. Derbend ve Baku, terkedıkli. Bu şehirler ancak 1806 yılında kalıcı olarak elegeçihlmişler.dir. Bu olaylar sırasında terkedilerek tahrip edilen Vladikavkaz 1799 da yeniden onarıldı. Rus kuvvetleri, üçüncü defa Tiflis'e gitmek üzere dağ silsilesini aştılar. Ertesi yıl kral l2.George'nin ölümünden çok kısa (10) Vladikavkaz'İa Tiflis arası 145 nıii kadardı. Dr.Merzbacher, bu yolun yapıldıktan sonra üç kere alçaittldığmi yazmaktadır. (Leipzig, 1*101) bir süre önce, 18 Aralık 1800 yılında yayınlanan Paul'ın manifestosuyla Gürcistan Rusya'ya ilhak edildi. Bu sırada Paul, yoğun bir şekil¬ de Hindistan'ın işgal planlarıyla uğraşıyordu/11} Gürcistan'ın Rusya' ya bağlanmasıyla bu ülkenin sınırlan Türkiye ve İran topraklarına da¬
yanıyordu. Bu durum onlar için büyük bir tehlike teşkil ettiğinden ar¬ tık o ülkeleri tamamen karşılarına almış bükmüyorlardı'. Civardaki dağlık bölgede yaşayan kabileler de hiç bir ülkenin gönüllü olarak ta¬ lip olamayacağı tehlikeleri Ruslar için taşıyorlardı. Bu yüzden bu böl¬ gedeki özgür Dağlıların boyun eğdirilmeleri Ruslar için kaçınılmaz bir zorunluluk olarak görülüyordu. . m) 1800 yılının Eylül ayında Rus sularındaki bütün ingiliz gemilerine bir ambargo konuldu. Ertesi yılı Paul saldırıya geçmeye karar verdi. 12 Ocak 1801'da Don Atamanı Orlof'a bütün kuvvetleriyle Hindistan'a yürümesini emretti. .Bir aydan biraz daha fazla zaman alan bir hazırlanma surecinden sonra sayıları 225O7'ye varan Kazaklar, 2.4 topla birlikte; erzak ve miih.mmat taşıma araçları, yedeke malzemeleri ve haritaları olmadan harekete geçtiler. Dört koldan ilerleyen Ka¬zak birliklerinin birisine başında bu görev için özel olarak St.Petetsburg'dan getirilen Piatof kumanda etmekteydi. BÜ sefer sırasında büyük güçlüklerle karŞ^aşanı Kazaklar, henüzVolga ırmağını geçmişlerdi ki, 18 Mart'da Çar Paul'un °lüm haberini aldılar. (Rus Biyografi Sözlüğü, 1 .Paul makalesi.) 53 İÜ BÖLÜM 2 1722-1771 Petro'nun seferi-Derbend'in işgaH-Petro Moskova'ya dö¬nüyor-Petr o'nun kumandanları Baku'yu alıyorlar-Rus iler¬lemeleri Anne'in yönetiminde Ruslar Terek'e çekil'ıyorBü-yük Kat er in a-Hat'tın tahkim edümesi-Türkiye ile savaş-Todtleben dağlan aşıyor-Platof harekâtı-Kalmukların firarı... Kazakların hareketlerinden ayrı olarak olaya baktığımızda, Kaf¬kasların işgal hareketinin Petro'nun seferiyle başladığını görürüz. Doğru veya yanlış; onun politik amaçlarını içeren vasiyetnamesi, 1. Paul'den başlayarak tüm haleflerinin hedefi olmuştur. 1717 yılında Hive Hanlığı'na yapılan ve büyük bir felaketle sonuçlanan sefer, mümkünse Hindistan'la bir ticarî yol kurabilmek amacıyla yapılmıştı-İsveçlilerle yıllardır süren savaşın bitmesiyle serbest kalan Petro, il* seferin korkunç akıbetinden umutsuzluğa kapılmadan doğuda ve güneyde şansını bizzat kendisi denemek istedi. Bu sırada İran, Afgan - kralı Mahmud'un işgali altında bulunuyor ve tarihinin en karanlık b'"" dönemini yaşıyordu. Osmanlılar da, bu fırsattan yararlanarak Kafa'daki topraklarını komşularının aleyhine genişletmeye başla-Lrdt. Gelecekteki ticaret yollarının Türklerin eline geçmesinden rkan Petro, Türklerden önce davranarak Hazar kıyılarını işgal et¬meye karar verdi. Gerçi o sıralar Rusya ile İran barış halindeydiler ve hiç bir şey Rusların hareketini haklı çıkaramazdı. Ne var ki tam bu sırada Rusla¬rın eline istedikleri bahane geçti. Şah'ın hakimiyet alanı içinde kalan Şirvan'ın başkenti Şemha'da bir Rus tacirinin yarım milyon rublelik malı Dağıstanlılar tarafından yağmalandı, Fakat Şah'ın onlara karşı çıkacak ve engelleyecek bir gücü yoktu. Biraz da gecikerek 1722 yı¬lında İsfahan'daki saraya gelen Rus elçisi bu malların tazminatını is¬tedi. Bu sıralar İran Şah'ı Sultan Hüseyin'i tahttan indirmiş bulunan Afgan'lı Mahmud, herhangi bir sorumluluk yüklenmeyi reddederek akıllı ve savaşçı bir kimse olarak ün yapmış bulunan Çar Petro ile ba¬rış içinde olmayı istediğini belirtti ve bu yağmayı yapan Dağlıların müttefiki olmadığını ve onlara söz geçilemediğini söyleyerek onların davranışlarından dolayı bir sorumluluk alamayacağını ifade etti. Fa¬kat bu andan itibaren o topraklar içinde geçen kervanları korumak amacıyla kuvvetli birlikler vermeyi teklif etti. Bu cevap, Petro'nun ha¬rekete geçmesi için yeterliydi. Zaman geçirmeden İran'ın İşgali için hazırlanmaya başladı. Bu sefer sırasında Terek Kazakları, ilk defa savunmada olduğu kadar saldırıda da çok faydalı olabileceklerini Petro'nun ordusuna önemli bir askerî güç vererek ispatladılar. Ordunun piyade ve topçu kuvvetleri her türlü savaş mühimmatı;
cephane, erzak ve araç gereç¬ler Astrahan'da toplanarak oradan gemilerle Sulak nehrinin ağzına taşınırken, süvariler de Mozdok yoluyla Kumuk steplerinden geçerek aynı bölgeye ulaştılar. Düzenli piyadelerin sayısı 220Q0'e ulaşıyordu. DU piyadeler, İsveç savaşları sırasında pişmiş çok tecrübeli askerler¬den oluşuyordu. Ağır süvarilerin sayısı 9.000'e ulaşırken 70.000 ka¬dar Kazak, Tatar ve Kalmuk atlısı da orduya eşlik ediyordu. (Solovi°ff,böl.i8,s.671) Donanma, 27 Haziran 1722'de karaya çıkılacak yere ulaştı. Su¬yun sığ olması Petro'nun bindisi mavnanın kıyıya yaklaşmasını önle\yjj_ t . O ill* r içe 4 denizci tarafından, omuzlarında taşınarak karaya çıkan ilk ki-§»oldu. 55
8u ssrada Ruslar için pek de hoş olmayan haberler ulaştı: Aktas ırmağı yakınlarındaki Endree köyünü ele geçirmek için gönderilen bir süvari birliği, burada Çeçenlerle karşılaşarak püskürtülmüşler ve olay bir felaket olarak bildirilmişti. Bu, düzenli (disiplinli) Rus askerlerinin Kafkaslılarla kendi doğal kalelerinde ilk karşılaşmalarıydı ve gelecek¬teki 130 yıl içinde bir çok defalar tekrarlanacak olan kanh olayların uğursuz muştucusu gibiydi. Şu da belirtilmelidir ki, Ruslar'ın ormanlik -bölgede Çeçenlere karşı yürüttükleri savaşlar, önem bakımından sa- ? dece Dağıstan'ın dağlık bölgelerindeki kabilelere karşı yürütülen, sa¬vaşlardan sonra geliyordu. Hatta buradaki savaşiar, çok daha pahalı¬ya mal olmuş ve,Rusların kanlı feiaketleriyle sonuçlanmıştır. Kısa bir zaman sonra Endree'deki olayın abartıldığı anlaşıldı. Tuğbay Veterani, ormanlık bölgede Çeçenlerin saldırısına uğrayarak bir miktar kayıp vermiş, fakat Albay Naimof un yardımıyla gen çekil¬meyi başarmıştı. Petro, Çeçenleri cezalandırmak amacıyla onlara karşı Kalmukian gönderdi. Kendisi de ordusunu toplayarak, yanında Çariçe de olduğu halde 12 Ağustos'da Şamhai'm başkenti Tarku'ya girdi. Üç gün sonra deniz kıyısındaki karargahına dönerek Preobraz-hensky alayının düzenlediği kilise kampanyasına katılarak bıı kaç taş topladı. Yanındakiler-de kendisini jzleyerek ortada bir höyük oluşun-, caya kadar taş yığdılar.'Yüz yıl sonra kurulacak PV'^ovsk kasabanın ?.yakınlarındaki bu höyük o olayın anısı olarak kahret ir. î'rtesi günü Petro, ordusuyla birlikte1 Derbend'e doğru yola nk!:. Donanma ela,' ağırlıklarla birlikte kıyıdan orduyu İzlemeye başladı. Bu arada Derbernd'e, Şemha'ya ve Bakû'ye bir takım bildiriler gönderildi. Bu bildirilerde Petro, esas amaçlarını gizleyerek burada bulunmasını "İran Şahı İle İran halkını Afganlıların zulmünden kurta¬rarak onları Ruslara karşı İşledikleri suçlardan dolayı cezalandırmak (Hanway) amacıyla açıklıyordu. Bruce, tahtı gasbedilen Şah'ırı ger¬çekten Rusları çağırdığını yazmaktadır. Bütün Kumukların yöneticisi Şamhal Adil GiVay, Petro'yu dostça karşılayarak ona her türlü yardımı teklif etti. Fakat buradaki Kumuk-lar, Güney Dağıstan'da yaşayan Gazi Kumuklarla karıştırılmamalı 1'-Şamhalların iktidarı, 8.yüzyılda Arapların Dağıstan'ı hakimiyetleri altı¬na almalarına kadar uzanır. Dağıstan'da'Şamhallıktan sonra önen1 bakımından ikinci sırada gelen Karakaytagların Usmi'sİ Ahmet Ha*1' tok daha değişik bir yol izledi. Aldatıcı vaatlerle dolu bir mektubu kendisine getiren bir kazak subayıyla üç adamını idam ederek 16.000 isilik bir ordu topladı ve Rusların yolunu kepmek üzere Kayakent'fn bir kaç mil ilerisindeki Outemish'de bekie; ; ba<' , Savaşın so¬nucu önceden tahmin edilebilirdi. Aynı koşı ;-'a cî. mm her tara¬fında aynı sonucu veren durum burada el
' Bu savaşta Petro, Karakaytagİarın büyük bir cesaret ve müthiş bir enerjiyle çarpıştıklarını belirtiyor, fakat boşuna! Sonunda disiplin üstün geldi ve Ruslar kesin bir zafer kazandılar. Oulernısh iilın^rnk yakıldı. Be geçirilen bütün esirler, öldütüleıı Rus elçilerinin intikam! .uğruna asıldılar. Bu savaşın sonucuna göre hareketlerini belirleyecek 0İan Derbend halkı, Rusların galibiyetini görünce boyun eğmekte ge-?tikmedi. 23 Ağustos günü Han, mollalar, asi Her-ve şehrin üeıi gekn-ferin eşliğinde yamna tuz, ekmek ve üstünde şehün aiti1 .htannın. bulunduğu pümüs bir tepsi olduğu halde Petro'vu ka.ı-> ?.ıva'çık-ti. ]) Çar, birliklerinin başında şehre girmeye başkidi. Fai :m o ss¬rada hafif bir yer sarsıntısı oldu ve Petro, Pevensey'dekı \orman fati¬hinin ruh hali içerisinde bu durumu kendi yararına kutlandı: To" diye bağırdı; "Doğanın kendisi de beni vakur bîr selamla karşılıyor ve gü¬cüm karşısında titiriyor!" Derbend'in önemi Asya ile Avrupa adasındaki yüksek ulaşım yollarının tek geçit yerinde bulunmasından kaynaklanmaktadır. Da¬ğıstan'ın dağiık bölgesiyle Hazar kıyılan arasındaki dar bir toprak parçası, burada alçalarak Petrovsk'dan Apşeron yarımadasına kadar uzanır ve tüm Kafkasların kuzeyden güneye geçişlerini sağlar. Ger¬çekten de dağların zirvelerinden aşan ve her biri, binbir türlü tehlike¬lerle dolu patikaları saymazsak Derbend yolu, tek ulaşım yeri olarak ı hediyeler ha!^ StPötersburg'da bulunmaktadır. (1908) J ?»i
r
56 kalmaktadır. Samur nehrinin Hazar'a döküldüğü yer dışında hiç bîr yerde bir kaç milden fazla genişlemeyen bu geçit, bazı yerlerde ger¬çekten o kadar daralıyordu ki, her iki taraf da düşmana karşı az bir kuvvetle kolaylıkla savunulabilirdi. Eski devirlerde Derbend'in hem karadan hem de denizden kuşatılması çok zordu. Çünkü burada de¬niz her zaman fırtınalıdır ve dalgakıransız kıyılara sokulmak çok teh¬likeli olurdu. Şehrin kara tarafı ise üzerinde savaşçı kabilelerin yaşa^ dığı dağlara geniş uçurumlar ve yalçın tepelerle bağlanıyordu. Derbend'in kaderi genellikle İranlılara bağlı kalmıştır. Burada yaşayan bütün yöneticiler, yerli veya yabancı olsun, şehrin stratejik Önemini kavrayarak ona göre davranmışlardır, Araplar da, Sâsânileri mağlup ettikten sonra bir an önce Derbend'i ele geçirmek için acele etmişlerdir. Derbend'de kaldığı sıralar Han'ın sarayından donanmasının ge¬lişini izleyen Petro, Hazar'ın sularını daha iyi görebilmek için kaldığı odanın penceresini kendi elleriyle kırdı. Horace, Hazar'ın çok fırtınalı olmadığını söylemesine rağmen bazen çok şiddetli boralara ve tay¬funlara rastlanabilir. Donanma, işte böylesine şiddetli fırtınalardan bi¬risine yakalanarak 12 gemi battı. 30 kadarı da daha fazla ileri gide¬meyecek bir halde Agrakan'a sığındılar. Bunun sonucu olarak ortaya çıkan erzak ve cephane kıtlığı, yılın bu mevsiminden sonra daha ileri gitmeyi imkânsız kıldı. Boş oturmak istemeyen Petro, Derbend'e bir garnizon bırakarak Terek'e çekiidi. Oradan Astrahan'a yeiken açarak 13 Araiık'da Moskova'ya muzaffer bir şekilde girdi.(2) Fakat Astrahan'dan ayrılmadan önce o sırada Afganlılar tarafın¬dan tehdit edilen Rest yöneticisi ve halkı onu davet etti. petro da, bunun üzerine Albay Sheepoff'u 6 Kasım'da, Gilan bölgesini ele ge¬çirerek elinde tutması için güneye yolladı. Aniden Rest önlerine varan Shepoff bu arada fikirlerini değiştirmiş olan İranlılardan erken davra¬narak şehri ve limanı ele geçirdi. Ruslar, kendilerini genç şah Tahmasb'ın dostu olarak lanse edi¬yorlar ve "asi" ya da "işgalci" olarak tanımladıkları Afganlıların düş(2) Petro'nun dönüşü Rus kaynaklarında bu şekilde anlatıl m aktadır ve büyük bir ih¬timalle gerçek böyledir. Bruce ise, Petro'nun Türk elçisinin onu savaşla tehdit etmesi üzerine geri çekildiğini yazmaktadır. (Anılar, s.289) 57 nları olarak gösteriyorlardı. Fakat ilk andan itibaren şehir halkı ondüşmanca bir tavır takındı. Ruslar, yakacak için ormandan odun keserken, "ormanlarımız şahın vergilerini ödemeye yarıyor." diyerek homurdanmaya başladılar.
Ve Rusları kendilerinin davet etmedikleri¬ni ileri sürdüler. (Solovioff, s.680) Çok geçmeden İranlılar, 15000 kişilik bir kuvvet toplayarak Rus¬ları tehdit etmeye başladılar. Bunun üzerine Ruslar siperlerine çekil¬diler. Bu hareket İranlıların daha da taşkınlaşmalarına yol açtı. Şubat ayında Şah'ın temsilcileri gelerek Rusların şehri boşaltmalarını istedi¬ler. Eeer bu isteğe boyun eğilirse kovulmanın utancını yaşayacaklar¬dı. Mart ayının sonlarına doğru İranlılar kasabaya ateş etmeye başla¬yınca Sheepoff, bir çıkış harekâtı yaptı. Acemleri hem geriden hem de cepheden vurarak yenilgiye uğrattı. Savaş alanında 1.000 kadar Ölü bırakıldı. Bu sırada gemileri ele geçirmek isteyen 5.000 kişilik bir grup da 100 (!) kişilik bir birlik tarafından püskürtüldü. (Solovioff, s.681) Bu tarihten 1732 yılına kadar geçen süredeki Rus-iran ilişkileri gerçekten çok karışıktır. Rus tarihçileri, bu zaman diliminde pratikte bir savaş olduğunu yazıyorlar. Düşman, bazen Afganlılar, bazen de bizzat iranJıların kendileriydi. Fakat bu arada görüşmelere de devam edildi ve Şah Tahmasb'le bir ittifak anlaşması imzaladılar. Bu çarpış¬malara sebep olan olayların gerçeği şuydu: Afganlıların ülkenin bü¬yük kısmıyla İsfahan'ı ele geçirmeleri üzerine harekete geçen Os¬manlılar ve Ruslar da İran'ın geri kalan bölgelerini ele geçirmek iste¬mişler ve neredeyse karşı karşıya gelerek bir savaşın eşiğinden dön¬müşlerdi. Bu anlaşmazlığın asıl sebebi de, Petro ve haleflerinin, ha¬zar kıyılarının Türklerin eline geçmemesine çok önem vermeleriydi. Ertesi yılı General Matiouskin, Baku'yu aldı. (25 Haziran 1723) Her şeyin anahtarı" dediği Baku'nun alınması Petro'ya büyük bir mutluluk verdi. Ardından İran Hanlıkları, Gilan, Mazanderan ve As-trabad hızla işgal edildi. Bu sırada İngiliz muhalefetine rağmen Rusla¬rın Türklere yaptıkları kısa süreli bir anlaşma onların konumunu güc¬endirirken İran'ın sıkıntılarını daha da arttırdı. Böylece Rus işgali, da¬ha da içerilere yayıldı. 12 Eylül'de Ruslarla İranlılar arasında bir an-aşma imzalandı. Buna göre Ruslar, Afganlıları ülkeden çıkararak anmasb'a tahtını iade etmeyi taahhüt ediyorlar; İranlılar da buna 58 karşılık olarak Cilan, Mazanderan, Astrabad, Derbend ve Ruslara bırakmayı kabul ediyorlardı. (Kanvvay, c.3, s.181) Fakat erlV-si yi!, bu İş için özel yetkiyle donatılan Prens Meshtchersk, anlaşma¬nın tasdik edilmesini sağlayamadı ve bu iş için gidip gelirken de ha¬yatına kastedildi. ? Anne.Ajanja an-, akları tekrar İran'a serbest rdından Bu ilk Rus-iran savaşı, Rusların başarılan, bir kaç kişinin kaiaba-hk orduları bozmaları, kalelerin kuşatılıp alınması ve toprakların \ş<\ü\ edilmesi olaylarıyla doludur. Fakat sonuçla Ruslar, hemen hemen hiç. bir şey elde edemedüe.!. Bu parlak Rus basanlarının Kafkasların işga¬line doğrudan bir etkisi olmadı. Bu şifalarda Dağıstan'ın güneyindeki kabileler, gün geçtikçe daha çok soru! i yaratmaya başladılar. İç karı¬şıklıklar vü^ündm parçalanan İran," Nadir Şah'ın yönetimi altında ye¬niden birkaç:* "içlendi. 1724 yılında kusva ile bir anlaşma imzala¬yan istanbul - .imeh de Ruslara karşı düşmanca laurbr almaya başlamış'h. C\v \nne, tahta geçmesinden 2 yıl sonra 1732'de İran' a Kura nehrinin güneyindeki tüm işgal edilen topraklarını iade etti. Üç yıl sonra da Türkiye ile savaş, kaçınılmaz olunca \.3c|ir Şah, eğeı Baku ve Derbend kendisine geri verilmezse Ruslara karşı Osmanhd B ii AeÇanja an İarla birleşeceği tehdidini savurdu. Bunur. laşmasıyla Petro zamanında ele geçirileni' ı (? i. ı:-o verdi.- Rus kuvvetleri, eski Terek Hat'tına (. kalan Nadir, Türklere yönelerek o'nUn VÜİ. da Kandahar ve Hindistan';-, yürüdü. (1 ~39i Nadir Şah'uı tehdidiyle- çekilip gitmek °er çekten Rr.v > için çok oruır kına bir durumdu; F-ıkaf iki şey, yine de bu acı darbenin şitlde-, tini azaltıyordu. Birincisi; Giian'ın ölümcül iklimi, o beldeyi Rusaskerleri için büyük bir mezarbğa çevirmişti. İkincisi ise; bu savaşlarla Rus¬ ya'nın İran üzerinde izîemek istediği politika sağlanmış buunuyorve Nadir tahtda kaldığı sürece Türklerden herhangi bir tehlike beklen¬
miyordu. " Diğer bazı açılardan da bu fedakârlık ve çabaların tamamen so¬nuçsuz kaldıkları da söylenemezdi. Züsserman (İstonV* K.Polka, <- c-, 1881)'m belirttiği gibi, daha sonraları büyük bir ün kazanacak olan Kafkas Alaylarının temelleri burada atılmıştır. Bu alayların bu'^u ^°* ğunluğu Matiouskin'in haleflerinin zamanında kuruldu ve tarihlerin.; her ulusun gururlanacağı anılarla doldurdular. 59 1735 yılında imzalanan Ganja antlaşmasından sonra Anne'in ^üne kadar geçen beş yıl boyunca ve ondan sonra tahta geçen Eiizabeth'in yirmi bir yıllık ikidan süresinceRusların Doğu Kafkaslar¬daki tek düşüncesi,,, Iferek HaUı'nda savunmada kalmak ve Hat'tı Hazar'dan içerilere, Sulak'a do-ğru kaydırmaktan ibaret olmuştur. Bnrada bile merkezî kuvvetin Kazakları kendi h ;ıerine. bıraktiğî gö¬rülmektedir. ve Dağıstan böioian bir "Birleşik ısanüstü çabalara akat şurasını keDüzenji. Rus birilkicünii lamen imha1 edilirler y-" ? bulunulan bu tehlike I Kafkaslardaki müca. MV\\ \^\r ^'ivaş içincîe ? il sürmeye gl'Jr-n 'lan çıkaraınn/dı. .iiıda kahf ve ba-a avnt tür SriluiPrrıiştîr. L' bir Kaz.-! Çoğu ko zen de c larda bu1 1761 \ ilmin Aralık avında Elizabeth öldü. Yerine 3. Pei.îo.geçti. Fakat çok kisa bir süre sonra kafledildi ve yerine 'İ762'de K geçti. Kafkasya'daki durum bir anda Çariçe'nih dikkatini çekti. . Sahip olduğu sezgi dehasıyla Kazak j-iattr'nı güçlendirip daha ileriye taşımanın önemini hemen kavradı. Bu sırada-49 kadar aileyle Dirlikte ülkesinden kaçan bir Kabardey prensi Mozdok çevresinde Rus tarihçisi Potto, Kabardev, Kumuk. Çr geîerinin bir araya gelmesinden meydana çık. Kafkasya" ile mücadele edebilmek için gerekec ve müthiş mücadele gücüne dikkat çekmekteci sinlikle belirtmek gerekiyor ki, yukarıda adı geçen bu kabileler Ka¬zaklara karşı hiç bk zaman birleşerek beraber hareket edememişle'ı-ciir. Eğer.bunu gerçekleştirmiş olsalardı KV/akların bu birleşik kuvvei-!er karşısında tutunmaları imkansızla: desteğinden mahrum olan Kazaklar > ? buralardan :-ürülüp çıkanlırlardi.'" şam koşuilanndan dolayı Kazaklar ? nin baylaırosnıdan juınümüze k.»1 . t.'l inünü top I a m ay r1 belinden ve lüferi".! elc ? -.ildtriiara karşı korum,ı b^kım hareketlerde bulunmuşlardır. Nitekim 1764 vtvardn?""!?' y!d! yi' °nce Çe?enlere yapılan baskın sırasında gösterdikleri T «"mardan dolayı Kabardey prenslerine 3.000 ruble göndermiştir 61 60 yerleştirildi. Daha 1763 yılı içerisinde bölgede bir ortodoks kilesesi yükselmeye başlamış ve yoğun bir yerleşim merkezi ortaya çıkmıştı Mozdok bölgesindeki bu gelişmeler ilerideki Rus hareketleri İçin çok önemli sonuçlar doğuracak ve bölge halkının bir kısmının Hıristiyan¬lığı kabul etmesi sağlanacaktı. Terek kıyısındaki bu koy, Rus işgalinin köşe taşlarından biri olarak kabul edilmektedir. Gerçekten de bu koy, daha sonra Osetlere karşı yürütülecek olan misyonerlik hare-. ketlerinin merkezi olmuştur. Katerina bile, başlangıçta hareketlerinin sonuçlarını tam olarak idrak edemiyordu. Fakat bu durum tarihde her zaman karakteristik olarak göze
çarpmıştır. Genellikle deha sa¬hiplerinin sezip yaptıkları bazı girişimler, onları aşarak kendi anlayış ve beklentilerinin dışına taşarlar. Bu arada Ruslar için hiç de hoş olmayan gelişmeler kendisini göstermeye başlıyordu. Ruslar, Mozdok'un Belgrad anlaşmasıyla kendilerine bırakılan sınırlar içinde kaldığını savunurken, Kabardey Prensleri de haklı olarak, asırlardır hayvan sürülerini otlattıkları ve odun ihtiyaçlarını karşıladıkları bu toprakların kendilerine ait olduğu¬nu belirttiler. Kendi topraklarının içinde bir Rus. kalesinin yükselişini izlemek zaten yeterince dayanılmaz bir durum oluştururken burası bir de kaçan kölelerin sığınak yeri olmaya başlayınca Kabardeylerin artık dayanacak güçleri kalmayarak sabırları taştı. St.Petersburg'a el¬çiler göndererek bu durumu protesto ettiler ve haklarının İade edil¬mesini dilediler. Fakat oradan tatmin edici bir cevap alamayınca açıkça savaş ilan ettiler. 1765'den başlayarak 1779'a kadar süren sa¬vaşlar, Kabardeylerin sayısız kahramanlık ve cesaretlilik olaylarıyla doludur. Çünkü medeniyet bakımından tüm Kafkas kabilelerinin İleri¬sinde bulunan Kabardeyler, savaşçılık ve cesaret bakımından da on¬ların hiç birisinden geri kalmıyordu.^ Ne var ki bütün sorunlar bununla bitmiyordu. Türkiye de, bu gelişmelerdeki konumu ne olursa olsun, Mozdok'da bir Rus kalesinin (4) Bir durumu belirtmeden geçmek Çerkesler için gerçekten büyük bir haksızlık oturdu: Ruslarla Çerkeslerin ilk karşılaşmalarından onların yüz kızartıcı bir şe¬kilde vatanlarını terketmeye zorlanmalarına kadar geçen süre içinde Rusların her zaman Çerkeslere zalimce ve haince davrandıkları kullandığımız Rus kay¬nakları tarafından doğrulanmaktadır. mim büyük bir endişe ve şüpheyle izliyordu. Vakit geçirmeden de o hükümeti nezdinde diplomatik girişimlerde bulunmaya başladı-Rus Dışişleri Bakanlığı, Türklerin şüphelerini yatıştırmak için elin-, ' ge|eni yaparken, Kızlar'daki Rus komutanı Korgeneral Potapoff'a lice emirler göndererek Mozdok'un tahkim işinin bir an Önce ve fazla dikkat çekmeden tamamlanmasını istiyordu. Böylece 1765 yı¬lında bu yeni bölge, artık hatırı sayılır askerî bir güce erişmiş bulunu¬yordu. Aynı yılın Haziran ayında, artık daha fazla bu duruma daya¬namayan Kabardeyler, saldırıya geçerek Kızlar'ı kuşattılar; şehri ala¬mayınca da çevredeki bölgeleri vurarak yağmaladılar. Bu saldırılar, Volea Kazaklarının, atamanları General Savalieff komutasında Terek kıyılarına gönderilmelerine yol açtı. 1769 yılında olan bu olay, Hat'tın büvük ölçüde güçlenmesini sağladı. Yeni gelenler, sadece Kabardey¬ler ve Çeçenlerin değil, fakat aynı zamanda Kalmuk kabilelerinin de düşmanlıklarını göğüslemek zorundaydılar. Fakat Kazaklar, cesaret¬leri ve ırklarına has olan dayanıklılıklarda yerlerini korudular ve İngi¬lizlerden sonra dünyanın en iyi kolonicileri olmayı başardılar. İşte bu Özellikler; Kazakların silahlarıyla pulluklarını aynı maharetle kullana¬bilme özellikleri, Rusların güneyde ve doğudaki başarılarının temel faktörü olmuş ve oralarda Rus otoritesinin hakim olmasını sağlayarak sınırlarını güvenceye almışlardır. Rusya'nın teklifleri ve verdiği garantilerden tatmin olmayan Tür¬kiye, 18 Kasım 1768'de Rusya'ya savaş ilan etti. Tarihte benzeri bir çok olayda olduğu gibi bu sefer de Kafkasya savaş alanı içinde kaldı. Rusya, Türkiye'nin güçlerini bölmek amacıyla savaşın ana sahnesi olan Tuna, Dinyester ve Kırım taraflarındaki Türk kuvvetlerini başka taraflara çekmenin yollarını ararken; Türkler de, Dîni duyguları çok kuvvetli olan ve bu yolla kolayca harekete geçebilecek Kafkas kabi¬lelerinden çok şeyler bekliyorlardı. Savaş, çok değişik gelişmeler göstererek sürüp gitti. Dağlı Çe¬çenler ve Kistler, Kızlar şehrini ele geçirerek Rusların büyük kısmını kılıçtan geçirdiler. Todtleben'in yüksek dağ silsilesini geçmesi, aslında az' bakımlardan başarısızlığa uğramış olmasına rağmen, onun Gür¬cistan ve İmeritya'daki varlığı, Dağlıların bu ve bunun benzeri basan¬ını ǰk daha fazlasıyla dengelemiştir. Todtleben, o zaman tarihin annesinde bulunan kişiler arasında çok ilginç biri olarak göze çarpÜ63
62 maktadır. Alman asıllı olan bu adam, tüzabeth'in hizmetine girdikler sonra 1760 yılında Berlin'i beklenmedik bir şekilde aniden ele, geçire rek büyük bir ün kazanmıştı. Ertesi yi! büyük bir ihtimalle kendişirm de rolünün bulunduğu Eİizabeth'in Ölümünden sonra isyana hazırla¬ nırken kendi subayları tarafından tutuklanarak yargılanmasına bak¬ landı. Mahkemede detaylı bir sorgulamadan sonra mahkum edildi, fakat Katerina, bu cezayı sürgüne çevirdi. Türklerle savaş çıkınca da ona Korgenerallik rütbesini iade ederek Kafkasya'ya yolladı. Daha Önce de belirtildiği gibi 1769 yılında dağ sil-silesini aşan Todtleben, imeritya kralı Süleyman'a krallığının başkentini yeniden kazandırdık¬ tan sonra (Kütayis) Poti üzerine yürüdü. Yolunu kesmek .isteyen 12.000 kişilik bir Türk birliğini yenerek bu önemli kaleyi kuşattı. Fakat bu andan itibaren, o zamana kadar yaver giden şansı onu terketti. Poti kalesi büyük bîr dirençle karşı koymaya devam etti. Bu arada kendisi de atılgan ve esrarengiz.kişiliği dolayısıyla, büyük bir ihtimalle bir takım entrikalara bulaşmış bulunuyordu. Kendisinin Gürcüler, İmerityaiılar, Günahlar ve hepsinin Ötesinde Ruslarla olan karşılıklı suçlamaları o dereceye ulaştı ki, böyle durumlardan doğabilecek kö- ;| ? tu sonuçlardan çekinen Katerina,. kendisini geri çağırdı ve onun1 da | esrarengiz askerî hayatı bu şekilde sona erdi. . ..;' Onun yerine atanan Soııkhotın, Poîİ'nin kuşatmasına devam . etti. Fakat kalenin alınamayacağını anlayınca hastalığını bahane ede- ? rek Tiflis'e döndü. Kral Süleyman, bu durumu Kateh-na'ya şikayet et¬ti. Kafkaslardaki bu gelişmelreden çok rahatsız olan Çariçe, tüm Rus askerlerinin Hafta çekilmelerini emretti. 1772 yılı baharında yeni bir sefer daha düzenlendi. Savaş, KuzeyKafkasya'da devam etti. Don Kazaklarının Atama-, ru Platoff, Nogay düzlüklerinde 2.000 adamıyla 25.000 (!) kişilik Ta¬tar ve Osmanlı orudlanna karşt direnerek büyük bir ün kazandı. Bu 'f olay, daha sonraları kutlanmaya başlanmıştır. Ayrıca Nour stanitsası da 8.000 kişilik Türk ve Kafkas drdularına karşı Mozdok Kazakları ta¬rafından savunulmuştur. Bu savaşlar sırasında Kazak kadınları da er¬keklerinin yanıbaşlarında savaşmışlardır. Kuşatma kuvvetlerinin ani¬den çekilip gitmeleri de, Regillus Gölü savaşı sırasında görünen "Kut¬sal İkİzler"in hayaletlerine bağlanmıştır. Hıristiyanların zor duruma^ olduklarını gören, kutsal havariler, Bartholomev ve Barnabas, beyaz İ rinde bevaz atlara binmiş olarak yardıma gelip düşman ıçı-e|bise|en.ç , . ^ ^ ^^ yaraîmışlardır ki; on!ar da panik ^ ne 7 atmışlardır! Nour'dakt küçük bir kilise hem olanları hem de tüneği hatırlatırken 11 Haziran günü de uzun yıllar büyük feshvalierleR^sav^arında (.1771) Rusların kendilerine karşı gösterdikle-,l«ız tavi'rve davranışlardan bıkkınlık getiren, Kaimuklar, bir ge-ftaC'len çad,rlann, toplayarak Vojga dolaylarından Çin'e kaçt.iar. "n S" da. bifazdaha batıya kayarak Hazar ve Kara Deniz arsındaki ovalık bölgelere yerleştiler.^ Bukonudadahafazlabilfi içinDequince/in-RevoltortheTartars" adlı kitabı-na bakınız. Eser, tarihî bilimsellik açısından, oldukça düşük bir seviye gösterir¬ken literatür açısından muhteşemdir. Profesör Masson, bu kitaba yaptığı bazı eklemelerle (c.7, s. 368) gerekli düzeltmeleri yapmıştır. Ayrıca EugeneScnuy- leı"in "Türkistan" kitabına da bakınız, (c.7, s.171, 1876) BÖLÜM 3 1771-1796 Türkiye ile banş-Derbend'İn yeniden İşgal edilmesi ve ter-kedilmesi-Hat ilerliyorKuban-Nogay Tatarlan-Suvarof No-gaylara boyun eğdiriyor-Kont Potyemkin, ilk kral naibi-Ko-lonizasyon-Şeyh Mansur-Çeçen zaferi-Ormanlardaki Rus faciaları Tatartub savaşı-Şeyh Mansur Batı Kabilelerine sığı-nıyor-Türkiye ile savaş-Anapa'nın birinci ve ikinci işgal giri-şimleri-Hermann, Battal Paşa'yı yenilgiye uğratıyor-Anapa
düşüyor-Şeyh Mansur esir düşüyor-Ölümü-Hat'tın takviye edilmesi Ağa Muharnmed'in Tiflis'i yağmalaması-İran'la sa-vaş-Zubov'un Başkumandan atanması 19 Haziran 1774'de imzalanarak 13 Ocak 1775'de onaylanan Küçük Kaynarca antlaşmasıyla Türkiye, Kafkas kabilelerini artık açık¬ça desteklemekten mahrum kalmasına rağmen, gizlice onlara cesaret veriyor ve eskiden olduğu gibi bazı yardımlarda bulunuyordu- Ruslar ise, bir kere daha güçlerini toplayarak Hat'tı kuvvetlendirip hem do¬ğuda hem de batıda sağlam bir şekilde yerleşmeyi başardılar. Çerkeş kabileleri de, Ruslara karşı ilan edilmiş bir savaş olmamasına karşın, eskiden olduğu gibi yıpratıcı gerilla savaşlarına devam ettiler. Bu tür akınlarda bir takım başarılar elde edilmesine rağmen, Rusların ilene' bir engel sağlayacak özelliklerde değillerdi. Hazar kıyı-'vakın bölgelerde yaşayan Karakaytagların Usmi'si, uzun süreli klueundan faydalanarak bir takım saldırılarda bulunmaya baş-ıstı O sıralarda İran'a yaptığı ilmî bir geziden dönen Gmelin, Han ?f şahsen tanışmasına rağmen, bölgeden geçerken Dağlılar taraf ın-j va|
Bu iki generalin işbirliğiyle, daha sonraki beş yıl |çmde Rı^a nm Bat, Kaftandaki Hat't olduğa ^f^f^İ^^ rek'le Kara Deniz arasmda yaşayan kabilelere ^^* Şu da uzun ve kani, savaşların * yapıları to^J^X da böyleileri sürülüyor ki, eğer daha sonra gelen R"s^" lerj buiunsaysine enerjik ve kabiliyetli olup, Katenna g.b. b.r deekçüe y di Kafkaslardaki savaş bu kadar uzun surmeyeb " £J^ ,bu iş için seçen Prens Potyemkin'di ve bu ^r TurWe^e g çirdıği Kırım'ı sindirmekle meşgul olan bu adam Kafkasya B lamalarında en büyük sorumlusu durumundaydı ?d Yakobi, Mozdok'un babandan olmak ^-^Wannd8a ya. Gheorehievskve Stavrapol kalelerini kurdu. Devlet topr 'avUöyiüierig^^^^
lece Mozdok'tan Rostof'a kadar kuzeybat, yönünde Ha ^ m.ş oldu. Bu iş için ara yerlerde alt, tane daha kuç" Bu çal.şmalann sonunda Mozdok'tan Azak DeM - kad ^ stanitsalan ve askerî kolonilerle desteklenen on tane ye § ^ kezi kurulmuştu. Bu bölgede yaşayanlar ge l.kleVolff B mak boylarından buraya aktarılan Kazata^^düşkün, £rt soydaşlar, gibi iyi birer savaşçı ve b«nıc«, ozgurluWer. 5 yalam koşullarına alıŞmış kişilerdi. İlk şiarda ^ e ^ "grup olan Don Kazaklar, arasında, tarhla Wa^ de baş,a-masına rağmen sonraki yıllarda Kazaklar, toprağı surmey 1 ar"General Yakobi, bu işlerle uğrakken ^^ ban'a kavuştuğu yerden başlayarak, ayn. .mıa karşı k,yis.nda denize döküldüğü r^^^kaya, Mare sağlamiaşt-rmaya çalıyordu. Bunun ,ç,n de^ ^ paenskaya, Kopil Novotroitskaya kalelenn kurarak ara m langa.ar.a birleştirdi. ^^^/^^^^ Hatt.'m^ Azak'a doğru kuzey-bat. yönünde bir yol 'z>er^n' batı yönünu Kavkazskaya'dan başlayarak hemen hemen ^ ^ izleyerek Kuban ırmag, boyunca güneye krjnWiff g ?§ Bu Hat'tın önemini ve gerekWig.ni an amak '«'" . k |erek-topraklar, ve burada yaşayan insanlar, Y^^^ KavkaZs-mektedir. Ana hatlanyla özetlersek; Kızlar'dan başlayara kaya'ya kadar uzanan Ana Hat'tın güney kısmıyla Kuban Hatti'njn ortalarından itibaren doğu kısmında kalan bölüm ormanlarla kaplı-(lir. Bu ormanlar, sadece alçak tepeleri değil, fakat binlerce metre yüksekliklerde parlayan kireç taşları ve granitlerle kaplı dağları da süsler. Bu ormanlar, çeşitli yönlerden akan sayısız ırmaklar, seller ve çağlayanlarla sık sık kesilirler. Bunlar, her zaman karın bulunduğu zirvelerden gelerek Terek, Kuban veya Malka'ya katılmak için yolla¬rına devam ederler. İşte bu ırmak ve ormanlıkların yerleşime elverişli bölgelerinde çeşitli Kafkas kabileleri yaşamaktadır. Vladikavkaz'ın-doğusunda Çeçenler, batısında ise Kabardeyİer ve onların yakın ak¬rabaları olan Adigeler yaşamaktadırlar. Terek'in kuzeyinde ise gür or¬manların yerini verimli ovalar alır. Bu ovaların hemen ardından da çöl stepleri başlar. Bu geniş sahanın doğu tarafında göçebe Kalmuk-lar, yaşamlarını sürdürürlerken batı bölgelerine de son zamanlarda Bessarabya'dan gelen Nagaylar da yerleşerek, Kuban, Maniç ve Don hattını kaplamış bulunuyorlardı. Bu kabilelerin ataları da Tatar akın¬ları yüzünden Çerkeslere sığınmışlardı. Kırım'ın en doğu ucundaki Taman ve Anapa kaleleri, ister Ta¬tarların isterse Türklerin elinde olsun, Yenîkale geçitlerini devamlı kontrol altında bulunduruyorlar ve Nogaylarla olan İlişkilerini sürdü¬rerek onların Ruslara karşı duydukları düşmanlık hislerini canlı tutu¬yorlardı. Normal koşullar altında Nogayların çok savaşçı bir millet ol¬dukları söylenemez. Ne var ki bu konularla ilgilenen bir tarihçi, sade¬ce Rus arşivlerinden yararlansa biîe onlardan Hafta iskan edilen göçmenlerin ve Don Kazaklarının uğradıkları baskılar ve onların şika¬yetlerinin ana sorumlusunun Ruslar olduğunu görebilir. Kuzeyden gelen işgalci güç, verimli ovaları yavaş yavaş ele geçirerek Nogayların yaşama imkanlarını kısıtlamaya başladı. Rusların bu yayılmasına, 'ürk, Tatar ve Çerkeslerin. kışkırtmaları da eklenince Nogaylar, umutsuzluk içinde son kozlarını ortaya alarak kendilerinin sonu ola¬cak.olan savaşları başlattılar. Onların harekete geçmesinde Rusların ol ve yönet" ilkesinin yol açtığı hoşnutsuzluğun da büyük payı varBütün Nogay kabilelerinin, Mavi Ordu'yu kurmak için Altın Or-aevletinden ayrıldıkları ve aynı ismi taşıyan bir liderden geldiği 1 Ve destanlarda anlatılmaktadır. Bir zamanlar çok güçlü olan bu 69 68 3Ö Nogaylar, daha sonraları iç çekişmeler yüzünden çok kısa bir zaman içinde
parçalanarak zayıfladılar ve 1552 yılında kendi ırkdaşları olan Astrahan Hanı'nın baskılarına karşı Rus Çar' ı Korkunç İvan'dan yardım isteyerek Ruslara bağlandılar. Nogaylar, sekiz ana aile veya kabileye ayrılmışlardır. Bunların en önemli boyu da Kara Nogaylar olarak anıl¬makta ve tamamen göçebe bir yaşam sürerek Terek'in kuzeyindeki bozkırları doldurmaktaydılar. Kendileri Sünnî Müslümanlardır. Çok misafirperver, hırsız ruhlu ve fazla temiz olmayan bir yaşam sürmek-' leydiler. Birkaç kişi dışında çoğunluğu fakir insanlardan oluşmaktay¬dılar. Adet ve geleneklerinin çoğu, komşuları olan Kabardeyler, Ku-muklar ve Çeçenlerden alınmıştır. Fakat kendilerine has şarkıları, destanları, hikayeleri bulunmakta ve bunların içinde hurafelere de rastlanmaktadır. M.Seminoff, (Touzemtsi ? Sievero-V.Kavkaza, St.Petersburg, 1895, s.395) Nogayların savaşçv Cengiz Han moğollanndan değil ele Peçeneklerden geldiğini iddia etmektedir. Polovotsi ve bir takım Rus tarihçileri de, Nogayların Moğolların bir kolu olduklarını, fakat Avru¬pa'ya sonradan gelen bu insanların, diğer ırkdaşlarına göre daha geri ve az savaşçı olduklarını ileri sürmektedirler. Onlara göre, kültür ve cesaret eksikliği, Nogayları bir zamanlar Rusya'yı kasıp kavuran altın Ordu'nun müthiş savaşçılarından ayırmaktadır. Küçük Kaynarca anlaşmasından sonraki yedi yıl içerisinde (1782) Rusya, Kırım'ı ilhak etmişti. Bu sıralar Kabardeyler, Çerkesler, Kasayvetler ve Nogaylar, devamlı bir huzursuzluk içinde bulunuyor¬lar ve duruma göre ikisi bir üçüncüsüne karşı birleşerek kendi arala¬rında sonu gelmez çarpışmalarını sürdürüyorlardı. 1777 yılında hepsi de birleşerek Ruslara karşı ortak bir cephe oluşturmayı başardılar ve hep birlikte Ruslara saldırdılar. Fakat onları, kendilerini bekler bir va¬ziyette ve tetikte bulunca fazla bir şey yapamayarak geri çekilmek zorunda kaldılar ve eskisi gibi tekrar birbirleriyle boğazlaşmaya baş¬ladılar. Çerkesler, stepleri yağmalarken Nogaylar da, Kuban'ı geçerek iç taraflara akınlarda bulundular. Bir tarafta göçebe çadırları, diğer tarafta İse, köyler ve evler imha edildi. Bir tarafta sürüler sürülüp gö¬türülürken diğer tarafta da mısırlarla kaplı tarlalar çiğnenerek yakıldı-Arada çok kanlı savaşların olduğu bu zaman süresince zafer, bazen Çerkeslere bazen de Nogaylara güldü. Bu savaşlarda, Çerkesler, ormanlık ve dağlık bölgelerde kendilerini kolayca savunabilirlerken açık alanlarda yaşayan Nogaylar, bu avantajdan yoksun bulunuyorlardı. Ayrıca Nogayların kuzeyinde Ruslar bulunmaktaydı ve her an iki ateş arasında kalabilirlerdi. Üç yıl kadar süren bu amansız savaşları izleyen veba, açlık ve çıkan iç savaş, Nogayları tamamen güçten düşürerek Rusların işini kolaylaştırdı. Bu sıralar Prens Potyemkin'in elleri boştu. Kırım nihayet bir Rus eyaleti olmuştu. Potyemkin, 13.yüzyıldan beri Rusya'yı ege¬menlikleri altına alarak dehşete düşüren Altın Ordu DevSeti'nin en son kalıntılarını da temizleyerek onları Kırım'dan çıkararak, Pugaçev isyanından beri boş bulunan Ural ve Volga bölgelerine sürmenin za¬manının geldiğini düşünüyordu. Potyemkin, bu görevi Suvarov'a tev¬di etti. Suvarov, binlerce Nogayı Azak kıyısındaki Yeİsk'de toplayarak onlara büyük bir tören düzenledi. Daha sonra, son Kırım Hanı Şahin Ciray'ın Kırım Hanlığı'ndan Çariçe Katerina adına feragat ettiğini, böylece sahip olduğu tüm hak ve ayrıcalıkları ve bu arada Nogaylar üzerindeki hakimiyet haklarını da ona devrettiğini açıklayan fermanı onlara okudu. Toplanan Nogaylar, sessizlik içinde kumandanı dinle¬diler ve itiraz etmeden yeni yöneticilerine itaat yemini ettiler. Ardın¬dan yüz sığırla sekiz yüz koyunun kesildiği büyük bir ziyafet verildi. Daha sonra yapılan at yarışları ve cigitovkayı takiben tören sona er¬di. Ortada hakim olan olumlu hava, gelecekteki Nogay ve Rus ilişki¬lerinin büyük bir dostluk ve barış içinde geçeceği kanısını uyandırı¬yordu. Fakat kısa bir zaman sonra bazı kabile reislerini kendi safına çeken Suvarov, Potyemkin'in planlarını uygulamaya koymaya başla¬dı. Nogaylar arasındaki hayal kırıklığı müthişti. Korkunç haber, yıldırım hızıyla steplerde, kamptan kampa yayıldı. Memnuniyetsizlik homur¬tuları, kısa zamanda yüksek sesli protestolara dönüştü. Sözden eyle¬me geçmek, bu Tatarlar için bir adım meselesiydi. Silahlanma çağrı¬ları her tarafta yankılandı. Kılıçlar bellere takılırken ok ve yaylar da kavrandı. Kısa bir süre sonra kibitkaların (odundan kafeslerin keçeyle kaplanmasından oluşan çadır) arasındaki boşluklar, öfkeden çağla¬yan silahlı kalabalıklar tarafından doldurulmuştu. Çok geçmeden de
seller gibi kan akmaya başladı. İlk kurbanlar, Rusların altın ve vaad-'eriyle baştan çıkarılan sultanlar ve mirzalar oldular. İntikam harekâtı "?î 70 o kadar hızlı başlamıştı ki, daha Ruslar müdahaleye fırsat bulamada bütün hainler, ihanetlerini canlarıyla ödediler. Fakat Suvarov, büyük bir ileri görüşlülükle bu olacakları Önceden tahmin etmiş ve ona eörp tedbirlerini almıştı. Kızgın Nogaylar, en yakındaki Rus birliğine saldır¬mak için harekete geçtiklerinde bütün Rus birlikleri, alay alay her ta¬raftan yetişerek savaş alanına katıldılar. Çok geçmeden hefşey olun bitmişti bile. Bataklık alana sürülen Nogaylar, artık kurtuluş umudla-' rının- kalmadığını görünce değerli mallarını yokederek kadın ve ço¬cuklarını da kendi elleriyle öldürdükten sonra Ruslara karşı hayatları¬nın son kavgasını verdiler. Fakat bu kıyıma uğrayanlar, tüm Nogayların sadece bir kısmıy¬dı. Diğerleri de toplanarak Çerkeslerden yardım isteyerek savaşa atıl¬dılar. Bu çağrıya anında cevap vererek yardımcı birlikler gönderen Çerkeslerin yardımıyla Nogaylar, ülkelerini kurtarmak ve özgürlükle¬rini korumak için son bir mücadeleye başladılar. Büyük kuvvetler toplayarak Yeisk'i bile. kuşattılar. Fakat Rusların disiplinli ve eğitilmiş askerleri karşısında tekrar ve tekrar yenilerek geriye sürüldüler. Niha¬yet tamamen dağılarak Suvarov ve Don Kazakları Atamanı llovaisky' in acımasız soy kırımına uğradılar. Kııban'ın uzaktaki kıyılarında top¬rağa serildiler. Kalanlardan bir kısmı, Ruslara boyun eğmeyi reddede¬rek Çerkeslere sığındılar ve aralarında yerleştiler. Diğerleri ise, Rusla¬rın Kırım'da uyguladıkları korkunç zulmün etkisiyle Tatarların büyük sayılarda Türkiye'ye göçetmeleri üzerine boşalan bu topraklara su- , rüldüler. Bu seferin sonunda Suvarov, 1. dereceden 5t. Vladimir nişanını aldı. İlovaisky'den en alâlede Kazak atlısına kadar herkes Katerina ? tarafından bol bol ödüllendirildi. Artık Stavropol'un verimli toprakları yeni göçmenlere açıktı ve kolonizasyon hızla devam etti. Artık bun¬dan böyle Çerkeslerin Kuban'ın ötesinde başvuracakları bir müttefik¬leri kalmamıştı. O tarafta sadece can düşmanları olan Ruslar vardı ve onların da güçleri durmadan artıyordu. 1783'dekİ Gürcistan seferine daha Önce değinilmişti. Kumandan Kont Paul Potyemkin, bu seferden Hafta döndüğü zaman her tarafta barışın hüküm sürdüğünü gördü. Gerçi "barış" kelimesinin Dağlık için pek bir anlam ve ağırlığı yoktu ya! Zaman zaman bölgedeki Kaı-kaslılarla ve özellikle de Çeçenlerle olan şiddetli çarpışmalara rag71 Potyemkin, önündeki bir kaç yıl için tüm enerjisini yönetim ka-melerindeki reformlara ve kolonizasyon işlerine vakfetti. 1784 yı-j 5UVarov Rusya'ya döndü. Bunun üzerine Potyemkin'in şahsın-H iki ordu birleştirildi. 1785 yılının Mayıs ayında ilk Kafkas naibi ola-k atandı. Çar naibinin yetki sabasının Astrahan ve Stavropol bölge-iprini kapsamasından başka Hat'tın İlerisinde hiç bir hükmü olmama¬sına rağmen bu unvan, yine de oldukça gösterişli ve parlaktı. Pot-vemkin, Mozdok, Kızlar ve diğer bir takım stanitsalan kasaba dere¬cesine yükseltti. Bunların arasında bulunan Ekatereennograd'ı da kendi yerleşim yeri olarak seçerek askeri karargahının içinde kalan debdebeli bir naiblik sarayı yaptırdı. Bundan sonra da Kafkas tarihin¬de onurlu bir yer almasını sağlayacak bir takım işlerin yapımına giriş¬ti. Rusya, Stavropol bölgesinde, Haftaki askerî yönetimden çok farklı, sivil bir yönetimin bulunmasını ona borçludur. İtk defa o, Al¬man göçmenlerini Kafkasya'ya getirerek yerleştirdi. Böylece zaten bölgede faaliyete geçmiş bulunan bağcılık ve ipek böcekçiliğini daha da geliştirmeyi umuyor ve yeni bir takım tarım tekniklerinin de onla¬rın yardımıyla uygulamaya konulmasını planlıyordu. Rusya'nın iç böl¬gelerinden ve devlet köylerinden göçmenler davet ederek onlara toprak verdi. Başlangıçta yeni gelenler, kendilerine verilen topraklar¬dan ve sunulan hayat şartlarından pek memnun kalmamalarına rağ¬men zaman geçtikçe uygulama başarılı olmaya başladı. Ticareti ge¬liştirmek için Ermenilere
yakınlık gösteren Potyemkin, bu konuda on¬ları destekledi. Uzun yıllar Kafkasya'nın ticaretiyle afiş veriş işleri Er¬menilerin tekelinde kalmıştır. 1787 yılında Türkiye ile yeniden savaş çıkınca Potyemkin, naiplik unvanını koruyarak Tuna cephesine gön¬derildi. Orada Suvarov'un emrinde savaştı ve İsmail kalesinin alınası sırasında kendisini göstererek ön plana çıktı. Fakat onun naipli¬ğinin son yıllarında meydana gelen bir olayın daha sonraları su yüzü-ne Çıkması ününü oldukça îekelemiştir, Bu olaydan çok kısa bir süre sonra da Ölmesi, olayla tamamen ilgisiz değildir: İran Şahı Ağa Mu-ammed Han'ın baskısından kaçan kardeşi, Terek kıyılarına kaçarak ^2 ar kumandanından yardım istedi. Görünüşte ona yardım etmek kearjeSadıyia bir askerî birlik, botlarla olay yerine gönderildi. Fakat as-r' veri'en bir emirle veya kendiliklerinden, İran prensiyle arka-
75 74 '4 rüldü. Kaçarak canını kurtarabilen çok az kişinin arasında Gürcü ha¬nedanına mensup Bagratin de bulunmaktaydı. O zamanlar henüz stajyer bir subaydı. Daha sonra şöhretli bir general oldu ve 1812 yı¬lındaki Rusların "Kurtuluş Savaşfnda yaralanarak büyük bir kahra¬man olarak ünlendi. Bu zaferi İmam'a büyük bir şöhret sağladı ve Kafkasya'nın her tarafından akın akın gelen savaşçılar ona katılmaya başladılar. Disiplinden yoksun bir ordu toplayarak Kızlar üstüne yürüyen İmam, kasabanın dış hatlarını ele geçirdi. Fakat şehrin merkezine ulaşamadan bataklık bölgede, arkadan gelen Kazakların saldırısına uğrayarak biraz kayıp verdi ve düzensiz bir şekilde geri çekilmek zo¬runda kaldı. Bu yenilgi, kısa bir süre İçin onun takipçilerinin güvenini sarstı. Fakat bu başarısızlıktan yılmayan Mansur, yeniden çalışmaları¬na başlayarak bu sefer Kabardeylerİ de davet ederek Mozdokla Val-dikavkaz arasında küçük bir kale olan Grigoriopolis'i kuşattı. Fakat garnizon, büyük bîr inatla direndi. Takviyelerin yetişmesi üzerine geri çekilmek zorunda kalan Mansur, Kızlar'a ikinci bir akında bulundu. Bu sefer bağlar ve bahçelerle kasabanın dış hatları ele geçirilerek im¬ha edildi. Ne var ki ana siperlere yapılan saldırının başarısızlığa uğra¬ması üzerine Çeçenler, bir kere daha geri çekilmek zorunda kaldılar. Başarısızlıklarının temelinde cesaretten ziyade disiplin eksikliği yatan Dağlılar, zafer isteğiyle o kadar doluydular ki, bu yenilgilerin hiç bi¬rinden bir yılgınlık duymadan ve liderlerine olan inançlarını yitirmeden mücadelelerine devam ettiler. Sonunda yine tehditkâr bir tavır ta¬kınmaları üzerine Potyemkin, Albay Nagel komutasındaki bir askeri birliği onların üzerine yolladı.'3' İmam'ın ordusu ise, Kumuk, Kabar-dey, Çeçen ve hatta Dağıstanlılardan oluşan çok renkli bir görünüm¬deydi, iki ordu 2 Kasım'da Terek kıyılarında, şimdiki Oset köyü Elk-hovoto yakınlarındaki Tatartub'da karşılaştılar. Her iki taraf da büyük bir azim ve cesaretle çarpıştı. Fakat sonunda disiplin.galib geldi ve Dağlılar büyük bir yenilgiye uğradılar. Dünyanın her tarafında olduğu gibi burada da yenilgi, disiplinsiz (3) Rus ordusu, 4 piyade taburu, 2 ağır süvari bölüğü, Mozdok Kazak Alayı, Ter Don, Terek ve Creben Kazak bölüğünden oluşuyordu. askerlerin dağılmalarına sebep oldu. Kumuklar, doğudaki düzlükleri¬ne dönerlerken Çeçenlerle Dağıstanlılar savaşarak ülkelerine çekildi¬ler. Savaş, Kabardeylerin ülkesinde cereyan ettiği için onların gidecek bir yerleri yoktu. Ülkelerinde kalarak bir süre sonra Ruslarla barış yaptılar/4' İki yıl sonra Türkiye'ye savaş ilan edilince orduya iki bölük asker verdiler. Bu birlikler, Sucuk Kale civarında bir Türk birliğini ye¬nilgiye uğratarak daha önce yitirilmiş olan iki topu tekrar ele geçirdi¬ler. Bu yenilgi üzerine Şeyh Mansur, Kara Deniz kıyısındaki Türkle¬re sığındı. Bir yıl gibi kısa bir zaman içinde Çerkesler arasındaki ünü ve nüfuzu, daha önce doğuda, Çeçenler ve diğer kabileler arasında sahip olduğu etkiye ulaşmıştı. Bu olay, doğumu nere olursa olsun, İmam Şamil ve Gazi Muhammed'in bu seleflerinin sahip olduğu bir
sürü üstün hasletleri ortaya koyuyor ve onun anadan doğma bir lider ve teşkilatçı olduğunu ispatlıyordu. Mansur'un kumandası altında, onun ilhamiarıyla "Çerkesler, Ruslara karşı olan saldırılarını yoğunlaştırchlar. Kuban'ı geçerek onun -gerisinde bulunan köyleri yakıp yıktılar. Yüzlerce esir ve binlerce' hayvan sürüp getirdiler. Hatta Roztov'u bile tehdit ederek Don Ka¬zaklarının başkenti olan Çerkesk'aya kadar yaklaştılar. Tatartub'un yıldönümünde, Yei ırmağı kıyısındaki Bolduireff kalesi yakınlarında üç Don Kazağı alayına saldırıp tamamen yokettikleri söylenmektedir. Kafkasya'da bu olaylar gelişirken 1787 yıhncla Türkiye ile Rusya arasında savaş çıktı. Türklerle savaşa girmeden öcne Çerkeslerle on¬ların liderini ezmek isteyen Potyemkin, Kuban'ın gerisine üç ayrı ordu yolladı. Birden fazla kere yapılan çarpışmalarda Ruslar üstünlük sağ¬ladılar. Fakat her seferinde İmam kurtulmayı başardı. Ertesi yılı yeni naib General Tekelli tarafından da yenildi ve taraftarlarının çoğunu yitiren Mansur, Anapa'daki Türklere sığınmak zorunda kaldı. Tarnan Yarımadası'nda, Kuban'ın ağzından 33 km kadar uzak-l'kta bulunan Anapa, çok Önemli bir deniz merkeziydi. Burası, Os') Günümüzde büyük bir minareyle, gelişen bir köyün bulunduğu Tatartub'da 1395 yılında Timur, Altın Ordu hükümdarı Toktamış'ı yenmiş ve Şamil de 1846 yılında buradan ırmağı geçmişti. 76 D inanlıların bölgedeki Çerkeş kabilelerinin arasında yürüttükleri Dinî ve politik propagandalarının başlangıç yeri olmuş ye Türkle¬rin, Kafkasya'daki varlıklarının odağını oluşturmuştur. İlk önceleri stratejik hiç bîr önemi olmayan küçük bir kale durumundaki Anapa, Kırım'ın Ruslar tarafından ele geçirilerek Osmanlıların Kafkaslarla ka¬radan olan ilişkilerinin kesilmesi üzerine büyük bir önem kazandı. Anapa, Fransız mühendislerinin de yardımıyla birinci sınıf bir kaleye dönüştürüldü. İşte bu sıralarda patlayan savaşın Kafkasya ile ilgili bö¬lümü tamamen bu kalenin ele geçirilmesi amacına yönelik olarak ce¬reyan etmiştir. Eğer bir kere Anapa'dan çıkarılırlarsa Türklerin, bun¬dan sonraki mücadeleye doğrudan katılmaları İmkansızlaşırdı. Gerçi İstanbul'un, Kafkasların Müslüman halkları üzerinde hâla diri.etkileri vardı. Fakat Ruslar, eğer bu etki askerî bir destekten yoksun kalırsa zamanla onun zayıflayarak ortadan kalkacağına inanıyorlardı, işte bu sebepler yüzünden Anapa, savaşın devamlı bir merkezi oldu ve niha¬yet Rusların üçüncü girişimlerinde savunucuların dikkatsizliği yüzün¬den, yine ele büyük bir mücadele ve ağır kayıplar sonunda düştü. Rusların ilk seferi 1788'ın sonbaharında yapıldı. Kale duvarının dibine kadar gelen general Tekelli, emrindeki kuvvetlerle Anapa'yı alamayacağını anladı ve bu koşullarda uğranılacak bir yenilginin felâ¬ketle sonuçlanacağının farkında olmasından dolayı ihtiyatlı bir hare¬ketle KubaıVın gerisine çekildi. Onun yerine kumandayı almış olan Bibikov, ertesi yılı aynı hareketi tekrarladı. Fakat henüz ırmakları kaplayan buzların geçiş İçin emniyetli olmadığı ve yolların karlarla kaplı olduğu Ocak ayının sonlarına doğru yola çıkan Bibikov, Tekelli-nin ihtiyatlyta önlediği bir yığın tehlikeye doğrudan atıldı. Yolda, sa¬dece Çerkeslerin saldırılarıyla değil, fakat aynı zamanda ulaşımın aman vermez güçlükleriyle de mücadele eden ordu, nihayet 8.000 kişiyle Anapa Önlerine vardı. Ancak ordu, o kadar güç bir durumday¬dı ki, bu koşullarda böylesine güçlü bir kalenin alınması İmkânsız gi¬biydi. Bununla beraber Ruslar, bir yandan kaleden çıkan Osmanlı as¬kerlerine diğer yandan da geriden saldıran Çerkeslere karşı başarılı savaşlar verince Bibikov, kaleye saldırı emrini verdi. Saldırı, önceden de görüleceği gibi başarısızlıkla sonuçlandı. Bunu da, Rusların Kaf¬kaslardaki askerî tarihlerinin en felaketli geri çekilme harekâtı izledi. Rusların erzağı bitmiş ve bin bir türlü engellerle dolu yolları, çok kötü 77 hava şartları içinde aşmaya mecbur olmuşlardı. Açlık ve soğuktan perişan bir hale düşen Ruslar, aynı zamanda adım adım geri çekilir¬ken, kendilerine devamlı saldırı halinde bulunan Çerkeslere karşı da savaşmak zorunda kalıyorlardı. Bu durum, Kuban'm gerisine ulaşın¬caya kadar devam etti. Resmî kaynaklar, Rus kayıplarını
1100 olarak gösterirken diğer kaynaklarda, 8.000 kişiden sadece 3.000 askerin geri dönebildiği belirtilmiştir. Bu dönen askerler de,.en acınacak du¬rumdaydılar ve kendileriyle birlikte 1.000 kadar hasta ve yaratı arka¬daşlarını da getirmişlerdi. Onlardan çoğu da iyileşemedi. Katerİna, olayla ilgili olarak Potyemkin'e şöyle yazdı: "Bu adamın askerleri, he¬men hemen ekmeksiz olarak 40 gün suda tutması için deli olması gerekiyor. Ordudan bir kişinin bile sağ kalması bir mucize! Onunla çok az kişinin dönebildiğini biliyorum. Fakat kaç kişinin kaybolduğu¬nu bana tam olarak bildirin ki onların yasını tutayım: Eğer bu olaylar sırasında askerlerin bir takım itaatsizlikleri olduysa onları suçlama¬malı, tam tersine 40 günlük dayanım güçlerine saygı duymalıyız." Bi¬bikov, bu olay sonunda görevinden alınırken askerler de üzerinde "Sadâkatiniz İçin" yazısı kazınmış gümüş madalyalarla ödüllendirildi¬ler. Bu felaket, Rusları Anapa'dan yapılacak bir saldırıya açık bıra¬kırken Türkleri de cesaretlendirdi. Kırım'ın elden çıkmasını hiç bir za¬man kabullenememiş olan Türkler, Rusların bu kötü durumundan ya¬rarlanarak Kuban bölgesine doğru harekete geçmeye karar verdiler. Bu sefer sırasında Rusların üzerine karadan ve denizden yürünmesi planlanmıştı. Fakat Osmanlı donanmasının Ushakov kumandasında¬ki Rus donanması tarafından Yenikale Boğazı'nda imha edilmesi üze¬rine planın ikinci kısmı askıda kalmış oldu. Yine de aynı yılın sonba¬harına doğru Serasker Battal Paşa, ordusuyla birlikte Kara Deniz kıyı¬larına çıktı ve iç bölgelere doğru yürüyüşüne başladı. Zaferden ke¬sinlikle emin olan Serasker, yol boyunca bütün Kuzey Kafkas kabile¬lerini bayrağı altına çağırdı. Bu sırada Rus kuvvetlerine yeni atanmış bulunan baş komutan Kont De Balmen, Gheorghİevsk'cle ağır hasta olarak ölüm döşeğinde yatıyor ve hareketleri doğrudan yönetmek¬ten mahrum bulunuyordu. Bunun sonucu olarak büyük miktardaki askerî birliklerin koordineli olarak hareket etmeleri sağlanamadı. Türk birlikleri, Podpaklea kıyılarında Ruslarla ilk temasa geçtikleri zaman, 79 78 Doğu ordusunun bir tümeni, 80 km kadar ötede hareketsiz olarak yatarken tüm Batı veya Kuban Ordusu da, Lâba'da toplanmış bulu¬nuyordu. Sonradan anlaşıldığına göre bu birliklerin Türklerin hare¬ketlerinden haberleri olmamıştı bile. Bunun pratikte anlamı şuydu: Bütün Türk Ordusu'nun ağırlığı, doğuştan Saxon kökenli olan Gene¬ral Hermann'ın tek tümeninin üstüne düşmüş bulunuyordu. Cesare¬tiyle askerleri arasında büyük ün kazanan bu generalin askerî kari¬yeri, York Dükü'nün komutası altında İngilizlerle birlikte savaşırken Bergen-op-Zoom'da Fransızlara esir düşmesiyle sona ermiştir. Bu savaş sırasında General, kendisini büyük bir zaferle kapladı. Emrindeki 3600 asker ve 6 topla Battal Paşa'nın 40.000-50,000 kişi tahmin edilen ordusunu bozarak tamamen yendi. Serasker esir düş¬tü.^ Türklerin kayıpları ağırdı. Ruslar, sayıların az olmasından dolayı fazla esir alamadılar. Rus kayıpları, ölü ve yaralı olarak 150 olarak gösterilmiştir. Geri çekilen Osmanlı ordusu, Kuban ordusuyla karşı¬laştı ve Rozen, savaştan geri kalanları da tamamen ortadan kaldır-.dt.(f'* De Balmen, Harmann'ın başarılarını haber alacak kadar uzun süre yaşadı. Bu kadar büyük emekler ve fedakârlıklarla hazırlanan ordunun bu başarısızlığı Rusların Bi.bikov felaketini dengeleyerek Anapa'nın üçüncü defa kuşatılmasına yolaçtı. Kont Paul Potyemkin, 1787 yılından beri Kafkaslardan ayrı bu¬lunmasına rağmen "naiplik" unvanını sürdürüyordu. Nihayet 1790 yı¬lında Kont Gudoviç, onun yerine atandı. Ertesi yılın Ocak ayında Gheorgîevsk'e gelen Gudoviç, 15 piyade taburu, 3.000 keskin nişan¬cı, 54 savarı bölüğü, 2 kazak alayı ve 50 topla birlikte, Anapa'yı ku¬şatarak 22 Haziran'da ele geçirdi. Kale muhafızlarının büyük bir di- . renmeyle mücadele etmeleri sonunda Rus kayıplarının çok büyük ol¬ması üzerine, sayılan 15.000'e varan kale muhafızları, Kafkas savaş¬larında sık sık görüleceği gibi, Ruslar tarafından katledildiler. Rus ta¬rihçileri de, bu tür davranışları, son derece doğal olaylarmış gibî an¬latmaktan çekinmemişlerdir. "Bir düşman ne kadar cesur olursa o (5) Bu sefer sırasında ihtiyatsızca İlerleyen bir takını birliklerin Ruslartarafından bozulması üzerine geriye çekilerek ordugahı paniğe verdikleri ve
ciddi bir sa¬vaş olmadan ordunun dağıldığı ve idam edilmekten korkan Paşa'nın İhanet edip Ruslara sığındığı tarih kitaplarında anlatılmaktadır. (Çevirenin notu.) (6) Bu savaş alanındaki bir stanitsa Batalpashinsk adını almıştır. kadar çok saygı hakkeder ve ona fazlasıyla merhamet verilir!" anlayı¬şı, Ruslara tamamen yabancıdır. Bu savaş sırasında Rusların kayıpları gerçekten çok ağırdı. Ölü ve yaralı olarak 93 subayla 4.000 er yitirilmişti. Bu rakam, neredeyse savaşa katılanların yarısını oluşturuyordu. Ganimetler arasında 83 top, 12 havan topu ve 130 sancak vardı. Fakat bütün bunlardan Önemlisi; savunmanın canı ve ruhu olan Şeyh Mansur'un çok az sa¬yıdaki esirler arasında bulunmasıydı. Şeyh,'St. Petersburg'a gönderil¬di. Oradan Çariçe ile görüşmesi için Tsarskoe Selo'ya ve ardındanda Beyaz Deniz kıyısındaki bir manastıra götürüldü. Bir kaç yıl sonra, oradaki mahpus hayatında öldü.(7) Türklerle işini bitiren Gudoviç, bundan sonra tüm dikkatini Hat' ti güçlendirmeye ayırdı. Kuma ve Kuban ırmaklarının doğdukları yer-' lerden başlayarak Kuban'ın Lâba'yla birleştiği yere kadar olan bölge¬de yeni stanitsalar kurularak buralara Don Kazaklarının yerleştirilme¬leri İçin izin aldı. Fakat Don Kazakları, bir çok olayda olduğu gibi bu sefer de anavatanlarını hemen terkederek yabancı bir yere yerleşme¬yi öyle kolaylıkla kabullenmediler. Her an savaşmaya hazır bir tavır takınarak verilen emirlere karşı geldiler. 1.000 veya 2.000 kadar Ka¬zak da, başkumandanın emirlerini hakîr görerek yurtlarına döndüler. Kazaklar, kendilerine Katerina'nın fermanı gösterildiği halde, emirlere uymamakta direndiler. Bunun üzerine durumu düzeltmek ve otorite¬yi yeniden sağlamak için düzenli birliklerin gönderilmesi gerekti. An¬cak üç yıl sonra, 1795'de 1000 kadar aile, altı yeni stanitsaya yerleşr tirildi. Bu arada Ağa Muhammed Han, Gürcistan'a girerek Tiflis'i yağ¬maladı. Rusların iran ile savaşa tutuşmaları kaçınılmaz oldu. Gııdo-viç'e emrindeki kuvvetlerle derhal İran'a karşı yürümesi emredildi. Fakat bununla beraber, Gudoviç henüz hazırlıklarını tamamlayama-dan Katerina, Kont Valerian Zubov'u savaşan orduya komutan tayin etti. Bu durumdan çok alınan Gudoviç, hasta olduğunu ileri sürerek geri çağrılmasını istedi. Çariçe, onun İsteğini kabul ederek geri çağır¬dı ve "Baş general" unvanıyla birlikte 1800 serf (köle) vererek ödül¬lendirdi. Giovanni Baptista Boetti imzasını taşıyan, Profesör Ottino tarafından yayınlan¬mış mektubu "Solovietsk, 15 Eylül 1798" tarihini taşımaktadır. Mektupta Boetti; muhterem babasından af diliyor.(t) U* 81 BÖLÜM 4 1796-1806 1796 İran seferi-Derbend'İn yeniden işgali-Rus başarıla¬rı-Katerİna'nın Ölümü-Paul, Terek'in gerisine çekilmeyi emrediyor, fakat yeniden müdahaleye zoHamyor-Gürcistan'la işbirliği-1.Alexander-Tsitsianof-KraHçe Marıe-Laza-ref in Ölümü-Tsitsianof un politİkası-Ve başanları-400 yüz¬yıl sonra Gürcistan yeniden birleşiyorGoulikoff'un ölümü-İran ile savaş, Rusların büyük başarıları-Bakû-Tsitsianoff'un ölümü... 1796 yılındaki İran savaşları aslında bizi fazla oyalamayacaktır. Bu savaşların Ruslar açısından oldukça başarılı geçmesine karşın üç Çeyrek asır önceki Petro'nun seferinde olduğu gibi ve yine aynı se¬beplerle Kafkasların geleceğinde doğrudan bir etkide bulunmamıştır. Daha önceden olduğu gibi şimdi de, bir liderin ölümü ve bir diğerinin kaprisi yüzünden, küçük kuvvetlerle şaşılacak kolaylıklarla elde edi¬len eyaletler terkedilmek zorunda kalındı. Büyük Çariçe Katerina'nın ölümünden sonra tahta onun çalışma arkadaşları hakkında hiç de iyi duygular beslemeyen Paul geçti ve annesinin İran'dan elde ettiği bü¬tün toprakları yeniden İade etti. Fakat gelişmelerin sırasını karıştırma¬mak İçin olaylara kısaca bir göz atacağız. Bu savaşın yararlarından birisi de, Rusların Acemlere karşı kendilerine duydukları
güvenleri artarken diğerlerinin de Ruslara karşı duydukları korkunun şiddetlenmesidir. Kont Valerian Zubov, yeni Baş kumandan ve naip, Katerina'nın gözdesi Kont Platon Zubov'un küçük kardeşiydi. Bu göreve atanma¬sını tamamen bu duruma borçlu olmasına rağmen, fazla zorlukta sa¬vaşlar olmasa da, zor operasyonların üstesinden gelmesi ve ordusu¬nu yonetmesiyle bu göreve layık olduğunu isaptladı. Bu sıralar Zu¬bov, henüz 25 yaşındaydı. Ancak bu zamana kadar Suvarov'un em¬rinde Türkler ve Polonyalılara karşı savaşarak kendisini göstermişti. Gençlik atılganlığı ve parlak cesareti yüzünden askerleri tarafından kendisine hayranlık duyuluyordu. Emir ve kumanda kademesindeki subaylar da, onunla çalışmayı kabul ederek bilgi ve tecrübelerini onun emrine sunuyorlardı. Her zamanki gibi ilk hedef Derbend'di. Kısa bir direnme gösteren şehir, dış savunma kulelerinden birinin düşmesi ve kasabayla kalenin bir kaç gün aralıksız bombalanmasın¬dan sonra kayıtsız şartsız teslim oldu. Henüz 18 yaşında olan Han Şeyh Ali esir düştü. Fakat daha sonra bütün Rus ordusunun gözleri önünde çok cesaret isteyen bir kaçış eylemini gerçekleştirerek kur¬tuldu. Bu olay, gelecekte Ruslara çok pahalıya mal olacaktı. Rahma-nov ve Bulgakov komutasında ilerleyen Rus öncü birlikleri, Baku ve Küba'yı ele geçirdiler. Esas orduyla arkadan gelen Zubov, Şirvan Hanlığı'nın başkenti Şemha'yı aldı ve oradan Şekîn ve Karabağ Han¬lıklarının da üzerine yürüyerek bunlara boyun eğdirdi. Bütün bu ha¬reketler hatırı sayılır bir zaman aldı. Bu sırada, Gazi Kumuk Hanı'nın da yardımını alan Şeyh Ali Han, Alpani yakınlarında, Albay Bakünin kumandasındaki bir Rus birliğini pusuya düşürerek tamamen imha etti. Bu olay da, Rus ilerlemelerini oldukça yavaşlattı.(1) Fakat yine de yıl sona ermeden sonraları Elizavetpol adını alacak olan ve şu anda Ganja Hanlığı'yla aynı adı taşıyan başkenti, Mugan Stepleri ve Kura nehrinin ağzına kadar Hazar kıyısında bulunan bütün Acem Hanlık¬ları düşmüş ve Azerbaycan yolu Ruslara açılmış bulunuyordu. Bu sı¬rada İran şahı, başka işlerle meşgul bulunuyordu. Yoksa Rusların iler¬lemeleri bu kadar kolay olmayabilirdi. Daha sonraları çok ünlü olacak olan Yermolov da, Bakünin'in birliğine katılmak için boşuna ısrar etmişti. 83 ?Mmhaberi Reldi ve onunlab.rhkte A* Katerina'nın olum nau & çekilmesini emTam bu strada Ka e ? Terek Haüı na « ^f d^ hemen d ^ hemen ığı Cudo ^ Paul, savlara en» daha bir çok hakikat yönunu ar«"^mbaşka bir geleme ްf ,nmed ri, Avrupa'nın lanhı, bam çev,rmekle >e ran yeğledtkadar ace*yn. , *y f Bu zamandan başlayarak aniden Ölümüne kadar geçen süre ^ de Kafkasya'yı (Transkafkasya) Rusya'ya bağlamak için daha ön-'Ç ki seleflerinin yaptıklarının çok daha fazlasını yaptı. Bu sırada Gürcistan'da gelişen olaylar, Paul'un dikkatini bu ta-fa yöneltmesine sebep oldu. 1798 yılında Kral 2. İrakli'nin ölümüy-ı tahta geçen 12. George, 1800 yılında İran Şahı Feth Âli'den bir mektup aldı. Tehditlerin de yer aldığı bu mektupta Şah, onun oğlunu rehin olarak Tahran'a göndermesini istiyor ve reddettiği takdirde Tif¬lis'i işgal edeceğini söylüyordu. Aynı anda bir Acem ordusu da sınırda toplanmaya başladı. Rus elçisi Kovalensky'den cesaret alan Kral, bu teklifi
kararlılıkla reddetti. Gelişen olayları haber alan Paul, komutan General Knoring'e Kuzey Kafkasya'daki kuvvetlerini toplayarak iran işgalinin başlayacağından şüphelendiği anda 9 piyade taburu, 15 sü¬vari bölüğü ve toplarıyla birlikte yüksek dağ silsilesini aşarak Gürcis¬tan'a girmesini emretti. Bü arada Gürcü kralına da Çar'ın kendisini koruyacağını söylemesini bildirdi. (Aktı, 1, s.105-106-107). Haziran ayında kralın kardeşi Çariçeviç Alexander, kardeşine karşı çıkarak İranlılara sığındı. Bu olayın etkileri oldukça büyük ye sürekli olacaktı. Yaşamı boyunca Rusların baş düşmanı olan bu pren¬sin hayatı, yıllarca romantik maceralarla dolu olarak geçmiştir. Bazen İran'ı ve ona bağlı Hanlıkları Gürcistan'a karşı saldırmaya teşvik ederken, bazen de Gürcistan'ı Rusya'ya karşı ayaklanmaya zorladığı oluyordu. Bu çabalarının sonucunda(3t Feth Ali, Aras'ı geçerken Avar Hanı da, Gürcistan'ı İşgal etmek (Oradaki Rus askerlerini temizlemek içinç.n.) amacıyla dağlardan indi. İranlılar, daha ihtiyatlı davranarak Kuşlarla bir savaşa tutuşmamak için fazla ilerlemeden geri döndüler, rakat daha az tedbirli veya daha cesur olan Omar Han, Yora ve Ala-'rmaklarının birleştikleri yere kadar ilerledi. Burada general La-' komutasındaki Ruslarla 7 Ekim 1800 de yapılan savaşı Ruslar için tüm tehlikelerin geçtiği kanısı hakim oldu. Fakat Tif-olarak ölüm döşeğinde yatan George, ülkesinin geleceği sebebine İlndalİeri'^rüiîTbir'[E'" «eri ^^.^Sl^^lS no^ yerleşmesine yönelik bir hareket olarak du5unulebıl.r. (Çev.re
3 n n>" Si ^?OC Si. 5 5T n
FT w
^
Q. N 7Z
n
ÇT
S. o. 3 ÎD Si-
t^~< W
^="^
o3
92 93
Tsitsianoff'un kafasıyla elleri kesilerek zafer içinde Tahran'a gönderildi. Vücudu, Baku'nun duvarları dibinde gömüldü. Daha son¬raları Bulgakov, Baku'yu aldığı zaman ceset oradan alınarak büyük bir debdebe ve törenle Tiflis'e taşınarak oradaki Sion Man astın'na kondu. Potto, Tsitsianoff'un başarılarını ve özelliklerini şöyle anlatmak¬tadır: "Çok kısa bir süre için Transkafkasya'da bulunmasına rağmen orasının haritasını tamamen değiştirdi. Oraya geldiğinde ülkenin, ge¬nellikle İran'a meyleden bir sürü hanlıkla dolu olduğunu gördü. Bun¬lar, Baku, Sekin, Karabağ, Ganjave Erivan hanlıklarıydı. Bu hanlıklara Djaro Bielokani Lezgileri, Ahıska'daki Türk Paşalığı ve Kara Deniz kı¬yısındaki Türk kaleleri de eklenmelidir. Bütün bu hanlıklar, toprakları ve müstehkem yerleriyle Gürcistan'ı üç taraftan sararak bir tehlike Çemberi oluşturuyorlardı. Mingrelya ile İmeritya, sadece kendi arala¬rında kavga etmiyorlar, fakat zaten İç karışıklıklar yüzünden sıkıntıda olan Gürcistan İle de savaşıyorlardı. Tsitsianoff burada üç yıl kaldı ve neredeyse haritayı bugünkü haline getirdi. Bütün bunlar, Rusya "Bü¬yük Savaş"a*9^ hazırlanırken oldu ki, oradan takviye alınması da im¬kânsızdı. Çünkü bu koşullarda bir bölük asker, büyük
bîr yardım ola¬rak kabul ediliyordu. Tsitsianoff, sadece sahip olduğu Kafkas askerî ruhu sebebiyle ünlü bir askerî lider değil, fakat aynı zamanda çok seçkin bir idareciydi. Onun zamanında Gürcistan'dan Hafta uzanan yolun yapımına başlandı/10^ Vladikavkaz yeniden inşa edildi ve dağ¬larda düzgün bir posta servisi kuruldu. Aralıksız olarak sürdürdüğü savaşlar sırasında bile Gürcistan'ın tüm halkının içinde boğulduğu cehaleti yenmek için bazı planlar yapmaktan da geri kalmadı. Tiflis'te okulların açılması İçin girişimlerde bulundu. Rus dilini öğretecek öğ¬retmenlerle kitapların oraya gönderilmesini teşvik etti. "Aynı zamanda onun için doğru olarak şu söz söylenebilir: 'O gerçek bir insandı.' denilebilir. Asker yoldaşlarına gösterdiği yakınlık ve insaniyet, çok nâdir ve duygulu bir Örnektir... Cesaret, atılganlık, anlayışlılık ve isteklerindeki tutarlılık gibi az bulunur bir çok hasletlere sahip olan Tsitsianoff, Rus bayrağını gururla yukarılarda dalgalandı¬rarak Kafkas savaşlarında ölmez ve zafer dolu bir hatıra bırakmıştır." (9) Austerlitz savaşı 2 Aralık 1805 de olmuştur. (Fra. zaferi) (10) Aslında daha önceleri, 1783 yılında Potyemkin, bu yolun yapılmasını başlatmış ve kabaca ilk temelleri atılmış bulunuyordu. Sonraları, "Gürcü askerî yolu" adı¬ nı alarak çok ünlü bir yol olmuştur.
99 98 mek zorunda kaldılar. Böylece saldırı sırası Türklere geçmiş bulunu¬yordu. Fakat Gümrü (Aiexandropol) civarında mevzilenmiş bulunan Niesvietayef kumandasındaki Rusları yoketmek için girişilen üç atak başarısızlıkla sonuçlandı ve yardıma gelen Cudoviç tarafından yenil¬giye uğratıldılar. Gudoviç, bunun üzerine mareşallik rütbesine yük; seltildi. Fakat bu savaşta asıl başarının cesur bir savunmada bulunan General Niesvietayef'e ait olduğu söylenmiştir. Bu başarının etkilen o kadar büyük oldu ki, sözde savaş halinde olmalarına rağmen iran Şahı onu kutlamakta acele etti. Bu sırada iran ile sürdürülen barış görüşmeleri, o aralar İran'da bulunan Napolyon'un iyi niyet elçisi General Gardanne'ye*2' rağmen o kadar kötü bir hal aldı ki, (Akti, s.471) Gudoviç, 1808 yılında Erivan üzerine yürüdü. Bu olay sırasında Erivan halkına yayınladığı bir bildiri, bu yaşlı adamın kibrinin onu ne kadar aptal ve zalim bir hale getirdiğini göstermektedir: "Kalenizin daha önceki kuşatmalara başarıyla karşı koymasına aidanmayınız." diyordu onlara. "Şimdi durum tamamendeğişiktir. O zamanki Başku¬mandan Tsitsianoff, savaşlarda tecrübe kazanmamış genç bir gene- . raldi. Fakat şimdi kumandayı ben yürütüyorum ki, otuz yıldan fazla bir zamandır kuvvetli Rus ordularını yönetiyorum." Ahilkelek'de ol¬duğu gibi burada da kaleye yapılan saldırı ağır kayıplar verilerek bü¬yük bir başarısızlıkla sonuçlandı ve Ruslar, bir kere daha geri çekil¬mek zorunda kaldılar. Don, kar ve geçilmez hale gelen yollar, geri çekilmeyi çok zo da ştın yordu. Bütün ordu, neredeyse tamamen yo-" kolmak üzereydi. Fakat Niebolseen ve Lissanİeviç'in çekilme yollarını kesen Acemlere karşı kazandıkları başarılar, ordunun kurtulmasını sağladı. Gudoviç, Tiflis'e bitkin bir halde ve moral yönünden çökmüş olarak ulaştı. Yukarıdan gelen bir emirle Glazenap'ın yerini almasıyla başlayan ve Rus askerî liderlerinde pek eksik olmayan aşırı kibrinin yönlendirmeleriyle süren iki yıllık idaresi tam bir başarısızlık tablosu sunuyordu. Zaten Çar da, onun sunduğu istifasını hemen kabul et¬mekte hiç bir sakınca görmedi. Gudoviç'in yerine tayin edilen Kont Tormazof'un 1809 yılının Nisan ayında Kafkasya'ya gelmesiyle olaylar yeniden hızlanmaya başladı. Poti ilk defa Rusların eline geçti. Bu savaşın kahramanı, prens Orbeyani idi. Bütün kabiliyet ve enerjisini Ruslara hizmet için kullanan sayısız Gürcü soylu ailelerinden birisinden geliyordu, Or: belyani. Bu arada İmeritya kralı Süleyman da tahtından indirilerek ülke doğrudan Rusya'ya bağlandı. Ayrıca Guria ve Sohum Kale de dahil olmak üzere
Abhazya, gönüllü olarak Ruslara bağlandı. Böyle¬ce Kafkasya'daki Hıristiyan halkların birleştirilmesi, 1810 yılında ta¬mamlanmış bulunuyordu. Savaş alanında ise, Türklerin Gürcistan'ı işgal etme tehlikesi İtalyan asıllı Marquis Palucci'nin Ahilkelek surla¬rının dibinde Türklere karşı kazandığı bir savaşla bertaraf edildi. Bu arada Acemler, Taliş'i işgal ederek yağmaladılar. Fakat çok geçme¬den General Niebloseen'in kuvvetlen tarafından desteklenen Tatar milislerine yenilerek püskürtüldüler. Yukarıda adı geçen Palucci'nin kazandığı savaş, Çar 1. Alexander'in bir günlük konuşmasında (içti¬ma) şöyle anlatılmıştır: "Eylül'ün 5'inde 10.000 kişilik Türk ve Acem ' kuvvetine karşı Kartalina sınırlarında kazanılan zafer, dünyada sade¬ce Rus askerlerinin yapabileceği birşeydi. 9. ve 15. keskin nişancı ta¬burları, iki hafif top ve bir kazak süvari bölüğünün eşliğinde üç gün boyunca soğuk ve ıslak yollardan yürüyerek; yerlilerin bile geçmeye cesaret edemediği karlarla kaplı dağlan aştılar. Gece yarısına doğru o kadar sessiz ve düzenli bir şekilde düşman mevzilerine yaklaştılar ki, nöbetçileri, onları ancak 100 metre kadar yaklaştıkları zaman farket-tiler. Askerlerin ani saldırısı ve tüfekle top atışını izleyen bir süvari hü¬cumu, düşman arasında umutsuz bir paniğin doğmasına yolaçtı. Ce¬sur Rus askerleri, kampın bir ucundan diğerine koşarken dehşete ka¬pılan düşman da, çareyi kaçmakta buldu." Kazanılan bu savaş üzerine Türklerin saldın gücü kırıldığından Harekete geçen Ruslar, kuvvetli bir Türk kalesi olan Ahıska'yı kuşattı. (Kasım 1810) Kale dibinde kazanılan bir savaşa rağmen Türkler kah¬ramanca dayanmaya devam ettiler ve askerler arasında veba salgını çıkması üzerine Ruslar, kuşatmayı kaldırarak geri çekilmek zorunda Kaldılar. Ertesi yıl Tormazof, kendi İsteği üzerine geri çağrıldı.(3J
(2) Bu sırada Tilsit'de Fransa ile Rusya arasında barış imzalanmıştı. 1812 yılında Kobrin'de parlak bir zafer kazanan general Tormazoff, bu savaşta bir Saxon birliğini İmha etmiştir. Bu, Rusların "Büyük Savaş" sırasında kazandık¬ları ilk başarıydı. o
102 layan saldın, garnizon uyanmadan önce surların dibine ulaşmıştı bi¬le. Türkler, büyük bir inat ve cesaretle döğüştüler. Fakat harekete geçmekte çok geç kalmışlardı. Gün doğarken kale, Rusların eline geçmişti. Rus kayıpları sadece 30 kişi olarak verilmiştir. Bu başarının sahibi, henüz 29 yaşındayken Tuğgeneralliğe terfi ettirildi. (Akli, s.184). Bu sırada Dağıstan'ın güney ve doğu kısımlarında bir takım çar¬pışmalar olmuştu. O sıralar Kafkas ordusundaki en kötü birlik olan Sivastopol alayının kumandasını yürüten General Gourieff, Küba'da büyük bir yenilgi aldı. Bunun üzerine Gourieff görevinden alınarak yerine cesur ve enerjik bir subay olan Katountseff atandı. Aldığı tak¬viyelerle harekete geçen bu General, kısa bir zaman içinde Dağhlan yenilgiye uğratarak düzeni yeniden tesis etti. Daha sonra, biraz ku¬zeyde bulunan Kiourinlerin, Gazi Kumuklann sınırına yakın yerdeki bir müstahkem mevzilerini ele geçirdi ve Gazi Kumuk topraklarının bir kısmı da yağmalandı. Böylece 1811 yılı, her tarafta Rusların lehine olarak kapandı, fa¬kat Napolyon işgalinin de başladığı ertesi yılı, büyük felaketlerle baş¬ladı. Bu felaketli olaylar, Rusların denizden denize uzanan ege¬menliğini dağların her iki tarafında da tehdit edecek tehlikelerin baş¬langıcı oluyordu. Doğrusunu söylemek gerekirse 1812 olaylarını in¬celeyen kişi, hangi tarafa şaşacağını bilemez. Bir tarafta; Kotlia-revsky, Portnighin ve diğer subayların komutası altındaki Rusların di-
renemsi, diğer tarafta ise Osmanlılar ve Acemlerin umutsuz girişim¬leri ve yetersizlikleri: Bütün şartların kendi lehlerinde olduğu bu or¬tamdan tam anlamıyla yararlanamayarak kuzeyden gelen bu işgalci devleti tekrar Kuban ve Terek'in gerisine atma şanslarını cleğerlendi-remediler. Sayıca kendilerinden az ordulara yenilerek bu büyük fır¬satı kaçırdılar. Henüz yeni yıla girilmişti ki, 20.000 kişilik bir Acem ordusu, sını¬rı geçerek Karabağ'ı işgal etti. Şuşâ'nın 80 km kadar uzağındaki Sul¬tan Buda'da Yarbay Djini kumandasındaki Rus taburunu kuşatarak kuzeydeki Şah-bulak'ı da işgal ettiler. Böylece Şuşâ'yla ulaşımı kes¬miş oluyorlardı. O sırada oraya doğru yola çıkmış olan küçük bir tak¬viye birjiği, Şah-bulak'ı ele geçirmesine rağmen fazla ilerleyemedi. Bunun üzerine 18.000 kişilik bir Acem ordusu Sultan-buda'ya saldır103 di. Djini ve ondan sonraki subay öldürüldü. Diğer üst rütbeli subay¬ların da yaralanması üzerine kumandayı Yüzbaşı Oloviasnikof aldı Bu subay da kayıtsız şartsız teslim olmayı kabul etti. Böylece Kafkas savaşlarında hiç görülmeyen bir olay meydana geldi ve Rusların tüm bayrak ve sancakları Acemlerin eline geçti.(e) Bu zaferin Acem sara¬yında sebep olacağı sevinç tahmin edilebilir. Ruslar artık yenilmez değillerdi! Şah, Tatar hanlıkları ve hatta Gürcistan üzerindeki ege¬menlik haklarına yeniden kavuşacağını umuyor ve yeni başarı haber¬lerini bekliyordu. Bu sırada Derbend'de Dağıstan olaylarıyla ilgilenen Palucci, Türk sınırındaki Kotliarevsky'i oradan çağırarak Karabağ ko¬mutanlığını ona verdi ve kendisi de Türk sınırına doğru yola çıktı. Bu gelişmelerin yanısıra çok daha ciddi olaylar da kapıdaydı. Amirlik taslayan Rusların zorla topladıkları vergiler ve yaptırdıkları angaryaların bütün Gürcistan'da uyandırdığı memnuniyetsizlik hava¬sı, kısa zamanda gelişerek 31 Ocak'da Ahmat Köy'cle açık isyana dö¬nüştü. Ertesi günü daha kuzeydeki Tioneti'de bir Gürcü kadınına te-.cavüz eden bir Rus subayı adamlarıyla birlikte parçalandı. Kısa bir jsüre içinde tüm Kaketya ateşler içinde kalmıştı. Telaf ve Signah kasabaları Gürcüler tarafından kuşatıldı. Telaf iyi tahkim edildiği için da¬lyandı. Fakat Signah isyancıların eline düştü ve tüm garnizon imha edildi. Kaghobeti köyünde, "Narva Dragoonlan"na ait bir birlik tama¬men ortadan kaldırıldı. Alayın kumandanı Albay Martinov da ölüm¬cül olarak yaralandı. Her taraftan Telaf'a takviyeler gönderilmesine rağmen onlardan hiç biri gidecekleri yere sağ olarak ulaşamadılar. 280 kişiden oluşan bir "Navro Dragoon" birliği atlarından indirilerek piyade düzeninde ilerlerken kasabanın surları dibinde kuşatıldı ve aralarında kumandanları Yusupov olduğu halde büyük bir kısmı öl¬dürüldü. Sadece 120 er, başlarında hiç bir subay olmadığı halde ka¬sabaya sığınabildiler. Bu da, ancak garnizonun bir huruç hareketi yapması sayesinde olmuştu. Signah bölgesinde vatanseverler, ünlü Kabardey Alayı'nın savunduğu Bodbiskhevi'ye saldırdılar. İki subay (6) Monteith'e göre Acemler, bu başarılarını bu savaşta Acem birliklerine kumanda eden bir ingiliz subayına, D'arc/e borçludurlar. Bu savaşla Acem kuvvetleri 6 tabur ve S6 toptan oluşuyordu.(s.83) 104 ve 212 er yitiren alay, durumun umutsuzluğunu görünce Karaağaç'a çekildi. Burada, aynı alayın iki bölüğü ve en az kendileri kadar ünlü olan "Nijni Novgorod Süvarilerinin iki bölüğü tarafından desteklen¬melerine rağmen 12 gün boyunca, yanlarında sadece atları için ayrıl¬mış yemlerin dışında hiç bir yiyecekleri olmadan, mahsur kaldılar. Ayaklanmanın başlaması o kadar ani ve yayılışı da en az o kadar hız¬lı olmuştu ki, bölgenin sorumlusu ünlü Portniaghin, sadece 50 süva¬riyle birlikte Sagaredjio'da kıstırıldı. Ölü ve yaralı olarak adamlarının yansını kaybettiği sırada yardıma gelen Kerson humbaracılannın iki bölüğü sayesinde büyük bir güçlükle çemberi yararak Tiflis'e ulaşa¬bildi. Burada, başkentte de sorunlar gittikçe büyümeye başlamıştı. Prens Orbelyani, Dağıstanlıların neredeyse şehrin varoşlarında gö¬rünmeye başladığını söyleyerek artık Tiflis'i daha fazla koruyamaya¬cağını Başkumandan'a bildirdi. Ayaklanma kuzeye kayarak Ananour' a kadar ulaştı. Hatta Osetler arasında bile hareketler görülmeye baş¬ladı. Bu bölgede, Doushet'e yürüyen 3 bölük ve bir toptan oluşan bir Rus birliği, çarpışmalar sonunda kumandanını kaybederek geriye dönmeye zorlandı. Ne var ki bu tarafta isyancıların
başarılan çok kısa süreli oldu. Albay Oushakof, Gürcü Alayı'nın bir taburuyla hızla Do-ushet üzerine yürüdü ve hücumla şehri ele geçirdi. (12 Şubat) Ardın¬dan Ananour'u da düşürdü. Bu olaylardan sonra bölgedeki durum oldukça sakinleşti. Çok geçmeden Palucci de, Tiflis'e geldi ve Telaf bölgesine kuv¬vetli takviyeler gönderildi. İki tarafında tüm güçlerini seferber ettikle¬ri bu savaşta vatanseverler yenildiler. Uzak yerlerde parça parça da¬ğılmış bulunan birlikler kurtarılarak yeniden bir düzen sağlandı. Bu olaylar devam ederken 5.000 kişilik bir Türk birliği de 21 Şubat'ta Ahilkelek'e saldırdı. Fakat kayıplar vererek geri çekilmek zorunda kaldılar. Üç gün sonra da general Lissanieviç, emrindeki küçük birlik¬lerin Magasberd'in hakimi KaraBek'in takviyesiyle kuwetlenmesiyle Pargitha'da bir Türk birliğini dağıttı. Bu taraftaki sıkıntılarından kurtu¬lan Palucci, (Çünkü Türkler, eğer Ahilkelek'i tekrar ele geçirebil-selerdi Rusların durumu çok daha kötüleşecekti,) büyük bir hızla Te¬laf bölgesindeki isyanı bastırmaya yöneldi. İsyancılar yenildiler. En büyük liderleri, Prens Kabouloff, yakalanarak Rusya'ya gönderildi. (Akti, c.5, s.67-81, Patucci'nin raporu 26 Mart 1812) Şu an için tehli105 keler bertaraf edilmişti. Bu sırada Palucci, kendisini çağıran bir emir a|dı. Fransızlara karşı savaşan LBatı Ordusu'na kurmay başkanı olarak atanmıştı. Aradan çok geçmeden de Finlandiya ve Baltık eyaletlerine umumi vali olarak gönderildi. Söylendiğine göre Barclay DeTolly ile olan çekişmeleri bu tayine sebep olmuştur. Daha sonra da Rus servisinden ayrılarak Genova'nın genel valisi olarak görev yaptı. 1811 yılında Kafkasların kumandası İkiye ayrılmıştı. Transkaf-kasya Palucci'ye bırakılırken Kuzey Hattı'ndaki kumanda da, Astra-han hükümeti de dahil olmak üzere General Rteeshtcheff'e verilmiş¬ti. Paiucci'nin geri çağrılması üzerine adı geçen general, iki bölgenin de sorumluluğunu kendi üzerine alarak buradaki yönetimleri birleş¬tirmiş oldu. Yeni Başkumandan, son derece dürüst olmasına rağmen böylesine savaş havasının her an hakim olduğu ortamlarda ve özel¬likle karargahlarda bulunan subaylarda aranan bir takım özellikler¬den yoksundu. Yeni Kumandan kesin bir kararlılığa sahip olmadığı gibi enerjik birisi de değildi. Her zaman için için kaynayan ve bağım¬sızlıkları için kavgaya atılmaya kuzeydeki Dağlı kabilelerine karşı ta¬kındığı uzlaşmacı tavırları da kesin bîr sonuç vermedi. Rus tarihçileri Rteshtcheff'İ eleştirirken Dağlıların arasında bu kadar uzun süre bu¬lunan bu generalin, onlara yapılacak olan uzlaşmacı tekliflerin Kaf-kaslılar tarafından bir zayıflık işareti olarak yorumlandığını anlamadı¬ğını iteri sürerler. Medenîleşmiş sayılan uluslardan farklı bir kültür ya¬pısına sahip bu İnsanlar arasında zayıflık, yanında daima küçümse¬meyi de getirmiştir. Bu olaydaki gösterilecek tavır farklılıklarının en iyi Örneği olarak kabul ettiği bir olayı Yermolov, şöyle anlatmaktadır: "Rteeshtcheff, İnguşların yaşlılarından ve liderlerinden oluşan bir gru¬bu Mozdok'a çağırmış ve yapılan görüşmelerden sonra bunlara pa¬halı hediyeler vererek evlerine yollamış, fakat aynı gece geri dönen Inguşlar, neredeyse Ceneral'in gözleri önünde yük katarlarına saldı¬rarak hepsini yağmalamışlardır." Bu General'den sonra göreve gelen bir çok selefi, onun dört yıllık tevazu politikasının yarattığı güçlük ve problemlerle kendilerinin uğraştıklarını İleri sürmüşlerdir. Bu yargının n kadar haklı olduğunu söylemek gerçekten çok güç bir konudur. k bu tartışmaya daha sonra yine değinilecektir. Doğal olarak, Palucci gibi sert bir kumandandan sonra Rte-eshtcheff'in göreve gelmesi Ruslar açısından imrenilecek bir gelişme 106 değildi. Batı'da kendi varlığını sürdürme mücadelesi veren Rusya, gü¬neyde hâla Türkiye ve İran ile savaş halinde bulunuyordu. Zaten hiç bir zaman yeterli sayıya erişememiş olan Kafkas orduları, durmadan uğradıkları kayıplar sonunda güçlerinin büyük bir kısmını yitirmiş ol¬malarına rağmen bu kayıpların yerine yeni takviyelerin gelmesi im¬kânsızdı. Hem Müslüman, hem de Hıristiyan halklar arasındaki memnuniyetsizlikler hızla artıyor, gizli anlaşmalar, açık isyanlara ve ? şiddet hareketlerine dönüşüyordu. Aras'tan Kuban ve Terek ırmakla-rıyla, Kara Deniz ve Hazar Denizi arasında kalan bölgeler, devamlı bir çarpışmanın alanı oluyordu, bu arada Vladikavkaz ile Tiflis arasın¬daki dağ kabileleri Osetler, Kevsurlar, Pşavlar
ve Tuşenler da ayakla-. narak aradaki haberleşme hattını tamamen kesmişlerdi. Rus askerleri, geniş bir satıh üzerinde küçük parçalara ayrılmış olarak ele geçirdikleri topraklan korumak için çarpışıp duruyorlardı. Şu anda Rusların karşı karşıya bulundukları bu baskıların en azından bir kısmı kaldınimazsa Rus ordularının artık daha fazla dayanmaları imkansızlaşacak ve yokolma tehlikesiyle karşı karşıya geleceklerdi. İşte tam bu sırada Rusların beklediği imdat geldi. Gücünün sınırlarına ulaştığını anlayan Rusya, daha fazla mücadelenin olanaksız olduğunu anlayarak Türkiye ile barış imzaladı. Bu taraftaki tehditlerden kurtu¬lan general Rteeshtcheff, büyük bir memnuniyetle işgal etlikleri Türk topraklarındaki askerlerini geri çekti. 16 Mayıs 1812 de imzalanan Bükreş antlaşmasıyla Türkiye, hemen hemen son yıllarda Kafkas sa¬vaşlarında kaybettiği tüm topraklarını geri almayı başardı. Kafkas sa¬vaşlarında yenilmiş olan birlikleri, daha sonra zafer içinde Anapa, po-ti ve Ahilkelek kalelerine girdiler. Fakat Sohumkale'nin de anlaşma gereğince Türklere verilmesi gerekirken hiç bir zaman Türklere ait ol¬madığı ileri sürülerek geri verilmedi. Bu anlaşmanın sonuçlan Ruslar için gerçekten çok elem vericiydi. Bu kadar çabanın, verilen savaşla¬rın ve harcanan parayla kanın boşa gitmiş olması onları kahrediyor¬du. Ne var ki, Türkiye ile savaşın uzaması çok daha kötü sonuçlar verebilecekti. Eğer alınan bu kaleler ve ele geçirilen topraklar nasıl olsa Türkler tarafından yeniden ele geçirilecekse bunun daha fazla kan dökülmeden ve Kafkasya'daki Rus ordularının prestijinin daha fazla sarsılmadan yapılması en doğru olanıydı. Böylece Türklerden kurtulan ordu, ancak geri kalan düşmanlarıyla başa çıkabilecek bir seviyedeydi. O sıralarda güneye inerek Tiflis'i tehdit etmeye başlamış 107 olan Osetler, Albay Petchersky tarafından yenilgiye uğratılarak dağı¬tıldılar. Böylece Vladikavkaz yolu yeniden açılabildi. Kaketya bölge¬sinde ise Signah civarında Prens Orbelyani, sonunda Çareviç Alexan¬der ve onun Dağıstanlılardan oluşan ordusunu 14 Ekim 1812'de yen¬meyi başardı. Beş gün sonra da, İhtiyatlı bir insan olan Başkumandan Rteeshtcheff tarafından devamlı olarak frenlenen ve harekete geç¬mesi engellenen Kotliarevsky, onun Tiflis'te yokluğundan faydalana¬rak aniden Araş nehrini geçti ve onun kıyısında mevzilenmiş olan Acem ordusunu bozguna uğrattı. Ardından Aslandüz^ bölgesinde yaptığı bir gece saldırısıyla onları tamamen dağıttı.(iî) (Monteİth, s.88-95 ve Aktı, s.690) (7) (8) Bir aslanın öldürüldüğü bu bölgede Timur'un anısını yaşatmak amacıyla bu isim verilerek bir de tümsek oluşturulmuştu. Bu savaş, aynı yerde Kotliarevsky'İn kazandığı ikinci savaş oluyordu. Her iki çarpışmada da hiç bir esirin sağ bırakılmaması konusunda kesiıi emirler veril¬miş olmasına rağmen bu sefer S37 esirin hayatım kurtarmıştır. Bu sıralarda Acem ordustı'nda hizmet vermekte olan iki İngiliz subayı; Yarbay Christie ve Yüzbaşı Lindsay da bu savaşa katılmışlardır. "Christie, savaşta boy¬nundan vurularak yaralandı ve düştü. Kendisinin kurarak bizzat eğittiği bir as¬kerî taburun hemen hemen yarısı, onu düşman saflarından geri getirebilmek ıığıunda toprağa düştüler. Su girişim, büyükfedakarlıklara ragmen.başaıısızlığa uğradı. Fakat sevginin, bağlılığın ve sadakatin en büyük göstergesi olmuştuı. Christie, sabahleyin bir Rus birliği tarafından farkediletek bulundu. Kendisine yaıdım teklif edildi. Fakat canlı olarak Rusların eline geçmemeye karar vermiş bulunan Christie, kendisinin yanına gelerek kaldırmaya kalkışan Rus subayını biçti. Bunun üzerine General Kutlerousky'e haber verilerek yaralılar arasında bir ingiliz subayının bulunduğu, fakat teslim olmayı reddettiği bildirildi. Ceneral de, yaratının derhal silahlarından arındırılarak emniyete alınmasını emretti. Bu¬na rağmen Christie, umutsuz mücadelesini sın dürmüş ve nihayet bir Kazak ta¬rafından kurşunlanarak öklürüiünceye kadar 6 kişiyi öldürdüğü söylenmiştir. (Monteİth, s.93) Rus kaynaklarının iddialarına göre Ruslar bu savaşta 11 İngiliz topu ele geçir¬mişlerdir. Topların üzerinde; "Kralların kralından şahların şahına" ibaresi yazı¬lıydı. Bu olayla ilgili olarak Lord Courzon'un "Toprakta yüzükoyun bir halde yaralı olarak
yatarken bir Rus subayı tarafından öldürüldü!" şeklindeki açıklaması lite¬ratür yönünden doğru olmasına karşılık, onun gerçekte ifade ettiği anlamın, yu¬karıda değinilen Monteİth'in anlatımlarından çok daha farklıdır. (Genellikle, bu sıralarda Hint yolunu Afganlıların tehdidinden korumak isteyen İngilizlerin İran ile İlişkileri bu amaca yönelik olarak çok yakındı ve bir çok İngi¬liz subayı, Acem ordusunu eğitmek için İran'a gönderiliyor, fakat herhangi bir savaşa katılmaları yasaklanıyordu. Christie'nin bu umutsuz mücadelesinin se¬bebi, ülkesinden izinsiz bu savaşa katılıp onu kaybetmesi olabilir. (Çevirenin Notu) 108 109
Kotliarevsky, raporunda; "Allah, hurrah ve süngü, Haşmetme-ab'a zaferi kazandırdı." şeklinde yazıyordu. Bazı özelliklerinin yanısıra bir şövalye ruhu da taşıyan Rteeshtcheff, bu astının kendi emirlerini ihlal etmiş olmasına bakmadan onu en içten duygularla Çar'a övdü. Aralık ayı içinde genç Kumandan, başarılarla dolu askerlik hayatına, çok daha umutsuz görünen bir şeyi gerçekleştirerek, yeni bir halka daha ekledi. Karlarla kaplı Mugan Stepleri'ni aşarak, son yıllarda İn¬giliz mühendislerinin planlarıyla kurulmuş modern bir kale olan Len¬koran önlerine vardı. İranlı kumandanın kendisine yapılan "teslim ol" çağrısını reddetmesi üzerine şehri kuşatmaya aldı. Beş günlük bir ku¬şatmadan sonra İranlıların kahramanca direnmesine rağmen kaleyi almayı başardı. Rus kayıpları gerçekten fazlaydı. Verilen 1.000 kadar kayıp, tüm kuvvetlerin neredeyse üçte ikisini oluturuyordu. Bu savaş sırasında askerlere teşvik edici bir şekilde hitap ediliyor ve "asla geri çekilmek yok!" (Romanovsky, s.110) emri veriliyordu. Ayrıca şunun da belirtilmesi gerekiyor ki, bu savaşta Ruslar hiç kimseye aman ver¬mediler. General Rteeshtcheff, raporunda; "Düşmanın gösterdiği inatçılık ve direnme karşısında Öfkeye kapılan askerlerimiz, kaledeki herkesi süngülediler. 4.000 kişilik İran garnizonundan tek bir asker sağ bırakılmadı!" diye yazıyordu. (Akti, s.703) Kotliarevsky, bu savaş sırasında, biri başında olmak üzere üç ayrı yerden yaralanmıştı. Daha önceki savaşlarda aldığı yaralar da bu başındaki yaraya eklenince durumu çok kötüleşerek daha sonraki hayatında askerliğine devam etmesini engelledi. Surların dibinde ölü ve yaralı olarak üst üste yığıl¬mış kümelerin altından zorlukla çıkarılan Kotliarevsky oradan Tiflis'e gönderildi. Bu olaydan sonra 39 yıl daha yaşayan Kotliarevsky'in acı ve ağrıları bütün hayatı boyunca da devam etti. Çar, onu ikinci dere¬ceden St.George nişanıyla taltif etti. Üçüncüsünü daha önceden al¬mıştı. Şimdiye kadar kimseye nasip olmamış bir üne kavuştuğu za¬man henüz 31 yaşındaydı/9^ 3 Nisan 1813'de albay Pestel kumandasındaki bir Rus ordusu¬nun Erivan Serdarı'nın kardeşi olan ve o sıralar İran ordusunun en be¬ceriksiz ve yetersiz kumandanı (Monteith, s.98) olarak kabul edilen birinin kumandasındaki Acem ordusunu Kara Berzuk'da yenilgiye uğratması İran'ın hezimetini tamamladı. Zaten barış görüşmeleri İn¬giliz elçisinin aracılığıyla daha önceden başlamış bulunuyordu. Çok geçmeden, Gülistan anlaşmasının ön hazırlığı niteliğinde olan bir mütareke, Ekim ayında imzalandı. Yapılan anlaşma sonunda Rusya, Karabağ, Sekin, Ganja, Şirva, Derbend, Küba ve BakCı hanlıklarının tamamıyla Taliş hanlığının bir kısmı ve Lenköran kalesi üzerindeki hakimiyetini sağlamlaştırdı. Bundan başka İran, Dağıstan, Gürcistan, Mingrelya, imeritya ve Abhazya üzerindeki her türlü hak ve tasav¬vurlarından vazgeçmeyi kabulleniyordu/10' 1813 yılında Simonoviç kumandasındaki bir Rus ordusu Kevsur-lara karşı yürüdü. Ana dağ silsilesinin doğu kısmında bulunan müs-tehkem yerleşim yerleri kuşatıldı. Kafkasların en İlginç ve anlaşılmsaı zor kabilelerinden olan Kevsurlann merkezi sayılan Şatil alındı. Arka¬sından Argun ırmağının üst taraflarında yaşayan itaatsiz Kiourenler üzerine de yapılan bir sefer başarıyla sonuçlandı.. Rusların bu ilerle¬meleri ve artık ne Türkiye'den ne de İran'dan yeterli bir yardım alma-, rnayacağımn anlaşılması üzerine küçük Dağlı hanlıklarının ve Gürcü vatansever isyancılarının tüm cesaretleri kırıldı. Olaylar gittikçe ya¬vaşlayarak hızını kaybetmeye başladı. Öyleki, 1816 yılında Rteeshtc¬heff, yerini Yermoiov'a bırakarak
giderken Kafkasya'nın her tarafında: bir barış havası hüküm sürüyor gibiydi. Halbuki bu sıralarda, Müslü¬manların vatan aşkları sadece bir süre durulmuş gibiydi ve yakında tüm şiddetiyle yeniden ortaya çıkarken Rusların, Kafkasların işgalini tamamlayabilmeleri için yarım asırdan daha fazla bir zamanın geç-lesi gerekiyoıdu. (9) 1851 yılında Kotilarevsky, ölümünden çok kısa bir süre önce yakın akrabaları¬nın ve dostlarının gözü Önünde, her zaman yanında taşıdığı küçük bir anahtarla bir kutuyu açtı. İçinde, Lenkoran'daki savaştan sonra kafatasından alınan 40 ka¬dar kemik kıymığı bulunmaktaydı. Onları dostlarına göstererek şöyle konuştu, Kotliarevsky: "İşte orada, neden imparatorumun tayinini kabul ederek (1826) ona ve ülkeme daha fazla hizmet ederek mezara kadar bunu yapmamı engelle¬yen şey!" J10) Bu sırada İngiliz elçis'rSİr Core Ousley tarafından hazırlanan bir tasarıda Rusya' nın bazı iran eyaletlerini İade etmesine kadar geçen süre İçinde bu ülkeye Hin¬distan hükümeti tarafından yılda 120.000 Sterlinlik bir yardım yapılması teklif-ediliyordu. (Monteith, s.100) Fakat bu bölüm, daha sonra onaylanan Tahran an- ' İaşmasına dahil edilmemiştir. 111
110 BOLUM 6 1816-1817 Yermolov-Daha önceki kariyen-Karakteri Politikası-İran'a gidişi-Hat'ta "Eğ başını ey karlı Kafkaslar; Boyun eğ; gelen Yermolov'dur!" İşte böyle yazdı, büyük şair Puşkin Yermoiov için. Ve şairin ilan ? ettiği bu hüküm, kuşaklar boyunca Rus inancının bir başlığı oldu. Za¬manı geldikçe Yermoiov hakkında varılan bu yargının doğruluğunu tartışacağız. Haklı veya haksız, Kafkasları Rus egemenliğine almak için sürdürülen uzun savaşlar ve bu arenadaki savaşçılar arasında Yermolov, insanların kalbinde ilk sırayı uzun süre işgal etti. Diğer bir şair Domontoviç de, onun hakkında şöyle yazıyordu: "İsmini süngü¬lerle kayalara kazıyor!" Yermolov, şairin de dediği gibi bu işi gerçek¬leştirmede kalmayıp aynı zamanda göreve resmen başlayarak bu işi sürdürdüğü müddetçe uzun vadeli başarıların anahtarı olan bu po¬litikayı benimseyerek uyguladı. Onun hakkında konuşulurken Kafkas ordusuna onun "yenilmezlik"1"0 unvanını kazandırdığı biraz da abarYermolov, Kafkasya'ya gelmeden çak önce buradaki birlikler, "Yenilmez" olarak anılmaya başlanmıştı. [arak ifade edilir. Ve uzun yıllar boyunca Yermolov'un başarılan, Rus halkının gönlünü doldurdu. Kafkasya'daki yönetiminin sürdüğü yıllar, "Yermolov Zamanı" olarak adlandırılırken onun Kafkasya'da uyguladığı politika ve olayla¬ra yaklaşımı da "Yermolov Sistemi" olarak tanımlanmıştır. Kısacası, Yermolov'un göreve başlaması, eskiyle yeni arasında bir dönüm nok¬tası olarak kabul edilir. Bu ayrım yapılırken daha önceki fikirler ve yaklaşımlar tamamen aldatıcı olarak kabul edilirken Yermolov'un sis¬temi ve fikirlerinin, kuvvetli bir şekilde izlenerek uygulamaya kondu¬ğu zaman Kafkasların işgalini kesin ve değişmez bir şekilde sağlaya¬rak Rusların denizden denize ve kuzey steplerinden başlayarak Türki¬ye ile İran'a kadar olan topraklara hakîm olmasını temin edeceğine inanılıyordu. Şimdi Yermolov'un nasıl bir yapıda olduğunu ve gerçek-de neler başardığını inceleyelim. 1777 yılında doğan Yermolov'un askerî kariyerine Suvarov'un kumandasında başlaması manalıdır. Henüz 16.yaşındayken Varşova' nın bir varoşu olan Praga'nın alınışı sırasıda gösterdiği cesaretten do¬layı Suvarov tarafından St. George haçıyla taltif edilmiştir. Polonya savaşından sonra İtalya'ya geçen Yermolov, orada Fransız ordusuna karşı savaşan Avusturya ordusunda topçu olarak bulundu. T 796 yı¬lında Kont Valerian Zubov komutasında İran savaşlarına katıldı. Der-bend'İn alınışında ve iran şahı Ağa Mulıammed Han'ın savaş alanına 80 fil getirdiği Canja savaşında da bulundu. Bu savaşı da Ruslar ka¬zanmıştır. Bu savaşlardaki hizmetlerinden dolayı
St. Vladimir nişanı¬nı kazandı. Henüz çok genç bir yaştayken yarbaylığa kadar yükseldi. Fakat Paui'un tahta geçmesiyle şansı dönmeye başladı. Rusya'ya döndükten sonra askerî bir suikasta karıştığı gerekçesiyle tutuklandı. St. Petersburg'da bir müddet tutulduktan sonra Kostroma'ya sürül¬dü. Burada tutuklu olmasından dolayı Suvarov'un İtalya seferlerine katılamadı. Fakat 1805 yılındaki Austerlitz savaşında albaylığa yüksel¬di. "1807 savaşları ise onu Rus ordusunun gözünde daha da yükseltti. Özellikle emir ve kumanda zinciri içinde kalan askerleri tarafından b kahraman olarak kabul ediliyordu. Bu savaşlarda kazandığı ün, işgali sırasında Barclay daTolly'İn kurmay başkanı olarak yaptığı çalışmalarıyla daha da arttı. O sırada her tarafı kaplayan sa¬vaş bulutlarına kapılarak cepheye gitti. Bautzen'de küçük bir artçı 115 114 YERMOLOV (Gençlik Hali) hitap etmişti: "Affedersiniz beyler, aranızda Rusça konuşan birinin olup olmadığını sorabilirmiyim?" Bütün bu tavırlarına onun müthiş kibrini ve kendini beğenmişliğini de ekleyebiliriz. Öylesine bir kibirli ve gururlu yapıya sahipti ki, bütün ilişkiye geçtiği kimseleri ki, bunlara kendisinden çok daha yükseklerdeki kimseler de dahildi, kendisinden aşağı sayar ve fırsat buldukça onlara bu yolda davranırdı. Böyle bir karaktere sahip bu adamın, o sıralarda saraya hakim bulunan Baro lavların, VVittgensteinlerİn grubunda nasıl bir duygu uyandıracağını tahmin etmek zor değildir. Belki de bütün bu özelliklerinin en övgüye layık olanı, rakipleri¬nin kin ve garezlerine rağmen her zaman kendi sınırlarını sonuna ka¬dar zorlamasıydı. Ancak Kafkas savaşlarında bulunmuş kendi çağda¬şı veya halefi olan kişilerin unutulmasına rağmen kendi adının Dağıs¬tan ve Çeçenistan'da hâla belleklerde yaşamasının sebebi,kumanda kabiliyeti ve kazandığı başarılar değil, fakat onlara karşı uyguladığı hesaplı zalimliktir. Maalesef bu zalim metodlar, Rusların Kafkas sa¬vaşları sırasında çok sık başvurdukları bir yol olmuştur. İnsanlık açı¬sından savunulacak hiç bir yönü olmayan bu tür zalimane metodla-rın, bu Doğulu halklar üzerinde bazı avantajlar sağladığı belirtilmiş¬tir. Kafkas insanlarının, barışçı ve merhametli tavırları ne oranda za¬yıflığın bir göstergesi olarak algıladıkları tartışılabilir. Ancak Rusların, bu konuda uygulanacak metod konusunda kararlaştırılmış bir görüş¬leri vardır: Bu politika, eski planlara uygun olarak yürütülmeli, ateş ve kılıç eşliğinde ürünler yakılmalı, köyler yağmalanmalı, adamlar sun-gülenmeii, kadınlar tecavüze uğramalı ve böylece Dağlılara kendi anlayacakları dilden iyi bir ders verümeliydK?). Rus generali Erckert, onun için şunu diyordu: "En azından Dağlıların kendileri kadar zalim-di(!)". Yermolav da, bu konuda şöyle konuşuyordu: "Ben istiyorum ki, adımın sebep olacağı korku, sınırlarımızı kalelerimizden daha iyi korusun. Benim bir sözüm Dağlılar için Ölümden daha kaçınılmaz bir ferman olmalıdır. Bu Asyalıların gözünde tevazu bir zayıflık işareti °larak kabul edilmektedir. Ve ben, tamamıyla insanî duyguların(!) et¬kisiyle karşı konulmaz bir zalimlikle davranıyorum. Bir Dağlı'nın ida-mı, yüzlerce Rus askerinin hayatını kurtarırken binlerce Müslümanın da bize ihanet etmesini Önler!" Potto da, şöyle yazıyor; "Bütün bu Konuşmalarından onun tüm sistemini kolayca anlıyoruz. O, Kafkas
116 dağlarında yaşayan herkesi, ister barışçı isterse savaşçı olsun, RUs devletinin bir tebâsı olarak kabul ediyordu. Şu anda değillerse ele ileride, ister istemez olacaklardı! Ve bütün bu insanlardan kayıtsız ve şartsız boyun eğmelerini istiyordu. Onun ellerinde, eskinin rüşvet ve yardım mekanizması, yerini sert,
acımasız ve zâlimce cezalandırma¬lara bıraktı. Fakat bunun yanında her zaman adalet ve yücegönül-lük(!) de bu tavırlarına eşlik etmiştir", (c.2, s.15) Olaya politik açıdan baktığımız zaman adaletin ne zaman uy¬gulanıp uygulanmadığını anlamak zordur. O sırada Rusya, sadece İngiltere ve diğer batılı ülkelerin, kendilerinden daha geride bulunan halklara karşı yaptıkları şeyleri yapıyordu. Uygulanan yöntemler, dünyanın hemen hemen her tarafında aynıydı. Zor ve hileyle ülkenin bir bölümü ele geçiriliyor ve ardında çeşitli bahaneler ileri sürülerek ülkenin diğer kısımlarının da ele geçirilmesine çalışılıyordu. Bu arada bu kadar İddialı fikirlerle ortaya atılan görüşlerin kay¬nağı olan Rus yönetimi hakkında da biraz konuşmalıyız. Yermolov, bir Rus memurunun sözünün kutsal kabul edilmesini ve Çerkeslerin ona kendi Kitaplarından daha fazla itaat etmelerini istiyordu. Ve her fırsatta bu anlayışı yerleştirmek için çabaladı. Bundan şu sonuç çıkıyor. Eğer biz, şimdi Dağlıların Ruslara bo¬yun eğdiklerini kabullenirsek ve bir Rus memuruna suçlunun yanında masumu da cezalandırma yetkisi verir ve bunu ela en şiddetli biçi¬miyle yerine getirirsek işte size Yermolov'un o ünlü "sistemi"! Halbu¬ki Din'de olan bu kadar büyük hoşgörü, sadece Yermolov'un zalim¬liklerini değil Timurleng'in cinayetlerini bile yargılayacakken, Tevrat' ta beirtilen insanın kendi ırkdaşlarina karşı yükümlü olduğu görevleri hatırlatmadan da Hıristiyanlık, herzaman onu veya diğerini lanetlemelidir. Yermolov'un giriştiği korkunç cezalandırma seferleri hakkında yazılmış ve ona karşı duydukları korkuyla diğer duygularını anlatan bir çok yerli şarkıları vardır. Kendilerinin "Yarmul" diye adlandırdıkları bu gaddar adamın Kafkaslılar üzerinde uyandırdığı etkinin benzerini General Skobelef de Asya'daki Tekeler üzerinde uyandırmıştır. Diğer bir çok Rus generali de Kafkasya'nın değişik bölgelerinde benzer yöntemler izlemişlerdir. Fakat Yermolov'un on yıllık komutanlığını in¬celeyerek Özellikle onun elde ettiği sonuçları değerlendirdiğimiz za 117 man kendi insanlarının onun hakkındaki besledikleri tüm duygularını aynen kabul edemeyeceğimizi göreceğiz. Şövalyelik ruhunun hakim olması taraftarı olan 1.Nikola, her zaman Kafkas kabilelerini birbirine karşı kışkırtarak "Böl ve yönet" politikasını uygulamaya çalışmış ve bu durumdan doğacak korkunç olaylarla iç çatışmaları kendi lehinde değerlendirmeye yönelmekten çekinmemiştir. 1 .Alexander ise, Niikola'nın tam tersine, oldukça insa¬nî duygularla doluydu. Kafkasya'da bu kadar büyük bir şiddetle uy¬gulanan zulüm ve vahşet onda gerçek bir üzüntü yaratıyordu. De¬vamlı olarak boşuna kan dökülmesinden nefret ettiğini belirterek as¬kerlerinin daha insancıl metodlar benimsemesini sağlamak için çalış¬mıştır. Ölümünden az bir süre önce Yermolov'un Prens Bekoviç Çer-kaski'ye St.Ceorge haçı verilmesi konusundaki teklifini reddetmişti. Çünkü kendisi de Kabardey asıllı olan bu liderin komutasında Ku-ban'ın gerisine cesaret isteyen bir akın düzenlenmiş ve başarılı geçen bu akın sonunda kalabalık nüfuslu bir Adige köyü, kadın ve çocuklar da dahil olmak üzere tamamen yokep'ilmişti. (Pogodin, s.325) Bu se¬beplerden dolayı 1. Alexander, haksız yere hayalperest ve zayıf ka¬rakterli olarak tanındı. Aynı şekilde General Rteeshtchef de, şövalye ruhlu ve merhametli olduğu için adaletsiz bir şekilde bir çok eleştiri¬lere hedef olarak çok şey yitirdi. Sert tedbirler almada gönülsüz dav¬ranması, yerlileri tatlılıkla ve adaletle kazanmaya çalışması, Suvarov okulunun öğrencileri tarafından benimsenmedi. Yermolov, bu tip adamlara her zaman hakâretvarî bir tavır takınmıştır. Bu selefini de sınırsız bir şekilde suçlayarak onun zayıf ve yetersiz kişilikte biri ola¬rak tanınmasına yol açıp lekeledi. Fakat biz, Rteeshtchefın hangi olumsuz şartlarda kumandayı alarak onu nasıl bir durumda Yermo-lov'a teslim ettiğini çok iyi biliyoruz. Aynı şekilde Yermolov'un da ku¬mandayı Paskieviç'e teslim ettiğinde Kafkasya'nın ne durumda oldu¬ğunu inceleyeceğiz. Yermolov'un temel düşüncesine göre, ne olursa olsun bütün Kafkasya en kısa zamanda Rusya'nın bir parçası haline getirilmeliydi. Müslüman, Hıristiyan veya pagan olsun, dağlarda ve ovalarda^a-ğ'rnsız veya yarı bağımsız hanlıkların ve küçük toplulukların bulun-rnası, efendisinin onur ve şerefiyle ülkesinin kudret ve
güvenliğine ters düşerdi. İşte Yermolov'un bütün politikası, bu görüşe dayanıyorCO p . p u/i_ 3» (/! EJ cr 7T n P ~ (D 7T g 3 re =i « 3 a 3 ^ o a, o -< -< 3 r re p to
to » ~<
5 51^5 3 3 cro« 3" C 3 Ç_ 3 5 ° ro ?jı oj (D 2--Q. a -j EJ re > =r re 2 =!?£*» ^?'B.'a. f|» .* % 5J c. re cro* .3 rr cr to cV) J f£ "' cr 3P < S « 7 7T 3
^T K
O =r era _, 5' g_ to re " ıo < re to 5" u>ıLo % °" S" < 2 o-K 2a> 02. er -o
. 3
rî> m ü>
3 er ^i J/> rt> -< n> ta cm
-
-< fB o_ O
o
I
Si
fSc
î.ao^^c^
?3
un goı m 'c 3 3ol I. O r;; =r O . P -7T 3 3 ^3a o. =;* w3 0 re < -^ 3
fT
(U 4 =??
Q lo î ? 3 CT -3 rraı O. uı 3 u-- rt>
5
^.3
__3_ ryı CiCJ p .CTQ P P 3 7TCTQ 3 3 m>cw
o
_-. ^ O" CO % crc
P
c
.
5
3
< ^
P ÖT re w
5
o^
_
5 1 5 a- o = i 2 £ ! 5' I EJ -İ < o o. £[?£ re x" re OT' = re «;? ^ o n/ı o o. re '?^' 3 3 -< --< ^_ co re
K Q
g
çp 3
ı/ı
P
-j
S
-1 re o re lî_ ? 5 7!ıO o. w
S^ S.-Ö0, 2 a.re î3 ? -v, N ?. s. - cr % * -* -< -< 3
~ ^"5
tfl 5' ~%
5
9. d '
Ş- «
< =F
c
n;
p re r-cr-o P p ^3 CL 3 re fD S" ffi < Cl N.1^ 3 -<. ? jı Pi S" re w cro« - OT < S S^^-S §1 ili i i:§ 7:7 cro* 3 ?r ;w c n =; w w« v> s' "§i re 0. a- '- * ?r < o re ûî' re < rt t = O: =; (5* ^ 5" 3 -^1 5L D 3d Si n. ty re P era oS 3 Ş- re vı 3 cr o üi. =1 ^' Q_ cu cfQ . re =: £L 3 ^ ^ o S.OT ^ S =: !T g ^^ re §? İŞ"?! o P" n> ^ S^-S ^ P -'p 3 " £ İİ s- S İ ^ S Ş" N N 3 ?
N5İS
w co p -< 2 i.- re c^?3 d c 3a^ a vı.ig (D re o_ r~: 3 cr 2.
îliüll tllii iiut ^ 5- S 4 s- s ;?? f ^ = I ş ş s i o. 7r Q ^3 __n ? fi _J C p p £ £. T' w ^ (TO W ÛJ «' < 2P
=?(
fD
vı -?
_J
CfQi Cu *-^
J-
CJ
3.
il
m
"*
fTT
-<
3
CT
-
<
0Q<
1
rr1
= C^3 CT'^-y. 3-^-iT re CJ c =i fj- CJ ro S S«S.< §? 3- re* °- ° ~< o p£D 3. fj . re 7T EJ ?S EJ 3" 3 CJ N çr 3_ |r N CJ CJ re ' => QJ c C era -< o- re §- 3 £ g- 5 g«ÎİIIÜİIİÜÎİ 3 -o w w re = ?r 3 ^ < rtJre3'e.(/,f!îÇj_fDcjfcg-3. -'3DF. ^-Cr3 ÇT c o =; u D o. o cf5< 3 =î re 3 -C jv, w
CJ^
=-<
re
fp ^
5r > 3 EJ 5' 6) S" rr
^4 -< N n İT C: ^ 3 D3 re ?-o ^ cro. re 3 w P (U C: QI re E a. re 7=r 3 5 ft o. g. Q. İÜ re A- ^ 7T re c = ->, -g.^ f Ş S. » !T _ 33 Q_ CJ CJ re £ re 3, 3 ÖT CJ r* OJ 3 2i 5" ^0 5- ?F =? EJ -t i/i 3w 3 5 -£ <2 O fD =i g^ 5 CJ q 31S-?:^5;3:3 3
__jCro< ^
§3
^ CJ
s-*
,
3
jr E.g:ca"
-
-
" 3-Sr^
STcT3'n:icrQ<3
CTEJ
re_ -
c fccra 5_ 5 a-~.
re <
">
c^_ g re re ^v
3 Si 3 = !Tfl) ff S" S1 *? 2 C £> 05 OS CO 0= O
fD İ-IS 7^ 5
CJ 3'
?
re ¥
P
3 3_ => Q. CJ re (£ ?-< fYO<
T
O
EJ cr EJ CJ U1 ^ <5 re
-< -r
CJ ^
CJ ej T
EJ 3 3
Si aCL 3 cro< re £ c= -^ A~ (/, re Qj =; 3 §"§. Ş. 125 124 lelerin yapımı bittiği zaman Terek ve Sunja ırmakları arasında yaşa¬yan ve kendilerini "barışçı" olarak adlandıran bu serserileri toplayarak onlara yeni yaşam kurallarını tanıtacak ve şimdiye kadar iddia ettik¬leri gibi Majestelerinin bir müttefiki değil, fakat onun birer bendesi olduklarını açıklayacağım. Eğer kabul ederlerse ki, edeceklerdir, top^ raktarını sayılarına göre paylaştıracak ve geri kalanının da Kazaklarla Kara Nogaylara vereceğim. Eğer bu teklifimi kabul etmezlerse onları geri çekilmeye zorlayarak sadece ismen ayrıldıkları diğer soyguncu ırkdaşlarının yanına süreceğim. Bu durumda ise onların sahip olduk¬ları toprakların tümü bizim elimize geçecektir." 1817 yılında İran'a gitmek üzere Hat'tan ayrılırken şimdiki Mi-hailovskaya stanitsasi yakınlarında Prigradi kalesinin kurulmasını em¬retti. Bu gelişme, Çeçenler tarafından büyük bir endişe ve şüpheyle karşılandı. Ertesi yılı Hafta
döndüğü zaman Çeçenleri "barışçı" tanı¬mının dışında herşey olarak buldu. Bu durum, onun kafasının içinde¬ki düşünceleri pekiştirmekten başka bir şeye yaramadı. Vakit geçir¬meden taştan "tehditcisV'ni yapmaya koyuldu.t1) (Grozny) Kuvvetli bir askerî birlik toplanarak Grozny'in çevresine yerleşti¬rildi. 10 Haziran 1818 tarihinde altı tabyalı kalenin temelleri alıldı. Yapılan törende, her zamanki duaları top atışları İzledi. Artık Rus ku¬mandanının planlan hakkında en ufak bir şüpheye yer kalmamıştı ve Çeçenler, çok geçmeden örgütsüz bir biçimde olsa da açıkça Ruslara ' karşı saldırılarını başlattılar. Kamp, her gece pusu yerlerinden ateş al¬tına alınmaya başlandı. Gece nöbetde gündüz ise işlerinde bitkin dü¬şen askerler, günden güne zayıflamaya başladılar. Bunun üzerine "Yarımıl" Çeçenlere bir ders vermeye karar verdi. Hazırlanan bir pla¬na göre bir top eşliğinde dışarı çıkan 50 kişilik bir grup, daha önceden karar verilen bir noktaya kadar ilerleyecekler ve burada Çeçenlerin saldırılarına daha fazla dayanamamış gibi davranarak hızla geri çeki¬lirken toplarını da orada bırakacaklardı. Ruslar, ellerindeki diğer bü¬tün toplan da o noktaya göre ayarladılar. Hile, tamamen başarılı ol(1) Çar 4. ivan'ın bir lakabı olan bu kelime, "tehdit eden" anlamına geliyordu. Fakat daha sonraları ivan "Korkunç" lakabıyla anılmaya başlanmıştır. Yermolov da, Sunja kıyısında yaptırdığı bu kaleye bu unvanı vermekel ona yükleyeceği işlevi de bir bakıma İlan ediyordu. du- 50 kişilik grup kaleden çıkınca çevrede gizlenmiş bulunan Çe¬çenler hemen saldırıya geçerek topu ele geçirdiler. Ruslar, plan gere¬ğince hızla çekildiler. Geriden açılan şarapnel ve gülle ateşi Çeçenle¬ri biçmeye başladı. Yara almayanlar, bir an için büyük bir şaşkınlık içinde kalakaldılar. Daha sonra kendilerine gelerek ölü ve yaralılarını ' savaş alanından taşımak istediler. Ne var ki, bu kısa süreli bekleme, onlar için bir felaket olmuştu. Rus topları, yine aynı korkunç etkisiyle demirden yağmurlarını yağdırmaya devam ettiler. Yermolov'a göre 200 kadar ölü ve bir o kadar da yaralı savaş meydanında kalarak Çe¬çenlere iyi bir ders verilmiş oldu. Gerçekten de uzun bir süre için on¬ların geceleri yaptıkları saldırılar kesildi. Gerçi bu davranış, çok etkili bir sonuç vermişti. Fakat onun sebep olduğu asıl önemli sonuç, Çe¬çenlerin Ruslara karşı duymaya başladıkları korkunç ve acımasız bir nefret olmuştur. Çeçenler, kırk yıl boyunca Rusların en amansız düş¬manları olarak kalmışlardır. Yermolov zamanında ve ondan sonraki haleflerinin İdaresinde bir çok defalar yine buna benzer kanlı olaylara sahne olan Grozny, gaddar bir şekilde Sunja'nın kıyısında yükselme¬ye başlamış ve o andan itibaren düşmanlarına tehdit edici bir görüntü sunarken Kazak alaylarıyla düzenli ordu birliklerinin sefer öncesi toplanma yeri ve merkezi olmuştur. Burası Çeçenlerle savaşan ordu¬nun karargahıydı. Burada hazırlanıp organize edilen askerî birlikler, sağa ve sola yollanıyor, Çeçenlerin köyleri ve tarlaları basılıyor, saldır¬ganlar cezalandırılıyor, yenilgilerin Öcü alınıyor, yeni posta yerleri ku¬ruluyor, kuşatılmış garnizonlar veya Çeçenlerin baskısı altında geri Çekilen birliklerin yardımına koşularak kurtarılıyordu. Yermolov'un kendisi de, uzun yıllar şehrin sembolü olan bir zemlikada (yansı yerin altında olan kulübe) yaşamıştır. General Freitag, Gerzel avuldaki Çe¬çenlere saldırmak ve sonraları 1845'de Vorontsov'un ordusundan arta kalanları Şamil'in elinden imha olmaktan kurtarmak için asker¬lerini Grozny'de toplamıştı. 1858 yılında Argun seferine çıkan Yevdo-kimov da, Grozny'den yola çıkmıştı. Fakat bazen de durumların de¬ğişerek Grozny'in kendisinin de kuşatılarak bombalandığı zamanlar olmuştur. Yine de Grozny'in taşıdığı İsme layık olduğu söylenebilir. Şehrin ismi, yalnız Çeçenler ve Ruslar arasında değil, onun kurucu¬sunun adının hiç işitilmediği yerlerde bile artık barışçı temalar uyan¬maktadır. (2> Grozny, Bakû'den sonra en zengin petrol yataklarına sahiptir. / 126 127 Modern Grozny'in merkezinde, korkuluklarla çevrilmiş, ağaç¬larla gölgelenen ve
üzerindeki bir siper tarafından yağmur sularından korunan Yermolov'un zemlikasını, üzerindeki yazılarla birlikte göre¬bilirsiniz. Burada aynı zamanda Yermolov'un heykeli de, kare şeklin¬deki bir kaidenin üzerinde yükselmektedir. Mimarî veya estetik açı¬sından eser pek bir değer taşımamaktadır. Fakat Ruslara göre, bu en büyük askerlerinden birisinin anısını yaşatmak için bu ilkel ve kaba yapıyı ayakta tutmak vazgeçilmez bir fikir olarak kabul edilmektedir. Şimdiye kadar Vetyarninoff'un ismi bir kaç kere geçmiş bulunu¬yor ve bu isimle ileride defalarca karşılaşacağız. Yermolov'un on yıllık görevi sırasında 6nun kurmay başkanlığını yürüten bu önemli askerin kısa bir hayat hikâyesine dokunmadan Kafkas tarihine tam bir bü¬tünlük kazandınlamaz. Aralarında Yermolov'un hayranlarının da bu-lunduğu bir çok Rus yazarı, birbirleriyle çok İyi anlaşan bu iki askerin kabiliyetlerini ve hizmetlerini birbirinden ayırmayı çoğu kere çok zor ve hatta İmkânsız bulurlar. Fakat sadece şunu söyleyebiliriz ki, Yer¬molov, liderlik ve kumanda etme yönünde daha üstün olurken Vel¬yaminof da, askerî bilgiyle yetenek ve kültür açısından onu geçmiş¬tir. Yermolov'dan bir yaş küçük olan Velyaminof, hemen h emen onunla eşit parlaklıkta bir askerî kariyere sahip olmasına ve halta ba¬zı konulardan ondan üstün olmasına rağmen onun ulaştığı ün ve ? şöhretin onda birine bile erişememiştir. Bunun sebeplerini çok uzak¬larda aramaya gerek yok. Büyük işlerin adamı olan bu asker, çalışkan ve oldukça verimli bir.tablo sunarken aynı zamanda askerî tarihin hırslı bir Öğrencisi olarak geçmişin verdiği dersleri günümüze uygula¬yarak problemlere çözüm arayan ve gelişmeleri anında kavrayarak günün gerekli stratejik ve taktik gerekliliklerine uygulayan bir yapıya sahipti. Olaylara hemen nüfuz eden, hızla harekete geçen, demir bir irade ve şaşmaz bir kararlılığa sahip, başarılı bir örgütçü, savaşta ta¬mamen korkusuz olan ve bir çok ahlâkî değerler de taşıyan Velyami¬nof, askerlerinin kendisine saygı duymasını uyandıracak bütün özel¬likleri taşımasına rağmen onlardan çok azının heyecanlarını uyandı-rabiliyor ve hemen hemen hiç birisini de kendisine bağlıyamıyordu, Aynı zamanda çok sessiz ve anlaşılması zor bir yapısı olan Velyami¬nof, kendi adamlarına karşı son derece sert ve düşmanlarına da o derece merhametsizdi. Her iki kesim tarafından da kendisine korku ve hayranlık duyulurken büyük bir şiddetle nefret edildi. Fakat katı ve hissiz olan dış görünüşünün altında yine de çarpan bir kalbi vardı ve bazı olaylarda onun hareketlerine etki etmeyi başardı. Bazı kişileri korumak için oradan oraya koşuşturduğu zamanlar âa oldu. Fakat kendisi için asla hiç bir şey dilemedi ve korunma istemedi. Yermolov gibi o da bir topçu subayıydı. Fakat nerede ve ne za¬man orduya katıldığı tam olarak bilinmiyor. Çok küçük yaşta, henüz 14'ündeyken Semionovsky alayının piyade birliklerine katılmıştı. Fa¬kat hemen ardından 16 yaşlarındayken asteğmenliğe ulaşmış bulu¬nuyordu. İlk başarılarını Austerlitz'de kazandı. 1819 yılında Silistre kuşatmasında bulundu. Rusçuk'un alınması için girişilen ümitsiz sal¬dırıda yaralandı. 1812 yılındaki "Büyük Savaş"ta da kendini göstere¬rek Borodino ve Krasnoe'deki başarılarından dolayı o sıralarda çok seyrek verilen ve çok kimsenin İmrendiği St.George nişanını aldı. Er¬tesi yılı onu, Lutzen ve Bautzen'de görüyoruz, 1814 yılında da Paris' in kuşatılmasında ve alınmasında. Tüm bu savaşlar boyunca Yermo¬lov İle beraber bulunan Velyaminof, onun Kafkasya'ya gönderilme¬sinden iki yıl sonra kendisi de oraya tayin edildi. Bir çok küçük ve önemsiz çarpışmalardan sonra bu iki asker, Ganja'nm alınması zafe¬rini aralarında paylaştılar. Yermolov, Kafkasya'ya Başkumandan tayin edildiği zaman kendi isteği üzerine Velyaminof da, onun yanına kur¬may başkanı olarak verildi. Doğal olarak Yermolov'dan sonra gelen Paskieviç/e fazla bir yakınlık beslemeyen Velyaminof, 1828-29 Türk savaşlarında Avrupa Türkiyesi'nde savaştı. (Pogodin, s.192) Fakat 1831 yılında Tuğgeneral olarak Kafkaslara yeniden döndü. Onun bundan sonraki savaşlarda genellikle başarılı olan çalışmalarını yeri geldikçe inceleyeceğiz. Fakat onun askerî öğrenciler arasındaki ünü, savaş alanlarındaki başarılarından çok yönetim ve idarî işlerdeki ça¬lışmalarıyla ilgilidir. Hafta düzenin nasıl sağlanacağına ilişkin olarak hazırladığı tüzükler, gelecekteki olaylarla ilgili bilgiler veren "Anılar"ı ve Paskieviç'in 6 Mayıs 1830 tarihli Kafkasya ile İlgili görüşlerini içe¬ren yazısı hakkındaki açıklamaları çok ünlüdür. Velyaminof, Çar'ın isteği
üzerine Kafkasya'daki savaşın nasıl yürütülmesi gerektiği konu¬sundaki görüşlerini onun emri üzerine 1832 yılında kaleme almıştı. °u görevi yerine getirirken o sırada üçüncü seferini de başarıyla so-
128 nuçlandırmış olan ve o aralar büyük bir prestije sahip Paskieviç'in dü¬şüncelerini eleştirerek o ünlü kumandana hakaret etmiş olmaktan da çekinmemiştir. Bu ünlü "Anı ve Açıklamalarında uzun vadede Kaf¬kasya'da yapılması gerekli şeyleri sıralayarak başarının anahtarını su¬nuyordu. Bu görüşlerle ilgili olarak sonradan açığa çıkan bir gerçek de şu olmuştu: Velyaminof'un bu kadar büyük bir dikkat ve özenle hazırlayarak aynı şekilde başarılı olarak uygulamaya koyduğu bu planlardan halefleri, ayrıldıkları sürece felaketler peşlerini bırakmadı. (Kavkazsky Sbornik, c.15, s.522, c.7, s.78-144, c.12, s.64) Fakat bü¬tün bunlar Paskieviç'in tamamen hatalı olduğu anlamına gelmez. Adil bir yargılamaya tabii tutulmayan bir sistem kayıtsız ve şartsız olarak asla suçlanamaz. Son yıllarda Paskieviç ile Yermolov karşılaş¬tırıldığı zaman birincisinin her zaman daha az bir adaletle yargılandı¬ğı görülür. Yermolov'un sistemi, Çar 1. Nikola tarafından mecburen açıklandığı gibi, denemeye tabii tutulduğu zaman dağılıp gitti. Ne Yermolov ne de Velyaminof, o sırada Kafkaslarda için için kaynayıp gelişmeye başlayan iki kardeş tutkunun korkunç gücünü anlıyamadı-lar. Bunlar, Dînî inançlar ve özgürlük aşkıydı. Daha doğrusu bu iki etki, "Müridizm" adı altında şekillenerek ortaya çıkmıştır.^ Özellikle Velyaminof, bir çözüm yolu olarak bütün Dağlıların silahtan arındırıl¬masında ısrar etti. Bir çok defalar uygulanmaya çalışılan bu girişim, her seferinde tam bir başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Aradan üç çeyrek asır geçmiş olmasına rağmen bugün bile hâla bu tasarı uygulanama¬mıştır. Velyaminof, "Anılarında barışçı yaklaşımların çok yetersiz oldu¬ğunu ifade ederek Dağlıların ancak ve ancak silah zoruyla baş eğdi-rilmeleri gerektiğini söyler. Dağlıların, Ruslara karşı devamlı olarak besledikleri bu düşmanlıklarının sebeplerini de, onların Rusların gücü ve kaynakları hakkındaki bilgilerinin yetersiz oluşuna bağlar. Ayrıca Dağlıların kazandıkları bir takım başarılar ve Rusların uğradıkları ka¬yıplar, onları bu konuda daha da cesaretlendirmektedir. Velyaminofa göre Dağlılara gösterilecek her türlü yakınlık (!) ve arkadaşlık ilişkileri eğer savaş alanlarındaki başarılarla desteklenmezse bir zayıflık alâ(3) Bu durum onlar hakkında methiyeler yazanlar tarafından da kabul edilmiştir-(Kavkazsky Sbornik, c.15, $.569) 129 rneti olarak yorumlanmaktadır. Ve şöyle devam ediyor, Velyaminof: »Silahlı kuvvetlerimiz, Kafkas kabilelerini dize getirmek için tek yol¬dur. Mesele, bunun kesin sonuca ulaşmak için nasıl uygulanacağıdır. "Kafkasya, tabiat tarafından muhteşem bir şekilde tahkim edil¬miş ve insanların çalışmalarıyla daha da güçlü bir hale getirilmiş yüce bir kaleye benzetilebilir. Bu kale, aynı zamanda büyük bir askerî bir¬lik tarafından savunulmaktadır. Sadece düşüncesiz kişiler, böyle bir kaleye cepheden, merdivenlerle tırmanmak amacıyla saldırıya geçe¬bilir. Akıllı bir kumandan ise bu durumda savaş sanatının diğer im¬kânlarına başvurur. Cephe hendekleri kazdırarak istihkâm siperleri içinde ilerler ve lağımlar açarak kaleyi bu şekilde ele geçirmeye çalı¬şır. Benim görüşüme göre de Kafkasya'nın ete geçirilmesinde bu şe¬kilde davranılmalıdır. Eğer bu tutum, savaşların başlarında uygulan¬mazsa gelecekteki olaylar, bizi böyle davranmaya zorlayacaktır." Gerçekten de çok anlamlı sözler! Hat, 1816 yılına yani Yermolov'un zamanına kadar eski statü¬sünü korumaya devam etmişti. Burada Velyaminof ilk cepheyi açtı. Bu cephe, Kuban ve Terek ırmaklarının, dağlarından doğarak sayısız kollar aldıkları yerden başlayarak birisinin batıya diğerinin doğuya doğru akarak katettikleri, iki deniz arasındaki mesafenin onda doku¬zu kadar olan mesafe boyunca onlara paralel olarak uzanıyordu. İkinci cephe de, daha önceden değindiğimiz gibi Yermolov tara¬fından Grozny'de açılmış, ancak bazı sebepler yüzünden Malka ır¬mağına kadar uzanabilmişti. Bu cepheden sadece Doğu Kafkasya et¬kilenmiştir. Bundan sonra üçüncü cephe açılacak ve
kuşatma bu şe¬kilde sürdürülerek yavaş yavaş açılan hendekler ve kazılan lağımlar yoluyla Derlenilerek kale, son bir hücumla düşürülecekti. Kitabın ile¬ndeki sayfaları, bu planın uygulanması sırasında cereyan eden mü¬cadelelerle doludur. Ne var ki, bu plandan yapılan bazı sapmaların, bu işgali çeyrek asırdan fazla bir zaman uzatması da gerçekten çok anlamlıdır. Ünlü "Açıklamalarında Velyaminof, Paskieviç'in Kafkaslarda uygulanmasını istediği tamamen savunmaya yönelik politikasına kar-$' Çıkarak işe başlamaktadır. Çünkü ona göre bu yol, tarihin bir çok Ornekleriyle ispatladığı gibi sefil ve olumsuz bir metod olmakla kal-m'Vor, fakat Kafkaslardaki Hafta uygulandığı zaman bir çok dezaw 3 çr £ ~ " re ^ 5£ S33 ro X" O 3 tH g" 7T IV) ^< tu ey fO fjo< s 2 O ,w O. ?^ BJ -O =- <£.CrQ< Iff! t/ı 3 2 ^ 4
°
7=" Si W ^i n fD (M "i 3 -* fî » w -J J rt) ^ p _,_ 5 O. w rt (D Q_ - s S Sı: - § s. OJ 5 9clo fD 5 7T C 7T W ^ <. «.» p -< P ffQ< cr -< K< o- Î2 S BJ g: 2" 5" «İ s » ^ u ^ m ! 2 ÜT 3-^3 §-^ S--« 3 CJ -< p İT a ?t P c P Û» X İ. İ: P p S p cr w ^§"
W TC Si) X" 3_ P g-| -O 3 S 5' 3 era O:3 Q- ı/ı o ? (D .-<-<. ? p < Ü ^ -< 3,^ § ?*?« t 4 rr (D 13 -D c 9-o P "*" S O 3 a *-£, p 3 3: S _ _ _ T < ?- w 2 ş s; ; o- î S" a> 3 7T 3^ 3 N c cr QJ ) 3_ 3 o9- o 3 D , 3 fD P 5? 1-3 "g. in <£ -( =^ m T fil 7 f£ş< v. r w c p ^ -ı _- cr u«) uy re ? =r fD 7T 3 _j (D O" /s p S. S" 5 g(D r* r o CD O C 7T 5T * */> era re z> fp_ Sİ fD co ÛJ_ Q3 W
fD
EJ
3
o
Çf £ =;
3 3 '
Qİ
C=
q
CJ rjo<
. /t,
^
r>. <; rra
J_ N
a. ^ 3 W DJ J^ N fD w O" fD fD fT^--1 fD 5 Çr a. n. su Q_ I? fD L5 0 a. x- « w xi S s.-| £cra< İl (D N S? Ts s. ero c o &> QJ a. = s. s p -T p C: p 3_ n C= SU w cra< § Çr QJ c N 3 °S C: 7T jt W L2O-" 2 S"! < fD fÜ X" re Si, X" s-4? 3 IV! _. p Eli f fD S p era fD Q X" £{ cra< p X" "* o 9tu (U cr 3
(D
N
3 c C 7T p fD Ü--< 3^' (" 3 cr p p = w f S3 3^^ TC§2 P W
^: xO O: D
p Q_
un P
o^ X" PJ ro cr 3fD fD < ^ S" 5 5: =- 2. ^ 2. û. ?:" BJ °5 ^ QJ S *~ fD oj fD O3. SU cr d. 3 O O" < C3 3 eroi 0J -Xs -s- PJ f^^ S SU ^ fD cr
ro
ÇK oj
-?
?
_3
3
^
SJ
fD
o CL-<
"
o^-
''
1
fD
'?
^
(D ?=- X" i--*-(5 İti D İS lî 3-= * = rT J CL uı CTCt Sİ E D- X ^3 cr c= c3 İ^ fD =; ^ ro 3 ?! p X" N /T QJ l/l X" rD fT-5^: OJ 3 £U < OJ 3 cr grrD-3 a> O 3 X" a> g 2" 3" °" " fD £! w zr. tu ?<. S- 5"-< O: 9:^ x 5" o:craı fD CfOf 3 Q_ d) D X fD fiT-< ^ N n> w 3 Ji; p = ^- _K =:cra 3 O tu ? CJ fD 3o XJ 1T1 cr cr x- çf P
^
m
ı?ı
O
rr: re CJ
3
S"3 > £
C
^"
D
W
p!.
cr fT
BJ X-
=î' Q fD p * 3
"*
Jî
p
<_ J _
tu
"*
, :=_ p £ 5 f» in cr =r 3 7s N < XJ-< tu w 3 tu -? N C: ü. =ı d fD p O- 9T 3 W g t> N 7T O '" OJ 3 3 &J a. 5 CfQ< i/i ı-f' ^~) fD =? 3^ tu
g__ =3
-T"
u£
?
< o -? -o M M/ı
C
m
<"
s-$ 1 Sr ^ o 1 fi. 2 " 2. £ w o- S- w 3 crow X-Zlg:^ O j|:2 |ig-_ 3 cr 3-3. EU^-^^^fD 3 ft> fD o- =- o-^- 5 7?5J ^_C £5 r^-a.fi p a. ro PJ 3 _j ^- ça o 3 era. 3 c s- ^ DJ tu "ü. ru w KU JSI İ, _ Q: W f- (U PJ -fD fD CTQ ro ?^ 3 3 oj BJ S ft crotj fD fD 5L-< 3 ro Ş" 5-era* c S a. 5
132 yukarıda değinilen Kafkaslıların yerine getirmekle yükümlü oldukları şeylerle dolu değildir. Düşmanını izlerken de Öylesine büyük bir çık;a-rı yoktur. İş ve tehlike onun vazgeçilmez iki kaderi gibidir. Sıraladığı¬mız bütün bu dezavantaj I arımıza rağmen bizim de onlardan bir üs¬tün özelliğimiz var. O da sahip olduğumuz disiplin. Fakat bu da, tek başına yetersiz bir telafi olarak kalmaktadır. "Son olarak şunu söyliyebilirim. Dağlarda hüküm süren bu karı¬şıklıklar ve savaş durumu, bir çok noktalarda Dağlılar İçin bir felaket niteliği taşımasına rağmen bir de olumlu yanı vardır. Bu ortamda, ge. rekli yeteneklere sahip her Kafkaslı, liderliğe ve üne giden yolu ken¬disine açabilir. "Mareşal Prens Paskieviç'İn mektubuyla İlgili görüşlerimin yanlış anlaşılmasını önlemek için bu Dağlıların, küçük veya büyük gruplar halinde Hat'tı geçerek bu akınlarını nasıl gerçekleştirdikleri hakkında biraz daha ayrıntılı bilgi vermek istiyorum. Yukarıda da kısaca deği¬nildiği gibi bu insanlar, topladıkları kuvvetlerle Rus köylerine ve sta-nitsalara saldırırlar. Bu akınlara toplu olarak organize bir şekilde ka¬tılmak için bu hareketde bulunmak isteyen herkes, daha Önceden kararlaştırılan yerlerde toplanarak karargahlarını da yakın avullarda kurarlar. Toplanma süresi asla 2 haftadan az sürmez. Genellikle bu müddet daha fazla zaman alır. Hat kumandanı veya bölgeye en ya¬kın olan subay, casusları vasıtasıyla düşmanın hareketleri ve toplan¬masıyla İlgili haberleri devamlı olarak alır. Fakat esas vuruşun nerede ve ne zaman olacağını kimse asla bilemez, yerliler, niyetlerini her za¬man büyük bir gizlilikle saklarlar. Böyle durumlarda saldırının nereye yapılacağı sadece liderler tarafından bilinir. Bu akınların esas amacı talan olduğundan herhangi bir sebep¬ten dolayı uygun görülen stanitsaya veya Rus köyüne saldırırlar. Bu sebepten dolayı Dağlıların hedefinin neresi olduğunu kestirmek çok-zordur. Dağlıların toplanma yerlerine bakılarak Hat'tın hangi bölü¬münün saldırıya uğrayacağı tahmin edilebilirse de yine
de her zaman kesin bir yargıya varılamaz. Bu yüzden her yerleşim bölgesinde oraXı savunmaya yetecek kadar kuvvet bulundurulmalıdır. Fakat bilindi^' gibt Kafkasya'daki ordunun mevcudu, hiç bir zaman İhtiyacı karşıla yacak sayıya ulasamann.ıştır. Asker sayısının yetersiz olmasından de layı bu köy ve stanitsalara gerekli muhafızlar bırakılmadığından bu 133 ralan, kendi başlarının çarelerine bakma durumunda kalmaktadır. Dağlılar da doğal olarak bu tür yerleşim bölgelerini kendilerine hedef olarak seçmektedirler. Benim kanaatime göre, bir saldırıyı önlemenin ep iyi yolu, yeterli sayıda kuvvet toplayarak ilerlemek ve henüz Dağ-|,|ar saldırıya geçmeden onların kuvvetlerini dağıtmaktır. Fakat bu yol biie her zaman kesin bir sonuç vermez. Dağlılar da, devamlı ola¬rak birliklerimizin hareketleri hakkında bilgi alıyorlar. Bizim durumu¬muza göre yönlerini değiştirerek başka bir hedefe saldırıp ganimetle-riyle birlikte "hızla geri dönebilirler. Askerî birlikler olay yerine vararak dönüş yollarını kesinceye kadar herkes, evinin yolunu tutmuş olur. Geçen yılların tecrübeleri, bu gibi durumlarda Dağlıların her zaman başarılı olduklarını göstermiştir. "Yukarıda, akına katılacak kuvvetlerin toplanmasının oldukça uzun bir zaman aldığını söylemiştim. Fakat planın son safhasının uy¬gulanması veya atağın kendisi, çok büyük bir hızla yapılır. Bu ataklar çok seyrek olarak iki saati geçerler. Saldırıdan sonra aklıkları esirler ve ganimetlerle yüklü olarak hızla geriye dönerler. Fakat dönüş sıra¬sında akına giderken İzledikleri yolları kullanmazlar. Hele bir diren¬meyle karşılaşacaklarını hissederlerse kesinlikle başka bir yoklan gi¬derler. Burada şunu da belirtmeliyim ki, hepsi de atlı olan bu Dağlı¬lar, ağır yüklerle dolu oldukları halde hızlarını hiç azaltmadan ve ana yollara gereksinme duymadan tarlalar ve dağlar arasındaki patikalar¬dan kayıp giderler. Böylece, geri dönüşlerinde piyade birliklerine rast-lasalar bile kolaylıkla onlardan sıyrılarak kurtulurlar. Dönüş sırasında belli bir rota izlemek zorunda değillerdir. Bir kere sınırı aştıktan sonra nereye giderlerse gitsinler, her yerde yiyecek ve barınak bulabilirler, ilk fırsatta da baskından elde ettiklerini bölüşürler ve herkes, payına düşen parçayla evinin yolunu tutar. "Kafkasya'daki görevim sırasında bir çok kereler bu baskınları önlemek İçin yollar bulmaya çalıştım. Fakat İtiraf edeyim ki uygun bir çözüm yolu bulamadım. Her an tetikte durmak, hareketlilik, emirle¬rin yerine getirilip getirilmediğini gözetlemek, toprağın topoğrafik ya¬pısını iyi bilmek gibi şeyler, bir dereceye kadar Çerkeslerin akınlarını °nlemeye yardım eder, fakat kesin bir çÖ2üm sağlamaz. "Kafkaslardaki Hat'tı Dağlılar, küçük partiler halinde genellikle »ahar ve güz aylarında; Nisan'dan Haziıan'a ve Eylül'den Ocak'a *<*
134 kadar olan süre içinde geçerek Rus yerleşim bölgelerini basarak yağ, malarlar. Yılın diğer aylarında bu tür baskınlar çok seyrek görülür. Kı¬şın pek şiddetli geçmesi ve bu mevsimde hayvanlarının yem İhtiyaç¬ları, onları saldırılardan alıkoyarken yazın havanın fazla sıcak olması at sineklerinin varlığı ve sulardaki hortumlar, onlar için birer engel teşkil eder. Kuban bölgesinde ise olaylar tamamen tersinedir. Oralar¬da baskınlar, ancak Kuban ırmağının donduğu kış mevsimlerinde ya¬pılır. Yılın diğer mevsimlerinde ise derinliği oldukça fazla olan Kuban, onlara geçit vermez. Bu sebepten dolayı yılın diğer aylarındaki bas¬kınlar, diğer mevsimlere göre daha seyrek ve az başarılıdır. "Bu arada, konu açılmışken bu tür saldırılar ve Özellikle büyük kapsamlı olanlar için Dağlıların atlarını nasıl eğittiklerine değinmek yararlı olacaktır. A.kın mevsiminin başlamasından iki ay veya daha çok bir zaman önce sahibi, atını özel olarak beslemeye başlar. Onu işe koşmadan dinlendirir. İlk beş ve altı haftadan sonra hayvan, müt¬hiş bir şekilde şişmanlar ve karnı şişer. Bundan sonra atın yemi, ya¬vaş yavaş azaltılır. Ayrıca kısa süreli olarak ata binilmeye başlanır ve her gün
yarı beline kadar su içinde bekletilir. Sahibi, ata bindiği ilk günlerde onu sadece yürütür. Daha sonraları bu tempoyu arttırarak daha hızlı bir şekilde atı koşturmaya başlar. Gün geçtikçe atın koşu temposunun hızı da yükseltilir ve sonunda at, dörtnala koşturulmaya başlanır. Bu çalışma sonunda atın tüm fazla yağlan eriyerek ince ve Çevik bir yapı kazanarak çok j.ızun mesafeleri dörtnala büyük bir hız¬la alabilecek bir güce erişir. Bu şekilde bir atın eğitilmesi iki veya üç hafta alır. İşte bu sürenin sonunda atın yağlan eridiği gibi şişen karnı da büzülür ve kasları sağlamlaşmtş olur. At, artık çok uzun ve zah¬metli yolculuklara hazırdır. Her zaman savunmada kalmak zorunlu¬luğunda bulunan Kazak savaşçısı, atını böyle bir metodla eğitmekten mahrumdur. "Bir Kafkash, baskına gitmek için dağlarından inerken kendisini asla lüzumsuz şeylerle ağırlaştırmaz. Yolda raslayacağı "Kunak"(4) la-rından kendisine gerekli olan yiyecekleri sağlayabilir. Bir kimsenin, (4) Kunak: Misafirperverliği denenmiş arkadaş demektir. Kafkas ananelerine göre bir "Kırnak", misafirini canı pahasına korur ve bu uğurda ölür. 135 vola çıkarken iki ve üç günlükten fazla azık aldığı pek seyrektir. O da yol ǰk uzunsa ve çevrede konaklayacak yerler pek yoksa alınır. Saldırı anına kadar, atlarını yormamak için sakin ve yavaş bir şekilde hareket ederler. Böylece atlarının enerjilerini dönüş yoluna ayırırlar. Hedeflerine mümkün olduğunca yaklaşarak arkadaşlarıyla buluşur¬lar ve buralarda günlerce bekledikleri olur. Bu süre boyunca çevreye adamlar yollayarak saldırı İçin en emin yolun hangisi olduğu, askerî .birliklerin nerelerde daha az veya dikkatsiz olarak toplandıkları veya nerelerdeki köy ve stanitsaların saldırıya açık kaldığı konularında ge¬rekli bilgileri toplarlar. Eğer şartların hiç biri uygun değilse grup, hare¬kâttan vazgeçerek döner ve başka bir şeyle meşgul olurlar. Uygula¬dıkları bu metodlar sayesinde Dağlılar, her zaman saldırının en az beklendiği veya savunmanın en zayıf olduğu yerlerden vururlar. Emellerine ulaştıktan sonra da büyük bir hızla geriye çekilirler. Takip edildiklerinde ise son hızla kaçarak kurtulmaya çalışırlar. Eğer gere¬kirse tüm ganimetlerini de bırakırlar. Fakat kaçmanın tamamen İm¬kânsız olduğu durumlarda İse durarak sonuna kadar çarpışırlar. "Bu tür bir savaşta bütün avantajlar saldırandan yanayken tüm dezavantajlar da savunmada kalandan yanadır. Bizim burada karşı¬laştığımız durumun aynısı Mısır'da Napolyon'un da başına geldi. Memlûkları şehir merkezlerinden sürüp çıkardıktan sonra kendisi de onlar tarafından savunmaya mecbur edilerek bizim Haftaki ve Kara Deniz'deki pozisyonumuza düştü. Memlûklar ve çöldlekı göçebe Araplar, devamlı olarak onun kuryelerine, konvoylarına ve erzağını temin- ettiği köylere saldırmaya başladılar. Onların atlarını ve koyun sürülerini sürüp götürdüler. Ellerine geçenleri de esir olarak alıkoy¬dular veya öldürdüler. Bu durum, Fransızların Mısır'da kaldıkları sü¬rece devam etti. Eğer Napolyon gibi bir asker bile böyle bir savaş tü¬rüne çare bulamadıysa o zaman, bütün Çerkeslere silah zoruyla bo¬yun eğdirilmedikçe Kafkaslardaki bu savaşın sürüp gideceğini rahat¬lıkla söyleyebiliriz." Velyaminof, Paskieviç'in bazı "stratejik" bölgeleri işgalle yetin¬mek konusundaki görünüşünü de eleştirerek tarihten gösterdiği Ör¬eklerle tezini kuvvetlendirir. Büyük İskender'den başlayarak Napol-V°n'a kadar geçen zaman içinde bu tür yöntemlerin uygulandığı °'ayları ortaya koyduktan sonra bunlardan hiç birisinin Kafkaslardaki 137 136 durumla benzeşmediğini gösterir. O zamanki ortam İçin gerçekten doğru görüşlerdi, bunlar. Fakat, eğer Velyaminof yaşasaydı savaşın sonraki safhalarında planlarının bazı kısımlarını değiştirecekti. Şu da unutulmamalıdır ki o, çok geniş bir cephe üzerinde, birbirinden ba¬ğımsız, sayısız liderler tarafından yönlendirilen bir "Baskınlar Sava-Şi"na karşı uğraş veriyordu. Bütün bu akınların ortak amacı da, Rus yerleşim yerlerini talan etmekti. Ayrıca, her zaman atlı olan bu Dağlı¬lar, yanlarında tekerlekli vasıtalar bulundurmadıklarından dolayı bü¬yük bir rahatlıkla
her türlü ortamda; dağlık, ovalık ve ormanlık böl¬gelerdeki patikalarda ve hayvan izlerinde at sürüyorlar ve ana yolla¬rına ihtiyaç duymadıklarından onların "stratejik" özelliklerini kaybetti¬riyorlardı. Paskievİç'İn yerlilerden süvari birlikleri1^ oluşturmak fikrine de karşı çıkıyor ve bunu yaparken Bizans İmparatorluğu'nun son za¬manlarında karşılaşılan Kızlar Kazakları ve Tatarların itaatsiz-likelrini Örnek olarak veriyordu. Hem de bu fikrini, o sırada tahtta bulunan Çar'ın, Kafkas kabilelerini birbirine düşürerek onların iç çatışmaların¬dan yararlanılmasını istediği bir zamanda İleri sürüyordu. Daha ön¬celeri, Kumuklart Çeçenlere, Çeçenleri Kabarcieylere, Kabarcleyleri Kara Nogaylara ve Kara Nogayları da Şapsığlarla Abzehlere karşı kullandıklarını, fakat onların aralarında çıkan bunca çarpışmalarına rağmen yine de birbirlerine karşı düşman olmalarını sağlayamadıkla¬rını belirtiyordu. En ufak bir kurtuluş ışığı gördükleri anda hepsi de, Ruslara karşı birleşmeye hazır bir vaziyetteydiler. Bu tür politikaların sonucunda ortaya çıkan kin ve nefret duygulan, bir kabile veya mil¬lete değil, fakat Prens Bekoviç Çerkaski ve Musa Kasayef gibi Rus hizmetindeki yerli liderlere yöneliyordu. Bu şekilde Paskieviç'in görüşlerini birbiri ardınca çürüttükten sonra ilk düşüncesine tekrar dönen Velyaminof, yerlilerin silah zo¬ruyla boyun eğdirilmeieri konusunda ısrar eder. 20 Mayts 1833 tarih¬li bir başka memorandımda (K.Sbornik, c.8, s.145) da bu amaca ulaşmak için geliştirdiği planlarını açıklamaktadır: (5) Paskievİç tarafından kurulan bu yerli süvari birlikleri, 1826-29 Acem ve Türk savaşlarında Rus ordusunda savaşmışlardır. "Kafkasya'nın Kazak yerleşim bölgeleri ve kaleler yardımıyla ya¬vaş yavaş ele geçirilmesi, Çerkeslerin gücünü kıracak ve hareket ye¬teneğini kaybeden Dağlılar, şimdiye dek bu kadar büyük bir azimle sürdürdükleri saldırılarına bir son vermek zorunda kalacaklardır. Fa¬kat sadece bu yöntemin uygulanması otuz yıla yakın bir zaman ala¬caktır. Bunun yerine başka bir çözüm yolu daha önerilebilir: Düş¬man, yaşamını devam ettirebilmek için tamamen tarladaki ürününe bağımlıdır. Ürünün sonbahara kadar olgunlaşmasını bekleyelim ve tam hasat zamanı hepsini yakarak yokedelim. Beş yıl içinde bütün Dağlılar, karşılaştıkları açlık tehlikesi yüzünden boyun eğeceklerdir. Bu iş için altı askerî kol oluşturulmalıdır. Her askerî kolda 6.000 piya¬de, 1.000 Kazak, 24 top, 2 istihkâm bölüğü, yedek depolar, yaralılar ve hastalarla erzak ihtiyaçlarını taşımak için 500 araba bulunmalıdır. Bu askerî kollar, her sene yeniden teşkil edilmeli ve tam gücüne eriş¬meden sefere çıkmamalıdır. Çünkü bu askerlerin karşılaşacakları güçlükler ve direnme gerçekten çok korkunç olacaktır. Kalelerdeki garnizonlar ve hatta bazı müstehkem olmayan yerleri korumakla yü¬kümlü askerler, bu kollara katılmamalı ve bu askerler, bir kural gere¬ği olarak tamamen bağımsız bir şekilde hareket etmelidirler. Bu yüz¬den bu birliklere yeterli askerî kapasiteye sahip subaylar kumanda etmelidir. Aksi takdirde verilen bütün emir ve tavsiyelerin hiç bir ya¬rarı olmaz. Büyük kayıplar karşılığında elde edilen başarılar çok cüzî olur." Bu uyarı niteliğindeki sözlerinden sonra Velyaminof konusunu kapatabiliriz. 1838 yılında henüz 49 yaşındayken ölünce kişisel gö¬rüşlerinin doğruluğunu göremedi. Daha önce de belirtildiği gibi, eğer Velyaminof yaşasaydı plan ve görüşlerinin bir-kısmını değiştirerek ye¬niden gözden geçirmek durumunda kalacaktı. Fakat yine de Rusya, bir çok felaketlerden kurtulabilir ve savaş, daha çabuk bitebilirdi.^ Velyaminof un planladığı bu baskın hareketleri, (Köylüleri ve ürünlerini yoket-me hareketleri) onun söylediği biçimde sistemli olarak düzenlenip uygulansay¬dı belki başarılı olabilirdi. Fakat bu tür hareketlerden pek bir şey elde edileme¬di. Sadece Çeçenleri daha fazla kızdırmaya yaradı. 1852 yılında, Baryatinsk/in başarısızlığı üzerine bu yöntem terkedildi. 138 BÖLÜM 8 1819 Vnezapnaya'nın yapılışi-Karakaytag'daki isyan-Rus yenilgi-si-Rus başarıları-Rus ordusunun mevcudunun arttırılma-sı-Kafkas piyade alayının kurulması-MadatoffTabassaran, Karakaytag, Sekin ve Avarya'nın boyun eğmesi-Yermolov' un zalimliği-
Akuşalıların yenilmesi... Crozny'in tamamlanmasından sonra Yermolov, ikinci bir adım olarak 1819 yılında Vnezapnaya (Sürpriz kalesi) kalesinin yapımına girişti. İlkine göre çok daha doğuda yer alan bu kale, Çeçenistan'ırı doğu sınırına yakın bir bölgede, Aktaş İrmağı kıyısındaki Andreyevo (Endree) tam karşısına kurularak küçük bir kaleler zinciriyle Grozny'e bağlandı. Salatav bölgesinin dibinde kurulan bu kale, savaşçı Dağıs¬tan kabilelerinin yolunu keserken Kumuk ovalarını da kontrol altında bulunduracaktı. Nisan 1821'de Tarku'yu örten kayalar üzerinde ku¬rulan Bumaya kalesi, Vladikavkaz'dan Hazar'a kadar olan müsteh-kem hattı tamamlamış oluyordu. Bu sırada Dağıstan'da, gelecekteki uzun mücadeleyi haber ve¬rircesine ciddî sorunlar çıkmıştı. Grozn/in yapılması ve Yermolov'un sahip olduğu bir takım düşünceler, sadece Çeçenleri değil, fakat on¬ların güney ve güney doğusunda yaşayan komşularını da alarma ge¬çirmişti. Yılda 5.000 rublelik bir maaşla Tuğgenerallik rütbesiyle Rus hizmetinde bulunan Avar Hânı, Karakaytag Hânı, Mektûle Hânı, Ta139 bassaran Hânı, Gazi Kumuk Hânı ve kuvvetti bir topluluk olan Aku-salıların Kadısı, kendilerini tehdit etmeye başlayan tehlikenin farkına varmışlardı. Hep beraber toplanarak durumu müzâkere ettiler ve kendilerini savunmaya karar verdiler. Aslında Yermolov'un başından beri uyguladığı politikası, bu birleşmenin temellerini atmıştı. paha sonraları Şamil tarafından mükemmel bir hale getirilecek olan bu birleşme, tek başına Dağlı direnmesini Rusya'ya karşr etkili kılmış¬tı. Fakat henüz "Müridizm" doğmamıştı ve sonralan büyük bir yan¬gın şeklinde ortaya çıkacak olan Dînî coşkunluk ve vatanseverlik ate¬şi yavaş yanıyordu. Gelişen olayları haber alan Yermolov, Albay Pes-tel kumandasında 2 tabur asker ve bir miktar yerli süvariyi Karakay-tag'a gönderirken kendisi de, 5 tabur asker, 300 kazak ve 14 top eş¬liğinde Mektûİe üzerine yürümek İçin 25 ekim 1818'cle Grozny'den ayrıldı. Bu, Rusların doğudaki dağlar ve tepeliklerle Hazar arasında kalan ovalık bölgenin dışında dağlara yaptıkları ilk seferdi. Yermolov tarafından Kaytag'a gönderilen Pestel, gelişen olaylar sonucunda bu göreve layık olmadığını gösterdi. Kendisine verilen emirlerin hilâfına Karakaytagların en önemli merkezi olan Başlİ'ye kadar yürüdü. Fakat burada çevresini saran çok sayıdaki Dağıstanlı¬ların saldırısına uğadı. Dar sokaklarda toplarını kullanamayan Ruslar, ağır kayıplar verdiler. Albay Meeshtchenko ve diğer bir takımsubay-ların çaba ve gayretleri sonunda Ruslar, 12 subay ve 500 asker yitir¬dikten sonra Derbend'e sığındılar. Bütün Dağıstan, neşeyle çalkalan¬dı. Çok uzaklardaki Tebriz'de de.Abbas Mirza, bu zaferi ziyafetler ve top atışlarıyla kutladı. Fakat Dağlıların zaferi kısa ömürlüydü. Tarku yoluyla Mektûle' ye gelen Yermolov, terkedilmiş olan başkent Paroul'u yağmaladı. Ardından Cengutey'e saldırarak burasını da ele geçirdi. Cengutey hâ¬kimi, ünlü bir Din âlimi olan ve bu savaşların başlamasında büyük rolü bulunan Seyyid Efendi ve Avar Hânı ile birlikte kaçmayı başardı. Bu sırada Pestel'in yerine kumandayı almış bulunan Albay Meeshtchen-KO/ Yermolov'un emriyle Başli'yi alarak yerle bir etti. Mektûle halkı boyun eğdi ve Hanlık ortadan kaldırıldı. Her tarafta Rus başarıları tamdı. Yermolov, bu savaşlar sırasında toplarının oynadığı rolü, sami¬mi olarak ve biraz da alaylı bir dille itiraf etmektedir. Yerliler, daha 140 önce ne top görmüşler, ne de sesini duymuşlardı. Anılarında şöyle yazıyor, Yermolov: "Bizim haklarımızı böylesine ikna edici bir dille sa¬vunan böyle bir şeyi kendi avantajımıza kullanmadan duramazdım. Bu masum aletin, karşısındaki kişi üzerindeki etkisini görmek gerçek¬ten çok ilginç bir gözlem oluyordu. Bir anda, karşısındakilerine gücü yetmeyecek olan birisinin bu silaha sahip olmasının önemini kavra¬dım." (Pogodin, s.297) Bu tür alaycılık onda alışkanlık halindeydi. Fa¬kat bu ünlü adamın ters karakterine karşı âdil olmak için onunla ilgili bir olaydaki davranışını incelemek yararlı olacaktır. Bir gece, pelerini¬ne sarılı olarak kampı dolaşan Yermolov, askerlerinin, kendisini çok ihtiyatlı hareketlerinden dolayı kınadıklarını işitir. Özellikle de Yüzba¬şı Gogniev adındaki bir subay, en kaba ve bayağı kelimeleri onun hakkında kullanır. Ertesi günü Dağlıların çok önemli bir mevzileri, ta¬mamen Yermolov'un ihtiyatlı hareketleri sayesinde az bir kayıpla dü-
şürülür. Kumandan daha sonra, şaşkınlık içinde kalakalan kötüleyici¬sine şöyle hitap eder: "Teşekkürler Gogniev! Sen ve bölüğün siperlere ilk çıkan askerler oldunuz. Seni, St.Vladimir haçı kazandığın için kutluyorum. Fakat dostum, dikkatli ol ve dün gece yaptığın gibi bir daha benim hakkımda öyle konuşma!" Sonraki seferlerini gelecek yıla erteleyen Yermolov, Hafta dö¬nerek kendisini tamamen işgal ordusunun sayısının arttırılmasına verdi. Nisan 1819'da Çar, onun isteği üzerine Gürcü askerî birlikleri için aşağıdaki düzenlemeleri kabul etti: Bu düzenleme sadece düzenli birlikler için geçerliydi. Kazaklar bu düzenlemenin dışında kalıyorlar¬dı. "Alay sayısı, eskiden olduğu gibi kalacak. Yani, 8 piyade 4 avcı, 2 humbaracı ve 1 tüfekçi alayı, toplam 15 alay. Bütün bu alaylarda mevcutların 390O'e yükseltilmesini emrediyorum. Bunlar, 300 er, ça¬vuş ve 3600'er erden oluşacaklardır. Her tabur, 1200 er ve 100 ça¬vuştan teşekkül edecektir. Bu rakamlara ek olarak, eğer subayların sayısını arttırmak istersen her bölük için bir subay arttırabilirsin. Bu da, her alay için 12 fazla subay demektir. Daha önceden olduğu gibi her alayın 7 kurmay subayı olmasını yeterli görüyorum. Böylece, emrine verilen ordunun her an silah başı yapabilecek asker sayısı, 50.000'i aşmaktadır." (Aktic, 6, s^487) Bu düzenlemeleri yerine getirmek için ihtiyaç duyulan 26.000 141 kişilik bir ordu da, yeni tüfeklerle donatılmış olarak tam mevcudlu alaylar halinde Kafkasya'ya gönderildi. Bu alaylarla birlikte gönderi¬len subayların hepsinin, Gürcü askerî birliklerindeki subay açığının kapatılmasından sonra Rusya'ya geri gönderilmesi düşünülmüştü. Fakat onlardan bazıları, devamlı olarak Kafkasya'da kaldılar. Birkaç yıl sonra, bu alayların güçleri arttırılarak tabur sayıları 5'e çıkarıldı. Bu düzenlemeyle alayların mevcudu, 6000.den fazla subay ve er anla¬mına geliyordu. Apşeron, Kioureen, Kabardey, Şirvan, Navagheenve diğer bir kaç alay, bunlardan bazılarıydı. Bu askerler, gelecekteki sa¬vaşlar sırasında, can pazarının çok zor olduğu meydanlarda savaşlar vererek ölmez ünler kazandılar. Bu askerlerin örgütlenme biçimleri, Kafkasların İşgalinde çok önemli bir rol oynadıkları ve şimdiki Avru¬pa'da fazla bilinmediklerinden, onlardan biraz bahsetmek yararlı olacaktır. "Bu düşünce ister Yermolov'un İsterse Velyaminofun olsun, ama temel fikir, bu alayların karargahlarını stratejik önemi büyük noktalarda kurmak ve buraların savunmalarını evli askerlerin koru¬duğu kalelerle yapmalı. Bu askerler, aynı zamanda alayın bütün ekonomisini "o ilk ev işletmesi" şeklinde ele alarak geliştirecek ve ye¬ni uygulamalarla daha çağdaş bir hale getireceklerdi. Özellikle sa¬vaşlar sırasında uygulanacak böyle bir yöntem, askerlerin.mâli du¬rumlarını muhafaza edecekti. Her hangi bir alarm veya savaş duru¬munda, özellikle bölge yeni ele geçirilmiş ve bölge halkına da fazla güvenilmiyorsa, bu yerleşim yerleri, evli askerlerin koruması altında¬ki toplanma merkezleri olarak kullanılacaklardı. Burada yaşayan ve buraların devamlı garnizonunu oluşturan evli askerler de, artık onla¬rın yurtları sayılan bu beldeleri savunurken son kuvvetlerine kadar savaşacaklardı. İşte bütün bu karargahlar ve binalar, tamamen as¬kerler tarafından yapıldılar. Ağacı kesen, civardaki dağlardan keres¬teleri yuvarlayarak getiren, taşı ocağından kazarak çıkaran, briketle Çimentoyu yapan; kendi marangozu, duvarcısı ve boyacısı olan, hep bu askerlerdi. Kafkas askeri, bir savaşçı olduğu kadar bir işçiydi de. Dev gibi yapıların yükselmesi çok cüzi maliyetlerle başarıldı." (Potto, c-2, s.638) Başka bir yazar, M.Kazbek de ş öyle diyor: "1830 lardaki bir Kafkas alayı, bir savaş gücü olduğu kadar, yaşam için gerekli her Şeye, devamlı olarak yaşayabileceği bir yere, kendi ekonomisine ve 142 işine sahip bir idari birimdi aynı zamanda. (Buna giyecekler ve levazı¬mı da dahil edebiliriz.) Bu uygulamanın bir sonucu olarak her bölük de 300 kişiden oluşan küçük, fakat oldukça gelişmiş bir birim oluştu¬ruluyordu. Kendisine özgü bir ekonomik yapı kazanırken 4 troyka (atlarla çekilen araba) ve 4 çift öküze sahip bulunuyor ve 25 kadar asker de, ayakkabıcılık ve terzilik işleriyle meşgul bulunuyorlardı. Bu sistem, oradaki yaşam koşullarının bir zorlaması sonucu
oluşmuştu. Bir kaleye kapatılan ve pazar yerinden, sanatkârlardan ve tüccarlar¬dan yoksun bırakılan bu askerler, her bakımdan kendilerine yeterli ol¬mak zorundaydılar. Hükümet, onlara sadece yiyeceğin ve giyeceğin hammaddesini veriyordu. Verilen parayla da hemen, hemen hiç bir şey alınamadığından pek bir işe yaramıyordu. Bu zorlamalar ve şart¬lar sonunda bu tip yerleşim yerleri, sonraları birer koloni durumunu aldılar. Evli askerler, bir tür banliyöde yaşıyorlar ve alayın işlerini bü¬yük ölçüde düzenliyorlardı. Aslında bu gelişme, askerî kolonileşme¬nin başlangıcıydı ve bu durum, medeniyetin bir göstergesi olarak de¬ğil, fakat şartların zorlamasıyla oluşmuş birşeydi." Bu duruma bir de o sıralarda çok uzun olan askerlik süresini de eklemek gerekiyor. Yirmibeş yıl kadar devam eden bu sürenin so¬nunda çoğu zaman oğulla babanın beraberce savaştıkları görülüyor¬du. Sonunda öyle bir an geldi ki, her alay kendi başına bir büyük aile, klan halini aldı. Bu hayat şartlarında morallerinin yüksek olması ve hemen hemen aralıksız olarak sürdürdükleri savaşlar, onları müt¬hiş birer askerî güç haline getirmişti.t1) O yıllarda Haftaki Kazaklar da, subay ve er olmak üzere, 9 alaydan oluşan 15.000 kişilik askerî bir güç oluşturuyorlardı. Yedek¬ler, bu rakama dahil değillerdi. 1819 yılının kış ayları boyunca yeniden toparlanmış bulunan Dağlı müttefikler, Ruslara hem kuzeyden hem de güneyden saldır¬mak üzere harekete geçtiler. Rusların Derbend'le olan ilişkileri kesil¬di. Küba ve Kiouren Hanlıkları tehdit edilmeye başlandı. (1) Yukarıdaki tanımlamalar, bu askerlerle Romalı lejyonerler arasıdaki benzerlikel-ri ortaya sermektedir. 19.yüzyıllardaki Terek Kuban bölgelerinin, Hıristiyanlığın ilk yıllarındaki Roma sınır bölgeleriyle karşılaştırılması gerçekten çok ilginç ola¬caktır. . Bu sırada, başarısızlığa uğrayan Pestel görevinden alınarak Rus¬ya'ya geri yollanmıştı. Yermolov, onun yerine kendisi de bir Karabağ /eHisi olan (Azerî) ve Napolyon savaşlarında kendisini göstermiş olan Tuğgeneral Madatoff'u atadı. Daha sonraları, Yermolov'un bütün idamlarını yerlerinden alan Paskieviç, onu da görevinden alarak ba¬sit bir süvari kumandanı haline getirdi. Fakat Madatof, doğuştan sa-/aşçıydı ve hatta ondan da öte birşeydi. Veiyaminof'tan sonra YerJmolov'un başarılarını en çok borçlu olduğu kişiydi, o. Kendisi de bir 'Kafkas yerlisi olan Madatof, hiç bir Rus'un başaramıyacağı şekilde yerli ruh yapısı ve karakterini anlarken onların dillerini de konuşabil-mesi, ona bir çok avantajlar sağlıyordu. İşte bu özelliklerinden yarar¬lanarak yerlilerden oluşan güçlü ve kalabalık bir süvari birliği kurarak eğitti. Bu süvariler, gelecek savaşlarda, hiç kimsenin tahmin edemi-yeceği şekilde hizmet etmişlerdir. Fakat bu kuvvetlerin eklenmesine rağmen Madatof un 2 piyade taburu, 300 kazak, 6 sahra ve 2 süvari topundan oluşan kuvvetleri o kadar yetersizdi ki, Yermolov, çok sıkı bir şekilde tembihleyerek onun sadece Tabassaran bölgesini gözetlemesini ve herhangi bir harekete kalkışmamasını emretti. Bu kesin emirlere rağmen, itaatsizlik konu¬sunda fazla hassas olmayan Madatof, şartların kendisine uygun ol¬duğunu görünce aniden sınırı geçerek Dağlıların ülkelerine girdi. Sürprize uğrayan Tabasaranlılar yenilerek boyun eğdiler. Ve Çar'a da bağlılık yemini ettiler. Adamlarına karşı herzaman âlicenap olan Yer¬molov, bu kumandanını Överek Ödüllendirdi. Fakat daha kesin ifa¬delerle onu yine ikaz etti. Ne varki yine de hemen hemen aynı so¬nuçlar elde edildi. Derbend'e dönen Madatof, oradan Karakaytag'a dönerek Ekim ayında Başli'ye yürüdü. Kasabayı tekrar ele geçirdi. Bunu Usmi'nin, oturduğu yer olan Yangikent'in alınışı izledi. Usmi, dağlara kaçarak Akuşa'ya sığındı. Adamları, artık onu tanımayarak Rusya'ya bağlılık yemini ettiler. Bu olaylar sırasında Madatof ile bir¬likte savaş alanında bulunan Sekin Hânı, doğrudan bir vâris bırakma¬dan savaş alanında Öldü. Bu fırsattan hemen yararlanan Yermolov'un emri üzerine başkent Nuka bir anda işgal edilerek Hanlık Rusya'ya bağlandı. (29 Ağustos 1819) Ağustos ayının sonlarına doğru Avar Hânı Sultan ahmet, 6.000 Kişilik bir ordu toplayarak Vnezepnaya önlerinde göründü. Fakat Yer-molov tarafından yenilgiye uğratıldı ve kayıplar vererek çekilmek zo-