ingilizce-türkçe sözlük.pdf

a bad egg

sözünde durmayan, kendisine güvenilmeyen, itin teki

a bag of nerves

sinir küpü

a bed of roses

güllük gülistanlık durum

a bee in one's bonnet

fikri sabit, saplantı

a bird in a gilded cage

altın kafesteki kuş

a bit

biraz

a bundle of nerves

sinir küpü

a change for the worse kötü bir değişiklik a chip off the old block hık demiş burnundan düşmüş, (anasını, babasını) iteleyip yerinde durmuş a close shave

kıl payı kaçış

a cut above

-den daha iyi, daha üstün

a dark day

karanlık gün

a dark saying

kapalı söz

a dime a dozen

harcıâlem, ucuz ve çok

a drop in the bucket

devede kulak

a drop in the ocean

okyanusta damla, devede kulak

a fat lot

hiç

a few

birkaç

a flash in the pan

kuru gürültü, boşa çıkan gayret

a flourish of trumpets

merasim borusu

a gleam of hope

bir ümit ışığı

a good buy

kârlı bir alışveriş

a good deal

oldukça çok

a good turn

iyilik, yardım

a great deal of

pek çok

a great deal

çok

a great number of

oldukça çok, çok sayıda

a green eye

kem göz

a hairbreadth escape

kıl payı kurtulma

a hard nut to crack

çetin ceviz

a hell of a lot

çok fazla

a horse of another color tamamıyle farklı bir konu a hundredfold

yüz kat, yüz misli

a kind of

bir çeşit

a king's ransom

büyük para

a la carte

alakart, yemek listesine göre

a la mode

modaya uygun

a little bit

azıcık, bir parça

a little

biraz

a load of

bir sürü, dolu

a lot of

birçok

a lot

çok

a matter of course

kaçınılmaz son, beklenen son

a matter of life and death

hayat memat meselesi

a matter of

meselesi

a month hence

bundan bir ay sonra

a narrow escape

güç bela kurtulma

a narrow shave

kıl payı kaçış

a number of

birkaç

a one-track mind

sabit fikirlilik

a paragon of virtue

fazilet örneği

a piece of cake

çocuk oyuncağı, basit iş

a posteriori

sonsal

a pretty penny

dünyanın parası, çok para

a priori

apriori, önsel

a raft of

yığınla, bir sürü

a ready pen

iyi yazı yazma yeteneği

a riot of colour

a riot of colour

renk cümbüşü

A rolling stone gathers Yuvarlanan taş yosun tutmaz no moss a roof over one's head

başını sokacak bir yer

a round oath

okkalı küfür

a sly dog

ne yapacağı belli olmayan kimse

a square peg in a round yerine uymayan kimse hole a stone's throw away

bir taş atımlık mesafede

a trifle

oldukça, epey, bir dereceye kadar

a trip around the world dünya turu a white lie

zararsız yalan

a word in your ear

gizli söz

a

bir, herhangi bir

a-

(önek) -siz, -den

A-bomb

atom bombası

A.D.

MS, milattan sonra

aa

pürüzlü lav

aam

Bir Hollanda ve Alman sıvı ölçü birimi.

aardvark

karınca yiyen, yerdomuzu, borudişli

aardwolf

yeleli sırtlan

aarie

kuş yuvası

Aaronical

Yahudiliğe göre ilk yüksek haham olan Aaron'a değişli

ab

1.(önek) -den, uzağa, 2.(kısaltma) Temmuz ortasında başlayan Musevi takvimindeki ay

aba

aba

abaca

kenevir muzu

abacinate

kızgın demirle gözlere mil çekmek

abacination

kızgın demirle gözlere mil çekme

abaciscus

(arkaik) 1. mozaik kaplı bir kaldırımdaki karolardan veya karelerden biri, kare seramik parça, 2.mozaik taşı

abacist

abaküsçü

aback

(denizcilik) faça

abacterial

bakterisiz

abactinal

ışınsal simetrisi olan hayvanlarda ağzın yüzeyine veya ucuna değişli

abactor

davar hırsızı

abacus

1.abaküs, sayıboncuğu, saygaç, 2.(mimarlık) sütun başlığından geçen düz tabla

abaddon

1. cehennem, 2. ölüler diyarı

abaft

(denizcilik) kıça doğru, kıç tarafta, kıç tarafında

abalone

(zooloji) kabuklu bir deniz hayvanı

abampere

on amperlik elektrik cereyan birimi

abandon oneself to

abandoned

kendini kaptırmak, dalmak 1.terk etmek, bırakmak, vazgeçmek, 2.başından atmak, çıkıp gitmek, başlı-başına koymak, koyup gitmek, 3.kendini tamamıyla vermek, kendini kaptırmak, 4. durdurmak, dayandırmak, tehire salmak 1.metruk, terk edilmiş, 2.arsız, çapkın, ahlâksız, bozgun

abandonment

1.terk, 2.metrukiyet, terk edilmiş olma, 3.tam feragat ile kendini teslim etme

abase oneself

kendini küçük düşürmek

abase

küçük düşürmek, aşağılamak, gururunu kırmak, hürmetten salmak, gözden düşmek, alçaltmak

abasement

hürmetten salma, alçaltma, alçalma

abash

utandırmak, bozmak, kırmak, mahcup etmek, karıktırmak, pert etmek

abashed

1. utanmış, 2. şaşırmış

abask

1.güneş ışığında, 2.ısınarak

abat-jour

abatement of action

tepe penceresi, pancur 1.(rüzgâr, fırtına, ağrı, rahatsızlık) azalmak, hafiflemek, zayıflamak, 2.azaltmak, kırmak, tenzil etmek, indirmek, aşağı varmak, aşağı salmak, zayıflatmak, 3.ortadan kaldırmak davanın düşmesi

abatement

1. azaltma, 2. indirim, 3. iptal, 4. azaltılma, azalış

abatjour

abajur

abattoir

salhane, mezbaha, kesimevi

abaxial

eksen dışı

abba

1.sarma uyak, 2.peder

abbess

başrahibe

abandon

abate

abbey

manastır

abbot

başrahip

abbreviate

kısaltmak, ihtisar etmek

abbreviation

1.kısaltma, ihtisar, 2.muhtasar

abc's

1.abece, alfabe, 2.bir şeyin temeli, abc'si, a'sı b'si c'si

abdication

tahttan çekilmek, terk-i saltanat etmek, saltanattan çekilmek, hakkından vazgeçmek, el çekmek, boynundan atmak, bırakmak, feragat etmek, imtina etmek 1. tahttan vazgeçme, 2. çekilme, hakkından vazgeçme

abdomen

karın

abdominal cavity

karın boşluğu

abdominal viscera

bağırsaklar

abdominal wall

karın duvarı

abdominal

karın ile ilgili, karın

abduct

birini zorla kaçırmak, uğrulamak

abduction

adam kaçırma, zorla kaçırma, uğrulama

abductor

1.adam kaçıran, uğrulayan, uğru, 2.uzaklaştırıcı

abeam

1.omurgaya dik olarak, 2.(denizcilik) apazlama

abecedarian

1. çok basit, çok kolay, 2. okumayı yeni öğrenen kimse

abecederian

1.alfabetik, 2.temel

abed

yatakta

abele

akçakavak, akkavak

abend

1. anormal bitiş, 2. aniden bitmek

aberglaube

batıl itikat

aberrant

1.doğru yoldan ayrılmış, yolundan çıkan, yolunu azan, sapkın, 2.tipik olmayan

aberration

1.doğru yoldan ayrılma, düz yoldan uzaklaşma, azma, sapkınlık, 2.kısa süreli bellek kaybı, 3.sapınç, yayılma, uzaklaşma

abet

1.yüz vermek, 2.suça katılmak, yardakçılık etmek, yardım etmek, suç ortaklığı yapmak, 3.tahrik etmek, sevk etmek, fitlemek, kızıştırmak

abetment

suça katılma

abetted

suça iştirak, suç ortaklığı

abettor

1.suç ortağı, cinayet yoldaşı, yardakçı, 2.fitneci, tahrikçi

abeyance

geçerli olmama, kullanılmama, etkinliğini yitirmiş olma, lağvedilme, tehire salınma

abdicate

abhor

nefret etmek, nefret beslemek, tiksinmek, hiç sevmemek, menfur tutmak

abhorrence

1. nefret, iğrenme, ikrah, 2. nefret edilen şey

abhorrent

1.nefret uyandırıcı, tiksindirici, iğrenç, 2.karşıt, zıt

abib

Nisan ayının eski bir adı

abide by

1. uymak, bağlı kalmak, 2. katlanmak, razı olmak

abiding

1.bir yerde kalmak, sabit durmak, sakin olmak, kalmak, yaşamak, olmak, 2.katlanmak, çekmek, tahammül etmek, çıdamak, dözmek, tab getirmek, gözlemek sonsuz, ebedi;devamlı, muhkem

abietic acid

abiyetik asit, çam asidi

abietic

abiyetik

ability

1.becerik, zeka, yetenek, kabiliyet, istidat, hüner, 2.güç, iktidar, kudret

abinitio

1.başlangıçtan, 2.aslından

abiogenesis

1. abiyogenez, 2. cansızdan canlı oluşumu

abiosis

abiyoz

abiota

cansız çevre

abiotic environment

cansız çevre

abiotic

abiyotik, cansız

abiotrophic

abiotrofik

abiotrophy

abiyotrofi

abject

1.umutsuz, sefil, perişan, acınası, bedbaht, yazık, miskin, 2.alçak, iğrenç, aşağılık

abjectly

alçakça

abjectness

alçaklık, adilik, sefillik

abjuration

yeminle vazgeçme, feragat etme, imtina etme, boyun kaçırma, yüz döndürme, dönme

abjure

vazgeçtiğine dair yemin etmek, yemin edip bırakmak, terk etmek, yüz döndürmek, el çekmek

Abkhas

1. Abhaz, 2. Abhazca

Abkhazia

Abhazya

Abkhazian

1. Abhaz, 2. Abhazca

ablactate

sütten kesmek

ablactation

sütten kesme

abide

ablation

1.(ur, organ, vb.) bedenden alma, kesip çıkarma, 2.(taşlar) zamanla aşınma, 3.(buzul) yüzden erime

ablative

ismin -den hali, ayrılma hali, çıkma durumu, çıkışlık hal

ablaut

(gramer) anlam değişikliği ile ünlünün değişmesi

ablaze

alevler içinde, yanmakta, heyecanlı, ateşli, ışığa gark olan, parlayan, yanan

able

güçlü, yetenekli, muktedir, kadir, elinden gelir, istidatlı, kabiliyetli, becerikli

able-bodied seaman

gemici, tayfa

able-bodied

sağ, sağlam bedenli, muhkem bedenli, yarayan, yararlı, yaraklı

abloom

çiçekli, bol çiçekleri olan

abluent

1.temizleyici, 2.deterjan

ablush

kızarmış yüzlü

ablution

abdest

ably

beceriyle, başarıyla, ustalıkla, maharetle, becerikle

abnegate

inkâr etmek, reddetmek

abnegation

inkâr, feragat

abnormal egg

kusurlu yumurta

abnormal erosion

olağandışı aşınma, hızlanmış erozyon

abnormal

anormal, gayrinormal

abnormality

anormallik, gayrinormallik

abnormally

anormal bir şekilde

abnormity

anormallik

aboard

(gemi, otobüs, tren, uçak, vb.) içinde, içine, -de, -da, -e, -a, katara, gemiye, binikte

abode

ev, yer, yurt, mesken, ikametgâh, olduğu yer, konut

abolish

yürürlükten kaldırmak, durdurmak, lağvetmek, feshetmek

abolition of restrictions kısıtlamaların kaldırılması abolition of the caliphate

halifeliğin kaldırılması

abolition

yürürlükten kaldırma, ortadan kaldırma, lağvetme, lağvedilme, lağv

abolitionist

köleliğin kaldırılması yanlısı

abomasum

şirden

abominable snowman

abominable snowman

yeti, kar adamı

abominable

iğrenç, tiksindirici, berbat, felaket, rezil, fena, murdar, menfur, çok pis, ikrah doğuran

abominably

çok fena bir şekilde, berbat olarak

abominate

tiksinmek, iğrenmek, nefret etmek, nefret beslemek

abomination

1.nefret, ikrah, 2.menfur şey

aboriginal

yerli

aborigine

abortifacient

bir yerin yerlisi, Avustralya yerlisi çocuk düşürmek, çocuk aldırmak, erken doğum yapmak, ölü çocuk doğurmak, uşak salmak, başarısızlıkla bitmek, yarımcık saklamak, imtina etmek, lağvetmek, boşa çıkmak, baş tutmamak, dayandırmak düşüğe yol açan

abortion

1.çocuk düşürme, uşak salma, ölü çocuk doğurma, düşük, 2. (argo) fiyasko

abortionist

çocuk düşürten kimse

abortive trial

sonuçsuz dava

abortive

sonuçsuz, boş, beyhude, faydasız, nafile, gelişmemiş, başarısız

aboulia

irade yitimi

abound

çok sayıda olmak, çok sayıda bulunmak, zengin olmak, bol olmak

about face!

Geriye dön!

about to come

gelmek üzere

about

1.hakkında, üzerine, dair, doğrusunda, değişli, baresinde, 2.şuraya buraya, çevresinde, etrafında, 3.ötede beride, şurada burada, 4.üstünde, yanında, devresinde, 5.yakınında, buralarda, şuralarda, 6.sıralarda, sularında, 7.aşağı yukarı, yaklaşık, takriben, tahminen, 8.muhiten, 9.aksi yöne, geriye, 10.hemen hemen, neredeyse, 11.-e ne dersin?, -den ne haber?

aboutface

geriye dönüş, çark

above all

her şeyden önce, en önemlisi

above board

açık ve dürüst

above ground

yeryüzünde, toprağa gömülmemiş

above par

başa baştan yukarı, paritenin üstünde

above reproach

mükemmel, hatasız, kusursuz

above sb's head

anlama kapasitesinin üstünde, çok zor

above water

sıkıntıdan uzak, rahat

above

yukarıda, bir şeyin üstünde, üst, yukarı, yukarıdaki, çok, fazla, artık

abort

above-mentioned

above-mentioned

yukarıda adı geçen, yukarıda kaydedilmiş

above-party politics

partiler üstü politika

aboveboard

doğru, dürüst, vicdanla, hilesiz, apaçık, açık aşikâr

abovo

(Latince) başlangıçtan beri

abracadabra

abrakadabra, büyü sözü, zırva, saçmalık

abrachia

kolsuzluk

abradant

aşındırıcı

abrade

1.aşınmak, 2.aşındırmak, yemek

abrasion proof

aşınmaya dayanıklı

abrasion

aşınma, yenme, yıpranma

abrasive paper

zımpara kâğıdı

abrasive power

aşındırıcı güç

abrasive

1.aşındıran, aşındırıcı, törpüleyici, 2.kaba, kırıcı, 3.(zımpara, vb. gibi) aşındırıcı madde, taşlama malzemesi, parlatma malzemesi

abreast

bir hizada, yan yana

abridge

kısaltmak, özetlemek

abridged

kısaltılmış

abridgement

1. kısaltma, özetleme, 2. özet, 3. azalma

abridgment

1.kısaltma, özetleme, 2.kısaltılmış oyun/öykü/kitap

abroad

1.taşra, taşrada, 2.çet el, çet elde, yurtdışında, yurtdışına, 3.geniş bir alanda, her yerde, her tarafta

abrogate

yürürlükten kaldırmak, son vermek, iptal etmek

abrogation

yürürlükten kaldırma, iptal

abrupt

1.dik, baş aşağı, 2.beklenmedik, ani, 3.kaba, terbiyesiz

abruptly

1. ansızın, birdenbire, 2. terslikle

abruptness

1. acele, 2. sertlik, terslik

abscess

çıban, apse, irinşiş

abscisic acid

absisik asit

abscisic

absisik

abscisin

absisin

abscissa

apsis

abscissin

abscissin

absisin

abscission layer

kopma dokusu

abscission

kesme, kesilme

abscond

kaçmak, gizlenmek, saklanmak, gizlice kaçıp gitmek, sıvışmak

absconder

kaçak, firari

absconding swarm

kovanı terk eden oğul arısı

absence

1.uzakta olma, bulunmama, yokluk, bulunmayış, 2.bulunmayış süresi, devamsızlık, 3.yokluk, eksiklik, 4.dalgınlık

absent oneself

gelmemek, hazır bulunmamak

absent without leave

izinsiz

absent

1.yok, namevcut, 2.dalgın, ilgisiz

absent-minded

dalgın

absent-mindedness

dalgınlık

absentee

bulunması gereken yere gelmeyen kimse, devamsız

absenteeism

mazeretsiz gelmeme, devamsızlık

absentminded

dalgın

absentmindedness

dalgınlık

absinth

1.pelin otu, 2.bir tür sert içki

absolute alcohol

mutlak alkol, saf alkol

absolute ceiling

azami yükseliş haddi

absolute deviation

mutlak sapma

absolute forest land

yalnız ağaç dikimine uygun arazi

absolute humidity

mutlak nem

absolute majority

salt çoğunluk

absolute monarchy

kayıtsız şartsız monarşi

absolute nonsense

tam bir saçmalık

absolute scale

mutlak ölçü

absolute temperature

mutlak sıcaklık

absolute unit

mutlak birim, saltık birim

absolute value

mutlak değer

absolute zero

absolute zero

mutlak sıfır

absolute

1.tam, mükemmel, 2.sonsuz, kayıtsız şartsız, mutlak, kesin, saltık, 3.müstakil, saf, katıksız

absolutely

tümüyle, tamamıyla, kesinlikle, tamamen

absoluteness

mutlakiyet, kesinlik

absolution

günahın bağışlanması

absolutism

mutlakıyet, saltçılık

absolutist

mutlakiyeçi

absolve

1.temize çıkarmak, aklamak, 2.suçunu/günahını bağışlamak

absonant

1.zıt, 2.akla uygun olmayan

absorb

emmek, içine çekmek, soğurmak

absorbable

emilebilir

absorbency

emicilik, soğurganlık

absorbent cotton

hidrofil pamuk

absorbent

emici, soğurgan

absorber

emici, yutucu

absorbing loss

emme kaybı

absorbing

çok ilginç, sürükleyici

absorption coefficient

emme katsayısı, soğurma katsayısı

absorption factor

soğurum katsayısı

absorption terrace

emdirme sekisi

absorption

emme, içine çekme, soğurma

absorptive outlet

sızdırmalı boşaltma

absorptive power

emici güç

absorptive

emici, soğurucu

absorptivity

emicilik, soğurganlık

abstain from

-den kaçınmak

abstain

uzak durmak, perhiz etmek, kaçınmak, sakınmak, çekinmek

abstemious

çok yemek ve içmekten sakınan, perhizkâr

abstemiously

perhiz yaparak

abstention from voting

abstention from voting oy vermeme abstention

çekinme, kaçınma, çekimserlik

absterge

silmek, temizlemek

abstinence

uzak durma, perhiz, geri durma, kaçınma

abstinent

perhizkâr

abstract mathematics

soyut matematik

abstract noun

soyut ad, soyut isim

abstract number

soyut sayı

abstract

1.soyut, 2.genel, belirsiz, 3.özet, 4.soyut resim, heykel, 5.çıkarmak, ayırmak, çekmek, 6.özetlemek

abstracted

dalgın, zihni meşgul

abstractedness

zihin meşguliyeti, dalgınlık

abstraction

soyutlama

abstractly

soyut olarak

abstruse

anlaşılması güç, anlamı gizli olan, çapraşık

abstruseness

muğlaklık, çapraşıklık

absurd

1.maskaralık, saçma, anlamsız, akılsızca, gülünç, absürd, 2.muhal

absurdity

anlamsızlık, saçmalık

absurdly

saçma bir şekilde

absurdness

1. anlamsızlık, saçmalık, 2. manasızlık

abundance

bolluk, çokluk, kesret

abundant

bol, çok, bereketli

abundantly

1. bol bol, 2. çokça, fazlasıyla 1.küfür etmek, çirkin sözler söylemek, 2.kötüye kullanmak, yolsuz kullanmak, suiistimal etmek, 3.sövgü, küfür, sövüp sayma, 4.kötüye kullanma, yolsuz kullanış, suiistimal, 5.fesat, 6.yolsuzluk

abuse abusive

sövgü dolu, küfürbaz, ağzıbozuk

abut

1.dayanmak, bitişik olmak, 2.varmak

abutment

1.köprünün karada olan ayağı, mesnet, 2.(mimarlık) kemer veya kubbenin ağırlığını destekleyen kısım

abutting

bitişik

abysm

uçurum, derinlik

abysmal

berbat, çok kötü

abyss

dibi olmayan çukur, varta, hufre

abyssal fauna

abisal fauna, okyanus direyi

abyssal plain

abisal ova

abyssal rocks

abisal kayaçlar

abyssal zone

abisal bölge

abyssal

abisal

Abyssinia

Habeşistan

Abyssinian

Habeş

acacia

akasya, salkım ağacı

academic degree

akademik derece

academic staff

akademik personel

academic year

öğretim yılı

academic

1.akademik, 2.pratiğe dayanmayan, soyut, kuramsal, (üniversitede) öğretim görevlisi

academician

akademisyen, akademi üyesi

Academy of Fine Arts

Güzel Sanatlar Akademisi

academy

1.bilim adamları topluluğu, 2.akademi, yüksekokul, medrese

acalcerosis

kalsiyum eksikliği

acalycine

çeneksiz

acanthite

akantit

acanthus

kenger otu, ayı yoncası, ayıpençesi

acappella

çalgısız söylenen şarkı

acaricide

böcek öldürücü ilaç

acarid

kene, sakırga

acaroid

akaroit

accede

1.kabul etmek, razı olmak, kail olmak, muvafakat etmek, onaylamak, 2.iş başına gelmek, iktidara gelmek

accelerando

accelerando

accelerate

1.hızlandırmak, tesri etmek, tacil etmek, 2.hızlanmak

accelerated particle

hızlandırılmış tanecik

accelerated

hızlı, hızlandırılmış

accelerating

1. hızlandırıcı, 2. hızlandırma

acceleration of free fall serbest düşüş ivmesi acceleration of gravity

yerçekimi ivmesi

acceleration

hızlandırma, ivme

accelerative

hızlanabilen

accelerator pedal

gaz pedalı

accelerator

gaz pedalı

acceleratory

hızlandırıcı

accelerometer

akselerometre, ivmeölçer

accent

1.aksan, vurgu, 2.aksan vermek, vurgulamak, 3.üzerinde durmak

accentuate

önem vermek, vurgulamak

accentuation

1. vurgulama, 2. belirtme

accept the charges

suçu kabul etmek

accept

1.almak, kabul etmek, 2.onaylamak, kabullenmek, razı olmak

acceptability

geçerlilik, kabul edilebilme

acceptable

kabul edilebilir, uygun, makbul

acceptance credit

kabul kredisi

acceptance

1.kabul etme, kabul edilme, kabul, 2.uygun olma, uygun bulunma

acceptation

1.kabul, 2.anlam, mana

acceptor

akseptör, alıcı

access arm

erişim kolu

access gallery

giriş galerisi

access hatchway

ambar ağzı

access ramp

giriş rampası, rampa

access shaft

giriş bacası

access time

erişim süresi

access

1.giriş, yol, geçit, 2.kullanma hakkı, ulaşma, giriş

accessibility

1. erişilebilirlik, erişilirlik, 2. erişebilme

accessible

1.yanına varılabilir, ulaşılabilir, 2.kolay bulunur, elde edilebilir

accession record

accession record

demirbaş kaydı

accession to power

iktidara gelme

accession treaty

katılma antlaşması

accession

1.ulaşma, erme, varma, 2.göreve gelme, 3.artma, çoğalma, 4.katılma, ek, zam

accessories

aksesuar

accessory after the fact suçluya yataklık eden kimse accessory before the fact

kışkırtıcı, suça ön ayak olan kimse

accessory box

malzeme kutusu

accessory bud

ek gonca

accessory mineral

kayaç mineral, eklenti

accessory verb

yardımcı eylem

accessory

1.aksesuar, 2.suç ortağı, yardakçı

accidence

1.sarf usul ve prensipleri, 2.tasrif, çekim

accident insurance

kaza sigortası

accident protection

kazalardan korunma

accident

1.kaza, 2.tesadüf, raslantı

accident-prone

başına sık sık kaza gelen, netameli

accidental error

arızi hata

accidental

rastlantısal, tesadüfi

accidentally

1.kazara, istemiyerek, 2.tesadüfen, rasgele

acclaim

1.alkışlamak, 2.bağırarak ilan etmek, alkış, yürekten onaylama

acclamation

alkış, alkışlama

acclimate

iklime alıştırmak, ortama alıştırmak

acclimation

iklime alıştırma, ortama alışma

acclimatization

yeni bir iklime/ortama alışma

acclimatize

yeni bir iklime/ortama alışmak veya alıştırmak

acclivity

yokuş, bayır

accolade

övgü, alkış

accommodate

accommodate

1.yer sağlamak, yer vermek, 2.yerleştirmek, barındırmak, 3.birbirine uydurmak, bağdaştırmak

accommodating

1.yardımcı, yardımsever, 2.değişmeye hazır, değişime açık

accommodation allowance

mesken tazminatı

accommodation bill

hatır senedi

accommodation capacity

konaklama kapasitesi

accommodation draft

hatır senedi

accommodation ladder borda kamara iskelesi accommodation train

birçok istasyonda duran yolcu treni

accommodation

1.yatacak yer, kalacak yer, 2.uzlaştırma, halletme, çözme, 3.rahatlık, kolaylık

accommodations

1. kalacak yer, 2. konfor

accompanied by

refakatinde

accompaniment

eşlik eden, eşlik

accompanist

1. akompanist, 2. beraber çalan kimse

accompany

1.eşlik etmek, birlikte gitmek, refakat etmek, 2.aynı zamanda olagelmek, birlikte oluşmak

accomplice

suç ortağı, yardakçı

accomplish

başarmak, başarıya ulaşmak, başarıyla sonuçlandırmak

accomplished

becerikli, hünerli

accomplishment

1.başarıyla sonuçlandırma, başarıyla tamamlama, 2.beceri, başarı, hüner

accord with

ahenkli olmak, uygun olmak

accord

uygunluk, mutabakat, anlaşma, akort, uyuşturmak

accordance

uyum, uzlaşma, anlaşma

according as

göre, aynen

according to Hoyle

kurallara uygun, doğru olarak

according to

(edat) -e göre, nazaran

according

uygun olarak

accordingly

1.o doğrulukta, ona göre, öyle, 2.bundan dolayı, onun için, bu yüzden

accordion

akordeon

accost

yanına gidip konuşmak

accouchement

1.lohusalık, 2.doğum

account balance

hesap bakiyesi

account book

hesap defteri

account deficit

hesap açığı

account for

1. açıklamak, hesap vermek, 2. hesap vermek, sebebi belirtmek

account holder

hesap sahibi

account statement

hesap özeti

account

1.rapor, hikaye, tanım, 2.önem, değer, itibar, 3.avantaj, kâr, 4.hesap, pusula, 5.banka hesabı, 6.hesap görme, hesaplaşma

accountability

sorumluluk

accountable

mesul, sorumlu

accountancy

muhasebecilik, saymanlık

accountant

sayman, muhasip, muhasebeci

accountant's office

muhasebe bürosu

accounting department muhasebe bölümü accounting

muhasebe

accounts payable

borçlu hesaplar, ödenecek hesaplar

accounts receivable

alacaklı hesaplar

accouter

askerî giyecek vermek

accouterments

donatı, teçhizat

Accra

Akra

accredit

1.elçi göndermek, 2.yetki vermek

accredited journalist

akrediteli gazeteci

accredited

resmen tanınmış

accrescent

büyüyen, çoğalan

accrete

1.birleşmek, yapışmak, 2.eklenip büyümek, 3.eklemek, 4.ekli, 5.birleşmiş

accretion

1.ilave, ek, 2.gelişme, uzvî büyüme, 3.katılma, 4.yapışma, 5.ilhak

accrual

1.büyüme, artış, 2.artış miktarı

accrue

1.ziyadeleşmek, çoğalmak, köpelmek, 2.hasıl olmak, gelmek, 3.(hukuk) hak olarak hissesine düşmek, 4.gerçekleşmek, tahakkuk etmek

accrued interest

gerçekleşen faiz, birikmiş faiz

accrued liabilities

tahakkuk etmiş giderler

acculturation

bir kültürün başka bir kültürden aldığı tesir

accumulate

1.toplamak, biriktirmek, 2.çoğalmak, yığılmak

accumulation of capital sermaye birikimi accumulation

1.biriktirme, yığma, 2.toplanma, yığılma

accumulative

1.toplayıcı, biriktirici, 2.topanmış, birikmiş

accumulator

akü, akümülatör

accuracy

doğruluk, kesinlik, tamlık

accurate

kesin, doğru, yanlışsız, tam

accurately

doğru olarak, kusursuzca

accursed

lanetlenmiş, lanetli

accusation

suçlama, itham

accusative

(gramer) yükleme hali

accuse

suçlamak

accused

sanık

accusing

suçlayıcı

accustom oneself

alışmak

accustom

alıştırmak

accustomed

1.(~ to) alışkın, 2.alışılmış, her zamanki

ace

1.birli, as, 2.(sınıf, pozisyon, beceri, vb. açısından) as, yıldız, 3.(pilot, sürücü, vb.) usta

acedia

halsizlik, kaygısızlık

acentric

merkezsiz, merkez dışı

acephalous

1.başsız, reissiz, 2. (zool.) asefala sınıfından, 3. (bot.) başsız

acerb

acı, sert

acerbate

1.acılaştırmak, 2.sinirlendirmek

acerbity

1.ekşilik, acılık, 2.terslik, sertlik, huysuzluk

acetabulum

(anat.) hokka çukuru

acetal

asetal

acetaldehyde

asetalaldehit

acetamide

acetamide

asetamit

acetanilide

teskin edici ve ateş düşürücü bir ilaç, asetanelit

acetate

1.bir nevi sentetik kumaş, rayon, 2.asetik asit tuzu

acetic acid

asetik asit, sirke asidi

acetic anhydride

asetik anhidrit

acetic ester

asetik ester

acetic fermentation

asetik mayalanma

acetic

sirke gibi, ekşi

acetification

1. ekşitme, 2. ekşime

acetify

ekşitmek, ekşimek

acetin

asetin

acetone

aseton

acetous

asetik, sirke gibi

acetyl bromide

asetil bromür

acetyl cellulose

asetil selüloz

acetyl chloride

asetil klorür

acetyl coenzyme

asetil koenzim

acetyl

asetil

acetylate

asetillemek

acetylation

asetilleme

acetylene

asetilen

acetylsalicylic acid

asetilsalisilik asit, aspirin

acetylsalicylic

asetilsalisilik

achaean

Eski Yunanistan'a ait

achaian

Eski Yunanistan'a ait

ache

1. ağrımak, sızlamak, acımak, 2. ağrı

achene

(bot.) aken, kapçık meyva, tek tohumlu, açılmaz ve sert kabuklu bir meyve tipi

achievable

yapılabilir, gerçekleştirilebilir

achieve

1.başarmak, üstesinden gelmek, 2.ulaşmak, elde etmek, kazanmak

achievement test

achievement test

başarı testi

achievement

1.başarma, yapma, 2.başarı, eser

achilles' tendon

(biyol.) ökçe veteri, Aşil kirişi

achondroplasia

(tıb.) cücelik, bodurluk

achromatic lens

akromatik mercek

achromatic

1.renksiz, 2.renkleri tabii haliyle gösteren, 3. (müz.) perdesi değişmeyen, 4.akromatik

achromatism

akromatizm, renksemezlik

achromatopsia

(tıb.) renk körlüğü, akromatopsi

acicular

iğne ve diken şeklinde olan

acid bath

asit banyosu

acid rain

asit yağmuru

acid salt

asit tuzu

acid soil

asit toprak

acid solution

asit solüsyonu

acid test

bir şeyin değerinin testi

acid value

asit değeri

acid

1.asit, 2.LSD, 3.ekşi, asit gibi, asitli, 4.kırıcı, iğneleyici, acı

acid-base equilibrium

asit-baz dengesi

acid-fast

aside dayanıklı

acid-free

asitsiz

acid-proof

aside dayanıklı

acid-resisting

aside dayanıklı

acidic oxides

asit oksitler

acidic rocks

asitli kayalar

acidic

asitli

acidifiable

asitlenebilir

acidification

asitleme

acidifier

asitleyici

acidify

asitlemek, asitlenmek

acidimeter

acidimeter

asitölçer

acidimetry

asitölçüm

acidity

asidite, ekşilik

acidosis

asidoz

acidulate

1. asitlemek, 2. biraz ekşitmek

acidulous

1. mayhoş, 2. ekşice

aciform

iğnemsi

ack-ack

uçaksavar ateşi

acknowledge

kabul etmek, tanımak, itiraf etmek, aldığını bildirmek

acknowledged

tanınan, kabul edilen

acknowledgment

1.onay, kabul etme, onaylama, tasdik, 2.teşekkür, 3.bir şeyin alındığını bildirme

aclinic

aklinik

acme

doruk, zirve

acne

sivilce

acolyte

1. rahip yardımcısı, 2. yardımcı

aconite

itboğan, kaplanboğan

aconitine

akonitin

acorn

meşe palamudu

acoustic nerve

akustik sinir

acoustic power

akustik güç

acoustic shadow

akustik gölge

acoustic

1. akustik, 2. seslik

acoustical

akustik

acoustics

akustik, yankıbilim, ses dağılım biçimi

acquaint oneself with

öğrenmek, aşinalık peyda etmek

acquaint

(~ with) bilgi vermek, haberdar etmek, bildirmek

acquaintance

tanıdık, bildik, aşinalık

acquaintanceship

tanışıklık, aşinalık

acquiesce

kabullenmek, razı olmak, ses çıkarmamak

acquiescence

acquiescence

1. kabullenme, razı olma, 2. uysallık

acquiescently

uysallıkla, razı olarak

acquire

kazanmak, elde etmek, edinmek

acquired characteristics sonradan kazanılan özellikler acquired immunity

kazanılmış bağışıklık

acquired right

müktesep hak, kazanılmış hak

acquired taste

zamanla sevilen şey

acquired

1. kazanılmış, edinsel, akize, 2. müktesep

acquirement

1. kazanç, iktisap, 2. başarı, kazanma, elde etme

acquisition

kazanç, edinti

acquisitive

açgözlü, mal düşkünü

acquit oneself

görevini yapmak

acquit

beraat ettirmek, temize çıkarmak, aklamak

acquittal

beraat, aklanma, aklama

acquittance

1. zimmetten kurtulma, 2. ödenme, çek, makbuz

acre

(arazi ölçüsü) dönüm

acreage

1. arazi alanı, dönüm miktarı, 2. yüz ölçümü

acrid

acı, keskin, ekşi, sert

acridine dye

akridin boyası

acridine

akridin

acriflavine

akriflavin

acrimonious

acı, sert, haşin, ters

acrimony

acılık, sertlik, terslik

acrobat

akrobat, cambaz

acrobatic

akrobatik

acrobatics

cambazlık, akrobasi

acrolein

akrolein, propenal

acromion

akromyon

acronym

sözcüklerin baş harflerinden oluşan sözcük

acropolis

acropolis

akropol

across

1.karşıdan karşıya, bir yandan bir yana, ortasından, içinden, 2.çaprazlama, çapraz

acrostic

akrostiş

acrylic acid

akrilik asit

acrylic ester

akrilik ester

acrylic plastic

akrilik plastik

acrylic resin

akrilik reçine

acrylic

akrilik

acrylonitrile

akrilonitril

act as

görevi görmek, olarak işlev görmek

act by a majority

çoğunlukla karar almak

act of bankruptcy

iflas işlemi

act of god

zorlayıcı sebep

act of grace

genel af

act of war

askeri eylem, savaş nedeni

act out

davranışlarla göstermek

act up

actant

kötü davranmak, sorun çıkarmak, dert açmak 1.hareket etmek, davranmak, 2.(rol) oynamak, 3.etki yapmak, etkilemek, 4.rol yapmak, etkilemek, numara yapmak, 5.harekete geçmek, 6.yapılan şey, iş, davranış, 7.kanun, yasa, 8.perde, sahne, 9.numara, rol, ayak eyleyen

actantial

eyleyensel

actin

aktin

acting

1.yerine bakan, vekalet eden, vekil, 2.oyunculuk

actinic balance

aktinik denge

actinic rays

aktinik ışınlar

actinic spectrum

aktinik tayf

actinic

1. aktinik, 2. ışınlı

actinide series

aktinit serisi

actinide

aktinit

actinism

aktinizm

act

actinium series

aktinyum dizisi

actinium

aktinyum

actinolite

aktinolit, ışıntaşı

actinometer

aktinometre

actinometric

aktinometrik

actinometrical

aktinometrik

actinometry

aktinometri

actinomorphic

aktinomorfik

actinon

aktinon

action committee

faaliyet komitesi

action for annulment

fesih davası

action for damages

tazminat davası

action in ejectment

tahliye davası 1.hareket, faaliyet, 2.iş, yapılan şey, davranış, hareket, 3.çalışma şekli, hareket biçimi, 4.etki, kuvvet, 5.olaylar dizisi, 6.askeri harekât, savaş, 7.dava

action actionable

dava edilebilir

actionless

hareketsiz, atıl

activate

harekete geçirmek, etkili hale getirmek, çalıştırmak

activated carbon

aktif kömür, etkin kömür

activated

aktif, etkin

activation energy

aktivasyon enerjisi, etkinleşme erkesi

activation

canlandırma, etkinleştirme, harekete geçirme

activator

aktivatör, aktifleştirici

active electrode

aktif elektrot

active immunity

aktif bağışıklık

active manager

aktif yönetici

active natural immunity aktif doğal bağışıklık active officer

muvazzaf subay

active transport

aktif taşıma

active verb

etken eylem, etken fiil

active voice

etken çatı, aktif çatı

active volcano

aktif durumda olan yanardağ, püsküren yanardağ

active

aktif, hareketli, canlı

activism

1. aktivizm, etkincilik, 2. eylemcilik

activist

1. aktivist, 2. etkinci

activity report

faaliyet raporu

activity

1.hareket, faaliyet, 2.yapılan işler, etkinlik, faaliyet

actor

1.erkek oyuncu, aktör, 2.bir olayda yer alan kimse

actress

kadın oyuncu, aktris

acts of God

doğal afetler

actual cost

gerçek maliyet

actual inventory

hazır mevcut, hazır stok

actual

gerçek, hakiki, asıl, asli

actuality

hakikat, gerçek durum

actualization

edimselleşme, gerçekleşme

actualize

gerçekleştirmek

actualizer

gerçekleştirici

actually

gerçekten, hakikaten, aslında

actuary

sigorta/hesap uzmanı

actuate

harekete geçirmek

actuating

tahrik, harekete geçirme

actuator

harekete getirici, çalıştırıcı

acuity of vision

görüş keskinliği

acuity

keskinlik, sivrilik, duyarlılık, keskin duyululuk

aculeate

sivri, iğneli, dikenli, keskin

acumen

çabuk kavrayış, yerinde ve doğru karar alma yetisi

acuminate

1. sivrileşen, 2. sivrileştirmek

acupuncture

akupunktur

acute angle

acute angle

dar açı

acute hearing

çok iyi işitme

acute mind

keskin zekâ

acute pain

şiddetli ağrı

acute sound

tiz ses

acute triangle

acutely

dar üçgen 1.(duyum ve düşünce) keskin, kuvvetli, güçlü, duyarlı, 2.şiddetli, çok fazla, 3.(hastalık için) birdenbire kötüye giden, çok çabuk tehlikeli bir biçime gelen, 4.dar açı 1. zekâ ile, 2. şiddetle

acuteness

1. zekâ, 2. keskinlik

acyclic

asiklik

acyl

açil

acylation

açilleme

ad infinitum

sonu olmayarak, sonsuz bir biçimde

ad interim

geçici

ad libitum

istenildiği kadar, istenildiği gibi

AD

1. MS, Milattan sonra, 2. ilan, reklam

ad-lib

kafadan uyduruvermek, doğaçlamak

adage

özdeyiş, atasözü

adagio

adacio

Adam

Adem

Adam's apple

1. gırtlak çıkıntısı, 2. Adem elması

adamant

dik başlı, sert, inatçı

adamantine

1. elmas gibi, adamantin, 2. sarsılmaz, delinmez

adamantly

inatla, katı bir şekilde

adapt oneself to

kendini alıştırmak

adapt

uyarlamak, uydurmak, adapte etmek

adaptability to environment

çevreye uyum

adaptability

1. uyum yeteneği, 2. uysallık

acute

adaptable

kolayca uyum sağlayan

adaptation

uyarlama, uyarlanma, adaptasyon

adapter

adaptör

adaptive

uyarlanabilir

adaptor

1. uyarlayıcı, 2. adaptör, uyarlaç

adastra

yıldızlara

add fuel to the fire

yangına körükle gitmek

add up

1. toplamını bulmak, 2. bir anlamı olmak

add wings to

hızlandırmak

add

eklemek, ilave etmek, toplamak, toplamını almak

add-on

eklenen, ek

addend

1. toplanan, 2. eklenen

addendum

(konuşma, kitap sonunda) ek, ilave, eklenecek şey

adder

engerek

adder's tongue

yılan dili

adderwort

kurtpençesi

addict oneself

düşkün olmak, tiryaki olmak

addict

müptela, tiryaki, bağımlı

addiction

alışkanlık, tutkunluk, bağımlılık, tiryakilik

addictive

alışkanlık oluşturan, bağımlılık yaratan, tiryaki eden

adding machine

hesap makinesi

adding

ekleme

Addison's disease

Adison hastalığı

addition agent

katkı maddesi

addition compound

katılma bileşiği

addition sign

toplama işareti

addition

1.ekleme, katma, ilave, 2.ekleme, toplam alma, toplama

additional building

ek bina

additional charge

ek ücret

additional expenses

ek masraflar, munzam masraflar

additional load

ek yük

additional protocol

katma protokol

additional

ek, ilave, ekstra

additive process

katılma işlemi

additive

katkı, katkı maddesi

addle

bozmak, şaşırtmak

addlebrained

ahmak, beyinsiz

addled egg

cılk yumurta

addled

1. sersem, şaşkaloz, 2. cılk (yumurta)

address

1.adres yazmak, 2.söylev vermek, hitap etmek, 3.adres, 4.söylev, nutuk

addressability

adreslenebilirlik

addressable

adreslenebilir

addressee

kendisine mektup, vb. gönderilen kişi, alacak kişi, alıcı

addresser

1. hitap eden kimse, 2. imza eden kimse, 3. gönderen

addressing

adresleme

addressograph

adres makinesi

adduce

örnek vermek, delil göstermek, gerekçe göstermek

adduct

yaklaştırmak

adductor

yaklaştırıcı kas

Aden

Aden körfezi

adenine

adenin

adenoid

lenf bezi

adenoma

adenoma

adenosine

adenozin

adept

becerili, yetenekli, usta, üstat

adequacy

1. yeterlilik, 2. yetenek, 3. ehliyet

adequate

yeterli, uygun, elverişli

adequately

layıkıyla

adequateness

adequateness

1. yeterlilik, 2. uygunluk

adharma

günahkârlık

adhere to

1. -e yapışmak, 2. -e sadık kalmak

adhere

yapışmak

adherence

bağlılık, sadakat

adherent

taraftar

adhesion force

yapışma gücü

adhesion

yapıştırma, yapışma

adhesive plaster

1. plaster, 2. bant

adhesive tape

1. yapışkan bant, 2. plaster

adhesive

yapıştırıcı, yapışkan

adhesiveness

1. yapıştırıcılık, 2. yapışkanlık

adhibit

koymak, yapıştırmak

adiabatic change

adiyabatik değişim

adiabatic chart

adiyabatik grafik

adiabatic compression

adiyabatik sıkıştırma

adiabatic curve

adiyabatik eğri

adiabatic equation

adiyabatik denklem

adiabatic expansion

adiyabatik genleşme

adiabatic lapse rate

adiyabatik gecikme oranı

adiabatic process

adiyabatik işlem

adiabatic

adiyabatik

adiathermic

sıcaklık ışınlarını geçirmeyen

adieu

1. allahaısmarladık, elveda, 2. veda

adios

Allaha ısmarladık!

adipic acid

adipik asit

adipic

adipik

adipose tissue

yağdoku

adipose

1. yağlı, 2. etin yağlı tarafı

adit

adit

1. maden galerisi, 2. giriş lağımı

adjacency

bitişiklik, yakınlık

adjacent

çok yakın, bitişik

adjectival construction sıfat tamlaması adjectival

sıfat cinsinden

adjective law

şekli hukuk

adjective

sıfat

adjoin

bitişik olmak

adjoining

bitişik, yan yana

adjourn sine die

süresiz olarak ertelemek

adjourn the meeting

oturumu ertelemek

adjourn

ertelemek, ara vermek, ertelenmek

adjournment

1. ertelenme, tehir, 2. oturuma son verme

adjudge

1. hüküm vermek, 2. hükmetmek, karar vermek

adjudicate

karar vermek, hüküm vermek, hükmetmek

adjudication in bankruptcy

iflas kararı

adjudication

1. hüküm verme, 2. hüküm, 3. karar

adjudicator

hakem, yargıcı

adjunct

ilave, ek

adjuration

yemin

adjure

1. yalvarıp yakarmak, 2. istirham etmek

adjust a difference

anlaşmazlığı halletmek

adjust

1.ayarlamak, 2.uydurmak, uyarlamak, 3.uyum göstermek, uymak

adjustable

1. ayarlı, ayarlanabilen, 2. düzeltilebilir

adjuster

1. ayarlayıcı, 2. dispeççi

adjusting button

ayar düğmesi

adjusting wrench

ayar anahtarı

adjusting

ayar, ayarlama

adjustment knob

adjustment knob

ayar butonu, düğme

adjustment screw

ayar vidası

adjustment

1. ayar, ayarlama, düzeltme, 2. adaptasyon, 3. tasfiye

adjutant general

zat işlerine bakan general

adjutant

1. yardımcı, muavin, 2. emir subayı, yaver

adjuvant

yardım eden

adlibitum

istenildiği kadar, istenildiği gibi

adman

reklamcı, ilancı

admeasure

ölçmek

administer

1.idare etmek, yönetmek, 2.vermek, sağlamak

administration

1.idare, yönetim, 2.hükümet

administrative action

idari karar, idari işlem

administrative board member

yönetim kurulu üyesi

administrative board

yönetim kurulu

administrative body

yönetim kurulu

administrative case

idari dava

administrative law

idare hukuku

administrative policy

yönetim politikası

administrative

yönetsel, yönetimsel, idari

administrator

idareci, yönetici

admirable

takdire değer, çok iyi, çok güzel

admiral

amiral

Admiralty

Amirallik Dairesi

admiration

takdir, hayranlık

admire

takdir etmek, hayran olmak

admirer

hayran

admiring

hayran, hayranlık gösteren

admissibility

kabul olunabilme

admissible

admissible

akla uygun, kabul olunabilir, makul

admission fee

giriş ücreti

admission free

1. duhuliyesiz, giriş ücreti olmayan, 2. antresiz

admission ticket

giriş bileti

admission

itiraf, kabul, giriş

admit of

imkân vermek

admit

içeriye almak, içeriye bırakmak, girmesine izin vermek, itiraf etmek

admittance

giriş izni, kabul

admittedly

herkesin kabul edeceği gibi, kuşkusuz

admix

karışmak, karıştırmak

admixture

karıştırma, karışım

admonish

uyarmak, hafiçe azarlamak, kulağını bükmek

admonition

1. uyarı, ihtar, nasihat, 2. tembih, öğüt, övgü

admonitory

uyarı niteliğinde, öğüt niteliğinde

ado

gürültü, patırtı, yaygara, tantana

adobe

kerpiç

adolescence

ergenlik

adolescent

ergen, yeni yetme

adopt

1.(başkasının çocuğunu) evlat edinmek, 2.kabul etmek, benimsemek, 3.seçmek

adopted child

evlatlık, manevi evlat

adoption

1.evlat edinme, 2.benimseme, kabullenme

adoptive

evlatlık edinen, üvey

adorable

1.çok güzel, tapılası, 2.sevimli, çekici, şirin

adoration

1.aşırı sevgi, aşk, tapma, 2.dinsel tapma, tapınma

adore

tapmak, bayılmak, çok sevmek

adorn

1.süslemek, bezemek, güzelleştirmek, 2.ballandırmak, abartmak, şişirmek

adornment

1. süs, ziynet, 2. bezek

adrenal cortex

böbreküstü bezi korteksi

adrenal gland

böbreküstü bezi

adrenal

adrenal

1. böbreküstü beziyle ilgili, 2. böbreküstü bezi

adrenalin

adrenalin

adrenaline

adrenalin

adressee

alıcı

Adrianople

Edirne

Adriatic

Adriya Denizi

adrift

akıntı ve rüzgârla sürüklenmiş, başıboş

adroit

eli çabuk, becerikli, zeki, usta

adroitly

hünerle

adroitness

1. hüner, beceri, 2. marifet

adscititious

ilave edilen, katma, ek olan, gereksiz

adsorb

yüze çekmek, yüze tutunmak, yüzermek

adsorbate

adsorbat, yüze tutunan

adsorbed

adsorbe edilmiş

adsorbent

adsorban, yüze tutan

adsorption

yüze tutma, adsorpsiyon

adsorptive

emici, soğuran

adulate

aşırı derecede övmek, yaltaklanmak, pohpohlamak, dalkavukluk etmek

adulation

aşırı övgü, yaltaklanma, çanak yalama, dalkavukluk

adulatory

yaltaklanma mahiyetinde

adult education

yetişkin eğitimi

adult

yetişkin

adulterate

değerini düşürmek, saflığını bozmak

adulteration

1. karıştırma, katıştırma, 2. niteliği bozma

adulterer

zina yapan erkek

adulteress

zina yapan kadın

adulterine

gayrimeşru (çocuk), piç

adulterous

zina yapan

adultery

zina

adulthood

adulthood

yetişkinlik

adumbrate

ima etmek, anıştırmak

adumbration

ima, anıştırma

adust

yanmış, kavrulmuş

advance guard

öncü kuvvet

advance on salary

avans

advance

1.ilerlemek, ileri gitmek, gelişmek, 2.öne almak, daha önceki bir tarihe almak, ilerleme, ileri gitme, gelişme

advanced

ilerlemiş, ileri, gelişmiş

advancement

1.yükselme, ilerleme, 2.terfi

advances

yaranma, asılma, dostluk yaklaşımı

advancing

ilerleyen

advantage

avantaj, üstünlük, yarar, çıkar, menfaat

advantageous

yararlı, üstünlük sağlayan, avantajlı

advection

adveksiyon

advective

advektif

advent

varış, geliş

adventitious root

adventif kök

adventitious

1. arızi, dıştan gelen, sonradan olan, 2. tesadüfi

adventive

adventif

adventure

serüven, macera

adventurer

maceraperest kimse, serüvenci

adventuresome

cesur, atılgan, gözü pek

adventurous

1.serüven seven, maceraperest, 2.serüven dolu, maceralı

adverb of place

yer belirteci, yer zarfı

adverb of quality

niteleme belirteci

adverb of time

zaman belirteci, zaman zarfı

adverb

zarf, belirteç

adverbial

1. zarfa ait, belirteçsel, 2. tümleyen

adversary

düşman, hasım, rakip

adversative

adversative

1. muhalefet belirten, 2. karşı fikri ifade eden

adverse

ters, karşı, karşıt, zıt

adversely

1. karşıt olarak, 2. muhalefet ederek

adverseness

terslik, zıtlık

adversity

güçlük, sıkıntı, şanssızlık

advert to

-den bahsetmek

advert

reklam, ilan

advertise for

ilanla aramak

advertise

1.bildirmek, duyurmak, ilan etmek, 2.tanıtmak, reklamını yapmak, satılığa çıkarmak

advertisement

reklam, ilan

advertising agency

reklam ajansı

advertising agent

reklam ajansı

advertising campaign

reklam kampanyası

advertising department reklam bölümü advertising

reklamcılık, reklam işi

advice centre

danışma merkezi

advice

1.tavsiye, salık, geneş, 2.öğüt, nasihat, geneş

advisable

makul, akla yatkın, mantıklı

advisableness

uygunluk, mantıklılık

advise

1.tavsiye etmek, salık vermek, öğütlemek, 2.bildirmek, haber vermek

advisedly

1. akıllıca, 2. tedbirli olarak, bile bile

advisement

1. danışma, müşavere, 2. düşünme

adviser

danışman, müşavir

advisor

yol gösteren, akıl hocası

advisory board

danışma kurulu

advisory committee

danışma kurulu

advisory council

danışma konseyi

advisory

öğüt veren, tavsiye niteliğinde

advocacy

yan tutma, taraftarlık, savunma

advocate

advocate

savunmak, avukat, savunucu, taraftar, yandaş

adynamia

1. kuvvetsizlik, 2. zayıflık

adytum

tapınak iç odası

adz(e)

keser

adze

keserle kesmek

aedile

eski Roma'da bayındırlık memuru

Aegean Continental Shelf

Ege Kıta Sahanlığı

Aegean Sea

Ege Denizi

Aegean

Ege

aegis

1. kalkan, siper, 2. himaye

aeolian deposit

rüzgâr yığıntısı

aeolian erosion

rüzgâr erozyonu

aeolian soil

rüzgâr yığıntısı toprak

aeolian

rüzgâr nedeniyle oluşan

aeolotropic

anizotrop

aeolotropy

anizotropi

aeon

ölçülemeyecek kadar uzun zaman

aerate

1. havalandırmak, 2. içine hava karıştırmak

aerating

havalandırma

aeration

havalandırma

aerator

havalandırıcı

aerial line

hava hattı

aerial railway

teleferik

aerial root

havai kök, havada yetişen kök

aerial ropeway

teleferik

aerial stem

havai gövde

aerial

anten, havaya ilişkin, havai

aerie

yükseklerdeki kuş yuvası

aeriform

aeriform

gaz halinde

aerify

içine hava karıştırmak, gaz haline getirmek

aerobatics

uçakla havada beceri gösterileri

aerobe

aerob

aerobic bacteria

havayla yaşayabilen bakteriler

aerobic respiration

oksijenli solunum

aerobic

aerob, hava ile yaşayabilen

aerobics

aerobik

aerobiosis

aerobiyoz

aerodrome control tower

alan kontrol kulesi

aerodrome lighting

alan aydınlatması

aerodrome traffic

alan trafiği

aerodrome

küçük havaalanı

aerodynamic body

aerodinamik gövde

aerodynamic

aerodinamik

aerodynamics

aerodinamik bilim

aerodyne

aerodin

aerofoil

uçak kanadı, kanat şekli

aerogram

aerogram, telsiz telgraf

aerogramme

1. hava mektubu, 2. zarfsız uçak mektubu

aerograph

aerograf

aerography

aerografi

aerolite

aerolit, göktaşı

aerologist

aerolojist, havabilimci

aerology

aeroloji, havabilim

aeromechanics

aeromekanik

aerometer

aerometre, havaölçer, yoğunlukölçer

aeronaut

balon pilotu

aeronautical

aeronautical engineering

hava mühendisliği

aeronautical

havacılık ile ilgili

aeronautics

havacılık

aeroplane

uçak

aerosol

aerosol, havada asıltı

aerospace

1. atmosfer ve dışındaki boşluk, 2. roket

aerosphere

havaküre

aerostat

havadan hafif uçak

aerostatic

aerostatik

aerostatics

aerostatik

aerotechnics

aeroteknik

aerotropism

havaya yönelim

aery

yükseklerdeki kuş yuvası

aesthete

estet

aesthetic

estetik

aesthetical

estetiğe ait, güzellik ile ilgili

aesthetics

estetik

aestival

yaza özgü

afar

uzak, uzakta

affability

nezaket, tatlılık

affable

içten, cana yakın, sokulgan

affableness

nezaket, naziklik, hoşluk

affably

nezaketle

affair

iş, mesele, hadise

affect

tesir etmek, dokunmak, etkilemek

affectation

yapmacık davranış, gösteriş

affected

yapmacık, sahte

affectedness

yapmacık

affecting

derinden etkileyici, dokunaklı

affectingly

affectingly

dokunaklı bir şekilde

affection

sevgi, düşkünlük, şefkat

affectionate

sevgi gösteren, şefkatli, müşfik, sevecen

affectionately

sevgi ile

affective

1. dokunaklı, 2. duygusal, 3. hissi

affiance

1. nişan, 2. nişanlamak

affidavit

yazılı ve yeminli ifade

affiliate oneself with

ile ilişki kurmak

affiliate

1.birleştirmek, üye etmek, 2.birleşmek, üye olmak

affiliated company

bağlı şirket

affiliated

bağlı

affiliation

yakın ilişki

affine

1. afin, 2. afine etmek

affinity

1.akrabalık, yakın ilgi, yakınlık, 2.güçlü ilgi, çekim, eğilim, yakınlık

affirm

doğrulamak, bildirmek, tekrarlamak, tekrar söylemek

affirmation

doğrulama, onay, ifade, bildirme

affirmative sentence

olumlu tümce, olumlu cümle

affirmative

olumlu

affirmatively

olumlu olarak, doğrulayarak

affix

bağlamak, iliştirmek, tutturmak, eklemek, yapıştırmak

afflatus

1. esin, ilham, 2. vahiy

afflict

üzmek, acı vermek, sıkıntı vermek

afflicted

özürlü

affliction

acı, üzüntü, sıkıntı

afflictive

acı verici, üzücü

affluence

zenginlik, varlık, varsıllık

affluent

zengin, varlıklı, hali vakti yerinde

afford

satın almaya gücü yetmek, durumu el vermek

afforest

ağaçlandırmak

afforestation

afforestation

ağaçlandırma

affranchise

azat etmek, serbest bırakmak

affranchisement

azat etme, serbest bırakma

affray

kavga, gürültü

affright

korku

affront

hakaret etmek, aşağılamak, duygularını incitmek, kırmak

affusion

dökme, dökülme

Afghan

1. Afganlı, Afgan, 2. Afganca, 3. bir çeşit yün atkı veya battaniye

Afghanistan

Afganistan

afield

özellikle evden uzakta

afire

1. tutuşmuş, 2. alevler içinde, 3. yanmakta

aflame

yanan, tutuşan, tutuşmuş

afloat

1.yüzen, yüzmekte, su üzerinde duran, batmayan, 2.gemide, denizde, 3.(söylenti) dolaşan

aflutter

titreme halinde

afoot

olup bitmekte, dönmekte

afore

daha önce, daha önceki

aforementioned

önceden anılan, sözü geçen

aforesaid

daha önce söylenilen, adı geçen

afoul

takılmış, dolaşmış

afraid

korkmuş, korkar

afresh

bir kez daha, yeniden

Africa

Afrika

African

Afrikalı

afrit

ifrit

afro

afro saç, uzun ve kıvırcık saç

aft

kıçta, kıça doğru

after a while

biraz sonra

after all

neticede, her şeye rağmen, yine de, sonunda

after burner

art yakıcı

after hours

after hours

çalışma saatlerinden sonraki zaman

after one's own heart

tam gönlüne göre, kafasına göre

after you!

önce siz buyurun!

after

1.-den sonra, 2.-ın ardından/arkasından/peşinden, 3.... nedeniyle/yüzünden, -den sonra, 4.-e rağmen, 5.-in peşinde/arayışında, 6.hakkında

after-sales service

satış sonrası servis

afterbirth

döleşi

afterbleach

sonradan beyazlatmak

afterburner

art yakıcı

afterburning

son yakma

afterclap

beklenmedik olay

aftercooler

son soğutucu

afterdamp

grizu patlamasından kalan zehirli gazlar

afterdeck

kıç güvertesi

afterdinner

yemekten sonra gelen

aftereffect

daha sonradan ortaya çıkan etki

afterfinish

son apre

afterglow

akşam kızıllığı, güneş batışı kızıllığı

aftergrass

ilk hasat sonrası çıkan otlar

afterhours

mesai saatleri dışındaki zaman

afterlife

1.öbür dünya, ahret, 2.ömrün geri kalan kısmı

aftermath

kötü sonuç, kötü yan etki

aftermost

en geri, en son

afternoon

öğleden sonra

afterpains

doğum sonrası sancılar

afterpart

kıç taraf

afterpiece

asıl oyundan sonraki oyun

afterproduct

son ürün, son şeker

aftersails

kıç direk yelkenleri

afterseason

mevsim sonu

aftershave

aftershave

tıraş losyonu

aftershock

(deprem sonrası) art sarsıntı

aftertaste

ağızda kalan tat

afterthought

akla sonradan gelen fikir

aftertime

gelecek

aftertreatment

son işlem, son işleme

afterward

sonra, sonradan

afterwards

sonradan, sonra, daha sonra

afterwing

arka kanat

aga

ağa

again and again

tekrar tekrar, defalarca

again

1.bir daha, tekrar, yine, yeniden, gene, 2.bundan başka, ayrıca

against nature

doğaya aykırı

against the law

yasaya aykırı

against

1.-e karşı, 2.-e doğru, 3.-e zıt yönde, -e karşı, 4.-e aykırı, karşı, 5.-e değecek şekilde

agalloch

ödağacı

agamete

gametsiz

agamic

agamik, eşeysiz

agamogenesis

eşeysiz üreme

agamous

eşeysiz

agape

1. afallamış, şaşırmış, hayretten ağzı açık kalmış, 2. sevgi, muhabbet

agar-agar solution

agaragar eriyiği

agar-agar

agaragar, jeloz

agaric

katranköpüğü

agate

1. akik, yüzük taşı, 2. bilye

agateware

renkli emay

agave

agav

age circle

yaş halkası

age limit

yaş haddi

age of consent

age of consent

age-harden

rüşt, erginlik yaş, yaşlılık, rüşt, çağ, çok uzun zaman, asır, yaşlanmak, ihtiyarlamak, eskimek, ihtiyarlatmak, eskitmek, (şarap, vb.) yıllanmak, yıllandırmak yaşlanmayla sertleştirmek

aged

yaşında, çok yaşlı, ihtiyar

ageing apparatus

yaşlandırma aygıtı

ageing furnace

yaşlandırma fırını

ageing temperature

yaşlandırma sıcaklığı

ageless

eskimez, yaşlanmaz

agelong

uzun zaman süren

agency

acenta, aracılık, acentelik

agenda

yapılacak işler, gündem, gün tertibi

agendum

gündem

agent provocateur

ajan provokatör

agent

1.acenta, temsilci, ajan, 2.vasıta, aracı, etmen, 3.ajan

aggiornamento

modernleşme

agglomerate

1. aglomera, yığışım, 2. toplamak, yığmak, yığılmak, toplanmak

agglomeration

1. toplanma, yığışma, 2. yığın, küme, yığışım

agglutinant

yapıştırıcı

agglutinate

yapıştırmak, birleştirmek

agglutination

1. yapıştırma, 2. aglütinasyon

agglutinative

1. yapıştırma işlemine ait, 2. gram bitişken

agglutinin

aglutinin

agglutinogen

aglutinojen

aggrandize

büyütmek, artırmak

aggrandizement

1. büyütme, agrandisman, 2. itibarını yükseltme

aggravate

1.ağırlaştırmak, kötüleştirmek, ciddileştirmek, 2.kızdırmak, sinir etmek

aggravating circumstances

cezayı ağırlaştırıcı nedenler

aggravation

1. kötüleştirme, ağırlaştırma, 2. kızdırma

age

aggregate expenditure toplam masraf aggregate income

toplam gelir

aggregate

toplam, toplu, bütün, toplamak, bir araya getirmek, toplanmak

aggregation

1. toplama, birleştirme, 2. toplanma, toplam olma

aggress

saldırmak

aggression

nedensiz kavga, çatışma, saldırı

aggressive

1.saldırgan, kavgacı, 2.girişken, atılgan

aggressor

saldırgan kimse/ülke

aggrieve

1. gücendirmek, incitmek, kırmak, 2. mağdur etmek

aggrieved

incinmiş, kırılmış, üzüntülü, haksızlığa uğramış

aghast

donakalmış, şaşırmış, çok korkmuş, dehşet içinde

agile

atik, çevik, hareketli

agility

çeviklik, atiklik

aging

1. yaşlanma, 2. yıllanma, eskime

agio

1. acyo, 2. para farkı, ara değer, kambiyo

agiotage

agitated

1. acyotaj, 2. borsa oyunu, kambiyo işi 1.sallamak, çalkalamak, 2.üzmek, altüst etmek, acı vermek, 3.yaygara koparmak, ortalığı karıştırmak, kamuoyunu kışkırtmak, başkaldırmak 1. heyecanlı, 2. ajite

agitation

1.heyecan, acı, üzüntü, 2.kışkırtma, tahrik

agitato

acele ve coşkunca çalınan/söylenen

agitator

1.tahrikçi, kışkırtan kimse, 2.karıştırıcı, çalkalayıcı makine

agitprop

propaganda ve kışkırtma

agleam

ışıltılı

aglet

(ayakkabı bağındaki) demir uç

aglow

parlak, ışıltılı

agname

lakap

agnate

(baba tarafından) akraba

agnation

(erkek tarafından) akrabalık

agnostic

agnostik, bilinemezci

agitate

agnosticism

agnostisizm, bilinemezcilik

ago

önce

agog

heyecanlanmış, coşmuş, istekli, ümitli, hevesli

agonic

köşesiz

agonize

aşırı heyecan ve acı çekmek

agonizing

acı veren

agony

şiddetli acı, aşırı ıstırap, sancı

agora

eski Yunanistan'da pazar yeri, meclis yeri

agoraphobia

agorafobi, alan korkusu

agraphia

agrafi

agrarian geography

tarım coğrafyası

agrarian

tarımsal, tarıma ilişkin

agree to

mutabık kalmak, anlaşmak, kabul etmek

agree with

ile mutabık kalmak

agree

anlaşmak, mutabık kalmak

agreeable

1.hoşa giden, hoş, 2.anlaşmaya hazır, uygun, mutabık, razı

agreeableness

tatlılık, hoşluk

agreeably

hoş bir biçimde

agreed

1. hemfikir, 2. tamam, hay hay, olur

agreement

1.anlaşma, uyuşma, mutabakat, 2.anlaşma, ittifak

agressive

saldırgan

agribusiness

tarım ve tarım ticareti

agricultural belt

tarımsal kuşak

agricultural chemistry

tarım kimyası

agricultural cooperative tarım kooperatifi agricultural country

tarım ülkesi

agricultural credit

tarım kredisi

agricultural engineer

tarım mühendisi, ziraat mühendisi

agricultural engineering tarım mühendisliği

agricultural implement tarım aleti, tarım makinesi agricultural insecticide tarımsal böcek öldürücü agricultural insurance

zirai sigorta

agricultural labour

tarım işi, tarla işi

agricultural labourer

tarım işçisi

agricultural land

tarım arazisi

agricultural machine

tarım makinesi

agricultural produce

tarım ürünleri

agricultural product

toprak mahsulü, tarım ürünü

agricultural production tarımsal üretim agricultural products

tarımsal ürünler

agricultural technique

tarım tekniği

agricultural tractor

ziraat traktörü

agricultural

tarımsal, zirai

agriculture

tarım

agriculturist

tarımcı, tarım uzmanı

agrimony

kasıkotu

agrimotor

ziraat traktörü

agrobiology

agrobiyoloji

agrology

toprak bilimi

agronomic

bilimsel tarımla ilgili

agronomical

bilimsel tarımla ilgili

agronomics

bilimsel tarım

agronomist

bilimsel tarım uzmanı

agronomy

tarımbilim, bilimsel tarım

aground

(gemi) karaya oturmuş, batık, batmış

ague

sıtma ateşi

aguish

sıtmalı, sıtma getiren, nöbetli

ah

ah!, of!, uf!

aha

aha

Aa!, Vah!

ahead

1.önde, önden, ileri doğru, ileriye, 2.önde, ilerde, 3.gelecekte, ileride, ileriki

ahem

hım!

ahoy

hey!, hop!, yahu!

AIDS

AIDS

aid and abet

suçortaklığı yapmak

aid

el uzatmak, yardım etmek, yardım, destek, yardımcı

aide

yardımcı, muavin, yaver

aide-de-camp

yaver, emir subayı

aide-memoire

anımsatıcı not

aigrette

kuş tepeliği, sorguç

aikido

aikido

ail

hasta olmak, zayıflamak, güçsüzleşmek

aileron

kanatçık, eleron

ailing

1. keyifsiz, rahatsız, 2. hasta

ailment

(ciddi olmayan) hastalık, rahatsızlık

aim at

kastetmek, muradetmek, arzu etmek

aim

1.(~at) nişan almak, hedef almak, 2.amaçlamak, 3.nişan alma, hedef alma, 4.amaç, erek, gaye, hedef

aiming circle

nişan dairesi

aimless

amaçsız, gayesiz, başıboş

ain't

değil

air admission

hava girişi

air base

hava üssü

air bearing

havalı yatak

air bladder

hava kesesi

air blast

ani rüzgâr

air bleed

hava memesi, hava deliği

air box

hava kutusu

air brake

hava freni, havalı fren

air brick

air brick

delikli tuğla

air bridge

hava köprüsü

air bubble

hava kabarcığı

air carrier

hava taşıyıcısı

air castle

fantazi, hulya

air chamber

hava odacığı

air cleaner

hava filtresi, hava süzgeci

air column

hava sütunu

air compressor

hava kompresörü

air conditioned

havalandırmalı

air conditioner

klima cihazı

air conditioning

havalandırma, iklimleme

air cooler

hava soğutucu

air cooling

havayla soğutma

air crossing

hava köprüsü

air current

hava akımı

air cushion vehicle

hava yastıklı taşıt, hoverkraft

air cushion

hava yastığı

air defence

hava savunması

air defense

hava savunması

air distance

kuş uçuşu mesafe

air door

havalandırma kapısı

air drop delivery

havadan atılan yardım

air drop

havadan atmak, paraşütle atmak

air duct

hava kanalı, hava borusu

air ducts

hava kanalları

air ejector

hava ejektörü

air engine

hava motoru

air escape pipe

hava tahliye borusu

air filter

air filter

hava filtresi, hava süzgeci

air fleet

hava filosu

air force academy

Hava Harp Okulu

air force command

Hava Kuvvetleri Komutanlığı

air force

hava kuvveti

air gun

hava tüfeği

air heater

hava ısıtıcısı

air hole

hava deliği

air hose

hava hortumu, hava borusu

air hostess

uçak hostesi

air humidifier

hava nemlendirici

air humidity

hava nemi

air inlet

hava girişi, hava alığı

air intake

hava girişi

air jacket

hava gömleği

air lane

hava geçidi

air mail

uçak postası

air mass

hava kütlesi

air nozzle

hava memesi

air officer

hava subayı

air ones views

fikirlerini açmak

air operation

hava operasyonu

air outlet

hava çıkışı

air passage

1. hava geçidi, nefes yolu, 2. hava deliği

air photo

hava fotoğrafı

air pilot

hava pilotu

air pocket

hava boşluğu

air pollution

hava kirliliği

air post

uçak postası

air pressure

air pressure

hava basıncı

air pump

hava pompası

air quality

hava niteliği

air raid

hava saldırısı

air resistance

hava direnci

air sac

hava kesesi

air shaft

hava boşluğu

air sick

uçak tutmuş

air space

hava sahası

air speed

hava sürati

air stream

hava akımı

air taxi

uçak taksi

air traffic

hava trafiği

air transport

hava ulaşımı, hava taşıtı

air truck

hava taşıtı

air tube

iç lastiği

air turbine

hava türbini

air void

hava boşluğu

air washer

hava yıkayıcı

air-condition

1.soluduğumuz hava, 2.gökyüzü, 3.genel durum, 4.havalandırarak kurutmak, 5.havalandırmak, 6.hava atmak, caka satmak, gösteriş yapmak havayı temizlemek, havalandırmak

air-conditioned

havalandırmalı, klimalı

air-conditioner

klima

air-conditioning

havalandırma

air-cool

havayla soğutmak

air-cooled engine

hava soğutmalı motor

air-cooled

hava soğutmalı

air-drop

havadan atılan yardım

air-free

havasız

air

air-harden

havada sertleştirmek

air-operated

pnömatik

air-raid shelter

sığınak

air-raid

hava saldırısı

air-seasoned

havada kurutulmuş

air-spaced

hava izoleli

air-suspended

pnömatik süspansiyonlu

air-to-air

havadan havaya

air-to-ground

havadan yere

air-to-sea

havadan denize

air-to-surface

havadan satha

air-to-underwater

havadan su içine

air-traffic control

hava trafik kontrolü

airbase

hava üssü

airborne radar

hava radarı

airborne

1.(tohum, vb.) havadan savrulan/atılan, 2.havada, uçan, 3.hava

airbrush

havalı boya tabancası

airbus

uçak

aircraft carrier

uçak gemisi

aircraft construction

uçak inşaatı

aircraft engine

uçak motoru

aircraft engineer

uçak mühendisi

aircraft equipment

uçak teçhizatı, uçak donatısı

aircraft factory

uçak fabrikası

aircraft fuel

uçak yakıtı

aircraft hangar

uçak hangarı

aircraft industry

uçak sanayi, uçak endüstrisi

aircraft shed

uçak hangarı

aircraft

uçak, uçaklar

aircrew

uçak mürettebatı

airdrome

havaalanı, havalimanı

airdrop

havadan paraşütle insan, yiyecek, malzeme, vb. atma

Airedale

iri teriyer türü

airfield light

alan ışığı

airfield lighting

alan ışıklandırması

airfield traffic

alan trafiği

airfield

uçak pisti, havaalanı

airflow

hava akımı

airfoil

erfoyil, kanat, kanatçık

airforce

hava kuvvetleri

airfreight

hava yükü

airfreighter

yük uçağı

airglow

gök aydınlığı

airhostess

hostes

airily

ciddi olmayarak, havai bir biçimde, gırgırına

airiness

1. havadarlık, 2. hafiflik

airing

1. havalandırma, 2. havaya gösterme, gezinti

airlane

hava geçidi

airless

havasız, boğucu

airlift

hava yoluyla taşıma

airline pilot

uçak pilotu

airline

havayolu, havayolu işletmesi

airliner

büyük yolcu uçağı

airlock

1.hava valfı, 2.hava geçirmez kabin/oda

airmail

1.uçak postası, 2.havayolu taşımacılığı

airman

havacı, pilot

airmanship

havacılık

airplane carrier

uçak gemisi

airplane engine

airplane engine

uçak motoru

airplane park

uçak parkı

airplane

uçak

airport of departure

kalkış havaalanı

airport of destination

varılacak havaalanı

airport tax

havaalanı vergisi

airport

havaalanı, havalimanı

airproof

1. hava geçirmez, hava sızdırmaz, 2. hava geçirmez yapmak

airs

1.hava, havalar, gösteriş

airscrew

pervane

airship

motorlu balon

airsick

uçak tutmuş, uçmaktan midesi bulanmış

airsickness

uçak tutması

airspace

bir ülkenin hava sahanlığı

airspeed

hava sürati, hava hızı

airstrip

küçük havaalanı, uçak pisti

airtight

hava geçirmez

airtightness

hava sızdırmazlık, hava geçirmezlik

airway

havayolu

airways

hava yolları

airworthiness

uçuşa elverişlilik

airworthy

(uçak, vb.) uçuşa hazır, uçuş emniyeti sağlanmış

airy

1.havadar, 2.havalı, havai, boş, işe yaramaz, 3.neşeli, havai, 4.havasal

airy-fairy

hayal ürünü, pratik olmayan

aisle

geçit, iki sıra koltuk arasında uzanan yol, ara yol, koridor

aitchbone

sığır budu

ajar

yarı açık, aralık

akimbo

eller belde dirsekler dışa doğru bakar durumda

akin

benzer, okşar, yakın

alabaster

alabaster

1. kaymaktaşı, albatr, 2. su mermeri

alack

eyvah!

alacrity

çeviklik, atiklik, canlılık

alalia

konuşma yeteneği yitimi

alanine

alanin

alarm bell

alarm çanı

alarm clock

çalar saat

alarm

1.korku, dehşet, 2.tehlike işareti, alarm, 3.alarm aygıtı, 4.korkutmak, dehşete düşürmek, 5.tehlikeden haberdar etmek

alarmingly

korkunç derecede

alarmist

yaygaracı

alas

ah!, vah!, yazık!, tüh!, eyvah!

Albania

Arnavutluk

Albanian

Arnavut

albatross

albatros

albedo

albedo, aklık, aklık derecesi

albeit

gerçi, her ne kadar, ise de, -e rağmen

albescent

beyazlaşan, aklaşan

albinism

akşınlık

albino

albino, akşın, çapar

Albion

ingiltere

albite

albit

album

albüm, uzunçalar

albumen

albümin, yumurta akı

albumenize

albüminlemek

albumin

albümin

albuminate

albüminat

albuminoid

albüminoit

albuminose

albüminli

albuminous

albüminli

alburnum

alburnum

canlı odun, kabuk altı katmanı

alchemic

simya ile ilgili, alşimi ile ilgili

alchemical

simya ile ilgili, alşimi ile ilgili

alchemist

alşimist, simyager

alchemy

metalleri altına dönüştürmeyi araştıran bilim dalı, simya ilmi

alcohol content

alkol miktarı

alcohol fuel

alkollü yakıt

alcohol

alkol, alkollü içki

alcoholic drinks

alkollü içecekler

alcoholic strength

alkol miktarı, alkol yüzdesi

alcoholic

1.alkollü, alkol içeren, 2.alkolik, ayyaş

alcoholism

alkolizm

alcoholometer

alkolölçer

alcoholometry

alkolometri, alkolölçüm

alcoholysis

alkoliz

alcove

küçük bölüm, köşe

aldehyde

aldehit

alder

1. kızılağaç, 2. akçaağaç

alderman

kent meclisi üyesi

aldoform

formaldehit

aldohexose

aldoheksoz

aldol

aldol

aldose

aldoz

aldosterone

aldosteron

aldoxime

aldoksim

ale

bir tür bira

aleatoric

şansa bağlı

aleatory

şansa bağlı

alee

rüzgâr altı, boca

alehouse

alehouse

birahane

alembic

imbik

aleph null

alef sıfır

Aleppo pine

Halep çamı

Aleppo

Halep

alert

dikkatli, tetik, uyanık, tehlikeye karşı uyarı, alarm işareti, alarma geçmek, hazır olmak, uyarmak, ikaz etmek

alertness

1. açıkgözlük, atiklik, 2. uyanıklık

Alexandria

iskenderiye

alexia

aleksi, okuma yeteneği yitimi

alfalfa

kabayonca, alfalfa

alfresco

1. açık havada, 2. açık hava

alga

suyosunu, alg

algae

suyosunları

algebra

cebir

algebraic equation

cebirsel denklem

algebraic

cebirsel

Algeria

Cezayir

Algerian

Cezayirli

algesia

aljezi

algin

algin, aljin

alginate

alginat, aljinat

algine

algin, aljin

algology

algoloji

algorithm

algoritma

algorithmic

algoritmik

alias

diğer adıyla, namı diğer, takma isim, sahte isim

alibi

1.suçun işlenmesi sırasında başka yerde olduğunu kanıtlama, 2.mazeret, özür

alicyclic

alisiklik

alidade

alidat

alien subjects

alien subjects

yabancı uyruklu yurttaşlar

alien

1.yabancı, başka bir ülkeye ait, 2.farklı, değişik, 3.zıt, karşıt, ters, yabancı uyruklu kimse

alienable

satılabilir, ferağı mümkün

alienate

soğutmak, yabancılaştırmak

alienation

1.yabancılaşma, soğuma, uzaklaşma, 2.bir yere/ortama ait olmama duygusu, 3.elinden alma

alienist

psikiyatr

aliens' law

yabancılar yasası

aliform

kanat şeklinde olan

alight on one's feet

ayağa kalkmak

alight

inmek, tutuşmuş, alev almış, yanan

alighting gears

iniş takımları

align with

1. ile aynı hizaya sokmak, 2. ile anlaşmaya vardırmak

align

düzene sokmak, sıraya dizmek, hizaya getirmek

aligner

ayar aleti, ayar gönyesi

alignment

sıraya dizme, düzenleme, hiza, sıra

alike

aynı, benzer, okşar, benzer/aynı şekilde

aliment

1. yiyecek, gıda, 2. beslenme

alimentary canal

sindirim borusu

alimentary

sindirimsel, beslenmeyle ilgili

alimentation

beslenme

alimony

nafaka

aliphatic

alifatik

aliquant

tümbölmez, bir sayıyı kalansız bölemeyen sayı

aliquot

tümbölen, bir sayıyı tam bölen sayı

alive to

uyanık, duyarlı, farkında, haberdar

alive with

(canlı şeylerle) dolu, kaplı, kaynayan

alive

1.yaşayan, canlı, diri, 2.yaşam dolu, hareketli

alizarin

alizarin, kökboyası, kökkırmızısı

alkali cellulose

alkali selüloz

alkali metals

alkali metals

alkali metaller

alkali resistant

alkaliye karşı dayanıklı

alkali

alkali

alkalimeter

alkaliölçer

alkalimetry

alkaliölçüm, alkalimetri

alkaline earth metals

toprak alkali metaller

alkaline fluid

alkalik sıvı

alkaline

alkalik, kalevi

alkalinity

alkalilik

alkalinize

alkalileştirmek

alkalinizing

alkalileştirici

alkaloid

alkaloit

alkane

alkan

alkanet

sığırdili

alkannin

alkanin

alkene

alken

alkyd

alkit

alkyl

alkil

alkylation

alkilasyon

alkyne

alkin

all aboard!

Herkes gemiye!

all along

öteden beri, başından beri

all around

çepçevre, dört yandan

all at once

aniden, birdenbire

all but

hemen hemen, neredeyse

all clear

tehlike geçti işareti

all fools' day

1 Nisan günü, 1 Nisan'da

all fours

dört ayak

all hands

herkes

all in all

all in all

neticede, sonuçta

all in one breath

bir nefeste

all in the day's work

normal, beklendiği gibi

all in

1. yorgun, bitkin, 2. her şey dahil

all manner of

her tür

all night long

bütün gece boyunca

all night

bütün gece boyunca

all of a sudden

ansızın, birdenbire

all of a tremble

tir tir, zangır zangır titreyen

all out

tüm gücüyle

all over

1. her yer, her taraf, 2. her yerde, her tarafta

all right

1. iyi durumda, iyi, zarar görmemiş, 2. idare eder

all rights reserved

her hakkı saklıdır

all silk

saf ipek, has ipek

all terrain vehicle

arazi vasıtası

All that glitters is not gold

Parlayan herşey altın değildir

all that

o kadar çok, öylesine

all the better

1. daha iyi, 2. isabet

all the rage

çok moda

all the same

1. yine de, 2. hepsi bir, fark yok

all the time

sürekli, boyuna

all the vogue

çok moda

all the year round

bütün yıl boyunca

all there

aklı başında

all told

yekun olarak

all too soon

çek erken

all weather

her havaya elverişli

all

1.tüm, bütün, 2.her, hepsi, 3.tümüyle, bütünüyle, tamamen, 4.her iki taraf, her şey, herkes, her biri

all-clear

all-clear

tehlike geçti işareti

all-embracing

her şeyi saran

all-inclusive

her şey dahil

all-night

bütün gece süren/açık

all-nighter

bütün gece süren bir olay

all-purpose

çok maksatlı, her amaca uygun, kullanışlı

all-right

iyi, kafadar, kafa dengi

all-round

çok yönlü, çok meziyetli olan

all-star

(film, oyun

Allah

Allah

allanite

allanit

allay

azaltmak, dindirmek, yatıştırmak

allegation

suçlama, itham, ileri sürme, sav, iddia

allege

iddia etmek, ileri sürmek

allegedly

sözde

allegiance

bağlılık, sadakat

allegoric

alegorik, kinayeli

allegorical

alegorik, dokundurmalı, mecazi, kinayeli

allegorically

alegorik olarak

allegorize

alegorilerle anlatmak

allegory

alegori, dokundurma, kinaye

allegretto

allegretto

allegro

allegro

allel

allel

allele

allel

allelic

allelik

allelomorph

allelmorf

allelomorphic

allelomorfik

allelotropic

alleltrop

allergen

allergen

alerjen

allergic

1.alerjik, 2.sinir olan, nefret eden, sevmeyen, gıcık olan

allergy

1.alerji, 2.hoşlanmama, sevmeme, nefret, gıcık

alleviate

1.hafifleme, yatışma, azalma, 2.hafifletme, yatıştırma, azaltma

alleviation

1. hafifleme, yatışma, 2. teselli

alley cat

sokak kedisi

alley

1.dar sokak, geçit, patika, ara yol, 2.bilye, misket

alliaceous

sarımsaklı

alliance

1.aile birliği, akrabalık, dünürlük, 2.anlaşma, uyuşma, ittifak, 3.bağlılık, birlik, birleşme

Allied Powers

Müttefik Kuvvetler

allied

1.müttefik, 2.birbirine bağlı, bağlaşık

alligator pear

perse ağacının meyvesi

alligator

Amerika ve Çin'de yaşayan bir tür timsah

alliterate

aliterasyon yapmak

alliteration

aliterasyon, ses yinelemesi

allocate

ayırmak, pay etmek, tahsis etmek, ödenek ayırmak

allocation

1.ayırma, tahsis etme, ödenek ayırma, 2.ödenek, pay

allocution

1. söylev, nutuk, 2. hitabe

allogamy

allogami

allomeric

allomer

allometry

allometri

allomorph

alomorf

allomorphous

allomorf, allomorfik

allopath

alopat

allopathy

alopati

allophone

alofon

allot

1. pay etmek, bölüştürmek, 2. ayırmak, tahsis etmek

allotment letter

tahsis mektubu

allotment

tahsisat, ödenek, hisse, pay

allotriomorphic

allotriomorphic

allotriomorf

allotrope

alotrop, allotrop, eşözdek

allotropic

alotropik, allotropik

allotropy

alotropi, allotropi, eşözdeklik

allow for

göz önüne almak, hesaba katmak

allow

1.bırakmak, izin vermek, 2.ayırmak, sağlamak

allowable

bırakılabilir, izin verilebilir, olası

allowance

1.ödenek, tahsisat, 2.cep harçlığı, 3.göz yumma, tolerans, müsamaha, izin, 4.özel bir araç için ayrılan, sağlanan para, 5.pay

alloy

metal alaşımı

alloyed

alaşımlı

alloying

alaşımlama

allspice

yenibahar

allude to

1. kastetmek, 2. ima etmek, anıştırmak

allude

1.dokundurmak, ima etmek, 2.baştan çıkarmak, cezbetmek, ayartmak, çekicilik, cazibe

alluded to

adı geçen

allure

1. çekicilik, cazibe, 2. baştan çıkarmak, ayartmak, 3. cezbetmek, çekmek

allurement

1. büyüleme, 2. çekme, cezbetme, 3. şuhluk

alluring

cazip, akıl çelici, çekici

allusion

dokundurma, ima, kinaye

allusive

dokundurmalı, imalı

alluvial cone

birikinti konisi

alluvial deposit

alüvyon, lığ

alluvial plain

birikinti ovası

alluvial

alüvyonlu, lığlı

alluvion

1. sel, su basması, 2. alüvyon, lığ

alluvium

alüvyon, lığ

ally

1.birleşmek, 2.birleştirmek, 3.müttefik ülke, 4.dost, arkadaş

alma mater

öğrenim görülen okul

almanac

almanak

almandine

almandine

almandin, seylantaşı

almighty

1.herşeye kadir, 2.çok büyük, müthiş, süper

almond oil

bademyağı

almond shaped

badem şeklinde

almond tree

badem ağacı

almond

badem ağacı, badem

almoner

yardım dağıtan görevli

almost

hemen hemen, az kalsın, neredeyse

alms

sadaka

almsgiving

sadaka verme, zekât verme, hayır yapma

almshouse

1. yaşlılarevi, 2. darülaceze, düşkünler yurdu

almsman

düşkün, muhtaç

almucantar

almukantarât, yükseklik dairesi

aloe

sarısabır

aloeswood

kartal ağacı

aloft

yukarı, yukarıda, yukarıya

alogia

konuşamazlık

alone

1.tek başına, yalnız, 2.yalnız, sadece

along with

ile birlikte

along

1.ileri, ileriye, 2.yanına, yanında, birlikte, 3.burada/buraya, orada/oraya

alongshore

kıyı boyunca

alongside with

yanı sıra

alongside

yanına, yanında, ile yan yana

aloof

soğuk, ilgisiz, uzak

aloofness

1. uzaklık, araya mesafe koyma, 2. çekingenlik

alopecia

saç dökülmesi, kellik, alopesi

aloud

yüksek sesle

alp

yüksek dağ

alpaca

alpaka, alpaka kumaş

alpenstock

alpenstock

demir uçlu dağcı bastonu

alpha and omega

başlangıç ve bitiş, ilk ve son

alpha particle

alfa parçacığı, alfa taneciği

alpha radiation

alfa radyasyonu, alfa ışınımı

alpha radioactivity

alfa radyoaktivitesi

alpha rays

alfa ışınları

alpha

Yunan abecesinin ilk harfi, alfa

alphabet

alfabe, abece

alphabetic

alfabetik, abecesel

alphabetical

alfabetik, abecesel

alphabetically

alfabetik olarak

alphameric

alfamerik

alphamerics

harfler ve sayılar

alphanumeric

alfasayısal

alphanumerics

harfler ve sayılar

alpine plant

alp bitkisi

alpine sun

ültraviyole lambası

alpine

1.Alp dağlarına ya da diğer yüksek dağlara ilişkin, 2.çok yüksek

Alpinist

alpinist, dağcı

already available

halihazırda mevcut olan

already

1.zaten, çoktan, 2.evvelce, daha önce, 3.şimdiden

Alsatian

1. Alsas çoban köpeği, 2. Alsas'lı

also

da, dahi, hem, hem de, yine, ayrıca, aynı zamanda, yanısıra

also-ran

tabela yapamayan at

Alt key

ek karakter tuşu

altar

mimber

altazimuth

altazimut

alter course

rota değiştirmek

alter

1.değişmek, başka türlü olmak, 2.değiştirmek

alter-ego

alter-ego

1. canciğer arkadaş, 2. bir kimsenin ikinci kişiliği

alterable

1. değişebilir, değişik, 2. değişir, değiştirilebilir

alteration

1.değiştirme, 2.değişim, değişen şey, değişiklik

alterative

değiştirici, değiştiren

altercate

kavga etmek, atışmak

altercation

kavga, çekişme, anlaşmazlık

altered rock

başkalaşmış kaya, metamorfik kaya

alterego

çok yakın dost

alternate angels

ters açılar

alternate days

günaşırı

alternate member

yedek üye

alternate

1.değişimli, değişerek oluşan, bir o, bir öteki, 2.almaşık, münavebeli, her iki günde bir

alternate-exterior angles

dışters açılar

alternately

nöbetleşe, sıra ile

alternating current

alternatif akım, dalgalı akım

alternating load

alternatif yük

alternating

birbirini izleyen, münavebeli

alternation of generations

nesil değişimi

alternation

1. birbirini izleme, almaş, münavebe, 2. değişim

alternative

seçimli, diğer, başka, seçenek, iki şıktan biri, alternatif

alternator

alternatör

although

-e karşın, ise de, -dığı halde, olmakla beraber, olmasına rağmen, karamazdan

altigraph

yazıcı altimetre

altimeter

altimetre, yükseklik ölçer

altitude above sea level deniz seviyesinden yükseklik altitude control

yükseklik kontrolü

altitude recorder

yazıcı altimetre, yükselti yazıcı

altitude

1.denizden yükseklik, 2.yüksek yerler ya da alanlar

alto

alto

alto-relievo

yüksek kabartma

altocumulus

altokümülüs

altogether

1.tamamen, tümüyle, bütün bütün, 2.herşeye rağmen, neticede, yine de

altostratus

altostratus

altruism

özgecilik, kendinden önce başkalarını düşünme

altruist

başkalarını düşünen kimse, özgeci

altruistic

özverili, fedakâr

alum mordant

şap mordanı

alum stone

şaptaşı

alum

şap

alumed

şaplı

alumina

alüminyum oksit, alümin

aluminate

alüminat

aluminium coated

alüminyum kaplı

aluminium oxide

alüminyum oksit

aluminium paint

alüminyum boya

aluminium powder

alüminyum tozu

aluminium sheet

alüminyum levha

aluminium sulfate

alüminyum sülfat

aluminium tube

alüminyum tüp

aluminium

alüminyum

aluminium-coat

alüminyum kaplamak

aluminization

alüminyum ile kaplama

aluminize

alüminyum ile kaplamak

aluminized

alüminyum kaplı

aluminothermics

alüminotermi

aluminous

şaplı

alumna

eski kız mezun

alumnus

eski erkek mezun

alunite

şaptaşı

alveolar

dişyuvasına ait

alveolate

petekli, delikli

alveolus

alveol, diş yuvası

alvine

bağırsakla ilgili

alvite

alvit

always

1.her zaman, daima, hep, 2.sonuna dek, daima, 3.durmadan, hep

alyssum

deliotu

am

-im, -ım, um, üm

amadou

kav

amain

1. şiddetle, var kuvvetiyle, 2. tam kuvvetle

amalgam

1.civa bileşiği, amalgam, 2.metal karışımı

amalgamate

1.birleşmek, katılmak, 2.birleştirmek, katmak

amalgamation

1. karışma, 2. karışım, alaşım, 3. katılma

amanuensis

1. kâtip, yazman, 2. yazıcı

amaracus

mercanköşk otu

amaranth

horozibiği

amaranthine

1. mor, 2. solmaz, ebedi

amarantite

amarantit

amaryllis

nergiszambağı

amass

1.biraraya getirmek, toplamak, yığmak, biriktirmek, 2.bir araya gelmek

amateur movie camera amatör film kamerası amateur

amatör, deneyimsiz kimse, beceriksiz

amateurish

amatörce, beceriksiz, kalitesiz

amative

aşkla ilgili

amatory

âşıkane, şehvetli

amaurosis

amoroz

amaze

şaşırtmak, hayrete düşürmek

amazement

amazement

1. hayret, şaşkınlık, 2. ağzı açık kalma

amazing

şaşırtıcı, hayrete düşürücü

amazingly

1. şaşılacak derecede, 2. afal afal

Amazon

1. Amazon nehri, 2. kadın şavaşçı, kuvvetli kadın

Amazonian

1. Amazon nehrine ait, Amazona ait, 2. savaşçı, erkil

amazonite

amazonit

ambage

dolambaçlı yol

ambassador

büyükelçi

ambassadress

sefire

amber

kehribar, kehribar rengi

ambergris

amber

ambidexter

iki elini aynı şekilde kullanabilen kimse

ambidexterity

iki elini de aynı şekilde kullanabilme

ambidextrous

iki elini aynı biçimde kullanabilen

ambience

bir yerin havası, ortam, çevre

ambient air

ortam havası, çevre havası

ambient noise

çevre gürültüsü, bozucu gürültü

ambient temperature

çevre sıcaklığı

ambient

çevredeki, çevreyi saran

ambiguity

belirsizlik, anlam belirsizliği

ambiguous

belirsiz, şüpheli, muğlak, çapraşık

ambiguously

muğlak olarak

ambiguousness

1. muğlaklık, 2. şüphelilik, çapraşıklık, belirsizlik

ambipolar

ambipolar

ambit

1. alan, saha, 2. çevre, ortam, 3. muhit, etraf

ambition

hırs, tutku, istek, şiddetle istenen şey

ambitious

1.hırslı, tutkulu, çok istekli, tutkun, başarma isteği olan, azimli

ambitiously

ihtirasla, hevesle

ambitiousness

ihtiras, heves

ambivalence

ambivalence

belirsizlik

ambivalent

zıt/çelişik duygular taşıyan, kararsız

amble

yavaş yavaş yürümek, rahvan gitmek, rahvan, rahat yürüyüş

ambler

rahvan yürüyen at

ambo

vaiz kürsüsü

ambrosia

leziz şey

ambrosial

nefis, enfes, mükemmel

ambulance

ambülans, cankurtaran

ambulant

seyyar, gezici

ambulate

gezmek

ambulation

gezme, dolaşma

ambulatory

1. gezilebilir, 2. kemerli yol

ambuscade

pusu, tuzak

ambush

pusuya düşürmek, tuzak kurmak, pusu, tuzak, pusuya yatılan yer

ameliorate

düzeltmek, iyileştirmek

amelioration

düzeltme, iyileştirme, ıslah

amen

amin

amenability

uysallık, yumuşak başlılık

amenable

1.uysal, yumuşak başlı, 2.sorumlu, 3.uygun, uyumlu

amend

1. düzeltmek, 2. ıslah etmek, 3. değişmek, değiştirmek

amendable

tadil edilebilir, düzeltilebilir

amendatory

ıslah edici, düzeltici

amendment motion

değişiklik önergesi

amendment of law

kanunu değiştirme

amendment

1.değişiklik, düzeltme, 2.değiştirme, ıslah

amends

telafi etmek

amenities

hayatı kolaylaştıran şeyler, rahatlıklar

amenity

rahatlık, konfor

amerce

para cezasına çarptırmak, ceza vermek

America

America

Amerika

American Indian

Amerikan yerlisi

American

Amerikalı, Amerikan

Americanism

1.Amerikan İngilizcesi, 2.Amerikancılık

Americanize

Amerikalılaştırmak, Amerikalılaşmak

americium

amerisyum

ametabolic

ametabolik

amethyst

ametist, kırmızımsı mavi, mor renk

Amharic

Habeşistan'ın resmi dili

amiability

sevimlilik, yumuşak başlılık, iyi huyluluk

amiable

sevimli, iyi huylu, yumuşak başlı, samimi

amiably

tatlılıkla

amianthus

amyant

amicability

dostluk, arkadaşlık, samimiyet

amicable

dostça, dosthane

amicably

1. dostça, 2. barışçı olarak

amid

ortasında, arasında

amide

amit

amidol

amidol

amidships

gemi içinde/ortasında

amidst

(edat) ortasına, ortasında

amine

amin

amino-

(önek) amino

aminoacid

aminoasit

aminophenol

aminofenol

amiss

1.kötü, yanlış, kusurlu

amitosis

amitoz

amitotic

amitotik

amity

dostluk, arkadaşlık, dostça davranış

amixia

amixia

amiksi

ammeter

ampermetre, amperölçer

ammine

ammin

ammonal

ammonal

ammonia

amonyak

ammoniac gum

amonyak zamkı

ammoniac

amonyakla ilgili

ammonite

ammonit

ammonium acetate

amonyum asetat

ammonium carbonate

amonyum karbonat

ammonium chloride

amonyum klorür

ammonium hydrate

amonyum hidrat

ammonium hydroxide

amonyum hidroksit

ammonium nitrate

amonyum nitrat

ammonium sulphate

amonyum sülfat

ammonium sulphide

amonyum sülfür

ammonium

amonyum

ammonization

amonizasyon

ammunition store

mühimmat deposu

ammunition

cephane, mühimmat

amnesia

amnezi, bellek kaybı, bellek yitimi

Amnesty International Uluslararası Af Örgütü amnesty

genel af

amnion

amnios

amniotic fluid

meşime içindeki sıvı

amniotic sac

meşime boşluğu

amniotic

meşime ile ilgili

amoeba

amip

amoebic dysentery

amipli dizanteri

amoebic

amoebic

amibik

amok

1.çılgın, sapıtmış, deli gibi

amomum

kakule

among

1.ortasında, arasında, 2.-den biri, içinde, arasında, 3.aralarında, arasında

amongst

1. (edat) aralarında, arasında, 2. kucağında

amoral

ahlak dışı, ahlaksız

amorality

ahlaksızlık

amorous

sevdalı, cinsel aşka eğilimli

amorously

be âşıkane

amorousness

âşıklık

amorphism

amorfluk, şekilsizlik

amorphous structure

biçimsiz yapı, amorf yapı

amorphous

şekilsiz, amorf, özelliksiz, biçimsiz

amortise

amorti etmek

amortization

1. amortisman, 2. sönüm, itfa, 3. aşınma

amortize

1. amortize etmek, 2. sönümlemek, itfa etmek

amount to

olmak, etmek, varmak

amount

miktar, tutar

amour

aşk (macerası)

amourpropre

izzetinefis, onur

amp

amper, amplifikatör, amfi

ampelite

ampelit

amperage

1. amperaj, 2. amper miktarı

ampere

amper

ampere-hour

amper-saat

ampersand

& işareti

amphetamine

amfetamin

amphibian tank

amfibi tank

amphibian

1.hem suda hem karada yaşayabilen hayvan, ikiyaşayışlı, 2.hem karada hem suda gidebilen araç, yüzer gezer araç

amphibious

amphibious

1.ikiyaşayışlı, 2.amfibi, yüzergezer

amphibole

amfibol

amphibolic

amfibolik

amphibolite

amfibolit

amphibology

belirsizlik

amphiprotic

amfiprotik

amphitheatre

amfiteatr

amphora

amfora, iki kulplu eski bir tür testi

amphoteric oxide

amfoter oksit

amphoteric

amfoter

ample

1.gerektiğinden çok, bol, yeterli, 2.geniş, büyük

ampleness

bolluk, genişlik

amplification

1. büyültme, genişletme, 2. gürleştirme, yükseltme

amplifier tube

amplifikatör lambası

amplifier valve

amplifikatör lambası

amplifier

amplifikatör, yükselteç

amplify

genişletmek, gücünü artırmak, yükseltmek

amplitude modulation

genlik modülasyonu

amplitude

1.bolluk, genişlik, 2.genlik

amply

1. bol bol, fazlasıyla, 2. kâfi miktarda, çokça

ampoule

ampul

ampule

ampul

ampulla

1. şişe, 2. kabarcık

amputate

bir organı kesmek

amputation

bir organın kesilmesi

amputee

bacağı veya kolu kesilen kişi

amulet

muska, nazarlık

amuse

eğlendirmek

amusement park

lunapark

amusement

amusement

eğlence

amusing

1. hoş, eğlendirici, 2. zarif, şaka yapan

amusingly

hoş bir şekilde, eğlendirici bir şekilde

amygdalate

badem gibi

amygdalic

bademden yapılmış

amygdalin

amigdalin

amygdaloid

1. badem biçiminde, 2. bademcik taşı

amyl acetate

amil asetat

amyl alcohol

amil alkol

amyl

amil

amylaceous

nişastalı

amylase

amilaz

amylene

amilen

amylic

amille ilgili, amilik

amyloid

nişastalı

amylum

nişasta

an idle hour

boş vakit

an

(art.) bir

ana-

(önek) yukarı, tekrar

anabasis

ateşin yükselmesi

anabatic wind

anabatik rüzgâr

anabolism

anabolizma

anachronism

çağ aşımı

anaconda

anakonda

anaemia

kansızlık, anemi

anaemic

kansız, anemili, anemik

anaerobe

havasız yerde yetişip yaşayabilen mikroorganizma

anaerobic bacteria

oksijensiz yaşayabilen bakteriler

anaerobic respiration

oksijensiz solunum

anaerobic

anaerobic

havasız yerde yetişip yaşayabilen

anaesthesia

anestezi, duyum yitimi

anaesthetic

uyuşturucu

anaesthetist

narkozcu

anaesthetize

anestezi yapmak, narkoz vermek, duyumsuzlaştırmak

anaglyph

anaglif

anagram

çevrik sözcük, evirmece

anal fin

anüs yüzgeci

anal

anüse ilişkin, anal

analcime

analsim

analectic

seçme

analects

seçme eserler veya parçalar

analgesia

acı yitimi, analjezi

analgesic

1. ağrı kesici, 2. ağrı kesen ilaç

analog

analog, örneksel

analogic

kıyaslanabilen, kıyas yoluyla, benzeterek

analogical

kıyaslanabilen

analogous

benzer, yakın, paralel

analogue

birşeyin benzeri olan şey

analogy

benzerlik, örnekseme

analphabetic

okuması yazması olmayan

analyse

analiz etmek, çözümlemek

analyser

analizör, çözümleç

analysis

çözümleme, analiz etme, analiz, tahlil

analyst

1.analiz yapan kimse, 2.ruh çözümcü

analytic

1. tahlili, analitik, 2. çözümsel

analytical chemist

analitik kimyager

analytical chemistry

analitik kimya, çözümsel kimya

analytical geometry

analitik geometri, çözümsel geometri

analytical

analytical

çözümsel, analitik

analyze

1. çözümlemek, analiz etmek, tahlil etmek, 2. incelemek

analyzer

analizör, çözümleç

anamorphic lens

anamorfozör, anamorfozcu mercek

anamorphic

anamorfoz

anamorphosis

anamorfoz

ananas

ananas

anaphase

anafaz

anarchic

anarşik, anarşiye ilişkin

anarchical

kanun tanımayan, karmakarışık

anarchism

anarşizm, başsızlık, kargaşacılık

anarchist

anarşist

anarchy

anarşi, kargaşa

anastigmatic

anastigmat

anastomosis

iki damarın birleşmesi

anatase

anataz

anathema

aforoz, lanetleme

anathematize

aforoz etmek, lanetlemek

Anatolia News Agency Anadolu Ajansı Anatolia

Anadolu

Anatolian

Anadolulu

anatomical

anatomik, yapıbilimsel, yapısal

anatomist

anatomi uzmanı, anatomist

anatomize

parçalara ayırıp incelemek, teşrih etmek

anatomy

anatomi, yapıbilim

ancestor

ata

ancestral

atalara ilişkin, atadan kalma

ancestry

soy, atalar 1.gemi demiri, çapa, 2.güven veren şey/kimse, güven kaynağı, 3.çapa atmak, demirlemek, 4.sıkıca tutturmak/bağlamak, 5.sıkıca bağlanmak, tutmak

anchor

anchorage

gemilerin demirleme yeri, liman

anchorite

münzevi

anchovy

hamsi

anchusa

sığırdili, öküzdili

ancient Rome

eski Roma

ancient times

eski zamanlar

ancient

1.çok eski, 2.Romalılar ve Yunanlılar zamanına ait, eski

ancillary

yardımcı, yan

ancon

ankon

and all that jazz

ve bunun gibi ıvır zıvır

and how

hem de ne biçim

and so forth

1. ve saire, ve benzeri şeyler, 2. filan fıstık

and so on

ve benzeri şeyler, ve saire

and what not

ve benzeri şeyler, vesaire

and what's more

üstelik

and

1.ve, ile, ma, 2.ve, sonra, daha sonra, 3.ve bu yüzden, -bundan dolayı

Andalusia

Endülüs

andante

1. andante, 2. yavaşça

andantino

andantino

andesine

andezin

andesite

andezit, ankarataşı

andiron

ocağın demir ayaklığı

androgynous

erselik, ikicinslikli, ikieşeyli

android

androit

anecdotal

fıkra biçiminde

anecdote

kısa öykü, fıkra, anekdot

anechoic

yankısız

anemia

kansızlık, anemi

anemic

kansız, anemik

anemograph

anemograf, yelyazar

anemography

anemografi

anemology

anemoloji, rüzgâr bilgisi

anemometer

anemometre, yelölçer, rüzgârölçer

anemometry

anemometri

anemone

anemon çiçeği

anemoscope

anemoskop

anent

1. (edat) dair, ilgili, 2. bitişik

aneroid altimeter

aneroit altimetre

aneroid barometer

aneroit barometre

aneroid calorimeter

aneroit kalorimetre

aneroid thermometer

kadranlı termometre

aneroid

aneroit, sıvısız

aneshesiologist

anestezi uzmanı

anesthesia

duyum yitimi, anestezi

anesthetic

1. anestezik, 2. uyuşturucu, duyumsuzlaştırıcı, 3. anestezik

anesthetist

narkozitör

anesthetize

narkoz vermek, uyuşturmak

anethole

anetol

aneurism

1. anevrizma, 2. damar genişlemesi

anew

yeniden, yeni bir biçimde

anfractuosity

girintili çıkıntılı olma

angary

angarya

angel

1.melek, 2.melek gibi insan

angelfish

maymunbalığı

angelic

1. melek gibi, 2. meleklere özel

angelica

melekotu

anger

öfke, kızgınlık, hiddet, öfkelendirmek, kızdırmak, hiddetlendirmek

angina pectoris

göğüs anjini

angina

angina

anjin

angiosperm

kapalı tohumlu bitki

angle iron

köşebent, L demiri

angle of incidence

gelme açısı

angle of reflection

yansıma açısı

angle of sight

görüş açısı

angle of vision

görüş açısı

angle

1.açı, 2.bakış açısı, açı yapmak, açı oluşturmak

angled

1. açılı, köşeli, 2. zaviyeli

angler

1. olta ile balık tutan kimse, 2. fenerbalığı

angleworm

solucan

Anglican

1. Anglikan, 2. Anglikan

Anglicism

ingiliz özelliği

anglicize

ingilizleştirmek, ingilizleşmek

angling

oltayla balık avlama

Anglo-

(önek) ingiliz

Anglo-American

Anglo-Amerikan

Anglo-Saxon

1. Anglosakson, 2. Anglosakson

anglophobe

ingiliz düşmanı, ingiliz aleyhtarı

anglophobia

ingiliz düşmanlığı

anglophone

ingilizce konuşan

Angola

Angola

Angolan

Angolalı

angora wool

tiftik, moher

angora

tiftik dokuma

angrily

1. kızgınlıkla, öfkeyle, 2. hiddetle

angry

1.kızgın, öfkeli, dargın, 2.(hava) fırtınalı

angstrom

angstrom

anguish

şiddetli ıstırap, elem, keder, acı

anguished

anguished

ıstıraplı, acılı, kederli

angular acceleration

açısal ivme

angular distance

açısal uzaklık

angular joints

açısal eklemler

angular measure

açısal ölçü

angular motion

deveran, dönme

angular velocity

açısal hız

angular

1.köşeli, açılı, sivri, 2.zayıf, bir deri bir kemik, 3.arkadaşlık kurması zor

angularity

1. açılı olma, 2. köşeli olma

anhelation

nefes darlığı

anhydride

anhidrit

anhydrous

susuz

anil

çivitotu

aniline dye

anilin boya

aniline

anilin

animadversion

1. eleştiri, kınama, 2. tenkit, çekiştirme

animadvert

1. eleştirmek, 2. çekiştirmek

animal breeding centre hayvan üretme merkezi animal breeding

hayvan besleme

animal cell

hayvan gözesi, hayvan hücresi

animal fat

hayvansal yağ

animal feed factory

yem fabrikası

animal feed

hayvan yemi

animal food

hayvan yemi

animal heat

vücut sıcaklığı

animal husbandry

hayvan yetiştirme

animal kingdom

hayvanlar âlemi

animal magnetism

cinsel çekicilik

animal product

hayvansal ürün

animal psychology

animal psychology

hayvan psikolojisi

animal remains

hayvan kalıntıları

animal spirits

canlılık, hayatiyet

animal starch

glikojen

animal waste

hayvansal artık

animal

1.hayvan, 2.kaba kişi, 3.hayvansal, hayvani, 4.bedensel, vücutla ilgili

animalcule

hayvancık

animalism

hayvanilik

animalization

hayvanlaştırma

animalize

yüne benzetmek

animate

canlı, yaşayan, canlandırmak, heyecan katmak

animated cartoon

çizgi film

animated

canlı, hareketli

animation

1.canlılık, yaşam, ruh, heyecan

animato

animato

animator

1. ressam, canlandırıcı, 2. canlandıran

animism

animizm

animistic

animistik

animosity

kin, düşmanlık

animus

kötü niyet, ters mizaç, düşmanlık

anion

anyon

anionic

anyonik

anise

anason

aniseed

anason tohumu, anason

anisette

anasonlu içki, rakı

anisole

anizol

anisometric

anizometrik

anisotonic

anizotonik

anisotropic

anizotrop, eşyönsüz

anisotropy

anisotropy

anizotropi, eşyönsüzlük

ankerite

ankerit

ankle bone

aşık kemiği

ankle boot

yarım çizme, bot

ankle shoes

atkılı ayakkabı

ankle sock

kısa çorap, soket

ankle strap

ayakkabı atkısı

ankle

1.ayak bileği eklemi, 2.ayak bileği

anklet

1. halhal, 2. soket, kısa çorap, 3. tozluk

ankylosis

1. ankiloz, 2. eklem katılaşması

anna

(Hint parası) rupinin on altıda biri

annalist

tarihçi, kronik yazarı

annals

tarihsel olaylar

anneal

1. tavlamak, tav vermek, 2. yumuşatmak

annealed glass

tavlanmış cam

annealing

tavlama

annelid

halkalı

annex

istila etmek, müsadere etmek, eklemek, katmak

annexation

müsadere, ilhak

annexe

ek yapı, müştemilat, ek

annexed budget

katma bütçe

annihilate

yok etmek

annihilation

yok etme

anniversary

yıldönümü

anno Domini

milattan sonra

Anno Hegirae

Hicri yıl

annotate

(kitaba) açıklayıcı notlar koymak, çıkmalar yapmak

annotation

çıkma, not

annotator

yorumcu, tefsirci

announce

announce

1.yüksek sesle bildirmek, anons etmek, 2.bildirmek, ilan etmek, duyurmak

announcement

ilan, anons, bildiri, duyuru

announcer

spiker

annoy

kızdırmak, sinirlendirmek, can sıkmak, baş ağrıtmak

annoyance

1.can sıkma, baş ağrıtma, 2.sıkıntı/üzüntü kaynağı

annoying

1. sinirlendirici, can sıkıcı, 2. taciz edici

annual general meeting yıllık genel kurul toplantısı annual income tax return

yıllık gelir beyannamesi

annual leave

yıllık izin

annual precipitation

yıllık yağış

annual rainfall

yıllık yağış

annual report

yıllık rapor

annual ring

yıl halkası, yaş halkası

annual runoff

yıllık akım

annual throughput

yıllık akım

annual

yıllık, yılda bir kez, her yıl, bir yıllık bitki

annually

her sene, yılda bir

annuitant

yıllıkçı, yıllık (ödenek) alan kimse

annuity contract

ölünceye kadar bakma akdi

annuity

bir kimseye verilen sabit yıllık maaş, yıllık emekli maaşı

annul

bozmak, yürürlükten kaldırmak, feshetmek, iptal etmek

annular eclipse

dairesel tutulma

annular vault

kemerli tonos

annular

halka biçiminde, halkalı

annulate

halkalı

annulated

halkalı

annulation

halka şekli, halka

annulet

halkacık

annulment

annulment

iptal, fesh, yürürlükten kaldırma, ilga

annulose

halka şeklinde

annulus

halka

annunciate

ilan etmek, bildirmek

annunciation

1. ilan, bildiri, 2. haber

annunciator

işaret cihazı, alarm cihazı

anode circuit

anot devresi

anode current

anot akımı

anode

anot, artıuç

anodic

anotsal, anodik

anodize

anotlamak

anodyne

ağrı kesici

anoint

1. yağlamak, 2. kutsal yağ sürmek, 3. takdis etmek

anointing

yağlama

anointment

yağlama, yağlanma

anomalistic

anomalistik

anomalous

normal olmayan, anormal

anomaly

1.anomali, düzgüsüzlük, sapaklık, 2.anormal kişi/şey

anon

yakında

anonym

ismi bilinmeyen yazar, adsız

anonymity

yazarı bilinmeyiş, gerçek ismini saklama

anonymous

anonim, adsız, adı bilinmeyen, yazarı bilinmeyen

anopheles

anofel

anorak

anorak, parka

anorexia

iştahsızlık

anorthic

anortik

anorthite

anortit

anorthose

anortoz

anorthosite

anortozit

anosmia

anosmia

1. anozmi, 2. kokualmazlık

another

başka, diğeri, öbürü, bir başkası, başkası, başka birisi

anoxia

kanda oksijen azlığı, dokuda oksijen azlığı

anserine

1. kazlarla ilgili, 2. kaz kafa, mankafa, 3. kaz gibi

answer back

terbiyesizce cevap vermek

answer for

1. sorumlu olmak, 2. ödemek, 3. karşılığını vermek

answer the door

kapıya bakmak

answer the phone

telefona bakmak

answer

yanıt, cevap, karşılık, yanıtlamak, cevap vermek, karşılık vermek, tanımlamak, uymak, eşit olmak, yeterli olmak, tatmin edici olmak

answerable

sorumlu, yükümlü

answerback

karşılık

answerless

cevapsız, yanıtsız

ant lion

karınca aslanı

ant

karınca

ant-hill

karınca yuvası

antacid

1. mide ekşimesini tedavi eden, ekşiliğe karşı, 2. asit giderici (şey), antiasit

antagonism

düşmanlık, kin

antagonist

hasım, rakip

antagonistic

1. zıt, muhalif, 2. düşman, karşıt

antagonistically

muhalefet ederek, karşı çıkarak

antagonize

düşman etmek

antalgic

ağrı kesici

antarctic circle

güney kutbu dairesi

antarctic

Güney Kutbuyla ilgili

Antarctica

Antarktika

ante meridiem

öğleden önce, sabah

ante

1. önce, 2. (edat) önce, önceki

anteater

karıncayiyen

antebellum

savaştan önceki

antecedence

antecedence

1. önce olma, öncelik, 2. öncellik

antecedent

önce gelen, önceki

antecedents

atalar

antechamber

1. küçük oda, bekleme odası, 2. ön yanma odası

antedate

1. eski tarih atmak, 2. önce gelmek, önce olmak

antediluvian

1. Tufandan evvelki devre ait, 2. çok yaşlı adam, çok yaşlı kimse

antefix

antefiks, yüz tuğlası

antelope

antilop

antenatal

doğum öncesi

antenna cord

anten kordonu

antenna tuning

anten ayarı

antenna

duyarga, anten

antennule

antencik, küçük duyarga

antenuptial

evlilik öncesi

anterior

önceki, daha eski, öne yakın olan

anteroom

1. içinden başka odaya geçilen oda, 2. bekleme odası

anthem

şükran ve sevinç duası

anthemion

antemiyon

anther

başcık

anthocyanin

antosiyanin

anthological

antolojik

anthologist

antoloji düzenleyen kimse

anthology

antoloji, seçki

anthracene dye

antrasen boyası

anthracene oil

antrasen yağı

anthracene

antrasen

anthracite

antrasit, parlak kömür

anthraquinone

antrakinon

anthrax

şarbon, karakabarcık

anthrone

anthrone

antron

anthropocentric

antroposentrik

anthropoid

insan benzeri, insansı, maymunsu

anthropological

antropolojik, insanbilimsel

anthropologist

antropolog, insanbilimci

anthropology

antropoloji, insanbilim

anthropometric

antropometrik

anthropometry

antropometri

anthropomorphism

insanbiçimcilik, antropomorfizm

anthropomorphous

insan şeklinde

anthropophagi

yamyamlar

anthropophagous

insan eti yiyen, yamyam

anthropophagy

yamyamlık

anti-

(önek) karşı, zıt, ters, aksi

anti-interference

antiparazit, parazit giderici

anti-Semite

Yahudi aleyhtarı, Yahudi karşıtı

anti-Semitic

Yahudilerin aleyhinde olan

anti-Semitism

Yahudi düşmanlığı

antiaircraft gun

uçaksavar topu

antiaircraft

uçaksavar

antibiotic

antibiyotik

antibody

antikor

antic

soytarılık, maskaralık, tuhaflık

anticatalyst

antikatalizör, negatif katalizör, karşıtezgen

anticathode

antikatot, karşıt katot

antichlor

antiklor, klor giderici

antichristian

Hıristiyanlığa karşı çıkan 1.ummak, beklemek, 2.olacağını sezmek ve önceden eyleme geçmek, 3.birinden daha önce davranmak, 4.vaktinden önce söylemek/yazmak umma, bekleme, bekleyiş, önceden sezme

anticipate anticipation

anticipatory

önceden yapılan

anticlerical

papaz sınıfına muhalif

anticlimax

1.ani düşüş, 2.ani değişiklik, 3.heyecan verici şey

anticlinal

antiklinal, yukaçla ilgili

anticline

yukaç

anticlockwise

saat akrebinin döndüğü yönün tersine

anticoagulant

antikoagülan, pıhtılaşma önleyici

anticoincidence

antikoensidans

anticonvulsant

çırpınmayı önleyen ilaç

anticorrosion

antikorozyon, yenimönleme, karşıyenim

anticorrosive

antikoroziv, yenimönler

anticosecant

ark kosekant

anticosine

ark kosinüs

anticotangent

ark kotenjant

antics

maskaralık, soytarılık

anticyclone

antisiklon, karşı döngü

anticyclonic

antisiklonik

antidepressant

1. antidepresan, 2. antidepresan

antiderivative

terstürev, belgisiz tümlev

antidiuretic hormone

hipofiz arka bezi tarafından salgınan hormon türü

antidiuretic

idrar hacmini azaltan

antidotal

panzehire ait

antidote

panzehir, karşıtağı

antifebrile

ateş düşürücü

antiferromagnetic

antiferromanyetik

antiferromagnetism

antiferromanyetizma

antifouling

çürüme önleyici

antifreeze

antifriz

antifreezing

donma önleyici

antifriction

1. sürtünmeye karşı, 2. antifriksiyon, sürtünmesizlik

antigen

antijen

antihalation

antihalo, ağılönler

antihero

olumsuz özellikleri olan kahraman

antihistamine

1. antihistamin, 2. soğuk algınlığı önleyici

antiknock

vuruntu önleyici

antilepton

antilepton

antilogarithm

antilogaritma

antilogy

karşıtlık, tezat

antimacassar

koltuk örtüsü

antimalarial

sıtmaya karşı kullanılan

antimatter

anti madde, karşıt özdek

antimissile

1. roketsavar, 2. roketsavar

antimonial

antimuanlı

antimony salt

antimon tuzu

antimony

antimon, antimuan

antimonyl

antimonil

antineutrino

antinötrino

antineutron

antinötron, karşıtnötron

antinode

dalga karnı

antinomian

edepsiz kişi, ahlaksız kişi

antinomianism

ahlaksızlık

antinomy

1. antinomi, çatışkı, 2. zıtlık

antinovel

duygusal ağırlıklı roman

antioxidant

oksit giderici, pas önleyici

antiparallel

tersparalel, terskoşut

antiparticle

antipartikül, karşıtparçacık

antipasto

meze

antipathetic

hoşlanılmayan, beğenilmeyen, antipatik, sevimsiz, soğuk

antipathy

antipathy

hoşlanmama, beğenmeme, antipati, sevmezlik

antipersonnel

insanlara karşı kullanılan

antiperspirant

ter kesici ilaç

antiphlogistic

iltihabı azaltan

antiphonal

karşılıklı okuma ile ilgili

antiphony

antifoni, karşılıklı okunan ilahi

antiphrasis

bir sözcüğün zıt anlamda kullanılması

antipodal

yeryüzünün aksi tarafında olan

antipode

antipot

Antipodes

1. Avustralya ve Yeni Zelanda, 2. yeryüzünün aksi tarafında bulunan yer

antipope

meşru papaya karşı çıkan papa

antiproton

antiproton

antipyretic

1. ateş düşürücü, 2. ateş düşürücü

antiquarian

antika meraklısı, antikacı

antiquary

antika meraklısı

antiquate

eskitmek

antiquated

1.antika olmuş, eski, modası geçmiş, 2.yaşı ilerlemiş, yaşlı

antique

1.antik, 2.eski moda, 3.antika, antika eşya

antiqueness

antikalık, eskilik

antiquities

eski zamandan kalma yapıtlar

antiquity

eski çağlar, eski yapıtlar

antirachitic

raşitizme karşı ilaç

antiresonance

antirezonans

antirrhinum

aslanağzı

antirust paint

pas önleyici boya

antirust

pas önleyici

antiscorbutic

skorbüt hastalığını önleyen ilaç

antisepsis

antisepsi

antiseptic

antiseptik

antiseptically

antiseptically

antiseptik suretiyle

antiserum

aşı, antiserum

antislavery

köleliğe karşı

antisocial

topluma zararlı ya da düşman, bencil

antispasmodic

antispazmodik

antistatic

antistatik

antisubmarine

denizaltı avcı gemisi

antisymmetric

antisimetrik, tersbakışımlı

antisymmetry

antisimetri, tersbakışım

antitank gun

tanksavar topu

antitank

tanksavar

antithesis

1.tezat, karşıtlık, 2.antitez, karşısav

antithetic

karşıt olan, tezatlı

antithetical

karşıt, zıt

antithetically

tezat oluşturarak

antitoxic

antitoksik

antitoxin

antitoksin

antitrade wind

üstalize

antitrades

ters alize rüzgârları

antitrust

antitröst, tröst karşıtı

antitype

olacağı önceden ima edilen olay

antler

geyik boynuzu

antlered

boynuzlu

antlerite

antlerit

antlers

geyiğin çatallı boynuzları

antonym

zıt/karşıt anlamlı sözcük

antonymy

karşıtanlamlılık

antrum

oyuk, antrum

anus

anüs, makat

anvil

anvil

örs, örs kemiği

anviltop

sivri uçlu fırtına bulutu

anxiety

1.korku, endişe, tasa, kaygı, 2.endişe kaynağı/nedeni, 3.şiddetli istek

anxious

1.korkulu, tedirgin, meraklı, 2.korkuya yol açan, tedirginliğe neden olan, 3.çok istekli, çok arzulu

anxiously

endişe ile, istekle

anxiousness

endişe, huzursuzluk

any longer

artık, daha fazla

any more than

-den daha fazla

any more

1. artık, 2. daha fazla, daha çok

any number of

çok, birçok

any

1.birisi, biri, kimse, 2.herhangi birisi, birazcık olsun, biraz da olsa, azıcık, hiç

anybody else

başka biri

anybody

1.herkes, kim olursa, herhangi birisi, 2.birisi, kimse, hiç kimse

anyhow

1.gelişigüzel bir biçimde, rastgele, 2.herşeye rağmen, yine de, 3.neyse

anyone

1. herkes, 2. birisi, kimse, 3. biri, kim

anyplace

1. herhangi bir yer, 2. nerede olursa olsun

anything but

olmasın da ne olursa olsun

anything else

başka bir şey

anything

1.(herhangi) bir şey, hiç bir şey, 2.her şey, ne olsa

anyway

1.her durumda, ne olursa olsun, yine de, 2.neyse, her neyse

anywhere else

1. başka bir yere, 2. başka bir yerde

anywhere

1.her/hiç bir yerde/yere, 2.neresi/nereye/nerede olursa olsun

anywise

her nasıl olursa

aorist

geniş zaman, aorist

aorta

aort, ana atardamar

aortal

aortla ilgili

aortic

aortla ilgili

Ap

1. nisan, 2. on iki havariden biri

apace

1. çabuk, süratle, 2. hızla

apache

apache

apaçi, apaş

apart form

-den başka

apart from

apartheid

-den başka, bir yana 1.ayrı, uzakta, 2.parçalar halinde, bölüm bölüm, parça parça, 3.ayrılmış, ayrı, bağsız, 4.farklı düşüncede, düşünce olarak farklı, uyuşmayan ırk ayrımı

apartment building

apartman

apartment house

apartman

apartment

1.lüks daire, 2.apartman dairesi

apathetic

1.duygusuz, duyarsız, 2.ilgisiz

apathy

1.duygusuzluk, duyarsızlık, 2.ilgisizlik

apatite

apatit

ape

1.(kuyruksuz) maymun, 2.taklitçi, başkalarını taklit eden kişi, taklit etmek, taklidini yapmak

apeak

dikey olarak, apiko

aperient

1. müshil, laksatif, 2. müshil, laksatif

aperiodic

aperiyodik, dönemsiz

aperitif

aperitif, açar

aperture

1.delik, boşluk, 2.fotoğraf makinesi açıklığı

apery

taklitçilik

apetalous

(çiçek) yapraksız

apex

zirve, doruk, en yüksek nokta, tepe

aphasia

afazi, söz yitimi

aphelion

günöte

aphid

yaprakbiti, fidanbiti

aphonia

afoni, ses kısılması

aphorism

atasözü, özdeyiş, vecize

aphoristic

darbımesel niteliğinde

aphotic

ışıksız

aphrodisiac

1. afrodizyak, 2. cinsel arzu uyandıran, 3. afrodizyak

aphtha

pamukçuk

apart

aphthous fever

aft (humması)

aphyllous

yapraksız

apian

arılarla ilgili

apiarist

arıcı

apiary

insan eliyle yapılmış arı kovanı

apical cell

tepe hücresi, tepe gözesi

apical growth

uçtan büyüme, apikal büyüme

apical

1. doruk ile ilgili, 2. uçta bulunan, apikal

apiculture

arıcılık

apiculus

apikül

apiece

her biri için, herbiri, herbirine, adam başı, tanesi

apish

1.maymun gibi, 2.salak, 3.taklitçi

apishly

1. maymun gibi, 2. taklit ederek

apishness

taklitçilik

aplanatic

aplanatik, sapınçsız

aplasia

bir uzvun tam gelişmemesi

aplite

aplit

aplomb

kendine güven, tutarlılık, denge

apnoea

soluk almanın dinmesi

apocalypse

1.kıyamet, dünyanın sonu, 2.kıyamet günü olacakları bildirme

apocalyptic

vahye ait

apocalyptically

vahiy şeklinde, vahiy ifade ederek

apochromatic

apokromatik

apocrypha

apokrifa

apocryphal

1. sahte, uydurma, 2. sonradan uydurulmuş

apodal

ayaksız

apoenzyme

apoenzim

apogee

1.en yüksek ya da en uzak nokta, doruk, zirve, yeröte, 2.gücün/başarının zirvesi, zirve, doruk

apolitical

politik olmayan

apollo

çok yakışıklı genç adam

apologetic

1.özür dileyen, 2.(rahatsız etmekten) çekinen

apologetical

itiraz beyan eden

apologetically

özür dileyerek

apologetics

dinsel inançları savunan ilahiyat dalı

apologia

savunma, müdafaa

apologise

özür dilemek

apologist

müdafi

apologize

özür dilemek

apologue

ahlaki hikâye

apology

özür, mazeret

apophasis

bir konu hakkında konuşmaya yanaşmama

apophthegm

vecize, fıkra

apophyllite

apofillit

apoplectic

1.kolay kızdırılan, 2.felçle ilgili

apoplexy

felç, inme, beyin kanaması

aport

sol tarafa, sol tarafta, iskeleye, iskelede

aposiopesis

sözünü birdenbire yarıda bırakma

apostasy

1. din değiştirme, 2. parti değiştirme

apostate

1. din değiştiren, dininden dönmüş, 2. din değiştiren kimse, 3. inanç değiştiren kimse

apostatize

1. dininden dönmek, 2. inançlarından vazgeçmek

apostil

haşiye, derkenar

apostle

1.havari, 2.dönme, döneklik

apostleship

havarilik

apostolate

havarilik makamı ve görevi

apostolic

1. on iki havariden birine ait, 2. papaya ait

apostrophe

kesme işareti, apostrof

apostrophize

bir söylevde hazır bulunmayan bir şahsa hitap etme

apothecarie's weight

eczacı tartısı

apothecary

apothecary

eczacı

apothegm

vecize

apothem

iç yarıçap, yanal yükseklik

apotropaic

kötülüğe karşı koruyucu

appal

şoka uğratmak, sarsmak

appalling

1.korkunç, ürkünç, 2.berbat, rezil

appallingly

dehşete düşürecek kadar

apparatus

alet, cihaz, aygıt

apparel industry

konfeksiyon sanayii

apparel

giyim kuşam

apparent depth

görünen derinlik

apparent weight

görünen ağırlık

apparent

1.kolaylıkla görülür, anlaşılır, açık, ortada, belli, aşikar, 2.görünüşteki, sahte

apparently

görünüşe göre, anlaşılan

apparentness

açıklık, ortada oluş

apparition

hayalet

appeal to the country

halkın oyuna başvurmak

appeal to the law

appealing

yasaya başvurmak 1.yüksek mahkemeye yapılan rica, başvuru, temyiz, 2.yardım ya da merhamet için yapılan rica, yalvarma, başvuru, 3.çekim, cazibe, çekicilik, 4.davayı bir üst mahkemeye götürmek, 5.başvuruda bulunmak, rica etmek, dilemek, yalvarmak, 6.çekmek, sarmak, hoşuna gitmek 1.çekici, hoş, tatlı, 2.duygulandırıcı, dokunaklı

appear

1.gözükmek, görünmek, ortaya çıkmak, 2.varmak, gelmek, 3.gibi görünmek, izlenimini vermek, 4.bulunmak, var olmak

appearance

1.ortaya çıkma, göze görünme, 2.görünüş, görünüm

appeasable

teskin olunabilir, yatıştırılabilir

appease

gidermek, dindirmek, yatıştırmak, tatmin etmek, doyurmak

appeasement

1. yatıştırma, dindirme, 2. bastırma, taviz verme

appellant

kararın değişmesi için bir üst mahkemeye baş vuran kişi

appellate court

temyiz mahkemesi

appellate

davaların yeniden görülmesine ait

appeal

appellation

appellation

ad, isim, ünvan

appellative

1. cins isme ait, 2. tanımlayıcı, 3. cins isim, 4. lakap, unvan

appellee

dava temyizinde davalı

append

onuna ilave etmek, eklemek

appendage

daha büyük ya da önemli bir şeye eklenmiş şey, ek

appendant

1. asılı, muallakta, 2. ait, ilişkin, bağlı

appendectomy

apandisit ameliyatı

appendicitis

apandisit, ek bağırsak yangısı

appendicular bones

uzantı kemikler

appendicular

apandis

appendix

1.ek, ek bölüm, 2.apandis, ek bağırsak

apperceive

kavramak, idrak etmek

apperception

idrak, kavrama

appertain

(~ to) ait olmak

appertaining

1. ait olan, ilgili, alakadar, 2. ilişkin, bağlı

appetence

1. iştah, arzu, 2. doğal eğilim

appetite

1.iştah, 2.istek, arzu, şehvet

appetizer

iştah açıcı yiyecek, meze, çerez

appetizing

iştah açıcı, iştahlandıran

applaud

1.alkışlamak, 2.beğenmek, onaylamak, benimsemek

applause

alkış

apple juice

elma suyu

apple of the eye

gözbebeği

apple pie

elmalı börek

apple polisher

1. Ki, ABD yağcı, 2. dalkavuk

apple sauce

1. elma püresi, 2. zırva, saçmalık

apple

elma

apple-pie order

çok düzenli

applejack

elma rakısı

applesauce

applesauce

elma püresi

appliance

alet, gereç, araç

applicability

uygulanabilme, tatbik edilebilme

applicable

uygun, uygulanabilir

applicant

başvuran kişi, aday, istekli

application form

başvuru formu

application point

etki noktası, uygulama noktası

application

kullanma, uygulama, talep, başvuru

applicator

1. aplikatör, 2. takma cihazı

applied chemistry

uygulamalı kimya

applied linguistics

uygulamalı dilbilim

applied research

uygulamalı araştırma

applied sciences

uygulamalı bilimler, deneysel bilimler

applied

uygulamalı, tatbiki

applique

1. aplike, takma süs, 2. aplike etmek

apply a match

kibritle tutuşturmak

apply in person

şahsen başvurmak

apply oneself to something

kendini bir şeye vermek

apply oneself to

appoggiatura

kendini -e vermek 1.uygulamak, uygulamaya koymak, kullanmak, 2.başvuruda bulunmak, başvurmak, 3.sürmek, koymak, yaymak, 4.çaba göstermek, özen göstermek, kendini vermek, uğraştırmak, 5.etkili olmak adi notanın yanına eklenen ufak nota

appoint a committee

komisyon görevlendirmek

appoint a representative

temsilci atamak

appoint as delegate

delege olarak atamak

appoint

1.atamak, tayin etmek, 2.düzenlemek, kararlaştırmak, saptamak, 3.kurmak

appointee

atanan kimse, tayin edilmiş kimseatanan kimse

appointment

1.atama, tayin, 2.randevu, 3.iş, görev

apply

apportion

apportion

paylaştırmak, bölüştürmek

apportionment

1. pay, 2. bölme, taksim, 3. bölüştürme

appose

1. yan yana koymak, 2. yapıştırmak

apposite

uygun, münasip, yerinde

appositely

uygun bir şekilde

appositeness

uygunluk, yerinde oluş

apposition

koşuntu, appozisyon

appraisal fee

ekspertiz ücreti

appraisal

değer biçme, kıymet takdir etme

appraise

değer biçmek

appraisement

1. değer biçme, 2. tahmin

appraiser

muhammin

appreciable

fark edilir, kayda değer

appreciate

1.takdir etmek, değerini bilmek, 2.değerlenmek, değeri artmak, 3.anlamak, farkında olmak

appreciation

1.değerlendirme, takdir, 2.minnettarlık, teşekkür, 3.değer artışı

appreciative

1.minnettar, değer bilen, 2.anlayan, beğenen

appreciatory

takdir eden

apprehend

1.anlamak, kavramak, 2.tutuklamak

apprehensible

anlaşılabilir, idrak olunabilir

apprehension

1.tutuklama, 2.anlayış, kavrayış, 3.korku, endişe, kuruntu

apprehensive

korkulu, endişeli, kaygılı, kuruntulu

apprehensively

vesveseli olarak

apprehensiveness

endişe, vesvese

apprentice

1.çırak, 2.deneyimsiz acemi kişi, toy kimse

apprenticeship education

çıraklık eğitimi

apprenticeship

1.çıraklık, 2.çıraklık dönemi

apprise

bildirmek, söylemek

apprizement

1. paha biçme, 2. haber verme

apprizer

apprizer

approachable

muhammin 1.yaklaşmak, yakınlaşmak, 2.ilerlemek, ilerleme kaydetmek, 3.düşünmeye/üzerinde durmaya/ilgilenmeye/uğraşmaya başlamak, 4.konuyu açmak, 5.yaklaşma, yakınlaşma, 6.geçit, giriş yolu, 7.konu açma, yakınlık kurma için konu açma, 8.ele alış biçimi, yaklaşım, yöntem, 9.benzerlik yaklaşılabilir, yanaşılabilir

approbate

resmen tasvip etmek, onaylamak

approbation

1.onaylama, onay, tasvip, 2.takdir, beğenme

appropriable

istimlak edilebilir

appropriate body

yetkili organ

appropriate

1.ayırmak, tahsis etmek, 2.kendine mal etmek, kendine ayırmak, çalmak, uygun

appropriately

uygun bir şekilde

appropriateness

uygunluk, yerinde oluş

appropriation budget

tahsisat bütçesi

appropriation

1. tahsisat, 2. ayırma, tahsis etme, 3. mal etme

approval

1.onama, onaylama, uygun bulma, tasvip, 2.resmi izin, onay

approve

onaylamak, onamak, uygun bulmak, tasvip etmek

approved agenda

kesin gündem

approved

tasdikli, kabul edilmiş

approvingly

onayarak, onaylayarak, uygun bularak

approximate

hemen hemen doğru ama tam değil, yaklaşık, yakınlaşmak, yaklaşık olmak

approximately

yaklaşık olarak, aşağı yukarı

approximation

yaklaşma, tahmin

appurtenance

ek, eklenti, ilave

appurtenances

1. müştemilat, 2. aksam

appurtenant

bağlı, merbut, tabi, ait

apraxia

apraksi, işlev yitimi

apricot

kayısı, kayısı rengi

April fool

1 nisanda aldatılan kimse

April fool's day

nisan bir

April

nisan

approach

apron

apron

önlük

aproned

önlüklü

apropos

1. uygun, 2. (edat) ile ilgili, hakkında

apse

absida, apsit

apt

1.uygun, yerinde, münasip, 2.eğilimli, yatkın, 3.zeki, çabuk kavrayan

aptera

kanatsız böcekler

apterous

kanatsız

apteryx

apteriks

aptitude test

yetenek testi

aptitude

doğal yetenek

aptly

uygun bir şekilde, yerinde

aptness

uygunluk, münasiplik

aqua fortis

kezzap, nitrik asit

aqua regia

kral suyu, altın suyu

aqua vitae

alkol, ispirto, sert içki

aqua

su

aquacade

müzik eşliğinde su revüsü

aquaculture

su içinde yetiştirme, su kültürü

aquafarm

balık yetiştirme havuzu

aqualung

dalgıç oksijen tüpü

aquamarine

deniz yeşili zümrüt

aquanaut

su altında yaşayarak araştırma yapan bilgin

aquaplane

su kayağı

aquaplaning

ıslak yolda kayma, kızaklama

aquarelle

suluboya resim

aquarium

akvaryum

Aquarius

kova burcu, kova takım yıldızı

aquatic animals

su hayvanları

aquatic plants

su bitkileri

aquatic sports

aquatic sports

su sporları

aquatic

1.suda yaşayan, 2.suda olan, suyla ilgili

aqueduct

su kemeri

aqueous humor

gözde ön ve arka odacıkları dolduran sıvı

aqueous solution

sulu çözelti

aqueous

suyla ilgili, sulu, sudan

aquiculture

madensel sularda bitki yetiştirme usulü

aquifer

akifer, sutaşır

Aquila

Kartal (takımyıldızı)

aquiline

kartal gibi, kartal benzeri

ar

ar

Ara

Sunak (takımyıldızı)

Arab Peninsula

Arap Yarımadası

Arab

1. Arap, 2. Arap

arabesque

arabesk, girişik bezeme

Arabia

Arabistan

Arabian

1. Arap, 2. Arap atı

Arabic figures

Arap rakamları

Arabic numbers

Arap rakamları

Arabic

1. Arap, 2. Arapça

arabinose

arabinoz

arable soil

sürülebilir toprak

arable

tarıma uygun, sürülüp işlenebilir, ekilebilir

arachnid

eklembacaklıların örümcek ve akrep sınıfı

arachnoid

1. örümceksi, 2. araknoid

aragonite

aragonit

arbalest

ortaçağda kullanılan eski tip yay

arbiter

hakem, son söz sahibi

arbitrage

arbitraj

arbitrament

arbitrament

1. karar verme yetkisi, 2. hüküm, karar, 3. hakem kararı

arbitrarily

1. keyfi olarak, isteğe göre, 2. aklından estiği gibi

arbitrariness

keyfi hareket

arbitrary

1.isteğe göre, keyfi, seçmeli, 2.rasgele seçilmiş, nedensiz seçilmiş

arbitrate

1. hakemlik etmek, 2. hakeme başvurmak

arbitration tribunal

tahkim kurulu

arbitration

sorunu hakem kararı ile çözme

arbitrator

yansız aracı, hakem

arbor vitae

mazı

arboreal

ağaçla ilgili, ağaç gibi olan, ağaçsıl, ağaçlarda yaşayan

arboreous

1. ağaç gibi, 2. ağaçlı, ağaçlık

arborescence

ağaca benzeme, ağaç şekli

arborescent shrub

ağaçsı funda, ağaçsı çalı

arborescent

ağaç gibi, ağaca benzeyen

arboretum

bilimsel amaçlarla ağaç yetiştirilen alan

arboriculture

1. ağaççılık, 2. ağaç dikme

arboriform

ağaç şeklinde

arbour

çardak, gölgelik

arbutas

1. mayıs çiçeği, 2. kocayemiş

arc lamp

ark lambası

arc light

ark ışığı, ark lambası

arc tube

ark tüpü

arc welding

ark kaynağı

arc

1.kavis, yay, eğmeç, 2.(elektrik) ark

arcade

pasaj, kemeraltı

arcane

gizli, saklı

arcanum

sır, muamma

arch brick

kemer tuğlası

arch bridge

kemerli köprü

arch of the instep

arch of the instep

ayak kemeri

arch of triumph

zafer takı

arch stone

kemer taşı

arch

1.kemer, 2.yay, eğmeç, 3.en yüksek düzeyde, en yukarıda, en başta, baş, 4.nazlı, çapkın, cilveli, şen, 5.tepeden bakan, hor gören

archaeological

arkeolojik, kazıbilimsel

archaeologist

arkeolog, kazıbilimci

archaeology

arkeoloji, kazıbilim

archaic

geçmişe ait, eski, artık kullanılmayan, modası geçmiş

archaism

eski söz

archangel

1. baş melek, 2. melek otu

archangelic

baş meleğe ait

archbishop

başpiskopos

archbishopric

başpiskoposluk

archdeacon

başdiyakon

archdeaconry

başdiyakozluk

archdiocese

başpiskoposun bölgesi

archducal

arşidüke ait

archduchess

arşidüşes

archduchy

arşidükün idaresi altındaki bölge

archduke

arşidük

arched

kemerli

archenemy

1. baş düşman, 2. şeytan

archeological

arkeolojik

archeology

arkeoloji

archer

okçu

archery

okçuluk

archetype

asıl numune, ilk örnek

archfiend

şeytan

Archimedes

Arşimet

Archimedes' principle

Archimedes' principle

Arşimet kanunu, Arşimet yasası

archipelago

takımadalar, takımadalar bölgesi, aral

architect

mimar

architectural

mimari, mimariye ilişkin

architecture

mimarlık

architrave

baştaban, sütun baştabanı

archival

arşive ait

archive

arşiv, belgelik

archives

arşiv, arşiv odası, arşiv binası

archiving

arşivleme

archivist

arşivci

archon

hükümdar

archpriest

başpapaz

archway

kemer altı yolu, üst kemerli geçit

Arctic Circle

Kuzey Kutbu dairesi

arctic climate

arktik iklim

arctic fox

kutup tilkisi

Arctic Ocean

Kuzey Buz Denizi

Arctic Zone

Arktik Kuşak

arctic

Kuzey Kutbuyla ilgili, Kuzey Kutbu

arcuate

kavisli, bükülmüş, eğri

arcuation

1. eğrilik, kavis, 2. kemerli inşaat

ardency

1. ateşlilik, 2. şevk

ardent supporter

ateşli savunucu

ardent

ateşli, gayretli, coşkulu, hevesli

ardently

gayretle, şevkle, istekle

ardour

gayret, çaba, istek, ateş, heyecan, heves, azim

arduous

çok çaba isteyen, güç, yorucu, çetin

arduously

gayretle, güçlükle

arduousness

arduousness

güç oluş, çetinlik

are

1. ar, yüz metre karelik bir alan ölçüsü, 2. -sin, -iz, -siniz, -dirler

area code

bölge kodu

area study

yerinde inceleme

area

alan, saha, bölge, yüzölçümü

areaway

geçit

areca

birkaç çeşit hurma ağacı

arena

arena, oyun alanı

arenaceous

kumlu

areola

ayla, meme başının çevresi

areolar tissue

gözenekli doku

areolar

gözenekli

arete

sarp dağ geçidi

Argaeus

Erciyes Dağı

argali

argali, yaban koyunu

argent

gümüş

argentiferous

gümüşlü

Argentina

Arjantin

Argentine

1. Arjantin'e özgü, 2. Arjantinli, 3. gümüş, gümüşten, gümüş gibi

Argentinian

Arjantinli

argentite

argantit

argil

kil, balçık

argillaceous

killi

argilliferous

killi, balçıklı

arginine

arginin

argol

şarap tortusu

argon

argon

argosy

büyük gemi

argot

argo

argue against

argue against

1. karşı çıkmak, 2. itiraz etmek, aleyhinde olmak

argue for

lehinde olmak, savunmak

argue

1.tartışmak, atışmak, 2.kanıtlamaya çalışmak

argument

1.tartışma, münakaşa, anlaşmazlık, 2.üzerinde konuşma, düşünme, tartışma, 3.tez, düşünce

argumentation

tartışma

argumentative

1.tartışmayı seven, tartışmacı, münakaşacı

aria

arya

arid climate

kurak iklim

arid

1.kuru, sıcaktan kavrulmuş, çatlamış, kurak, çorak, kupkuru, 2.tatsız, yavan, kuru, cansız, 3.ilgi çekmeyen, sıkıcı

aridity

1.kuruluk, kuraklık, çoraklık, 2.yavanlık, tatsızlık, cansızlık

Aries

Koç burcu, Koç Takım yıldızı

aright

doğru olarak, hatasız

aril

arillus, tohum zarı

arioso

arya tarzında

arise

1.kalkmak, doğrulmak, 2.ortaya çıkmak, doğmak, görünmek, yükselmek, baş göstermek

aristocracy

aristokrasi, soylular yönetimi

aristocrat

soylu, aristokrat

aristocratic

aristokrasiye ait, asil, çok kibar

aristocratically

aristokratça

arithmetic mean

aritmetik ortalama

arithmetic

1.aritmetik, 2.ölçme, sayma, hesap, 3.aritmetiksel

arithmetical

aritmetiksel

arithmetically

aritmetik yoluyla

arithmetician

aritmetikçi

ark

Nuh'un gemisi

arkose

arkoz

arm in arm

kol kola

arm of a balance

terazi kolu

arm of the law

güvenlik kuvvetleri

arm's length

1.kol, 2.giysi kolu, 3.koltuk kolu, 4.güç, erk, yetke, otorite, 5.dal, şube kol, silahlandırmak, savaşa hazırlamak, 6.silah, 7.askerlik hizmeti, askerlik, 8.askeri kuvvetlerin bir kolu kol boyu

arm's reach

elin yetişeceği mesafe

armada

donanma, deniz kuvvetleri

armadillo

armadillo

armament race

silahlanma yarışı

armament

1.silahlanma, 2.silahlandırma, donatım, teçhizat, yarak, 3.hazır savaş kuvvetleri, 4.bir ülkenin toplam silah gücü, silahlı kuvvetler

armaments

1. silahlı kuvvetler, 2. silahlar

armature

1. armatür, endüvi, rotor, döneç, 2. zırh

armband

pazıbent

armchair

koltuk

armed attack

silahlı saldırı

armed forces

silahlı kuvvetler

armed insurrection

silahlı ayaklanma

armed robbery

silahlı soygun

armed to the teeth

tepeden tırnağa silahlı

armed

silahlı

Armenia

Ermenistan

Armenian

1. Ermeni, 2. Ermeni

armful

kucak dolusu

armhole

kol evi

armiger

şövalyenin silahtarı

armillary

halkamsı, bilezik gibi

arming

1. silahlanma, 2. silah, teçhizat

armistice agreement

ateşkes anlaşması

armistice

ateşkes

armlet

1. kısa kol, 2. pazıbent

armor

zırh

armored

zırhlı

arm

armored armorer

zırh yapan kişi

armorial

hanedanlık armasına ait

armory

silahhane

armour

1.zırh, zırhlı güçler, 2.silah, yarak

armour-piercing

zırhı delen

armoured car

1. panzer, 2. zırhlı otomobil

armoured concrete

betonarme

armoured division

zırhlı tümen

armoured

zırhlı

armoury

cephane, silah deposu

armpit

koltukaltı

arms embargo

silah ambargosu

arms length

kol boyu

arms race

silahlanma yarışı

arms

1.savaş silahları

army commander

orgeneral

army corps

kolordu

army

ordu, kara ordusu

arnica

1. arnika, öküzgözü, 2. dağ tütünü

Arolling stone gathers no moss

işleyen demir pas tutmaz

aroma

1.koku, güzel koku, 2.belirli bir nitelik ya da ortam

aromatic compounds

aromatik bileşikler

aromatic

1. aromatik, ıtırlı, güzel kokulu, 2. hoş koku

aromatize

kokulandırmak, baharat kokusu vermek

around the clock

gece gündüz 1.çevrede, ortalıkta, 2.aşağı yukarı, yaklaşık, 3.arkaya, geriye, 4.yakınlarda, civarda, buralarda, 5.ötede beride, öteye beriye, 6.her yanına, çevresine, çevrede uyandırma, canlandırma

around arousal

arouse

1.uyandırmak, 2.canlandırmak, harekete geçirmek, uyandırmak

arpeggio

arpej

arquebus

eski tür bir silah

arrack

rakı

arraign

1. suçlamak, 2. mahkemeye vermek

arraignment

davayı sanığa tebliğ etme

arrange

1.dizmek, düzeltmek, düzenli bir şekilde yerleştirmek, 2.kararlaştırmak, planlamak, saptamak, 3.ayarlamak

arrangement

1.hazırlık, 2.düzen, 3.anlaşma, uzlaşma, 4.aranjman, 5.düzenlenmiş şey

arrant

kötü şöhret sahibi, adı çıkmış

arrantly

arrayal

kötü bir şekilde 1.düzenlemek, dizmek, tanzim etmek, tertip etmek, 2.süslemek, giydirip kuşatmak, donatmak, 3.önemli birlik, sıra, askeri nizam, 4.giyim kuşam, süs donanım, 5.görkem, tantana, debdebe, 6.saf, sıra 1. dizme, 2. giydirme

arrear

arka kısım

arrearage

1. geri kalma, 2. borç bakiyesi

arrears of taxes

vergi bakiyesi

arrears

1.gecikmiş borç, 2.gecikmiş ve yapılmayı bekleyen iş

arrest

1.tutuklamak, 2.durdurmak, kesmek, bitirmek, önünü almak, 3.dikkatini çekmek, 4.geliş, varış, 5.gelen kimse, varan kimse

arrhythmia

aritmi, ritim bozukluğu

arriere-pensee

art fikir, art niyet

arris

pervaz kenarı, sivri kenar

arrival

arrogance

1. geliş, varış, 2. gelen kimse, varan kimse 1.gelmek, varmak, dönmek, 2.ulaşmak, yetişmek, bir ereğe ulaşmak, 3.başarı kazanmak, başarmak, üstesinden gelmek, 4.doğmak, 5.gelip çatmak, gelmek kibir, gurur, kendini beğenme, küstahlık, kurum, ukalalık

arrogant

kibirli, gururlu, kendini beğenmiş, küstah, ukala

arrogantly

kibirle

arrogate

haksız yere iddia etmek

arrogation

haksız iddia

arrow

ok, yön belirtmekte kullanılan ok işareti

array

arrive

arrowhead

arrowhead

ok başı, temren

arrowroot

ararot

arrowy

1. ok gibi, 2. hızlı

arroyo

kuru vadi

arse

kab, göt, gıcık kimse, kıl, sinir

arsenal

cephanelik, silah deposu

arsenate

arsenat

arsenic acid

arsenik asit

arsenic

arsenik

arsenical

arsenikli

arsenide

arsenür

arsenious

arsenikli

arsenite

arsenit

arsine

arsin

arson fire

kundak ateşi

arson

kundakçılık, yangın çıkarma

arsonist

kundakçı

art director

sanat yönetmeni

art exhibition

sanat sergisi

art lover

sanatsever

art

1.sanat, 2.sanat ürünü, sanat yapıtı, 3.yöntem, usül, yol yordam, 4.güzel sanatlar

arterial blood

temiz kan

arterial highway

anayol, ana cadde

arterial road

anayol

arterial

1.atardamarla ilgili, 2.yürekten gönderilen, atardamarla taşınan, 3.ana, merkez

arteriole

atardamarcık, küçük atardamar

arteriosclerosis

damar sertliği, arterioskleroz

artery

1.atardamar, arter, 2.ana yol, merkez, yol

artesian well

artezyen kuyusu, basınçlı su kuyusu

artful

artful

1.aldatıcı, kandırıcı, hileci, kurnaz, 2.akıllıca düşünülmüş, akıllıca yapılmış, beceriyle yapılmış

artfully

maharetle, ustaca

artfulness

maharet, ustalık

arthritic

1. eklemle ilgili, 2. eklem iltihabı ile ilgili

arthritis

kireçlenme, eklem yangısı

arthropod

eklembacaklı

artichoke

1.enginar

article by article

madde madde

article of virtu

güzel sanat eseri

article

1.eşya, parça, 2.makale, yazı, 3.artikel, tanımlık, 4.madde, fıkra

articles of association

şirket sözleşmesi

articular

articulated vehicle

eklemsel 1.açık seçik, anlaşılır, 2.düşünce ve duygularını rahatça dile getirebilen, 3.eklemli, boğumlu, 4.açık seçik konuşmak, tane tane söylemek, 5.eklemlerle birleştirmek mafsallı araç

articulated

mafsallı

articulation

boğumlanma, eklem

artifact

insan eliyle yapılmış şey

artifice

1. hüner, beceri, 2. oyun, hile, ustalık

artificer

1. sanatkâr, 2. mucit, 3. askeri teknisyen

artificial fertilizer

suni gübre

artificial harbour

suni liman

artificial insemination

suni döllenme

artificial lake

yapma göl

artificial leather

suni deri, yapay deri

artificial leg

takma bacak

artificial manure

suni gübre

artificial pollination

yapay tozlaşma

artificial radioactivity

yapay radyoaktivite

artificial rain

suni yağmur

articulate

artificial reseeding

yapay tohumlama

artificial respiration

suni solunum

artificial satellite

yapay uydu

artificial silk

yapay ipek, suni ipek, reyon

artificial teeth

takma diş

artificial

1.yapay, suni, 2.yapmacık, yalancı

artillery battalion

topçu taburu

artillery officer

topçu subayı

artillery

top, topçu birliği

artilleryman

topçu neferi

artisan

zanaatçı, esnaf

artist

1.sanatçı, 2.ressam, 3.işinde çok başarılı kimse, usta

artiste

sahne sanatçısı, dansöz, şantöz

artistic

1. artistik, 2. sanat yönü olan, sanatlı

artistry

sanatsal nitelik, yetenek, beceri

artless

1.yapaylıktan uzak, doğal, 2.içten, basit, yalın, sade, saf

artlessly

hilesiz bir şekilde, saflıkla

artlessness

hilesizlik, saflık

arts

güzel sanatlar

arty

sanat konusunda hava atan

as a matter of course

doğal olarak

as a matter of fact

aslında, işin doğrusu

as a result of

yüzünden, nedeniyle

as a result

sonuç olarak

as a rough draft

taslak halinde

as a rule

genelde, çoğunlukla

as as

kadar

as broad as it is long

Ayvaz kasap hep bir hesap

as cheap as dirt

ölü fiyatına, sudan ucuz

as chirpy as a cricket

cıvıl cıvıl

as easy as falling off a log

tereyağından kıl çeker gibi

as easy as pie

çocuk oyuncağı

as far as I know

bildiğim kadarıyla

as far as I'm concerned bence, bana kalırsa as follows

1. aşağıdaki gibi, 2. böylece

as for

-e gelince

as from

1. -den itibaren, 2. -dan başlayarak, itibaren

as good as gold

gerçekten altın gibi

as good as

1. aynen, hemen hemen, 2. neredeyse

As if you didn't know! Muhakkak biliyorsunuz! as if

1. sanki, 2. -mış gibi, -mışçasına, 3. güya, sözde

as is

olduğu gibi, hiçbir değişiklik yapmadan

as it is rumoured

söylentiye göre

as it is

gerçekte, hakikatte

as it were

bir yerde, bir bakıma

as known

bilindiği üzere

as large as life

gerçek, hakiki, orijinal ölçüde

as likely as not

muhtemelen

as long as

-dığı sürece, -mek koşuluyla, -dikçe

as mad as a hatter

kaçık, zırdeli

as much as

kadar

as obstinate as a mule

katır gibi inatçı

as of

itibaren, başlayarak

as one man

oybirliğiyle

as opposed to

-in aksine, -e zıt olarak

as regards

ile ilgili olarak

as right as rain

turp gibi, sağlıklı

as safe as houses

as safe as houses

tam güvenlik altında

as soon as

yapar yapmaz, eder etmez

as stated below

aşağıdaki gibi

as stiff as a poker

oklava yutmuş gibi

as still as the grave

mezar gibi sessiz

as sure as eggs is eggs

yüzde yüz

as tall as a maypole

sırık kadar uzun

as the crow flies

düz bir çizgi üzerinde, dolaşmadan

as thick as thieves

sıkı fıkı, çok samimi

as thin as a lath

çöp gibi, çok ince

as thin as a rake

çöp gibi, çok ince

as though

-mış gibi

as timid as a mouse

süt dökmüş kedi gibi

as to

1. konusunda, ile ilgili olarak, 2. -e göre, 3. hakkında

as ugly as sin

maymun gibi, umacı gibi

as usual

her zaman olduğu gibi

as warm as toast

fırın gibi sıcacık

as well as

ek olarak, ile birlikte

as well

de, da

as yet

şu ana kadar

as

1. gibi, 2. sırada, iken, 3. için, çünkü, 4. halde, karşın, 5. olarak

asafetida

şeytantersi, çadıruşağı otu

asbestos

asbest, amyant, yanmaztaş

ascarid

askarid

ascend the throne

tahta çıkmak

ascend

1.yükselmek, 2.çıkmak, tırmanmak

ascendance

üstünlük, nüfuz, güç

ascendancy

1. üstünlük, nüfuz, güç, 2. hüküm, itibar

ascendant

1. yükselen, 2. üstün, hâkim, egemen

ascending colon

ascending colon

yükselen kolon

ascending

yükselen

ascension

1. yükselme, 2. gökcisminin yükselişi, 3. miraç

ascent

1.yükselme, tırmanma, ilerleme, gitme, 2.yukarı doğru giden yol, yokuş, yamaç

ascertain

doğrusunu bulmak, araştırmak

ascertainable

soruşturulabilir, araştırılabilir

ascertainment

soruşturma, tahkik

ascetic

kendini her türlü dünyevi zevkten/işten soyutlamış

asceticism

çilecilik, zahitlik

ascites

sıskalık, karında sıvı toplanması

ascorbic acid

1. askorbik asit, 2. askorbik asit

ascorbic

askorbik

ascribe

(~ to) atfetmek, -e yormak

ascus

spor kesesi, ask

aseity

kendiliğinden oluşma

asepsis

mikropsuzluk, asepsi

aseptic

1. aseptik, mikropsuz, 2. sterilize

asexual flower

nötr çiçek, eşeysiz çiçek

asexual generation

eşeysiz üreme

asexual reproduction

eşeysiz üreme

asexual

1.cinsiyetsiz, eşeysiz, 2.cinselliğe ilgi duymayan, soğuk

ash content

kül miktarı

ash pan

küllük

ash

1.kül, 2.dişbudak ağacı

ashamed

utanmış, mahcup, üzülmüş

ashbasin

lavabo

ashen

1.kül renginde, kül renkli, soluk gri, 2.külden oluşan, küllü

ashes

yakılmış cesedin külleri

ashlar

yontma taş, kesme yapı taşı

ashless

ashless

külsüz

ashore

kıyıda, kıyıya, karada, karaya

ashpit

kül çukuru, çöp çukuru

ashtray

kül tablası

ashy

1. küllü, 2. kül rengi

Asia Minor

Anadolu

Asia

Asya

Asian

Asya'ya ait, Asyalı, Asya

Asiatic

1. Asyalı, 2. Asyalı

aside from

-den başka

aside

1.kenara, yana, yan tarafa, (bir) yana, 2.bir yana, alçak sesle konuşma, fısıltı

asinine

aptalca, saçma, ahmakça

asininity

eşeklik, aptallık

ask for asylum

sığınma talep etmek

ask for it

hak etmek

ask for trouble

bela aramak

ask for

istemek, rica etmek

Ask her herself

Bizzat kendisine sorun

ask in

içeriye davet etmek

ask

1.sormak, 2.istemek, rica etmek, talep etmek, 3.çağırmak, davet etmek

askance

kuşkuyla, güvensizlikle, şüpheyle, beğenmeyerek, işkillenerek

askew

yanlamasına

aslant

bir yana doğru, eğri

asleep

1.uykuda, 2.uyuşmuş, uyuşuk, duygusuz, hissiz

aslope

yatık, eğri

asocial

1. asosyal, toplumdan kaçan, 2. bencil, egoist

asp

engerek yılanı

asparagine

asparajin

asparagus

kuşkonmaz

aspartic acid

aspartic acid

1. aspartik asit, 2. aspartik asit

aspartic

aspartik 1.görünüş, yüz ifadesi, 2.çok yönlü herhangi bir şeyin bir yüzü, bir yanı, tek yanı, tek tarafı, 3.yönü, cephesi, baktığı yön, 4.yıldız ve gezegenlerin birbirlerine göre konumları bir tür bodur ağaç

aspect aspen aspergill

asperse

kutsal su dökme kabı 1.sertlik, haşinlik, kabalık, 2.acı söz, davranış, kötü söz, 3.pürüzlü yüzey, düzgün olmayan yüzey, 4.pürüzlü, düzgün olmama, 5.sert hava, kötü hava iftira etmek, lekelemek, çamur atmak

aspersion

kara çalma, karalama, iftira, leke sürme

asphalt block

asfalt blok

asphalt

asfalt, asfaltlamak

asphaltic

asfaltlı

asphaltite

asfaltit

asphodel

çirişotu

asphyxia

asfeksi, oksijensizlikten boğulma

asphyxiate

1.boğmak, boğarak öldürmek, 2.boğulmak, boğularak ölmek

aspic

garnitür olarak alınan bir çeşit jelatin

aspidistra

zambakgillerden bir süs bitkisi, aspidistra

aspirant

(birşey) uman, ümit eden, bekleyen

aspirate

emmek, içine çekmek

aspiration

tutku, istek

aspirator

aspiratör, emmeç

aspire

çabalarını ve ümitlerini bir amaca yöneltmek, çok istemek, arzu etmek

aspirin

aspirin

aspiring

gözü ilerde olan, gayesi olan

ass

1.eşek, 2.aptal, salak, 3.göt

assail sb with blows

birine yumrukla saldırmak

asperity

assail sb with questions birini soru yağmuruna tutmak assail assailable

1.sözlerle ya da yumruklarla saldırmak, dil uzatmak, 2.işe girişmek

assailable

saldırılabilir, hücum edilebilir

assailant

saldırgan

assassin

suikastçı, katil

assassinate

suikast yapmak, öldürmek

assassination

suikast, cinayet

assault and battery

müessir fiil

assault boat

hücumbot

assault troops

hücum kıtası

assault

aniden ve vahşice saldırmak, ani saldırı, hücum, atak, tecavüz

assay

1. analiz, tahlil, 2. tecrübe, 3. çözümleme, 4. tahlil etmek, 5. tecrübe etmek, denemek

assemblage

1. toplama, 2. montaj, 3. toplantı, meclis, kalabalık

assemble

1.bir araya toplamak, 2.toplanmak, birleşmek, 3.bir araya koymak, düzenlemek, 4.monte etmek

assembler language

çevirici dili

assembler

çevirici

assembly hall

toplantı salonu

assembly industry

montaj sanayii

assembly line

montaj hattı

assembly man

1. meclis üyesi, 2. montaj işçisi

assembly plant

montaj fabrikası

assembly room

toplantı salonu

assembly

1.özel bir amaçla bir araya toplanmış insanlar, topluluk, 2.toplantı

assent to

1. razı olmak, 2. onaylamak

assent

anlaşmak, anlaşmaya varmak, uzlaşmak, anlaşma, uzlaşma

assert oneself

assertion

kendini göstermek 1.iddia etmek, bildirmek, açıklamak, 2.hak iddia etmek, hakkını savunmak, sözlerle savunmak, 3.olduğunu göstermek, belirtmek, üzerine basarak belirtmek iddia, açıklama, bildiri

assertive

iddia eden, zorlayan, hakkını savunan, iddialı, kendine güvenen

assess

1.değer biçmek, 2.vergi koymak, görüş, yargı, kanı

assessable

değer biçilebilen

assert

assessment

1. değer biçme, 2. vergilendirme, 3. biçilen değer

assessor

1. vergi tahakkuk memuru, 2. yargıç yardımcısı

asset

1.servet, varlık, mal, 2.yararlı, değerli şey, değerli nitelik, beceri

asset-liability statement aktif-pasif tablosu assets and liabilities

aktif ve pasif

assets

1. aktif, alacak, 2. kaynaklar, varlıklar, aktif, 3. mevduat

asseverate

iddia etmek, katiyetle bildirmek

asseveration

iddia, beyan, söz

asshole

1. büzük, anüs, 2. aşağılık herif

assiduity

çalışkanlık, gayret

assiduous

dikkatli ve sürekli ilgisi olan, sebatkâr

assiduously

harıl harıl

assign

1.pay olarak vermek, ayırmak, tahsis etmek, 2.vermek, devretmek, 3.bir işe koymak, görev vermek, iş vermek, 4.saptamak, belirlemek

assignable

1. ayrılabilir, verilebilir, 2. devredilebilir

assignation

randevu

assignee

kendisine mal veya hak devredilen kimse

assignment

assimilation

iş, görev, ayırma, tahsis etme 1.herhangi bir grubun üyesi olmak, içine girmek, bir sistem içinde erimek, bir parçası olmak, kaynaşmak, 2.özümlemek, sindirmek, 3.kendisininmiş gibi almak/kullanmak/anlamak özümseme, sindirim

assist at

hazır bulunmak

assist

yardım etmek, desteklemek

assistance

yardım, destek

assistant driver

şoför muavini

assistant professor

1. yardımcı doçent, 2. asistan

assistant secretarygeneral

genel sekreter yardımcısı

assistant

yardımcı, asistan

assize

yargılama, muhakeme

associate company

ortak şirket, kardeş şirket

assimilate

associate degree

ön lisans

associate member

ortak üye

associate membership

ortak üyelik

associate professor

doçent

associate with

1. ile görüşmek, 2. hatırlatmak

associate

1.birleştirmek, 2.birleşmek, 3.arkadaşlık etmek, 4.düşünmek, 5.ortak çalışma arkadaşı, arkadaş, 6.hakları sınırlı üye

association agreement

ortaklık anlaşması

association area

bağlantı bölgesi

association committee

ortaklık komitesi

association council

ortaklık konseyi

association football

futbol

association

1.kurum, birlik, dernek, 2.ortaklık, işbirliği, 3.kafada birleştirme, düşünsel olarak bir araya getirme, çağrışım

associative

birleşmeli, asosyatif

assonance

asonans, yarım uyak

assonant

yarım kafiyeli

assort

1. ayırmak, tasnif etmek, 2. sınıflandırmak

assorted

1. çeşitli, 2. muhtelif

assortment

karışım, tasnif, çeşit

assuage

1. azaltmak, hafifletmek, 2. yatıştırmak

assuasive

hafifletici, dindirici, yatıştırıcı

assume

1.gerçek saymak, varsaymak, farzetmek, 2.ele geçirmek, üstlenmek, yerine getirmek, 3.almak, takınmak

assumed

1. var sayılan, farz olunan, 2. takma, 3. hayali

assuming

kibirli, mağrur

assumption

1.üzerine alma, 2.farz, zan, 3.azamet, kibir

assurance

assured

1.kendine güven, özgüven, 2.garanti, teminat, güvence, söz, 3.sigorta 1.inandırmaya çalışmak, güven vermek, garanti etmek, iknaya çalışmak, 2.inandırmak, 3.sigortalamak, 4.kesinleştirmek, garanti etmek, sağlamlaştırmak, temin etmek kendine güvenen, kendinden emin

assuredly

elbette, mutlaka, muhakkak

assure

assurer

sigortacı

assuring

emniyet veren

assuringly

rahatlatıcı bir şekilde

assymetric

asimetrik, bakışımsız

astable

kararsız, sabit olmayan

astatic

1. astatik, 2. sabit olmayan

astatine

astatin

aster

yıldızçiçeği

asterisk

yıldız

astern

1. kıçında, kıç tarafında, 2. geriye, gerisinde

asteroid

Mars ve Jüpiter arasındaki çok küçük gezegenlerden biri

asthenia

1. asteni, dermansızlık, 2. kuvvetsizlik

asthenic

astenik, kuvvetsiz

asthma

astım

asthmatic

astımlı

astigmatic

astigmat

astigmatism

astigmatizm, astigmatlık

astir

hareket halinde, harekette

astonish

şaşırtmak, şaşkınlığa uğramak

astonishing

şaşırtıcı, hayret verici

astonishingly

hayretle

astonishment

şaşkınlık, büyük şaşkınlık

astound

hayretler içinde bırakmak

astounding

şaşırtıcı, hayret verici

astraddle

ata binmiş gibi, bacakları birbirinden ayrı

astragal

dışbükey pervaz

astragalus

topuk kemiği

astrakhan

astragan

astral

yıldızlara değgin

astray

astray

doğru yoldan sapmış, sapıtmış

astride

bacakları iki yana açık olarak

astringe

sıkmak, sıkıştırmak

astringent

kan durdurucu, kanamayı kesici, sert, haşin, acı

astrobiology

astrobiyoloji

astrodome

astrodom, uzay gözlem kubbesi

astrodynamics

astrodinamik

astroid

astroid, yıldız eğrisi

astrolabe

usturlap

astrologer

astrolog, müneccim, yıldız falcısı

astrological

astrolojik

astrologically

astrolojik olarak

astrology

astroloji, müneccimlik, yıldız falcılığı

astrometer

yıldız aydınlık ölçeği

astrometry

astrometri, gökölçüm

astronaut

astronot, gökbilimci

astronautics

uzay uçuş bilgisi, uzaycılık

astronavigation

uzay seyrüseferi, uzay gemisi kullanma

astronomer

astronom, gökbilimci

astronomical

1.gökbilimsel, astronomik, 2.aşırı, astronomik, çok büyük

astronomy

astronomi, gökbilim

astrophysical

gökfiziği ile ilgili

astrophysics

astrofizik, gökfiziği

astute

akıllı, kurnaz, cin gibi

astuteness

kurnazlık, dirayet

asunder

ayrı, parçalara ayrılmış

asylum

1.sığınak, barınak, 2.politik sığınma, iltica, 3.akıl hastanesi, tımarhane

asymmetric centre

asimetrik merkez

asymmetric leaf

asimetrik yaprak

asymmetric sideband

asymmetric sideband

asimetrik yanbant

asymmetric

asimetrik, bakışımsız

asymmetrical

asimetrik, bakışımsız

asymmetry

asimetri, bakışımsızlık

asymptote

asimptot, sonuşmaz, kavuşmaz

asymptotic

asimptotik, kavuşmaz

asynchronous

eşzamanlı olmayan, asenkron

asyndetic

bağlantısız

at a glance

bir bakışta, hemen

at a guess

tahminen

at a loss

1. şaşkın, afallamış, 2. zararına

at a low figure

ucuz fiyata

at a pinch

gerekirse

at a premium

nadir, zor bulunur

at a price

yüksek fiyatla

at a rate of knots

fırtına gibi

at a rough estimate

tahmini bir hesapla

at a snail's pace

ağır aksak

at a stretch

durup dinlenmeden

at all costs

ne pahasına olursa olsun

at all hours

gece gündüz, her saat, her an

at all

hiç, hiç de, hiçbir şekilde

at any rate

her durumda, ne olursa olsun

at best

1. olsa olsa, taş çatlasa, 2. nihayet

at call

vadesiz, talep edildiğinde ödenebilen

at close quarters

yan yana, yakın

at current prices

cari fiyatlarla

at death's door

1. ölüm döşeğinde, 2. bir ayağı çukurda

at Easter

paskalyada, paskalya zamanı

at every turn

at every turn

her yerde, her an

at first blush

ilk bakışta

at first hand

birinci elden

at first sight

ilk görüşte

at first

önce, evvela

at full length

1. boylu boyunca, 2. en sonunda, nihayet

at full speed

son süratle

at full tilt

son sürat

at gunpoint

silah zoruyla

at hand

1. yakın, 2. yanında, hazır

at home

1. evde, 2. kendi evinde

at large

1. başıboş, serbest, 2. genelde

at last

1. nihayet, 2. sonunda

at latest

en geç

at least

1. en az, en aşağı, 2. hiç olmazsa

at leisure

1. boş, serbest, 2. acele etmeden, acelesiz

at length

1. sonunda, 2. ayrıntılı

at long last

nihayet, en sonunda

at most

1. en çok, 2. en fazla, pek pek, nihayet, olsa olsa

at no time

hiçbir zaman

at odds with

ile anlaşmazlık içinde

at once

1. derhal, hemen, 2. aniden, akabinde, aynı zamanda

at one swoop

bir hamlede, bir çırpıda

at one's elbow

elinin altında, yanı başında

at one's own risk

sorumluluğu üzerinde

at one's own whim

keyfine göre

at one's wits end

ne yapacağını şaşırmış, şaşkın

at par

resmi değerinde, başabaş

at peace

1. barış halinde, 2. rahat

at present

at present

şu anda, şimdi

at random

öylesine, amaçsızca, rasgele

at rest

hareketsiz, ölü

at sb's expense of

-in hesabından

at sb's request

isteği üzerine

at sea

anlamaz, kafası karışmış, şaşkın

at sight

görüldüğünde, ibrazında

at speed

çok hızlı, hızla

at table

sofrada

at that moment

o anda

at that rate

böyle giderse, bu gidişle

at that

olduğu gibi

at the back door

1. gizlice, hileyle, 2. el altından

at the best

en iyimser olasılıkla

at the break of dawn

şafak sökümünde

at the crack of dawn

şafak sökümünde

at the drop of a hat

aniden, birdenbire, ha deyince

at the earliest

en erken

at the eleventh hour

1. son anda, yumurta kapıya gelince, 2. son dakikada

at the end of nowhere

cehennemin dibinde

at the end of one's tether

dayanacak sabrı kalmamış

at the latest

en geç

at the moment

şimdilik

at the most

en çok, en fazla

at the outside

en fazla, taş çatlasa

at the point of

-in eşiğinde, -mek üzere

at the right time

zamanında

at the same time

aynı zamanda, yine de

at the top of one's voice

at the top of one's voice avazı çıktığı kadar at the worst

en kötü ihtimalle

at this rate

böyle giderse, bu gidişle

at times

bazen

at top speed

çok hızlı, son sürat

at war

savaş halinde

at will

istediği zaman, istediği gibi

at work

iş başında, işte

at your service

emrinize amade, emrinizde

at

1. (edat) -de, -da, 2. -e, -a, -ye, -ya, 3. tarafında

at-grade

eşdüzey

at-home

ev toplantısı, kabul günü

atactic

ataktik

ataraxia

ataraksiya

atavism

atacılık, atavizm

atavistic

atalara ait

ataxia

ataksi, beden işlevlerinde düzensizlik

atelier

atölye

atheism

ateizm, tanrıtanımazlık

atheist

ateist, tanrıtanımaz

atheistic

ateist, zındık

atherosclerosis

damar tıkanması

athirst

hevesli, istekli

athlete

atlet, sporcu

athlete's foot

mantar

athletic

atletik, atletizmli ilgili

athleticism

atletizm, sporculuk

athletics

atletizm

athwart

enine, çaprazlama

atilt

atilt

1. eğilmiş (olarak), 2. eğilmiş (olarak)

Atlantic Ocean

Atlas Okyunusu

Atlantic standard time Atlantik standart saati Atlantic

Atlas Okyunusu

atlas

atlas

atmolysis

atmoliz

atmometer

atmometre, evaporimetre

atmosphere

1.atmofer, havaküre, gazyuvarı, 2.çevre, ortam, hava

atmospheric pollution

hava kirlenmesi

atmospheric pressure

hava basıncı

atmospheric

atmosferle ilgili, atmosferik

atmospherics

atmosferik parazitler

atoll

atol, mercan çemberi

atom bomb

atom bombası

atom physics

atom fiziği

atom reactor

atom pili, nükleer reaktör

atom

atom

atomic bomb

atom bombası

atomic energy

atom enerjisi, atom erkesi

atomic mass unit

atomik kütle birimi

atomic mass

atom kütlesi

atomic number

atom numarası, atom sayısı

atomic pile

atom reaktörü, nükleer reaktör

atomic reactor

nükleer reaktör

atomic structure

atom yapısı

atomic volume

atom hacmi

atomic waste

nükleer atıklar

atomic weight

atom ağırlığı

atomic

atomal

atomicity

atomicity

atomluluk

atomics

nükleer fizik

atomise

1. atomlara ayırmak, 2. püskürtmek

atomiser

1. atomizör, 2. püskürteç

atomism

atomculuk

atomization

atomizasyon

atomize

1. püskürtmek, tozlaştırmak, 2. atomlara ayırmak

atomizer

atomizör

atonal

atonal

atonality

atonalite

atone

gönlünü almak, karşılığını ödemek

atonement

1. tazminat, 2. özür dileme

atonic

atonik, dermansız, takatsız

atony

atoni, dermansızlık

atop of

üstünde, üstüne

atop

üstte, tepede

atrioventricular valve

1. kulakçık kapağı, 2. karıncık kapağı

atrioventricular

1. kulakçık ile ilgili, 2. karıncık ile ilgili

atrip

dipten kopmuş, salpa olmuş

atrium

atriyum

atrocious

1.acımasız, zalim, 2.ayıplanacak, adi, aşağılık, 3.çok kötü, berbat, felaket, rezil

atrocity

1.büyük kötülük, acımasızlık, zulüm, 2.berbat/rezil şey

atrophy

atrofi, dumur, körelme

atropine

atropin

attaboy

Aferin sana

attach credence

inanmak, kabul etmek

attach importance

önem vermek

attach to

katmak, dahil etmek, almak

attach

1.bağlamak, iliştirmek, bitiştirmek, takmak, 2.ödenmemiş bir borç için el koymak/tutuklamak

attache case

attache case

evrak çantası

attache

ataşe

attached account

hacizli hesap

attached

1. bağlı, 2. ilgili, 3. ilişik, bitişmiş

attachment

attacker

1.bağlama, iliştirme, bitiştirme, takma, 2.katma, alma, 3.düşkünlük, tutkunluk, 4.arkadaşlık, dostluk, 5.elkoyma, alıkoyma 1.saldırmak, hücum etmek, basmak, 2.yazı ya da sözlerle saldırmak, aleyhinde konuşmak/yazmak, 3.zarar vermek, bozmak, 4.birşeye büyük bir heves ve ilgiyle girişmek, yumulmak, 5.saldırı, hücum, 6.aleyhte yazı ya da sözler, 7.başlama, başlangıç, girişim, 8.kriz, nöbet saldırgan

attain

ulaşmak, erişmek, elde etmek

attainable

ulaşılabilir, erişilebilir

attainment

1. ulaşma, erişme, 2. beceri, hüner, marifet, 3. elde etme

attar of roses

gülyağı

attar

gülyağı, gülsuyu

attemper

yumuşatmak, sertliğini gidermek

attempt

kalkışmak, girişmek, yeltenmek, çalışmak, denemek, deneme, girişim, teşebbüs

attend on

ilgilenmek, bakmak, hizmet etmek

attend to

bakmak, dikkat etmek

attend

attendant

1.dikkatini vermek, dinlemek, 2.bulunmak, katılmak, hazır bulunmak, 3.ilgilenmek, bakmak, hizmet etmek 1.bakma, hizmet etme, bakım, hizmet, ilgilenme, 2.hazır bulunma, katılma, devam etme, düzenli olarak gitme, 3.bulunan kişilerin sayısı, mevcut sayısı 1.bağlı, ilişkili, 2.hizmetli, görevli, 3.bakıcı, yardımcı, hizmetçi, 4.görevli memur

attention

1.dikkat, özen, dikkat verme, 2.bakım, ilgi, 3.hazırol durumu

Attention!

Hazır ol!

attentive

1.dikkatli, özenli, 2.ince, nazik, kibar, 3.yardımcı

attentively

dikkatle

attenuate

1. dar, 2. inceltmek, hafifletmek, 3. azaltmak, 4. zayıflatmak

attenuation

1. inceltme, hafifletme, 2. azaltma, 3. zayıflatma

attenuator

zayıflatıcı

attest

1.bildirmek, beyan etmek, açıklamak, 2.birine mahkemede doğruyu söylenmesi için yemin ettirmek, 3.kanıtı olmak, kanıtlamak

attestation

1. kanıtlama, tasdik, 2. yemin

attack

attendance

attested copy

attested copy

onaylı suret

attic

çatı odası, tavan arası

attire

giydirmek, süslemek, donatmak, elbise, giysi, üstbaş, kıyafet

attirement

giysi, giyim kuşam

attitude

1.duruş, 2.tavır, davranış, tutum, 3.görüş, düşünce, yargı, fikir

attitudinize

tavır takınmak, çalım satmak

attorney at law

dava vekili

attorney general

başsavcı

attorney

avukat

attorney's fee

ücreti vekalet

attract

çekmek

attraction of gravity

yerçekimi

attraction

1.çekici şey, 2.çekicilik, cazibe

attractive power

çekici güç

attractive

çekici, cazip, güzel, hoş, ilginç

attributable

yüklenebilir, atfolunabilir

attribute to

1. bağlamak, yormak, 2. mal etmek, atfetmek

attribute

1.doğal özellik, nitelik, 2.simge, sembol, 3.inanmak, bağlamak, yormak, vermek, 4.atfetmek

attribution

1. yükleme, yorma, bağlama, 2. sıfat, nitelik

attributive adjective

niteleme sıfatı

attributive

niteleyici

attrited

sürtünmeyle aşınmış

attrition

1. sürtünme, aşınma, yenme, 2. sürtüşme, yıpranma

attune

alıştırmak, ayak uydurmak

atypical

değişik, başka, tipik olmayan

au fait

bilen, haberdar

au fond

esasen, aslında

au pair

yaptığı ev işlerine karşılık bir aile yanında kala

aubergine

patlıcan

auburn

auburn

kestane rengi, kumral

auction

açık artırma ile satmak

auctioneer

açık artırmacı, mezatçı, mezat tellalı

audacious

1.yürekli, cesaretli, korkusuz, gözüpek, atılgan, 2.saygısız, küstah, kaba, yüzsüz, arsız

audaciously

küstahça

audaciousness

küstahlık

audacity

1.yüreklilik, cesurluk, korkusuzluk, 2.saygısızlık, küstahlık, kabalık, yüzsüzlük

audibility

işitilebilirlik, duyulabilme

audible

duyulabilir, işitilir

audibly

işitilebilecek şekilde

audience chamber

kabul salonu

audience

1.dinleyiciler, izleyiciler, seyirciler, 2.resmi görüşme, huzura kabul, 3.mahkemede konuşma özgürlüğü

audient

işiten, duyan

audio amplifier

odyoamplifikatör, işitsel yükselteç

audio channel

işitme kanalı

audio frequency

ses dalgalarının frekansı

audio tape

ses bandı

audio

radyo sinyalleriyle iletilen/yayılan

audio-visual

görsel-işitsel

audiocassette

teyp kaseti

audiofrequency

ses frekansı

audiometer

odyometre, işitimölçer

audiomixer

ses reji masası, kumanda masası

audiophile

müzik dinleme meraklısı

audiovisual

görsel-işitsel, odyovizüel

audit board

denetçiler kurulu

audit court

sayman

audit

yıllık hesap denetimi, resmi hesap bilanço kontrolü yapmak

auditing committee

denetleme komitesi

audition

audition

1.yetenek denemesi, 2.duyma gücü, işitme gücü, duyma, işitme

auditive

işitmeyle ilgili

auditon

1. duyma, işitme, 2. ses sınavı

auditor

murakıp, denetçi

auditor's report

denetçi raporu

auditorium

oditoryum, dinleme/izleme salonu, izleyici bölümü

auditory canal

kulak yolu

auditory centre

işitme merkezi

auditory nerve

işitme siniri

auditory

işitsel

augend

toplanacak sayı

auger bit

ağaç burgusu, el burgusu

auger

matkap

aught

1. sıfır, 2. şey, zerre

augite

augit

augment

1.artırmak, çoğaltmak, değerlendirmek, 2.artmak, çoğalmak, değerlenmek

augmentable

artırılabilir

augmentation

1. artırma, büyütme, 2. artış

augmentative

artıran, çoğaltan

augmenter

artırıcı

augur

1. kâhin, 2. -e alamet olmak

augury

1. kehanet, 2. fal, alamet

August

ağustos

august

saygın, soylu, ulu, görkemli, heybetli, yüce

auk

deniz kuşu türü

aulic

saraya ait

aunt

teyze, hala, eme, bibi, yenge

auntie

teyze, hala, yenge

aunty

teyze, hala, yenge

aura

aura

1.hava, gizemli ortam, 2.izlenim

aural

işitsel

aureole

ayla, ağıl, hale

aureomycin

aureomisin

auric

altınla ilgili

auricle

1.kulak kepçesi, 2.kalp kulakçıkları

auricula

ayıkulağı

auricular valve

kulakçık kapağı

auricular

kulağa söylenmiş, gizli

auriferous

altın içeren, altınlı

Auriga

Auriga, Arabacı

aurora australis

güney ışığı

aurora borealis

kuzey ışığı

aurora polaris

kutup ışığı

aurora

şafak, tansızlığı, gün ağarması

auroral

güneşin doğuşuna ait

aurum

altın

auscultate

stetoskop ile dinlemek

auscultation

stetoskop ile dinleme

auspice

kuş falı

auspices

yardım, destek, iyilik

auspicious

hayırlı, uğurlu

auspiciousness

uğur, hayır

Aussie

Avustralyalı

austenite

ostenit

austenitic

ostenitli

austere

1.çetin zor, güç, rahatsız, 2.ciddi, katı, özdenetimli, 3.sade, süssüz, yalın

austerity measures

tasarruf önlemleri

austerity programme

tasarruf programı

austerity

austerity

1.sertlik, güçlük, zorluk, 2.ciddiyet, katılık, 3.azla yetinme, idareli geçinme

austral

güney

Australia

Avustralya

Australian

Avustralyalı

Austria

Avusturya

Austrian

Avusturyalı

autarchy

özerklik

autarky

otarşi

authentic will

resmi vasiyetname

authentic

1.gerçek, hakiki, doğru, orijinal, 2.içten, samimi

authenticate

1.gerçekliğini/doğruluğunu kanıtlamak, 2.belgelemek

authentication

doğruluğunu kanıtlama, belgeleme

authenticity

1.gerçek olma özelliği, orijinallik, doğruluk, 2.içten samimi

author card

yazar kataloğu

author

1.yazar, 2.bir şeye kaynak olan/oluşturan kişi, yaratıcı, yapan

authoress

bayan yazar

authoritarian

yetkeci, otoriter, zorgulu

authoritative

1.otoriter, sözünü geçirir, 2.yetkili, 3.güvenilir, inanılır

authority

1.otorite, yetkili, 2.otorite, yetke, 3.bilirkişi, uzman, otorite

authorization

1. izin, ruhsat, 2. onama, uygun görme

authorize

1.izin vermek, 2.yetki vermek, yetkilendirmek

authorized bank

yetkili banka

authorized capital

nominal sermaye

authorized signature

yetkili imza

authorized translation

onaylı çeviri

authorized

1. yetkili, 2. resmi

authorship

yazarlık

autihistamine

antihistamin

autism

otizm, içe kapanış

autistic

autistic

otistik, içine kapalı

auto

otomobil, araba

auto-

1. (önek) kendi, kendine, 2. kendi kendine

autobahn

otoyol, otoban

autobiographer

otobiyograf yazan

autobiographic

otobiyografik

autobiographical

otobiyografik

autobiography

otobiyografi, özyaşam öyküsü, özgeçmiş

autobus

otobüs

autocar

otokar

autocatalysis

otokataliz, öztezleştirme

autochthon

bir yerin yerlisi

autochthonous

yerli

autoclave

otoklav, basınçlı kap

autocracy

1.otokrasi, saltıkçı yönetim, saltıkçılık, 2.otokrasiyle yönetilen ülke

autocrat

1.otokrat, saltıkçı, 2.despot, zorba

autocratic

zorba

autocratical

zorba

autocycle

moped, motorlu bisiklet

autodiagnosis

kendi hastalığını teşhis

autogamous

kendi tozu ile tozaklanan

autogamy

kendi tozu ile tozaklanma

autogenesis

otogenez

autogenetic

otogenetik

autogenous

otojen

autogiro

otojir

autograft

otogref

autograph

ünlü birinin imzası, (kitap, vb.) imzalamak

autogyro

otojir

autohypnosis

autohypnosis

kendi kendini hipnotize etme

autoinfection

otoenfeksiyon

autoinoculation

otoentoksikasyon

autointoxication

otoentoksikasyon

autoionization

kendiliğinden iyonlaşma

autoloader

oto-yükleyici, özyükleyici

autolysis

otoliz

automat

otomat

automate

otomatikleştirmek, makineleştirmek

automated teller machine

bankamatik

automatic alarm

otomatik alarm

automatic brake

otomatik fren

automatic camera

otomatik kamera

automatic computer

otomatik bilgisayar

automatic control

otomatik kontrol

automatic fuse

otomatik sigorta

automatic gear change otomatik vites değiştirme automatic gearbox

otomatik vites kutusu

automatic ignition

otomatik ateşleme

automatic pilot

otomatik pilot

automatic rifle

otomatik tüfek

automatic scanning

otomatik tarama

automatic transmission otomatik vites automatic tuning

otomatik ayar

automatic weapon

otomatik silah

automatic

1.otomatik, özdevinimli, 2.kendiliğinden, 3.olması kesin

automatically

otomatik olarak

automation

otomasyon, özdevinim, özedim

automatism

automatism

1. otomatizm, 2. özdevim

automaton

otomat

automobile

otomobil, araba

automorphic

otomorf, özbiçimli

automotive industry

otomotiv sanayii

automotive

otomotiv

autonomic nerve system otonom sinir sistemi autonomic

1. irade dışı olan, 2. otonom

autonomous budget

özerk bütçe

autonomous

özerk

autonomy

özerklik

autopathic

nedensiz gibi görünen hastalıkla ilgili

autopilot

otomatik pilot

autoplastic

otoplastik

autoplasty

otoplasti

autopsy

otopsi

autoreverse

otomatik geriye dönme

autosuggestion

kendi kendine telkin

autotransformer

ototransformatör, özdönüştüreç

autotroph

kendibeslek bitki, ototrof

autotrophic

kendibeslek, ototrof

autotrophy

kendibesleklik, ototrofi

autotype

ototipi

autoxidation

otoksidasyon

autumn

sonbahar, güz

autumnal equinox

sonbahar noktası, güz ılımı

autumnal

sonbaharla ilgili

auxiliary engine

yedek motor

auxiliary verb

yardımcı fiil

auxiliary

auxiliary

yardımcı

auxin

oksin

auxochrome

oksokrom

avail

kendisine yarar sağlamak, yararlanmak, kullanış, sonuç, avantaj, yarar

availability

kullanılırlık, elverişlilik, elde edilebilme

available data

mevcut veriler

available

1.elde edilebilir, bulunabilir, mevcut, elde, 2.kullanılabilir, 3.görüşmeye uygun, meşgul değil, müsait

avalanche

çığ

avant-garde

avangard, öncü, yenilikçi

avarice

para tutkusu, servet tutkusu, açgözlülük

avaricious

para canlısı, açgözlü

avast

dur!

avawal

1. açıkça söyleme, 2. itiraf

ave

1. selam!, merhaba!, 2. güle güle!

avenge oneself on

-den öç almak

avenge

öcünü almak

aventurine

yıldıztaşı

avenue

1.iki yanı ağaçlı yol, bulvar, 2.geniş cadde, bulvar, 3.bir sonuca götüren yol

aver

1. iddia etmek, söylemek, 2. kanıtlamak

average density

ortalama yoğunluk

average size

ortalama büyüklük

average value

ortalama değer

average velocity

ortalama hız

average

ortalama, ortalama düzey, orta, sıradan, vasati, ortalamasını almak

averse

karşı, muhalif, isteksiz

aversion

1.hoşlanmama, sevmeme, nefret, 2.nefret edilen şey

avert

1.olmasını önlemek, önüne geçmek, önlemek, 2.başka yöne çevirmek

aviary

büyük kuş kafesi, kuşhane

aviate

uçak kullanmak

aviation fuel

aviation fuel

uçak yakıtı

aviation gasoline

uçak benzini

aviation

havacılık, havacılık endüstrisi

aviator

pilot

aviculture

kuş yetiştiriciliği

avid

gayretli, hevesli, istekli

avidity

gayret, hırs, istek

avionics

havacılık elektroniği

avitaminosis

vitaminsizlikten ileri gelen hastalık

avocado pear

perse ağacının meyvesi

avocado

avokado, amerikaarmudu

avocation

1. hobi, uğraş, 2. iş, meslek

Avogadro

Avogadro

Avogadro's constant

Avogadro sabitesi, Avogadro değişmezi

Avogadro's law

Avogadro yasası

Avogadro's number

Avogadro sayısı

Avogadro's principle

Avogadro ilkesi

avoid

1.kaçmak, kurtulmak, 2.kaçınmak, uzak durmak, sakınmak, yanaşmamak, 3.önlemek, engel olmak

avoidable

1. önlenebilir, 2. kaçınılır

avoidance

1. kaçınma, sakınma, 2. çekinme

avoirdupois

ingiliz ve Amerikan ağırlık sistemi

avow

itiraf etmek, açıkça söylemek

avowal

itiraf

await

beklemek

awake

1.uyanmak, 2.uyandırmak, 3.harekete geçirmek, 4.harekete geçmek, 5.uyanık, uyanmış, 6.bilinçli, bilincinde, farkında

awaken

1. uyanmak, 2. uyandırmak

awakening

1.uyanış, 2.bilinçlenme

award

1.mahkeme kararı ile vermek, 2.vermek, ödül olarak vermek, ödüllendirmek, 3.mahkeme kararı, hüküm, 4.ödül

aware

farkında, haberdar

awareness

awareness

farkında olma, haberdarlık

awash

awe

su düzeyinde, dalgalarla sürüklenen 1.uzağa, uzakta, -den, -dan, buradan, başka yönde, 2.emin bir yerde/yere, 3.gidecek/bitecek/sona erecek şekilde, 4.sürekli, durmadan, deplasmanda oynanan korku ve merakla karışık saygı

awe-inspiring

insanı huşu içinde bırakan

awesome

korku veren, korkunç, dehşetli

awestruck

korkulu, meraklı

awful

1.müthiş, korkunç, 2.berbat, rezil

awfully

çok, aşırı, o biçim, müthiş, acayip

awhile

awkwardly

kısa bir süre için, biraz 1.beceriksiz, sakar, hantal, 2.iyi yapılmamış, kullanımı zor, kullanışsız, 3.anlaşılması zor insan, uyumsuz, dikbaşlı, 4.utandırıcı, mahçup edici, uygunsuz 1. beceriksizce, 2. hantal bir şekilde

awkwardness

beceriksizlik, sakarlık

awl

biz, tığ

awn

kılçık, diken

awning

tente

awnless

kılçıksız

awry

1. eğri, yan, 2. ters

ax

balta

axe

balta, kaldırmak, azaltmak, kısmak, atmak

axial

eksenel, aksiyal, eksen

axil

koltuk, ağaç dalı ile sapı arasındaki köşe

axilla

koltuk altı

axiom

belit, aksiyom

axiomatic

aksiyomla ilgili

axis of revolution

dönme ekseni

axis of rotation

dönme ekseni

axis of the earth

yer ekseni

away

awkward

axis

axis

eksen, mil, dingil

axle box

dingil kutusu, aks kutusu

axle lock

dingil kilidi

axle spring

dingil yayı

axle tree

araba dingili

axle

mil, dingil

axon

akson

ay

1. evet, muhakkak, 2. hep

aye

lehte oy, kabul oyu, evet oyu, evet

azalea

açalya, açelya

azeotropic

eşkaynar, azeotrop

Azerbaijan

Azerbaycan

Azerbaijani

1. Azeri, 2. Azerice, 3. Azeri, 4. Azerice

azide

azit

azimuth

semt, azimut, güney açısı

azimuthal

azimutla ilgili

azine

azin

azo compounds

azo bileşikleri

azo dyes

azo boyaları, azoik boyalar

azo

azo

azobenzene

azobenzen

azoic age

azoik çağ

azoic

azoik

azure

gök mavisi

azurite

azurit

baa

melemek

babbit metal

babit alaşımı, babit metali

babbit

vaytmetal

babble out

sır söylemek

babbler

1.gevezelik etmek, saçmasapan mırıldanmak, 2.sır söylemek, 3.tekdüze ses çıkartmak, 4.karmaşık konuşma, aptalca konuşma, çocukça konuşma, 5.uğultu, gürültü, 6.anlaşılması güç konuşma, 7.şırıltı 1. geveze kimse, boşboğaz, 2. çağlayan

babe

1.bebek, 2.yavru, bebek, fıstık

baboon

köpek maymunu

babunbaby

1.bebek, 2.(hayvan) yavru, 3.bir grubun en genç üyesi, 4.yavru, bebek, fıstık, bebek muamelesi yapmak

babushka

eşarp

baby blue

süt mavisi

baby bottle

biberon, emzik

baby carriage

çocuk arabası

baby farm

kreş

baby grand

kısa kuyruklu piyano

baby sitter

çocuk bakıcısı

baby spot

küçük projektör

baby tooth

sütdişi

baby

bebek, yavru, bala

baby-minder

çocuk bakıcısı

baby-sit

çocuk bakıcılığı yapmak

baby-sitter

çocuk bakıcısı

babyhood

1. bebeklik, 2. bebeklik devresi

babyish

bebeksi

babyminder

çocuk bakıcısı

babysit

çocuk bakıcılığı yapmak

babysitter

çocuk bakıcısı

baccalaureate

bakalorya

baccarat

bakara

baccate

çilek türünden etli ve çekirdeksiz meyve gibi

bacchanal

1. ayyaş, 2. ayyaş

bach

bekâr hayatı yaşamak

babble

Bachelor of Arts degree edebiyat fakültesi diploması

Bachelor of Arts degree Bachelor of Arts

Edebiyat Fakültesi mezunu

Bachelor of Science degree

fen fakültesi diploması

bachelor

1.bekâr erkek, 2.üniversite mezunu

bachelor's-button

peygamber çiçeği

bachelorhood

bekârlık

bacillary

basil ile ilgili

bacillus

bakteri, basil, çomak bakteri

back and forth

ileri geri

back cloth

astar, baskı astarı

back conduction

geri iletim

back contact

geri kontak

back country

taşra, geri kalmış bölge

back current

geri akım

back door

arka kapı

back down from

caymak, vazgeçmek

back down

hatalı olduğunu kabul etmek, boyun eğmek

back flow

tersine akış, ters akış

back issue

eski tarihli yayın

back number

1. bir önceki sayı, 2. çağdışı şey/kimse

back of beyond

çok uzak yer

back out

sözünü tutmamak, vazgeçmek, caymak

back pay

1. geri ödeme, 2. ödenmesi gecikmiş ücret

back pressure turbine

karşıbasınç türbini

back pressure

karşıbasınç

back projection

geriden gösterim

back rest

arkalık

back room

arka oda

back saw

tırtıl testere, sıçankuyruğu testere

back scratcher

kaşağı

back seat

1. arka koltuk, 2. ikinci mevki

back shaft

arka mil

back shift

bakım-onarım vardiyası

back sight

1. gez, 2. geri rasat

back talk

ters karşılık, küstahça karşılık

back the oars

siya etmek

back the sails

yelkenleri faça etmek

back to back loan

karşılıklı kredi

back to back

arka arkaya, sırt sırta

back to the drawing board

sil baştan

back up

back-door

1. desteklemek, arka çıkmak, 2. yedeklemek 1.sırt, 2.arka, arkadaki, 3.(futbol) bek, 4.eski yerine, eski yerinde, geri, 5.geriye doğru, geriye, arkaya, geride, arkada, 6.uzak, geri, 7.önce, 8.geçmişte, geçmişe, 9.geri yine, 10.karşılığında, karşılık olarak, 11.(para) önceden borç olan, önceki, 12.geriye gitmek, 13.geriye doğru götürmek, arkaya götürmek, 14.desteklemek, destek olmak, arka çıkmak, 15.üzerine para koymak, bahse girmek gizli, el altından yapılan

back-pedal

caymak, pedalı geri çevirmek

back-seat driver

sürücüye müdahale eden kişi

backache

sırt ağrısı

backbencher

kıdemsiz parlamento üyesi

backbite

arkasından konuşmak, yokken kötülemek, arkasından dedikodusunu yapmak, çekiştirmek

backbiter

dedikoducu kimse

backbiting

dedikoduculuk, birbirinin arkasından konuşma, kötüleme

backboard

arka tahtası, arkalık

backbone

1.belkemiği, omurga, 2.en büyük destek, belkemiği, 3.sağlam karakter

backboned

omurgalı

backboneless

omurgasız

backbreaking

(iş) çok zor, yorucu

backchat

ters karşılık, küstahlık

back

backdate

backdate

eski bir tarih atmak, daha önceki bir tarihten gecerli kılmak

backdoor

yasadışı

backdown

cayma, vazgeçme

backdrop

zemin, fon

backed

1. arkası olan, yardım edilmiş, 2. astarlanmış, kaplı

backer

destekçi, destek olan kimse

backfill

dolgu

backfilling longwall

rambleli uzunayak

backfilling

doldurma

backfire

(plan, vb.) geri tepmek, olumsuz sonuç vermek

backgammon

tavla

background

1.geçmiş, artyetişim, 2.arka plan, 3.fon, zemin

backhand

(tenis) bekhend

backhanded compliment

eleştiri niteliğinde iltifat

backhanded

elin tersi öne doğru olduğu halde yapılan

backheating

geri ısıtma

backhouse

binanın dışındaki tuvalet

backing

1.destek, yardım, 2.fon müziği, 3.arka kaplama, arka parça

backlash

1.geriye doğru yapılan ani hareket, 2.büyüyen, güçlenen bir inanca karşı oluşan güçlü tepki

backlight

arka ışığı

backlog

geciktirilmiş, ihmal edilmiş işler

backmost

en geri, en arka

backpack

sırt çantası

backpedal

1.bisiklette pedalı ters yöne çevirmek, 2.geri çekilmek ya da sözünü geri almak, sözden dönmek

backrest

arkalık

backscratch

birbirini yağlamak

backside

kıç, popo

backslide

1. kötü yola sapmak, 2. doğru yoldan sapmak

backslider

backslider

kötü yola sapan kimse

backspace

geriye almak, geriletmek

backspacer

(daktiloda) geri tuşu

backstage

1. perde arkasında olan, 2. kulis, perde arkası

backstairs

arka merdiven, hizmet merdiveni

backstay

patrise

backstitch

1. iğneardı dikiş, 2. iğneardı dikiş yapmak

backstream

ters akıntı, anafor

backstroke

sırt üstü yüzme

backsword

tek yüzlü kılıç

backtrack

aynı yere geri dönme

backup file

yedekleme dosyası, yedekleme kütüğü

backup lamp

geri gidiş lambası

backup light

geri gidiş lambası

backup

1.başkasının yerine geçmeye, onun yedeği olmaya hazır kişi ya da şey, 2.yardımcı olan, destek olan kişi ya da şey

backward scatter

geri saçılma

backward wave

geriyürüyen dalga

backward

1.geriye yönelmiş, başlangıca yönelmiş, geçmişe yönelmiş, 2.geri, geri kalmış, gelişmemiş, 3.çekingen, kendinden emin olmayan

backwardly

geriye doğru

backwardness

gerilik, geç kavrama

backwards and forwards

ileri geri

backwards

1.geriye, arkaya, arka tarafa, 2.geçmişe, 3.ters olarak

backwash

geriye gelen dalga

backwater

durgun yer

backwoods

kaba

backyard

avlu

bacon

domuz pastırması

bacteria

bakteri

bacterial contamination

bacterial contamination bakteriyel enfeksiyon bacterial crown gall

kök uru, kök tümörü

bacterial

1. bakteriyel, 2. bakteriye ait

bactericidal

bakteri yok edici

bactericide

bakterisit

bacteriological

bakteriyolojik

bacteriologist

bakteriyolog

bacteriology

bakteriyoloji

bacteriophage

bakteriyofaj

bacterium

bakteri

bacteroid

bakterimsi

bacteroidal

bakteriye ait

bad cheque

karşılıksız çek

bad debt

şüpheli alacak

bad fortune

şanssızlık, talihsizlik

bad luck

şanssızlık, aksilik

bad money

kalp para

bad patch

bad-tempered

kötü zaman, şanssızlık anı 1.kötü, 2.bozuk, çürük, 3.geçersiz, 4.yaramaz, 5.ahlaksız, 6.zararlı, 7.sağlıksız, 8.mutsuz, neşesiz, 9.ciddi, sert, şiddetli, 10.talihsiz, 11.yanlış, hatalı, bozuk, 12.(para) sahte, değersiz, 13.(dil) kaba huysuz, ters

badderlocks

denizkadayıfı

baddie

filmde kötü adam

badge

rozet

badger

1.porsuk, 2.başının etini yemek

badinage

takılma, şaka

badlands

vadili çorak arazi

badly

1.kötü bir şekilde, 2.çok

badly-off

fakir, parasız, şanssız

badman

eşkıya

bad

badminton

tenis benzeri bir oyun

bae load

ana yük

baffle

şaşırtmak, kafasını karıştırmak

baffling

şaşırtıcı, kafa karıştırıcı

bag and baggage

bagasse

1. pılı pırtıyı toplayarak, 2. bütün eşya ile 1.çanta, 2.torba, 3.çuval, 4.bir çuval, bir ton, yığınla, 5.çantaya koymak, torbaya doldurmak, 6.(hayvan) öldürmek, hayvan yakalamak, hayvan avlamak, 7.yürütmek bagas

bagatelle

1. önemsiz şey, 2. bilardoya benzer bir oyun

baggage car

yük vagonu, furgon

baggage room

bagaj kompartımanı

baggage

bagaj

bagging

çuval bezi

baggy

bol, sarkık, asılı, düşük

bagnio

1. genelev, 2. hamam

bagpipes

gayda

bah

tüü!, tüh!

bahind bars

hapiste, kodeste

bail fee

kefalet parası

bail out

kefaletle serbest bıraktırmak

bail

kefalet, kefalet ücreti

bailable

kefil olunabilir

bailee

emanetçi

bailey

şatonun dış avlusu

bailiff

1.mübaşir, 2.çiftlik kahyası, 3.şerif yardımcısı

bailiwick

1. yetki bölgesi, 2. uzmanlık alanı, yetki alanı

bailment

kefalet

bailor

teminatı veren mudi

bailsman

kefil

bag

bainite

beynit

bainsmarie

benmari, iki katlı tencere

bairam

bayram

bairn

çocuk

bait

1.yem, 2.dikkati çeken şey, istek uyandıran şey, 3.oltaya ya da tuzağa yem koymak, 4.kasten kızdırmak

baize

yeşil masa çuhası

bake

1.fırınlamak, fırında pişirmek, 2.sıcaktan katılaşmak, sertleşmek, 3.sıcaktan pişmek

baked potatoes

fırında patates, kumpir

bakehouse

fırın

bakelite

bakalit

baker

fırıncı

bakers dozen

on üç

bakery

fırın

baking powder

maya tozu

baking soda

sodyum bikarbonat, karbonat

baking temperature

pişirme sıcaklığı

baking

1. pişirme, 2. fırında pişirme

baksheesh

bahşiş

balalaika

balalayka

balance arm

terazi kolu

balance of a debt

borç bakiyesi

balance of current account

cari işlemler dengesi

balance of payments

ödemeler dengesi

balance of powers

kuvvetler dengesi

balance of services

hizmetler bilançosu

balance of trade

ticaret dengesi

balance sheet

bilanço

balance the budget

bütçeyi ayarlamak, dengelemek

balance wheel

balance wheel

volan, düzenteker

balance

1.denge, 2.terazi, 3.bakiye, kalıntı, 4.düşünmek, göz önünde bulundurmak, kıyaslamak, 5.dengelemek, 6.dengeli olmak

balanced budget

denk bütçe

balanced development dengeli gelişme balanced diet

dengeli beslenme

balanced growth

dengeli büyüme

balanced representation dengeli temsil balanced trade

dengeli ticaret

balanced

dengeli, aklıbaşında

balancing

1. dengeleyici, 2. dengeleme

balcony

balkon

bald

1.kel, dazlak, 2.sade, süssüz, yalın

baldachin

1. baldaken, 2. sayvan

balderdash

zırva, saçmalık

baldfaced

yüzsüz, küstah

baldhead

kel kimse, dazlak kimse

balding

saçı dökülen, kelleşen

baldly

açık açık, dobra dobra, sözünü esirgemeden

baldness

1. kellik, 2. açıklık

baldric

kılıç kayışı

bale out

paraşütle uçaktan atlamak

bale

balya, denek

balefire

1. şenlik ateşi, 2. işaret ateşi

baleful

nefret/kötülük dolu, şeytani

balk

1.kütük, 2.engel olmak, engellemek, önünü kesmek, 3.anlaşmaya yanaşmamak, duraksamak

balky

yürümemekte direnen, inat eden

ball and chain

ayak kösteği, pranga

ball and socket

bilyalı mafsal

ball bearing

bilyalı yatak, rulmanlı yatak

ball cock

ball cock

bilyalı valf, bilyalı şamandıra

ball dress

balo giysisi

ball head

yuvarlak mafsal başı, küremsi uç

ball joint

bilyalı mafsal, küresel mafsal

ball mill

bilyalı değirmen

ball nut

yuvarlak somun

ball of the foot

ayak parmaklarının kökü

ball peen hammer

perçin çekici, topuzlu çekiç

ball pin

yuvarlak başlı pim

ball point hammer

yuvarlak başlı çekiç

ball point pen

tükenmezkalem

ball race

bilya yuvası

ball room

balo salonu

ball socket

bilya yuvası

ball up

1. şaşırtmak, 2. berbat etmek

ball valve

küre supap, bilyalı supap

ball winding

yumak sarma

ball

1.top, 2.küre, 3.yumak, 4.balo

ballad

1.balad, türkü, 2.şiirsel öykü

balladmonger

şarkı satan kimse

balladry

balad türünde şiirler

ballast

1.safra, ağırlık, 2.balast, kırmataş

ballcock

(sifon, su deposu, vb.) şamandıra

ballerina

balerin

ballet

bale

balling

yumak yapma

ballista

mancınık

ballistic curve

balistik eğri

ballistic galvanometer

balistik galvanometre

ballistic magnetometer

ballistic magnetometer balistik manyetometre ballistic missile

balistik füze

ballistic pendulum

balistik sarkaç

ballistic

balistik, atışlı

ballistics

balistik, atış bilimi

ballonet

baloncuk

balloon

1.balon, 2.balon gibi şişmek

balloontire

balon lastik

ballot box

oy sandığı

ballot paper

oy pusulası

ballot vote

oy

ballot

1.oy pusulası, 2.gizli oylama

ballpoint

tükenmez kalem

ballroom

balo salonu

balls up

içine sıçmak

balls

1.taşaklar, 2.Saçma!, Hassiktir!

ballyhoo

1. gürültü, patırtı, 2. kötü propaganda, reklam

balm of Gilead

belesan, belsen

balm

1.pelesenk, 2.avutma, teselli

balmy

1.(hava) yumuşak ılık, şeker gibi, 2.kaçık, deli, çatlak, üşütük

balneology

banyo ile tedavi

baloney

1. zırva, 2. saçma şey, 3. bir cins salam

balsa

balsa

balsam apple

kudret narı

balsam

1. belesan, 2. kınaçiçeği

balsamic

belesan ile ilgili

Baltic

Baltık

baluster

1. tırabzan direği, 2. merdiven korkuluğu

balustered

parmaklıklı, korkuluklu

balustrade

balustrade

trabzan, korkuluk, parmaklık

bamboo

bambu

bamboozle

kazıklamak, üçkâğıda getirmek

ban

1.(özellikle yasa ile) yasaklamak, 2.(on ile) yasak, yasaklama

banal

adi, bayağı, banal, sıradan

banality

1. adilik, banallık, 2. sıradanlık

banana plug

fiş banan, tekli fiş

banana republic

muz cumhuriyeti

banana

muz

band merit

bant kalitesi

band saw

şerit testere

band selector

bant seçici

band together

birleşmek, birlik olmak

band width

bant genişliği, kuşak genişliği

band

1.şerit, kayış, bant, kuşak, 2.renk şeridi, 3.grup, 4.grup, topluluk, 5.(together ile) birleşmek, birlik olmak

band-pass filter

bantgeçiren filtre

band-pass tuning

bantgeçiren akort

band-pass

bant geçirimi, kuşak geçirimi

bandage

1.sargı, 2.sarmak, bağlamak

bandanna

desenli büyük mendil

bandbox

şapka kutusu

bandeau

saç bağı, saç filesi

banderole

1. bandrol, 2. flandıra

bandit

haydut

banditry

haydutluk

bandmaster

bando şefi

bandoleer

fişeklik, palaska

bandolier

palaska

bandsman

müzik topluluğu üyesi

bandstand

bandstand

müzik topluluğu için yapılmış yüksek yer, sahne

bandwagon

sürüye uymak

bandy

1.lafa laf koymak, çabuk çabuk konuşarak ağız dalaşı yapmak, verip veriştirmek, 2.(bacak) çarpık

bandy-legged

çarpık bacaklı

bane

felaket, kötülük, zarar, ziyan

baneful

1. öldürücü, zehirli, 2. muzır, 3. kötü

bang up

bang-on

mahvetmek, canına okumak 1.büyük patlama, 2.şiddetli ani gürültü, 3.yaygın çaba, sevk, 4.büyük heyecan, 5.şiddetle çarpmak, 6.vurmak, ses çıkartacak biçimde çarpmak, 7.bas bas bağırmak, gürültü/tantana yapmak, 8.sikmek, sikişmek, 9.tam çok doğru, aynen öyle

banger

1.sosis, 2.havai fişek, 3.külüstür otomobil, hurda araba

Bangladesh

Bangladeş

bangle

1.bilezik, halka, 2.halhal

bangs

perçem, kâkül, kırkma

banian

1. Hintli tüccar, 2. flanel ceket

banish

1.(from ile) sürgün etmek, sürmek, sürgüne yollamak, 2.düşünmemek, aklından çıkarmak

banisher

sürgüne gönderen kimse

banishment

sürgün

banister

tırabzan

banjo

banço

banjoist

banco çalan kimse

bank account

banka hesabı

bank balance

banka bilançosu

bank bill

banknot

bank check

banka çeki

bank credit slip

banka alacak dekontu

bank credit

banka kredisi

bank deposit

banka mevduatı

bank discount

banka ıskontosu

bank endorsement

banka cirosu

bang

bank extract

banka hesap ekstresi

bank guarantee

banka garantisi

bank holiday

resmi tatil

bank interest

banka faizi

bank loan

banka kredisi

bank note

kâğıt para

bank of issue

emisyon bankası

bank on

güvenmek, bel bağlamak

bank rate

banka faiz oranı

bank remittance

banka havalesi

bank statement

banka hesap durumu

bank up

1. yığmak, 2. yığılmak

bank

1.banka, 2.bankaya para yatırmak, 3.nehir/göl kıyısı, kenar, 4.tümsek, 5.yığın, küme, 6.kum yığını, 7.bayır, 8.(oyun) banko

bankable

1. bankaca geçerli, 2. kâr getiren, para getiren

bankbook

1. banka cüzdanı, 2. hesap cüzdanı

banker

1.bankacı, 2.çeşitli kumar oyunlarında kasa olan kişi, kasa

banker's draft check

banka çeki

banker's payment order

banka ödeme emri

banket

altınlı konglomera

banking law

bankalar yasası

banking secrecy

sırdaş bankacılık

banking transactions

bankacılık işlemleri

banking

bankacılık

banknote

banknot, kâğıt para

banknotes issued

emisyon

bankrupt

1.müflis, batkın, iflas etmiş, 2.iflas ettirmek

bankrupt's certificate

konkordato

bankrupt's creditor

müfliszede, müflisin alacaklısı

bankrupt's estate

müflisin malları

bankruptcy law

iflas kanunu

bankruptcy office

iflas dairesi

bankruptcy

batkı, iflas

banner class

birinci sınıf

banner headline

büyük puntolu manşet

banner

1.bayrak, 2.pankart

banns

kilisede resmen yapılan evlilik ilanı

banquet

ziyafet, şölen

banshee

ölüm perisi

bantam

ispenç, çakşırlı tavuk

bantamweight

horoz sıklet

banter

1.şakalaşmak, laklak etmek, dalga geçmek, 2.hafif konuşma, sohbet, laklak

banterer

şakacı

bantling

çocuk, yumurcak

banyan

banyan ağacı

banzai

Allah uzun ömürler versin

baobab

baobap ağacı

baptism

1.vaftiz, 2.vaftiz töreni

baptistery

(kilisede) vaftiz bölümü

baptize

1.vaftiz etmek, 2.vaftiz ederek isim vermek

bar chart

çubuk grafik, sütun grafiği

bar code

barkod

bar diagram

çubuk grafiği

bar girl

konsomatris

bar graph

çubuk grafik

bar line

ölçü çizgisi

bar magnet

çubuk mıknatıs

bar none

istisnasız

bar of soap

bar of soap

sabun kalıbı

bar screen

çubuklu elek

bar suspension

çubuk süspansiyon 1.demir ya da tahta parmaklık, 2.parmaklıklarla örtmek, kapatmak, 3.engel, bariyer, 4.hapsetmek, kapatmak ya da dışarıda bırakmak, 5. engellemek, kısıtlamak, 6.izin vermemek, yasaklamak, 7.sırık, çubuk, 8.kalıp, parça, 9.ince ışık demeti, 10.üniformalarda rütbe belirten metal çubuklar, 11.bar, 12.dışında, hariç

bar barb

zıpkın, olta, ok, vb. gibi çengelli uç

Barbados

Barbados, Batı Hint adalarından biri

barbarian

barbar, vahşi, uygarlaşmamış kimse

barbaric

1.barbar, vahşi, 2.zalim, acımasız

barbarically

barbarca

barbarise

1. barbarlaştırmak, 2. barbarlaşmak

barbarism

barbarlık

barbarity

acımasızlık, kıyıcılık, vahşilik, barbarlık

barbarous

1.uygarlaşmamış, görgüsüz, kaba, barbar, 2.acımasız, zalim, 3.(söz ve davranışta) saldırgan

barbarously

barbarca

barbarousness

barbarlık

barbate

kıllı, sakallı

barbecue

1.açık hava ızgarası, ızgara, 2.açık havada ızgarada yemek pişirmek, 3.açıkta ızgara yemeklerin yendiği toplantı

barbed wire

dikenli tel

barbed

1. dikenli, kancalı, 2. iğneli

barbel

karakeçi balığı

barbell

halter

barbelled

sakallı

barber

berber

barberry

amberbaris, sarıçalı

barbershop

1. berber dükkânı, 2. berber

barbet

kaniş

barbette

taret, top siperi

barbican

gözleme kulesi

barbiturate

barbiturate

barbitürat, yatıştırıcı

barbituric acid

barbitürik asit

barbituric

barbitürik

barbule

büyük tüy kenarındaki küçük tüy

barcarolle

Venedik gondolcularının şarkısı

bard

ozan, şair

bardic

şairane

bare cable

çıplak kablo

bare chance

zayıf olasılık

bare living

kıt kanaat geçinme

bare stock

çotuk

bare wasteland

kellik, çorak yer

bare wire

çıplak tel

bare

1.çıplak, 2.yalın, süssüz, 3.boş, tamtakır, 4.açmak, açığa çıkartmak, gözle görülür hale getirmek, soymak

bareback

1.ata eyersiz binen, çıplak ata binen, 2.eyersiz olarak, eyer olmadan

barefaced tenon

hampaylı zıvana, düz zıvana

barefaced

yüzsüz, utanmaz, arsız

barefoot

yalınayak

barefooted

yalınayak

barehanded

1. silahsız, 2. eldivensiz

bareheaded

başı açık

barelegged

1. çıplak bacaklı, 2. çorapsız

barely

ancak

baresark

zırhsız asker

barf

kusmak

barfly

bar kuşu

bargain basement

indirimli satış reyonu

bargain counter

indirimli eşya tezgâhı

bargain day

indirimli satış günü

bargain for

bargain for

hesaba katmak

bargain price

ucuz fiyat, indirimli fiyat

bargain

1.pazarlık, anlaşma, uyuşma, 2.pazarlık etmek, 3.kelepir, 4.ucuz şey, 5.(for ile) hesaba katmak

bargainer

pazarlık eden kimse

bargaining power

pazarlık gücü

barge board

saçak pervazı

barge in

hızla içeri dalmak

barge into

konuşmayı kesmek, bölmek

barge

1.mavna, salapurya, 2.çarpmak, toslamak, 3.(into ile) (konuşmayı) kesmek, bölmek, müdahale etmek, 4.(in ile) hızla içeri dalmak

bargee

mavnacı

bargeman

mavnacı

baric

baryumlu

barite

barit

baritone

bariton

barium carbonate

baryum karbonat

barium hydrate

baryum hidrat

barium oxide

baryum oksit

barium sulfate

baryum sülfat

barium

baryum

bark beetle

kabuk böceği

bark pit

tabakahanede kabuk çukuru

bark tree

kınakına ağacı

bark up the wrong tree yanlış kapı çalmak bark

1.(at ile) havlamak, 2.(out ile) bağırarak söylemek, 3.havlama, 4.ağaç kabuğu

barkeeper

barmen

barker

1. bağıran kimse, 2. çığırtkan

barkhan

barkan

barky

1. kabuklu, 2. kabuksu

barley meal

arpa unu

barley sugar

barley sugar

arpa şekeri

barley

arpa

barleycorn

arpa (tanesi)

barm

bira mayası

barmaid

bayan barmen

barman

barmen

barmy

aptal, üşütük, çatlak, kaçık, manyak

barn owl

peçeli baykuş

barn

1.ambar, 2.ağıl, ahır, 3.büyük ve sevimsiz bina

barnacle

1.(kayalara, gemi diplerine yapışan) bir tür midye, 2.yapışkan kişi

barnstorm

taşrada temsil vermek

barnstormer

taşrada temsil veren oyuncu

barnyard

çiftlik avlusu

barogram

barogram

barograph

barograf, yükseltiyazar

barometer scale

barometre taksimatı

barometer

barometre, basınçölçer

barometric pressure

barometrik basınç, atmosfer basıncı

barometric

barometrik

barometry

barometri, basınçölçüm

baron

1.baron, 2.çok etkili ve önemli işadamı

baronage

baronluk

baroness

1.barones, 2.soylu kadın

baronet

baronet

baronetage

baronetlik

baronetcy

baronet payesi

baronial

barona ait

barony

baronluk

baroque

barok

baroscope

baroscope

baroskop

barostat

barostat

barouche

fayton

barque

kabuk

barrack

bağırarak sözünü kesmek

barracks

kışla

barrage

1.baraj, bend, su bendi, 2.yaylım ateşi, 3.(soru, vb.) yağmur

barrator

baratarya suçunu işleyen kimse

barratry

baratarya

barred

1. parmaklıklı, 2. çizgili, yollu, 3. yasaklanmış, çubuklu

barrel organ

latarna

barrel vault

beşik tonoz

barrel

barrenness

1.fıçı, varil, 2.büyük miktar, fıçı dolusu, 3.namlu 1.(dişi hayvan) kısır, 2.(bitki) meyve vermeyen, ürün vermeyen, verimsiz, 3.(toprak) çorak, verimsiz, kıraç, 4.işe yaramaz, sonuç vermez, boş, yararsız 1. kısırlık, 2. çoraklık

barret

bere

barrette

saç tokası

barricade

1.barikat, engel, 2.barikat kurmak, barikatla kapatmak/engellemek

barricader

barikat yapan kimse

barrier

1.engel, 2.duvar, çit, korkuluk

barring

1.haricinde, dışında, hariç, 2.... olmazsa

barrister

avukat, dava vekili

barroom

meyhane, bar

barrow

bir ya da iki tekerlekli el arabası

barter for

takas etmek

barter

1.takas, değiş tokuş, 2.(for, with ile) takas etmek, değiş tokuş etmek

barycenter

kütle merkezi, kütle özeği

barycentric

barisentrik

baryon

baryon

barren

barysphere

barisfer

baryta

baryum monoksit

baryte

barit

bas-relief

yarım kabartma, alçak kabartma

basal cell

bazal hücre

basal metabolic rate

bazal metabolik oran

basal metabolism

bazal metabolizma

basal

taban, temel, esasa ait

basalt

bazalt

bascule

1. baskül, 2. kapak

base line

kenar izgisi, saha kenarı

base metals

adi metaller

base of a column

sütun tabanı

base of operations

hareket üssü

base of opertions

hareket üssü

base on

üzerine kurmak, dayandırmak

base price

baseball

temel fiyat 1.temel, alt kısım, bir şeyin üzerinde durduğu kısım, taban, 2.başlangıç noktası, baş, esas, 3.üs, 4.merkez, merkez şube, 5.doğru, düzlem, 6.öz, içerik, esas, 7.baz, 8.aşağılık, adi, alçak, alçakça, 9.(on/upon ile) ... üzerine kurmak, -e dayandırmak 1.beysbol, 2.beysbol topu

baseboard

sıvadibi, süpürgelik

baseborn

1. piç, 2. alçak, zalim

based on a contract

sözleşmeli

based

1. dayandırılmış, dayalı, 2. bulunan

baseless

asılsız, temelsiz

baselessness

asılsızlık, temelsizlik

baseman

beysbolda meydancı

basement

bodrum katı, bodrum

baseness

1. alçaklık, 2. köpeklik

base

bash

1.şiddetle vurmak, 2.yumruk

bashaw

paşa

bashful

çekingen, utangaç, sıkılgan

bashfully

utangaçlıkla

bashfulness

utangaçlık

bashi-bazouk

başıbozuk

basic education

temel eğitim

basic formula

esas formül, temel formül

basic industry

ana sanayi, temel sanayi

basic instruction

temel komut

basic language

temel dil

basic load

ana yük

basic materials

hammadde, çıkış maddeleri

basic needs

temel gereksinimler

basic oxide

bazik oksit

basic price

temel fiyat

basic salt

bazik tuz

basic sciences

temel bilimler

basic size

esas boy

basic slag

bazik cüruf

basic steel

baz çeliği

basic

temel, ana, esas

basically

temel olarak, esasında

basics

bir şeyin en basit ama en önemli kısımları

basil

1. fesleğen, 2. reyhan

basilica

bazilika

basin

1.leğen, 2.geniş kase, kap, çanak, tas, 3.havuz, 4.lavabo, yalak, 5.havza

basinet

çelik miğfer

basis

temel, esas

bask

bask

1.tadını çıkarmak, hoşlanmak, mutlu olmak, 2.güneşlenmek

basket centrifuge

sepet santrifüj

basket coil

sepet bobin

basket fern

eğreltiotu

basket woman

seyyar satıcı kadın

basket

1.sepet, sele, 2.(basketbol) file, 3.(basketbol) basket, sayı

basketball

basketbol

basketry

sepetçilik

basketwork

sepet örgüsü

bass clef

fa anahtarı

bass control

bas ayarı, kalınlık ayarı

bass drum

bas davul

bass viol

kontrbas

bass voice

bas, basso

bass

1.levrek, 2.bas, 3.basgitar

bassinet

sepet, beşik

basso

basso, bas

bassoon

fagot

basswood

ıhlamur ağacı

bast silk

ham ipek

bast

sak kabuğu

bastard cut file

saman eğesi

bastard

1.piç, 2.alçak, puşt, it, 3.adam, herif, 4.hıyar, 5.çizgi dışı, yasa dışı, alışılmamış, kurallara aykırı

bastardize

1.kötüleştirmek, çarpıtmak, saptırmak, bozmak, yozlaştırmak, 2.piç etmek

bastards

esmer şeker

bastardy

piçlik

baste

1.teğellemek, 2.(pişen etin üzerine) erimiş yağ dökmek

bastinado

falaka

basting thread

teyel ipliği

basting

basting

teyelleme

bastion

1. kale burç, 2. tabya

bat

1.kriket/beysbol sopası, 2.pinpon raketi, 3.kalın sağlam sopa, değnek, 4.vurma, vuruş, darbe, 5.sopa ile vurmak, 6.yarasa

batch total

yığın toplam

batch

dizi, grup, küme

batching

1. yığınlama, 2. kumaş sarma

bate

azaltmak, indirmek

bath salt

banyo tuzu

bath towel

hamam havlusu, banyo havlusu

bath vat

bathe

banyo teknesi 1.küvet, 2.banyo yapma, banyo, yıkanma, 3.banyo yapmak, yıkanmak, 4.banyo yaptırmak, yıkamak, 5.banyo suyu, 6.banyo odası, banyo, 7.ilaçlı su, banyo, 8.ç. hamam, kaplıca, havuz 1.yüzmek, 2.yüzme, 3.suya/ilaca sokmak, yıkamak, 4.yıkanmak

bathhouse

1. hamam, 2. plaj, kabin binası

bathing beach

plaj

bathing suit

kadın mayosu

bathing trunks

erkek mayosu

bathing

1.yıkanma, yüzme

batholith

batolit, dipsiz kayaç

bathometer

batometre

bathos

çok yüksek düşünce, biçim, vb. nin birdenbire kötüleşmesi

bathrobe

bornoz

bathroom

1.banyo, 2.tuvalet

baths

hamam

bathtub

banyo küveti, banyo teknesi

bathyal

batiyal

bathyscapha

batiskaf

bathyscaphe

batiskaf

bathysphere

batisfer

batik

batik

bath

batiste

batist

batman

emireri

baton

1.baton, 2.cop, 3.sopa

batrachian

kurbağa

bats

deli, çılgın, kaçık, üşütük

batsman

(kriket) vurucu

battalion

tabur

batten door

çakma kapı

batten

uzun tahta, tiriz

batter

1.süt, yağ ve un karışımı hamur, pasta hamuru, 2.bam güm vurmak, yumruklamak, 3.hasara uğramak, 4.paçavraya çevirmek, yıpratmak

battering-ram

şahmerdan

battery box

akümülatör kabı, akümülatör kutusu

battery case

akümülatör kabı, akümülatör kutusu

battery charger lamp

redresör lambası

battery charger

akü şarj aygıtı

battery clip

akü maşası

battery operated

pilli

battery pole

akü kutbu

battery switch

batarya anahtarı

battery tester

akü kontrol aygıtı

battery tray

akü tablosu

battery

1.batarya, 2.batarya, akü, pil, 3.takım, seri, dizi, 4.müessir fiil, dövme

batting

1. tabaka halinde pamuk, 2. sopayla vurma

battle cry

savaş narası

battle fatigue

savaşın bıraktığı ruhsal çöküntü

battle

1.savaş, muharebe, 2.çarpışma, vuruşma, 3.savaşım, mücadele, 4.savaşmak, çarpışmak, 5.mücadele etmek

battlecry

savaş narası

battledore

çamaşır tokmağı

battlefield

savaş alanı

battlements

mazgallı siperler

battleroyal

büyük dövüş, büyük kavga

battleship

savaş gemisi

battue

sürgün avı, sürek avı

batty

deli, üşütük, kaçık, çatlak

bauble

1.ucuz mücevher, incik boncuk, 2.gösterişli/değersiz şey, geçici şey

baud

baud

baulk

balk

bauxite

boksit, alüminyumtaşı

bawd

eski genelev patroniçesi

bawdily

açık saçık bir şekilde

bawdiness

açık saçık oluş

bawdry

müstehcen söz

bawdy

1.seksle ilgi, açık saçık, 2.terbiyesiz

bawdyhouse

genelev

bawl out

azarlamak, haşlamak, paylamak

bawl

bas bas bağırmak, kışkırmak

bay horse

doru at

bay leaf

defne yaprağı

bay tree

defne ağacı

bay window

cumba

bay

1.defne, 2.körfez, koy, 3.bölme, bölüm, kısım, 4.çıkma, cumba, 5.havlama, uluma, 6.(at) doru 7.havlamak, ulumak

bayonet socket

süngülü duy

bayonet

1.süngü, 2.süngülemek

bazaar

1.çarşı, 2.yardım amacıyla düzenlenen satışlar

bazooka

bazuka, roketatar

BC

milattan önce

bdellium

bir çeşit kokulu reçine

be a bad whip

kötü araba kullanmak

be a dead loss

be a dead loss

bir boka yaramamak

be a disincentive

yıldırmak, cesaretini kırmak

be a good whip

iyi araba kullanmak

be a nobody

bir hiç olmak

be a nullity

bir hiç olmak

be a shot in the arm

ilaç gibi gelmek

be a whale at

ustası olmak

be able to take a joke

şaka kaldırabilmek

be able to

-ebilmek, -abilmek

be about to

-mek üzere olmak

be accustomed to doing yapmaya alışık olmak be acquainted

1. haberi olmak, bilmek, 2. tanışmak

be acquitted

beraat etmek, temize çıkmak

be addicted

alışmak, bağımlı olmak, tiryakisi olmak

be afflicted with

-den mustarip olmak

be afraid of one's own shadow

kendi gölgesinden korkmak

be afraid of

-den korkmak

be alienated

yabancılaşmak

be all ears

kulak kesilmek

be all in a dither

tir tir titremek, çok heyecanlanmak

be all skin and bones

bir deri bir kemik olmak

be all smiles

sekiz köşe olmak

be amazed

şaşırmak, hayrete düşmek

be angry about

-e sinir olmak

be angry with sb

birine gücenmiş olmak

be annoyed with

birine kızgın olmak

be anxious about

merak etmek

be anxious to

çok istemek

be as busy as a beaver

be as busy as a beaver

başını kaşıyacak vakti olmamak

be as busy as a bee

başını kaşıyacak vakti olmamak

be as good as one's word

sözünü tutmak

be as thick as thieves

çok sıkı dost olmak

be ashamed

utanmak, mahcup olmak

be asphyxiated

boğulmak, oksijensiz kalmak

be associated with

ile ilişkisi olmak

be astonished

hayret etmek, çok şaşırmak

be at daggers drawn with

kanlı bıçaklı olmak

be at it hammer and tongs

fena kapışmak, dövüşmek

be at loggerheads

saç saça baş başa olmak

be at odds with

araları açılmak

be at sixes and sevens

hallaç pamuğuna dönmüş olmak

be at variance

uyuşamamak, uyuşmazlık içinde olmak

be attached to

-e düşkün olmak

be awarded a bid

ihale kazanmak

be away

bulunmamak

be bad at sth

bir şeyi pek iyi bilmemek, anlamamak

be bad of sth

bir işi pek iyi bilmemek, anlamamak

be based on

-e dayanmak

be below standard

standarda uymamak

be bent on

yapmaya kararlı olmak

be biased

yanlı olmak

be bored stiff

can sıkıntısından patlamak

be bored

canı sıkılmak

be born

doğmak

be bound hand and foot eli kolu bağlı olmak

be bushed

hoşaf gibi olmak

be caught in a cleft stick açmaza düşmek be caught in a quagmire

çıkmazda olmak

be caught in the middle iki ateş arasında kalmak be caught redhanded

suçüstü yakalanmak

be coining money

para kazanmak, para kırmak

be composed of

-den meydana gelmek

be contradictory

ters düşmek

be convenient

yakışık almak

be cut out for

biçilmiş kaftan olmak

be delivered of

doğurmak

be determined to do

yapmaya kararlı olmak

be determined

kafasına koymak

be disappointed

düş kırıklığına uğramak, üzülmek

be discharged from hospital

hastaneden taburcu olmak

be discharged

tezkere almak

be dismissed

görevden çıkarılmak

be down at the heels

üstü başı dökülmek

be due

vadesi gelmek

be dying for

çok istemek

be dying to

can atmak, çok istemek

be eaten up with

kendini yiyip bitirmek

be engaged in woolgathering

başında kavak yelleri esmek

be enough to make a saint swear

dinden imandan çıkarmak

be entitled to

-e hakkı olmak

be expecting

bebek beklemek

be fed up with

bıkmak, usanmak

be fond of

düşkün olmak, hoşlanmak

be for the benefit of

-in yararına olmak

be found wanting

yetersiz bulunmak

be from

-den gelmek, -li olmak

be going to

-ecek, -acak

be good at

(bir şeyi) iyi yapmak, iyi olmak

be gratified

memnun olmak

be green with envy

aşırı derecede kıskanmak

be had

kazıklanmak, aldatılmak

be hard hit by

yüzünden zarar etmek, zarara uğramak

be hard on sb's heels

birinin peşini bırakmamak

be hard up

eli darda olmak

be hell on

zararlı olmak

be hoist with

kendi kazdığı kuyuya düşmek

be hot under the collar barut kesilmek be hung up on

saplantısı olmak, takılıp kalmak

be in a hurry

acelesi olmak, aşıkmak

be in a position to

-cek durumda olmak

be in a quandary

ikilem içinde olmak

be in a temper

ters davranmak, huysuz olmak

be in a tight corner

köşeye sıkışmak

be in arrears

borcu vaktinde ödeyememek

be in custody

gözaltında bulunmak

be in deep water

ayvayı yemek, başı belada olmak

be in Dutch with sb

biriyle başı belada olmak

be in good shape

mali durumu iyi olmak

be in love with

aşık olmak, sevmek

be in luck

şanslı olmak

be in office

be in office

iktidar partisi olmak

be in power

iktidar partisi olmak

be in queer street

borca batmak

be in sackcloth and ashes

karalar bağlamak

be in sb's bad books

birinin gözünden düşmek

be in sb's debt

bir kimseye borçlu olmak

be in seventh heaven

havalara uçmak

be in stitches

gülmekten kırılmak

be in the chair

başkanlık etmek

be in the habit of

alışkanlığında olmak

be in the offing

eli kulağında olmak, -mek üzere olmak

be in the red

hesabında olandan fazla çekmek

be in the soup

ayvayı yemek

be in trouble

başı dertte olmak

be in vogue

moda olmak

be interested in

ile ilgilenmek

be lacking in sth

eksik olmak, yoksun olmak

be laid off

geçici olarak işten çıkarılmak

be lavish of

çok müsrif olmak

be left on the shelf

evde kalmak

be like a cat on hot bricks

burnundan solumak

be like a cat on tin roof burnundan solumak be located

bulunmak

be made of money

para babası olmak

be made redundant

işinden çıkarılmak

be making a bomb

büyük kâr sağlamak

be meant for

için olmak, -e ait olmak

be meant to

-mek zorunda olmak

be more royalist than the king

kraldan çok kralcı olmak

be my guest

tabii, elbette

be no skin off sb's nose birinin umurunda olmamak be oblivious of sth

-den bihaber olmak

be of age

reşit olmak

be off one's oats

kendini iyi hissetmemek

be off the hook

sıkıntıdan kurtulmak, belayı atlatmak

be on a diet

rejim yapmak

be on a go slow

işi yavaşlatmak

be on a good wicket

iyi durumda olmak

be on cloud nine

ağzı kulaklarına varmak

be on days

gündüz vardiyasında çalışmak

be on display

sergilenmek

be on edge

sinirli olmak

be on guard

nöbet tutmak

be on nights

gece vardiyasında çalışmak

be on one's toes

tetikte olmak

be on one's way to

gitmekte olmak

be on piecework

parça başı ücret almak

be on pins and needles diken üstünde oturmak be on strike

grevde olmak

be on tenterhooks

dokuz doğurmak, diken üstünde oturmak

be on the ball

uyanık olmak

be on the board

yönetim kurulunda olmak

be on the carpet

zılgıt yemek

be on the day shift

gündüz vardiyasında çalışmak

be on the decline

1. azalmak, 2. zayıflamak, güçten düşmek

be on the dole

işsizlik tazminatı almak

be on the double time

fazla mesai yaparak çift maaş almak

be on the grass

esrar çekmek

be on the market

satışa çıkarılmak

be on the night shift

gece vardiyasında çalışmak

be on the phone

1. telefonu olmak, 2. hatta olmak

be on the pill

doğum kontrol hapı almak

be on the point of

-mek üzere olmak

be on the qui vive

kulağı kirişte olmak

be on the receiving end -maruz kalmak, çekmek be on the stage

tiyatro oyuncusu olmak

be on the telex

teleksi olmak

be on the threshold

eşiğinde olmak

be on the up and up

kendini toparlamak

be on the war path

babaları üstünde olmak

be on top of the world

dünyalar onun olmak

be oneself

kendinde olmak

be orphaned

öksüz kalmak

be out at elbows

üstü başı dökülmek

be out of luck

şanssız olmak

be out of one's depth

boyunu aşan suda yüzmek

be out of print

baskısı tükenmiş olmak

be out of shape

formda olmamak

be out of sorts

bozuk çalmak

be out of work

işsiz olmak

be out on bail

kefaletle kurtulmak

be owing

borçlu olmak

be patience of

sabır göstermek

be perplexed

şaşırmak, kafası karışmak

be pertinent to

ile ilgili olmak

be pooped out

be pooped out

turşusu çıkmak, bitap düşmek

be possessed of

-e sahip olmak

be proud of

ile gurur duymak

be putty in sb's hands

-in elinde oyuncak olmak

be responsible for

sorumlusu olmak

be riled

kızmak, sinirlenmek, uyuz olmak

be rolling in money

para içinde yüzmek

be second to none

kimseden aşağı kalmamak

be short of

yetersiz olmak, yetmemek

be sick for

çok özlemek

be sick of

den bıkmış olmak

be sick

kusmak

be sorry for

üzgün olmak, üzülmek

be sorry

üzgün olmak, üzülmek

be strong for

çok desteklemek

be struck all of a heap

küçük dilini yutmak

be subject to

bağlı olmak

be supportive

destek vermek

be supposed to

-meli, -malı, -mesi gerek

be taken aback

şaşakalmak, afallamak

be tantamount to

ile eşit olmak

be tardy

geç kalmak

be terrified of

-den çok korkmak

be through

bitirmek

be tied hand and foot

eli kolu bağlı olmak

be tired of

-den bıkmak

be under a cloud

şüphe altında olmak

be under arrest

tutuklu olmak

be under guard

koruma altında olmak

be under sedation

be under sedation

ilaçla yatışmak

be up to one's eyes in work

başını kaşıyacak vakti olmamak

be up to standard

standarda uymak

be up to the eyes in debt uçan kuşa borçlu olmak be upon doing

yapmaya kararlı olmak

be used to

alışık olmak

be wary

sakınmak

be wet behind the ears ağzı süt kokmak be within arms reach

yakın olmak, elinin altında olmak

be wont to do

yapmayı huy edinmek

be worn to a shadow

kan ter içinde kalmak

be worthy of

değmek, layık olmak

be wrapped up in

kendini kaptırmak

be

1. var olmak, bulunmak, 2. -dir, -dır, 3. -di, -dı

be-

(önek) hakkında

beach buggy

plaj arabası

beach wear

plaj kıyafeti

beach

1.kıyı, sahil, kıyı şeridi, 2.plaj, çimerlik, 3.kıyıya sürmek

beachcomber

sahile yakın yerde yaşayan ve sahilde bulduklarını satarak geçinen kimse

beachhead

köprübaşı, çıkarma yapılan sahil

beacon

1.işaret ateşi, 2.deniz feneri, 3.havaalanlarındaki işaret ışıkları, 4.yol gösterici

bead seat

tırnak yuvası

bead tree

tespihağacı

bead

1.tespih tanesi, boncuk, 2.damla, 3.ç. tespih, kolye

beaded

boncuklu

beading

köşesini kıvırma

beadle

mübaşir

beadroll

liste, katalog

beads

beads

1. tespih, kolye, 2. tespih, kolye

beadsman

dua okuyucu

beady liquor

köpüklü içki

beady

(göz) yuvarlak ve parlak, boncuk gibi

beady-eyed

boncuk gibi gözler

beagle

tazı

beak

gaga, dimdik

beaked

gagalı

beaker

1.büyük bardak, 2.deney şişesi

beakless

gagasız

beaklike

gagamsı

beam antenna

huzme anten

beam transmitter

beaming

ışın yayıcısı 1.ışık, ışın, ışık demeti, 2.tek yönde yollanan radyo dalgaları, sinyal, dalga, 3.sevimli ve içten bakış, gülüş, 4.kiriş, direk, kalas, 5.ışıldamak, parlamak, parıldamak, 6.gülümsemek, 7.(radyo/televizyon) dalgaları göndermek, iletmek parlak, sevinçle parlayan (yüz)

beamish

sevinç gösteren

beamy

ışık saçan

bean broad

bakla

bean curd

yumuşak soya peyniri

bean horse

bakla

bean pod

fasulyenin tohum zarfı

bean

1.fasulye, 2.(bakla, bezelye, kahve, vb.) tane, çekirdek, 3.beyin, kafa, 4.metelik

beanpole

fasulye sırığı

bear a grudge

kin beslemek

bear down

1. yenmek, 2. çaba harcamak

bear garden

hayvanat bahçesi

bear hug

çok sıkı kucaklama (ayı gibi)

bear in mind

1. akılda tutmak, 2. aklında tutmak

bear malice

kin beslemek

beam

bear market

fiyatların düştüğü piyasa

bear on

ile ilgili olmak

bear one's cross

bağrına taş basmak

bear out

desteklemek, doğrulamak

bear the market

fiyatları düşürmek

bear up

1. dayanmak, 2. neşelen(dir)mek, 3. desteklemek

bear with

sabır göstermek, katlanmak

bear witness to

bearable

delil olmak, kanıtlamak, göstermek 1.ayı, 2.spekülatör, vurguncu, 3.taşımak, götürmek, 4.taşımak, kaldırmak, çekmek, 5.aklında olmak, 6.uygun olmak, yakışık almak, uymak, 7.doğurmak, 8.ürün vermek, 9.dayanmak, çekmek, katlanmak, kaldırmak, 10.sahip olmak, taşımak, bulundurmak katlanılır, çekilir, dayanılır

bearably

dayanılabilir şekilde

bearberry

ayı üzümü

beard

sakal

bearded

sakallı

beardless

sakalsız

bearer bond

hamiline tahvil

bearer cheque

hamiline yazılı çek

bearer share

hamiline hisse senedi

bearer stock

hamiline hisse senedi

bearer

1.taşıyan, hâmil, 2.tabut taşıyan kişi, 3.meyve veren ağaç, bitki

bearing compass

kerteriz pusulası

bearing end

yatak ucu

bearing felt

yatak keçesi

bearing metal

yatak metali

bearing pin

yatak pimi

bearing

1.bedenin duruşu, duruş, duruş biçimi, 2.ilgi, ilişki, ilinti, 3.taşıma, dayanma, katlanma, 4.doğurma, doğum, 5.meyve verme, ürün verme

bearish operation

borsa spekülasyonu

bearish

1. ayıya benzer, 2. ayı gibi, hödük

bear

bearskin

ayı postu

beast of burden

yük hayvanı

beast of prey

yırtıcı hayvan

beast

1.(dört ayaklı) hayvan, 2.kaba kimse, hayvan

beastly

1.sevilmeyen, istenilmeyen, beğenilmeyen, 2.kötü, berbat, rezil

beat a retreat

1. geri çekilmek, 2. ricat etmek

beat about the bush

lafı ağzında gevelemek, bin dereden su getirmek

beat about

1. endişeyle aramak, 2. rota değiştirmek

beat all hollow

tamamen yenmek

beat down

1. indirmek, azaltmak, 2. fiyatı indirmeye ikna etmek

beat generation

asi gençlik

beat into

kafasına sokmak, öğretmek

beat it

siktir git!, defol!

beat off

1. defetmek, püskürtmek, 2. bertaraf etmek

beat one's breast

dizini dövmek

beat ones brain

kafa patlatmak

beat out

(ateş) vurarak söndürmek

beat sb black-and-blue eşek sudan gelinceye kadar dövmek beat the air

1. havanda su dövmek, 2. boşuna uğraşmak

beat the bushes

aramak

beat the living daylights pöstekisini sermek out of beat the rap

cezadan kurtulmak, yırtmak

beat time

tempo tutmak

beat to a pulp

öldüresiye dövmek

beat up recruits

acemi asker toplamak

beat up

döverek yaralamak, pataklamak 1.dövmek, 2.vurmak, dövmek, 3.çırpmak, çalkalamak, 4.(kalp, nabız) atmak, 5.yenmek, 6.vurma, vuruş, 7.yürek atışı, 8.ritm, tempo, 9.devriye bölgesi, 10.çok yorgun, leşi çıkmış, 11.hippi dövme altın, varak altın

beat beaten gold

beaten

1.(metal) vurularak biçimlendirilmiş, dövme, 2.(yol) ayak izleriyle belirginleşmiş, 3.yenik, mağlup

beater

mikser, çırpıcı

beatify

mutlu etmek

beating

1. dövme, 2. dayak, kötek, 3. yenilgi

beatitude

mutlak saadet, salt mutluluk

beatnik

hippi

beau

1. âşık, sevgili, 2. kavalye, 3. züppe erkek

beauteous

güzel, dilber

beautician

güzellik uzmanı

beautiful

1.güzel, 2.çok iyi, harika

beautifully

güzel bir şekilde

beautify

güzelleştirmek

beauty contest

güzellik yarışması

beauty parlour

güzellik salonu

beauty queen

güzellik kraliçesi

beauty shop

güzellik salonu

beauty sleep

güzellik uykusu

beauty spot

güzelliğiyle bilinen yer

beauty

1.güzellik, 2.güzel şey/kişi, 3.çok iyi kişi/şey

beaux-arts

güzel sanatlar

beaver

1. kunduz, 2. kunduz kürkü, kastor

beavertail

kunduz kuyruğu

bebop

bir tür caz müziği

becalm

yatıştırmak, teskin etmek

becalmed

(yelkenli tekne) rüzgârsızlıktan yol alamayan

because of

yüzünden, dolayı

because

çünkü, -dığı için

bechamel

beşamel

bechance

vaki olmak, başa gelmek

beck

1. dere, çay, 2. birisini işaretle çağırmak, işaret etmek

becket

1. sancak bağı, iskota bağı, 2. makara bülbülü

beckon

parmak işaretiyle çağırmak, el etmek

becloud

bulutlandırmak

become a byword

dillere destan olmak

become acclimatized

iklime alışmak, ortama alışmak

become desiccated

kurumak

become due

vadesi gelmek

become dynamic

dinamikleşmek

become loose

1. gevşemek, 2. sallanmak, 3. çözülmek

become of

1. olmak, 2. başına gelmek

become red in the face yüzü kızarmak become

1.olmak, 2.uymak, gitmek, yakışmak, 3.(of ile) -e olmak, başına gelmek

becoming

1.uygun, üzerine yakışan, 2.yakışık alır, yerinde, doğru

becomingly

uygun bir şekilde

bed and board

1. kalacak yer ve yiyecek, 2. tam pansiyon

bed and breakfast

yatak ve kahvaltı

bed linen

çarşaf ve yastık kılıfı

bed plate

altlık, taban levhası

bed sheet

bed-sitter

yatak çarşafı 1.yatak, karyola, 2.(ırmak, vb.) yatak, 3.tarh, 4.çiçeklik, 5.taban, temel, 6.yerleştirmek, oturtmak, 7.üzerinde yetiştirmek, üzerinde ekim yapmak bekâr odası

bedaub

bulaştırmak, kirletmek

bedazzle

gözünü kamaştırmak

bedbug

tahtakurusu

bedclothes

yatak takımı

bedded

tabakalı, katmanlı

bedding

1.yatak, 2.yatak takımı

bedeck

(with ile) süslemek

bed

bedevil

1.bozmak, 2.şaşırtmak, kafasını karıştırmak

bedlam broke loose

kızılca kıyamet koptu

bedlam

gürültülü patırtılı yer, çıfıt çarşısı

bedpan

oturak, lazımlık

bedraggled

üstü başı darmadağınık, pejmürde, dağınık

bedridden

yatalak

bedrock

yerli kayaç, ana kaya

bedroll

dürülü yatak

bedroom

yatak odası

bedside

yatak başucu

bedsitter

bekâr odası

bedsore

yatak yarası

bedspread

süslü yatak örtüsü

bedstead

karyola

bedtime

yatma zamanı

bee balm

bir çeşit nane

bee eater

arı kuşu

bee hive

arı kovanı

bee veil

arı maskesi

bee

arı

beech

kayın ağacı

beef about

dırdır etmek

beef tea

sığır eti suyu

beef up

kuvvetlendirmek

beef

1.sığır eti, 2.dırdır, şikayet, 3.(about ile) dırdır etmek

beefsteak

biftek

beefy

güçlü, kuvvetli, iri yarı

beehive

arı kovanı

beekeeper

1. arıcı, 2. arı yetiştiricisi

beekeeping

arıcılık

beeline

1. kestirme yol, 2. düz çizgi, düz hat

been through the mill

yorgun argın

been

be

beer barrel

bira fıçısı

beer

bira

beery

1. bira gibi, 2. biradan sarhoş

beestings

ağız, ağız sütü

beeswax

bulmumu

beet field

pancar tarlası

beet fly

pancar sineği

beet greens

pancar yaprağı

beet grower

pancar üreticisi

beet hoe

pancar çapası

beet knife

pancar bıçağı

beet leaf

pancar yaprağı

beet seed

pancar tohumu

beet sugar

pancar şekeri

beet

pancar, şeker pancarı

beetle

1.kanatlılardan herhangi bir böcek, 2.iri kara böcek

beetle-browed

1. sarkık kaşlı, 2. çatık kaşlı

beetroot

pancar

befall

(kötü bir şey) olmak, başına gelmek

befit

uygun olmak, münasip olmak

befitting

uygun

befog

1. sisle kapamak, 2. şaşırtmak

befool

aldatmak, kandırmak

before Christ

milattan önce

before long

çok geçmeden

before the wind

before the wind

rüzgâr yönünde

before

1.önce, daha önce, önceden, 2.önünde, 3.-den önce, 4.-meden önce

before-cited

yukarıda anılan

before-mentioned

yukarıda sözü edilen

beforehand

önceden

beforetime

eskiden

befoul

kirletmek, pisletmek

befriend

arkadaşça davranmak, dostça davranmak, yardım etmek

befuddle

sarhoş etmek, sersemletmek

beg off

mazeret beyan etmek

beg pardon

Efendim, Ne dedin

beg

1.dilenmek, 2.dilemek, istemek, rica etmek, 3.yalvarmak

beget

1. babası olmak, vücuda getirmek, 2. neden olmak

begetter

baba, vücuda getiren kimse

beggar

1.dilenci, 2.ahbap, herif, tip, 3.yoksullaştırmak, fakirleştirmek, süründürmek

beggardom

dilencilik

beggarly

çok az/yetersiz

Beggars can't be choosers

Dilenciye hıyar vermişler eğridir diye beğenmemiş

beggary

aşırı yoksulluk

begin

1.başlamak, 2.başlatmak

beginner

yeni başlayan, acemi

beginning

1.başlangıç, başlangıç noktası, 2.köken

begird

kuşatmak

begone

defol!, yaylan!

begonia

begonya

begrime

kirletmek, pisletmek

begrudge

istemeyerek vermek, çok görmek, içine oturmak

begrudgingly

kıskanarak

beguile

beguile

(into ile), aldatmak, kandırmak, büyülemek, çekmek, cezbetmek

beguilement

aldatma, kandırma

behalf

1.taraf, leh

behave oneself

1. terbiyesini takınmak, 2. doğru durmak, uslu durmak

behave

1.davranmak, hareket etmek, 2.nazik davranmak

behaviour pattern

davranış kalıbı

behaviour

davranış, hareket, tavır

behaviourism

davranışçılık

behead

başını kesmek, kafasını uçurmak

behemoth

behemot

behest

emir, buyruk

behind closed doors

kapalı kapılar arkasında

behind ones back

birisinin arkasından, gıyabında

behind the scene

perde arkasından, gizlice

behind the scenes

perde arkasından, gizlice

behind the times

demode, modası geçmiş

behind

1.arkaya, arkada, 2.arkada, 3.geride, geç, 4.arkasında, gerisinde, ardında, 5.arkasında, desteğinde, yanında, 6.kıç

behindhand

geç, gecikmiş, geç kalmış, arkada

behold

farkına varmak, görmek

beholder

seyirci

behoof

1. fayda, yarar, 2. menfaat, çıkar

behove

1. yakışık almak, 2. gerekmek, icap etmek

beige

bej

being

1.varlık, yaşam, mevcudiyet, oluş, 2.varlık, yaratık, mahluk

bejewel

mücevherle donatmak

bel

bel

bel-esprit

şakacı kimse

belated

gecikmiş

belatedly

gecikerek, gecikmeyle

belay

belay

suga etmek, volta etmek, sarıp bağlamak

belch

1.geğirmek, 2.püskürtmek

beldame

kocakarı

beleaguer

etrafını çevirmek, kuşatmak

belfry

çan kulesi

Belgian

1. Belçika'ya özgü, 2. Belçikalı

Belgium

Belçika

belie

1.yanıltmak, 2.gizlemek, maskelemek

belief

1.güven, inanç, itimat, 2.inanç, iman

believable

inanılır

believe in

-e inanmak

Believe me!

Sözüme inan!

believe

1.inanmak, güvenmek, 2.sanmak, zannetmek, varsaymak

believer

1. inanan, iman eden kimse, 2. mümin

belittle

küçümsemek, küçük görmek

bell curve

çan eğrisi

bell dome

çan kulesi

bell jar

cam fanus

bell metal

çan yapımında kullanılan bir metal

bell tower

çan kulesi

bell

çan, zil

bell-bottoms

ispanyol paça pantolon

bell-boy

otel garsonu

bell-shaped

çan biçimli

belladonna

güzelavratotu

bellbottoms

ispanyol paça pantolon

bellboy

otel uşağı

belle

çekici ve gözde kadın, dilber

belles-lettres

edebiyat

bellflower

bellflower

çançiçeği

bellicose

kavgacı, huysuz, aksi

belligerence

1. tartışmacılık, 2. savaşçılık, 3. kavgacılık

belligerency

1. dövüşkenlik, 2. savaş durumu

belligerent

1.(ülke) savaşmakta, savaş halinde, 2.(insan) kavgacı, kavgaya hazır, kızgın, sinirli

bellman

çan çalan tellal

bellow

böğürmek

bellows

körük

bellwether

kösemen, boynunda çan asılı koç

belly button

göbek deliği

belly dance

göbek dansı

belly dancer

oryantal dansöz

belly laugh

gürültülü kahkahalarla gülme

belly

göbek

bellyache

1.karın ağrısı, 2.dırdır, şikâyet, 3.dırdır etmek

bellyband

karın kuşağı, kolan

bellybutton

göbek, göbek çukuru

bellyful

çok fazla, gereğinden fazla

belong to

ait olmak

belong

1.uygun olmak, yararlı olmak, 2.doğru yerde olmak, yerinde olmak

belongings

birinin kişisel eşyaları

beloved

sevgili, canım, aziz

below par

başa baştan aşağı, paritenin altında

below

1.aşağı, aşağıda, altta, 2.(toprak, deniz, vb.) altında, yer altında, 3.-in altında, 4.-den aşağı, -den düşük/az, 5.aşağıdaki, alttaki

belt buckle

toka

belt highway

çevre yolu

belt line

çevre yolu

belt up

çenesini kapatmak, kesmek 1.kemer, kuşak, 2.kayış, 3.bölge, yöre, kuşak, 4.kemerle/kuşakla bağlamak, 5.kemerle dövmek, 6.(elle) çok sert biçimde vurmak, çakmak, patlatmak, 7.çok hızlı gitmek, jet gibi gitmek, uçmak

belt

belted

kuşaklı

belting

kayış (tertibatı)

belvedere

belvedere

bemean

değerini düşürmek

bemire

kirletmek, çamura batırmak

bemoan

kederlenmek, üzülmek, sızlanmak

bemuse

aklını karıştırmak

bemused

aklı karışık, şaşkın, iyi düşünemeyen

ben

1. iç oda, 2. sorkun ağacı

bench clamp

işkence

bench lathe

küçük torna tezgâhı

bench mark

röper, denektaşı, kıstas, ölçüt

bench plane

tezgâh rendesi, büyük rende

bench work

tezgâh işi

bench

1.sıra, oturma sırası, bank, 2.yargıç kürsüsü, 3.yargıç, 4.yargıçlar kurulu, 5.tezgâh

benchmark

röper, referans işareti

bend sb's ear

birinin kulağını bükmek

bend to

aklı yatmak

bend towards

aklı yatmak

bend

1.eğmek, bükmek, 2.eğilmek, bükülmek, 3.yöneltmek, çevirmek, 4.eğme, bükme, 5.dönemeç, viraj

bender

âlem, cümbüş

bending claw

kıskaç

bending

eğme, bükme

bends

vurgun

beneath ones dignity

-e yakışmaz

beneath

1.altta, alta, 2.altında, altına, 3.(seviyesinin) altında, 4.(denetimi/etkisi) altında

benediction

kutsama, takdis

benefaction

1.iyilik, yardım, bağış, ihsan, 2.sadaka, yardım, hayır

benefactor

yardımsever, hayırsever, iyilikçi

benefactress

hayır sahibi kadın

benefice

maaşlı papazlık makamı

beneficence

1. iyilik, lütuf, ihsan, 2. hayır, cömertlik

beneficent

hayır sahibi, iyilikçi, hayırsever

beneficial association

hayır kurumu

beneficial

yararlı

beneficially

yararlı bir şekilde

beneficiary

1.(miras, kazanç, vb.) elde eden kimse, mirasçı, 2.kâr eden kimse

beneficient

muhsin

benefit by

-den yararlanmak

benefit from

-den yararlanmak

benefit

1.yarar, fayda, çıkar, kâr, kazanç, 2.avantaj, 3.işsizlik ve sağlık ödeneği, 4.yaramak, yararı olmak

benevolence

hayırseverlik, yardımseverlik

benevolent

iyilikçi, hayırsever, yardımsever

benevolently

yardımseverlikle

benighted

bilgisiz, cahil

benign

1.halim selim, iyi huylu, tatlı, sevecen, 2.(hastalık) tehlikesiz, bulaşıcı olmayan, 3.(ur) tehlikesiz, iyicil

benignant

merhametli, müşfik

benison

kutsama, takdis

bennet

karanfil kökü

bent on

-e kararlı

bent

1.namussuz, 2.rüşvetçi, yiyici, 3.çatlak, üşütük, 4.ibne, homo, 5.eğilim, yetenek

benthonic

bentonik, dip canlılarına ilişkin

benthos

bentos, dip canlıları

bentonite

bentonit

bentwood

bükülmüş ağaç

benumb

uyuşturmak

benzaldehyde

benzaldehit

benzanilide

benzanilit

benzedrine

benzedrine

amfetamin

benzene

benzen

benzidine

benzidin

benzil

benzil

benzine

benzin

benzoate

benzoat

benzoic

benzoik

benzoin

aselbent

benzol

benzol

benzophenone

benzofenon

benzoquinone

benzokinin

benzoyl

benzoil

benzyl

benzil

bequeath

miras olarak bırakmak

bequest

miras, kalıt

berate

azarlamak, haşlamak

berberine

berberin

bereave

elinden almak, yoksun bırakmak

bereaved widow

geride kalan yaslı eş

bereaved

elinden alınmış, yoksun bırakılmış

bereavement

büyük kayıp, matem

bereft

(of ile) -sız, -siz, -den yoksun

beret

bere

bergamot oil

bergamot yağı

bergamot

bergamot

beriberi

beriberi

berk

aptal, salak, öküz

berkelium

berkelyum

Berlin black

siyah cila

berm

berm

banket

berry

(çilek, kiraz, vb.) küçük, yumuşak meyve

berserk

öfkeden deliye dönmüş, çılgın

berth

1.(rıhtımda) palamar yeri, 2.(tren ya da gemide) ranza, yatak, 3.iş, 4.(bağlanmak için) limana girmek, 5.limana sokmak

beryl

beril

beryllia

berilyum oksit

beryllium oxide

berilyum oksit

beryllium

berilyum

beseech

yalvarmak, rica etmek, istemek

beseecher

yalvaran kimse, rica eden kimse

beseem

uygun olmak, yakışık almak

beset

1.dört bir yandan saldırmak/çevirmek ve saldırıya hazırlanmak, 2.sıkıştırmak, rahat bırakmamak

besetting

1. yakayı bırakmayan, 2. sürekli tehdit eden

beside oneself

1. çılgın gibi, 2. kendinden geçmiş

beside the point

konunun dışında

beside

1.yanında, yanına, 2.kıyasla, -in yanında

besides

1.bunun yanısıra, ayrıca, bununla birlikte, üstelik, bir de, 2.-den başka, -e ilaveten

besiege

1.dört bir yandan sarmak, çevirmek, 2.sıkıştırmak, rahat vermemek, 3.rahatsız etmek, bunaltmak, sıkmak

besmear

bulaştırmak, kirletmek

besmirch

kirletmek

besom

çalı süpürgesi

besot

sarhoş etmek, sersemletmek

besotted

sarhoş olmuş, kendini kaybetmiş, sersemlemiş, aptallaşmış

bespatter

çamur sıçratmak

bespeak

ısmarlamak, talep etmek

bespoke

ısmarlama

besprinkle

serpmek, saçmak

best man

sağdıç

best seller

en çok satılan kitap

best

best

1.en iyi, 2.en iyi biçimde, en iyi, 3.en, en çok, en fazla, 4.en iyi taraf/yan/kısım, en iyi, 5.birinin elinden gelen, yapabileceğinin en iyisi

best-seller

en çok satan kitap

bestial

1.kaba, hayvanca, hayvan gibi, 2.acımasız, zalim

bestiality

1.kabalık, hayvanlık, acımasızlık, zalimlik, 2.insan-hayvan arasındaki cinsel ilişki

bestially

hayvanca, vahşice, kabaca

bestir oneself

harekete geçmek

bestir

1. harekete geçirmek, 2. yerinden oynatmak

bestow

vermek, bağışlamak, sunmak

bestowal

bağış, armağan

bestrew

saçmak, dağıtmak

bestride

1. bacaklarını ayırarak binmek, 2. üzerinden geçmek

bestseller

en çok satılan kitap, vb

bet one's bottom dollar kesinlikle emin olmak bet

1.bahis, iddia, 2.bahis olarak yatırılan para, 3.bahse girmek, 4.üzerine oynamak

beta particle

beta parçacığı

beta rays

beta ışınları

beta

beta

betaine

betain

betake

betatron

betel nut

betel cevizi

betel

betel ağacının yaprağı

bethel

kutsal yer

bethink

düşünmek, göz önünde bulundurmak

betide

olmak, başına gelmek

betimes

vaktinde, erkenden

betoken

göstermek, belirtisi olmak

betray a secret

sır vermek

betray

1.ihanet etmek, 2.(özellikle sır) açıklamak, söylemek, yaymak, ele vermek, 3.ele vermek, ortaya koymak, belirtmek

betrayal

1.ihanet, 2.ele verme

betrayer

betrayer

hain

betroth

evlilik sözü vermek, söz kesmek, nişanlanmak

betrothal

nişan

betrothed

1. nişanlı, 2. nişanlı

better and better

gittikçe daha iyi

better half

eş, karı

better off

daha zengin

better

1.daha iyi, 2.gelişmek, daha iyi bir hale gelmek, 3.geliştirmek, daha iyi bir hale getirmek

betterment

1. iyileşme, düzelme, 2. şerefiye

between sessions

oturumlar arasında

between the lines

satırlar arası

between us

söz aramızda

between you and me

laf aramızda, aramızda kalsın

between

1.arada, 2.arasında, aralarında

betwixt

arada, ortada

bevatron

bevatron

bevel gear

konik dişli

bevel

eğmek, şevlemek

bevelled

şevli, eğri, konik

beverage

içecek, meşrubat

bevy

1. kuş sürüsü, 2. kadın grubu, kız grubu

bewail

ağlamak, dövünmek, hayıflanmak

beware of

sakınmak, dikkat etmek, korunmak

beware

(of ile) sakınmak, dikkat etmek, korunmak

bewilder

şaşırtmak, sersem etmek

bewilderment

şaşkınlık, hayret

bewitch

1.büyü yapmak, 2.büyülemek

bewitching

çekici, cazibeli

bey

bey

beyond all reason

beyond all reason

mantıksız, aşırı

beyond one's authority yetkisi dışında beyond reproach

mükemmel, hatasız, kusursuz

beyond

1.öteye, ötede, ileri, 2.ötesinde, ötesine, 3.... sınırlarının dışında, ötesinde, 4.-den başka, -ın dışında, 5.-den daha geç/sonra

bezel

façeta, kaş

bezique

bezik

bi-

(önek) iki, çift

biangular

iki açılı

biannual

yılda iki kere olan

bias

1.önyargı, 2.eğilim, meyil, 3.önyargılı kılmak, önyargıyla hareket ettirmek

biased question

yanlı soru

biased

1. önyargılı, 2. yanlı, tarafgir

biaxial

1. çift eksenli, 2. iki eksenli

bib

bebek önlüğü

Bible

İncil, Kutsal Kitap

bibliographer

bibliyograf, bibliyografya uzmanı

bibliographic

bibliyografik, kaynakçasal

bibliographical

bibliyografik, kaynakçasal

bibliography

kaynakça, bibliyografi

bibliomania

bibliyomani, kitap toplama merakı

bibliomaniac

bibliyoman, kitap delisi

bibliotheca

1. kütüphane, 2. kitap kataloğu

bibulous

1. ayyaş, içkici, 2. emici

bicameral

iki meclisli

bicarb

bicarbonate

bicarbonate of soda

bikarbonat de sud, soda

bicarbonate

bikarbonat

bicentenary

ikiyüzüncü yıl dönümü

bicentennial

iki yüz yıllık

bicephalous

bicephalous

iki başlı

biceps

pazı, iki başlı kol kası

bichloride

biklorit

bichromate

bikromat

bicker

(incir çekirdeğini doldurmayacak kadar önemsiz konularda) tartışmak, atışmak

bicoloured

ikirenkli

bicomponent

bikomponent, iki komponentli

biconcave

iki yüzeyi de içbükey

biconditional

ikikoşullu

bicuspid

1. iki uçlu, 2. küçük azıdişi

bicycle chain

bisiklet zinciri

bicycle fork

bisiklet çatalı

bicycle lock

bisiklet kilidi

bicycle

1.bisiklet, 2.bisiklete binmek, bisikletle gezmek

bicyclist

bisiklet sürücüsü

bid bond

geçici teminat mektubu

bid deadline

teklif verme son günü

bid document

şartname

bid farewell

veda etmek

bid up

bidder

açık artırmada fiyat artırmak 1.dilemek, demek, 2.buyurmak, emretmek, 3.çağırmak, davet etmek, 4.(fiyat) teklif etmek, değer biçmek, 5.önerilerde bulunarak/teklifler yaparak destek almaya çalışmak, 6.deklarasyon yapmak, 7.fiyat teklifi, teklif, 8.bir iş karşılığında istenen ücret, 9.deklarasyon, 10.girişim, kalkışma teklif veren kimse

bidding

1.buyruk, emir, buyurma, emretme, 2.buyurulan şey, emredilen iş, deklarasyon

bide one's time

fırsat kollamak

bide

(uygun zamanı) sabırla beklemek

bidet

bide

bidirectional microphone

ikiyönlü mikrofon

bid

bidirectional printer

bidirectional printer

ikiyönlü yazıcı

bidirectional

ikiyönlü

biennial

1.iki yılda bir olan, 2.(bitki) iki yıl ömürlü, iki yıllık

bier

tabut

biff

vurmak, yumruklamak

bifilar

çift telli

bifocal

bifokal, çift odaklı

bifocals

çift odaklı gözlük

bifoliate

iki yapraklı

bifurcate

çatallanmak, iki kola ayrılmak

bifurcation

çatallanma, iki kola ayrılma

big business

1. büyük iş, 2. büyük sermayeli şirketler

big close-up

baş plan, yakın plan, yakın çekim

Big Dipper

Büyükayı yıldızı

big end

biyel başı

big game

büyük av

big money

çok para

big pot

önemli zat, kodaman

big shot

kodaman

big wheel

kodaman

big with

gebe, yüklü

big

1.büyük, iri, kocaman, 2.önemli, 3.popüler, ünlü, büyük

big-hearted

eli açık, cömert

bigamist

iki eşli kimse

bigamous

ikieşli, ikievli

bigamy

ikieşlilik, bigami

bighead

ukala dümbeleği, kendini bir şey sanan kişi

bight

1. halat bedeni, 2. koy, küçük körfez

bigness

büyüklük

bigot

bigot

darkafalı, bağnaz

bigoted

dar kafalı, fanatik, yobaz, yalnız, kendi düşüncesine inanan, bağnaz

bigotry

darkafalılık, fanatiklik, yobazlık, bağnazlık

bigwig

büyükbaş, kodaman

bike

1.bisiklet, 2.motosiklet, 3.bisiklete binmek, bisikletle gezmek

bikini

bikini

bilabial

çiftdudaksıl

bilateral agreement

ikili anlaşma

bilateral antenna

iki yönlü anten

bilateral contact

iki taraflı sözleşme

bilateral negotiations

ikili görüşmeler

bilateral relations

ikili ilişkiler

bilateral trade

iki yanlı ticaret

bilateral

iki yönlü, iki yanlı, ikili

bilberry

yaban mersini

bile acids

safra asitleri

bile calculus

safra taşı

bile cyst

safrakesesi

bile duct

safra kanalı

bile juice

safra

bile pigment

safra sarısı

bile salts

safra tuzları

bile

1.safra, öd, 2.huysuzluk, sinirlilik, aksilik

bilge water

sintine suyu

bilge

1.geminin alt kısmı/dibi, 2.sintine, sintine suyu, 3.aptalca konuşma, zırva, saçmalık

bilharzia

bilharzios

bilinear

1. bilineer, ikidoğrusal, 2. iki çizgisi olan

bilingual

ikidilli

bilious

safralı

bilk

bilk

dolandırmak, aldatmak, kandırmak

bill of clearance

gümrük izni

bill of entry

gümrük beyannamesi

bill of exchange

1. poliçe, 2. kambiyo senedi, 3. tahvil

bill of fare

1. yemek listesi, 2. menü

bill of health

sağlık belgesi

bill of indictment

iddianame

bill of lading

1. konşimento, 2. yükleme evrakı, manifesto

Bill of Law

Kanun Tasarısı

bill of rights

insan hakları beyannamesi

bill of sale

billboard advertising

1. satış bordrosu, 2. fatura, temlik senedi 1.kuş gagası, gaga, dimdik, 2.denize uzanan kara parçası, burun, 3.yasa tasarısı, 4.hesap pusulası, hesap, fatura, 5.afiş, ilan, el ilanı, 6.kâğıt para, 7.tahvil, poliçe ilan tahtalarıyla reklam yapma

billboard

ilan tahtası

billet

kışla, baraka

billet-doux

aşk mektubu

billfold

cüzdan

billhead

başlıklı form, antetli form

billiards

bilardo

billingsgate

ağız bozukluğu

billion

1.milyar, 2.trilyon

billow

1.büyük dalga, 2.dalgalanmak, kabarmak

bills for collection

tahsile verilen senetler

bills of guarantee

teminat senetleri

bills payable

borç senetleri

bills receivable

alacak senetleri

billy goat

erkek keçi, teke

bilocular

iki hücreli

bimetal

bimetal

bill

bimetalism

çift metal para sistemi

bimetallic bar

bimetalik çubuk

bimetallic strip

bimetalik şerit, ikimetalli şerit

bimetallic

bimetalik

bimolecular

bimoleküler, çift moleküllü

bimonthly

1.iki ayda bir, iki ayda bir olan, iki aylık, 2.ayda iki kere

bimorph

bimorf

bin

1.teneke, kutu, bidon, 2.çöp kutusu, 3.tımarhane

binary chain

ikili sayı zinciri

binary digit

ikili sayı

binary fission

ikiye bölünerek üreme

binary number system ikili sayı sistemi, ikili sayı dizgesi binary reaction

iki moleküllü reaksiyon

binary system

ikili sayı sistemi

binary variable

ikili değişken

binary

1.çift, ikili

bind over

göz hapsine mahk-m etmek

bind up

binder

sargı ile bağlamak 1.bağlamak, 2.yarayı sarmak, 3.ciltlemek, 4.yasa gücü ile zorunlu kılmak, yasal olarak bağlamak, 5.zorunlu bırakmak, 6.biraraya getirmek, birleştirmek, yapıştırmak, 7.yapışmak, tutmak 1.ciltçi, 2.cilt makinası, 3.dosya, klasör

bindery

ciltevi

binding agent

bağlayıcı, yapıştırıcı, binder

binding contract

bağlayıcı akit

binding joist

bağlantı kirişi

binding law

bağlayıcı yasa

binding

1.ciltçilik, ciltleme işi, 2.kitap kapağı, 3.kenar süsü, 4.uyulması gereken, bağlayıcı

bindweed

kahkahaçiçeği

bine

(sarmaşık) sap

bind

binge

eğlence, alem, cümbüş

bingo

bingo oyunu

binnacle

pusula dolabı

binocular vision

binoküler görüş, iki gözle görme

binocular

1. binoküler, çiftgözmercekli, 2. aynı anda iki gözle bakılabilen dürbün

binoculars

dürbün

binomial equation

ikiterimli denklemi

binomial

ikiterimli

binominal

iki isimli, çift isimli

binuclear

iki çekirdekli

binucleate

iki çekirdekli

bio-

(önek) hayat

biochemical

biyokimyasal

biochemist

biyokimyacı

biochemistry

biyokimya

bioclimatalogy

biyoklimatoloji

bioclimatics

biyoklimatoloji

biodegradable

bakterilerle ayrışabilen

biodegradation

biyolojik bozunma

bioelectricity

biyoelektrik

bioenergetics

biyoenerjetik

bioengineering

biyoteknik

biogas

biyogaz

biogenesis

biyogenez

biogenetic

biyogenetik

biogeography

biyojeografi, canlılar coğrafyası

biographer

biyografi yazarı

biographic

biyografik

biography

yaşam öyküsü, biyografi

biological degradation

biological degradation

biyolojik bozunma

biological warfare

biyolojik savaş

biological weapons

biyolojik silahlar

biological

biyolojik

biologist

biyolog

biology

biyoloji, yaşambilim, dirimbilim

bioluminescence

biyoluminesans

biolysis

biyoliz

biomass

biyolojik kütle

biome

biyom, canlı topluluğu

biometrical

biyometrik

biometry

biyometri

bionic

insanüstü güçleri olan, biyonik

bionics

biyonik

bionomics

ekoloji

biophysics

biyofizik

biopsy

biyopsi

bioscopy

biyoskopi

biosphere

biyosfer

biostrome

biyostrom, taşıl döşek

biosynthesis

biyosentez

biosynthetic

biyosentetik

biotic

biyotik

biotics

biyotik

biotin

biyotin

biotite

biyotit, karamika

biotope

biyotop

bipartisan

iki partili, iki partinin üyelerinden oluşan, çift partili

bipartite

1.iki parçalı, ikili, 2.iki partili

biped

biped

iki ayaklı yaratık

bipedal

iki ayaklı

biplane

çifte kanatlı (dört kanatlı) uçak

bipolar format

bipolar format

bipolar

çiftkutuplu, ikikutuplu, bipolar

biquadratic

dördüncü kuvvetten olan

birch

1.huş ağacı, 2.vurmak, dövmek, 3.kamçılamak

birchen

huş ağacından yapılmış

bird cage

kuş kafesi

bird call

kuş ötüşü

bird catcher

kuş tutan kimse

bird dog

av köpeği

bird fancier

1. kuş meraklısı, 2. kuşbaz

bird grass

kuş otu

bird in the hand

çantada keklik

bird of night

baykuş

bird of paradise

cennet kuşu

bird of passage

göçmen kuş

bird of prey

alıcı kuş, avcı kuş

bird paradise

kuş cenneti

bird watcher

kuş gözlemi yapan kimse

bird

1.kuş, 2.insan, kişi, tip, 3.kadın, kız

bird-brained

kuş beyinli

bird's nest

kuş yuvası

bird's-eye view

kuşbakışı görünüm

bird's-eye

yavşanotu, veronika

bird's-foot

taş yoncası

birdhouse

kuş evi

birdie

1. küçük kuş, 2. kuşcağız

birdlime

birdlime

ökse, tuzak

birdman

1. kuş avcısı, kuşçu, 2. pilot

birds of a feather flock tencere yuvarlanmış kapağını bulmuş together birefringence

çiftkırılım

biro

tükenmez kalem

birth certificate

doğum belgesi

birth control

doğum kontrolü

birth of place

doğum yeri

birth place

doğum yeri

birth rate

doğum oranı

birth

1.doğum, 2.doğurma, dünyaya getirme, 3.soy, sop, aile kökeni, 4.başlangıç, doğuş

birthday card

doğum günü kartı

birthday

doğum günü

birthmark

doğum lekesi

birthplace

doğum yeri

birthrate

doğum oranı

birthright

doğuştan kazanılan ulusal hak, vatandaşlık hakkı

biscuit

1.bisküvi, 2.çörek, pasta

bisect

iki eşit parçaya bölmek

bisection

ikiye bölme

bisector

açıortay

bisectrix

açıortay

bisexual

1.çift cinsiyetli, ikieşeyli, erdişi, erselik, 2.her iki cinse de ilgi duyan, biseksüel

bishop

1.piskopos, 2.(satranç) fil

bishopric

piskoposluk

bismuth

bizmut

bison

bizon

bissextile

1. artık yıl, 2. artık yıl

bistable

bistable

iki kararlı

bistort

kurt pençesi

bistro

küçük bar/lokanta

bisulphate

bisülfat

bisulphide

bisülfür

bisulphite

bisülfit

bit brace

el matkabı

bit by bit

1. yavaş yavaş, ufak ufak, 2. azar azar

bit driver

bit sürücüsü, ikil sürücüsü

bit

1.gem, 2.delgi, keski, matkap, 3.parça, lokma, kırıntı, miktar, 4.kısa süre

bitch

1.dişi köpek, kancık, 2.karı, kancık, orospu, 3.dırdır etmek, kafa şişirmek

bitchy

1.zor beğenir, müşkülpesent, 2.her şeyde kusur bulan, gıcık, kıl

bite off more than one can chew

başından büyük işe girişmek

bite one's tongue off

söylediğine pişman olmak

bite sb's head off

kabaca konuşmak

bite the dust

biting

yere düşmek, yenilmek 1.ısırmak, 2.(böcek, yılan, vb.) sokmak, 3.(balık) zokayı yutmak, 4.hoşa gitmemek, rahatsız etmek, sıkmak, 5.tutmak, kavramak, 6.ısırık, ısırma, sokma, 7.ısırılarak kopartılan parça, ısırık, lokma, 8.yiyecek, lokma, 9.keskinlik, acılık acı verici, acıtıcı, zalim

bits and pieces

ıvır zıvır, ufak şeyler

bitter almond oil

acıbademyağı

bitter beer

acı bira

bitter sweet

hem acı hem tatlı olan, iyi ve kötü olan

bitter

1.acı, keskin, sert, 2.(soğuk, rüzgâr, vb.) sert, şiddetli, iliklere işleyen, 3.acı, kötü, üzücü, 4.acı bira

bitterish

acımsı

bitterly

acı olarak

bittern

1. balabankuşu, 2. okar

bitterness

1. acılık, keskinlik, 2. sertlik, şiddet

bittersweet

1. hem acı hem tatlı olan, 2. yabanyasemini

bite

bitty

1.parçalı, kısım kısım, bölüm bölüm, 2.çok az

bitumen

bitüm yersakızı

bituminization

bitümleme

bituminize

1. bitümlemek, 2. ziftlemek

bituminous coal

1. bitümlü kömür, 2. adi maden kömürü

bituminous grout

bitümlü harç

bituminous rocks

bitümlü kayalar

bituminous

1. bitümlü, 2. ziftli, 3. zift gibi

bivalent

iki değerlikli, iki valanslı

bivalve

yumuşakçalardan çift kabuklu hayvan

bivalved

iki kabuklu

bivouac

1.çadırsız asker kampı, 2.geceyi açık havada, çadırsız geçirmek

biweekly

1.iki haftada bir, iki haftalık, 2.haftada iki kere, haftada iki kere olan/çıkan

bizarre

acayip, garip, tuhaf

blab

sır vermek, ispiyonlamak

blabber

çok aptalca konuşmak, kafa ütülemek

black and blue

çürük, morarmış

black and white

1. yazı, 2. basılı şey, 3. siyah beyaz resim

black art

büyü

black beetle

hamamböceği

black belt

siyah kuşak

black birch

kara huş, kara kayın

black bird

karatavuk

black body

siyah cisim

black book

kara liste kitabı

black box

kara kutu

black coffee

sütsüz kahve

black diamond

siyah elmas, karbonado, karaelmas

black earth

çernozyom, kara toprak

black eye

1. siyah göz, 2. morarmış göz, 3. kara göz

black flag

siyah flama, korsan flaması

black frost

kuru soğuk, kuru ayaz

black game

siyah keklik

black goby

kömürcünkayası

black grouse

kayın tavuğu

black guard

1. alçak, edepsiz, rezil, 2. alçak kimse, 3. küfretmek, sövüp saymak

black hellebore

karacaot

black hole

hapishane koğuşu

black lead

grafit, kurşun tozu

black letter

gotik harf

black magic

kara büyü

black mail

şantaj

Black Maria

hapishane arabası

black mark

kara leke

black market

karaborsa

black marketeer

karaborsacı

black medic

kelebek otu, karayonca

black money

kara para

black out

1. karartma yapmak, karartmak, 2. bayılmak

black pepper

karabiber

black powder

karabarut

black screen

siyah ekran

Black Sea

Karadeniz

black sheep

yüzkarası, kara koyun

black shirt

faşist

black spot

yolda kazaların çok olduğu yer

black spruce

kara ladin

black tea

siyah çay

black thorn

black thorn

karadiken, karaçalı

black tie

1. siyah papyon kravat, 2. smokin

black walnut

karaceviz

black widow

black-and-blue

zehirli bir örümcek 1.siyah, kara, 2.sütsüz, sade, 3.siyahi, kara derili, 4.çok kirli, 5.kötü, uğursuz, 6.çok kızgın, sinirli, 7.şeytani, 8.(mizah) kara, 9.siyah renk, 10.siyah giysi, 11.zenci, 12.karartmak, siyaha boyamak, 13.(göz) morartmak, 14.kara listeye almak morarmış

black-hearted

kötü kalpli

blackball

aleyhinde oy kullanmak

blackberry

böğürtlen

blackbird

karatavuk

blackboard

karatahta, tahta

blackcock

siyah erkek keklik

blackcurrant

kuşüzümü

blackdog

kötü huy

blacken

1.karartmak, 2.kararmak, 3.karalamak, leke sürmek, kirletmek

blackeyed

siyah gözlü

blackguard

edepsiz kimse

blackhead

deride oluşan siyah nokta

blacking

ayakkabı boyası

blackish

siyahımsı

blackjack

1.yirmi bir oyunu, 2.cop

blackleg

greve katılmayan kişi

blacklist

kara listeye almak

blackmail letter

şantaj mektubu

blackmail

şantaj, şantaj yapmak

blackmailer

şantajcı

blackness

siyahlık

blackout

1.karartma, 2.bayılma, baygınlık

Blackshirt

İtalyan Faşist Parti Üyesi, Karagömlekli

black

blacksmith

nalbant, demirci

blackthorn

karaçalı, karadiken

blacktop

1. asfalt (yol), 2. asfaltlamak

blacky

zenci

bladder wack

keseli suyosunu

bladder worm

keseli kurt

bladder

1.sidiktorbası, mesane, 2.deri ya da lastikten yapılmış içine sıvı ya da hava doldurulan bir tür kese

blade bone

kürekkemiği

blade of grass

ot sapı

blade

1.(bıçak, jilet, vb.) ağız, 2.kürek, pervane, vb. şeylerin geniş yassı kısmı, 3.buğday gibi otsu bitkilerin geniş yassı yaprakları

blah

1. alelade, sıradan, 2. can sıkıcı

blain

çıban, şiş

blamable

azarlanabilir

blame

1.sorumlu tutmak, suçlamak, 2.suç, 3.sorumluluk, 4.kınama

blamed

kahrolası

blameful

kabahatli, suçlu

blameless

suçsuz, kusursuz, kabahatsiz

blamelessness

suçsuzluk, masumluk

blameworthy

kusurlu, ayıp

blanch with

yüzü solmak

blanch

1.beyazlatmak, ağartmak, 2.(with/at ile) (yüzünün rengi) solmak

blancmange

pelte

bland

1.uysal, yamuşakbaşlı, ince, ağırbaşlı, 2.(besin) fazla tatlı olmayan, hafif

blandish

yağ çekmek

blandishment

yağcılık

blandness

yumuşaklık

blank ballot paper

boş oy pusulası

blank bill

açık senet

blank book

not defteri

blank cartridge

1. kurusıkı fişek, 2. kurşunsuz fişek, manevra fişeği

blank cheque

açık çek

blank credit

açık kredi

blank endorsement

açık ciro

blank out

silmek, karartmak

blank signature

açığa imza

blank verse

serbest nazım, uyaksız şiir

blank vote

blankbook

boş oy 1.(kâğıt, kaset, vb.) boş, 2.(çek) açık, 3.anlamsız, boş, 4.boşluk, boş alan, 5.üzerinde ilgili kişi tarafından doldurulmak üzere boşluklar bulunan kâğıt not defteri

blanket insurance

genel sigorta

blanket mortgage

genel ipotek

blanket policy

genel yangın sigortası poliçesi

blanket

1.battaniye, 2.sınırsız, bütün olasılıkları içeren

blanketing

battaniyelik kumaş

blanking

silme, karartma

blankly

boş boş, ifadesiz bir şekilde

blankness

1. boşluk, 2. anlamsızlık

blare

1.bağırmak, ötmek, cırlamak, 2.cızırtı, zırıltı, rahatsız edici ses

blarney

övme, pohpohlama, yağ çekme

blase

herşeyden usanmış, bezgin

blaspheme

tanrıya ve kutsal şeylere karşı saygısızca ve kötü konuşmak, küfretmek, sövmek

blasphemous

kâfir

blasphemy

tanrıya ve kutsal şeylere sövme, küfür

blast furnace

yüksek fırın, maden eritme ocağı

blast hole

lağım deliği

blast off

uzaya fırlamak

blast powder

lağım barutu 1.(rüzgâr, fırtına, vb.) ani patlama, esinti, 2.patlama, büyük ve gürültülü patlama, 3.madeni nefesli çalgılardan çıkan yüksek ve kulak

blank

blast

blast blast-off

tırmalayan ses, zırıltı, 4.(kaya, taş) havaya uçurmak, 5.bombalamak, ateş açmak, 6.lanetlemek, kargışlamak, 7.öldürmek, mahvetmek, yok etmek (uzay aracı, roket) havalanma, fırlatılma

blasted

1.lanet olası, kahrolası, 2.yıldırım çarpmış, 3.yok olmuş, ölmüş, yıkılmış

blaster

barutçu, patlatman

blasthole

lağım deliği

blasting agent

patlayıcı

blasting cartridge

patlatma kartuşu, lokum

blasting timer

patlatma zamanlayıcısı

blasting

1. patlayıcı, 2. patlama

blastoderm

germ yaprağı

blastula

blastula

blatant

kaba, utanmaz, arsız, terbiyesiz, küstah

blatherskite

mangalda kül bırakmayan kimse

blaze a trail

1. baş çekmek, 2. iz sürmek

blaze at

-e ateş etmek

blaze away

blazer

ateş etmeye devam etmek 1.ateş, parlama, alev, 2.parlak ışık, 3.büyük/tehlikeli yangın, 4.aniden öfkelenme, öfkeden parlama, 5.alev alev yanmak, tutuşmak, 6.parlamak, 7.(haber) yaymak spor ceket, blazer

blazing

1.cayır cayır yanan, 2.aşikâr, gün gibi ortada

blazon

1. armacılık, fiyaka, 2. renklerle süslemek, donatmak, kaplamak

bleach

1.beyazlatmak, ağartmak, 2.beyazlamak, ağarmak, 3.beyazlatıcı madde

bleacher

bir tür açık tribün

bleachery

kasar dairesi, kasar atölyesi

bleaching lime

kireçkaymağı

bleaching powder

kireçkaymağı, ağartma tozu

bleaching

1. ağartma, beyazlatma, 2. ağartıcı, beyazlatıcı

bleak

soğuk, tatsız, nahoş

blear-eyed

mahmur

blaze

bleary

bleary

(göz) kızarmış, sulanmış

bleat

1.melemek, 2.mırıldanmak, sızlanmak

bleb

kabarcık

bleed for

yüreği kan ağlamak, içi sızlamak

bleed sb white

bleeder pipe

birini soyup soğana çevirmek 1.kanamak, 2.(for ile) yüreği kan ağlamak, içi sızlamak, acımak, 3.(parasını) yemek, yolmak, söğüşlemek, 4.âdet görmek, kanaması olmak boşaltma borusu, tahliye borusu

bleeder

1. hemofili hastası, 2. şantajcı, 3. havalandırma deliği

bleeding heart

şebboy

bleeding

kanama, kanatma

bleep

1.sinyal, bip sesi, korna sesi, 2.sinyal vermek, sinyalle/kornayla çağırmak

blemish

1.güzelliğini bozmak, lekelemek, çirkinleştirmek, 2.güzelliği bozan leke/kusur/bozukluk

blench

(korkudan) irkilmek

blend

1.karıştırmak, 2.(çay, tütün, içki, vb.) harmanlamak, 3.birbirine uymak, gitmek, 4.bütün hale gelmek, 5.karışım, 6.harman

blende

blend

blended

karışık

blender

karıştırıcı, mikser

bless

1.kutsamak, takdis etmek, 2.hayırdua etmek

blessed thistle

kalkan dikeni

Blessed you!

€ok yaşa!

blessed

1.kutsal, 2.mutlu, huzurlu

blessedness

kutluluk

blessing

1.kutsama, takdis, 2.lütuf, iyilik, kayra, 3.şükran duası, 4.onay, onaylama, cesaretlendirme

blight

1.bitki hastalığı, 2.kötü etki, 3.bozmak, kötü etkilemek

blimp

keşif balonu

blind alley

1. çıkmaz sokak, 2. sonucu umutsuz iş

blind copy

mektup kopyası

blind date

(kız ve erkek) ilk buluşma/görüşme

blind flying

kör uçuş

bleed

blind gut

körbağırsak

blind man's buff

körebe

blind shaft

dahili kuyu, içkuyu

blind spot

gözdeki kör nokta

blind valley

blindfold

kör vadi, kör koyak 1.kör, sokur, 2.anlayışsız, kavrayışsız, 3.dikkatsiz, düşüncesiz, denetimsiz, 4.nedensiz, amaçsız, 5.görünmez, 6.kör etmek, körleştirmek, 7.kör etmek, görmez/anlamaz hale getirmek, 8.güneşlik, perde 1.(birinin gözlerini) bir şeyle bağlamak, 2.göz bağı

blinding

körleştiren

blindly

1. kör gibi, körü körüne, 2. ya herrü ya merrü

blindness

körlük

blink

1.(göz) kırpmak/kırpıştırmak, 2.(ışık) yanıp sönmek

blinker

pırıldak

blinkers

at gözlüğü

blip

bip sesi

bliss

çok büyük mutluluk

blissful

neşe dolu

blister

1.su toplamış kabarcık, kabartı, 2.su toplamak, kabarcıklanmak, kabarmak, 3.kabartmak, kabarmasına neden olmak

blithe

mutlu, neşeli, kaygısız

blitz

1.ani saldırı, ani hava saldırısı, 2.hummalı faaliyet, sıkı çalışma dönemi

blizzard

kar fırtınası, tipi

bloat

1. tuzlamak ve tütsülemek, 2. şişirmek, 3. kabartmak

bloated

1.davul gibi şişmiş, 2.olması gerekenden büyük, normalden fazla, şişirilmiş

blob

1.küçük damla, 2.küçük/yuvarlak kütle

bloc

bir amaç için birleşmiş siyasal parti, politikacı ya da ülke gurubu, blok

block and tackle

makara takımı, palanga takımı

block letters

büyük matbaa harfleri

block of flats

apartman

block policy

toplu poliçe

blind

block printing

blockade

el baskısı 1.kütük/kaya/taş parçası, blok, 2.bir bütün olarak düşünülen miktar, 3.(matbaa) blok, 4.binalar dizisi, blok, 5.blok, birlik, 6.cellat kütüğü, 7.arsa parçası, 8.tıkayan şey, tıkama, tıkanıklık, engel, 9.tıkamak, önünü kesmek, önlemek, engellemek, kapamak 1. abluka, 2. denizden abluka etmek, ablukaya almak

blockage

1.tıkanma, tıkanıklık, 2.tıkayıcı şey

blockbuster

büyük uçak bombası

blocked account

bloke hesap

blocked currency

bloke para

blocked

1. bloke, 2. bloklanmış, öbeklenmiş

blockhead

dangalak, mankafa, aptal

blockhouse

korugan

blocking

bloke etme, blokaj

bloke

herif, adam

blond

1.(erkek) sarışın, 2.(saç) sarı

blonde

1.(bayan) sarışın, 2.(saç) sarı

blondin

kablolu vinç

blood bank

kan bankası

blood blister

kan oturması

blood brother

kan kardeşi

blood cell

kan hücresi

blood clot

kan pıhtısı

blood clotting

kan pıhtılaşması

blood corpuscle

1. kan yuvarı, 2. kan cisimciği

blood count

kan sayımı

blood donation

kan bağışı

blood donor

kan bağışında bulunan kimse

blood factors

kan faktörleri

blood feud

kan davası

blood flow

kan dolaşımı

blood group

kan grubu

block

blood heat

kan ısısı

blood horse

saf kan at

blood money

kiralık katillere verilen para, diyet

blood plasma

kan plazması

blood poisoning

kan zehirlenmesi

blood pressure

kan basıncı, tansiyon

blood relation

kan bağı

blood relationship

kan bağı

blood smear

kan lekesi

blood stream

kan akımı

blood sucker

sülük

blood sugar

kan şekeri

blood test

kan grubu

blood tissue

kan dokusu

blood transfusion

kan nakli

blood type

kan grubu

blood vascular system

kan damarları sistemi

blood vessel

kan damarı

blood

1.kan, 2.akrabalık, kan bağı, soy, 3.mizaç, huy

bloodbath

kıyım, katliam, toplukıyım

bloodcurdling

tüyler ürpertici, korkunç

bloodhound

kan tazısı

bloodless

1.kansız, 2.öldürücü olmayan, kansız, 3.ruhsuz, cansız, ilgisiz, 4.insanca duygulardan yoksun, kansız

bloodshed

öldürme, kan dökme

bloodshot

(gözü) kanlanmış

bloodstain

kan lekesi

bloodstone

kantaşı

bloodstream

kan dolaşımı

bloodsucker

asalak, parazit, kan emici, sülük

bloodthirstiness

kana susama

bloodthirsty

kana susamış

bloodwood

bakam ağacı

bloody well

kesinlikle, pekâlâ, gayet iyi 1.kanla kaplı, kanlanmış, kanlı, 2.kanlı, kan dökülen, 3.kahrolası, lanet olası, lanet, Allahın cezası, 4.müthiş, acayip, fazlasıyla, süper, o biçim 1. dik kafalı, gıcık, kıl, 2. hunhar 1.çiçek, 2.en güzel çağ/dönem, 3.çiçek açmak, çiçeklenmek, çiçek vermek, 4.(ürün) zenginleşmek, verimleşmek, 5.sağlıklı ve güzel görünmek, sağlıklı bir renge kavuşmak, 6.gelişmek büyük yanılgı/hata, gaf

bloody bloody-minded bloom bloomer blooming blossom blot one's copybook blot out

çiçek açmış, kör olası 1.çiçek, ağaç çiçeği, 2.çiçek açmak, çiçeklenmek, 3.gelişmek, oluşmak, çiçeklenmek, 4.(kız) büyümek, gelişmek, yetişmek, olgunlaşmak, 5.canlanmak, neşelenmek, açılmak adını lekelemek, sicilini kirletmek

blotch

1. gizlemek, kapatmak, 2. bozmak, ortadan silmek 1.leke, mürekkep lekesi, 2.ayıp davranış, kusur, leke, kara, 3.lekelemek, kirletmek, 4.kurutma kâğıdıyla temizlemek, 5.(out ile) gizlemek, kapatmak 1.deride oluşan leke ya da kırmızı nokta, 2.mürekkep ya da boya lekesi

blotter

1.bir parça kurutma kâğıdı, 2.kayıt defteri

blotting pad

sumen, altlık

blotting paper

kurutma kâğıdı

blotting

lekeleme

blouse

bluz

blow a fuse

sigorta atmak, tepesi atmak

blow down

1. devirmek, yere yatırmak, 2. istim boşaltmak

blow great guns

fırtına halinde esmek (rüzgâr)

blow hot and cold about

bir iyi bir kötü davranmak, oyun oynamak

blow hot and cold

1. daldan dala konmak, 2. kararsız olmak, duraksamak

blow in

1. çıkıp gelmek, damlamak, 2. düşmek

blow off steam

ağzını açıp gözünü yummak

blot

blow one's own horn

1. yüksekten atmak, 2. övünmek

blow one's own trumpet kendini göklere çıkarmak blow one's stack

kendinden geçmek, kendini kaybetmek

blow one's top

tepesi atmak

blow ones stack

öfkelenmek

blow out

1. sönmek, 2. (lastik) patlamak, 3. havaya uçmak

blow over

1. unutulmak, 2. (fırtına) dinmek

blow sb up

azarlamak, paylamak

blow sb's cover

kimliğini ortaya çıkarmak

blow sth up

1. önemini abartmak, 2. (fotoğraf) büyütmek

blow the gaff

ağzından kaçırmak

blow up

blow-by-blow

1. parlamak, birden kızmak, 2. patlak vermek 1.esmek, 2.üflemek, 3.uçurmak, sürüklemek, 4.üflemek, üfleyerek çalmak, öttürmek, 5.çabuk çabuk solumak, 6.(sigorta, vb.) atmak, yanmak, 7.çarçur etmek, 8.lanetlemek ayrıntılı

blow-up

1. patlama, infilak, 2. agrandisman, büyültme

blower

körük, vantilatör

blowfly

göksinek, et sineği

blowhole

hava deliği

blowing-up

patlama

blowlamp

pürmüs lambası

blown glass

şişirilerek imal edilmiş cam

blowout

1.cümbüş, âlem, 2.lastik patlaması, 3.patlak, lastikteki patlak, delik, 4.patlama

blowpipe

(zehirli ok/taş, vb. atmakta kullanılan) boru, üfleç

blowtorch

1. pürmüs lambası, 2. lehim lambası, pompa

blowy

rüzgârlı

blubber

1.balina türü balıkların yağı, 2.ağlama, zırlama, zırıltı, 3.hüngür hüngür ağlamak, zırlamak

bludgeon

1. sopa, 2. cop, 3. sopayla dövmek

blue blood

doğuştan soyluluk, asil kan

blow

blue cheese

(iyi cins) mavi peynir

blue devils

iç sıkıntısı

blue eyed boy

birinin gözbebeği

blue film

seks filmi

blue gum

okaliptüs

blue jacket

denizci, bahriyeli

blue jeans

blucin

blue joke

açık saçık fıkra

blue litmus paper

mavi turnosol kâğıdı

blue moon

çok uzun bir süre

blue stocking

entelektüel kadın

blue vitriol

göztaşı, bakır sülfat

blue

1.mavi, 2.üzgün, hüzünlü, kederli, umutsuz

blue-collar

işçi sınıfına ilişkin

blue-eyed

mavi gözlü

blue-pencil

sansürden geçirmek, makaslamak

bluebeard

mavisakal

bluebell

çan çiçeği

blueberry

yaban mersini

bluebottle

iri mavimsi sinek

bluefish

lüfer

blueing

çivitleme

bluepeter

hareket flaması

blueprint apparatus

ozalit makinesi

blueprint

1.mavi kopya, ozalit, 2.ayrıntılı tasarı, plan

blues

1.hüzünlü müzik, blues, 2.hüzün, keder, efkâr

bluff

1.kaba saba, basit, 2.blöf yapmak, 3.(into ile) blöf yaparak kandırmak/ikna etmek, 4.blöf, kurusıkı, 5.uçurum

bluing

çivit

bluish

mavimtırak, gökçe, gökçül

blunder

blunder

1.büyük hata, gaf, 2.aptalca hata yapmak, gaf yapmak, pot kırmak, çam devirmek, 3.yalpalayarak/sendeleyerek kör gibi yürümek

blunderbuss

karabina

blunger

karma makinesi

blunt

1.keskin olmayan, kör, 2.körelmiş, 3.kaba, 4.dobra dobra, açık, 5.köreltmek, körleştirmek

blur

1.net görülmeyen şey, hayal meyal, karaltı, 2.net görülmesini zorlaştırmak, bulandırmak

blurb

kitap tanıtım yazısı

blurred

flu, bulanık

blurry

bulanık

blurt out

ağzından kaçırmak

blurt

(out ile) ağzından kaçırmak

blush to the roots of one's hair

kulaklarına kadar kızarmak

blush

blustery

1.utanmak, kızarmak, utançtan kızarmak, 2.utanma, utanıp kızarma 1.kabadayılık taslamak, bağıra çağıra konuşmak, atıp tutmak, 2.(rüzgâr) sert esmek, 3.kabadayılık, yıldırıcı konuşma, 4.sert esinti, 5.rüzgâr/dalga sesi (hava) rüzgârlı

boa constrictor

boa yılanı

boa

boa yılanı

boar

1.(damızlık) erkek domuz, 2.yaban domuzu

board and lodging

pansiyon, yiyecek ve yatacak

board foot

kereste ölçü birimi

board measure

kereste ölçüsü

board meeting

yönetim kurulu toplantısı

board member

kurul üyesi

board minutes

yönetim kurulu tutanağı

bluster

board of administration idare heyeti board of directors

yönetim kurulu, idare meclisi

board of discipline

disiplin kurulu

board of education

ABD okullar idare heyeti

board of examination

sınav kurulu

board of governors

yönetim kurulu

board of management

yönetim kurulu

board of managers

idare heyeti, yönetim kurulu

board of trustees

mütevelli heyeti

board room

boarder

yönetim kurulu odası 1.tahta, kalas, kereste, oyun tahtası, ekmek tahtası, ilan tahtası, not tahtası, yemek, yönetim kurulu, 2.tahtayla kaplamak, 3.(tren, uçak, otobüs, otomobil, gemi, vb.) binmek, 4.yolcu almak, 5.pansiyoner olarak almak/kalmak 1.pansiyoner, 2.yatılı öğrenci

boarding card

biniş kartı

boarding house

pansiyon

boarding lounge

biniş bekleme salonu

boarding point

kalkış noktası

boarding school

yatılı okul

boarding student

yatılı öğrenci

boarding

1. tahta kaplama, 2. yiyecek, içecek

boardinghouse

pansiyon

boards

1.kitabın kapakları, 2.sahne

boardwalk

tahta kaldırım

boast

1.övünme, böbürlenme, 2.övünç kaynağı, 3.böbürlenerek konuşmak/söylemek, böbürlenmek, 4.-e sahip olacak kadar şanslı olmak

boastful

övüngen, kendini beğenmiş

boat house

kayıkhane

boat race

kayık yarışı

boat shed

kayıkhane

boat

1.sandal, kayık, tekne, gemi, 2.kayık tabak, 3.sandalla/kayıkla gezmek

boater

hasır şapka

boatman

1. kayıkçı, 2. sandalcı

boatswain

porsun, lostromo

boatswain's pipe

kumanda düdüğü, fisket

bob

1.aşağı yukarı hareket etmek, inip çıkmak, sallanmak, 2.aşağı yukarı hareket ettirmek, sallamak, 3.reverans, 4.şilin

bobbin

bobin, makara

board

bobby pin

madeni saç tokası

bobby

polis

bobsleigh

kar kızağı

bod

adam, herif

bode ill

uğursuzluğa delalet etmek

bode well

iyiye işaret etmek

bode

işaret etmek, belirtisi olmak

bodice

korsa

bodily

1.bütün olarak, bütün halinde, hep birlikte, tümüyle, 2.bedensel

bodkin

şerit tığı

body activities

vücut faaliyetleri

body building

vücut geliştirme

body clock

vücut saati

body corporate

hukuki şahıs

body politic

devlet, siyasi cemiyet

body structure

vücut yapısı

body

1.beden, vücut, 2.gövde, 3.ceset, 4.kitle, 5.heyet, kurul, 6.nesne, madde

body-centred

gövde merkezli

bodyguard

koruyucu, muhafız, fedai

bodywork

(taşıt) karoser

boffin

bilimadamı

bog bean

su yoncası

bog down

1. batağa batmak, 2. çıkmaza girmek

bog moss

bataklık yosunu

bog

1.bataklık, 2.hela, kenef

bogey

1.öcü, 2.düşsel korku, 3.sümük

boggle

1.ürkütmek, şaşırtmak, korkutmak, 2.kuşku, korku, vb. yüzünden duraksamak

boggy

batak, çamurlu

bogie

boji

bogtrotter

bataklık arazide oturan kimse

bogus

yapmacık, sahte

bohemian

bohem

boil away

1. kaynayıp gitmek, 2. yok olmak

boil down to

anlamına gelmek, olmak

boil down

1. kaynayarak suyunu çekmek, 2. kısaltmak, kısmak

boil over

1. kaynayıp taşmak, 2. köpürmek, tepesi atmak

boil sth down to sth

kısaltmak, özetlemek

boil up

tehlikeli bir boyuta ulaşmak, kızışmak

boil

1.kaynatmak, haşlamak, 2.kaynamak, haşlanmak, 3.kaynama, kaynatma, 4.kaynama noktası, 5.çıban

boil-off

buharlaşma kaybı

boiled egg

rafadan yumurta

boiled salt

rafine tuz

boiler house

kazan dairesi

boiler room

kazan dairesi

boiler suit

işçi tulumu

boiler tube

kazan borusu

boiler

buhar kazanı

boilermaker

kazancı

boiling point

kaynama noktası

boiling

1. kaynayan, 2. kaynama, kaynatma

boisterous

1.kabaca, gürültülü, şen şakrak, 2.(hava) kötü, sert

bold

1.cesur, yürekli, gözüpek, atılgan, 2.küstah, kaba, arsız, densiz, 3.(görünüş) keskin hatlı

boldface

siyah harf

boldly

1. cesaretle, 2. güpegündüz

boldness

1. cesaret, 2. yüreklilik, pervasızlık

bole

ağaç gövdesi

bolide

ateştopu, bolit

Bolivia

Bolivya

boll weevil

boll weevil

pamuk kurdu

boll

tohum kabuğu, tohum zarfı

bollard

1.iskele babası, 2.kısa kalın direk

bollocks

1.taşaklar, 2.saçma, zırva

bolometer

bolometre, ışınımölçer

bolometric

bolometrik

boloney

zırva, palavra, boş laf, hikâye

Bolshevik

Bolşevik

Bolshevist

Bolşevik

bolshy

1.kurulu toplum düzenine karşı, 2.yardımı esirgeyen

bolster up

desteklemek, cesaretlendirmek

bolster

1.uzun yuvarlak yastık, 2.(up ile) desteklemek, cesaretlendirmek

bolt cutter

cıvata keskisi

bolt head

cıvata başı

bolt knife

bolter

mücellit bıçağı 1.cıvata, 2.kapı sürgüsü, mandal, 3.yıldırım, 4.(kumaş, vb.) top, 5.kaçış, kaçma, 6.(at) korkudan aniden kaçmak, irkilmek, 7.acele etmek, çabuk hareket etmek, 8.(yemek) çiğnemeden yutmak, abur cubur yemek, 9.iki parçayı cıvatayla tutturmak, bağlamak, 10.(kapı) sürgülemek, kilitlemek, 11.kilitlenmek, 12.un elemek, 13.dimdik ve kıpırdamadan tohuma kalkmış pancar

bolting silk

ipek gaze bezi

boltrope

gıradin, gıradin halatı

bolus

büyük hap, kapsül

bomb shell

bomba mermisi

bomb

1.bomba, 2.(the ile) atom bombası, 3.bombalamak

bomb-proof

bombaya dayanıklı, bomba geçmez

bombard

1.bombalamak, bombardıman etmek, 2.(soru, vb.) yağmuruna tutmak

bombardier

bombacı, topçu

bolt

bombardment airplane bombardıman uçağı bombardment

bombardıman

bombasine

bombazen

bombast

bombast

tumturaklı söz

bombazine

bombazen

bomber

bombardıman uçağı

bombing airplane

bombardıman uçağı

bombing

bombardıman, bombalama

bombshell

kötü sürpriz

bombsight

bombalama vizörü

bombsite

bombalanan yer

bona fide

1. gerçek, gerçekten, 2. gerçek, gerçekten

bonanza

çok kârlı iş/şey

bond debt

tahvil borcu

bond fund

tahvil fonu

bond market

tahvil piyasası

bond paper

bondage

kaliteli kâğıt 1.bono, senet, 2.resmi, yazılı anlaşma ya da söz, 3.muhabbet, hoşlanma, karşılıklı sevgi, bağ, 4.birbirine yapışma, 5.bağlanma, birleşme, bağ, 6.yapıştırmak, birleştirmek, 7.yapışmak, birleşmek kölelik

bonded debt

rehinli tahvil

bonded docks

gümrük ambarı

bonded goods

gümrüklenmemiş mallar, antrepolanmış mallar

bonded warehouse

1. gümrük antreposu, 2. gümrük ambarı

bonded

antrepolanmış

bonder

bağlantı taşı, örgü taşı

bonderize

bonderlemek

bondholder

1. tahvil sahibi, 2. tahvilat hamili

bonding agent

tutturucu madde, bağlayıcı madde

bonding

birbirine bağlanma

bondman

toprağa bağlı köylü

bondsman

kefil

bone china

ince porselen

bond

bone glue

kemik tutkalı

bone idle

tembel, miskin

bone marrow

kemik iliği

bone meal

kemik tozu

bone of contention

tartışma nedeni

bone oil

kemik yağı

bone structure

kemik yapısı

bone tissue

kemik dokusu

bone

1.kemik, üstühan, sünük, süyek, kılçık, 2.kemiklerini ayıklamak

bone-dry

kupkuru

bone-idle

tembel, uyuşuk

boneblack

kemik kömürü

bonehead

aptal, mankafa

boneless

1. kemiksiz, 2. kılçıksız

boner

hata, büyük gaf

bonesetter

çıkıkçı

bonfire

şenlik ateşi

bongo

bongo

bonhomie

iyi huyluluk, canayakınlık

bonito

1. palamut, 2. torik

bonk

1.sikişmek, 2.sikiş

bonkers

kaçık, kontak, üşütük

bonnet lock

kaporta kilidi

bonnet

1.başlık, bone, 2.kaput, motor kapağı

bonny

1.sağlıklı, gürbüz, güzel, 2.yeterli, iyi

bonus account

tasarruf hesabı

bonus share

kâr dağıtımı

bonus

1.ikramiye, 2.prim

bony

1.kemikli, kılçıklı, 2.sıska, zayıf

boo

1.yuh, 2.yuhalamak

boob tube

televizyon

boob

1.gaf, aptalca hata, 2.enayi, budala, 3.aptalca hata yapmak, gaf yapmak, 4.çuvallamak

boobs

memeler

booby prize

en kötü yarışmacıya verilen ödül

booby trap

1. bubi tuzağı, 2. şaka, sürpriz

booby

1.salak, aptal, enayi

book credit

açık kredi

book debts

defterlerin arz ettiği alacaklar

book entries

defter kayıtları

book fair

kitap fuarı

book in

geldiğini bildirmek

book inventory

muhasebe içi envanter

book of account

muhasebe defteri

book of authorized signature

imza sirküleri

book of final entry

son giriş kayıtları defteri

book of original entry

ilk giriş kayıtları defteri

book review

kitap eleştirisi

book surplus

defter fazlalığı

book up

ayırmak, tutmak, rezerve etmek

book value

1. defter değeri, muhasebe değeri, 2. maliyet

book week

bookable

kitap haftası 1.kitap, 2.defter, 3.deste, paket, 4.kayıt, 5.telefon rehberi, 6.(yer) ayırtmak, 7.deftere geçirmek, 8.(in ile) varışını/geldiğini bildirmek, 9.(up ile) ayırmak, tutmak, rezerve etmek (yer, vb.) ayırtılabilir

bookbinder

ciltçi, mücellit

bookbindery

1.ciltçilik, 2.ciltevi

bookbinding

ciltçilik

bookcase

kitaplık

book

booked

yeri ayrılmış, defterde kayıtlı

bookend

kitap dayağı, kitap desteği

bookie

bkz. bookmaker

booking clerk

gişe memuru

booking office

gişe, bilet gişesi

booking records

muhasebe kayıtları

booking

1.rezervasyon, yer ayırtma, 2.kaydetme

booking-office

bilet gişesi

bookish

kitabî

bookkeeper

sayman, muhasebeci

bookkeeping department

muhasebe bölümü

bookkeeping entry

muhasebe kaydı

bookkeeping system

muhasebe sistemi

bookkeeping

saymanlık, muhasebecilik, muhasebe

booklet

kitapçık, bröşür

bookmaker

(at yarışı, vb. de) bahis paralarını toplayan kimse, bahisçi

bookmark

kitapta kalınan sayfayı belirtmek için sayfa arasına konan herhangi bir şey

bookmobile

gezici kütüphane aracı

bookseller

kitapçı

bookshelf

kitap rafı

bookshop

kitabevi

bookstall

kitap/dergi, vb. satan küçük büfe

bookstore

kitabevi

bookworm

kitap hastası, kitap kurdu

boom town

boomerang

hızla kalkınan kent, mantar kent 1.seren, 2.gümbürtü, 3.akarsuların iki yakasına gerilen ve geçişi önleyen kalın zincir, 4.hızlı büyüme, artış, yükseliş, 5.gümbürdemek, 6.(önem, değer, vb.) hızlı biçimde artmak, çoğalmak, gelişmek, canlanmak bumerang

boon companion

yakın arkadaş

boom

boon

1.iyilik, nimet, rahatlık, 2.ihsan, bağış

boor

kaba/yontulmamış kimse, ayı

boorish

kaba

boorishly

kaba bir şekilde

boorishness

1. kabalık, 2. sığırlık

boost the morale

moralini yükseltmek

boost

1.alttan yukarıya ittirmek, 2.artırmak, yükseltmek, 3.canlandırmak, 4.artış, yükselme, 5.teşvik, yardım, destek, cesaretlendirme

booster

1.itici, 2.destekçi, hayran, destekleyen, 3.güç ya da basınç arttıran aygıt, güçlendirici, 4.bir ilacın etkinliğini arttıran madde

boot out

kapı dışarı etmek

boot

1.çizme, bot, potin, 2.oto, bagaj, 3.tekme, 4.sepetleme, işten atma, 5.tekmelemek, 6.sepetlemek, kovmak

booted eagle

cüce kartal

bootee

1. bebek patiği, 2. kadın botu

booth

1. satış pavyonu, 2. kulübe, baraka, 3. çardak, 4. gişe

bootjack

çizme çekeceği

bootlace

ayakkabı bağı

bootleg

1.(içki) yasadışı, kaçak, 2.yasadışı içki yapmak/satmak/bulundurmak

bootlegger

içki kaçakçısı

bootlick

dalkavukluk etmek, çanak yalamak

bootlicker

1. dalkavuk, çanak yalayıcı, 2. yaltak

bootstrap

kendini yükleme, özyükleme

booty

1.ganimet, yağma, 2.çalınmış eşya

booze

1.içki, 2.kafayı çekmek

booze-up

içki âlemi

boozer

1.içkici, ayyaş, 2.meyhane

bop

vurmak

boracic acid

borik asit

boracic

borik, borakslı, borasik

borane

boran

borate

borat

borax

boraks

borazon

borazon

border and offshore trade

sınır ve kıyı ticareti

border gate

gümrük kapısı, sınır kapısı

border line

sınır hattı

border on

1. sınır komşusu olmak, 2. eğiliminde olmak

border trade

sınır ticareti

border

1.kenar, 2.sınır, 3.sınırlandırmak, sınır koymak, sınır olmak, 4.ile ortak sınıra sahip olmak, sınırdaş olmak

bordereau

bordro

bordering

kıyısı olan

borderline

1.sınır çizgisi, sınır, 2.belirsiz, ortada

bore the pants off

boredom

canından bezdirmek 1.delmek, oymak, 2.delik, sondaj çukuru, oyuk, 3.delgi, boru, kutru, sonda, 4.can sıkıcı/usandırıcı/bezdirici kimse, 5.büyük gel dalgası, met dalgası, 6.canını sıkmak, sıkmak can sıkıntısı

borehole

sondaj deliği, yoklama deliği

borer

1. burgu, matkap, 2. lağım mili

boresight

nişan kontrol aleti

boric acid

borik asit

boric oxide

borik oksit

boric

borik

boring bar

sondaj çubuğu, matkap mili

boring dust

lağım tozu

boring head

matkap başı, matkap aynası

boring machine

delme makinesi

boring mill

sondaj mili

boring rig

sondaj tesisatı

boring rope

delme halatı

boring tower

delme kulesi

bore

boring

can sıkıcı, sıkıcı

born on the wrong side piç of the blanket born

1.doğmuş, 2.doğuştan, kökenden, doğma

borneol

borneol

bornite

bornit

boron steel

bor çeliği

boron

bor

borough

İngiltere'de Parlamentoya üye gönderen kent

borrow trouble

tasasını çekmek

borrow

ödünç almak, borç almak

borrowed funds

borç alınan paralar

borrowed

borç alınan

borrower

borç alan, borçlu, istikraz eden

borrowing nation

borç alan ülke

borrowing power

borçlanma gücü, kredi limiti

borrowing

1.ödünç alma, borç alma, 2.alıntı

borrowings

borçlanılan miktar

borstal

ıslahevi

bort

siyah elmas, karbonado, karaelmas

bosh

zırva, boş laf

Bosnia

Bosna

Bosnian

1. Boşnakça, 2. Boşnak

bosom friend

can ciğer kuzu sarması, can yoldaşı

bosom

1.sine, koyun, göğüs, 2.yakın, çok yakın, samimi

Bosphorus

istanbul Boğazı, Boğaziçi

boss

1.patron, 2.-e emirler yağdırmak, patronluk etmek, yönetmek

boss-eyed

şaşı

bossage

bosaj

bossy

emretmeyi seven, buyurgan

botanical

1.bitkibilimsel, botanik, 2.bitkilerden sağlanan, bitkisel

botanically

botanik olarak

botanist

bitkibilimci

botanize

bitkileri incelemek

botany

bitkibilim, botanik

botch

1.bir şeyi kötü yapmak, içine etmek, baştan savma onarmak, yüzüne gözüne bulaştırmak, 2.kötü yapılmış iş, baştan savma yapılmış şey

both and

1. hem hem (de), 2. hem hem de

both he and I

hem o hem de ben

both

1.her ikisi, her ikisi de, 2.(both ... and ...) sadece ... değil, aynı zamanda, 3.her iki, iki

bother with

bothersome

zahmet etmek, rahatsız olmak 1.canını sıkmak, rahatsız etmek, 2.(with/about ile) zahmet etmek, zahmete girmek, rahatsız olmak, 3.sıkıntı, zahmet, zorluk, 4.kavga, kargaşa, huzursuzluk 1. can sıkıcı, 2. rahatsız edici

Botswana

Botswana

bottle cap

şişe kapağı

bottle gourd

sukabağı

bottle green

koyu yeşil

bottle opener

şişe açacağı

bottle up

içine atmak, dışa vurmamak

bottle

1.şişe, 2.şişelemek

bottle-feed

biberonla beslemek, mamayla beslemek

bottled beer

şişe birası

bottleneck

1.dar geçit, 2.dar boğaz

bottom dollar

son kuruş

bottom land

ovalık arazi

bottom out

iyice düşmek, üzülmek

bottom price

en düşük fiyat

bottom view

alttan görünüş

bottom

1.dip, 2.alt, 3.son, 4.kıç, popo, 5.etek, 6.çıkış sebebi neden, 7.(out ile) en düşük seviyeye ulaşmak, iyice düşmek/azalmak

bother

bottomless pit

cehennem

bottomless

dipsiz, sınırsız, çok derin

bottomry

gemi ödüncü

botulism

botülizm

boucle

buklet

boudoir

1. bir kadının odası, 2. özel oturma odası

bough

ağacın ana dallarından biri

boulder clay

sürüntü kili

boulder period

buz çağı

boulder

büyük taş/kaya

boulevard

bulvar

bounce back

toparlanmak, iyileşmek

bounce

1.zıplamak, 2.zıplatmak, 3.zıplamak, sıçramak, hoplamak, 4.(çek) karşılıksız olduğu için geri çevrilmek, 5.zıplama, hoplama, sıçrama

bouncer

(otel, gazino, vb. yerlerde) fedai, goril

bouncing

(bebek) sağlıklı

bouncy

1.yaşam dolu, canlı, istekli, hevesli, yerinde duramayan, 2.(top) iyi zıplayan

bound for

-e gitmek üzere

bound to

kesinlikle, garanti

bound up in

-le meşgul, çok ilgili

bound up with

boundary line

-e bağlı, -le ilgili 1.(for ile) gitmeye hazır, gitmeye niyetli, giden, gidici, gitmek üzere olan, 2.sınırlamak, sınır koymak, sınırlarını belirlemek, 3.bağlı, bağlanmış, 4.kesin, 5.yükümlü, mecbur, 6.ciltlenmiş, ciltli, 7.kesin, niyetli, azimli, kafasına takmış, kesin kararlı, 8.sıçrama, hoplama, zıplama, 9.sınır, 10.hoplamak, zıplamak, sıçramak, 11.sekmek sınır çizgisi

boundary

sınır

boundless

sınırsız, sonsuz

bounteous

1.eliaçık, cömert, 2.cömertçe verilmiş

bounteously

cömertçe

bounteousness

cömertlik, bolluk

bountiful

1. cömert, eli açık, 2. bol

bound

bounty

1.cömertlik, eliaçıklık, 2.cömertçe verilmiş şey, 3.ikramiye, prim, ödenek, bağış

bouquet

1.buket, 2.(şarap) koku

bourgeois

1.kentsoylu, burjuva, 2.kapitalist, anamalcı, 3.maddiyatçı

bourgeoisie

1.orta sınıf, kentsoylu sınıfı, 2.kapitalist sınıf

bourne

çay, dere

bourse

borsa

bout

1.kısa dönem, devre, 2.kriz, nöbet, 3.boks maçı

boutique

butik

bovine vaccine

inek aşısı

bovine

1.inek/öküz gibi, inek/öküz ..., 2.uyuşuk, hantal

bow and scrape

yağ çekmek, yaltaklanmak

bow compass

kavis kompası, nokta pergeli

bow out of

bırakmak, ayrılmak

bow saw

çelik testeresi

bow tie

papyon, papyon kravat

bow to

bow-legged

kabul etmek, boyun eğmek, uymak 1.reverans yapmak, başıyla selamlamak, 2.(başını) eğmek, 3.eğilmek, 4.reverans, başla selamlama, 5.pruva, baş, 6.(ok atmakta kullanılan) yay, 7.yay, 8.kavis, 9.fiyonk, fiyonk biçiminde düğüm 1. çarpık bacaklı, 2. çarpık bacaklı

bow-tie

papyon

bowel

bağırsak

bowels

1.bağırsak, 2.iç kısımlar, iç

bower

1. göz demiri, 2. kameriye, çardak

bowl over

bowler hat

çarpıp düşürmek, yere yuvarlamak 1.yuvarlak kase, tas, çanak, 2.bovling topu, 3.(kriket)/bovling/topu atmak, 4.bovling oynamak, 5.yuvarlamak, 6.(along ile) hızla geçip gitmek melon şapka

bowler

1.melon şapka, 2.(kriket) topu atan oyuncu

bowline

1. borina halatı, borina izbarço, 2. barço bağı

bowling

bovling oyunu

bow

bowl

bowser

benzin pompası

bowshot

ok menzili

bowstring

1. yay kirişi, 2. iple boğmak

box number

posta kutusu numarası

box office

bilet gişesi

box up

boxcar

sandığa koymak 1.kutu, sandık, kasa, 2.(mahkeme) kürsü, 3.loca, 4.kulübe, 5.(the ile) televizyon, 6.kutulamak, kutuya/sandığa koymak, 7.yumruk atmak, yumruklaşmak, 8.boks yapmak kapalı yük vagonu

boxer

1.boksör, 2.boksör, buldok benzeri bir köpek

Boxing Day

Noeli izleyen gün

boxing glove

boks eldiveni

boxing match

boks maçı

boxing

1.boks

boxwood

şimşir tahtası

boy scout

erkek izci

boy

1.erkek çocuk, oğlan, 2.oğul, 3.Vay canına!, Üf!, Vay be!

boycott

1.boykot, 2.boykot etmek

boyfriend

erkek arkadaş, sevgili

boyhood

(erkek) çocukluk çağı

boyish

çocukça

bra

sutyen

brace and bit

el matkabı

brace bit

matkap, delgi

brace drill

bracelet

matkap kolu 1.destek, bağ, 2.dişlere takılan tel, diş teli, 3.ç. pantolon askısı, 4.güçlendirmek, kuvvetlendirmek, desteklemek, 5.(kendisini kötü bir şeye) hazırlamak 1.bilezik, 2.ç, kelepçe

braces

pantolon askısı

brachial

kol

box

brace

brachiopod

brachiopod

kolsu-ayaklılar

bracing

(özellikle hava) temiz, taze, canlandırıcı, güzel, dinçleştiren

bracken

kartallı eğreltiotu

bracket

1.destek, dirsek, 2.ayraç, parantez, 3.grup, 4.parantez içine almak, 5.birbirine ait kılmak

brackish

(su) hafif tuzlu

bract

brakte, bürgü

brad

karfiçe çivisi, parke çivisi

bradawl

biz

brag

övünmek, böbürlenmek

braggart

övüngen kimse

braid

1.saç örgüsü, 2.şerit, kordon, 3.örmek

braided

şeritli, şeritlerle süslü

brail

istinga, yelken ipi

braille

körler için kabartma yazı

brain drain

beyin göçü

brain fag

zihin yorgunluğu

brain fever

beyin humması

brain pan

kafatası

brain power

beyin gücü

brain stem

beyin sapı

brain trust

bir grup danışman

brain washing

beyin yıkama

brain wave

parlak fikir

brain

1.beyin, 2.zekâ, akıl, 3.zeki kimse, beyin, 4.beynini dağıtarak öldürmek, beynini patlatmak, 5.kafasına patlatmak

brainchild

parlak düşünce, parlak buluş

brained

beyinli

brainless

beyinsiz, kafasız

brainstorm

1.aniden kafanın çalışmaması, sersemlik, 2.ani parlak fikir

brainwash

beynini yıkamak

brainwashing

brainwashing

beyin yıkama

brainwave

(aniden akla gelen) parlak fikir

brainy

akıllı, zeki, kafalı

braise

kapalı kapta ve ağır ateşte pişirmek

brake bar

fren çubuğu

brake control

fren kumandası

brake cylinder

fren silindiri

brake drum

fren kampanası, fren tamburu, fren çanağı

brake fern

kuzgun otu

brake fluid

1. fren hidrolik yağı, 2. fren yağı

brake lever

fren levyesi

brake light

fren lambası

brake lining

fren balatası

brake pedal

fren pedalı

brake power

fren gücü

brake resistance

fren direnci

brake ring

fren halkası

brake rod

fren çubuğu

brake shoe

fren çarığı

brake spindle

fren mili

brake

1.fren, eğleç, 2.frenleyip durdurmak/yavaşlatmak, 3.fren yapmak, frenlemek

braking distance

frenleme mesafesi

braking

frenleme

bramble

böğürtlen çalısı

bran

kepek

branch bank

banka şubesi

branch banking

şube bankacılığı

branch circuit

şube devre

branch current

şube akımı

branch manager

branch manager

şube müdürü

branch of industry

sanayi kolu

branch off

ikiye ayrılmak, konu dışına çıkmak

branch office

şube

branch out into

işi genişletmek

branch out

1. dal budak salmak, 2. genişlemek

branch road

yan yol, yan sokak

branch store

satış şubesi

branch

1.dal, ağaç dalı, 2.(akarsu, yol, demiryolu, vb.) kol, 3.dal, şube, kol, bölüm, 4.(ağaç) dallanmak, 5.dallara/kollara, bölümlere ayrılmak

branched

dallı

branchia

solungaç

branchial

solungaçlı

branchiate

solungaçlı

branching

dallanma

branchlet

ufak dal

brand choice

marka seçimi

brand name

marka adı

brand new

yepyeni, hiç kullanılmamış, gıcır gıcır

brand

1.dağlamak, damgalamak, 2.(kötü olaylar, vb.) iz bırakmak, derinden etkilemek, damgalamak, 3.damga vurmak, damgalamak, ... damgası vurmak

branded

markalı

brandish

sağa sola sallamak, savurmak

brandy

brendi

brash

1.saygısız, küstah, 2.toy, acemi, aceleci

brass band

bando, mızıka

brass knuckles

muşta

brass pipe

pirinç boru

brass plate

pirinç levha

brass plating

pirinç kaplama

brass

1.pirinç, 2.pirinçten yapılmış eşya, 3.küstahlık, cüret, yüzsüzlük

brasserie

bira ve yiyecek satan lokanta

brassiere

sutyen

brassy

1.pirinç renkli, 2.sesi pirinç çalgılarınkine benzeyen, 3.utanmaz, cazgır

brat

yumurcak

braunite

braunit

bravado

budalaca cesaret, cüret, kabadayılık

brave as a lion

aslan yürekli

brave

1.cesur, yiğit, kahraman, 2.cesaretle karşılamak

bravely

yiğitçe

bravery

cesaret, yiğitlik, kahramanlık

bravo

Bravo!, Aferin!

brawl

1.kavga, dalaş, dövüş, ağız dalaşı, 2.kavga etmek, dalaşmak, ağız dalaşı etmek

brawn

1.kas, 2.kas gücü

brawny

kaslı

bray

1.anırmak, 2.anırma, anırtı

braze

pirinçle lehimlemek

brazed

sert lehimli

brazen it out

pişkinlikle karşılamak, yüzsüzlüğe vurmak

brazen

arsız, yüzsüz, şımarık, küstah

brazen-faced

arsız, yüzsüz, sırnaşık

brazier

mangal

Brazil nut

Brezilya kestanesi

Brazil wood

bakkam ağacı, kızılağaç

Brazil

1. Brezilya, 2. bakkam ağacı, kızılağaç

Brazilian

Brezilyalı, Brezilya'ya özgü

brazing

sert lehimleme, pirinç kaynak

breach of contract

sözleşmenin ihlali, sözleşmeye uymama

breach of duty

görevin ihmali

breach of etiquette

görgü kurallarına uymama

breach of faith

güveni kötüye kullanma

breach of prison

hapisten kaçma

breach of promise

1. evlilik sözünü tutmama, 2. sözünden dönme

breach of the law

yasayı çiğneme, kanunu ihlal

breach of trust

emniyeti kötüye kullanma

breach

1.(yasa) uymama, çiğneme, yerine getirmeme, savsama, 2.gedik, yarık, oyuk, 3.gedik açmak, yarmak

bread and butter

1. ekmek parası, geçim yolu, 2. geçim

bread basket

ekmek sepeti, tahıl ambarı, mide

bread mould

ekmek küfü

bread winner

bir aileyi geçindiren kimse

bread

1.ekmek, 2.rızk, 3.geçim, kazanç, ekmek, 4.para

breadcrumb

ekmek kırıntısı

breadline

bedava yemek kuyruğu

breadth

1.genişlik, 2.en

breadwinner

(ailenin) geçimini sağlayan kişi

break a contract

sözleşmeye uymamak, anlaşmayı ihlal etmek

break a habit

kötü alışkanlıktan kurtulmak

break a promise

sözünü tutmamak, sözünden dönmek

break a record

rekor kırmak

break a strike

grevi dağıtmak

break an appointment randevuya gitmemek break away

1. kaçmak, 2. kopmak, ayrılmak

break down

1. parçalamak, yıkmak, 2. parçalanmak, 3. yen(il)mek

break even

ne kâr ne zarar etmek

break ground

temel atmak

break heart

kalbini kırmak

break in on

kesmek

break in

söze karışmak, lafı bölmek

break into applaud

coşkunca alkışlamak

break into

break into

1. zorla girmek, 2. (konuşma, vb.) kesmek

break jail

hapisten kaçmak

break loose

1. zorla ayrılmak, 2. kendini kurtarmak

break of

-den vazgeçirmek

break off

1. kesmek, bitirmek, son vermek, koparmak, 2. koparmak

break one's heart

kalbini kırmak

break one's neck

çok çalışmak

break open

açmak, zorla açmak

break out in a cold sweat

soğuk terler dökmek

break out

1. kaçmak, firar etmek, 2. patlak vermek

break sb in

birini alıştırmak

break short

kısa kesmek

break sth off

koparmak, kesmek, ayrılmak

break sth to pieces

paramparça etmek

break sth up

durdurmak, dağıtmak

break the back of sth

bir şeyin belini kırmak

break the bank

keseye dokunmak

break the ice

buzları çözmek, havayı yumuşatmak

break the news

haber getirmek

break the peace

asayişi bozmak

break the record

rekor kırmak

break through

ortaya çıkmak, görünmek

break up

1. parçalamak, 2. parçalanmak, 3. sona ermek, bitmek

break wind

osurmak, yellenmek

break with sb

ile bağını koparmak, ilişkisini kesmek

break break-in breakable

1.kırılmak, parçalanmak, 2.kopmak, 3.kırmak, parçalamak, 4.koparmak, 5.bozmak, bozulmak, 6.yarmak, açmak, çatlatmak, 7.uymamak, tutmamak, 8.çiğnemek, 9.kontrol etmek, dizginlemek, 10.daha iyi yapmak, 11.mahvetmek, yıkmak, 12.bitmek, sona ermek, 13.çözmek, 14.kırma, kırılma, 15.açıklık, kırık, 16.ara, mola, teneffüs, dinlenme, 17.ani değişim, değişiklik, 18.tan, şafak vakti, 19.şans, fırsat meskene tecavüz, zorla girme

breakable

kırılır

breakage

1.kırma, kırılma, 2.kırık, çatlak

breakaway

1.kaçma, kaçış, firar, 2.ayrılma, kopma, 3.kaçak, kaçan/kopan/ayrılan kimse

breakdown crane

kurtarıcı vinci

breakdown lorry

tamir kamyonu, arıza kamyonu

breakdown truck

tamir kamyonu, arıza kamyonu

breakdown voltage

dayanma gerilimi, çöküm gerilimi

breakdown

1.arıza, bozulma, 2.(sinirsel) bozukluk, çöküntü, çökme, 3.inceleme

breaker

1. kırıcı, ezici, 2. kırma makinesi, 3. konkasör, kırıcı

breakeven

toplam maliyet ve gelirin eşitliği

breakfast

1.kahvaltı, 2.kahvaltı etmek

breaking limit

kırılma sınırı

breaking strength

kırılma mukavemeti

breaking

kırma, kırılma

breakneck

çok hızlı/tehlikeli

breakthrough

1.(düşmana yapılan) ani saldırı, hücum, ani atak, 2.ani ve önemli gelişme/ilerleme/yenilik/buluş

breakup

1.(arkadaşlık, evlilik, birlik, vb.) sona erme, son, 2.bölüm, parsel

breakwater

dalgakıran, mendirek

breast bone

göğüs kemiği

breast drill

göğüs matkabı

breast stroke

kurbağalama yüzüş

breast the tape

yarışı birinci bitirmek

breast

1.meme, göğüs, 2.gönül, sine

breast-feed

ana sütüyle beslemek, emzirmek

breasthook

çatal, yatırma paraçolu

breastrope

göğüs halatı, göğüs paleti

breaststroke

kurbağalama yüzüş

breastsummer

taşıyıcı kiriş

breastwork

göğüs siperi

breath

breath

1.soluk, nefes, soluklanma, 2.hafif rüzgâr, esinti, 3.küçük bir hareket/işaret/iz

breathalyse

sürücüye alkol muayenesi yapmak

breathalyser

alkol muayenesi yapmakta kullanılan aygıt

breathe down sb's neck tepesine dikilmek breathe freely

rahat nefes almak, nefeslenmek

breathe in

soluk almak, solumak

breathe one's last

son nefesini vermek

breathe

1.solumak, soluk almak, nefes almak, 2.fısıldamak, 3.(koku, duygu, vb.) vermek, hissettirmek, aşılamak

breather pipe

havalandırma borusu

breather

mola, ara

breathing

1. soluk alma, teneffüs etme, 2. teneffüs

breathless

1.soluk soluğa kalmış, 2.soluk kesici

breathlessly

soluk soluğa

breathlessness

soluksuzluk

breathtaking

soluk kesici, heyecanlı

breccia

breş, köşeli yığışım

breech block

kama gövdesi

breech

1. kıç, dip, 2. arka

breeches

golf pantolon

breechloader

breeder reactor

kuyruktan dolma silah 1.(hayvan) doğurmak, yavrulamak, 2.damızlık olarak beslemek, yetiştirmek, 3.yetiştirmek, büyütmek, eğitmek, 4.neden olmak, başlangıcı olmak, 5.cins, soy, 6.çeşit, tür üretim reaktörü, üretken reaktör

breeder

1. hayvan yetiştiricisi, 2. üretim reaktörü

breeding ratio

üretim oranı

breeding

1. doğurma, üreme, 2. yetiştirme, 3. görgü, 4. soy

breeze

1.meltem, esinti, 2.çok kolay iş, çocuk oyuncağı, 3.çıkıp gelmek/gitmek, 4.(through ile) kolayca geçmek, atlatmak

breezy

1.esintili, meltemli, 2.neşeli, canlı, şen şakrak

brethren

kardeşler, din kardeşleri

breve

iki tam notaya eşit nota, resmi yazı

breed

brevet

fahri terfi vesikası

breviary

Katolik kilisesi dua kitabı

brevier

sekiz puntoluk harf

brew

kısalık, (çay ya da kahve) yapmak, hazırlamak, demlemek, hazır olmak, demlenmek, (kötü bir şey) hazırlamak, tezgâhlamak, (kötü bir şey) gelmek 1. mayalandırarak yapılan içki, 2. bira yapmak, 3. hazırlamak, demlemek, 4. kurmak

brewer

bira yapan kişi, biracı

brewer's yeast

bira mayası

brewery

bira fabrikası

briar

brier

briar-root

funda

bribe

1.rüşvet vermek, 2.rüşvet

bribery

rüşvetçilik, rüşvet

bric-a-brac

ufak süslemeler, ıvır zıvır

brick arch

tuğla kemer

brick course

tuğla dizisi

brick kiln

tuğla fırını, tuğla ocağı

brick maker

tuğlacı

brick masonry

tuğla inşaat

brick pavement

tuğla kaldırım

brick paving

tuğla kaplama

brick plant

tuğla fabrikası

brick red

kiremit rengi

brick up

tuğlalarla doldurmak

brick wall

tuğla duvar

brick

1.tuğla, 2.tuğla biçiminde herhangi bir şey

brickbat

tuğla parçası

brickkiln

tuğla fırını

bricklayer

duvarcı, tuğla örme ustası

brevity

bricklaying

tuğla duvar örme

brickwork

tuğla işi

brickworks

tuğla fabrikası

brickyard

1. tuğla fabrikası, 2. tuğla harmanı

bridal wreath

keçisakalı

bridal

gelin/düğün ile ilgili

bride

gelin

bridegroom

damat, güvey

bridesmaid

gelinin nedimesi

bridewell

hapishane, hapis

bridge toll

köprü parası

bridge

1.köprü, 2.kaptan köprüsü, 3.burun köprüsü, 4.gözlük köprüsü, 5.(telli çalgılarda) köprü, 6.(diş) köprü, 7.briç, 8.köprü kurmak, köprüyle birleştirmek

bridgehead

köprübaşı mevzii

bridging

köprüleme

bridle one's tongue

gem vurmak

bridle path

atlılara mahsus yol

bridle

1.at başlığı, yular, 2.(at) dizginlemek, dizgin takmak, yular takmak, 3.tutmak, dizginlemek, 4.kızmak

brief

1.kısa, 2.özet, 3.dava özeti, 4.talimat bilgi, 5.ç. külot, don, 6.gerekli bilgiyi vermek, 7.son talimatı vermek

briefcase

evrak çantası

briefing

brifing

briefly

kısaca

briefness

kısa oluş

briefs

külot, don

brier

yaban gülü

brierroot

yabani gülün kökü

brierwood

yabani gülün tahtası

brig

1.iki direkli yelkenli tekne, brik, 2.askeri cezaevi

brigade commander

tugay komutanı

brigade

1.tugay, 2.ekip, takım

brigadier general

tuğgeneral

brigadier

tugay komutanı, tuğbay, tümgeneral

brigand

eşkiya, soyguncu, harami, hayta, ızbandut

brigandage

haydutluk, eşkiyalık, kanunsuzluk

brigantine

gulet (gemi), pergende

bright and early

sabahın köründe

bright

1.parlak, 2.aydınlık, 3.akıllı, zeki, parlak, 4.umut verici, parlak, 5.neşeli, canlı

brighten

1.parlamak, canlanmak, 2.parlatmak, canlandırmak

brightener

parlaklaştırıcı

brightening

parlatma, avivaj

brightness control

parlaklık ayarı

brightness

parlaklık

brill

dikensiz kalkan

brilliance

göz alıcılık, harikuladelik, mükemmellik

brilliant

1.ışıl ışıl, pırıl pırıl, parlak, 2.görkemli, 3.hayranlık uyandırıcı, zeki, 4.nefis, harika

brilliantine

briyantin

brilliantly

ışıl ışıl, pırıl pırıl

brim over

brimful

taşmak 1.(bardak, kap, vb.) ağız, 2.şapkanın yukarı doğru kıvrık bölümü, gölgelik, 3.ağzına kadar dolmak, ağzına kadar dolu olmak, 4.(over ile) taşmak ağzına kadar dolu, taşmak üzere, ağzına kadar

brimmer

dolu bardak

brimstone

kükürt

brindle

kahve renkli olan

brindled

kahve rengi, kahve renkli

brine

tuzlu su, salamura

bring about

1. ortaya çıkarmak, 2. sebep olmak, meydana getirmek

bring an accusation against

ithamda bulunmak

bring an action

aleyhine dava açmak

brim

bring around

ikna etmek, ayıltmak, kendine getirmek

bring back

1. geri getirmek, 2. hatırlatmak

bring damage

zarar vermek

bring down on

olmasına neden olmak, başına getirmek

bring down the house

tavan yıkılırcasına alkışlanmak

bring down

1. düşürmek, 2. indirmek, 3. sürdürmek

bring forth

meydana getirmek, doğurmak, sebep olmak

bring forward

1. ileri sürmek, ortaya atmak, 2. öne almak, 3. arz etmek

bring home to

ikna etmek

bring in a bill

yasa tasarısı sunmak

bring in a verdict of guilty

suçlu bulmak

bring in

1. kazanç getirmek, kazandırmak, 2. öne almak, 3. kazanmak

bring into daylight

gün ışığına çıkarmak

bring into line

haddini bildirmek

bring into prominence şöhret kazandırmak bring into

başlatmak

bring off

1. üstesinden gelmek, alt etmek, 2. başarılı olmak

bring on

1. istenmedik bir işe yol açmak, 2. sebep olmak

bring out

1. üretmek, yapmak, 2. ortaya çıkarmak, 3. cesaret vermek

bring over

ikna etmek

bring prices down

fiyatları indirmek

bring round

ayıltmak

bring sb in on sth

birine bir şeyi anlatmak, söylemek

bring sb in

1. tutuklamak, 2. gözaltına almak

bring sb round

1. ayıltmak, 2. kandırmak, razı etmek

bring sb to book

birinden hesap sormak

bring sb to his knees

yola getirmek, boyun eğdirmek

bring sb to reason

mantıklı olmaya ikna etmek

bring sb up

yetiştirmek, büyütmek

bring sth about

meydana getirmek, neden olmak

bring sth down

indirmek, azaltmak

bring sth in its wake

bir şeyi peşi sıra getirmek

bring sth in

öne sürmek

bring sth into focus

açıklamak

bring sth off

başarıyla sonuçlandırmak

bring sth on

neden olmak, meydana getirmek

bring sth to light

meydana çıkarmak

bring sth under the hammer

açık artırma ile satmak

bring sth up

ileri sürmek

bring the house down

herkesi gülmekten kırıp geçirmek

bring through

-den kurtarmak, tedavi etmek

bring to an end

sonuçlandırmak

bring to light

ortaya çıkarmak

bring to mind

akla getirmek

bring to pass

yaptırmak

bring to

ayıltmak

bring under

boyun eğdirmek

bring up on the bottle

biberonla beslemek

bring up the rear

en sonuncu gelmek

bring up

1. büyütmek, yetiştirmek, 2. terbiye etmek, bahsetmek

bring

1.getirmek, 2.neden olmak

bringing-up

çocuk bakımı ve terbiyesi, büyütme

brink

1.bir kayalığın ya da yüksek bir yerin kenarı, kenar, 2.(kötü bir şeyin) eşiğinde olma, kenarında olma

briny

tuzlu, salamuralı

briquette

1. briket, 2. briketlemek

brisance

brizan, parçalama gücü

brisk

brisk

çabuk ve aktif, çevik, canlı, hareketli

brisket

(hayvan) göğüs eti

briskly

canlı olarak

briskness

canlılık, faaliyet

bristle

1.kısa, sert saç, kıl, 2.(tüy, kıl, saç, vb.) diken diken olmak

bristled

kıllı

bristly

(saç, kıl, vb.) sert, diken diken

Britain

Britanya

britannia metal

beyaz metal

britches

breeches

British gum

ingiliz zamkı

British

Britanya ile ilgili, Britanyalı, İngiliz

Britisher

ingiliz

Briton

Britanya imparatorluğunda oturan kimse

brittle

1.kolay kırılır, kırılgan, gevrek, 2.narin, nazik, 3.atılgan, çabuk bozulan, gücenen

brittleness

kırılganlık, gevreklik

broach

konu açmak

broad axe

dülger baltası

broad bean

1. bakla, 2. bakla

broad jump

(spor) uzun atlama

broad

1.geniş, enli, 2.genişliğinde, 3.sınırsız, geniş, engin, 4.genel, yüzeysel, 5.açık, belli

broad-leaved hogfennel

padişah otu

broad-leaved

geniş yapraklı

broadband

genişbant

broadcast band

yayın bandı

broadcast channel

yayın kanalı

broadcast receiver

yayın alıcısı

broadcast station

yayın istasyonu

broadcast transmitter

broadcast transmitter

yayın vericisi

broadcast

radyo yayını, televizyon yayını, radyo yayını yapmak, televizyon yayını yapmak, yayınlamak, yaymak, bildirmek

broadcaster

1. radyo istasyonu, 2. radyo spikeri

broadcasting area

yayın alanı

broadcasting station

1. radyo istasyonu, 2. televizyon istasyonu

broadcasting

radyo veya televizyon ile yayın yapma, yayın

broaden

1.genişlemek, 2.genişletmek

broadminded

diğer düşüncelere saygılı, hoşgörülü, serbest fikirli

broadside

1.saldırı, 2.borda, 3.borda ateşi

broadsword

pala, geniş ağızlı kılıç

brocade

işlemeli, simli kumaş

brocatelle

brokatel

broccoli

karnabahara benzer bir bitki, karalahana

brochure

broşür, kitapçık

brogue

1.kalın ve dayanıklı ayakkabı, 2.İrlanda aksanı

broil

1.tavuk kızartmak, et kızartmak, balık kızartmak, ızgara yapmak, 2.çok sıcak olmak, kaynamak, yanmak

broiler

1.ızgaralık piliç, 2.çok sıcak bir gün, cehennem

broke

züğürt, meteliksiz

broken account

kesilen hesap

broken English

bozuk ingilizce

broken home

parçalanmış aile, yıkılmış yuva

broken line

kırık çizgi

broken period interest ara faiz broken reed

ipi ile kuyuya inilmez kişi

broken stone

kırmataş

broken

1.kırık, 2.uyulmamış, çiğnenmiş, tutulmamış, 3.bozuk yazı, bozuk konuşma, 4.yarım kalmış, bölünmüş, 5.ezik, kolu kanadı kırık, 6.engebeli, bozuk, taşlı

broken-down

çökük, bozuk, bitkin, çürük, bozulmuş, işi bitmiş

brokenhearted

kalbi kırık, umutsuzluğa kapılmış

brokenly

1. parça parça, 2. kesik

broker agent

aracı, mutavassıt

broker

komisyoncu, simsar

broker's cover

tellal timenat tezkeresi

broker's return

mal listesi

brokerage commission tellaliye, simsariye, komisyon brokerage

1. simsarlık, komisyonculuk, 2. komisyon

broking

simsarlık, komisyonculuk

brolly

şemsiye

bromate

bromat

bromic acid

bromik asit

bromic

bromik

bromide

bromür

bromine

bromin, brom

bronchi

bronş, akciğer borusu

bronchia

bronşlar, soluk borucukları

bronchial tube

bronşcuk

bronchial

bronşlarla ilgili

bronchiole

bronşiyol, solunum dalcığı

bronchitis

bronşit

bronchus

bronş, solunumdalı

brontosaurus

brontozor

bronze age

tunç devri

bronze

1.bronz, tunç, 2.bronz rengi, 3.bronzlaştırmak

brooch

broş, süs iğnesi

brood mare

damızlık kısrak

brood over

kuşatmak, sarmak

brood

kuş yavruları, kuluçkaya yatmak, arpacı kumrusu gibi düşünmek, kara kara düşünmek, kuşatmak, sarmak

brooder

ana makinesi, kuluçka makinası

broodiness

gurk olma

broody

1. kuluçkaya yatmak isteyen, 2. düşünceye dalan, dalgın

brook

1.dere, çay, 2.dayanmak, çekmek, tahammül etmek, izin vermek, kabul etmek

broom

süpürge

broomrape

canavar otu

broomstick

süpürge sopası, sapı

broth

et suyu, çorba

brothel

genelev

brother

1.erkek kardeş, 2.aynı grubun erkek üyesi, kardeş, 3.din kardeşi

brother-in-law

1. kayınbirader, 2. enişte, 3. bacanak

brotherhood

1.kardeşlik, 2.birlik, camia, topluluk

brotherliness

kardeşçe oluş

brotherly

erkek kardeşe özgü, kardeşçe, kardeş gibi

brothers in arms

silah arkadaşları

brougham

kupa arabası

brought about

hasıl etmek, vuku bulmak

brought forward

hesap toplamını nakletmek

brought out

meydana çıkarmak, belirtmek

brought up

yaklaşmasını sağlamak

brow

1.kaş, 2.alın, 3.tepe, yamaç

browbeat out

gözünü korkutmak, yıldırmak

browbeat

sert bakış ya da sözlerle gözünü korkutmak, yıldırmak, göz dağı vermek, zorlamak

brown bread

siyah ekmek

brown coal

linyit, yağız kömür

brown paper

ambalaj kâğıdı

brown study

dalgınlık

brown sugar

esmer şeker

brown

1.kahverengi, 2.esmerleşmek, esmerleştirmek, 3.kızartmak

brownie

hizmet perisi, iyilik perisi

brownstone

kahverengi kumtaşı

browse

browse

1.otlamak, 2.kitap karıştırmak

brucine

brüsin

bruin

ayı

bruise

1.çürük, bere, ezik, 2.çürütmek, berelemek, 3.çürümek

bruiser

boksör, zorba

bruit

etrafa yaymak, haber yaymak

brummagem

sahte, taklit

brunch

geç kahvaltı/erken öğle yemeği

brunet

koyu renk saç

brunette

esmer kadın

brunt

asıl yük, ağırlık, darbe

brush aside

bir kenara itmek, boş vermek, boşlamak

brush away

bertaraf etmek

brush off

1. reddetmek, ilişkiyi kesmek, 2. başından atmak

brush pasture

çalılık mera

brush up

tekrar etmek, bilgi tazelemek, yenilemek

brush

1.fırça, 2.fırçalama, 3.çalı, 4.çalılık, 5.tilki kuyruğu, 6.sürtünme, temas, 7.fırçalamak, 8.hafifçe değmek, sürtünmek, 9.temizlemek

brush-off

olumsuz yanıt, tersleme

brushing

süprüntü, çöp

brushwood

çalı çırpı, sık çalılık, fundalık

brusque

kaba saba, ters

brusquely

saygısızca, sertçe

brusqueness

nezaketsizlik, saygısızlık, haşinlik, sertlik

brussels sprout

brüksellahanası

Brussels

Brüksel

brut

sek

brutal

1.acımasız, insanlıktan uzak, hayvanca, 2.(gerçek) acı

brutality

1. vahşilik, 2. gaddarlık

brutalize

1.duygusuzlaştırmak, vahşileştirmek, acımasızlaştırmak, 2.acımasızca davranmak

brute

brute

1.hayvan, 2.kaba kimse, hayvan, ayı, 3.hayvan gibi, hayvani

brute-force

kaba kuvvet

brutish

hayvani, hayvanlara yakışır, kaba

brutishness

hayvanlık, kabalık

bryology

yosun bilgisi

bryony

şeytan şalgamı

bryophytic

yosun cinsinden

bub

kardeş

bubble company

dolandırıcı şirket

bubble gum

balonlu çiklet

bubble over

bubbler

coşmak, taşmak 1.kabarcık, hava, gaz ya da su kabarcığı, 2.fokurtu, 3.boş, geçici şey, hava, balon, 4.kabarcıklar çıkarmak, 5.fokurdamak, 6.(over, with ile) coşmak, taşmak fıskiye şeklinde çeşme

bubbly

1.kabarcıklı, kabarcık dolu, 2.neşeli, coşkulu, fıkır fıkır

bubo

hıyarcık

bubonic plague

hıyarcıklı veba

buccal cavity

ağız boşluğu

buccal

yanakla ilgili

buccaneer

korsan, deniz eşkıyası

Bucharest

Bükreş

buck bean

su yoncası

buck for

elde etmeye çalışmak

buck saw

çerçeveli testere

buck up

1. geliştirmeye çalışmak, 2. acele etmek, 3. neşelenmek

buck

1.erkek geyik/tavşan/sıçan, 2.antilop, 3.sorumluluk, 4.bir dolar, 5.(at, vb.) dört ayağı üzerinde zıplamak, 6.(binicisini) üzerinden atmak

bucket conveyor

kovalı konveyör

bucket down

şakır şakır yağmur yağmak

bucket dredger

kovalı tarak makinesi

bucket seat

1. çanak koltuk, 2. öne yatar koltuk

bubble

bucket

1.kova, 2.(down ile) şakır şakır yağmur yağmak, bardaktan boşanırcasına yağmak

buckle down

buckler

(işe) dört elle sarılmak 1.toka, kopça, 2.eğim, kırım, çıkıntı, 3.toka ya da kopça ile tutturmak, kopçalamak, 4.eğilmek, bükülmek, yamulmak, 5.eğmek, bükmek, yamultmak küçük kalkan, siper

buckling

flambaj, buruşma, burkulma

buckram

tela

buckskin

güderi

buckthorn

topalak

bucktooth

çıkık diş

buckwheat

kara buğday, esmer buğday

bucolic

kır hayatına dair, köylü olan, köylü gibi

bud

1.gonca, tomurcuk, 2.tomurcuklanmak, gonca vermek

Budapest

Budapeşte

Buddha

Buda

Buddhism

Budizm

Buddhist

Budist

budding

gelişmekte olan, ilerleme kaydeden

buddy

1.arkadaş, kafadar, ahbap, 2.lan, ulan

budge

1.yerinden oynatmak, kıpırdatmak, 2.kıpırdamak, yerinden oynamak

budgerigar

muhabbetkuşu

budget committee

bütçe komisyonu

budget deficit

bütçe açığı

budget documents

bütçe dokümanları

budget equilibrium

bütçe denkliği

budget period

bütçe dönemi

budget program

bütçe programı

budget surplus

bütçe fazlası

budget

1.bütçe, 2.bütçede yer alan para miktarı, bütçe, 3.bütçe yapmak

buckle

budgetary accounts

bütçe hesapları

budgetary control

bütçe kontrolü

budgetary deficit

bütçe açığı

budgetary draft

bütçe taslağı

budgetary proposal

bütçe tasarısı

budgetary surplus

bütçe fazlası

budgetary

bütçesel

buff

1.soluk sarı, kösele rengi, 2.yumuşak birşeyle parlatmak, 3.düşkün, meraklı, hasta

buffalo grass

boğa otu

buffalo

bufalo

buffer action

tampon etkisi

buffer arm

tampon kolu

buffer beam

tampon kirişi

buffer spring

tampon yayı

buffer state

tampon devlet

buffer storage

tampon bellek

buffer zone

tampon bölge

buffer

1.tampon, 2.tampon görevi gören kişi ya da şey

buffered

tamponlu

buffering

tamponlama

buffet

1.tokatlamak, yumruk atmak, vurmak, 2.büfe

buffoon

soytarı, maskara

buffoonery

maskaralık, soytarılık

bug

1.böcek, 2.mikrop, virüs, 3.gizli dinleme aygıtı, 4.aptalca ya da geçici heves, merak, ilgi, saplantı, 5.bir şeyin hastası, meraklısı, 6.hata ya da güçlük, arıza, 7.tahtakurusu, 8.gizli dinleme aygıtı yerleştirmek, 9.gıcık etmek, uyuz etmek

bug-eyed

patlak gözlü

bugaboo

umacı, korkulan şey

bugbear

umacı, öcü

bugger about

1. salakça davranmak, 2. gıcık etmek

bugger off

siktir olup gitmek

bugger up

içine sıçmak

bugger

1.adamcağız/hayvancağız, 2.başbelası, karın ağrısı, bela, 3.salak, kıl, gıcık, sinir, 4.oğlancı, götçü, 5.Kahretsin!, Hay ... !

buggered

leşi çıkmış, gebermiş

buggery

oğlancılık

buggy

1. böcekli, böcek dolu, bitli, 2. fayton, 3. çocuk arabası

bughouse

tımarhane

bugle

borazan

bugler

1. borazancı, 2. boru çalan kimse

bugloss

sığırdili

build a fire under

birine fitil vermek

build castles in the air

olmayacak duaya amin demek

build in

1. sabit olarak yerleştirmek, 2. dahil etmek

build on sand

buz üstüne yazı yazmak

build up

1. geliş(tir)mek, 2. büyü(t)mek, 3. güçlen(dir)mek

build

1.kurmak, yapmak, inşa etmek, 2.oluşturmak, geliştirmek, 3.beden yapısı, yapı

build-operate-transfer

yap-işlet-devret

builder

1. inşaatçı, müteahhit, 2. yapıcı, usta

builder's merchant

yapı gereci satıcısı

building act

bina inşaat kanunu

building code

bina mevzuatı, yapı yasaları

building construction

bina yapımı

building contractor

müteahhit, inşaatçı, üstenci

building expenses

inşaat masrafları

building license

inşaat ruhsatı, yapı oluru

building loan

inşaat kredisi

building lot

inşaat sahası, yapı alanı

building maintenance

bina bakımı

building manager

şantiye şefi

building material

yapı gereci, inşaat malzemesi

building owner

inşaat sahibi

building plot

imar parseli, yapı yerbölümü

building regulation

bina talimatnamesi, bina nizamnamesi

building regulations

yapı kuralları

building research

yapı araştırması

building scheme

yapı tasarımı

building site

şantiye, inşaat sahası

building society

inşaat şirketi, yapı kooperatifi

building stone

yapıtaşı, inşaat taşı

building tax

bina vergisi

building trade

yapı sanayi, inşaat sektörü

building zone

yapı bölgesi

building

1.yapı, inşaat, 2.inşaatçılık, inşa etme

buildup

gelişme, büyüme, çoğalma, artış

built-in antenna

iç anten

built-in cupboard

gömme dolap

built-in furniture

gömme mobilya, sabit mobilya

built-in

gömme

built-up area

mesk-n yer, yerleşik alan

built-up beam

bileşik kiriş, mürekkep kiriş

built-up

bayındır, mamur

bulb barometer

hazneli barometre

bulb holder

ampul duyu, lamba duyu

bulb

1.çiçek soğanı, 2.ampul

bulbed

soğan biçiminde

bulbous plants

soğanlı bitkiler

bulbous

soğan gibi, şişman ve yuvarlak

bulbul

bülbül

Bulgaria

Bulgaristan

Bulgarian

Bulgarian

Bulgar, Bulgaristan'a ait

bulge

1.şişkinlik, şiş, 2.ani artış, 3.şişmek, kabarmak

bulgy

çıkıntılı, şişkin

bulimia

doymama hastalığı

bulk buying

toptan alım

bulk cargo

havaleli mal, ambalajsız mal

bulk cement

dökme çimento

bulk cost

ambalajsız maliyet

bulk density

yığın yoğunluğu

bulk discount

toptan indirimi

bulk

1.oylum, hacim, 2.hantal gövde, 3.en önemli kısım, esas kısım

bulkhead

perde, gemi bölmesi

bulky

1.iri cüsseli, hantal, iri yarı, büyük, iri, 2.çok yer kaplayan, hacimli

bull market

borsa fiyatlarının yükselmesi

bull pine

çıralı çam, akçam

bull terrier

bulteryer cinsi köpek

bull the market

borsa piyasasını yükseltmek

bull

1.boğa, 2.çamyarması, 3.erkek fil, 4.borsacı, 5.aynasız, polis, 6.saçma, zırva

bull's-eye

1. hedef merkezi, 2. küçük pencere, lomboz

bulldog

buldok

bulldoze

1.buldozerlemek, 2.zorla kabul ettirmeye çalışmak, 3.zorla, tehditle kabul ettirmek, boyun eğdirmek

bulldozer

buldozer, yoldüzer

bullet

kurşun, mermi

bulletin board

ilan tahtası

bulletin

1.ilan, bildiri, 2.belleten, bülten

bulletproof

kurşun geçirmez

bullfight

boğa güreşi

bullfinch

şakrakkuşu

bullfrog

iri kurbağa

bullhead

bullhead

dere iskorpiti

bullheaded

dikbaşlı

bullhorn

megafon

bullion

(altın/gümüş) külçe

bullionist

külçeci

bullock

iğdiş edilmiş boğa

bullring

arena

bullshit

saçmalık, zırva, Hassiktir!, Saçma!

bully

1.kabadayılık etmek, zorbalık etmek, 2.kabadayı, zorba

bulrush

saz, hasırotu

bulwark

siper, istihkam

bulwarks

bumble about

küpeşte 1.kıç, 2.otlanmak, 3.(around ile) başıboş dolaşmak, serserilik etmek, göt gezdirmek, 4.serseri, 5.serserilik, başıboşluk, 6.işini boktan yapan kimse mırıldanmak, homurdanmak

bumble

(on/about ile) mırıldanmak, homurdanmak

bumblebee

yabanarısı

bumboat

1. bombot, 2. satıcı kayığı

bump into

rastlamak, tesadüf etmek

bump off

gebertmek

bump sb off

birini öldürmek

bump sth up

bumper

artırmak, yükseltmek 1.çarpmak, vurmak, toslamak, 2.çarpışmak, 3.sarsıla sarsıla gitmek, 4.vurma, çarpma, çarpma sesi, gümbürtü, 5.şişlik, çıkıntı, yumru, şiş, 6.güm diye, aniden (oto) tampon

bumpkin

hödük, kıro

bumptious

(başkalarının düşüncelerine) saygısız, kaba

bumpy landing

sert iniş

bumpy

1.yamru yumru, çıkıntılı, tümsekli, bozuk, 2.iyi kötü, şöyle böyle, 3.düzensiz, bozuk tempolu

bun

1.kurabiye, çörek, 2.(saç) topuz

bum

bump

buna

buna

buna

bunch

1.demet, deste, salkım, 2.grup, 3.demet yapmak, bir araya toplamak, 4.bir araya toplanmak

bunched cost

götürü maliyet, götürü masraf

bunched income

toplu gelir, götürü gelir

bunchy

1. demet halinde, 2. kabarık, şişkin

bunco

dolandırmak, kazıklamak

bund

1. bent, toprak set, 2. rıhtım

bundle of fibres

lif demeti

bundle of rays

ışın demeti

bundle of rights

yasal haklar

bundle off

alelacele göndermek, postalamak

bundle sb up

bung up

birini sarıp sarmalamak 1.bohça, çıkın, 2.deste, tomar, 3.paket, 4.bir yığın, 5.paldır küldür gitmek, 6.paldır küldür yollamak, acele ettirmek, 7.tıkıştırmak, sokuşturmak tıkamak

bung

1.tapa, tıkaç, 2.fırlatmak, atmak

bungalow

tek katlı ev, bungalov

bunghole

fıçı ağzı

bungle

yüzüne gözüne bulaştırmak, bozmak

bunion

ayak baş parmağında oluşan ağrılı şişlik

bunk off

1. sıvışmak, tüymek, 2. (okul) kırmak

bunk

1.ranza, 2.kuşet, yatak, 3.zırva, saçmalık

bunker

1.kömür ambarı, kömürlük, 2.yeraltı sığınağı

bunkum

tavşan, tavşancık

bunny

tavşan, tavşancık

bunsen burner

bunsen gaz lambası

bunt

1. sürme, yanık, 2. tos, 3. tos vurmak, topa hafifçe vurmak

bunting

1. bayraklık kumaş, 2. kiraz kuşu

buoy rope

şamandıra halatı

buoy up

moral vermek, neşelendirmek

bundle

buoy

1.şamandıra, 2.cankurtaran simidi, 3.su yüzünde tutmak, yüzdürmek, 4.desteklemek, güçlendirmek

buoyancy

1.su yüzünde durabilme, yüzme özelliği, batmama, 2.(sıvının) kaldırma gücü, 3.kendini hemen toparlama, moral kazanma, neşelenme

buoyant

1.batmaz, yüzen, 2.neşeli, kaygısız

bur

1. ağaç yumrusu, 2. kozalak, 3. (yün) pıtrağını çıkarmak

buran

buran

burble

1.mırıldanmak, 2.şırıldamak, çağlamak

burden costs

dolaylı giderler

burden of proof

ispat külfeti

burden rate

genel masraf oranı

burden

1.ağır yük, 2.yüklemek, 3.sıkıntı vermek

burdensome

sıkıntı verici, ağır, yük olan

burdock

dulavratotu

bureau of assembly

başkanlık divanı

bureau of the census

nüfus memurluğu

bureau on change

döviz bürosu

bureau

1.kapaklı yazı masası/sıra, 2.komodin, çekmeceli dolap, 3.resmi daire, 4.büro, yazıhane

bureaucracy

bürokrasi

bureaucrat

bürokrat, yazçizci

bureaucratic

bürokratik

burette

büret, damlaç

burgee

1. çatal gidon, gidon, 2. özel bayrak

burgeon

1. tomurcuk, filiz, 2. tomurkcuk/filiz vermek

burgess

kasabalı, şehirli

burgh

iskoçya'da kasaba

burgher

kasaba sakini, şehirli

burglar alarm

hırsız alarmı

burglar

(ev, dükkân, vb. soyan) hırsız

burglarize

hırsızlık etmek

burglary insurance

hırsızlık sigortası

burglary

ev soyma, hırsızlık

burgle

(ev, vb.) soymak

burgomaster

Hollanda'da belediye başkanı

burgundy

Fransa'da bir eyaletin ismi

burial ground

mezarlık

burial service

cenaze töreni

burial

defin, gömme

buried

gömülü

burin

hakkak kalemi

burke

boğmak

burl

1. nope, 2. yumru, 3. dokunmuş kumaştan düğümleri temizlemek

burlap

çuval bezi

burlesque

1.alaya alma, taşlama, yerme, 2.taklit ederek alay etmek, yermek

burley

ince yapraklı tütün

burly

iriyarı, yapılı

Burmese

1. Birmanyalı, Birmanyaca, 2. Birmanya dili

burn away

1. yakıp kül etmek, 2. yanıp kül olmak

burn cut

kanada orta çekmesi

burn down

1. yakıp kül etmek, 2. yanıp kül olmak

burn one's boats

köprüleri atmak

burn one's bridges behind one

köprüleri atmak

burn one's bridges

köprüleri atmak

burn one's fingers

aptallığının cezasını çekmek

burn out

1. yakıp kül etmek, 2. sönmek, 3. söndürmek, 4. (motor

burn sb's ears

azarlamak, fırça atmak, haşlamak

burn the candle at both gecesini gündüzüne katmak ends burn the midnight oil

gece yarılarına kadar çalışmak

burn to a crisp

kömür gibi yakmak

burn up

1. daha canlı yanmak, 2. yakıp yok etmek

burn with a low blue flame

ateş püskürmek, barut kesilmek

burn

1.yanmak, yakmak, 2.yanık

burner

1. brülör, bek, yakmaç, 2. gaz memesi, ocakçı

burning glass

1. büyüteç, 2. pertavsız

burning oil

gazyağı

burning point

yanma noktası

burning question

acil çözüm bekleyen sorun

burning

1.yanan, 2.yakıcı, kızgın, 3.ivedi, çözüm bekleyen, acil, önemli

burnish

cilâlamak, parlatmak

burnisher

cilacı, perdahçı, perdah kalemi

burnishing

mıskala vurma, fıçıda parlatma

burnt sienna

kırmızımsı kahverengi boya

burnt

1. yanmış, 2. yanık

burp

1.geğirmek, 2.(bebeği) geğirtmek

burr

1. çapak, kenar pürüzü, 2. kozalak

burro

eşek

burrow

1.tavşan çukuru, oyuk, çukur, yuva, in, 2.(çukur) kazmak, 3.kazarak ilerlemek, 4.yaslanmak, 5.yaslamak

bursa

kese

bursar

1.veznedarlık, vezne, 2.burs

burst in on

1. yarıda kesmek, 2. kesintiye uğratmak

burst in

birden içeri dalmak

burst into flames

ateş almak

burst into tears

gözlerinden yaş boşanmak

burst into

aceleyle girmek

burst like a bubble

sabun köpüğü gibi sönmek

burst out

aniden söylemek, patlamak

burst

1.patlamak, 2.patlatmak, 3.dolup taşmak, 4.patlama

bursting strength

1. patlama gücü, 2. patlama dayanıklılığı

burthen

1. ana fikir, nakarat, mesuliyet, 2. yüklemek, yüklenmek, ağırlaştırmak, sıkmak

bury one's head in the sand

başını kuma gömmek

bury one's sorrows

kederini saklamak

bury the hatchet

barışmak, barış görüş olmak

bury

1.gömmek, defnetmek, 2.gizlemek, saklamak

burying place

mezarlık

burying

defnetme

bus driver

otobüs şoförü

bus station

otobüs terminali

bus stop

otobüs durağı

bus terminal

şehirlerarası otobüs terminali

bus

1.otobüs, 2.otobüsle gitmek, 3.otobüsle götürmek

busbar

elektrik bağlama çubuğu

bush

1.çalı, çalılık, 2.(the ile) (özellikle Afrika ve Avustralya'da) vahşi bölge

bushed

1. yorgun, bitkin, 2. şaşırmış

bushel

kile

bushhammer

taşçı tokmağı

bushing

kovan

Bushman

Güney Afrika'da yerli kabilesi üyesi

bushy

1.(saç, vb.) gür, çalı gibi, 2.çalılık, çalılarla kaplı

business administration iş idaresi business agent

ticari mümessil

business card

kartvizit

business circle

iş çevresi

business college

ekonomi okulu, iş idaresi okulu

business computer

iş bilgisayarı

business consultant

işletme danışmanı

business corporation

business corporation

ticari şirket, ticari ortaklık

business data

ticari veriler

business directory

ticaret rehberi

business economics

işletme ekonomisi, işletme yönetimi

business enterprise

ticari teşebbüs

business expenses

işletme masrafları

business firm

ticari firma

business hours

iş saatleri, çalışma saatleri, mesai saatleri

business income

ticari gelir

business letter

iş mektubu, ticari mektup

business like

ciddi, sistemli

business line

iş telefonu

business lunch

iş yemeği

business machine

büro makinesi

business management

işletme yönetimi

business manager

müdür, yönetici, amir

business name

ticari unvan, ticaret unvanı

business papers

ticari senetler

business people

iş adamları

business risk

iş riski

business school

ticaret okulu

business sector

ticaret sektörü

business stamp

firma damgası

business statement

iş durumu

business system

iş sistemi

business transactions

ticari işlemler

business travel

iş seyahati

business trip

iş gezisi

business woman

iş kadını

business year

business year

iş yılı

business

1.iş, 2.ticaret, 3.işyeri, 4.iş, konu, olay, sorun, şey

businesslike

sistemli, başarılı, sağduyulu

businessman

işadamı

businessman's investment

ticari yatırım

businesswoman

işkadını

busk

korse balinası

busman

otobüs şoförü

bust

1.kırmak, parçalamak, 2.büst, 3.(kadın) göğüsler, 4.(kadın) göğüs çevresi ölçüsü, 5.fiyasko, 6.tutuklama, 7.baskın, 8.tutuklamak, 9.basmak, baskın yapmak

bust-up

1. çıngar, kavga, 2. bitme, sona erme

bustard

toy kuşu

buster

sert güney rüzgârı

bustle

1.telaş etmek, acele hareket etmek, koşuşmak, koşuşturmak, 2.telaş, koşuşma, keşmekeş

busy signal

meşgul işareti

busy with

meşgul etmek

busy

1.meşgul, 2.hareketli, 3.işlek, 4.(with ile) meşgul etmek

busybody

herşeye burnunu sokan kimse, işgüzar

but then

fakat sonra, bununla birlikte

but

1.ama, 2.ama, ancak, 3.ki, 4.-den başka

butadiene

bütadiyen

butane

bütan gazı

butanol

butanol

butch

1.erkeksi, 2.erkeksi kadın, erkek fatma

butcher

1.kasap, 2.katil, cani, kasap, insan kasabı, 3.(hayvan) kesmek, 4.gereksiz yere kan dökmek, öldürmek, doğramak

butcher's

kasap dükkânı

butcher's-broom

ölmez dikeni

butchery

1.kasaplık, 2.insan kasaplığı

butene

büten

butler

baş kâhya

butt joint

düz ek

butt weld

alın kaynağı, alın bağlantısı

butt

1.toslamak, 2.(in ile) müdahale etmek, kesmek, 3.alay konusu olan kimse, 4.fıçı, 5.sigara izmariti, 6.göt, 7.dipçik

butte

şahit tepe, tanıktepe

butter fly valve

kelebekli valf

butter muslin

ince muslin

butter sb up

birine yağ çekmek, yağlamak

butter up

yağcılık etmek, çok methetmek

butter

1.tereyağı, 2.tereyağı sürmek

butterball

tombul kimse

buttercup

düğünçiçeği

butterfat

süt kaymağı

butterfingers

sakar kimse

butterfly nut

kelebek somun

butterfly screw

kelebek vida

butterfly

1.kelebek

buttermilk

yayık ayranı

butternut

akceviz

butterscotch

şeker ve tereyağı ile yapılan bir tür tatlı

butterwort

böcek kapan bir bitki

buttery

tereyağlı

buttock

but, kaba et

button one's lips

ağzına kilit vurmak

button up

1. sessiz olmak, 2. başarıyla tamamlamak

button

1.düğme, 2.elektrik düğmesi, düğme, 3.rozet, 4.(up ile) düğmelemek, 5.düğmelenmek

buttonedup

1. (iş) başarıyla yapılmış, 2. sessiz, 3. tutuk

buttonhole

1.ilik, düğme iliği, 2.yakaya takılan çiçek, 3.durdurup dinlemeye zorlamak

buttonhook

düğme kancası

buttons

garson

buttress

1.payanda, destek, 2.yardımcı, destekçi, güçlendirici, 3.desteklemek, güçlendirmek

butyl amine

butil amin

butyl

butil

butylene

butilen

butyric acid

butirik asit

butyric

butirik

butyrin

bütirin

butyt alcohol

butil alkol

buxom

(kadın) etli butlu, dolgun

buy a pig in a poke

gözü kapalı satın almak

buy at first hand

birinci elden satın almak

buy back

geri satın almak

buy for account

vadeli satın almak

buy for cash

peşin satın almak

buy for ready money

peşin satın almak

buy forward

önceden satın almak, stok yapmak

buy in bulk

toptan satın almak

buy in

ortak olmak, hisse almak

buy into

alışveriş yapmak, müşterisi olmak

buy off

1. rüşvetle elde etmek, 2. işini almak

buy on credit

veresiye satın almak

buy on hire purchase

taksitle satın almak

buy on instalments

taksitle satın almak

buy on the never

taksitle satın almak, veresiye almak

buy oneself in

hisse almak

buy out

1. hissesini satın almak, 2. işini satın almak

buy over

rüşvetle (birini) satın almak

buy retail

perakende satın almak

buy sb off

buy sb off

rüşvetle elde etmek, para vererek kurtulmak

buy sth in

stok tutmak

buy time

vakit geçirmek, geciktirmek

buy up

tümünü satın almak

buy

1.satın almak, 2.inanmak, yutmak, kabul etmek

buyer

alıcı, müşteri

buyer's credit

alıcı kredisi

buyer's market

alıcı piyasası

buyers' market

alıcı piyasası

buying power

satın alma gücü

buying price

satın alma fiyatı

buying rate

alış kuru

buying

satın alma

buzz off!

bas git!, çek arabanı!, defol git!

buzz saw

daire testere

buzz

1.vızıldamak, 2.(for ile) sinyalle çağırmak, 3.vızıltı, 4.sinyal, 5.telefonla arama, telefon etme

buzzard

1.bir tür şahin, 2.akbaba

buzzer

1.sinyal veren alet, 2.sinyal

by accident

kazara, tesadüfen

by air

uçakla, havayoluyla

by all accounts

herkesin dediğine göre

by all means

elbette

by and by

1. birazdan, az sonra, 2. ileride

by and large

genel olarak, genelde

by any means

her ne şekilde olursa olsun

by appointment

1. randevu ile, 2. anlaşma gereğince

by attorney

vekaleten

by auction

açık artırma ile

by birth

doğuştan

by brute force

by brute force

zorla

by chance

tesadüfen, şans eseri

by degrees

gittikçe

by force

zorla

By George!

Maşallah! Vallahi!

by half

çok fazla

by hand

1. elle, 2. elden, 3. el ile

by heart

ezbere

by herself

kendi kendine

by hook or by crook

allem edip kallem edip

by inch

ağır ağır

by inheritance

1. miras yoluyla, 2. soyaçekimle

by instalments

taksitle

by leaps and bounds

çarçabuk

by means of

kullanarak, sayesinde

by mistake

yanlışlıkla

by mutual agreement

karşılıklı anlaşmayla

by myself

yalnız başıma, kendi kendime

by name

ismen, adıyla

by no manner of means hiçbir şekilde, kesinlikle by no means

kesinlikle, hiç

by now

şimdiye dek

by one's consent

rızasıyla

by one's own petard

kendi kuyusunu kazmak

by oneself

1. kendi kendine, tek başına, 2. yalnız

by ourselves

tek başımıza, yalnız

by post

posta ile

by procuration

vekaleten

by proxy

vekaleten

by reason of

by reason of

-den ötürü

by request

istek üzerine

by return

ilk postayla

by road

arabayla

by rote

ezbere, kafadan

by sea

deniz yoluyla

by sealed envelope

kapalı zarf usulü

by sealed letter

kapalı zarf usulü

by shank's mare

tabanvayla

by tender

arttırma veya eksiltmeyle

by the book

kurallara göre

by the numbers

kitabına göre, kitabına uydurarak

by the skin of one's teeth

kılpayı, son anda

by the sweat of one's brow

alın teriyle

by the time

1. -dığı zaman, 2. -meden önce

by the way

aklıma gelmişken, bu arada

by the wayside

yol kenarında

by turns

sırayla, art arda

by virtue of

-den dolayı, -in sayesinde

by water

deniz yoluyla

by way of

1. yolu ile, 2. niyetiyle

by weight

tartı ile

by your leave

izninizle

by yourself

tek başına

by

1. geçerek, geçip, 2. yakında, 3. (edat) yanında, yakınında, 4. tarafından, 5. yoluyla

by-election

ara seçim

by-play

metnin dışına çıkarak konuşma

by-product

1. yan ürün, 2. yan etki

by-road

ara yol

by-street

ara sokak, yan sokak

bye

hoşça kal, güle güle

bye-bye

1. güle güle, 2. allahaısmarladık, hoşça kal

bye-election

ara seçim

bye-line

yazar adının verildiği satır

bye-pass

1. kestirme yol, baypas, çevre yolu, yan geçit, 2. atlatmak, yanından geçmek

bygone

1.geçmiş, eski

bylaw

1.yerel yasa, 2.yönetmelik, tüzük

bypass road

baypas, yangeçit

bypass transformer

köprüleme transformatörü

bypass

1.yan yol, yan geçit, 2.uğramadan geçmek, 3.atlamak, boş vermek, pas geçmek

bypath

1. yanyol, 2. özel yol

byproduct

yan ürün

byre

inek ahırı

bystander

görgü tanığı, seyirci

byte

bayt

byway

az kullanılan/az bilinen dar yol patika, sapa yol

byword

1.sembol, simge, 2.deyiş, atasözü

Byzantine

Bizans'a ait

Byzantium

Bizans

Caaba

Kâbe

cab driver

taksi şoförü

cab rank

taksi kuyruğu, taksi sırası

cab

1.taksi, 2.fayton, 3.(otobüs, tren, vb.) sürücü bölümü

cabal

1. entrika, dolap, 2. klik, hizip, 3. komplo, suikast, 4. komplo hazırlamak, suikast tertiplemek

cabaret

kabare

cabbage

1.lahana, 2.uyuşuk kimse, ruh

cabbala

kabala

cabby

taksi şoförü

cabin boy

kamarot

cabin class

ikinci mevki

cabin

1.kamara, 2.tahta kulübe, 3.pilot kabini

cabinet crisis

hükümet krizi

cabinet meeting

kabine toplantısı

cabinet

1.camlı ve raflı dolap, 2.(tv, pikap, vb.) kabin, 3.kabine, bakanlar kurulu, 4.küçük özel oda

cabinetmaker

doğramacı, ince iş yapan marangoz

cabinetwork

ince marangozluk

cable armour

kablo zırhı

cable box

kablo kutusu

cable car

teleferik

cable coupler

kablo kuplörü

cable crane

kablo vinci

cable drum

kablo makarası

cable manhole

kablo ek odası, menhol

cable reel

kablo makarası

cable release

deklanşör kablosu

cable television

kablolu televizyon

cable transfer

telgraf havalesi

cable winch

kablolu vinç

cable

1.tel kablo, 2.elektrik, telgraf ve telefon kablosu, 3.telgraf mesajı, telgraf, 4.telgrafla yollamak, telgraf havalesi çekmek

cablegram

telgraf mesajı

cablet

ince ip

cableway

teleferik

cabling

kablaj

cabman

arabacı, taksi şoförü

cabob

şiş kebabı

caboodle

1. kalabalık, 2. takım, 3. bol

caboose

caboose

1. gemi mutfağı, 2. yük treninde bekçi vagonu

cabotage

kabotaj

cabriolet

1.üstü açılan araba, 2.fayton

cacao bean

kakao tanesi

cacao butter

kakao yağı

cacao

1.kakao, 2.kakao ağacı

cacao-tree

kakao ağacı

cachalot

kaşalot, ispermeçet balinası

cache memory

önbellek, tampon bellek

cache

1.zula, 2.zuladaki mallar, 3.gizlemek, zula etmek

cachet

kaşe, mühür, damga

cachexia

beden zayıflığı, kaşeksi

cachinnate

yüksek sesle gülmek

cachou

ağız pastili

cacique

Kızılderili kabile reisi

cackle at

gürültülü konuşmak, anlamsız konuşmak

cackle

1.(tavuk) gıdaklamak, 2.kıkırdamak, kıkır kıkır gülmek, 3.gıdaklama, 4.kıkırtı, gülüş, 5.saçma konuşma, zırva

cackler

geveze kimse

cacodyl oxide

kakodil oksit

cacodyl

kakodil

cacoethes

kötü alışkanlık

cacography

kötü el yazısı

cacophonous

1. kakofonik, 2. ahenksiz, bozuk (ses)

cacophony

1. kakofoni, ses uyumsuzluğu, 2. bozuk ses

cactus

kaktüs

cacuminal

üstdamaksıl

cad

1. terbiyesiz kimse, aşağılık kimse, 2. aşağılık adam

cadastral

kadastroya ait

cadaver

kadavra

cadaverous

cadaverous

1. kadavra gibi, 2. sapsarı, zayıf, ölü gibi

caddis fly

mayıs böceği

caddis

şayak

caddy

çay kutusu

cadence

1.ritim, 2.(özellikle şiir okurken) sesin alçalıp yükselmesi

cadenced

ahenkli, ritmik

cadenza

kadenz, durgu

cadet corps

harp okulu taburu

cadet

1.harp okulu ya da polis koleji öğrencisi, 2.küçük kardeş

cadge

otlakçılık etmek, otlanmak

cadger

otlakçı, anaforcu

cadmium yellow

limon sarısı

cadmium

kadmiyum

cadre

1. kadro, 2. hücre, 3. çerçeve

caduceus

tıp ilminin sembolü olan yılanlı asa

caducity

1. bunaklık, 2. fanilik, geçicilik

caducous

hükümsüz, geçici

caecum

kör bağırsak

Caesar

Sezar

caesarean operation

sezaryen ameliyatı

caesarean

sezaryen

Caesaria

Kayseri

caesarism

emperyalizm

caesium

sezyum

cafe

kafe

cafeteria

(selfservis) kafeterya, yemekhane

caffeine

kafein

caffeine-free

kafeinsiz

caftan

kaftan

cage

cage

1.kafes, 2.kamp, düşerge, 3.kafese koymak

cageling

kafese kapatılmış kuş

cagey

ağzısıkı, ketum

cahoots

ortaklık

Cain

1. Kabil, Adem'in büyük oğlu, 2. katil

Cainozoic

1. dördüncü zaman, 2. dördüncü zaman

cairn

yığılan taş kümesi, kurgan

Cairo

Kahire

caisson

1. keson, 2. cephane arabası

caitiff

1. aşağılık, korkak, 2. alçak adam

cajole

(into/out of ile) kandırmak, ikna etmek

cajoler

kandırıcı kimse

cajolery

kandırma, güzel sözlerle aldatma

cake

1.pasta, kek, 2.kalıp, topak, 3.kaplamak, 4.kaplanmak

caked

topaklı

cakewalk

çalımla dolaşmak

calabash

sukabağı

calaboose

1. cezaevi, 2. hapishane

calamander

bir cins sert ağaç

calamary

kalamar

calamine

kalamin, tutya taşı

calamitous

felaketli, belalı

Calamity Jane

zavallı kimse, gariban

calamity

felaket, afet

calamus

1. hintkamışı, 2. saz kalemi

calandria

borulu radyatör

calash

1. kaleska, 2. bir çeşit hafif atlı araba

calc-tufa

kireçli süngertaşı

calcaneus

topuk kemiği

calcareous spar

calcareous spar

kalsit

calcareous

1. kalkerli, kireçli, 2. kalsiyumlu

calceolaria

çantaçiçeği

calcic

kalsiyumlu, kireçli

calcification

kireçleşme

calcify

1.kireçlenmek, 2.kireçlendirmek

calcination

yakma, kireçleştirme

calcine

yakarak kireçleştirmek, kalsine etmek

calciner

kireç ocağı

calcining

kavurma

calcite

kalsit

calcium carbide

karpit

calcium carbonate

kalsiyum karbonat

calcium chloride

kireçkaymağı, kalsiyum klorit

calcium cyanamide

kalsiyum siyanamit

calcium cycle

kalsiyum döngüsü

calcium fluoride

kalsiyum florür

calcium light

kalsiyum ışığı, kireç ışığı

calcium nitrate

kalsiyum nitrat

calcium oxide

kalsiyum oksit

calcium phosphate

kalsiyum fosfat

calcium

kalsiyum

calculable

1. hesaplanabilir, 2. güvenilir, olabilir

calculate on

bel bağlamak, güvenmek

calculate upon

beklemek, ummak, sanmak, tahmin etmek

calculate

1.hesaplamak, 2.planlamak, tasarlamak, 3.(on ile) -e bel bağlamak

calculating

kurnaz

calculation of probabilities

olasılık hesabı

calculation sheet

calculation sheet

hesap cetveli

calculation

hesap

calculative

hesaba ait

calculator

hesap makinası

calculous

böbrek taşı cinsinden, hesaplı

calculus of probabilities olasılık hesabı, ihtimal hesabı calculus

hesap

Calcutta

Kalküta

caldera

kaldera

Caledonia

iskoçya

calefacient

1. sıcaklık yapan, sıcaklık veren, 2. sıcaklık yapan şey, ısıtıcı, yakıcı ilaç

calefaction

ısıtma, ısınma

calefactory

1. ısıtıcı, 2. sıcak oda

calendar month

takvim ayı

calendar year

takvim yılı

calendar

takvim

calender

perdah makinası

calends

ayın ilk günü

calenture

şiddetli humma

calf love

çocukluk aşkı

calf

1.buzağı, dana, 2.baldır

calfskin

vidala

caliber

1. çap, kalibre, 2. kabiliyet

calibrate

1.ayar etmek, 2.çapını ölçmek

calibrated

ayarlı, ölçülü, taksimatlı

calibration condenser

ayarlama kondansatörü

calibration

1. ayarlama, çaplama, bölmelendirme, 2. ölçü işareti

calibre

1.kalite, 2.kalibre, çap

calicle

bazı çiçeklerde küçük kese, çanak

calico

calico

patiska

California

Kaliforniya

californium

kaliforniyum

calina

kalina

caliper

çap pergeli, kumpas

caliph

halife

caliphate

halifelik

calix

çiçek zarfı, kadeh

calk

buz mıhı, kaymayı önleyen çivi

call a halt

durdurmak

call a spade a spade

dobra dobra konuşmak

call account

apel hesabı

call aside

bir tarafa çağırmak

call at

ziyaret etmek, uğramak

call attention to

dikkat çekmek

call back

1. daha sonra aramak, 2. geri çağırmak, cevabını vermek

call box

telefon kulübesi

call boy

otel uşağı

call by

geçerken uğramak

call collect

ödemeli telefon etmek

call deposits

vadesiz mevduat

call down

azarlamak

call for restraint

sük-nete davet etmek

call for sb

1. uğrayıp almak, 2. gerekmek, istemek

call for tender

ihale duyurusu

call for

1. istemek, 2. ihtiyaç duymak, 3. uğrayıp almak

call forth

ortaya çıkarmak, yol açmak, meydan vermek

call girl

1. tele-kız, 2. fahişe

call house

umumhane, genelev

call in

call in

1. yardıma çağırmak, 2. iadesini istemek

call into question

yalancı çıkarmak

call it a day

paydos etmek

call it quits

fit olmak

call number

telefon numarası

call of nature

tuvalet ihtiyacı

call off

1. iptal etmek, 2. geri çağırmak, uzak tutmak

call office

telefon idaresi

call on

1. ziyaret etmek, uğramak, 2. rica etmek

call one's attention

dikkatini çekmek

call out

1. yardıma çağırmak, 2. greve çağırmak

call sb names

-e sövüp saymak

call sb on the carpet

birine ağzının payını vermek

call sb to account

hesap istemek, hesap sormak

call sb up

1. telefon etmek, 2. askere çağırmak

call sb's bluff

blöfe meydan okumak

call sth off

iptal etmek

call the roll

yoklama yapmak

call to mind

hatırlamak, hatırlatmak

call to order

sük-nete davet etmek

call to witness

tanıklığa davet etmek

call up

1.askere çağırmak, 2.telefon etmek, zeng vurmak, 3.hatırlatmak

call upon

ödenmesini talep etmek

callable

1.seslenmek, bağırmak, 2.uğramak, 3.aramak, 4.çağırmak, 5.farzetmek, varsaymak, demek, 6.... diye hitap etmek, ... adını vermek, 7.(by ile) geçerken uğramak, 8.bağırış, sesleniş, çığlık, çağrı, 9.rağbet, 10.deklare, 11.çağrı, resmi çağrı, davet, 12.telefonla arama, 13.kısa ziyaret, uğrama istenebilen

callboard

ilan tahtası

callboy

1. otel uşağı, 2. tele-oğlan

called

denilen, adlanan, adındaki

call

caller

caller

1.kısa ziyaret yapan kimse, uğrayan kimse, 2.telefonla arayan kimse, arayan

calligraphist

hattat, kaligraf

calligraphy

1.güzel el yazısı (sanatı), 2.hattatlık

calling card

kartvizit

calling

1.istek, heves, tutku, 2.meslek, ticari ünvan

callipers

1.çap pergeli, 2.kumpas, 3.bacaklara takılan metal destek

callisthenics

beden eğitimi, jimnastik

callosity

1. nasır, 2. hissizlik

callous

katı, duygusuz

callousness

duyarsızlık

callow

acemi, çaylak, deneyimsiz, toy, kuş

callus

nasır

calm down

calmative

sakinleş(tir)mek, yatış(tır)mak 1.(hava) sakinlik, 2.(deniz) durgunluk, 3.sakinlik, rahat, huzur, 4.(hava) rüzgârsız, 5.(deniz) durgun, dalgasız, 6.sakin, rahat, huzurlu, 7.sakinleştirmek yatıştırıcı (ilaç)

calmness

1. sakinlik, durgunluk, 2. soğukkanlılık

calms of Cancer

Yengeç dönencesi limanlığı

calms of Capricorn

Oğlak dönencesi limanlığı

calomel

kalomel

caloric energy

ısıl enerji

caloric

1. ısıyla ilgili, 2. ısı

calorie

kalori

calorific effect

kalorifik etki, ısıl etki

calorific power

kalorifik kuvvet

calorific value

kalorifik değer, ısıldeğer

calorific

1. kalorifik, 2. ısıtıcı

calorimeter bomb

kalorimetre bombası

calorimeter

kalorimetre, ısıölçer

calorimetric

kalorimetrik

calm

calorimetry

kalorimetri, ısıölçüm

calorisator

kalorizatör

calorize

kalorize etmek, alüminyum emdirmek

calotte

kalot

calque

öyküntü

caltrop

1. domuzyağı, 2. boğadikeni

calumet

barış çubuğu

calumniate

iftira etmek

calumniation

iftira

calumniator

iftiracı

calumnious

iftira türünden

calumny

1. iftira, 2. suç atma, uydurma, kemsöz

Calvary

1. isa'nın çarmıha gerildiği yer, 2. büyük ıstırap

calve

1. buzağılamak, 2. parçalara ayrılmak

Calvinism

Kalvinizm

Calvinist

Kalvinist

calx

kalsiyum oksit

calypso

kalipso

calyptra

yosun tohumunun zarfı

calyx

1. çanak, kaliks, 2. çiçek zarfı

cam follower

itecek, supap iteceği

cam gear

eksantrik dişlisi

cam journal

kam muylusu, eksantrik muylusu

cam lever

kam levyesi

cam profile

kam profili

cam

1. kam, eksantrik, 2. dirsekli kurs, mil dirseği

camaraderie

dostluk, arkadaşlık

camarilla

danışmanlar grubu, gizli komite

camber arch

kambur kemer

camber

kavis, eğrilik, yatıklık

cambered

kavisli

cambist

1. kambiyocu, 2. kambiyo el kitabı

cambistry

kambiyo etüdü

cambium

1. kambiyum, büyütkendoku, 2. katmandoku

Cambodian

1. Kamboçyalı, 2. Kamboçyalı

Cambrian

1. Galler ülkesine ait, Galli, 2. Kambriya dönemi

cambric

patiska

Cambridge

Cambridge şehri, Cambridge üniversitesi

camel

deve

camel's hair

devetüyü

camelback

dış lastik sırt kauçuğu

cameleer

deveci

camellia

kamelya

camelopard

zürafa

camelshair

deve tüylü

cameo

işlemeli akik

camera angle

kamera açısı, açı

camera crew

kamera ekibi

camera dolly

şaryo, kaydırma arabası

camera shooting

filme alma, çekim

camera

1.fotoğraf makinesi, 2.kamera

cameraman

kameraman

camiknickers

kadın iç çamaşırı

camion

kamyon

camisole

kadın iç gömleği

camomile tea

papatya çayı

camomile

1.papatya, 2.papatya çayı

camouflage of earnings örtülü kazanç camouflage

camouflage

1.kamuflaj, 2.kamufle etmek

camp fever

tifo, karahumma

camp girl

kız izci

camp grounds

kamp yeri

camp

1.kamp, düşerge, 2.kamp yapmak, 3.homo, ibne, 4.kadınsı

camp-fire

kamp ateşi

campaign

kampanya, kampanya yapmak

campaigner

kampanyaya katılan kimse

campanile

çan kulesi

campanology

çan çalma sanatı

campanula

çançiçeği

campanulate

çan şeklinde

camper

1. kampçı, 2. kamp arabası

campfire

kamp ateşi

camphor tree

kâfur ağacı

camphor

kâfur

camphorated

kâfurlu

camping ground

kamp yeri

camping site

kamp yeri

camping

1. kamping, 2. kamp yapma

campion

bir tür karanfil

campsite

kamp yeri

campus

kampüs, yerleşke

camshaft

kam mili, eksantrik mili, kam şaftı

can opener

can't help

konserve açacağı 1.-ebilmek, -abilmek, 2.kap, kutu., 3.teneke kutu, konserve kutusu, 4.konserve, 5.kodes, 6.konserve yapmak, konservelemek, 7.(müzik) kaydetmek elinde olmamak, -meden edememek

can't

-emez, -amaz, -emiyor, -emiyor

Canada

Kanada

can

Canadian

1. Kanada ile ilgili, 2. Kanadalı

canaille

ayaktakımı

canal toll

kanal geçiş ücreti

canal

kanal

canalization

canape

kanal açma 1.(akarsuyu) derinleştirmek, genişletmek, kanal açmak, 2.suyu bir yöne aktarmak, bir yöne akıtmak, 3.belirli bir sonuca götürmek, belirli bir yöne kanalize etmek kanape

canard

uydurma haber, asılsız haber

canary

kanarya

canasta

kanasta

cancan

kankan dansı

cancel an order

siparişi geri almak

cancel character

iptal karakteri

cancel entry

iptal maddesi

cancel

1.kaldırmak, iptal etmek, feshetmek, bozmak, 2.eşitlemek, denkleştirmek, dengelemek, 3.çizmek, üstünü çizmek

canalize

cancellation of contract mukavelenin feshi cancellation

iptal, bozma, fesih

cancelled

çizilmiş, iptal edilmiş

cancelling

iptal etme, feshetme

cancer

1.Yengeç Burcu, 2.kanser

cancerous

kanserli

candela

kandela

candelabrum

kollu şamdanlık

candent

ısıdan parlayan, akkor

candid camera

gizli kamera

candid observer

tarafsız gözlemci

candid

1.içten, samimi, dürüst, 2.(kamera) gizli

candidacy

adaylık

candidate

1.aday, 2.sınava giren kimse

candied

1. şekerlenmiş, 2. şekerli

candle light

mum ışığı

candle power

mumgücü

candle wick

fitil

candle

mum

candle-end

mum artığı

candleberry

mumağacı

candlefoot

mum-fut

candleholder

şamdan

candlelight

mum ışığı

candlepower

mum

candlestick

şamdan

candlewick

fitil

candour

içtenlik, açık yüreklilik, dürüstlük, samimiyet

candy store

şekerci dükkânı

candy

1.şeker, şekerleme, 2.şekerlemek

candyfloss

pamuk helva

candytuft

iberide

cane sugar

kamış şekeri

cane

1.kamış, 2.sopa, değnek, 3.değnekle dövmek

canebrake

kamışlık

canework

kamış işi, kamış örgüsü

canine tooth

köpekdişi

canine

köpek ve benzeri hayvanlarla ilgili

canister shot

şarapnel

canister

teneke kutu

canker

pamukçuk

cankered

bozulmuş, kötücül

canna

canna

kana

cannabis

kendirden elde edilen bir uyuşturucu

canned food

konserve yiyecek

canned meat

konserve et

canned

1. konserve, 2. plağa doldurulmuş (müzik), 3. ayyaş

canner

1. konserve fabrikası, 2. konserveci

cannery

konserve fabrikası

cannibal

1.yamyam, 2.kendi türünün etini yiyen hayvan

cannibalism

yamyamlık

cannibalize

çıkma parça takmak

canning factory

konserve fabrikası

canning

konserve yapma

cannodle

kucaklamak

cannon

1.büyük top, 2.hızla vurmak, çarpmak

cannon-bone

incik kemiği

cannonade

1. top ateşi, 2. topa tutmak

cannonball

top, savaş topu, gülle

cannot

bkz. can

cannula

sonda, kanül

canny

kurnaz, akıllı, uyanık

canoe

kano

canoeist

kanocu

canon law

fıkıh

canon

1.Hristiyan kilisesi yasası, 2.katedral rahibi, 3.genel kural, ilke

canonical law of Islam

şeriat

canonical

1. doğal, kanonik, 2. meşru, kabul edilmiş

canonist

kilise hukukçusu

canonization

azizleştirme

canonize

(bir ölüyü) aziz ilan etmek

canonry

canonry

katedral heyetinin üyeliği

canopy of heaven

gök kubbe

canopy

1.gölgelik, tente, 2.örtü

canorous

ahenkli, uyumlu

cant

ikiyüzlülük, yapmacık konuşma

cantaloupe

kantalup kavunu

cantankerous

huysuz, hırçın, aksi, geçimsiz

cantata

kantat

canted

eğimli

canteen

1.kantin, 2.matara, 3./ kişilik çatal, bıçak, kaşık takımı

canter

1. eşkin gidiş (at), 2. eşkin gitmek

canterbury bell

bir çeşit çançiçeği

cantharides

kunduzböceği

canticle

1. kantik, ilahi, 2. dini şarkı

cantilever bridge

konsol köprü, çıkma köprü

cantilever

dirsek, destek, konsol

cantle

eyerin arka kaşı, parça, kısım

canto

şiirin bölümlerinden biri, kıta

canton

kanton, eyalet

cantonment

1. konak, karargâh, 2. kışla

cantor

1. kantor, 2. kilisede baş şarkıcı

Canuck

Kanadalı

canvas

1.çadır bezi, 2.çadır, 3.tuval

canvass

(siyasi görüş, vb. için) anket yapmak, kamuoyu yoklaması yapmak

canvasser

1. sipariş toplayan kimse, 2. tetkik eden kimse

canvassing

reklam

canyon

kanyon, kapız

caoutchouc

kauçuk

cap in hand

1. süklüm püklüm, 2. hürmetkârane

cap it all

cap it all

üstüne üstlük

cap nut

başlık somunu

cap screw

başlık vidası

cap stone

taş başlık, tepelik

cap

1.kasket, başlık, takke, kep, 2.kapak, 3.kaplamak, örtmek, 4.(önceki bir şeyi) geliştirmek

capability

yeteneklilik, yetenek

capable

1.yetenekli, 2.-e açık, yatkın, eğilimli

capableness

muktedir olma

capacious

1. geniş, ferah, 2. büyük

capaciousness

genişlik, büyüklük

capacitance bridge

kapasite köprüsü

capacitance coupling

kapasitif kuplaj

capacitance

1. kapasitans, kapasite, 2. güçlülük

capacitate

1. yetenekli kılmak, yetki vermek, 2. yetkilendirmek

capacitive coupling

kapasitif kuplaj

capacitive transducer

kapasitif güç çevirici

capacitive

kapasitif

capacitor microphone

kondansatörlü mikrofon

capacitor modulator

kondansatör modülatör

capacitor pickup

kondansatör pikap

capacitor

kondansatör

capacity cost

tam kapasite maliyeti

capacity ratio

kapasite nispeti

capacity

1.kapasite, 2.yetenek, kapasite, 3.sıfat, durum, mevki

capapie

tepeden tırnağa

caparison

1. haşe, haşe örtme, 2. haşe örtmek

cape chisel

saplama kalemi, yassı keski

Cape of Good Hope

Ãœmit Burnu

Cape Town

Kap şehri

cape

cape

1.burun, 2.pelerin

caper

hoplamak, sıçramak, oynaşmak

capercaillie

çalıhorozu

capias

tutuklama emri

capillarity

kapilarite

capillary attraction

kapiler çekme

capillary condensation kılcal yoğunlaşma capillary elevation

kapiler yükselme

capillary energy

kapiler enerji

capillary pressure

kapiler basınç, kılcal basınç

capillary repulsion

kapiler itme

capillary rise

kapiler yükselme

capillary tube

kılcal boru, kapiler boru

capillary vessel

kılcal damar

capillary water

kapiler su

capillary

kılcal damar

capital account

sermaye hesabı

capital accumulation

sermaye birikimi

capital assets

sabit varlıklar, sermaye kıymetleri

capital budget

yatırım bütçesi

capital city

başkent, başşehir

capital consumption

sermaye tüketimi

capital decrease

sermaye azaltımı

capital dividend

sermaye temettüü

capital expenditure

sermaye harcaması

capital expenditures

yatırım gideri, sermaye harcamaları

capital flow

sermaye akışı

capital fund

sermaye fonu

capital gain

sermaye geliri

capital goods

capital goods

yatırım malları

capital increase

sermaye artırımı

capital investment

sermaye yatırımı

capital letter

büyük harf

capital levy

sermaye vergisi

capital market

sermaye piyasası

capital outlay

yatırım harcamaları

capital punishment

ölüm cezası

capital resources

öz kaynaklar

capital stock

hisse senedi sermayesi, öz sermaye

capital surplus

sermaye üstesi

capital tax

capital-intensive

sermaye vergisi 1.ölüm cezası verilebilir, ölümle cezalandırılabilir, 2.(harf) büyük, 3.başkent, 4.anamal, kapital, sermaye, 5.para, 6.büyük harf, 7.sütun başlığı sermaye yoğun

capitalism

kapitalizm, anamalcılık

capitalist

kapitalist, anamalcı

capitalistic

kapitalist, anamalcı

capitalization

kapitalizasyon, sermayelendirme

capitalize

(on ile) -den yararlanmak

capitation

baş vergisi

capitulate

(düşmana şartlı) teslim olmak

capitulation

şartlı teslim olma, kapitülasyon

capitulum

1. kemik başı, 2. kömeç

capon

kısırlaştırılmış horoz

caporal

bir tür Fransız tütünü

capped

kepli, bereli

capping

1. küpeşte kapağı, 2. demir başlık

capric acid

1. kaprik asit, 2. kaprik asit

caprice

kapris, şımarıklık

capital

capricious

1.kaprisli, 2.dönek, değişken

capriciousness

1. kaprislilik, 2. havailik

Capricorn

Oğlak burcu

capriole

1. sıçrayış, 2. sıçramak, zıplamak

caproic acid

1. kaproik asit, 2. kaproik asit

caproic

kaproik

caprylic acid

1. kaprilik asit, 2. kaprilik asit

caprylic

kaprilik

capsicum

(dolmalık/uzun) biber

capsize

1.alabora olmak, 2.alabora etmek

capstan

bocurgat, ırgat, vinç

capsulated

kapsül şekli verilmiş

capsule

kapsül

captain pilot

kaptan pilot

captain

1.kaptan, 2.kaptan, takım başı, 3.yüzbaşı, 4.kaptanlık etmek, kumanda etmek, yönetmek

captain's report

kaptan raporu

captaincy

kaptanlık, yüzbaşılık, albaylık, reislik

captainship

1. yüzbaşılık, kaptanlık, 2. liderlik, albaylık

caption

manşet başlık

captious

müşkülpesent, zor beğenir

captivate

büyülemek, çekmek

captivation

1. büyüleme, cezbetme, 2. gönül çelme

captivator

büyüleyen şey/kimse

captive audience

dinlemeye mecbur edilen kimse

captive

1.tutsak, emir, 2.tutsak edilmiş, kapatılmış, 3.tutsak, esir

captivity

tutsaklık, esaret

captor

tutsak eden kişi, esir alan kişi

capture

1.esir alma, 2.esir alınma, 3.ganimet, 4.tutmak, yakalamak, tutsak etmek, esir etmek, 5.egemen olmak, almak, zaptetmek, 6.özelliğini yitirmeden korumak, aynen almak

capturer

yakalayan

capuchin

başlıklı maymun

car aerial

oto anteni

car antenna

oto anteni

car body

otomobil karoseri, oto gövdesi

car bumper

tampon

car ferry

araba vapuru

car mechanic

otomobil tamircisi

car park

otopark

car pool

araba parkı

car sickness

araba tutması

car

1.otomobil, araba, 2.vagon

caracal

karakulak

caracole

binicilikte yarım çark hareketi

caracul

karagül

carafe

cam sürahi

caramel

karamela

caramelize

1. karamelleştirmek, 2. karamelleşmek

carat

kırat, ayar

caravan

1.kervan, 2.çingene arabası, 3.karavan

caravanner

kervanla seyahat eden kimse

caravanserai

kervansaray

caravel

karavela

caraway

karaman kimyonu

carbamate

karbamat

carbamic acid

karbamik asit

carbamic

karbamik

carbamide

karbamit, üre

carbanion

karbanyon

carbazole

carbazole

karbazol

carbide

1. karbür, 2. karbit

carbine

karabina

carbinol

karbinol

carbocyclic

karbosiklik, homosiklik

carbohydrase

karbohidraz

carbohydrate

karbonhidrat

carbolic acid

1. asit fenik, 2. fenik asit

carbolic

fenollü

carbon black

is, karbon siyahı

carbon brush

karbon fırçası, kömür fırçası

carbon contact

karbon kontağı

carbon content

karbon miktarı, karbon niceliği

carbon copy

1. karbon kopyası, 2. karbon kağıdı

carbon cycle

karbon çevrimi

carbon dating

karbon tarih saptama yöntemi

carbon deposit

karbon kiri, is

carbon dioxide

karbondioksit

carbon fibre

karbon lifi

carbon filament

karbon filaman, kömür teli

carbon monoxide

karbonmonoksit

carbon paper

karbon kâğıdı

carbon residue

karbon artığı

carbon rheostat

karbon reosta

carbon silk

karbon ipeği

carbon

1.karbon, 2.karbon kâğıdı, 3.karbon kâğıdı ile çıkarılan kopya

carbonaceous

karbonlu

carbonado

siyah elmas, karbonado, karaelmas

carbonate of lime

kalsiyum karbonat, kireç karbonatı

carbonate of soda

carbonate of soda

sodyum karbonat

carbonate

1. karbonat, 2. karbonatlamak

carbonated water

karbonatlı su, soda

carbonation

karbonatlama

carbonic acid

karbonik asit

carbonic

karbonik

Carboniferous

1. karbon dönemi, 2. Karbon dönemi, 3. karbonlu, kömürlü

carbonization

kömürleşme, kömürleştirme

carbonize

1. kömürleştirmek, 2. koklaştırmak

carbonized

karbonlu

carbonizing

karbonizasyon

carbonyl chloride

karbonil klorür

carbonyl

karbonil

Carborundum

1. karborundum, 2. zımpara, korindon

carboxyl

karboksil

carboxylase

karboksilaz

carboxylic acid

karboksilik asit

carboxylic

karboksilik

carboy

damacana, cam balon

carbuncle

şirpençe, çıban

carburate

karbürlemek

carburation

karbürleme

carburet

karbonla birleştirmek

carburetted

karbonlanmış

carburettor bowl

karbüratör çanağı

carburettor choke

karbüratör jiklesi

carburettor engine

karbüratörlü motor

carburettor float

karbüratör şamandırası

carburettor pump

karbüratör pompası

carburettor throttle

carburettor throttle

karbüratör gaz kelebeği

carburettor valve

karbüratör supabı

carburettor

karbüratör

carburization

karbonlama

carburize

karbonlamak

carburized steel

karbonlanmış çelik

carbylamine

karbilamin

carcase

carcass, carcase

1. gövde, 2. iskelet 1.yemek için kesilmiş hayvanın ölüsü, hayvan ölüsü, 2.hkr, ceset, leş, 3.hkr, birşeyin döküntü parçaları, döküntü artık, leş, hurda, 4.eski ya da bitmemiş tekne iskeleti ceset, leş

carcinogen

kansere neden olan madde

carcinogenic

kansere yol açan

carcinology

karsinoloji

carcinoma

kanser, kötücül ur

card catalogue

kart kataloğu, fiş usulü dosya

card deck

kart destesi

card hopper

kart tutucu

card index

kart fihristi, kartotek

card punch

kart delici

card reader

kart okuyucu

card system

kart sistemi, kart dizgesi

card table

kumar masası

card

1.oyun kâğıdı, 2.kart, ziyaret kartı, kartpostal, 3.gırgır, şamatacı, 4.karşılaşma programı

card-to-card

karttan-karta

cardamine

acı tere

cardamom

hemame

cardan joint

kardan mafsalı, kardan kavraması

cardan shaft

kardan şaftı, kardan mili

cardboard

1.kalın karton, mukavva, 2.mukavvadan yapılmış, mukavva, 3.gerçek olmayan, doğal olmayan, sahte, yapay

carcass

carded wool

taranmış yün

carded

taranmış

carder

1. tarakçı, 2. tarak makinesi, tarak tezgâhı

cardiac dilatation

kalp büyümesi

cardiac muscle

kalp kası

cardiac valve

kalp kapağı

cardiac

kalp ya da kalp hastalıklarıyla ilgili

cardialgia

kalp ağrısı

cardigan

hırka

cardinal number

asıl sayı, sayal sayı, nicelik sayısı

cardinal point

anayön

cardinal principles

ana ilkeler

cardinal

1.en önemli, baş, ana, esas, 2.kardinal

carding machine

yün ve pamuk tarama makinası

carding

tarama, taraklama

cardiogram

kardiyogram

cardiograph

kardiograf

cardiography

kardiografi

cardioid

kardioit, yürek eğrisi

cardiology

kardiyoloji

care for

1. bakmak, ilgilenmek, 2. istemek, 3. sevmek, hoşlanmak

care

1.kaygı, üzüntü, 2.bakım, ilgi, 3.koruma, sorumluluk, 4.dikkat, özen, 5.aldırmak, umursamak, önemsemek, 6.istemek, hoşlanmak, sevmek

careen

karina etmek, karinaya basmak

career woman

meslek sahibi kadın

career

1.meslek yaşamı, kariyer, 2.son süratle gitmek, 3.profesyonel

careerist

kariyer yapmayı amaçlayan kimse

carefree

1.kaygısız, tasasız, 2.sorumsuz

careful

1.dikkatli, 2.dikkatle yapılmış, 3.özenli, 4.cimri, sıkı

carefully

1. dikkatle, 2. usulcacık

carefulness

dikkat, özen

careless

1.dikkatsiz, 2.dikkatsizce/baştan savma yapılmış, 3.aldırışsız, ilgisiz

carelessly

dikkat etmeden, körlemesine, sere-serpe

carelessness

dikkatsizlik, ihmal

caress

1.okşama, 2.öpme, 3.okşamak, 4.öpmek

caressing

şefkatli

caret

1. ters V işareti, 2. yazıda çıkma işareti ( )

caretaker government

geçici hükümet

caretaker

1.hademe, odacı, 2.ev bekçisi

careworn

üzgün, dertli

carfare

bilet ücreti

cargo boat

yük gemisi, şilep

cargo carrier

yük gemisi

cargo hold

yük ambarı

cargo plane

kargo uçağı

cargo steamer

şilep

cargo

yük, kargo

Caribbean Sea

Karayib Denizi

caribou

karibu

caricature

karikatür

caricaturist

1. karikatürist, 2. karikatürcü

caries

yenirce

carillon

bazı çanlarla çalınan melodi

carina

omurga

caring

yardımsever, şefkatli

carious

(diş, vb.) çürük

carline

hat, yol

carload

1. vagon yükü, 2. araba yükü

carman

1. kamyon sürücüsü, 2. arabacı, 3. nakliyeci

carminative

carminative

gaz çıkarıcı

carmine

1. lal, kızıl, vişne çürüğü, 2. parlak kırmızı renk

carnage

kıyım, katliam, kırım

carnal knowledge

cinsel ilişki

carnal

cinsel, şehvetle ilgili

carnality

şehvet

carnallite

karnalit

carnassial

köpekdişi

carnation

karanfil

carnauba wax

Brezilya balmumu

carnelian

kırmızı bir akik

carnet

gümrük geçiş belgesi

carnify

et haline gelmek, et bağlamak

carnival

karnaval, şenlik

carnivora

etobur hayvanlar

carnivore

etobur hayvan

carnivorous

etobur, etçil

carnotite

karnotit

carob

keçiboynuzu, harnup

carol

Noel şarkısı, neşeli şarkı

Carolingian

?arlman hanedanına ait

carom

karambol

carotene

karoten

carotid artery

karotis arteri, şahdamar

carotid

1. karotis, 2. şahdamarı

carousal

içki âlemi

carouse

1. âlem, cümbüş yapma, 2. içki âlemi yapmak

carousel

atlıkarınca

carp

1.mızmızlanmak, dırdır etmek, 2.sazanbalığı

carpal

carpal

1. el bileğine ait, 2. el bileği kemiği

carpel

karpel, meyve yaprağı

carpenter

marangoz, doğramacı, dülger

carpenter's hammer

marangoz çekici

carpenter's level

kabarcıklı düzeç, tesviyeruhu

carpenter's plane

marangoz rendesi

carpenter's rule

marangoz cetveli

carpenter's vice

marangoz mengenesi

carpentry

marangozluk, doğramacılık

carpet bag

heybe

carpet loom

halı tezgâhı

carpet sweeper

halı süpürgesi, gırgır

carpet wool

halı yünü

carpet yarn

halı ipliği

carpet

1.halı, 2.halı döşemek, 3.kaplamak

carpetbag

heybe, halı torba

carping

yersiz eleştiri

carpology

meyve bilimi

carpus

el bileği

carriage by sea

deniz taşımacılığı

carriage forward

navlun alıcıya ait

carriage freight

nakliye masrafları

carriage paid

nakliyesiz, navlun satıcıya ait

carriage spring

vagon yayı

carriage trade

zengin müşteriler

carriage

1.araba, at arabası, 2.vagon, 3.taşıma, nakliye, 4.nakliye ücreti, 5.makinenin oynak parçası, 6.duruş, yürüyüş biçimi

carriageway

taşıt yolu

carried

nakledilmiş

carrier bag

saplı naylon çanta

carrier current

carrier current

taşıyıcı akım, kuran partör

carrier filter

taşıyıcı süzgeci

carrier gas

taşıyıcı gaz

carrier line

taşıyıcı hattı

carrier noise

taşıyıcı gürültüsü

carrier pigeon

posta güvercini

carrier rocket

taşıyıcı roket

carrier wave

taşıyıcı dalga

carrier

1.nakliyeci, taşıyıcı, 2.(hastalık) taşıyıcı, 3.kariyer

carriers

taşıyıcı firma

carrion beetle

leşböceği

carrion crow

leşkargası

carrion

1. pis, kokmuş, 2. leş, 3. kokmuş et

carrot

1.havuç, 2.mükafat

carroty

1. havuç renginde, 2. kırmızı saçlı

carry a message

haber taşımak

carry a motion

bir teklifi onaylatmak

carry a torch

abayı yakmak

carry an election

seçim kazanmak

carry an item

bir maddeyi nakletmek

carry arms

silah taşımak

carry authority

yetki sahibi olmak

carry away

coşturmak, büyülemek, kendinden geçirmek

carry back

geçmişe götürmek

carry balance forward bakiyeyi nakletmek carry coals to Newcastle tereciye tere satmak carry consequences

sonucu kabullenmek

carry conviction

inandırıcı vasıfta olmak

carry down

hesap açmak için bakiyeyi nakletmek

carry forward to credit

carry forward to credit alacağa kaydetmek carry forward to debt

borca kaydetmek

carry forward

nakli yek-n yapmak, yeni sayfaya nakletmek

carry insurance

sigortalı olmak

carry interest

faiz getirmek

carry into effect

uygulamaya koymak

carry off

1. kazanmak, 2. başarılı olmak, 3. kapıp götürmek

carry on a lawsuit

davacı olmak

carry on business

iş yapmak

carry on with sb

biriyle mercimeği fırına vermek

carry on with

sürdürmek

carry on

1. sürdürmek, yürütmek, devam etmek, 2. devam ettirmek

carry one's cross

bağrına taş basmak

carry out

1. bitirmek, tamamlamak, 2. başarmak, 3. icra etmek

carry over

1. nakletmek, 2. aktarmak, tehir etmek, uzatmak

carry the day

kazanmak, tam başarı sağlamak

carry through

1. bitirmek, tamamlamak, yerine getirmek, 2. başarmak

carry weight

1. önem taşımak, 2. önemli/etkili olmak, 3. ağır basmak

carry

1.taşımak, götürmek, 2.ağırlığını çekmek, taşımak, 3.desteklemek, yardım etmek, 4.bulundurmak, 5.geçirmek, bulaştırmak, 6.içermek, taşımak, 7.desteğini kazanmak, 8.onaylamak, kabul edilmek, 9.ulaşmak, erişmek

carry-forward

nakliyekün

carryall

1. kaptıkaçtı, 2. yolcu çantası

carryback

müdevver zarar, aktarılan zarar

carrycot

portbebe

carrying agent

nakliyeci, taşımacı

carrying charge

taksitli satışlarda ödenen faiz

carrying company

nakliye şirketi

carrying trade

nakliyecilik, taşımacılık

carrying

nakliye, taşıma

carryover

müdevver zarar, nakli yek-n

carsick

kendisini araba tutan, arabada hasta olan

cart

1.at arabası, 2.el arabası, 3.taşımak, götürmek

cart-horse

yük beygiri

cartage

1. taşıma ücreti, navlun, 2. nakliye parası

carte blanche

kayıtsız şartsız yetki, tam yetki

carte de visite

kartvizit

carte-blanche

açık kart

cartel

kartel

cartelization

kartelleşme

cartelize

1. kartelleşmek, 2. kartel oluşturmak

carter

arabacı

cartesian

kartezyen

cartilage bone

kıkırdakdoku

cartilage cell

kıkırdak hücresi

cartilage skeleton

kıkırdak iskelet

cartilage

kıkırdak

cartilaginous fish

iskeleti kıkırdaktan balık

cartilaginous ring

kıkırdak halka

cartilaginous

kıkırdaklı, kıkırdak gibi

carting

nakliye ücreti

cartographer

kartograf, haritacı

cartographic

kartografik

cartographical

haritacılıkla ilgili

cartography

haritacılık, kartografi

cartomancy

iskambil falcılığı

carton

mukavva kutu, karton kutu

cartoon film

çizgi film, miki filmi

cartoon movie

çizgi film

cartoon

1.karikatür, 2.çizgi film

cartoonist

karikatürcü, karikatürist

cartouche

hartuç, kabartma resim

cartridge belt

1. fişeklik, 2. palaska

cartridge case

hartuç sandığı, fişek kutusu, kovan

cartridge pen

hartuçlu kalem

cartridge

1.fişek, 2.pikap kafası, 3.kartuş

cartulary

sicil defteri, sicil dairesi

cartwheel

çember hareketi

cartwright

araba yapımcısı

caruncle

horoz ibiği

carve up

bölmek, paylaştırmak

carve

1.oymak, 2.kesmek, dilimlemek, 3.(up ile) bölmek, paylaştırmak

carvel

karavela

carver

1. et bıçağı, 2. oymacı

carving chisel

oymacı kalemi

carving

1.oyma, 2.oymacılık

carwash

oto yıkama

caryatid

karyatit, heykel sütun, yontudikeç

caryopsis

karyops, buğdaysı meyve

casaba melon

kavun

casaba

bir tür kış kavunu

cascade amplifier

kaskat amplifikatör

cascade connection

kaskat bağlama

cascade converter

kaskat konvertör

cascade

1.çağlamak, taşmak, 2.taşırmak

case ending

ad durumunu belirten ek, isim çekim eki, takı

case grammar

durum dilbilgisi

case hardness

doku sertliği

case in point

konuşma konusu olan mesele

case law

case law

davalarda hukuk usulü

case lawyer

dava vekili, avukat

case of defamation

hakaret davası

case shot

şarapnel

case study

örnekolay, örnek olay incelemesi

case

1.hal, durum, 2.olay, 3.sorun, 4.dava, 5.kutu, sandık, 6.çanta, 7.kasa, 8.kutulamak

casein

kazein

caseinogen

kazeinojen

casemate

kazamat, mazgallı siper

casement

içe ya da dışa doğru açılan pencere

caseous

1. peynir ile ilgili, 2. peynir gibi

cash a check

çek bozdurmak

cash account

kasa hesabı

cash and carry

1. peşin ödeyip alma, 2. peşinle çalışan işyeri

cash audit

kasa kontrolü, nakit kontrolü

cash balance

kasa mevcudu, nakit bakiye

cash before delivery

teslimden önce ödeme

cash before shipment

yüklemeden önce ödeme

cash bonus

nakit ikramiye

cash book

kasa defteri, cari hesap defteri

cash budget

nakit bütçesi

cash cheque

çizgili olmayan çek

cash count

kasa sayımı

cash cover

kuvertür, karşılık

cash credit

para olarak verilen kredi

cash crop

peşin satılan mahsul

cash delivery

teslimat, tediye

cash desk

kasa, vezne

cash discount

peşin indirimi, peşin ödeme indirimi

cash dispenser

cash dispenser

bankamatik

cash dividend

peşin ödenen kâr

cash down

peşin para

cash flow

nakit akımı, nakit girişi

cash in advance

peşin ödeme

cash in bank

bankadaki nakit hesabı

cash in hand

kasa mevcudu, elde bulunan para

cash in one's chips

ecel şerbetini içmek

cash in

kazanç sağlamak, yararlanmak

cash inflow

para girişi

cash letter of credit

kredi mektubu

cash loan

nakit ödünç

cash market

nakit piyasası

cash on delivery

ödemeli, tesliminde ödenecek

cash on hand

eldeki nakit, mevcut para

cash outflow

para çıkışı

cash payment

peşin ödeme

cash price

peşin fiyat

cash ratio

disponibilite oranı

cash receipts

kasa girişi, tahsilat

cash register

otomatik kasa, yazarkasa

cash requirements

nakit ihtiyacı

cash reserve

para rezervi

cash sale

peşin satış, vadesiz satış

cash shortage

nakit darlığı, nakit sıkıntısı

cash value

nakdi değer, peşin ödeme değeri

cash

1.nakit para, 2.para, mangır, 3.paraya çevirmek, bozdurmak

cash-and-carry

peşin para ödeyip satın alınan

cashbook

kasa defteri

cashew nut

cashew nut

akaju cevizi

cashew

maun, akaju ağacı

cashier

kasiyer, kasadar

cashier's account

kasiyer hesabı

cashier's desk

kasa, vezne

cashier's office

kaza, vezne

cashless

parasız

cashmere

kaşmir

cashomat

bankamatik

casing

koruyucu kaplama

casino

gazino

cask

fıçı, varil

casket

1.küçük kutu, 2.tabut

Caspian Sea

Hazar Denizi

Caspian

Hazar

casque

başlık, miğfer

cassation

iptal, fesih

cassava

manyok

casserole

güveç

cassette recorder

kasetçalar, teyp

cassette tape

teyp bandı

cassette

kaset

cassia

Çin tarçını

cassiopeium

lutesyum

cassiterite

kasiterit

cassock

papaz cüppesi

cassowary

tepeli devekuşu

cast a shadow over

gölge düşürmek

cast a spell upon

büyü yapmak

cast about

cast about

tasarlamak

cast anchor

demir atmak

cast away

çöpe atmak

cast doubt on

gölge düşürmek

cast down

devirmek, canını sıkmak

cast in sb's teeth

birinin yüzüne vurmak

cast iron

font, pik demir, dökme demir

cast light

ışık tutmak

cast off the rope

halatı mola etmek

cast off

1. çıkarmak, 2. kurtulmak, 3. ilişkisini kesmek, 4. reddetmek

cast one's vote

oy vermek

cast reflections on

hakkında kötü şeyler söylemek, kötülemek

cast steel

dökme çelik

cast stone

suni taş

cast the blame

iftira etmek

cast up

cast-iron

kusmak, karaya vurmak 1.fırlatmak, atmak, 2.atmak, çıkarmak, değiştirmek, 3.(oy) vermek, 4.dökmek, saçmak, 5.rol vermek, 6.dökmek, döküm yapmak, 7.atma, atış, 8.kalıp, döküm, 9.oynayanlar, oyuncular, 10.çeşit, tür, 11.alçı pikden yapılmış, çok sert, dayanıklı

castanet

1. kastanyet, 2. ispanyol çalparası

castaway

deniz kazazedesi

caste

sınıf, kast

castellan

kale kumandanı

castellated

kuleli, mazgallı

caster

mobilya tekerleği

castigate

ağır biçimde cezalandırmak/azarlamak

castigation

1. cezalandırma, 2. azarlama

castigator

paylayıcı kimse

castile soap

zeytinyağlı sabun

casting net

serpme ağ

cast

casting vote

başkanın oyu

casting

1.döküm, 2.oyuncu seçme

castle

1.şato, kale, 2.(satranç) kale

castoff

istenmeyen giysi, döküntü

castor oil

hintyağı

castor sugar

pudraşeker

castor

bkz. caster

castor-oil plant

keneotu

castrate

hadım etmek, iğdiş etmek, enemek

castration

1. hadım etme, eneme, kısırlaştırma, 2. iğdiş etme

casual clothes

günlük elbiseler

casual labourer

gündelikçi, geçici işçi

casual leave

mazeret izni

casual wear

günlük elbise

casual

1.raslantısal, tesadüfi, 2.ciddi olmayan, hafif, sudan, 3.günlük, resmi olmayan, 4.(işçi) geçici olarak işe alınmış

casually

dikkat etmeden

casualness

kaygısızlık

casualties

zayiat, kayıplar

casualty department

yaralı koğuşu, ilkyardım, acil

casualty insurance

hasar sigortası, kaza sigortası

casualty ward

yaralı koğuşu

casualty

1.kazazede, yaralı, 2.zayiat, kayıp

casuistic

ahlak kuralları ile ilgili

casus belli

savaşı gerektiren olay

cat burglar

hırsız

cat

kedi, pişik

cat's eye

1. reflektör, kedigözü, 2. aynülhir

cat's whisker

kedi bıyığı

cat's-paw

bir çeşit düğüm

catabolic

katabolik

catabolism

1. katabolizma, 2. anabolizmin karşıtı

catachresis

1. kaydırma, 2. kelimeyi yanlış kullanma

cataclasis

kataklasis, kaya ezilmesi

cataclastic

kataklastik, ezik

cataclysm

afet

cataclysmal

müthiş

cataclysmic

kıyamet günü gibi, tufan gibi

catacomb

yeraltı mezarı, katakomb

catadromous

1. katodrom, 2. katadrom

catafalque

katafalk

catalase

katalaz

catalepsis

katalepsi, istencin yitimi

cataleptic

katalepsi ile ilgili

catalog

bkz. catalogue

cataloger

katalogcu

cataloging

katalog yapma

catalogue

1.katalog, liste, 2.kataloglamak, 3.listelemek, listeye almak

catalpa

katalpa

catalyctic

katalizle ilgili

catalyse

katalizlemek

catalysis

kataliz

catalyst

katalizör

catalytic reaction

katalitik reaksiyon

catalytic

katalitik

catalyze

katalizlemek, çözdürmek

catalyzer

katalizör

catamaran

katamaran

catamite

ibne, oğlan

catamount

catamount

kedigillerden jaguara benzer bir hayvan

cataphoresis

kataforez

cataplasm

yakı

catapult

1.sapan, 2.mancınık, 3.(sapanla) fırlatmak

cataract

1.büyük çağlayan, çavlan, 2.nehrin en akıntılı yeri, 3.katarakt, aksu

catarrh

nezle, soğuk algınlığı

catarrhal

nezle ile ilgili

catastrophe

yıkım, felaket, facia

catastrophic

1. felaket gibi, felaket getiren, 2. müthiş

catbird

alaycı kuş

catboat

tek direkli küçük yelkenli

catcall

1. ıslık çalma, yuhalama, 2. yuhalanmak, ıslıklanmak, 3. yuhalamak

catch a cold

nezle olmak, üşütmek

catch a tartar

çetin cevize çatmak

catch an infection

mikrop kapmak, enfeksiyon almak

catch cold

1. nezle olmak, 2. üşütmek

catch fire

1. tutuşmak, 2. ateş almak

catch hell

azarlamak

catch it

1. zılgıtı yemek, 2. azar işitmek

catch on

1. popüler olmak, ünlü olmak, 2. moda olmak

catch one's breath

dinlenmek, soluk almak

catch out

(birisine) hatalı olduğunu göstermek

catch penny

işporta malı

catch phrase

slogan

catch red-handed

suçüstü yakalamak

catch sb napping

kaytarırken yakalamak

catch sb on the hop

gafil avlamak

catch sb red-handed

birini suç üstü yakalamak

catch sb's eyes

bakışlarını yakalamak, dikkatini çekmek

catch sight of

catch sight of

bir an gözüne ilişmek, bir an görmek

catch up on

tamamlamak

catch up with

aynı düzeye gelmek, yetişmek

catch up

yetişmek, geri kalmamak

catch-all

1.tutmak, yakalamak, 2.avlamak, yakalamak, tutmak, 3.ansızın bulmak, birdenbire farketmek, görmek, yakalamak, 4.takılmak, 5.yetişmek, yakalamak, 6.carpmak, vurmak, 7.yanmaya başlamak, 8.çalışmak, 9.duymak, anlamak, kavramak, 10.topu tutma, yakalama, top tutma, 11.tutulan, yakalanan şeyin miktarı, 12.bityeniği 1. öteberi torbası, 2. şerbet tutucu

catch-as-catch-can

kıran kırana

catcher

1. yakalayıcı, 2. kapan, avcı, mandal

catching

bulaşıcı

catchment area

havza, beslenme bölgesi

catchment basin

havza, tutma havzası

catchment

havza

catchweight

serbest kilo

catchword

savsöz, slogan

catchy

kolayca akılda kalan

catechu

hint helvası otu

catechumen

din eğitimi gören kimse

categorial

ulamsal

categorical

kesin, koşulsuz

categorisation

ulamlaştırma

categorize

sınıflandırmak

category

ulam, sınıf, kategori

catena

1. zincirleme seri, 2. dizi, sıra

catenary

zincir eğrisi

catenate

zincirlemek

catenoid

zincir yüzeyi

cater for

göz önünde bulundurmak, dikkate almak

cater

yiyecek ve içecek sağlamak

catch

caterer

caterer

1. yiyecek sağlayan kimse, 2. vekilharç, kumanyacı

caterpillar

tırtıl

caterwaul

1. azgın kedi sesi, miyavlama, 2. haykırmak, miyavlamak

catfish

yayın balığı

catgut

1. kiriş, 2. katgüt

catharsis

ishal, amel

cathartic

1. müshil, 2. müshil ilacı

Cathay

Çin

cathead

griva mataforası

cathedral

katedral, başkilise

Catherine-wheel

çarkıfelek

catheter

sonda

cathetometer

katetometre, düşeyölçer

cathode bias

katot öngerilimi

cathode coating

katot kaplaması

cathode current

katot akımı

cathode deposit

katot birikintisi

cathode disintegration

katot parçalanması

cathode emission

katot emisyonu

cathode follower

katot çıkışlı amplifikatör

cathode grid

katot ızgarası

cathode ray tube

katot ışınlı tüp

cathode ray

katot ışını

cathode voltage

katot gerilimi

cathode

katot, eksiuç

cathodic etching

katodik gravür

cathodic evaporation

katodik buharlaştırma

cathodic

katodik

catholic

(beğeni, ilgi, vb.) genel, yaygın, geniş

Catholic

Catholic

Katolik

catholicism

katoliklik

catholicity

düşünce özgürlüğü, geniş fikirlilik, liberallik

catholicize

evrenselleşmek

catholicon

panzehir

catholyte

katolit

cation exchange

katyon alışverişi

cation

katyon

cationic

katyonik

catkin

söğüt çiçeği, huş çiçeği

catnap

kısa hafif uyku, şekerleme, kestirme

catoptrics

ışık yansıtma bilimi, katoptrik

catsup

ketçap, domates sosu

cattail

büyük sukamışı

cattish

kedi gibi

cattle breeding

hayvan yetiştirme

cattle car

sığır vagonu

cattle plague

sığır vebası

cattle ranch

sığır otlağı

cattle tax

hayvan vergisi

cattle

büyükbaş hayvan, sığır, davar

cattleman

sığır yetiştiren kimse

catty

nefret dolu, sinsi

catwalk

1. iskele, geçit kalası, 2. dar köprü

Caucasia

Kafkasya

Caucasian

1. Kafkasya, 2. Kafkasyalı

Caucasion

Kafkasyalı

Caucasus

Kafkas Dağları

caucus

parti yönetim kurulu

caudal fin

caudal fin

kuyruk yüzgeci

caudal

1. kuyrukla ilgili, 2. kuyruk gibi

caudate

kuyruklu

caul

cenin zarı

cauldron

kazan

caulescent

saplı

cauliflower

karnabahar

cauline

sap ile ilgili

caulk

1. kalafatlamak, 2. kalafat etmek

caulker

kalafatçı

caulking

1. kalafatlama, 2. üstüpü, macun

causal explanation

nedensel açıklama

causal

nedensel

causality

nedensellik

causation

sebep olma

causative verb

ettirgen fiil, ettirgen eylem

causative voice

ettirgen çatı

causative

1.neden olan, 2.ettirgen

cause a disturbance

huzursuzluk yaratmak

cause a loss

zarar vermek

cause a sensational emotion

sansasyona neden olmak

cause and effect

sebep ve sonuç

cause damage

hasar meydana getirmek

cause discord

nifak sokmak

cause havoc

zarar vermek, berbat etmek

cause of death

ölüm nedeni

cause pain

sancı yapmak

cause sb a trouble

başına dert açmak

cause uneasiness

cause uneasiness

rahatsızlığa neden olmak

cause

1.neden, sebeb, 2.dava, 3.amaç, hedef, ilke, 4.-e neden olmak

causecelebre

meşhur bir dava

causeless

1. nedensiz, sebepsiz, 2. asılsız

causerie

1. söyleşi, sohbet, 2. konuşma

causeway

geçit, geçit yol, set

caustic alkali

kostik alkali

caustic ammonia

amonyum hidroksit

caustic lime

sönmemiş kireç

caustic potash

potasyum hidroksit

caustic soda

sudkostik, sodyum hidroksit

caustic

yakıcı, aşındırıcı

causticity

yakıcılık, aşındırıcılık

causticize

kostiklemek

cauterization

dağlama, yakma

cauterize

dağlamak, yakmak

cautery

yakma, dağlama, yakı

caution

1.uyarı, ihtar, 2.dikkat, sakınma, 3.uyarmak, ikaz etmek

cautionary

uyaran, uyarıcı, ders veren

cautious

dikkatli, önemli, sakıngan

cautiousness

ihtiyatlılık

cavalcade

süvari alayı resmi geçidi

cavalier

düşüncesiz, saygısız, laubali, bambılı

cavalry regiment

süvari alayı

cavalry soldier

süvari askeri

cavalry

süvari

cavalryman

süvari

cavatina

kavatin

cave bear

mağara ayısı

cave in

cave in

1. çökmek, yıkılmak, 2. teslim olmak

cave

mağara

cave-in

çökme, göçme

Caveat emptor

Alıcı dikkatli olsun!

caveat

hukuki işlemleri durdurma

caved area

göçük alan

caveman

mağara adamı

cavern

büyük ve derin mağara

cavernous

1. mağaraları olan, 2. mağara gibi

cavetto vault

aynalı tonoz

cavetto

oyuk pervaz

caviar

havyar

cavil

kusur bulmak, bahane aramak

caviller

itirazcı kimse

cavitation

1. kavitasyon, boşluk oluşumu, 2. boşlama

cavity of the eye

göz çukuru

cavity

çukur, oyuk, boşluk

cavort

hoplayıp sıçramak, zıplamak, tepinmek

cavy

kobay

caw

gaklamak

cay

adacık

cayenne pepper

arnavutbiberi

cayenne

arnavutbiberi

cayman

büyük timsah

cease fire

ateş kesmek

cease

1.durdurmak, kesmek, 2.durmak

cease-fire

ateşkes

ceaseless

sürekli, aralıksız

ceaselessly

durmaksızın

cedar of Lebanon

cedar of Lebanon

Lübnan sediri, katran ağacı

cedar

sedir, dağservisi

cede

bırakmak, vermek, teslim etmek

cedent

terk eden, sedan

cedilla

çengel işareti

ceil

tavan yapmak

ceiling board

tavan tahtası

ceiling floor

asma tavan

ceiling joist

tavan kirişi

ceiling price

1. azami fiyat, tavan fiyat, 2.

ceiling

tavan

celandine

1. sarı çiçekli bitki, 2. kırlangıç otu

celebrant

törene katılan kimse

celebrate

1.kutlamak, 2.övmek

celebrated

ünlü, bilinen, meşhur

celebration

1.kutlama, 2.tören

celebrator

kutlayan kimse

celebrity

1.ünlü kişi, 2.ün, şöhret

celeriac

kereviz

celerity

hız, sürat

celery

kereviz

celestial body

gökcismi

celestial equator

gök büyük kuşağı

celestial globe

gök yuvarlağı

celestial navigation

uzay seyrüseferi

celestial pole

gökkutbu

celestial sphere

gökküresi

celestial

1.gökle ilgili, göksel, 2.kutsal

celestine

selestin

celiac

celiac

karın boşluğuna ait

celibacy

dinsel nedenlerden dolayı evlenmeme, bekârlık

celibate

(özellikle papaz) dinsel inançlardan ötürü evlenmemiş, bekâr

cell division

hücre bölünmesi

cell membrane

hücre çeperi

cell theory

hücre teorisi

cell wall

hücre çeperi

cell

1.hücre, 2.hücre, göze, 3.pil

cellar

mahzen, kiler

cellarage

1. bodrum, 2. mahzen kirası, 3. kiler ücreti

cellarer

manastır kilercisi

cellaret

içki dolabı

celled

hücreli, gözeli

cellist

viyolonselist

cello

viyolonsel

cellobiose

selobiyoz

cellophane

selofan

cellose

selobiyoz

cellular

1.hücresel, gözesel, 2.hücreli, gözeli

cellule

hücrecik, gözecik

celluloid based

selüloit tabanlı

celluloid

selüloid

cellulose

selüloz

Celsius thermometer

selsiyus termometresi, santigrat termometresi

Celsius

santigrat

Celt

Kelt

celtic

1. Keltler ile ilgili, 2. Keltçe

cembalo

çembalo, klavsen

cement floor

çimento döşeme

cement good relations

cement good relations with

...ile dosluk kurmak

cement gun

çimento tabancası

cement mortar

çimento harcı

cement pipe

çimento künk, büz

cement silo

çimento silosu

cement stucco

çimentolu sıva

cement work

çimento işi

cement

1.çimento, 2.tutkal, macun, dolgu, çiriş, 3.çimentolamak, 4.birleştirmek

cementation

1. çimentolama, 2. yapıştırma, 3. sementasyon

cemented

yapışık

cementite

sementit

cemetery

gömütlük, mezarlık

ceneme

boşbirim, anlatımbirim, senem

cenotaph

simgesel mezar

Cenozoic

Senozoyik

cense

tütsülemek

censer

buhurluk, buhurdan

censor

1.sansürcü, 2.sansürden geçirmek

censorial

sansüre ait

censorious

tenkitçi, devamlı kusur bulan

censorship

sansür

censurable

eleştirilebilir

censure

1.kınamak, 2.kınama

censurer

tenkitçi

census

nüfus sayımı, sayım

census-taker

sayım görevlisi

cent

doların yüzde biri değerindeki para, sent

centage

yüzde oranı

centaur

mit. yarı insan yarı at biçimindeki yaratık, santor

centaury

centaury

1. kantaron, 2. peygamber çiçeği

centenarian

yüz yaşında ya da yüz yaşının üstünde kimse

centenary

yüzüncü yıldönümü

centennial

yüz yılda bir olan

center bit

punta matkabı

center

bkz. centre

centerpiece

sofra ortasındaki süs

centesimal

yüzüncü

centi-

1. (önek) yüzde bir, 2. (edat) santi

centigrade degree

santigrat derece

centigrade thermometer santigrat termometre Centigrade

santrigrat

centigram

santigram

centiliter

santilitre

centime

santim

centimetre

santimetre

centimetric wave

santimetrik dalga

centimetric

santimetrik

centipede

kırkayak

centner

elli kilogramlık bir ağırlık birimi

Central America

Orta Amerika

central angle

merkez açı

Central Asia

Orta Asya

Central Bank

Merkez Bankası

central battery

merkez bataryası

central city

kent merkezi

central control

merkezi kontrol

central electrode

orta elektrotu

central government

merkezi hükümet

central heating

central heating

merkezi ısıtma (tesisatı), kalorifer

central lane

orta şerit

central locking

merkezi kilitleme

central nervous system merkezi sinir sistemi central office

merkez, merkez büro

central processing unit merkezi işlem birimi central processor

merkezi işlemci, merkezi işlem birimi

central refuge

orta refüj

central reserve

yolda orta şerit

central

1.merkezi, 2.ana, temel, 3.kolayca ulaşılan, uygun

centralism

1. merkezcilik, merkeziyetçilik, 2. merkezileştirme

centralist

merkezci, merkeziyetçi

centrality

merkezde olma, ortada

centralization

1. merkezileştirme, merkezcilik, 2. merkezlenme

centralize

merkezileştirmek

centralized administration

merkezi yönetim

centralized data processing

merkezi bilgi işlem

centralized

merkezi

centre arch

orta kemer

centre bit

punta matkabı

centre forward

santrfor

centre gauge

punta mastarı

centre half

santrhaf

centre hole

punta deliği, merkez deliği

centre line

1. orta çizgi, 2. merkez hattı

centre of attraction

çekim merkezi

centre of curvature

eğrilik merkezi

centre of drag

sürükleme merkezi

centre of gravity

ağırlık merkezi, ağırlık özeği

centre of gyration

dönme merkezi

centre of impact

orta vuruş noktası

centre of lift

kaldırma merkezi

centre of mass

kütle merkezi

centre of pressure

basınç merkezi

centre of projection

izdüşüm merkezi

centre of trade

ticaret merkezi

centre party

merkez parti

centre point

merkez nokta, orta, göbek

centre punch

nokta zımbası, punta zımbası

centre

1.merkez, 2.orta, 3.bir merkezde toplamak, merkezlemek, 4.bir merkezde toplanmak, merkezleşmek, 5.merkeze yerleştirmek, ortaya koymak

centreboard

işler omurga, salma omurga

centric

merkezi

centrical

merkezi

centrifugal basket

santrifüj sepeti

centrifugal brake

santrifüj fren

centrifugal clutch

santrifüjlü debriyaj, merkezkaç debriyaj

centrifugal drum

santrifüj tamburu, santrifüj sepeti

centrifugal dryer

santrifüj kurutma makinesi

centrifugal fan

santrifüj vantilatör, merkezkaç vantilatör

centrifugal filter

santrifüj filtre

centrifugal force

merkezkaç kuvvet

centrifugal governor

santrifüjlü regülatör

centrifugal machine

santrifüj

centrifugal power

merkezkaç kuvvet

centrifugal pump

santrifüj pompa, merkezkaç pompa

centrifugal regulator

santrifüjlü regülatör

centrifugal running

santrifüj şurubu

centrifugal

merkezkaç

centrifugation

santrifüjleme

centrifuge

1. santrifüj, 2. santrifüjlemek

centring

puntalama, merkezleme

centriole

sentriyol

centripetal acceleration merkezcil ivme, özekçil ivme centripetal force

merkezcil kuvvet, özekçil kuvvet

centripetal

1. merkezcil, 2. ortaya çeken

centro-

(önek) merkez, orta

centroid

kitle merkezi

centrosoma

sentrozom

centrosphere

dünyanın merkezi

centrum

merkez

centuple

yüz misli, yüz katı

centuplicate

yüz ile çarpmak

centurion

1. yüz kişilik bölük komutanı, 2. yüzbaşı

century

yüzyıl, asır

cephalic index

kafa indisi

cephalic

başa ait

cephalin

sefalin

cephalopod

kafadanbacaklı

cephalothorax

sefalotoraks, baş ve göğüs

cephalous

başlı

ceramic amplifier

seramik amplifikatör

ceramic capacitor

seramik kondansatör

ceramic filter

seramik filtre

ceramic microphone

seramik mikrofon

ceramic photocell

seramik fotosel

ceramic tile

ceramic tile

çini

ceramic transducer

seramik güç çevirici

ceramic

seramikle ilgili, seramik

ceramics

1.seramik, çömlek, 2.seramikçilik, çömlekçilik

ceramist

seramikçi

ceratoid

boynuz gibi

cere

balmumuna batırmak

cereal

tahıl

cerebellum hemisphere beyin yarımyuvarı cerebellum

beyincik

cerebral cortex

beyin zarı

cerebral hemispheres

beyin yarımyuvarı

cerebral lobe

beyin lobu

cerebral

beyinle ilgili

cerebration

1. beynin çalışması, 2. düşünme

cerebrospinal axis

beyin-omurilik ekseni

cerebrospinal fluid

beyin-omurilik sıvısı

cerebrospinal nerves

beyin-omurilik sinirleri

cerebrospinal

beyin-omurilik

cerebrum

beyin

cerecloth

mumlu bez

cerement

kefen

ceremonial

resmi törensel

ceremonious

1.törensel, resmi, 2.merasime düşkün

ceremony

1.tören, merasim, 2.resmiyet

ceresin

serezin

cerise

1. kiraz kırmızısı, 2. kiraz kırmızısı

cerium

seryum

cermet

sermet

cerotic acid

cerotic acid

serotik asit, kerotik asit

cerotic

serotik, kerotik

certain

1.kesin, muhakkak, 2.emin, kuşkusuz, 3.belirli, kesin, 4.bazı, kimi, belirli, ayrım

certainly

1.kesinlikle, 2.tabi, elbette

certainty

1.kesinlik, kuşkusuzluk, 2.kesin olan şey

certifiable

onaylanabilir, doğrulanabilir

certificate account

tasarruf hesabı

certificate of baptism

vaftiz belgesi

certificate of birth

nüfus hüviyet cüzdanı

certificate of bonds

tahvil sertifikası

certificate of death

vefat ilmühaberi

certificate of debt

borç senedi

certificate of deposit

mevduat sertifikası

certificate of incorporation

tescil belgesi

certificate of inspection ekspertiz raporu certificate of origin

menşe belgesi, köken belgesi

certificate of quality

kalite belgesi

certificate of secondary ortaokul diploması school certificate

sertifika, belge

certificated engineer

yüksek mühendis

certificated

onaylı, onaylanmış

certification

1. belgeleme, onay, 2. ruhsat, belge

certified accountant

yeminli muhasebeci

certified bankrupt

resmi iflas, belgelenmiş iflas

certified copy

onaylı suret, tasdikli suret

certified engineer

yüksek mühendis

certified mail

taahhütlü posta

certified true copy

sahih suret

certified

1. onaylı, tasdikli, 2. diplomalı

certify

1.doğrulamak, doğruluğunu belirtmek, onaylamak, 2.(özellikle bir incelemeden, testten sonra) açıklamak, bildirmek, ilan etmek, 3.(belirli bir kursu, eğitim sürecini, vb. tamamlayan birine) belge vermek, sertifika vermek

certifying officer

onaylayan memur, ita amiri

certifying

onaylayan

certitude

kesinlik, katiyet, kuşkusuzluk, birşeyrden emin olma

cerulean

gök mavisi

cerumen

1. kulak kiri, 2. kulak kiri

ceruse

üstübeç

cerussite

serüzit

cervical

rahim boynuna ait

cervine

geyik ile ilgili

cervix

rahim boynu, serviks

cesarean section

sezaryen

cesarean

sezaryen

cesium

sezyum

cessation

durma, duruş, ara verme, mola

cesser

mühlet bitimi, sona erme

cession of portfolio

portföy devri

cession

(mal, hak vs.) feragat, bırakma

cessionary

sesyoner, terk eden

cesspipe

kanalizasyon borusu, lağım borusu

cesspit

bkz. cesspool

cesspool

1.lağım, lağım çukuru, 2.mazgal, 3.çok pis yer, çöplük gibi yer

cestode

bağırsak şeridi

cetacean

memeli deniz hayvanı

cetane number

setan sayısı

cetane

setan

Ceylon

Seylan adası

Chad

1. Çad, 2. kırpıntı

chafe

1.ısınmak için (ellerini, vb.) birbirine sürtmek, 2.sürtünmekden yara olmak/yapmak, 3.sıkılmak, sinir olmak, illet olmak

chafer

1. mayısböceği, 2. su ısıtacak kap

chaff cutter

saman bıçağı, saman kesici

chaff

1.kepek, 2.tahılın dış kabuğu, 3.(hayvan yemi olarak) saman

chaffer

1. pazarlık, 2. pazarlık etmek, çekişmek

chaffinch

sarıasma kuşu, sarıcık

chaffing dish

ocaklı sahan

chagrin

1. hayal kırıklığı, 2. üzüntü, keder, iç sıkıntısı, 3. ümidini kırmak, sıkmak, gücendirmek, küstürmek

chain armour

zincir zırhı

chain belt

zincir kayışı

chain bridge

zincirli asma köprü

chain bucket

zincirli kova

chain compressor

ırgat kastanyolası

chain coupling

zincirli kavrama

chain drive

zincirle tahrik

chain drum

zincir kasnağı

chain harrow

zincirli tırmık

chain hook

salyafora kancası

chain letter

zincirleme mektup

chain link

zincir baklası

chain locker

zincir dolabı

chain loom

zincirli tezgâh

chain pipe

zincir güverte loçası

chain pump

zincirli pompa

chain reaction

zincirleme tepkime, zincirleme reaksiyon

chain reactor

atom reaktörü

chain rope

salyafora haladı

chain smoker

peş peşe sigara içen kimse

chain store

chain store

mağazalar zinciri

chain up

zincirle bağlamak

chain wheel

zincir çarkı, zincir dişlisi

chain

1.zincir, 2.(olay, dükkân, dağ, vb. için) zincir, 3.zincirlemek, zincirle bağlamak, zincire vurmak, 4.elini kolunu bağlamak

chain-smoke

sürekli sigara içmek

chain-smoker

peş peşe sigara içen kimse

chained

zincirlenmiş

chaining

zincirleme

chainless

zincirsiz

chair car

salonlu vagon

chair lift

telesiyej

chair person

başkan

chair

1.iskemle, sandalye, 2.başkanlık makamı, 3.profesörlük makamı, kürsü, 4.(the ile) elektrikli sandalye, 5.(tren rayı) kalası tutturan metal nesne, 6.(toplantı) başkan olmak, yönetmek, başkanlık yapmak, 7.(saygı sevgi gösterisi olarak) omuzlarda taşımak

chairman of the board yönetim kurulu başkanı of directors chairman of the board yönetim kurulu başkanı chairman of the party

parti başkanı

chairman

1.başkan, yönetici, 2.toplantı başkanı

chairmanship council

başkanlık konseyi

chairmanship

1.başkanlık, riyaset, yöneticilik, 2.yöneticilik hakları ve nitelikleri

chairoplane

zincirli atlıkarınca

chairship

başkanlık, reislik

chairwoman

kadın başkan

chaise longue

şezlong

chaise

hafif gezinti arabası

chalaza

iç göbek

Chalcedon

Kadıköy yakasının eski ismi

chalcedony

1. kalseduan, kadıköytaşı, 2. alaca akik

chalcographer

bakır hakkâkı

chalcopyrite

1. kalkopirit, 2. bakırlı pirit

chaldean

müneccim

chalet

1.küçük köşk, şale, 2.deniz kıyısında yazlık kulübe, bungalov, 3.çoban barakası

chalice

kutsal şarap bardağı, kadeh

chalk up

1. puan toplamak, sayı yapmak, 2. kazanmak

chalk

1.kireçtaşı, 2.tebeşir, 3.tebeşirle çizmek

chalkpit

tebeşir ocağı

chalkstone

nıkris uru

chalky sandstone

kireçli kumtaşı

chalky

1. kireçli, 2. tebeşirli

challenge cup

çalenç kupası

challenge match

çelenç

challenge trophy

challengeable

çalenç 1.meydan okumak, 2.(düelloya, kavgaya, vb.) davet etmek, 3.doğruluğunu/yasallığını sorgulamak, 4.karşı çıkmak, 5.meydan okuma, karşılaşmaya davet, 6.karşı çıkma, 7.uğraştırıcı şey meydan okunabilir

challenger

meydan okuyan kimse

chalybeate water

demirli su

chalybeate

demirli, içinde demir tuzları olan

chamber counsel

müşavir avukat

chamber music

oda müziği

chamber of accounts

sayıştay

challenge

chamber of agriculture ziraat odası chamber of commerce and industry

ticaret ve sanayi odası

chamber of commerce

Ticaret Odası

chamber of industry

sanayi odası

chamber of shipping

armatörler birliği

chamber orchestra

oda orkestrası

chamber pot

küvet

chamber

1.oda, 2.meclis, oda, kamara, 3.özel bir amaç için ayrılmış oda, 4.kapalı bölüm, odacık, 5.ilginç, düşündürücü, uğraştırıcı olma, 6.jüri üyesine itiraz

chamberlain

saray nazırı, mabeyinci

chambermaid

oda hizmetçisi

chameleon

bukalemun

chamfer plane

pah rendesi

chamfer

1. oluk, yiv, şev, 2. oluk açmak, yiv açmak

chamfered

1. oluklu, yivli, 2. pahlı

chamois leather

güderi

chamois

dağ keçisi

chamomile

papatya

champ at the bit

1. gemini ısırmak, 2. kabına sığmamak

champ

şampiyon

champagne

şampanya

champion

1.şampiyon, 2.savunucu, destekleyici, 3.desteklemek, savunmak

championship

1.şampiyona, 2.şampiyonluk

chance it

bir denemek, şansını bir denemek

chance on

tesadüfen karşılaşmak, rastlamak

chance upon

tesadüfen bulmak, rastlamak 1.şans, talih, 2.ihtimal, olasılık, 3.fırsat, olanak, 4.risk, 5.rastlantı sonucu oluşmak, şans eseri olmak, tesadüfen olmak, 6.göze almak, denemek, riske girmek, 7.tesadüfi, rastlantısal, planlanmamış rektörlük, elçilik kançılaryası

chance chancellery Chancellor of the Exchequer

Maliye Bakanı

chancellor

1.bakan, 2.şansölye, başbakan, 3.rektör

chancery

arşivler

chances are

muhtemelen

chancre

şankr, frengi çıbanı

chancy

riskli

chandelier

avize

chandelle

şandel

chandler

mumcu

chandlery

mum deposu

change beyond all recognition

tanınmaz hale getirmek

change colour

kızarıp bozarmak, rengi uçmak, rengi değişmek

change cubicle

soyunma kabini

change down

araba sürerken vitesi düşürmek

change front

cepheyi değiştirmek

change hands

1. el değiştirmek, 2. sahip değiştirmek

change into

1. -e dönüşmek, 2. -e dönüştürmek

change machine

para bozdurma makinesi

change money

para bozmak

change of address

adres değiştirme

change of air

hava değişikliği

change of life

1. menopoz, 2. âdet kesilmesi

change of money

sarraflık

change of occupation

meslek değişikliği

change of price

fiyat değişikliği

change of quotation

kur değişmesi

change of residence

ikamet değişikliği

change of state

maddenin hal değişimi

change of temperature ısı değişikliği change one's mind

fikrini değiştirmek

change one's tune

ağız değiştirmek

change the guard

nöbet değiştirmek

change up

vitesi yükseltmek

change

1.değişmek, 2.değiştirmek, 3.üstünü değiştirmek, 4.(döviz) bozdurmak, 5.değişme, değiştirme, 6.değişiklik, 7.bozuk para, 8.para üstü

changeable

değişebilir

changeableness

changeableness

değişebilirlik

changeful

kararsız

changeless

değişmeyen

changeling

aptal kimse, gizlice değiştirilen bebek

changeover

köklü değişim, büyük değişiklik

changing room

soyunma odası

changing

değişim, değişme, değiştirme

channel effect

kanal etkisi

channel frequency

kanal frekansı

Channel Islands

Anglo-Normand Adaları

channel iron

oluklu demir

channel selector

kanal seçici

channel

1.kanal, 2.oluk, 3.çevirmek, yöneltmek, yönlendirmek, 4.kanal açmak

channelize

kanalize etmek

channelling

1. kanallama, oluklanım, 2. kanal açma

chant anti-government hükümet aleyhinde sloganlar atmak slogans chant slogans

slogan atmak

chant

1.(dinsel) şarkı, 2.zamanında ve sürekli yinelenen sözcükler, 3.ilahi söylemek, 4.zamanında ve sürekli sözcükler yinelemek

chanter

şarkıcı, gayda borusu

chanterelle

sarı renkli bir tür mantar

chantey

heyamola şarkısı, gemici şarkısı

chanticleer

horoz

chanty

kulübe, baraka

chaos

karışıklık, kargaşa, kaos

chaotic

karmakarışık, altüst

chap

1.arkadaş, adam, ahbap, 2.(ciltte) çatlak, 3.(cilt) çatlamak, 4.çatlatmak

chapel

1.küçük kilise, 2.ibadet yeri

chaperon

şaperon

chapfallen

chapfallen

kederli

chapiter

başlık

chaplain

(okul, ordu, vb. de) papaz, vaiz

chaplaincy

vaizlik

chaplet

başa takılan çelenk, küçük tesbih

chapman

seyyar satıcı

chappy

çatlak, yarık

chapter

(kitap, yazı, vb.) bölüm

char

1.yanıp simsiyah olmak, kömürleşmek, 2.kömürleştirmek, 3.gündelikçi, temizlikçi kadın

char-a-banc

büyük gezinti otobüsü

character actor

karakter oyuncusu

character defect

karakter zayıflığı

character part

karakter rolü

character reader

karakter okuyucu

character recognition

karakter tanıma

character reference

iyi durum belgesi

character register

karakter yazmaç

character

1.nitelik, özellik, 2.kişilik, karakter, doğa, 3.kişi, insan, karakter, 4.(kitapta, oyunda, vb.) kişi, karakter, kahraman, 5.gırgır kimse, şamatacı, 6.dürüstlük, ahlaklılık

characteristic curve

karakteristik eğri

characteristic equation karakteristik denklem characteristic overflow karakteristik taşması characteristic value

karakteristik değer, gizdeğer

characteristic

1.tipik, karakteristik, 2.özellik

characterize

1.nitelendirmek, tanımlamak, 2.-in ayırıcı özelliği olmak

characterless

1. karaktersiz, 2. mayası bozuk

charade

saçmalık, zırva

charades

sessiz sinema oyunu

charbroil

kızartmak

charcoal drawing

karakalem resim

charcoal

1.mangal kömürü, 2.odun kömürü

chard

pazı

charge account

veresiye hesabı

charge d'affaires

maslahatgüzar, işgüder

charge distribution

yük dağılımı

charge off

hesabı kapatmak, kayıttan silmek

charge sale

kredili satış, veresiye satış

charge sb with murder birini cinayetle suçlamak charge the jury

jüriyi bilgilendirmek

charge to debit

zimmete geçirmek

charge up to

hesaba geçirmek

charge with

suçlamak, görevlendirmek 1.fiyat istemek, 2.(birinin borcuna) kaydetmek, (hesabına) yazmak, 3.saldırmak, hücum etmek, atılmak, 4.görevlendirmek, buyurmak, tenbihlemek, 5.suçlamak, 6.şarj etmek, doldurmak, 7.dolmak, 8.istenen/ödenen fiyat, vergin, 9.bakım, denetim, sorumluluk, 10.sorumlu kimse, 11.görev, sorumluluk, 12.emir, buyruk, talimat, 13.suçlama, itham, 14.saldırı, 15.patlayıcı miktarı, 16.şarj

charge chargeable

hesabına geçirilebilir, ödenebilir

charger

1. şarj redresörü, doldurma cihazı, 2. şarjör

charges forward

malın tesliminde ödemeli

charging generator

şarj dinamosu

charging time

şarj süresi, doldurma süresi

charging voltage

yükleme gerilimi

charging

şarj, doldurma

charily

ihtiyatla, hesaplı olarak

chariot

(savaşta/yarışta kullanılan) iki tekerlikli at arabası

charioteer

yarış arabası sürücüsü

charisma

karizma, büyüleyim

charismatic

karizmatik, büyüleyici

charitable

1.sevecen, şefkatli, 2.iyiliksever, hayırsever, yardımsever, eli açık

charitableness

1. cömertlik, yardımseverlik, 2. hayırseverlik

charity school

hayat okulu

charity

1.hayırseverlik, 2.sadaka, 3.hayır kurumu

charivari

ahenksiz gürültü

charlatan

şarlatan, üçkâğıtçı

charlatanry

şarlatanlık

Charles's law

Charles yasası

Charles's wain

büyükayı takımyıldızı

charleston

çarliston dansı

charley horse

adale kasılması, kramp

charlock

yabani hardal

charm price

cazip fiyat

charm

1.çekicilik, alım, cazibe, 2.nazarlık, muska, 3.büyü, sihir, 4.hayran bırakmak, büyülemek, cezbetmek, 5.korumak

charmeuse

şarmöz

charming

çekici, büyüleyici, hoş

charnel house

cesetlerin toplandığı mahzen

chart of accounts

hesap cetveli, hesap şeması

chart

1.harita, 2.grafik, çizim, 3.haritasını çizmek

charter contract

çarter sözleşmesi

charter flight

çarter uçuşu

charter member

kurucu üye

charter

1.ferman, beyanname, 2.kiralama, tutma, 3.patent, 4.patent vermek, 5.kiralamak, tutmak

chartered accountant

imtiyazlı muhasebeci

chartered company

ayrıcalıklı şirket

chartered

mukaveleli

charterer

gemi kiralayan

chartering

gemi kiralama

chartreuse

sarımtırak açık yeşil ren

charwoman

gündelikçi kadın

chary

dikkatli, tedbirli, sakıngan

chase

1.peşine düşmek, kovalamak, 2.kovmak, 3.koşuşturmak, 4.takip, kovalama, 5.av

chaser

hafif içki

chasm

1.derin yarık, 2.uçurum, büyük ayrılık

chassis

şasi

chaste

1.temiz, erden, iffetli, 2.yalın, süssüz, basit, sade

chasten

yola getirmek, uslandırmak, aklını başına getirmek

chasteness

iffetli oluş, sade güzellik

chastise

1.acımasızca cezalandırmak, pataklamak, 2.acımasızca suçlamak

chastisement

1. dayak, kötek, 2. ceza verme

chastity

erdemlik, bekaret, iffet, namusluluk

chat up

konuşarak tavlamaya çalışmak

chat

1.sohbet etmek, laklak etmek, muhabbet etmek, 2.sohbet, muhabbet, hoşbeş

chateau

şato

chatelaine

şato sahibi kadın

chattel goods

menkul eşya

chattel mortgage

menkul rehin

chattel paper

taşıma belgesi

chattel

taşınabilir eşya, menkul eşya

chatter

1.çene çalmak, sohbet etmek, gevezelik etmek, 2.(diş, vb.) takırdamak, 3.çene çalma, sohbet, gevezelik, laklak, 4.takırdama, takırtı

chatterbox

geveze

chatterer

geveze, farfaracı

chatty

geveze, çenebaz

chauffeur

özel şöför

chaulmoogra oil

şolmgra yağı

chauvinism

1.şovenizm, 2.bağnaz ulusçuluk

chauvinist

şoven

chauvinistic

şoven, aşırı ulusçu

chaw

1. ağız dolusu, 2. çiğnemek

cheap labour

ucuz emek

cheap money

ucuz para

cheap workforce

cheap workforce

ucuz işgücü

cheap

1.ucuz, 2.kolay, basit, asan, 3.değersiz, kalitesiz, adi, 4.elisıkı, cimri, 5.ucuza, ucuz ucuz olarak, 6.adice

cheapen

1.ucuzlamak, 2.ucuzlatmak, itibarını düşürmek, alçaltmak

cheapjack

seyyar satıcı

cheapness

ucuzluk

cheapskate

pinti, cimri

cheat death

check account

kefeni yırtmak 1.dolandırıcı, dalavereci, hileci, kazıkçı, 2.hile, aldatma, dolandırıcılık, dalavere, kazık, dolap, 3.aldatmak, kazıklamak, dolandırmak, 4.kandırmak, aldatmak, 5.hile yapmak, 6.(sınavda) kopya çekmek, 7.atlatmak, kaçınmak, kurtulmak, 8.(karısını/kocasını) aldatmak cari hesap, çek hesabı

check back

soruşturmak

check bank

çek keşide eden banka

check book

çek defteri

check character

denetim karakteri

check counter

kasa

check currency

vadesiz mevduat

check desk

muhasebe departmanı

check files

çek dosyaları

check gauge

ana mastar

check in

gelişini bildirmek, adını kaydettirmek

check list

kontrol listesi

check nut

kontra somun

check off

işaret koymak

check out

hesabı ödeyerek otelden ayrılmak

check over

kontrol etmek

check rail

karşı ray, kılavuz ray, emniyet rayı

check register

çek defteri

check room

1. emanet eşya bürosu, 2. vestiyer

check to bearer

hamiline çek

check to order

nama çek

cheat

check up on

araştırmak, soruşturmak

check valve

çek valfı, tek yönlü supap

check

1.kontrol, denetim, 2.zapt, tutma, dizginleme, 3.doğru işareti, 4.inceleme, karşılaştırma, kontrol, 5.emanet makbuzu, fiş, 6.ekose desen/kumaş, 7.hesap, fiş, 8.(satranç) şah çekme, şah, kiş, 9.(kumar) fiş, 10.çek, 11.kontrol etmek, gözden geçirmek, denetlemek, bakmak, 12.doğruluğunu araştırmak, incelemek, 13.durdurmak, önlemek, engellemek, engel olmak, tutmak, 14.yanına doğru işareti koymak, 15.emanete vermek, vestiyere vermek, 16.şah çekmek

check-in

giriş, kayıt

checkback

soruşturma, araştırma

checkbook

çek defteri

checked

ekose desenli, kareli

checker

1. kontrolör, denetçi, 2. dama, 3. damalı yapmak, alacalı yamak

checkered

kareli

checkers

dama

checking account

çek hesabı

checking

denetim, kontrol

checklist

kontrol listesi

checkmate

1.(santranç) mat etmek, 2.yenilgiye uğratmak, bozguna uğratmak, yenmek, 3.(satranç) mat, 4.bozgun, yenilgi, hezimet

checkout

ödeme yeri, kasa

checkpoint

trafik kontrol noktası

checkpointing

denetim noktası koyma

checkroom

vestiyer

checkup

çekap, sağlık yoklaması

cheddar

bir tür kaşar peyniri

cheek by jowl

al takke ver külah

cheek muscle

yanak kası

cheek pouch

avurt

cheek

1.yanak, 2.yüzsüzlük, arsızlık, küstahlık

cheekbone

elmacık kemiği

cheekiness

yüzsüzlük, arsızlık

cheeky

küstah, arsız, yüzsüz

cheep

1.cıvıltı, 2.cıvıldamak

cheer on

tezahürat yapmak

cheer up

neşelen(dir)mek, sevin(dir)mek

Cheer up!

cheerful

Keyfine bak!, Geçmiş olsun! 1.alkış, bağırış, 2.neşe, keyif, 3.bağırarak ya da alkışlayarak yüreklendirmek, 4.alkışlamak, destekleyici şekilde bağırmak, 5.umutlandırmak, yardım etmek, desteklemek, yüreklendirmek neşeli, şen, keyifli

cheerfully

neşeyle

cheerfulness

neşelilik, neşe

cheering

1. neşelendirici, 2. alkış

cheerio

İİ, hoşça kal!, güle güle!

cheerleader

amigo

cheerless

1.sıkıcı, üzücü, 2.keyifsiz, neşesiz

cheerlessness

neşesizlik

cheers

İİ, şerefe!, (telefonda) hoşça kal!

cheery

neşeli, şen

Cheese it!

Kaç!

cheese mite

peynir kurdu, peynir akarı

cheese straws

peynirli çörek

cheese

peynir

cheese-paring

1. cimri, 2. hasislik, cimrilik

cheesecake

peynirli kek

cheesecloth

tülbent

cheesemaking

peynircilik

cheesemonger

peynirci

cheesy

peynir gibi, peynirli

cheetah

çita

chef

şef, aşçıbaşı

chef-d'oeuvre

şaheser, baş yapıt

chela

1. kıskaç, 2. mürit

cheer

chelate

çelat

chelation

çelatlama, kıskaçlama

chelonian

kaplumbağa

chem

kimyasal

chemic

kimyaya ait

chemical action

kimyasal etki

chemical agent

kimyasal ajan

chemical analysis

kimyasal analiz, kimyasal çözümleme

chemical bond

kimyasal bağ

chemical change

kimyasal değişme

chemical combination

kimyasal bileşme

chemical composition

kimyasal bileşim

chemical compound

kimyasal bileşik

chemical element

kimyasal element, kimyasal öğe

chemical energy

kimyasal enerji

chemical engineer

kimya mühendisi

chemical engineering

kimya mühendisliği

chemical equation

kimyasal denklem

chemical equilibrium

kimyasal denge

chemical equivalent

kimyasal eşdeğer

chemical extinguisher

kimyasal yangın söndürücü

chemical finish

apre

chemical formula

kimyasal formül

chemical fuel

kimyasal yakıt

chemical kinetics

kimyasal kinetik

chemical lead

saf kurşun

chemical means

kimyasal yollar

chemical mixture

kimyasal karışım

chemical properties

kimyasal özellikler

chemical reaction

kimyasal tepkime, kimyasal reaksiyon

chemical shift

kimyasal kayma

chemical symbol

kimyasal sembol, kimyasal simge

chemical treatment

kimyasal işlem

chemical warfare

kimyasal savaş

chemical weapon

kimyasal silah

chemical

1.kimyasal, 2.kimyasal madde

chemise dress

kadın elbisesi

chemise

kombinezon

chemisette

bluz

chemisorption

kemisorpsiyon, kimyasal tutunma

chemist

1.kimyager, kimyacı, 2.eczacı

chemistry

kimya

chemotherapy

1. kemoterapi, 2. ilaçlarla tedavi

chemotropism

kemotropizm

chenille

tüylü saçak

cheque account

çek hesabı

cheque to bearer

hamiline yazılı çek

cheque

çek

chequebook

çek defteri

chequer

1. ekose deseni, 2. damalı yapmak, ekose desenli yapmak

chequerboard

dama tahtası

chequered

kareli, ekose, damalı

cherish a serpent in one's bosom

koynunda yılan beslemek

cherish a viper in one's koynunda yılan beslemek bosom cherish

1.sevmek, şefkat göstermek, 2.hatırasında yaşatmak

chernozem

çernozyom toprağı, kara toprak

cheroot

puro

cherry coal

yarı yağlı kömür

cherry pie

kirazlı turta

cherry red

kıpkırmızı

cherry stone

kiraz çekirdeği

cherry

1.kiraz, 2.kiraz ağacı, 3.kiraz rengi

chersonese

yarımada

chert

silisli şist

cherub

1.melek, 2.güzel, masum yüzlü çocuk

cherubic

melek gibi, masum yüzlü

chervil

frenkmaydanozu

chess

satranç

chessboard

satranç/dama tahtası

chessman

satranç taşı

chest cage

göğüs kafesi

chest cavity

göğüs boşluğu

chest of drawers

çekmeceli dolap

chest

1.sandık, kutu, 2.göğüs, bağır, sine

chesterfield

kanape

chestnut

1.kestane, 2.kestane rengi, 3.kestane ağacı, 4.bayatlamış espri/hikaye

chesty

1. iri göğüslü, 2. küstah

cheval glass

boy aynası

chevalier

şövalye

cheviot

şevyot, şevyot yünü

chevron

1. V biçiminde süs, 2. kol şeridi, sırma

chevy

1. av, 2. avlamak

chew over

hakkında düşünmek

chew the cud

1. düşünüp taşınmak, 2. geviş getirmek

chew the rag

çene çalmak

chew

1.çiğnemek, 2.çiğneme, 3.çiğnenen tütün

chewing gum

çiklet, sakız

chewinggum

çiklet, sakız

chiasm

kiyasma

chibouk

çubuk

chic

1.şık, 2.şıklık

Chicago

?ikago şehri

chicane

1. şike, hile, 2. safsata, dalavere, 3. hile yapmak

chicanery

hile, dalavere, safsata, düzen

chichi

gösterişli, süslü

chick

1.civciv, cüce, 2.yavru kuş, 3.güzel kız, piliç, yavru

chicken broth

tavuk suyu

chicken feed

1. az para, 2. kuş yemi

chicken hearted

tavşan yürekli, korkak

chicken livered

tavşan yürekli, korkak

chicken out

korkup vazgeçmek

chicken pox

suçiçeği

chicken run

kümes bahçesi

chicken

1.piliç, tavuk, 2.piliç eti, 3.korkak

chickenfeed

çok az para, üç kuruş para

chickenhearted

korkak, yüreksiz, tabansız

chickpea

nohut

chicory

hindiba

chid

azarlamak

chide

azarlamak

chief clerk

1. büro şefi, 2. mağaza şefi

Chief Constable

1. Emniyet Müdürü, 2. emniyet müdürü

chief engineer

başmühendis

chief executive

başkan

chief judge

başyargıç, mahkeme başkanı

chief justice

chief justice

başyargıç

chief of staff

genelkurmay başkanı

chief of state

devlet başkanı

chief of the protocol

protokol şefi

chief office

merkez

chief part

başrol

chief prosecutor

başsavcı

chief public prosecutor cumhuriyet başsavcısı chief surgeon

başhekim

chief wrestler

başpehlivan

chief

1.başkan, baş, amir, şef, 2.reis, 3.patron, 4.baş, 5.en önemli, ana

chiefly

1. başlıca, 2. en çok

chieftain of the tribe

aşiret reisi

chieftain

reis, lider, kafile başkanı

chieftaincy

kabile reisliği, başkanlık

chiffon

şifon

chiffonier

şifoniyer

chilblain

soğuk şişliği

child bearing

doğum

child benefit

çocuk yardımı

child care

çocuk bakımı

child labour

çocuk çalıştırma

child language

çocuk dili

child prodigy

harika çocuk

child relief

çocuk yardımı

child

1.çocuk, 2.deneyimsiz, toy, çaylak, 3.ürün, sonuç, çocuk

child's play

1. çocuk oyuncağı, 2. kolay iş

childbearing

çocuk doğurma, doğum yapma, çocuk sahibi olma

childbed

1. lohusa yatağı, 2. loğusalık

childbirth

childbirth

çocuk doğurma, doğum

childhood

çocukluk, çocukluk dönemi

childish

1.çocuksu, çocuk gibi, 2.çocukça, saçma

childishly

çocukça

childishness

çocuksuluk, çocukçalık

childless

çocuksuz

childlike

çocuksu

children insurance

çocuk sigortası

children

çocuklar

children's allowance

çocuk zammı

children's hour

televizyonda çocuk saati

children's library

çocuk kütüphanesi

children's wear

çocuk giyimi

Chile saltpetre

sodyum nitrat

chile

bkz. chilli

chili

bkz. chilli

chiliad

bin, bin yıllık devre

chill

1.soğumak, 2.soğutmak, 3.ürpertmek, korkutmak, 4.soğuk, 5.titreme, ürperti, soğuk algınlığı, 6.soğukluk, soğuk

chilli

kırmızı biber

chilliness

1. soğukluk, 2. soğuk

chilling

soğuk

chilly

soğuk, serin

chime in

söze karışmak, lafa girmek

chime

1.zil/çan sesi, 2.(saat, zil, vb.) çalmak

chimera

1. vehim, kuruntu, kâbus, 2. ejderha

chimerical

hayali, imkânsız, anlamsız

chimney cap

baca külahı, baca şapkası

chimney corner

ocak başı, baca kenarı

chimney draught

baca çekişi

chimney piece

chimney piece

şömine tablası, ocak rafı

chimney pot

baca külahı

chimney rock

peribacası

chimney sweep

baca temizleyicisi

chimney

1.baca, 2.gaz lambası şişesi

chimneypot

baca başlığı

chimneysweep

baca temizleyicisi

chimneysweeper

baca temizleyicisi

chimp

şempanze

chimpanzee

şempanze

chin

çene

chin-chin

1. selam!, merhaba, 2. şerefe!

China aster

pat çiçeği, meydan güzeli

China bark

kınakına

china clay

kaolin, arıkil

china closet

tabak dolabı

china

çini, porselen

Chinaman

Çinli

chinatown

Çin mahallesi

chinaware

çin işi, çini/porselen eşya

chinch

tahtakurusu

chinchilla

çinçilla

chine

1. benekli, desenli, 2. belkemiği, 3. dağ sırtı

Chinese arborvitae

doğu mazısı

Chinese binary

sütun ikili

Chinese cabbage

Çin lahanası

Chinese lantern

1. körüklü fener, 2. şeytan feneri

Chinese wall

Çin seddi, geçilemez engel

Chinese

1. Çinli, 2. Çince

chink

chink

yarık, çatlak

Chink

Çinli

chinook

şinuk

chinstrap

miğfer kayışı

chintz calender

şintz kalenderi

chintz effect

parlatma efekti

chintz

basma kumaş

chinwag

gevezelik, çene

Chios

Sakız Adası

chip basket

hasır sepet

chip breaker

talaş kalemi, yonga bıçağı

chip hat

hasır şapka

chip in

1. söze karışmak, lafa girmek, 2. iştirak etmek

chip pan

chipmunk

fritöz 1.küçük parça, kırıntı, yonga, 2.iz, çentik, çizik, yarık, 3.cips, 4.mikroçip, 5.yontmak, çentmek, küçük bir parça koparmak, 6.yontulmak, çentilmek, 7.(patates, vb.) doğramak küçük Amerika sincabı

chipper

1. canlı, şevkli, 2. sohbet etmek

chipping

çakıltaşı

chippy

serçe, ufak sincap

chirograph

el ile yazılmış vesika

chirography

el yazısı

chiromancy

el falı

chiropodist

pedikürcü

chiropody

ayak bakımı

chirp

1.cıvıltı, 2.cıvıldamak

chirpy

neşeli, şen şakrak, cıvıl cıvıl

chirr

bazı böceklerin ötüşü

chirrup

cıvıltı

chisel bit

düz matkap ağzı, keski ucu

chip

chisel steel

keski çeliği

chisel

1.keski, 2.oymak, yontmak, 3.dolandırmak, 4.(out of ile) kazıklamak

chit

1.küçük çocuk, 2.küstah, saygısız ve yaygaracı kadın

chitchat

sohbet, muhabbet, laklak

chitin

kitin

chitterling

bumbar

chivalrous

1.şövalyelikle ilgili, 2.yiğit, yürekli, kahraman, 3.ince, kibar, mert, cömert, yardımsever

chivalry

1.şövalyelik, 2.yiğitlik, yüreklilik, kahramanlık, 3.incelik, kibarlık

chive

frenksoğanı

chivy

1. avlamak, 2. rahatsız etmek

chloral

kloralhidrat, kloral

chlorate of zinc

lehim suyu

chlorate

klorik asit tuzu

chloric acid

klorik asit

chloric

klorik

chloride of lime

kalsiyum klorür, kireçkaymağı

chloride

klorür

chlorinate

klorlamak

chlorinated

klorlu

chlorination

klorlama

chlorine

klor

chlorite

klorit

chloroform

kloroform

chlorophyll

klorofil

chloroplast

kloroplast

chlorosis

sarılık

chlorous

kloröz

choc-ice

çikolata kaplı dondurma

chock

1.takoz, 2.takoz koymak, 3.tıkamak

chock-a-block full with ağzına kadar dolu chock-a-block

1. tıka basa dolu, tıklım tıklım, 2. hıncahınç

chock-full

ağzına kadar dolu

chocolate

çikolata

choice

1.seçme, 2.seçim, seçenek, tercih, 3.seçilen/seçilmiş kişi/şey, 4.seçkin, çok iyi, kaliteli

choiceness

1. seçkinlik, 2. nefaset

choir master

koro yönetmeni

choir

1.koro, 2.koro üyelerinin yeri

choke back

1. (duygularını) frenlemek, zapt etmek, 2. menetmek

choke coil

şok bobini, tıkama bobini

choke down

1. aceleyle yemek, 2. (duygularını) frenlemek

choke off

1. ekmek, atlatmak, kurtulmak, 2. frenlemek

choke up

tıkanmak

choke

1.boğmak, 2.boğulmak, 3.tıkamak, 4.tıkanmak, 5.tıkabasa doldurmak, 6.boğma, 7.boğulma, 8.kodes

choker

boğan şey/kimse, dik yaka

choky

1. boğucu, 2. hapishane

choler

1. safra, öd, 2. öfke

cholera bacillus

kolera basili

cholera

kolera

choleric

1. sinirli, 2. çabuk kızan

cholesterol

kolesterol

chondrite

kondrit, kumlu göktaşı

chondroid

kıkırdak gibi

chondrule

kondrul, gökkumu

choose

1.seçmek, 2.uygun görmek, yeğlemek, 3.karar vermek

chooser

seçen kimse

choosy

güç beğenen, titiz, müşkülpesent

chop off

kesmek, budamak

chop up

doğramak, kıymak

chop

1.(balta, vb. ile) kesmek, yarmak, 2.kıymak, doğramak, dilmek, 3.(plan, vb.) baltalamak, 4.balta vb. vuruşu, 5.vuruş, darbe, 6.(deniz) çırpıntı, 7.pirzola, külbastı, 8.damga, mühür, 9.kalite, derece, 10.aynı kalitede mallar, 11.çene

chop-chop

çabucak, hemencecik

chophouse

et lokantası

chopper

1.balta, 2.satır, 3.helikopter, 4.motosiklet, 5.ç, dişler

chopping block

kütük, et kütüğü

chopping board

et tahtası

chopping knife

et baltası

chopping

1. iri yapılı, 2. kesme, yarma, 3. değişiklik

choppy

1.(deniz) çırpıntılı, dalgalı, 2.(rüzgâr) değişken

chopstick

Çinlilerin kullandığı yemek çubuğu

choral society

koro

choral

koro ile ilgili

chorale

1. koral, 2. ilahi beste

chord

1.tel, 2.tel, 3.akor, 4.kiriş

chordate

1. omurgalı, 2. omurgalı (hayvan)

chore

1.angarya, 2.ufak gündelik işler

Chorea

Kore

choreographer

koreograf, bale direktörü

choreography

koreografi

choriamb

dört heceli bir ölçü

choric

koro ile ilgili

chorion

ceninin dış zarı, koryon

chorister

1. koro üyesi, 2. koro şefi

choroid coat

damarkatman, koroit

choroid

damarkatman, koroit

chortle

1.gülmek, kıkırdamak, 2.kahkaha

chorus girl

kabare kızı

chorus

1.koro, 2.nakarat, 3.uğultu, 4.aynı anda şarkı söylemek/konuşmak

chough

kızılca karga

chough chouse

1. hile, 2. dolandırmak

chow

yiyecek

chowder

balıklı sebze çorbası

chrestomathy

krestomati

chrism

kutsal mesh yağı

chrisom

vaftiz elbisesi

Christ

1.İsa, 2.Hay Allah!, Vay canına!, Amanın!, Eyvah!

christ's thorn

kaba diken

christen

1.vaftiz etmek, 2.ad koymak, 3.ilk kez kullanmak

Christendom

Hristiyan alemi

christening

vaftiz

Christian area

miladi tarih

Christian name

ön ad, vaftiz adı

Christian

Hristiyan

Christianity

Hristiyanlık

Christianize

Hıristiyanlaştırmak

Christmas bonus

Noel ikramiyesi

Christmas card

Noel tebrik kartı

Christmas carol

Noel şarkısı

Christmas Day

Noel yortu günü

Christmas Eve

Noel arifesi

Christmas rose

kara çöpleme

Christmas tree

Noel ağacı

Christmas

Noel

Christmasy

Noel'e özgü

chroma

renk parlaklığı

chromate

kromat

chromatic aberration

kromatik sapınç, renk sapması

chromatic scale

kromatik gam

chromatic sensitivity

renk duyarlığı

chromatic

1. kromatik, renkser, 2. renklerle ilgili

chromaticity

kromatiklik, renkserlik

chromatics

kromatik, renk bilgisi

chromatid

kromatit

chromatin

kromatin

chromatography

kromatografi

chrome green

krom yeşili

chrome steel

kromlu çelik

chrome

krom

chromic acid

krom asidi

chromic oxide

krom oksidi

chromic

1. kromla ilgili, 2. kromlu

chrominance

krominans, renklilik

chromite

kromit

chromium plating

krom kaplama

chromium

krom

chromium-plate

kromlamak, krom kaplamak

chromize

kromlamak

chromo-

(önek) renk-, kromo-

chromogen

kromogen, kromojen

chromophore

kromofor, renkyapan

chromoplast

kromoplast

chromosome number

kromozom sayısı

chromosome

kromozom

chromosphere

kromosfer, renkyuvarı

chronic unemployment kronik işsizlik chronic

1.süreğen, müzmin, kronik, 2.İİ, berbat, rezil, çok kötü

chronicle

1.kronik, vakayıname, 2.kroniğini çıkarmak

chronicler

chronicler

tarihçi

chronogram

kronogram

chronograph

kronograf

chronological age

takvim yaşı

chronological

kronolojik, zamandizinsel

chronologically

1. kronolojik olarak, 2. tarih sırasıyla

chronologize

kronolojik olarak düzenlemek

chronology

kronoloji, zamandizin

chronometer

kronometre, süreölçer

chronometry

kronometri

chrysalis

krizalit

chrysanthemum

kasımpatı, krizantem

chrysolite

zebercet

chrysoprase

yeşilimsi kuvars taşı

chub

1. tatlı su kefalı, 2. sarı balık

chubby

tombul, dobişko

chuck out

dışarı atmak, sepetlemek

chuck sth in

işini bırakmak, yapmaktan vazgeçmek

chuck

1.atmak, fırlatmak, 2.dışarı atmak, sepetlemek, 3.vazgeçmek, bırakmak, terketmek

chucker-out

fedai

chuckle

1.kıkırdamak, kıkır kıkır gülmek, 2.kıkırdama

chucklehead

budala kimse, ahmak

chuffed

memnun

chug

(motor) pat pat etmek, teklemek

chum

iyi arkadaş, ahbab

chummy

samimi, arkadaş canlısı

chump

1.odun, takoz, 2.salak, aptal, 3.pirzola, kemikli et

chunk

1.iri parça, 2.büyük miktar

chunky

bodur ve tıknaz, gebeş

Church of England

Church of England

Anglikan kilisesi

church wedding

kilise nikâhı

church

kilise

churchman

kilise azası

churchyard

kilise mezarlığı

churl

hödük, ayı, hayvan

churlish

kaba, ters, aksi

churn out

bol miktarda üretmek

churn

1.yayık, 2.yayıkta tereyağı yapmak, 3.çalkalamak, 4.çalkalanmak

chute trap

oluk sürgüsü

chute

1.küçük çağlayan, 2.oluk, 3.paraşüt

chutney

bir tür acı sos

chutzpa

cüret, küstahlık

chyle

keylüs, kilüs

chyme

kimüs

cicada

ağustosböceği, orakböceği

cicatrice

1. sikatris, 2. yara izi

cicatrize

1. iyileşmek, 2. iyileştirmek, 3. kabuk bağlamak

cicero

katrat

cicerone

turist rehberi

cider press

elma cenderesi

cider

elma şarabı, elma şırası

cigar box

puro kutusu

cigar case

puro tabakası

cigar lighter

sigara yakacağı, çakmak

cigar

puro

cigaret

bkz. cigarette

cigarette advertising

sigara reklamı

cigarette case

sigara tabakası

cigarette end

cigarette end

izmarit

cigarette holder

sigara ağızlığı

cigarette

sigara

cilia

kirpikler

ciliary

kirpiksi

ciliated

kirpikli

cilice

yapağıdan dokunmuş kumaş

Cilicia

Kilikya, Adana bölgesinin eski ismi

cilium

kirpik

cimmerian

kasvetli, kapanık

cinch

1.kolay iş, çocuk oyuncağı, 2.kesin şey, garanti

cinchona

kınakına

cincture

1. kuşak, kemer, pervaz, 2. kuşak dolamak

cinder concrete

cüruflu beton

cinder

kor, köz

cinderella

külkedisi

cine camera

kamera

cineaste

sinema meraklısı

cinema

sinema

Cinemascope

Sinemaskop

cinematic

sinematik

cinematograph

sinematograf, sinema makinesi

cinematographic

sinematografik

cinematography

sinematograf, sinemacılık

Cinerama

Sinerama

cineraria

bileşikgillere ait bir bitki

cinerarium

yakılan ölünün küllerinin muhafaza edildiği yer

cinerator

ölülerin yakıldığı fırın

cinnabar

zincifre, sülüğen

cinnamon

cinnamon

tarçın

cinque

(iskambil) beşli

cinquefoil

beşparmakotu, kurtpençesi

cipher code

şifre kodu

cipher key

şifre anahtarı

cipher message

şifreli mesaj

cipher

1.sıfır, 2.şifre

cipolin

yeşil mermer

Cirassian

Çerkezce

circa

tahminen, dolayında, yaklaşık

circadian

yirmi dört saatlik

Circassian

Çerkez

circe

tehlikeli büyücü kadın

circinate

halka şeklinde

circle brick

kemer tuğlası

circle of curvature

eğrilik çemberi

circle of trade

circlet

iş sahası 1.çember, daire, 2.halka, 3.çevre, 4.(tiyatro, vb.) balkon, 5.çember içine almak, daire içine almak, 6.daire biçiminde hareket etmek, çember çizmek, 7.çevresini dolaşmak (taç, bilezik, kolye, vb.) halka şeklinde süs eşyası

circuit board

devre levhası

circuit breaker

şalter, devre kesici

circuit court of appeal

gezici temyiz mahkemesi

circuit diagram

devre şeması

circuit

1.dolaşma, devir, tur, 2.çevre, 3.halka, daire, 4.elektrik devresi, 5.gezi, tur, ziyaret, 6.ring seferi, tur, 7.devre, çevrim

circuitous

dolambaçlı, kıvrımlı, dönemeçli

circular arch

daire kemer

circle

circular letter of credit kredi mektubu circular letter

sirküler, genelge

circular lever

küresel düzeç

circular note

1. tamim, sirküler nota, 2. sirküler mektubu

circular ring

dairevi halka

circular saw

yuvarlak testere

circular vault

dairevi kemer

circular

1.dairesel, 2.dolambaçlı, 3.genelge

circularization

tamim etme

circularize

1. tamim etmek, 2. sirküler yollamak

circulate

1.dolaşmak, 2.dolaştırmak, 3.yaymak, 4.yayılmak

circulating

1. devreden, dolaşan, 2. devir, dolaşım

circulation capital

döner sermaye

circulation

1.dolaşım, kan dolaşımı, 2.dolaşma, yayılma, 3.tiraj, baskı sayısı

circulator

devir ettirici

circulatory system

dolaşım sistemi

circulatory

dolaşımla ilgili

circumambient

etrafını çeviren

circumambulate

etrafını dolaşmak

circumcise

sünnet etmek

circumcision feast

sünnet düğünü

circumcision

sünnet

circumference

çember, çevre

circumferential

çevresel

circumflex

düzeltme/uzatma imi

circumfluous

etrafı su ile çevrilmiş

circumfuse

etrafına dökmek (su)

circumjacent

etraftaki, çevredeki

circumlocution

dolambaçlı söz, yuvarlak ifade

circumnavigate

etrafını dolaşmak

circumnavigation

etrafını dolaşma

circumnavigator

(gemiyle) dünya turu yapan kimse

circumnutate

çeşitli yönlere kıvrılmak

circumpolar star

batmayan yıldız

circumpolar

dolaykutupsal

circumscribe

1. çevresini çizmek, 2. sınırlamak

circumscription

1. çevresine çizgi çizme, kuşatma, 2. daire içine alma

circumsolar

güneşin etrafında dönen, güneşe yakın

circumspect

dikkatli, önemli

circumspection

1. dikkatlilik, sakınganlık, 2. öngörü

circumspectly

dikkatle

circumstance

durum, koşul

circumstances

1.durumlar, koşullar, 2.mali durum

circumstantial evidence ikinci derecede deliller circumstantial

1. duruma bağlı, 2. ayrıntılı

circumstantiate

ayrıntılarıyla açıklamak

circumvent

-den kaçmak, kaçınmak, atlatmak

circumvention

tuzağa düşürme

circumvolution

bir merkez etrafında dönüş, döndürme

circus

1.sirk, 2.alan, meydan

cirque glacier

sirk buzulu, buzyalağı buzulu

cirque

sirk, buzyalağı

cirrhosis

siroz

cirrocumulus

sirokumulus, yumakbulut

cirrostratus

sirrostratüs, tülbulut

cirrus

sirüs bulutu

cissoid

sissoid, sarmaşık eğrisi

cissy

bkz. sissy

cist

taş tabut

cistern barometer

hazneli barometre

cistern

sarnıç

citadel

citadel

kale

citation

1.geldiri, celpname, 2.alıntı, iktibas

cite

1.mahkemeye çağırmak, celpname göndermek, 2.bahsetmek, adından söz etmek, 3.örnek olarak vermek/göstermek

citified

şehir hayatına uymuş, şehirleşmiş

citify

kentleştirmek

citizen

vatandaş, yurttaş

citizenry

bütün vatandaşlar

citizenship

vatandaşlık, yurttaşlık

citrate

sitrat

citric acid

sitrik asit

citric

1. sitrik, 2. ekşi

citrine

açık sarı, limon sarısı

citron

ağaçkavunu

citrus fruits

narenciye

citrus

turunçgillerle ilgili

city council

şehir meclisi

city father

kent yöneticisi

city hall

belediye, belediye binası

city manager

belediye başkanı

city planning

şehir planlama

city state

site kent, şehir devleti

city

kent, şehir

civet

misk kedisi

civic centre

kent merkezi

civic

1.şehirle ilgili, kentsel, 2.yurttaşlıkla ilgili

civics

yurttaşlık bilgisi

civil administration

sivil idare

civil aviation

sivil havacılık

civil case

hukuk davası

civil code

civil code

medeni kanun

civil commotion

halk ayaklanması

civil defence

sivil savunma

civil disobedience

kanunlara itaat etmeme

civil engineer

inşaat mühendisi

civil engineering

inşaat mühendisliği

civil government

sivil idare

civil law

medeni hukuk

civil liberties

insan hakları

civil life

sivil yaşam

civil marriage

medeni nikâh

civil population

sivil halk

civil rights

vatandaşlık hakları

civil servant

devlet memuru

civil service

1. devlet memurluğu, devlet hizmeti, 2. kamu görevi

civil state

medeni hal

civil suit

hukuk davası

civil tribunal

hukuk mahkemesi

civil war

iç savaş

civil year

mali yıl

civil

1.sivil, 2.uygar, medeni, 3.kibar, nazik

civil-spoken

nazik, terbiyeli

civilian life

sivil yaşam

civilian population

sivil halk

civilian

sivil

civility

incelik, nezaket, kibarlık

civilization

1.uygarlık, medeniyet, 2.uygarlaştırma, 3.uygarlaşma, 4.modern toplum

civilize

1.uygarlaştırmak, 2.uygarlaşmak

civilized

1. medeni, uygar, 2. sosyal

civvies

civvies

sivil elbise

clabber

katık

clack

1.tıkırdamak, 2.tıkırdatmak, 3.tıkırtı

clad

bürünmüş, kaplanmış, örtünmüş

cladding

plakaj, giydirme

claim for damages

zarar ve ziyan talebi

claim for indemnity

tazminat talebi

claim

1.hak talep etmek, 2.almak, sahip çıkmak, 3.iddia etmek, 4.istek, talep, 5.hak, 6.iddia

claimable

hak talep edilebilir

claimant

talep sahibi, davacı

clairvoyance

geleceği görebilme gücü

clairvoyant

geleceği görebilen

clam up

gıkını çıkarmamak, susmak

clam

1.deniztarağı, 2.(up ile) gıkını çıkarmamak, susmak

clamant

1. gürültülü, 2. ısrarlı

clamber

tırmanmak

clammy

nemli, yapışkan ve soğuk

clamor

bkz. clamour

clamorous

gürültülü, patırtılı, yaygaracı

clamour

1.gürültü, patırtı, yaygara, 2.yaygara koparmak

clamp bolt

kelepçe cıvatası

clamp down on

1. daha sıkı olmak, 2. sınır koymak, 3. menetmek

clamp

1.mengene, kenet, kıskaç, 2.mengeneyle sıkıştırmak

clamp-on

kenetlenme

clampdown

resmi kısıtlama, sınırlama, önleme

clamping

bağlama, kenetleme

clamshell

çift çeneli kova

clan

1.klan, oymak, kabile, boy, 2.büyük aile

clandestine meeting

gizli toplantı

clandestine worker

clandestine worker

kaçak işçi

clandestine

gizli, el altından yapılan, gizli kapaklı

clang

1.çınlamak, tınlamak, 2.çınlatmak, tınlatmak, 3.çınlama, tınlama

clanger

büyük hata, gaf

clangour

madeni ses

clank

1.şakırtı, şıkırtı, 2.şakırdamak, 3.şakırdatmak

clannish

(grup) ayrılıkçı

clansman

klan üyesi kimse

clap

1.(el) çırpmak, 2.alkışlamak, 3.dostça vurmak, 4.koyuvermek, gönderivermek, postalamak, 5.alkış, alkışlama, 6.gürleme, 7.yavaş vurma, 8.(the ile) belsoğukluğu

clapboard

tahta kaplama, ahşap

clapper

çan tokmağı

clappers

şakşak

clapping

alkış sesi, alkış

clapstick

şakşak

claptrap

zırva, saçmalık, hikâye, boş laf

claque

ücretli şakşakçılar grubu

claret

1. kırmızı şarap, 2. kırmızı şarap rengi

clarification

1. arıtma, temizleme, 2. açıklama

clarifier

durultucu

clarify

1.açıklamak, açıklık getirmek, aydınlatmak, 2.açıklanmak, anlaşılır olmak, aydınlanmak, 3.arıtmak

clarinet

klarnet

clarinetist

klarnetçi

clarion

1.boru sesi, yüksek ses, 2.boru

clarity

açık seçiklik, anlaşılırlık, berraklık, açıklık

clary

adaçayı

clash

1.çarpışmak, çatışmak, 2.(renk) uymamak, gitmemek, 3.çatışmak, aynı zamana denk gelmek, 4.gürültü yapmak, 5.gürültü, patırtı, 6.çatışma

clasp knife

sustalı çakı

clasp one's hands

ellerini kavuşturmak

clasp

clasp

1.toka, kopça, 2.kavrama, sıkı sıkı tutma, 3.tokalamak, kopçalamak, 4.sıkıca tutmak, kavramak

class book

1. okul kitabı, 2. yoklama defteri

class consciousness

sınıf bilinci

class distinction

sınıf farkı

class price

en yüksek fiyat

class struggle

sınıf mücadelesi

class war

sınıf mücadelesi

class

1.toplumsal sınıf, sınıf, zümre, tabaka, 2.(okul) sınıf, 3.ders, 4.çeşit, tür, sınıf, 5.sınıflandırmak

classic

1.klasik, birinci sınıf, 2.klasik, bilinen, tipik, 3.klasik yapıt, klasik

classical music

klasik müzik

classical

klasik

classicism

klasisizim

classicist

klasik biçim yanlısı

classicize

klasikleştirmek

classifiable

sınıflandırılabilir

classification

sınıflama, bölümleme, tasnif, sınıflandırma

classified ad

küçük gazete ilanı

classified advertisements

küçük ilanlar

classified

1.sınıflandırılmış, bölümlenmiş, tasnif edilmiş, 2.(askeri bilgi, vb.) gizli

classifier

klasifikatör, kümeleyici

classify

sınıflandırmak

classless society

sınıfsız toplum

classless

1.(toplum) sınıfsız, sınıf farkı olmayan, 2.hiç bir özel ya da toplumsal sınıfa bağlı olmayan, sınıfsız

classmate

sınıf arkadaşı

classroom teacher

sınıf öğretmeni

classroom

sınıf, derslik

classy

şık

clastic rocks

klastik kaya, mekanik tortul kaya

clastic sediment

clastic sediment

klastik tortu, kırıntı tortu

clastic

klastik

clatter

1.tangırdamak, 2.tangırtmak, 3.tangırtı

claudication

topallama

clause of statement

bildirme tümcesi

clause

1.cümlecik, yantümce, 2.madde, fıkra

clauses of reason

neden cümlecikleri, sebep cümlecikleri

claustral

1. manastır ile ilgili, 2. köşeye çekilmiş, münzevi

claustrophobia

kapalı yer korkusu, klostrofobi

clavichord

klavsen

clavicle

köprücükkemiği

clavier

klavye

claviform

çomak şeklinde

claw clutch

kurtağızlı kavrama, tırnaklı kavrama

claw coat

frak

claw coupling

kurtağızlı kavrama, tırnaklı kavrama

claw hammer

çatal çekiç, tırnak çekici

claw hatchet

çatallı balta

claw

1.pençe, 2.kıskaç, 3.pençelemek, tırmalamak

clay blanket

kil örtü

clay content

kil muhtevası

clay dam

kil baraj

clay fraction

kil fraksiyonu

clay layer

kil tabakası, kil katmanı

clay mud

kil çamuru

clay pigeon

suni güvercin

clay pipe

toprak künk

clay pit

kil ocağı

clay schist

killi şist

clay seam

clay seam

kil damarı

clay slate

killi şist

clay soil

killi toprak

clay stratum

kil tabakası

clay tile

künk

clay

kil

clayey

killi, balçıklı

clayish

kil gibi

claymore

kılıç

clean bill of lading

temiz konşimento

clean letter of credit

temiz akreditif

clean out

1. temizlemek, 2. ayıklamak, seçmek, 3. silip süpürmek

clean sweep

1. tam temizlik, köklü değişim, 2. tam zafer

clean up

1. temizlemek, 2. çok kâr etmek, vurgun vurmak 1.temiz, 2.kullanılmamış, yeni, 3.namuslu, masum, temiz, 4.düzgün, 5.adil, kurallara uygun, 6.net, 7.başarılı, 8.boş, 9.tam anlamıyla, bütünüyle, 10.temizlemek, 11.temizlenmek, 12.(hayvan) iç organlarını çıkartmak, sakatatını çıkartmak, içini temizlemek, 13.temizleme, temizlik

clean clean-bred

safkan

clean-cut

1. biçimli, düzgün, 2. belirgin, 3. kesin, 4. iyi yontulmuş

clean-handed

suçsuz, günahsız

clean-limbed

çakı gibi, dalyan gibi

cleaner

1.temizlik işçisi, temizlikçi, 2.temizleyici

cleaner's naphtha

benzin

cleaner's

temizleyici dükkânı

cleaning brush

temizleme fırçası

cleaning supplies

temizlik malzemesi

cleaning woman

temizlikçi kadın

cleaning

temizleme

cleanliness

temizlik

cleanly

1.temiz, temizliğe dikkat eden, 2.temiz bir biçimde

cleanse

cleanse

(yara, vb.) temizlemek

cleanser

temizlik maddesi

cleansing

temizleyici

clear away

1. temizlemek, toplamak, 2. kaldırıp götürmek

clear off

1. çekip gitmek, kaçmak, sıvışmak, 2. borç ödemek

clear out

1. sıvışmak, tüymek, 2. tertemiz etmek, 3. çekilip gitmek

clear syrup

beyaz şurup

clear the air

sürtüşmeyi gidermek, gerginliği gidermek

clear the line

telefonu meşgul etmemek, hattı açık tutmak

clear up

1. (hava) açılmak, 2. çözümlemek, 3. halletmek

clear violation

açıkça ihlal 1.açık, parlak, berrak, 2.açık, anlaşılır, net, belirgin, 3.anlayışlı, kolayca kavrayan, 4.emin, kararlı, 5.suçsuz, belasız, 6.açık, engelsiz, tehlikesiz, boş, 7.masum, temiz, 8.arı, saf, lekesiz, 9.açık, belirgin, ortada, aşikâr, 10.açıkça net bir şekilde, 11.tamamen, 12.uzağa, uzakta, dışarı, 13.temizlemek, açmak, 14.aklamak, 15.değmeden geçmek, aşmak, 16.resmi izin vermek, 17.(borç) temizlemek, ödemek

clear clear-cut

1. biçimli, düzgün, 2. açık ve net, 3. kesin, keskin hatlı

clear-headed

anlayışlı, mantıklı

clear-sighted

1. keskin gözlü, 2. mantıklı

clearance sale

tasfiye satışı

clearance

1.(gemi, vb.) geçiş izni, 2.temizleme, 3.açıklık yer

clearheaded

iyi düşünen, anlayışlı

clearing bank

ciro bankası

clearing office

takas bürosu

clearing system

takas sistemi

clearing

(orman) açıklık, meydan, ağaçsız yer

clearinghouse

kliring odası, takas odası

clearly

1.açık bir biçimde, açık seçik, açıkça, 2.şüphesiz, kesinlikle, düpedüz

clearness

açıklık

clearout

tepeden tırnağa temizleme

clearstarch

kolalamak

cleat

1. koçboynuzu, 2. kama, takoz, 3. kelepçe, mandal

cleavage

cleavage

1.yarma, 2.yarık, çatlak, 3.bölünme, 4.memelerin arasındaki boşluk

cleave

yarmak, bölmek

cleaver

kasap satırı

cleavers

yoğurtotu

clef

anahtar

cleft foot

çift tırnaklı ayak

cleft graft

kalem aşısı

cleft palate

yarık damak

cleft sentence

ayrık tümce

cleft

1. yarık, çatlak, 2. yarık, çatlak

cleistogamic

kendi kendine döllenen

clematis

akasma, yabanasması

clemency

1.acıma, merhamet, 2.(hava) yumuşaklık

clement

1.merhametli, yufka yürekli, 2.(hava) yumuşak

clench

1.(diş, el, vb.) sıkmak, sımsıkı kapamak, 2.sıkıca kavramak

clepsydra

su saati

clerestory

asma kat

clergy

ruhban sınıfı, rahipler sınıfı

clergyman

papaz, rahip

cleric

1. papaz, rahip, 2. vaiz

clerical costs

personel giderleri

clerical error

yazı hatası

clerical work

büro işi

clerical

1.rahiplere ilgili, rahiplere özgü, 2.daire/büro işleriyle ilgili

clerk

1.yazman, kâtip, 2.tezgâhtar, satıcı

clerkship

kâtiplik, yazmanlık

clever dick

ukala dümbeleği

clever

1.akıllı, zeki, 2.usta, becerikli, 3.parlak

cleverness

1. akıllılık, 2. zekilik, maharetlilik

clevis

clevis

kenet demiri, çatal

clew

1. yumak, topak, kuka, 2. ipucu, 3. yumak yapmak, sarmak

cliche

basmakalıp söz, beylik laf

click beetle

taklaböceği

click

1.tıkırtı, 2.tıkırdamak, 3.tıkırdatmak, 4.anlaşılmak, çakılmak, 5.başarılı olmak, tutulmak

client

1.müşteri, alıcı, 2.müvekkil

clientele

müşteriler, müşteri

cliff

uçurum

cliffhanger

1.büyük çekişme, heyecanlı yarış, 2.(radyo/tv) en heyecanlı yerinde kesilen dizi, arkası yarın

climacteric

buhranlı yaş devresi

climacterical

buhranlı devreye ait

climactic

(heyecan, vb.) doruğa ulaştıran

climate

1.iklim, 2.ortam, hava

climatic change

iklim değişimi

climatic zone

iklim bölgesi

climatic

iklimsel

climatology

klimatoloji, iklimbilim

climax

1.en heyecanlı bölüm, 2.orgazm, 3.en heyacanlı noktaya ulaşmak, doruğa ulaşmak

climb down

1. alttan almak, 2. inmek, 3. vazgeçmek

climb the walls

aklı başından gitmek

climb

1.tırmanmak, çıkmak, 2.yükselmek, 3.tırmanış, tırmanma, 4.yokuş

climbable

tırmanılabilir

climber

1.tırmanıcı, 2.dağcı, 3.toplumda yükselmek isteyen kişi

climbing root

tırmanıcı kök

climbing

1. tırmanıcı, 2. tırmanma

clime

iklim, diyar

clinch

1.sarılma, kucaklaşma, 2.perçinlemek, 3.halletmek, çözümlemek, 4.sarılmak, kucaklaşmak

clincher

perçinleme çivisi

cling like a leech

sülük gibi yapışmak

cling

cling

yapışmak, sıkı sıkı tutmak, bırakmamak

clinging

1.(giysi) yapışan, sıkan, dar, 2.çok bağlı, kopamayan, yapışan

clingstone

etşeftalisi

clingy

yapışkan

clinic

klinik

clinical thermometer

tıbbi termometre

clinical

1.klinik, 2.soğuk, ilgisiz, umursamaz

clinicar

gezici klinik

clinician

klinisyen

clink

1.çınlamak, tınlamak, 2.çınlatmak, tınlatmak, 3.çınlama, tınlama, 4.kodes

clinker

1. klinker, sert tuğla, 2. dışık, cüruf, 3. cüruf oluşturmak

clinometer

klinometre, eğimölçer

clip joint

kötü şöhretli gece kulübü

clip sb's wings

ayağına bağ olmak

clip

1.ataş, 2.toka, 3.klips, 4.şarjör, 5.kesme, kırılma, 6.darbe, 7.(ataş, vb. ile) tutturmak, 8.kesmek, kırkmak, 9.vurmak

clipboard

raptiyeli yazı altlığı

clipper

1. sürat teknesi, 2. hızlı at, 3. kırpma makası

clippers

kırpma makası

clipping

1.kesilen şey, kesik, 2.kupür

clique

klik, hizip

cliquish

hizipçi

clit

klitoris, bızır

clitellum

semer

clitoris

klitoris, dılak, bızır

cloaca

lağım

cloak

1.pelerin, 2.perde, paravana, 3.gizlemek, örtmek, saklamak

cloak-and-dagger

casusluk ile ilgili

cloakroom

1.vestiyer, 2.tuvalet

clobber

1.pataklamak, marizlemek, 2.yenmek, haklamak, 3.sürekli ve acımasız saldırılar yapmak

cloche

cloche

çan şeklinde şapka, kloş

clock face

saat kadranı

clock in

1. işe başlamak, 2. işe geliş saatini kaydetmek

clock out

1. işten çıkmak, 2. işten çıkış saatini kaydetmek

clock radio

saatli radyo

clock tower

saat kulesi

clock up

kaydetmek, katetmek

clock

1.masa/duvar saati, 2.hız göstergesi, hızölçer, 3.saat tutarak süresini ölçmek

clocked

süslü

clockmaker

saatçi

clockwise

saat yelkovanı yönünde

clockwork

saati çalıştıran düzenek

clod

1.(kil, vb.) toprak, 2.aptal, salak

cloddishness

aptallık

clodhopper

hödük, andavallı, kıro

clodhopping

kaba, hödük, dangıl dungul

clog

1.nalın, takunya, 2.tıkamak, 3.tıkanmak

cloister

1.kemerli yol, 2.manastır

cloistered

1.manastıra kapanmış, 2.dünyadan uzak, ot gibi

clone

klon

clonus

klonüs, ihtilaç

clop

nal sesi

cloque

1. klog, kabarcıklı krep, 2. klog, kabarcıklı krep

close a bank account

banka hesabını kapamak

close call

kıl payı kurtuluş

close circuit

kapalı devre

close down

1. kapamak, tasfiye etmek, 2. kapanmak

close fitting

dar, sıkı

close friend

yakın arkadaş

close in on

close in on

yaklaşmak

close in

1. sarmak, kuşatmak, 2. (günler) kısalmak

close of the year

yıl sonu

close on

hemen hemen

close out

tasfiye etmek

close relative

yakın akraba

close resemblance

yakın benzerlik

close shave

1. paçayı zor kurtarma, 2. sinek kaydı tıraş

close shot

yakın plan, göğüs çekimi

close the books

defterleri kapatmak

close up

1. kapatmak, tıkamak, engellemek, 2. kapanmak, 3. şıkışmak

close-grained

1.kapatmak, 2.kapanmak, 3.eylemi durmak, 4.eylemini durdurmak, 5.birleşmek, 6.birleştirmek, 7.son vermek, 8.son, bitim, sonuç, nihayet, 9.katedral alanı, 10.kilise avlusu, 11.mezarlık geçidi, 12.yakın, 13.yakın, samimi, 14.sık, az aralıklı, 15.dar, sınırlı, 16.dikkatli, titiz, 17.(hava) sıkıntılı, boğucu, 18.havasız, kapalı, 19.az farklı, hemen hemen eşit, 20.ketum, ağzı sıkı, 21.eli sıkı, cimri, hasi, 22.yakın, yakından, yakına sık taneli, ince taneli

close-knit

çok yakın, ayrılmaz

close-set

birbirine yakın

close-up

1. omuz plan, göğüs plan, omuz çekimi, 2. yakından çekilen fotoğraf

closed bidding

kapalı usulle teklif

close

closed circuit television kapalı devre televizyon closed circuit

kapalı devre

closed community

kapalı toplum

closed cycle

kapalı devre, kapalı çevrim

closed economy

kapalı ekonomi

closed path

kapalı yol

closed session

gizli celse, gizli oturum

closed shop

yalnız sendika üyelerini çalıştıran işyeri

closed vowel

kapalı ünlü

closed

kapalı

closefisted

closefisted

cimri, pinti

closely

yakından

closeness

1. yakınlık, 2. sıklık, 3. darlık

closet

1.gömme dolap, 2.tuvalet, 3.küçük oda

closing date

kapanış tarihi

closing entry

kapanış maddesi, kapanış kaydı

closing of an account

hesabı kapatma

closing price

kapanış fiyatı

closing speech

1. kapanış konuşması, 2. son konuşma

closing time

kapanış zamanı

closing

kapama

closure

1.kapatma, 2.kapanma, son, 3.tartışmayı kesip oylamaya koyma

clot

1.pıhtı, 2.aptal, salak, sersem, 3.pıhtılaşmak

cloth binding

bez cilt

cloth finishing

kumaş apresi

cloth fulling

kumaş dinkleme

cloth milling

kumaş dinkleme

cloth printing

kumaş baskısı

cloth roller

kumaş roliği

cloth waste

kumaş telefi

cloth

1.kumaş, 2.bez, 3.örtü

cloth-bound

bez ciltli, bez kaplı

clothe

giydirmek

clothes basket

çamaşır sepeti

clothes hanger

elbise askısı

clothes moth

güve

clothes peg

çamaşır mandalı

clothes press

çamaşır dolabı, elbise dolabı

clothes

giysi, elbise

clotheshorse

clotheshorse

çamaşır kurutma askısı

clothesline

çamaşır ipi

clothespin

mandal

clothespress

çamaşır dolabı, ütü makinesi

clothier

kumaşçı

clothing industry

konfeksiyon sanayii

clothing

giyecek, giyim, kıyafet

clotting

pıhtılaşma

cloud chamber

sis odası

cloud chart

bulut haritası

cloud cover

bulut örtüsü

cloud layer

bulut tabakası

cloud

1.bulut, 2.karaltı, gölge, 3.küme, 4.korku ya da üzüntü kaynağı olan şey, 5.bulutlanmak, 6.bulandırmak, karıştırmak

cloud-capped

bulutla kaplanmış

cloudburst

ani bastıran şiddetli yağmur, sağanak

clouded

1. bulutlu, 2. bulanık

cloudiness

bulutluluk

cloudless

bulutsuz

cloudy

1.bulutlu, 2.bulanık

clout

1.darbe, yumruk, 2.nüfuz, torpil, 3.vurmak, patlatmak, yapıştırmak, çakmak

clove

1.karanfil, 2.sarımsak dişi

clover

yonca

cloverleaf junction

yonca yaprağı (kavşak)

cloverleaf

yonca yaprağı

clown

1.palyaço, 2.soytarı, şaklaban, maskara, 3.soytarılık etmek, maskaralık etmek

clownery

1. soytarılık, 2. fars

cloy

bıkkınlık vermek, gına getirmek, içini bayıltmak

cloying

iğrenç

club car

büfeli vagon

club fee

club fee

kulüp aidatı

club moss

kurtayağı

club of the rich nations zenginler kulübü club together

1. masrafı paylaşmak, 2. bir araya gelmek

club

1.kulüp, dernek, 2.sopa, 3.golf sopası, 4.sinek, 5.sopa ile vurmak/dövmek

clubby

girişken, girgin

clubfooted

yumru ayaklı

clubhouse

(spor, vb.) kulüp binası

clubman

kulüp üyesi

cluck

1.gıdaklama, 2.gıdaklamak

clue in

ipucu vermek

clue

1.ipucu

clump

1.küme, yığın, 2.ayak sesi, ayak patırtısı, 3.tok ses, 4.ağır ve gürültülü adımlarla yürümek

clumsiness

1. hantallık, 2. sakarlık

clumsy

1.beceriksiz, sakar, 2.biçimsiz

cluster

1.salkım, demet, 2.küme, grup, 3.kümelenmek, bir araya gelmek, toplamak, 4.kümelemek, bir araya getirmek, toplamak

clutch brake

kavrama freni, debriyaj freni

clutch coupling

kavrama bağlantısı

clutch disc

debriyaj diski, kavrama diski

clutch fork

debriyaj çatalı, kavrama çatalı

clutch lining

debriyaj balatası, kavrama tabanı

clutch pedal

debriyaj pedalı, kavrama pedalı

clutch shaft

debriyaj mili, kavrama mili

clutch

1.kavramak, sıkıca tutmak, sarmak, 2.kavrama, tutma, 3.pençe, 4.debriyaj, kavrama

clutter

1.karmakarışık etmek, dağıtmak, darmadağın etmek, 2.karışıklık, darmadağınlık, zürzavar, 3.saçıştırılmış şeyler

clyster

lavman, tenkiye

co

(önek) birlikte, müşterek, ortak

co-occurrence

birlikte bulunma, birliktelik

co-op

kooperatif

co-opt

co-opt

üye olarak kabul etmek

co-star

başrol oyuncularından biri

co-worker

meslektaş

coacervate

koaservat

coach horse

araba atı

coach house

hangar, garaj

coach

1.at arabası, fayton, 2.yolcu otobüsü, 3.yolcu vagonu, 4.özel öğretmen, 5.antrenör, koç, çalıştırıcı, 6.çalıştırmak, yetiştirmek

coaching

1. araba ile gezme, 2. özel ders

coachman

arabacı

coachwork

karoseri

coaction

1. birbirini etkileme, 2. baskı, zorlama

coagulable

pıhtılaşır, pıhtılaşabilir

coagulant

pıhtılaştırıcı madde

coagulate

1.koyulaşmak, pıhtılaşmak, 2.pıhtılaştırmak

coagulation

pıhtılaşma

coagulator

pıhtılaştırıcı madde

coagulum

pıhtı

coal bed

kömür yatağı

coal bunker

kömürlük

coal district

kömür havzası, kömür bölgesi

coal drawing

kömür çıkarma

coal dust

kömür tozu

coal field

kömür yatağı

coal gas

1. kömür gazı, 2. havagazı

coal measure

kömür tabakası

coal mine

kömür madeni

coal oil

gazyağı

coal scuttle

kömür kovası

coal seam

kömür damarı

coal tar

coal tar

kömür katranı

coal

kömür

coalbunker

kömürlük

coaler

kömür gemisi, kömür vagonu

coalesce

birleşerek bir bütün haline gelmek, bütünleşmek, birleşmek

coalescence

birleşme, bütünleşme

coalescent

birleşmek üzere olan

coalfield

kömür yatağı

coaling station

kömür istasyonu

coalition partner

koalisyon ortağı

coalition

koalisyon, birleşme

coalmine

kömür madeni

coalminer

maden kömürü işçisi

coalyard

kömür deposu

coaming

mezarna, ambar ağzı

coarse adjustment

kaba ayar

coarse grain

iri tane, kaba tane

coarse gravel

kaba çakıl, iri çakıl

coarse

1.kaba, terbiyesiz, 2.bayağı, adi, 3.işlenmemiş, kaba

coarse-grained

kaba damarlı (ağaç)

coarsen

1. kabalaştırmak, 2. kabalaşmak, 3. irileştirmek

coarseness

1. kabalık, 2. irilik

coast artillery

sahil topçusu

coast defence

sahil savunma

coast guard

sahil koruma

coast guards

sahil muhafaza

coast

1.kıyı, sahil, 2.kızakla kayılabilecek yokuş, 3.yokuştan kızakla kayma, 4.kıyı boyunca gitmek, 5.yokuş aşağı inmek

coastal current

kıyı akıntısı

coastal dune

kıyı kumulu

coastal navigation

coastal navigation

kabotaj

coastal region

kıyı bölgesi

coastal security

sahil güvenlik

coastal strip

sahil şeridi

coastal town

liman kenti

coastal waters

karasuları

coastal

kıyı ile ilgili

coaster brake

pedal freni

coaster

1.koster, 2.bardak altlığı, altlık, 3.kızak

coastguard

sahil koruma görevlisi

coasting trade

kabotaj, sahil ticareti

coasting vessel

sahil gemisi

coasting

kıyı seyri, kabotaj

coastline

kıyı, rahil şeridi

coastwise shipping

kabotaj

coastwise

kıyı boyunca

coat hanger

elbise askısı

coat of arms

arma

coat of paint

bir kat boya

coat stand

portmanto

coat

1.ceket, 2.palto, 3.mont, 4.post, 5.tabaka, kat, 6.kaplama

coat-hanger

askı

coated

kaplanmış, kaplı

coati

koati

coating

tabaka, kat, astar, kaplama

coauthor

ortak yazar

coax

1.tatlılıkla ikna etmek, 2.tatlılıkla elde etmek

coaxial antenna

koaksiyal anten

coaxial cable

koaksiyal kablo

coaxial

coaxial

1. koaksiyal, eksendeş, 2. ortak eksenli

cob

mısır koçanı

cobalt blue

kobalt mavisi

cobalt

kobalt

cobalt-plate

kobalt kaplamak

cobble

1.kaldırım taşı döşemek, 2.arnavut kaldırım taşı

cobbler

1.ayakkabı tamircisi, 2.sakar işçi

cobblers

aptalca konuşma, saçmalık, zırva

cobblestone

arnavut kaldırım taşı

cobra

kobra

cobweb

örümcek ağı

coca

koka

cocaine

kokain

cocatoo

kakadu

coccus

koküs

coccyx

koksiks, kuyruksokumu kemiği

cochineal insect

kırmızböceği

cochineal

kırmız, koşnil

cochlea

koklea, kulak salyangozu

cochlear duct

koklea kanalı

cochlear

kokleayla ilgili

cock an ears

kulak kabartmak

cock and bull story

uydurma laf, martaval

cock chafer

mayısböceği

cock fighting

horoz dövüşü

cock horse

tahta at, oyuncak at

cock of the walk

lider

cock one's hat

şapkayı yan giymek

cock up

içine etmek, içine sıçmak, berbat etmek

cock-and-bull story

1.horoz, 2.tetik, 3.musluk, 4.saman yığını, 5.zırva, saçmalık, aptallık, 6.cüret, 7.(silah) kurmak, tetiğe almak, 8.(kulak vb.) dikilmek, kalkmak, kabarmak, 9.dikmek, kaldırmak, kabartmak, 10.(şapka vb.) yana yatırmak, yan giymek, 11.(saman) yığmak kurt masalı, palavra, martaval

cock-up

kargaşa, boktan durum

cockade

şapka arması

cockatoo

Avustralya tepeli papağanı

cockboat

küçük sandal

cockchafer

mayısböceği

cockcrow

şafak, sabahın ilk saatleri

cockerel

yavru horoz

cockeyed

1.aptal, salak, saçma, 2.yamuk, yan, yatık

cockfight

horoz döğüşü

cockhorse

oyuncak at, tahta at

cockle

bir tür midye

cocklebur

pıtrak

cockleshell

tarak kabuğu, küçük sandal

Cockney

(Doğu) Londralı

cockpit

1.horoz dövüşü yapılan küçük alan, 2.pilot kabini, 3.yarış arabasında sürücü yeri

cockroach

hamamböceği

cockscomb

horoz ibiği, ibik

cockshy

nişan tahtası

cockspur

horoz mahmuzu

cocksure

ukala, kendini beğenmiş

cocktail

kokteyl

cocky

ukala, kendini beğenmiş

coco

hindistancevizi ağacı

cocoa bean

kakao çekirdeği

cocoa

kakao

coconut butter

hindistancevizi yağı

coconut milk

hindistancevizi sütü

cock

coconut milk coconut

hindistancevizi

cocoon

koza

cocotte

yosma

cod liver oil

balıkyağı

cod

morina balığı

coda

koda, final

codbank

morina bulunan sığlık

coddle

1.ağır ateşte kaynatmak, 2.üzerine titremek, şımartmak, çok üstüne düşmek

code name

kod adı

code number

kod numarası

code of ethics

ahlak kuralları

code

1.şifre, 2.kod, 3.kural, 4.şifrelemek, şifreyle yazmak, 5.kodlamak

codebtor

müşterek borçlu

coded

kodlu, kodlanmış

codein

kodein

codeine

kodein

coder

kodlayıcı

codetermination

ortak yönetim, yönetime katılma

codex

eski ya da kutsal bir kitabın orijinali

codfish

morina

codger

1. antika adam, 2. tuhaf adam

codicil

vasiyetnameye yapılan ek

codification

1. kodlama, 2. tanzim etme

codify

düzenlemek, kodlamak

coding language

kodlama dili

coding

kodlama

codling moth

elma içkurdu

codling

1. morina yavrusu, 2. ham elma

codliver oil

balıkyağı

codominance

eşbaskınlık

codriver

şoför muavini

codswallop

saçmalık, zırva

coed

1.karma okulda kız öğrenci, 2.(okul) karma eğitim yapan, karma

coeducation

karma eğitim

coefficient of absorption absorpsiyon katsayısı, soğurum katsayısı coefficient of elasticity

esneklik katsayısı

coefficient of error

hata katsayısı

coefficient of expansion genleşme katsayısı coefficient of friction

sürtünme katsayısı, sürtünüm çarpanı

coefficient of induction endüksiyon katsayısı coefficient of linear expansion

doğrusal genleşme katsayısı

coefficient of loading

yükleme katsayısı

coefficient of reflection yansıma katsayısı coefficient of roughness pürüzlülük katsayısı coefficient

katsayı

coelenterate

selentere

coeliac

karın boşluğu ile ilgili

coelostat

kolostot

coenzyme

koenzim

coequal

1. eş, denk, 2. eş, denk

coerce

1.zorlamak, 2.baskı yapmak

coercible

zorunlu, mecburi

coercion

zorlama, baskı

coercive

zorlayıcı

coessential

aslı bir olan

coeval

1. yaşıt, akran, 2. çağdaş

coexist

1.bir arada olmak, aynı anda varolmak, 2.(karşıt siyasetli ülkeler) bir arada barış içinde yaşamak

coexistence

coexistence

bir arada var oluş

coexistent

birlikte var olan

cofactor

kofaktör, eşçarpan

coffee bean

kahve çekirdeği

coffee break

kahve molası

coffee cup

kahve fincanı

coffee grounds

kahve telvesi

coffee house

1. çayevi, kahvehane, 2. kahve

coffee maker

kahve makinesi

coffee mill

kahve değirmeni

coffee set

kahve takımı

coffee spoon

tatlı kaşığı

coffee table

çay masası

coffee

kahve

coffeepot

cezve

coffer

sandık, çekmece, kasa, kutu

cofferdam

1. batardo, 2. sugeçirmez sandık

coffin bone

toynak içindeki ayak kemiği

coffin joint

toynak eklemi

coffin plate

tabut üstüne konulan levha

coffin

tabut

cofunction

kofonksiyon, eşişlev

cog the dice

zar tutmak

cog

çark dişi, diş

cogency

telkin gücü, ikna yeteneği

cogent

ikna edici, inandırıcı, telkin edici

cogently

ikna ederek

cogged

dişli

cogger

dolgucu

cogging

cogging

doldurma

cogitate

(birşey üzerinde) dikkatle ve ciddi olarak düşünmek, enine boyuna iyice düşünmek

cogitation

iyice düşünme, enine boyuna düşünme

cogitative

düşünceli, düşünebilen, dalgın

cognac

konyak

cognate languages

akraba diller

cognate

aynı kökenli, aynı soydan gelen, akraba

cognation

aynı kökten gelme, akrabalık

cognition

bilme, kavrama, idrak

cognitive

bilmeye, kavramaya ya da idrak etmeye ilişkin

cognizable

kavranabilir, idrak edilir

cognizance

1. kavrama, idrak, 2. bilgi, 3. yetki

cognizant

farkında olan, haberdar

cognomen

soyadı, lakap, ad

cognoscente

ehil, erbap

cognoscible

kavranır, anlaşılır

cognovit

ikrar, itirafname

cograil

dişli ray

cogwheel

dişli, çark

cohabit

birlikte yaşamak, karı koca gibi yaşamak

cohabitation

birlikte yaşama

coheir

ortak, mirasçı

coheiress

ortak mirasçı (kadın)

cohere

1.yapışmak, birleşmek, 2.uyuşmak, tutarlı olmak, birbirini tutmak

coherence

1. yapışma, 2. birbirini tutma, 3. tutarlık, uygunluk

coherent

1.uygun, tutarlı, birbirini tutan, 2.kolayca anlaşılan

coherently

tutarlı olarak

coherer

koherer

cohesion

1.yapışma, birbirini tutma, 2.kohezyon

cohesive force

cohesive force

yapışma gücü, moleküler çekim

cohesive

1. yapışkan, 2. bağlı, yapıştırıcı

cohesiveness

yapışıklık

cohort

bir lejyonun onda biri, grup

coif

1. takke, külah, 2. takke giydirmek

coiffeur

kuaför

coiffure

kuaförlük

coign

çıkıntılı köşe

coil ignition

bobinli ateşleme

coil spring

helis yay, helezoni yay

coil vacuum pan

serpantinli vakum kazanı

coil winding

bobin sarımı

coil wire

bobinaj teli

coil

1.dolanmak, kangal haline gelmek, 2.dolamak, 3.kangal, 4.bobin, 5.tutam, 6.gebeliği önleyici alet

coin box

kumbaralı telefon

coin money

para kırmak

coin

1.madeni para, 2.para basmak, 3.(sözcük, vb.) uydurmak, icad etmek

coin-box telephone

kumbaralı telefon

coinage

1.madeni para basma, 2.madeni para, 3.(yeni sözcük, vb.) uydurma, icat

coincide

1.aynı zamana rastlamak, çatışmak, 2.(düşünce, vb.) uymak, uyuşmak

coincidence circuit

çakışma devresi, koinsidens devresi

coincidence

1.rastlantı, tesadüf, 2.uygunluk

coincident

1. tesadüfi, 2. mutabık

coincidental

rastlantısal, tesadüfi

coincidentally

tesadüfen

coiner

1. para basan kimse, 2. kalpazan

coinsurance

ortak sigorta, müşterek sigorta

coir

hindistancevizi lifi

coital

cinsel birleşme ile ilgili

coition

coition

bkz. coitus

coitus

cinsel birleşme

coke breeze

kok tozu, kok mıcırı

coke furnace

kok fırını

coke oven

kok fırını

coke

1.kok kömürü, 2.kokain, 3.koka kola

coking coal

kok kömürü

coking duff

kok tozu

coking

koklaştırma

col

boyun, vadi, geçit

cola nut

kola cevizi

cola

kolalı içecekler

colander

süzgeç, kevgir

colchicum

safran

cold air

soğuk hava

cold chisel

soğuk keski, demir kalemi

cold cream

yüz kremi

cold electrode

soğuk elektrot

cold fish

soğuk kimse, soğuk nevale

cold frame

limonluk, sera

cold front

soğuk cephe, soğuk hava kitlesi

cold roll

soğuk hadde

cold saw

soğuk testere, daire testere

cold shoulder

soğuk davranış

cold snap

ani hava soğuması

cold sore

uçuk

cold steel

kılıç

cold storage

soğuk hava deposu

cold war

soğuk savaş

cold water

cold water

soğuk su

cold wave

soğuk dalgası

cold weather

soğuk hava

cold work

soğuk iş, soğuk işleme

cold

1.soğuk, 2.soğuk, itici, 3.üşümüş, 4.frijit, soğuk, 5.soğuk hava, soğuk, 6.soğuk algınlığı

cold-blooded

1. soğukkanlı, 2. duygusuz, acımasız, 3. merhametsiz

cold-hearted

soğuk, duygusuz, kaba

cold-shoulder

soğuk davranmak

coldness

soğukluk

cole

1. kolza, 2. lahana cinsinden sebze

coleoptera

kınkanatlılar

coleopterous

kınkanatlı

coleoptile

koleoptil

colic

kolik, buruntu, sancı

colitis

1. kolit, 2. kalınbağırsak iltihabı

collaborate

1.birlikte çalışmak, işbirliği yapmak, 2.düşmanla işbirliği yapmak

collaboration

işbirliği

collaborationist

işbirlikçi

collaborator

1. iş arkadaşı, 2. işbirlikçi, mesai arkadaşı

collage

kolaj, kolaj resim

collagen

kolajen

collapse

1.çökmek, 2.çöktürmek, 3.katlamak, 4.katlanmak, 5.başarısızlığa uğramak, suya düşmek, 6.düşmek, yığılmak, bayılmak, 7.güçten düşmek, çökmek, 8.yıkılmak, 9.çöküş, yıkılış, çökme, yıkılma, 10.ani düşüş, yıkım, 11.başarısızlık, 12.güçten düşme

collapsible

katlanabilir, açılır kapanır

collar

1.yaka, 2.tasma, 3.yakalamak, 4.araklamak, yürütmek

collarbone

köprücük kemiği

collate

1.karşılaştırmak, 2.sıraya koymak, dizmek, düzenlemek

collateral security

1. karşılıklı teminat, munzam teminat, 2. ek inanca

collateral

1.yan yana, paralel, 2.yardımcı, ikincil, ek, 3.aynı soydan gelen, 4.maddi teminat

collateralize

teminat altına almak

collation

1. karşılaştırma, 2. hafif yemek

collator

dizici

colleague

meslektaş

collect call

ödemeli konuşma

collect on delivery

ödemeli olarak

collect oneself

kendini toplamak

collect taxes

vergi toplamak

collect

1.toplamak, biriktirmek, 2.toplanmak, birikmek, 3.toparlamak, 4.uğrayıp almak

collected

kendine hakim, sakin

collectible

tahsil edilebilir

collecting agent

tahsildar

collecting tank

depo, tank

collecting

1. toplayıcı, devşirici, 2. toplama, devşirme

collection clerk

tahsilat memuru

collection manager

tahsilat müdürü

collection

1.toplama, toplanma, 2.koleksiyon, derlem, biriktiri, 3.iane, toplanan para, 4.yığın, 5.posta kutusunu boşaltma

collective agreement

toplusözleşme

collective bargain

toplusözleşme

collective bargaining

toplusözleşme görüşmesi

collective farm

kolhoz, ortaklaşa çiftlik

collective labour agreement

toplu iş sözleşmesi

collective noun

topluluk adı

collective ownership

ortak mülkiyet, ortak iyelik

collective security

ortak güvenlik

collective work

ortak yapıt

collective

1.ortak, ortaklaşa, toplu, kolektif, 2.kolektif şirket

collectively

toplu olarak

collectivism

1. kolektivizm, 2. ortaklaşacılık

collectivist

kolektivist, ortaklaşacı

collectivity

bütünlük

collector

1.vergi toplayan kişi, tahsildar, 2.kolleksiyoncu

colleen

kız

College of Europe

Avrupa Koleji

college

1.yüksekokul, fakülte, 2.heyet, birlik

collegiate school

ortaokul ve lise

collegiate

üniversite öğrencilerine özgü

collenchyma

pekdoku

collet

halka, yüksük, bilezik

collide

1.çarpışmak, 2.çatışmak, zıt olmak, zıt görüşte olmak

collie

iskoç çoban köpeği

collier

1.kömür işçisi, 2.kömür gemisi

colliery

kömür ocağı, kömür madeni

colligate

birbirine bağlamak, birleştirmek

colligative

koligatif, bağlaşık

collimate

bir hizaya getirmek

collimation

yönlendirme, kolimasyon

collimator

yönlendirici, kolimator

collinear

doğrudaş, aynı doğru üzerindeki

collision

1.çarpışma, 2.çatışma, düşünce ayrılığı

collocate

1. düzenlemek, 2. yan yana koymak, yerleştirmek

collocation

1. düzenleme, sıraya koyma, 2. tanzim, tertip

collocutor

muhatap

collodion

kolodyum

collogue

1. entrika hazırlamak, 2. gizlice konuşmak

colloid dispersion

koloidal dağılım

colloid substance

koloidal madde

colloid

1. koloit, asıltı, 2. yapışkan, pelte

colloidal chemistry

colloidal chemistry

koloit kimyası

colloidal electrolyte

koloidal elektrolit

colloidal particles

koloidal parçacıklar

colloidal solution

koloidal çözelti

colloidal state

koloidal hal

colloidal

1. koloidal, 2. pelteli

collop

kızartmalık ince et dilimi

colloquial language

günlük dil

colloquial speech

gündelik dil

colloquial

konuşma diline özgü

colloquialism

1.konuşma diline özgü söz/sözcük/ifade, 2.konuşma dili

colloquially

konuşma diliyle, sözlü olarak

colloquium

kolokyum

colloquy

resmi konuşma

collotype

ışık baskısı

collude

dolap çevirmek, tezgâh hazırlamak

collusion

gizli anlaşma, dolap, tezgâh

collusive

gizli anlaşma

collyrium

göz damlası

collywobbles

heyecan ya da korkudan oluşan hafif karın ağrısı

colocynth

acıelma, ebucehilkarpuzu

cologarithm

kologaritma, eştersüstel

cologne

kolonya

Colombia

Kolombiya

Colombo

Kolombo

colon

1.iki nokta üstüste, 2.kolon

colonel

albay

colonelcy

albaylık

colonial administration sömürge yönetimi colonial

colonial

1.sömürgeyle ilgili, 2.sömürgeci

colonialism

sömürgecilik

colonic

kolon ile ilgili, kolik

colonist

sömürgeci

colonization

sömürge kurma

colonize

kolonileştirmek, sömürgeleştirmek

colonizer

sömürge oluşturan ülke

colonnade

sıra sütunlar, sıra direkler

colony

1.sömürge, koloni, 2.yabancı bir ülkede yaşayan millet, 3.koloni

colophon

basımcının adını ve tarihini gösteren yazı

colophony

1. kolofan, 2. reçine

color

bkz. colour

colorant

renklendirici

coloration

renklendirme

coloratura

koloratür

colorimeter

renkölçer, kolorimetre

colorimetry

renkölçüm, kolorimetri

colossal

büyük, kocaman, devasa, muazzam

colossus

dev

colour blind

renk körü

colour blindness

renk körlüğü

colour chart

renk kataloğu

colour code

renk kodu

colour correction

renk düzeltme

colour decoder

renk çözücü

colour disc

renk diski

colour doctor

boya raklesi

colour fastness

renk haslığı

colour film

renkli film

colour hue

colour hue

renk nüansı

colour killer

renk önleyici

colour line

ırk ayrımı

colour matching

renk uyuşumu

colour mixture

renk karışımı

colour negative film

renkli negatif film

colour photography

renkli fotoğrafçılık

colour printing

renkli baskı

colour scale

renk ölçeği, renk skalası

colour separation

renk ayrımı

colour sergeant

çavuş

colour stain

renk lekesi

colour television

renkli televizyon

colour test

renk testi

colour value

renk değeri

colour

1.renk, 2.renk duyumu, 3.boya, 4.ten rengi, 5.canlılık, hareketlilik, 6.boyamak, renklendirmek, 7.renk değiştirmek, 8.yüzü kızarmak, 9.etkilemek

colourant

boyarmadde

colouration

renklendirme

coloured enamel

renkli emay

coloured filter

renk filtresi, renk süzgeci

coloured

1.renkli, 2.beyaz ırktan olmayan

colourfast

boyası çıkmaz, solmaz

colourful

1.renkli, rengârenk, 2.canlı, parlak, renkli, hareketli

colouring agent

boya maddesi

colouring

1.boya, gıda boyası, 2.boyama, renklendirme, 3.ten rengi

colourless

1.renksiz, 2.solgun, 3.sıkıcı, itici, donuk, renksiz

colours

1.bayrak, 2.(okul, takım, kulüp, vb.)simgesel giysi, takı, şapka, vb.

colportage

seyyar kitap satıcısı

colt

1.tay, sıpa, 2.acemi, toy, çaylak, 3.kolt tabanca

colt's footh

şehvet

coltsfoot

öksürükotu

columbarium

güvercinlik

Columbia

Kolombiya

columbine

hasekiküpesi

columbite

kolumbit

columbium

kolombiyum

column

1.sütun, 2.(gazete) sütun, 3.köşe yazısı, 4.(insan, araç, hayvan, vb.) dizi, kuyruk

columnar

sütuna benzer, sütunlar halinde olan

columnist

sütun yazarı, köşe yazarı

colza oil

kolza yağı

colza

kolza

com-

(önek) ile, beraber

coma

koma

comate

1. püsküllü, 2. arkadaş

comatose

komada, bilinçsiz

comb honey

petek balı

comb out

taramak, ayırmak, temizlemek

comb

1.tarak, 2.tarama, 3.bal peteği, 4.horoz ibiği, 5.taramak, 6.(bir yeri) aramak, taramak

combat aircraft

muhabere uçağı

combat car

savaş arabası

combat plane

savaş uçağı

combat sport

dövüş sporu

combat troops

savaş birlikleri

combat

1.mücadele etmek, savaşmak, 2.mücadele, savaşım, 3.çarpışma, savaş

combatant

savaşçı

combative

kavgacı

comber

1. tarak, 2. tarayıcı

combination lock

şifreli kilit

combination

1.birleştirme, 2.birleşme, 3.bileşim, terkip, 4.birlik, 5.sepetli motosiklet, 6.şifreli bir kilidi açan harf ya da sayılar, 7.kombinasyon

combinational

bileşimli, bileşimsel

combinatorial

kombinasyonal, katışımsal

combinatory

birleşmiş, kaynaşmış, bağlamlı, bağlamsal

combine harvester

biçerdöver

combine

1.birleşmek, 2.birleştirmek, 3.birlik, kartel

combined board

karma komisyon

combined vessels

bileşik kaplar

combined

birleşik, karışık, kombine

combings

tarantı

combo

küçük caz topluluğu

combustibility

yanma, yanabilme

combustible

yanabilir, kolayca tutuşabilir, yanıca

combustion chamber

yanma odası

combustion engine

yanmalı motor

combustion gases

yanıcı gazlar

combustion motor

yanmalı motor

combustion

yanma, tutuşma

come a cropper

1. naneyi yemek, 2. baş aşağı gitmek

come a purler

başaşağı düşmek

come about

1. olmak, 2. volta etmek

come across

1. karşılaşmak, rastlamak, 2. etkileyici olmak

come along

1. gelişmek, 2. (sağlık) iyiye gitmek, 3. olmak

come apart at the seams iler tutar yeri kalmamak come apart

kopuvermek, dağılıvermek

come at

üstüne üstüne gelmek

come away emptyhanded

eli boş dönmek

come away

1. terk etmek, ayrılmak, çekilmek, 2. kopuvermek

come back

come back

1. geri gelmek, 2. hatırına gelmek, aklına gelmek

come between

aralarına girmek

come by

1. önünden geçmek, 2. edinmek, 3. elde etmek

come clean

1. suçunu itiraf etmek, 2. gerçeği söylemek

come down in the world yoksullaşmak, gerilemek, düşmek come down on

1. üstelemek, 2. cezalandırmak, 3. acımasızca azarlamak

come down to earth

ayakları suya ermek

come down

1. (geçmişten bugüne) gelmek, erişmek, 2. intikal etmek

come forward

ileri gelmek

come full circle

dönüp dolaşıp aynı yere gelmek

come hell or high water iki eli kanda olsa come high

pahalıya mal olmak

come home to

1. kafasına dank etmek, 2. farkına varılmak

come in for

1. maruz kalmak, 2. hak etmek

come in

1. gözde olmak, moda olmak, 2. seçilmek, başa geçmek

come into force

yürürlüğe girmek

come into leaf

yapraklanmak, yeşermek

come into operation

kullanıma girmek

come into power

iktidara gelmek

come into question

gündeme gelmek

come into sight

görünmeye başlamak

come into use

kullanılmaya başlanmak

come into

1. miras olarak almak, 2. başlamak, 3. mirasa konmak

come loose

1. açılmak, 2. gevşemek, 3. serbest kalmak

come near

yaklaşmak

come of age

reşit olmak

come of

1. -den gelmek, 2. ortaya çıkmak

come off it!

Saçmalama!

come off the hinges

çığırından çıkmak

come off

come off

1. kopmak, 2. olmak, gerçekleşmek, 3. başarmak, 4. sona ermek

come on

1. görünmek, 2. ortaya çıkmak, baş göstermek

Come on!

Haydi!, Hadi!, Yok canım!

come out against

karşı çıkmak

come out with

ağızdan kaçırmak, satışa çıkarmak

come out

1. çıkmak, 2. yayınlanmak, belirmek

come over

1. gelmek, 2. uğramak, 3. taraf değiştirmek, 4. bastırmak

come round to

kendine gelmek

come round

1. ayılmak, kendine gelmek, 2. dönmek, 3. barışmak, 4. gelmek

come through

1. gelmek, 2. yaşamak, 3. atlatmak

come to a dead end

çıkmaza girmek

come to a decision

karara varmak

come to a head

1. dönüm noktasına gelmek, 2. olgunlaşmak

come to a sticky end

bok yoluna gitmek

come to an agreement

anlaşmaya varmak

come to being

var olmak

come to blows

1. yumruk yumruğa gelmek, 2. elleşmek

come to grief

1. başarısız olmak, zarar görmek, 2. başı darda olmak

come to grips with

ile uğraşmak, üzerinde ciddi olarak durmak

come to life

canlanmak, hareketlenmek, tepki göstermek

come to light

1. ortaya çıkmak, 2. meydana çıkmak

come to naught

boşa gitmek, ziyan olmak

come to nothing

boşa gitmek, suya düşmek

come to one's ears

kulağına çalınmak

come to one's senses

1. aklı başına gelmek, 2. kendine gelmek

come to pass

vuku bulmak

come to rest

durmak

come to sb's rescue

imdadına yetişmek, yardımına koşmak

come to stay

yerleşmek

come to terms with

come to terms with

1. kabullenmek, boyun eğmek, 2. uzlaşmak

come to the crunch

paçası sıkışmak

come to the fore

sivrilmek, ilerlemek, öne geçmek

come to the point

sadede gelmek

come to the wrong shop yanlış kapı çalmak come to

1. gelmek, 2. ulaşmak, varmak, 3. ayılmak

come together

bir araya gelmek

come true

gerçekleşmek

come under the hammer

açık artırma ile satılmak

come unstuck

kötü gitmek, başarısız olmak

come up against

karşı karşıya kalmak, karşılaşmak

come up to

denk olmak, eşit olmak

come up with

düşünmek, üretmek, bulmak

come up

come-hither

1. ele alınmak, gündeme gelmek, 2. olmak, 3. yükselmek 1.gelmek, 2.ulaşmak, 3.gelip çatmak, 4.olmak, 5.başlamak, 6.elde edilmek, üretilmek, gelmek, 7.görünmek sight again, 8.orgazma varmak, boşalmak, (beli) gelmek seksi, çekici, davetkâr

come-on

alıcılara verilen armağan, ikram

come-uppance

hak edilmiş ceza

comeatable

varılır, erişilebilir

comeback

1.dönüş, geri dönüş, 2.akıllıca ve çabuk yanıtlama, karşılık

comedian

1.komedyen, 2.şamatacı, gırgır kimse

comedienne

(bayan) komedyen

comedown

1.düşme, saygınlığını yitirme, 2.düşkırıklığı

comedy

komedi, güldürü

comeliness

güzellik, alımlılık

comely

güzel, hoş, iç açıcı, çekici

comer

gelen kimse

comestible

1. yenilebilir, 2. yiyecek şey

come

comet

kuyrukluyıldız, komet

cometic

kuyruklu yıldıza ait

comfit

şekerli meyve

comfort

1.rahatlık, ferahlık, 2.refah, konfor, 3.avuntu, teselli, 4.yardım, destek, 5.rahatlatmak, ferahlatmak, avutmak, teselli etmek

comfortable

1.rahat, 2.konforlu, 3.huzurlu

comfortably

rahatça

comforter

1. rahatlatıcı şey, 2. yorgan, 3. emzik

comfortless

1. konforsuz, 2. huzursuz

comfrey

karakafes, eşekkulağı

comfy

rahat, konforlu

comic opera

operakomik

comic paper

mizah dergisi

comic strip

çizgi resimli öykü

comic strips

karikatür şeklinde öykü dizisi

comic writer

komedi yazarı

comic

1.komik, gülünç, 2.komediyle ilgili, komedi, 3.resimli mizah dergisi, 4.komedyen

comical

gülünç, komik, tuhaf

comicality

komiklik

comically

komik bir biçimde

comics

1.resimli mizah dergileri, 2.karikatür öyküsü

coming into force

yürürlüğe girme

coming of age

reşit olma

coming

1.gelme, geliş, varış, 2.gelen, gelmekte olan, gelecek, 3.başarılı, ilerleyen

comitative

1. birliktelik durumu gösteren, 2. birliktelik durumu

comity

1. kibarlık, nezaket, 2. incelik

comma

virgül

command chain

komut zinciri

command democracy

güdümlü demokrasi 1.buyurmak, emretmek, 2.komuta etmek, kumanda etmek, yönetmek, 3.hakim olmak, 4.hak etmek, layık olmak, 5.buyruk, emir, komut, 6.kontrol, komuta, kumanda, yönetim, 7.yetki, 8.hakimiyet

command

commandant

komutan

commandeer

el koymak

commander

1.komutan, 2.deniz yarbayı

commander-in-chief

başkomutan

commanding

emreden, nüfuzlu, hâkim olan, yetkili

commandment

`on emir'den biri

commando team

komando timi

commando

komando

commemorate

1.anmak, anısını kutlamak, 2.anısı olmak, anısına olmak

commemoration

1. anmak, 2. anma töreni

commemorative plaque anı plaketi commemorative stamp anma pulu commemorative

anmaya yarayan, anımsatıcı

commence

başlamak

commencement

1.başlangıç, başlama, 2.diploma töreni

commend

1.övmek, takdir etmek, 2.emanet etmek

commendable

övgüye layık, övülmeye değer

commendation

1.övgü, övme, takdir, 2.resmi takdirname, onurlandırma, ödül

commensal

komensal (hayvan), ortakçı hayvan

commensalism

komensalizm, ortakçılık

commensurability

ölçekdeşlik, aynı birimle ölçülebilme

commensurable

1. orantılı, 2. ölçekdeş, aynı birimle ölçülebilen

commensurate

uygun, oranlı, eşit

comment on

yorumlamak, eleştirmek, tenkit etmek, açıklamak

comment

1.yorum, 2.yorum yapmak

commentary

1.açıklama, yorum, 2.(maç, vb.) anlatma, nakil

commentate

(maç, vb.) anlatmak

commentator

(maç, vb.) anlatıcı

commerce

tecim, ticaret

commercial account

çek hesabı

commercial agent

ticaret acentası

commercial agreement ticaret anlaşması commercial art

grafik sanatı

commercial bill

ticari senet, kambiyo senedi

commercial company

ticari şirket

commercial court

Ticaret Mahkemesi

commercial credit

ticari kredi

commercial enterprise

ticari teşebbüs

commercial exchange

ticaret borsası

commercial film

reklam filmi

commercial high school ticaret lisesi commercial law

ticaret hukuku

commercial letter of credit

akreditif

commercial occupations alım satım işleri commercial paper

ticari senet

commercial policy

ticaret politikası

commercial school

ticaret okulu

commercial standing

ticari itibar

commercial treaty

ticari anlaşma

commercial vehicle

ticari araç

commercial year

ticari yıl

commercial

1.tecimsel, ticari, 2.kâr amaçlı, ticari, 3.televizyon/radyo reklamı

commercialism

1. ticari anlayış, 2. ticari terim

commercialization

ticarileştirme

commercialize

ticarete dökmek

commie

komünist

commination

uyarı

commingle

commingle

karıştırmak, katıştırmak, karışmak

comminute

ufalamak, ezmek

comminution

ufalama

commiserate

(with ile) acısını paylaşmak

commiseration

acısını paylaşma, derdine ortak olma

commissar

komiser

commissariat

levazım sınıfı, komiserlik

commissary

1. vekil, 2. komiser, 3. temsilci

commission agent

komisyoncu acente

commission business

komisyon işi

commission merchant

komisyoncu

commission of bankruptcy

konkordato

commission

1.iş, görev, 2.yetki, 3.kurul, heyet, komisyon, yarkurul, 4.komisyon, yüzde, 5.terfi belgesi, 6.görev vermek, görevlendirmek, 7.(gemiyi) hizmete sokmak, 8.terfi belgesi vermek, 9.sipariş etmek

commissionaire

(sinema, otel, vb. de) kapıcı

commissioned officer

subay

commissioner

1.komisyon üyesi, 2.hükümet temsilcisi, 3.(devlet dairesinde) yetkili memur, şube müdürü, 4.bahisçi, bahis toplayıcısı

commissure

1. ek yeri, 2. birleşme yeri

commit a sin

günah işlemek

commit an irregularity yolsuzluk yapmak commit an offence

suç işlemek

commit oneself to

kendini adamak

commit oneself

taahhüt altına girmek

commit suicide

intihar etmek

commit to memory

1. ezberlemek, 2. aklında tutmak

commit to writing

yazmak

commit

1.yapmak, işlemek, kalkışmak, 2.teslim etmek, 3.(kendini) sorumlu kılmak, üstlenmek, vaadetmek

commitment

1.taahhüt, üstlenme, söz, 2.sorumluluk, 3.bağlılık, 4.teslim etme

committal

(birini) tutukevine/akıl hastanesine gönderme, teslim

committed

kendini adamış

committee of enquiry

soruşturma organı

committee of experts

uzmanlar komitesi

committee of honour

şeref komitesi

committee of inquiry

soruşturma komisyonu

committee of inspection inceleme kurulu committee of investigation

soruşturma komisyonu

committee stage

komisyon aşaması

committee

komisyon, heyet, komite, yarkurul

commix

1. birbirine karıştırmak, 2. karışmak

commixture

karıştırma

commmmercial attache ticari ataşe commode

komodin, şifoniyer

commodification

metalaştırma, nesneleştirme

commodious

1. geniş, ferah, 2. kullanışlı, rahat

commodity credit

ayni kredi

commodity

1.eşya, mal, 2.ürün

commodore

1.tuğamiral, 2.ticari gemi filosu, kaptanı, komodor, 3.yelken kulübü başkanı

common accord

müşterek mutabakat

common action

müşterek faaliyet

common area

ortak alan

common carrier

1. taşımacı, taşıyıcı, 2. nakliyeci

common cold

nezle

common customs tariff ortak gümrük tarifesi common denominator

ortak payda

common divisor

ortakbölen

common factor

ortak çarpan

common fraction

bayağı kesir

common good

kamu yararı

common knowledge

bilinen gerçek

common language

ortak dil

common law

örf ve âdet hukuku, içtihatlara dayalı hukuk

common market

ortak pazar

common noun

cins adı, cins ismi, tür adı

common property

ortak mal

common rights

insan hakları

common room

öğretmenler odası

common school

devlet okulu

common sense

sağduyu

common stock

adi hisse senedi

common

1.ortak, genel, 2.sıradan, 3.toplumsal, kamusal, topluma ait, ortak, 4.çok rastlanan, yaygın, bilinen, çok kullanılan, 5.bayağı, adi, kaba, 6.halka açık yeşil alan, park, 7.ortak, müşterek

commonage

genel arazi hakkı

commonalty

sıradan insanlar, vatandaşlar

commoner

halk tabakasından olan kimse

commonly

1.genellikle, çoğunlukla, ekseriya, 2.adi/bayağı bir şekilde

commonness

bayağılık, adilik

commonplace

1.alalade, sıradan, basit, 2.beylik, basmakalıp

Commons

Avam Kamarası (üyeleri)

commonweal

kamu yararı

commonwealth

1.ulus, 2.cumhuriyet

commotion

kargaşa, karışıklık, zürzavar

communal

1.halka ait, toplumsal, 2.ortaklaşa kullanılan, ortak

commune

1.görüş alışverişinde bulunmak, söyleşmek, 2.(komünist ülkelerde) çalışanlar grubu, komün, 3.komün yaşamı süren grup, komün

communicable

1.bulaşıcı, 2.(görüş, vb.) yayılan

communicate with

görüş alışverişi yapmak, iletişim kurmak 1.(haber, bilgi, görüş, düşünce, vb.) geçirmek, nakletmek, iletmek, bildirmek, açıklamak, 2.(with ile) görüş alışverişi yapmak, iletişim kurmak, 3.birleşmek

communicate communication devices

communication devices iletişim aygıtları communication medium iletişim aracı, medya communication satellite iletişim uydusu, haberleşme uydusu communication

1.iletişim, haberleşme, komünikasyon, 2.haber, mesaj, 3.ç. komünikasyon sistemi

communications channel

iletişim kanalı, iletişim oluğu

communications satellite

haberleşme uydusu

communications

haberleşme

communicative

konuşkan, geveze, boşboğaz

communion

görüş alışverişi, duygu, düşünce, vb. paylaşma

communique

bildiri

communism

komünizm

communist block

komünist blok

communist

komünist

communistic

komünist

community antenna television

ortak antenli televizyon

community chest

kamu yararına tutulan fon

community development

toplum kalkınması

community of assets

mal ortaklığı

community of interest

çıkar grubu

community ownership

ortak mülkiyet

community property

ortak mülkiyet

community

1.halk, toplum, 2.topluluk, 3.ortak iyelik, ortaklaşalık

commutable

değiştirilebilir, dönüştürülebilir

commutate

çevirmek, değiştirmek

commutation

1. cezayı hafifletme, 2. değişme, akım çevirme

commutative

değişmeli, komütatif

commutator

commutator

1. komütatör, çevirici, 2. değiştirici

commute

1.(cezayı) hafifletmek, 2.ev ile iş arasında gidip gelmek, 3.değiş tokuş etmek

commuter

abonman sahibi

compact disc

compactibility

kompakt disk 1.sık, sıkı, yoğun, 2.özlü, kısa, 3.sıkıca paketlenmiş, 4.az yer kaplayan, küçük, 5.pudra kutusu, pudriyer, 6.küçük otomobil, 7.antlaşma, sözleşme, 8.anlaşmak, anlaşma yapmak, sözleşme yapmak sıkışabilirlik

compacting

sıkıştırma

compaction

sıkıştırma, kompaksiyon

compactness

tıkızlık, yoğunluk

companion

1.arkadaş, yoldaş, 2.yardımcı, 3.kılavuz, el kitabı, 4.eş, diğer parça

companionable

arkadaş canlısı, sokulgan

companionate

arkadaşça

companionship

arkadaşlık, dostluk, yoldaşlık

company car

şirket arabası

compact

company management şirket yönetimi company meeting

şirket toplantısı

company officials

şirket yetkilileri

company promoter

şirket temsilcisi

company secretary

şirket sekreteri

company union

işçi sendikası

company

1.şirket, 2.arkadaşlık, eşlik, 3.arkadaş, dost, 4.misafir, 5.arkadaşlar, arkadaş çevresi, 6.birlik, grup, 7.tayfa, 8.bölük

comparable

karşılaştırılabilir

comparative anatomy

karşılaştırmalı anatomi

comparative degree

artıklık derecesi, üstünlük derecesi

comparative grammar karşılaştırmalı dilbilgisi comparative linguistics karşılaştırmalı dilbilim comparative

1.karşılaştırmalı, mukayeseli, 2.göreli, göreceli, nispi, 3.üstünlük derecesi

comparatively

1.bir dereceye kadar, 2.oldukça, 3.karşılaştırmalı olarak

comparativism

karşılaştırmacılık

comparator

komparatör, karşılaştırıcı

compare notes

görüş alışverişinde bulunmak

compare to

benzetmek, göstermek

compare with

kıyaslanmak, mukayese edilmek

compare

1.karşılaştırmak, mukayese etmek, 2.benzetmek, 3.(with ile) kıyaslanmak, mukayese edilmek

comparison of adverbs zarfların karşılaştırılması, zarflarda derece comparison

1.karşılaştırma, mukayese, 2.benzerlik

compartment

1.bölme, daire, 2.(tren) kompartıman

compartmentalize

bölmelere ayırmak

compass bearing

pusula kerterizi

compass card

pusula kartı

compass needle

pusula iğnesi, pusula ibresi

compass rose

rüzgârgülü

compass saw

delik testeresi

compass

1.pusula, 2.pergel, 3.sınır, alan, erim

compassion

acıma, merhamet, acısını paylaşma, şefkat, sevecenlik

compassionate

sevecen, merhametli, müşfik

compatibility

1. bağdaşabilirlik, bağdaşırlık, uyarlık, 2. uyma

compatible with

uygun, geçimli

compatible

birarada olabilir, uyuşabilir, bağdaşabilir, uyum içinde

compatriot

yurttaş, hemşeri

compeer

akran, eş

compel

zorlamak, zorunda bırakmak, gerektirmek

compendious

kısa, net, öz

compendium

kısa ve detaylı özet

compensate

1.tazminat ödemek, 2.karşılamak, bedelini vermek, acısını telafi etmek

compensating

1. dengeleyici, 2. dengeleme

compensation

1.bedel, tazminat, 2.yerini doldurma, telafi

compensative

telafi edici

compensator

kompansatör, denkleştirgen

compensatory budget

telafi edici bütçe

compensatory financing telafi edici finansman compensatory

telafi edici

compere

1.sunucu, 2.sunuculuk yapmak, sunmak

compete head to head

başa baş yarışmak, başa baş rekabet etmek

compete

yarışmak

competence

1.yetenek, beceri, ustalık, 2.yetki

competency

1. yeterlik, ehliyet, 2. yetenek, güç

competent authorities

yetkili makamlar

competent

1.yetenekli, becerili, usta, 2.doyurucu, çok iyi, 3.yetkili

competition

1.yarışma, musabaka, 2.rekabet, çekişme, 3.deneme, sınama

competitive market

rekabet piyasası

competitive power

rekabet gücü

competitive

1.rekabete dayanan, 2.rekabetçi

competitiveness

rekabet yeteneği

competitor

1.yarışmacı, 2.rakip

compilation

derleme

compile

derlemek

compiler

derleyici

compiling

1. derleyici, 2. derleme

complacence

memnuniyet

complacency

kendi kendine yetme, halinden memnun olma, gönül rahatlığı

complacent

kendi kendine yeten, halinden memnun, rahat, keyfi yerinde

complain

şikayet etmek, yakınmak

complainant

davacı, şikâyetçi

complaint

1.yakınma, şikayet, 2.resmi şikayet, 3.hastalık, rahatsızlık, şikayet

complaisance

hoşgörü

complaisant

müşfik, lütufkâr, hoşgörülü

complement

complement

1.tamamlayıcı, tamamlayıcı şey, 2.tam kadro, 3.tamamlamak

complementarity

tümleme

complementary angle

tümler açı

complementary colour komplementar renk, tamamlayıcı renk complementary

tamamlayıcı

complementation

tümleme

complete

1.tam, eksiksiz, 2.tamam, bitmiş, 3.tamamlamak, bitirmek

completely

tamamen, bütünüyle, tam anlamıyla

completion

tamamlama, bitirme, yerine getirme

complex of inferiority

aşağılık kompleksi

complex sentence

bileşik cümle, karmaşık tümce

complex

1.birçok parçadan oluşmuş, çok parçalı, 2.karmaşık, karışık, 3.kompleks

complexion

1.ten, ten rengi, 2.karakter, doğa, tutum

complexity

güçlük, zorluk, karmaşıklık

compliance

uyma, itaat, razı olma, rıza

compliant

yumuşakbaşlı, uysal, itaatkâr

complicacy

karmaşıklık

complicate

karıştırmak, güçleştirmek

complicated

karışık, komplike, zor

complication

1.karışıklık, 2.yeni sorun, durumu güçleştiren şey

complicity

suç ortaklığı, yardakçılık

compliment

1.övgü, iltifat, kompliman, 2.ç. selamlar, saygılar, iyi dilekler, 3.övmek, tebrik etmek

complimentary

1.övgü niteliğinde, hayranlık belirtici, övücü, 2.bedava, parasız

compliments of the season

yeni yıl tebriği

compliments

selamlar, tebrikler

complot

komplo, suikast

comply with

1. uymak, 2. razı olmak

comply

(with ile) uymak, razı olmak

component forces

component forces

bileşen kuvvetler

component

(makine, vb.) parça, bileşen

comport with

uymak, uygun olmak

comportment

davranış, hal

compose oneself

kendine hâkim olmak

compose

1.birleştirmek, oluşturmak, meydana getirmek, 2.yazmak, 3.bestelemek, beste yapmak, 4.yatıştırmak, sakinleştirmek

composed

kompoze

composedly

sakin

composedness

sakinlik

composer

besteci

composing galley

gale

composing machine

dizgi makinesi

composing room

dizgievi, dizgi odası

composing stick

kumpas

composing

birleştirme

composite index

bileşik endeks

composite

birçok parçalardan oluşan, karma, karışık, bileşik

composition

1.beste, 2.bestecilik, 3.bileşim, 4.kompozisyon, 5.düzenleme, tertip

compositor

dizgici

compost

çürümüş organik maddeli gübre

composure

soğukkanlılık, kendine hakimiyet, kontrol

compote

komposto, hoşaf

compound adjective

bileşik sıfat, sıfat tamlaması

compound arch

kompoze kiriş, bileşik kiriş

compound circuit

bileşik devre

compound curve

mürekkep eğri

compound duty

gümrük resmi

compound eye

bileşik göz

compound fraction

bileşik kesir

compound fracture

compound fracture

açık kırık

compound fruit

bileşik meyve

compound girder

bileşik kiriş, kompoze kiriş

compound interest method

bileşik faiz yöntemi

compound interest

bileşik faiz

compound leaf

bileşik yaprak

compound machine

bileşik makine

compound microscope bileşik mikroskop compound motor

kompaund motor, bileşik motor

compound noun

bileşik isim, bileşik ad

compound pendulum

bileşik sarkaç

compound sentence

bileşik cümle, bileşik tümce

compound signal

bileşik sinyal

compound tariff

karma gümrük tarifesi

compound tense

bileşik zaman

compound verb

birleşik fiil

compound word

bileşik kelime, bileşik sözcük

compound

1.katmak, eklemek, artırmak, 2.birleştirmek, 3.bileşik, 4.bileşim, 5.duvar, çit, vb. ile çevrili binalar topluluğu

comprador

işbirlikçi, komprador

comprehend

anlamak, kavramak

comprehensible

anlaşılabilir

comprehension

1.anlama, kavrama, 2.(okulda) kavrama testi

comprehensive insurance

toplu sigorta

comprehensive school

sanat okulu, çok amaçlı okul

comprehensive service komple servis comprehensive

1.etraflı, geniş, ayrıntılı, 2.(eğitim) çok yönlü

compress

1.basmak, sıkıştırmak, bastırmak, 2.bir kaç sözcükle anlatmak, özetlemek, 3.kompres

compressed air

sıkıştırılmış hava, basınçlı hava

compressed gas

sıkıştırılmış gaz

compressed

1. sıkıştırılmış, basınçlı, 2. özet, kısa

compressibility

kompresibilite, sıkışırlık

compressible

sıkışabilir, sıkıştırılabilir

compression ratio

kompresyon oranı, sıkıştırma oranı

compression spring

baskı yayı

compression

1.sıkıştırma, 2.özetleme

compressive force

basınç kuvveti

compressive

1. sıkıştıran, bastıran, 2. sıkıştırıcı

compressor

kompresör, sıkmaç, sıkıştırıcı

comprise

-den oluşmak

compromise

1.uzlaşma, 2.uzlaşmak, 3.şerefini tehlikeye atmak, şerefine gölge düşürmek

comptroller general

baş müfettiş

comptroller

kontrolör, denetçi, murakıp, müfettiş

compulsion

1.zorlama, zor, baskı, 2.güçlü istek, tutku

compulsive

zorunlu, mecburi

compulsorily

zorla

compulsory auction

zorunlu satış

compulsory delay

zorunlu gecikme

compulsory education

zorunlu öğrenim

compulsory insurance

zorunlu sigorta

compulsory liquidation zorunlu tasfiye compulsory military service

zorunlu askerlik

compulsory purchase

istimlak, kamulaştırma

compulsory sale

zorunlu satış

compulsory saving

zorunlu tasarruf

compulsory subject

zorunlu ders

compulsory

zorunlu, mecburi

compunction

vicdan azabı, pişmanlık, utanma

computable

hesaplanabilir

computation of the interests

faiz hesabı

computation

ölçüm, hesap, hesaplama, ölçümleme

computational linguistics

bilişimsel dilbilim

computational

bilişimsel

compute

hesap yapmak, hesaplamak

computed price

hesaplanmış fiyat

computer architecture bilgisayar mimarisi computer centre

bilgisayar merkezi

computer code

bilgisayar kodu

computer engineer

bilgisayar mühendisi

computer industry

bilgisayar endüstrisi

computer language

bilgisayar dili

computer network

bilgisayar ağı, bilişim ağı

computer operator

bilgisayar operatörü, bilgisayar işletmeni

computer personnel

bilgisayar personeli

computer program

bilgisayar programı

computer programmer bilgisayar programcısı computer science

bilgisayar bilimi

computer software

bilgisayar yazılımı

computer user

bilgisayar kullanıcısı

computer utility

bilgisayar desteği

computer word

bilgisayar sözcüğü

computer

bilgisayar

computer-assisted instruction

bilgisayar destekli öğretim

computerize

1.bilgisayarlaştırmak, 2.bilgisayara yüklemek

comrade

1.arkadaş, yazgı arkadaşı, 2.(komünist ülkelerde) yoldaş

comradeship

dostluk, arkadaşlık

con brio

canlı olarak

con

1.aleyhte nokta/kimse, 2.kazık, üçkâğıt, 3.mahkûm, tutuklu, 4.kazıklamak, dolandırmak

conative

çaba ile ilgili

concatenate

sıralamak, birbirine bağlamak

concatenation

birbirine bağlama

concave lens

çukur mercek, obruk mercek

concave mirror

çukur ayna, obruk ayna

concave reflector

içbükey yansıtıcı

concave

çukur, içbükey

concavity

1. içbükeylik, 2. çukurluk

concavo-concave

iki yüzü çukur, çift taraflı içbükey

concavo-convex

içbükey-dışbükey

conceal

gizlemek, saklamak

concealable

gizlenebilir, saklanabilir

concealed unemployment

gizli işsizlik

concealed

gizli, saklı

concealment

1. saklama, gizleme, 2. gizlenme, sır tutma

concede

1.kabul etmek, itiraf etmek, 2.vermek, teslim etmek, bahşetmek, bırakmak

conceit

kendini beğenmişlik, kibir, kurum

conceited

kendini beğenmiş, burnu büyük, kibirli, kurumlu

conceivable

akla yatkın, olası

conceive

1.tasarlamak, kurmak, düşünmek, 2.gebe kalmak, 3.(of ile) tasavvur etmek, düşünmek

concentrate

1.konsantre olmak, 2.bir yerde toplamak, deriştirmek, 3.toplanmak, derişmek, 4.konsantre, derişik madde

concentrated

çok güçlü, yoğun

concentration camp

toplama kampı

concentration cell

konsantrasyon pili, derişim pili

concentration

1.toplama, 2.toplanma, 3.konsantrasyon

concentrator

toplayıcı, koyultucu

concentric

eşmerkezli

concentricity

eksen birliği

concept

genel kavram, genel düşünce

conception

1.anlayış, kavrayış, kavrama, 2.düşünce, görüş, kavram, fikir, 3.gebe kalma

conceptional

kavramsal

conceptive

anlayan, kavrayan

conceptual

kavramsal

conceptualism

kavramcılık

conceptualization

kavramsallaştırma

concern

1.hakkında olmak, ilgili olmak, 2.ilgilendirmek, etkilemek, 3.kaygılandırmak, endişelendirmek, ilgilendirmek, 4.mesele, sorun, iş, 5.kaygı, endişe, 6.şirket, firma

concerned oneself with karışmak concerned

1.ilgili, ilişkili, 2.endişeli, kaygılı

concerning

hakkında, -e dair, ile ilgili, değişli

concert goer

konser meraklısı

concert grand

kuyruklu piyano

concert

dinleti, konser

concerted action

toplu hareket

concerted

1.birlikte planlanmış/yapılmış, ortak, 2.çok güçlü, sıkı

concertina

akordeona benzer bir çalgı

concerto

konçerto

concession

1.ödün, taviz, 2.ayrıcalık, imtiyaz

concessionaire

imtiyaz sahibi kimse

concessionary

ayrıcalıklı, tavizli

concessioner

bayi

concha

yarım kubbe, kulak kepçesinin çukuru

conchifera

kabuklu deniz hayvanları

conchiferous

kabuklu

conchoid

konkoid, sedef eğrisi

conchoidal

konkoidal

concierge

kapıcı, odabaşı

conciliate

gönlünü almak, gönlünü yapmak

conciliation

gönül alma

conciliator

uzlaştıran kimse, arabulucu

conciliatory

gönül alıcı

concise

kısa, özlü

concisely

kısaca

conciseness

kısalık, özlülük

concision

özetleme

conclave

özel toplantı

conclude

1.bitirmek, sona erdirmek, 2.bitmek, sona ermek, 3.sonucuna varmak, 4.çözmek, halletmek, anlaşmak, karara varmak

conclusion

1.son, bitim, 2.sonuç, 3.karar, yargı, 4.anlaşma

conclusive evidence

kati delil, kesin kanıt

conclusive

kesin, şüpheleri ortadan kaldıran

conclusiveness

kesinlik

concoct

1.birbirine karıştırıp hazırlamak, 2.uydurmak, kafadan atmak

concoction

1. karışım, 2. uydurma, 3. tertip

concomitant

birlikte olan, beraberinde gelen

concord

uyum, anlaşma, birlik, dostluk, barış

concordance

uyum, uygunluk, ahenk

concordant

1. uyumlu, ahenkli, 2. uygun

concourse

1.gelme, toplanma, kalabalık, 2.geniş yer, meydan

concrete floor

beton döşeme

concrete mixer

betonyer, beton karıştırıcı, betonkarar

concrete noun

somut ad

concrete pipe

beton boru

concrete road

beton yol

concrete roof

betonarme çatı

concrete slab

beton plaka, beton levha

concrete step

somut adım

concrete work

betonarme işi, beton iş

concrete

1.somut, 2.açık, kesin, belli, somut, 3.beton, 4.betonlamak, betonla kaplamak

concretion

1. taş, 2. kireçtaşı yumrusu, 3. şiş, dondurulmuş cisim

concubinage

kapatma olarak yaşama, flört hayatı

concubine

kapatma, odalık, cariye, metres

concupiscence

cinsel arzu, şehvet

concupiscent

şehvetli

concur

1.anlaşmak, uyuşmak, 2.aynı zamanda oluşmak, aynı zamana rastlamak, üst üste gelmek

concurrence

1. rastlantı, 2. uyuşma, mutabakat, 3. uygun görme

concurrent

1.aynı zamanda oluşan, rastlantısal, tesadüfi, 2.anlaşma içinde, anlaşmış, uyuşmuş, mutabık

concuss

sarsmak

concussion of the brain beyin sarsıntısı concussion

1.beyin sarsıntısı, 2.sarsıntı, şok

condemn

1.kınamak, ayıplamak, 2.mahkûm etmek, 3.kullanıma uygunsuz bulmak

condemnable

mahk-m edilebilir, istimlak edilebilir

condemnation

1. el koyma, istimlak, 2. mahk-miyet, 3. ayıplama

condemnatory

kınayıcı

condensable

yoğunlaştırılabilir

condensate

yoğuşku, kondansat

condensation

1.yoğunlaşma, sıvılaşma, 2.buğu, 3.özetleme, özet

condense

1.(gaz) yoğunlaşmak, sıvılaşmak, koyulaşmak, 2.yoğunlaştırmak, 3.özetlemek

condensed milk

koyulaştırılmış süt

condensed water

yoğunlaşmış su

condensed

muhtasar

condenser

1.kondansatör, yoğunlaç, 2.kondansör, yoğuşturucu

condescend

1.tenezzül etmek, 2.havalara girmek, tepeden bakmak

condescending

condescending

1. tenezzül eden, 2. küçümseyen, hor gören

condescension

tenezzül

condign

(ceza, vb.) hak edilmiş, yerinde, müstahak

condiment

baharat, sos, çeşni

condition of equilibrium denge hali 1.durum, hal, vaziyet, 2.koşul, şart, 3.toplumsal durum, konum, mevki, 4.gerekli ya da zorunlu olan şey, 5.genel sağlık durumu, condition kondisyon, form, 6.şartlandırmak, koşullandırmak, 7.düzenlemek, 8.alıştırmak conditional acceptance şartlı kabul conditional bond

koşullu tahvil

conditional clause

şart cümlesi, koşul yantümcesi

conditional military aid şartlı askeri yardım conditional mood

şart kipi

conditional relationship koşullu ilişki conditional sale

şartlı satış

conditional sentence

koşul tümcesi

conditional variable

koşullu değişken

conditional

şartlı, koşullara bağlı, şarta bağlı

conditionally

şartlı olarak

conditioned reflex

şartlı refleks

conditioned

1. şarta bağlı, 2. iyi durumda, 3. alışmış, alıştırılmış

conditioning

kondisyonlama, uygun duruma getirme

conditions of sale

satış koşulları

condo

mülk mesken, iyelik konut

condole

1.başsağlığı dilemek, 2.acısını paylaşmak, avutmak, teselli etmek

condolence

1.başsağlığı, 2.acısını paylaşma paylaşma, avutma

condom

condonation

kaput, prezervatif 1.bir ülke üzerinde iki ya da daha fazla devletin ortak egemenliği, 2.bu şekilde yönetilen ülke, 3.içinde oturanların sahip olduğu apartman/kat hoş görme, görmezden gelme

condone

bağışlamak, affetmek, göz yummak

condominium

condor

condor

(özellikle Güney Amerika'da bulunan) iri bir tür akbaba

conduce to

yardım etmek, katkıda bulunmak, neden olmak

conduce toward

vesile olmak, yardım etmek

conduce

(to/towards ile) yardım etmek, katkıda bulunmak

conducive

yardım eden, olanak sağlayan

conduct a research

araştırma yapmak

conduct a survey

anket yapmak

conduct an inquiry

soruşturma yönetmek

conduct oneself

davranmak, hareket etmek

conduct

1.davranış, 2.yönetme, idare, 3.davranmak, hareket etmek, 4.götürmek, kılavuzluk etmek, rehberlik etmek, 5.yönetmek, idare etmek, 6.taşımak, nakletmek, 7.(elektrik, ısı, vb.) iletmek, geçirmek, 8.orkestra yönetmek

conductance

iletkenlik

conducted tour

rehberli tur

conductibility

iletkenlik

conductimetry

iletkenlikölçüm, kondüktometri

conducting tissue

iletken doku

conducting wire

iletken tel, nakil teli

conducting

iletken, geçiren

conduction band

iletken bant, iletken kuşak

conduction current

iletim akımı

conduction of heat

ısı iletimi

conduction

1.taşıma, götürme, 2.iletme

conductive material

iletken gereç, iletken malzeme

conductive

iletken

conductivity

1. iletkenlik, geçirgenlik, 2. nakliyet

conductor duct

iletken kanal

conductor rail

iletken ray

conductor

1.orkestra şefi, 2.biletçi, kondüktör, 3.iletken

conductress

kadın biletçi

conduit box

elektrik kutusu, buat

conduit pipe

sevk borusu

conduit

1. oluk, kanal, mecra, 2. boru, kablo borusu

condyl

kondil

cone antenna

konik anten

cone coupling

konik kavrama

cone friction clutch

konik sürtünmeli kavrama

cone gear

konik dişli

cone of rays

konik ışık demeti

cone pulley

konik makara

cone shaped

konik, koni biçimli

cone sugar

kelle şekeri

cone valve

konik valf

cone

1.koni, 2.kozalak, 3.külah

cone-bearing

kozalaklı

cone-shaped

konik, koni biçimli

coned

konik

confab

sohbet etmek

confabulate

sohbet etmek, başbaşa vermek

confabulation

sohbet

confection

şekerleme

confectioner

şekerci, pastacı

confectioner's shop

pastahane

confectionery

tatlı, pasta, çikolata, vb. şekerleme

confederacy

konfederasyon, birlik

confederate

1.konfedere, birleşik, 2.müttefik, 3.suçortağı, 4.birleşmek, 5.birleştirmek

confederation

konfederasyon, birlik

confer

1.(on/upon ile) (ünvan, vb.) vermek, 2.(with ile) danışmak, görüşmek

conference call

toplu görüşme

conference room

konferans salonu

conference

(fikir alışverişi için düzenlenen) toplantı, görüşme, müzakere

confess

1.itiraf etmek, 2.(günahlarını) papaza öylemek, 3.günah çıkarmak

confessed

aleni, açık, kimseden gizlemeyen

confession

1.itiraf, 2.günah çıkarma

confessional

papazın günah çıkardığı gizli oda

confessor

günah çıkarma yetkisine sahip papaz

confetti

konfeti

confidant

birisinin (özellikle aşk konularında) sırrını açtığı kimse

confide

1.(sır, vb.) söylemek, açmak, 2.(in ile) güvenmek, açılmak

confidence coefficient

güven katsayısı

confidence game

dolandırıcılık

confidence level

güven düzeyi

confidence limit

güven sınırı

confidence man

dolandırıcı, zarfçı

confidence trick

dolandırıcılık, üçkâğıtçılık

confidence trickster

dolandırıcı, üçkâğıtçı

confidence

1.güven, 2.sır, gizli şey

confident agent

gizli ajan

confident secretary

özel sekreter

confident speaking

söz aramızda

confident

kendinden emin

confidential account

sırdaş hesap

confidential agent

gizli ajan

confidential document

gizli belge

confidential information gizli bilgi confidential meeting

özel toplantı

confidential secretary

özel sekreter

confidential

1.gizli, 2.güvenilir

confidently

tereddüt etmeden

confiding

confiding

saf, herkese güvenen

configuration

biçim, şekil

confine

1.kapatmak, hapsetmek, 2.sınırlandırmak, sınır koymak, 3.(doğum yapmak üzere olan kadını) yatırmak, yatakta tutmak

confined to bed

yatağa düşmüş

confined

1. sarılmış, kuşatılmış, 2. kapalı, 3. sınırlı

confinement

1.kapatma, hapsetme, 2.kapatılma, hapsedilme, 3.sınırlama, sınır koyma, 4.loğusalık

confines

sınırlar

confirm for sufficient funds

provizyon almak

confirm

1.doğrulamak, 2.pekiştirmek, 3.onaylamak, 4.(kiliseye) kabul etmek, üye etmek

confirmable

onaylanır, tasdik olunur

confirmation note

teyit mektubu

confirmation

1.doğrulayıcı, pekiştirici, kanıtlayıcı şey, kanıt, 2.kiliseye üye etme ayini

confirmative

1. doğrulayıcı, onaylayıcı, 2. teyit edici (söz)

confirmatory letter

teyit mektubu

confirmatory

doğrulayıcı, teyit edici

confirmed copy

tasdikli kopya

confirmed credit

konfirme kredi

confirmed

alışkanlıklarını değiştirmez, sürekli, müzmin

confiscate

el koymak

confiscation

el koyma

confiscatory

1. müsadere ile ilgili, 2. acımasız, haydut gibi

conflagration

büyük yangın

conflict of interests

çıkar çatışması

conflict of laws

yasal uyuşmazlık

conflict

1.savaş, çatışma, çarpışma, 2.uyuşmazlık, zıtlık, anlaşmazlık, çatışma, 3.uyuşmamak, bağdaşmamak, çatışmak

conflicting

çelişkili, zıt

confluence

iki akıntının/ırmağın karışması, bir arada akma

confluent

birlikte akan, birbirine karışan

conflux

conflux

kavşak, birleşme, birlikte akma

confocal

aynı odaklı, odaktaş

conform to

itaat etmek

conform with

uymak

conform

uymak

conformability

1. uygunluk, yerindelik, 2. benzerlik

conformable

1. benzer, 2. uygun, 3. münasip

conformance

uygunluk

conformation

1. uygunluk, uyma, 2. biçim, şekil

conformism

konformizm

conformist

konformist, uymacı, uygitsinci

conformity

1.uymacılık, 2.uyum

confound

1.karıştırmak, allak bullak etmek, birbirine katmak, kafasını karıştırmak, 2.şaşırtmak

confounded

şaşırmış

confrere

meslektaş

confront with

yüzleştirmek

confront

1.karşı koymak, göğüs germek, 2.(with ile) yüzleştirmek

confrontation

karşılama, karşı karşıya gelme

Confucius

Konfüçyüs

confuse

1.şaşırtmak, kafasını karıştırmak, 2.birbirine karıştırmak, karıştırmak

confused

1. kafası karışmış, 2. karışık, karman çorman

confusion

1.kargaşa, 2.karışıklık, karıştırma, 3.düzensizlik

confutable

çürütülebilir

confutation

1. çürütme, 2. tekzip, yalanlama

confute

1. çürütmek, 2. tekzip etmek, yalanlamak

conge

1. ayrılma, 2. kovma, 3. yol verme, işten çıkarma

congeal

1.(sıvı) katılaşmak, pıhtılaşmak, 2.katılaştırmak, pıhtılaştırmak

congelation

pıhtılaşma, pıhtılaştırma

congener

aynı cinsten, aynı sınıftan

congenial

congenial

hoş, kafa dengi, kafasına uygun

congeniality

cana yakınlık, dostluk

congenital

(hastalık) doğuştan

congenitaly

doğuştan, yaradılıştan

conger

1. mığrı, 2. bir yılanbalığı

congeries

1. yığın, 2. küme

congest

1. doldurmak, 2. tıkamak, 3. dolmak, 4. tıkanmak, 5. yığılmak

congested area

aşırı nüfuslu bölge

congested

tıkanmış, tıkalı

congestion

1.kan birikmesi, 2.tıkanıklık

conglobate

1. küre şeklinde, top halinde, 2. küre şekline sokmak, 3. toplanmak

conglomerate

1.küme, yığın, 2.büyük işletme/şirket, 3.çakıl, kayaç

conglomeration

kümelenme, yığın, birikinti

conglutinate

1. yapıştırmak, 2. yapışmak

conglutination

yapışma, kaynaşma

Congo

Kongo

congrats

tebrikler!

congratulate

kutlamak, tebrik etmek

congratulation

1.kutlama, tebrik, 2.ç. tebrikler

congratulations

tebrikler!, tesenna

congratulator

kutlayan kimse

congratulatory message kutlama mesajı congratulatory

kutlama niteliğinde, tebrik niteliğinde, tebrik eden

congregate

bir araya gelmek, toplanmak

congregation

cemaat, topluluk

congress

1.kongre, kurultay, 2.toplantı, kongre, 3.(A. B. D'de) Millet Meclisi

congressional medal

liyakat madalyası

congressional

kongre ile ilgili

congressman

milletvekili, parlamento üyesi

congruence

congruence

1. uygunluk, ahenk, 2. uyma, benzerlik

congruent with

uygun, benzer

congruent

eşleşik

congruity

1. uygunluk, 2. uzlaşma noktası, 3. uyum

congruous

uygun, yakışır

conic section

konik kesit eğrisi

conic

bkz. conical

conical gear

konik dişli, pinyon

conical spiral

konik spiral

conical

koni biçiminde, konik

conifer

kozalaklı ağaç

coniferin

koniferin

coniferous

kozalaklı

conjecturable

tahmin olunabilir

conjectural

varsayıma dayanan

conjecture

1.varsayım, 2.tahmin, kestirim

conjoin

1. birleştirmek, 2. birleşmek, 3. bitiştirmek, bitişmek

conjoined twins

yapışık ikizler

conjoint

1. birleşik, 2. bitişik

conjointly

birleşik olarak

conjugal affection

karı koca sevgisi

conjugal rights

karı koca hakları

conjugal

karı kocaya/evliliğe ait, evlilikle ilgili

conjugate angles

eşlenik açılar

conjugate

1.(eylem) çekmek, 2.(eylem) çekilmek

conjugation

eylem çekimi

conjunct

birleşik, ortak

conjunction

1.bağlaç, 2.birleşme, birleşim

conjunctions of

karşılaştırma bağlaçları

comparison

karşılaştırma bağlaçları

conjunctions of concession

uzlaştırma bağlaçları

conjunctions of condition

durum bağlaçları

conjunctions of purpose istek bağlaçları conjunctions of reason neden bildiren bağlaçlar conjunctions of result

netice bildiren bağlaçlar

conjunctions of time

zaman bağlaçları

conjunctiva

konjonktiv

conjunctive mood

şart kipi

conjunctive

bitiştiren, birleştiren

conjunctively

birleştirerek, bitiştirerek

conjunctivitis

1. konjonktivit, 2. trahoma

conjuncture

1. konjonktür, 2. kriz, buhran, 3. kritik durum

conjuration

1. yalvarma, 2. sihir, büyü

conjure up

1. (hayalinde) canlandırmak, 2. hatırlatmak

conjure

1.hokkabazlık yapmak, 2.el çabukluğu ile çıkarmak

conjurer

hokkabaz, sihirbaz

conjuror

bkz. conjurer

conk out

1. bozulmak, arıza yapmak, 2. aniden durmak

conk

burun

conker

at kestanesi

connate water

tortulu su

connate

1. doğuştan olan, fıtri, 2. aynı soydan gelen, 3. bitişik

connatural

doğuştan olan, fıtri

connect in series

seri bağlamak

connect

1.bağlamak, birleştirmek, 2.(telefonla) bağlamak, 3.(tren, vb.) birleşmek, aktarmalı olmak

connected set

bağlantılı küme

connected

bağlı, ilgili

connected connectedly

ilgili olarak

connecting bolt

bağlama cıvatası

connecting line

bağlantı hattı

connecting rod

piston kolu

connecting

bağlayan, birleştiren, bağlama

connection piece

irtibat parçası

connection pin

bağlama pimi

connection

1.bağlantı, 2.ilişki, bağ, 3.aktarma, aktarmalı taşıt, 4.müşteri

connective tissue

bağdoku

connective

1. bağlayıcı, 2. bağlayan, birleşik

connector

1. bağlayıcı, ara parça, rakor, 2. con.

conning tower

kumanda kulesi

connivance

göz yumma, görmezlikten gelme

connive at

göz yummak, ses çıkarmamak

connive

1.gizlice işbirliği yapmak, 2.(at ile) göz yummak, görmezlikten gelmek

connoisseur

uzman, ehil

connotation

yan anlam

connotative meaning

yananlam

connotative

yananlamsal

connote

anlamına gelmek

connubial

evlilikle ilgili

conoid

koni şeklinde

conquer

1.almak, fethetmek, zaptetmek, 2.yenmek, 3.üstesinden gelmek, alt etmek

conqueror

fatih

conquest

1.fetih, fethetme, ele geçirme, 2.yenme, alt etme, üstesinden gelme, 3.ele geçirilmiş şey/kimse

consanguine

soydaş

consanguinity

kan akrabalığı, kan bağı

conscience

vicdan, bulunç, duyunç

conscientious

1.vicdanlı, dürüst, 2.özenle yapılmış, özenli dikkatli

conscious

1.bilinçli, kendinde, 2.farkında, bilincinde, 3.kasıtlı, kasti

consciously

bile bile

consciousness

bilinç

conscript

1.askere alınmış kimse, 2.askere almak

conscription

askere alma

consecrate

1.kutsamak, 2.adamak

consecution

birbirini takip etme, peşpeşe olma, dizi

consecutive

ardarda gelen, ardışık

consensus of opinion

ortak görüş, görüş mutabakatı

consensus

ortak karar, oy birliği, anlaşma

consent

1.izin vermek, razı olmak, 2.izin, rıza

consentient

birbirine uygun, kabul eden

consequence

1.sonuç, 2.önem

consequent

1. sonucu olan, 2. izleyen, 3. uyumlu, konsekan, 4. bağlı

consequential

sonucu olan, bağlı olan

consequently

sonuç olarak, bu nedenle

conservancy

koruma, muhafaza

conservation of energy enerjinin korunumu conservation of matter maddenin korunumu conservation

1.koruma, 2.idareli kullanma

conservationist

çevreci, doğal çevreyi koruma yanlısı

conservatism

tutuculuk, muhafazakârlık

conservative

1.tutucu, muhafazakâr, 2.gösterişsiz, sade, yalın, alçak gönüllü, 3.dikkatli, önlemli, mantıklı, 4.tutucu, muhafazakâr, muhafazakâr parti üyesi

conservatoire

konservatuvar

conservator

1. koruyucu, 2. veli, vasi

conservatory

1.konservatuvar, 2.limonluk, ser

conserve

korumak 1.iyice düşünüp taşınmak, hesaba katmak, 2.olduğunu düşünmek, saymak, gözü ile bakmak, 3.göz önünde tutmak, dikkate almak, hesaba katmak

consider considerable

considerable

büyük, önemli, hatırı sayılır

considerably

çok

considerate

düşünceli, saygılı

consideration for sale

satış fiyatı

consideration

1.dikkat, göz önünde tutma, 2.düşünce, saygı, 3.husus, etmen, 4.ödeme, ödül, karşılık

considering

-e göre, -e karşın

consign

1.(satılmak amacıyla bir şey) göndermek, sevketmek, 2.vermek, teslim etmek, 3.tahsis etmek, 4.emanet etmek, vermek

consignation

emanet, depozito

consignee

alıcı, konsinye, mal gönderilen kimse

consignment account

konsinye mal hesabı

consignment buying

konsinye alım

consignment note

irsaliye, konşimento

consignment sale

konsinye satış

consignment

1.mal gönderme, 2.gönderilen mal, parti

consignor

gönderen, malı gönderen kimse

consist in

1. oluşmak, ibaret olmak, 2. içine almak

consist of

1. bağlı olmak, dayanmak, 2. ibaret olmak, kapsamak

consist

1.(of ile) oluşmak, 2.(in ile) bağlı olmak, dayanmak

consistence

bkz. consistency

consistency

1.koyuluk, yoğunluk, kıvam, 2.kararlılık, tutarlılık, uyum

consistent

1.birbirini tutar, istikrarlı, tutarlı, uygun, 2.tutarlı, sürekli, devamlı

consistently

sürekli olarak, durmadan

consistory

kilise meclisi

consolation

teselli, avunç, avuntu

consolatory

teselli edici

console switch

konsol anahtarı

console

1.avutmak, teselli etmek, 2.konsol, 3.dirsek, destek

consolidate

1.güçlendirmek, sağlamlaştırmak, pekiştirmek, 2.güçlenmek, sağlamlaşmak, pekişmek, 3.birleştirmek, 4.birleşmek

consolidated budget

konsolide bütçe

consolidated debt

consolidated debt

konsolide borç

consolidated

birleştirilmiş, konsolide edilmiş

consolidation

1.sağlamlaştırma, 2.birleşim, ünite, 3.birleştirme, birleşme

consolidator

grupaj acentası

consols

devlet tahvilatı

consomme

konsome, et suyu

consonance

1. uygunluk, uyum, ahenk, 2. mutabakat

consonant harmony

ünsüz uyumu

consonant to

ahenkli

consonant with

uygun

consonant

ünsüz harf, ünsüz

consonantal

ünlü harflerle ilgili

consort

1.karı, koca, eş, 2.refakat gemisi, 3.(with ile) düşüp kalkmak, sürtmek, takılmak

consortium

konsorsiyum, birlik

conspectus

taslak

conspicuous

göze çarpan, çarpıcı, dikkat çekici

conspiracy

komplo, tezgâh

conspirator

komplocu

conspire

1.plan yapmak, komplo kurmak, 2.(olaylar) bir araya gelmek, birleşmek, üst üste gelmek

constable

polis memuru

constabulary

polis örgütü

constancy

1.direşim, karar, metanet, sebat, 2.değişmezlik, tutarlılık, 3.bağlılık

constant fraction

sabit kesir

constant speed

sabit hız

constant

1.direşimli, sebatkâr, metin, kararlı, 2.değişmez, sabit, 3.vefalı, sadık

constantan

konstantan

Constantinople

istanbul'un eski ismi

constantly

1. daima, sürekli, 2. hiç durmadan, devamlı, sık sık

constate

olumlu olarak belirtmek, betimlemek

constative

constative

pekiştirici, betimleyici

constellation

takımyıldız

consternation

şaşkınlık, dehşet, korku, şok

constipate

1.kabız etmek, 2.kabız olmak

constipation

kabızlık, peklik

constituency

1.seçmenler, 2.seçim bölgesi

constituent assembly

kurucu meclis

constituent body

seçmenler

constituent sentence

kurucu tümce

constituent

1.seçmen, 2.bileşen, öğe, 3.oluşturan, bileşen

constitute

1.oluşturmak, 2.kurmak

constitution

1.oluşum, bileşim, 2.yapı, bünye, 3.anayasa, 4.kural, yol yordam

constitutional court

anayasa mahkemesi

constitutional law

anayasa hukuku

constitutional state

hukuk devleti

constitutional strike

yasal grev

constitutional

1.yapısal, bünyesel, 2.anayasal

constitutionalism

meşrutiyet

constitutionality

anayasaya uygunluk

constitutionally

anayasaya göre

constitutive

1. kurucu, yapıcı, 2. oluşturan, 3. teşkil eden

constrain

zorlamak, zorunda bırakmak

constrained

(davranış, vb.) doğal olmayan, zorlamalı

constraint

1.kısıtlama, zorlama, 2.baskı, tehdit, zor, 3.gerçek duygularını saklama, uslu durma

constrict

1.daraltmak, 2.sıkmak, 3.kısmak

constriction

1. daraltı, 2. sıkma, büzme, dar geçit, tazyik

constrictive

daraltılı

constrictor

sıkıcı adele

construct

1.inşa etmek, yapmak, 2.kurmak

constructed language

constructed language

yapma dil, yapay dil

construction engineer

inşaat mühendisi

construction industry

inşaat sanayii

construction plan

proje

construction site

şantiye

construction worker

inşaat işçisi

construction

1.yapılış, yapım, inşa, 2.bina, yapı, inşaat, 3.yapı endüstrisi, 4.tümce kuruluşu, tümce yapısı, 5.anlam, anlam verme

constructive

geliştirici, yapıcı, yardımcı, yararlı

constructor

müteahhit, inşaatçı

construe

1.yorumlamak, anlam vermek, 2.(cümle) analiz etmek

consuetude

örf, âdet, usul

consuetudinary

olağan, alışılagelen

consul general

başkonsolos

consul

konsolos

consular agent

fahri konsolos

consular fees

konsolosluk ücreti

consular

konsoloslukla ilgili

consulate general

başkonsolosluk

consulate

1.konsolosluk, 2.konsolosluk binası

consulship

konsolosluk

consult with

görüşmek, görüş alışverişinde bulunmak

consult

1.danışmak, başvurmak, 2.(with ile) görüşmek, görüş alışverişinde bulunmak

consultant

1.danışman doktor, başhekim, 2.uzman, danışman, bilirkişi

consultation

1.danışma, başvurma, geneş, 2.konsültasyon

consultative assembly

danışma meclisi

consultative committee danışma komitesi consultative

istişari

consulting engineer

danışman mühendis

consulting fee

danışmanlık ücreti

consulting room

consulting room

muayenehane

consulting

danışmanlık yapan, danışman olan

consumable

tüketilir, sarf olunur, kullanılır

consume

1.tüketmek, 2.yemek/içmek, 3.yok etmek, yakmak, kül etmek

consumer acceptance

tüketici tercihi

consumer cooperative

tüketici kooperatifi

consumer credit

tüketici kredisi

consumer demand

tüketici talebi

consumer durable

dayanıklı tüketim malı

consumer durables

dayanıklı tüketim malları

consumer goods

tüketim malları

consumer loan

tüketici kredisi

consumer non-durables dayanıksız tüketim malları consumer prices

tüketici fiyatları

consumer protection

tüketiciyi koruma

consumer society

tüketici derneği

consumer

tüketici

consumer's goods

tüketim malları

consumer's strike

tüketici grevi

consumers' cooperative tüketim kooperatifi consummate

1.tam, eksiksiz, mükemmel, 2.tamamlamak, mükemmelleştirmek, 3.(evliliği) cinsel ilişkiyle tamamlamak

consummation

tamamlama

consumption goods

tüketim malları

consumption loan

tüketim kredisi

consumption of energy enerji tüketimi consumption society

tüketim toplumu

consumption tax

tüketim vergisi

consumption

1.tüketim, 2.verem

consumptive

1. tüketilecek, 2. veremli

contact breaker

contact breaker

otomatik şalter

contact button

elektrik düğmesi

contact lens

kontaklens, lens

contact

1.dokunma, temas, değme, 2.bağlantı, bağ, irtibat, 3.bağlantı kurulan kimse, 4.kontak, 5.kontaklens, 6.görüşmek, bağlantı kurmak

contactless

değmesiz, temassız, kontaksız

contactor

kontaktör

contagion

1. hastalık bulaşması, 2. bulaşıcı hastalık, 3. sirayet

contagious

1.(hastalık) temasla geçen, bulaşıcı, 2.(insan) bulaşıcı hastalığı bulunan, 3.bulaşıcı, herkesi etkileyen

contain

1.içermek, kapsamak, 2.tutmak, zaptetmek, bastırmak

container

(kutu, şişe, vb.) kap

containerization

konteynerleştirme

contaminant

kirletici, bulaşkan, bulaştırıcı parçacık

contaminate

1.bulaştırmak, pisletmek, kirletmek, 2.zehirlemek, bozmak

contaminating

kirletici, bulaştırıcı

contamination meter

Geiger cihazı

contamination

1. bulaştırma, kirletme, 2. bulaşma, bulaşım

contango

tehir primi, repor

contemn

küçük görmek, adam yerine koymamak

contemplate

1.bakmak, 2.niyetinde olmak, tasarlamak, 3.üzerinde düşünmek, düşünüp taşınmak

contemplation

1.derin düşünme, düşünceye dalma, 2.niyet, 3.beklenti

contemplative

derin düşünceye dalmış, düşünceli, dalgın

contemporaneous

contempt of court

aynı zamanda olan 1.aynı zamana ait, 2.çağdaş, modern, 3.yaşıt, akran, 4.diğeriyle aynı dönemde doğan/yaşayan kimse, çağdaş, 5.çağdaş müzisyen, ozan, yazar, vb. kimse mahkemeye itaatsizlik

contempt

1.teessüf, aşağısama, 2.küçümseme, 3.saygısızlık

contemptible

alçak, alçakça, aşağılık, adi

contemptuous

hor gören, küçümseyici, aşağılayıcı

contend

çekişmek, yarışmak, iddia etmek

contender

yarışmacı

contemporary

content analysis

içerik çözümlemesi

content validity

içerik geçerliliği

content

1.memnun, hoşnut, mutlu, doygun, 2.doyurmak, hoşnut etmek, tatmin etmek, 3.içerik

contented

memnun, hoşnut, doygun

contention

1.tartışma, çekişme, mücadele, 2.iddia, bakış açısı, görüş

contentious

1.tartışmacı, kavgacı, 2.tartışmalı, tartışma konusu olan

contentment

memnuniyet, razı olma, gönül hoşluğu

contents

içindekiler

conterminous

komşu, sınırdaş, bitişik

contest

1.mücadele, 2.yarışma, 3.yarışmak, çekişmek, rekabet etmek, 4.doğruluğu hakkında tartışmak

contestant

yarışmacı

context

1.bağlam, kontekst, 2.genel durum

context-free

bağlamdan bağımsız

context-restricted

bağlama bağlı

contextual meaning

kapsam

contextual

bağlamsal

contextuality

bağlamlılık

contexture

yapı

contiguity

bitişiklik, komşuluk

contiguous country

komşu ülke

contiguous zone

bitişik bölge

contiguous

1. bitişik, 2. yakın, sınırdaş

continence

ılımlılık, ölçülülük

continent

kıta, anakara

continental climate

kara iklimi

continental divide

kıta bölüm çizgisi

continental drift

karaların kayması

continental quilt

kuştüyü yorgan

continental shelf

kıta sahanlığı, kara sahanlığı

continental

1.kıtasal, 2.Avrupa'ya ait

contingency allowance fazla mesai ücreti contingency annuity

şartlı ödeme

contingency fund

karşılık fonu

contingency reserve

yedek akçe, ihtiyat akçesi

contingency

olasılık

contingent

1.-e bağlı, 2.şans eseri olan, umulmadık, tesadüfi, 3.birlik, grup, 4.bölüm, grup

continual

sürekli, devamlı, sık

continually

mütemadiyen, harıl harıl

continuance

1. devam, 2. erteleme

continuant

sürekli

continuation

1.sürme, devam etme, 2.devam

continue

1.devam etmek, sürmek, 2.devam ettirmek, sürdürmek, 3.kalmak

continued

sürekli, devamlı

continuing

müdevver

continuity concept

devamlılık kavramı

continuity

süreklilik

continuous control

sürekli kontrol, sürekli denetim

continuous current

sürekli akım, doğru akım

continuous market

sürekli pazar

continuous power

devamlı güç, sürekli güç

continuous

sürekli, devamlı

continuously

1. sürekli olarak, 2. mütemadiyen

continuum

kontinuum, sürem

contort

(yüz, vb.), buruşturmak, buruşmak

contortion

1. bükme, burma, 2. bükülme, burulma, 3. kıvrık

contour line

eşyükselti eğrisi, tesviye eğrisi

contour map

1. çevre eğrisi haritası, 2. düzey haritası

contour pen

çevre eğrisi kalemi

contour

contour

1.dış hatlar, 2.(haritada) yükseklik çizgisi, kontur

contra account

mukabil hesap

contra

1. kontra, karşı, 2. hesabın alacak bölümü

contra-

(önek) karşı, zıt, aksi, ters

contraband goods

kaçak mallar

contraband

1.kaçak eşya, kaçak mal, 2.kaçakçılık, 3.kaçak

contrabass

kontrbas

contraception

doğum kontrolü, gebelikten korunma

contraceptive

gebelik önleyici

contract a debt

borca girmek

contract an engagement taahhüt etmek contract book

mukavele defteri

contract bridge

briç oyunu

contract for futures

vadeli sözleşme

contract of insurance

sigorta sözleşmesi

contract of licence

lisans sözleşmesi

contract of sale

satış sözleşmesi

contract

1.sözleşme, kontrat, 2.sözleşme yapmak, 3.(hastalık, vb.) kapmak, 4.küçülmek, büzülmek, 5.küçültmek, büzmek, 6.kısalmak, 7.kısaltmak

contracted

1. büzük, büzülmüş, 2. kısaltılmış, 3. pazarlığı edilmiş

contractible

büzülebilir

contractile

1. kasılabilen, büzülebilen, 2. kasılabilir

contracting firm

müteahhit firma

contraction

1.(hastalık, vb.) kapma, 2.küçülme, büzülme, 3.küçültme, büzme, 4.(kas) kasılma

contractionary

daraltıcı

contractor

müteahhit

contractual terms

sözleşme koşulları

contractual

sözleşmeye bağlanmış, sözleşmeli

contradict

1.inkâr etmek, yadsımak, 2.yalanlamak, 3.birbirini tutmamak, çelişmek

contradiction

1.tersini söyleme, inkâr, yadsıma, 2.yalanlama, 3.zıtlık, çelişki

contradictory

contradictory

çelişkili, tutarsız, birbirini tutmayan

contralto

kontralto

contraption

garip alet/makine, zamazingo, zımbırtı

contrarily

aksine, bilakis

contrariness

inatçılık, aksilik

contrariwise

bilakis, aksine, ters yönde

contrary to the specifications

şartnameye aykırı

contrary

1.karşıt, aksi, zıt, 2.tamamen farklı, 3.karşı, aykırı, ters, 4.huysuz, inatçı, kafasının dikine giden, 5.zıt, karşıt olan şey

contrast control

contrasting colour

kontrast ayarı, sertlik ayarı 1.karşıtlık, tezat, fark, farklılık, 2.karşılaştırma, mukayese, 3.zıt şey, 4.çelişmek, tezat oluşturmak, 5.(farkı görmek için) karşılaştırmak, mukayese etmek kontrast renk

contrastive analysis

ayrımsal çözümleme

contrastive

ayrımsal

contravene

1.karşı gelmek, aykırı davranmak, ihlal etmek, çiğnemek, 2.karşı çıkmak, reddetmek, 3.uyuşmamak, çatışmak

contravener

kanuna karşı gelen

contravention

1. karşı gelme, ihlal, 2. muhalefet

contretemps

gaf

contribute

1.katkıda bulunmak, katılmak, 2.-de payı olmak, neden olmak, 3.yazı hazırlamak, yazmak

contribution margin

azami gelir

contribution

1.kalıtım, 2.katkı, yardım, 3.yazı, makale

contributor

1. katkıda bulunan kimse, 2. yardım yapan kimse

contributory

payı olan, neden olan

contrite

pişman, suçluluk duyan

contrition

pişmanlık

contrivance

tertibat, icat, buluş, hüner, cihaz, aygıt

contrive

1.bulmak, icad etmek, uydurmak, 2.planlamak, kurmak, 3.bir yolunu bulup yapmak, becermek, ayarlamak

contrived

yapmacık, zoraki

control apparatus

kontrol cihazı

contrast

control box

1. kontrol kutusu, 2. yönetim odası

control cable

kumanda kablosu

control card

kontrol kartı, denetim kartı

control chart

kontrol grafiği

control circuit

kontrol devresi

control desk

denetim masası, kumanda masası

control gear

kumanda dişlisi

control group

kontrol grubu

control key

kontrol tuşu

control knob

ayar butonu, düğme

control lever

kumanda kolu

control mechanism

kumanda mekanizması

control point

denetim noktası

control port

kontrol kapısı

control program

denetim programı

control room

kontrol odası, yönetim odası

control system

kontrol sistemi, denetim sistemi

control tower

kontrol kulesi

control word

denetim sözcüğü 1.hakim olmak, dizginlemek, 2.düzenlemek, 3.kontrol etmek, denetlemek, 4.denetim, kontrol, 5.düzenleme, 6.idare, hakimiyet, yönetim, 7.ç. (uçak, vb.) kumanda donanımı

control controllable

yönetilebilir, idare edilebilir, denetlenebilir

controlled economy

kontrollü ekonomi

controlled prices

kontrol altında tutulan fiyatlar

controlled

denetimli, kontrollü

controller

1. müfettiş, kontrolör, 2. kontrol aygıtı

controlling company

ana şirket

controlling

1. kontrol eden, 2. kontrol

controversial

tartışmaya yol açan

controversy

1.tartışma, 2.anlaşmazlık, uyuşmazlık

controvert

tekzip etmek, yalanlamak

contumacious

asi, itaatsiz

contumacy

inatçılık, isyankârlık

contumely

hakaret, aşağılama

contuse

berelemek, ezmek

contusion

ezik, bere, çürük, morartı

conurbation

birleşik kentler

convalesce

iyileşmek

convalescence

nekahet, iyileşme dönemi

convalescent

iyileşen

convection current

konveksiyon akımı

convection

konveksiyon, ısıyayım

convector

konvektör

convene in extraordinary

olağanüstü toplanmak

convene

1.toplantıya çağırmak, 2.buluşmak, toplanmak

convenience

1.uygunluk, elverişlilik, 2.rahat, çıkar, 3.uygun zaman, 4.halk tuvaleti

convenient

1.uygun, elverişli, müsait, 2.yakın, ulaşması kolay

convent

rahibe manastırı

conventicle

gizli dini toplantı

convention

1. toplama, 2. toplanma, 3. toplantı, 4. anlaşma, uzlaşma

conventional weapons

konvansiyonel silahlar, klasik silahlar

conventional

1.törel, geleneksel, uzlaşımsal, 2.(silah) konvansiyonel

conventionalism

konvansiyonalizm, uzlaşımcılık

converge

bir noktada birleşmek

convergence

1. bir noktada birleşme, 2. yakınsama

convergent lens

yakınsak mercek

convergent

1. bir noktada birleşen, 2. yakınsak

converging lens

yakınsak mercek

converging mirror

yakınsak ayna

converging

yakınsak, birbirine yaklaşan

conversant with

yakından bilen, iyi bilen

conversant

(with ile) bilgisi olan, bilen

conversation

konuşma, sohbet, muhabbet

conversational

1. karşılıklı konuşmalı, 2. konuşkan

conversationalist

iyi konuşan kimse

converse with

konuşmak

converse

1.konuşmak, sohbet etmek, 2.zıt, ters, karşıt

conversely

tam tersine

conversion factor

uyum katsayısı

conversion right

değiştirme hakkı

conversion

converter

1.değişme, dönüşme, 2.değiştirme, dönüştürme, 3.din değiştirme 1.değiştirmek, dönüştürmek, 2.değişmek, dönüşmek, 3.döndürmek, 4.dönmek, geçmek, 5.belli bir din/siyasi inancı kabul etmeye ikna edilen kimse 1. konvertisör, çevireç, değiştirgeç, 2. redresör

convertibility

konvertibilite, tahvil edilebilme

convertible currency

konvertibl para, serbest döviz

convertible money

konvertibl para

convertible

1.(para) konvertibıl, 2.başka bir şeye dönüştürülebilen, 3.üstü açılır araba

convertor

konvertisör, çevireç, değiştirgeç

convex lens

tümsek mercek

convex mirror

tümsek ayna

convex reflector

dışbükey yansıtıcı

convex

dışbükey

convexity

dışbükeylik

convey

1.taşımak, nakletmek, götürmek, 2.açığa çıkarmak, ifade etmek

conveyable

devredilebilir

conveyance by land

karayolu ile gönderme

conveyance of goods

mal gönderme

convert

conveyance of letters

mektup sevki

conveyance

1. taşıma, götürme, 2. tebliğ, ihbar, 3. terk, 4. taşıt, araç

conveyancer

temlikname düzenleyen

conveyer

taşıyıcı, nakliyeci

conveying plant

sevk tertibatı

conveyor belt

bantlı konveyör, kayışlı konveyör

conveyor line

taşıyıcı bant

conveyor

1. taşımacı, nakliyeci, 2. taşıyıcı, konveyör

convict

1.suçlu bulmak, 2.mahkum

convicted previously

sabıkalı, eski hükümlü

conviction

1.mahkumiyet, 2.sağlam ve içten inanç, kanı, kanaat

convince

inandırmak, ikna etmek

convincing

ikna edici, inandırıcı

convivial

neşeli, muhabbetli

conviviality

eğlence

convocation

1.çağrı, davet, 2.toplantı, meclis

convoke

toplantıya çağırmak, toplamak

convolute

1. sarılmış, dürülmüş, 2. bükülmüş

convoluted

1.kıvrık, büklümlü, 2.anlaşılması güç, karışık, dolambaçlı

convolution

kat, kıvrım, büklüm

convolvulus

1. çitsarmaşığı, 2. kahkaha çiçeği

convoy pennant

konvoy flaması

convoy

1.(korumak amacıyla) eşlik etmek, 2.konvoy

convulse

şiddetle sarsmak

convulsion

çırpınma, sarsılma, kıvranma

cony

ada tavşanı

coo

1.(kumru gibi) ötmek, 2.öpüşüp koklaşmak, kumru gibi sevişmek, 3.sevmek

Coo!

Eyah!, Hey!, Bana bak!

cook book

yemek kitabı

cook sb's goose

birinin yuvasını yapmak, onun hakkından gelmek

cook up

uydurmak, kafadan atmak

cook

1.aşçı, 2.(yemek) pişirmek, 3.pişmek

cooker

ocak, gaz ocağı

cookery

aşçılık

cookie

1.kurabiye, bisküvi, 2.adam

cooky

bkz. cookie

cool and collected

aklı başında, telaşlı olmayan

cool customer

haddini bilmez kişi

cool down

1. sakinleşmek, yatışmak, 2. sakinleştirmek

cool off

heyecanı sönmek

cool one's heels

1. ağaç olmak, 2. sabırsızlanarak beklemek

cool

1.serin, 2.sakin, soğukkanlı, serinkanlı, 3.(davranış) soğuk, uzak, 4.kafasına göre takılan, 5.küstah, 6.çok iyi, 7.soğumak, serinlemek, 8.soğutmak, serinletmek, 9.serinlik, 10.sakinlik, serinkanlılık, 11.serinkanlılıkla, heyecanlanmadan

coolant

soğutucu

cooler

1.soğutucu, 2.kodes

coolie

vasıfsız işçi

cooling water pump

devridaim tulumbası, su pompası

cooling

1. soğuma, 2. soğutma

coon

1.zenci, marsık, karaköpek, 2., hayb, rakun

coop up

kapatmak, hapsetmek, tıkmak, kafeslemek

coop

kümes

cooper

fıçıcı

cooperate

1.birlikte çalışma, işbirliği, elbirliği, 2.yardım, destek

cooperation

1. birlikte çalışma, işbirliği, elbirliği, 2. yardım

cooperative bank

kooperatif bankası

cooperative marketing müşterek pazarlama cooperative society

kooperatif şirket

cooperative

1.yardımcı, yardımsever, 2.elbirliğiyle yapılan, 3.kooperatif

coopt

1. oyla seçmek, 2. atamak, tayin etmek

coordinate clause

bağlaçlı yan cümle, sıralı tümce

coordinate

1.etkinliği artırmak için birlikte çalışmak, işbirliği yapmak, 2.düzenlemek, ayarlamak

coordination committee koordinasyon komitesi coordination number

koordinasyon sayısı

coordination

koordinasyon, eşgüdüm

coordinative

eşgüdümlü, koordine

coordinator

koordinatör, bağlayan, bağlaç

coot

sutavuğu

coownership

ortak mülkiyet

cop it

fırça yemek

cop out

sorumluluktan kaçmak, yan çizmek

cop

polis, aynasız

copaiba

pelesenk yağı

copal

kopal

copartner

ortak, hissedar

copartnership

ortaklık, hissedarlık

cope of heaven

gökkubbe

cope with

ile başa çıkmak, üstesinden gelmek

cope

1.cüppe, 2.(with ile) başa çıkmak, üstesinden gelmek

copier

fotokopi makinesi

copilot

ikinci pilot

coping saw

oyma testere

coping

harpuşta, duvar semeri

copious

1.bol, çok, 2.(yazar) çok yazmış, verimli

coplanar

düzlemdeş, eş düzlemli, eş yüzlü

copolymer

kopolimer, eşpolimer

copolymerization

kopolimerizasyon, eşpolimerleşme

copper acetate

bakır asetat

copper beech

kızıl gürgen

copper boiler

bakır kazan

copper carbonate

bakır karbonat

copper chloride

bakır klorür

copper coloured

bakır renginde

copper engraving

bakır oymacılığı

copper glance

kalkosin, sülfürlü bakır

copper oxide

bakır oksit

copper pipe

bakır boru

copper plate

bakır levha

copper plating

bakır kaplama

copper sulphate

bakır sülfat

copper sulphide

kalkopirit

copper wire

bakır tel

copper

1.bakır, 2.düşük değerli bakır para, 3.polis, aynasız, 4.bakır rengi

copper-clad

bakır kaplı

copperas

demir sülfat, zaç

copperbottomed

karinası bakır kaplı, denize dayanıklı

coppersmith

1. bakırcı, 2. kazancı

coppery

bakır gibi, bakırlı

coppice forest

baltalık, koruluk

coppice

küçük koru, ağaçlık

copra

kurutulmuş hindistan cevizi

coproduction

ortak üretim

coproprietor

müşterek sahip

coproprietorship

müşterek sahiplik

copse

çalılık, koru

copula

haber edatı, koşaç, bildirme eki

copulate

(hayvan) çiftleşmek

copulation

çiftleşme

copulative

copulative

1. bağlayan, birleştiren, 2. haber edatı, 3. bağlayan, birleştiren, 4. haber edatı

copy book

yazı defteri, not defteri

copy

1.kopya, suret, 2.gazete, vb. nin bir tek sayısı, sayı, nüsha, 3.kopyasını yapmak, kopyasını çıkarmak, 4.örnek almak, taklit etmek, 5.kopya çekmek

copycat

sürekli başkalarını taklit eden kimse, taklitçi

copyright law

telif hakları yasası

copyright

telif hakkı

copytypist

daktilo

copywriter

reklam yazarı

coquet

cilveli hareket etmek, işve yapmak, kırıtmak

coquetry

cilve, şuhluk, aşna fişne

coquette

1. fettan kadın, 2. oynak kadın, fingirdek

coquettish

şuh

coracle

bir çeşit kayık

coral island

mercanada, atol

coral reef

mercan resifi, mercan kayalığı

coral snake

mercan yılanı

coral

mercan

coralline

1. mercandan, mercanlı, 2. koralina

corallite

mercanın tek polipi

coralloid

mercana benzeyen

corbel

bindirmelik, çıkma desteği

cord velvet

fitilli kadife

cord

1.ip, sicim, 2.tel, şerit, 3.(ses) tel

cordage

halat takımı, selviçe

cordate

yürek biçiminde

corded ladder

ip merdiven

corded

1. fitilli, 2. iple bağlanmış, ipli

cordial

1.candan, yürekten, içten, sıcak, dostça, 2.meyve suyu, 3.likör

cordiality

samimiyet, dostluk

cordially

içtenlikle, yürekten

cordite

1. kordit, 2. dumansız barut

cordon

1.polis kordonu, askeri kordon, 2.kordon, şerit, 3.(off ile) kordon altına almak

cords

fitilli kadife pantolon

corduroy

1.fitilli kadife kumaş, 2.ç. fitilli kadife pantolon

core carbon

göbek karbonu

core

1.(meyve) göbek, koçan, eşelek, 2.bir şeyin en önemli yeri ya da merkezi, öz, çekirdek

corgi

kısa bacaklı küçük bir köpek türü

coriaceous

1. deriden yapılmış, 2. sert

coriander

kişniş

corinthian order

Korint üslubu

corinthian

Korint

corium

koryum, altderi

cork oak

mantar meşesi, sezü

cork stopper

mantar tapa

cork

1.şişe mantarı, 2.(şişe, vb.) mantarla tıkamak

corked

mantarlı, mantar kokan

corkscrew stair

helezon merdiven, sarmal merdiven

corkscrew

1.tirbuşon, 2.sarmal, burgu, spiral, helezon

corkwood

mantar ağacı

corky

mantara benzer, kuru, hafif

cormorant

karabatak

corn bread

mısır ekmeği

corn chandler

zahire tüccarı

corn crake

bıldırcın kılavuzu

corn flour

mısır unu, nişasta

corn silk

mısır püskülü

corn sugar

mısır şekeri

corn syrup

glikoz

corn

1.buğday, 2.mısır, 3.ekin, tahıl, tane, 4.nasır

corncob

mısır koçanı

corncrib

mısır ambarı

cornea

kornea

cornel

1. karaniya, 2. kızılcık

cornelian cherry

kızılcık

cornelian

akik taşı

corner bumper

köşeli tampon

corner stone

köşe taşı, kilit taşı

corner the market

piyasayı ele geçirmek

corner

1.köşe, 2.(futbol) köşe vuruşu, korner, 3.kıstırmak, köşeye sıkıştırmak, 4.(taşıt) köşe dönmek, 5.(ticarette) öne geçmek, alım satımı/üretimi ele geçirmek

cornering

viraj alma

cornerstone

1.köşe taşı, 2.temel, esas

cornerwise

çapraz

cornet

1.kornet, 2.dondurma külahı, kornet

cornfield

mısır tarlası

cornflakes

mısır gevreği

cornflour

mısır unu

cornflower

peygamberçiçeği

cornhusk

mısır koçanı kabuğu

cornice

1.pervaz, korniş, 2.saçak silmesi

corning

salamura yapma

cornsilk

mısır püskülü

cornstarch

mısır unu

corny

modası geçmiş, eski, bayat

corolla

taçyapraklar, korol

corollary

bir şeyin doğal sonucu, sonuç

corona discharge

korona deşarjı, fırça deşarjı

corona

1. ağıl, ayla, hale, 2. taç, 3. korona

coronach

cenaze şarkısı

coronary artery

taçdamar, koroner atardamar

coronary thrombosis

kanın pıhtılaşması, tromboz

coronary

1.kalple ilgili, 2.kalp krizi

coronation

taç giyme töreni

coroner

1.sorgu yargıcı, 2.kuşkulu ölüm olaylarını kovuşturan görevli

coronet

küçük taç

corporal punishment

dayak

corporal

1.gövdesel, bedensel, vücuda ait, 2.onbaşı

corporally

bedenen, cismen

corporate director

yönetim kurulu üyesi

corporate income tax

kurumlar vergisi

corporate name

şirket unvanı

corporate saving

şirket tasarrufu

corporate seal

şirket mühürü

corporate state

korporatif devlet

corporate tax

kurumlar vergisi

corporate trust

şirket kredisi

corporate

1.birleşmiş, ortak, kollektif birlik halinde, 2.tüzel, hükmî

corporation accounting şirket muhasebesi corporation bylaw

şirket tüzüğü

corporation income tax kurumlar vergisi corporation tax

kurumlar vergisi

corporation

1.dernek, kurum, 2.lonca, 3.tüzel kişi, 4.kuruluş, şirket, 5.şişko göbek

corporeal

bedeni, maddi

corps commander

kolordu komutanı

corps

1.kurul, heyet, 2.kolordu

corpse

ceset, ölü

corpulence

şişmanlık

corpulent

çok şişman, şişko

corpus

külliyat

corpuscle

yuvar

corpuscular

parçacık ile ilgili

corral

çevresi çitle sarılı büyükbaş koyun ağılı

correct

1.düzeltmek, 2.doğru, yanlışsız, 3.kurala uygun

correcting

1. düzeltme, tashih etme, 2. cezalandırma

correction of age

yaş tashihi

correction

1.düzeltme, 2.ceza, cezalandırma

corrective

düzeltici

correctly

1. doğru olarak, 2. uygun biçimde, 3. tam tamına

correctness

1. doğruluk, 2. dürüstlük, uygunluk

corrector

düzeltici

correlate

aralarında ilişki kurmak, bağlantılı olmak

correlation matrix

ilişki dizeyi, korelasyon matrisi

correlation

ilişki

correlative

1. bağlılaşık, 2. karşılıklı

correspond

1.uymak, uyuşmak, uygun olmak, 2.-in karşılığı olmak, uyuşmak, birbirini karşılamak, 3.(düzenli olarak) yazışmak, mektuplaşmak

correspondence course mektupla öğretim correspondence school açıköğretim correspondence

1.uygunluk, birbirini tutma, benzerlik, uyuşma, 2.mektuplaşma, yazışma, 3.yazışmalar, mektuplar

correspondent bank

muhabir banka

correspondent

1.bir kimseyle sürekli mektuplaşan kişi, 2.taşra ya da dış ülke muhabiri

corresponding

uygun, mutabık, benzer

corridor

1.koridor, aralık, geçit, 2.iki ülke arasındaki dar arazi

corrigendum

baskı hatası

corrigible

düzeltilebilir, giderilebilir

corroborant

destekleyici

corroborate

kanıtlarla desteklemek, doğrulamak, onaylamak

corroboration

corroboration

doğrulama, teyit, tasdik

corrode

1.aşındırmak, çürütmek, 2.aşınmak, çürümek, oksitlenmek, paslanmak

corrosion

1.aşındırma, paslandırma, çürütme, 2.aşınma, çürüme, paslanma, korozyon

corrosion-proof

aşınmaya dayanıklı

corrosion-resistant

aşınmaya dayanıklı

corrosive power

aşındırıcı güç

corrosive sublimate

biklorit, süblime

corrosive

1. aşındırıcı, yiyici, yiygen, 2. çürütücü

corrugate

kırıştırmak, buruşturmak, buruşmak

corrugated iron

oluklu demir levha

corrugated paper

oluklu karton

corrugated pipe

oluklu sac boru

corrugated

dalgalı, kıvrımlı, katlı

corrugation

corruptible

1. oluk, yiv, 2. ondüle 1.(insanı) bozmak, baştan çıkarmak, kötüleştirmek, yozlaştırmak, 2.rüşvet vermek, 3.özgünlüğünü bozmak, kötü duruma sokmak, laçkalaştırmak, 4.ahlaksız, yozlaşmış, kötü, 5.namussuz, rüşvet yiyici, 6.yanlış, bozuk, laçka ayartılabilir, çürüyebilir, bozulabilir

corruption

1.kötüleştirme, yozlaştırma, bozma, 2.namussuzluk, ahlaksızlık, 3.rüşvet yiyicilik, rüşvetçilik, 4.(sağlık) bozulma, zayıflama

corsage

korsaj

corsair

korsan

corset

korsa

cortege

kortej, tören alayı

cortex

1. kabuk, kışır, 2. korteks

corticate

kabuklu

corticated

kabuklu

cortisol

kortizol

cortisone

kortizon

corundum

1. korindon, 2. zımpara

coruscate

ışıldamak, parlamak

corvette

ufak torpido muhribi

corrupt

corvine

karga gibi

corymb

demet, salkım

coryza

burun nezlesi

cos

bkz. because

cosecant

kosekant, eşkesenlik

coset

koset, eşküme

cosh

1.cop, 2.coplamak

cosignatory

1. birlikte imzalayan, 2. ortak imza atan kişi

cosine

kosinüs

cosmetic

1.kozmetik, 2.kozmetikle ilgili, kozmetik, 3.(sorunun) yalnız dış görünümüyle ilgili, dış görüntüye önem veren

cosmetics

kozmetik

cosmic dust

kozmik toz, yıldızlararası toz

cosmic radiation

kozmik radyasyon

cosmic ray

kozmik ışın, evren ışını

cosmic

1.evrensel, 2.engin, geniş, sınırsız

cosmogony

kozmogoni, evrendoğum

cosmography

1. kozmografya, 2. kâinat ilmi

cosmology

evrenbilim, kozmoloji

cosmonaut

Sovyet uzayadamı, kozmonot

cosmonautics

kozmonotik, uzay yolculuğu, uzay gemiciliği

cosmopolitan

1.kozmopolit, 2.(insan, düşünce, vb.) geniş, sınırsız, geniş görüşlü

cosmos

evren

cosset

üzerine düşmek, şımartmak, üzerine titremek

cossette

küspe

cost a packet

tuzluya mal olmak

cost a pretty penny

pahalıya mal olmak/patlamak

cost account

maliyet hesabı

cost analysis

maliyet analizi

cost free

ücretsiz, masrafsız

cost of consumption

tüketim maliyeti

cost of conveyance

nakliye masrafı

cost of education

eğitim maliyeti

cost of living index

geçim indeksi

cost of living

geçim gideri

cost of manufacture

üretim maliyeti

cost of packing

ambalaj masrafı

cost of production

üretim maliyeti, imalat maliyeti

cost of research

araştırma gideri

cost of sales

satış maliyeti

cost or marketing

pazarlama giderleri

cost overrun

fazla maliyet

cost price

maliyet fiyatı

cost reduction

maliyeti azaltma

cost report

maliyet raporu

cost

1.fiyat, 2.değer, paha, 3.masraf, maliyet, 4.mal olmak, 5.değerinde olmak, etmek, yapmak, 6.maliyet hesaplamak

costal

kaburgalara ait

costate

kaburgalı

coster

sokak satıcısı

costermonger

seyyar sebze, meyve, balık satıcısı

costing

maliyetleme

costive

kabız

costliness

pahalılık

costly

1.pahalı, 2.pahalıya mal olan

costume ball

kıyafet balosu

costume jewellery

taklit ziynet eşyası

costume

giysi, kostüm

costumer

kostümleri hazırlayan kimse, elbiseci

cosurety

müteselsil kefil

cosy

cosy

1.rahat, sıcacık, 2.örtü, kılıf

cot

1.beşik, 2.baraka, kulübe

cotangent

kotanjant

cote

ağıl, kuş yuvası, mandıra

coterie

zümre, heyet

cottage cheese

1. süzme peynir, 2. lor peyniri

cottage

küçük ev, kulübe, kır evi

cottager

rençper, köylü

cotter

kama, çivi, kopilya

cotton belt

pamuk üretme bölgesi

cotton candy

pamukhelva, ketenhelva

cotton cloth

pamuklu kumaş

cotton exchange

pamuk borsası

cotton fabric

pamuklu kumaş

cotton field

pamuk tarlası

cotton gin

pamuk çırçırı

cotton grass

pamuk otu

cotton mill

pamuk fabrikası

cotton plant

pamuk fidanı

cotton plush

pamuklu peluş

cotton thread

pamuk ipliği

cotton up to

yaltaklanmak, geçinmek, anlaşmak

cotton velvet

pamuklu kadife

cotton wad

hidrofil pamuk

cotton wool

1. ham pamuk, 2. hidrofil pamuk

cotton yarn

pamuk ipliği

cotton

1.pamuk, 2.pamuk ipliği, 3.pamuk bezi

cottonize

pamuklaştırmak

cottonseed oil

pamuk yağı

cottonseed

cottonseed

pamuk çekirdeği, çiğit

cottony

pamuk gibi, pamuklu

cotyledon

1. kotileden, 2. çenek

cotyloid

hokka gibi

couch grass

ayrıkotu

couch

1.ifade etmek, belirtmek, bildirmek, 2.divan, sedir, kanape

couchette

(trende) kuşet

couching

katarakt ameliyatı

cougar

puma

cough drop

öksürük pastili

cough mixture

öksürük şurubu

cough up

para bayılmak, toslamak, sökülmek

cough

1.öksürmek, yötelmek, 2.öksürük, yötel, 3.öksürme, yötelme

could

1.(`can' eyleminin geçmiş biçimi olarak) -ebilirdi, -abilirdi, 2.(dolaylı anlatımda `can'in yerine) -ebilir, -ebileceği, 3.(olasılık belirtir) ebilir, -abilir, 4.(rica belirtir) -ebilir, -abilir

coulee

derin sel çukuru

coulisse

kulis

coulomb

kulomb, kulon

coulometer

kulonmetre, coulombmetre

coumarin

kumarin

coumarone

kumaron

Council of Europe

Avrupa Konseyi

Council of Ministers

Bakanlar Kurulu

Council of State

1. Danıştay, Devlet ?urası, 2. Danıştay, Devlet ?urası

council of war

harp meclisi

council

1.konsey, danışma kurulu, meclis, 2.(ev, daire, vb.) yerel idare tarafından yapılan, denetlenen, kiraya verilen

councillor

meclis üyesi

councilman

belediye encümen üyesi

counsel fee

vekâlet ücreti

counsel

1.avukat, 2.öneri, tavsiye, 3.önermek, tavsiye etmek, akıl vermek

counsellor

1.danışman, 2.avukat

counsellor-at-law

avukat, dava vekili

counselor

bkz. counsellor

count down

geriye doğru saymak

count for little

çok önemsiz olmak

count for nothing

çok önemsiz olmak

count in

katmak, dahil etmek

count noses

kelle saymak

count on

1. bel bağlamak, güvenmek, 2. beklemek, hesaba katmak

count one's chickens

dereyi görmeden paçaları sıvamak

count out

1. birer birer saymak, 2. dahil etmemek, saymamak

count the cost

bütün riskleri hesaplamak, enikonu düşünmek

count the pennies

kemerleri sıkmak

count up

hesap etmek

count

1.(sayı) saymak, 2.içermek, saymak, kapsamak, içine almak, 3.olduğunu düşünmek, olarak saymak, 4.önemi olmak, değeri olmak, 5.sayma, sayım, 6.hesap, 7.sayı, toplam, 8.şikayet maddesi, 9.önemseme, umursama, dikkat, 10.kont

countable noun

sayılabilen isim

countable

sayılabilen, sayılabilir

countdown

gerisayım

countenance

1.yüz ifadesi, 2.uygun bulma, onama, destek, onay, tasvip, izin, 3.desteklemek, onaylamak, uygun bulmak, izin vermek

counter claim

karşı dava

counter currency

sahte para

counter demonstration karşı gösteri counter jumper

tezgâhtar

counter measure

karşı önlem

counter motion

karşı öneri, karşı teklif

counter offer

karşı teklif

counter proposal

karşı teklif

counter revolution

karşı devrim

counter security counter

ikinci kefalet 1.tezgâh, 2.marka, fiş, 3.sayıcı, sayaç, 4.karşı çıkmak, karşısında olmak, muhalefet etmek, 5.karşılamak, karşı koymak, karşılık vermek, 6.karşı

counter-intelligence service

karşı casusluk servisi

counteract

1.karşılık vermek, mukabele etmek, 2.(etkisini) yok etmek, gidermek

counteraction

1. karşı hareket, 2. karşı koyma

counterattack

1.karşı saldırı, kontratak, 2.karşı saldırı yapmak, kontratak yapmak

counterbalance

1.eş ağırlık, karşılık, 2.denkleştirmek, denk ağırlıkla karşılamak

counterbore

1. havşa, 2. havşa açmak

counterbrace

çapraz gergi

countercharge

karşı suçlama

countercheck

tepki, reaksiyon

counterclaim

karşı dava, karşı iddia

counterclockwise

saat yönünün tersine

countercurrent

karşıakım

counterespionage

karşı casusluk

counterfeit money

sahte para, kalp para

counterfeit

1.(para, vb.) sahtesini yapmak, basmak, taklit etmek, 2.sahte, taklit

counterfeiter

kalpazan, sahtekâr

counterfire

karşı ateş

counterflange

kontra flanş

counterfoil

çek ya da makbuzun dip koçanı

counterfort

payanda, destek, ayak

counterglow

karşıgün

counterintelligence

karşı haber alma örgütü

counterirritant

karşı irkilme

counterman

tezgâhtar

countermand

yeni bir emirle geçersiz kılmak, iptal etmek

countermark

kalite işareti

countermeasure

karşı önlem

counterorder

siparişi geri alma

counterpane

yatak örtüsü

counterpart

tam benzeri, kopyası

counterplot

1. karşı tedbir, 2. karşı tedbir almak

counterpoint

kontrpuan

counterpoise

1. denge ağırlığı, karşı ağırlık, 2. denkleştirmek, karşı etki yapmak

counterpressure

karşıbasınç

counterrecoil

yerine gelme, yerine getirme

counterrevolution

karşı devrim

counterrevolutionary

karşı devrimci

countershaft

transmisyon mili, avara mili

countersign

1.parola, 2.onay imzası, 3.(onay için) ayrıca imzalamak

countersignature

tasdik imzası, ikinci imza

countersink

1. havşa matkabı, 2. havşa açmak

counterspy

karşı casus

countersunk

gömme, gömülmüş

countervail

aynı kuvvetle karşı koymak

countervailing

aynı kuvvetle karşı koyma

counterwedge

karşı kama

counterweight

denge ağırlığı, karşı ağırlık

countess

kontes

countless

çok fazla, sayısız

countrified

köylümsü, kır halkı gibi

country club

kırdaki spor ve eğlence kulübü

country cousin

taşralı akraba

country house

şehir dışındaki yazlık, sayfiye

country music

kantri müzik

country race

kır koşusu

country

1.ülke, yurt, vatan, 2.ulus, halk, 3.kır, taşra, kırsal kesim, 4.bölge, yöre, 5.taşraya özgü, kırsal

countryman

1.vatandaş, yurttaş, hemşeri, 2.taşralı, köylü

countryseat

sayfiye evi

countryside

kırsal bölge

countrywide

ülke çapında, ülkeye yayılmış

county

1.ilçe, 2.kontluk, 3.il, idare bölgesi

coup d'etat

hükümet darbesi

coup

1.başarılı hareket, 2.hükümet darbesi

coupe

iki kapılı spor araba

couple

1.birleştirmek, 2.(hayvan) çiftleşmek, 3.çift, 4.karı koca, çift, 5.(of ile) birkaç, iki-üç

coupled

akuple, bağlı

coupler

1. kuplör, bağlaştırıcı, 2. kavrama, bağlama

couplet

beyit

coupling

1. kavrama, bağlama, 2. kuplaj, manşon, 3. koşum

coupon of bonds

tahvilat kuponu

coupon

kupon

courage

yüreklilik, cesaret, mertlik

courageous

yürekli, cesur, yiğit, mert

courgette

bir çeşit dolmalık kabak

courier

1.haberci, kurye, 2.turist rehberi

course of business

işlerin seyri

course of flight

uçuş rotası

course

1.yön, rota, 2.akış, cereyan, gidişat, 3.saha, alan, pist, 4.kurs, 5.dizi, seri, 6.eğitim, tahsil, 7.davranış biçimi, eylem biçimi, yöntem, yol, 8.yemeğin bölümlerinden biri, tabak, yemek, 9.(sıvı) akmak

courser

av köpeği

court danger

tehlike peşinde koşmak

court death

ölümüne susamak

court fees

mahkeme masrafları

court file

dava dosyası

court of account

Sayıştay

court of admiralty

deniz mahkemesi

court of appeal

Temyiz Mahkemesi, Yargıtay

court of bankruptcy

iflas mahkemesi

court of first instance

asliye mahkemesi

court of human Rights insan hakları mahkemesi court of jurisdictional disputes

uyuşmazlık mahkemesi

court of justice

adalet divanı

court of peace

sulh mahkemesi

court of review

temyiz mahkemesi

court order

mahkeme ilamı

court plaster

court-martial

plaster 1.mahkeme, 2.mahkeme üyeleri, 3.oturum, 4.saray, saray halkı, 5.avlu, 6.kort, saha, 7.gözüne girmeye çalışmak, teveccühünü kazanmaya çalışmak, dalkavukluk etmek, 8.kur yapmak, 9.riskine girmek, atılmak 1. askeri mahkeme, divanıharp, 2. askeri mahkemede yargılamak

courteous

ince, kibar, nazik

courtesan

fahişe, kahpe

courtesy call

nezaket ziyareti, resmi ziyaret

courtesy title

resmi olmayan unvan

courtesy visit

nezaket ziyareti, resmi ziyaret

courtesy

incelik, nezaket, kibarlık

courthouse

adliye sarayı

courtier

saray adamı, nedim

courtly

nazik, saygılı

courtship

kur yapma, kur, iltifat

courtyard

avlu

cousin

kuzen

couture

terzilik, desinatörlük

couturier

1. modacı, desinatör, 2. erkek terzi

couturiere

kadın terzi

court

covalence

kovalans, değerdeşlik

covalent bond

kovalent bağ, değerdeş bağ

covalent

kovalent, değerdeş

covariance

eşdeğişirlik, kovaryans, ortakdeğişke

covariant

kovaryant, eşdeğişkin

cove

koy, körfezcik

coven

cadılar toplantısı

covenant

1.(dinsel) anlaşma, 2.sözleşme, anlaşma, mukavele

covenanted employee

sözleşmeli çalışan

Coventry

dışlamak

cover charge

giriş ücreti

cover crop

örtü bitkisi, koruyucu bitki

cover girl

kapak kızı

cover glass

lamel

cover letter

tanıtma yazısı

cover up

örtmek, örtbas etmek, kapatmak

cover-up

1.örtmek, tıkamak, kapatmak, 2.kaplamak, 3.(yol) katetmek, 4.gözlemek, göz altında tutmak, 5.(ayrıntıları, vb.) aktarmak, rapor etmek, 6.yetmek, karşılamak, 7.sigortalamak, 8.silahla korumak, 9.-e silah tutmak/doğrultmak, 10.kapak, örtü, koruyucu, 11.kitap kabı, kap, 12.zarf, kılıf, 13.siper, sığınak, 14.maske, perde, paravana, 15.sigorta 1. örtbas, 2. başkalarından gizleme

coverage

(TV, gazete, vb. 'de) bir olaya ayrılan yer/zaman

covered market

kapalı çarşı, kapalı pazar

covered

kapalı, örtülü

covering letter

açıklayıcı mektup, teyit mektubu

covering note

sigorta zeyilnamesi

covering warrant

hazine bonosu

covering

kat, örtü

coverlet

yatak örtüsü

covert

gizli, saklı, örtülü

covet

göz dikmek

cover

covetous

hırslı, mal canlısı

covetousness

açgözlülük, harislik

covey

keklik sürüsü

coving

sundurma, çıkma

cow pea

börülce

cow

1.inek, 2.fil gibi iri hayvanların dişisi, 3.yıldırmak, korkutmak, sindirmek

coward

korkak

cowardice

korkaklık

cowardliness

korkaklık, kancıklık

cowardly

korkakça

cowbane

sığır baldıranı

cowbell

inek çıngırağı

cowberry

kırmızı yaban mersini

cowboy

kovboy, sığırtmaç

cower

sinmek, büzülmek

cowhand

kovboy

cowhide

gön, sığır derisi

cowl

başlıklı rahip cüppesi

cowling

kaporta, motor kapağı

coworker

iş arkadaşı

cowpat

tezek

cowslip

çuhaçiçeği

cox

dümenci

coxa

böcekte kalça kemiği

coxcomb

1. züppe adam, 2. horozibiği çiçeği

coxcombry

züppelik

coxswain

dümenci

coy

1.çekingen, utangaç, 2.nazlı, cilveli

coyness

1. çekingenlik, mahcubiyet, 2. cilve, naz

coyote

kır kurdu

coypu

bataklık kunduzu

cozen

aldatmak, kandırmak

cozy

bkz. cosy

crab apple

yaban elması

crab louse

kasıkbiti, ambiti

crab

1.yengeç, 2.kasık biti, 3.eleştirmek, 4.şikâyet etmek, dırdır etmek

crabbed

ters, huysuz, karışık, anlaşılmaz

crabbing

krablama, yaş fiksaj

crabby

huysuz, dırdırcı

crack a joke

1. fıkra patlatmak, 2. şaka yapmak

crack down

acımasızlaşmak, daha katı olmak

crack of doom

kıyamet kopması

crack up

1. sağlığı bozulmak, 2. gülmekten katılmak 1.çatlamak, 2.çatlatmak, 3.şaklamak, 4.şaklatmak, 5.vurmak, çarpmak, 6.çarptırmak, 7.(up ile) (güçlüklere) boyun eğmek, bitmek, tükenmek, 8.(espri, fıkra, vb.) patlatmak, 9.şifresini, sırrını çözmek, keşfetmek, 10.başarılı, usta, yetenekli, 11.çatlak, 12.şaklama, çatırtı, 13.vuruş, darbe, tokat, 14.girişim, 15.şaka, nükte

crack crackdown

yasaklama, kısıtlama, engelleme

cracked

çatlak, kaçık, üşütük

cracker

1.kraker, 2.çatapat, 3.fıstık, yavru, piliç

crackers

deli, çatlak, üşütük, kaçık

cracking

1. çatlama, 2. parçalanma, 3. kraking

crackle

1.çatırdamak, çıtırdamak, 2.çatırdatmak, çıtırdatmak, 3.çatırtı, çıtırtı

crackling

1.çatırtı, çıtırtı, 2.kızarmış jambon kabuğu

crackpot

kaçık, çatlak, çılgın, uçuk

crackup

kaza, sinir krizi, çarpışma

cradle of civilization

uygarlığın beşiği

cradle

1.beşik, 2.bir şeyin başladığı yer, köken, beşik, 3.insan yaşamının ilk yılları, çocukluk yılları, 4.(inşaat, vb.) tahta, tezgâh, kızak, 5.beşikte sallamak, 6.beşikteymiş gibi sallamak

cradlesong

ninni

craft

craft

1.sanat, beceri, hüner, kesp, ustalık, maharet, 2.kurnazlık, hile, 3.gemi, uçak, 4.teknik eleman

craftily

şeytanca

craftiness

kurnazlık, hile

crafts

gemi, uçak

craftsman

usta, zanaatçı

craftsmanship

hüner

crafty

kurnaz, dalavereci, üçkâğıtçı

crag

yalçın kayalık

cragged

sarp

craggy

dik ve pütürlü

cram

1.tıkmak, sıkıştırmak, 2.tıka basa doldurmak, ağzına kadar doldurmak, 3.acele ile sınava hazırlanmak, ineklemek

cram-full

dopdolu

cramp

1.kramp, kasınç, 2.mengene, 3.engel, 4.engel olmak, kısıtlamak, 5.tıkıştırmak, sıkıştırmak

cramped

(yer) dar, sıkışık

crampon

1. kanca, mengene, krampon, 2. buz mahmuzu

cranage

vinç kirası

cranberry

keçiyemişi, yabanmersini

crane truck

vinçli kamyon

crane

1.vinç, 2.turna, 3.(boynunu) uzatmak

cranebill

turnagagası, yabani sardunya

cranial cavitiy

kafatası boşluğu

cranial nerve

kafatası siniri

cranial

kafatasıyla ilgili

craniology

kafabilim

cranium

kafatası

crank arm

krank kolu, anadingil kolu

crank web

krank kolu

crank

1.dirsek, kol, kanırtmaç, 2.saplantılı kimse, deli, kaçık

crankcase

karter

crankshaft

crankshaft

krank mili

cranky

1.acayip, tuhaf, garip, 2.sinirli, huysuz, aksi, 3.(alet, vb.) laçka, gevşek, bozuk

cranny

çatlak, gedik, yarık

crap

1.bok, 2.zırva, saçmalık, boktan laf, 3.ıvır zıvır döküntü, bok

crape

krep

craps

iki zarla oynanan kumar, barbut

crapulence

içkiye aşırı düşkünlük

crash about one's ears

dünya başına yıkılmak

crash dive

(denizaltı) birden dalma

crash helmet

kask, koruyucu başlık

crash landing

mecburi iniş

crash

1.(araba, vb.) gürültüyle çarpmak, 2.çarptırmak, 3.düşmek, 4.düşürmek, 5.iflas etmek, top atmak, 6.paldır küldür gitmek/hareket etmek, 7.çatırtı, gürültü, 8.(uçak, otomobil, vb.) kaza, 9.batkı, iflas, 10.acele, ivedi, hızlı, hızlandırılmış

crash-land

mecburi iniş yapmak

crash-landing

mecburi iniş

crass

1.aptal, aptalca, 2.kaba, duygusuz, 3.(aptallık, vb.) büyük, tam, aşırı derecede

crate

1.kafesli sandık, kasa, 2.külüstür araba/uçak

crater lake

krater gölü

crater

1.krater, yanardağ ağzı, 2.çukur

cravat

boyunbağı, kravat

crave

çok istemek, -e can atmak, için deli olmak

craven

ödlek, korkak

craving

arzu, tutku

craw

kursak, hayvan midesi

crawfish

crawler

kerevit 1.emeklemek, sürünmek, 2.ağır ağır yürümek/ilerlemek, 3.(böcek, vb. ile) dolu olmak, kaynamak, 4.tüyleri ürpermek, karıncalanmak, 5.yaltaklanmak, yağlamak, dalkavukluk etmek, yağ çekmek, 6.krol yüzme, 7.çok yavaş hareket, ağır gidiş tırtıl zincirli makine

crayfish

kerevit, kerevides

crayon

renkli kalem, boyalı kalem

crawl

craze

craze

1.çılgına çevirmek, çıldırtmak, deli etmek, 2.çok heyecanlandırmak, 3.geçici akım, moda, çılgınlık, düşkünlük, hayranlık

craziness

delilik, çılgınlık, kaçıklık, cinnet

crazing

sır çatlaması

crazy

1.deli, çılgın, 2.olanaksız, aptalca, saçma, çılgınca, 3.aptal, salak, 4.(about ile) hayran, tutkun, hasta, deli

creak

1.gıcırtı, 2.gıcırdamak

creaky

(kapı, vb.) gıcırtılı, gıcırdayan

cream cheese

krem peynir

cream of tartar

krem tartar

cream of the crop

1. kaymak tabaka, 2. en iyisi

cream

1.kaymak, krema, 2.krem, 3.merhem, 4.bir şeyin en iyi bölümü, kaymak, 5.krem rengi, 6.(sütün) kaymağını almak, 7.(off ile) (en iyileri) seçmek, ayıklamak

creamer

ekramöz, krema makinesi

creamery

süthane, kaymakçı dükkanı

creamy

1.krem gibi, yumuşak, kaygan, 2.kremalı, krema içeren, kaymaklı

crease

1.buruşukluk, kırışıklık, 2.kat, pli, 3.buruşmak, kırışmak, 4.buruşturmak, kırıştırmak

crease-proof

buruşmaz

crease-resistant

buruşmaz

create a stink

kıyameti koparmak

create jobs

istihdam olanağı yaratmak

create

1.yaratmak, 2.-e yol açmak, neden olmak, yaratmak, 3.atamak

creatine

kreatin

creatinine

kreatinin

creation

1.yaratma, 2.yaradılış, 3.acun, evren, 4.kreasyon

creative power

yaratıcı güç

creative

yaratıcı

creativity

yaratıcılık

creator

yaratıcı

creature comforts

refah

creature

yaratık

creche

kreş, bebekevi, yuva

credence

inanma, güven, doğru kabul etme

credentials

güven belgesi, itimatname

credibility

güvenilirlik, inanılırlık

credible

inanılır, güvenilir

credit account

kredi hesabı, açık hesap

credit advice

alacak dekontu

credit agency

kredi kurumu

credit agent

sigorta acentesi

credit agreement

kredi anlaşması

credit application

kredi başvurusu

credit balance

alacak bakıyesi

credit bank

kredi bankası, ticaret bankası

credit card

kredi kartı

credit control

kredi kontrolü

credit department

kredi servisi

credit interest

kredi faizi

credit limit

kredi limiti

credit line

kredi limiti

credit market

kredi piyasası

credit money

banka kredisi

credit note

kredi mektubu

credit period

kredi dönemi

credit rating

kredi değerliliği

credit standing

kredi durumu, mali itibar

credit system

kredi sistemi

credit target

kredi hedefi

credit terms

kredi şartları 1.inanç, güven, sadakat, 2.övgü, onur, şereflendirme, 3.kredi, 4.saygınlık, itibar, 5.onur kaynağı, 6.veresiye, 7.inanmak, güvenmek, itibat etmek, 8.para yatırmak

credit

creditable

1.şerefli, 2.övgüye değer

crediting

kredi verme, alacaklandırma

creditor

kredi veren, alacaklı

creditor's ledger

alacaklılar defteri

credits and titles

jenerik

creditworthiness

kredi almaya layık olma

credulity

saflık, her şeye inanma

credulous

herşeye inanan, saf

creed

inanç, iman, itikat

creek

1.çay, ırmak kolu, 2.dere

creel

creepage

1. cağlık, çözgü sehpası, 2. balık sepeti 1.sürünmek, sürünerek ilerlemek, 2.sessizce sokulmak, 3.(sarmaşık, vb.) sarılmak, sarılarak büyümek, 4.ürpermek, tüyleri ürpermek, 5.dalkavuk, yağcı, 6.gıcık, kıl akış, sızıntı, dağılma

creeper

sürüngen bitki, sarmaşık

creeping stem

sürüngen gövde

creeping

1. sürünen, 2. tırmanarak büyüyen

creeps

(the ile) ürperti, korku

creepy

tüyler ürpertici

cremate

(ölüyü) yakmak

cremation

ölüyü yakma

crematorium

ölülerin yakıldığı yer, krematoryum

crenate

tırtıllı

crenel

mazgal

crenellated

mazgallı

crenellation

mazgallı siper

creole

1.hem Avrupa hem de Afrika soyundan gelen (kişi), 2.bu kişilerin konuştuğu (dil)

creosote

katran ruhu, kreozot

crepe de Chine

krepdöşin

crepe Georgette

krepjorjet

creep

crepe paper

krepon kâğıdı

crepe rubber

krepsol, krep lastik

crepe suzette

krepsüzet

crepe yarn

krep ipliği

crepe

krep

crepitate

çatırdamak

crescendo

kreşendo

crescent wrench

ayarlı anahtar

crescent

hilâl, ayça, yeniay

cresol

krezol

cress

tere

cresset

fener

crest

1.ibik, taç, 2.tepe, doruk

crestfallen

üzgün, mutsuz, kırgın, yılgın

cresyl

kresil

cresylic acid

kresilik asit

cretaceous period

kretase

cretaceous

1. tebeşirli, kireçli, 2. tebeşir dönemi

Cretan

1. Giritli, 2. Girit

Crete

Girit adası

cretin

1.salak, aptal, geri zekâlı, 2.kreten

cretinism

kretenizm

cretonne

kreton

crevasse

(buz, vb.'de) derin yarık

crevice

(kaya, vb.'de) çatlak, yarık

crew cut

asker tıraşı

crew

1.tayfa, mürettebat, 2.ekip

crew-neck

hâkim yaka

crib

1.çocuk karyolası, 2.hayvan yemliği, 3.kopya çekmek

cribbage

bir çeşit iskambil oyunu

cribriform

kalbur gibi, delik deşik

cribwork

kafes çatkı, çerçeve çatkı

crick

boyun tutulması, kasılma

cricket

1.cırcırböceği, 2.kriket

cricoid

1. halka şeklinde, 2. gırtlak kıkırdağı

crier

1. mübaşir, 2. ağlayan kimse, 3. tellal

crime against humanity insanlık suçu crime rate

suç oranı

crime reporter

polis muhabiri

crime writer

cinayet romanları yazarı

crime

1.suç, 2.aptallık, mantıksızlık, mantıksızca hareket

Crimea

Kırım

criminal assault

ırza tecavüz

criminal contempt

mahkemeye hakaret

criminal conversation

zina

criminal court

ceza mahkemesi

criminal discretion

cezai ehliyet

criminal law

ceza hukuku

criminal liability

cezai sorumluluk

criminal medicine

adli tıp

criminal record

sabıka kaydı

criminal

1.suçla ilgili, 2.cezalı, 3.çok kötü, 4.suçlu

criminality

suçluluk

criminology

suçbilim, kriminoloji

crimp

1. kıvrım, 2. kıvırmak, dalgalandırmak, asker toplamak

crimson

koyu kırmızı

cringe

1.korkudan sinmek, büzülmek, 2.(birinin önünde) iki büklüm olmak

cringle

radansa, halat matafyonu

crinite

crinite

1. kıllı, 2. saçlı

crinkle

1.buruşturmak, kırıştırmak, katlamak, 2.buruşmak, kırışmak

crinoid

denizlalesi

crinoline

çemberli etek

cripple

1.sakat, topal, kötürüm, 2.sakatlamak, 3.baltalamak, bozmak, engellemek

crippled

1. sakat, topal, kötürüm, 2. arızalı

crisis

bunalım, kriz

crisp

1.gevrek, 2.körpe, taze, 3.yeni, gıcır gıcır, 4.çabuk, tez, hızlı, 5.(hava) soğuk, 6.cips

crispate

dalgalı

crispation

1. büklüm, 2. buruşukluk

crispy

gevrek, körpe, taze

crisscross

çapraz çizgili

crista

kabartı

cristate

1. ibikli, tepelikli, 2. sorguçlu

cristobalite

kristobalit

criterion

ölçüt, kriter

critic

1.eleştirmen, 2.eleştiren kimse

critical angle

kritik açı, dönüşül açı

critical point

kritik nokta

critical range

kritik bölge

critical temperature

kritik sıcaklık

critical voltage

kritik gerilim

critical

1.kusur bulan, eleştiren, 2.eleştiri niteliğinde, eleştirel, 3.tehlikeli, ciddi, kritik

criticism

1.eleştiri, kritik, 2.kusur bulma, 3.olumsuz eleştiri

criticize

1.kusur bulmak, 2.eleştirmek

critique

eleştiri yazısı, kritik

croak

1.kurbağa sesi çıkartmak, vraklamak, 2.çatlak sesle konuşmak/söylemek, 3.nalları dikmek, 4.kurbağa sesi, vırak, 5.hırıltı

Croat

Hırvat

Croatia

Hırvatistan

Croatian

Croatian

Hırvatça

crochet hook

1. dantel tığı, 2. tığ

crochet

1.tığ işi, 2.tığ işi yapmak, 3.tığ ile örmek

crock

1.çanak, çömlek, toprak kap, 2.külüstür araba, hurda, 3.moruk, işi bitmiş adam, 4.yaşlı at

crockery

çanak, çömlek

crocodile tears

sahte gözyaşları, sahte üzüntü

crocodile

timsah

crocus

çiğdem

croft

küçük çiftlik

crofter

küçük toprak sahibi

croissant

ayçöreği

crone

kocakarı

crony

yakın arkadaş, dost

crook

1.kanca, 2.sopa, değnek, 3.hırsız, dolandırıcı, 4.kıvırmak, bükmek, 5.kıvrılmak, bükülmek

crooked

1.eğri, yamuk, 2.namussuz

croon

yumuşak sesle (şarkı) söylemek

crop failure

bereketsiz ürün

crop insurance

ürün sigortası

crop plant

kültür bitkisi

crop rotation

ürün rotasyonu

crop up

birden meydana çıkmak

cropper

1.ekin, ürün, mahsul, 2.yığın, 3.grup, küme, topluluk, 4.kısa kesilmiş saç, 5.kursak, 6.(hayvan) otlamak, yemek, 7.(saç/kuyruk) kesmek, kırpmak, 8.ekmek, 9.ürün vermek kırkma aleti, ürün veren bitki

croquet

krikete benzer bir açık hava oyunu, kroket

crosier

piskopos asası

cross action

karşılıklı dava

cross check

çizgili çek

cross country race

kır koşusu

cross demand

karşı dava

crop

cross member

travers

cross off

üstünü çizip çıkarmak

cross one's fingers

iyi şans dilemek

cross one's legs

ayak ayak üstüne atmak

cross one's mind

aklından geçmek

cross oneself

haç çıkarmak

cross out

üstünü çizmek

cross rate

çapraz kur

cross ratio

çapraz oran

cross reference

gönderme

cross section

1. kesit, enine kesit, 2. profil

cross someone's palm

bahşiş vermek

cross street

ara sokak

cross the't' and dot the'i's

kılı kırk yapmak

cross

1.çarpı/artı işareti, 2.çarmıh, 3.haç, 4.üzüntü, gam, elem, 5.çapraz, 6.geçmek, öbür tarafına geçmek, 7.kesişmek, 8.(kol, bacak) kavuşturmak, üst üste atmak, 9.karşı koymak, engellemek, 10.melezlemek, 11.kızgın, sinirli, ters, aksi, huysuz

cross-border

sınır ötesi

cross-country race

kırkoşusu

cross-country

kırlar boyunca, kırlarda

cross-examine

1. çaprazlama sorguya çekmek, 2. ahret suali sormak

cross-eyed

şaşı

cross-fertilization

çaprazlama dölleme

cross-fertilize

çaprazlama yöntemiyle döllemek

cross-legged

1. bacak bacak üstüne atmış, 2. bacak bacak üstüne atmış

cross-lode

enine damar

cross-pollination

1. çapraz tozlaşma, 2. çapraz tozlaşma

cross-purposes

1. farklı ve zıt amaçlar, 2. yanlış anlama

cross-refer

okuru başka bir yere göndermek

cross-reference

iç gönderme

cross-section

yatay kesit

cross-stitch

kanaviçe işi

cross-wind

yan rüzgâr

crossband

çaprazbant

crossbar

kol demiri

crossbeam

kiriş

crossbow

tatar yayı

crossbrace

çapraz gergi çubuğu, çapraz bağlantı

crossbracing

çapraz bağlantı

crossbred

melez

crossbreed

1.melez, 2.melezlemek

crossbreeding

çaprazlama

crosscheck

bir işlemin, yanıtın vb. sonucunu başka kaynaklardan ikinci kez kontrol etmek, sağlamasını yapmak

crosscountry

kros

crosscut saw

çapraz testere

crosscut

1. enine kesiş, enine kesim, 2. enine kesmek

crosscutrents

zıt akımlar

crossed cheque

çizgili çek

crossed

1. çizgili, 2. çapraz

crossfall

enine eğim

crossfire

çapraz ateş

crosshatch

çapraz taramak

crosshatching

tarama

crosshead

piston kafası, kroshed

crossing

1.deniz yolculuğu, 2.(iki yolun, nehrin, vb.) birleştiği yer, geçit, 3.geçiş yeri, geçiş

crossover

1. geçit, köprü, 2. üst geçit

crossroad

yan yol, çapraz yol

crossroads

1.birkaç yolun kesiştiği yer, 2.dönüm noktası

crosstalk

diyafoni, karışma

crosstree

kurcata, kurceta

crosswalk

yaya geçidi

crosswind

karşı rüzgâr

crosswise

1. çapraz, çaprazlama, ters, 2. çapraz

crossword puzzle

çapraz bulmaca

crossword

bulmaca

crotch

1.kasık, 2.pantalon ağı, apışlık, 3.dalın ağaç gövdesinden ayrıldığı yer, çatak

crotchet

1.çeyrek nota, 2.garip, saçma düşünce

crotchety

(yaşlı) huysuz, aksi, dırdırcı

croton oil

kroton yağı

croton

kroton

crotonyl

krotonil

crouch

çömelmek, sinmek

croupier

krupiye

crow one's head off

koltukları kabarmak

crow

1.karga, 2.(horoz) ötmek, 3.böbürlenmek, hava atmak, 4.horoz ötüşü

crow's-foot

göz kenarındaki kırışıklar

crowbar

demir kol, manivela, levye

crowd out

sıkıştırarak çıkarmak

crowd

1.toplanmak, doluşmak, kalabalık oluşturmak, 2.(bir alan) doldurmak, tıkıştırmak, sıkıştırmak, 3.kalabalık, 4.belirli bir toplumsal grup, topluluk, 5.yığın

crowded profession

çok rağbet gören meslek

crowded

kalabalık, tıkış tıkış, dopdolu

crowfoot

1. kazayağı, 2. düğünçiçeği, boyunduruk

crown it all

tüy dikmek

crown jewels

hükümdarlığa ait mücevherler

crown land

krala ait toprak

crown prince

veliaht

crown

1.taç giydirmek, 2.bir şeyin tepesini/üsütünü kaplamak, 3.tamamlamak, tamam etmek, 4.kafasına vurmak, 5.(diş) kaplamak, 6.tac, 7.çiçeklerden yapılmış tac, 8.krallık, kraliyet iktidarı, 9.tepe, üst kısım, 10.penny değerinde madeni para, 11.şampiyonluk,

crown

12.mükemmellik, kusursuzluk crowning achievement parlak başarı crowning

en son, en yüksek

crucial

çok önemli, kesin, son

cruciate

haç biçiminde

crucible steel

pot çeliği, pota döküm çeliği

crucible

pota, kröze

crucifix

İsa'lı haç

crucifixion

1.çarmıha germe, 2.İsa'nın çarmıha gerilmesini simgeleyen resim vb., 3.İsa'nın çarmıha gerilerek öldürülmesi

cruciform

haç biçiminde

crucify

çarmıha gererek öldürmek, çarmıha germek

crude fibre

ham elyaf

crude oil

ham petrol, yeryağı

crude petroleum

1. petrol, 2. ham petrol

crude rate

kaba hız

crude tar

ham katran

crude

1.ham, işlenmemiş, 2.kaba, inceliksiz, 3.iyi yapılmamış, baştan savma, kaba saba

crudely

kabaca

crudeness

1. kabalık, 2. çiğlik, hamlık

crudity

kabalık

cruel

1.acımasız, zalim, gaddar, 2.çok acı, dayanılmaz

cruelty

acımasızlık, gaddarlık, zulüm

cruet

baharatlık, baharat kutusu

cruise

1.gemiyle gezmek, deniz gezisi yapmak, 2.(otomobil, uçak, vb.) ortalama bir hızla gitmek, 3.karı peşinde dolaşmak, eline alıp dolaşmak, 4.deniz gezisi, tekne gezintisi

cruiser

1.bir ya da iki kamaralı büyük motor, kotra, 2.kruvazör

cruising speed

seyir hızı

crumb

1.ekmek kırıntısı, kırıntı, 2.kırıntı, çok az miktar, 3.Aİ, ciğeri beş para etmez adam

crumble

1.çok küçük parçalara ayırmak, ufalamak, 2.ufalanmak, harab olmak

crumbly

kolayca ufalanan

crummy

pis, köhne, bakımsız, ikinci kalite, ucuz

crumpet

1.hamburger ekmeği, 2.kafa, 3.seksi karı

crumple

1.buruşturmak, kırıştırmak, 2.buruşmak, kırışmak

crunch

1.çatır çutur yemek, 2.çatırdamak, 3.çatırdatmak, 4.çatırtı, çuturtu, 5.zor an, karar anı, dönüm noktası

crusade mentality

haçlı zihniyeti

crusade

1.Haçlı Seferi, 2.(bir ilke, düşünce, ideal, vb. için) savaşım, müdacele, 3.savaşım vermek, mücadele etmek

crusader

haçlı

cruse

testi, saksı

crusher

1.ezmek, sıkıştırarak ezmek, 2.izdiham oluşturmak, sıkışıp tepişmek, 3.izdiham, kalabalık, 4.sıkma meyve suyu, 5.abayı yakma, aptalca aşk kırma makinesi, konkasör, kırıcı

crushing

ezme

crust of the earth

yerkabuğu

crust

1.kabuk, ekmek kabuğu, 2.tabaka, kabuk

crustacean

kabuklu

crustaceous

kabuklu

crusty

1.kabuklu, gevrek, 2.ters, huysuz, aksi

crutch

1.koltuk değneği, 2.kasık, 3.pantolon ağı, apışlık

crux

sorunun merkezi/en önemli noktası

cry down

kötülemek

cry for the moon

olmayacak şey istemek

cry off

sözünden dönmek, caymak, su koyuvermek

cry one's eyes out

hüngür hüngür ağlamak

cry one's heart out

hüngür hüngür ağlamak

cry out against

karşı gelmek

cry out for

şiddetle gereksinim duymak

cry out

1. haykırmak, 2. şikâyet etmek

cry over spilt milk

boşuna üzülmek

cry quits

yeter demek, dur demek

crush

cry wolf cry

kurt masalı okumak 1.ağlamak, 2.bağırmak, haykırmak, 3.bağırarak istemek/çağırmak, feryat etmek, 4.(kuş, vb.) ötmek, 5.çığlık, feryat, 6.haykırma, bağırma, yüksek ses, seslenme, 7.ağlama, 8.(hayvan ve kuş) ses

crying

büyük

cryo

(önek) soğuk, buz, krio

cryogen

soğutucu kimyasal madde

cryogenic

kriyojenik

cryogenics

kriyojeni, soğukbilim

cryohydrate

kriyohidrat

cryolite

kriyolit, soğuktaş

cryometer

kriyometre

cryoscopic

kriyoskopik

cryoscopy

kriyoskopi, donargözleyim

crypt

yeraltı türbesi

cryptic

gizli, kapalı, örtük

crypto

(önek) gizli, kapalı, açık olmıyan

cryptogam

çiçeksiz bitki, kriptogam

cryptogram

gizli yazı

cryptograph

kriptograf

cryptography

kriptografi

crystal lattice

kristal kafesi

crystal structure

kristal yapısı

crystal sugar

kristal şeker

crystal symmetry

kristal simetrisi

crystal

1.kristal, 2.kırılca, 3.billur

crystalline rock

billuri kayaç, kırılcal kayaç

crystalline structure

kristal yapı

crystallite

kristalit

crystallization

1. kristalleşme, 2. kristalleştirme, 3. billurlaşma

crystallize

1.billurlaşmak, 2.billurlaştırmak, 3.belirginleşmek, 4.belirginleştirmek

crystallizer

1. kristalizatör, 2. mayşe kazanı

crystallographic

kristalografik

crystallography

kristalografi

cub reporter

acemi gazeteci

cub

1.yavru ayı/aslan/kaplan/tilki, 2.yavrukurt, izci, 3.acemi, toy

Cuba

Küba

cubage

küpleme

Cuban

Küba ile ilgili

cubature

küpleme

cube root

küpkök, köküç

cube

1.küp, 2.(bir şeyi) küp biçiminde kesmek, doğramak, 3.bir sayının küpünü almak

cubic antenna

kübik anten

cubic centimetre

santimetre küp

cubic equation

üçüncü derecede denklem

cubic foot

fut küp

cubic meter

metre küp

cubic system

kübik sistem

cubic

küp biçiminde, kübik

cubical

küp şeklinde, kübik, dört köşeli

cubicle

küçük oda, kabin, odacık

cubit

gez, kol boyu, arşın

cuckold

boynuzlu koca

cuckoldry

zina

cuckoo clock

guguklu saat

cuckoo

1.guguk kuşu, 2.deli, çılgın, kaçık, salak

cucullate

külahlı, başlıklı

cucumber

salatalık, hıyar

cud

geviş

cuddle up

birbirine sokulmak

cuddle

1.sarılmak, kucaklamak, 2.kucaklaşmak, 3.kucaklama, sarılma

cuddly

insanın sarılası gelen

cuddy

1. küçük kamara, 2. küçük kamara veya kiler

cudgel one's brains

kafa patlatmak

cudgel

kısa kalın sopa

cue

1.başlama işareti, işaret, 2.ipucu, işaret, 3.bilardo sopası, isteka

cuff link

kol düğmesi

cuff

1.kolluk, manşet, yen, 2.katlanmış pantolon paçası, 3.tokat, 4.tokat atmak

cuirass

göğüslük zırh

cuisine

yemek pişirme yöntemi, aşçılık, mutfak

cul-de-sac

1.çıkmaz sokak, 2.çıkmaz

cule

-cik

culinary

yemek pişirmeyle ilgili, mutfakla ilgili

cull

1.içinden en iyileri seçip ayırmak, seçip almak, 2.güçsüz/hasta hayvanları seçip öldürmek

cullender

bkz. colander

culm

eklemli ot sapı

culminate

(in ile) doruğuna yükselmek, sonuçlanmak

culmination

1. doruk, zirve, 2. bitme, sonuçlanma, 3. son

culpability

suçluluk

culpable

suçlanmayı hakeden

culprit

sanık, suçlu

cult

1.mezhep, 2.tapınma, 3.merak, rağbet, moda

cultivable

işlenebilir, ekilip biçilebilir

cultivate a friendship

dostluk kazanmaya çalışmak

cultivate

1.toprağı işlemek, ekip biçmek, 2.yetiştirmek, 3.dostluğunu kazanmaya/ilerletmeye çalışmak

cultivated land

işlenmiş arazi

cultivated plant

kültür bitkisi, yetiştirim bitkisi

cultivated

1.kültürlü, terbiyeli, görgülü, 2.işlenmiş, ekili

cultivation

toprağı işleme

cultivator

cultivator

1. kültivatör, 2. çiftçi

cultural anthropology

kültürel antropoloji

cultural committee

kültür heyeti

cultural ecology

kültürel ekoloji

cultural heritage

kültürel miras

cultural language

kültür dili, uygarlık dili

cultural mission

kültür heyeti

cultural value

kültürel değer

cultural

kültürel, ekinsel

culture gap

kültür farkı

culture shock

kültür şoku

culture

1.kültür, ekin, 2.yetiştirme, 3.kültür

cultured

kültürlü

culvert

ark, kanal, suyolu, menfez

cum

(edat) ile, birlikte

cumber

yük olmak, sıkıntı vermek, engel olmak

cumbersome

biçimsiz, hantal, kullanışsız, taşıması zor

cumin

kimyon

cummerbund

kemer

cumulative dividend

birikmiş kâr

cumulative

gittikçe artan

cumulonimbus

kümülonimbüs, boranbulut

cumulostratus

kümülostratüs

cumulus

kümülüs, kümebulut

cuneiform script

çivi yazısı

cuneiform

kama biçiminde

cunnilingus

ferce dil vurma

cunning

1.kurnaz, 2.kurnazlık

cunt

1.am, amcık, 2.amcık herif, itoğlu it, puşt, saloz

cup

cup

1.fincan, 2.kupa, 3.(ellerini vb.) yuvarlak bir şey tutar gibi yapmak

cupboard

dolap

cupel

1. küçük pota, 2. potada arıtmak

cupful

fincan dolusu, kadeh dolusu

cupidity

açgözlülük, hırs

cupola furnace

kupol fırını, döküm ocağı

cupola

1. küçük kubbe, kümbet, 2. döküm ocağı

cupreous

bakırla ilgili, bakırlı

cupric

iki değerlikli bakırdan oluşmuş

cuprite

kuprit

cupro-nickel

nikel bakırı

cuprous sulphide

bakır sülfür

cuprous

bakırlı

cupule

kadehçik

cur

1.sokak köpeği, adi köpek, 2.korkak/adi herif, aşağılık köpek

curable

1. iyileştirilebilir, 2. tedavi edilebilir

curare

ok zehiri, kürar bitkisi

curate

papaz yardımcısı

curative

iyileştirici, sağaltıcı, şifa verici

curator

sanat galerisi/müze/kütüphane müdürü

curb

1.fren, engel, zaptetme, kontrol, 2.kaldırım kenarı, 3.tutmak, engellemek, dizginlemek

curbstone

kaldırım kenar taşı, bordür taşı

curd

kesmik, lor

curdle

(süt), kesilmek, kesmek

cure

1.(hastayı) iyileştirmek, sağaltmak, tedavi etmek, 2.(kötü bir durumu) iyileştirmek, iyi duruma getirmek, düzeltmek, 3.tuzlamak, 4.tütsülemek, 5.sağaltım, tedavi, 6.ilaç, çare, 7.iyileşme, iyi olma, şifa

cure-all

her derde deva

cured cod

füme morina, tütsülenmiş morina

curettage

kürtaj

curette

küret

curfew

sokağa çıkma yasağı

curie

küri, radyoaktivite birimi

curing

1. eti tuzlama, 2. vulkanizasyon

curio

nadir ve değerli eşya, antika

curiosity

1.bilseme, merak, 2.garip, tuhaf şey

curious

1.meraklı, bilmek isteyen, 2.meraklı, her şeye burnunu sokan, herkesin işine karışan, 3.garip, acayip, tuhaf

curium

küriyum

curl one's lip

dudak bükmek

curl sb's hair

birinin tüylerini diken diken etmek

curl up

kıvrılmak 1.(saç) kıvırmak, 2.kıvrılmak, bükülmek, 3.kıvrılarak/dönerek hareket etmek, 4.büklüm, kıvrım, 5.bukle, 6.helezon, sarmal biçimde herhangi bir şey

curl curler

bigudi

curlew

çulluk

curling iron

saç maşası

curling

kıvırma, kıvrılma

curly

kıvırcık, kıvrımlı

curly-top

kıvırcık baş hastalığı

curmudgeon

huysuz adam, cimri kimse

currant

1.kuşüzümü, 2.frenküzümü

currency account

döviz hesabı

currency in circulation dolaşımdaki para currency indexed

dövize endeksli

currency inflation

para enflasyonu

currency issued

emisyon hacmi

currency reform

para reformu

currency risk

kur riski

currency system

para sistemi

currency trade

döviz ticareti

currency unit

para birimi

currency

1.geçerlilik, revaç, 2.para

current account

cari hesap

current capital

döner sermaye

current debt

cari borç

current density

akım yoğunluğu

current efficiency

akım verimi

current events

güncel olaylar, aktüalite

current exchange rate

cari kur, gerçek kur

current expenditure

cari masraf, cari harcama

current expenses

günlük masraflar

current income

cari gelir

current liability

cari borç, kısa vadeli borç

current operations

cari işlemler

current payments

cari ödemeler

current price

cari fiyat

current ratio

cari oran

current value

rayiç değer

current

1.şimdiki, bugünkü, güncel, 2.yaygın, geçer, geçerli, genel, cari, 3.genel, yaygın

currently

1. halen, şu anda, 2. devamlı olarak

curriculum vitae

özgeçmiş

curriculum

müfredat programı, öğretim izlencesi

currish

it gibi, terbiyesiz, kaba, huysuz

curry favor with

gözüne girmeye çalışmak

curry favour with

yaltaklanmak, yaranmak

curry

içinde et, yumurta, balık, vb. bulunan acılı bir Hint yemeği

currycomb

1. kaşağı, 2. kaşağılamak

curse

1.lanet, ilenç, 2.lanetleme, 3.küfür, 4.ilenmek, lanet etmek, lanetlemek, beddua etmek, 5.küfür etmek

cursed

1. körolası, 2. lanetli

cursive

cursive

el yazısı

cursor

kürsör, imleç

cursorial

koşucu (kuş)

cursory

acele, üstünkörü, gelişigüzel, baştansavma

curt

1.(söz) kısa, sert, 2.kısa ve sert konuşan

curtail step

birinci basamak

curtail

1.kısa kesmek, 2.kısmak, azaltmak

curtailment

1. kısma, azaltma, 2. kısaltma

curtain antenna

perde anten

curtain raiser

programın ilk kısmı

curtain ring

perde halkası

curtain rod

perde rayı, korniş

curtain

1.perde, 2.tiyatro perdesi

curtness

terslik

curtsy

1.(kadınların yaptığı) reverans, 2.reverans yapmak

curvaceous

biçimli, çok kavisli

curvature

1.eğrilik derecesi, eğim derecesi, 2.eğrilik

curve chart

eğri grafiği

curve

1.eğmek, 2.eğilmek, 3.eğri, kavis, dönemeç, eğmeç

curved line

eğri çizgi

curved

eğri, kavisli

curvet

şaha kalkmak

curvilinear

eğrili, eğrisel

curvy

eğrili, biçimli

cushion

1.minder, yastık, 2.(bilardo) bant, kenar, 3.rahatlatmak

cushioning

tamponlama, yastıkla besleme

cushy

rahat, kolay

cusp

doruk, zirve

cuspid

köpekdişi

cuspidate

cuspidate

dilimli, ucu eğri ve sivri

cuspidor

tükürük hokkası

cuss

1. herif, küfür, 2. küfretmek, lanetlemek

cussedness

terslik, inatçılık

custard apple

Hint ayvası

custard

1.muhallebi, 2.krema

custodian

(kütüphane, müze, vb.) sorumlu, yönetici kimse

custodianship

muhafaza hizmeti sağlama

custody

1.gözetim bakım, 2.nezaret, gözaltı

custom made

ısmarlama

custom union

gümrük anlaşması

custom

1.gelenek, görenek, töre, 2.alışkanlık, adet, huy, 3.müşteri

customarily

alışıldığı gibi, teamüle göre

customary

geleneksel, alışılmış

customer country

alıcı ülke

customer

alıcı, müşteri

customer-oriented

müşteriye yönelik

customer's account

müşteri hesabı

customize

müşteriye uydurmak, müşteriye uyarlamak

customs agent

gümrük komisyoncusu

customs and traditions örf ve âdetler customs area

gümrük bölgesi

customs barriers

gümrük duvarları

customs broker

gümrük komisyoncusu

customs declaration

gümrük beyannamesi

customs duty

gümrük resmi, gümrük vergisi

customs entry

gümrük girişi

customs examiner

gümrük kontrolörü

customs formalities

gümrük işlemleri

customs free

customs free

gümrüksüz, gümrükten muaf

customs house report

gümrük beyanı

customs house

gümrük idaresi, gümrük dairesi, gümrük

customs inspection

gümrük kontrolü, gümrük muayenesi

customs law

gümrük kanunu

customs of arrival

varış gümrüğü

customs officer

gümrük memuru

customs receipt

gümrük makbuzu

customs revenue

gümrük geliri

customs tariff

gümrük tarifesi

customs territory

gümrük bölgesi

customs union

gümrük birliği

customs wall

gümrük duvarı

customs walls

gümrük duvarları

customs

1.gümrük vergisi, 2.gümrük

cut a big swath

caka satmak

cut a tooth

diş çıkarmak

cut a wide swath

caka satmak

cut across

1. kestirmeden gitmek, 2. sınırlarını aşmak

cut adrift

1. akıntıya bırakmak, 2. serbest bırakmak

cut and dried

iç karartıcı

cut and run

sıvışmak

cut back

1. budamak, 2. kesinti yapmak, kısmak, azaltmak

cut corners

kestirmeden gitmek, kısa yoldan gitmek

cut down on

indirmek, azaltmak, kısmak

cut down

1. devirmek, 2. azaltmak, kısmak, 3. kısaltmak, biçmek

cut in

müdahale etmek, lafa girmek

cut into

1. azaltmak, kısaltmak, 2. söze karışmak

cut loose

baskıdan kurtulmak

cut nail

cut nail

döşemeci çivisi

cut no ice

önemli olmamak, sökmemek, etkisiz kalmak

cut off

1. kesmek, 2. bağlantısını kesmek, 3. izole etmek

cut one's cables

bağları koparmak

cut one's coat according ayağını yorganına göre uzatmak to one's cloth cut one's eyeteeth on

saçını sakalını ağartmak

cut one's own throat

bindiği dalı kesmek

cut one's wisdom tooth olgunlaşmak cut oneself adrift

olayların gidişine kapılmak

cut out for sth

bir şey için biçilmiş kaftan, uygun

cut out the dead wood

ıskartaya çıkarmak

cut out

1. kesmek, kesip çıkarmak, 2. stop etmek, durmak

cut sb dead

biriyle selamı sabahı kesmek

cut sb down to size

yüzünü yere getirmek

cut sb off with a shilling birini mirastan yoksun etmek cut sb to the quick

kalbini kırmak, derinden yaralamak

cut short

kısa kesmek, uzatmamak

cut stone

yontma taş, yapıtaşı

cut the cackle

kapa çeneni, kes

cut the Gordian knot

düğümü çözmek, sorunu çözmek

cut the ground from under sb's feet

ayağının altına karpuz kabuğu koymak

cut the painter

yuvadan ayrılmak, ilişkiyi kesmek

cut to the bone

iyice kısmak, azaltmak

cut up

1. doğramak, 2. yıkmak, mahvetmek, 3. acı çektirmek

cut cut-and-dried cut-price shop

1.kesmek, 2.dilimlemek, 3.kesilmek, dilimlenmek, 4.açmak, 5.çıkartmak, atmak, 6.kısaltmak, 7.kısmak, azaltmak, seyrekleştirmek, 8.incitmek, kırmak, üzmek, 9.asmak, kırmak, 10.sapmak, aniden dönmek, yön değiştirmek, 11.(plak) doldurmak, 12.kesik, yarık, yara, 13.dilim, parça, 14.kısıntı, kesinti, 15.azaltma, indirim, 16.kesme, 17.pay değişmez, sabit, kararlaştırılmış

cut-price shop

ucuzcu dükkân

cut-price

1. ucuz, indirimli, 2. tenzilatlı

cut-rate

ucuz, piyasanın altında

cutaneous

derisel

cutback

indirim, kesinti

cute

şirin, hoş, sevimli

cuticle

tırnakların çevresindeki ölü deri, üst deri

cutie

cici kız

cutis

derma, altderi

cutlass

pala, kıvrık uçlu kısa kılıç

cutler

bıçakçı

cutlery

çatal-bıçak-kaşık, sofra takımı

cutlet

pirzola, külbastı

cutoff point

sona eriş noktası

cutoff statement

ara bilanço

cutoff

1. kesici düzenek, anahtar, sürgü, 2. kestirme yol

cutout box

kofra

cutout

kesici, disjonktür, enterüptör

cutter

1.kesici, 2.filika

cutthroat competition

kıyasıya rekabet

cutthroat

1. katil, cani, 2. tefeci

cutting

1.kupür, kesik, 2.dal çeliği, budanmış parça, 3.geçit, yarık, tünel, 4.acı, kırıcı, kalp kırıcı, incitici, 5.(rüzgâr) soğuk, kesici, içe işleyen

cuttle

katlamak, paftalamak, istiflemek

cuttlefish

mürekkepbalığı

cuttler

katlayıcı

cutwater

talimar, kayak tığı

cyanamide

siyanamit

cyanate

siyanat

cyanic acid

siyanik asit

cyanic

cyanic

siyanik

cyanidation

siyanürleme

cyanide

siyanür

cyanine

siyanin

cyanogen

siyanojen

cyanohydrin

siyanohidrin

cybernetician

sibernetikçi, güdümbilimci

cybernetics

sibernetik, güdümbilim

cyclamen

siklamen, tavşankulağı

cycle track

bisiklet yolu

cycle

1.devir, tur, dönüş, 2.bisiklet, 3.motosiklet, 4.bisiklet sürmek

cyclic compound

halkalı bileşik

cyclic

periyodik

cyclical

1. devirli, periyodik, 2. konjonktürel, 3. dairesel

cyclist

bisikletçi

cyclobutane

siklobutan

cyclogenesis

siklojenez

cyclogram

siklogram

cyclograph

siklograf

cyclohexane

sikloheksan

cyclohexylamine

siklohekzilamin

cycloid

1. sikloit, 2. yuvarlanma eğrisi

cycloidal

çevrimsi, dairevi

cyclometer

siklometre, mesafe saati

cyclone

kasırga, siklon

cyclopean

dev gibi

cyclopedia

ansiklopedi

cyclopedic

geniş (bilgi, malumat)

cyclopropane

siklopropan

cyclorama

cyclorama

1. siklorama, sayklorama, 2. gök perdesi

cyclotron

siklotron

cygnet

kuğu yavrusu

cylinder bore

silindir iççapı

cylinder cock

silindir musluğu

cylinder

silindir, yuvgu

cylindrical

silindirik, yuvgusal

cylindroid

silindiroit, yuvaksı

cyma

tepe silmesi, çerçeve başlığı, pervaz

cymbal

büyük zil

cymbalist

zil çalan kimse

cymene

simen

cymose

talkımlı

cynic

insanların her davranışında mutlaka bir çıkar bulunduğuna inanan kimse, iyiliğe inanmayan kimse, alaycı, sinik, kinik

cynical

sinik, iyiliğe inanmayan

cynicism

siniklik

cypher

bkz. cipher

cypress

servi

Cyprian

1. Kıbrıslı kimse, 2. şehvetli, çapkın

cyprinoid

havuz balığı

Cypriote

Kıbrıslı

Cyprus

Kıbrıs

cyst

kist

cysteine

sistein

cystine

sistin

cystitis

1. sistit, 2. mesane iltihabı, idrar zorluğu

cystoscope

sistoskop

cyte-

(art.) hücreye ait

cyto-

(art.) hücre

cytochrome

cytochrome

sitokrom

cytokinesis

hücre bölünmesi

cytologic

sitolojik, gözebilimsel

cytologist

sitolog, gözebilimci

cytology

sitoloji, hücre bilimi, gözebilim

cytoplasm

sitoplazma

cytosine

sitozin

czar

çar

Czech republic

Çek cumhuriyeti

Czech

1. Çek, 2. Çekçe, 3. Çek, 4. Çekçe

Czechoslovakia

Çekoslovakya

dab

1.dokunma, hafif vuruş, 2.hafifçe dokunmak, hafifçe vurmak, 3.uzman, usta

dabber

yüzeye mürekkep vurma aracı

dabble

(at/in ile) bir işle amatörce uğraşmak, takılmak

dabbler

amatör, meraklı

dabster

acemi çaylak

dace

1. çamça, 2. bir çeşit sazan

dacha

Rusya'da kır evi

dachshund

daksund

dactyl

bir şiir ölçüsü

dactylogram

parmak izi

dactylography

parmak izi bilimi

dad

baba

Dadaism

Dadaizm, Dadacılık

Dadaist

1. Dadaist, Dadacı, 2. Dadaist, Dadacı

daddy

baba, babacığım

dado

1. lambri, 2. lambrilemek

daemon

cin

daffodil

zerrin, fulya, nergis

daffy

daffy

deli

daft

aptal, salak, budala

dagger

hançer, kama

Daghistan

Dağıstan

dago

Büyük Okyanus adaları yerlisi

dahlia

dalya, yıldızçiçeği

dailies

günlük çekim

daily benefits

günlük kâr

daily bread

geçim

daily bulletin

günlük tebliğ

daily collection

günlük tahsilat

daily double

at yarışlarında çifte bahis

daily exchange rate

günlük döviz kuru

daily interest rate

günlük faiz oranı

daily interest

günlük faiz

daily pay

gündelik

daily product

günlük ürün

daily receipt

günlük gelir

daily report

günlük rapor

daily sale

günlük satış

daily wage

yevmiye, gündelik ücret

daily wages

gündelik, yevmiye

daily want

günlük gereksinim

daily

1.günlük, gündelik, 2.her gün, 3.günlük gazete, (pazar hariç) her gün çıkan gazete

daintiness

1. zarafet, 2. nezaket, incelik, 3. titizlik, 4. lezzet

dainty

1.ince, sevimli, tatlı, 2.lezzetli şey, özellikle küçük lezzetli kurabiye

daiquiri

tatlı alkollü içki

dairy cattle

süt ineği

dairy farm

mandıra

dairy products

dairy products

süt ürünleri

dairy

1.mandıra, süthane, 2.sütçü dükkânı, yalnız süt ve süt ürünleri satan dükkân

dairymaid

sütçü kız

dairyman

sütçü

dais

konuşmacı kürsüsü

daisy

papatya

daisywheel

papatyateker

dale

vadi

dalliance

1. tembellik, 2. oynaşma, flört, vakit geçirme

dally with

1. oynaşmak, 2. ciddiye almamak

dally

(about/over ile) oyalanmak, sallanmak

Dalmatia

Dalmaçya

dalmatian

siyah benekli beyaz bir cins iri köpek

daltonism

renk körlüğü, daltonizm

dam

1.baraj, set, su bendi, 2.baraj yapmak, su bendi yapmak, 3.set çekmek, kapamak

damage free

hasarsız

damage of inflation

enflasyon zararı

damage

1.zarar, ziyan, hasar, 2.zarar vermek

damageable

bozulabilir

damaged to property

mala verilen zarar

damaged

bozulmuş, hasarlı, zarar görmüş

damages insurance

zarara karşı sigorta

damages

tazminat, zarar ziyan tazminatı

damaging

zararlı

damask

şam kumaşı, damasko

dame

kadın

damn all

hiçbir bok, hiçbir şey

Damn it!

Allah belasını versin

damn well

pekâlâ, çok iyi, kesinlikle

damn

1.(din) ölümden sonra cezalandırmak, 2.lanet etmek, beddua etmek, lanetlemek, 3.sövmek, yerin dibine batırmak, 4.rezil etmek, mahvetmek, 5.kahretsin!, lanet olsun!, 6.o biçim, süper, son derece, müthiş

damnable

melun, lanetli

damnation

1.lanetleme, lanet, 2.lanetlenme

damned

1. lanetlenmiş, lanetli, 2. Allahın belası

damning

-e son derece karşı, zıt, aleyhinde

damp

1.ıslaklık, nem, rutubet, 2.nemli, rutubetli, 3.(ateşi) yavaşlatmak, küllemek, boğmak

damped

sönümlü

dampen

1.ıslatmak, nemlendirmek, 2.ıslanmak, nemlenmek, 3.(mutluluk, coşku, vb. için) kaçırmak, bastırmak, gölge düşürmek

damper

1. sürgü, kapak, 2. önleyici, gizleyici

damping

sönüm, amortisman

dampish

rutubetli, nemli

dampness

nem, rutubet

dampproof

neme karşı dayanıklı

damsel

soylu aileden gelen genç ve bekâr kız

damson

mürdümeriği

dance attendance on

bir dediğini iki etmemek, etrafında dört dönmek

dance hall

dans salonu

dance

1.dans etmek, 2.dans etme, 3.dans, 4.eğlence, danslı toplantı, dans

dancer

1. dansçı, dansör, dansöz, 2. çengi, köçek

dancing girl

dansöz, dansçı kız

dancing lesson

dans dersi

dancing master

dans öğretmeni

dancing

dans (etme)

dandelion

karahindiba

dandified

züppe, çıtkırıldım

dandle

1. çocuğu hoplatmak, hoppala yaptırmak, 2. şımartmak

dandruff

başta olan kepek, konak

dandy

züppe, çıtkırıldım

dandyism

züppelik

dandyism Dane

Danimarkalı kişi

danger class

tehlike sınıfı

danger

tehlike

dangerous

tehlikeli

dangle

1.sallamak, sarkmak, 2.sallanmak, sarkıtmak

Danish

Danimarka'ya ait, Danimarka dili

dank

nemli, soğuk, yaş

Danube

Tuna Nehri

daphne

defne ağacı

dapper

şık ve hareketli

dapple gray

alaca kırı

dapple

beneklemek

dappled

benekli, puanlı, nokta nokta

daraf

daraf, elastans birimi

darbies

kelepçe

Dardanelles

€anakkale Boğazı

dare

1.kalkışmak, cesaret etmek, cüret etmek, 2.zorlamak, meydan okumak, 3.meydan okuma, yürekli olma

daredevil

1. gözünü çöpten sakınmaz kişi, 2. gözüpek kimse

daresay

galiba

daring

1.çok yürekli, gözüpek, cüretkar, 2.yiğitlik, cüret, cesaret

dark blue

lacivert

dark horse

yetenekleri bilinmeyen kimse

dark room

karanlık oda

dark spot

karanlık nokta

dark spots

güneşteki karanlık noktalar

dark star

ışık vermeyen yıldız

dark

1.karanlık, 2.esmer, koyu, siyaha yakın, 3.gizli, karanlık

dark-eyed

kara gözlü

darken

1.kararmak, 2.karartmak

darkish

1. siyahımsı, 2. mat, koyu

darkling

1. karanlıkta olan, 2. karanlıkta

darkly

1. ümitsizce, 2. kasvetli bir şekilde

darkness

karanlık

darkroom

karanlık oda

darky

zenci

darling

1.sevgili, sevgilim, tatlım, canım, 2.sevgili, sevimli, cici, tatlı

darn

1.(giysi, çorap, vb.) iğne ile örerek onarmak, yamamak, örmek, 2.bkz. damn

darnel

delice otu, karaçayır

darner

1. örgücü, 2. örgü iğnesi

darning egg

örgü yumurtası

darning needle

kumaş onarma iğnesi, gözeme iğnesi

darning yarn

örme ipliği

darning

1. gözeme, 2. gözenecek kumaş

dart

1.küçük ok, 2.ani hareket, 3.(dikiş) pens, 4.(across/out/towards, vb. ile) ani ve hızlı hareket etmek, 5.fırlatmak, atmak

dartboard

dart oyunu tahtası, küçük ok atma tahtası

darts

dart oyunu

Darwinism

Darvincilik

dash off a letter

bir mektup karalamak

dash off

1. çalakalem yazmak, 2. fırlamak, hızla uzaklaşmak

dash sb's hopes

birinin ümitlerini kırmak

dash sth off

1. hızla yapmak, 2. hızla karalamak

dash

1.çarpmak, vurmak, fırlamak, hızla koşmak, 2.(ümit, vb.) yıkmak, 3.savurmak, sıçratmak, 4.vuruş, darbe, 5.atılma, hamle, 6.kısa çizgi

dashboard

(oto) gösterge tablosu, kumanda tablosu, alet tablosu

dashed line

kesik kesik çizgi

dashed

1. berbat, altüst olmuş, 2. kahreden, kahredici

dashing

canlı, atılgan, enerjik, hareketli

dashpot

amortisör

dastard

1. alçak kimse, aşağılık kimse, 2. alçak, korkak

dastardliness

dastardliness

1. adilik, hainlik, 2. korkaklık

dastardly

1. adi, alçak, 2. korkak

data bank

bilgi bankası, veri bankası

data base

veri tabanı

data center

veri merkezi

data channel

veri kanalı, veri oluğu

data collection

veri toplama

data file

veri dosyası, veri kütüğü

data flow

veri akışı

data gathering

veri toplama

data group

veri grubu, veri öbeği

data net

veri ağı

data processing

veri işlem, bilgi işlem

data record

veri kaydı

data source

veri kaynağı

data storage

veri saklama

data

veri, bilgi, karakteristik, olaylar, veriler

date back to

geçmişe uzanmak

date draft

vadeli poliçe

date from

-den gelmek

date of death

ölüm tarihi

date of dispatch

gönderme tarihi

date of draft

poliçenin tarihi

date of maturity

vade tarihi

date of payment

ödeme tarihi

date of record

kayıt tarihi

date palm

hurma ağacı

date

1.tarih, zaman, 2.randevu, buluşma, 3.Aİ, flört, arkadaş, 4.tarihini yazmak/belirtmek, tarih atmak, 5.tarihini saptamak, 6.modası geçmek, 7.Aİ, ile çıkmak, flört etmek, 8.hurma

dated

modası geçmiş, eski

dateless

1. tarihsiz, 2. vadesiz, ebedi

dating

tarihleme

datival

ismin -e halinde olan

dative

ismin -e hali, yönelme durumu

datolite

datolit

datum

1. veri, 2. kıyas hattı, kıyas noktası

datura

tatula

daub

(with/on ile) sıvamak, (yumuşak bir şeyle) kaplamak, sürmek

dauber

acemi ressam

daughter

kız çocuk, kız evlat

daughter-in-law

gelin

daunt

yıldırmak, korkutmak, cesaretini kırmak

dauntless

gözüpek, korkusuz

davenport

1. küçük süslü yazı masası, 2. sedir, divan

davit

matafora, sandal vinci

davy lamp

madenci lambası

daw

küçük karga

dawdle

salınmak, zaman harcamak, sallanmak

dawn on sb

anlamak, sezmek

dawn

1.şafak, günün ilk ışıkları, tan, 2.(gün) ağarmak, aydınlanmak, doğmak

day after day

1. sürekli, devamlı, 2. günden güne

day and night

sabah akşam

day by day

günden güne, günbegün

day drift

aydınlık bacası

day in day out

her Allahın günü, sürekli

day labor

gündelik iş

day laborer

gündelikçi

day letter

adi telgraf

day loan

günlük kredi

day nursery

kreş

day of application

başvuru tarihi

day of death

ölüm günü

day of payment

ödeme günü

day of reckoning

hesap günü, kıyamet günü

day order

günlük sipariş

day out

her gün

day school

1. gündüzlü okul, 2. gündüz okulu

day shift

gündüz vardiyası, gündüz postası

day student

gündüzlü öğrenci

day

1.gün, 2.gündüz, 3.çalışma süresi, 4.zaman, çağ, dönem, 5.başarı/ün yılları, parlak günler

day-to-day market

günlük para piyasası

day-to-day money

günlük ödenen para

day-to-day

günlük, her günkü

day's wage

gündelik

daybook

1. yevmiye defteri, 2. kasa defteri, 3. satış defteri

daybreak

tan, şafak, seher

daydream

1.hayal, düş, 2.hayal kurmak, dalmak

daydreamer

hayalci

daylight robbery

düpedüz soygun, kazık

daylight saving time

yaz saati uygulaması

daylight

gün ışığı, gündüz

daylily

sarı zambak

daylong

1. bütün gün boyunca devam eden, 2. bütün gün boyunca, sabahtan akşama kadar

days of grace

ödeme süresi, ödeme mühleti

days

yaşam

daytime

gündüz

daze

sersemletmek, afallatmak

dazed

şaşkın, baygın

dazzle

dazzle

1.(gözlerini) kamaştırmak, 2.şaşırtmak

de facto bankruptcy

fiili iflas

de facto recognition

fiili olarak tanıma

de facto

fiili, bilfiil

de jure recognition

bir devleti hukuki olarak tanıma

de jure

yasaya göre, yasal olarak

de luxe

lüks, görkemli

de trop

istenmedik, fazlalık, fazla

de-

(önek) -den, -dan, aşağı, tamamen, mahrum

de-energize

enerjisini kesmek

de-escalate

hızını düşürmek

de-ionize

iyonsuzlaştırmak

deacidification

asidini giderme

deacidify

asidini gidermek

deacon

kilise işlerinde papaza yardımcı kimse, diyakoz

deaconess

kadın diyakoz

deactivate

etkinliğini gidermek

deactivation

deaktivasyon, etkinlik giderme

dead account

ölü hesap

dead ahead

dosdoğru

dead and alive

ölü gibi

dead as a dodo

ölmüş, tarihe karışmış

dead ball

saha dışına çıkmış top

dead beat

bitkin, yorgunluktan ölmüş

dead capital

ölü sermaye

dead cargo

boş yük

dead centre

ölü nokta

dead drunk

bulut gibi sarhoş

dead end

1. açmaz, çıkmaz, 2. çıkmaz sokak, 3. küldösak, kör baca

dead head

dead head

boş olarak kalkan tren, otobüs v.b

dead heat

berabere biten yarış, başabaş biten yarış

dead language

ölü dil

dead line

ölü hat

dead load

ölü yük

dead loan

batık kredi

dead loss

tam ziyan, kesin zarar, kesin kayıp

dead march

cenaze marşı

dead money

ölü para

dead nettle

ısırgan otu, ballıbaba

dead point

ölü nokta

dead sale

durgun satış

Dead Sea

Lut gölü

dead season

ölü sezon, ölü mevsim

dead spot

ölü nokta

dead time

ölü zaman

dead to the world

deliksiz uykuda

dead water

1. durgun su, 2. dümen suyu

dead weight

1. net ağırlık, boş ağırlığı, 2. ağır yük 1.ölü, 2.ölmüş, işi bitmiş, geçersiz, 3.bozuk, 4.tam, 5.uyuşmuş, uyuşuk, hissiz, 6.cansız, renksiz, sıkıcı, 7.çok yorgun, 8.hareketsiz/ölü vakit, 9.ansızın ve tümüyle, 10.tamamen, tam, 11.doğrudan doğruya, direk olarak

dead dead-end street

çıkmaz sokak

deadbeat

kaldırım mühendisi, tembel kimse

deaden

köreltmek, azaltmak, körletmek, yok etmek

deadlight

lomboz kapağı

deadline

son teslim tarihi, son mühlet

deadliness

ölüm derecesinde olma, aşırılık

deadlock

çözümlenemeyen anlaşmazlık, çıkmaz

deadly enemy

can düşmanı

deadly nightshade

güzelavratotu

deadly sin

büyük günah

deadly

1.öldürücü, 2.çok etkili, 3.sıkıcı, bayıcı, 4.çok, 5.ölü/ ölüm gibi

deadness

1. uyuşukluk, cansızlık, 2. durgunluk

deadpan

cansız, ölü gibi, duygusuz, ruhsuz

deaerate

havasını gidermek, havasını almak

deaf and dumb

sağır dilsiz

deaf as a post

duvar gibi sağır

deaf

1.sağır, 2.kulak asmayan, duymazlıktan gelen, sağır

deaf-mute

1. sağır-dilsiz kimse, 2. sağır-dilsiz

deafen

sağır etmek, sağırlaştırmak

deal in

ticareti yapmak, alıp satmak

deal with

1. iş yapmak, 2. ele almak, uğraşmak, 3. ilgili olmak

deal

1.dağıtmak, vermek, 2.paylaştırmak, dağıtmak, 3.vurmak, patlatmak, 4.kâğıtları dağıtma sırası, 5.anlaşma, iş, 6.miktar

dealer

1.tüccar, satıcı, 2.kâğıtları dağıtan kimse

dealing

1.iş, 2.muamele

dealings

1.ilişkiler, 2.iş, alışveriş

dean

1.dekan, 2.baş papaz

deanery

dekanlık

Dear me!

Aman!, Canım!, Deme!, Ne yazık!

dear

1.sevgili, değerli, aziz, 2.pahalı, 3.(mektup başında) sevgili, sayın, 4.sevilen kimse, sevgili, 5.aman!, canım!, deme!, hay Allah!, vah vah!

dearly

1.çok, 2.pahalıya, pahalı bir biçimde

dearness

pahalılık

dearth

yokluk, kıtlık

deary

sevgili

death benefit

ölüm yardımı

death cell

ölüm hücresi

death certificate

1. ölüm ilmuhaberi, 2. defin ruhsatı

death duty

veraset vergisi

death grant

cenaze yardımı

death knell

ölüm çanı

death penalty

ölüm cezası

death punishment

ölüm cezası

death rate

ölüm oranı

death rattle

ölüm hırıltısı

death roll

ölenlerin listesi

death sentence

idam hükmü

death struggle

ölüm kalım mücadelesi

death throes

ölüm sancıları

death toll

ölü sayısı

death trap

ölüm tuzağı

death warrant

1. idam hükmü, 2. ölüm fermanı

death

1.ölüm, 2.son, yıkım

deathbed

ölüm döşeği

deathblow

öldürücü darbe, son darbe

deathless

1. ölümsüz, 2. baki

deathlike

ölü gibi, ölüm gibi

deathly

ölüm gibi

deathtrap

ölüm tehlikesi olan yer

deb

bkz. debutante

debacle

1. felaket, musibet, yıkım, 2. hezimet, bozgun

debar

(from ile) mahrum bırakmak, alıkoymak

debase

alçaltmak, itibarını düşürmek

debatable

şüpheli, kuşku uyandıran

debate

1.tartışma, müzakere, görüşme, 2.tartışmak, görüşmek

debauch

1.sefahat, 2.ayartmak, baştan çıkartmak, doğru yoldan saptırmak

debauched

sefih, zampara, uçarı, alemci

debauchee

zampara, çapkın kimse

debauchery

sefahat, uçarılık, zamparalık, alemcilik

debenture

debenture

1. borç senedi, 2. tahvil, senet

debilitate

güçsüzleştirmek, zayıflatmak, takatten düşürmek

debilitation

güçten düşürme, zayıflatma

debility

güçsüzlük, takatsizlik, zayıflık

debit account

borç hesabı, zimmet hesabı

debit advice

borçlu dekontu

debit and credit

borç ve alacak

debit balance

borç bakıyesi

debit card

bankamatik kartı

debit entry

borç kaydı, borç girişi

debit interest

borç faizi

debit

1.deftere kaydedilen borç, açık, zimmet, 2.zimmetine geçirmek

debiting

borçlandırma

deblock

debloke etmek

deblocking

bloklara ayırma, öbek açma, öbek çözme

debonair

1. güler yüzlü, neşeli, şen, 2. nazik, 3. hoş, zarif

debrief

-den bilgi almak

debris

enkaz, yıkıntı, çöküntü

debt balance

borç bakiyesi

debt burden

borç yükü

debt conciliation

borçların ödenmesi

debt limit

borç limiti

debt obligation

borç yükümlülüğü

debt of honour

namus borcu

debt receivable

alacak

debt

1.alacak, borç, 2.borçlu olma, borçlanma

debtless

borçsuz

debtor bank

borçlu banka

debtor nation

borçlu ülke

debtor

debtor

borçlu

debug

hata bulmak, hata yakalamak, hata ayıklamak

debugger

hata bulucu, hata ayıklayıcı

debugging

bulup giderme, onarma

debunching

elektron demeti genleşmesi, açılım

debunk

(yanlış bir düşünceyi) çürütmek

debus

yük boşaltmak

debut

sosyal bir alanda ilk beliriş, sahneye ilk kez çıkış

debutante

sosyeteye ilk kez çıkan genç kız

deca-

(önek) on, deka

decade

on yıl

decadence

1. çöküş, yıkılış, 2. çökme, gerileme

decadent

gözden düşen, itibarını yitiren

decaffeinate

kafeinini çıkarmak

decaffeinated coffee

kafeinsiz kahve

decagon

ongen

decagonal

on köşeli

decahedral

on yüzlü

decahedron

onyüzlü

decal

çıkartma

decalcify

kireçsizlendirmek

decalitre

on litrelik

decalogue

on emir

decameter

dekametre

decamp

1. kampı bozup çekilmek, 2. kaçmak, sıvışmak

decant

(şarap, vb.) bir kaptan diğerine aktarmak, boşaltmak

decantation

süzme, tortusundan ayırma

decanter

şarap sürahisi

decapitate

başını kesmek, boynunu vurmak

decapod

decapod

onayaklı (kabuklu hayvan)

decarbonize

karbonunu gidermek

decarboxylase

dekarboksilaz

decarburization

dekarbürasyon, karbonsuzlaşma

decarburize

karbonsuzlaştırmak, karbonunu gidermek

decastyle

dekastil

decasyllable

on heceli kelime

decathlete

dekatloncu

decathlon

dekatlon, onlu yarış

decatize

dekatirlemek, kolasını gidermek

decatizing

dekatir(leme)

decay

1.bozmak, çürütmek, 2.bozulmak, çürümek, 3.güçten düşmek, sağlığını yitirmek, 4.çürüme, bozulma, çöküş

decayed

1. zayıflamış, 2. kuvvetsiz, kudretsiz, 3. çürümüş

decease

ölüm, ölme

deceased

merhum, ölü

deceased's estate

miras

deceit

yalancılık, hilekârlık, düzenbazlık, namussuzluk

deceitful

1.hilekâr, yalancı, namussuz, 2.aldatıcı, sahte, yapmacık

deceitfulness

1. dolandırıcılık, sahtekârlık, 2. hilekârlık

deceivable

kolay aldatılan, saf

deceive

aldatmak

deceiver

1. yalancı kimse, 2. hilekâr, yalancı

decelerate

yavaşla(t)mak, hızı azalmak

deceleration

1. yavaşlama, hız azalması, 2. hız azaltma

decelerator

hız kesen

December

Aralık ayı

decency

terbiye, incelik, topluma uygunluk, ılım

decennial

1. on yılda bir olan, 2. onuncu yıldönümü

decennium

on yıllık dönem

decent

decent

1.terbiyeli, yakışık alır, saygılı, 2.uygun, makul, 3.oldukça iyi, tatmin edici, iyi, hoş, 4.nazik, ince, kibar

decently

terbiye ölçüsünde, insanca

decentralization

yerinden yönetim, ademi merkeziyet

decentralize

merkezden birkaç yere yetki dağıtmak

deception

1.aldatma, aldanma, 2.hile

deceptive

aldatıcı, yanıltıcı

deceptiveness

1. aldatıcılık, 2. düzenbazlık

decertify

bir belgeyi iptal etmek

dechlorinate

klorsuzlaştırmak, klorunu gidermek

dechlorination

klorsuzlaştırma, klorunu giderme

deci-

(önek) desi

decibel

desibel

decide against a thing

birşeyin aleyhinde karar vermek

decide for a thing

birşeyin lehinde karar vermek

decide

1.karar vermek, kararlaştırmak, 2.seçim yapmak, hüküm vermek, 3.sonuçlandırmak

decided

1.açık, anlaşılır, net, 2.kararlı, değişmez

decidedly

kararlı bir şekilde, kesin olarak, muhakkak

decider

1. final, son maç, 2. kesin sonuç

deciduous leaf

dökülen yaprak, düşen yaprak

deciduous tooth

sütdişi

deciduous tree

her yıl yapraklarını döken ağaç

deciduous

(ağaç) her yıl yaprakları dökülen

decigramme

desigram

decile

desil, ondabirlik

decilitre

desilitre

decimal digit

onlu rakam

decimal fraction

ondalık kesir

decimal number system ondalık sayı dizgesi decimal number decimal place

ondalık sayı

decimal place

onda hanesi

decimal point

ondalık hane noktası

decimal system

ondalık sistem, onlu dizge

decimal

1.ondalık, 2.ondalık sayı/kesir

decimalize

ondalık sisteme çevirmek

decimate

büyük kısmını yok etmek

decimation

imha, katliam

decimetre wave

desimetrik dalga

decimetre

desimetre

decipher

şifresini/anlamını çözmek

decipherable

1. anlaşılır, okunur, 2. çözülebilir

decipherment

şifre çözücü

decision

1.karar, 2.kararlılık

decisive

1.kararlı, 2.kesin, sonuca götüren, 3.şüphesiz, kesin

decisively

kesin olarak

decisiveness

1. kesinlik, 2. tartışılmazlık, 3. kararlılık

deck beam

güverte kirişi

deck chair

şezlong

deck hand

güverte tayfası

deck house

güverte kamarası

deck light

ispiralya

deck load

güverte yükü

deck log

seyir defteri

deck out

donatmak, süslemek

deck passenger

güverte yolcusu

deck

1.güverte, 2.(iskambil) deste, 3.kat, 4.süslemek, donatmak

deckchair

şezlong

deckle edge

kâğıdın tırtıklı kenarı

declaim

yüksek sesle ve el kol hareketleriyle konuşmak/söylemek

declamation

declamation

1. heyecanlı nutuk, 2. sövüp sayma, 3. hitabet

declamatory

1. söylev sanatına ait, 2. coşturucu

declarable

gümrük vergisine tabi

declarant

bildirimde bulunan kişi

declaration day

beyan günü

declaration for exportation

çıkış bildirgesi

declaration of bankruptcy

iflas ilanı

declaration of independence

bağımsızlık ilanı

declaration of intent

niyet beyanı

declaration of property mal bildirimi, mal beyanı declaration of residence ikamet ilmuhaberi, oturma bildirimi declaration of value

kıymet beyanı

declaration of war

savaş ilanı, harp ilanı

declaration of wealth

servet beyanı

declaration

1.bildiri, deklarasyon, 2.demeç

declarative sentence

bildirme cümlesi, haber cümlesi

declarative

1. ifade eden, bildiren, haber veren, 2. beyan eden

declaratory

ifade eden, beyan eden

declare a ceasefire

ateşkes ilan etmek

declare a truce

mütareke ilan etmek

declare bankruptcy

iflas ilan etmek

declare martial law

sıkıyönetim ilan etmek

declare null and void

geçersiz saymak

declare war

savaş ilan etmek

declare

1.ilan etmek, 2.iddia etmek, 3.bildirmek, haber vermek, deklare etmek

declared

olarak kabul edilen, bilinen, şaşmaz, değişmez

declassify

gizliliğini kaldırmak

declension

1. ad çekimi, çekim, 2. tasrif

declinable

çekilebilir, çekimli

declination compass

sapma pusulası, sapma ölçer

declination

1. eğim, yokuş, 2. geri çevirme, reddetme, 3. meyil

decline in income

gelirde azalma

decline in prices

fiyatlarda düşüş 1.geri çevirmek, reddetmek, 2.azalmak, zayıflamak, düşmek, kötüye gitmek, çökmek, 3.(güneş) batmak, 4.iniş, gerileme, düşme, kötüye gidiş, çöküş

decline declining years

hayatın son yılları

declinometer

deklinometre, sapmaölçer

declivitous

meyilli, inişli

declivity

1. iniş meyil, 2. bayır, yamaç

declutch

debriyaj yapmak, boşa almak

decoct

kaynatarak özünü elde etmek

decode

şifresini çözmek

decoder

1. kod çözücü, kod açar, 2. renk çözücü

decoil

kangal açmak

decollate

kopya ayırmak

decollator

sayfa ayırıcı

decolletage

dekolte elbisenin yakası

decollete

alçak yakalı, açık, dekolte

decolorant

1. rengini açan, ağartan, 2. rengini açma, ağartma

decoloration

rengini giderme, renksizleştirme

decolorization

rengini açma, renksizleştirme, soldurma

decolorize

rengini gidermek, rengini açmak, renksizleştirmek

decolorizer

renk giderme maddesi, renk açma maddesi

decompose

1.çürümek, bozulmak, 2.çürütmek, bozmak, 3.ayrışmak, 4.ayrıştırmak

decomposed

ayrışmış, bozunmuş, çürümüş

decomposition

1. çürüme, bozuşma, 2. ayrışma, ayrışım, 3. çürüklük

decompress

tazyiki boşaltmak, basıncı kaldırmak

decompression

basıncı azaltma, basıncı kaldırma

decontaminate

zararlı maddelerden arındırmak, temizlemek

decontamination

zararlı maddelerden arındırma, temizleme

decontrol

1. kontrolünden çıkarmak, denetimi kaldırmak, 2. denetimin kaldırılması

decor

dekor

decorate

1.süslemek, donatmak, dekore etmek, 2.badanalamak, boyamak, 3.duvar kâğıdıyla kaplamak, 4.(for ile) nişan vermek

decoration

1.süsleme, dekorasyon, 2.süs, 3.nişan, madalya

decorative

süsleyici, dekoratif

decorator

1.dekoratör, 2.badanacı

decorous

1.ağırbaşlı, efendi, yakışık alır, uygun, 2.kibar

decorticate

kabuğunu soymak

decorum

uygun davranış

decoupling

dekuplaj

decoy

tuzak, yem, hile

decrease in population nüfusta azalma decrease in prices

fiyatlarda düşüş

decrease

1.azalmak, 2.azaltmak

decreasing cost

azalan maliyet

decreasing costs

azalan maliyet

decreasing returns

azalan verim

decreasingly

gittikçe azalarak

decree in the power of law

kanun hükmünde kararname

decree

1.emir, kararname, 2.karar, hüküm, 3.emretmek, buyurmak

decrement

1. azalma, eksilme, 2. eksiklik

decrepit

eli ayağı tutmaz, yıpranmış, moruk

decrescendo

1. dekreşendo, diminuendo, 2. dekreşendo, diminuendo, 3. dekreşendo, diminuendo

decrescent

azalan, küçülen

decrial

kınama

decry

kötülemek, yermek

decryption

kod açma, kod çözme

decumbent

yatık, eğilmiş

decuple

on kat, on misli

decussate leaf arrangement

haçvari yaprak dizilişi

decussate

1. x şeklinde, çaprazvari, 2. çaprazvari geçmek, x şeklinde geçmek

dedicate

1.adamak, 2.ithaf etmek

dedicated

(işine) kendini adamış

dedication

1.adama, 2.ithaf

deduce

anlamak, ortaya çıkarmak, sonucuna varmak

deducible

1. anlaşılabilir, 2. sonuç çıkarılabilir

deduct

çıkarmak, azaltmak, indirmek, eksiltmek

deductible

düşülebilir

deduction

1.kesinti, indirme, azaltma, 2.tümdengelim, türetim, 3.sonuç

deductive

tümdengelimli, çıkarsama ile ilgili

dedust

toz gidermek

deduster

toz giderici

deed of partnership

ortaklık sözleşmesi, şirket sözleşmesi

deed of real estate

tapu senedi

deed of transfer

devir senedi

deed of trust

vekâletname

deed

1.iş, hareket, eylem, edim, 2.senet, tapu senedi

deejay

diskcokey

deem

saymak, sanmak, zannetmek

deemotionalize

kabalaştırmak, hissizleştirmek

deep sea

engin deniz, açık deniz

deep structure

derin yapı

deep tone

boğuk ses

deep well

deep well deep

derin kuyu 1.derin, 2.(renk) koyu, 3.(uyku) derin, 4.(ses) boğuk, alçak, 5.(duygu) derin, içten, 6.yoğun, ciddi, 7.anlaşılmaz, karmaşık, 8.ciddi, kötü, 9.derine inen, yüzeyde kalmayan, 10.derine, dibe, derinden, derin, 11.geç vakte kadar, geç vakitte, 12.(the ile) deniz

deep-dyed

hakiki

deep-freeze

1. dipfriz, derin dondurucu, 2. dondurmak, dondurup saklamak

deep-freezer

derin dondurucu

deep-frozen

(derin) dondurulmuş

deep-rooted

köklü, derin

deep-sea fishing

açık deniz balıkçılığı

deep-sea navigation

uzak deniz seferi

deep-sea steamer

açık deniz gemisi

deep-sea voyage

uzak deniz yolculuğu

deep-sea

kıyıdan uzakta, açık deniz

deep-seated

köklü, yerleşmiş, sabit

deep-set

derinde olan

deepen

1.derinleşmek, 2.derinleştirmek

deeply

derinden, içten

deepness

1. derinlik, 2. karanlık, koyuluk, 3. enginlik, 4. zekâ

deeprooted

sabit, kökleşmiş

deer forest

geyik ormanı

deer

geyik, karaca

deerhound

zağar

deerskin

geyik postu

deerstalker

geyik avcısı

deerstalking

geyik avı

deescalate

1. hızını azaltmak, 2. azalmak, önemini kaybetmek

deface

görünüşünü bozmak, çirkinleştirmek, tahrif etmek

defacement

bozma, tahrif

defacto

gerçekte yapılan, fiili, eylemsi

defalcate

zimmetine geçirmek

defalcation

1. zimmetine geçirme, 2. zimmete geçirilen para

defamation

1. karalama, lekeleme, hakaret, 2. iftira, aşağılama

defamatory

1. lekeleyen, leke düşüren, 2. iftira olan

defame

kara çalmak, ününe leke sürmek

defamer

iftiracı

defatted

yağı çıkarılmış

default drive

hazır sürücü, varsayılı sürücü

default interest

gecikme faizi, temerrüt faizi

default option

hazır seçim, yokluk durumunda seçim

default value

hazır değer, seçimsizlik değeri

default

1.bir görevi yerine getirmemek, 2.bir borcu ödememek, 3.mahkemeye gelmemek, 4.yarışmaya katılmamak, 5.hazır bulunmayış, katılmayış, gelmeme, 6.yapmama, savsama

defaulter

borçlarını vermeyen kimse

defeasance

iptal, fesih, kaldırma 1.yenmek, bozguna uğratmak, 2.boşa çıkarmak, suya düşürmek, mahvetmek, yıkmak, 3.yenilgi, bozgun, 4.yenilgiye uğrama, 5.yenilgiye uğratma

defeat defeatism

bozgunculuk

defecate

dışkı boşaltmak

defecation

durultma

defect

1.hata, kusur, eksiklik, 2.kendi ülke/parti, vb.'ni terketmek, iltica etmek

defection

terk etme, mensup olduğu zümreden çekilme

defective

hatalı, kusurlu, eksik

defector

vatan haini

defence budget

savunma bütçesi

defence counsel

savunma avukatı

defence expenditures

savunma harcamaları

defence industry

savunma endüstrisi

defence policy

savunma politikası

defence spending

savunma harcaması

defence

savunma

defenceless

desteksiz, müdafaasız, korunmasız

defend

savunmak, korumak, müdafaa etmek

defendable

savunulabilir, korunabilir

defendant

sanık, davalı

defender

1. savunan kişi, 2. koruyucu kimse

defenestration

pencereden atılma

defense

bkz. defence

defenseless

müdafaasız

defensible

1. savunulabilir, 2. korunabilir

defensive alliance

savunma anlaşması

defensive mechanism

savunma mekanizması

defensive

savunan, savunucu, savunmalı, koruyucu

defer

ertelemek, sonraya bırakmak

deference

uyma, saygı gösterme, riayet etme

deferent duct

taşıyıcı kanal

deferent

taşıyıcı, boşaltıcı

deferential

1. uyumlu, 2. saygılı, hürmetkâr

deferment

1. erteleme, ödemeyi geciktirme, 2. tehir

deferred liability

ertelenmiş borç, müeccel borç

deferred payment sale

taksitle satış, uzun vadeli satış

deferred terms

taksitle ödeme

deferred

ertelenmiş

defiance

1. itaatsizlik, saygısızlık, 2. meydan okuma

defiant

meydan okuyan, küstah, cüretkâr

deficiency disease

vitaminsizlik hastalığı

deficiency letter

uyarma bildirisi, ihbarname

deficiency

1.eksiklik, kusur, 2.yetersizlik

deficient amount

gerekli miktar, açık

deficient

1.yetersiz, 2.eksik

deficit of the balance of

deficit of the balance of ödemeler dengesi açığı payments deficit

(bütçe, hesap) açık

defier

meydan okuyan kimse

defile

kirletmek

defilement

kirletme, bozma, pisletme

definable

tanımlanabilir

define

1.tanımlamak, 2.belirtmek

defining clauses

tanımlayan cümlecik

defining relative clause tanımlayan ilgi cümleciği defining

tanımlayan, açıklayan

definite article

belirli artikel, belirli tanımlık

definite letter of warranty

kati teminat mektubu

definite

belirli, açık, kesin

definitely

kesinlikle

definiteness

kesinlik

definition

1.tanım, 2.açıklık, berraklık, netlik

definitive judgment

kesin hüküm, kesin karar

definitive

1.nihaî, kesin, 2.tam, eksiksiz, kusursuz

definitively

nihai olarak, şüphesiz, muhakkak

deflagrate

birden ateş alıp tutuşmak

deflagration

birden ateş alma, ani yanma

deflate

1.havasını boşaltmak, söndürmek, 2.sönmek, 3.piyasadaki para miktarını azaltmak

deflation

deflasyon, paradarlığı

deflationary

deflasyonist

deflect

1.sapmak, sekmek, 2.saptırmak, sektirmek

deflection

1. sapma, dönme, 2. bel verme, eğilme, salgı

deflector coil

sapma bobini

deflector

1. deflektör, 2. kalkan, siperlik

deflorate

deflorate

kızlığını bozma, zarar verme

defloration

1. kızlığını bozma, 2. çiçeklerin dökülmesi

deflower

1. çiçeklerini koparmak, yolmak, 2. kızlığını bozmak

defoam

köpüğünü gidermek

defoaming agent

köpük giderici madde

defoliant

yaprakları döken ilaç

defoliate

1. yapraklarını gidermek, 2. yapraklarını dökmek

defoliation

yaprak dökümü

deforce

zorla alıkoymak

deforest

ormandan yoksun bırakmak

deforestation

ormansızlaştırma, kellendirme

deform

biçimini bozmak, deforme etmek

deformability

şekil değiştirebilme

deformation

1. deformasyon, bozunum, bozulum, 2. çirkinleştirme

deformed

şekli bozulmuş

deformity

biçimsizlik, sakatlık

defraud

dolandırmak, aldatmak, hakkını yemek

defraudation

hile

defrauder

dolandırıcı, hilekâr

defray

ödemek, tediye etmek

defrayment

masrafı ödeme, maliyeti ödeme

defrock

cübbesini çıkartmak

defrost

buzlarını çözmek/temizlemek

defroster

buz çözücü

defrosting rear window defrostlu arka cam deft

becerikli, eliçabuk, marifetli

deftness

1. beceri, hüner, ustalık, 2. beceriklilik

defunct

ölü, ölmüş

defuse

(patlayıcı) fitilini sökmek

defy

defy

1.karşı gelmek, başkaldırmak, 2.kafa tutmak, meydan okumak

degas

gazını gidermek, gazını almak

degasifier

degazör, gaz giderici

degauss

mıknatıslığını gidermek

degausser

mıknatıslık giderme bobini

degeneracy

yozlaşma, soysuzlaşma

degenerate

1.yozlaşmış, yoz, 2.yozlaşmak, 3.düşmek, dönüşmek

degeneration

bozulma, yozlaşma, dejenerasyon

degenerative

yozlaştırıcı

deglutition

yutma

degradation

1. bozunma, ayrışım, 2. indirim, düşme, rütbe indirme

degrade

küçük düşürmek, alçaltmak

degradin

küçültücü, alçaltıcı

degrading

alçaltıcı, haysiyet kırıcı

degree of comparison

karşılaştırma derecesi

degree of freedom

serbestlik derecesi

degree of latitude

paralel derecesi

degree of longitude

meridyen derecesi

degree

1.derece, 2.düzey, derece, kademe, 3.öğrenim derecesi

degression

indirim

degressive tax

azalan oranlı vergi

degressive

azalan oranlı

degum

(ipek) zamkını gidermek

dehisce

1. (tohum kabuğu) yarılıp açılmak, 2. çatlamak

dehumanize

1. canavarlaştırmak, 2. insanlıktan çıkarmak

dehumidification

nemini alma, kurutma

dehumidifier

nem alma maddesi, kurutucu madde

dehumidify

nemini almak, kurutmak

dehydrate

suyunu almak, kurutmak

dehydrated foods

dehydrated foods

suyu alınmış gıda maddeleri

dehydration

suyunu giderme, susuzlaştırma

dehydrogenase

dehidrojenaz

dehydrogenation

hidrojen giderme, dehidrojenasyon

deice

buzlanmayı önlemek, buz tutmasını önlemek

deictic

gösterici

deification

1. yüceltme, 2. tapma, tapınma

deify

tanrılaştırmak, yüceltmek, ululaştırmak, tapmak

deign

tenezzül etmek

deionization

iyonsuzlaştırma

deionize

iyonsuzlaştırmak

deism

yaradancılık

deity

tanrı, tanrıça

deja vu

``bunu daha önceden yaşamıştım'' duygusu

deject

kederlendirmek, hevesini kırmak

dejecta

dışkı

dejected

üzgün, hüzünlü, mahzun

dejection

1. keder, neşesizlik, 2. dışkı, büyük aptes

dejure

haklı, yasal

dekaliter

dekalitre

dekko

bakış

delabialisation

düzleşme

delactation

sütten kesme, sütten kesilme

delate

yaymak, haber vermek

delative

1. iniş durumu, 2. iniş durumu

delator

iftiracı

delay of payment

borç ertelemesi

delay payment

temdit, ödemede gecikme

delay

1.gecikmek, yubanmak, 2.geciktirmek, 3.ertelemek, 4.gecikme

delayed

delayed

1. gecikmeli, 2. ertelenmiş, tehir edilmiş

delaying

geciken, ertelenen, tehir edilen

dele

1. silmek, 2. silme işareti

deleave

sayfalara ayırmak, kopyalara ayırmak

delectable

nefis

delectation

büyük zevk, eğlence

delegacy

1. delegelik, delegasyon, 2. elçilik

delegate

1.temsilci, delege, 2.temsilci olarak görevlendirmek/atamak, 3.delege olarak göndermek

delegation

1.delegasyon, 2.yetki verme, görevlendirme

delete

silmek, çıkarmak

deleterious

zararlı, muzır

deletion

1. kaldırma, silme, 2. kazıma

deletrious

muzır

delft

Hollanda porseleni

deliberate

1.kasıtlı, 2.temkinli, ağır, dikkatli, 3.düşünmek, üzerinde durmak, 4.tartışmak

deliberately

kasten, bile bile

deliberateness

1. kasıt, 2. dikkatlilik, tedbirlilik

deliberation

1. düşünüp taşınma, kafa yorma, tartışma, 2. ihtiyat

deliberative

düşünceli, ihtiyatlı, tedbirli, düşünen

delicacy

1.incelik, duyarlılık, narinlik, 2.az bulunur/pahalı/leziz yiyecek

delicate

1.narin, zarif, ince, 2.kolayca incinen, hassas, nazik, 3.dikkat isteyen, ince, 4.(alet, vb.) duyarlı, hassas, 5.(yemek) leziz ve hafif

delicatessen

mezeci dükkânı, şarküteri

delicious

nefis, leziz

delict

suç

delight

1.zevk vermek, memnun etmek, sevindirmek, 2.(in ile) zevk almak, 3.zevk, haz, 4.sevinç

delightful

zevkli, hoş

delightfully

zevkle, memnuniyetle

delime

kireçsizlendirmek

delimit

sınırlamak

delimitation

delimitation

sınırlandırma, sınırlama, tahdit

delimiter

sınırlayıcı, sonlayıcı

delineate

1. taslağını çizmek, 2. betimlemek, tasvir etmek

delineation

1. çizerek anlatma, 2. betimleme, tasvir, tarif

delinquency

1.görevi ihmal etme, 2.suç işleme, kurallara uymama

delinquent account

açık hesap

delinquent

1.suçlu, suç işleyen, 2.görevini yerine getirmeyen

deliquesce

sulanmak, eriyip su olmak

deliquescence

sulanma, eriyip su olma

delirious

1.sayıklamalı, sayıklayan, 2.çılgın gibi, azgın

delirium

1.sayıklama, 2.coşma, azma

deliver a speech

söylev vermek, nutuk atmak

deliver from

1. korumak, 2. doğurtmak

deliver oneself of

konuşma haline dökmek

deliver

1.(alıcının evine/işyerine) teslim etmek, götürmek, dağıtmak, 2.(from ile) kurtarmak, korumak, 3.doğurtmak, 4.(up/over ile) vermek, teslim etmek, 5.(konuşma, vb.) okumak, yapmak, 6.(demeç, ders, vb.) vermek

deliverable

verilebilir, dağıtılabilir, teslim edilebilir

deliverance

1.kurtarma, 2.kurtulma, kurtuluş

delivered price

teslim fiyatı

delivered

verilmiş, teslim edilmiş

deliverer

1. kurtarıcı kişi, 2. dağıtıcı

delivery car

kamyonet

delivery date

teslim tarihi

delivery note

teslim beyanı

delivery order

teslim emri

delivery point

teslimat yeri

delivery price

teslim fiyatı

delivery receipt

teslim emri

delivery

1.teslim, dağıtım, servis, 2.doğum, 3.konuşma biçimi

dell

küçük vadi

delouse

bitlerini ayıklamak

delphic

meçhul

delphinin

delfinin

delphinium

hezaren çiçeği

delta ray

delta ışını

delta

1.Yunan abecesinin dördüncü harfi, delta, 2.delta, çatalağız

delta-wing

üç köşe kanat

deltoid muscle

teltoit kas

deltoid

üçgen şeklinde, nehir deltasına benzer

delude

kandırmak, aldatmak

deluge

1.büyük sel, su baskını, 2.şiddetli yağmur, 3.... yağmuruna tutmak

delusion

1.aldatma, 2.aldanma, 3.saplantı, yanlış inanç, kuruntu

deluster

parlaklığını azaltmak, matlaştırmak

deluxe

lüks, ihtişamlı

delve into

derinlemesine araştırmak

delve

(into/among ile) derinlemesine araştırmak

demagnetization

mıknatıslık giderimi

demagnetize

mıknatıslılığını gidermek

demagnetizer

demagnetizör, manyetik silici

demagogic

demagojik

demagogue

demagog, halkavcısı

demagogy

demagoji

demand deposit

vadesiz mevduat

demand for labour

işgücü talebi

demand for money

para talebi

demand for payment

ödeme talebi

demand loan

vadesiz borç

demand surplus

talep fazlası

demand

1.istek, talep, 2.rağbet, 3.istemek, talep etmek, 4.gerektirmek

demand-pull inflation

talep enflasyonu

demanding

çaba/dikkat/bakım/ilgi gerektiren

demarcate

sınırını çizmek, ayırmak

demarcation

ayırma, sınırlarını belirtme

demarcative

1. sınırlayıcı, 2. sınırlayıcı

demarche

diplomatik hareket, girişim

demean oneself

kendini küçültmek, benliğini kaybetmek

demean

küçük düşürmek, alçaltmak

demeanour

davranış biçimi, tavır, tutum

demented

deli, çılgın

dementia praecox

erken bunama

dementia

1. şahsiyetin bölünmesi, 2. cinnet

demerit

1. kabahat, yanlış, kusur, 2. ihtar, tembih

demesne

1. taşınmaz mal, mülk, 2. emlak

demi

(önek) yarım

demigod

kahraman

demijohn

damacana

demilitarize

askerden arındırmak

demilitarized zone

askerlere yasak bölge

demimonde

toplumca lekelenmiş kadınlar

demineralize

mineralini gidermek

demise

ölüm

demission

tahttan çekilme

demitasse

küçük kahve fincanı

demo

gösteri

demobilization

1.terhis, 2.seferberliğin bitmesi

demobilize

terhis etmek

democracy

1.demokrasi, elerki, 2.demorkasiyle yönetilen ülke, 3.sosyal eşitlik

democrat

demokrat, elerkçi, halkerkçi

Democratic Left Party

Democratic Left Party Demokratik Sol Parti Democratic Mass Organisations

Demokratik Kitle Örgütleri

democratic

demokratik

democratisation package

demokratikleşme paketi

democratization process demokratikleşme süreci democratization

demokratikleşme

democratize

demokratikleştirmek

demode

modası geçmiş, demode

demodifier

geriye düzeltici

demodulation

demodülasyon

demodulator

demodülatör

demographer

nüfusbilimci

demographic

demografik

demography

demografi, nüfusbilim

demoiselle

evlenmemiş kadın, telli turna, yusufçuk

demolish

yıkmak, yok etmek

demolition bomb

tahrip bombası

demolition

1.yıkma, yok etme, 2.yıkılma, yıkım

demon

şeytan

demonetization

tedavülden kaldırma

demonetize

1. tedavülden kaldırmak, 2. paranın değerini düşürmek

demoniac

1. şeytanca, iblisçe, cinli, çılgın, deli, 2. mecnun

demonize

şeytanlaştırmak

demonstrable

1.kanıtlanabilir, 2.açık, ortada

demonstrate

1.göstermek, 2.(örneklerle) kanıtlamak, göstermek, 3.kullanılışını göstermek, 4.gösteri yapmak/düzenlemek

demonstration

1.gösteri, 2.kullanılışını gösterme

demonstrative adjective işaret sıfatı, gösterme sıfatı demonstrative adverb

işaret zarfı, gösterme belirteci

demonstrative pronoun işaret zamiri, gösterme adılı demonstrative

duygularını gizlemeyen

demonstrator

1. gösterici, 2. sergilenen şey

demoralization

1. ahlak bozulması, 2. cesaretini kırma

demoralize

1.cesaretini kırmak, moralini bozmak, 2.ahlâksızlaştırmak

demoralizing

moral bozan

demos

eski Yunanistan'da halk

demote

rütbesini indirmek

demotic

halka ait, halkla ilgili

demotion

indirme, rütbe düşürümü

demotivate

yönünü saptırmak

demount

sökmek, yerinden çıkarmak, demonte etmek

demountability

sökülebilirlik

demountable

sökülebilir

demulcent

teskin edici, yatıştırıcı

demur

itiraz etmek, karşı çıkmak

demure

ağırbaşlı, uslu

demureness

1. dengelilik, ciddiyet, 2. alçakgönüllülük

demurrage

1. sürastarya, 2. bekleme süresi

demurrer

davada itiraz eden kimse

den

1.in, mağara, 2.yatak, uğrak, 3.çalışma odası

denary

onlu, ondalık

denationalize

vatandaşlıktan çıkarmak

denaturalize

doğallığını bozmak

denaturant

denatüran, denşirme maddesi

denaturation

denşirme, denatürasyon, tağyir

denature

1. denşirmek, tağyir etmek, 2. doğallığını bozmak

denatured alcohol

içilmez alkol, denatüre alkol

dendrite

dendrit, dallantı

dendritic

dendritik, dallantılı

dendrochronology

dendrokronoloji

dendrolite

bitki fosili

dendrology

1. dendroloji, 2. ağaç bilimi

dene

deniz kıyısındaki kumlu yol

denegation

inkâr

deniable

yadsınabilir, inkâr edilebilir

denial

1.inkâr, yadsıma, yoksama, 2.yalanlama

denier

1. denye, 2. inkâr eden kimse

denigrate

1. karalamak, leke sürmek, 2. yermek, kötülemek

denim

1.blucin kumaşı, kot, 2.ç. blucin, kot

denims

blucin, kot

denitrate

nitratsızlaştırmak

denitrification

nitratsızlaştırma

denitrify

nitratsızlaştırmak, azot gidermek

denitrifying bacteria

azot salan bakteriler

denizen

1. ikamet eden kişi, 2. vatandaş

Denmark

Danimarka

denominate

isim vermek, adlandırmak

denomination

1.mezhep, 2.birim, 3.ad

denominational value

nominal değer

denominational

1. isme ait, 2. mezheplere ait

denominator

payda, bölen

denotation

1. düzanlam, 2. işaret

denote

belirtmek, göstermek, anlamına gelmek

denouement

sonuç, akıbet

denounce

alenen suçlamak, kınamak

denouncement

1. eleştiri, kınama, 2. kehanet, 3. sona erme, iptal

dense crowd

büyük kalabalık

dense diplomatic traffic

dense diplomatic traffic yoğun diplomatik trafik dense fog

yoğun sis

dense

1.sıkışık, kalabalık, yoğun, 2.(sis, duman, vb.) yoğun, koyu, 3.(orman) sık, 4.aptal, kalın kafalı

densimeter

dansimetre, yoğunlukölçer

densitometer

dansitometre, gölgeölçer

density

1.yoğunluk, 2.sıklık, 3.yoğunluk

dent

1.ezik, vuruk, çukur, girinti, 2.incinme, 3.göçürmek, yamultmak, 4.göçmek, yamulmak

dental care

diş bakımı

dental floss

diş ipliği

dental nerve

diş siniri

dental plaque

diştaşı

dental plate

1. yapay damak, 2. takma diş

dental surgeon

diş hekimi

dental surgery

diş cerrahisi

dental

dişlerle ilgili, diş

dentate

dişli

dentation

tarak şeklinde olan şey

dentex

sinarit balığı

denticle

küçük diş

denticular

dişleri olan

denticulated

dişli, çentikli

dentiform

dişe benzer

dentifrice

diş tozu

dentilabial

dişsil-dudaksıl

dentine

dentin, diş kemiği

dentist

dişçi, diş hekimi

dentistry

dişçilik

dentition

1. bebeğin diş çıkarması, dişlenme, 2. diş yapısı

denture

takma diş

denudation

denudation

denüdasyon, aşındırma, çıplak bırakma

denude

soymak, çıplak hale getirmek

denumerable

sayılabilir

denunciation

1.alenen suçlama, kınama, 2.kınanma

denunciative

itham edici, hücum edici

denunciator

muhbir, ihbarcı

denunciatory

suçlayıcı, itham edici

deny oneself

feragat etmek

deny

1.inkâr etmek, yadsımak, 2.yalanlamak, tanımamak, yoksamak, 3.esirgemek

deodar

cin ağacı, himalaya sediri

deodorant

deodoran, kokugideren

deodorize

kokusunu gidermek

deodorizer

koku giderici şey

deontology

deontoloji, ahlak bilgisi

deoxidation

oksijen giderme

deoxidize

1. pasını gidermek, 2. oksitsizleşmek

deoxidizer

oksijen giderici, oksitsizleyici

deoxyribonucleic acid

deoksiribonükleik asit

deoxyribonucleic

deoksiribonükleik

depart from

sapmak, ayrılmak, dönmek

depart

1.ayrılmak, gitmek, hareket etmek, kalkmak, 2.(from ile) sapmak, ayrılmak, dönmek

departed

geçmiş, bitmiş, tükenmiş, ölmüş

department chief

servis şefi

Department of Defense Savunma Bakanlığı Department of Economic Affairs

Ekonomik işler Dairesi

Department of Fine Arts

Güzel Sanatlar Bölümü

Department of Graphic Grafik Tasarım Bölümü Design

Department of Endüstri Mühendisliği Bölümü Industrial Engineering Department of Religious Affairs

Diyanet işleri Başkanlığı

Department of State

Amerika Dışişleri Bakanlığı

Department of the Interior

içişleri Bakanlığı

department store

büyük mağaza

department

1.kısım, bölüm, reyon, şube, daire, kol

departmental store

bonmarşe, büyük mağaza, süpermarket

departmental

bölüme ait, şubeye ait

departmentalization

bölümlere ayırma, şubelere ayırma

departmentalize

bölümlere ayırmak, şubelere ayırmak

departure gate

çıkış kapısı

departure lounge

biniş bekleme salonu

departure station

hareket istasyonu, çıkış istasyonu

departure

hareket, gidiş, kalkış

depend from

sarkmak, sallantıda kalmak

depend on

1. bağlı olmak, 2. güvenmek, itimat etmek

depend upon

bağlı olmak, tabi olmak, birine güvenmek

depend

(on/upon ile), güvenmek, bel bağlamak, bağlı olmak, ihtiyaç duymak, göre değişmek, bağlı olmak

dependable

güvenilir

dependant

birine ekonomik bağımlılığı olan kimse

dependence

1.bağımlılık, 2.güven, güvenme, 3.(uyuşturucu, vb. ne) bağlılık

dependency allowance çocuk yardımı dependency bonus

çocuk zammı

dependency

1. bağımlılık, 2. sömürge, 3. bağlı olma, tabi olma

dependent variable

bağımlı değişken

dependent

1.bağlı, 2.muhtaç, 3.bkz. dependant

depeople

nüfusunu azaltmak

depersonalize

kişisel ilişkilerini kesmek

depict

1.göstermek, 2.dile getirmek, betimlemek

depiction

tarif, tasvir

depilate

kıllarını gidermek, tüylerini gidermek

depilation

1. tüy alma, 2. kıl giderici şey

depilatory

kıl giderici

deplane

uçaktan indirmek

deplenish

boşaltmak, dökmek

depletable

tükenebilen

deplete

1.tüketmek, bitirmek, 2.boşaltmak

depletion

tüketme, azaltma, bitirme

deplorable

acınacak, çok kötü, üzücü

deplore

teessüf etmek, üzülmek

deploy

1.mevzilenmek, konuşlanmak, 2.mevzilendirmek, konuşlandırmak

deployment

yayılma

deplume

tüylerini yolmak

depoison

zehirden arındırmak

depolarization

depolarizasyon, ucaysızlanma

depolarize

kutupluluğunu gidermek, depolarize etmek

depolymerization

depolimerizasyon

deponent

tanık, şahit

depopulate

nüfusunu azaltmak

deport oneself

davranmak, hareket etmek

deport

sınırdışı etmek, yurtdışına sürmek

deportation

sınır dışı, sürgün, sınır dışına çıkarma

deportee

sınır dışı edilen kimse

deportment

1.davranış, 2.duruş/yürüyüş biçimi

deposal

görevden alma, azletme

depose

1.tahttan indirmek, 2.azletmek, görevden çıkarmak

deposit account

tasarruf hesabı, mevduat hesabı

deposit bank

mevduat bankası

deposit book

banka cüzdanı, mevduat cüzdanı

deposit business

mevduat işleri

deposit credit

mevduat kredisi

deposit interest

mevduat faizi

deposit rate

mevduat faizi

deposit slip

bordro, mevduat fişi

deposit

1.koymak, bırakmak, 2.(bankaya) yatırmak, 3.(kaparo) vermek, 4.(tortu) bırakmak, 5.yatırılan para, mevduat, 6.kaparo, depozit, 7.tortu

depositary

1. emanetçi, 2. depo, ambar

deposition

1. görevden alma, 2. tortu, çöküntü, 3. yeminli tanıklık

depositor

mudi, yatıran

depository

1. depo, ambar, 2. emanetçi

deposits account

mevduat hesabı

deposits

mevduat

depot

1.depo, ambar, 2.cephanelik, 3.küçük istasyon

deprave

ahlâksızlaştırmak

depraved

ahlâksız

depravity

ahlak bozukluğu, günahkârlık, ahlaksızlık

deprecate

uygun bulmamak, karşı çıkmak, karşı koymak

deprecation

karşı koyma, tasvip etmeme

deprecatory

küçümseyen, beğenmeyen, karşı koyan

depreciable

aşınabilir, amortismana tabi

depreciate

1.(para, vb.) değer kaybetmek, 2.küçümsemek, hor görmek

depreciated

değer yitirmiş

depreciation account

amortisman hesabı

depreciation fund

amortisman fonu

depreciation

değer azalması, amortisman, aşınma, aşınma payı

depreciatory

değerden düşürücü, küçümseyici

depredation

depredation

1. hasara uğratma, hasar, zarar, 2. yağma, tahribat

depredator

soyguncu, yağmacı

depress

1.üzmek, keyfini kaçırmak, içini karartmak, 2.basmak, bastırmak, 3.durgunlaştırmak

depressant

yatıştırıcı, müsekkin

depressed area

geri bölge

depressed market

durgun piyasa

depressed

1.keyifsiz, morali bozuk, üzgün, 2.sanayisi gelişmemiş

depressing

iç karartıcı, kasvet verici, can sıkan

depression

1.depresyon, çökkünlük, çöküntü, bunalım, 2.ekonomik daralma, bunalım, depresyon, 3.çukur

depressive

kasvetli, can sıkıcı

depressor

1. aşağı çeken kas, 2. sıkıştıran

deprival

yoksunluk

deprivation

1. mahrumiyet, yoksunluk, 2. ihtiyaç, kayıp

deprive of

yoksun bırakmak, mahrum etmek, kaybettirmek

deprive sb of his citizenship

vatandaşlıktan çıkarmak

deprive

(of ile) yoksun bırakmak, mahrum etmek

deprived of civil rights medeni haklardan yoksun bırakmak deprived

sosyal haklardan yoksun, yoksul, muhtaç

depth of colour

renk koyuluğu, renk derinliği

depth of degradation

rezalet

depth of winter

kışın ortası

depth

derinlik

depurate

tasfiye etmek, arıtmak, temizlemek

deputation

temsilciler heyeti

depute

1.vekil tayin etmek, yetki vermek, 2.(yetki) vermek, devretmek

deputize

birine vekalet etmek

deputy chairman

başkan vekili

Deputy Chief of the General Staff

Genelkurmay ikinci Başkanı

deputy director general genel müdür yardımcısı deputy leader of the party

parti başkan vekili

deputy manager

müdür yardımcısı

Deputy Prime Minister Başbakan Yardımcısı deputy

1.vekil, 2.milletvekili

deracinate

kökünden çıkarmak, ayırmak

derail

1.(tren) raydan çıkmak, 2.raydan çıkarmak

derailment

raydan çıkma (tren), raydan çıkarılma

derange

1.düzenini bozmak, 2.(akli dengesini) bozmak, delirtmek

derangement

1. düzensizlik, 2. geçimsizlik

derby

melon şapka

deregulate

kısıtlamaları kaldırmak

derelict

terkedilmiş, metruk, sahipsiz

dereliction of duty

görevi ihmal

dereliction

1. terk edilmişlik, 2. sahipsizlik, 3. terk, ihmal

deride

ile alay etmek, kahkahalarla gülmek

derigueur

mecburi

derision

alay, alay etme

derisive

1.alay edici, alaycı, 2.komik, gülünç, alay edilecek türden

derisory

bkz. derisive

derivation

1.köken, 2.türeme, 3.türetme

derivational affix

yapım eki

derivative

türemiş, türev

derive from

1. elde etmek, almak, 2. gelmek, türemek

derive

(from ile), elde etmek, çıkarmak, almak, gelmek, türemek

derived sentence

türemiş cümle

derived

türemiş, türetilmiş

derma

deri, cilt

dermal

deriye ait

dermatitis

dermatit, deri yangısı

dermatologist

cilthastalıkları uzmanı, dermatolog, cildiyeci

dermatology

dermatoloji, cildiye

dermatoplasty

dermatoplasti

dermis

deri, cilt, derma

dernier

nihai, kesin

derogate from

azaltmak, eksiltmek, ihlal etmek

derogate

azaltmak, eksiltmek, almak

derogation

1. eksiltme, azaltma, 2. gerileme, bozulma, 3. zarar

derogatory

küçültücü, onur kırıcı, hakaret edici, aşağılayıcı

derrick car

vinçli vagon

derrick

1.vinç, 2.petrol sondaj kulesi

derrickman

vinççi

derring-do

maceraperestlik

dervish

derviş

desaccharify

şekerini almak

desalination

tuzunu giderme

desalt

tuzunu almak, tuzunu gidermek

desand

kumunu gidermek

descale

kazımak, pullarını gidermek

descaler

1. pul giderici, 2. kazantaşı temizleyici

descant

1. hararetli konuşma, 2. melodi, beste, nağme, 3. en yüksek sesle şarkı söylemek

descend on

aniden saldırmak, hücum etmek

descend

1.(aşağı) inmek, alçalmak, 2.(güneş) batmak, 3.kalmak, 4.(on/upon ile) aniden saldırmak, hücum etmek, üşüşmek, 5.(to ile) tenezzül etmek, düşmek

descendant

-in soyundan gelen kimse, torun

descent

1.iniş, inme, 2.soy, nesil, 3.ani saldırı, baskın

describable

tanımlanabilir, tasvir edilebilir

describe as

görmek, saymak, gözüyle bakmak

describe

1.tanımlamak, betimlemek, anlatmak, 2.(as ile) görmek, saymak, gözüyle bakmak, 3.çizmek

description

1.tanımlama, betimleme, 2.tanım, tarif, 3.çeşit, tür

descriptive geometry

tasarı geometri

descriptive grammar

tasviri gramer, betimsel dilbilgisi

descriptive linguistics

betimsel dilbilim

descriptive

tanımlayıcı, betimsel

descriptivism

betimsellik

descriptor

anahtar sözcük, açıklayıcı sözcük

descry

uzaktan görüp seçmek, keşfetmek

desecrate

kutsallığını bozmak, kirletmek

desecration

kirletme, tecavüz, hürmetsizlik, saygısızlık

desegregate

birleştirmek, ırk ayrımını kaldırmak

desensitization

ışığa karşı duyarlılığını giderme

desensitize

duyarlılığını azaltmak

desert a sinking ship

batan gemiyi terk etmek

desert climate

çöl iklimi

desert

1.çöl, 2.terketmek, bırakıp gitmek, 3.yüzüstü bırakmak, 4.kaçmak, firar etmek

deserted

1. terk edilmiş, 2. ıssız, tenha

deserter

asker kaçağı, firarî

desertion

firar, terk, terk edilmişlik, bırakıp kaçma

deserve

hak etmek, lâyık olmak

deservedly

hakkıyla, lâyığıyla

deserving

değerli

desiccant

1. kurutucu, 2. kurutucu

desiccate

(meyve, vb.) kurutmak

desiccated fruit

kurutulmuş meyve

desiccated milk

süttozu

desiccation

kurutma

desiccative

kurutucu

desiccator

desikatör, kurutma aygıtı, kurutucu

desiderate

arzulamak, yokluğunu hissetmek

desiderative

dilek

desideratum

1. istenen şey, 2. aranılan vasıf

design features

tasarım özellikleri

design office

proje bürosu

design paper

desen kâğıdı

design

1.çizmek, plan çizmek, 2.planını çizmek, 3.tasarlamak, 4.plan, proje, 5.tasarım, tasar çizim, dizayn, 6.desen, taslak

designate

1.belirtmek, göstermek, işaret etmek, 2.atamak, görevlendirmek, 3.(as ile) ünvanlandırmak

designated date

kararlaştırılmış tarih

designated

1. belirlenmiş, 2. atanmış, tayin edilmiş

designation

1. atama, tayin, 2. isim, unvan, lakap, 3. tahsis

designedly

kasten, özellikle, bile bile

designer

tasarımcı, tasarçizimci, dizayncı

designing

1. hünerli, kurnaz, entrikacı, 2. kurnaz kimse

desilverize

gümüşünü gidermek

desirability

istenilme, hoşa gitme

desirable

istenilir, arzu edilir, hoş

desire

1.arzu etmek, istemek, arzulamak, 2.arzu, emel, 3.istek, dilek, 4.cinsel istek, arzu

desirous

istekli, arzulu, tutkulu

desist

-den kendini almak, bırakmak, vazgeçmek

desize

haşıl sökmek

desk computer

büro bilgisayarı

desk microphone

masa mikrofonu

desk top publishing

masa üstü yayıncılık

desk

1.okul sırası, 2.yazı masası, 3.resepsiyon

desolate

1.ıssız, terkedilmiş, boş, 2.yalnız, arkadaşsız, terkedilmiş

desolation

1.kimsesizlik, yalnızlık, terkedilmişlik

desorb

ayrıştırmak

desorption

desorption

desorpsiyon, yüzden salma, koyuverme

despair of

ümitsiz olmak, içi kararmak

despair

1.(of ile) umudunu kesmek, 2.umutsuzluk

despairingly

üzüntüyle

despatch note

irsaliye

despatch

bkz. dispatch

desperado

gözü dönmüş kimse

desperate

1.umutsuz, çaresizliğe kapılmış, 2.gözü dönmüş, 3.çok ciddi, ağır, tehlikeli

desperately

1. umutsuzca, 2. çılgınca

desperation

gözü dönmüşlük, umarsızlık, çaresizlik

despicable

aşağılık, adi

despise

küçümsemek, hor görmek, aşağılamak

despite of

-e karşın, -e rağmen

despite

-e rağmen, -e karşın, karamazdan

despoil

1. yağma etmek, soymak, yağmalamak, 2. mahrum etmek

despoilation

yağma, soygun, yağmacılık

despond

morali bozulmak, umutsuzluğa düşmek

despondency

umutsuzluk, melankoli, bunalım

despondent

umutsuzluğa kapılmış

desponding

umutsuz, morali bozuk

despot

despot, zorba

despotic administration baskıcı idare despotic

zorbaca

despotism

despotluk

desquamate

pul pul dökülmek

dessert spoon

tatlı kaşığı

dessert

(yemeğin sonunda yenen) tatlı

destabilizing

istikrarsızlaştıran, istikrar bozucu

destination

gidilecek/gönderilen yer

destine to

destine to

nasip etmek, tahsis etmek, tayin etmek, ayırmak

destine

kaderini/geleceğini önceden belirlemek

destiny

alın yazısı, yazgı, kader

destitute of

yoksul, yoksun, mahrum, muhtaç, fakir

destitute

1.yoksul, 2.-den yoksun

destitution

yokluk, yoksulluk, mahrumiyet

destroy

yok etmek, mahvetmek, yıkmak

destroyer

1.yıkıcı, yok edici kimse/şey, 2.destroyer, muhrip

destruct

imha edilmek, kendi kendini imha etmek

destruction of goods

malların imhası

destruction

1.yıkma, yok etme, 2.yıkım, yok olma

destructive to health

sağlığa zararlı

destructive

yıkıcı

destructor

çöp yakma fırını

desuetude

kullanmama, yürürlükten kaldırma

desugarize

şekerini almak

desulfurize

kükürdünü çıkarmak

desulphurization

kükürdünü giderme

desulphurize

kükürdünü gidermek

desultoriness

yöntemsizlik, düzensizlik, tutarsızlık

desultory

sistemsiz, amaçsız, kopuk, dağınık

detach

ayırmak, sökmek, çözmek

detachable

ayrılabilir, çıkarılabilir, sökülür

detached building

müstakil bina, ayrı bina

detached

1.ayrı, bağlantısız, 2.yansız, 3.(ev) müstakil

detachment

1.ayırma, çıkarma, 2.ayrılma, çıkma, 3.müfreze

detail

ayrıntı, detay

detailed

ayrıntılı, detaylı

detain

alıkoymak, tutmak

detainee

detainee

gözaltına alınan kimse

detainment

engelleme

detect

bulmak, ortaya çıkarmak

detection

bulma, ortaya çıkarma

detective story

polisiye roman

detective

dedektif, hafiye

detector

detektör, bulucu

detent

1. tetik, mandal, 2. düğme

detente

uluslararası gerginliğin yumuşaması

detention home

çocuk ıslahevi

detention

1.alıkoyma, engelleme, tutma, 2.alıkonma

deter

alıkoymak, vazgeçirmek, caydırmak

detergency

yıkama gücü, temizleme gücü

detergent

deterjan, arıtıcı

deteriorate

1.kötüleşmek, kötüye gitmek, 2.kötüleştirmek

deterioration

bozulma, kalite kaybı, fenalaşma, çürüklük

determent

engel, mani

determinable

belirlenebilir

determinant

1. etkin olan, hâkim olan, hükmeden, tayin eden, 2. belirleyici etken, 3. determinant

determinate

1. belirli, sınırlı, 2. muayyen

determinated

tamlanan

determination of heirship

veraset ilamı

determination of validity

geçerlik belirlemesi

determination

1.azim, kararlılık, 2.belirleme, saptama, kararlaştırma, 3.belirlenme

determinative adjective belirtme sıfatı determinative group

tamlama

determinative

1. belirleyen, belirten, 2. belirten öğe, 3. belirleyen, belirten, 4. belirten öğe

determine

1.karar vermek, 2.kararlaştırmak, 3.karar verdirtmek, 4.belirlemek, saptamak

determined direct object

belirtili nesne

determined

kararlı, azimli

determiner

belirtici, bir adın anlamını sınırlayan ve bu adı tanımlayan sözcük

determinism

determinizm, gerekircilik

deterministic

saptamalı, belirleyici

deterrence

caydırıcılık, engelleyicilik, caydırma

deterrent force

caydırıcı güç

deterrent

caydırıcı

detest

nefret etmek

detestable

1. tiksindirici, iğrenç, 2. nefret uyandıran

detestation

tiksinme, iğrenme, nefret

dethrone

tahttan indirmek

detinue

istirdat

detonate

1.patlamak, 2.patlatmak

detonating gas

patlayıcı gaz

detonation

patlama

detonator

detonatör, kapsül, kapçık

detour road

servis yolu

detour

1.dolambaçlı yol, 2.dolambaçlı yoldan gitmek ya da göndermek

detoxication

zehrini giderme

detoxification

zehrini giderme

detract from

düşürmek, eksiltmek, azaltmak

detract

(from ile) düşürmek, eksiltmek, azaltmak

detraction

1. kötüleme, yerme, 2. eksiltme, azaltma

detractor

küçük düşürücü şey/kimse

detrain

trenden inmek, trenden indirmek

detriment

zarar, hasar

detrimental

zararlı

detrital

aşınmayla ilgili

detrited

eskimiş, yıpranmış, kılıksız, pejmurde

detrition

aşınma

detritus

1. taş döküntüsü, 2. aşıntı

detruncate

budamak, kesmek

detruncation

ucunu kesme

detune

akordunu bozmak

deuce

(tenis) düs, berabere

deucedly

berbat bir şekilde

deuterium nucleus

döteryum çekirdeği

deuterium oxide

döteryum oksit

deuterium

döteryum

deuteron

döteron

devaluation

devalüasyon, değer düşürümü

devalue

1.paranın değerini düşürmek, 2.değerini düşürmek

devastate

harab etmek

devastating

1.yok edici, yıkıcı, 2.çok iyi, çekici

devastation

harap etme/olma

develop present cooperation

mevcut işbirliğini geliştirmek

developer

1.gelişmek, büyümek, artmak, 2.geliştirmek, büyütmek, artırmak, 3.harekete geçmek, görünmeye başlamak, ortaya çıkmak, 4.harekete geçirmek, 5.(hastalık) geçirmek, 6.(filmi) banyo etmek, 7.işlenecek hale getirmek yıkayıcı, inkişaf maddesi, developman maddesi

developing country

gelişmekte olan ülke

developing

geliştirme, inkişaf, developman

development area

geliştirme bölgesi

development bank

kalkınma bankası

development expense

kuruluş gideri

development model

kalkınma modeli

development plan

imar planı

develop

development programme

kalkınma programı

development

1.gelişme, 2.geliştirme, 3.kalkınma, 4.(film) banyo

developmental

gelişmeye yönelik

deverbative noun

fiilden türetilmiş isim

deverbative

1. eylemden türeme biçim, 2. fiilden türetilmiş, 3. eylemden türeme biçim, 4. fiilden türetilmiş

deviant

olağan dışı, alışılmışın dışında, anormal, sapkın

deviate

sapmak, ayrılmak

deviation

sapma

deviator

partiden ayrılan kimse

device

1.aygıt, alet, 2.hile, oyun, plan

devil

1.(the ile) şeytan, 2.kötü ruh

devil-may-care

pervasız, başıboş

devilfish

ahtapot

devilish

şeytanî, melun, zalim

devilment

1. şeytanlık, yaramazlık, huysuzluk, 2. kurnazlık

devilry

şeytanlık, sihirbazlık, gaddarlık, zalimlik

devious

1.dolambaçlı, 2.namussuz, üçkâğıtçı

devisable

tasavvur edilebilir

devise

planlamak, kurmak, bulmak, keşfetmek

devisee

mirasçı, vâris

devisor

vasiyetle bağışta bulunan kişi

devitalize

hevesini kırmak, şevkini kırmak

devitrifier

donuklaştırmak, buzlu yapmak

devoicing

titreşimsizleşme, ötümsüzleşme

devoid of

boş, yoksun, mahrum

devoid

yoksun

devoir

1. görev, 2. nezaket

devolution

yetki verme, başkasını yetkilendirme

devolve

(on/upon ile) kalmak, devrolmak

Devonian

1. devoniyen, 2. devoniyen

devote oneself

kendisini vermek

devote

(to ile) -e adamak, vermek

devoted

sadık, bağlı, düşkün

devotee

hayran, düşkün

devotion

1.adama, 2.(zaman) ayırma, 3.bağlılık, düşkünlük, 4.dindarlık

devotional

1. sadakat ile ilgili, 2. ibadete ait

devour

1.hırsla yiyip yutmak, silip süpürmek, 2.bitirmek yok etmek

devout

1.dindar, 2.içten, samimi, yürekten

dew point

1. çiy noktası, 2. yoğunlaşma noktası

dew

çiy, şebnem

dew-worm

solucan

dewar flask

termos

dewater

suyunu gidermek, suyunu almak

dewax

mumunu gidermek

dewberry

böğürtlen

dewclaw

yan parmak, kör parmak

dewdrop

çiy damlacığı, çiy damlası

dewiness

1. nem, ıslaklık, 2. rutubet

dewlap

gerdan

dewpoint

çiylenme noktası

dewy

buğulu, nemli, çiyli

dexter

sağa ilişkin, sağ

dexterity

yetenek, el becerisi, hüner, ustalık

dexterous

becerikli, hünerli, usta

dexterously

ustalıkla

dexterousness

marifet

dextran

dekstran

dextrin

dextrin

dekstrin

dextrorotatory

sağa çeviren

dextrose

1. dekstroz, glukoz, 2. üzüm şekeri

dey

Cezayir dayısı

Dhahran

Dahran

dharma

hakkaniyet, erdem

di-

(önek) iki defa, iki, çift

dia-

(önek) arasından, baştan başa

diabase

diyabaz

diabetes inspudus

gizli şeker hastalığı

diabetes mellitus

şeker hastalığı

diabetes

şeker hastalığı, diyabet

diabetic

1.diyabetik, 2.şeker hastası

diabolic

şeytani, şeytanca, iblisane

diabolical

1.şeytani, acımasız, zalim, 2.berbat, boktan

diabolically

şeytanlıkla

diabolism

şeytanlık, şeytanca hareket, şeytana tapma

diabolo

makara ile oynanan bir oyun, makara oyunu

diacetic acid

diasetik asit

diacetic

diasetik

diacetyl

diasetil

diachronic

artsüremli

diachrony

artsürem, artsüremlik

diacid

iki asitli

diaconate

şemmaslık

diacritic

1. ayırıcı, belirten, 2. ayıran

diacritical mark

ayırıcı işaret, belirtici işaret

diacritical

ayırıcı, belirtici

diadem

1. taç, 2. taç giydirmek

diademed

diademed

taçlı

diagenesis

diyagenez

diagnose

teşhis etmek, tanılamak

diagnosis

teşhis, diyagnoz, tanı

diagnostic

1. tanısal, teşhisle ilgili, teşhise ait, 2. tanı, teşhis, 3. hata bulma

diagnostician

teşhis uzmanı, teşhis eden

diagnotor

hata bulucu

diagonal

1.köşegen, 2.çapraz

diagonally opposite

karşılıklı iki köşede bulunan

diagonally

diyagonal olarak

diagram

diyagram, çizenek

diagrammatic

ayrıntıları olmayan

diagraph

diyagraf

dial telephone

1. diskli telefon, 2. otomatik telefon

dial tone

telefon çevir sesi

dial

1.(saat/telefon, vb.) kadran, 2.(telefon) numaraları çevirmek

dialect

lehçe, ağgan, diyalekt

dialectal

lehçeye ait

dialectic

diyalektik, eytişim

dialectician

mantık bilgini

dialectology

lehçebilim

dialling code

telefon kodu

dialling tone

telefon çevir sesi

dialling

telefon numaralarını çevirme

dialog

bkz. dialogue

dialogue

diyalog, söyleşme

dialyse

diyaliz etmek

dialyser

diyaliz makinesi

dialysing apparatus

diyaliz aleti

dialysis

dialysis

1. diyaliz, 2. ayırma

dialyze

diyaliz etmek

dialyzer

diyaliz cihazı, diyaframlı ayırıcı

diamagnetic

diyamanyetik

diamagnetism

diyamagnetizm

diameter

çap

diametrical

1. çapla ilgili, 2. zıt, kutra ait

diametrically

tümüyle, tamamen

diamond bit

elmas uç

diamond cutter

elmas keski

diamond drill

elmaslı matkap

diamond jubilee

altmışıncı yıldönümü

diamond point

elmaslı pikap iğnesi

diamond saw

elmaslı testere

diamond shaped

baklava biçiminde

diamond

1.elmas, 2.baklava biçimi, 3.(iskambil) karo

diana

kadın avcı, ay

dianthus

karanfil familyasından herhangi bir çiçek

diapason

1. diyapazon, 2. ahenk

diaper

çocuk bezi

diaphaneity

saydamlık

diaphanometer

diyafanometre

diaphanous

1. yarısaydam, 2. şeffaf, saydam

diaphoresis

ter, terletme

diaphoretic

1. terletici, 2. terletici (ilaç)

diaphragm opening

diyafram açıklığı

diaphragm setting

diyafram ayarı

diaphragm

1.diyafram, 2.diyafram, ışık bebeği, zar, 3.bir doğum kontrol aygıtı, diyafram

diapir

diyapir

diapositive film

diapositive film

diyapozitif film

diapositive

diyapozitif, saydam resim

diarchy

iki kişinin başta olduğu yönetim şekli

diarist

1. günlük tutan kimse, 2. hatıra defteri tutan kimse

diarize

günlük tutmak, günlüğe geçirmek

diarrhea

bkz. diarrhoea

diarrhoea

diyare, ishal, sürgün, amel

diary

1.günlük, anı defteri, 2.günlük, günce, not defteri

diascope

diyaskop, slayt projektörü

diasphore

diyaspor

diastase

diyastaz

diastole

1. diyastol, 2. kalp genişlemesi

diastrophism

diyastrofizm

diathermancy

ısı geçirme, ısı geçirimi

diathermanous

ısı geçiren, ısı ileten

diathermic

ısı geçiren, ısı ileten

diathermy

diyatermi

diathesis

bedensel zayıflık

diatom earth

kizelgur

diatom

diyatome

diatomaceous earth

kizelgur

diatomic

1. çift atomlu, 2. iki atomdan ibaret

diatomite

diyatomit

diatonic

diyatonik

diatribe

şiddetli münakaşa, şiddetli tenkit

diazo compound

diyazo bileşiği

diazo

diyazo

diazomethane

diyazometan

diazotization

diazolama

diazotize

diazotize

diazolamak

dibasic

çift bazlı

dibbler

dikeleç, fide kazığı

dibbling

tohum ekme

dibs

ufak para

dicarboxylic aid

dikarbosilik asit

dicarboxylic

dikarboksilik

dice for

zar atmak

dice with death

büyük riske girmek, ölümle kumar oynamak

dice

1.zar, oyun zarları, 2.(yemek) kuşbaşı doğramak, küp şeklinde kesmek, 3.(for/with ile) zar atmak, zarlarla oynamak

dicebox

zar atmaya mahsus kupa

dicey

riskli

dichloride

diklorid

dichotomizing search

ikiye bölmeli arama

dichotomous

çatal şeklinde

dichotomy

bölünme, ayrılma, ikilik

dichroic

dikroik

dichroism

ikirenklilik, dikroizm

dichromatic

ikirenkli, dikromatik

dick

yarak, sik

dickens

şeytan

dicker

1. takas, trampa, 2. pazarlık, 3. takas etmek, pazarlık etmek

dickey

1. önlük, göğüslük, 2. eşek, küçük kuş

dicotyledon

ikiçenekli bitki

dictaphone

1. diktafon, 2. ses kaydedici

dictate

1.dikte etmek, yazdırmak, 2.zorla kabul ettirmek

dictation

1.dikte, yazdırma, 2.(bir dilin bilinme derecesini ölçmek için yapılan) test, dikte

dictator

diktatör

dictatorship

1.diktatörlük, 2.diktatörlükle yönetilen ülke

diction

diction

telaffuz, diksiyon

dictionary

sözlük

dictograph

diktograf

dictum

1. görüş, mütalaa, 2. hüküm, atasözü, vecize

didactic

(konuşma ya da yazı) didaktik, öğretici, öğretsel

didactics

öğretke, didaktik

diddle

1. dolandırmak, 2. aldatmak, yutturmak

dido

tuhaflık, muziplik

didymous

ikiz

die a glorious death

şerefli bir şekilde ölmek

die away

sönmek, azalmak, gittikçe kaybolmak

die down

azalmak, kesilmek, sönmek, sakinleşmek

die in harness

vazife başında ölmek

die of boredom

sıkıntıdan patlamak

die of heart attack

kalpten ölmek

die of thirst

susuzluktan ölmek

die off

birer birer ölmek

die out

ortadan kaybolmak, soyu tükenmek, yok olmak

die

1.ölmek, 2.sona ermek, bitmek, ölmek, 3.metal kalıp, 4.oyun zarı

die-hard

tutucu kimse, inatçı kimse

dieencephalon

arabeyin

dielectric capacity

dielektrik kapasite

dielectric constant

dielektrik katsayısı

dielectric polarization

dielektrik kutuplanma

dielectric

dielektrik

diene

dien

dieresis

ikilenme

dies non

resmi tatil

diesel engine

dizel motoru, patlamasız motor

diesel fuel

diesel fuel

dizel yakıtı

diesel oil

dizel yağı, mazot

diesel

dizel, mazot

dieselise

dizel motorları ile donatmak

dieselize

dizel motoru ile donatmak

diesinker

kalıpçı

diesinking

kalıpçılık

diesis

diyez

diesnon

resmi tatil

diestock

pafta kolu, yivaçar kolu

diet

1.yiyecek, günlük besin, 2.perhiz, rejim, 3.perhiz yapmak, rejim yapmak

dietary

1. perhizle ilgili, 2. perhiz yemeği, 3. perhiz kuralları

dietetic

perhizle ilgili

dietetics

diyet uzmanlığı

diethyl

dietil

dietician

diyet uzmanı, diyetçi

differ from

farklı olmak, başka olmak, benzememek

differ with

1. farklı görüşte olmak, 2. ayrılmak, bozuşmak

differ

1.(from ile) farklı olmak, 2.(with ile) farklı görüşte olmak, anlaşamamak

difference of exchange kur farkı difference

1.fark, ayrım, 2.farklılık, 3.anlaşmazlık, uyuşmazlık

different

1.farklı, 2.başka, değişik, 3.ayrı, 4.çeşitli

differentiable

diferansiyellenebilir

differential calculus

diferansiyel hesap

differential shaft

diferansiyel mili

differential wage

ücret farklılıkları

differential

1.ücret farkı, 2.diferansiyel

differentiate

1.ayırmak, ayırt etmek, 2.ayırım yapmak, fark gözetmek

differentiation

1. ayrımlaşma, 2. fark

differently

differently

başka şekilde

difficult

1.zor, güç, kıyın, 2.müşkülpesent, güç beğenir, 3.huysuz, kavgacı, geçinmesi zor, 4.alıngan

difficulty

1.zorluk, güçlük, 2.sorun

diffidence

kendine güvensizlik, çekinme, çekingenlik

diffident

çekingen, özgüvensiz

diffract

1. kırarak yaymak, 2. kısımlara ayırmak, dağıtmak

diffraction angle

kırınım açısı

diffraction grating

optik ağ, kırınım ağı

diffraction

1. kırınım, 2. dağılma, sapma, kırılma, kırma, saptırma

diffuse

1.yayılmış, dağınık, 2.gereksiz laflarla dolu, 3.yaymak, dağıtmak, 4.yayılmak

diffuseness

yaygınlık

diffuser

yayıcı, difüzör

diffusible

yayılır, dağılabilir

diffusiometer

yayınımölçer, difüzyometre

diffusion coefficient

difüzyon katsayısı

diffusion constant

difüzyon sabitesi

diffusion

1.yayma, 2.yayılma, 3.yayınım

diffusive

1. yaygın, alışılmış, 2. ayrıntılı

diffusivity

yayılma gücü, dağılma gücü

dig a pit for sb

çukurunu kazmak

dig a pit

çukur kazmak

dig in

siper kazıp mevzi almak, yerleşmek

dig into

1. yemeğe başlamak, 2. batırmak, saplamak

dig one's heels in

ayak diremek

dig out

1. kazıp ortaya çıkarmak, 2. arayıp bulmak

dig up

1. kazıp çıkarmak, 2. kazmak, çukur açmak, 3. eşmek

dig

1.kazmak, 2.kazı yapmak, 3.anlamak, beğenmek, tutmak, sevmek, 4.dürtme, 5.iğneli laf, 6.kazı yeri, 7.ç. pansiyon

digastric

iki karınlı (kas)

digest

1.sindirmek, hazmetmek, 2.sindirilmek, 3.kafada şekillendirmek, kavramak, 4.özet

digestible

digestible

hazmı mümkün

digestion

sindirim

digestive enzym

sindirim enzimi

digestive system

sindirim sistemi

digestive

1. sindirimsel, 2. sindirimi kolaylaştırıcı, midevi

digger

1. kazıcı, 2. ekskavatör, 3. toprak kazma aracı, greyder

diggings

kazı yapılan yer, maden ocağı

digit

1.rakam, 2.parmak

digital circuit

dijital devre

digital clock

sayısal saat

digital computer

sayısal bilgisayar

digital data

sayısal veri

digital

1. dijital, sayısal, 2. parmak gibi

digitalis

yüksükotu

digitate

el ve ayak parmakları perdesiz

digitigrade

parmaklarına basarak yürüyen (hayvan)

digitize

sayısallaştırmak

digitizer

sayısallaştırıcı

diglossia

ikidillilik

diglot

1. iki dilde, iki dilli, 2. iki dilde yazılmış yazı veya kitap

dignified

efendi, ağırbaşlı

dignify

1. onurlandırmak, şeref vermek, 2. paye vermek

dignitary

yüksek mevki sahibi, ileri gelen

dignity

1.değer, saygınlık, 2.ciddiyet, 3.yüksek mevki, rütbe, 4.ağırbaşlılık

digress

konu dışına çıkmak

digression

konu dışı söz, arasöz

digressive

1. konu dışı, 2. yersiz, gereksiz

digs

pansiyon

dihedral angle

ikidüzlemli açı

dihedral

dihedral

1. ikidüzlemli, 2. dihedral, çift yüzlü, iki yüzeyli

dihedron

ikidüzlemli

dike

1.set, bent, 2.hendek

diktat

dikta

dilapidate

1. bakımsızlıktan harap olmak, 2. tahrip etmek

dilapidated

kırık dökük, köhne, bakımsız, döküntü

dilapidation

harap olma, bakımsızlık

dilatability

genleşme yeteneği

dilatable

genişleyebilir, uzayabilir

dilatation

genişleme, genleşme, açılma

dilate upon

ayrıntılarına girmek

dilate

1.genişlemek, açılmak, irileşmek, 2.genişletmek, açmak

dilation

genişleme, açılma, yayılma

dilatometer

dilatometre, genleşmeölçer

dilator

genişletici alet

dilatoriness

1. üşengeçlik, tembellik, 2. geciktirme, üşenme

dilatory

1. erteleyici, geciktirici, 2. ağırdan alan

dildo

yapay erkeklik organı, yapay penis

dilemma

ikilem, dilem

dilettante

sanat meraklısı kimse, amatör

diligence

dikkat, çalışkanlık, gayret

diligent

dikkatli, çalışkan, gayretli

dill

dereotu

dillydally

vakit öldürmek, oyalanmak, sallanmak

diluent

seyreltici, sulandırıcı

dilute acid

seyreltik asit

dilute solution

seyreltik çözelti

dilute

1.seyreltmek, sulandırmak, 2.seyreltik, sulu

diluted

1. seyreltik, 2. su katılmış, hafif, açık

dilution

dilution

1.seyreltme, sulandırma, 2.seyrelme

diluvium

1. diluvyum, 2. tufan çöküntüsü

dim out

ışıkları kısmak, karartmak

dim

1.loş, sönük, bulanık, belirsiz, 2.ahmak, budala, salak, 3.sönükleşmek, loşlaşmak, belirsizleşmek, kararmak, 4.loşlaştırmak, karartmak

dime novel

ucuz roman

dime

(ABD ve Kanada'da) on sent değerindeki madeni para

dimension

boyut

dimensional

1. boyutlu, ölçülü, butlu, 2. boyutsal

dimensions

boyutlar, ebat

dimerous

iki kısımdan meydana gelen, iki uzuvlu

dimeter

iki vezinli mısra

dimethyl

dimetil

dimidiate

ikiye ayrılmış, ortadan bölünmüş

diminish

1.azalmak, 2.azaltmak

diminished

1. azaltılmış, küçültülmüş, 2. konik

diminishing marginal utility

azalan marjinal fayda

diminishing returns

azalan verim

diminishing yield

azalan verim

diminishing

azalan

diminution

1. azal(t)ma, eksil(t)me, 2. küçültme, alçalma, inme

diminutive suffix

küçültme eki

diminutive

çok küçük, minik

dimmer

ışık kısıcı reosta, ayarlı kısıcı

dimmorphous

iki şekilli

dimness

1. donukluk, 2. matlık, loşluk, 3. belirsizlik

dimorphic

dimorf

dimorphism

1. dimorfizm, 2. çift biçimlilik

dimorphous

iki şekilli

dimple

dimple

gamze

dimply

gamzeli

din

kulak tırmalayıcı ses, patırtı, gürültü

dinar

1. para birimi, 2. eski bir altın para

dine out

akşam yemeğini dışarıda yemek

dine

akşam yemeği yemek

diner

1.yemek yiyen kimse, 2.vagon restoran, 3.(yol kenarında) küçük lokanta

dinette

küçük yemek odası

ding-dong

çan sesi gibi

dingdong

çan/zil sesi, ding dong

dinghy

1.küçük sandal, 2.lastik bot

dinginess

1. donukluk, tek düzelik, monotonluk, 2. kir, pas

dingle

1. küçük dere, 2. derecik

dingo

dingo

dingus

1. şey, 2. penis

dingy

1.kirli, 2.soluk

dining car

yemekli vagon, vagon restoran

dining hall

yemek salonu

dining room

yemek odası

dining table

yemek masası

dining

akşam yemeği yeme

dinky

önemsiz, küçük

dinner jacket

smokin

dinner party

1. yemekli davet, 2. ziyafet

dinner table

sofra

dinner time

yemek saati

dinner

1.akşam yemeği, 2.(bazen) öğle yemeği, 3.yemek, iş yemeği

dinosaur

dinozor

dint

1. çentik, çizgi, iz, 2. ufak oyuk

diocesan

diocesan

piskoposluk bölgesine ait

diocese

piskoposluk bölgesi

diode load

diyot yükü

diode

diyot

dioecious

iki evcikli, dioik

diol

diol

diopter

diyopter

dioptre

diyoptri

dioptrics

diyoptri

diorama

diyorama

diorite

1. diorit, 2. yeşiltaş

dioxan

dioksan

dioxide

dioksit

dip into a book

bir kitabı gözden geçirmek

dip stick

yağ seviye göstergesi

dip the flag

sancakla selamlamak

dip

1.daldırmak, batırmak, sokmak, 2.(güneş, vb.) batmak, alçalmak, 3.azalmak, düşmek, inmek, 4.azaltmak, düşürmek, indirmek, 5.(ışık) kısmak, 6.inip yükselmek, 7.indirip yükseltmek, 8.yokuş, iniş, 9.kısa yüzüş, dalıp çıkma

diphase

ikifazlı, çift fazlı

diphenyl

difenil

diphtheria

difteri, kuşpalazı

diphthong

diftong, ikili ünlü, ikizünlü

diphtongisation

iki ünlünün kaynaşması

diplegia

iki tarafı felç, dipleji

diplexer

düpleksör, köprü

diplococcus

diplokok

diplogenesis

diplogenez

diploid number

diploit sayı

diploid

1. diploit, 2. iki katlı

diploma

diploma

diplomacy

1.diplomasi, diplomatlık, 2.insanlarla ilişkide incelik, başarı, ikna yeteneği, ustalık

diplomaed

diplomalı, mezun

diplomat

diplomat

diplomatic body

kordiplomat

diplomatic channels

diplomatik yollar

diplomatic corps

kordiplomat

diplomatic immunity

diplomatik dokunulmazlık

diplomatic intercourse diplomatik trafik diplomatic service

dışişleri memurluğu, hariciye hizmeti

diplomatic

1.diplomatik, 2.nazik, ince, dikkatli, usta

diplomatist

diplomat, siyaset adamı, maharetli kimse

diplomatize

diplomatlık yapmak

dipolar

ikiz kutuplu

dipole moment

dipol moment

dipole

1. dipol, çiftucay, 2. ikiz kutup

dipper

1. kepçe, kova, 2. maşrapa, su karatavuğu

dipping

1. daldırma, batırma, 2. boyama, kasarlama

dippy

deli, manyak

dipsomania

ayyaşlık

dipsomaniac

ayyaş

dipstick

daldırmalı düzey ölçeği

diptera

çiftekanatlılar

dipteral

dipter, dipteros

dipterous

iki kanatlı

diptych

diptik

dire

1.korkunç, berbat, 2.(gereksinim) şiddetli, büyük

direct action

doğrudan eylem, kuvvete başvurma

direct advertising

doğrudan reklam

direct business

direkt iş, aracısız iş

direct control

doğrudan denetim

direct correlation

doğru bağıntı

direct costing

direkt maliyet hesaplaması

direct current

düz akım, doğru akım

direct dialling

santralsız arama, doğrudan arama

direct discourse

dolaysız söylem

direct distance calling

şehirlerarası otomatik arama

direct exporting

dolaysız ihracat

direct labour

direkt işçilik

direct loss

direkt hasar

direct object

1. dolaysız tümleç, 2. nesne, düz tümleç

direct observation

dolaysız gözlem

direct sale

doğrudan satış

direct selling

doğrudan satış, aracısız satış

direct speech

dolaysız anlatım

direct tax

dolaysız vergi, vasıtasız vergi

direct train

aktarmasız tren

direct translation

doğrudan çeviri 1.yolu tarif etmek, 2.yönetmek, 3.emretmek, 4.yöneltmek, doğrultmak, çevirmek, 5.doğru, düz, direkt, 6.dolaysız, 7.dosdoğru, tereddütsüz, 8.dürüst, 9.kesin, tam, 10.dosdoğru, direkt, duraklamadan

direct direction finder

yön bulucu alet

direction

1.yön, 2.kontrol, idare, yönetim, 3.talimat, yönerge

directional

1. yön ile ilgili, 2. yönelmiş, yönlü

directive

direktif, yönerge

directivity

yönelme yeteneği

directly proportional

doğru orantılı

directly

1.doğrudan doğruya, direkt olarak, 2.hemen, derhal, 3.-er -mez

director general

genel müdür

director of customs

gümrük müdürü

director of public

director of public prosecution

savcı

director of sales

satış müdürü

director

1.müdür, yönetici, 2.yönetmen

director's office

müdüriyet

Directorate of the National Lottery

Milli Piyango Müdürlüğü

directorate

1. müdürlük, müdüriyet, 2. idare meclisi

directors' report

yönetim kurulu raporu

directorship

müdürlük

directory

1.adres rehberi, 2.telefon rehberi

directress

kadın müdür, müdire

direful

korkunç, dehşet veren

dirge

ağıt

dirham

dirhem

dirigible

hava gemisi, zeplin

dirk

bir çeşit kama

dirndl

üst kısmı dar etek kısmı geniş elbise

dirt cheap

kelepir, sudan ucuz

dirt repellent

kir itici, kirlenmez

dirt

1.kir, pislik, 2.çamur, toz, toprak

dirty deal

kötü muamele

dirty dog

sütü bozuk

dirty money

kara para

dirty trick

adilik, pislik, kalleşlik

dirty

1.pis, kirli, 2.terbiyesiz, pis, çirkin, iğrenç, 3.(hava) bozuk, fırtınalı, 4.adi, alçakça, pis, 5.kirlenmek, 6.kirletmek

dis-

(önek) zıt oluş, aksi

disability pension

sakatlık maaşı, maluliyet maaşı

disability

1.sakatlık, 2.yetersizlik

disable

1.sakatlamak, 2.mahrum etmek

disabled soldier

disabled soldier

malul gazi

disabled

(the ile) sakatlar

disablement

1. sakatlık, 2. yetkisizlik

disabuse

doğru yolu göstermek, hatadan kurtarmak

disaccharide

disakkarit

disaccord

1. anlaşmazlık, ahenksizlik, 2. aynı fikirde olmak, uzlaşmamak, uyuşmamak

disaccustom

bir alışkanlıktan vaz geçirmek

disacidify

asidini gidermek

disadvantage

1.dezavantaj, 2.zarar, kayıp

disadvantageous

dezavantajlı, elverişsiz, zararlı

disaffected

yabancılaşmış, hoşnutsuz, soğumuş

disaffirm

1. aksini iddia etmek, 2. reddetmek, bozmak

disafforest

ormanları tahrip etmek, ormansız bırakmak

disagree with

yaramamak, dokunmak (yiyecek)

disagree

(with ile), aynı düşüncede olmamak, yaramamak, dokunmak

disagreeable

1.hoşa gitmeyen, nahoş, tatsız, rahatsız edici, 2.huysuz, aksi

disagreement

anlaşmazlık, uyuşmazlık

disallow

reddetmek, kabul etmemek, karşı çıkmak

disallowance

ret, inkâr

disappear

1.gözden kaybolmak, 2.ortadan kalkmak, yok olmak

disappearance

kayboluş, kaybolma, gözden kayboluş

disappoint

hayal kırıklığına uğratmak

disappointed

düş kırıklığına uğramış, üzgün

disappointing

düş kırıklığına uğratıcı

disappointment

1.düş kırıklığı, 2.düş kırıklığına uğratan şey/kimse

disapprobation

1. beğenmeme, kınama, 2. uygun görmeyiş, tenkit

disapproval

uygun görmeme onaylamama, hoşnutsuzluk

disapprove of

beğenmemek, uygun görmemek, kabul etmemek

disapprove

(of ile) uygun görmemek, onamamak, tasvip etmemek

disarm

disarm

1.silahsızlandırmak, silahını almak, 2.(ülke) silahsızlanmak, 3.yatıştırmak, yumuşatmak

disarmament

silahsızlanma

disarming

dost kazandırıcı

disarrange

bozmak, dağıtmak, karıştırmak

disarrangement

1. düzensizlik, dağınıklık, 2. karışıklık

disarray

düzensizlik, karışıklık

disassemble

sökmek, demonte etmek

disassociate

bkz. dissociate

disaster area

afet bölgesi

disaster

1.felaket, yıkım, 2.talihsizlik

disastrous

felaket getiren, feci

disavow

1. inkâr etmek, reddetmek, 2. tanımamak

disavowal

tekzip

disband

1.terhis etmek, 2.dağıtmak, 3.dağılmak

disbar

barodan ihraç etmek

disbarment

barodan ihraç, barodan kovma

disbelief

inançsızlık, güvensizlik, inanmazlık, kuşku

disbelieve

inanmamak

disbeliever

1. imansız kimse, 2. inanmayan kimse

disburden

yükünü hafifletmek

disburse

1. para harcamak, 2. ödemek, tediye etmek, 3. israf etmek

disbursement

1. masraf, sarf, 2. ödeme, tediye, 3. harcama

disbursing

tediye

disc jockey

diskcokey, plak sunucu

disc

1.yuvarlak yüzey, 2.yuvarlak şey, 3.disk, plak, 4.disk

discard

atmak, ıskartaya çıkarmak, başından atmak

discern

(güçlükle) görmek, farketmek, ayırdetmek, seçmek

discernible

1. fark edilebilir, görülebilir, 2. sezilebilir

discerning

zeki, anlayışlı, sezişi güçlü

discernment

discernment

1. görüş, seziş, 2. idrak, kavrama, 3. muhakeme

discharge from employment

işten çıkarmak

discharge hormones

hormon salgılamak

discharge pipe

boşaltma borusu

discharge port

boşaltma limanı

discharge

1.(yük) yerine getirmek, yapmak, 2.boşaltmak, 3.tahliye etmek, 4.(borç) ödemek, 5.(silah, ok, vb.) ateşlemek, atmak, 6.(gaz, sıvı, vb.) akıtmak, çıkarmak, göndermek, 7.akmak, çıkmak, 8.yerine getirme, yapma, 9.boşaltma, 10.tahliye, 11.terhis, 12.ateş etme, atma, 13.akma, çıkma, 14.akıtma, çıkarma

discharging berth

boşaltma limanı

disciple

mürit, havari

discipleship

müritlik, öğrencilik

disciplinarian

disiplinci, disiplin kuran kimse

disciplinary action

disiplin suçu

disciplinary board

disiplin kurulu

disciplinary committee disiplin komitesi disciplinary punishment disiplin cezası disciplinary

1. eğitime ait, pedagojik, 2. disiplinle ilgili

discipline

1.disiplin, 2.ceza, 3.bilgi dalı, 4.kontrol altında tutmak, eğitmek, disipline etmek, 5.cezalandırmak

disclaim

yadsımak, yoksamak, kabul etmemek

disclaimer

1. vazgeçme, feragat, 2. reddetme

disclose

1.bildirmek, söylemek, 2.açığa vurmak, ifşa etmek

disclosure

açıklama, ifşaat

disco

disko

discography

plak koleksiyonu

discoid

disk şeklinde

discolour

1.rengini değiştirmek, bozmak, 2.rengi değişmek, bozulmak

discolouration

rengini değiştirme, rengi değişme, solma

discoloured

rengi bozulmuş, solmuş

discomfit

1. şaşırtmak, bozmak, 2. yenmek, mağlup etmek, bozmak

discomfiture

discomfiture

bozgun, hezimet

discomfort

1.rahatsızlık, 2.rahatsızlık veren şey, dert, sıkıntı

discommode

1. rahatsız etmek, taciz etmek, 2. zahmet vermek

discompose

1. düzenini bozmak, karıştırmak, 2. şaşırtmak

discomposure

1. rahatsızlık, kaygı, telaş, 2. telaş

disconcert

huzurunu kaçırmak, telaşlandırmak

disconcerted

1. telaşlı, 2. canı sıkılmış

disconcerting

1. telaşlı, kaygılı, 2. sıkıcı

disconnect

bağlantısını kesmek, ayırmak

disconnected

karışık, iyi planlanmamış, kopuk, dağınık

disconnecting

ayıran, çözen

disconnection

bağlantının kesilmesi, birbirinden ayrılma

disconsolate

çok üzüntülü, kederli, yıkılmış

discontent

hoşnutsuzluk

discontinuance of business

işi tatil etme

discontinuance

1. ara, fasıla, 2. sona erdirme, 3. vazgeçme, 4. kesilme

discontinuation

1. ara, fasıla, 2. sona erme, 3. vazgeçme, 4. aralık

discontinue

1.devam etmemek, bırakmak, durdurmak, kesmek, 2.durmak, bitmek

discontinuity

1. süreksizlik, kesiklilik, 2. devamsızlık

discontinuous

1. kesintili, süreksiz, 2. devamsız, aralıklı

discord

1.düşünce ayrılığı, uyuşmazlık, anlaşmazlık, ihtilaf, 2.uyumsuzluk, ahenksizlik

discordance

1. diskordans, uyumsuzluk, 2. ahenksizlik

discordant

1.anlaşmayan, uyuşmayan, karşı, muhalif, 2.uyumsuz, düzensiz, ahenksiz, kulak tırmalayıcı

discotheque

diskotek, disko

discount house

daha ucuza mal satılan mağaza

discount limit

ıskonto limiti

discount

1.indirim, 2.(senet, bono) kırmak, 3.kırdırmak, 4.tamamen inanmamak

discountable

ıskonto edilebilir

discountenance

discountenance

tasvip etmemek, cesaretini kırmak, onaylamamak

discounter

senet kıran kimse

discounting

ıskonto etme, senet kırma

discourage

1.cesaretini kırmak, gözünü korkutmak, yıldırmak, 2.vazgeçirmek, caydırmak, 3.önlemek, engellemek

discouragement

cesaretsizlik, hevesin kırılması, vazgeçme

discouraging

hayal kırıklığına uğratan, cesaret kırıcı

discourse analysis

söylem çözümlemesi

discourse

1.söylev, 2.vaız

discourteous

kaba saygısız

discourtesy

kabalık, saygısızlık

discover

1.keşfetmek, bulmak, 2.bulmak, ortaya çıkarmak, keşfetmek, farkına varmak, anlamak

discoverer

kâşif

discovery

keşif, buluş

discredit

1.gözden düşürmek, 2.inanmamak, kuşkuyla bakmak, 3.gözden düşme, saygınlığını yitirme, 4.yüz karası, leke, 5.inanmama, şüphe

discreditable

utanç verici, ayıp

discredited

itibardan düşmüş, güvenilmez, itimat edilmez

discreet

sağduyulu, saygılı, sakınımlı, dikkatli ve nazik

discreetness

tedbir

discrepancy

fark, ayrılık, uyumsuzluk, çelişki

discrepant

farklı

discrete

1. ayrı, farklı, 2. göze çarpan, ayrılmış

discretion

1.sağduyu, 2.takt, denlilik

discretionary clause

isteğe bağlı koşul

discretionary spending ihtiyari masraf discretionary

isteğe bağlı, ihtiyari

discriminant

diskriminant

discriminate

1.(between ile) ayırmak, farkı görmek, 2.(against ile) fark gözetmek, ayrım yapmak

discriminating

1. ayırt eden, fark gözeten, 2. fark eden, ayıran, ehil

discrimination

1.(against ile) ayrım, fark gözetme, 2.ince farkları görebilme yeteneği

discriminative function

discriminative function ayrımcılık işlevi discriminative power

ayrımcılık gücü

discriminative

1. ayrım yapan, fark gözeten, 2. ayrımcı

discriminator

diskriminatör, ayıklayıcı

discriminatory

ayırımcı, fark gözeten

discursive

daldan dala atlayan, düzensiz

discus

disk

discuss

ele almak, tartışmak, görüşmek

discussion group

görüşme heyeti

discussion

tartışma, görüşme

disdain

1.küçük görme, tepeden bakma, hor görme, saygısızlık, 2.küçük görmek, hor görmek, tepeden bakmak, 3.tenezzül etmemek

disdainful

kibirli, tepeden bakan, mağrur, küçümseyen

disease insurance

hastalık sigortası

disease

hastalık

diseased

hastalıklı

diseconomy

eksi ekonomi, yetersiz ekonomik büyüme

disembark

1.(gemiden) karaya çıkmak, 2.karaya çıkarmak

disembarkation

karaya çıkma, tahliye, karaya çıkarma

disembarrass

rahatlatmak

disembarrassment

güç bir durumdan kurtarma, rahatlatma

disembodied

1.gövdeden ayrılmış, bedenden kurtulmuş, 2.(ses, vb.) nerden geldiği bilinmeyen, sahipsiz

disembody

gövdeden ayırmak, cisimden tecrit etmek

disembogue

1. akıtmak, suyunu denize dökmek, 2. denize dökülmek

disembowel

bağırsaklarını çıkarmak, karın deşmek

disenchant

1. büyüsünü bozmak, gözünü açmak, 2. sihrini gidermek

disenchanted

(birşeyin değerine olan) inancını yitirmiş

disencumber

1. ipotekten kurtarmak, 2. ipoteği kaldırmak

disengage

1.ayırmak, gevşetmek, kurtarmak, 2.ayrılmak, gevşemek, kurtulmak, 3.(savaşı) bırakmak, ayrılmak, çıkmak, 4.çıkarmak

disengaged

serbest, boş

disengagement

disengagement

1. ilgiyi kesme, salıverme, 2. bırakma

disengaging gear

avara dişlisi

disentangle

1.(düğüm, vb.) çözmek, 2.çözülmek, 3.ayırdetmek

disenthrall

azat etmek

disentitle

yetkisini elinden almak

disentrance

büyüden kurtarmak

disequilibrium

dengesizlik

disestablish

kadrodan çıkarmak

disesteem

itibar etmemek

disfavour

1.hoşnutsuzluk, beğenmeme, hoşlanmama, 2.hoşlanılmama, hoşa gitmeme, beğenilmeme

disfigure

güzelliğini bozmak, şeklini bozmak, biçimsizleştirmek

disfigurement

1. şekilsizlik, çirkinlik, 2. çirkinleştirme

disfranchise

oy verme hakkından mahrum etmek

disgorge

kusmak, boşaltmak

disgrace

1.küçük düşürmek, itibarını zedelemek, 2.gözden düşürmek, rezil etmek, 3.gözden düşürücü şey, yüzkarası, kara leke, 4.gözden düşme

disgraceful

1. utanç verici, 2. çok ayıp, yüz kızartıcı

disgruntle

üzmek, canını sıkmak

disgruntled

(at/with ile) üzgün, canı sıkılmış, düş kırıklığına uğramış, bozulmuş

disguise

1.görünüşünü/kılığını değiştirmek, 2.saklamak, gizlemek, 3.sahte kılık, 4.kılık, 5.maske, numara

disguised unemployment

gizli işsizlik

disguised

gizlenmiş, maskelenmiş

disgust

1.iğrenme, tiksinme, tiksinti, 2.tiksindirmek, iğrendirmek

disgusting

iğrenç

dish antenna

çanak anten

dish out

dağıtmak, vermek

dish rack

tabak rafı

dish towel

tabak kurulama bezi

dish up

1. yemek servisi yapmak, 2. hazırlamak, sunmak, 3. oymak

dish

dish

1.tabak, 2.yemek

disharmonious

uyumsuz, ahenksiz

disharmony

1. uyumsuzluk, ahenksizlik, 2. düzensizlik

dishcloth

1. bulaşık bezi, 2. tabak bezi

dishearten

1.cesaretini kırmak, 2.umutsuzluğa düşürmek

dished

çukur, çökük

dishes

tabak çanak, bulaşık

dishevel

darmadağınık etmek (saç, giyim)

dishevelled

(saç, giysi) dağınık, düzensiz

dishoard

stok mallarını piyasaya sürmek

dishonest

namussuz, sahtekâr

dishonesty

1. namussuzluk, şerefsizlik, 2. sahtekârlık

dishonour

1.namusuna leke sürmek, 2.onursuzluk, şerefsizlik, leke

dishonourable

1. haysiyetsiz, şerefsiz, 2. namussuz

dishonoured check

ödenmemiş çek, karşılıksız çek

dishonoured note

ödenmemiş senet

dishonoured

ödenmemiş, itibar edilmemiş, kabul edilmemiş

dishwasher

1.bulaşıkçı, 2.bulaşık makinesi

dishwater

bulaşık suyu

dishy

seksi

disillusion

gözünü açmak, yanlış bir düşünceden kurtarmak

disillusioned

(at/about/with ile) üzgün, kırgın, kırık, hayal kırıklığına uğramış, bozulmuş

disillusionment

hayal kırıklığı, gözü açılma

disincentive

1. engelleyici, önleyici, 2. engelleyici, önleyici

disinclination

gönülsüzlük, isteksizlik

disincline

soğutmak, caydırmak

disinclined

isteksiz

disinfect

dezenfekte etmek, arınıklaştırmak

disinfectant

dezenfektan, arınıklaştıran

disinfection

disinfection

1. dezenfeksiyon, 2. dezenfekte etme, ilaçlama

disinfector

temizleyici, mikrop öldürücü

disingenuous

1. samimi olmayan, ikiyüzlü, 2. samimi olmayan

disinherit

mirastan mahrum etmek

disinheritance

1. mirastan yoksunluk, 2. mirastan mahrum olma

disintegrate

1.parçalamak, dağıtmak, ufalamak, 2.parçalanmak, dağılmak, ufalanmak

disintegration

dezentegrasyon, parçalanma, dağılma, ufalanma

disintegrator

parçalama makinesi, öğütme makinesi

disinter

1. toprağı kazıp çıkarmak, eşmek, 2. açığa çıkarmak

disinterested

1.kişisel duygularla etkilenmeyen, yansız, önyargısız, 2.ilgisiz, umursamaz

disinterestedness

tarafsızlık, yansızlık

disinterment

mezar kazma, eşme

disinvest

stokları eritmek

disinvestment

stok azalması

disjoin

ayırmak

disjoint

parçalarına ayırmak

disjointed

(konuşma, yazı, vb.) bağlantısız, kopuk

disjunction

ayrılma

disjunctive

ayıran, bölen

disk brake

diskli fren

disk drive

disk sürücü

disk scanner

disk tarayıcı

disk

bkz. disc

diskette

disket

dislike

1.sevmemek, hoşlanmamak, 2.sevmeme, hoşlanmama, hoşlanmayış, 3.birisinin sevmediği şey/kimse

dislocate one's arm

kolunu çıkarmak

dislocate

1.(kemik) yerinden çıkarmak, 2.altüst etmek

dislocation

1. yerinden oynatma, yer değiştirme, 2. çıkık

dislodge

yerinden çıkartmak

disloyal

disloyal

vefasız

disloyalty

vefasızlık

dismal

kasvetli, üzücü, iç karartıcı

dismantle

sökmek, parçalarına ayırmak

dismantlement

çıkarma, sökme, parçalarını ayırma

dismay

1.dehşete düşürmek, korkutmak, yıldırmak, 2.korku, dehşet, yılgı, ümitsizlik

dismember

1.parçalamak, 2.bölmek

dismemberment

parçalanma

dismiss an action

bir davayı reddetmek

dismiss

1.(işten) çıkarmak, yol vermek, kovmak, 2.gitmesine izin vermek, göndermek, 3.bırakmak, kafasından çıkarmak, düşünmemek

dismissal of an action

bir davayı reddetme

dismissal wage

işten çıkarma tazminatı

dismissal

1.çıkarma, kovma, 2.bırakma, gönderme, 3.kafasından çıkarma, düşünmeme

dismissible

1. işten çıkarılabilir, 2. reddedilebilir

dismount

(at, bisiklet, vb. den) inmek

dismutation

dismutasyon, tersdeğişim

disobedience

söz dinlemezlik, itaatsizlik

disobedient

söz dinlemez, itaatsiz

disobey

1.söz dinlememek, itaat etmemek, itaatsizlik etmek, 2.(kural, yasa, vb.) çiğnemek, uymamak

disoblige

hatırını kırmak, yardımı reddetmek

disobliging

hatır kırıcı, nezaketsiz, ters, aksi

disorder

1.karışıklık, düzensizlik, 2.kargaşa, patırtı, 3.hastalık, rahatsızlık, 4.karıştırmak, bozmak

disordered

1. düzensiz, karışık, 2. bozuk

disorderly

1.dağınık, düzensiz, 2.azgın, vahşi, 3.kanunsuz

disorganization

düzensizlik, karışıklık

disorganize

altüst etmek

disorganized

düzensiz, karışık

disorient

şaşırtmak, zihnini karıştırmak

disorientate

yönünü şaşırtmak

disown

disown

tanımamak, sahip olduğunu reddetmek, kabul etmemek, inkâr etmek

disparage

hor görmek, küçümsemek

disparagement

kötüleme, yerme, aşağılama

disparaging

aşağılayıcı, hor gören

disparate

tamamen farklı, kıyaslanabilemez

disparity in age

yaş farkı

disparity

eşitsizlik, fark

dispassionate

1.yansız, tarafsız, 2.serinkanlı, sakin

dispassionateness

serinkanlılık

dispatch box

evrak çantası

dispatch case

evrak çantası

dispatch note

irsaliye

dispatch rider

posta

dispatch

1.göndermek, yollamak, 2.bitirivermek, halletmek, 3.öldürmek, 4.yollama, gönderme, 5.mesaj, 6.rapor, 7.hız, acele

dispatcher

1. sevk eden, sevk memuru, 2. dispeçer, 3. hareket memuru

dispel

dağıtmak, defetmek, yok etmek, gidermek

dispensable

gereksiz, vazgeçilebilir

dispensary

dispanser, bakımevi

dispensation

1.genel kuralın dışına çıkabilme izni, özel izin, 2.dağıtma, verme, 3.takdiri ilâhi

dispense with

1. -siz idare etmek, 2. -i gereksiz kılmak

dispense

1.dağıtmak, vermek, 2.(ilaç/reçete, vb.) hazırlamak

dispenser

dağıtıcı

dispersal

1. dağılma, dağıtma, 2. dağıtılma

disperse

1.dağılmak, yayılmak, 2.yaymak, dağıtmak

dispersed

dağınık

dispersedly

dağınık olarak

dispersion medium

dağıtım aracı

dispersion

1. dağıtma, dağılma, 2. dağılım, 3. dağıtılma, yayılma

dispersive

1. dağıtıcı, 2. ayırıcı

dispersivity

dispersivity

dispersivite, ayrılganlık

dispirit

cesaretini/umudunu kırmak

dispirited

keyifsiz

displace

1.yerinden çıkarmak, 2.-in yerine geçmek, 3.ülkesinden çıkarmak, sürmek

displacement

1. yerinden çıkarma, yerdeğişim, deplasman, 2. kaydırım

display case

vitrin

display tube

resim tüpü, resim lambası

display unit

gösterim birimi, gösterici

display

1.göstermek, 2.sergilemek, 3.gösterme, sergileme, 4.gösteri, 5.sergi

displease

1.sinirlendirmek, canını sıkmak, kızdırmak, 2.gücendirmek

displeased

dargın, kırgın, gücenmiş

displeasing

nahoş, can sıkıcı, kızdıran

displeasure

hoşnutsuzluk, beğenmeme

disponibility

kullanılabilirlik

disponible

istenildiği gibi kullanılabilen

disport

eğlenmek

disposable funds

emre hazır fon, kullanılabilir para

disposable goods

atılabilir mallar

disposable income

harcanabilir gelir

disposable

kullandıktan sonra atılan

disposal value

satış değeri, elden çıkarma değeri

disposal

1.elden çıkarma, 2.düzenleme, 3.idare, kontrol, yönetim, kullanım

dispose of by will

mirasla bırakmak

dispose of

1. yemek, içmek, tüketmek, 2. satmak, vermek

dispose

1.(of ile) kurtulmak, başından atmak, alt etmek, 2.düzenlemek, yerleştirmek, dizmek, 3.isteklendirmek, hazırlamak, heveslendirmek

disposed

hevesli, niyetli, istekli

disposing

elden çıkarma

disposition by testament vasiyetle mal bırakma disposition of funds disposition

fon kullanımı

disposition

1.mizaç, karakter, doğa, yapı, 2.düzenleme, 3.eğilim, istek, isteklilik

dispossess

(malını) elinden almak

dispossession

mal ve mülke el konulması

dispraise

1. kötüleme, ayıplama, hafifseme, 2. kötülemek, ayıplamak

disproof

aksini ispatlama, çürütme

disproportion

oransızlık

disproportionate

oransız, çok fazla ya da çok az

disprove

yanlış olduğunu kanıtlamak, çürütmek

disputable

tartışılabilir, kuşkulu, su götürür

disputant

münakaşacı kimse

disputation

tartışma

disputatious

tartışmacı

dispute

1.tartışmak, 2.çekişmek, kavga etmek, 3.karşı çıkmak, itiraz etmek, kabul etmemek, 4.tartışma, 5.çekişme, kavga, 6.anlaşmazlık, uyuşmazlık

disqualification

1. ehliyetini elinden alma, 2. yetkisizlik

disqualify

diskalifiye etmek

disquiet

telaşlandırmak, kaygılandırmak, huzurunu kaçırmak

disquieting

merak verici, rahatsız edici

disquietude

rahatsızlık, huzursuzluk

disquisition

1. bilimsel inceleme, tez, araştırma, 2. tetkik

disregard

1.aldırmamak, önemsememek, saymamak, umursamamak, 2.aldırmazlık, önemsememe, ilgisizlik, 3.ihmal, savsaklama

disrelish

hoşlanmama, beğenmeme, tiksinme

disremember

hatırlayamamak

disrepair

bakımsızlık, tamire ihtiyaç

disreputable

adı çıkmış, kötü ünlü

disrepute

kötü ün

disrespect

saygısızlık, kabalık

disrespectful

saygısız, kaba

disrobe

1. elbisesini çıkarmak, soymak, 2. soyunmak

disroot

kökünden sökmek

disrupt

dağıtmak, bozmak, bölmek

disruption

kesilme, bozulma

disruptive

bozucu, yıkıcı

dissatisfaction

doyumsuzluk, hoşnutsuzluk

dissatisfactory

uygun olmayan, tatmin etmeyen

dissatisfy

doyuramamak, memnun edememek

dissaving

tasarrufların harcanması

dissect

1.incelemek üzere kesip ayırmak, 2.dikkatle incelemek

dissecting

tahlil

dissection

teşrih, tahlil

dissector

görüntü tarayıcı

disseise

mal ve mülküne el koymak, gasp etmek

disseisin

malını mülkünü elinden alma, gasp

dissemble

1. saklamak, gizlemek, 2. görmezlikten gelmek

disseminate

(düşünce, haber, vb.) yaymak, saçmak

dissemination

saçma, yayma, sirayet

dissension

anlaşmazlık, uyuşmazlık, kavga

dissent

1.aynı görüşte olmamak, 2.görüş ayrılığı, uyuşmazlık, anlaşmazlık

dissenter

muhalif

dissertation

1. bilimsel inceleme, tez, deneme, 2. söylev

disserve

bir kimseye kötülük etmek

disservice

zararlı davranış, kötülük

dissever

tamamen ayırmak, kesip ayırmak

dissidence

görüş ayrılığı, muhalefet, anlaşmazlık

dissident

muhalif

dissimilar

benzemez, ayrı, farklı

dissimilarity

farklılık, benzemezlik

dissimilation

1. ayrılım, 2. benzeşmezlik

dissimulate

1. duygularını gizlemek, 2. yalandan göstermek

dissimulation

1. gizleme, saklama, 2. ikiyüzlülük

dissipate

1.dağıtmak, yok etmek, gidermek, 2.dağılmak, yok olmak, 3.çarçur etmek, aptalca harcamak

dissipated

sefih, maceracı

dissipation of energy

enerji kaybı, erke yitimi

dissipation

1. dağıtma, yayma, 2. dağılma, yayılma

dissociate

ayırmak, ayrı tutmak

dissociated ammonia

çözüşük amonyak

dissociated

çözüşük

dissociation constant

bozunma sabitesi, çözüşüm katsayısı

dissociation rate

çözüşüm hızı, disosasyon hızı

dissociation

1. ayırma, ayrılma, 2. çözüşüm, çözüşme

dissolubility

erirlik, çözülebilirlik, ayrılabilirlik

dissoluble

1. erir, eriyebilir, 2. çözülür, fesholunabilir

dissolute

ahlaksız, kötü, rezil

dissoluteness

ahlaksızlık, çapkınlık, uçarılık

dissolution of company şirketin dağılması dissolution

1.sona erme, 2.bozma, 3.bozulma

dissolve

1.erimek, 2.eritmek, 3.feshetmek, dağıtmak, 4.feshedilmek, dağılmak, 5.kendini kaybetmek, kaptırmak, kendini tutamamak, kapılmak

dissolvent

1. eritici, çözücü, 2. eritici madde, 3. eritici

dissolving power

eritme gücü

dissolving

1. eritici, 2. erime, 3. eritme

dissonance

uyumsuzluk, ahenksizlik

dissonant

akortsuz, ahenksiz, uyumsuz

dissuade

caydırmak, vazgeçirmek

dissuasion

caydırma, vazgeçirme

dissymmetrical

simetrik olmayan, bakışımsız

dissymmetry

1. asimetri, bakışımsızlık, 2. simetrik olmayış

distaff side

eksik etek, kadın kısmı

distaff

1. öreke, 2. kadın işi

distal

distal

merkezdenuzak

distance freight

mesafe navlunu

distance mark

uzaklık işareti

distance relay

aralık rölesi

distance

1.mesafe, uzaklık, 2.soğukluk, mesafe

distant relative

uzak akraba

distant

1.uzak, alıs, uzakta, 2.(akraba) uzaktan, uzak, alıs, 3.soğuk, ilgisiz, mesafeli, 4.hafif, belirsiz

distantly

uzaktan, soğuk bir tavırla

distaste

sevmeme, hoşlanmama, nefret

distasteful

tatsız, nahoş

distemper

1. huysuzluk, 2. hasta etmek, keyfini kaçırmak

distend

1.şişmek, 2.şişirmek

distensible

şişirilebilir, gerilebilir

distension

şişme, gerilme, germe

distich

beyit, iki mısra

distil

1.imbikten çekmek, damıtmak, 2.(konu, vb.) özünü çıkarmak, özünü almak

distill

bkz. distil

distillate

imbikten çekilmiş sıvı

distillation apparatus

damıtma aygıtı

distillation column

damıtma kolonu

distillation flask

damıtma balonu

distillation

1.damıtma, 2.damıtık madde

distilled water

damıtık su

distilled

damıtık

distiller

1. damıtıcı, 2. imbik, 3. imbikten çekici

distillery

içki yapan fabrika

distilling flask

damıtma balonu, damıtma toparı

distinct

1.farklı, ayrı, 2.açık, belirgin

distinction

1.fark, ayırım, 2.ayrı tutma, ayrı olma, ayrım, 3.üstünlük, 4.ün, şan, saygınlık, 5.nişan, şeref, 6.ödül

distinctive feature

distinctive feature

ayırıcı özellik

distinctive property

ayırt edici özellik

distinctive

diğerlerinden ayrı, ayıran, özel

distinctiveness

ayırt edici özellik

distinctly

açıkça, şüphesiz

distinctness

1. açıklık, 2. fark

distingue

1. üstün, 2. kibar, nazik

distinguish

1.ayırt etmek, ayırmak, farkı görmek, 2.tanımak, seçmek, görmek, 3.ayırmak, ayrı kılmak, 4.(kendini) göstermek, sivrilmek

distinguishable

1.ayırt edilebilir, 2.görülebilir, seçilir

distinguished

seçkin, ünlü

distort

1.eğri büğrü etmek, biçimini bozmak, 2.çarpıtmak, saptırmak, değiştirmek

distorted

bozulmuş

distorting lens

bozucu mercek

distortion factor

distorsiyon katsayısı

distortion

1. çarpıklık, bükülme, bozulma, distorsiyon, 2. tahrif

distract

1.(dikkatini) başka yöne çevirmek, dağıtmak, 2.(işinden) alıkoymak, meşgul etmek

distracted

kafası karışmış, telaşlı

distraction

1.dikkat dağıtıcı şey, 2.dikkatini dağıtma, 3.eğlence, vakit geçirecek şey

distrain

1. haczetmek, el koymak, 2. zapt etmek, haciz koymak

distrainee

eşyalarına haciz konan kişi

distrainor

haczeden kişi, rehin alan

distraint

haciz

distraught

aklı başından gitmiş, çılgına dönmüş

distress call

imdat çağrısı

distress freight

zaruret navlunu

distress frequency

imdat frekansı

distress oneself

(kendi) canını sıkmak

distress selling

ihtiyaçtan satma

distress signal

imdat sinyali

distress wave

distress wave

alarm dalgası

distress

1.acı, ıstırap, üzüntü, sıkıntı, 2.tehlike, 3.üzmek, acı çektirmek, ıstırap vermek

distressed area

yoğun işsizlik bölgesi

distressed

1. üzgün, kederli, 2. şanssız, talihsiz, 3. yoksul

distressing

acı veren, üzücü, ıstırap verici

distributable income

dağıtılabilir gelir

distributable profit

dağıtılabilir kâr

distributable

dağıtılabilir

distribute

1.dağıtmak, vermek, 2.sınıflamak, gruplara ayırmak, 3.pay etmek, bölüştürmek, 4.yaymak, saçmak

distributed capacitance bölünmüş kapasite, dağılmış kapasite distributed load

dağılmış yük, dağınık yük

distributed network

dağılmış devre

distributed profit

dağıtılmış kâr

distributed winding

dağınık sargı

distributing amplifier

dağıtım amplifikatörü

distributing box

dağıtım kutusu

distributing cable

dağıtım kablosu

distributing centre

dağıtım merkezi

distributing shaft

tevzi mili, dağıtım mili

distribution board

tevzi tablosu, dağıtım tablosu

distribution box

tevzi kutusu, dağıtım kutusu

distribution cable

dağıtım kablosu

distribution coefficient dağıtım katsayısı distribution costs

dağıtım masrafları

distribution curve

dağılım eğrisi

distribution expense

dağıtım masrafı

distribution law

dağılım kanunu, dağılım yasası

distribution network

dağıtım şebekesi

distribution of earnings kâr dağıtımı distribution of losses

distribution of losses

zararın dağıtımı

distribution of population

nüfus dağılımı

distribution office

dağıtım bürosu

distribution panel

dağıtım tablosu

distribution shaft

dağıtım dingili

distribution

1.dağıtma, dağıtım, 2.yayılma, yaygın olma

distributional analysis

dağılımsal çözümleme

distributional linguistics dağılımsal dilbilim distributional

dağılım ile ilgili, dağılımsal

distributionalism

dağılımcılık

distributionalist

dağılımcı

distributive adjectives

üleştirme sıfatları

distributive cost

dağıtım maliyeti

distributive justice

adalet dağıtımı

distributive numeral adjective

üleştirme sayı sıfatı

distributive point

dağıtım noktası

distributive pronouns

üleştirme zamirleri

distributive share

miras payı

distributive trade

dağıtım işi

distributive

1. yayan, dağıtan, 2. üleştiren, 3. taksim eden

distributor advance

distribütör avansı

distributor arm

distribütör kolu

distributor cap

distribütör kapağı, distribütör başlığı

distributor disk

distribütör diski

distributor head

distribütör başı

distributor housing

distribütör kutusu

distributor shaft

distribütör mili

distributor

1.dağıtıcı, dağıtımcı, 2.distribütör, dağıtaç

distributorship

dağıtıcılık, distribütörlük

district attorney

bölge başsavcısı

district bank

bölgesel banka

district council

belediye meclisi

district court

yerel mahkeme

district exchange

bölge telefon santralı

district judge

bölge hâkimi

district manager

bölge müdürü

district office

bölge müdürlüğü

district

bölge

distrust

1.güvenmemek, itimat etmemek, 2.güvenmeme, itimatsızlık

distrustful

şüpheci, vesveseli, kuşkulu, güvensiz

disturb the peace

asayişi bozmak

disturb traffic

trafiği karıştırmak

disturb

1.rahatsız etmek, 2.üzmek, kaygılandırmak, 3.bozmak, 4.karıştırmak

disturbance of possession

başkasının malına tecavüz

disturbance of the peace

asayişin bozulması

disturbance

1.rahatsız etme, 2.rahatsızlık, 3.karışıklık, huzursuzluk

disturbed

rahatsız, huzursuz

disturbing current

parazit akımı

disturbing source

parazit kaynağı

disturbing

rahatsızlık veren, huzur bozucu

disulfide

disülfür

disulphate

bisulfat

disulphide

disülfür

disulphuric

disülfürik

disunion

1. ayrılma, bölünme, 2. anlaşmazlık, uyuşmazlık

disunite

1. ayırmak, ayrılmak, 2. aralarını bozmak

disunity

1. ayrılık, kopukluk, 2. ahenksizlik, ihtilaf

disuse

kullanılmayış, geçersizlik

disused

eski, vaktini doldurmuş

disutility

1. olumsuz fayda, 2. faydasız oluş

disyllable

iki heceli kelime

ditch

1.hendek, 2.başından atmak, bırakmak

ditcher

hendek açma makinesi

dither

1.telaşa kapılmak, kararsızlık ve heyecana kapılmak, 2.telaş, kararsızlık

dithyramb

ditiramp

dittany of Crete

kurt helvası

dittany

1. geyikotu, 2. girit otu

ditto marks

denden (ö)

ditto

1.aynı şey, 2.denden (işareti)

ditto!

Kabul!

ditty bag

gemicilerin ufak torbası, dikiş kutusu

ditty

kısa ve basit şarkı

diuretic

1. idrar getiren, 2. idrar getiren ilaç

diurnal

1. gündüze ait, gündüz olan, 2. bir günlük, 3. günlük

diva

primadonna

divagate

1. başıboş dolaşmak, 2. konu dışına çıkmak

divagation

1. başıboş dolaşma, 2. konu dışına çıkma

divalent

1. iki değerli, 2. iki değerlikli

divan

divan, sedir

divaricate

dallanmak, çatallanmak

dive bomber

bombardıman uçağı

dive

1.(suya) balıklama atlamak, 2.dalmak, 3.(aşağı doğru) hızla hareket etmek, 4.elini daldırmak, 5.balıklama atlayış, dalış, 6.batakhane

diver

dalgıç

diverge

(yol, görüş, vb. den) ayrılmak, uzaklaşmak

divergence angle

divergence angle

ayrılma açısı

divergence

1. ayrılma, uzaklaşma, 2. ıraksama

divergency

ayrılma, uzaklaşma, fark

divergent lens

ıraksak mercek

divergent product

aykırı ürün

divergent series

ıraksak dizi

divergent

1. çeşitli, 2. ıraksak, 3. muhtelif, birbirine karşı

diverse

1.çeşitli, 2.farklı, değişik

diversely

çeşitli olarak

diversification

1. çeşitlendirme, 2. değişiklik, çeşitlilik

diversified

1. farklı, değişik, 2. rizikoları dağıtılmış

diversify

çeşitlendirmek

diversion

1.yönünü değiştirme, çevirme, saptırma, sapma, 2.eğlence, oyalayıcı şey, 3.dikkati başka yöne çeken şey

diversity

farklılık, değişim, farklı olma, fark

divert

1.başka yöne çevirmek, saptırmak, 2.oyalamak, eğlendirmek, 3.-in dikkatini başka yöne çekmek, dikkatini dağıtmak

diverticulum

divertikül

divest

(of ile) yoksun bırakmak

divestiture

soyma, soyulma, mahrum etme, mahrum edilme

divestment

1. yoksun bırakma, 2. soyma, soyulma, mahrum etme

divide

1.bölmek, 2.ayırmak, 3.ayrılmak, 4.bölmek, 5.bölünmek

divided highway

geliş gidiş yönleri ayrı otoyol

divided policy

bölünmüş poliçe

dividend account

temettü hesabı

dividend book

temettü defteri

dividend check

temettü çeki

dividend control

temettü kontrolü

dividend coupon

1. temettü kuponu, 2. kâr kuponu

dividend cover

temettü karşılığı

dividend declaration

kâr payı ilanı

dividend distribution

dividend distribution

kâr payı dağıtımı

dividend equalization reserve

temettü fonu

dividend in arrears

birikmiş temettü

dividend in kind

ayni temettü

dividend limitation

temettü sınırlaması

dividend off

kâr paysız, temettüsüz

dividend on

kâr payı dahil

dividend payable

vadesi gelen temettü, ödenecek temettü

dividend paying company

temettü dağıtan şirket

dividend payment date temettü dağıtım tarihi dividend payout ratio

temettü ödeme oranı

dividend price ratio

temettü fiyat oranı

dividend rate

temettü oranı

dividend right certificate

intifa senedi

dividend share

kazanç payı

dividend warrant

temettü ödeme emri, temettü kuponu

dividend yield

temettü verimi, temettü getirisi

dividend

1.pay, hisse, kâr hissesi, 2.bölünen

divider

1. bölücü, bölen, 2. pergel

dividers

pergel

dividing network

bölücü devre

dividing

1. bölen, ayıran, 2. bölme

dividual

bölünmüş, bölünebilir, ayrı, ayrılabilen

divination

1. sezme, kehanet, fal, 2. keşif

divine service

ibadet 1.kutsal, tanrısal, 2.ilahi, ulu, 3.süper, çok iyi, 4.gelecek ya da bilinmeyenden haber vermek, kehanette bulunmak, 5.(toprağın altında su, maden, vb.) bulmak

divine diviner

diviner

1. kâhin, sihirbaz, 2. falcı

diving altitude

dalış yüksekliği

diving angle

dalış açısı

diving attack

pike hücum

diving bell

dalma çanı, dalgıç hücresi

diving board

tramplen

diving duck

ördek türü

diving helmet

dalgıç başlığı

diving speed

dalış hızı

diving suit

dalgıç elbisesi

diving velocity

dalış hızı

diving

1. dalma, dalış, suya dalma, 2. tramplenden atlama

divinity

1.tanrısallık, 2.ilahiyat, tanrıbilim, 3.tanrı, tanrıça

divisibility

bölünebilme

divisible credit

bölünebilir kredi

divisible

bölünebilir

division of labour

işbölümü

division of loss

zararın bölünmesi

division of stock

hisse senedinin bölünmesi

division of the profit

kâr taksimi

division president

bölüm başkanı

division sign

bölme işareti

division

1.paylaştırma, pay etme, bölme, 2.kısım, bölüm şey, 3.fikir ayrılığı, uzlaşmazlık, 4.bölme, bölünme, 5.tümen

divisional bond

demiryolu tahvili

divisional coin

bozuk para

divisional coins

ufak para

divisional

bölmeyle ilgili

divisive

bölücü, ayırıcı, ara bozucu, ihtilaf çıkaran

divisor

bölen

divorc‚

divorc‚

dul erkek

divorc‚e

dul kadın

divorce case

boşanma davası

divorce decree

boşanma kararı

divorce suit

boşanma davası

divorce

1.boşanma, 2.boşanmak, 3.boşamak, 4.ayırmak, 5.dul erkek

divorceé

1.boşanmış kimse, dul kimse, 2.dul kadın

divot

çimen, çim

divulgation

açığa vurma

divulge

açığa vurmak

divulgence

ifşa etme

divvy up

paylaşmak

dizzily

aptalca

dizziness

1. baş dönmesi, sersemlik, 2. göz kararması

dizzy spell

ani baş dönmesi

dizzy

1.başı dönen, 2.baş döndürücü, 3.aptal, 4.başını döndürmek

do a bargain

pazarlık etmek

do a bunk

tüymek, sıvışmak, kaçmak

do a double take

gözlerine inanamamak

do a roaring trade

büyük kâr sağlamak

do a service

hizmet etmek

do away with

1. son vermek, bitirmek, kaldırmak, 2. öldürmek

do battle

uğraşmak, mücadele etmek

do business with

ile iş yapmak

do business

iş yapmak

do by halves

yarım yamalak yapmak

do by

davranmak

do for sb

1. ev idare etmek, bakmak, 2. mahvetmek

do for sth

işe yaramak

do honor to

do honor to

şereflendirmek

do in

1. öldürmek, 2. çok yormak

do it yourself

yardımsız yapılabilen

do justice to sb

-e dürüst davranmak

do obeisance to

saygı göstermek

do one's best

elinden geleni yapmak

do one's heart good

gönlünü ferahlatmak

do one's nut

tepesi atmak

do one's stuff

kendini göstermek

do one's worst

elinden gelen kötülüğü yapmak

do option business

primli işler yapmak

do out of

-den etmek

do out

tepeden tırnağa temizlemek

do over

1. tekrarlamak, 2. yeniden düzenlemek

do overtime

fazla mesai yapmak

do retail business

perakende iş yapmak

do sb a favour

birine bir iyilikte bulunmak

do sb in

1. öldürmek, 2. yorgunluktan öldürmek

do sb out of sth

aldatmak, elde etmesini önlemek

do sb over

iyice yumruklayıp dövmek

do sb proud

çok iyi ağırlamak, onurlandırmak

do shift work

vardiyalı çalışmak

do sth for a giggle

gırgırına yapmak

do sth hands down

bir işi parmağının ucuyla çevirmek

do sth under one's own kendi yağı ile kavrulmak steam do sth up

1. yenileştirmek, onarmak, 2. kapatmak

do tell!

Öyle mi?

do the honours

ikramda bulunmak, misafir ağırlamak

do the sights

do the sights

ilginç yerleri ziyaret etmek

do the trick

işini görmek, amacını karşılamak

do the washing-up

bulaşık yıkamak

do up

1. iliklemek, 2. onarmak, 3. güzelleştirmek, 4. sarmak

do well out of

kâr etmek

do wholesale business

toptan ticaret yapmak

do with

1. gereksinmek, istemek, 2. ile ilgisi olmak

do without

-sız idare etmek

Do you mind if I

yapabilir miyim?, edebilir miyim?

Do you mind

sizce bir sakıncası var mı

do

1. büyük toplantı, parti, 2. yapmak, etmek, başarmak, 3. yetmek, 4. yetişmek

do-it-yourself

1. kendi başına kurma/onarma, 2. kendi başına kurma/onarma

doable

yapılabilir

dobby

armür makinesi

docile

yumuşak başlı, uysal

docility

yumuşak başlılık

dock charges

rıhtım resmi

dock company

rıhtım şirketi

dock dues

rıhtım ücreti

dock receipt

rıhtım makbuzu

dock shed

rıhtım hangarı

dock strike

rıhtım işçilerinin grevi

dock warehouse

rıhtım antreposu

dock warrant

dok makbuzu, ambar makbuzu, resepis

dock worker

dok işçisi, havuz işçisi

dock

1.rıhtım, 2.gemi havuzu, dok, 3.(mahkemede) sanık yeri, 4.(kuyruğunu) kesmek, 5.(ücret, vb.) kısmak, azaltmak, kesmek, 6.(gemi) limana girmek, 7.limana sokmak

dockage

havuz ücreti, dok ücreti

docker

rıhtım işçisi

docket

1. etiket, 2. gümrük makbuzu, 3. karar defteri, 4. özetlemek, listeye kaydetmek, yaftalamak

dockmaster

1. dok müdürü, tersane müdürü, 2. rıhtım müdürü

docks

iskele, rıhtım

dockyard

tersane

doctor blade

rakle bıçağı, sıyırma bıçağı

doctor in charge

nöbetçi doktor

doctor knife

rakle bıçağı, sıyırma bıçağı

doctor

1.doktor, hekim, 2.doktora yapmış kişi, doktor, 3.diş doktoru, dişçi, 4.iyileştirmek, tedavi etmek, 5.değiştirmek, saptırmak, 6.(hayvan) kısırlaştırmak

doctoral

doktora ait

doctorate

doktora

doctrinaire

kuramcı

doctrinal

1. öğreti aşılayan, dogmatik, 2. mezhebe ait

doctrine

öğreti, doktrin

document bills

sevk evrakı

document in proof

kanıtlayıcı belge

document of title

emtia senedi, mal senedi

document reader

belge okuyucu

document

1.belge, 2.belge ile kanıtlamak, belgelemek

documentary bill

vesikalı poliçe

documentary collection vesikalı tahsil documentary credit

vesikalı kredi

documentary draft

vesikalı poliçe

documentary evidence yazılı delil documentary film

belgesel film

documentary

1.belgesel, 2.belgeli, 3.belgeli

documentation book

belgeleme kitabı

documentation error

belgeleme hatası

documentation system

belgeleme sistemi

documentation

1. belgeleme, dokümantasyon, 2. belgelerle ispatlama, dökümantasyon

documented credit

vesikalı kredi, akreditif

documented

belgeli, belgeye dayalı

documents of title

emtia senetleri

docuterm

tanıtıcı terim

dodder

1. küsküt, şeytansaçı, bağboğan, 2. sendelemek, sallanmak

doddering

zayıf, titrek, halsiz

doddery

bunak, titrek, dermansız

doddle

çocuk oyuncağı, çok kolay şey

dodecagon

onikigen

dodecahedron

1. onikiyüzlü, 2. on iki yüzlü şekil

dodecanese

on iki ada

dodge the column

ipe un sermek, yan çizmek

dodger

1.(bir şeyden) birden kenara çekilip kurtulmak, atlatmak, 2.atlatmak, hileyle kurtulmak, yırtmak, 3.yana kaçış, 4.üçkâğıt, oyun, namussuzluk, 5.plan, yol 1. vergi kaçakçısı, 2. madrabaz

dodgy

İİ, riskli, tehlikeli, üçkâğıtçı, namussuz

dodo

dodo kuşu

doe

dişi geyik ya da tavşan

doer

1. yapan kimse, eden kimse, 2. fail

doeskin

dişi geyik derisi

doff

çıkarmak (elbise)

doffer

penyör, tarak

dog cheap

sudan ucuz, çok ucuz

dog clutch

çeneli kavrama, kurtağızlı kavrama

dog collar

köpek tasması, dik ve yüksek yaka

dog days

yılın en sıcak günleri

dog hair

köpek kılı

dog in the manger

ne yer ne yedirir kişi

dog one's footsteps

peşini bırakmamak

dog rose

köpek gülü, yabani gül, kuşburnu

dodge

dog tired

yorgun argın, turşu gibi

dog

1.köpek, it, 2.(kurt, tilki, vb.) köpekgillerin erkeği, 3.hıyar, köpek herif, 4.izlemek, peşini bırakmamak

dog-ear

kıvrık sayfa köşesi

dog-eared

sayfa uçları kıvrık

dog-tired

1. çok yorgun, leşi çıkmış, 2. bitkin

dog's breakfast

karman çorman

dog's life

tasalı hayat

dogfight

savaş uçakları arasındaki çatışma

dogfish

küçük köpekbalığı

dogged

inatçı

doggedness

sebat, inat

doggie

bkz. doggy

doggish

köpek gibi, ters, huysuz

doggone!

Hay Allah!, Allah'ın belası!, mel'un!

doggy

ç. dili kuçukuçu, köpek

doghouse

köpek kulübesi

dogie

annesiz buzağı

dogma

dogma, inak

dogmatic

dogmatik, inaksal, inakçı

dogmatism

dogmatizm, dogmacılık

dogmatist

dogmatik kimse

dogmatize

1. kestirip atmak, 2. kesin olarak fikrini söylemek

dogsbody

angarya ve ayak işlerini yapan kişi

dogtooth

köpek dişi

dogvane

yelkovan, pinel

dogwatch

gemide kısa akşam nöbeti

dogwood

kızıl çubuk

doh

do notası

doily

küçük peçete

doing

1.(birisinin yaptığı) iş, 2.sıkı çalışma

doings

işler, tavır, faaliyetler, gidişat

doit

mangır, metelik

dolce

hoş

doldrums

morali bozuk, keyifsiz, neşesiz

dole out

iane olarak dağıtmak

dole

1.hükümetten işsizlik maaşı almak, 2.(out ile) gereksinen kişilere para ya da yiyecek vermek

doleful

üzgün, kederli, mahzun

dolefulness

keder, hüzün, kasvet

dolerite

1. dolerit, 2. dolantaşı

dolichocephalic

dolikosefal, uzunkafalı

doline

düden

doll up

1. güzelce giyinmek, giyinip kuşanmak, 2. giydirmek

doll

1.oyuncak bebek, taş bebek, 2.(aptal) güzel kadın, bebek

dollar area

dolar sahası

dollar bloc

dolar bloku

dollar diplomacy

dolar diplomasisi

dollar exchange

dolar üzerinden işlem

dollar pool

dolar havuzu

dollar premium

dolar primi

dollar shortage

dolar kıtlığı

dollar

dolar

dollhouse

oyuncak bebek evi

dollish

bebeksi, bebekçe

dollop

(yiyecek, vb.) yığın

dolly

bkz. doll

dolman

bir çeşit giysi, dolama

dolmen

dolmen, taş gömüt

dolomite limestone

dolomitli kireçtaşı

dolomite

dolomite

dolomit

dolomitization

dolomitleşme

dolorous

acıklı, kederli, elem veren

dolour

keder, elem

dolphin

yunusbalığı

dolt

ahmak kimse, salak kimse

doltish

kafasız, budala

domain theory

domen teorisi, evlek kuramı

domain

1.beylik arazi, 2.ülke, 3.alan

dome dam

kubbeli baraj

dome roof

kubbe çatı

dome

kubbe

domed

kubbeli, kubbe şeklinde, yuvarlak

domed-shaped

kubbe biçimli

domestic affairs

iç meseleler

domestic animal

evcil hayvan

domestic architecture

yerli mimari

domestic bill

ülke içi poliçe

domestic consumption

yurtiçi tüketim

domestic corporation

yerli şirket, milli şirket

domestic court

yerel mahkeme

domestic crafts

ev sanatları

domestic currency

milli para, ülke parası

domestic demand

yurtiçi talep

domestic economy

ev ekonomisi, ev idaresi

domestic expenditure

yurtiçi harcama

domestic flight

iç hatlar

domestic good

yerli malı

domestic goods

yerli malları

domestic income

domestic income

yurtiçi gelir, milli gelir

domestic industry

yerli sanayi

domestic inflation

yurtiçi enflasyon

domestic investment

yurtiçi yatırım

domestic life

ev yaşamı

domestic loan

yerli kredi

domestic mail

yurtiçi posta

domestic market

iç piyasa

domestic monetary unit ülke para birimi domestic partnership

yerli ortaklık

domestic payments

ülke içindeki ödemeler

domestic policy

iç politika

domestic price

yurtiçi fiyatı, yerli fiyatı

domestic product

yerli ürün

domestic profit

yurtiçi kâr

domestic recession

iç ekonomik durgunluk

domestic route

iç hat

domestic safety

iç güvenlik

domestic trade

iç ticaret, yurtiçi ticaret

domestic value

yurtiçi değeri

domestic

1.ev/aile ile ilgili, 2.evcil, 3.yerli, 4.hizmetçi

domesticate

1.(hayvan) evcilleştirmek, 2.ev işlerine alıştırmak

domestication

1. evcilleştirme, 2. evcilleşme

domesticity

1.ev/aile yaşamı, 2.ev/aile yaşamını sevme

domicile

ev, ikâmetgâh

domiciled

konutlu, ikametgâhlı

domiciliary arrest

evde gözaltı

domiciliary

eve ait

domiciliate

(poliçe) ödemek, tediye etmek

dominance

dominance

egemenlik, üstünlük

dominant character

başat karakter

dominant factor

başat etken

dominant gene

başat gen

dominant mode

baskın mod

dominant species

başat tür, baskın tür

dominant wave

baskın dalga

dominant

1.egemen, 2.üstün, 3.yüksek, 4.başat, dominat

dominate

1.egemen olmak, hakim olmak, hükmetmek, 2.-de etkin olmak, en önemli yeri tutmak, 3.-den daha yüksekte olmak

domination

egemenlik, hakimiyet

domineer

hâkimiyet kurmak, baskı yapmak

domineering

despotça davranan, baskıcı, zorba

Dominican Republic

Dominik Cumhuriyeti

dominie

öğretmen, hoca

dominion

1.egemenlik, yönetme hakkı, 2.dominyon, 3.yönetilen bölge/ülke

domino

1.domino taşı, 2.ç. domino oyunu

dominos

domino oyunu

don

1.(İngiltere'de) üniversitede öğretim görevlisi, öğretmen, 2.(İspanya'da) Bay, Beyefendi, Bey

Don't mention it!

bir şey değil!, estağfurullah!

dona

hanım, bayan, ispanyol hanımı

donate

(para, vb.) bağışlamak, bağışta bulunmak

donated

hibe edilmiş, bağışlanmış

donation

bağış

donator

bağışçı, bağışta bulunan

done

1.bitmiş, sona ermiş, yapılmış, 2.çok yorgun, 3.pişmiş

Done!

Tamam!, Kabul!

donee

1. bağış alan kişi, 2. bağışlayan

dong

erkeklik organı

donjon

burç

donkey boiler

donkey boiler

yardımcı kazan

donkey engine

yardımcı motor

donkey

eşek

donkey's years

sittin sene

donkeywork

angarya

donor

1.bağışta bulunan kimse, 2.(organ, kan, vb.) bağışlayan kimse, donör, verici

doodad

incik boncuk

doodle

amaçsızca bir şeyler karalamak, çiziktirmek

doodlebug

uçan bomba

doohickey

şey

doom

1.kötü kader, yazgı, 2.ölüm, son, akıbet, 3.mahkum etmek

doomsday

kıyamet günü

door check

kapı otomatiği

door frame

kapı kasası

door handle

kapı tokmağı, kapı kolu

door hinge

kapı menteşesi

door jamb

kapı sövesi

door knob

kapı topuzu, kapı tokmağı

door knocker

kapı tokmağı

door lock

kapı kilidi

door mat

paspas

door panel

kapı panosu

door post

kapı dikmesi

door sill

kapı eşiği

door to door

kapı kapı

door window

kapı penceresi

door

1.kapı, 2.giriş, 3.ev, bina

door-to-door selling

kapıdan kapıya satış

door-to-door

kapıdan kapıya

doorbell

doorbell

kapı zili

doorcase

kapı kasası

doorkeeper

kapıcı

doorman

kapıcı

doormat

paspas

doorplate

isim yazılı kapı tabelası

doorstep

eşik

doorstop

kapı tamponu

doorway

kapı aralığı, kapı boşluğu, giriş

dope additive

katkı maddesi

dope out

çözüm yolu bulmak

dope

1.uyuşturucu madde, 2.budala, salak, 3.bilgi haber, 4.uyuşturucu madde vermek, uyuşturucu katmak, 5.(at, vb. ye) doping yapmak

dopey

1.budala, salak, 2.(uyuşturucuyla) uyuşmuş, 3.uykulu

doping

katkılama, doping

dopy

bkz. dopey

Doric order

Dor düzeni

Doric

1. Dorlara ait, 2. kaba, bozuk

dorm

bkz. dormitory

dormancy

1. uyuşukluk, uyku hali, 2. hareketsizlik

dormant account

atıl hesap, hareketsiz hesap

dormant bud

dinlenme tomurcuğu, kış tomurcuğu

dormant capital

ölü sermaye

dormant partner

komanditer ortak

dormant season

dinlenme dönemi, kış dönemi

dormant

1.hareketsiz, etkin olmayan, 2.uykuda

dormer window

çatı penceresi, dam penceresi, arnavut bacası

dormer

taban direği

dormice

kakırca, fındık sıçanı

dormitory town

yatakhane şehir, koğuşkent, yatıkent

dormitory

dormitory

1.yatakhane, koğuş, 2.öğrenci yurdu

dormouse

fındık faresi

dorsal cavity

sırt boşluğu

dorsal fin

sırt yüzgeci

dorsal side

sırt tarafı

dorsal

sırtla ilgili, sırt ..., arka

dory

yassı bir çeşit kayık

dos and don'ts

davranış kuralları

dos-a-dos

sırt sırta

dosage

dozaj, düzem

dose rate

doz oranı

dose

1.doz, düze, 2.miktar, 3.belli bir dozda ilaç vermek

dosimeter

dozimetre

dosimetry

dozimetri

dosing machine

dozaj makinesi

doss

1.kısa uyku, şekerleme, 2.(down ile) yatmak

dosser

sırtta taşınan sepet, küfe

dossier

dosya

dot generator

nokta üreteci

dot printer

nokta basıcı, nokta yazıcı

dot product

nokta çarpımı

dot

1.nokta, 2.benek, 3.noktasını koymak, 4.noktasını koymak

dot-matrix

nokta matris

dot-spot

beneklemek

dotage

bunaklık

dotard

1. bunak, 2. moruk

dote on

bunamak

dote upon

aşırı sevmek, düşkün olmak

dote

(on/upon ile) çok sevmek, üzerine titremek

doting

doting

düşkün, üzerine titreyen

dotted curve

noktalı eğri

dotted line

noktalı doğru

dotted

1. noktalı, 2. benekli

dotterel

dağ yağmur kuşu

dotty

üşütük, çatlak, kaçık

double account system çift hesap sistemi double action

çift etki

double agent

iki taraflı çalışan casus

double amplitude

çifte genlik, tepeden tepeye genlik

double armature

çift armatür

double back

aynı yolu geri dönmek

double bass

kontrbas

double bearing

çift yatak

double bed

iki kişilik yatak

double bend

çift dirsek, S dirseği

double bind

iki arada bir derede kalma durumu

double boiler

benmari

double bond

çift bağ

double bottom

çifte karine, çift dip, dabılbatım

double breasted

kruvaze

double bridge

çift köprü

double buffering

çift tamponlama

double capacity

çift kapasite

double chamfered drill çift ağızlı matkap double chinned

çifte gerdanlı

double circuit

çift devreli

double cloth

çift kumaş

double columns

çift sütun, çift kolon

double concave

double concave

çifte çukur

double cone

çift koni

double consonant

çift ünsüz

double convex

çifte dışbükey

double crank

çifte dirsek

double cross

çift melez

double dealer

ikiyüzlü

double dealing

ikiyüzlülük

double decomposition

çifte bozunma

double density

çifte yoğunluk

double diode

çift diyot

double door

çift kapı

double entry

1. çift giriş, çift kayıt, 2. çifte kayıt usulü

double floor

çift döşeme, çift taban

double for

dublörlük etmek, kontr yapmak

double freight

çift navlun

double frequency

çift frekans

double ignition

çift ateşleme

double insurance

çifte sigorta

double layer

çift tabaka, çift katman

double length

çift uzunluk

double liability

zincirleme yükümlülük

double line

çift hat

double name draft

iki imzalı poliçe

double or quits

ya mars ya fit

double parachute

çift paraşüt

double payment

mükerrer ödeme

double pick

iki ağızlı kazma

double piston engine

çift pistonlu motor

double piston

double piston

çift piston

double plate

çift plaka, çift levha

double pole

çift kutup

double pricing

çifte fiyatlama

double reception

çift alış

double room

iki kişilik oda

double row

çift sıralı

double salt

çift tuz

double sampling

çift örnekleme

double sideband

çift yan bant

double slit

çift fant, çiftyarık

double spaced

çift aralıklı

double standard

çifte standart

double stars

çift yıldız

double talk

çeşitli anlamlar verilebilecek söz

double tax

çifte vergi

double taxation

çifte vergilendirme

double the amount

miktarı ikiye katlamak

double time

hızlı yürüyüş

double track

çift yol

double up

eğilmek, bükülmek, paylaşmak

double-acting

1.çift, iki, 2.iki kişilik, 3.iki misli, 4.benzer, eş, 5.duble (içki), 6.iki misli, iki katı, 7.iki katına çıkartmak, iki misli yapmak, 8.iki misli olmak, 9.iki kat etmek, kıvırmak, katlamak 1. çift etkili, 2. iki taraflı çalışan

double-armed

çift kollu

double-barrelled

1. çift namlulu, 2. iki anlamlı

double-beam

çift huzmeli

double-breasted

1. kruvaze, 2. kruvaze (ceket), çift düğmeli

double-check

1. iki kere denetlemek, 2. tekrar kontrol etmek

double-cross

ikiyüzlülük etmek, ihanet etmek

double

double-current

çift akımlı

double-cut file

çapraz dişli eğe

double-date

(iki çift) birlikte gezmek

double-dealer

1. ikiyüzlü, 2. dolandırıcı

double-decker

iki katlı otobüs

double-dutch

anlaşılmaz yazı/konuşma, zırva

double-edged

1. iki ağızlı, çift ağızlı, 2. iki tarafı keskin

double-ended

iki ucu bir olan

double-faced

1. ikiyüzlü, 2. iki taraflı (kumaş)

double-fed

çift beslemeli

double-glaze

çift cam takmak

double-glazing

çift cam

double-handed

hilekâr

double-headed

çift başlı

double-header

iki lokomotifle çekilen tren

double-jointed

1. iki eklemli, 2. çok oynak mafsallı

double-lock

çift kilit vurmak

double-park

arabayı yolun ortasında bırakmak

double-precision

çifte kesinlikli

double-quick

1. çok hızlı, jet gibi, 2. çok hızlı, jet gibi, 3. çabuk yürüyüş, 4. çok çabuk yürümek

double-sided

çift taraflı, çift yüzlü

double-stage

çift evreli, çift aşamalı

double-talk

laf salatası

double-threaded

çift vida dişli

double-time

hızlı yürümek

double-tongued

özü sözü bir olmayan

doubled yarn

bükümlü iplik, çiftkat iplik

doubledeck

çift katlı

doubledecker

çift katlı otobüs

doubleness

çift olma durumu, iki anlamlılık

doubler

katlama makinesi

doubles

(tenis) çiftler maçı

doublet

1. çift mercek, 2. duble taş, 3. mükerrer satır

doubling

1. iki katına çıkarma, 2. katlama, bükme

doubly

1.iki misli, iki kat, 2.iki yönden

doubt

1.-den kuşkulanmak, 2.güvenmemek, 3.zannetmemek, emin olmamak, kuşkusu olmak, 4.kuşku

doubtful account

şüpheli hesap

doubtful debts

şüpheli alacaklar

doubtful

1.kuşkulu, karanlık, güvenilmez, 2.kesin olmayan, şüpheli

doubtfulness

şüphelilik, kararsızlık, belirsizlik

doubting Thomas

şüpheci kimse

doubting

1. kuşku duyan, endişe eden, 2. şüphe eden

doubtless

1.kuşkusuz, şüphesiz, kesin, 2.muhtemelen

douce

ağır başlı, sakin

douceur

1. bahşiş, 2. rüşvet

douche

1. şırınga, 2. şırınga etmek

dough

1.hamur, 2.para

doughboy

mayalı çörek

doughnut

lokma benzeri bir tür tatlı

doughtily

cesaretle, kuvvetle

doughtiness

cesaret, kuvvet, yiğitlik

doughty

1. kuvvetli, sağlam, 2. yiğit, cesur, kahraman

doughy

hamur gibi, yufka gibi

dour

sert, soğuk, suratsız

Douse the glim!

Lambaya püf de!

douse

1.ıslatmak, sulamak, 2.söndürmek

dove

güvercin, kumru

dovecote

güvercinlik

dovetail joint

dovetail joint

kırlangıç kuyruğu geçme, sandık geçmesi

dovetail key

kırlangıç kuyruğu kama

dovetail saw

zıvana testeresi

dovetail

1. kırlangıç kuyruğu, kurtağzı, 2. geçme yapmak, 3. tam uymak, köşe bağı kesmek

dowager

zengin dul

dowdiness

1. kılıksızlık, rüküşlük, 2. eski püskülük

dowdy

1.(kadın) kılıksız, rüküş, 2.(giysi) demode, rüküş

dowel pin

saplama, merkezleme pimi

dowel screw

vida dişli çivi

dowel

1. tespit pimi, ağaç çivi, 2. tahta çivi ile tutturmak

dower

1. çeyiz, ağırlık, başlık, drahoma, 2. kabiliyet

down and out

bezgin

down at heel

kılıksız, pejmürde

down feathers

kıl tüyleri

down in the dumps

1. üzgün, hüzünlü, çökmüş, 2. üzüntülü

down in the mouth

neşesiz

down payment

1. peşinat, 2. depozito, teminat

down period

bakım ve onarım için kapalı dönem

down resistant

tüy geçmez

down to the ground

her hususta

down to the wire

son dakikaya kadar

down tools

çalışmayı bırakmak

down with

kahrolsun

down-and-out

1.aşağı, aşağıya, 2.aşağıda, 3.güneye doğru, güneyde, 4.sıkıca, sağlam bir şekilde, 5.kâğıt üstünde, yazı olarak, 6.kötüye, kötü bir duruma, daha düşük bir düzeye, 7.geçmişten, 8.üzgün, hüzünlü, neşesiz, 9.aşağısına, 10.aşağısında, 11.boyunca, 12.yere vurmak, 13.yutuvermek, 14.yumuşak tüy, kuş tüyü, 15.ç. (İngiltere'deki) çimenli alçak tepeler şanssız, talihsiz, sefil

down-market

ucuz mal satılan yer

down-to-earth

gerçekçi

downcast

1.üzgün, mahzun, 2.(gözler) yere doğru bakan

down

downdraft carburettor

downdraft carburettor ters karbüratör downdraft

aşağıya doğru akım

downer

müsekkin, yatıştırıcı madde

downfall

1.düşüş, yıkılma, çöküş, mahvolma, 2.ani yağış, sağanak

downgrade

(rütbe, derece, vb.) indirmek, alçaltmak

downhaul

alavere

downhearted

üzgün, mutsuz

downhill

1.yokuş aşağı, 2.yokuş aşağı giden, 3.kolay, çocuk oyuncağı

Downing Street

ingiliz hükümeti

downpipe

yağmur iniş borusu

downpour

sağanak

downproof

tüy geçmez, kuştüyü geçmez

downright

tamamen, büsbütün, resmen

downspout

yağmur borusu, iniş borusu

downstage

sahnenin önü

downstairs

1.alt katta, aşağıda, 2.alt kata, aşağıya, 3.alt kat

downstream

akıntı yönünde, akış aşağı

downthrow

1. atma, atılma, 2. çökme

downtime

arıza süresi, aksaklık süresi, çalışmama süresi

downtown

şehir merkezi, çarşı

downtrodden

kötü davranılmış, ezilmiş, haksızlığa uğramış

downturn

düşüş, azalma

downward movement

aşağı doğru hareket

downward

1.aşağı inen, düşen, 2.Aİ, bkz downwards

downwards

aşağıya doğru

downwash

aşağı doğru akım

downwind landing

rüzgâr yönünde iniş

downwind

rüzgâr yönünde

downy

1. tüylü, 2. ince tüylü, havlı

dowry assurance

dowry assurance

çeyiz sigortası

dowry

çeyiz

dowse

bkz. douse

doxology

hamd ve şükran duası

doxy

metres, doktrin

doyen

1. üst rütbeli subay, 2. grubun en yaşlı üyesi

doze off

uyuklamak

doze

1.şekerleme, kestirme, 2.şekerleme yapmak, kestirmek, uyuklamak

dozen

düzine

dozer

dozer

dozy

1.uykulu, 2.uyuşturucu, 3.anlayışsız, sersem, mankafalı

drab

1.sıkıcı, tekdüze, 2.(renk) donuk, sönük

drabble

su veya çamura bulamak

drabs

bkz. dribs

drachm

dirhem

drachma

drahmi

draconian

zalim, gaddar

draconic

zalim, gaddar

draff

tortu, posa

draft acceptance

poliçe kabulü

draft acceptor

poliçe muhatabı

draft agreement

anlaşma taslağı

draft at sight

görüldüğünde ödenecek poliçe

draft discount

poliçe ıskontosu

draft dodger

asker kaçağı

draft drawee

poliçe muhatabı, poliçeyi ödeyecek kişi

draft drawer

poliçe keşidecisi

draft endorsee

poliçenin hamili

draft endorsement

poliçe cirosu

draft evader

draft evader

asker kaçağı

draft holder

poliçe hamili, poliçe sahibi

draft horse

yük beygiri

draft resolution

karar taslağı

draft stop

yangın bölmesi

draft

1.taslak, 2.karalama, müsvedde, 3.poliçe, 4.askere alma, 5.askere alan heyet, 6.Aİ, bkz. draught, 7.taslağını çizmek, 8.askere almak

draftsman

bkz. draughtsman

drafty

Aİ, bkz. draughty

drag an anchor

demir taramak

drag anchor

tarama demiri

drag angle

sürükleme açısı

drag bar

cer çubuğu, çekme çubuğu

drag chain

araba çarık zinciri

drag hook

çekme kancası

drag link

direksiyon çubuğu, uzun rot

drag on

1. gereksiz yere uzamak, uzayıp gitmek, 2. sürmek

drag one's feet

ağırdan almak

drag out

1. gereksiz yere uzamak, 2. uzatmak, 3. zorla söyletmek

drag rope

çekme halatı, yedek halatı

drag sail

deniz demiri

drag saw

çekme testere

drag the anchor

demir atmak

drag up

1. gereksiz yere ortaya koymak, 2. kötü yetiştirmek

drag

1.çekme, sürükleme, 2.sürüklenen şey, 3.tırmık, tarak, 4.engel, ayakbağı, 5.(sigara) fırt, 6.can sıkıcı şey/kimse, 7.(erkeğin giydiği) kadın kıyafeti, 8.sürüklemek, sürümek, çekmek, 9.(ağ, kanca, vb. ile) dibini yoklamak, taramak, sürümek, 10.sürüklemek, sürünmek, 11.geride kalmak, ağır hareket etmek

draggle

kirletmek, kirlenmek, bulaştırmak

dragline excavator

vargel kazıcısı, vargel ekskavatörü

dragline

1. yedek ipi, 2. vargel hattı

dragnet

gırgır, dip tarama ağı

dragomans

dragomans

rehber

dragon

1.ejder, ejderha, 2.şirret kadın, cadaloz kocakarı

dragonfly

yusufçuk

dragoon

1. dragon, ağır süvari, 2. halka işkence etmek, zulmetmek

dragster

kısa mesafeli sürat yarış arabası

drain cock

boşaltma musluğu

drain pipe

boşaltma borusu

drain plug

boşaltma tapası, boşaltma tıkacı

drain tile

lağım tuğlası

drain trap

lağım sifonu, süzme sifonu, boşaltma sifonu

drain valve

boşaltma musluğu

drainage area

1.akmak, 2.akıtmak, 3.kurumak, 4.kurutmak, 5.güçsüzleşmek, tükenmek, 6.güçsüzleştirmek, tüketmek, 7.pis su borusu, kanal, lağım, akaç, akak, 8.sürekli zaman, para, vb. harcatan şey, masraf kurutma alanı, drenaj alanı

drainage basin

akaçlama havzası, drenaj havzası

drainage ditch

akaçlama hendeği, drenaj hendeği

drainage fitting

pissu boru donanımı

drainage gallery

drenaj galerisi

drainage gate

drenaj kapağı

drainage pipe

drenaj borusu, süzme künkü

drainage pit

drenaj çukuru

drainage plough

drenaj pulluğu

drainage trap

drenaj sifonu

drainage tube

dren

drainage water

süzülen su

drainage well

drenaj kuyusu

drainage

1.suları akıtma, akaçlama, 2.kanalizasyon, akaklama

drainboard

bulaşık süzgüsü, süzgü, damlalık

drainer

süzgeç, süzgü

drainpipe

pis su akıtma borusu, akak

drain

drains

kanalizasyon şebekesi

drake

erkek ördek

dram

dirhem

drama

1.(radyo, televizyon ya da tiyatroda oynanan) oyun, 2.drama, tiyatro sanatı, 3.heyecanlı olaylar dizisi

dramatic

1.tiyatroyla ilgili, dramatik, oyumsal, 2.heyecanlandırıcı

dramatics

1.tiyatroculuk, oyun yazma/oynama sanatı, 2.amatör tiyatro çalışmaları

dramatis personae

oyunda oynayanlar

dramatist

oyun yazarı

dramatize

1.oyunlaştırmak, sahneye uyarlamak, 2.(olayı) heyecanlı bir şekle sokmak, abartmak

dramaturgist

dramaturg, oyun yazarı

dramaturgy

tiyatro eseri yazma sanatı

drape

1.(kumaş, vb. ile) üstünü örtmek, kaplamak, sermek, 2.süslemek, 3.uzatmak, yaymak

draper

kumaşçı

drapery

1.kumaşçılık, 2.kumaş

drapes

perde

drastic changes

köklü değişiklikler

drastic

güçlü, şiddetli, etkili

draught animal

koşum hayvanı

draught beer

fıçı birası

draught

1.cereyan, hava akımı, 2.yudum, 3.geminin yüzebileceği derinlik, 4.dama taşı

draughts

dama oyunu

draughtsman

1.teknik ressam, 2.dama taşı

draughty

soğuk cereyanlı

draw a bead on

göz koymak

draw a bill

borç senedi düzenlemek

draw a blank

başarısız olmak

draw a bow at a venture

boş atıp dolu tutmak

draw a check

çek keşide etmek, çek yazmak

draw a commission

komisyon sağlamak, komisyon almak

draw a conclusion

sonuç çıkarmak

draw a deed

belge düzenlemek, belge tanzim etmek

draw a long date

uzun vadeli keşide etmek

draw a parallel between benzetmek draw a picture

resim çizmek

draw a prize

ödül kazanmak

draw a veil over sth

bir şeyin üstüne perde çekmek

draw a veil over

üstüne perde çekmek

draw applause

alkış almak

draw aside

bir tarafa çekmek

draw attention

dikkatini çekmek

draw away

1. hızla çekmek, uzaklaştırmak, 2. arayı açmak

draw back

1. gerilemek, 2. kaçınmak, kaçmak

draw blood

çileden çıkarmak

draw down

indirmek

draw in one's horns

1. yelkenleri suya indirmek, 2. masrafı kısmak

draw in

her yandan kuşatmak

draw interest

faiz almak

draw lots

kura çekmek

draw money out

bankadan para çekmek

draw money

para çekmek

draw near

yaklaşmak, yakınlaşmak, sokulmak

draw on

kullanmak, yararlanmak

draw out an account

hesap özeti çıkarmak

draw out

1. (gündüz) uzamak, 2. (tren) kalkmak, 3. uzatmak

draw profit

kâr sağlamak

draw sb in

ilgisini çekmek

draw sb out

konuşturmak, söyletmek, açmak

draw sth from

draw sth from

den elde etmek

draw sth out

1. banka hesabından para çekmek, 2. uzatmak

draw sth up

1. yaklaştırmak, 2. düzenlemek, yazmak

draw the dole

işsizlik parası almak

draw the line at

çizgi çekmek, dur demek

draw the line

çizgiyi çekmek, karşı çıkmak

draw the long bow

desteksiz atmak

draw the match

maçı berabere bitirmek

draw up a deed

belge düzenlemek, senet düzenlemek

draw up

1. belge hazırlamak, 2. durmak, 3. durdurmak, 4. tanzim etmek

draw

1.(resim) çizmek, yapmak, 2.çekmek, 3.çekmek, almak, 4.ilerlemek, gelmek, 5.ilgisini çekmek, cezbetmek, çekmek, 6.(oyun, savaş, vb.) berabere bitirmek/bitmek, 7.(nefes) çekmek, 8.kura, çekiliş, 9.(maç vb.) beraberlik, 10.ilgi toplayan şey/kimse

drawback

1.dezavantaj, 2.engel, sorun, güçlük

drawbar pull

çekiş gücü, cer kuvveti

drawbar

çekme çubuğu, çeki kolu

drawbench

hadde tezgâhı

drawbolt

çeki demiri, koşum demiri

drawbridge

1. açılır kapanır köprü, 2. kalkma köprü

drawee bank

muhatap banka

drawee

muhatap, poliçe keşide edilen kişi

drawer

çekmece, göz

drawers

külot, don

drawgear

koşum takımı, çekme takımı

drawhook

çekme çengeli, koşum çengeli

drawing account

vadesiz cari hesap

drawing board

resim tahtası

drawing book

resim defteri

drawing knife

iki saplı bıçak, ağaç bıçağı

drawing paper

resim kâğıdı, çizim kâğıdı

drawing pin

raptiye, pünez

drawing room

1. salon, misafir odası, 2. kabul odası

drawing

1.resim çizme sanatı, 2.çizim, 3.resim, plan, tasar

drawings

irat, varidat, hasılat

drawknife

iki saplı ağaç bıçağı

drawl

sözcükleri uzatarak konuşmak

drawn

1.(yüz) asık, 2.(oyun) berabere

drawstring

uçkur

dray

1. korku, dehşet, 2. korku nedeni, 3. çok korkmak

dread

1.çok korkmak, 2.korku, dehşet, 3.korku nedeni

dreaded

haşmetli

dreadful

1.korkutucu, ürkütücü, korkunç, 2.berbat, kötü, rezil

dreadfully

1.çok, 2.çok fena, dehşetle, korkunç bir şekilde

dreadnought

kalın yünlü palto/veya kumaş, dretnot

dream away

çarçur etmek, boşa harcamak

dream sth up

hayalinde kurmak

dream

1.düş, rüya, 2.düş, hayal, olmayacak şey, 3.çok güzel şey, rüya gibi güzel şey, 4.çok istenen şey, arzu, 5.rüya görmek, 6.rüyasında görmek, 7.düşlemek, düş kurmak, hayal kurmak, 8.(of ile) düşünü kurmak, hayal etmek

dreamer

1.rüya gören kimse, 2.hayalci kimse

dreaminess

1. hayalcilik, 2. belirsizlik

dreamland

rüyalar diyarı

dreamless

rüyasız (uyku)

dreamlike

rüya gibi, hayali

dreamy

1.hayalci, dalgın, düş dünyasında yaşayan, 2.harika, nefis, güzel

dreary

1.üzgün, üzücü, 2.sıkıntılı, can sıkıcı, kasvetli

dredge

1.tarak makinesi kullanmak, 2.taramak, 3.(yiyeceğin üzerine un, şeker, vb.) serpmek

dredger

tarak makinesi

dregs

1.tortu, çökelek, çökelti, 2.en değersiz, en aşağı kısım, pislik

drench

ıslatmak, sırılsıklam etmek

drenched to the skin

sırılsıklam

dres-coat

frak

dress a ship

gemiyi bayraklarla donatmak

dress circle

protokol kısmı, özel koltuklar

dress down

1. azarlamak, 2. dayak atmak

dress fabric

elbiselik kumaş

dress parade

geçit töreni

dress pattern

patron, elbise kalıbı

dress sth up

düzeltmek, süslemek

dress up

çekici ve farklı kılmak, ilginçleştirmek

dress

1.giydirmek, 2.giyinmek, 3.saç yapmak, 4.yaraya pansuman yapmak, sarmak, 5.(yemeği) hazırlamak, süslemek, 6.giysi, elbise, 7.kılık kıyafet, giyim, 8.elbiselik, 9.(giysi) uygun, düzgün

dressage

atı terbiye etme

dressed lumber

işlenmiş kereste

dressed up fit to kill

iki dirhem bir çekirdek

dresser

1.mutfak rafı, tabaklık, 2.şifoniyer

dressing gown

sabahlık, ropdöşambr

dressing plate

tesviye tablası

dressing room

tuvalet odası, giyinme odası

dressing table

tuvalet masası

dressing

1.giydirme, 2.giyinme kuşanma, 3.pansuman, sargı, 4.salça, mayonez, sos, vb. yemek malzemesi

dressing-down

azar, fırça

dressmaker

kadın terzisi

dressmaking

terzilik

dressy

şık, iyi giyimli, gösterişli

dribble

1.(salya, vb.) damlamak, 2.damlatmak, salya akıtmak, 3.top sürmek

dribblet

az miktar, parça, nebze

dribs

çok az miktarlarda

dried cod

çiroz

dried fruit

kuru meyve, kuru yemiş

dried fruits

kuru yemiş

dried milk

süttozu

dried pulp

kuru küspe

dried vegetation

kuru vejetasyon

dried

1. kurutulmuş, 2. kurumuş

drier

bkz. dryer

drift anchor

1. deniz demiri, 2. açık deniz çapası

drift angle

sürüklenme açısı

drift ice

yüzer buz

drift pin

ekleme çivisi

drift

1.sürükleme, sürüklenme, 2.sürüklenen şey, 3.genel anlam, 4.sürüklemek, 5.sürüklenmek, 6.(kar, kum, vb.) biriktirmek, yığmak, 7.birikmek, yığılmak

driftage

sürüklenme, sürükleyiş

driftbolt

geçme cıvata, saplama

drifter

avare, başıboş, serseri, aylak

drifting snow

kar tipisi

drill bit

matkap ucu, matkap ağzı

drill brace

matkap kolu

drill cartridge

manevra fişeği

drill chuck

matkap aynası

drill plough

mibzerli pulluk

drill sergeant

talim çavuşu

drill socket

matkap kovanı

drill steel

matkap çeliği, burgu çeliği

drill

1.(matkapla delik) açmak, delmek, 2.alıştırmak, eğitmek, öğretmek, talim yaptırmak, 3.delgi, matkap, 4.alıştırma, 5.talim

drilled well

sondajla açılmış kuyu

driller

1. delici, matkap makinesi, 2. lağımcı, sondaj işçisi

drilling bit

matkap ucu

drilling capacity

delme kapasitesi

drilling core

karot

drilling hammer

matkap çekici, delme çekici, lağımcı varyozu

drilling machine

delme makinesi

drilling platform

petrol sondaj kulesi

drilling rate

delme hızı

drilling rig

sondaj kulesi

drilling

1. delme, 2. sondajlama, sondaj yapma

drillmaster

talim öğretmeni

drink like a fish

sünger gibi içmek

drink sb under the table

birinden daha çok içki içebilmek

drink to drink

şerefine içmek 1.içmek, 2.içki içmek, 3.(in ile) içinde hissetmek, 4.(to ile) sağlığına/başarısına, vb. içmek, 5.içilecek şey, içecek, 6.(alkollü) içki, 7.içki düşkünlüğü, içki içme

drink-driving

içkili araba kullanma

drinkable

içilebilir

drinker

(çok) içki içen kimse, içkici

drinking cup

1. içme kabı, su bardağı, 2. kadeh

drinking horn

boynuzdan yapılmış kadeh, boynuz kadeh

drinking problem

içki problemi

drinking straw

içme kamışı

drinking water

1. içme suyu, 2. iyi su

drinking

içme

drip cock

boşaltma musluğu

drip

1.damlamak, 2.damlatmak, 3.damlama, 4.damlayan su, damla, 5.damlama sesi, 6.sevimsiz, renksiz, itici kimse

drip-dry

asılarak kurutulan, ütü istemeyen

dripping

pişirilen etten damlayan yağ

dripstone

damlalık, denizlik

drive a hard bargain

sıkı pazarlık etmek

drive assembly

işletme takımı, işletme düzeni

drive at sth

amaçlamak, demek istemek

drive at

demeye getirmek, ima etmek, demek istemek

drive away

kovmak, defetmek

drive in

gayret etmek

drive mad

çıldırtmak, deli etmek

drive out

1. kovmak, 2. defetmek

drive sb mad

deli etmek

drive sb to distraction

çılgına çevirmek, deli etmek

drive shaft

kumanda mili, kardan mili, işletme mili

drive sth home

bir şeyi açığa kavuşturmak

drive

1.götürmek, yürütmek, sürmek, 2.(taşıt) sürmek, 3.(araba, vb. ile) götürmek, 4.-e zorlamak, sevketmek, yönlendirmek, durumuna getirmek, ... etmek, 5.-e güç sağlamak, 6.çalışmaya zorlamak, 7.vurmak, çakmak, 8.taşıtta yolculuk, 9.(park yerine) giriş yolu, 10.topa sert vuruş, 11.girişim, 12.dürtü, 13.pratik zekâ, 14.(araba, vb.) çekiş

drive-in bank

otobank

drive-in

otomobille girilen/arabaya servis yapılan (banka

drivel

1.saçma sapan söz, saçma, saçmalık, 2.saçma sapan konuşmak

driven

sürmek

driver stage

sürücü katı

driver

sürücü, şoför, haydavcı

driver's cab

şoför mahalli

driver's cap

şoför mahalli, sürücü yeri

driver's license

sürücü belgesi, ehliyet

driving belt

tahrik kayışı

driving engine

tahrik motoru

driving licence

sürücü belgesi, ehliyet

driving mechanism

işletme mekanizması

driving mirror

dikiz aynası

driving motor

tahrik motoru

driving power

tahrik gücü, çalıştırma gücü

driving pulley

tahrik kasnağı, işletme kasnağı

driving rain

şiddetli yağmur

driving shaft

tahrik mili

driving signal

sürücü sinyal

driving spring

zemberek, işletme yayı

driving wheel

işletme dişlisi, ana çark, ana tekerlek

driving

1. çalıştıran, işleten, çeviren, hareket ettiren, 2. sürme, sürüş, 3. işletme, çalıştırma

drizzle

1.(yağmur) ince ince yağmak, çiselemek, 2.ince yağmur, çisenti

drizzly

çiseleyen

droll

tuhaf, acayip, gülünç, eğlenceli, komik

drollery

mizah, şaka, tuhaflık

dromedary

tek hörgüçlü deve, hecin devesi

drone

1.erkek arı, 2.asalak, parazit, başkalarının sırtından geçinen kimse

drool

ağzının suyu akmak, ağzı sulanmak

droop

1.çökmek, sarkmak, aşağı düşmek, eğilmek, 2.üzülmek, zayıflamak

drooping

sarkık, dermansız, baygın

drop a bombshell

bombayı patlatmak

drop a brick

çam devirmek, pot kırmak

drop a clanger

çam devirmek, pot kırmak

drop a few lines

iki satır yazmak

drop a hind

imada bulunmak

drop a hint

bile bile ağzından kaçırmak

drop a line

iki satır yazmak

drop a remark

kasten söylemek

drop anchor

demir atmak

drop arch

basık kemer

drop around

ziyarete gitmek

drop asleep

uyuyakalmak

drop away

1. damla damla akmak, 2. azalmak, dağılmak

drop ball

hava atışı

drop behind

geri kalmak

drop by

drop by

uğramak

drop curtain

asma tiyatro perdesi

drop down

düşmek

drop hammer

şahmerdan

drop in at

uğramak

drop in

kısa bir ziyaret için uğramak

drop like a hot potato

bağları koparmak

drop off

1. uykuya dalmak, 2. vefat etmek, 3. düşmek

drop out

1. üyelikten ayrılmak, çıkmak, 2. okula devam etmemek

drop the ball

pot kırmak

drop the other shoe

bir adım daha atmak

drop valve

ters supap, üstten supap

drop window

inme pencere, aşağı sürme pencere

drop

1.damla, 2.küçük yuvarlak tatlı, 3.düşüş uzaklığı, düşüş, 4.ani düşüş, iniş, düşme, 5.paraşütle atılan insan ya da malzeme, 6.damla biçiminde küçük şeker, 7.(yere) düşürmek, 8.düşmek, 9.(arabadan) indirmek, atıvermek, 10.bırakmak, durdurmak, kesmek, 11.dışarda bırakmak, çıkarmak, 12.çıkagelmek, damlamak, 13.geri kalmak

droplet infection

hapşırıkla hastalık bulaştırma

droplet

damlacık

droplight

iner kalkar lamba

dropout

1.okulu yarım bırakan öğrenci, 2.başka bir yaşam biçimi için toplumdan kopan kimse

dropper

damlalık

dropping bottle

damlalıklı şişe

dropping glass

pipet

dropping

1. düşme, 2. damlama, 3. birikinti, gübre

droppings

ters, hayvan dışkısı

dropsical

1. ödemli, 2. su toplanmasına elverişli

dropsonde

dropsonde

dropsy

sıskalık

droshky

dört tekerlekli bir Rus arabası

drosometer

drozometre

dross

dross

cüruf, süprüntü, artık

drought

kuraklık, susuzluk

droughty

kurak, susuz

drove

insan ya da hayvan sürüsü

drover

1. davar çobanı, celep, 2. davar tüccarı

drown out

gürültü ederek bir sesin işitilmesine engel olmak

drown

1.(suda) boğulmak, 2.boğmak, 3.suyun altında bırakmak, 4.(sesi) bastırmak, boğmak

drowned in sleep

ağır uykuya dalmış

drowned weir

batık savak

drowse

kestirmek, uyuklamak

drowsiess

uyuşukluk

drowsily

uyur gezer bir halde

drowsiness

uykulu olma, ayakta uyuma, uyuşukluk

drowsy

1.uyumak üzere olan, uykulu, 2.uyutan, uyutucu

drub

1. sopa çekmek, dayak atmak, 2. sopayla dövmek

drubbing

dayak, kötek, dövme

drudge

ağır, zor ve tatsız iş yapmak

drudgery

ağır, tatsız iş

drudging

ağır, yorucu, monoton, zahmetli

drug addict

1. uyuşturucu bağımlısı, hapçı, 2. esrarkeş

drug on the market

piyasada ihtiyaçtan fazla bulunan mal

drug peddler

esrar satıcısı

drug traffic

uyuşturucu trafiği

drug

1.ilaç, 2.uyuşturucu madde, 3.ilaç vermek, 4.uyuşturucu vermek, ilaçla uyutmak

druggist

eczacı

drugstore

eczane

druid

Hıristiyanlık'tan önce İngiltere, İrlanda ve Fransa'da eski Seltik dönemi papazı

drum brake

tamburlu fren, kampanalı fren

drum drier

döner kurutucu, tamburlu kurutucu

drum major

drum major

mızıka şefi

drum out of

yuhalayarak kovmak, teneke çalmak

drum up trade

dolaşıp sipariş vermek

drum up

her türlü yolu deneyip elde etmek

drum

1.davul, bateri, dümbelek, 2.davul şeklinde şey, 3.davul çalmak, 4.davul sesi çıkartmak

drumhead

davul derisi

drumlin

drumlin

drummer

davulcu, baterist

drumstick

1.davul sopası, baget, 2.tavuk ya da kuş butu

drunk as a lord

fitil gibi sarhoş, zilzurna sarhoş

drunk

sarhoş

drunkard

ayyaş, sarhoş

drunken

sarhoş

drunkenness

sarhoşluk

drupe

etli ve tek çekirdekli meyve

dry air

kuru hava

dry behind the ears

acemi çaylak

dry cell

kuru pil

dry cleaner's

kuru temizleme dükkânı

dry cleaning

kuru temizleme

dry copper

rafine bakır

dry cough

kuru öksürük

dry cow

sütü kesilmiş inek

dry dock

1. kuru havuz, sabit havuz, 2. gemi kızağı, 3. havuzlamak, kızağa çekmek

dry farming

kurutarım, kuru ziraat

dry fodder

kuru yem

dry gas

kuru gaz

dry goods

manifatura, mensucat

dry ice

kuru buz, donmuş karbondioksit

dry land

dry land

kurak bölge

dry masonry

harçsız duvar örme

dry matter

kuru madde

dry measure

kuru ölçek, kuru maddeler hacim ölçeği

dry nurse

dadı

dry out

1. alkolizmden kurtulmak, 2. alkolizmden kurtarmak

dry process

kuru işleme

dry rectifier

kuru redresör, kuru doğrultmaç

dry rot

1. kuru çürüklük, 2. ahlaki çöküntü

dry steam

kuru buhar

dry thermometer

kuru termometre

dry up

1. bulaşıkları kurulamak, 2. susmak, çenesini tutmak

dry wall

harçsız taş duvar

dry well

kuru kuyu

dry

1.kuru, 2.kurumuş, kupkuru, susuz, 3.susamış, 4.yavan, sevimsiz, kuru, 5.basit, sade ve eğlendirici, mecazi, 6.(içki) sek, 7.kurumak, 8.kurutmak

dry-as-dust

sıkıcı

dry-clean

kuru temizleme yapmak

dry-cleaning

kuru temizleme

dry-eyed

ağlamayan, göz yaşı dökmeyen

dry-press

kuru kalıplama

dryad

orman perisi

dryer

kurutma makinesi

drying agent

kurutma maddesi

drying apparatus

kurutma aygıtı

drying chamber

kurutma odası

drying cylinder

kurutma tamburu

drying machine

kurutma makinesi

drying oven

kurutma dolabı

drying plant

kurutma tesisi

drying rate

kurutma hızı

drying roller

kurutma silindiri

drying stove

kurutma fırını

drying tower

kurutma kulesi

drying

kurutma

dryness

1. kuruluk, 2. kuraklık, 3. kuru oluş

dual carriageway

iki yönlü yol

dual control

çift kumanda

dual income family

çift gelirli aile

dual nationality

çifte vatandaşlık

dual operation

ikili işlem

dual pricing

iki fiyat koyma

dual purpose

çift maksatlı, iki işlevli

dual system

ikili sistem

dual tyres

çift lastik

dual

ikili, iki eş parçalı, dual, çift

dualism

ikili olma durumu, ikilik

duality

ikilik

dually

çift olarak

dub

1.şövalye ünvanı vermek, 2.lakap takmak, 3.(film, vb.) seslendirmek, dublaj yapmak

dubbing studio

dublaj stüdyosu

dubbing

dublaj, sözlendirme

dubiety

şüpheli olma, şüphelilik

dubious

1.kuşku ve kararsızlık uyandırıcı, kesin olmayan, 2.kuşkulu, kararsız, 3.güvenilmez

dubiousness

şüphe, belirsizlik, kararsızlık

dubitative

şüpheli

ducat

düka altını, altın para

duce

lider

duchess

düşes

duchy

dukalık

duck out

toz olmak

duck

1.ördek, 2.(kafasını) eğmek, 3.(başını) suya daldırmak, 4.kaçmak, kaytarmak

duck-bill

ördek gagası, dakbil

duckbill

gagalı memeli

duckling

yavru ördek

ducks and drakes

suda taş kaydırma oyunu

duckweed

su mercimeği

ducky

sevgili, aziz

duct

1.guddelerden salgıları akıtan kanal, 2.boru

ductile

1. yumuşak, şekil verilebilir, 2. sünek, dövülgen

ductility

süneklik, yumuşaklık

ductless gland

kanalsız bez

ductless

mecrasız, kanalsız

dud cheque

karşılıksız çek

dud note

sahte banknot

dud

1.işe yaramaz, 2.bozuk, 3.geçersiz, 4.işe yaramaz şey/kimse, 5.geçersiz şey

dude

züppe adam

dudgeon

öfke, hiddet

duds

giyim eşyası

due bill

vadesi gelmiş senet

due date

vade tarihi, ödeme tarihi

due from banks

bankalardaki paralar

due sum

borçlu olunan meblağ

due to

yüzünden, dolayı, bağlı

due

1.hak edilen, gerekli, 2.tam, uygun, yeterli, 3.(para) ödeme zamanı gelmiş, 4.beklenen, 5.hak, kişinin hakkı, 6.direkt olarak, tam olarak, doğruca

duel

1.düello, 2.düello yapmak

duelling

düello etme

duellist

düellocu

duenna

dadı, mürebbiye

dues

resmi vergiler, aidat

duet

düet

duff

bir çeşit muhallebi

duffel coat

çoban biçimi palto, kalın tüylü kaban

duffel

kalın havlı yünlü kumaş

duffer

1. kafasız adam, beceriksiz kimse, 2. seyyar satıcı

dug

meme

dugout

1.kütükten oyularak yapılmış kayık, 2.yeraltı sığınağı

duke

dük

dukedom

dukalık

dulcet

(ses, vb.) tatlı, hoş, huzur veren

dulcify

tatlılaştırmak, yumuşatmak

dulcimer

santur, kanuna benzer bir çeşit çalgı

dull finish

matlık apresi

dull market

durgun borsa

dull season

durgun mevsim

dull

1.(renk, hava, vb.) sönük, donuk, 2.açık ve kesin olmayan, boğuk, 3.yavaş düşünen, zor anlayan, 4.sıkıcı, renksiz, tekdüze, monoton, 5.sönükleştirmek, donuklaştırmak, köreltmek, 6.körelmek, donuklaşmak

dullard

1. kalın kafalı kimse, mankafa, 2. ahmak kimse

dullish

1. ahmak, budala, 2. donuk

dullness of business

işlerin durgunluğu

dullness

1. durgunluk, 2. sıkıntı, ahmaklık, idraksizlik

dully

uygun olarak

duly

zamanında, tam olarak, layıkıyla, hakkıyla

Duma

Çarlık devrinde Rus milli meclisi

dumb show

pandomim

dumb waiter

yemek asansörü

dumb

1.dilsiz, 2.dilini yutmuş, sessiz, suskun, 3.aptal

dumbbell

halter, dambıl

dumbfound

hayretten konuşamaz hale getirmek, şaşkına çevirmek, aptallaştırmak

dumbly

konuşmadan, ahmakça

dumbness

dilsizlik, dili tutulma

dumbwaiter

yemek asansörü, portatif servis masası

dumdum

dumdum kurşunu

dummy variable

duyarsız değişken, sağır değişken

dummy

1.(cansız) manken, 2.emzik, 3.yapma şey, taklit, 4.aptal, salak

dump condenser

boşaltma kondansatörü

dump truck

damperli kamyon 1.yere dökmek, düşürmek, 2.indirim yapmak, fiyatta damping yapmak, 3.çöplük/artık yığma yeri, 4.çok pis ve dağınık yer, çöplük, batakhane

dump dumpcart

kum v.b.'ni taşıyıp boşaltmaya mahsus araba

dumper

damperli kamyon

dumping place

boşaltma yeri, atık yeri

dumping

1. damping, ucuzluk, fiyat indirme, 2. tenzilat

dumpling

1.meyvalı bir tatlı, 2.etli hamur

dumps

üzücü durum, hüzün, gam, üzüntü, neşesizlik

dumpy

tıknaz, bodur, kısa ve şişman

dun

1. boz renk, sıkıştıran alacaklı, 2. alacağını istemek, borcunu ödemeye zorlamak

dunce

1.kolay öğrenemeyen kimse, 2.aptal

dunderhead

ahmak, kalın kafalı kimse, aptal

dune

kum tepesi, kumul

dung beetle

bokböceği

dung fork

gübre çatalı

dung heap

gübre yığını

dung hill

gübre yığını

dung

hayvan gübresi

dungaree

Hindistan'a özgü bir çeşit kaba pamuklu kumaş

dungarees

kalın işçi tulumu

dungeon

zindan

dungheap

fışkılık

dunghill

gübre yığını, mezbele

dunite

dünit

dunk

(çaya, kahveye, vb.) batırmak, banmak

dunlin

sırtı kırmızı bir çeşit kum çulluğu

dunnage

1. yük koruma tahtası, 2. tayfaların özel eşyası

duo

düo, ikili

duo-diode

çift diyot

duodecimal number

on ikilik sayı

duodecimal system

on ikilik sistem

duodecimal

1. on ikiye ait, on ikinciye ait, 2. on ikide bir kısım

duodecimo

on iki yapraklı forma

duodenum

onikiparmakbağırsağı, duodenum

duodynatron

duodinatron

duopoly

duopoli, iki kişinin tekeli

duotriode

çift triyot

dupe

1.kandırılan, aldatılan, kazıklanan kişi, 2.kandırmak, aldatmak, kazıklamak

dupery

aldatma, hile

dupion

dupiyon

duple

çift

duplex brake

çift fren

duplex cable

dubleks kablo

duplex carburettor

çift karbüratör

duplex circuit

çift yönlü devre, ikili çevrim

duplex lathe

çift torna tezgâhı

duplex operation

ikili işlem

duplex

1. çift, iki katlı apartman dairesi, 2. çift, dubleks

duplicate key

yedek anahtar

duplicate part

yedek parça

duplicate production

seri üretim

duplicate receipt

makbuz sureti

duplicate

1.diğerinin aynısı, kopyası, eşi, 2.iki kısımlı, ikili, çift, 3.kopya etmek, aynısını yapmak

duplication

1. kopya, suret, 2. teksir, 3. teksir etme, suret

duplicator

teksir makinesi, çoğaltıcı

duplicity

iki yüzlülük, düzenbazlık, hile

durability

dayanıklılık, sağlamlık

durable goods

dayanıklı mallar

durable

dayanıklı, uzun ömürlü, uzun süren

durably

dayanıklılıkla, mukavemetle, sürekli olarak

duralumin

duralümin

duramen

özodunu

durance

mahpusluk

duration length

süre, süre uzunluğu

duration of partnership ortaklığın süresi duration

süre, devam süresi

durative

süre ile ilgili, sürekli

duress

zorlama

during

sırasında, esnasında, süresince

dusk

akşam karanlığı

dusky

koyu renkli, gölgeli

dust arrester

toz toplayıcı

dust bowl

kuraklık yüzünden toz fırtınalarına maruz kalan bö

dust cloth

toz bezi

dust coal

toz kömür

dust collector

toz kolektörü

dust cover

eşyaları tozdan korumak için yapılan kılıf

dust devil

bazen kurak bölgelerde görülen küçük toz fırtınası

dust jacket

dust jacket

1. kâğıt kitap kabı, 2. kitap kabı

dust mask

toz maskesi, toz yüzlüğü

dust off

yeniden başlamak

dust storm

1. toz fırtınası, 2. kum fırtınası

dust

1.toz, 2.pudra, 3.toz toprak, çöp, 4.toz bulutu, 5.toz almak, tozunu almak, 6.tozlamak, toz halinde bir maddeyle kaplamak

dust-tight

toz geçirmez

dustbin

çöp kutusu, çöp tenekesi

dustcart

çöp kamyonu

duster

1. toz bezi, 2. silgi, 3. tozlayıcı, toz püskürtücü

dustfree

tozsuz

dustheap

toz veya süprüntü yığını

dusting

1. toz alma, 2. toz haline getirme

dustman

çöpçü

dustpan

faraş

dustproof

toz geçirmez

dustup

tartışma, kavga

dusty

1.tozlu, 2.sıkıcı, cansız, kuru, tatsız

Dutch brick

sert tuğla

Dutch cheese

Hollanda peyniri

dutch courage

içkinin verdiği çılgınca cesaret

dutch oven

kalın ve kapalı tava

Dutch treat

Alman usulü, masrafları paylaşılan ziyafet

Dutch

Hollandaya/Hollanda diline ilişkin, Hollanda'lı

Dutchman

Felemenkli, Hollandalı, Hollanda gemisi

dutiable goods

gümrüğe tabi mallar

dutiable

gümrüğe tabi

dutiful

sorumluluk taşıyan, görevine bağlı

dutifully

vazifesini bilerek

duty call

mecburi ziyaret

duty mark

duty mark

gümrük damgası

duty on exports

ihracat vergisi

duty to disclose

bildirme görevi

duty

1.görev, vazife, sorumluluk, 2.hizmet, iş, 3.vergi

duty-free shops

vergisiz satış mağazaları

duty-free

1. gümrüksüz, gümrükten muaf, 2. gümrüksüz, gümrükten muaf

duty-paid

gümrük vergisi verilmiş

duvet

yorgan

duvetine

divitin

dwarf elder

yaban mürveri

dwarf star

cüce yıldız

dwarf wall

alçak duvar

dwarf

1.cüce, 2.küçük göstermek, gölgede bırakmak

dwarfish

cücemsi, cüce gibi

dwarfism

cücelik

dwell on

üzerinde kafa patlatmak, çok düşünmek

dwell

oturmak, yaşamak, ikamet etmek

dweller

1. oturan, sakin, 2. ikamet eden veya oturan kimse

dwelling house

1. ev, konut, ikametgâh, 2. mesken

dwelling place

ev, konut

dwelling

ikametgâh

dwindle

azalmak, küçülmek

dyad

1. iki, çift, 2. iki atomdan meydana gelen molekül

dyadic

diyadik, ikici

dye affinity

boyanabilirlik, boyanabilme

dye back

boya teknesi, boya kabı

dye base

boya bazı

dye beam

boya levendi

dye beck

boya teknesi, boya kabı

dye bobbin

dye bobbin

boyama bobini

dye liquor

boya banyosu

dye mordant

boya mordanı

dye padder

boya fuları

dye remover

boya çıkarıcı

dye retarder

boya geciktirici

dye tube

boya bobini

dye vessel

boya kabı

dye winch

boya haspeli

dye works

boyahane

dye

1.kumaş boyası, boya maddesi, 2.boyamak, 3.boyanmak, boyanabilmek, boya tutmak

dyeability

boyanabilirlik

dyed-in-the-wool

1. gerçek, koyu, 2. şaşmaz, 3. hammadde halinde boyanmış

dyehouse

boyahane

dyeing industry

boyama sanayii

dyeing machine

boyama makinesi

dyeing plant

boyahane

dyeing

1. boyama, 2. boyacılık

dyer

boyacı

dyer's madder

boya otu

dyer's weed

Yemen zafranı

dyestuff

1. boyarmadde, boyarözdek, 2. boya ilacı

dying will

ölmek üzereyken ifade edilen arzu, son dilek

dying

ölmekte olan, ölen

dyke

bkz. dike

dynamic energy

dinamik enerji

dynamic load

dinamik yük

dynamic state

dinamik durum

dynamic

1.dinamik, enerjik, hareketli, aktif, 2.dinamik

dynamics

dynamics

devimbilim, dinamik

dynamism

devingenlik, canlılık, hareketlilik, dinamizm

dynamite

1.dinamit, 2.şaşırtıcı, hayranlık uyandırıcı şey/kimse, bomba, 3.dinamitlemek, dinamitle havaya uçurmak

dynamiter

dinamitçi

dynamo sheet

dinamo sacı

dynamo

dinamo

dynamometer

1. dinamometre, 2. güç ölçeği

dynamotor

dinamotor

dynastic

hanedana ait

dynasty

hanedan

dynatron

dinatron

dyne

din, güç birimi, kuvvet birimi

dynode

dinot

dys-

(önek) fena, zor, sert

dysenteric

dizanteriye ait

dysentery

dizanteri

dysfunction

bir uzvun görevini yapmaması

dyslexia

yazı okuyamama, yazı körlüğü

dyslogistic

beğenmeyen, tenkit eden

dyspepsia

sindirim güçlüğü, hazımsızlık

dyspeptic

1.hazımsızlıkla ilgili, 2.hazımsızlık çeken

dyspnea

nefes darlığı

dyspnoea

dispne, nefes darlığı

dysprosium

disprosyum

dystrophy

distrofi, beslenme bozukluğu hastalığı

dysuria

idrar zorluğu

each one

her biri

each other

birbiri, birbirini

each

1.her, her biri, 2.her biri, her birine, tanesi, tanesine, 3.her biri

eager

eager

istekli, hevesli, arzulu, gayretli, can atan, sabırsız

eagerly

şiddetli arzuyla, sabırsızlıkla

eagerness

1. istek, şevk, sabırsızlık, 2. arzu, canlılık

eagle eye

keskin göz

eagle owl

bir çeşit baykuş

eagle ray

fulyabalığı

eagle

kartal, bürgüt

eagle-eyed

keskin gözlü, dikkatli

eaglet

kartal yavrusu

eaglewood

yalancı ödağacı

ear microphone

kulak mikrofonu

ear plug

kulak tıkacı

ear

1.kulak, 2.kulak, 3.başak

earache

kulak ağrısı

eardrops

1. sallantılı küpe, 2. kulak damlası

eardrum

kulak zarı

earl

İngiliz kontu

earldom

kontluk

earlobe

kulak memesi

early bird

erken kalkan/gelen kimse

early election

erken seçim

early fruits

turfanda meyve

early future

yakın gelecek zaman

early payment

vadesinden önce ödeme

early retirement

erken emeklilik

early vegetables

turfanda sebze

early warning

erken uyarı

early

1.erken, 2.önceki, ilk, 3.eski, 4.erken, erkenden, 5.-in başlarında, ilk zamanlarında

earmark

(özellikle para) belirli bir amaç için bir kenara ayırmak

earmarked

earmarked

bloke edilmiş, ayrılmış, tahsis edilmiş

earmarking

ayırma, tahsis

earn money

para kazanmak

earn one's living

ekmeğini kazanmak

earn

kazanmak

earned income

kazanç geliri

earned premium

kazanılmış prim

earned surplus

birikmiş kâr, dağıtılmayan kâr

earned

kazanılmış

earner

kazanç sahibi, gelir sağlayan

earnest money

1. kaparo, pey akçesi, 2. teminat akçesi

earnest

1.ciddi, kararlı, azimli, 2.ciddiyet

earning rate

kâr oranı

earning statement

kâr zarar hesabı

earning value

gelir değeri

earning

kazanma

earnings report

kâr zarar çizelgesi

earnings yield

kazanç getirisi, kazanç verimi

earnings

kazanç

earphone

kulaklık

earring

küpe

earshot

duyma menzili, işitme mesafesi

earsplitting

1. gacır gucur, 2. kulak tırmalayıcı

earth dam

toprak baraj

earth movement

dünya kabuğunun hareketi, toprak kaldırma işi

earth moving

toprak kaldırma

earth sciences

yer bilimleri

earth station

yer istasyonu

earth

1.yerküre, dünya, 2.toprak, yer, 3.doğa, 4.toprak hattı, 5.hayvan ini

earth's axis

earth's axis

yer ekseni

earth's crust

yerkabuğu

earth's surface

yeryüzü

earthborn

insanoğlu, fani, dünyevi

earthed

topraklanmış

earthen

topraktan yapılmış, toprak

earthenware

çanak, çömlek

earthiness

sağlamlık, metanet

earthing

topraklama

earthling

yeryüzünde yaşayan kimse

earthly

1.dünyevi, maddi, 2.olası, mümkün, olabilecek

earthnut

yerfıstığı

earthquake insurance

deprem sigortası

earthquake survivor

depremzede

earthquake

deprem

earthwork

1. toprak işi, 2. toprak set, 3. toprak tabyası, 4. siper

earthworm

yersolucanı

earthy

bedensel zevklerle ilgili, bedensel

earwax

kulak kiri

earwig

kulağakaçan

ease off

1. yavaşlamak, gevşemek, hafiflemek, 2. (fiyat) düşmek

ease out

görevden uzaklaştırmak

easel

1.rahatlık, kolaylık, rahat, huzur, refah, 2.kolaylık, 3.hafifletmek, dindirmek, yatıştırmak, 4.kolaylaşmak, yumuşamak, 5.dikkatle hareket ettirmek, taşımak, 6.gevşetmek ressam sehpası

easement

1. rahatlık, konfor, 2. sıkıntıdan kurtarma

easier said than done

söylemesi kolay

easily

1.kolayca, kolaylıkla, rahat rahat, 2.kuşkusuz, şüphesiz, kesinlikle

easiness

1. kolaylık, 2. rahatlık, 3. akıcılık, incelik

East Germany

Doğu Almanya

ease

East Indies

Hindistan, Doğu Hint Adaları

east

1.doğu, 2.doğuya doğru, doğuya

eastbound

doğuya giden

Easter Day

Paskalya günü

Easter egg

paskalya yumurtası

Easter

Paskalya yortusu

easterly

1.doğuya doğru, 2.(rüzgâr) doğudan esen

eastern

doğu

easterner

doğulu kimse

eastward

doğuya giden, doğu yönünde olan

easy as winking

çok kolay

easy chair

koltuk

easy come easy go

haydan gelen huya gider

easy money

1. ucuz para, 2. kolay iş

easy payment

ödeme kolaylığı

easy

1.basit, kolay, asan, 2.sakin, rahat, sorunsuz, 3.kolaylıkla, kolayca, rahatlıkla, asanlıkla

easy-care

yıkanıp giyilebilen, ütü istemeyen

easygoing

yumuşak başlı, uysal, iyi geçinen

eat away at sb

içi içini yemek

eat away

yiyip durmak

eat humble pie

burnunu sürtmek

eat humblepie

tükürdüğünü yalamak

eat into sth

eritmek, çürütmek, tüketmek

eat like a bird

kuş gibi yemek

eat like a horse

fil gibi yemek

eat one's cake and bave ne yardan geçmek ne de serden it too eat one's head off

tıka basa yemek

eat one's heart out

kendini yemek, içi içini yemek

eat one's word

tükürdüğünü yalamak

eat one's words

1. tükürdüğünü yalamak, 2. sözünü geri almak

eat sb out of house and silip süpürmek home eat sth up

1. yiyip bitirmek, 2. tüketmek, harcamak

eat until it comes out of tıka basa yemek one's ears eat up

yiyip bitirmek, silip süpürmek

eat

1.yemek, yemek yemek, 2.(away/into ile) çürütmek, aşındırmak, kemirmek, yemek

eatable

yenilebilir durumda, yenir

eating

yemelik

eats

yiyecek, yemek

eau de cologne

kolonya

eau de Javel

Javel suyu

eau

su

eaves tile

saçak kiremidi

eaves trough

dere, yağmur deresi

eaves

dam saçağı

eavesdrop

(başkalarını) gizlice dinlemek

eavesdropper

kulak misafiri

ebb and flow

gelgit, meddücezir

ebb tide

cezir, alçalma

ebb

1.suların alçalması, git, cezir, 2.(deniz) çekilmek, 3.azalmak, düşmek, zayıflamak

ebon

siyah

ebonite

1. ebonit, 2. bir çeşit siyah sert kauçuk

ebonize

abanoz boyası ile perdahlamak

ebony

abanoz

ebulliency

kaynayıp taşma

ebullient

neşeli, sevinçli, coşkun

ebullioscopy

ebüliyoskopi, kaynargözleyim

ebullition

1. kaynama, 2. taşkınlık, coşkunluk

eccentric

1.tuhaf, ayrıksı, eksantrik, 2.dış merkezli, 3.eksantrik kimse

eccentricity

1. dışmerkezlilik, 2. tuhaflık, yabansılık, kaçıklık

ecchymosis

bere, çürük

ecclesia

cemaat

ecclesiastic

1. dini, 2. papaz, vaiz

ecclesiastical

Hıristiyan kilisesine ilişkin

echelon

basamak, kademe

echinoderm

derisidikenliler

echinus

1. denizkestanesi, 2. deniz kirpisi

echo

1.yankı, 2.birinin ya da bir şeyin benzeri/kopyası, 3.yankı yapmak, 4.yankılanmak, 5.taklit etmek, tekrarlamak

eclair

parmak şeklinde içi kremalı pasta

eclampsia

1. eklampsi, havale, 2. loğusa humması

eclat

1. üstün başarı, şan, şöhret, 2. şeref

eclectic

çeşitli kaynaklardan derlenmiş, seçen, derleyen

eclecticism

seçip toplamak eğilimi

eclipse of the moon

ay tutulması

eclipse of the sun

güneş tutulması

eclipse

1.güneş/ay tutulması, 2.etkisini, parlaklığını, gücünü, vb. yitirme, başarısızlık, düşüş, 3.(güneş/ay) tutmak, 4.gölgede bırakmak, geçmek

ecliptic

tutulum, ekliptik

ecocide

çevreyi yok etme

ecological balance

ekolojik denge

ecological

ekolojik, çevrebilimsel

ecologist

çevrebilimci, ekolojist

ecology

çevrebilim, ekoloji

econometrician

ekonometrist

econometrics

ekonometri

economic activity

ekonomik faaliyet

economic aid

ekonomik yardım, iktisadi yardım

economic analysis

ekonomik analiz

economic austerity

ekonomik kemer sıkma politikası

economic balance

ekonomik denge

economic blockade

ekonomik abluka

economic budget

ekonomik bütçe

economic condition

ekonomik durum

economic cooperation

ekonomik işbirliği

economic crisis

ekonomik kriz

economic cycle

ekonomik dönem

economic development ekonomik gelişme economic efficiency

ekonomik etkinlik

economic embargo

ekonomik ambargo

economic equilibrium

ekonomik denge

economic field

ekonomik saha

economic foundation

ekonomik kuruluş

economic freedom

ekonomik özgürlük

economic geography

ekonomik coğrafya

economic goods

ekonomik mallar

economic growth

ekonomik büyüme, ekonomik kalkınma

economic harmony

ekonomik uyum

economic history

ekonomi tarihi

economic independence ekonomik bağımsızlık economic indicators

ekonomik göstergeler

economic inequality

ekonomik eşitsizlik

economic instability

ekonomik istikrarsızlık

economic integration

ekonomik bütünleşme

economic interest

ekonomik çıkar

economic life

ekonomik ömür

economic man

ekonomik adam

economic miracle

economic miracle

ekonomik mucize

economic mobilization

ekonomik seferberlik

economic order

ekonomik düzen

economic planning

ekonomik planlama

economic policy

ekonomik politika

economic recession

ekonomik gerileme

economic recovery

ekonomik canlanma, ekonomik iyileşme

economic rights

ekonomik haklar

economic sanctions

ekonomik yaptırımlar

economic selfsufficiency

ekonomik yeterlik

economic stagnation

ekonomik durgunluk

economic status

ekonomik statü

economic system

ekonomik sistem

economic theory

ekonomik teori

economic transaction

ekonomik işlem

economic union

ekonomik birlik

economic unity

ekonomik birlik

economic warfare

savaş ekonomisi

economic

ekonomik, iktisadi

economical

az masraflı, keseye uygun, hesaplı, ekonomik

economically

1. iktisaden, ekonomik olarak, 2. idareli

economics of taxation

vergileme ekonomisi

economics

ekonomi, iktisat bilimi

economist

ekonomist, iktisatçı

economize

idareli harcamak, kullanmak, tasarruf etmek, masrafları kısmak

economizer

ekonomizör

economy class

ekonomik mevki

economy oriented towards free trade

dışa açık ekonomi

economy

1.ekonomi, iktisat, 2.tutum, ekonomi, tasarruf, 3.ekonomik sistem, 4.ucuz, ekonomik

ecospecies

ekotür

ecosystem

ekosistem, çevre-dizge

ecotype

ekotip

ecru silk

ham ipek, sert ipek, ekrü ipeği

ecru

ham ipek veya keten rengi

ecstasy

kendinden geçme, aşırı mutluluk, coşku

ecstatic

kendinden geçirici, coşturucu, mutlu edici

ectasize

coşturmak, kendinden geçirmek

ecto-

(önek) dış

ectoblast

ektoblast

ectoderm

ektoderm, dışderi

ectogenesis

ektogenez

ectoparasite

dışasalak

ectopic

ektopik

ectoplasm

dışkansıvı, dışplazma, ektoplazma

ectosome

ektozom

ectotrophic

ektotrof

Ecuador

Ekvador Cumhuriyeti

ecumenical

bütün dünyada Hıristiyan birliğini amaçlayan

eczema

egzama, mayasıl

edacious

obur, açgözlü

edaphic

edafik, topraksal

edaphology

toprakbilim

eddy

burgaç, anafor, girdap

edelweiss

edelvays

edema

ödem

Eden

(İncil'de) Adem ile Havva'nın yaşadığı cennet bahçesi

edentate

dişsiz

edge in

sokulmak

edge out

kıl payı ile yenmek

edge sb out

kenara itmek

edger

1.kenar, kenar çizgisi, uç, 2.ağız, keskin kenar, 3.kenarlarını belirginleştirmek, kenar yapmak, 4.kenardan yavaş yavaş ilerlemek, 5.ilerletmek derz malası, kenar malası

edgeways

kenara doğru, yana doğru, yanlamasına, yan yan

edging shears

bahçıvan makası

edging

sınırlayıcı, sınır, kenar belirtici şey, kenar, şerit

edgy

sinirli, stresli

edibility

yenebilirlik, yenebilme özelliği

edible

yenilebilir, yenmesinde sakınca olmayan, yenir

edict

1.(eski) irade, ferman, 2.buyruk, emir

edification

ahlakını düzeltme, yetiştirme, öğretme

edifice

büyük, gösterişli yapı, bina

edify

(kişilik ya da akıl) geliştirmek

edifying

1. iyi örnek olan, 2. ilham verici

edit

(kitap, film, vb.) yayına hazırlamak

editing

kurma, düzenleme

edition

baskı, yayın

editor

yayıncı, editör

editorial

1.(gazetede) başyazı, 2.yayıncıya ait

editorship

1. editörlük, basıcılık, 2. basımcılık

educate

eğitmek, öğretmek, okutmak

educated

1. tahsilli, okumuş, aydın, 2. öğrenim görmüş

education policy

eğitim politikası

education

1.öğrenim, tahsil, 2.öğretim, eğitim

educational administration

eğitim yönetimi

edge

educational

educational background

öğrenim geçmişi

educational committee öğretim kurulu educational

eğitimsel, öğretimsel, eğitsel

educationally

terbiye bakımından, eğitim yönünden

educationist

öğretim/ eğitim uzmanı, öğretmen, eğitmen

educative

1. eğitimsel, 2. eğitici

educe

çıkarmak, ayırmak, sonuç çıkarmak

eduction

çıkarma

eel

yılanbalığı

eerie

ürkütücü, ürkünç

eery

ürkütücü, meşum

efface oneself

kendini göstermemek

efface

silmek, silerek yüzeyini bozmak

effaceable

silinebilir, giderilebilir

effacement

silme, yok etme

effect clearance

gümrük işlemleri yapmak

effect of growth

büyüme etkisi

effect payment

ödeme yapmak

effect

1.sonuç, 2.etki, 3.anlam, 4.efekt, 5.başarmak, sonuçlandırmak, gerçekleştirmek

effective currency

efektif para

effective demand

efektif talep

effective exchange rate efektif döviz kuru effective price

gerçek fiyat

effective range

etkili top menzili

effective rate

geçerli kur, efektif kur

effective

1.sonuç verici, sonuçlandırıcı, 2.etkileyici, etkili, 3.gerçek, fiili

effectively

1. etkinlikle, etkili olarak, 2. fiilen

effectiveness

1. etki, tesir, 2. geçerlilik, 3. itibar

effects

kişisel varlık, mal, eşya

effectual

effectual

etkili, istenen sonucu veren

effectually

etkili bir şekilde, yeterli olarak

effectuate

1. icra etmek, 2. başarmak

effeminacy

kadınımsı davranış, çıtkırıldımlık

effeminate

kadınsı, efemine

efferent

dışarı götüren

effervesce

köpürmek, kabarmak, köpüklenmek

effervescence

1. köpürme, efervesans, 2. coşma, neşelenme

effervescent

köpüren, kabaran

effete

1. yorgun, bitkin, eskimiş, 2. kısır, verimsiz

efficacious

istenen sonucu veren, amaca hizmet eden, etkili, yararlı

efficacy

1. etki, tesir, 2. yarar, fayda

efficiency wages

teşvik ikramiyesi

efficiency

1. etkinlik, ehliyet, 2. verim, 3. etki, tesir

efficient

iyi çalışan, hızlı ve verimli, becerikli

effigy

insan resmi, heykeli, vb

effloresce

çiçek açmak, gelişmek

efflorescence

1. çiçek açma, 2. olgunlaşma, tozlanma

efflorescent

çiçeklenen, çiçek açan

effluence

dışarı akma, akıntı

effluent

fabrika artığı sıvı

efflux

1. dışarı akma, dışarı sızma, 2. akıntı

effort distance

(kaldıraçta) kuvvet kolu

effort

1.güç, gayret, çaba, emek, 2.çabalama, çaba harcama

effortless

gayretsiz, çaba göstermeyen

effrontery

küstahlık, yüzsüzlük, arsızlık

effulgence

1. parlaklık, görkem, ihtişam, 2. şaşaa

effulgent

1. ışık saçan, parlak, 2. şaşaalı

effuse

1. yayılmış, 2. dışarı akıtmak, taşırmak, 3. akmak, taşmak, 4. dökmek

effusion of blood

effusion of blood

kanın damarlardan başka dokulara akması

effusion

1. dışarı akma, taşma, sızım, efüzyon, 2. dökme, akıtma

effusive

taşkın, azgın

eft

semender, sukeleri

eftsoon

çok geçmeden, hemen sonra

egalitarian

eşitlikçi

egg cell

yumurta hücresi

egg incubator

kuluçka makinesi

egg laying mammals

yumurtlayan memeliler

egg membrane

yumurta zarı

egg on

dolduruşa getirmek, cesaretlendirmek

egg sb on

kışkırtmak, ısrar etmek

egg white

yumurta akı

egg yolk

yumurta beyazı

egg

1.yumurta

egg-shaped

söbe, oval, yumurta biçimli

eggbeater

yumurta çırpacağı

eggcup

1. yumurta kabı, 2. yumurtalık

egghead

çok bilgili kişi, aydın

eggplant

patlıcan

eggshaped

yumurta biçiminde

eggshell

yumurta kabuğu

eggstone

oolit, yumurtamsı

eglantine

kokulu bir yabani gül, nesrin

ego

ben, benlik, ego

egocentric

bencil, beniçinci

egoism

bencillik, egoizm

egoist

bencil, egoist

egoistic

bencil, egoist

egotism

egotism

hep kendinden söz etme, kendini yüceltme, benlikçilik, egotizm

egotist

benlikçi

egregious

çok kötü

egregiously

kötülükle

egress

1. dışarı çıkma, gidiş, çıkış, 2. çıkış izni

egression

1. dışarı çıkma, 2. gidiş

egret

1. akbalıkçıl, 2. sorguç

Egypt

Mısır

Egyptian cotton

Mısır pamuğu

Egyptian

Mısırlı, eski Mısır dili

Egyptology

eski Mısır uygarlığını inceleyen bilim dalı

eh!

Ey!

eiderdown

kuştüyü yorgan

eidolon

hayal, hayalet

eigen-

(önek) kendi

eigenstate

özhal

eigenvalue

özdeğer, gizdeğer

eigenvector

özvektör, gizyöney

eight cylinder engine

sekiz silindirli motor

eight

sekiz

eight-hours working day

sekiz saatlik çalışma günü

eighteen

onsekiz

eighteenth

onsekizinci

eightfold

sekiz misli

eighth

1. sekizde bir, 2. sekizinci

eightieth

sekseninci

eighty

seksen

einkorn

küçük kızıl buğday

einsteinium

einsteinium

aynştanyum

Eire

irlanda

either or

ya ya da

either this or that

ya bu ya o

either

1.ikisinden biri, iki, her iki, 2.her iki, 3.(olumsuz cümlelerde) de, da, de (değil), 4.(or ile) ya ... ya da

ejaculate

1.aniden söyleyivermek, 2.sperm boşaltmak, boşalmak

ejaculation

1.feryat, 2.cinsel boşalma

ejaculatory

birdenbire

eject

1.dışarı atmak, fırlatmak, 2.kovmak, kapı dışarı etmek

ejection

atma, püskürme, çıkarma

ejector

püskürtücü, ejektör, fıskıye

eke out a living

güçlükle geçinmek

eke out

1. eklemek, katmak, 2. idareli kullanmak, 3. artırmak

eke

(out ile) idareli kullanmak

elaborate

1.ayrıntılı, detaylı, incelikli, 2.özenle hazırlanmış, 3.ayrıntıyla donatmak, karmaşıklaştırmak, ayrıntılandırmak

elaborateness

1. özen gösterme, 2. ayrıntı, tafsilat

elaboration

ihtimam, inceden inceye işleme

elan

1. canlılık, şevk, 2. hamle

eland

iri bir geyik, boğa antilopu

elapse

(zaman) geçmek, akıp gitmek

elapsed time

geçen zaman

elastic band

yuvarlak lastik, lastik bant

elastic deformation

esnek deformasyon

elastic limit

1. esneklik sınırı, 2. esneme sınırı

elastic medium

esnek ortam

elastic spring

esnek yay

elastic stocking

lastikli çorap

elastic

1.esnek, elastik, 2.değişebilir, esnek, 3.silgi

elasticity

esneklik

elastin

elastin

elastin

elastomer

elastomer

elate

1. mutlu etmek, neşelendirmek, 2. gururlandırmak

elated

mutlu, sevinçli, bahtiyar, memnun

elation

mutluluk, sevinç, gurur

elative

1. çıkış durumu, 2. çıkış durumu

elbow grease

alın teri

elbow

1.dirsek, 2.dirseklemek, dirsek atmak, dirsekle dürtmek

elbowroom

rahatça hareket edilebilecek yer, geniş yer

elder sister

abla

elder

1.(yaşça) büyük, 2.iki kişiden büyük olanı, 3.kıdemli kişi

elderberry

mürver ağacının meyvesi

elderly

yaşlı

eldest

yaşça en büyük

eldritch

büyülü, tekin olmayan, korku uyandıran

elecampane

andızotu

elect by a relative majority

nispi çoğunlukla seçmek

elect by a simple majority

salt çoğunlukla seçmek

elect by an absolute majority

mutlak çoğunlukla seçmek

elect by majority

çoğunlukla seçmek

elect

1.oylayarak seçmek, 2.(önemli bir) karar vermek, 3.seçilmiş

election campaign

seçim kampanyası

election day

seçim günü

election district

seçim bölgesi

election pledge

seçim konuşması, seçim propagandası

election returns

seçim sonuçları

election

seçim, saylav

elective

seçilen

elector

seçmen

electoral franchise

rey hakkı

electoral period

seçim dönemi

electoral

seçimle ilgili, seçmenlerle ilgili

electorate

seçmenler, oy kullanma hakkına sahip kişiler

electret

elektret

electric arc

elektrik arkı

electric balance

elektrik dengesi

electric bell

elektrik zili

electric blanket

elektrikli battaniye

electric blue

çelik mavisi

electric bulb

elektrik ampulü

electric cable

elektrik kablosu

electric cell

elektrik pili

electric chair

elektrikli sandalye

electric charge

elektrik yükü

electric circuit

elektrik devresi

electric cleaner

elektrik süpürgesi

electric conductor

elektrik iletkeni

electric conduit

elektrik borusu

electric contact

elektrik kontağı

electric current

elektrik akımı

electric drill

elektrikli matkap

electric eel

elektrik saçan yılanbalığı

electric energy

elektrik enerjisi

electric field

elektrik alanı

electric furnace

elektrik fırını

electric generator

elektrik jeneratörü

electric heater

elektrikli ısıtıcı

electric heating

elektrikle ısıtma

electric industry

elektrik sanayii

electric lamp

elektrik lambası

electric light

elektrik ışığı

electric moment

elektrik momenti

electric motor

elektrik motoru

electric network

elektrik şebekesi

electric outlet

elektrik fişi, elektrik çıkışı

electric potential

elektrik potansiyeli

electric power

elektrik gücü

electric railroad

elektrikli demiryolu

electric resistance

elektrik direnci

electric shaver

elektrikli tıraş makinesi

electric shock

elektrik çarpması

electric spark

elektrik kıvılcımı

electric stove

elektrik ocağı

electric tramway

elektrikli tramvay

electric wave

elektrik dalgası

electric wire

elektrik teli

electric

1.elektrikle ilgili, elektriksel, 2.elektrikli, 3.çok heyecanlı

electrical engineer

elektrik mühendisi

electrical engineering

elektrik mühendisliği

electrical impulses

elektriksel impulslar, elektriksel vurular

electrical pile

termoelektrik pil

electrical

elektrikle ilgili, elektrik ...

electrically charged

elektrikle yüklü

electrically driven

elektrikle hareket eden

electrically

elektrik gücüyle

electrician

electrician

elektrikçi

electricity generator

elektrik üreteci

electricity network

elektrik şebekesi

electricity

elektrik

electrification

1. elektrifikasyon, elektrikleme, 2. elektriklenme

electrify

1.elektriklendirmek, 2.heyecanlandırmak

electro

elektrikle yapılmış klişe

electro-

1. elektrik, elektro, 2. (önek) elektriğe ait, elektrikle işleyen

electro-plated

elektrikli kaplanmış

electroacoustic

elektroakustik

electroanalysis

elektroanaliz

electroballistics

elektrobalistik

electrobiology

elektrobiyoloji

electrobrighten

elektrikli parlaklaştırmak

electrobrightener

elektrikli parlaklaştırıcı

electrocapillarity

elektrokılcallık

electrocardiogram

elektrokardiyogram

electrocardiograph

elektrokardiyograf

electrochemical equivalent

elektrokimyasal eşdeğer

electrochemical

elektrokimyasal

electrochemist

elektrokimyacı

electrochemistry

elektrokimya

electrochromatography elektrokromatografi electrochronograph

elektrokronograf

electrochronometer

elektrokronometre

electrocleaner

elektrikli temizleyici

electrocoagulation

elektrokoagülasyon

electrocolouring

elektrikli renklendirme

electroculture

electroculture

elektrokültür

electrocute

elektrik akımı vererek öldürmek

electrocution

elektrik akımı vererek öldürme

electrode

elektrot

electrodeposition

elektrikle kaplama, elektrokaplama

electrodialysis

elektrodiyaliz

electrodynamic

elektrodinamik

electrodynamics

elektrodinamik

electrodynamometer

elektrodinamometre

electroencephalogram

elektroansefalogram

electroencephalograph elektroansefalograf electroextraction

elektrolitik çıkarma

electrofluor

elektroflor

electroforming

elektrolizle biçimlendirme

electrogalvanize

elektrikli galvanizlemek

electrogen

elektrojen

electrograph

elektrograf

electrographite

elektrografit

electrokinetic

elektrokinetik

electrokinetics

elektrokinetik

electroluminescence

elektroluminesans, elektriksel ışıldama

electrolyse

elektrikle ayrıştırmak

electrolysis

elektroliz, elektrikle ayrışım

electrolyte

elektrolit

electrolytic copper

elektrolitik bakır

electrolytic dissociation elektrolitik çözünme electrolytic oxidation

elektrolitik oksidasyon

electrolytic refining

elektrolitik arıtma

electrolytic zinc

elektrolitik çinko

electrolytic

electrolytic

elektrolitik

electromagnet

1. elektromıknatıs, 2. elektrikli mıknatıs

electromagnetic field

elektromanyetik alan

electromagnetic radiation

elektromanyetik radyasyon

electromagnetic unit

elektromanyetik birim

electromagnetic wave

elektromanyetik dalga

electromagnetic

elektromanyetik

electromagnetics

elektromanyetik

electromagnetism

elektromanyetizma

electromechanical

elektromekanik

electromechanics

elektromekanik

electrometallurgy

elektrometalurji

electrometer

elektrometre, elektrikölçer

electrometric titration

elektrometrik titrasyon

electrometric

elektrometrik

electromotive force

1. elektromotor kuvvet, 2. voltaj

electromotive

elektromotor

electromotor

elektromotor

electron affinity

elektron afinitesi

electron camera

elektron kamerası, kamera

electron charge

elektron yükü

electron emission

elektron yayımı, elektron emisyonu

electron gun

elektron tabancası, elektron püskürteci

electron lens

elektron merceği

electron mass

elektron kütlesi

electron microscope

elektron mikroskobu

electron multiplier

elektron multiplikatörü, elektron çoğaltıcı

electron optics

elektron optiği, elektron ışıkbilgisi

electron radius

electron radius

elektron yarıçapı

electron tube

elektron tüpü

electron

elektron

electronegative

elektronegatif

electronegativity

elektronegativite

electronic calculator

elektronik hesap makinesi

electronic camera

elektronik kamera

electronic circuit

elektronik devre

electronic clock

elektronik saat

electronic control

elektronik kontrol

electronic counter

elektronik sayaç

electronic engineer

elektronik mühendisi

electronic engineering

elektronik mühendisliği

electronic music

elektronik müzik

electronic pen

elektronik kalem

electronic power

elektronik güç

electronic

elektronik

electronics store

elektronik eşya mağazası

electronics

elektronik, elektronik bilimi

electrooptics

elektro-optik

electroosmosis

elektroosmoz, elektrikle geçişme

electrophilic

elektrofil, elektroncul

electrophonic

elektrofonik

electrophoresis

elektroforez

electrophoretic

elektroforetik

electrophorus

elektrofor

electroplate

1. elektrolizle kaplanmış eşya, 2. elektrolizle kaplamak

electroplating

elektro kaplama, elektrikli kaplama

electropneumatic

elektropnömatik

electropolar

electropolar

elektropolar

electropolishing

elektriksel parlatma

electropositive

1. elektropozitif, artıçeker, 2. alkalik

electrorefining

elektrolitik arıtım

electroscope

elektroskop, yükgözler

electroscopic

elektroskopik

electroshock

elektroşok

electrostatic energy

elektrostatik enerji

electrostatic printer

elektrostatik yazıcı

electrostatic screen

elektrostatik ekran

electrostatic

elektrostatik, durukyük

electrostatics

elektrostatik, durukyük bilgisi

electrosurgery

cerrahlıkta elektrik kullanma

electrotechnics

elektroteknik

electrotherapy

elektroterapi

electrothermal

elektrotermik

electrothermic

elektrotermik

electrotinning

elektrikli kalaylama

electrotype

1. elektrikle yapılmış klişe, 2. elektrikle klişe yapmak

electrovalence

elektron değerliği, elektrovalans

electrovalve

elektrovalf

eleemosynary

1. sadaka, 2. hayır işleri

elegance

incelik, güzellik, zerafet, şıklık

elegant

1.zarif, ince, güzel, şık, 2.düzenli

elegantly

zarafetle, nezaketle

elegize

1. ağıt yazmak, 2. mersiye yazmak

elegy

ağıt

element

1.öge, unsur, eleman, element, 2.bütünün gerekli parçası, 3.küçük bir miktar, bir parça

elemental

doğanın gücüyle ilgili

elementary analysis

elementary analysis

elamenter analiz, öğesel çözümleme

elementary education

ilköğretim

elementary particle

temel parçacık, öz parçacık

elementary school

ilkokul

elementary

1.basit, kolay, 2.(eğitim, öğretim) ilk, temel

elements

başlangıç, ilk adımlar

elephant seal

denizfili

elephant

fil

elephantine

1. fillere ait, 2. çok iri, hantal, kaba, 3. fil gibi

eleutherian

özgürlük bahşeden

elevate

1.(aklı ya da ruhu) geliştirmek, yüceltmek, 2.yükseltmek

elevation

1.yükselme, terfi, 2.deniz seviyesine oranla yükseklik

elevator shaft

asansör boşluğu, asansör bacası

elevator

asansör

eleven

onbir

elevenses

hafif sabah yemeği ve içkisi

eleventh

onbirinci

elevon

elevon

elf

cin, peri

elfin

1. peri veya cinlere ait, 2. ele avuca sığmaz

elfish

1. cin gibi, 2. yaramaz

elicit

çıkartmak, ortaya çıkarmak

elide

kaldırmak, çıkarmak

eligibility

1. nitelik, özellik, üstünlük, 2. uygunluk

eligible

1.hak sahibi, haklı, 2.uygun, seçilebilir

Elijah

ilyas peygamber

eliminant

eliminant, eleç

eliminate

1.elemek, atmak, 2.- den kurtarmak, çıkarmak

elimination

eleme, çıkarma, atma

elision

elision

1. sonünlü düşmesi, 2. çıkarma

elite

seçkin sınıf, seçkinler, elit

elitism

seçkincilik, elitizm

elixir of life

abıhayat, bengisu

elixir

yaşam iksiri, iksir

elk

büyük boynuzlu iri bir geyik türü, elk

ell

1. (boru) dirsek, 2. arşın

ellipse

elips

ellipsoid

elipsoit

elliptical

beyzi, oval, eliptik

ellipticity

elips şeklinde oluş

elm

karaağaç

elocution

güzel konuşma, güzel söz söyleme sanatı, hitabet

elocutionist

hatip

elongate

(bir nesneyi) uzatmak, daha uzun duruma getirmek

elongated

uzatılmış

elongation

1. uzatma, uzama, 2. uzanım, 3. devam

elope

sevgilisi ile kaçmak

eloquence

belagat, uzsözlülük, uzdil

eloquent speech

süslü konuşma

eloquent

belagatli, uzsözlü, uzdilli

else

1.başka, daha, 2.yoksa, aksi takdirde

elsewhere

başka yerde, başka yere

elucidate

açıklamak, aydınlatmak, anlatmak, açığa kavuşturmak

elucidation

aydınlığa kavuşturma, açıklama, izah

elucidatory

açıklayıcı, aydınlatıcı

elude

-den sıyrılmak, kurtulmak, yakasını kurtarmak, tehlikeyi atlatmak, kaçmak

elusion

kaçıp kurtulma, sıyrılma, bertaraf etme

elusive

1.yakalanması/bulunması zor, 2.anımsanması zor, bir türlü akla gelmeyen

elusory

elusory

1. aldatıcı, yanıltıcı, 2. anlaşılması zor

elutriate

1. tasfiye etmek, yıkayıp ayırmak, 2. yıkamak

eluvium

elüvyon

elver

yılanbalığı yavrusu

elvish

cin gibi

Elysian Fields

cennet bahçeleri

Elysian

cennete ait

Elysium

cennet

emaciate

çok zayıflatmak

emaciated

sıska, bir deri bir kemik

emaciation

1. çok zayıflatma, 2. zayıflama

emanate

(from ile) çıkmak, meydana gelmek, oluşmak, doğmak

emanation

çıkma, yayılma, dışarı akma, çıkan gaz

emancipate

özgürlüğüne kavuşturmak, bağlarından kurtarmak, serbest bırakmak

emancipation

azat etme, özgür kılma, serbest bırakma

emasculate

1. hadım edilmiş, iğdiş edilmiş, kuvvetten kesilmiş, 2. enemek, hadım etmek, kuvvetten düşürmek

embalm

(ölüyü) mumyalamak

embalmer

mumyalayan kimse

embalmment

mumyalama

embank

etrafına/yanına toprak set yapmak

embankment

toprak set, set, bent

embargo on imports

ithal malları kısıtlama

embargo

1.ambargo, 2.ambargo koymak

embark on a business

bir işe girişmek

embark on a career

bir mesleğe başlamak

embark

1.gemiye binmek, 2.gemiye bindirmek, yüklemek

embarkation

binme, bindirme, yükleme

embarrass

1.sıkmak, rahatsız etmek, 2.bozmak, şaşırtmak, 3.utandırmak, mahcup etmek

embarrassed

utanmış, mahcup

embarrassing

embarrassing

1.utandırıcı, mahçup edici, 2.can sıkıcı, huzursuz edici

embarrassment

1. utanma, mahcubiyet, 2. para sıkıntısı

embassy building

sefarethane

embassy counsellor

elçilik müşaviri

embassy

elçilik

embattle

meydan savaşına hazırlamak, mazgal yapmak

embattled

savaş halinde, sıkışmış

embed

iyice yerleştirmek, oturtmak, sokmak, gömmek

embedded

1. yataklanmış, gömülmüş, 2. yerleşmiş

embedding

yerleştirme

embellish

1.süsleyerek güzelleştirmek, 2.kendi düşüncelerini katarak süslemek

embellishment

1. süsleme, güzelleştirme, renklendirme, 2. süs

ember

kor, köz

embezzle

(para) zimmetine geçirmek, çalmak

embezzlement

1. zimmetine geçirme, 2. güveni kötüye kullanma

embezzler

zimmetine para geçiren kişi

embitter

üzmek, canından bezdirmek

embittered

hayata küsmüş, hırçın

embitterment

gücendirme

emblazon

kutlamak

emblazonment

süsleme, övme

emblem

simge, amblem

emblematic

temsil eden, temsil edici, sembolik

emblematical

sembolik, temsil eden, simgesel

emblements

ürün, mahsul

embodiment

cisim haline gelme, şekil alma, düzenleme

embody

1.cisimleştirmek, somutlaştırmak, 2.katmak, eklemek, dahil etmek

embolden

1. cesaret vermek, yüreklendirmek, 2. teşvik etmek

embolism

1. amboli, damar tıkanıklığı, 2. ay veya gün ilavesi

embonpoint

embonpoint

dolgunluk, şişmanlık

embosom

bağrına basmak, kucaklamak

emboss

üzerine kabartma yapmak

embossed note paper

gofreli kâğıt

embossed stamp

kabartma damga, kabartma pul

embossed

kabartmalı

embossing

gofraj, kabartma

embossment

kabartma, kakma

embouchure

1. nehir ağzı, 2. nefesli çalgıların ağızlığı

embower

muhafaza etmek, gizlemek, gölgelemek

embrace

1.kucaklama, bağrına basma, sarılma, 2.kucaklamak, sarılmak, 3.içermek, içine almak, kapsamak, 4.benimsemek, kabul etmek, inanmak

embranchment

dallanma, dal, kol, çatallanma

embrangle

şaşırtmak, dolaştırmak

embroider

nakış işlemek

embroidery cotton

işleme pamuğu

embroidery frame

nakış kasnağı

embroidery yarn

nakış ipliği

embroidery

nakış, nakış işleme

embroil

karışmak, araya girmek

embryo

embriyon, oğulcuk, dölet

embryology

embriyoloji

embryonic

1. embriyonla ilgili, 2. ilkel, gelişmemiş

embus

1. arabaya koymak, 2. arabaya binmek

emcee

1. teşrifatçı, protokol yetkilisi, 2. protokol müdürü

emend

düzeltmek, tashih yapmak

emendation

düzeltme, doğrultma

emerald green

zümrüt yeşili

emerald

zümrüt, zümrüt yeşili

emerge

ortaya çıkmak

emergence

emergence

ortaya çıkma, belirme

emergency brake

imdat freni, emniyet freni

emergency bridge

imdat köprüsü, tehlike köprüsü

emergency budget

olağanüstü bütçe

emergency cable

yedek kablo

emergency call

imdat çağrısı

emergency credit

acil kredi

emergency declaration geçici beyanname emergency decree

geçici yasa

emergency door

tehlike çıkış kapısı

emergency exit

tehlike çıkışı

emergency landing

zorunlu iniş, mecburi iniş

emergency laws

olağanüstü hal kanunları

emergency maintenance acil bakım emergency man

yardımcı amele

emergency meeting

olağanüstü toplantı

emergency powers

acil durum yetkileri

emergency reserve

ihtiyat

emergency service

acil servis

emergency valve

emniyet supabı

emergency ward

acil servis

emergency

acil vaka, olağanüstü durum

emergent

gelişmekte olan, gelişen

emersion

gölgeden çıkma

emery board

zımparalı tırnak törpüsü

emery cloth

zımpara bezi

emery grinder

zımpara taşı

emery paper

zımpara kâğıdı

emery powder

zımpara tozu

emery stone

emery stone

zımpara taşı

emery wheel

zımpara çarkı

emery

zımpara

emetic

kusturucu ilaç

emigrant worker

göçmen işçi

emigrant

göçmen

emigrate

(başka bir ülkeye) göç etmek

emigration agent

göçmenlik acentesi

emigration office

göçmen bürosu

emigration

göç, dışgöç

emigre

göçmen

eminence

yükseklik, şöhret, saygınlık, ün

eminent

yüksek, seçkin, ünlü, saygın

eminently

çok, son derece, müthiş

emir

emir

emirate

emirlik

emissary veins

beyin yarımküresi veni

emissary

1.özel bir görevle gönderilmiş memur, 2.gizli ajan, casus

emission

1. emisyon, ihraç, yayım, 2. dışarı verme, çıkarma

emissive

yayıcı, salıcı

emissivity

yayıcılık, salıcılık

emit

göndermek, yollamak, vermek, yaymak, salmak

emitter

emitör, verici, yayıcı, salgıç

emolient

1. yumuşatan, yumuşatıcı, 2. yumuşatıcı madde

emolument

gelir, kazanç, ücret

emote

heyecanlandırmak, heyecana kapılmak

emotion

1.güçlü duygu, 2.coşku, heyecan, duygu

emotional

duygusal, duygulu

emotionalism

duygululuk

emotionality

emotionality

duygusallık, durgunluk

emotionalize

heyecanlandırmak, duygulandırmak

emotionless

heyecansız, duygusuz

emotive

duygulandırıcı

empathize

karşısındakinin duygularını paylaşmak

empathy

kendini bir diğer insanla özdeşleştirme, başka bir insanın/şeyin özelliklerini kendinde bulma

empennage

kuyruk takımı

emperor butterfly

iri ve mor bir çeşit kelebek

emperor

imparator

emphasis

1.vurgu, 2.bir şeye verilen önem, üzerinde durma

emphasize

üzerinde durmak, belirtmek, vurgulamak

emphasizing

1. pekiştiren, pekiştirme, 2. pekiştiren, pekiştirme

emphatic articulation

vurgulu söyleme

emphatic

vurgulu, önemli

emphatical

vurgulu

emphysema

anfizem

empire

imparatorluk

empirical formula

ampirik formül

empirical

görgül, deneysel, ampirik

empirically

deneysel olarak

empiricism

görgücülük, deneycilik, ampirizm

emplace

konuşlandırmak

emplacement

1. yerleşme, yerleştirme, konuşlandırma, 2. platform

employ

1.iş vermek, çalıştırmak, 2.kullanmak, 3.görevlendirmek, memur etmek, 4.iş verme

employable

görevlendirilebilir, iş verilebilir

employee compensation memur tazminatı employee participation yönetime katılma employee pension fund personel emekli fonu employee pension employee relations

işçi geliri, emekli maaşı

employee relations

işçi ilişkileri

employee shares

işçi hisse senetleri

employee training

müstahdem eğitimi

employee

işçi, hizmetli, çalışan

employee's advances

personel avansları

employee's bonus

işçi ikramiyesi

employees amenities

işveren yardımı

employer

işveren

employer's association

işverenler birliği

employer's liability

işverenin yükümlülüğü

employers organization işveren sendikası employment agency

iş ve işçi bulma kurumu

employment application iş başvurusu employment bureau

iş bulma bürosu

employment department

çalışma bakanlığı

employment exchange

iş ve işçi bulma kurumu

employment gap

istihdam açığı

employment market

iş piyasası

employment records

personel sicili

employment volume

istihdam hacmi

employment

1.çalışma, iş alma, 2.çalıştırma, iş verme, 3.uğraş, iş

emporium

1. mağaza, dükkân, 2. ticaret merkezi

empower

yetki vermek, izin vermek, güçlendirmek

empress

imparatoriçe

empressement

samimiyet, yakınlık gösterme

emptily

aptalca, mantıksızca, boş boş

emptiness

boşluk

emptor

alıcı, müşteri

empty handed

empty handed

eli boş

empty medium

boş ortam

empty position

boş alan

empty words

boş laf

empty

1.boş, 2.boş, saçma, abuk sabuk, 3.aç, 4.boşaltmak, içini boşaltmak, dökmek, 5.boşalmak

empty-headed

boş kafalı, kuş beyinli, akılsız

empyrean

semavi

emu

Avustralya'ya özgü bir cins devekuşu

emulate

bir diğer kişiden daha iyisini yapmaya çalışmak

emulation

1. benzemeye çalışma, öykünüm, 2. rekabet

emulator

emülatör, benzetici

emulous

rakip, gıpta eden

emulsification

emülsiyonlaştırma

emulsifier

emülsiyonlaştırıcı

emulsify

emülsiyonlaştırmak

emulsifying agent

emülgatör, emülsiyonlama maddesi

emulsion

merhem, sübye, emülsiyon

en route

yolda, yolunda, gitmekte

enable

olanaklı kılmak, imkân tanımak

enact

(yasa) çıkarmak

enactment

1. kanun çıkarma, kanun, yasa, 2. kabul, kararname

enamel colour

emay rengi

enamel paint

emaye boya, vernikli boya

enamel

1.minelemek, mine ile süslemek, 2.parlatmak, 3.mine, emaye, 4.diş minesi, 5.parlatıcı boya

enameling

emayeleme

enamelled

1. emaye, 2. emayeli

enamelling

mine işi

enamelware

emay işi

enamor

âşık etmek

enamoured

enamoured

(of/with ile) düşkün, hayran

enantiomorph

enantiyomorf

enarthrosis

oynak eklemlerin bir cinsi, mafsal

enate

anne tarafından akraba

encage

kafese kapamak, kafese koymak

encamp

(ordu) kamp kurmak

encampment

kamp yeri, düşerge

encase

kılıfa sokmak, kılıflamak, kaplamak, kutulamak, örtmek

encash

bozdurmak, nakde çevirmek

encashable

tahsil edilebilir

encashment

paraya çevirme, bozdurma, tahsil etme

enceinte

gebe, hamile

encephalic

beyne ait, beyinsel

encephalitis

beyin iltihabı, ansefalit

encephalon

beyin, kafa içi

enchain

zincir ile bağlamak

enchant

1.büyülemek, büyü yapmak, 2.zevk vermek

enchanter

büyücü

enchanting

büyüleyici

enchantment

büyü, sihir, büyüleme

enchantress

1. büyücü kadın, 2. büyüleyen kadın, dilber

encipher

şifre etmek

encircle

1.kuşatmak, çevrelemek, 2.daire içine almak

encirclement

kuşatma

enclave

yerleşim bölgesi, yerleşme bölgesi

enclose

1.çevresini sarmak, kuşatmak, 2.içine koymak, iliştirmek

enclosed

ilişikte gönderilen

enclosure

1.çevirme, kuşatma, 2.çit, duvar, 3.ilişikte gönderilen şey

encode

1. kodlamak, şifrelemek, 2. kapamak

encoder

encoder

kodlayıcı

encomiast

kaside yazarı

encomium

kaside, methiye, övgü

encompass

kuşatmak, çevrelemek

encore

bir kere daha!, tekrar!

encounter

1.karşılaşmak, rastlaşmak, karşı karşıya kalmak, 2.(biriyle) tesadüfen karşılaşmak, 3.karşılaşma, rastgelme

encourage

yüreklendirmek, cesaretlendirmek

encouragement certificate

teşvik belgesi

encouragement certificates

teşvik belgeleri

encouragement

1. cesaretlendirme, 2. özendirme, teşvik, 3. cesaret verme

encouraging

1. cesaret verici, yüreklendirici, 2. ümit verici

encroach

1.ileri gitmek, haddini aşmak, 2.(birinin hakkına) tecavüz etmek

encroachment

tecavüz, el uzatma

encrust

1. üstüne kabuk çekmek, 2. kabuk bağlamak

encrusted

(mücevher, vb.) kaplı, kaplanmış

encumber

ayakbağı olmak, ayağına dolaşmak, güçlük çıkartmak, engel olmak

encumbrance

1. yükümlülük, taahhüt, borç, ipotek, 2. yük, engel

encyclical

genelge

encyclopaedia

ansiklopedi

encyclopedia

ansiklopedi, bilgilik

encyclopedic

ansiklopedik

encyst

kese içine almak

end for end

uçları ters çevrilmiş

end in

ile sonuçlanmak

end man

komedyen

end of month

ay sonu

end of period

dönem sonu

end of the contract

sözleşmenin son bulması

end of year

yıl sonu

end on

baş başa

end point

son nokta

end product

son ürün

end up

1. bitirmek, 2. sonuçta -e varmak, 3. bitirmek

end user

son kullanıcı, son tüketici

end

1.son, bitim, 2.bitiş noktası, son nokta, uç nokta, bitim, 3.son, son kısım, 4.amaç, erek, 5.sona erdirmek, bitirmek, 6.bitmek

end-to-end

sıra ile veya uç uca dizilmiş

endanger

tehlike yaratmak, tehlikeye sokmak, tehlikeye atmak

endear

(to ile) sevdirmek, kendini sevdirmek

endearing

1. alımlı, çekici, cazip, 2. sevecen, müşfik

endearment

sevgi ifadesi, sevgi belirtisi, sevgi

endeavor

bkz. endeavour

endeavour

çalışmak, çabalamak, denemek

endemic

(hastalık, vb.) belli bir yere özgü

endermic

cilde sürülen (ilaç)

ending

bitiş, son, sonuç

endive

1. hindiba, 2. Frenk salatası

endless story

yılan hikâyesi

endless

sonsuz

endlessly

durmadan, bitmek tükenmek bilmeksizin

endlessness

sonsuzluk

endlong

uzunluğuna

endmost

en uzaktaki, en sondaki

endo-

(önek) içinde, iç

endocarditis

endokardit, kalp içzarı iltihabı

endocardium

endokard, kalbin içzarı

endocarp

endokarp, meyvenin içdokusu

endocentric

içten bağlantılı, eşgüdümsel

endocrane

kafatasının iç yüzeyi

endocrine gland

endokrin bezi, içsalgıbezi

endocrine glands

iç salgı bezleri

endocrine system

endokrin sistemi, içsalgı dizgesi

endocrine

endokrin, içsalgı ile ilgili

endocrinology

endokronoloji, içsalgıbilim

endoderm

1. içderi, 2. içyaprak

endodermis

1. içderi, 2. içyaprak

endoergic

endotermik, ısıalan

endogamous

kabile içinde evlenen

endogamy

endogami, içevlilik

endogenous

içten büyüyen

endogeny

içten büyüme

endometrium

endometriyum, dölyatağı içkatı

endomorphism

endomorfizma, özyapı dönüşümü

endoparasite

asalak, parazit

endophily

endofili

endoplasm

endoplazma, iç plazma, içkansıvı

endoplasmic reticulum endoplazmik retikül endoplasmic

endoplazmik, içkansıvısal

endorsable

ciro edilebilen

endorse over

ciro etmek

endorse

1.desteklemek, onaylamak, 2.ciro etmek, 3.(ceza, isim, vb.) yazmak

endorsed

ciro edilmiş

endorsee

ciro eden kimse, lehdar

endorsement in blank

açık ciro, beyaz ciro

endorsement in full

1. tam ciro, 2. onay, destek

endorsement

1. ciro, 2. onay, tasdik

endorser

ciranta, ciro eden kimse

endoscope

endoscope

endoskop

endoskeleton

içiskelet

endosmosis

endosmoz

endosperm

besidoku, endosperm

endospermic

besidokuyla ilgili

endospore

iç spor

endothelium

endotelyum

endothermic reaction

ısıalan tepkime, endotermik reaksiyon

endothermic

ısıalan, endotermik

endotoxin

endotoksin, içağı

endow

(okul, hastane, vb.'ne) bağışta bulunmak, para bağışlamak

endowed with

malik, haiz

endowment

1. bağış, 2. gelir sağlama, 3. ıslah vergisi

endpiece

uçtaki

endue

giydirmek

endurable

1. dayanılabilir, 2. katlanılabilir

endurance

dayanma, katlanma, çekme, tahammül, sabır, dayanıklılık

endure

1.dayanmak, çekmek, katlanmak, tahammül etmek, 2.uzun süre dayanmak, uzun süre etkisini ve gücünü korumak, sürmek

enduring

1. dayanıklı, 2. sabırlı, tahammüllü, ebedi

endways

1. dikine, dik olarak, 2. dik

enema

1. lavman, 2. şırınga

enemy

düşman

energetic measures

faal tedbirler

energetic

çalışkan, enerjik, güçlü

energize

1. enerji vermek, güç vermek, 2. harekete geçmek

energumen

cin çarpmış kimse

energy conversion

enerji dönüşümü, erke dönüşümü

energy crisis

enerji krizi

energy distribution

enerji dağılımı, erke dağılımı

energy line

energy line

enerji hattı

energy loss

enerji kaybı

energy policy

enerji politikası

energy saving

enerji tasarrufu

energy unit

enerji birimi, erke birimi

energy

enerji, güç, erke

enervate

1. kuvvetten düşürmek, zayıflatmak, 2. gevşeklik vermek

enervated

kuvvetten düşmüş

enervation

kuvvetten düşürme, zayıflatma, zayıflık

enfant terrible

yaramaz çocuk

enfeeble

zayıf düşürmek

enfetter

zincire vurmak

enfold

1. katlamak, sarmak, paketlemek, 2. kucaklamak

enforce

1.zorlamak, zorla yaptırmak, zorla elde etmek, zorla kabul ettirmek, 2.uygulamak, yürütmek, infaz etmek

enforceable

1. uygulanabilir, 2. yürürlüğe konabilir

enforced

zorunlu

enforcedly

mecburi, zorunlu olarak

enforcement officer

kolluk görevlisi, polis

enforcement order

icra emri

enforcement

1. uygulama, 2. zorlama, 3. icra, infaz, 4. tatbik

enframe

çerçevelemek

enfranchise

oy hakkı vermek

enfranchisement

1. azat, serbest bırakma, 2. oy verme hakkı

engage in

ile uğraşmak, ile meşgul olmak

engage

1.ücretle tutmak, çalıştırmak, işe almak, 2.birbirine geçirmek, tutturmak, 3.birbirine geçmek, 4.saldırmak, hücum etmek

engaged

1.(telefon hattı) meşgul, 2.nişanlı, 3.meşgul

engagement diary

randevu defteri

engagement ring

nişan yüzüğü

engagement

1.nişan, nişanlanma, 2.söz, randevu

engagements

engagements

ödeme yükümlülükleri

engaging

çekici, alımlı

engender

1. neden olmak, yol açmak, 2. meydana çıkarmak

engine bonnet

motor kaputu

engine breakdown

motor arızası

engine driver

makinist

engine failure

motor arızası

engine fitter

montör

engine house

itfaiye merkezi

engine oil

motor yağı

engine power

motor gücü

engine room

makine dairesi

engine trouble

motor arızası

engine works

makine fabrikası

engine

1.motor, 2.lokomotif, 3.makine

engineer

1.mühendis, 2.(kötü bir şeye) planla neden olmak

engineering company

mühendislik firması

engineering department mühendislik bölümü engineering fee

mühendislik ücreti

engineering staff

teknik kadro

engineering works

mühendislik işleri

engineering

mühendislik

engirdle

kemer gibi sarmak, kuşatmak

England

ingiltere

English bond

ingiliz tuğla örgüsü

English daisy

ingiliz papatyası

English sparrow

serçe kuşu

English

1.İngiliz, 2.İngilizce, 3.(the ile) İngilizler

Englishism

ingiliz ingilizcesi

Englishman

Englishman

ingiliz erkeği

Englishwoman

ingiliz kadını

engorge

1. yiyip bitirmek, silip süpürmek, 2. tıkanmak

engorgement

tıkınma

engraft

dikmek, aşılamak

engrained

yerleşmiş, kökleşmiş

engrave

oymak, hakketmek

engraver

oymacı, hakkâk

engraving

1. hakkâklık, 2. oyma, gravür, 3. klişe, 4. oymacılık

engross

1. yazmak, kaleme almak, 2. tekeline almak

engrossed

kaptırmış, dalmış, kendini vermiş

engrosser

spekülatör

engrossing

çok ilginç, ilgi çekici, sürükleyici

engrossment

piyasayı tekeline alma, stoklama

engulf

içine çekmek, yutmak, yok etmek

enhance

(değer, güç, güzellik, vb.) arttırmak, çoğaltmak

enhancement

artırma, artma

enigma

muamma, anlaşılmaz şey

enigmatic

bilmece gibi, anlaşılmaz, esrarengiz, muammalı

enigmatical

anlaşılmaz, şaşırtıcı

enigmatize

bilmece gibi konuşmak, anlaşılmaz konuşmak

enjoin to

emretmek, tembih etmek

enjoin

1.buyurmak, emretmek, 2.menetmek

enjoy oneself

1. mutlu olmak, eğlenmek, 2. zevk almak, keyfine bakmak

enjoy

1.zevk almak, hoşlanmak, beğenmek, sevmek, 2.sahip olmak, yararlanmak, kullanmak

enjoyable

zevkli, hoş, güzel, eğlenceli

enjoyment of interest

faizden faydalanma

enjoyment

zevk, haz

enkindle

1. alevlendirmek, tutuşturmak, 2. yakmak

enlace

enlace

1. sıkıca sarmak, 2. birbirine geçirmek

enlarge upon

tafsilata girişmek

enlarge

1.büyütmek, genişletmek, 2.büyümek, genişlemek, 3.(on ile) uzatmak

enlargement

büyütme, genişletme

enlarger

agrandisör, büyüteç

enlarging

agrandisman, genişletme, büyültme

enlighten

aydınlatmak, bilgi vermek, açıklamak

enlightened

1. aydınlatılmış, 2. aydın, bilgili, okumuş

enlightening

aydınlatıcı

enlightenment

ilim, irfan, aydınlatma

enlightment

aydınlatma, aydınlanma

enlist

1.askere almak, 2.asker olmak, 3.(yardım, sempati, vb.) kazanmak, sağlamak

enlistment

1. gönüllü yazılma, 2. askere alma, 3. kaydedilme

enliven

canlandırmak, hareketlendirmek

enmesh

ağa düşürmek, tuzağa düşürmek

enmity

düşmanlık, husumet

ennoble

soylulaştırmak, asilleştirmek

ennoblement

soylu yapma, asalet verme

ennui

can sıkıntısı, usanç

enol

enol

enormity

1.büyük kötülük, alçaklık, 2.büyüklük

enormous

çok geniş, çok büyük, koskoca, kocaman, devasa

enormously

çok, pek çok, aşırı derecede

enough and to spare

yeter de artar bile

Enough is enough!

Yeter artık!

enough

1.yeterli, yeter, bes, 2.yeterince, yeteri kadar

enquire

soruşturmak

enquirer

bilgi isteyen kimse

enquiry agency

istihbarat ajanı

enquiry office

enquiry office

istihbarat bürosu

enquiry

soruşturma

enrage

kızdırmak, öfkelendirmek

enraged

öfkeli, kızgın, kızdırılmış

enrapt

kendinden geçmiş, mest olmuş

enrapture

coşturmak, kendinden geçirmek, aşka getirmek

enrich

zenginleştirmek

enriched uranium

zengin uranyum

enrichment

zenginleştirme

enrobe

giydirmek (elbise)

enroll

1.üye olmak, 2.üye etmek, kaydetmek

enrollment

1. yazma, yazılma, kayıt, 2. kütük, sicil

enroot

kökleştirmek

ens

soyut varlık kavramı, var olma

ensconce

(güvenli ve rahat bir biçimde) oturmak, yerleşmek, kendini yerleştirmek

ensemble

1.birlik, grup, takım, 2.küçük müzik topluluğu, grup

enshrine

1. mabede koymak, 2. kutsal olarak kabul etmek

enshroud

1. kefenlemek, gizlemek, 2. örtmek

ensiform

kılıç şeklinde

ensign

1.(donanma, vb.) bayrak, 2.deniz teğmeni

ensilage

silolama, siloya alma, yeşillik ambarlanması

ensile

silolamak, yeşilliği siloya koymak

enslave

köle yapmak, esir etmek

enslavement

esaret, kölelik

ensnare

tuzağa düşürmek

ensue

(sonuç olarak ya da sonra) ortaya çıkmak, ardından gelmek

ensuous

duyumsal

ensure

1.(olmasını) kesinleştirmek, 2.sağlama almak, garantiye almak

enswathe

kundağa sarmak

entablature

entablature

sütun pervazı, saçaklık

entablement

saçaklık

entail

gerektirmek, zorunlu kılmak, istemek

entailed estate

satılamaz mülk, devredilemez mülk

entangle

(ip, saç, vb.) dolaştırmak, karıştırmak

entanglement

1. karman çormanlık, 2. güçlük, zorluk, 3. dolaşıklık

entasis

sütun göbekliği

Entente Powers

itilaf Kuvvetleri

entente

antant, uyuşma, anlaşma

enter a business

bir işe girmek

enter a motion

önerge vermek

enter a profession

bir meslek edinmek

enter a protest

protesto etmek

enter a religion

bir tarikata girmek

enter an action

dava açmak

enter blind alley

çıkmaza girmek

enter goods

malları deklare etmek

enter in a book

deftere kayıt etmek

enter in force

yürürlüğe girmek

enter into a bargain

pazarlığa girişmek

enter into a bond

anlaşma yapmak

enter into a lease

kira anlaşması yapmak

enter into a partnership ortaklığa girmek enter into an agreement anlaşmaya varmak enter into an obligation yükümlülük altına girmek enter into connections

temasa geçmek

enter into correspondence

haberleşmeye başlamak

enter into forces

yürürlüğe girmek

enter into negotiations

enter into negotiations

görüşmeler yapmak

enter into particulars

tafsilata girişmek

enter into

1. başlamak, girişmek, 2. yer almak, katılmak

enter on an inheritance mirasa konmak enter on

1. almak, konmak, 2. başlamak, girişmek

enter one's mind

aklına gelmek

enter one's name

adını kaydetmek

enter politics

politikaya atılmak

enter sb's service

birinin hizmetine girmek

enter the army

askere gitmek, asker olmak

enter the port

limana varmak

enter to sb's debit

birinin hesabına borç geçirmek

enter upon an office

göreve başlamak

enter

1.girmek, 2.yazmak, kaydetmek, 3.üyesi olmak

enteric fever

tifo, karahumma

enteric

bağırsaklara ait

enteritis

anterit, ince bağırsak iltihabı

entero-

(önek) bağırsak, mide, entero

enterogastritis

mide-bağırsak iltihabı, enterogastrit

enteron

bağırsak

enterprise value

işletme değeri

enterprise zone

yatırım bölgesi

enterprise

1.girişim, yatırım, 2.cesaret, girişkenlik, açıkgözlülük

enterprising

girişken

entertain an idea

bir fikir üzerinde düşünüp taşınmak

entertain

1.(misafir) ağırlamak, 2.eğlendirmek, hoşça vakit geçirtmek, 3.(bir öneriyi, vb.) göz önünde bulundurmak, aklında tutmak

entertainer

1. eğlendiren kimse, 2. ağırlayan kimse

entertaining

eğlendirici, ilginç

entertainment industry eğlence sanayii entertainment tax

entertainment tax

eğlence vergisi

entertainment

eğlence

enthalpy

entalpi, yığıntı

enthrall

(genellikle bir şey anlatarak) büyülemek, tüm dikkati üzerine toplamak, çekmek

enthralling

çekici, cezbedici, büyüleyici

enthrallment

büyülenme, esirlik, kölelik

enthrone

tahta çıkarmak, taç giydirmek

enthronement

tahta çıkarma, taç giydirme

enthuse

hayranlık göstermek, çok ilgi göstermek

enthusiasm

büyük ilgi, isteklilik, heves

enthusiast

şevkli kimse

enthusiastic

şevkli, istekli, coşkun, hararetli

enthusiastically

şevkle, gayretle

entice

ayartmak, kandırmak

enticement

1. ayartma, baştan çıkarma, kandırma, 2. cazibe, alım

enticing

1. ikna edici, kandırıcı, cazip, çekici, 2. ayartan

entire

bütün, tüm, tam

entirely

bütünüyle, tümüyle

entirety

bütünlük, tümlük, tüm, bütün

entitle

1.ad vermek, isimlendirmek, 2.yetki vermek, hak vermek

entitled to vote

oy kullanmaya yetkili

entitled

yetkili

entitlement

ad verme, yetki verme

entity

tek ve bağımsız varlık, mevcudiyet

entomb

mezara koymak, gömmek

entombment

mezara koyma, gömme

entomo-

(önek) böceklerle ilgili

entomological

böcekbilimsel, entomolojik

entomologist

entomolojist, böcekbilimci

entomology

entomology

böcekbilim, entomoloji

entourage

maiyet, önemli bir şahsın yanındaki/çevresindeki kimseler

entozoon

bağırsak kurdu

entracte

antrakt, perde arası

entrails

sakatat

entrain

trene bindirmek/binmek, arkadan çekmek

entrance door

giriş kapısı

entrance examination

giriş sınavı

entrance fee

giriş ücreti, duhuliye

entrance

1.giriş yeri, kapı, antre, 2.girme, giriş, 3.giriş hakkı, 4.kendinden geçirmek, büyülemek, esritmek

entrancement

1. mest olma, büyülenme, 2. hayranlık

entrancing

büyüleyici, mest edici

entrant

1.bir mesleğe giren, kabul edilen kişi, 2.yarışmacı

entrap

tuzağa düşürmek, yakalamak

entrapment

hile

entre nous

söz aramızda

entreat

yalvarmak, yakarmak, dilemek, rica etmek

entreaty

rica, yalvarış, dilek

entree

giriş, giriş hakkı

entrench

1. hendek kazmak, siper kazmak, 2. yerleştirmek

entrenched

yerleşik, köklü

entrepot

1. antrepo, depo, 2. ambar

entrepreneur

1.müteşebbis, girişimci, 2.müteahhit, üstenci

entrepreneurial

girişim ile ilgili

entresol

asma kat

entropy

entropi, dağıntı

entrust

emanet etmek, sorumluluğuna vermek

entry fee

kayıt ücreti

entry form

kayıt formu

entry inwards

entry inwards

gümrüğe giriş deklarasyonu

entry outwards

gümrük çıkış bildirisi

entry permit

giriş izni

entry price

giriş fiyatı

entry visa

giriş vizesi

entry

1.giriş, 2.yarışmacı (lar)

entryphone

diafon

entwine

birbirine geçirmek, sarmak, dolaştırmak

entwist

sarmak, dolaştırmak, bükmek, örmek

enucleate

içini kesmeden çıkarmak, nüvesini çıkarmak

enumerate

sıralamak, belirtmek, birer birer saymak

enumeration

sayma, sayım, liste

enumerator

nüfus sayım memuru

enunciate

1.telaffuz etmek, 2.düşünceleri açıkça belirtmek, kesinlikle ifade etmek

enunciation

1. sözceleme, 2. telaffuz, ihbar

envelop

sarmak, sarmalamak, örtmek, kapatmak, kaplamak

envelope

mektup zarfı, zarf

envelopment

1. sarma, gizleme, 2. kuşatma, çevirme

envenom

zehirlemek, kin aşılamak

enviable

imrenilecek, özenilecek, kıskanılacak, gıpta edilecek, başarılı

envier

gıpta eden kimse, kıskanç kimse

envious

kıskanç

environment policy

çevre politikası

environment

çevre, ortam

environmental conscious

çevre bilinci

environmental control

doğal çevreyi koruma

environmental development

çevre gelişmesi

environmental

environmental engineering

çevre mühendisliği

environmental health

çevre sağlığı

environmental law

çevre hukuku

environmental pollution çevre kirlenmesi environmental problem çevre sorunu environmental problems

çevre sorunları

environmental protection

çevre koruma

environmental science

çevre bilimi

environmental sciences çevre bilimleri environmental

çevresel

environmentalism

çevrecilik

environmentalist

çevreci

environs

1. civar, havali, dolay, 2. etraf

envisage

usunda canlandırmak, gözünün önüne getirmek, imgelemek

envision

düşünmek, gözünün önüne getirmek

envoy

1.delege, 2.elçi

envy

1.gıpta etmek, kıskanmak, imrenmek, 2.kıskançlık, çekememezlik

enwind

dolaşmak, -a sarılmak

enzymatic

enzimatik

enzyme

enzim

Eocene

eosen

eolithic

eolitik

eosin

eozin

eparchy

Yunanistan'da vilayet

epaulet

apolet

epaulette

apolet

epee

eskrimde kullanılan bir tür kılıç, epe

epenthesis

epenthesis

1. içtüreme, 2. ses türemesi

ephedrine

efedrin

ephemeral

kısa ömürlü, geçici

ephemeris

gök günlüğü

Ephesus

Efes

epi-

(önek) üstünde

epiblast

epiblast, dışderi

epiblastic

epiblastik, dışderisel

epic

1.epik, destansı, 2.epik, destan

epicardium

epikardiyum

epicarp

meyvenin dış kabuğu

epicedium

mersiye

epicene

her iki cinse ait, kadınımsı (erkek)

epicenter

dış merkez, deprem ortası, deprem özeği

epicentre

deprem merkezi

epicure

(yemek, içki, vb. den) anlayan, zevk sahibi kimse

epicureism

Epikürcülük

epicycle

dış çember

epicyclic gear

episiklik dişli, uydu dişli

epicyclic

dış çembere ait, episiklik

epicycloid

episikloit, dışçevrim eğrisi

epidemic contagious disease

salgın hastalık

epidemic

(hastalık) salgın

epidemiology

epidemioloji, salgın hastalıklar bilimi

epiderm

üstderi, epiderm

epidermal

üstderisel, epidermik

epidermic

üstderisel, epidermik

epidermis

üstderi, epiderm

epidiascope

epidiascope

epediyaskop

epidote

epidot

epidural

epidural

epigastric

üstkarın

epigastrium

üstkarın

epigeal

epije, toprak üzerinde yaşayan

epigenesis

epigenez

epigeous

epije, toprak üzerinde yaşayan

epiglottis

1. epiglot, gırtlak kapağı, 2. küçük dil

epigone

epigon

epigram

nükteli şiir/söz

epigrammatic

nükteli, hicveden

epigrammatist

vecize yazan kimse, nükteci

epigrammatize

hicvetmek

epigraph

epigraf, yazıt, kitabe

epigynous

epigin

epigyny

epigini

epilepsy

sara, tutarık, epilepsi

epileptic

saralı, tutarıklı

epilogue

1.son deyiş, 2.son bölüm, bitim, kapanış

epimer

epimer

epimorphosis

epimorfoz

epiphysis

kemik ucu

epiphyte

epifit, üstbitken

epiphytic

epifit, üstbitken

episcopacy

piskoposluk, piskoposlar

episcopal

1.piskoposlarla ilgili, 2.(kilise) piskoposlar tarafından yönetilen

episcope

episkop

episode

1.olay, serüven, 2.(roman, vb.) bölüm

episodical

episodical

ayrı ayrı bölümlerden oluşmuş

epispastic

1. kabarcık oluşturan, 2. yakı

epistaxis

burun kanaması

epistemology

epistomoloji, bilgi kuramı

epistle

önemli, ayrıntılı ve uzun mektup

epistolary

mektupla ilgili

epistyle

üst taban

epitaph

sin yazıtı, mezartaşı yazıtı, mezartaşı kitabesi

epitaxial

epitaksiyal

epitaxy

epitaksi

epithalamus

epitalamus

epithelial tissue

epitel doku

epithelial

epitel, epitelyuma ait

epithelium

epitelyum, kırtış

epithermal

epitermal

epithet

yakıştırma, sıfat, lakap

epitome

somut örnek, ideal

epitomize

somut örneği olmak

epoch

çağ, devir, çığır, dönem

epopee

destan şeklinde yazılmış şiir

epos

destan

epoxy resin

epoksi reçinesi

epoxy

epoksi

epsilon

Yunan alfabesinin beşinci harfi

Epsom salt

ingiliz tuzu, magnezyum sülfat

Epsom

Epsom

equability

1. düzgünlük, 2. yumuşaklık, ılımlılık

equable

değişmez, dengeli, sakin

equal opportunity

fırsat eşitliği

equal pay

equal pay

eşit ücret

equal sign

eşit işareti [ = ]

equal to

1. -e eşit, 2. -nin üstesinden gelebilen, 3. emsal

equal

1.eşit, eş, denk, 2.-e eşit olmak, 3.eş, akran

equality before the law kanun önünde eşitlik equality of rights

hakların eşitliği

equality of votes

oy eşitliği

equality

eşitlik

equalization pay

hayat pahalılığı ayarlaması

equalization

eşitleme, denkleştirme, tevzin

equalize

eşitlemek

equalizer

eşitleyici, ekolayzer

equally

eşit olarak, aynı derecede, eşit bir biçimde

equanimity

soğukkanlılık, temkin, sakinlik

equate

eşit yapmak, eşit saymak, eşitlemek, dengelemek, aynı kefeye koymak

equated

ortalama

equation of state

hal denklemi

equation of time

zaman denklemi

equation

denklem

equative

eşitlik derecesi

equator

ekvator, eşlek

equatorial plane

ekvator düzlemi, eşlek düzlemi

equatorial

ekvatoral, ekvatorla ilgili

equerry

ahır bakıcısı

equestrian

binicilikle ilgili, atlı, binici

equi-

(önek) eşit

equiangular

eşaçılı

equidistance

eş uzaklık

equidistant

ayni mesafede, eş uzaklıkta

equilateral triangle

equilateral triangle

eşkenar üçgen, eşkıyılı üçgen

equilateral

(üçgen) eşkenar

equilibrate

denge sağlamak, denk kılmak, denkleştirmek

equilibrating

dengeleyici, denkleştirici

equilibration

denge, denge kurma, dengeleme

equilibrist

ip cambazı

equilibrium condition

denge durumu

equilibrium constant

denge sabiti

equilibrium exchange rate

denge kuru

equilibrium of forces

kuvvetler dengesi

equilibrium point

denge noktası

equilibrium

denge

equine

atla ilgili, ata ilişkin

equinox

gün tün eşitliği, ekinoks, ılım

equip

donatmak, teçhiz etmek

equipage

1. donatı, teçhizat, levazım, 2. kumanya, azık

equipartition

eşdağılım, eşbölüşüm

equipment

donatma, donatım, donatı, teçhizat, gereç

equipoise

1. denge, 2. karşı ağırlık

equipollent

1. eşdeğerli, eş öğeli, 2. eşdeğerli, eş öğeli

equipotential

1. eşit potansiyelli, 2. gücü bir olan

equitable price

adil fiyat

equitable tax

adil vergi

equitable

adil, tarafsız

equitableness

insaf, adalet

equitably

1. adilane, adaletle, 2. insafla

equitation

binicilik

equities

hisse senedi

equity capital

equity capital

öz kaynak, öz sermaye

equity market

hisse senetleri piyasası

equity of a company

öz sermaye

equity of taxation

vergi adaleti

equity receiver

tasfiye memuru

equity

adalet, dürüstlük

equivalence value

emsal değeri

equivalence

1. denklik, eşdeğerlik, 2. tekabül

equivalent conductance eşdeğer iletkenlik equivalent resistance

eşdeğer direnç

equivalent

eşdeğer, denk, karşılık, eşit

equivocal

1.(sözcük) iki anlamlı, iki anlama gelebilen, lastikli, kaçamaklı, 2.(davranış, olay, vb.) gizemli, belirsiz, kuşkulu, şüpheli, karanlık

equivocalness

iki anlama gelme, belirsizlik

equivocate

iki anlama gelmek, kaçamak konuşmak

era

devir, çağ, zaman, dönem

eradiate

saçmak, yaymak

eradicable

kökünden sökülebilir

eradicate

yok etmek, kökünü kurutmak

eradication

kökünü kurutma, yok etme, sökme

eradicator

yok eden kişi

erasable storage

silinebilir bellek

erasable

silinebilir, silinir

erase

(yazı, vb.) silmek

eraser

silgi

erasion

1. silme, 2. hasta dokuları kazıma

erasure

1. silme, 2. silinti, kazıntı

erbium

erbiyum

ere long

yakında, çok geçmeden

ere now

bundan önce

ere

ere

(edat) önce, evvel

erect

1.dik, dimdik, 2.(penis, göğüs uçları) dik, 3.dikmek, 4.yapak, dikmek, inşa etmek

erectile

dikilebilir, dik durabilir

erecting shop

montaj atölyesi

erecting

1. kurma, tesis, montaj, 2. düzeltme

erection

1.yapma, kurma, dikme, inşa, 2.yapı, bina, 3.(penis) sertleşme, ereksiyon

erector

1. diken, kaldıran, 2. organı kaldıran kas

eremite

inzivaya çekilmiş kimse

erethism

anormal uyarma

erg

1. erg, 2. enerji birimi

ergo

bunun için, bundan dolayı, binaenaleyh

ergodic

ergodik

ergonometrics

ergonometrik

ergonomics

ergonomi, işbilim

ergosterol

ergosterol

ergot

çavdarmahmuzu

ergotoxine

ergotoksin

erica

bir tür funda

Erin

irlanda'nın eski ismi

eristic

ihtilaflı, münakaşalı

erlang

erlang

Erlenmeyer flask

erlenmayer, çalkar

ermine

ermin, as

erne

denizkartalı

erode

1.yemek, aşındırmak, yıpratmak, 2.aşınmak, yıpranmak

erodible soil

erozyona uygun toprak

erodible

aşınır, aşınabilir

erogenous

cinsel istek ile ilgili

erosion

aşınma, aşındırma, erozyon

erosive

erosive

aşındırıcı, kemirici

erotic

kösnül, erotik

erotica

erotik yazılar, resimler

eroticism

kösnüllük, erotizm

err

yanılmak, hata etmek, yanlış yapmak

errand

ayak işi

errand-boy

ayakçı, çırak, getir götür işlerine bakan çocuk

errant

yanlış, hatalı

errantry

serserilik, avarelik

errata

tertip hatası

erratic

hareketleri düzenli olmayan, değişen, kararsız, düzensiz

erring

yoldan sapmış, hata yapmış, günahkâr

erroneous

(ifade, görüş, inanç, vb.) yanlış, hatalı

erroneously

yanlışlıkla

error control

hata denetimi

error correction

hata düzeltme

error detection

hata bulma

error in calculation

hesap yanlışlığı

error limit

hata sınırı

error of addition

toplama hatası

error of law

hukuki hata

error of observation

gözlem hatası

error percentage

hata yüzdesi

error rate

hata oranı

error signal

hata sinyali

error

1.yanlışlık, yanlış, hata, 2.yanlış kanı, yanlış düşünce, görüş, vb.

ersatz

1. suni (şey), 2. aslının yerine geçen şey, 3. yapma

Erse

irlanda dili

erstwhile

1. sabık, eski, 2. eskiden, önceden

ertility

ertility

doğurganlık

erubescent

kızarmış

eructate

geğirmek, püskürmek

eructation

geğirme, püskürme

erudite

bilgili, engin bilgili

erupt

1.(yanardağ) patlamak, püskürmek, 2.patlak vermek, çıkmak, oluşmak

eruption

1.patlama, püskürme, 2.döküntü, isilik

eruptive rock

püskürük kayaç

eruptive

patlayan, püsküren

eryngo

deveelması

erysipelas

yılancık

erythema

kızartı, eritem

erythro-

(önek) kırmızı

erythrocyte

alyuvar, eritrosit

escalate

1.(savaşı) kışkırtmak, 2.(fiyat, ücret) yükselmek, artmak, çoğalmak

escalation price

fiyat yükselmesi

escalation

eskalasyon, artırma, artış, kızışma

escalator

yürüyen merdiven

escalope

şnitzel

escapade

çılgınlık, aptalca hareket

escape cock

emniyet musluğu

escape from reality

gerçeklerden kaçmak

escape notice

gözden kaçmak

escape one's lips

ağzından kaçmak

escape one's notice

gözünden kaçmak

escape pipe

1. çıkış borusu, 2. emniyet borusu

escape sb's notice

dikkatinden kaçmak

escape valve

emniyet valfı

escape

1.kaçmak, 2.atlatmak, yakayı kurtarmak, -den kurtulmak, kaçmak, 3.aklından/hatırından çıkmak, 4.kaçma, kaçış, firar, 5.kurtuluş, 6.(gaz, sıvı, vb.) sızma, sızıntı, kaçak

escaped

kaçkın

escapee

kaçan kimse, kaçak

escapement

saat maşası

escapism

gerçekten kaçış

escargot

Fransa'da yenilen salyangoz

escarp

1. hendeğin iç tarafı, eğik yüzey, 2. şevli yapmak

escarpment

dik kayalık

eschar

yara kabuğu

escheat

devlete kalmak

eschew

1. uzak durmak, sakınmak, 2. kaçınmak

escort

1.muhafız, maiyet, 2.kavalye, refakatçi, 3.refakat etmek, eşlik etmek

escritoire

çekmeceli yazı masası

esculent

yenilebilir

escutcheon

1. arma levhası, 2. gemi aynalığı, isim tabelası

esophagus

bkz. oesophagus

esoteric

(bilgi, ilgi, vb.) belirli bir kesime hitap eden

especial

özel, ayrı

especially

özellikle

espionage

casusluk

esplanade

(özellikle deniz kıyısında) gezinti yeri, kordon

espousal

1. bir düşünceyi destekleme, benimseme, 2. kabullenme

espouse

1. benimsemek, kabullenmek, 2. evlenmek

espresso

espresso kahve

esprit

neşe, ruh, can

espy

görmek, farketmek, gözüne ilişmek

esquire

bay, efendi

essay

deneme

essayist

deneme yazarı

essence

1.asıl, öz, esas, 2.esans

essential commodities

temel mallar

essential consumption goods

zaruri tüketim maddeleri

essential oil

1. uçucu bitki yağı, 2. esans, öz

essential part

esas bölüm

essential

1.gerekli, şart, 2.başlıca, esaslı, öz, temel, 3.esas, 4.ç. gerekli şeyler

essentially

1.esasen, aslında, gerçekte, 2.gerekli olarak, gerekerek

essive

1. durum belirten, 2. şart hali, koşul durumu

establish

1.kurmak, tesis etmek, 2.yerleştirmek, 3.kanıtlamak, doğruluğunu ortaya koymak, 4.tanıtmak, kabul ettirmek

established market

yerleşik piyasa

established

yerleşmiş, oturmuş

establishment charges

kuruluş giderleri

establishment costs

kuruluş giderleri

establishment

1.kuruluş, kurum, tesis, 2.kurma, tesis etme

estate agent

emlakçı, emlak simsarı, emlak komisyoncusu

estate car

pikap

estate duty

veraset vergisi, intikal vergisi

estate income

mülk geliri

estate tax

veraset vergisi, intikal vergisi

estate

1.arazi, mülk, emlak, 2.arsa, 3.ölen kimseden kalan mal varlığı

esteem

1.saygı, itibar, 2.saymak, saygı göstermek, değer vermek, takdir etmek, 3.saymak, düşünmek, gözüyle bakmak

ester

ester

esterase

esteraz

esterification

esterleşme

esthesiometer

duyumölçer

esthetics

estetik ilmi

estimable

saygıdeğer

estimate of income

gelir tahmini

estimate of risk

hasar tespiti

estimate the value of

estimate the value of

paha biçmek

estimate

1.değer biçmek, değerlendirmek, 2.tahmin etmek, 3.hesaplamak, 4.hesap, tahmin, takdir, düşünce, 5.teklif, işi kabul etme

estimated charges

tahmini giderler

estimated cost

tahmini maliyet

estimated life

tahmini ömür

estimated value

keşif bedeli

estimated weight

tahmini ağırlık

estimated

tahmini

estimating

tahmin etme

estimation

kanı, düşünce, yargı, takdir

estimator

tahmin edici, kestirici, tahminci

estival

yazın çıkan

estop

durdurmak, önlemek

estrange

soğutmak, aralarını bozmak, uzaklaştırmak, yabancılaştırmak

estrangement

1. yabancılaştırma, soğutma, 2. yabancılaşma

estrogen

estrojen

estuary

haliç

esurient

obur, açgözlü, tamahkâr

et cetera

ve saire, ve benzeri

eta

eta

etalon

etalon

etamine

etamin

etc.

vs., vb., vesaire

etch

asitle maden üzerine resim oymak, hakketmek

etching

1. oyma, 2. ofort, ıslak kazı

eternal life

ebedi hayat

eternal

sonsuz, hiç bitmeyen, öncesiz sonrasız, ebedi

eternalize

ebedi kılmak, ebedileştirmek

eternally

1. ebediyen, daima, 2. ilelebet

eternity

eternity

sonsuzluk

eternize

sonsuzluğa kavuşturmak

etesian wind

meltem, imbat

etesian

devirli, mevsime göre, yıllık

ethanal

etanal

ethane

etan

ethanol

etanol

ethene

eten

ether

eter

ethereal

dünyevi olmayan, uçuk

etherify

eterleştirmek

etherize

eterle uyutmak

ethic

ahlak sistemi

ethical

1.ahlaki, törel, 2.(davranış, vb.) ahlaklı

ethicist

ahlakbilimci

ethics

1.törebilim, etik, ahlak bilimi, 2.aktöre, ahlak, ahlak kuralları

Ethiopia

Habeşistan

ethnarch

kabile reisi, başkan, vali

ethnic

budunsal, etnik

ethnical

etnik

ethnographer

etnograf, budunbetimci

ethnographic

etnografya ile ilgili

ethnography

etnografya, budunbetim

ethnolinguistics

budundilbilim

ethnological

etnolojik, budunbilimsel

ethnologist

etnolog, budunbilimci

ethnology

budunbilim, etnoloji

ethos

bir kavmin özellikleri

ethoxyl

etoksil

ethoxylation

ethoxylation

etoksilasyon

ethyl acetate

etil asetat

ethyl alcohol

etil alkol

ethyl cellulose

etil selüloz

ethyl oxide

etil oksit

ethyl

etil

ethylene

etilen

ethyne

etin

etiquette

görgü kuralları

Eton jacket

kısa kadın ceketi

etude

etüd, tetkik

etymological

etimolojik, kelimelere ait

etymology

kökenbilim, etimoloji

etymon

köken, etimolojik kök

eu-

(önek) iyi

eucalyptus

okaliptüs, sıtmaağacı

eucaryotic

ökaryotik

Eucharist

1.İsa'nın son akşam yemeği üzerine düzenlenen tören, 2.bu törende yenilen ekmek ve içilen şarap

Euclid

1. Öklit, 2. Öklit geometrisi

eudiometer

gaz ölçme aygıtı, gazölçer

eugenics

soyarıtımı

eugenol

öjenol

euglena

öglena

eulogist

kaside yazarı, övgü yazan

eulogize

övmek, methetmek

eulogy

övgü, methiye

eunuch

hadım, haremağası

eupepsia

iyi hazmetme

eupeptic

kolay hazmettiren, kolay hazmedilir

euphemism

euphemism

sert sözcüklerin yerine daha yumuşaklarını kullanma sanatı, örtmece

euphonic

ahenkli ses veren

euphony

1. akışma, 2. ses ahengi

euphorbia

sütleğen

euphoria

mutluluk ve neşe, coşku

euphrasy

gözlük otu

Euphrates

Fırat nehri

euphuism

dilde aşırı yapmacık, dolambaçlı deyim

Eurobank

Eurobank

Eurobond

Eurotahvil

Eurocheque

Euroçek

Eurocredit

Eurokredi

Eurocurrency

Avrupa parası, Europara

Eurodollar

Eurodolar

Euromarket

Europazar, Avrupa piyasası

Europe

Avrupa

European Broadcasting Avrupa Yayın Birliği Union European Coal and Steel Community

Avrupa Kömür Çelik Topluluğu

European Community Avrupa Topluluğu European Company

Avrupa Anonim ?irketi

European Conservative Avrupa Muhafazakâr Grup Group European Council

Avrupa Topluluğu Konseyi

European Court of Human Rights

Avrupa insan Hakları Mahkemesi

European currency unit

Avrupa para birimi

European Development

Avrupa Kalkınma Fonu

Fund

Avrupa Kalkınma Fonu

European Economic Community

1. Avrupa Ekonomik Topluluğu, 2. Avrupa ekonomik topluluğu

European fund

Avrupa fonu

European Investment Bank

Avrupa Yatırım Bankası

European Monetary Union

Avrupa Para Birliği

European Parliament

Avrupa Parlamentosu

European plan

otelde oda ve kahvaltı parasını beraber ödeme sist

European Trade Unions Confederation

Avrupa işçi Sendikaları Konfederasyonu

European Union

Avrupa Birliği

European

Avrupalı, Avrupa ile ilgili, Avrupa ...

europium

öropiyum

Eurosterling

Eurosterlin

eurythmy

ritmik hareket veya düzen

Eustachian tube

östaki borusu

eustatic

östatik

eutectic point

ötektik nokta, birerim nokta

eutectic

ötektik

eutectoid

ötektik karışım

euthanasia

acısız ölüm

eutrophication

sudaki azot ve fosfatın artması

Euxine Sea

Karadeniz

evacuant

müshil

evacuate

1.(bir yerden insanları) boşaltmak, tahliye etmek, 2.tehlikeden uzaklaştırmak

evacuation

1. boşaltma, tahliye, 2. dışkı

evacuee

bir yerden tahliye edilen kimse

evade

1.-den kaçmak, kaytarmak, yan çizmek, savmak, 2.-den kaçmak, sıvışmak

evader

evader

vergiden kaçınan

evaginate

ters çevirmek

evaluate

değer biçmek, değerlendirmek

evaluation

değerlendirme, değerleme, değer biçme

evanesce

yok olmak, silinmek

evanescence

gözden kaybolma, yok olma

evanescent

1. gözden kaybolan, 2. fani

evangel

incil'in getirdiği haber, iyi haber, müjde

evangelical

İncil ya da İsa'nın öğretisi ile ilgili, protestan

evangelist

İncil yazarı, evan

evangelization

incil'i öğretme, incil'i öğrenme

evangelize

Hıristiyan olmayanlara incil'i öğretmek

evaporate

1.buharlaşmak, 2.buharlaştırmak, 3.uçup gitmek, yok olmak

evaporation point

buharlaşma noktası

evaporation

1. buharlaşma, buharlaştırma, 2. buhar, buğu

evaporator

buharlaştırıcı, buharlaştırma aygıtı

evaporimeter

evaporimetre, atmometre

evaporite

evaporit, tuz kayaçları

evasion of tax

vergi kaçırma

evasion

1.kaçma, kurtulma, atlatma, yakasını kurtarma, 2.yan çizme, kaçınma, kaytarma, kaçamak

evasive answer

kaçamak yanıt

evasive response

kaçamak yanıt

evasive

kaçamaklı, baştansavma

evasively

kaçamak olarak

evasiveness

kaçamak

eve

arife, öngün

evection

aytedirginliği

even if

-se bile, -e rağmen, öyle olsa da, -e karşın

even now

öyle olduğu halde, yine de

even number

even number

çift rakam, çift sayı

even out

1. denklemek, eşitlemek, 2. eşitlenmek

even so

öyle olsa da

even though

-se bile, -e rağmen, öyle olsa da, -e karşın

even up

eşitlemek

even

1.düz, düzgün, engebesiz, yatay, pürüzsüz, 2.eşit, aynı, 3.(sayı) çift, 4.bile, 5.hatta, neredeyse, 6.da, daha da, bile

evenhanded

yansız, tarafsız

evening dress

1. gece elbisesi, tuvalet, 2. balo elbisesi

evening primrose

eşekotu

evening

akşam

evening-star

Akşamyıldızı, Çulpan

evenly

düz bir durumda, eşit olarak, tarafsızca

evenness

1. düz oluş, düzlük, 2. eşitlik, 3. tarafsızlık

evensong

akşam duası

event

1.olay, 2.sonuç, 3.karşılaşma

eventful

olaylı

eventide

akşam

eventual

sonuç olarak, sonunda olan

eventuality

olasılık, ihtimal, olası sonuç

eventually

sonunda, en sonunda, sonuç olarak, neticede

eventuate

1. sonuçlanmak, 2. meydana gelmek, 3. çıkmak

ever since

o zamandan beri

ever so

çok

ever

1.herhangi bir zamanda, 2.hiç, hayatında, şu ana kadar, 3.şimdiye kadar, hayatında, 4.hep

evergreen

(ağaç) yaprak dökmeyen

everlasting

1.ölümsüz, sonsuz, daima, ebedi, 2.hiç bitmeyen, ardı arkası kesilmeyen, sonu gelmeyen, sürekli

evermore

her zaman, sonsuza kadar, ebediyen

eversion

tersine döndürme

evert

tersine döndürmek, içini dışına çevirmek

every bit as much

every bit as much

tam onun kadar

every day

her gün

every few days

birkaç günde bir

every inch

tepeden tırnağa

every mother's son

herkes

every now and again

ara sıra, bazen, arada bir

every now and then

ara sıra

every one

her biri

every other day

günaşırı

every so often

bazen, ara sıra

every time

her zaman

every week

her hafta

every

her, her bir

everybody

herkes

everyday

her günkü, günlük

everyman

halktan biri, herhangi bir kimse

everyone

herkes

everything

her şey

everywhere

her yerde, her yere

evict

tahliye ettirmek

eviction order

tahliye emri

eviction

çıkarma, tahliye ettirme

evidence of opinion

ekspertiz

evidence

1.kanıt, delil, 2.tanıklık, ifade

evident

besbelli, açık, ortada, aşikâr

evidently

1. açıkça, besbelli, 2. anlaşılan

evil eye

1. kem göz, 2. nazar

evil fate

karayazı

evil

1.fena, kötü, kem, 2.zararlı, kötü, 3.uğursuz, aksi, 4.fenalık, kötülük, 5.zarar, 6.kaza, bela, felaket

evil-minded

evil-minded

kötü niyetli

evildoer

kötü, muzır kimse, şeytan

evince

göstermek, açığa vurmak, belli etmek, açıkça göstermek

eviscerate

bağırsaklarını boşaltmak, içini boşaltmak

evisceration

bağırsaklarını çıkarma

evocation

1. ruh çağırma, 2. akla getirme, 3. zihinde uyandırma

evocative

(anıları, vb.) uyandıran, anımsatan

evoke

anımsatmak, aklına getirmek, uyandırmak

evolute

1. evolüt, eğeç, 2. merkez eğrisi

evolution

1.evrim, 2.değişim, gelişme, gelişim

evolutionary

evrimsel

evolutionism

evrim teorisi

evolutionist

evrimci

evolutive

evrimsel

evolve

gelişmek, değişmek, evrim geçirmek

evolvement

gelişim, evrim

evulsion

söküp çıkarma, kökünden sökme

ewe

dişi koyun

ewer

ibrik

ex dividend

kâr hissesi olmadan, temettüsüz

ex factory

fabrika teslim fiyatı

ex works

fabrika teslim fiyatı

ex

1. -de teslim, 2. -den dışarı , 3. -siz, -sız

ex-

(önek) -den dışarı, -den fazla, tamamen, -sız

exacerbate

(acı, hastalık, vb.) şiddetlendirmek, kötüleştirmek, ağırlaştırmak

exacerbation

şiddetlenme, kötüleşme, şiddetlendirme, hiddet

exact customer

titiz müşteri

exact

1.istemek ve zorla almak, tehditle almak, zorla elde etmek, 2.tam, kesin, doğru, kati, 3.titiz, dikkatli

exacting

çok emek ve sabır isteyen, güç, yorucu

exaction

exaction

1. talep etme, ısrarla isteme, 2. zorla alma

exactitude

tam ve doğru olma, her işi yolunda, kusursuzluk

exactly

1.tam, tamamen, tam anlamıyla, tam olarak, 2.aynen

exactness

doğruluk, kesinlik

exactor

vergi tahsildarı

exaggerate

abartmak, şişirmek

exaggerated

1. abartılı, mübalağalı, 2. fahiş, 3. şişirilmiş

exaggeration

abartma, büyütme, abartı, şişirme

exalt

1.övmek, göklere çıkarmak, 2.yükseltmek, yüksek bir konuma, rütbeye, vb. getirmek, yüceltmek

exaltation

büyük sevinç ya da heyecan, coşkunluk, vecit

exalted

1.(rütbe, mevki, vb.) yüksek, 2.yüce

exam

sınav, imtihan

examination fees

sınav harcı

examination paper

imtihan kâğıdı

examination schedule

sınav programı

examination

1.sınav, 2.yoklama, muayene

examine

1.incelemek, gözden geçirmek, yoklamak, muayene etmek, 2.sınamak, sınavdan geçirmek

examinee

imtihana giren kimse

examiner

müfettiş, mümeyyiz

examining magistrate

sorgu hâkimi

example

örnek

exanthema

eksantem

exasperate

kızdırmak, canını sıkmak, deli etmek, öfkelendirmek

exasperated

1. öfkeli, kızgın, 2. darılmış

exasperation

dargınlık, hiddet

excavate

kazmak, (çukur) açmak

excavation work

kazı çalışmaları

excavation

kazı, hafriyat

excavator

kazı makinesi

exceed

exceed

aşmak, geçmek

exceeding

olağanüstü

exceedingly

çok, müthiş, fazlasıyla

excel

çok iyi olmak, üstün olmak, geçmek

excellence

üstünlük, mükemmellik

Excellency

ekselans

excellent

çok iyi, üstün, mükemmel, kusursuz

excelsior

1. ambalaj talaşı, 2. ince yonga

except for

-den başka

except

1.ayırmak, saymamak, ayrı tutmak, hariç tutmak, 2.hariç, -den başka, dışında

excepted

hariç

excepting

ed. hariç

exception

1.istisna etme, hariç tutma, dışta bırakma, 2.ender durum, istisna

exceptionable

itiraz olunabilir

exceptional circumstances

istisnai durumlar

exceptional

olağanüstü, istisnai

exceptionally

1. istisna olarak, 2. olağanüstü, fevkalade

excerpt

alıntı

excess baggage

fazla bagaj

excess capacity

aşırı kapasite

excess cost

ek ödeme, ek fiyat

excess demand

aşırı talep, fazla talep

excess fare

1. mevki farkı, 2. bilet ücret farkı

excess load

aşırı yük, fazla yük

excess luggage

fazla bagaj

excess of expenditure

masraf fazlalığı

excess of exports

ihraç fazlası mal

excess of power

yetkiyi aşma

excess profit

excess profit

aşırı kâr

excess profits tax

fazla kazanç vergisi

excess supply

arz fazlası

excess work

fazla iş

excess

1.aşırı, fazla, katma, ek, 2.aşırılık, fazlalık, ölçüsüzlük, 3.çok fazla, çok, haddinden fazla, ölçüsüz, aşırı

excessive speed

aşırı hız

excessive

aşırı, çok fazla, haddinden fazla

excessively

aşırı olarak

exchange broker

1. borsacı, 2. sarraf

exchange buffering

değiş tokuş tamponu

exchange check

kasa çeki

exchange current

cari döviz kuru

exchange letters

mektuplaşmak

exchange of goods

takas

exchange of information

bilgi alışverişi

exchange of the day

günlük kur

exchange office

kambiyo bürosu, kambiyo gişesi

exchange profit

kambiyo kârı

exchange rate adjustments

döviz kuru ayarlamaları

exchange rate

döviz kuru, kambiyo kuru, kambiyo rayici

exchange ratio

değişim oranı

exchange risk

kur riski

exchange transaction

kambiyo işlemi

exchange words or blows

atışmak, vuruşmak

exchange

1.karşılıklı değişmek, değiş tokuş etmek, 2.değiştirme, değiş tokuş, 3.borsa, 4.kambiyo, 5.(telefon) merkez, santral

exchangeable

1. değiştirilebilir, 2. iade edilebilir

exchanger

döviz ticareti yapan kişi

exchequer bill

devlet hazine bonosu

exchequer bond

devlet hazine bonosu

exchequer

1.hazine, devlet hazinesi, 2.Maliye Bakanlığı

excisable

vergiye tabi

excise duty

özel tüketim vergisi

excise tax

tüketim vergisi

excise

1.bir ülkede üretilen ve kullanılan kimi mallardan alınan vergi, 2.kesmek, kesip çıkarmak, keserek almak

excitability

1. telaşlanma, 2. kolay heyecana kapılma

excitable

kolay heyecanlanır

excitant

1. tahrik edici, 2. uyarıcı şey

excitation

1. uyarma, uyarım, 2. tembih

excite

1.heyecanlandırmak, 2.yol açmak, uyandırmak, tahrik etmek, 3.-e neden olmak, çıkarmak

excited

heyecanlı, heyecanlanmış

excitement

1.heyecan, 2.heyecan verici olay

exciter

uyarıcı

exciting

heyecanlandırıcı, heyecan verici, heyecanlı

exciton

ekskiton, uyarcık

exclaim

bağırmak, haykırmak, çığlık koparmak

exclamation mark

ünlem işareti

exclamation

1.ünlem, 2.bağırış, haykırış

exclamatory sentence

ünlem tümcesi

exclamatory

1. ünlem belirten, 2. gürültülü

excluding

1.kabul etmemek, içeri sokmamak, uzak tutmak, 2.saymamak, istisna etmek, dışlamak, hesaba katmamak, 3.dışarı atmak, çıkarmak, kovmak, 4.(olasılık, neden, vb.) kafasından atmak, düşünmemek, kafasından çıkarmak hariç, -den başka, -in dışında

exclusion

1.çıkarma, çıkarılma, 2.hariç tutma, dışlama

exclusive agent

tek yetkili temsilci

exclusive of

1. hariç, dışında, 2. müstesna

exclusive

1.herkese açık olmayan, lüks, pahalı, 2.paylaşılmayan, özel, kişiye ait, 3.özel haber, yalnızca bir tek gazetede yayınlanan haber

exclusively

sadece, yalnız

exclude

excogitate

düşünüp bulmak

excommunicate

aforoz etmek

excommunication

aforoz

excoriate

derisini sıyırmak, kabuğunu soymak

excoriation

deriyi sıyırma

excrement

dışkı

excrescence

1. ur, şiş, 2. fazlalık, 3. normal dışı çoğalma

excrescent

1. yumru gibi, 2. gereksiz

excreta

dışkı, sidik, ter

excrete

(dışkı, sidik, ter) vücuttan çıkarmak

excretion organ

boşaltım organı

excretion

1. boşaltım, 2. salgı, 3. ifrazat, dışkı

excretive

1. salgı çıkaran, 2. ifraz eden

excretory organ

boşaltım organı

excretory system

boşaltım sistemi

excretory tube

boşaltım borusu

excretory

1. salgı çıkaran, 2. boşaltım

excruciate

ıstırap vermek, işkence etmek, acıtmak

excruciating

(ağrı, acı) çok kötü, şiddetli

excruciation

ıstırap, işkence

exculpate

1. temize çıkarmak, aklamak, 2. suçsuz çıkarmak

exculpation

aklama, beraat

excurrent pore

çıkış aralığı

excurrent

dışarı akan

excursion ship

gezinti gemisi

excursion ticket

seyahat bileti

excursion train

gezinti treni

excursion

kısa gezi, gezinti

excursive

1. dolaşan, 2. gelişigüzel, 3. kararsız

excursus

arasöz, konu dışına çıkma

excusable

bağışlanabilir, affedilebilir

Excuse me

affedersiniz, özür dilerim

excuse

1.bağışlamak, mazur görmek, kusuruna bakmamak, 2.haklı çıkarmak, mazur göstermek, 3.izin vermek, muaf tutmak, 4.özür, mazeret, 5.bahane

exdirectory number

rehberde olmayan numara

execrable

çok kötü, berbat, iğrenç

execrate

1. nefret etmek, iğrenmek, 2. lanet etmek

execration

1. nefret, 2. tiksinme, 3. lanet

executant

icra eden kimse, konser veren kimse

execute

1.idam etmek, 2.yürütmek, uygulamak, gerçekleştirmek, icra etmek, 3.çalmak, icra etmek

execution of sentence

cezanın infazı

execution

1.yapma, yürütme, uygulama, ifa, icra, 2.idam, infaz

executioner

cellat

executive board chairman

yönetim kurulu başkanı

executive board

yönetim kurulu

executive expense

yönetim gideri

executive power

1. icra kuvveti, 2. yürütme yetkisi

executive secretary

yönetici sekreter

executive

1.yürütücü, yürütmeye ilişkin, icrai, yetki sahibi, 2.yönetici, idareci

executor

vasiyet hükümlerini yerine getiren kimse

executory

müeccel, henüz ifa edilmemiş

exedra

eksedra, ekoylum

exegesis

kutsal kitap yorumu

exegete

yorumlayan kimse, tefsir eden kimse

exemplar

1. simge, sembol, 2. kopya, 3. örnek, model

exemplary

1.örnek olarak gösterilmeye uygun, örnek gösterilen, örnek, 2.ibret verici, ibret vermek için yapılan

exemplification

1. örnek, misal, 2. sembol, timsal

exemplify

1.-in örneği olmak, 2.örneklerle açıklamak, göstermek

exempt from duty

gümrükten muaf

exempt from tax

vergiden muaf

exempt

1.bağışık, muaf, hariç tutulmuş, 2.muaf tutmak, hariç tutmak

exemption from duty

gümrük muafiyeti

exemption from tax

vergi muafiyati

exemption

muafiyet, bağışıklık

exequateur

konsolos beratı

exequy

cenaze alayı

exercise power

yetki kullanmak

exercise

1.antreman, idman, egzersiz, 2.talim, tatbikat, 3.alıştırma, egzersiz, 4.egzersiz/alıştırma yapmak, 5.egzersiz yaptırmak, 6.uygulamak, 7.kullanmak

exercised

kızgın

exert oneself

1. kendini zorlamak, 2. çabalamak, uğraşmak

exert pressure

basınç uygulamak

exert

(çaba, gayret, güç, vb.) sarfetmek, kullanmak

exertion

çaba, gayret, efor, güç harcama

exfoliate

pul pul dökülmek

exfoliation

pul pul dökülme

exhalation

1. soluk alıp verme, 2. nefes, soluk

exhale

1.(soluk) dışarı vermek, 2.(koku, gaz, vb.) çıkarmak, yaymak

exhaust fan

aspiratör

exhaust gas

egzoz gazı

exhaust muffler

egzoz susturucusu

exhaust pipe

egzoz borusu

exhaust silencer

egzoz susturucusu

exhaust strainer

egzoz filtresi

exhaust

1.çok yormak, yorgunluktan tüketmek, 2.tüketmek, bitirmek, 3.egzoz

exhausted

çok yorgun, bitkin

exhauster

aspiratör

exhaustible

tükenir, biter

exhausting

yorucu

exhaustion

yorgunluk, bitkinlik, tükenmişlik

exhaustive

ayrıntılı, etraflı, enine boyuna, eksiksiz

exhibit

1.göstermek, ortaya koymak, 2.sergilemek, teşhir etmek, 3.sergilenen şey, 4.sergi, sergileme

exhibition

1.sergi, 2.sergileme, gösterme, ortaya koyma

exhibitionism

teşhircilik, göstermecilik

exhibitionist

teşhirci, göstermeci

exhibitor

sergici

exhilarate

keyif vermek, neşelendirmek, canlandırmak, keyiflendirmek

exhilarated

neşeli, coşkulu

exhilaration

canlılık

exhort

hareretle öğütlemek, teşvik etmek

exhortate

teşvik etmek

exhortation

1. teşvik, 2. nasihat

exhumation

mezardan çıkarma

exhume

(ölüyü) mezardan çıkarmak

exigency

1. gereklilik, mecburiyet, 2. ihtiyaç, gereksinim

exigent

1. acil, ivedi, 2. zorlayıcı

exigible

istenilir, talep edilir

exiguity

azlık, kıtlık

exiguous

1. az, küçük, 2. ufak, cüzi

exile

1.yurdundan sürülme, sürgün, 2.sürülen kişi, sürgün, 3.sürgüne göndermek, sürgün etmek, sürmek

exist

1.var olmak, mevcut olmak, olmak, bulunmak, yaşamak, 2.yaşamak, yaşamını (güç koşullar altında) sürdürmek, hayatta kalmak

existence

1.varlık, var oluş, mevcudiyet, 2.yaşam, hayat, durmuş, 3.yaşam biçimi, yaşayış biçimi, ömür

existential

1.varlıkla ilgili, varoluşa değin, 2.varoluşçulukla ilgili

existentialism

varoluşçuluk

existing

var olan, mevcut

exit permit

çıkış izni

exit visa

çıkış vizesi

exit

1.çıkma, çıkış, 2.çıkış yeri, çıkış, 3.çıkmak, çıkıp gitmek

exo-

(önek) dış, harici

exocarp

meyvenin dış kabuğu

exocrine gland

eksokrin bezi

exocrine

eksokrin

exocytosis

eksositoz

exodermis

dışderi

exodus of capital

sermayenin kaçışı

exodus

1.toplu yola çıkma, akın, 2.göç

exogamic

egzogamik, dışevlilikle ilgili

exogamy

1. egzogami, dışevlilik, 2. dışarıdan evlenme

exogen

1. eksojen, 2. dıştan büyüyen bitki

exogenous

dış, hariç

exogenously

dışsal olarak

exonerate

suçsuz çıkarmak, beraat ettirmek, aklamak

exoneration

aklama, temize çıkarma

exorbitance

1. aşırılık, fahişlik, 2. fazlalık, haddini aşma

exorbitant price

fahiş fiyat

exorbitant

(talep, maliyet, fiyat, vb.) çok fazla, aşırı, fahiş

exorbitantly

aşırı olarak, had derecede

exorcism

(cinleri) dualarla defetme

exorcist

kötü ruhları kovan kimse

exorcize

dua ya da büyü ile şeytan kovmak, kötü ruhları kovmak

exordium

1. giriş, önsöz, 2. başlangıç

exoskeleton

1. hayvanın dış kabuğu, 2. dış iskelet

exosmosis

1. eksosmoz, 2. geçişme, osmoz

exospore

eksospor

exosporous

eksosporlu

exostosis

1. eksostoz, 2. kemik şişi

exoteric

exoteric

harici, kolay anlaşılır

exoterical

umumi

exothermic

ısıveren, ısısalan, eksotermik

exotic

1.egzotik, yabancıl, 2.ilginç, çekici

exotoxin

eksotoksin

expand on

uzatmak

expand

1.genişlemek, büyümek, 2.genişletmek, büyütmek, 3.(on ile) uzatmak

expandability

büyürlük, genişletilebilirlik

expander

açıcı, genişletici

expanding

genişleyen, büyüyen

expanse

geniş alan

expansibility

genleşebilme, genişleyebilme

expansion ratio

genleşme oranı

expansion

genişleme, genleşme, büyüme, yayılma

expansionary

genişlemeci

expansionism

ekspansiyonizm

expansionist

yayılma politikası yanlısı

expansive

1.geniş, büyük, 2.(insan) içten, arkadaşça, açık yürekli

expansiveness

1. genişleme, yayılma, 2. açıksözlülük

exparte

1. tek taraflı, 2. tek taraflı

expatiate

etraflıca yazmak veya söylemek

expatriate

(kendi yurdundan ayrılıp) yabancı bir ülkede yaşayan kimse

expect

1.(olmasını/ gelmesini) beklemek, 2.ummak, beklemek, 3.sanmak

expectanct

bekleyen

expectancy

ümit, beklenti

expectant mother

hamile kadın

expectant

1.bekleyen, uman, 2.umutlu

expectation of life

ortalama ömür

expectation

1.bekleme, umut, 2.beklenti

expected life

expected life

beklenen ömür, tahmini ömür

expected profit

beklenen kâr, tahmini kâr

expected return

beklenen verim

expected

beklenilen

expectorant

balgam söktürücü ilaç

expectorate

1. öksürerek çıkarmak, 2. balgam çıkarmak, tükürmek

expectoration

1. balgam, 2. tükürme

expediency

1.yararlılık, yarar, uygunluk, 2.çıkar, menfaat

expedient

1.uygun, yerinde, yararlı, 2.umar, çare, yol, önlem

expedite

çabuklaştırmak, kolaylaştırmak, hızlandırmak

expedition

yolculuk, sefer

expeditionary

seferberlikle ilgili

expeditious

1. süratli, hızlı, 2. işbilir, çabuk

expel

1.çıkarmak, dışarı atmak, 2.kovmak, atmak

expeller

ekspeller, sürekli cendere

expend

tüketmek, harcamak, sarfetmek

expendable

harcanılabilen, feda edilebilen

expenditure tax

gider vergisi

expenditure

gider, masraf, harcama

expense account

gider hesabı, masraf hesabı

expense control

masraf kontrolü

expense no object

masrafın önemi yok

expense

harcama, gider, masraf

expenses of conveyance nakliye masrafları expenses of operating

işletme masrafları

expenses of treatment

tedavi masrafları

expensive

pahalı, masraflı

experience

1.deneyim, tecrübe, 2.başa gelen şey, serüven, olay, yaşantı, 3.görmek, görüp geçirmek, çekmek, yaşamak

experienced

deneyimli, tecrübeli

experiment

experiment

1.deney, 2.deney yapmak

experimental animal

denek

experimental chemistry deneysel kimya experimental lab

araştırma laboratuvarı

experimental laboratory

araştırma laboratuvarı

experimental physics

deneysel fizik

experimental research

deneysel araştırma

experimental

deneysel

experimentalism

deneyselcilik

experimentalist

deneyselci

experimentation

1. deneyim, tecrübe, 2. deney yapma

experimenter

araştırıcı, deneyci

expert advice

ekspertiz

expert inquiry

bilirkişi soruşturması

expert report

uzman raporu

expert

uzman, bilirkişi, eksper

expert's report

bilirkişi raporu

expertise

1.uzmanlık, 2.bilirkişi raporu

expertness

ustalık, uzmanlık

expiate

cezasını çekmek

expiation

kefaret

expiatory

kefaret türünden

expiration date

vade tarihi

expiration

1.sona erme, bitiş, süre sonu, son, 2.soluk verme

expiratory

nefes vermekle ilgili

expire

1.ölmek, 2.süresi dolmak, sona ermek

expired bill

vadesi geçmiş senet

expired

süresi dolmuş

expiry

expiry

vade bitimi, son, bitim

explain away

sözü çevirmek

explain oneself

meramını anlatmak

explain

açıklamak

explainable

açıklanabilir, izahı mümkün

explanation

açıklama

explanatory

açıklayıcı

explant

eksplant

expletive

kızınca söylenen, çoğu zaman anlamsız sözcük

explicable

açıklanabilir

explicate

yorumlamak, anlatmak

explication

1. açıklama, izah, 2. yorum

explicative

açıklayıcı, izah edici

explicit

açık, apaçık, net, belirgin

explicitly

açıkça, kesin olarak

explode

1.patlamak, 2.patlatmak

exploit

1.olağanüstü başarı, serüven, kahramanlık, yüreklilik, 2.işletmek, 3.kendi çıkarı için kullanmak, istismar etmek, sömürmek

exploitation

1. kullanma, faydalanma, 2. sömürme, istismar

exploiter

1. kullanan, işleten, 2. sömürücü

exploration

araştırma, keşif

exploratory

1. keşif türünden, 2. araştırmayla ilgili

explore every avenue

her yola başvurmak

explore

1.keşfe çıkmak, inceleme gezisi yapmak, 2.dikkatle incelemek, araştırmak

explorer

kaşif

explosion chamber

patlama odası

explosion

patlama

explosive goods

patlayıcı maddeler

explosive substance

patlayıcı madde

explosive

patlayıcı

exponent

exponent

1.(görüş, inanç) taraftar, savunucu, yandaş, 2.üs

exponential

üsse ait

exponentiate

üs almak

export association

ihracat birliği

export commodity

ihracat maddeleri

export credit

ihracat kredisi

export declaration

ihracat beyannamesi

export deficit

ihracat açığı

export department

ihracat bölümü

export duties

ihracat vergisi

export duty

ihracat vergisi, ihraç resmi

export embargo

ihracat ambargosu

export goods

ihraç malları

export licence

ihraç lisansı, ihracat izni

export license

1. ihracat ruhsatı, 2. ihracat lisansı

export list

ihraç listesi

export manager

ihracat müdürü

export of merchandise mal ihracı export operations

ihracat işlemleri

export prohibition

ihracat yasağı

export share

ihracat payı

export surplus

ihracat fazlası, ihraç fazlası

export tax

ihracat vergisi

export

1.ihracat yapmak, dışsatım yapmak, 2.ihraç etmek, dışarıya vermek, 3.dışsatım, ihracat, ihraç, 4.ihraç malı

exportable

ihraç edilebilir

exportation

dışsatım, ihracat

exporter

dışsatımcı kişi ya da ülke, ihracatçı

exporter's certificate

ihracatçı belgesi

exporting country

ihraç eden ülke, ihracatçı ülke

exporting

exporting

1. ihraç etme, 2. ihraç eden

exports and imports

ihracat ve ithalat

exports

dışsatım, ihracat

expose

1.açmak, korunmasız bırakmak, 2.ifşa etmek, açığa vurmak, meydana çıkarmak, 3.(film) ışığa tutmak, 4.ifşa, teşhir, kamuya açıklama

exposed

1. korunmasız, 2. maruz, açık, 3. meydanda, muhafazasız

exposition

1.açıklama, izahat, 2.uluslararası sergi

expositor

yorumcu, açıklayan kimse

expository

yorumlayan, açıklayan

expostulate with

dostça tenkit etmek, uyarmak, ikaz etmek

expostulate

protesto etmek, itiraz etmek

expostulation

dosça tenkit, uyarma

exposure meter

pozometre, ışıkölçer

exposure time

pozlandırma süresi, ışıklama süresi

exposure

1.korunmasızlık, 2.ortaya çıkarma, ifşa, 3.poz, kare

expound

açıklamak, belirtmek

express company

nakliye şirketi, nakliye ambarı

express delivery

ekspresle gönderme, acele teslim

express elevator

hızlı asansör

express fee

ekspres posta ücreti

express highway

ekspres karayolu

express letter

ekspres mektup

express messenger

özel ulak

express oneself

maksadını anlatmak, meramını ifade etmek

express regret

üzüntüsünü bildirmek

express service

ekspres servis, hızlı servis

express traffic

hızlı trafik

express train

1. ekspres tren, 2. sürat postası

express warranty

açık teminat

express

1.(buyruk, istek, vb.) açık, kesin, 2.hızlı, süratli, ekspres, 3.ekspres tren, 4.ekspres posta, ekspres taşımacılık, 5.anlatmak, dile getirmek, belirtmek, ifade etmek, 6.göstermek, belli etmek, açığa vurmak, 7.ekspres servisle, ekspres

expressage

1. nakliye şirketi, 2. nakliye ücreti

expression

1.anlatım, ifade, 2.duygularını katma, ruh, yüz ifadesi, eda, ton, 3.deyim, deyiş

expressionism

dışavurumculuk, ekspresiyonizm

expressionist

dışavurumcu, ekspresiyonist

expressionless

(yüz, ses, vb.) ifadesiz

expressive

anlatan, ifade eden, gösteren, anlamlı

expressively

anlamlı olarak

expressiveness

1. anlamlılık, 2. etkileyicilik

expressly

açık ve net bir şekilde

expressway

karayolu

expropriate

kamulaştırmak, istimlak etmek

expropriation

kamulaştırma, istimlak

expulsion

1.kovma, çıkarma, atma, 2.kovulma, çıkarılma, atılma

expulsive

1. kovan, çıkaran, 2. ihraç edici, defedici

expunge

1. silmek, çıkarmak, 2. bozmak, çizmek

expurgate

sansürlemek, makaslamak

expurgation

temizleme, arıtma

expurgatory

ıslah edici

exquisite

1.çok iyi, mükemmel, enfes, harika, ince, 2.(acı ya da zevk) şiddetli, çok büyük, derin, 3.(duyular) keskin, duyarlı, ince

exsanguine

kansız

exscind

kesip çıkarmak, yoketmek

exsert

dışarı çıkarmak

exserted

dışarı çıkmış (uzuv)

exsiccate

1. kurutmak, 2. suyunu çektirmek

exsiccation

kurutma

exsiccative

kurutucu

extant

kaybolmamış, günümüze kadar gelen

extemporary

hazırlıksız, doğaçtan yapılan

extempore

hazırlıksız, doğaçtan, irticalen

extemporize

1. doğaçtan söylemek, 2. irticalen söylemek

extend the term of office görev süresini uzatmak extend the time

vadesini uzatmak

extend

1.erişmek, yayılmak, sürmek, uzamak, 2.daha uzun ya da büyük bir hale getirmek, uzatmak, genişletmek, 3.germek, uzatmak, 4.vermek, sunmak, sağlamak

extended

süresi uzatılmış, temdit edilmiş

extensible

1. uzatılabilir, 2. uzanabilir, açılabilir

extensile

uzatılabilir

extension board

dahili santral

extension cord

uzatma kordonu

extension table

açılır-kapanır masa

extension

1.uzatma, büyütme, genişletme, 2.uzama, büyüme, genişleme, 3.ilave, ek, 4.(telefon) dahili hat, dahili numara

extensive agriculture

yaygın tarım, ekstensif tarım

extensive cultivation

geniş tarım, ekstansif ziraat

extensive

1.(alan) geniş, büyük, 2.büyük, derin, kapsamlı

extensively

yaygın olarak, çok

extensiveness

genişlik, yaygınlık

extensometer

ekstensometre, genleşmeölçer

extensor muscle

kol-bacak kası

extensor

1. ekstensor, 2. kas açıcı

extent

1.uzunluk, büyüklük, boy, miktar, alan, genişlik, kapsam, 2.ölçü, derece, mertebe

extenuate

1. mazur göstermek, 2. azaltmak, hafifletmek

extenuating circumstances

hafifletici nedenler

extenuation

1. hafifletme, 2. ciddiye almama

extenuatory

hafifletici, azaltıcı

exterior angle

dış açı

exterior surface

dış yüzey

exterior wall

dış duvar

exterior

1.dış, harici, dışarıda olan, dışardan gelen, 2.dış, dış taraf, hariç, 3.görünüş, dış görünüş

exterminant

imha edici şey

exterminate

yok etmek, öldürmek, kırmak, kökünü kazımak

extermination

yok etme, imha

extern

1. gündüzlü öğrenci, 2. stajyer doktor

external affairs

harici işler

external appearance

dış görünüş

external call

uluslararası telefon çağrısı

external credits

dış krediler

external debt

dış borç

external economy

dış ekonomi

external equilibrium

dış denge

external loan

dış borç

external respiration

dış solunum

external skeleton

dış iskelet

external structure

dış yapı

external view

dış görünüş

external

dış, harici, dışa ait, dıştan gelen

externality

harici olma

externalize

1. maddileştirmek, 2. dışa vurmak, yansıtmak

externally

harici olarak, dıştan

exterritorial

ülke dışında

extinct volcano

sönmüş yanardağ

extinct

1.(hayvan, vb.) nesli tükenmiş, soyu tüke

extinction

1. sönme, söndürme, 2. nesli tükenme, 3. ilga, fesih

extinguish a fire

yangını söndürmek

extinguish

(ışık, ateş) söndürmek, öçürmek

extinguisher

küçük yangın söndürücü

extirpate

1. köküyle sökmek, 2. kökünden halletmek, 3. kökünden sökmek

extol

övmek, methetmek, göklere çıkarmak

extort

(from ile) tehditle, sıkıştırarak ya da baskıyla almak, gaspetmek, tehditle koparmak

extortion

1. zorla alma, 2. haraç, 3. zorbalık, şantaj

extortionate

(istek, fiyat, vb.) çok fazla, fahiş, aşırı, kazık

extortioner

zorla alan kimse, zorba kimse

extortionist

1. zorba kimse, 2. kazıkçı

extra costs

ilave masraflar

extra expenses

ek masraflar

extra freight

ek yük, ilave yük

extra judicial execution yargısız infaz extra premium

ek prim

extra profit

ek kazanç

extra und

ilave fon

extra

1.gereğinden fazla, ek, fazla, ek olarak, ilaveten, fazladan, ekstra, 2.ek, ilave, ekstra, 3.figüran

extracellular

gözedışı, hücre dışı

extract of account

hesap özeti, ekstre 1.çekmek, çekip çıkarmak, sökmek, 2.elde etmek, çıkarmak, 3.almak, 4.parça, vb. seçmek, seçip çıkarmak, almak, aktarmak, 5.seçme parça, seçme, 6.öz, ruh, esans, hulasa, 7.özet

extract extraction fan

vantilatör

extraction

1.çekme, çıkarma, 2.soy, köken

extractive

1. çıkarıcı, 2. doğal maddeleri işlemeye ait

extractor

aspiratör

extracurricular

ders programının dışında, müfredat dışı

extraditable

iade edilebilir, iade edilebilen

extradite

1.suçluyu ülkesine iade etmek, 2.suçluyu almak

extradition

suçluların iadesi

extrados

kemer sırtı, kubbe sırtı

extrajudicial killings

yargısız infaz

extrajudicial

mahkeme dışında olan, mahkeme dışı, yargı dışı

extraneous

konu ile ilgili olmayan, konu dışı

extraordinary meeting olağanüstü toplantı

extraordinary

1.görülmemiş, alışılmamış, garip, acayip, olağandışı, 2.olağanüstü, fevkalade, harikulade

extrapolate

(bildikleriyle gelecekte olacak bir şeyi) tahmin etmek

extrasensory perception altıncı his extraterrestrial

dünya dışından gelen, dünya dışı

extravagance

1.savurganlık, israf, 2.aşırılık, ölçüsüzlük, mantıksızlık

extravagant

1.savurgan, müsrif, 2.aşırı, haddinden fazla, 3.saçma, mantıksız, aşırı, ölçüsüz

extravagate

başıboş dolaşmak, haddi aşmak

extravert

bkz. extrovert

extreme case

uç örnek, tipik olmayan bir örnek

extreme limit

azami vade

extremely

1.en uçtaki, had safhadaki, son, sınır, aşırı, 2.çok büyük, son derece, çok, 3.(düşünce, vb.) aşırı, müfrit, 4.en uzak nokta, sınır, uç, 5.son derece, son had son derece, çok, aşırı

extremism

(siyasi düşünce, vb.'de) aşırılık, aşırı uçta olma

extremist rightist

aşırı sağcı

extremist

1. aşırı, 2. ifratçı, azılı

extremities

eller ve ayaklar

extremity

(acı, üzüntü, vb.) en yüksek derece, son safha

extricable

kurtarılabilir, çıkarılabilir

extricate

(zor bir durumdan) çıkarmak, kurtarmak

extrication

kurtarma, kurtulma, çıkarma, ayırma, çıkma

extrinsic

dış, harici

extrorse

dışa bakan, dışa dönen

extroversion

dışadönüklük

extrovert

dışadönük kişi

extrude

1. sıkmak, çıkarmak, kalıptan geçirmek, 2. ihraç etmek

extrusion

1. çıkarma, ekstrüzyon, 2. ihraç etme

extrusive mass

püskürük kayaç

extrusive

1. çıkaran, fırlatan, 2. püskürük

extreme

exuberance

1. bolluk, 2. taşkınlık, 3. laf kalabalığı

exuberant

1.coşkun, taşkın, 2.(bitki) bol, verimli, bereketli

exuberantly

bollukla

exudation

1. sızma, akma, 2. ter

exude

sızmak, akmak, yayılmak, sızdırmak, akıtmak, yaymak

exult

çok sevinmek, sevinçten uçmak, bayram etmek, coşmak

exultant

sevinçli, mutlu, bayram eden, sevinçten uçan, coşkun

exultation

sevinç, övünme, iftihar

exuviate

kabuk dökmek, deri dökmek, tüy dökmek

eye for an eye and a tooth for a tooth

göze göz, dişe diş

eye opener

ibret

eye shadow

göz farı

eye socket

gözyuvası, göz çukuru

eye witness

görgü tanığı

eye

1.göz, 2.görme gücü, görüş, 3.iğne deliği, 4.dişi kopça, 5.delik, göz, 6.bakış, göz, nazar, 7.dikkatle bakmak, gözünü dikip bakmak

eye-catching

dikkat çekici, göze çarpan

eye-opener

ibret, göz açan şey, öğrenek

eyeball

göz küresi, göz yuvarlağı

eyebright

göz otu

eyebrow pencil

kaş kalemi

eyebrow

kaş

eyecup

göz banyosu için kullanılan kadeh, göz fincanı

eyed

gözlü

eyeful

bir içim su, gözalıcı kimse/şey

eyehole

1. gözevi, gözyuvası, 2. göz çukuru, delik

eyelash

kirpik

eyeless

kör

eyelet knot

matafyon bağı

eyelet leach

eyelet leach

matafyon yakası, seren yakası

eyelet

1. delik, 2. matafyon, 3. kopça iliği

eyelid

göz kapağı

eyeliner

göz kalemi

eyepencil

kaşboyası

eyepiece

oküler, göz merceği

Eyes front!

Önüne bak!, ileri bak!

eyesight

görme gücü, görme yeteneği

eyesore

gözü rahatsız eden, göze batan çirkin şey

eyespot

sadegöz

eyestrain

göz yorgunluğu

eyetooth

gözdişi, köpekdişi

eyewash

1. göz boyama, 2. göz banyosu

eyewater

göz damlası, göz yaşı

eyewinker

kirpik

eyewitness

görgü tanığı, şahit

eyrie

kartal yuvası

fa

fa notası

fabaceous

fasulye familyasına ait

fabeceae

fasulye familyası

fabian

ihtiyatlı

fable

1.masal, hayvan masalı, fabl, öykünce, 2.söylence

fabled

1. efsanevi, 2. hayali

fabric appearance

kumaş görünümü

fabric back

kumaşın ters yüzü

fabric printing

kumaş baskısı

fabric softener

kumaş yumuşatıcı

fabric weight

kumaş ağırlığı

fabric

1.dokuma, kumaş, bez, 2.(bina) yapı, çatı, iskelet, bünye

fabricate

fabricate

1.uydurmak, icat etmek, kandırmak amacıyla uydurmak, 2.yapmak, kurmak

fabrication

1.uydurma, yalan, 2.yapma, yapım, imal, imalat, fabrikasyon

fabricator

fabrikatör

fabulist

1. fabl yazarı, 2. uydurukçu, atıcı

fabulous

1.inanılmaz, şaşılacak, 2.mükemmel, harika, müthiş, 3.düşsel, uydurma, masal ürünü

fabulously

inanılmaz derecede, müthiş

facade

1.binanın ön yüzü, bina cephesi, alnaç, fasat, 2.yanıltıcı, aldatıcı görünüm

face about

ters yöne dönmek

face amount

üzerinde yazılı meblağ

face brick

yüz tuğlası

face card n.

resimli iskambil kâğıdı

face cream

yüz kremi

face down

1. karşısındakini sindirmek, 2. yüzükoyun

face it out

sonuna kadar götürmek

face lathe

yüz tornası

face lifting

yüze uygulanan estetik ameliyatı

face par

nominal değer

face plate

torna düz aynası

face stone

kaplama taşı, kesme taş

face string

alınlık kirişi

face the music

ceremeyi çekmek, sonucuna katlanmak

face to face

karşı karşıya, yüz yüze

face up to

yüz yüze gelmek

face value

nominal değer, itibari kıymet, yazılı değer

face wall

cephe duvarı, ön yüz duvarı

face with

yüzyüze gelmek

face-lift

1.yüz, surat, çehre, 2.görünüş, şekil, 3.dış görünüş, 4.itibar, saygınlık, şeref, 5.bakmak, karşı karşıya olmak, 6.karşılamak, karşı karşıya gelmek, göğüs germek, 7.örtmek, sıvamak, kaplamak yüz gerdirme ameliyatı, estetik ameliyat

face-pack

krem maskesi, yüz maskesi

face

facecloth

el-yüz havlusu

faceless

kim olduğu belirsiz, kimliği belirsiz

facet

1.traş edilmiş elmas ya da diğer değerli taşların yüzü, façeta, 2.bir konunun ya da herhangi bir şeyin çeşitli yüzleri

facetious

sulu, patavatsız, uygunsuz şakalar yapan

facial angle

yüz açısı

facial

1.yüze ilişkin, yüzle ilgili, 2.yüz bakımı, yüz masajı

facies

1. fasiyes, 2. dış görünüş

facile

1.kolay yapılmış, kolay elde edilmiş, kolay, asan, 2.derinliği olmayan, anlamsız, yüzeysel, basit

facilitate

kolaylaştırmak, yardım etmek

facilities

olanaklar, imkân

facility

1.yetenek, beceri, ustalık, rahatlık, 2.avantaj, elverişlilik, olanak, kolaylık, fırsat, 3.kolaylık, 4.yararlı her türlü kuruluş, her türlü şey

facing lathe

yüz tornası

facing stone

kaplama taşı

facing

dış yüzey, dış kaplama, dış görünüm

facsimile receiver

faksimile alıcısı

facsimile signature

mühürlü imza

facsimile transmitter

faksimile vericisi

facsimile

kopya, suret, tıpkısı, tıpkıbasım

fact film

belgesel film

fact

1.gerçek, olgu, olmuş şey, 2.olay, gerçek olay, 3.bilgi, doğru bilgi, gerçek

faction

1.bölek, klik, hizip, 2.bir topluluk içinde anlaşmazlık, kavga, ayrılık

factionalism

partizanlık

factionist

1. partizan, 2. hizipçi, ihtilafçı

factious

1. fesatçı, fitneci, 2. hizipçi

factitious

yapma, uydurma

factitiously

suni olarak

factitive verb

ettirgen eylem

factitive voice

ettirgen çatı

factitive

araçlı geçişli

factor intensity

faktör yoğunluğu

factor intensive

faktör yoğunluğu

factor of production

üretim faktörü

factor of safety

güvenlik katsayısı, emniyet katsayısı

factor revenues

faktör gelirleri

factor shares

faktör payları

factor

1.etmen, faktör, 2.çarpan

factorage

komisyon

factorial

çarpınım, faktöriyel

factoring

faktöring

factorization

çarpanlara ayırma

factorize

çarpanlara ayırmak

factors of production

üretim etmenleri, üretim faktörleri

factory building

fabrika binası

factory chimney

fabrika bacası

factory cost

üretim maliyeti, fabrika maliyeti

factory expenses

fabrika giderleri

factory hand

fabrika işçisi

factory inspector

hükümet denetçisi, fabrika denetçisi

factory labourer

fabrika işçisi

factory ledger

imalat defteri, fabrika büyük defteri

factory manager

fabrika müdürü

factory output

fabrika randımanı

factory price

fabrika fiyatı

factory production

fabrika üretimi

factory worker

fabrika işçisi

factory

fabrika, üretimlik

factotum

1. kâhya, 2. her işi gören memur

facts of life

cinsel yaşamın ayrıntıları

factual

factual

gerçeklere, olgulara dayanan

factually

olaylara dayanarak

facula

fakül, benek

facultative

1. ihtiyari, 2. yetenekli, seçimli

faculty dean

fakülte dekanı

Faculty of Arts

Edebiyat Fakültesi

Faculty of Divinity

ilahiyat Fakültesi

Faculty of Letters

Edebiyat Fakültesi

Faculty of Science

Fen Fakültesi

faculty

1.yetenek, beceri, 2.yeti, 3.fakülte

fad

geçici ilgi, geçici heves, tutku, merak

faddy

geçici hevesli

fade away

1. ortadan kaybolmak, 2. sönmek

fade out

1. yavaş yavaş kısmak, 2. kısılmak, kararmak

fade

1.solmak

fade-up

yavaş yavaş açmak

fadeless

solmaz

faecal

1. tortulu, 2. dışkıya ait

faeces

dışkı, pislik

fag

1.angarya, 2.sigara, 3.ibne

fagged

İİ, . çok yorgun, bitkin

faggot

1.çalı çırpı demeti, çıra demeti, 2.Aİ, ibne, 3.sevimsiz kimse, 4.köfte

fagot

bkz. faggot

Fahrenheit degree

1. Fahrenheit derecesi, 2. Fahrenheit derecesi

Fahrenheit scale

1. Fahrenhayt ölçeği, 2. Fahrenhayt ölçeği

Fahrenheit

Fahrenhayt

faience

fayans, çini

fail due

vadesi gelmek

fail in one's duty

görevinde kusur etmek

fail safe

fail safe

arızaya karşı emniyetli

fail safety

hata emniyeti, hata güvenliği

fail

1.başaramamak, becerememek, başarısız olmak, geçememek, kalmak, 2.(sınıfta) bırakmak, çaktırmak, 3.beklenen sonucu verememek, 4.yetmemek, yetersiz kalmak, 5.düş kırıklığına uğratmak, 6.zayıflamak, güçsüzleşmek, tükenmek, 7.başarısızlık

fail-safe control

arıza güvenlik denetimi

fail-safe system

arıza güvenlik sistemi

failing that

aksi takdirde

failing

1.zayıflık, kusur, hata, 2.olmazsa

failure logging

arıza kaydı

failure of evidence

delil yetersizliği

failure prediction

arıza tahmini

failure rate

hata oranı

failure recovery

arızadan kurtarma

failure to pay

ödeyememe

failure

1.başarısızlık, 2.yetersizlik, eksiklik, güçsüzlük, 3.başarısız kimse/şey, 4.yetmezlik

fain

1. memnun, hevesli, 2. seve seve, zorunlu olarak

faineant

tembel

faintheart

1.zayıf, güçsüz, bilincini yitirmek üzere, bayılmak üzere, 2.çok küçük, 3.soluk, donuk, sönük, zayıf, silik, 4.bayılmak, 5.güçsüzleşmek, 6.baygınlık, bayılma korkak, yüreksiz

faintly

azıcık, hafiften

faintness

halsizlik

fair and square

1. dürüst bir şekilde, 2. doğrudan, direkt

fair copy

1. temiz nüsha, 2. temiz kopya

fair play

tarafsızlık

fair price

makul fiyat

fair spoken

nazik, tatlı dilli, kandırıcı

fair to middling

fena olmayan

fair wages

adil ücret

fair wind

uygun rüzgâr

faint

fair-haired

1.dürüst, doğru, eşit, adil, 2.orta, vasat, şöyle böyle, 3.(hava) açık, güzel, 4.sarışın, kumral, 5.(ten, saç) açık renkli, 6.(kadın) güzel, çekici, 7.temiz, net, 8.adilane, hakça, dürüstçe, kurallara uygun, 9.panayır, 10.pazar, 11.fuar sarı saçlı

fair-minded

makul düşünen

fair-to-middling

iç güveysinden hallice

fair-weather friend

iyi gün dostu

fairground

panayır yeri

fairing

1. karenaj, 2. kaplama

fairlead

kurtağzı

fairly

1.dürüst bir biçimde, hakça, yansızca, kurallara uygun biçimde, 2.oldukça

fairness

1. doğruluk, dürüstlük, 2. güzellik, insaflılık

fairway

1. serbest geçit, 2. çimenli yol

fairy tail

1. efsane, 2. peri masalı, 3. palavra, uydurma

fairy

1.peri, 2.ibne

fairy-like

peri gibi

fairyland

periler ülkesi

fait accompli

oldubitti, olupbitti, emrivaki

faith

1.güven, güvenç, güçlü inanç, 2.söz, şeref sözü, 3.inanç, iman, itikat, din, 4.bağlılık, sadakat

faithful

1.bağlı, sadık, 2.inançlı, imanlı, dinine bağlı, 3.aslına uygun, doğru, yanlışsız

faithfully

1.içtenlikle, 2.tam olarak

faithless

1.sadakatsiz, vefasız, hain, 2.imansız, inançsız, 3.güvenilmez

faithlessness

güvensizlik, imansızlık, vefasızlık

fake

1.taklidini/sahtesini yapmak, 2.ayak yapmak, takınmak, numara yapmak, 3.feyk atmak, 4.sahtekâr, 5.sahte şey, taklit, 6.sahte

faker

1. sahtekâr, dolandırıcı, 2. seyyar satıcı

fakir

1. Hint fakiri, 2. fakir

falcate

orak şeklinde, hilal şeklinde

falchion

kılıç

falciform

orak şeklinde

falcon

şahin, doğan

falconer

1. şahinci, 2. avcı

fair

falconer falconet

bir çeşit ufak top

falconry

1. şahin ile avcılık, 2. doğancılık

falderal

boş laf, önemsiz şey, süs

faldstool

diz çökmek için kullanılan kilise taburesi

fall about

(gülmekten) katılmak

fall asleep

uykuya dalmak

fall away

çekilmek, fenalaşmak, gerilemek, zayıflamak

fall back on

yardım için başvurmak

fall back

geri çekilmek

fall behind

zamanında bitirememek, geride kalmak

fall budding

güz aşısı

fall by the wayside

başarılı olamamak, suya düşmek

fall down on the job

işin üzerine düşmemek

fall down

1. başarısız olmak, kötü gitmek, 2. düşmek, çökmek

fall due

vadesi gelmek

fall flat on one's face

sırtı yere gelmek

fall flat

beklenen sonucu vermemek, güme gitmek

fall for sth hook

üç kâğıda gelmek

fall for sth

1. çok beğenmek, bayılmak, 2. aldanmak, kanmak

fall for

1. -e âşık olmak, aşka düşmek, 2. aldatılmak

fall guy

keriz, abalı, kurban

fall in love with

-e aşık olmak

fall in love

âşık olmak, sevmek, gönül vermek

fall in price

fiyatı düşmek

fall in value

değeri düşmek

fall in with sb

-e rastlamak

fall in with sth

kabul etmek, uymak

fall in with

rastgelmek, tesadüf etmek

fall in

1. ödeme zamanı gelmek, 2. dizilmek, sıraya girmek

fall into a trap

tuzağa düşmek

fall into arrears

borçları vadesinde ödememek

fall into error

hataya düşmek, yanılmak

fall into oblivion

unutulup gitmek

fall into obloquy

rezil olmak, dillere düşmek

fall of leaves

yaprak dökümü

fall off

1. ayrılmak, düşmek, 2. bozulmak, 3. çekilmek, azalmak

fall on one's face

yüzüne gözüne bulaştırmak

fall on one's feet

dört ayak üzerine düşmek, atlatmak

fall on one's knees

yola gelmek, diz çökmek

fall on

vahşice saldırmak

fall out

tartışmak, çatışmak, kapışmak, bozuşmak

fall over backwards

çok istekli olmak, elinden geleni yapmak

fall over

yıkılmak, sırtüstü düşmek, devrilmek

fall short of

yetmemek, tükenmek

fall short

suya düşmek, beklenen sonucu vermemek

fall through

suya düşmek, başarısız olmak, yarım kalmak

fall to pieces

parçalanmak, dağılmak

fall to

1. başlamak, 2. düşmek, 3. saldırmak, 4. yemeye başlamak

fall

1.düşmek, 2.azalmak, düşüş göstermek, 3.inmek, yağmak, 4.yıkılmak, çökmek, 5.yaralanmak, ölmek, 6.yenilmek, işgal edilmek, düşmek, 7.rastlamak, 8.asılmak, aşağı sallanmak, 9.düşüş, düşme, 10.azalma, 11.çöküş, yıkılma, 12.sonbahar, güz

fall-planted beets

güz pancarı

fallacious

yanlış, hatalı, mantıksız

fallacy

1.yanlış düşünce ya da inanç, 2.yanlış mantık

fallal

1. süslü şey, 2. süs

fallen angel

yeryüzüne inmiş melek

fallen

1. düşmüş, düşkün, 2. günahkâr, 3. şehit, fethedilmiş

fallibility

yanılma payı

fallible

hataya düşebilir, yanılabilir

falling market

fiyatların düştüğü piyasa

falling sickness

sara, epilepsi

falling star

akanyıldız, ağma, şahap

falling

1. düşen, 2. düşme

falling-in

göçme, yıkılma

fallopian tubes

dölyatağı borusu, rahim borusu

fallout

nükleer bir patlama nedeniyle havaya yayılan radyoaktif madde

fallow deer

alageyik

fallow land

nadasa bırakılan toprak

fallow

1.nadasa bırakılmış toprak, 2.nadasa bırakılmış, ekilmemiş

falls

çağlayan, çaylan, şelale

false balance sheet

sahte bilanço

false bottom

sahte dip, gizli dip

false coin

sahte para

false colours

sahte hüviyet

false document

sahte evrak

false documents

sahte evrak

false drop

sahte bilgi, hatalı bilgi

false hair

takma saç

false keel

kontra omurga

false key

maymuncuk

false money

sahte para

false ogive

balistik külah

false pretences

yanlış beyan

false pretenses

sahte iddia, yapmacık

false signature

sahte imza

false step

yanlış adım, hata

false takeoff

hatalı kalkış

false teeth

takma dişler

false trade mark

sahte ticaret markası

false witness

yalancı tanık

false

1.yanlış, 2.takma, 3.yapma, taklit, 4.sadık olmayan

false-hearted

hain, sadakatsiz

falsehood

1.yalan, 2.yalancılık

falsely

yalan olarak, sahte olarak, asılsız olarak

falseness

1. yalancılık, 2. sahtelik, 3. yalan

falsetto

(erkekte) yüksek perdeden ses

falsework

iskele

falsies

takma göğüs, yalancı göğüs

falsification of accounts hesapların tahrifi falsification

1. tahrif, taklit, 2. sahtesini yapma

falsified note

düzmece senet

falsified

sahte, tahrif edilmiş

falsifier

sahtekâr

falsify

değiştirmek, tahrif etmek, saptırmak

falsity

1.yanlışlık, yanlış olma, 2.yalan

faltboat

portatif bot

falter

1.sendelemek, 2.duraksamak, bocalamak, tereddüt etmek

fame

ün, şöhret

famed

ünlü, şöhretli, meşhur

familial

1. aile, aileden geçmiş, 2. aileye ait

familiar

1.bildik, tanıdık, 2.bilen, anlayan, aşina, alışık, 3.laubali, bambılı, sulu, fazla samimi

familiarity

1.iyi bilme, aşinalık, 2.yakınlık, içtenlik, samimilik, laubalilik

familiarize

alıştırmak, tanıtmak

familiarly

teklifsizce, samimilikle, dostça

family allowance

aile yardımı

family assurance

aile sigortası

family benefits

aile ödenekleri

family business

aile şirketi

family circle

family circle

aile çevresi

family company

aile şirketi

family day

soyadı

family doctor

aile doktoru

family estate

aile varlığı

family insurance

aile sigortası

family man

ev bark sahibi

family member

aile ferdi

family name

soyadı

family of words

kelime ailesi, sözcük ailesi

family partnership

aile şirketi

family planning

aile planlaması

family property

aile malları

family ticket

aile bileti

family tree

1. soyağacı, hayatağacı, şecere, 2. aile kütüğü

family

1.aile, kodak, ocak, 2.soy, familya, 3.çocuklar

famine

kıtlık

famish

1.çok aç olmak, aç kalmak, açlık çekmek, 2.açlıktan ölmek

famished

aç, açlık çeken

famous

ünlü, meşhur

famously

çok iyi

fan antenna

yelpaze anten

fan belt

vantilatör kayışı

fan out

birkaç kola ayrılmak

fan the flames

kışkırtmak

fan

1.yelpaze, 2.pervane, vantilatör, 3.yelpazelemek, yellenmek, 4.(out ile) yayılmak, 5.hayran

fan-tan

parayla oynanan bir tür Çin kâğıt oyunu

fanatic

1.bağnaz, fanatik, 2.aşırı meraklı

fanatical

bağnaz

fanaticism

fanaticism

bağnazlık, fanatizm

fancier

özellikle hayvan/bitki meraklısı

fanciful

1.düşe dayanan, düşsel, hayale dayanan, 2.gerçek dışı, düşsel, hayal ürünü

fancy dress ball

1. maskeli balo, 2. kıyafet balosu

fancy dress

1. maskeli balo kıyafeti, 2. karnaval kıyafeti

fancy goods

fantezi eşya

fancy oneself

kendini sanmak

fancy price

fahiş fiyat

fancy thread

fantezi iplik

fancy yarn

fantezi iplik 1.imgelemek, aklında canlandırmak, düşünmek, 2.istemek, arzu etmek, 3.sanmak, 4.hayal gücü, imgelem, 5.hayal, 6.kuruntu, 7.istek, arzu, 8.süslü, parlak renkli, 9.sıradan olmayan

fancy fancy-dress ball

maskeli balo, kıyafet balosu

fancy-free

1. bağımsız, özgür, serbest, 2. âşığı olmayan

fancywork

el işi

fandango

hareketli bir ispanyol dansı

fane

tapınak, mabet

fanfare

trampet temposu

fanfaronade

övünme, atma, farfaralık, övünme, böbürlenme

fang

uzun sivri diş

fanged beet

çatal kuyruklu pancar

fanged

dişli, azılı

fanlight

vasistas

fanning mill

tınaz makinesi

fanny

but, kaba et

fantasia

fantezi

fantasm

tayf

fantast

hayalperest

fantastic

1.düşsel, inanılmaz, hayal ürünü, fantastik, 2.acayip, garip, 3.harika, müthiş, çok iyi, süper

fantastically

aşırı derecede, fevkalade

fantasy

1.imgelem, düş gücü, 2.düş, hayal, fantezi, düşlem

fantoccini

kukla oyunu

far and away

pek çok

far and wide

her yerde, yurdun dört köşesinde

far be it from me

bana düşmez

far cry from

dağlar kadar farklı

Far East

Uzak Doğu

far from it

ne münasebet

far from

1. -den ziyade, 2. -in yerine

far off

1. çok uzak, 2. dalgın

far

1.uzakta, uzağa, 2.çok, pek çok, bir hayli, 3.uzak, alıs, 4.öte, daha uzaktaki, ötedeki, öbür

far-flung

yaygın, geniş

far-out

1. geçerli, 2. bilgili

far-reaching

geniş ölçüde, kapsamlı

farad

farad

faraday

faraday

Faraday's law

Faraday kanunu, Faraday yasası

Faraday's laws of electrolysis

Faraday elektroliz kanunları

faraway

1.uzak, 2.dalmış, dalgın, uzaklara gitmiş

farce

1.sulu komedi, kaba güldürü, fars, 2.hava civa

farceur

şakacı, muzip

farcical

gülünç, tuhaf

farcy

atlarda çıkan çıban türü

fare forth

yola çıkmak

fare

1.üstesinden gelmek, başarmak, 2.yol parası, 3.yiyecek

farewell concert

veda konseri

farewell dinner

1. veda yemeği, 2. veda yemeği

farewell

alahaısmarladık, elveda, veda

farewell!

Uğurlar olsun!

farfetched

uydurma, inanılması zor

farina

1. mısır unu, irmik, 2. nişasta

farinaceous

nişastalı

farinose

1. un veren, 2. unlu

farm aid

tarımsal yardım

farm animals

çiftlik hayvanları

farm hand

1. çiftlik amelesi, rençper, 2. tarım işçisi

farm house

çiftlik evi

farm labourer

tarım işçisi

farm machinery

ziraat makineleri, tarım makineleri

farm manure

çiftlik gübresi, işletme gübresi

farm out

1. (iş) havale etmek, 2. kiraya vermek

farm pasture

çiftlik merası

farm policy

tarım politikası

farm product

çiftlik ürünü

farm

1.çiftlik, 2.çiftlik evi, 3.çiftçilik yapmak

farmer

çiftçi

farmer's cooperative

çiftçi kooperatifi

farmhouse

çiftlik evi

farming industry

tarım endüstrisi

farming management

tarımsal işletme, zirai işletme

farming

çiftçilik

farmland

ekilebilir arazi, tarıma uygun arazi

farmstead

çiftlik ve binaları

farmyard manure

çiftlik gübresi

farmyard

çiftlik avlusu

farnesol

farnezol

faro

kâğıdı dağıtana karşı oynanan iskambil oyunu türü

farrago

farrago

karmakarışık şey

farrow

yavrulamak (domuz)

farsighted

1.uzağı iyi gören, hipermetrop, 2.ilerigörüşlü, öngörüşlü, ileriyi görür

farsightedness

hipermetropluk

fart

1.osuruk, 2.osurmak

farther

1.uzak, daha uzaktaki, ötedeki, 2.daha ileri, daha uzağa, daha uzakta

farthermost

en uzak

farthest

en uzak, en ileri, en uzağa, en uzakta

farthing

çeyrek peni

farthingale

1. çemberli kabarık etek, 2. jüpon

fasces

hâkimlik sembolü

fascia

1. fasya, 2. karın sargısı, 3. renkli şerit, 4. bağdoku

fasciate

(hayvan) renkli şeritli

fasciated

1. şeritli, 2. çizgili

fascicle

1. küçük demet, salkım, kısım, 2. fasikül, cüz

fascicular

salkımlı

fascinate

etkilemek, büyülemek

fascinating

etkileyici, büyüleyici

fascination

büyüleme, cazibe

fascism

faşizm

fascist

faşist

fashion designer

modacı

fashion model

manken

fashion monger

moda malların satıcısı

fashion of the moment

günün modası

fashion parade

moda sergisi

fashion plate

elbise modeli

fashion

1.moda, 2.biçim, tarz, üslup, 3.tavır, davranış, 4.(elleri kullanarak) yapmak, biçimlendirmek, belli bir biçim vermek

fashionable

modaya uygun, moda

fashionably

fashionably

modaya uygun olarak

fast asleep

derin uykuda, derin uykuya dalmış

fast boat

ekspres vapur, hızlı gemi

fast day

oruç günü, perhiz günü

fast dye

has boya, solmaz boya

fast estate

gayri menkul

fast finish

has apre

fast food

fast food, hızlı yiyecek

fast friend

yakın arkadaş, güvenilir dost

fast goods train

ekspres marşandiz

fast memory

hızlı bellek

fast motion

hızlı hareket

fast passenger steamer ekspres yolcu gemisi fast reverse winding

hızlı geriye sarma

fast to acids

aside dayanıklı

fast to washing

yıkamaya dayanıklı

fast to water

suya dayanıklı

fast train

ekspres tren

fast wind

(bant) hızlı sarma

fast

1.hızlı, süratli, seri, çabuk, 2.sıkı, sağlam, sabit, 3.solmaz, sabit, 4.(saat) ileri, 5.hızla, süratle, 6.sıkıca, sağlamca, 7.oruç tutmak, 8.oruç

fasten on

kavramak, kapmak, kullanmak

fasten upon

kavramak, kapmak, kullanmak

fasten

1.bağlamak, 2.iliştirmek, tutturmak, 3.(giysi) iliklemek

fastener

tutturucu, bağlayıcı şey, bağ, toka

fastening screw

tespit vidası

fastening

kapı yada pencere kilidi, mandal ya da sürgü

fastidious

müşkülpesent, titiz, zor beğenir

fastigiate

konik

fastness to detergents

deterjan haslığı

fastness to pressing

fastness to pressing

ütü haslığı

fastness to water

suya karşı dayanıklılık

fastness

(renk, vb.) kalıcılık, sağlamlık

fat as a pig

yağ tulumu gibi

fat cat

zengin adam

fat coal

yağlı kömür, ziftli kömür

fat content

yağ miktarı

fat solvent

yağ çözücü

fat

1.(et) yağlı, 2.şişman, tombul, şişko, 3.kalın, şişkin, dolgun, yüklü, 4.yağ, içyağı

fata morgana

serap

fatal error

önemli hata

fatal

1.ölümcül, öldürücü, 2.tehlikeli, zararlı, kötü

fatalism

yazgıcılık, kadercilik

fatalist

yazgıcı, kaderci

fatality

ölümle sonuçlanan kaza, ölüm, felaket

fate

1.yazgı, alın yazısı, kader, 2.son, akıbet, ölüm, 3.kısmet, gelecek

fated

1. kadere bağlı, 2. kadere dayanan

fateful

1.hayati önemi olan, 2.kaçınılmaz, alında yazılı olan

Father Christmas

Noel Baba

father confessor

günah çıkaran papaz

father figure

tavsiye ve yardımına başvurulan kimse

father of lies

şeytan

father on

isnat etmek, yüklemek

father

1.baba, 2.babalık yapmak, babası olmak

Father

1.papaz, 2.Tanrı, Allah

father-in-law

kayınpeder

father's brother's son

amca oğlu

father's sister's son

hala oğlu

fatherhood

babalık

fatherland

fatherland

anavatan, yurt

fatherless

1. babasız, 2. yetim

fatherliness

babacan tavırlar

fatherly

babacan, baba gibi

fathom curve

eşderinlik eğrisi

fathom line

iskandil hattı

fathom

1.kulaç, bir metrelik derinlik, 2.anlamak, kavramak, idrak etmek

fathomable

anlaşılabilir

fathometer

iskandil, sondör

fathomless

1. çok derin, dibine erişilmez, 2. anlaşılmaz

fatigue

1.aşırı yorgunluk, bitkinlik, 2.kağşama, maden yorgunluğu, 3.yormak, yorgunluk vermek

fatling

besili hayvan

fatten

şişmanlatmak, semirtmek

fattening capacity

besi kapasitesi

fattening range

besi otlağı

fattish

şişmanca

fatty acid

yağ asidi

fatty clay

yağlı kil

fatty degeneration

yağ dejenerasyonu, aşırı şişmanlık

fatty foods

yağlı yiyecekler

fatty heart

yağ bağlamış kalp

fatty tissue

yağ dokusu

fatty

(yiyecek) yağlı

fatuity

1. ahmaklık, akılsızlık, 2. budalalık

fatuous

saçma, akılsız

fatuously

ahmakça, akılsızca

fauces

boğaz

faucet

musluk

faugh

1. püf!, berbat!, 2. Ãœf be!

fault finding

fault finding

arıza bulma

fault line

kırık çizgisi, çatlak hattı

fault plane

kırık düzlemi

fault scarp

kırık basamağı

fault time

arıza zamanı

fault zone

kırık kuşağı, kırık bölgesi

fault

1.hata, yanlışlık, 2.suç, 3.kusur, arıza, bozukluk, eksiklik, 4.fay, çatlak, 5.hata bulmak, kusur bulmak

fault-tolerant

hata kaldırır, hatadan etkilenmez

faulted structure

faylı yapı, kırıklı yapı

faulted

faylı, kırıklı

faultfinder

tenkitçi

faultless

hatasız, kusursuz, mükemmel

faultlessness

mükemmellik

faulty workmanship

işçilik hatası

faulty

hatalı, kusurlu, arızalı, eksik

faun

yarısı keçi yarısı insan şeklinde bir ilah

fauna

fauna, direy

faunal

direysel, fauna

faux pas

gaf, hata, kabalık, uygunsuz hareket

favor

bkz. favour

favour tariff

ikramlı tarife 1.onaylama, onay, destek, 2.kayırma, iltimas, 3.iyilik, yardım, lütuf, 4.yüreklendirmek, desteklemek, onaylamak, lehinde olmak, yanında olmak, 5.iltimas etmek, kayırmak

favour favourable reply

müspet cevap

favourable

1.olumlu, lehte, 2.uygun, elverişli

favourite

1.gözde, sevgili, favori, 2.kazanacağı umulan kişi ya da at, favori, 3.kayırılan kimse, 4.en çok beğenilen, ençok sevilen, favori

favouritism

iltimas, kayırmacılık, adam kayırma

favus

kel hastalığı

fawn on

yaltaklanmak, yağ çekmek, dalkavukluk etmek

fawn

1.yavru geyik, 2.açık kahverengi

fax machine

faks makinesi

fax

faks

fay

peri

fayalite

fayalit

faze

telaşlandırmak, iki ayağını bir pabuca sokmak

fealty

sadakat

fear for

endişe etmek, telaşlanmak

fear of God

Allah korkusu

fear

1.korkmak, ürkmek, çekinmek, 2.(for ile) endişe etmek, telaşlanmak, 3.korku, dehşet, 4.kaygı, endişe

fearful

1.korkunç, müthiş, dehşetli, 2.endişeli, kaygılı, korkulu, 3.korku dolu, korkulu

fearless

korkusuz, yürekli

fearlessly

korkusuzca, yılmadan

fearnought

bir çeşit kalın yünlü kumaş

fearsome

korkutucu, müthiş

feasibility study

fizibilite çalışması

feasibility

1. fizibilite, 2. uygulama olanağı

feasible

yapılabilir, olası, olanaklı, makul, mantıklı

feast one's eyes

gözlerine ziyafet çekmek

feast

1.şölen, ziyafet, 2.yortu, bayram, 3.iyi beslemek, ziyafet vermek, 4.bol bol yiyip içmek

feat of arms

kahramanca iş

feat

ustalık, beceri ya da cesaret isteyen hareket, marifet

feather bed

kuş tüyü yatak

feather bedding

çalışanların korunması

feather in one's cap

övünülecek bir başarı

feather key

düz kama

feather one's nest

cebini doldurmak, köşeyi dönmek, küpünü doldurmak

feather

1.kuş tüyü, tüy, 2.tüyle kaplamak

featherbed

kadroyu şişirmek

featherbrained

1. kuş beyinli, budala, 2. ahmak

feathercut

kısa kesilmiş bayan saç modeli

feathered

tüylü

featheredge

kolay bükülen sivri uç

feathering

tüy, ok yeleği

featherless

tüysüz

featherstitch

civankaşı dikiş, zikzak

featherweight

1.(boks) tüysıklet, 2.çok hafif, tüy gibi, 3.önemsiz

feathery

1.tüylü, 2.yumuşak, hafif

feature film

uzun metrajlı film, uzun film

featureless

1.yüzün herhangi bir tarafı, 2.bir şeyin göze çarpan tarafı, özellik, belirleyici nitelik, 3.uzun film, 4.makale, 5.-in belirleyici/göze çarpan özelliği olmak, 6.(göze çarpan bir özellik olarak) içermek, yer/yol vermek, 7.yer/yol almak hiçbir özelliği olmayan

febrifuge

ateş düşürücü ilaç

febrile

hummalı, ateşli

February

Şubat

feces

bkz. faeces

feckless

dikkatsiz, düşüncesiz, sorumsuz

fecula

nişasta, fekül

feculence

çamur, tortu, posa

feculent

tortulu

fecund

1. verimli, doğurgan, 2. bereketli, semereli

fecundate

1. döllemek, 2. verimlileştirmek, 3. bereketlendirmek

fecundation

dölleme

fecundity

1. doğurganlık, 2. verimlilik, 3. bereketlilik

fed up

bıkkın, sıkkın

fed

bıkkın

fedayeen

fedai, komando

Federal Court

Federal Mahkeme

federal taxes

federal vergiler

federal union

federal birlik

feature

federal

federal, birleşik

federalism

federalizm

federalist

federalist, fedaralizm yanlısı

federalize

devletleri birleştirmek

federate

1.federasyon halinde birleştirmek, 2.birleşmek

federation

federasyon, birlik

federative

federatif

fedora

fötr şapka

fee a waiter

garsona bahşiş vermek

fee damages

maddi hasar tazminatı

fee

1.ücret, vergin, vizite, 2.giriş ücreti

feeble

1.zayıf, güçsüz, 2.(şaka, düşünce, vb.) iyi düşünülmemiş, zayıf, soğuk, aptal, anlamsız, saçma

feebleminded

şapşal, geri zekâlı

feebleness

kuvvetsizlik, mecalsizlik

feed cable

besleme kablosu

feed consumption

yem tüketimi

feed grinder

yem kırma makinesi

feed hopper

besleme hunisi

feed pipe

besleme borusu

feed pump

besleme pompası

feed stuff

yem, tavuk yemi

feed tank

besleme deposu

feed up

fazla yedirmek, semirtmek, besiye koymak

feed

1.beslemek, yiyecek vermek, 2.beslenmek, yemek, 3.gereksinimlerini sağlamak, beslemek, 4.yiyecek, besin, 5.yem, ot, 6.mama

feed-water

besleme suyu

feedback circuit

geribesleme devresi

feedback

geribildirim, geribesleme, besleni

feeder cable

besleme kablosu

feeder

1. besleyici, 2. şebeke hattı, 3. yemek veren kimse

feeding bottle

biberon

feeding canal

iletim kanalı

feeding funnel

doldurma hunisi

feeding lever

besleme kolu

feeding pipe

besleme borusu

feeding

besleme

feedthrough

geçiş besleyicisi

feel an affinity for

çok çekici bulmak

feel as right as rain

kendini turp gibi hissetmek

feel at home

kendini evindeymiş gibi hissetmek, rahat olmak

feel bad

kendini iyi hissetmemek

feel cheap

utanmak

feel cold

üşümek

feel dizzy

başı dönmek

feel faint

kendini bitkin hissetmek

feel for

için üzülmek, acımak

feel giddy

başı dönmek

feel hot

ateş basmak, sıcaklamak

feel in one's bones that emin olmak, kuvvetle sezmek feel in one's bones

emin olmak, inanmak, içine doğmak

feel like a fish out of water

sudan çıkmış balığa dönmek

feel like a million dollars bomba gibi olmak feel like a wet rag

çok yorgun hissetmek

feel like doing

canı yapmak istemek

feel like thirty cents

yerin dibine geçmek

feel like

canı istemek

feel one's oat

kendini beğenmek

feel one's oats

yere göğe sığmamak

feel one's pulse

feel one's pulse

nabzına bakmak, nabzını yoklamak

feel one's way

yavaş yavaş ilerlemek

feel pains

sancılanmak

feel sb's pulse

birinin nabzını yoklamak

feel small

küçük düşmek

feel sorry for

-e acımak, için üzülmek

feel sorry

acımak, için üzülmek

feel the pinch

darda olmak

feel under the weather keyfi bozuk olmak feel up to sth feel

yapabilir durumda olmak 1.duyumsamak, duymak, hissetmek, 2.(dokunarak, elleyerek) hissetmek, 3.el yordamıyla aramak, yoklamak, 4.kanısında olmak, inanmak, sanmak, zannetmek, hissetmek, 5.gibi görünmek, gibi gelmek, 6.sezmek, hissetmek, 7.duygu, duyumsama, hissetme, 8.yoklama, arama

feeler gauge

kalınlık mastarı

feeler

duyarga, anten, dokunaç

feeling no pain

kafası dumanlı

feeling

1.duygu, his, 2.dokunma, dokunum, 3.duyarlık, hassasiyet, 4.sezgi, sezgi, sanı, zan, 5.duygu, kanı, izlenim, kanaat, his, 6.heyecan, 7.duyma, bilinç, farkında olma

feet

foot

feign

1.... numarası yapmak, gibi yapmak, 2.(bahane, vb.) uydurmak

feignedly

sahte olarak, hile ile

feint

savaş hilesi, sahte saldırı

feldspar

feldispat

feldspathoid

feldispatımsı

felicific

sevindirici

felicitate

1. tebrik etmek, 2. kutlamak

felicitation

tebrik

felicitous

1. mutlu, mesut, 2. uygun, yerinde, münasip, 3. isabetli

felicity

1. mutluluk, saadet, 2. uygunluk, 3. nimet, refah

feline

kedigil

fell

1.(ağaç) kesmek, 2.düşürmek, vurup devirmek, vurmak

fellah

fellah

fellah

feller

ağaç kesen kimse

fellmongered wool

tabak yünü

felloe

jant, ispit

fellow citizen

vatandaş

fellow countryman

1. hemşeri, 2. vatandaş, yurttaş

fellow feeling

başkasının halinden anlama, ortak duygu

fellow sufferer

dert ortağı

fellow

1.adam, herif, ahbap, 2.arkadaş, dost, 3.akademi üyesi, 4.benzer, hemcins

fellowship

1.dernek, grup, 2.üniversite bursu, üniversite vakfı, 3.duygu birliği, başkasının halinden anlama, duygularını paylaşma, 4.arkadaşlık

felly

tekerlek çemberi

felo de se

intihar eden kimse

felon

1. dolama, 2. suçlu, 3. cani, habis

felonious assault

kasıtlı saldırı

felonious

1. cürümle ilgili, suçlu, 2. suçla ilgili

felonry

mahkumlar

felony

ağır suç

felsite

felsit

felspar

feldsipat

felt carpet

keçe halı

felt cloth

keçe kumaş

felt filter

keçe filtre

felt maker

keçe yapımcısı

felt

keçe, fötr

felt-tip pen

keçeli kalem

felted

keçeli

felting

1. keçeleşme, 2. keçe

felucca

Akdeniz'e mahsus yelkenli kayık

female cell

dişi hücre

female connector

female connector

dişi konektör, duy, priz

female gamet

dişi gamet

female screw

dişi vida

female thread

dişi diş, somun dişi

female

1.dişi, 2.kadın, 3.dişilere ilişkin, dişil

feme covert

evli kadın

feme sole

evli olmayan kadın

feme

karı, eş

feminine gender

dişi cinsi, dişil cins

feminine

1.kadınla ilgili, kadınsı, 2.dişil

femininity

kadınsılık

feminism

kadın haklarını savunma, kadın yandaşlığı, feminizm

feminist

feminist

feminize

1. kadınlaştırmak, 2. kadınlaşmak

femme de chambre

oda hizmetçisi

femme fatale

vamp kadın, baştan çıkarıcı kadın

femme

kadın

femoral

uyluksal, kalça kemiğiyle ilgili

femular muscle

uyluk kası

femur

uyluk, kalça kemiği

fen

bataklık arazi, bataklık

fence wire

çit teli, parmaklık teli

fence

1.çit, tahta perde, parmaklık, 2.çalınmış eşya alıp satan adam, 3.etrafını çitle çevirmek, 4.eskrim sporu yapmak, 5.baştan savma yanıt vermek, kaçamak yanıt vermek

fencer

eskrimci

fencing

1.eskrim, 2.çit ya da duvar

fend for oneself

kendine bakmak, başının çaresine bakmak

fend for

bakmak, temin etmek

fend off

savuşturmak, atlatmak, defetmek, kovmak

fend

(off ile) kendini -den korumak, atlatmak

fender lamp

çamurluk lambası

fender

1.ocak, şömine çerçevesi, 2.Aİ, çamurluk

fenestra

kemikte küçük delik

fenestrate

delikli, pencereli

fenestration

delik açma

fennec

çöl tilkisi

fennel

rezene, dereotu

fennelflower

çörek otu

fenny

bataklıklı

fent

parça kumaş

fenugreek

çemenotu

feoff

tımar, zeamet

feoffee

tımar sahibi, zaim

feoffer

tımar veren kimse

feoffment

tımar

fer-de-lance

iri Güney Amerika yılanı

feral

1. vahşi, yabani, 2. evcil olmayan

ferial

tatil günlerine ait

ferine

vahşi, yabani

ferity

vahşilik, yabanilik

fermata

durak ve uzatma işareti 1.mayalanmak, 2.mayalamak, 3.heyecanlanmak, telaşlanmak, 4.heyecanlandırmak, telaşlandırmak, 5.heyecan, karışıklık, huzursuzluk, telaş, galeyan, 6.maya

ferment fermentability

mayalanabilirlik

fermentable

mayalanabilir

fermentation process

mayalama işlemi

fermentation

mayalanma, fermentasyon

fermentative

1. mayalayan, 2. mayalanan

fermi

fermi

fermion

fermion

fermium

fermiyum

fern

eğreltiotu

ferocious

yırtıcı, sert, acımasız, haşin, vahşi, şiddetli

ferocity

1. vahşet, azgınlık, 2. vahşilik

ferrate

1. ferrat, 2. asitferik tuzu

ferret about

karıştırarak aramak

ferret around

karıştırarak aramak

ferret out

kovmak, araştırmak

ferret

1.yaban gelinciği, 2.(about/around ile) karıştırarak aramak

ferri-

(önek) demir, demirli

ferriage

1. feribot parası, 2. feribot nakli

ferric

1. ferrik, 2. demirli

ferriferous

demirli

ferrite

ferrit

ferritin

ferritin

ferro-

1. demir, demirli, 2. (önek) demirli

ferrocene

ferrosen

ferroconcrete

betonarme

ferroelectric

ferroelektrik

ferromagnetic tape

ferromanyetik bant

ferromagnetic

ferromanyetik

ferromagnetism

ferromanyetizma

ferromanganese

ferromanganez

ferrometer

ferrometre

ferronickel

ferronikel

ferrosilicon

ferrosilisyum

ferrous

demirle ilgili, demirli, demirden, demir

ferruginous

demirli, pas renginde

ferrule

ferrule

demir halka, yüksük, bilezik

ferry service

feribot servisi

ferry

1.taşımak, bir araçla taşımak, götürmek, 2.feribot, araba vapuru, 3.rıhtım, iskele

ferryboat

feribot

fertile land

verimli toprak

fertile

1.verimli, bereketli, üretken, 2.doğurgan

fertility rate

doğurganlık oranı

fertility rent

verimlilik rantı

fertility

verimlilik, bereketlilik, üretkenlik, doğurganlık

fertilization

1. gübreleme, 2. dölleme, tozlama, 3. aşılama

fertilize

1.döllemek, aşılamak, 2.gübrelemek, verimli kılmak

fertilizer

gübre

ferule

şeytantersi

fervency

1. coşku, gayret, ateş, heves, 2. hararet, şevk

fervent

coşkun, gayretli, ateşli, hevesli, tutkulu

fervently

1. coşkuyla, gayretle, hevesle, 2. şevkle

fervid

1. çok şevkli, 2. hiddetli

fervor

bkz. fervour

fervour

coşku, heves, tutku

Fescennine

müstehcen, açık saçık, ahlaksız

fescue

bir çayır otu

festal

bayrama ait, yortuya ait, şen, eğlenceli

fester

(yara) mikrop kapmak, irinlenmek

festination

sinirlenerek hızlı yürüme

festival

şenlik, festival

festive

festival/şenlik ile ilgili

festivity

şenlik, eğlence

festoon

1.çiçek ya da yaprak zinciri, 2.çiçek ya da yaprak zincirleriyle süslemek

fetal

cenine ait

fetch a compass

fetch a compass

dolaşmak

fetch a price

belirli bir fiyata satılmak

fetch up

geri dönmek

fetch

1.gidip getirmek, gidip almak, 2.belirli bir fiyata satılmak, kazanç getirmek

fetching

cazibeli, çekici

fete

1. eğlence, şenlik, şölen, piknik, 2. onurlandırmak, iyi ağırlamak, ziyafet vermek

fetid

(su, vb.) pis kokulu

fetidness

kokuşma

fetish

1.tapıncak, fetiş, 2.aşırı ilgi, dikkat, saplantı, hastalık

fetishism

tapıncakçılık, fetişizm

fetlock

1. atın topuğu, 2. topuk kılları

fetor

pis koku

fetter

1.pranga, zincir, 2.pranga vurmak, zincire vurmak

fettle

akıl, ruh ve beden durumu, hal durum, form

fetus

bkz. foetus

feu

tımar

feud with

kavgalı olmak

feud

1.kan gütmek, kin beslemek, kan davasını sürdürmek, 2.kan davası, kavga, kin, düşmanlık

feudal system

feodal sistem

feudal

derebeyliğe ilişkin, feodal

feudalism

derebeylik, feodalizm

feudality

derebeylik, tımar, zeamet

feudatory

tımarcı

fever heat

hararet

fever thermometer

tıbbi termometre

fever

1.ateş, 2.heyecan, telaş

fevered

1. ateşli, 2. hummalı, sıtmalı, heyecanlı, telaşlı

feverish

1.ateşli, hararetli, 2.heyecanlı, telaşlı, hummalı

few and far between

ara sıra olan, tek tük

few

few

1.az, 2.birkaç, 3.birkaç kişi/şey/tane

fey

1. kaçık, üşütük, 2. çatlak

fez

fes

fiacre

küçük atlı araba

fiancé

(erkek) nişanlı

fiancée

(kız) nişanlı

fiasco

başarısızlık, fiyasko

fiat in bankruptcy

iflas kararı

fiat money

itibari para

fiat

1. emir, resmi izin, 2. hüküm, karar

fib

1.küçük ve önemsiz yalan, zararsız yalan, beyaz yalan, 2.küçük yalan söylemek

fiber bunch

lif demeti

fiber structure

lif yapısı

fiber

1. lif, iplik, telcik, fiber, 2. karakter

fiberboard

1. fiber, 2. fiber levhası

fiberglass

bkz. fibreglass

fiberoptics

fiberoptik

fibre

1.lif, tel, elyaf, iplik, 2.karakter sağlamlığı

fibreglass

fiberglas, camyünü

fibril

fibril, lifçik

fibrin

fibrin

fibrinogen

fibronojen

fibroid

1. fibroit, lifli, 2. lif gibi

fibroin

fibroin

fibroma

lifli tümör

fibrosis

fibrosis

fibrous root

saçakkök

fibrous

1. lifli, 2. telli

fibula

1. kamış kemiği, fibula, 2. kaval kemik

fichu

fichu

üçgen omuz atkısı

fickle

vefasız, dönek

fickleness

döneklik, kararsızlık

fictile

topraktan yapılmış

fiction

1.kurmaca yazın, düş ürünü yapıt, kurgu, 2.uydurma, düş, icat

fictional

(öykü, yapıt, vb.) uydurma

fictionist

romancı

fictitious export

hayali ihracat

fictitious

gerçek olmayan, imgesel, uydurma, kurmaca

fictive

1. hayali, fiktif, itibari, 2. sahte

fid

1. kaşkaval, 2. mandal, çelik

fiddle around

vakit geçirmek

fiddle away

vakti boşa geçirmek

fiddle

1.keman, 2.dolandırıcılık, üçkâğıt, 3.keman çalmak, 4.(with/about/around ile) oyalanmak, zaman öldürmek, oyuncak etmek, amaçsızca oynamak, kurcalamak, 5.üzerinde oynamak, üçkağıt yapmak

fiddle-de-dee

Boş laf!, Saçma!

fiddle-faddle

ıvır zıvır, saçma sapan söz

fiddler

1.kemancı, 2.düzenbaz, dolandırıcı, üçkâğıtçı, 3.serseri

fiddlestick

1. keman yayı, 2. zırva, saçmalık

fidelity bond

kefalet senedi

fidelity

1.bağlılık, sadakat, 2.aslına uygunluk

fidget

1.yerinde duramayan kimse, 2.kıpırdanmak, huzursuzlanmak, yerinde duramamak

fidgety

1. yerinde duramayan, kurtlu, 2. rahat durmayan

fiducial

güvenen, emniyet eden

fiducially

güvenle, emniyetle

fiduciary loan

teminatsız kredi

fiduciary money

itibari para

fiduciary

1. itimada dayanan, emanet olan, itibari, 2. mütevelli, mutemet, yedi emin, 3. saymaca, itibari

fie!

Ayıp!, Yuh!

fief

tımar, zeamet

field artillery

sahra topçusu

field control

alan kontrolü, alan denetimi

field corn

hayvan yemi olarak yetiştirilen mısır

field crops

tarla ürünleri

field day

1. manevra günü, 2. spor bayramı, yarışma günü

field effect

alan etkisi

field events

atlama ve atma karşılaşmaları

field glasses

arazi dürbünü

field gun

sahra topu, top

field hospital

sahra hastanesi

field marshal

mareşal

field mouse

tarlafaresi

field observation

alan gözlemi

field of vision

geniş görüş alanı

field officer

binbaşı

field pickup

dış yayın

field research

alan araştırması

field scanning

alan taraması

field service

sahra hizmeti, taşra teşkilatı

field sports

1. açık hava sporları, 2. atletizm

field study

alan araştırması

field survey

alan araştırması

field test

arazi deneyi

field testing

alan testi

field theory

alan teorisi, alan kuramı

field trip

(öğretimde) tatbikat

field weapons

sahra silahları

field work

arazi işi, yerinde araştırma

field

1.tarla, 2.alan, saha, açık arazi, 3.kır, kırlık, 4.otlak, çayır, mera, 5.çalışma, iş, etkinlik alanı, 6.(at yarışı) yarışmaya katılanlar

fieldfare

ardıç kuşu

fieldpiece

sahra topu

fieldwork

belirli bir alanda bilimsel çalışma, alan çalışması

fiend

1.şeytan, iblis, kötü ruh, 2.(bir şeye) düşkün

fiendish

1.haşin, acımasız, 2.çok zeki, şeytani

fiendishness

canavarlık

fierce clutch

sert kavrama

fierce

1.azılı, acımasız, vahşi, kızgın, 2.çok büyük, çok fazla, aşırı

fierceness

vahşet

fieri facias

haciz emri

fiery

ateşten, ateşli, ateş gibi, kızgın

fiesta

yortu, bayram, fiesta

fife rail

armadura

fife

1. asker düdüğü, 2. düdük çalmak

fifteen

onbeş

fifteenth

onbeşinci

fifth column

beşinci kol

fifth wheel

gereksiz şey veya kimse

fifth

beşinci

fiftieth

ellinci

fifty

elli

fifty-fifty

1. yarı yarıya, ortaklaşa, 2. yarı yarıya, ortaklaşa, eşit olarak

fig

1.incir, 2.incir ağacı

fig-leaf

incir yaprağı

fight against time

zamana karşı yarışmak

fight off

1. ile mücadele etmek, 2. defetmek, püskürtmek

fight shy of

kaçınmak, sakınmak

fight tooth and nail

canını dişine takarak mücadele etmek

fight

1.savaşmak, çarpışmak, 2.kavga etmek, dövüşmek, 3.... ile savaşmak, -e karşı savaşım vermek, 4.tartışmak, didişmek, 5.dövüş, kavga, 6.savaş, 7.savaşım, mücadele, 8.kavgacılık ruhu

fighter plane

savaş uçağı

fighter

1.kavgacı, savaşçı, 2.avcı uçağı

fighting cock

dövüş horozu, kavgacı horoz

fighting fit

turp gibi sağlıklı

fighting

savaş, mücadele, kavga, harp

figment

hayal ürünü ya da uydurma şey

figuline

çanak çömlek

figurant

figüran

figuration

1. şekle sokma, 2. tasvir, temsil

figurative meaning

mecazi anlam

figurative

değişmeceli, mecazi

figure code

rakam şifresi

figure of speech

mecaz, istiare, değişmece, eğretileme

figure on

planlamak, hesaba katmak, hesap etmek

figure out

düşünerek bulmak, çözmek, anlamak, hesaplamak

figure skating

artistik patinaj 1.biçim, şekil, figür, 2.beden yapısı, boy, pos, endam, 3.sayı, rakam, 4.önemli kişi, şahsiyet, 5.sanmak, inanmak, saymak, 6.olarak yer almak

figure figured

desenli

figurehead

1.gemi aslanı, 2.kukla başkan, göstermelik yönetici

figures of speech

söz sanatları

figurine

küçük heykel

figwort

sıracaotu

filament yarn

filament iplik

filament

filaman, ince tel

filariasis

1. filaria enfestasyonu, 2. kan/bağırsak parazitlerinin

filature

iplik fabrikası

filbert

fındık

filch

aşırmak, çalmak, yürütmek

file a suit

dava açma

file cabinet

dosya dolabı

file label

dosya etiketi, kütük etiketi

file name

dosya adı, kütük adı

file number

dosya numarası

file processing

dosya işleme, kütük işleme

file purging

dosya silme, kütük silme

file size

dosya boyutu, kütük boyutu

file store

dosya deposu, kütük deposu

file structure

dosya yapısı

file transfer

dosya transferi, kütük aktarımı

file volatility

dosya değişimi, kütük uçuculuğu

filet

1.eğe, törpü, 2.eğelemek, törpülemek, 3.dosya, klasör, 4.bir konu hakkında toplanan belgeler, 5.dosyalamak, dosyaya koymak, 6.resmi işleme koymak, 7.sıralamak, tasnif etmek, 8.sıra, kuyruk, 9.tek sıra halinde yürümek bkz. fillet

filial

evlada ilişkin, evlatla ilgili

filiariasis

kan ve bağırsak asalakları hastalığı

filiation

evlatlık

filibeg

iskoçyalıların giydiği eteklik

filibuster

(parlamento, vb.'de) işi uzatmak, ağırdan almak

filiform

iplik şeklinde

filigree

altın ya da gümüşü tel biçiminde işleme, telkâri

filing cabinet

1. dosya dolabı, 2. evrak klasörü

filing card

fiş

filing clerk

dosya memuru

filing fee

dosya ücreti

filing system

dosyalama sistemi

filing tray

dosyalama rafı

filing

dosyalama

filings

eğe talaşı

file

fill a tooth

diş dolgusu yapmak

fill character

dolgu karakteri

fill in for sb

birinin yerini doldurmak

fill in

1. doldurmak, 2. karnı doyurmak, 3. vekillik etmek

fill out an application form

başvuru formu doldurmak

fill out

1. giderek şişmanlamak, 2. doldurmak, dolup kabarmak

fill sb's shoes

yerini doldurmak

fill the bill

ihtiyacı karşılamak, gerekeni yapmak

fill up a form

form doldurmak

fill up

1. dolmak, taşmak, 2. doldurmak, taşırmak

fill

1.doldurmak, 2.dolmak, 3.dolmak, kaplamak, yayılmak, 4.yapmak, icra etmek, yerine getirmek, 5.karşılamak, doyurmak, tatmin etmek, 6.istiap haddi, istenilen/gereksinilen miktar

filler cap

radyatör kapağı

filler

1. dolgu, 2. (boyada) astar

fillet weld

dolgu kaynak, bindirme kaynak

fillet

1.kemiksiz/kılçıksız et, fileto, 2.(eti) fileto kesmek, kılçığını ya da kemiklerini ayıklamak

filling material

dolgu maddesi

filling station

benzinci, benzin istasyonu

filling

1.doldurma, 2.dolgu, diş dolgusu

fillip

1. fiske, 2. fiske vurmak

fillister head screw

yıldız başlı vida

fillister

1. oluk rendesi, 2. oluk

filly

yavru kısrak, dişi tay

film archive

film arşivi, filmlik

film camera

film makinesi, kamera, alıcı

film cartridge

film kaseti

film cement

film yapıştırıcısı, zamk

film circuit

film devre

film fan

sinema meraklısı

film library

film kütüphanesi, film arşivi

film pickup

film okuyucu, film verici, film yayın aygıtı

film projector

film gösterme makinesi, projektör, gösterici

film reader

film okuyucu

film recorder

film kaydedici

film recording

film kaydı

film reel

film bobini, makara

film scanner

film okuyucu, film verici

film scanning

film tarama

film shooting

filme alma, film çevirme, film çekme

film speed

film hızı, film duyarlığı

film spool

film bobini, makara

film star

film yıldızı

film strip

1. film şeridi, 2. ders filmi

film studio

film stüdyosu

film

1.ince tabaka, ince örtü, ince deri, zar, 2.film, 3.film çekmek, 4.filme almak

filmset

film ile dizmek

filmy

ince, saydam, şeffaf

filter bag

filtre torbası

filter bed

filtre havuzu

filter choke

filtre bobini

filter cloth

filtre bezi, süzme bezi

filter gravel

filtre çakılı

filter lid

filtre kapağı

filter paper

filtre kâğıdı, süzgeç kâğıdı

filter

1.süzgeç, filtre, 2.süzmek, filtreden geçirmek, 3.süzülmek

filterable

filtreden geçebilen, süzülebilir

filtering apparatus

süzme aygıtı

filtering

süzme

filth

pislik

filthiness

1. kirlilik, 2. kir, pislik

filthy lucre

para

filthy rich

bok gibi zengin

filthy

1.pis, kirli, 2.kaba, çirkin, pis

filtrate

1. süzüntü, filtrat, 2. süzülmüş sıvı, 3. süzmek

filtration

süzme, süzüm

fimbriated

(bitki) püsküllü, saçaklı

fin keel

kotra omurgası

fin

1.yüzgeç, 2.yüzgece benzer şey

finagle

hile yaparak elde etmek, kandırmak

final account

kesin hesap, nihai hesap

final balance sheet

kapanış bilançosu

final balance

son bakiye, kesin bakiye

final cause

son amaç

final cost

kesin maliyet

final date

son gün

final deficit

nihai açık

final examination

bitirme sınavı

final goods

nihai mallar

final invoice

gerçek fatura

final judgment

son karar, kesin karar

final match

final maçı

final maturity

vade tarihi

final phoneme

son ses

final port

varış limanı

final product

nihai ürün

final provisions

son hükümler

final quotation

borsa kapanış fiyatı

final receipt

final receipt

nihai makbuz, son makbuz

final report

son rapor

final total

genel toplam, son toplam

final treatment

son işlem

final velocity

son hız

final

1.sonda gelen, sonuncu, son, 2.kesin, kati, nihai, 3.final, son karşılaşma, 4.dönem sonu sınavı, final

finale

final

finalist

finalist

finality

1. kesinlik, katiyet, 2. son bulma, sona erme

finalize

sonuçlandırmak, bitirmek

finally

1.sonunda, en sonunda, nihayet, 2.kesin olarak, tamamen

finance act

bütçe kanunu

finance bill

finansman senedi

finance committee

mali komite

finance company

finansman şirketi

finance house

finans kurumu

finance market

finans piyasası

finance syndicate

mali sendika

finance

1.maliye, 2.finanse, iş kurmada gereken para, 3.ç. mali durum, 4.paraca desteklemek, gereken parayı vermek, finanse etmek

finances

mali durum

financial accounting

mali muhasebe

financial administration mali idare financial advisor

mali müşavir

financial affair

mali durum

financial aid

mali yardım, parasal yardım

financial analysis

mali analiz

financial analyst

mali analist

financial and spiritual support

maddi ve manevi destek

financial backer

financial backer

finansör, parasal destek sağlayan

financial balance sheet mali bilanço financial books

mali defterler

financial budget

mali bütçe

financial center

mali merkez

financial circles

mali çevreler

financial columns

ekonomi sütunu

financial company

mali şirket, mali ortaklık

financial condition

mali durum

financial crisis

mali kriz

financial customs duties mali gümrük vergisi financial difficulty

para sıkıntısı, ödeme güçlüğü

financial embarrassment

mali sıkıntı

financial engagements

mali taahhütler

financial expenses

mali masraf

financial facilities

finansal imkânlar

financial incentive

mali teşvik

financial institutions

mali kuruluşlar

financial intermediation finansal aracılık financial investment

mali yatırım

financial jurisdiction

mali kaza

financial law

finansman kanunu

financial liability

mali sorumluluk

financial loan

finansman kredisi

financial magnate

sanayi kralı

financial market

finansal pazar, mali piyasa

financial muscles

mali kuvvet

financial obligation

mali yükümlülük

financial operation

financial operation

mali işlem

financial paper

ekonomi gazetesi

financial period

mali dönem

financial policy

finansman politikası

financial position

finansal yapı, mali durum

financial power

finansal güç, mali güç

financial ratio

mali oran

financial reforms

mali reformlar, finansal reformlar

financial report

finansal rapor

financial resource

mali kaynak

financial sector

mali kesim

financial situation

mali durum

financial standing

mali durum

financial statement

bilanço, mali çizelge

financial statistics

mali istatistikler

financial status

mali durumu

financial structure

finansal yapı, mali yapı

financial support

mali yardım

financial survey

mali analiz

financial syndicate

mali sendika

financial system

mali sistem

financial world

finans dünyası

financial year

1. mali yıl, 2. muhasebe dönemi, hesap dönemi

financial

mali

financially

mali bakımdan

financier

1.maliyeci, 2.anamalcı, sermayedar

financing charges

finansman masrafları

financing company

finansman şirketi

financing of exports

ihracat finansmanı

financing

financing

finansman

finback

bir çeşit balina

finch

ispinoz

find approval

rağbet görmek

find bail

kefil bulmak

find fault with

kusur bulmak, tenkit etmek, özür bulmak

find favour

rağbet görmek

find guilty

suçlu bulmak

find one's feet

kendini geçindirecek hale gelmek

find oneself

kendine gelmek

find out

çözmek, keşfetmek, anlamak, öğrenmek

find

1.bulmak, tapmak, 2.buluş, keşif, bulunan şey, bulgu

finder

1. bulan, bulucu, 2. vizör, 3. arayıcı

finding

1.bulgu, bulunmuş, keşfedilmiş şey, 2.sonuç, karar

fine adjustment

ince ayar

fine arts

güzel sanatlar

fine coal

ince kömür

fine earth

ince toprak

fine filter

ince filtre

fine flour

has un

fine gold

safi altın

fine grain

ince tanecik

fine gravel

ince çakıl

fine paper

birinci sınıf değerli evrak

fine sand

ince kum

fine structure

ince yapı

fine tuning

ince ayar 1.para cezası, 2.para cezasına çarptırmak, 3.güzel, iyi, yakşı, kaliteli, 4.çok ince, incecik, 5.ince, küçük, kırıntılar halinde, 6.(hava) güzel, açık, parlak, 7.sağlıklı, rahat, keyfi yerinde, 8.(iş) dikkatli, iyi, ustaca yapılan, 9.(maden) saf, som, 10.ince ince, 11.çok iyi, iyi bir şekilde

fine fine-drawn

inceltilmiş (tel)

fine-grained

ince taneli

fine-meshed

sık ilmekli

finely

1.çok iyi bir biçimde, güzel güzel, 2.ince ince

fineness

incelik, güzellik, zarafet

finery

süslü takılı güzel elbise

finesse

(insan ilişkilerinde) kurnazlık, incelik, yönetme yeteneği, ustalık

finger bone

parmak kemiği

finger bowl

sofrada parmak yıkayacak kap

finger mark

parmak izi

finger milking

elle sağım, parmakla sağım

finger nut

kelebekli somun

finger plate

kilit aynası

finger

1.parmak, 2.parmaklarla tutmak, parmaklamak, 3.(müzik aletini) parmakla çalmak

fingerboard

keman veya ut sapı, piyano klavyesi

fingering

1. parmakları doğru kullanma, 2. ince örgü yünü

fingernail

tırnak

fingerprint

parmak izi

fingertip

parmak ucu

finical

titiz

finicky

huysuz, güç beğenir, müşkülpesent, mızmız

fining

durultma, arıtma, saflaştırma

finish off

1. bitirmek, tamamlamak, 2. tüketmek

finish up with sth

bitirmek

finish with

ile işini bitirmek, ilişkisini kesmek

finish

1.bitirmek, tamamlamak, sona erdirmek, 2.bitmek, sona ermek, 3.(yorgunluktan, vb.) bitirmek, gücünü kesmek, 4.(yiyecek, içecek) bitirmek, 5.bitiş, son, finiş, 6.son, bitirme, bir şeyin bitmiş hali

finish-turn

tornada perdahlamak

finished goods

mamul mallar

finished product

son ürün, bitmiş ürün

finished

1.bitik, tükenmiş, bitmiş, 2.tamamlanmış, bitirilmiş, tam

finisher

1. ayarlı serici, finişer, 2. apreci, 3. nihai darbe

finishing treatment

bitirme işlemi

finishing

1. bitirici, tamamlayıcı, 2. bitirme, 3. perdah, cila

finite set

sonlu küme

finite

sonu olan, sonlu, sınırlı

finitely

sınırlı olarak

finiteness

1. fanilik, 2. sınırlılık

fink

1. grev kırıcı işçi, 2. muhbir

Finland

Finlandiya

Finn

Finli

finned

kanatlı

Finnish

Finlandiya'ya özgü, Fin dili

fiord

bkz. fjord

fir cone

köknar kozalağı

fir needle

köknar yaprağı

fir

köknar

fire a broadside

borda ateşi etmek

fire a volley

yaylım ateşi açmak

fire alarm

yangın alarmı

Fire away!

Hadi başla!

fire balloon

sıcak hava balonu

fire bar

ızgara çubuğu

fire brick

ateş tuğlası

fire brigade

itfaiye

fire bucket

yangın söndürme kovası

fire damage

yangın hasarı

fire danger

yangın tehlikesi

fire department

1. itfaiye teşkilatı, 2. itfaiye teşkilatı

fire drill

fire drill

yangından kaçma talimi

fire engine

1. itfaiye arabası, 2. yangın tulumbası

fire escape

yangın merdiveni

fire extinguisher

yangın söndürme aygıtı

fire fight

silahlı kavga

fire fighting

yangınla mücadele

fire foam

yangın köpüğü

fire hazard

yangın tehlikesi

fire hydrant

yangın söndürme musluğu

fire indemnity

yangın tazminatı

fire insurance

yangın sigortası

fire loss

yangın zararı, yangın hasarı

fire off

1. pişirmeyi tamamlamak, 2. hemen göndermek

fire plug

yangın musluğu

fire point

yanma noktası

fire policy

yangın sigorta poliçesi

fire power

ateş kudreti

fire prevention

yangın önleme

fire protection

yangın korunması

fire raiser

kundakçı

fire raising

kundakçılık

fire resisting

ateşe dayanıklı

fire risk

yangın rizikosu

fire screen

ateş siperi, ocak siperi

fire season

yangın mevsimi

fire station

itfaiye merkezi

fire stone

çakmaktaşı, sileks

fire superiority

ateş üstünlüğü

fire support

ateş desteği, atış desteği

fire tongs

fire tongs

ateş maşası

fire tower

yangın kulesi

fire tube

alev borusu

fire underwriter

yangın sigortacısı

fire up

fayrap etmek, birden bire kızmak, parlamak

fire wall

yangın duvarı

fire warden

yangın bekçisi

fire watch

yangın detektörü, yangın bulucu

fire worship

ateşe tapma

fire worshipper

ateşperest

fire

1.ateş, alev, yanma, 2.yangın, 3.parıltı, parlaklık, 4.ateş etme, ateş, 5.ısıtma aygıtı, 6.yakmak, tutuşturmak, ateşe vermek, 7.ateş etmek, ateşlemek, 8.(seramik vb.) pişirmek, fırınlamak, 9.dağlamak, 10.ateşlendirmek, heyecanlandırmak, gayrete getirmek, canlandırmak, 11.işten atmak, işten kovmak

fire-eater

1. çıngar çıkaran kimse, 2. ateş yutan hokkabaz

fire-gilding

ateşte yaldızlama, alev yaldızı

fire-raising

kundakçılık

firearm

ateşli silah

fireball

1. akanyıldız, 2. enerjik kimse

fireboat

yangın söndürme gemisi

firebrand

meşale, kundakçı

firebreak

yangın önleme şeridi

firebrick

ateş tuğlası

fireclay

ateş kili, şamot toprağı, ateş toprağı

firecracker

kâğıt fişek

firedamp indicator

grizu göstergesi

firedamp

1. grizu, madengazı, 2. metan gazı

firedog

ocağın demir ayaklığı

firefighter

itfaiyeci

firefly

ateşböceği

fireguard

şömine ızgarası

fireless

fireless

ateşsiz, cansız

firelight

alev ışığı

fireman

itfaiyeci

fireplace

şömine, ocak

fireproof

yanmaz, ateşe dayanıklı

fireproofing

ateş almaz malzeme

fireside

(ev içinde) şömine yanı, ocak başı, ateş yanı

firethorn

ateş dikeni

fireweed

yakıotu

firewood

odun

firework

havai fişek

fireworks

donanma fişekleri

firing line

ateş hattı

firing mechanism

ateşleme mekanizması

firing order

ateşleme sırası

firing power

ateşleme gücü

firing range

atış alanı, poligon

firing squad

1. merasim mangası, 2. idam mangası

firing time

ateşleme zamanı

firing

1. ateş etme, 2. yakma, 3. dağlama

firkin

küçük fıçı

firm contract

kesin sözleşme, kati mukavele

firm management

işletme yönetimi

firm offer

kesin öneri, kesin teklif

firm order

kesin sipariş

firm price

kesin fiyat, kati fiyat

firm sale

kesin satış

firm up

sabit kılmak, sağlamlaştırmak

firm value

firma değeri

firm

firm

1.sert, katı, 2.sağlam, dayanıklı, sıkı, 3.sabit, değişmez, 4.firma, şirket

firmament

gök, gökyüzü

firman

ferman

firmly

1. sımsıkı, sıkıca, 2. metanetle, sebatla, kuvvetle

firmness

1. kesinlik, katiyet, 2. sağlamlık, dayanıklılık

firmware

aygıt yazılımı, bellenim

firn

buzkar, neve

first aid kit

ilkyardım çantası

first aid

ilk yardım

first and foremost

en önemlisi, ilk önce, her şeyden önce

first and last

ilk ve son, her şeyi hesaba katarak

first bid

ilk teklif

first choice articles

birinci kalite mal

first chop

birinci sınıf, kaliteli

first class ticket

birinci mevki bileti

first class

birinci mevki

first come, first served

sona kalan dona kalır

first day

pazar günü, ilk gün

first draft

öntaslak

first edition

ilk basım

first floor

1. birinci kat, 2. zemin katı

first fruits

1. alınan ilk ürün, 2. ilk sonuç, ilk hasılat

first generation

birinci kuşak

first half

ilk yarı, ilk altı ay

first hand

ilk el, birinci el

first installment

birinci taksit

first lady

başbakanın karısı

first lieutenant

üsteğmen

first mail

adi posta

first mortgage

first mortgage

birinci derecede ipotek

first name

isim, asıl isim

first night

gala temsili, açılış gecesi

first of all

en önce, ilkin

first or last

er geç

first order lever

birinci derecede kaldıraç

first product

ilk ürün

first publishing

ilk yayım

first rate

birinci sınıf

first sergeant

kıdemli başçavuş

first shot

ilk silah atan olmak

first

1.ilk, birinci, diğerlerinden önce gelen kimse/şey, 2.İngiltere'de en yüksek üniversite derecesi, 3.birinci, ilk, 4.baş, başta, 5.ilk kez

first-born

ilk çocuk

first-class ticket

birinci mevki bilet

first-class

1. birinci sınıf, çok iyi, mükemmel, 2. birinci mevki

first-rate

1. birinci kalite, çok iyi, harika, 2. mükemmel

firsthand

ilk elden, dolaysız

firstling

ilk sonuç, ilk çocuk

firstly

önce, ilk önce, birincil olarak, herşeyden önce, ilk başta

firth

haliç

fiscal adjustments

mali ayarlamalar

fiscal authorities

mali makamlar

fiscal capacity

mali kapasite

fiscal charges

vergi giderleri

fiscal competition

mali rekabet

fiscal decisions

mali kararlar

fiscal dividend

mali temettü

fiscal economics

mali ekonomi

fiscal evasion

vergi kaçırma

fiscal incentives

fiscal incentives

mali teşvikler

fiscal jurisdiction

mali yargı

fiscal law

mali hukuk, mali yasa

fiscal monopoly

mali tekel

fiscal period

mali dönem

fiscal policy

maliye politikası

fiscal relations

mali ilişkiler

fiscal report

finans raporu

fiscal resources

mali kaynaklar

fiscal responsibility

mali sorumluluk

fiscal service

mali hizmet

fiscal stability

mali istikrar

fiscal system

vergi sistemi, finans sistemi

fiscal year

mali yıl

fiscal

mali

fish ball

balık köftesi

fish bolt

lama cıvatası

fish bone

kılçık

fish eye

balık gözü

fish finder

sonar

fish for

ağız aramak

fish glue

balık tutkalı

fish hawk

balık kartalı

fish in muddy waters

bulanık suda balık avlamak

fish in troubled waters bulanık suda balık avlamak fish line

olta ipi

fish market

balık pazarı

fish oil

balıkyağı

fish out of water

sudan çıkmış balık

fish pond

fish pond

1. balık yetiştirme havuzu, 2. balık havuzu

fish scale

balık pulu

fish

1.balık, 2.balık eti, 3.balık tutmak

fish-eye lens

balıkgözü objektif

fishbone

balık kılçığı

fisher

1. balık tutan kimse, 2. balıkçıl hayvan, 3. balıkçı

fisherman

balıkçı

fishery

1. balıkçılık, 2. dalyan, balık yatağı, 3. balık tarlası

fishhook

olta

fishing boat

balıkçı kayığı

fishing gear

balıkçı takımı

fishing hook

olta iğnesi

fishing line

olta

fishing net

balıkçı ağı

fishing port

balıkçı limanı

fishing rod

olta kamışı

fishing tackle

balık takımı

fishing

balıkçılık

fishmonger

balık satıcısı, balıkçı

fishplate

1. süyek, cebire, bağlama levhası, 2. süyekle bağlamak, 3. bağlama levhası

fishtail bit

çatal uç

fishtail

balık kuyruğu biçiminde

fishway

balık geçidi, balık sapağı

fishwife

balıkçı kadın

fishy

1.balık tadında ya da balık kokulu, 2.şüpheli, karanlık, içinde bit yeniği olan, inanılması güç

fissile

1. bölünebilir, yarılabilir, 2. bölünür

fissility

bölünürlük, yarılabilirlik

fission

1.bölünme, yarılma, yarma, 2.atom çekirdeğinin parçalanması

fissionable

parçalanabilir, bölünebilir

fissiparous

fissiparous

ikiye bölünerek üreyen

fissure

çatlak, yarık

fissured

çatlak, yarık

fist

yumruk

fisticuffs

yumruk yumruğa kavga

fistula

fistül, akarca

fistular

boru şeklinde

fistulous

fistülle ilgili

fit as a fiddle

turp gibi

fit for a king

krallara layık

fit for nothing

hiçbir işe yaramaz

fit in

1. uymak, 2. uydurmak, 3. zaman bulmak, zaman ayarlamak

fit like a glove

tam uymak, kalıp gibi oturmak

fit one's book

işine gelmek

fit out

donatmak, teçhiz etmek

fit the bill

tam istediği şey olmak

fit to be tied

kan beynine sıçramak

fit up with

sağlamak, yerleştirmek, donatmak

fit up

düzenlemek, donatmak, sağlamak

fit

1.hastalık nöbeti, 2.galeyan, nöbet, kriz, 3.uygun, elverişli, 4.sağlıklı, zinde, formda, gücü kuvveti yerinde, 5.ayak uydurmak, kendini birşeye uydurmak, 6.(giysi) uymak, iyi gelmek, uygun olmak, 7.hazırlamak, uygun duruma getirmek, 8.uygun gelme, uygunluk, uyma

fitch

kokarca

fitful

rahatsız, düzensiz

fitment

teçhizat, donanım, takım

fitness

1.zindelik, form, sağlık, 2.uygunluk

fitted

1.(with ile) ile donatılmış, -lı, 2.yerleştirilmiş, oturtulmuş

fitter

1.makine montajcısı, 2.makastar

fitting shop

montaj atölyesi

fitting

1.uygun, yakışık alır, doğru, 2.terzi provası, 3.bina tesisatı, tertibat

fittings

fittings, bağlantı parçaları, tertibat, tesisat

five

beş

five-fingers

beşparmakotu

five-star hotel

beş yıldızlı otel

five-year development plan

beş yıllık kalkınma planı

fiver

beş sterlin

fix on

1. karar kılmak, 2. doğrultmak, yöneltmek, 3. seçmek

fix sb up with sth

sağlamak, ayarlamak

fix sb's wagon

hakkından gelmek

fix sth on

kapatmak, bağlamak

fix sth up

1. kararlaştırmak, 2. yerleştirmek

fix up

tamir etmek, düzene sokmak, tertip etmek

fix

1.saptamak, belirlemek, düzenlemek, kararlaştırmak, 2.onarmak, 3.sıkıca tutturmak, yerleştirmek, sabitleştirmek, oturtmak, 4.şike yapmak, 5.(birisine yiyecek, içecek, vb.) hazırlamak, 6.ile ilgilenmek, icabına bakmak, hakkından gelmek, 7.kötü ve güç durum, boktan durum, 8.uyuşturucu iğnesi

fixation machine

fiksaj makinesi, tespit makinesi

fixation

1.yerleştirme, oturtma, takma, 2.güçlü ve sağlıksız tutku, saplantı

fixative

fiksaj maddesi, tespit maddesi

fixed antenna

sabit anten

fixed assets

sabit varlıklar, duran varlıklar

fixed axle

sabit dingil

fixed budget

sabit bütçe

fixed capital

sabit sermaye

fixed charges

sabit masraflar

fixed cost

sabit maliyet

fixed deposit

sabit vadeli mevduat

fixed end

sabit uç, hareketsiz uç

fixed exchange rate

sabit döviz kuru

fixed expenses

sabit giderler

fixed idea

sabit fikir

fixed income

değişmez gelir, sabit gelir

fixed oil

sabit yağ, uçmaz yağ

fixed point

sabit nokta, çakılı nokta

fixed price

değişmez fiyat, sabit fiyat

fixed pulley

sabit kasnak

fixed rate system

sabit kur sistemi

fixed star

durağan yıldız

fixed

1.sabit, oynamaz, 2.değişmez, 3.belirlenmiş, kararlaştırılmış

fixedness

sabit oluş

fixer

1. fiksatif, 2. tamirci

fixing screw

bağlama vidası

fixing

1. bağlama, tutturma, 2. kurma, 3. tespit

fixings

tertibat, garnitür

fixity

sabit oluş, karar

fixture

1.fikstür, 2.sabit eşya, demirbaş

fizgig

hoppa kız

fizz

1.(gazoz gibi) vızlamak, fışırdamak, 2.fışırtı, vızıltı, 3.şampanya

fizzle out

vızlayıp sönmek

fizzle

(out ile) boşa çıkmak, kötü sonuçlanmak, fos çıkmak

fizzy

1. gazlı, köpüren, 2. fışırtılı

fjord

fiyort

flabbergast

hayrete düşürmek, şaşırtmak

flabbergasted

çok şaşırmış, şaşkın

flabbiness

1. sarkıklık, gevşeklik, 2. iradesizlik, zayıflık

flabby

gevşek, yumuşak, sarkık, pörsük

flabellate

yelpaze biçiminde

flaccid

yumuşak, sarkık, gevşek

flaccidity

gevşeklik, kıvamsızlık, sarkıklık

flag captain

amiral gemisi süvarisi

flag staff

flag staff

bayrak direği

flag

1.bayrak, sancak, 2.bandıra, flama, 3.geniş yassı taş, kapak taşı, 4.canlılığını yitirmek, güçten kesilmek, güçsüzleşmek

flagellant

döven, kırbaçlayan

flagellate

kırbaçlamak, dövmek

flagellation

kırbaçlama

flagellum

1. kamçı, 2. kırbaç

flagging

gevşek, cansız

flagitious

habis, çok çirkin, alçak

flagon

bir tür kulplu sürahi

flagpole

bayrak direği

flagrancy

kabahatin büyüklüğü

flagrant

(kötü bir şey) alenen yapan/yapılan

flagrante delicto

suçüstü

flagrantly

bile bile

flagship

amiral gemisi

flagstaff

gönder, bayrak direği

flagstone

bkz. flag

flail

sağa sola sallamak/sallanmak

flair

özel yetenek, beceri

flake away

tabaka tabaka soymak/soyulmak

flake off

pul pul dökülmek

flake out

bayılmak, yıkılmak, çökmek

flake

1.ince tabaka, ince parça, 2.(off ile) ince tabakalar halinde dökülmek, pul pul dökülmek

flaked

kuşbaşı

flakiness

lapa lapa oluş

flaky

lapa lapa, yaprak yaprak

flam

yalan, uydurma

flambeau

fener, meşale

flamboyance

1. fantezi, 2. göz kamaştırıcılık, ihtişam

flamboyancy

flamboyancy

aşırı derecede parlaklık, süs, şaşaa, görkem

flamboyant

gösterişli, havalı, tantanalı

flame reaction

alev reaksiyonu

flame resistant

ateş almaz

flame thrower

alev makinesi

flame tube

alev borusu

flame up

alevlenmek, öfkelenmek

flame

1.alev, 2.ateş, 3.alev alev yanmak, alevlenmek, 4.parlamak, kızarmak

flame-harden

alevle sertleştirmek

flame-lamp

ark lambası, alev lambası

flame-tree

alpa gülü

flamenco

flaman kuşu, flamingo

flameproof

1. aleve dayanır, tutuşmaz, 2. patlamaönler

flaming

1. tutuşmuş, 2. kızgın, ateşli, 3. çok süslü

flamingo

flamankuşu, flamingo

flammable substance

tutuşucu madde

flammable

çabuk yanar, kolay tutuşur

flan

meyveli pasta

flange nut

yakalı somun, kenarlı somun

flange rail

oluklu ray

flange

kenar, yaka, kulak, flanş, çıkıntı

flanged pipe

flanşlı boru

flanged rail

oluklu ray

flanged

flanşlı

flanging

kenar kıvırma

flank attack

kanat taarruzu, kuşatıcı taarruz

flank front

yan cephe, yanyüz

flank march

yan yürüyüş

flank

1.böğür, yan, 2.kanat, cenah, 3.yandan kuşatmak, 4.yanında yer almak

flannel

flannel

1.pazen, flanel, 2.fanila

flannelette

1. flanel taklidi pamuklu kumaş, 2. pazen

flap

1.kanat çırpma, vb. sesi, 2.(zarf, cep, vb.) kapak, 3.telaş, panik, 4.(kanat) çırpmak, 5.çarpmak, vurmak, sallanmak, çırpınmak, 6.meraklanmak, telaşa kapılmak

flapdoodle

saçmalık, boş laf

flapjack

kızartılmış küçük börek

flapped

titrek

flapper

1. kabuklu hayvanların kuyruğu, 2. çarpan şey

flare star

parıltılı yıldız

flare up

birden alevlenmek, parlamak, öfkelenmek

flare

1.titrek parlak ışık ya da alev, 2.işaret fişeği, 3.parlak ve titrek bir alevle yanmak, 4.birden alev almak, patlak vermek

flare-up

ani öfke, parlama, hiddet

flared

(etek, pantolon) alt kısmı geniş

flaring

gösterişli

flash back

bir an geçmişe dönmek

flash bulb

flaş lambası

flash drier

şok kurutucu, hızlı kurutucu

flash in the pan

saman alevi

flash into one's mind

aklına esmek

flash lamp

el feneri, cep feneri

flash metre

flaşmetre

flash point

alev noktası, parlama noktası

flash report

geçici rapor hesabı

flash

1.birden parlamak, (şimşek gibi) çakmak, 2.parlamak, ışıldamak, parıldamak, 3.(telgraf ya da radyo mesajı) yollamak, göndermek, 4.çok hızlı hareket etmek, hızla geçip gitmek, 5.birdenbire akla gelmek, 6.cinsel organlarını göstermek, teşhirçilik yapmak, 7.ani ışık, çakış, parlama, 8.parıltı, ışıltı, 9.flaş haber, 10.çok kısa süre, an, 11.(foto.) flaş

flashback

(film) geriye dönüş, fleşbek

flashboard

savak taşırma kapağı

flashbulb

flaş

flasher

1.flaşör, 2.teşhirci

flashing point

flashing point

parlama noktası

flashing

1. parlayan, yanıp sönen, 2. parlama, çakma, 3. baca eteği

flashlight

1.el feneri, 2.flaş

flashy

parlak, gösterişli, göz kamaştırıcı, cafcaflı

flask

1.dar boyunlu küçük şişe, 2.cebe konan küçük yassı içki şişesi, 3.termos

flat angle

düz açı

flat arch

basık kemer, yassı kemer, düz kemer

flat belt

düz kayış

flat broke

metliksiz, beş kuruşsuz, cebi delik

flat car

açık yük vagonu

flat coil

yassı bobin

flat cost

üretim maliyeti

flat file

yassı eğe, düz eğe

flat glass

düz cam

flat out

1. azami hızla, tam gaz, 2. açıkça

flat price

tek fiyat

flat rate

tek fiyat, sabit fiyat

flat roof

düz çatı

flat tire

patlamış lastik

flat tyre

patlak lastik

flat

1.düz, 2.yassı yayvan, 3.düz arazi, ova, 4.sığlık, bataklık, 5.düz yüzey, 6.bemol, 7.sıkıcı, tekdüze, 8.donuk, 9.(iş vb.) durgun, 10.(lastik) havasız, 11.(pil) bitik, 12.tam, kesin, kati, değişmez, 13.(içki) gazı gitmiş, gazsız, 14.tamamen, bütün bütün, tam, 15.apartman dairesi, kat

flat-footed

düztaban

flat-hammer

çekiçle düzlemek

flatboat

düz karinalı gemi

flatbottom

düz karinalı gemi

flaterer

yağcı, dalkavuk

flatering

yaltaklanan

flatfoot

düztaban

flatfooted

düztaban

flathead

yassı kafalı, parabaşlı

flatiron

ütü, lama demiri

flatlet

küçük apartman dairesi

flatly

1.sıkıcı bir şekilde, 2.tamamen, kesinlikle

flatness

durgunluk, kesatlık

flatten out

palyeye geçmek, uçağı düzeltmek

flatten

1.düzleştirmek, yassılaştırmak, 2.düzleşmek, yassılaşmak

flattening

1. yassılma, yassılaşma, 2. düzleşme

flatter oneself

sanmak, kendini inandırmak, ümit etmek

flatter

1.dalkavukluk etmek, yağlamak, yağ çekmek, 2.(fotoğraf ya da resimde) olduğundan daha güzel göstermek, 3.memnun etmek, gururunu okşamak

flatterer

dalkavuk, yağcı

flattery

dalkavukluk, yağcılık

flattop

uçak gemisi

flatulence

midedeki gaz

flatways

düzlemesine

flatworm

yassıkurt, solucan

flaunt

havasını atmak

flautist

flüt çalan kimse, flütçü

flavescent

sararmış, sarımtırak

flavone

flavon

flavor

bkz. flavour

flavoring

tat veren şey

flavorless

tatsız

flavorsome

lezzetli

flavour

1.tat, lezzet, çeşni, 2.tat vermek, lezzet vermek

flavouring

tatlandırıcı şey, çeşni

flaw

kusur

flawless

kusursuz, mükemmel

flawlessness

kusursuzluk, mükemmellik

flawy

kusurlu

flax comb

keten tarağı

flax seed

keten tohumu

flax yarn

keten ipliği

flax

keten

flaxen

soluk sarı, lepiska

flaxseed

keten tohumu

flaxy

ketene benzer

flay

1. derisini yüzmek (hayvan), 2. soymak, azarlamak

flea market

bitpazarı

flea

pire

fleabag

1. uyku tulumu, 2. pasaklı kadın, 3. ucuz otel

fleabane

pire otu

fleabite

pire ısırması, hafif ağrı

fleabitten

pire ısırmış, köhne

fleam

neşter

fleawort

boğa yaprağı, karnı yarık

fleck

1.benek, 2.benekleşmek

flection

bükün

fledge

tüylendirmek

fledgling

acemi çaylak

flee

kaçmak

fleece

1.koyun postu, yapağı, 2.soymak, yolmak, kazıklamak

fleece-lined

içi muflonlu

fleecy

yünlü

fleer

1. alay, 2. alay etmek, eğlenmek

fleet

filo

fleeting

(zaman) kısa, kısa süreli, hızlı

flench

flench

balina yağını çıkarmak

flesh and blood

akrabalar, aile

flesh color

ten rengi

flesh out

dolgun olmak, şişmanlatmak

flesh wound

hafif yara

flesh

1.et, 2.vücut, beden, 3.bedensel zevkler

flesh-eating animals

et yiyen hayvanlar

fleshiness

şişmanlık, etlilik

fleshings

balerin pantolonu

fleshly

1. etli, etten ibaret, 2. dünyevi

fleshpots

zevk

fleshy fruit

etli meyve

fleshy

1.etli, et gibi, 2.şişmanca, toplu

fleurdelis

süsen çiçeği

flex

1.bükmek, germek, 2.tel, kordon, esnek kablo

flexibility

bükülgenlik, esneklik

flexible budget

değişken bütçe, esnek bütçe

flexible cable

esnek kablo, bükülgen kablo

flexible disk

disket, flopi disk

flexible exchange rate system

esnek döviz kuru sistemi

flexible exchange rate

esnek döviz kuru

flexible joint

esnek eklem

flexible rate

esnek kur, değişken kur

flexible shaft

esnek şaft, esnek mil

flexible standard

değişken standart

flexible tariff

değişken tarife

flexible

bükülgen, esnek

flexion point

bükülme noktası

flexion

flexion

bükülme, esneme

flexor

fleksör kas

flextime

istediği saatlerde çalışma

flexure

1. eğilme, bükülme, salgı, 2. dirsek, eğrilik

flibbertigibbet

hoppa ve geveze kimse, dedikoducu kimse

flic

polis

flick knife

sustalı çakı

flick

1.fiske, hafif vuruş, 2.hafifçe vurmak, fiske vurmak, 3.seğirmek, çırpınmak

flicker

1.titremek, titreşmek, sönüp yanmak, 2.titreme, titreşme

flicker-free

göz kırpıştırmayan, kırpışmasız

flicks

sinema

flier

1. pilot, 2. el ilanı, uzun atlama

flies

pantolonun önündeki yarık, fermuar yeri

flight altitude

uçuş yüksekliği

flight attendant

uçuş görevlisi

flight book

uçuş defteri

flight control

uçuş kontrolü

flight deck

uçuş güvertesi

flight level

uçuş seviyesi

flight line

uçuş hattı

flight of capital

sermaye kaçışı

flight of fancy

hayal

flight path

uçuş yolu

flight plan

uçuş planı

flight recorder

kara kutu

flight strip

uçuş koridoru

flight time

uçuş zamanı, uçuş süresi

flight visibility

uçuşta görüş alanı

flight

1.uçuş, 2.(kuş, uçak, vb.) sürü, 3.bir kat merdiven, 4.kaçış

flightily

flightily

ne dediğini bilmeden, kararsızca

flightiness

kararsızlık

flightless

uçamayan

flightworthy

uçuşa elverişli

flighty

havai, dönek, kararsız, değişken, maymun iştahlı

flimflam

1. alavere dalavere, 2. hile

flimsiness

1. dayanıksızlık, 2. eksiklik, yetersizlik

flimsy

1.zayıf, güçsüz, 2.çürük, dayanıksız

flinch

geri çekilmek, kaçmak, kaçınmak, ürkmek

fling away

dışarı atmak, dışarı fırlatmak

fling in sb's teeth

birinin başına kakmak, yüzüne vurmak

fling out

yüzüne karşı söylemek, fırlatmak

fling

1.fırlatıp atmak, savurmak, 2.atma, atış, fırlatma, 3.bir İskoç dansı, 4.deneme, girişim, 5.çılgınça zaman

flint glass

kristal, billur

flint

çakmaktaşı

flinty

içinde çakmaktaşı olan, taş gibi katı

flip through

okuyup geçmek

flip

1.fiske vurmak, fiske atmak, 2.döndürmek, 3.galeyana gelmek, coşmak, fıttırmak, 4.(through ile) okuyup geçmek, 5.fiske

flip-flap

1. çarpma sesi, 2. takla

flip-flop

1. flip-flop, ikidurumlu, 2. bir çeşit takla

flippancy

1. küstahlık, 2. hafiflik, uçarılık

flippant

saygısız, hiçbirşeyi ciddiye almayan, küstah

flipper

1.ayıbalığı, vb. balıkların kolu, 2.(yüzmede kullanılan) palet

flippy

flopi disk

flirt

1.flört etmek, kur yapmak, 2.(with ile) ilgileniyormuş gibi görünmek, öylesine takılmak, 3.flört eden kimse, flört

flirtation

flört etme, kur yapma, şuhluk

flirtatious

flörtçü, fındıkçı

flit

uçmak, uçuşmak, gitmek

flitch beam

çatma kiriş

flitch girder

flitch girder

kafes kiriş

flitch

hatıl

flittermouse

yarasa

flivver

1. külüstür otomobil, 2. başarısızlık

float needle

şamandıra iğnesi

float valve

karbüratör supabı

float

1.yüzmek, batmadan yüzmek, suyun üstünde kalmak, 2.yüzdürmek, 3.havada süzülmek, uçmak, 4.hisse senedi satarak iş kurmak, 5.(söylenti, vb.) yaymak, dolaştırmak, 6.hafif şamandıra, duba, 7.sergi arabası, 8.birikmiş para, gerekince kullanmak için ayrılmış para, birikim

floatability

yüzebilirlik

floatable

yüzebilir

floater

1. kurucu, 2. devlet tahvili

floating assets

döner sermaye, cari aktifler

floating bridge

yüzer köprü

floating capital

döner sermaye, işletme sermayesi

floating debt

dalgalı borç

floating dock

yüzer havuz

floating exchange rate

dalgalı döviz kuru

floating island

yüzer ada

floating money

dalgalı para

floating pier

dubalı iskele

floating population

gelip geçici nüfus

floating rate note

değişken faiz oranlı tahvil

floating rate of exchange

dalgalı döviz kuru

floating rib

göğüs kemiğine ulaşmayan kaburga kemiği

floating trade

deniz ticareti

floating vote

kararsız seçmen

floating voter

kararsız seçmen

floating wharf

dubalı iskele

floating zone

floating zone

yüzer bölge

floating

değişken, yerleşik olmayan, durağan olmayan, hareketli

floccose

yün gibi, top top

flocculate

1. pıhtılaşmak, 2. pıhtılaştırmak

flocculation

pıhtılaşma

floccule

küçük topak, yumak

flocculent

1. yün gibi, 2. yünlü

flocculus

püskülcük

flock bed

kıtık şilte

flock of sheep

koyun sürüsü

flock

1.(hayvan) sürü, 2.(insan) sürü, kalabalık, 3.kiliseye düzenli giden topluluk, cemaat, 4.toplanmak, üşüşmek

flocking

floklama

flocky

yünlü

floe

denizdeki buz tabakası, yüzen buz kitlesi

flog a dead horse

havanda su dövmek, boşa nefes tüketmek

flog

1.dövmek, kırbaçlamak, 2.satmak, satmaya çalışmak

flogging

kırbaç cezası, kamçılama

flood control

taşkın kontrolü

flood dam

taşkın seddi

flood damage

taşkın zararı

flood of tears

sel gibi akan göz yaşı

flood plain

taşkın ovası

flood protection

taşkından korunma

flood tide

met, kabarma, su düzeyinin kabarması

flood wall

taşkın duvarı

flood

1.su basması, sel, 2.su basmak, sel basmak, 3.taşmak, 4.çok sayıda olmak, sel gibi taşmak

floodgate

taşkınları önlemek için akarsulara yapılan kapılar, kapaklar, bent kapağı

flooding

1. su baskını, 2. rahim kanaması

floodlight

1.projektör, 2.projektörle aydınlatmak

floodlighting

floodlighting

projektörle aydınlatma, aydınlatma ışığı

floodway

taşkın yolu, taşma kanalı, sel kanalı

floor area

yüz ölçüsü

floor beam

döşeme kirişi

floor board

döşeme tahtası

floor carpet

döşeme paspası

floor cloth

muşamba

floor covering

döşeme, yer kaplaması

floor lamp

ayaklı lamba

floor load

döşeme yükü

floor plan

kat planı

floor plate

taban levhası

floor polish

döşeme cilası

floor price

taban fiyatı

floor show

varyete, eğlence programı

floor tile

yer karosu, döşeme çinisi

floor timber

döşeme kirişi

floor wipe the floor with yere sermek

flooring

1.döşeme, zemin, taban, 2.(bina) kat, 3.Parlamento Binası, vb. de üyelerin oturdukları salon, 4.döşemek, 5.vurup yere yıkmak, devirmek, yıkmak, 6.şaşırtmak, şoke etmek döşeme, döşemelik

floozie

hafifmeşrep kadın

floozy

hafifmeşrep kadın

flop

1.çırpınmak, 2.(plan, vb.) batmak, suya düşmek, başarısızlığa uğramak, 3.çarpma sesi, düşme sesi, flop sesi, 4.başarısızlık, fiyasko

floppers

tavuk pençesi

floppy disk

flopi disk

floppy

yumuşak ve sarkık

flora and fauna

bitki ve hayvan

flora

bitey, flora

floral

çiçeklerle ilgili, çiçekli, çiçek

floor

florescence

çiçeklenme

florescent

çiçek açmış, donanmış

floret

küçük çiçek

floriated

çiçeklerle süslü

floriculture

1. çiçekçilik, 2. çiçek yetiştirme

florid

1.gösterişli, süslü, cafcaflı, 2.(yüz) kırmızı

floriferous

çok çiçek açan

florist

çiçekçi

floss silk

bükülmemiş ipek, floş, ham ibrişim

floss

1. cam cürufu, 2. cüruf deliği, 3. ince tüy, hav

flossy

1. ince tüylü, 2. ipek gibi, ipekli, 3. cafcaflı

flotation

1. sermaye temini, 2. işyeri kurma, 3. yüzdürme

flotel

yüzer otel

flotilla

küçük filo, filotilla

flounce

öfke ya da sabırsızlıktan fırlayıp yürümek

flounder

1.çırpınmak, batmamak için çabalamak, 2.bata çıka ilerlemek, 3.bocalamak

flour beetle

un böceği

flour mill

un değirmeni

flour moth

un güvesi

flour

un

flourish

1.el sallamak, elini kolunu sallayarak dikkat çekmeye çalışmak, 2.sağlıklı bir biçimde büyümek, gelişmek, 3.gösteriş, hava

flourishing

mamur, bayındır

floury

una bulanmış

flout

saygısızca karşı gelmek, zıddına gitmek, küçümsemek, burun kıvırmak

flow chart

akış şeması

flow control

akış kontrolü

flow diagram

akış diyagramı

flow direction

akış yönü

flow line

akış hattı, akış çizgisi

flow meter

debimetre, akışölçer

flow rate

akış hızı 1.(sıvı) akmak, 2.(kan, vb.) dolaşmak, deveran etmek, 3.akın akın gitmek, akıp gitmek, 4.akma, akış, 5.akıntı, 6.akın, 7.denizin kabarması, gel, med

flow flower bed

çiçek tarhı

flower people

barışçı hippiler, çiçek çocukları

flower pot

saksı

flower shop

çiçekçi dükkânı

flower

1.çiçek, 2.çiçek vermek, çiçek açmak

flower-bearing

çiçekli

flowerbed

çiçek tarhı

flowered

çiçekli, çiçeklerle süslü

floweriness

gösretiş, tumturak

flowering

çiçekli

flowerless

çiçeksiz

flowerpot

çiçek saksısı

flowers of sulfur

kükürtçiçeği

flowery

çiçekli, çiçeklerle süslü

flowing

1. akan, 2. akma, akış

flu bug

grip virüsü

flu

grip

flub

1. gaf, 2. gaf yapmak

flubdub

1. boş laf, palavra, 2. züppelik

fluctuate

inip çıkmak, bir yükselip bir azalmak

fluctuating exchange rate

dalgalı kur

fluctuating

dalgalanan, dalgalı

fluctuation

1. dalgalanma, inip çıkma, 2. düzensiz değişim

flue gas

baca gazı, duman gazı

flue

boru, baca borusu

fluency

(konuşma) akıcılık

fluent

akıcı, rahat, pürüzsüz

fluently

1. akıcı bir biçimde, 2. kolaylıkla

fluff

1.toz topağı, 2.yumuşak tüy, kuş tüyü, 3.(battaniye, halı, vb.) tüy, 4.kabartmak, 5.bir şeyi yanlış yapmak, yüzüne gözüne bulaştırmak, tökezlemek

fluffy

tüy gibi yumuşak, yumuşak ve kaba tüylü

fluid logic

akışkan mantığı

fluid mechanics

akışkanlar mekaniği, sıvı mekaniği

fluid pressure

sıvı basıncı

fluid state

sıvı hal

fluid

1.akıcı, akışkan, sıvı, 2.sıvı

fluidics

flüidik

fluidity

akışkanlık, akıcılık

fluke

beklenmedik talih, talih eseri bir raslantı, şans

fluky

tesadüfe dayanan, şansa bağlı, kararsız, dönek

flume

tomruk yüzdürmek, kanalda götürmek

flummox

şaşırtmak, affallatmak, kafasını karıştırmak

flump

ağır bir şeyi birden bırakıvermek, çökmek

flung

1. atma, 2. fırlatmak

flunk

1. sınav/sınıfta kalma, 2. (sınavda) çak(tır)mak, kalmak, 3. bırakmak

flunky

dalkavuk, yağcı, hizmetçi

fluorescein

fluoresein

fluorescence

1. flüorışıma, flüoresans, 2. flüorışı, yakamoz

fluorescent brightening optik parlatma fluorescent lamp

flüoresan lamba, flüorışıl lamba

fluorescent whitening agent

optik beyazlatıcı, optik ağartıcı

fluorescent

ışınır, floresan

fluoric

fluorik

fluoridation

içme suyuna fluor katma

fluoride

florür, flüorür

fluorimeter

fluorimetre

fluorine

flüor

fluorite

fluorit

fluorocarbon

fluorokarbon

fluoroscope

fluoroskop

fluoroscopy

fluoroskopi

fluorspar

fluorspat

flurry

1.coşku, heyecan, 2.ani ve sert rüzgâr/kar/yağmur, sağanak, 3.(birisinin) kafasını karıştırmak

flush joint

yüz yüze bağlantı, düz yüzlü ek

flush tank

rezervuar, yıkama deposu, biriktirici

flush

1.fışkırma, fışkırtma, 2.basınçlı su ile temizleme, 3.yüze kan hücumu, yüz kızarması, yüzü kızarma, 4.fışkırmak, 5.fışkırtmak, 6.basınçlı su ile temizlemek, 7.yüzü kızarmak, 8.kızartmak, 9.düz, aynı düzeyde, bir hizada, 10.çok paralı, varlıklı, parası bol, 11.düzgün bir biçimde, aynı boyda olarak

flushing box

tuvalet su deposu

fluster

1.şaşırtmak, telaşlandırmak, kafasını karıştırmak, 2.telaş, heyecan, şaşkınlık, bocalama

flute

flüt

fluted

yivli, oluklu

fluting plane

oluk rendesi

fluting

yivli süs

flutist

flütçü

flutter the dovecotes

ortalığı velveleye vermek

flutter

1.(kanat) çırpmak, 2.uçmak, 3.(sağa sola ya da aşağı yukarı) hareket etmek, 4.telaş, heyecan, 5.kanat çırpma

fluvial environment

akarsu ortamı

fluvial erosion

akarsu erozyonu

fluvial soil

nehir toprağı, ırmak toprağı

fluvial

ırmakla ilgili

flux and reflux

gelgit, meddücezir

flux density

akı yoğunluğu

flux oil

yumuşatıcı yağ

flux

sürekli değişiklik, değişim, oynaklık, değişkenlik

fluxation

akıtma, eritme

fluxion

akıntı, cereyan

fluxmeter

flümetre, akıölçer

fly a kite

sahte bono çıkarmak

fly about

öteye beriye uçmak, her yöne uçmak

fly apart

parçalanmak

fly at

fırlamak, atılmak, üstüne saldırmak

fly away

uçup gitmek, kaçmak

fly high

çok hırslı olmak, coşmak

fly in the face of

1. -e meydan okumak, 2. sözünü dinlememek

fly in the ointment

mide bulandıran pürüz

fly into a passion

kızmak, öfkelenmek

fly into a rage

tepesi atmak, köpürmek

fly into a tantrum

heyheyleri tutmak, babaları tutmak

fly into a temper

tepesi atmak

fly nut

kelebek somun

fly off the handle

aniden tepesi atmak, zıvanadan çıkmak

fly off

uçup gitmek, acele ile gitmek, kopmak

fly press

vida presi, kollu pres

fly swatter

sineklik

fly the coop

yakayı sıyırmak

fly-by-night

1.sinek, 2.uçmak, 3.uçakla gitmek, uçmak, 4.uçurmak, 5.çok hızlı hareket etmek, jet gibi gitmek, uçmak, 6.geçip gitmek, uçup gitmek, 7.den kaçmak, tüymek 1. güvenilmez, aldatıcı, 2. güvenilmez kimse

flyable

uçabilir, havalanabilir

flyaway

maymun iştahlı

flyback

1. karşılıksız çek, 2. resim başı

flyblow

sinek yumurtası

flyblown

kötü, kokmuş

fly

flycatcher

sinekçil, sinek yutan

flyer

1. havacı, 2. flayer, fitil makinesi

flying boat

deniz uçağı

flying bridge

geçici köprü, tombaz köprüsü

flying buttress

payanda, duvar dirseği, kemerli payanda

flying corridor

uçuş koridoru

flying field

uçuş alanı, küçük havaalanı

flying fish

uçar balık

flying fortress

uçan kale(uçak)

flying fox

büyük yarasa

flying helmet

uçuş başlığı

flying mammals

uçan memeliler

flying personnel

uçuş personeli

flying safety

uçuş emniyeti

flying saucer

uçandaire

flying speed

uçuş hızı

flying time

uçuş zamanı

flying weight

uçuş ağırlığı

flying wing

uçar kanat, kanat biçiminde uçak

flying

1.uçan, 2.kısa süreli, 3.havacılık, 4.uçuş

flyover

üstgeçit

flypaper

sinek kâğıdı

flywheel

volan, düzenteker

foal

tay

foam at the mouth

1. kan beynine sıçramak, 2. çok öfkelenmek

foam inhibitor

köpük önleyici madde

foam rubber

sünger

foam

1.köpük, 2.köpürmek, köpüklenmek

foaming agent

köpürtücü madde

foaming power

köpürme gücü

foamy

1. köpüklü, 2. köpüren

fob off

hile yapmak, aldatmak

fob

1.(off ile) dirsek çevirmek, başından savmak, 2.kakalamak, kazıklamak, yutturmak

focal aperture

diyafram açıklığı

focal distance

odak uzaklığı

focal length

odak uzaklığı

focal plane

odak düzlemi

focal point

merkez noktası, ilgi merkezi

focal

1. odaksal, odakla ilgili, 2. odaksal, merkezi

focalize

ayarlamak, bir merkezde toplamak

focus of interest

ilgi odağı

focus

1.odak, fokus, merkez, 2.merkez nokta, ilgi merkezi, ilgi odağı, 3.ayar etmek, odak ayarı yapmak, 4.bir noktaya toplamak

focusing screen

buzlu cam

focusing

1. odaklama, 2. bir noktaya toplanma

fodder

hayvan yemi, kuru ot, saman

foe

düşman

foetal

cenin ile ilgili

foetus

cenin, dölüt

fog lamp

sis lambası

fog

1.sis, 2.sislemek, 3.sislenmek, 4.(gözlük, vb.) buğulanmak, 5.şaşırtmak, kafasını karıştırmak

fogbound

sis yüzünden mahsur kalmış, sis yüzünden işlemeyen

fogginess

sislilik, duman

foggy

1.sisli, dumanlı

foghorn

1. sis düdüğü, 2. sis borusu

fogyish

eski kafalı

fohn

fön

foible

zayıf yan, zaaf, aptalca alışkanlık

foil

1.metal yaprak, varak, 2.yaldız kâğıdı, 3.eskrim kılıcı, meç, 4.işini bozmak, engel olmak, önlemek

foist

foist

kakalamak, yutturmak, kazıklamak, yamamak

fold the arms

kolları kavuşturmak

fold up

işi durdurmak, tasfiye gitmek 1.ağıl, 2.kat, kıvrım, pli, 3.oyuk, çukur, 4.koyun sürüsü, 5.katlamak, 6.katlanmak, 7.(el, vb.) bağlamak, kavuşturmak, 8.sarmak, 9.iflas etmek, top atmak, batmak

fold folded

1. katlı, katlanmış, 2. kırma, kırılmış

folder

dosya

folderol

boş laf

folding bed

açılır kapanır karyola

folding door

1. katlanır kapı, kırma kapı, 2. çift kanatlı kapı

folding gate

katlanır dış kapı

folding machine

katlama makinesi

folding rule

katlanır mezura, katlanır metre

folding scaffold

katlanır iskele

folding screen

paravana

folding table

katlanır masa, açılır kapanır masa

folding

1. katlanır, kırma, açılır kapanır, 2. kırma, katlama

foliaceos

yaprak biçiminde, yapraksı

foliage plant

yaprakları için yetiştirilen bitki

foliage

ağaç yaprakları, yapraklar

foliar

yapraklı

foliate

1. yaprak biçiminde, yapraklı, 2. sır sürmek, 3. yapraklara ayrılmak, 4. yaprak vermek

foliated

1. yapraklı, 2. yaprak şeklinde

foliation

1. yapraklanma, yeşerme, 2. yaprak süsü

folic acid

folik asit

folic

folik

folio column

defteri kebir sütunu, folyo kolonu

folio

1.iki ya da dörde katlanmış kâğıt tabakası, 2.bu biçimde katlanmış yapraklardan oluşmuş kitap

folk dance

halk oyunu

folk etymology

halk etimolojisi, halk kökenbilimi

folk music

halk müziği

folk singer

halk türküleri sanatçısı

folk song

halk türküsü

folk

1.halk, 2.insanlar, ahali, 3.halk, folk

folklore

halkbilim, folklor

folklorist

halkbilimci

folkloristic

folklora özgü

folks

1.akraba, 2.halk, millet

folksy

1. teklifsiz, samimi, 2. halk tipi, köy işi

follicle

1. folikül, bezcik, 2. tek hücreli meyve

follies

revü

follow in sb's footsteps

izinden yürümek

follow in sb's tracks

yolunda yürümek

follow one's heart

kalbinin sesini dinlemek

follow one's nose

dosdoğru gitmek

follow out

bir işi sonuna kadar götürmek

follow shot

izleyici çekim

follow the sea

denizci olmak

follow through

bir işin sonunu getirmek, bitirmek, tamamlamak

follow up

1. izlemek, takip etmek, 2. sonuna kadar götürmek

follow

1.izlemek, peşinden gitmek, takip etmek, 2.arkasından gelmek, hemen ardından yer almak, 3.anlamak, 4.dikkatle dinlemek, 5.uymak, 6.in sonucu olmak, -in ardından gelmek, oluşmak, izlemek

follower

yandaş, taraftar, destekçi, hayran

folly

1.belirtilen, sözü edilen, aşağıdaki, 2.ertesi, 3.yandaş grubu, destekçiler grubu, 4.sözü edilen, belirtilen şey ya da kişiler, 5.ed. -den sonra, in ardından akılsızlık, aptallık, aptalca hareket

fomentation

1. pansuman, 2. kışkırtma, 3. tahrik, isteklendirme

fond of pleasure

zevkine düşkün

fond

1.sever, düşkün, 2.aşırı seven, fazla üstüne düşen, 3.saf, umutlu

fondant

fondan

following

fondle

okşamak, sevmek

fondly

1.sevgiyle, düşkünlükle, sevecenlikle, 2.saflıkla, safça, boşuna

fondness

sevgi

fondue

fondü

font name

vaftiz adı

font

vaftiz kurnası

fontanel

bıngıldak

fontanelle

bıngıldak

food additive

gıda maddesi katkısı

food and beverage

yiyecek ve içecek

food card

yemek karnesi

food chain

beslenme zinciri

food industry

gıda sanayisi, besin sanayisi

food plant

yiyecek olarak kullanılan bitki

food poisoning

gıda zehirlenmesi

food processor

mutfak robotu

food pyramid

beslenme piramidi

food tube

yemek borusu

food web

beslenme ağı

food

yiyecek, besin, gıda, yemek

foodgrains

tahıl

foodstuff

yiyecek, gıda maddesi, besin maddesi

fool about

aptalca davranmak, aptallık etmek

fool around

aptalca davranmak, aptallık etmek

fool away

1. çarçur etmek, harcamak, 2. delice sarf etmek

fool's errand

1.aptal, ahmak, budala, enayi, 2.kandırmak, aldatmak, aptal yerine koymak, 3.(around/about ile) aptalca davranmak, aptallık etmek, 4.alaya almak, dalga geçmek olmayacak iş

fool's paradise

yalancı mutluluk

foolery

aptalca davranış, aptallık

fool

foolhardiness

delice cesaret

foolhardy

gözüpek, gözükara, delidolu, çılgın

foolish

1.saçma, budalaca, aptalca, saçmasapan, 2.aptal, akılsız

foolishly

1. aptalca, 2. akılsızca, budalaca

foolishness

akılsızlık, mankafalık

foolproof

1.şaşmaz, sağlam, güvenilir, 2.(kullanımı, anlaşılması, vb.) çok basit

foolscap

büyük dosya kâğıdı

foot brake

ayak freni

foot bridge

yaya köprüsü

foot locks

etek yapağısı, bacak yapağısı

foot loose

bağsız

foot passenger

yaya yolcu

foot screw

ayak vidası, taban vidası

foot soldier

piyade neferi

foot stone

taban taşı, temel taşı

foot the bill

ödemek, para sökülmek

foot

1.ayak, 2.bir şeyin aşağı kısmı, alt, dip, etek, 3.ayak, 30 cm. lik uzunluk ölçüsü, 4.(hesabı) ödemek

foot-and-mouth disease şap hastalığı foot-candle

ayak-mum

foot-lambert

futlambert, ayak-lambert

foot-pound

ayak-libre

foot-rail

yassı tabanlı ray

foot-ton

ayak-ton

footage

1. uzunluk, 2. kademlik

football player

futbolcu

football pools

sportoto

football

1.ayaktopu, futbol, 2.futbol topu

footballer

futbolcu

footboard

marşpiye, basamak

footbridge

yaya köprüsü

footer

yaya

footfall

ayak sesi

footgear

çorap ve ayakkabılar

foothill

dağ eteğindeki tepe

foothold

ayak basacak sağlam yer, basamak

footing stone

taban taşı, temel taşı

footing

1.ayak basacak sağlam yer, basılan yer, 2.temel, esas, 3.karşılıklı ilişki, insan ilişkileri, 4.durum, hal, 5.yeni bir çevreye, işe, vb. giriş, 6.ayak izi, iz

footless

ayaksız

footlights

sahnenin önündeki ışıklar

footling

değersiz, önemsiz, beş para etmez

footloose

özgür, başıboş, serbest

footman

üniformalı uşak, piyade neferi

footnote

dipnot

footpace

yavaş yürüyüş

footpad

yol kesen eşkıya, soyguncu

footpath

1.keçiyolu, patika, 2.yaya kaldırımı

footprint

ayak izi

footrest

ayak dayayacak yer

footrope

basadora, marsipet

footsore

ayakları acımış/şişmiş

footstalk

1. çiçek sapı, 2. yaprak sapı

footstep

1.ayak sesi, 2.ayak izi, 3.adım, 4.basamak

footway

yaya kaldırımı

footwear

ayakkabı, çizme, vb. ayağa giyilen şeyler

footworn

aşınmış, yorulmuş, ayakları acımış

foozle

1. beceriksizlik, 2. berbat etmek, yüzüne gözüne bulaştırmak

fop

1. züppe, 2. elbise düşkünü, akılsız

foppery

züppelik

for a mere song

yok pahasına

for a rainy day

zor günler için, kara gün için

for a song

çok ucuza, kelepir

for a time

kısa bir süre için

for a while

bir süre

for ages

uzun bir zaman

for all I care

bana sorarsan

for all I know

bildiğime göre

for all that

her şeye rağmen

for all the world as if

tıpkı, aynı, -mış gibi

for all

-e rağmen, -e karşın

for approval

mutabakat için

for aught I care

umurumda değil, bana ne

for cash

nakit olarak, peşin olarak

for ever and ever

ilelebet, ebediyen

for example

örneğin, mesela

for farther detail

ayrıntı için

for free

bedava

for fun

gırgırına, zevk olsun diye

for God's sake

1. Allah aşkına, 2. Allah rızası için

for good

tümüyle, temelli

For goodness' sake

Allah aşkına

For Heaven's sake

Allah aşkına

for hire

kiralık

for instance

örneğin, mesela

for life

ömür boyu

for luck

şans getirsin diye

for my part

kendi hesabıma, bence

for my sake

hatırım için

for nothing

1. bedava, parasız, 2. boşuna, boşa

for nuts

hiç

for once

bir kerelik

for pity's sake

Allah aşkına, ne olur, lütfen

for pleasure

zevk için

for sale

satılık

for short

kısaca

for sure

kesinlikle öyle, mutlaka, kesin

for the hell of it

gırgırına, şamata olsun diye

for the most part

çoğunlukla, ekseriya

for the nth time

defalarca

for the present

şimdilik

for the purpose of

amacıyla

for the sake of

-in hatırı için, -in uğruna

for the time being

şimdilik

for this reason

bu nedenle

for years

yıllarca

forage

1.için, 2.süresince, zarfında, -dır, 3.uğruna, için, 4.yerine, namına, adına, için, 5.yerine, karşılığında, 6.-den dolayı, yüzünden, nedeniyle, 7.-e uygun, -e elverişli, 8.şerefine, 9.-e göre, 10.-e rağmen, 11.olarak, diye, 12.-e karşı, 13.çünkü, zira yiyecek, vb. araştırmak

foramen caecum

frontal kör delik

foramen magnum

kafatası altındaki büyük delik

foramen ovale

yumurtamsı delik

foramen

küçük delik, ağız

foraminated

ufak delikli

forasmuch as

madem ki

foray

akın, yağma, baskın

forbear

1.kendini tutmak, çekinmek, sakınmak, kaçınmak, boş vermek, 2.sabırlı olmak, sabretmek

forbearance

sabır, müsamaha, hoşgörü

forbearing

1. sabırlı, dayanıklı, hoşgörülü, 2. tahammüllü

for

forbid

yasaklamak

forbidden degrees

nikâh düşmeyen akrabalık dereceleri

forbidden fruit

ahlakdışı zevk

forbidden

yasak

forbidding

1.sert, ekşi yüzlü, ters, 2.tehlikeli, tehditkâr

forbore

kaçınmak

force constant

kuvvet katsayısı

force feed

tazyikli yağlama

force majeure

fors majör, zorunlu neden

force of attraction

çekme kuvveti

force of gravity

yerçekimi kuvveti, ağırlık kuvveti

force pump

1. basma tulumba, 2. basınçlı pompa

force sb to the wall

birini köşeye sıkıştırmak

force the pace

sürati artırmak

force

1.güç, kuvvet, 2.zor, baskı, şiddet, 3.etki, hüküm, 4.ikna gücü, inandırma gücü, 5.birlik, kuvvet, 6.zorlamak, 7.mecbur etmek, zorlamak, 8.(ısı vererek bitkiyi) vaktinden önce olgunlaştırmak

forced circulation

basınçlı dolaşım

forced conversion

zorunlu değişim

forced crop

turfanda mahsül

forced draft

aşırı çalışmaya zorlama

forced labor

1. angarya, cebri çalıştırma, 2. zorla çalıştırma

forced landing

mecburi iniş

forced loan

mecburi borçlanma

forced march

zoraki yürüyüş

forced payment

cebren tahsil

forced pump

basma tulumba

forced sale by auction

icra yoluyla cebri satış

forced sale

zorunlu satış, cebri satış

forced saving

zorunlu tasarruf

forced

zorunlu, zoraki, mecburi

forceful

1.güçlü, zorlu, ikna edici, 2.etkili, etkin, etkileyici

forcefulness

kuvvet

forcemeat

baharatlı kıyma

forceps

1.forseps, doğumkaşığı, 2.pens, kıskaç

forcible

1.zorla yapılan, güç kullanarak yapılan, 2.etkili, güçlü, ikna edici

forcibleness

canlılık

forcibly

zorla

forcing bed

yastık, camekânlı fidelik

forcing frame

yastık, camekânlı fidelik

forcing house

ser, limonluk

forcing

zorlayan

ford

1.(ırmak, dere, vb. de) sığ geçit yeri, 2.derenin sığ yerinden geçmek

fordable

yürüyerek geçilebilir

fore and aft

baş ve kıç istikametinde (gemi)

fore brain

ön beyin

fore

ön

fore-

(önek) önde veya önceden

fore-wash

önyıkama

forearm

dirsekle bilek arası, önkol

forebear

ata

forebode

önceden haber vermek, uğursuz saymak

foreboding

kötülüğü sezme, sezi, içe doğma, önsezi

forecast budget

tahmini bütçe

forecast

1.tahmin etmek, 2.tahmin

forecastle

baş kasarası, ön üst güverte

foreclose

reddetmek, engel olmak

foreclosure

hakkın düşmesi

forecourt

ön avlu

foredate

foredate

geçmiş bir tarihi koymak

foredoom

önceden mahk-m etmek

forefather

ata, cet

forefinger

işaret parmağı

forefoot

ön ayak

forefront

ön taraf, ön sıra

foregather

toplanmak

forego

önce gitmek

foregoing

önceki, yukarıdaki, yukarıda sözü edilen, söz

foregone

önceden belirlenmiş, önceden bilinen, kaçınılmaz, beklenen

foreground processing öncelikli işlem foreground program

öncelikli program

foreground

ön plan, en öndeki görüntü

forehand

önceden yapılan

forehead

alın

foreign accent

yabancı aksanı

Foreign Affairs

1. Dışişleri, 2. dışişleri

foreign affiliate

yabancı bağlı şirket

foreign agency

dış temsilci

foreign aid

dış yardım

foreign assets

yabancı varlıklar

foreign bank

yabancı banka

foreign bill

yabancı poliçe

foreign bond

yabancı tahvil

foreign branch

yabancı şube

foreign business

dış ticaret

foreign capital investments

yabancı sermaye yatırımları

foreign capital

yabancı sermaye

foreign cargo

foreign cargo

yurtdışına gönderilecek yük

foreign commerce

dış ticaret

foreign company

yabancı şirket

foreign corporation

yabancı şirket

foreign correspondent

dış muhabir banka

foreign country

yabancı ülke

foreign credits

dış krediler

foreign currency account

döviz hesabı

foreign currency clause kambiyo kaydı foreign currency

yabancı para, yabancı ülke parası, döviz

foreign debt burden

dış borç yükü

foreign debt payments dış borç ödemeleri foreign debt

dış borç

foreign debts

dış borçlar

foreign department

dış ilişkiler servisi

foreign elasticity

dış esneklik

foreign exchange account

döviz tevdiat hesabı

foreign exchange assets döviz borçları foreign exchange black döviz karaborsası market foreign exchange broker

kambiyo acentası

foreign exchange control

döviz kontrolü

foreign exchange creditors

döviz alacaklıları

foreign exchange deposit

döviz mevduatı

foreign exchange desk

foreign exchange desk

döviz alım satım gişesi

foreign exchange earnings

döviz girdileri, döviz gelirleri

foreign exchange holdings

döviz mevcudu, döviz stoku

foreign exchange law

kambiyo mevzuatı

foreign exchange market

döviz piyasası, kambiyo piyasası

foreign exchange operations

kambiyo işlemleri

foreign exchange policy kambiyo politikası foreign exchange rate

döviz kuru, kambiyo kuru

foreign exchange receipts

döviz gelirleri

foreign exchange regime

kambiyo rejimi

foreign exchange reserve

döviz rezervi

foreign exchange savings

döviz tasarrufu

foreign exchange smuggling

döviz kaçakçılığı, kambiyo kaçakçılığı

foreign exchange transactions

kambiyo işlemleri

foreign exchange

1. kambiyo, 2. döviz

foreign goods

yabancı ülke malları

foreign investment

yabancı sermaye yatırımı

foreign language

yabancı dil

foreign liabilities

yabancı borçlar, dış borçlar

foreign market survey

dış pazar araştırması

foreign market

dış pazar

foreign marketing

foreign marketing

dış pazarlama

foreign minister

dışişleri bakanı

Foreign Ministry Spokesman

Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü

foreign money

yabancı para

Foreign Office

Dışişleri Bakanlığı

foreign payments

dış ödemeler

foreign policy

dış politika

foreign products

yabancı ürünler

foreign receipts

dış gelirler

foreign residence

yabancı ülkede ikamet

foreign tax

yabancı vergi

Foreign Trade Bank

1. Dış Ticaret Bankası, 2. dış ticaret bankası

foreign trade gains

dış ticaret kazançları

foreign trade operations dış ticaret işlemleri foreign trade transaction

dış ticaret işlemi

foreign trade

dış ticaret

foreign transactions

dış işlemler

foreign travel

dış turizm

foreign voyage

dış seyahat, yurtdışına yolculuk

foreign worker

yabancı işçi

foreign

1.yabancı, 2.dış

foreign-owned deposits yabancılara ait mevduat foreign-source income

dış kaynaklı gelir

foreigner

yabancı

foreignness

yabancılık

forejudge

önceden hüküm vermek

foreknow

önceden bilmek

foreland

burun, sahil çıkıntısı

foreleg

ön ayak

foreman

ustabaşı

foremast

pruva direği, baş direği

foremost

en başta gelen, en önemli olan, en başta ele alınması gereken

forename

ad, ilk ad

forenoon

sabah

forensic medicine

adli tıp

forensic

mahkemeye ait, adli

foreordination

kader, kısmet

forepart

ön taraf, ilk kısım

forerunner

haberci, müjdeci

foresail

ön yelken, trinketa yelkeni

foresee

önceden görmek, tahmin etmek, ummak

foreseeable

önceden görülebilen, tahmin edilebilir

foreshadow

önceden göstermek, belirtisi olmak

foresheet

kayığın ön tarafı

foreshow

önceden göstermek, önceden söylemek

foresight

sağgörü, öngörü, seziş

foreskin

penisin başını örten deri

forest botany

orman botaniği

forest destruction

orman tahribatı

forest ecology

orman ekolojisi

forest fire

orman yangını

forest grazing

orman otlatması

forest pests

orman zararlıları

forest soil

orman toprağı

forest

orman

forestall

önce davranıp engellemek, engel olmak, işini bozmak

forestation

ağaçlandırma

forested

ormanlık, ormanlı

forester

ormancı

forestry engineer

orman mühendisi

forestry

ormancılık

foretaste

1. önceden tatma, 2. önceden alınan tat

foretell

önceden haber vermek, geleceği haber vermek, kestirimde bulunmak, kehanette bulunmak

forethought

ileriyi görme, öngörürlük, basiret

foretoken

ikaz etmek

forever

her zaman, hep, daima, ebediyen, sonsuza kadar

forevermore

ilelebet

forewarn

önceden uyarmak, önceden haber vermek

forewoman

ustabaşı (kadın)

foreword

önsöz

foreworker

ilk santrifüj

forfeit money

cayma tazminatı

forfeit

1.kaybetmek, yoksun kalmak, 2.ceza, kayıp

forfeiture

hakkını kaybetme

forfend

esirgemek, muhafaza etmek

forgather

toplanmak, bir araya gelmek

forge ahead

yarışta başa geçmek, ilerlemek

forge bellows

demirci körüğü

forge hammer

demirci çekici

forge weld

dövme kaynak yapmak

forge

1.demirhane, 2.demir dövmek, 3.(pasaport, para, imza, vb.) sahtesini yapmak, taklidini yapmak, kalpazanlık yapmak, 4.birden hızlanmak, güçlenmek, başa geçmek, atak yapmak

forged check

sahte çek

forged cheque

sahte çek

forged identity papers

sahte kimlik belgesi

forged signature

sahte imza

forger

1.sahtekâr, 2.kalpazan

forgery of documents

evraklarda sahtekârlık

forgery

1.sahtekârlık, 2.kalpazanlık

forget about a thing

birşeyi büsbütün unutmak

forget oneself

kendini kaybetmek, tepesi atmak

forget

unutmak

forget-me-not

unutmabeni çiçeği

forgetful

unutkan

forgetfulness

ihmal

forgettable

unutulabilir

forging

1. dövme iş, dövme parça, 2. demircilik, dövme

forgivable

bağışlanabilir, affedilebilir

forgive

bağışlamak, affetmek

forgiveness

1.af, 2.affetme, bağışlama, 3.bağışlanma

forgiving

bağışlayıcı

forgo

bırakmak, vazgeçmek, feragat etmek

forjudge

mahkeme kararıyla elinden almak

fork lift

çatal kaldırıcı

fork out

(para) sökülmek, uçlanmak, istemeyerek ödemek

fork up

teslim etmek

fork

1.çatal, 2.çatallı bel, yaba, 3.yaba ile kaldırmak, 4.(ikiye) ayrılmak, çatallaşmak

fork-tailed

çatal kuyruklu

forked lightning

zikzaklı şimşek

forked tongue

(yılanda) çatal dil

forked

çatal biçiminde, çatallı

forlorn

terkedilmiş ve mutsuz, üzgün, mahzun

form a picket line

grev gözcülüğü yapmak

form an opinion

bir fikir edinmek

form of payment

ödeme şekli

form of sale

satış şekli

form up

düzenlemek

formal call

1.biçim, görünüş, şekil, 2.çeşit, tür, biçim, 3.basılı kâğıt, form, 4.form, kondisyon, 5.ruh durumu, form, 6.(okul) sınıf, 7.biçim vermek, biçimlendirmek, şekillendirmek, 8.oluşturmak, 9.oluşmak, 10.olmak, 11.(up ile) düzenlemek, 12.düzenlenmek resmi ziyaret

formal education

yaygın öğretim

formal grammar

biçimsel dilbilgisi

formal language

biçimsel dil

formal logic

yapısal mantık

formal

1.resmi, 2.biçimsel

formaldehyde

formaldehit

formalism

1. biçimcilik, 2. şekilcilik

formalist

formalist, şekilci

formality

1.resmiyet, 2.formalite

formalization

biçimleştirme

formalize

1. biçimlemek, 2. resmileştirmek, resmi olmak

formally

1. resmen, 2. biçimsel olarak

formant

biçimlendirici

format

1.kitap boyu, format, 2.genel düzen, biçim, program

formation expenses

kuruluş giderleri

formation

oluşum

formative

oluşma ya da gelişmeyle ilgili

forme

forma

former times

geçmiş zaman, eski günler

former

1.önceki, ilk, evvelki, eski, 2.ilk, önceki şey/kimse

formerly

eskiden, önceden

formic acid

formik asit, karınca asidi

formic

formik

formication

karıncalanma

formidable

1.korkunç, ürkütücü, korkutucu, 2.yenmesi güç, zorlu, çetin

forming

1. şekil verme, 2. kalıplama, kurma

form

formless

şekilsiz, biçimsiz

forms of taxation

vergilendirme türleri

formula

1.formül, 2.reçete

formulary

formüler

formulate

1.açık ve kesin bir biçimde belirtmek, 2.formülleştirmek

formulation

formülleme

formulism

formüllere bağlılık

formwork

kalıp

formyl

formil

fornicate

zina yapmak

fornication

zina

fornicator

zina eden kimse, zampara

fornix

taçyapraklardaki uzama

forsake

bırakmak, terketmek, vazgeçmek

forsooth

1. gerçekten, 2. hakikaten, güya

forspent

bezgin, yorgun

forsterite

forsterit

forswear oneself

yalan yere yemin etmek

forswear

tövbe etmek, bırakmaya yemin etmek

forsythia

hor çiçeği

fort

kale

forte

bir kişinin en iyi yaptığı şey

forth

1.ileri, 2.dışarı

forthcoming

1.gelecek, gelecekte olacak, ileriki, gelecekteki çıkacak, 2.hazır, sağlanmış, 3.candan, arkadaşça, yardımsever, yardıma hazır

forthright

açık, candan, samimi, dobra dobra

forthwith

hemen, derhal, gecikmeden, bir an önce

fortieth

kırkıncı

fortifiable

sağlamlaştırılabilir

fortification

1.güçlendirme, berkitme, sağlamlaştırma, tahkim, takviye, 2.istihkam

fortify

güçlendirmek, berkitmek

fortissimo

1. çok kuvvetli, 2. çok hızlı

fortitude

dayanıklılık, yüreklilik, metanet, cesaret, sabır

fortnight

iki hafta

fortnightly

iki haftada bir

fortress

büyük kale, istihkam

fortuitous

rastlantısal, şans eseri olan, kazara, tesadüfi

fortuity

rastlantı, tesadüf

fortunate

1.şanslı, talihli, 2.uğurlu, hayırlı

fortunately

Allahtan, şükür ki, neyse ki, şansa

fortune tax

servet vergisi

fortune

1.şans, talih, 2.kısmet, 3.gelecek, 4.servet

fortuneteller

falcı

fortunetelling

falcılık

forty winks

kısa süren uyku, şekerleme, kestirme

forty

kırk

forum

forum

forward contract

vadeli sözleşme, vadeli kontrat

forward exchange rate vadeli döviz kuru forward price

vadeli fiyat

forward rate

vadeli kur

forward sale

vadeli satış

forward speed

ileri vites

forward

1.ön, öndeki, 2.gelişmiş, ileri, 3.cüretkâr, küstah, şımarık, 4.ileri, ileriye, ileriye doğru, 5.göndermek

forwarder

1. taşıyıcı, sevkıyatçı, 2. sevkeden firma

forwarding address

yeni adres

forwarding agency

nakliyat şirketi

forwarding agent

nakliye acentesi, sevkıyat acentası

forwarding business

nakliyat ticareti

forwarding charges

forwarding charges

nakliye giderleri

forwarding company

nakliyat şirketi

forwarding country

malı gönderen ülke

forwarding station

nakliye istasyonu

forwarding

gönderme, nakletme, irsal, sevk

forwardness

cüret, küstahlık

forwards

ileri doğru

fossa

çukur

fosse

1. hendek, 2. çukur

fossette

gamze

fossil community

fosil grubu

fossil ice

fosil buz, taşıl buz

fossil record

fosil kalıntı, taşıl kalıntı

fossil

1.fosil, taşıl, 2.fosilleşmiş, taşıllaşmış, fosil, 3.çok eski, köhne

fossiliferous

fosilli, taşıllı

fossilization

fosilleşme, taşıllaşma

fossilize

1.fosilleşmek, 2.fosilleştirmek

foster brother or sister süt kardeş foster child

evlatlık

foster mother

sütanne

foster

1.beslemek, bakmak, büyütmek, 2.gelişmesine yardım etmek, geliştirmek, teşvik etmek, canlandırmak

fosterage

teşvik

fosterling

evlatlık, manevi evlat

foul bill of lading

kusurlu konşimento

foul up

içine etmek, içine sıçmak, berbat etmek 1.kirli, pis, iğrenç, 2.(hava) kötü, bozuk, fırtınalı, 3.kötü, haince, hain, 4.berbat, 5.faul, 6.kirletmek, pisletmek, 7.kirlenmek, pislenmek, 8.faul yapmak

foul foulard

1. fular, 2. fular makinesi

foulmouthed

ağzı bozuk, küfürbaz

foulness

bozukluk, pislik, kir, günah, rezillik, adilik

found

1.kurmak, yapmak, inşa etmek, 2.kurmak, desteklemek, yaptırmak, temelini atmak

foundation anniversary kuruluş yıldönümü foundation ceremony

temel atma töreni

foundation engineering temel mühendisliği, temel tekniği foundation garment

korse

foundation pile

temel kazığı

foundation plate

temel plakası

foundation soil

temel zemini, temel toprağı

foundation stone

temel taşı

foundation wall

temel duvarı, taban duvarı

foundation

1.kuruluş, tesis, vakıf, 2.temel, 3.kurma, yapma

founder profit

kurucu kazancı

founder

1.kurucu, 2.(gemi) su dolup batmak, 3.başarısızlıkla sonuçlanmak, batmak

founder's share

kurucu hisse senedi

founding capital

kuruluş sermayesi

foundling

buluntu, sokağa terk edilen bebek

foundry

dökümhane

fountain pen

dolmakalem

fountain

1.çeşme, 2.fıskiye, 3.kaynak, köken, asıl

fountainhead

pınar başı, memba

four

dört

four-bladed

dört kanatlı

four-colour printing

dört renkli baskı

four-cycle engine

dört zamanlı motor

four-cycle

dört devirli

four-cylinder engine

dört silindirli motor

four-dimensional

dört boyutlu

four-footed

dört ayaklı

four-layer

dört tabakalı, dört katmanlı

four-letter word

açık saçık söz, kabasöz

four-masted

dört direkli

four-phase

dört fazlı

four-poster

dört direkli karyola

four-stroke engine

dört zamanlı motor

four-wheel

dört tekerlekli

fourfold

dört kat, dört misli

fourhanded

dört elli, dört kişilik, dört kol

fourscore

seksen

foursome

dörtlü grup/takım

foursquare

1. metin, sağlam, 2. dobra dobra

fourteen

ondört

fourteenth

ondördüncü

fourth estate

basın

fourth market

dördüncü piyasa

fourth

dördüncü

fourthly

dördüncü olarak

fourwheel brake

dört tekerlek freni

fourwheel

dört tekerlekli

fovea

vücutta küçük çukur

fowl

kümes hayvanı

fowler

1. kuş avcısı, 2. kuşçu

fowling piece

av tüfeği, çifte

fox and geese

körebe oyunu

fox chase

tilki avı

fox grape

yabani üzüm

fox terrier

tilki teriyeri

fox

1.tilki, 2.aldatmak, kazıklamak, kandırmak, 3.anlaşılması çok güç olmak, 4.... numarası yapmak, ayağına yatmak

foxglove

yüksükotu, kovançiçeği, parmakotu

foxtail saw

foxtail saw

zıvana testeresi

foxtail

tilki kuyruğu

foxtrot

bir tür dans, fokstrot

foxy

tilki gibi, kurnaz, güvenilmez, üçkâğıtçı

foyer

fuaye, giriş, antre

fracas

gürültü, patırtı, gürültülü kavga

fraction bar

kesir çizgisi

fraction

1.küçük parça, bölüm, kesim, 2.kesir

fractional currency

bozuk para

fractional distillation

ayrımsal damıtma

fractional insurance

kısmi sigorta

fractional money

bozuk para

fractional reserve

kısmi yedek

fractional

1.çok küçük, çok ufak, önemsiz, 2.kesirli

fractionally

azıcık, birazcık

fractionate

1. kısımlara ayırmak, 2. damıtmak, tasfiye etmek

fractionating

damıtma

fractionation

parçalama, bölme

fractionize

kesirlere ayırmak

fractious

kavgacı, huysuz, aksi

fractiousness

1. huysuzluk, 2. serkeşlik

fractocumulus

fraktokümülüs

fractostratus

fraktostratus

fracture

1.kırılma, çatlama, 2.kırık, çatlak, 3.kırılmak, çatlamak, 4.kırmak, çatlatmak

fragile articles

kırılabilen eşya

fragile

1.kırılgan, 2.narin, nazik

fragility

kırılganlık, gevreklik

fragment

1.parça, kırıntı, 2.parçalanmak, parçalara ayrılmak, 3.bölük börçük olmak

fragmental

parçalı, kopmuş parçalardan oluşan

fragmentary

fragmentary

1.parça parça, parçalar halinde, 2.eksik, bölük börçük, yarım yamalak

fragmentation

parçalanma, dağılma

fragrance

güzel koku

fragrant

güzel kokulu

frail

zayıf, dayanıksız, narin, sağlıksız

frailty

zayıflık, dayanıksızlık, narinlik

fraise

siper kazığı

frame antenna

çerçeve anten

frame counter

resim sayacı

frame house

ahşap ev

frame of mind

1. ruh hali, ruhsal durum, 2. düşünüş tarzı, mizaç

frame saw

kol testeresi

frame

1.çerçevelemek, 2.dile getirmek, belirtmek, ifade etmek, 3.uydurma kanıtlarla suçsuz birini suçlu göstermek ya da mahkum ettirmek, 4.dalavere yapmak, gizli dolaplar çevirmek, 5.iskelet, çatı, 6.çerçeve, 7.beden, gövde, vücut biçimi

frame-up

hileli düzen

framed

çerçeveli

frameless

kadrsız, çerçevesiz

framer

çerçeveleme sistemi

frames per second

saniyedeki kare sayısı, saniyede resim sayısı

framework agreement çerçeve anlaşması framework

1.çatı, iskelet, kafes

framing

1. çerçeveleme, 2. iskelet, çatı, kafes

franc

frank

franc-tireur

çeteci asker

France

Fransa

franchise

1.oy hakkı, 2.ayrıcalık, hak, imtiyaz

francium

fransiyum

franco

franko

francolin

çil, turaç

frangibility

kırılma özelliği

frangible

kırılabilir

frank

1.doğru sözlü, açık sözlü, içten, samimi, 2.(mektup) damgalamak

franked letter

ücretsiz gönderilen mektup

frankfurter

domuz ya da sığır etinden yapılan baharatlı bir tür sosis

frankincense

buhur, tütsü

franking machine

damgalama makinesi

franking stamp

pul damgası

Frankish

1. Frenkçe, 2. alafranga

franklin

orta halli arazi sahibi

frankly

açıkça, dobra dobra, açıkçası

frankness

1. samimiyet, 2. açık sözlülük

frantic

çılgın

frantical

çılgınca

frap

sıkı bağlamak

frappe

buzlu

fraternal

kardeşlerle ilgili, kardeş gibi, kardeşçe

fraternity

1.kardeşlik, 2.birlik, cemiyet, dernek

fraternization

arkadaşlık etme

fraternize

kardeşçe davranmak, dost olmak

fratricide

1. kardeş katili, 2. kendi kardeşini öldürme

fraud department

dolandırıcılık masası, dolandırıcılık şubesi

fraud

1.sahtekârlık, dolandırıcılık, hile, 2.düzenbaz, dolandırıcı

fraudulence

hilekârlık

fraudulent bankrupt

hileli müflis

fraudulent bankruptcy hileli iflas fraudulent conveyance hileli devir, hileli temlik fraudulent preference

hileli tercih

fraudulent representation

yalan beyanda bulunma

fraudulent

hileli, hileyle kazanılan

fraudulently

hile ile

fraught with danger

çok tehlikeli

fraught

1.dolu, yüklü, 2.endişeli, kaygılı, gergin

fraxinella

geyikotu

fray

1.kavga, arbede, çekişme, yarışma, tartışma, 2.yıpranmak, aşınmak, 3.yıpratmak, aşındırmak

frayed nerves

yıpranmış sinirler

frazzle

1. yıpranma, yorulma, 2. yıpratmak, 3. yıpranmak 1.hilkat garibesi, ucube, 2.acayip huyları/düşünceleri olan kimse, üşütük, kaçık, 3.garip olay, 4.koyu hayran, düşkün, hasta, 5.görülmemiş, anormal, acayip, tuhaf

freak freak-out

uyuşturucuyla hayal âlemine dalma

freakish

acayip, tuhaf, garip, anlamsız

freckle

çil

freckled

çilli

free alongside

geminin bordasında teslim

free and easy

rahat, kaygısız, teklifsiz

free area

serbest bölge

free arts

serbest meslekler

free balance

faizsiz bakiye

free board

parasız yemekler

free boarding school

parasız yatılı okul

free charge

serbest yük, erkin yük

free competition

serbest rekabet

free currency

serbest döviz

free energy

serbest enerji

free enterprise system

hür teşebbüs sistemi

free enterprise

hür teşebbüs

free fall

serbest düşüş, erkin düşüş

free field

boş alan, serbest alan

free form

bağımsız biçim

free from pain

ağrıdan kurtulmuş

free from

-sı yok, -sız, -siz, -den muaf

free gift

karşılıksız hediye

free goods

serbest mallar

free kick

serbest vuruş, frikik

free labour

serbest emek, sendikasız işçiler

free library

halk kütüphanesi

free list

gümrüksüz mallar listesi

free machining

kolay işlenir

free market economy

serbest piyasa ekonomisi

free market

serbest piyasa

free motion

serbest hareket

free of all charges

bütün giderlerden muaf

free of charge

ücretsiz, parasız

free of customs duty

gümrük vergisinden muaf

free of expense

masrafsız

free of rent

kirasız, bedava

free of tax

vergisiz

free of taxes

vergisiz, vergiden muaf

free of

bedava, parasız

free on board

1. güvertede teslim, 2. gemide teslim

free port

1. serbest liman, 2. gümrükten muaf liman

free rate

serbest kur

free reserve

serbest rezerv

free running

serbest hareketli

free share

serbest hisse

free space

boş alan

free speech

serbest konuşma özgürlüğü

free state

bağımsız devlet

free thought

özgür düşünce

free trade area

serbest ticaret bölgesi

free trade zone

serbest bölge

free trade

serbest ticaret

free vowel

engelsiz ünlü

free will

free-and-easy

istem özgürlüğü, irade özgürlüğü, hür irade 1.özgür, hür, erkin, azat, 2.bağımsız, erkin, 3.boş, serbest, 4.parasız, bedava, 5.(with ile) eli açık, cömert, 6.rahat, doğal, içten, 7.sabit olmayan, bağsız, gevşek, 8.kullanılmayan, boş, 9.(yol, geçit) açık, serbest, 10.laubali, bambılı, teklifsiz, 11.(from/of ile) -sız, -den uzak, 12.özgür biçimde, 13.bedavadan, parasız olarak, bedava, 14.özgür bırakmak, özgürlüğünü vermek, serbest bırakmak, özgürlüğüne kavuşturmak, azat etmek, 15.çözmek, gevşetmek, kurtarmak, 16.izin vermek, muaf tutmak teklifsiz, senli benli

free-for-all

herkesin katıldığı kavga, meydan kavgası

free-hand

elle yapılmış, elle çizilmiş

free-spoken

açıksözlü

freeboard

fribord

freebooter

korsan, haydut

freeborn

hür doğmuş

freedom of the city

fahri hemşirelik, onursal hemşirelik

freedom of the press

basın özgürlüğü

freedom of thought

fikir hürriyeti

freedom

1.özgürlük, erkinlik, 2.bağımsızlık, erkinlik

freehand

(çizim, resim, vb.) alet kullanmadan elle yapılmış

freehold

1.mülkiyet, 2.mülk

freeholder

mülk sahibi

freelance

serbest yazar/sanatçı

freeload

otlakçılık etmek, başkalarının sırtından geçinmek

freeloader

otlakçı, beleşçi

freely

1.çekinmeden, rahatça, seve seve, 2.açıkça, dobra dobra, saklamadan, 3.serbestçe, kısıtlanmadan, engellenmeden

freeman

köle olmayan kimse, hür adam, hemşeri

Freemason

Farmason

free

freesia

freesia

frezya

freestone

kolay yontulan taş, Malta taşı, yarma şeftali

freeway

karayolu

freewheel

yokuş aşağı pedal çevirmeden sürmek

freewill

1. gönüllü, kendiliğinden yapılan, 2. elindelik

freeze on wages

ücretlerin dondurulması

freeze prices

fiyatları dondurmak

freeze the prices

fiyatları dondurmak

freeze the wages

ücretleri dondurmak

freeze wages

ücretleri dondurmak

freezer

1.donmak, 2.dondurmak, 3.(hava) çok soğuk olmak, buz gibi olmak, 4.çok üşümek, donmak, 5.donakalmak, 6.(fiyat, ücret, vb.) dondurmak, narh koymak, 7.donma, 8.soğuk hava, don, dondurucu soğuk, 9.(ücret fiyat, vb.) dondurma soğutucu, buzluk, dondurucu

freezing level

donma seviyesi

freezing mixture

donma karışımı

freezing point

donma noktası

freezing temperature

donma sıcaklığı, katılaşma sıcaklığı

freezing

1. dondurucu, 2. donma, 3. dondurma, 4. çok soğuk

freight bill

irsaliye, gönderme belgesi

freight car

yük vagonu

freight elevator

yük asansörü

freight lift

yük asansörü

freight note

navlun faturası, navlun pusulası

freight rate

taşıma ücreti

freight station

yük istasyonu

freight terms

taşıma koşulları

freight train

yük treni, marşandiz

freight

1.taşıma, nakliye, 2.yük, eşya

freightage

1. navlun, 2. yük, eşya, 3. nakliye ücreti

freighter

yük gemisi/uçağı, kargo

freeze

freightliner

konteyner treni

French barley

frenkarpası

French beans

taze fasulye

French chalk

terzi tebeşiri, terzi sabunu

French doors

fransızbalkonu, fransız penceresi

French fries

kızarmış parmak patates

French horn

korno, Fransız kornosu

French letters

kaput, prezervatif

French loaf

francala

French window

balkon kapısı

French

1.Fransız, 2.Fransızca, 3.(the ile) Fransızlar

Frenchify

Fransızlaştırmak

Frenchman

Fransız

frenetic

çılgın, azgın

frenzied

çılgın, çılgınca, delice, taşkın, coşkun

frenzy

çılgınlık, delilik, taşkınlık, cinnet, azgınlık, kudurganlık

freon

freon

frequency changer

frekans değiştirici

frequency channel

frekans kanalı

frequency control

frekans kontrolü

frequency curve

frekans eğrisi, sıklık eğrisi

frequency distribution

frekans dağılımı, sıklık dağılımı

frequency error

frekans hatası

frequency graph

frekans grafiği

frequency indicator

frekans gösterici

frequency modulation

frekans modülasyonu

frequency response

frekans cevabı

frequency

1.sık sık oluş, sıklık, 2.frekans

frequent

1.yaygın, sık sık olan, olağan, alışılmış, sık görülen, sık geçen, 2.sık sık gitmek, dadanmak

frequentation

bir yere sık gitme

frequentative

tekrarlama bildiren

frequenter

bir yere sık sık giden kimse, müdavim

frequently

sık sık

fresco

fresk

fresh air inlet

taze hava girişi

fresh air ventilator

taze hava vantilatörü

fresh air

taze hava, temiz hava

fresh blood

taze kan, yeni eleman

fresh breeze

sert briz, şiddetli rüzgâr

fresh money

taze para

fresh water

tatlı su

fresh

taze, körpe, yeni, temiz, tatlı, temiz, kullanılmamış, taze pişmiş, (su, vb.) tatlı, yorulmamış, dinç, taze, sağlıklı, genç, taze, rüzgârlı ve serin, sert, deneyimsiz, toy, acemi, çiçeği burnunda, küstah, arsız, sulu

freshen up

yıkanmak, rahatlamak, canlan(dır)mak

freshen

(rüzgâr) sertleşmek

fresher

üniversitede birinci sınıf öğrencisi

freshet

yağmur seli

freshly

anca, henüz, daha şimdi

freshman

bkz. fresher

freshness

1. tazelik, yenilik, dirilik, 2. acemilik

freshwater fishery

tatlı su balıkçılığı

freshwater lake

tatlı su gölü

freshwater

tatlı su

Fresnel lens

Fresnel merceği

Fresnel

Fresnel

fret and fume

mırıldanmak

fret saw

1. kıl testere, 2. oyma testere

fret

(sürekli olarak) üzülmek, sıkılmak, kaygılanmak, huysuzlanmak

fretful

sıkıntılı, ters, huysuz

fretfulness

huysuzluk

fretted

nakış ile süslenmiş

fretwork

ağaç oymacılığı/oyma

friability

1. gevreklik, 2. çabuk ufalanma

friable

gevrek, kolay ufalanabilir

friar

keşiş, papaz

friary

manastır

fribble

boşa zaman harcamak, oyalanmak

fricassee

1. beyaz soslu et yahnisi, 2. salçalı et, 3. yahni pişirmek, salçalı yemek yapmak

fricative

1. sürtüşmeli, daraltılı (ses), 2. sürtüşmeli, daraltılı (ses)

friction brake

sürtünmeli fren

friction lining

sürtünme balatası

friction loss

sürtünme kaybı, sürtünme yitimi

friction resistance

sürtünme direnci

friction tape

izole bant

friction

1.sürtme, sürtünme, 2.anlaşmazlık, sürtüşme

frictional electricity

sürtünme elektriği

frictional force

sürtünme kuvveti

frictional loss

sürtünme kaybı

frictional resistance

sürtünme direnci

frictional

sürtünme ile ilgili

frictionless

sürtünmesiz

Friday

Cuma

fridge

buzdolabı

fried egg

sahanda yumurta

fried

1. kızarmış, 2. yağda pişirilmiş

friend of the court

bilirkişi, uzman müşavir

friend

arkadaş, dost

friendless

1. dostu olmayan, arkadaşsız, 2. kimsesiz

friendly match

dostluk maçı

Friendly Society

Yardımlaşma Derneği

friendly

1.dost, dostça, arkadaşça, 2.yardımsever, 3.içten, sıcak

friendship

dostluk, arkadaşlık

frieze

duvar ya da tavan süsü, friz

friezing machine

ratine makinesi

frigate

firkateyn

fright

korku

frighten one out of one's yüreğini oynatmak wits frighten

korkutmak, ürkütmek

frightened

korkmuş, ürkmüş

frightening

korkutucu, ürkütücü

frightful

1.korkunç, korku verici, ürkütücü, müthiş, 2.berbat

frightfully

korkunç bir şekilde

frightfulness

1. korkunçluk, iğrençlik, 2. dehşet

frigid

1.çok soğuk, buz gibi, dondurucu, 2.(kişi, davranış, vb.) soğuk, cansız, resmi, buz gibi, 3.(kadın) (cinsel yönden) soğuk, frijit

frigidity

soğukluk

frigidly

soğuk bir şekilde, duygusuzca

frigorific

1. soğutucu, 2. soğutmalı

frill

1.farbala, fırfır, 2.gereksiz süs

frillies

kadın iç çamaşırı

frills

gereksiz süs, gösteriş

frilly

fırfırlı

fringe benefits

işte ek olanaklar

fringe

1.saçak, 2.perçem, 3.kenar

fringed

saçaklı, kenarlı

frippery

1.cicili bicili, ucuz giysi, 2.değersiz süs

friseur

kadın berberi

frisk

frisk

1.sıçrayıp oynamak, hoplayıp zıplamak, koşuşmak, oynaşmak, 2.(birinin) üstünü aramak

friskiness

neşe, canlılık

frisky

oynak, oyuncu, canlı

frit

1. cam hamuru, sır, 2. ısıtıp yumuşatmak

fritillary

zambağa benzer bir çiçek, benekli kelebek

fritter away

boşuna sarf etmek, israf etmek

fritter

(away ile) (para, zaman, vb.) çarçur etmek, boşa harcamak, öldürmek

frivol

vakit öldürmek, eğlenmek

frivolity

1.havailik, sululuk, 2.saçmalık

frivolous

sulu, havai, hoppa, bambılı

frizz

(saç) kıvırmak

frizzle

1. bukle, 2. cızırdatarak kızartmak, kıvrım kıvrım olmak

frizzly

kıvırcık

frizzy

(saç) kıvırcık

fro

be

frock coat

redingot

frock

kadın giysisi

frog in the throat

ses kısılması

frog

kurbağa

frogman

kurbağaadam

frolic

1.gülüp oynama, eğlenme, eğlenti, neşe, 2.hoplayıp sıçramak, oynamak

frolicsome

1. eğlenceyi seven, şen, 2. oynak

from above

1. yukarıdan, 2. gökten, tepeden inme, Allahtan

from afar

uzaktan

from all quarters

dört bir yandan

from beginning to end

baştan sona

from childhood

çocukluktan beri

from day to day

günden güne, günbegün

from hand to hand

elden ele

from head to foot

from head to foot

tepeden tırnağa

from now on

bundan böyle, bundan sonra

from scratch

sıfırdan başlayarak

from seven to seventy

yediden yetmişe

from soup to nuts

iğneden ipliğe kadar

from start to finish

baştan sona

from stem to stern

dip doruk

from the bottom of one's heart

can-ı gönülden

from the cradle to the grave

beşikten mezara

from the standpoint of bakımından, açısından from the word go

baştan

from then

o zamandan

from time to time

ara sıra

from tomorrow on

yarından itibaren

from top to bottom

baştan başa, tepeden tırnağa

from

1.--dan, 2.itibaren, -den beri, -den bu yana, 3.nedeniyle, yüzünden, -den ötürü, 4.-den, -dan

frond

1. bileşik yaprak, 2. hurma yaprağı

front axle

ön dingil, ön aks

front bumper

ön tampon

front door

ön kapı

front elevation

bina ön cephesi, önden görünüş

front end fee

yönetim komisyonu

front facade

cephe, önyüz, alnaç

front face

ön yüz

front fender

ön çamurluk

front headlight

ön far

front line

cephe

front mudguard

ön çamurluk

front page

1. ön sayfa, 2. baş sayfa

front wheel

ön tekerlek

front wing

ön çamurluk 1.ön, ön taraf, 2.önemli mevki, 3.en ön yer, 4.yüz, cephe, 5.yüz, çehre, 6.cephe, yaygın ve etkin politik hareket, 7.paravana, maske, 8.davranış, tavır, hareket, 9.ile karşı karşıya olmak, -e bakmak, -in karşısında olmak, 10.önde yer alan, önde bulunan, öndeki, önle ilgili, önde gelen, ön

front front-benchers

bakanlar

front-wheel brake

ön tekerlek freni, ön fren

front-wheel drive

önden çekişli

frontage

bina cephesi

frontal attack

cepheden taarruz

frontal bone

alın kemiği

frontal muscle

alın kası

frontal

1.ön, 2.(saldırı) cepheden

frontier

sınır, hudut

frontispiece

cephe, yüz

frontlet

hayvan alnı

frontogenesis

frontojenez, yeni cephe doğuşu

frontolysis

frontoliz, cephe eriyişi

fronton

fronton, alınlık

frost fog

buzlu sis

frost heave

donma şişmesi, donma kabarması

frost line

don sınırı

frost resistance

dona karşı direnç, don direnci

frost

1.ayaz, don, 2.kırağı, 3.donmak, buzlanmak, 4.kırağı ile kaplanmak, 5.(cam) buzlandırmak

frost-proof

donmaz, donma yapmaz

frostbite

soğuk ısırması

frostbitten

donmuş, soğuktan çürümüş

frosted glass

buzlu cam

frosted

1. buzla kaplı, 2. buzlu, mat, 3. sütlü

frostiness

soğuk, don

frosty

1.dondurucu, 2.içten olmayan, soğuk

froth

1.köpük, 2.köpürmek, köpüklenmek

frothiness

köpüklenme, köpürme

frothy

köpüklü

froufrou

hışırtı

froward

1. ters, aksi, inatçı, 2. asi, serkeş, dik kafalı

frowardness

terslik

frown on

1. uygun görmemek, karşı çıkmak, 2. menetmek

frown

kaşlarını çatmak

frowning

1. buruşturulmuş, çatılmış, 2. onaylamayan

frowsty

sıkıcı, küf kokulu

frowsy

şapşal

frowziness

küf kokma

frowzy

1. kötü kokulu, küf kokulu, 2. pasaklı

frozen account

dondurulmuş hesap, bloke hesap

frozen assets

donmuş mevduat

frozen credit

donmuş kredi

frozen food

dondurulmuş yiyecek

frozen meat

dondurulmuş et

frozen

1. donmuş, 2. dondurulmuş, 3. buz kesilmiş

fructiferous

meyve veren, verimli

fructify

meyve vermek, sonuç vermek

fructose

früktoz, meyve şekeri

fructuous

meyve veren, kazançlı

frugal

1.tutumlu, 2.ucuz

frugality

1.tutumluluk, tutum, 2.ucuzluk

frugivorous

meyve ile beslenen

fruit basket

meyve sepeti

fruit bud

meyve tomurcuğu

fruit cake

meyveli kek

fruit juice

meyve suyu

fruit knife

meyve bıçağı

fruit machine

para makinesi

fruit sugar

meyve şekeri

fruit tree

meyve ağacı

fruit

1.meyve, 2.sonuç, ürün, meyve, 3.meyve vermek

fruitage

meyve

fruiter

1. meyve gemisi, 2. meyve ağacı

fruiterer

meyve satıcısı, meyveci

fruitful

sonuç veren, verimli

fruitfulness

bereket

fruition

muradına erme, istediğini elde etme, gerçekleşme

fruitless

1.meyvesiz, kısır, 2.sonuçsuz, başarısız, kârsız, verimsiz

fruitlessly

nafile

fruity

1.meyve tadında, meyve kokusunda, meyve gibi, 2.meyveli, 3.olgun

frumentaceous

buğday türünden

frumenty

bulgur sütlacı

frump

acayip kılıklı kadın

frumpy

1. derbeder kılıklı, 2. eski moda giyinmiş

frustrate

1.boşa çıkarmak, engel olmak, bozmak, engellemek, 2.düş kırıklığına uğratmak, hüsrana uğratmak, sinirlerini bozmak

frustration

1.engelleme, bozma, engellenme, 2.düş kırıklığı, hüsran, 3.sinir bozucu şey

frustum of a cone

kesik koni

frustum

koni gövdesi

fruticose

çalıya benzer

fry

1.(yağda) kızartmak, 2.kızarmak

fry-pan

tava

fryer

piliç kızartıcısı

frying-pan

frying-pan

tava

fuchsia

küpeçiçeği

fuchsine

füksin

fuck about

aptalca davranmak

fuck around

aptalca davranmak

fuck off

1. siktir olup gitmek, 2. aptalca davranmak

fuck up

içine sıçmak, sıçıp batırmak

fuck

1.sikişmek, 2.sikmek, 3.sikiş, 4.sikişen kimse, sikici, 5.kab, kahretsin!, hay anasını!

fucker

1.salak, aptal, kafasız, 2.sikici, vurucu

fucking

kahrolası, lanet olası

fuddle

1. zihnini karıştırmak, 2. şaşırtmak

fuddled

çakırkeyf, kafası dumanlı

fuddy-duddy

eski kafalı, tutucu, örümcek kafalı kimse

fudge

bir çeşit yumuşak şekerleme

fuel alarm

yakıt seviyesi alarmı

fuel cam

yakıt kamı

fuel can

benzin bidonu

fuel cock

gazocağı musluğu

fuel consumption

yakıt sarfiyatı, yakıt tüketimi

fuel economy

yakıt ekonomisi, yakıt tasarrufu

fuel element

yakıt maddesi

fuel feed pump

mazot pompası, yakıt besleme pompası

fuel feed

yakıt besleme, yakıt verme

fuel filter

yakıt filtresi, yakıt süzgeci

fuel gas

yakıt gazı

fuel gauge

yakıt göstergesi

fuel hose

yakıt hortumu

fuel injection pump

enjeksiyon pompası

fuel injector

mazot enjektörü, yakıt enjektörü

fuel level

fuel level

yakıt düzeyi

fuel line

yakıt borusu

fuel oil

1. fuel oil, yağyakıt, 2. mazot, akaryakıt

fuel pressure

yakıt basıncı

fuel pump

1. yakıt pompası, 2. benzin pompası

fuel rating

yakıt oranı

fuel reserve tank

yedek yakıtlık, yedek yakıt deposu

fuel rod

yakıt çubuğu

fuel saving

yakıt tasarrufu

fuel strainer

yakıt filtresi, yakıt süzgeci

fuel supply

yakıt iletimi, yakıt sevkıyatı

fuel tank

yakıt deposu, yakıtlık

fuel tanker

akaryakıt tankeri

fuel truck

yakıt tankeri

fuel wood

yakacak odun

fuel

1.yakıt, 2.yakacak, 3.benzin, 4.yakıt vermek, 5.yakıt almak

fuelling

yakıt verme, yakıt doldurma

fugacious

1. geçici, ömürsüz, 2. uçucu

fugacity

1. uçuculuk, uçarlık, kaçarlık, 2. fanilik

fuggy

havasız

fugitive

1.kaçak, 2.anımsanması güç, akılda tutulması zor, 3.uzun sürmeyen, geçici, gidici, 4.kaçak kimse, kaçak

fugue

füg

fulcrum lever

dayanak kolu

fulcrum

(kaldıraç) dayanak noktası, taşıma noktası, mesnet

fulfil

1.yerine getirmek, yapmak, 2.gereksinimlerini gidermek, tatmin etmek, 3.gerçekleştirmek, yapmak

fulfill

bkz. fulfil

fulfilment

yapma, yerine getirme, gerçekleştirme, ifa

fulgent

çok parlak, şaşaalı

fuliginous

isli, kurumlu

full admiral

full admiral

oramiral

full automatic

tam otomatik

full board

tam pansiyon

full brother

öz erkek kardeş

full circle

tam daire

full costing

tam maliyetleme

full coverage collision insurance

kasko sigortası

full diet

yüksek değerli besin

full dress

resmi elbise, frak

full employment

tam istihdam

full general

orgeneral

full military honours

askeri cenaze töreni

full moon

dolunay

full of beans

hayat dolu, neşeli, keyifli

full payment

tam ödeme

full powers

tam yetki

full sail

pupa yelken

full size

doğal boy, tam boyut

full speed

1. tam devir, tam hız, 2. tam sürat, tam yol

full steam ahead

son süratle ileri

full stop

nokta

full time job

tamgün iş

full to capacity

tamamen dolu

full to replete

tıka basa dolu

full up

dopdolu, komple, mahşer gibi, mahşeri 1.dolu, 2.dolu, kalabalık, 3.doymuş, tok, 4.(giysi) gevşek, bol, 5.en çok, en yüksek, en fazla, maksimum, 6.(of ile) yalnızca -i düşünen, den başka şey düşünmeyen, -le dopdolu, 7.yuvarlak, toparlak, 8.dopdolu, taşkın, coşkun, 9.doğruca, doğrudan, direkt olarak, 10.çok

full full-blooded

saf kan, cins, dinç, gürbüz

full-blown

1. (çiçek) tamamen açılmış, 2. tam

full-fledged

tüyleri büyümüş

full-grown

tam gelişmiş, iyi gelişmiş

full-length film

uzun metrajlı film, uzun film

full-length

(fotoğraf) insanı tam olarak gösteren, boy

full-load

tam yük

full-paid

tam ödenmiş

full-scale

1. orijinal ölçülerde, 2. tüm gücünü kullanan

full-time

1. fultaym, tamgün, tümgün, 2. fultaym, tamgün, tümgün

full-wave

tam dalga

fullback

bek oyuncu, savunma

fuller

1. çırpıcı, 2. dinkleme makinesi

fuller's earth

kil

fullery

çuhahane, çırpıcı yeri

fullface

cepheden alınmış fotoğraf, kalın harf

fulling mill

1. dinkleme makinesi, 2. çırpıcı tezgâhı

fulling

dinkleme

fullness

1. doluluk, dolgunluk, 2. bolluk, 3. şişmanlık

fully automatic machine tam otomatik makine fully automatic

tam otomatik

fully fashioned

bedeni sımsıkı saran

fully fledged

tam yetkili

fully paid

tamamen ödenmiş

fully synthetic

tamamen sentetik

fully

1.en az, en azından, 2.tamamen, tam olarak, tümüyle

fully-fledged

tam eğitilmiş

fulminant

gürleyen, ateş püskürten

fulminate

1. fulminat, 2. patlamak, infilak etmek, 3. gürlemek, ateş püskürmek

fulminating

patlayıcı

fulmination

1. patlama, infilak etme, 2. ateş püskürme

fulminatory

gürleyen, dehşet şaçan

fulminic acid

fulminik asit

fulminic

fulminik

fulsome

bıktırıcı, aşırı

fumaric acid

fumarik asit

fumaric

fumarik

fumarole

fümerol, tüten

fumble

1.el yordamıyla aramak, yoklamak, 2.el yordamıyla yürümek, 3.beceriksizce yapmak, elleri dolaşmak

fumbler

beceriksiz kişi

fume

1.duman, buhar, gaz, 2.öfkelenmek, kızmak, patlamak, köpürmek, 3.duman çıkarmak, tütmek

fumigant

tütsü, dezenfektan

fumigate

buharla dezenfekte etmek, tütsülemek

fumigation

1. buharla dezenfekte etme, 2. buhardan geçirme

fumigator

dezenfekte aleti

fumitory

şahtere

fun

1.oyunculuk, neşe, 2.eğlence, zevk

funambulist

ip çambazı

function keys

işlev tuşları, fonksiyon tuşları

function table

işlev tablosu

function

1.görev, iş, işlev, fonksiyon, 2.amaç, 3.resmi ya da özel tören, merasim, 4.çalışmak, işlemek, iş görmek

functional accounting

uygulamalı muhasebe, sorumluluk muhasebesi

functional analysis

fonksiyonel analiz, işlevsel çözümleme

functional character

işlevsel karakter

functional group

işlevsel grup, fonksiyonel grup

functional linguistics

görevsel dilbilim, işlevsel dilbilim

functional

1.işlevsel, fonksiyonel, 2.görevini yapar, iş görür, pratik

functionalism

görevselcilik, işlevselcilik

functionalist

1. görevselci, işlevselci, 2. görevselci, işlevselci

functionality

işlevsellik, fonksiyonellik

functionary

functionary

görevli, memur

functioning

işler durumda

functor

fonktör, izleç

fund administration

sermaye idaresi

fund

1.sermaye, para, fon, 2.stok, birikim, 3.para sağlamak, finanse etmek

fundament

1. temel, taban, 2. makat, kıç

fundamental analysis

esas analiz

fundamental colour

esas renk, ana renk

fundamental component

temel bileşen

fundamental form

temel biçim

fundamental group

temel grup, temel öbek

fundamental particle

temel parçacık

fundamental rights

temel haklar

fundamental series

temel seri

fundamental structure temel yapı fundamental unit

temel birim

fundamental

1.esas, ana, belli başlı, temel, en gerekli, önemli, 2.kural, temel ilke

fundamentalism

aşırı tutuculuk

fundamentally

esaslı olarak, esas itibariyle

funded debt

konsolide borç

funding

kısa vadeli borcun uzun vadeli borca dönüştürülmes

funds in cash

nakit fon

funds statement

mali durum

fundus

gözdibi

funeral home

ölülerin yıkandığı bina

funeral march

cenaze marşı

funeral procession

cenaze alayı

funeral

1.cenaze töreni, gömme, 2.cenaze alayı

funerary

funerary

1. cenaze törenine ait, 2. karanlık, kasvetli

funereal

1.mahzun, üzgün, hüzünlü, kasvetli, 2.cenaze törenine yakışır

funfair

eğlence parkı, lunapark

fungal

1. mantarsı, mantar gibi, 2. mantarla ilgili

fungi-

(önek) mantara ait, küf

fungible

misli

fungicide

mantar ilacı

fungoid

mantara benzeyen

fungous

1. mantarla ilgili, 2. sünger gibi

fungus

mantar

funicular

dağ demiryolu

funk

1.büyük korku, dehşet, 2.(birşeyden) çekinmek, uzak durmak, korkmak, kaçmak

funky

1.fanki, 2.çok iyi, müthiş, acayip, o biçim, süper

funnel cloud

bulut hortumu

funnel

1.huni, 2.baca, 3.huniden geçirmek, 4.huniden geçirmek, 5.(dar/kalabalık bir yerden) zorlukla geçmek

funnies

1. çizgi öykü, 2. espri, şaka

funnily enough

ne gariptir ki

funnily

garip bir şekilde, komik, bir şekilde

funny

1.gülünç, komik, 2.acayip, tuhaf, garip

funster

şakacı kimse

fur coat

kürk manto

fur

1.kürk, post, 2.dil pası, 3.kazan taşı

furan

furan

furbelow

1. farbala, fırfır, 2. saçak

furbish

1. cilalamak, pasını çıkarmak, 2. parlatmak, tazelemek

furcate

1. çatallı, dallı, 2. çatallanmak, bölünmek, ayrılmak

furcation

çatallanma, dallanma

furfur

kepek (saçta)

furfuraceous

kepekli, pullu

furious

furious

1.öfkeli, kızgın, köpürmüş, kudurmuş, tepesi atmış, sinirli, 2.şiddetli, güçlü, azgın

furiousness

kızgınlık

furl

(şemsiye, yelken, bayrak, vb.) sarmak

furlong

metrelik uzunluk

furlough

1. sıla izni, 2. sıla izni vermek

furnace brick

fırın tuğlası

furnace

ocak, fırın

furnish information

bilgi vermek

furnish

1.vermek, sağlamak, tedarik etmek, 2.döşemek, donatmak

furnished room

mobilyalı oda

furnished

möbleli, döşeli

furnisher

döşemeci, mobilyacı

furnishing fabrics

döşemelik kumaşlar

furnishings

1. döşeme, mobilya, takım, 2. mefruşat

furniture

mobilya

furore

taşkınlık, kızgınlık, velvele

furred

kürklü, kürk kaplı

furrier

kürkçü

furriery

1. kürkçülük, 2. kürkçü dükkânı

furrow

1.(toprakta) saban izi, 2.(alın ya da yüzde) kırışıklık, çizgi, 3.iz açmak, 4.kırıştırmak

furry

1.kürklü, 2.kürk gibi

further particulars

fazla tafsilat

furtherance

1.daha fazla, 2.daha ileri, daha uzağa, daha ilerde, daha uzakta, 3.başka yere, başka yerde, 4.ayrıca, üstelik, 5.başka, bir başka, daha, 6.bundan başka, başka bir, yeni, 7.daha uzak, daha uzaktaki, 8.ilerlemesine yardım etmek, destek olmak yardım

furthermore

bundan başka, ayrıca, üstelik, bunun yanında

furthermost

en uzak, en uzağa, en uzakta

furthest

en uzak, en uzağa

furtive

şüphe uyandıran, kaçamak, sinsi, suçlu izlenimi uyandıran

furtively

gizlice, sinsi sinsi

further

furtiveness

sinsilik

furuncle

çıban, kan çıbanı

fury

1.korkunç öfke, kızgınlık, hiddet, 2.şiddet

fusain

fusain, telli kömür

fuscous

grimsi kahverengi, koyu renk

fuse alarm

sigorta alarmı

fuse box

sigorta kutusu

fuse clip

sigorta kelepçesi

fuse holder

sigorta yuvası, sigorta tutucu

fuse socket

sigorta duyu

fuse wire

sigorta teli

fuse

1.sigorta, 2.tapa, 3.(metal) eritmek, eriterek birleştirmek, 4.(metal) erimek, eriyerek birleşmek, 5.(sigorta) atmak, 6.(sigorta) attırmak

fusel oil

fuzel yağı

fusel

fuzel

fuselage

uçak gövdesi

fusibility

erime kabiliyeti

fusible

1. erir, eriyebilir, 2. eritilebilir

fusilier

tüfek kullanan asker

fusillade

1. yaylım ateşi, 2. yaylım ateşi açmak

fusing point

ergime noktası

fusing

eritme, erime

fusion bomb

termonükleer bomba

fusion

1.erime, ergime, eritilme, 2.birleşme, kaynaşma, kaynaşım

fussiness

1.gürültü patırtı, yaygara, velvele, 2.gereksiz telaş/kızgınlık/sabırsızlık, 3.gereksiz yere telaşlanmak, ortalığı velveleye vermek, 4.rahatsız etmek, can sıkmak, sinirlendirmek telaş

fussy

1.huysuz, yaygaracı, 2.titiz, mızmız, kılı kırk yaran, müşkülpesent

fust

sütun gövdesi

fustian

1. dimi, 2. pamuklu kadife, 3. tumturaklı

fuss

fustigate

sopa ile dövmek

fustigation

dayak, kötek

fusty

1.küflü, küf kokulu, 2.köhne, eski kafalı, küflü

futile

boş, boşuna, beyhude

futilely

boş yere

futility

yararsızlık

futtock

döşek

future continuous tense sürekli gelecek zaman future delivery

gelecekte teslim, vadeli teslim

future perfect continuous tense

gelecekte bitmiş zamanın sürekli şekli

future perfect tense

gelecekte bitmiş zaman

future tense

gelecek zaman

future

1.gelecek, istikbal, 2.gelecek, 3.müstakbel, ileriki

futures market

vadeli işlemler piyasası

futures sale

vadeli satış

futures

vadeli işlemler, vadeli sözleşmeler

futurism

fütürizm, gelecekçilik

futuristic

modern, acayip

futurity

gelecek, istikbal

fuzz

1.kısa tüy, hav, 2.polis, aynasız

fuzzball

yabani mantar

fuzzy

1.(saç) kıvırcık, kabarık, 2.(kumaş, vb.) tüylü, havlu, 3.bulanık, belirsiz

fylfot

gamalı haç

G clef

sol anahtarı

G flat

sol bemol

G minor

sol minor

G sharp

sol diyez

gab

gevezelik

gabardine

gabardine

gabardin

gabble

çabuk çabuk ve anlaşılmaz biçimde konuşmak

gabbler

geveze, boşboğaz

gabbro

gabro, derinlik kayacı

gabby

konuşkan, geveze, boşboğaz

gable roof

beşik çatı

gable

üçgen biçiminde dam

gad

(about ile) başıboş dolaşmak, dolanmak, gezmek

gadabout

avare kimse, serseri, hovarda

gadfly

atsineği

gadget

becerikli alet, dalga, zımbırtı

gadolinium

gadolinyum

gadwall

boz ördek

gaff

1. balıkçı zıpkını, 2. giz, 3. zıpkınla vurup tutmak (balık)

gaffe

1. gaf, 2. gaf yapma, pot kırma, kabahat

gaffer

1. patron, şef, 2. ustabaşı, 3. yaşlı adam, ihtiyar

gag

1.ağız tıkacı, 2.şaka, espri, komik öykü, 3.ağzını tıkamak, 4.susturmak

gaga

1. bunak, ahmak, kaçık, deli, 2. budala

gage

bkz. gauge

gaggle

kaz sürüsü

gaiety

1.neşe, neşelik, 2.şenlik, eğlenti, eğlence

gaily

neşeli bir şekilde, neşeyle

gain and loss account

kâr ve zarar hesabı

gain control

kazanç kontrolü

gain ground

1. rağbet kazanmak, 2. ilerlemek, önemi artmak

gain on one

(yarışta) yavaş yavaş yaklaşmak, arayı kapatmak

gain the ear of

birine söz geçirmek

gain the upper hand

üstün gelmek

gain time

zaman kazanmak

gain

1.kazanç, kâr, 2.çıkar, yarar, fayda, 3.ilerleme, artma, artış, 4.kazanmak, elde etmek, edinmek, 5.kazanmak, sağlamak, 6.-e varmak, ulaşmak, 7.(saat) ileri gitmek

gainful occupation

ücretli çalışma

gainful

1. kârlı, kazançlı, 2. ücretli, maaşlı

gainfully employed

para ile tutulmuş

gainings

gelir, kazanç

gainless

kazançsız, kârsız

gainsay

inkâr etmek, reddetmek

gait

yürüyüş, gidiş, yürüyüş biçimi

gaiter

tozluk

gaize

puzolanlı killi kum taşı

gal

kız

gala

gala, şenlik

galactic system

galaktik sistem, gökada dizgesi

galactic

1. galaktik, gökada ile ilgili, 2. samanyoluna ait

galactose

galaktoz

galaxy

1.galaksi, gökada, 2.seçkin kişiler topluluğu, şöhretler

gale

1.sert rüzgâr, bora, 2.ani kahkaha

galena

1. galen, 2. kükürt kurşunu

galimatias

saçma boş laf

galingale

kulunç otu

galipot

bir tür çamsakızı

gall bladder

ödkesesi, safrakesesi

gall oak

mazı meşesi

gall

1.safra, öd, 2.kin, nefret, 3.kabalık, küstahlık, 4.sürtünme sonucu oluşan yara

gall-apple

elma şeklinde mazı

gallant

1.yürekli, yiğit, cesur, 2.güzel, görkemli, 3.(erkek) kibar, şık

gallantry

1.kadınlara karşı incelik, kibarlık, 2.yüreklilik, yiğitlik, cesaret, kahramanlık

galleon

kalyon

galleria forest

galeri orman

galleria forest gallery

galeri

galley west

düzensiz

galley

1.kadırga, 2.gemi mutfağı

galliard

hareketli bir dans

gallic acid

galik asit

Gallic

1. Galya ile ilgili, Fransa'ya ait, 2. galik

gallimaufry

karmakarışık şey, yahni

gallinaceous

tavuk cinsinden

galling

incitici, gurur kırıcı, can sıkıcı

galliot

hafif kadırga, çektirme

Gallipoli

Gelibolu

gallium

galyum

gallivant

gezip tozmak, eğlence/serüven peşinde koşmak

gallon

galon ( lt. , lt.)

galloon

dar ve sık dokumalı şerit, sırma

gallop

1.dörtnal, 2.dörtnala gitmek

gallows bird

asılacak herif

gallows

darağacı

gallstone

safra taşı

Gallup poll

kamuoyu araştırması

gallus

pantolon askısı

galluses

pantolon askısı

galore

pek çok, bol bol

galosh

ayakkabının üzerine giyilen lastik, galoş

galvanic cell

galvanik pil

galvanic

galvanik

galvanism

galvanizm

galvanization

galvanizleme

galvanize

1.galvanizlemek, 2.canlandırmak, kışkırtmak, harekete geçirmek, teşvik etmek

galvanized iron

1. galvanize demir, 2. çinko

galvanized pipe

galvanizli boru

galvanized sheet

galvanizli sac

galvannealing

galvaniz tavlama

galvanometer

galvanometre, küçük akımölçer

galvanoplastic

galvenoplastik

galvanoplasty

galvanoplasti

galvanoscope

galvanoskop

gam

1. balina sürüsü, 2. bacak

gambado

at sıçraması

Gambia

Gambia

gambit

1.(satranç) gambit, 2.hesaplı hareket

gamble away

kumarda kaybetmek

gamble with sth

ile kumar oynamak, tehlikeye sokmak

gamble

1.rizikolu iş, kumar, 2.kumar oynamak, 3.(away ile) kumarda kaybetmek

gambler

kumarbaz

gambling den

kumarhane

gambling

1. kumar, 2. kumar oynama

gamboge

katalomba, hintzamkı

gambol

1.sıçramak, hoplamak, zıplamak, 2.hoplayıp sıçrama

gambrel roof

Felemenk çatısı, balıksırtı dam

game of hazard

şans oyunu, kumar 1.oyun, 2.parti, oyun partisi, 3.av, 4.hile, dolap, plan, oyun, 5.maç, karşılaşma, 6.istekli, hevesli, hazır, 7.harekete hazır, gözüpek, 8.topal, 9.(kol, vb.) sakat

game gamebag

av çantası

gamekeeper

av bekçisi

gamely

cesurca

gameness

1. yiğitlik, mertlik, 2. yüreklilik

gamesome

neşeli, canlı

gamester

kumarbaz

gamete

1. gamet, 2. cinsel hücre

gametophyte

gametofit, gametli bitki

gamin

sokak çocuğu

gaming house

kumarhane

gaming laws

kumar yasaları

gaming table

kumar masası

gaming

kumar oynama

gamma detector

gama detektörü

gamma distribution

gama dağılımı

gamma factor

gama faktörü

gamma globulin

gammaglobülin

gamma particle

gama parçacığı

gamma rays

gama ışınları

gamma

gama

gammer

yaşlı kadın, haminne

gammon

tütsülenmiş jambon

gamo-

(önek) cinsiyetle ilgili, birleşik

gamp

şemsiye

gamut

1.nota dizisi, gam, 2.birşeyin tamamı, tümü

gamy

cesur, yiğit, gözüpek

gander

erkek kaz

ganef

hırsız

gang plow

çok bıçaklı pulluk

gang saw

katrak

gang up against

karşı birlik olmak

gang up on

karşı birlik olmak

gang

1.arkadaş grubu, ekip, takım, 2.çete

gangboard

dosa, borda iskelesi

gangling

zayıf ve uzun boylu, sırık gibi

ganglion

gangliyon, sinir düğümü

gangplank

iskele tahtası

gangrene

kangren

gangrenous

kangrenli

gangster

gangster

gangue

gang

gangway

1.aralık geçit, 2.borda iskelesi, 3.Değmesin!, Yağlı boya!, Yoldan!

gannet

sümsük kuşu

ganoid

1. parlak, 2. parlak pullu balık

gantry

(demiryolu) sinyal köprüsü

gaol

1.cezaevi, hapishane, 2.cezaevine kapatmak, hapse atmak

gaoler

gardiyan, zindancı

gap character

aralık karakteri

gap

1.boşluk, aralık, yarık, 2.(görüş) ayrılık

gape

1.ağzı açık kalmak, ağzını açıp alık alık bakmak, 2.açılmak, yarılmak

gapeseed

hayret uyandıran şey

gaping

ağzı açık

gappy

noksan, eksik, kusurlu

gar

zargana

garage

1.garaj, 2.benzin istasyonu, 3.garaja koymak

garb

1. üst baş, kılık kıyafet, 2. giydirmek

garbage can

çöp tenekesi

garbage collection

çöp toplama

garbage disposer

kırıntı değirmeni, çöp öğütme aygıtı

garbage man

çöpçü

garbage

1.süprüntü, çöp, 2.zırva, 3.garbage can // Ai. çöp tenekesi

garbanzo

nohut

garble

1. bozma, 2. tahrif etmek, bozmak

garbled

karmaşık, karışık, yanlış

garboard

garboard

burma tahtası

garçon

garson

garden crop

bahçe ürünü

garden hoe

bahçe çapası

garden hose

bahçe hortumu

garden of Eden

Cennet bahçesi, Aden bahçesi

garden plants

bahçe bitkileri

garden shears

bahçıvan makası

garden

1.bahçe, 2.bahçede çalışmak, bahçıvanlık yapmak, bahçeyle uğraşmak

gardener

bahçıvan

gardenia

gardenya

gardening

bahçıvanlık

garfish

zargana

gargantuan

çok büyük, koca, devasa

gargle

1.gargara yapmak, 2.gargara

gargoyle

insan ya da hayvan başlı taş oluk

garish

gösterişli, parlak, cafcaflı

garland

çelenk, çiçekten yapılmış taç

garlic mustard

sarmısakotu

garlic

sarmısak

garment industry

konfeksiyon, hazır giyim

garment

giyim eşyası, giysi

garner

1. tahıl ambarı, 2. toplamak, biriktirmek

garnet

lal taşı

garnish

1.süs, garnitür, 2.(yemek) süslemek

garnishee

1. yediemin, 2. haczetmek, hacze bağlamak

garnishment

1. süsleme, 2. haciz

garniture

garnitür, süs

garret

tavan arası

garrison commander

garrison commander

merkez komutanı

garrison

garnizon

garrote

boğarak idam etmek

garrulity

çenebazlık, gevezelik

garrulous

çenebaz, geveze

garter

jartiyer

garth

küçük bahçe

gas about

laklak etmek, çene çalmak

gas analysis

gaz analizi

gas burner

hava gazı memesi

gas chamber

gaz odası

gas chromatography

gaz kromatografisi

gas coal

gaz kömürü

gas compressor

gaz kompresörü

gas cooler

gaz soğutucu

gas counter

gaz sayacı

gas cutting

gaz kesme

gas density

gaz yoğunluğu

gas electrode

gaz elektrotu

gas engine

gaz motoru

gas equilibrium

gaz dengesi

gas exhauster

gaz boşaltıcı

gas flow

gaz akışı

gas furnace

gaz fırını

gas generator

gaz jeneratörü, gaz üreteci

gas heater

şofben, gaz su ısıtıcısı

gas holder

gazometre

gas jet

1. gaz memesi, 2. gaz alevi

gas laws

gaz kanunları, gaz yasaları

gas main

gas main

havagazı ana borusu

gas man

havagazı memuru

gas mask

gaz maskesi

gas meter

gaz saati, gaz sayacı

gas mixture

gaz karışımı

gas oil

gaz yağı

gas oven

havagazı fırını

gas pedal

gaz pedalı

gas pipeline

gaz boru hattı

gas pressure

gaz basıncı

gas shielding

gaz maskı, gaz korumalığı

gas station

benzin istasyonu, benzinlik

gas tank

benzin deposu

gas thermometer

gazlı termometre

gas tube

gaz tüpü

gas welding

gaz kaynağı

gas

1.(hava) gaz, 2.sıvı gaz, 3.benzin, 4.boş laf, zırva, 5.gaz ile zehirlemek, 6.(about ile) laklak etmek, çene çalmak, havadan sudan konuşmak

gas-filled lamp

gazlı lamba

gas-filled

gazlı, gazla dolu

gasconade

övünme

gaseous fuel

gazyakıt

gaseous state

gaz hali

gaseous

gaz gibi, gazlı

gash

1.derin yara, 2.derin yara açmak

gasification

gazlaştırma

gasify

gazlaştırmak

gasket

conta

gasoline can

benzin bidonu

gasoline consumption

benzin sarfiyatı, benzin tüketimi

gasoline engine

gasoline engine

benzinli motor

gasoline gauge

benzin göstergesi

gasoline level

benzin seviyesi, benzin düzeyi

gasoline pump

benzin pompası

gasoline strainer

benzin süzgeci

gasoline tank cap

benzin deposu kapağı

gasoline tank

benzin deposu, yakıtlık

gasoline

benzin

gasometer

gazometre

gasometric

gazometrik

gasp

1.güçlükle solumak, güçlükle soluk almak, 2.(şaşkınlıktan, vb.) soluğunu tutmak, 3.güçlükle soluma, soluk soluğa konuşma

gassed

gazlı, zehirli gazda kirlenmiş

gasser

1. gaz sondajı, 2. atıp tutan kimse

gassy mine

grizulu ocak

gassy

gazlı, gaz dolu, gaz gibi

gastralgia

karın ağrısı

gastric juice

mide suyu

gastric ulcer

mide ülseri

gastric

mide ile ilgili, mide

gastrin

gastrin

gastritis

gastrit, mide yangısı

gastro-intestinal

gastrointestinal, mide-bağırsak

gastroenteritis

gastroenterit, mide-bağırsak yangısı

gastrointestinal

gastrointestinal, mide ve bağırsaklarla ilgili

gastrological

gastrolojik

gastrology

gastroloji

gastronomer

yemek uzmanı

gastronomic

yemeğe ait, mideye ait

gastronomist

yemek meraklısı

gastronomy

gastronomy

iyi yemek yeme ve pişirme sanatı, gastronomi

gastropod

1. karındanbacaklı, 2. karındanbacaklı

gastroscope

midenin içini inceleyen alet, gastroskop

gastrotomy

mide ameliyatı

gastrula

gastrula

gastrulation

gastrulasyon, bağırsak oluşumu

gasworks

havagazı fabrikası

gat

dar kanal, tüfek, tabanca

gate crasher

kaçak seyirci, biletsiz seyirci

gate

1.kapı, 2.giriş yeri, giriş kapısı, 3.bir maçı, gösteriyi, vb. izleyenlerin sayısı, 4.hasılat

gatecrash

(parti, vb.'ne) davetsiz gitmek

gatecrasher

maça davetsiz giren kimse

gatehouse

kapıcı odası

gatekeeper

kapıcı

gatepost

kapı direği

gateway

giriş yeri, giriş kapısı

gather

1.(round ile) toplanmak, bir araya gelmek, 2.toplamak, bir araya getirme, 3.toplamak, koparmak, 4.(bilgi, vb.) kazanmak, toplamak, 5.anlamak, sonuç çıkarmak

gathering

toplantı

gauche

patavatsız, beceriksiz

gaucherie

acemice tavır, beceriksizlik

gaud

1. değersiz eğlenceler, gösterişli elbiseler, 2. süs

gaudiness

aşırı süslülük

gaudy

gösterişli, parlak, cırtlak, cart, şatafatlı

gauge pressure

manometre basıncı

gauge

1.ölçü, ayar, 2.ölçü aygıtı, 3.ölçmek, 4.ölçüp biçmek, değerlendirmek, yargılamak

gauger

1. ölçü aleti, ayarcı, 2. vergi memuru, gümrük memuru

gauging

ayarlama, ölçme, mastarlama, çaplama

gaunt

sıska, bir deri bir kemik, cılız

gauntlet

uzun eldiven

gauss

gauss

gaussmeter

gaussölçer, gaussmetre

gauze bandage

gazlı bez

gauze

tül

gauzy

tül gibi, şeffaf

gavotte

eski bir Fransız dansı

gawk

aval aval bakmak, öküzün trene baktığı gibi bakmak

gawky

hantal, beceriksiz, sakar

gawp

aval aval bakmak

gay

1.şen, neşeli, mutlu, 2.parlak, canlı, 3.ibne, sevici

gayness

1.ibnelik, sevicilik, 2.neşelilik, neşe

gazabo

delikanlı

gazalle

ahu

gaze

1.gözünü dikerek bakmak, 2.sürekli bakış

gazebo

manzaralı ev

gazelle

ceylan, gazel

gazer

ahmak, şaşkın, budala

gazette

resmi gazete

gazetteer

atlas

gazump

birisine (evini) satmaktan vazgeçip daha fazla para veren başka birisine satmak

gear box

dişli çark mahfazası

gear case

1. dişli kutusu, 2. vites kutusu

gear cutter

dişli frezesi

gear lever

vites kolu

gear ring

dişli halka

gear shaft

dişli mili, transmisyon mili

gear stick

vites kolu

gear

1.takım, tertibat, donatı, 2.çark, dişli, 3.vites, 4.kıyafet, 5.gear lever/stick/shift // vites kolu

gearbox

vites kutusu

geared

dişli, geçmiş

gearing

dişli çarklar sistemi, dişli tertibatı

gearshift lever

vites değiştirme kolu, vites kolu, hız kolu

gearshift

1. vites değiştirme, 2. vites kolu

gearwheel

dişli çark

gecko

bir tür kertenkele

geese

kaz, budala kimse

geezer

ihtiyar, bunak, moruk

gegenschein

karşıgün

geisha

geyşa

gel

bkz. jell

gelatine

jelatin

gelatinous

jelatinli, jelatin gibi

gelation

dondurma, katılaştırma

geld

1. hadım etmek, 2. iğdiş etmek, enemek

gelid

buz gibi donmuş

gelignite

nitrik asit ve gliserinden yapılmış güçlü patlayıcı

gem

1.değerli taş, mücevher, 2.önemli, değerli şey/kişi, cevher

geminate

1. çift olmuş, 2. çift olmak, ikizleştirmek

gemination

çift yapma

Gemini

İkizler Burcu

gemma

tomurcuk

gemmate

1. tomurcuklanan, tomurcukla çoğalan, 2. tomurcukla çoğalmak

gemmation

tomurcuklanma şekli

gemmiparous

tomurcuk oluşturan, tomurcuklarla çoğalan

gemmule

küçük tomurcuk

gemstone

değerli taş

gen up

1. iyice öğrenmek, 2. iyice öğretmek

gen

esk, doğru haber, tam bilgi, malumat

gendarme

gendarme

jandarma

gendarmerie

jandarma gücü

gender

cins

gene code

gen kodu

gene exchange

gen alışverişi

gene flow

gen akımı

gene frequency

gen frekansı

gene mutation

gen mutasyonu

gene pool

gen havuzu, kalıtımsal faktörler

gene technology

gen teknolojisi

gene

gen

genealogical tree

soyağacı

genealogical

soyla ilgili

genealogist

soy izleme uzmanı, şecere uzmanı

genealogize

soyunu izlemek

genealogy

soy, soy kütüğü, şecere

general acceptance

tam kabul, genel kabul, koşulsuz kabul

general agreement

genel sözleşme

general assembly

genel kurul

general audit

genel denetim, umumi teftiş, umumi kontrol

general cargo

karışık yük

general delivery

post restant

general directorate

genel müdürlük, umum müdürlük

general election

genel seçim

general equilibrium

genel denge

general expenses

umumi masraflar

general governor

genel vali

general grammar

genel dilbilgisi

general journal

genel yevmiye defteri

general linguistics

general linguistics

genel dilbilim

general management

genel müdürlük

general manager

genel müdür, umum müdür

general meeting

genel kurul

general pardon

genel af

general partner

komandite ortak

general partnership

sınırsız sorumlu ortaklık

general plan

genel plan

general policy

genel poliçe

general power of attorney

umumi vekâletname

general practitioner

pratisyen hekim

general purpose

her işe elverişli

general reserve

genel rezerv

general staff

genelkurmay

general strike

genel grev

general welfare

genel refah

general

1.genel, 2.yaygın, genel, 3.baş, şef, 4.general

general-purpose computer

genel amaçlı bilgisayar

general-purpose language

genel amaçlı dil

general-purpose

çok maksatlı, genel amaçlı

generalissimo

başkumandan

generality

1.genellik, 2.çoğunluk, 3.yuvarlak laflar, genel sözler

generalization

1.genelleştirme, 2.genelleme

generalize

1.genelleştirmek, 2.genelleme yapmak

generalized

genelleştirilmiş

generally

1.çoğunlukla, genellikle, 2.genelde, genellikle, 3.ayrıntısız, genel olarak

generalship

1. generallik, 2. liderlik

generate

1.oluşturmak, doğurmak, 2.(ısı, elektrik, vb.) üretmek

generating plant

elektrik santralı

generating program

üretici program, üreteç

generating station

elektrik santralı

generation gap

kuşak farkı, nesil kopukluğu

generation

1.(elektrik, vb.) üretme, üretim, 2.kuşak, nesil

generative grammar

üretici dilbilgisi

generative

üretici

generator gas

jeneratör gazı, üreteç gazı

generator

üreteç, jeneratör

generatrix

ana doğru, üreteç

generic

1.cinsle ilgili, 2.genel

generosity

cömertlik

generous to a fault

eli bol

generous

1.eliaçık, cömert

genesis

başlangıç, başlama noktası

Genesis

Eski Ahit'in ilk kitabı

genetic code

genetik kod

genetic engineering

genetik mühendislik

genetic factor

genetik faktör

genetic

kalıtsal, kalıtımsal

geneticist

genetikçi, kalıtımbilimci

genetics

genetik, kalıtımbilim

geneva

ardıç rakısı, cin

genial

1.hoş, tatlı, canayakın, güleryüzlü, nazik, 2.(hava) ılıman, yumuşak

geniality

1. nezaket, sempatiklik, 2. güler yüzlülük

genie

cin

genista

katırtırnağı

genital glands

üreme bezleri

genital

üreme organlarıyla ilgili

genitalia

üreme organları

genitals

cinsel organlar, üreme organları

genitive suffix

tamlayan eki

genitive

-in hali, tamlayan durumu

genitourinary

ürogenital

genius

1.üstün yetenek, deha, 2.dahi

genocide

soykırım

genotype

genotip

genre

tarz, tür

gent

centilmen

genteel

ince, kibar, nazik, terbiyeli

gentian

1. centiyana, 2. yılanotu

gentile

Yahudi olmayan (kimse)

gentility

kibarlık

gentle as a dove

halim selim

gentle breeze

hafif meltem

gentle

1.ince, kibar, nazik, 2.tatlı, yumuşak, hafif, yavaş

gentlefolks

soylu kişiler, yüksek tabaka

gentleman of fortune

maceraperest adam

gentleman

1.centilmen, 2.bey, beyefendi, adam

gentlemen's agreement centilmenlik anlaşması gentleness

1. iyi huylu olma, yumuşaklık, 2. nezaket, şefkat

gentlewoman

kibar kadın

gently

1.yavaşça, 2.tatlılıkla, nazik bir şekilde, yumuşak bir şekilde

gentry

yüksek sınıf, kibar sınıf

Gents

erkekler tuvaleti

genuflect

diz çökmek

genuflection

diz çökme

genuine

genuine

hakiki, gerçek

genuinely

gerçekten, hakikaten

genuineness

içtenlik, samimiyet

genus

cins, tür

geo-

(önek) yeryüzüne ait

geocentric

yermerkezli, jeosentrik

geochemistry

jeokimya, yerkimyası

geochronology

jeokronoloji

geode

jeot

geodesic

jeodezik

geodesy

jeodezi

geographer

coğrafyacı

geographic

coğrafyaya ait

geographical

coğrafi

geography

coğrafya

geoid

geoit

geological erosion

jeolojik erozyon

geological formation

jeolojik oluşum, jeolojik formasyon

geological map

jeolojik harita

geological

jeolojik, yerbilimsel

geologist

jeolog, yerbilimci

geology

yerbilim, jeoloji

geomagnetism

jeomanyetizm

geomancer

falcı

geomancy

fala bakma

geomantic

falcılığa ait

geometric average

geometrik ortalama

geometric cross section geometrik kesit geometric distribution geometric mean

geometrik dağılım

geometric mean

geometrik ortalama

geometric optics

geometrik optik

geometric progression

geometrik dizi

geometric series

geometrik seri

geometric sum

geometrik toplam

geometric

geometrik

geometrical

geometrik

geometrician

geometri uzmanı

geometry

geometri

geomorphology

jeomorfoloji

geophysical exploration jeofizik arama geophysical

jeofiziksel

geophysics

jeofizik, yer fiziği

geopolitics

jeopolitik

georgette

jorjet

Georgia

A.B.D. eyaletlerinden biri

Georgian

1. Gürcü, 2. Gürcü

geosscience

yeryüzü bilimi

geostrophic wind

jeostrofik rüzgâr

geosyncline

jeosenklinal, yer teknesi

geotechnics

jeoteknik

geothermal

jeotermal, yerısıl

geotropism

yereyönelim, jeotropizma

geranium oil

ıtır yağı

geranium

sardunya

geriatric

ihtiyarlığa ait

geriatrician

ihtiyarlık hastalıkları mütehassısı

geriatrics

yaşlılık hekimliği

germ cell

gamet, üreme hücresi

germ warfare

germ warfare

biyolojik savaş

germ

1.mikrop, 2.başlama noktası, başlangıç

German measles

kızamıkçık

German silver

Alman gümüşü

German

1. Alman, 2. Alman, 3. öz (akraba), soy

germander

kısa mahmut otu, yer meşesi

germane

ilgili, alakalı

germanium

germanyum

Germans

Alman, Almanya, Almanca

Germany

Almanya

germicidal

mikrop öldürücü, antiseptik

germicide

mikrop öldürücü, antiseptik

germinal

tohum

germinate

1.(tohum) filizlenmek, çimlenmek, 2.filizlendirmek

germinating apparatus çimlendirme aygıtı germination test

çimlenme testi

germination

1. çimlenme, 2. filiz verme, filizlenme

geronto-

(önek) ihtiyarlıkla ilgili

gerontologist

gerontolog, yaşlılık hastalıkları uzmanı

gerrymander

seçim propagandası yapmak

gerund

ulaç, isim-fiil

gerundial

fiilimsi

gesso

alçıtaşı

gestation period

gebelik dönemi

gestation

gebelik

gestic

bedensel

gesticulate

(konuşurken) el kol hareketleri yapmak

gesticulation

1. el kol hareketleriyle anlatma, 2. jestler yapma

gesture

1.jest, el kol hareketi, 2.el kol hareketi yapmak

Gesundheit

Gesundheit

Çok yaşayın!

get a clean bill of health temiz kâğıdı almak get a cross

anlaşılmasını sağlamak, açıklamak

get a crush on sb

birine gönül bağlamak

get a hand

alkış toplamak

get a job

işe girmek

get a long

1. gitmek, ayrılmak, 2. ilerlemek, başarmak, 3. becermek

get a lump in one's throat

boğazı düğümlenmek

get a move on

acele etmek

get a passport

pasaport çıkarmak

get a rocket

papara yemek, zılgıt yemek

get a run for one's money

semeresini görmek

get a slap in the face

şamar yemek

get a slap on the wrist

fiske yemek

get a swelled head

ne oldum delisi olmak

get a way with sth

paçayı kurtarmak

get about

1. seyahat etmek, dolaşmak, 2. yürümek, 3. yayılmak

get across

1. anlaşılmak, benimsenmek, 2. anlaşılmasını sağlamak

get after

1. eleştirmek, 2. azarlamak

get ahead

başarmak, öne geçmek, önde olmak

get all of a dither

eli ayağına dolaşmak

get along

1. gitmek, ayrılmak, 2. ilerlemek, gelişmek

get an offer

iş teklifi almak

get around

1. dolaşmak, 2. -den kaçınmak

get at

1. ulaşmak, erişmek, 2. varmak, demek istemek, başlamak

get away

1. kaçmak, 2. gitmek, kurtulmak, savuşmak

get back at sb

-den intikam almak, öc almak

get back

1. dönmek, geri gelmek, geri dönmek, 2. geri almak

get behind

geri kalmak

get better

iyileşmek

get by on a shoestring

tencerede pişirip kapağında yemek

get by

1. yaşamını sürdürmek, 2. idare eder olmak, 3. geçmek

get carried away

heyecanlanmak, aşka gelmek

get caught in the crossiki ateş arasında kalmak fire get caught in the middle iki ateş arasında kalmak get cold feet

gözü yememek

get dark

akşam olmak

get down to brass tacks esas meseleye gelmek, sadede gelmek get down to

dört elle sarılmak, ciddiyetle girişmek

get down

1. yazmak, kaydetmek, 2. güçlükle yutmak

get drunk

sarhoş olmak

get even with

intikam almak, hakkından gelmek

get in hot water

başı derde girmek, ayvayı yemek

get in on

faydalanmak, paydaş olmak

get in touch with

ile temasa geçmek, bağlantı kurmak

get in with sb

birinin gözüne girmek

get in

1. içeri girmek, 2. varmak, 3. (taşıta) binmek, 4. sokmak

get into a mess

başı derde girmek

get into a rut

tekdüze bir yaşama başlamak

get into a temper

tepesi atmak

get into a towering rage küplere binmek get into hot water

başını belaya sokmak

get into in a jam

başı derde girmek, başı dertte olmak

get into scrapes

başı belaya girmek

get into trouble

başına dert almak, başını derde sokmak

get into

1. -e girmek, 2. giymek

get it in the neck

okkanın altına gitmek

get it through one's head

kafasına sokmak

get loose

1. açılmak, 2. gevşemek, 3. serbest kalmak, 4. sallanmak

get lost

kaybolmak

get mad

kızmak

get married with

ile evlenmek

get married

evlenmek

get nowhere fast

yerinde saymak

get off scot-free

kılına bile dokunulmamak

get off with

ilişki kurmak

get off

1. (bir araçtan) inmek, 2. ayrılmak, kurtulmak

get on for

gelmek, varmak

get on like a house on fire

hemen arkadaş olmak

get on one's feet

ayağa kalkmak

get on one's nerves

-in sinirine dokunmak, gıcık etmek

get on one's tits

gıcık etmek, uyuz etmek

get on sb's back

sinir etmek, kızdırmak

get on the good side of sb

birinin gözüne girmek

get on to sb

1. izini araştırıp bulmak, 2. temas kurmak, görüşmek

get on top of

fazla gelmek, aşmak

get on with sth

devam etmek

get on

1. anlaşmak, geçinmek, 2. ilerlemek, 3. binmek

get one's back up

1. barut kesilmek, 2. inat etmek, kızdırmak

get one's discharge

işten çıkarılmak

get one's ducks in a row işlerini yoluna koymak get one's fingers burnt bir şeyden ağzı yanmak get one's goat

kızdırmak, keçileri kaçırtmak

get one's hand in

alışmak, kapmak, pratiğini kaybetmemek

get one's hooks into

çengel atmak

get one's knife into

diş bilemek

get one's own back

birinin yanına kâr bırakmamak

get one's own way

kendi bildiğine gitmek

get one's rag out

kafasının tası atmak

get one's sealegs

deniz tutmamak

get one's skates on

acele etmek

get one's teeth into sth

kendini bir şeye vermek

get one's ticket

ordudan atılmak

get one's way

istediğini koparmak

get one's wits about one kafasını toplamak get onto

1. konuşmak, bağlantı kurmak, 2. bulmak

get out of a scrape

yakasını kurtarmak

get out of debt

borçtan kurtulmak

get out of hand

çapraşık hale gelmek

get out of one's depth

derin suya girmek, başından büyük işe girişmek

get out of sight

ortadan kaybolmak

get out of the wrong side of the bed

sol tarafından kalkmak

get out of

1. sorumluluktan kaçmak, 2. vazgeçebilmek, 3. elde etmek

get out

1. ayrılmak, gitmek, çıkmak, 2. kaçmak, 3. kaçırmak

get over

1. atlatmak, yırtmak, 2. anlaşılmak, 3. iyileşmek

get pissed

sarhoş olmak

get points

puan almak

get ready

hazırlamak

get religion

birden dine bağlanmak

get rid of

1. -den kurtulmak, 2. başından savmak

get round

1. ikna etmek, kandırmak, 2. yararlanmak, 3. yayılmak

get sb back on his legs

birinin elinden tutmak

get sb down

neşesini kırmak, canını sıkmak

get sb in

çağırmak

get sb into

1. durumuna koymak, 2. derde sokmak

get sb off the hook

beladan kurtarmak

get sb off with sb

karşı cinsten biriyle tanıştırmak

get sb off

kurtarmak

get sb's goat

birinin tepesini attırmak

get spiced

evlenmek, başı bağlanmak

get sth done

yaptırmak, ettirmek

get sth in

toplamak, içeri almak

get sth off one's chest

derdini açmak

get sth off

1. çıkarmak, 2. göndermek, 3. öğrenmek

get sth out in the open

bir şeyi açığa çıkarmak

get sth over

bitirmek

get sth wrong

yanlış anlamak

Get stuffed

Siktir ordan!

get the best of

üstün çıkmak, yenmek

get the better of

1. hakkından gelmek, yenmek, 2. üstün çıkmak

get the blues

morali bozulmak

get the boot

kovulmak, sepetlenmek

get the caller off the line telefonu meşgul etmemek get the chop

1. işten atılmak, sepetlenmek, 2. baltalanmak

get the gate

kovulmak, işten atılmak

get the hang of sth

yöntemini kapmak, işleyişini kavramak

get the inside track

kaleyi içinden fethetmek

get the plums

yağlı kuyruğa konmak

get the push

sepetlenmek, işten atılmak

get the sack

işten kovulmak, sepetlenmek

get the upper hand

get the upper hand

1. üstesinden gelmek, 2. kazanmaya yüz tutmak

get the willies

canı sıkılmak, bıkmak

get the wind up

ödü kopmak

get the worst of

yenilmek

get the wrong end of the stick

yanlış anlamak, kazı koz anlamak

get there

amacına ulaşmak, başarmak

get through to

bağlantı kurmak

get through

1. (telefonda) çıkarmak, bulmak, 2. anlaşılmak

get tired

yorulmak

get to grips with

ile uğraşmak, üzerinde ciddi olarak durmak

get to the finals

finale kalmak

get to the point

sadede gelmek

get to

1. -e varmak, ulaşmak, 2. yapabilmek, bağlantı kurmak

get together

toplanmak, bir araya gelmek, buluşmak

get under sb's skin

birinin sinirine dokunmak

get under way

başlamak

get up steam

bir işe ısınmaya başlamak

get up to

varmak, yetişmek

get up

1. yataktan kalkmak, 2. çıkmak, artmak, 3. kalkmak

get used to

-e alışmak

get wet to the skin

iliklerine kadar ıslanmak

get wind of

kokusunu almak, duymak, haberdar olmak

get wise to sth

bir şeyden haberdar olmak

get wise to

-den haberdar olmak

get worse

daha kötü olmak

get

1.almak, elde etmek, 2.olmak, hale gelmek, 3.varmak, ulaşmak, 4.uğraşmak, ilgilenmek, bakmak, 5.gidip getirmek, gidip almak, 6.ettirmek, yaptırmak, -tirmek, -tırmak, 7.hazırlamak, 8.götürmek, 9.vurmak, 10.anlamak

get-together

toplantı, buluşma

getatable

ulaşılabilir, erişilebilir

getaway

kaçma, kaçış, tüyme, sıvışma, firar

getter

gaz giderici

getup

kılık, giysi

gewgaw

oyuncak

geyser

1.gayzer, kaynaç, 2.şofben

Ghana

Gana

ghastliness

korkunç görünüm

ghastly

1.sarı benizli, sapsarı, soluk, 2.korkunç, 3.berbat

ghat

dağ geçidi

ghazi

gazi

gherkin

turşuluk hıyar

ghetto

azınlıkların ve yoksulların oturdukları mahalle, geto

ghost image

hayal, hayalet, peri, gölge

ghost town

hayalet kasaba, ölü kent

ghost writer

başkası adına yazı yazan kişi

ghost

hayalet, hortlak

ghostlike

hayalet gibi

ghostliness

tinsellik, maneviyat

ghostly

hayalet gibi

ghoul

1.mezardan ölü çalıp onları yiyen hortlak, cin, gulyabani, 2.iğrenç şeylerden zevk alan kimse

ghoulish

cadı gibi, iğrenç

giant planet

dev gezegen

giant slalom

büyük slalom

giant source

dev kaynak

giant stride

dev adım

giant

dev

giantess

devanası, dişi dev

giantism

devleşme

giantlike

korkunç

giaour

gâvur

gib

çivi, pim, saplama

gibberish

anlamsız ses ya da konuşma

gibbet

darağacı

gibbon

uzun kollu ve kuyruksuz bir tür maymun, jibon

gibbosity

dışbükey oluş

gibbous

1. dışbükey, 2. kambur

gibbsite

gibbsit

gibe

alay, istihza

giblets

tavuk, kuş, vb. nin yürek, ciğer, katı gibi iç organları

Gibraltar

Cebelitarık

giddiness

1. baş dönmesi, sersemleme, 2. havailik

giddy

1.başı dönen, 2.baş döndürücü, 3.hoppa, uçarı

gift cheque

hediye çeki

gift tax

hibe vergisi, teberru harcı

gift token

hediye kuponu

gift voucher

hediye kuponu

gift

1.armağan, hediye, 2.Allah vergisi, yetenek, 3.İİ, çocuk oyuncağı, basit iş, 4.İİ, kelepir, çok ucuz şey

gift-wrap

hediye paketi yapmak

gift-wrapping

hediye paketi

gifted

yetenekli

gig

çalgıcının icraatı

giga

giga

gigantean

kocaman

gigantesque

dev gibi, kocaman

gigantic

devasa, kocaman

giggle

1.kıkır kıkır gülmek, kıkırdamak, 2.kıkırdama

giglet

hoppa ve oynak kız

gigolo

jigolo

gilbert

gilbert

gilbert

gild the lily

allayıp pullamak

gild the pill

göz boyamak

gild

yaldızlamak

gilded

yaldızlanmış

gilding

1. yaldız, 2. altın kaplama

gill arch

solungaç yayı

gill chamber

solungaç boşluğu

gill cover

solungaç kapağı

gill fungus

katranköpüğü

gill

solungaç

gillie

balıkçı yardımcısı

gillyflower

1. şebboy, 2. karanfil

gilsonite

gilsonit

gilt

yaldız

gilt-edged bill

sağlam senet

gilt-edged

1. birinci derecede, güvenilir, 2. mükemmel

gimcrack

1. cafcaflı, cicili bicili, 2. değersiz süs, süslü adi şey

gimlet

burgu, delgi, matkap

gimmick

(dikkat çekmek için yapılan) hile, numara

gimp

kaytan

gin block

vinç tornosu

gin rummy

bir çeşit iskambil oyunu

gin

(içki) cin

ginger ale

zencefilli gazoz

ginger

1.zencefil, 2.canlılık, çaba, 3.kızıl renk, kızıl

gingerbread

zencefilli kek

gingerly

dikkatle, ihtiyatla

gingersnap

zencefilli çörek

gingery

gingery

zencefilli

gingham

çizgili ya da damalı pamuklu kumaş

gingival

dişeti ile ilgili, dişyuvasıl

gingivitis

dişeti iltihabı

ginned wool

çırçırlanmış pamuk

ginnery

çırçır fabrikası

gipsy

çingene

giraffe

zürafa

girandole

kollu şamdan, fıskiye

girasole

opal

gird up one's loins

paçaları sıvamak

gird

kuşak sarmak, kayışla bağlamak, çevrelemek

girded

sarmak, ihata etmek

girder

kiriş, direk

girdle

kuşak, kemer, korse

girl Friday

sekreter

girl scout

kız izci

girl

1.kız, 2.kadın, 3.kadın işçi, 4.sevgili, kız arkadaş

girlfriend

1.sevgili, kız arkadaş, 2.kız arkadaş

girlhood

kızlık, kızlık çağı

girlish

genç kız gibi

girlishly

kız gibi

girls' high school

kız lisesi

giro

ciro

girth

1.bel ölçüsü, çevre ölçüsü, 2.kolan

gist

öz, ana fikir, ana noktalar

give a bribe

rüşvet vermek

give a command

emir vermek

give a dinner

yemek vermek

give a fair crack of the

give a fair crack of the kendini göstermek whip give a green light

yeşil ışık yakmak

give a lick and a promise

yalapşap yapmak

give a play

temsil vermek

give a present

hediye vermek

give a promise

söz vermek

give a rap on the knuckles

azarlamak, haşlamak

give a report

rapor vermek

give a vent to

açığa vurmak

give advice

öğüt vermek

give alms

sadaka vermek

give an audience to

huzura kabul etmek

give an ear to

kulak vermek

give as a present

armağan olarak vermek

give away

1. vermek, 2. dağıtmak, 3. ele vermek, açık etmek

give back

geri vermek

give birth to

doğurmak

give chase to

kovalamak

give chase

peşine düşmek

give credence

inanmak, kabul etmek

give ear to

kulak vermek, dinlemek

give evidence

şahitlik etmek, tanıklık etmek

give forth

neşretmek, ilan etmek, dışarı vermek, yaymak

give free rein to

duyguları serbest bırakmak, kaptırmak

give guarantee

teminat vermek

give heed to

önem vermek, dikkat etmek

give in

1. teslim olmak, boyun eğmek, 2. teslim etmek, vermek

give instruction

give instruction

talimat vermek

give it to

azarlamak, dövmek

give mouth

havlamak

Give my regards

Selam söyleyin

give no quarter

aman vermemek

give no respite

soluk aldırmamak, göz açtırmamak

give notice

haber vermek, bildirmek

give off

1. çıkarmak, 2. çalmak, 3. (gaz) sızdırmak, 4. (dal) salmak

give offence

darıltmak, gücendirmek, hatırını kırmak

give one a cold

bir kimseye nezle geçirmek

give one a dose of one's anladığı dilden muamele etmek own medicine give one one's walking papers

pasaportunu eline vermek

give one's hand to

bir kimse ile evlenmeyi kabul etmek

give one's life to

hayatını adamak

give oneself airs

1. çalım satmak, 2. gösteriş yapmak, poz takınmak

give oneself trouble

sıkıntıya girmek, başını derde sokmak

give out

1. dağıtmak, 2. bitmek, tükenmek, sona ermek

give over

1. vazgeçmek, 2. terk etmek, teslim etmek

give place to

yer vermek, meydan vermek

give power of attorney vekâlet vermek give preference to

-i tercih etmek

give rise to

-e neden olmak

give sb a black eye

birinin gözünü morartmak

give sb a buzz

birine telefon etmek

give sb a call

birine telefon etmek

give sb a carte blanche birine açık bono vermek give sb a dirty look

birine ters ters bakmak

give sb a free hand

arzusuna bırakmak

give sb a good dressingbirisine verip veriştirmek down give sb a good hiding

birine sopa atmak

give sb a lift

birisini arabasına almak

give sb a nod

başıyla selam vermek

give sb a piece of one's ağzının payını vermek mind give sb a ring

-e telefon etmek

give sb a talking-to

azarlamak, paylamak, fırça çekmek

give sb hell

fırça atmak, haşlamak

give sb his due

hakkını yememek

give sb his quietus

öldürmek, işini bitirmek

give sb one's word

söz vermek

give sb the boot

kovmak, sepetlemek

give sb the cold shoulder

birine omuz çevirmek

give sb the eye

gözle yemek

give sb the gate

kovmak, işten atmak

give sb the once-over

birine şöyle bir göz atmak

give sb the pip

canını sıkmak, keyfini kaçırmak

give sb the push

işten atmak

give sb the shits

gıcık etmek, uyuz etmek

give sb what for

fırça çekmek, azarlamak, cezalandırmak

give someone the go-by tanımazlıktan gelmek give sth a miss

-e boş vermek

give suck

emzirmek, meme vermek

give the bird

yuhalamak

give the run-around

(eşini) boynuzlamak

give the sack

işten atmak

give the shirt off one's

give the shirt off one's back

varını yoğunu vermek

give the slip

kaçmak, paçayı kurtarmak

give the tip

birine ipucu vermek

give umbrage

gücendirmek

give up the ghost

son nefesini vermek, ölmek

give up the struggle

teslim olmak

give up

1. vazgeçmek, bırakmak, 2. umudunu kesmek, 3. ele vermek

give utterance to

dile getirmek

give voice to

ifade etmek, açıklamak

give way

1. boyun eğmek, 2. çekilmek, kuvveti tükenmek

give

1.vermek, 2.doğruluğunu kabullenmek, tanımak, itiraf etmek, 3.bel vermek, eğilmek, 4.esneklik

give-and-take

karşılıklı özveri

giveaway

gizli bir şeyi/sırrı belli eden/açığa vuran

given name

küçük isim, birinci isim

given

1.belirlenmiş, belirli, 2.eğilimli, düşkün, 3.göz önünde tutulursa, bakılırsa

giver of a bill

keşideci

giver

1. verici, 2. (poliçe) veren

gizzard

(kuşlarda) katı, taşlık

glabrous

düz, tüysüz, kılsız

glace

düz, parlak, glase

glacial acetic acid

saf asetik asit

glacial basin

buzul çanağı

glacial deposit

buzul çökeltisi

glacial drift

buzulların taşıdığı taş ve toprak

glacial epoch

buzul dönemi

glacial erosion

buzul aşındırması

glacial lake

buzul gölü

glacial man

buzul çağı insanı

glacial period

buzul çağı

glacial till

glacial till

buzul toprağı

glacial

buz ya da buzulla ilgili

glaciation

buzullaşma

glacier breeze

buzul meltemi, soğuk meltem

glacier flow

buzul akışı

glacier wind

buzul rüzgârı

glacier

buzul

glaciofluvial deposits

buzul-akarsu birikintileri

glaciology

buzulbilim, glasiyoloji

glacis

1. az meyilli satıh, şev, bayır, 2. eğinti

glad eye

göz etme

glad hand

el sıkma

glad rags

en iyi kıyafet, ciciler

glad

1.mutlu, memnun, hoşnut, 2.mutluluk verici, memnun edici, sevinçli

gladden

sevindirmek, mutlu etmek

glade

ormanda ağaçsız alan

gladiate

kama şeklinde olan

gladiator

gladyatör

gladiolus

kuzgunkılıcı, glayöl

gladly

gönülden, zevkle, istekle, seve seve, memnuniyetle

gladness

1. hoşnutluk, memnuniyet, 2. memnunluk

gladsome

1. sevindirici, 2. hoşnut, memnun, 3. sevinçli

gladstone bag

valiz, bavul

glair

1. yumurta akı, 2. yapışkan madde

glamor

bkz. glamour

glamorize

gerçekte olduğundan daha iyi/daha güzel/daha çekici göstermek, abartmak, şişirmek

glamorous

çekici, göz alıcı

glamour

çekicilik, alım

glance off

sıyırmak, sıyırıp geçmek

glance over

glance over

göz gezdirmek

glance

1.göz atmak, bakmak, 2.kısaca bakış

gland

bez

glandular fever

öpüşme hastalığı

glandular

beze gibi, gudde gibi

glans

1. penisin başı, 2. klitorisin başı

glare

1.(göz kamaştırıcı biçimde) parlamak, parıldamak, 2.öfkeyle bakmak, ters ters bakmak, kötü kötü bakmak, 3.göz kamaştırıcı ışık, parıltı, 4.kızgın bakış, ters bakış

glaring

1.çok parlak, göz kamaştırıcı, 2.dikkat çeken, göze batan

glass bead

cam boncuk

glass blower

cam yapımcısı, şişe yapımcısı

glass bulb

ampul

glass ceramics

cam seramik

glass cloth

cam bezi

glass culture

serada bitki yetiştirme

glass cutter

cam elması

glass door

cam kapı

glass electrode

cam elektrot

glass eye

camgöz, takma göz

glass paper

cam kâğıdı, zımpara kâğıdı

glass rod

cam çubuk

glass roof

camlı çatı

glass tile

cam kiremit

glass tubing

cam boru

glass wool

campamuğu, camyünü, cam elyafı

glass

1.cam, 2.cam eşya, 3.bardak

glasses

gözlük

glassful

bir bardak dolusu

glasshouse

1. cam fabrikası, 2. limonluk, sera, 3. camlı köşk

glassman

1. camcı, 2. züccaciyeci

glassware

züccaciye, cam eşya

glassworks

cam süs eşyaları

glassy

1.cam gibi, 2.(bakış) cansız, donuk

glaucoma

bir göz hastalığı

glauconite

glokonit

glaucous

yeşilimsi mavi

glaze

1.sırlamak, 2.cam takmak, 3.(bakış) anlamsızlaşmak, donuklaşmak, 4.sır, perdah, cila

glazed tile

sırlı çini, sırlı tuğla

glazed

1. camlı, 2. sırlı, 3. perdahlı, cilalı

glazier

camcı

glazier's diamond

camcı elması

glazier's putty

camcı macunu

glazing knife

ıspatula

glazing

1. cam, 2. cam takma, 3. perdahlama, sırlama

gleam

1.ışık, parıtlı, pırıltı, 2.parıldamak, parlamak

gleaming

ışınlar saçan, pırıltılı

glean

azar azar, zor bela toplamak

glebe

toprak, arazi

glede

çaylak

glee

sevinç, neşe

gleeful

neşeli, şen, sevinçli

glen

küçük vadi, dar vadi

glenoid

oyuklu

gliadin

gliyadin

glib

1.rahat ve iyi konuşan, dilli, 2.(söz) inandırıcı olmayan

glibness

akıcılık, hareketlerde serbestlik

glide

1.kaymak, akmak, süzülmek, 2.planörle uçmak

glider

planör

gliding angle

süzülme açısı

gliding path

süzülme yolu

gliding

1. kayma, süzülme, akış, 2. planörcülük

glim of hope

umut parıltısı

glim

ışık, mum

glimmer

1.zayıf bir şekilde parlamak, 2.donuk ışık, 3.zerre

glimpse

1.gözüne ilişme, bir anlık görme, 2.bir an için görmek, gözüne ilişmek

glint

1.parıltı, 2.parıldamak, parlamak

glisten

parıldamak, parlamak

glister

parıltı

glitter

1.parlamak, parıldamak, 2.parıltı

glittering

görkemli, mükemmel, parlak

glittery

parıldayan, parlak

gloaming

akşam karanlığı

gloat over

şeytanca bir zevk duymak, oh olsun demek

gloat

(over ile) şeytani bir zevkle bakmak/düşünmek

glob

damla, topak

global insurance

toplu sigorta

global variable

genel değişken

global

geniş çaplı, ayrıntılı, tüm dünya ile ilgili, dünya çapında, evrensel

globalisation

küreselleşme

globate

küre biçiminde

globe

1.top, küre, 2.dünya

globefish

kirpi balığı

globeflower

altın top

globetrotter

durmadan dünyayı dolaşan kimse

globin

globin

globular

1.küre biçiminde, 2.katı damla biçiminde

globule

kürecik, damla

globulin

globülin

glomerate

glomerate

kümelenmiş, yığın halinde

glomerule

çiçek kümesi

glomerulus

1. glomerül, yumakçık, 2. çiçek kümesi

gloom

1.karanlık, 2.üzüntü, hüzün

gloomy

1.karanlık, 2.üzüntülü, mahzun, karanlık

glorification

1. övme, yüceltme, 2. şükretme

glorify

1.övmek, 2.ululamak, yüceltmek, 3.güzel göstermek

gloriole

hale, ayla

glorious

1.şanlı, şerefli, 2.görkemli, parlak, güzel

gloriousness

ihtişam

glory and honour

şan ve şeref

glory

1.şan, ün, şeref, 2.görkem, 3.güzellik, güzel görünüş

gloss over

geçiştirmek, saklamak, önemsiz göstermek

gloss

1.parlaklık, 2.açıklayıcı yazı, açıklama, yorum

glossary

ek sözlük

glossematics

glosematik

glosseme

dilbirim

glossiness

parlaklık

glossitis

dil iltihabı

glosso-

(önek) dil veya konuşma ile ilgili

glossology

dilbilimi

glossy paper

parlak kâğıt, kuşe

glossy

parlak ve düz

glottal

1. gırtlaksıl, gırtlak ünsüzü, 2. gırtlaksıl, gırtlak ünsüzü

glottis

1. gırtlaksı, 2. glotis, nefes borusunun ağzı

glottochronology

dil tarihlemesi

glove compartment

torpido gözü

glove

eldiven

glover

eldivenci

glow lamp

glow lamp

neon lambası

glow

1.sıcaklık/ışık vermek, 2.(yüz) kızarmak, ateş basmak, 3.kızıl ışık, kızıllık, 4.parlaklık, 5.ateş, sıcaklık, hararet, 6.çaba, gayret, şevk

glow-worm

ateşböceği

glower

ters ters bakmak

glowing

1. kızgın, akkor halinde, 2. kızarmış, hararetli, 3. kızma, akkorlaşma

glowworm

ateş böceği, kandil böceği

gloxinia

gloksinya

glucagon

glukagon

gluconic acid

glukonik asit

gluconic

glukonik

glucose

glikoz

glucoside

glukozit

glue

1.tutkal, zamk, yelim, 2.tutkallamak, yapıştırmak

gluey

1.yapışkan, 2.tutkallanmış, zamklanmış

glum

asık suratlı, üzgün, morali bozuk, hüzünlü

glumaceous

kavuzlu, zarflı

glume

kavuz

glut oneself

tıka basa yemek

glut

1.fazla doldurmak, taşırmak, 2.bolluk, furya

glutamic acid

glutamik asit

glutamic

glutamik

glutamine

glutamin

gluten

glüten

glutinous

yapışkan, yapış yapış

glutton

obur

gluttonous

obur, açgözlü, pisboğaz

gluttony

oburluk

glyceric acid

gliserik asit

glyceric

gliserik

glyceride

glyceride

gliserit

glycerine

gliserin

glycerol

1. gliserol, 2. gliserin

glyceryl

gliseril

glycine

glisin

glycogen

glikojen

glycol

glikol

glycolysis

glikoliz

glycoprotein

glikoprotein

glycoside

glikozit

glycosuria

glikozüri

glyoxal

glioksal

glyoxaline

glioksalin

glyph

glif, dik oluk

glyptics

değerli taş oymacılığı

glyptography

kıymetli taş oyma sanatı

gnarl

1. iri budak, 2. burmak

gnarled

boğumlu, budaklı, pürüzlü, çarpık çurpuk

gnash

(diş) gıcırdatmak

gnat

sivrisinek, tatarcık

gnathous

çeneli

gnaw

1.kemirmek, 2.üzmek, içini kemirmek

gnawer

kemirgen

gnawing animals

kemirici hayvanlar

gnawing

acı, sıkıntı veren, üzücü

gneiss

gnays

gnome

(masallarda) cüce

gnomon

güneş saati mili

gnomonic chart

nomonik harita

gnosis

gnosis

manevi bilgi

gnostic

ilmi

gnosticism

gnostisizm

gnow

kemirmek

gnu

kıvrık boynuzlu

go a long way

çok iş görmek, çok dayanmak

go about a task

bir işi ele almak

go about

1. birlikte olmak, 2. gezmek, dolaşmak, 3. orsalamak

go abroad

yurtdışına çıkmak

go after

kazanmaya çalışmak, peşinden koşmak, izlemek

go against the grain

tabiatına aykırı olmak

go against

1. -e karşı gelmek, karşı koymak, 2. aleyhinde olmak

go ahead

1. başlamak, 2. devam etmek, sürmek, 3. ileri gitmek

go all to pieces

eli ayağına dolaşmak, şaşkına dönmek

go along

1. aynı düşüncede olmak, desteklemek, 2. ilerlemek

Go along!

Haydi git!

go around with

ile birlikte olmak, takılmak

go around

1. (hastalık) yayılmak, 2. herkese yetmek

go at it hammer and tongs

dövüşmek, atışmak

go at

1. saldırmak, hücum etmek, 2. üzerinde çalışmak

go away empty-handed eli boş dönmek go away

gitmek, ayrılmak

go awry

ters gitmek, yolunda gitmemek

go back on one's word sözünde durmamak go back on

1. sözünden caymak, 2. vefasızlık göstermek

go back

1. dönmek, 2. (eskiye) uzanmak, 3. gerilemek

go bad

1. fenalaşmak, 2. bozulmak, kokmak, çürümek

go bail for sb

kefaletle serbest bıraktırmak

go bail

go bail

kefalet etmek

go bankrupt

iflas etmek

go begging

sahipsiz olmak, çok ucuza satışa çıkmak

go behind

aslını araştırmak, iç yüzünü aramak

go between

aracılık yapmak

go beyond

aşmak, öteye geçmek

go bust

iflas bayrağını çekmek, iflas etmek

go by the board

başarısızlıkla sonuçlanmak, yatmak, batmak

go by

1. geçmek, geçip gitmek, 2. -e göre davranmak, 3. yanından

go crackers

kafayı üşütmek

go dead

(telefon hattı) kesilmek

go down the drain

1. boşa gitmek, ziyan olmak, 2. atılmak

go down to history

tarihe geçmek

go down with

hastalanmak

go down

1. azalmak, düşmek, 2. batmak, 3. benimsenmek, 4. inmek

go downhill

kötüye gitmek

go driven to extremes

aşırıya kaçmak, sapıtmak

go Dutch

kendi hesabını kendi ödemek, Alman usulü yapmak

go easy on

1. (birine) nazik olmak, 2. çok kullanmamak

go far

1. başarmak, 2. karşılamak, yetmek, doyurmak

go for a song

çok ucuza gitmek, yok pahasına satılmak

go for a walk

yürüyüşe çıkmak

go for nothing

boşa gitmek, ziyan olmak, işe yaramamak

go for

1. saldırmak, 2. peşinden koşmak, 3. sevmek, hoşlanmak

go from bad to worse

gittikçe kötüleşmek

go from pillar to post

mekik dokumak

go halves

(masrafı) paylaşmak

go hang

kahrolmak

go haywire

arapsaçına dönmek, altüst olmak

go hungry

go hungry

aç kalmak

go in and out

girip çıkmak

go in debt

boçlanmak

go in for

1. katılmak, yer almak, 2. zevk almak

go into a coma

komaya girmek

go into a nose dive

başaşağı gitmek

go into a tailspin

bunalıma girmek

go into action

harekete geçmek

go into effect

yürürlüğe girmek

go into one's shell

kabuğuna çekilmek

go into one's song and dance about sth

bir şey hakkında mazeret uydurmak

go into particulars

ayrıntılara girmek

go into service

hizmete girmek

go into

girişmek, ilgilenmek, araştırmak

go it

idare etmek

go like hot cakes

kapış kapış satılmak

go like the wind

rüzgâr gibi geçmek

go mad

1. delirmek, 2. çıldırmak

go native

yerli gibi olmak

go off at a tangent

daldan dala konmak

go off at half cock

çok erken ve hazırlıksız başlamak

go off the deep end

tepesi atmak

go off the rails

kafayı oynatmak, raydan çıkmak

go off with

izinsiz alıp götürmek

go off

1. patlamak, 2. kesilmek, sönmek, bitmek, 3. durmak

go on a conducted tour rehber eşliğinde geziye çıkmak go on a cruise

vapurla geziye çıkmak

go on a diet

rejim yapmak

go on a go slow

go on a go slow

işi yavaşlatmak

go on a guided tour

rehberli geziye çıkmak

go on a hunger strike

açlık grevine başlamak

go on a journey

yolculuğa çıkmak

go on a picnic

piknik yapmak

go on a pilgrimage

hacca gitmek

go on a round-theworld tour

dünya turuna çıkmak

go on a sight-seeing tour

tura çıkmak

go on a trip

gezintiye çıkmak

go on a world trip

dünya turuna çıkmak

go on an excursion

tura çıkmak, geziye çıkmak

go on an outing

gezmeye çıkmak

go on errand

ayak işleri görmek

go on foot

yayan gitmek

go on holiday

tatile çıkmak

go on one's knees

yola gelmek, diz çökmek

go on strike

grev yapmak

go on the dole

işsizlik tazminatı almak

go on the pill

doğum kontrol hapı almak

go on the rampage

azmak, taşkınlık çıkarmak

go on the razzle-dazzle alem yapmak go on the road

turneye çıkmak

go on the stage

tiyatro hayatına atılmak, aktör olmak

go on

1. olmak, yer almak, 2. devam etmek, sürdürmek

Go on!

Devam et!, Yapma!, inanmıyorum!

go one's own way

bildiğini okumak

go out of business

işi kapatmak

go out of sight

gözden kaybolmak

go out

1. çıkmak, evden ayrılmak, 2. sönmek, 3. modası geçmek

go over with

ile başarılı olmak

go over

1. bakmak, gözden geçirmek, 2. (görüş) değiştirmek

go overboard

kapılmak, hastası olmak

go places

1. bahtı açık olmak, 2. hayatta ilerlemek

go public

(şirket) halka açılmak

go right

yolunda gitmek

go shares

paylaşmak

go shopping

alışverişe çıkmak

go slow

yavaştan almak, acele etmemek

go stag

bir yere sap gibi gitmek

go the whole hog

bir işi tam yapmak, sonunu getirmek

go through customs

gümrükten geçmek

go through fire and water

büyük sınavdan geçmek, çok ıstırap çekmek

go through the motions üstünkörü yapmak go through with

1. tamamlamak, 2. sonuca bağlamak

go through

1. resmen kabul edilmek, onaylanmak, 2. (acı) çekmek

go to bed with the chickens

tavuk gibi erken yatmak

go to bed

yatmak

go to Davy Jone's locker

denizin dibini boylamak

go to extremes

ifrata kaçmak

go to great expense

masrafa girmek

go to hell in a handbasket

beş para etmemek

go to hell

cehenneme gitmek, mahvolmak

Go to hell!

Allah kahretsin!, Cehennem ol!

go to one's head

sersem etmek, başına vurmak

go to one's last head

başını döndürmek

go to pieces

1. paramparça olmak, 2. parçalanmak, sıhhati bozulmak

go to pot

mahvolmak, bozulmak

go to press

(gazete, kitap) basılmak

go to raptures

sevincinden havalara uçmak

go to sb's head

başını döndürmek

go to sea

denizci olmak

go to sleep

1. uyumak, 2. (bacak, vb.) uyuşmak

go to the bad

kötü yola düşmek

go to the country

seçime gitmek

Go to the devil!

Cehenneme kadar git!

go to the dogs

mahvolmak, sefalete düşmek

go to the wall

1. sermayeyi kediye yüklemek, 2. altta kalmak

go to town

kafasına göre takılmak, bol para harcamak

go to waste

israf olmak, ziyan olmak

go together

1. birbirine uymak, 2. düzenlenmek

go too far

1. çok ileri gitmek, 2. haddini aşmak, cıvıtmak

go touring

arabayla geziye çıkmak

go under the knife

bıçak altına yatmak

go under

1. batmak, suyun dibini boylamak, 2. başarısız olmak

go underground

gizli teşkilat kurmak

go up in flames

tutuşup yanmak

go up in smoke

suya düşmek, duman olmak, uçup gitmek

go up to the rostrum

kürsüye çıkmak

go up

1. yükselmek, çıkmak, 2. yükselmek, yapılmak

go west

1. ölmek, 2. kaybolmak, mahvolmak

go window-shopping

vitrinleri seyretmek

go with the tide

zamana uymak

go with

1. uymak, gitmek, 2. eşlik etmek, 3. uygun olmak, yaraşmak

go without

1. -sız idare etmek, 2. mahrum olmak

go worse

kötüleşmek

go wrong

1. hata yapmak, yanılmak, 2. ters gitmek, 3. bozulmak

go

1. canlılık, enerji, 2. deneme, girişim, 3. gitme, gayret, 4. gitmek, 5. ilerlemek, iş görmek, 6. kaybolmak

go-ahead

1. girgin, açıkgöz, yenilikçi, 2. izin

go-as-you-please

serbest

go-by

saygısızlık, çekimserlik

go-getter

tuttuğunu koparan, iş bitirici

go-kart

küçük yarış arabası, gokart

go-public

halka açılma

go-slow

işi yavaşlatma eylemi

goad into

-e kışkırtmak, dolduruşa getirmek

goad

kışkırtıcı şey

goal kick

kale vuruşu

goal line

1. kale çizgisi, 2. gol çizgisi

goal posts

kale direkleri

goal

1.amaç, erek, hedef, gaye, 2.kale, 3.gol

goalkeeper

kaleci

goat hair

keçi kılı

goat

keçi, teke

goatee

keçi sakalı

goatherd

keçi çobanı

goatish

keçi gibi

goatsbeard

teke sakalı

goatskin

keçi postu, tulum

goatsucker

çobanaldatan

gob

ağız

gobbet

et parçası

gobble

1.çabuk çabuk yemek, 2.hindi sesi

gobbler

gobbler

1. çabuk çabuk yiyen kimse, 2. baba hindi

gobelin

goblen, duvar halısı

goblet

kadeh

goblin

gulyabani, cin

gobo

mercek siperi, ışık örtüsü

goby

kayabalığı

God alone knows

Allah bilir

God damn it

Allah kahretsin!

God forbid

Allah göstermesin, Allah korusun

God knows

Allah bilir

God only knows!

Allah bilir!

God willing

inşallah, Allah isterse, kısmetse

god

mabut, put, tapı

God

Tanrı, Allah

god-fearing

dindar

God's acre

mezarlık

godchild

vaftiz çocuğu

goddamn

be, Aİ, arg, bkz. damn

goddess

tanrıça

godet

gode

godfather

vaftiz babası

godforsaken

(yer) kasvetli, sıkıcı, terkedilmiş, boş

godhead

Allah, tanrı

godless

Allahsız, dinsiz

godlessness

dinsizlik

godlike

tanrısal

godliness

dindarlık

godly

dindar, sofu

godmother

vaftiz anası

godparent

godparent

vaftiz annesi ya da vaftiz babası

godsend

büyük şans, devlet kuşu, nimet, düşeş

Godspeed

Allah yardımcın olsun!

goer

giden kimse, gidici kimse

goffer

kırmak, kıvırmak, kırma yapmak

gogetter

becerikli kimse, açıkgöz kimse

goggle

hayretle bakmak

goggle-eyed

patlak gözlü

goggles

koruyucu gözlük

going concern

1. kârlı işyeri, başarılı işletme, 2. devam eden iş

going

1.gidiş, ayrılış, 2.yol durumu, 3.gidiş hızı, 4.şu anki, 5.mevcut, yaşayan, 6.işleyen, çalışan

going-over

iyice gözden geçirme, elden geçirme

goings-on

olaylar, durumlar, gidişat, olup bitenler

goiter

guatr

gold alloy

altın alaşımı

gold amalgam

cıvalı altın

gold brick

aldatıcı taklit

gold brocade

altın brokar

gold bullion standard

altın külçe standardı

gold bullion

altın külçe

gold chemistry

altın kimyası

gold coin

altın sikke

gold digger

altın arayıcısı

gold dust

altın tozu

gold exchange

altın borsası

gold foil

altın varak, ince altın

gold leaf

altın varak, yaprak altın

gold mine

altın madeni

gold number

altın sayısı

gold paint

gold paint

altın boya

gold plated

altın kaplı

gold pool

altın havuzu

gold premium

altın primi

gold reserves

altın rezervi

gold rush

altına hücum

gold standard

altın esası, altın para sistemi

gold thread

kılaptan, sırma tel

gold washer

altın yıkayıcı

gold

1.altın, 2.altın rengi

gold-plate

altın kaplamak

golden age

altın çağ

golden eagle

kaya kartalı, altın kartal

golden handshake

emeklilik ikramiyesi, kıdem tazminatı

Golden Horn

Haliç

golden jubilee

ellinci yıldönümü

golden rule

herkese iyilik etme kuralı

golden wedding

evliliğin ellinci yıldönümü

golden

1.altından, altın, 2.altın rengi, 3.altın gibi

goldfield

altın bulunan bölge

goldfinch

saka kuşu

goldfish

kırmızı balık

goldilocks

düğünçiçeği

goldmine

1.altın madeni, 2.çok kârlı iş, altın madeni

goldsmith

kuyumcu

golf ball

golf topu

golf club

1. golf kulübü, 2. golf sopası

golf course

golf sahası

golf links

golf sahası

golf

golf

1.golf

golfer

golfçu

Golgi apparatus

Golgi aygıtı

Golgi

Golgi

golly!

Allah Allah!

gombroon

iran işi beyaz porselen

gonad

eşeysel bez, erbezi, yumurtalık

gonadial

eşeysel bezle ilgili

gonadic

eşeysel bezle ilgili

gondola

gondol

gondolier

gondolcu

gone

kaybolmuş, yok olmuş, ölmüş, geçmiş

gong

gong

gonidium

gonidi

goniometer

gonyometre, açıölçer

gonococcus

gonokok

gonocyte

gonosit

gonorrhea

belsoğukluğu

gonorrhoea

bkz. gonorrhea

goo

yapışkan madde, çamur

good afternoon

tünaydın

good and

çok, tamamen

good at

bir işte başarılı

good breeding

terbiye

good buy

kazançlı alışveriş

good copy

ilginç haber

good day

merhaba, Allahaısmarladık, güle güle

good delivery

koşullara uygun teslim

good evening

iyi akşamlar

good faith

good faith

iyi niyet

good fellow

iyi adam, hoş şohbet kimse

good for nothing

faydasız, hiçbir işe yaramaz, serseri, mendebur

good for you!

Aferin!

good God!

aman Allahım!, Aman Yarabbi!

good gracious!

Tuhaf şey!

good grief

Hay Allah!

good Heavens!

Tanrım!, Aman Yarabbi!, Allah Allah!

good humour

hoş mizaç, şakacılık

good Lord!

Allah Allah!, Hay Allah

good luck!

Bol şanslar!

good morning

1. günaydın, 2. iyi sabahlar

good night

iyi geceler

good old days

geçmiş iyi günler

good riddance

Çok şükür!, Kurtulduk!

good value

gerçek değer

good-fellowship

1.iyi, yakşı, 2.uygun, yerinde, 3.iyi ahlaklı, namuslu, 4.yardımsever, iyiliksever, 5.sevecen, 6.uslu, 7.tam, komple, 8.sağlam, güvenilir, 9.yetenekli, becerikli, 10.saygıdeğer, 11.başarılı, iyi, 12.iyilik, 13.yarar, kazanç, çıkar, fayda, 14.(the ile) iyi insanlar, iyiler sohbet, arkadaşlık

good-for-nothing

değersiz, beş para etmez

good-humoured

neşeli, şen, güler yüzlü

good-looking

1. çekici, güzel, yakışıklı, 2. cazip

good-natured

iyi huylu, yumuşak, yardımsever, hoşgörülü

good-will ambassador

iyi niyet elçisi

goodbye

allahaısmarladık, hoşçakal

goodish

1.oldukça, iyi, iyice, idare eder, 2.epeyce, hayli

goodliness

iyilik, iyi huyluluk

goodly

1. güzel, yakışıklı, 2. debdebeli, 3. hoş görünüşlü

Goodness knows!

Allah bilir!

goodness

1.iyilik, 2.(bir şeyin) en iyi bölümü, en iyi kısmı

good

goods in transit

transit mallar

goods train

marşandiz, yük katarı

goods

1.eşya, mal, 2.yük

goodwill tour

iyi niyet gezisi

goodwill visit

iyi niyet ziyareti

goodwill

1.iyi niyet, 2.(şirket, mağaza, isim, prestij, değeri, itibar

goody

1.şekerleme, tatlı, 2.sevilen, çekici, hoş, tatlı, vb. şeyler, 3.Harika!, Ne güzel!

gooey

yapışkan

goof off

aylaklık etmek, haylazlık etmek

goof up

bozmak, becerememek, altüst etmek

goof

1.aptalca hata, pot, gaf, 2.aptalca bir hata yapmak, gaf yapmak, pot kırmak

goofy

aptal, çatlak, kaçık

gook

çamur, balçık

goon

aptal, salak, şapşal

goop

yapıştırıcı madde, kaba kimse

goose egg

sıfır

goose step

kaz adımı

goose

kaz

gooseberry

bektaşi üzümü

gooseflesh

diken diken olmuş deri

goosefoot

kazayağı

gooseherd

kaz çobanı

gooseneck

deveboynu

gopher

bir tür kara kaplumbağası

gophering

istismarlı kazı, çalma kazı

Gordian knot

kördüğüm

Gordian

Gordian

gore

boynuzla yaralamak, boynuzlamak

gorge

geçit, boğaz

gorgeous

çok güzel, tatlı, hoş, harika

gorget

boğaz zırhı, kadın yakası, gerdanlık

gorilla

goril

gormandize

oburca yemek, çok yemek

gorse

karaçalı

gory

kanlı

gosh

Allah Allah, vay canına, hayret

goshawk

1. atmaca, 2. çakırdoğan

gosling

kaz palazı

gospel truth

asıl hakikat

gospel

1.hakikat, gerçek, 2.ilke

gossamer

1.örümcek ağı, 2.çok ince şey

gossip

1.dedikodu, 2.dedikoducu kimse, 3.dedikodu yapmak

gossiper

dedikoducu kimse

gossipy

dedikodulu (haber)

Gothic arch

gotik kemer

Gothic architecture

gotik mimari

Gothic

Gotik

gotta

1.-meli, -malı, 2.-e sahip olmak, -si olmak

gouache

1. guvaş, 2. zamklı suluboya

gouge out

oyup çıkarmak

gouge

1.heykeltıraş kalemi, 2.küçük orak, 3.ucu kıvrık bıçak

goulash

tas kebabı

gourd

su kabağı

gourmand

boğazına düşkün kimse, obur kimse

gourmet

yemek ve içkinin iyisinden anlayan kimse

gout

gut, damla sayrılığı

gouty node

gut bezesi, gut şişkinliği

govern

1.yönetmek, idare etmek, 2.yönlendirmek, etkilemek

governable

governable

idare olunabilir

governance

idare

governess

mürebbiye

governing body

yönetim birimi, yönetim kurulu

governing

idare eden, yöneten

government bond

devlet tahvili

government enterprise devlet işletmesi government house

hükümet konağı, vali konağı

government loan

hükümet borçlanması

government office

resmi daire, devlet makamı

government official

hükümet görevlisi

government owned

devlet malı

government papers

devlet tahvilatı, hükümet arşivleri

government representatives

hükümet temsilcileri

government securities

devlet tahvilleri

government stocks

devlet menkul kıymetleri

government

1.yönetme, idare etme, yönetim, 2.hükümet

governmental

devlete ait, devletle ilgili

governor

1.vali, 2.yönetici, 3.şef, amir, 4.patron, işveren, 5.eyalet başkanı

governor-general

genel vali

governorship

1. valilik, 2. yöneticilik, 3. amirlik

gown

1.uzun kadın giysisi, gece giysisi, 2.cüppe, 3.önlük

goy

Yahudi olmayan kimse

grab

1.kapmak, yakalamak, 2.kapma, kapış

grabber

1. yağmacı, 2. vinç

grabble

1. el yordamıyla aramak, 2. yoklamak

graben

graben, çökük

grace

1.zarafet, güzellik, 2.lütuf, kayra, 3.şükran duası, 4.mühlet, süre, 5.donatmak, süslemek, bezemek, 6.şereflendirmek, şeref vermek, teşrif etmek

graceful

1.zarif, hoş, güzel, çekici, 2.nazik

gracefulness

1. zarafet, incelik, 2. nezaket

graceless

1.kaba, görgüsüz, 2.göze batan

gracelessness

zarafet yoksunluğu

gracile

1. ince yapılı, zayıf, 2. narin

gracious

1.ince, hoş, nazik, 2.(tanrı) bağışlayıcı, merhametli, 3.(yaşam) rahat, zengin, 4.yüce, saygıdeğer

graciousness

1. cana yakınlık, 2. zarafet, 3. sıcakkanlılık

grad

mezun kimse

gradate

1. derecelendirmek, 2. derecelere ayırmak

gradation

derece derece değişme

grade A

birinci kalite

grade control

kalite kontrolü, tenör kontrolü

grade crossing

hemzemin geçit

grade school

ilkokul, ortaokul

grade

1.rütbe, 2.derece, 3.cins, 4.eğim, yokuş, meyil, 5.sınıf, 6.not, 7.ayırmak, sınıflandırmak

graded

1. ayrılmış, sınıflandırılmış, seçilmiş, 2. basamaklı

grader

1. seçici, ayırıcı, 2. greyder

gradient

eğim, eğiklik, meyil, yokuş

grading

sınıflandırma, ayırma, sıralama

gradual

derece derece olan, aşamalı

gradually

yavaş yavaş, azar azar

graduate of secondary school

ortaokul mezunu

graduate of the university

üniversite mezunu

graduate

1.üniversite mezunu, 2.herhangi bir kursu, okulu bitirmiş, bir eğitimi tamamlamış kimse, mezun, 3.mastır yapan öğrenci, 4.(üniversiteden) mezun olmak, 5.mezun etmek, diploma vermek

graduated tax

artan oranlı vergi

graduated

1. dereceli, taksimatlı, 2. ayarlı, ölçülü

graduation

1.mezuniyet, 2.diploma töreni

graffiti

duvar yazıları

graft

1.aşı, 2.(doku) yama, 3.rüşvet, rüşvet almak, yolsuzluk, 4.İİ, sıkı çalışma, 5.(ağaç) aşı yapmak, aşılamak, 6.doku yerleştirmek

grafter

rüşvetçi, yiyici

grafting knife

aşı bıçağı

grafting

aşı (yapma)

grain alcohol

hububat alkolü

grain bin

zahire ambarı

grain dealer

tahıl tüccarı

grain drill

mibzer

grain elevator

tahıl ambarı

grain size

tane büyüklüğü

grain

1.tahıl, hububat, 2.tane, 3.parça, zerre

grained

taneli

gram calorie

küçük kalori, gram kalori

gram

gram

gram-atom

atom-gram

gram-equivalent

eşdeğer-gram

gram-molecular weight molekül-gram ağırlık gram-molecule

gram molekül

gram-negative

gram negatif

gram-positive

gram pozitif

gramercy

çok teşekkür!

gramineous

ot gibi, ota benzer

graminivorous

ot yiyen, otla beslenen

grammar school

orta dereceli okul

grammar

1.dilbilgisi, grammer, 2.gramer kitabı

grammarian

gramer uzmanı, dilbilgisi uzmanı

grammatical analysis

dilbilgisel çözümleme

grammatical morpheme biçimbirim grammatical

grammatical

dilbilgisel

grammaticality

dilbilgisellik

grammaticalization

dilbilgiselleşme

grammatically

gramer bakımından

gramme

bkz. gram

gramophone

gramafon

grampus

yunus

gran

büyükanne, nine

granary

1.tahıl ambarı, 2.çok tahıl yetişen bölge, tahıl ambarı

grand duke

grandük

grand piano

kuyruklu piyano

grand total

genel toplam

Grand Vizier

1. Sadrazam, 2. sadrazam

grand

1.ulu, yüce, görkemli, büyük, heybetli, 2.görkemli, parlak, debdebeli, muhteşem, 3.tatlı, güzel, hoş, çok iyi, enfes, mükemmel, 4.baş, yüksek, 5.en önemli, ana, 6.ince, kibar, 7.tam, bütün, genel, 8.(insan) önemli, 9.bin dolar, 10.kuyruklu piyano

grandad

büyükbaba, dede

grandad, granddad

büyükbaba, dede

grandam

1. yaşlı kadın, 2. büyükanne

grandaunt

büyük teyze/hala

grandchild

torun

granddad

büyükbaba, dede

granddaughter

kız torun

grandee

1. yüksek rütbeli kimse, 2. itibarlı kimse

grandeur

büyüklük, görkem

grandfather

büyükbaba, dede

grandiloquence

tumturaklı söz

grandiloquent

tumturaklı

grandiose

gösterişli, tantanalı, görkemli

grandma

büyükanne, nine

grandmother

büyükanne, nine

grandnephew

yeğen oğlu

grandness

azamet, büyüklük

grandniece

yeğen kızı

grandpa

büyükbaba, dede

grandparent

büyükbaba ya da büyükanne

grandson

erkek torun

grandstand

tribün

grange

çiftlik evi ile ambarları

graniferous

tahıl veren

granite

granit

granitic

granite ait

granivorous

tahıl ile beslenen

granny

büyükanne, nine

grant

1.vermek, bahşetmek, 2.onaylamak, varsaymak, kabul etmek, 3.burs, 4.ödenek, tahsisat, 5.bağış

grant-in-aid

1. devlet yardımı, 2. ödenek

grantee

1. bağış yapılan kişi, 2. yardım alan kimse

grantor

bağış yapan kimse

granular

taneli, tanecikli

granulate

1. tanelemek, 2. kabartmak

granulated refined sugar

kristal rafine şeker

granulated sugar

tozşeker

granulated

tanelenmiş, taneli, tane haline getirilmiş

granulation

tanelenme

granulator

şeker kurutucusu

granule

tanecik

granulite

granülit

granulocyte

granülosit

grape hyacinth

salkımlı sümbül

grape juice

üzüm suyu

grape sugar

üzüm şekeri

grape

üzüm

grapefruit

greyfurt, altıntop

grapeshot

salkım, misket

grapevine

1.asma, 2.söylenti, rivayet, dedikodu yayma

graph paper

kareli kâğıt

graph

çizge, grafik

graphic arts

grafik sanatlar

graphic character

grafik karakter, çizge karakter

graphic display

grafik gösterim, çizge gösterim

graphic symbol

grafik sembol, çizgesel simge

graphic terminal

grafik terminal

graphic

1.çizgesel, grafik, 2.(anlatımı, vb.) canlı, açık, tam

graphically

1.açık ve canlı bir şekilde, 2.çizgisel olarak

graphics

grafik

graphite brick

grafit tuğlası

graphite brush

grafit fırça

graphite paint

grafit boyası

graphite pipe

grafit boru

graphite

grafit

graphitic

grafitle ilgili, grafitli

graphitization

grafitizasyon, grafitlenme

graphitize

grafitlemek

graphitizer

grafitleyici

graphological

yazıbilimsel

graphology

yazıbilim

grapnel

1. filika demiri, 2. borda kancası

grapple with

ile boğuşmak

grapple

grapple

(with ile) boğuşmak

grappling iron

borda kancası

graptolite

graptolit

grasp at a straw

yılana sarılmak

grasp at

uzanmak, tutmaya çalışmak

grasp

1.yakalamak, kavramak, tutmak, 2.anlamak, kavramak, 3.sıkı sıkı tutma, kapma, kavrama, yakalama, 4.elin yetişebileceği mesafe, 5.kavrama, anlama, anlayış, kavrayış

grasping

açgözlü, gözü doymaz

grass roots

halk

grass seed

çim tohumu

grass snake

kertenkele yılanı

grass

1.çimen, çim, ot, 2.çayır, çimenlik, otlak, 3.İİ, ispiyoncu, gammaz, 4.ot, esrar, marihuana

grasshopper

çekirge

grassiness

yeşillik

grassland farming

çayır ve mera tarımı

grassland

otlak

grassy

çimenlerle kaplı, çimenli, otlu

grate on sb's ears

kulağını tırmalamak

grate on

üzmek, sinirlendirmek, (diş) gıcırdatmak

grate one's teeth

dişlerini gıcırdatmak

grate rod

ızgara çubuğu

grate

1.ocak ızgarası, 2.rendelemek, 3.gıcırdatmak, 4.gıcırdamak

grateful

minettar, müteşekkir

gratefulness

minnettarlık

grater

rende

gratification

1. hoşnutluk, 2. sevinç, neşe, 3. memnuniyet, haz, 4. mükâfat

gratify

sevindirmek, mutlu etmek

grating

1.ızgara, demir parmaklık, 2.(ses) kulak tırmalayıcı

gratis

bedava, bedavadan, karşılıksız

gratitude

minnettarlık

gratuitous

1.karşılıksız, bedava, karşılık beklemeden, 2.hakedilmemiş, gereksiz, mantıksız

gratuity

1.bahşiş, 2.işten ayrılan kimseye verilen fazladan para

graunch

beklenmeyen hata

graupel

grezil, bulgur, ebebulguru

grave

1.mezar, 2.ciddi, 3.ağır

graveclothes

kefen

gravedigger

mezarcı

gravel pit

çakıl ocağı

gravel

1.çakıl, 2.(yola) çakıl döşemek

graven

hakketmek

graver

hakkâk, hakkâk kalemi

gravestone

mezartaşı

graveyard

mezarlık

gravid

1. hamile, 2. gebe

gravidity

gebelik

gravimeter

gravimetre

gravimetric

gravimetrik

gravimetry

gravimetri, ağırlıkölçüm

gravitate

(to/towards ile) -e hareket etmek, gitmek, çekilmek, yönelmek

gravitation

1.gitme, yönelme, 2.yerçekimi

gravitational acceleration

yerçekimi ivmesi

gravitational field

yerçekimi alanı

gravitational force

yerçekimi kuvveti

gravitational

yerçekimiyle ilgili

graviton

graviton, ağıncık

gravity meter

gravimetre, yerçekimölçer

gravity

1.yerçekimi, 2.ciddiyet, ağırlık, önem

gravure

1. tifdruk, 2. gravür

gravy

1.et suyu, 2.salça, sos, 3.havadan, hak etmeden kazanılan para/kâr

gray

Aİ, bkz. grey

graybeard

ak sakallı adam

graze

1.otlamak, 2.otlatmak, 3.sıyırmak, 4.sıyırıp geçmek, 5.sıyrık

grazier

çoban

grazing land

otlak, otlatma arazisi

grazing

otlak

grease box

yağ kutusu, yağdanlık

grease cup

gresör, yağdanlık

grease pump

gres pompası

grease sb's palm

rüşvet vermek

grease seal

yağ contası

grease

1.(hayvansal) yağ, 2.gres, katıyağ, 3.biryantin, 4.yağlamak

grease-wrestling

yağlı güreş

greaser

yağlayıcı

greasing

gresleme, katıyağ sürme

greasy spoon

kalitesiz lokanta

greasy

1.yağlı, 2.kaygan

Great Bear

Büyük Ayı

Great Britain

Büyük Britanya

great circle

büyük daire

great demand

çok revaçta

great white heron

akbalıkçıl

great

1.büyük, 2.önemli, 3.yetenekli, büyük, 4.kocaman, koca, 5.harika, nefis, çok iyi, müthiş

great-grandfather

babasının dedesi

great-grandson

oğlunun/kızının erkek torunu

greater celandine

kırlangıçotu

greatest common divisor

en büyük ortakbölen

greatest common factor

greatest common factor en büyük ortakçarpan greatly

çok

greatness

büyüklük, çokluk, şöhret, cesamet

grebe

dalgıç kuşu

Greece

Yunanistan

greed

açgözlülük

greedily

hırsla, açgözlülükle

greediness

hırs, tamahkârlık

greedy

açgözlü

Greek church

Yunan Ortdodoks/Katolik kilisesi

Greek cross

Yunan Haçı

Greek fire

Rum ateşi

Greek

1. Yunan, 2. Yunanlı, Rum

green algae

yeşil algler

green areas

yeşil alanlar

green bean

yeşil fasulye

green belt

yeşil alan, yeşil kuşak

green card

yeşil kart

green cheese

1. lor, 2. adaçayı peyniri

green finch

yeşil ispinoz, yelve

green light

izin, yeşil ışık

green manure

yeşil gübre

green onion

yeşil soğan

green pea

bezelye

green pepper

dolmalık biber

green pound

sterlin

green space

yeşil alan

green with envy

kıskançlıktan kudurmuş

green

1.yeşil, 2.(meyve) ham, olmamış, 3.toy, deneyimsiz, saf, keriz, 4.benzi sararmış, solgun, 5.yeşillik, çayır, 6.ç. yeşil yapraklı sebzeler, yeşillik

green-eyed monster

kıskançlık

green-eyed

1. kıskanç, 2. yeşil gözlü, kem gözlü

greenback

1. dolar, 2. A.B.D.'ne mahsus arkası yeşil banknot

greenery

yeşil yapraklar, ağaç yaprakları

greengage

bardakeriği

greengrocer

manav

greenhorn

acemi çaylak

greenhouse effect

sera etkisi

greenhouse

limonluk, ser

greenish

yeşilimsi

Greenland

Grönland Adası

greenness

1. yeşillik, 2. tazelik, 3. hamlık, çiğlik, toyluk

greenroom

tiyatroda oyuncuların dinlenme odası

greens

yeşil yapraklı sebzeler

greensickness

bir çeşit kansızlık

greensward

çimen

Greenwich Mean Time Greenwich ortalama zamanı Greenwich

Greenwich

greet

1.selamlamak, selam vermek, 2.karşılamak

greeting card

tebrik kartı

greeting

1.selam, 2.iyi dilek, tebrik

gregarious

1.sürü/topluluk halinde yaşayan, 2.sokulgan, sosyal

gregariousness

toplu halde bulunma veya yaşama

Gregorian year

miladi sene

greige

1. bej ve gri arasındaki renk, 2. bej ve gri arasındaki renk

gremlin

ufak bir varlık, cin

grenade

el bombası

grenadine

1. grenadin, 2. nar şurubu

grenz ray

grenz ışını

grey cloth

ham ürün

grey cotton cloth

amerikanbezi

grey cotton

ham pamuk

grey goods

ham tekstil ürünleri

grey matter

gri madde

grey mullet

kefal

grey

1.gri, külrengi, 2.kır saçlı, 3.(saç) kır, ağarmış, 4.(yüz) soluk, bembeyaz, 5.sıkıcı, sönük, hareketsiz, 6.(saç) kırlaşmak, ağarmak

greyhound

tazı

greyish

grimsi

greylag

yaban kazı

greyness

grilik

grid

1.ızgara, parmaklık, 2.elektrik şebekesi

griddle

(et, vb. kızartmak için) saç ızgara

gridiron

ızgara

grief

acı, keder, üzüntü

grief-stricken

çok kederli

grievance

yakınma, şikayet, dert

grieve

1.üzülmek, acı çekmek, 2.çok üzmek, mutsuz etmek

grievous

acı, zarar veren, ağır, acı veren

grievousness

1. güç durum, 2. acıklılık

griffon

kısa ve sert kıllı bir köpek

grifter

açıkgöz ve dolandırıcı adam

grig

hayat dolu kimse, çekirge

grike

çatlak, yarık

grill

1.ızgara, 2.ızgara et, 3.ızgarada pişirmek, 4.sorguya çekmek

grillage

temel ızgarası

grille

(kapı, pencere, vezne, vb.'de) demir parmaklık

grilled

parmaklıklı, kafesli

grilling

sorguya çekme

grillroom

grillroom

lokanta

grim

1.sert, amansız, acımasız, 2.korkulu, 3.zevksiz, neşesiz

grimace

yüzünü ekşitmek, yüzünü buruşturmak

grimalkin

yaşlanmış dişi kedi, cadı karı

grime

kir tabakası, kir

griminess

pislik

grimly

gaddarca, vahşice

grimness

1. gaddarlık, 2. zulüm, sertlik, ekşilik

grimy

kirli, pis

Grin and bear it

1. Sabırla tahammül et, 2. yakınmadan katlanmak, çekmek

grin like a Cheshire cat pişmiş kelle gibi sırıtmak grin grind

1.sırıtma, sırıtış, 2.sırıtmak 1.öğütmek, 2.bilemek, 3.(diş, vb.) bastırmak, gıcırdatmak, 4.hafızlamak, ineklemek, 5.sıkıcı zor iş, angarya, 6.Aİ, çok çalışan öğrenci, hafız, inek, 7.uzun ve sıkıcı konuşma, vaaz, nutuk

grinder

öğütücü

grinding apparatus

rektifiye cihazı, bileme cihazı

grinding roll

öğütme merdanesi

grinding stone

bileğitaşı

grinding wheel

döner bileğitaşı

grinding

1. öğütme, ezme, 2. bileme, 3. taşlama, rodaj

grindstone

1.bileği taşı, 2.değirmen taşı 1.sımsıkı tutmak, yakalamak, yapışmak, kavramak, 2.(dikkatini, vb.) çekmek, etkilemek, sarmak, 3.sıkıca tutma, kavrama, 4.anlama/yapma gücü, 5.yolculuk çantası, 6.tutamak, tutturucu şey, 7.sap, kulp

grip gripe

(at/about ile) yakınmak, sızlanmak

grippe

grip hastalığı

gripper

çıtçıt

gripping

ilgi çekici, dikkat çekici, sürükleyici

gripsack

yolcu çantası

grisly

korkunç, ürkütücü, dehşet verici, tatsız, nahoş

grist

1. öğütülecek tahıl, 2. öğütülmüş zahire

gristle

gristle

kıkırdak

gristly

1. kıkırdaksı, 2. kıkırdaklı

grit one's teeth

dişini sıkmak

grit

1.çakıl, 2.azim, kararlılık, yüreklilik, dayanıklılık

gritstone

kum taşı

gritty

kumlu

grizzle

1. kurşuni, 2. gri renk, 3. kır saç, 4. sızlanmak, şikâyet etmek

grizzled

kır, kırlaşmış

grizzly

Kuzey Amerika'ya özgü iri ve vahşi, gri ayı

groan

1.inlemek, 2.inilti

groats

kabuğu çıkarılmış buğday/yulaf

grocer

bakkal

groceries

bakkaliye

grocery

1. bakkallık, 2. bakkal dükkânı

grog

alkollü içki, ispirto

grogginess

1. sarhoşluk, ayyaşlık, 2. yalpalama

groggy

dizleri tutmayan, halsiz, dermansız, bitkin

grogshop

meyhane

groin

kasık

groined vault

çapraz kemer, çapraz tonoz

groined

pervazlı, kuşaklı, çapraz

grommet

çevirme kasa

gromwell

hodançiçeği

groom

1.damat, 2.seyis, 3.(at) tımar etmek, 4.üstüne başına bakmak, çeki düzen vermek, 5.(birini) bir iş için hazırlamak, çalıştırmak, eğitmek

groomsman

sağdıç

groove

1.yiv, oluk, 2.plağın çizgileri, 3.alışkanlık edinilmiş yaşam biçimi

grooved

yivli, oluklu, lambalı

grooving

yiv açma, oluk açma

groovy

moda olmuş, moda

grope

grope

1.el yordamıyla aramak, yoklamak, 2.ellemek, sarkıntılık etmek

grosgrain

grogren, gron

gross amount

brüt miktar

gross domestic product gayri safi yurtiçi hasıla gross earning

brüt kazanç, gayri safi kazanç

gross income

brüt gelir

gross index

ana dizin, temel dizin

gross interest

brüt faiz

gross investment

gayri safi yatırım

gross national product gayri safi milli hasıla gross output

gayri safi üretim

gross profit and loss

brüt kâr ve zarar

gross profit

gayri safi kâr, brüt kâr

gross receipts

brüt hasılat

gross salary

brüt maaş

gross tonnage

brüt tonaj

gross value

gayri safi kıymet

gross weight

brüt ağırlık, daralı ağırlık

gross yield

brüt getiri

gross

1.şişko, şişman, iriyarı, hantal, 2.kaba, inceliksiz, saldırgan, 3.bağışlanamaz, arsız, sulu, 4.toplam, brüt, 5.oniki düzinelik grup

grossly

fena halde, kötü halde

grossnegligence

büyük gaflet

grossness

1. kabalık, 2. şişmanlık

grotesque

1.acayip, garip, komik, saçma, 2.grotesk

grotesqueness

1. gariplik, tuhaflık, 2. acayiplik

grotto

mağara

grotty

berbat, felaket, rezil, iğrenç, pis

grouch

1.yakınma, dırdır, 2.dırdırcı, durmadan sızlanan kimse, 3.yakınmak, şikayet etmek, dırdır etmek, homurdanmak

ground antenna

toprak anteni

ground cable

ground cable

toprak kablosu

ground coat

astar, astar boyası

ground colour

zemin rengi

ground connection

toprak bağlantısı

ground cover

toprak florası, toprak örtüsü

ground crew

yer hizmetlileri, havaalanı personeli

ground effect

yer etkisi

ground fire

örtü yangını, yer yangını

ground floor

zemin katı

ground glass

buzlu cam

ground ivy

yersarmaşığı

ground level

toprak seviyesi, zemin hizası

ground line

ön çizgi

ground photograph

yer fotoğrafı

ground pine

kurdayağı

ground plan

1. zemin katı planı, 2. temel planı, çap

ground rent

bir binanın arsa kirası

ground rice

pirinç unu

ground skidder

tomruk kızağı

ground state

taban hali, temel durum

ground station

yer istasyonu

ground swell

1. dip dalgası, 2. soluğan

ground water

yeraltı suyu

ground wave

yer dalgası

ground wire

toprak teli

ground zero

bombanın patladığı yer

ground

1.yer, zemin, 2.toprak, 3.alan, saha, 4.zemin, 5.temel, esas, 6.(gemi) karaya oturmak, 7.karaya oturtmak, 8.(uçak, vb.) yerde kalmaya zorlamak, kalkışına olanak tanımamak, 9.toprak hattı bağlamak

ground-breaking ceremony

temel atma töreni

groundage

liman resmi

grounded

1. topraklanmış, 2. karaya oturmuş

grounder

yere vurulunca zıplayan top

grounding

köklü bilgi, köklü eğitim, temel

groundless

(duygu, düşünce, vb.) yersiz, nedensiz

groundnut

yerfıstığı

grounds

1.telve, tortu, 2.neden

groundsel

kanarya otu

groundsman

oyun alanlarına ya da büyük bahçelere bakan adam

groundwater level

yeraltı su düzeyi

groundwater

yeraltı suyu, taban suyu

groundwork

temel, esas

group code

grup kodu

group insurance

grup sigortası

group mark

grup işareti

group of companies

şirketler grubu

group polling

grup oylaması

group sex

grup seks

group therapy

grup terapi

group

1.topluluk, grup, küme, türküm, 2.gruplara ayırmak, gruplamak, türkümlemek, 3.gruplara ayrılmak, gruplaşmak, türkümleşmek

grouper

hani balığı

groupie

pop grubu üyeleriyle sevişmek için onların konserlerine giden kız

grouping

gruplama

groupoid

magma, grupoid, öbeksi

grouse

1.bir tür keklik, orman tavuğu, 2.yakınmak, söylenmek, homurdanmak, dırdır etmek, 3.yakınma, şikâyet, homurdanma

grout

1. duvarcı sıvası, sulu harç, 2. sulu harç doldurmak

grouting

şerbetleme, şerbet dökme

grove

koru, ağaçlık

grovel

1.(korku, vb.'den) yerlerde sürünmek, 2.dizlerine kapanmak, yağ çekmek

groveller

dalkavuk, yardakçı

grovelling

adi, aşağılık

grow a beard

sakal bırakmak

grow away from

yakınlığını azaltmak, uzaklaşmak

grow into

olmak, haline gelmek

grow old

yaşlanmak

grow on

sevilmeye başlamak, sarmak, alışılmak

grow out of

çok büyümek

grow rife

tehlikeli biçimde artmak

grow together

beraber büyümek

grow too big for one's boots

yumurtadan çıkıp kabuğunu beğenmemek

grow up grow

1. büyümek, 2. yetişmek, 3. olgunlaşmak, gelişmek 1.büyümek, gelişmek, 2.(saç, sakal, bıyık, vb.) uzatmak, bırakmak, 3.(bitki, vb.) yetişmek, 4.yetiştirmek, 5.olmak, -leşmek, 6.artmak, çoğalmak

grower

(meyve, vb.) yetiştirici

growing debt

artan borç

growing

büyüyen, gelişen

growl

hırıltı, hırıldama

growler

1. hırlayan köpek, 2. homurdanan kimse

grown

büyümüş, yetişkin

grown-up man

yetişkin insan

grown-up

1. yetişkin, olgun, 2. büyümüş, 3. yetişkin, büyük

grownup

yetişkin kimse

growth rate

büyüme hızı, büyüme oranı

growth

1.büyüme, gelişme, 2.artış, yükseliş, 3.büyümüş/gelişmiş şey, 4.ur, tümör

grub screw

başsız vida

grub

1.toprağı kazmak, eşelemek, 2.larva, 3.yiyecek, yemek

grubber

kazıcı, kök sökücü, çapa makinesi

grubby

pis, kirli

grudge

1.esirgemek, çok görmek, 2.vermek istememek, istemeyerek vermek, kıyamamak, 3.kin, garaz, haset

grudger

kinci, kıskanç

grudging

gönülsüz, isteksiz

gruel

bulamaç

grueling

Aİ, bkz. gruelling

gruelling

çok zor ve yorucu

gruesome

korkunç, ürkünç, tüyler ürpertici

gruesomeness

dehşet

gruff

sert, hırçın, kaba

gruffness

huysuzluk

grumble

1.yakınmak, söylenmek, homurdanmak, şikayet etmek, 2.(gök) gürlemek, gümbürdemek, 3.dırdır, yakınma, şikayet

grumbling

mırıldanan, mızmız, huysuz

grump

asık yüzlülük

grumps

asık yüzlülük, suratsızlık

grumpy

huysuz, somurtkan, aksi

grunt

1.(hayvan) hırıldamak, hırlamak, 2.(insan) homurdanmak, 3.hırıltı, homurtu

grunter

domuz

guanaco wool

guanako yünü

guanidine

guanidin

guanine

guanin

guano

guano

guarantee credit

kefalet kredisi, teminat kredisi

guarantee fund

teminat fonu, teminat akçesi

guarantee

1.güvence, teminat, garanti, 2.kefil, 3.güvence vermek, garanti etmek, kefil olmak, 4.(bir şeyin olacağına) söz vermek, güvence vermek

guaranteed bill

teminat senedi

guaranteed bond

teminatlı tahvil

guaranteed prices

taban fiyatları

guarantor

güvence veren kimse, teminatçı, kefil, garantör

guaranty fund

garanti fonu

guaranty

güvence, garanti, teminat, kefalet

guard against

önceden tedbir almak

guard band

koruyucu bant, güvenlik bandı

guard cell

koruyucu hücre

guard of honour

şeref kıtası

guard plate

siper, kalkan

guard rail

parmaklık, korkuluk

guard room

askeri karakol

guard wire

koruma teli 1.nöbet, koruma, 2.savunma pozisyonu, gard, 3.koruma görevlisi, koruyucu, bekçi, nöbetçi, 4.koruyucu nesne, 5.korumak, 6.beklemek, 7.önlem almak, tedbirli olmak, korunmak, 8.nöbet tutmak, 9.denetlemek, denetim altına almak, kontrol etmek

guard guarded

(konuşma) dikkatli, önlemli, öz

guardedness

ihtiyatlılık, uyanıklık

guardhouse

askeri karakol

guardian

1.koruyucu kişi/yer, 2.koruyucu, vasi, veli

guardianship

1. koruma, himaye, 2. vesayet, vasilik, velilik

guardrail

parmaklık, korkuluk, siper demiri

guardroom

bekçi odası

Guatemala

Guatemala

guava

tropikal bir meyve, guava

guck

çamur, karışıklık

gudgeon

1. mil, mihver, pim, 2. çengel, kanca

guelder-rose

kartopu çiçeği

guerdon

1. ödül, 2. mükâfat, bahşiş, 3. ödül vermek, 4. mükâfat vermek, zarar tazmin etmek

guerilla warfare

gerilla savaşı

guerilla

gerilla

guerilla, guerrilla

gerilla

guerrilla

gerilla

guess

1.tahmin etmek, 2.doğru tahmin etmek, doğru kestirmek, 3.Aİ, sanmak, zannetmek, 4.kestirim, sanı, tahmin

guesstimate

sezgiye dayalı tahmin

guesswork

tahmin, tahmin işi

guest artist

konuk sanatçı

guest computer

ana bilgisayara destek bilgisayar

guest night

davet gecesi

guest of honour

şeref konuğu

guest room

misafir odası

guest rope

1. vardakava, tonoz halatı, 2. yedek halatı

guest

1.konuk, misafir, 2.otel ya da pansiyon müşterisi, pansiyoner

guesthouse

pansiyon

guffaw

1.gürültülü kahkaha, 2.gürültülü kahkaha atmak

guidable

yönetilebilir, sevk edilebilir

guidance

yardım, öğüt, akıl, yol gösterme

guide book

rehber kitabı, kılavuz

guide line

tüzük

guide post

yol işareti

guide rail

sevk yatağı

guide

1.kılavuz, rehber, 2.kılavuzluk etmek, yol göstermek, rehberlik etmek

guided bomb

güdümlü bomba

guided missile

güdümlü füze

guided

güdümlü

guidelines

meselenin ana noktaları

guiding

temel, esas

guidon

tabur sancağı, alay sancağı

guild

dernek, lonca, esnaf loncası

guile

hile, hilekârlık, kurnazlık

guileful

hileci, hain

guilefulness

hilecilik

guileless

dürüst, hilesiz, saf

guilloche

1. burma süsü, burma çizgi, 2. girift nakış, meneviş

guillotine

1.giyotin, 2.giyotin, bıçak, kâğıt kesme makinesi, 3.giyotinle kafasını uçurmak

guilt

1.suçluluk, 2.sorumluluk, 3.suçluluk duygusu, utanç

guiltily

suçlu gibi

guiltiness

1. suçluluk, 2. günahkârlık

guiltless

suçsuz

guilty

suçlu

guinea corn

bir çeşit darı

guinea fowl

1. beçtavuğu, 2. Afrika tavuğu

guinea hen

beçtavuğu

guinea pepper

bir çeşit kırmızı acı biber

guinea pig

1. kobay, 2. denek

guinea

eskiden şiling şimdi, pound'lık para birimi

guipure

gipür

guise

(aldatıcı) dış görünüş, kılık

guitar

gitar

guitarist

gitarist

gulch

taşlı vadi

gulden

Hollanda para birimi

Gulf Stream

Golfstrim

gulf

1.körfez, 2.uçurum, 3.büyük görüş ayrılığı, uçurum

gull

1.martı, 2.enayi, saf

gullet

boğaz, gırtlak, yemek borusu

gullibility

ahmaklık, saflık

gullible

saf, enayi, kolay kanan

gully drain

su yolu, oluk, kanalizasyon

gully erosion

sellenme erozyonu, selinti aşınımı

gully hole

lağım ağzı, kanal ağzı

gully

1.küçük vadi, 2.arık, su oluğu

gulp down

yutuvermek, tıkıştırmak, örtbas etmek

gulp

gulp

1.yutuvermek, aceleyle yutmak, 2.yutkunmak

gum arabic

arapzamkı

gum mastic

sakız, mastika

gum plant

sütleğen

gum tragacanth

kitre

gum tree

zamk ağacı

gum up

işi bozmak

gum

1.dişeti, 2.zamk, 3.sakız, 4.çiklet, 5.zamkla yapıştırmak

gumbo

1. bamya, 2. yumuşak toprak, yapışkan toprak

gummy

1. yapışkan, sakız gibi, 2. sakızlı, yumuşak

gumption

sağduyu ve beceriklilik, girişkenlik, yüreklilik

gun barrel

tüfek namlusu

gun carriage

top arabası

gun dog

av köpeği

gun down

silahla vurup düşürmek

gun fire

top ateşi

gun flint

tüfek çakmaktaşı

gun metal

top madeni

gun

ateşli silah, top, tüfek, tabanca

gunboat

gambot

guncotton

pamuk barutu

gunfire

1.silah sesi, 2.atış, ateş

gunite

püskürtme harç

gunk

yapışkan madde

gunman

silahlı haydut

gunmetal

bakır çinko alaşımı, bakır kalay alaşımı

gunnel

küçük bir balık

gunner

topçu

gunnery

topçuluk, atış tekniği

gunning

gunning

avcılık

gunny

çuvallık bez

gunpowder

barut

gunrunner

silah kaçakçısı

gunshot

1.atış, 2.menzil

gunsmith

tüfekçi, silahcı

gunstock

tüfek kundağı

gunwale

küpeşte, borda tirizi

gurgitation

fokurdayarak kaynama

gurgle

1.lıkırtı, 2.lıkırdamak

gurnard

kırlangıçbalığı

guru

guru

gush

1.fışkırmak, 2.aşırı hayranlık göstermek, bayılmak, 3.gırtlaktan, gırtlakla ilgili, gırtlak

gushy

konuşkan

gusset

köşebent, ek, parça

gust

bora, ani rüzgâr

gustation

tatma, tadına bakma

gustatory

tatma duyusuyla ilgili

gustiness

rüzgâr sağanaklı hava

gusto

zevk, haz, heves

gusty

rüzgârlı, fırtınalı

gut

1.bağırsak, 2.bağırsaktan yapılan iplik, 3.bağırsak tel, 4.içten gelen, içe doğan, 5.bağırsaklarını çıkarmak, içini temizlemek, 6.(bir binanın içini, vb.) yok etmek, yakıp, kül etmek

guts

1.bağırsaklar, 2.cesaret, göt, azim, kararlılık, 3.içerik, öz

gutta-percha

gütaperka

guttate

benekli

gutter

1.oluk, suyolu, 2.sefalet

guttering

dereler, kinişler

guttersnipe

sokak çocuğu

guttle

oburcasına yemek yemek, silip süpürmek

guttural

gırtlaktan, gırtlakla ilgili, gırtlak

guy rope

germe halatı

guy wire

germe teli

guy

adam, herif

Guyana

Guyana

guzzle

hapur hupur yemek, höpür höpür içmek

gym

1.jimnastik salonu, 2.beden eğitimi, jimnastik

gymkhana

yerel spor karşılaşması, yarış

gymnasium

jimnastik salonu

gymnast

jimnastikçi, jimnastik uzmanı

gymnastics

jimnastik

gymnosperm

açıktohumlu

gynaecologic

jinekolojik, kadın-doğumla ilgili

gynaecologist

jinekolog, kadın-doğum uzmanı

gynaecology

jinekoloji

gyp

1. hile, dubara, düzenbaz kimse, 2. aldatmak, kandırmak, 3. dolandırmak, 4. cezalandırmak

gyp-joint

kazık yer, pahalı yer

gypseous

alçılı, jipsli

gypsum cast

alçı kalıbı

gypsum plaster

alçı sıva

gypsum

alçıtaşı

gypsy

bkz. gipsy

gyrate

kendi ekseni çevresinde dönmek

gyration

1. dönüş, dönme, 2. deveran

gyrator

jiratör

gyratory

döner, dönücü

gyre

1. dönüş, 2. dönmek

gyro pilot

otomatik pilot

gyro

cayroskop, jiroskop

gyrocompass

cayropusula, cayroskopik pusula

gyromagnetic

cayromanyetik, jiromanyetik

gyropilot

otomatik pilot

gyroscope

topaç, ciroskop

gyroscopic

cayroskopik, jiroskopik

gyrostat

cayrostat, cirostat

gyve

1. pranga, zincir, 2. prangaya vurmak

H-bomb

hidrojen bombası

ha

ha!, vay!, oh!, ya!

habeas corpus

ihzar emri, ihzar müzekkeresi

haberdasher

1.tuhafiyeci, terzilik malzemeleri satan kimse, 2.erkek giyimi satan kimse

haberdashery

tuhafiye, tuhafiye dükkânı

habiliment

elbise, kıyafet

habit

1.alışkanlık, 2.(rahip ve rahibeler için) özel kılık

habitability

oturulabilirlik, yaşanabilirlik

habitable

oturmaya elverişli, oturulabilir, ikamet edilebilir

habitant

sakin

habitat

bir hayvan ya da bitkinin yetiştiği doğal ortam

habitation

1.oturma, ikamet, 2.ev, konut, oturacak yer

habitual obligation

sık sık yerine getirilen zorunluluk

habitual

1.alışılagelmiş, alışılmış, adet haline gelmiş, 2.her zamanki, 3.bir şeyi alışkanlık haline getirmiş, alışmış

habitually

daimi olarak

habituate

alıştırmak

habituation

1. alıştırma, 2. itiyat, alışkanlık

habitude

âdet, itiyat, alışkanlık

habitue

1. müdavim, 2. daimi ziyaretçi

hachure

tarama çizgi

hacienda

büyük çiftlik

hack hammer

taşçı çekici, yontma çekici

hack stend

hack stend

taksi durağı

hack

1.(at/away ile) kesmek, yarmak, 2.yaşlı ve yorgun at, 3.kira beygiri, binek atı, 4.çok sayıda düşük kaliteli eserler yazan yazar

hackie

taksi şoförü

hacking cough

rahatsız edici öksürük, kötü sesli öksürük

hackle

keten ve kendir tarağı

hackney

binek atı, kira arabası

hackneyed

(söz) bayat, çok yinelenmiş, basmakalıp, beylik, eskimiş

hacksaw

demir testeresi, vergel testere

had better

iyi olur

had

1.bkz. have, 2.e, aldatılmak

haddock

bir tür morina balığı

hade

damarın dikey durumdan ayrılma açısı

hadj

hac

hadji

hacı

hadron

hadron

haema-

(önek) kan

haemal

kanla ilgili

haematin

hematin

haematite

hematit

haematoid

kan gibi

haematology

hematoloji, kanbilim

haematoxylin

hematoksilin

haematuria

hematuri, kan işeme

haemin

hemin

haemoglobin

hemoglobin

haemolysis

hemoliz

haemorrhage

kanama

haemorrhoid

hemoroit, basur

hafnium

hafniyum

haft

haft

1. bıçak sapı, 2. bıçağa sap takmak

hag

yaşlı/çirkin kadın, acuze, cadı, cadaloz

haggard

(yüz) yorgun, kırışık, bitkin

haggle

pazarlık etmek, çekişmek, tartışmak

haggler

sıkı pazarlıkçı

haggling

pazarlık

hahnium

hahniyum

haik

ihram, çarşaf

hail as

olarak değerlendirmek, olarak övmek

hail fellow well met

samimi dost, yakın arkadaş, sıcakkanlı kimse

hail from

-den gelmek, -li olmak

hail shower

dolu sağanağı

hail squall

şiddetli dolu yağışı

hail storm

dolu fırtınası

hail

1.dolu, 2.dolu yağmak, 3.(birini) çağırmak, seslenmek, selamlamak

hailstone

dolu tanesi

hailstorm

dolu fırtınası

hair brush

saç fırçası

hair cell

saç hücresi

hair crack

kılcal çatlak

hair curler

bigudi, saç maşası

hair dryer

saç kurutma makinesi

hair get in sb's hair

birinin başına bitmek

hair net

saç filesi

hair not turn a hair

kılını bile kıpırdatmamak

hair remover

kılları döken ilaç

hair root

kılkök

hair shirt

at kılı gömlek, ceza gömleği

hair spray

saç spreyi

hair tear one's hair

hair tear one's hair

saçını başını yolmak

hair to a hair

tıpı tıpına

hair

kıl, tüy, saç

hair-raising

korkunç, tüyler ürpertici

hair-splitting

kılı kırk yarma

hair's breadth

kıl payı

hairbreadth

1. kıl payı, 2. kıl kadar mesafe

hairbrush

saç fırçası

haircut

1.saç tıraşı, 2.saç kesilme biçimi, saç kesimi

hairdo

1.biçim verilmiş saç, yapılı saç, 2.saç biçimi, saç tuvaleti

hairdresser

kuaför

haired

saçlı, kıllı, tüylü

hairgrip

saç tokası

hairiness

tüylülük

hairless

saçsız, kılsız

hairline

alında saç çizgisi

hairnet

saç filesi

hairpiece

takma saç, peruka

hairpin bend

keskin viraj, yol dönemeci

hairpin turn

keskin viraj

hairpin

firkete, saç tokası

hairsplitter

kılı kırk yaran kimse

hairspring

ince yay, kıl yay

hairy

1.kıllı, 2.heyecanlandırıcı, korkutucu, müthiş

Haiti

Haiti

hake

1. kurutma çardağı, sergen, 2. merlos

halation

hale, halo, ağıl

halberdier

baltacı

halcyon days

kış ortasında iyi hava, barış/bereket devresi

halcyon

halcyon

sakin, huzurlu

hale and hearty

güçlü ve sağlıklı, kanlı canlı

hale

sağlıklı, dinç, zinde

half blood

melez, yarım kan

half board

yarım pansiyon

half brother

üvey erkek kardeş

half cone

yarım koni

half dozen

yarım düzine

half gainer

balıklama dalış

half hitch

sade ilmik

half holiday

yarım gün tatili

half hose

kısa çorap

half line

yarıdoğru

half load

yarı yük

half measure

yeterli olmayan tedbirler

half moon

yarımay

half nelson

boyunduruk

half note

ikilik nota

half pay

yarım maaş

half pence

yarım peni

half penny

yarım peni

half pension

yarım pansiyon

half pint

1. bir bardaklık ölçü, 2. kısa boylu adam

half power

yarı güç

half round

yarım yuvarlak

half sister

üvey kız kardeş

half sole

gizli pençe, yarım pençe

half storey

çekme kat

half term

iki üç günlük kısa dönem tatili

half time

half time

1. haftaym, ara, 2. haftaym, ara

half

1.yarı, buçuk, 2.(para, içecek, bilet, vb.) yarım, 3.yarı, yarısı, 4.yarım, 5.yarı, yarı yarıya, kısmen

half-baked

1. (düşünce) saçma, mantıksız, 2. yarı pişmiş

half-boil

yarı kaynatmak

half-bread

melez

half-caste

1. melez, 2. melez

half-cycle

yarı çevrim

half-duplex

yarı ikili

half-hearted

isteksiz, gönülsüz

half-length

yarım boy

half-life

yarılanma zamanı, yarı-yaşam

half-mast

yarı gönder

half-moon

yarımay

half-open

1. aralık, yarı açık, 2. aralamak, biraz açmak

half-roll

yarım yatış

half-round

yarım yuvarlak

half-seas over

sarhoş, çakırkeyif

half-shadow

yarıgölge

half-silk

yarı ipek

half-sister

üvey kız kardeş

half-thickness

yarı kalınlık

half-timbered

yarı ahşap

half-wave

yarım dalga

half-width

yarı genişlik

half-wit

aptal, budala, geri zekâlı

half-witted

1. geri zekâlı, 2. ahmak, budala, salak

half-word

yarı sözcük

halfback

hafbek

halfhearted

isteksiz, gevşek

halftone

halftone

yarı ton

halfway

1.ortada, yarı yolda, 2.işi bitirmeden, tamamlamadan

halibut

kalkana benzer yassı ve büyük bir balık

halide

halojenür

halitosis

pis kokan nefes

hall door

salon kapısı

hall of residence

üniversite yurdu

hall

1.toplantı salonu, büyük salon, 2.koridor, hol, 3.(okul, üniversite, vb.) salon, yemekhane

hallelujah

Elhamdülillah!, Allah'a şükür!

Halley

Halley

Halley's commet

Halley kuyrukluyıldızı

halliard

kandilisa, çördek, yelken ipi, bayrak ipi

hallmark

1.altın ya da gümüşte ayar damgası, 2.ayar damgası vurmak

hallo

bkz. hello

halloa

Hayret!

halloo

hayret ifade eden ses

hallow

kutsamak, kutsallaştırmak

Halloween

Azizler Günü'nün arifesi ( ekim gecesi)

hallucinate

halüsinasyon görmek

hallucination

sanrı, halüsinasyon, varsam

hallucinative

kuruntulu

hallucinatory

kuruntulu

hallux

ayak başparmağı

hallway

koridor, geçit, hol

halo

ışık halkası, hale, ağıl

haloed

ağıllı, haleli

halogen

1. tuzveren, 2. halojen

halogenate

halojenlemek

halogenation

halojenleme

haloid

haloid

halojenli

halophyte

halofit, tuzlu toprak bitkisi

halt instruction

durdurma komutu

halt

1.durmak, 2.durdurmak, 3.duruş, durma

halter

yular, dizgin

halting

duraksayan, duraksamalı

halve

1.yarıya bölmek, 2.yarıya indirmek

halving

lamalı ekleme

halyard

kandilisa, çördek, yelken ipi, bayrak ipi

ham

1.jambon, 2.abartmalı oyuncu, sunucu, vb., 3.amatör telsizci

ham-fisted

sakar, beceriksiz

hamadryad

orman perisi

hamate bone

çengel biçiminde el kemiği

hamate

çengel biçiminde

hamburger

hamburger

hamlet

küçük köy

hammer and sickle

orak ve çekiç

hammer and tongs

var kuvvetle, alabildiğine

hammer away

durmadan çalışmak

hammer head

çekiç başı

hammer out

1. şekil vermek, işlemek, 2. plan yapmak, uydurmak

hammer

1.çekiç, 2.tokmak, 3.(tüfek, vb.) horoz, 4.çekiç, 5.çekiçkemiği, 6.çekiçle vurmak, çakmak, 7.yenmek

hammerhead

çekiç balığı, gölge kuşu

hammock

hamak

hamper

1.engel olmak, engellemek, zorluk çıkarmak, 2.kapaklı sepet

hamster

hamster, cırlak sıçan

hamstring

diz arkasında bulunan iki büyük kirişten biri

hamulus

küçük kanca, çengelcik

hand and foot

el pençe divan

hand auger

hand auger

el burgusu

hand axe

el baltası

hand bone

el kemiği

hand brace

göğüs matkap kolu

hand down

kuşaktan kuşağa geçmek

hand drill

el matkabı

hand driven

elle tahrik edilen

hand feed

elle vermek, elle beslemek

hand glass

el aynası

hand grenade

el bombası

hand in glove

sıkı fıkı

hand in hand

1. el ele, 2. birbirini izleyen, bağlı, 3. birlikte

hand in

teslim etmek, vermek, sunmak

hand it to sb

hakkını vermek, kabullenmek

hand jack

el krikosu

hand knitting machine el örgü makinesi hand lathe

el tornası

hand loom

el tezgâhı

hand luggage

yolculuk çantası, seyahat çantası, bavul

hand on

elden ele geçirmek

hand organ

latarna

hand out

dağıtmak

hand over fist

apar topar, palas pandıras

hand over

1. vermek, devretmek, 2. teslim etmek

hand printing

el baskısı

hand to hand

göğüs göğüse 1.el, 2.akrep, yelkovan, ibre, 3.(iskambilde) el, 4.elleriyle çalışan kimse, işçi, 5.yardım, el uzatma, 6.kontrol, yönetim, 7.alkış, 8.(elden ele) vermek, uzatmak

hand hand-held

el, elde taşınır

hand-me-down

elden düşme

hand-operated

elle çalıştırılan

hand-out

bildiri

hand-to-mouth

1. savurgan, müsrif, 2. geleni anında harcayarak

handbag

el çantası

handball

hentbol, eltopu

handbill

1. el ilanı, 2. tanıtmalık, prospektüs

handbook

el kitabı, rehber

handbrake

el freni

handcar

drezin

handcart

el arabası, çekçek

handclasp

el sıkışma

handcuff

kelepçelemek, kelepçe takmak

handcuffs

kelepçe

handed

eli olan, elli

handful

1.avuç dolusu, 2.az sayıda (insan), bir avuç, 3.ele avuca sığmaz, yaramaz

handgrip

göğüs göğüse çatışma

handgun

tabanca

handhold

tutamaç

handicap

1.dezavantaj, engel, 2.(yarış, vb. de) daha güçlülere daha zor olmak üzere verilen dezavantaj, 3.engellemek, engel olmak

handicapped

handikaplı, topal, aksak

handicraft economy

ev sanatları ekonomisi

handicraft

el becerisi, el sanatı

handiness

1. beceriklilik, 2. uygunluk, 3. yararlılık, 4. maharet

handiwork

1.el işi, iş, el becerisi, 2.(yapanın imzasını taşıyan) elişi, iş

handkerchief

mendil

handle with kid gloves çok nazik davranmak, üzerine titremek handle

1.sap, kulp, tutamaç, kabza, kol, 2.eline almak, el sürmek, ellemek, 3.kontrol altında tutmak, yönetmek, idare etmek, başa çıkmak, 4.(işte) kullanmak, bulundurmak

handlebar

gidon, palabıyık

handlebars

(bisiklet ya da motorsiklette) gidon, yönelteç

handler

hayvan terbiyecisi

handling

1. elle kullanma, 2. muamele, 3. dağıtım, nakliye

handmade

el işi, elde yapılmış

handmill

el değirmeni

handout

1.(özellikle yoksullara) bedava dağıtılan yiyecek, giyecek, vb. yardım, 2.bildiri

handpicked

özenle seçilmiş, titizlikle seçilmiş

handrail

tırabzan, merdiven parmaklığı

hands down

parmağını kıpırdatmadan, kolaylıkla

hands off!

elleme! dokunma!

hands on

deneyimli

hands up!

eller yukarı!

hands

iyelik, sahip olma, el

handsaw

el testeresi

handsel

1. pey, ilk taksit, yılbaşı hediyesi, 2. siftah ettirmek

handset

telefon makinesi

handshake

el sıkma, tokalaşma

handshaking

tokalaşma, uyuşma

handsigned

el imzası bulunan

handsome

1.yakışıklı, 2.güzel, iyi görünümlü, 3.hoş, cömert

handsomely

cömertçe, bol bol

handspike

manivela

handspring

perende atma

handstand

ellerin üzerinde durma, amud

handwork

el işi

handwriting recognition

el yazısı tanıma

handwriting

el yazısı

handy

1.kolay kullanımlı, kullanışlı, pratik, 2.el becerisi olan, eli işe yatkın, 3.el altında, hazır, yakın

handyman

handyman

elinden her iş gelen erkek, eli işe yatkın erkek

hang about

başıboş gezmek, sürtmek

hang around

1. başıboş gezmek, sürtmek, 2. oyalanmak

hang back

çekinmek, duraksamak, tereddüt etmek

hang by a hair

sallantıda kalmak

hang by a thread

pamuk ipliğiyle bağlanmak, tehlikede olmak

hang fire

zamanında ateş almamak, gecikmek

hang gliding

uçma sporu

hang in the balance

muallakta olmak

hang it!

lanet olsun!

hang on by one's eyelids pamuk ipliğiyle bağlı olmak hang on sb's every word

can kulağıyla dinlemek

hang on sb's lips

birinin ağzının içine bakmak

hang on the lips of

can kulağıyla dinlemek

Hang on to your hat

Sıkı dur!

hang on

1. tutmak, 2. beklemek, 3. bağlı olmak, peşini bırakmamak

hang onto

korumaya çalışmak

hang out

sarkmak, asılmak, sarkıtmak, asmak, oyalanmak

hang over

abanmak, sarkmak, başında olmak (iş)

hang the flag at half mast

bayrağı yarıya indirmek

hang together

birbirinden ayrılmamak, birbirini tutmak

hang up one's hat

ununu eleyip eleğini asmak

hang up

1. (telefonu) kapamak, 2. ertelemek, tehir etmek

hang

1.asmak, 2.asılmak, asılı durmak, 3.duvar kâğıdı kaplamak, 4.idam etmek, asmak, 5.kavrama, kapma

hang-up

saplantı, takıntı

hangar

hangar

hangdog

1. habis, 2. sinsi adam

hanger

askı, elbise askısı

hanger-on

yağcı, dalkavuk, yalaka, beleşçi, çanak yalayıcı

hanging garden

asma bahçe

hanging scaffold

asma iskele

hanging valley

asılı vadi

hanging

idam, asma

hangman

cellat

hangnail

şeytantırnağı

hangover

1.akşamdan kalmışlık, mahmurluk, 2.(önceki bir olaydan) kalmış şey, kalıntı, sonuç

hank

1. çile, 2. kangal, çengel, çember, halka

hanker after

arzulamak, hasret çekmek, özlemek

hanker for

özlemini çekmek

hanker

(after/for ile) arzulamak, özlemini çekmek, can atmak

hankie

bkz. hanky

hanky

mendil

hanky-panky

1. dümen, hile, pislik, adilik, 2. sinsilik, 3. zina

haphazard

gelişigüzel, plansız, programsız, dağınık

hapless

talihsiz, bahtsız

haploid number

haploit sayı

haploid

yarı kromozomlu

haplology

hece düşmesi

happen on

rast gelmek

happen

1.olmak, 2.başına gelmek, olmak, 3.tesadüfen -mek

happening

olay

happily

1.mutlulukla, neşeyle, 2.Allahtan, bereket versin ki

happiness

mutluluk

happy

1.mutlu, 2.uygun, yerinde, 3.sevinçli, memnun

happy-go-lucky

kaygısız, tasasız, vurdumduymaz

hara-kiri

harakiri

harangue

1.uzun ve sıkıcı konuşma, nutuk, 2.nutuk çekmek, vaaz vermek

harass

usandırmak, bezdirmek

harassment

usanç

harbinger

1. muştucu, haberci, 2. işaret, nişane

harbor

bkz. harbour

harborage

barınacak yer, sığınak, demirleme yeri

harbormaster

liman şefi

harbour authority

liman yetkilisi

harbour dues

liman resmi

harbour master

liman başkanı, liman reisi

harbour

1.liman, 2.sığınak, barınak, 3.barındırmak, korumak

hard and fast rule

değişmez kural

hard at it

harıl harıl çalışan

hard brick

sert tuğla

hard bronze

sert bronz

hard by

yakında

hard cash

nakit para, madeni para

hard coal

antrasit, parlak kömür

hard copy

yazılı çıktı

hard currency

sağlam para, konvertibl para

hard disk

sabit disk, sert disk

hard done by

haksızlığa uğramış

hard dump

arıza dökümü

hard facts

kesin deliller

hard glass

sert cam

hard hat

inşaat işçisi, aşırı tutucu kimse, mürteci

hard headed

makul düşünen, işe elverişli

hard iron

sert demir

hard labor

ağır iş cezası, ağır hapis cezası

hard lead

sert kurşun

hard luck

hard luck

şanssızlık, talihsizlik, kötü şans, kör talih

hard money

madeni para

hard of hearing

1. ağır işitir, 2. sağır

hard palate

damak

hard roe

balık yumurtası

hard row to hoe

çetin iş

hard rubber

sert kauçuk

hard sell

ısrarla satış usulü

hard soap

sert sabun

hard steel

sert çelik

hard up

1. darda, sıkıntıda, 2. eli dar, muhtaç

hard water

1. sert su, 2. kireçli su

hard winter

şiddetli kış

hard

1.sert, katı, 2.güç, zor, kuvvet isteyen, 3.kuvvetli, zorlu, güçlük dolu, 4.tatsız, 5.(on ile) katı, hoşgörüsüz, merhametsiz, zalim, 6.(su) sert, kireçli, 7.bağımlı kılan, alışkanlık yaratan, 8.büyük gayretle, 9.sıkı, çok, çok miktarda, yoğun, 10.ağır, çok

hard-and-fast

değişmez, ayrıcalık tanımaz, sabit, kesin

hard-bitten

inatçı, serkeş, bildiğini okuyan

hard-boiled egg

lop yumurta

hard-boiled

1. çok pişmiş, katı, 2. lop (yumurta)

hard-core

1. sabit fikirli, değişmez, inatçı, 2. kararlı

hard-earned

1. zor kazanılmış, 2. güç kazanılmış

hard-favored

çirkin, sert ifadeli

hard-fisted

cimri, eli sıkı

hard-fought

sıkı dövüşmüş

hard-hearted

katı yürekli, acımasız

hard-line

1. sıkı, sert, 2. uzlaşmaz

hard-on

kalkmış yarak

hard-pan

sert toprak

hard-shell

1. sert kabuklu, 2. uzlaşmaz

hard-to-adjust

ayarlaması zor

hard-to-get-to

erişimi zor

hard-to-read

okunması zor

hard-working

çok çalışkan

hardback

ciltli kitap

hardboard

kalın mukavva

harden

1.sertleşmek, katılaşmak, 2.sertleştirmek, katılaştırmak

hardenability

sertleşebilirlik

hardenable

1. sertleştirilebilir, 2. sertleşebilir

hardener

sertleştirici, katılaştırıcı

hardening agent

sertleştirme maddesi

hardening

1. sertleştirme, 2. dondurma, 3. sertleşme

hardface

sert yüz kaplamak

hardheaded

mantıklı, açıkgöz

hardihood

1. tahammül, metanet, 2. dayanıklılık, 3. yüreklilik

hardly have time to breathe

başını kaşıyacak vakti olmamak

hardly

1.hemen hemen hiç, 2.ancak, yeni yeni, 3.hiç değil, hiç

hardness number

sertlik sayısı

hardness

1. sertlik, 2. güçlük, cesaret, cüret, yiğitlik

hardpan

sert toprak, sert tabaka, killi toprak

hardship

sıkıntı, güçlük, zorluk

hardtack

peksimet, galeta

hardware error

donanım hatası

hardware monitor

donanım monitörü

hardware

1.madeni eşya, hırdavat, 2.(bilgisayar) donanım

hardwearing

(giyecek) dayanıklı, uzun ömürlü, sağlam

hardwood

mobilyacılıkta kullanılan sert tahtalı ağaç

hardy

1.dayanıklı, güçlü, 2.(bitki) soğuğa dayanıklı

hare off

çok hızlı koşmak

hare

1.yabani tavşan, 2.(off ile) çok hızlı koşmak, kaçmak, fırlamak, tüymek

harebell

çançiçeği, yabansümbülü

harebrained

aptalca, kuş beyinli, kafasız

harefoot

balza ağacı

harelip

yarık dudak, tavşan dudağı

harem

harem

haricot bean

kuru fasulye

haricot

1. fasulye, 2. etli yahni

hark back

sadede gelmek

hark

(back ile) geçmişte olan şeylerden sözetmek, geçmişte yaşamak

hark!

Dinle!, Sus!

harl

1. keten ipliği, kenevir ipliği, 2. lif

harlequin

1. alacalı, 2. soytarı, palyaço

harlequinade

pandomima, soytarılık

harlot

fahişe, orospu

harlotry

fahişelik, orospuluk

harm

1.zarar, ziyan, hasar, 2.kötülük, 3.zarar vermek, incitmek

harmful publications

muzır neşriyat

harmful

1. zararlı, 2. fena

harmless

zararsız

harmonic mean

armonik ortalama, uyumlu ortalama

harmonic progression

armonik dizi, uyumlu dizi

harmonic

uyumlu, ahenkli

harmonica

armonika

harmonics

uyum bilgisi, ahenk bilimi

harmonious

uyumlu, ahenkli

harmoniousness

ahenklilik, uyumluluk

harmonist

kompozitör, ses bilgini

harmonium

harmonyum, küçük org

harmonize

harmonize

1.armonisini yapmak, 2.(with ile) uyum sağlamak, uyumlu olmak, uyum oluşturmak, uyum yaratmak

harmony

1.armoni, 2.uyum, ahenk, uygunluk

harness maker

saraç

harness

1.koşum takımı, 2.(atı) koşmak, 3.(doğal güçleri) kullanmak, yararlanmak

harp on the same string diline dolamak harp on

durmadan anlatmak, hep aynı telden çalmak

harp

harp

harper

harpçı

harpist

harpçı

harpoon

1.zıpkın, 2.zıpkınlamak

harpsichord

harpsikord

harpy eagle

Amerika'da bulunan bir cins kartal

harpy

yırtıcı ve gaddar kimse

harridan

cadaloz

harrier

1. yağmacı kimse, soyguncu, 2. tavşan tazısı, doğan

harrow

1. tırmık, sürgü, tapan, 2. sürgü geçirmek, tırmık çekmek, 3. hırpalamak

harrowing

üzücü, hırpalayıcı, acı veren

harry

1. yağma etmek, 2. rahat vermemek, eziyet etmek

harsh

1.duyuları yıpratıcı, sert, 2.(renk) cırtlak, 3.kaba, zalim, haşin

harshness

kabalık

hart

erkek karaca, erkek geyik

hartshorn

geyik boynuzu

hartstongue

geyikdili

harumscarum

patavatsız, pervasız, kayıtsız

harvest home

hasat sonu

harvest mouse

tarla faresi

harvest

1.hasat, ekin toplama, 2.hasat zamanı, 3.toplanan ekin, mahsül, ürün, 4.biçmek, tarladan kaldırmak

harvester

1. orakçı, hasatçı, 2. biçerdöver

harvester-thresher

biçerdöver

has

has

bkz. have

has-been

modası geçmiş kimse/şey

hasenpfeffer

tavşan yahnisi

hash house

aşevi

hash over

müzakere etmek

hash

1.kıymalı yemek, 2.arapsaçı, karmakarışık şey, altüst olmuş şey, 3.haşiş, esrar

hashish

haşaş, esrar

haslet

sakatat

hasp

asma kilit köprüsü, kenet

hassle

1.güçlük, zorluk, bela, 2.mücadele, tartışma, kavga, 3.güçlük çıkarmak, kızdırmak, sinir etmek, huzursuz etmek

hassock

ayak dayayacak minder, ot öbeği

haste

acele, telaş

hasten

1.acele etmek, 2.acele ettirmek, 3.hemen söylemek

hastily

aceleyle, telaşla, süratle

hastiness

acelecilik, telaş

hasty pudding

muhallebi

hasty

acele, aceleyle/telaşla yapılan, aceleye gelmiş

hat

şapka

hatband

şapka şeridi

hatbox

şapka kutusu 1.(civciv) yumurtadan çıkmak, yumurtasını kırmak, 2.(yumurta) kırılmak, kırılıp civciv çıkarmak, 3.(plan, vb.) kurmak, tasarlamak, 4.ambar ağzı, ambar kapağı, 5.gemi ya da uçakta yolcu kapısı

hatch hatchback

steyşın araba

hatchel

1. keten tarağı, 2. keten taramak

hatcher

kuluçka makinesi

hatchery

kuluçka yeri, üretme çiftliği

hatchet pick

baltalı kazma

hatchet

küçük balta, el baltası

hatching egg

kuluçkalık yumurta

hatching

haşur, ştrif

hatchway

ambar ağzı, lombar ağzı

hate like poison

günahı kadar sevmemek

hate

1.nefret, 2.nefret etmek, 3.hoşlanmamak, beğenmemek, nefret etmek

hateful

nefret verici, tatsız, iğrenç

hatless

şapkasız

hatpin

şapka iğnesi

hatred

nefret, kin

hatter

şapkacı

hauberk

zırh yelek

haughtily

kibirle

haughtiness

1. azamet, gurur, kurum, 2. kendini beğenmişlik

haughty

kibirli, kendini beğenmiş

haul over the coals

fırça çekmek, haşlamak

haul up

1. çağırıp azarlamak, 2. yukarıya çekmek

haul

1.çekmek, sürüklemek, taşımak, 2.çekme, çekiş, 3.bir ağdan çıkan balık miktarı, 4.ganimet, vurgun

haulage drift

nakliyat yolu, taşıma yolu

haulage

1.nakliye, taşıma, 2.nakliye ücreti

hauler

nakliye şirketi

haulm

bitki sapı, saman

haulyard

kandilisa, çördek, yelken ipi

haunch

kalça, kıç, but

haunched

kalçalı

haunching

haunted

kemer koltuk taşı, kemer ayağı 1.(cin, peri, vb.) uğramak, sık sık görünmek, 2.ziyaret etmek, dadanmak, 3.hiç aklından çıkmamak, 4.sık sık uğranan yer, düzenli olarak ziyaret edilen yer, uğrak yeri tekin olmayan

haunting

akıldan çıkmayan, güç unutulan

hautboy

obua

hauteur

kibir, gurur

haunt

havana

havana purosu

have a bad time

çok sıkıntı çekmek

have a ball

çok iyi vakit geçirmek

have a bash at

bir denemek, el atmak, girişmek

have a bash

bir denemek

have a bath

banyo yapmak

have a bathroom

banyo yapmak, yıkanmak

have a bill protested

senedi protesto olmak

have a bone to pick with

görülecek bir hesabı olmak

have a card up one's sleeve

gizli bir planı olmak

have a care

1. çaba sarf etmek, 2. ihmal etmemek

have a chip on one's shoulder

öfkesi burnunun ucunda olmak

have a crush on

abayı yakmak

have a death adder in one's pocket

günahını vermemek

have a drink

bir şey içmek

have a finger in every pie

her işte parmağı olmak

have a good head on one's shoulders

sağduyu sahibi olmak

have a good mind to do yapmayı aklına koymak sth have a good time

iyi vakit geçirmek, eğlenmek

have a haircut

saçını kestirmek

have a hand in

1. -de katkısı bulunmak, 2. bir işle ilgisi olmak

have a heart of gold

altın gibi kalbi olmak

have a heart of stone

taş yürekli olmak

have a high

have a high temperature

ateşi olmak

have a hold over

elinde kozu olmak

have a holiday

1. izine çıkmak, 2. tatile çıkmak

have a hunch

içine doğmak

have a liking for

-den hoşlanmak

have a long wait

uzun süre beklemek

have a look at sth

-e bir göz atmak, bakmak

have a look at

-e bir göz atmak, bakmak

have a lump in one's throat

boğazı düğümlenmek

have a meal

yemek yemek

have a mind to

niyeti olmak

have a pity on

acımak

have a quick temper

canı tez olmak

have a roof over one's head

başını sokacak bir yeri olmak

have a roving eye

çapkın olmak

have a rubdown

masaj yaptırmak

have a run of luck

şansı yaver gitmek

have a screw loose

bir tahtası eksik olmak

have a seat

lütfen oturun, buyrun oturun

have a share in

payı olmak

have a shave

tıraş olmak

have a shower

duş almak

have a sinking feeling

paniğe kapılmak

have a smack at

bir denemek

have a soft spot for

düşkün olmak

have a sore throat

anjin olmak

have a stab at

denemek

have a temperature

have a temperature

ateşi olmak

have a thick head

kalın kafalı olmak

have a voice in sth

bir şeyde söz sahibi olmak

have an abortion

düşük yapmak

have an accident

kaza geçirmek

have an excuse

mazereti olmak

have an eye on

göz kulak olmak

have an eye to the main işini bilmek chance have been around

çok deneyimli olmak, görmüş geçirmiş olmak

have breakfast

kahvaltı etmek

have designs on

ele geçirmek için planlar yapmak

have done with

bitirmek, son vermek, ile işi kalmamak

have egg on one's face

mosmor olmak

have eyes in the back of arkada gözü olmak one's head have forty winks

şekerleme yapmak

have got to

zorunda olmak, zorunda kalmak, mecbur olmak

have got

-e sahip olmak, -sı olmak

have green fingers

bahçe işlerinden anlamak

have growing pains

büyüme sancıları çekmek

have had it

bıkmak

have hollow legs

boğazına düşkün olmak

have in mind

hatırında tutmak

have in one's pocket

-i parmağında oynatmak

have it away with

ile düşüp kalkmak

have it both ways

her iki durumdan da yararlanmak

have it coming

hak etmek

have it in for

zıt gitmek, kaba davranmak, kıl olmak

have it off with

ile düşüp kalkmak

have it out with

tartışmak

have kittens

tepesi atmak

have no bearings on

ile ilgisi olmamak

have no business to do sth

bir şey yapmaya hakkı olmamak

have no objection to sb -e itirazı olmamak have no regrets

bir pişmanlık duymamak, hiç pişman olmamak

have no use for

nefret etmek

have nothing between one's ears

ağzı açık ayran budalası olmamak

have nothing to do with ile ilgisi olmamak have on one's mind

endişelenmek

have on the tip of one's dilinin ucunda olmak tongue have on

1. üzerinde olmak, giymek, 2. kafaya almak, işletmek

have one foot in the grave

bir ayağı çukurda olmak

have one's back to the wall

köşeye sıkışmak

have one's cake and eat ne yardan geçmek ne de serden it too have one's cake and eat bir şeyin kaymağını yemek it have one's ear to the ground

kulak kesilmek

have one's hands full

1. zor başa çıkmak, 2. çok meşgul olmak

have one's hands tied

eli kolu bağlı olmak

have one's head in the clouds

aklı bir karış havada olmak

have one's heart in one's boots

ödü kopmak

have one's heart in one's mouth

yüreği ağzına gelmek

have one's heart set against sth

bir şeye karşı durmak

have one's knife in sb

diş bilemek

have one's nose in a book

kitaptan başını kaldırmamak

have one's nose in the air

burnu havada olmak

have one's own back

acısını çıkarmak, intikamını almak

have one's say

söz söyleme fırsatı bulmak

have one's tail between kuyruğunu kısmak one's legs have one's way

başına buyruk olmak

have one's wits about one

kıvrak, dikkatli ve mantıklı olmak

have oneself to thank

sorumlu olmak

have out

(tartışarak) çözümlemek

have owing

alacağı olmak

have pity on

acımak

have recourse to

başvurmak, yardım dilemek, sığınmak

have round

davet etmek, çağırmak

have sb's number

numarasını vermek, notunu vermek

have short arms and deep pockets

günahını koklatmamak

have something to do with

ile ilgisi olmak

have sth done

-tirmek, -tırmak

have sth up one's sleeve koz olarak saklamak have supper

akşam yemeği yemek

have the devil to pay

kıyamet kopmak

have the edge on

-den üstün olmak, avantajlı olmak

have the gift of the gab ağzı laf yapmak have the grace to

lütfetmek

have the hang of sth

1. yöntemini kapmak, 2. anlamını kavramak

have the knack of

püf noktasını bilmek

have the patience of Job Eyüp sabrı olmak have the reputation of

şöhret kazanmak

have the runs

amel olmak, ishal olmak

have the trots

amel olmak

have to do with

1. ile bir ilgisi olmak, 2. alakası olmak

have to go

sıkışmak

have to

zorunda olmak, zorunda kalmak, mecbur olmak

have up

mahkemeye vermek

have words

atışmak, tartışmak 1.(yardımcı fiil), 2.(have got), -si olmak, 3.almak, 4.yapmak, 5.yemek, içmek, 6.izin vermek, 7.doğurmak, 8.davet etmek, çağırmak, 9.(rüya) görmek, 10.geçirmek, 11.karşılaşmak

have haven

sığınak, liman, barınak

havenot

fakir kimse

haversack

asker çantası, arka çantası, kumanya torbası

haves

malik olanlar

havings

mal, mülk, servet, zenginlik

havoc

1.hasar, zarar ziyan, yıkım, 2.kargaşa

hawk

1.doğan, atmaca, 2.gezgin satıcılık yapmak, sokakta öteberi satmak

hawk-eyed

keskin bakışlı

hawk-nosed

gaga burunlu

hawker

seyyar satıcı

hawkish

savaş yanlısı

hawkweed

sarı çiçekli bir bitki

hawse hole

palamar lombarı, palamar gözü

hawse

loça, palamar gözü

hawsehole

loça deliği

hawser laid

yoma, bükme halat

hawser

halat, palamar, yoma

hawthorn

akdiken, alıç

hay fever

saman nezlesi

hay fork

diren

hay meadow

çayır, otlak

hay mower

çim makinesi

hay rake

çayır tırmığı

hay

saman, kuru ot

haycock

tınaz, ot yığını

hayfork

diren, dirgen, yaba

hayloft

otluk, samanlık

haymaker

1. tınaz makinesi, 2. tırpancı

haymaking

kuru ot üretimi

hayrick

bkz. haystack

hayseed

1. saman tohumu, 2. kaba köylü

haystack

saman yığını, tınaz

haywire

karmakarışık, karman çorman

hazard beacon

tehlike farı

hazard bonus

iş riski tazminatı

hazard

1.tehlike, 2.riske etmek, tehlikeye atmak

hazardous waste

tehlikeli atıklar

hazardous

1.tehlikeli, zararlı, 2.riskli

haze

ince sis, duman, pus

hazel hen

dağtavuğu

hazel

1.fındık ağacı, 2.ela

hazelnut

fındık

haziness

1. pusluluk, sis, 2. karışıklık, belirsizlik

hazing

dayak atma, korkutma

hazy

bulutlu, sisli, puslu, bulanık

He has money to burn

Denizde kum, onda para

he

o (erkek)

he-man

güçlü adam

head and shoulders above

kat kat iyi/üstün

head brick

baş tuğlası

head for

-e gitmek, yolunu tutmak

head gap

kafa aralığı

head into

gitmek

head loss

yük kaybı

head money

adam başına verilen vergi

head of a section

1. şube müdürü, 2. kısım amiri

head of state

devlet başkanı

head of steam

gayret

head of the family

aile reisi

head of the state

devlet başkanı

head off

yolunu kesmek, geçit vermemek

head office

genel müdürlük, merkez

head over heels in love birine sırılsıklam âşık olmak with sb head over heels

1. tepetaklak, 2. tepetaklak perende atma, adamakıllı

head race channel

iletim kanalı

head sail

pruva yelkeni, ön yelken

head sea

önden gelen dalgalar

head start

avantaj, üstünlük

head up

başkanlık etmek

head wind

pruva rüzgârı

head

1.baş, kafa, 2.baş, baş taraf, 3.akıl, beyin, kafa, 4.lider, başkan, baş, 5.üst kısım, ön taraf, baş, 6.metal paranın resimli yüzü, tura, 7.su, buhar basıncı, 8.başında olmak, başı çekmek, 9.sorumlu olmak, yönetmek, baş olmak, 10.bir yöne doğru hareket etmek ya da ettirmek, 11.(topa) kafa vurmak

head-counter

anketçi

head-hunter

kafa avcısı

head-on

1. burun buruna, 2. burun buruna

headache

baş ağrısı

headband

kafa bandı

headboard

karyolanın başucundaki tahta

headdress

başlık

headed letter paper

antetli mektup kâğıdı

headed

1. başlı, 2. başlıklı, antetli

header card

rehber kart, başlık kartı

header label

rehber etiket, başlık etiketi

header

1. baş kesme makinesi, 2. başak kesme makinesi

headfirst

başı önde, başı ilerde olarak, baş aşağı

headframe

şövalman, kuyu kulesi

headgate

kanal baş kapağı

headgear

başlık

headhunter

teknik eleman avcısı

headiness

1. sabırsızlık, haşinlik, 2. baş döndürücülük

heading

(yazılarda) başlık

headlamp

far

headland

burun

headless screw

başsız vida

headless

başsız

headlight

far

headline

1.başlık, manşet, 2.özet haber

headlong

1.başı önde, 2.paldır küldür, düşünmeksizin, aceleyle

headmaster

okul müdürü

headmistress

okul müdiresi

headmost

en baştaki, en ileri

headphone

kulaklık

headphones

(ikili) kulaklık

headpiece

1. başlık, 2. lento, 3. miğfer, 4. akıl, kafa

headquarters

1.karargâh, 2.merkez büro

headrest

baş dayanağı

headroom

boşluk payı, yükseklik

heads or tails

yazı mı, tura mı

headsail

pruva yelkeni

headscarf

başörtüsü

headset

(ikili) kulaklık

headship

müdürlük, başkanlık

headshrinker

psikiyatrist

headsman

cellat

headstock

baş dayak, yatak, beşik

headstone

mezartaşı

headstrong

inatçı, dikbaşlı, kafasının dikine giden

headwaiter

şef garson

headwall

menfez, üst kanat duvarı

headward

geriye doğru

headwaters

ırmağı besleyen kaynaklar, pınar başı

headway

gelişmek

headwheel

molet, halat makarası

headwind

karşıdan esen rüzgâr

headword

madde başı sözcük

headwork

zihni çalışma

heady

1.(alkol) sarhoş edici, çarpıcı, sert, 2.başı dönmüş, heyecanlı

heal

1.(yara, vb.) iyileşmek, 2.iyileştirmek, 3.son vermek, bitirmek

heal-all

her derde deva

healable

iyileşebilir, iyileştirilebilir

healer

iyileştiren kimse, doktor

health care

vücut bakımı

health centre

sağlık merkezi

health certificate

sağlık raporu

health department

sağlık ocağı

health insurance

sağlık sigortası

health officer

sağlık memuru

health physics

sağlık fiziği

health

sağlık

healthful

sağlık için faydalı, sıhhi

healthiness

sağlık

healthy

sağlıklı

heap

1.yığın, küme, 2.yığmak, kümelemek

heaping

taşmak üzere, dopdolu

hear a pin drop

sinek uçsa duymak

hear about

duymak, haberini almak, bilmek, haberdar olmak

hear from

haber almak

Hear hear!

Bravo!, Yaşa!

hear of

1. bahsini işitmek, duymak, bilmek, 2. öğrenmek

hear out

konuşma bitene kadar dinlemek

hear

1.işitmek, duymak, 2.haber almak, duymak, öğrenmek, 3.dikkatle dinlemek

hearing aid

kulaklık, işitme cihazı

hearing impaired

işitme özürlü

hearing loss

işitme kaybı

hearing

1.işitme duyusu, işitme, 2.işitme alanı, ses erimi, 3.kendi durumunu çevreye duyurma, 4.duruşma, oturum

hearken

dinlemek, kulak vermek

hearsay

söylenti, şayia

hearse

hearse

cenaze arabası

heart attack

kalp krizi

heart disease

kalp hastalığı

heart failure

kalp yetmezliği

heart transplant

kalp nakli

heart

1.kalp, yürek, 2.kalp, gönül, yürek, 3.merkez, 4.kararlılık, azim, yüreklilik, cesaret, 5.kupa

heart-free

âşık olmayan

heart-to-heart

1. içten, saklısız, açık, samimi, 2. içten, açık

heart's to one's heart's doya doya content heartache

gönül yarası, ıstırap, acı

heartbeat

kalp atışı

heartbreak

ıstırap, acı, derin üzüntü, kalp yarası

heartbreaker

gönül avcısı

heartbreaking

kalp kırıcı, çok üzücü

heartbroken

üzüntülü, kalbi kırık, kederli

heartburn

mide ekşimesi

hearten

1.yüreklendirmek, cesaret vermek, 2.neşelendirmek

heartening

yüreklendirici, cesaretlendirici

heartfelt

içten, yürekten, samimi, gerçek

hearth plate

ocak tablası, ocak levhası

hearth

ocak, şömine

hearthstone

ocak taşı, yuva

heartily

1.iştahla, istekle, 2.çok, fazla, fazlasıyla

heartiness

samimiyet

heartless

acımasız, katı yürekli, zalim, kalpsiz

heartlessness

kalpsizlik

heartrending

yürek parçalayıcı, üzücü, çok acıklı

heartsick

1. çok kederli, bezgin, 2. bağrı yanık

heartstrings

heartstrings

güçlü sevgi duyguları

heartwarming

iç açıcı

heartwood

özodunu, öz kerestesi

hearty

1.içten, yürekten, samimi, 2.(yiyecek) doyurucu, bol

heat accumulator

ısı akümülatörü

heat capacity

ısı kapasitesi, ısı sığası

heat coil

ısı bobini

heat conduction

ısı iletimi

heat conductivity

ısı iletkenliği

heat conductor

ısıl iletken

heat consumption

ısı tüketimi

heat detector

ısı detektörü

heat dissipation

ısı kaybı

heat energy

ısı enerjisi

heat engine

ısı makinesi

heat exchange

ısı alışverişi

heat exhaustion

sıcak çarpması

heat insulating material ısı yalıtım maddesi heat insulating

ısı yalıtımı

heat insulation

ısı yalıtımı

heat interchange

termal denge, ısıl denge

heat loss

ısı kaybı, ısı yitimi

heat of fusion

füzyon ısısı, kaynaşım ısısı

heat of reaction

reaksiyon ısısı, tepkime ısısı

heat of solution

erime ısısı

heat ray

ısı ışını

heat resistant

ısıya dayanıklı

heat resisting

ısıya dayanıklı, ısı dirençli

heat source

ısı kaynağı

heat transfer

heat transfer

ısı aktarımı, ısı nakli

heat wave

sıcak hava dalgası

heat

1.ısı, 2.sıcaklık, sıcak, 3.eleme yarışı, 4.(dişi ve memeli hayvanlarda) çiftleşme isteği, ateşli/azgın dönem, 5.ısınmak, 6.ısıtmak

heatable

ısınabilir

heated

hararetli, heyecanlı, kızgın, ateşli

heater

ısıtıcı

heath

1.fundalık, kır, çalılık, 2.funda, süpürgeotu

heathen

putperest, dinsiz

heathenish

dinsiz

heathenism

putperestlik, dinsizlik, barbarlık

heathenize

dinsizleşmek

heather

funda, süpürgeotu

heating boiler

kalorifer kazanı, ısıtma kazanı

heating coil

rezistans

heating inductor

ısıtma bobini

heating power

ısıtma gücü, ısıtma kuvveti

heating rate

ısıtma hızı

heating time

ısıtma süresi

heating

ısıtma sistemi, ısıtma

heatproof

sıcağa dayanıklı

heatsink

ısı yutucu, soğutucu

heatstroke

bkz. sunstroke

heave a sigh

of çekmek

heave in sight

görüş mesafesine girmek

heave no stone unturned

çalmadık kapı bırakmamak

heave to

faça edip durmak

heave up

kusup çıkarmak, vira etmek

heave

1.kaldırmak, yukarı çekmek, 2.fırlatmak, kaldırıp atmak, 3.inip kalkmak, şişip inmek, 4.(gemi) seyretmek, belli bir rotada gitmek

Heaven forbid

Heaven forbid

Allah göstermesin

heaven

1.cennet, 2.ç. gökyüzü

Heaven

1.Tanrı, 2.cennet

heavenly body

gökcismi

heavenly

1.cennete ilişkin, cennet gibi, göksel, tanrısal, 2.harika, nefis

heavens

gök

heavenwards

gökyüzüne/cennete doğru

heaver

manivela, kaldırıcı

heavier-than-air

havadan ağır

heavily

ağır bir biçimde

heaviness

ağırlık, şiddet, kasvet

heavy artillery

uzun menzilli toplar

heavy atom

ağır atom

heavy current

güçlü akım, şiddetli akım

heavy duty

ağır iş, ağır yük

heavy earth

baryum oksidi

heavy fuel

ağır yakıt, mazot

heavy goods

ağır yük

heavy hydrogen

ağır hidrojen

heavy industry

ağır endüstri, ağır sanayi

heavy metal

ağır metal

heavy metals

ağır metaller

heavy nucleus

ağır çekirdek

heavy oil

ağıryağ

heavy particle

ağır parçacık

heavy petrol

ağır benzin

heavy rain

şiddetli yağmur, kara yağmuru

heavy traffic

ağır trafik

heavy water

ağır su

heavy weight

heavy weight heavy

ağır sıklet 1.ağır, 2.yoğun, ağır, şiddetli, 3.ciddi, ağır, 4.(davranış, duygu) ağır, yavaş, 5.yorucu, güç, ağır, 6.(yiyecek) ağır, sindirimi güç, 7.(hava) ağır, boğucu, yoğun (denizde) dalgalı, fırtınalı, 8.üzgün, hüzünlü

heavy-duty

dayanıklı, evladiyelik, uzun ömürlü

heavy-handed

1. kaba, patavatsız, can sıkıcı, 2. beceriksiz, zalim

heavy-hearted

kederli

heavy-laden

ağır yüklü

heavyhearted

üzgün, kederli

heavyweight

ağır siklet

hebdomadal

haftalık, yedi günlük

hebetate

1. zihnini körleştirmek, 2. zekâsını kaybetmek

hebetude

zihin körlüğü

Hebraism

1. ibranice deyim, 2. Musa dini

Hebraistic

ibranilere ait

Hebrew

İbrani

hecatomb

katliam

heck

kahrolası

heckle

sıkıştırmak, sorularla sözünü kesmek

hectare

hektar

hectic

heyecanlı, telaşlı, hareketli

hecto-

(önek) hekto

hectogramme

hektogram

hectograph

hektograf

hectometer

hektometre

hector

1. kabadayı, 2. yıldırmak, sindirmek, 3. taciz etmek

heddles

gücü takımları

hedge sparrow

çit serçesi

hedge

1.çit, çalı, 2.(against ile) koruma, 3.çitle çevirmek, 4.lafı dolandırmak, doğrudan doğruya yanıt vermekten kaçınmak

hedgehog

kirpi

hedger

bahçıvan, bostancı

hedgerow

(yol kenarında, vb.) sıra sıra çalılar

hedging

hedging

hedonism

fels. hedonizm, hazcılık

hedonist

zevk düşkünü kimse

hee haw

1. eşek anırması, 2. anırmak

heebie jeebies

yürek çarpıntısı, korku nöbeti, telaş

heed

1.dikkat etmek, önemsemek, dinlemek, kulak vermek, 2.dikkat, önem

heedful

dikkatli, ihtiyatlı

heedless

dikkatsiz, önem vermeyen

heehaw

1.eşek anırması, 2.gürültülü kahkaha

heel iron

nalça

heel

1.topuk, 2.ökçe, topuk, 3.(ayakkabıya) ökçe takmak

heeled

1. topuklu, ökçeli, 2. para babası

heeler

kunduracı, bir politikacının adamı

heeling

yana yatma

heft

1. ağırlık, 2. kaldırmak

hefty

iri, güçlü kuvvetli, etkili

hegemony

üstünlük, egemenlik, hegemonya

hegira

hicret

heifer

doğurmamış genç inek, düve

heigh-ho!

Eyvah!

height control

yükseklik ayarı

height

1.yükseklik, 2.yüksek yer, pozisyon, 3.doruk, en üst derece, zirve, ana nokta

heighten

1.yükselmek, 2.yükseltmek, artırmak

heinous

1. tiksindirici, iğrenç, 2. çirkin

heinousness

iğrençlik, çirkinlik, kötülük

heir apparent

veliaht

heir

varis, mirasçı, kalıtçı

heirdom

vârislik, kalıt

heiress

kadın mirasçı

heirloom

kuşaktan kuşağa geçen değerli şey

heirship

1. varislik, 2. miras

heist

1. soygun, hırsızlık, 2. hırsızlık yapmak, çalmak, aşırmak

Hejaz

Hicaz

Hejira

Hicret

helianthus

ayçiçeği, günebakan

heliborne

helikopterle taşınan

helibus

yolcu helikopteri

helical antenna

helis anten

helical gear

helezon dişli, helis dişli

helical spring

helezoni yay, sarmal yay

helical

helezoni, sarmal

helicoid

1. sarmal, helezoni, 2. helikoid, aylanç, burgu yüzeyi

helicon

helikon

helicopter

helikopter, dikuçar

heliocentric

güneş merkezine bağlı, günmerkezli

heliograph

ayna telgrafı

helioscope

güneş gözmerceği

heliostat

helyostat, gündüşürücü

heliotherapy

güneşle tedavi, helyoterapi

heliotrope

1. güneş çiçeği, kediotu, 2. açık mor, kantaşı

heliotropic wind

helyotropik rüzgâr, güneşi izleyen rüzgâr

heliotropic

helyotropik, ışık etkisiyle yön değiştiren

heliotropism

günedoğrulum

heliport

helikopter pisti, helikopter alanı

helium filled lamp

helyum lambası

helium gas

helyum gazı

helium

helyum

helix

helix

1. helis, helezon, 2. sarmal eğri

hell

1.cehennem, 2.(vurguyu artırmak için kullanılır), 3.kahrolasıca!, kahretsin!, lanet olsun!

hell-bent

1. kararlı, kafasına koymuş, 2. istekli

hellcat

şirret kadın

hellebore

çöpleme

Hellene

Helen, Yunanlı

Hellenism

eski Yunan medeniyeti, Helenizm

Hellenist

Yunan dili ve edebiyatı bilgini

hellenize

Yunanlılaştırmak, Yunanca konuşmak

Hellespont

Çanakkale Boğazı

hellfire

cehennem azabı

hellhound

şeytan

hellion

haylaz çocuk

hellish

berbat, cehennem gibi, tatsız, can sıkıcı

hellishness

korkunçluk

hello

1.merhaba, 2.alo, 3.a!, hay Allah!, 4.hey

helluva

1. çok fena, çok iyi, 2. çok fena, çok iyi

hellward

cehenneme doğru

helm

1.dümen, 2.lider, baş, yönetici

helmet

kask, miğfer, tolga

helmeted

miğferli, başlıklı

helminth

1. kurt, 2. bağırsak solucanı

helmless

başıboş

helmsman

1.yönetici, idareci, 2.dümenci

helot

köle, esir

help program

yardım programı

Help yourself

Buyurun, kendiniz alınız (yemek, istenilen şey)

help

1.yardım etmek, 2.işe yaramak, daha iyi yapmak, 3.(to ile) (kendine) almak, 4.yardım, 5.yardımcı

Help!

imdat!, Yetişin!

helper

helper

1. yardımcı, çırak, 2. hizmetçi, uşak

helpful

yardımcı, yararlı

helpfulness

yardımseverlik

helping

yemek servisi, porsiyon

helpless

yardıma muhtaç, çaresiz, aciz

helpmate

yardımcı, ortak

helpmeet

arkadaş, eş

helter-skelter

aceleyle, apar topar, paldır küldür, aceleyle/telaşla (yapıyan)

helve

1. sap, tutamak, 2. sap takmak

Helvetia

isviçre

Helvetian

isviçreli, isviçre'ye ait

hem and haw around

kem küm etmek

hem in

kuşatmak, çevresini sarmak

hem

1.(giysi) kenar, baskı, 2.kıvırıp kenarını bastırmak

hema-

(önek) kan

hematite

hematit, kantaşı

hemato-

(önek) kan

hematology

hematoloji

hemi-

(önek) yarı

hemicellulose

hemiselüloz

hemicycle

yarım daire

hemimorphite

hemimorfit

hemiplegia

yarım inme

hemisphere

yarıküre

hemispheric

yarıküreye ait

hemistich

yarım mısra

hemline

etek boyu, etek ucu

hemlock

1.köknara benzer bir çam ağacı, 2.baldıran, ağıoutu

hemo-

(edat) kan

hemoglobin

hemoglobin

hemoglobin

hemophilia

hemofili

hemorrhage

kanama

hemorrhoid

basur, hemoroid

hemp rope

kenevir halat, kenevir ip

hemp

kenevir, kendir

hemstitch

1. kenar dikişi, kenar süsü, 2. antika, sıçandişi, 3. ajur yapmak

hen bane

banotu

hen party

kadınlar toplantısı

hen

1.tavuk, 2.dişi kuş

hence

1.bu nedenle, bundan dolayı, 2.buradan, şu andan itibaren

Hence!

Defol!

henceforth

bundan böyle, şimdiden sonra, bu andan itibaren

henceforward

bundan böyle

henchman

dalkavuk

hencoop

kümes

henna

kına

henpeck

başının etini yemek

henpecked

kılıbık

hep

1. açıkgöz, 2. şans, talih, baht

heparin

heparin

hepatic

karaciğere ait, karaciğer

hepatica

ciğerotu

hepatitis

hepatit, karaciğer yangısı

hepatologist

hepatolog

hepatology

hepatoloji

heptad

yedi değerli atom

heptagon

yedigen

heptagonal

yedi açılı

heptahedron

heptahedron

yedi yüzlü cisim

heptane

heptan

her

(dişil), onu, ona, o, onun

herald

1.haberci, müjdeci, 2.birşeyin müjdecisi olmak

heraldry

arma, armacılık

herb

(nane, vb.) ot, bitki

herbaceous

otsu, otsul

herbage

yeşillik, ot

herbal

otlara ait, bitkisel

herbalist

şifalı bitkiler yetiştiren/satan kimse

herbarium

kurutulmuş bitki koleksiyonu

herbicide

herbisit, bitki öldürücü

herbivore

1. ot yiyen hayvan, 2. otçul hayvan

herbivorous

(hayvan) otobur, otçul

Hercules

Herkül, çok kuvvetli adam

herd instinct

sürü içgüdüsü

herd

1.hayvan sürüsü, 2.sığırtmaç çoban, 3.(insanlar için) koyun sürüsü

herdsman

çoban, sığırtmaç

here and there

1. şurada burada, 2. arasıra, ötede beride

Here goes!

Başlıyoruz!, işte başlıyorum!, Haydi bakalım!

Here you are

işte, buyurun

here

1.burada, buraya, 2.bu noktada, burada, 3.işte, 4.hey

hereabouts

buralarda, yakında

hereafter

1.bundan sonra, gelecekte, 2.ölümden sonraki yaşam, ahret

hereat

bunun üzerine, bundan dolayı

hereby

şimdi, bu vesileyle, bundan ötürü

hereditament

1. kalıtsal, 2. mirasla geçen mal

hereditarily

miras olarak

hereditary factor

kalıtım faktörü

hereditary

hereditary

kalıtsal

heredity

kalıtım, soyaçekim

herein

bunda, bu yazının içinde

heresy

dinsel/toplumsal değerlere aykırı görüş

heretic

kabul olunmuş doktrinlere karşı olan kimse, kendi dininin inançlarına karşı gelen kimse

heretofore

bundan evvel, şimdiye kadar, öteden beri

hereunto

bu zamana kadar

hereupon

bunun üzerine

herewith

ilişikte, beraberinde

heritable

kalıtım yoluyla kalabilen

heritage

miras, kalıt

hermetic

sımsıkı kapalı, havageçirmez

hermit crab

pavurya

hermit

münzevi kimse

hermitage

inziva yeri

hernia

fıtık

hernial

fıtıklı

hero

kahraman

heroic

1.yiğitçe, kahramanca, 2.kahramanlıkla ilgili

heroical

kahraman, kahramanca

heroics

abartmalı söz ya da davranışlar

heroin

eroin

heroine

kadın kahraman

heroism

kahramanlık

heroize

1. kahramanlaştırmak, 2. kahraman rolünü oynamak

heron

balıkçıl

herpes

uçuk

herpetology

sürüngenbilim

herring

ringa balığı

herringbone stitch

herringbone stitch

çapraz dikiş, iğneardı dikiş

herringbone

balıksırtı

hers

(dişil) onunki, onun

herself

(dişil) kendisi, özü

hertz

hertz

Hertzian waves

Hertz dalgaları, radyo dalgaları

Hertzian

Hertz

Herzegovina

Hersek

hesitancy

duraksama, tereddüt

hesitant

kararsız, ikircikli

hesitate

tereddüt etmek, duraksamak

hesitation

tereddüt, duraksama

hessian

kaba kendir bezi

het up

heyecanlı, telaşlı

het-up

heyecanlı, telaşlı

hetaera

cariye

hetaira

gözde

hetero

1. karşı cinse ilgi duyan, homoseksüel olmayan, 2. hetero, karşı cinse ilgi duyan kimse

hetero-

1. (önek) başka, farklı, 2. diğer

heterocyclic compound heterosiklik bileşik heterocyclic

heterosiklik

heterodyne receiver

heterodin alıcı

heterodyne

heterodin

heterogamy

heterogami

heterogeneity

1. heterojenlik, farklı oluş, 2. çokyapımlılık

heterogeneous radiation heterojen radyasyon, çoktürel ışınım heterogeneous reaction heterojen reaksiyon, çoktürel tepkime heterogeneous

heterojen, çoktürel

heterogenesis

heterogenez

heterogenetic

heterogenetic

farklı soydan gelen

heteromorphic

heteromorf

heteromorphism

heteromorfizm

heteronomous

bağımlı, özerk olmayan

heteropolar

heteropolar, çoktürel ucaylı

heterosexual

karşı cinse ilgi duyan, heteroseksüel, zıtcinsel

heterotrophic

dışbeslek, heterotrof

heterotrophism

dışbesleklik, heterotrofi

heterozygote

heterozigot

heuristic approach

keşifsel yaklaşım

heuristic

keşifsel, buluşsal

hew

kesmek, yarmak

hewer

1. baltacı, 2. oduncu

hewn stone

yontma taş

hex

1. büyü, nazar, 2. nazar değmek, büyülemek

hexa-

(önek) altı

hexad

altılık grup

hexadecane

heksadekan

hexadecanol

heksadekanol

hexadecimal notation

onaltılı gösterim

hexadecimal

onaltılı

hexagon head screw

altıgen başlı vida

hexagon nut

altı köşe somun

hexagon

altıgen

hexagonal

altıgen

hexahedron

altıyüzlü

hexane

heksan

hexose

heksoz

hey

hey

heyday

heyday

en parlak dönem, altın çağ

hi

selam, merhaba

hi-fi

1. sesi çok doğal bir biçimde veren, 2. sesi çok doğal bir biçimde veren (müzik seti

hiatus

boşluk, eksiklik

hibernal

kışa ait

hibernate

kış uykusuna yatmak

hibernation

kış uykusu

Hibernian

1. irlanda'ya ait, 2. irlandalı

hibiscus

amberçiçeği, gülhatmi

hiccup

1.hıçkırık, 2.hıçkırmak, hıçkırık tutmak

hick

hödük, kıro

hickey

1. sivilce, 2. boru bükme aleti

hickory

Amerikan ceviz ağacı

hidalgo

ispanyol asılzadesi

hidden damage

gizli zarar, gizli hasar

hidden inflation

gizli enflasyon

hidden

1. gizli, 2. gömülü

hide one's face in shame utancından yere geçmek hide one's head

utancından saklanmak

hide one's light under a kendini göstermemek bushel hide

1.saklamak, gizlemek, 2.gizlenmek, saklanmak, 3.deri, post

hide-and-seek

saklambaç

hideaway

(polisten) saklanacak yer

hidebound

dar görüşlü, sabit fikirli

hideous

çirkin, berbat, iğrenç, korkunç

hideousness

iğrençlik, çirkinlik

hiding place

saklanacak yer

hiding

dayak

hie

hie

1. acele etmek, 2. acele gitmek

hierarchical structure

hiyerarşik yapı

hierarchical

hiyerarşik, aşamalı

hierarchy

hiyerarşi, aşama düzeni, sıradüzen

hieroglyphics

hiyeroglif, resimyazı

higgle

1. pazarlık yapmak, 2. çekişmek

higgledy-piggledy

karmakarışık, altüst, karman çorman

higgling

pazarlık

high and dry

çaresiz, dımdızlak ortada kalmış

high and low

her yerde

high and mighty

1. kibirli, gururlu, 2. azametli

high beam headlamp

uzun huzmeli far

high beam

yüksek huzme, uzun huzme

high blood pressure

yüksek tansiyon

high colour

koyu renk

high command

baş kumandanlık

high contrast

yüksek kontrast

high court of appeal

yargıtay

High Court

1. Yüce Divan, 2. yüksek mahkeme

high day

bayram, yortu günü

high definition

yüksek netlik

high efficiency machine yüksek verimli makine high energy fuel

yüksek verimli yakıt

high fidelity

sesi aslına yakın derecede verme

high forest

koru ormanı

high frequency

1. yüksek frekans, 2. kısa dalga

high gear

yüksek vites

high green syrup

beyaz şurup

high jinks

gürültülü eğlence, çılgınlık

high jump

high jump

yüksek atlama

high life

1. lüks hayat, 2. sosyete hayatı, kibar sınıf

high noon

tam öğle vakti

high power

yüksek güç

high pressure area

yüksek basınç alanı

high pressure

yüksek basınç

high price

yüksek fiyat

high priced goods

yüksek fiyatlı mallar

high priced

yüksek fiyatlı

high priest

başpapaz, lider

high relief

yüksek kabartma

high school graduate

lise mezunu

high school

lise

high seas

açık denizler

high society

sosyete

high street

ana cadde

high tea

erken akşam yemeği, ikindi kahvaltısı

high temperature

yüksek sıcaklık

high tension

yüksek gerilim, yüksek voltaj

high tide

1. met, kabarma, 2. doruk

high treason

ihanet

high velocity

yüksek hız

high voltage

yüksek gerilim

high-altitude airplane

1.yüksek, 2.yüce, ulu, hayranlık uyandırıcı, yüksek, 3.(zaman) tam, 4.(yiyecek) bayat, 5.sarhoş, 6.uyuşturucu etkisi altında, uçmuş, uçuşta, 7.yükseğe, yüksekte, 8.yüksek nokta, yüksek derece, doruk, 9.büyük heyecan, coşku, mutluluk, 10.yüksek yer yüksek irtifa uçağı

high-altitude

yüksek irtifa

high-boiling

yüksek derecede kaynar

high-class

1. kaliteli, birinci sınıf, 2. mükemmel

high-density

yüksek yoğunluklu

high

high-flier

gözü yüksekte olan kişi

high-flown

1. (dil) tumturaklı, ağdalı, 2. kibirli

high-frequency

yüksek frekans

high-grade

üstün kaliteli

high-handed

despot, zorba

high-hat

burnu büyük

high-level

çok önemli, zirve, yüksek düzeyli

high-life

sosyete hayatı

high-minded

1. yüce gönüllü, prensip sahibi, 2. asil ruhlu

high-octane petrol

yüksek oktanlı benzin

high-pitched

çok tiz, dik meyilli

high-powered

güçlü, hızlı, kuvvetli

high-pressure

1. yüksek basınçlı, 2. zorlayan, enerjik, girgin, 3. yüksek basınç, 4. (bir kimseyi) zorlamak

high-quality

yüksek nitelikli, yüksek kaliteli

high-resistance

yüksek dirençli

high-resolution

yüksek kararlı

high-rise

1. yüksek, 2. yüksek (yapı)

high-sounding

şatafatlı, azametli, tantanalı

high-speed camera

yüksek hızlı kamera

high-speed printer

yüksek hızlı yazıcı

high-speed

1. yüksek hızlı, 2. son süratle giden

high-spirited

1. canlı, oynak, 2. cesur

high-strength

yüksek mukavemetli, yüksek dayançlı

high-strung

asabi, sinirleri gergin

high-tension

yüksek gerilim

high-toned

yüksek perdeli

high-voltage cable

yüksek gerilim kablosu

high-water

azami kabarma, taşkın

highball

1. ileri işareti, 2. çok hızlı gitmek

highbred

soylu

highbrow

aydın (kimse)

highchair

çocuklara yüksek mama iskemlesi

higher bid

daha yüksek teklif

higher education

yüksek öğrenim

higher

daha yüksek, bir üst

highest bid

en fazla teklif, en yüksek fiyat

highest sum

en yüksek toplam, azami meblağ

highest

en yüksek, en fazla

highhanded

amirlik taslayan

highland

dağlık (bölge)

highlands

1. yüksek yöre, dağlık bölge, 2. dağlık yer

highlight

1.(resimde) parlak nokta, 2.en önemli/göze çarpan kısım, 3.(birşeyin özel bir bölümüne) dikkati çekmek, önem vermek

highly soluble

yüksek oranda çözünür

highly strung

çok duygusal, hassas

highly

1.çok, yüksek derecede, 2.çok iyi

highly-strung

sinirli, heyecanlı, gergin

Highness

(His/Her/Your ile) Ekselansları

highroad

anayol

highway

anayol, karayolu

highwayman

eşkıya, soyguncu

hijack

(uçak, gemi, vb.) kaçırmak

hijacker

uçak, gemi, vb. kaçıran kimse, korsan

hike

1.(kırda) uzun yürüyüş, 2.uzun yürüyüşe çıkmak

hilarious

gülünç, komik, neşeli, şamatalı

hilarity

neşe, şamata

hill meadow

tepe otlağı

hill station

yayla

hill

tepe

hilliness

hilliness

tepeli oluş

hillock

küçük tepe, tepecik

hillside

yamaç

hilltop

doruk

hilly

1. tepelik, 2. inişli yokuşlu

hilt

kabza

hilum

hilum, tohum göbeği

him

1.(eril) onu, ona, 2.o

Himalayas

Himalaya Dağları

himself

(eril) kendisi, özü

hind leg

arka ayak

hind legs

arka bacaklar

hind

arka

hindbrain

arka beyin

hinder

engellemek

Hindoo

Hintli, Hindu

hindquarters

kaba et

hindrance

engel

hindsight

birşeyin nitelik ya da anlamını sonradan anlama

Hindu

Hinduizm dininden olan kimse, Hindu

Hinduism

Hinduizm

hinge joint

reze eklem

hinge

1.menteşe, 2.menteşe takmak

hinged

menteşeli, rezeli

hinny

katır

hint at

hissettirmek

hint

1.sezindirme, ima, 2.belirti, işaret, 3.yararlı öğüt, 4.ima etmek, dokundurmak, sezindirmek, çıtlatmak

hinterland

iç bölge

hip joint

kalça eklemi

hip pocket

hip pocket

arka cep

hip

kalça

hipbone

kalça kemiği, leğen kemiği

hipped

fazla meraklı

hippie

hippi

hippo

suaygırı

hippodrome

1. hipodrom, 2. sirk, 3. dans salonu

hippopotamus

suaygırı

hippy

bkz. hippie

hirable

kiralanabilir

hircine

keçi gibi, şehvetli

hire out

kiraya vermek

hire purchase

taksit, taksitle alışveriş

hire

1.kiralamak, tutmak, 2.(adam) tutmak, iş vermek, 3.kira, kiralama

hired hand

ücretli işçi

hirer

1. kirayla tutan kimse, kiracı, 2. kiraya veren

hirsute

1. kıllı, 2. sert, diken gibi, 3. saçlı

His bark is worse than Osurdumu mangalda kül bırakmaz his bite His Highness

Ekselansları

His Majesty

Kral Hazretleri

his

1.(eril) onun, 2.onunki, onun

Hispanic

ispanya'ya ait

hispid

dikenli, kaba saçlı

hiss

1.tıslamak, ıslıklamak, 2.tıslama, ıslık

hissing

ıslıklama

hist

1. Sus!, Dur!, Dinle!, 2. yükseltmek

histamine

histamin

histaminic

histaminik

histidine

histidine

histidin

histogram

histogram, dikdörtgen çizge

histologist

dokubilimci

histology

histoloji, dokubilim

histone

histon

historian

tarihçi

historic cost

tarihi maliyet

historic

(olay, yer) tarihi, tarihsel, önemli

historical geography

tarihsel coğrafya

historical linguistics

tarihsel dilbilim

historical

1.tarihsel, tarihi, tarihe geçmiş, 2.tarihle ilgili

historiographer

tarihçi

history

1.tarih, 2.tarihsel öykü/olay, 3.geçmiş

histrionic

1.tiyatral, 2.yapmacık

histrionics

yapmacık davranış, rol, artistlik, ayak

hit a snag

çıkmaza girmek

hit and miss

gelişigüzel

hit below the belt

1. belden aşağı vurmak, 2. kalleşlik etmek

hit home

can evinden vurmak

hit it off with

ile iyi geçinmek

hit it off

iyi geçinmek

hit man

kiralık katil

hit on

tesadüfen bulmak

hit or miss

gelişigüzel

hit out at

karşı çıkmak, sözlerle saldırmak

hit out

1. şiddetle eleştirmek, saldırmak, 2. yumrukla vurmak

hit sb below the belt

arkadan vurmak

hit the bottle

kafayı çekmek

hit the bull's eye

on ikiden vurmak

hit the ceiling

hit the ceiling

tepesi atmak

hit the deck

yataktan kalkmak

hit the jackpot

turnayı gözünden vurmak

hit the mark

hedefi vurmak

hit the nail on the head 1. tam üstüne basmak, 2. taşı gediğine koymak hit the road

yola koyulmak

hit the roof

tepesi atmak

hit the sack

yatmak

hit the spot

ilaç gibi gelmek

hit

1.vurmak, 2.çarpmak, vurmak, 3.çarptırmak, 4.varmak, ulaşmak, 5.tokat, yumruk, vuruş, vurma, darbe, 6.(şarkı, vb.) sevilen/tutulan şey, başarı, 7.isabet, hedefe ulaşma

hit-and-run

çarpıp kaçan (şoför)

hit-or-miss

1. rasgele, 2. sonucunu düşünmeden

hitch one's waggon to a gözü yükseklerde olmak star hitch up

(pantolon) yukarı çekmek

hitch

1.bağlamak, takmak, 2.otostop yapmak, 3.çekiş, ani çekme, 4.engel, terslik, pürüz

hitchhike

otostop yapmak

hitchhiker

otostopçu

hither and thither

1. her tarafa, 2. şuraya buraya

hither

buraya

hithermost

bu tarafa en yakın olan

hitherto

şimdiye dek, şimdiye kadar

Hittite

Hitit

hive off

fason iş vermek

hive

arı kovanı

hives

kurdeşen

hoar

1. kır, ağarmış, 2. kırağı

hoard

1.istif, 2.istif etmek, biriktirmek, stoklamak

hoarding

1.ilan tahtası, 2.tahta perde, çit

hoarfrost

kırağı

hoarhound

köpekayası

hoarse

1.(ses) kısık, boğuk, 2.kısık sesli

hoarseness

boğuk seslilik, kısıklık, tutukluk

hoary

(saç) kır, ak

hoax

1.aldatmaca, oyun, muziplik, 2.işletmek, gırgır geçmek, kafaya almak

hob

freze etmek, kılavuz salmak

hobble skirt

dar etek

hobble

topallamak

hobby

hobi, düşkü

hobbyhorse

1.at başlı sopa, 2.sabit fikir, saplantı

hobgoblin

gulyabani, ifrit

hobnail

iri başlı çivi, kabara

hobnob

(özellikle kendinden mevkice yüksek biriyle) sıkıfıkı olmak, arkadaşlık etmek

hobo

aylak, serseri, boş gezenin boş kalfası

Hobson's choice

1. tek seçenek, tek çare, 2. ya bu ya hiç

hock

beyaz Alman şarabı

hockey

hokey

hocus

1. aldatmak, oyun etmek, 2. sarhoş etmek

hocus-pocus

sihirbazın sözleri, hokkabazlık

hod

tuğla ve harç tenekesi

hodden

kalın yünlü kumaş

hodgepodge

türlü yemeği

hodograph

hodograf

hodometer

yolölçer, odometre

hodometry

yolölçüm, odometri

hodoscope

hodoskop

hoe crops

çapa ürünleri

hoe cultivation

çapa tarımı

hoe

1.çapa, bahçe çapası, 2.çapalamak

hoe-down

halk oyunları gecesi

hoeing machine

çapa makinesi

hog cholera

domuz vebası

hog

1.domuz, besi domuzu, 2.obur ve pis kimse, pisboğaz, açgözlü domuz, 3.(birşeyin tümünü) kendine saklamak, açgözlülük yapmak

hog-tie

el ve ayakları beraber bağlamak

hogback

domuz sırtı tepe

hogged

dar sırtlı, kısa kesilmiş

hogget

koyun yavrusu

hoggish

1. domuz gibi, aç gözlü, 2. arsız

hoggishness

açgözlülük

hogshead

büyük fıçı

hogwash

atmasyon

hoi polloi

avam, ayaktakımı

hoick

uçağı aniden yukarı döndürmek

hoist frame

şövalman, kuyu kulesi

hoist

1.yükseltmek, kaldırmak, yukarı çekmek, 2.yükseltme, yukarı kaldırma, 3.ağır yük asansörü

hoitytoity

1. azametli, kibirli, 2. düşüncesiz, 3. kibirlilik, 4. düşüncesizlik, hoppalık

hokey-pokey

sokakta satılan dondurma

hokum

1. saçmalık, 2. basmakalıp

hold a secret

sır saklamak

hold against

ön yargıyla davranmasına neden olmak

hold aloof

yaklaşmamak

hold an office

bir makam işgal etmek

hold back

1. zapt etmek, tutmak, 2. gizli tutmak, 3. kendini tutmak

hold down

1. (işi) yürütmek, 2. düşük düzeyde tutmak, 3. tutunmak

hold forth

nutuk çekmek, lafı iyice uzatmak

hold good

geçerli olmak, değerini korumak

hold in esteem

saygı göstermek

hold in high esteem

hold in high esteem

el üstünde tutmak

hold in high regard

el üstünde tutmak

hold in

kontrol altına almak, tutmak, zapt etmek

Hold it

Öyle kal!, Kıpırdama!

hold no brief

başı boş olmamak

hold off

1. uzakta tutmak, yaklaştırmamak, 2. geciktirmek

hold on

1. (telefonda) beklemek, 2. devam etmek, bırakmamak

Hold on!

Dur!, Bekle!

hold one's breath

1. nefesini tutmak, 2. heyecanla beklemek

hold one's ground

durumunu muhafaza etmek, yerini korumak

hold one's peace

sesini çıkarmamak, susmak

hold one's tongue

1. sesini kesmek, çenesini kapatmak, 2. dilini tutmak

hold out for

beklemek

hold out the olive branch

zeytin dalı uzatmak

hold out

1. ileri sürmek, sunmak, vermek, 2. dayanmak

hold over

1. ertelemek, 2. geri bırakmak

hold sth against

suçlamak

hold sth cheap

kıymetini bilmemek, hor görmek

hold the bag

kabak başında patlamak

hold the fort

göz kulak olmak

Hold the line please!

Telefonu kapatmayın lütfen!, Ayrılmayın lütfen!

hold the line

telefonda beklemek, hatta kalmak

Hold the line!

hattan ayrılmayın, lütfen

hold the market

piyasayı elinde tutmak

hold the reins

dizginleri ele almak

hold to

korumak, sürdürmek, izlemek, bağlı kalmak

hold together

1. tutturmak, bir arada tutmak, 2. ayrılmamak

hold up

1. geciktirmek, 2. yolunu kesip soymak

hold with

hold with

uzlaşmak, aynı düşüncede olmak

Hold your horses!

Ağır ol!

holdall

1.tutmak, 2.tutturmak, 3.geride tutmak, kontrol altına almak, 4.içine almak, almak, 5.sahip olmak, elinde tutmak, 6.(bir şeyi) oluşturmak, yapmak, 7.belli bir durumda tutmak, 8.saymak, farzetmek, inanmak, 9.sürmek, devam etmek, 10.tutma, tutuş, 11.tutamak, tutunacak yer, 12.gemi ambarı seyahat çantası

holdback

engel

holder

sahip, hamil

holdfast

1. çengel, işkence, mengene, 2. dayak, destek, 3. kenet

holding area

bekleme sahası

holding company

holding şirketi

holding period

bekletme süresi

holding point

bekleme noktası

holding

mal, arazi, tahvil

holdover

nakli yek-n

holdup

1.(trafik nedeniyle) gecikme, 2.silahlı soygun

hole

1.delik, oyuk, 2.kovuk, oyuk, in, 3.(golf) delik, top çukuru, 4.in, izbe, karanlık ve pis yer, 5.(golf) topu deliğe sokmak

holey

delikli

holiday clothes

bayramlık elbise

holiday season

tatil sezonu

holiday village

tatil köyü

holiday

1.tatil, dinlence, 2.tatil yapmak

holidaymaker

tatil yapan kimse, tatile çıkmış kimse

holidays with pay

ücretli izin

holiness

kutsallık

holing-through

bağlama delmesi

Holland

Hollanda

Hollander

Hollandalı

hollands

bir çeşit cin, ardıç suyu

holler

bağırmak, kışkırmak

hold

hollow pretense

hollow pretense

samimiyetsizlik

hollow tile

delikli tuğla

hollow wall

içi boş duvar

hollow

1.boş, oyuk, içi boş, çukur, 2.(ses) yankı yapan, boşluktan gelen, 3.çukur, oyuk, delik

hollow-eyed

gözleri çukura kaçmış

hollow-hearted

vefasız

hollowness

1. çukurluk, boşluk, 2. boğukluk, 3. açlık, 4. aldatıcılık

holly

çobanpüskülü

hollyhock

gülhatmi

holm oak

pırnal, pırnar

holmium

holmiyum

holo-

(önek) tüm, bütün, tamamen

holocaust

özellikle yangın sonucu olan kırım, büyük tahribat

Holocene

1. Holosen, 2. dördüncü zamana ait birikinti

hologram

hologram

holograph

imza sahibinin eliyle yazılmış belge

holography

holografi

holomorphic

holomorf

holothurian

denizhıyarı

holster

tabanca kılıfı

Holy Father

Papa

Holy Koran

Kuran-ı Kerim

Holy Land

Filistin

Holy Water

takdis olunmuş su, zemzem

holy

kutsal

homage

saygı, hürmet

hombre

adam

home address

asıl adres, fiziksel adres

home banking

ev bankacılığı

home base

home base

anayurt üssü, merkez

home bill

dahili senet

home currency

ulusal para, milli para

home economics

ev ekonomisi

home industry

ev endüstrisi

home loan

konut kredisi

home made

1. evde yapılmış, 2. yerli malı

Home Office

1. içişleri Bakanlığı, 2. içişleri Bakanlığı

home port

demirleme limanı

Home Secretary

içişleri Bakanı

home truth

acı gerçek 1.ev, yuva, aile ocağı, 2.yurt, vatan, 3.evde, 4.eve, 5.eve ilişkin, yuvayla ilgili, eve özgü, kökene ilişkin, 6.yabancı kökenli olmayan, 7.evde yuapılmış, evde hazırlanmış, 8.(maç) kendi sahasında, 9.(takım) ev sahibi

home home-brew

evde yapılan içki

home-folks

yakın akrabalar

home-grown

yurt içinde üretilen

home-made

evde yapılmış

homebound

eve doğru giden

homebred

yerli, ehli

homecoming

eve dönüş, yuvaya dönüş

homeland

anavatan, yurt, memleket

homeless

1. evsiz, yuvasız, yurtsuz, 2. kimsesiz

homelike

ev gibi, cana yakın

homeliness

1. basitlik, sadelik, 2. zevksizlik, 3. çirkinlik

homely

1.basit, yalın, sade, gösterişsiz, 2.kaba saba, çirkin, tipsiz

homemade

evde yapılmış

homeo-

(önek) benzer, aynı

homeomorphic

homeomorf, benzerşekilli

homeomorphism

homeomorfizm, benzerşekillilik

homeopathy

bkz. homoeopathy

homer

yuvasına dönen güvercin

homesick

sıla hasreti çeken, yurtsamış

homesickness

sıla hastalığı

homespun

1. evde dokunmuş, 2. saf, temiz kalpli

homestead

1.ev ve çevresindeki arazi, çiftlik evi, 2.devlet tarafından ekip biçmek ve üzerinde yaşamak şartıyla verilen arazi

homeward

1.eve doğru olan, eve doğru giden, 2.bkz. homewards

homewards

eve, eve doğru

homework

ev ödevi

homicidal

adam öldürmeye yatkın

homicide

1.adam öldürme, cinayet, 2.katil, cani

homily

1.vaız veya hitabe, 2.uzun ve sıkıcı nasihat, vaaz

homing pigeon

posta güvercini

homing

1.(güvercin) yolu bulabilen, 2.(modern savaş silahları) hedefini bulan

hominid

1. insangillere ait, 2. insangillerin üyesi

hominoid

1. insansı, 2. insan gibi

hominy

mısır lapası

Homo erectus

ayakları üzerinde dikelebilen eski insan

Homo faber

araç kullanabilen eski insan

Homo sapiens

insan

Homo

1. insan, homo, 2. homoseksüel, eşcinsel

homo-

1. (önek) benzer, aynı, 2. gibi, tıpkı

homocentric

merkezleri bir olan

homocyclic

homosiklik

homocysteine

homosistein

homoeopathy

bir hastalığı benzeri ile tedavi etme yöntem ve kuramı

homogeneity

homojenlik, tektürellik

homogeneous equation homojen denklem, türdeş denklem homogeneous

homojen, türdeş, tektürel

homogenesis

aynı türden olan şey

homogenization

homojenleştirme, tektürelleştirme

homogenize

homojenleştirmek

homogenizer

homojenleştirici

homogenous

benzeşik

homograph

eşyazımlı

homography

eşyazımlılık

homologate

onaylamak, tasdik etmek

homologation

onay, tasdik

homologous

1. homolog, 2. benzeşik

homology

1. homoloji, 2. benzeşim, eşitlik

homomorphic

homomorf, benzeryapılı

homomorphism

homomorfizma, benzeryapı

homonym

okunuş ve yazılışları özdeş, anlamları ayrı sözcük, eşadlı

homonymy

eşadlılık

homophile

homoseksüel (erkek)

homophone

eşsesli

homophonic

homofon, sesteş

homophony

eşseslilik

homopolar magnet

eşkutuplu mıknatıs

homopolar

homopolar

homoscedastic

homoskedastik, eşdeğişkeli

homosexual

homoseksüel, eşcinsel

homothetic

homotetik

homothety

homoteti, benzeşim

homozygous

homozigot

Honduras

Honduras

hone

(bıçak, kama, vb.) bilemek

honest

dürüst, namuslu, güvenilir

honestly

1.dürüstçe, 2.gerçekten, doğruyu söylemek gerekirse, aslında

Honesty is the best

Honesty is the best policy

Dürüstlük en iyi yoldur

honesty

dürüstlük, doğruluk

honey bread

keçiboynuzu

honey

1.bal, 2.tatlım, canım, sevgilim, şekerim

honey-sweet

bal gibi tatlı

honeybee

balarısı

honeycomb coil

petek bobin

honeycomb radiator

petek radyatör

honeycomb

petek, bal peteği

honeydew melon

kavun

honeyed

1. ballı, tatlı, 2. yumuşak (dil)

honeymoon

balayı

honeysuckle

hanımeli

honeywort

arıçiçeği

hong

Çin'de fabrika

honing machine

perdahlama makinesi

honing

1. bileme, kılağılama, 2. honlama

honk

1.kaz sesi, 2.korna sesi, 3.ötmek, 4.(korna) öttürmek

honor

bkz. honour

honorable mention

teselli mükâfatı

honorarium

ücret

honorary degree

şeref payesi

honorary doctorate

fahri doktorluk

honorary member

onur üyesi

honorary office

fahri görev

honorary secretary

onursal sekreter

honorary

1.(üniversite, iş, vb.) şeref payesi olarak verilmiş, onursal, 2.fahri

honour

1.onur, şeref, 2.saygı, saygıdeğerlik, itibar, 3.onur vermek, şereflendirmek, 4.(bono, çek, vb.) kabul edip ödemek

honourable

namuslu, onurlu, saygıdeğer, saygın

honours

honours

1.mezuniyet derecesi, 2.şeref payesi

hooch

içki, alkollü içecek

hood lock

kaput kilidi, kaput mandalı

hood

1.kukuleta, kapişon, başlık, 2.Aİ, kaput

hooded crow

leş kargası

hooded

1. başlıklı, kapşonlu, 2. başlığa benzeyen, 3. ibikli

hoodlum

külhanbeyi, kabadayı, serseri

hoodoo

1. uğursuz kimse/şey, 2. uğursuzluk getirmek, uğursuzlaştırmak

hoodwink

kandırmak, aldatmak

hooey

zırva

hoof it

yaya gitmek, dans etmek

hoof

toynak

hoofed

toynaklı

hooha

yaygara

hook and eye

1. erkek ve dişi kopça, 2. kanca ve gözü

hook bolt

çengelli cıvata, kancalı cıvata

hook up

kancaya bağlamak, birleştirmek

hook

1.çengel, kanca, 2.olta iğnesi, 3.kopça, 4.orak, 5.(boks) dirsek, 6.olta ile tutmak, 7.çengellemek, asmak

hook-and-eye hinge

çengelli menteşe

hook-nosed

gaga burunlu

hooka

nargile

hooked

1.çengel biçiminde, çengel ..., 2.(uyuşturucuya) müptela, 3.(bir şeye) düşkün, hasta, meraklı, tutkun

hooker

1. tek direkli balıkçı gemisi, 2. fahişe, orospu

hookup

bağlantı, birbirine bağlama

hookworm

kancalıkurt

hooky

mektep kaçağı

hooligan

serseri, kabadayı

hoop iron

çember demiri

hoop

çember

hooped

hooped

çemberli, kasnaklı

hooper

fıçıcı, kasnakçı

hoopoe

1. çavuşkuşu, ibibik, 2. hüthüt

hooray

bkz. hurray

hoosegow

hapishane

hoot owl

baykuş

hoot

(at/with ile), ötmek, öttürmek, baykuş sesi, otomobil ya da vapur kornası sesi, yuhalama

hooter

1.siren, düdük, 2.paydos düdüğü

hoover

1.elektrikli süpürge, 2.elektrikli süpürgeyle temizlemek

Hop it

1. Bas git!, 2. çekip gitmek, 3. gidivermek

hop the twig

kuyruğu titretmek

hop

1.tek bacak üstünde zıplamak, sekmek, 2.sıçramak, hoplamak, 3.sıçrama, zıplama, sekme, 4.uçak yolculuğu, 5.şerbetçiotu

hope

1.umut etmek, ummak, 2.umut, ümit

hopeful

umut verici, umutlandırıcı, umutlu

hopefully

1.umut verici bir biçimde, umut vererek, 2.umarım, inşallah

hopefulness

ümit verici durum, umutluluk

hopeless

1.umutsuz, ümitsiz, 2.yararsız, boşuna, işe yaramaz, 3.yeteneksiz, beceriksiz, kötü

hopomythumb

cüce

hopper closet

su depolu tuvalet

hopper

1. doldurma hunisi, 2. çamur ve çöp mavnası, silo

hopping mad

çok sinirli, kudurmuş

hopple

engel

hopscotch

seksek oyunu

horde

kalabalık, sürü

horehound

köpekayası

horizon

ufuk, çevren

horizontal antenna

yatay anten

horizontal flyback

satırbaşı yapma

horizontal growing

yatay büyüme

horizontal line

horizontal line

yatay çizgi, ufki hat

horizontal plane

yatay düzlem

horizontal scanning

yatay tarama

horizontal size

yatay uzunluk, genişlik

horizontal velocity

yatay hız

horizontal

yatay, düz

hormonal

hormonal, hormonla ilgili

hormone

hormon

horn antenna

koni anten

horn button

klakson düğmesi, korna düğmesi

horn in

bir işe burnunu sokmak

horn loudspeaker

koni hoparlör

horn of plenty

bolluk sembolü

horn

1.boynuz, 2.korna, klakson, 3.boru

hornbeam

gürgen

hornbook

çocuk alfabesi

horned toad

üstü boynuz gibi kertenkele

horned

boynuzlu

hornet

eşekarısı

hornpipe

gemici dansı

horny

1.sert ve kaba, 2.abaza, azgın, azmış

hornyhanded

elleri nasırlanmış

horologe

saat

horologer

saatçi

horoscope

yıldız falı, burç

horrendous

korkunç

horrible

1.korkunç, 2.berbat, rezil, iğrenç, korkunç

horribleness

korkunçluk, dehşet

horribly

korkunç bir şekilde, iğrenç olarak, pek çok

horrid

horrid

1.kaba, çirkin, iğrenç, 2.korkunç, 3.berbat

horridness

1. dehşet, 2. iğrençlik

horrific

korkunç

horrification

dehşete düşme

horrify

korkutmak, dehşete uğratmak

horror film

korku filmi

horror

korku, dehşet

hors d'oeuvre

ordövr, meze, çerez

hors de combat

savaş dışı, saf dışı

horse around

dalga geçmek

horse bean

bakla

horse chestnut

atkestanesi

horse mackerel

istavrit, orkinos, tonbalığı

horse opera

kovboy filmi

horse play

eşek şakası

horse racing

at yarışı

horse sense

sağduyu

horse

1.at, beygir, 2.atlama beygiri

horse-dealer

at satıcısı

horse-racing

at yarışı

horseback

at sırtı

horseblock

binektaşı

horsebox

atların taşıdığı römork

horsebreaker

at terbiyecisi

horsecloth

at çulu

horseflesh

at eti

horsefly

atsineği

horsehair

at kılı

horselaugh

kaba kahkaha

horseleech

horseleech

at kenesi

horseman

atlı, binici

horsemanship

binicilik

horseplay

gürültülü/hoyratça davranış, eşek şakası

horsepower

beygirgücü

horseradish

yabanturpu, karaturp

horseshoe arch

atnalı kemer

horseshoe

at nalı, nal

horsetail

at kuyruğu

horsewhip

1. kamçı, 2. kamçılamak

horsewoman

kadın binici

horst

horst

horsy

1.at, at yarışı hastası, atlara düşkün kimse, 2.at gibi

hortative

1. öğütleyici, 2. yüreklendirici

hortatory

teşvik edici

horticultural crops

bahçe ve bağ ürünleri

horticultural

bahçıvanlıkla ilgili

horticulture

bahçecilik, bahçıvanlık

hose clip

hortum kelepçesi

hose company

itfaiye teşkilatı

hose reel

hortum makarası

hose trading

sıkı pazarlık

hose

1.su hortumu, hortum, 2.ç. (külotlu) çorap, 3.hortumla sulamak, hortum tutmak

hoses

1. çorap, 2. külotlu çorap

hosier

1. çorap/erkek iç çamaşırı satıcısı, 2. çorapçı

hosiery

çoraplar, iç çamaşırı

hospice

darülaceze, imarethane

hospitable

konuksever, misafirperver

hospital

hastane

hospitality

hospitality

konukseverlik

hospitalization

hastaneye yatırma

hospitalize

hastaneye yatırmak, hastaneye kaldırmak

hospodar

voyvodo

host computer

ana bilgisayar

host country

ev sahibi ülke

host

1.ev sahibi, mihmandar, konukçu, 2.hancı, otelci, 3.takdimci, sunucu, 4.evsahipliği yapmak, konuk ağırlamak, 5.çok sayı

hostage

tutsak, rehine

hostel

yurt, öğrenci yurdu

hostelry

han, otel, konakçı

hostess

1.ev sahibesi, 2.hostes, 3.konsomatris

hostile

1.düşmanca, düşman, 2.düşmana özgü, düşmana ait, düşman

hostilities

savaş

hostility

1.düşmanlık, kin, 2.ç. savaş

hostler

seyis

hot air

1. sıcak hava, 2. boş laf, anlamsız konuşma, hava cıva

hot blast stove

sıcak hava fırını

hot dog

sıcak sosisli sandviç

hot foot it out of somewhere

bir yerden çekip gitmek

hot harm a hair of sb's birinin kılına bile dokunmamak head hot line

kırmızı hat

hot money

sıcak para

hot pants

çok kısa kadın şortu

hot pepper

çok acı biber

hot plate

kızgın levha, ısıtma ocağı, ısıtıcı

hot pot

güveç

hot rod

hızlı yarış otomobili

hot saw

sıcak testere

hot seat

elektrikli sandalye

hot spot

kızgın nokta

hot spring

kaplıca

hot under the collar

kızgın, kızışmış, kavgaya hazır

hot up

hareketlenmek, kızışmak

hot water boiler

sıcak su kazanı

hot water bottle

sıcak su torbası

hot water

sıcak su

hot wave

sıcak dalgası

hot well

sıcak su deposu

hot wire

kızgın tel

hot

1.sıcak, 2.biberli, acı, 3.(haber) sıcak, taze, 4.şehvetli, ateşli, azgın, 5.bilgili, ilgili

hot-blooded

1. ihtiraslı, tutkulu, 2. hiddetli, öfkeli, atılgan

hot-cathode tube

sıcak katotlu tüp

hot-press

1. sıcak pres, 2. ütülemek

hot-short

sıcak tez, sıcakta kırılır

hot-shortness

sıcak tezlik, sıcakta kırılırlık

hot-water bottle

sıcak su şişesi

hot-work

sıcak işlemek

hot-working

sıcak işleme, haddeleme

hotbed

(kötülük) yuvası, batak

hotchpotch

karmakarışık şey

hotel management

otel işletmeciliği

hotel manager

otel müdürü

hotel

otel, konakçı

hotelier

otelci, otel sahibi

hotfoot

hızlı hareket etmek, gazlamak

hothead

düşünmeden hareket eden kimse, aceleci

hothouse

limonluk, ser, çamlık

hotly

1.öfke ve kaba kuvvetle, kızgınlıkla, 2.yakından ve hevesle

hotness

sıcaklık, hararet

hotplate

ocak üzerindeki metal yüzey

hound

1.av köpeği, tazı, 2.peşini bırakmamak, izlemek

hound's-tongue

köpekdili

hour circle

saat dairesi

hour hand

akrep (saat)

hour wheel

saat çarkı

hour

saat

hourglass

kum saati

houri

huri

hourly rate

saat ücreti

hourly

(olaylar, vb.) her saat ya da saatte bir

hours worked

çalışılan saatler

house agent

emlakçı

house arrest

evde göz hapsi

house dog

ev köpeği

house of cards

başarı olasılığı az plan

House of Commons

Avam Kamarası

house of correction

ıslahevi

house of detention

tutukevi

house of God

1. tapınak, ibadethane, 2. cami

house of ill repute

genelev

House of Lords

Lordlar Kamarası

House of Representatives

Temsilciler Meclisi

house trap

lağım sifonu

house

1.ev, 2.ev halkı, aile, 3.meclis, kamara, 4.barındırmak

house-proud

aşırı titiz, temizlik delisi

house-trained

house-trained

tuvaletini dışarıda yapmaya eğitilmiş

houseboat

yüzen ev

housebound

(hastalık nedeniyle) eve bağlı, evden çıkamayan, yatalak

houseboy

erkek hizmetçi

housebreaker

ev hırsızı

housebreaking

ev hırsızlığı

housebroken

bkz. house-trained

housefly

karasinek

houseful

ev dolusu

household chore

(gündelik) ev işi

household name

herkesçe bilinen kimse

household word

hergün kullanılan kelime

household

1.ev halkı, 2.household name/word // herkesçe bilinen şey/kimse

householder

ev sahibi, bir evden sorumlu olan kimse, evi yöneten kimse

housekeeper

evi yöneten kimse, kahya

housekeeping operation hazırlık işlemi housekeeping

ev idaresi

houseleek

damkoruğu

housemaid

orta hizmetçisi

housemaid's knee

dizkapağı iltihabı

houseman

stajyer doktor

housemaster

yatılı okulda yönetici öğretmen

housetop

dam

housewares

kap kacak

housewarming

yeni eve taşınanlar tarafından dostlarına verilen parti

housewife

ev kadını

housework

ev işi

housing cooperative

yapı kooperatifi

housing credit

konut kredisi

housing estate

housing estate

site, toplu konutlar

housing famine

konut kıtlığı

Housing Fund

Konut Fonu

housing shortage

konut noksanlığı, konut bunalımı

housing

1.barınak, barınacak yer, iskan, 2.bir makinenin bölümlerini koruyan çerçeve ya da levha

hovel

mezbele, ahır gibi ev

hover

1.(over/around ile) havada belli bir noktada durmak, 2.bekleyip durmak

hovercraft

hoverkraft

how about it?

Ne dersiniz?

how about

ne dersin?, -den ne haber?, ya?

How are things?

Nasıl gidiyor?, işler nasıl?

How are you?

Nasılsınız?

how come

nasıl olur, nasıl oldu da

How do you do?

tanıştığımıza memnun oldum

how far

ne kadar uzakta?, nereye kadar?

How is it going?

Ne var ne yok?, işler nasıl gidiyor?

How is things?

Nasıl gidiyor?, işler nasıl?

How long

ne kadar zamandır

how many

kaç tane

How much

1. ne kadar, 2. kaç para

How old are you?

Kaç yaşındasın(ız)?

How so?

Niçin?

How then

Bu da ne demek?

how

1.nasıl, 2.ne kadar, 3.ne kadar, nasıl da, 4.hangi yolla, nasıl

howbeit

bununla birlikte

however

1.her nasıl, nasıl, 2.ne derecede, ne kadar, 3.bununla birlikte, yine de, 4.(hayret belirtir) nasıl olurda, nasıl, ne şekilde

howitzer

havan topu

howl down

yuhalayarak susturmak

howl

1.ulumak, inlemek, 2.uluma, inleme, inilti

howler

howler

uluyan hayvan, bağıran kimse, gülünç hata

howling monkey

uluyan maymun

howling

1. uluyan, inleyen, 2. kasvetli

howsoever

her nasıl olursa olsun

hoy

mavna, salapurya

hoyden

kaba kız, erkek Fatma

hub flange

göbek flanşı

hub

1.tekerlek göbeği, 2.hareket ya da önem merkezi

hubble-bubble

nargile, karışıklık, gürültü

hubbub

gürültü

hubby

koca

hubcap

jant kapağı

hubris

1. aşırı gurur, 2. gururlanma

huckaback

havluluk kumaş

huckle berry

yaban mersini

huckle

1. kalça, 2. but

hucklebone

1. kalça kemiği, 2. aşık kemiği

huckster

1. seyyar satıcı, madrabaz, 2. seyyar satıcılık yapmak

huddle

1.bir araya sıkışmak, birbirine sokulmak, toplanmak, 2.birbirine sokulmuş insanlar, 3.düzensiz ve karışık toplanmış eşya, yığın

hue and cry

gürültü, velvele, yaygara, kuru gürültü

hue

renk

hued

renkli

huff

huysuzluk, dargınlık

huffiness

öfke, kızgınlık

huffing and puffing

oflaya puflaya

huffy

1. kolay öfkelenir, öfkeli, 2. dargın, içerlemiş

hug the wind

rüzgâra karşı gitmek

hug

1.sevgiyle sarılmak, sıkıca kucaklamak, bağrına basmak, 2.yakınından geçmek, 3.sarılma, kucaklama, bağrına basma

huge

iri, çok büyük, kocaman, büyük

hugely

hugely

çok

hugeness

irilik, kocamanlık, büyüklük

hugger-mugger

1. karışıklık, düzensizlik, 2. gizlilik, sır tutma

huggermugger

1. gizli, 2. gizli tutmak

huh

Hay Allah!

hulk up

hantal bir şekilde doğrulmak

hulk

gemi enkazı

hulking

ağır, hantal, iri

hull policy

kasko poliçesi

hull

1.gemi omurgası, geminin tekne kısmı, 2.kabuğunu ya da çanağını çıkarmak

hullabaloo

gürültü, velvele, yaygara

huller

kabuk soyma makinesi

hullo

bkz. hello

hum and haw

evelemek gevelemek

hum

1.vızıldamak, 2.(şarkı) mırıldanmak, 3.canlanmak, hızlanmak

human being

insan, insanoğlu

human capital

beşeri sermaye

human manure

insan gübresi

human race

1. insan ırkı, 2. insanoğlu

human resources

insan kaynakları

human rights

insan hakları

human

1.insana ilişkin, insani, insan ..., 2.insancıl, insanca, insan gibi, insani, 3.insan

humane studies

beşeri ilimler

humane

insancıl, sevecen, uygar

humaneness

insanlık, şefkat, merhamet

humanism

hümanizm, insancılık

humanist

hümanist, insancı, insancıl

humanitarian

iyilik seven, yardımsever, insancıl (kimse)

humanitarianism

hayırseverlik

humanities

humanities

(yazın, dil, tarih, vb.) konusu insan olan bilimler

humanity

insanlık

humanization

1. insancıllaşma, 2. insanlaştırma

humanize

insanlaştırmak, insancıllaştırmak

humankind

beşeriyet

humanly

insan gücü yettiğince, insanın elinden geldiğince

humble

1.alçak gönüllü, gösterişsiz, 2.önemsiz, sıradan, 3.fakir, 4.(rütbe, vb.) düşük, alt, 5.gururunu kırmak, alçaltmak

humbleness

alçakgönüllülük

humbug

1.saçmalık, 2.nane şekeri

humdrum

sıradan, tekdüze, monoton, yavan

humectant

nemlendirici

humerus

pazı kemiği, karaca kemiği, üst kol kemiği

humic acid

humik asit

humic

humik

humid

(hava) nemli, yaş

humidification

nemlendirme, rutubetlendirme

humidifier

nemlendirici

humidify

nemlendirmek

humidistat

nem ayarlayıcı, nemdenetir

humidity

havadaki nem, nem oranı

humiliate

gururunu kırmak, utandırmak, rezil etmek, küçük düşürmek, bozmak

humiliating

alçaltıcı, küçük düşürücü

humiliation

1. kibrini kırma, rezil etme, 2. utandırma

humility

alçakgönüllülük, tevazu

humming noise

uğultu

humming

1. vızıldayan, uğuldayan, 2. mırıldanan, kuvvetli

hummock

yuvarlak tepe, tümsek yer

humor

bkz. humour

humoral

vücut sıvılarıyla ilgili

humoresque

humoresque

kapris

humorist

1.şakacı kimse, 2.güldürü yazarı

humoristic

şakacı, nükteli

humorous

komik, gülünç, güldürücü

humorousness

şakacılık

humour

1.gülünçlük, komiklik, 2.mizah, güldürü, 3.mizaç, huy, 4.eğlendirmek, güldürmek, istediğini yerine getirmek, gönlünü yapmak

hump

1.kambur, 2.hörgüç, 3.tümsek, 4.sırtta taşımak

humpback

kambur

humped

1. kamburu olan, 2. tümsekli

humpy

girintili çıkıntılı, tümsekli, hörgüçlü

humus

kara toprak, humus

hunch

1.önsezi, 2.(gövdeyi) eğmek, bükmek, kamburlaştırmak

hunchback

kambur

hundred percent

yüzde yüz

hundred

yüz

hundreds of

yüzlerce

hundredth

yüzüncü

Hungary

Macaristan

hunger for

çok istemek, -e acıkmak

hunger march

açlık yürüyüşü

hunger strike

açlık grevi

hunger

1.açlık, 2.yiyecek kıtlığı, 3.şiddetli istek

hungry

1.aç, 2.acıktırıcı

hunk

(özellikle yiyecek) iri parça

hunkydory

en üstün, kaliteli

hunt up

1. arayıp bulmak, 2. aramak

hunt

1.avlamak, 2.araştırmak, aramak, 3.avlanma, av

hunter

avcı

hunting box

avcı kulübesi

hunting case

hunting case

madeni saat kapağı

hunting dog

av köpeği

hunting knife

av bıçağı

hunting season

av sezonu

hunting seat

av köşkü

hunting

1. avcılık, avlanma, 2. arama, araştırma

huntress

kadın avcı

huntsman

avcı

hurdle

1.engel, çit, 2.aşılması gereken güçlük, engel, 3.engel atlamak

hurdy-gurdy

latarna

hurl

fırlatmak, fırlatıp atmak

hurly-burly

gürültü, kargaşa, har gür

hurrah

bkz. hurray

hurray

yaşa!, hurra!

hurricane deck

üst güverte

hurricane lamp

gemici feneri, rüzgâr feneri

hurricane

kasırga

hurried

telaşla yapılmış, aceleyle yapılmış, acele

hurriedly

acele ile, çabucak

hurry up

1. hızlanmak, acele etmek, 2. hızlandırmak

hurry up!

Acele et!, Çabuk ol!

hurry

1.acele etmek, 2.acele ettirmek, 3.aceleyle gitmek/göndermek, 4.acele, telaş

hurry-scurry

telaş, acele

hurst

orman, ağaçlık

hurt

1.acıtmak, incitmek, 2.acımak, incinmek, 3.kırmak, incitmek

hurtful

acı veren, incitici, zararlı

hurtle

hızla hareket etmek, fırlamak

husband

koca, eş

husbandman

çiftçi

husbandry

husbandry

çiftçilik, ziraatçilik

hush money

sus payı

hush up

gizli tutmak, örtbas etmek

hush

1.susmak, 2.susturmak, 3.sessizlik

hush-hush

gizli, örtülü

Hush!

Susun!

Hushaby!

Haydi uyu!, Uyu yavrum!

hushed

sessiz, sakin, durgun

husk

(bitki) dış yapraklar, kabuk

huskily

boğuk sesle

husks

döküntü, telef

husky

1.(ses) kısık, boğuk, 2.Eskimo köpeği, kızak köpeği

hussy

edepsiz, civelek, aşüfte

hustings

oy toplamak için yapılan konuşmalar, seçim nutku

hustle up

yapıvermek

hustle

1.itip kakmak, acele ettirmek, 2.acele etmek, 3.(into ile) aceleyle ikna etmek, kandırmak, 4.itişip kakışma, acele, telaş, hummalı faaliyet

hustler

hileli satış yapan kimse, dolandırıcı, kazıkçı

hut

kulübe

hutch

kafes, küçük hayvan kafesi

hutment

1. kamp, 2. karargâh

hyacinth

sümbül

hyaena

bkz. hyena

hyaline

camsı, saydam, şeffaf

hyalite

1. hiyalit, 2. şeffaf opal

hyaloid

cam gibi şeffaf, saydam

hybrid coil

melez bobin

hybrid computer

karma bilgisayar

hybrid language

melez dil

hybrid

melez

hybridism

hybridism

melezlik, melezleşme, melezleştirme

hybridization

1. melezleme, 2. melezleştirme, melez olma

hybridize

1. melezleştirmek, 2. melezleşmek

hydantoin

hidantoin

hydra

hidra, suyılanı

hydra-headed

çok başlı, yok edilmesi güç

hydrangea

ortanca

hydrant

yangın musluğu

hydrastine

hidrastin

hydrastinine

hidrastinin

hydrate

1. hidrat, 2. hidratlamak

hydration

hidratlama

hydraulic brake

hidrolik fren

hydraulic circuit

hidrolik devre

hydraulic cylinder

hidrolik silindir

hydraulic engine

hidrolik motor

hydraulic fluid

hidrolik sıvı

hydraulic lift

1. hidrolik kaldırıcı, 2. hidrolik yük asansörü

hydraulic motor

hidrolik motor

hydraulic oil

hidrolik yağı

hydraulic piston

hidrolik piston

hydraulic press

hidrolik pres

hydraulic system

hidrolik sistem

hydraulic valve

hidrolik supap

hydraulic

hidrolik, su basınçlı

hydraulics

hidrolik bilimi

hydrazide

hidrazit

hydrazine

hidrazin

hydrazone

hidrazon

hydric

hydric

hidrojenli

hydride

hidrit

hydro

(önek) hidro, suyla ilgili

hydro-extract

suyunu almak, santrifüjlemek

hydroacoustic

hidroakustik

hydroaromatic

hidroaromatik

hydrobiology

hidrobiyoloji

hydroblasting

su fışkırtma

hydroboron

hidroboron

hydrocarbon

hidrokarbon

hydrocarbonate

hidrokarbonat

hydrocellulose

hidroselüloz

hydrocephalous

beyinde su toplanmasına ait

hydrochloric acid

hidroklorik asit, tuzruhu

hydrochloric

1. hidroklorik, 2. klorhidrik

hydrochloride

hidroklorür

hydroclassifier

hidroklasifikatör, sulu kümeleyici

hydrocortisone

hidrokortizon

hydrocracking

hidrokraking

hydrocyanic acid

hidrosiyanik asit, prusik asit

hydrodynamic brake

hidrodinamik fren

hydrodynamic

hidrodinamik

hydrodynamics

hidrodinamik

hydroelectric plant

hidroelektrik santralı

hydroelectric power plant

hidroelektrik santralı

hydroelectric power station

hidroelektrik santralı

hydroelectric

hidroelektrik

hydrofoil

kızaklı bot

hydrogen bomb

hidrojen bombası

hydrogen bond

hidrojen bağı

hydrogen electrode

hidrojen elektrotu

hydrogen ion concentration

hidrojen iyonu konsantrasyonu

hydrogen ion

hidrojen iyonu

hydrogen peroxide

oksijenli su

hydrogen

hidrojen

hydrogenate

hidrojenle birleştirmek

hydrogenation

hidrojenleme, hidrojenasyon

hydrogenize

hidrojenlemek

hydrogenous

hidrojenli

hydrogeology

hidrojeoloji

hydrograph

hidrograf

hydrographer

deniz haritacısı

hydrography

1. hidrografya, subilgisi, 2. hidrografi

hydrologic cycle

su devri, su çevrimi

hydrologic

hidrolojik, subilimsel

hydrology

hidroloji, subilim

hydrolyse

hidrolizlemek

hydrolysis

hidroliz

hydrolytic

hidrolitik, hidrolizle ilgili

hydrolyze

hidrolizlemek

hydromechanics

hidromekanik

hydrometeorology

hidrometeoroloji

hydrometer

1. areometre, hidrometre, 2. su sayacı

hydronium

hidronyum

hydropathic

hidropatik

hydrophile

hidrofil, susever

hydrophilic

hidrofil, susever

hydrophilous

sucul, hidrofil

hydrophily

hidrofili, suseverlik

hydrophobia

kuduz

hydrophobic

hidrofob, susevmez

hydrophoby

hidrofobi, susevmezlik

hydrophone

hidrofon

hydrophyte

hidrofit, su bitkisi

hydroplane

su yüzeyinde hızla giden deniz motoru

hydroponics

topraksız bitki yetiştirme

hydroquinone

hidrokuinon

hydroscope

hidroskop

hydrosol

hidrosol

hydrosphere

hidrosfer, suküre

hydrostatic pressure

hidrostatik basınç, su basıncı

hydrostatic

hidrostatik

hydrostatics

hidrostatik

hydrosulphide

hidrosülfür

hydrosulphite

hidrosülfit

hydrosulphuric acid

hidrosülfürik asit

hydrosulphuric

hidrosülfürik

hydrosulphurous acid

hidrosülfür asit

hydrosulphurous

hidrosülfür

hydrotherapy

su tedavisi

hydrothermal synthesis hidrotermal sentez hydrothermal

hidrotermal

hydrotropism

hidrotropizm, suyayönelim

hydrous

sulu

hydroxide

hidroksit

hydroxyl

hydroxyl

hidroksil

hydroxylamine

hidroksilamin

hydroxylation

hidroksilleme

hydroxyproline

hidroksiprolin

hyena

sırtlan

hyetograph

hiyetograf

hyetography

hiyetografi

hygiene

1.sağlık bilgisi, 2.temizlik

hygienic

1.sağlıklı, hijyenik, sağlıksal, 2.temiz

hygienist

sağlıkbilimci

hygristor

higristör

hygro-

(önek) rutubetli, nemli

hygrogram

higrogram

hygrograph

rutubet yazıcı

hygrometer

nemölçer, higrometre

hygrometry

higrometri, nemölçüm

hygroscope

higroskop, nemgözler

hygroscopic

higroskopik, nemçeker

hygrostat

higrostat, nemdenetir

hymen

kızlık zarı

hymenoptera

zarkanatlılar

hymn

ilahi

hymnal

ilahi kitabı

hymnody

ilahi okuma, ilahiler

hyoid

dil kemiği

hypaethral

damsız

hype up

uyarmak

hype

1. şırınga, iğne, 2. uyuşturucu tutkunu, 3. aldatmaca, 4. aldatmak, dolandırmak

hyper-

1. (önek) hiper, 2. aşırı, yukarı, dışında, üstünde

hyperbola

hyperbola

hiperbol

hyperbole

abartma, büyütme

hyperbolic function

hiperbolik fonksiyon

hyperbolic

hiperbolik

hyperboloid

hiperboloit

hypercube

hiperküp, aşırıküp

hypereutectic

hiperötektik

hypereutectoid

hiperötektoid

hyperfocal

hiperfokal

hyperinflation

hiperenflasyon, aşırı enflasyon

hypermarket

içinde her türlü eşya satılan büyük alışveriş merkezi

hypermetropia

hipermetropluk

hyperon

hiperon

hyperphysical

doğaüstü

hyperplane

hiper düzlem, aşırıdüzlem

hypersensitive

aşırı duyarlı, duygulu

hypersonic

hipersonik, sesten hızlı

hypertape

hiperteyp

hypertension

hipertansiyon, yüksek tansiyon

hypertrophy

1. (organ için) irileşme, 2. fazla yemekten şişmanlık

hyphen

kısa çizgi, tire

hyphenate

tire ile birleştirmek

hypnosis

hipnoz

hypnotic

1. hipnotizmayla ilgili, 2. uyutucu, 3. hipnotizma durumu, 4. uyutucu madde

hypnotism

hipnotizma, bayıma

hypnotist

hipnotizmacı

hypnotization

hipnotizma etme

hypnotize

hipnotize etmek

hypo-

(önek) aşağı, alt, daha az

hypocentre

hypocentre

içmerkez, deprem ocağı

hypochlorite

hipoklorit

hypochlorous acid

hipokloröz asit

hypochlorous

hipokloröz

hypochondria

1. hipokondri, hastalık kuruntusu, 2. karasevda

hypochondriac

hastalık hastası

hypocotyl

hipokotil

hypocrisy

ikiyüzlülük

hypocrite

ikiyüzlü

hypocritical

ikiyüzlü

hypocycloid

hiposikloit, iççevrim eğrisi

hypodermic injection

1. deri altına zerk, 2. enjeksiyon

hypodermic needle

deri altı iğne

hypodermic syringe

deri altı şırıngası, iğne

hypodermic

1.iğne, şırınga, 2.deri altı ile ilgili

hypoeutectic

hipoötektik

hypoeutectoid

hipoötektoid

hypoglycaemia

hipoglisemi, kanşeker azlığı

hypoid

hipoit

hypophosphorous

hipofosforöz

hypophysis

hipofiz bezi

hypostasis

temel, esas

hypostyle

hipostil

hyposulphite

hiposülfit

hyposulphuric acid

hiposülfürik asit

hyposulphuric

hiposülfürik

hyposulphurous acid

hiposülfüröz asit

hyposulphurous

hiposülfüröz

hypotension

hipotansiyon, düşük tansiyon

hypotenuse

hypotenuse

hipotenüs

hypothalamus

hipotalamus

hypothec

ipotek, rehin

hypothecary value

ipotek değeri

hypothecary

ipotekli, rehinde

hypothecate

ipotek etmek, rehin olarak vermek

hypothecated asset

ipotekli varlık

hypothecated

ipotek edilmiş

hypothecation

ipotek etme, rehin bırakma

hypothenuse

hipotenüs

hypothermia

vücut ısısının normalin altına düşmesi, hipotermi

hypothesis

hipotez, varsayım

hypothesize

hipotez kurmak, sanmak

hypothetical

varsayımlı, varsayıma dayanan

hypotonic

hipotonik

hypoxia

hipoksi

hypso-

(önek) yükselti

hypsometer

hipsometre

hyssop

zufa otu, çördük

hysterectomy

rahmin ameliyatla alınması

hysteresis cycle

histerezis çevrimi

hysteresis loop

histerezis çevrimi

hysteresis

histerezis

hysteria

1.isteri, 2.aşırı coşku, büyük heyecan, curcuna

hysterical

1.isterik, 2.(duygular) kontrolsuz, coşkun

hysterics

isteri krizi

I beg your pardon

1. affedersiniz, 2. efendim!

I bet

bahse girerim ki, eminim ki

I daresay

sanırım, galiba

I fear

I fear

korkarım, korkarım ki

I hope so

umarım öyle olur

I see

anlıyorum

I should like

istiyorum, isterim

I should think

sanırım, herhalde

I'm afraid

korkarım (ki), maalesef

I'm easy

1. bence sakıncası yok, 2. uyar

I'm much obliged to you

Size minnettarım

Iberian

ispanya ve Portekizle ilgili

Iceland spar

izlanda necefi

Iceland

izlanda

Icelander

izlandalı

Icelandic

1. izlandaya ait, 2. izlanda dili

Iconium

Konya'nın eski ismi

If I only knew!

Keşke bilseydim

If you don't mind

sizce bir sakıncası yoksa

Iliad

uzun hikâye

In that

1. cihetiyle, 2. -dığı için, çünkü, 3. madem ki

Indeed!

Öyle mi?, Allah Allah!, Ya!

India ink

çini mürekkebi

India rubber

doğal kauçuk, lastik

India

1. Hindistan, 2. Hindistan

Indian file

tek sıra (yürüyüş)

Indian hemp

hintkeneviri

Indian Ocean

Hint Okyanusu

Indian summer

pastırma yazı

Indian

1.Hintli, Hint

Indies

Doğu/Batı Hint Adaları

Indonesia

Indonesia

Endonezya

Indonesian

Endonezyalı

International Committee of Red Cross

Uluslararası Kızılhaç Komitesi

International Court of Uluslararası Adalet Divanı Justice International Law

1. Devletler Hukuku, 2. devletler hukuku

International Monetary Uluslararası Para Fonu Fund Ionian Islands

Yunan adaları, Yedi Adalar

Ionian

iyonyalı

Ionic

iyonik

IOU

borç senedi

Iranian

iranlı

Iraqi

Iraka ait, Iraklı

Ireland

irlanda

Irish

1. irlandaya ait, irlandaca, 2. irlandalı

Iron Age

demir çağı

Islam

İslam, İslamiyet

Islamic

islam'a ait

Israel

israil

Israeli

israilli

Israelite

Yahudi

It depends

duruma göre değişir, belli olmaz

It doesn't matter a brass farthing

Vız gelip tırıs gider

It doesn't matter

Önemi yok

It is all the same to me

Benim için hiç fark etmez

It serves him right!

Bunu hak etti!

It's all one to me

It's all one to me

Benim için fark etmez

It's very kind of you

Çok naziksiniz

It's water under the bridge

köprünün altından çok su geçti

Italian

italyalı, italyan

Italy

italya

iambic

iki heceli vezin türü

ibidem

önceden sözü edilen yerde

ibis

ibis, mısırturnası

ice age

buzul çağı

ice axe

buz baltası

ice cascade

buz çağlayanı

ice cave

buz ini, buzluk

ice cream

dondurma

ice creeper

buz nalçası

ice field

buzla

ice fog

buz sisi

ice hockey

buz hokeyi

ice house

buzhane, buz deposu

ice machine

buz yapma makinası

ice mantle

buz örtüsü

ice pack

buz torbası, buz kesesi, buz birikintisi

ice pick

buz kıracağı

ice plant

buzhane, buz fabrikası

ice point

donma noktası, buzlanma noktası

ice sheet

buz örtüsü

ice

1.buz, 2.dondurma, 3.dondurmak, buzla soğutmak, 4.buzla kaplamak, 5.kek, vb. üzerini şekerle kaplamak

ice-cold

buz gibi

ice-free

1. buz tutmaz, 2. buzsuz

ice-house

ice-house

buz deposu

iceberg

buzdağı, aysberg

icebox

1.buzluk, 2.buzdolabı

icebreaker

buzkıran

icecap

buzul, buz örtüsü, buz tabakası

iced

buzlu, buzlanmış

icefall

buz çağlayanı

iceman

buz satıcısı, dondurmacı

ichneumon fly

tırtır

ichneumon

firavunfaresi, yer köpeği

ichor

irin, cerahat

ichthyo-

(önek) balık

ichthyoid

balık gibi

ichthyologist

balıkbilimci

ichthyology

balıkbilim

ichthyophagous

balık yiyen

icicle

saçak buzu, buz salkımı

icily

1. soğuk bir şekilde, 2. soğuk bir tavırla

iciness

soğukluk

icing level

donma seviyesi

icing sugar

pudraşeker

icing

şekerli krema

icon

kutsal kişilerin resmi, ikon

iconoclasm

ikon düşmanlığı

iconoclast

putkıran

iconography

ikonografi

iconology

ikonoloji

iconoscope

ikonoskop

icosahedron

yirmiyüzlü

icterus

icterus

sarılık hastalığı

icy

1.çok soğuk, buz gibi, 2.buzlu

id

id, altben

idea

1.düşünce, fikir, 2.tasarı, plan, öneri, 3.kanı, görüş, kanaat

ideal capacity

ideal kapasite

ideal crystal

ideal kristal

ideal elasticity

ideal esneklik

ideal gas

ideal gaz

ideal point

ideal nokta

ideal solution

ideal çözelti

ideal standard

ideal standart

ideal

1.ideal, mükemmel, kusursuz, 2.yetkin örnek, ideal, 3.ülkü, ideal

idealism

idealizm, ülkücülük

idealist

idealist, ülkücü

idealize

mükemmel olarak görmek

ideate

tasavvur etmek, tasarlamak

idee fixe

sabit fikir, saplantı

idempotent

idempotent, eşgüçlü

identical twins

tek yumurta ikizleri

identical

1.(with/to ile) benzer, benzeş, bendeş, okşar, okşaş, hemen hemen aynı, 2.aynı

identically

1. özdeş olarak, benzer biçimde, 2. aynı şekilde

identification card

kimlik kartı

identification division

tanıtım bölümü

identification signal

tanıtma sinyali

identification

1.tanıma, kimlik saptaması, teşhis, 2.kimlik, hüviyet

identifier

belirleyici, kimlikleyici

identify with

ile bir ilişkisi olduğunu düşünmek, -e bağlamak

identify

1.tanımak, kimliğini saptamak, teşhis etmek, 2.fark gözetmemek, aynı saymak, bir tutmak

identity card

1. kimlik kartı, 2. kimlik cüzdanı

identity unit

identity unit

özdeşlik birimi

identity

1.benzerlik, özdeşlik, 2.kimlik

ideogram

ideogram

ideographic writing

kavramsal yazı, düşün yazı

ideographic

çizimlerle gösteren, kavramsal

ideological

ideolojik

ideologize

ideoloji haline getirmek

ideology

1.ideoloji, düşünyapı, 2.verimsiz düşünce

idest

demek ki

idiocy

aptallık, ahmaklık

idiom

deyim

idiomatic

1.deyimsel, 2.deyimlerle dolu

idiopathic

idyopatik

idiopathy

alerjik hastalık

idiosyncrasy

kişisel özellik

idiot

1.aptal, salak, ahmak, 2.doğuştan geri zekâlı kimse

idiotic

ahmak, budala

idle away time

zaman öldürmek

idle capital

atıl sermaye, işlemiyen sermaye

idle moments

boş zamanlar

idle money

atıl para, işlemeyen para

idle position

rölanti durumu, boşta durum

idle pulley

avara kasnağı

idle running

avara çalışma, boşta çalışma

idle wheel

avara kasnağı

idle

1.işsiz, aylak, 2.tembel, 3.yararsız, sonuçsuz, boş, 4.zaman öldürmek, 5.(motor, vb.) yavaş çalışmak, yavaş gitmek

idleness

işsizlik, tembellik

idler pulley

avara kasnağı

idler

ara tekerleği, avara çark, avara kasnak

idling adjustment

idling adjustment

rölanti ayarı

idling noise

rölanti gürültüsü

idling speed

rölanti devri, rölanti hızı

idling

avaraya alma, boşa alma, boşta çalışma

idly

1.tembelce, 2.aylakça, 3.(motor vb.) boşta

idol

1.put, tapıncak, 2.çok sevilen kimse/şey

idolatress

putperest kadın

idolatrous

1. çok seven, 2. puta tapan

idolatry

puta tapma, putperestlik

idolization

putlaştırma

idolize

putlaştırmak, tapmak

idyl

idil

idyll

idil

idyllic

saf ve sevimli, samimi, zarif

if and only

ancak ve ancak

if desired

arzu edilirse

if he hasn't done it again!

Hay Allah yine aynı şeyi yaptı

if I were you

senin yerinde olsam

if need be

gerekirse

if not

aksi takdirde, değilse, olmazsa

if only

ah bir, ah keşke

if the worst comes to the en kötü aksilik çıksa worst if you please

isterseniz

if

1. eğer, ise, 2. -e rağmen, -sa bile, 3. acaba, -mı, 4. şart

igloo

Eskimo evi

igneous rock

kor kayaç, püskürük kaya

igneous

(kaya) volkanik

ignimbrite

ignimbrit

ignis fatuus

boş gaye

ignite

1.tutuşmak, 2.tutuşturmak

igniter

1. ateşleyici, tutuşturucu, 2. yemleme barutu

ignition charge

tutuşturma payı, ateşleme payı

ignition circuit

ateşleme devresi

ignition coil

ateşleme bobini, indüksiyon bobini

ignition control

ateşleme kontrolü

ignition delay

ateşleme gecikmesi

ignition failure

ateş almama, çalışmama

ignition key

ateşleme anahtarı, kontak anahtarı

ignition lock

ateşleme kilidi

ignition plug

ateşleme bujisi

ignition point

ateşleme noktası

ignition spark

ateşleme kıvılcımı

ignition switch

ateşleme anahtarı, kontak anahtarı

ignition system

ateşleme sistemi

ignition temperature

ateşleme sıcaklığı

ignition timing

ateşleme ayarı, avans değişimi, öndeleme değişimi

ignition trouble

ateşleme arızası

ignition tube

tutuşturma deney tübü, ateşleme borusu

ignition voltage

ateşleme gerilimi

ignition

1.tutuşma, tutuşturma, 2.ateşleme, kontak

ignitron

ignitron

ignoble

1.alçak, rezil, onursuz, şerefsiz, 2.ayıp, yüz kızartıcı

ignominious

1. rezil, aşağılık, 2. yüz kızartıcı

ignominy

alçaklık, rezalet, kepazelik, alçakça davranış

ignoramus

cahil, cahil kimse

ignorance

bilgisizlik, cahillik, cehalet

ignorant

1.bilisiz, bilgisiz, cahil, 2.görgüsüz, kaba, inceliksiz

ignore

aldırmamak, önem vermemek, bilmemezlikten gelmek, görmemezlikten gelmek

iguana

iguana

ikebana

Japon çiçek düzenleme sanatı

ikon

bkz. icon

ileum

kıvrımbağırsak, kıvrık bağırsak

ileus

bağırsak tıkanması

ilex

çobanpüskülü

iliac

kıvrımbağırsağa ait, kalça kemiğine ait

ilium

kalça kemiği

ilk

tür

ill at ease

1. diken üstünde, 2. huzursuz

ill will

1. nefret, kin, 2. kötü niyet, garaz, düşmanlık

ill

1.hasta, 2.kötü, fena, zararlı, 3.kötü biçimde, acımasızca, hoş olmayan bir biçimde, 4.anca, güçlükle, ucu ucuna, 5.kötü şey, kötülük

ill-advised

1. düşüncesiz, akılsız, mantıksız, 2. ihtiyatsız

ill-boding

uğursuz

ill-bred

terbiyesiz, görgüsüz, kaba

ill-disposed

kötü huylu, tertipsiz

ill-fated

1. şanssız, talihsiz, 2. uğursuz, bedbaht

ill-favoured

çirkin

ill-gotten gains

hak edilmemiş kazanç

ill-gotten

yolsuz biçimde kazanılmış

ill-humored

fena huylu, aksi

ill-judged

düşüncesiz, tedbirsiz

ill-mannered

1. kaba, saygısız, 2. terbiyesiz

ill-natured

1. huysuz, ters, kaba, 2. serkeş, aksi, sert

ill-omened

uğursuz, meşum

ill-starred

bahtı kara, talihsiz

ill-timed

1. vakitsiz, 2. yersiz, münasebetsiz, aksi

ill-treat

kötü davranmak, hırpalamak

ill-use

ill-use

kötü muamele etmek, kötü davranmak

illation

sonuç çıkarma, anlam çıkarma

illative

kapalı bir yere girme, giriş durumu

illegal interest

tefeci faizi

illegal price

fahiş fiyat

illegal strike

kanunsuz grev

illegal

yasadışı, yolsuz

illegality

yasadışılık, yolsuzluk

illegibility

okunaksızlık

illegible

okunaksız

illegitimacy

1. yasaya aykırılık, 2. piçlik

illegitimate

1.yasalara aykırı, kurallara aykırı, yolsuz, 2.(çocuk) evlilik dışı doğmuş, gayri meşru

illiberal

1. dar kafalı, bağnaz, 2. kültürsüz, 3. kaba, 4. hasis

illicit money

kara para

illicit

yasaya aykırı, yasadışı, yasak

illimitable

hudutsuz, sonsuz

illiquidity

likidite azlığı

illiteracy

1. cahillik, cehalet, 2. okuma yazma bilmeme

illiterate

okuma yazma bilmeyen

illness

hastalık, sayrılık

illocution

edim söz

illogical

mantığa aykırı, mantıksız

illuminant

aydınlatıcı

illuminate

aydınlatmak, ışıklandırmak

illuminating mirror

aydınlatma aynası

illuminating

aydınlatan

illumination

aydınlatma, ışıklandırma

illuminative

aydınlatıcı

illumine

aydınlatmak

illusion

illusion

1.aldatıcı görünüş, yanlış görüş, yanılsama, 2.düş, kuruntu, hayal

illusionary

aldatıcı, yanıltıcı

illusionist

illüzyonist, gözbağcı

illusive

aldatıcı, asılsız

illusory

1. aldatıcı, 2. asılsız, gerçek olmayan

illustrate

1.(kitap, sözlük, vb.) resimlemek, resimler koymak, 2.örneklerle açıklamak/göstermek

illustrated

resimli

illustration

1.resim, 2.örnek

illustrative

(anlamını) açıklayıcı, aydınlatıcı

illustrator

(kitap, dergi, vb.'de) ressam

illustrious

ünlü

ilmenite

ilmenit

image attenuation

görüntü zayıflaması

image converter

görüntü değiştirici

image distortion

görüntü bozulması

image drop-out

resim kesilmesi

image tube

görüntü tüpü

image

1.imge, hayal, görüntü, 2.izlenim, imaj, 3.kopya, eş, aynı, 4.put, tapıncak

imagery

söz sanatları

imaginable

düşünülebilen, akla gelen, düşlenebilen

imaginal

yetişkin bir böcekle ilgili

imaginary axis

sanal eksen

imaginary number

sanal sayı

imaginary

düşsel, hayali, gerçek olmayan

imagination

1.imgelem, düş gücü, hayal gücü, 2.yaratma gücü, 3.düş, düş ürünü, kuruntu

imaginative

hayal gücü kuvvetli, yaratıcı

imagine

1.imgelemek, hayalinde canlandırmak, hayal etmek, 2.sanmak, düşünmek

imago

imago, ergin böcek

imam

imam

imbalance

imbalance

dengesizlik, oransızlık

imbecile

1.geri zekâlı, embesil, 2.aptal, ahmak, geri zekâlı

imbecility

budalalık, eblehlik, salaklık

imbibe

1.içmek, 2.öğrenmek, kapmak

imbibition

emme

imbricate

üst üste bindirmek

imbrication

üst üste koyma, bindirme

imbroglio

karışık iş, dolambaçlı mesele

imbrue

bulaştırmak, ıslatmak, kirletmek

imbue

(with ile) aşılamak, doldurmak

imidazole

imidazol

imide

imit

iminazole

iminazol

imine

imin

imitability

taklit imkânı

imitable

taklit edilebilir

imitate

1.taklit etmek, öykünmek, 2.örnek almak, 3.benzemek

imitated

taklit, yapma, sahte

imitation astrakhan

astragan taklidi

imitation fur

kürk taklidi

imitation leather

suni deri, yapay deri

imitation

1.taklit, 2.taklit eser, yapma, imitasyon

imitator

taklitçi

immaculate

1.tertemiz, lekesiz, sağlam, yepyeni, 2.kusursuz, tam, mükemmel

immaculateness

lekesizlik

immanence

içkin olma durumu, içkinlik

immanent

1. içkin, 2. her yerde mevcut, hazır ve nazır

immaterial

1.önemsiz, 2.maddi olmayan, tinsel, manevi

immature

olgunlaşmamış, çocukça

immaturity

immaturity

1. gelişmemişlik, hamlık, 2. toyluk

immeasurable

ölçülemez, ölçüsüz

immeasurably small

sonsuz küçük

immediacy

yakınlık, ivedilik, önem

immediate order

hemen emri

immediate payment

peşin ödeme

immediate processing

anında işlem

immediate

1.acele, acil, çabuk, 2.en yakın, 3.şimdiki, hazır

immediately

1.hemen, derhal, bir an önce, 2.-er, -ermez

immemorial

çok eski

immense

uçsuz bucaksız, kocaman, çok geniş

immensely

çok

immensity

genişlik, uçsuz bucaksız olma, sonsuzluk

immerse

1.daldırmak, 2.(kendini bir şeye) kaptırmak

immersed in thought

derin düşüncelere dalmış

immersible

suya daldırılabilir, su altında çalışır

immersion

batırma, daldırma

immigrant population

göçmen nüfus

immigrant worker

göçmen işçi

immigrant

göçmen

immigrate

göç etmek, göçmek

immigration

göç

imminence

yakınlık, yaklaşma

imminent

yakın, yakında olacak

immiscibility

karışmazlık

immiscible

karışmaz

immobile

devinimsiz, durağan, kımıltısız, hareketsiz, sabit

immobility

hareketsizlik, sabitlik

immobilization

sabitleştirme, hareketsiz hale getirme

immobilize

immobilize

devinimsizleştirmek, durağanlaştırmak, hareketsizleştirmek

immoderate

aşırı, ölçüsüz, çok fazla

immodest

1.alçakgönüllülükten yoksun, iyi yönleriyle hava atan, 2.kendini beğenmiş, 3.(giysi) fazla dekolte

immodesty

1. terbiyesizlik, arsızlık, 2. iffetsizlik

immolate

kurban etmek

immolation

kurban etme, kesme

immoral

ahlaka aykırı, ahlaksız, terbiyesiz

immorality

1. edepsizlik, terbiyesizlik, 2. ahlaksızlık

immortal

ölümsüz

immortality

ölümsüzlük

immortalization

ölümsüzleştirme

immortalize

ölümsüzleştirmek

immovability

1. hareketsizlik, sabitlik, 2. metin olma, 3. kararlılık

immovable

kımıldamaz, yerinden oynamaz, değişmez, sabit

immovables

taşınmaz mallar, gayri menkul

immune

1.bağışık, muaf, 2.dokunulmaz

immunity

1.bağışıklık, 2.dokunulmazlık

immunization

1. bağışık kılma, 2. aşı

immunize

bağışıklık kazandırmak, bağışık kılmak

immuno-

(önek) bağışık

immunodeficiency

bağışıklık yetersizliği

immunogen

antijen

immunology

immünoloji, bağışıklıkbilim

immure

hapsetmek

immutability

değişmezlik

immutable

değişmez, kesin, sabit

immutably

değişmeden

imp

1.küçük şeytan, 2.yaramaz çocuk, afacan çocuk, şeytan

impact effect

çarpma etkisi

impact load

impact load

çarpma yükü

impact pressure

darbe basıncı, vuruş basıncı

impact printer

vuruşlu yazıcı

impact resistance

darbe direnci, çarpma dayanıklılığı

impact test

darbe testi, çarpma deneyi

impact

1.çarpma, çarpışma, çarpma şiddeti, 2.güçlü etki, etkileme

impair investment

yatırım kısıtlamasına gitmek

impair

zayıflatmak, zarar vermek

impairment

1. zayıflatma, 2. azalma, eksilme, 3. bozulma, zarar

impale

1.kazığa oturtmak, 2.delip geçmek, delmek

impalpable

kolay kavranılmaz, belirsiz

imparity

eşitsizlik

impark

park içine almak

impart

1.vermek, 2.söylemek, bildirmek, açığa vurmak

impartial

yansız, tarafsız, adil

impartiality

yansızlık, tarafsızlık

impassability

geçit vermezlik

impassable

(yol, vb.) geçilmez, geçit vermez, bozuk

impasse

çıkmaz, içinden çıkılmaz durum

impassible

1. duygusuz, 2. hissiz

impassion

heyecanlandırmak

impassioned

derin duygularla dolu, ateşli, heyecanlı, coşkun

impassive

lakayt, umursamaz, kayıtsız, ruhsuz

impassivity

vurdumduymazlık, aldırmazlık

impaste

yoğurmak, macun kıvamına getirmek

impasto

koyu boya tabakası

impatience

sabırsızlık

impatient

sabırsız

impatiently

sabırsızlıkla, dört gözle

impawn

impawn

rehine koymak, söz vermek

impeach

suçlamak, itham etmek

impeachable

suçlanabilir

impeachment

1. suçlama, itham, 2. reddetme, itiraz, 3. kuşku

impeccable

kusursuz, mükemmel

impecunious

meteliksiz, parasız, züğürt

impedance triangle

empedans üçgeni

impedance voltage

empedans voltajı

impedance

empedans, çeli

impede

engel olmak

impediment

özür, engel, mani

impedimenta

1. levazım, 2. eşya, yük, 3. yürüyüşe engel olan eşya

impedimental

mâni olan

impedor

empedor

impel

zorlamak, sevketmek

impellent

sevk eden, harekete geçiren, sürücü, itici

impeller

1. sevk edici pervane, 2. jet motor kompresörü

impend

1. sarkmak, asılı olmak, 2. tehdit etmek

impendent

olması yakın, yakında gerçekleşecek

impending

olması yakın

impenetrability

1. içine girilememe, delinmezlik, 2. anlaşılmazlık

impenetrable

1.içinden geçilmez, içine girilmez, 2.anlaşılmaz, akıl ermez

impenitence

pişman olmayış

impenitent

pişman olmayan, pişmanlık duymayan

impenitently

pişman olmayarak

imperative mood

emir kipi

imperative order

kesin emir

imperative sentence

emir cümlesi

imperative verb

emir fiili

imperative

imperative

1.zorunlu, gerekli, şart, 2.emir, buyruk

imperatively

zorunlu olarak

imperator

imparator, komutan

imperceptibility

hissedilmezlik, fark edilmezlik

imperceptible

duyulmaz, duyumsanamaz, hissedilemez, görülemez

imperfect flower

bir eşeyli çiçek

imperfect

kusurlu, eksik, hatalı

imperfection

kusur, eksiklik

imperfective

bitmemiş, tamamlanmamış

imperforate

delinmemiş, deliksiz

imperial taxes

devlet vergileri

imperial

1.imparator/imparatorluk ile ilgili, 2.yüce, 3.(ölçüler) İngiliz standartında

imperialism

emperyalizm

imperialist

emperyalist

imperially

imparatora layık, imparator gibi

imperil

tehlikeye sokmak, tehlikeye atmak

imperious

buyurucu, otoriter, emir altında tutan, hükmeden

imperiousness

1. emretme, hükmetme, 2. zorunluluk, mecburiyet

imperishable

bozulmaz, ebedi, sonsuz, ölmez, çürümez

impermanency

süreksizlik, devamsızlık

impermanent

1. süreksiz, devamsız, 2. devam etmeyen

impermeability

geçirimsizlik

impermeable bed

geçirimsiz katman

impermeable ground

geçirimsiz zemin

impermeable

geçirimsiz, sugeçirmez, sızdırmaz

impermissible

1. izin verilemez, 2. müsaade edilemez, yasak

impersonal account

kişisel olmayan hesap

impersonal

kişisel olmayan

impersonality

kişiliği olmama, kişiliksiz

impersonate

impersonate

rolüne girmek, canlandırmak, kişileştirmek, taklidini yapmak

impersonation

1. kişilik kazandırma, 2. taklidini yapma, 3. taklit etme

impersonator

taklitçi

impertinence

terbiyesizlik, laubalilik, sululuk, küstahlık

impertinent

saygısız, kaba, terbiyesiz, küstah

imperturbability

ağırbaşlılık, soğukkanlılık, sakinlik

imperturbable

soğukkanlı, sakin, heyecanlanmaz

impervious soil

geçirimsiz toprak

impervious

1.su, vb. geçirmez, 2.etki altında kalmaz, etkilenmez

imperviousness

geçirimsizlik, sızdırmazlık

impetigo

empetigo, irinli isilik

impetuosity

1. acelecilik, 2. coşkunluk, 3. şiddet, tahrik

impetuous

coşkun, atılgan, tez canlı, düşünmeden hareket eden, aceleci

impetus

1.şiddet, hız, enerji, 2.yüreklendirme, teşvik

impiety

(dine, kutsal şeylere, tanrıya, vb. karşı) büyük saygısızlık

impinge

(on ile) etkisi olmak, etkili olmak

impingement

vurma, çarpma

impious

(dine karşı) saygısız, dinsiz

impish

şeytani, yaramaz

impishly

şeytanca

impishness

şeytanlık

implacability

amansızlık, acımasızlık

implacable

tatmin olmaz, doymaz, açgözlü

implant

kafasına sokmak, aşılamak

implantation

1. aklına sokma, aşılama, 2. dikme, dikilme

implausible

inanılmaz, inanılması güç

implead

aleyhinde dava açmak

implement

1.alet, 2.tamamlamak, yerine getirmek

implementary

yerine getirilmesi gereken

implementation

implementation

yerine getirme, uygulama, gerçekleştirme

impletion

dolduruş, doldurma, doluluk

implicate

(suç, vb.'de) ilişiği olduğunu göstermek, bulaştırmak

implication

1.(suç) bulaştırma, karıştırma, suçlama, 2.ima, anlam, kinaye

implicit rent

zımni rant

implicit

1.dolaylı olarak belirten, kapalı, imalı, örtük, 2.tam, kesin

implicitly

1. üstü kapalı olarak, 2. tam olarak

implicitness

ima, dokundurma

implied

anlaşılan, ima edilen

implore

yalvarmak, dilemek, rica etmek

implosion

iç patlama

implosive

iç patlamalı

imply

1.demek olmak, anlamına gelmek, 2.dolayısıyla anlatmak, sezindirmek, ima etmek, 3.içermek, kapsamak, gerektirmek

impolicy

tedbirsizlik, münasebetsizlik

impolite

kaba, inceliksiz, terbiyesiz

impolitic

amaca uymayan, akılsız, sağgörüsüz

imponderable

ölçülemez, tartılamaz, önem değeri bilinmez

import certificate

ithalatçı belgesi

import commerce

ithalat ticareti

import credit

ithal kredisi

import duty

ithalat vergisi

import handicap

ithalat engeli

import licence

ithal lisansı

import permit

ithal izni

import quota

ithalat kotası

import reduction

ithalat azalması

import regime

ithalat rejimi

import restrictions

ithalat yasakları

import

1.ithal etmek, getirtmek, 2.ithal, dışalım, 3.ithal malı

importable

importable

ithal edilebilir

importance

önem

important

önemli

importation

ithalat, dışalım

imported article

ithal mal

importer

ithalatçı, dışalımcı

imports and exports

ithalat ve ihracat

importunate

1.sürekli bir şeyler isteyen, doymaz, gözü doymayan, açgözlü, 2.acil

importunately

ısrarla

importune

durmadan istemek, tutturmak

importunity

usandırıcı ısrar, tacizlik, tedirgin etme

impose a tax

vergiye bağlamak

impose law and order

kanun ve nizam getirmek

impose on

rahatsız etmek, zorla kabul ettirmek

impose tax

vergi koymak

impose

1.(vergi) koymak, yüklemek, 2.zorla kabul ettirmek, 3.yük olmak

imposing

heybetli, görkemli

imposition of taxes

vergi koyma

imposition

1. koyma, uygulama, yükleme, 2. usandırma, taciz

impossibility

1. olanaksızlık, imkânsızlık, 2. çıkmaz yol

impossible

1.imkânsız, olanaksız, 2.çekilmez, güç, dayanılmaz

impost

1.vergi, gümrük resmi, 2.üzengitaşı

imposter

bkz. impostor

impostor

sahtekâr

imposture

1. sahtekârlık, 2. hile

impotence

iktidarsızlık, etkisizlik, güçsüzlük, acizlik

impotency

1. etkisizlik, 2. güçsüzlük, 3. iktidarsızlık

impotent

1.güçsüz, yetersiz, 2.(erkek) iktidarsız

impound

haczetmek, el koymak

impoverish

impoverish

yoksullaştırmak

impoverishment

fakirleşme, kuvvetten düşme

impracticability

1. pratik olmama, elverişsizlik, 2. yönetilemezlik

impracticable

yapılamaz, uygulanamaz

impractical

1.yapılamaz, uygulanamaz, 2.mantıksız, saçma, 3.pratikten yoksun

imprecate

1. beddua etmek, 2. lanet okumak

imprecation

beddua

impregnable

alınmaz, ele geçirilmez, zaptedilemez

impregnate

1.hamile bırakmak, 2.emdirmek

impregnating agent

emdirme maddesi

impregnation

1. emdirme, içirme, çektirme, 2. dölleme, döllenme

impresario

konser, opera, vb. organizatörü

imprescriptible

hükmü geçmez, daimi, sürekli

impress

1.hayran bırakmak, etkilemek, 2.kafasına sokmak

impression

1.etki, izlenim, kanı, fikir, 2.baskı, 3.taklit

impressionable

çabuk etkilenir, kolay etkilenir, duyarlı

impressionism

empresyonizm, izlenimcilik

impressionist

empresyonist, izlenimci

impressive

etkileyici

impressiveness

etki kuvveti, etkili oluş

imprest account

küçük kasa hesabı

imprest fund

küçük kasa fonu

imprest

devlet hazinesinden verilen avans, peşin para

imprint

1.basmak, damgalamak, 2.kafasına sokmak, iyice yerleştirmek, 3.damga, marka, iz, 4.yayıncı, yayınevi adı

imprison

hapsetmek, hapse atmak

imprisonment

tutukluluk, hapis, hapsetme

improbability

1. ihtimalsizlik, olasılık dışılık, 2. inanılmazlık

improbable

olmayacak, inanılmaz

improbity

1. şerefsizlik, haysiyetsizlik, 2. iffetsizlik

impromptu

impromptu

hazırlıksız, önceden tasarlanmadan, hemen o anda yapılıveren, doğaçlama

improper

1.uygunsuz, yersiz, yakışıksız, 2.yanlış, 3.ahlaksız, terbiyesiz, açık saçık

improperly

yanlış olarak, yersizce

impropriety

1.uygunsuzluk, yersizlik, yakışıksızlık, 2.ahlaksızlık, terbiyesizlik, 3.hata

improvable

ıslah olunabilir

improve

1.geliştirmek, ilerletmek, 2.gelişmek, iyiye gitmek

improvement cutting

imar kesimi, ayıklama kesimi

improvement

ilerleme, gelişme

improver

1. reformcu, ıslahatçı, 2. çırak

improvidence

tutumsuzluk, savurganlık

improvident

tutumsuz, savurgan

improving

1. ıslah edici, yenileştirici, 2. faydalı, yararlı

improvisation

doğaçlama, emprovizasyon

improvise

1.irticalen söylemek, doğaçtan söylemek, 2.uyduruvermek, yapıvermek

imprudence

düşüncesizlik, mantıksızlık, akılsızlık

imprudent

düşüncesiz, mantıksız, akılsız

impudence

arsızlık, yüzsüzlük, saygısızlık, küstahlık

impudent

arsız, yüzsüz, saygısız, küstah

impudicity

1. hayasızlık, 2. açık saçıklık

impugn

dil uzatmak, aleyhinde olmak

impugnable

yalanlanabilir

impugnment

yalanlama, inkâr

impuissance

kuvvetsizlik, kudretsizlik

impuissant

zayıf, kudretsiz

impulse buying

görür görmez satın alma

impulse test

şok deneyi

impulse

1.itme, itiş, itici güç, 2.içtepi, güdü, ani bir istek

impulsion

1. itme, itiş, 2. itici güç, 3. şevk

impulsive

1.itici, 2.atılgan, düşüncesizce hareket eden

impulsively

impulsively

düşünmeden, birdenbire

impulsiveness

düşünmeyerek hareket etme

impunity

cezalanmayacağından emin olma

impure

1.pis, kirli, 2.karışık, katışık, arı olmayan, 3.açık saçık, ahlaksız

impurity

1.kirlilik, pislik, 2.açık saçıklık, ahlaksızlık, 3.katışkı, katışık şey

imputable

başkasının üstüne atılabilir

imputation

suçlama, töhmet

imputative

1. başkasına yüklenen, 2. suçlama türünden

impute

(to ile) (suç) yüklemek, atmak

imputed cost

farazi maliyet

in a brace of shakes

göz açıp kapayıncaya kadar

in a breeze

kolayca, bir solukta

in a crowd

kalabalık halde, küme halinde

in a daze

afallamış, sersemlemiş, şaşkın bir durumda

in a dead heat

at başı beraber

in a fit of pique

gücenerek, kırgın bir şekilde

in a huff

asık suratla

in a jiffy

kaşla göz arasında

in a mad rush

çılgın gibi

in a pickle

zor durumda

in a pinch

gerekirse

in a sense

bir bakıma

in a tight corner

köşeye sıkışmış vaziyette, zor durumda

in a tight spot

sıkıntıda, zor durumda

in a trice

en kısa zamanda, bir an önce

in a way

bir bakıma

in a word

kısacası

in abeyance

kararlaştırılmamış, askıda

in absentia

(toplantıda, mahkemede) gıyabında

in accordance with

in accordance with

-e göre, gereğince

in actual fact

gerçekten, işin doğrusu

in addition to

ek olarak, ilaveten

in addition

ek olarak, ilaveten

in advance

1. peşin, zamanından önce, 2. önünde

in all probability

büyük olasılıkla

in all

toplam

in alphabetical order

alfabetik sıraya göre

in any case

ne olursa olsun

in any wise

herhangi bir şekilde

in apple-pie order

çok düzenli

in arrears

geride kalan, bakaya

in black and white

kâğıt üzerinde, yazılı olarak

in blossom

çiçek açmış, çiçeklenmiş

in bond

gümrük deposunda tutulan

in brief

kısaca, özetle, kısacası

in broad daylight

güpegündüz

in bulk

büyük miktarda, toptan

in camera

gizlice, özel olarak

in care of

(gönderi) eliyle

in case of

-dığı takdirde, olursa

in case

-dığı takdirde

in cash

nakit olarak, peşin olarak

in chains

mahk-m, tutsak, esir

in charge of

-den sorumlu, -in sorumlusu

in charge

görevli, sorumlu

in clover

refah içinde, zengin

in cold blood

soğukkanlılıkla, acımasızca ve kasten

in common parlance

amiyane tabirle

in common

in common

ortak, müşterek

in concert

birlikte, işbirliği içinde

in conclusion

neticede, özetle, sonuç olarak

in confidence

gizlilikle, özel olarak

in conjunction with

ile birlikte

in connection with

ile ilgili olarak

in danger

tehlikede

in deep water

başı dertte

in demand

çok aranan, rağbette

in depth

derinlemesine araştırılmış, yapılmış

in detail

ayrıntılı olarak

in due course

zamanında, vaktinde

in earnest

ciddiyetle

in effect

1. yürürlükte, geçerli, 2. etki itibariyle

in evidence

göz önünde, ortada, meydanda

in excess of

-den fazla

in fact

1. gerçekte, doğrusu, 2. hakikaten, aslında

in fashion

modaya uygun, moda

in favor of

lehinde, lehine, emrine

in favour of

lehinde, lehine, yanında

in for a penny

battı balık yan gider

in for

başına gelmek üzere

in force

yürürlükte bulunan, geçerli

in front of

-in önünde

in front

önde, önden

in full swing

1. en hareketli anında, 2. tam faaliyette

in full

tamamen, tam olarak

in fun

şaka olsun diye

in gear

viteste

in general

in general

genel olarak

in good season

tam zamanında

in good time

erken, erkenden

in health

sıhhatte, sağlıkta

in hiding

saklı

in high spirits

neşeli, keyifli

in his sleep

uykusunda

in honour of

adına

in its true colours

olduğu gibi, aynen

in itself

bağımsız olarak

in jest

şakadan, gırgırına

in keeping

bağdaşan, uyan

in kind

ayni

in leaf

yapraklanmış, yeşermiş

in legal parlance

hukuk tabiriyle

in lieu

-in yerine

in line for

-e aday, için sırada

in line with

ile bağıntılı, bağdaşık

in lots

partiler halinde

in low spirits

neşesiz, keyifsiz

in memory of

-ın anısına

in mint condition

iyi durumda, yeni, eskimemiş

in moderation

makul ölçüler içinde

in my humble opinion

naçizane fikrimle

in my opinion

1. bence, kanımca, 2. bana kalırsa

in no time

çok çabuk, çabucak

in no uncertain terms

açık açık, kızgınlıkla

in no wise

asla, katiyen

in nothing flat

şimşek gibi, yıldırım gibi

in on

in on

-de payı olan, bilen

in one piece

hasar görmemiş, sağlam

in one word

kısacası

in one's cups

kafası dumanlı

in one's element

havasında, halinden memnun, keyfi yerinde

in one's own good time hazır olduğunda in one's right mind

aklı başında

in one's tracks

1. olduğu yerde, 2. aniden

in order that

-mesi için, -sin diye

in order to

-mek için

in order

uygun

in other words

başka bir deyişle, yani

in pairs

ikişer ikişer, çiftler halinde

in part

kısmen

in particular

özellikle

in pawn

rehinde

in person

şahsen, bizzat

in place of

-in yerine

in place

yerinde, uygun

in plain words

açıkçası

in poor spirits

neşesiz, keyifsiz, üzgün, mutsuz

in press

baskıda, basılmakta

in print

basılı

in private

gizlilikle, insanlardan uzak, diğerleri yokken

in progress

1. yapılmakta, 2. sürmekte

in proportion to

-e oranla

in proportion

mantıklı bir şekilde

in protest

protesto olarak

in public

alenen, herkesin önünde, milletin içinde

in pursuit of

in pursuit of

-in peşinde

in queer street

borç içinde, başı dertte

in question

söz konusu olan, gündemdeki

in reality

gerçekte, aslında

in reference to

1. -e dair, -e ilişkin, -e gelince, 2. dair, ilişkin

in regard to

hakkında, -e gelince, -e dair

in reply to

cevap olarak

in reply

-e cevap olarak

in repose

ifadesiz

in respect of

-e gelince

in retaliation

buna mukabil

in retrospect

geçmişe bakıldığında

in return for

1. -e karşılık, 2. yerine, 3. karşılığında

in round figures

yuvarlak hesap ile, yaklaşık

in ruins

enkaz halinde

in running order

tam randımanlı, iyi çalışan

in sb's good books

birinin gözünde değerli

in sb's shoes

-in yerinde, -in durumunda

in search of

-in arayışı içinde

in season

tam mevsimi, olgun

in secret

gizlilik içinde, gizlice

in series

seri olarak, seri halde

in short order

çabuk

in short

kısacası, sözün kısası, yani

in sight

görünürde

in situ combustion

yerinde yanma

in situ

asıl yerinde, doğal durumunda

in so far as

-e kadar

in some neck of the

cehennemin dibinde

woods

cehennemin dibinde

in some ways

bazı bakımlardan

in spite of

-e rağmen

in stock

elde mevcut

in succession

ardı ardına, sıra ile

in sum

sözün kısası

in tandem

aynı anda

in terms of

1. -e göre, 2. bir dille

in the absence of

-ın yokluğunda

in the background

ikinci planda

in the bag

çantada keklik

in the clear

dertten beladan uzak

in the clutches of

-in elinde

in the dark

gizli bir şekilde, gizlilikle

in the distance

uzakta

in the doghouse

1. başı dertte, 2. gözden düşmüş

in the doldrums

canı sıkkın, morali bozuk, keyifsiz, neşesiz

in the drak

karanlıkta, bilmeyerek

in the end

sonunda, nihayet

in the event of

durumunda, takdirde

in the extreme

çok, son derece

in the eyes of

-in gözünde

in the first place

her şeyden önce

in the gross

toptan

in the heat of the moment

bir şeyin en civcivli anında

in the lap of the gods

Allaha kalmış

in the last resort

başka çare kalmazsa, hiçbiri olmazsa

in the light of

-in ışığında, -e göre

in the long run

in the long run

nihayet, sonunda, zamanla

in the main

genellikle, çoğunlukla

in the matter of

konusunda

in the meantime

bu arada

in the middle of

-ın ortasında

in the morning

sabahleyin

in the name of

adına, hakkı için, namına

in the nick of time

tam vaktinde, sıcağı sıcağına

in the nude

anadan doğma, çırılçıplak

in the offing

açık denizde, enginlerde

in the open air

açık havada, açıkta

in the pay of

-in hizmetinde

in the pink of condition çok iyi, tam formunda, sağlıklı in the presence of sb

-in gözü önünde

in the presence

huzurunda

in the prime of life

hayatının baharında

in the red

borç içinde

in the region of

yaklaşık, civarında

in the running

kazanma ümidi olan

in the same boat

aynı durumda, aynı topun ağzında

in the soup

belada, zor durumda

in the throes of

ile mücadele eden, can çekişen

in the twinkling of an eye

göz açıp kapayıncaya kadar

in the world

(vurguyu artırmak için kullanılır)

in the wrong

hatalı, kabahatli

in theory

teoride, teorik olarak

in this case

bu durumda

in this connection

bununla ilgili olarak, bu münasebetle

in this instance

in this instance

bu aşamada, bu durumda

in three months

üç aya kadar, üç ay zarfında

in time

1. vaktinde, erken, 2. zamanla

in touch with

-den haberdar

in tow

yakın takipte

in transit

transit halinde, transit

in truth

gerçekten, aslında

in tune

1. akortlu, 2. uyumlu

in turn

sıra ile

in turns

sıra ile

in two shakes of a lamb's tail

kaşla göz arasında

in two

iki parça, iki parçaya

in unison with

ile uyum içinde

in unison

hep bir ağızdan, hep birlikte

in use

kullanılan, kullanılmakta, geçerli

in vain

boşuna, boş yere

in view of

1. -den dolayı, 2. göz önüne alındığında

in

1. dahili, iç, 2. içeriye, içeride, 3. evde, 4. moda, 5. iktidarda, 6. (edat) içinde, 7. içine, 8. ile, 9. -in sonunda, -ken

in-laws

evlilik yoluyla akrabalar

in-line processing

gelişigüzel veri işleme

in-plant system

büro içi sistem

in-plant

büro içi

in-service training

hizmet içi eğitim

in-service

hizmet içi

inability

yeteneksizlik, yetersizlik, yapamama

inaccessibility

1. ulaşılmazlık, 2. erişilmezlik

inaccessible

ulaşılmaz

inaccuracy

1. yanlışlık, hatalı olma, 2. kusur, hata

inaccurate

inaccurate

yanlış, hatalı

inaction

hareketsizlik, eylemsizlik

inactivate

hareketsizleştirmek

inactive account

hareketsiz hesap

inactive capital

atıl kapital

inactive market

durgun piyasa

inactive

hareketsiz, pasif

inactivity

1. durgunluk, 2. hareketsizlik, avarelik, etkisizlik

inadaptability

1. uygun olmama, 2. intibaksızlık

inadequacy

yetersizlik

inadequate

yetersiz

inadmissibility

kabul olunmazlık, dinlenmeme

inadmissible

1. kabul edilmez, 2. uygun görülmez

inadvertence

dikkatsizlik

inadvertency

1. dikkatsizlik, 2. kasıtsızlık

inadvertent

yanlışlıkla ya da kazara yapılan, dikkatsiz, kasıtsız

inadvertently

istemiyerek, kasıtsız olarak, kazaen

inadvisable

makul olmayan, uygun olmayan

inalienable

vazgeçilmez, alınamaz

inamorata

sevgili

inane

anlamsız, aptal, saçma, boş

inanimate

cansız, ölü

inanimation

cansızlık, donukluk

inanition

zafiyet

inanity

1. anlamsızlık, ahmaklık, 2. anlamsız söz, saçmalık

inapplicable

1.uygulanamaz, 2.konuyla ilgisiz

inapposite

uygunsuz, yersiz

inappreciable

1. takdir edilemez, 2. azıcık, 3. belirsiz, pek az

inappropriate

uygunsuz, yakışıksız

inappropriateness

inappropriateness

1. uygun olmama, 2. uygunsuzluk, yakışıksızlık

inapt

1. uygunsuz, 2. beceriksiz, hünersiz, 3. toy, 4. yersiz

inaptness

1. uygunsuzluk, 2. beceriksizlik, hünersizlik, 3. toyluk

inarticulate

1.(konuşma) anlaşılmaz, belirsiz, 2.anlaşılmaz konuşan, iyi ifade edemeyen

inartistic

sanat değeri olmayan

inasmuch as

çünkü, -dığı için, madem ki

inattention

dikkatsizlik

inattentive

dikkatsiz

inaudibility

1. duyulmazlık, 2. işitilmezlik

inaudible

işitilemez, duyulamaz

inaugurate

1.törenle açmak, 2.törenle göreve getirmek

inauguration

1. açılış, 2. açılış töreni

inauspicious

uğursuz

inauspiciousness

uğursuzluk, talihsizlik

inboard

geminin içindeki

inborn

doğuştan

inbred

1.yakın akraba evliliğinden doğmuş, 2.küçük yaştan alışılmış, öğrenilmiş

inbreeding

yakın akraba ilişkisinden çocuk sahibi olma

incalculability

hesaplanamazlık, belirsizlik

incalculable

hesaplanamaz

incandescence

akkorluk

incandescent bulb

akkor telli lamba, elektrik ampulu

incandescent lamp

1. akkor lambası, 2. elektrik ampulü

incandescent light

akkor ışık

incandescent

akkor

incantation

büyü, sihir, sihirli sözler

incapability

1. yeteneksizlik, yetersizlik, 2. güçsüzlük

incapable

yeteneksiz, güçsüz, gücü yetmeyen, elinden gelmez, yapamaz

incapacitate

yetersiz kılmak, aciz bırakmak, olanak vermemek

incapacitated

incapacitated

1. aciz bırakılmış, 2. mahrum edilmiş

incapacity

yetersizlik

incarcerate

hapsetmek

incarceration

1. hapsetme, kapatma, 2. hapsedilme

incarnadine

1. ten renginde, pembemsi, 2. kızıla boyamak

incarnate

vücutça var olan, insan şeklinde olan

incarnation

1.vücut bulma, canlanma, 2.canlı simge, somut örnek

incautious

1. tedbirsiz, düşüncesiz, 2. dikkatsiz, gafil

incautiously

düşünmeden

incendiary bomb

yangın bombası

incendiary

1.yangın çıkartan, yangına neden olan, 2.fesatçı, kışkırtıcı

incense

1.tütsü, günlük, 2.kızdırmak, çileden çıkarmak

incensory

buhurdan, buhurluk

incenter

iç daire merkezi, iççevrel özek

incentive bonus

teşvik primi

incentive pay

teşvik primi

incentive premium

teşvik primi

incentive premiums

teşvik primi

incentive wage system

özendirici ücret sistemi

incentive

dürtü, güdü

inception

başlangıç

inceptive

başlayan, baştaki, birinci

incertain

enserten

incertitude

1. kuşku, şüphe, 2. tereddüt, kararsızlık, değişiklik

incessant

aralıksız, sürekli

incessantly

sürekli olarak, devamlı olarak, harıl harıl

incest

hısımla cinsel ilişki

inch along

ağır aksak ilerlemek

inch by inch

ağır ağır, azar azar, milim milim

inch

inch

1.inç, pus, 2.güçlükle yol açmak, güçlükle ilerlemek

inchoate

yeni başlamış, gelişmemiş

incidence

tekrar oranı, oran

incident light

gelen ışık

incident ray

gelen ışın

incident

olay

incidental income

arızi gelir

incidental

1.tesadüfi, 2.küçük ve önemsiz

incidentally

1.bu arada, aklıma gelmişken, 2.tesadüfen

incinerate

yakmak, yakıp kül etmek

incineration

yakma

incinerator

çöp yakma fırını

incipiency

başlangıç

incipient

yeni başlamış

incise

1.oymak, kazımak, 2.yarmak

incision

1.kesme, yarma, 2.kesik, yarık

incisive

soruna doğrudan eğilen, direkt

incisiveness

zekilik, açıkgözlülük

incisor

ön diş, kesici diş

incitation

cesaretlendirme, ayartma

incite

kışkırtmak, dolduruşa getirmek, körüklemek, tahrik etmek

incitement

kışkırtma, tahrik, teşvik

incivility

kabalık, nezaketsizlik

inclemency

1. sertlik (iklim), 2. fırtınalı hava

inclement

(hava) sert, soğuk, fırtınalı

inclinable

1. eğiliminde, 2. arzulu

inclination angle

eğim açısı

inclination

1.eğilim, 2.eğiklik, eğim

incline

1.eğmek, 2.eğilmek, 3.fikrini vermek, yönlendirmek, 4.(bir şeye) eğilimi olmak, meyletmek, 5.yokuş, bayır, eğim

inclined plane

inclined plane

eğik düzlem

inclined roof

eğimli çatı

inclined

eğimli, yatkın, meyilli

inclinometer

meyil ölçeği

inclose

etrafını çevirmek

include

1.katmak, dahil etmek, 2.içine almak, kapsamak, içermek

included

dahil

including

dahil

inclusion

1.dahil etme, alma, 2.dahil edilme, alınma, 3.ilave, ek

inclusive of tariff

gümrük vergisi dahil

inclusive of tax

vergi dahil

inclusive price

her şey dahil fiyat

inclusive

içine alan, dahil, her şey dahil

inclusiveness

içine alma, kapsamlı olma

incognito

takma adlı, takma adla

incognizant of

farkında olmayan, haberi olmayan

incoherence

bkz. incoherency

incoherency

tutarsızlık, anlamsızlık

incoherent light

inkoherent ışık, eşevresiz ışık

incoherent

birbirini tutmayan, tutarsız, anlamsız, abuk sabuk

incohesive

bağlı olmayan, yapışık olmayan

incombustibility

yanmazlık

incombustible

yanmaz

income account

gelir hesabı

income and expenditure gelir gider hesabı account income bond

gelir senedi, gelir tahvili

income bracket

gelir grubu

income distribution

gelir dağılımı

income effect

income effect

gelir etkisi

income group

gelir grubu

income in kind

ayni gelir

income of exercise

dönem kârı

income profit

gelir kârı

income statement

gelir tablosu

income tax

gelir vergisi

income

1.gelir, kazanç

incomer

1. muhacir, göçmen, 2. halef, ardıl

incoming goods

gelen mallar

incoming

1.gelmekte olan, gelen, 2.yeni başlayan, yeni

incommensurable

1. ölçülemeyen, sınırsız, 2. oransız, nispetsiz

incommensurate

1. yetersiz, 2. oransız, nispetsiz

incommode

1. rahatsız etmek, sıkıntı vermek, 2. zahmet vermek

incommodious

1. zahmetli, rahatsız, 2. kullanışsız

incommunicable

söylenilemez, nakledilemez

incommunicado

dışardakilerle görüştürülmeyen

incommunicative

ketum, ağzı sıkı

incomparable

1.eşsiz, benzersiz, 2.kıyaslanamaz, karşılaştırılamaz

incompatibility

bağdaşmazlık, uyuşmazlık

incompatible

birbirine zıt, uyuşmaz, bağdaşmaz

incompetence

yeteneksizlik, yetersizlik, beceriksizlik

incompetency

ehliyetsizlik

incompetent

yeteneksiz, yetersiz, beceriksiz (kimse)

incomplete program

tamamlanmamış program

incomplete

tamamlanmamış, bitmemiş, eksik

incompleteness

eksik

incomprehensibility

anlaşılmazlık

incomprehensible

anlaşılmaz, akıl ermez

incomprehension

incomprehension

kavrayamama, anlayamama

incompressibility

sıkışmazlık

incompressible

1. sıkışmaz, 2. sıkıştırılamaz, direngen

incomputable

hesaba sığmaz

inconceivable

1.tasavvur olunamaz, hayal edilemez, inanılmaz, 2.olanaksız, inanılamaz

inconclusive

yetersiz, sonuçsuz

inconclusiveness

1. yetersizlik, 2. sonuçsuzluk

incondensable

yoğunlaştırılamaz

incondite

kötü yapılmış

incongruity

1. uyuşmazlık, 2. uygunsuzluk, 3. tuhaflık

incongruous

birbirine uymayan, uyuşmaz, bağdaşmaz

inconnector

iç bağlayıcı

inconsequence

1. birbirini tutmama, tutarsızlık, 2. mantıksızlık

inconsequent

1. tutarsız, 2. mantıksız, 3. birbirini tutmayan

inconsequential

önemsiz

inconsiderable

önemsiz, az, küçük, ufak

inconsiderate

başkalarını düşünmez, düşüncesiz, bencil

inconsiderateness

1. düşüncesizlik, saygısızlık, 2. tedbirsizlik

inconsistency

1. uyuşmazlık, bağdaşmazlık, 2. tutarsızlık, 3. zıtlık

inconsistent

1.çelişkili, tutarsız, birbirini tutmayan, 2.değişken, saati saatine uymayan

inconsolable

avutulamaz, yatıştırılamaz, rahatlatılamaz, dinmez

inconsonance

ahenksizlik, uymazlık

inconsonant

uygunsuz, ahenksiz

inconspicuous

göze çarpmayan, önemsiz

inconstancy

1. sabit olmama, 2. kararsızlık, 3. sadakatsizlik

inconstant

1. sebatsız, 2. kararsız, 3. dönek, 4. vefasız

inconsumable

tüketilemez, sarf edilemez

incontestable

1. tartışmasız, itiraz kabul etmez, 2. su götürmez

incontinence

nefsine hâkim olamayış, sidiğini tutamazlık

incontinency

incontinency

perhiz edemeyiş, iffetsizlik

incontinent

çişini tutamayan

incontinently

kendini tutamayarak, hemen, derhal

incontrovertible

apaçık, kesin, tartışılmaz, su götürmez

inconvenience

1.sıkıntı, rahatsızlık, 2.sakınca, uygunsuzluk, 3.zahmet olmak, işini zorlaştırmak, yük olmak

inconvenient

1.rahatsız edici, sıkıcı, sıkıntı veren, 2.uygun olmayan, uygunsuz, elverişsiz

inconvertibility

konvertibl olmama, çevrilemezlik

inconvertible

konvertibl olmayan, çevrilemeyen

incorporate

1.birleştirmek, katmak, dahil etmek, içine almak, 2.birleşmek, katılmak

incorporated bank

anonim banka

incorporated company 1. limitet şirket, 2. anonim şirket incorporated

birleşmiş, anonim

incorporation

1.birleştirme, birleşme, 2.ortaklık, şirket

incorporator

kurucu, müessis

incorporeal

1. cisimsiz, manevi, 2. maddi olmayan, 3. tinsel

incorrect

yanlış

incorrigibility

yola gelmezlik, düzeltilemezlik

incorrigible

adam olmaz, düzelmez

incorrodible

aşınmaz, paslanmaz

incorruptibility

1. dürüstlük, 2. bozulmazlık, çürümezlik

incorruptible

namuslu, dürüst, rüşvet yemez

incorruption

1. rüşvet yememe, 2. bozulmama

increase in length

boy uzaması

increase in size

büyüme

increase in volume

hacim büyümesi

increase in wages

ücret artışı

increase of capital

sermaye artışı

increase of value

değer artışı

increase

1.artmak, çoğalmak, yükselmek, 2.artırmak, çoğaltmak, 3.artış

increased productivity

increased productivity

artan verimlilik

increased

artmış

increasing costs

artan maliyetler

increasing

artan, çoğalan

increasingly

gittikçe

incredibility

inanılmazlık

incredible

1.inanılmaz, akıl almaz, 2.harika, müthiş, süper

incredibly

inanılmaz şekilde

incredulity

inanmazlık, şüphecilik

incredulous

kuşkulu, inanmadığını belirten

increment value tax

değer artış vergisi

increment value

artan değer

increment

1.artma, artış, 2.zam

incremental

artışlı

incriminate

suçlamak, suçlu çıkarmak, suçlu olduğunu göstermek

incriminating

suçlayıcı

incrimination

suçlama

incrust

kabuk bağlamak

incrustation

1. kabuk bağlama, 2. kabuk, 3. kazantaşı

incubate

1.kuluçkaya yatmak, 2.kuluçkaya yatırmak

incubating egg

kuluçkalık yumurta

incubation period

kuluçka dönemi

incubation

kuluçkaya yatma

incubator

1.kuluçka makinesi, 2.erken doğan bebekleri yaşatma aygıtı, kuvöz

incubus

1. karabasan, kâbus, 2. sıkıntı

inculcate

(with/in ile) kafasına sokmak, aşılamak

inculcation

telkin

inculpate

suçlamak

incumbent

görev olarak yükletilmiş, zorunlu, üzerine vazife olan, boynunun borcu

incunabula

incunabula

bir şeyin başlangıç devirleri

incur debts

borca girmek

incur expenses

masrafa girmek

incur liabilities

borca girmek

incur loses

zarara uğramak

incur

-e uğramak, girmek, yakalanmak

incurability

tedavi edilemezlik, çaresizlik, devasızlık

incurable

tedavi edilemez, çaresiz

incurious

meraksız, kayıtsız

incursion

akın, baskın

incurve

eğmek

incus

örskemiği

indamine

indamin

indebted

1.borçlu, 2.borçlu, minnettar, müteşekkir

indebtedness

1. borçluluk, 2. minnettarlık

indecency

1. ahlaksızlık, 2. hayasızlık

indecent assault

zorla ırza geçme

indecent

1.uygunsuz, yersiz, 2.açık saçık, çirkin, edepsiz, 3.kaba

indeciduous

belirli mevsimlerde dökülmeyen

indecipherable

1. çözülemez, okunamaz, 2. anlaşılmaz

indecision

kararsızlık

indecisive

1.kesin olmayan, kesin bir sonuca bağlanmayan, belirsiz, ortada, 2.kararsız

indecisiveness

kararsızlık, kesin olmama

indeclinable

çekim eki olmayan, çekimsiz

indecorous

edebe aykırı, ayıp, yakışmaz, utandırıcı

indeed

gerçekten, cidden, hakikaten

indefatigability

yorulmazlık

indefatigable

1. yorulmaz, usanmaz, 2. yorulmak bilmez

indefeasible

1. iptal edilemez, 2. feshedilemez

indefectible

indefectible

çürümez, hatasız

indefensible

1.savunulamaz, 2.bağışlanamaz

indefinable

anlatılamaz, tanımlanamaz, tarifsiz

indefinite adjective

belgisiz sıfat

indefinite article

belgisiz tanımlık

indefinite leave

sınırsız izin

indefinite pronoun

belgisiz zamir

indefinite

1.belirsiz, 2.sınırsız, sonsuz, 3.sınırsız bir süre için, süresiz, mühletsiz

indefiniteness

1. belirsizlik, bulanıklık, 2. sınırsızlık, 3. sayısızlık

indehiscent

kendi kendine açılmayan

indelibility

silinmezlik, sabitlik

indelible pencil

kopya kalemi

indelible

silinmez, çıkmaz, sabit

indelicacy

1. kabalık, terbiyesizlik, 2. kaba davranış

indelicate

kaba, inceliksiz

indemnification

1. tazminat, 2. taviz, telafi

indemnify

zararını ödemek, tazmin etmek

indemnity

ödence, tazminat

indene

inden

indent

1.çentmek, kertmek, 2.(satır) içerden başlamak

indentation

1.çentik, 2.koy, körfez

indented

senetli, sözleşmeli

indenter

çentik açıcı aygıt, dişleyici

indenture

sözleşme, senet

independence

bağımsızlık

independent accountant bağımsız muhasebeci independent audit

bağımsız denetim

independent clause

bağımsız cümlecik, bağımsız tümce

independent deputy

bağımsız milletvekili

independent events

independent events

bağımsız olaylar

independent variable

bağımsız değişken

independent

bağımsız

indescribable

anlatılmaz, tanımlanamaz, betimlenemez, tarifsiz

indestructibility

yıkılmazlık, tahrip edilemezlik

indestructible

yıkılamaz, yok edilemez

indeterminable

hallolunamaz

indeterminate

kesin olmayan, belirsiz, ortada

indeterminateness

belirsizlik

indetermination

1. belirsizlik, 2. kararsızlık

index error

gösterge hatası

index file

dizin dosyası, dizin kütüğü

index finger

işaretparmağı

index linked bond

endeksli tahvil

index of refraction

kırılma indeksi

index

1.dizin, fihrist, indeks, 2.gösterge, 3.indeksle göstermek, indeksini bulmak

indexation

endeksleme

indexed pension

endekslenmiş emekli maaşı

indexed

dizinli

indexing language

dizinleme dili

indexing

dizinleme, indeksleme

indian corn

mısır, darı

indican

indikan

indicate

1.göstermek, 2.belirtisi olmak, göstergesi olmak, belirtmek, 3.sinyal vermek

indicated horsepower

nominal beygirgücü

indicating device

gösterme tertibatı

indicating lamp

işaret lambası, gösterge ışığı

indication

belirti, iz, işaret

indicative abstract

tanıtıcı özet, geniş özet

indicative mood

indicative mood

bildirme kipi

indicative

gösterici, belirtici

indicator chart

gösterge çizelgesi

indicator tube

gösterici tüp

indicator

1.sinyal, 2.ibre, gösterge

indices

(çoğul) bkz. index

indict

suçlamak, itham etmek

indictable

suçlanabilir

indictment

suçlama, itham

indifference

ilgisizlik, aldırışsızlık, kayıtsızlık

indifferent

1.ilgisiz, aldırışsız, kayıtsız, 2.şöyle böyle, orta, vasat

indigence

1. fakirlik, 2. fakirlik, yoksulluk

indigenous

yerli

indigent

yoksul, fakir

indigested

iyice düşünülmemiş, düzensiz, hazmedilmemiş, kaba

indigestibility

sindirilmezlik

indigestible

hazmı güç, zor hazmedilen

indigestion

sindirim güçlüğü

indignant

kızgın, içerlemiş, dargın

indignation

kızgınlık, dargınlık

indignity

onur kırıcı/küçük düşürücü durum

indigo blue

çivit rengi

indigo printing

indigo baskı

indigo white

indigo beyazı

indigo

çivit, indigo

indigoid

indigoit

indigotin

indigotin

indirect address

dolaylı adres

indirect control

dolaylı denetim

indirect labour

indirect labour

dolaylı işçilik

indirect lighting

dolaylı ışıklandırma

indirect method

dolaylı yöntem

indirect mortgage loan dolaylı ipotek kredisi indirect object

dolaylı tümleç

indirect speech

dolaylı anlatım

indirect tax

dolaylı vergi, vasıtalı vergi

indirect wave

yansımış dalga, endirekt dalga

indirect

1.direkt/doğrudan olmayan, 2.dolaylı, 3.dolambaçlı, 4.imalı

indirectness

dolaylılık

indiscernible

1. ayırt edilemez, seçilemez, 2. fark edilemez

indiscipline

disiplinsizlik

indiscreet

düşüncesiz, patavatsız, boşboğaz

indiscrete

kısımlara bölünmemiş, toplu halde

indiscretion

boşboğazlık, düşüncesizlik, patavatsızlık

indiscriminate

1.rasgele, karışık, gelişigüzel, 2.ayırım yapmayan, fark gözetmeyen

indiscriminately

rasgele, fark gözetmeden

indiscrimination

1. ayırt edememe, 2. keyfilik

indispensable

vazgeçilmez, gerekli, zorunlu, kaçınılmaz

indispose

1. hasta etmek, 2. keyfini kaçırmak, 3. hevesini kırmak

indisposed

1.hasta, rahatsız, keyifsiz, 2.isteksiz, gönülsüz

indisposition

rahatsızlık, keyifsizlik

indisputable

tartışılmaz, kesin, su götürmez

indissolubility

1. çözünmezlik, erimezlik, 2. daimilik, süreklilik

indissoluble

1. devamlı, sürekli, 2. bozulmaz, ayrılmaz, sabit

indistinct

hayal meyal, belli belirsiz

indistinctive

ayırt edilemez

indistinctness

belirsizlik

indistinguishable

ayırt edilemez, seçilemez

indium

indium

indiyum

individual enterprise

kişisel girişim

individual estate

şahsi mal mülk

individual proprietor

tek sahip

individual

1.bireysel, 2.kişisel, özel, 3.tek, 4.kişi, birey, 5.insan

individualism

bireycilik

individualist

bireyci

individuality

kişilik, bireylik, özellik

individualize

1. bireyleştirmek, 2. ayrı tutmak

individually

ayrı olarak, teker teker

indivisibility

bölünmezlik

indivisible

bölünmeyen, bölünmez

indocile

kontrolü güç, yumuşak başlı olmayan

indoctrinate

(fikir) aşılamak, öğretmek, doldurmak

indoctrination

beyin yıkama, doktrin

indole

indol

indolence

tembellik, uyuşukluk, üşengeçlik

indolent

tembel, uyuşuk, üşengeç

indomitable

yılmaz, boyun eğmez, inatçı

indoor antenna

dahili anten, oda anteni

indoor

ev içinde olan/yapılan

indoors

ev içinde, ev içine

indophenol

indofenol

indoxyl

indoksil

indraft

içeri çekme

indraught

içeri çekme

indubitable

kesin, kuşkulanılmaz, kuşkusuz, muhakkak

induce

1.-e ikna etmek, kandırmak, 2.-e neden olmak

induced current

indüksiyon akımı

inducement

inducement

1.kandırma, ikna, teşvik, 2.neden, güdü

induct

1. üyeliğe kabul etmek, 2. askere almak

inductance coil

endüktans bobini

inductance

indüktans, endüktans

induction accelerator

indüksiyon hızlandırıcı

induction coil

indüksiyon bobini

induction current

endüksiyon akımı

induction machine

endüksiyon makinesi

induction motor

endüksiyon motoru

induction pipe

emme borusu, giriş borusu

induction

1.tümevarım, 2.göreve getirme

inductive circuit

endüktif devre

inductive load

endüktif yük

inductive

1. tümevarımsal, 2. endüktif, 3. ilkel

inductor

indüktör, endüktans bobini

indulge

1.isteklerini yerine getirmek, şımartmak, yüz vermek, 2.(yemek, içmek, vb.'de) aşırıya kaçmak, kaptırmak

indulgence

1.göz yumma, hoşgörü, 2.şımartma, 3.şımartılma, 4.düşkünlük, zevk

indulgent

göz yuman, hoşgören

induline

indulin

indurate

1. sertleş(tir)mek, 2. duygusuzlaş(tır)mak

induration

1. katılaş(tır)ma, 2. sağlamlaş(tır)ma, 3. duygusuzlaşma

indusium

kurtçuk kesesi

industrial accident

iş kazası

industrial alcohol

endüstriyel alkol

industrial bank

sanayi bankası

industrial centre

endüstri merkezi, sanayi merkezi

industrial chemistry

endüstriyel kimya

industrial court

sanayi mahkemesi

industrial district

endüstri bölgesi

industrial engineer

industrial engineer

endüstri mühendisi

industrial engineering

endüstri mühendisliği

industrial enterprise

sınai girişim

industrial estate

sanayi bölgesi

industrial exhibition

sanayi sergisi

industrial fuel

endüstriyel yakıt

industrial property

sınai mülkiyet

industrial revolution

sanayi devrimi

industrial safety

sanayide güvenlik

industrial services

sınai hizmetler

industrial spying

sanayi casusluğu

industrial waste water

sanayi atık suyu

industrial waste

endüstriyel atık

industrial

endüstriyel, işleyimsel

industrialist

sanayici, fabrikatör

industrialization

sanayileşme, endüstrileşme

industrialize

1.sanayileştirmek, 2.sanayileşmek

industrious

çalışkan

industry

1.endüstri, sanayi, 2.çalışkanlık, sıkı çalışma

indwell

1. nüfuz etmek, 2. ikamet etmek, oturmak

inebriate

1.sarhoş etmek, 2.ayyaş, sarhoş

inebriated

sarhoş

inebriation

sarhoş olma

inebriety

sarhoşluk, ayyaşlık

inedibility

yenmezlik

inedible

(yiyecek) yenmez

inedited

basılmamış, yayımlanmamış

ineffable

anlatılmaz, tanımlanmaz, betimlenemez, tarifsiz

ineffaceable

silinemez

ineffective

ineffective

etkisiz, sonuçsuz

ineffectively

sonuç vermeden

ineffectiveness

1. etkisizlik, 2. verimsizlik, yetersizlik

ineffectual

1. etkisiz, 2. beceriksiz, 3. faydasız, zayıf

inefficiency

1. yetersizlik, 2. etkisizlik, 3. verimsizlik

inefficient

etkisiz, yetersiz, verimsiz

inelastic

esnemez, esnek olmayan

inelasticity

1. esnek olmama, 2. katı olma, dik olma

inelegance

zarafetsizlik, çirkinlik

inelegant

1.kaba, yontulmamış, inceliksiz, 2.çirkin, kaba

inelegantly

zarafetsiz olarak, çirkin olarak

ineligibility

1. uygun olmama, 2. hakkı olmama, 3. seçilmezlik

ineligible

uygun olmayan, seçilemez

ineluctable

kaçınılmaz

inept

1.beceriksiz, yeteneksiz, 2.uygunsuz, yersiz, ahmakça

ineptitude

beceriksizlik, ahmaklık

ineptness

1. yersizlik, uygunsuzluk, 2. anlamsızlık, 3. toyluk

inequal

eşit olmayan

inequality

1.eşitsizlik, 2.pürüzlülük

inequitable

haksız, insafsız

inequity

1. haksızlık, adaletsizlik, 2. insafsızlık

ineradicable

sökülemez, kökünden çıkarılamaz

inerasable

silinmez, çıkmaz

inerrable

hatasız

inerrancy

yanılmazlık

inert gas

1. soy gaz, 2. atıl gaz

inert metal

asal metal

inert

1.hareketsiz, cansız, 2.yavaş, tembel, uyuşuk

inertia

1.atalet, süredurum, 2.tembellik, uyuşukluk

inertness

inertness

cansızlık, hareketsizlik

inescapable

kaçınılamaz

inessential

1.gereksiz, önemsiz, 2.gereksiz/önemsiz şey

inessive

içindelik durumu

inestimable

hesaplanamaz, çok önemli

inevitability

kaçınılamazlık, çaresizlik

inevitable

1.kaçınılmaz, 2.eksik olmaz, kaçmaz

inexact

doğru olmayan, yanlış

inexactness

hatalı olma, yanlışlık

inexcusable

bağışlanamaz, hoşgörülemez, affedilemez

inexhaustible

tükenmez, bitmez tükenmez

inexorability

amansızlık, merhametsizlik

inexorable

yılmaz, değişmez, direngen

inexpediency

1. faydalı olmama, 2. gereksizlik, yersizlik

inexpedient

uygunsuz, amaca uymayan

inexpensive

ucuz

inexpensively

ucuza

inexperience

tecrübesizlik, deneyimsizlik

inexperienced

tecrübesiz, deneyimsiz

inexpert

1. deneyimsiz, tecrübesiz, 2. hünersiz, 3. acemi, hantal

inexpiable

affolunamaz

inexplicable

anlatılması ve anlaşılması güç, açıklanamaz

inexplicit

1. çapraşık, karışık, 2. kesin olmayan

inexpressible

(duygular) anlatılamaz, tanımlanamaz, sözcüklerle anlatılamayacak denli güçlü

inexpressive

1. ifade etmeyen, ifadesiz, anlamsız, 2. anlatımsız

inextenso

enine boyuna, etraflıca

inextricable

1.kaçılmaz, kaçınılmaz, 2.ayrılmaz, çözülemez

infallibility

yanılmazlık, aldanmazlık

infallible

yanılmaz, şaşmaz

infamous

infamous

1.alçak, rezil, 2.ayıp, iğrenç

infamy

rezalet, alçaklık

infancy

1.bebeklik, çocukluk, 2.başlangıç

infant industry

bebek sanayi

infant

küçük çocuk, bebek, çağa

infanticide

çocuk öldürme

infantile

çocukla ilgili, çocuksu, çocukça

infantilism

gelişmemişlik

infantry officer

piyade subayı

infantry

piyade

infantryman

piyade, yaya er

infatuate

aklını çelmek

infatuated

(with ile) sırılsıklam aşık, deli gibi aşık

infatuation

delicesine aşık olma

infect

(hastalık) bulaştırmak, geçirmek

infection

1.hastalık, enfeksiyon, 2.mikrop kapma, 3.(hastalık) bulaşma, bulaştırma

infectious

bulaşıcı

infelicitous

1. talihsiz, mutsuz, hoşnutsuz, 2. uygunsuz

infelicity

1. talihsizlik, mutsuzluk, hoşnutsuzluk, 2. uygunsuzluk

infer

(from ile) sonucunu çıkarmak, anlamak

inference

1.sonuç çıkarma, anlam çıkarma, çıkarım, 2.sonuç

inferior

1.(to ile) aşağı, alt, ikinci derecede, ast, 2.aşağı derecede olan kimse, rütbe ve mevkice küçük kimse, ast

inferiority complex

aşağılık duygusu

inferiority

1. aşağılık, 2. adilik, bayağılık

infernal machine

suikast bombası

infernal

1.berbat, rahatsız edici, sinir bozucu, 2.cehennemi, şeytani

infernally

şeytancasına, müthiş bir derecede

inferno

cehenneme benzer yer/durum, cehennem

infertile

1.kısır, 2.verimsiz, çorak

infertility

infertility

1. verimsizlik, çoraklık, 2. bereketsizlik

infest

(with ile) (fare, vb.) istila etmek, sarmak

infestation

istila

infidel

kafir, imansız

infidelity

sadakatsizlik, aldatma

infield

çiftlik evine yakın tarla

infighting

rekabet, sürtüşme

infiltrate

(in/into ile) içeri sızmak, süzülmek, girmek

infiltration

süzme, süzülme

infinite line

sonsuz hat

infinite set

sonsuz küme

infinite space

sonsuz uzay

infinite

sonsuz, sınırsız

infinitesimal

çok küçük

infinitive phrase

mastar cümleciği

infinitive

mastar, eylemlik

infinitude

hudutsuzluk, sınırsızlık

infinity

sonsuzluk

infirm

(yaşlılıktan, vb.) güçsüz, zayıf, halsiz, dermansız

infirmary

revir, hastane

infirmity

bedensel ve zihinsel güçsüzlük, halsizlik

infix

içek

inflame

tutuşturmak, alevlendirmek

inflamed

kızarmış ve kabarmış

inflammability

kolayca tutuşma, yanabilme, ateş alma

inflammable liquid

parlayabilir sıvı, yanıcı sıvı

inflammable matter

yanıcı madde

inflammable

tutuşur, yanar, yanıcı

inflammation

iltihap, yangı

inflammatory

inflammatory

tahrik eden, alevlendiren, kışkırtıcı

inflatable

şişirilebilir, şişme

inflate

1.şişirmek, 2.şişmek

inflated

1.şişik, şişmiş, 2.kibirli

inflation rate

enflasyon oranı

inflation

1.enflasyon, para bolluğu, 2.şişme, şişkinlik

inflationary gap

enflasyonist açık

inflationary period

enflasyon süreci

inflationary

enflasyonla ilgili

inflationist

enflasyon yanlısı

inflect

1.çekmek, 2.kullanıma göre sözcüğün biçimini değiştirmek

inflection point

bükülme noktası

inflection

bükün

inflectional

bükünlü

inflexibility

1. eğilmezlik, 2. azim, kararlılık, 3. sertlik

inflexible

1.eğilmez, bükülmez, 2.değişmez, inatçı, kararlı

inflexibly

eğilmez

inflexion

bükülme, eğilme

inflexional

çekime ait

inflict

(on/upon ile), zorlamak, zorla kabul ettirmek, yamamak, yüklemek

infliction

eziyet, ceza, zorlama

inflorescence

çiçek açma

inflow of foreign currency

döviz akışı

inflow

içeriye akış

influence

1.etki, 2.nüfuz, sözü geçerlik, torpil, 3.etkili/nüfuzlu kimse, sözü geçen kimse, 4.etkilemek

influential

güçlü, etkili

influenza

grip

influx

1.istila, akın, üşüşme, 2.içeriye akma

info

info

bilgi, haber

inform

1.haberdar etmek, bildirmek, bilgi vermek, 2.(against/on/upon ile) ihbar etmek

informal education

örgün öğretim

informal

1.resmi olmayan, gayri resmi, 2.teklifsiz, 3.gündelik

informality

teklifsizlik, merasimsizlik

informally

teklifsizce

informant

haber/bilgi veren kimse

informatics

bilişim

information bits

bilgi bitleri

information channel

bilgi kanalı

information desk

danışma

information network

bilişim ağı

information processing bilgi işlem merkezi center information security

bilgi güvenliği

information service

bilişim hizmeti

information system

bilişim sistemi

information

1.bilgi, haber, 2.danışma

informational

bilgi niteliğinde

informative

bilgi verici, aydınlatıcı

informed

bilgili, haberdar

informer

gammaz, muhbir

infra

aşağıya, aşağıda, ileride

infrablack

siyah altı

infraction

1. ihlal, uymama, 2. suç, kuralları bozma

infrared detection

kızılötesi detektörü

infrared

kızıl ötesi

infrasonic

subsonik, enfrasonik, sesaltı

infrastructural

altyapısal

infrastructure

infrastructure

altyapı sistemi

infrequency

seyreklik

infrequent

seyrek, sık gerçekleşmeyen, nadir

infringe

(hakkını) çiğnemek, bozmak, ihlal etmek

infringement

1. tecavüz, ihlal, 2. sakatlama, bozma

infundibular

huni şeklinde

infuriate

çileden çıkarmak

infuse

1.demlemek, 2.aşılamak

infusible

1. erimez, kaynaşmaz, 2. eritilmez, birleştirilemez

infusion pump

şeker hastaları için insülin pompası

infusion

1. içine dökme, 2. demleme, 3. damara zerk etme

infusorian

ufak ve tek hücreli hayvan

ing

hal ortacı soneki, hal ulaç soneki

ingate

döküm deliği

ingathering

hasatı toplama, hasat, mahsul

ingeminate

tekrarlamak

ingenious

becerikli, usta, ustaca yapılmış

ingenue

saf kız, saf kız rolü

ingenuity

zekâ, ustalık beceri

ingenuous

saf, toy, deneyimsiz

ingenuously

açık yüreklilikle, samimi olarak

ingenuousness

maharet, sadedillik

ingest

yemek, yutmak

ingestion

yeme, mideye indirme

inglorious

1. utandırıcı, ayıp, onursuz, 2. gösterişsiz, mütevazı

ingoing

içeriye giren, memuriyete başlayan

ingot crane

kütük vinci

ingot

külçe

ingrain dyestuff

inkişaf boyası, diazo boyası

ingrain

ingrain

kökleştirmek, ham iken boyamak

ingrained

kökleşmiş, yerleşmiş

ingrate

nankör kimse

ingratiate oneself with sb

-e yağ çekmek, yağcılık etmek

ingratiate

-e yağ çekmek, yağcılık etmek

ingratitude

nankörlük

ingredient

karışımı oluşturan madde

ingress

girme, giriş hakkı, giriş

ingrown

içine batmış, kökleşmiş

inguinal

kasığa ait

ingurgitate

oburca yiyip içmek, tıkınmak

inhabit

-de yaşamak, oturmak

inhabitable

oturulabilir, yaşanabilir

inhabitancy

ikamet

inhabitant

sakin, oturan

inhabited place

mesk-n mahal

inhalation

nefes alma, teneffüs

inhale

içine çekmek

inhaler

soluk aldırma cihazı

inharmonious

1. ahenksiz, uyumsuz, 2. uygunsuz

inhere

bir şeye bağlı olmak

inherent storage

kalıtımsal bellek

inherent vice

malın kendi kusuru

inherent

doğasında olan, doğal

inherit

miras olarak almak

inheritable

babadan oğula geçebilir

inheritance tax

veraset vergisi, intikal vergisi

inheritance

kalıt, miras

inherited

inherited

miras yoluyla kalmış

inheritor

varis, mirasçı

inhibit

tutmak, dizginlemek, engellemek

inhibited

çekingen, utangaç

inhibition

çekingenlik, utangaçlık

inhibitive

yasaklayıcı, önleyici

inhibitor

yavaşlatıcı, inhibitör

inhibitory

1. engelleyici, 2. baskı altında tutulan, 3. yasak edici

inhospitable

konuk sevmez

inhuman

acımasız, gaddar

inhumane

insafsız, acımasız, kaba, insanlık dışı

inhumanity

insanlık dışı davranış, acımasızlık

inhume

gömmek, defnetmek

inimical

düşman, muhalif, aleyhtar

inimitable

eşsiz, taklit edilemez

iniquitous

adaletsiz, kötü

iniquity

1. haksızlık, 2. adaletsizlik, 3. kötülük, 4. günah

initial advertising

tanıtım reklamı

initial approach

ilk yaklaşma

initial capital

başlangıç sermayesi

initial condition

başlangıç koşulu

initial expenses

kuruluş giderleri, işe başlama giderleri

initial material

ana madde

initial orders

başlangıç komutları

initial point

başlangıç noktası

initial position

başlangıç konumu

initial salary

ilk maaş

initial speed

başlangıç hızı, ilk hız

initial state

başlangıç durumu, ilk hal

initial value

initial value

ilk değer

initial velocity

ilk hız

initial

1.ilk, önceki, 2.ilk harf, 3.parafe etmek

initialization

başlangıç durumuna getirme, başlatma

initialize

başlangıç durumuna getirmek, başlatmak

initially

başlangıçta, baştan, önceden, ilkin, önce

initiate

1.başlamak, başlatmak, 2.(into ile) (dernek, kulüp, vb.'ne) almak, kabul etmek

initiation

1. başlatma, 2. ilk adımını atma, girme

initiative

1.ilk adım, başlangıç, 2.insiyatif, başkalarının yardımı olmadan karar verme yeteneği

initiator

başlatan kimse

initiatory

tanıtıcı, başlatan

inject

1.iğne yapmak, 2.zerketmek, enjekte etmek

injection cock

püskürtme musluğu

injection engine

enjeksiyon motoru

injection fuel

püskürtme yakıt

injection nozzle

enjektör memesi, püskürtme memesi

injection pump

enjeksiyon pompası

injection syringe

enjektör, şırınga

injection

iğne, enjeksiyon

injector needle

enjektör iğnesi, püskürteç iğnesi

injector

enjektör, püskürteç

injudicious

(davranış) düşüncesiz, mantıksız

injun

kızılderili

injunction

emir, karar, resmi emir

injure

1.incitmek, yaralamak, 2.zarar vermek, incitmek

injured

yaralı

injurious

zararlı, muzır

injury to person

kişiye zarar

injury to property

mala zarar

injury

injury

1.hasar, zarar, ziyan

injustice

1.haksızlık, adaletsizlik

ink pad

ıstampa

ink

mürekkep

inkhorn

boynuz hokka

inkling

seziş, kuşku

inkwell

gömülü hokka

inky

1. mürekkep gibi, 2. mürekkepli, 3. kapkara

inky-dinky

küçük projektör, küçük ışıldak

inlaid

(with ile) kakma, işlemeli

inland bill

ülke içi poliçe

inland duty

dahili vergi

inland mail

yurtiçi posta

inland navigation

yurtiçi seyrüsefer

inland port

iç liman

inland produce

yerli ürün

inland sea

kapalı deniz, içdeniz

inland tariff

yurtiçi gümrük tarifesi

inland waters

iç sular

inland waterways

iç sular

inland

1.ülkenin iç kısmında olan, iç, 2.ülkenin iç bölgelerine doğru, içerilerde

inlaws

evlenme yoluyla akrabalık

inlay

kakma, kakma işi

inlet pipe

giriş borusu, emme borusu

inlet

1.körfezcik, koy, 2.giriş, ağız

inly

içten, yürekten

inmate

(hastane, hapishane, vb.'de) oda arkadaşı

inmost

bkz. innermost

inn

han, otel, konakçı

innards

innards

1. iç organlar, 2. mide ve bağırsaklar

innate

(nitelik) doğuştan

inner bark

iç kabuk

inner dimeter

iç çap

inner ear

içkulak

inner keel

iç omurga

inner layer

iç katman, iç tabaka

inner nucleus

iç çekirdek

inner port

iç liman

inner surface

iç yüzey

inner synchromesh disk iç senkromeç disk inner tube

şambriyel, içlastik

inner

1.iç, içerdeki, 2.merkeze en yakın, iç

innermost

en içerdeki, en içteki

innervate

sinir sistemine bağlamak

innervation

sinir sistemine bağlama

innings

sıra

innkeeper

hancı

innocence

1. suçsuzluk, günahsızlık, 2. cahillik, cehalet

innocent

1.masum, suçsuz, 2.zararsız, 3.saf, temiz kalpli

innocuous

zararsız, incitmeyen

innominate bone

kalça kemiği

innominate

adsız, isimsiz

innovate

yenilik getirmek, değişiklik yapmak

innovation

yenilik, buluş

innovator

yenilikçi

innuendo

sezindirme, ima, dokundurma, kinaye

innumerable

sayısız

inobservance

dikkatsizlik

inoculate

inoculate

(with/against ile) aşılamak

inoculation gun

aşı tabancası

inoculation

1. aşı, 2. aşılama

inodorous

kokusuz

inoffensive

zararsız, incitmeyen

inoffensiveness

zararsızlık

inofficial

resmi olmayan

inoperable

ameliyat yapılamaz

inoperative account

geçersiz hesap

inoperative

1. geçersiz, hükümsüz, 2. işlemez

inopportune

zamansız, sırasız, yersiz, uygunsuz, mevsimsiz

inordinate

aşırı, gereğinden çok

inorganic chemistry

anorganik kimya

inorganic compound

anorganik bileşik

inorganic soil

inorganik toprak

inorganic

inorganik

inosculate

bir araya gelip birleşmek, bitiştirmek

inositol

inositol

inpatient

hastanede tedavi gören hasta

inpayment

ödeme, tediye

inphase

eş fazlı

inpouring

içe akan

input data

girdi bilgisi, giriş bilgisi

input device

girdi aygıtı

input level

giriş düzeyi

input process

girdi işlemi

input program

girdi programı

input record

girdi kaydı

input

1.girdi, 2.giriş

input-output

input-output

girdi-çıktı

inquest

soruşturma

inquietude

endişe, merak

inquire about (a thing) birisi hakkında bilgi edinmek inquire after (a person) birinin hatırını sormak inquire

1.sormak, 2.bilgi almak, sorup öğrenmek, araştırmak

inquiring

araştırıcı, öğrenmek isteyen, meraklı

inquiry

soruşturma, araştırma

inquisition

sorgu, sorgulama

inquisitive

başkalarının işleriyle ilgilenen, meraklı

inquisitiveness

çok soru sorma, meraklılık

inquisitor

engizisyon memuru, tahkikat memuru

inroads

1.akın, baskın, 2.engelleme, gedik

inrush

1. ani degaj, birden boşalma, 2. içeriye hücum

insalubrious

sağlığa dokunan, sağlıksız

insalubrity

sağlığa aykırılık

insane asylum

akıl hastanesi

insane

deli, çılgın

insanitary

sağlığa zararlı, sağlıksız

insanity

1.delilik, çılgınlık, 2.aptallık

insatiable

doymak bilmez, açgözlü, obur, pisboğaz

insatiableness

aç gözlülük

insatiate

doymaz, giderilemez, tatmin edilemez

inscribe

yazmak

inscription

kitabe, yazıt

inscriptive

yazılı, kayıtlı

inscrutable

anlaşılmaz, esrarengiz, gizemli

insect eater

böcekçil

insect pests

zararlı haşarat

insect

insect

böcek

insecticide

böcek öldürücü ilaç, böcek zehiri

insectivore

böcekçil hayvan, böcek yiyen hayvan

insectivorous

böcekçil, böcek yiyen

insecure

1.kendine güveni olmayan, güvensiz, endişeli, 2.emniyetsiz, güvenilmez, sakat

inseminate

1.tohum ekmek, 2.döllemek

insemination

1. tohumlama, tohum ekme, 2. dölleme, 3. döllenme

insensate

hissiz, duygusuz, çılgınca

insensibility

duygusuzluk, hissizlik

insensible

1.bilinçsiz, baygın, 2.bilgisiz, habersiz

insensitive

1.duygusuz, anlayışsız, 2.duyarsız, etkilenmeyen

insensitiveness

duygusuzluk, hissetmezlik

insentient

hissiz, cansız

inseparable

ayrılmaz, bağlı, yapışık

insert

sokmak, içine koymak

insertion

1.ekleme, 2.eklenen şey

inset

1. ilave, ek, 2. bir şeyin ortasına ek koymak

inshore

kıyıya, sahile (doğru)

inside diameter

iç çap

inside left

soliç

inside out

tersyüz

inside right

sağiç

inside wall

iç duvarı

inside

1.iç, iç kısım, 2.ç, mide, 3.iç, içteki, 4.iç, gizli, 5.içerde, içeriye, 6.kodeste, içerde, 7.içerisine, içerisinde, içine, içinde

insider

kendisine özel bilgiler ve ayrıcalık tanıyan bir grubun üyesi

insides

karın ve bağırsaklar

insidious

sinsi, gizlice zarar veren

insidiousness

sinsilik

insight

kavrama, kavrayış, anlayış

insignia

insignia

nişanlar, rütbeler

insignificance

önemsizlik, ehemmiyetsizlik

insignificancy

önemsizlik, değersizlik

insignificant

değersiz, önemsiz

insincere

içtenliksiz, samimiyetsiz, ikiyüzlü

insincerity

samimiyetsizlik, vefasızlık

insinuate

üstü kapalı söylemek, ima etmek, anıştırmak

insinuation

ima, kinaye, dolaylı söz, anıştırma

insipid

tatsız, yavan, lezzetsiz, sönük

insipidity

sönüklük, yavanlık

insipidness

sönüklük

insist

(on/upon ile) ısrar etmek, dayatmak

insistence

1.ısrar, 2.ısrarlılık

insistency

1. ısrar, 2. zorlama, 3. ayak direme, 4. kararlılık

insistent

1.ısrarlı, 2.ısrarlı, sürekli

insobriety

ayyaşlık

insofar as

-diğince, -diği kadar

insolate

güneşe maruz bırakmak, güneşlendirmek

insolation

güneşleme, güneşe tutma, güneşe serme

insole

ayakkabı astarı, keçe

insolence

1. saygısızlık, arsızlık, küstahlık, 2. hakaret

insolent

saygısız, terbiyesiz, kaba

insolubility

1. çözünmezlik, 2. erimezlik, katışmazlık

insoluble in water

suda çözünmez

insoluble

1.çözünmez, erimez, 2.içinden çıkılmaz, çözülemez

insolvable

Aİ, bkz. insoluble

insolvency

1. iflas, ödeme güçsüzlüğü, 2. batma

insolvent

borcunu ödeyemeyen, müflis

insomnia

uykusuzluk, uyuyamama

insomniac

insomniac

uykusuz, uyuyamayan

insomuch as

o kadarki, hatta

insomuch that

o kadarki, hatta

insomuch

o derece, o kadar

insouciance

aldırmazlık, dikkatsizlik, ilgisizlik

insouciant

1. ilgisiz, kaygısız, tasasız, 2. aldırmaz, dikkatsiz

inspan

arabaya koşmak, öküzü arabaya koşmak

inspect

1.denetlemek, incelemek, 2.gözden geçirmek, yoklamak

inspection hole

kontrol deliği

inspection report

kontrol raporu, muayene raporu

inspection

denetim, yoklama

inspector

1.müfettiş, 2.polis komiseri

inspectorate

teftiş kurulu, denetim kurulu

inspiraional

ilham verici

inspiration

1.esin, ilham, ilham kaynağı, 2.parlak fikir

inspiratory

soluk almaya ait

inspire

1.esinlemek, ilham vermek, 2.(with/in ile) -de ... uyandırmak, ile doldurmak

inspirit

canlandırmak, gayret vermek

inspissate

koyulaştırmak, yoğunlaştırmak

inspring

ilham verici

instability

kararsızlık, değişkenlik

instable

kararsız, istikrarsız

install

1.(aygıt) döşemek, hazırlamak, düzenlemek, kurmak, 2.yerleştirmek

installation date

kurulma tarihi

installation time

kuruluş süresi

installation

1.tesisat, donanım, 2.yerleştirme

installment selling

taksitli satış

installment

bkz. instalment

instalment credit

tüketici kredisi

instalment plan

instalment plan

taksit usulü

instalment sale

taksitle satış

instalment

1.taksit, 2.(oyun, kitap, vb.) kısım, bölüm

instance

örnek

instant coffee

neskafe

instant

1.an, dakika, 2.hemen olan, acil, 3.(yiyecek, vb.) çabuk ve kolay hazırlanabilen

instantaneous water heater

çabuk su ısıtıcısı

instantaneous

anlık, bir anda olan

instantaneously

1. hemen, derhal, 2. birden, hiç beklemeden

instanter

derhal, birdenbire

instantly

hemen, anında

instar

iki deri dökme zamanı arasındaki gelişim evresi

instate

işe yerleştirmek, işe sokmak

instauration

yenileme, tazeleme

instead of

1. yerine, 2. (önek) -in yerine

instead

1.onun yerine

instep

ayağın üst kısmı

instigate

başlatmak, önayak olmak, teşvik etmek, kışkırtmak

instigation

teşvik, öneri, uyarı

instigator

1. kışkırtıcı kimse, fitneci, 2. elebaşı

instil

(in/into ile) (fikir) aşılamak, öğretmek

instill

bkz. instil

instinct

içgüdü

instinctive

içgüdüsel

instinctively

içgüdüsel olarak

institute an inquiry

soruşturma açmak

institute

1.enstitü, kurum, 2.kurmak

institution

1.kurum, kuruluş, dernek, 2.yerleşmiş gelenek, kurum, yerleşmiş yasa, 3.kurma

institutional economics

institutional economics kurumsal iktisat institutional investors

kurumsal yatırımcılar

institutional

kurumsal

institutionalize

kurumlaştırmak, müesseseleştirmek

instruct

1.bilgi vermek, öğretmek, 2.talimat vermek, emretmek

instruction book

talimat kitabı, tarifname

instruction word

komut sözcüğü

instruction

1.öğretim, 2.talimat, yönerge, tarifname

instructions

1. talimat, yönerge, 2. direktif, emir

instructive

öğretici

instructor

eğitmen, öğretmen

instrument board

alet tablosu, gösterge tablosu

instrument flying

aletli uçuş

instrument landing

aletli iniş

instrument panel

alet tablosu, gösterge tablosu

instrument

1.aygıt, alet, 2.çalgı

instrumental error

alet hatası

instrumental

1.(in ile) yardımcı, aracı olan, 2.enstrümantal

instrumentalist

çalgıcı

instrumentality

vasıta olma, aracı olma

instruments

ameliyat aletleri

insubordinate

baş kaldıran, itaatsiz, asi, kafa tutan

insubordination

baş kaldırma, asilik, itaatsizlik

insubstantial

güçsüz, zayıf, kuvvetsiz, yetersiz

insufferable

(davranış) katlanılmaz, çekilmez

insufficiency

1. yetersizlik, eksiklik, 2. yetmezlik

insufficient

yetersiz, eksik

insufflate

içine üflemek, hava vermek

insufflation

1. içine üfleme, hava verme, 2. üfleme

insufflator

insufflator

püskürteç

insulant

yalıtkan madde

insular

dar görüşlü

insularity

1. adalı olma, 2. tecrit, ayırma, 3. dar görüşlülük

insulate

(from/against ile), izole etmek, yalıtmak, ayırmak, ayrı tutmak, korumak

insulated

yalıtılmış, yalıtık

insulating compound

yalıtkan madde, izolan madde

insulating joint

yalıtım contası, izolasyon contası

insulating material

yalıtım malzemesi

insulating plate

yalıtım plakası, izolasyon plakası

insulating switch

izolasyon şalteri, ayırıcı şalter

insulating tape

izole bant

insulating

1. yalıtkan, 2. yalıtım

insulation

1.tecrit, yalıtım, izolasyon, 2.izolasyon maddesi

insulator

izolatör, yalıtkan

insulin

ensülin

insult

1.aşağılamak, hakaret etmek, 2.hakaret

insulting

küçümseyici, aşağılayıcı

insuperable

aşılması güç, zorlu

insupportable

1. çekilmez, katlanılmaz, 2. haksız, 3. tahammül edilemez

insurance agent

sigorta acentası

insurance broker

sigorta simsarı, sigorta tellalı

insurance company

sigorta şirketi

insurance contract

sigorta sözleşmesi, sigorta mukavelesi

insurance cover

sigortanın kuvertürü

insurance demand

sigorta talebi

insurance expert

sigorta eksperi

insurance money

sigorta bedeli, sigorta tazminatı

insurance policy

sigorta poliçesi

insurance premium

insurance premium

sigorta primi

insurance value

sigorta değeri

insurance

1.sigorta, 2.sigortacılık, sigorta, 3.sigorta parası, 4.(against ile) korunma

insure

1.sigorta ettirmek, 2.garantilemek, sağlama almak

insured person

sigortalı kimse

insured

sigortalı, garantili

insurer

sigortacı

insurgence

ayaklanma

insurgency

isyan

insurgent

asi, başkaldıran, ayaklanan

insurmountable

çok büyük, çok güç, yenilemez, başa çıkılmaz

insurrection

isyan, ayaklanma

insurrectist

isyan taraftarı

insusceptibility

duygusuzluk, hissizlik

insusceptible

duygusuz, hissiz

intact

bozulmamış, tam, bütün

intaglio

oyma

intake of food

alınan yiyecek miktarı

intake valve

emme supabı

intake

içeri alınan miktar ya da sayı, giriş

intangibility

dokunulmazlık

intangible

fiziksel varlığı olmayan, elle tutulamaz, görülemez, duyumsanabilir

intarsia

kakmacılık

integer

tam sayı

integral calculus

integral hesabı, tümlev hesabı

integral equation

integralli denklem, tümlevli denklem

integral

1.gerekli, önemli, 2.entegral, tümlev

integrand

integrand, tümlevlenen

integrant

tamamlayıcı

integrate

integrate

(with/into ile), bütünleşmek, kaynaşmak, katmak, kaynaştırmak

integrated circuit

tümleşik devre, entegre devre

integrated

bütünleşmiş

integration

1. bütünleşme, entegrasyon, 2. tamamlama

integrator

integratör, toplayıcı

integrity

1.güvenilirlik, doğruluk, dürüstlük, 2.bütünlük, tamlık

integument

kabuk, deri, zar

integumentary

kabuktan oluşan, deriden oluşan

intellect

akıl, zihin

intellectual

1.akli, zihinsel, anlıksal, 2.akıllı, zeki, 3.aydın, entelektüel

intellectuality

1. zihinsel yetenek, 2. aydın olma

intelligence department haberalma dairesi office intelligence department istihbarat servisi, ranseyman servisi intelligence quotient

zekâ bölümü

intelligence test

zekâ testi

intelligence

1.zekâ, akıl, 2.istihbarat, haber alma

intelligent

zeki, akıllı

intelligently

akıllıca

intelligentsia

aydınlar

intelligible

anlaşılabilir, açık, net

intellingibility

anlaşılabilme

intemperance

1. aşırılık, taşkınlık, 2. ifrat, ölçüsüzlük

intemperate

1. şiddetli, sert, bozuk, 2. aşırı, 3. ayyaş, 4. taşkın

intend

1.tasarlamak, niyet etmek, planlamak, 2.(... için) olmak

intendant

1. idareci, müdür, 2. müfettiş

intended

1. tasarlanmış, amaçlanmış, 2. müstakbel, 3. nişanlı (erkek veya kız)

intense colour

koyu renk

intense light

kuvvetli ışık

intense

intense

1.şiddetli, güçlü, 2.heyecanlı, ateşli

intensely

1. son derece, 2. şiddetle, kuvvetle

intensification

kuvvetlendirme

intensifier

güçlendirici

intensify

1.yoğunlaşmak, 2.yoğunlaştırmak

intensity level

yoğunluk düzeyi

intensity of light source ışık kaynağı şiddeti intensity of light

ışık şiddeti

intensity of radiation

radyasyon şiddeti, ışınım yeğinliği

intensity of sound

ses şiddeti

intensity

güçlülük, yoğunluk

intensive care unit

yoğun bakım ünitesi

intensive care

yoğun bakım

intensive

yoğun

intent

1.amaç, niyet, 2.dikkatli, 3.niyetli, azimli, istekli

intention

1.niyet, maksat, 2.kasıt

intentional destruction kasıtlı tahribat intentional

kasıtlı

intentionally

kasten, bile bile

intently

dikkatle

intentness

1. dikkat, 2. gayret, şevk

inter

gömmek, defnetmek

inter-

(önek) arasında, birbiriyle

inter-bank borrowing

bankalararası borçlanma

inter-bank money market

bankalararası para piyasası

inter-bank

bankalararası

interact

(with ile) biribirini etkilemek

interaction

etkileşim

interactive language

interactive language

etkileşim dili

interactive program

etkileşimli program

interactive

etkileşimli, birbirini etkileyen

interbank market

interbank piyasası

interbank rate

interbank kuru

interbank

bankalararası

interbreed

1. melezleştirmek, 2. melezleşmek

intercalate

1. araya sokmak, eklemek, 2. ilave etmek

intercalation

araya sokma, ekleme

intercede

(with/for ile) (korumak için) araya girmek

intercellular

hücrelerarası

intercept

durdurmak, yolunu kesmek

interception

1. durdurma, engelleme, önleme, 2. tevkif

interceptor

avcı uçağı

intercessor

aracı

interchange

1.yerlerini değiştirmek, 2.değiş tokuş etmek, 3.yer değiştirme, takas, değiş tokuş, 4.araçların giriş ya da dönüş yapabildiği ve bir hız yoluyla diğer bir yolun kesiştiği kavşak

interchangeable

(with ile) birbirinin yerine geçebilir

interchngeability

değiştirilebilirlik

intercity

şehirlerarası

intercollegiate

kolejler arası

intercolumniation

sütunlar arasındaki mesafe

intercom

iç telefon sistemi

intercommunicate

birbiriyle haberleşmek

intercommunication

dahil haberleşme, iç haberleşme

intercommunity

1. toplumlararası, 2. müşterek olma

intercompany

şirketler arası

interconnect

birbirine bağlamak

interconnected

birbirine bağlı

interconnection

birbirine bağlı olma

intercontinental

kıtalararası

intercorporate relations şirket içi ilişkiler intercorporate

şirket içi

intercourse

1.(cinsel) birleşme, 2.görüşme, ilişki

interdenominational

mezheplerarası

interdental

1. alt ve üst dişler arasında oluşan, 2. alt ve üst dişler arasında oluşan

interdependence

birbirine bağlı olma, birbirine muhtaç olma

interdependent

birbirine bağlı, birbirine muhtaç

interdict

1. yasak, yasak etme, 2. yasak etmek, menetmek, önlemek

interdiction

yasak

interest account

faiz hesabı

interest bearing

faiz getiren

interest ceiling

faiz tavanı

interest certificate

faiz belgesi

interest coupon

faiz kuponu

interest due

vadesi gelmiş faiz

interest for default

gecikme faizi

interest in arrears

gecikmiş faiz

interest on capital

sermaye faizi

interest on money

1. nema, 2. kâr payı

interest payable

ödenecek faiz

interest rate

faiz oranı, faiz haddi

interest table

interest-free

faiz tablosu 1.(in ile) ilgi, merak, 2.ilgi uyandırma, ilgi çekme, 3.ilgi kaynağı, ilgi merkezi, 4.yarar, çıkar, 5.faiz, 6.ilgilendirmek, 7.ilgisini çekmek, merakını uyandırmak faizsiz

interested in a thing

bir şeye meraklı

interested

1.ilgili, meraklı, 2.çıkar gözeten

interesting

ilgi çekici, ilginç

interest

interface

arayüzey, arabirim, arayüz

interfacial

arayüzey ile ilgili

interfere

(with/in/between ile), yoluna çıkmak, engellemek, karışmak, başkasının işine burnunu sokmak, herşeye maydanoz olmak

interference reception

alış paraziti

interference suppression

antiparazit

interference

1.(with ile) karışma, engelleme, 2.parazit

interferometer

interferometre, girişimölçer

interferometry

interferometri, girişimölçer

interferon

interferon

interfix

ilişki kurma

interfluent

birbirinin içine akan

interfuse

karıştırmak, karışmak

interglacial

buzularası, interglasiyel

interim aid

geçici yardım

interim balance

ara bilanço

interim bond

geçici tahvil

interim certificate

geçici belge

interim credit

ara kredi, geçici kredi

interim dividend

ara temettü

interim rate

geçici tarife

interim report

geçici rapor

interim statement

ara rapor

interim

1.(zaman) aralık, ara, boşluk, 2.geçici, ara, aradaki

interindustry

sanayilerarası

interior angle

iç açı

interior decoration

içmimarlık, iç dekorasyon

interior decorator

içmimar

interior fittings

mefruşat

interior monologue

interior monologue

iç konuşma

interior planet

iç gezegen

interior surface

iç yüz

interior wiring

iç tesisat

interior

iç

interject

arada söylemek, eklemek, aniden söylemek

interjection

ünlem, nida

interjective

ünlem ile ilgili

interlace

1. karıştırmak, 2. birbirine geçirmek, 3. ağ gibi örmek

interlacing

1. birbirine geçme, 2. geçmeli tarama

interline

orta astarı koymak

interlinear

satırlar arasına yazılmış

interlock

1.birbirine bağlamak, 2.birbirine bağlanmak

interlocution

konuşma, diyalog

interlocutor

muhatap

interlocutory injunction geçici önlem interlocutory

geçici ara

interloper

gereksiz kimse, fazlalık

interlude

1.ara, teneffüs, iş arasındaki boşluk, dinlenme, 2.(sinema, tiyatro, vb.) perde arası, ara, 3.ara faslı

intermarry

(farklı gruptan insanlar) evlenmek, evlenerek birbirine bağlanmak

intermeddle

karışmak, burnunu sokmak

intermediary

arabulucu, aracı

intermediate colour

ara renk

intermediate product

ara ürün

intermediate trade

komisyonculuk

intermediate

arada bulunan, ara, orta

interment

(ölüyü) gömme, defnetme

intermezzo

ara perdesi, ara oyunu

interminable

bitmez, tükenmez, sonsuz

interminably

interminably

sonsuz olarak

intermingle

birbirine karıştırmak, birbirine karışmak

intermission

perde arası, ara

intermit

1. ara vermek, durdurmak, 2. durmak, tatil olmak

intermittent current

kesintili akım

intermittent duty

aralıklı hizmet

intermittent

kesik kesik, aralıklı, süreksiz

intermittently

aralıklı olarak

intermix

birbirine karıştırmak, birbirine karışmak

intermodulation

arakipleme, entermodülasyon

intermolecular

moleküllerarası

intern

1.enterne etmek, gözaltına almak, 2.stajyer, 3.stajyer doktor

internal affairs

içişleri

internal brake

iç fren

internal circuit

iç devre

internal combustion engine

içten yanmalı motor

internal combustion

içten yanmalı

internal debt

iç borç

internal migration

iç göç

internal phoneme

içses

internal pressure

iç basınç

internal storage

iç bellek

internal structure

iç yapı, iç bünye

internal voltage

iç gerilim

internal

dahili, iç

internalization

özümseme

internalize

özümsemek

internally

dahili olarak, içten, iç tarafta

international business

international business

uluslararası ticaret

international exchange döviz international labour law

uluslararası iş hukuku

international mercantile uluslararası ticaret hukuku law international monetary uluslararası para ekonomisi economics international money

uluslararası para

international nautical mile

uluslararası deniz mili

international private law

devletler özel hukuku

international sea traffic milletlerarası deniz trafiği international trade

uluslararası ticaret

international transportation

uluslararası taşımacılık

international

uluslararası

internationalism

enternasyonalizm, uluslararası teşkilat

internationalize

enternasyonal hale koymak

internment

gözaltına alma

internode

boğum

internuncio

papanın elçisi

interpellate

gensoru açmak

interpellation

gensoru

interpenetrate

tamamen içine girmek

interphase

interfaz

interphone

dahili telefon

interplanetary

gezegenlerarası

interplay

karşılıklı etkileşim

interpolate

interpolate

eklemek, katmak

interpolation

enterpolasyon, iç değerleme, iç değerbiçim

interpose

(in/between/among ile) araya girmek, lafa karışmak, arada söylemek, eklemek

interposition

1. karışma, müdahale, 2. araya girme

interpret as

yorumlamak

interpret

1.(konuşarak) çevirmenlik yapmak, tercümanlık yapmak, 2.(as ile) yorumlamak, 3.anlamını açıklamak

interpretable

yorumlanabilir

interpretation

yorum, tefsir, açıklama

interpreter

tercüman, dilmaç

interpretive language

yorumlamalı dil

interpretive

yorumlamalı

interrelated

birbiri ile alakası olan

interrelation

karşılıklı ilişki

interrogate

sorguya çekmek, sorgulamak

interrogating judge

sorgu hâkimi

interrogation

sorgu

interrogative adjective soru sıfatı interrogative adverb

soru zarfı, soru belirteci

interrogative particle

soru eki

interrogative pronoun

soru zamiri, soru adılı

interrogative sentence

soru cümlesi

interrogative

1.soru belirten, sorulu, soru soran (cümle, sözcük, vb.), 2.soru şeklinde, 3.soru sözcüğü

interrogatory

soru türünden, soru belirten

interrupt

1.sözünü kesmek, 2.akışını durdurmak, düzenini bozmak, kesmek, yarıda kesmek

interrupted

kesik, kesilmiş

interrupter

1. enterüptör, şalter, 2. tapa, 3. kesici

interruption

kesilme, yarıda kesme

intersect

(yol, çizgi, vb.) kesişmek, birbiri üzerinden geçmek

intersecting

kesişen

intersection point

intersection point

kesişme noktası

intersection

1.kesişme, 2.kavşak

intersex

erdişi, erse, hünsa

intersexual

erdişilik, erselik

interspace

1.ara, aralık, 2.ara vermek, aralık bırakmak

intersperse

(with ile) oraya buraya serpmek, arasına katmak

interstage

ara kat

interstate

eyaletlerarası

interstellar

yıldızlar arası

interstice

1. yarık, çatlak, 2. ara, açıklık, 3. aralık, gedik

interstitial

1. çatlakla ilgili, 2. dokular arasında bulunan

intertribal

kabileler arası

intertropical

tropikal kuşağa ait

intertwine

örülmek, sarılmak

interval

1.ara, aralık, 2.perde arası, ara

intervene

1.(in ile) araya girmek, karışmak, müdahale etmek, 2.olaylar arasında oluşmak, arada olmak, geçmek

intervening

müdahaleci

intervention policy

müdahale politikası

intervention

1. karışma, müdahale, 2. aracılık

interventionist

müdahaleci

intervertebral

omurlar arasında olan

interview

1.mülakat, görüşme, 2.röportaj, 3.görüşmek, 4.röportaj yapmak

interviewee

görüşülen kimse

interviewer

görüşme yapan kimse

intervocalic

ünlülerarası

interweave

(with ile) birlikte dokumak, örmek

intestacy

vasiyetsiz ölme

intestate

vasiyetnamesiz

intestinal flora

bağırsak florası

intestinal

intestinal

bağırsak, bağırsaklarla ilgili

intestine

bağırsak

intimacy

1.(with ile) özel olma, mahremlik, kişisellik, 2.yakın arkadaşlık, dostluk

intimate friend

yakın dost

intimate

1.(with ile) (cinsel yönden) yakın, 2.kişisel, özel, 3.detaylı, ayrıntılı, 4.ima etmek, sezindirmek

intimation

1. üstü kapalı söyleme, ima, 2. üstü kapalı anlatma

intimidate

(birini) korkutmak, gözünü korkutmak, gözdağı vermek

intimidation

korkutma

into smithereens

bin bir parçaya

into the bargain

ek olarak, ayrıca, üstelik

into thin air

tümüyle gözden uzak

into

1.içine, -e, -a, 2.-e meraklı, hasta, 3.(bölme işleminde) -de, -da

intolerable

çekilmez, dayanılmaz

intolerance

hoşgörüsüzlük

intolerant

hoşgörüsüz

intonation

ses perdesi, titremleme

intone

monoton bir makamla okumak

intoneme

tonlama birimi, titremlemebirim

intoxicant

1. sarhoş edici, 2. sarhoş edici içki

intoxicate

sarhoş etmek

intoxicating

sarhoş edici

intoxication

1. sarhoşluk, 2. alkol zehirlenmesi

intra-

(önek) içinde bulunan, iç tarafında

intracellular

hücre içi, gözeiçi

intractability

1. dik kafalılık, 2. serkeşlik, densizlik

intractable

kontrol edilmesi zor, ele avuca sığmaz

intrados

kemer iç sırtı, kemer iç yüzü

intramolecular

moleküliçi

intransigence

uyuşmazlık

intransigent

intransigent

uzlaşmaz, sabit fikirli, değişmez

intransitive verb

geçişsiz eylem

intransitive

(eylem) geçişsiz

intrastate

eyaletlerarası

intravenous

damar içi, damardan

intrenchment

siper, tahkimat

intrepid

korkusuz, cesur

intrepidity

cesaret, yılmazlık, gözüpeklik

intricacy

1.karışıklık, anlaşılmazlık, 2.karışık şey

intricate

karmakarışık

intrigue

1.ilgisini çekmek, 2.entrika çevirmek, 3.entrika, dolap

intriguer

hilekâr kimse

intriguing

1. ilgi çekici, 2. şaşırtıcı, 3. entrikacı, düzenbaz

intrinsic value

gerçek değer, içsel değer

intrinsic

gerçek, aslında olan, esas

intrinsical

doğuştan

intrinsically

aslen

intro-

(önek) içe doğru, içeriye

introduce

1.tanıştırmak, tanıtmak, 2.ilk kez getirmek, ortaya çıkarmak, 3.ilk kısmını oluşturmak

introduction

1.tanıtma, tanıtım, takdim, 2.tanıştırma, takdim, 3.önsöz, 4.giriş, başlangıç, 5.kılavuz kitap

introductory

giriş niteliğinde, tanıtıcı

introspection

murakabe, kendi duygu ve düşüncelerini inceleme

introspective

kendi kendini tahlil eden

introversion

içedönüklük

introvert

içedönük kimse

introverted

içedönük, içine kapanık

intrude

izinsiz ya da davetsiz girmek, rahatsız etmek

intruder

davetsiz misafir

intrusion

(on ile) zorla girme, tecavüz

intrusive rocks

intrusive rocks

sokulma kayaçları

intrusive

1. zorla giren, izinsiz giren, 2. mütecaviz, sırnaşık

intrust

tevdi etmek, vermek

intuit

sezmek, içine doğmak

intuition

sezgi, önsezi, içine doğma

intumescence

1. şişme, kabarma, 2. şişlik

inulin

inulin

inunction

yağ sürme

inundate

1.sel basmak, 2.garketmek, boğmak

inundation

sel, tufan

inurbane

terbiyesiz, kaba

inutile

yararsız, kazançsız

inutility

faydasızlık, yararsızlık

invade

1.istila etmek, 2.akın etmek, doldurup taşırmak, 3.baskın yapmak, basmak, tecavüz etmek

invaginate

içine koymak, kılıfına koymak

invagination

kılıfına koyma

invalid chair

tekerlekli sandalye

invalid

1.hasta, sakat, 2.hükümsüz, geçersiz

invalidate

geçersiz kılmak, çürütmek

invalidation

1. zayıflatma, güçten düşürme, 2. geçersiz kılma, 3. iptal

invalidism

hastalık

invalidity indemnity

maluliyet tazminatı

invalidity insurance

maluliyet sigortası

invalidity

hükümsüzlük, geçersizlik

invaluable

çok değerli, paha biçilmez

invariability

değişmezlik, sabitlik

invariable

değişmeyen, her zaman aynı olan, değişmez

invariant

1.değişmeyen, sabit, 2.değişmez değer, sabit nicelik

invasion

akın, saldırı, istila

invective

invective

hakaret, sövgü

inveigh against

paylamak

inveigh

veryansın etmek, çıkışmak

inveigle

kandırmak, ayartmak

inveiglement

aldatma, kandırma

invent

1.icat etmek, bulmak, 2.uydurmak, düzmek, kıvırmak

invention

icat, buluş

inventive

yaratıcı, bulucu

inventor

mucit, bulucu

inventory control

envanter kontrolü, stok kontrolü

inventory investment

stok yatırımı

inventory rate

envanter değeri

inventory

sayım çizelgesi, envanter

inverse correlation

ters ilişki

inverse current

ters akım

inverse operation

ters işlem

inverse ratio

ters oran

inverse

ters

inversely proportional

ters orantılı

inversely

tersine olarak

inversion

1. inversiyon, terselme, 2. ters dönme, altüst olma

invert

tersyüz etmek

invertase

invertaz

invertebrate

omurgasız

inverted comma

tırnak işareti

inverted vault

ters kubbe

inverted

ters çevrilmiş

inverter

inverter, enversör, evireç

invest money

para yatırmak

invest

invest

(in ile) para yatırmak, yatırım yapmak

investable

yatırım yapılabilir, yatırılabilir

investigate

araştırmak, soruşturmak

investigation method

araştırma yöntemi

investigation

araştırma, soruşturma

investigative journalism araştırmacı gazetecilik investigative reporter

araştırmacı gazeteci

investigative tour

inceleme gezisi

investigative visit

inceleme gezisi

investigative

araştırmayla ilgili

investigator

müfettiş

investiture

(birini) yüksek memuriyete atama töreni

investment bank

yatırım bankası

investment banker

yatırım bankeri

investment banking

yatırım bankacılığı

investment bills

plasman senetleri

investment bond

yatırım bonosu

investment budget

yatırım bütçesi

investment capital

yatırım sermayesi

investment certificate

yatırım belgesi

investment company

yatırım şirketi

investment counsel

yatırım danışmanı

investment credit

yatırım kredisi

investment goods

yatırım malları

investment incentive

yatırım teşviki

investment incentives

yatırım teşvikleri

investment income

yatırım geliri

investment list

yatırım listesi

investment reserve

yatırım rezervi

investment share

investment share

katılma belgesi

investment shares

yatırım hisseleri

investment

1.yatırım, 2.sağlanan gelir

investor

yatırımcı

inveterate

1.yerleşmiş, kökleşmiş, 2.alışmış, tiryaki

invidious

gücendirici, kıskandırıcı, haksız

invigilate

(sınavda) gözcülük etmek

invigilator

sınav gözcüsü

invigorate

güçlendirmek, canlandırmak, dinçleştirmek

invigoration

kuvvetlendirme, güçlendirme

invincibility

yenilmezlik

invincible

yenilmez

inviolability

dokunulmazlık

inviolable

bozulamaz, dokunulmaz

inviolate

bozulmamış, çiğnenmemiş

invisibility

görülmezlik

invisible failure

görünmez arıza

invisible ink

renksiz mürekkep

invisible

1.görünmez, görülemez, 2.(özellikle kâr zarar hesaplarında) deftere kayıtlı olmayan, resmi hesaplarda görülmeyen

invisibly

saklı olarak

invitation to bid

satışa davet

invitation

davet, çağrı

invite tenders for

ihale açmak

invite

1.davet etmek, çağırmak, 2.yüreklendirmek, davetiye çıkarmak

inviting

davetkâr, çekici, göz alıcı

invocation

1. yalvarma, yakarma, 2. dua

invoice amount

fatura bedeli

invoice book

fatura defteri

invoice clerk

fatura memuru

invoice cost

invoice cost

fatura maliyeti

invoice price

fatura fiyatı

invoice

1.fatura, 2.fatura göndermek, 3.fatura yazmak

invoke

1.yakarmak, dua etmek, 2.istemek, dilemek

involucre

bürüm

involuntarily

istemeyerek

involuntary muscle

istemsiz kas

involuntary nervous system

otonom sinir sistemi

involuntary

istenilmeden yapılan, gönülsüz yapılan, istençdışı

involute

1. involüt, düreç, 2. dolaşık, içeri kıvrık

involution

1. üst alma, dürev, 2. kıvırma, sarma

involve

1.(in/with ile) karıştırmak, sokmak, bulaştırmak, 2.içermek, kapsamak, gerektirmek

involved

1.karmaşık, anlaşılmaz, 2.(with ile) (kişisel ya da cinsel yönden) yakın, ilgili

involvement

1. karışma, bulaşma, 2. ilgi, 3. sarma, 4. bağlılık

invulnerability

yara almama

invulnerable

1. yaralanmaz, 2. kurşun işlemez, 3. zapt edilmez

inward bill of lading

ithal konşimentosu

inward duty

giriş resmi

inward journey

dönüş yoluculuğu

inward mail

yurtiçi posta

inward

1.içeride olan, iç, 2.Aİ, bkz. inwards

inwardly

içte, içeride

inwardness

1. içyüz, 2. maneviyat, ruhanilik

inwards

içeriye doğru

iodate

iyodat

iodic

iyotlu

iodide

iyodür

iodine

iyot

iodoform

iodoform

iyodoform

ion acceleration

iyon ivmesi

ion accelerator

iyon hızlandırıcı

ion beam

iyon demeti

ion exchange

iyon alışverişi, iyon değiş tokuşu

ion exchanger

iyon değiştirici

ion migration

iyon göçü

ion pair

iyon çifti

ion source

iyon kaynağı

ion spectrum

iyon spektrumu, iyon izgesi

ion

iyon

ionic binding

iyon bağı

ionic bond

iyon bağı

ionic compounds

iyonik bileşikler

ionic migration

iyon göçmesi

ionic radius

iyon yarıçapı

ionic valve

iyonik tüp

ionium

iyonyum

ionization current

iyonlaşma akımı

ionization gauge

iyonlu manometre, iyonlu basıölçer

ionization potential

iyonlaşma potansiyeli

ionization

iyonlaşma

ionize

1. iyonlaştırmak, 2. iyonlaşmak

ionized state

iyonize hal

ionized

iyonize

ionizing

iyonlaştırıcı

ionone

iyonon

ionosphere

iyonosfer, iyonyuvarı

iota

zerre, parça

irascibility

irascibility

kızgınlık

irascible

sinirli, huysuz, öfkesi burnunda

irate

kızgın, öfkeli

ire

1. hiddetli, 2. kızgınlık, öfke

ireful

1. kızgın, öfkeli, 2. hiddetli

iridescence

1. yanardönerlik, 2. renkli pırıltı

iridescent colour

yanardöner renk

iridescent

yanardöner

iridium

iridyum

iris

1.süsen çiçeği, 2.iris

iritis

iris iltihabı

irk

usandırmak, bıktırmak, canını sıkmak, bezdirmek

irksome

usandırıcı, bıktırıcı, sıkıcı

iron a.

demirden yapılmış, demir gibi

iron bar

demir çubuk

iron cement

demir macunu

iron curtain

demir perde

iron flint

demirli çakmaktaşı

iron foundry

dökümhane

iron gray

demir kırı rengi

iron horse

lokomotif

iron lung

suni akciğer

iron mould

pas lekesi

iron ore

demir cevheri

iron plate

demir sac

iron salt

demir tuzu

iron sheet

sac

iron

1.demir, 2.ütü, 3.ütülemek

iron-bearing

demirli

ironclad

ironclad

zırhlı gemi

ironic

alaylı, alaycı, istihzalı

ironical

alay eden

ironing board

ütü tahtası

ironing press

ütüleme presi, pres

ironing

ütüleme

ironmaster

demirci ustası, demir imalatçısı

ironmonger

hırdavatçı

ironmongery

hırdavat

irons

pranga, zincir

ironshod

demir nallı, demir taban

ironside

cesur kimse

ironstone

demir filizi

ironwood

demirağacı

ironwork

demir işi

ironworker

1. demir fabrikası işçisi, 2. demirci

ironworks

demir fabrikası

irony

istihza, ince alay

irradiance

1. aydınlatma, 2. parlaklık

irradiant

parlak, ışıldayan

irradiate

1.ışınlamak, 2.aydınlatmak

irradiation

1.ışınlama, 2.parlaklık, aydınlık

irradiative

ışık saçan, aydınlatıcı

irrational

akılsız, mantıksız

irrationality

mantıksızlık, akılsızlık, saçma

irreclaimable

islah edilemez

irreconcilable

uzlaştırılamaz, barıştırılamaz

irrecoverable debt

tahsil edilemeyen borç

irrecoverable

1.düzeltilemez, 2.telafi edilemez

irrecusable

irrecusable

reddolunamaz

irredeemable

1. silinmez, 2. konvertibl olmayan

irreducible

1. azaltılamaz, küçültülemez, 2. sadeleştirilemez

irrefrangible

bozulamaz, kırılmaz (ışın)

irrefutable

reddedilemez, itiraz kaldırmaz, su götürmez

irregular comparison

kuralsız derece

irregular verb

kuralsız eylem

irregular

1.(biçim) çarpık, eğri, yamuk, 2.(zaman) düzensiz, eşit olmayan, 3.düzensiz, kuralsız, başıbozuk, usulsüz, 4.kural dışı, düzensiz

irregularity

1. kuralsızlık, 2. usulsüzlük, 3. düzensizlik

irrelevance

1.konu dışı olma, 2.konu dışı olan şey ya da durum

irrelevancy

yersiz olma, münasebetsizlik

irrelevant

konu dışı, ilgisiz, önemsiz

irreligion

dinsizlik, kâfirlik, gâvurluk

irreligious

dinsiz

irremediable

çaresiz, tedavi edilemez, şifa bulmaz

irremovable

1. oynamaz, temelli, 2. sabit

irreparable

telafisi olanaksız, onarılamaz, onmaz

irreplaceable

yeri doldurulamaz

irrepressible

bastırılamaz, zaptolunamaz, taşkın

irreproachable

hatasız, kusursuz

irresistible

karşı konulamaz, dayanılmaz, çok güçlü

irresolute

kararsız, mütereddit

irresolution

kararsızlık

irrespective of

hesaba katmadan

irrespective

(of ile) -e bakmaksızın, -e aldırmadan, -i düşünmeden

irresponsibility

sorumsuzluk

irresponsible

sorumsuz, bambılı

irresponsibly

sorumsuzca, düşüncesizce

irresponsive

mukabele etmez, karşılık vermeyen

irretrievable

irretrievable

bir daha ele geçmez, telafi edilemez

irreverence

hürmetsizlik, saygısızlık

irreverent

(özellikle dine karşı) saygısız

irreversibility

tersinmezlik

irreversible colloid

tersinmez koloit

irreversible reaction

tersinmez reaksiyon, tekyönlü tepkime

irreversible

1. tersinmez, 2. geri alınamaz, kesin, kati

irrevocable

dönülemez, geri alınamaz, değiştirilemez

irrigable

sulanabilir

irrigate

(toprağı) sulamak

irrigation canal

sulama kanalı

irrigation ditch

sulama arkı

irrigation efficiency

sulama verimi

irrigation

sulama

irritability

1. sinirlilik, 2. alınganlık, titizlik

irritable

çabuk kızan, alıngan

irritant

tahriş edici (madde)

irritate

1.kızdırmak, sinirlendirmek, 2.tahriş etmek

irritating

sinirlendirici, kızdırıcı, tahrik edici

irritation

1. sinirlilik, kızgınlık, 2. öfke, hiddet

irruption

içeriye baskın, istila

is

-dir, -dır

isallobar

izalobar

isatin

izatin

ischemia

iskemi

ish

sonek

isinglass

1. balık tutkalı, 2. mika

island

ada, aral, simek

isle

ada

islet

islet

adacık

ism

-cilik, -izm, doktrin

iso-

1. (önek) eşit, 2. aynı

isobar

1. eşbasınç eğrisi, izobar, 2. eşbasınç, izobar

isobaric chart

izobar haritası

isobaric surface

izobarik yüzey

isobaric

izobarik

isobath

eşderinlik eğrisi

isobutane

izobutan

isochoric

izokor, eşhacimli

isochronal

eşsüreli, izokron

isochrone

izokron, eşoylum eğrisi

isochronous

1. eşsüreli, izokron, 2. eşzamanlı

isoclinal

izoklinal

isocline

izoklin, eşeğim çizgisi

isodose

izodoz

isodynamic

izodinamik

isodynamism

izodinami

isoelectric

eşelektrik, izoelektrik

isoelectronic

izoelektronik

isogamy

izogami, eşgametlilik

isogonal

eşaçılı, izogonal

isogram

izogram

isohel

izohel

isohyet

eşyağış eğrisi, izohiyet

isolate

ayırmak, izole etmek, yalıtmak, tecrit etmek

isolated point

yalıtık nokta

isolated

izole, ayrılmış, tek

isolating

1. ayrışkan, ayrışık, 2. çekimsiz

isolation

isolation

izolasyon, yalıtım, yalnızlık

isolationism

tecrit politikası

isolator

izolatör, yalıtkan

isomagnetic line

izomanyetik eğri

isomer

izomer

isomeric

izomerik

isomerism

izomerizm

isometric curve

izometrik eğri

isometric

1. izometrik, 2. eşit ölçülü

isometry

izometri, eşölçüm

isomorphic

izomorf, eşyapılı, eşbiçimli

isomorphism

izomorfizm, eşyapılılık

isomorphous

izomorf, eşyapılı, eşbiçimli

isonitrile

izonitril

isooctane

izooktan

isopleth

izoplet

isoprene

izopren

isosceles trapazoid

ikizkenar yamuk

isosceles triangle

ikizkenar üçgen

isosceles

1. ikizkenar, 2. ikizkenar

isoseismal

1. eşdeprem, 2. eşdeprem çizgisi

isoseismic

eşdeprem

isospin

eşspin, izospin

isostasy

izostasi

isostatic

izostatik

isotactic

izotaktik

isothere

izoter

isotherm

eşsıcaklık eğrisi, izoterm

isothermal layer

izotermal tabaka

isothermal

isothermal

eşısıl, izotermik

isotone

izoton

isotonic

1. izotonik, 2. eş basınçlı

isotope

izotop

isotopic spin

eşspin, izospin, izotop spini

isotopic

izotop

isotopy

dilde izotopi, yerdeşlik

isotron

izotron

isotropic antenna

izotropik anten

isotropic

izotrop, eşyönlü

isotropy

izotropi, eşyönlülük

issuable

yayınlanabilir

issue a decree

kararname çıkarmak

issue from

-den gelmek, kaynaklanmak

issue par

ihraç değeri

issue price

issued

ihraç fiyatı 1.piyasaya çıkarma, yayımlama, 2.baskı, sayı, 3.önemli nokta, 4.dağıtım, 5.yayımlamak, dağıtmak, 6.donatmak, 7.(from ile) -den gelmek, kaynaklanmak çıkarılmış, ihraç edilmiş

issuer

hisse senedi çıkaran yatırım şirketi

issuing bank

emisyon bankası

issuing company

emisyon şirketi

issuing house

emisyon kuruluşu

issuing

çıkarma, ihraç

isthmus

kıstak, berzah

it goes to show

bu da kanıtlıyor ki

it goes without saying

söylemeye gerek yok, gayet açık

it makes no odds

fark etmez, önemi yok

it never rains but it pours

felaketler hep üstüste gelir

issue

it stands to reason

gayet açıktır ki

it

1. o, 2. onu, 3. ona, 4. (oyunda) ebe

it's my turn

sıra bende

italicize

italik harflerle basmak

italics

italik yazı

itch

1.kaşınmak, 2.can atmak, çok istemek, 3.kaşıntı, 4.güçlü istek, şiddetli arzu

itchiness

gidişme, kaşınma

itching

kaşınma

itchy

kaşıntılı, kaşınan

item

1.parça, adet, tane, 2.madde fıkra

itemize

ayrıntıları ile yazmak

iterate

yinelemek, tekrarlamak

iteration

yineleme, tekrarlama

iterative

1. yinelemeli, tekrarlı, 2. tekrarlayan

itinerancy

1. seyyarlık, 2. gezgincilik, dolaşma

itinerant

dolaşan, gezgin, gezici

itinerary

yolculuk planı, yolculuk programı

itinerate

dolaşmak, yolculuk etmek

its

onun, -ın, -in

itself

kendisi, kendi

ivied

sarmaşıklı

ivory tower

fildişi kule

ivory

fildişi

ivy

sarmaşık

izzard

eski Z harfi

jab

1.(away/at ile) dürtmek, itmek, saplamak, 2.dürtme, itme, saplama, 3.iğne, şırınga

jabber

hızlı ve anlaşılmaz bir biçimde konuşmak

jaborandi

jaborandi

jabot

kırmalı dantel göğüslük

jacinth

sümbül

jack box

jak kutusu

jack frost

şiddetli ayaz

jack hammer

delici çekiç, kaya matkabı

jack knife

büyük çakı

jack plane

kaba planya, kaba rende

jack plug

priz fişi

jack shaft

avara mili

jack up

krikoyla kaldırmak

jack

1.kriko, 2.(iskambil) vale, bacak

jack-a-dandy

çıtkırıldım delikanlı, züppe

jack-knife

aksı kırılmak, kontrolden çıkmak

jack-of-all-trades

iyi kötü her işi yapan kimse

jack-tar

denizci

jack-up

yükselme, artış

jackal

çakal

jackanapes

şımarık genç

jackass

1. erkek eşek, 2. ahmak

jackboot

kaba kuvvet, kabadayı, kabadayılık, zorba

jackdaw

(küçük parlak nesnelerle uçtuğuna inanılan) bir tür karga

jacket

1.ceket, mont, 2.patates kabuğu, 3.ciltli kitabın üzerine geçirilen kâğıt kap, 4.plak kabı

jackhammer

kaya matkabı

jackknife

sustalı çakı

jackpot

pot, ortada biriken para, büyük ikramiye

jackstraw

kukla

Jacob

Yakup peygamber

jacob's-ladder

Yunan kediotu

jaconet

jakona

jacquard

jakar

jactitation

jactitation

övünme, çırpınma, sakin durmama

jacuzzi

jakuzi

jade

yeşimtaşı, yeşim

jaded

çok yorgun, bitkin, bıkkın

jadeite

jadeit

jaeger

yırtıcı bir deniz kuşu

jag

1. sivri uç, diş, çentik, 2. içki alemi, sarhoşluk, 3. çentmek, diş diş etmek

jagged

çentikli, sivri uçlu

jaggy

bkz. jagged

jaguar

jaguar

jail

1.hapishane, cezaevi, 2.hapishaneye kapatmak, hapsetmek

jailbird

ip kaçkını

jailbreak

hapishaneden kaçış, firar

jailer

gardiyan

jalap

calapa

jalopy

külüstür araba

jalousie

panjur, jaluzi

jam nut

kontra somun, sıkıştırma somunu

jam session

caz konseri

jam

1.reçel, 2.sıkışıklık, tıkanıklık, 3.sıkıştırmak, tıkamak, tıkmak, 4.bastırmak, 5.sıkışmak, tutukluk yapmak, 6.(radyo mesajını) bozmak

jam-packed

1. tıka basa dolu, 2. kalabalık, hıncahınç

jamb

kapı ya da pencere pervazı

jamboree

cümbüş, alem, eğlenti

jambstone

pervaz taşı

jamming

1. sıkışma, tutukluk, 2. parazit yapma, yayını bozma

jangle

ahenksiz sesler çıkartmak

janissary

yeniçeri

janitor

kapıcı, hademe

January

Ocak ayı

Japan silk

Japan silk

Japon ipeği

japan wax

Japon balmumu

Japan

1. Japonya, 2. Japon verniği, laka, 3. japon verniği sürmek

Japanese persimmon

trabzonhurması

Japanese

1. Japonyalı, 2. Japonya, 3. Japon

jape

1. alay, 2. alay etmek

Japonica

Japon ayvası

jar

1.kavanoz, 2.şok, sarsıntı, 3.kulak tırmalamak, 4.sarsmak, 5.(with ile) uyuşmamak, gitmemek, uyumsuzluk oluşturmak

jardiniere

1. saksı, 2. garnitür

jargon

anlaşılmaz dil, teknik dil

jargoon

jargon

jasmine oil

yasemin yağı

jasmine

yasemin

jaspe

jaspe

jasper

1. donuk akik, 2. yeşim taşı

jato

jet yardımıyla kalkış

jaundice

sarılık

jaundiced

1.sarılıklı, 2.kötü niyetli, güvenilmez

jaunt

1.(about/around ile) gezinti yapmak, gezintiye çıkmak, 2.kısa gezinti

jauntiness

kaygısızlık, şenlik

jaunty

kaygısız, yaşamaktan ve kendinden hoşnut, canlı, neşeli

Javel water

Javel suyu

javelin

1.cirit, 2.kargı, mızrak

jaw bone

çene kemiği

jaw

çene

jawbreaker

çeneli kırıcı

jawed

çeneli

jay

alakarga

jaywalk

dikkatsizce ve tehlikeli bir biçimde karşıdan karşıya geçmek

jazz up

jazz up

hareket katmak, canlandırmak

jazz

1.caz, 2.zırva, boş laf, caz

jazzy

1.caz müziğine benzer, caz gibi, 2.dikkat çekici, parlak, renkli

jealous

kıskanç

jealousy

kıskançlık

jeans

blucin, kot pantolon

jeep

cip

jeer

alay etmek, gülmek

jehu

sürücü, arabacı

jejune

1. yavan, besleyici olmayan, 2. gıdasız

jejunum

boşbağırsak

jell

1.peltekleşmek, donmak, katılaşmak, 2.şekil almak, biçime girmek, anlaşılır olmak

jelly

1.jöle, pelte, 2.marmelat, 3.jelatin

jellyfish

denizanası

jemmy

kısa demir çubuk, domuztırnağı, levye

jennet

küçük ispanyol atı

jenny

çıkrık

jeopardize

tehlikeye atmak

jeopardy

tehlike

jerboa

aktavşan, Arab tavşanı

jeremiad

feryat, yakınma

jerk off

otuzbir çekmek, tek atmak

jerk

1.şiddetle ve aniden çekmek, 2.silkinmek, silkip atmak, silkelemek, 3.ani çekiş, 4.ani hareket, refleks, 5.Aİ, aptal, ayı, kazma

jerkin head

kırma çatı

jerkin

yelek

jerkiness

sarsıntılı oluş, ani hareketler

jerky

sarsıntılı

jeroboam

büyük şarap şişesi

jerry

1. lazımlık, oturak, 2. Alman

jerry-build

jerry-build

derme çatma yapmak

jerry-built

(ev, vb.) kötü malzemeyle inşa edilmiş

jersey

kazak

Jerusalem artichoke

yerelması

Jerusalem pine

Halep çamı

Jerusalem

Kudüs

jess

atmaca kösteği

jessamine

yasemin

jest

1.şaka yapmak, takılmak, 2.şaka, espri

jester

soytarı

jesting

eğlendirici, güldürücü

jesuitical

hilekâr, ikiyüzlü

Jesus

isa peygamber

jet age

jet çağı

jet engine

jet motoru, tepkili motor

jet fuel

jet yakıtı

jet plane

jet uçağı

jet propulsion

jetle çalıştırma

jet pump

enjektör, püskürtücü pompa

jet set

jet sosyete, yüksek sosyete

jet

1.jet uçağı, 2.fıskiye, fıskiye ağızlığı, 3.fışkırma, 4.siyah kehribar, 5.(out ile) fışkırmak, fışkırtmak

jet-black

parlak koyu siyah, simsiyah

jettison of cargo

yükün denize atılması

jettison

(tehlike anında eşyayı) gemiden atmak, atıp kurtulmak, fırlatıp atmak

jetty

dalgakıran, mendirek

Jew

Yahudi

jew's-harp

ağız tamburası

jewel

1.değerli taş, 2.mücehver, takı

jeweled

mücevher

jeweler

jeweler

bkz. jeweller

jeweller

kuyumcu

jewellery

1.mücevherat, 2.kuyumculuk

jewelry

bkz. jewellery

Jewish

1. Yahudi, 2. Musevi

Jewry

Musevi halkı, Yahudi alemi

jezebel

kötü kadın

jib boom

büyük baston, cıvadra

jib crane

kollu vinç

jib

flok yelkeni

jibe

bkz. gibe

jiffy

an, saniye, dakika

jig

1.oynak ve hızlı bir dans, cig dansı/müziği, 2.cig dansı yapmak, 3.sıçramak, zıplamak, 4.zıplatmak

jigger

1. jigger, 2. palanga, 3. kontra mizana

jiggery-pokery

hile, dolap

jiggle

sallamak, çalkalamak

jigsaw puzzle

bozyap (oyunu)

jigsaw

1.makineli oyma testeresi, 2.bozyap (oyunu)

jilt

evlilikten caymak, sevgiliyi reddetmek, yüzüstü bırakmak

jim-crow

ray bükme tertibatı

jimmy

bkz. jemmy

jingle

1.şıngırdamak, 2.şıngırdatmak, 3.şıngırtı, 4.basit vezinli şiir

jingo

şoven

jingoism

şovenlik

jinrikisha

Japon faytonu

jinx

1.uğursuzluk getiren şey, uğursuzluk, lanet, 2.uğursuzluk getirmek

jitter

sinirlenmek

jitterbug

caz müziği delisi

jitters

stres, heyecan

jive

jive

1.hızlı bir tür caz müziği, 2.bu müzikle yapılan dans, 3.yanıltıcı/saçma konuşma

job analysis

iş analizi

job center

iş ve işçi bulma merkezi

job control program

iş denetim programı

job creation

yeni iş alanları açma

job description

iş tanımı

job evaluation

iş değerlemesi

job interview

iş görüşmesi

job market

amele pazarı

job queue

iş kuyruğu

job rotation

vardiya

job security

iş güvenliği

job work

götürü iş

job

1.iş, görev, meslek, 2.iş, 3.yapılması güç şey, güçlük, zorluk, iş

jobber

1. aracı, toptancı, 2. borsa simsarı, 3. vurguncu

jobbery

vurgunculuk, karaborsacılık

jockey club

cokey kulübü

jockey

cokey

jocose

1. şakacı, şen, 2. eğlenceli, komik

jocosity

şakacılık, soytarılık

jocular

şaka türünden, şakacı, gırgır

jocularity

1. şakacılık, 2. neşelilik

jocularly

şakadan

jocund

neşeli

jocundity

neşe, şenlik

jodhpurs

binici pantolonu, potur

jog sb's memory

hatırlamasını sağlamak, hafızasını tazelemek

jog

1.dürtmek, itmek, 2.yavaş yavaş koşmak, 3.ağır aksak ilerlemek, 4.dürtme, hafifçe vurma, itme, sarsma

jog-trot

ağır gidiş

jogging

jogging

yavaş koşu

joggle

1.diş, çentik, kertik, 2.geçme, 3.sarsıntı, 4.hafifçe sarsmak, hafifçe sallamak, 5.geçme ile tutturmak

John Bull

ingiliz milleti

John Doe

filan anlamına gelen ad

John Dory

dülgerbalığı

John Smith

alelade adam

john

tuvalet, yüz numara

johnny

adam, herif

join battle

savaşmak

join the army

askere gitmek, asker olmak

join the queue

kuyruğa girmek

join up

askere yazılmak, orduya katılmak

join

1.birleştirmek, 2.birleşmek, 3.katılmak, 4.üye olmak, katılmak, 5.iki şeyin birleştiği yer, birleşme noktası

joiner

doğramacı, marangoz

joiner's vice

marangoz mengenesi

joiner's workshop

marangoz atölyesi

joinery

doğramacılık, marangozluk

joining

1. birleştirme, bağlama, 2. yapıştırma, 3. ek

joint account

ortak hesap, müşterek hesap

joint adventure

ortak girişimi

joint and several

müşterek ve müteselsil

joint capital

ortak sermaye

joint committee

karma komisyon

joint credit

müşterek alacak

joint creditor

müteselsil alacaklı

joint creditors

müteselsil alacaklılar

joint debt

müşterek borç, müteselsil borç

joint debtor

müşterek borçlu, müteselsil borçlu

joint debtors

müteselsil borçlular

joint estate

joint estate

ortak mal varlığı

joint heir

müşterek mirasçı

joint offender

suçortağı

joint owner

ortak mal sahibi, hissedar

joint ownership

müşterek mülkiyet

joint plaintiff

müşterek davacı

joint procuration

müşterek vekâletname

joint property

müşterek mülkiyet, ortak mülkiyet

joint resolution

ortak karar

joint stock bank

ticari banka

joint stock company

anonim şirket

joint stock corporation anonim şirket joint stock

anonim

joint surety

müteselsil kefil

joint undertaking

ortak girişim

joint venture

ortak girişim

joint welding

ek kaynağı

joint

1.eklem, ek yeri, 2.et parçası, 3., ucuz/adi eğlence yeri, batakhane, 4.esrarlı sigara, sarıkız, 5.iki ya da daha fazla kişi tarafından paylaşılan, müşterek, ortak, birleşik, 6.bitiştirmek, eklemek, 7.(et) eklem yerlerinden ayırmak

jointed

1. eklemli, mafsallı, 2. çatlak

jointer

planya, geçme planyası

jointly

1. ortaklaşa, müştereken, 2. birlikte

jointure

nafaka

joist

kiriş

joke

1.şaka, hezl, 2.fıkra, 3.(with/about ile) şaka yapmak, takılmak

joker

1.şakacı kimse, 2.joker

joking apart

şaka bir yana

jollification

1. eğlence, âlem, 2. cümbüş

jollity

neşe, cümbüş

jolly boat

küçük filika

Jolly Roger

korsan bayrağı

jolly

1.mutlu, neşeli, hoşnut, 2.heveslendirmek, gönlünü yapmak, razı etmek, 3.İİ, çok

jolt

1.sarsmak, 2.sarsılmak, 3.şoke olmak, 4.şoke etmek, 5.şok, sarsıntı

Jonah

Yunus peygamber

jonquil

fulya

Jordan river

Ãœrdün nehri

Jordan

Ãœrdün

joseph's-coat

horozibiği

josh

1. şaka, takılma, 2. şaka yapmak, takılmak

Joss house

Çin mabedi

jostle

itmek, itip kakmak, dürtüklemek

jot

1.parça, zerre, 2.(down ile) not almak, hızlı hızlı yazmak, kaydetmek

jotter

not defteri

joule

jul

jounce

1. sarsma, 2. sarsmak

journal box

mil kovanı

journal entry

yevmiye kaydı

journal

1.gazete, dergi, 2.günlük

journalism

gazetecilik

journalist

gazeteci

journalize

1. yevmiye defterine kaydetmek, 2. gazetecilik yapmak

journey work

usta işi

journey

1.seyahat, yolculuk, 2.yolculuk yapmak

journeyman

1. usta, 2. kalfa

joust

at üzerinde mızrak dövüşü yapmak

jovial

iyi huylu, arkadaş canlısı

joviality

şenlik, cümbüş, güleryüzlülük

jowl

gerdan, gıdık, yanak altı, çene

joy

sevinç, mutluluk, neşe, zevk

joyful

neşeli, sevinçli, sevindirici

joyfully

neşeyle

joyless

neşesiz, keyifsiz, mutsuz

joyous

sevinçli

joyride

çalıntı araç kullanma

joystick

(uçak, bilgisayar, vb.'de) manevra kolu

jubilance

sevinç

jubilant

neşe dolu, çok sevinçli

jubilate

çok sevinmek, sevinçle bağırmak

jubilation

zafer şenliği, bayram etme

jubilee

1.yıldönümü şenliği, 2.jübile

Judaic

Yahudilere ait

Judaism

Yahudilik

Judaize

Yahudileşmek, Yahudileştirmek

judas tree

erguvan

judder

(araba, vb.) sarsılmak, titremek

judge

1.-e yargıçlık etmek, 2.(yarışma, vb.'de) değerlendirmek, değerlendirme/hakemlik yapmak, 3.hakkında yargıda bulunmak, değerlendirmek, 4.tahmin etmek, 5.hakim, yargıç, 6.hakem, 7.bilirkişi

judgement by default

gıyabi karar, gıyap kararı

judgement creditor

ilamlı alacaklı

judgement day

kıyamet günü

judgement debt

ilamlı borç

judgement hall

mahkeme salonu

judgement on default

gıyap kararı, gıyabi hüküm

judgement seat

hâkim makamı, mahkeme

judgement

bkz. judgment

judgeship

yargıçlık, hakimlik

judgment

1.yargı, hüküm, karar, 2.doğru düşünüp karar verme yetisi, yargılama, 3.görüş, düşünce, kanı

judicature

1. yargılama hakkı, 2. adliye, 3. hâkimlik

judicial error

adli hata

judicial murder

adli katil, yargısız infaz

judicial office

yargıçlık makamı

judicial power

yargıç gücü

judicial proceedings

adli muameleler

judicial system

adalet sistemi

judicial

adli, türel, hukuki, tüzel

judiciary

adliye, yargıçlar

judicious

sağgörülü, doğru karar veren, iyi düşünebilen

judo

judo

jug

testi, sürahi

juggernaut

büyük kamyon, tır

juggle

1.hokkabazlık yapmak, 2.hile yapmak, yolsuzluk yapmak, üzerinde değişiklik yapmak, oynamak

juggler

1. hokkabaz, 2. hilekâr kimse

jugular vein

şahdamarı

jugular

1. boyuna ait, 2. korunmasız taraf

jugulate

hastalığı önlemek

juice

1.meyve/sebze/et suyu, 2.(vücut) salgı

juiceless

kuru, suyu olmayan

juiciness

özlülük

juicy

1.sulu, 2.ilginç, merak uyandırıcı

jujitsu

jiu-jitsu

jujube

hünnap

jujupe

jelatinli şekerleme, pastil

jukebox

parayla çalışan otomatik pikap

julep

şurup

Julian calendar

1. Jülyen takvimi, 2. Rumi takvim

July

Temmuz

jumble sale

kullanılmış eşya satışı

jumble

1.birbirine karışmak, karmakarışık olmak, 2.karmakarışık etmek, 3.düzensizlik, karmakarışık şey

jumbo

normalden büyük, kocaman

jump at

dünden razı olmak, can atmak

jump cut

(film) atlama

jump out of one's skin

aklı başından gitmek

jump the gun

yarışta hatalı çıkış yapmak

jump the queue

başkasının sırasını kapmak

jump the track

rayından çıkmak

jump through a hoop

kul köle olmak

jump to it

acele etmek, fırlamak

jump

1.sıçramak, atlamak, 2.üzerinden atlamak, 3.yerinden sıçramak, 4.birdenbire yükselmek, fırlamak, 5.sıçrama, atlama, zıplama, sıçrayış

jumper

1.kazak, süveter, 2.bluz ya da kazak üzerine giyilen kolsuz elbise

jumpiness

sinirlilik

jumping jack

sıçrayan kukla oyuncağı

jumping

atlama

jumpy

sinirli, gergin, heyecanlı, telaşlı

junction box

bağlantı kutusu, buat

junction coupling

bağlantı kuplajı

junction transistor

jonksiyon transistoru, kavşak transistoru

junction

kavşak

junctive

bağlayıcı

juncture

nazik zaman, önemli an, bunalım

June

Haziran

jungle

balta girmemiş orman, cengel

junior clerk

kıdemsiz kâtip

junior high school

7-8-9 yıllardaki ortaöğretim

junior partner

küçük hissedar

junior staff

küçük memurlar

junior

1.yaşça küçük, daha genç, 2.ast

Junior

genç, küçük

juniper

juniper

ardıç

junk dealer

eskici, hurdacı

junk food

sağlıksız yiyecek

junk market

bit pazarı

junk shop

eski eşya dükkânı

junk yard

araba mezarlığı

junk

1.ıvır zıvır, döküntü eşya, pılı pırtı, süprüntü, çöp, 2.kalitesiz, boktan şey, 3.Çinli'lere özgü altı düz yelkenli gemi

junket

1. bir nevi yoğurt, yiyip içme, 2. eğlenmek, ziyafet vermek

junkie

eroinman, keş

junky

bkz. junkie

junta

cunta

Jupiter

Jüpiter

Jurassic

Jura

juridical capacity

hukuki ehliyet

juridical day

duruşma günü

juridical person

1. tüzel kişilik, 2. tüzel kişi

juridical

1. adli, tüzel, 2. yasal, kanuni

jurisconsult

hukuk bilgini, kanunları iyi bilen kimse

jurisdical

adli

jurisdiction

yargılama yetkisi

jurisdictional

1. yargı hakkına ait, 2. kaza dairesine ait

jurisprudence

hukuk, hukuk bilimi

jurisprudent

hukuk uzmanı

jurisprudential

hukuk bilimine ait

jurist

hukuk uzmanı, hukukçu

juror

jüri üyesi

jury box

mahkemede jüri mevkii

jury mast

1. eğreti direk, yedek direk, 2. yardımcı direk, eğreti direk

jury

1.jüri, 2.yarışma jürisi, jüri

juryman

juryman

jüri üyesi

jurywoman

bayan jüri üyesi

jus

1. hukuk, 2. hak

just about

az kalsın, neredeyse, hemen hemen

just as well

iyi ki

just in case

ne olur ne olmaz

just now

şu anda, hemen şimdi

just order

adil düzen

Just so

Evet, Aynen öyle

just the job

tam aranılan şey

just there

tam orada, şuracıkta

Just think!

(önek) düşün bir kere!

just

1.adil, doğru, dürüst, 2.tam, tastamam, 3.anca, darı darına, güç bela, zar zor, 4.sadece, yalnızca

justice of peace magistrate

sulh hâkimi

justice of the peace

sulh hâkimi

justice police

adli polis

justice

1.adalet, doğruluk, dürüstlük, 2.adliye, mahkeme, 3.yargıç

justiceship

yargıçlık, hakemlik

justiciable

yargılanabilir

justiciary

yüksek hâkim

justifiable

savunulabilir, haklı çıkarılabilir

justification

1. haklı neden, gerekçe, 2. haklı çıkarma

justificatory

kanıtlayıcı

justify

haklı çıkarmak, haklı göstermek, doğruluğunu kanıtlamak, savunmak

justly

1. haklı olarak, 2. adaletle

justness

1. adalet, 2. hak, 3. dürüstlük

jut

çıkıntı

jute

hint keneviri

juvenescence

juvenescence

1. gençleşme, 2. gençlik, 3. genç olma, büyüme

juvenescent

gençleştirici

juvenile court

çocuk mahkemesi

juvenile delinquency

çocuk suçluluğu

juvenile delinquent

çocuk suçlu

juvenile labour

çocuk işçi

juvenile offender

çocuk suçlu

juvenile

1.genç, gençlere özgü, 2.genç

juvenility

1. gençler, 2. gençlik

juxtapose

sıralamak, yanyana koymak

juxtaposition

yanyana koyma

Kaaba

Kâbe

kabob

kebap

kaftan

kaftan

kail

kıvırcık lahana

kainite

1. kainit, 2. kimyevi gübre

kaiser

imparator, kayser

kakemono

kakemono

kale

kıvırcık lahana

kaleidoscope

çiçek dürbünü, kaleydoskop

kaleidoscopic

çok değişen

kamacite

kamasit

kamikaze

kamikaze

kampong

köy

Kanaka

Hawai Adalarının yerlisi

kangaroo

kanguru

kaolin

kaolin, arıkil

kaolinite

kaolinit

kapok

kapok

kaput

kaput

mahvolmuş

karat

bkz. carat

karate

karate

karma

talih

karst lake

düden gölü

karst

karst

katabatic

katabatik

katabolism

katabolizm

katavothre

düden, obruk, kaçak kuyusu

kavass

kavas

kayak

Eskimo kayığı

kebab

kebap, şiş kebap

keck

öğürmek, kusmaya çalışmak

kedge

1.tonoz demiri, 2.tonozlamak

keel over

alabora olmak, devrilip düşmek

keel

gemi omurgası

keelson

iç omurga, iç karina

keen on

meraklı, hevesli, hasta

keen

1.güçlü, canlı, yoğun, hararetli, hevesli, 2.(akıl, duygu, duyu, vb.) keskin, güçlü, 3.sivri, keskin, 4.(on ile) meraklı, hevesli, hasta

keenly

şiddetle, şevk ile

keenness

1. keskinlik, 2. şiddet

keep a low profile

dikkat çekmekten sakınmak

keep a promise

sözünü tutmak

keep a secret

sır tutmak, sır saklamak

keep a stiff upper lip

soğukkanlı olmak

keep a tight rein on

dizginlemek, sıkı denetlemek

keep abreast of

yeni gelişmeleri öğrenmek

keep an account

hesap tutmak

keep an eye on

-e göz kulak olmak

keep an eye out for

keep an eye out for

anımsamaya çalışmak

keep at arms length

uzak tutmak, yüz vermemek

keep at

yapmaya devam etmek

keep away

1. uzak durmak, 2. uzak tutmak, 3. yaklaştırmamak, yaklaşmamak

keep back

söylememek, vermemek, saklamak

keep body and soul together

kıt kanaat geçinmek

keep down

1. kontrol altına almak, 2. zulmetmek, eziyet etmek, 3. bastırmak, yükselmesine engel olmak

keep guard

nöbet beklemek

keep house

ev idare etmek, eve bakmak

keep in memory

zihinde tutmak

keep in mind

1. akılda tutmak, 2. unutmamak, 3. akılda tutmak

keep in remembrance

Unutmamak

keep in the background arka planda kalmak keep in touch with

ile teması sürdürmek, ile ilişkiyi koparmamak

keep in with

ile dost kalmak

keep in

içeride tutmak, salıvermemek

keep off

1. -den uzak durmak, 2. yaklaştırmamak, defetmek, uzak kalmak

keep on

1. -e devam etmek, sürdürmek, 2. devam etmek

keep one at arms length bir kimseyi uzak tutmak, yüz vermemek keep one's distance

uzak durmak

keep one's end up

kendine düşen görevi yerine getirmek

keep one's eye on the ball

tetikte olmak

keep one's eyes peeled

gözünü dört açmak

keep one's figure

vücudunu iyi muhafaza etmek

keep one's hand in

işe alışmak, kapmak, pratiğini kaybetmemek

keep one's head above ayağını yorganına göre uzatmak water keep one's head

sakin olmak, kendine hâkim olmak

keep one's mouth shut çenesini tutmak keep one's nose clean

etliye sütlüye karışmamak

keep one's nose to the grindstone

dirsek çürütmek

keep one's pecker up

neşesini yitirmemek

keep one's powder dry savaşa hazır olmak keep one's side of the bargain

sözünü tutmak

keep one's temper

sakinliğini korumak

keep one's trap shut

çenesini tutmak

keep one's weather eye gözünü dört açmak open keep one's word

sözünü tutmak

keep oneself to oneself

kendi halinde olmak

keep open hose

evini misafirlere açık tutmak

keep open house

1. misafirperver olmak, 2. kapısı herkese açık olmak

keep out of sight

hiç görünmemek, hiç gözükmemek

keep out

1. girmemek, uzak durmak, 2. sokmamak, uzak tutmak

keep out!

girilmez yaklaşma!

keep pace with

ayak uydurmak, yetişmek

keep posted

gelişmelerden haberdar etmek

keep sb company

ile kalmak

keep sb guessing

meraktan çatlatmak, ne olacağını söylememek

keep sb in stitches

kahkahadan kırıp geçirmek

keep sb on tenterhooks dokuz doğurtmak keep sb waiting

-i bekletmek

keep step

ayak uydurmak

keep sth up one's sleeve koz olarak saklamak keep still

sakin ol!

keep tabs on

dikkat etmek, kontrol etmek

keep the ball rolling

devam etmek, sürdürmek

keep the home fires burning

çekip çevirmek

keep the lid on

hasır altı etmek

keep the peace

asayişi korumak

keep the wolf from the kıt kanaat geçinmek door keep time

1. (saat) düzgün çalışmak, 2. tempo tutmak, 3. tempo tutmak

keep to

1. bağlı kalmak, sadık olmak, 2. kendini vermek

keep track of

izlemek

keep track

haberdar olmak, haber almak

keep under one's hat

ser verip sır vermemek

keep up with the Joneses

sidik yarıştırmak, aşık atmak

keep up with

yetişmek, ayak uydurmak

keep up

1. yukarda tutmak, 2. bakımını sağlamak, 3. devam etmek

keep watch

gözetlemek

Keep your fingers crossed!

Dua et!

keeper

1.almak, saklamak, -de kalmak, bulundurmak, 2.korumak, elde tutmak, saklamak, bulundurmak, 3.(belli bir durumda) engellemek, 4.yerine getirmek, tutmak, 5.geçim, yiyecek, yemek, boğaz, 6.kale bekçi, bakıcı

keeping

koruma

keepsake

hatıra, yadigar, estelik

keg

küçük fıçı, varil

kelp

varek

kelpie

denizperisi

kelvin

kelvin

kemp

kaba kıl, yünde kalın kıl

ken

1. bilgi alanı, 2. görüş alanı

keep

kenaf

kenaf

kennel

köpek kulübesi

kennels

sahipleri yokken evcil hayvanların ücret karşılığı bakıldığı yer

kepi

asker kasketi

keratin

keratin

keratosis

keratoz

kerb

yaya kaldırımının kenar taşı

kerchief

1. başörtüsü, eşarp, 2. mendil

kerf

kesik, çentik, kertik

kerfufle

gürültü, patırtı

kermess

kermes

kernel sentence

çekirdek cümle

kernel

1.çekirdek, çekirdek içi, 2.esas, öz

kernite

kernit

kerosene lamp

gaz lambası

kerosene

gazyağı, gaz

kerosine

gazyağı, gaz

kerseymere

kaşmir

kestrel

kerkenez

ketch

iki direkli yelkenli yat, keç

ketchup

ketçap, domates sosu

ketene

keten

ketone

keton

ketose

ketoz

ketoxime

ketoksim

kettle

1.çaydanlık, 2.güğüm, 3.kazan, 4.tencere

kettledrum

orkestra davulu

key bit

anahtar dili

key man

kilit adam

key money

key money

hava parası

key ring

anahtarlık

key witness

en önemli tanık 1.anahtar, 2.(to ile) çözüm yolu, anahtar, açıklama, 3.(piyano, daktilo, vb.) tuş, 4.müzik anahtarı, 5.(to ile) daha uygun hale getirmek, ayarlamak, 6.çok önemli, başarı için gerekli

key keyboard computer

klavyeli bilgisayar

keyboard

klavye, tuş

keyed-up

endişeli, gergin, heyecanlı, sinirli

keyhole saw

delik testeresi, kol testeresi

keyhole

anahtar deliği

keynote

temel düşünce, ana ilke, temel, dayanak

keypunch

delgi makinesi

keystone

anahtar taşı, kilit taşı

keyway

kama yatağı, kama yuvası

keyword

anahtar kelime, anahtar sözcük

khaki

1.haki renk, haki, 2.özellikle askerlerin giydiği haki renkli elbise

khamsin

hamsin

khan

1. han, kağan, 2. kervansaray

khanate

hanlık

Khartoum

Hartum, Sudan'ın başkenti

khedive

hıdiv, Mısır valisi ismail Paşaya Osmanlı dev.

khedivial

hıdive ait

kibble

demir kova

kibbutz

(İsrail'de) ortaklaşa kullanılan çiftlik/yerleşim bölgesi

kibe

1. çatlak, yarık, 2. soğuktan meydana gelen çatlak

kibitzer

karıştırıcı

kiblah

kıble

kibosh

saçma

kick against the pricks boşuna dırlanmak, boşa zırlamak kick around

1. gereksiz emirler vermek, 2. dolaşmak, sürtmek

kick at

tekme vurmak

kick back

geri tepmek, rüşvet vermek

kick in the teeth

adam yerine koymamak

kick off

(futbol) maça başlamak, başlatmak

kick oneself for doing sth

dizini dövmek

kick out

kovmak, defetmek

kick over the traces

gemi azıya almak

kick the bucket

nalları dikmek

kick up a fuss

kavga çıkarmak

kick up a row

1. kavga çıkarmak, 2. kavga çıkarmak

kick up one's heels

felekten bir gün çalmak

kick up

1. kavga etmek, kavga çıkarmak, 2. kışkırtmak 1.tekmelemek, tekme atmak, 2.(gol) atmak, 3.çifte atmak, tepmek, 4.(silah) tepmek, 5.tekme, 6.heyecan, zevk, coşku, 7.(alkol, uyuşturucu, vb.) etki

kick kickback

1. rüşvet, 2. pay, hisse

kicker

1. golcü, 2. çifte atan at, 3. vuran şey veya kimse

kickoff

(futbol) başlama vuruşu, ilk vuruş

kickshaw

değersiz şey

kid leather

oğlak derisi 1.çocuk, 2.genç, delikanlı, 3.Aİ, (kardeş) genç olan, küçük, 4.oğlak, 5.oğlak derisi, 6.takılmak, şaka yapmak, aldatmak, işletmek, ayak yapmak

kid kidnap

(adam/çocuk) kaçırmak

kidnapper

adam/çocuk kaçıran kimse

kidney bean

1. barbunya, 2. fasulye

kidney machine

1. diyaliz makinesi, 2. böbreğin yerine çalışan cihaz

kidney stone

böbrek taşı

kidney transplant

böbrek nakli

kidney transplantation böbrek nakli kidney

böbrek

kids' stuff

çocuk oyuncağı

kier

kazan

kieselguhr

kizelgur, diyatomit

kilderkin

küçük fıçı

kill off

imha etmek, kökünü kazımak

kill the fatted calf

dönüşünü kutlamak, kurban kesmek

kill the goose that lays the golden eggs

bindiği dalı kesmek

kill time

zaman öldürmek, vakit geçirmek

kill two birds with one bir taşla iki kuş vurmak stone kill

1.öldürmek, 2.yok etmek, öldürmek, 3.avda öldürülmüş hayvan, av, 4.(av) öldürme

killer

katil

killing

1.vurgun, büyük kazanç, 2.öldürücü, yorucu

killjoy

neşe kaçıran kimse, oyunbozan, kıl, gıcık, uyuz

kiln

ocak, fırın

kilo

kilo

kilo-

(önek) bin

kilobyte

kilobayt

kilocalorie

kilokalori

kilocycle

kilosikl

kilogram calorie

kilogram kalori

kilogram

kilogram

kilogram-meter

kilogram-metre

kilogramme

bkz. kilogram

kilohertz

kilohertz

kilojoule

kilojul

kilolitre

kilolitre

kilometer

bkz. kilometre

kilometre

kilometre

kilometric

kilometrik

kiloton

kiloton

kilovolt

kilovolt

kilovoltampere

kilovolt amper

kilovoltmeter

kilovoltmetre

kilowatt

kilovat

kilowatt-hour

kilovat saat

kilt

İskoç erkeklerinin giydiği eteklik

kimono

kimono

kin

1.akraba, hısım

kinase

kinaz

kind of

adeta, az çok

kind

1.tür, çeşit, cins, 2.tip, 3.nazik, kibar, iyi kalpli, sevecen, ince, candan, yürekten

kind-hearted

iyi kalpli, sevecen, iyi niyetli

kindergarten

anaokulu

kindhearted

iyi kalpli, şefkatli, sevecen

kindle

1.yakmak, tutuşturmak, 2.yanmak, tutuşmak

kindliness

iyilik

kindling point

tutuşma noktası

kindling temperature

tutuşma derecesi

kindling wood

çıra

kindling

(gaz, çıra, ot, vb.) tutuşturucu madde

kindly

1.arkadaşça, müşfik, sevecen, 2.nazikçe, kibarca, 3.lütfen

kindness

1.şefkat, sevecenlik, 2.incelik, nezaket

kindred spirit

kafa dengi

kindred

1.akrabalık, soy, 2.akraba, aile, 3.birbirine benzer, aynı türden, kafa dengi

kine

inekler

kinematic viscosity

kinematik viskozite, kinematik ağdalık

kinematic

1. kinematik, 2. harekete ait, hareketle ilgili

kinematics

1. kinematik, 2. kinematik bilgisi

kinescope

resim tüpü, görüntü lambası

kinetic energy

kinetik enerji, devimsel erke

kinetic

kinetik, devimsel

kinetics

kinetik bilimi

king

1.kral, 2.(santranç) şah, 3.(iskambil) papaz

king-size

büyük boy, aile boyu

kingbird

bir tür sinekçil

kingbolt

ana kilit

kingcraft

kral idareciliği

kingdom

1.krallık, 2.bitb, alem

kingfish

büyük uskumru

kingfisher

yalıçapkını, iskele kuşu

kinglet

küçük kral

kinglike

kral gibi

kingliness

kral heybeti, haşmet

kingly

krala yaraşır, şahane, muhteşem

kingpin

baş, elebaşı

kingship

krallık, hükümdarlık

kink

1.halat, tel, ip, saç, vb.'nin dolaşması, 2.acayiplik, tuhaflık, saçmalama, sapıtma

kinkajou

kinkaju

kinky

1.karışık, dolaşmış, birbirine girmiş, 2.acayip, tuhaf

kinsfolk

birisinin ailesinden kimseler

kinship

1. akrabalık, 2. kandaşlık

kinsman

erkek akraba

kiosk

1.küçük kulübe, 2.telefon kulübesi

kip

1.uyumak, kestirmek, şekerleme yapmak, 2.uyku, şekerleme, kestirme

kipper

tütsülenmiş ringa balığı

kirk

1. kilise, 2. iskoçya kilisesi

kirschwasser

kirschwasser

vişne rakısı

kirtle

kadın fistanı

kirver

potkopaççı, yarıkçı

kirving

1. potkopaç, yarık, 2. potkopaç çekme, yarık açma

kismet

kısmet

kiss each other

öpüşmek

kiss of death

öldürücü darbe

kiss of life

hayat öpücüğü, yapay solunum

kiss the book

yemin ederken incili öpmek

kiss the dust

mağlup olmak, yenilmek, öldürülmek

kiss

1.öpmek, 2.öpücük, öpüş

kit

1.teçhizat, donatı, 2.avadanlık, alet takımı, 3.(out/up ile) gerekli şeylerle donatmak

kitchen cabinet

mutfak dolabı

kitchen garden

meyve ve sebze bahçesi, sebze bahçesi

kitchen

1.mutfak

kitchenette

odanın mutfak olarak kullanılan bölümü, küçük mutfak

kitchenmaid

mutfak hizmetçisi

kite balloon

uçurtma balonu

kite cheque

karşılıksız çek

kite

1.uçurtma, 2.çaylak

kith and kin

1. dostlar ve akrabalar, 2. hısım, akraba

kitten

kedi yavrusu, yavru kedi

kittenish

oyunbaz, civelek, yavru kedi gibi

kittiwake

bir tür martı

kitty

1.yavru kedi, kedi, pişik, pisi, 2.ortaya konan para, 3.(mutfak masrafı, vb. harcamalar için) gerekince kullanmak üzere toplanan para

kiwi

kivi

klaxon

klakson, korna

kleptomania

çalma hastalığı, kleptomani

kleptomaniac

çalma hastası, kleptoman

klystron

klystron

klistron

knack

ustalık, beceri, yetenek

knacker

1.sakat, vb. atları alıp et ve derisini satan kimse, 2.yıkmacı, yıkıcı

knag

budak

knap

taş yontmak

knapper

taşçı

knapsack

sırt çantası

knar

budak

knave

1.hilekâr, üçkâğıtçı, 2.(iskambil) bacak, vale

knavery

hilekârlık, alçaklık, dolandırıcılık

knavish

hilekâr, alçak

knavishly

hileyle

knavishness

hilekârlık

knead

1.yoğurmak, 2.ovmak

kneadable

yoğrulabilir

kneader

yoğurma makinesi

kneading trough

hamur teknesi

knee joint

1. mafsallı dirsek, dirsekli ek, 2. diz eklemi, marangozlukta mafsallı dirsek

knee

1.diz, 2.(giyside) diz, diz yeri, 3.(in ile) diz vurmak, diz atmak

knee-deep

diz boyu, diz boyu derinliğinde

knee-high

diz boyu

kneecap

dizkapağı

kneel

(down/on ile) diz çökmek

kneepan

dizkapağı

knell

matem çanı

knick-knack

süs eşyası, cici bici

knickerbockers

golf pantolon

knickers

kadın külotu

knife edge

bıçak ağzı

knife grinder

knife grinder

bıçak bileyici

knife sharpener

bıçak bileyicisi

knife tool

torna kalem takımı

knife

1.bıçak, 2.bıçaklamak

knight

1.şövalye, 2.asilzade, şövalye ünvanını kazanan kimse, 3.(satranç) at, 4.(birine) şövalye ünvanı vermek

knighthood

şövalyelik

knightly

şövalyeye yakışır, kahramanca

knit needle

örgü şişi

knit one's brows

kaşlarını çatmak

knit

1.örmek, 2.birleşmek, kaynaşmak

knitting machine

örgü makinesi, trikotaj makinesi

knitting needle

örgü şişi

knitting wool

örgü yünü

knitting yarn

örgü ipliği

knitting

örgü

knitwear

örgü eşya, el örgüsü giysi

knob

1.top, yumru, 2.topuz, tokmak, 3.kontrol düğmesi

knobbiness

yumru yumru olma

knobbly

yuvarlak, yumru yumru, yumrulu

knobby

Aİ, bkz. knobbly

knobkerrie

1. topuzlu mızrak, 2. topuzlu ok

knock about

1. bulunmak, olmak, 2. ile ilişki kurmak

knock against

-e çarpmak

knock back

hızla içmek, devirmek

knock down

1. yıkmak, yok etmek, 2. (fiyat) düşürmek, indirmek

knock money off

fiyat kırmak

knock off

1. paydos etmek, 2. vurup devirmek, 3. işi bırakmak, 4. aşırmak, çalmak

knock on the head

tepesine vurmak

knock on wood

şeytan kulağına kurşun

knock out

knock out

1. uyutmak, 2. nakavt etmek, 3. yenmek, elemek

knock over

çarpıp düşürmek, vurup yere sermek, devirmek

knock sb into the middle of next week

canına okumak

knock spots off

taş çıkartmak

knock the daylights out ağzını burnunu dağıtmak of knock up

aceleyle yapıvermek

knock

1.vurmak, 2.kusur bulmak, acımasızca eleştirmek, 3.şoke etmek, 4.vurma sesi, (kapı) çalma sesi, tak tak, vurma, 5.darbe, sıkıntı, dert

knock-kneed

çarpık bacaklı

knockdown

1. portatif, demonte, 2. en ucuz, 3. yere serme

knocker

kapı tokmağı

knockout

1.(boks) nakavt, 2.çekici kimse/şey

knoll

küçük tepe, tepecik

knot

1.düğüm, 2.budak, 3.insan kümesi, grup, 4.deniz mili, 5.düğümlemek, düğüm atmak

knothole

budak deliği

knotted

düğümlü

knotty

düğüm düğüm, düğümlü

know a thing or two

işi bilmek

know all the answers

bilgiçlik taslamak

know how many beans cin gibi olmak make five know how

usulünü bilmek, yolunu bilmek

know like the back of one's hand

avucunun içi gibi bilmek

know of

-den haberi olmak, duymuş olmak, bilmek

know one's own mind

ne istediğini bilmek

know sb by name

-i ismen tanımak

know sth backwards

bir şeyi çok iyi bilmek

know the ropes

kuralları bilmek, işi bilmek

know the score

know the score

işi bilmek, işten anlamak

know what's what

uyanık olmak, neyin ne olduğunu bilmek

know

1.bilmek, 2.tanımak, 3.görmek, geçirmek, yaşamak, çekmek

know-all

çok bilmiş kimse, ukala

know-how

ustalık, beceri, teknik

knowable

1. bilinebilir, 2. fark edilir

knowing

1.bilgiç, uyanık, kurnaz

knowingly

1.bilgiçlikle, kurnazlıkla, 2.bilerek, bile bile, kasten

knowledge

bilgi

knowledgeable

bilgili

known

tanınmış, bilinen, tanınan, ünlü

knuckle down

işe koyulmak

knuckle under

boyun eğmek, teslim olmak

knuckle

parmağın oynak yeri

knuckle-duster

demir muşta

knucklebone

aşık kemiği

knuckledown

işe koyulmak

knuckleduster

demir muşta

knurl

1. tırtıl çekme aleti, 2. budak, 3. yumru, 4. tırtıl çekmek

knurling tool

tırtıl çekme aleti

koala

koala

kodak

küçük fotoğraf makinesi

kohlrabi

yerlahanası

kook

antika

kooky

1. deli divane, mecnun, 2. tuhaf

Koran

Kuran

Korea

Kore

Korean

Koreli

kosher

(et, vb.) Yahudilere haram olmayan

kowtow

kowtow

(to ile) soru sormaksızın itaat etmek, sorgusuz sualsiz boyun eğmek

kraft

dayanıklı ambalaj kâğıdı

krait

zehirli bir Asya yılanı

krypton

kripton

kudos

onur, gurur, şeref

kung fu

kung fu

kurtosis

kürtosis, basıklık

Kuwait

Kuveyt

kyanite

kiyanit

kymograph

kimograf

lab

laboratuvar

labdanum

laden

label

1.etiket, yafta, 2.etiketlemek, etiket yapıştırmak, 3.sınıflandırmak, tanımlamak

labial assimilation

küçük ünlü uyumu

labial harmony

küçük ünlü uyumu

labial

1. dudaksıl (ünlü), 2. dudaksıl (ünlü)

labialization

dudaksıllaşma

labile

1. kararsız, düzensiz, 2. çabuk değişen

labio-palatal

dudaksıl-damaksıl

labio-velar

dudaksıl-artdamaksıl

labiodental

dişsil-dudaksıl, dudaksıl-dişsil

labor

bkz. labour

laboratory assistant

laborant

laboratory glove

laboratuvar eldiveni

laboratory

laboratuvar

laborious

yorucu, zahmetli, güç

labour agreement

iş sözleşmesi

labour costs

işçilik masrafları

labour court

iş mahkemesi

labour dispute

labour dispute

iş uyuşmazlığı

labour emigration

emek göçü

labour exchange

iş ve işçi bulma kurumu

labour force

işgücü

labour intensive

emek-yoğun

labour market

emek piyasası

labour of love

karşılık beklemeden yapılan iş

Labour Party

işçi Partisi

labour relations

işçi-işveren ilişkileri

labour saving

işten tasarruf sağlayan

labour turnover

işçi devri

labour union

işçi sendikası

labour wages

işçi ücreti

Labour

labourer

1.İşçi Partisi üyesi, İşçi Partisi'ne ilişkin 1.çalışma, emek, iş, 2.işçi, işçi sınıfı, 3.doğum, doğurma, 4.çalışmak, çabalamak, emek harcamak, 5.güçlükle hareket etmek, boğuşmak, 6.ayrıntılara girmek işçi, emekçi

labouring

çalışan

laburnum

sarısalkım

labyrinth

labirent

labyrinthine

labirent gibi

lac

1. lak, 2. laka

lac-dye

lak boyası

laccolith

lakolit, mantarsı kayaç

lace into

yumrukla saldırmak

lace

1.bağcık, bağ, 2.dantela, 3.bağlamak, 4.(hafif bir içkiye) az miktar sert içki katmak

laced shoe

bağlı ayakkabı

lacerate

yırtmak, yaralamak, tırmalamak, parçalamak

laceration

1. yırtma, parçalanma, kesilme, 2. incitme

lachrymal

göz yaşına ait

labour

lachrymation

göz yaşı akıtma, ağlama

lachrymose

1. sulu gözlü, 2. acıklı, göz yaşartıcı, 3. gözü yaşlı

lacing

aşırı delgileme

lack

1.-sizlik çekmek, -den yoksun olmak, 2.olmayış, yokluk, eksiklik, -sizlik

lackadaisical

1. cansız, 2. tembel, ilgisiz, 3. uyuşuk

lackaday!

Eyvah!, Heyhat!

lackey

dalkavuk, yağcı, yalaka

lacking

eksik, kayıp, yok

laconic

veciz, az ve öz söz kullanılan, kısa ve anlamlı

laconicism

özlülük, veciz ifade

lacquer

1.vernik, cila, 2.(saç) sprey, 3.verniklemek, cilalamak

lacrimal gland

gözyaşı bezi

lacrimal

gözyaşı ile ilgili

lactam

laktam

lactase

laktaz

lactate

1. laktat, 2. emzirmek, süt vermek

lactation

emzirme

lacteal

süte ait, sütlü

lactic acid

laktik asit, süt asidi

lactic fermentation

laktik mayalanma

lactic

laktik

lactiferous

süt veren

lactometer

laktometre

lactone

lakton

lactose

laktoz, süt şekeri

lacuna

kemikte bulunan boşluk

lacunar

tekneli tavan

lacustrine deposit

göl birikintisi

lacustrine sediment

göl tortusu

lacustrine

göl, gölle ilgili

lacy

dantel gibi, dantelli

lad

delikanlı, genç

ladder dredger

kovalı tarak

ladder

1.el merdiveni, 2.çorap kaçığı, 3.(çorap) kaçmak, kaçırmak

ladder-proof

kaçmaz

ladder-stitch

iğneardı teyel, çapraz teyel

laddie

delikanlı, oğlan

lade

yüklemek

laden

(with ile) yüklü, dolu

lading port

yükleme limanı

lading

yükleme

ladle

1.kepçe, 2.kepçeyle koymak/servis yapmak

ladleful

kepçe dolusu

lady

1.hanımefendi, 2.kadın, bayan

lady-in-waiting

nedime

lady-killer

kadın avcısı

ladybird

uğurböceği

ladybug

uğurböceği, gelinböceği, hanımböceği

ladykiller

kadın avcısı, çapkın

ladylike

hanımca, hanım gibi, nazik

ladylove

1. sevgili, metres, 2. sevilen kadın

laevo-rotatory

sola çeviren

laevorotatory

sola çeviren

laevulose

levüloz

lag angle

gecikme açısı

lag

1.(behind ile) yavaş ilerlemek, arkadan gelmek, 2.(boru) keçe ya da asbest kaplamak

lager

bir tür hafif bira

laggard

1. ağır, tembel, 2. haylaz, 3. tembel kimse

lagging

lagging

1. yalıtım, izolasyon, 2. kaplama, 3. döşeme

lagoon

denizkulağı, kıyı gölü

laicize

laikleştirmek

laid up

biriktirmek

lair

vahşi hayvan ini

laird

emlak sahibi

laissez faire

müdahale etmeme, serbest bırakma, bırak yapsınlar

laity

meslekten olmayanlar

lake breeze

göl meltemi

lake

göl

lam

dövmek, dayak atmak

lama

Budist rahip, lama

lamasery

lama manastırı

lamb chop

kuzu pirzolası

lamb

1.kuzu, 2.kuzu eti, 3.kuzulamak

lamb's wool

kuzu yünü

lambaste

1. dövmek, pataklamak, 2. dayak atmak

lambency

hafif parlaklık

lambent

alev gibi yalayarak yayılan

Lambert

lambert

lambrequin

kapı üzerine asılan süs, perde

lambskin

kuzu derisi

lame duck

1. işe yaramaz kimse, 2. sakat kimse

lame excuse

1. kabul edilmez özür, 2. sudan bahane

lame

1.topal, aksak, 2.zayıf, inanılması güç, 3.topal etmek

lamella

ince levha, pul

lamellar

pullu, katmanlı, yapraksı

lameness

1. topallık, 2. zayıflık

lament

1.ağlayıp sızlamak, yasını tutmak, 2.ağıt, 3.ağlama, inleme, yasını tutma

lamentable

lamentable

içler acısı, acınacak, ağlanacak

lamentation

1. yas, feryat, figan, 2. ağıt

lamia

vampir

lamina

lamina

laminae

levha, ince yaprak, tabaka

laminar flow

laminer akım, düzgün akış

laminar

laminated beam

yaprak halinde, yapraksı, laminer 1.ince tabakalar halindeki bir maddeyi üst üste koyarak daha dayanıklı bir madde haline getirmek, 2.ince tabakaların üstüste konmasından elde edilen madde katmerli kiriş, yapraklı kiriş

laminated spring

düz yay, yaprak yay

laminated

yapraklı, levhalı

lamination

1. yapraklanma, 2. tabaka, ince levha

lammergeier

kuzu kuşu, baysungur

lamp black

is, lamba isi

lamp chimney

lamba şişesi

lamp holder

lamba duyu

lamp post

elektrik direği

lamp socket

ampul duyu

lamp

lamba

lampblack

kandil isi

lamplight

lamba ışığı

lamplighter

lambacı

lampoon

taşlama, hiciv

lampooner

hicivci

lampoonist

hiciv yazarı

lamppost

elektrik direği

lamprey

1. taşemen, 2. bufa balığı

lamprophyre

lamprofir

lampshade

abajur

laminate

lanate

yünlü, yün gibi

lance

mızrak, kargı

lanceolate

mızrak biçiminde

lancer

mızraklı süvari, mızraklı

lancet arch

sivri kemer

lancet

1.neşter, 2.sivri kemer

lancinating

keskin (ağrı)

land a blow

bir yumruk oturtmak

land agent

emlak komisyoncusu

land bank

tarım bankası, emlak bankası

land breeze

kara meltemi

land cable

kara kablosu

land carriage

kara taşımacılığı

land clearing

tarla açma

land crab

kum yengeci

land drainage

arazi drenajı

land fog

kara sisi

land forces

kara kuvvetleri

land holder

arazi sahibi

land management

arazi amenajmanı

land measure

arazi ölçüleri sistemi

land mine

kara mayını

land on one's feet

şansı yaver gitmek

land owner

toprak sahibi

land reclamation

toprak kazanma, arazi kazanma

land reform

toprak reformu

land register

tapu sicili

land registery

kadastro

land tax

arazi vergisi

land tortoise

karakaplumbağası

land transportation

karayolu taşımacılığı

land wind

landau

kara rüzgârı 1.toprak, kara parçası, 2.ülke, vatan, 3.aynı türden toprak parçası, alan, arazi, 4.toprak, 5.kişisel arazi, arsa, 6.karaya çıkmak, 7.karaya indirmek, karaya getirmek, 8.iniş yapmak, yere inmek lando, lando araba

landed estate

taşınmaz mal, gayrimenkul mülk

landed property

arazi, emlak, taşınmaz mal

landed proprietor

toprak sahibi

landed

geniş arazisi olan, büyük toprak sahibi olan

landfall

karanın görünmesi

landfill

arazi doldurma, arazi yükseltme

landholder

arazi sahibi

landing aid

iniş yardımcısı

landing area

iniş alanı

landing beam

iniş farı

landing craft

çıkarma gemisi

landing gear

(uçak) iniş takımı

landing ground

iniş alanı

landing place

iskele

landing ship

çıkarma gemisi

landing stage

iskele, rıhtım

landing strip

iniş yolu, yangın merdiveni

landing

1.karaya çıkma/çıkarma, 2.(uçak) iniş, 3.iskele, 4.merdiven sahanlığı

landlady

1.ev sahibesi, 2.pansiyoncu kadın

landless

1. topraksız, 2. arazisiz, mülksüz

landlocked

kara ile çevrili

landlord

1.mal sahibi, emlak sahibi, 2.otelci, pansiyoncu

landmark

1.sınır taşı, 2.dönüm noktası, 3.(bir yeri bulmada, vb.) işaret olarak kullanılan nesne, yer, vb

landowner

arazi sahibi

land

landscape architect

peyzaj mimarı

landscape architecture peyzaj mimarisi landscape

1.kır manzarası, 2.peyzaj, 3.(ev, fabrika, vb.) çevresini yeşillendirmek, çevresine bahçe yapmak

landslide

1.heyelan, toprak kayması, 2.(seçimde) büyük başarı

landslip

toprak kayması

landsman

denize alışık olmayan adam

lane line

şerit çizgisi

lane

1.dar sokak, dar yol, dar geçit, 2.yol, şerit

lang syne

geçmiş zaman, eski zaman

language interpreter

dil yorumlayıcı

language processors

dil işleyiciler, dil işlemciler

language school

dil okulu

language translator

dil çevirici

language

dil, lisan

languid

uyuşuk, ağır hareket eden, halsiz

languish in

erimek, çürümek, acı çekmek

languish

1.isteksiz olmak, güçsüzleşmek, gevşemek, 2.(in ile) erimek, çürümek, acı çekmek

languishing

kuvvetsiz, baygın

languor

1.halsizlik, bitkinlik, güçsüzlük, 2.gevşeklik, rehavet

languorous

1. yorgun, bitkin, 2. tembel, 3. parlak, çekici

laniary

köpekdişi

laniferous

yünlü, yün veren

lank

(saç) düz ve cansız

lanky

uzun boylu ve zayıf, sırık gibi

lanneret

bir cins doğan

lanoline

lanolin

lantern slide

slayt, diya

lantern

fener

lanthanide

lantanit

lanthanite

lantanit

lanthanum

lantan

lanyard

1. çekme ipi, 2. savlo, 3. kordon, filadur

lap dovetail

sandık geçmesi

lap joint

bindirme, bindirme ek

lap sth up

eyvallah demek 1.kucak, oturan kimsenin kalçasından dizine kadar olan ön bölümü, 2.(yarışta) tur, 3.(yarışta) tam tur atmak, 4.(yarışta) rakibini bir turluk farkla geçmek, 5.yalayarak içmek, 6.(against ile) küçük dalgalar halinde çarpmak, yalamak, 7.dalgaların çarpması, çarpma sesi

lap lap-top computer

dizüstü bilgisayar

laparotomy

karın amaliyatı

lapbelt

emniyet kemeri

lapel microphone

yaka mikrofonu

lapel

klapa

lapidary

1. taşa işlenmiş, 2. gösterişli, 3. hakkâk, oymacı

lapidate

taşlamak

lapis lazuli

lacivert taşı

Lapland

Laponya

lappet

sarkık şey

lapping compound

alıştırma macunu

lapping

alıştırma

lapse into silence

sessizliğe gömülmek

lapse of justice

adli hata

lapse of the pen

yazma yanlışı

lapse of time

zamanaşımı

lapse

1.küçük kusur, hata, yanlış, 2.(zaman) geçme, ara, 3.(into ile) derece derece azalmak, düşmek, alçalmak, batmak, gömülmek, 4.(from ile) inanç ve prensiplerinden vazgeçmek, 5.(iş anlaşması) son bulmak, yürürlükten kalkmak

lapsus calami

kalem hatası

lapsus linguae

dil sürçmesi

laptop computer

dizüstü bilgisayar

laptop

dizüstü

lapwing

lapwing

kızkuşu

larboard

geminin iskele tarafı

larcenist

hırsız

larceny

hırsızlık

larch

karaçam

lard

domuz yağı

larder

kiler

lares et penates

manevi değeri olan eşya

large intestine

kalınbağırsak

large manufacture

büyük ölçekli üretim

large radish

bayırturpu

large scale

geniş çaplı

large

1.büyük, iri, 2.geniş, 3.bol, çok

large-minded

anlayışlı, serbest fikirli, hoşgörülü

large-scale

büyük ölçekli

largehearted

iyi kalpli, halden anlayan

largely

çoğunlukla, ekseriyetle, ziyadesiyle

largeness

1. büyüklük, 2. genişlik

largess

bkz. largesse

largesse

ihsan, bağış

largish

1. büyükçe, 2. iricek

largo

1. largo, ağır, 2. largo, ağır ağır

lariat

bkz. lasso

lark

1.şaka, eğlenme, takılma, gırgır, 2.tarlakuşu

larkspur

hezaren çiçeği

larrup

dayak atmak

larva state

larva dönemi

larva

larva, tırtıl, kurtçuk

larval

1. larva ile ilgili, 2. kurtçuk halinde

laryngeal

laryngeal

1. gırtlaksıl, gırtlakta oluşan, 2. boğazla ilgili

laryngitis

larenjit, gırtlak yangısı

larynx

gırtlak

lasagna

lasanya

lascivious

şehvetli, şehvet düşkünü

lasciviousness

şehvet

laser beam

lazer ışını

laser memory

lazer bellek

laser printer

lazer yazıcı

laser

lazer (aygıtı)

lash about

aniden hareket etmek, şiddetle çarpmak

lash oneself into a fury çatmak lash out lash

1. saldırmak, 2. azarlamak, paylamak 1.kırbaçlamak, 2.(about ile) aniden hareket etmek ya da vurmak, şiddetle çarpmak, 3.sıkıca bağlamak, 4.kamçı darbesi, 5.ani ve haşin hareket

lashing

1. kırbaçlama, 2. azarlama, 3. bağlama

lass

kız

lassitude

1. dermansızlık, halsizlik, 2. bitkinlik, yorgunluk

lasso

kement

last ditch

son çare

last judgement

kıyamet günü

last quarter

son dördün

last week

geçen hafta

last wish

son arzu 1.son, en son, sonuncu, 2.herşeyden sonra, herkesten sonra, sonuncu olarak, 3.son olarak, en son, 4.sürmek, devam etmek, 5.bozulmamak, dayanmak

last last-in, first-out

son giren ilk çıkar

lasting

1.dayanıklı, sağlam, 2.bitmeyen, tükenmeyen, sürekli, kalıcı

lastly

son olarak

latch key

kapı anahtarı

latch on

latch on

anlamak, çakozlamak, uyanmak

latch onto

anlamak, çakozlamak

latch

1.kapı mandalı, 2.kapı kilidi, 3.kilitlemek, mandallamak

latchkey

kapı anahtarı

late

1.geç, gecikmiş, I'm late., 2.(saat, zaman) geç, 3.son, yeni, taze, 4.geç olarak, geç, 5.sonuna doğru, sonlarında, 6.sabık, eski, rahmetli

lately

son günlerde, son zamanlarda, yakınlarda

latency time

gecikme zamanı, bekleme süresi

latency

gizli kalma, gizlilik

lateness

geç olma

latent heat

gizli ısı

latent image

görünmeyen resim, gizli görüntü

latent period

mikropların kuluçka dönemi

latent

ortada olmayan, gizli

later on

daha sonra

lateral bud

yan tomurcuk

lateral deviation

yanal sapma

lateral erosion

yandan aşınma, yanlama aşınma

lateral inversion

yanal terslik, yanda bulunan ters görüntü

lateral pressure

yanal basınç

lateral section

yan kesit

lateral spillway

yan dolusavak

lateral thrust

yanal basınç

lateral

yan, yanal

laterite

laterit, kırmızı kil

latest

1.en son haber/moda, vb

latex

lateks

lath and plaster

bağdadi kaplama

lath

1. sıva tirizi, bağdadi çıta, 2. lata ile kaplamak

lathe bed

torna kızağı, torna yatağı

lathe carrier

lathe carrier

torna fırdöndüsü

lathe chuck

torna aynası

lathe tool

torna takımı

lathe

torna tezgâhı

lather

1.sabun köpüğü, köpük, 2.(sabun) köpürmek, 3.köpürtmek, sabunlamak

lathing

1. çıta işi, 2. bağdadi, kaplama

lathwork

bağdadi işi, kafes işi

Latin

Latin, Latince

Latinist

Latince bilgini

latish

biraz geç

latitude

1.enlem, 2.rahatlık, serbestlik, özgürlük

latitudes

bölge

latitudinal

enine olan

latitudinarian

özgür, serbest fikirli

latrine

(özellikle kamplarda) hela

latten

1. ince sac levha, 2. pirinç kaplama

latter end

ölüm

latter

1.sonraki, son, 2.ikincisi, iki şeyden sonuncusu, son söylenilen

latter-day

modern, çağa uygun

latterly

son zamanlarda, bu yakınlarda

lattice beam

kafes kiriş

lattice bridge

kafes kirişli köprü

lattice coil

kafes bobin

lattice dynamics

kafes dinamiği

lattice energy

kafes enerjisi, örgü erkesi

lattice girder

kafes kiriş

lattice truss

kafes kiriş

lattice work

kafes işi

lattice

kafes

latus rectum

latus rectum

özkiriş

Latvia

Letonya

laud

1. övme, methiye, 2. övmek, methetmek

laudable

(davranış, vb.) övgüye değer, beğenilen

laudanum

afyon tentürü, lavdanom

laudation

övme, sitayiş

laudatory

övücü

laugh at

(birine) gülmek

laugh like a drain

makaraları koyvermek

laugh off

önemsememek, gülüp geçmek

laugh up one's sleeve

bıyık altından gülmek

laugh

1.(kahkahayla) gülmek, 2.gülüş, kahkaha

laughable

gülünç, komik

laughing gas

güldürücü gaz

laughing

1. gülen, 2. güldürücü, komik, 3. gülme, gülüş

laughter

kahkaha, gülüş

launch an investigation soruşturma başlatmak 1.(gemi) denize indirmek, 2.(roket) fırlatmak, 3.(plan, hareket, yeni bir yaşam, vb.) başlatmak, 4.(at ile) fırlatmak, hızla atmak, 5.(gemiyi) launch suya indirme, 6.büyük motorlu sandal, motorbot launcher 1.suya indirici, 2.mancınık, katapult, fırlatıcı, 3.fırlatma rampası launching

1. denize indirme, 2. fırlatma (roket), 3. suya indirme

launder money

kara parayı aklamak

launder

(giysi) yıkayıp ütülemek

launderette

çamaşırhane

launderyman

çamaşırcı

laundress

çamaşırcı

laundromat

bkz. launderette

laundry blue

çamaşır çividi

laundry

1.çamaşırhane, 2.çamaşır

laurel

defne ağacı

laurelled

1. defne dalıyla süslenmiş, 2. ödül kazanmış

lauryl

laurik

lav

yüznurama

lava flow

lav akıntısı

lava

lav

lavage

lavaj

lavation

yıkama

lavatory faucet

lavabo musluğu

lavatory

hela, tuvalet, yüznumara

lavender

lavanta

laver

büyük el leğeni

lavish

1.savurgan, tutumsuz, 2.bol, çok, 3.(on ile) cömertçe vermek

lavishness

savurganlık

law costs

mahkeme giderleri

law for combating terrorism

terörle mücadele yasası

law of acceleration

ivme kanunu

law of conservation of energy

enerji korunumu kanunu

law of conservation of matter

maddenin sakınımı kanunu

law of contracts and torts

borçlar hukuku

law of definite proportions

belirli oranlar yasası

law of demand

talep kanunu

law of dominance

başatlık yasası, baskın karakter kanunu

law of exponents

üstler kuralı

law of floating

yüzme kanunu

law of heat exchange

ısının yer değiştirme kanunu

law of inertia

eylemsizlik kanunu

law of jungle

orman yasası

law of nations

uluslararası hukuk

law of refraction

kırılım yasası

law of succession

miras hukuku

law office

hukuk bürosu

law school

hukuk fakültesi

law

1.kanun, yasa, 2.kural, 3.hukuk, 4.polis

law-abiding

yasaya saygı gösteren, dürüst

lawbook

kanunname

lawbreaker

kanun tanımayan kimse

lawful

1.yasalara uygun, yasal, 2.yasalara uyan

lawfulness

kanuna uygunluk, yasallık

lawgiver

kanun yapan kimse

lawless

1.vahşi, kontrolsüz, serkeş, başıbozuk, 2.yasadışı

lawlessness

kanunsuzluk, düzensizlik, kargaşa

lawmaker

meclis üyesi

lawn mower

çimen biçme makinesi

lawn sprinkler

çim fıskıyesi, bahçe musluğu

lawn

çim, çimenlik

lawrencium

lavrensyum

lawsuit

dava

lawyer

avukat

lax

1.ilgisiz, umursamaz, kaygısız, 2.dikkatsiz, 3.tembel, savsak, 4.kontrolsüz

laxative

müshil

laxity

gevşeklik

lay a foundation

temel atmak

lay about one

sağına soluna vurmak

lay an egg

fiyasko vermek

lay an embargo on

lay an embargo on

ambargo koymak

lay aside

1. saklamak, biriktirmek, 2. bırakmak, vazgeçmek

lay at the door of

suçlamak, kabahat yüklemek

lay awake

gözüne uyku girmemek

lay by

biriktirmek, bir kenara koymak

lay days

astarya, yükleme ve boşaltma süresi

lay down

1. belirlemek, saptamak, 2. depolamak, 3. yere bırakmak

lay for

-e pusu kurmak

lay hands on

tutmak

lay in an ambush

pusu kurmak

lay in

depolamak, saklamak, biriktirmek

lay into

saldırmak

lay it on thick

övmek, göklere çıkarmak

lay it on with a trowel

ballandıra ballandıra anlatmak

lay low

yatağa sermek

lay off

(geçici olarak) işten çıkarmak

lay on

1. temin etmek, sağlamak, 2. üzerine atılmak

lay one's cards on the table

gizlisi saklısı olmamak, açık ve dürüst olmak

lay out

1. plan, tertip, maket, düzen, 2. yere sermek, 3. yaymak, 4. planlamak

lay siege to

kuşatmak

lay sth on the line

dobra dobra konuşmak

lay sth to waste

altını üstüne getirmek

lay the fire

ateşi yakmak

lay the foundation stone temelini atmak lay the foundations

temel atmak

lay to rest

gömmek, defnetmek

lay up

1. (hastalık) yatağa düşürmek, 2. biriktirmek

lay waste

1. harap etmek, yakıp yıkmak, 2. tahrip etmek

lay-by

1.yaymak, sermek, 2.koymak, 3.dizmek, yerleştirmek, 4.döşemek, 5.sürmek, değdirmek, 6.hazırlamak, 7.yumurtlamak, 8.yatıştırmak, 9.yüklemek, isnat etmek, 10.yatırmak, üstüne oynamak, 11.kab, arg. düzmek, sikmek, kaymak, 12.rahip sınıfından olmayan, 13.(hukuk, tıp, vb. belli bir öğrenim dalında) profesyonel olmayan, eğitim görmemiş yolda park yeri, cep

lay-off

işten çıkarma

layabout

İİ, tembel, işten kaçan kimse, kaytarıkçı

layer

1.tabaka, kat, 2.bir şey yayan kimse/makine, yayıcı, 3.tabakalar halinde yaymak

layman

1.rahip olmayan kimse, 2.meslekten olmayan kimse

layout plan

vaziyet planı, konumtasar

layout

1.bahçe, kent, vb. yerlerin planlaması, 2.yapı plan ya da çizimi

layshaft

(oto) yardımcı şaft, ara mili

lazaretto

karantina yeri, erzak ambarı

laze

1.(away/around/about ile) tembelce vakit geçirmek, tembellik etmek, 2.tembellikle ya da hareketsiz geçirilen kısa süre, tembellik

lazily

miskin miskin

laziness

tembellik

lazy tongs

zikzak maşa

lazy

1.tembel, erincek, 2.ağır, uyuşuk, yavaş hareket eden, 3.tembellik/uyuşukluk veren

lazybones

tembel adam

lea

çayırlık, mera

leach

1. filtre, 2. süzmek, filtre etmek

leaching

katıdan özütleme, liçing

lead a person a pretty dance

birinin başına çorap örmek

lead acetate

kurşun asetat

lead alloy

kurşun alaşımı

lead angle

avans açısı, öndelik açısı

lead astray

yoldan çıkarmak

lead bath

kurşun banyosu

lead chromate

kurşun kromat

lead coated

kurşun kaplı, kurşun örtülü

lay

lead glass

lead glass

kurşun cam

lead manager

lider yönetici

lead nitrate

gümüş nitrat

lead off

1. başlangıç, 2. başlamak, başa geçmek

lead on

1. yutturmak, kandırmak, inandırmak, 2. götürmek

lead pencil

kurşunkalem

lead peroxide

kurşun peroksit

lead poisoning

kurşun zehirlenmesi

lead sb a dance

birinin başına iş açmak, birini üzmek

lead sb by the nose

parmağında oynatmak

lead sb on

kandırmak

lead sb up the garden path

birini üç kâğıda getirmek

lead screw

ana mil

lead sulphide

kurşun sülfür

lead the life of Riley

bir eli yağda bir eli balda olmak

lead to

-e yol açmak, neden olmak

lead up to

sözü belli bir noktaya getirmek

lead-free motor fuel

1.götürmek, rehberlik etmek, 2.(bir yere) götürmek, ulaştırmak, 3.inandırmak, ikna etmek, 4.yönetmek, liderlik etmek, idare etmek, 5.önde sürmek, 6.kılavuzluk, öncülük, 7.başrol, 8.(of/over ile)(uzaklık, sayı, vb.) ileride olma, önde gelme, 9.tasma kayışı, 10.ara kablosu, 11.ipucu, delil, 12.kurşun, 13.kalem kurşunu, grafit, 14.anterlin kurşunsuz benzin

lead-free

kurşunsuz

leaded bronze

kurşun tuncu

leaded

kurşunlu, kurşun kaplı

leaden

1.kurşuni renkli, 2.üzgün, kederli

leader of the party

parti başkanı

leader

1.önde gelen kimse, başta gelen kimse, 2.lider, önder, başkan, 3.başyazı, baş makale

leadership

liderlik, önderlik

leading article

başmakale

lead

leading axle

leading axle

ön aks, kılavuz dingil

leading case

emsal oluşturan olay, içtihat

leading edge

hücum kenarı, en ön kısım

leading lady

1. başrol oynayan kadın, 2. başrol oyuncusu kadı

leading man

1. başrol oyuncusu erkek, 2. başrol oynayan erkek

leading screw

kılavuz vida

leading wheel

ön tekerlek, kılavuz tekerlek

leading

1.en önemli, ana, temel, 2.yol gösteren, kılavuzluk eden, yöneten, önde olan

leading-in cable

giriş kablosu

leaf bud

yaprak tomurcuğu

leaf curl

kıvırcık baş hastalığı

leaf electroscope

yapraklı elektroskop

leaf green

yaprak yeşili

leaf roll disease

yaprak kıvrılma hastalığı

leaf scar

yaprak izi

leaf spring

düz yay, yaprak yay

leaf through

göz gezdirmek

leaf

1.(bitki) yaprak, 2.sayfa, yaprak, 3.(özellikle altın ve gümüş) ince tabaka, yaprak

leafage

yapraklar, yeşillik

leafiness

yaprakları bol olma

leafless

yapraksız

leaflet

broşür

leafy

yapraklarla kaplı, yapraklı

League of Nations

Milletler Cemiyeti

league

1.dernek, 2.birlik, 3.lig

leak detector

sızıntı detektörü

leak out

(haber, vb.) ortaya çıkmak, sızmak

leak

1.su sızdıran delik ya da çatlak, 2.(gaz, vb.) sızıntı, 3.(haber, vb.) sızma, sızıntı, 4.(gaz, vb.) sızdırmak, 5.sızmak, 6.(haber, vb.) sızdırmak

leakage current

kaçak akımı, sızıntı akımı

leakage indicator

leakage indicator

kaçak göstergesi

leakage radiation

kaçak radyasyon, sızıntı ışınım

leakage

sızıntı, sızma

leaking water

kaçak su, sızan su

leakproof

sızdırmaz

leaky

sızıntılı, sızdıran, delik

lean coal

zayıf kömür

lean

1.yana yatmak, 2.(öne doğru) eğilmek, 3.dayanmak, yaslanmak, söykenmek, 4.çok zayıf, sıska, 5.(et) yağsız, 6.verimsiz, kıt

lean-to roof

sundurma çatı

leaning

eğilim

leanness

zayıflık, verimsizlik

leap at

bayıla bayıla kabul etmek, atlamak

leap year

ekliyıl, artıkyıl

leap

1.sıçramak, atlamak, 2.(üstünden) atlamak, 3.sıçrama, atlama, 4.atlanılan uzaklık, sıçrama uzaklığı, 5.ani yükselme, fırlama, artış

leapfrog

birdirbir oyunu

learn one's lesson

dersini almak, ağzı yanmak

learn

1.öğrenmek

learned

bilgili

learner

öğrenci, bir şeyi öğrenmekte olan kimse

learning

bilgi

lease holder

kiracı

lease

1.kira kontratı, 2.(out ile) kontratla kiralamak

leased line

kiralanmış hat, özel hat

leasehold

sözleşme ile kiralanmış emlak

leaseholder

kiracı, müstecir

leaser

kiralayan

leash

tasma

leasing

kiralama, finansal kiralama, leasing

least common multiple en küçük ortakkat least effort

least effort

en az çaba yasası

least

1.be. en az, en küçük, 2.adl. en küçük sayı, en küçük miktar, en az

leastways

en az, hiç olmazsa

leather belt

kösele kayış

leather goods

deri eşyalar

leather

deri

leathercloth

deriye benzer bir tür kumaş

leatherette

cilt bezi, meşin kap

leathern

deriden yapılmış

leathery

kösele gibi, sert, kalın

leave in the lurch

yüzüstü bırakmak

leave no stone unturned her yolu denemek leave off

vazgeçmek, bırakmak

leave one to one's fate

kaderiyle baş başa bırakmak

leave one's mark on

damgasını vurmak

leave out

1. eklemeyi unutmak, atlamak, 2. atmak, çıkarmak

leave over

tehir etmek, ertelemek

leave sb flat

beş parasız bırakmak

leave sb holding the bag birini yüzüstü bırakmak leave sb in peace

birini rahat bırakmak

leave sb in the lurch

yüzüstü bırakmak

leave sb standing

yaya bırakmak

leave sb to his own resources

kendi haline bırakmak

leave speechless

nutku tutulmak

leave sth to sb

bırakmak

leave sth up to

bırakmak

leave the chair

başkanlığı bırakmak

leave with pay

ücretli izin

leave without pay

leave without pay

ücretsiz izin

leave word with sb

birine not bırakmak

leave

1.ayrılmak, bırakmak, terketmek, 2.bırakmak, 3.bakımına bırakmak, sorumluluğuna bırakmak, 4.izin

leaven

1. maya, 2. mayalandırmak, 3. bozmak, etkilemek

leavings

artıklar, çöpler

Lebanese

Lübnanlı

Lebanon

Lübnan

lech

1. şehvet, 2. şehvete düşkün olmak, hırs beslemek

lecher

aşırı seks düşkünü, azgın

lecherous

hkr. şehvet düşkünü, azgın

lechery

seks düşkünlüğü

lecithin

lesitin

lectern

kürsü, konuşmacı kürsüsü

lecture

1.konferans, 2.(üniversitede) ders, 3.azarlama, paylama, 4.ders vermek, 5.konferans vermek, 6.azarlamak, paylamak

lecturer

1.konferansçı, 2.okutman, 3.doçent

lectureship

okutmanlık

led horse

yedek at

led

yol göstermek, idare etmek

ledge

1.rafa benzer düz çıkıntı, 2.çıkıntılı kaya tabakası

ledger board

küpeşte, parmaklık küpeştesi

ledger line

yardımcı çizgi

ledger

defteri kebir, ana hesap defteri

lee anchor

1. rüzgâra kapalı yer, 2. rüzgâr altı, boca

lee shore

rüzgâr altındaki kıyı

lee side

rüzgâr altı

lee

1. korunmalı taraf, 2. boca, poça, rüzgâraltı

leech rope

gradin halatı

leech

1.sülük, 2.asalak, parazit, sülük

leek

pırasa

leer

leer

1.yan bakış, alaycı ya da şehvetli bakış, 2.(at ile) yan gözle bakmak, 3.(at ile) şehvetle bakmak, kesmek

leery

kuşkulu, kurnaz

lees

tortu, çökelti

leeway

fazladan yer, zaman, para, vb

left atrium

sol kulakçık

left auricle

sol kulakçık

left hand

1. sol el, 2. sol taraf

left justified

sola yanaşık

left justify

sola yanaştırmak

left lane

sol şerit

left property

bırakılmış eşya

left shift

sola kaydırma

left turn

sola dönüş

left wing

sol kanat

left

1.sol, 2.be. sola

left-hand drive

sol direksiyon

left-hand

1. solda, sola, 2. sol elle yapılan

left-handed rotation

sola çevirme

left-handed

1. solak, 2. solaklar için yapılmış

left-turn lane

sola dönüş şeridi

leftist

solcu

leftovers

artık yemek

leftwards

sola doğru, sola

leg bone

bacak kemiği

leg of mutton

koyun budu

leg

1.(hayvanlarda) but, 2.bacak, 3.(giysi) bacağı örten bölüm, bacak, 4.(eşya) ayak, bacak, 5.bölüm

legacy

miras, kalıt

legal adviser

hukuk danışmanı, hukuk müşaviri

legal aid

ücretsiz avukat sağlama

legal capacity

legal capacity

hukuki ehliyet

legal competence

hukuki ehliyet

legal disability

hukuki ehliyetsizlik

legal documents

resmi evrak

legal entity

tüzel kişi, hükmi şahıs

legal error

adli hata

legal expenses

mahkeme giderleri

legal heir

kanuni mirasçı

legal holiday

resmi tatil

legal obligation

yasal yükümlülük

legal person

tüzel kişi

legal personality

tüzelkişilik

legal position

hukuki durum

legal practitioner

stajyer avukat

legal reserve

kanuni ihtiyat, kanuni yedek akçe

legal tender

1. yasal para, 2. yasal ödeme aracı, kanuni para

legal

yasal, yasaya uygun

legalese

hukuk dili

legality

yasallık, yasaya uygunluk

legalization

1. yasal hale getirme, 2. tasdik

legalize

yasallaştırmak

legally

yasal olarak, kanunen

legate

1. elçi, sefir, 2. miras bırakmak

legatee

lehine mal bırakılan kişi

legation

ortaelçilik

legato

bağlı, legato

legator

vasiyetçi, miras bırakan kişi

legend

1.efsane, söylence, 2.büyük, ünlü kimse, efsane, 3.(harita, vb.'de) açıklayıcı bilgiler

legendary

1.efsanevi, söylencesel, 2.ünlü

legerdemain

legerdemain

1. el çabukluğu, el becerisi, 2. hokkabazlık

leggings

tozluk

leggy

uzun bacaklı

leghorn

bir cins tavuk, legorn

legibility

okunaklılık

legible

okunaklı

legion

1.lejyon, 2.kalabalık insan topluluğu

legionary

lejiyoner

legislate

(for/against ile) yasa yapmak, yasamak

legislation

yasama, kanun yapma

legislations

1. mevzuat, 2. kanunlar

legislative power

yasama yetkisi

legislative term

yasama dönemi

legislative

1.yasamaya ilişkin, 2.yasama yetkisi olan, kanun koyan

legislator

yasa koyucu, kanun koyucusu

legislature

yasama meclisi

legist

hukukçu

legitimacy

meşruluk, yasalara uygunluk

legitimate to

meşru kılmak

legitimate

1.yasal, 2.meşru doğmuş, 3.mantıklı, akla yatkın

legitimation

1. meşrulaştırma, 2. onaylama

legless

bacaksız

legume

baklagiller

leguminous

baklagillerle ilgili

leisure industry

eğlence endüstrisi

leisure

1.boş vakit

leisured

bol bol boş zamanı olan, serbest

leisureliness

acelesizlik

leisurely

acelesiz yapılan, yavaş, sakin

leitmotiv

leitmotiv

1. ana motif, 2. ana kavram, kılavuz kavramı

lemma

yardımcı teorem, önsav

lemming

1. yabani sıçan, 2. kır sıçanı

lemniscate

lemniskat, kelebek eğrisi

Lemnos

Ege denizinde Limni adası

lemon balm

oğulotu

lemon drop

limon şekeri

lemon peel

limon kabuğu

lemon

limon

lemonade

1.İİ. gazoz, 2.Aİ. limonata

lend a hand to

yardım etmek

lend an ear to

kulak vermek

lend sb a hand

birine el vermek

lend sth to

önem kazandırmak

lend

1.ödünç vermek, borç vermek, 2.eklemek, katmak, vermek

lender

1. ödünç veren, 2. borç veren

lending limit

kredi limiti

length measuring

uzunluk ölçümü

length wise

uzunluğuna, boylu boyunca

length

1.uzunluk, boy, metres in length., 2.parça

lengthen

1.uzatmak, 2.uzamak

lengthily

uzun uzadıya

lengthiness

1. uzunluk, 2. fazla uzunluk

lengthways

uzunlamasına, uzunluğuna

lengthwise

bkz. lengthways

lengthy

upuzun, çok uzun, fazlasıyla uzun

lenience

1. hoşgörü, 2. yumuşaklık, müsamaha

leniency

yumuşaklık, hoşgörürlük, müsamaha

lenient

müşfik, yumuşak

lenitive

lenitive

1. yatıştırıcı, dindirici, 2. yumuşatıcı, 3. yatıştırıcı, dindirici şey

lenity

yumuşak huyluluk

lens antenna

mercek anten

lens aperture

diyafram açıklığı

lens barrel

mercek çerçevesi

lens cap

mercek kapağı

lens diaphragm

mercek diyaframı

lens hood

parasol, güneşlik

lens mount

mercek çerçevesi

lens opening

mercek açıklığı

lens turret

mercek tablası

lens

1.mercek, 2.göz merceği, 3.objektif, 4.gözlük camı

Lent

Hıristiyanlıkta Paskalya'dan önceki kırk gün boyunca yapılan büyük perhiz

lenticular cloud

merceksel bulut

lenticular

mercekle ilgili

lentil

mercimek

Leo

Aslan burcu

leonine

aslan gibi

leopard

leopar

leopardess

dişi leopar

leotard

vücudu saran dansçı/akrobat giysisi

leper

cüzzamlı

lepidolite

lepidolit

leporine

tavşangillere ait

leprosy

cüzzam

leprous

1. cüzamlı, 2. miskin, 3. cüzamlı

lepton

lepton

lesbian

lezbiyen, sevici

lesbianism

lezbiyencilik

Lesbos

Lesbos

Midilli adası

lesion

yara, bere

less

1.be. daha az, 2.adl. daha az şey/kimse, 3.daha az miktar

lessee

kiracı

lessen

1.azaltmak, 2.azalmak

lesser celandine

basurotu

lesser

daha az/küçük

lesson

1.ders, 2.ders, ibret

lessor

kiraya veren kişi

lest

-mesin diye, -ecek diye

let alone

1. bırak, şöyle dursun, 2. kendi haline bırakmak

let bygones be bygones eski defterleri kapatmak let down

1. hayal kırıklığı, 2. yüzüstü bırakmak, 3. boşa çıkarmak

let go

bırakmak, koyuvermek, salıvermek

Let go!

Bırak!

let in

1. içeri bırakmak, içeri almak, 2. eklemek, gömmek

let it ride

üstünde durmamak, uğraşmamak

let loose

serbest bırakmak

let me see

bir düşüneyim, bir bakayım

let off

1. ucuz kurtulma, 2. serbest bırakmak, salıvermek, 3. affetmek

let on

söylemek, açıklamak

let one's hair down

rahat hareket etmek, resmiyeti bırakmak

let out

koyvermek, bırakmak, salıvermek, çıkarmak

let sb in for

neden olmak

let sb in on

sırrını açıklamak

let sleeping dogs lie

işi oluruna bırakmak, işi kurcalamamak

let slide

ihmal etmek, boşlamak, vazgeçmek

let slip

1. ağzından kaçırmak, 2. kaçırmak

let sth slide

işi sermek

let sth slip out

let sth slip out

bir şeyi ağzından kaçırmak

let the cat out of the bag baklayı ağzından çıkarmak let through

geçmesine izin vermek, geçirmek

let up

1. durmak, dinmek, azalmak, 2. yumuşamak, gevşemek

let well enough alone

olanla yetinmek

let

1.izin vermek, bırakmak, 2.-meli, -malı, -ecek, -sin, 3.İİ. (to/out ile), kiralamak

letdown

hayal kırıklığı

lethal

öldürücü

lethality

öldürücülük

lethargic

uyuşuk

lethargy

1.uyuşukluk, atalet, ilgisizlik, 2.letarji

letter book

mektup defteri

letter carrier

postacı

letter file

mektup dosyası

letter head

mektup başlığı

letter of acceptance

kabul mektubu

letter of advice

ihbar mektubu, ihbarname

letter of application

başvuru dilekçesi

letter of attorney

vekâletname

letter of credit

akreditif, kredi mektubu

letter of exchange

poliçe

letter of guarantee

garanti mektubu, teminat mektubu

letter of indemnity

tazminat mektubu

letter of intend

niyet mektubu

letter of introduction

tavsiye mektubu

letter of licence

izin mektubu

letter of recommendation

tavsiye mektubu, bonservis

letter of renunciation

feragat mektubu

letter of trust

letter of trust

güven mektubu, itimat mektubu

letter out

silmek

letter printer

mektup yazıcı

letter

1.mektup, 2.harf, 3.(yasa, anlaşma, vb.) harfi harfine anlamı

letterbox

mektup kutusu

lettered

1. eğitimli, aydın, 2. tahsil görmüş, okumuş

letterhead

mektup kâğıdı başlığı, antet

lettering

harf ya da sözcük yazım karakteri

letterpress

tipo baskısı

letters of credence

güven mektubu

letters patent

1. patent, ruhsat, 2. ferman

letters testamentary

vasiyetname

letting value

kira bedeli

letting

kiraya verme

lettuce

salata, marul

letup

azalma, dinme, durma

leucine

lösin

leuco base

lökobaz

leuco compound

lökotürev

leuco dye

löko boya

leuco

1. löko, 2. (önek) renksiz, ak

leucocyte

lökosit, akyuvar

leukemia

lösemi, kan kanseri

levanter

Akdenize doğudan esen rüzgar

Levantine

1. Yakın Doğu'ya ait, 2. Yakın Doğu'lu kimse

levee

1. sedde, 2. rıhtım, 3. kabul merasimi

level at

-e yöneltmek, doğrultmak

level crossing

hemzemin geçit, yer geçidi

level indicator

seviye göstergesi, düzey göstergesi

level of income

level of income

gelir düzeyi

level of welfare

refah düzeyi

level terrace

düz teras

level to the ground

yerle bir etmek

level-crossing

1.yüzey, yatay yüzey, 2.düzlük, düz yer, 3.(of ile) miktar, derece, düzey, seviye, ölçü, 4.düzleştirmek, düzeltmek, 5.yıkmak, düzlemek, 6.düz, 7.aynı düzeyde, aynı hizada, bir seviyede, 8.seviyeli, dengeli, düzgün, 9.be. düz olarak, düzgün bir biçimde hemzemin geçit

level-headed

1. sakin, dengeli, mantıklı, 2. sağgörülü

leveller

tesviye aleti, düzelteç

levelling agent

egaliz maddesi, düzgün boyama maddesi

levelling instrument

nivo

levelling screw

tesviye vidası, düzleme vidası

levelling

1. düzleştirme, 2. nivelman

lever arm

levye kolu, manivela kolu

lever brake

kollu fren

lever jack

kriko

lever

1.manivela, manivela kolu, kaldıraç, 2.birini emek harcamaya zorlayan şey, 3.manivela ile hareket ettirmek/kaldırmak

leverage

1.manivela hareketi/kuvveti, 2.sonuç almak için kullanılan güç, dürtü, vb

leveret

yavru yabani tavşan

leviable

vergiye tabi

levigate

düz etmek

levitate

gözbağcılıkla havaya yükselmek/yükseltmek

levity

ciddiyetsizlik, laubalilik

levy tax

vergi koymak

levy war on

birisiyle savaşmak

levy

1.zorla toplama, 2.toplanan para, 3.(on/upon ile) zorla toplamak

lewd

1.şehvet düşkünü, 2.açık saçık, müstehcen

lewdness

1. adilik, 2. çapkınlık, uçarılık, 3. fuhuş

lewisite

levisit

lexeme

sözlükbirim

level

lexical meaning

sözlük anlamı

lexical unit

sözlük birimi, sözlüksel birim

lexical

sözcüksel

lexicographer

leksikograf, sözlükbilimci

lexicography

sözlükçülük, sözlükbilgisi

lexicology

sözlükbilim, sözcükbilik

lexicon

sözlük

liabilities to outsiders

üçüncü şahıslara borçlar

liabilities

1. pasif, 2. borç, 3. taahhüt, üstlenme, 4. sorumluluk

liability account

pasif hesap, borç hesabı

liability insurance

mali sorumluluk sigortası

liability

1.sorumluluk, 2.ödenecek borç, 3.engel

liable

1.sorumlu, 2.maruz, 3.eğilimli

liaise

(with ile) birlikte çalışmak

liaison committee

irtibat kurulu

liaison officer

irtibat subayı

liaison

1.bağlantı, 2.evlilik dışı cinsel ilişki

liana

sarmaşık

liar

yalancı

lib

özgürlük

libation

içki içme

libel

1.onur kırıcı yayın, karalayıcı yerme, iftira, 2.onur kırıcı yayın yapmak, karalamak

libellant

davacı

libellee

davalı

libellous

onur kırıcı, yerici, karalayıcı

liberal arts

sosyal bilimler

liberal education

genel kültür

liberal profession

serbest meslek

liberal

1.liberal, erkinci, 2.cömert, eliaçık, 3.geniş görüşlü, hoşgörülü, 4.liberal kimse

Liberal

Liberal Parti üyesi, Liberal

liberalism

liberalizm, erkincilik

liberalist

liberal, erkinci

liberality

1.cömertlik, eli açıklık, 2.geniş görüşlülük

liberalization

1. liberalizasyon, 2. liberal kılma

liberalize

1. liberalleştirmek, 2. liberal kılmak

liberally

el açıklığıyla, cömertlikle, büyük miktarda

liberate

serbest bırakmak

liberated

(sosyal ve cinsel yönden) özgür, serbest

liberation

1. kurtuluş, serbest kalma, 2. azat etme, kurtarma

liberator

kurtarıcı

libertarian

hürriyet taraftarı

libertine

çapkın, ahlaksız

libertinism

çapkınlık, sefahat

liberty of speech

söz hürriyeti

liberty of the press

basın ve yayın hürriyeti

liberty

özgürlük

libidinous

1. şehvetli, 2. şehvet düşkünü

libido

cinsellik içgüdüsü, libido

Libra

Terazi burcu

librarian

kütüphaneci

library film

arşiv filmi, belgelik filmi

library program

kitaplık programı

library software

kitaplık yazılımı

library subroutine

kitaplık altyordamı

library

kütüphane

librate

sallanmak, titreşmek

libration

denge

librettist

opera metni yazarı

libretto

libretto

opera güftesi, libretto

Libya

Libya

lice

bit, kehle

licence fee

lisans ücreti

licence holder

lisans sahibi

licence plate light

plaka aydınlatma ışığı

licence plate

plaka

licence

1.ruhsat, izin, ehliyet, 2.aşırı serbestlik, 3.ruhsat vermek, resmi izin vermek, yetki vermek

license

1.Aİ, bkz. licence

licensed

1. izinli, 2. ruhsatlı

licensee

1. lisans sahibi, 2. ruhsat sahibi, imtiyaz sahibi

licensor

lisans veren kimse

licentiate

lisans sahibi kimse

licentious

şehvetli, azgın

licentiousness

ahlaksızlık

lichen

liken

licit

meşru, yasal

lick into shape

adam etmek

lick one's boots

yaltaklanmak

lick one's wounds

yaralarını sarmak

lick sb's boots

lickerish

çanak yalamak, yağ çekmek 1.yalamak, 2.yalayıp yutmak, 3.dayak atmak, pataklamak, 4.İİ, kafasını karıştırmak, şaşırtmak, 5.yalama, yalayış, 6.(of ile) az bir şey, az bir miktar ahlaksız, kadın düşkünü, obur

licking

1. yalayış, yalama, 2. kötek, dayak

licorice

bkz. liquorice

lid

1.kapak, 2.gözkapağı

lido

halka açık havuz

lie about

tembellik etmek, aylaklık etmek

lie behind

arkasında gizli olmak

lick

lie detector

yalan makinesi

lie down

yatmak

lie in one's teeth

korkunç yalanlar söylemek

lie in wait

pusuya yatmak

lie in

sabah geç saatlere kadar uyumak

lie like a trooper

çok yalan söylemek

lie low

gizlenmek, saklanmak

lie off

alargada yatmak, gemi açıkta yatmak

lie over

ertelenmek

lie

1.yatmak, uzanmak, durmak, 2.(down ile) yatmak, uzanmak, 3.yer almak, bulunmak, 4.yatmak, durmak, 5.yalan söylemek, 6.yalan

lie-down

uzanma, kısa dinlenme

lie-in

çok uyuma

lief

1. seve seve, 2. memnuniyetle, isteyerek

liege

derebeyine bağlı kimse

lien

1. hapis hakkı, rehin hakkı, 2. ipotek, matlup, alacak

lienee

rehin borçlusu

lieutenancy

1. teğmenlik, 2. yüzbaşılık

lieutenant colonel

yarbay

lieutenant commander kıdemli yüzbaşı lieutenant general

korgeneral

lieutenant governor

devlet başkan vekili, vali muavini

lieutenant

teğmen

life activities

hayati faaliyetler

life annuity

ömür boyu gelir

life assurance

hayat sigortası

life belt

cankurtaran kemeri

life blood

yaşamak için gerekli kan

life boat

cankurtaran

life buoy

can simidi

life coverage

hayat sigortası teminatı

life cycle

yaşam çevrimi

life expectancy

ortalama ömür

life fund

hayat sigortası fonu

life history

biyografi, yaşamöyküsü

life imprisonment

müebbet hapis

life income

yaşam boyu gelir

life insurance

hayat sigortası

life jacket

can yeleği

life of the party

neşe saçan kişi

life raft

cankurtaran salı

life span

yaşam süresi

life story

yaşam öyküsü

life style

yaşam biçimi

life support system

yaşam destek sistemi, yapay yaşatma sistemi

life

1.hayat, yaşam, durmuş, 2.kişi, can, yaşam, 3.hareket, canlılık, hayat, 4.can katan kimse ya da şey

life-size

doğal büyüklükte

lifeblood

can damarı

lifeboat

cankurtaran sandalı

lifeguard

cankurtaran yüzücü

lifeless

1.ölü, cansız, 2.ruhsuz, donuk, ölgün, cansız

lifelessness

cansızlık

lifelike

canlı gibi görünen

lifeline

cankurtaran halatı

lifelong

ömürboyu

lifetime

ömür

lift a ban

bir yasağı kaldırmak

lift and force pump

emme basma tulumba

lift off

havalanmak, kalkmak

lift pump

lift pump

emme tulumba

lift shaft

asansör kuyusu

lift the embargo

ambargoyu kaldırmak

lift the immunity

dokunulmazlığı kaldırmak

lift up one's voice

sesini yükseltmek

lift valve

lift-off

kaldırmalı valf 1.kaldırmak, yükseltmek, 2.(bulut, sis, vb.) yükselmek, dağılmak, 3.bitmek, ortadan kaldırmak, son vermek, 4.araklamak, yürütmek, 5.(başkasına ait düşünce, yazı, vb.) çalmak, kendine mal etmek, 6.kaldırma, yükseltme, 7.kaldırma kuvveti, 8.İİ. asansör, 9.arabasına alma, parasız götürme/gitme, 10.neşe, rahatlık, rahatlama duygusu, ferahlık (uçak) kalkış, havalanma

lifter

1. sökme makinesi, 2. platin

lifting crane

vinç

lifting jack

kriko

lifting pump

emme tulumba

lifting tongs

vinç kıskacı

lifting wire

platin

lifting

kaldırma

ligament

kiriş, bağ

ligate

bağlamak

ligature

1. bağ, 2. bağlama

light a fire

ateş yakmak

light absorbing

ışık soğurucu, ışık yutucu

light alloy

hafif alaşım

light beam

ışık huzmesi, ışık demeti

light breeze

hafif meltem

light current

ışık akımı

light draught

boş su çekimi

light dues

fener resmi

light fixture

elektrik teçhizatı

light flux

ışık akısı

lift

light in bulk, high in value

yükte hafif, pahada ağır

light industry

hafif sanayi, hafif endüstri

light infantry

hafif piyade

light into sb

1. birisine bağırıp çağırmak, 2. üzerine atılmak

light machine gun

hafif makineli tüfek

light metal

hafif metal, hafif maden

light meter

fotometre, ışıkölçer

light modulation

ışık modülasyonu

light oil

hafif yağ, ince yağ

light out

gidivermek, sıvışmak

light pen

ışıklı kalem

light railway

hafif demiryolu, dekovil

light ray

ışık ışını

light relay

ışık rölesi

light resistance

ışık haslığı

light resisting

ışığa dayanıklı, solmaz

light source

ışık kaynağı

light spectrum

ışık spektrumu

light up

1. yakmak, tutuşturmak, 2. yanmak, 3. aydınlatmak

light velocity

ışık hızı

light wave

ışık dalgası

light year

ışık yılı 1.ışık, aydınlık, 2.güneş ışığı, gün ışığı, 3.lamba, ışık, 4.(kibrit, çakmak, vb.) ateş, 5.parlaklık, pırıltı, sevinç ya da heyecan pırıltısı, ışık, 6.anlaşılma, ortaya çıkma, gün ışığına kavuşma, 7.bakış açısı, 8.aydınlık, ışıklı, parlak, 9.(renk) açık, 10.yakmak/yanmak, 11.aydınlatmak, ışık vermek, 12.parlamak/parlatmak, ışıldamak, aydınlanmak, 13.hafif, 14.hafif, yumuşak, 15.(uyku) hafif, 16.be. hafifçe, yüksüz olarak, fazla yük almayarak

light light-fast

ışığa dayanıklı, solmaz

light-fastness

ışık haslığı

light-fingered

eli uzun, araklayıcı

light-footed

light-footed

çevik, zarif

light-handed

eli hafif, becerikli, yükü hafif

light-headed

1. sarhoş, çakırkeyif, 2. sersem

light-hearted

neşeli, kaygısız, mutlu, tasasız

light-minded

havai, kararsız

light-sensitive

ışığa duyarlı, ışığa karşı hassas

light-trap

ışık kapanı

lighten

1.aydınlatmak, 2.aydınlanmak, 3.hafiflemek, 4.hafifletmek, 5.neşelenmek, 6.neşelendirmek

lighter than air

havadan hafif

lighter

1.yakıcı aygıt, 2.çakmak

lighterage

1. mavna ile taşıma, 2. mavna ücreti

lighthearted

kaygısız, neşeli

lightheeled

atik

lighthouse

fener kulesi

lighting engineer

ışıklandırma mühendisi

lighting gas

aydınlatma gazı

lighting rail

ışık rayı, kaydırma askısı

lighting

1.aydınlatma, ışıklandırma, yakma, 2.ışıklandırma sistemi

lightly

1.hafifçe, nazikçe, 2.az bir derecede, az bir dereceye kadar, 3.düşünmeksizin, sebepsiz yere, 4.ciddiye almadan

lightness

1. hafiflik, 2. yumuşaklık, 3. sürat, 4. neşelilik

lightning arrester

yıldırım siperi

lightning bug

ateş böceği

lightning conductor

paratoner, yıldırımsavar

lightning recorder

şimşek yazıcısı

lightning rod

yıldırımlık, yıldırımsavar

lightning strike

yıldırım grevi

lightning

1.şimşek, 2.ani/çabuk/kısa süren şey

lights out

yatma zamanı, yat borusu

lights

1. manca, 2. hayvan akciğeri

lightship

lightship

fener gemisi

lightsome

neşeli, kaygısız

lightweight

1.normalin altındaki kiloda (insan ya da şey), 2.hafif siklet (boksör)

ligneous

odunsu

lignification

odunlaşma

lignify

1. odunlaşmak, 2. odunlaştırmak

lignin

lignin

lignite mine

linyit madeni

lignite

linyit

lignum vitae

peygamberağacı

ligroin

ligroin

likable

hoşa giden, çekici, hoş, cana yakın, sevimli

like a bolt out of the blue

tepeden inme

like a bomb

bomba gibi, çok iyi

like a bull at a gate

paldır küldür

like a bullet out of a gun kurşun gibi hızlı like a bump on a log

put gibi

like a cat with nine lives dokuz canlı like a lamb

kuzu gibi

like a sack of potatoes

patates çuvalı gibi

like a ship without a rudder

serseri mayın gibi

like a shot

hemen, istekle, anında

like anything

deli gibi

like blazes

deli gibi

like cat and dog

kedi köpek gibi

like clockwork

saat gibi, tıkır tıkır

like crazy

deli gibi

like death warmed up

yorgun argın

like greased lightning

şimşek gibi

like hell

deli gibi

like mad

deli gibi

like sardines

sıkış tepiş, balık istifi gibi

like that

öyle, o şekilde

like the cat that stole the kendini beğenmiş cream like this

böyle, bu şekilde, bunun gibi

like wildfire

hızla, çok çabuk

like winking

kaşla göz arasında, aniden

like

1.beğenmek, sevmek, hoşlanmak, 2.istemek, dilemek, 3.benzer, 4.ilg. gibi, 5.-in özelliği, 6.benzeri, 7.bağ. gibi, 8.-miş gibi

likeable

bkz. likable

likelihood ratio

olabilirlik oranı

likelihood

olasılık, olabilirlik

likely

1.olası, muhtemel, 2.uygun, mantıklı, iyi, 3.be. galiba, muhtemelen

likeminded

hemfikir, kafadengi, kafadar

liken

(to ile) benzetmek

likeness

benzeyiş, benzerlik

likes and dislikes

hoşlanılan ve hoşlanılmayan şeyler

likewise

be., aynı şekilde, -de, -da, ayrıca, bir de

liking

(for ile) sevme, düşkünlük

lilac

1.leylak, 2.leylak rengi

lilliputian

çok küçük, ufacık, cüce

Lilo

deniz yatağı

lilt

1. hızlı hareket, 2. oynak şarkı, 3. kıvrak makam

lily of the valley

inciçiçeği

lily

zambak

lily-livered

korkak, yüreksiz, tabansız, alçak

lily-white

bembeyaz

limb

1.kol, bacak, kanat gibi gövdeye bağlı organ, 2.geniş ağaç dalı

limber up

çevikleştirmek

limber

(up ile) kasları geliştirerek bir yarışa, vb. hazırlamak

limberness

çeviklik

limbo

1.bilinmeyen durum, çıkmaz, belirsizlik, 2.limbo dansı

lime burner

kireç ocakçısı

lime defecation

kireçleme

lime kiln

kireç ocağı

lime mortar

kireç harcı

lime pit

kireç kuyusu

lime putty

kireçkaymağı

lime salts

kireç tuzları

lime slaking

kireç söndürme

lime soap

kalsiyum sabunu

lime tree

ıhlamur ağacı

lime

1.kireç, 2.ıhlamur

limelight

halkın aşırı ilgisi

limerick

beş dizelik nükteli şiir

limestone

kireçtaşı

limewash

kireç badanası

limewater

kireçli su

limewhite

kireç badanası

limey

ingiliz denizcisi

liming tank

kireçleme kazanı

liming

kireçleme

limit

1.limit, uç, sınır, had, 2.(to ile) kısıtlamak, sınırlandırmak

limitation

sınırlama

limited company

limitet şirket

limited edition

sayılı baskı

limited liability

limited liability company

limitet şirket

limited liability

sınırlı sorumluluk

limited monarchy

meşruti krallık

limited partner

sınırlı sorumlu ortak

limited partnership

adi komandit şirket

limited

1.sınırlı, 2.(şirket) limited

limiter

limitör, sınırlayıcı

limiting density

sınırlama yoğunluğu

limiting friction

limit sürtünme

limiting

sınırlayıcı, kısıtlayıcı, gelişmeyi engelleyici

limitless

sınırsız, sonsuz

limn

resmetmek, resmini çizmek, tasvir etmek

limner

ressam

limnology

gölbilim

limonene

limonen

limonite

limonit

limousine

limuzin

limp

1.topallama, 2.topallamak, 3.gevşek, yumuşak, güçsüz, zayıf

limpet

deniz salyangozu

limpid

duru, berrak, saydam

limpness

esneklik, yumuşaklık

limy

kireçli

linage

satır başına ücret

linalool

linalol

linchpin

dingil çivisi

lincoln green

parlak yeşil

linctus

İİ. öksürük şurubu

linden

ıhlamur ağacı

line amplifier

hat amplifikatörü

line distortion

line distortion

hat distorsiyonu

line drop

hat gerilim düşüşü

line feed

satır ilerletme

line frequency

satır frekansı, çizgi frekansı

line integral

çizgisel integral

line microphone

tabanca mikrofon

line noise

hat gürültüsü, hat paraziti

line of business

işkolu, meslek

line of credit

kredi sınırı

line of demarcation

1. sınır çizgisi, 2. yetki sınırı

line of force

kuvvet çizgisi

line of intersection

kesişme doğrusu

line of sight

görüş hattı

line of vision

görüş hattı

line one's pockets

cebini doldurmak, yolunu bulmak

line printer

satır yazıcı, satır basıcı

line relay

hat rölesi

line scanning

satır taraması

line segment

doğru parçası

line selector

hat seçici

line shaft

transmisyon mili

line spectrum

çizgi spektrumu, çizgi izgesi

line synchronization

satır eşlemesi

line transformer

hat transformatörü

line up

1. sıraya girmek, 2. sıraya sokmak, 3. programlamak

line voltage

hat gerilimi

lineage

1.(with ile) içini kaplamak, astarlamak, 2.çizgi çizmek, 3.sıra oluşturmak, 4.çizgi, hat, yol, 5.sınır belirten çizgi, hat, 6.dizi, sıra, saf, 7.ip, sicim, olta ipi, 8.telefon hattı, 9.demiryolu hattı, 10.(hava ve deniz) hat, yol, 11.iş, meslek, hizmet, uğraşı, 12.stil, desen, şekil, çizgi nesil, soy

lineal

çizgiye ait, doğrusal

line

lineament

yüz hattı

linear acceleration

çizgisel ivme

linear amplifier

lineer amplifikatör, doğrusal yükselteç

linear equation

doğrusal denklem

linear expansion

doğrusal genleşme, boyca genişleme

linear measure

uzunluk ölçüsü, boy ölçüsü

linear modulation

doğrusal modülasyon

linear scan

doğrusal tarama

linear space

doğrusal uzay, doğru-uzay

linear velocity

lineer hız, çizgisel hız

linear

doğrusal, çizgisel

linearity

çizgisellik, doğrusallık

lineman

telefon, telgraf ya da demiryolu hatlarını kontrol eden görevli

linen draper

manifaturacı

linen

1.keten kumaş, 2.(yatak, masa, vb.) keten örtü, keten çarşaf

liner trade

layner ticareti

liner

1.büyük yolcu gemisi, 2.astar, kaplama maddesi

lines

replik

linesman

1.yan hakemi, çizgi hakemi, 2.bkz. lineman

lineup

1.(eşya, insan) sıra, saf, 2.(olay, vb.) dizi

ling

morina cinsinden bir balık, süpürgeotu

linger

(on/over ile), gitmemek, takılıp kalmak, oyalanmak, yubanmak, (ağrı, vb.) kolay kolay geçmemek, sürüp gitmek

lingerie

kadın iç çamaşırı

lingering

1. duran, 2. kalıcı, 3. çok yavaş, 4. hasretli

lingo

jargon

lingua franca

lingua franka

lingual

dile ait

linguiform

dil biçiminde

linguist

1.dilbilimci, dilci, 2.yabancı diller üzerine çalışan ve bu dilleri iyi bilen kimse

linguistic atlas

dil atlası

linguistic chart

dil haritası

linguistic community

dil topluluğu, dilsel topluluk

linguistic family

dil ailesi

linguistic geography

dilbilim coğrafyası

linguistic group

dil grubu

linguistic level

dil düzeyi

linguistic revolution

dil devrimi

linguistic

dilbilimsel, dilsel

linguistics

dilbilim

liniment

eklem ve romatizma ağrılarını hafifletmek için kullanılan merhem

lining fabric

astarlık kumaş

lining

astar

link up

bağlamak, birleştirmek

link

1.bağlantı, bağ, 2.zincir halkası, 3.(together/up ile) bağlamak, birleştirmek

linkage

1.zincir, 2.bağlantı

links

golf sahası

linkup

bağlantı noktası, bağlantı yeri, birleşme noktası

linn

1. küçük havuz, 2. şelale

linnet

1. ketenkuşu, 2. kenevirkuşu

lino

İİ, bkz. linoleum

linoleum

yer döşeme malzemesi, muşamba

linotype

1. linotip, 2. dizgi makinesi

linseed cake

keten tohumu küspesi

linseed oil

beziryağı

linseed

keten tohumu

lint doctor

kontr-rakle

lint

sargı bezi, keten tiftiği

lintel

lento, üst eşik

linter

linter

linter makinesi

linters

linters

linty

tiftikli

liny

çizgili, dar

lion

aslan

lion-hearted

aslan yürekli, cesur

lion's share

aslan payı

lioness

dişi aslan

lip microphone

dudak mikrofonu

lip reading

dudak okuma

lip service

sahte bağlılık

lip

1.dudak, 2.kenar

lip-read

dudak okumak

lipase

lipaz

lipid

lipit

lipoid

lipoit

lipoma

lipom, yağ uru

lipophilic

yağsever, lipofil

lipoprotein

lipoprotein

lipped

dudaklı

lipstick

dudak boyası, ruj

liquefaction

1.sıvılaşma, 2.sıvılaştırma

liquefy

1.sıvılaşmak, 2.sıvılaştırmak

liquescent

sıvılaşır

liqueur

likör

liquid air

sıvı hava

liquid assets

likit varlıklar, disponibilite

liquid chromatography sıvı kromatografisi liquid crystal liquid fuel

sıvı kristal

liquid fuel

akaryakıt

liquid gas

sıvı gaz

liquid limit

likit limit, akma limiti

liquid manure

sıvı gübre

liquid measure

sıvı ölçüsü

liquid oxygen

sıvı oksijen

liquid phase

sıvı hal, sıvı evre

liquid pressure

sıvı basıncı

liquid state

sıvı durum

liquid sugar

sıvı şeker

liquid

1.sıvı, likid, 2.sıvı, akışkan, 3.(yiyecek, vb.) sulu, 4.(ses) berrak, akıcı

liquid-cooled reactor

sıvı soğutmalı reaktör

liquid-cooled

sıvı soğutmalı

liquidate

1.kurtulmak, başından savmak, yok etmek, 2.(iş) tasfiye etmek, kapatmak

liquidating agent

tasfiye memuru

liquidation

tasfiye

liquidator

tasfiye memuru

liquidity ratio

likidite oranı

liquidity

1. likidite, 2. sıvılık, akışkanlık

liquidize

ezmek, suyunu çıkarmak

liquidizer

İİ. mikser, karıştırıcı

liquor

1.alkollü içki, 2.Aİ. (viski, vb.) alkollü sert içki

liquorice

meyankökü

lisp

1.peltek konuşmak, 2.pelteklik

lissom

kıvrak, çevik, atik

lissome

bkz. lissom

list price

liste fiyatı, katalog fiyatı

list

1.liste, dizelge, 2.listesini yapmak, 3.yan yatmak, 4.geminin yan yatması

listed

kote edilmiş

listen for

listen for

kulak vermek, dikkat etmek, dinlemek

listen in

1. radyo dinlemek, 2. kulak misafiri olmak

listen out

kulak vermek

listen to reason

laf dinlemek

listen

1.dinlemek, 2.dinleme, kulak verme

listener

dinleyici

listing

1. liste, 2. listeleme

listle thread

fildekos, filtekoz

listless

yorgun, bitkin, cansız, uyuşuk

listlessness

kayıtsızlık, neşesizlik

litany

mukabele ile okunan dua

liter

Aİ, bkz. litre

literacy rate

okur-yazar oranı

literacy

okur yazarlık

literal

1.tam, 2.kelimesi kelimesine, harfi harfine, 3.düz anlamlı, yalın, sade

literalism

harfi harfine uygunluk

literally

1.tam olarak, tam, 2.kelimesi kelimesine, 3.düz olarak, genel anlamıyla, 4.abartmasız, gerçekten

literary language

edebiyat dili, edebi dil, yazın dili

literary

edebi, yazınsal

literate

1.okur yazar, 2.iyi eğitim görmüş, bilgili, okumuş

literati

1. yazarlar, 2. aydın sınıf

literatim

harfiyen

literature

1.edebiyat, yazın, 2.tanıtıcı kitap, broşür

litharge

doğal kurşun oksidi, mürdesenk

lithe

esnek, kıvrak

litheness

1. esneklik, 2. elastikiyet

lithia

lityum oksidi

lithic

taşa ait, lityuma ait

lithium

lityum

lithochromatic

lithochromatic

renkli, alaca bulaca

lithograph

1. taşbasma, taşbaskı, 2. taşbasmasıyla resim yapmak

lithographer

taşbasmacı, taşbasması resim

lithographic

litografik

lithography

litografi, taşbaskı sanatı

lithology

litoloji, taşbilim

litholysis

ilaçla böbrek taşını eritme

lithometeor

katı meteor

lithophyte

litofit

lithopone

litopon

lithosphere

litosfer, taşküre

lithotomy

böbrek taşı çıkarma ameliyatı

Lithuania

Litvanya

Lithuanian

Litvanyalı, Litvanya dili

litigant

davacı

litigate

mahkemeye başvurmak, dava açmak

litigation

1. dava, 2. dava etme

litigious

1. davalı, 2. kavgacı

litmus paper

turnusol kâğıdı

litmus test

durum tahlili

litmus

turnusol

litre

litre

litter bag

çöp torbası

litter basket

çöp kutusu

litter bin

çöp kutusu

litter up

karmakarışık etmek

litter

1.çöp, 2.(hayvan) bir batında doğan yavrular, 3.karmakarışık etmek, dağıtmak

litterateur

edip

little bear

küçükayı takımyıldızı

little by little

little by little

azar azar, yavaş yavaş

little finger

serçeparmak

little language

çocuk dili

little or nothing

hiç denecek kadar az, hemen hemen hiç

little

1.küçük, ufak, 2.az, kısa, 3.genç, küçük, 4.önemsiz, değersiz, küçük, 5.be. az miktarda, birazcık, az, 6.az miktar

littleness

küçüklük, miskinlik, önemsizlik, dar görüşlülük

littoral cordon

kıyı kordonu

littoral current

kıyı akıntısı

littoral zone

kıyı bölgesi

littoral

1. kıyı, sahil, 2. kıyı, sahil

liturgic

1. komünyona ait, 2. ayine ait

liturgy

tapınma, ayin

livable

1.içinde yaşamaya uygun, yaşamaya elverişli, uygun, 2.yaşanabilir, yaşamaya değer

live and learn

yaşadıkça öğrenmek

live and let live

hoşgörülü olmak, müsamahalı olmak

live axle

canlı aks, hareket dingili

live broadcast

naklen yayın, canlı yayın

live by the book

dürüstçe yaşamak, yasalara uymak

live by

ile yaşamak, geçinmek

live down

unutturmak, unutulmasını sağlamak

live from hand to mouth

elden ağıza yaşamak

live high on the hog

bir eli yağda bir eli balda olmak

live in each other's pockets

içtikleri su ayrı gitmemek

live in luxury

lüks içinde yaşamak

live like fighting cocks

krallar gibi yaşamak

live music

canlı müzik

live off

-den geçimini sağlamak

live on

1. ile geçinmek, 2. ile beslenmek

live out

sonuna kadar yaşamak, evde oturmamak

live programme

naklen program, canlı program

live steam

taze buhar, sağlam buhar

live through

zorluklara rağmen başarmak

live transmission

naklen yayın, canlı yayın

live up to

-e uygun olmak

live wire

elektrikli tel

live with

liveable

1. ile birlikte yaşamak, 2. kabullenmek 1.yaşamak, 2.oturmak, yaşamak, 3.gereksinimlerini karşılamak, geçinmek, 4.diri, canlı, 5.(bomba, vb.) patlamamış, canlı, 6.elektrikle yüklü, cereyanlı, 7.(yayın) canlı bkz. livable

livelihood

geçim, geçinme

liveliness

1. canlılık, 2. parlaklık, 3. zindelik

lively imagination

hayal gücü

lively

1.canlı, hareketli, hayat dolu, neşeli, 2.canlı, gerçeğe uygun

liven

(up ile), canlandırmak, canlanmak

liver fluke

karaciğer kelebeği

liver

karaciğer

liveried

üniformalı

liverish

rahatsız, sinirli, karaciğeri bozuk, huysuz

liverwort

kızılyaprak, koyunotu

livery

(uşakların, vb. giydiği) üniforma

livestock

çiftlik hayvanları, mal

liveware

personel

livid

1.mor, 2.öfkeden kudurmuş, gözü dönmüş

living being

canlı varlık

living conditions

hayat şartları

living creatures

canlı yaratıklar

living language

yaşayan dil

live

living organism

canlı organizma

living room

oturma odası

living thing

canlı

living tissue

canlı doku

living wage

geçinmeye yetecek ücret

living

1.canlı, yaşayan, sağ, 2.yaşayan, kullanılan, geçerli, 3.geçim, geçinme, 4.yaşam standardı, yaşama

lizard

kertenkele

llama

lama

Lo!

işte!, Bak!

loach

çuprabalığı

load capacity

yük kapasitesi, yük sığası

load current

yük akımı

load displacement

yük su çekimi

load distance

kaldıraçta yük kolu

load efficiency

yük verimi

load impedance

yük empedansı, yük çelisi

load line

su kesimi, yük çizgisi

load resistance

yük direnci

load

1.yük, 2.taşınan miktar, 3.şarj, 4.(makina, vb.'nin yaptığı) iş, 5.yüklemek, 6.doldurmak, şarj etmek

loaded impedance

yüklü empedans

loaded question

şaşırtıcı soru, çok yönlü soru

loaded

1.yüklü, dolu, 2.hileli, tuzak dolu, 3.zengin, paralı, yüklü

loader

yükleyici

loading bridge

yükleme köprüsü

loading capacity

yükleme kapasitesi, yükleme sığası

loading coil

yükleme bobini

loading gauge

yük gabarisi

loading note

hamule senedi, taşıma senedi

loading programme

yükleme programı

loading ramp

loading ramp

bindirme rampası, yükleme rampası

loading

1. yükleme, doldurma, 2. ek maliyet, sürşarj

loadstone

mıknatıs taşı

loaf sugar

kelle şekeri

loaf

1.somun, 2.arg. saksı, beyin, kafa, 3.(about ile) vakit öldürmek, kaytarmak

loafer

aylaklık eden kimse, aylak

loam

verimli toprak

loamy

tınlı, özlü, balçıklı

loan bank

kredi bankası

loan market

kredi piyasası

loan shark

dolandırıcı, tefeci

loan

1.ödünç verilen şey, 2.ödünç verme, 3.ödünç vermek

loath

isteksiz, gönülsüz

loathe

nefret etmek, tiksinmek, iğrenmek

loathing

tiksinme, nefret, iğrenme

loathsome

iğrenç

lob

1.(topu) havada kavis çizecek biçimde atmak ya da bu şekilde topa vurmak, 2.(kriket ve tenis) uzun kavis çizecek biçimde atılan top

lobate

loplara benzeyen, yumru gibi 1.lobi, hol, 2.kulis faaliyeti, lobi, 3.oylarını kazanmak amacıyla senatörlerle görüşmek, 4.toplumu ilgilendiren konularda değişiklik yapmak için faaliyette bulunmak

lobby lobbyist

lobici

lobe of the ear

kulakmemesi

lobe

1.kulak memesi, 2.herhangi bir organın yuvarlak bölümü

lobed

loplu, dilmikli

lobeline

lobelin

lobotomy

beyin ameliyatı, lobotomi

lobster

ıstakoz

lobule

lopçuk

local administration

yerel yönetim

local authorities

yerel yetkililer

local call

şehiriçi telefon konuşması

local colour

yöresel özellikler, yerel renk

local election

yerel seçim

local exchange

lokal telefon santralı

local government

yerel yönetim, mahalli idare

local industry

yerel sanayi

local language

şive, ağız

local news

yerel haberler

local newspaper

yerel gazete

local politics

yerel politika

local station

bölge istasyonu

local time

yerel saat

local traffic

bölgesel trafik, yerel trafik

local train

banliyö treni

local

1.yerel, yöresel, 2.lokal, 3.İİ, semt birahanesi, lokal

locale

1. yer, yöre, 2. olay yeri

localism

1. mahalli şive, yöresel deyim, 2. dar fikirlilik

locality

1.yer, yöre, 2.olay yeri

localization

yerini belirleme, yerelleştirme, sınırlandırma

localize

belirli bir yere sınırlamak, yereltmek

localized

1. yerel, lokal, 2. sınırlı

locally

1.yerel olarak, 2.yakınlarda, yakında

locate

1.yerini öğrenmek, 2.yerleştirmek, kurmak

location

yer, konum

locative

1. yer durumu, kalma durumu, 2. yer durumu, kalma durumu

loch

1. körfez, koy, 2. göl

lock away

saklamak, gizli tutmak

lock bolt

1. kilit sürgüsü, 2. kilit dili

lock horns with

ağız dalaşı yapmak

lock in

hapsetmek, kapatmak

lock jaw

tetanos, kazıklıhumma

lock nut

emniyet somunu, kontra somun

lock out

1. dışarıda bırakmak, 2. lokavt yapmak

lock stock and barrel

1. başdan başa, tamamen, 2. tamamen, 3. ne var ne yok hepsi

lock up

1. kilitlemek, 2. kapatmak, içeri tıkmak, tutuklamak

lock washer

yaylı rondela, kilit pulu

lock

1.kilit, 2.hareketli kanal seddi, 3.kilitlemek, 4.kilitlenmek, 5.bukle

lock-on

kilitlenme

lockage

havuzdan geçme parası

locker

kilitli çekmece ya da dolap

locket

madalyon

locking lever

tespit kolu

locking pin

kilitleme pimi

locking relay

kilitleme rölesi

locking screw

blokaj vidası

lockjaw

tetanos, kazıklı humma

locknut

emniyet somunu, kontra somun

lockout

lokavt

locksmith

çilingir

lockup

cezaevi, tutukevi

loco

1. deli, çılgın, 2. lokomotif

locomotion

hareket

locomotive boiler

lokomotif kazanı

locomotive

1.harekete ilişkin, hareket ettiren, 2.lokomotif

locum tenentes

vekil

locum

vekil

locus

geometrik yer, gezenek

locust bean

keçiboynuzu

locust

locust

çekirge

locution

1. deyim, tabir, düz söz, 2. ifade tarzı

lode

1. filon, damar, 2. maden damarı

loden

loden

lodestar

1. Çobanyıldızı, Kutupyıldızı, 2. rehber, kılavuz

lodestone

mıknatıs taşı

lodger

1.kısa süreli kirada oturmak, 2.pansiyonda kalmak, 3.takılmak, takılıp kalmak, 4.resmi demeç vermek, beyanatta bulunmak, 5.kulübe, 6.kapıcı evi, 7.bodrum kat pansiyoner, kiracı

lodging

kiralık oda, geçici olarak oturulan yer

lodgings

pansiyon

loess

lös

loft

tavan arası

lofter

golf sopası

loftiness

1. yükseklik, 2. kibir, gurur, 3. çalım

lofty

yüce, yüksek

log cabin

kütükten yapılmış kulübe

log chip

parakete

log haul

tomruk çekme

log

1.kütük, 2.(gemi, uçak, vb.) seyir defteri, 3.seyir defterine kaydetmek, 4.logaritma

loganberry

bir tür böğürtlen

logarithm

logaritma

logarithmic

logaritmik

logboard

parakete tahtası

logbook

gemi jurnalı, rota jurnalı

logger

kaydedici

loggerheads

sürüp giden anlaşmazlık

loggia

kemeraltı, sundurma

logging sled

tomruk kızağı

logging truck

tomruk kamyonu

lodge

logging

1.ağaç kesme, 2.kesip taşıma, tomruk çekme, 3.tomrukçuluk

logic circuit

mantık devresi, mantık çevrimi

logic error

mantık hatası

logic flowchart

mantık akış şeması

logic gate

mantık geçidi

logic

mantık

logical flowchart

mantıksal akış diyagramı

logical instruction

mantıksal komut

logical operation

mantıksal işlem

logical operator

mantıksal işleç

logical record

mantıksal kayıt

logical shift

mantıksal kaydırma

logical structure

mantıksal yapı

logical subroutine

mantıksal altyordam

logical symbol

mantıksal simge

logical

1.mantıksal, 2.mantıklı

logician

mantıkçı

logistics

lojistik

logo

1. logo, 2. simge, rumuz

logogram

logogram

logorrhea

gevezelik, uzun uzadıya konuşma

logwood

bakkam ağacı

logy

ağır, yavaş

loincloth

peştemal

loins

bel

loiter

(about ile) duraklayarak, oyalanarak yürümek

loiterer

aylak dolaşan kimse, boş gezen

loll out

aşağı sarkmak

loll

1.(about/around ile) tembelce uzanmak, tembel tembel yatmak, 2.(out ile) aşağı doğru sarkmak, 3.sarkıtmak

lollipop

1.saplı şeker, lolipop

lolly

İİ. lolipop

lone

kimsesiz, yalnız, tek

loneliness

yalnızlık

lonely

1.yalnız ve mutsuz, kimsesiz, 2.ıssız

loner

zamanının çoğunu yalnız başına geçiren kimse, yalnızlığı seven kimse

lonesome

Aİ, bkz. lonely

long ago

uzun süre önce

long before then

ondan çok önce

long boat

büyük sandal, şalupa

long credit

uzun vadeli kredi

long dated

uzun vadeli, uzun süreli

long distance

şehirlerarası telefon

long dozen

on üç

long for

özlemek, içi çekmek, canı istemek

long in the tooth

yaşını başını almış

long jump

uzun atlama

long play

uzunçalar

long range

uzun menzilli, uzun erimli

long rate

uzun vadeli kur

long run

uzun dönem

long saw

dilme testeresi

long shot

geniş plan, uzak plan, genel çekim

long term

uzun vadeli

long time

uzun zaman

long ton

uzun ton (1016.05 kg)

long wave

(radyo) uzun dalga

long

1.uzun, 2.uzun zaman, uzun zamandır, 3.uzun süre, 4.(for/to ile) çok istemek, can atmak

long-dated bill

uzun vadeli senet

long-distance call

long-distance call

şehirlerarası telefon konuşması

long-distance flight

uzun mesafe uçuşu

long-distance

1. uzun mesafe, 2. (telefon) şehirlerarası

long-life

uzun ömürlü

long-lived

uzun ömürlü

long-measure

uzunluk ölçüsü

long-playing record

uzunçalar, longpley, albüm

long-range

uzun menzilli

long-sighted

uzağı gören, ilerisini düşünen, ihtiyatlı

long-suffering

tahammüllü, sabırlı, hoşgörülü, cefakâr

long-term credit

uzun vadeli kredi

long-term

1. uzun vadeli, 2. uzun süreli

long-wearing

dayanıklı, sağlam

long-winded

sözü bitmez

longbow

(ok atmak için) büyük yay

longeron

lonjeron

longevity

uzun yaşam

longhand

el yazısı

longhanded

önsezi

longheaded

zeki, açıkgöz

longing

1.özlem, güçlü istek, arzu, hasret, 2.arzulu, istekli

longish

uzunca

longitude

boylam

longitudinal wave

boyuna dalga

longitudinal

1. boylamla ilgili, 2. boyuna, 3. uzunluğuna

longitudinally

boydan boya, uzunlamasına

longshoreman

dok işçisi

longsighted

uzağı görebilen, hipermetrop

longsightedness

uzağı iyi görme, presbitlik

longstanding

longstanding

uzun süredir var olan, çok eski

longstop

son savunucu, son müdafaa, son savunma

longwall

uzunayak

longways

uzunlamasına

longwinded

uzun ve sıkıcı, sözü bitmez

loo

İİ, yüznumara, tuvalet

look a gift horse in the mouth

hediyede kusur aramak

look about

çevresine bakmak

look after

bakmak, gözetmek, ilgilenmek, kollamak

look ahead

ilerisi için plan yapmak, geleceğe bakmak

look around

araştırmak, tüm olasılıkları düşünmek

look as if one has seen a hayalet görmüş gibi olmak ghost look as if

olacağa benzemek, gibi görünmek

look askance

yan yan bakmak, göz ucuyla bakmak

look at

1. bakmak, seyretmek, 2. yargılamak, 3. ele almak

look back

geçmişi düşünmek, hatırlamak, geriye bakmak

look daggers at

bir kaşık suda boğacakmış gibi bakmak

look down on

hor görmek, küçümsemek

look down one's nose at -e tepeden bakmak, hor görmek look down upon

hor görmek

look for a needle in a haystack

samanlıkta iğne aramak

look for trouble

bela aramak

look for

aramak

look forward to

dört gözle beklemek

Look here!

Buraya bak!

look in on

uğramak

look into

araştırmak, incelemek, soruşturmak

look like

-e benzemek

look on the bright

iyimser olmaya çalışmak

look on

bakmak, seyretmek, seyirci kalmak

look out for

dikkat etmek

look out

dikkat etmek, sakınmak, gözetmek, dışarı bakmak

look over

göz gezdirmek, incelemek

look round

1. enikonu düşünmek, 2. gezmek, dolaşmak

look sharp

acele etmek, elini çabuk tutmak

look through

gözden geçirmek, incelemek

look to one's laurels

şöhretini korumaya çalışmak

look to

ummak

look up to

-e saygı göstermek, hürmet etmek

look up

look-see

1. iyiye gitmek, gelişmek, 2. aramak, bakmak 1.bakmak, 2.görünmek, 3.(like ile) benzemek, okşamak, 4.göstermek, 5.dikkat etmek, görmek, bakmak, 6.bakış, 7.yüz anlatımı, yüz ifadesi, 8.görüntü, görünüş bakma

looking glass

ayna

looking-glass

ters yönde olan, altüst, karmakarışık

lookout

1.arayış, 2.gözcü, gözetleyici, 3.gözetleme yeri, 4.ileriki olasılık

looks

iyi görünüm, çekici görünüm

loom master

dokuma ustası

loom

1.dokuma tezgâhı, 2.(up ile) aslından daha büyük ve korkunç gözükmek

loony

deli, kaçık, çatlak

loop the loop

uçakla havada takla atmak

loop

1.ilmik, ilik, 2.ilmik yapmak, 3.bağlamak

looper

ilmik yapan aygıt

loophole

(özellikle yasal) boşluk, kaçamak noktası

loose ground

gevşek zemin, gevşek toprak

loose pulley

avara kasnak 1.bağsız, serbest, başıboş, 2.dağınık, ayrı ayrı, 3.gevşek, sıkı olmayan, çözülmüş, 4.(giysi) bol, gevşek, 5.kesin olmayan, şüpheli,

look

loose loose-leaf

6.ahlaksız, laçka, hafifmeşrep, hoppa, 7.serbest bırakmak, salıvermek, 8.be. gevşek bir biçimde, serbestçe, başıboşlukla, 9.başıboşluk, serbestlik sayfaları çıkarılıp takılabilen

loosen one's purse strings

kesenin ağzını açmak

loosen up

kasları gevşetmek, kasları ısıtmak

loosen

1.gevşetmek, çözmek, 2.gevşemek, çözülmek

looseness

1. gevşeklik, 2. kararsızlık, 3. serbestlik

loosestrife

altın kamış

loot

1.ganimet, çapul, yağma, 2.yağmalamak, yağma etmek

looter

çapulcu, yağmacı

looting

yağma, çapul

lop

1.kesmek, kesip çıkarmak, 2.(ağaç) budamak

lop-sided

orantısız, bir tarafa meyilli, dengesiz

lope

koşmak

loquacious

geveze, çenesi düşük

loquacity

1. konuşkanlık, çenebazlık, 2. gevezelik

loquat

yenidünya ağacı, Maltaeriği

Lord Advocate

başsavcı

lord it over sb

amirlik taslamak, üstünlük taslamak

Lord Jesus

Hazreti isa

lord mayor

Londra belediye başkanı, belediye başkanı

Lord

1.(the ile) Allah, Tanrı, 2.(ünvan) lort, 3.ünl. Aman Tanrım!, Hay Allah!

lord

1.efendi, sahip, 2.lord

lordliness

1. gurur, 2. soyluluk, 3. haşmet

lordling

genç lord

lordly

lort gibi, asil, yüce

lordosis

lordoz

lordship

1.lortluk, 2.lort

lore

bilgi

lorgnette

uzun saplı gözlük

lorn

terk edilmiş, ıssız

lorry

kamyon

lose count

sayısını unutmak

lose face

saygınlığını yitirmek, şerefini kaybetmek

lose ground

geri çekilmek, mevkiini kaybetmek

lose heart

cesareti kırılmak

lose one's appetite

iştahı kesilmek

lose one's bearings

1. yolunu kaybetmek, 2. pusulayı şaşırmak

lose one's head

kontrolünü kaybetmek, sapıtmak

lose one's heart

abayı yakmak

lose one's life

hayatını kaybetmek

lose one's nerve

cesaretini kaybetmek

lose one's patience

sabrı taşmak

lose one's rag

tepesi atmak

lose one's reason

aklını bozmak

lose one's shirt

meteliğe kurşun atmak

lose one's temper

tepesi atmak, kızmak

lose one's way

yolunu şaşırmak

lose oneself

kendini kaybetmek

lose sight of

1. gözden kaybetmek, 2. unutmak

lose the thread

ipin ucunu kaçırmak

lose the way

yolu şaşırmak

lose touch with

ile teması kaybetmek, bağlantıyı koparmak

lose track of

izini kaybetmek

lose weight

kilo vermek 1.kaybetmek, yitirmek, 2.kaybettirmek, 3.yenilmek, kaybetmek, kazanamamak, 4.harcamak, israf etmek, kaybetmek, 5.duyamamak, görememek ya da anlayamamak, kaçırmak, 6.(saat) geri kalmak

lose loser

mağlup, kaybeden, yenilen

losing bargain

zararına satış

losing

kaybeden

loss and gain

zarar ve kâr

loss in weight

kilo kaybı, fire

loss leader

yok pahasına satış

loss maker

zarar eden işyeri

loss of appetite

iştahsızlık

loss of energy

enerji kaybı

loss of head

yük kaybı

loss of heat

ısı kaybı

loss of water

su kaybı

loss

1.kaybetme, kayboluş, kaybolma, 2.kayıp, 3.zarar, ziyan

lost property office

kayıp eşya bürosu

lost property

kayıp eşya

lost

1.kayıp, 2.yitirilmiş, geçmiş, 3.boşa gitmiş, kaçırılmış, değerlendirilmemiş

lot money

açık artırma harcı

lot number

parça numarası, parti numarası

lothario

1.çok miktar, çok sayı, çok, köp, 2.hepsi, tümü, 3.grup, miktar, parti, 4.çok, pek, 5.kura, ad çekme, 6.talih, kısmet, yazgı, 7.açık arttırma ile satılan eşya (grubu), 8.arsa, parsel, 9.aynı türden eşya grubu, parti, 10.film stüdyosu, çekim yeri baştan çıkartan kımse, çapkın

lotion

losyon

lots of

birçok

lottery

piyango

lotto

tombala oyunu

lotus eater

zevk ve sefasına düşkün

lotus

nilüfer

loud hailer

hoparlör

loud

1.yüksek sesli, gürültülü, 2.abartılı, cırtlak, 3.be. yüksek sesle

loud-voiced

yüksek sesli

loudly

1. yüksek sesle, 2. gürültüyle, 3. bağırarak

lot

loudly loudmouthed

ağzı kalabalık, ağzı gevşek

loudness

1.gürültü, 2.ses yüksekliği

loudspeaker

hoparlör

lough

göl, körfez

lounge about

tembelce uzanmak, yayılıp oturmak

lounge around

tembelce uzanmak, yayılıp oturmak

lounge suit

günlük erkek kıyafeti

lounge

1.salon, 2.(about/around ile) tembelce uzanmak, yayılıp oturmak

lour

(at ile) surat asmak, kaş çatmak, somurtmak

louse up

yüzüne gözüne bulaştırmak, içine etmek

louse

1.bit, 2.işe yaramaz adam

lousy

1.berbat, rezil, 2.bitli

lout

kaba herif, hödük, ayı

loutish

soytarı gibi, hoyrat

louver boards

pancur tahtaları

louver

1. hava deliği, 2. panjur

lovable

sevimli, hoş

lovage

yaban kerevizi

love affair

aşk macerası

love apple

domates

love bird

muhabbetkuşu, serçe papağanı

love child

gayri meşru çocuk

love letter

aşk mektubu

love potion

aşk iksiri

love sick

sevdalı, mecnun

love story

aşk hikâyesi

love

1.aşk, sevgi, sevi, 2.sevgili, 3.İİ. canım, 4.(tenis) sıfır, 5.sevmek, 6.ile sevişmek

loveless

1. sevgisiz, 2. aşksız

loveliness

güzellik

lovely

1.güzel, hoş, 2.nefis, harika

lovemaking

sevişme

lover

1.aşık, sevgili, 2.seks arkadaşı, 3.aşık, tutkun, hasta

lovesick

sevdalı, kara sevdalı

loving

sevgi dolu, aşk dolu, seven

loving-kindness

şefkat, iyilik

low blood pressure

düşük tansiyon

low consumption

az tüketen, ekonomik

low court

mahkeme

low diet

düşük değerli besin

low ebb

düşüş, başarısızlık, düşük düzey

low frequency

alçak frekans

low gear

birinci vites

low man on the totem pole

zurnanın son deliği

low pass

alçakgeçiren

low pressure area

alçak basınç alanı

low pressure

düşük basınç, alçak basınç

low profile

dikkat çekme siyaseti

low relief

hafif kabartma, alçak kabartma

low section tyre

alçak profilli lastik

low temperature

düşük sıcaklık

low tide

deniz alçalması, cezir 1.alçak, yüksek olmayan, 2.alçak, düşük, az, 3.zayıf, cansız, neşesiz, halsiz, 4.(ses) az, yumuşak, alçak, 5.rezil, aşağılık, saygısız, 6.adi, bayağı, sıradan, 7.aşağıya, alta, aşağıda, 8.yere yakın, alçak, 9.sessizce, yumuşak bir şekilde, 10.alçak derece/düzey

low low-consumption

az tüketen, ekonomik

low-down

rezil, ahlaksız, alçak, adi

low-key

uyumlu, sade

low-level

düşük düzeyli

low-lying

deniz seviyesinden alçak

low-mileage

az kilometre, düşük kilometre

low-order

düşük değerli

low-power

düşük kuvvetli, düşük güçlü

low-pressure

düşük basınçlı

low-priced

düşük fiyatlı

low-speed

düşük hızlı

low-spirited

tasalı, üzgün

low-water mark

su seviyesi işareti

lowborn

aşağı tabakadan

lowbrow

hkr. sanattan anlamaz, kültürsüz, odun

lowdown

gerçek, bir işin içyüzü

lower bound

alt sınır

lower case

küçük harf

lower chamber

halk meclisi, avam kamarası

lower class

işçi sınıfı, alt tabaka, aşağı tabaka

lower deck

alt güverte

lower jaw

altçene

lower limit

alt sınır, aşağı sınır

lower one's colours

yelkenleri suya indirmek

lower school

bir okulun hazırlık sınıfı, ortaokul

lower the boom on

yerden yere vurmak

lower world

dünya

lowering

1.alt, 2.azaltmak, kısmak, düşürmek, 3.azalmak, kısılmak, düşmek, 4.indirmek, 5.(kendini) küçük düşürmek, küçültmek, 6.(at ile) surat asmak, kaş çatmak, somurtmak 1. bezgin, 2. tehdit eden, korkutucu, 3. somurtkan

lowermost

en aşağı

lower

lowest common multiple en küçük ortakkat lowest limit

taban fiyat

lowest

en düşük, en aşağı

lowland

ova

lowliness

1. tevazu, 2. sadelik, 3. alçakgönüllülük

lowly

1.düşük, aşağı, 2.alçakgönüllü, sade, yalın

lownecked

dekolte

lowness

1. düşüklük, alçaklık, 2. matlık

lowpitched

alçak sesli, pes sesli, heyacansız

lox

füme balık

loyal

vefalı, sadık, bağlı

loyalist

her zaman yönetime bağlı kalan kimse

loyally

sadık kalarak, sadakatle, bağlılıkla

loyalty

bağlılık, sadakat

lozenge

pastil

lubber

acemi ve hantal kimse, beceriksiz adam

lubricant

yağlayıcı, madde

lubricate

yağlamak, yağlayarak kolay işler hale getirmek

lubricating felt

yağlama keçesi

lubricating grease

gres

lubricating oil

makine yağı, motor yağı

lubricating pump

yağlama pompası

lubricating ring

yağlama halkası

lubrication chart

yağlama çizelgesi

lubrication hole

yağlama çukuru

lubrication

yağlama, gresleme

lubricator

1. yağlama aygıtı, 2. yağdanlık, 3. yağcı

lubricious

kaygan, dönek, zampara, yağlı

lubricity

1. zamparalık, 2. kayganlık, 3. kaypaklık

lubrify

yağlamak

luce

turnabalığı

lucent

1. parlak, 2. şeffaf, berrak

lucern

kabayonca

lucid

1.açık seçik, anlaşılır, net, 2.mantıklı, aklı başında

lucidity

berraklık, açıklık, sağduyu

lucidness

açıklık, berraklık

lucifer

sabah yıldızı

luck

1.şans, talih, 2.uğur, şans

luckily

çok şükür, bereket versin ki, Allahtan, neyse ki

lucky beggar

şanslı köftehor

lucky

1.şanslı, talihli, 2.uğurlu

lucrative

kârlı, kazançlı

lucre

para, servet

luddite

makine düşmanı

ludicrous

saçma, aptalca, gülünç, komik

ludicrousness

güldürücülük

lues

sifilis, frengi

luff

1. orsa seyri, 2. orsa etmek

lug

zorlukla çekmek, sürüklemek, taşımak

luge

tek kişilik kızak

luggage rack

portbagaj

luggage van

eşya vagonu, furgon

luggage

bagaj

lugsail

aşırma yelken, hasır yelken

lugubrious

kederli, hüzünlü, sıkıntılı, kasvetli

lugworm

arenikola

lukewarm

1.(sıvı) ılık, 2.kayıtsız, ilgisiz, soğuk

lukewarmness

ılıklık

lull

1.uyutmak, hareketsizleştirmek, 2.hareketsizleşmek, 3.hareketsizlik, cansızlık

lullaby

ninni

lumbago

bel ağrısı, lumbago

lumbar

lamber, bele ait

lumber mill

lumber mill

kereste kesme yeri

lumber pile

kereste istifi

lumber room

sandık odası

lumber up

karmakarışık yığmak

lumber with

angarya yüklemek

lumber

1.ağır hareket etmek, hantal hantal yürümek, 2.(with ile) İİ, istenmeyen bir şey/iş/sorumluluk vermek, angarya yüklemek

lumbering

1. hantal, kaba, 2. kerestecilik

lumberjack

ağaç kesen kimse, oduncu

lumberman

keresteci, bıçkıcı, hızarcı

lumberyard

kereste deposu

lumbrical muscle

solucansı kas

lumbrical

solucansı

lumbricus

toprak solucanı

lumen hour

lümensaat

lumen

lümen

lumen-hour

lümensaat

luminance

parlaklık

luminary

1.ışık veren cisim, 2.bilgili ve saygıdeğer kimse

luminescence

parlaklık, ışıldama

luminescent

parlak, ışıldayan

luminiferous

ışık saçan

luminosity

parlaklık

luminous advertising

ışıklı reklam

luminous colour

fosforlu boya

luminous efficiency

parlaklık verimi

luminous flux

ışıklı akış, ışık akısı

luminous intensity

aydınlatma şiddeti

luminous paint

fosforlu boya

luminous sensitivity

ışık duyarlığı

luminous

luminous

ışık saçan, parlak, aydınlık

lump coal

parça kömür

lump sugar

kesmeşeker

lump sum

toplam hesap, toptan

lump together

bir araya koymak

lump-sum tax

1.parça, küme, yığın, toprak, 2.yumru, şiş, 3.(şeker) küp, 4.peşin para, peşin ödenen para, peşin, 5.ister istemez kabul etmek, dayanmak, kabullenmek, razı olmak, 6.(together ile) bir araya koymak götürü vergi

lumpish

şiş gibi, yumru gibi, aptal

lumpy

yumrulu, pütürlü, topak topak

lunacy

delilik, çılgınlık

lunar eclipse

ay tutulması

lunar landing

aya iniş

lunar module

ay modülü

lunar month

kameri ay

lunar rock

ay taşı

lunar rover

ay taşıtı

lunar year

ay yılı, kameri yıl

lunar

1.ayla ilgili, aya ait

lunate bone

el bileğinin yarım ay şeklindeki kemiği

lunate

hilal biçiminde

lunatic asylum

tımarhane

lunatic fringe

aşırı yandaş

lunatic

1.deli, çılgın, kaçık, çatlak

lunation

kameri ay

lunch

1.öğle yemeği, 2.öğle yemeği yemek

luncheon voucher

öğle yemeği fişi

luncheon

öğle yemeği

lunchtime

öğlen vakti, yemek vakti

lune

hilâl şekli

lump

lunette

ay şekli

lung tissue

akciğer dokusu

lung

akciğer

lunge

1.(at/out ile) saldırmak, hamle yapmak, 2.hamle, saldırış

lungwort

ciğerotu

lunisolar

ay-gün

lupin

acıbakla

lupine

1. kurda ait, 2. vahşi, yırtıcı

lupus

deri veremi

lurch

1.yalpa, yalpalama, 2.yalpalamak, sendelemek

lurcher

pusu kuran kimse

lure

1.çekim, çekicilik, 2.tuzak, kapan, yem, 3.ayartmak, çekmek

lurid

1.renkli, parlak, 2.korkunç, dehşet verici

lurk

gizlemek, pusuya yatmak

luscious

tatlı, nefis

lush

(bitki) verimli, bol, gür

lust for

şehvetle istemek, hırs beslemek

lust

1.şehvet, kösnü, 2.(for/after ile) sahip olmaya çalışmak, arzulamak

luster

Aİ, bkz. lustre

lusterless

mat, donuk

lustful

şehvetli, azgın

lustiness

kuvvet

lustrate

törenle arıtmak

lustre

parlaklık, parıltı

lustreless

donuk, mat

lustreware

sırlı çanak çömlek

lustring

parlatma

lustrous

parlak

lustrousness

parlaklık

lustrum

beş senelik müddet

lusty

1.güçlü, sağlıklı, canlı, 2.şehvetli, azgın

lutanist

udi

lute

ut, kopuz

luteolin

luteolin

luteous

portakal gibi sarı

lutetium

lütesyum

lux

1. lüks, 2. ışık ölçüsü birimi

luxate

yerinden çıkarmak

luxation

çıkık

Luxembourg

Lüksemburg

luxmeter

lüksmetre, aydınlıkölçer

luxuriance

bereketlilik, bolluk

luxuriancy

bereketlilik, bolluk

luxuriant

bereketli, bol

luxuriate

(in ile) oyalanmak, eğlenmek

luxurious

konforlu, lüks

luxury tax

lüks vergisi

luxury

1.konfor, lüks, 2.gereksiz/pahalı şey, lüks

lycee

lise

lyceum

konferans salonu

lyddite

lidit

lydian

kadın tabiatlı, kadınsı, şehvet düşkünü

lye

sudkostik çözeltisi, kül suyu

lying hospital

hastaneye yatma

lying in

loğusalık

lying

1. yatan, uzanan, 2. yatma, uzanma, 3. yalan söyleme, yalancılık

lymph node

lenf nodülü, lenf bezi

lymph vessel

lenf damarı

lymph

lymph

lenf, akkan

lymphatic duct

lenf kanalı

lymphatic gland

lenf bezi

lymphatic nodule

lenf boğumu

lymphatic system

lenf sistemi

lymphatic vessel

lenf damarı

lymphatic

1. lenfatik, akkan, 2. gevşek

lymphocyte

lenfosit, akkangöze

lynch law

linç kanunu

lynch

linç etmek

lynching

linç

lynx

vaşak

lynx-eyed

çok keskin gözlü, keskin bakışlı

lyophilic colloid

liyofil koloit

lyophilic

liyofil, sıvısever

lyophobic colloid

liyofob koloit

lyophobic

liyofob, sıvısevmez

lyosol

lizol

lyrate

çenk biçiminde

lyre bird

lir kuşu

lyre

lir

lyric poetry

lirik şiirler

lyric

1.lirik şiir, 2.lirik

lyrical

lirik, heyecanlı, coşkun

lyricism

lirizm

lyricist

şarkı sözü yazarı

lyrics

güfte, şarkı sözleri

lysimeter

lizimetre

lysis

1. lizis, 2. göze çözülmesi

lysol

lysol

1. lizol, 2. çözülme

lysosoma

lizozom

lyssa

kuduz hastalığı

ma'am

madam, bayan

mac

yağmurluk

macabre

korkunç

macadam

şose

macaroni

makarna

macaroon

bademli kurabiye

macaw

uzun kuyruklu bir tür papağan

mace

1.gürz, topuz, 2.tören asası

Macedonia

Makedonya

Macedonian

Makedonyalı

macerate

1. sıvıda yumuşatmak, 2. zayıflatmak

maceration juice

maserasyon şerbeti

maceration

1. maserasyon, 2. yumuşama, zayıflama

Mach number

Mach sayısı

Mach

uçağın ses hızına oranla hızı

machete

büyük ve keskin bıçak

Machiavellian

Makyevelce, sinsi, hilekâr

Machiavellianism

Makyavelizm, hilekârlık

machinability

(makinede) işlenebilme, işlenirlik

machinable

(makinede) işlenebilir, işlenir

machinate

1. düzenbazlık etmek, 2. dolap çevirmek

machination

entrika, kumpas

machinator

entrikacı

machine address

makine adresi

machine check

makine denetimi

machine code

makine kodu

machine cycle

machine cycle

makine çevrimi

machine dependent

makineye bağımlı

machine drill

marto perforatör, deler çekiç

machine error

makine hatası

machine gun

makineli tüfek

machine independent

makineden bağımsız

machine instruction

makine komutu

machine language

makine dili

machine made

makine yapısı, makinede yapılmış

machine oil

1. makina yağı, 2. makine yağı

machine pay

bankamatik ödemesi

machine room

makine odası

machine sensible

makinece algılanabilir

machine shop

1. makine atölyesi, 2. tamir atölyesi

machine tools

imalat aletleri, makine aletleri

machine word

makine kelimesi, bilgisayar sözcüğü

machine

1.makine, 2.makineyle yapmak, üretmek

machine-made carpet

makine halısı

machine-made

fabrika işi

machine-readable

makinece okunabilir

machinegun

makineli tüfek

machinery

1.makineler, 2.mekanizma

machinist

makine işçisi, makinist

machmeter

uçakta Mach sayısını ölçen alet

macho

maço, kazak erkek

mack

yağmurluk

mackerel

uskumru

mackintosh

yağmurluk

mackle

1. leke, 2. bulanıklık

macle

macle

1. ikiz, tevem, 2. ikiz kristal, leke, benek

macrame

düğümlü örgü

macro

makro

macroassembler

makroçevirici

macrobiotic

uzun ömürlü

macroblast

makroblast

macrocephaly

büyük başlılık

macroclimate

makroklima

macrocode

makro-kod, birleşik kod

macrocoding

makro-kodlama, birleşik kodlama

macrocosm

evren, kâinat

macroeconomics

makroekonomi

macroevolution

makroevrim

macrogenerator

makro-üreteç

macrograph

makrograf

macrography

makrografi

macromolecule

makromolekül

macronucleus

terliksi hayvanda büyük çekirdek

macropod

1. makropot, 2. makropot

macroscopic

makroskopik, iriölçekli

macrotype

makrotip

mad about

fazla istekli

mad

1.deli, çılgın, 2.kaçık, çatlak, 3.düşkün, deli, hasta, 4.kızgın, kudurmuş

madam

bayan, hanımefendi

madcap

çılgın, çatlak, kaçık

madden

çıldırtmak, deli etmek, kudurtmak

maddening

çıldırtıcı, deli edici

madder

kökboyası

madding

çılgın, çıldırtıcı

made ground

made ground

dolgu zemin

made to order

ısmarlama

made up

uydurma, makyajlı

made

1.-den yapılmış, -den, 2.tamamen uygun, tam uyan, 3.başarıdan emin

made-to-measure

(giysi) ısmarlama

made-up clothes

hazır giyim, konfeksiyon

made-up

uydurma, yalan

mademoiselle

evlenmemiş kadın, matmazel

madhouse

1. akıl hastanesi, 2. tımarhane

madly

1.deli gibi, çılgınca, 2.çok, delicesine

madman

deli

madness

delilik, çılgınlık

madonna lily

beyaz zambak

Madonna

Meryem Ana

madras

çubuklu pamuk kumaş

madrepore

delikli mercan

madrigal

çalgısız söylenen çok sesli şarkı, madrigal

maelstrom

1.girdap, 2.vurdu kırdı, hayhuy, kargaşa

maestoso

ağır ve görkemli, yavaş ve ihtişamlı

maestro

orkestra şefi, maystro

mafia

mafya

mag

dergi, magazin

magazine

1.dergi, magazin, 2.depo, ambar, cephane, 3.şarjör

magenta

1. mora çalan kırmızı, 2. mora çalan kırmızı

maggot

kurtçuk, kurt

maggoty

kurtlu

magic

1.büyü, sihir, 2.büyücülük, sihirbazlık, 3.çekicilik, büyü, 4.büyülü, sihirli

magical

esrarengiz, büyülü, etkileyici

magician

büyücü, sihirbaz

magisterial

magisterial

buyurucu, hakimane

magistracy

hakimlik, yargıçlık

magistral

özel ilaç, özel

magistrate

sulh yargıcı

magistrates' court

sulh ceza mahkemesi

magma

magma

magmatic

magma ile ilgili

magnanimous

yüce gönüllü, bağışlayıcı

magnate

patron, kodaman

magnesia

magnezya

magnesite

magnezit

magnesium lamp

magnezyum lambası

magnesium oxide

magnezyum oksit

magnesium sulphate

magnezyum sülfat

magnesium

magnezyum

magnet keeper

manyetik şönt

magnet wire

bobin teli

magnet

mıknatıs

magnetic alloy

manyetik alaşım

magnetic amplifier

manyetik amplifikatör

magnetic armature

manyetik armatür

magnetic azimuth

manyetik azimut

magnetic bar

mıknatıs çubuğu

magnetic brake

manyetik fren

magnetic card

manyetik kart

magnetic character

manyetik karakter

magnetic circuit

manyetik devre

magnetic compass

manyetik pusula

magnetic core

manyetik çekirdek

magnetic course

magnetic course

manyetik rota

magnetic current

manyetik akım

magnetic cutter

manyetik kesici

magnetic declination

manyetik deklinasyon, mıknatıssal sapma

magnetic deflection

manyetik sapma, mıknatıssal sapma

magnetic dipole

manyetik dipol

magnetic disk

manyetik disk

magnetic drum

manyetik tambur, manyetik silindir

magnetic energy

manyetik enerji

magnetic field

manyetik alan, mıknatıssal alan

magnetic film

manyetik film, mıknatıslı film

magnetic flux

manyetik akı, mıknatıssal akı

magnetic force

manyetik kuvvet, mıknatıssal kuvvet

magnetic head

manyetik kafa

magnetic hysteresis

manyetik histerezis

magnetic ignition

manyetik ateşleme

magnetic induction

manyetik endüksiyon

magnetic ink

manyetik mürekkep

magnetic intensity

manyetik şiddet, mıknatıssal yeğinlik

magnetic iron ore

mıknatıslı demir cevheri

magnetic lag

manyetik gecikme, mıknatıssal gecikim

magnetic lens

manyetik mercek, mıknatıssal mercek

magnetic loudspeaker

manyetik hoparlör

magnetic material

manyetik malzeme

magnetic memory

manyetik bellek

magnetic microphone

manyetik mikrofon

magnetic microscope

manyetik mikroskop

magnetic mine

manyetik mayın

magnetic mirror

manyetik ayna

magnetic moment

magnetic moment

manyetik moment, mıknatıs momenti

magnetic needle

manyetik ibre, mıknatıslı iğne

magnetic organism

manyetik organizma

magnetic pendulum

manyetik sarkaç

magnetic permeability

manyetik geçirgenlik, mıknatıssal geçirgenlik

magnetic pole

manyetik kutup

magnetic potential

manyetik potansiyel

magnetic power

manyetik güç

magnetic pressure

manyetik basınç

magnetic prospection

manyetik arama

magnetic recorder

manyetik kaydedici

magnetic resistance

manyetik direnç

magnetic separator

manyetik separatör, mıknatıslı ayırıcı

magnetic shell

manyetik yaprak, mıknatıssal yaprak

magnetic sound

manyetik ses

magnetic store

manyetik bellek

magnetic storm

manyetik fırtına

magnetic substance

manyetik madde

magnetic tape

manyetik bant

magnetic vector

manyetik vektör

magnetic wire

manyetik tel

magnetic

1.mıknatıslı, manyetik, 2.çekici

magnetically

mıknatıs gibi, mıknatıslı olarak

magnetism

1.manyetizma, 2.çekicilik

magnetite

manyetit

magnetization

1. mıknatıslama, 2. mıknatıslanma

magnetize

1.mıknatıslamak, 2.çekmek, büyülemek

magnetizing coil

mıknatıslama bobibini

magnetizing current

mıknatıslama akımı

magnetizing field

magnetizing field

mıknatıslayan alan

magnetizing force

mıknatıslayan kuvvet

magnetizing

1. mıknatıslayan, 2. mıknatıslama

magneto

manyeto

magnetochemical

manyetokimyasal

magnetochemistry

manyetokimya

magnetoelectric

manyetoelektrik

magnetoelectricity

manyetoelektrik

magnetohydrodynamics manyetohidrodinamik magnetometer

manyetometre, mıknatısölçer

magnetometric

manyetometrik

magnetometry

manyetometri

magnetomotive force

manyetomotor kuvvet

magnetomotive

manyetomotor

magneton

manyeton, mıknatın

magnetopause

manyetopoz

magnetoresistance

manyetodirenç

magnetoscope

manyetoskop

magnetosphere

manyetosfer

magnetospheric

manyetosferik

magnetostriction

manyetostriksiyon, mıknatıssal büzülme

magnetostrictive

manyetostriktif

magnetron

manyetron

magnification

büyütme, büyütüm

magnificence

görkem, debdebe

magnificent

görkemli, olağanüstü, muhteşem

magnifier

büyüteç

magnify

büyütmek

magnifying glass

1. büyüteç, 2. büyüteç, 3. pertavsız

magnifying needle

magnifying needle

pusula iğnesi

magnifying power

büyütme gücü

magnifying

büyüten

magniloquence

tantanalı söz söyleme, açık ve güzel konuşma

magniloquent

1. abartılı, 2. övüngen

magnitude

1.büyüklük, 2.önem

magnolia

manolya

magnum opus

şaheser

magpie

saksağan

mahaleb

kokulukiraz

maharaja

Hint prensi

maharani

mihracenin karısı

Mahatma

Budist evliyası

Mahdi

Mehdilik

mahjong

Çin domino oyunu

mahogany

mahun, maun

maid of all work

her işe bakan hizmetçi

maid of honor

nedime

maid

1.bayan hizmetçi, 2.evlenmemiş kız

maiden effort

ilk girişim

maiden flight

ilk uçuş

maiden name

kızlık soyadı

maiden

1.evlenmemiş kız, bakire, 2.evlenmemiş, 3.ilk

maidenhair fern

baldırıkara otu

maidenhead

bekâret, kızlık

maidenly

kız gibi, kıza yakışır

maidservant

hizmetçi

mail bag

posta çantası, posta torbası

mail boat

posta vapuru

mail box

mail box

posta kutusu

mail business

posta ile alışveriş

mail car

posta arabası

mail catalogue

posta ile alışveriş kataloğu

mail coach

posta arabası

mail credit

kurye kredisi

mail order business

postayla ticaret

mail order

posta havalesi

mail plane

posta taşıyıcı, posta uçağı

mail train

posta treni

mail

1.posta, 2.zırh, 3.postalamak

mailable

postalanabilir

mailbox

posta kutusu

mailed

kabuklu

mailing list

sevk listesi, posta listesi

mailman

postacı

maim

sakatlamak

main bearing

ana yatak

main branch

merkez şube

main circuit

ana devre

main clause

temel cümle, temel tümce

main crop

ana ürün

main current

ana akım

main deck

ana güverte

main dish

baş yemek

main fuel tank

ana yakıt deposu

main line

ana hat

main memory

ana bellek

main office

ana bayii, merkez büro

main path

main path

ana yol, ana yön

main pipe

ana boru

main road

ana yol

main runway

ana pist

main sail

ana yelken

main shaft

ana mil

main station

ana istasyon

main storage

ana bellek

main street

ana cadde

main truss

ana kiriş

main verb

esas fiil

main wall

ana duvar

main yard

mayistra sereni

main

1.ana boru, 2.asıl, ana, temel, en önemli

mainframe

büyük bilgisayar

mainland

ana toprak, kara

mainly

1.başlıca, 2.çoğunlukla

mainmast

grandi, ana direk

mains

1. kanalizasyon, 2. ana kablo, 3. şehir şebekesi

mainsail

mayistra yelkeni

mainspring

bir hareketin arkasındaki esas neden

mainstay

en büyük destek

maintain a price

fiyat düşüşünü engellemek

maintain an action

dava açmak

maintain order

maintainability

düzeni sağlamak 1.paraca desteklemek, geçindirmek, bakmak, 2.sürdürmek, devam ettirmek, 3.iyi halde tutmak, korumak, bakmak, bakımını yapmak, 4.savunmak, savlamak, iddia etmek bakım kolaylığı

maintainor

nafaka veren kimse

maintenance cost

bakım maliyeti

maintain

maintenance man

tamirci

maintenance order

nafaka kararı

maintenance time

bakım süresi

maintenance

1.bakım, 2.nafaka

maintenance-free

bakım istemeyen

maintop

grandi çanaklığı

maisonette

küçük ev

maize oil

mısırözü yağı

maize starch

mısır nişastası

maize

mısır

majestic

görkemli, muhteşem, şahane

majesty

görkem, haşmet, heybet

majolica

mayolika, majolika

major general

tümgeneral

major key

majör perdesi, ton minör

major lobe

ana kulak

major premise

büyük terim

major

1.daha büyük, daha önemli, 2.büyük, reşit, 3.büyük önerme, 4.(üniversitede) ana dal, esas dal, 5.majör, 6.binbaşı

major-domo

başkâhya

majority of votes

oy çokluğu

majority

1.çoğunluk, 2.sayı farkı, fark, 3.rüşt

majuscule

büyük harf

make a bed

yatak yapmak

make a beeline for sth

en kestirmeden ulaşmak

make a booking

rezervasyon yaptırmak

make a business call

iş görüşmesi yapmak

make a clean breast of itiraf etmek, içini dökmek make a collect call

ödemeli telefon etmek

make a dart for

-e hamle yapmak, -e atılmak

make a decision

karar vermek

make a dent in

bir işe el atmak

make a difference

fark etmek

make a face

suratını buruşturmak

make a fire

ateş yakmak

make a hash of it

yüzüne gözüne bulaştırmak, arapsaçına çevirmek

make a hit with sb

birinin gönlünü hoş etmek

make a loss

ziyan etmek

make a meal of

gereğinden çok gayret sarf etmek

make a memorandum of

not almak

make a mess of

yüzüne gözüne bulaştırmak

make a mistake

hata yapmak

make a mountain out of pireyi deve yapmak a molehill make a move

harekete geçmek, gitmek

make a name for oneself

ün kazanmak

make a night of it

gecenin tadını çıkarmak

make a noise

şamata yapmak

make a pig of oneself

domuz gibi yemek/içmek

make a pig's ear out of yüzüne gözüne bulaştırmak make a plea

dava açmak

make a point of

-in üzerinde durmak

make a private call

özel telefon görüşmesi yapmak

make a promise

söz vermek

make a reservation

yer ayırtmak, rezervasyon yaptırmak

make a reverse charge ödemeli telefon etmek call make a rod for one's

başını belaya sokmak

own back

başını belaya sokmak

make a scene

olay çıkarmak, rezalet çıkarmak

make a splash

fiyaka yapmak

make a stink

kıyameti koparmak

make a stir

heyecan yaratmak

make a swing through

küçük bir tur yapmak

make a vow

ant içmek

make a wage-claim

ücret artışı talep etmek

make a wish

dilekte bulunmak, dilek tutmak

make a wry face

yüzünü ekşitmek

make advances

asılmak, gözüne girmeye çalışmak

make amends

tazmin etmek, telafi etmek

make an appointment

randevu almak

make an april fool of sb birine 1 Nisan şakası yapmak make an April fool of

bir nisan şakası yapmak

make an ass of oneself

rezil olmak

make an effort

çaba harcamakçaba harcamak

make an entry

hesap defterine geçirmek

make an objection to

itirazda bulunmak

make an overnight stop bir gecelik mola vermek make application

başvuruda bulunmak

make away with

alıp götürmek, yürütmek, öldürmek, yok etmek

make believe

gibi davranmak, rolü yapmak

make bold to

-e cesaret etmek

make both ends meet

idare etmek

make capital out of

sömürmek

make certain

garantiye almak, emin olmak

make contact

açık kontak

make cracks

tefe koymak

make do with sth

make do with sth

ile idare etmek

make do

1. iğreti olarak, 2. idare etmek

make ends meet

geçinebilmek, kıt kanaat geçinmek

make eyes at

kaş göz etmek

make fast

şamandıra

make for home

eve koşmak

make for

1. -e doğru yol alma, 2. -e neden olmak

make friends with

arkadaşlık kurmak, arkadaş olmak

make fun of

ile eğlenmek, alay etmek

make good

başarmak

make hard work of

gözünde büyütmek, olduğundan zor görmek

make hay of

altüst etmek

make hay while the sun yağmur yağarken küpünü doldurmak shines make headway

ilerlemek, gelişmek

make heavy weather of gözünde büyütmek make history

tarih yazmak, tarihe geçecek bir şey yapmak

make investigations

soruşturmak

make it hot for one

birini rahatsız etmek

make it snappy

acele etmek, çabuk olmak

make it to the finals

finale kalmak

make it

1. vaktinde varmak, 2. başarmak, üstesinden gelmek

make its nest

yuva yapmak

make light of

önemsiz görmek

make little of

küçümsemek

make love to

1. flört etmek, kur yapmak, 2. sevişmek

make love

sevişmek

make mincemeat of

1. paramparça etmek, 2. hezimete uğratmak

make much of

gözünde büyütmek, abartmak

make no bones about

make no bones about

-de tereddüt etmemek

make no bones of

-de tereddüt etmemek

make no headway

yerinde saymak

make no pretence

iddiası olmamak

make obeisance to

saygı göstermek

make of

-den anlamak

make off with

1. alıp kaçmak, 2. çalmak, aşırmak

make off

aceleyle kaçmak, tüymek, savuşmak

make one's eyes pop

akıllara durgunluk vermek

make one's pile

parsayı toplamak

make one's way

gitmek, yolunu tutmak

make oneself at home

kendini evindeymiş gibi hissetmek

make oneself cheap

kendini küçük düşürmek

make oneself scarce

sırra kadem basmak

make oneself understood

derdini anlatmak, amacını açıkça belirtebilmek

make out a cheque

çek yazmak

make out an invoice

fatura düzenlemek

make out

1. anlamak, çözmek, fark etmek, 2. yazmak

make over

devretmek, bırakmak, yenilemek

make peace

barış yapmak

make public

halka duyurmak, bildirmek

make reprisals on

misillemede bulunmak

make restitution

tazmin etmek, zararı ödemek

make rings round

birini cebinden çıkarmak

make room

yer vermek, yer açmak

make sb eat crow

birine tükürdüğünü yalatmak

make sb sick

gıcık etmek, sinir etmek

make sb's blood boil

tepesini attırmak, kudurtmak

make sb's blood run

make sb's blood run cold

tüylerini diken diken etmek

make sb's day

birini çok mutlu etmek, birini sevindirmek

make sb's hair stand on ödünü koparmak, çok korkutmak end make sb's head swim

birinin kafasını bulandırmak

make sb's heart bleed

birinin yüreğini sızlatmak

make sb's mouth water birinin ağzını sulandırmak make sense of

anlamak

make sense out of

anlamak, bir şey anlamak

make sense

anlamı olmak, bir anlama gelmek, mantıklı olmak

make shift

1. geçici tedbir, 2. elindekiyle geçinip gitmek

make sth soluble

çözünürleştirmek

make sure of

1. kesinlikle, 2. mutlaka, sanırım, eminim, 3. elbette

make sure

emin olmak

make the grade

başarmak, işi götürmek

make to order

sipariş üzerine yapmak

make up for

affettirmek, telafi etmek

make up one's mind

1. kararını vermek, 2. azmetmek

make up to sb

birinin gönlünü almak

make up to

gözüne girmeye çalışmak, yaranmaya çalışmak

make up

1. uydurmak, icat etmek, 2. makyaj yapmak, 3. tamamlamak

make water

su dökmek, işemek

make waves

köstek olmak

make way

yol vermek, ilerlemek, öne geçmek, yol almak

make welcome

ağırlamak

make whoopee

1. şamata yapmak, 2. seks partisi yapmak

make

1.yapmak, 2.yapmak, hazırlamak, düzeltmek, 3.meydana getirmek, -e neden olmak, yapmak, 4.yapı, biçim, 5.marka, çeşit

make-believe

yalandan yapma, yapmacık

make-up

1. yaradılış, kişilik, huy, mizaç, 2. makyaj

maker

maker

yapımcı

makeshift

geçici, eğreti

makeweight

tamamlayıcı ağırlık, önemsiz kimse

making iron

kalafat demiri

making

1.yapım, üretim, 2.gelişme/başarı nedeni, 3.ç. yetenek, gerekli özellikler

mala fide

kötü niyetle

malachite

malakit, bakırtaşı

maladaptation

uyumsuzluk

maladjusted

(çevreye) uyamayan, uyumsuz

maladjustment

1. uyumsuzluk, 2. ayarsızlık

maladroit

beceriksiz, eli işe yakışmaz, sakar

malady

hastalık, illet

malafide

1. kötü maksatla, 2. kötü maksatla

malaise

1. keyifsizlik, 2. sıkıntı

malapert

arsız, küstah

malapropos

1. yersiz, 2. edepsiz, 3. uygunsuzluk, yersizlik

malar

1. elmacıkkemiği, 2. elmacıkkemiği

malaria

sıtma

malarious

sıtmalı

malarky

saçma, zırva

Malay

Malaya

Malayan

Malayalı

malcontent

(belli bir politikadan) memnun olmayan, doyumsuz

male gamet

erkek eşey hücresi

male

erkek

malediction

1. lanet, iftira, 2. beddua

maledictory

lanetli

malefactor

suçlu, cani kimse

malefic

zararlı, muzır

maleficent

maleficent

zararlı, kötü

malevolence

kötü niyet, kindarlık

malevolent

kötü kalpli, kötü niyetli, sadist

malfeasance

kötüye kullanma, vazifeyi suiistimal

malformation

şekil bozukluğu, bozuk şekil

malformed

bünyesi kusurlu, sakat

malfunction

1.kötü çalışmak, teklemek, 2.bozukluk, aksaklık, arıza, tutukluk

malic acid

malik asit

malic

malik

malice

1.kötülük, kötü niyet, kin, kötülük etme isteği

malicious

1. kasıtlı, taammüden, 2. kötü niyetli, kötü kalpli

maliciously

bile bile, kötü niyetle

malign

kötülemek, dil uzatmak, günahına girmek

malignancy

1. kötülük, 2. habislik

malignant

kötü niyetli, kötücül

maligner

iftiracı kimse

malignity

kötülükçülük

malinger

hasta numarasıyla işten kaçmak, kaytarmak

malingerer

yalandan hasta

mall

1.tokmakla dövmek, 2.tokmak, 3.taşıtlara kapalı cadde

mallard

yaban ördeği

malleability

dövülebilme, genleşebilme

malleabilization

dövülebilirlik, genleşebilirlik

malleable cast iron

dövülebilir dökme demir

malleable

1.(maden) dövülgen, 2.(insan) yumuşak, uysal

malleolar

aşık kemiğiyle ilgili

malleolus

çekiç biçiminde kemik

mallet

tahta çekiç, tokmak

mallow

ebegümeci

malm

malm

yumuşak kireçtaşı

malnutrition

kötü beslenme

malodorous

kötü kokulu

Malpighian corpuscle

Malpighi cisimciği

Malpighian pyramids

Malpighi piramitleri

Malpighian tubule

Malpighi kanalcığı

Malpighian

Malphigi

malpractice

1.yasa dışı eylem, yasaya aykırı hareket, yolsuzluk, 2.yanlış tanı, tedavi ya da ihmal

malt extract

malt akstraktı, arpa özü

malt sugar

maltoz, malt şekeri

malt

biralık arpa, malt

Maltase cross

Malta haçı

maltase

maltaz

Maltese

1. Malta adasına ait, 2. Maltaca, Maltalı

maltha

malta

maltose

maltoz

maltreat

kötü davranmak, zulmetmek

malversation

1. zimmetine para geçirme, 2. rüşvet verme

mama

anne, ana

mambo

mambo (dans)

mamilla

meme başı

mamma

1. anne, 2. meme

mammal

memeli

mammalian

1. memeli, 2. memeli (hayvan)

mammary

meme gibi

mammilla

meme, memecik

mammogram

meme filmi

mammon

hırs, ihtiras

mammonism

para hırsı

mammoth

mammoth

mamut

mammy

anne, ana

Man alive!

Be adam!

man and boy

hayatı boyunca

man and wife

karı koca

man in the street

sokaktaki adam, vatandaş, sıradan biri

man of business

vekilharç

man of honour

namuslu adam

man of letters

yazar, edebiyatçı

man of property

mal mülk sahibi adam

man of straw

bostan korkuluğu

man of the war

savaş gemisi

man of the world

görmüş geçirmiş kimse

man to man

erkek erkeğe, samimi olarak

man

1.adam, erkek, 2.insan, kişi, 3.insanlık, 4.(satranç, vb.) taş, 5.adam vermek, adamla donatmak

man-hour

1. kişi-saat, adam-saat, 2. bir saatlik çalışma

man-made

1. insan yapımı, 2. sentetik

manacle

kelepçe

manage manageable

1.yönetmek, idare etmek, 2.kontrol altına almak, dizginlemek, dize getirmek, 3.başarmak, becermek, yapmak, üstesinden gelmek, 4.yemek/içmek/almak/istemek 1.yönetilebilir, 2.kullanışlı

management consultant idari müşavir management

1.yönetim, idare, 2.yönetim kurulu

manager

1.müdür, 2.yönetici, 3.manajer

manageress

müdire, kadın yönetici

managerial staff

yönetim kadrosu

managerial

idari, yönetimsel, yönetimle ilgili

managing board

yönetim kurulu, idare heyeti

managing clerk

büro şefi, şirket sorumlusu

managing committee

idari komite

managing director

1. yönetim müdürü, 2. fabrika müdürü

managing

1. yöneten, 2. idari, yönetimsel, 3. yönetim

manana

1. yarın olacak, 2. yarın

manatee

denizayısı, denizperisi

mandarin

mandalina

mandatary

mandacı, mandater

mandate

1.buyruk, emir, 2.manda, vekillik

mandator

müvekkil

mandatory service

mecburi hizmet

mandatory

zorunlu

mandible

altçene

mandibular

çeneye ait

mandibulate

çeneli

mandolin

mandolin

mandrake

adamotu

mandrel

mandrel, merdane, mil

mane

yele

maned

yeleli

manege

1. manej, at eğitimi, 2. binicilik, binicilik okulu

maneuver

bkz. manoeuvre

manful

1. mertçe, 2. cesur, mert

manfulness

yiğitlik, cesaret

manganate

manganat

manganese dioxide

manganez dioksit

manganese

manganez

manganite

manganit

mange

uyuz hastalığı

manger

yemlik

mangle

1.parçalamak, ezmek, yırtmak, 2.çamaşır sıkma makinesi

mango

mango, hintkirazı

mangold fly

pancar sineği

mangonel

taş atan mancınık

mangrove

mangrov

mangy

uyuz

manhandle

(kaba bir şekilde) itip kakmak

manhole

caddelerdeki yeraltına iniş deliği

manhood

erkeklik

mania

1.manyaklık, delilik, çılgınlık, 2.düşkünlük, hastalık, delilik

maniac

manyak, deli

maniacal

çılgın, deli, delice

manic

manik, delilikle ilgili, delilik ..., deli

manicure

manikür

manifest

1.açık, belli, görülür, 2.göstermek, ortaya koymak

manifestation

belli etme, ortaya koyma

manifesto

bildirge, bildiri

manifold paper

teksir kâğıdı, karbon kâğıdı

manifold

türlü türlü, çok

manikin

1. cüce, 2. manken, kalıp, 3. kukla

manila

kalın kahverengi kâğıt, ambalaj kâğıdı

manilla

bkz. manila

manioc

manyok

manipulate

1.beceriyle kullanmak, ustalıkla yönetmek, 2.kendi amacı doğrultusunda yönlendirmek, etkilemek

manipulation

1.işleme, 2.kullanma, işletme, çalıştırma, idare

manipulator

idare eden, işletici

mankind

insanlık, insanoğlu

manlike

erkeğe yakışır, erkekçe, yiğit

manliness

1. erkeklik, 2. mertlik, 3. yiğitlik

manly

mert, yiğit, erkek

manna

manna

1. kutsal yiyecekler, 2. kudrethelvası, balsıra

mannequin

manken, model

manner

1.tarz, biçim, yol, 2.davranış, davranış şekli

mannered

yapmacık

mannerism

kişisel özellik

manners

görgü

manning

gemiye tayfa alma

mannish

(kadın) erkek gibi, erkeksi

mannishness

erkek gibi olma

mannose

mannoz

manoeuvre

1.manevra, 2.hile, dolap, 3.manevra yapmak, 4.hile yapmak, dalavere yapmak, dolap çevirmek

manoeuvrer

entrikacı, manevracı

manometer

manometre, basıölçer

manor house

malikâne konağı

manor

malikâne

manpower deficit

işgücü açığı

manpower surplus

işgücü fazlası

manpower

el emeği, insan gücü

manque

beceriksiz

mansard roof

mansart çatısı, kırık çatı

mansard

1. mansart çatı, 2. dam bacası, 3. dik çatı

manservant

uşak

mansion

konak

manslaughter

kasıtsız adam öldürme, kasıtsız cinayet

mansuetude

yumuşak huyluluk

mantel

ocak rafı, şömine rafı

mantelpiece

şömine rafı

mantilla

başörtüsü, şal

mantis

peygamberdevesi

mantissa

mantissa

mantis, onlu parça

mantle

1.kolsuz manto, harmani, 2.örtü

manual control

elle kumanda

manual labour

el işçiliği, amelelik, el işi, el emeği

manual transmission

düz vites

manual worker

beden işçisi

manual

1.elle yapılan, el, 2.el kitabı, kılavuz

manually

el ile

manufactory

fabrika

manufacture

1.imâl, yapım, 2.imâl etmek, yapmak

manufacturer

imâlatçı, fabrikatör, yapımcı

manufacturing fault

fabrikasyon hatası

manufacturing industry imalat sanayii manufacturing plant

fabrika

manufacturing statement

üretim bilançosu

manufacturing

1. yapım, üretim, imalat, 2. yapım, üretim, imalat

manumit

serbest bırakmak, azat etmek

manure distributor

gübre dağıtıcı

manure spreader

gübre serpici, gübre yayıcı

manure

gübre

manuscript

yazma, el yazması

Manx cat

kuyruksuz bir kedi cinsi

many a time

sık sık

many a

birçok

many

adl, çok, birçok, birçoğu, çoğu, köp

many-sided

çok yanlı

many's the time

birçok kereler, sık sık

map out

planlamak, tasarlamak

map

map

1.harita, 2.haritasını çıkarmak, 3.(out ile) planlamak, tasarlamak

maple sugar

akçaağaç şekeri

maple syrup

akçaağaç şurubu

maple

akçaağaç

mapping

haritacılık

maquis

maki

mar

bozmak, lekelemek

marabou

iri leylek

maraging steel

maryaşlanma çeliği

maraging

maryaşlama

maraschino

acı kiraz likörü

marasmus

kuruyup zayıflama

marathon

maraton

maraud

1. yağma etmek, yağmalamak, 2. çapulculuk etmek

marauder

yağmacı, çapulcu

marauding

yağmacı, çapulcu

marble quarry

mermer ocağı

marble

1.mermer, 2.bilye, zıpzıp, misket

marbled

hareli, ebrulu, benekli, mermerden

marc

1. posa, 2. üzüm posası

marcasite

demir sülfit

march off

1.çekip gitmek, çıkıp gitmek, basıp gitmek, yola çıkmak, 2.aparmak, ötürmek

march past

marcher

geçit töreni 1.askeri yürüyüş, 2.yürüyüş, 3.yürünen mesafe, 4.gösteri yürüyüşü, yürüyüş, 5.marş, 6.ilerleme, 7.düzenli adımlarla yürümek, 8.ilerlemek, 9.yürütmek, önüne katmak yürüyen kimse, yürüyüşçü

marchioness

markiz

mare

kısrak

mare's nest

hava alma, boşa çıkan buluş

mare's tail

at kuyruğu

march

margarine

margarin

margin of income

gelir sınırı

margin of safety

güvenlik marjı

margin

1.sınır, kenar, 2.sayfa kenarındaki boşluk, 3.pay, ihtiyat payı, tolerans, 4.kâr miktarı

marginal capacity

düşük kapasite

marginal cost

marjinal maliyet

marginal note

çıkma, derkenar

marginal plain

sander, sandur

marginal revenue

marjinal gelir

marginal sales

marjinal satışlar

marginal

1.kenarda olan, sınırsal, 2.kenarda yazılı, 3.marjinal

margraviate

prenslik

marguerite

çayır papatyası

marigold

1. çuhaçiçeği, 2. kadife çiçeği

marihuana

bkz. marijuana

marijuana

esrar, marihuana

marina

marina, küçük liman

marine accident

deniz kazası

marine bill of lading

deniz konşimentosu

marine borer

taret, iskele kurdu

marine chronometer

gemi kronometresi, deniz kronometresi

marine climate

deniz iklimi

marine court

denizcilik mahkemesi

marine engine

deniz motoru

marine engineering

gemi mühendisliği

marine fauna

deniz direyi, deniz faunası

marine insurance

deniz sigortası

marine trade

deniz ticareti

marine warfare

deniz savaşı

marine

1.deniz/denizcilik ile ilgili, deniz, 2.bahriye, denizcilik, 3.bahriyeli

mariner

denizci, tayfa

mariner's compass

gemici pusulası

marionette

kukla

marital status

medeni hal

marital

1.evlilikle ilgili

maritime climate

deniz iklimi

maritime court

deniz mahkemesi

maritime insurance

deniz sigortası

maritime law

deniz ticaret hukuku

maritime territory

karasuları

maritime

denizle ilgili, deniz ..., denizcilikle ilgili, denizcilik

Maritza

Meriç nehri

marjoram

mercanköşk, sıçankulağı, şile

mark an epoch

yeni bir devir açmak

mark down

1. (fiyatını) düşürmek, indirmek, 2. yazmak

mark out

sınırlarını çizmek

mark time

yerinde saymak

mark up

markdown

(fiyat) zam yapmak 1.işaret, çizgi, im, 2.çizik, leke, 3.belirti, iz, alamet, 4.not, numara, 5.marka, 6.etiket, 7.iz, yara izi, 8.etki, iz, 9.damga, 10.hedef, nişan, 11.istenen düzey ya da nitelik, 12.işaret koymak, işaretlemek, 13.damgalamak, 14.not vermek, 15.göstermek, belirtmek, işaret etmek, 16.lekelemek, iz bırakmak, 17.lekelemek, 18.Alman parası, mark fiyat indirimi

marked price

etiket fiyatı

marked

göze çarpan

marker

1.işaretleyen şey, işaretleyici, 2.puan yazıcı

market analysis

piyasa araştırması, piyasa analizi

market condition

piyasa konjonktürü

market day

çarşı günü, pazar günü

market demand

pazar talebi, piyasa talebi

mark

market economy

market economy

pazar ekonomisi, piyasa ekonomisi

market fluctuation

piyasa dalgalanması

market garden

bostan

market investigation

pazar araştırması, piyasa araştırması

market leaders

piyasada rağbet gören ürünler

market letter

borsa cetveli

market maker

pazar düzenleyicisi

market order

piyasa emri, pazar emri

market oriented

pazara yönelik, pazara dönük

market place

pazar yeri

market price

piyasa fiyatı

market profit

ticari kâr

market quotation

piyasa rayici

market rate of interest piyasa faiz oranı market report

piyasa raporu

market research

piyasa araştırması

market researcher

piyasa araştırmacısı

market rigging

piyasa oyunu

market share

piyasa payı

market study

piyasa araştırması, piyasa etüdü

market survey

piyasa anketi

market town

belirli günlerde pazar kurulan kasaba

market value

piyasa değeri

market

1.çarşı, pazar, 2.piyasa, 3.borsa, 4.istek, talep, 5.alışveriş yapmak, 6.satmak, satışa çıkarmak, 7.pazarlamak

marketable

satılabilir, sürümlü

marketing association

pazarlama kurumu

marketing company

pazarlama şirketi

marketing expert

pazarlamacı

marketing research

pazarlama araştırması

marketing

marketing

pazarlama

marketplace

pazar yeri

marking gauge

nişangeç, mihengir

marking

1. işaretleme, 2. işaret, marka, 3. değerlendirme

marksman

nişancı

marksmanship

nişancılık

markup

fiyat artışı, zam

marl

1. marn, pekmeztoprağı, 2. marn ile gübrelemek

marline

mürnel, gırcala

marlinespike

kavela

marmalade

marmelat, reçel

marmoreal

mermerden yapılmış, mermer gibi

marmoset

ipek maymun, marmoset

marmot

marmot, dağ sıçanı

maroon

kestane rengi

marquee

büyük çadır, otağ

marquess

bkz. marquis

marquis

marki

marriage bed

gelin yatağı

marriage broker

çöpçatanlık yapan kimse

marriage certificate

evlenme cüzdanı

marriage contract

evlilik akdi

marriage licence

nikâh kâğıdı

marriage license

evlenme izni

marriage officer

evlendirme memuru

marriage portion

çeyiz

marriage

1.evlenme, evlenme töreni, 2.evlilik

marriageable

evlenecek çağda, evlenebilir

married

1.evli, 2.evlilikle ilgili, evlilik

marron

marron

kestane

marrons glace

kestane şekeri

marrow transplant

ilik nakli

marrow

1.ilik, kemik iliği, 2.öz, 3.sakızkabağı

marrowbone

ilik kemiği

marrowfat

iri taneli bezelye

marrowless

asılsız

marrowy

ilikli

marry

1.evlendirmek, 2.(ile) evlenmek

marry!

Ya!, Acayip!

Mars

Mars

marsh gas

bataklık gazı, metan

marsh mallow

hatmi

marsh marigold

çuha çiçeği

marsh plant

bataklık bitkisi

marsh

bataklık

marshal

1.mareşal, 2.teşrifatçı, 3.(polis, itfaiye, vb.) şef, 4.dizmek, sıralamak, 5.doğru yere götürmek, yol göstermek

marshalling yard

ayırma garı, manevra garı

marshy ground

bataklık, batak arazi, batak zemin

marshy

bataklık

marsupial

1. keseli, 2. keseli (hayvan)

mart

1. çarşı, pazar, 2. ticaret merkezi

marten

ağaçsansarı, zerdeva

martensite

martensit

martensitic

martensitli

martial law

sıkıyönetim

martial

1.savaşla ilgili, 2.savaşçı

Martian

1.Marslı, 2.Mars'la ilgili

martin

kırlangıç

martinet

martinet

aşırı disiplinci

martingale

kör baston

martini

martini

martlet

kara sağan

martyr

1.şehit, 2.şehit etmek

martyrdom

şehitlik

martyrize

şehit etmek

martyrology

şehitler listesi

marvel

şaşılacak şey, mucize

marvellous

harika, müthiş, fevkalade, süper

marvelous

Aİ, bkz. marvellous

Marxian

Marksizm taraftarı

Marxism

Marksizm, Marksçılık

Marxist

Marksist, Marksçı

Mary

Meryem Ana

marzipan

badem ezmesi

mascara

rimel, maskara

mascot

uğur, maskot

masculine

1.erkeklere özgü, erkeksi, 2.eril

masculinity

erkeklik, erillik

maser

maser

mash

1.lapa, ezme, 2.patates püresi, 3.ezmek

mashed potatoes

patates püresi

masher

çapkın erkek

mask

1.maske, 2.örtü, 3.yüz kalıbı, 4.maske takmak, 5.gizlemek, saklamak, maskelemek

masked ball

maskeli balo

masked

1. gizli, 2. maskeli

masker

maskeli kimse

masochism

mazoşizm, özezerlik

masochist

masochist

mazoşist

mason

1.duvarcı, 2.mason

mason's level

duvarcı terazisi

masonry dam

kâgir baraj

masonry

1.duvarcılık, 2.masonluk, 3.taş

masquerade as

gibi yapmak, rolü yapmak

masquerade

1.maskeli balo, 2.gerçeği gizleme, rol yapma, 3.(as ile) -mış gibi yapmak, rolü yapmak, ayağına yatmak

mass communication

kitle haberleşme, kitle iletişim

mass data

yığın veri

mass demonstration

toplu gösteri

mass education

kitle eğitimi

mass housing

toplu konut

mass media

kitle iletişim, medya

mass meeting

toplu gösteri

mass movements

yığın hareketi

mass noun

sayılamayan isim

mass number

kütle numarası, kütle sayısı

mass production

seri üretim

mass storage

yığın bellek

mass transportation

toplu taşıma

massacre

1.yığın, küme, 2.çokluk, 3.kütle, 4.çok kişiyi ilgilendiren, 5.kalabalık, 6.toptan, seri, 7.bir araya gelmek, kümelenmek, kalabalık oluşturmak 1.katliam, kırım, 2.katliam yapmak

massage

1.masaj, 2.masaj yapmak

masses

(the ile) çalışan sınıf, işçi sınıfı, emekçiler

masseur

masör

masseuse

kadın masajcı

massif

dağ kitlesi

massive

1.büyük, iri, kocaman, 2.güçlü, kuvvetli

mast antenna

direk anten

mass

mast

1.gemi direği, 2.bayrak direği, gönder

mastectomy

mastektomi, memenin ameliyatla alınması

master builder

yapı ustası, kalfa

master clock

ana saat

master control desk

ana kumanda masası

master control program ana denetim programı master controller

ana denetici

master copy

orijinal kopya, ana kuşak

master file

ana dosya

master key

maymuncuk

master mariner

gemi kaptanı

master monitor

ana monitör

Master of Arts

lisansüstü öğrenim görmüş fakülte mezunu

master of ceremonies

protokol şefi

master plan

ana plan

master processor

ana işlemci

master record

ana kayıt

master register

ana kütük

master shot

geniş plan, büyük plan

master stroke

ustalıklı iş

master switch

ana şalter

master tape

ana bant

master unit

master's degree

ana birim 1.efendi, 2.sahip, 3.müdür, yönetici, direktör, 4.aile reisi, 5.(erkek) öğretmen, 6.işveren, patron, usta, 7.üstat, usta, 8.master derecesi, yüksek lisans, 9.asıl, baş, en önemli, 10.yenmek, denetim altına almak, egemen olmak, hakim olmak, 11.iyi bilmek, hakim olmak, tam öğrenmek bilim uzmanlığı

masterful

hakim, dediğini yaptıran, egemen

masterless

sahipsiz

masterly

ustaca, mükemmel

master

mastermind

1.çok zeki kimse, 2.akıllıca planlamak, tezgâhlamak

masterpiece

şaheser, başyapıt

mastership

1. ustalık, 2. yöneticilik, 3. öğretmenlik, 4. yönetim, hüküm

mastery

1. hâkimiyet, 2. üstünlük, 3. hüküm, idare

masthead

kolombir, direk ucu, direk tepesi

mastic asphalt

mastik asfalt

mastic

1. sakız, 2. mastika

masticate

çiğnemek

mastication

çiğneme

masticatory

çiklet

mastiff

bir tür iri bekçi köpeği, mastif

mastitis

meme iltihabı

mastoid

çıkıntılı kemik

masturbate

mastürbasyon yapmak

masturbation

mastürbasyon

mat

1.hasır, 2.paspas, 3.altlık, 4.donuk, mat

matador

matchbox

boğa güreşçisi, matador 1.eş, akran, denk, 2.benzer, 3.evlenme, 4.maç, karşılaşma, 5.kibrit, 6.uymak, iyi gitmek, 7.eşi benzeri olmak, boy ölçüşmek, 8.-e uygun bir şey bulmak kibrit kutusu

matching machine

oluk planyası, kiniş planyası

matching

uyumlu, birbirine giden

matchless

eşsiz, benzersiz, eşi benzeri olmayan

matchlock

fitilli tüfek

matchmaker

çöpçatan

matchwood

kibrit çöpü

mate

1.arkadaş, dost, 2.İİ, ahbap, arkadaş, 3.ikinci kaptan, 4.(hayvan) eş, 5.çiftleşmek, 6.çiftleştirmek

mate's receipt

ordino, ikinci kaptan alındısı

materfamilias

anaerkil

match

material defect

malzeme hatası

material

1.maddi, özdeksel, 2.madde, özdek, 3.kumaş, 4.malzeme, gereç, materyal

materialism

materyalizm, özdekçilik

materialist

1. materyalist, özdekçi, 2. materyalist, özdekçi

materialistic

özdekçi, materyalist

materialization

1. gerçekleştirme, 2. maddeleştirme

materialize

gerçekleşmek

materiel

malzeme, gereç

maternal aunt

teyze

maternal

1.anaya özgü, ana ..., 2.(akrabalık) ana tarafından

maternity benefit

doğum yardımı

maternity hospital

doğumevi

maternity leave

doğum izni

maternity ward

doğum koğuşu

maternity

1.analık, 2.gebelik

matey

samimi, senli benli

math

matematik

mathematical logic

matematiksel mantık

mathematical subroutine

matematiksel altyordam

mathematical

1.matematik, 2.doğru, kesin

mathematician

matematikçi

mathematics

matematik

maths

matematik

matiné

matine

matinee

1. matine, 2. gündüz oyunu

mating season

çiftleşme zamanı, ilkbahar

mating

1.birleşme, 2.çiftleşme

matins

kilisede sabahları yapılan ibadet

matriarch

matriarch

aile reisi kadın

matriarchal

anaerkil

matriarchy

anaerkil düzen

matricide

1.ana katili, 2.ana katilliği

matriculate

1.üniversiteye girmek, 2.üniversiteye almak

matriculation

üniversiteye giriş sınavı

matrimonial

evlilikle ilgili

matrimony

evlilik

matrix printer

matris yazıcı

matrix sentence

ana cümle, ana tümce

matrix

matris, dizey

matron

1.başhemşire, 2.okul yöneticisi kadın, 3.evli kadın, ana kadın

matt

donuk, mat

matte

donuk, mat

matted

matlaşmış

matter of death and life ölüm-kalım meselesi

matter-of-fact

1.özdek, madde, cisim, 2.iş, sorun, konu, mesele, 3.konu, içerik, 4.neden, sebep, vesile, 5.önem, 6.sorun, mesele, aksilik, dert, 7.irin, cerahat, 8.yazılı belge, yazılı şey, 9.önemi olmak, önemli olmak, farketmek, 10.irinlenmek, iltihaplanmak 1. soğukkanlı, gerçekçi, 2. maddi, 3. duygusuz

matting

hasır

mattins

bkz. matins

mattock

kazma

mattress

döşek, şilte

maturation

1. iltihaplanma, 2. olgunlaşma

mature

1.olgun, mantıklı, 2.(peynir, şarap, vb.) olmuş, olgun, 3.olgunlaşmak, olmak, 4.olgunlaştırmak

matured date

vade tarihi

matured

1. olgun, 2. vadesi gelmiş

matureness

1. olgunluk, 2. vade, ödenme tarihi, 3. erişkinlik

maturity date

vade tarihi

maturity

olgunluk

matter

matutinal

1. sabahla ilgili, 2. erken

maudlin

ağlayacak kadar duygulu, duyarlı, aşırı duygusal, cıvık

maul

1.hırpalamak, kaba davranmak, 2.yaralamak, tırmalamak, parçalamak

maulstick

ressam değneği

maunder

1. saçmalamak, 2. avare dolaşmak, 3. tutarsız konuşmak

mauser

mavzer

mausoleum

anıtkabir

mauve

leylak rengi

maverick

(belli bir grubun ilkeleri, vb.) dışında olan kimse, bağımsız

mavis

ardıç kuşu

maw

1. mide, 2. boğaz, ağız, 3. kursak, karın, işkembe

mawkish

tiksindirici, tatsız, yavan, fazla içli

mawseed

haşhaş tohumu

maxi

1. ayak bileğine kadar uzanan (giysi), uzun, iri, 2. maksi

maxilla

1. maksile, üstçene, 2. üst çene, çene kemiği

maxillary

1. üstçene kemiğiyle ilgili, 2. çeneye ait

maxim

özdeyiş

maximal

azami, en büyük

maximization

en yüksek düzeye çıkarma

maximize

en yüksek dereceye çıkarmak

maximum load

azami yük

maximum power

maksimum güç

maximum pressure

maksimum basınç

maximum price

tavan fiyatı

maximum speed

azami hız

maximum temperature maksimum sıcaklık maximum velocity

azami hız

maximum wage

azami ücret, en yüksek ücret

maximum

1.en yüksek derece, maksimum, 2.en yüksek, maksimum

maxwell

maksvel, manyetik akı birimi

May beetle

mayısböceği

May Day

Bir Mayıs

may

1.(olasılık belirtir) -ebilmek, 2.(izin belirtir) -ebilmek, 3.(dilek belirtir) --ir inşallah, 4.akdiken çiçekleri

May

Mayıs

maybe

belki

mayday

imdat çağıran telsiz sinyali

mayhap

belki, olabilir

mayonnaise

mayonez

mayor

belediye başkanı

mayoralty

belediye reisliği

mayoress

1.belediye başkanının karısı, 2.bayan belediye başkanı

maypole queen

bahar bayramı kraliçesi

Maypole

1. çevresinde dans edilen direk, 2. fırdöndü

maypop

çarkıfelek

mazarine

koyu mavi, lacivert

Mazdaism

Zerdüşt dini, Mazda dini

maze

labirent

mazurka

mazurka

me

1. beni, 2. bana, 3. ben

mead

1. bal likörü, 2. çayır, otlak

meadow saffron

güz çiğdemi

meadow

çayır, otlak

meadowy

çimenli

meager lime

ince kireç, düşük kaliteli kireç

meager

1.yetersiz, az, 2.bereketsiz, zayıf, kıt

meagerly

zayıf halde

meagerness

1. zayıflık, kuruluk, 2. yetersizlik, 3. kıtlık

meagre

yetersiz, kıt

meagreness

meagreness

cılızlık

meal ticket

yemek kartı, yemek karnesi

meal time

yemek saati

meal

1. yemek vakti, 2. öğün, yemek, 3. kaba un, un gibi

mealies

mısır

mealines

unluk

mealy

un gibi, unlu

mealy-mouthed

samimiyetsiz, yaltak, riyakâr

mean business

ciddi olmak, niyetli olmak

mean daily temperature günlük ortalama sıcaklık mean deviation

ortalama sapma

mean life

ortalama ömür

mean pressure

ortalama basınç

mean price

ortalama fiyat

mean solar time

ortalama güneş zamanı

mean time

ortalama güneş saati

mean value

ortalama değer

mean velocity

ortalama hız

mean well

iyi niyetli olmak

mean

1.pinti, cimri, 2.kaba, çirkin, 3.huysuz, haşin, 4.adi, bayağı, alçak, acımasız, 5.anlamına gelmek, demek olmak, 6.demek istemek, kastetmek, 7.istemek, niyet etmek, 8.aritmetik ortalama

meander

(ırmak) kıvrıla kıvrıla gitmek, salınmak, dolanmak, başıboş gezmek, yavaş ve amaçsız bir şekilde konuşmak

meaning

1.anlam, 2.önem, değer, anlam, 3.anlamlı

meaningful

anlamlı

meaningless

anlamsız, amaçsız

meanness

1. yoksulluk, 2. utanma, 3. ahlaksızlık, 4. adilik

means of communication

iletişim araçları

means of transport

ulaşım araçları

means of transportation ulaşım vasıtası

means to an end

vasıta

means

1.yol, yöntem, çare, vasıta, 2.gelir, para, servet

meantime

1. bu arada, bu esnada, 2. zaman, süre

meanwhile

bu arada

measles

kızamık

measly

değersiz, önemsiz, sıradan, adi

measurable

ölçülür, ölçülebilir

measure up

measured

yeterli olmak 1.ölçü, 2.ölçü, ölçü birimi, 3.ölçme aygıtı, 4.ölçme sistemi, 5.miktar, ölçü, oran, derece, nispet, 6.sınır, 7.önlem, 8.ölçmek, 9.ölçüsünde olmak ölçülmüş

measureless

1. ölçüsüz, 2. hadsiz, sonsuz

measurement

1.ölçüm, 2.ölçü

measuring bridge

ölçme köprüsü, ölçü köprüsü

measuring device

ölçü aleti, ölçme aleti

measuring dial

ölçüm kadranı

measuring flask

ölçü şişesi

measuring glass

dereceli ölçü şişesi

measuring instrument

ölçme aygıtı, ölçme aleti

measuring rod

ölçü değneği

measuring tape

ölçme şeridi, şerit metre

measuring

1. ölçme, 2. ölçüm, ölçü

meat loaf

rulo köfte

meat pie

etli börek

meat

1.et, 2.önemli konu, öz, 3.yarak

meatball

köfte

meatless

etsiz

meatus

kanal, yol

meaty

1. etli, 2. özlü

mechanic

1.makinist, 2.tamirci

measure

mechanical advantage

mekanik avantaj

mechanical digestion

mekanik sindirim

mechanical drawing

teknik çizim, makine resmi çizme

mechanical energy

mekanik enerji

mechanical engineer

makine mühendisi

mechanical engineering makine mühendisliği mechanical force

mekanik kuvvet

mechanical power

mekanik güç

mechanical shovel

mekanik kürek

mechanical weathering fiziksel aşınma, mekanik aşınma mechanical

makineyle ilgili, mekanik

mechanician

makinist, makine işçisi, teknisyen

mechanics

mekanik

mechanism

mekanizma

mechanist

makinist, teknisyen

mechanization

1. makineleşme, 2. makineleştirme

mechanize

makineleştirmek

mechanized

mekanize, zırhlı

meconium

mekonyum

medal of honour

şeref madalyası

medal

madalya

medallion

madalyon

medallist

madalya sahibi

meddle some

herşeye burnununu sokan, müdahaleci

meddle

karışmak, burnunu sokmak

meddler

her şeye burununu sokan kimse, işgüzar

media

kitle iletişim araçları

mediaeval

bkz. medieval

medial

orta, vasat

median

1.orta, 2.(matematik) kenarortay

mediate

arabuluculuk etmek

mediation

aracılık

mediatize

birleştirmek, eklemek

mediator

arabulucu

mediatorship

arabuluculuk

medic

doktor

medicable

tedavi edilebilir

medical advice

sağlık konusunda öğüt

medical certificate

sağlık raporu

medical costs

sağlık harcamaları, hastane masrafları

medical examination

sağlık muayenesi

medical practitioner

pratisyen doktor

medical

1.tıbbi, 2.tıbbi muayene

medically

tıbben, tıp yönünden

medicament

ilaç

medicare

sağlık sigortası

medicate

içine ilaç katmak

medication

ilaçla tedavi

medicinal herbs

şifalı bitkiler

medicinal

1.iyileştirici, 2.tıbbi

medicine ball

çalışma topu, sağlık topu

medicine

1.ilaç, 2.tıp, hekimlik

medieval

ortaçağ ..., ortaçağa ait

medievalism

ortaçağ ruhu

medievalist

ortaçağ tarihçisi

Medina

Medine

mediocre

orta, vasat, şöyle böyle

mediocrity

aleladelik, vasat olma, bayağılık

meditate

meditate

1.enine boyuna düşünmek, 2.meditasyon yapmak

meditation

meditasyon

meditative

düşünceli, derin düşünceli

Mediterranean climate Akdeniz iklimi Mediterranean Sea

Akdeniz

mediterranean

(deniz) kapalı, çevresi karayla çevrili

Mediterranean

Akdeniz

medium frequency

orta frekans

medium range

orta menzilli

medium size

orta boy

medium term

orta vadeli

medium wave

orta dalga

medium

1.çevre, ortam, 2.vasıta, araç, 3.orta durum, 4.medyum, 5.orta

medium-sized

orta boy

medlar

muşmula, döngel

medley

1.karışım, 2.potpuri, medley

medulla oblongata

soğanilik, bulbus, beynin en arka kısmı

medulla ossium

kemik iliği

medulla

1. ilik, 2. omurilik, 3. öz

medullary

ilikli, özlü

medusa

denizanası

meed

mükâfat, ödül

meek

uysal, yumuşak başlı, alçakgönüllü

meekness

uysallık, alçak gönüllülük

meerschaum

lületaşı

meet a demand

talebi karşılamak

meet one's end

dünyasını değiştirmek

meet one's match

tam adamına çatmak

meet one's Waterloo

yolun sonuna gelmek

meet sb halfway

meet sb halfway

ortak bir noktada anlaşmak

meet sb's requirements -in gereksinimini karşılamak meet with meet

1. görüşmek, 2. ile karşılaşmak 1.rastlamak, rast gelmek, karşılaşmak, 2.karşılaşmak, karşı karşıya gelmek, 3.tanışmak, 4.karşılamak, 5.buluşmak, görüşmek, 6.toplanmak, 7.değmek, dokunmak, buluşmak, 8.karşılamak, yerine getirmek, tatmin etmek, doyurmak, 9.ödemek, 10.karşılamak, yanıtlamak

meeting house

toplantı için kullanılan ev

meeting place

toplantı yeri, uğrak, randevu yeri

meeting

1.karşılaşma, 2.buluşma, 3.toplantı, miting

mega-

(önek) milyon

megabit

milyon bit

megabyte

megabayt

megahertz

megahertz

megalith

büyük taş anıt, megalit

megalo-

(önek) çok büyük, megalo

megalomania

büyüklük tutkusu, megalomani

megaphone

megafon

megaton

megaton

megavolt

megavolt

megawatt

megavat

megilp

1. cila, vernik, 2. cilalamak, verniklemek

megohm

megohm

megohmmeter

megohmmetre

megrim

1. migren, 2. can sıkıntısı, 3. damla hastalığı

meiosis

mayoz

mel

ton birimi

melamine

bir cins plastik

melancholia

melankoli

melancholiac

1. melankolik, karasevdalı, 2. hüzünlü

melancholic

mahzun

melancholy

1.karaduygu, melankoli, hüzün, 2.hüzünlü, melankolik

melange print

vigore baskı

melange yarn

melanj iplik

melange

karışık şey

melanin

melanin

melanism

deri ve dokuda renk fazlalığı

meld

birbirine karışmak, birleşmek

melee

arbede, kördöğüşü

melilot

kokulu yonca

melinite

melinit

meliorate

1. düzeltmek, ıslah etmek, 2. iyileştirmek, iyileşmek

melioration

1. iyileştirme, düzeltme, 2. iyileşme

meliorative

yücelten, yükseltici

meliorism

iyimserlik inancı

melissa

melisa

melliferous

bal yapan

mellifluous

(konuşma, ses, müzik, vb.) tatlı, yumuşak, akıcı

mellow

1.olgun, tatlı, sulu, 2.yumuşak, hoş, tatlı, 3.olgun, hoşgörülü, 4.olgunlaşmak, 5.olgunlaştırmak

mellowness of soil

toprak tavı

mellowness

1. olgunluk, yumuşaklık, 2. hoşgörü

melodic

1.melodik, 2.tatlı, hoş, uyumlu, kulağa hoş gelen

melodious

tatlı, kulağa hoş gelen, uyumlu, melodik

melodize

bestelemek

melodrama

melodram

melodramatic

aşırı duygusal

melody

melodi, ahenk, ezgi

melon

kavun

melt away

yok olmak, uçup gitmek

melt into tears

gözyaşlarına boğulmak

melt

1.erimek, 2.eritmek, 3.kaybolmak

melting furnace

eritme ocağı, eritme fırını

melting heat

1. eritme ısısı, 2. ergime ısısı

melting point

erime noktası

melting pot

ergitme potası

melting

1. eritme, ergime, 2. eritme, ergime

melton

1. melton, 2. kalın bir yün kumaş

meltwater

erime suyu

Member of Congress

kongre üyesi

member of jury

jüri üyesi

member of parliament parlamenter member of union

sendika üyesi

member

1.üye, 2.organ, 3.ört. penis

membership card

üyelik kartı

membership

1.üyelik, 2.üyeler

membrane

ince zar

memento

hatıra, estelik

memo

kısa not

memoir

biyografi, rapor

memoirs

yaşam öyküsü

memorable

anılmaya değer

memorandum book

not defteri

memorandum

1.not, 2.nota, muhtıra, 3.tezkere, memorandum

memorial day

anma günü

memorial

anıt

memorialize

takdirle anmak, anısına tören yapmak

memorize

ezberlemek

memory allocation

bellek ataması, bellek ayrılması

memory bank

bellek bankası

memory block

bellek öbeği

memory bus

memory bus

bellek anayolu

memory capacity

bellek kapasitesi

memory cycle

bellek çevrimi

memory dump

bellek dökümü

memory management

bellek yönetimi

memory map

bellek haritası, bellek kesiti

memory paradox

bellek paradoksu

memory power

bellek gücü

memory unit

bellek birimi

memory

1.bellek, hafıza, 2.anı, hatıra, 3.hatır

menace

1.tehdit, tehlike, 2.başbelası, 3.tehdit etmek

menacing

tehditkâr

menage

1. ev işleri, 2. ev idaresi

menagerie

(sirk, vb.'de) halka gösterilen yabani hayvanlar

mend one's fences

arayı yapmak

mend one's ways

davranış şeklini düzeltmek

mend

1.onarmak, tamir etmek, 2.düzeltmek, 3.düzelmek, 4.(yırtık, sökük, vb.) dikmek, yamamak, 5.iyileşmek, 6.onarılan yer ya da şey

mendacious

1. yalan, uydurma, 2. yalancı

mendacity

yalancılık

mendelevium

mendelevyum

mendicancy

dilencilik

mendicity

dilencilik

mending

tamir

menfolk

1. adi, bayağı, 2. hizmetçi

menial

(iş) adi, bayağı, sıradan

meningeal

beyinzarıyla ilgili

meningitis

1. menenjit, 2. beyinzarı iltihabı

meninx

beyinzarı, omurilikzarı

meniscus lens

menisk, aymercek

meniscus

meniscus

1. içbükey biçim, 2. eklem menisküsü

menopause

menopoz, adet kesilmesi, yaşdönümü

menses

aybaşı, hayız

menstrual flow

aybaşı kanaması

menstrual

1. aylık, ayda bir olan, 2. aybaşına ait

menstruate

adet görmek

menstruation

adet, aybaşı

mensurable

ölçülebilir

mensuration

ölçme

mental age

akıl yaşı

mental arithmetic

akıldan yapılan hesap

mental calculus

zihin hesabı, akıldan hesap

mental deficiency

geri zekâlılık

mental disease

akıl hastalığı

mental diseases

ruh hastalığı

mental home

akıl hastanesi

mental hospital

akıl hastanesi

mental hygiene

ruh sağlığı

mental illness

akıl hastalığı

mental patient

akıl hastası

mental reservation

içten pazarlık

mental

1.zihinsel, akılsal, 2.akli, 3.çatlak, kaçık, deli

mentalism

anlıkçılık

mentality

1.düşünüş, zihniyet, 2.akıl, zekâ, zihin

mentally defective

zihinsel özürlü

mentally handicapped

zihinsel özürlü

mentally

aklen, zihnen, kafa bakımından

menthol

mentol

mention

1.anma, adını anma, 2.ima, söz etme, söyleme, 3.-den söz etmek, bahsetmek, anmak

mentionable

mentionable

kayda değer

mentor

akıl hocası

menu

yemek listesi, menü

menu-driven

menüyle yürüyen, menü-sürümlü

mephitic

zehirleyici, fena kokulu

mercantile law

ticaret hukuku

mercantile marine

ticaret filosu

mercantile

tecimsel, ticari

mercantilism

merkantilizm

mercantilist

merkantilist

mercaptal

merkaptal

mercaptan

merkaptan

mercator's projection

merkator izdüşümü

mercenariness

menfaatperestlik, para hırsı

mercenary

paralı asker

mercer

1. kumaş satıcısı, 2. kumaşçı

mercerization

merserizasyon

mercerize

merserize etmek, kasarlamak

mercerizing

merserizasyon

merchandise marine

ticaret filosu

merchandise

ticaret eşyası, mal

merchandising

satışı geliştirme yöntemi

merchant bank

ticari banka

merchant fleet

ticaret filosu

merchant navy

ticaret gemisi

merchant prince

zengin tüccar

merchant

tüccar, tacir

merchantable

satılabilir, sürümlü

merchantman

ticaret gemisi

merciful

merciful

sevecen, bağışlayıcı, merhametli, şefkatli

mercifulness

1. sevecenlik, bağışlayıcılık, 2. merhametlilik

merciless

merhametsiz, acımasız, amansız

mercurial

çabuk değişen, dakikası dakikasına uymayan, sebatsız

mercuric chloride

aksülümen

mercuric

1. civalı, 2. cıvalı

mercurous

cıvalı

mercury arc

cıvalı ark

mercury barometer

cıvalı barometre

mercury cell

cıvalı pil

mercury delay line

cıvalı geciktirme hattı

mercury gauge

cıvalı manometre

mercury memory

cıva bellek

mercury storage

cıvalı bellek

mercury thermometer

cıvalı termometre

mercury vapour

cıva buharı

mercury

cıva

Mercury

Merkür

mercy

1.merhamet, acıma, insaf, 2.af, lütuf

mere

1.sırf, sadece, yalnız

merely

sadece, yalnızca

merest

en az

meretricious

gösterişli, cafcaflı, sahte güzel

merge

1.içine karıştırmak, birleştirmek, 2.içine karışmak, birleşmek

mergence

birleşme, birleştirme

merger

bir firma ya da şirketin bir diğeriyle birleşmesi

meridian

meridyen

meridional

güneyli

meringue

yumurta akı ve şekerle yapılan bir tür kurabiye

merino wool

merino wool

merinos yünü

merino yarn

merinos ipliği

merino

1.merinos koyunu, 2.merinos yünü

meristem

bürgendoku

merit pay

başarı ödülü

merit

1.değer, liyakat, 2.fazilet, erdem, meziyet, 3.hak etmek, layık olmak

meritocracy

yeteneğe göre mevki verme sistemi

meritorious

övgüye değer, meziyet sahibi, değerli

merlin

1. bozdoğan, 2. çakır

mermaid

denizkızı

merriment

şenlik, neşe, keyif

merriness

neşe

merry Christmas

iyi Noeller

merry

1.neşeli, şen, güleç, keyifli, 2.İİ, çakırkeyif, kafası kıyak

merry-andrew

soytarı

merry-go-round

atlıkarınca

merrymaking

eğlence, şenlik, cümbüş, alem

merrythought

lades kemiği, lades

mesentery

bağırsak askısı, mesenter

mesh

1.ağ gözü, 2.ağ, tuzak, 3.(çark dişleri) birbirine geçmek, 4.(ağla balık, vb.) yakalamak, 5.uyuşmak, bağdaşmak

meshed

1. örgülü, ilmikli, 2. gözlü

mesitylene

mesitilen

mesmerise

1. hipnotizmayla uyutmak, 2. büyülemek

mesmerism

ipnotizma

mesmerist

ipnotizmacı

mesmerize

çok şaşırtmak, büyülemek

mesocarp

mezokarp, ortakabuk

mesoderm

mezoder, ortaderi

meson

mezon

mesophyll

mesophyll

mezofil, yaprak iç dokusu

mesophyllum

mezofil, yaprak iç dokusu

Mesopotamia

Mezopotaya, Irak

mesosphere

mezosfer

mesothorium

mezotoryum

mesotron

mesotron

Mesozoic

1. mezozoik, 2. mezozoik

mess about

1. tembellik etmek, 2. saçmalamak, zırvalamak

mess sth up

bozmak, berbat etmek, yüzüne gözüne bulaştırmak

mess

1.karışıklık, düzensizlik, 2.kirlilik, pislik, 3.kötü durum, zor durum, dert, bela, 4.ask. orduevinin lokanta kısmı, 5.ask. karavana

message

haber, mesaj, ileti

messenger RNA

mesajcı RNA

messenger

haberci, ulak

messiah

1.kurtarıcı, 2.İsa Peygamber

Messrs

(Mr sözcüğünün çoğulu olup özellikle firma adlarıyla kullanılır) baylar, beyler, efendiler

messuage

müştemilatlı ev

messy

1.dağınık, düzensiz, karmakarışık, 2.kirli, pis

mestizo

kırma, melez

meta

(önek) meta

metabolic waste

metabolik artık

metabolic

metabolik

metabolism

metabolizma

metacarpal

1. el tarağına ait, 2. el tarağı kemiği

metacarpus

el tarağı

metacenter

yüzme merkezi

metal age

maden çağı

metal casting

metal döküm

metal drill

maden matkabı

metal electrode

metalik elektrot

metal fatigue

metal fatigue

metal yorulması

metal founder

maden dökümcüsü

metal insulator

metal yalıtkan

metal pipe

metal boru

metal plating

metal kaplama

metal powder

maden tozu

metal rectifier

kuru redresör

metal rod

metal çubuk

metal saw

metal testeresi

metal sheet

metal sac

metal spinning

madeni dokuma

metal spraying

metal püskürtme

metal tube

metal boru

metal

metal, maden

metal-clad

maden kaplı

metal-coat

metal kaplamak

metalanguage

üstdil

metalcoat

metalle kaplamak

metalepsis

öteleme

metallic binding

metalik bağ

metallic circuit

metal devre

metallic currency

madeni para

metallic paint

metal boya

metallic resistance

metalik direnç

metallic salt

maden tuzu

metallic

metalik, madeni

metalline

madeni

metallization

metalleme

metallize

metalle kaplamak

metallography

metallography

metalografi

metalloid

1. madene benzer, madenimsi, 2. metaloit, 3. madene benzer basit cisim

metallurgical chemistry metalurjik kimyası metallurgical engineering

metalurji mühendisliği

metallurgical

metalurjik, metalbilimsel

metallurgist

metalurji uzmanı, maden bilgini

metallurgy

madencilik, metalürji

metamathematics

metamatematik

metamerism

metamerizm, metameri

metamorphic facies

metamorfik fasiyez

metamorphic rock

başkalaşım kayacı, metamorfik kayaç

metamorphic

1. metamorfik, 2. başkalaşan

metamorphism

başkalaşım, metamorfizm

metamorphose

1. başkalaştırmak, 2. başkalaşmak

metamorphosis

başkalaşım, metamorfoz

metaphase

metafaz

metaphor

eğretileme, istiare

metaphoric

istiare ile ilgili, eğretilemeli

metaphorical

1. mecazi, 2. eğretileme

metaphrase

1. aynen tercüme, kelimesi kelimesine tercüme, 2. aynen tercüme etmek

metaphysical

doğaüstü

metaphysics

doğa ötesi, fizikötesi, metafizik

metaplasm

metaplazma

metastable

yarıkararlı, metastabl

metastasis

metastaz, değişme

metatarsal

ayak tarağına ait

metatarsus

ayak tarağı

metathesis

göçüşme

metazoa

metazoa

metazoa, çokgözeliler, çok hücreli hayvanlar

metazoon

çokgözeli, çok hücreli hayvan

metempsychosis

ruh göçmesi, ruhgöçü

meteor shower

meteor yağmuru, meteor akımı

meteor stream

meteor yağmuru, meteor akımı

meteor

akanyıldız, göktaşı, meteor

meteoric shower

meteor sağanağı, meteor yağmuru

meteoric

1.meteorik, meteor ..., 2.göz kamaştırıcı, hızlı

meteorid

atmosfere girince göktaşı olan cisim

meteorite

meteorit, göktaşı

meteoroid

göktaşı

meteorologic

meteorolojik

meteorological conditions

meteorolojik koşullar

meteorological observation

hava gözlemi

meteorological office

meteoroloji merkezi

meteorological report

meteoroloji raporu

meteorological satellite meteoroloji uydusu meteorological

meteorolojik

meteorologist

meteorolog

meteorology

meteoroloji, havabilgisi

meter

1.ölçme aygıtı, sayaç, saat, 2.Aİ. metre

methadone

metadon

methane

metan

methanol

metanol

methionine

metiyonin

method

1.yöntem, yol, metot, 2.düzen, tertip, sistem

methodical

sistemli, düzenli, yöntemli

methodically

düzenli olarak

methodize

1. düzene sokmak, 2. intizam vermek

methodless

plansız, düzensiz

methodology

yöntembilim, metodoloji

methyl alcohol

metil alkol

methyl

metil

methylamine

metilamin

methylate

metil alkol ile karıştırmak

methylated spirit

1. denatüre alkol, 2. denatüre alkol

methylation

metilleme

methylene

metilen

meticulous

titiz, dikkatli, kılı kırk yaran, özenli

metier

meslek

metol

metol

metonymy

mürsel mecaz

metope

metop

metre

1.metre, 2.ölçü, vezin

metric hundredweight çeki, elli kilo metric system

metre sistemi, metre dizgesi

metric ton

metrik ton

metric

metrik

metricate

metre sistemine dönüştürmek

metrics

koşukbilim, ölçübilim

metro

metro

metrology

metroloji, ölçüm bilgisi

metronome

metronom

metropolis

1.büyük kent, anakent, metropol, 2.başkent

metropolitan municipality

büyükşehir belediyesi

metropolitan

başkentle/büyük kentle ilgili

mettle

yiğitlik, cesaret, heves, çaba

mettled

canlı, ateşli

mettlesome

ateşli, atılgan, atak, sert başlı

mew up

kafese koymak, kapamak, hapsetmek

mew

1.miyavlamak, 2.miyavlama

mews

ahırlar sokağı, sıra ahırlar

Mexican

Meksikalı, Meksika'ya ait

Mexico

Meksika

mezzanine

asma kat, ara kat

mezzo forte

orta derecede kuvvetli ses

mezzo

1. mezzo, 2. orta

miaow

1.miyav, miyavlama, 2.miyavlamak

miasm

miyazma

miasma

pis ve zehirli hava

miaul

miyavlamak

mica

mika

micaceous

mikalı

micelle

misel

mickle

çok büyük

micro

1. mikro, 2. hassas, belirsiz

micro-

(önek) mikro

microalloy

mikroalaşım

microanalysis

mikroanaliz

microbalance

mikroterazi

microbar

mikrobar

microbarograph

mikrobarograf

microbe

mikrop

microbial

mikrobik

microbic

mikropla ilgili, mikrobik

microbiology

microbiology

mikrobiyoloji

microcephalic

mikrosefal

microcephalous

çok küçük başlı

microchemical analysis mikrokimyasal analiz microchemical

mikrokimyasal

microchemistry

mikrokimya

microchip

miniyonga, bir entegre devreyi taşıyan yarı iletken

microcircuit

mikrodevre

microclimate

mikroiklim

microcline

mikroklin

microcode

mikrokod

microcoding

mikrokodlama

microcomputer

mikrobilgisayar

microcomputing

mikroişlem

microcosm

küçük evren, küçük bir evren olarak düşünülen insan

microcosmic

mikrokozmik

microcrack

mikro çatlak

microcrystalline

mikrokristalin

microeconomics

mikroekonomi

microelectronics

mikroelektronik

microetching

iç dağlama

microfarad

mikrofarad

microfibril

mikrofibril

microfiche

mikrofiş

microfilm

mikrofilm

microinstruction

mikrokomut

micrometer

mikrometre, miniölçer

micron

mikron

micronucleus

mikroçekirdek

microorganism

microorganism

mikroorganizma

microphone

mikrofon

microphonic

mikrofonik

microphotograph

mikrofotoğraf

microphyte

mikrofit

microprocessor

(bilgisayar) mikroişlem birimi, mikroişlemci, mikroişleyici

microprogram

mikroprogram

microprogramming

mikroprogramlama

microscope

mikroskop

microscopic

mikroskobik

microscopy

1. mikroskopi, 2. mikroskopla inceleme

microsecond

mikrosaniye

microstructural

mikroyapısal

microstructure

mikroyapı

microswitch

mikroanahtar

microvolt

mikrovolt

microwave oven

mikrodalga fırını

microwave

bin ile otuz bin megahertz arasında titreşimi olan elektromanyetik dalga, mikrodalga

micturate

işemek

micturition

1. idrar çıkarma, 2. işeme hastalığı

mid-

(önek) orta

mid-course

orta yol

mid-point

orta nokta

midbrain

ortabeyin

midday

öğle vakti, öğle

midden

mezbele, gübrelik, çöp yığını

middle age

orta yaş

middle aged

orta yaşlı

middle class

orta sınıf

middle ear

middle ear

ortakulak

Middle East

Ortadoğu

middle school

ortaokul

middle size

orta boy

middle

1.ortadaki, orta, 2.orta, 3.bel

middle-of-the-road

1. çoğunluğun görüşünü paylaşan, 2. sıradan

middle-sized

orta boy

middleman

komisyoncu, aracı

middlemost

en ortadaki

middleware

özel yazılım

middleweight

(boks) orta siklet

middling

orta, vasat

middlings

kaba un, kepekli un

middy

deniz yarsubayı

midge

tatarcık, titrersinek

midget

1.cüce, 2.çok küçük

midi

1. midi, 2. midi

midland

1.bir ülkenin iç kısmı

midline

orta çizgi, ortaç

midmost

en orta yerdeki

midnight

gece yarısı

midpoint

orta, göbek

midrib

yaprağın orta damarı

midriff

anat. diyafram

midshipman

deniz asteğmeni

midst

(edat) orta, ortasında

midsummer

yaz ortası

midway

yarı yolda, ortasında

midweek

hafta arası

midwife

midwife

ebe

midwifery

ebelik

midwinter

1. kış ortası, 2. karakış

mien

eda, çehre, görünüş

miff

1. çekişme, dargınlık, 2. küstürmek

might as well

-se de olur, -memek için bir neden yok

might well

-ebilmek, -abilmek

mightily

1.(olasılık belirtir) -ebilmek, 2.İİ. (rica belirtir) -ebilmek, 3.(dolaylı anlatımda `may' in yerine kullanılır) -ebilmek, 4.-meli, -malı, 5.güç, kuvvet, kudret 1. güçle, kudretle, 2. son derece, 3. çok fazla

mightiness

1. güçlülük, azamet, büyüklük, 2. kudret

mighty

1.güçlü, kuvvetli, kudretli

migmatite

migmatit

mignon

minyon

mignonette

muhabbetçiçeği

migraine

migren

migrant workers

göçmen işçiler

migrant

1.göçebe, göçmen, 2.göçmen kuş

migrate

göç etmek, göçmek

migration

göç, göçme

migratory bird

göçmen kuş

migratory

1. göçücü, göçebe, 2. seyyar

mihrab

mihrap

mike

mikrofon

mil

bir incin binde biri

milch cow

sağmal inek

milch

sağmal, süt veren

mild

1.yumuşak başlı, iyi huylu, uysal, kibar, 2.ılımlı, ılıman, mutedil, 3.(yiyecek, içecek, vb.) hafif

mildew

küf

mildewy

küflü, küflenmiş

might

mildly

1.tatlılıkla, nezaketle, yumuşakça, 2.hafifçe, biraz

mildness

1. uysallık, 2. ılımlılık, 3. kibarlık

mile

mil ( m.)

mileage indicator

kilometre sayacı

mileage

mil hesabıyla uzaklık

mileometer

yolölçer, odometre

milestone

1.üzerinde mil işareti olan taş, kilometre taşı, 2.önemli olay, dönüm noktası

milfoil

1. kandilçiçeği, 2. civanperçemi

milieu

muhit, çevre

militancy

1. saldırganlık, 2. azimlilik, 3. savaş hali

militant

1.saldırgan, savaşçı, kavgaya hazır, 2.militan

militarily

askeri bakımdan, asker gibi, askerce

militarism

asker zihniyeti

militarist

savaşçı

militarize

askerileştirmek

military academy

harp okulu, harbiye

military court

askeri mahkeme

military high school

askeri lise

military law

askeri hukuk

military police

askeri inzibat

military

1.askerler, ordu, 2.askeri

militate

(against ile) engel olmak

militia

milis

milk powder

süttozu

milk run

tehlikesiz uçuş, tehlikesiz sefer

milk shake

milkşeyk, meyveli/çikolatalı süt

milk sugar

süt şekeri, laktoz

milk tooth

sütdişi

milk vein

süt damarı

milk

süt

milk-and-water

yavan, tatsız, değersiz

milk-white

süt gibi beyaz

milker

1. sütü sağan kişi, 2. sağmal inek, 3. sağıcı

milkmaid

sütçü kız

milkman

sütçü

milksop

hanımevladı, muhallebi çocuğu

milkwort

sütotu

Milky Way

Samanyolu, Hacılaryolu

milky

1.sütlü, 2.bulanık, süt gibi

mill about

sürü halinde dolaşmak

mill around

sürü halinde dolaşmak

mill board

kalın mukavva, kartonpat

mill

1.değirmen, 2.el değirmeni, 3.fabrika, imalathane, 4.değirmende öğütmek, 5.(maden) frezelemek, şekil vermek, işlemek

millable

dinklemeye elverişli

milled

çekilmiş, öğütülmüş, işlenmiş, çentikli

millenarian

bininci

millener

kadın şapkacısı

millennium

1.bin yıl, bin yıllık dönem, 2.herkesin mutluluk ve refah içinde yaşayacağı varsayılan gelecek

millepede

bkz. millipede

miller

değirmenci

millet

darı

milli-

(önek) mili

milliard

1. milibar, 2. milyar

millifarad

milifarad

milligram

miligram

millilitre

mililitre

millimeter

milimetre

millimetre

milimetre

millimetric

millimetric

milimetrik

millimicron

milimikron

milliner

kadın şapkacısı

millinery

1. tuhafiye, 2. kadın şapkaları

milling

1. öğütme, 2. frezeleme, 3. değirmencilik

milliohm

miliohm

million

milyon

millionaire

milyoner

millipede

kırkayak

millisecond

milisaniye

millivolt

milivolt

millivoltmeter

milivoltmetre

milliwatt

milivat

millpond

değirmen havuzu

millstone

başbelası

milometer

yolölçer, odometre

milord

ingiliz asilzadesi

milt

1. dalak, 2. balık sperm kesesi

milter

erkek ringa balığı

mime

1.pandomim, mimik, 2.pandomim oyuncusu, 3.pandomim yapmak, taklidini yapmak

mimeogragh

mimograf

mimesis

benzetme, taklit

mimetic

taklit edici

mimic

1.taklit eden kimse, taklitçi, 2.taklidini yapmak, taklit etmek

mimicry

1. hayvanda vücudun ortama uyması, 2. taklitçilik

mimosa

1. mimoza, 2. küstümotu, köseğen

minacious

tehditkâr

minaret

minare

minatory

1. tehdit edici, 2. korkutucu

mince pie

mince pie

üzümlü tart

mince words

ağzında gevelemek

mince

1.kıymak, doğramak, 2.yapmacık nezaketle konuşmak, 3.kırıtmak, 4.kıyma

mincemeat

1.kuru üzüm, meyve kurusu, kurutulmuş portakal kabuğu, vb. den yapılarak pasta içine konulan karışım

mincing

1. işveli, nazlı, 2. yapmacık tavırlı

mind one's P's and Q's adımını denk atmak mind you

dikkatini çekerim

Mind your own business

Sen kendi işine bak

mind

1.us, akıl, 2.kafa, anlak, zekâ, 3.bellek, anımsama, hafıza, 4.dikkat, akıl, 5.düşünce, kanı, fikir, 6.eğilim, 7.kafalı adam, zeki insan, beyin, 8.dikkat etmek, 9.aldırmak, önem vermek, 10.bakmak, ilgilenmek, 11.karşı çıkmak, karşı koymak

mind-bender

şaşırtıcı şey, hayal kurduran ilaç

minded

istekli, niyetli

mindful

-e dikkat eden, önem veren

mindless

1.sersem, akılsız, aptal, 2.dikkat etmeyen, aldırış etmeyen, dikkatsiz

mine detector

mayın detektörü

mine layer

mayın gemisi

mine shaft

maden kuyusu

mine sweeper

mayın temizleyici

mine sweeping

mayın tarama

mine

1.adl. benim, benimki, 2.maden ocağı, 3.mayın, 4.(maden, vb.) çıkarmak, 5.maden ocağını işletmek, 6.mayın döşemek

minefield

mayın tarlası

minelayer

(denize mayın döşeyen) mayın gemisi/uçağı

miner

1.maden işçisi, 2.mayın döşeyen asker

miner's helmet

baret, başlık

miner's lamp

madenci lambası

mineral acid

anorganik asit, mineral asit

mineral carbon

grafit

mineral coal

taşkömürü, madenkömürü

mineral deposit

maden damarı, maden yatağı

mineral fertilizer

mineral gübre

mineral mordant

mineral mordan

mineral oil

mineral yağı, madeni yağ

mineral salts

madensel tuzlar

mineral spring

1. maden kaynağı, maden yatağı, 2. madensuyu kaynağı

mineral springs

kaplıca

mineral water

madensuyu

mineral

mineral

mineralization

madenleştirme

mineralize

1. mineralleştirmek, 2. taşlaştırmak

mineralogy

mineraloji

minestrone

etli ve sebzeli çorba

mingle

1.karıştırmak, katmak, 2.karışmak, katılmak

mingler

mayşe kazanı

mini

küçük, mini

miniature

minyatür

miniaturist

minyatürcü

miniaturization

minyatürleştirme

miniaturize

küçültmek

minibus

minibüs

minicomputer

minibilgisayar

minify

küçültmek, önemini azaltmak

minikin

1. yapmacık, 2. çok az, azıcık

minimal pair

en küçük çift

minimal value

en küçük değer

minimal

en az, en küçük

minimize

1.en aza indirgemek, azaltmak, 2.küçümsemek, önemsememek

minimum price

taban fiyat

minimum rate

asgari ücret

minimum value

minimum değer

minimum wage

asgari ücret

minimum

1.en küçük miktar, en düşük derece

mining company

maden şirketi

mining engineer

maden mühendisi

mining engineering

maden mühendisliği

mining school

maden okulu

mining

madencilik

minion

1. yardakçı, köle, 2. dalkavuk

miniskirt

mini etek

Minister of Commerce Ticaret Bakanı Minister of Communications

Ulaştırma Bakanı

Minister of Finance

Maliye Bakanı

Minister of Foreign Affairs

Dışişleri Bakanı

Minister of Justice

Adalet Bakanı

Minister of Labour

1. Çalışma Bakanı, 2. çalışma bakanı

Minister of National Defence

Milli Savunma Bakanı

Minister of National Education

Milli Eğitim Bakanı

Minister of Public Health and Welfare

Sağlık Bakanı

Minister of State

Devlet Bakanı

Minister of the Interior içişleri Bakanı Minister of Tourism and Information

Turizm ve Tanıtma Bakanı

minister

1.bakan, 2.orta elçi, 3.papaz

ministerial bill

hükümet tasarısı

ministerial

ministerial

bakana ait

ministration

yardım, hizmet

Ministry of Agriculture Tarım Bakanlığı Ministry of Commerce Ticaret Bakanlığı Ministry of Communications

Ulaştırma Bakanlığı

Ministry of Culture and Kültür ve Turizm Bakanlığı Tourism Ministry of Customs and Monopolies

Gümrük ve tekel Bakanlığı

Ministry of Defence

Milli Savunma Bakanlığı

Ministry of Development and Housing

imar ve iskan Bakanlığı

Ministry of Education

Milli Eğitim Bakanlığı

Ministry of Energy and Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı Natural Resources Ministry of Finance

Maliye Bakanlığı

Ministry of Foreign Affairs

Dışişleri Bakanlığı

Ministry of Forestry

Orman Bakanlığı

Ministry of Health

Sağlık Bakanlığı

Ministry of Industry and Technology

Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı

Ministry of Industry

Sanayi Bakanlığı

Ministry of Interior

içişleri Bakanlığı

Ministry of Justice

Adalet Bakanlığı

Ministry of Labour

Çalışma Bakanlığı

Ministry of National Defense

Milli Savunma Bakanlığı

Ministry of Public

Ministry of Public Health and Welfare

Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı

Ministry of Public Works

Bayındırlık Bakanlığı

Ministry of Reconstruction and Housing

imar ve iskan Bakanlığı

Ministry of State

Devlet Bakanlığı

Ministry of Tourism and Information

Turizm ve Tanıtma Bakanlığı

Ministry of Transportation

Ulaştırma Bakanlığı

Ministry of Village Affairs

Köy işleri Bakanlığı

Ministry of Youth and Gençlik ve Spor Bakanlığı Sports ministry

1.bakanlık, 2.papazlık

minium

1. sülüyen, miniyum, 2. parlak kırmızı

mink

1.vizon, 2.vizon kürk

minnow

golyan balığı

minor key

minör anahtarı

minor league

ikinci lig

minor planet

küçük gezegen

minor premise

küçük önerme

minor

1.daha küçük, daha az, 2.önemsiz, küçük, ikincil, 3.minör, 4.ergin olmayan çocuk

minority government

azınlık hükümeti

minority party

azınlıklar partisi

minority rights

azınlık hakları

minority school

azınlık okulu

minority

azınlık

minster

büyük kilise

minstrel

minstrel

ortaçağ halk ozanı

minstrelsy

saz şairliği

mint julep

naneli viski

mint mark

darphane müdürünün mühürü

mint

1.nane, 2.nane şekeri, 3.darphane, 4.yığın, para yığını, büyük para, 5.(madeni para) basmak

mintage

basılan para, para basma ücreti

minuend

(matematik) çıkartılan

minus infinite

eksi sonsuz

minus sign

eksi işareti, eksi imi

minus

eksi

minuscule

çok küçük

minute book

tutanak

minute hand

yelkovan, dakika kolu

minute

1.dakika, 2.kısa süre, an, 3.çok küçük, 4.çok titiz, ayrıntılı, dikkatli

minutely

dikkatle

minuteness

ufacık olma

minutes of the proceedings

tutanak

minutes

tutanak

minutiae

önemsiz ayrıntılar, incelikler

minx

arsız kız, haspa

Miocene

1. miyosen, 2. miyosen

miosis

gözbebeği büzülmesi

miracle play

ortaçağa mahsus dini piyes

miracle

mucize

miraculous

mucizevi, şaşılacak

mirage

serap, ılgın

mire

1. pislik, 2. çamur, batak, 3. çamura batırmak, kirletmek

mirror galvanometer

aynalı galvanometre

mirror glass

mirror glass

ayna camı

mirror image

ayna görüntüsü

mirror writing

ters yazı

mirror

1.ayna, gözgü, 2.yansıtmak, aksettirmek

mirth

neşe, sevinç, gülme

mirthful

şen, eğlenceli, neşeli

mirthless

neşesiz

miry

1. çamurlu, 2. kirli

misadventure

kaza, talihsizlik

misadvise

kötü öğüt vermek

misalign

yanlış ayarlamak

misalliance

yanlış evlilik

misanthrope

insanlardan kaçan/nefret eden kimse

misanthropic

insanlardan kaçan/nefret eden

misanthropy

insandan kaçma/nefret etme

misapplication

yanlış uygulama

misapply

yanlış kullanmak

misapprehend

yanlış anlamak

misapprehension

yanılma

misappropriate

kötüye kullanmak

misappropriation

kötüye kullanma, zimmete geçirme

misbegotten

piç, gayri meşru, alçak

misbehave

terbiyesizlik, etmek, kötü davranmak

misbehaviour

kötü davranış, terbiyesizlik

misbelief

yanlış itikat, imansızlık

misbeliever

kâfir, zındık, imansız

miscalculate

yanlış hesaplamak

miscall

yanlış isim vermek

miscarriage of justice

adli hata

miscarriage

miscarriage

1.çocuk düşürme, düşük, 2.başarısızlık

miscarry

1.(çocuk) düşürmek, düşük yapmak, 2.başarısız olmak, boşa gitmek, suya düşmek

miscegenation

ırk karışımı

miscellaneous

çeşitli

miscellany

derleme

mischance

şanssızlık, talihsizlik

mischief

1.yaramazlık, 2.hasar, zarar

mischief-maker

arabozan, ortalığı karıştıran, fesatçı

mischievous

1. hain, zararlı, 2. yaramaz, afacan, 3. haylaz

mischievousness

1. hainlik, 2. yaramazlık, afacanlık

miscibility

karışabilirlik, karışırlık

miscible

karışabilir, karışır

misconceive

yanlış anlamak

misconception

yanlış anlama

misconcieve

yanlış anlamak

misconduct in office

görevi kötüye kullanma

misconduct oneself

kötü davranışta bulunmak

misconduct

kötü davranış, terbiyesizlik

misconstruction

yanlış anlama

misconstrue

yanlış anlamak, ters anlam vermek

miscount

yanlış saymak, yanlış hesap etmek

miscreant

zalim, vicdansız

misdeed

kötülük, kötü davranış, kabahat

misdemean

kötü harekette bulunmak

misdemeanour

hafif suç

misdirect

yanlış yön göstermek, yanlış yola sokmak

misdirection

yanlış öğüt

mise en scene

mizansen, sahne düzeni

miser

hkr. cimri, para canlısı

miserable

miserable

1.mutsuz, perişan, sefil, 2.kötü, berbat

miserliness

1. cimrilik, hasislik, 2. para hırsı

miserly

cimri, hasis, pinti

misery

mutsuzluk, sefalet, ıstırap

misfeasance

yolsuzluk, suiistimal

misfire

1.(silah) tutukluk yapmak, 2.suya düşmek, bekleneni vermemek

misfit

çevresine uymayan kimse

misfortune

şansızlık, talihsizlik, felaket, kaza

misgiving

kuşku, kaygı

misgovern

(ülkeyi) kötü yönetmek

misgovernment

kötü idare, beceriksiz idare

misguide

yanlış yola saptırmak

misguided

yanlış yola sapmış, yanlış

mishandle

kötü kullanmak, hor kullanmak

mishap

aksilik, terslik, talihsizlik, kaza

mishmash

karmakarışıklık

misinform

-e yanlış bir şey söylemek, yanlış bilgi vermek

misinformation

yanlış bilgi

misinterpret

yanlış anlamak, yanlış yorumlamak

misinterpretation

1. yanlış yorum, 2. yanlış tercüme, yanlış anlam

misjudge

yanlış hüküm vermek, yanlış değerlendirmek

mislay

nereye koyduğunu unutmak

mislead

yanlış yola sevketmek, saptırmak, yanıltmak

misleading

yanıltıcı, yanlış

mismanage

kötü yönetmek

mismanagement

1. kötü yönetim, 2. kötü idare

mismatch

1.uygunsuzluk, uymama, 2.birbirine uymamak

misname

yanlış isim koymak

misnomer

yanlış ad, yanlış adlandırma

misogamy

misogamy

evlilikten nefret

misogynist

kadın düşmanı

misoneism

yenilik korkusu, değişiklik korkusu

misplace

1.yanlış yere koymak, 2.nereye koyduğunu unutmak

mispresentation

yanlış beyan

misprint

baskı hatası

misprision

vazifeyi suistimal, bir suça göz yumma

mispronounce

yanlış telaffuz etmek

mispronunciation

yanlış telaffuz

misquotation

yanlış aktarma

misquote

yanlış yazmak, yanlış nakletmek

misread

yanlış okumak, yanlış anlamak ya da yorumlamak

misrepresent

saptırmak

misrepresentation

yalan beyan

misrule

kötü idare etmek

miss out

kapsamamak, içine almamak

miss the boat

fırsatı kaçırmak, vapuru kaçırmak

miss the mark

hedefi tutturamamak

miss the point

Miss

meseleyi kavramamak 1.vuramamak, ıskalamak, 2.kaçırmak, yetişememek, 3.özlemek, 4.yokluğunu keşfetmek, olmadığının farkına varmak, 5.vuramama, ıskalama, ıska, 6.hanımefendi, bayan (evlenmemiş bayanlara hitap ederken) Bayan

misshape

kötü biçim vermek

misshapen

biçimsiz, şekilsiz, bozuk şekilli

missile

1.füze, 2.mermi

missing link

noksan halka

missing

kayıp, yitik, eksik, namevcut

mission

1.özel görev, misyon, 2.kurul, misyon, 3.misyonerler kurulu

missionary

misyoner

missis

1. metres, 2. eş, hanım, bizimki

miss

missive

resmi mektup

misspell

harflerini yanlış söylemek

misspend

israf etmek, boşa harcamak

misstate

yanlış ifade etmek

missy

gençkız, bayan

mist

1.sis, duman, 2.buğu, 3.(over/up ile)buğulanmak, buğulandırmak

mistake for

-e benzetmek

mistake

1.yanlış anlamak, 2.(for ile) -e benzetmek, 3.şaşırmak, karıştırmak, 4.yanlış, hata, 5.yanılma, yanlışlık

mistaken

1.yanılmış, 2.yanlış, hatalı, yersiz

Mister

Bay

mistime

zamanı yanlış ayarlamak, vakitsiz yapmak

mistiness

1. sis, duman, 2. karanlık, bulanıklık

mistletoe

ökseotu

mistral

mistral

mistranslate

yanlış tercüme etmek, yanlış çevirmek

mistreat

kötü davranmak

mistress

1.evin hanımı, 2.kadın öğretmen, 3.metres

mistrust

1.güvenmemek, 2.güvensizlik

mistrustful

güvensiz, kuşkulu

misty

sisli, puslu

misunderstand

yanlış anlamak

misunderstanding

yanlış anlama, yanlış anlaşılma, karışıklık

misuse

1.yanlış yerde kullanmak, kötü kullanmak, 2.kötüye kullanmak, 3.yanlış kullanma, 4.kötüye kullanma, suistimal

mite

1.kene, peynir kurdu, uyuz böceği, 2.(zavallı) çocuk, yavrucak

miter

Aİ, bkz. mitre

mitigate

hafifletmek, azaltmak

mitigating causes

cezayı hafifletici nedenler

mitigation

1. hafifletme, 2. azaltma, 3. yumuşatma

mitochondrion

mitokondri

mitosis

mitoz

mitrailleuse

mitralyöz, makineli tüfek

mitral valve

mitral kapakçık, ikili kapakçık

mitral

mitral, ikili kapakçık

mitre box

şev gönyeyi kesme kutusu

mitre gear

şev dişli, konik dişli

mitre joint

şev köşe geçmesi

mitre saw

şev testeresi, gönye testeresi

mitre square

şev gönye

mitre valve

konik valf

mitre wheel

konik dişli

mitre

piskoposların giydiği uzun başlık

mitt

1.parmaksız eldiven, 2.el

mitten

parmaksız eldiven

mittimus

hapis cezası, memuriyetten çıkarma

mix up

karıştırmak, düzenini bozmak

mix

1.karıştırmak, 2.karışmak, 3.kaynaşmak, uyum sağlamak, 4.karışım, birleşim

mix-up

1. karışıklık, kargaşa, telaş, 2. karışık durum

mixed base notation

karışık taban yazımı

mixed blood

1. karışık kan, 2. melez

mixed committee

karma komite

mixed crystal

karışık kristal

mixed doubles

karışık çiftler

mixed economy

karma ekonomi

mixed fertilizer

karma gübre

mixed forest

karışık orman

mixed juice

karışık usare

mixed language

karma dil

mixed manure

karma gübre

mixed policy

mixed policy

karma sigorta poliçesi

mixed radix

karışık taban

mixed yarn

karışık iplik

mixed

karışık, karma, çeşitli

mixer console

reji masası, yönetim masası

mixer

1.karıştırıcı, mikser, 2.herkesle hemen kaynaşıveren kimse, sokulgan kimse

mixing apparatus

karıştırma cihazı

mixing console

karıştırma masası, bileştirme masası

mixing

1. karıştırıcı, karıştıran, 2. karıştırma, karma

mixture

1.karışım, 2.karışma, karıştırma

mizzen

mizana yelkeni

mizzle

1. çiseleme, 2. ince ince yağmak, çiselemek

mnemonic code

anımsatıcı kod

mnemonic symbol

anımsatıcı simge

mnemonic

1.bellekle ilgili, hafızaya ait, 2.belleği güçlendiren, hafızaya yardımcı

moan

1.inilti, 2.sızlanma, dırdır, 3.inlemek, 4.hkr. ağlamak, sızlanmak, zırıldamak

moat

hisar hendeği

mob low

linç kanunu

mob

1.çete, 2.serseri grubu, 3.gürültücü kalabalık, 4.çevresini sarmak, başına üşüşmek, etrafına toplanmak

mobile control room

naklen yayın aracı

mobile crane

seyyar vinç

mobile force

çevik kuvvet

mobile home

karavan, gezerev

mobile phone

cep telefonu

mobile

1.hareket eden, oynak, 2.seyyar, gezici, 3.rüzgârın etkisiyle hareket eden küçük süs eşyası

mobility

1. hareketlilik, devinim, devingenlik, 2. değişkenlik

mobilization

seferberlik

mobilize

silah altına almak, seferber etmek

mobsman

gangster

mobster

mobster

gangster

moccasin

makosen

mocha

Yemen kahvesi

mock

1.alay etmek, eğlenmek, 2.taklidini yapmak, maskara etmek, 3.yapmacık, sahte

mockery

1.alay, 2.gülünç taklit, 3.maskaralık, komedi, rezalet

mocking

1. alaycı, 2. alay etme

mockingbird

alaycı kuş

mod

şık

modal

1.(can, must gibi) kip belirteci, 2.s, kiplerle ilgili, kip

modality

1. kiplik, 2. şekil, keyfiyet

modalization

kipleştirme, kipselleştirme

mode of payment

ödeme şekli

mode transformer

mod çevirici, mod transformatörü

mode

tarz, yol, biçim

model airplane

model uçak

model on

-e örnek almak

model

1.örnek, model, 2.model, manken, 3.kalıp, 4.tip, model, 5.modelini yapmak, kalıbını çıkarmak, 6.modellik etmek, modellik yapmak

modem

modem

moderate

1.orta, 2.görüşleri aşırıya kaçmayan, ılımlı, 3.ılımlı kimse, makul kimse, 4.hafifletmek, azaltmak, 5.hafiflemek, azalmak

moderately

bir dereceye kadar, kısmen, biraz

moderateness

ılımlılık

moderation

ılımlılık

moderator

1. moderatör, ılımlayıcı, 2. arabulucu, başkan, reis

modern

çağdaş, modern

modernism

çağcılık, modernlik, yenilik, ilericilik

modernist

yenilik taraftarı

modernity

çağdaşlık, modernlik, yenilik

modernization

modernleş(tir)me, çağdaşlaştırma

modernize

yenileştirmek, modernize etmek

modest

modest

1.alçakgönüllü, 2.ılımlı, makul, 3.sade, yalın, gösterişsiz

modesty

alçakgönüllülük

modicum

bir parça, azıcık miktar

modifiable

değiştirilebilir

modification

değiştirme, değişiklik

modifier

anlam değiştirici, niteleyici

modify

değişiklik yapmak, değiştirmek

modish

modaya uygun, moda

modiste

kadın terzisi/şapkacısı

modular system

modüler sistem

modular

modüler

modularity

modülerite, birimsellik

modulate

modüle etmek, ayarlamak

modulated beam

modüle elektron demeti, kiplenik demet

modulating wave

modüle edici dalga, kipleyici dalga

modulation meter

modülometre

modulation

modülasyon, kiplenim

modulator

modülatör, kipleyici

module construction

modül yapı

module

1.ölçü birimi, 2.modül mobilya, 3.(uzay aracında) modül

modulus of elasticity

esneklik modülü

modulus of rupture

kopma modülü

modulus

1. modül, 2. oran birimi

modus operandi

icra yolu, hareket tarzı

modus vivendi

1. geçici anlaşma, 2. yaşayış tarzı

Mogol

Moğol

mogul

çok zengin iş adamı

mohair wool

moher yünü

mohair

tiftik

Mohammedan

Mohammedan

Müslüman

moiety

1. yarım, yarı, 2. küçük parça, kısım, 3. hisse

moil

1. ağır iş, yorucu iş, 2. çalışıp didinmek

moire calender

muare kalenderi

moire effect

muare etkisi

moiré

1.harelendirmek, 2.hareli, 3.hareli kumaş

moist

rutubetli, nemli

moisten

nemlendirmek, rutubetlendirmek, ıslatmak

moistener

nemlendirici

moistening

nemlendirme, rutubetlendirme

moistness

nem, rutubet

moisture resistance

neme karşı dayanıklılık

moisture resistant

neme karşı dayanıklı

moisture

rutubet, nem

moisturizer

nemlendirici

molality

molallik

molar conductance

molar iletkenlik

molar conductivity

molar iletkenlik

molar heat

molar ısı

molar motion

kütlesel hareket, kütlesel devinim

molar tooth

öğütücü diş, azıdişi

molar

azıdişi

molarity

molarite, molarlık

molasses

şeker pekmezi, melas

mold

Aİ, bkz. mould

mole cricket

danaburnu

mole plough

mol pulluğu, drenaj pulluğu

mole

1.ben, 2.köstebek, 3.muhbir, ajan

molecular association

moleküler birleşme

molecular attraction

molecular attraction

moleküler çekim

molecular biology

moleküler biyoloji

molecular bond

moleküler bağ

molecular current

moleküler akım

molecular energy

moleküler enerji

molecular formula

molekül formülü

molecular mass

moleküler kütle

molecular structure

molekül yapısı

molecular theory

molekül teorisi

molecular weight

molekül ağırlığı

molecular

1. moleküler, 2. moleküle ait, moleküllü

molecule

molekül, özdecik

molehill

köstebek tepeciği

moleskin

1. moleskin, köstebek kürkü, 2. kadife pantolon

molest

1.saldırmak, rahatsız etmek, 2.ört. sarkıntılık etmek

molestation

1. cinsel taciz, 2. tecavüz

mollification

yumuşatma, teskin

mollify

yumuşatmak, yatıştırmak, sakinleştirmek

mollusc

yumuşakça

molluscan

1. yumuşakçalarla ilgili, 2. yumuşakça

mollycoddle

1. hanım evladı, 2. üstüne titremek, nazlı büyütmek

molotov cocktail

molotofkokteyli

molt

Aİ. bkz. moult

molten metal

erimiş metal

molten

erimiş, dökme

molto

çok

molybdate

molibdat

molybdenite

molibdenit

molybdenum

molibdenum, molibden

mom

mom

Aİ, anne

moment of flexion

eğilme momenti

moment of force

kuvvet momenti

moment of inertia

eylemsizlik momenti, atalet momenti

moment of truth

önemli karar anı

moment

1.kısa süre, an, 2.önem

momentarily

bir anlık, geçici olarak

momentary

bir anlık, geçici

momently

her an, bir an için

momentous

önemli, ciddi

momentum

1.moment, devinirlik, 2.hız

momism

anneye aşırı bağlılık

momma

1.ana, anne, 2.arg. kadın, karı

mommy

Aİ. anne

monachism

ruhbaniyet

Monaco

Monako

monad

1. monad, 2. tek hücreli organizma, 3. zerre, atom

monadic

monadik

monadnock

monadnok, sertgen

monadry

tek kocalılık, tek evlilik

monandrous

1. tek kocalı, 2. tek ercikli

monar'chical

krallık usulüne ait

monarch

tekerk, mutlak hükümdar

monarchic

monarşik

monarchism

1. monarşi, tekerklik, 2. krallık sistemi

monarchist

krallık taraftarı

monarchy

tekerki, monarşi

monastery

manastır

monasticism

manastır hayatı

monastomic

monastomic

tek atomlu

monazite

monazit

Monday

Pazartesi

moneme

anlambirim

monetarism

parasalcılık, monetarizm

monetary erosion

para erozyonu

monetary policy

para politikası

monetary system

para sistemi

monetary unit

para birimi

monetary

parasal

monetize

para basmak, para çıkarmak

money box

kumbara

money changer

döviz alım satımcısı

money grubber

açgözlü, para canlısı

money grubbing

paragöz, açgözlü

money in circulation

dolaşımdaki para, tedavüldeki para

money income

parasal gelir

money lender

borç veren, faizci, murabahacı, mukriz

money making

para getiren

money market

para piyasası

money no object

para problem değil

money on hand

eldeki para

money order

para havalesi, havale emri

money supply

para arzı

money

1.para, 2.servet

moneybag

para çantası

moneybags

zengin kimse

moneychanger

sarraf

moneyed

paralı, zengin

moneylender

moneylender

tefeci

monger

perakendeci tüccar

mongol

mongol

Mongolia

Moğolistan

Mongolian

Moğolca

mongrel

melez, kırma

moniker

takma ad, lakap

moniliform

tespih şeklinde

monism

monizm, bircilik

monition

1. uyarı, ihtar, 2. davet, bildirim, 3. uyarma, ikaz

monitor display

monitör göstericisi

monitor roof

tepe aydınlıklı çatı

monitor

1.sınıf başkanı, 2.monitör, denetlik, 3.(yayın, telsiz, vb.) izlemek, denetlemek, dinlemek

monitory

uyarıcı, ikaz edici

monk

keşiş, rahip

monk-hood

keşişlik

monkey business

dolap, hile, üçkâğıt

monkey engine

şahmerdan makinesi

monkey flower

miskotu

monkey wrench

ingiliz anahtarı

monkey

1.maymun, 2.yaramaz çocuk, afacan

monkfish

kelerbalığı

monkshood

boğanotu

mono

mono

monoatomic

monoatomik, tekatomlu

monobasic

tekbazlı, monobazik

monobloc

monoblok, tek gövdeli

monochromatic

monokromatik, tekrenkli

monochrome television siyah-beyaz televizyon monochrome

monochrome

1.tek renkli, 2.(TV) siyah-beyaz

monocle

tek gözlük, monokl

monoclinal

monoklinal

monocline

eğik yapı

monoclinic

(kristal) monoklinik

monocoque

monokok

monocotyledon

tekçenekli, monokotiledon

monocular

tek gözlü

monoculture

monokültür, tek türlü tarım

monocyte

monosit

monody

tek sesli şarkı, monodi, ses aynılığı

monofilament

monofil

monogamist

tekeşli kimse

monogamous

tekevli

monogamy

tekeşlilik, monogami

monogram

(baş) harflerle yapılan marka

monograph

monografi

monogynous

tek karılı

monolayer

monomoleküler tabaka, tekkatman

monolith

1. tek parça taş, yekpare taş, 2. monolit

monolithic

tek parça taştan, yekpare taştan

monologize

kendi kendine konuşmak

monologue

monolog

monomania

saplantı deliliği, tek bir konu deliliği

monomaniac

sabit fikir delisi

monomer

monomer, tekiz

monometalism

monometaliz, tek maden sistemi

monometallism

para için tek maden standardı

monomial

tekterimli, birterimli

monomolecular

monomolecular

monomoleküler

monophobia

yalnızlık korkusu

monophthongization

tekünlüleşme

monoplane

tek düzlemli uçak

monopole

tek kutup, tekucay

monopolist

tekelci

monopolistic

tekelci

monopolize

tekeline almak

monopoly price

tekel fiyatı

monopoly

tekel

monorail

monoray

monosaccharide

monosakkarit

monosemic

bir tek anlam taşıyan, tekanlamlı

monosemy

tekanlamlılık

monosyllabic language tekheceli dil monosyllabic

tekheceli

monosyllable

tek heceli sözcük

monotheism

tektanrıcılık

monotheist

1. tektanrıcı, 2. tektanrıcılık

monotone

tekdüzelik, monotonluk

monotonic

monoton, tekdüze

monotonous

tekdüze, monoton

monotony

tekdüzelik, monotonluk

monotreme

1. tekdelikli, monotrem, 2. tekdelikli, monotrem

monotype

monotip

monovalent

tekdeğerli

monoxide

monoksit

monsoon

muson

monster

1.canavar, 2.dev, azman, 3.canavar ruhlu kimse

monstrosity

monstrosity

çirkin şey, zevksizlik timsali

monstrous

1.kocaman, dev, 2.iğrenç, rezil, adi

monstrously

canavar gibi

monstrousness

1. canavarlık, 2. korkunçluk

montage

kurgu, montaj

month

ay

monthly

1.ayda bir, aylık, 2.aylık dergi

monticule

tümsek

monument

1.anıt, 2.olağanüstü eser, dev yapıt

monumental

1.anıtsal, 2.çok büyük, muazzam

monzonite

monzonit

moo

1.inek sesi, mö, 2.İİ, arg. aptal kadın

mooch

beleşe konmak, aşırmak

mood

1.ruhsal durum, ruh hali, hava, 2.aksilik, huysuzluk, 3.kip

moodiness

karamsarlık

moody

1.dakikası dakikasına uymaz, değişken, kaprisli, 2.aksi, ters, huysuz

moon about

dalgın dalgın gezinmek

moon away

boşa geçirmek, boşa harcamak

moon

1.ay, 2.uydu

moonbeam

ay ışını

mooncalf

aptal

moonlight

ay ışığı

moonlighter

ek iş yapan kişi

moonlit

ayışığı ile aydınlanmış, mehtaplı

moonrise

ayın doğması

moonshine

1. mehtap, 2. saçma sapan söz, 3. kaçak içki

moonstruck

çılgın, deli

moonwalk

ayda yürüyüş

moony

1. ayla ilgili, 2. dalgın, 3. kaçık, deli

moor cock

moor cock

orman horozu

moor hen

orman tavuğu, su kuşu

moor

1.çalılık arazi, fundalık, arazi, kır, 2.palamarla bağlamak

moorage

1. demirleme ücreti, 2. demir atma

mooring

demirleme, bağlama

moorings

gemi bağlama yeri

moorland

fundalık arazi, kır

moose

Amerika geyiği, mus

moot point

kararlaştırılmamış sorun, tartışma konusu

moot

1. tartışmalı, kuşkulu, 2. tartışma meclisi, idare meclisi, 3. görüşmek, müzakere etmek, ileri sürmek

mop one's brow

alnının terini silmek

mop the floor with sb

birini mat etmek

mop up

silip süpürmek, düşmanı temizlemek

mop

1.saplı tahta bezi, 2.dağınık saç, 3.saplı bezle silmek, 4.bezle kurulamak, silmek

mopboard

süpürgelik, sıvadibi

mope

neşesiz, kederli olmak

moped

motorlu bisiklet, moped

mopish

1. üzüntülü, canı sıkkın, 2. gamlı

moppet

kukla

moquette

1. moket, 2. bir döşemelik kumaş, yünlü halı

moraine

buzultaş, moren

moral defeat

manevi yenilgi

moral obligation

manevi yükümlülük

moral philosophy

ahlak bilimi

moral support

moral takviyesi

moral

1.ahlaklı, törel, 2.dürüst, ahlaklı, 3.manevi, tinsel, 4.alınacak ders, kıssadan hisse, 5.ahlak dersi

morale

moral

moralist

moralist, ahlakçı

morality

ahlaklılık, erdem

moralize

moralize

1. ahlak dersi vermek, 2. ahlakını düzeltmek

morals

ahlak

morass

bataklık

moratorium

borçların ertelenmesi, moratoryum

moratory

moratoryuma ait

morbid

hkr. iğrenç şeylere ilgi duyan, iğrenç

morbidity

hastalık oranı

mordacious

iğneleyici

mordacity

keskinlik, dokunaklılık

mordancy

keskinlik

mordant dye

mordan boyası

mordant

1. mordan, boyasaptar, 2. keskin, iğneli, canyakıcı

more and more

gittikçe, gitgide

more often than not

çoğu zaman, genellikle

more or less

1. aşağı yukarı, yaklaşık, ortalama, 2. oldukça

more than meets the eye göründüğünden fazla more than one

birçok defa

more

daha, daha çok

more's the pity

ne yazık ki

morel

siyah mantar

morello

vişne

moreover

bundan başka, üstelik, zaten

morganatic

dengi olmayan (evlenme)

morgue

morg

moribund

ölmek üzere, ölüm halinde, can çekişmekte

morn

sabah

morning dress

frak

morning gown

sabahlık elbise

morning paper

sabah gazetesi

morning star

morning star

sabah yıldızı

morning

sabah

Moroccan

Faslı

morocco leather

sahtiyan

Morocco

Fas

morocco

maroken

moron

1.gerizekâlı, 2.moron

morose

huysuz, somurtkan, aksi, suratsız

moroseness

1. huysuzluk, aksilik, 2. somurtkanlık

morpheme

morfem, biçimbirim

morphia addict

morfinoman

morphia

morfin

morphine

morfin

morphinist

morfinman

morpho-

(önek) şekil, biçim, yapı

morpho-phonemics

biçimbilimsel sesbilim

morpho-phonology

biçimsel sesbilim

morphogram

morfogram

morphologic

morfolojik, biçimbilimsel

morphological

morfolojik, biçimbilimsel

morphologist

morfoloji uzmanı, biçimbilimci

morphology

morfoloji, biçimbilim

morris dance

bir halk dansı

morrow

yarın

Morse code

Mors alfabesi

morsel

lokma, parça, zerre

mortal remains

cenaze

mortal

1.fani, ölümlü, 2.öldürücü, ölümcül, 3.çok büyük, aşırı, 4.fani, ölümlü, insan

mortality

1.ölümlülük, 2.ölüm oranı

mortally

mortally

öldürücü biçimde

mortar board

harç teknesi

mortar

1.havan, dibek, 2.ask. havan topu, 3.harç, 4.harç ile sıvamak

mortgage bank

ipotek bankası

mortgage bond

ipotekli tahvil, rehinli tahvil

mortgage loan

ipotekli kredi

mortgage

1.rehin, ipotek, 2.rehine koymak, ipotek etmek

mortgagee

ipotekli alacaklı, ipotek alan

mortgager

ipoteğe veren, ipotekli borçlu

mortgagor

ipotek ettiren borçlu

mortice

1. zıvana, dişi, delik, 2. zıvana açmak

mortician

cenaze kaldırıcısı

mortification

1. rezil olma, 2. cezalandırma, 3. kangren, 4. küçük düşme

mortify

küçük düşürmek, utandırmak

mortise and tenon joint zıvanalı geçme mortise chisel

zıvana kalemi

mortise gauge

zıvana ölçüsü

mortise joint

zıvanalı geçme

mortise lock

gömme kilit

mortise

1. yuva, 2. lamba, 3. delik, zıvana, 4. zıvana açmak

mortising machine

zıvana makinesi

mortuary

morg

mosaic disease

mozaik hastalığı

mosaic

mozaik

Moscow

Moskova

Moslem

Müslüman

mosque

cami

mosquito net

cibinlik

mosquito

sivrisinek

moss

moss

yosun

moss-grown

yosunla örtülmüş

mossiness

yosunlaşma

mosstrooper

yağmacı, akıncı

mossy

yosunlu

most

1.en, en çok, 2.çok, pek, son derece, 3.s, adl, en çok, en fazla, 4.çoğu

mostly

çoğunlukla, çoğu, çoğu kez

motel

motel

moth

güve

moth-ball

harp malzemesini depolamak

moth-eaten

eski püskü

mothball

güve ilacı, naftalin

mother aircraft

kumanda uçağı

mother board

ana levha, ana kart

mother country

anavatan, memleket

mother liquor

ana çözelti

mother lode

ana damar

Mother Nature

tabiat ana

mother syrup

ana şurup

mother tongue

anadili

mother wit

sağduyu

mother

1.ana, anne, 2.kaynak, köken, 3.ana, esas, 4.annelik etmek, analık yapmak, 5.hkr. annelik taslamak, 6.doğurmak

mother-in-law

kaynana

mother-of-pearl

1. sedef, 2. sedef

motherhood

annelik

motherly

ana gibi, anaya özgü

mothery

mayalı

mothproof

güveye karşı dayanıklı

mothy

güveli

motif

motif

motif

motile

kendiliğinden hareket edebilen

motility

hareketlilik

motion bar

hareket kolu

motion force

hareket kuvveti

motion picture

sinema filmi

motion

1.devinim, hareket, 2.işaret, 3.önerge, 4.işleme, çalışma, 5.işaret etmek

motional

devimsel, hareketle ilgili

motionless

hareketsiz

motivate

harekete geçirmek, motive etmek

motivated

nedenli, gerekçeli

motivation

neden, güdüleme, güdü, motivasyon

motive power

tahrik gücü

motive

1.neden, güdü, dürtü, 2.devindirici, hareket ettirici

motivity

işletme gücü

motley

çeşit çeşit, yüz çeşit, her tür

motocross

motosiklet yarışı, motokros

motor body

motor gövdesi

motor insurance

trafik kaza sigortası

motor nerve

motor sinir

motor neuron

motor sinir hücresi

motor oil

motor yağı

motor power

motor gücü

motor pulley

motor kasnağı

motor scooter

skuter, hafif motosiklet

motor shaft

motor mili

motor vehicle

motorlu taşıt

motor

1.motor, 2.hareket ettirici, 3.motorlu, 4.otomobille gezmek/gitmek

motor-driven

motorlu

motorbike

motorbike

motosiklet

motorboat

deniz motoru, motor

motorbus

otobüs

motorcade

araba korteji, konvoy

motorcar factory

otomobil fabrikası

motorcar

otomobil, araba

motorcycle

motosiklet

motored

motorlu

motoring

araba kullanma, sürücülük

motorist

otomobil sürücüsü, şoför

motorize

motorla donatmak, motorize etmek

motorized

motorize, motorlu

motorless

motorsuz

motorman

1. vatman, 2. makinist

motorship

dizel motorlu gemi

motorway

otoyol

mottle

1. benek, 2. beneklemek

mottled

benekli, alacalı

motto

düstur, parola, slogan

mouflon

muflon, yabani dağ koyunu

moujik

mujik, Rus köylüsü

mould

1.bahçe toprağı, 2.küf, 3.kalıp, dökme kalıp, 4.kalıba dökmek, kalıba sokmak

mouldboard

saban kulağı, saban bıçağı

moulder

çürümek, dökülmek

mouldiness

1. küf tutma, 2. tekdüzelik

moulding

1. kalıplama, 2. silme, 3. pervaz

mouldy

küflü, küflenmiş

moult

tüylerini dökmek

mound

tümsek, tepecik, yığın

mount a horse

mount a horse

ata binmek

mount guard

nöbetçi olmak

mount Olympus

mountain ash

Uludağ 1.dağ, tepe, 2.binek hayvanı, 3.binmek, 4.çıkmak, tırmanmak, 5.(up ile) yükselmek, 6.monte etmek, takmak, kurmak, 7.kakmak, yerleştirmek, takmak, 8.çerçeve, 9.altlık üvez

mountain chain

dağ silsilesi

mountain cock

çalıhorozu, orman horozu

mountain crystal

neceftaşı

mountain lion

dağ aslanı, puma

mountain range

sıradağ, dağ silsilesi

mountain sickness

yükseklikten gelen rahatsızlık

mountain tourism

dağ turizmi

mountain

dağ

mountained

dağlık

mountaineer

dağcı

mountaineering

dağcılık

mountainous

dağlık

mountebank

şarlatan, sahte doktor

mounted gem

kakma taş

mounted police

atlı polis

mounted troops

süvari, atlı asker

mounted

1. ata binmiş, atlı, 2. binmiş, takılı

mounting

montaj, kurma, takma

mourn

(for/over ile) yasını tutmak

mourner

cenazeye katılan kimse, yaslı kimse

mournful

1.yaslı, 2.hüzünlü, kederli

mourning dress

matem elbisesi

mourning

1.yas, 2.yas giysisi

mouse color

koyu gri

mount

mouse

fare

mouser

avcı kedi

mousetrap

fare kapanı

moustache

bıyık

mousy

1.hkr. sessiz/sıkıcı/çekingen, 2.(saç, kıl) mat kahverengi

mouth cavity

ağız boşluğu

mouth organ

ağız mızıkası, armonika

mouth

1.ağız, 2.giriş yeri, ağız, 3.dırdır etmek, zırlamak, sürekli aynı şeyleri söylemek, 4.dudaklarını kıpırdatmak

mouth-watering

ağız sulandırıcı, nefis

mouthful

1.ağız dolusu lokma, 2.söylenmesi güç ve çok uzun sözcük

mouthorgan

ağız mızıkası

mouthpiece

1.ağızlık, 2.sözcü

mouthwash

gargara

mouthy

geveze

movable bridge

yüzer köprü, hareketli köprü

movable kidney

mobil böbrek

movable property

taşınır mallar, menkul mülkiyet

movable

1.menkul, taşınır, 2.taşınır eşya

move along

ilerlemek

move heaven and earth çalmadık kapı bırakmamak move in

eve taşınmak, yerleşmek

move off

ayrılmak, hareket etmek

move on

1. değiştirmek, yenilemek, 2. göndermek, kovmak

move out

1. evden taşınmak, 2. dışarı çıkmak

move to

1. taşınmak, 2. harekete geçirmek

move with the times

zamana ayak uydurmak 1.hareket ettirmek, kımıldatmak, oynatmak, 2.hareket etmek, kımıldamak, 3.ilerlemek, yürümek, gitmek, 4.ilerlemek, gelişmek, sona yaklaşmak, 5.taşınmak, 6.birlikte olmak, zamanını geçirmek, 7.etkilemek, duygulandırmak, 8.önermek, 9.kımıldama, hareket etme, hareket, 10.(satranç) hamle, 11.taşınma, 12.hareket, girişim

move moveable

bkz. movable

movement

1.hareket, 2.hareket, eylem, faaliyet, 3.tempo, ritm, hareket, 4.bölüm, kısım, 5.mekanizma

mover

hareket ettiren, teklif eden

movie camera

film makinesi, kamera

movie director

film yönetmeni

movie goer

sinemasever

movie projector

gösterici

movie star

film yıldızı

movie

Aİ, film

movies

sinema

moving coil

döner bobin, oynak bobin

moving picture camera film kamerası moving picture

sinema

moving staircase

yürüyen merdiven

moving

1.dokunaklı, acıklı, duygulandırıcı, 2.hareket eden, oynak

mow down

öldürmek, yok etmek

mow

biçmek

mower

çim biçme makinesi

mowing machine

ekin biçme makinesi

Mr

Bay, By

Mrs

(evli) Bayan, Bn

Ms

(bekâr) Bayan, Bn

mu

Yunan alfabesinde m harfi

much ado about nothing

kuru gürültü

much as

-e rağmen

much in request

revaçta, tutulan

much of a muchness

Ayvaz kasap hep bir hesap

much the same

hemen hemen aynı

much to my regret

üzülerek söyliyeyim, maalesef

much

1.çok, köp, 2.hemen hemen, birçok yönden, 3.pek, 4.çok, fazla

muchly

hayli, oldukça

mucilage

zamk

mucin

musin

muck about

aptalca davranmak, saçmalamak

muck around

aptalca davranmak, saçmalamak

muck in

birlikte çalışmak

muck up

1. pisletmek, kirletmek, 2. berbat etmek, içine etmek

muck

1.pislik, 2.hayvan boku, gübre

mucker

1. çamur kimse, pislik kimse, 2. kaba kimse

muckrake

skandal yaratmak

mucous membrane

sümükdoku, mukoza

mucous

1. sümük salgılayan, 2. balgamlı, sümüklü

mucus

sümük

mud dredger

çamur ekskavatörü

mud flat

çamur tabakası

mud

çamur

muddiness

pislik, çamurluluk

muddle through

üstesinden gelmek, atlatmak

muddle up

dağıtmak, karıştırmak

muddleheaded

1.karışıklık, dağınıklık, düzensizlik, karmaşa, 2.şaşkınlık, sersemlik, 3.(up ile) dağıtmak, karıştırmak, 4.kafasını karıştırmak, şaşkına çevirmek sersem, kalın kafalı, geri zekalı

muddy

çamurlu

mudguard

İİ. çamurluk

muezzin

müezzin

muff

1. manşon, 2. el kürkü, 3. becerememek

muffle

(sesi) boğmak, hafifletmek

muffler

1.atkı, fular, 2.Aİ. susturucu

mufti

1. müftü, 2. sivil elbise

muddle

mug

1.kulplu bardak, maşrapa, 2.bir maşrapa dolusu, 3.arg. yüz, surat, 4.İİ, enayi, avanak, 5.saldırıp, soymak

mugger

1. soyguncu, 2. Hint timsahı

mugginess

1. sıcaklık, rutubet, 2. bunaltı

muggins

ahmak, budala

muggy

(hava) kapalı, boğucu, bunaltıcı

Muhammadan

Müslüman

mulberry

dut

mulch

saman ya da kuru yaprak örtüsü

mulct

1. cereme, 2. dolandırmak

mule

katır

muleteer

katırcı

mull over

üzerinde düşünmek

mull

(bira ya da şarabı) baharatla kaynatmak

mullah

molla

mullein

sığırkuyruğu

muller

havaneli, öğütme taşı

mullet

tekir balığı

mulligan

güveç

mullion

pencere bölmesi

mullite

mullit

multangular

çok açılı, poligonal

multi-

(önek) çok

multi-access

çoklu erişim

multi-address

çoklu adres

multi-band

çok-bantlı

multi-blade

çok kanatlı

multi-purpose

çok maksatlı

multicellular

çökgözeli, çok hücreli

multichannel

çok kanallı, çok oluklu

multicolour

çok renkli

multicoloured

çok renkli, alaca

multidimensional

çok boyutlu

multidrop line

çok bağlantılı hat

multifactorial

1. çok genli, 2. çoketmenli

multifarious

çeşitli, türlü, çeşit çeşit

multifilament

çok filamentli

multiform

çeşitli biçimlerde görünen, çok biçimli

multifunction

çok fonksiyonlu, çok işlevli

multilateral

çok yanlı

multilateralism

çok yanlılık

multilayer

çok tabakalı

multilevel

çok düzeyli, çok seviyeli

multilingual

1.bir çok dili kapsayan, çok dilli, 2.bir çok dil konuşabilen

multilingualism

çokdillilik

multimeter

multimetre

multimillionaire

mültimilyoner

multinational bank

çokuluslu banka

multinational corporation

çokuluslu şirket

multinational

çokuluslu

multinomial

1. çok terimli, 2. katlıterim, maltinomiyal

multiphase

1. çok aşamalı, 2. çok fazlı, çokevreli

multiplane

1. çok düzlemli, 2. çok kanatlı uçak

multiple access

çoklu erişim

multiple address

çok adres

multiple circuit

çok katlı devre

multiple production

seri üretim

multiple root

çokkatlı kök

multiple sclerosis

multiple sclerosis

çoklu sertleşim, multipl skleroz

multiple shop

şube, mağaza zincirinden biri

multiple tool lathe

çok takımlı torna

multiple valued

çokdeğerli

multiple

1.çok, birçok, çeşitli, 2.kat

multiple-choice

çoktan seçmeli

multiple-purpose

çok maksatlı

multiplet

multiplet, çoklu

multiplex

1. katmerli, 2. çok katlı şey, kat kat

multipliable

çoğaltılabilir

multiplicand

(matematik) çarpılan

multiplicate

çoklu

multiplication table

çarpım tablosu, çarpma çizelgesi

multiplication

1.çarpım, 2.artış, çoğalma

multiplicative

çarpımsal, çarpmayla ilgili

multiplicity

çokluk, çeşitlilik

multiplier

(matematik) çarpan

multiply

1.(by ile) çarpmak, 2.çoğalmak, 3.çoğaltmak, 4.üremek

multipoint

çok noktalı

multipolar

çok kutuplu, çokucaylı

multiposition

çok konumlu

multiprocessing

çoklu işlem

multiprocessor

çoklu işlemci

multiprogramming

çoklu programlama

multiracial

çok ırklı

multistage

çok aşamalı, çok kademeli

multistation

çok istasyonlu

multistorey

(bina) çok katlı

multitasking

çokgörevli

multitude

multitude

çok sayı, çokluk, kalabalık

multitudinous

çok, pek çok

multivalent

çokdeğerlikli, polivalan

multivariate

çokdeğişkenli

mum

İİ, anne

Mum's the word

Aman kimse duymasın

mumble

mırıldanmak, ağzında gevelemek

mumbojumbo

anlamsız ve karışık söz, put

mummer

maskeli aktör

mummery

1. soytarılık, 2. maskaralık, anlamsız tören

mummification

mumya yapma, mumyalaşma

mummify

mumyalamak

mummy

1.mumya, 2.İİ, anne

mump

surat asmak

mumps

kabakulak

munch

hatır hutur yemek

mundane

günlük, olağan, sıradan, sıkıcı

mungo

mungo, paçavra yünü, rejenere yün

municipal administration

yerel yönetim

municipal board

belediye encümeni

municipal corporation

yerel yönetim

municipal council

belediye kurulu

municipal elections

belediye seçimleri

municipal police

belediye zabıtası

municipal

belediye/kent ile ilgili

municipality

belediye

munificence

cömertlik, eliaçıklık

munificent

cömert, eliaçık

muniment

muniment

senet, vesika

munitions

ask. mühimmat, cephane

mural

duvara yapılmış resim, duvar resmi, fresk

murder in the first degree

taammüden adam öldürme

murder

1.adam öldürme, cinayet, 2.çok zor iş, ölüm, 3.katletmek, öldürmek, 4.içine etmek, katletmek

murderer

katil

murderess

kadın katil

murderous

cinaî, öldürücü

murex

dikenli salyangoz

muriatic acid

tuzruhu

murky

1.karanlık, nahoş, 2.utanç verici, karanlık

murmur

1.mırıldanma, mırıltı, 2.söylenme, mızmızlanma, 3.mırıldanmak, 4.homurdanmak, söylenmek

murmurous

uğultulu, homurtulu

murphy

patates

muscle fatigue

kas yorgunluğu

muscle spasm

kas spazmı

muscle tone

kas tonusu

muscle

1.kas, adale, 2.güç, kuvvet

muscle-bound

kasları çok gelişmiş

muscovite

1. muskovit, 2. mika

muscular atrophy

kas atrofisi

muscular coordination kas kooridanasyonu muscular force

kas kuvveti

muscular system

kas sistemi

muscular tissue

kas dokusu

muscular

1.kaslarla ilgili, 2.kaslı, adaleli, güçlü

muscularity

kasların gelişmiş olması

musculature

adale yapısı

muse

muse

(over/up/upon ile) derin derin düşünmek, derin düşüncelere dalmak

museum

müze

mush

ezme

mushroom bulb

mantar biçiminde ampul

mushroom cloud

mantar biçiminde nükleer bulut

mushroom house

gecekondu

mushroom town

mantar kent

mushroom

1.mantar, 2.mantar gibi bitmek, hızla çoğalmak

mushy

1. lapa gibi, yumuşak, 2. aşırı duygusal

music box

müzik kutusu

music hall

müzikhol

music set

müzik seti

music stand

nota sehpası

music stool

piyano iskemlesi

music

1.müzik, 2.nota, makam

musical

1.müzikal, müzikle ilgili, müzikli, 2.müzik sever, müziğe yetenekli, 3.tatlı, hoş, uyumlu, 4.müzikal

musicale

özel resital

musicalness

müzik yeteneği

musician

müzisyen

musicology

müzikbilim

musk deer

misk geyiği

musk ox

misk sığırı

musk plant

misk otu

musk rat

misk sıçanı

musk rose

misk gülü

musk

misk

muskeg

yosunlu bataklık

musket

eski tip tüfek

musketeer

silahşör

muskmelon

muskmelon

şamama, miskkavunu

muskrat

misksıçanı

musky

misk kokulu

Muslim

Müslüman

muslin

muslin

muss

1. karışıklık, düzensizlik, 2. kargaşa, 3. buruşturmak, karıştırmak

mussel

midye

must

1.(zorunluluk, gereklilik belirtir) -meli, -malı, 2.(tahmin belirtir) -meli, -malı, 3.gerekli şey, yapılması gereken şey

mustache

Aİ. bıyık

mustang

mustang, küçük ve vahşi bir tür Amerikan atı

mustard gas

iperit, hardal gazı

mustard plaster

hardal yakısı

mustard seed

hardal tohumu

mustard

hardal

muster roll

ordu defteri

muster

1.toplanmak, bir araya gelmek, 2.toplamak

mustiness

1. küflülük, 2. eskilik, köhnelik

musty

küf kokulu, küflü

mutability

1. değişebilirlik, 2. kararsızlık

mutable

değişebilir, kararsız

mutagen

mutasyona yol açan madde

mutant

1. mutasyona uğramış, 2. mutasyona uğramış gen

mutate

değişmek, dönüşmek

mutation

1.değişme, dönüşme, 2.değişinim, mutasyon

mute shot

sessiz çekim

mute

1.sessiz, 2.(harf) okunmayan, 3.dilsiz, 4.sesini kısmak, azaltmak

muted

(ses, renk) yumuşatılmış

mutilate

1.kötürüm etmek, sakatlamak, 2.bozmak, içine etmek

mutilation

1. sakatlama, kötürüm etme, 2. bozma, değiştirme

mutineer

mutineer

isyancı, asi

mutinous

asi, isyankâr

mutiny

isyan, ayaklanma

mutt

1. mankafa kimse, 2. ahmak

mutter

1.mırıldanmak, 2.söylenmek, homurdanmak

mutton chop

koyun pirzolası

mutton

koyun eti

muttonhead

ahmak kimse

mutual aid

karşılıklı yardım

mutual building association

yapı kooperatifi

mutual friend

müşterek dost

mutual funds

menkul kıymetler, yatırım fonları

mutual inductance

karşılıklı endüktans

mutual trust

karşılıklı güven

mutual

1.ortak, 2.karşılıklı

mutuality

karşılıklı olma

mutually

karşılıklı

muzzle velocity

ilk hız

muzzle

1.hayvan burnu, 2.burunsalık, 3.top/tüfek ağzı, 4.burunsalık takmak, 5.susturmak, çanına ot tıkamak

muzzle-loader

ağızdan dolma top/tüfek

muzzy

1. sersem, 2. sarhoş, 3. kasvetli

my eye

yok canım!, hadi ordan!, inanamıyorum!

my God

Aman allahım

My goodness

Tanrım!, Allahım! Yarabbim!

my humble self

bendeniz, naçizane kendim

My Lord

Efendim

my

1. benim, 2. aman!

myalgia

kas ağrısı

mycelium

mycelium

miselyum

mycology

mikoloji, mantarbilim

mycose

mantar

mycosis

mantar hastalığı

myeline

miyelin

myelitis

1. omurilik iltihabı, omurilik yangısı, 2. miyelit

myelon

omurilik

mylonite

milonit, ezik kayaç

myo-

(önek) kas

myocarditis

miyokart iltihabı

myocardium

1. miyokart, 2. kalp kası

myoglobin

miyoglobin

myoma

miyom

myope

miyop kimse, uzağı iyi göremeyen kimse

myopia

miyopluk, uzağı iyi görememe

myopic

miyop

myosin

miyosin

myriad

1.çok, sayısız, 2.çok sayı

myriapod

1. çokayaklı, 2. çokayaklı böcek

myrrh

1. mürrüsafi, mür, 2. merağacı

myrtle

mersin ağacı

myself

1.ben, kendim, kendimi, kendime, özüm, özümü, özüme

mysterious

esrarengiz, gizemli

mystery play

dinsel tiyatro oyunu

mystery

1.sır, giz, 2.anlaşılmaz şey, gizem, esrar

mystic

1.gizemli, mistik, 2.gizemcilikle ilgili, 3.gizemci

mystical

1.gizemcilikle ilgili, 2.gizemli

mysticism

tasavvuf, gizemcilik

mystify

meraklandırmak, şaşırtmak

mystique

mystique

hüner, marifet, mistik

myth

1.söylence, mit, efsane, 2.uydurma şey, masal

mythical

1.efsanevi, söylencesel, 2.uydurma

mythological

mitolojik

mythology

mitoloji, söylenbilim

Mytilene

Midilli adası

nab

enselemek, yakalamak

nacelle

beşik, sepet, kaporta

nacre

sedef

nacreous

sedefli

nadir

nadir, semtikadem, ayakucu

nag

1.hasta yaşlı at, 2.at, beygir, 3.(at ile) başının etini yemek, dırdır etmek, 4.rahat vermemek

naiad

denizkızı

nail brush

tırnak fırçası

nail clipper

tırnak makası

nail clippers

tırnak makası

nail down to

söyletmek

nail down

çivilemek

nail file

tırnak törpüsü

nail polish

oje, tırnak cilası

nail puller

çivi sökeceği, kerpeten

nail scissors

tırnak makası

nail up

çivilerle kapatmak, çivileyerek asmak

nail

1.tırnak, 2.çivi, 3.(to/on ile) çivilemek, mıhlamak, çakmak

nainsook

nansuk

naive

saf, bön, toy

naivete

saflık

naked eye

çıplak göz

naked writer

alivre opsiyon satıcısı

naked

naked

çıplak

namable

isimlendirilebilir

nambypamby

1. yapmacıklı, 2. duyarlı, 3. karakteri güçsüz

name day

hesap günü

name plate

tabela

name

1.ad, isim, 2.ün, şöhret, nam, 3.ünlü kişi, 4.ad vermek, adını vermek, ad koymak, adlandırmak, 5.adını söylemek, 6.seçmek, atamak

named

adında

namedrop

ünlü kişileri tanıdığını belirterek hava atmak

nameless

1.adsız, bilinmeyen, meçhul, 2.anlatılamaz, tarifi olanaksız

namely

yani

nameplate

tabela

namesake

adaş

naming

adlandırma

nankeen

1. nankin, 2. pamuk bezi

nanny goat

dişi keçi

nanny

dadı

nano-

1. (önek) nano, 2. çok küçük

nanometer

nanometre

nanosecond

bilyonsaniye

nap

1.kestirmek, şekerleme yapmak, 2.kısa uyku, kestirme, şekerleme

napalm

bomba yapımında kullanılan yanıcı madde, napalm

nape

ense

napery

sofra örtüleri ve peçeteleri

naphtha

1. nafta, 2. neftyağı

naphthalene

naftalin

naphthalenic acid

naftalin asidi

naphthalenic

naftalinle ilgili

naphthalic acid

naftalik asit

naphthalic

naftalik, nafta

naphthaline

naphthaline

naftalin

naphthene

naften

naphthol dye

naftol boyası

naphthol

naftol

napkin

1.peçete, 2.bebek bezi

Naples

Napoli şehri

napless finish

tüysüz apre

napless

tüysüz

nappe

nap, örtü

napped

tüylü, tüylendirilmiş

napping machine

tüylendirme makinesi

napping

tüylendirme, şardonlama

nappy

bebek bezi

narcissism

narsisizm, özseverlik

narcissist

narsist

narcissus

nergis

narcosis

1. narkoz, 2. uyuşukluk

narcotic

1.uyuşturucu, 2.uyuşturucu ile ilgili, 3.narkotik

narcotism

uyuşturucu madde kullanma alışkanlığı

narcotize

ilaçla uyuşturmak

nard

hintsümbülü

nares

burun delikleri

narghile

nargile

nark

1. jurnalcı, muhbir, 2. ihbar etmek

narrate

anlatmak, aktarmak

narration

1.anlatma, anlatım, 2.öyküleme, anlatı

narrative

1.öykü, anlatı, 2.öyküsel, öykü biçiminde, öykülü

narrator

anlatıcı

narrow band

dar bant

narrow film

narrow film

amatör filmi, dar film

narrow gauge

dar hat, ray aralığı

narrow vowel

dar ünlü

narrow

1.dar, 2.sınırlı, az, 3.anca yeten, kıt kanaat, 4.daralmak, 5.daraltmak

narrow-gauge film

amatör filmi

narrow-minded

dar görüşlü, bağnaz, eski kafalı

narrowly

zar zor, anca, darı darına

narrowness

1. darlık, 2. sınırlama, kısıntı

narthex

narteks, dış dehliz, son cemaat yeri

nary

hiçbir

nasal cavity

burun boşluğu

nasal passage

geniz

nasal septum

burun direği

nasal

1.burunla ilgili, 2.genzel, genizsel

nasalization

genizsilleşme

nasalize

genizden çıkarmak

nascent

doğan, gelişmeye başlayan

nasofrontal

burun ve alın bölgesine ait

nasopharynx

üstyutak

nastiness

1. kirlilik, 2. berbatlık, 3. hainlik, 4. yaramazlık

nasturtium

latin çiçeği

nasty sea

dalgalı deniz

nasty

1.pis, kirli, 2.çirkin, kötü, berbat, pis, iğrenç, 3.açık saçık, edepsiz, terbiyesiz, ahlaksız, 4.ağır, ciddi, tehlikeli

natal

1. doğumdan olan, 2. doğuşa ait

natality

doğum oranı

natant

suda yüzen

natation

yüzme

natatorium

üstü kapalı yüzme havuzu

nates

kalça, kıç, kaba et bölgesi

nation

nation

millet, ulus

national anthem

milli marş

national assembly

millet meclisi

national bank

ulusal banka, milli banka

national border

ulusal sınır

national conscience

milli şuur

national currency

ulusal para

national debt

devlet borcu

national defence

milli savunma

national economy

milli ekonomi

national holiday

milli tatil

national income

milli gelir

national language

ulusal dil, milli dil

national lottery

milli piyango

national monopoly

devlet tekeli

national monument

ulusal anıt

national park

ulusal park, milli park

national product

milli hasıla

national security

milli güvenlik

national service

askerlik hizmeti

national socialism

nasyonal sosyalizm

national sovereignty

ulusal egemenlik

national

1.ulusal, 2.yurttaş, uyruk

nationalism

milliyetçilik, ulusçuluk

nationalist

milliyetçi, ulusçu

nationalistic

aşırı milliyetçi

nationality

1.milliyet, ulusallık, 2.ulus, 3.uyrukluk

nationalization

1. ulusallaştırma, millileştirme, 2. devletleştirme

nationalize

devletleştirmek, kamulaştırmak

nationwide

nationwide

yurtçapında, tüm yurtta gerçekleşen

native ability

Allah vergisi yetenek

native country

anayurt, anavatan

native land

anavatan

native language

anadili

native plant

yerli bitki, bir ülkede yetişen bitki

native speaker

ana dilini konuşan kişi

native

1.yerli, 2.doğuştan, 3.(to ile) -e özgü, -de yetişen

Nativity

İsa'nın doğumu

natrolite

natrolit

natter

laklak etmek, gevezelik etmek

natty

şık, zarif, iyi giyimli

natural ageing

doğal yaşlanma

natural child

piç

natural colour

doğal renk

natural death

tabii ölüm

natural disaster

doğal felaket

natural disasters

tabii afetler

natural frequency

doğal frekans

natural gas

doğal gaz, yergazı

natural harbour

doğal liman, tabii liman

natural history

tabiat bilgisi, doğa bilgisi

natural immunity

doğal bağışıklık

natural language

doğal dil, tabii dil

natural law

doğa kanunu

natural light

doğal ışık

natural number

doğal sayı

natural period

doğal periyot, doğal dönem

natural person

gerçek kişi, hakiki şahıs

natural philosopher

natural philosopher

doğa araştırmacısı

natural philosophy

fen, tabiat bilgisi

natural resources

doğal kaynaklar

natural rights

tabii haklar

natural science

doğa bilimleri

natural sciences

doğal bilimler

natural selection

doğal ayıklanma

natural silk

doğal ipek

natural sources

doğal kaynaklar

natural state

doğal hal

natural wave

doğal dalga

natural wavelength

doğal dalga boyu

natural

1.doğaya özgü, doğal, 2.olağan, normal, doğal, 3.doğuştan, 4.doğuştan yetenekli kişi, başarılı kişi, 5.(bir işe) çok uygun kişi/şey

naturalism

1. doğalcılık, 2. doğacılık

naturalist

doğa bilimleri uzmanı, natüralist, doğalcı

naturalization

yurttaşlığa kabul

naturalize

1.yurttaşlığa kabul etmek, 2.benimsemek, kabul etmek

naturally

doğal olarak, doğallıkla

naturalness

doğallık

nature protection

doğayı koruma

nature worship

doğaya tapma, doğacılık

nature

1.tabiat, doğa, 2.yaradılış, doğa, mizaç, özellik, 3.tür, çeşit, tip

naturism

çıplak yaşama öğretisi, çıplak yaşama, doğacılık

naught

1.hiç, hiçbir şey, sıfır

naughtiness

yaramazlık, haylazlık

naughty

1.yaramaz, haylaz, 2.edepsiz, ahlaksız

nauplius

nauplius

nausea

mide bulantısı

nauseate

mide bulandırmak

nauseous

nauseous

mide bulandırıcı, tiksindirici, iğrenç

nautical almanac

seyir kitabı

nautical chart

deniz haritası

nautical mile

deniz mili

nautical twilight

deniz tanı

nautical

1.gemi/gemici/gemicilik/deniz/ denizcilikle ilgili

naval academy

deniz harp okulu

naval architecture

gemi mühendisliği

naval armament

deniz kuvvetleri

naval base

deniz üssü

naval brass

gemici pirinci

naval forces

deniz kuvvetleri

naval officer

deniz subayı

naval power

deniz gücü

naval reserves

deniz yedek kuvvetleri

naval

bahriyeye/donanmaya ait

nave

1. tekerlek başlığı, tekerlek poyrası, 2. nef

navel orange

çekirdeksiz portakal

navel string

göbek kordonu

navel

göbek

navicular

kayık şeklinde

navigability

gemi seferine elverişlilik

navigable

gemilerin yüzebileceği kadar derin

navigate

(gemi, uçak, vb.) yönlendirmek, yönünü belirtmek/söylemek

navigation light

seyir feneri

navigation

1.deniz ya da uçak yolculuğu, sefer, 2.denizcilik, gemicilik, dümencilik

navigational aid

seyir yardımcısı

navigator

(gemi, uçak, vb.) rotacı, dümenci

navvy

1. ağır işçi, 2. mekanik ekskavatör

navy blue

navy blue

lacivert, koyu mavi

navy yard

tersane

navy

1.deniz kuvvetleri, bahriye, 2.deniz filosu, donanma

nay

1.yok, hayır, 2.hatta, üstelik, 3.olumsuz oy, 4.olumsuz oy veren kimse

Nazi

Nazi

ne'er do-well

adam olmaz, serseri

ne'er

hiç, asla

ne'er-do-well

işe yaramaz kimse

neap tide

küçük gelgit

neap

on beş günde bir oluşan

near at hand

yakında

Near East

Yakındoğu

near future

yakın gelecek

near money

para benzeri

near the knuckle

açık saçık, yakası açılmadık

near

1.yakın, 2.daha yakındaki, 3.yakın, yakında, yanında, yakınında, 4.yaklaşmak

nearby

4yakın, yakında

nearly

hemen hemen, neredeyse

nearness

yakınlık

nearsighted

miyop

neat

1.temiz, derlitoplu, düzenli, 2.tertipli, düzensever, 3.zeki, etkileyici, 4.(içki) katıksız, sek, 5.Aİ, çok iyi, süper

neat's leather

öküz derisi

neat's-foot oil

sığır ayağı yağı

neatness

1. düzenlilik, 2. biçimlilik, 3. açıklık, yalınlık

nebula

bulutsu, nebula

nebulous

belirsiz, açık ve net olmayan, kapalı

necessarily

mutlaka, ille de

necessary

1.gerekli, zorunlu, 2.kaçınılmaz, 3.vazgeçilmez

necessitate

gerektirmek, zorunlu kılmak

necessitative

necessitative

1. gereklik kipiyle ilgili, 2. gereklik kipi

necessity

1.zorluk, 2.ihtiyaç, gereksinim, 3.yoksulluk

neck and neck

at başı beraber, kafa kafaya, başa baş

neck or nothing

ya herrü, ya merrü

neck

1.boyun, 2.giysi boynu, yaka, 3.dil, kıstak, 4.(cinsel birleşme yapmadan) sevişmek, yiyişmek

neckerchief

boyun atkısı

necklace microphone

boyun mikrofonu

necklace

kolye, gerdanlık

necktie

kravat

neckwear

kravat, boyunbağı

necrology

ölen kişi hakkında yazılan yazı

necrophagous

1. leşçil, 2. leşle beslenen

necropolis

mezarlık

necrosis

1. kangren, doku çürümesi, 2. nekroz

nectar

1.tanrıların içkisi, nektar, 2.tatlı ve güzel içecek, nektar, 3.balözü

nectarine

tüysüz şeftali

nee

kızlık soyadıyla

need

1.lüzum, gerek, 2.ihtiyaç, gereksinim, 3.yoksulluk, 4.-e ihtiyacı olmak, gereksinim duymak, gereksinmek, 5.-mesi gerekmek, -meli, -mali

needful

gerekli, elzem

neediness

fakirlik, yoksulluk

needle bearing

iğneli yatak, iğneli rulman

needle eye

iğne gözü, yurdu

needle jet

iğneli jikle

needle nose pliers

kargaburun

needle valve

iğneli supap

needle

1.dikiş iğnesi, iğne, 2.şiş, tığ, 3.ibre, 4.pikap iğnesi, 5.şırınga iğnesi

needlefish

zargana

needlepoint

oya işi, iğne dantelası

needless to say

tabii ki, söylemeye gerek yok

needless

needless

1.gereksiz, lüzumsuz

needlework

iğne işi, işleme

needs

ister istemez

needy

yoksul, fakir

nefarious

1. kötü, çirkin, alçak, 2. fena

negate

1.etkisiz duruma getirmek, 2.yadsımak, reddetmek, inkâr etmek

negation

1. olumsuzluk, 2. eksiklik, yokluk, 3. inkâr, ret

negative catalysis

negatif kataliz

negative charge

negatif yük, eksi yük

negative electricity

negatif elektrik

negative electron

negatif elektron

negative feedback

negatif geribesleme, eksi geribesleme

negative osmosis

negatif geçişme

negative pole

negatif kutup

negative resistance

negatif direnç, eksi direnç

negative sentence

olumsuz tümce

negative sign

negatif işareti, eksi imi

negative terminal

negatif terminal

negative

1.negatif, olumsuz, 2.olumsuz yanıt, 3.(film) negatif

negativism

şüphecilik

negator

tersini alıcı

negatory

olumsuz, aksi

negatron

negatron

neglect

1.boşlamak, savsaklamak, ihmal etmek, 2.yapmamak, yapmayı unutmak, 3.boşlama, savsaklama, ihmal

neglectful

1. ihmalci, 2. kayıtsız

negligee

sabahlık elbise, ev kıyafeti

negligence

savsaklama, boşlama, özensizlik, dikkatsizlik, ihmal, kayıtsızlık

negligent

ihmalci, kayıtsız, dikkatsiz

negligible

önemsiz, sözünü etmeye değmez, kayda değmez

negotiability

negotiability

1. ciro edilebilirlik, 2. devredilebilirlik

negotiable

1.ciro edilebilir, devredilebilir, satılabilir, 2.(yol, vb.) geçilebilir

negotiate

1.görüşmek, 2.akdetmek, 3.rahatça geçmek

negotiating bank

aracı banka, iştira bankası

negotiation

1.görüşme, 2.ciro etme, devretme

negotiator

1. delege, murahhas, 2. arabulucu

Negress

zenci kadın

Negro

zenci

negroid

zenciye benzer

neigh

1.kişnemek, 2.kişneme

neighbor

bkz. neighbour

neighbour

komşu

neighbourhood

1.komşular, konu komşu, komşuluk, 2.çevre, yöre, semt

neighbouring

(yer) yakındaki, komşu

neighbourly

dostça

neither fish nor fowl

ne idüğü belirsiz

neither nor

1. ne ne, 2. ne ne de

neither

1.(ikisinden) hiçbiri, hiçbir, 2.hiçbiri, 3.de değil, ne de ...

nekton

nekton

nematic crystal

nematik kristal

nematic

nematik

nematode disease

nematodoz

nematode

mematot, iplikkurdu

nemesis

gözü korkutan düşman

neodymium

neodim

neogrammarian

yeni gramerci

neolith

neolitik çağa ait alet

neolithic period

cilalı taş devri

neolithic

cilalı taş devrine ait

neologism

neologism

1.yeni sözcük/deyim/ifade, 2.bir sözcüğün yeni anlamı, 3.yeni sözcük/anlamların kullanımı

neologisms

yeni sözcükler

neon bulb

neon ampulü

neon glow lamp

neon lambası

neon lamp

neon lambası

neon light

neon ışığı

neon sign

neon reklamı

neon tube

neon tüpü

neon

neon

neoplasm

1. neoplazma, 2. tümör

neoprene

neopren

neper

neper

nephelometer

nefelometre

nephelometry

nefelometri, bulanıklıkölçüm

nephew

erkek yeğen

nephology

nefoloji

nephometer

nefometre

nephoscope

nefeskop

nephralgie

böbrek ağrısı

nephrectomy

böbrek ameliyatı, böbrek taşı ameliyatı

nephrite

nefrit

nephritic

böbrekle ilgili

nephritis

nefrit, böbrek iltihabı

nephron

nefron

nepotism

yakınlarını kayırma, hısım akraba kayırıcılığı, dayıcılık

neppy

nopeli

Neptune

Neptün

neptunium

neptünyum

Nereid

su perisi

neritic

neritic

neritik, sığdeniz

nervation

1. sinir biçimi, 2. damar şekli

nerve cell

sinir hücresi

nerve centre

sinir merkezi

nerve chord

sinir kordonu

nerve endings

sinir uçları

nerve fibre

sinir lifi

nerve sensation

sinir duyarlılığı

nerve tire

sinir yorulması, sinir hastalığı

nerve tissue

sinirdoku

nerve

1.sinir, 2.arsızlık, yüzsüzlük, küstahlık, cüret, 3.sinirlere hakim olma, 4.cesaret vermek

nerved

sinirli

nerveless

1. zayıf, güçsüz, cansız, dermansız, 2. etkisiz

nervous breakdown

sinirsel çöküntü, ağır sinir bozukluğu

nervous system

sinir sistemi

nervous tissue

sinir dokusu

nervous

1.sinirlere ilişkin, sinirsel, 2.heyecanlı, ürkek, sinirleri gergin

nervousness

1. sinirlilik, 2. çekingenlik, ürkeklik

nervure

1. yaprak damarı, 2. böcek kanadının siniri

nervy

1. asabi, sinirli, 2. çekingen, 3. ürkek

nescience

bilgisizlik, cahillik

nescient

cahil, bilgisiz

ness

çıkıntı, burun

nest egg

1. fol, 2. birikim, tasarruf

nest

1.yuva, 2.yuva yapmak

nesting

gömme, yuvalama

nestle

1.yerleşmek, kurulmak, 2.barındırmak, sığındırmak, 3.yaslamak, dayamak

nestling

kuş yavrusu, kuşcağız

net cash

net ödeme

net curtain

net curtain

tül perde

net domestic output

yurtiçi net hasıla

net income

net gelir

net interest rate

net faiz oranı

net interest

net faiz

net national product

net milli hasıla, safi milli hasıla

net output

net hasıla

net price

net fiyat

net proceeds

net hasılat

net profit

net kâr, safi kâr, safi kazanç

net receipts

net hasılat

net sales

net satışlar

net silk

has ipek

net weight

net ağırlık, safi sıklet

net yield

net getiri, net verim

net

1.ağ, 2.file, 3.tuzak, 4.(ağ ile) yakalamak, 5.net, katıksız, kesintisiz, 6.kazanmak, kâr etmek

nether world

cehennem

nether

alt, aşağı, alttaki, aşağıdaki

Netherlands

Hollanda

netting

1. ağ örgüsü, 2. cibinlik

nettle cloth

amerikanbezi

nettle rash

kurdeşen

nettle

1.ısırgan, 2.kızdırmak, öfkelendirmek, sabırsızlandırmak, kıl etmek

network

ağ, şebeke

neural ectoderm

nöron dışderisi

neural impulse

sinirsel tepi, sinirsel itki

neural

sinirsel

neuralgia

nevralji, sinir ağrısı

neuralgic

nevraljik

neuralgie

neuralgie

sinir ağrısı, nevralji

neurasthenia

nevrasteni

neuritis

sinir iltihabı

neuro-

(önek) sinir

neurologist

nörolog, sinir hastalıkları uzmanı

neurology

sinirbilim, nevroloji

neurosis

nevroz, sinirce

neurotic

nevrozlu, sinirceli

neuter

1.eril/dişil olmayan, 2.yansız, 3.nötr, cinsiyetsiz, eşeysiz, 4.ne eril ne dişil sözcük, nötr sözcük, 5.iğdiş etmek

neutral atom

nötr atom

neutral axis

nötr eksen

neutral conductor

nötr iletken

neutral equilibrium

nötr denge

neutral matter

nötr madde

neutral oxide

nötr oksit

neutral point

nötr nokta

neutral solution

nötr çözelti, yansız çözelti

neutral state

nötr durum

neutral

1.yansız, tarafsız, 2.yansız, nötr, 3.(vites) boşta, 4.vitesin boşta olması, 5.tarafsız ülke/kimse

neutralism

yansızlık

neutrality agreement

tarafsızlık anlaşması

neutrality

(savaş, vb.'de) tarafsız olma, yansızlık

neutralization

yansızlaşma, nötrleşme

neutralize

1.etkisiz hale getirmek, 2.yansızlaştırmak

neutralizing agent

nötrleştirici madde

neutralizing

nötrleştirici

neutrally

taraf tutmadan

neutrino

nötrino

neutron bomb

nötron bombası

neutron density

neutron density

nötron yoğunluğu

neutron number

nötron sayısı

neutron

nötron

nevada

nevada

neve

buzkar, neve

never darken sb's door birinin semtine bile uğramamak never mind

1. zararı yok!, boş ver!, aldırma, 2. sağlık olsun

never miss a trick

çöp atlamaz olmak

never

1.asla, hiç, hiçbir zaman

never-ending

hiç bitmez, ebedi

nevermore

bir daha hiç

nevertheless

bununla birlikte, yine de

new blood

taze kan

new comers

yeni gelenler

new model

yeni model

new moon

hilal, ayça

New Testament

Yeni Ahit

new town

yeni şehir, yeni kent

New World

Yenidünya, Amerika

new year

yeni yıl, yılbaşı

New Zealand

Yeni Zeland

new

1.yeni, 2.taze, yaş, 3.yeni, acemi, 4.yeni olarak, yeni

newborn

yeni doğmuş

newcomer

yeni gelen

newel post

tırabzan babası

newel

merdiven sereni, merdiven babası

newfangled

yeni, alışılmamış, uyduruk

newly published

yeni basılmış

newly

1.yakınlarda, yeni, 2.yeni bir biçimde

newlywed

newlywed

yeni evli

news agency

haber ajansı

news bulletin

haber bülteni

news cast

1. haber yayını, 2. ajans haberleri

news conference

basın toplantısı

news item

haber

news service

haber servisi

news

1.haber

newsagent

gazete/dergi, vb. satıcısı, gazeteci

newsboy

gazete dağıtan çocuk/adam

newscast

haber yayını

newscaster

haber spikeri

newspaper advertisement

gazete ilanı

newspaper vendor

gazete bayii

newspaper

gazete

newsprint

gazete kâğıdı

newsreel

aktüalite/haber filmi

newsstand

gazete bayii

newsworthy

haber olabilecek değer ve önemde, haber olabilir, haber değeri olan

newsy

haberlerle dolu

newt

semender

newton

newton

next door

kapı komşu, bitişik

next of kin

en yakın akraba

next to nothing

hiç değerinde, hemen hemen hiç

next to

bitişik, yanında, -e yakın, hemen hemen

next

1.en yakın, en bitişik, 2.bir sonraki, gelecek, önümüzdeki, 3.sonra, bundan sonra

next-door

bitişik, yandaki

nexus

nexus

1. bağlantı noktası, 2. bağ

niacin

1. niyasin, 2. nikotinik asid

nib

uç, kalem ucu

nibble at

ilgi duymak, benimsemek

nibble

1.(away/at/on ile) dişlemek, ufak parçalar koparmak, 2.(at ile) ilgi duymak, ilgilenmek, benimsemek

niblick

golf sopası

Nicaragua

Nikaragua

niccolite

nikolit

nice

1.güzel, sevimli, tatlı, hoş, 2.iyi, 3.ince, düşünceli, nazik, kibar, 4.ince, duyarlı, nazik, 5.kötü, nahoş, yanlış

nicely

hoş bir biçimde, iyi bir biçimde

niceness

incelik, titizlik, hoşluk

nicety

1.hassas nokta, ayrıntı, 2.hoş, güzel şey

niche

1.duvarda oyuk, 2.uygun yer/iş/mevki

Nichrome

nikrom

nick

1.çentik, sıyrık, 2.İİ, kodes, 3.çentmek, sıyırmak, 4.İİ, araklamak, yürütmek, 5.sağlık durumu, form, kondisyon

nickel arsenide

nikel arsenit

nickel bath

nikel banyosu

nickel bloom

nikel filizi

nickel carbonyl

nikel karbonil

nickel silver

nikel gümüşü

nickel steel

nikel çeliği

nickel sulphate

nikel sülfat

nickel sulphide

nikel sülfür

nickel

1.nikel, 2.beş sent

nickel-plate

nikel kaplamak

nickel-plating

nikelaj, nikel kaplama

nickeling

nikelaj, nikel kaplama

nicknack

bkz. knick-knack

nickname

1.takma ad, lakap, 2.ad takmak, lakap takmak

Nicosia

Nicosia

Lefkoşe

nicotine

nikotin

nicotinism

nikotinle zehirlenme

nictitate

göz kırpmak

nidify

yuva yapmak

nidus

yuva

niece

kız yeğen

niello

kükürt alaşımı

nifty

çok iyi, çekici, etkileyici, acayip, süper

niggard

cimri, pinti kimse

niggardly

1.cimri, pinti, 2.azıcık, değerinin çok altında

nigger in the woodpile

çapanoğlu, bityeniği

nigger

zenci

niggle

fazla titiz olmak

niggling

aşırı titiz, kılı kırk yaran

nigh

1. yakın, 2. hemen hemen

night after night

her gece

night and day

hep, sürekli, gece gündüz, her zaman

night bird

gece kuşu

night blindness

gece körlüğü

night glow

gece aydınlığı

night gown

gecelik

night heron

gece balıkçılı

night latch

gece kilidi, Yale kilidi

night owl

gece kuşu

night school

akşam okulu

night shift

gece vardiyası

night soil

insan gübresi

night walker

uyurgezer

night watchman

night watchman

gece bekçisi

night

1.gece, 2.(özel bir olayın olduğu) gece, akşam

night-blooming cereus

bir çeşit kaktüs

night-light

gece kandili, gece lambası

nightcap

1.yatak takkesi, 2.yatmadan önce içilen içki

nightclub

gece kulübü

nightdress

gecelik

nightfall

akşam vakti, akşam karanlığı

nightgown

Aİ. gecelik

nighthawk

keçisağan

nightie

gecelik

nightingale

bülbül

nightjar

çobanaldatan

nightlong

bütün gece süren

nightly

her gece, her gece olan, geceleyin

nightmare

kabus, karabasan

nightshade

itüzümü

nightshirt

gecelik entari

nightspot

gece kulübü

nighttime

gece vakti

nighty

gecelik

nigritude

siyahlık

nihilism

yokçuluk, nihilizm

nihilist

nihilit, hiççilik yanlısı

nil report

olumsuz rapor

nil

hiç, sıfır

Nile

Nil nehri

nimble

çevik, atik

nimble-fingered

marifetli

nimbleness

nimbleness

çeviklik, atiklik

nimbostratus

nimbostratus, katman karabulut

nimbus

yağmur bulutu, nimbus

Nimrod

1. Nemrud, 2. büyük avcı

nine

dokuz

ninefold

dokuz misli, dokuz defa

nineteen

1.ondokuz

nineteenth

ondokuzuncu

ninetieth

doksanıncı

ninety

doksan

ninhydrin

ninhidrin

ninny

salak

ninth

dokuzuncu

niobite

niyobit

niobium

niyobyum

nip and tuck

at başı beraber

nip in the bud

engellemek, baltalamak

nip

1.çimdiklemek, kıstırmak, ısırmak, 2.İİ, fırlamak, acele etmek, 3.soğuk, ayaz, 4.çimdik, ısırma, 5.(az miktarda) içki, yudum

nipper

küçük oğlan çocuk

nippers

pense, kerpeten, kıskaç

nipping

1. keskin, buz gibi, 2. iğneleyici, 3. ısırıcı

nipple

1.meme ucu, 2.biberon emziği, 3.meme başı

nippy

1.soğuk, 2.atik, acele, hızlı

nirvana

mutluluk

nisi

1. aksi halde, 2. olmazsa, yoksa

nit

1.bit, vb. yumurtası, sirke, yavşak, 2.İİ, salak, şapşal, aptal

niter

güherçile

nitpicking

1.kılı kırk yaran, 2.kılı kırk yarma

nitrate of lime

kalsiyum nitrat

nitrate of sodium

nitrate of sodium

sodyum nitrat

nitrate rayon

nitrat ipeği

nitrate

nitrat

nitre

güherçile

nitric acid

nitrik asit

nitric oxide

nitrik oksit

nitric

nitrik

nitride

1. nitrür, 2. nitrürlemek

nitrification

nitratlaşma

nitrify

nitratlaştırmak

nitrile

nitril

nitrite

nitrit

nitrocellulose

nitroselüloz

nitrogen chloride

azot klorit

nitrogen content

azot içeriği

nitrogen cycle

azot çevrimi

nitrogen manure

azotlu gübre

nitrogen

nitrojen

nitrogenize

azotlamak

nitrogenized foods

azotlu yiyecekler

nitrogenous fertilizer

azotlu gübre

nitrogenous manure

azotlu gübre

nitrogenous

1. azotlu, 2. nitrojenli

nitroglycerine

nitrogliserin

nitroparaffin

nitroparafin

nitrosamine

nitrozamin

nitroso dye

nitro boyası

nitrosyl

nitrozil

nitrous acid

nitröz asit

nitrous oxide

nitrous oxide

diazot monoksit

nitrous

1. azotlu, 2. güherçileli

nitty-gritty

bir işin zor tarafı, bir konunun özü

nitwit

salak, şapşal

nix

1. hiçbir şey, 2. su perisi

no doubt

kuşkusuz

no end of

çok, büyük, sonsuz, fazla

no fewer than

en azından, hiç yoksa

no good

faydasız, boşuna

no great shakes

şöyle böyle

no joke

ciddi durum, komik olmayan şey

no laughing matter

şakası yok, şaka götürmez

no more

bir daha hiç, artık hiç

no one

hiç kimse

no parking

park yapılmaz

no sale on credit

veresiye yoktur

no smoking

sigara içilmez

no sooner than

yapar yapmaz, eder etmez

no way

hayatta olmaz

no whit

hiç, asla

no

1. hiç, 2. hayır, olmaz, yok, 3. yok yanıtı

no-claim bonus

hasarsızlık indirimi

no-load speed

yüksüz hız

no-load

yüksüz

no-par share

bedelsiz hisse senedi

no-par value

nominal değeri olmayan

Noah's ark

Nuhun gemisi

nob

1. baş, kafa, 2. asilzade

nobelium

nobelyum

nobility of soul

nobility of soul

ruh asaleti

nobility

1.soyluluk, asalet, 2.soylular sınıfı

noble gas

soy gaz

noble metal

soy metal, asal metal

noble

1.soylu kimse, asilzade, soylu, 2.soylu, soydan asil, 3.yüce, asil, yüksek

nobleman

soylu, asilzade

nobleness

1. asalet, 2. alçakgönüllülük

nobly

asil bir şekilde

nobody

1.hiç kimse, 2.önemsiz kişi, sıradan kimse

noctambulism

uyurgezerlik

noctilucent cloud

gece bulutu

noctilucent

(bulut) gece parlayan

nocturnal cooling

gece sıcaklık düşüşü

nocturnal emission

bel suyunun uykuda akması

nocturnal

geceleyin olan, gece

nocuous

zarar veren

nod off

uyuklamak

nod

1.başını sallamak, 2.başıyla selam vermek, 3.uyuklarken başı öne düşmek, uyuklamak, 4.baş sallama

nodal

1. düğüm ile ilgili, 2. düğüm noktası

noddle

baş, kafa

noddy

bir deniz kırlangıcı

node of a curve

boğum noktası

node

düğüm

nodical month

ejder ayı

nodose

boğumlu, düğümlü

nodular graphite

küresel grafit, yumru grafit

nodular

1. yumrulu, 2. düğümlü

nodule

şişlik, yumru

Noel

Noel

noetic

noetic

zekâya ait, akıla ait, nazari

nog

takoz, ağaç çivi, ağaç kama

nogging

hımış duvar

nohow

hiçbir suretle

noil

tarakaltı, döküntü

noise filter

gürültü filtresi

noise killer

parazit giderici, gürültü giderici

noise pollution

çok fazla gürültü, gürültü kirliliği

noise suppression

parazit giderme, gürültü bastırma

noise suppressor

parazit giderici, gürültü bastırıcı

noise

gürültü, patırtı, ses

noiseless

sessiz, gürültüsüz

noiseproof

ses geçirmez yapmak

noisily

gürültülü olarak, patır kütür, tangır-tungur

noisome

1. sağlığa zararlı, 2. iğrenç, pis kokulu, muzır

noisy

gürültülü, patırtılı, gürültücü

nolensvolens

ister istemez

nom de guerre

takma ad

nom de plume

yazarın takma adı

nomad

göçebe

nomadic population

göçebe nüfus

nomadic

1. göçebe, 2. göçebe gibi

nomadism

göçebelik, göçerlik

nomenclature

bilimsel adlandırma

nominal current

nominal akım

nominal sentence

ad tümcesi

nominal value

nominal değer, itibari kıymet

nominal

1.(fiyat) saymaca, itibari, 2.adlarla ilgili, 3.yalnızca ad olarak varolan, adı var kendi yok, sözde, 4.önemsiz düşük

nominalization

adlaştırma

nominalizer

nominalizer

adlaştırıcı (ek)

nominate

1.aday olarak göstermek, adaylığını önermek, 2.atamak, tayin etmek

nomination

aday gösterme, adaylık

nominative case

yalın hal

nominative

1.yalın hal, 2.yalın

nominator

atayan, tayin eden

nominee

1. aday, namzet, 2. temsilci, mümessil

nomogram

nomogram

nomography

nomografi

non composmentis

deli

non resident

memleketi dışında yaşayan (kimse)

non sequitur

ilgisiz sonuç

non-

1. (önek) değil, olmayan, -sız, -siz, 2. gayri-

non-ageing

yaşlanmaz

non-defining clause

tanımlamayan ilgi cümleciği

non-defining relative clause

tanımlamayan ilgi cümleciği

non-delay fuse

taviksiz tapa

non-dimensional

boyutsuz, derecesiz

non-essential commodities

zaruri olmayan mallar

non-fading

solmaz

non-fiction

kurmaca olmayan yazın türü

non-flat

bemolleşmemiş

non-hardening

sertleşmeyen

non-inflammable

yanmaz

non-iron

1. (giysi) ütü istemeyen, 2. buruşmaz, ütü istemez

non-living

cansız

non-porous

1. gözeneksiz, 2. gözeneksiz

non-sharp

diyezleşmemiş

non-swelling

şişmez, şişmeye karşı dayanıklı

non-transparent

saydam olmayan, saydamsız, opak

non-vibrating

titreşimsiz

non-vocalic

ünlü olmayan

non-wetter

ıslatıcı olmayan

nonadjustable

ayarlanamaz

nonage

küçüklük, çocukluk

nonaggression treaty

saldırmazlık antlaşması

nonaggression

saldırmazlık

nonagon

dokuzgen

nonagression pact

saldırmazlık paktı

nonagression treaty

saldırmazlık paktı

nonagression

saldırmazlık

nonalienation

temlik edilmeme

nonaligned

(ülke) bağlantısız

nonappearance

hazır bulunmama

nonassignable

temlik edilemez, devredilemez

nonbiodegradable waste

bakterilere ayrışmayan atık

nonbiodegradable

bakterilere ayrışmayan

noncash

nakit olmayan

nonce

şimdiki zaman

nonchalance

kayıtsızlık, ilgisizlik

nonchalant

kayıtsız, soğuk, ilgisiz

noncombatant

savaş dışı kimse, orduda savaşa katılmayan asker

noncommissioned officer

assubay, gedikli erbaş

noncommittal

suya sabuna dokunmaz, çekimser, fikrini söylemeyen, yansız

noncompos mentis

akılca dengesiz

nonconducting

iletmeyen, geçirmeyen, iletmez, yalıtkan

nonconductor

yalıtkan

nonconformist

1.topluma/geleneklere uymayan, 2.Anglikan kilisesine bağlı olmayan

nonconformity

uymayı reddetme

noncumulative

birikimsiz

nondelivery

teslim etmeme, ademi teslim

nondescript

1.tanımlanamaz, ne olduğu belirsiz, tuhaf, 2.sıradan, sıkıcı, yavan

nondestructive testing

tahribatsız test

nondestructive

bozucu olmayan

nondirectional antenna yönsüz anten, yöneltmesiz anten nondirectional

yönsüz, yönü olmayan

none but

sadece, yalnız

none of your business

seni ilgilendirmez

none the less

yine de

none the wiser

bihaber, habersiz

none the worse for wear

hurdası çıkmış

none the worse

zarar görmemiş

none too

pek değil

none

1.hiçbiri, 2.hiç, 3.hiç

nonentity

önemsiz/değersiz kişi, ciğeri beş para etmez adam

nonequivalence

eşitsizlik

nonetheless

bkz. nevertheless

nonexistence

yokluk

nonexistent

var olmayan

nonfeasance

yasal bir yükümlülüğü yapmama

nonferrous

demirsiz

nonflammable

yanmaz

nonfreezing

1. donmayan, 2. donma önleyici

noninductive

noninductive

endüktif olmayan

nonleaded

kurşunsuz (benzin)

nonlinear

doğrusal olmayan, lineer olmayan

nonmagnetic

mıknatıslanmaz, manyetik olmayan

nonmetal

ametal

nonmetallic element

ametal element, madeni olmayan element

nonmetallic

metalik olmayan, ametal

nonnegative integer

negatif olmayan tamsayı

nonnegative

eksi olmayan, negatif olmayan

nonnegotiable bill

ciro edilemez poliçe

nonnegotiable

ciro edilemeyen, devredilemeyen

nonnumeric character sayısal olmayan karakter nonnumeric data processing

sayısal olmayan bilgi işlem

nonnumeric

sayısal olmayan

nonpareil

1. eşsiz, emsalsiz, 2. eşsiz kimse, 3. altı puntoluk harf

nonpayment

ödememe, ademi tediye

nonplus

şaşırtmak, elini ayağını dolaştırmak

nonplussed

şaşkın, ne yapacağını şaşırmış, eli ayağına dolaşmış

nonpolar

kutupsuz, ucaysız

nonpolarized

polarize olmayan

nonpositive

pozitif olmayan

nonproductive

1. verimsiz, 2. ürün vermeyen

nonprofit

kâr getirmeyen

nonrecurring charge

masraf sayılmayan gider

nonrecurring

masraf sayılmayan

nonrenewable

yenilemeyen, yerine yenisi gelmeyen

nonresident

ülke sakini olmayan kişi

nonreturn valve

geri tepme klapesi, çekvalf

nonreturnable

nonreturnable

tek kullanımlık, iadesiz

nonsense

1.anlamsız söz, saçma, saçmalık, zırva, fasafiso, 2.aptalca davranış

nonsensical

saçma, anlamsız, aptalca, mantıksız

nonshrinking

çekmez, küçülmez

nonsingular

tekil olmayan

nonskid chain

patinaj zinciri

nonskid tyre

patinaj yapmaz lastik, kaymaz lastik

nonskid

patinaj önleyici

nonslip finish

kaymazlık apresi

nonslip

kaymaz, kaymayan

nonsmoker

1.sigara içmeyen kimse, 2.sigara içilmeyen kompartıman

nonstandard

standard olmayan, normal dilde kullanılmayan

nonstarter

umutsuz girişim/kimse

nonstick

(tava) yapışmaz

nonstop

1.(yolculuk) hiç bir yerde durmadan, direkt, 2.hiç durmadan sürekli

nonstriker

greve katılmayan işçi

nonsuit

davanın reddi

nonsymmetrical

bakışımsız, simetrik olmayan

nontariff

tarife dışı

nonunion

1. sendikaya dahil olmayan, 2. sendika dışı

nonviolence

şiddet kullanmadan yapılan direniş, pasif direniş

nonvolatile memory

uçucu olmayan bellek

nonvolatile storage

uçucu olmayan bellek

nonvolatile

uçucu olmayan

nonwoven fabric

nonwoven kumaş, dokusuz kumaş

nonwoven

nonwoven

noodle

şehriye

nook

köşe, kuytu yer

noon

öğle vakti, öğle

noonday

noonday

öğleyin

noose

(darağacı, vb.) ilmik

nor

ne de

norm

1.örnek, numune, tip, 2.fels. ilke, ölçü, düzgü, norm

normal distribution

normal dağılım, olağan dağılım

normal

1.normal, olağan, 2.orta, ortalama

normalcy

normallik

normality

normallik

normalization

normalleştirme, normalleşme

normalize

normalleştirmek

normally

1.normal bir şekilde, 2.normalde, normal olarak, genelde

normative

kuralcı

North Pole

kuzey kutbu

North Star

Kutupyıldızı, Demirkazık

north wind

poyraz

north

1.kuzey, 2.kuzeye doğru, kuzeye

northbound

kuzeye doğru giden

northeast

1.kuzeydoğu, 2.kuzeydoğuya doğru

northeaster

kuzeydoğu rüzgârı, poyraz rüzgârı

northeastern

kuzeydoğuyla ilgili, kuzeydoğu

northerly

1.kuzeyden gelen/esen, kuzey ..., 2.kuzeye yönelen, kuzeyde olan

northern lights

kuzey ışığı

northern

kuzey

northerner

kuzeyli kimse

northernmost

en kuzeydeki

northing

kuzeye doğru

northward

1.kuzeye doğru, 2.bkz. northwards

northwards

kuzeye doğru

northwest

1.kuzeybatı, 2.kuyezbatıya doğru

northwester

northwester

1. kuzeybatı rüzgârı, 2. karayel

northwestern

kuzeybatıyla ilgili, kuzeybatı

Norwegian

1. Norveç diline ait, 2. Norveçli kimse, Norveç dili

nose cone

roketin ön kısmı

nose dive

pike, balıklama dalış

nose landing gear

burun iniş takımı

nose spar

burun lonjeronu

nose wheel

burun tekerleği

nosebag

1.burun, 2.koku alma gücü, 3.bir şeyin ön/uç kısmı, burun, 4.koklamak, kokusunu almak, 5.burnunu sürmek, burnu ile dürtmek, itmek, 6.yavaşça ya da dikkatle ilerlemek, gitmek atın yem torbası

nosebleed

burun kanaması

nosedive

pike, başaşağı dalış

nosegay

çiçek demeti

nosey

bkz. nosy

nosh

yiyecek

nosing

damlalık, çıkıntı

nosology

hastalık bilimi, nozoloji

nostalgia

1.nostalji, geçmişe özlem, 2.yurtsama

nostalgic

nostaljik, geçmiş özlemiyle ilgili

nostril

burun deliği

nostrum

kocakarı ilacı

nosy parker

meraklı, her şeye burnunu sokan

nosy

her şeye burnunu sokan

not a bit

hiç de değil, asla

not a few

az değil, birçok

not a living soul

tek bir Allahın kulu

not a stitch on

çırılçıplak

not a whit

hiç, asla

nose

not able to make head

not able to make head or tail of

anlayamamak

not all there

aklını oynatmış

Not at all

1. bir şey değil, estağfurullah, rica ederim, 2. Bir şey değil!, Rica ederim!

not at any price

hiçbir şekilde, katiyen

not bad

fena değil

not bat an eyelid

kılını kıpırdatmamak

not be able to make heads or tails of

akıl sır erdirememek

not born yesterday

eski kulağı kesiklerden

not breathe a word about

ser verip sır vermemek

not care a hoot

iplememek, şeyine takmamak

not care a rap

metelik vermemek

not care a sod

iplememek

not care two hoots about

metelik vermemek

not care two hoots

iplememek, şeyine takmamak

not done

uygunsuz, kaba, ayıp, yakışık almaz

not enough room to swing a cat

avuç içi kadar, çok darıskal oda;ayak koymaya boş yer yoktur;boş yerin olmaması;nereninse basırık olması

not for love nor money hiçbir şekilde, olanaksız not give a shit

sikine takmamak, siklememek

not give a sod

iplememek

not give two hoots about

metelik vermemek

not half bad

hiç fena değil

not half

1. çok, 2. hiç

not have a clue

anlayamamak, hiçbir fikri olmamak

not have a dog's chance hiç şansı olmamak not have a leg to stand

not have a leg to stand on

tutunacak dalı olmamak

not hold a candle to

eline su dökememek

not in the slightest

hiç, kesinlikle

not know one's arse from one's elbow

elifi görüp mertek sanmak

not lift a finger

parmağını bile kıpırdatmamak

not likely

kesinlikle hayır

not long for this world

ölümü yakın

not move a muscle

kılını kıpırdatmamak

not much of a

iyi bir değil

not on any account

hiçbir şekilde, kesinlikle

not on your life

kesinlikle hayır

not on

yapması olanaksız

not say boo to a goose

tavuğa kışt bile diyememek

not sleep a wink

gözüne uyku girmemek

not so bad

fena değil

not so hot

fena değil, idare eder

not that

mamafih, olmamakla birlikte

not to be sneezed at

yabana atılmamak

not to mince one's words

sözünü esirgememek, açık konuşmak

not to stir a finger

kılını kıpırdatmamak

not too bad

şöyle böyle

not turn a hair

1. kılı deprememek, tınmamak, 2. kılını kıpırdatmamak

not up to much

pek iyi değil, yaramaz

not worth a dime

beş para etmez

not worth a hoot

beş para etmez

not worth a rap

beş para etmez

not worth a shit

bir boka yaramamak, beş para etmemek

not

not

1.değil, yok, emes

notability

şöhret

notable

1.dikkate değer, önemli, anmaya değer, 2.tanınmış, 3.ileri gelen/saygın/tanınmış kişi

notably

1.özellikle, 2.epeyce

notarial attestation

noter tasdiki

notarial

notere ait

notarially certified

noter tasdikli

notarize

notere onaylatmak

notary public

noter

notary

noter

notation

rakamlar ve işaretler sistemi

notch board

merdiven kirişi

notch up

başarı kazanmak

notch

1.çentik, kertik, 2.çentmek, kertik açmak, 3.(up ile) (başarı) kaydetmek, kazanmak

notched

çentikli, girintili

note bank

ihraç bankası

note down

not etmek

note in circulation

tedavüldeki banknot

note paper

notebook

mektup kâğıdı 1.not etmek, kaydetmek, 2.dikkat etmek, önem vermek, 3.farkına varmak, 4.nota, 5.(ses) ifade, 6.not, hatırlatma yazısı, 7.banknot, 8.muhtıra, 9.senet, 10.önem defter

noted

ünlü, bilinen, tanınmış, meşhur

noteworthy

dikkate değer, önemli, kayda değer

nothing but

sadece

nothing for it

başka çare yok

nothing more or less than

sırf, sadece

nothing to do with

ile ilgisi yok

nothing

1.hiçbir şey, 2.önemsiz şey, hiç, sıfır

note

nothingness

hiçlik, yokluk

notice board

ilan tahtası

notice deposit

ihbarlı mevduat

notice of acceptance

kabul bildirimi

notice of arrival

varış bildirgesi

notice period

ihbar süresi

notice

1.duyuru, ilan, 2.bildiri, uyarı, 3.dikkat, 4.haber, bildirme, 5.eleştiri, 6.-e dikkat etmek

noticeable

göze çarpan, dikkate değer, önemli

notification

tebliğ, bildiri, bildirge

notify

bildirmek, haberdar etmek, haber vermek

notion

fikir, görüş kanı

notional

1. hayali, soyut, 2. göreceli, 3. hayalperest

notochord

sırt ipliği

notoriety

kötü şöhret, adı çıkma

notorious

kötü tanınmış, adı çıkmış, kötü şöhretli, namlı

notwithstanding

1.-e rağmen, -e karşın, 2.buna rağmen, yine de

nougat

koz helva, nuga

nought

1.sıfır, 2.hiç

noun phrase

ad öbeği

noun

isim, ad

nourish

1.beslemek, 2.gelişmesine yardım etmek, beslemek, desteklemek

nourishing

besleyici

nourishment

besin, gıda, yiyecek

nous

1. akıl, zekâ, 2. sağduyu

nouveau-riche

sonradan görme

nova

nova

novation

tecdit

novel

1.roman, 2.yeni, yeni çıkmış, alışılmamış, tuhaf

novelette

kısa roman

novelist

romancı, roman yazarı

novelty

1.yenilik, 2.yeni çıkmış şey, alışılmamış şey, 3.ıvır zıvır

November

Kasım

novice

yeni kimse, toy, acemi, çırak

novitiate

acemilik devresi, müritlik, çömezlik

now and again

ara sıra

now and then

ara sıra, zaman zaman, arada sırada

now then

öyle ise, de bakalım, hadi

now

1.şimdi, şu anda, 2.şimdiki zaman, şu an

nowadays

bu günlerde, şimdilerde, bu aralar

noways

asla

nowhere

hiçbir yerde/yere

nowise

hiçbir suretle

noxious

1.zararlı, tehlikeli, 2.zehirli

noxiousness

muzırlık

nozzle holder

enjektör gövdesi, püskürteç gövdesi

nozzle

hortum başı, ağızlık, meme

nth power

n'ci kuvvet

nth root

n'ci kök

nth

n'ci

nuance

ince ayrıntı, küçük fark, nüans

nub

1. nope, 2. yumru, yuvarlak çıkıntı

nubble

ufak yumru

nubile

genç ve seksi

nubility

erginlik, olgunluk

nucellus

evin, nusellus, tohum özü

nuclear atom

nükleer atom

nuclear bomb

nükleer bomba

nuclear chemistry

nükleer kimya

nuclear disarmament

nuclear disarmament

nükleer silahsızlanma

nuclear disintegration

nükleer parçalanma

nuclear emission

nükleer emisyon

nuclear energy

nükleer enerji

nuclear family

çekirdek aile

nuclear fission

nükleer fisyon, çekirdek parçalanması

nuclear fuel

nükleer yakıt, çekirdeksel yakıt

nuclear fusion

nükleer füzyon, çekirdeksel kaynaşma

nuclear isomer

nükleer izomer, çekirdeksel eşiz

nuclear magnetic resonance

nükleer manyetik rezonans

nuclear membrane

çekirdek zarı

nuclear physics

nükleer fizik, çekirdek bilgisi

nuclear power plant

nükleer santral

nuclear power

nükleer güç, çekirdeksel güç

nuclear reaction

nükleer reaksiyon, çekirdeksel tepkime

nuclear reactor

nükleer reaktör

nuclear station

nükleer elektrik santralı

nuclear warfare

nükleer savaş

nuclear warhead

nükleer savaş başlığı

nuclear waste

nükleer atık

nuclear weapon

nükleer silah

nuclear

1.nükleer, çekirdeksel

nucleate

1. çekirdekli, 2. çekirdeklenmek, 3. çekirdeklendirmek

nucleation

çekirdeklenme

nucleic acid

1. nükleik asit, 2. nükleik asit

nucleic

nükleik

nucleolus

çekidekcik

nucleon

nükleon

nucleonics

nucleonics

nükleonik

nucleophilic

nükleofil, artıcıl

nucleoplasm

çekirdek sıvısı, nükleoplazma

nucleoprotein

nükleoprotein

nucleoside

nükleosit

nucleotide

nükleotit

nucleus

1.çekirdek, 2.öz, esas

nuclide

nüklit

nude

1.çıplak, 2.çıplak kimse (resmi), 3.çıplaklık

nudge

dirsekle dürtmek, dürtüklemek

nudism

çıplak yaşama öğretisi, çıplak yaşama

nudist camp

çıplaklar kampı

nudist

çıplak

nudity

çıplaklık

nuee ardente

kızgın bulut

nugatory

1. faydasız, boş, değersiz, 2. geçersiz, 3. hükümsüz

nugget

(altın, vb.) külçe

nuisance

sıkıntı veren şey/kimse, baş belası

nuke

1.nükleer silah, 2.nükleer silahla saldırmak

null and void

geçersiz, hükümsüz, değersiz

null character

boş karakter, değersiz karakter

null cycle

değersiz çevrim

null hypothesis

sıfır hipotezi, sıfır önsavı

null instruction

boş işlem komutu

null set

boş küme

null string

boş dizgi

null

1.geçersiz, hükümsüz, 2.önemsiz, değersiz, boş, sıfır

nullification

1. hükümsüz kılma, 2. etkisiz bırakma

nullify

geçersiz kılmak, iptal etmek, etkisizleştirmek

nullity suit

nullity suit

iptal davası

nullity

1. geçersizlik, hükümsüzlük, butlan, 2. hiçlik

numb

1.uyuşmuş, uyuşuk, 2.uyuşturmak

number field

sayı cismi

number plate

plaka

number theory

sayılar kuramı

numberplate

1.sayı, 2.rakam, 3.numara, 4.sayı, toplam, 5.nicelik, miktar, 6.sayı, nüsha, 7.(toplamı) -e ulaşmak, -e varmak, 8.saymak, 9.numaralamak, 10.saymak, dahil olmak plaka

numbers of

çok, çok sayıda

numbness

uyuşukluk

numerable

sayılır

numeral adjective

sayı sıfatı

numeral

1.rakam, sayı, 2.sayısal, rakamsal

numerate

matematikten anlayan, matematik kafası olan

numeration

1. sayıtlama, nümerasyon, 2. hesap etme

numerator

pay

numeric character

sayısal karakter

numeric code

sayısal kod

numeric data

sayısal veri

numeric string

sayısal dizgi, sayısal katar

numeric word

sayısal sözcük

numeric

sayısal

numerical value

sayısal değer

numerical

sayısal

numerous

birçok, sayısız

numismatic

numizmatik

numismatics

numizmatik, madeni para bilimi

numskull

mankafa

nun

rahibe

number

nuncio

papalık elçisi

nuncupative

sözlü, yazılı olmayan

nunnery

rahibe manastırı

nuptial

evlenme/düğün ile ilgili

nurse a grudge

nursemaid

kin beslemek 1.hemşire, hastabakıcı, 2.çocuk bakıcısı, dadı, 3.bakmak, iyileştirmek, hastabakıcılık yapmak, 4.bakmak, ilgilenmek, 5.meme vermek, emzirmek, 6.(kin, vb.) beslemek çocuk bakıcısı, dadı

nursery garden

fidanlık

nursery language

çocuk dili

nursery rhyme

çocuk şiiri

nursery school

anaokulu

nursery

1.çocuk odası, 2.çocuk yuvası, kreş, 3.fidanlık

nursing home

yuva

nursing

1.hemşirelik, hastabakıcılık

nursling

süt çocuğu

nurture

bakmak, büyütmek, yetiştirmek

nut

1.fındık, 2.ceviz, 3.vida somunu, 4.çatlak, kaçık, üşütük, 5.düşkün, hayran, hasta, 6.kafa, baş, 7.kab, taşak

nutation

1. nütasyon, üğrüm, 2. yönelim, eğilme

nutcase

delik, kaçık, üşütük

nutcracker

fındıkkıracağı

nutgall

meşe mazısı

nuthatch

sıvacı kuşu

nuthouse

tımarhane

nutmeg

küçük hindistancevizi

nutrient

besleyici (gıda)

nutriment

1. besin, gıda, 2. yapı maddesi

nutrition cycle

beslenme dolaşımı

nutrition

1.beslenme, 2.yiyecek, besin, gıda

nurse

nutritional

beslenmeyle ilgili

nutritious

besleyici, yararlı

nutritive value

besleme değeri

nutritive

besleyici

nuts

deli, kaçık, çatlak, üşütük

nutshell

1.fındık kabuğu, 2.özet, kısa açıklama, 3.deli, kaçık, çatlak, üşütük

nux vomica

kargabüken ağacı

nuzzle

burnu ile dürtmek

nylon rope

naylon halat

nylon

naylon

nymph

peri

nympho

nemfoman, erkek delisi

nymphomania

nemfomani, erkeğedoymazlık

nymphomaniac

nemfoman, erkeğedoymaz

o'clock

saat

oaf

sakar ve hantal kimse, ayı

oafish

1. sakar, beceriksiz, 2. sersem, salak

oak apple

yaş mazı

oak barren

meşelik

oak gall

mazı

oak

1.meşe ağacı, 2.meşe odunu

oaken

meşeden yapılmış

oaklet

küçük meşe ağacı

oakum

üstüpü

oakwood

1. meşe ağacının kerestesi, 2. meşe ormanı

oar

kürek, sandal küreği

oared

kürekle yönetilen

oarlock

Aİ. ıskarmoz

oarsman

kürekçi

oarswoman

oarswoman

bayan kürekçi

oasis

vaha

oast

şerbetçiotu kurutma fırını

oat meal

yulaf ezmesi

oat

yulaf tanesi

oaten

1. yulaf ile ilgili, 2. yulaftan yapılmış

oath of allegiance

sadakat yemini

oath

1.ant, yemin, 2.sövgü, küfür

oatmeal

yulaf ezmesi

oats

1.yulaf, 2.yulaf ezmesi

obbligato

obligato

obduracy

inatçılık, sertlik

obdurate

inatçı

obedience

itaat, uyma, söz dinleme

obedient

itaatkâr, söz dinler, uysal

obeisance

saygı, hürmet

obeisant

saygılı, hürmetli

obelisk

dikilitaş

obelus

başvurma işareti

obese

çok şişman, şişko

obeseness

aşırı şişmanlık

obesity

aşırı şişmanlık

obey

1.itaat etmek, uymak, riayet etmek, 2.denileni yapmak, söz dinlemek

obfuscate

şaşırtmak, sersemletmek

obfuscation

şaşırtma, sersemletme

obituary

ölüm ilanı

object clause

nesne tümce

object d'art

sanatsal nesne

object finder

vizör

object glass

object glass

objektif

object language

konudil, amaç dil

object lesson

ibret

object of derision

alay konusu

object

1.nesne, şey, madde, obje, 2.amaç, 3.mevzu, konu, 4.nesne, 5.karşı çıkmak, itiraz etmek

objectify

somutlaştırmak, nesnelleştirmek

objection

1.itiraz, 2.sakınca, engel

objectionable

itiraz edilebilir, nahoş

objective case

belirtme durumu

objective

1.tarafsız, yansız, 2.nesnel, objektif, 3.amaç, hedef, 4.mercek, objektif

objectively

nesnel olarak

objectivity

nesnellik

objectless

1. amaçsız, ereksiz, 2. gayesiz, maksatsız, hedefsiz

objector

itirazcı, protesto eden

objurgate

azarlamak, paylamak

objurgation

azarlama

oblate

kutupları yassılaşmış

oblateness

basıklık

oblation

adak

obligate

bağlamak, mecbur etmek

obligation

1.zorunluluk, mecburiyet, 2.yükümlülük, 3.ödev, 4.senet, borç senedi

obligatory

zorunlu, bağlayıcı

oblige

1.zorunda bırakmak, zorlamak, 2.lütufta bulunmak, lütfetmek, iyilikte bulunmak, minnetar bırakmak

obligee

alacaklı

obliging

yardıma hazır

oblique angle

yatık açı

oblique

1.dolaylı, 2.eğri, eğik, yatık, meyilli

obliqueness

eğrilik, meyil

obliquity

eğrilik, meyil

obliterate

obliterate

yok etmek, izini bırakmamak, silmek

obliteration

1. yok etme, silme, 2. aşındırma, aşınma

oblivion

1.unutulma, 2.unutma, dikkatsizlik, dalgınlık

oblivious of

unutkan, habersiz

oblivious to

ilgisiz

oblivious

bihaber, farkında olmayan

oblong

dikdörtgen

obloquy

1.kötüleme, yerme, kınama, azarlama, 2.gözden düşme, saygınlığını yitirme, itibarını kaybetme

obnoxious

uygunsuz, çirkin, kötü, pis, iğrenç

obnoxiousness

iğrençlik, nahoşluk

oboe

obua

oboist

obua çalan kimse

obscene publication

müstehcen yayın

obscene talker

ağzı pis kimse, küfürbaz

obscene

açık saçık, müstehcen

obscenity

1.müstehcenlik, 2.müstehcen şey

obscurant

gerici, örümcek kafa

obscurantism

gericilik, örümcek kafalılık

obscuration

obscureness

karartma, kararma 1.anlaşılması güç, kapalı, anlaşılmaz, 2.karanlık, 3.pek tanınmamış, silik, 4.anlaşılmaz hale getirmek, karıştırmak, 5.gizlemek, gözden saklamak, örtmek belirsizlik, kapalılık, meçhullük, karanlık

obscurity

çapraşıklık, meçhullük, loşluk, karanlık

obsequies

cenaze töreni

obsequious

itaatkâr, boyun eğen

obsequiousness

yağcılık, yaltakçılık

observable

1. görünür, fark edilir, 2. ayırt edilebilir

observance

1.itaat, yerine getirme, yapma, 2.görenek

observant

1. uyan, itaatli, 2. dikkatli

observation balloon

meteoroloji balonu

obscure

observation port

gözetleme deliği

observation tower

gözetleme kulesi

observation ward

müşahede odası

observation

1.inceleme, gözlem, 2.gözlem, 3.gözleme, gözetleme, 4.düşünce, görüş

observatory

observer

rasathane, gözlemevi 1.dikkat etmek, dikkatle bakmak, gözlemek, 2.incelemek, gözlem yapmak, gözlemlemek, 3.gözetlemek, 4.-e uymak, saygı göstermek, riayet etmek, 5.görüş belirtmek, söylemek, demek 1. gözlemci, 2. kurallara uyan kimse

obsess

hiç aklından çıkmamak, kafasında yer etmek, kafasına takılmak

obsession

takınak, saplantı, sabit fikir

obsessive

saplantısal

obsidian

1. obsidiyen, 2. doğal cam

obsidianite

tektit, camsı göktaşı

obsolescence

eskime, modası geçme

obsolescent

eskimeye yüz tutmuş, demode olmaya başlamış

obsolete

eskimiş, eski, modası geçmiş

obstacle

engel

obstetric

doğuma ait, gebeliğe ait

obstetrician

doğum uzmanı

obstetrics

doğum doktorluğu, doğumbilim

obstinacy

1. inatçılık, 2. nemrutluk, dikkafalılık

obstinate

inatçı

obstreperous

1. şamatacı, gürültücü, 2. haşarı, haylaz, 3. azgın

obstreperousness

ele avuca sığmama

obstruct

1.tıkamak, 2.engellemek

obstruction

engelleme, engel

obstructive

engelleyici, zorluk çıkarıcı

obtain

1.elde etmek, edinmek, sağlamak, 2.almak

obtainable

elde edilebilir, bulunabilir

observe

obtainment

sağlama, elde etme

obtrude

1. zorla benimsetmek, 2. içine sokmak, sokulmak

obtrusion

1. sokma, sokulma, 2. yılışma

obtrusive

1.sıkıntı veren, sırnaşık, yılışık, askıntı, 2.göze batan

obtund

körletmek, gidermek

obturate

tıkamak, kapamak

obturation

tıkama, kapama

obtuse angle

geniş açı

obtuse

1.aptal, kalın kafalı, 2.(açı) geniş, 3.(ses) boğuk

obtuseness

1. aptallık, kalın kafalılık, 2. duygusuzluk

obverse

para, madalya, vb.'nin ön yüzü

obversely

tersine çevirerek, ters açıdan

obviate

üstesinden gelmek, çözmek, halletmek

obviation

üstesinden gelme, çözme, halletme

obvious

apaçık, belli, gün gibi ortada, besbelli

obviously

besbelli, belli ki

obviousness

besbellilik, açıklık, aşikârlık

occasion

1.fırsat, 2.münasebet, vesile, 3.özel olay, önemli gün, 4.neden, 5.uygun zaman, sıra, 6.durum, hal, 7.gerek, lüzum, ihtiyaç, icap

occasional

arada sırada olan

occasionally

arada sırada, ara sıra, bazen

Occident

1. batı, 2. (Batı) Avrupa, 3. Amerika

Occidental

1. batı ile ilgili, 2. batılı

occipital bone

artkafa kemiği

occipital

artkafa, kafanın arka kısmı

occiput

artkafa, başardı

occlude

1. tıkamak, kapamak, 2. emmek, absorbe etmek

occlusion

1.kapatılma, 2.emme, emilme

occult science

gizli bilimler

occult

1.gizli, 2.büyülü, gizemli, esrarengiz

occultation

occultation

1. örtülme, okültasyon, 2. gizleme, gölgeye girme

occultism

gizli güçlere inanma

occultist

gizli güçlere inanan kimse

occupancy

işgal

occupant

bir yerde oturan kimse, sakin

occupation

1.meslek, iş, 2.işgal

occupational accident

iş kazası

occupational disease

meslek hastalığı

occupational hazard

iş tehlikesi

occupational retraining mesleki eğitim occupational therapy

iş terapisi, uğraş terapisi

occupational

mesleki, meslekle ilgili, iş

occupied

meşgul

occupier

bir yerde oturan kimse, sakin

occupy a post

görevde bulunmak

occupy

1.işgal etmek, zaptetmek, 2.-de oturmak, 3.işgal etmek, doldurmak, 4.meşgul etmek

occur to

aklına gelmek

occur

1.vuku bulmak, meydana gelmek, olmak, 2.bulunmak, yer almak, var olmak

occurrence

olay

ocean bed

okyanus dibi

ocean bottom

okyanus dibi

ocean current

okyanus akıntısı

ocean exploration

okyanus keşfi

ocean floor

okyanus tabanı

ocean food chain

okyanusta besin zinciri

ocean

okyanus

ocean-going vessel

açık deniz gemisi

Oceania

Okyanusya

oceanic

okyanusla ilgili

oceanographer

oceanographer

oşinograf, denizbilimci

oceanographic

oşinografik

oceanographical

oşinografik

oceanography

oşinografi, okyanusbilim

oceans of

çok, sürüyle

ocellus

gözcük

ochlocracy

avam idaresi

ochre

aşıboyası, toprak boya

ochreous

1. toprak boyalı, aşıboyalı, 2. koyu sarı

octad

sekizli takım

octagon

sekizgen

octagonal

sekiz köşeli

octahedral

sekiz yüzeyli

octahedrite

oktahedrit

octahedron

sekizyüzlü

octal notation

sekizli yazım

octal

sekizli

octane number

oktan sayısı

octane rating

oktan değeri

octane

oktan

octant

sekizlik

octave

oktav

octavo

sekiz yaprak halinde katlanmış kâğıt tabakası

octennial

sekiz senelik

octet

1. oktet, 2. sekiz bitli bayt, 3. sekiz kişilik koro

octillion

oktilyon

octo-

(önek) sekiz

October

ekim

octogenarian

seksenlik, 80-90 yaşında olan

octopod

octopod

ahtapot

octopus

ahtapot

octosyllabic

sekiz heceli (mısra)

octroi

oktruva, şehre giriş vergisi

octuple

sekiz kat

ocular

oküler, göz merceği

ocularly

1. gözle görünür biçimde, 2. kesin olarak

oculist

göz doktoru

odd and even

tek ve çift

odd man out

farklı şey/kimse

odd number

tek sayı

odd

1.acayip, tuhaf, garip, 2.çifti olmayan, tek, eşi yok, 3.(sayı) tek, 4.(sayı) küsur, 5.arada sırada olan, düzensiz

odd-looking

tuhaf

odd-toed

tek parmaklı

oddity

acayip kişi ya da şey, antika

oddly enough

ne gariptir ki, tuhaftır ki

oddly

1.garip/tuhaf bir şekilde

oddment

artık, kalıntı, döküntü

odds and ends

ufak tefek şeyler, ıvır zıvır

odds

1.olasılık, şans, ihtimaller, 2.(bahiste) ikramiye oranı

ode

uzun bir tür şiir, od

odeon

tiyatro veya konser binası

odeum

konser salonu

odious

iğrenç, nefret uyandırıcı, tiksindirici

odiousness

iğrençlik, çirkinlik

odium

1. yüzkarası, ayıp, 2. iğrençlik, 3. nefret

odometer

yolölçer, odometre

odonalgia

diş ağrısı

odontic nerve

diş siniri

odontic

odontic

diş ile ilgili

odontologist

diş ilmi uzmanı, odontolog

odontology

diş bilimi, odontoloji

odor

bkz. odour

odorant

1. kokulu, 2. güzel kokulu

odorless

kokusuz

odorous

güzel kokulu

odour

(ter, vb.) koku

odourless

kokusuz

odyssey

uzun ve serüvenli yolculuk

oedema

ödem

oedipal

ödip kompleksiyle ilgili

Oedipus complex

(tm)dip kompleksi

oedometer

ödometre

oenology

şarap araştırma bilimi

oesophageal orifice

yemek borusu ağzı, yutak

oesophageal

yemek borusuyla ilgili

oesophagus

yemek borusu

oestrogen

östrojen

of course

elbette, tabii

of great account

çok önemli

of late

son zamanlarda

of legal age

reşit

of no account

çok önemsiz

of note

tanınmış, ünlü, önemli

of old

uzun zaman önce, geçmişteki, uzun süredir

of one's own accord

istenmeden, kendiliğinden, gönüllü

of one's own volition

kendi iradesiyle

of service

yardımcı, yararlı

of sorts

of sorts

güya, sözümona, hesapta

of the same age

yaşıt

of use

yararlı

of

(edat) -in, -ın, -nin, -nın

off afar

uzakta

off and on

ara sıra, bazen

off duty

serbest, izinli

off one's hands

sorumluluğu dışında

off one's head

kaçık, üşütük

off one's own bat

kendi başına

off one's rocker

üşütük, çatlak, kaçık

off season

ölü sezon

off shore

kıyıdan uzak

off the air

radyoda yayında değil

off the beaten track

herkesçe bilinmeyen

off the cuff

hazırlıksız, düşünmeden

off the point

meseleden uzak, konunun dışında

off the record

gayri resmi (olarak) 1.uzakta, uzağa, uzak, 2.gitmiş, ayrılmış, 3.izinli, 4.sönmüş, kapalı, çalışmayan, 5.tamamen, 6.(yiyecek, içecek) bozulmuş, bozuk, 7.kötü, kaba, 8.suya düşmüş, ertelenmiş, vazgeçilmiş, 9.(para, vb.) sahibi, 10.-dan, 11.-den uzak, 12.-den ayrılan, sapan, 13.yakınında

off off-balance sheet accounts

nazım hesapları

off-key

ayarsız, akortsuz

off-license

içki satılan dükkân

off-line

hat-dışı, çevrim-dışı, bağsız

off-peak

daha az meşgul, sakin

off-stage

sahne arkası

off-white

hafif grimsi beyaz renk

offal

1.sakatat, 2.süprüntü, artık, çerçöp

offbeat

olağandışı, garip, tuhaf, acayip

offence

1.suç, kusur, kabahat, yasaya aykırı davranış, 2.saldırı, 3.gücendirme, kırma, hakaret

offend

1.suç işlemek, 2.gücendirmek, kırmak, 3.rahatsız etmek, hoş gelmemek

offender

suçlu, suç işlemiş kimse

offense

bkz. offence

offensive weapon

taarruz silahı

offensive

1.pis, kötü, çirkin, tiksindirici, iğrenç, 2.saldırıyla ilgili, 3.sürekli saldırı

offer a bribe

rüşvet teklif etmek

offer a price

pey sürmek

offer for sale

satılığa çıkarmak

offer price

arz fiyatı, satış fiyatı

offer

1.teklif etmek, 2.teklif, 3.sunma, takdim, arz, 4.fiyat teklifi

offering

1.bağış, adak, kurban, 2.teklif

offhand

1.inceliksiz, saygısız, kaba, 2.hazırlıksız, düşünmeden

office automation

ofis otomasyonu

office block

iş hanı

office clerk

büro memuru

office holder

devlet memuru

office hours

iş saatleri, mesai saatleri

office machinery

büro makineleri

office manager

büro müdürü

office of the governor

valilik

office of the president

cumhurbaşkanlığı

office of the town Governor

kaymakamlık

office seeker

iş arayan kimse

office staff

büro elemanları, ofis personeli

office tower

gökdelen işhanı

office work

büro işi

office worker

büro elemanı

office

1.yazıhane, büro, ofis, 2.devlet dairesi, kalem, 3.iş, memuriyet, 4.görev, 5.bakanlık

officer of the day

nöbetçi subay

officer

1.görevli, memur, 2.polis memuru, 3.subay

officers' recreation room

orduevi

official act

resmi muamele

official business

resmi iş

official call

resmi görüşme

official exchange rate

resmi kur, resmi döviz kuru

official gazette

resmi gazete

official holidays

resmi tatil günleri

official language

resmi dil

official permission

ruhsat

official rate

resmi kur

official report

1. resmi rapor, 2. mazbata

official residence

devlet konutu

official strike

resmi grev

official trip

resmi amaçlı gezi

official

1.resmi, 2.görevli, memur

officialdom

memur sınıfı, bürokrasi

officialism

kırtasiyecilik, bürokrasi

officially

resmi olarak, resmen

officiate

görev yapmak, vazife görmek

officinal plants

şifalı bitkiler

officinal

müstahzar, hazır ilaç

officious

işgüzar, her işe burnunu sokan, ukala, çokbilmiş

offing

açık deniz, engin

offish

1. kimseye yaklaşmak istemeyen, soğuk, 2. uzak duran

offprint

ayrıbasım

offset printing

offset printing

ofset baskı

offset

1.ofset, ofset baskı, 2.dengelemek, denkleştirmek

offshade

hatalı renk, renk farkı

offshoot

1.filiz, sürgün, dal, 2.kök, filizlenme, doğuş

offshore drilling

deniz sondajı, deniz dibi delmesi

offshore wind

kıyıdan esen rüzgâr

offshore

kıyıdan uzak, kıyıdan uzakta, denizde

offside

ofsayt

offspring

1.çoluk çocuk, döl, 2.yavru hayvan

oft

sık sık

often

sık sık

ogee arch

deveboynu kemer, sivri kemer

ogee

S biçimi, deveboynu

ogive

(inşaat) kaşkemer, sivri kemer

ogle

ilgiyle/arzuyla bakmak, süzmek, kesmek

ogre

1.dev, 2.korkunç kimse

ogress

dişi dev

Oh my God

Aman Tanrım

Oh well

Sağlık olsun

oh

1. hey!, o!, aman!, 2. öyle mi?, vay başım

ohm

om

Ohm's law

Ohm yasası

ohmic resistance

ohm direnci

ohmic value

ohm değeri

ohmic

ohmik, om ile ilgili

ohmmeter

dirençölçer, ommetre

oil burner

brülör, yakmaç

oil cake

küspe, köftün

oil can

yağdanlık

oil catcher

oil catcher

yağ siperi

oil circuit breaker

yağlı şalter

oil cleaner

yağ filtresi, yağ süzgeci

oil collector

yağ toplayıcı

oil colour

yağlıboya

oil company

petrol şirketi

oil control ring

yağ segmanı

oil cooled

yağ soğutmalı

oil cooler

yağ soğutucusu

oil cooling

yağlı soğutma

oil dipstick

yağ seviye çubuğu

oil duct

yağ kanalı

oil engine

mazot motoru

oil feeder

yağlama aygıtı, yağdanlık

oil field

petrol yatağı, petrol alanı

oil filter

yağ filtresi, yağ süzgeci

oil gauge

yağ basınçölçeri

oil gland

yağbezi

oil gun

yağ tabancası

oil hardening

yağda sertleştirme

oil lamp

yağ lambası, kandil

oil level

yağ seviyesi, yağ düzeyi

oil painting

yağlıboya resim (sanatı)

oil pan

yağ deposu

oil paper

yağlı kâğıt

oil pressure

yağ basıncı

oil pump

yağ pompası

oil quenching

yağda suverme

oil refinery

rafineri, petrol rafinerisi

oil repelling

oil repelling

yağ itici

oil rig

petrol kulesi

oil ring

yağ segmanı, yağ bileziği

oil seal

yağ keçesi

oil separator

yağ ayırıcı

oil shale

bitümlü şist

oil slick

su üzerinde yüzen petrol tabakası

oil slinger

yağ deflektörü

oil sludge

yağ tortusu

oil soluble

yağda çözünen

oil stain

yağ lekesi

oil stone

bileğitaşı

oil strainer

yağ filtresi, yağ süzgeci

oil sump

alt yağ karteri

oil switch

yağlı şalter

oil tank

yağ deposu

oil tanker

tanker

oil tycoon

petrol kralı

oil well

petrol kuyusu, yeryağı kuyusu

oil

1.yağ, 2.yağlıboya, 3.petrol, 4.zeytinyağı, 5.yağ sürmek, yağlamak

oilcloth

muşamba

oiled

yağlı

oiler

gresör, yağdanlık

oilfield

petrol sahası, petrol alanı

oiliness

kaypaklık, yağcılık

oiling ring

yağlama segmanı

oiling

yağlama

oilpan

yağ karteri

oilskin

muşamba, muşambadan yapılmış şey

oilstone

oilstone

bileği taşı

oily

1.yağlı, yağla ilgili, 2.aşırı nazik, yağcı

oink

1.domuz sesi, 2.domuz sesi çıkarmak

ointment

merhem

OK

1. tamam, olur, 2. Peki!, 3. okey, olur, 4. onaylamak, olur vermek

okay

1.peki, kabul, tamam, oldu, 2.onaylamak, okeylemek, 3.iyi, 4.uygun, 5.idare eder, fena değil, 6.onay, izin, olur, okey

okra

bamya

old age insurance

yaşlılık sigortası

old age pension

yaşlılık maaşı

old bird

ihtiyar kurt

old boy

eski öğrenci

old clothes man

eskici

old fogy

örümcek kafalı

Old Glory

Birleşik Amerika bayrağı

old gold

mat altın rengi

old hand

deneyimli kimse, eski kurt

old hat

modası geçmiş

old lady

anne, kocakarı

old maid

evlenmemiş yaşlı kız

old people's home

yaşlılar evi

old salt

yaşlı gemici, deniz kurdu

old style

eski usul

Old Testament

Eski Ahit

old timer

yaşlı adam

Old World

Eskidünya

old

1.yaşlı, 2.... yaşında, 3.eski, 4.eski, önceki, 5.deneyimli, pişkin

old-fashioned

1. eski, modası geçmiş, demode, 2. eski kafalı

old-timer

1. eski, kıdemli, 2. yaşlı adam

olden

geçmiş, uzun süre önceki

oldie

oldie

1. moruk, ihtiyar, 2. soğuk espri

oldish

1. yaşlıca, 2. eskice, oldukça eski

oldster

yaşlı, ihtiyar

oleaginous

1. yağlı, 2. yağcı, yaltakçı

oleander

zakkum, ağıağacı

oleate

oleat

olefine

olefin

oleic acid

oleik asit

oleic

oleik

oleograph

yağlıboya taklidi resim

oleography

yağlıboya taklidi resim biçemi

oleomargarine

margarin

oleum

oleum

olfaction

koku alma, koklama duyusu

olfactory cell

koku alma hücresi

olfactory nerve

koku siniri

olfactory

koku almayla ilgili

oligarch

oligarşi yöneticisi

oligarchical

oligarşiye ait

oligarchy

takımerki, oligarşi

Oligocene

Oligosen

oligomer

oligomer

oligopoly

oligopol

oligopsony

oligopson

olio

1. türlü, 2. derleme, potpuri

olition

seçme

olivaceous

zeytuni, sarımsı yeşil

olive green

zeytuni yeşil

olive oil

zeytinyağı

olive tree

olive tree

zeytin ağacı

olive

1.zeytin, 2.zeytin ağacı

olivenite

olivenit

oliver

ayak çekici, küçük çekiç

olivine

olivin

ology

bilim dalı

Olympiad

Olimpiyat

Olympian

görkemli, muhteşem

Olympic Games

Olimpiyat Oyunları, Olimpiyatlar

Olympic

olimpik

Olympus

Olimpos dağı

Oman

Umman

omasum

kırkbayır

ombre

bir iskambil oyunu

ombrophilous

yağmurcul, yağmuru seven

ombudsman

soruşturma kurulu üyesi

omega

1. omega, 2. bir şeyin sonu

omelet

omlet

omelette

omlet

omen

1.kehanet, 2.alamet

omentum

epiplon, bağırsakları örten zar

ominous

kötülük habercisi, uğursuz

ominousness

uğursuzluk

omissible

atlanabilir, yapılmayabilir

omission

1.dahil etmeme, atlatma, çıkarma, 2.atlanan şey/kimse

omit

1.dahil etmemek, atlamak, geçmek, çıkarmak, 2.ihmal etmek, yapmamak

omni-

(önek) hep, bütün, her şey, her yerde

omnibus

1.(bir yazarın bir çok yapıtını içeren) kitap, 2.otobüs, 3.bir çok şey içeren

omnidirectional aerial

yönsüz anten

omnidirectional

omnidirectional

yönsüz, yöneltmesiz

omnifarious

her türden, değişik türden

omnipotence

sınırsız güç

omnipotent

her şeyi yapabilecek güçte olan, gücü sınırsız

omnipresence

aynı anda her yerde olma

omnipresent

aynı anda her yerde olabilen

omniscience

her şeyi bilme

omniscient

her şeyi bilen

omnium

sermaye ve borçlar toplamı

omnivorous

hem otobur hem etobur, her şeyi yiyen

omophalic

göbek ile ilgili

omophalocele

omfalosel

omoplate

kürekkemiği, omuz kemiği

omphalos

göbek, orta yer, merkez

on a line

aynı hizada

on a shoestring

çok az para ile

on a turnkey basis

anahtar teslimi

on account of

ötürü, için

on an even keel

1. değişmez, sürekli, 2. dertsiz belasız, sakin

on and off

ara sıra, bazen, aralıklı olarak

on and on

durmadan, boyuna

on approval

muhayyer olarak

on bail

kefaletle

on behalf of

-in adına, yararına

on bended knee

yalvararak, ayaklarına kapanarak

on board bill of lading

yükleme konşimentosu

on board

1. gemide, gemiye, 2. trende, trene, 3. uçakta, uçağa

on call

hazır, amade, çalışmaya hazır

on cloud nine

sevinçten havalara uçmuş

on condition of

on condition of

koşuluyla, şartıyla

on condition that

eğer, şartıyla

on consignment

konsinye olarak

on credit

veresiye, krediyle

on deck

güvertede

on demand

ibrazında, görüldüğünde

on duty

nöbetçi, iş başında, nöbette

on earth

ki

on easy street

varlıklı

on edge

stresli, sinirli

on end

mütemadiyen

on fire

alevler içinde, yanmakta

on foot

yayan, yürüyerek

on general release

(film) gösterimde

on good terms with

ile iyi arkadaş

on guard

nöbette, tetikte

On guard!

Dikkat!, Hazır ol!

on hand

el altında, hazır

on high

cennette

on his own hook

kendi başına

on holiday

tatilde

on leave

izinli

on line

onlayn

on loan

ödünç olarak

on no account

hiçbir şekilde, kesinlikle

on no condition

asla, hiçbir surette

on oath

gerçeği söyleyeceğine yeminli

on occasion

ara sıra, arada bir

on one's heels

hemen arkasından, çok yakın

on one's honour

on one's honour

şerefi üzerine

on one's own volition

kendi iradesiyle

on one's own

kendi kendine, tek başına, yalnız, yardımsız

on one's toes

harekete hazır, tetikte

on paper

kâğıt üzerinde

on presentation

ibrazında, gösterildiğinde

on principle

prensip itibarıyla

on purpose

kasten, bile bile

on record

kayıtlara geçmiş, kayıtlardaki

on remand

yargılanmasını beklemede

on request

istenildiğinde

on sale

satılık

on schedule

planlanan saatte, beklenen saatte

on second thoughts

sonradan düşününce, tekrar düşününce

on shore

kıyıda

on tap

1. (bira) fıçıdan, 2. hazır

on that score

o konu üzerinde

on the air

radyoda yayınlanmakta

on the alert

alarm durumunda

on the breadline

çok yoksul

on the cards

olası, muhtemel

on the chance

ümidiyle

on the cheap side

oldukça ucuz

on the cheap

ucuza

on the contrary

bilakis, aksine, tersine

on the dot

tam vaktinde, elifi elifine

on the double

çok çabuk

on the eve of

arifesinde

on the Greek calends

balık kavağa çıkınca

on the high side

on the high side

oldukça yüksek

on the house

beleş, şirketten, patrondan

on the kerb

işporta

on the knife-edge

bıçak sırtında

on the level

içten, doğru, dürüst

on the loose

başıboş

on the low side

oldukça düşük

on the make

çıkar peşinde

on the market

piyasada (satılan)

on the mend

iyileşen

on the move

hareket halinde, ilerlemekte

on the occasion of

münasebetiyle, dolayısıyla

on the offensive

sürekli saldıran

on the one hand on the bir yandan diğer yandan other hand on the one hand

diğer yandan, diğer taraftan

on the order of

tarzında

on the other hand

1. bir yanda, diğer yanda, 2. diğer taraftan

on the part of

-ın tarafından

on the prowl

av peşinde

on the quiet

kimseye çaktırmadan

on the rebound

1. sekerken, 2. öfkeyle kalkıp, gücenerek

on the right track

doğru yolda

on the road

seyahatte, yolda, turda

on the rocks

(içki) buzlu

on the run

ayaküstü

on the scent of

izi üstünde, keşfetmek üzere

on the short side

oldukça kısa

on the side

ek olarak

on the sly

on the sly

gizlice, el altından, sinsice

on the spot

1. tam vaktinde, 2. başı belada

on the spur of the moment

hazırlıksız, anında, hemen

on the surface

görünüşte, dıştan

on the tip of one's tongue

dilinin ucunda

on the trot

üst üste, art arda

on the whole

1. neticede, genelde, 2. genellikle

on the wing

uçan

on these condition

bu şartlarda

on time

vaktinde, tam vaktinde

on tiptoe

ayaklarının ucuna basarak

on top of

ayrıca, üstelik

on trial

1. yargılanmakta, 2. deneme için

on view

sergilenmekte 1. aralıksız, durmadan, 2. ileri, 3. giymiş, üzerinde, 4. aralıksız, durmadan, 5. ileri, 6. ileriye, 7. giymiş, 8. (edat) üstün(d)e, 9. üzerin(d)e, 10. yanında

on on-duty court

nöbetçi mahkeme

on-line

onlayn, hatta-bağlı, çevrim-içi

onager

yaban eşeği

onanism

mastürbasyon

onboard

uçak (ile ilgili)

once a year

yılda bir

once again

bir kez daha

once and for all

ilk ve son kez

once bitten twice shy

sütten ağzı yanan yoğurdu üfleyerek yer

once for all

ilk ve son olarak

once in a blue moon

kırk yılda bir

once in a while

arada bir, bazen

once more

once more

bir kez daha

once or twice

bir iki kez

once upon a time

1. bir zamanlar, 2. bir varmış bir yokmuş

once

1.bir kez, bir kere, 2.bir zamanlar, eskiden, 3.-diği zaman, -dimi, -ince

once-over

şöyle bir bakma, göz atma

oncology

onkoloji

oncoming

ilerleyen, yaklaşan, gelen

oncost

genel giderler

ondograph

ondograf

one after another

birer birer, birbiri ardına

one and all

hepsi, herkes, topunu birden

one and the same

aynı

one another

birbirini

one by one

birer birer

one day

bir gün, günün birinde

one ofter another

birbiri arkasından

one or two

bir iki, birkaç

one tenth

onda bir

one the door

kovmak

one

1.bir, 2.tek, 3.aynı, 4. 5.bir tane, 6.insan

one-armed bandit

kollu kumar makinesi

one-armed

çolak

one-bath

tek banyo, tek banyolu

one-celled

birgözeli, tek hücreli

one-engined

tekmotorlu

one-eyed

tek gözlü

one-handed

tek elli

one-horse

tek atlı

one-legged

tek bacaklı

one-level

one-level

tek düzeyli

one-man show

tek kişilik oyun

one-off

özel

one-piece

tek parçalı, yekpare

one-sided

tek taraflı, yanlı, eşit değil, tek yönlü

one-to-one relation

bire bir ilişki

one-to-one

birebir

one-track

tek yollu, darkafalı

one-way street

tekyönlü yol

one-way

1. tek yönlü, 2. (bilet) gidiş

one's better half

eş, karı ya da koca

one's cup of tea

sevdiği şey

one's days are numbered

günleri sayılı

one's jaw drops

ağzı bir karış açık kalmak

one's level best

elinden gelenin en iyisi

one's own lookout

kendi sorunu

oneiric

düşsel

oneirocritical

rüya yorumlayan

oneness

1. bir olma, birlik, 2. fikir birliği

oner

yaman kimse, müthiş şey

onerous contract

ivazlı sözleşme

onerous

ağır, külfetli, güç, zahmetli

onerousness

1. külfet, zahmet, 2. sıkıntı, ağırlık

oneself

1.kendisi, kendi kendine

onetime

eski

ongoing

devam eden, süren

onion topper

soğan baş kesme makinesi

onion

soğan

onium dyestuff

onium dyestuff

onyum boyarmaddesi

online

çevrimiçi, hatta, dizimde

onlooker

olaylara katılmayıp yalnızca izleyen kişi, seyirci

only too

çok

only

1.biricik, tek, 2.ancak, yalnız, yalnızca, sadece, sırf, 3.ama, ne var ki, ancak

onomasiology

adbilim

onomasticon

adlar kümesi

onomastics

adbilim

onomatopoeia

yansıtma

onomatopoeic

yansımalı

onrush

saldırı, atak, hücum, hamle

onset

(kötü bir şey için) başlangıç ya da ilk saldırı, ilk atak

onshore

denizden karaya, kıyıya

onside

be, ofsayt olmayan

onslaught

şiddetli saldırı

onto

üstüne, üzerine

ontogenesis

ontogenez, bireyoluş

ontology

ontoloji, varlıkbilim

onus probandi

kanıtlama zorunluluğu

onus

yük, sorumluluk, görev

onward

ilerleyen

onwards

ileriye doğru, ileri

onyx

damarlı akik, oniks

ooblast

olgunlaşmamış dişi hücre

oocyst

oosit, olgunlaşma dönemi öncesi dişi hücre

oodles

1. çok büyük miktar, 2. pek çok, bolluk

oof

mangır, para

oolite

1. oolit, 2. taneli kireçtaşı

oomph

cinsel cazibe

oops

oops

hop!, aman!

oosperm

zigot, döllenmiş yumurtacık

ooze

1.sızıntı, 2.sızmak, 3.sızdırmak, 4.sulu çamur, balçık, bataklık

oozy

sızıntılı

opacity

opaklık, donukluk

opal blue

opal mavisi

opal glass

sütlü cam, buzlu cam

opal lamp

opal lamba

opal

panzehirtaşı, opal

opalescent

yanardöner

opaque

1.ışıkgeçirmez, saydamsız, 2.anlaşılması güç, anlaşılmaz

opaqueness

opaklık, saydamsızlık

open account

açık hesap

open air

açık hava

open an account

hesap açtırmak

open blood system

açık dolaşım sistemi

open cast

açık ocak

open cheque

açık çek, adi çek, çizgisiz çek

open circuit

açık devre

open circulatory system açık dolaşım sistemi open city

açık şehir

open competition

açık rekabet

open credit

açık kredi

open economy

açık ekonomi

open end wrench

somun anahtarı

open fire on

soru yağmuruna tutmak

open fire

ateş açmak

open heart surgery

açık kalp ameliyatı

open loop

açık döngü

open market

open market

açık pazar, açık piyasa

open one's heart to sb

birine kalbini açmak

open out

daha rahat konuşmak, açılmak

open pit

açık ocak

open policy

açık poliçe

open sb's eyes to sth

gözünü açmak

open sea

açık deniz

open season

av mevsimi

open the budget

bütçeyi sunmak

open to question

tartışılabilir

Open University

açıköğretim

open up a business

iş açmak

open up

1. açmak, başlatmak, 2. rahat konuşmak, açılmak

open wire

çıplak tel

open-air cinema

1.açık, 2.etrafı çevrilmemiş, açık, 3.(giysi, vb.) açık, iliklenmemiş, 4.çözümlenmemiş, askıda, 5.içten, açık, dürüst, samimi, 6.herkese açık, girişi serbest, 7.kullanıma hazır, açık, 8.açmak, 9.açılmak, 10.açık hava açık hava sineması

open-air theatre

açık hava tiyatrosu

open-air

açık hava

open-circuit

açık devre

open-ended question

açık uçlu soru

open-ended

1. kısıtlamasız, sınırsız, 2. sonuca bağlanmamış

open-eyed

açıkgöz, uyanık, şaşkın

open-handed

eli açık, cömert

open-minded

açık fikirli

open-width

açık halde

opener

açacak

openhearted

1.açık kalpli, içten, samimi, 2.eli açık, cömert

opening ceremony

açılış töreni

opening price

açılış fiyatı

open

opening speech

açılış konuşması

opening

1.açılış, 2.boşluk, 3.açık alan, 4.iyi şartlar, fırsat, 5.ilk, başlangıçta/açılışta yer alan, açış

openly

açıkça, açık açık, saklısız gizlisiz

openness

genişlik, açık sözlülük, tarafsızlık

openwork

seyrek örgü, ajur, kafes oyma

opera glasses

opera dürbünü

opera hat

silindir erkek şapkası

opera house

opera binası

opera

opera

operable

1. uygulanabilir, pratik, 2. çalıştırılabilir

operand

işlenen

operate

1.işletmek, çalıştırmak, 2.işlemek, çalışmak, 3.ameliyat etmek

operatic singer

opera şarkıcısı

operatic

opera ile ilgili, opera

operating console

işletim konsolu

operating costs

işletme giderleri, işletme masrafları

operating current

çalışma akımı

operating income

işletme geliri

operating lever

işletme kolu, kumanda kolu

operating profit

işletme kârı

operating revenue

işletme geliri, faaliyet geliri

operating system

işletim sistemi, işletim dizgesi

operating table

ameliyat masası

operating theatre

ameliyat odası

operating

1. işletme, çalıştırma, 2. ameliyat

operation register

işlem yazmacı, işletim yazmacı

operation

1.iş, çalışma, 2.işletme, 3.işleme, çalışma, işleme tarzı, 4.ameliyat, operasyon, 5.yürürlük, 6.harekat, operasyon

operational amplifier

işlemsel amplifikatör

operational research

yöneylem araştırması

operational

1.kullanıma hazır, 2.işletme/işleme ile ilgili

operations analysis

yöneylem araştırması

operations manual

işletim elkitabı

operations research

yöneylem araştırması

operative

1.işleyen, faal, 2.geçerli, yürürlükte, 3.etkili, etkin

operator

1.operatör, işletmen, 2.işi bilen kimse, uzman

operculum

1. yosun kapsül kapağı, 2. solungaç kapağı

operetta

operet

ophiolite

ofiyolit

ophitic

ofitik

ophthalmia

göz iltihabı

ophthalmic hospital

göz hastalıkları hastanesi

ophthalmic

göz doktorluğu/tedavisi ile ilgili

ophthalmologist

göz hekimi

ophthalmology

göz hekimliği

ophthalmoscope

oftalmoskop

opiate

uyku ilacı

opine

1. düşünmek, varsaymak, 2. belirtmek, dile getirmek

opinion research

kamuoyu araştırması

opinion

1.fikir, düşünce, kanı, 2.teşhis, yargı

opinionated

fikrinden dönmez, dikkafalı

opium poppy

haşhaş, afyon çiçeği

opium

afyon

opium-eater

afyonkeş, esrarkeş

opiumism

1. afyonkeşlik, esrarkeşlik, 2. afyon zehirlenmesi

opossum

(keselisıçangillerden) opossum

oppidan

şehirli

opponent

aleyhtar, muhalif, rakip

opportune

uygun, eyverişli, yerinde

opportunism

opportunism

fırsatçılık

opportunist

fırsatçı

opportunity

fırsat, elverişli zaman

opposable

karşı konulabilir, muhalefet edilebilir

oppose

1.karşı koymak, karşı çıkmak

opposed cylinder engine boksermotor, düz motor opposed piston engine

karşılıklı pistonlu motor

opposed

aksi, zıt, karşı

opposite angle

ters açı

opposite number

meslektaş, iş arkadaşı

opposite sex

karşı cins

opposite

1.karşıt, zıt, karşı, 2.karşıt, zıt, ters, aksi, 3.karşısında, karşıda, 4.-in karşısında

oppositeness

zıddiyet

opposition leader

muhalefet lideri

opposition party

muhalefet partisi

opposition

1.karşıtlık, karşı koyma, itiraz, 2.direnme, karşı koyma, 3.karşıtlık, zıtlık, 4.muhalefet

oppress

1.bunaltmak, sıkmak, sıkıntı vermek, içini daraltmak, 2.ezmek, baskı uygulamak, eziyet etmek

oppression

1.sıkıntı, bunalma, 2.baskı, eziyet, zulum

oppressive

1.zalim, ezici, 2.bunaltıcı

oppressiveness

1. sıkıcılık, 2. gaddarlık, zalimlik

oppressor

gaddar, zalim

opprobrious

1. aşağılayıcı, hakaret dolu, 2. utanç verici

opprobrium

1. aşağılama, hakaret, 2. utanç, rezalet, 3. ayıp

oppugn

yalanlamak, tekzip etmek, karşı koymak

opt out

çekilmek, vaz geçmek

opt

1.(for ile) -e yeğlemek, -e tercih etmek, 2.(out ile) -den çekilmek, yapmamayı tercih etmek

optative

1. istek kavramı veren, 2. istek kipi

optic axis

optik eksen, ışık ekseni

optic center

görme merkezi

optic nerve

optic nerve

göz siniri

optic tracts

göz sinirleri

optic

gözle ilgili

optical activity

optik etkinlik, ışıksal etkinlik

optical character reader optik karakter okuyucu optical character recognition

optik karakter tanıma

optical density

optik yoğunluk, ışıksal yoğunluk

optical illusion

optik illüzyon, göz yanılması

optical image

optik görüntü

optical mark reader

optik işaret okuyucu

optical microscope

optik mikroskop

optical printing

optik basım

optical refraction

optik kırılma

optical scanner

optik tarayıcı

optical sound

optik ses

optical viewfinder

vizör, optik tarayıcı

optical

görme duyusuyla ilgili

optician

gözlükçü

optics

ışıkbilgisi, optik

optimal

en iyi/yüksek/uygun, optimal

optimism

iyimserlik

optimist

iyimser kimse

optimistic

iyimser

optimization

optimizasyon, eniyileme

optimize

en uygun şekle getirmek

optimum

en iyi/yüksek/uygun

option dealer

1. opsiyon satıcısı, 2. opsiyon alıcısı

option forward

vadeli opsiyon

option to purchase

option to purchase

şufa hakkı

option

1.seçme hakkı, tercih hakkı, 2.seçilen şey, 3.seçme, tercih

optional

isteğe bağlı, seçmeli

options exchange

opsiyon borsası

optometry

optometri, göz muayenesi

opulence

refah, zenginlik, bolluk, varlık

opulent

1.varlıklı, zengin, 2.bol, gür, 3.süslü

opus

eser, opera

opuscule

küçük eser

or else

yoksa

or I'm a Dutchman

değilse Arap olayım

or something

ya da öyle bir şey, falan

or whatever

ya da öyle bir şey, ya da her neyse

or

1. ya da, veya, 2. yoksa, 3. yahut

orache

kara pazı

oracle

1.en iyi öğüt verebilecek kimse, nasihatçı, 2.(eski Yunanistan'da) tanrıların halkın sorularına cevap verdiğine inanılan yer

oracular

1. kehanetle ilgili, 2. anlaşılması güç, 3. iki anlamlı

oral cavity

ağız boşluğu

oral contract

şifahi akit

oral examination

sözlü (sınav)

oral intercourse

oral seks

oral

1.sözel, sözlü, ağızdan, 2.ağızla ilgili, ağızdan, oral

orally

sözlü olarak

orang-outang

orangutan

orange blossom

portakal çiçeği

orange jam

portakal reçeli

orange

1.portakal, 2.portakal rengi, turuncu

orangeade

portakal gazozu

orangery

limonluk

orangutang

orangutang

orangutan

orate

1. konuşma yapmak, 2. nutuk çekmek

oration

söylev, nutuk

orator

hatip, konuşmacı

oratorio

oratoryo

oratorize

konuşma yapmak

oratory

hitabet, güzel konuşma sanatı

orb

küre

orbicular

1. küresel, 2. yuvarlak, 3. küre şeklinde

orbit

1.yörünge, 2.yörüngede dönmek

orbital electron

orbital elektron

orbital

1. yörüngeye ait, 2. orbital, yörüngemsi

orcein

orsein

orchard

meyve bahçesi

orcharding

meyvecilik

orchestra

orkestra

orchestrate

orkestraya uyarlamak

orchestration

orkestraya uyarlama, orkestrasyon

orchid

orkide

orchis

1. orkide, 2. salepotu

orcin

orsin

orcinol

orsinol

ordain

1.papaz yapmak, 2.buyurmak, emretmek, 3.mukadder kılmak

ordeal

çetin sınav, ateşten gömlek

order bill

emre yazılı tahvil

order book

sipariş defteri

order cheque

emre yazılı çek

order form

sipariş listesi, sipariş formu

order instrument

emre yazılı senet

order of kinghthood

order of kinghthood

şeref rütbesi

order of payment

ödeme emri

order of precedence

kıdem sırası

order of reaction

reaksiyon sırası

order of the day

günlük emir, ordu emri

order slip

ordered set

sipariş bülteni 1.düzen, tertip, intizam, 2.düzenlik, asayiş, 3.sıra, düzen, 4.buyruk, emir, 5.sipariş, ısmarlama, 6.durum, hal, 7.kural, usul, yol, 8.sınıf, tabaka, 9.havale, 10.rütbe, 11.tür, çeşit, sınıf, türküm, 12.buyurmak, emretmek, 13.ısmarlamak, sipariş vermek, 14.düzenlemek, tertiplemek sıralı küme

ordered

düzenli, derli toplu, tertipli

ordering axiom

sıralama aksiyomu

ordering

1.sıralama, düzenleme, 2.ısmarlama, sipariş etme

orderless

düzensiz, intizamsız

orderliness

1. düzen, intizam, 2. düzenlilik

orderly

1.düzenli, derli toplu, tertipli, 2.sistemli, düzenli, tertipli, 3.sakin, uslu, yumuşakbaşlı, uysal, 4.emir eri, 5.hastane hademesi

ordinal number

sıra sayısı

ordinal

1.sıra gösteren, sıra belirten, 2.sıra sayısı

ordinance

1.buyruk, emir, ferman, 2.yasa, yönetmelik

ordinand

papaz adayı

ordinarily

1.her zaman olduğu gibi, alışılmış biçimde, her zamanki gibi, 2.genellikle, çoğunlukla

ordinariness

bayağılık, olağan olma

ordinary creditor

adi alacaklı

ordinary interest

basit faiz

ordinary language

gündelik dil

ordinary share

adi hisse senedi

ordinary

sıradan, alışılmış, olağan

ordinate

ordinat, düşey konaç

ordination

papazlığa atama töreni

ordnance officer

ordudonatım subayı

order

ordnance

ordnance

1.ordu donatım, 2.ordu donatım malzemesi

Ordovician

1. ordovizyen, 2. ordovizyen

ordure

pislik, gübre

ore bunker

maden filizi deposu

ore deposit

cevher yatağı

ore separator

cevher ayırıcı, filiz ayırıcı

ore

maden cevheri

oread

dağ perisi

organ bank

organ bankası

organ grinder

latarnacı

organ of hearing

işitme organı

organ of sight

görme organı

organ of touch

dokunma organı

organ of vision

görme organı

organ

1.organ, kılgan, 2.araç, vasıta, alet, 3.org, 4.kitle iletişim araçları, 5.yayın organı

organdie

organtin

organdy

çok ince muslin, organze

organelle

organel

organic acid

organik asit

organic chemist

organik kimyager

organic chemistry

organik kimya

organic compound

organik bileşik

organic disease

organik hastalık

organic electricity

bedensel elektrik

organic gas

organik gaz

organic law

anayasa

organic matter

organik madde

organic rock

organik kaya

organic sediment

organik tortu

organic soil

organic soil

organik toprak

organic structure

organik yapı

organic substance

organik madde

organic

organik

organically

organik olarak

organism

organizma

organist

orgçu

organization

1.örgüt, 2.örgütlenme, 3.organizasyon

organizational

örgütsel

organize

1.kurmak, örgütlemek, 2.düzenlemek

organized labour

örgütlü işgücü

organized

organize

organizer

1. düzenleyici, organizatör, 2. örgütleyici, örgütçü

organo-

(önek) organik

organoid

organoit, organa benzeyen

organometallic

organometalik

organs of speech

ses organları, ses aygıtı

organza

organze

organzine

organzin ibrişimi

orgasm

orgazm, doyunum, cinsel doyum

orgiastic

sefahatla ilgili, âlemle ilgili

orgy

1.seks partisi, 2.âlem, cümbüş

oriel window

cumbalı pencere

oriel

cumba, çıkma

Orient

yönlendirmek

orient

şark

oriental bacon

pastırma

oriental

doğuya özgü, doğu

orientalism

doğu bilimi

orientate

orientate

yönlendirmek

orientation

yönlendirme

orifice

ağız, delik

oriflamme

bayrak, sancak

origami

Japon kâğıt katlama sanatı

origan

yabani mercanköşk

origin

1.başlangıç, kaynak, 2.kök, köken

original capital

kuruluş sermayesi, ana sermaye

original copy

esas kopya

original

1.orijinal, özgün, 2.yaratıcı, 3.asıl, orijinal

originality

1.orijinallik, özgünlük, 2.yaratıcılık

originally

1.başlangıçta, aslında, 2.özgün bir biçimde

originate from

den kaynaklanmak

originate

1.kaynaklanmak, çıkmak, başlamak, 2.başlatmak

originating traffic

mebde trafiği, çıkış trafiği

oriole

sarıasma, sarnıcık

orlop

kontra tavlon, alt güverte

ormolu

1. altın kaplama tunç, 2. yaldızlı pirinç

ornament

1.süs, süs eşyası, 2.süslemek

ornamental plants

süs bitkileri

ornamental

1.süs olarak kullanılan, süsleyici, 2.süslü, cafcaflı

ornamentation

süs, ziynet

ornate

çok süslü

ornery

1. huysuz, aksi, 2. aşağılık, kaba, nahoş

ornithological

kuşbilimle ilgili, ornitolojik

ornithologist

kuşbilimci, ornitolog

ornithology

kuş bilimi

orogenesis

orojenez, dağoluşum

orogenic

orojenik

orogeny

orogeny

dağoluş, orojeni

orographic

orografik

orography

orografi

orology

1. dağlar bilgisi, 2. oroloji

orometer

yükseklik barometresi

orotund

1. tumturaklı, tantanalı, 2. dolgun sesli

orphan

1.öksüz, yetim, 2.öksüz bırakmak

orphanage

yetimler yurdu

orpiment

1. orpiment, 2. sarı zırnık

orris powder

süsen kökü tozu

orrisroot

süsen kökü, menekşe kökü

orthicon

1. ortikon, 2. televizyon alıcı tüpü

ortho-

(önek) doğru

orthocenter

yükseklik merkezi, yükseklik özeği

orthochromatic

ortokromatik

orthoclase

ortoklaz

orthodontia

ortodonti

orthodontics

diş düzeltme sanatı

orthodox

1.herkesin inandığına inanan, ortodoks, 2.alışılmış, geçerli, kabul edilmiş

orthogonal

dikey

orthographic

ortografik, dikçizgisel

orthography

imla, yazım

orthohydrogen

ortohidrojen

orthonormal

ortonormal

orthopaedic surgeon

ortopedist

orthopaedic surgery

ortopedik ameliyat

orthopaedic

ortopedik

orthopaedics

ortopedi

orthopedic

bkz. orthopaedic

orthoscope

orthoscope

ortoskop

os

kemik

Oscar

oskar ödülü

oscillate

sarkaç gibi sallanmak, salınmak

oscillation

salınım

oscillator

1. osilatör, salıngaç, 2. sallayıcı, titretici

oscillatory

titreşimli, titreyen, sallanan

oscillogram

osilogram

oscillograph

osilograf, salınımçizer

oscilloscope

osiloskop, salınımgözler

osculate

1. dokunmak, yaslanmak, 2. ortak özellikleri olmak

osculating curve

dokunum eğrisi

osculating plane

dokunum düzlemi

osculation

öpme, yaslanma

osier

sepetçisöğüdü, sorkun

osmic

osmik

osmiridium

osmiridyum

osmium

osmiyum

osmosis

geçişim, geçişme, osmoz

osmotic pressure

osmotik basınç, geçişim basıncı

osmotic

osmotik

osprey

balık kartalı

ossein

kemik tutkalı

osseous

1. kemikle ilgili, kemikli, 2. kemiksel

ossicle

kulak kemikçiği

ossification

kemikleşme

ossified

kemikleşmiş

ossify

1. kemikleştirmek, 2. kemikleşmek

ossuary

ölü kemiklerinin korunduğu yer

osteitis

osteitis

kemik iltihabı

ostensible partner

sözde ortak

ostensible

görünüşte, sözde, gerçek olmayan

ostensibly

görünürde

ostentation

gösteriş, çalım, hava

ostentatious

1. gösterişli, 2. gösterişçi, 3. cakalı, çalımlı

osteoblast

osteoblast, kemik anagöze

osteoid

kemiksi

osteology

kemikbilim, osteoloji

osteoma

kemik tümörü, osteom

osteomalacia

kemik yumuşaması, osteomalasi

osteomyelitis

kemik iliği iltihabı

osteopath

kırıkçı

ostler

seyis

ostracism

1. toplumdan dışlama, 2. ilişkiyi kesme, 3. sürgün etme

ostracize

toplum dışı bırakmak, ilişiğini kesmek, soyutlamak

ostrich plume

devekuşu tüyü

ostrich

devekuşu

other than

hariç, dışında

other

1.diğer, öteki, öbür, başka, diğeri, öbürü, başkası

otherwise

1.başka türlü, farklı bir şekilde, 2.başka bakımlardan, 3.yoksa, aksi takdirde

otiose

1. aylak, tembel, işsiz, 2. faydasız, gereksiz

otitis media

ortakulak iltihabı

otitis

kulak iltihabı

otolaryngologist

kulak, burun, boğaz uzmanı

otolaryngology

kulak-burun-boğaz bilimi

otology

kulak, burun, boğaz hastalıkları bilimi

otoscope

otoskop

otter

1.su samuru, 2.samur kürk

Ottoman Empire

Ottoman Empire

Osmanlı imparatorluğu

Ottoman

1. Osmanlı, 2. Osmanlı, 3. sedir, divan

ouch

(acı belirtir) ah!

ought to

-meli, -malı, -mesi gerek

ought

(ödev/zorunluluk belirtir) -meli, -malı, -mesi gerek, -se iyi olur

ounce

1.ons ( 2. gr.), 3.zerre, parça, birazcık

Our Lady

Meryem Ana

Our Lord

Hazreti isa

our

bizim

ours

bizimki

ourselves

biz, kendimiz, özümüz

oust

dışarı atmak, zorla çıkarmak

out and about

iyileşmiş, ayaklanmış

out and out

komple, tam, tamamen

out building

ek bina

out cold

bilinçsiz, kendini kaybetmiş

out for

-in peşinde

out in left field

nev'i şahsına münhasır

out of action

işlemeyecek hale gelmiş

out of agenda

gündem dışı

out of balance

dengesiz

out of breath

nefes nefese

out of control

kontrolden çıkmış olmak

out of danger

tehlikeden çıkmış, iyileşmiş

out of date

eski, modası geçmiş

out of doors

dışarıda

out of fashion

demode, modası geçmiş

out of function

iş görmez, hizmet dışı

out of gas

yorgun argın

out of gear

out of gear

(vites) boşta

out of hand

1. derhal, hemen, 2. birdenbire

out of harm's way

1. tehlikeden uzak, 2. emniyette

out of keeping

bağdaşmayan, zıt

out of luck

şansı olmamak

out of one's depth

boyunu aşan, bilgi ve yeteneğini aşan

out of one's mind

çatlak, üşütük, kaçık, deli

out of order

çalışmaz, bozuk

out of pity

acıyarak, acıdığı için

out of place

yersiz, uygunsuz

out of pocket

1. sarf edilmiş, cepten çıkmış, 2. zararda, zarar etmiş

out of position

yerinden çıkmış

out of practice

körelmiş, pratiğini yitirmiş

out of print

baskısı tükenmiş

out of proportion

mantıksızca

out of reach

erişilmez, yetişilmez

out of season

satın alınmaz, mevsimsiz, yersiz, vakitsiz

out of service

hizmet dışı

out of sight

1. gözden uzak, 2. kazık marka, fahiş

out of sorts

keyifsiz, neşesiz

out of spite

garezinden

out of stock

elde kalmamış, mevcudu tükenmiş

out of temper

huysuz

out of the blue

damdan düşme, damdan düşer gibi

out of the corner of one's eye

göz ucuyla

out of the ordinary

olağandışı, alışılmamış

out of the question

olanaksız

out of the running

kazanma ümidi olmayan

out of the way

out of the way

olağandışı, anormal

out of the wood

dertten beladan uzak

out of thin air

hiç yoktan

out of this world

süper, olağanüstü, müthiş

out of time

temposu bozuk

out of touch with

-den habersiz

out of turn

sırasız, yersiz, uygunsuz

out of use

kullanılmayan, modası geçmiş

out of wedlock

evlilik dışı

out of work

işsiz, boşta

out of

1. -den dışarı, dışına, dışında, 2. -siz, -sız

out one's element

halinden memnun olmayan, keyfi kaçmış

Out with it!

Söyle şunu!

Out with you

Çık dışarı!

Out you go!

Çık dışarı! 1.dışarı, dışarıya, 2.dışarıda, 3.yüksek sesle, bağırarak, 4.adamakıllı, tamamıyla, bütünüyle, 5.modası geçmiş, 6.dışta yer alan, dış, harici, 7.uzak, uzakta olan, 8.olanaksız, 9.(ışık, ateş vb.) sönmüş, sönük, 10.(tahmin, hesap vb.) yanlış flu, bulanık, odak dışı

out out-of-focus

out-of-pocket expenses küçük nakit masraflar out-of-the-way

ücra, uzak, sapa, ıssız

outage

1. fire, 2. hizmet dışı kalma

outbalance

daha ağır gelmek, geçmek

outbid

-den daha fazlasını teklif etmek

outboard engine

dış motor, takma motor

outboard motor

küçük botların arkasına takılan motor

outboard

1. tekne dışı, 2. takma motorlu, dıştan motorlu

outbreak

1.patlak verme, çıkma, 2.salgın

outbuilding

ek bina

outburst

patlama, patlak verme

outcast

toplumdan atılmış, serseri

outclass

-den çok üstün olmak

outcome

sonuç

outcrop

yeryüzüne çıkmış katman ya da kaya

outcry

halk protestosu

outdate

geçersiz kılmak, modası geçmek, bayatlamak

outdated

modası geçmiş

outdistance

daha hızlı gitmek ya da daha ileri gitmek, geçmek, geride bırakmak

outdo

-den üstün olmak, yenmek, geçmek

outdoor antenna

harici anten, dış anten

outdoor

açık havada, açık havada olan/yapılan, açık hava

outdoors

1.açık hava, dışarısı, 2.açık havada, dışarıda

outer cover

dış örtü

outer ear

dışkulak

outer space

uzay

outer world

dış dünya

outer

harici, dış, dıştaki

outermost

en dıştaki, en uzaktaki

outface

meydan okumak

outfit

1.teçhizat, takım, donatı, 2.grup, ekip

outfitter

teçhizat müteahhidi

outflow

dışarıya akan miktar, taşan miktar

outgo

masraf

outgoing

1.giden, ayrılan, 2.canayakın

outgoings

masraf, gider

outgrow

1.-den daha çabuk büyümek, 2.sığmamak, ... için fazla büyümüş olmak

outgrowth

1.doğal sonuç, 2.büyüyen, gelişen şey

outhouse

ek yapı

outing

gezinti, gezi

outlandish

garip, acayip, tuhaf

outlast

-den daha uzun sürmek

outlaw

1.kanun kaçağı, haydut, 2.suçlu ilan etmek, 3.(bir şeyi) yasadışı ilan etmek

outlay

(on/for ile) harcanan para, gider, masraf

outlet

çıkış yeri, delik, ağız

outlier

şahit tepe, tanıktepe

outline

1.ana hatlar, taslak, 2.özet, 3.şekil, 4.şeklini/taslağını çıkarmak

outlive

-den daha uzun yaşamak

outlook

1.görünüm, 2.bakış açısı, 3.ileriki olasılıklar

outlying

merkezden uzak, uzak

outmanoeuvre

1.(rakibinden) daha etkili hareket etmek, 2.(rakibine) üstünlük sağlamak

outmoded

modası geçmiş

outmost

en dıştaki, en uzaktaki

outnumber

sayıca üstün olmak

outpatient

ayakta tedavi edilen hasta

outpost

ileri karakol

output amplifier

çıkış amplifikatörü, çıkış yükselteci

output circuit

çıkış devresi

output data

çıkış bilgisi, çıktı bilgileri

output device

çıktı aygıtı

output impedance

çıkış empedansı, çıkış çelisi

output shaft

çıkış mili

output tube

çıkış tüpü, çıkış lambası

output voltage

çıkış gerilimi

output

1.verim, randıman, 2.üretim, ürün, 3.bilgisayardan alınan bilgi, çıktı

outrage

1.nefret uyandırıcı hareket, zulüm, 2.büyük öfke, nefret, 3.öfkelendirmek, nefretini uyandırmak

outrageous

1.terbiyesiz, çirkin, öfke uyandırıcı, 2.ahlaksız, utanmak, 3.şok edici

outreach

1. uzama, 2. aşmak, geçmek

outrider

araba önündeki atlı uşak

outrigger

1. avara demiri, 2. dirsekli çıkıntı, dirsekli iskele

outright

outright

1.tamamen, bütünüyle, 2.açıkça, dobra dobra, 3.tam, kesin, katıksız, 4.içten, açık sözlü, gerçek

outsell

fazla satmak

outset

başlangıç

outshine

-den daha fazla parlamak

outside diameter

dış çap

outside left

solaçık

outside right

sağaçık

outsider

1.dış, dış taraf, 2.dış, harici, 3.açık havada olan, dışarıdaki, 4.dıştan gelen, dış, 5.en çok, en yüksek, azami, 6.(şans, olasılık, vb.) uzak, 7.dışarıda, dışarıya, 8.dışında, dışına 1.bir grubun dışında olan kimse, yabancı, 2.kazanma olasılığı az olan yarışmacı/hayvan

outsize

(giysi) çok büyük boy

outskirts

kentin dışı, dış mahalle, varoş

outsmart

kurnazlıkla üstesinden gelmek, hakkından gelmek, yenmek, altetmek

outspoken

dobra dobra konuşan, açık sözlü

outspread

(kol, vb.) açık, gerilmiş

outstanding debt

ödenmemiş borç

outstanding

1.diğerlerinden iyi, çok iyi, göze çarpan, 2.henüz yapılmamış, yarım kalmış, 3.ödenmemiş

outstandings

ödenmemiş borçlar

outstretched

uzanmış, gerilmiş, açık

outstrip

-den daha iyi yapmak, geçmek, geride bırakmak

outturn

üretim, mahsul

outward

1.dış, 2.bkz. outwards

outwardly

dıştan, görünüşte

outwards

dışarıya

outwash

yıkamak

outweigh

-den daha ağır basmak, -den daha önemli olmak

outwit

kurnazlıkla altetmek, yenmek

outwork

evde yapılan parça başı iş

outworker

parça başı çalışan kişi

outworn

modası geçmiş, geçerliliğini yitirmiş

outside

ouzel

karatavuk

ova

1. yumurtalar, 2. tohum

oval

yumurta biçiminde, oval

ovarian

1. yumurtalıkla ilgili, 2. tohumlukla ilgili

ovaritis

yumurtalık iltihabı

ovary

1.yumurtalık, 2.tohumluk

ovation

coşkunca alkış/beğeni

oven bird

çömlekçi kuşu

oven

fırın

oven-dry

fırınlanmış, fırında kurumuş

over a barrel

sıkışık durumda, zor bir durumda

over again

bir daha

over against

karşısında

over and above

-den başka

over and over again

tekrar tekrar, defalarca

over sb's head

anlama kapasitesinin üstünde, çok zor

over the hill

yaşını başını almış

over the hump

can alacak noktada

over the moon

çok mutlu, sevinçten uçan

over there

orada, karşıda

over weight

fazla kilolu 1.yere, aşağıya, 2.ters, 3.karşıya, öbür tarafa, 4.-in üzerine, üstüne, üstünde, 5.(alttaki şeye değmeksizin) -in üzerinde, üzerine, 6.aracılığıyla, -den, -dan, 7.bitmiş, sona ermiş

over over-

1. (önek) aşırı, 2. üstün, üstünde, fazla

over-charge

fazla yüklemek, fazla doldurmak

overact

abartmalı bir şekilde oynamak

overage

aşırı yaşlanmak

overall efficiency

toplam verim

overall

1.her şey dahil, tüm, toplam, 2.ayrıntılı, geniş kapsamlı, 3.sonuçta, genelde

overalls

işçi tulumu, tulum

overawe

korkutmak, sindirmek

overbalance

1.dengesini kaybedip düşmek, 2.dengesini bozup düşürmek

overbear

fazla ürün vermek

overbearing

mütehakkim, buyurucu

overbid

fazla fiyat vermek

overblown

abartmalı, fazla açmış çiçek

overboard

1.gemiden denize

overburden

(with ile) -e fazla yük taşıtmak, fazla yüklenmek

overbusy

aşırı meşgul

overbuy

fazla miktarda satın almak

overcapitalization

aşırı kapitalizasyon

overcapitalize

sermayesini yüksek göstermek

overcast

bulutlu, kapalı

overcharge

fazla fiyat istemek, fazla hesap yazmak, kazıklamak

overcoat

palto

overcome

1.üstesinden gelmek, alt etmek, 2.galip gelmek, 3.(duygu, vb.) davranışları etkilemek

overconfident

kendine fazla güvenen

overcrowd

(with ile) çok fazla insanla doldurmak, aşırı kalabalık yapmak, tıka basa doldurmak

overcurrent

fazla akım, aşırı akım

overdeveloped

sürdevelope, aşırı açındırılmış

overdevelopment

sürdevelopman, aşırı açındırma

overdo

1.abartmak, şişirmek, 2.gereğinden fazla kullanmak, 3.aşırı duygusallık göstermek

overdone

1.fazla pişmiş, 2.abartılmış, şişirilmiş, 3.aşırı, çok fazla, aşırıya kaçmış

overdose

aşırı doz

overdraft

hesabından fazla para çekme izni, açık kredi

overdraw

(bankadaki hesabından) fazla para çekmek

overdrive transmission overdrayv transmisyonu, fazla sürat düzeni overdrive overdue

aşırı hız düzeni, yüksek hız vitesi

overdue

1.vadesi geçmiş, 2.rötarlı, geçikmiş

overdye

üzerine boyamak

overeat

1. fazla yemek yemek, 2. oburluk etmek

overestimate

olduğundan fazla değer biçmek, abartmak

overexposed

sürekspoze, aşırı ışıklı

overexposure

sürekspozisyon, aşırı ışıklama

overfall

1.çağlayan, 2.bank

overflow pipe

taşıntı borusu, taşma borusu

overflow

1.taşmak, 2.-in dışına taşmak, sığamamak, 3.taşma, 4.taşkın, 5.oluk

overflowing

pek bol

overgrow

1. çok büyümek, çabuk büyümek, 2. kartlaşmak

overgrown

1.yabanıl bitkilerle kaplı, 2.fazla/hızlı büyümüş

overgrowth

aşırı büyüme

overhang

sarkmak

overhanging

sarkık

overhardening

aşırı sertleşme, aşırı sertleştirme

overhaul

1.elden geçirmek, yoklamak, onarmak, 2.yetişip geçmek

overhead camshaft

üstten kam mili, üstten eksantrik mili

overhead cost

dolaylı maliyet

overhead crane

yürür köprü

overhead crossing

üstgeçit

overhead expenses

genel giderler

overhead irrigation

yağdırma sulaması

overhead line

havai hat

overhead railway

asma demiryolu

overhead

kafasının üstünde, yukarıda, tepede

overheads

işletme giderleri

overhear

kulak misafiri olmak, gizlice dinlemek

overheat

1.aşırı ısıtmak, fazla ısıtmak, 2.fazla ısınmak

overinsure

overinsure

değerinden yüksek sigorta yaptırmak

overjoyed

çok sevinçli

overkill

1.gereğinden fazla silah, 2.sınırını aşınca zarar veren şey

overladen

fazlasıyla yüklenmiş, fazla süslenmiş

overland

karayolu ile yapılan, karadan

overlap

1.üstüste binmek, 2.kısmen kaplamak

overlay

1. kaplama, örtü, 2. kaplamak, 3. üstüne yüklemek, üzerine yatırmak

overload

1.aşırı yüklemek, 2.fazla elektrik kullanmak

overlook

1.-e nazır olmak, bakmak, 2.gözden kaçırmak, görememek, atlamak, 3.göz yummak, affetmek

overlord

derebeyi

overmaster

hakkından gelmek

overmuch

aşırı, gereğinden fazla

overnight interest rate

gecelik faiz oranı

overnight interest

gecelik faiz

overnight repo

bir gecelik repo

overnight stay

bir gece kalma

overnight

1.geceleyin, gece, 2.aniden, bir anda

overpass

bkz. flyover

overpay

fazla ödemek

overplay

abartmak

overplus

fazlalık

overpopulation

nüfus fazlalığı, aşırı nüfuslanma

overpower

yenmek, ezmek, hakkından gelmek, alt etmek

overpowering

kahredici

overpressure

aşırı basınç, fazla basınç

overprint

1.üst baskı, 2.üstüne basmak

overprints

1. fazla basmak, 2. üzerine yeniden basmak

overproduce

gereğinden fazla üretmek

overproduction

aşırı üretim

overpunch

overpunch

aşırı delgilemek, fazla delmek

overrate

fazla değer vermek, büyütmek, abartmak

overreach

1. yetişip geçmek, 2. hile ile yenmek

override

umursamamak, önem vermemek

overriding

ağır basan

overripe

geçkin, fazla olgun

overrule

reddetmek, iptal etmek, geçersiz kılmak

overrun

1.istilâ etmek, 2.(sınır, bitiş süresi, vb.) aşmak, uzamak

oversaving

aşırı tasarruf

overseas countries

denizaşırı ülkeler

overseas

denizaşırı

oversee

göz kulak olmak, bakmak, izlemek

overseer

1.müdür, müfettiş, 2.ustabaşı, kalfa

oversell

aşırı övmek, göklere çıkartmak

overset

1.devirmek, altüst etmek, 2.devrilmek, altüst olmak

overshade

gölge etmek, gölgelemek, gölgede bırakmak

overshadow

gölge düşürmek, gölgelemek

overshoe

şoson, lastik

overshoot

çok hızlı gidip kaçırmak, geçip gitmek

oversight

dikkatsizlik, gözden kaçırma, dalgınlık

oversimplify

yalınlaştırarak anlamını çarpıtmak, bozmak, fazla basitleştirmek

oversized

büyük boy

oversleep

uyuya kalmak

overspend

fazla sarf etmek

overstate

abartmak, büyütmek, şişirmek

overstep

aşmak, çok ileri gitmek, çizgiyi aşmak

overstock

fazla stok yapmak

overstrain

aşırı zorlamak

overstress

aşırı gerilme

overstretch

overstretch

aşırı germek

overstrung

aşırı duyarlı ve heyecanlı

oversubscribe

fazla taahhüt etmek

oversubscription

fazla taahhüt, aşırı talep

oversupply

fazlalık

overt

gizli olmayan, ortada, açık, aleni

overtake

1.yetişip geçmek, sollamak, 2.ansızın yakalamak, bastırmak

overtax

1.ağır vergi koymak, 2.fazla vergi istemek, 3.sınırını zorlamak

overthrow

(hükümet, vb.) devirmek, yıkmak

overthrust

aşma, bindirme

overtime pay

fazla mesai ücreti

overtime work

fazla çalışma

overtime

fazla mesai

overtone

ahenk sesi

overtop

tepesini aşmak

overture

1.uvertür, 2.ç. görüşme önerisi, öneri

overtures

görüşme önerisi

overturn

1.devirmek, 2.devrilmek

overvalue

fazla kıymet biçmek

overvoltage

aşırı gerilim

overweening

kibirli, kendini beğenmiş, mağrur

overweight

(belli bir kilodan) ağır, fazla ağır, fazla kilolu

overwhelm

1.yenmek, ezmek, bastırmak, 2.garketmek, boğmak

overwhelming

çok büyük, ezici

overwind

aşırı sarmak

overwork

1.fazla çalışmak, 2.fazla çalıştırmak, 3.aşırı heyecanlı, gergin

overwrite

üstüne yazmak

overwrought

1. çok heyecanlı, sinirleri gergin, 2. fazla işlemeli

oviduct

1. yumurta kanalı, 2. yumurta geçidi

oviferous

oviferous

yumurtası olan

oviform

yumurta biçiminde, oval

ovigerous

yumurta oluşturucu, yumurtlayıcı, yumurtlayan

ovipositor

yumurtlama borusu

ovogenesis

yumurtalıkta olgun yumurta oluşumu

ovular

yumurtayla ilgili

ovulate

yumurtlamak

ovulation

ovülasyon, yumurtlama

ovule

1. ovum, 2. tohum taslağı

ovum

yumurta

owe sb a grudge

kin beslemek

owe

1.borcu olmak, borçlu olmak, 2.borçlu olmak

owing to

1. -den dolayı, yüzünden, 2. (edat) -den dolayı, yüzünden

owing

ödenmemiş

owl

baykuş, puhu

owlet

baykuş yavrusu

owlish

baykuş gibi

own resources

öz kaynaklar

own up to

itiraf etmek

own weight

ölü yük, zati yük

own

1.kendi, kendisinin, 2.sahip olmak, 3.tanımak, kabul etmek, itiraf etmek

owner

sahip, mal sahibi

ownerless

sahipsiz

ownership

mülkiyet, sahiplik

ox

öküz

ox-bow lake

akmaz

ox-eye daisy

öküzgözü, mastıçiçeği

oxalate

oksalat

oxalic acid

oksalik asit, kuzukulağı asidi

oxalic

oxalic

oksalik

oxcart

öküz arabası, kağnı

oxherd

sığır sürüsü

oxidase

oksidaz

oxidation number

oksitlenme numarası

oxidation

1. oksidasyon, yükseltgenme, paslanma, 2. oksitlenme

oxidation-reduction

yükseltgeme-indirgeme

oxide

oksit

oxidize

1.oksitlemek, 2.oksitlenmek

oxidizing agent

yükseltgen madde

oxidizing flame

yükseltgeyici alev

oxidizing

yükseltgeyici, oksitleyici

oxime

oksim

oxlip

çuhaçiçeğine benzer bir bitki

oxonium

oksonyum

oxtail

öküz kuyruğu

oxyacetylene welding

oksijen kaynağı

oxyacetylene

oksiasetilen

oxyacid

oksi asit

oxygen apparatus

oksijen teneffüs aygıtı

oxygen cycle

oksijen çevrimi

oxygen mask

oksijen maskesi

oxygen tent

oksijen çadırı

oxygen

1.oksijen

oxygen-free

oksijensiz

oxygenate

oksijen katmak

oxygenated

oksijenli

oxyhydrogen

oksijen ile hidrojen karışımı

oyer and terminer

ağır ceza mahkemesi

oyez

oyez

dikkat!, dinleyin!

oyster bank

istiridye yatağı

oyster bed

istiridye yatağı

oyster catcher

istridye avcısı, deniz saksağanı

oyster shell

istiridye kabuğu

oyster

istiridye

ozalid print

ozalit baskısı

ozokerite

ozokerit

ozone friendly

ozon dostu, ozona zarar vermeyen

ozone layer

ozon tabakası

ozone

1.ozon, 2.temiz hava

ozonide

ozonit

ozonize

ozonlaştırmak

ozonizer

ozonatör, ozon üreticisi

ozonolysis

ozonoliz

ozonometer

ozonölçer, ozonometre

ozonosphere

ozonosfer, ozon tabakası

P.S.

not

pa

baba

pabular

besinle ilgili

pabulum

yiyecek, gıda 1.adım, 2.yürüyüş, 3.sürat, hız, 4.ağır ya da düzgün adımlarla yürümek, 5.adımla ölçmek, adımlamak, 6.koşu ya da yürüyüş hızını belirlemek

pace pacemaker

1.diğerlerine örnek olan kimse, 2.kalp atışlarını düzenleyen aygıt

pachyderm

fil gibi kalın derili memeli hayvan

pacific

barışsever, barışçı

pacification

barışma, yatıştırılma, teskin etme

pacifier

1. barıştıran kimse, 2. emzik

pacifism

barışseverlik

pacifist

barışsever, barışçı

pacify

1.yatıştırmak, sakinleştirmek, rahatlatmak, 2.barışı/güvenliği sağlamak

pack animal

yük hayvanı

pack horse

yük beygiri

pack ice

deniz suyu buzu, deniz buzlası

pack in

ilgi çekmek, sarmak

pack it in

durdurmak

pack off

sepetlemek, göndermek

pack one's bags

pılıyı pırtıyı toplamak

pack up

1. işi bitirmek, 2. durmak, stop etmek

pack

1.bohça, çıkın, 2.paket, 3.sürü, 4.(iskambil) deste, 5.paket, 6.bavul hazırlamak, 7.bohçalamak, paket yapmak, paketlemek, 8.sarmak, 9.tıka basa doldurmak, 10.(yiyecek) kutulara koymak, konservelemek, 11.koruyucu bir madde ile doldurmak, sarmak, kaplamak

package deal

paket teklif, toplu pazarlık

package holiday

turizm acentasının tertiplediği gezi

package tour

grup turu, paket tur

package

paket, bohça, ambalaj

packaged software

paket program

packaging

paketleme, ambalajlama

packed like sardines

balık istifi gibi

packed

1. tıka basa dolu, kalabalık, 2. paketlenmiş

packer

ambalaj makinesi

packet mode

paket modu, paket anahtarlamalı işletim

packet switching

paket anahtarlama

packet

paket

packing bolt

salmastra cıvatası

packing box

1. eşya sandığı, 2. salmastra, tampon yuvası

packing case

tahta kasa, tahta sandık, eşya sandığı

packing house

depo, antrepo

packing material

dolgu malzemesi

packing needle

çuvaldız

packing paper

paket kâğıdı, ambalaj kâğıdı

packing ring

salmastra bileziği

packing washer

salmastra rondelası

packing

1.paketleme, ambalaj, paketleme malzemesi

packsaddle

semer

packthread

ambalaj ipi, bağlama ipi, çuvaldız ipi

pact

antlaşma, pakt

pad character

doldurma karakteri

pad jig

fular jiger

pad the bill

pad-dry process

faturayı şişirmek 1.(koruyucu) yastık, 2.(pamuklu, vb. yumuşak) tıkaç, 3.kâğıt destesi, bloknot, 4.ıstampa, 5.(hayvan) taban, 6.ev, daire, 7.içini doldurmak, 8.(konuşma, vb.) şişirmek, uzatmak, 9.sessizce yürümek fularlama-kurutma yöntemi

pad-roll method

emdirme-bekletme yöntemi

padding machine

fularlama emdirme makinesi, fular

padding mangle

emdirme makinesi, fular

padding

1.vatka, 2.kıtık

paddle boat

yandan çarklı gemi

paddle box

davlumbaz

pad

paddle one's own canoe kendi işini kendi görmek paddle steamer

yandan çarklı gemi

paddle wheel

gemi çarkı, kanatlı çark

paddle

1.kısa kürek, 2.(masa tenisi) raket, 3.kısa kürekle yürütmek, kısa kürek kullanmak, 4.suda gezinmek, 5.tokat atmak

paddle-wheel fan

santrifüjlü vantilatör

paddock

küçük çayır alan, padok

paddy field

çeltik tarlası

paddy

1.çeltik, pirinç, 2.çeltik tarlası

padishah

padişah, sultan

padlock

asma kilit

padre

1. peder, 2. papaz

paean

1. sevinç şarkısı, sevinç nidası, 2. zafer türküsü

paediatrics

bkz. pediatrics

pagan

dinsiz

paganism

putperestlik

page boy

otel komisi

page

1.sayfa, bet, 2.(otel, vb.) garson, 3.iç oğlanı, 4.adını anons etmek, çağırmak

pageant

1.kutlama töreni, 2.gösteri

pageantry

parlak gösteri

pager

çağrı cihazı

paginal

sayfalara ait

paginate

sayfalara numara koymak

pagination

sayfalara numara koyma

paging

1. sayfaları numaralama, 2. sayfalama

pagoda

pagoda

pah

püh!

paid

1.ödenmiş, 2.ücretli

paid-in capital

ödenmiş sermaye

paid-in

ödenmiş

paid-up

ödenmiş

pail

kova, gerdel

pailful

bir kova dolusu

paillasse

ot minder

paillette

pul

pain in the neck

baş belası, dert

pain

1.ağrı, sızı, 2.acı, ıstırap, 3.baş belası, 4.üzmek, kırmak, incitmek, kalbini kırmak

pained

1.incinmiş, 2.sıkıntılı

painful

acı veren

painkiller

ağrı kesici

painless

acısız, ağrısız

pains

zahmet, gayret

painstaking

dikkatli, özenli

paint drier

sikatif

paint spray gun

boya tabancası

paint the lily

allayıp pullamak

paint the town red

eğlenceye takılmak

paint

1.boyamak, 2.(boya ile) resmini yapmak, 3.betimlemek, tasvir etmek, 4.makyaj yapmak, boyanmak, 5.boya

paintbox

boya kutusu

paintbrush

boya fırçası

painted woman

fahişe

painted

1. boyalı, 2. renkli

painter

1.ressam, 2.badanacı, boyacı

painting

1.ressamlık, 2.yağlıboya resim, tablo

paintress

kadın ressam

pair of compasses

pergel

pair of scissors

makas

pair up

çift oluşturmak

pair

1.çift, 2.karı koca, çift, 3.çift çift düzenlemek, 4.çift olmak, eş olmak, eşlik etmek

pair-oar

çift kürekli tekne

pairing

çiftleşme

pajamas

pijama

pal

arkadaş, dost, ahbap

palace

saray

paladin

şövalye, şampiyon

palaeontology

paleontoloji, taşılbilim

palatable

1.tadı güzel, lezzetli, 2.makul, hoş

palatal harmony

büyük ünlü uyumu

palatal sound

damaksıl ses

palatal

1. damak ile ilgili, damaksıl, 2. damak ile ilgili, damaksıl ses

palatalization

palatalization

damaksıllaşma

palatalize

damaksıllaştırmak

palate

1.damak, 2.ağız tadı

palatial

saray gibi, görkemli

palatine tonsil

bademcik

palatine

1. damakla ilgili, 2. damak kemiği

palaver

1. görüşme, müzakere, 2. palavra, 3. pohpohlama, yağcılık

pale

1.(yüz) soluk, 2.(renk, vb.) solgun, cansız, 3.solmak, 4.soldurmak, 5.sönük kalmak, önemsiz kalmak

palea

pulcuk

paleface

solukbenizli, beyaz (adam)

paleness

solukluk, renksizlik

paleo-

(önek) paleo, eski

Paleocene

paleosen

paleographer

paleograf

paleography

paleografi

paleolithic

yontma taş devrine ait

paleontologist

paleontolog, taşılbilimci

paleontology

paleontolog, taşılbilim

Paleozoic

paleozoik

Palestine

Filistin

Palestinian

Filistinli

paletot

1. palto, 2. manto

palette

ressam paleti, palet

palfrey

binek atı

palindrome

makam

paling

1. çit, 2. şarampol, parmaklık

palingenesis

yeniden doğma

palisade

1. kazıklarla yapılmış çit, 2. siper kazığı, 3. şarampol

pall

1.tabut örtüsü, 2.(içinde ölü olan) tabut, 3.kasvet veren örtü, perde, 4.usandırmak, bıktırmak, yavanlaşmak, sıkmak

palladium

palladium

palladyum

pallete

palet

palliate

(hastalık) hafifletmek, dindirmek

palliation

1. (hastalık) hafifletme, dindirme, 2. mazur gösterme

palliative

1. palyatif, geçici, hafifletici, 2. geçici çare, geçici önlem

pallid

solgun, soluk, benzi atmış

pallidness

solgunluk, solukluk

pallium

1. palyum, beyin zarı, 2. başpiskopos cüppesi

pallor

solgunluk, soluk benizlilik

pally

yakın, samimi

palm grease

rüşvet

palm off

kakalamak, kazıklamak

palm oil

hurma yağı

palm sugar

hurma şekeri

palm tree

hurma ağacı

palm

1.palmiye, hurma ağacı, 2.avuç içi, aya

palmate

1. palmiye yaprağı şeklinde, 2. perdeayaklı

palmette

hurma yaprağı süsü

palmiped

perdeayaklı

palmist

el falcısı

palmistry

el falı

palmitate

palmitat

palooka

1. beceriksiz boksör, 2. hödük, ayı, kıro

palp

dokunaç

palpability

1. hissedilebilirlik, 2. açıklık, aşikârlık

palpable

1.elle dokunulabilir, ele gelir, gözle görünür, somut, 2.belli, apaçık, ortada, düpedüz

palpate

1. elle muayene etmek, 2. elle tutmak

palpation

1. elle muayene, 2. dokunma

palpebra

gözkapağı

palpitant

palpitant

heyecandan titreyen

palpitate

1.(yürek) hızlı ve düzensizce atmak, 2.titremek

palpitation

düzensiz kalp atışı, çarpıntı

palsied

felçli, kötürüm

palsy

inme, felç

palter

1. oyun etmek, 2. hafife almak, ihmal etmek

paltriness

önemsizlik, değersizlik

paltry

önemsiz, değersiz, düşük

paludal

bataklık gibi, sıtmalı

paludism

sıtma

pampas

pampa

pamper

üzerine çok düşmek, şımartmak

pamphlet

kitapçık, broşür

pamphleteer

panacea

broşür yazan kimse 1.tava, 2.lavabo taşı, 3.elek, 4.suda yüzen ince buz, 5.elemek, süzmek, elekle aramak, 6.acımasızca eleştirmek, 7.(kamerayı) sağa sola çevirmek (sözde) her derde deva ilaç

panache

gösteriş

Panama

Panama

Panamanian

Panamalı

pancake coil

yassı bobin

pancake landing

perdövitesli iniş

pancake

tava keki, gözleme

panchromatic

pankromatik

pancreas

pankreas

pancreatic duct

pankreas yolu

pancreatic gland

pankreas bezi

pancreatic juice

pankreas usaresi

pancreatic tissue

pankreas dokusu

pancreatic

pankreasla ilgili

pan

pancreatin

pankreatin

panda crossing

yaya geçidi

panda

panda

pandemic

genel, evrensel

pandemonium

şamata, curcuna, tantana

pander

pezevenk

pandora

güzel kadın

pane

pencere camı

panegyric

1. övgü, methiye, 2. kaside

panegyrical

övgü niteliğinde

panegyrist

methiyeci, kaside yazarı

panegyrize

1. övmek, methetmek, 2. övgü düzmek

panel discussion

açık oturum

panel saw

aynalık testeresi

panel

1.kapı aynası, 2.kaplama tahtası, 3.kontrol panosu, panel, 4.giysilere konulan kumaş parçası, 5.dar uzun resim/fotoğraf, 6.jüri heyeti

panelist

panele katılan kimse

panelling

tahta kaplama

panelwork

aynalı kaplama işi, silme işi

pang

ani ve şiddetli ağrı, sancı, acı

pangs of hunger

açlık sancısı

pangs of love

aşk sancısı, aşk acısı

panhandle

1. tava sapı, 2. dilenmek

panhandler

dilenci

panic

1.panik, ürkü, 2.paniğe uğratmak, 3.paniğe kapılmak

panic-stricken

paniğe kapılmış

panicky

panik halinde, telaş verici

panicle

panikül, birleşik salkım

panjandrum

kendini çok yükseklerde gören güçlü kişi

panne

pan

pannier

küfe, sepet

pannikin

maşrapa

panning

panoramik, çevrinme

panoplied

tam silahlı

panoply

tam zırh takımı

panorama

1.panorama, 2.toplu görünüm

panoramic

panoramik, çevrinme

pansy

1.hercai menekşe, 2.ibne, oğlan

pant

1.sık sık nefes almak, nefes nefese kalmak, 2.nefes nefese söylemek, 3.kısa ve çabuk soluk

pantaloons

eskiden giyilen dar pantolon

pantechnicon

mobilya mağazası

pantheism

kamutanrıcılık, panteizm

pantheist

kamutanrıcı, panteist

pantheistic

panteistik, panteizm ile ilgili

panther

1.panter, 2.puma

panties

kadın külotu

pantihose

külotlu çorap

pantile

alaturka kiremit, oluklu kiremit

pantograph

pantograf, tıpkıçizer

pantomime

pandomim

pantry

kiler

pants

1.kadın külotu, 2.pantalon

pantyhose

külotlu çorap

panzer

motorize kuvvet

pap

lapa, sulu yemek

papa

baba

papacy

Papalık

papain

papain

papal

Papa/Papalık ile ilgili

papalism

papalism

papaya ait olma

papalist

papalık yanlısı

papaya

papaya

paper bag

kâğıt torba

paper capacitor

kâğıtlı kondansatör

paper chromatography kâğıt kromatografisi paper clip

ataş

paper currency

tedavüldeki para

paper hanger

duvar kâğıdı kaplayan kimse

paper mill

kâğıt fabrikası

paper money

kâğıt para, banknot

paper office

devlet arşivi

paper profit

kâğıt üzerindeki kâr, fiktif kâr

paper tape

kâğıt bant

paper

1.kâğıt, 2.gazete, 3.yazı, bildiri, 4.ç. evrak, 5.sınav soruları, 6.duvar kâğıdıyla kaplamak

paperback

kâğıt kapaklı kitap

paperboy

gazete dağıtıcısı

paperhanger

duvar kâğıtçısı

paperknife

1. kitap açacağı, 2. kâğıt bıçağı

papers on appeal

celp, davetiye

papers

evrak

paperweight

kâğıtların uçmasını önleyen ağırlık

paperwork

kırtasiyecilik

papery

kâğıt gibi, kâğıt inceliğinde

papier-mache

kâğıt hamuru, kartonpiyer

papilla

1. tomur, meme, 2. kabarcık, papil

papillary

1. kabarcıkları olan, 2. kabarcık gibi

papist

1. Katolik, 2. papalık taraftarı

papistic

Katolik kilisesine ait

papistry

papistry

Katoliklik

papoose

1. Kızılderili çocuğu, 2. arka sepeti

pappus

1. papus, 2. tüy çanak, 3. ayva tüyü, ince tüy

pappy

baba

paprika

kırmızı biber

papula

kabarcık

papyraceous

kâğıt gibi ince

papyrus

papirüs

par for the course

olan oldu

par of exchange

kambiyo paritesi, kambiyo kuru

par value

nominal değer

par

1.nominal değer, itibari kıymet, eşit düzey

para

1. paraşütçü asker, 2. paragraf

para-

(önek) ötesinde, yanındaki, gibi, tali, yarı

parabiosis

parabiyoz

parable

mesel, ibret alınacak öykü

parabola

parabol

parabolic aerial

parabolik anten

parabolic curve

parabolik eğri

parabolic reflector

parabolik reflektör

parabolic

parabolik

paraboloid headlight

parabolik far

paraboloid of revolution

dönel paraboloit

paraboloid

paraboloit

parachute jumper

paraşütçü

parachute

1.paraşüt, 2.paraşütle atlamak

parachutist

paraşütçü

paraclete

şefaatçi

parade ground

parade ground

tören meydanı

parade

1.geçit töreni, 2.gezinti yeri, 3.gösteriş, 4.sıraya dizilmek, 5.gösteriş yapmak, hava atmak

paradigm

1. paradigma, dizi, 2. örnek, kip

paradigmatic

dizi ile ilgili, dizisel

paradigmatics

dizibilim

paradise

1.cennet, 2.cennet bahçesi

paradox

paradoks, yanıltmaç

paradoxical

çelişkili görünen, mantığa aykırı görünen

paradrop

paraşütle atmak

paraffin oil

gazyağı

paraffin wax

parafin

paraffin

parafin

paraglider

planör paraşüt

paragon

en iyi örnek

paragonite

paragonit

paragraph

paragraf

parahydrogen

parahidrojen

parakeet

bir tür ufak papağan

paraldehyde

paraldehit

parallax

paralaks

parallel circuit

paralel devre

parallel connection

paralel bağlantı

parallel line

paralel çizgi

parallel resonance

paralel rezonans, koşut çınlanım

parallel

1.koşut, paralel, 2.kıyaslanabilir, 3.benzer, okşar, yakın, 4.paralel çizgi, 5.benzerlik, 6.örnek, benzer, 7.enlem, 8.benzemek, eşit olmak

parallel-nerved

paralel damarlı

parallel-plate capacitor paralel levhalı kondansatör parallelepiped

paralel yüzlü, koşutyüzlü

parallelism

benzerlik

parallelogram

parallelogram

paralelkenar

paralogism

1. paraljizm, mantığa uymazlık, 2. sahte görünüş

paralysation

felç olma

paralyse

felç etmek, felce uğratmak

paralysis

inme, felç

paralytic

1.felçli kimse, 2.felçli, 3.felce uğratıcı, felç edici, 4.körkütük sarhoş, küfelik

paramagnetic

1. paramanyetik, 2. mıknatısla çekilebilen

paramagnetism

paramanyetiklik

paramecium

terliksihayvan, paramesyum

paramedic

yardımcı hekimlik hizmeti veren kişi

parameter

1. parametre, 2. katsayı

parametric amplifier

parametrik amplifikatör

parametric equation

parametrik denklem

parametric

parametrik

paramilitary

askeri nitelikli

paramount

üstün, yüce, en büyük, en önemli

paramour

metres, dost

paranoia

paranoya

paranoiac

paranoyak

paranoid

paranoyak

parapet

korkuluk, parmaklık, siper

paraph

paraf, kısa imza

paraphernalia

takım taklavat, donatı, alet edevat

paraphrase

1.başka sözcüklerle açıklamak, açımlamak, 2.açımlama

paraplegia

belden aşağı felç, parapleji

paraplegic

belden aşağısı felçli

parapsychology

parapsikoloji

parascending

paraşütle atlama sporu

parasital

asalak, parazit

parasite

parasite

1.asalak, parazit, 2.başkalarının sırtından geçinen kişi, asalak, parazit

parasitic current

parazit akım

parasitic

asalaklarla ilgili

parasiticide

asalak öldürücü madde

parasitism

parazitlik, asalaklık

parasitology

asalakbilim

parasol

güneş şemsiyesi

parasuit

paraşütçü giysisi

parasympathetic nervous system

parasempatik sinir sistemi

parasympathetic

parasempatik

parathion

paratiyon

parathyroid

paratiroit bezi

paratrooper

paraşütçü

paratroops

paraşütçü kıtası

paratyphoid

paratifo

paravane

paravan

parboil

yarı kaynatmak

parbuckle

1. fıçı sapanı, 2. bocurgart halatı ile yüklemek

parcel of land

parsel

parcel office

paket postanesi

parcel out

taksim etmek, parsellemek

parcel post

paket postası, koli servisi

parcel up

paketlemek

parcel

1.paket, koli, 2.sürü, yığın, takım, 3.arazi parçası, parsel

parcenary

ortak mal sahipliği

parcener

ortak mirasçı

parch

1.(güneş) kavurmak, 2.(susuzluktan) kavrulmak

parching

1. yakıcı, 2. kavurucu

parchment paper

parchment paper

parşömen kâğıdı

parchment

tirşe, parşömen

pard

dost, arkadaş, ahbap

Pardon me

1. affedersiniz, özür dilerim, 2. efendim?

pardon

1.af, bağışlama, 2.bağışlamak, affetmek

pardonable

bağışlanabilir, affedilir

pardoner

affedici

pare down

indirmek, düşürmek

pare

1.kabuğunu soymak, 2.(tırnak) kesmek

paregoric

paregorik iksir

parencephalon

beyincik

parenchyma

1. parankima, 2. kanserli doku

parent cell

ana hücre

parent company

ana şirket

parent rock

ana kaya

parent

1.ana ya da baba, veli, 2.ç. ana baba, ebeveyn, valideyn

parent-teacher association

okul-aile birliği

parent-teacher meeting veli toplantısı parentage

nesil, soy, asıl

parental right

velayet hakkı

parental

ana babaya ait

parenthesis

1.ayraç, parantez, 2.ara söz

parenthetic clause

aracümle, aratümce

parenthetic

parantezle ilgili

parenthood

analık ya da babalık

parentless

anasız-babasız, öksüz, yetim

parents

ana baba, ebeveyn

paresis

parezi, hafif felç

parget

parget

sıva, kaba sıva

parhelion

parheli, yalancı güneş

pari passu

1. eşit adımlarla, 2. eşit değerde

pariah dog

sokak köpeği

pariah

toplumun kabul etmediği kimse

parietal

1. parietal, 2. çepersel

paring knife

soyma bıçağı

paring

1. kabuğunu soyma, 2. soyuntu, yonga

paripassu

eşit adımlarla, aynı hızla

parish

1.bir papazın ruhani bölgesi, 2.bucak, bölge, mahalle

parity bit

eşitlik biti

parity character

eşlik karakteri

parity check

eşitlik denetimi

parity

eşitlik, denklik

park

1.park, yeşil alan, 2.park etmek, 3.koymak, bırakmak

parka

parka

parking brake

el freni

parking light

park ışığı

parking lot

otopark

parking meter

parkmetre, otopark sayacı

parking space

park yeri

parking

park yapma

parkinson's disease

titremeli felç, parkinson hastalığı

parkway

ağaçlı yol

parlance

1. deyiş, tabir, 2. konuşma tarzı

parlay

kazanılan parayı bir sonraki yarışa yatırmak

parley

toplantı, zirve toplantısı, barış görüşmesi

parliament

parlamento, meclis

parliamentarian

parlamenter

parliamentarism

parliamentarism

parlamenter sistem

parliamentary inquiry

meclis soruşturması

parliamentary

parlamentoya ait

parlour car

lüks vagon

parlour maid

sofra hizmetçisi kız

parlour

salon

parlous

tehlikeli, korkutucu, telaş verici

parmesam cheese

parmezan peyniri

parochial school

kiliseye bağlı okul

parochial

(görüş, vb.) sınırlı, dar

parochialism

1. cemaat sistemi, 2. dar görüşlülük

parodist

parodi yazarı

parody

1.parodi, gülünçleme, 2.adi kopye

parol contract

sözlü antlaşma

parol evidence

yeminli ifade

parol

sözlü, şifahi

parole

1.tutukluya verilen izin, şartlı tahliye, 2.söz, namus sözü, şeref sözü, 3.şartlı tahliye etmek

paronomasia

cinas

paronym

eşköklü, aynı kökten gelen sözcük

paronymous

eşköklü, aynı kökten gelen

parotid

kulakaltı bezi, parotis

parotitis

kulakaltı bezi yangısı, parotit

paroxysm

(gülme, vb.) kriz

paroxysmal

krizle ilgili, nöbetsel

paroxysms of laughter gülme krizi paroxysms of rage

ani öfke

parquet stone

parke taş

parquet

parke

parquetry

parke döşeme

parricidal

parricidal

ebeveyn veya akraba katiline ait

parricide

ebeveyn veya akraba katili

parrot

1.papağan, 2.papağan gibi tekrarlamak

parry

1.savuşturmak, 2.geçiştirmek

parse

dilbilgisel olarak incelemek

parsec

parsek

parser

ayrıştırıcı

parsimonious

cimri, pinti

parsimoniousness

cimrilik, pintilik

parsimony

1. cimrilik, pintilik, 2. eldarlığı

parsley

maydanoz

parsnip

yabani havuç

parson

papaz

parsonage

papaz evi

part company

ayrılmak, bırakmak

part of speech

sözcük türü

part owner

hissedar

part sb's hair

burnunun dibine girmek

part with

-den ayrılmak, bırakmak

part

1.bölüm, kısım, parça, 2.pay, hisse, 3.yan, taraf, 4.görev, 5.rol, 6.fasıl, 7.kısmen, 8.kısmi, 9.ayırmak, 10.ayrılmak

part-time work

süreksiz iş, aralı iş

part-time

yarım günlük

partake

katılmak, paylaşmak, yemek, içmek

parterre

çiçek bahçesi

parthenogenesis

partenogenez

parti-coloured

karışık renkli, alaca

partial differential

parçal diferansiyel, tikel türetke

partial eclipse

kısmi tutulma

partial entropy

kısmi entropi, tikel dağıntı

partial fraction

partial fraction

kısmi kesir, tikel üleşke

partial free energy

kısmi serbest enerji

partial payment

kısmi ödeme

partial pressure

kısmi basınç, tikel basınç

partial vacuum

kısmi boşluk, tikel boşluk

partial wave

kısmi dalga, tikel dalga

partial

1.bölümsel, tikel, kısmi, 2.tarafgir, yan tutan, 3.düşkün

partiality

1.yan tutma, tarafgirlik, 2.düşkünlük

partially

1.kısmen, 2.yan tutarak

participant

katılan kişi, katılımcı, iştirakçi

participate

katılmak, iştirak etmek

participating

1. katılan, iştirak eden, 2. kâr paylı

participation

katılma, katılım

participator

katılımcı, iştirakçi

participial

ortaç türünden

participle

ortaç

particle accelerator

parçacık hızlandırıcısı

particle orbit

tanecik yörüngesi

particle size analysis

tane büyüklüğü analizi

particle size

parçacık büyüklüğü, tane büyüklüğü

particle theory of light

ışığın tanecik teorisi

particle velocity

tanecik hızı

particle

1.parça, zerre, tane, 2.işlevsel sözcük, ilgeç, tanımlık, bağlaç

particular

1.özel, olağandışı, dikkate değer, 2.belirli, diğerlerinden farklı, tek, 3.müşkülpesent, titiz, 4.tam, ayrıntılı, 5.mahsus, özgü

particularism

belirli bir topluluğa bağlılık

particularity

1. özellik, 2. titizlik, 3. tamlık, eksiksizlik

particularize

tek tek ayrıntılarını belirtmek

particularly

özellikle

particulars

ayrıntılar, detaylar

parting breath

parting breath

son nefes

parting wall

bölme duvarı

parting

1. ayrılma, 2. veda etme, ayrılma yeri, taksim edici

partisan

1.yandaş, taraftar, partizan, 2.çeteci, partizan

partisanship

1. yandaşlık, taraftarlık, 2. partizanlık

partite

parçalı

partition coefficient

dağılım katsayısı

partition wall

bölme duvarı

partition

1.bölünme, ayrılma, 2.bölme, ince duvar

partitive

kısımlara ayıran

partly cloudy

parçalı bulutlu

partly

kısmen, bir dereceye kadar

partner

1.ortak, 2.eş, 3.arkadaş, oyun arkadaşı, 4.kavalye, dam, 5.erkek arkadaş

partnership

ortaklık

partridge

keklik

parturient

1. doğurmak üzere olan, 2. doğuran

parturition

doğurma, doğum

party in power

iktidar partisi

party line

1. parti siyaseti, 2. sınır çizgisi

party plaintiff

davacı taraf

party wall

müşterek duvar, ara duvar, bölme duvarı

party

1.eğlenti, parti, 2.grup, birlik, ekip, 3.(siyasi) parti, 4.şahıs, kimse

parvenu

türedi

parvis

kilise önündeki avlu

Paschal

Paskalyaya ait

pasha

paşa

pasqueflower

rüzgâr çiçeği

pass a bill

yasa tasarısını kabul etmek

pass a check

çeki tahsil etmek

pass away

pass away

1. ölmek, göçmek, 2. geçmek, yok olmak

pass beyond

geçmek, üstün olmak

pass book

banka hesap cüzdanı

pass by

1. önünden geçmek, 2. önemsememek, boş vermek

pass for

olarak kabul edilmek, sanılmak

pass muster

yoklamayı atlatmak, yeterli olmak, geçmek

pass off

1. durmak, dinmek, 2. meydana gelmek, olmak

pass on

1. ölmek, göçmek, 2. geçmek, yok olmak

pass out

1. bayılmak, kendinden geçmek, 2. dağıtmak

pass over

aldırmamak, boş vermek, yok saymak, göz yummak

pass the buck to

sorumluluğu -e yüklemek

pass the buck

topu başkasına atmak

pass the hat round

(birine) para toplamak

pass the sponge over

üzerine sünger çekmek, unutmak

pass the time of day

laklak etmek

pass through

içinden geçmek

pass up

fırsatı kaçırmak

pass water

passable

işemek 1.geçmek, ilerlemek, 2.(önünden, vb.) geçmek, 3.yetişip geçmek, sollamak, 4.vermek, uzatmak, 5.(zaman) geçmek, 6.(zaman) geçirmek, 7.(sınav) geçmek, kazanmak, 8.onaylamak, kabul etmek, geçirmek, 9.geçmek, dinmek, bitmek, 10.geçit, boğaz, 11.geçme, geçiş, 12.geçiş, giriş-çıkış izni, 13.paso, 14.sınavda geçme, 15.pas, 16.pasaport, 17.kur, baştan çıkarma 1.iyi, geçer, 2.(yol, ırmak, vb.) geçilebilir, aşılabilir, geçilir

passage

1.geçiş, geçme, 2.pasaj, koridor, 3.dar yol, geçit, 4.bölüm, paragraf, parça, 5.deniz yolculuğu

passage-way

geçit, koridor

passe partout

camlı resim

passe

1. modası geçmiş, 2. eski, solmuş, yaşlanmış

passenger cabin

yolcu kabini

passenger car

binek otomobili

passenger coach

yolcu otobüsü

pass

passenger compartment yolcu kompartımanı passenger lounge

passenger lounge

yolcu salonu

passenger plane

yolcu uçağı

passenger ship

yolcu vapuru

passenger ticket

yolcu bileti

passenger train

yolcu treni

passenger

yolcu

passenger-mile

yolcu başına bir mil hesabı

passepartout

ana anahtar

passerby

tesadüfen geçen kimse, yoldan geçen

passerine

serçegiller

passibility

hassasiyet, duygululuk

passible

hassas, duygulu

passim

sık sık, birçok yerde

passing lane

sollama şeridi

passing shot

tenisde aşırtma vuruş

passing

1.geçen, ilerleyen, 2.geçici, kısa süren

passion flower

çarkıfelek çiçeği

passion

1.ihtiras, tutku, hırs, 2.ani öfke, 3.düşkünlük, tutku, hastalık

passionate

1.ihtiraslı, hırslı, 2.şiddetli, ateşli

passionateness

heyecanlılık

passionless

soğukkanlı, heyecansız

passivate

pasifleştirmek

passive gerund

edilgen ulaç

passive immunity

pasif bağışıklık, edilgin bağışıklık

passive participle

edilgen ortaç

passive resistance

pasif direniş

passive verb

edilgen fiil, edilgen eylem

passive voice

edilgen çatı

passive volcano

sönmüş yanardağ

passive

passive

1.pasif, 2.edilgen

passivity

1. pasiflik, edilgenlik, 2. hareketsizlik

passkey

maymuncuk

passometer

adımölçer, pasometre

passport inspection

pasaport kontrolü

passport

pasaport

passport-size photograph

vesikalık fotoğraf

password

parola

past all reason

mantıksız, aşırı

past caring

boşvermiş, umursamaz

past continuous tense

sürekli geçmiş zaman

past definite

belirli geçmiş zaman

past indefinite

belirsiz geçmiş zaman

past master

usta, erbab

past participle

geçmiş zaman ortacı

past perfect continuous sürekli geçmişte bitmiş zaman tense past perfect tense

-miş'li geçmiş zaman

past perfect

belirli geçmiş zaman

past progressive tense

sürekli geçmiş zaman

past tense

belirli geçmiş zaman

pasta

1.geçmiş, geçmişte kalan, 2.geçen, 3.bitmiş, sona ermiş, 4.eski, sabık, 5.dilb. geçmiş, 6.-den sonra, geçe, 7.ötesinde, uzağında, 8.-siz, -sız, 9.geçmiş zaman, geçmiş, 10.bir kimsenin geçmişi, geçmiş, 11.geçmiş zaman makarna

paste solder

hamur lehimi

paste

1.hamur, 2.çiriş, kola, 3.macun, 4.ezme, 5.(kâğıt) yapıştırmak

pasteboard

mukavva

pastel

1.pastel boya kalemi, 2.pastel resim, 3.soluk renk, pastel renk

pastelist

pastel resim yapan kimse

past

pastern

pastern

bukağılık

pasteurised milk

pastörize süt

pasteurization

pastörizasyon

pasteurize

pastörize etmek

pasteurizer

pastörize aygıtı

pastille

pastil

pastime

hoşça vakit geçirmek için yapılan şey, uğraş

pastiness

hamur gibi olma, macun gibi olma

pastor

papaz

pastoral

1.pastoral, 2.dini, manevi

pastorate

papazlık

pastrami

pastırma

pastry cook

pastacı

pastry shop

pastahane

pastry

1.hamur işi, 2.pasta

pasturage

1.otlatma, otlatma hakkı, 2.otlak, çayır, mera, 3.ot

pasture farming

mera tarımı

pasture

1.ot, 2.otlak, çayır, mera, 3.çayıra salmak, otlatmak

pasty

1.etli börek, 2.(yüz) solgun

pat answer

uygun cevap

pat on the back

patagium

sırt sıvazlama 1.hafifçe vurma, okşama, 2.ufak kalıp tereyağı, 3.elle hafifçe vurmak, hafifçe vurarak okşamak, 4.tam yerinde, tam zamanında, 5.tamamiyle uygun, münasip kanat zarı

patch up

1. uzlaştırmak, yatıştırmak, barıştırmak, 2. yamamak

patch

1.yama, 2.(değişik renkte) yer/parça, 3.küçük bitki yetiştirme, 4.yamamak, yama yapmak

patchouli

silhat

patchwork

yama işi

patchy

yarım yamalak, şöyle böyle

pate

1. kelle, saksı, kafa, 2. beyin, akılezme

pat

patella

dizkapağı

patency

açıklık, besbellilik, aşikârlık

patent agent

patent işleri uzmanı

patent law

patent yasası

patent leather

rugan, parlak deri

patent medicine

müstahzar, hazır ilaç

patent office

patent dairesi

patent right

patent hakkı

patent rights

patent hakları

patent

1.görünen, açık, besbelli, meydanda, ortada, 2.patentli, 3.patent, 4.patent almak

patented

patentli

patentee

patent sahibi

patently

açıkça

pater

peder, baba

paterfamilias

evin erkeği

paternal

1.babayla ilgili, 2.(akrabalık) baba tarafından, 3.babalık taslayan

paternalism

baba gibi davranış

paternity suit

babalık davası

paternity

babalık

paternoster

tespih

path

1.keçiyolu, patika, 2.yol, 3.(bir şeyin izlediği) yön, rota, yol

pathetic

1.acıklı, dokunaklı, üzücü, 2.boktan, beş para etmez, işe yaramaz

pathfinder

1. çığır açan kimse, 2. kâşif, bulucu

pathless

patikasız, yolsuz

pathogen

patojen

pathogenesis

patojenez

pathogenic

patojenik

pathological

1.patolojik, 2.anlamsız, boş, nedensiz

pathologist

patolog

pathology

patoloji, sayrılıkbilim

pathos

dokunaklılık

pathway

patika

patience

sabır

patient

1.sabırlı, 2.hasta

patiently

sabırla

patio

teras, veranda

patois

mahalli lehçe

patriarch

1.patrik, piskopos, 2.aile reisi, kabile reisi

patriarchal

ataerkil

patriarchate

1. patriklik, 2. ataerki, 3. cet

patriarchy

ataerkil toplum düzeni, ataerkillik

patrician

asilzade, aristokrat

patricide

1.baba katli, 2.baba katili

patrimonial

anadan babadan kalma

patrimony

ana babadan kalan mal, kalıt, miras

patriot

yurtsever

patrioteer

aşırı yurtsever

patriotic

yurtsever

patriotism

yurtseverlik

patrol

1.devriye gezme, 2.devriye, 3.devriye gezmek

patrolman

devriye polisi

patron saint

koruyucu aziz

patron

1.hami koruyucu, 2.sürekli müşteri

patronage

1.himaye, koruma, 2.sürekli müşteriler, 3.(kayırarak) önemli mevkiye atama

patroness

koruyucu azize

patronize

1.sürekli müşteri olmak, 2.tenezzülen iltifat etmek, lütuf göstermek

patronizing

tepeden bakan, küçümseyen

patsy

1. avanak, enayi, 2. kadınsı erkek

patten

patten

1. nalın, takunya, 2. sütun kaidesi

patter

1.pat pat (sesi), patırtı, 2.hızlı komik konuşma

pattern book

katalog, model kitabı

pattern maker

döküm kalıpçısı

pattern

1.numune, örnek, 2.desen, resim, 3.kalıp, patron, model, 4.gidiş, gidişat, seyir, 5.şablon, 6.aynen kopya etmek, kopyasını çıkarmak, 7.-e uydurmak

patterned

desenli

patty

1. küçük börek, 2. mantı

patulous

açık, yaygın

paucity

1. azlık, yetersizlik, 2. kıtlık

paunch

şiş göbek, koca göbek

pauper labour

düşük ücretli işgücü

pauper

yoksul, fakir

pauperism

yoksulluk, fakirlik

pauperize

1. yoksullaştırmak, 2. yoksul düşürmek

pause

1.durma, ara, mola, 2.durak, durgu, 3.duruklamak, ara vermek

pave the way for

-i kolaylaştırmak, yolunu açmak

pave

kaldırım döşemek

pavement

1.kaldırım, 2.yol döşemesi, asfalt

pavilion roof

çadırçatı, topuzçatı

pavilion

1.büyük çadır, 2.pavyon, 3.köşk, 4.oyuncuların maçı izlediği yer

paving stone

kaldırım taşı

paving tile

yer karosu, çini

paving

(yol) döşeme malzemesi

paviour

kaldırımcı

paw about

orasını burasını ellemek, mıncıklamak

paw at

orasını burasını ellemek, mıncıklamak

paw

1.hayvan pençesi, 2.el, 3.pençelemek, pençe atmak, 4.(at/about ile) orasını burasını ellemek, mıncıklamak

pawl

1.kastanyola, 2.kastanyola ile sıkıştırmak

pawn broker

rehinci, tefeci

pawn ticket

rehin makbuzu

pawn

1.rehine vermek, rehine koymak, 2.(satranç) piyon, piyade, 3.kukla, piyon, alet, maşa

pawnbroker

rehinci

pawnee

rehin alan, rehin karşılığı borç veren

pawner

rehin veren, rehin bırakan

pawnshop

rehinci dükkânı

pawpaw

bkz. papaya

pay a left-handed compliment

kaş yapayım derken göz çıkarmak

pay a visit

ziyaret etmek

pay at sight

görüldüğünde ödeme

pay at tenor

vadesinde ödeme

pay attention

dikkat etmek, kulak vermek

pay back

borcunu ödemek, geri vermek

pay by cheque

çek vermek, çekle ödemek

pay by credit card

kredi kartıyla ödeme yapmak

pay by instalments

taksitle ödemek

pay cash

peşin ödemek

pay ceiling

ücret tavanı, maaş tavanı

pay clerk

muhasebeci

pay day

ödeme günü, maaş günü, ay başı

pay desk

kasa, vezne

pay dirt

verimli toprak, kazançlı iş

pay dividends

avantaj sağlamak, ilerde yararlı olmak

pay for

1. -in parasını ödemek, 2. masrafını ödemek

pay heed to

önem vermek, dikkat etmek

pay heed

dikkat etmek, kulak vermek

pay in advance

peşin ödemek

pay in cash

nakit ödeme yapmak

pay in

para yatırmak

pay interest

faiz getirmek

pay lip service to

sadece söz ile desteklemek

pay money in

bankaya para yatırmak

pay off old scores

acısını çıkarmak

pay off

borcunu tamamen ödemek

pay on account

hesaben ödemek

pay on credit

kredi kartıyla ödeme yapmak

pay one's respects

saygılarını sunmak

pay one's way

kendi hesabını kendi ödemek

pay out

ödemek, vermek

pay roll

maaş bordrosu, ücret bordrosu

pay slip

ücret makbuzu

pay telephone

ankesörlü telefon

pay the penalty

cezasını çekmek

pay the piper

ceremeyi çekmek, masrafı ödemek

pay through the nose

aşırı para ödemek, kazık yemek

pay to bearer

hamiline ödeme

pay up

borcunu kapamak

pay

1.ödemek, 2.yararı olmak, yarar sağlamak, 3.kâr getirmek, 4.karşılığını vermek, cezasını çekmek, ödemek, 5.ödeme, 6.ücret, maaş

pay-as-you-earn

gelir vergisini kaynağından kesme

pay-roll tax

istihdam vergisi

payable at sight

görüldüğünde ödenecek

payable on delivery

teslimde ödeme

payable to bearer

hamiline ödenecek

payable to order

emrine ödenecek

payable

1.ödenecek, ödenmesi gerek, 2.ödenebilir

payday

maaş günü

payee

alacaklı

payer

payer

1. ödeyen, 2. muhatap, borçlu

paying bank

ödeyen banka, ödeme yapan banka

paying guest

pansiyoner

paying teller

ödeme veznedarı, tediye veznedarı

paying

1. kazançlı, kârlı, 2. ücretli, 3. ödeme, ücret

paying-in slip

ödeme makbuzu

payload

1. navlunlu yük, 2. kazançlı yük

paymaster

1. bordro memuru, 2. veznedar

payment by cheque

çekle ödeme

payment in full

peşin ödeme

payment in installment taksitle ödeme payment in kind

ayni ödeme

payment

1.ödeme, 2.ücret, maaş

payoff office

kasa, gişe

payoff

1.ödeme, ödeme vakti, 2.ceza, hakedilmiş ceza

payola

rüşvet, kanunsuz ödeme

payroll

ücret bordrosu

pea green

filizi, açık yeşil

pea soup

bezelye çorbası

pea souper

koyu sis

pea

bezelye

peace conference

barış konferansı

peace time

barış dönemi

peace

1.barış, 2.rahat, huzur, 3.asayiş, güvenlik

peaceable

barışçıl

peaceful

1.barışsever, barışçı, barışçıl, 2.sakin, rahat, huzurlu

peacemaker

1. barıştırıcı, 2. arabulucu

peacenik

savaş karşıtı kimse

peach

şeftali

peachy

peachy

şeftali gibi

peacock

tavuskuşu

peafowl

tavus

peahen

dişi tavuskuşu

peak factor

tepe faktörü

peak load

azami yük

peak pressure

azami basınç

peak season

yoğun sezon

peak traffic hours

trafiğin en yoğun olduğu saatler

peak traffic

en yüksek trafik

peak value

tepe değeri, uç değeri

peak voltage

maksimum gerilim, tepe gerilimi

peak

1.uç, doruk, zirve, 2.en yüksek nokta, en yüksek sınır, 3.sivri uç, 4.kasket siperi, 5.doruğa ulaşmak

peaked

zayıf düşmüş, zayıflamış, tazı gibi

peaky

1. sivri tepeli, 2. bitkin, 3. zayıflamış

peal of laughter

kahkaha tufanı

peal

1.çan sesi, çınlama, 2.gürültü, gürleme, 3.çınlamak, 4.çınlatmak

peanut butter

krem fıstık, fıstık ezmesi

peanut gallery

tiyatrodaki en üst balkon

peanut

Amerikan fıstığı, yer fıstığı, yeryangak

pear tree

armut ağacı

pear

armut

pearl barley

frenk arpası, arpa şehriyesi

pearl diver

inci avcısı

pearl oyster

inci istiridyesi

pearl

1.inci, mirvari, merverit

pearlite

perlit

pearlwort

mercan otu

pearly gates

cennet kapısı

pearly

pearly

inci gibi

peasant

1.köylü, 2.hödük, andavallı

peasantry

köylü sınıfı

pease pudding

bezelye püresi

pease

bezelye

peat bath

turba banyosu

peat bed

turbiyer, turbalık

peat coal

turba kömürü

peat moor

turbiyer, turba bataklığı

peat moss

turba yapan yosun

peat

bataklık kömürü, turba

peaty soil

turbalı toprak

peaty

turbalı

peavey

çivili kanca

pebble mill

çakıllı değirmen

pebble

çakıl taşı

pebbling

pürüzlü yüzey

pebbly

çakıllı

peccadillo

hafif suç, kabahat, kusur

peccant

kabahatli

peck at

kuş gibi az yemek

peck

1.gagalamak, dimdik vurmak, 2.aceleyle/ruhsuz bir şekilde öpmek, 3.gagalama, 4.acele/ruhsuz öpüş

pecker

kab, yarak

pecking order

hiyerarşi

peckish

İİ, acıkmış, aç

pectase

pektaz

pecten

ibik

pectic

pektinli

pectin

1. pektin, 2. pelte

pectoral fin

pectoral fin

göğüs yüzgeci

pectoral girdle

göğüs kemeri

pectoral

göğüse ait

peculate

zimmetine para geçirmek

peculation

1. zimmetine para geçirme, 2. para aşırma

peculator

zimmetine para geçiren kimse

peculiar

1.acayip, tuhaf, olağandışı, 2.(to ile) özgü, mahsus, 3.kaçık, çatlak, 4.hasta, 5.özel

peculiarity

1.özellik, 2.tuhaflık, acayiplik, 3.-e özgü olma

peculiarly

1.özellikle, 2.tuhaf bir şekilde

pecuniary

paraya ilişkin, parasal

pedagogic

1. pedagojik, eğitimsel, 2. eğitbilimsel

pedagogics

pedagoji, eğitbilim

pedagogue

pedagog, eğitimci

pedagogy

pedagoji, eğitbilim

pedal

ayaklık, pedal

pedalo

deniz bisikleti

pedant

kılı kırk yaran, titiz

pedantic

1. kılı kırk yaran, titiz, 2. bilgiçlik taslayan

pedantry

bilgiçlik taslama, ukalalık

pedate

ayaklı

peddle

seyyar satıcılık yapmak

peddler

seyyar satıcı

peddling

önemsiz, ufak

pederast

kulampara, oğlancı

pederasty

kulamparalık

pedestal

(heykel, sütun, vb.) taban, kaide

pedestrian crossing

yaya geçidi

pedestrian zone

yaya bölgesi

pedestrian

1.ilginç olmayan, alelade, sıradan, 2.yaya

pediatric

pediatric

pediatrik

pediatrician

pediatrist, çocuk doktoru

pediatrics

pediatri

pediatrist

pediatrist, çocuk hekimi

pedicel

pediçel, çiçek sapı

pedicle

çiçek sapı

pedicular

bitli

pedicure

ayak bakımı, pedikür

pedigree seed

elit tohum

pedigree

1.soyağacı, 2.soy

pedigreed

soyu (sopu) belli

pediment

pediment

pedlar

seyyar satıcı

pedology

pedoloji, toprakbilim

pedometer

pedometre, adımsayar

peduncle

pedümkül, çiçek sapı

pee

1.işemek, 2.işeme, 3.çiş

peek

1.dikizlemek, röntgenlemek, 2.dikizleme, röntgen

peekaboo

çocuklara "ce" yapılan oyun

peel off

inişe geçmek

peel

1.kabuğunu soymak, 2.(kabuğu/derisi) soyulmak, pul pul dökülmek, 3.(meyve, sebze, vb.) kabuk

peeler

1. soyucu, soyma bıçağı, soyma makinesi, 2. aynasız

peelings

(patates, vb.) kabuk

peen

çekiçle dövmek, çekiçle ezmek

peep

1.gizlice bakmak, dikizlemek, röntgenlemek, 2.dikiz, 3.ötme sesi, cik

peephole

gözetleme deliği

peeping Tom

röntgenci

peer

1.eş, emsal, 2.lord, asilzade, 3.dikkatle bakmak

peerage

1.asilzadeler sınıfı, 2.asilzadelik

peeress

peeress

soylu kadın

peerless

eşsiz, rakipsiz

peeve

kızdırmak, gıcık etmek

peeved

hırçın, huysuz

peevish

huysuz, hırçın, aksi

peevishness

mızmızlık

peg leg

tahta bacak

peg out

gebermek, nalları dikmek

peg top

topaç

peg

1.ağaç çivi, 2.mandal, 3.kanca, askı, 4.mandallamak, 5.(fiyat, vb.) sabitleştirmek

pegasus

kanatlı at, ilham perisi

pegmatite

pegmatit

peignoir

sabahlık

pejorative

küçük düşürücü, kötüleyici, yermeli

pekin

pekin

pelage

memeli hayvanların kürkü

pelagic

derin denizlerle ilgili

pelargonic acid

pelargonik asit

pelargonic

pelargonik

pelargonium

sardunya, ıtırçiçeği

pelerine

pelerin

pelf

1. para, varlık, 2. vurgun, yağma

pelican

pelikan

pelisse

1. çocuk pelerini, 2. askeri pelerin, 3. kürk manto

pelite

pelit

pellagra

pelagra

pellet

1.ufak top, 2.saçma tanesi, ufak kurşun, misket

pelletize

peletlemek

pellicle

ince zar

pellicular

pellicular

zar gibi ince

pellmell

1. karmakarışık, karman çorman, 2. karmakarışık, karman çorman, allak bullak

pellucid

yarısaydam, berrak

pelmet

pencere/kapının üst kısmını örten perde

pelt down

şakır şakır yağmak

pelt with

saldırmak

pelt wool

post yünü

pelt

1.pösteki, post, deri, kürk, 2.(with ile) saldırmak, 3.(down ile) şakır şakır yağmak, 4.deli gibi koşmak

peltry

hayvan derileri

pelvic cavity

pelvis boşluğu

pelvic fin

karın yüzgeci

pelvic girdle

pelvis kemeri

pelvic

pelvise ait

pelvis

pelvis, leğen

pemmican

bir çeşit pastırma

pen friend

mektup arkadaşı

pen name

(yazar) takma ad

pen pal

mektup arkadaşı

pen point

kalem ucu

pen-and ink

1.tükenmezkalem, 2.dolmakalem, 3.yazarlık, kalem, 4.yazar, kalem, 5.kümes, ağıl, 6.yazmak, 7.ağıla/kümese kapatmak, 8.dar bir yere tıkmak, kapatmak kalemle yazılmış, kalemle çizilmiş

pen-light

ışık kalemi

penal code

ceza kanunları

penal provision

cezai hüküm

penal servitude

ağır hapis, kürek cezası

penal

cezai

penalize

ceza vermek, cezalandırmak

penalty area

ceza sahası

penalty kick

penaltı atışı

pen

penalty

1.ceza, 2.penaltı

penance

1.ceza, 2.kefaret

pence

bkz. penny

penchant

1. eğilim, meyil, 2. tutku

pencil box

kalem kutusu

pencil of rays

ışın demeti

pencil sharpener

kalemtıraş

pencil

1.kurşunkalem, karataş, 2.kaş kalemi, 3.kurşunkalemle yazmak, çizmek

pendant

pandantif

pendentive

bingi

pending

1.-e kadar, 2.kararlaştırılmamış, askıda

pendulate

sarkaç gibi sallanmak

pendulous

sarkık, sallanan

pendulum

sarkaç

peneplain

peneplen, yontukdüz

penetrability

1. nüfuz edilebilirlik, 2. delinebilirlik

penetrable

içine girilebilir, nüfuz edilebilir

penetrate

1.girmek, dalmak, 2.içine girmek, yarmak, 3.nüfuz etmek, delip geçmek, 4.anlamak, çözmek

penetrating

1. içe işleyen, keskin, 2. anlayışlı, 3. kolay işitilir

penetration

1. içe girme, içe işleme, 2. penetrasyon

penetrative

delici

penetratoin

nüfuz etme, girme, sokuluş

penguin

penguen

penicillate

fırça gibi

penicillin

penisilin

peninsula

yarımada

peninsular

yarımada ile ilgili

penis

penis, kamış

penitence

pişmanlık

penitent

pişman

penitential

pişmanlıkla ilgili

penitentiary

hapishane, cezaevi

penknife

çakı

penman

yazar, hattat

penmanship

hattatlık

pennant

flama, flandra

pennies or manna from devlet kuşu heaven penniless

züğürt, meteliksiz

pennon

1. bayrak, 2. flandra

penny pincher

cimri, pinti

penny

1.Pound'un yüzde biri, peni, 2.sent

penologic

penolojik

penologist

ceza uzmanı

penology

penoloji

pensile

sarkık

pension fund

emekli sandığı, emekli fonu

pension off

aylık bağlayıp işten çıkarmak, emekliye ayırmak

pension plan

emeklilik planı

pension

1.emekli maaşı, 2.pansiyon

pensionary

emekli

pensioner

emekli aylığı alan kimse, emekli

pensive

düşünceli, dalgın

pensiveness

düşüncelilik, dalgınlık

penstock

savak, verici boru

pent

1.kapanmış, hapsedilmiş, 2.gizli kalmış

pent-up

kapatılmış, hapsedilmiş

pentagon

beşgen

pentagonal

pentagonal

beş köşeli

pentagram

beş köşeli yıldız

pentahedron

beşyüzlü

pentameter

beş heceli mısra, pentametre

pentane

pentan

pentathlete

pentatloncu atlet

pentathlon

pentatlon

pentavalent

beş duyarlıklı

penthouse

çatı katı

pentode

pentot

pentose

pentoz

penult

sondan bir önceki hece

penultimate

sondan bir önceki

penumbra

yarıgölge

penurious

1. yoksul, fakir, 2. cimri, kıt

penury

1. yoksulluk, fukaralık, 2. sıkıntı, kıtlık

peon

1. piyade, 2. emir eri, 3. amele, işçi, 4. gündelikçi

peonage

kulluk, kölelik

peony

şakayık

people

1.insanlar, kalabalık, 2.halk, 3.kişi, kimse, 4.millet, ulus, 5.aile üyeleri, akrabalar

pep pill

kuvvet veren hap

pep

enerji, güç, kuvvet

pepper

biber

pepperbox

biberlik

peppercorn

önemsiz kimse/şey

peppermint

1.nane, 2.nane şekeri

peppery

1.biberli, 2.çabuk kızan

peppy

enerjik, canlı

pepsin

pepsin

peptic gland

peptic gland

mide guddesi

peptic ulcer

mide ülseri

peptic

1. sindirimsel, 2. sindirimi kolaylaştıran

peptidase

peptidaz

peptide

peptit

peptizate

peptinleştirmek

peptization

peptinleştirme

peptone

pepton

per annum

yılda, yıllık, senelik

per capita consumption kişi başına tüketim per capita income

kişi başına gelir

per capita quota

kişi başına düşen pay

per capita

1. kişi başına (düşen), 2. adam başına

per cent

yüzde

per contra

(edat) diğer taraftan

per diem

günlük, gündelik

per head

kişi başı, adam başı

per hour

her saat

per incuriam

ihmalkârlık yüzünden

per mensem

ayda

per mille

binde

per post

postayla

per procuration

namına, vekâleten

per quod

bununla

per se

kendiliğinden

per

1.-de, -da, başına, her biri için, 2.vasıtasıyla, eliyle, tarafından

peracid

perasit

peradventure

1. belki, 2. şayet, kazara

perambulate

1. dolaşmak, gezinmek, 2. gezmek

perambulation

perambulation

gezme, dolaşma

perambulator

çocuk arabası

perborate

perborat

percale

sık dokunmuş pamuklu bez

perceivable

algılanabilir, hissedilebilir

perceive

algılamak, kavramak, anlamak, görmek

percent

yüzde

percentage

1.yüzdelik, yüzde oranı, 2.komisyon, yüzdelik

percentile

persentil, yüzdebirlik

perceptibility

algılanabilirlik, duyulabilirlik

perceptible

algılanabilir, duyulabilir, görülebilir, farkedilebilir

perception

algı, kavrayış, seziş

perceptive

kavrayışlı, zeki

perceptivity

idrak kabiliyeti

perch

1.tünek, 2.yüksek yer, 3.tatlı su levreği, 4.konmak, tünemek

perchance

1. şans eseri, 2. belki, şayet, muhtemelen, kazara

percher

tüneyen ötücü kuş

percheron

büyük yük beygiri

perchlorate

perklorat

perchloric

perklorik

percipience

1. idrak, anlayış, 2. algı

percipient

anlayışlı

percolate

1.(through ile) süzülmek, sızmak, 2.süzmek

percolation

süzme, süzülme

percolator

süzgeçli kahve ibriği

percuss

hafifçe vurarak muayene etmek

percussion boring

darbeli sondaj

percussion cap

tüfek kapsülü

percussion drill

darbeli delici, vurgulu delici

percussion fuse

percussion fuse

müsademeli tapa

percussion instrument

vurmalı çalgılar

percussion

1.vurma, çarpma, 2.vurmalı çalgılar

percussionist

vurmalı çalgılar çalan müzisyen

percussive

vurmalı, vuruşla ilgili

percutaneous

perkütan, deriden

perdition

1. ruhun mahvolması, lanetleme, 2. cehennem azabı

perdurable

daimi, ebedi, ölmez

peregrinate

1. yolculuk etmek, 2. seyahat etmek, dolaşmak

peregrination

1. yolculuk, seyahat, 2. dolaşma

peregrine

yabancı, göçebe

peremptoriness

buyuruculuk, buyurganlık, diktatörlük

peremptory

buyurucu, buyurgan, dediği dedik

perennial

1.bir yıl süren, 2.(bitki) uzun ömürlü, 3.uzun ömürlü bitki

perfect circle

tam daire

perfect conditional tense

bitmiş koşul bildiren zaman

perfect flower

tam çiçek

perfect gas

ideal gaz

perfect infinitive

bitmişlik mastarı

perfect set

mükemmel küme, yetkin küme

perfect

1.mükemmel, kusursuz, eksiksiz, 2.tam, 3.mükemmelleştirmek

perfectible

ikmal edilebilir

perfection

1.mükemmellik, 2.tamamlama, 3.kusursuz kişi ya da şey, eşsiz örnek

perfectionist

herşeyin mükemmel olmasını isteyen, kılı kırk yaran, aşırı titiz kimse

perfective

mükemmelleştirici, tamamlayıcı

perfectly

1.mükemmel bir şekilde, kusursuzca, 2.tamamen, tam olarak

perfervid

hararetli

perfidious

hain, kalleş, vefasız

perfidiousness

perfidiousness

hainlik, kalleşlik, vefasızlık

perfidy

vefasızlık, hainlik, kalleşlik

perforate

1.delmek, delikler açmak, 2.(defter, pul, vb.) kolay koparılması için kenarına sırayla delikler açmak

perforated pipe

delikli boru

perforated plate

delikli sac

perforated

delikli, tırtıllı

perforation

1. delme, 2. delik

perforator

1. delme makinesi, delici, 2. zımba makinesi

perforce

1. zorla, 2. mecburi, ister istemez

perform

1.yapmak, yerine getirmek, icra etmek, 2.oynamak, temsil etmek, 3.rol almak, rol oynamak, 4.müz. çalmak

performance

1.ifa, icra, yapma, 2.gösteri, oyun, 3.performans, başarım

performative

gerçekleştirici, edimsel

performer

sanatçı, oyuncu, müzisyen

perfume

1.güzel koku, 2.parfüm

perfumery

parfümeri, lavantacılık

perfunctory

yarım yamalak, baştan savma, acele yapılan

perfuse

serpmek, sıvamak

Pergamum

Bergama

pergola

pergola, kameriye, çardak

perhaps

belki

peri-

(önek) etrafında, çevresinde

perianth

çiçek örtüsü

pericarditis

perikard iltihabı, yürekzarı yangısı

pericardium

perikard, yürekzarı

pericarp

1. meyve örtüsü, 2. tohum zarı

pericenter

galaktik enberi, gökada enberisi

perichondrium

kıkırdak zarı

periclase

periklaz

pericranium

kafatasının dış zarı

peridotite

peridotite

peridotit

perigee

yerberi

periglacial

buzul çevresi, periglasiyal

perihelion

günberi

peril

tehlike

perilous

tehlikeli, riskli

perimeter

çevre

perineum

1. perine, 2. apış arası

period of convalescence nekahet devresi period

1.dönem, devre, 2.devir, çağ, 3.süre, 4.âdet, aybaşı, 5.ders, 6.nokta

periodate

periyodat

periodic damping

periyodik sönüm

periodic maintenance

periyodik bakım

periodic quantity

periyodik büyüklük, periyodik nicelik

periodic table

periyodik cetvel, öğeler çizelgesi

periodic

periyodik

periodical

1.sürekli yayın, 2.periyodik

periodically

1. belirli aralıklarla, 2. devirli olarak

periosteum

periyost, kemikzarı

periostitis

periyostit, kemikzarı yangısı

peripatetic

yerinde duramayan, gezici, seyyar, gezgin

peripheral device

çevresel aygıt, çevre aygıtı

peripheral nervous system

periferik sinir sistemi

peripheral

1.ikincil, önemsiz, kenardaki, 2.çevresel

periphery

muhit, çevre

periphrasis

dolaylama, dolaylı anlatım

periphrastic

dolaylı olarak anlatılan

peripteral

peripteros

periscope

periscope

periskop

perish

1.ölmek, yok olmak, 2.bozulmak, çürümek, 3.bozmak, çürütmek

perishable

(yiyecek) çabuk bozulan

perishing

İİ, (hava) buz gibi

perisperm

dış besidoku, perisperm

peristalsis

peristalsiz

peristaltic

peristaltik

peritonaeum

periton, karınzarı

peritonitis

peritonit, karınzarı yangısı

periwig

peruka, takma saç

periwinkle

cezayirmenekşesi

perjure oneself

mahkemede yalan yere yemin etmek

perjure

mahkemede yalan yere yemin etmek, yalan söylemek

perjurer

yalancı tanık

perjury

yalan yere yemin etme

perk up

canlı durmak

perk

avanta

perks

yan ödeme, maaştan ayrı gelir

perky

sulu, laubali, bambılı

perlite

perlit, incitaşı

perlitic

perlitik

perlocution

dolaylı etkileme sözü, etki söz

perm

1.perma, 2.perma yapmak

permanence

süreklilik

permanent deformation kalıcı deformasyon, kalıcı bozunum permanent discharge

sürekli deşarj

permanent gas

ideal gaz, sürekli gaz

permanent income

sürekli gelir

permanent magnet

sürekli mıknatıs

permanent situation

permanent situation

sürekli iş

permanent solution

kalıcı çözüm

permanent wave

perma

permanent

1.perma, 2.sürekli

permanently

daimi olarak

permanganate

permanganat

permeability

geçirgenlik

permeable membrane

geçirgen zar

permeable

geçirgen

permeameter

permeametre, geçirimölçer

permeate

(through ile) sızmak, nüfuz etmek

Permian

1. permiyen, 2. permiyen

permissible

izin verilebilir

permission

müsaade, izin, ruhsat

permissive

aşırı müsaadekâr, her şeye açık

permit

1.izin vermek, bırakmak, 2.ruhsatname, izin kâğıdı, izin

permitted hours

içki satışının serbest olduğu saatler

permitted

izin verilmiş

permittivity

elektriksel geçirgenlik

permutable

değiştirilebilir

permutate

sırasını değiştirmek

permutation

permutasyon

permute

sırasını değiştirmek

pernicious anaemia

anemi pernisyöz

pernicious

zararlı, kötü

perniciousness

tehlike, zarar

pernickety

müşkülpesent, aşırı titiz

perorate

nutuk çekmek, uzun ve sıkıcı konuşma yapmak

peroration

nutuk, uzun ve sıkıcı konuşma

peroxidase

peroxidase

peroksidaz

peroxide

peroksit

peroxy acid

peroksi asit

peroxy salt

peroksi tuz

peroxy

peroksi

perpend

etraflıca düşünmek, tasarlamak

perpendicular

1.dik, dikey, 2.dikey çizgi, dikey, dikme

perpendicularity

dikeylik

perpetrate

(suç, vb.) işlemek, yapmak

perpetration

(suç, vb.) işleme, yapma

perpetrator

suç işleyen kimse

perpetual motion

devridaim, sürgit devinim

perpetual

1.kalıcı, ebedi, 2.sürekli, aralıksız, bitmez tükenmez

perpetually

daima, sürekli olarak, sonsuz olarak

perpetuate

sürdürmek, devam ettirmek, ölümsüzleştirmek, korumak

perpetuity

1. süreklilik, ebedilik, 2. ömür boyu gelir, 3. daimilik

perplex

şaşırtmak, kafasını karıştırmak

perplexed

şaşırmış, şaşkın

perplexing

şaşırtıcı

perplexity

şaşkınlık

perquisite

ek ödenek, ikramiye, yan ödeme

perry

armut şarabı

persecute

1.zulmetmek, acı çektirmek, 2.rahat vermemek

persecution

zulüm, eziyet

perseverance

sebat, azim

perseverate

sürekli tekrar etmek

persevere

sebat etmek, azimle devam etmek

persevering

azimli, sebatkâr

Persia

iran

Persian carpet

Persian carpet

iran halısı

Persian cat

Ankara kedisi

Persian Gulf

Basra Körfezi

Persian lamb

astragankürk

Persian

1. iranlı, 2. iranlı

persiflage

önemsemeyiş, alay

persimmon

trabzonhurmas

persist

1.inat etmek, ısrar etmek, vazgeçmemek, üstelemek, 2.sürmek, sürüp gitmek, devam etmek, kalmak

persistence

ısrar, inat, sebat

persistent

1.inatçı, ısrarlı, vazgeçmez, 2.sürekli, geçmeyen, bitmek bilmeyen

person to person call

ihbarlı telefon konuşması

person

1.kişi, birey, şahıs, 2.insan, adam, kimse, 3.şahıs

person-to-person call

şehirlerarası ihbarlı konuşma

persona grata

istenilen kişi, saygıdeğer kişi

persona non grata

istenmeyen kişi, istenmeyen adam

persona

bürünülen kişilik

personable

yakışıklı, güzel, çekici

personage

ünlü ya da önemli kimse

personal account

kişisel hesap, şahsi hesap

personal assets

menkul mallar

personal call

şehirlerarası ihbarlı konuşma

personal computer

kişisel bilgisayar

personal conviction

şahsi kanaat

personal data

kişi hakkında bilgiler

personal effects

şahsi eşya, özel eşya

personal ending

şahıs eki, kişi eki

personal estate

taşınabilir mal

personal guarantee

kişisel teminat, şahsi teminat

personal guaranty

kişisel teminat, şahsi teminat

personal income

personal income

şahsi gelir

personal liability

kişisel sorumluluk

personal loan

kişisel kredi

personal opinion

şahsi düşünce

personal pronoun

şahıs zamiri, kişi adılı

personal property

taşınabilir mal

personal security

şahsi güvence

personal

1.kişisel, 2.özel, 3.bedensel, 4.menkul

personality

1.kişilik, karakter, şahsiyet, 2.önemli kişi, şahsiyet

personalize

1.şahsiyete dökmek, 2.belli bir kişinin malı olduğunu belirtmek

personally

1.kendi, bizzat, 2.kişi olarak, şahsen

personate

bir karakteri canlandırmak, bir şahsı oynamak

personation

canlandırma, oynama

personification

1.kişileştirme, 2.canlı örnek, simge

personify

1.-in canlı örneği olmak, simgesi olmak, 2.kişilik vermek, kişileştirmek

personnel management personel yönetimi personnel manager

personel müdürü

personnel

personel, görevliler

perspectival

perspektif ile ilgili

perspective

1.perspektif, görünge, 2.bakış açısı, perspektif

perspicacious

anlayışlı, kavrayışlı

perspicacity

1. anlayış, kavrayış, 2. keskin zekâ

perspicuity

açıklık, anlaşılırlık

perspicuous

açık, anlaşılır

perspiration

ter

perspiratory

ter ile ilgili

perspire

terlemek

persuade

1.ikna etmek, 2.inandırmak

persuasion

1.ikna etme, ikna, 2.ikna kabiliyeti, 3.inanç

persuasive

persuasive

ikna edici, inandırıcı

persuasiveness

ikna edicilik, inandırıcılık

pert

sulu, cıvık, şımarık

pertain

(to ile) -e ait olmak, ile ilgisi olmak

pertaining to

1. -e uyan, 2. ile ilgili

pertinacious

inatçı, kararlı

pertinacity

1. inatçılık, ısrar, 2. sebat, inat

pertinence

1. uygunluk, yerindelik, 2. ilgi

pertinent

uygun, yerinde, ilgili

pertness

arsızlık, sululuk

perturb

1.üzmek, kaygılandırmak, canını sıkmak, telaşlandırmak, rahatsız etmek, 2.bozmak, karıştırmak, rahatsız etmek

perturbation

1. rahatsızlık, 2. karışıklık, 3. tedirginlik, 4. heyecan

pertussis

boğmaca

Peru

Peru

peruke

peruka, takma saç

perusal

dikkatle okuma

peruse

dikkatle okumak, incelemek

Peruvian

Perulu, Peru'ya ait

pervade

(koku, duygu, düşünce, vb.) yayılmak, doldurmak, kaplamak

pervasion

yayılma, doldurma, kaplama

pervasive

her tarafa yayılan, her yeri kaplayan

perverse

1.huysuz, ters, kötü huylu, aksi, inatçı, 2.sapık

perversion

1.baştan çıkarma, ayartma, 2.sapıklık

perversity

1. sapıklık, 2. huysuzluk, 3. ahlaksızlık, aksilik

perversive

yanıltıcı

pervert

1.baştan çıkarmak, ayartmak, ahlakını bozmak, 2.kötü amaç için kullanmak, kötüye kullanmak, 3.cinsel sapık

perverter

baştan çıkaran kişi, fettan

pervious

geçirgen

pesky

1. kıl, gıcık, sinir bozucu, 2. belalı

pessimism

pessimism

kötümserlik

pessimist

kötümser

pessimistic

1. kötümser, 2. karamsar

pest control

haşere mücadelesi

pest

1.zararlı böcek, hayvan, 2.başbelası, musibet

pester

rahatsız etmek, sıkmak, başının etini yemek

pesticide

böcek zehiri

pestiferous

1. hastalık taşıyan, bulaşıcı, 2. baş belası, iğrenç

pestilence

bulaşıcı ve öldürücü hastalık

pestilent

1. bulaşıcı, öldürücü, 2. nahoş, rahatsız edici

pestilential

bulaşıcı

pestle

havaneli

pet cock

boşaltma musluğu

pet

1.evde beslenen hayvan, ev hayvanı, 2.sevgili, gözde, 3.okşamak, sevmek, 4.sevişmek, oynaşmak

petal

taçyaprağı

petard

kestane fişeği

peter out

tükenmek, yok olmak, suya düşmek

peter

(out ile) yavaş yavaş tükenmek, son bulmak, bitmek

petiolate

saplı, sapı olan

petiole

yaprak sapı

petit point

bir tür el işlemesi

petit

küçük, ufak

petite

(kadın) narin yapılı, minyon

petition of appeal

temyiz dilekçesi

petition

1.dilekçe, 2.toplu dilekçe, 3.talep, 4.dilekçe vermek, 5.talep etmek

petrifaction

1. taşlaşma, 2. taşıl, fosil

petrify

1.taşlaşmak, 2.taşlaştırmak, 3.şok etmek

petrochemical

petrokimyasal

petrochemistry

petrokimya

petrodollars

petrodollars

petrodolar

petrography

petrografi, kayaçbilgisi

petrol bomb

molotof kokteyli

petrol can

benzin bidonu

petrol consumption

benzin tüketimi

petrol engine

benzin motoru

petrol gauge

benzin göstergesi, yakıt göstergesi

petrol pump

benzin pompası

petrol research

petrol araştırma

petrol station

benzin istasyonu, benzinci

petrol tank

benzin deposu, yakıt deposu

petrol

1.benzin

petrolatum

petrolatum

petroleum product

petrol ürünü

petroleum

petrol

petrology

kayabilim

petticoat

içeteklik

petties

küçük masraflar

pettifogger

1. madrabaz avukat, 2. aşırı titiz kimse, 3. iş simsarı

pettifogging

1. kılı kırk yaran, 2. hileci, madrabaz

pettiness

aşağılık, adilik

petting

sevişme, yiyişme

pettish

1. huysuz, aksi, 2. hırçın

pettishness

huysuzluk, aksilik

pettitoes

domuz paçası

petty cash

küçük kasa

petty larceny

küçük hırsızlık, ufak hırsızlık, aşırma

petty offence

küçük suç, adi suç

petty officer

1. deniz astsubayı, 2. çavuş

petty

petty

1.önemsiz, ikinci planda gelen, küçük, 2.darkafalı

petulance

1. huysuzluk, hırçınlık, alınganlık, 2. terslik

petulant

huysuz, hırçın, küseğen, alıngan

petunia

petunya

pew

1.uzun bank/sıra, 2.oturacak yer

pewit gull

sinekçil

pewit

kızkuşu

pewter

kalay ve kurşun alaşımı (nesne)

pH

pH

pH-meter

pH-metre, pH-ölçer

pH-value

pH değeri

phaeton

fayton

phagocyte

fagosit, yutargöze

phalange

parmak kemiği

phallic

erkeklik organına ait

phallus

cinsel güç sembolü

phanerogam

çiçekli bitki

phantasm

fantazi, hayal

phantom

hayalet

pharaoh mouse

firavunfaresi

pharaoh

firavun

pharisaical

ikiyüzlü, riyakâr

pharisaism

ferisilik

pharisee

ferisi, ikiyüzlü kimse

pharmaceutical

eczacılığa ait

pharmaceutics

eczacılık

pharmacist

eczacı

pharmacologist

farmokolog

pharmacology

farmokoloji, embilim

pharmacy

pharmacy

1.eczacılık, 2.eczane

pharyngeal

boğaz ile ilgili, boğazsıl

pharyngitis

farenjit, gırtlak iltihabı

pharyngonasal

yutak ve buruna ait

pharynx

1. yutak, 2. gırtlak

phase angle

faz açısı, evre açısı

phase diagram

faz diyagramı

phase difference

faz farkı

phase in

yavaş yavaş kullanmaya başlamak

phase meter

fazmetre, evreölçer

phase modulation

faz modülasyonu, evre değiştirimi

phase out

safha safha bitirmek

phase rule

faz kuralı, evre kuralı

phase space

faz uzayı

phase velocity

faz hızı

phase

1.evre, aşama, safha, 2.evre, faz, 3.evrelendirmek, aşamalandırmak

pheasant

sülün

pheasantry

sülün yetiştirme yeri

phenic

fenik

phenol

1. fenol, 2. asitfenik

phenology

fenoloji

phenolphthalein

fenolftalein

phenomenal

olağanüstü, şaşılacak, süper

phenomenalism

görüngücülük, olaycılık, fenomenizm

phenomenon

1.olay, olgu, hadise, 2.olağanüstü kimse/şey/olay, 3.fenomen, görüngü

phenotype

fenotip

phenyl

fenil

pheromone

feromon

phew

öf!

phial

phial

küçük (ilaç) şişesi

philander

1. kur yapmak, kadın peşinde koşmak, 2. flört etmek

philanderer

1. kadın peşinde koşan erkek, 2. flört eden

philanthropic

insansever, hayırsever

philanthropist

hayırsever

philanthropy

insanseverlik, hayırseverlik

philatelic

pulculukla ilgili

philatelist

pul meraklısı

philately

pulculuk, pul toplama

philharmonic society

filarmoni topluluğu

philharmonic

müziksever, filarmonik

philippic

sert ve acı nutuk

Philippine Islands

Filipin Adaları

Philistine

Filistinli

phillips screw

yıldız tornavida

philologic

filolojik

philological

filolojik

philologist

1. filolog, 2. dil bilgini

philology

filoloji

philomel

bülbül

philosopher

filozof

philosophic

bkz. philosophical

philosophical

1.felsefi, 2.mantıklı, sakin, aklı başında

philosophize

1. felsefe ile uğraşmak, 2. filozof gibi konuşmak

philosophy of history

tarih felsefesi

philosophy

1.felsefe, 2.yaşam felsefesi

philter

aşk iksiri

phiz

yüz ifadesi

phlebitis

1. flebit, 2. damar iltihabı

phlebotomy

phlebotomy

kan alma, hacamat

phlegm

1.balgam, sümük, 2.soğukkanlılık, heyecansızlık

phlegmatic

sakin, soğukkanlı, heyecanlanmaz

phloem

floem, soymuk doku

phobia

fobi, ürkü

phoenix

Anka kuşu

phon

fon

phonation

seslendirme, sesleme

phone box

telefon kulübesi

phone call

telefon konuşması

phone sb back

daha sonra aramak

phone sb up

birine telefon etmek

phone

1.telefon, 2.telefon etmek

phone-in

izleyicinin telefonla katıldığı televizyon program

phonematics

sesbirimbilim, fonematik

phoneme

sesbirim

phonemics

sesbirimbilim, sesbilim

phonetic alphabet

fonetik alfabe, sesçil abece

phonetic script

fonetik yazı, sesçil yazı

phonetic spelling

fonetik imla

phonetic transcription

fonetik transkripsiyon, sesçil çevriyazı

phonetic

sesçil, fonetik

phonetician

sesbilimci

phonetics

sesbilim, sesbilgisi

phoney

1.yapmacık, sahte, 2.yapmacık kimse, sahtekâr

phonic

1. sesle ilgili, 2. sesli

phonics

akustik ilmi

phonogram

1. fonogram, 2. ses sembolü

phonograph

1. fonograf, 2. gramofon

phonographic

phonographic

fonograf ile ilgili

phonolite

fonolit

phonological transcription

sesbilimsel çevriyazı

phonological

sesçil, sesbilimsel

phonology

sesbilim

phonometer

fonometre

phonon

fonon

phony

1. sahte, düzme, 2. taklit

phosgene

fosgen

phosphatase

fosfataz

phosphate

fosfat

phosphatide

fosfatit

phosphatization

fosfatlama

phosphatize

fosfatlamak

phosphine

fosfin

phosphite

fosfit

phosphor bronze

fosfor tuncu

phosphor

fosforlu madde

phosphoresce

yakamozlanmak

phosphorescence

1. fosforesans, fosforışıllık, 2. yakamoz

phosphorescent

1. fosforesan, fosforışıl, 2. yakamozlanan

phosphoric

fosforik

phosphorite

fosforit

phosphorize

fosforlamak

phosphorous

fosforlu

phosphorus

fosfor

photo finish

fotofiniş

photo library

fototek

photo

photo

fotoğraf

photo-polymer

fotopolimer

photocathode

fotokatot

photocell

fotosel

photochemical

fotokimyasal

photochemistry

fotokimya

photochromic

fotokromik

photochromism

fotokromizm

photocomposing

fotodizgi

photocomposition

fotodizgi

photoconduction

foto-iletim

photoconductive

fotoiletken

photoconductor

fotoiletken

photocopier

fotokopi makinası

photocopy centre

fotokopi merkezi

photocopy

1.fotokopi, 2.fotokopisini çekmek

photocurrent

foto akım, ışıl akım

photodiode

fotodiyot

photodisintegration

foto parçalanma, ışıl parçalanma

photoelasticity

ışılesneklik, fotoesneklik

photoelectric cell

fotoelektrik hücre

photoelectric effect

ışılelektrik olay, fotoelektrik etki

photoelectric emission

fotoelektrik emisyon, ışılelektrik salım

photoelectric relay

fotoelektrik röle

photoelectric threshold fotoelektrik eşik photoelectric

ışılelektrik, fotoelektrik

photoelectricity

fotoelektrik, ışılelektrik

photoelectron

fotoelektron, ışılelektron

photoemission

ışılyayım, fotoemisyon

photoemissive

photoemissive

ışılsalımlı, fotoemisif

photoengraving

fotogravür

photoflash

fotoflaş

photoflood

projektör lambası

photogen

fotojen, fotojen organ

photogenic

fotojenik

photogram

fotogram

photogrammetry

fotogrametri

photograph

1.fotoğraf, 2.fotoğrafını çekmek

photographer

fotoğrafçı

photographic

fotoğrafla ilgili

photography

fotoğrafçılık

photogravure

fotogravür

photolithography

fotolitografi

photoluminescence

fotolüminesans, ışılışıldama

photolysis

fotoliz

photomap

fotoharita

photomechanical

fotomekanik

photometer

fotometre, ışıkölçer

photometry

fotometri, ışıkölçüm

photomicrograph

1. fotomikrografi, 2. mikroskopla fotoğraf çekme

photomontage

fotomontaj

photomosaic

fotomozaik

photomounting

fotomontaj

photomultiplier

fotomultiplikatör, ışılçoğaltıcı

photon

foton

photonasty

fotonasti

photoneutron

fotonötron

photonuclear

fotonükleer

photophone

photophone

fotofon

photopic

fotopik

photoreceptor

fotoreseptör

photosensitive

ışığa duyarlı

photosensitivity

fotoduyarlık, ışılduyarlık

photosphere

fotosfer, ışıkküre

photostat

fotostat, fotokopi

photosynthesis

fotosentez

phototaxis

fototaktizm

phototelegraphy

fototelgraf

phototherapy

fototerapi

phototopography

fototopografya

phototransistor

fototransistor

phototropism

ışığa yönelim, fototropizm

phototube

fototüp

phototype

fototip

photovoltaic cell

fotovoltaik hücre

photovoltaic

fotovoltaik

phrase

1.birkaç sözcükten oluşan anlamlı birim, sözcük öbeği, sözce, 2.kısa ve uygun anlatım, 3.uygun sözcük ya da tümcelerle ifade etmek

phrasebook

1.seyahat rehberi, 2.konuşma kılavuzu

phrasemonger

süslü cümleler kullanan kimse

phraseology

1. deyişbilim, 2. ifade tarzı, anlatım

phratry

kabile

phrenetic

çılgın, deli

phrenic

diyaframa ait

phrenologist

frenoloji uzmanı

phrenology

frenoloji, kafatasıbilim

phthalein

ftalein

phthalic

ftalik

phthisis

phthisis

verem, tüberküloz

phycology

yosun bilimi

phyllite

fillit

phylloxera

filokseri, asma biti

phylogeny

filojeni, soyoluş

phyloxera

filoksera

phylum

filum, kol

physic

1. ilaç, 2. ilaç vermek, müshil vermek

physical anthropology

fiziksel antropoloji

physical change

fiziksel değişim

physical chemistry

fiziksel kimya

physical condition

sağlık durumu

physical education

beden eğitimi

physical force

fiziksel güç

physical geography

fiziksel coğrafya

physical jerks

jimnastik

physical method

fiziksel yöntem

physical property

fiziksel özellik

physical science

fizik bilimi

physical structure

fiziksel yapı

physical therapy

fizik tedavisi, fizyoterapi

physical training

beden eğitimi

physical

1.fiziksel, 2.bedensel

physician

doktor, hekim

physicist

fizikçi

physicochemical

fizikokimyasal

physicochemistry

fizikokimya

physics

fizik

physiognomy

1. fizyonomi, 2. dış görünüş, yüz, çehre

physiography

physiography

fiziki coğrafya

physiological

fizyolojik

physiologist

fizyolog

physiology

fizyoloji

physiotherapist

fizyoterapist, fizik tedavici

physiotherapy

fizyoterapi

physique

vücut yapısı, fizik

phytochemistry

bitki kimyası

phytogenesis

bitki oluşumunu inceleyen bilim

phytology

bitkibilim, botanik

phytotomy

bitki anatomisi

pi

1. pi, 2. Yunancanın onaltıncı harfi

piamater

beyin incezarı

pianissimo

çok hafif (sesle)

pianist

piyanist

piano string

piyano teli

piano

piyano

piazza

1. taraça, veranda, kapalı balkon, 2. meydan

pibroch

gayda ile çalınan marş

pic

resim

pica

on iki punto harf

picalilli

baharatlı turşu

picaninny

zenci çocuğu

picaresque

kabadayı ve dolandırıcılar ile ilgili

picaroon

1. hırsız, dolandırıcı, 2. korsan

picayune

1. önemsiz, küçük, adi, 2. beş sentlik metal para, 3. beş paralık şey/kimse

picayunish

önemsiz, ufak

piccalilli

türlü turşu

piccolo

pikolo

pick a quarrel

pick a quarrel

kavga çıkarmak

pick and choose

çok dikkatli seçmek

pick at

(yemeği) isteksizce yemek

pick hammer

martopikör, kazar çekiç

pick holes in sth

kusur bulmak, ince eleyip sık dokumak

pick oakum

1. üstüpü kullanmak, 2. kodesde yatmak

pick off

birer birer vurmak

pick on

(suçlayacak adam) bulmak, seçmek

pick out

1. seçmek, 2. görmek, fark etmek

pick over

ayıklamak

pick pocket

yankesici

pick sb's pocket

-in cebinden bir şey yürütmek

pick to pieces

çekiştirmek, çürütmek (sav)

pick up the tab

parayı çekmek

pick up

1. tutup kaldırmak, 2. gelişmek, ilerlemek, 3. elde etmek 1.seçmek, seçip ayırmak, seçip almak, 2.toplamak, koparmak, 3.ayıklamak, sıyırmak, kemirmek, 4.sivri bir aletle kazmak, açmak/kırmak, 5.karıştırmak, 6.seçme, seçenek, seçim, 7.kürdan, 8.kazma

pick pick-a-back

omuzda, sırtta

pick-me-up

canlandırıcı içki/ilaç

pick-up

1. pikap kolu, 2. kamyonet, pikap

pickaback

sırtta

pickax

kazma

pickaxe

kazma

picker

toplayıcı

pickerel

turna balığı

picket fence

tahta parmaklık

picket rope

kazık ipi

picket

1.grev gözcüsü, 2.kazık, 3.ileri karakol, 4.gözcülük etmek

pickings

avanta

pickle

1.turşu, 2.turşu suyu, 3.turşusunu kurmak

pickled

1.turşu halinde, 2.sarhoş, matiz

pickling

dekapaj, paklama

picklock

maymuncuk

pickpocket

yankesici

pickup arm

pikap kolu

pickup stylus

pikap iğnesi

pickup

1. pikap kolu, 2. kamyonet, pikap, 3. gelişme, ilerleme

picky

titiz, müşkülpesent

picnic

1.piknik, 2.piknik yapmak

pico-

(önek) bilyonda bir

picofarad

pikofarad

picoline

pikolin

picosecond

pikosaniye

picrate

pikrat

pictogram

piktogram, resimyazı

pictograph

1. piktograf, resimçizit, 2. resimyazı

pictographic

grafiksel çizimlerle gösteren, görüntüsel

pictorial

resimli, resmedilmiş

picture book

resim kitabı

picture card

papaz, kız, vale

picture editor

resim seçici

picture frame

resim çerçevesi

picture gallery

resim galerisi, resim müzesi

picture goer

sinemasever

picture postcard

resimli kartpostal

picture puzzle

resimli bulmaca

picture telegraphy

resimli telgraf sistemi

picture theater

sinema

picture transmission

resim nakli, görüntü iletimi

picture tube

picturesque

resim tüpü, görüntü lambası, ekran lambası 1.resim, tablo, 2.fotoğraf, 3.film, 4.görülmeye değer şey ya da kişi, pek güzel kimse ya da şey, 5.-in mükemmel örneği, timsal, 6.görüntü, 7.tasvir, 8.ç, sinema, 9.resmini yapmak, çizmek, 10.betimlemek, 11.düşlemek, hayal etmek, tasavvur etmek 1.pitoresk, 2.(dil) net, açık, canlı

picturize

1. resmini çizmek, 2. filme almak

piddle

işemek

piddling

küçük, önemsiz

pidgin

karma dil, tarzanca

pie chart

yuvarlak diyagram

pie in the sky

1. olmayacak şey, düş, hayal, 2. cennet

pie

börek, çörek, tart, turta

piebald

(at) alaca, benekli

piece de resistance

ana yemek

piece goods

1. parça mal, kupon kumaş, 2. mensucat, dokuma

piece meal

parça parça, bölük pörçük

piece on

eklemek

piece out

parça ekleyerek tamamlamak

piece together

parçalarını birleştirmek, tamamlamak, eklemek

piece

1.parça, 2.tane, 3.oyun, piyes, 4.(satranç, dama, vb.) taş, 5.numune, örnek, 6.madeni para

piecemeal

parça parça, azar azar, bölüm bölüm, aşama aşama

piecework

parçabaşı iş

pieceworker

parça başı çalışan işçi

pied

(kuş, vb.) alaca, alacalı

piedmont

dağ eteğindeki

pier

1.iskele, 2.destek, payanda

pierage

rıhtım ücreti

pierce

delmek, delip geçmek

piercing

1.(rüzgâr) sert, soğuk, içe işleyen, 2.(ses) güçlü, keskin, acı

pietism

dindarlık, softalık

piety

dindarlık

picture

piezo-

(önek) basınç

piezoelectric

piezoelektrik

piezoelectricity

piezoelektrik

piezometer

piezometre

piezometric

piezometrik

piffle

saçmalamak, boş laf etmek

pig iron

font, pik demir, dökme demir

pig it

domuz gibi yaşamak

pig

1.domuz, 2.pisboğaz, 3.aynasız, polis

pigeon

güvercin

pigeon-breasted

çıkık göğüslü

pigeonhole

1. güvercin yuvası, 2. hasır altı etmek, düzenlemek

pigeonry

güvercinlik

piggery

domuz ahırı

piggish

1. domuz gibi, 2. pis, pisboğaz

piggishness

pisboğazlık

piggy

1. küçük domuz, 2. domuzcuk

piggybank

(domuz şeklinde) kumbara

pigheaded

inatçı

piglet

domuz yavrusu

pigment

boya maddesi, pigment

pigmentation

hücrelerin renkli madde oluşturması

pigmy

bkz. pygmy

pignut

yer fıstığı

pigpen

bkz. pigsty

pigskin

domuz derisi

pigsty

1.domuz ahırı, 2.pis oda/yer, izbe

pigtail

saç örgüsü

pika

ıslıklı tavşan

pike

1.mızrak, kargı, 2.turnabalığı

pikeman

kazma ile çalışan maden işçisi

piker

1. ihtiyatlı kumarbaz, 2. dönek, kahpe

pilaster

1. gömme ayak, pilastr, 2. duvar ayağı

pilchard

sardalye, ateşbalığı

pile driver

şahmerdan

pile foundation

kazık temel, kazıklı temel

pile in

doluşmak

pile on

üşüşmek

pile up

1. yığmak, istif etmek, biriktirmek, 2. yığılmak

pile

1.yığın, küme, 2.büyük miktarda para, servet, 3.yığınla, 4.direk, kazık, 5.hav, tüy, 6.kuru pil, 7.yığmak, yığın haline getirmek, istif etmek

pileless

tüysüz

piler

istifleyici

piles

basur

pileup

zincirleme kaza

pileus

mantar başlığı

pilewort

basurotu

pilfer

1.aşırmak, çalmak, uğrulamak, araklamak, çırpıştırmak, aparmak, 2.yolsuzluk yapmak

pilferage

çalma, aşırma, hırsızlık

pilferer

hırsız

pilgrim

hacı

pilgrimage

hac, hacılık

piliferous

tüylü

pill

1.hap, 2.doğum kontrol hapı, 3.gıcık kimse, kıl

pillage

1.yağma etmek, yağmalamak, 2.yağma, yağmacılık

pillar

1.sütun, 2.direk, 3.önemli üye/destekçi/yandaş

pillar-box

posta kutusu

pillared

direkli, sütunlu

pillbox

ilaç kutusu

pillion

pillion

(motorsiklet) terki, arka koltuk

pillory

1. ceza boyunduruğu, 2. ceza boyunduruğuna bağlayarak teşhir etmek

pillow lace

kopanaki

pillow

yastık

pillowcase

yastık kılıfı

pillowslip

yastık kılıfı

pilose

tüylü, kıllı

pilot balloon

pilot balon

pilot boat

kılavuz motoru

pilot fish

Malta palamudu

pilot lamp

kontrol lambası, pilot lamba

pilot light

kılavuz ışığı, kontrol lambası

pilot region

pilot bölge

pilot scheme

pilot proje

pilot school

deneme okulu

pilot

1.pilot, 2.kılavuz, 3.pilotluk yapmak, 4.kılavuzluk yapmak, yol göstermek

pilot's error

pilot hatası

pilotage chart

seyrüsefer haritası

pilotage

1. pilotluk, 2. pilotaj, 3. kılavuzluk, 4. kılavuz ücreti

pilotless

pilotsuz, uzaktan kumandalı

pilule

1. küçük harf, 2. hap, kürecik

pimento

yenibahar

pimp

pezevenk

pimpernel

farekulağı

pimple

sivilce

pimpled

sivilceli

pimply

sivilceli

pin down

1. bağlamak, hareketsiz kılmak, 2. sıkboğaz etmek

pin money

cep harçlığı

pin on

pin on

üstüne almak, yüklenmek

pin one's hopes on

bel bağlamak

pin strike

sınırlı grev

pin

1.toplu iğne, 2.broş, iğne, 3.mandal, 4.iğnelemek, iliştirmek, 5.kıpırdayamaz hale sokmak, sıkıştırmak

pinafore

göğüslük, önlük

pinball

tilt oyunu

pince-nez

1. kelebek gözlük, 2. yaylı gözlük

pincers

1.kerpeten, 2.(yengeç, vb.) kıskaç

pinch and save

dişinden tırnağından artırmak

pinch and scrape

dişinden tırnağından artırmak

pinch cock

kısma musluğu

pinch

1.kıstırmak, sıkıştırmak, 2.çimdiklemek, 3.acı vermek, sıkıp acıtmak, 4.araklamak yürütmek, 5.çimdik, 6.tutam

pinchbeck

altın taklidi, yapma, sahte

pinchpenny

eli sıkı, cimri

pincushion

iğnelik, iğne yastığı

pine away

yavaş yavaş güçten düşmek

pine barren

çamlık kumsal

pine cone

çam kozalağı

pine wood

çam kerestesi

pine

1.(away ile) güçten kuvvetten düşmek, erimek, iğne ipliğe dönmek, 2.(gerçekleşemeyecek) arzusu olmak, özlemini çekmek, 3.çam

pineal gland

beyin epifizi

pineal

kozalaksı, kozalak biçiminde

pineapple

ananas

pinetree

çamağacı

ping

(araba) teklemek

ping-pong

pinpon, masa tenisi

pinghead

topluiğne başı

pinion

elini ayağını bağlamak, hareketsizleştirmek

pink slip

ihbarname

pink

pink

1.pembe, 2.sosyalist eğilimli, 3.(araba) teklemek

pinkie

serçe parmağı

pinking

kliket, vuruntu

pinkish

pembemsi

pinko

solcu

pinky

bkz. pinkie

pinna

1. balık kanadı, 2. kulakkepçesi, 3. yapracık

pinnace

1. sandal, filika, 2. küçük yelkenli

pinnacle

1.en yüksek nokta, doruk, zirve, 2.sivri tepeli kule

pinnate

tüysü

pinnigrade

yüzgeçayaklı

pinniped

1. yüzgeçayaklı, 2. yüzgeçayaklı

pinon

çam fıstığı

pinpoint

1.tam yerini göstermek, belirlemek, tam olarak saptamak, 2.gerçek nedenini bulmak

pinprick

iğne deliği

pins and needles

karıncalanma

pinstripe

(giysi) ince çizgi

pint

1.galonun sekizde biri ( , lt, , lt), 2.bu kadar bira

pintail

kılkuyruk, kılkuyruk ördeği

pintle

1. mil, eksen, 2. enjektör iğnesi

pinto

küçük benekli at

pinup

şarkıcı, çıplak kadın, vb. resmi

pinwheel

çarkı felek, fırıldak

pinworm

sivrikuyruk

piny

çamlık, çam kokulu

pioneer

1.öncü, 2.öncülük etmek

pious fraud

sahte dindarlık

pious wish

sahte dilek

pious

dindar

pipe bracket

1.oyun kâğıtlarındaki işaretlerin her biri, 2.rütbe belirten yıldız, 3.meyve çekirdeği, 4.sinyal, 5.yarışta yenmek, geçmek, 6.(sınavda) çakmak/çaktırmak boru kelepçesi

pipe clamp

boru kelepçesi

pipe clay

lüleci çamuru

pipe coupling

rakor

pipe culvert

büz, boru menfez

pipe down

susmak, sesini kesmek

pipe drain

künk, süzdürme künkü

pipe dream

1. hayali fikir, 2. olmayacak iş, hayal

pipe elbow

boru dirseği

pipe fish

yılan iğnesi

pipe joint

boru bağlantısı, boru rakoru

pipe stem

pipo sapı

pipe tongs

boru kıskacı

pipe union

boru rakoru

pipe up

konuşmaya/şarkı söylemeye başlamak

pipe vice

boru mengenesi

pipe

1.boru, 2.pipo, 3.çubuk, 4.kaval, 5.ç, gayda, 6.borularla taşımak, 7.kaval/gayda çalmak

pipefitter

borucu, boru tesisatçısı

pipefitting

1. boru işi, 2. boru bağlama donanımı

pipeline

1.boru hattı

pipelining

boruya sokma, iç içe sokma

piper

1.kavalcı, 2.gaydacı

pipette

pipet, akıtaç

piping hot

dumanı üstünde

piping

çok

pipit

incirkuşu

pipkin

güveç

pippin

harika şey/kimse

pip

pippin piquancy

1. acılık, keskinlik, 2. ilginçlik, cazibe

piquant

1.acı/keskin tadı olan, 2.ilginç, hoş

pique

1.güceniklik, kırgınlık, 2.gücendirmek, incitmek, gururunu kırmak

piracy

korsanlık

Piraeus

Pire limanı

piranha

piranha

pirate listener

korsan dinleyici

pirate radio

korsan radyo

pirate sender

korsan verici

pirate ship

korsan gemi

pirate

1.korsan, 2.korsan satış yapmak

pirn

bobin

pirouette

(balede) tek ayak üzerinde dönüş, piruet

Pisces

Balık Burcu

pisciculture

balıkçılık

pisciculturist

balık üreticisi

piscine

balık gibi, balığa ait

pish

öf!, püf!

pisiform

bezelye biçiminde

pisolite

pisolit

piss about

serserilik etmek, göt gezdirmek

piss around

serserilik etmek, göt gezdirmek

piss off

1. siktir git, 2. siktir olup gitmek, 3. bıktırmak

piss oneself

(gülmekten) altına işemek

piss

1.işemek, 2.(yağmur) şakır şakır yağmak, 3.çiş, sidik, işeme

pissed as a newt

küfelik, zom

pissed

1.sarhoş, matiz

pistachio

fıstık

pistil

pistil, dişiorgan

pistol shot

tabanca ateşi, tabanca menzili, tabanca kurşunu

pistol

tabanca

piston pin

piston pimi

piston pump

pistonlu pompa

piston ring

piston segmanı, segman

piston rod

piston kolu

piston

piston

pit a pat

hafif hafif çarpma, tıkırdama

pit coal

taşkömürü, madenkömürü

pit saw

hızar, iki kollu testere

pit silo

çukur silo

pit top

pit-a-pat

kuyu başı 1.çukur, 2.maden ocağı, 3.(araba yarışında) süper hızla tamirat yeri, 4.hastalık lekesi, 5.(tiyatro) parter, 6.meyve çekirdeği, 7.(meyvenin) çekirdeğini ayıklamak, 8.(çiçek hastalığı) çopur bırakmak 1. pıtır pıtır, 2. küt küt, pat pat

pit-run gravel

tüvenan çakıl

pitance

bağış, yardım

pitch action

yunuslama

pitch angle

hatve açısı, adım açısı

pitch in

1. işe girişmek, 2. yemeğe yumulmak

pitch into

üstüne saldırmak, atılmak

pitch on

seçmek, karar vermek

pitch one's tent

çadırını kurmak

pitch pine

çıralı çam

pitch sb a curve ball

pitch-and-toss

yüreğini ağzına getirmek 1.ziftlemek, 2.konmak, konaklamak, 3.(kamp, çadır, vb.) kurmak, 4.(dışarı) atmak, 5.düşmek, takılıp devrilmek, 6.sesin perdesini ayarlamak, 7.(gemi) baş vurmak, toslamak, 8.saha, alan, 9.pazarcının satış yeri, 10.perde, 11.derece, düzey, 12.zift, 13.(bina) eğim, 14.yalpalama, 15.(beyzbol) atış, fırlatma, 16.satıcının ağız yapması yazı tura atma oyunu

pitch-black

1. zifiri karanlık, 2. simsiyah

pit

pitch

pitch-dark

pitch-dark

zifiri karanlık

pitchblende

uranyum oksidi

pitcher plant

ibrikotu

pitcher

1.testi, sürahi, ibrik, 2.(beyzbol) atıcı

pitchfork

yaba, diren

pitching

1. atma, fırlatma, 2. baş kıç vurma

pitchstone

katran taşı

pitchy

1. zift gibi, 2. karanlık

piteous

acıklı

pitfall

güçlük, tehlike, tuzak

pith

1.öz, 2.öz, ruh, en önemli kısım

pithead

maden ocağı girişi

pithiness

1. özlülük, 2. anlamlılık, etkileyicilik, 3. kuvvet, tesir

pithless

özsüz, zayıf

pithy

1.özlü, 2.anlamlı

pitiable

acınacak

pitiful

1.acıklı, acınacak, 2.merhametli

pitiless

1. acımasız, 2. merhametsiz

pitman

maden ocağı işçisi

piton

kısa metal dağcı kazığı

pittance

çok düşük ücret, acınacak miktarda az ücret

pitted

(asitten/pastan) karıncalanmış, oyuklu

pitting

oyuklaşma

pituitary gland

hipofiz bezi

pituitary

1. balgam salgılayan, 2. balgama ait

pity

1.merhamet, acıma, 2.acınacak şey, 3.merhamet etmek, acımak

pivot

1.eksen, mil, 2.bir eksen çevresinde dönmek

pivotal

1. mile ait, 2. merkezi, en önemli

pix

resim

pixel

pixel

piksel, görüntü öğesi

pixie

küçük peri

pixilated

1. üşütük, kafadan kontak, 2. kaçık, delidolu

pixy

bkz. pixie

pizza

piza

pizzle

erkeklik organı

placable

1. kolay yatışan, kolay bağışlayan, 2. kolay affeder

placard

duvar ilanı, afiş, pankart, poster

placate

kızgınlığını yatıştırmak

placatory

yatıştırıcı, sakinleştirici

place a bet

bahse girmek

place an order

sipariş vermek

place of worship

ibadet yeri

place value

basamak değeri

place

1.yer, 2.alan, bölge, 3.(yarış, kuyruk, vb.'de) sıra, 4.hane, basamak, 5.oturacak yer, 6.memuriyet, görev, 7.mevki, konum, 8.yapılması gereken şey, görev, 9.ev, 10.koymak, yerleştirmek, 11.(para) yatırmak, 12.tam olarak hatırlamak, 13.(sipariş) vermek, 14.saymak, görmek, 15.önem vermek

placebo

1. plasebo, 2. yatıştırıcı bir ilaç

placement

1. koyma, yerleştirme, 2. plasman

placenta

1. plasenta, döleşi, 2. etene

placental

plasentayla ilgili

placer

plaser

placid

sakin, durgun

placidity

sükunet

placket

eteklik cebi

plagiarism

intihal, aşırma

plagiarist

aşırmacı, eser hırsızı

plagiarize

-den aşırmalar yapmak, intihal etmek

plague on it!

Allah belasını versin!

plague

1.veba, 2.başbelası, dert, musibet, 3.öldürücü salgın hastalık, 4.istila, 5.sıkmak, bezdirmek

plaguy

plaguy

baş ağrıtıcı

plaice

pisibalığı

plaid

ekose kumaş, kareli kumaş

plain clothes man

1. sivil giyimli, 2. dedektif

plain coffee

sade kahve

plain dealer

dürüst adam

plain dealing

dürüstlük

plain sailing

rahat ve kolay iş, dertsiz belasız iş

plain work

düz duvar örgüsü

plain

1.ova, 2.düz, 3.yalın, basit, sade, süssüz, 4.açık, kolay anlaşılır, net, 5.(kadın) çirkin, alımsız, 6.dobra, açıksözlü, dürüst

plain-spoken

açık sözlü

plainly

1.açık ve net bir şekilde, açıkça, 2.süssüz biçimde, 3.dobra, dobra

plainness

1. düzlük, açıklık, 2. toksözlülük

plainspoken

açıksözlü, lafını esirgemeyen

plaint

1.dava, 2.hüzün ifadesi, keder

plaintiff

davacı

plaintive

hüzünlü, ağlamaklı, acıklı, dokunaklı

plait

1.örgü, saç örgüsü, 2.(saç, vb.) örnek

plan

1.plan, kroki, taslak, tasar, 2.plan, niyet, 3.proje, kasarı, 4.planlamak, tasarlamak, 5.planını çizmek, 6.düzenlemek

planar

düzlemsel

plane angle

düzlem açı

plane geometry

düzlem geometri

plane mirror

düz ayna

plane table

plançete

plane

1.uçak, 2.planya, rende, 3.düzlem, 4.seviye, düzey, 5.çınar, 6.rendelemek, 7.düz, dümdüz

planer

planya

planet

gezegen

planetarium

1. planetaryum, yıldızlık, 2. gökevi

planetary

1.gezegenlerle ilgili, 2.dünyasal, dünyevi, 3.gezgin, seyyar

planetoid

planetoid

küçük gezegen

plangent

yankılanan, titrek, iniltili

planimeter

planimetre, yüzeyölçer, alanölçer

planimetry

planimetri, alanölçü

planing machine

planya makinesi, planya tezgâhı

planish

düzeltmek, preslemek

planisphere

düzlemküre

plank down

hemen ödemek

plank flooring

ahşap döşeme

plank pile

ahşap palplanş

plank saw

tahta bıçkısı

plank timber

tomruk

plank

1.uzun tahta, kalas, 2.(partinin) ana prensibi, 3.kalaslarla kaplamak

planking machine

keçeleştirme makinesi

planking

ağaç döşeme

plankton

plankton

planless

plansız, programsız

planned economy

planlı ekonomi

planner

planlamacı

planning body

planlama kurulu

planning

planlama, tasarlama

plano-concave

bir yüzü düz öbürü içbükey

plano-convex

bir yüzü düz öbürü dışbükey

plant breeding

bitki yetiştirme

plant cell

bitki hücresi

plant chemistry

bitki kimyası

plant engineer

işletme mühendisi

plant geography

bitki coğrafyası

plant kingdom

bitkiler dünyası

plant louse

plant louse

bitki biti

plant out

fideleri başka yere dikmek

plant pathology

bitki patolojisi

plantation

1.bitki, 2.fabrika, 3.demirhane, 4.dikmek, ekmek, 5.sıkıca yerleştirmek, 6.(çalınan ya da yasak bir şeyi) birisinin üzerine saklayıp onu suçlu göstermek 1.fidanlık, 2.büyük çiftlik

planter

ekici

plantigrade

düztaban

plaque

plaket, levha, tabela

plash

1. su birikintisi, 2. su sıçratmak, 3. şapırdatmak

plashy

1. şapırtılı, 2. çamurlu

plasma protein

plazma proteini

plasma state

plazma hali

plasma

plazma, kansu

plasmatic

plazma ile ilgili

plasmodium

1. plazmodyum, 2. sıtma mikrobu

plaster cast

1. alçıdan yapılmış kalıp, 2. alçı

plaster of Paris

alçı

plaster stone

jips, alçıtaşı

plaster

1.sıva, 2.plaster, 3.yakı, 4.sıvamak, 5.yapıştırmak

plasterboard

bağdadi çıtası, bağdadi

plastered

sarhoş

plasterer

sıvacı

plasterers' putty

sıvacı macunu

plastering

1. sıva işi, 2. alçı işi

plastic arts

plastik sanatlar

plastic container

plastik kap

plastic surgery

estetik ameliyat, estetik cerrahlık

plastic

plastik

plasticine

modelci çamuru

plant

plasticity

plastisite

plasticizer

plastikleştirici

plastid

plastid

plate current

plaka akımı, anot akımı

plate glass

dökme cam, düz cam, çekme cam

plate load

anot yükü

plate spring

yassı yay 1.tabak, 2.levha, plaka, tabaka, 3.kaporta, levha biçiminde korugan, 4.kaplama, 5.kupa, 6.fotoğraf klişesi, 7.plaka, plaket, 8.takma diş takımı, 9.anot, 10.(metal) kaplamak

plate plateau

yayla

plated

kaplanmış

plateful

tabak dolusu

platelet

trombosit, pıhtıgöze

platen

1. kâğıt silindiri, merdane, 2. baskı levhası

plater

kaplamacı

platform

1.peron, 2.kürsü, 3.(seçimden önce) parti programı

platinate

platinlemek, platin kaplamak

plating

kaplama

platinoid

platinoit

platinum sponge

platin sünger

platinum

platin

platitude

basmakalıp laf, klişe, yavan söz

platitudinarian

geveze, boşboğaz

platitudinize

tatsız tuzsuz konuşmak

platitudinous

basmakalıp söz

platonic love

manevi aşk, platonik aşk

platonic

(iki kişi arasındaki sevgi/arkadaşlık) fiziksel olmayan, duygusal

platoon

müfreze, takım

platter

düz ve büyük tabak

platypus

ornitorenk, gagalı memeli

platyrrhine

yassıburunlu maymun

plaudit

memnuniyet gösterisi, beğeni

plausibility

1. akla yatkınlık, 2. inandırıcılık, 3. olasılık

plausible

1.makul, akla yatkın, 2.inandırıcı

play a joke on sb

oyun oynamak, işletmek

play a part

rol oynamak

play a role

rol yapmak

play at

katılmak, yapar gibi görünmek

play back

yeniden çalmak, tekrarlamak

play ball

birlikte çalışmak, imece yapmak

play both ends against şeytana külahı ters giydirmek the middle play by ear

olanlara ayak uydurmak

play cat and mouse with

kedi fare gibi oynamak

play dead

ölü numarası yapmak

play down

önemsizleştirmek

play ducks and drakes har vurup harman savurmak with money play ducks with money çarçur etmek, har vurup harman savurmak play fast and loose

kaygısızca hareket etmek, söz verip tutmamak

play first chair

başkanlığa oynamak

play for time

zaman geçirmek, oyalanmak

play hard to get

umursamaz görünüp ilgi çekmek

play havoc

mahvetmek, berbat etmek

play hell with

çarkına okumak

play high

büyük kumar oynamak

play hooky

kaçamak yapmak

play house

evcilik oynamak

play into sb's hands

birisinin ekmeğine yağ sürmek

play into the hands of

çıkar amacıyla hareket etmek

play it by ear

gelişmelere göre hareket etmek

play it by the book

atını sağlam kazığa bağlamak

play it cool

soğukkanlılığını yitirmemek, sakin kalmak

play it safe

işi sağlama almak

play off

birbirine düşürmek

play on words

cinas, sözcük oyunu

play on

çalmakta devam etmek

play one's cards well

kartlarını iyi oynamak

play one's trump card

kozunu oynamak

play possum

uyuma numarası yapmak

play pranks

azizlik etmek

play second fiddle

ikinci derecede rol oynamak

play the devil with

kasıp kavurmak

play the field

birden fazla kişiyle düşüp kalkmak

play the fool

aptalca davranmak, ahmaklık yapmak

play the game

adil ve dürüst olmak

play the man

erkekçe hareket etmek

play the market

spekülasyon yapmak

play tricks on

muziplik etmek, oyun oynamak

play truant

okuldan kaçmak, dersleri kırmak

play up to

dalkavukluk etmek, birine yaranmak

play up

1. oyun oynamak, sorun çıkarmak, 2. belirtmek

play with fire

play-act

ateşle oynamak, büyük riske girmek 1.oyun, eğlence, 2.oyun, piyes, 3.şaka, oyun, 4.kumar, 5.hareket özgürlüğü, 6.hareket, faaliyet, 7.oynaşma, 8.oynamak, 9.eğlenmek, 10.(oyun) etmek, 11.hızla hareket etmek, 12.oynamak, sahnelemek, temsil etmek, 13.(müzik aleti) çalmak numara yapmak, rol yapmak

play-off

beraberliği bozmak için oynanan oyun, final

playable

oynanabilir

play

playback

pleybek

playbill

tiyatro ilanı

playboy

eğlence peşinde koşan zengin delikanlı, pleyboy

playdown

önemsememek

played out

işi bitmiş

player piano

otomatik piyano

player

oyuncu

playfellow

oyun arkadaşı

playful

şen, şakacı, oyuncu

playfulness

şakacılık, oyunculuk

playgoer

tiyatrosever

playground

çocukların oyun alanı

playgroup

anaokulu

playhouse

tiyatro

playing card

iskambil kâğıdı

playing field

oyun alanı, oyun sahası

playing

oynama, oyun

playlet

küçük oyun

playmate

oyun arkadaşı

playpen

çocuk kafesi

plaything

oyuncak

playtime

oyun zamanı

playwright

oyun yazarı

plaza

meydan

plea of guilty

suçlu kabul etme

plea

1.yalvarma, rica, 2.özür, mazeret, 3.savunma, itiraz

plead guilty

suçu kabul etmek

plead not guilty

suçu reddetmek, sorumluluğu reddetmek

plead

1.yalvarmak, dilemek, rica etmek, 2.özür dilemek, özür olarak öne sürmek, 3.dava açmak, 4.savunmak, 5.suçlamak

pleader

avukat

pleading

1. dava, dava açma, 2. iddia, 3. savunma, 4. rica, yalvarma

pleasant

1.hoş, tatlı, güzel, 2.sevimli, canayakın, şirin, yakın, sıcak, samimi

pleasantness

1. hoşluk, tatlılık, güzellik, 2. hoşa giden şey, 3. zevk

pleasantry

hoş şaka, espri

please yourself

kafana göre takıl

please

1.mutlu etmek, memnun etmek, sevindirmek, gönlünü etmek, 2.hoşuna gitmek, 3.lütfen

pleased

memnun, hoşnut

pleasing

hoş, tatlı, sevindirici

pleasurable

zevk veren, hoş

pleasure

1.zevk, haz, 2.keyif, eğlence

pleat

1.pli yapmak, 2.kıvrım, pli, plise

pleater

plise makinesi

plebeian

halk tabakasından olan, aşağı tabaka

plebiscite

halk oylaması, plebisit, tümdanış

plectrum

mızrap, pena

pledge one's troth

bağlılık yemini etmek

pledge

1.tutu, rehin, 2.söz, karşılıklı anlaşma, güvence, teminat, 3.kanıt, işaret, 4.rehine koymak, 5.söz vermek, 6.güvence vermek, taahhüt etmek

pledgee

rehin alan, rehinli alacaklı

pledger

rehin veren, rehinli borçlu

pleiades

süreyya burcu, ülker

Pleistocene

pleistosen

plenary session

genel kurul

plenary

(hükümet gücü) tam, sınırsız

plenipotentiary

tam yetkili (elçi)

plenitude

1. bolluk, çokluk, 2. bütünlük, 3. dolu oluş

plenteous

bereketli, bol

plenteousness

bereket, bolluk

plentiful

bereketli, bol

plentifully

plentifully

bolbol, yetecek kadar

plentifulness

bolluk, bereket

plenty of

pek çok, yığınla

plenty

1.bolluk, çokluk, 2.bol miktar

plenum

1. tüm üyelerin hazır bulunduğu toplantı, 2. doluluk

pleochroism

pleokroizm

pleonasm

söz uzatımı, gereksiz söz

plereme

dolubirim

plethora

gereğinden fazlalık

pleura

plevra, göğüszarı

pleural

plevral, göğüszarıyla ilgili

pleurisy

plörezi, zatülcenp, satlıcan

pleurocarpous

yan meyveli

plexiglass

plastik cam

plexor

perküsyon çekici

plexus

pleksus, sinir ağı

pliability

bükülürlük, bükülgenlik

pliable

1.bükülgen, yumuşak, 2.itaatkâr, uysal

pliancy

bükülgenlik, esneklik

pliant

eğilip bükülebilir

plicate

büklümlü, katlanmış

plication

katmer, katlama, misli artırma

pliers

kerpeten, kargaburun, pens

plight of faith

bağlılık sözü

plight one's troth

evlenme sözü vermek, evlenme vadetmek

plight

kötü durum, ciddi durum

plimsoll line

fribord markası

plimsoll

lastik tabanlı bez ayakkabı, kes

plinth

sütun tabanı

pliocene

pliocene

pliyosen

plod away

sürekli çalışmak

plod

1.yavaş ve zorlukla yürümek, 2.(away ile) (sıkıcı bir iş üzerinde) sürekli çalışmak

plodder

yavaş ama verimli çalışan işçi

plonk

ucuz şarap, köpeköldüren

plop

cup diye düşmek

plosion

nefes patlaması

plosive

patlamalı, kapantılı

plot

1.arsa, parsel, 2.entrika, suikast, 3.(roman, vb.'de) olay örgüsü, 4.komplo kurmak, 5.haritada göstermek, 6.işaretlemek

plotless

plansız(yazı veya hikaye)

plotter

1. pilotlayıcı, çizici, 2. entrikacı

plotting paper

kareli kâğıt

plough back

kazanılan parayı yeniden işe yatırmak

plough boy

çiftçi yamağı

plough land

sürülebilir toprak, işlenebilir toprak

plough plane

oluk rendesi

plough share

saban demiri, saban kulağı

plough up

pullukla altını üstüne getirmek

plough

1.saban, pulluk, 2.sabanla sürmek, çift sürmek, 3.yol açmak, ilerlemek

plough-beam

pulluk oku, saban oku

ploughman

sabancı, çiftçi

plover

yağmurkuşu

plow into

çarpmak

plow

Aİ. bkz. plough

ploy

numara yapma, rol

pluck off

koparmak

pluck out

çıkarmak

pluck

1.yiğitlik, cesaret, 2.koparmak, 3.tüylerini yolmak, kopartmak, 4.(telli çalgı) çalmak

plucky

cesur ve azimli, yılmaz

plug contact

plug contact

fiş kontağı

plug for

desteklemek

plug in

1. fişi prize sokmak, 2. ilgilenmek

plug socket

priz, dişi fiş

plug

1.tapa, tıkaç, 2.(elektrik) fiş, 3.buji, 4.reklam, 5.tıkamak, 6.reklamını yapmak

plug-in

fişli, fişle çalışan

plug-ugly

külhanbeyi, zorba

plum

erik

plumage

kuşun tüyleri

plumb level

tesviyeruhu

plumb line

çekül sicimi, çekül

plumb rule

tesviyeruhu

plumb the depths

derinliklerine inmek, gömülmek

plumb

1.çekül, şakul, 2.anlamını çıkartmaya çalışmak

plumbeous

kurşun ile ilgili

plumber

su tesisatçısı, muslukçu

plumbicon tube

plumbikon tüpü

plumbiferous

kurşunlu

plumbing

1.su tesisatı, 2.boru tesisatçılığı, muslukçuluk

plume

kuş tüyü

plumeless

tüysüz

plummet

1.(aniden) düşmek, 2.çekül kurşunu, iskandil kurşunu

plummy

1. erikle ilgili, 2. yapmacık

plumose

tüylü

plump cheeks

tombul yanaklar

plump

1. tıknaz, dolgun, tombul, semiz, 2. ansızın düşmek

plumpness

dolgunluk

plumule

1. plumula, embriyon tomurcuğu, 2. kuş tüyü

plumy

1. tüylü, 2. tüy gibi

plunder

plunder

1.yağma etmek, yağmalamak, 2.yağma, yağmacılık, 3.yağmalanan mal, ganimet, 4.çalınmış eşya

plunderer

yağmacı, çapulcu

plunge into

1. batırmak, sokmak, saplamak, 2. dalmak, gömülmek

plunge

1.dalma, dalış, 2.fırlamak

plunger

1. dalgıç, 2. pompa pistonu, dalma piston, 3. dalıcı

pluperfect

geçmiş öncesini gösteren zaman

plural marriage

çokeşlilik

plural noun

çoğul isim

plural vote

birden fazla oy kullanma hakkı

plural

çoğul

pluralism

çokçuluk

pluralist

çoğulcu

pluralistic democracy

çoğulcu demokrasi

pluralistic

çoğulcu

plurality

1. çokluk, 2. çoğunluk, 3. çoğulluk, 4. ekseriyet

pluralize

çoğul yapmak

plus fours

golf pantolonu

plus infinite

artı sonsuz

plus sign

artı işareti

plus value

artı değer

plus

1.artı işareti, 2.sıfırdan büyük, artı, 3.artı, pozitif, 4.-in üstünde, 5.ile, ve, artı

plush

1.pelüş, 2.müthiş, süper, görkemli

plussage

ek miktar

Pluto

Pluton

plutocracy

varsılerki, zenginerki

plutocrat

nüfuzlu zengin, plutokrat, varsılerkçi

plutocratic

plutokratik

plutonic rocks

plütonik taşlar

plutonic

plütonik

plutonium

plutonium

plütonyum

pluvial

yağmurlu

pluviometer

plüvyometre, yağmurölçer

pluvious

yağmurlu, yağmura ait

ply

1.düzenli sefer yapmak, gidip gelmek, işlemek, 2.çalışmak, iş yapmak, 3.kat, katmer

plywood

kontrplak

pm

öğleden sonra

pm, PM

öğleden sonra

pneuma

ruh, can, nefes

pneumatic brake

havalı fren

pneumatic conveyor

pnömatik taşıyıcı

pneumatic drill

pnömatik matkap

pneumatic hammer

pnömatik çekiç, havalı çekiç

pneumatic jack

pnömatik kriko

pneumatic press

pnömatik pres

pneumatic tire

pnömatik lastik, havalı lastik

pneumatic tube

pnömatik boru

pneumatic tyre

pnömatik lastik, havalı lastik

pneumatic

pnömatik, havalı

pneumatics

pnömatik bilimi

pneumatolysis

pnömatoliz

pneumococcus

pnömokok

pneumonia

zatürree, akciğer yangısı

pneumonic

zatürree ile ilgili

pneumothorax

pnömotoraks

PO box

posta kutusu

po-faced

çatık kaşlı 1.(yumurtayı) kırıp kaynar suda pişirmek, 2.(balık) yavaş yavaş kaynatmak, 3.başkasının arazisinde kaçak avlanmak, izinsiz (hayvan) avlamak, 4.(başkasının hakkına) tecavüz etmek

poach poacher

1. kaçak avlanan kimse, 2. yasak yere giren kimse

poaching

kaçak avcılık

pochette

el torbası

pock

çiçek hastalığında görülen kabarcık

pocket battleship

cep zırhlısı

pocket book

1. cep defteri, 2. cüzdan

pocket calculator

küçük hesap makinesi

pocket computer

cep bilgisayarı

pocket lamp

cep lambası

pocket money

cep harçlığı

pocket radio

cep radyosu

pocket

1.cep, 2.torba, kese, 3.grup, kesim, 4.cebe koymak, 5.cebe indirmek, cebine atmak

pocketbook

1.not defteri, 2.sapsız bayan çantası, 3.kese

pocketful

1.cep dolusu, 2.sürüyle

pocketknife

çakı

pockmark

çopur, iz

pockmarked

çopur, çiçekbozuğu

pod auger

oluklu matkap

pod

1.bezelye, fasulye, vb. kabuğu, 2.kabuğunu soymak

podagra

gut, damla hastalığı

podgy

bodur, tıknaz

podiatrist

ayak hastalıkları uzmanı

podiatry

ayak hastalıkları bilimi, podiyatri

podium

podyum

Podunk

geri kalmış küçük kasaba

podzol

podzol

podzolization

podzollaşma

poem

şiir

poet laureate

saray şairi

poet

şair, ozan

poetaster

şair bozuntusu

poetess

kadın şair

poetic function

sanat işlevi

poetic

şiirsel

poetical

şairliğe ait

poetize

1. şiir yazmak, 2. şiirle dile getirmek

poetry

1.şiir, koşuk, 2.şiir sanatı, 3.şiirler, 4.şiirsel güzellik

pogo stick

yaylı sıçrama bastonu

pogrom

planlı katliam

poignancy

1. keskinlik, yakıcılık, 2. dokunaklılık, üzücülük

poignant

1.üzücü, dokunaklı, acı, 2.acı, keskin

point a moral

ahlak dersi çıkarmak, kıssadan hisse çıkarmak

point at infinity

sonsuzdaki nokta

point charge

nokta yük

point contact

nokta teması

point gamma

nokta gama

point load

nokta yükü

point of application

uygulama noktası

point of bearing

kerteriz noktası

point of break

kopma noktası

point of contact

değme noktası

point of honour

şeref meselesi

point of impact

vuruş noktası

point of intersection

kesişme noktası

point of no return

dönüşü olmayan nokta

point of reference

referans noktası

point of sale

satış noktası

point of support

destek noktası

point of view

görüş, bakım, bakış açısı

point out

point out

1. -e dikkat çekmek, 2. belirtmek, göstermek

point set

nokta küme

point the finger at

suçlamak

point-blank

1.nokta, 2.uç, sivri uç, 3.yer, 4.an, 5.durum, 6.puan, 7.virgül, 8.derece, 9.husus, nokta, 10.anlam, neden, yarar, amaç, 11.konu, 12.özellik, nitelik, 13.priz, duy, 14.namlu, 15.burun, 16.ucunu sivriltmek, 17.işaret etmek, göstermek, 18.önemine işaret etmek, 19.doğrultmak, üzerine çevirmek, 20.noktalamak, 21.(duvar) boşlukları doldurmak, sıvamak 1. burnunun dibinden, yakından, yakın, 2. doğrudan, 3. burnunun dibinden, yakından, yakın, 4. doğrudan

pointed

1.sivri uçlu, 2.anlamlı

pointer

1.işaret değneği, 2.gösterge, 3.av köpeği, puvanter, 4.öğüt, yararlı öneri

pointing

1. derz yapma, 2. sivriltme

pointless

1.anlamsız, 2.yararsız, gereksiz

points

(demiryolu) makas

poise

1.özgüven, 2.denge, duruş şekli, 3.iliştirmek, dengesiz biçimde yerleştirmek

poised hammer

çekiç güç

poised

1.dengeli, 2.(harekete) hazır, 3.özgüvenli

poison fang

zehirli diş

poison gas

zehirli gaz

poison hemlock

lekeli baldıran

poison

1.zehir, 2.içki, 3.zehirlemek, 4.olumsuz yönde etkilemek

poison-pen

kötü niyetle yazılan

poisoning

1. zehirleme, 2. zehirlenme

poisonous

1.zehirli, 2.kötü, 3.iğrenç, berbat

Poisson

Poisson

poke about

aramak, araştırmak

poke fun at

ile alay etmek

point

poke one's nose into sth burnunu sokmak poke one's nose into

bir işe burnunu sokmak

poke

1.sokmak, 2.dürtmek, 3.çıkarmak

poker

1.ocak demiri, 2.poker

poky

(yer, oda) dar, küçük, basık

Poland

Poland

Polonya

polar air

kutup havası, soğuk hava

polar angle

kutupsal açı

polar axis

kutup ekseni

polar bear

kutup ayısı

polar circle

kutup çemberi, kutup dairesi

polar climate

kutup iklimi

polar curve

kutupsal eğri

polar distance

kutup uzaklığı

polar fox

kutup tilkisi

polar front

kutup cephesi

polar lights

kutup ışınları

polar line

kutup doğrusu

Polar Sea

Kutup Denizi

polar solvent

polar çözücü

polar zone

kutup bölgesi, eksenucu bölgesi

polar

kutupsal, kutuplarla ilgili

polarimeter

polarimetre

polarimetry

polarimetri

Polaris

Kutupyıldızı, Demirkazık

polariscope

polariskop

polarity

1.polarite, ucaylık, 2.iki kutupluluk, karşıtlık

polarizability

kutuplanabilirlik, kutuplaşabilirlik

polarizable

kutuplanabilir, kutuplaşabilir

polarization current

polarizasyon akımı

polarization

polarma, polarizasyon, kutuplanma

polarize

1.(iki ayrı noktada) toplamak, 2.toplanmak, 3.polarmak, ucaylanmak

polarized light

kutuplanmış ışık

polarized

polarize

polarizer

polarizer

polarizör

polarizing

polarma, polarizasyon

polarograph

polarograf

polarography

polarografi

polaroid photograph

polaroit fotoğraf

polaroid

1. polaroit, 2. polaroit

polder

polder, denizden kazanılmış toprak

pole arm

kutup kolu

Pole Star

Kutupyıldızı, Demirkazık

pole vault

sırıkla atlama

pole

1.direk, sırık, 2.kutup, 3.kutup, ucay

poleax

uzun saplı balta

polecat

kokarca

polemic

tartışmalı, ihtilaflı

polemics

polemik, tartışma sanatı

police college

polis koleji

police commissioner

komiser

police court

sulh mahkemesi

police office

karakol

police officer

polis memuru

police state

polis devleti

police station

karakol

police

1.polis örgütü, polisler, polis, 2.polis denetiminde bulundurmak, 3.denetlemek, kontrol etmek

policeman

polis memuru

policewoman

kadın polis

policlinic

1. poliklinik, 2. hastane dispanseri

policy holder

poliçe hamili

policy

1.siyaset, politika, 2.davranış biçimi, politika, 3.poliçe

polio

çocuk felci

poliomyelitis

poliomyelitis

bkz. polio

polish off

1. bitirmek, 2. alt etmek, yenmek

polish up

polished

iyice parlatmak 1.parlatmak, cilalamak, 2.parlatmak, 3.kusursuzlaştırmak, 4.cila, perdah, 5.ayakkabı boyası, 6.parlak, cilalı yüzey, 7.parlaklık, 8.kibarlık, incelik 1.cilalı, parlatılmış, 2.parlak

polisher

1. cila makinesi, parlatma aygıtı, 2. cila

polishing machine

cila makinesi

polishing paste

parlatma macunu

polishing powder

parlatma tozu

polishing

1. cila, 2. cilalama, parlatma, cila

polite arts

ince sanatlar

polite letters

yazın, edebiyat

polite

nazik, kibar

politeness

1. kibarlık, nezaket, 2. terbiyelilik, iltifat

politic

1.akıllı, kurnaz, 2.ihtiyatlı, tedbirli

political asylum

siyasal iltica, sığınma

political economy

politik iktisat

political geography

siyasal coğrafya

political science

siyasal bilgiler

political system

siyasal sistem

political

1.siyasal, politik, 2.politikayla ilgilenen

politician

politikacı

politicize

politize etmek

politics

1.siyaset, politika, 2.politik görüşler

polity

1. devlet, hükümet, 2. hükümet şekli, devlet şekli

polka dot

puanlı kumaş

polka

polka

poll tax

kelle vergisi, baş vergisi

poll

1.seçim, 2.oylama, oy verme, 3.oy sayısı, 4.komuoyu yoklaması, 5.oy almak, 6.oy vermek

polish

pollard

1. budanmış ağaç, 2. ağaç budamak, boynuzlarını kesmek

polled

boynuzu kesilmiş, saçı kesilmiş, kel

pollen bag

çiçektozu kesesi

pollen count

havadaki polen miktarı

pollen grain

polen tanesi

pollen sac

polen kesesi

pollen tube

polen borusu

pollen

1.polen, çiçektozu

pollinate

tozarmak, tozlaşmak

pollination

tozlaşma

polling booth

oy verme hücresi

polling district

seçim bölgesi

polling list

oylama listesi

polling station

oy verme hücresi

polling

oylama, oy verme

polls

seçim bürosu

pollster

anketör

pollutant

kirletici madde

pollute

kirletmek

polluted air

kirli hava

polluted water

kirli su

polluter

kirletici

pollution control

kirlilik denetimi

pollution

kirletme, kirlenme, kirlilik

pollutive

kirletici

polo neck

boğazlı yaka, balıkçı yaka

polo

polo

polonium

polonyum

poltroon

korkak adam, tabansız

poltroonery

korkaklık, namertlik

poly

bkz. polytechnic

poly-

(önek) çok

polyamide

poliamit

polyandry

çokkocalılık, poliandri

polyatomic

çok atomlu

polycarbonate

polikarbonat

polychrome print

çok renkli baskı

polychrome

çok renkli

polychromy

çok renklilik

polyclinic

poliklinik

polycrystal

polikristal

polycyclic

polisiklik, çokhalkalı

polycythemia

polisitemi, alyuvar artımı

polyester fibre

polyester lifi

polyester

polyester

polyethylene

bkz. polythene

polygamist

çok evli, çok karılı

polygamy

çokkarılılık, poligami

polygenetic

poligenetik

polyglot

çok dil bilen

polygon

poligon, çokgen

polygonal soil

poligonal toprak

polygonal

poligonal

polygonum

çoban değneği

polygraph

çoğaltma makinesi, yalan makinesi

polygyny

çokkarılılık, polijini

polyhedral

çokyüzlü

polyhedron

çokyüzlü

polymer

polymer

polimer, çoğuz

polymeric

polimerik

polymerization

polimerleşme, polimerizasyon

polymerize

polimerleştirmek

polymorphic

polimorf, çokbiçimli

polymorphism

polimorfizm

polymorphous

çok şekilli olabilen

polynomial

çokterimli

polynuclear

polinükleer

polyolefine fibre

poliolefin lifi

polyp

polip

polype

polip

polyphase current

çok fazlı akım

polyphase machine

çok fazlı makine

polyphase

çok fazlı, çokevreli

polyphonic music

çoksesli müzik

polyphonic

çoksesli, polifonik

polypod

çokayaklı

polypoid

poliple ilgili

polypropylene

polipropilen

polypus

hek, polip

polysaccharide

1. polisakkarit, 2. nişasta

polysemous

birçok anlamı olan, çokanlamlı

polysemy

çokanlamlılık

polystyle

çok sütunlu yapı

polystyrene

polistiren

polysulfone

polisülfon

polysulphide

polisülfür

polysyllabic

çok heceli

polysyndeton

polysyndeton

çokbağlaçlılık

polysynthetic

çokbireşimli

polytechnic

sanat/fen kolu

polytheism

çoktanrıcılık, politeizm

polythene

polietilen

polyurethane

poliüretan

polyvalence

çokdeğerlik

polyvalent

çokdeğerlikli, polivalan

polyvinyl acetal

polivinil asetal

polyvinyl acetate

polivinil asetat

polyvinyl alcohol

polivinil alkol

polyvinyl chloride

polivinil klorür

polyvinyl

polivinil

polyvinylidene

poliviniliden

pom-pom

ponpon

pomade

pomat, saç merhemi, briyantin

pomander

güzel kokulu baharat kutusu

pome

çekirdekli meyve

pomegranate

nar

pomelo

greypfrut

pomiculture

meyve yetiştiriciliği

pomiferous

meyve veren

pommel

1. kılıç sapının topuzu, 2. eyer kaşı, 3. yumruklamak

pommology

meyve yetiştirme bilgisi

pomp

1.büyük resmi seremoni, gösteri, 2.görkem, tantana, şatafat

pompon

1. ponpon, 2. püskül

pomposity

1. kendini beğenme, havalara girme, 2. ağdalılık

pompous

1.kendini beğenmiş, havalara giren, 2.ağdalı, cafcaflı, tumturaklı

ponce

1. pezevenk, 2. ibne, homo

poncho

poncho

uzun yün başlık

poncing

pezevenklik

pond

1.gölcük, 2.havuz

ponder

düşünüp taşınmak

ponderosity

ağırlık

ponderous

1.büyük ve ağır, 2.ağır, hantal, 3.cansıkıcı

pone

mısır ekmeği

pong

1.pis koku, 2.pis koku çıkarmak, kokmak

pongee

1. ponje, 2. çin ipeği

poniard

1. hançer, 2. hançerlemek

ponor

düden, obruk, kaçak kuyusu

pons

köprü doku

pontiff

1.baş rahip, 2.papa

pontificate

yalnız kendi bildiği doğruymuş gibi konuşmak/yazmak

pontoon

1.duba, tombaz, 2.(iskambil) yirmibir

pony engine

manevra lokomotifi

pony

midilli

ponytail

(saç) at kuyruğu

pooch

it

poodle

fino köpeği

poof

hkr, ibne

poofter

bkz. poof

pooh

öf!

pooh-pooh

hor görmek, iplememek

pool funds

fonları birleştirmek 1.havuz, 2.gölcük, 3.su birinkintisi, 4.Amerikan bilardosu, 5.ekip, takım, 6.tröst, birlik, 7.ortaya konan para, 8.ç. spor toto, 9.birleştirmek, 10.paylaşmak

pool poolroom

bilardo salonu

poop deck

kıç güvertesi, kıç kasarası

poop

kıç, pupa

poor connection

gevşek bağlantı

poor devil

zavallı, zavallıcık

poor fellow!

vah zavallı!

poor line

kötü hat, bozuk hat

poor

1.yoksul, fakir, 2.az, yetersiz, 3.kalitesiz, düşük kaliteli, kötü, 4.sağlıksız, 5.talihsiz, şansız, 6.zavallı, 7.verimsiz, kısır, 8.adi, bayağı

poorhouse

düşkünler evi

poorly

hasta, rahatsız

poorness

fakirlik, mahsulsüzlük, eksiklik

pop art

pop sanat

pop group

pop grubu

pop in

ansızın girmek, uğramak

pop music

pop müzik

pop off

1. aniden çekip gitmek, 2. ölmek, nalları dikmek

pop out

aniden çekip gitmek

pop singer

pop şarkıcısı

pop song

pop şarkısı

pop the question to

evlenme teklif etmek

pop up

mantar gibi yerden bitmek

popcorn

1.pat diye ses çıkarmak, patlamak, 2.yerinden fırlamak, yaylanmak, 3.gelmek, gelivermek, gitmek, gidivermek, 4.patlama sesi, pat, 5.gazoz, 6.Aİ, baba, 7.pop, 8.yaşlı adam, moruk patlamış mısır

pope

Papa

popedom

papalık

popery

papalık sistemi

popeyed

patlak gözlü

popgun

oyuncak tüfek, patlangaç

popinjay

1. papağan, 2. züppe

popish

katolik

poplar

kavak

pop

poplin

poplin

popover

hafif yumurtalı ekmek

poppa

baba

popper

patlangaç

poppet valve

dikme valf

poppet

cici çocuk/hayvan

popple

1. dalgalanma, şapırdama, 2. dalgalanmak, çağlamak

poppy

1.gelincik, 2.afyon, haşhaş

poppycock

1. fasa fiso, 2. saçma, boş sözler

popsicle

çubukta buzlu şeker

popsy

kız arkadaş

populace

halk, ayaktakımı, avam

popular election

genel seçim

popular music

popüler müzik

popular science

halkbilgisi

popular song

popüler şarkı

popular

1.sevilen, tutulan, gözde, popüler, 2.halka ait, halka özgü, 3.genel, yaygın

popularity

sevilme, tutulma, rağbet, popülerlik

popularize

1.halkın anlayabileceği şekilde kolaylaştırmak, açıklamak, 2.halka sevdirmek, tanıtmak

popularly

genelde, bir çok insan tarafından

populate

1.belirli bir yerde yerleşmek, 2.insan yerleştirmek

population density

nüfus yoğunluğu

population explosion

nüfus patlaması

population

1.nüfus, 2.ahali, halk

populism

halkçılık

populous

kalabalık nüfuslu, nüfusu yoğun

populousness

nüfus kalabalığı

porbeagle

dik burunlu

porcelain clay

porselen kili, kaolen

porcelain

porcelain

porselen, çini

porch climber

pencereden giren hırsız

porch

sundurma

porcine

domuza ait

porcupine

kirpi

pore over

derin derin düşünmek

pore

1.(over ile) dikkatini vererek okumak, okumaya dalmak, 2.gözenek, delikçilik

pork butcher

domuz kasabı

pork chop

domuz pirzolası

pork pie

etli börek

pork

domuz eti

porker

genç domuz

porkling

domuz yavrusu

porky

İİ, şişko, domuz gibi

porn

pornografi

pornographic

açık saçık, müstehcen, pornografik

pornography

pornografi

porosity

gözeneklilik

porous concrete

delikli beton

porous

gözenekli, geçirgen

porphyritic

1. porfirik, 2. somaki

porphyroid

porfiroit

porphyry

1. porfir, 2. somaki

porpoise

yunusbalığına benzer bir balık

porpoising

yunuslama

porridge

yulaf lapası

porrigo

saçlı deri hastalığı

porringer

çorba tası

port area

liman bölgesi

port authority

port authority

liman idaresi

port bill of lading

liman konşimentosu

port dues

liman resmi

port entrance

liman girişi

port lid

lombar kapağı

port of arrival

varış limanı, ulaşma limanı

port of call

uğranılacak liman

port of delivery

boşaltma limanı

port of departure

kalkış limanı, hareket limanı

port of destination

gidilecek liman, varış limanı

port of entry

varış limanı

port of lading

yükleme limanı

port of loading

yükleme limanı

port of port

uğranılacak liman

port of registry

bağlama limanı

port of transhipment

aktarma limanı

port

1.liman, 2.liman kenti, 3.lombar, 4.porto şarabı

portability

taşınabilme, taşınabilirlik

portable camera

el kamerası, portatif kamera

portable colour television

portatif renkli televizyon

portable computer

taşınabilir bilgisayar

portable forge

portatif demirci ocağı

portable machine

portatif makine

portable railway

dekovil rayı

portable receiver

portatif alıcı

portable typewriter

portatif yazı makinesi

portable

taşınabilir, portatif

portage

1.taşıma, 2.taşıma yeri, 3.taşıma ücreti

portal crane

portal crane

liman vinci, köprülü vinç

portal vein

kapı toplardamarı

portal

büyük kapı, ana kapı, giriş kapısı

portcullis

(eskiden kale, vb.'de) yukarıdan inen parmaklıklı büyük kapı

portend

(kötü bir şeyin) habercisi/işareti olmak

portent

iyi ya da kötü bir şeyin habercisi

portentous

(kötü bir şeyin) haberci/işareti olan

porter

1.kapıcı, 2.(otel, vb.'de) kapıcı, kapı görevlisi, 3.(okul, hastane, vb.'de) hademe

porterage

hamaliye

portfolio investment

portföy yatırımı

portfolio

1.evrak çantası, 2.bakanlık

porthole

yuvarlak uçak penceresi

portico

sütunlu giriş, revak

portion out

bölüştürmek, paylaştırmak

portion

1.parça, bölüm, 2.porsiyon, 3.pay, hisse, 4.(out ile) hisselere ayırmak, bölüştürmek, paylaştırmak

Portland cement

Portland çimentosu

portliness

iriyarılık, şişmanlık

portly

1. iriyarı, şişman, 2. heybetli

portmanteau

bavul

portrait painter

portre ressamı

portrait

1.insan resmi, portre, 2.portre

portraitist

portreci

portraiture

portrecilik sanatı

portray

1.resmini yapmak, resmetmek, 2.betimlemek, tasvir etmek, 3.(rol) oynamak, canlandırmak

portrayal

1. tasvir, 2. tanımlama, tarif etme

portside

iskele tarafı

Portugal

Portekiz

portuguese man-of-war denizanası Portuguese portulaca

Portekizce, Portekizli

portulaca

semizotu

pose as

poz yapmak, numara yapmak

poser

1.poz vermek, 2.poz verdirmek, 3.ortaya çıkarmak, ortaya atmak, getirmek, 4.(as ile) poz yapmak, numara yapmak, 5.duruş, poz, 6.yapmacık tavır, poz 1. poz veren kimse, 2. zor soru

poseur

sahte tavırlı kimse

posh

gösterişli, şık, lüks, havalı

posit

1. oturtmak, yerleştirmek, 2. varsaymak, farz etmek

position finder

yön bulucu

position lights

seyir ışıkları

position of the effort

kuvvet noktası

pose

position of the fulcrum destek noktası position of the sun

güneşin konumu

position vector

konum vektörü

position

1.durum, vaziyet, hal, duruş, 2.yer, konum, 3.konum, mevki, rütbe, 4.iş, görev, memuriyet, 5.yerleştirmek, 6.yerini belirlemek

positional value

konumsal değer

positional

1. konumsal, 2. durumla ilgili

positive balance

alacaklı bakiye

positive charge

pozitif elektrik yükü, artı yük

positive column

pozitif sütun

positive crystal

pozitif kristal

positive degree

sıfatların yalın hali, eşitlik derecesi

positive electricity

pozitif elektrik

positive electrode

pozitif elektrot

positive electron

pozitif elektron

positive feedback

pozitif geribesleme, artı geribesleme

positive integer

pozitif tamsayı

positive ion

pozitif iyon

positive picture

pozitif görüntü

positive pole

pozitif kutup

positive printing

pozitif baskı

positive ray

pozitif ışın, artı ışın

positive sign

toplama işareti 1.mutlak, kesin, 2.emin, şüphesiz, 3.faydalı, yararlı, olumlu, 4.artı, pozitif, 5.(fotoğraf) pozitif, 6.pozitif, hastalık belirtisi gösteren, 7.tam, gerçek, 8.sıfırdan büyük nicelik, artı nicelik, 9.(foto) pozitif resim

positive positiveism

olguculuk, pozitivizm

positively

1.olumlu şekilde, 2.gerçekten, çok

positivist

1. pozitivist, olgucu, 2. pozitivist, olgucu

positron

pozitron, pozitif elektron

positronium

pozitronyum

posse

1. polis müfrezesi, 2. heyet, takım

possess

1.sahip olmak, -si olmak, 2.etkilemek, etkisi altına almak

possessed

çılgın, deli

possession

1.iyelik, sahiplik, 2.ç. mal mülk, servet, 3.egemenlik, hüküm, 4.sömürge

possessions

1. mal mülk, servet, 2. mal mülk, servet

possessive case

iyelik durumu, mülkiyet hali

possessive pronoun

mülkiyet zamiri, iyelik adılı

possessive suffix

iyelik eki, mülkiyet eki

possessive

1.kendine müslüman, sahip olmak isteyen, 2.iyelik gösteren, 3.-in hali, iyelik durumu, tamamlayan durumu

possessor

1.sahip, 2.malsahibi

possessory action

zilyetlik davası

possessory right

kullanma hakkı

possessory

sahiplikle ilgili

possibility

1.olanak, imkân, 2.olasılık, olabilirlik, ihtimal

possible

1.olanaklı, mümkün, 2.olası, olabilir, muhtemel, 3.makul, akla yatkın

possibly

1.belki, 2.imkân dahilinde

possum

opossum, keseli sıçan

post box

posta kutusu

post chaise

posta arabası

post office

postane

post-

1.posta, 2.(yarışta) başlama/bitiş noktası, 3.direk, kazık, 4.iş, görev, 5.nöbet, posta, 6.garnizon, kışla, 7.polis noktası, karakol, 8.postaya atmak, postalamak, 9.ilan etmek, 10.yerleştirmek, dikmek, koymak, 11.(adam) göndermek, tayin etmek, atamak (önek) sonra

post-free

posta ücretsiz

postage due

taksa

postage paid

posta ücreti ödenmiş

postage stamp

posta pulu

postage

posta ücreti

postage-due stamp

taksa pulu

postal account

posta çeki hesabı

postal address

posta adresi

postal authorities

posta idaresi

postal check

posta çeki

postal cheque

posta çeki

postal district

posta bölgesi

postal money order

posta havalesi

postal order

posta havalesi

postal receipt

posta makbuzu

postal union

uluslararası posta birliği

postal

posta ile ilgili

postbox

posta kutusu

postcard

kartpostal

postcode

posta kodu

postdate

(çek, vb.'ne) ileri bir tarih yazmak

poste restante

postrestant

poster

poster, afiş

posterior

1.arka, arkadaki, 2.sonraki, 3.kıç, popo

posterity

1.gelecek kuşaklar, 2.nesil, döl

postern

arka kapı, yan kapı, ufak kapı

post

postfree

posta ücretine tabi olmayan

postglacial

buzul çağından sonra

postgraduate education lisansüstü eğitim postgraduate study

lisansüstü öğrenim

postgraduate

lisansüstü (yapan öğrenci)

posthaste

hızla, süratle, acele ile

posthumous

ölümünden sonra gelen

posting bill

afiş

posting

1. postalama, 2. bir göreve atanma

postliminium

postlimini

postman

postacı

postmark

posta damgası

postmaster

posta müdürü

postmeridian

öğleden sonraya ait

postmistress

kadın posta müdürü

postmortem report

otopsi raporu

postmortem

otopsi

postnatal

doğumdan sonrasıyla ilgili

postoperative

ameliyattan sonra olan

postpartum

doğum sonrası

postpone

ertelemek

postponement

erteleme

postpose

sonuna koymak, arkasına getirmek, eklemek

postposition

1. sonrasına koyma, 2. sözcük sonuna konan ek

postpositive

sonekle ilgili, sona gelen

postscript

(mektupta) not, dipnot

postsynch

sonradan eşleme

postsynching

seslendirme, dublaj

postsynchronization

sonradan seslendirme

postsynchronize

sonradan seslendirmek

postulant

aday, namzet

postulate

gerçek olarak kabul etmek, gerçek olduğunu varsaymak

posture

1.bedenin genel duruşu, duruş, 2.kasım kasım kasılmak

posturer

poz veren kimse

postwar

savaş sonrasına ait

posy

çiçek demeti

pot barley

kabuksuz arpa

pot cheese

süzme peynir

pot shot

potable

kısa mesafeden silah atma 1.çömlek, kap, kavanoz, 2.lazımlık, oturak, 3.(para) bol miktar, yığın, 4.ıska, karavana, 5.kupa, 6.saksı, 7.marihuana, esrar, ot, 8.saksıya koymak, 9.vurup öldürmek, avlamak içilebilir

potage

koyu çorba

potash fertilizer

potaslı gübre

potash mica

akmika, muskovit

potash

potas

potassium bromide

potasyum bromür

potassium carbonate

potasyum karbonat

potassium chloride

potayum klorür

potassium cyanide

potasyum siyanür

potassium hydroxide

potasyum hidroksit

potassium nitrate

potasyum nitrat

potassium permanganate

potasyum permanganat

potassium sulphate

potasyum sülfat

potassium

potasyum

potation

içki (âlemi)

potato beetle

patates böceği

potato chip

cips

pot

potato starch

patates nişastası

potato

patates

potbellied

göbekli, karnı şişkin

potbelly

şişgöbek, koca göbek

potboy

birahane garsonu

poteen

kaçak yapılan irlanda viskisi

potency

güç, iktidar

potent

1.güçlü, kuvvetli, 2.kuvvetli, etkili, 3.(erkek) cinsel güce sahip, iktidarlı

potentate

hükümdar

potential coefficient

potansiyel katsayısı

potential coil

potansiyel bobini

potential difference

potansiyel farkı

potential energy

potansiyel enerji

potential equation

potansiyel denklem

potential trough

potansiyel teknesi

potential well

potansiyel kuyusu

potential

1.potansiyel, gizil, 2.güç, potansiyel, 3.gizilgüç, potansiyel, 4.gerilim

potentiality

mümkün olan hal, imkân

potentiometer

potansiyometre

potentiometric

potansiyometrik

pothead

haşiş tiryakisi

pother

1. gürültü, şamata, 2. karışıklık, curcuna

potherb

yemeğe çeşni veren yeşillik

pothole

(yolda oluşan) çukur

pothook

S şeklinde kanca

potion

ilaç, iksir, zehir

potpourri

1. potpuri, 2. seçme eserler

potsherd

kırık çömlek parçası

potshot

ıska, karavana

pottage

1. koyu sebze çorbası, 2. türlü yemeği

potter about

oyalanmak

potter

çömlekçi

potter's wheel

çömlekçi çarkı

pottery

1.çanak çömlek, 2.çömlekçilik

pottle

kesekâğıdı

potty about

hayran, hasta

potty

İİ, aptal, kaçık, üşütük, (about ile) hayran, hasta, deli

pouch

1.kese, torba, 2.cep, kese

pouf

yumuşak oturak, puf

pouffe

bkz. pouf

poult

palaz, piliç

poulterer

tavukçu

poultice

yara lapası

poultry farm

tavuk çiftliği

poultry house

kümes

poultry husbandry

tavukçuluk

poultry raising

kümes hayvancılığı

poultry yard

kümes

poultry

kümes hayvanları

pounce on

üstüne atılmak, saldırmak, çullanmak

pounce

(at/on/upon ile) aniden saldırmak, atılmak

pound a beat

volta atmak

pound into a jelly

tozunu silkelemek

pound the pavement

sokakları arşınlamak

poundage

1.İngiliz lirası, Sterlin, Paund, 2.libre (, gr.), 3.sahipsiz hayvanların ya da yasak yere park eden arabaların alıkonduğu yer, 4.dövmek, ezmek, un ufak etmek, 5.çarpmak, vurmak, 6.(kalp) küt küt atmak sterlin başına komisyon

poundal

pavndal

pour cold water on

pişmiş aşa soğuk su katmak

pound

pour money down the drain

dibine darı ekmek

pour oil on troubled water

heyecanı yatıştırmak

pour one's heart out

kalbini açmak

pour out

1. içini dökmek, 2. rahatça anlatmak

pour

1.dökmek, akıtmak, 2.dökülmek, akmak, 3.(çay, vb.) koymak, 4.şakır şakır yağmak

pouring funnel

döküm hunisi

pouring

1. sel gibi, 2. dökme, 3. dökme, 4. döküm

pout

somurtmak, surat asmak

poverty trap

yoksulluk tuzağı

poverty

yoksulluk

poverty-stricken

çok yoksul, gariban

powder flask

barutluk

powder horn

barut mahfazası

powder magazine

barut deposu, cephanelik

powder puff

pudra pomponu

powder room

bayanlar tuvaleti

powder

1.toz, toz halinde şey, 2.pudra, 3.barut

powdered milk

süttozu

powdered sugar

pudraşeker

powdery snow

ince kar

powdery

1. toz halinde, 2. tozlu

power amplifier

güç yükselteci

power boat

motorbot

power brake

mekanik fren

power cable

elektrik kablosu

power coefficient

güç katsayısı

power consumption

enerji tüketimi

power control rod

güç ayar çubuğu

power control

güç kontrolü

power current

yüksek gerilimli akım

power cut

elektrik kesintisi

power density

güç yoğunluğu

power detector

güç detektörü

power diode

güç diyodu

power dissipation

güç kaybı

power dive

gazlı pike

power economy

enerji tasarrufu

power engine

muharrik makine, motor

power engineering

elektrik mühendisliği

power factor

güç katsayısı

power failure

elektrik kesintisi

power gain

güç kazancı

power hammer

şahmerdan

power level

güç düzeyi

power line

akım kablosu

power loss

güç kaybı

power of attorney

vekâletname, temsil yetkisi

power of life and death idam veya af yetkisi power of procuration

vekâlet, salahiyet

power of sale

satış yetkisi

power output

çıkış gücü

power plant

elektrik santralı

power point

1. elektrik prizi, 2. priz

power politics

kuvvet politikası

power reactor

güç reaktörü

power rectifier

güç redresörü

power relay

power relay

güç rölesi

power saw

motorlu testere

power series

kuvvet serisi

power shovel

ekskavatör, şovel

power station

elektrik santralı

power steering

servo direksiyon

power stroke

iş stroku, kuvvet zamanı

power supply

güç kaynağı, besleme kaynağı

power switch

güç şalteri

power tool

motorlu aygıt

power transfer

güç aktarımı

power transformer

güç trafosu

power transmission

güç aktarımı

power tube

güç tüpü

power unit

power-assisted

güç birimi 1.yeti, yetenek, yapma gücü, 2.güç, kuvvet, kudret, 3.erk, iktidar, 4.etki, nüfuz, sözü geçerlik, 5.yetke, otorite, 6.vekâletname, vekâlet, 7.elektrik, enerji, 8.mat. kuvvet, 9.çok, 10.güç sağlamak, 11.hızla gitmek güç destekli, servo

power-cut

elektrik kısıntısı

power-operated

makine gücüyle çalışan

power-sharing

güç paylaşımı

powerful explosive

güçlü patlayıcı

powerful

1.güçlü, 2.etkili

powerhouse

1. elektrik santralı, 2. kuvvet merkezi

powerless

güçsüz, kuvvetsiz, zayıf, yetersiz

pox

çiçek gibi kabarcıklar oluşturan hastalık

pozzuolana

puzolan

practicability

1. pratiklik, kullanışlılık, 2. elverişlilik

practicable

uygulanabilir, kullanılabilir, yapılabilir

practical joke

muziplik, eşek şakası

power

practical

1.pratik, uygulamalı, kılgısal, 2.kullanışlı, elverişli, 3.becerikli, deneyimli, pratik zekâya sahip, 4.uygulamalı ders/sınav

practicality

uygulanabilme, pratik iş, kullanışlılık

practically

1.hemen hemen, 2.uygun olarak, kullanışlı olarak, pratik olarak

practice makes perfect yapa yapa öğrenilir practice

1.pratik, idman, alıştırma, antreman, 2.uygulama, eylem, 3.alışkanlık, 4.doktorluk/avukatlık, 5.bkz. practise

practise usury

tefecilik yapmak

practise

1.pratik yapmak, antrenman yapmak, 2.uygulamak, yapmak, denemek, 3.çalışmak, 4.bkz. practice

practised

becerikli

practitioner

1.doktor, 2.avukat

pragmatic

pragmatik, pratik

pragmatics

edimbilim

pragmatism

yararcılık, pragmatizm

prairie chicken

kır tavuğu

prairie dog

çayırköpeği

prairie

bozkır

praise to the skies

göklere çıkarmak

praise

1.övme, övgü, tesenna, 2.şükran, 3.övmek, 4.şükretmek

praiseworthiness

övülmeye değer olma

praiseworthy

övülmeye değer

praline

cevizli şekerleme

pram

çocuk arabası

prance

1.(at) zıplayıp oynamak, sıçramak, 2.kasıla kasıla yürümek

prandial

yemekle ilgili

prang

1. ağır kaza, 2. hava hücumu

prank

muziplik, şaka, oyun

praseodymium

praseodimyum

prate

(about ile) (hakkında) saçma sapan konuşmak, zırvalamak

prattle

1.çocukça/saçma sapan konuşmak, 2.zırva, saçma konuşma

prawn

büyük karides

praxis

uygulama, tatbikat

pray for rain

yağmur duası etmek

pray

dua etmek, yakarmak

prayer beads

tespih

prayer book

dua kitabı

prayer meeting

dua meclisi

prayer rug

seccade, namazlık

prayer wheel

dua çarkı

prayer

dua, yakarı, yakarış

prayerful

dindar

pre-

1. (önek) ön, 2. önce, önceden, ilk, erken

pre-Cambrian

prekambriyum

pre-edit

ön edit, ön biçimleme

pre-financing

prefinansman, önfinansman

pre-index

ön-dizin

pre-requisite

ön koşul

pre-sort

ön sıralamak

pre-tax

vergiden önceki

preach

1.vaaz etmek, vaaz vermek, 2.öğütlemek, öğüt vermek, 3.vaaz çekmek

preacher

vaiz

preachify

(sıkıcı) vaız vermek

preaching

1. öğüt verme, 2. vaız, 3. öğüt

preachy

nutuk çekme meraklısı

preamble

açış konuşması/yazısı, giriş, önsöz

preamplifier

ön kuvvetlendirici, preamplifikatör, önyükselteç

prearrange

önceden düzenlemek

prebend

papaz ödeneği

prebendary

ödenek alan papaz

precalculate

önceden hesaplamak

Precambrian

Precambrian

1. prekambriyen, 2. prekambriyen

precarious

1.sağlam olmayan, güvenilmez, şüpheli, 2.tehlikeli

precariousness

tehlikeli durum

precaution

tedbir, önlem

precautionary signal

uyarı işareti

precautionary

1. tedbirli, 2. ihtiyati

precautious

ihtiyatlı

precede

1.-den önde yer almak, 2.-den önce gelmek, 3.-den üstün olmak

precedence

1. öncelik, 2. üstünlük

precedent

teamül, geçmiş örnek, emsal

preceding indorser

önceki ciro sahibi

preceding year

önceki yıl

preceding

önceki

precensor

sansür etmek

precentor

kilisede müzik işleriyle ilgilenen görevli

precept

1.ana kural, temel, temel prensip, 2.mahkeme emri

preceptive

öğretici

preceptor

öğretmen, hoca

preceptorial

öğretmene ait

preceptress

kadın öğretmen

precession

yalpa

prechamber

ön yanma odası

precinct

1.etrafı çevrili alan, 2.belirli bir amaç için ayrılmış alan, 3.semt, bölge, 4.ç. komşuluk, komşu çevre

preciosity

aşırı titizlik

precious

1.kıymetli, değerli, 2.çok

preciousness

değerlilik, aşırı incelik

precipice

uçurum, yar

precipitable

tortulaşabilen

precipitance

acelecilik, atılma

precipitancy

precipitancy

acelecilik, tez canlılık, atılma

precipitant

çöktürücü, çökeltme maddesi

precipitate

1.hızlandırmak, 2.çökelmek, 3.çökeltmek, 4.çökelti, 5.acele, apar topar, telaşlı, aceleci

precipitately

alelacele, telaşla

precipitateness

acele, telaş

precipitation area

yağış alanı

precipitation

1.telaş, acele, 2.yağış, 3.çökelme

precipitous

yüksek, sarp, yalçın, dik

precis

özet, hulasaözet

precise

1.tam, doğru, kesin, 2.titiz, kusursuz

precisely

1.tam olarak, tam, 2.evet, öyle, kesinlikle, aynen öyle

preciseness

1. tamlık, doğruluk, 2. açıklık, vuzuh

precision balance

hassas terazi

precision instrument

hassas alet

precision sweep

hassas tarama

precision tool

hassas alet

precision

tamlık, kesinlik, doğruluk

preclude

önüne geçmek, engellemek, meydan vermemek

preclusion

önüne geçme, engelleme

preclusive

önleyici, engelleyici

precocious

erken gelişmiş, erken büyümüş

precociousness

erken gelişmişlik, erken büyümüşlük

precocity

hızlı gelişim

precognition

1.önbiliş, önceden bilme, 2.ilk soruşturma

precombustion

önyanma, hazırlayıcı yanma

preconceive

önyargıda bulunmak

preconceived

önyargılı, ön yargıya dayalı

preconception

önyargı

preconcert

önceden kararlaştırmak

precondition

precondition

1. ön koşul, 2. önceden hazırlamak

preconize

herkesin içinde ilan etmek

precook

önceden pişirmek

precool

önceden soğutmak

precooler

önsoğutucu

precursor

haberci, müjdeci, öncü, işaret, belirti

precursory

haberci, müjdeci, öncü

predaceous animal

yırtıcı hayvan

predaceous instinct

yırtıcı içgüdü

predaceous

yırtıcı

predate

erken tarih atmak

predator

yırtıcı hayvan

predatory animal

yırtıcı hayvan

predatory band

yağmacı çete

predatory incursion

yağmacı akını

predatory

1.yırtıcı, 2.yağmacı, talancı

predecease

birinden önce ölmek

predecessor

1.öncel, selef, 2.ata

predestinate

1. kısmet olan, 2. kaderini önceden belirlemek

predestination

1.yazgı, alınyazısı, kader, kısmet, 2.alınyazısına inanma

predestine

yazgısını önceden belirlemek, alnına yazmak

predetermination

önceden belirleme, önceden saptama

predetermine

1.önceden belirlemek, önceden saptamak, 2.önceden kararlaştırmak

predicable

iddia edilebilir

predicament

zor durum, çıkmaz

predicate

1.yüklem, 2.dayandırmak, isnat etmek, 3.belirlemek, belirtmek, 4.kurmak

predication

hüküm, isnat

predicative verb

ekfiil, ekeylem

predicative

yüklemin parçası olarak kullanılan, yüklemcil

predict

predict

önceden bildirmek

predictable

önceden bildirilebilir, tahmin edilebilir

prediction

önceden haber verme, kestirim, tahmin, kehanet

predictor

kâhin

predilection

özel tutku, sevgi, hayranlık

predispose

etkilemek

predisposition

-e yatkınlık

predominance

üstünlük, ağır basma

predominant

üstün, baskın, hakim, ağır basan

predominate

üstün olmak, baskın olmak, ağır basmak, hakim olmak

preeminent

üstün

preempt

1.etkisizleştirmek, etkisiz/geçersiz kılmak, 2.-den önce davranmak, 3.ele geçirmek, 4.kötüye kullanmak

preen

1.(kuş) gagasıyla tüylerini düzeltmek, 2.üstünü başını düzeltmek

preevaporation

ön buharlama

prefab

küçük prefabrik ev

prefabricate

parçalarını önceden hazırlamak

prefabricated house

prefabrike ev

prefabricated houses

prefabrik konutlar

prefabricated

(ev, gemi, vb.) prefabrik

prefabrication

parçalarını önceden hazırlama, prefabrikasyon

preface

önsöz

prefatory

1. önsöz niteliğindeki, 2. giriş olan

prefect

1. vali, 2. sınıf başkanı, sınıf mümessili

prefecture

makam, valilik

prefer

1.tercih etmek, yeğlemek, 2.sunmak

preferable

tercih edilir, daha uygun, daha iyi, yeğ

preferably

tercihan

preference dividend

öncelikli temettü

preference share

öncelikli hisse senedi

preference

preference

1.tercih, yeğleme, 2.öncelik hakkı, üstünlük

preferential stocks

imtiyazlı hisse senetleri

preferential tariff

farklı tarifeler

preferential

tercihli, ayrıcalıklı

preferment

1. arz, sunma, 2. terfi, 3. tercih etme

prefiguration

önceden canlandırma

prefigure

önceden canlandırmak, düşünüp hayal etmek

prefix

önek

preggers

gebe, hamile

pregnable

zaptedilebilir

pregnancy

gebelik, hamilelik

pregnant

1.gebe, hamile, 2.verimli, semereli, 3.anlamlı

preheat

önısıtmak

preheater

önısıtıcı

preheating chamber

önısıtma odası

preheating furnace

önısıtma fırını

preheating

önısıtma

prehensile

kavrayabilen, tutabilen, sarılıcı

prehension

tutma, kavrama, anlama

prehistoric

tarihöncesine ilişkin, prehistorik

prehistory

tarihöncesi bilimi, prehistoriya

preignition

ön ateşleme

prejudge

önyargıda bulunmak, önyargıyla yaklaşmak

prejudice

1.önyargı, 2.önyargı verdirmek, etkilemek, önyargılı olmasına neden olmak, 3.zayıflatmak, zarar vermek, kırmak

prejudiced

önyargılı

prejudicial

zararlı

prelacy

piskoposluk

prelate

yüksek rütbeli rahip

prelect

konferans vermek

prelection

prelection

konferans verme

prelector

konferansçı

prelimed

ilk kireçlenmiş

preliminary expenses

kuruluş masrafları

preliminary inquiry

ön soruşturma

preliminary study

ön etüt, önçalışma

preliminary test

ön deneme, ön deney

preliminary work

ön çalışma

preliminary

1.başlangıç, giriş, ön hazırlık, 2.başlangıç niteliğinde, ilk, ön

prelude

1.prelüd, peşrev, 2.başlangıç

prelusive

başlangıca ait

premarital

evlilik öncesi

premature birth

erken doğum

premature ignition

erken ateşleme

premature

1.erken, vakitsiz, mevsimsiz, 2.erken doğmuş, prematüre

prematurity

vaktinden evvel gelişme, mevsimsizlik

premedical

tıp öğrenimi öncesi, tıp-öncesi

premedieval

ortaçağ öncesine ait

premeditate

önceden tasarlamak

premeditated murder

taammüden adam öldürme

premeditated

önceden tasarlanmış, kasti

premeditation

tasarlama, kurma

premier

1.ilk, birinci, baştaki, baş, 2.başbakan

premiére

gala

premiership

başbakanlık

premise

dayanak noktası

premises

bina ve müştemilatı

premium bond

primli tahvil

premium deal

primli işlem

premium insurance

premium insurance

prim sigortası

premium system

prim sistemi

premium

1.sigorta primi, 2.ödül, prim

premix

önceden karıştırmak

premolar

küçük azıdişi

premonition

önsezi

premonitory

uyaran, ikaz eden

prenatal

doğum öncesine ait

preoccupancy

taraf tutma

preoccupation

1.kaygı, endişe, tasa, 2.zihin meşguliyeti

preoccupied

kafası meşgul, gözü bir şey görmeyen, düşünceli

preoccupy

zihnini meşgul etmek, kafasını kurcalamak, düşündürmek

preordain

önceden takdir etmek

prep school

hazırlık okulu

prep

1.ev ödevi, 2.ders çalışma, derse hazırlanma

prepack

önceden paketlemek

prepaid

önceden ödenmiş

prepalatal

1. öndamaksıl (ses), 2. öndamaksıl (ses)

preparation

1.hazırlama, hazırlanma, hazırlık, 2.hazır ilaç

preparatory class

hazırlık sınıfı

preparatory school

hazırlık okulu

preparatory work

hazırlık çalışması

preparatory

hazırlayıcı

prepare

1.hazırlamak, 2.hazırlanmak

prepared

1.önceden hazırlanmış, hazır, 2.gönüllü, istekli

prepay

peşin ödemek, başından ödemek

prepayment

peşin ödeme

prepense

önceden düşünülmüş

preponderance

(miktar, sayı, vb. bakımından) daha büyük olma, üstünlük

preponderant

preponderant

1. baskın, ağır basan, 2. galip, üstün

preponderate

1. ağır basmak, baskın çıkmak, 2. üstün gelmek

preposition

edat, ilgeç

prepositional phrase

ilgeç öbeği

prepositional

edatla ilgili

prepossess

1. gönlünü çelmek, etkilemek, 2. meşgul etmek

prepossessing

çekici, hoş, tatlı

prepossession

tarafgirlik, peşin hüküm, meyil

preposterous

mantıksız, saçma, akla sığmaz, mantık dışı

prepotence

güçlülük, nüfuzluluk

prepotent

güçlü, nüfuzlu

preprint

ön baskı

prepuce

sünnet derisi

prerecorded

önceden kaydedilmiş

prerequisite

önceden olması zorunlu, ön gereksinim duyulan, önceden gerekli olan (şey)

prerogative

imtiyaz, ayrıcalık

presage

habercisi olmak, önceden bildirmek

presbyopia

presbitlik, yaşlılarda miyopluk

preschool education

okulöncesi eğitim

preschool period

okulöncesi çağı

preschool

1. okul öncesi, 2. anaokulu

prescience

1. geleceği görme, 2. önceden bilme

prescient

1. geleceği gören, 2. ilerisini gören, basiretli

prescind

ortadan kaldırmak, ayrı olarak düşünmek

prescribe

1.buyurmak, emretmek, 2.(doktor) ilaç vermek, salık vermek, tavsiye etmek, 3.reçete yazmak

prescription

1.buyruk, emir, 2.reçete, 3.zamanaşımına dayanan hak

prescriptive

kuralcı

preselection

önseçim

preselector

önseçici

presence of mind

presence of mind

pratik zekâ

presence

1.hazır bulunma, orada bulunma, huzur, varlık, 2.görünüş, duruş, kişilik

present arms

selam durmak

present continuous tense

şimdiki zaman

present continuous

şimdiki zaman

present oneself

meydana çıkmak

present participle

şimdilik ortacı

present perfect continuous tense

sürekli bitmiş zaman

present perfect continuous

sürekli bitmiş zaman

present perfect tense

yakın geçmiş zaman

present value

present-day

bugünkü değer, şimdiki değer 1.armağan, hediye, 2.vermek, takdim etmek, sunmak, 3.tanıtmak, tanıştırmak, takdim etmek, 4.sahnede göstermek, temsil etmek, 5.göstermek, 6.mevcut, 7.şimdiki, bugünkü, şu anki, 8.şimdiki zaman, halihazır, 9.şimdiki zaman 1. şimdiki, günümüzdeki, modern, 2. bugünkü

presentable

uygun, düzgün, yerinde

presentation copy

tanıtım kopyası

presentation

1.sunma, takdim, 2.tanıtma, 3.gösterme

presentee

görev alan kimse

presenter

sunucu, spiker

presentient

önsezisi olan

presentiment

önsezi, içe doğuş

presenting bank

ibraz bankası

presently

1.yakında, kısa süre sonra, birazdan, 2.şu anda, şimdi

presentment for payment

ödeme için ibraz

presentment

1. arz, takdim, sunma, 2. büyük jüri raporu

preservable

korunabilen, saklanabilen

present

preservation of old

preservation of old works

eski eserlerin korunması

preservation

koruma, korunma

preservative

preset

1.yiyeceklerin bozulmasını önleyici kimyasal madde, katkı maddesi, koruyucu, 2.koruyucu, bozulmayı önleyici 1.korumak, 2.saklamak, korumak, muhafaza etmek, 3.(meyve, vb.) bozulmasını, çürümesini önlemek, korumak, 4.sürdürmek, devam ettirmek, muhafaza etmek, 5.konservesini yapmak, 6.reçel, 7.özel avlanma yeri 1.önceden ayarlamak, 2.önceden ayarlanmış

preshrunk

ön çektirilmiş

preside over the meeting

toplantıya başkanlık etmek

preside

başkanlık etmek, yönetmek

presided over

başkanlığında

presidency

başkanlık

president of the constitutional court

anayasa mahkemesi başkanı

president of the republic

cumhurbaşkanı

president

1.başkan, 2.rektör, 3.cumhurbaşkanı

presidential palace

cumhurbaşkanlığı köşkü

presidential system

başkanlık sistemi

presidential term

başkanlık dönemi

presidential

başkanlıkla ilgili

press agent

1. basın sözcüsü, 2. haber ajanı

press association

basın kurumu

press box

gazeteciler locası

press conference

basın toplantısı

press fit

presle geçme, presle geçirme

press for

ısrarla istemek

press forward

hızla ilerlemek, acele etmek

press gallery

basın locası

press in

presle geçirmek

preserve

press law

basın yasası

press on

presle basarak geçirmek

press out

presle basarak çıkarmak

press release

basın bildirisi

press the shutter

deklanşöre basmak

pressed brick

1.sıkıştırma, baskı, tazyik, 2.(el) sıkma, 3.sıkma makinesi, pres, cendere, makine, 4.iş çokluğu, iş sıkışıklığı, 5.ütü yapma, ütüleme, 6.bası, 7.basın mensupları, gazeteciler, 8.basımevi, matbaa, 9.baskı, basım, 10.baskı makinesi, matbaa makinesi, 11.bastırmak, basmak, 12.sıkıştırmak, 13.sıkmak, sıkıp suyunu çıkarmak, 14.ütülemek, 15.çabuklaştırmak, hızlandırmak, 16.ısrar etmek, üstelemek, 17.toplaşmak, üşüşmek, koşuşmak, toplanmak, hızla ilerlemek prese tuğla, makine tuğlası

pressed steel

prese çelik

pressed

sıkışık, -si olmayan

presser

1. pres ustası, 2. basımcı, matbaacı, 3. ütücü

pressgang

sıkboğaz etmek

pressing machine

ütü makinesi

pressing

acele, ivedi, acil

pressman

gazeteci

pressroom

basım odası, makine dairesi

pressure altitude

basınç yüksekliği

pressure angle

basınç açısı

pressure cabin

basınçlı kabin

pressure chamber

basınç hücresi

pressure control

basınç denetimi

pressure controller

basınç ayarlayıcı

pressure cooker

düdüklü tencere

pressure front

basınç cephesi

pressure gauge

manometre, basıölçer

pressure governor

basınç regülatörü

pressure group

baskı grubu

pressure head

basınç yüksekliği

press

pressure line

basınç çizgisi

pressure load

basınç yükü

pressure of the air

hava basıncı

pressure pipe

basınç borusu

pressure pump

basınç pompası

pressure ratio

basınç oranı

pressure reducer

basınç düşürücü

pressure reservoir

basınç deposu

pressure sensitive

basınca duyarlı

pressure shift

basınç kayması

pressure test

basınç deneyi

pressure tunnel

basınçlı tünel

pressure water

tazyikli su, basınçlı su

pressure welding

basınç kaynağı

pressure

1.basınç, tazyik, 2.baskı, zorlama, 3.basma, sıkma, 4.sıkıntı, baskı

pressurize

1.zorlamak, baskı yapmak, 2.(uçakta) hava basıncını kontrol etmek

pressurized

tazyikli, basınçlı

prestidigitator

hokkabaz

prestige

saygınlık, itibar, prestij

prestigious

1. saygın, itibarlı, 2. nüfuzlu, ünlü

presto

hızlı, çabuk

prestressed

öngerilmeli

presumabe

tahmin olunur

presumably

herhalde, galiba, tahminen, belki de, muhtemelen

presume on

çıkarı için kullanmak, suiistimal etmek

presume upon

çıkarı için kullanmak, sömürmek

presume

1.saymak, varsaymak, kabul etmek, farzetmek, 2.haddini bilmemek, cüret etmek

presumedly

galiba, muhtemelen

presumption

1.varsayım, tahmin, 2.cüret, küstahlık

presumptive

presumptive

olası, muhtemel

presumptuous

haddini bilmez, küstah

presuppose

1.önceden varsaymak, 2.koşul olarak gerektirmek

presupposition

önvarsayım, önceden varsayma

pretax

vergiden önceki

preteen

on-on iki yaş arası çocuk

pretence

rol, yalandan yapma, numara

pretend

1.-miş gibi yapmak, 2.numara yapmak, rol yapmak, 3.kendine ... süsü vermek, ... numarası yapmak, 4.(to ile) -e sahipmiş gibi davranmak

pretended

yapmacık, sahte

pretender

(tahta) hak iddia eden kimse

pretension

1.hak iddia etme, iddia, 2.gösteriş

pretentious

kendini beğenmiş, gösterişli, yüksekten atıp tutan

pretentiousness

kendini beğenmişlik, gösterişçilik

preter-

(önek) -den öte, ötesinde

preterite

geçmiş zamanı gösteren

pretermit

vaz geçmek, ihmal etmek

preternatural

1. olağanüstü, anormal, 2. doğaüstü

pretext

bahane, vesile, kulp

prettify

güzelleştirmek, cicili bicili yapmak

pretty much the same

hemen hemen aynı

pretty much

hemen hemen

pretty well

1. hemen hemen, neredeyse, 2. oldukça iyi

pretty

1.hoş, güzel, çekici, tatlı, sevimli, 2.iyi, 3.bir hayli, oldukça, epey

pretzel

çubuk kraker

prevail on

ikna etmek, kandırmak

prevail

1.yenmek, üstün gelmek, baskın çıkmak, 2.egemen olmak, hüküm sürmek, geçerli olmak

prevailing conditions

mevcut koşullar

prevailing

1. egemen, hâkim, 2. geçerli, cari, 3. galip gelen

prevalence

1. hüküm sürme, 2. yaygınlık

prevalent

prevalent

yaygın, genel

prevaricate

kaçamak yanıtlarla gerçeği gizlemeye çalışmak, boğuntuya getirmek

prevarication

yalan ifade

prevaricator

yalancı kimse

prevent

(from ile) önlemek, önüne geçmek, engellemek, -den alıkoymak

preventable

önlenebilir, önüne geçilebilir

preventative

bkz. preventive

prevention

önleme, önüne geçme

preventive inoculation

koruyucu aşı

preventive maintenance koruyucu bakım preventive measures

önleyici tedbirler

preventive medicine

koruyucu hekimlik

preventive

engelleyici, önleyici, koruyucu

preview

(film, vb.'nin) halka gösterilmeden önce özel olarak gösterilmesi, özel gösterim

previous to

(edat) -den önce

previous

önceki, önceden olan

previously

önceden

prevision

önceden görme, öngörü, önbiliş

prevocational

meslek öncesi

prevue

gelecek filmlerden parçalar

prewar

savaş öncesine ait

prewashing

ön yıkama

prey on sb's mind

birini canından bezdirmek

prey

1.hayvanın avı, 2.avlayarak yaşama

price control

fiyat denetimi, fiyat kontrolü

price cutting

fiyat kırma, indirim yapma, tenzilat

price discrimination

farklı fiyat uygulaması

price fixing

narh, fiyatları dondurma

price freeze

fiyatların dondurulması

price index

price index

fiyat endeksi

price leadership

fiyat liderliği

price level

fiyat düzeyi

price list

fiyat listesi

price maintenance

fiyatları muhafaza

price of issue

emisyon fiyatı, ihraç fiyatı

price quotation

fiyat kotasyonu

price range

fiyat dağılımı

price support

fiyat desteği

price tag

fiyat etiketi, fiyat

price theory

fiyat teorisi

price war

rekabet için maliyetin altında satış

price

1.fiyat, eder, 2.değer, kıymet, paha, 3.bedel, karşılık, 4.fiyatını belirlemek, değer biçmek, 5.fiyat koymak

priceless

1.paha biçilmez, 2.gülünç, çok komik

pricey

İİ, pahalı, tuzlu, kazık, kazık marka

pricing

fiyat koyma

prick of conscience

vicdan azabı

prick the bubble

foyasını meydana çıkarmak

prick up one's ears

kulak kabartmak

prickle

1.delik, 2.delme, sokma, batırma, 3.küçük keskin acı, iğne acısı, 4.diken, iğne, 5.kab, yarak, 6.kab, ahmak, hıyar, 7.batmak, delmek, 8.sokmak, iğnelemek, 9.iğne ya da batma acısı duymak, 10.azap vermek 1.diken, sivri uç, 2.iğnelenme, karıncalanma, 3.iğnelenmek, karıncalanmak

prickly heat

isilik, ısırgın

prickly pear

hintinciri, frenkinciri

prickly

1.dikenli, 2.çabuk kızan, huysuz

pricy

bkz. pricey

pride oneself on

ile övünmek

prick

pride priest priestcraft

1.gurur, 2.kendini beğenmişlik, 3.onur, özsaygı, haysiyet, 4.övünme, iftihar, 5.kendisiyle övünülen kişi ya da şey, övünç, 6.(on ile) övünmek papaz, rahip

priestcraft

papazlık

priestess

kadın papaz, rahibe

priesthood

papazlık

priestly

1. papaza ait, 2. papaz gibi

prig

kendini beğenmiş, ukala

prim

kurallara fazla bağlı, müsamahasız

prima donna

1.primadonna, 2.nazlı kimse

prima facie

ilk bakışta, ilk izlenime göre

primacy

öncelik, üstünlük, önde gelme

primage

1. primaj, 2. kaptan aidatı

primal

1. ilkel, 2. başlıca, ana, 3. baş

primarily

herşeyden önce, aslında

primary coil

primer bobin, birinci devre bobini

primary colours

ana renkler

primary crusher

önkırıcı

primary education

ilk tahsil

primary feather

büyük telek, büyük tüy

primary industry

birincil sanayi

primary market

birinci piyasa, ana piyasa

primary memory

ana bellek

primary radar

primer radar

primary road

ana yol

primary rocks

birinci zaman ait kayalar

primary root

primer kök

primary school

ilkokul

primary storage

ana bellek

primary structure

ana yapı

primary tumour

ana tümör

primary word

temel sözce, temel sözcük

primary

primary

1.baş, başlıca, ana, temel, 2.ilk, birinci

primate

1.başpiskopos, 2.primat

prime cost

üretim maliyeti

prime factor

asal çarpan

prime meridian

baş meridyen

prime minister

başbakan

prime mover

ana işletici

prime number

asal sayı

prime the bath

banyoyu güçlendirmek

prime

1.ilk, baş, başlıca, 2.en önemli, 3.en kaliteli, en iyi

primer

1.ilk okuma kitabı, 2.kapsül, 3.astar boya

primeval

en eski, dünyanın en eski çağlarına özgü

priming pump

besleme pompası

priming valve

emniyet supabı

priming

1.ağızotu, 2.ateşleme, 3.astar boya

primitive language

kök dil

primitive

ilkel

primitivism

ilkelçilik

primness

1. resmilik, 2. fazla ciddiyet

primogenitor

1. ilk cet, 2. ata

primordial

1. başlangıçta var olan, ilk, 2. en eski

primp

kendine çeki düzen vermek, saçlarını taramak

primrose path

zevk ve sefa yolu

primrose

çuhaçiçeği

primula

çuhaçiçeğigiller

primus

birinci olan, baş, ilk

prince of darkness

iblis

prince

prens

princelet

küçük prens

princeling

princeling

1. küçük prens, 2. genç prens

princely

1.prens gibi, prense ait, prens ..., 2.güzel, görkemli, değerli

princess

prenses

principal axis

asal eksen

principal beam

ana kiriş, esas kiriş

principal debtor

asıl borçlu

principal focus

esas odak

principal plane

ana düzlem, asal düzlem

principal rafter

ana kiriş

principal section

ana kesit

principal series

ana seri

principal

1.başlıca, baş, esas, temel, en önemli, 2.okul müdürü, 3.yönetici, başkan, şef, 4.anapara

principality

prenslik

principally

genellikle, ekseriyetle

principalship

müdürlük

principle of assortment ayrılma ilkesi principle of dominance baskınlık ilkesi principle of superposition

üst üste gelme ilkesi

principle

1.ilke, prensip, 2.ana kaynak, köken, 3.ç. ahlak, dürüstlük, 4.ç. yol, yöntem

principled

prensip sahibi olan, prensipli

principles

1. ahlak, dürüstlük, 2. yol, yöntem

prink

giyinip kuşanmak

print format

yazı formatı, yazı biçimi

print member

yazma organı

print paste

baskı boyası

print works

basma atölyesi

print

1.basmak, matbaada basmak, tabetmek, 2.bastırmak, yayınlatmak, 3.damga vurmak, damgalamak, 4.klişeden basılmış resim çıkarmak, tabetmek, 5.derin etki bırakmak, damga vurmak, 6.matbaa harfleriyle yazı yazmak, 7.iz, 8.tabı, bası, 9.damga, kalıp, 10.basılmış yazı, matbua, 11.emprime, basma kumaş

printed calico

printed calico

pamuklu basma

printed circuit

baskılı devre

printed fabric

basma kumaş

printed matter

basılı malzeme, matbu madde

printed paper

basılı malzeme, matbu madde

printed

basılı, matbu

printer server

yazıcı görevlisi

printer

1.matbaacı, basımcı, 2.yazıcı

printer's devil

matbaacı çırağı

printer's ink

baskı mürekkebi

printer's mark

basımevinin özel amblemi

printing car

baskı arabası

printing design

baskı deseni

printing ink

matbaa mürekkebi

printing light

basım ışığı

printing machine

baskı makinesi

printing method

baskı yöntemi

printing office house

matbaa, basımevi

printing office

matbaa

printing paper

baskı kâğıdı

printing pattern

baskı deseni

printing press

baskı makinesi, matbaa makinesi

printing process

basım işlemi

printing screen

baskı şablonu

printing speed

baskı hızı

printing table

baskı masası

printing technique

baskı tekniği

printing

1.baskı, 2.matbaacılık

printout

yazılı çıktı, yazıcı çıktısı

prior to

prior to

(edat) -den önce

prior

1.önce, önceki, öncelikli, 2.daha önemli

prioress

baş rahibe

priority call

öncelikli konuşma

priority list

öncelikler sırası

priority share

öncelikli hisse

priority

1.öncelik, üstünlük, 2.önemli, öncelikli şey

priory

manastır

prise

(kapak, vb.) zorlayıp açmak, kaldırmak, kırmak

prism

prizma, biçme

prismatic glass

prizmatik cam

prismatic

1.prizmatik, 2.(renk) parlak, canlı

prismatoid

prizmatoid, biçmemsi

prismoid

prizmoid, yalancı biçme

prison breaker

hapishane kaçağı

prison

tutukevi, cezaevi, hapishane

prisoner of war

savaş esiri

prisoner

1.tutuklu, mahpus, 2.tutsak, esir

prissy

fazla titiz

pristine

1. saf, bozulmamış, 2. eski zamana ait, 3. evvelki, ilk

privacy

mahremiyet, gizlilik

private bank

özel banka

private car

özel otomobil

private company

özel şirket

private corporation

özel kurum

private detective

özel dedektif

private discount

özel ıskonto

private enterprise system

özel girişimcilik

private enterprise

private enterprise

özel girişim

private entrepreneur

özel girişimci

private eye

özel hafiye

private file

özel dosya

private firm

özel kurum

private foreign capital

özel yabancı sermaye

private industry

özel sanayi

private investment

özel yatırım

private law

özel hukuk

private limited company

özel limitet şirket

private means

özel gelirler

private network

özel şebeke

private ownership

özel mülkiyet

private parts

mahrem yerler, cinsel organlar

private placement

özel plasman

private property

özel mülk

private railway

özel demiryolu

private road

özel yol

private school

özel okul

private sector

özel sektör

private tutor

özel öğretmen

private

1.özel, 2.gözlerden uzak, yalnız, sakin, tenha, 3.er, asker, 4.ç, takım taklavat, cinsel organlar

privateer

düşman gemilerine saldıran korsan gemisi

privation

mahrumiyet, yokluk, eksiklik

privative

1. yoksun bırakan, mahrum eden, 2. olumsuzluk eki, 3. olumsuzluk belirten sözcük

privatization

özelleştirme

privatize

özelleştirmek

privet

1. kurtbağrı, 2. yabani leylak

privilege

privilege

1.ayrıcalık, imtiyaz, 2.özel hak, 3.nasip, şeref

privileged class

ayrıcalıklı sınıf

privileged

1.ayrıcalıklı, imtiyazlı, 2.nasipli, şereflendirilmiş

privity

1. ortaklık, 2. gizli bilgi

privy council

özel meclis

privy purse

hükümdara has hazine

privy

pro and con

(to ile) -e sırdaş olan, sırrını paylaşan 1.ödül, 2.ikramiye, 3.ödül kazanan, ödüllü, 4.ödüle layık, büyük, kalite, 5.ödül olarak verilen, 6.çok değer vermek, 7.(kapak, vb.) kaldırmak, zorlayıp açmak, kırmak lehde veya aleyhte

pro forma invoice

proforma fatura

pro forma

1. tahmini olan, 2. tahmini, 3. geçici olarak

pro rata

1. oranlı (olarak), 2. oranlı (olarak)

pro

1.yandaş, taraftar, destekleyen fikir, 2.lehinde, yanında, 3.profesyonel, 4.orospu, fahişe

pro-

(önek) önünde, lehinde, için, yerine

probability calculus

olasılık hesabı

probability curve

olasılık eğrisi

probability density

olasılık yoğunluğu

prize

probability distribution olasılık dağılımı probability

ihtimal, olasılık

probable cause

muhtemel sebep

probable condition

muhtemel durum, olasılık

probable error

muhtemel hata

probable

muhtemel, olası

probably

büyük olasılıkla, muhtemelen

probate duty

veraset vergisi

probate

vasiyetnamenin doğruluğunu kanıtlayan resmi belge

probation officer

şartlı tahliye memuru

probation period

göz hapsi süresi

probation

1.deneme, tecrübe, staj, 2.deneme süresi, 3.gözaltında tutma koşuluyla salıverme

probationary period

staj süresi, deneme devresi

probationary

stajla ilgili

probationer

1.stajyer, 2.stajyer hemşire, 3.gözaltındaki kimse

probative force

kanıtlama gücü

probative

1. kanıtlayan, 2. kanıta dayanan

probe

1.sonda, 2.araştırma, 3.insansız uzay roketi, 4.(çubuk, vb. ile) aramak, deşmek, 5.araştırmak, yoklamak

probity

doğruluk, dürüstlük

problem child

idare edilmez çocuk

problem definition

problem tanımı

problem language

problem dili

problem

1.problem, sorun, 2.problem

problematic

şüpheli, kesinleşmemiş, askıda

problematical

şüpheli, ihtimalli

proboscis monkey

uzun burunlu maymun

proboscis

1.(fil) hortum, 2.(sivrisinek, vb.) hortum

procedural

1. usule ait, 2. dava usulüne ait, 3. adli muamele

procedure

prosedür, yordam

proceed from

dava açmak

proceed to a vote

oylamaya sunmak

proceed

1.ilerlemek, sürmek, yürümek, 2.(with ile) devam etmek, sürdürmek

proceeding

1.ilerleme, ileri gitme, 2.hareket tarzı, 3.işlem, yöntem, muamele, 4.ç, yargılama usulleri, dava, tutanak

proceedings

1. yargılama usulleri, dava, tutanak, 2. tutanak

proceeds

hasılat, kazanç

process controller

süreç denetici

process water

processing industry

işletme suyu, sanayi suyu 1.oluşum, süreç, 2.yöntem, işlem, yol, 3.ilerleme, gidiş, seyir, 4.dava, 5.çağrı kâğıdı, celpname, 6.belli bir işleme tabi tutmak, 7.bilgisayarda denetlemek, verileri (denetlemek için) işlemek işleme sanayii, yiyecek sanayii

processing

işleme, yapma, yapım

process

procession

1.geçit töreni, 2.tören alayı

processional

alay türünden

processor

işlemci, işlem yapıcı, işlem birimi

proclaim

1.duyurmak, ilan etmek, bildirmek, 2.açıkça göstermek

proclamation

1.beyanname, bildirge, 2.ilan, duyuru, bildirme

proclivity

(özellikle kötüye doğru) eğilim, meyil

procrastinate

kaytarmak

procrastination

erteleme, tehir, ağırdan alma

procreant

doğuran, meydana getiren

procreate

1.üretmek, 2.hayat vermek

procreation

1. doğurma, meydana getirme, 2. dölleme, üretme

procreative capacity

yaratıcılık kapasitesi

procreative

doğurgan, üretken

procreator

1. doğuran kimse, 2. üreten kimse

procrustean

zorla yola getiren

proctor

üniversite disiplin sorumlusu

procurable

bulunur, sağlanır

procuration

1. vekâlet, 2. vekâletname

procurator

vekil, temsilci

procure

1.sağlamak, elde etmek, edinmek, kazanmak, 2.kadın bulmak, kadın sağlamak, pezevenklik etmek

procurement

1. tedarik, 2. vekâlet, 3. satın alma

procurer

pezevenk

procuress

kadın pezevenk

prod

1.dürtmek, 2.kışkırtmak, özendirmek, gaz vermek

prodigal

savurgan

prodigality

1. savurganlık, israf, 2. bolluk, müsriflik

prodigalize

israf etmek

prodigious

şaşılacak, olağanüstü, harika, mükemmel, muazzam, müthiş

prodigy infant

harika çocuk

prodigy

prodigy

1.olağanüstü şey, 2.dahi

prodrome

hastalığın ilk belirtisi, prodrom

produce evidence

delil göstermek

produce exchange

zahire borsası

produce

1.üretmek, yapmak, 2.yetiştirmek, 3.neden olmak, 4.(film) sahneye koymak, 5.getirmek, göstermek, ortaya koymak, 6.doğurmak, 7.ürün

producer country

üretici ülke

producer gas

jeneratör gazı, üreteç gazı

producer goods

hammadde, üretim maddeleri

producer

1.üretici, 2.yapımcı

producer's risk

üretici riski

product manager

ürün müdürü, üretim müdürü

product offering

ürün sunuşu

product research

ürün araştırması

product

1.ürün, 2.sonuç, 3.çarpım

production capacity

üretim kapasitesi

production control

üretim denetimi, üretim kontrolü

production cost

üretim maliyeti

production department işletme bölümü production engineer

üretim mühendisi

production manager

üretim müdürü

production method

üretim yöntemi

production reactor

üretim reaktörü

production tax

üretim vergisi

production time

üretkenlik zamanı

production

1.üretim, yapım, imal, 2.üretilen miktar, 3.ürün, mahsul, 4.yapıt, eser, 5.sahneye koyma

productional

üretimsel

productive capacity

üretim kapasitesi

productive debt

üretken borç

productive expenditure üretken harcama productive

productive

1.verimli, 2.yaratıcı, 3.üretken, 4.sonuç getiren

productivity agreement üretkenlik sözleşmesi productivity

verimlilik

proem

önsöz, giriş

prof

profesör

profanation

kutsal şeylere saygısızlık

profane

1.kutsal şeylere karşı saygısızlık göstermek, 2.kutsal şeylere karşı saygısız

profanity

kutsal şeylere karşı saygısızlık

profess

1.açıkça söylemek, açıklamak, itiraf etmek

professedly

iddaaya göre, sözde

profession

1.iş, meslek, kesp, uğraş, 2.açıklama, itiraf, beyan, 3.belli bir meslek üyeleri

professional ethics

iş ahlakı

professional

1.profesyonel, 2.mesleki, 3.profesyonel

professor

1.profesör, 2.(üniversitede) öğretmen

professorial chair

kürsü

professorial

profesöre/profesörlüğe ait

professorship

profesör makamı

proffer

önermek, sunmak, teklif etmek, ikram etmek

proficiency test

yeterlik sınavı

proficiency

ustalık, yeterlik

proficient

(at/in ile) usta, becerikli

profile paper

profil kâğıdı

profile

1.yandan görünüş, profil, 2.kısa özgeçmiş

profit and loss account kâr zarar hesabı profit and loss

kar ve zarar

profit by

-den yarar sağlamak, -den öğrenmek

profit distribution

kâr dağıtımı

profit margin

kâr marjı

profit sharing

kâr bölüşümü

profit tax

profit tax

kazanç vergisi

profit

1.kazanç, kâr, 2.yarar, çıkar, 3.yararı dokunmak, kâr sağlamak, kazanç getirmek

profitability

1. kârlılık, 2. kazançlılık, fayda, verimlilik

profitable

kazançlı, kârlı, yararlı

profitably

kazançla, karlı olarak

profiteer

1.vurguncu, 2.vurgun vurmak, haksız yere çok kazanç sağlamak

profiteering

vurgunculuk

profitless

kârsız, beyhude

profligacy

1. müsriflik, savurganlık, 2. ahlaksızlık, utanmazlık

profligate

1.müsrif, savurgan, 2.ahlaksız, utanmaz

proforma invoice

proforma fatura

proforma

1. tahmini, 2. tahmini, 3. geçici olarak

profound

1.derin, 2.bilgili, etkileyici

profoundly

1.derinden, 2.çok, son derece

profoundness

derinlik

profundity

(duygu, vb.) derinlik

profuse

çok, bol

profusely

bol bol

profuseness

bolluk

profusion

bolluk

progenitive

ürün verebilen

progenitor

ata, cet

progenitress

nine, büyükanne

progeniture

döl, zürriyet

progeny

çocuklar, yavrular

progesterone

progesteron

prognathous

sivri çeneli

prognathy

sivri çenelilik

prognosis

tahmin, prognoz

prognostic

prognostic

1. prognostik, 2. belirti, işaret, 3. kehanet

prognosticate

1. önceden haber vermek, 2. belirtisi olmak

prognostication

1. önceden haber verme, kehanet, 2. belirti

program cards

program kartları

program check

program denetimi

program checkout

program sağlaması

program compatibility program uyarlığı program compilation

program derleme

program control unit

program denetim birimi

program control

program denetimi

program controller

program denetçisi

program counter

program sayacı

program debugging

program düzeltme

program design

program tasarımı

program development

program geliştirme

program error

program hatası

program flowchart

program akış diyagramı

program generator

program üreteci

program instruction

program komutu

program language

program dili

program level

program düzeyi

program library

program kitaplığı

program maintenance

program bakımı

program register

program yazmacı

program selector

kanal seçici

program step

program adımı

program storage

program belleği

program switching centre

ana kumanda masası

program system

program system

program sistemi

program test

program testi

program

1.bilgisayar programı, 2.bkz. programme, 3.(bilgisayar) programlamak

programmable device

programlanabilir aygıt

programmable memory programlanabilir bellek programmable

programlanabilir

programme

1.program, izlence, 2.planlamak, programlamak, düzenlemek

programmed check

programlı denetim

programmed

programlı, programlanmış

programmer check

programcı denetimi

programmer

bilgisayar programcısı

programming language programlama dili programming system

programlama sistemi

programming

1. programlama, 2. program yapma

progress engineer

geliştirme mühendisi

progress support

gelişme raporu

progress

1.ilerleme, devam etme, 2.gelişme, ilerleme, iyileşme, 3.ilerlemek, 4.ilerlemek, gelişmek, kalkınmak

progression

ilerleme, gelişme

progressive tax

artan oranlı vergi

progressive

ileri giden, ilerleyen, kalkınan, gelişen, iyiye giden, aşama yapan, ilerici

progressively

tedricen, derece derece

progressivity of taxation kademeli vergilendirme progressivity

artan oranlılık

prohibit

1.yasaklamak, 2.engel olmak, olanak vermemek

prohibited

yasak, yasaklanmış

prohibition of stopping durma yasağı prohibition

yasaklama, yasak

prohibitionist

1. içki yasağı yanlısı, 2. içki düşmanı

prohibitive duty

engelleyici gümrük vergisi

prohibitive tax

prohibitive tax

engelleyici vergi

prohibitive

1.yasaklayıcı, 2.engelleyici

prohibiton

yasaklama, yasak

prohibitory

1. yasaklayıcı, 2. engelleyici

project engineer

projected

proje mühendisi 1.tasarı, plan, proje, 2.çıkıntı oluşturmak, kenara doğru çıkmak, 3.atmak, fırlatmak, 4.yöneltmek, tasarlamak, kurmak, planlamak, proje çizmek, 5.izdüşürmek planlanmış

projectile

mermi, roket

projecting

çıkıntılı, çıkık

projection booth

projeksiyon odacığı

projection gate

projeksiyon penceresi

projection lamp

projeksiyon lambası

projection lens

projeksiyon merceği

projection room

projeksiyon odası, gösterim odası

projection screen

projeksiyon ekranı

projection

1.atma, fırlatma, 2.izdüşüm, 3.çıkıntı, 4.gösterim

projectionist

sinema makinisti, gösterimci

projective

izdüşümsel

projector lamp

projeksiyon lambası

projector

1.projektör, gösterici, 2.projektör, ışıldak

prokaryocyte

prokaryosit

prokaryote

prokaryot

prokaryotic

prokaryotik

prolactin

prolaktin

prolamine

prolamin

prolapse

yerinden oynamak, sarkmak, düşmek

prolate

yayık, yayvan

prole

emekçi, proleter

prolepsis

1. önleme yanıtı, 2. önceden belirtme

project

proletarian

emekçi, işçi, proleter

proletariat

işçi sınıfı, emekçi sınıfı, proleterya

prolicide

evlat öldürme suçu

proliferate

hızla çoğalmak, artmak

proliferation

hızla çoğalma, artma

prolific

1.verimli, 2.doğurgan

proline

prolin

prolix

1. sözü çok uzatan, 2. sıkıcı, 3. yorucu, 4. uzun, ayrıntılı

prolixity

söz uzunluğu

prolog

bkz. prologue

prologue

öndeyiş, giriş, giriş bölümü

prolong

uzatmak

prolongation

uzatma, geciktirme

prolonged

uzun süredir devam eden, uzun süreli

prom

sahil yolu

promenade deck

gezinti güvertesi

promenade

gezinmek, piyasa yapmak

promethium

prometyum

prominence

1.çıkıntı, 2.ün, 3.önem, göze batma

prominent

1.çıkık, çıkıntılı, fırlak, 2.belirgin, belli, göze çarpan, 3.ünlü, önemli, seçkin

promiscuity

1. karmakarışıklık, 2. gelişigüzellik

promiscuous

önüne gelenle yatıp kalkan

promise sb the moon

yapamayacağı bir şeyi vaat etmek

promise the moon

dünyaları vaadetmek

promise to pay

ödeme vaadi

promise

1.söz vermek, vaadetmek, 2.önceden haber vermek, göstermek, belirtisi olmak, 3.söz, vaat, 4.umut, beklenti

promisee

kendisine vaadde bulunulan kişi

promising

umut verici, geleceği parlak

promisor

1. vaadde bulunan kişi, 2. söz veren kimse

promissory note

emre yazılı senet

promissory

vaad içeren, taahhüt içeren

promo

1. reklamla ilgili, 2. reklam, tanıtma

promontory

burun

promote

1.yükseltmek, terfi ettirmek, 2.ilerletmek, gelişmesine yardımcı olmak, 3.reklamını yapmak

promoter

1.teşvikçi, destekleyici, 2.teşebbüs sahibi, kurucu

promoters' shares

kurucu hisseleri

promotion list

terfi listesi

promotion money

kuruluş giderleri

promotion prospects

yükselme şansı

promotion

1.yükselme, terfi, 2.destek, teşvik

promotional

1. terfiye ait, 2. kurmayla ilgili, 3. reklamla ilgili

prompt note

uyarı notu, ikaz notu

prompt

1.-e sevketmek, teşvik etmek, -tirmek, 2.suflörlük yapmak, 3.seri, çabuk, tez, dakik, anında yapılan, 4.tam olarak, tam

prompter

suflör

promptitude

çabukluk, çabuk davranma, çabuk kavrama

promptly

derhal, hemen, tezelden

promptness

1. çabukluk, sürat, 2. dakiklik

promulgate

1. resmen ilan etmek, 2. neşretmek, yaymak

promulgation

1. ilan, yayınlama, 2. yürürlüğe koyma, duyuru

promulgator

yayımcı

prone

1.yüzükoyun, 2.eğilimli, -e dayanıksız

proneness

1. yüzükoyun yatma, 2. eğilim, temayül

prong chuck

tırnaklı ayna

prong

çatal dişi

pronghorn

Amerika antilopu

pronominal

zamire ait, adıl ile ilgili

pronominalization

zamirleştirme, adıllaştırma

pronoun

zamir, adıl

pronounce

pronounce

1.söylemek, ayıtmak, telaffuz etmek, 2.resmen bildirmek, 3.bildirmek

pronounceable

telaffuz edilir

pronounced

1.güçlü, etkili, 2.göze çarpan

pronouncement

resmi bildiri, beyan, ilan

pronto

1. hemen, derhal, 2. çabuk

pronunciation

telaffuz, söylem, sesletim

proof sheet

matbaa provası

proof total

proofread

kanıtlayıcı toplam 1.kanıt, delil, kanıtlama, tanıtlanım, ispat, 2.deneme, sınama, 3.içkinin alkol derecesinin ölçüsü, 4.prova, 5.(içki) belli bir ayarda olan, 6.-e dayanıklı, geçirmez, işlemez, 7.-e karşı dayanıklı hale getirmek, ... geçirmez hale getirmek prova okumak, yanlışları düzeltmek

proofreader

düzeltmen

prop drawer

direk sökücü

prop

1.destek, 2.desteklemek

propaganda

yaymaca, propaganda

propagandist

propagandacı

propagandize

propaganda yapmak

propagate

1.üremek, çoğalmak, 2.çoğaltmak, üretmek, 3.yaydırmak, yaymasını sağlamak

propagated error

yayılmalı hata

propagation

1.üreme, çoğalma, 2.yayılma, yayılım

propagator

propagandacı

propane

propan

propanone

propanon

propel

ileriye doğru sürmek, yürütmek, itmek

propellant gas

itici gaz

propellant power

itici güç

propellant

uzay gemisini uçuran yakıt

propeller fan

pervaneli vantilatör

propeller pump

pervaneli pompa

propeller shaft

transmisyon mili

proof

propeller turbine engine

pervaneli jet motoru

propeller

pervane

propelling force

itici kuvvet

propelling

itici, ilerletici

propene

propen

propensity to consume tüketme eğilimi propensity to invest

yatırım eğilimi

propensity to save

tasarruf eğilimi

propensity

meyil, eğilim

proper fraction

tam kesir

proper name

özel isim

proper noun

özel ad, özel isim

proper

1.doğru, doğru dürüst, tam, 2.gerçek, hakiki, 3.münasip, uygun, 4.düzgün, 5.kusursuz

properly

1.gereği gibi, doğru dürüst, hakkıyla, tam anlamıyla, 2.uygun bir biçimde, 3.gerçekten, aslında, 4.düzgün bir şekilde

propertied

varlıklı, servet sahibi

property insurance

eşya sigortası

property man

donatımcı

property market

emlak piyasası

property register

tapu sicili

property tax

emlak vergisi

property

1.mal, 2.mülk, arazi, emlâk, 3.iyelik, mülkiyet, sahiplik, 4.özellik, nitelik

prophase

profaz

prophecy

kestirim, kehanet, önbili

prophesy

1.kestirimde bulunmak, gelecekten haber vermek, 2.önceden tahmin etmek, önceden haber vermek

prophet

1.peygamber, 2.kahin

prophetic

gelecek olayları doğru bilen

prophylactic

hastalıktan koruyan, koruyucu

prophylaxis

hastalıktan koruma/korunma, önkoruma, önleme

propinquity

1. yakınlık, 2. hısımlık

propitiate

gönlünü almak

propitiation

1. gönlünü alma, yatıştırma, teskin, 2. tövbe etme

propitiatory

yatıştırıcı, teskin edici

propitious

avantajlı, uygun

propjet engine

turbo pervaneli motor

propjet plane

turbo pervaneli uçak

proponent

yandaş

proportion

1.oran, 2.orantı, 3.pay, 4.bölüm, kısım, 5.ç. boyutlar

proportional control

orantılı denetim

proportional representation

nispi temsil

proportional

orantılı

proportionate

orantılı, uygun

proportioning

oranlama

proportions

boyutlar

proposal form

teklif mektubu

proposal

1.öneri, teklif, 2.evlenme teklifi

propose

1.önermek, teklif etmek, ileri sürmek, 2.düşünmek, kurmak, niyet etmek, niyetlenmek, 3.evlenme teklif etmek

proposition

1.öneri, önerme, teklif, 2.önerme, sav, 3.iş teklifi, öneri, 4.sevişme teklifi, 5.sevişme teklif etmek

propound

ileri sürmek, ortaya atmak

proprietary company

holding şirketi, aile şirketi

proprietary medicine

tescilli ilaç

proprietary name

müseccel marka

proprietary

mücessel, birinin malı olan, tescilli, patentli

proprietor

mal sahibi

proprietorship register mülkiyet sicili proprietorship

mal sahipliği

proprietress

mal sahibi kadın, sahibe

propriety

propriety

1.uygunluk, yerindelik, doğruluk, 2.dürüstlük

propulsion

itici güç

propulsive force

itici güç

propulsive jet

tahrikli jet

propulsive

1. itici, 2. tahrik edici

propyl

propil

propylaeum

tapınak girişi

propylene

propilen

propylon

mabet girişi

prorate

eşit olarak dağıtmak

prorogation

parlamento tatili

prorogue

meclise ara vermek, tatil etmek

pros and cons

lehte ve aleyhte noktalar/kimseler

prosaic

sıkıcı, yavan, tatsız

proscenium

perde önü

proscribe

yasaklamak

proscription

1. yasaklama, 2. yasak etme, ilga, sürgüne gönderme

proscriptive

yasaklayıcı

prose writer

nesir yazarı

prose

düzyazı, nesir

prosecute

1.hakkında kovuşturma açmak, kovuşturmak, 2.aleyhinde dava açmak

prosecution

1.kovuşturma, 2.davacı

prosecutor

1.davacı, 2.savcı

proselyte

din değiştiren kimse, dönme

proselytism

başkasını kendi dinine döndürmeye çalışma

proselytize

kendi dinine döndürmek

prosiness

sıkıcılık, yavanlık

prosodeme

prozodem, bürünbirim

prosody

1. prozodi, ölçü, vezin, 2. şiir sanatı

prospect shaft

prospect shaft

araştırma kuyusu

prospect

1.olasılık, ihtimal, 2.beklenti, umut, 3.görünüş, manzara, 4.(petrol, altın, vb.) aramak, araştırmak

prospecting shaft

maden araştırma kuyusu

prospecting

maden arama

prospection drilling

araştırma sondajı

prospection

maden araştırma

prospective buyer

muhtemel alıcı

prospective

1.umulan, beklenen, olası, 2.niyetli

prospector

altın, petrol, vb. arayan kimse

prospectus

prospektüs, tanıtmalık

prosper

başarılı olmak

prosperity party

refah partisi

prosperity

başarı, refah, gönenç

prosperous

başarılı, zengin, gönençli

prostaglandin

prostaglandin

prostate gland

prostat bezi

prostate

prostat

prosthesis

protez

prosthetic group

1. prostetik küme, 2. prostetik küme

prosthetic

prostetik

prostitute

1.fahişelik yapmak, 2.para için kendini alçaltmak, 3.orospu, fahişe

prostitution

1.orospuluk, fahişelik, 2.(şerefini) iki paralık etme

prostrate oneself

secdeye varmak, yere kapanmak, yüz sürmek

prostrate

1.yüzükoyun yatmış, 2.bitkin, tükenmiş, 3.yüzükoyun yatmak, 4.yüzükoyun yatırmak

prostration

1. yerlere kapanma, 2. dermansızlık, yorgunluk

prostyle

prostil

prosy

bıktırıcı bir şekilde konuşan

protactinium

protaktinyum

protagonist

1.(roman, oyun, vb.) kahraman, 2.elebaşı, öncü

protamine

protamine

protamin

protasis

şartlı yancümle

protean

1. sürekli değişen, 2. çok yönlü

protease

proteaz

protect

1.korumak, 2.yabancı mala yüksek gümrük koyarak yerli malı korumak

protected check

korumalı çek

protected field

korunmalı alan

protected location

korunmalı yer

protected record

korunmalı kayıt

protecting hood

koruyucu kaporta

protection

1.koruma, 2.korunma aracı, koruyucu

protectionism

yabancı mallara ağır gümrük vergileri uygulayarak yerli ekonomiyi koruma yöntemi, korumacılık politikası

protectionist

korumacı, himayeci

protective agent

önleyici şey

protective atmosphere

koruyucu atmosfer

protective clothes

koruyucu iş elbisesi

protective coating

koruyucu örtü

protective colloid

koruyucu koloit

protective colour

koruyucu renk

protective custody

koruyucu gözaltı

protective duty

koruma ücreti

protective effect

koruyucu etki

protective filter

koruyucu filtre

protective layer

koruyucu tabaka

protective measures

koruyucu önlemler

protective

koruyucu

protector

koruyucu

protectorate

güçlü bir devletin koruması altındaki küçük devlet

protectress

kadın koruyucu

protégé

protégé

bir kimse tarafından kayrılan/korunan kişi

protein fibres

protein lifleri

protein

protein

proteolysis

proteoliz

proteose

proteoz

Proterozoic

1. proterozoik, 2. proterozoik

protest demonstration

protesto gösterisi

protest

1.itiraz, karşı çıkma, protesto, 2.protesto, 3.karşı çıkmak, itiraz etmek, protesto etmek, 4.iddia etmek, bildirmek

Protestant

Protestan

protestation

karşı çıkma, itiraz, protesto

prothallium

önçim

prothallus

önçim

prothesis

öntüreme

prothorax

öngöğüs, protoraks

prothrombin

protrombin

protist

protist

proto-

(önek) birinci, ilk, baş, birincil

protocol

1.protokol, 2.tutanak

proton wave

proton dalgası

proton

proton

protonema

protonema

protophilic

protofilik

protoplasma

protoplazma, ilkbiçim

protoplast

protoplast

protoporphyrin

protoporfirin

prototype

ilk örnek, prototip

protozoan

protozoa

protozoic

protozoik, protozoalarla ilgili

protozoology

protozooloji

protozoon

protozoon

protozoa

protract

(süresini) uzatmak

protractor

iletki

protrude

1.dışarı çıkmak, dışarı fırlamak, çıkıntı oluşturmak, 2.dışarı çıkartmak

protruding

çıkıntılı, fırlak

protrusion

çıkıntı

protrusive

çıkıntılı, fırlak

protuberance

kabarıklık, şişlik

protuberant

kabarık, şiş

proud

1.onurlu, şerefli, 2.kurumlu, gururlu, mağrur, 3.kendini beğenmiş, kibirli, 4.görkemli, muhteşem, heybetli

provable

kanıtlanabilir, ispat edilebilir

prove

1.kanıtlamak, 2.bulunmak, çıkmak, 3.sağlamasını yapmak

provenance

kaynak, köken, menşe

provender

1.yem, hayvan yemi, 2.yiyecek

proverb

atasözü

proverbial

çok kişi tarafından bilinen, konuşulan, meşhur

provide against

bir şeye karşı tedbir almak

provide for

geçimini sağlamak

provide

1.sağlamak, vermek, 2.koşul olarak koymak, şart koşmak

provided that

-mek şartıyla

provided

-mek şartıyla, yeter ki

providence

1.ilahi takdir, 2.hazırlık, öngörü

provident bank

tasarruf sandığı

provident fund

tasarruf sandığı

provident

tutumlu, idareli, ihtiyatlı

providential

Allah'tan gelen/olan

provider

tedarik eden kimse

providing that

-mek şartıyla

providing

-mek şartıyla, yeter ki

province

province

1.il, 2.ç. taşra, 3.ilgi alanı, uzmanlık

provinces

1. taşra, 2. taşra

provincial

1.taşralı, 2.ile ait, il ..., 3.taşraya ait, taşra ..., 4.kaba, görgüsüz, taşralı

provincialism

taşralılık

proving flight

tecrübe uçuşu

proving ground

deney alanı

proving

1. kanıtlama, ispat, 2. deney, tecrübe

provisional agreement

1.sağlama, edinme, tedarik, 2.tedarik, hazırlık, biriktirim, 3.hüküm, madde, koşul, 4.ç. erzak, 5.erzağını sağlamak, gerekli şeyleri vermek, donatmak geçici anlaşma

provisional budget

geçici bütçe

provisional certificate

geçici sertifika

provision

provisional government geçici hükümler provisional invoice

geçici fatura

provisional regulations geçici tüzük provisional

1.geçici, şimdilik geçerli olan

provisionally

geçici olarak, eğreti olarak

provisions

1. erzak, 2. hüküm

proviso clause

koşulları içeren bölüm

proviso

sözleşmeye konulan koşul

provisory

1. koşullu, şarta bağlı, 2. geçici

provocation

1.kışkırtma, tahrik, 2.kızdırma, öfkelendirme, 3.kızılacak şey, öfkelendirici şey

provocative

1. kışkırtıcı, tahrik edici, 2. kızdırıcı

provoke

1.kışkırtmak, tahrik etmek, 2.kızdırmak, öfkelendirmek, 3.-e neden olmak

provoking

cansıkıcı, darıltıcı, kudurtan

provost marshal

adli subay

provost

1. dekan, 2. dinsel başkana, 3. belediye reisi

prow

pruva

prowess

1.(hayvan) av peşinde koşmak, av aramak, 2.sinsi sinsi dolaşmak

prowl

1.av peşinde dolaşmak, av aramak, 2.fırsat kollayarak, sessiz ve gizli bir şekilde dolaşmak, etrafı kolaçan etmek, 3.sessizce dolaşma

proximal

merkeze yakın olan

proximate

en yakın

proximity of blood

1. kan yakınlığı, 2. akrabalık

proximity

yakınlık

proximo

gelecek ay

proxy signature

vekilin imzası

proxy

1.vekil, 2.vekalet, 3.vekaletname

prude

aşırı erdemlilik taslayan kimse

prudence

ihtiyat, öngörü, mantıklı düşünüş

prudent

ihtiyatlı, öngörülü, mantıklı

prudential

sağgörülü, basiretli, ihtiyatlı

prudery

erdemlilik taslama

prune

1.kuru erik, çir, 2.budamak

prunella

1. karamandola, 2. boğaz iltihabı, anjin

prunelle

erik likörü

pruning knife

budama bıçağı

pruning saw

budama testeresi

pruning shears

budama makası

pruning

budama

prurience

1. seks düşkünlüğü, 2. şehvet

prurient

seks düşkünü

pruriginous

kaşıntı hastalığına ait

Prussia

Prusya

Prussian blue

koyu lacivert boya, Prusya mavisi

prussic acid

asit prusik

pry open

manivela ile açmak

pry up

manivela ile açmak

pry

1.başkasının özel yaşamına burnunu sokmak, 2.(kapak, vb.) zorlayarak açmak, kaldırmak, kırmak

prying

meraklı

psalm

ilahi

psammite

kumtaşı

pseud

ukala, çokbilmiş

pseudo instruction

yalancı komut

pseudo

1. yalancı, 2. sahte, yapma, düzme, sözde

pseudo-

(önek) yalancı, sahte

pseudo-code

yalancı kod

pseudo-operation

yalancı işlem

pseudo-record

yalancı kayıt

pseudomorph

sahte şekil

pseudonym

takma ad

pseudopod

yalancı ayak

pseudopodium

yalancı ayak

pseudorandom

yalancı rasgele

pshaw

öf (be)!

psittacosis

psitakoz, papağan humması

psoriasis

sedef hastalığı

psyche

1.insan ruhu, tin, 2.insan aklı

psychedelic

evham yaratan

psychiatric

akıl hastalıklarına ait

psychiatrist

psikiyatrist, ruh rekimi

psychiatry

psikiyatri, ruh hekimliği

psychic

1.ruhsal, 2.geleceği görme gibi garip olaylarla ilgili, 3.medyum

psychical

bkz. psychic

psychically

ruhen

psycho

sapık, psikopat

psycho-

(önek) ruh

psychoanalyse

psikanaliz tedavisi uygulamak

psychoanalysis

psikanaliz, ruh çözümleme

psychoanalyst

psychoanalyst

psikanalist

psychoanalyze

psikanaliz yapmak

psychograph

psikograf

psycholinguistics

ruhdilbilim

psychological warfare

ruhsal savaş

psychological

1.psikolojik, ruhbilimsel

psychologist

ruhbilimci

psychology

psikoloji, ruhbilim

psychometry

psikometri

psychoneurosis

psikonevroz

psychopath

psikopat, ruh hastası

psychopathic

1. psikopat, ruh hastası, 2. psikopat kişi, ruh hastası

psychophysics

psikofizik

psychosis

psikoz, çıldırı

psychosomatic

psikosomatik

psychotherapist

psikoterapist, ruhsağaltımcı

psychotherapy

psikoterapi, ruhsağaltım

psychotic

psikozlu, çıldırılı

psychrometer

psikrometre

psychrometry

psikrometri

ptarmigan

kar tavuğu

ptosis

bir organın aşağıya sarkması

ptyalin

ptiyalin

pub

içkievi, meyhane, birahane, pab

puberty

ergenlik, erinlik

pubescence

1. ergenlik, erinlik, 2. ergenleşme

pubescent

ergen, erin

pubic

cinsel organların çevresinde olan

pubis

kasık kemiği

public accounting

public accounting

yetkili muhasebeci

public administration

kamu idaresi

public assistance

sosyal yardım

public auction

açık artırma

public bank

kamu bankası

public borrowing

kamu borçlanması

public company

halka açık limitet şirket

public conveniences

halk tuvaleti

public corporation

kamu işletmesi, kamu teşebbüsü

public credit

kamu kredisi

public debt

kamu borcu, devlet borcu

public economy

kamu ekonomisi

public enemy

halk düşmanı

public enterprise

kamu işletmesi, kamu teşebbüsü

public expenditure

kamu harcaması

public finance

kamu maliyesi

public fund

devlet borcu

public health

kamu sağlığı

public holiday

resmi tatil günü

public house

birahane, pab

public housing

lojman

public information

halkı uyarı

public institutions

kamu kuruluşları

public investment

kamu yatırımı

public lavatory

umumi hela, genel tuvalet

public law

kamu hukuku, amme hukuku

public library

halk kütüphanesi

public life

sosyal hayat

public limited company kamu şirketi, halka açık şirket public monopoly

public monopoly

kamu tekeli

public notice

genel duyuru

public offer

halka arz

public official

kamu görevlisi

public opinion poll

kamuoyu yoklaması

public opinion

kamuoyu

public ownership

kamu mülkiyeti

public participation administration

kamu ortaklığı idaresi

public property

kamu mülkiyeti

public prosecutor

cumhuriyet savcısı

public purse

devlet hazinesi

public relations

halkla ilişkiler

public relief

sosyal yardım

public revenue

kamu gelirleri

public revenues

devlet gelirleri

public school

1. özel okul, 2. parasız resmi okul

public sector

kamu sektörü, kamu kesimi

public securities

devlet tahvilleri

public servant

devlet memuru

public service vehicle

kamu ulaşım aracı

public service

1. devlet hizmeti, 2. kamu hizmeti

public speaking

topluluk huzurunda konuşma

public spirited

kamu yararına çalışan

public transportation

toplu taşıma

public utilities

kamu hizmet kuruluşları

public utility

kamu yararı

public works

bayındırlık hizmetleri

public

1.halk için, kamuya ait, kamusal, 2.herkese ait, genel, 3.herkese açık, aleni, 4.herkesçe bilinen, herkesin bildiği, 5.devlete ait, ulusal, 6.kamu, halk

publican

meyhaneci

publication

1.yayım, yayımlama, 2.yayın

publicist

halka tanıtan, reklamını yapan kimse, tanıtımcı

publicity agent

reklamcı

publicity campaign

reklam kampanyası

publicity man

reklamcı

publicity manager

reklam müdürü

publicity

1.tanıtma, reklam, 2.halkın dikkati

publicize

reklamını yapmak, halka tanıtmak

publicly

1. alenen, 2. halk tarafından, açıkça, güpegündüz

publish

1.yayımlamak, basmak, 2.herkese yaymak, açık etmek, açığa vurmak

publisher

yayımcı, yayınevi

publishing agreement

yayın sözleşmesi

publishing house

yayınevi

puce

koyu mor

pucka

1. birinci sınıf, kaliteli, 2. gerçek, halis

pucker

1.büzmek, buruşturmak, 2.buruşukluk, kırışıklık, kat

puckish

yaramaz, şakacı

pudding

puding, muhallebi

puddinghead

ahmak

puddle

su birikintisi, gölcük

pudency

1. alçakgönüllülük, 2. utangaçlık, mahcupluk

pudendum

vulva, ferç

pudent

alçakgönüllü

pudgy

1. bodur, tıknaz, 2. şişman

puerile

çocukça, çocuksu, aptalca

puerility

çocukluk

puerperal

doğumsal

puff adder

şişen engerek

puff and blow

üfleyip püflemek

puff box

pudra kutusu

puff out

1. şişmek, 2. şişirmek, 3. abartarak övmek

puff up

puffball

1. kabarmak, şişmek, 2. kabartmak, şişirmek 1.(sigara) fırt, 2.üfleme, üfürük, 3.esinti, 4.soluk, nefes, 5.üflemek, püflemek, 6.(sigara) içmek, 7.(buhar, duman, vb.) çıkarmak/çıkmak, 8.soluk soluğa kalmak, solumak kurtmantarı

puffery

aşırı övgü

puffin

iri gagalı bir deniz kuşu

puffiness

kabartı, şişkinlik

puffing

1. üfleme, 2. şişme

puffy

1.kabarık, şişik, 2.nefes nefese kalmış, şişmiş

pug nose

yassı burunlu

pug

yassı yüzlü ve kısa tüylü bir tür küçük köpek

pugilism

1. boksörlük, 2. boks sanatı

pugilist

boksör

pugnacious

kavgacı

pugnacity

kavgacılık

puisne

ikinci gelen, küçük

puissant

kudretli, muazzam

puke

1.kusmak, 2.kusmuk

pukka

katıksız, halis, hakiki, gerçek, devamlı

pulchritude

güzellik, zarafet

pulchritudinous

güzel, zarif

pule

zırıldamak, çocuk gibi ağlamak

puling

ağlayan, zayıf

pull a face

surat asmak

pull a fast deal

hileli iş yapmak

pull a fast one

kazık atmak

pull away

1. kaçmak, kurtulmak, 2. (taşıt) kalkmak, 3. kopartmak

puff

pull down the inflation enflasyonu aşağıya çekmek pull down

1. halsiz bırakmak, zayıf düşürmek, 2. yıkmak

pull in

1. istasyona girmek, 2. kenara çekilip durmak

pull of gravity

yerçekimi

pull off

1. becermek, halletmek, 2. yolun kenarına sürmek

pull on

giymek

pull one's punches

lafını esirgememek

pull one's socks up

aklını başına toplamak, işe koyulmak

pull one's weight

kendisine düşen işi yapmak

pull oneself together

kendini toplamak, toparlanmak

pull oneself up by one's kendi yağı ile kavrulmak own bootstraps pull out

1. (tren) istasyondan ayrılmak, 2. çıkmak, çekilmek

pull over

yolun kenarına çekmek

pull sb's leg

gırgır geçmek

pull sth to pieces

eleştirmek

pull strings

iltimas yaptırmak, torpil kullanmak

pull switch

çekmeli anahtar

pull the plug on

elini eteğini çekmek

pull the rug out from under sb

birinin ayağını kaydırmak

pull the wool over sb's eyes

aldatmak, kandırmak

pull through

1. sağ kalmak, yaşa(t)mak, 2. güçlükleri yenmek

pull to pieces

1. anlamsızlığını belirtmek, 2. parça parça etmek

pull together

1. duygularına hâkim olmak, 2. (kendini) toplamak

pull up stakes

ayağını kesmek, bağları koparmak

pull up

1. durmak, 2. durdurmak, 3. durumunu düzeltmek 1.çekmek, 2.çekmek, asılmak, çekiştirmek, 3.koparmak, yolmak, toplamak, 4.çekmek, toplamak, 5.çekme, çekiş, 6.zorlu tırmanış, 7.yudum, 8.fırt, 9.kısa sandal gezintisi, 10.etki, nüfuz, iltimas, torpil

pull

puller

çektirme

pullet

piliç

pulley block

makara, mandoz

pulley chain

palanga zinciri

pulley drive

kasnaklı tahrik

pulley face

kasnak yüzü

pulley

makara, kasnak

pullman car

koltuklu lüks vagon, yataklı vagon

pullman

1. pulman, 2. yataklı vagon

pullout

dergi ya da gazete eki

pullover

kazak

pullulate

1. filizlenmek, çimlenmek, 2. üreyip kaynamak

pulmonary artery

akciğer atardamarı

pulmonary circulation

akciğerdeki kan dolaşımı

pulmonary vein

akciğer toplardamarı

pulmonary

akciğerlerle ilgili, akciğerleri etkileyen, akciğer

pulmotor

suni teneffüs cihazı, yapay solunum aygıtı

pulp flume

küspe kanalı

pulp press

küspe presi

pulp silo

küspe silosu, küspe çukuru

pulp

1.meyve eti, 2.kâğıt hamuru, 3.hamurlaşmak, 4.hamurlaştırmak

pulper

küspe makinesi

pulpify

hamurlaştırmak

pulpiness

1. özlülük, etlilik, 2. yumuşaklık

pulpit

kürsü, mimber

pulpwood

hamur odunu, kâğıt yapmaya elverişli odun

pulpy

1. özlü, etli, 2. yumuşak

pulsar

pulsar, atarca yıldız, atarca

pulsate

1.titretmek, 2.(yürek, nabız, vb.) atmak, çarpmak

pulsating

pulsating

titreşimli

pulsation

1. titreşim, 2. nabız atışı, 3. kalp atışı, 4. vuru

pulsatory

atan, vuran, titreşimli

pulse amplifier

darbe amplifikatörü, puls amplifikatörü

pulse bandwidth

darbe bant genişliği

pulse carrier

darbe taşıyıcı

pulse code

darbe kodu

pulse counter

darbe sayacı

pulse frequency

darbe frekansı

pulse generator

darbe jeneratörü

pulse operation

darbeli çalışma

pulse radar

darbeli radar

pulse rate

bir dakikadaki nabız sayısı

pulse width

darbe genişliği

pulse

1.nabız, nabız atışı, 2.nabız gibi atmak, çarpmak, 3.bakliyat

pulsed

darbeli

pulsometer

pulsometre

pulverization

püskürtme

pulverize

1.ezmek, toz haline getirmek, 2.toz haline gelmek, 3.alt etmek, hezimete uğratmak, 4.fena dövmek/vurmak

pulverized coal

toz kömür

pulverized

toz halinde, ezilmiş

pulverizer

püskürtücü

pulverulent

tozlu, toz halinde

puma

puma

pumice stone

süngertaşı

pumice

sünger taşı

pummel

yumruklamak

pump dry

bir kuyunun suyunu boşaltmak

pump handle

pompa kolu

pump inlet

pump inlet

pompa girişi

pump money into

para pompalamak, para sağlamak

pump nozzle

pompa enjektörü

pump plunger

pompa pistonu, dalma piston

pump priming

teşvik, destekleme

pump rod

pompa çubuğu, pompa kolu

pump room

tulumba dairesi

pump sump

pompa yağ haznesi

pump up

hava basıp şişirmek, tulumba ile su çekmek

pump valve

pompa supabı

pump

1.pompa, 2.tulumba, 3.pompalamak, 4.ağzını aramak

pumping action

pompalama hareketi

pumping speed

pompalama hızı

pumping station

pompa istasyonu

pumping

pompalama, su çekme

pumpkin

balkabağı

pun

cinas, sözcük oyunu

punch bowl

punç kasesi

punch card

delikli kart, delgili kart

punch tape

delikli şerit

punch

1.yumruklamak, 2.zımbalamak, 3.bizle delmek, 4.yumruk, 5.zımba, 6.matkap, delgi, 7.punç, 8.güç, etki

punch-up

kavga, dövüş

punched card

delikli kart

punched tape

delikli şerit

punched

delikli

puncheon

1. büyük fıçı, 2. çatı direği, zımba

puncher

1. zımba, 2. kavgacı

punctate

benekli, noktalı

punctation

beneklilik

punctilio

punctilio

1. titizlik, özen, 2. törene düşkünlük

punctilious

titiz, dikkatli, özenli

punctual

dakik, zamanında olan/yapan

punctuality

dakiklik

punctually

tam zamanında, gününde

punctuate

1.noktalama işaretlerini koymak, 2.(sözü, vb.) ikide bir kesmek

punctuation marks

noktalama işaretleri

punctuation

noktalama

puncture

1.küçük delik, 2.(lastikte, vb.) patlak, 3.patlamak, 4.delmek, delik açmak

pundit

bilgin, bilge, bilirkişi

pungency

1. sertlik, acılık, keskinlik, 2. burukluk

pungent

1.keskin kokulu, sert, acı, keskin, 2.(davranış, söz, yazı, vb.) sert, ısırıcı

punish

1.cezalandırmak, 2.kötü biçimde dövmek, hırpalamak, katlamak

punishable

cezalandırılır

punishing

yorucu, öldürücü

punishment

1.ceza, 2.cezalandırma, 3.kötü davranma, zarar verme

punitive

1.ceza kabilinden, cezayla ilgili, 2.acımasız, çok sert

punk

1.pank, 2.siktiriboktan, 3.Aİ, hasta, rahatsız, 4.çürümüş odun, 5.zırva, saçmalık, 6.pankçı

punnet

meyve sepeti

punster

cinas yapan kimse

punt

1.altı düz sandal, 2.altı düz sandalla geçmek

punter

at yarışı oynayan kimse, bahis sahibi

puny

1. sıska, çelimsiz, 2. zayıf, aciz, güçsüz

pup

1.yavru fok, 2.yavru köpek, 3.(köpek) doğurmak, yavrulamak

pupa

pupa

pupate

pupa evresini geçirmek

pupation

pupa evresi

pupil

1.öğrenci, 2.gözbebeği

pupillage

1. öğrencilik, 2. vesayet altında bulunma

puppet government

puppet government

kukla hükümet

puppet show

kukla oyunu

puppet

1.kukla, 2.başkasının oyuncağı, kukla

puppeteer

kuklacı

puppy

köpek yavrusu

puppyhood

gençlik, delikanlılık

purblind

odun kafa, mankafa

purchasable

satın alınabilir

purchase budget

alım bütçesi

purchase cost

satın alma maliyeti

purchase discount

indirim, ıskonto

purchase invoice

alış faturası

purchase money

bedel

purchase on account

kredili satış

purchase on credit

kredili satın alma

purchase on instalments taksitle alış purchase pattern

satın alma biçimi

purchase power

satın alma gücü

purchase price

alış fiyatı

purchase tax

alım vergisi

purchase

1.satın almak, 2.(çaba, özveri, vb. karşılığında) elde etmek, kazanmak, 3.satın alma, alım, 4.satın alınan şey

purchaser

müşteri, alıcı

purchasing association satın alma kurumu purchasing department satın alma bölümü purchasing power

satın alma gücü

purchasing

satın alma

purdah

peçe

pure coal

saf kömür

pure colour

saf renk

pure competition

pure competition

serbest rekabet

pure generator

saf üreteç

pure gold

saf altın

pure linen

saf keten

pure mathematics

soyut matematik

pure memory

saf bellek

pure monopoly

tam tekel

pure physics

teorik fizik, kuramsal fizik

pure science

soyut bilim, kuramsal bilim

pure silk

saf ipek, has ipek

pure storage

saf bellek

pure water

saf su, arı su

pure wool

saf yün

pure

1.katıksız, arı, saf, halis, 2.temiz, 3.safkan, 4.saf, masum, namuslu, iffetli, 5.soyut, kuramsal

purebred

safkan, arıkan

puree

1.ezme, püre, 2.püre yapmak

purely

tamamen, sırf, yalnız

purfle

kenarını süslemek

purfling

süslü kenar

purgation

1. temizleme, 2. bağırsakların temizlenmesi

purgative

müshil, içsürdürücü, pürgetif

purgatory

1.Araf, 2.acı çekilen dönem/durum/yer

purge date

purification

silme tarihi 1.(parti, vb.'den) istenmeyen kişileri temizleme, tasfiye, 2.müshil, içsürdürücü, 3.temizlemek, arıtmak, 4.günahtan arındırmak, temizlemek, kurtarmak, 5.zararlı kişilerden kurtarmak, tasfiye etmek, 6.müshil ile bağırsakları temizlemek, 7.huk. aklamak, temize çıkarmak arıtma, temizleme

purifier

temizleyici, arıtıcı

purify

temizlemek, arındırmak, arıtmak

purifying agent

temizleme maddesi

purifying apparatus

arıtma cihazı

purge

purine

purin

purism

dilde aşırı dikkat

purist

(dilin kullanımında) aşırı dikkatli, titiz kimse, arıtımcı

puritan

yobaz, bağnaz, sofu

puritanical

sofu, bağnaz

puritanism

sofuluk

purity

saflık, temizlik, arılık

purl

ters ilmik

purler

şiddetli düşüş

purlieus

1. etraf, civar, 2. varoş

purlin

1. aşık, çatı aşığı, 2. sırt kirişi

purloin

yürütmek, araklamak

purloiner

hırsız

purple heron

erguvani balıkçıl

purple

mor

purplish

mor rengine çalan, morumtırak

purport

1.anlam, niyet, 2.gibi görünmek, iddia etmek

purpose

1.amaç, gaye, maksat, erek, 2.niyet, kasıt, 3.kararlılık, niyet

purpose-built

belli bir amaç için özel yapılmış

purposeful

bir amaca yönelik, amaçlı

purposeless

amaçsız, anlamsız

purposely

kasten, mahsus, bilerek

purposive

amaçlı, maksatlı

purpura

purpura hastalığı

purr

1.(kedi) mırlamak, 2.(motor) hırıldamak, 3.tatlı bir sesle söylemek, 4.kedi mırlaması, mırıltı, 5.motor hırlaması, hırıltı

purse one's lips

dudak bükmek

purse snatcher

kapkaççı

purse

1.küçük para çantası, para kesesi, 2.kadın el çantası, 3.alım gücü, kese, 4.toplanan para, ödül, 5.(dudak) büzmek

purse-strings

kese bağları

purser

gemi muhasebecisi/veznedarı

purslane

semizotu

pursuance

sürdürme, devam, takip

pursuant

1. uygun, mutabık, muvafık, 2. uygun olarak, yerinde

pursue

1.kovalamak, peşine düşmek, izlemek, 2.(talihsizlik, vb.) peşini bırakmamak, 3.(şöhret, vb.) peşinden koşmak, 4.(işe, vb.) devam etmek, sürdürmek

pursuer

veznedar, muhasebeci

pursuit plane

avcı uçağı

pursuit

1.kovalama, takip, peşine düşme, 2.meşgale, uğraş, iş

pursy

1. tıknefes, 2. buruşuk, katlanmış

purulence

1. irin, cerahat, 2. cerahat toplama

purulency

irin toplama

purulent matter

irin, cerahat

purulent

irinli, cerahatli

purvey

(gıda, vb.) tedarik etmek, bulundurmak

purveyance

(gıda, vb.) tedarik etme, bulundurma

purveyor

tedarikçi, satıcı

purview

1. alan, 2. anlam, meal, 3. mana

pus

cerahat, irin

push about

öteye beriye bakmak

push along

1. gitmek, kaçmak, yaylanmak, 2. devam etmek

push around

boyun eğmeye zorlamak, şamar oğlanına çevirmek

push back

geriye itmek

push bolt

sürgü

push button

elektrik düğmesi

push for

can atmak, arzulamak

push forward

ileri sürmek

push in

kabaca sözünü kesmek

push off

siktir olup gitmek, defolmak

push on

1. acele etmek, 2. ilerlemek, 3. cesaret vermek

push one's luck

şansını zorlamak, riske girmek

push out

kovmak, başından atmak, defetmek

push rod

itici mil, itme çubuğu, supap iticisi

push to the wall

köşeye sıkıştırmak

push up the daisies

Niyazi olmak, ölüp gömülmek

push up

fiyatları yukarı çekmek 1.itmek, 2.basmak, bastırmak, 3.sıkıştırmak, zorlamak, baskı yapmak, 4.reklamını yapmak, 5.uyuşturucu satmak, 6.... yaşına merdiven dayamak, 7.itme, itiş, kakma, dürtme, 8.ilerleme, hücum, 9.çaba, gayret, güç, enerji, 10.girginlik, girişkenlik, 11.destek, yardım, 12.işten kovulma, atılma basmalı anahtar

push push-button switch

push-button telephone tuşlu telefon push-button

elektrik düğmesi, basmalı düğme

push-pull

puşpul, açma-kapama

pushbike

bisiklet

pushcart

el arabası

pushchair

çocuk arabası

pushdown

aşağı itmeli

pushed

1.sıkışık, parasız, kesik, 2.meşgul, işi başından aşkın

pusher

1.fırsatçı, 2.uyuşturucu satıcısı

pushful

1. girişken, 2. sırnaşık

pushing

1. iten, 2. girişken, girgin, 3. pişkin, sıkılmaz

pushover

çocuk oyuncağı

pushpin

raptiye

pushup

şınav

pushy

(kendi işlerinde) çok titiz, tezcanlı

pusillanimity

1. korkaklık, ödleklik, 2. alçaklık

pusillanimous

1. korkak, ödlek, 2. yüreksiz

puss

1.kedi, pişik, pisi pisi, 2.kız, 3.yüz, surat

pussy

1.kedi, pişik, pisi pisi, 2.kab, am, amcık

pussycat

kedi, pişik, pisi pisi

pustulate

sivilceli

pustule

1. sivilce, 2. kabarcık, 3. püstül

put a light to

yakmak, tutuşturmak

put a spoke in sb's wheel

birinin çanına ot tıkamak

put about

1. (haber) yaymak, 2. çevirmek

put across

1. anlatmak, açıklamak, 2. kabul ettirmek

put all one's eggs in one varını yoğunu tehlikeye atmak basket put an embargo on

-e ambargo koymak

put an end to

-e bir son vermek

put aside

biriktirmek, bir kenara koymak

put away

1. kaldırmak, yerine koymak, 2. saklamak, ayırmak

put back

1. geri almak, 2. geciktirmek, 3. ertelemek

put by

bir kenara koymak, ayırmak, saklamak

put down for

1. listeye kaydetmek, 2. yerine koymak

put down to

(nedenini) -e bağlamak

put down

denetim altına almak, bastırmak

put forth

1. göstermek, 2. önermek, ileri sürmek

put forward

1. ileri sürmek, 2. adaylığını koymak

put heads together

kafa kafaya vermek

put in for

1. için başvurmak, 2. adaylığını koymak

put in order

düzene koymak

put in parentheses

parantez içine almak

put in the shade

gölgede bırakmak

put in

1. limana girmek, 2. uğramak, 3. vurmak, çalmak

put into circulation

piyasaya sürmek

put into

1. para vermek, 2. tercüme etmek, çevirmek

put off

1. ileriye almak, ertelemek, 2. geciktirmek

put on airs

havalara girmek, hava atmak

put on an act

poz yapmak, hava atmak

put on hold

telefonu kapatmayıp beklemek

put on one's thinking cap

kafa yormak

put on the dog

çalım satmak

put on the heat

gözdağı vermek

put on the market

satışa çıkarmak

put on weight

kilo almak

put on

1. giymek, takmak, 2. numarası yapmak, 3. artırmak

put one over on sb

birini gürültüye getirmek

put one's back into

canını dişine takmak

put one's cards on the table

gizlisi saklısı olmamak

put one's finger on

1. parmak basmak, 2. keşfetmek, göstermek

put one's foot down

ayak diremek

put one's foot in it

pot kırmak, baltayı taşa vurmak

put one's hand into one's pocket

elini cebine götürmek

put one's hand to the plow

canını dişine takmak

put one's heart and soul canla başla çalışmak into put one's nose to the grindstone

canla başla çalışmak

put one's oar in

burnunu sokmak

put one's shirt on sth

bütün parasını yatırmak

put one's shoulder to the wheel

canını dişine takmak

put one's skates on

acele etmek

put oneself out

put oneself out

zahmete girmek

put onto one side

bir kenara bırakmak

put onto

hakkında bilgi vermek

put out of temper

sinirlendirmek

put out

1.söndürmek, öçürmek, 2.üzmek, rahatsız etmek, darıltmak

put over

1. (gemi) yana yatmak, 2. anlatmak, açıklamak

put paid to

mahvetmek, berbat etmek, yok etmek

put pen to paper

kâğıda kaleme sarılmak

put prices up

fiyatları yükseltmek

put right

düzeltmek, iyileştirmek

put sb in one's black books

birini kara listeye almak

put sb on a pedestal

birini baş tacı etmek

put sb on the spot

birini sıkboğaz etmek

put sb out of the way

ortadan kaldırmak, öldürmek

put sb through his paces

yeteneklerini ölçmek, sınamak

put sb through

1. başarıya ulaştırmak, 2. bağlamak

put sb to great expense masrafa sokmak put sb under arrest

tutuklamak

put sb's back up

birini çileden çıkarmak

put sb's nose out of joint

gözden düşürmek, havasını söndürmek, kıskandırmak

put sth above

olduğundan değerli görmek

put sth on paper

bir şeyi kâğıda dökmek

put sth on the line

dobra dobra konuşmak

put sth to one side

bir şeyi bir kenara bırakmak

put sth to the vote

oya koymak

put sth up for auction

açık artırmaya çıkarmak

put sth up for sale

satışa çıkarmak

put the blame on

suçu -e yüklemek

put the boot in

tekmeyi patlatmak

put the car in neutral

arabayı boş vitese almak

put the cart before the 1. yemeğe tatlıdan başlamak, 2. tersine iş görmek horse put the wind up

ödünü patlatmak

put their heads together baş başa verip düşünmek put through

1. başarmak, gerçekleştirmek, 2. (telefon) bağlamak

put to bed

yatırmak

put to death

öldürmek, idam etmek

put to good use

iyi kullanmak

put to one side

bir kenara bırakmak

put to sea

denize açılmak

put to shame

utandıracak derecede üstün olmak

put to sleep

uyutmak, yatırmak

put to

1. sıkıca kapatmak, 2. sahile doğru gitmek

put together

1. kurmak, 2. toplamak, 3. birleştirmek

put two and two together

düşünüp taşınmak

put up at a hotel

otelde konaklamak

put up to auction

mezada çıkarmak

put up to

fikrini vermek, önermek

put up with

tahammül etmek, katlanmak, dayanmak, çekmek

put up

1. kaldırmak, 2. (ilan, vb.) asmak, 3. (fiyat) artırmak

put upon

rahatsız etmek

put words into sb's mouth

birinin avukatlığını yapmak

put

1.koymak, yerleştirmek, 2.açıklamak, ifade etmek, 3.çevirmek, tercüme etmek, 4.sormak, 5.yazmak, oymak, 6.(gülle, vb.) atmak, fırlatmak, 7.uydurmak, 8.para yatırmak, 9.bahis tutuşmak, 10.yapmak, etmek, yüklemek, koymak, 11.gitmek, ilerlemek, koşmak, 12.önermek, teklif etmek, oya sunmak

put-off

bahane, mazeret, ayak

put-on

1. numara, poz, ayak, 2. şaka

put-put

pat pat, motor sesi

put-up job

danışıklı dövüş

put-up

önceden ayarlanmış

put-upon

kullanılmış, sömürülmüş

putamen

eriğin çekirdeği

putative

öyle olduğu sanılan, öyle kabul edilen, varsayılan, farzedilen, sözde ... olan

putlog

iskele kirişi

putrefacient

çürütücü

putrefaction

1.çürüme, kokuşma, 2.çürümüş, kokmuş şey

putrefactive

çürütücü

putrefy

1.çürümek, 2.çürütmek

putrescence

1. çürüklük, 2. kokuşma

putrescent

1. çürümekte olan, 2. kokuşuk

putrescine

putresin

putrid

1.çürük, kokmuş, kokuşmuş, 2.beş para etmez, rezil, berbat

putsch

ayaklanma, darbe

putt

(golf) deliğe sokmak için hafifçe (topa) vurmak

puttee

dolak

putter

golf sopası

putty knife

ıspatula

putty powder

cila tozu

putty

cam macunu

puzzle about

çözmeye çalışmak, anlamaya çalışmak

puzzle over

çözmeye çalışmak, anlamaya çalışmak

puzzle

1.şaşırtmak, kafasını karıştırmak, 2.(about/over/as to ile) çözmeye, anlamaya çalışmak, bir yanıt bulmaya çalışmak, 3.bilmece, bulmaca, 4.muamma, anlaşılmaz/ açıklanmaz şey

puzzlement

şaşkınlık, tereddüt

puzzler

anlaşılmaz mesele, bilmece

puzzling

şaşırtıcı, içinden çıkılmaz

pycnometer

1. yoğunluk şişesi, piknometre, 2. yoğunluk ölçeri

pyelitis

piyelit

pygmy

1.pigme, 2.cüce

pyjamas

pijama

pylon

çelik elektrik direği

pyloric

mide kapısıyla ilgili

pylorus

1. mide kapısı, 2. pilor

pyramid

ehram, piramit, köpyak

pyramidal

1. piramit biçiminde, 2. piramidal

pyrazole

pirazol

pyre

ölü yakmak için toplanan odun yığını

pyrene

piren

pyrethrum

1. pireotu, 2. pirekapan

pyrex

ateşe dayanıklı cam eşya

pyrexia

1. humma, yüksek ateş, 2. ateşli olma

pyrheliometer

1. günerkölçer, 2. güneşölçer

pyridine

piridin

pyrimidine

pirimidin

pyrite

pirit

pyrites

kükürtlü maden

pyro-

1. (önek) ateş, 2. sıcaklığa ait, ısıya ait

pyroelectric

piroelektrik

pyroelectricity

piroelektrik

pyrogallol

pirogallol

pyrogenous

ateşten oluşan

pyrolatry

ateşe tapma

pyrolusite

piroluzit

pyrolysis

piroliz, ısılbozunma

pyrolytic

pirolitik

pyromania

yakma deliliği

pyrometer

1. pirometre, 2. ateşölçer

pyrometry

pirometri

pyromorphite

piromorfit

pyrone

piron

pyrope

pirop

pyrophosphate

pirofosfat

pyrotechnic

piroteknik

pyrotechnical

hava fişekçiliği

pyrotechnics

1.fişekçilik, 2.havai fişek gösterisi, 3.aşırı gösteriş, şatafat

pyroxene

piroksen

pyroxenite

piroksenit

pyroxylin

pamuk barutu

pyrrolidine

pirolidin

Pythagorean

Pisagor

python

piton yılanı

pythoness

falcı kadın

pyx

sikke ayar kutusu

quack

1.ördek sesi, vak, 2.yalancı doktor, şarlatan

quackery

şarlatanlık

quad

1.avlu, bahçe, 2.dört ayaklı hayvan, 3.dördüz

quadrable

karesi alınır

quadragenarian

kırk yaşında (kimse), kırklık

quadrangle

1.avlu, bahçe, 2.dörtgen

quadrangular

dörtgenel, dört köşeli

quadrant

1.çeyrek daire, 2.açıölçer

quadrantal point

arayön

quadraphonic

(ses) dört kanallı, kuadrofonik

quadraphony

quadraphony

kuadrofoni

quadrat

katrat

quadrate

1. dört köşeli, 2. kare, dört köşeli

quadratic

1. dörtgen gibi, 2. ikinci dereceden

quadrature

1. dörtlük, 2. kareleştirme, 3. kareleme

quadrennial

1. dört yılda bir olan, 2. dört yıl süren

quadri-

(önek) dört

quadriceps

dörtbaşlı kas

quadrifid

dört parçalı

quadrilateral

dörtgen

quadrillion

katrilyon

quadrinomial

dört terimli

quadrivalent

dört değerli

quadroon

zenci melezi

quadrophonic

kuadrofonik

quadrophony

kuadrofoni

quadruped

dört ayaklı hayvan

quadruple

1.dörtle çarpmak, 2.dört katı olmak, dört kat büyük olmak, 3.dörtlü, dört katı

quadruplet

dördüz

quadruplex

dört katlı

quadruplicate

1. dört misli, 2. dörtle çarpmak, dört misli artırmak

quadrupole

kuadrupol

quaff

kana kana içmek

quag

bataklık

quagga

yaban eşeği

quaggy

bataklık gibi

quagmire

bataklık

quail

1.bıldırcın, 2.korkudan sinmek, ürkmek, titremek

quaint

(eski olduğu için) ilginç, çekici, değişik

quaintness

quaintness

1. ilginçlik, değişiklik, 2. tuhaflık

quake in one's boots

ödü kopmak, korkudan tir tir titremek

quake

1.titremek, sallanmak, 2.deprem

qualifiable

düzeltilebilir, değiştirilebilir

qualification

1.nitelendirme, niteleme, 2.nitelik, özellik, yeterlik, vasıf, 3.şart, sınırlama, vasıf

qualificative adjective

niteleme sıfatı

qualificative

niteleyici

qualified acceptance

şartlı kabul

qualified

1.nitelikli, kalifiye, vasıflı, 2.şartlı, sınırlı

qualify

1.hak kazanmak, yeterli olmak, kalifiye olmak, 2.hak kazandırmak, yeterli kılmak, kalifiye etmek, 3.sınırlandırmak, değiştirmek

qualifying examination eleme sınavı qualifying round

seçim turu

qualitative adjective

niteleme sıfatı

qualitative adjectives

nicelik sıfatları

qualitative analysis

nitel çözümleme

qualitative

nitel

quality assurance

kalite sigortası

quality control

kalite kontrolü

quality engineering

kalite mühendisliği

quality factor

kalite faktörü

quality

1.nitelik, kalite, vasıf, 2.özellik

qualm

1.mide bulantısı, 2.kuşku, kaygı, huzursuzluk, endişe, kuruntu

qualmish

mide bulandırıcı

quandary

kararsızlık

quantify

(miktar) ölçmek

quantitative analysis

nicel çözümleme

quantitative pronoun

nicelik zamiri

quantitative

nicel

quantity buyer

toptancı

quantity of electricity

quantity of electricity

elektrik miktarı

quantity of heat

ısı miktarı

quantity production

seri üretim

quantity purchase

büyük miktarda alım

quantity

1.nicelik, 2.miktar

quantization

kuvantumlama, nicemleme

quantize

nicelendirmek, niceliklerini bulmak

quantor

niceleyici

quantum energy

kuvantum enerjisi

quantum mechanics

kuvantum mekaniği

quantum number

kuvantum sayısı

quantum optics

kuvantum optiği

quantum physics

kuvantum fiziği

quantum state

kuvantum hali, nicem hali

quantum statistics

kuvantum istatistiği

quantum theory

kuvantum teorisi, nicemler kuramı

quantum

1. kuvantum, 2. kemiyet, yeterli miktar, güç birimi

quarantine anchorage

karantina limanı

quarantine

1.karantina, 2.karantinaya almak

quarrel with one's bread and butter

ekmek parası ile oynamak

quarrel

1.kavga, atışma, çekişme, bozuşma, 2.kavga nedeni, anlaşmazlık, 3.kavga etmek, kapışmak, çekişmek, atışmak, bozuşmak

quarrelsome

kavgacı

quarry

1.ay, 2.taş ocağı

quarrystone

ocak taşı

quart

galon'un dörtte biri, kuart (, lt.)

quartan

dört günde bir olan

quarter wave

çeyrek dalga 1.çeyrek, 2.çeyrek saat, 3.üç aylık süre, 4. sent, çeyrek dolar, 5.dörde bölmek, 6.(kışlaya) yerleştirmek, oturtmak, 7.dört bir yan, 8.mahalle, semt, bölge, 9.aman, 10.ç, ask. kışla, konak

quarter

quarter-turn

çeyrek dönüş

quarterage

üç aylık ücret

quarterdeck

subaylara mahsus güverte

quarterfinal

çeyrek final

quarterly

üç ayda bir olan, üç aylık

quartermaster

1.levazım subayı, 2.serdümen

quartermaster-officer

levazım subayı

quarters

kışla, konak

quartet

dörtlü, kuartet

quartic

dördüncü dereceden, dörtlenik

quartile

kartil

quarto

dört yapraklı forma

quartz crystal

kuvars kristali

quartz filter

kuvars filtre

quartz glass

kuvarslı cam, kuvars camı

quartz lamp

kuvars lambası

quartz powder

kuvars tozu

quartz

kuvars

quartziferous

kuvarslı

quartzite

kuvarsit

quash

1.feshetmek, iptal etmek, kaldırmak, 2.bastırmak, dizginlemek

quasi official

yarı resmi

quasi

sanki, güya, diyesin

quasi-

(önek) benzeri, hemen hemen, yarı, sanki

Quaternary

kuaterner, dördüncü çağ

quaternion

kuaterniyon, dördey

quatrain

dört dizelik şiir, dörtlük

quatrefoil

dört parçalı yaprak

quaver

1.ses titreterek söylemek, tril yapmak, 2.titrek sesle söylemek, 3.titreme, sesi titretme, tril

quay

rıhtım

quayage

rıhtım resmi, iskele parası

quean

edepsiz kız, oynak kız

queasiness

mide bulanması

queasy

midesi bulanmış, kusacak halde

queen bee

arıbeyi

queen dowager

ölmüş kralın dul eşi

queen mother

ana kraliçe

queen

1.kraliçe, 2.(iskambil) kız, dam, 3.(satranç) vezir, 4.ibne

queer sb's pitch

birinin işini sekteye uğratmak

queer

1.acayip, tuhaf, garip, 2.kaçık, üşütük, 3.ibne, 4.bozmak, mahvetmek

queerness

tuhaflık, keyifsizlik

quell

bastırmak, ezmek, önünü almak

quench

1.söndürmek, 2.dindirmek, yatıştırmak, 3.(susuzluk, vb.) gidermek

quencher

söndürücü

quenching

1. söndürme, 2. suverme

quennly

kraliçe gibi

quercetin

(boya) kuersetin

quern

el değirmeni

querulous

yakınan, şikayet eden, söylenen, mızmız, dırdırcı

querulousness

mızmızlık

query station

question mark

sorgulama istasyonu 1.sorgu, soru, 2.kuşku, şüphe, 3.sormak, sorguya çekmek, soruşturmak, 4.-den kuşkulanmak, 5.(yazıda anlaşılmayan bir ifadenin yanına) soru işareti koymak soru işareti

question tag

değil mi sorusu

question

1.soru, 2.sorgu, 3.konu, sorun, mesele, problem, 4.kuşku, şüphe, 5.sorguya çekmek, 6.kuşkulanmak, şüphelenmek, - den şüphe etmek

questionable

1.kesin olmayan, tartışılabilir, 2.kuşkulu, şüpheli, kuşku uyandıran

questioning

soru sorar gibi, sorgu dolu, kuşkulu

questionnaire

anket

query

queue up

kuyruğa girmek, sıraya girmek

queue

1.kuyruk, sıra, 2.kuyruk oluşturmak, kuyruğa girmek

quibble

1.önemsiz konular üzerinde tartışmak, 2.gerçek sorundan uzaklaşıp küçük şeylerle tartışma, 3.lafı çevirme

quibbler

safsatacı kimse

quick acting

çabuk etki eden

quick ash

uçan kül

quick lime

sönmemiş kireç

quick motion

hızlı hareket, hızlandırılmış hareket

quick return

quick-firing

seri dönüşlü 1.çabuk, hızlı, süratli, 2.tez, çabuk, 3.çabuk kavrayan, anlayışlı, zeki, 4.çabuk parlayan, ateşli, 5.tırnak altındaki duyarlı et, 6.çabucak, süratle, hemen seri ateşli (top)

quick-freeze

çabuk dondurmak

quick-sighted

keskin gözlü, çabuk anlayan

quick-tempered

çabuk öfkelenen

quick-witted

1. kavrayışlı, zeki, akıllı, 2. çabuk anlayan

quicken

1.çabuklaşmak, hızlanmak, 2.çabuklaştırmak, hızlandırmak

quickie

1. çarçabuk yapılan şey, 2. hafifmeşrep kadın

quicklime

sönmemiş kireç

quickly

çabucak, süratle, hızla

quickness

hız, çeviklik, sürat

quicksand

bataklık

quicksilver

civa

quickstep

bir tür dans (müziği)

quid pro quo

karşılık, bedel

quid

1.ağızda çiğnenen tütün, 2.paund, sterlin

quidnunc

1. meraklı, 2. dedikoducu

quiescence

devinimsizlik, hareketsizlik, sessizlik

quiescent

devinimsiz, hareketsiz, sessiz, sakin, dinlenmede

quick

quiet down

yatışmak

quiet enjoyment

zilyetlik 1.sessizlik, sakinlik, durgunluk, 2.gürültüsüz, sessiz, sakin, 3.durgun, hareketsiz, 4.dertsiz, belasız, huzurlu, 5.mütevazi, yalın, sade, basit, gösterişsiz, 6.(renk) donuk, mat, 7.bkz. quieten

quiet quieten

(down ile), susturmak, susmak, sakinleştirmek, sakinleşmek

quietism

dingincilik, sakincilik

quietly

yavaşca, sessizce, hareketsizce

quietness

1. sessizlik, sakinlik, 2. dinginlik

quietus

1.ölüm, 2.hareketsizlik

quill driver

yazar, karalamacı

quill

1.iri kuş tüyü, 2.tüy kalem, 3.kirpi dikeni

quilt

yorgan

quilted

kapitone

quilting

1. yorgancılık, 2. yorganlık malzeme

quim

am, amcık

quinary

beşli

quince

ayva

quinine

kinin

quinol

kuinol

quinoline

kuinolin

quinone

kuinon

quinquennial

beş sene süren

quins

beşizler

quinsy

1. anjin, farenjit, 2. bademcik iltihabı

quintal

kental

quinte

eskrimde bir duruş biçimi

quintessence

timsal, mükemmel örnek

quintessential

özlü

quintet

beşli

quintillion

kentilyon

quintuple

beş kat, beş misli

quintuplet

beşiz

quip

alaylı/zekice söz, nükteli söz, iğneli söz

quire

yirmi dört tabakalık kâğıt destesi

quirk

1.garip rastlantı, garip olay, 2.acayiplik, garip davranış (eğilimi)

quit claim

davadan vazgeçme

quit

1.bırakıp gitmek, 2.-den ayrılmak, terketmek, 3.bırakmak, vazgeçmek

quite a bit

epeyce

quite a few

birçok

Quite so

Evet, Aynen öyle

quite something

olağanüstü şey, süper şey

quite

1.tamamen, tümüyle, büsbütün, tam olarak, 2.bir dereceye kadar, epey, az çok, oldukça, hayli, cüda, 3.ünl. Aynen öyle. Doğru

quits

(with ile) aynı düzeyde, denk, fit, anlaşmaya varmış

quittance

1. misilleme, karşılık, 2. borçtan kurtulma

quitter

1. işi bırakan kimse, 2. dönek, 3. hain

quiver

1.ok kılıfı, sadak, okluk, 2.titreme, 3.titretmek

quixotic

Don Kişot gibi idealist ve hayalci

quixotism

donkişotluk, gereksiz kahramanlık

quiz master

yarışmada soru soran kimse

quiz programme

bilgi yarışması

quiz show

bilgi yarışması

quiz

1.kısa sınav, yoklama, 2.bilgi yarışması, 3.sorular sormak, sorguya çekmek

quizzical

şakacı, alaycı, komik, eğlenceli

quod

hapishane

quoin

1.duvarın dış köşesi, 2.köşe taşı, 3.takoz, kıskı

quoit

1.çubuğa geçirmek için atılan halka, 2.ç. halka oyunu

quondam

1. eski, sabık, 2. önceden

quonset hut

çelik baraka

quorum

yeter çoğunluk, salt çoğunluk

quota candidate

kontenjan adayı

quota system

pay sistemi

quota

1.pay, 2.kota, kontenjan

quotable

1. aktarılabilir, 2. söylenebilir

quotation mark

tırnak işareti

quotation

1.alıntı, iktibas, aktarma, parça, 2.geçer değer, rayiç, piyasa, 3.maliyet belirleme, maliyet tahmini

quote

1.alıntı yapmak, iktibas etmek, 2.anmak, zikretmek, 3.fiyat vermek, 4.iktibas, alıntı, 5.sunulan fiyat

quoted

1. kote edilmiş, 2. fiyat teklif edilmiş

quotidian

günlük, her günkü

quotient

bölüm

r‚gie

tekel, reji

rabbet

1. oluk, yiv, zıvana, 2. oluk açmak, 3. lambalı geçme yapmak

rabbeting

kiniş açma, kinişli geçme

rabbi

haham

rabbit

1.adatavşanı, tavşan, 2.(on ile), dırdır etmek, kafa ütülemek

rabble

1.gürültücü kalabalık, 2.ayaktakımı

rabble-rousing

galeyana getirici, kışkırtıcı

rabid

1.kuduz hastası, 2.aşırı bağnaz, azgın

rabies

kuduz hastalığı

raccoon

rakun

race against time

zamana karşı yarışma

race an engine

motoru amble etmek

race horse

racecourse

koşu atı, yarış atı 1.yarış, 2.su akıntısı, 3.ç. at yarışı, 4.yarışmak, 5.çok hızlı gitmek, 6.çok hızlı götürmek, yetiştirmek, 7.yarışa sokmak, yarıştırmak, 8.(motor) fazla hızlı çalışmak, 9.ırk, 10.soy (hipodromda) koşu alanı

racehorse

yarış atı

raceme

çiçek salkımı, demet

racemic

rasemik

racer

1. yarışçı, 2. yarış atı, 3. yarış arabası

race

races

at yarışı

racetrack

yarış pisti, koşuyolu

raceway

kanal

rachis

belkemiği, omurga

rachitis

raşitizm

racial discrimination

ırk ayrımı

racial equality

ırk eşitliği

racial segregation

ırk ayrımı

racial

ırkla ilgili, ırksal

racialism

ırkçılık

racialist

ırkçı

raciness

canlılık, zindelik, neşe

racing car

yarış arabası

racing circuit

yarış alanı

racing cyclist

bisiklet yarışçısı

racing driver

araba yarışçısı

racing

1. yarış, 2. yarış

racism

ırkçılık

racist

ırkçı

rack and ruin

yıkık döküklük, harabelik

rack one's brains

kafa patlatmak, çok düşünmek

rack railway

dişli tren, dişli demiryolu

rack wheel

dişli tekerlek, dişli çark

rack

1.parmaklıklı raf, askı, 2.işkencede kullanılan germe aleti, 3.çok acı vermek, 4.fazla kira istemek

rack-and-pinion

dişli kol ve fener dişli

racket

1.tenis raketi, 2.gürültü, patırtı, 3.tehditle ya da kazıklayarak para kazanma, haraççılık, dolandırıcılık

racketeer

haraççı, dolandırıcı

raconteur

iyi öykü anlatan kimse

racoon

rakun

racy

1.eğlendirici, canlı, 2.seksle ilgili, ayıplı

rad

radikal

radar beacon

radar farı

radar range

radar menzili

radar scope

radar ekranı

radar

radar

radarscope

radar ekranı

raddle

kırmızı tebeşir

radial axle

radyal dingil

radial deviation

radyal sapma

radial distribution

radyal dağılım

radial engine

radyal motor, yıldız motor

radial flow turbine

radyal türbin

radial gate

radyal kapak

radial pressure

radyal basınç

radial tyre

radyal lastik

radial valve

radyal vana

radial velocity

ışınsal hız

radial

1.merkezden çıkan, radyal, 2.ışınsal, 3.yarıçapla ilgili, 4.radyal lastik

radially

radyal olarak

radian measure

radyan ölçümü

radian

radyan

radiance

1.parlaklık, aydınlak, 2.neşe, sevinç

radiancy

parlaklık, şaşaa, nur, parıltı, fer

radiant energy

ışıyan enerji, ışıyan erke

radiant

1.ışık saçan parlak, 2.ısı yayan, 3.neşe saçan, sevinçli

radiate

1.ışık saçmak, 2.ısı yaymak, 3.(neşe, vb.) saçmak, 4.(from ile) -den gelip yayılmak

radiation chemistry

radyasyon kimyası

radiation counter

radyasyon sayacı

radiation damage

radiation damage

radyasyon zararı

radiation detector

radyasyon detektörü

radiation intensity

radyasyon şiddeti

radiation pressure

radyasyon basıncı, ışınım basıncı

radiation protection

radyasyondan korunma

radiation source

radyasyon kaynağı, ışınım kaynağı

radiation

1.ısı/ışın saçma, 2.radyasyon, ışınım

radiator core

radyatör peteği

radiator inlet hose

radyatör giriş borusu

radiator tank

radyatör deposu

radiator thermostat

radyatör termostatı

radiator tube

radyatör borusu

radiator

1.radyatör, kalorifer, 2.radyatör

radical axis

kuvvet ekseni, köklü ekseni

radical sign

kök işareti, kök imi

radical

1.(değişiklik) köklü, 2.radikal, köktenci, 3.kökle ilgili, 4.radikal, köktenci, 5.kök, 6.kök işareti

radicalism

radikalizm, köktencilik

radically

kökünden, kesin olarak

radicand

kök içindeki ifade, kökaltı

radicle

1. kökçük, 2. sinir kökü

radicular

köksel

radio broadcasting

radyo yayını

radio channel

1. radyo kanalı, 2. telsiz kanalı

radio circuit

radyo devresi

radio command

radyokumanda

radio communication

radyoiletişim

radio frequency

radyo frekansı

radio jamming

telsiz karıştırması, telsiz yayını bozma

radio link

radyo link

radio operator

radio operator

telsiz operatörü

radio receiver

radyo alıcısı

radio relay

1. yayın, 2. radyo röle

radio star

radyoyıldız

radio station

radyo istasyonu

radio telephone

telsiz telefon

radio wave

radyo dalgası, telsiz dalgası

radio

1.radyo, ünalgı, 2.telsiz, 3.telsiz telefon ya da telgraf, 4.telsizle (haber) göndermek

radio-

(önek) radyo

radio-iode

radyoiyot

radio-opaque

ışınım geçirmeyen, ışımdonuk

radio-taxicab

radyo taksi

radioactivation

radyoaktivite, ışımetkinlik

radioactive decay

radyoaktif çözülme, ışınetkin bozunum

radioactive disintegration

radyoaktif parçalanma, ışınetkin bozunma

radioactive equilibrium radyoaktif denge, ışımetkin denge radioactive isotope

radyoaktif izotop, ışınetkin yerdeş

radioactive nucleus

radyoaktif çekirdek, ışınetkin çekirdek

radioactive series

radyoaktif seriler, ışınetkin diziler

radioactive waste

radyoaktif atık

radioactive

ışınetkin, radyoaktif

radioactivity

ışınetkinlik, radyoaktivite

radiobiology

radyobiyoloji

radiocarbon

radyokarbon

radiochemistry

radyokimya, ışınkimyası

radiocompass

radyopusula

radioelectric

radyoelektriksel

radioelectricity

radyoelektrik

radioelement

radioelement

radyoelement

radiofrequency

radyofrekans

radiogram

1. radyogram, 2. radyolu gramofon

radiograph

röntgen filmi, radyograf

radiography

ışınçekim, radyografi

radioisotope

radyoizotop

radiological

radyolojik

radiology

röntgenbilim, radyoloji

radioluminescence

radyolüminesans, ışımışıldanım

radiolysis

radyoliz, ışınla bozundurma

radiometer

radyometre, ışınölçer

radiometry

radyometri, ışınölçüm

radiomicrometer

radyomikrometre, miniışımölçer

radionuclide

radyoaktif çekirdek, ışımetkin çekirdek

radioparent

ışınım geçiren, radyasyon geçiren

radiophone

radyofon

radiophony

radyofoni

radioscopy

radyoskopi

radiosensitive

ışınıma duyarlı

radiosonde

radyosonda

radiotechnology

radyoteknik

radiotelegraph

radyotelgraf, telsiz telgraf

radiotelescope

radyoteleskop

radiotherapist

radyoterapist

radiotherapy

radyoterapi

radish

turp

radium

radyum

radius

1.yarıçap, 2.önkol kemiği

radix

1. taban, temel, kök, 2. kök

radome

radome

1. radom, 2. radar kubbesi

radon

radon

radula

dişli dil

raffia

rafya

raffinose

rafinoz

raffish

gösterişçi

raffle off

piyangoya koymak

raffle

eşya piyangosu, çekiliş

raft

1.sal, 2.şişme (cankurtaran) bot

rafter

çatı kirişi

raftsman

salcı

rag doll

bez bebek

rag fair

bit pazarı

ragamuffin

1.bez parçası, paçavra, 2.eski püskü giysi, paçavra, 3.zerre, kırıntı, 4.eşek şakası, muziplik, 5.kesik tempolu müzik, 6.adi gazete, paçavra, 7.alay etmek, eşek şakası yapmak, 8.dalga geçmek pis çocuk

ragbag

arapsaçı

rag

ragged and tattered

1.öfke, hiddet, 2.düşkünlük, tutku, 3.moda, 4.öfkeden kudurmak, tepesi atmak, 5.(hastalık) şiddetle hüküm sürmek, kırıp geçirmek, 6.(deniz vb.) kudurmak, köpürmek, 7.(rüzgâr) şiddetle esmek, 8.yatışmak, dinmek, sakinleşmek yırtık pırtık

ragged

1.(giysi) yırtık pırtık, eski püskü, lime lime, pejmürde, 2.pejmürde kılıklı, kılıksız, 3.(iş) yarım yamalak, uyduruk

raglan

reglan kollu palto

ragman

eskici

ragout

1. sebzeli yahni, 2. tas kebabı

ragtag and bobtail

ayak takımı

ragtag

ayaktakımı

ragtime

kesik tempolu bir tür caz müziği

raid

1.akın, baskın, 2.polis baskını, 3.akın yapmak, hücum etmek, baskın yapmak, basmak

raider

akıncı, baskıncı, yağmacı

rail against

yakınmak, kızmak

rage

rail at

rail at

dil uzatmak

rail chair

ray yatağı

rail gauge

hat genişliği, ray açıklığı

rail guard

parmaklık, ray siperi

rail head

ray başlığı, ray mantar

rail post

korkuluk babası

rail spike

ray çivisi, yoldemiri çivisi

rail steel

demiryolu çeliği

rail

1.parmaklık, trabzan, 2.ray, 3.demiryolu, 4.parmaklıkla çevirmek, parmaklıkla kapatmak, 5.(against/at ile) -den yakınmak, -e kızmak

railcar

otoray

railhead

tren garı

railing

parmaklık

raillery

1. şaka, alay, 2. takılma

railroad ballast

demiryolu balastı, kırmataş

railroad bed

demiryolu yatağı

railroad bill of lading

demiryolu konşimentosu

railroad

1.aceleye getirip -tirmek, 2.meclisten bir yasayı/planı süratle geçirmek, 3.demiryolu

railroader

demiryolcu

railway accident

demiryolu kazası

railway bridge

demiryolu köprüsü

railway car

vagon

railway carriage

demiryolu vagonu

railway clerk

tren memuru

railway construction

demiryolu inşaatı

railway gauge

ray genişliği

railway guide

demiryolu kılavuzu

railway junction

demiryolu kavşağı

railway network

demiryolu ağı

railway operation

demiryolu işletmesi

railway parcels

railway parcels

tren kolileri

railway signal

demiryolu sinyali

railway station

demiryolu istasyonu

railway system

demiryolu ağı

railway terminus

gar

railway track

yol, hat

railway traffic

demiryolu trafiği

railway

demiryolu

railwayman

demiryolcu

raiment

kıyafet, giysi

rain cats and dogs

bardaktan boşanırcasına yağmak

rain forest

yağmur ormanı, tropikal orman

rain gauge

yağmurölçer, yağışölçer

rain off

yağmur yüzünden durdurmak

rain or shine

hava nasıl olursa olsun

rain water

yağmur suyu

rain

1.yağmur, 2.(yağmur) yağmak, 3.yağmur gibi yağmak, 4.yağdırmak, ... yağmuruna tutmak

rainbow

gökkuşağı, alkım

raincoat

yağmurluk

raindrop

yağmur damlası

rainfall

yağış miktarı, yağış

raininess

yağışlı hava

rainproof

yağmur geçirmez

rains

1.muson yağmurları, 2.muson

rainy day

kara gün

rainy season

yağmur mevsimi

rainy weather

yağışlı hava

rainy zone

yağmurlu bölge

rainy

yağmurlu

raise a hue and cry

raise a hue and cry

etekleri tutuşmak

raise a stink

kıyameti koparmak

raise an objection to

itirazda bulunmak

raise cain

kıyameti koparmak, karışıklık çıkarmak

raise hell

kıyameti koparmak

raise hob

altüst etmek

raise money

para toplamak

raise sb's hackles

tepesini attırmak

raise the elbow too often

kafayı bulmak

raise up a dust

toz koparmak

raised

1.kaldırmak, yukarı kaldırmak, yükseltmek, 2.dikmek, inşa etmek, 3.yükseltmek, 4.üretmek, beslemek, yetiştirmek, büyütmek, 5.toplamak, bir araya getirmek, 6.ücret artışı, zam 1. yükseltilmiş, 2. kabartma, 3. çıkıntılı, 4. mayalanmış

raisin

kuru üzüm

raising

tüylendirme, şardonlama

raison d'etat

devlet çıkarı

raison d'etre

var olma nedeni

raj

Hindistan'daki İngiliz yönetimi

rajah

raca

rake about

aramak, arayıp taramak

rake angle

meyil açısı, eğim açısı

rake around

aramak, arayıp taramak

rake in money

kolayca para kazanmak

rake in the shekels

para kırmak

rake in

çok para kazanmak

rake sb over the coals

birine ağzının payını vermek

rake up the past

eski defterleri karıştırmak

rake up

zar zor toplamak, bir araya getirmek 1.tırmık, 2.tırmıklamak, tırmıkla düzeltmek, taramak, 3.(about/around ile) aramak, arayıp taramak, 4.hafif yan yatmak, 5.yana yatırmak,

raise

rake

rake rake-off

6.eski çapkın, hovarda, zampara haksız kâr payı, yolsuz kazanç, anafor

raki

rakı

rakish

1.gösterişli, uçarı, 2.özgür, serbest, rahat, laubali, bambılı

rally round

zor durumda yardımına koşmak

rallying point

1.(belirli bir amaç) bir araya gelmek, bir araya toplanmak, 2.bir araya getirmek, 3.iyileşmek, düzelmek, toparlanmak, 4.toplantı, miting, 5.otomobil yarışı, ralli, 6.(tenis) uzun sayı mücadelesi, 7.eğlenmek, takılmak, dalga geçmek, alay etmek toplanma noktası

rallying

toplama, toplanma

ram down sb's throat

kafasına dank ettirmek

ram in

tokmaklamak

ram jet airplane

tepkili jet uçağı

ram jet

dinamik tazyikli jet motoru

ram

1.koç, 2.(eskiden kale kapılarını kırmakta kullanılan) kütük, 3.tokmak, şahmerdan, 4.toslamak, şiddetle çarpmak, 5.bastırmak

Ramadan

Ramazan

ramble about

abuk sabuk konuşmak

ramble on

1. yürümek, gezmek, dolaşmak, 2. zırvalamak

rally

rambler

1.dolaşmak, gezinmek, gezmek, 2.(about ile) abuk sabuk konuşmak/yazmak, 3.(bitki) düzensiz biçimde her tarafa yayılıp büyümek, 4.yürüyüş, gezinme, dolaşma gezip dolaşan kimse

rambling

1.(konuşma, yazı, vb.) karışık, daldan dala atlayan, 2.(ev, yol, vb.) yamuk, 3.(bitki) yayılan

rambunctious

neşeli, taşkın

ramie

rami

ramification

1.dallanıp budaklanma, kollara ayrılma, 2.sonuç

ramify

1.kollara ayrılmak, dallanmak, 2.kollara ayırmak, dallandırmak

rammer

tokmak

ramose

dallı

ramp

1.yokuş, rampa, 2.İİ, kazık, dolandırıcılık, dümen

rampage

1.deliler gibi sağa sola koşuşmak, azmak, kudurmak, 2.azgınlık, taşkınlık

rampageous

saldırgan, öfkeli

ramble

rampancy

rampancy

şahlanma, şaha kalkma

rampant

(suç, hastalık, inanç, vb.) yaygın, kol gezen, dizginsiz

rampart

siper, sur

ramrod

tüfek temizleme çubuğu, harbi

ramshackle

köhne, harap, viran

ranch

büyük çiftlik

rancher

büyük çiftlik sahibi

rancid

kokmuş, bayat, bozulmuş

rancidness

ekşilik, acılık

rancor

Aİ, bkz. rancour

rancorous

kinci

rancour

garez, kin, hınç

random access

rasgele erişim

random failure

rasgele arıza

random number sequence

rasgele sayı dizisi

random processing

rasgele işlem

random selection

rasgele seçim

random

1.rasgele, gelişigüzel, rastlantısal

randomization

rasgeleleştirme

randomize

rasgele seçmek

randomness

rasgelelik

randy

azgın, şehvetli, abaza

ranee

racanın karısı

range finder

telemetre

range of mountains

dağ silsilesi

range over

dolaşmak, gezinmek

range pole

jalon, gözlem çubuğu

range through

dolaşmak, gezinmek

ranger

1.sıra, dizi, 2.silsile, sıra, 3.atış uzaklığı, erim, menzil, 4.el, göz ya da ses erimi, 5.alan, saha, meydan, 6.atış alanı, poligon, 7.otlak, 8.takım, set, 9.tür, sınıf, cins, 10.anlayış gücü, kavrama, 11.mutfak ocağı, 12.derece, hız, vb. farkı, 13.dağılım, 14.(dağlar) sıra oluşturmak, dizi oluşturmak, 15.sıraya koymak, dizmek, 16.sıra olmak, dizilmek, 17.menzili ... olmak, 18.arasında değişmek, arasında olmak, 19.(over/through ile) dolaşmak, gezinmek 1.orman bekçisi, 2.atlı polis

ranging

1. mesafe tayini, 2. tarama keşfi

rank and file

1. örgütteki alt bireyler, 2. erat, 3. aşağı tabaka

rank first

ön sırayı almak

rank of coal

ranker

kömürdeki karbon miktarı 1.(bitki) sık ve yaygın, gür, bol, 2.(koku ya da tat) kötü, ekşi, acı, keskin, 3.sınıf, derece, paye, 4.sıra, dizi, 5.sınıf, tabaka, 6.yüksek konum, yüksek mevki, yüksek rütbe, 7.rütbe, 8.saf, 9.sıraya koymak, sıralamak, dizmek, düzene koymak, 10.saymak, addetmek, 11.sayılmak, gelmek, yer almak, 12.belli bir yeri ya da rütbesi olmak, 13.en yüksek derece ya da rütbede olmak, 14.rütbe vermek erbaş

ranking

en rütbeli

rankle

(acısı) içinden çıkmamak, sürmek, yüreğine dert olmak

ransack

1.altını üstüne getirmek, aramak, 2.yağmalamak

ransom

1.fidye, 2.fidye ödeyerek kurtarmak

rant

1.(ağız kalabalığı ile) ateşli bir şekilde konuşmak, 2.ağız kalabalığı

ranunculus

düğünçiçeği

rap

1.hafifçe vuruş, 2.hafifçe vurmak, 3.rahat ve serbest bir şekilde konuşmak, 4.şiddetle eleştirmek, kınamak

rapacious

açgözlü, yağmacı

rapaciousness

açgözlülük, hırs, tamah

rapacity

açgözlülük, yırtıcılık, harislik

rape and murder

zorla tecavüz ve öldürme

rape oil

kolza yağı

rape seed

kolza tohumu

rape

1.kolza, 2.ırzına geçmek, 3.ırza geçme, ırza tecavüz, 4.bozma, mahvetme

rapeseed

kolza tohumu

rapid

1.hızlı, 2.(yokuş) dik, 3.(ırmak, vb.) en hızlı akan yeri, ivinti

rapid-fire

süratle ateş eden, seri ateşli

rapidity

çabukluk, hız

range

rank

rapidly

hızla, süratle

rapidness

sürat, hız

rapids

ivinti yeri, çağlarca

rapier thrust

iğneli söz

rapier

meç, ince kılıç

rapine

yağmacılık, çapulculuk

rapist

ırza tecavüzden suçlu kimse, ırz düşmanı

rapper

1. çalan kimse, 2. kapı tokmağı

rapport

dostça ilişki, karşılıklı anlayış

rapprochement

(iki düşman ülke arasında) uzlaşma

rapscallion

haylaz kimse, külhanbeyi

rapt

kendini vermiş şekilde, cankulağıyla

raptorial

1. yırtıcı, 2. yırtıcı (kuş)

rapture

büyük sevinç, esrime

rapturous

kendinden geçmiş, esrimiş

rare earth elements

nadir toprak elementleri

rare earth metals

nadir toprak madenleri

rare earth

nadir element

rare

1.nadir, seyrek, 2.(et) az pişmiş, 3.süper, müthiş, harika

raree show

sokakta gösterilen oyun

rarefaction region

basıncı azaltılmış bölge

rarefaction

basıncını azaltma

rarefied

1.(hava) yoğun olmayan, oksijeni az, 2.seçkin, yüksek

rarefy

yoğunluğunu azaltmak, seyreltmek

rarely

nadiren, seyrek olarak, binde bir

rarity

1.nadirlik, azlık, seyreklik, 2.nadide şey, az bulunur şey

rascal

1.namussuz, alçak, hergele, 2.yaramaz, kerata, haydut

rascality

1. namussuzluk, alçaklık, hergelelik, 2. çapkınlık

rascally

çapkın, namussuz, alçak, adi

rash

1.düşüncesiz, atak, gözükara, ihtiyatsız, aceleci, 2.isilik

rashness

1. düşüncesizlik, ataklık, gözü karalık, 2. atılganlık

raspberry

1.raspa, kaba törpü, 2.törpü sesi, kulak tırmalıyıcı ses, 3.törpülemek, rendelemek, 4.rahatsız etmek, sinirlendirmek, dokunmak, 5.gıcırdamak ahududu, ağaççileği

rasping

1. gıcırtılı, 2. hışırtılı, 3. törpüleme

raster

raster, kafes

rat race

hengâme, koşuşturma, yaşam kavgası

rat

1.iri fare, sıçan, 2.hain, kalleş, dönek, 3.kalleşlik etmek, döneklik etmek, sözünden dönmek

rat-a-tat-tat

sürekli kapı çalma sesi

ratability

1. vergilendirilebilirlik, 2. değer biçilebilirlik

ratable

1. vergilendirilebilir, 2. değer biçilebilir

ratchet wheel

mandallı çark, kilit çarkı, dişli çark

ratchet

dişli çark mandalı, kastanyola

rate of assessment

vergi oranı

rate of climb

tırmanma hızı

rate of creep

akma hızı

rate of decomposition

ayrışma hızı

rate of development

kalkınma hızı

rate of discharge

deşarj hızı, boşalma hızı

rate of exchange

döviz kuru, kambiyo rayici

rate of fall

düşüş hızı

rate of feed

besleme hızı

rate of flow

akış hızı

rate of growth

büyüme hızı

rate of inflation

enflasyon oranı

rate of interest

faiz oranı, faiz haddi

rate of leak

sızıntı hızı, kaçak hızı

rate of substitution

abonman ücreti 1.oran, nispet, 2.rayiç, 3.derece, çeşit, sınıf, 4.hız, sürat, 5.fiyat, ücret, 6.fiyat listesi, tarife, 7.mülk vergisi, 8.saymak, ... gözü ile bakmak,

rasp

rate

rate rateable value

... olarak değerlendirmek, 9.(ev, vb.) vergi değerini saptamak vergi için biçilen değer

rated horsepower

nominal beygirgücü

rated load

nominal yük

rated power

sınanmış güç, değerlenmiş güç

rated speed

nominal hız, anma hızı

rated

1. vergiye tabi, 2. sınanmış, değerlenmiş

ratepayer

vergi yükümlüsü

rather

1.tercihan, 2.daha doğrusu, 3.daha çok, daha ziyade, 4.oldukça, epeyce, 5.İİ. elbette, tabii

ratification

onay

ratify

imzalamak, onaylamak

ratine

1. ratine, 2. ratine etmek

rating

1.beğenilme, tutulma, 2.deniz eri, tayfa, 3.iş sorumluluğu

ratio

oran, nispet

ratiocinate

muhakeme etmek, uslamlamak

ratiocination

1. usavurma, muhakeme etme, 2. muhakeme

ration out

karneyle vermek

ration

1.istihkak, pay, 2.istihkakını saptamak, 3.karneye bağlamak

rational analysis

rasyonel analiz

rational numbers

rasyonel sayılar, oranlı sayılar

rational

1.makul, aklı başında, mantıklı, 2.akla yatkın, 3.rasyonel, oranlı

rationale

temel, mantık, açıklama

rationalism

usçuluk, rasyonalism

rationalist

akılcı, usçu

rationality

mantıklılık, akla uygunluk, makulluk

rationalization

rasyonalizasyon, rasyonelleştirme

rationalize

1.kılıf uydurmak, neden göstermek, 2.(yöntem, dizge) geliştirmek, verimlileştirmek

rationing

tayınlama

ratite

kanatsız (kuş)

ratline

ratline

ıskalarya

ratsbane

sıçanotu, arsenik

rattan

benekli hintkamışı

rattat

takırdamak

ratten

sabotaj yapmak

ratter

sıçan avcısı (kedi/köpek)

rattle off

ezberden çabucak tekrarlamak

rattle on

habire konuşmak, cırcır konuşmak, saçmalamak

rattle through

yapıvermek, bitirivermek

rattlebrain

1.bebek çıngırağı, kaynana zırıltısı, cırcır, 2.şıngırdamak, tıngırdamak, tangırdamak, 3.şıngırdatmak, tıngırdatmak, tangırdatmak, 4.gıcık etmek, sinir etmek kuş beyinli kimse

rattlesnake

çıngıraklı yılan

rattletrap

kırık dökük şey, eski araba

rattling

1. takırdayan, 2. çok

rattrap

fare kapanı

ratty

1.tepesi atmış, kızgın, sinirli, 2.sıçanla ilgili, sıçan gibi

raucous

(ses) kısık, boğuk, kaba

raunchy

Aİ, azgın, şehvetli, abaza

ravage

1.mahvetmek, kırıp geçirmek, 2.yağmalamak, soymak

ravages

tahribat

rave about

hayranlıkla söz etmek

rave

deli gibi abuk sabuk konuşmak, saçmalamak, sayıklamak

rave-up

çılgın parti, cümbüş, âlem

ravel

1.çözmek, sökmek, 2.dolaştırmak, karıştırmak

raven

kuzgun

ravening

açgözlü, çok acıkmış, gözü doymaz

ravenous

kurt gibi aç

ravine

dar ve derin koyak

raving

saçmalayan, saçmalayarak

rattle

ravioli

bir tür mantı

ravish

1.ırzına geçmek, 2.zevk vermek, esretmek

ravisher

1. alçak kimse, 2. ırz düşmanı, ırza geçen kimse

ravishing

büyüleyici, aklı baştan alan, çok güzel

raw cotton

ham pamuk

raw data

ham veri, işlenmemiş veri

raw deal

haksızlık, adilik

raw hide

ham deri

raw material

hammadde

raw rubber

ham kauçuk

raw silk

ham ipek

raw spirits

saf ispirto

raw steel

ham çelik

raw sugar

ham şeker 1.(yiyecek) pişmemiş, çiğ, 2.işlenmemiş, ham, 3.(insan) eğitilmemiş, deneyimsiz, acemi, 4.(cilt) ağrılı, acıyan, 5.(hava) soğuk ve yağışlı, nemli

raw rawboned

zayıf, çelimsiz

rawhide

işlenmemiş inek derisi

rawinsonde

ravinsonda

rawness

1. çiğlik, 2. hamlık

ray beam

ışın demeti

ray of hope

ümit/umut kıvılcımı

ray treatment

ışın tedavisi

ray

ışın

rayed

ışınlı

rayless

1. ışınsız, 2. kara

rayon staple

sentetik yün

rayon

yapay ipek, rayon

raze

yerle bir etmek, dümdüz etmek

razor blade

jilet, tıraş bıçağı

razor sharp

jilet gibi keskin

razor shell

ustura midyesi

razor strop

ustura kayışı

razor

1.ustura, 2.tıraş makinesi

razorbill

usturagagalı

razoredge

keskin bıçak ağzı

razz

1. yuha, 2. alay etmek, makaraya sarmak

razzia

akın, çapul

razzle-dazzle

1. cümbüş, âlem, 2. şaşırtıcı hareket

re

1. re notası, 2. (edat) dair, hakkında

re-

(önek) yeniden, tekrar

re-collect

yeniden toplamak

re-cover

yeniden kaplamak

re-election

seçimi yenileme

re-entrant

yeniden giriş

reabsorb

tekrar emmek

reach ahead

ileriye uzanmak

reach down

elini aşağıya uzatmak

reach out

el/kol uzatmak

reach rock bottom

react

başaşağı gitmek, tepetaklak inmek 1.uzanmak, 2.yetişmek, 3.uzatmak, uzatıp vermek, 4.ulaşmak, varmak, 5.ile iletişim kurmak, görüşmek, temas kurmak, 6.-e varmak, bulmak, 7.elin erişebileceği uzaklık, 8.kol uzunluğu, 9.erim, menzil, 10.anlayış, kavrayış, kavrama gücü 1.tepki göstermek, 2.tepkimek, 3.karşılık vermek, mukabele etmek, 4.aksi yönde hareket etmek

reactance

reaktans

reactant

reaktant, tepken

reaction order

reaksiyon derecesi, tepkime derecesi

reaction rate

tepkime hızı, reaksiyon hızı

reaction

1.tepki, reaksiyon, 2.tepkime, 3.gericilik, irtica

reach

reactionary movements irtica hareketleri

reactionary

gerici

reactivate

yeniden canlanmak, yeniden harekete geçmek

reactive

tepki oluşturan, tepkin, reaktif

reactiveness

reaktiflik

reactivity

reaktiflik

reactor

nükleer reaktör

read between the lines

kapalı anlamını bulmak

read head

okuma kafası

read into

anlam çıkarmaya çalışmak

read like a book

ciğerini okumak

read out

üyeliğini kaldırmak

read over

baştan başa okumak

read rate

okuma oranı, okuma hızı

read the riot act

fırça çekmek, azarlamak

read up

içini dışını bilme, kitabını yazmak

read while writing

yazarken okuma 1.okumak, 2.anlamak, sökmek, çözmek, 3.(üniversitede) okumak, öğrenim görmek, tahsil etmek, 4.(termometre vb.) göstermek, 5.anlamak, kavramak, 6.anlam vermek, yorumlamak, 7.okuma, okuyuş, 8.okunacak şey

read read-only memory

salt okunur bellek

read-only storage

salt okunur bellek

read-write head

okuma-yazma kafası

readability

okunaklılık

readable

1.okumaya değer, 2.(yazı) okunaklı

readdress

(mektuba) farklı bir adres yazmak, üzerindeki adresi değiştirmek

reader

1.okuyucu, okur, 2.doçent, 3.düzeltmen, 4.okuma kitabı

readership

okuyucu sayısı, okur sayısı

readily

1.isteyerek, seve seve, gönülden, 2.kolayca, güçlük çekmeden

readiness

1.gönüllülük, isteklilik, heveslilik, 2.hazır olma

reading rate

okuma hızı/oranı

reading

1.okuma, 2.kitaptan elde edilen bilgi, kitabi bilgi, 3.yorum, 4.termometre, vb. nin gösterdiği sayı, 5.okuma parçası, metin, 6.konferans

readjust

1.yeniden alışmak, 2.alıştırmak

readout

dışa okuma, dışarıya okuma

ready cash

hazır para

ready money business

peşin alışveriş

ready money

hazır para, nakit

ready to wear

giymeye hazır, konfeksiyon

ready

1.hazır, 2.istekli, gönüllü, hazır, 3.kolay, çabuk, seri, 4.eli çabuk, 5.peşin para, nakit, 6.hazır olma

ready-made clothing

hazır giyim

ready-made

(giysi) hazır

ready-mix concrete

karılmış hazır beton

reaffirm

yeniden onaylamak

reafforest

yeniden ağaçlandırmak

reagent

miyar, ayıraç, belirteç

real action

ayni dava

real assets

gayri menkul kıymetler, taşınmaz mallar

real chattels

taşınmaz, gayrimenkul

real cost

gerçek maliyet

real estate agent

emlak komisyoncusu

real estate property

taşınmaz mal, gayrimenkul mal

real estate purchase tax emlak alım vergisi real estate

taşınamaz mallar

real exchange rate

reel döviz kuru

real image

gerçek görüntü

real income

gerçek gelir, reel gelir

real interest rate

reel faiz oranı

real investment

gerçek yatırım

real national income

reel milli gelir

real number

reel sayı, gerçek sayı

real property

real property

taşınmaz mal, mülk, varlık

real right

ayni hak

real rights

ayni haklar

real stock

gerçek stok

real time system

gerçek zaman sistemi

real time

gerçek zaman

real value

gerçek değer

real wages

reel ücret, gerçek ücret

real

gerçek, hakiki, sahici

realism

gerçekçilik

realist

gerçekçi

realistic

1.gerçekçiliğe ilişkin, realist, 2.gerçeğe uygun, gerçekçi

reality

1.gerçek, hakikat, 2.gerçekçilik

realization account

tasfiye hesabı

realization price

tasfiye fiyatı

realization

1. gerçekleştirme, gerçekleşme, 2. paraya çevirme

realize

1.anlamak, kavramak, ayrımına varmak, fark etmek, 2.gerçekleştirmek, uygulamak, 3.satmak, 4.(para, kâr) getirmek

really

gerçekten, sahiden, cidden, hakikaten

realm

1.krallık, 2.alan, ülke

realtor

emlakçi, emlak komisyoncusu

realty

gayri menkul

ream

1. tabakalık kâğıt topu, 2. tabakalık kâğıt topu, 3.(yazı) çok, tomar tomar

reamer

1. rayba, 2. limon sıkacağı

reanimate

yeniden canlandırmak

reap the benefit

semeresini görmek

reap

1.(ekin) biçmek, biçip kaldırmak, toplamak, 2.(kâr, vb.) kaldırmak, elde etmek, sağlamak

reaper

biçici

reaping machine

orak makinesi, biçerdöğer

reappear

yeniden ortaya çıkmak, görünmek

reappearance

reappearance

yeniden ortaya çıkma, görünme

reapplication

yeniden uygulama

reapply

yeniden uygulamak

reappoint

yeniden atamak

reappraisal

yeniden gözden geçirme, denetleme, yoklama

rear admiral

tuğamiral

rear bumper

arka tampon

rear door

arka kapı

rear engine

arka motor

rear fender

arka çamurluk

rear fog lamp

arka sis lambası

rear mudguard

arka çamurluk

rear seat

arka koltuk

rear sight

gez

rear trunk

arka bagaj

rear view mirror

dikiz aynası

rear wheel

rear-view mirror

arka tekerlek 1.yetiştirmek, büyütmek, beslemek, bakmak, 2.dikmek, inşa etmek, 3.kaldırmak, yukarı kaldırmak, 4.(at, vb.) şaha kalkmak, şahlanmak, 5.geri, arka, art, 6.en geri saf, 7.kıç, popo dikiz aynası

rear-wheel drive

arkadan çekişli

rearm

yeniden silahlandırmak

rearmament

yeniden silahlanma/silahlandırma

rearmost

en arkadaki

rearrange

yeniden düzenlemek

rearrangement

yeniden düzenleme

rearward

1. arkadaki, 2. geriye doğru

reason with

inandırmaya çalışmak, ikna etmek 1.neden, sebeb, 2.us, akıl, sağduyu, 3.gerekçe, 4.düşünmek, yargılamak, usa vurmak, uslamlamak, muhakeme etmek, 5.-den sonuç çıkarmak, 6.tartışmak, görüşmek, ikna etmeye çalışmak

rear

reason reasonable price

reasonable price

makul fiyat

reasonable

1.akla uygun, makul, haklı, 2.akıllı, düşünen, 3.(fiyat) aşırı olmayan, orta karar, uygun, makul

reasonableness

1. akla yatkınlık, makul olma, 2. insaf, 3. uygunluk

reasonably

1. akla yatkın olarak, 2. oldukça, epeyce, 3. akıllı uslu

reasoning

1.mantıklı düşünme, 2.usa vurma, uslamlama, muhakeme

reassemble

sökülen parçaları yerine takmak, montaj

reassert

yeniden ileri sürmek

reassessment

yeniden tahmin

reassurance

rahatlatma, güven verme, yatıştırma

reassure

güven vermek, korku, kaygı, vb.'den kurtarmak, rahatlatmak

rebaptism

yeniden vaftiz

rebaptize

yeniden vaftiz etmek

rebatch

sargı aktarmak

rebate of tax

vergi iadesi

rebate

indirim

rebel

1.asi, isyancı, 2.baş kaldırmak, isyan etmek, ayaklanmak

rebellion

ayaklanma, baş kaldırma, isyan

rebellious

ayaklanan, baş kaldıran, asi, isyancı

rebirth

yeniden doğma, yeniden canlanma, uyanma

rebore

rektifiye etmek, gömlek değiştirmek

reborn

yeniden doğmuş gibi, yeniden canlanmış

rebound

1.geri sıçramak, çarpıp geri gelmek, sekmek, geri tepmek, 2.(basketbol) ribaund

rebroadcast

yeniden yayımlamak, aktarmak

rebroadcasting station

aktarma istasyonu

rebuff

1.ters yanıt, tersleme, ret, 2.kabaca reddetmek, terslemek

rebuild

yeniden inşa etmek, revizyon yapmak, tamir etmek

rebuilt

revizyondan geçmiş, onarılmış

rebuke

1.azarlamak, 2.azar, azarlama

rebus

resimli bilmece

rebut

rebut

yanlışlığını göstermek, yanlış olduğunu kanıtlamak, çürütmek

rebuttal

1. yanlışlığını gösterme, 2. çürütme

recalcitrance

dik kafalılık, inatçılık, yılmazlık

recalcitrant

boyun eğmeyen, dikkafalı, kafa tutan, inatçı, yılmaz

recalcitrate

inat etmek, karşı gelmek

recall

1.geri çağırmak, 2.anımsamak, hatırlamak, 3.geri almak, iptal etmek, 4.görevden almak, azletmek, 5.geri çağırma, 6.geri gelme işareti ya da emri, 7.anımsama, hatırlama, 8.görevden alma, azil

recant

-den dönmek, caymak, -i bırakmak

recantation

sözünden dönme, cayma, vazgeçme

recap

(lastik) yeni yüz geçirmek

recapitalization

yeniden sermayeye dönüştürme

recapitulate

önemli noktaları yinelemek, özetlemek

recapitulation

yineleme, özetleme, özet

recapture

1.yeniden yakalamak, ele geçirmek, 2.yeniden zaptetmek/yenmek/kazanmak, 3.aklına getirmek, anımsatmak

recast

1. yeniden dökmek, 2. hatırlamak, 3. yeni biçime sokmak

recede

1.geri çekilmek, çekilmek, uzaklaşmak, 2.(fiyat, vb.) düşmek, gerilemek, 3.geriye doğru gitmek

receding of the water level

su seviyesinin inmesi

receipt book

makbuz defteri

receipt card

alındı kartı

receipt stamp

alındı damgası

receipt

1.alındı, makbuz, fiş, fatura, 2.alma, alınma, 3.ç. gelir, hasılat, 4.reçete

receipts

gelir

receivable

1. alınabilir, alınacak, 2. tahsil edilecek, 3. alacak

receive

1.almak, 2.-e uğramak, maruz kalmak, almak, 3.evine almak, konuk kabul etmek, karşılamak, 4.taşımak, içine almak

received

1. teslim alınmış, 2. geçer, cari

receiver

1.alan, kabul eden kimse, 2.(radyo, vb.) alıcı, 3.ahize, almaç, 4.tahsildar, 5.çalıntı mal alıp satan kimse

receivership

yedieminlik, davalı malların idaresi

receiving station

alıcı istasyon

receiving unit

alıcı cihaz

receiving

alma, kabul

recency

yenilik, yakında olma

recension

düzelti, tashih

recent

yeni, yakında olan, son günlerdeki, son

recently

son günlerde, son zamanlarda, bu yakında, bu aralar

recentness

yenilik

receptacle

içine öteberi konan kap

reception desk

resepsiyon

reception room

bekleme odası

reception

1.alma, 2.karşılama, kabul, 3.kabul töreni, 4.konuk kabülü, 5.resepsiyon, 6.(radyo, tv, vb.) alış kalitesi, görüntü kalitesi, netlik

receptionist

resepsiyon memuru, resepsiyonist

receptive

yenilikçi, ilerici, yeni düşüncelere açık, modern görüşlü

receptivity

1. çabuk kavrayış, 2. alma yeteneği

receptor

1. alıcı, almaç, reseptör, 2. alıcı sinir

recessed

1.dinlenme, dinlenme anı, paydos, ara verme, 2.okul tatili, 3.duvarda girinti, niş, 4.iç taraf, gizli yer, 5.duvar girintisini koymak, yerleştirmek, 6.dinlenmek, ara vermek, paydos etmek, tatil yapmak gömme

recession

1.geri çekilme, gerileme, 2.(işlerde) durgunluk, azalma, düşüş

recessive character

çekinik karakter, resesif karakter

recessive gene

çekinik gen

recessive

çekinik, resesif

recessiveness

çekiniklik, resesiflik

recharge

yeniden şarj etmek, yeniden doldurmak

recheck

yeniden denetlemek, yeniden kontrol etmek

recidivism

1. yeniden suç işleme eğilimi, 2. suçu yineleme

recidivist

sabıkalı

recidivous

çok sabıkalı

recipe

1.yemek tarifesi, 2.reçete, çözüm, yol

recipient

alan kimse, alıcı

reciprocal agreement

ikili anlaşma

recess

reciprocal aid

karşılıklı yardım

reciprocal demand

karşılıklı talep

reciprocal insurance

karşılıklı sigorta

reciprocal

karşılıklı, iki taraflı

reciprocate

karşılığını vermek, karşılığını yerine getirmek

reciprocating

pistonlu

reciprocation

gitgel hareketi, ileri-geri hareket

reciprocity

karşılıklılık, mütekabiliyet

recirculate

yeniden dolaşmak

recirculation

yeniden dolaşım

recision

sözleşme iptali

recital

1.anlatma, nakletme, 2.ezber okuma, 3.rezital, 4.hesap, rapor

recitation

ezberden okuma

recite

1.ezberden okumak, 2.anlatmak, söylemek, sayıp dökmek, 3.(listesini) vermek

reckless

korkusuz, pervasız, kayıtsız, umursamaz, ihtiyatsız

recklessness

maceraperestlik

reckon on

beklemek, ummak, bel bağlamak

reckon with

1. ile hesaplaşmak, 2. hesaba katmak

reckon without one's host

kendi kendine gelin güvey olmak

reckon without

hesaba katmamak

reckon

1.hesaplamak, 2.sanmak, tahmin etmek, 3.saymak, ... gözüyle bakmak

reckoning

1.sayma, hesaplama, hesap, 2.mevki tahmini, yer tahmini

reclaim

1.düzeltmek, iyileştirmek, kurtarmak, ıslah etmek, 2.geri istemek, 3.tarıma ya da oturmaya elverişle duruma getirmek

reclamation period

itiraz süresi

reclamation

1.geri alma, 2.düzeltme, iyileştirme, 3.arazi ıslahı, tarıma elverişli duruma getirme

recline

1.arkaya dayanmak, yaslanmak, 2.uzanmak, yatmak

recluse

her şeyden elini ayağını çekmiş, tek başına yaşayan, münzevi

reclusion

inziva

recognition

1.tanıma, tanınma, kabul, onaylanma

recognizable

tanınabilir, tanınır

recognizance

kefalet

recognize

1.tanımak, 2.tanımak, onaylamak, 3.farkına varmak, görmek, 4.takdir etmek

recognized agent

yetkili temsilci

recognized

tanınmış

recoil

1.irkilmek, geri çekilmek, 2.(silah) geri tepmek, 3.geri çekilme, 4.geri tepme

recoilless

tepkisiz, geri tepmesiz

recollect

anımsamak, hatırlamak

recollection

1.anımsama, hatırlama, 2.hatırlanan şey, anı, estelik

recombinant DNA

farklı kaynaklardan çıkan ve kimyasal olarak birle

recombination coefficient

yeniden birleşim katsayısı

recombination

yeniden birleşim

recombine

yeniden birleştirmek

recommence

yeniden başlamak

recommend

1.salık vermek, önermek, tavsiye etmek, 2.öğütlemek, 3.beğendirmek, iyi bir izlenim uyandırmak

recommendable

tavsiye edilebilir, salık verilebilir

recommendation letter tavsiye mektubu recommendation

1.tavsiye, salık, 2.öğüt, 3.tavsiye mektubu

recommendatory

tavsiye niteliğinde

recommission

yeniden göreve almak

recompense

1.karşılığını vermek, ödemek, zararını ödemek, telafi etmek, tazmin etmek, 2.ödence, ödenti, karşılık, tazminat

recompose

1. yeniden yazmak, 2. yeniden oluşturmak

reconcilable

1. uzlaştırılabilir, 2. birleştirilebilir

reconcile to

kabul ettirmek, razı etmek

reconcile

1.barıştırmak, aralarını bulmak, uzlaştırmak, 2.(düşünce, görüş, vb.) bağdaştırmak, 3.(to ile) kabul ettirmek, razı etmek

reconciliation statement mutabakat mektubu reconciliation recondite

barışma, uzlaşma, barış

recondite

derin, çapraşık, anlaşılması güç, az kimse tarafından bilinen

recondition

onarmak, yenilemek, tamir etmek, tekrar çalışır hale getirmek

reconduction

kirayı yenileme

reconnaissance

keşif

reconnoiter

keşfe çıkmak

reconnoitre

keşfe çıkmak

reconquer

yeniden fethetmek

reconsider

yeniden düşünmek, yeniden incelemek ya da ele almak

reconstituent

yeniden oluşturulmuş

reconstitute

1.tekrar kurmak, yenilemek, 2.(kurutulmuş yiyeceği) su katarak yenilir/içilir hale getirmek

reconstruct

1.yeniden kurmak, yeniden inşa etmek, 2.bulgulardan sonuç çıkarmak, çözmek, su yüzüne çıkarmak

reconstruction

1. yeniden inşa, 2. kalkındırma, 3. imar

reconversion

reorganizasyon, yeniden düzenleme

reconvert

reorganize etmek, yeniden düzenlemek

record player

record-breaking

pikap, plakçalar 1.yazmak, kaydetmek, deftere kaydetmek, 2.(aygıt) kaydetmek, göstermek, 3.(görüntü, ses) almak, kaydetmek, kayıt yapmak, 4.kayıt, 5.tutanak, 6.sicil, defter, 7.dosya, sicil, 8.rekor, 9.plak, 10.ün, isim, şöhret, 11.rekor düzeyde, rekor rekor kıran

recorder

1.flavta, 2.kayıt aygıtı, teyp, 3.kayıt memuru, 4.yargıç

recording barometer

yazıcı barometre

recording studio

kayıt stüdyosu

recording stylus

kayıt iğnesi

recording technique

kayıt tekniği

recording van

ses kayıt arabası

recording

kayıt

recount

1.anlatmak, 2.yeniden saymak, 3.(oy, vb.) ikinci sayım, yeni sayım

recoup

(harcırah, vb.) almak, geri almak

recourse

başvurma, yardım dileme, yardım 1.yeniden elde etmek, geri almak, 2.iyileşmek, düzelmek, kendine gelmek, toparlanmak, 3.huk. tazmin ettirmek, mahkeme yoluyla ödetmek

record

recover recoverable

recoverable

yeniden kazanılabilir, geri alınabilir

recovery

1.geri alma, geri alınma, 2.iyileşme, düzelme

recreancy

1. korkaklık, tabansızlık, 2. hainlik

recreant

alçak, korkak, namert

recreate

yeniden yaratmak, yeniden canlandırmak

recreation areas

dinlenme alanları

recreation centre

dinlenme merkezi

recreation ground

oyun alanı, spor alanı

recreation

eğlence, dinlenme

recreational

1. eğlence, dinlence, 2. eğlendirici, dinlendirici, oyalayıcı

recreative

1. eğlendirici, 2. dinlendirici

recriminate

birbirini suçlamak, karşılıklı atışmak, kapışmak

recrimination

suçlamaya suçlama ile karşılık verme, karşılıklı suçlama, atışma

recrudesce

yeniden olmak, nüksetmek, patlak vermek

recrudescence

yeniden olma, nüksetme, patlak verme

recruit

1.acemi er, 2.yeni üye, 3.askere almak, 4.(üyeliğe) almak, üye yapmak, 5.işe almak, çalıştırmak

recrystallization

yeniden kristallenme

recrystallize

yeniden kristallenmek

rectal

rektumla ilgili

rectangle

dikdörtgen

rectangular

dikdörtgen biçiminde

rectifiable

düzeltilebilir

rectification

1.doğrultma, düzeltme, 2.tasfiye, 3.rektifiye

rectifier

1.doğrultucu, düzeltici, 2.redresör, doğrultmaç

rectify

1.düzeltmek, 2.arıtmak, damıtmak, 3.dalgalı akımı doğru akıma çevirmek

rectilinear

doğrusal, düz çizgili

rectitude

doğruluk, dürüstlük

recto

sağ taraftaki sayfa

rector

1.rektör, 2.papaz

rectory

rectory

papaz evi

rectum

düzbağırsak, göden, gödenbağırsağı, rektum

rectus

düz kas

recumbency

uzanma, yatma

recumbent fold

yatık kıvrım

recumbent

uzanmış, uzanıp yatmış

recuperate

iyileşmek, sağlığına kavuşmak

recuperation

1. geri kazanma, 2. iyileşme

recuperative

sağlığına yeniden kavuşturan

recuperator

geri getirici, geri kazanıcı

recur

tekrar meydana gelmek, yinelemek, tekrar vuku bulmak

recurrence

yineleme, tekrar olma, tekrar vuku bulma, tekerrür

recurrent

yinelenen, yeniden olan

recursion

tekrarlama, yineleme, özyineleme

recursive

terkrarlamalı, yinelemeli

recycle

(kullanılmış maddeleri) yeniden işleyip kullanılır hale getirmek

recycling of waste material

atık maddeleri yeniden kullanma

recycling

geriçevirim

red blood cell

alyuvar

red blood cells

alyuvarlar

red blood corpuscle

alyuvar

red blooded

mert, erkekçe, cesur, yiğit, yürekli

red brass

kızıl pirinç, kırmızı pirinç

red cabbage

kırmızı lahana

red carpet

özel karşılama

red corpuscle

alyuvar

Red Crescent

Kızılay

Red Cross

Kızılhaç

red deer

red deer

alageyik

red flag

isyan bayrağı, tehlike işareti

red gentian

kızıl kantaron

red headed

kızıl saçlı

red heat

kızıl sıcaklık

Red Indian

Kızılderili

red lead

sülüğen

red light

kırmızı ışık

red mullet

tekir

red pepper

kırmızı biber

red poll

ispinoz kuşu

red radish

kırmızıturp

red rot

kırmızı çürüklük hastalığı

Red Sea

Kızıldeniz

red short

sıcak işlemlerde kırılan

red shortness

sıcak işlemlerde kırılma

red tape

bürokrasi, kırtasiyecilik

red wine

kırmızı şarap

red

1.kırmızı, 2.(saç) kızıl, 3.(cilt) pembe, 4.komünist, kızıl

red-blooded

güçlü, yürekli, gözü pek

red-handed

suçüstü

red-hot

1. (metal) kızarmış, akkor halinde, 2. çok öfkeli

red-letter day

bayram günü

red-letter

özel bir gün, bayram

red-shift

kırmızıya kayma

redact

1. yazı haline getirmek, 2. yayına hazırlamak

redaction

1. yayına hazırlama, redaksiyon, 2. düzeltilmiş metin

redbrick

İngiltere'de, yüzyıl sonlarında (Londra dışında) kurulmuş Üniversite

redbud

erguvan

redcap

redcap

bagaj hamalı

redcoat

eski ingiltere askeri

redcurrant

frenküzümü

redden

1.kızarmak, 2.kızartmak, kırmızılaştırmak

reddish

kırmızımsı, kırmızımtrak

reddle

kırmızı tebeşir

redecorate

yeniden dekore etmek

redeem

1.bedelini vererek geri almak, 2.(günahtan) kurtarmak, 3.yapmak, yerine getirmek, ifa etmek, 4.(rehin, borç, vb.'den) kurtarmak

redeemable

1. paraya çevrilebilir, 2. ihbarlı, 3. kurtarılabilir

redeemed

itfa edilmiş, amorti edilmiş

redeemer

kurtarıcı kimse

redeliver

geri vermek

redemption fund

amortisman fonu

redemption

1.geri alma, 2.ödeme, 3.kurtarma

redemptive

kurtaran, kurtarıcı

redeploy

(asker, işçi, vb.) yerlerini değiştirmek, daha verimli biçimde düzenlemek

redeployment area

geliştirilen bölge

redeployment

yeniden geliştirme

redhanded

suçüstü

redhead

kızıl saçlı kadın, kızıl

redhot

ateşten kıpkırmızı kesilmiş, kızgın

redintegrate

yenilemek, restore etmek

redirect

bkz. readdress

rediscount

1. reeskont, 2. reeskont etmek

rediscover

yeniden keşfetmek

redistribute

yeniden dağıtmak

redness

kırmızılık

redo

yeniden yapmak, tekrar yapmak

redolence

güzel koku

redolency

redolency

güzel koku

redolent

... kokan, ... kokulu, ... havası olan

redouble

1.büyük ölçüde artmak, 2.büyük ölçüde arttırmak

redoubt

tabya, palanka

redoubtable

çok saygı duyulan ve korkulan, büyük

redoubted

korkunç, heybetli, yürekli, cesur

redound

(to ile) katkıda bulunmak, artırmak, ilerletmek, yararı dokunmak

redox

redoks

redraft

retret

redraw

yeniden keşide etmek

redress

1.düzeltmek, 2.tazminat, karşılık

redskin

Kızılderili

redstart

kızılkuyruk

reduce the price

ucuzlatmak

reduce to a pulp

şoka uğratmak, ne yapacağını şaşırtmak

reduce to beggary

yoksullaştırmak, fakirleştirmek

reduce to poverty

yoksulluğa düşürmek

reduce to tears

gözyaşlarına boğmak, ağlatmak

reduce to

zorunda bırakmak

reduce

1.azaltmak, indirmek, düşürmek, 2.kilo vermek, zayıflamak, 3.(to ile) zorunda bırakmak, -e düşürmek, -e zorlamak, 4.boyun eğdirmek, fethetmek, 5.(rütbesini vb.) indirmek

reduced price

indirimli fiyat

reduced

indirimli

reducer

redüktör, indirgen

reducible

indirilir, azaltılır, küçültülür

reducing agent

indirgen, redüktör

reducing diet

zayıflama rejimi

reducing flame

redükleyici alev, indirgeyici alaz

reducing gas

redükleyici gaz, indirgeyici gaz

reducing

1. indirgeyici, 2. azaltma, indirme

reduction in prices

fiyat indirimi

reduction in wages

ücret indirimi

reduction of capital

sermaye indirimi

reduction of interest

faiz indirimi

reduction of staff

personel sayısını azaltma

reduction

1.azaltma, indirme, 2.indirim, tenzilat, 3.küçültülmüş resim, harita, vb

reductive

indirgeyici

redundance letter

işten çıkarma duyurusu

redundance

1. fazlalık, artıkbilgi, 2. işsizlik

redundancy letter

işten çıkarma duyurusu

redundancy payment

işten çıkarma tazminatı

redundancy

gereğinden fazlalık, gereksizlik, bolluk, aşırı emek, emek bolluğu

redundant

1.gereksiz, lüzumsuz, fazla, aşırı, bol, 2.işten çıkarılan

reduplicate

iki katına çıkarmak

reduplication

1. ikileme, 2. iki misline çıkarma, artırma

redwood

1.kızılağaç, 2.kaliforniya çamı

redye

yeniden boyamak

reed warbler

saz bülbülü

reed

1.kamış, saz, 2.düdük dili, sipsi

reed-mace

su kamışı

reedy

1. kamış dolu, saz dolu, 2. kamışlık, sazlık

reef knot

camadan düğümü

reef

1.camadan, 2.resif

reefer

1. camadancı, 2. esrarlı sigara

reek

1.kötü koku, 2.kötü kokmak

reel off

ezberden okuyuvermek, takır takır tekrarlamak 1.makara, bobin, 2.çıkrık, 3.(teyp) makara, 4.sallanmak, sendelemek, sarhoş gibi gitmek, yalpalamak, 5.kafası karışmak, şaşırmak, 6.fırıl fırıl dönmek, döner gibi olmak, 7.makaraya sarmak yeniden girmek

reel reenter

reenterable

yeniden girilebilir

reentry

1.yeniden girme, 2.uzay aracının dönüp dünya atmosferine girmesi

reeve

ipi delikten geçirmek

reexamine

yeniden sınav yapmak

reexport

1. reeksport, yeniden ihraç, 2. yeniden ihraç etmek

ref

hakem

refashion

biçimini değiştirmek

refection

hafif yemek

refectory

yemekhane

refer

1.(to ile) -den sözetmek, ağzına almak, 2.ilgili olmak, ilgilendirmek, kapsamak, 3.göndermek, havale etmek, 4.başvurmak, danışmak

referee

1.hakem, 2.bilirkişi, 3.hakemlik yapmak

reference book

başvuru kitabı

reference number

referans numarası

reference record

referans kaydı

reference

1.bahsetme, ağzına alma, söz etme, 2.başvurma, danışma, 3.referans, bonservis

referendum

halk oylaması, referandum

referent

gönderge

referential

gösterim ile ilgili, göndergesel

refill

1.yeniden doldurmak, 2.(kâğıt, pil, kalem içi, kurşun, vb.) yedek

refine sugar

şekeri rafine etmek

refine

arıtmak, arılaştırmak, tasfiye etmek, rafine etmek

refined sugar

rafine şeker

refined

1.arıtılmış, tasfiye edilmiş, rafine, 2.ince, kibar, zarif

refinement

1.arıtma, tasfiye, 2.incelik, kibarlık, zerafet, 3.yararlı ilave, aksesuar

refiner

arıtım işçisi

refinery waste

rafineri atığı

refinery

arıtımevi, rafineri

refining furnace

arıtma fırını

refit

1. tamir, yeniden donatma, onarma, 2. yeniden kullanıma hazır hale getirmek

reflation

reflation

reflasyon

reflect on

-i iyice düşünmek, kusurunu göstermek

reflect

1.yansıtmak, aksettirmik, 2.göstermek, dile getirmek, ifade etmek, yansıtmak, 3.düşünmek, iyice düşünüp taşınmak

reflected light

yansımış ışık

reflected ray

yansımış ışın

reflected wave

yansımış dalga

reflecting

yansıtan, aksettiren

reflection

1.yansıma, aksetme, 2.yankı, akis, hayal, 3.derin düşünce

reflective

düşünceli

reflectivity

yansıtırlık

reflector

yansıtaç, reflektör

reflex action

refleks hareket, istençdışı hareket

reflex camera

reflaks fotoğraf makinesi

reflex centre

beyindeki refleks merkezi

reflex movement

refleks hareket, istençdışı hareket

reflex

refleks, tepki, yansı

reflexion

1. yansıma, 2. yankı

reflexive pronoun

dönüşlü zamir, dönüşlü adıl

reflexive verb

dönüşlü fiil

reflexive

dönüşlü

reflexivity

yansıma özelliği

refloat

yeniden yüzdürmek

refluent

geri akan

reflux condenser

geri akış kondansatörü

reflux

geri akış

reforest

yeniden ağaçlandırmak

reforestation

yeniden ağaçlandırma, ormanlandırma

reform

1.düzeltmek, geliştirmek, 2.düzelmek, gelişmek, 3.-de reform yapmak, 4.reform, düzeltim

reformation

reformasyon, düzeltim

reformatory

reformatory

1. düzeltici, ıslah edici, 2. ıslahevi

reformer

düzeltimci, ıslahatçı, reformcu

reformism

reformculuk

refract

(ışık) kırmak

refracting angle

kırılma açısı, sapma açısı

refracting telescope

kırılmalı teleskop, mercekli teleskop

refracting

kırılma, sapma, sapan

refraction

kırılma

refractive index

kırılma indisi, kırılım indisi

refractive

1. kıran, kırıcı, 2. kırılan

refractivity

kırılırlık

refractometer

refraktometre, kırılımölçer

refractometry

refraktometri, kırılımölçüm

refractory

1.karşı gelen, karşı koyan, dikbaşlı, inatçı, 2.(hastalık) iyileştirilmesi zor, tedavisi güç, inatçı, 3.(metal) ergimesi zor, sıcağa dayanıklı, kolay işlenemez

refrain from

kaçınmak, sakınmak, kendini tutmak

refrain

1.kendini tutmak, kaçınmak, çekinmek, sakınmak, 2.nakarat

refrangible

1. kırılabilir, 2. yansıtılır

refresh oneself

canlanmak, dinlenmek

refresh

1.canlandırmak, güçlendirmek, dinçleştirmek, 2.serinletmek, 3.(anıları, vb.) tazelemek, yenilemek, canlandırmak

refresher course

bilgi tazeleme kursu

refresher

1. tazeleyici, 2. içki, serinletici şey, 3. anımsatıcı şey

refreshing

1.güçlendirici, canlandırıcı, dinlendirici, dinçleştirici, 2.serinletici, 3.hoş, ilginç, değişik

refreshment

1.canlanma, güçlenme, dinlenme, 2.yiyecek, içecek

refreshments

yiyecek ve içecek

refrigerant

1. soğutan, soğutkan, 2. soğutucu, dondurucu

refrigerate

soğutmak, serinletmek

refrigerated truck

soğuk hava tertibatlı kamyon

refrigeration technology soğutma tekniği refrigeration

1. soğutma, 2. serin tutma

refrigerator car

frigorifik vagon

refrigerator lorry

frigorifik kamyon

refrigerator

buzdolabı

refuel

yakıt ikmal etmek

refuge

1.sığınak, barınak, 2.orta kaldırım, refüj

refugee

mülteci, sığınık

refulgence

parlaklık, şaşaa

refulgent

parlak, pırıl pırıl

refund

1.(parayı) geri vermek, geri ödemek, 2.geri verilen para, geri ödeme

refunding bond

itfa tahvili

refundment

geri verme, geri ödeme, para iadesi

refurbish

yeniden cilalamak

refurnish

yeniden döşemek

refusal

1.kabul etmeme, ret, geri çevirme, 2.reddetme hakkı

refuse collector

çöp kamyonu

refuse disposal

çöp toplama

refuse lorry

çöp kamyonu

refuse

1.reddetmek, kabul etmemek, geri çevirmek, 2.döküntü, süprüntü, çöp, artık

refutable

çürütülebilir, yanlışlığı kanıtlanabilir

refutation

1. çürütme, cerh, 2. yalanlama, tekzip

refute

yanlış olduğunu kanıtlamak, çürütmek

regain one's feet

yeniden dengesini kazanmak

regain the shore

kıyıya varmak

regain

1.yeniden elde etmek, yeniden kavuşmak, 2.(bir yere) tekrar varmak, tekrar dönmek

regal

1.kral ya da kraliçe gibi, 2.krallara layık, şahane

regale

(with ile) eğlendirmek, hoşça vakit geçirtmek

regalia

1.tören kıyafeti, 2.tören süslemeleri

regard as

gözü ile bakmak, saymak 1.bakmak, 2.gözü ile bakmak, gibi görmek, olarak ele almak, saymak, 3.göz önünde tutmak, umursamak, önemsemek, aldırmak, kulak

regard

regard

asmak, 4.saygı, itibar, 5.önemseme, aldırış, saygı, dikkat, 6.bakış, 7.ç. selam, iyi dilekler

regarding

hakkında, ilişkin, hususunda, ile ilgili, -e dair, -e gelince

regardless of

-i düşünmeden, -e bakmaksızın

regardless

ne olursa olsun, mutlaka, karamazdan

regards

selam, iyi dilekler

regatta

kayık ya da yelkenli tekne yarışı

regency

kral naibliği

regenerate

yenilemek, yeniden kazanmak, rejenere etmek

regeneration

1. yenileme, yenilenme, rejenerasyon, 2. dirilme

regenerative

yenileyici, canlandırıcı, düzeltici

regent

kral naibi

reggae

rege, Jamaika müziği

regicide

1. kral katili, 2. kral katli

regime

1.yönetim, rejim, 2.perhiz, rejim

regimen

rejim, perhiz

regiment

1.alay, 2.kalabalık, sürü, 3.sıkı disiplin altında tutmak

regimental officer

kıta subayı

regimental

alay ile ilgili

regimentation

sistematik bir biçime sokma

region

bölge, yöre

regional planning

bölgesel planlama

regional television

bölgesel televizyon

regional

bölgesel, yöresel

regionalism

bölgecilik

register office

1. nikâh dairesi, 2. sicil dairesi

register

1.sicil, kütük, 2.kayıt defteri, liste defteri, dosya, 3.liste, kayıt, 4.ses perdesi, 5.kayıt eden aygıt, saat, sayaç, 6.regülatör, 7.kütüğe kaydetmek, sicile geçirmek, 8.kaydetmek, listeye yazmak, 9.(aygıt) kaydetmek, göstermek, 10.belirtmek, dışa vurmak, ifade etmek, belli etmek, 11.(mektubu) taahhütlü olarak göndermek

registered letter

taahhütlü mektup

registered post

taahhütlü posta

registered tonnage

registered tonnage

bir geminin taşıma istiabı

registered trade mark

müseccel marka

registered

1.(mektup) taahhütlü, 2.kayıtlı, tescilli

registering apparatus

kaydedici cihaz

registrar

sicil memuru, nüfus memuru

registration fee

kayıt ücreti

registration form

kayıt formu

registration number

plaka numarası

registration

1.(kütüğe) kaydetme, 2.listeye alma, kaydetme, 3.kayıt, tescil

registry office

1. nikâh dairesi, 2. sicil dairesi

registry

sicil dairesi

reglet

kordon

regnant

1. saltanat süren, hükümdarlık eden, 2. hükmeden

regolith

regolit

regorge

kusmak

regress

gerilemek, ilkelleşmek

regression

1. geri çekilme, gerileme, 2. deniz gerilemesi

regressive tax

azalan oranlı vergi

regressive

gerileyen

regret

1.pişman olmak, 2.gözünde tütmek, özlemini çekmek, aramak, 3.üzüntü, 4.pişmanlık

regretful

üzüntülü

regrettable

üzücü, acınacak, ayıp

regroup

1.yeniden gruplaşmak, grup kurmak, 2.yeniden gruplandırmak

regular price

normal fiyat

regularity

1.düzgün, muntazam, 2.her zamanki, mutat, düzenli, 3.usule uygun, yoluna göre, nizami, 4.meslekten, muvazzaf, 5.tam, gerçek, tam anlamıyla, 6.normal, sıradan, 7.düzgün, güzel biçimli, 8.dilb. düzenli, 9.muvazzaf, 10.devamlı müşteri, gedikli düzen, düzenlilik, düzenli biçimde olma, intizam

regularly

düzenli olarak, muntazaman

regulate

1.düzene sokmak, düzenlemek, yoluna koymak, denetim altına almak, kontrol etmek, 2.ayarlamak

regulating rod

ayar çubuğu

regular

regulation

1.düzenleme, tanzim, 2.ayarlama, 3.ç. yönetmelik, tüzük

regulations

yönetmelik, tüzük, mevzuat

regulative

tanzim edici, ayarlayıcı

regulator

ayarlayıcı, düzenleyici, düzengeç, regülatör

regulus

1.cüruflu maden külçesi, 2.yarı arıtılmış maden

regurgitate

kusmak, kusacak gibi olmak

regurgitation

kusturma

rehabilitation

1.yararlı duruma getirmek, düzeltmek, ıslah etmek, 2.tedavi ederek sağlığına kavuşturmak, eski haline getirmek, normal hale getirmek, 3.eski görev, rütbe ya da haklarını geri vermek 1.eski sağlığına kavuşturma, rehabilitasyon, 2.eski görev, rütbe ya da haklarını geri verme

rehash

tekrarlama

rehearing

tanıkların yeniden dinlenmesi

rehearsal

1.prova, 2.anlatma, sayıp dökme

rehearse

1.prova etmek, 2.anlatmak, sayıp dökmek

reheat

yeniden ısıtmak

rehouse

yeni/daha iyi bir eve yerleştirmek

reign

1.hükümdarlık, saltanat, 2.saltanat sürmek, 3.oluşmak, olmak, vuku bulmak

reimbursable

geri ödenebilir

reimburse

(parasını) geri vermek, ödemek, birinin yaptığı masrafı ödemek

reimbursement

geri ödeme, parayı geri verme, rambursman

reimport

yeniden ithalat

rein in

dizgini çekip durdurmak, yavaş gitmek

rein

dizgin

reincarnate

öldükten sonra yeni bir bedende diriltmek, (ruha) yeni bir beden vermek

reincarnation

başka bir bedende dirilme

reindeer

ren geyiği

reinforce

güçlendirmek, takviye etmek, berkitmek

reinforced concrete beam

betonarme kiriş

reinforced concrete

betonarme, demirli beton

rehabilitate

reinforcement

1.güçlendirme, takviye, destek, berkitme, 2.ç, takviye birliği

reinforcements

takviye birliği

reinforcing steel

betonarme demiri

reinstall

yeniden yerleştirmek

reinstallment

yeniden yerleştirme

reinstate

eski mevkiini geri vermek

reinstatement

haklarını geri verme

reinsurance

reasürans, mükerrer sigorta

reinsure

1. reasürans yapmak, 2. yeniden sigortalamak

reinvestment

yeniden yatırım

reissue

1. tekrar çıkarmak, 2. tekrar basmak

reiterate

(birkaç kez) yinelemek, tekrarlamak

reiteration

yinelemek, tekrarlama

reject

1.reddetmek, kabul etmemek, geri çevirmek, 2.bir tarafa atmak, ıskartaya çıkarmak, atmak, 3.bir kenara atılan yararsız şey, ıskarta

rejectamenta

1. çöp, süprüntü, 2. dışkı, pislik

rejection

kabul etmeme/edilmeme, ret, geri çevirme

rejoice sb's heart

mutlu etmek, yüzünü güldürmek

rejoice

1.çok sevinçli olmak, sevinmek

rejoicing

büyük sevinç, bayram sevinci, şenlik

rejoin

1.sert yanıt vermek, 2.yanıt vermek, karşılık vermek, 3.(kamp, gemi, vb.'ne) geri dönmek, 4.yeniden birleştirmek

rejoinder

1.yanıt, 2.kaba yanıt

rejuvenate

gençleştirmek

rejuvenescence

gençleşme, gençleştirme

rekindle

yeniden yakmak

relapse

1.kötüye gitmek, kötüleşmek, 2.(kötü yola) sapmak, dönmek, 3.kötüye gitme, kötüleşme, 4.(kötü yola) sapma, dönme

relate to

1. ile bağdaştırmak, ilişki kurmak, 2. yönelik olmak 1.anlatmak, nakletmek, hikâye etmek, 2.arasındaki farkı görmek/göstermek, 3.(to ile) ile bağdaştırmak, ilişki kurmak, 4.(to ile) -e yönelik olmak, kapsamak, ait olmak ilgili, ilişkili, bağlantılı

relate related

relation

1.akraba, 2.ilgi, ilişki, bağlantı, 3.ç. karşılıklı ilişki

relations

1. karşılıklı ilişki, 2. akrabalar

relationship

1.akrabalık, 2.ilgi, ilişki, bağlantı

relative adverb

ilgi zarfı, ilgi belirteci

relative clauses

sıfat cümleciği, ilgi yantümcesi

relative density

bağıl yoğunluk, bağıl özkütle

relative humidity

bağıl nem, nispi rutubet

relative pressure

göreceli basınç, izafi basınç

relative pronoun

ilgi adılı, ilgi zamiri

relative

1.akraba, 2.göreli, oranlı, nispi, 3.bağlı, ilişkin

relatively

1.oranla, nispeten, 2.oldukça

relativism

bağıntıcılık

relativistic

bağıl, göreli

relativity

izafiyet, görelik

relator

anlatan kimse, muhbir 1.gevşemek, gevşeyip dinlenmek, yorgunluğunu atmak, rahatlamak, 2.gevşetmek, rahatlatmak, dinlendirmek, 3.(güç, kontrol, vb.) gevşetmek, hafifletmek

relax relaxation time

gevşeme süresi

relaxation

1.gevşeme, yumuşama, hafifleme, 2.gevşetme, yumuşatma, hafifletme, 3.gevşeklik

relay race

bayrak koşusu

relay radar

röle radarı

relay spring

röle yayı

relay station

röle istasyonu

relay

1.nöbetleşe çalışan ekip, vardiya, posta, 2.yedek malzeme, 3.röle, 4.bayrak yarışı, 5.naklen yayınlamak

release button

deklanşör, düğme

release lever

ayırma kolu

release on bail

kefaletle tahliye 1.serbest bırakmak, 2.bırakmak, koyuvermek, 3.çözmek, 4.(filmi) gösterime sokmak, 5.(haber) duyurmak, bildirmek, yayınlamak, 6.piyasaya sürmek, satışa çıkarmak, 7.feragat etmek, vazgeçmek ya da devretmek, 8.serbest bırakma, özgürlüğüne kavuşturma, salma, salıverme, tahliye, 9.tahliye kâğıdı, 10.gevşetme, çözme, 11.kurtarma, kurtuluş, kurtulma, 12.(film) piyasada gösterilme izni, 13.(kitap,

release

haber, vb.) yayınlama izni, 14.deklanşör, 15.tek. salıverme düzeneği, yay relegate

1.göndermek, havale etmek, 2.aşağı bir durum ya da mevkiye indirmek

relegation

1. sürgüne gönderme, sürgün, 2. küme düşme

relent

yumuşamak, acıyıp merhamete gelmek, gevşemek

relentless

amansız, acımasız

relevance

ayırıcı olma özelliği, ayırıcılık, belirginlik

relevant

konu ile ilgili

reliability

güvenilirlik

reliable

güvenilir

reliance

güvenç, güven, inan, itimat

reliant

bağlı, bağımlı, dayalı

relic

1.kalıntı, 2.ölü kalıntısı, 3.hatıra, andaç

relict

cinsi tükenmekte olan hayvan/bitki

relief map

rölyef harita, yükseklikleri gösteren harita

relief road

yan yol, ikinci yol

relief valve

emniyet supabı

relief well

boşaltma kuyusu

relief relieve of

1.ferahlama, rahatlama, 2.kurtarma, kurtuluş, 3.takviye kuvvetleri, 4.iç rahatlığı, iç ferahlığı, avuntu, 5.yardım, imdat, 6.çare, derman, 7.nöbet değiştirme, nöbeti devralan kişi, 8.kabartma, rölyef (bir yükten) kurtarmak

relieved

1.(ağrı, acı, sıkıntı, vb.) dindirmek, hafifletmek, azaltmak, yatıştırmak, teskin etmek, bastırmak, 2.ferahlatmak, rahatlatmak, avutmak, avundurmak, gönül ferahlığı vermek, 3.nöbeti devralmak, nöbet değiştirmek, 4.(kuşatılmış kenti) kurtarmak, 5.tekdüzeliğini gidermek, ilginçleştirmek, güzelleştirmek, hareketlendirmek, canlandırmak rahatlamış, ferahlamış, yatışmış, rahat, ferah

relieving arch

hafifletme kemeri, sağır kemer

relievo

kabartma

religion

1.din, 2.mezhep, 3.inanç, iman

religionist

bağnaz, yobaz

religiosity

1. bağnazlık, yobazlık, 2. sofuluk

religious law

dini hukuk

relieve

religious liberty

religious liberty

din hürriyeti

religious marriage

imam nikâhı

religious order

tarikat

religious

1.dinsel, dini, 2.dindar

religiously

1.imanla, 2.düzenli bir şekilde

reline

gömlek değiştirmek, astarını değiştirmek

relinquish

vazgeçmek, bırakmak, feragat etmek

relish

1.istek, zevk, haz, iştah, 2.çeşni, tat, lezzet, 3.hoşlanmak, hoşuna gitmek, zevk almak, hoşnut olmak

relive

yeniden yaşamak, anımsamak

reload

yeniden yüklemek

relocatable

yerdeğişir

relocate

(başka bir yere) taşımak, kurmak, yerleştirmek

relocation

başka yere yerleştirme

reluctance

isteksizlik, gönülsüzlük

reluctant

isteksiz, gönülsüz

reluctivity

relüktivite, çekingenlik

rely on

güvenmek, inanmak, bel bağlamak

rely

(on ile) güvenmek, itimat etmek, bel bağlamak

remain anonymous

adı bilinmemek

remain

kalmak

remainder of a debt

borç bakiyesi

remainder

1.artan, geri kalan, kalan, 2.artık

remainderman

aday, namzet

remaining

kalıcı

remains

1.artık, kalıntı, 2.ölü, ceset

remake

(film, vb.) yeniden yapmak

remand prison

tutukevi

remand

1.(tekrar mahkemeye çıkmak üzere) cezaevine geri göndermek, 2.tekrar cezaevine gönderme

remanence

artık mıknatıslık, artık mıknatıslanım

remanent

remanent

artan, kalan

remark on

hakkında görüşünü belirtmek

remark

1.söylemek, belirtmek, 2.söz, düşünce, görüş

remarkable

dikkate değer, sözü edilmeye değer, olağanüstü

remarkableness

dikkate değerlik, olağanüstülük

remarrriage

yeniden evlenme

remarry

yeniden evlenmek

remediable

çaresi bulunan

remedial teaching

yetiştirici öğretim

remedial

sağaltıcı, iyileştirici, iyi edici, tedavi edici, çare niteliğinde

remediless

çaresiz, umutsuz, tedavi edilmez 1.çıkar yol, umar, çare, 2.ilaç, derman, deva, 3.sağaltmak, iyi etmek, iyileştirmek, tedavi etmek, 4.düzeltmek, 5.çare bulmak, gereğine bakmak, önlemek yeniden eritmek

remedy remelt remember to

remembrance

selam götürmek, selamını söylemek 1.anımsamak, hatırlamak, 2.aklında tutmak, hatırında tutmak, unutmamak, 3.(armağan, bahşiş vb.) vermek, görmek, 4.(to ile) -den selam götürerek, -in selamını söylemek 1.anma, hatırlama, yadetme, 2.anı, hatıra, estelik, 3.anmalık, andaç, hatıra, yadigar

remex

teleke

remigration

geriye göç

remilitarization

yeniden askerileştirme

remind of

-i hatırlatmak, aklına getirmek

remind

hatırlatmak, aklına getirmek

reminder

mektup, not, pusula, vb. anımsatıcı şey

reminisce

eski günlerden konuşmak

reminiscence

1.anımsama, hatırlama, 2.anımsanan şeyler, anı, 3.ç. anılar, hatırat

reminiscent

-i hatırlatan, benzeri

remise

feragat, vazgeçme

remiss

dikkatsiz, gevşek, dalgacı, ihmalkâr

remissible

affedilebilir, bağışlanabilir

remember

remission

remission

1.bağışlama, affetme, af, 2.ceza indirimi, cezayı hafifletme, 3.(hastalık) hafifleme süresi

remissness

1. ihmal, kusur, 2. savsaklık

remit

1.(borç, ceza, vb.'den) kurtarmak, 2.postayla (para, çek, vb.) göndermek, 3.ara vermek, mola vermek

remittance

para havalesi, postayla gönderilen para

remittee

alıcı, havale alıcısı

remittent

af

remitter

para gönderen kimse

remnant

1.artık, geri kalan şey, kalıntı, 2.parça kumaş

remodel

1. değişiklikler yapmak, 2. yeni şekle koymak

remonetization

eski parayı yeniden tedavüle sürme

remonstrance

yakınma, şikâyet, itiraz

remonstrate

yakınmak, şikâyet etmek, karşı çıkmak, itiraz etmek

remonstrator

şikayetçi kimse, protesto eden kimse

remorse

pişmanlık, vicdan azabı

remorseful

vicdan azabı çeken, pişmanlık duyan, pişman

remorseless

vicdansız, kalpsiz, acımasız

remote control

uzaktan kumanda

remote controlled

uzaktan kumandalı

remote probability

uzak bir olasılık

remote station

uzak istasyon

remote

1.uzak, 2.(davranış) soğuk, 3.(şans, olasılık, vb.) küçük, az

remotely

küçük bir dereceye kadar, birazcık

remoteness

uzaklık, yabancılık

remount

1. yeniden çıkmak, 2. yeniden monte etmek

removable

1. kaldırılabilir, sökülebilir, 2. nakledilir

removal expenses

taşınma giderleri

removal van

nakliye kamyonu

removal

1.kaldırma, 2.taşınma, 3.çıkarma, 4.kovulma, görevden alınma, 5.yerini değiştirme

remove from office

görevden almak

removed from

1.çıkarmak, 2.temizlemek, silmek, çıkarmak, öçürmek, 3.kovmak, atmak, 4.kaldırmak, alıp götürmek, 5.uzaklaştırmak, defetmek, 6.taşınmak -den uzak, -den farklı, ile ilgisiz

remover

1. leke çıkarıcı, 2. ev eşyası nakliyecisi

remunerate

emeğinin karşılığını ödemek, hakkını ödemek, ödüllendirmek, yaptığının karşılığını ödemek

remuneration

1. ücret, bedel, 2. karşılık, mükâfat

remunerative

1.(iş) paralı, iyi para getiren, 2.kârlı, kazançlı, yararlı

Renaissance

Rönesans

renal artery

böbrek atardamarı

renal circulation

böbrekteki kan dolaşımı

renal cortex

böbrek korteksi

renal vein

böbrek damarı

renal

böbreğe ait

rename

yeni bir ad vermek

renascence

yeniden doğma

renascent

1. yeniden doğan, 2. canlanan

rend

1.yırtmak, yarmak, koparmak, bölmek, ayırmak, 2.zorla çekip almak, koparmak, ayırmak

render a profit

kâr bırakmak

render into

tercüme etmek, çevirmek

render of account

hesap verme

render payment

ödeme yapmak

render

1.(yardım, vb.) vermek, sunmak, 2.hale getirmek, etmek, kılmak, 3.icra etmek, sunmak, 4.(into ile) -e tercüme etmek, -e çevirmek

rendering

1.sunma, icra, oynama, temsil, 2.tercüme, çeviri

rendezvous

1.buluşma, randevu, 2.buluşma yeri

rendition

icra, sunma, temsil

rendzina

rendzina

renegade

hain, dönek

renege

sözünden dönmek

renew

1.yenilemek, yenileştirmek, tazelemek, 2.canlandırmak, dinçleştirmek, 3.yinelemek, tekrarlamak

renewable source

yenilenebilir kaynak

remove

renewable source renewable

1.yenilenebilir, 2.yenilenmesi gereken

renewal notice

yenileme belgesi

renewal

1.yenileme, 2.yenilenen şey

renitent

kuvvete karşı direnen, zora dayanıklı

rennet

peynir mayası

renounce

1.vazgeçmek, terketmek, 2.bırakmak, feragat etmek

renovate

yenilemek, onarmak

renovation

yenileme

renown

ün, ad, şan, şöhret

renowned

1. ünlü, şanlı, meşhur, 2. şöhretli, namlı

rent a car service

araba kiralama servisi

rent

1.kira, 2.kira bedeli, 3.kiralamak, kira ile tutmak, 4.kiraya vermek, 5.yırtık, yarık, delik

rent-free

1. kirasız, 2. kirasız, 3. kirasız

rentable

1. kiralanabilir, 2. kira getirebilir

rental car

kiralık otomobil

rental value

kira değeri

rental

kira bedeli, kira

renter

kiracı

rentier

1. rantiye, 2. gelir sahibi

renting failure

kirayı ödeyememe

renting

kiraya verme

renunciation

vazgeçme, feragat

reopen

yeniden açmak

reorganization

yeniden düzenleme, yeniden örgütleme, yeniden örgütlenme

reorganize

yeniden örgütleme, yeniden düzenlemek, yeniden organize etmek

rep

1.satış memuru, satıcı, 2.bkz. repertory

repack

yeniden denk yapmak

repaint

yeniden boyamak

repair kit

tamir takımı

repair shop

tamirci dükkânı

repair time

onarım zamanı

repair

1.onarmak, tamir etmek, 2.(hatayı) düzeltmek, gidermek, 3.onarım, tamirat

repair-pit

tamir çukuru

repairable

onarılabilir, tamir edilebilir

repairman

tamirci

repairshop

tamir atölyesi

reparable

tamiri mümkün, tamir edilir

reparation

tazminat

repartee

1.hazırcevaplılık, 2.hazır cevap

repartition

1. bölme, bölüm, 2. yeniden bölme

repass

dönmek, geri gitmek

repast

yemek

repatriate

yurduna geri göndermek, iade etmek

repatriation

kendi ülkesine geri dönme

repay

1.(para) geri vermek, ödemek, 2.karşılığını vermek, altında kalmamak, ödemek, 3.ödüllendirmek, karşılığını vermek

repayable

1.geri ödenebilir, 2.geri ödenilmesi gereken

repayment of income tax

vergi iadesi

repayment

1.geri ödeme, 2.karşılık

repeal

1.yürürlükten kaldırmak, feshetmek, iptal etmek, 2.yürürlükten kaldırma, fesih, iptal

repealable

yürürlükten kaldırılabilir, feshedilir

repeat oneself

hep aynı olmak, değişmemek

repeat

1.tekrarlamak, yinelemek, 2.yeniden yayınlanan program, 3.nakarat, nakarat işareti

repeated

defalarca yinelenen, tekraralanan

repeatedly

defalarca, tekrar tekrar, sık sık

repeater

1.kesintisiz ateş eden silah, 2.çalar saat

repeating coil

tekrarlama bobini

repeating decimal

tekrarlanan kesir

repeating

repeating

1. tekrarlanan, 2. tekralama

repel

1.geri püskürtmek, 2.iğrendirmek, tiksindirmek

repellent

1.iğrenç, tiksindirici, nahoş, 2.sinek, vb. kovucu, uzaklaştırıcı madde

repent

pişman olmak, pişmanlık duymak

repentance law

pişmanlık yasası

repentance

pişmanlık

repentant

pişmanlık duyan, pişman

repercussion

1.yansıma, geri tepme, 2.tepki, yankı, yan etki

repertoire

1.repertuvar, 2.dağarcık

repertory

aynı tiyatroda aynı oyuncuların her gün değişik bir oyun sahneye koyması

repetition work

seri üretim

repetition

1.tekrarlama, yineleme, 2.tekrar, yinelenen şey

repetitious

defalarca tekrarlanmış, basmakalıp

repetitive

hkr, bkz. repetitious

repine

yakınmak, söylenmek, üzülmek, küsmek, bozulmak

repining

yakınan, söylenen, somurtkan

replace

1.eski yerine koymak, 2.(with/by ile) değiştirmek, 3.-in yerini almak, -in yerine geçmek

replaceable

sökülüp değiştirilebilen

replacement part

yedek parça

replacement

1.yenisiyle değiştirme, yenileme, 2.yerini alan kimse/şey, yedek, vekil

replant

yeniden dikmek, yeni bir yere dikmek

replay head

okuma kafası

replay

1.(maç) tekrarlamak, tekrar oynamak, 2.(müzik) tekrar çalmak, 3.tekrar oynanan maç, 4.(görüntü, ses, kayıt, vb.) tekrar

replenish

yeniden doldurmak, ikmal etmek

replenishment

1. ikmal, yeniden doldurma, 2. tekrar doldurma

replete

1.tıka basa doymuş, patlamak üzere, 2.ağzına kadar dolu

repletion

dolgunluk

replevin

1. istirdat davası, 2. istihkak davası

replica

aslına çok benzeyen, kopya

replicate

replicate

kopya etmek, kopyasını yapmak

replication

1. cevap, mukabele, 2. yankı, akis, 3. röprodüksiyon

reply

1.yanıt vermek, yanıtlamak cevap vermek, 2.karşılık vermek, 3.yanıt, 4.karşılık

reported speech

1.rapor, 2.haber, gazete haberi, açıklama, bilgi, 3.bildiri, tebliğ, 4.tutanak, 5.öğrenci karnesi, 6.söylenti, rivayet, 7.patlama sesi, 8.anlatmak, söylemek, 9.bildirmek, haber vermek, 10.rapor vermek, rapor yazmak, 11.(sucu vb.) bildirmek, ihbar etmek, şikâyet etmek, 12.tutanağını tutmak, özetini çıkarmak, 13.hazır bulunmak, mevcudiyetini bildirmek, 14.haber yazmak dolaylı anlatım

reportedly

söylendiğine göre, söylentilere bakılırsa

reporter

1.gazete muhabiri, muhabir, 2.raportör

repose

1.uzanmak, dinlenmek, 2.dayanmak, yaslanmak, 3.dinlenme, istirahat, uyku, 4.dinginlik, sakinlik, sessizlik, 5.erinç, rahat, huzur

reposeful

dinlendirici

repository

1.depo, ambar, 2.... hakkında kendisine özel olarak bilgi verilen kimse

repossess

yeniden sahip olmak, elde etmek

repp

n rips

reprehend

1.azarlamak, paylamak, 2.suçlamak

reprehensible

suçlanmayı/azarlanmayı hakeden

reprehension

1. azar, 2. kınama

represent as

olarak tanımlamak, olarak göstermek

represent

1.göstermek, betimlemek, tasvir etmek, simgelemek, 2.temsil etmek, -in adına hareket etmek

representation

1.temsil, 2.betimleme, tasvir, 3.oyun, temsil, oynama, canlandırma, 4.temsilcilik, mümessillik, 5.simge, işaret, 6.gösterme

representative

1.temsil eden, 2.örnek, tipik, 3.temsilci, vekil

repress

1.bastırmak, önlemek, tutmak, gemlemek, 2.baskı altında tutmak

repressed

1.(kişi) baskı altına alınmış, baskı altında olan, ezilmiş, 2.(duygu) bastırılmış

repression

1.önleme, bastırma, engelleme, tutma, 2.baskı

repressive

(yasa, vb.) baskı uygulayıcı, sert, acımasız

reprieve

1.ölüm cezasını ertelemek, 2.mahvını ertelemek, 3.ölüm cezasının ertelenmesi

reprimand

1.(resmi) tekdir, kınama, 2.(resmi olarak) kınamak

reprint

1.(kitap) yeniden basmak, 2.yeni baskı

reprisal

bir müzik parçasının bir bölümünün ya da tümünün ikinci kez çalınması

reproach

1.azar, tekdir, serzeniş, sitem, kınama, 2.suçlama, 3.leke, yüzkarası, 4.sitem etmek, serzenişte bulunmak, ayıplamak

report

reproachable

reproachable

ayıplanır

reproachful

sitem dolu

reprobate

kötü, kötü karakterli

reprobation

1. beğenmeme, onaylamama, 2. lanet

reprocess

yeniden işlemek

reprocessing plant

yeniden işleme fabrikası

reproducable

üretilebilir

reproduce

1.üremek, çoğalmak, yavrulamak, 2.kopyasını çıkarmak, kopya etmek, 3.(görüntü/ses) vermek

reproducer

yeniden üretici, çoğaltıcı

reproducibility

üretilebilirlik, üreyebilirlik

reproducing head

okuma kafası

reproduction organs

üreme organları

reproduction system

üreme sistemi

reproduction

1.üreme, çoğalma, 2.çoğaltma, 3.reprodüksiyon, özdeşbaskı

reproductive organs

üreme organları

reproductive

1. üretken, 2. üremeyi sağlayan, 3. döl

reproof

azar, ayıplama, kınama

reproval

azarlama, paylama

reprove

azarlamak, paylamak

reptant

sürünen

reptile

sürüngen

reptilian

1.sürüngenlere ait, sürüngen, 2.sürüngen

republic

cumhuriyet

republican people's party

cumhuriyet halk partisi

republican

1.cumhuriyete ait, 2.cumhuriyetçi, 3.cumhuriyetçi

republicanism

cumhuriyetçilik

republication

yeniden yayımlama

republish

yeniden yayımlamak

repudiate

repudiate

1.kabul etmemek, geri çevirmek, 2.inkâr etmek, yadsımak, 3.tanımamak, reddetmek, 4.(borç) ödememek, inkâr etmek

repudiation

1. ret, 2. inkâr, 3. boşama, 4. reddetme, tanımayış

repugnance

iğrenme, tiksinme, tiksinti, nefret

repugnant

çirkin, iğrenç, tiksindirici, pis, terbiyesiz

repulsion

1.(saldırı) geri püskürtmek, 2.(öneri, vb.) kabaca reddetmek, geri çevirmek, 3.püskürtme, 4.(arkadaşlık önerisini) kabaca geri çevirme, reddetme 1.iğrenme, tiksinti ve korku, nefret, 2.birbirini uzaklaştırma gücü, itici güç

repulsive forces

itici güçler

repulsive

1.tiksindirici, iğrenç, 2.itici

repulsiveness

tiksindiricilik, iğrençlik

repurchase

1. geri satın alma, 2. geri satın almak

reputable

ünlü, tanınmış, saygın, saygıdeğer

reputation

1.ün, ad, nam, isim, şöhret

repute

1.ün, şöhret, ad, nam, 2.iyi ad, itibar, saygınlık

reputed

... sayılan, ... farzedilen, ... sanılan

reputedly

dediklerine göre

request

1.rica, dilek, istek, 2.talep, istek, 3.rica etmek, dilemek, istemek

requiem

ölünün ruhu için okunan dua/ilahi

require

1.istemek, gerektirmek, 2.dilemek, istemek, rica etmek

required quantity

gerekli miktar

required subjects

zorunlu dersler

required

gerekli

requirement

1.ihtiyaç, gereksinim, 2.icap, gerek

requisite

1.gerekli, zorunlu, zaruri, 2.gerekli şey, ihtiyaç, gereç

requisition

1.resmi/askeri talep, dilek, 2.resmen talep etmek, 3.resmen el koymak

requital

1. ödül, 2. karşılık, bedel, 3. mukabele

requite with

ile karşılığını vermek

requite

(with ile) karşılığını ... ile ödemek, ile karşılığını vermek

reradiation

yeniden radyasyon

reread

yeniden okumak

repulse

reroute

yönünü değiştirmek, saptırmak

rerouting

güzergâh değiştirme, yönünü değiştirme

rerun

1.(film, vb.) tekrar göstermek, 2.(yarış) tekrar koşmak, tekrarlamak, 3.tekrar gösterilen film/şov

res

konu, mesele

resale

tekrar satış

rescind

yürürlükten kaldırmak, iptal etmek, feshetmek

rescission

1. fesih, iptal, 2. yürürlükten kaldırma

rescript

resmi bildirge, beyan

rescue capsule

kurtarma kapsülü

rescue helicopter

kurtarma helikopteri

rescue party

kurtarma ekibi

rescue

1.kurtarmak, 2.kurtarma, kurtulma, kurtuluş

research and development

araştırma ve geliştirme

research center

araştırma merkezi

research centre

araştırma merkezi

research department

araştırma bölümü

research laboratory

araştırma laboratuvarı

research population

araştırma kitlesi

research programme

araştırma programı

research project

araştırma projesi

research worker

araştırmacı

research

1.araştırma, 2.araştırmak, araştırma yapmak, incelemek

researcher

araştırmacı

reseating

supap yatağını alıştırma

resect

kesip çıkarmak

resection

kesip çıkarma, kesim-çıkarım

reseda

muhabbetçiçeği

resell

aynı şeyi bir daha satmak

reseller

yeniden satan kimse

resemblance

benzerlik

resemble

benzemek, okşamak

resent

kızmak, içerlemek, kırılmak, gücenmek, alınmak

resentful

gücenik, alınmış, kırgın

resentment

kızma, gücenme, küskünlük, dargınlık

reserpine

rezerpin

reservation fee

yer ayırma ücreti

reservation

1.kuşku, şüphe, 2.yer ayırtma, rezervasyon, 3.şart, koşul, 4.Kuzey Amerika'lı yerlilere ayrılan arazi

reserve account

karşılık hesabı

reserve capacity

yedek kapasite

reserve fund

ihtiyat akçesi

reserve price

rezerv fiyatı 1.ayırmak, saklamak, korumak, tahsis etmek, 2.ayırtmak, 3.yedek, rezerv, 4.belirli bir amaç için ayrılmış arazi/bölge, 5.çekingenlik, 6.yedek oyuncu, yedek, 7.yedek güçler

reserve reserved word

ayrılmış sözcük, kullanımı yasak sözcük

reserved

1.çekingen, 2.tutulmuş, ayırtılmış, 3.yedek

reservoir

sarnıç, su deposu

reshape

yeniden biçim vermek

reshuffle

bir kuruluşta çalışanların mevkiilerinin değiştirilmesi

reside

-de ikamet etmek, oturmak

residence

1.konut, 2.oturma, ikamet

resident

sakin, mukim, bir yerde oturan

residential

oturmaya ayrılmış, oturmaya elverişli

residual

artan, kalan, artık

residue

1.kalan, artık, kalıntı, 2.tortu

resign

1.istifa etmek, çekilmek, ayrılmak

resignation

1.çekilme, istifa, 2.boyun eğme, kabullenme

resigned

boyun eğmiş, kabullenmiş, yakınmadan kabul eden

resilience

esneklik

resilient

1.esnek, 2.sağlığını, gücünü çabuk toplayan, çabuk iyileşen

resin

çam sakızı, reçine

resist

1.karşı koymak, direnmek, göğüs germek, 2.dayanmak, -meden edebilmek

resistance

1.karşı koyma, direnme, 2.dayanıklılık, 3.dayanma, dayanma gücü, 4.karşı çıkma, direniş, 5.direnç

resistant

direnen, dirençli, dayanıklı

resistor

rezistans, direnç

resolute

dirençli, kararlı, azimli, sağlam

resolution

1.kararlılık, azim, azimlilik, 2.karar, 3.önerge, teklif, yasa tasarısı, 4.çözüm, 5.çözünme, çözülme, eritme

resolvent

1.karar vermek, 2.çözmek, halletmek, 3.parçalarına ayırmak, ayrıştırmak, 4.oy ile -e karar vermek, 5.eritmek, çözmek, 6.erimek, çözünmek, 7.karar, azim, niyet, azimlilik çözücü madde

resonance

1.tınlama, 2.seselim, rezonans

resonant

çınlayan, tınlayan, yankılanan

resort

1.dinlence yeri, mesire, 2.-e başvurma, yoluna gitme, -den yararlanma, 3.(to ile) -e başvurmak, yoluna gitmek, çareyi -de bulmak

resound

1.çınlamak, yankılanmak, 2.... sesiyle dolmak, inlemek

resounding

1.çınlayan, yankılanan, gürültülü, 2.çok büyük

resource

1.kaynak, zenginlik, 2.umar, çare, 3.beceriklilik

respect

1.saygı, hürmet, 2.uyma, riayet, saygı, 3.bakım, yön, nokta, 4.saygı göstermek, saygı duymak, 5.-e riayet etmek, uymak

respectable

1.saygıdeğer, saygın, 2.oldukça iyi, epey, hatırı sayılır, 3.temiz, namuslu, dürüst

respectful

saygılı

respective

kendi, kişisel, şahsi

respectively

anılan sıraya göre, biri ... öteki

respiration

solunum

respirator

solunum aygıtı, respiratör

respiratory

solunumla ilgili

respire

soluk almak

respite

mola, dinlenme, soluklanma

resplendent

parlak, pırıl pırıl, görkemli, göz kamaştırıcı

respond

1.yanıt vermek, yanıtlamak, 2.(by/with ile) ile karşılık vermek, karşılamak

resolve

respondent

davalı, savunan kişi

response

1.yanıt, 2.karşılık

responsibility

sorumluluk

responsible

1.(for/to ile) -den sorumlu, -e karşı sorumlu, sorumlu, 2.sorumluluk sahibi, güvenilir, emin, 3.sorumluluk isteyen, sorumluluk gerektiren

responsive

restart

yanıt veren, karşılık veren 1.dinlenme, 2.erinç, huzur, rahat, sükun, 3.uyku, 4.işlemezlik, hareketsizlik, durma, 5.dayanak, mesnet, destek, 6.es, durak, 7.dinlenmek, 8.dinlendirmek, 9.dayamak, yaslamak, 10.durup dinlenmek, durmak, ara vermek, soluk almak, 11.dayandırmak, oturtmak, 12.elinde olmak, bağlı olmak, 13.güvenmek, dayanmak, bel bağlamak, 14.yatmak, gömülü olmak, 15.artık, kalan, 16.ötekiler, diğerleri, kalanlar yeniden başlatmak

restaurant

lokanta

restaurateur

lokanta sahibi, lokantacı

restful

dinlendirici, rahat, sakin, huzurlu, huzur verici

restitution

1.iade, sahibine geri verme, 2.zararı ödeme, tazmin

restive

yerinde duramayan, rahat durmayan, huzursuz, inatçı

restless

1.yerinde duramayan, hareketli, kıpır kıpır, kıpırdak, 2.rahatsız, huzursuz

restoration

1.onarım, yenileme, restorasyon, 2.sahibine geri verme, iade, 3.yeniden kurma

restorative

1.güçlendiren, sağlık veren, 2.güç/sağlık veren ilaç, yiyecek, vb.

rest

restoring force

1.sahibine geri vermek, iade etmek, 2.eski yerine koymak, geri koymak, 3.yeniden kurmak, düzeltmek, 4.eski görevine, işine, vb. yeniden getirmek, iade etmek, 5.yeniden sağlığına kavuşturmak, iyileştirmek, 6.onarmak, yenilemek, restore etmek düzeltici kuvvet, geriçağırım kuvveti

restrain

engellemek, dizginlemek, zaptetmek, tutmak, -den önlemek

restrained

kontrollü, sakin, kendine hakim

restraint

1.tutma, dizginleme, zapt, 2.kendini tutma, kendine hakim olma, 3.sınırlama, baskı, zorlama

restrict

sınırlamak

restricted credit

şartlı kredi

restricted ownership

sınırlı mülkiyet

restricted

1.sınırlı, kısıtlı, kontrollü, 2.yalnızca belirli bir kesimin kullanımına özgü, belirli bir grup için, hizmete mahsus, 3.dar, sınırlı

restriction

sınırlama

restrictive

sınırlayıcı

result in

ile sonuçlanmak, çıkmak, neticelenmek

restore

result

result

1.(from ile) -den sonuçlanmak, meydana gelmek, çıkmak, doğmak, 2.(in ile) ile sonuçlanmak, 3.sonuç, 4.mahsul, ürün, semere

resultant force

bileşke kuvveti

resultant

sonucunda ortaya çıkan, sonuçta oluşan

resume

1.(ara verdikten sonra) yeniden başlamak, sürdürmek, devam etmek, 2.geri almak, yeniden elde etmek

resumé

1.özet, 2.özgeçmiş

resumption

yeniden başlama, sürdürme

resurgence

yeniden güçlenme, dirilme, yeniden aktiflik kazanma

resurgent

yeniden güçlenen, dirilen

resurrect

1.yeniden canlandırmak, diriltmek, 2.yeniden kullanmak, geçerli kılmak

resurrection

1.yenileme, canlanma, dirilme, tekrar ortaya çıkma, doğma, 2.(the ile) İsa'nın dirilişi

resuscitate

(ölmek üzere olan birini) yaşama döndürmek, canlandırmak, diriltmek

resuscitation

canlandırma, diriltme

ret

1. çürümek, 2. ıslatıp yumuşatmak

retail banking

perakende bankacılık

retail credit

müşteri kredisi

retail dealer

perakendeci

retail price

perakende fiyatı

retail trade

retailer

perakende ticaret 1.perakende satmak, 2.(at ile) perakende olarak ... fiyatına satılmak, 3.dedikodu yaymak, 4.perakende satış, 5.perakende olarak, perakendeciden, perakende perakendeci

retain wall

set

retain

1.tutmak, yitirmemek, sahip olmak, 2.parayla (avukat) tutmak

retained earnings

birikmiş kârlar

retainer

1. uşak, hizmetçi, 2. avukata verilen avans

retaining wall

istinat duvarı

retake

1. yeni çekim, 2. yeniden almak, geri almak, 3. (film

retaliate

misilleme yapmak, kötülüğe kötülükle karşılık vermek

retaliation

1. misilleme, kısas, 2. öç

retaliatory

1. misilleme niteliğinde, 2. karşılık olarak

retail

retard

geciktirmek, yavaşlatmak

retardation

1. geciktirme, yavaşlatma, 2. geciktirici şey

retarded

(çocuk) yavaş gelişen, geri zekâlı

retarder

geciktirici, hız kesici

retch

kusmaya çalışmak, kusacak gibi olmak

retell

yeniden anlatmak

retene

reten

retention

(akılda, vb.) tutma

retentive

(aklında, vb.) tutan, unutmayan

retest

yeniden test etmek

rethink

tekrar düşünmek, tekrar gözden geçirmek

reticence

1. az konuşma, ağzı sıkılık, 2. gizlilik, sır tutma

reticent

suskun, ağzı sıkı, konuşmayan, ketum, sessiz

reticle

1. retikül, kılağ, 2. dürbün ağı

reticular

1. ağ gibi, ağsı, 2. ağ şeklinde, gözenekli, dolaşık

reticulate

1. ağ gibi, şebekeli, 2. ağsı, 3. ağ gibi sarmak, ağ gibi örmek

reticulated

ağ gibi, ağsı

reticulation

ağsılaşma, ağ gibi olma

reticule

retikül, kılağ

reticulum

1. ağ, şebeke, 2. börkenek

retiform

ağ gibi

retina

retina, ağkatman

retinal

retinayla ilgili

retinue

maiyet, heyet

retire into one's shell

kabuğuna çekilmek

retire to pasture

köşesine çekilmek, emekliye ayrılmak 1.çekilmek, bir köşeye çekilmek, gitmek, 2.yatmaya gitmek, 3.geri çekilmek, 4.emekliye ayırmak, emekliye sevketmek, 5.emekli olmak, emekliye ayrılmak emekli

retire retired

retirement age

emeklilik yaşı

retirement annuity

emeklilik sigortası

retirement pension

emekli maaşı

retirement

1.emekliye ayrılma, 2.emeklilik

retiring age

emeklilik yaşı

retiring pension

emekli maaşı

retiring

çekingen, içine kapanık

retool

yeniden aletlerle donatmak

retort

1.sert yanıt vermek, karşılık vermek, 2.sert yanıt, karşılık, 3.imbik

retortion

1. geriye bükme, 2. misilleme

retouch

rötüş yapmak

retrace

tekrarlamak, geriye/kaynağına gitmek

retract

1.geri çekmek, içeri çekmek, 2.(sözünü) geri almak

retractable

geri alınabilir, toparlanır

retractor

geri çekici kas

retrain

yeniden eğitmek

retraining

yeniden eğitme

retread

retrench

dış lastiğe sırt geçirmek 1.çekilme, gerileme, 2.geri çekilme, ricat, 3.bir köşeye çekilip dinlenme, inziva, 4.inziva köşesi, sığınak, 5.çekilmek, geri çekilmek, gerilemek, 6.dinlenmek için çekilmek, gitmek, inzivaya çekilmek 1. masrafları kısmak, 2. personel sayısını azaltmak

retrial

(davayı) yeniden görme

retribution

hakedilen ceza

retributive

1. cezalandırıcı, 2. intikamcı

retrievable

1. geri alınabilir, 2. düzeltilebilir

retrieval

retriever

1. geri alma, 2. bilgi çıkarma 1.geri almak, yeniden ele geçirmek, kavuşmak, yeniden edinmek, 2.düzeltmek, telafi etmek, çaresini bulmak, 3.(av köpeği) vurulan avı bulup getirmek aport köpeği, avı bulup getiren köpek

retrivable

yeniden elde edilir

retreat

retrieve

retroaction

retroaction

1. makable şümul, geçmişi kapsama, 2. tepki

retroactive

önceki olayları kapsayan

retrocede

iade etmek, geri vermek

retrocession

iade

retroflex

1. üstdamaksıl, 2. üstdamaksıl olan

retrograde

gerileyen, kötüye giden

retrogress

gerilemek, kötüye gitmek

retrogression

gerileme

retrogressive

geri giden, gerileyici

retrorocket

1. geciktirme roketi, 2. fren roketi

retrospect

1.geçmişi düşünme, geçmişe bakış

retrospection

geçmişi düşünme, geçmişe bakış

retrospective

1.geçmişle ilgili, 2.önceki olayları kapsayan

retrousse

ucu yukarıya kalkık

retry

yeniden yargılamak

return a favour

yapılan iyiliğin karşılığını vermek

return a verdict of guilty

suçlu bulmak

return address

dönüş adresi

return airway

hava dönüş yolu

return circuit

dönüş devresi

return code

dönüş kodu

return fare

gidiş dönüş ücreti

return instruction

dönüş komutu

return match

rövanş maçı

return piping

dönüş borusu

return thanks

teşekkür etmek

return ticket

gidiş dönüş bileti

return to

1. geri dönmek, 2. rücu etmek

return trace

return trace

resim başı

return visit

returnable

iade ziyareti 1.dönmek, geri gelmek, 2.geri vermek, geri götürmek, iade etmek, 3.geri çevirmek, geri göndermek, 4.yanıt vermek, karşılık vermek, 5.seçmek, 6.huk. karar vermek, 7.(kâr, kazanç) getirmek, sağlamak, 8.açıklamak, beyan etmek, resmen bildirmek, 9.(mal) ilk sahibine dönmek, 10.dönüş, geri geliş, dönüp gelme, 11.geri verme, geri götürme, 12.geri gönderme, geri çevirme, iade, 13.yanıt, karşılık, 14.yeniden olma, tekrarlama, tekerrür, 15.resmi rapor, 16.beyanname, 17.kâr, kazanç, 18.gidiş-dönüş bileti, 19.ç. kazanç, gelir, hasılat, 20.(bilet) gidiş-dönüş 1.geri verilebilir, 2.geri verilmesi gereken

returned check

iade edilmiş çek

retuse

çökük

reunification

yeniden birleşme

reunion

1.yeniden bir araya gelme, 2.toplantı, arkadaş toplantısı

reunite

1.yeniden bir araya gelmek, toplanmak, birleşmek, 2.yeniden bir araya getirmek, birleştirmek

rev

1.devir, tur, 2.(up ile) (motorun) hızını artırmak

revaccinate

yeniden aşılamak

revalorization

yeniden değerlendirme, revalorizasyon

revalorize

yeniden değerlendirmek

revaluate

yeniden değerlendirmek

revaluation

revalüasyon, yeniden değerlendirme

revalue

(bir ülke parasının) değerini yükseltmek

revanchist

1. intikamcı, 2. intikamcı kimse

reveal a secret

sırrı açıklamak

reveal

1.açığa vurmak, ortaya çıkarmak, 2.göstermek, 3.pervaz, kapı dikmesi

revealing

1. anlamlı, manidar, 2. (giysi) bir kısmını gösteren

reveille

kalk borusu

revel in

haz duymak, zevk almak

revel

1.eğlenmek, cümbüş yapmak, alem yapmak, 2.(in ile) -den haz duymak, büyük zevk almak, 3.eğlence, cümbüş, eğlenti, şenlik

revelation

açığa vurma, ifşa

reveller

eğlence düşkünü, âlemci

revelry

şenlik, eğlenti, cümbüş, alem

return

revenge

revenge

1.öç, intikam, 2.-in öcünü almak

revengeful

kinci, kin tutan, intikamcı

revenue bond

gelir tahvili

revenue office

defterdarlık, maliye

revenue officer

gümrük memuru

revenue reserve

ihtiyari yedek

revenue sharing bond

gelir ortaklığı senedi

revenue stamp

damga pulu

revenue

gelir, hükümetin vergi geliri

reverberate

yankılanmak

reverberation

yansıma, yankılanma, akis, aksetme

reverberator

1. ışıldak, projektör, 2. yansıtaç, reflektör

reverberatory

yansımalı

revere

saymak, büyük saygı ve hayranlık göstermek, sevip saymak

reverence

1.derin saygı, 2.saygı ile eğilme, reverans

reverend

(papaz) saygıdeğer, muhterem, sayın, aziz

reverent

saygılı

reverential

saygılı, saygıdan ileri gelen

reverie

düş, hayal, düşlere dalma

reversal

ters dönme, dönme

reverse charges

ödemeli telefon etmek

reverse current

ters akım

reverse direction flow

ters yönde akış

reverse gear

geri vites

reverse reaction

ters reaksiyon

reverse side

arka yüz, ters yüz

reverse the charges

ödemeli telefon görüşmesi yapmak

reverse voltage

ters gerilim 1.ters, arka, aksi, 2.tersine dönmüş, 3.karşıt, zıt, 4.ters çevirmek, tersyüz etmek, 5.geri gitmek/götürmek, 6.yerlerini değiştirmek, 7.aksi yönde değiştirmek, 8.ters taraf, ters yüz, ters, 9.aksi, zıt, zıttı, tersi, karşıtı, 10.aksilik, terslik, 11.başarısızlık, yenilgi, 12.geri vites

reverse

reversibility

1. tersinirlik, 2. tersine çevrilebilme

reversible fabric

çift yüzlü kumaş

reversible reaction

tersinir tepkime, tersinir reaksiyon

reversible

1. tersinir, 2. tersine çevrilebilir

reversing gear

geri hareket düzeni, tornistan düzeni

reversing

geri dönebilen, geri

reversion

1.eski haline ya da alışkanlığına dönme, 2.(mülk) ilk sahibine dönme, 3.kalıtım hakkı, veraset hakkı

reversionary annuity

yıllık gelir poliçesi

reversionary heir

art mirasçı

reversionary

intikal ile ilgili

reversioner

art mirasçı

revert

(to ile), (eski durumuna, alışkanlıklarına, inançlarına, vb.) geri dönmek, yeniden dönmek, ilk sahibine dönmek

revetment

kaplama, revetman 1.bir daha gözden geçirme, yeniden inceleme, 2.eleştiri, kitap eleştirisi, 3.yazın ve düşünce dergisi, 4.teftiş, 5.yargıtayca mahkeme kararının yeniden incelenmesi, 6.bir daha gözden geçirmek, yeniden incelemek, 7.eleştirmek, eleştiri yazmak, 8.teftiş etmek, 9.mahkeme kararını yeniden incelemek

review reviewer

eleştirmen, kitap eleştirmeni

revile

sövmek, küfretmek, hakaret etmek, lanetlemek

revisal

1. gözden geçime, revizyon, 2. ikinci düzeltme

revise

1.gözden geçirip düzeltmek, yeniden elden geçirmek, 2.(görüş, vb.) değiştirmek, 3.(ders) tekrarlamak, bir daha gözden geçirmek, 4.ikinci prova

revised edition

gözden geçirilmiş baskı, düzeltilmiş baskı

reviser

1. gözden geçirip düzelten kimse, 2. düzeltmen

revision

1.gözden geçirip düzeltme, 2.bir daha gözden geçirme, tekrar, 3.düzeltilmiş baskı

revisionism

revizyonizm

revisit

yeniden ziyaret etmek

revitalize

canlandırmak, güçlendirmek

revival

1.yeniden canlanma, dirilme, 2.eski bir oyunu yeniden oynama, 3.uyanış

revive

1.canlanmak, sağlıklı olmak, 2.canlandırmak, 3.tekrar kullanılmaya başlamak, geri gelmek, ortaya çıkmak, 4.tekrar kullanmaya başlamak, geri getirmek

reviver

güçlendirici madde

revivify

canlandırmak, diriltmek

revocable

geri alınabilir, iptal edilebilir, kabili rücu

revocation

1. geri alma, 2. kaldırma, iptal

revoke

(izin, yasa, karar, vb.) geri almak, hükümsüz kılmak, iptal etmek, kaldırmak, feshetmek 1.(aganist ile) başkaldırmak, karşı gelmek, ayaklanmak, isyan etmek, 2.iğrenmek, tiksinmek, 3.iğrendirmek, tiksindirmek, 4.başkaldırma, başkaldırı, ayaklanma, isyan

revolt revolting

iğrenç

revolution counter

devir sayacı, takometre

revolution

1.ihtilal, devrim, 2.köklü değişiklik, devrim, 3.dönme, tur, devir, dolanma, 4.devir süresi, devre

revolutionary

devrimci

revolutionist

devrimci

revolutionize

-de devrim yaratmak

revolve around

çevresinde oluşmak, merkezlenmek 1.dönmek, devretmek, 2.döndürmek, çevirmek, 3.iyice düşünüp taşınmak, üzerinde derin derin düşünmek, 4.(around ile) çevresinde oluşmak/merkezlenmek

revolve revolver

tabanca

revolving door

döner kapı

revolving fund

döner sermaye

revolving

döner, dönen, devir yapan

revue

revü

revulsion

1.tiksinme, iğrenme, tiksinti, iğrenti, 2.(düşüncelerde, görüşlerde, vb.) ani değişiklik, sapma

reward

1.ödül vermek, ödüllendirmek, 2.ödül, mükafat, karşılık

rewarding

denemeye değer

rewind

geri sarmak

rewinder

geri sarıcı

rewire

(binaya) yeni elektrik telleri döşemek

reword

başka sözcüklerle söylemek

rewrite

yeniden yazmak, yeniden daha uygun bir şekilde yazmak

Rex

Kral

rhapsodic

rhapsodic

rapsodiye benzer

rhapsodist

heyecanlı konuşan kimse

rhapsodize

heyecanla söz etmek

rhapsody

1.rapsodi, 2.aşırı övgü, bayılma

Rhenish

Ren ırmağına ait, Ren şarabı

rhenium

renyum

rheology

reoloji, akışbilim

rheostat

1. reosta, 2. direnç aygıtı

rheostatic

reostatik

rhesus factor

Rh faktörü

rhesus

alyanaklı maymun

rhetoric question

yanıtı beklenmeyen soru

rhetoric

1.konuşma sanatı, uzsözlülük, belagat, 2.cafcaflı konuşma/yazı

rhetorician

1. belagat ustası, 2. belagatli kişi, 3. hatip, söylevci

rheumatic fever

ateşli romatizma

rheumatic

romatizma ile ilgili, romatizmalı

rheumatism

romatizma

rheumatoid arthritis

eklem iltihabı

rheumatoid

1. romatizma gibi, 2. romatizmalı

rhinitis

burun iltihabı

rhino

gergedan

rhino-

(önek) burun

rhinoceros

gergedan

rhizoid

1. köksü, kök gibi, 2. lif, ercik sapı

rhizome

rizom, köksap

rhizophagous

bitki köküyle beslenen

rhizopod

rizopod, kökbacaklı, kökayaklı

rhodacyte

kırmızı kan küreciği

rhodamine

rodamin

Rhodes

Rhodes

Rodos Adası

Rhodesia

Rodezya

rhodium

rodyum

rhodopsin

rodopsin

rhombic antenna

baklava anten

rhombic

eşkenar dörtgen biçiminde, rombik

rhombohedral

romboedrik

rhombohedron

eşaltıyüzlü

rhombus

eşkenar dörtgen

rhubarb

ravent

rhumb

kerte

rhumbatron

rumbatron

rhyme or reason

anlam, mantık, akıl fikir

rhyme

1.uyak, kafiye, 2.uyaklı şiir, 3.ile uyak oluşturmak, uyaklı olmak, 4.şiir yazmak

rhyolite

riyolit

rhythm

1.dizem, ritim, 2.vezin

rhythmic

ritmik, dizemli

rhythmical

uyumlu, ritmik, ölçülü

rhythmics

ritm çalışması

ria coast

rialı kıyı

ria

ria

rialto

ticaret merkezi, borsa

rib cage

göğüs kafesi

rib

1.kaburga kemiği, 2.pirzola, 3.kaburga, 4.şemsiye teli, 5.yaprak damarı, 6.takılmak, dalga geçmek, kafaya almak

ribald

kaba, açık saçık, müstehcen

ribaldry

1. kabalık, açık saçıklık, müstehcenlik, 2. kaba dil

riband

kurdele, şerit

ribbed cooler

kaburgalı soğutucu

ribbed glass

çizgili cam

ribbed

ribbed

yivli, nervürlü

ribbon

1.kurdele, 2.şerit, 3.daktilo şeridi

ribboned

1. şeritli, 2. çizgili

riboflavin

riboflavin

ribonucleic acid, RNA

ribonükleik asit, RNA

ribonucleic

ribonükleik

ribosome

ribozom

rice flour

pirinç unu

rice paddy

pirinç tarlası

rice paper

pirinç kâğıdı

rice pudding

sütlaç

rice

1.pirinç, 2.pilav

ricer

patates rendesi

rich as Croesus

riches

Karun kadar zengin 1.zengin, varsıl, 2.bitek, verimli, bereketli, zengin, 3.bol, çok, 4.(yemek) yağlı, ağır, 5.canlı, parlak, 6.(ses) gür, dolgun, kalın, 7.pahalı, ağır, lüks, 8.gülünç, komik, 9.(the ile) zenginler varlık, zenginlik, servet

richly

görkemli/şatafatlı bir şekilde

richness

zenginlik

ricin

risin

rick

1.kuru ot, saman, vb. yığını, 2.(saman, vb.) yığmak, 3.burkulmak, bükülmek

rickets

kemik hastalığı, raşitizm

rickettsia

riketsiya

rickety

zayıfça tutturulmuş, çürük

ricksha

bkz. rickshaw

rickshaw

Uzak Doğu'da insan gücüyle çekilen iki tekerlekli küçük fayton

ricochet

1.(taş, kurşun, vb.) sekme, 2.(off ile) (taş, kurşun, vb.) sekmek

rictus

gaga açıklığı, ağız açıklığı

rid

(of ile), -den kurtarmak, temizlemek

riddance

1.-den kurtulma, başından atma, atlatma

rich

riddle with

delik deşik etmek, kalbura çevirmek

riddle

1.bilmece, 2.sır, giz, esrar, 3.kalbur, 4.kalburdan geçirmek, elemek, 5.(with ile) delik deşik etmek, kalbura çevirmek

ride a high horse

büyüklük taslamak

ride for a fall

canına susamak

ride herd on

peşinde dolaşmak

ride in

yolculuk etmek, gitmek

ride off in all directions dört dönmek ride out

sağ salim kurtulmak, dertsiz belasız atlatmak

ride roughshod over

aman vermemek

ride the gravy train

bir eli yağda, bir eli balda olmak

ride the high horse

kendini dev aynasında görmek

ride

1.(at, bisiklet, motosiklet, vb.) sürmek, binmek, 2.ata binmek, at gezintisi yapmak, 3.(in ile) yolculuk etmek, gitmek, 4.(su) üstünde kalmak, 5.süzülmek, 6.sataşmak, gıcık etmek, eleştirmek, 7.gezinti, tur

rider

1.binici, atlı, sürücü, 2.ek görüş/öneri

ridge beam

mahya kirişi, çatı direği

ridge tile

mahya kiremidi

ridge

1.sırt, bayır, 2.dağ sırası

ridicule

1.eğlenme, alay, alay konusu olma, 2.ile alay etmek, gülmek

ridiculous

gülünç, komik, saçma

ridiculousness

gülünçlük, komiklik, saçmalık

riding habit

bayan binici kıyafeti

riding horse

binek atı

riding school

binicilik okulu

riding

binicilik

rife

1.(kötü şeyler) yaygın, hüküm süren, genel, 2.(kötü şeylerle, kötülüklerle) dolu

riffle

ızgara, ayırma ızgarası

riffler

eğe

riffraff

en aşağı halk tabakası, ayak takımı

rifle corps

piyade alayı

rifle

1.soymak, yağma etmek, 2.tüfek

rifleman

silahşör

riflerange

atış meydanı

rifling

yiv

rift saw

dilme testeresi

rift valley

graben, çökük, çöküntü vadisi

rift

1.yarık, çatlak, 2.(ilişki) ayrılık, uçurum

rig

1.(gemi) donatmak, 2.-e hile karıştırmak, çıkarına göre düzenlemek, 3.(gemi) arma, donanım, 4.kılık kıyafet, 5.alet

rigged game

şike

rigger

1. armador, 2. vinççi

rigging

1. donanım, teçhizat, 2. kanat ayarı

right and left

sağda solda, orda burda, her yerde

right angle

dik açı

right arm

sağ kol

right as rain

turp gibi, bomba gibi, çok iyi

right ascension

bahar açısı, açılım, yükselim

right atrium

sağ kulakçık

right auricle

sağ kulakçık

right away

bir an önce, hemen, gecikmeden, derhal

right enough

beklendiği gibi

right hand man

sağ kol

right hand

sağ kol

right handed

sağ eliyle iş gören

right here

tam burada, tam buraya

right in one's head

makul, aklı başında, mantıklı

right justify

sağa yanaştırmak

right of action

1. dava hakkı, 2. dava hakkı

right of assembly

toplanma hakkı

right of asylum

sığınma hakkı

right of possession

right of possession

mülkiyet hakkı

right of preemption

şufa hakkı

right of priority

rüçhan hakkı

right of property

mülkiyet hakkı

right of search

arama hakkı

right of strike

grev hakkı

right of veto

red hakkı

right of way

(trafikte) geçiş hakkı

right off the bat

apar topar

right off the reel

çarçabuk

right section

dik kesit

right shift

sağa kaydırma

right side

kumaş yüzü

right triangle

dik üçgen

right whale

balina

right wing

sağ kanat

Right you are

Tamam!, Peki!, Kabul!, Olur!

right-angled

1.doğru, 2.düz, doğru, 3.doğru, gerçeğe uygun, 4.haklı, 5.elverişli, uygun, 6.iyi, sağlam, 7.dürüst, doğru, namuslu, güvenilir, 8.gereken, aranan, 9.sağlam, sağlıklı, iyi, aklı başında, 10.sağ, 11.sağ, tutucu, 12.hak, yetki, 13.doğruluk, dürüstlük, 14.doğru olan şey, doğru, 15.sağ taraf, 16.(siyaset) sağ kanat, sağ, 17.doğru olarak, doğru, 18.doğru, adaletli, 19.dosdoğru, doğruca, 20.düzgün, yolunda, 21.uygun biçimde, 22.doğrultmak, 23.düzeltmek dik açılı

right-hand drive

sağ direksiyon

right-hand man

sağ kol

right-hand

1. sağ, sağdaki, sağa, 2. sağ

right-handed rotating

sağa dönen

right-handed

1. sağ eliyle iş gören, 2. sağ elle kullanılan

right-minded

doğru düşünceli

rightabout

karşı taraf

righteous

dürüst, doğru, erdemli, hak tanır, adil

right

righteousness

righteousness

dürüstlük, doğruluk, erdem

rightful

yasal, yasaya uygun, meşru

rightist

sağcı

rightly or wrongly

doğru ya da yanlış

rightly

1.doğru olarak, 2.gereği gibi, hakkıyla, 3.kesinlikle, kesin olarak

rightminded

doğru düşünüşlü, insaflı

rightness

1. doğruluk, 2. hakkaniyet, 3. dürüstlük, haklı olma

righto

tamam!, olur!, aferin!

rightward

sağa doğru

rigid

1.sert, eğilmez, bükülmez, katı, 2.sert, şiddetli, katı, değişmez

rigidity

1. esnemezlik, sertlik, rijitlik, 2. eğilmezlik

rigmarole

1.uzun ve karışık hikaye, deli saçması, 2.birtakım anlamsız (formalite) işler

rigor mortis

ölüm katılığı

rigor

bkz. rigour

rigorous

1.sert, şiddetli, 2.özenli, dikkatli, sıkı, titiz

rigour

1.sertlik, katılık, 2.sertlik, acımasızlık, şiddet, 3.sıkıntı, güçlük, zorluk, cefa

rile

kızdırmak, sinirlendirmek, gıcık etmek

rill

dere

rim base

jant tabanı

rim brake

jant freni

rim

1.kenar, 2.çerçeve

rime

kırağı

rind

kabuk

rinderpest

sığır vebası

ring a bell

bir şey hatırlatmak, yabancı gelmemek

ring back

daha sonra aramak

ring binder

telli defter

ring bolt

halkalı cıvata

ring cartilage

kıkırdak

ring compound

ring compound

halka bileşiği

ring down

bir şeye son vermek

ring false

yanlış gibi gelmek, inandırıcı olmamak

ring fence

araziyi çeviren çit

ring finger

yüzükparmağı

ring of truth

doğruluk payı, gerçeklik

ring off

telefon görüşmesini bitirmek, telefonu kapatmak

ring out

yüksek sesle çınlamak

ring road

çevre yolu

ring spanner

yıldız anahtar

ring stone

kemer altlık taşı, kemer yüz taşı

ring the bell

zil çalmak

ring the changes

değişiklik yapmak

ring true

doğru gibi gelmek, inandırıcı olmak

ring up

ringdove

telefon etmek 1.(zil, vb.) çalmak, çınlatmak, 2.çınlamak, çalmak, 3.zil çalmak, 4.(kulak) çınlamak, 5.(up ile) telefon etmek, 6.etrafını kuşatmak, çember içine almak, 7.çan sesi, zil sesi, 8.çınlama sesi, 9.etki, nitelik, 10.halka, 11.çember, daire, 12.yüzük, 13.şebeke, çete, grup, 14.ring boynu halkalı güvercin

ringer

kilise çancısı

ringleader

çete başı, elebaşı

ringlet

1.ufak halka, 2.saç lülesi

ringmaster

sirk müdürü

ringster

klik/tröst üyesi

ringworm

1. mantar hastalığı, 2. kelek

rink

paten alanı, buz alanı

rinse

1.temiz sudan geçirmek, durulamak, 2.durulama, 3.sıvı saç boyası

rinsing water

çalkalama suyu

riot police

toplum polisi

riot

1.ayaklanma, isyan, başkaldırı, 2.kargaşa, gürültü, hengame, 3.büyük eğlence/başarı, şamata, 4.ayaklanmak, isyan etmek

riotous

1.kargaşalık çıkaran, isyan çıkaran, huzuru bozan, 2.gürültülü, curcunalı

ring

rip into

canına okumak

rip off

1. kazıklamak, yolmak, 2. araklamak, yürütmek

rip saw

bıçkı, zıvana testeresi, dilme testeresi

rip up

parça parça etmek, parçalamak, yırtmak

rip

1.yırtmak, sökmek, parçalamak, 2.yırtılmak, sökülmek, 3.yarmak, 4.yarık, yırtık, sökük, 5.anafor, girdap

rip-off

kazıklama, kazık

riparian

ırmak kenarı ile ilgili

ripcord

paraşüt açma ipi

ripe

1.olgunlaşmış, olmuş, olgun, 2.yetişmiş, olgun, 3.tam kıvamında, tam vakti gelmiş, 4.hazır

ripen

1.olgunlaşmak, 2.olgunlaştırmak

ripeness

olgunluk, erginlik

riposte

1. karşılık, hemen verilen cevap, 2. sert cevap vermek

ripper

1. kesici, yırtıcı, 2. sökücü

ripping

1. mükemmel, âlâ, nefis, 2. yırtan, kesen

ripple

1.dalgacık, hafif dalgalanma, 2.şapırtı, şarıltı, 3.hafifçe dalgalanmak, 4.hafifçe dalgalandırmak, 5.şapırdamak

riprap

anroşman

ripsaw

bıçkı testeresi

rise against

-e başkaldırmak, karşı çıkmak, isyan etmek

rise in the world

yıldızı parlamak

rise to the bait

oyuna gelmek

rise to the occasion

üstesinden gelmek

rise with the lark

karga bok yemeden kalkmak

riser

1.doğmak, 2.yükselmek, çıkmak, 3.yataktan kalkmak, 4.kalkmak, 5.(güneş, ay, vb.) doğuş, yükseliş, 6.yükseliş, yükselme, 7.bayır, tümsek, 8.artış, artma, çoğalma, zam, 9.çıkış, 10.yükselme, terfi, 11.kaynak, menba 1. basamak yüksekliği, 2. yataktan kalkan kimse

risibility

gülünçlük, komiklik

risible

güldürücü, gülünç, gülünecek, komik

rising generation

genç kuşak

rising

ayaklanma, baş kaldırma, isyan

rise

risk one's neck

kelleyi koltuğa almak

risk premium

risk primi

risk

1.tehlike, risk, 2.riziko, zarar olasılığı, 3.tehlikeye atmak, 4.göze almak

risky

tehlikeli, riskli, rizikolu

risqué

müstehcen, açık saçık, terbiyesiz

rissole

bir tür et ya da balık köftesi

rite

(dinsel) alışkı, töre, adet

ritual

1.dinsel törene ilişkin, törensel, 2.(dinsel) tören, 3.alışkı, adet, alışkanlık

ritzy

lüks

rival

1.rakip, 2.-e rakip olmak, ile rekabet etmek

rivalry

rekabet, rakiplik

rive

1. koparmak, yırtmak, 2. kır(ıl)mak, incitmek, 3. incinmek

river basin

nehir havzası

river bed

ırmak yatağı

river gravel

nehir çakılı

river horse

suaygırı

river rat

ırmak hırsızı

river trip

nehir gezisi

river water

ırmak suyu, nehir suyu

river

nehir, ırmak

riverain

nehir kıyısında bulunan

riverbank

ırmak kenarı

riverbed

nehir yatağı

riverine

nehir kıyısına ait

riverside

nehir kenarı

rivet head

perçin başı

rivet

1.perçin çivisi, 2.perçinlemek, 3.(dikkatini) çekmek

riveter

perçinleme makinesi

riveting hammer

perçin çekici

riveting machine

riveting machine

perçinleme makinesi

riveting

çok ilginç, sürükleyici, çekici

riviera

rivyera

rivulet

1. çay, dere, 2. derecik

roach

1. hamamböceği, 2. kızılgöz, kızılkanat

road bed

platform, yol tabanı

road bridge

yol köprüsü

road building

yol yapımı, yol inşaatı

road construction

yol yapımı, yol inşaatı

road grader

yol greyderi, yol düzleyici

road haulage

kara taşımacılığı

road haulier

kara taşımacısı

road hog

hızlı sürücü

road junction

yol kavşağı

road maintenance

yol bakımı

road system

yol şebekesi, yol ağı

road tar

yol katranı

road traffic act

karayolları trafik kanunu

road

1.yol, 2.demirleyecek yer, dış liman

roadblock

yolu kapayan engel

roadhouse

motel, konak

roadside

yol kenarı, yol kenarında olan

roadstead

1. liman ağzı, dış liman, 2. demirleyecek yer, uğrak

roadster

1. roadster, 2. iki kişilik hafif otomobil, binek atı

roadway

yol ortası

roadworthy

(taşıt) yola çıkabilecek durumda, iyi durumda, sağlam

roam

aylak aylak dolaşmak, sürtmek, gezinmek, dolanmak

roan

1. güderi, sahtiyan, 2. demir kırı

roar

1.gürlemek, gümbürdemek, 2.kükremek, 3.bağırmak, kışkırmak, 4.gürleme, gümbürtü, gürüldeme, 5.kükreme, 6.bağırma, kışkırma

roaring business

roaring business

çok kârlı iş

roaring trade

çok kârlı iş

roaring

çok, çok büyük

roast

1.kızartmak, 2.kavurmak, 3.kızarmak, 4.kavrulmak, 5.kızartma, 6.kızartma et, rosto

roasted

kızartılmış

roasting furnace

kavurma fırını

roasting

çok sıcak, cehennem gibi

rob

1.soymak, 2.çalmak

robber

soyguncu

robbery

soygun

robe

1.cüppe, 2.kaftan, 3.bornoz

robin

kızılgerdan

roborant

1. kuvvetlendirici, 2. kuvvet ilacı, tonik

robot bomb

kendi kuvvetiyle uçan bomba

robot

robot

robotics

robotlarla uğraşan bilim dalı

robust

turp gibi, sağlam, sıhhatli, güçlü

robustness

gürbüzlük

rocambole

bir çeşit pırasa

roche moutonnee

hörgüçkaya

rock and roll

rakınrol

rock asphalt

kaya asfaltı

rock bed

kaya tabanı

rock bottom

1. asgari, taban, 2. en düşük düzey

rock breaker

kaya parçalama makinesi

rock burst

kaya patlaması

rock climber

kayalara tırmanan kimse

rock climbing

kayalara tırmanma (sporu)

rock cork

asbestos

rock crystal

rock crystal

kaya kristal

rock debris

kaya döküntüsü

rock drill

kaya delici

rock dust

taş tozu

rock fall

kaya düşmesi

rock flour

kaya unu

rock oil

taşyağı, petrol, madeni yağ

rock partridge

kınalıkeklik

rock plant

taşların arasında yetişen bitki

rock salt

kayatuzu

rock stratum

kaya tabakası, kayaç katmanı

rock the boat

velveleye vermek

rock thrust

arazi basıncı, yerey basıncı

rock wool

asbest, amyant

rock

1.sallamak, 2.sallanmak, 3.şaşırtmak, sarsmak, şok etmek, 4.rak, 5.kaya, 6.kayalık, 7.bir tür şekerleme

rock-bound

kayalarla kuşatılmış

rocker arm

külbütör

rocker shaft

külbütör mili

rocker

1.sallanan sandalye, 2.sallanan sandalyenin bacağı, 3.(60'lı yıllarda) deri montlu ve motosikletli genç rakınrolcu

rockery

taş döşeli küçük bahçe

rocket bobbin

roket bobin

rocket bomb

1. füze bombası, tepkili bomba, 2. tepkili bomba

rocket engine

roket motoru

rocket projector

roketatar

rocket salad

roka

rocket

1.roket, füze, 2.havai fişek füzesi, 3.(düzey, miktar, vb.) hızla ve aniden artmak

rocketeer

1. roket topçusu, 2. roketçi, roket uzmanı

rocketry

roketçilik

rockiness

kayalıklı olma

rocking chair

rocking chair

1. salıncaklı sandalye, 2. sallanan sandalye

rocking horse

1. salıncaklı oyuncak at, 2. salıncaklı oyuncak at

rockrose

laden

rockslide

kaya kayması

rockwood

tahta amyant

rockwork

kaya işi, taş işi

rocky

1.kayalık, 2.kaya gibi sert

rococo

rokoko

rod aerial

çubuk anten

rod antenna

çubuk anten

rod mill

çubuklu kırıcı

rod oil

yol yağı

rod

1.değnek, çubuk, 2.baston, asa, 3.sırık, kamış, 4.sopa, 5.Aİ, tabanca

rodding

şişleme, şişleyerek boru temizleme

rodent

kemirgen

rodeo

rodeo

rodomontade

övüngen

roe

1.karaca, 2.balık yumurtası

roebuck

erkek karaca

roedeer

karaca

Roentgen rays

röntgen ışınları

Roentgen

röntgen

roger

1. anlaşıldı!, tamam!, 2. evet! peki!

rogue

1.namussuz, dolandırıcı, hilekâr, üçkâğıtçı, 2.kerata, yaramaz, haydut

roguery

1. yaramazlık, çapkınlık, 2. dolandırıcılık, 3. hırsızlık

roguish

1. s. yaramaz, çapkın, 2. dolandırıcı

roil

bulandırmak, sinirlendirmek

roister

âlem yapmak, şamata yapmak, gürültü etmek

roisterer

gürültücü, şamatacı

role

role

rol

roll call

yoklama

roll in

yığınla gelmek, yağmak

roll of paper

kâğıt tomarı

roll one's sleeves up

kolları sıvamak

roll out

oklavayla açmak, yaymak

roll up

gelmek, çıka gelmek 1.tomar, top, rulo, 2.toprak, 3.sandviç ekmeği, yuvarlak ufak ekmek, 4.silindir, merdane, 5.liste, defter, sicil, kayıt, 6.gürültü, gümbürdeme, gürleme, 7.dalgalanma, yükselip alçalma, 8.(gemi) yalpa, 9.yuvarlama, tekerleme, yuvarlanma, tekerlenme, 10.yuvarlamak, 11.yuvarlanmak, 12.tomar yapmak, dürmek, top etmek, sarmak, 13.silindirle düzlemek, 14.yaprak haline getirmek, 15.oklava ile açmak, 16.fıldır fıldır oynatmak, sağa sola oynatmak, devirmek, 17.(taşıtla) gitmek, gezmek, dolaşmak, 18.(ay) dönmek, devretmek, 19.gürlemek, gümbürdemek, 20.yalpa vurmak, sallamak, 21.yalpa vurdurmak, sallamak, 22.(davul, vb.) çabuk çabuk, gümbür gümbür çalmak, 23.sallanarak yürümek, salınmak, 24.(arazi) inişli yokuşlu uzayıp gitmek

roll

roll-on ferry

araba vapuru

roll-over credit

döner kredi

rollback

1. düşmanı püskürtme, 2. fiyatları indirme

roller bearing

rulman yatak, makaralı yatak

roller skate

tekerlekli paten

roller

1.silindir, üstüvane, merdane, 2.küçük tekerlek, 3.yuvarlak çubuk, 4.sahile çarpan büyük dalga

roller-skating

tekerlekli patenle kayma

rollick

cümbüş yapmak, eğlenmek

rollicking

eğlenceli, cümbüşlü

rolling capitals

döner sermaye

rolling friction

yuvarlanma sürtünmesi

rolling pin

oklava

rolling press

ütü makinesi

rolling stock

demiryolu taşıtı

rolling stone

çok gezen, serbest

rolling

(arazi) inişli çıkışlı

roly-poly

tıknaz, bodur

roman a clef

uydurma kişi ve yerlerin kullanıldığı roman

roman a clef Roman Catholic

Katolik

Roman law

Roma hukuku

Roman letter

Latin harfi

Roman letters

Latin harfleri

Roman numeral

Romen rakamı

Roman

eski Roma'ya ilişkin, Roma'lı

Romance peoples

Latin kökenli halklar

romancer

1.roman, öykü, masal, 2.düş, hayal, 3.içli aşk ve serüven romanı, 4.aşk, aşk macerası, 5.abartmak, abartarak anlatmak, ballandırmak, şişirmek 1. macera romanı yazarı, 2. yalancı kimse

Romanes

Çingene dili

Romania

Romanya

romantic

1.romantik, 2.coşumcu, 3.hayalci, 4.romantik kimse

romanticism

romantizm, coşumculuk

romanticist

romantik kimse

romanticize

1.romantikleştirmek, 2.romantikleşmek, 3.abartmak

Romany

Çingene

romance

Rome wasn't built in a Boyacı küpü mü bu? day Rome romp

Roma 1.sıçrayıp oynama, hoplayıp zıplama, gürültüyle oynama, 2.kolay yengi, 3.gürültüyle oynamak, azmak, kudurmak, 4.kolayca yenmek/geçmek

rompers

1. çocuk tulumu, 2. askılı pantolon

rondo

rondo

rontgen rays

röntgen ışınları

rontgen

röntgen

rood

1. çeyrek dönüm, 2. haç

roof bar

sarma

roof block

çatı bloku

roof bolt

tavan saplaması

roof caving

tavan göçertme

roof garden

çatı bahçesi, dam bahçesi

roof light

tavan lambası

roof panel

tavan kaplaması

roof rack

üst bagaj, portbagaj

roof slope

çatı eğimi, çatı akıntısı

roof tile

kiremit

roof tree

çatı kirişi

roof truss

çatı makası

roof window

çatı penceresi

roof

1.çatı, dam, 2.ev, yuva, 3.en yüksek nokta ya da düzey, 4.çatı ile örtmek, çatı olmak

roofing nail

dam çivisi

roofing slate

çatı arduvazı

roofing

çatı kaplama malzemesi

rook

1.(satranç) kale, 2.ekinkargası, 3.hileci, üçkâğıtçı

rookery

kenar mahalle

rookie

1. acemi çaylak, 2. acemi oyuncu

room temperature

oda sıcaklığı

room thermostat

oda termostatı

room

1.oda, 2.ç. daire, apartman, pansiyon, 3.yer, meydan, 4.yer, neden, 5.fırsat, olanak

roommate

oda arkadaşı

rooms

daire, apartman, pansiyon

roomy

geniş, ferah

roost

1.tünek, 2.tünemek

rooster

horoz

root about

altını üstüne getirmek, karıştırmak

root and branch

tepeden tırnağa

root around

altını üstüne getirmek, karıştırmak

root crops

kök ürünleri

root hair

root hair

kök tüyü, emici tüy

root mean square

ortalama karekök

root out

yok etmek, kökünü kazımak

root pressure

kök basıncı

root rot

kök çürüklüğü

root system

kök sistemi

root up

rooted

kökünden koparmak, yok etmek, söküp çıkarmak 1.kök, 2.köken, 3.kaynak, merkez, 4.kök salmak, kök tutmak, köklenmek, 5.kökeni ya da temeli olmak, kökü olmak, 6.(out ile) defetmek, yok etmek, kökünü kazımak, 7.(about/around/for ile) bir şey bulmak için altını üstüne getirmek, karıştırmak köklü, kök salmış (gibi)

rooter

1. kök sökme aleti, 2. koyu taraftar

rootless

evsiz, köksüz, kökenleri olmayan

rootlet

kökçük

rootstock

1. rizom, köksap, 2. menşe

rooty

köklü, kök gibi

rope brake

kablolu fren, kordonlu fren

rope breakage

halat kopması

rope drive

halatla iletme, halatla tahrik

rope factory

halat fabrikası

rope in

yardıma ikna etmek, kandırmak

rope ladder

ip merdiven

rope off

ip gererek ayırmak

rope pulley

kablo makarası

rope reel

halat makarası, halat tamburu

rope wire

halat teli

rope yarn

halat ipi

rope

1.ip, halat, 2.iple/halatla bağlamak

ropedancer

ip cambazı

ropery

ipçilik, halatçılık

ropewalk

halat bükme yeri

root

ropeway

teleferik

ropiness

1. ip gibi olma, 2. berbatlık, niteliksizlik

ropy

1.ip gibi, tel tel, lif lif, 2.berbat, niteliksiz

rorqual

çatalkuyruklu balina

ros‚

pembe şarap, roze şarabı

rosace

gül biçiminde desen

rosaceous

gül gibi, gül

rosarian

gül yetiştiricisi

rosary

1.tespih, 2.tespih çekilirken edilen dualar, 3.incik-boncuk

rose bit

rozbit

rose diamond

Felemenk elması

rose hip

kuşburnu

rose petal

gül yaprağı

rose water

gülsuyu

rose window

renkli camlarla süslü yuvarlak pencere

rose

1.gül, 2.gül rengi, 3.pembemsi kırmızı

rosé

pembe şarap, roze şarabı

rose-coloured

gül renkli

roseate

kırmızı, gül renkli

rosebay

zakkum, ağıağacı

rosebud

gül goncası

rosebush

gül ağacı

rosemary

biberiye

roseola

1. kızamıkçık, 2. rozeol

rosette

rozet

rosewood

gül ağacı, pelesenkağacı

rosin

1.reçine, 2.kalofan

roster

1.liste, 2.nöbet cetveli

rostrum

kürsü, platform

rosy

1.gül renkli, pembe, pembemsi, 2.umut verici, parlak

rot protection

çürümeden koruma

rot

1.çürümek, bozulmak, 2.çürütmek, 3.çürüme, bozulma, 4.çürük, çürümüş şey, 5.İİ, boş laf, saçma, zırva

rota

liste, görev listesi, sıra listesi

rotary antenna

rotatif anten, döner anten

rotary blower

döner körük

rotary crusher

döner kırıcı

rotary drier

döner kurutucu

rotary drill

döner matkap

rotary engine

döner motor

rotary feeder

döner besleyici

rotary field

döner alan

rotary furnace

döner fırın

rotary hoe

döner çapa

rotary intersection

dönel kavşak

rotary kiln

döner fırın

rotary press

oluklu pres, silindirli pres

rotary pump

döner pompa

rotary screen

döner elek

rotary

bir eksen etrafında dönen, dönel 1.(bir eksen üzerinde) dönmek, 2.döndürmek, 3.art arda dönüp gelmek, 4.(bir işi) sıra ile yer değiştirerek yapmak, 5.sıra ile yer değiştirmek, yer değiştirerek çalıştırmak

rotate rotating antenna

rotatif anten, döner anten

rotating beacon

döner far

rotating disk

döner disk

rotating engine

döner motor

rotating joint

döner eklem

rotating wing

döner kanat

rotating

rotatif, döner

rotation axis

dönme ekseni

rotation in office

görevde değişiklik, rotasyon

rotation of the earth

dünyanın dönüşü

rotation

1.dönme, dönüş, deveran, 2.devir, 3.(işi) sıra ile yapma, nöbetleşme, rotasyon

rotational spectrum

rotasyonel spektrum, dönel izge

rotational speed

dönme hızı

rotational

dönüşlü, dönel

rotator

1. rotatör, döngen, 2. dönen şey, çevirici

rotatory

dönel, rotatif

rote

ezber, ezbercilik

rotifer

rotator

rotifera

rotifera, tekerleklikurtlar

rotisserie

döner şişi

rotogravure

rotagravür, tifdruk

rotor

döneç, rotor

rotten

1.çürük, bozuk, kokmuş, 2.kaba, kötü, 3.berbat, boktan, rezil

rottenness

çürüklük

rotter

soysuz, yaramaz kişi

rotund

toparlak, şişman, tombul

rotunda

1. rotonda, 2. kubbeli yuvarlak yapı

rotundate

yuvarlak biçimde

rotundity

1. yuvarlaklık, 2. toparlaklık, şişmanlık

rouble

ruble

roue

çapkın, zampara adam

rouge

allık

rough and ready

basit ve rahatsız, kaba saba

rough cast

1. kaba sıva, 2. taslağını yapmak

rough copy

müsvedde

rough draft

taslak, müsvedde

rough estimate

kabaca tahmin

rough it

sefalet çekmek, sürünmek

rough out

taslağını hazırlamak, taslak yapmak

rough plane

kaba rende

rough sketch

öntaslak

rough surface

rough-and-ready

pürüzlü yüzey 1.pürüzlü, pürtüklü, 2.engebeli, inişli yokuşlu, 3.taşlık, 4.kaba dokunmuş, tüylü, 5.hoyrat, kaba, 6.kaba, sert, 7.işlenmemiş, yontulmamış, ham, 8.güç, zor, çetin, 9.kabataslak, 10.fırtınalı, rüzgârlı, dalgalı, 11.sert, acımasız, katı, 12.yaklaşık, aşağı yukarı, 13.açık saçık, müstehcen, 14.haksız, talihsiz, 15.kabadayı, külhanbeyi, 16.engebeli arazi, 17.karalama, taslak, 18.kabaca, 19.rahatsız bir şekilde kaba fakat gayretli, işe yarar derecede

rough-and-tumble

itiş kakış

roughage

kaba yem

roughcast

kaba sıva

roughen

1. pürüzlemek, 2. pürüzlendirmek, 3. pürüzlenmek, kabarmak

roughing roll

kaba hadde

roughly speaking

aşağı yukarı, tahminen

roughly

1.kaba, kabaca, 2.aşağı yukarı, yaklaşık olarak, kabaca

roughneck

külhanbeyi

roughness

1. kabalık, pürüzlülük, 2. sertlik, şiddet, hoyratlık

roughrider

yabani at terbiyecisi, kovboy

roulade

nağmeleme

roulette

rulet

round head

yuvarlak baş

round number

yuvarlak sayı

round off

1. yuvarlak hale getirmek, 2. bitirmek, sonunu getirmek

round the bend

deli, çılgın

round timber

tomruk

round trip ticket

gidiş dönüş bileti

round trip

gidiş-dönüş, gidiş-dönüş yolculuğu

round up

1. bir araya toplamak, 2. yuvarlak hesap yapmak, 3. hayvanları toplama, 4. haydutları yakalama

round voyage

ring seferi

rough

round-headed

1.yuvarlak, 2.yuvarlak, toparlak, top gibi, 3.aksi yöne, aksi yönde, 4.bir daire şeklinde hareket ederek, başlangıç noktasına dönerek, 5.daha uzun bir yoldan, dolaşarak, 6.birisinin bulunduğu yere, 7.civarda, 8.etrafında, çevresinde, çevresine, 9.-e saparak, 10.tarafına/tarafında, 11.... civarında, yaklaşık, 12.yuvarlak şey, daire, 13.(ekmek, sandviç, vb.) dilim, 14.dağıtım, servis, 15.dizi, seri, 16.sp. tur, 17.(boks) raund, 18.atış, el, kurşun, mermi, 19.devriye, 20.müz. kanon, 21.herkese verilen içki vb., 22.içkileri alma sırası, 23.dönmek, sapmak, 24.yuvarlaklaştırmak, 25.yuvarlaklaşmak yuvarlak başlı

round-table meeting

yuvarlak masa toplantısı

round-the-clock

1. bütün gün süren, gece gündüz, 2. yirmi dört saat

round-trip ticket

gidiş dönüş bileti

round-trip

(bilet) gidiş-dönüş

roundabout

1.atlıkarınca, 2.ada kavşak, 3.dolambaçlı, dolaylı, dolaşık

rounded

1. yuvarlak, 2. yuvarlak madalyon

roundel

1.askeri uçakların milliyetini belirten yuvarlak simge, 2.yuvarlak pencere

rounding

yuvarlaklaşma

roundly

1.yuvarlak biçimde, 2.tamamen, tamamıyla, 3.kesinlikle, şiddetle

roundman

teftiş polisi

roundness

yuvarlaklık

rounds

devriye, kontrol, kol

roundsman

devriye

roundup

dağılmış şeylerin, sürünün, insanların, vb. toplanması

roundworm

yuvarlak kurt

roup

tavuk difterisi

rouse

1.uyandırmak, 2.harekete geçirmek, canlandırmak, tahrik etmek, uyarmak

rousing

milleti heyecanlandıran

roustabout

1. rıhtım işçisi, 2. gemi işçisi, yanaşma

rout out

eşelemek, açığa çıkarmak

rout

1.bozgun, 2.bozguna uğratmak

route

1.rota, yol, 2.izlenecek yol, 3.(by/through ile) ... yoluyla yollamak, ... yolu üzerinden göndermek

router

freze

routine

1.alışılmış çalışma yöntemi, 2.görenek, adet, usul, alışkanlık haline gelmiş şey, 3.alışılagelen, alışılmış, her zamanki

round

routinely

routinely

âdet olarak, alışkanlık olarak, rutin olarak

routinize

alışkanlık haline getirmek

roux

meyane

rove

1.dolaşmak, gezmek, 2.(iplik) bükmek, 3.(yün) taramak

rover

gezgin, serüvenci

roving

düzensiz, başıboş, aylak

row crop

sıra mahsulü, çapa ürünü

row houses

sıraevler

row

1.kürekle yürütmek, 2.kürek çekmek, 3.kayıkla taşımak, 4.kürek çekme, 5.sandal gezisi, 6.sıra, dizi, 7.gürültü, patırtı, şamata, 8.ağız kavgası, atışma, kapışma

rowan berry

üvez

rowan

üvez ağacı

rowdiness

1. kabadayılık, bıçkınlık, 2. külhanbeylik

rowdy

gürültülü, patırtılı, kaba

rowdyism

1. kabadayılık, bıçkınlık, 2. külhanbeylik

rowel

1. mahmuz, 2. mahmuzlamak

rowen

ikinci kere biten ot

rowing boat

sandal, kayık

rowing

kürek çekme

rowlock

ıskarmoz

Royal Highness

1. Prens Hazretleri, 2. Prenses Hazretleri

royal mast

kontra babafingo direği

royal

1.krala ya da krallığa ilişkin, kraliyet ..., 2.krallara yaraşır, şahane, 3.çok büyük, muazzam, 4.kraliyet ailesine mensup kimse

royalism

kralcılık, kral taraftarlığı

royalist

kralcı

royally

kral gibi

royalty

1.krallık, hükümdarlık, 2.kraliyet ailesi, 3.hak sahibine verilen pay, 4.kitap yazarına verilen pay, telif hakkı ücreti

rub along

iyi geçinmek

rub down

1. kurulamak, 2. düzleştirmek, düzlemek

rub elbows with

dirsek temasında bulunmak

rub in

ovarak yedirmek, içine nüfuz ettirmek

rub it in

başına kakmak

rub off

1. silmek, silerek çıkarmak, 2. silinmek

rub out

silgiyle silmek

rub salt in sb's wound

yarasına tuz biber ekmek

rub sb's nose in it

birinin ipliğini pazara çıkarmak

rub shoulders with

dirsek temasında bulunmak

rub up the right way

suyuna gitmek

rub up the wrong way sinir etmek, kızdırmak rub up

ovarak parlatmak

rub

1.ovmak, ovalamak, 2.sürtmek, sürtünmek, 3.sürtme, sürtünme, 4.ovma, ovalama, 5.güçlük

rubber band

ince lastik halka

rubber belt

lastik kayış

rubber bumper

kauçuk tampon

rubber coating

kauçuk kaplama

rubber dinghy

lastik sandal

rubber glove

lastik eldiven

rubber hose

lastik hortum

rubber joint

lastik conta

rubber lining

kauçuk balata

rubber pad

lastik tampon

rubber plant

kauçuk ağacı

rubber spring

kauçuk yay

rubber stamp

1. lastik damga, 2. taklitçi kimse

rubber stopper

lastik tapa

rubber thread

lastik iplik

rubber tree

kauçuk ağacı

rubber tube

lastik hortum 1.lastik, kauçuk, 2.silgi, 3.lastik ayakkabı, 4.ovucu, 5.kaput, prezervatif, 6.üç oyundan ikisini kazanma, 7.berabere kalınca kazananı

rubber

rubber

belirlemek için oynanan oyun

rubber-covered

kauçuk kaplı

rubber-insulated

lastik izoleli

rubberize

lastik kaplamak

rubberized

kauçuklanmış

rubberneck

meraklı kimse

rubbing block

perdah taşı

rubbing

1. ovma, ovalama, 2. sürtünme, delk

rubbish

saçma, aptalca

rubbishy

saçma, aptalca

rubble stone

moloz taş

rubble

moloz, taş yığını

rubdown

masaj, ovma

rube

taşralı, köylü

rubefacient

1. kızartıcı, yakıcı, 2. deriyi kızartan ilaç

rubefaction

kızartma

rubella

kızamıkçık

rubicund

kırmızı, al

rubidium

rubidyum

rubiginous

pas renkli

rubious

yakut rengi

ruble

bkz. rouble

rubric

1.kırmızı renkte veya özel tipte basılmış başlık, 2.kural, yön

rubricate

kırmızı renkle yazmak

ruby

1.yakut, 2.yakut rengi, parlak, kırmızı renk

ruche

dantel süsü

ruching

dantel kumaşı

ruck up

kırışmak, buruşmak

ruck

1.kırışıklık, 2.(up ile) kırışmak, buruşmak

rucksack

rucksack

sırt çantası

ruction

ayaklanma, karışıklık

ructions

kızgın sözler, protestolar, gürültülü tartışmalar

rudd

kızılkanat

rudder bar

dümen pedalı, direksiyon çubuğu

rudder

1.dümen, dümen bedeni, 2.kılavuz, rehber

ruddiness

kırmızılık, allık

ruddle

aşıboyası

ruddy

1.(yüz) sağlıklı, pembe, 2.parlak kırmızı, al, 3.kahrolasıca, lanet olasıca, lanet

rude awakening

rudeness

hayal kırıklığı 1.terbiyesiz, inceliksiz, kaba, 2.sert, şiddetli, 3.kabaca yapılmış, kabasaba, kabataslak, 4.ilkel, cahil, 5.işlenmemiş, ham, doğal, 6.ayıp, müstehcen 1. terbiyesizlik, kabalık, nezaketsizlik, 2. sertlik

rudimental

ilkel, olgunlaşamamış

rudimentary

1.basit, 2.ilk öğrenilen, temel, ana

rudiments

ilke, ilk adım, temel

rue

1.üzüntü duymak, pişmanlık duymak, esef etmek, 2.sedefotu

rueful

esefli, üzüntülü, pişmanlık belirten

ruff

1.kırmalı yaka, 2.(iskambilde) koz ile alma, 3.(iskambilde) koz ile almak

ruffian

kötü/kaba adam, vahşi

ruffianism

rufous

zorbalık, acımasızlık 1.buruşturmak, kırıştırmak, 2.bozmak, karıştırmak, 3.sinirlendirmek, telaşlandırmak, huzurunu bozmak, 4.(kuş) tüylerini kabartmak, 5.(kumaş) büzgü yapmak, kırma yapmak, 6.kırmalı yaka ya da dantel, farbala, büzgü pas renginde

rug

1.küçük halı, kilim, 2.battaniye, örtü

rugby

ragbi

rugged

1.engebeli, 2.pürüzlü, 3.kaba, yontulmamış, 4.sağlam

rugose

buruşuk

ruin

1.yıkılma, yıkım, yıkılış, 2.ören, yıkıntı, harabe, kalıntı, 3.batkı, batma, iflas, 4.ç. enkaz, 5.mahvetmek, harab etmek

ruination

iflas nedeni, iflas

rude

ruffle

ruinous expenditure

ruinous expenditure

yıkıcı masraf

ruinous price

düşük fiyat

ruinous sale

zararına satış

ruinous

1.iflas ettirici, batırıcı, 2.yıkık dökük, viran

ruins

1. kalıntılar, ören, 2. enkaz

rule of three

üçlü kuralı

rule of thumb

yaklaşık hesap

rule out

1. olmayacağını söylemek, boşlamak, 2. engellemek

rule the roost

borusu ötmek

rule with a rod of iron

gözünün yaşına bakmamak 1.kural, ilke, 2.usul, yol, yöntem, adet, 3.yönetim, egemenlik, 4.tüzük, ilke, 5.düzçizer, cetvel, 6.yönetmek, 7.hükümdarlık etmek, saltanat etmek, 8.-e egemen olmak, hükmetmek, buyurmak, 9.hükmetmek, karar vermek, 10.cetvelle çizmek

rule ruler

1.yönetici, 2.hükümdar, 3.cetvel

ruling party

iktidar partisi

ruling pen

tirlin, çizgi kalemi

ruling price

cari fiyat

ruling

1.resmi karar, yargı, hüküm, 2.en başta gelen, başlıca, en büyük, en önemli, en güçlü

rum

1.rom, 2.alkollü içki

rumba

rumba 1.gürleme, gümbürdemek, gürültü, 2.gürültü, 3.Aİ, sokak kavgası, 4.gürlemek, gümbürdemek, 5.guruldamak, 6.İİ, iç yüzünü anlamak, ne mal olduğunu anlamak, -e kanmamak

rumble rumbustious

şamatalı, curcunalı

rumen

işkembe

ruminant

1.geviş getiren hayvan, 2.geviş getiren

ruminate about

derin derin düşünmek

ruminate over

derin derin düşünmek

ruminate

1.geviş getirmek, 2.(about/over ile) derin derin düşünmek

rumination

1. geviş getirme, 2. derin derin düşünme, 3. dalgınlık

ruminative

dalgın

rummage goods

ıskarta eşya

rummage sale

rummage sale

tapon mal satışı

rummage

1.altüst edip aramak, 2.altını üstüne getirme

rummer

büyük içki bardağı

rummy

ellibire benzer bir tür iskambil oyunu

rumor

bkz. rumour

rumour has it

söylentiye göre

rumour

1.söylenti, dedikodu, şayia, 2.söylenti çıkarmak, dedikodu çıkarmak, yaymak

rump

1.sağrı, 2.but, sığır butu, 3.popo, kıç, 4.kalıntı, artık

rumple

1.buruşturmak, kırıştırmak, 2.karmakarışık etmek

rumpus

velvele, gürültü patırtı, atışma

rumrunner

içki kaçakçısı

run a business

işi çekip çevirmek, işi yönetmek

run a risk

riske girmek, tehlikeye girmek

run a temperature

ateşlenmek, ateşi olmak

run about

öteye beriye koşmak

run across

-e rastlamak, ile karşılaşmak

run after

peşinden koşmak

run against

çatmak, uğramak, çarpmak, aksine gitmek

run aground

karaya oturmak

run along

gitmek

run amok

cinnet getirmek, sapıtmak

run around with

birlikte dolaşmak

run around

birlikte gezmek, takılmak

run away with

1. çalmak, aşırmak, 2. kolayca kazanmak, yenmek

run away

kaçmak, kaçıp gitmek

run counter to

taban tabana zıt olmak

run down

1. (arabayla) çarpmak, 2. koşup yakalamak, 3. yorgun, 4. özet

run for election

seçimler için adaylığını koymak

run for one's life

can korkusuyla kaçmak

run idle

run idle

boşa dönmek, avara çalışmak

run in the blood

mayasında olmak

run in

yakalamak, tutuklamak, birleştirmek

run into a stone wall

çıkmaza girmek

run into debt

borca girmek, borçlanmak

run into each other

çarpışmak

run into the ground

aşırı çalışmaktan yorulmak

run into the jaws of death

eceline susamak

run into

1. -e çarptırmak, 2. -e çarpmak, 3. -e rastlamak

run off

1. kaçmak, 2. akıtmak, 3. yayınlamak, basmak

run on a shoe-string

az parayla işletmek

run on

1. devam etmek, sürmek, 2. (zaman) geçmek

run out of money

parasız kalmak

run out of steam

sıfırı tüketmek, pili bitmek

run out of

-i tüketmek, bitirmek, bitmek, tükenmek

run out on

-i yüzüstü bırakmak, terk etmek

run out

1. tükenmek, bitmek, 2. (süre) bitmek, 3. -siz kalmak

run over

1. taşmak, 2. (arabayla) ezmek, çiğnemek

run rings round

birini cebinden çıkarmak

run riot

meydanı boş bulmak, coşmak

run sb ragged

canını çıkarmak, çok yormak

run short of

yetmemek, tükenmek

run short

kıtlığını çekmek, azalmak, kısalmak

run the risk of

göze almak

run through

1. göz gezdirmek, 2. tekrarlamak, 3. harcamak, 4. saplamak

run to seed

tohuma kalkmak

run to waste

israf olmak, ziyan olmak

run to

1. (para) yeterli olmak, 2. -e eğilimi olmak

run up against

run up against

göğüs germek

run up

1. (bayrak) çekmek, 2. (borca, vb.) girmek

run wild

run-around

cirit atmak, başıboş kalmak, azmak 1.koşmak, 2.çabuk gitmek, çabuk yürümek, seğirtmek, 3.koşturmak, yarıştırmak, 4.koşma, 5.koşu, yarış, 6.gidilen ya da koşulan mesafe, yolculuk, 7.balık sürüsü, 8.akış, seyir, cereyan, 9.istek, rağbet, 10.serbestçe kullanma ya da dolaşma, 11.çeşit, sınıf, 12.ard arda geliş, devam, 13.çay, dere, 14.(çorap) kaçık, kaçan yer, 15.çevresi kapalı hayvan barınağı atlatma, oyalama, baştan savma

run-down

1. halsiz, bitkin, 2. eski püskü, yıkık dökük, 3. köhne, 4. ayrıntılı rapor

run-of-the-mill

tekdüze, sıradan, özelliksiz, bayağı

run-off

kazananı belirleyen yarış

run-proof

kaçmaz

run-through

tekrar, alıştırma, prova

run-up

süreç

runaway inflation

tehlikeli enflasyon

runaway

1.kaçan kimse, kaçak, 2.kaçak, 3.denetimden çıkmış, kontrolden çıkmış, denetimsiz, 4.gizli

rundle

merdiven basamağı

rung

el merdiveni basamağı

runic

runik yazı, kalın ve koyu yazı

runlet

çay, derecik

runnel

dere, küçük akarsu

runner

1.koşucu, 2.kızak demiri

runner-up

ikinci gelen kimse

running board

marşpiye, basamak

running debts

sabit borçlar

running expenses

genel giderler

running gear

hareket dişlisi

running light

seyir feneri

running sand

akıcı kum, hareketli kum, serbest kum

running shoes

koşu ayakkabısı

running speed

işleme hızı, hareket hızı

run

running water

running water

running-in

içme suyu 1.koşma, koşu, 2.koşan, 3.sürekli, 4.üst üste, 5.akan, akar, 6.işlek, 7.genel, 8.içinde bulunulan, 9.kaygan, oynar, 10.cari, 11.arka arkaya, üst üste rodaj

runny

1.cıvık, sulu, 2.(göz, vb.) sulu

runoff

1.akış, akma, 2.şerbet

runs

(the ile) ishal, amel

runt

çelimsiz hayvan

runway light

pist ışığı

runway

uçak pisti

rupee

Hindistan, Pakistan, Sri Lanka, Nepal, Mauritius ve Maldive Adaları'nın para birimi, rupi

rupture point

kopma noktası

rupture strength

kırılma dayanımı, kopma dayancı

rupture

1.kırılma, kopma, yırtılma, 2.fıtık, 3.koparmak, kırmak, yırtmak, 4.fıtık etmek

rural area

kırsal kesim

rural development

kırsal gelişme

rural dwelling

kırsal konut

rural exodus

köyden kente akın

rural population

kırsal nüfus

rural road

köy yolu

rural

kırsal

ruralization

kırsallaşma, kırsallaştırma

ruralize

köy hayatına alıştırmak, köy hayatına alışmak

ruse

hile, dalavere, oyun, kurnazlık, numara

rush hour

işe gidiş-geliş saatleri

rush order

acele sipariş

running

rush rushes rushlight

1.acele etmek, aşıkmak, 2.koşmak, seğirtmek, 3.acele ettirmek, koşturmak, 4.aceleyle/baştansavma yapmak, aceleye getirmek, 5.sıkboğaz etmek, sıkıştırmak, 6.saldırmak, üstüne çullanmak, 7.acele, telaş, 8.itip, kakma, 9.saldırı, hamle, 10.üşüşme, 11.rağbet, talep, istek, 12.hasırotu, saz günlük çekim

rushlight

saz mumu

rusk

peksimet

russet

kırmızımsı kahverengi

Russia leather

sahtiyan, Rus meşini

Russia turnip

şalgam

Russia

Rusya

Russian leather

sahtiyan

Russian

1.Rus, 2.Rusça

rust inhibitor

pas önleyici

rust prevention

pas önleme

rust remover

pas giderici

rust

1.pas, 2.pas rengi, 3.paslanmak, 4.paslandırmak

rust-free

paslanmaz

rustic

1.kırlara, köylere ilişkin, kırsal, 2.kaba, kaba saba, 3.taşralı, hödük

rusticate

1. köyde yaşamak, 2. sade bir yaşam sürmek

rustication

köyde yaşama

rusticity

köylülük

rustiness

paslılık

rustle up

1. bulmak, 2. çabucak hazırlayıvermek

rustle

1.hışırtı, 2.hışırdamak, 3.hışırdatmak, 4.(at, sığır, vb.) çalmak

rustler

at hırsızı

rustless

passız

rustproof

paslanmaz

rusty

1.paslı, 2.(konusunu) unutmuş, 3.unutulmuş, paslanmış

rut

1.(özellikle geyik ve benzeri hayvanlarda) cinsel kızgınlık, azgınlık dönemi, 2.tekerlek izi

rutabaga

şalgam

ruth

acıma, merhamet

ruthenium

rutenyum

rutherfordium

rutherfordyum

ruthless

ruthless

acımasız, zalim, amansız, merhametsiz, insafsız

ruthlessness

acımasızlık, insafsızlık, insafsızlık

rutile

rutil

rutty

1. derin tekerlek izi bulunan, 2. çukurlu

rye bread

çavdar ekmeği

rye grass

çayır otu

rye whisky

çavdar viskisi

rye

çavdar

ryegrass

delice, acımık, karamuk

ryot

Hint çiftçisi

Sabbath

(Hıristiyanların pazar, Yahudilerin cumartesi günü olan) dinsel tatil günü

sabbath-day's journey

kısa yolculuk

sabbatical

1.gezmek ya da öğrenim amacıyla işten alınan ücretli izin, 2.(izin) ücretli

saber

bkz. sabre

sable

1.samur, 2.samur kürk

sabot

tahta papuç

sabotage

1.baltalama, sabotaj, 2.baltalamak, sabote etmek

saboteur

sabotajcı

sabre

süvari kılıcı

sabulous

kumlu

sac

kese

saccate

kese şeklinde

saccharate

sakarat

saccharic acid

sakarik asit

saccharic

sakarin ile ilgili, sakarik

saccharide

sakarit

saccharification

şekere çevirme

saccharify

şekere çevirmek

saccharimeter

şekerölçer, sakarimetre

saccharimetry

saccharimetry

şekerölçüm, sakarimetri

saccharin

sakarin

saccharine

çok tatlı, aşırı tatlı

saccharose

sakaroz

saccule

kesecik

sacculus

kesecik

sacerdotalism

rahiplik sistemi, rahiplik

sachet

sackcloth

(içindeki nesne bir defada kullanılıp biten) küçük plastik kutu/torba 1.çuval, torba, 2.kahverengi büyük kesekağıdı, 3.bir çuval dolusu miktar, 4.çuval benzeri giysi, bol ve biçimsiz giysi, 5.İİ, kovma, sepetleme, işten atma, 6.Aİ, yatak, 7.işten atmak, kovmak, sepetlemek, 8.yağma, çapul, talan, 9.(bir kenti) yağma etmek, yağmalamak, talan etmek çuval bezi, çul

sacking

çuval bezi

sacral

kuyruksokumu kemiğine ait

sacrament

(Hristiyanlıkta) dinsel tören

sacred cow

eleştirilemez fikir

sacred

1.dinsel, 2.kutsal, 3.bozulmaması gerken, kutsal

sacredness

kutsallık

sacrifice

1.kurban, 2.özveri, fedakârlık, 3.kurban etmek, 4.feda etmek, uğrunda harcamak, gözden çıkarmak, 5.zararına satmak

sacrificial

kurbanla ilgili, kurban edilen, kurbanlık

sacrilege

kutsal kişi ya da şeylere saygısızlık, küfür

sacrilegious

kutsal şeylere saygısızlık gösteren

sacristan

kilise kayyumu

sacrosanct

çok önemli, kutsal

sacrum

sakrum, kuyruksokumu kemiği

sad sack

miskin

sad

1.üzgün, üzüntülü, kederli, hüzünlü, 2.acınacak, hazin, acıklı, üzücü

sadden

1.üzmek, 2.üzülmek

saddle backed

beli çökük

saddle joint

sırtlı kenet

sack

saddle key

saddle key

bindirme kama

saddle roof

beşik çatı 1.eyer, semer, 2.sele, oturak, 3.(koyun, vb.) sırtın alt ucundan kesilmiş et, 4.bel, boyun, 5.eyerlemek, eyer ya da semer vurmak, 6.(tatsız bir iş) vermek, yüklemek

saddle saddlebag

1.eyer çantası, heybe, 2.(bisiklet, vb.) sele çantası

saddler

saraç

saddlery

1. saraçlık, 2. saraçhane

sadism

sadizm

sadist

sadist

sadistic

sadistçe, sadist

sadly mistaken

büyük yanılgıya düşmüş

sadly

1.üzüntüyle, 2.ne yazık ki

sadness

1. keder, üzüntü, 2. gam, neşesizlik

sadomasochism

sadomazoşizm

safari

safari

safe and sound

sağ salim

safe area

güvenli alan

safe custody charge

saklama ücreti, depo ücreti

safe custody

1. kasa, 2. depo, 3. saklama

safe deposit box

kiralık kasa

safe deposit

kasa dairesi, çelik kasa

safe guard

1. himaye, muhafız, teminat, garanti, 2. korumak, himaye etmek, temin etmek

safe load

güvenli yük, emniyetli yük

safe port

güvenli liman

safe-conduct

1.güvenlikte, emniyette, 2.emin, sağlam, güvenilir, 3.güvenilir, önemli, ihtiyatlı, 4.tehlikesiz, 5.atlatmış, kurtulmuş, 6.kesin, olumlu sonuçlanacağı kesin, 7.kasa, 8.yiyecek dolabı geçiş izni

safe-deposit

kiralık kasada değerli eşyanın saklanılması

safeguard

koruyucu şey, koruma, korunma, koruyucu

safeguarding duty

koruyucu gümrük resmi

safe

safekeeping

safekeeping

koruma, saklama, korunma, saklanma, güvenlikte olma

safelight

karanlık oda ışığı

safely

emniyetle

safeness

emniyet

safety belt

emniyet kemeri

safety bolt

emniyet cıvatası

safety brake

emniyet freni

safety catch

kabza emniyet mandalı

safety chain

emniyet zinciri, kar zinciri

safety circuit

emniyet devresi

safety device

emniyet tertibatı

safety factor

emniyet faktörü

safety fence

korkuluk, bariyer

safety fuse

emniyet tapası, sigorta

safety glass

dağılmaz cam, kırılmaz cam

safety goggles

emniyet gözlüğü, koruyucu gözlük

safety island

rofüj, emniyet adası

safety lamp

emniyet lambası, güvenlik ışıtacı

safety lock

emniyet kilidi

safety match

emniyet kibriti

safety measure

emniyet tedbiri

safety measures

güvenlik önlemleri

safety pin

1. emniyet pimi, 2. çengelliiğne

safety rail

korkuluk

safety razor

tıraş makinesi

safety rod

emniyet çubuğu

safety stripe

rofüj, ortakaldırım

safety switch

emniyet şalteri

safety tyre

emniyet lastiği

safety valve

safety valve

güvenlik subapı, emniyet supabı

safety

güven, güvenlik, emniyet

saffian

bir tür deri

safflower oil

yalancısafran yağı

safflower

yalancısafran, papağanyemi

saffron

safran 1.eğilmek, bükülmek, çökmek, sarkmak, bel vermek, 2.(neşe, mutluluk, vb.) azalmak, kaybolmak, kaçmak, 3.çöküntü, eğilme, bel verme, sarkma

sag saga

destan

sagacious

akıllı, sağ görülü

sagacity

1. anlayış, sağgörü, 2. dirayet, öngörü

sage

1.akıllı, ağırbaşlı, bilge, 2.bilge, 3.adaçayı

saggy

sarkık

Sagittarius

Yay (burcu)

sagittate

ok başı biçiminde

sago

hintirmiği, sag

said

adı geçen, sözü edilen

sail under false colours kuzu postuna bürünmek 1.yelken, 2.yelkenli, 3.yelkenli gezintisi, deniz yolculuğu, 4.yeldeğirmeni kanadı, 5.yelkenli, gemi, vb. ile gitmek, 6.su üzerinde sail seyretmek, gitmek, 7.(yelkenli, gemi, vb.) yönetmek, götürmek, 8.yelken açmak, yola çıkmak, 9.süzülmek, 10.kolayca geçmek sailboard

rüzgâr sörfü

sailboat

yelkenli kayık

sailcloth

yelken bezi

sailer

yelkenli gemi

sailing boat

yelkenli kayık

sailing orders

sefer talimatı

sailing ship

yelkenli gemi

sailing vessel

yelkenli gemi

sailing

1.gemicilik, 2.yelken kullanma, yelkencilik, 3.deniz yolculuğu, sefer

sailmaker

yelkenci

sailor

sailor

1.denizci, gemici, 2.bahriyeli, denizci

sainfoin

evliyaotu, eşekotu

saint

aziz, evliya, ermiş, eren

sainted

merhum, ölmüş

saintlike

evliya gibi, çok sabırlı

saintliness

azizlik

sake

1.hatır, 2.amaç, not for the sake of money

sal ammoniac

nışadır, amonyum klorür

sal

tuz

salability

satılabilme

salable

satılabilir

salacious

açık saçık, müstehcen

salacity

şehvet

salad days

gençlik çağı

salad dressing

salata sosu

salad

salata

salamander

semender

salami

salam

salaried employee

aylıkçı

salaried staff

aylıkla çalışan personel

salaried

aylıklı, aylık ücret alan/veren

salary account

maaş hesabı

salary roll

aylık bordrosu, maaş bordrosu

salary scale

aylık skalası, maaş baremi

salary

aylık, maaş

sale at retail

perakende satış

sale by auction

artırmayla satış

sale by description

tanımlama ile satış

sale by sample

numuneyle satış

sale for cash

sale for cash

peşin satış

sale of shares

esham plasmanı

sale on account

kredili satış

sale on credit

taksitli satış, veresiye satış

sale price

satış fiyatı

sale

1.satış, satım, 2.sürüm, istek, talep, 3.indirimli satış, indirim, 4.açık artırma, mezat

saleable

satılabilir, satışı kolay

saleroom

açık artırma ile satış yapılan yer, mezat salonu

sales account

satış hesabı

sales agent

satış acentesi

sales budget

satış bütçesi

sales contract

satış kontratı, satış sözleşmesi

sales department

satış bölümü

sales engineer

satış mühendisi

sales girl

tezgâhtar kız

sales lady

bayan tezgâhtar

sales letter

satış mektubu

sales manager

satış müdürü

sales promotion

satış promosyonu

sales sample

eşantiyon

sales slip

satış fişi

sales talk

esnaf ağzı, satıcı ağzı

sales tax

satış vergisi

sales technique

satış tekniği

sales warranty

satış garantisi

sales

satışla ilgili, satış

salesclerk

tezgâhtar

saleslady

bayan tezgâhtar

salesman

satıcı, satış memuru

salesmanship

salesmanship

satıcılık

saleswoman

satıcı, satış memuresi

salicin

salisin

salicyl

salisilik asidin kökü

salicylate

salisilat

salicylic acid

salisilik asit

salicylic

salisilik

salience

dikkati çekme, çıkıntı, göze çarpma

saliency

çıkıntı, göze çarpma

salient

göze çarpan, çarpıcı, önemli, belirgin

saliferous

tuzlu, tuz içeren

salina

1. tuzla, 2. tuzlu bataklık, 3. tuz madeni

saline

tuzlu, tuzla ilgili

salinity

tuzluluk

salinometer

salinometre, halometre, tuzölçer

saliva

tükürük, salya

salivary gland

tükürük bezi

salivary glands

tükürük bezleri

salivary

tükürük getiren, salya ile ilgili

salivate

tükürük salgılamak, ağzı salyalanmak

salivation

tükürük salgılama

sallow

1.(ten) soluk, sağlıksız, 2.bodur söğüt

sally port

çıkış kapısı

sally

1.çıkış hareketi, çemberi yarma, saldırı, 2.nükteli söz, nükte, 3.gezme, dolaşma, gezinti

salmon trout

kırmızı etli alabalık

salmon

som balığı

salol

salol

salon

salon

saloon

1.büyük araba, 2.bar, meyhane, 3.salon bar

saloonkeeper

saloonkeeper

bar patronu

salsify

tekesakalı çiçeği

salt away

ilerisi için para biriktirmek

salt bath

tuz banyosu

salt content

tuz içeriği, tuz muhtevası

salt dome

tuz domu, tuz tümseği

salt fish

tuzlu balık

salt lake

takır, tuzlu göl

salt marsh

tuz bataklığı

salt meadow

tuzlak

salt out

tuzla çöktürmek

salt pit

tuz madeni

salt solution

tuz çözeltisi, tuzlu eriyik

salt spring

tuzlu su kaynağı

salt-water

1.tuz, 2.tuzluk, 3.tat, tat tuz, çeşni, 4.heyecan verici şey, ilginç şey, 5.tuz koymak, tuzlamak, 6.tuzlayarak saklamak, 7.heyecan katmak, ilginçleştirmek, renklendirmek, 8.tuzlu, tuzlanmış deniz suyuna ait

saltation

1. hoplama, sıçrama, 2. fırlayış, ani değişiklik

saltcellar

tuzluk

salted

tuzlu

saltern

tuzla

saltiness

tuzluluk

saltless

1. tuzsuz, 2. tatsız, nüktesiz

saltpan

tuzla

saltpeter

güherçile

saltshaker

tuzluk

saltwater fish

tuzlu su balığı

saltwater

tuzlu suya ait, deniz suyuna ait

saltworks

tuzla

salty

tuzlu, tuzlanmış

salt

salubrious

sağlığa yararlı, sağlıklı, iyi

salubrity

sağlık, sağlamlık

salutary

etkileyici, geliştirici, akıllandırıcı, ders verici

salutation

selamlama, selam

salute

1.selamlamak, selam vermek, 2.top ya da bayraklarla selamlamak, 3.karşılamak, 4.selam, 5.selam verme, selamlama, karşılama

salvable

kurtarılabilir

salvage crane

kurtarma vinci

salvage lorry

kurtarma kamyonu

salvage vessel

kurtarma gemisi

salvage work

kurtarma çalışması

salvage

1.(yangından, batan gemiden, vb.) mal kurtarma, 2.kurtarılan mal, 3.kurtarma parası, 4.(yangından, kazadan) kurtarmak

salvation

1.kurtarma, kurtarılma, 2.kurtuluş, selamet, 3.kurtarıcı

salve

1.merhem, 2.rahatlatmak, yatıştırmak

salver

gümüş tepsi

salvia

ateş çiçeği

salvo

(selamlama, vb. amacıyla) yaylım ateş, top ateşi, salvo

salvor

kurtarıcı

Samaritan

Samiriyeli

samarium

samaryum

samba

samba

same here

ben de, aynen

same to you

sana da, size de, aynen

same

1.aynı, 2.aynı şey, aynısı, 3.aynı şekilde

sameness

1.aynılık, benzerlik, 2.sıkıcılık, tekdüzelik, monotonluk

Samian

Sisam adasına ait

samite

altın veya gümüşle dokunmuş ipekli kumaş

samlet

yavru alabalık

Samos

Sisam adası

Samothrace

Semadirek adası

samovar

semaver

sample bottle

numune şişesi

sample size

numune büyüklüğü

sample

1.örnek, model, mostra, 2.örneklemek, örnek seçmek, örnek olarak denemek, 3.tatmak, tadına bakarak kalitesini saptamak

sampler

1. numune alıcısı, 2. pancar delici

sampling error

örnekleme hatası

sampling spoon

numune kaşığı

sampling tube

numune tüpü

sampling

1. örnekleme, 2. numunelik, 3. seçme, 4. numune alma

samurai

Japon savaşçısı, samuray

sanatarium

bkz. sanatorium

sanative

1. sağlığa yararlı, 2. şifa verici, sağlığa faydalı

sanatorium

sanatoryum, sağlıkevi

sanatory

şifa verici, sağlığa faydalı

sanctification

kutsama

sanctified

kutsanmış

sanctify

1.kutsallaştırmak, 2.kutsamak, takdis etmek

sanctimonious

yalancı sofu, dindarlık taslayan

sanction

1.onay, onaylama, izin, kabul, tasdik, 2.yaptırım, ceza, 3.onaylamak, uygun görmek, tasdik etmek, kabul etmek, izin vermek

sanctity

kutsallık

sanctuary

1.kutsal yer, tapınak, 2.sığınılacak yer, sığınak, 3.korunak

sanctum

1.kutsal yer, 2.özel oda, özel çalışma odası

sand asphalt

kum asfaltı

sand bath

kum banyosu

sand box

kum kutusu

sand catcher

kum tutucu

sand filter

kum filtresi

sand fly

tatarcık

sand grouse

bağırtlak, istep tavuğu, çöl tavuğu

sand martin

sand martin

kum kırlangıcı

sand pit

kum ocağı

sand pump

kum pompası

sand screen

kum eleği

sand smelt

gümüş balığı, platerina 1.kum, 2.ç. kumsal, kumlu çimerlik, plaj, 3.ç. kum saatiyle ölçülen zaman, 4.kum serpmek, kumla örtmek, 5.zımparalamak, zımparayla düzeltmek

sand sand-dune

kumul

sandal

sandal, sandalet, burnu açık terlik

sandalwood

1.sandal ağacı, 2.kahverengi tonda bir renk

sandbank

kumsal sığlık

sandbar

1. kıyı dili, kıyı kordonu, sahil kordonu, 2. sığlık

sandblast

kum püskürtmek, kum püskürterek temizlemek

sandbox

kumluk

sandcastle

kumdan yapılan kale

sander

zımpara makinesi

sanderling

deniz çulluğu

sandfly fever

tatarcık humması

sandfly

tatarcık

sandglass

kum saati

sandiness

kumlu olma

sanding machine

zımpara makinesi

sandpaper

1.zımpara kâğıdı, 2.zımparalamak

sandpiper

su çulluğu

sandpit

(çocuklar için) kum havuzu

sands

kumsal, plaj

sandstone

kumtaşı

sandstorm

kum fırtınası

sandwich film

sandviç film

sandwich

1.sandviç, 2.sandviç yapmak, 3.iki şeyin arasına sıkıştırmak

sandy marl

kumlu marn

sandy

1.kumlu, 2.(saç) kum rengi

sane

1.aklı başında, akıllı, 2.makul, mantıklı, akla yatkın

saneness

akıllılık

sanforizing

sanforizasyon

sangfroid

kendine hakimiyet, özdenetim, soğukkanlılık

sanguification

kan oluşumu

sanguinary

1.(savaş, vb.) kanlı, 2.kana susamış, kan dökücü, zalim

sanguine

1.umutlu, iyimser, ümitli, neşeli, 2.kan renginde, kırmızı

sanguineous

sanguin

sanidine

sanidin

sanies

kanlı irin

sanitarian

sağlıkla ilgili

sanitarium

sanatoryum

sanitary napkin

âdet bezi

sanitary towel

âdet bezi

sanitary

1.sağlığa ilişkin, sağlıkla ilgili, sağlıksal, 2.temiz, sağlıklı, sıhhi

sanitation

sağlık koruma

sanitize

sterilize etmek

sanitorium

bkz. sanatorium

sanity

akıl sağlığı

sanserif

düz harfler

Santa Claus

sapid

(Hristiyanlığa göre) Noel Baba 1.besisuyu, özsu, 2.canlılık, dirilik, güç, 3.aptal, 4.lağım, sıçanyolu, 5.sıçanyolu kazmak, 6.temelinden yıkmak, altını kazmak, çökertmek, 7.azaltmak, zayıflatmak 1. lezzetli, 2. çekici, sevimli, 3. tatlı

sapidity

1. çeşni, tat, 2. tatlılık

sapience

akıl, zekâ

sapling

1.fidan, 2.delikanlı

sap

saponaceous

1. sabun gibi, 2. sabunlu

saponifiable

sabunlaşır, sabunlaşabilen

saponification

sabunlaşma

saponify

1. sabunlaşmak, 2. sabunlaştırmak

saponin

saponin

saponite

saponit

sapphire

1.gökyakut, safir, 2.mavi renk

sapphirine

safirin

sappy

1.özlü, 2.güçlü, hareketli, 3.Aİ, aptalca, saçma, 4.aşırı derecede romantik, fazla duygusal

sapro-

(önek) çürük

saprogenic

1. çürüten, 2. çürümüş maddede yetişen

saprophile

çürükçül, saprofit

saprophyte

çürükçül, saprofit

saprophytic

çürükçül, saprofit

sapwood

yalancı odun, kabuk altı tabakası

sarcasm

acı alay, küçümseme, alay, iğneleme

sarcastic

iğneleyici, alaylı, küçümseyici

sarcolemma

kas zarı

sarcoma

sarkom

sarcophagous

etobur

sarcophagus

lahit

sarcoplasm

sarkoplazma

sard

bir tür kuvars

sardine

1.sardalya

sardonic

acı, alaylı, şeytanca

sardonyx

kırmızı akik

sari

sari, Hint kadınlarının giysisi

sartorial

terziliğe ait

sash

1.kuşak, 2.pencere çerçevesi

Satan

Satan

şeytan

satanic

1.şeytan gibi, şeytanla ilgili, şeytani, 2.zalim, acımasız, melun

satanism

şeytana tapma

satchel

sırtta taşınan okul çantası

sate

1.gidermek, tatmin etmek, 2.doyurmak, tıka basa yedirmek

sateen

saten taklidi pamuklu kumaş

satellite broadcast

uydu yayını

satellite communications

uydu iletişimi

satellite computer

uydu bilgisayar

satellite office

uydu şube

satellite station

uydu istasyonu

satellite television

uydu televizyonu

satellite town

uydukent

satellite

1.uydu, 2.yapay uydu, 3.bağımlı ülke

satiable

doyurulabilir

satiate

1.doyurmak, tatmin etmek, tam doyuma ulaştırmak, 2.tıka basa yedirmek, bıktırmak, usandırmak

satiety

doymuşluk, tokluk

satin wood

Hint ağacı

satin

saten, atlas

satinet

satinet

satinwood

Hint ağacı

satiny

saten gibi parlak

satire

taşlama, yergi, yerme, hiciv

satirical

taşlamalı, yergili, yerici, hicivli

satirist

taşlamacı, yergi yazarı, hicivci

satirize

taşlamak, yermek, hicvetmek

satisfaction

1.memnunluk, memnuniyet, hoşnutluk, 2.tatmin, doyum, 3.tazmin, ödeme

satisfactory

doyurucu, tatmin edici, memnun edici, yeterli, elverişli

satisfying

1.memnun etmek, hoşnut etmek, sevindirmek, 2.doyurmak, tatmin etmek, 3.gidermek, 4.karşılamak, -e uymak, yetmek, 5.inandırmak, ikna etmek doyurucu, tatmin edici

satsuma

bir tür ufak portakal, satsuma

saturable

doyurulabilir

saturant

1. doyuran, 2. emici şey

saturate

1.doyurmak, doymuş hale getirmek, 2.ıslatmak, sırılsıklam etmek, 3.(kafasını) iyice doldurmak, sindirmek, yutmak, 4.iyice doldurmak

saturated compound

doymuş bileşik

saturated layer

doymuş tabaka

saturated solution

doymuş çözelti, doygun çözelti

saturated

doymuş, doygun

saturation point

doyma noktası

saturation

1. doyma, doygunluk, 2. doyum

Saturday

cumartesi

Saturn

Satürn

saturnalia

sefahat âlemi, cümbüş

saturnine

gülmez, soğuk, asık suratlı

satyr

1.gövdesinin yarısı insan yarısı teke olan tanrı, satir, 2.şevhet düşkünü adam

satyriasis

saucepan

şehvete düşkünlük 1.salça, sos, terbiye, 2.yüzsüzlük, arsızlık, pişkinlik, şımarıklık, küstahlık, saygısızlık, 3.küstahça karşılık vermek, yüzsüzlük etmek, arsızlık etmek kulplu tencere

saucer

çay tabağı, fincan tabağı

sauciness

1. sırnaşıklık, yüzsüzlük, 2. saygısızlık

saucy

saygısız, terbiyesiz, küstah

Saudi Arabia

Suudi Arabistan

sauna

sauna

saunter

sallana sallana yürümek, aylak aylak gezinmek, tembel tembel gezinmek

sausage roll

sucuklu sandviç

sausage

sucuk, sosis

satisfy

sauce

savagery

1.yabanıl, yabani, vahşi, yırtıcı, 2.canavar ruhlu, acımasız, zalim, vahşi, 3.çok sinirli, öfkeli, tepesi atmış, gözü dönmüş, 4.vahşi adam, 5.zalim, acımasız, gaddar adam, 6.saldırıp ısırmak, paralamak, parçalamak acımasızlık, merhametsizlik, vahşilik

savanna

ağaçsız büyük ova, bozkır, savan

savannah

bkz. savanna

savant

bilgin, alim

save face

zevahiri kurtarmak

save for

hariç

save on

israfından kaçınmak, idareli kullanmak

save one's breath

çenesini yormamak

save one's skin

save-all

postu kurtarmak 1.kurtarmak, 2.(para) biriktirmek, artırmak, 3.korumak, saklamak, idareli kullanmak, kazanmak, 4.saklamak, ayırmak, 5.korumak, 6.-den başka, hariç şerbet tutucu

saver

1.kurtarıcı, korucuyu, 2.para biriktiren kimse

saving fund

tasarruf sandığı

saving

1.koruma, kurtarma, 2.tutum, tasarruf, 3.kurtarıcı, 4.koruyan, 5.tutumlu, 6.bkz. save

savings account

tasarruf hesabı

savings bank

1. tasarruf bankası, tasarruf sandığı, 2. tasarruf bankası

savings bond

tasarruf bonosu

savings deposit

tasarruf mevduatı

savings rate

tasarruf oranı

savings

1.birikmiş para, tasarruf

saviour

kurtarıcı

savoirfaire

beceri, maharet

savor

bkz. savour

savory

Aİ, bkz. savoury

savour

1.tat, lezzet, çeşni, 2.koku, 3.ilginçlik, 4.tadını çıkarmak, hoşlanmak

savourless

tatsız

savoury

1.(et, peynir, sebze, vb.) çok tatlı olmayan, hoş, 2.küçük tuzlu yiyecek

savage

save

savoy

savoy

1. bir tür kış lahanası, 2. kıvırcık lahana

savvy

1.çakmak, çakozlamak, işi uyanmak, 2.ustalık, beceriklilik

saw blade

testere ağzı

saw file

testere eğesi, üç köşeli eğe

saw horse

testere tezgâhı

saw log

kereste kütüğü, kereste tomruğu

saw pit

bıçkı çukuru

saw set

çapraz, testere çaprazı

saw

1.testere, bıçkı, 2.testere ile kesmek, doğramak, biçmek, 3.atasözü, özdeyiş

sawbones

cerrah

sawdust

talaş

sawfish

testere balığı

sawfly

yaprakarısı

sawmill

bıçkı fabrikası

sawtooth

testere dişi

sawyer

bıçkıcı

saxifrage

taşkırançiçeği

saxophone

saksafon

say one's piece

diyeceğini demek

say right to sb's face

yüzüne karşı söylemek

say the word

izin vermek, onaylamak, bırakmak

say uncle

pes demek

say

1.demek, söylemek, 2.okumak, 3.varsaymak, farzetmek, tutmak, 4.söz söyleme/karar verme hakkı/ gücü, söz sahibi olma

saying

söz, özdeyiş, atasözü

scab

1.yara kabuğu, 2.greve katılmayan/grevcilerin işini yapan işçi, grev kırıcı

scabbard

(kılıç, vb.) kın

scabbiness

kabukluluk, uyuz

scabies

uyuz

scabious

1. uyuzlu, 2. uyuzotu

scabrous

scabrous

kabuk bağlamış, pürüzlü, açık saçık

scaffold

1.yapı iskelesi, 2.darağacı

scaffolding

yapı iskelesi malzemesi

scagliola

alçıdan yapılmış mermer taklidi

scalage

çekme payı

scalar

1. skaler, sayıl, yönsüz, 2. basamaklı

scald

1.haşlamak, 2.kaynar su ya da buharla temizlemek, 3.(süt, vb.) kaynatmak, 4.haşlanma sonucu oluşan yanık

scalding trough

haşlama teknesi

scale buying

toptan satın alma

scale insect

kabuklu bit

scale off

scale-of-ten

pul pul dökülmek 1.terazi gözü, kefe, 2.ç. tartı, terazi, 3.ölçek, 4.taksimat, bölüntü, 5.ölçü, çap, 6.cetvel, 7.gam, skala, ıskala, 8.derece, kademe, 9.balık/yılan vb. pulu, 10.taş, kefeki, tortu, 11.tırmanmak, çıkmak, 12.tartmak, 13.(belli bir orana göre) artırıp düşürmek, dengelemek ondalık skala

scale-of-two

ikili skala

scaled

1. pullu, 2. orantılı

scaleless

pulsuz

scalene cone

eğik koni

scalene muscle

skalen kası, kaburgaları kaldıran kas

scalene triangle

çeşitkenar üçgen

scalene

çeşitkenar

scaler

1. kantarcı, 2. kazıyıcı

scales

tartı, terazi

scaling

1. pullarını çıkarma, 2. yükselme

scall

kepek

scallion

yeşil soğan

scallop

1.tarak, 2.tarak kabuğu şeklinde oya

scallywag

başbelası, haylaz, yaramaz

scalp

1.kafa derisi, 2.kafa derisini yüzmek, 3.karaborsa bilet satmak

scalpel

küçük bıçak, skalpel, bistüri

scale

scaly

pulsu, kabuksu

scamp

hızla koşmak, kaçmak, seğirtmek

scamper

koşuşturmak

scampi

büyük karides (yemeği) 1.inceden inceye gözden geçirmek, iyice incelemek, süzmek, 2.şöyle bir göz gezdirmek, göz atmak, üstünkörü bakmak, 3.dizeleri duraklara ayırmak

scan scandal

1.skandal, rezalet, kepazelik, 2.kara çalma, iftira, dedikodu

scandalize

rezalet çıkarmak, mahcup etmek

scandalous

rezil, kepaze, lekeleyici, utanılacak

Scandinavia

iskandinavya

Scandinavian

İskandinavyalı, İskandinavya'ya ilişkin, İskandinav

scandium

skandiyum

scanner

tarayıcı, saner

scanning coil

tarama bobini

scanning disk

tarama diski

scanning line

tarama çizgisi, tarama satırı

scanning

tarama

scant

az, kıt, zar zor yeten

scanties

bayan külotu

scantiness

kıtlık, yetersizlik, kifayetsizlik

scantling

küçük kereste

scanty

az, yetersiz, kıt

scape

1. sütun gövdesi, 2. yapraksız çiçek sapı, 3. duyarga

scapegoat

başkasının suçunu yüklenen kimse, şamar oğlanı, abalı

scapula

kürekkemiği

scapular

kürekkemiğiyle ilgili

scar

1.yara izi, 2.yara izi bırakmak

scarab

bokböceği

scarce commodity

nadir bulunur mal

scarce

nadir, seyrek, az bulunur, kıt

scarcely

güç bela, anca, zar zor, hemen hemen hiç, pek az

scarceness

kıtlık, nadirlik, azlık

scarcity

azlık, kıtlık

scare away

korkutup kaçırmak

scare off

korkutup kaçırmak

scare stiff

ödünü patlatmak

scare the living daylights out of

duman attırmak

scare

1.ani korku, ürkü, panik, 2.korkutmak, 3.korkmak, 4.(off/away ile) korkutup kaçırmak, 5.korkutucu, korkunç

scarecrow

bostan korkuluğu

scared

korkan, korkmuş

scarf

eşarp, atkı, kaşkol

scarfing

kusur yakma

scarification

deriyi kazıma

scarifier

tırmık, kazıcı

scarify

1. kazımak, 2. (toprağı) taramak, 3. canını yakmak

scarlatina

kızıl

scarlet fever

kızıl

scarlet woman

orospu, yosma

scarlet

al, kırmızı

scarp

1. uçurum, 2. bayır, 3. dikine kesmek

scarped

dik, sarp

scary

korkutucu, ürkütücü, korkunç

scathe

1. zarar, yara, 2. zarar vermek, yaralamak

scatheless

zararsız

scathing

sert, kırıcı

scatological

müstehcen, açık saçık

scatology

açık saçık yazılar

scatter diagram

scatter diagram

saçılım diyagramı, saçılım çiziti

scatter to the winds

çarçur etmek

scatter

saçmak, serpmek, dağıtmak

scatterbrain

unutkan, dağınık kafalı kimse

scattered

dağınık, yayılmış

scattering

1. saçma, serpme, 2. saçılma, saçılım

scatty

İİ, hafif kaçık, üşütük, düşünmeden hareket eden, dikkatsiz, unutkan

scavenge

1.çöp karıştırmak, işe yarayacak şeyler aramak/bulmak, 2.(hayvan) leş yemek

scavenger beetle

leşle beslenen böcek

scavenger

1.leş yiyen hayvan, 2.çöp karıştıran kimse

scavenging

çürük gaz çıkarılması

scenario

senaryo

scenarist

senarist

scene painter

sahne dekoru ressamı

scene

1.sahne, 2.olay yeri, 3.sahne, tablo, 4.dekor, mizansen, 5.görünüm, manzara, 6.olay, rezalet, patırtı, 7.olay, heyecan

scenery

1.görünüm, manzara, 2.sahne dekoru

scenic

doğal manzaralı

scenographic

perspektif

scent bag

koku bezesi

scent gland

scented

koku bezesi 1.kokusunu almak, koklayarak izini aramak, 2.kokusunu almak, sezmek, -den kuşkulanmak, 3.koku ile doldurmak, 4.güzel koku, 5.av kokusu, 6.parfüm, 7.(hayvan) koku alma gücü, 8.sezi kokulu

scentless

kokusuz

scepter

bkz. sceptre

sceptic

kuşkucu, şüpheci kimse, septik

sceptical

1.kuşkuculuğa ilişkin, septik, 2.kuşkucu, şüpheci, kuşkulu

scepticism

kuşkuculuk, şüphecilik

sceptre

hükümdar asası

schappe silk

kamçıbaşı, şap ipeği, floret ipeği

scent

scheduled departure

1.program, 2.liste, cetvel, çizelge, 3.(tren, otobüs, vb.) tarife, 4.fiyat listesi, 5.tasarlamak, planlamak, ileri bir tarih için gününü, saatini saptamak, 6.listeye kaydetmek, 7.tarifesini yapmak saatinde hareket

scheduled flight

tarifeli uçuş

schedule

scheduled maintenance programlı bakım schema

şema

schematic diagram

şematik diyagram

schematic

şematik, sistemli

schematize

schism

şema ile göstermek 1.entrika, dolap, dalavere, 2.plan, proje, tasarı, 3.entrika düzenlemek, dalavere yapmak, dolap çevirmek, 4.tasarlamak, plan kurmak, düzenlemek bölünme, bölüntü, hizip, hizipleşme

schist

1. şist, yaprakkayaç, 2. kiltaşı

schistosity

yapraklanma, şistiyet

schizo

(önek) bölme

schizoid

şizoid, içe kapanık

schizophrenia

şizofreni

schizophrenic

şizofrenili, şizofren

schlep

çekmek, sürüklemek

schmaltz

1. aşırı duygusallık, 2. fazla hassaslık

schnitzel

şnitzel, dana kotlet

scholar

1.çok bilgili kimse, bilgin, 2.burslu öğrenci, 3.tahsilli kimse

scholarly

bilgili

scholarship

1.derin bilgi, bilginlik, 2.ciddi çalışma, 3.burs

scholastic

1.okullara ve öğretime ilişkin, 2.skolastik, 3.kılı kırk yaran

school administration

okul yönetimi

school age

okul çağı

school board

okul yönetim kurulu

School of Economics

iktisat Fakültesi

School of Medicine

Tıp Fakültesi

scheme

School of Political Sciences

Siyasal Bilgiler

School of Technology

teknik okul

School of Theology

ilahiyat Fakültesi

school report

karne

school tuition

okul parası

school year

öğretim yılı

school

1.okul, 2.ekol, 3.fakülte, 4.üniversite, 5.öğretmek, yetiştirmek, eğitmek, 6.balık sürüsü

school-mate

okul arkadaşı

schoolbook

ders kitabı

schoolboy

erkek öğrenci

schoolfellow

okul arkadaşı

schoolgirl

kız öğrenci

schooling

eğitim, öğretim

schoolmaster

erkek öğretmen

schoolmate

okul arkadaşı

schoolmistress

bayan öğretmen

schoolroom

sınıf, dershane

schoolwork

dersler, okul çalışmaları

schooner

1.iki direkli yelkenli, uskuna, 2.uzun içki bardağı

schorl

siyah turmalin

schreinerize

ipek efekti vermek

sci-fi

bilim-kurgu

sciatic

siyatik

sciatica

siyatik

science fiction

bilimkurgu

science of translation

çeviribilim

science

1.bilim, ilim, 2.bilgi

scienter

bilerek

scientific explanation

bilimsel açıklama

scientific language

bilim dili

scientific method

bilimsel yöntem

scientific notation

bilimsel gösterim

scientific paper

bilimsel yayın

scientific research

bilimsel araştırma

scientific study

bilimsel çalışma

scientific

bilimsel

scientist

bilgin, bilim adamı

scimitar

enli kılıç

scintilla

kıvılcım, zerre

scintillate

titreşerek parıldamak, kıvılcım saçmak, ışıldamak

scintillation counter

sintilasyon sayacı, kırpışım sayacı

scintillation

1. parıldama, ışıldama, sintilasyon, 2. ışık titremesi

scintillator

sintilatör

scion

aşılık filiz, ağaç piçi

scission

1. kesme, yarma, 2. ayrılma

scissor

makasla kesmek

scissors

makas, kaycı

scissure

yarık

sclera

gözakı

sclerenchyma

sertdoku

sclerogen

bitki hücrelerinin iç kısımlarında birikmiş sert m

scleroma

sertleşmiş doku

sclerosis

doku sertleşmesi

sclerotic

1. dokusu sertleşmiş, 2. sklerozla ilgili, 3. gözakı, sklera

sclerous

katı, sert

scoff at

alay etmek, dudak bükmek

scoff

1.(at ile) ile alay etmek, gülmek, 2.hapur hupur yemek

scoffer

scoffer

alaycı

scold

azarlamak, paylamak, haşlamak

scolding

azar, paylama

scolex

bağırsak şeridinin başı

scollop

bkz. scallop

sconce

1. aplik, duvar şamdanı, 2. bingi

scone

bir tür yağlı çörek

scoop wheel

kepçeli çark

scoop

1.kepçe, 2.kaşık biçiminde cerrah aleti, 3.(gazetecilikte) haber atlatma, 4.vurgun, 5.kepçeyle çıkarmak, 6.(gazetecilikte) haber atlatmak

scoot

hızla koşmak, tabanları yağlamak

scooter

1.küçük motosiklet, skuter, 2.trotinet

scope of authority

yetki alanı

scope

1.anlama yeteneği, kavrama gücü, 2.hareket serbestliği, fırsat, olanak, 3.faaliyet alanı, alan, saha, konu

scorbutic

iskorbüt hastalığıyla ilgili 1.(güneş, vb.) yakmak, kavurmak, kurutmak, 2.alazlamak, hafifçe yakmak, kavurmak, ateşe tutmak, 3.(otomobil, vb.) çok hızlı gitmek, uçmak

scorch scorcher

çok sıcak gün, cehennem

scorching

yakıcı, kavurucu

score off

scoreboard

morartmak, ağzının payını vermek 1.çizgi, kertik, çentik, işaret, 2.sıyrık, 3.sayı, puan, skor, 4.neden, sebep, 5.hınç, hesap, kuyruk acısı, 6.partisyon, 7.hesap, 8.günün olayları, aktüalite, 9.yirmi sayısı, 10.(sayı, puan) kazanmak, almak, 11.(gol) atmak, 12.skoru kaydetmek, 13.çentmek, 14.(başarı, zafer, ödül, vb.) kazanmak, elde etmek, 15.(of/against/over ile) sözlerle atışmak, 16.arg. sikişmek puan tahtası, skorbord

scoreless

berabere

scorer

1.golcü, oyuncu, skorer, 2.puanları kaydeden kimse

scores of people

çok sayıda insan, birçok kimse

scoria

1. cüruf, dışık, 2. mucur

scorn

1.tepeden bakma, hor görme, küçümseme, 2.hor görmek, tepeden bakmak, küçümsemek, 3.tenezzül etmemek, reddetmek

scornful

hor gören, küçümseyen

Scorpio

Akrep Burcu

score

scorpion

scorpion

akrep

scot-free

cezalanmadan, zarar görmeden

scotch mist

yoğun sis

Scotch pine

sarıçam

scotch tape

seloteyp, selobant

scotch terrier

iskoç teriyer köpeği

Scotch

Skoç viski

scotch

sonlandırmak, bitirmek, son vermek

scotia

oluk, taban oluğu

Scotland Yard

Londra Emniyet Teşkilatı

Scotland

İskoçya

scotoma

kör nokta

Scotsman

iskoçyalı

Scottish

İskoç, İskoçya'ya ilişkin

scoundrel

alçak, kötü adam, hergele

scoundrelly

1. alçak, hain, 2. habis

scour out

ovarak temizlemek, sürterek kazımak 1.baştan başa dolaşmak, her tarafı dolaşarak karış karış taramak, 2.(down/out/off ile) ovarak temizlemek, sürterek kazımak, 3.(out ile) (su) aşındırmak 1.kırbaç, kamçı, 2.bela, musibet, afet, felaket, dert, 3.kamçılamak, kırbaçlamak, 4.cezalandırmak, 5.büyük zarar vermek, felaket getirmek, acı çektirmek erozyon, oyulma

scour scourge scouring scout plane

scouting

keşif uçağı 1.keşfe çıkmak, keşif için dolaşmak, arayışına çıkmak, aramak, 2.keşif eri, öncü, gözcü, 3.izci, 4.ufak tiyatroları, oyunları izleyerek yetenekli yıldız adayaları arayan kimse, yıldız avcısı, 5.keşif uçağı ya da gemisi, 6.keşif, gözcülük izcilik

scoutmaster

oymak beyi, izcibaşı

scow

salapurya, mavna

scowl

1.kaşlarını çatmak, tehditkâr bir şekilde bakmak, 2.kaş çatma

scowling

kaş çatan

scout

scrabble

scrabble

1.(about ile) eşeleyip aramak, 2.kargacık burgacık yazmak, çiziktirmek, karalamak

Scrabble

bir tür sözcük türetme oyunu

scragginess

zayıflık, sıskalık

scraggy

sıska, bir deri bir kemik

scram

siktir olup gitmek, basıp gitmek, tüymek

Scram!

scran

Haydi git! 1.çabucak tırmanmak ya da ilerlemek, 2.dalaşmak, çekişmek, kapışmak, itişip kakışmak, 3.karıştırmak, sırasını bozmak, 4.yumurtanın akıyla sarısını karıştırarak pişirmek, 5.tırmanma, ilerleme, 6.kapışma, dalaşma, çekişme, itişip kakışma yiyecek

scrap heap

döküntü yığını

scrap iron

hurda demir

scrap metal

hurda maden

scrap through

yakayı kurtarmak 1.ufak parça, kırıntı, 2.döküntü, ıskarta, kırık dökük eşya, artık, 3.ç. yemek artıkları, 4.ıskartaya çıkarmak, atmak, 5.kapışmak, dalaşmak, 6.atışma, kapışma, şamata, dalaş albüm, koleksiyon defteri

scramble

scrap scrapbook scrape along scrape

az parayla geçinmek 1.kazımak, kazıyarak çıkartmak, temizlemek, 2.sıyırmak, sıyırtmak, 3.sıyırıp geçmek, sürtmek, 4.sürtünmek, hafifçe dokunmak, 5.zar zor geçinmek, kıt kanaat geçinmek, güç bela idare etmek, 6.zar zor başarmak, kılpayı kurtarmak, 7.kazıma, 8.sürtme, 9.sıyrık, çizik, 10.gıcırtı, 11.çıkmaz, varta, güç durum, bela

scraper loader

kazar yükleyici

scraper ring

yağ sıyırma segmanı, silici halka

scraper

1.raspa, 2.greyder

scraping

1. kazıma, raspalama, 2. sıyırma, 3. kazıntı, 4. döküntü, çöp

scrapper

kavgacı kimse

scrappy

kavgacı

scratch coat

birinci sıva, kaba sıva

scratch filter

parazit süzgeci, hışırtı süzgeci

scratch hardness

kazıma sertliği, çizinti sertliği

scratch out

üstünü çizmek, karalamak

scratch paper

scratch paper

karalama kâğıdı

scratch sb's back

birine yağ çekmek

scratch the surface

ilk adımı atmak

scratch-pad memory

1.tırmalamak, 2.çizmek, 3.kaşımak, 4.eşelemek, kurcalamak, 5.(listeden) çıkarmak, 6.tırmık, çizik, sıyrık, 7.cızırtı, çıtırtı, 8.kaşıma, 9.derme çatma hazırlanmış şey karalama belleği, hızlı işlem belleği

scratchiness

kaşıntı verme

scratchy

(plak, kayıt, vb.) cızırtılı

scrawl

kargacık burgacık yazmak, çiziktirmek, karalamak

scrawny

bir deri bir kemik, sıska

scray

deniz kırlangıcı

screach

1. acı haykırış, 2. acı acı haykırmak, cırlamak

scream

1.bağırış, çığlık, feryat, 2.komik kimse/şey, komedi, 3.bağırmak, çığlık atmak, feryat etmek

screamer

1. çığlık atan kimse, 2. manşet, 3. bağıran kimse

screaming

haykıran, feryat eden, çığlık atan, göze çarpan

scree cone

döküntü konisi

scree

dağ eteğindeki taş/çakıl yığını

screech

1.acı bağırış, keskin çığlık, feryat, 2.gıcırtı, ani fren sesi

screed

uzun ve sıkıcı konuşma/yazı

screen brightness

ekran parlaklığı

screen cloth

elek bezi

screen credits

jenerik

screen factor

ekran faktörü, ızgara katsayısı

screen grid

ekran ızgarası

screen luminance

ekran parlaklığı

screen printing

screened wiring

serigrafi, film baskısı 1.perde, kafes, paravana, bölme, tahta perde, 2.elek, kalbur, 3.beyazperde, 4.sinema endüstrisi, sinema, 5.(televizyon, vb.) ekran, 6.elemek, sınamadan geçirmek, 7.(from ile) korumak, 8.saklamak, gizlemek, perdelemek, 9.(film) göstermek, oynatmak, gösterime sokmak blendajlı tesisat

screening

1. eleme, 2. bölme, ayırma

scratch

screen

screenplay

screenplay

senaryo

screw blade

pervane kanadı

screw bolt

vidalı cıvata

screw conveyor

helezoni konveyör, sarmal taşıyıcı

screw coupling

vidalı kavrama

screw die

pafta lokması

screw down

1. vidalamak, vidayla sıkıştırmak, 2. fiyat düşürmek

screw head

vida başı

screw hook

vidalı kanca

screw in

vidalamak, çevirerek sokmak

screw jack

vidalı kriko

screw micrometer

vidalı mikrometre

screw nut

cıvata somunu

screw on

vidalamak

screw out of

zorla almak, yolmak, sövüşlemek

screw pile

vidalı kazık

screw pitch

vida hatvesi, vida adımı, diş adımı

screw plate

pafta, vida lokması

screw press

vidalı pres, vidalı cendere

screw propeller

uskur, pervane

screw socket

vida yuvası, vida duyu

screw spanner

vida anahtarı

screw tap

vida kılavuzu

screw thread

vida dişi

screw together

vida ile birleştirmek

screw up one's courage cesaretini toplamak screw up

1. fiyat yükseltmek, 2. sıçıp batırmak, bok etmek

screw wrench

ingiliz anahtarı

screw

1.vida, 2.pervane, uskur, 3.kâğıt külah, 4.İİ, maaş, ücret, 5.gardiyan, 6.İİ, yaşlı, zayıf at, 7.İİ, cimri, pinti, 8.kâğıt rulosu, 9.sikiş, 10.yatak arkadaşı, 11.vidalamak, 12.çevirmek, burmak, çevirerek sıkıştırmak, 13.vida gibi dönmek, sıkışmak, 14.(out of ile) zorla almak, yolmak,

screw screwball

sövüşlemek, 15.kazıklamak, dolandırmak, 16.kab, sikişmek, 17.kab, sikmek garip kimse

screwdriver

tornavida

screwed

1. vidalanmış, 2. yivli, 3. eğri büğrü, 4. sarhoş

screwy

kaçık, çatlak, üşütük, tuhaf, cins

scribble

1.karalamak, çiziktirmek, 2.çalakalem yazıvermek, 3.karalama, çiziktirme

scribbler

ikinci sınıf yazar, karalamacı

scribe

yazıcı

scriber

çizecek, işaretleme aleti

scrim

ince dokunmuş kumaş

scrimmage

1.itiş kakış, kavga, didişme, kör döğüşü, 2.itişip kakışmak, döğüşmek

scrimp

1.dişinden tırnağından artırıp (para) biriktirmek, 2.-den tasarruf etmek, idareli kullanmak

scrimshaw

fildişi oyma işi

scrip certificate

geçici sertifika

scrip

1. geçici senet, 2. para kesesi

script

1.el yazısı, 2.alfabe, abece, 3.senaryo

scriptorium

manastırlarda hattatlara mahsus oda

scriptural

yazı ile ilgili

scripture

Kutsal Kitap

scriptwriter

senaryo/oyun yazarı

scrivener

1. arzuhalci, 2. noter

scrivener's error

daktilo hatası

scrofula

sıraca illeti

scrofulous

sıracalı

scroll chuck

matkap aynası

scroll gear

salyangoz çarkı

scroll saw

oyma testeresi

scroll

uzun ve kıvrımlı kâğıt belge

scrollwork

tomar şeklinde süs

scrooge

cimri, pinti, paragöz

scrooping

avivaj

scrotal

testis torbasıyla ilgili

scrotum

skrotum, testis torbası

scrounge

(off ile) otlanmak, çalışmadan/para vermeden almak

scrounger

otlakçı kimse

scrub the slate clean

geçmişe sünger çekmek

scrub

1.bodur çalılık, fundalık, 2.fırçalamak, ovalamak, fırçalayarak ya da ovalayarak temizlemek, 3.iptal etmek

scrubber

fırçalayıcı, gaz yıkama makinesi

scrubby

1.çalılık, fundalık, çalılarla kaplı, 2., önemsiz, ufak, küçük, 3.pis, pasaklı, dağınık

scruff

1.pis, pasaklı kimse

scruffy

pis, kirli, leş gibi, dağınık

scrumptious

nefis, leziz, enfes

scrunch

1. çatırdamak, 2. çatırdatmak

scruple

1.vicdan, 2.bilinç, 3.vicdanı el vermemek, kaçınmak

scrupulosity

vicdanlılık, titizlik

scrupulous

1.vicdanının sesini dinleyen, vicdanlı, adil, 2.dikkatli, titiz

scrutineer

oy sayım memuru

scrutinize

dikkatle bakmak, incelemek, dikkatle gözden geçirmek, ince eleyip sık dokumak

scrutiny

dikkatli inceleme, araştırma

scuba diver

balıkadam

scuba

oksijen tüplü dalma aygıtı

scud

hızla geçip gitmek

scuff

sürtmek, çizmek

scuffle

1.itişme, çekişme, kavga, 2.itişip kakışmak

scull

1.tek kürek, 2.tek kürekle yürütülen tek kişilik küçük sandal, 3.kürekle küçük sandal sürmek

sculler

boynacı

scullery

bulaşıkhane

scullion

1. bulaşıkçı, 2. aşçı yamağı

sculptor

sculptor

yontucu, heykeltıraş

sculptress

kadın heykeltıraş

sculpture

1.yontuculuk, heykeltıraşlık, heykel sanatı, 2.yontu, heykel, 3.yontusunu yapmak, oymak

scum of the earth

ayak takımı, başbelası, ayaktakımı

scum

1.kir tabakası, 2.kötü insan(lar), toplumun yüz karası

scumble

resmi donuklaştırmak

scupper

1.mahvetmek, içine etmek, 2.(gemi, vb.) kasten batırmak

scurf

kepek, ölü deri

scurfy

kepekli

scurrility

ağız bozukluğu, küfürbazlık

scurrilous

küfürlü, sövgülü, kaba, kötüleyici

scurry

acele etmek, seğirtmek

scurvy

1.iskorbüt, 2.adi, alçak, iğrenç, şerefsiz

scutate

kalkan şeklinde

scutch

ditmek, atmak, döverek temizlemek

scutcher

ditme makinesi, lifleme makinesi

scuttle

1.sıvışmak, tüymek, seğirtmek, 2.(gemi) batırmak, 3.kömür kovası, 4.lumbar ağzı, lumbuz

scythe

1.tırpan, 2.(down/off ile) tırpanlamak

sea anchor

deniz demiri

sea anemone

deniz şakayığı

sea bear

beyaz ayı

sea bream

izmarit

sea breeze

deniz meltemi

sea captain

kaptan, süvari

sea change

ani ve köklü değişiklik

sea chest

gemici sandığı

sea coast

deniz kıyısı, sahil

sea cock

deniz valfı, deniz musluğu

sea cow

denizayısı, denizperisi

sea cucumber

sea cucumber

denizhıyarı

sea dog

deniz kurdu

sea elephant

denizfili

sea farming

deniz tarımı

sea foam

lületaşı

sea fog

deniz sisi

sea front

sahil, rıhtım

sea going

açık denize çıkmaya elverişli(gemi)

sea green

açık mavimsi yeşil

sea gull

martı

sea hog

yunusbalığı

sea horse

denizatı

sea kale

deniz lahanası, yabani lahana

sea level

deniz seviyesi

sea lily

denizlalesi

sea lion

denizaslanı

sea mark

deniz işareti

sea mile

deniz mili

sea moss

deniz yosunu

sea pollution

deniz kirlenmesi

sea power

deniz gücü

sea rover

korsan

sea salt

deniz tuzu

sea shell

deniz kabuğu

sea sickness

deniz tutması

sea trade

deniz ticareti

sea urchin

denizkestanesi

sea water

deniz suyu, tuzlu su

sea

deniz

sea-scorpion

sea-scorpion

iskorpit

seabed

denizdibi

seaboard

(ülkenin) sahil kesimi, kıyı

seaborne

deniz tarafından taşınmış, getirilmiş

seafarer

gemici

seafaring man

gemici, denizci

seafaring

denizcilikle uğraşan

seafood

yenilebilen deniz ürünü

seafowl

denizkuşu

seafront

bir kentin deniz kıyısından bulunan bölümü, sahil, kıyı

seagirt

deniz tarafından çevrilmiş, denizle çevrili

seagoing

açık denize çıkmaya elverişli

seagull

martı

seahorse

denizatı

seal in

içerde tutmak, mahsur bırakmak

seal off

girişi çıkışı engellemek

seal sb's fate

birinin kaderini çizmek

seal

1.fok, ayıbalığı, 2.damga, mühür, 3.conta, 4.mühürlemek, 5.mühür basmak, damgalamak, 6.kesinleştirmek, karara bağlamak

sealant

dolgu macunu

sealed

1. mühürlenmiş, 2. deliksiz, tecritli

sealegs

denize alışkınlık

sealer

1. fok avcısı, 2. mühürleyen kimse

sealery

fok avcılığı

sealing wax

mühür mumu

sealing

1. damgalama, 2. mühürleme, 3. conta

sealskin

fok derisi, fok kürkü

seam welding

dikiş kaynağı

seam

1.dikiş yeri, dikiş, 2.bağlantı yeri, ek yeri, 3.yara izi, kırışıklık, 4.katman, tabaka, damar, 5.dikmek

seaman

denizci, gemici, tayfa

seamanship

seamanship

denizcilik, gemicilik

seamless

1. dikişsiz, 2. kaynaksız, lehimsiz

seamstress

dikişçi kadın, kadın terzi

seamy

kötü, çirkin

seance

1. ruh çağırma toplantısı, 2. toplantı, oturum

seaplane

deniz uçağı

seaport

liman kenti

sear

1.kurumuş, sararmış, 2.yakmak, kavurmak, dağlamak, 3.(etin dış tarafını) kızartmak

search party

arama ekibi

search radar

arama radarı

search warrant

arama emri 1.aramak, araştırmak, 2.araştırmak, arama tarama yapmak, 3.üstünü aramak, 4.yoklamak, bakmak, dikkatle incelemek, 5.arama, araştırma, 6.yoklama, bakma

search searcher

1. araştıran kişi, 2. sonda

searching

1.araştırıcı, inceden inceye araştıran, sıkı, meraklı, 2.keskin, içe işleyen, nüfuz eden

searchlight

ışıldak, projektör

seascape

deniz manzarası

seashell

deniz hayvanı kabuğu

seashore

deniz kıyısı, sahil

seasick

deniz tutmuş

seaside

deniz kıyısı, sahil

season ticket

abonman bileti 1.mevsim, 2.süre, zaman, vakit, 3.uygun zaman, 4.dönem, devre, sezon, 5.(with ile)yemeğe baharat koymak, çeşnilendirmek, 6.yumuşatmak, şiddetini azaltmak, 7.(odun) iyice kurutmak, 8.(odun) kurumak, 9.alıştırmak, deneyim kazandırmak, eğitmek

season seasonable

1.mevsime uygun, 2.yerinde, zamanında gelen

seasonal closing out sale mevsim sonu satışları seasonal trade

sezonluk ticaret

seasonal work

mevsimlik iş

seasonal worker

mevsimlik işçi

seasonal

mevsimlik

seasoned

seasoned

(alanında) deneyimli, eğitilmiş

seasoning

baharat, çeşni, yemeğe tat katan şey

seat adjustment

koltuk ayarı

seat belt

emniyet kemeri

seat pillar

(bisiklet) sele mesnedi

seat

1.oturacak yer, iskemle, koltuk, 2.koltuk, mevki, 3.yer, merkez, 4.ata oturuş biçimi, 5.oturtmak, 6.yerleştirmek, 7.... kişilik oturma kapasitesi olmak

seating

oturacak yer

seawall

sedde

seaward

denize doğru giden

seawards

denize doğru

seawater

deniz suyu

seaway

1.deniz trafiği, rota, 2.(büyük gemilerin yüzmesine elverişli) kanal, ırmak, su yolu

seaweed

deniz yosunu

seaworthiness

denize elverişlilik

seaworthy

(gemi) denize dayanıklı, yola çıkabilir

sebaceous

yağlı

sebacic acid

sebasik asit

sebacic

sebasik

sec

(şarap) sek

secant

1. kesen, 2. sekant

secateurs

bahçıvan makası

secatuers

budama makası

secede

üyelikten çekilmek, ayrılmak

secession

üyelikten çekilme, ayrılma

secessionist

ayrılma yanlısı

seclude

inzivaya çekmek, başkalarından uzak tutmak

secluded

1.münzevi, 2.içerlek, ıssız, tenha, gözden uzak

seclusion

inziva, bir köşeye çekilip yaşama

second childhood

bunaklık, ikinci çocukluk

second class

1. ikinci sınıf posta, 2. (tren, vb.) ikinci mevki

second hand

saniye ibresi

second lieutenant

teğmen

second mortgage

ikinci derece ipotek

second nature

huy, tabiat, alışkanlık, âdet

second quality

ikinci kalite

second rate

ikinci sınıf

second sight

second-best

altıncı his, önsezi 1.ikinci, 2.ikinci derecede, 3.diğer, öteki, öbür, 4.saniye, 5.an, göz kırpımı, kısa süre, 6.yardımcı, muavin, 7.(düello) tanık, 8.ç. ikinci kalite mallar, 9.ikinci vites, 10.yardım etmek, bir öneriyi desteklemek, 11.geçici olarak göreve getirmek ikinci düzeyde, ikinci kalite

second-class

1. ikinci sınıf, 2. ikinci mevki

second-degree

ikinci dereceden, ikincil önemde

second-hand

1. kullanılmış, elden düşme, 2. ikinci elden, 3. kullanılmış, elden düşme, 4. ikinci elden

second-rate

1. ikinci kalite, ikinci sınıf, 2. kötü

secondariness

ikincilik

secondary bank

ikincil banka

secondary class

ikinci sınıf

secondary coil

sekonder bobin, ikinci devre bobini

secondary colour

karışım rengi

secondary education

orta tahsil

secondary feather

kuşlarda ikinci kanat boğumunda çıkan tüyler

secondary industry

ikincil sanayi

secondary language

yazılı dil, kültür dili

secondary market

ikincil piyasa

secondary mortgage

ikinci derecede ipotek

secondary planet

gezegenin uydusu

secondary root

ikincil kök, yan kök

secondary school

ortaokul

second

secondary

1.ikinci derecede olan, ikinci gelen, ikincil

secondly

ikinci olarak

secondment

özel bir göreve getirme

seconds counter

kronometre

seconds

ıskarta mal, tapon mal

secrecy

1.sır saklama, ağız sıkılığı, 2.gizlilik, gizli tutulma

secret agent

gizli ajan

secret ballot

gizli oylama

secret service

gizli polis teşkilatı

secret

1.gizli, saklı, 2.gizemli, esrarlı, 3.gizli şey, giz, sır, 4.gizem, esrar, muamma

secretaire

yazı masası

secretarial work

yazı işleri

secretarial

sekreterlikle ilgili

secretariat

sekreterlik, sekreterya

secretary general

genel sekreter

secretary of embassy

elçilik sekreteri

secretary

1.yazman, yazıcı, sekreter, 2.bakan

secretaryship

sekreterlik, bakanlık

secrete

1.salgılamak, salmak, 2.saklamak, gizlemek, gizli bir yere koymak

secretin

sekretin

secretion

1.salgılama, salgı, 2.gizleme, saklama

secretive

ağzısıkı, ketum, sır vermez

secretly

gizlice

secretory cell

salgı hücresi

secretory

1. salgılayıcı, 2. salgılayıcı beze

sect

tarikat, mezhep

sectarian

1.tarikatla ilgili, tarikatçı, 2.parti çıkarını gözeten, bağnaz yandaş, darkafalı, yobaz, 3.tarikatçı kimse, 4.darkafalı, yobaz, bağnaz yandaş

sectile

bıçakla kesilebilir

section

1.parça, kısım, bölüm, 2.kesit, 3.bölge, 4.şube, dal, kol, 5.parçalara ayırmak, bölümlere ayırmak, bölmek

sectional

sectional

1.bölgesel, 2.sökülüp takılacak biçimde yapılmış

sectionalism

bölgecilik

sector

1.daire dilimi, kesme, sektör, 2.bölge, kesim, sektör, 3.mıntıka, bölge

secular

1.dünyevi, 2.dinsel olmayan, laik

secularism

laiklik

secularity

dünyasallık

secularize

laikleştirmek

secund

tek yanlı

secundine

secured bond

etene, son, döleşi 1.güvenli, güvencede, emniyette, emin, 2.sağlam, güvenli, emin, 3.kesin, kuşkusuz, şüphesiz, garantili, 4.sıkı sıkı kapalı, 5.güvence altına almak, korumak, 6.ele geçirmek, elde etmek, sağlamak, almak, 7.sağlamlaştırmak, sıkı sıkı kapamak teminatlı tahvil

secured creditor

teminatlı alacaklı

secured loan

teminatlı kredi

securities analysis

menkul kıymet analizi

securities market

menkul kıymetler borsası

securities

senetler, tahviller, menkul kıymetler

security bond

kefalet bonosu

security clearance

güvenlik soruşturması

security council

güvenlik konseyi

security exchange

menkul kıymetler borsası

security forces

güvenlik güçleri

security guard

güvenlik görevlisi

security

1.güvenlik, emniyet, 2.koruma, 3.güvence, teminat, 4.kefalet, rehin, emanet, 5.kefil

sedan

dört kapılı büyük araba

sedan-chair

tahtırevan

sedate

1.sakin, ağırbaşlı, durgun, 2.sakinleştirmek, yatıştırmak, 3.uyku ilacı verip uyutmak

sedateness

ağırbaşlılık, usluluk, ciddiyet

sedation

yatıştırma

sedative

yatıştırıcı, sakinleştirici, uyutucu, uyku ilacı

secure

sedentariness

yerleşiklik

sedentary

1.oturularak yapılan, oturularak geçirilen, 2.bir yere yerleşmiş, yerleşik

sedge

1. ince kamış, 2. saz

sediment

tortu, çökel, çökelti, posa, telve

sedimentary rocks

tortul kayaçlar

sedimentary

1. tortul, 2. tortulu

sedimentation

1.çökme, çöküm, tortulaşma, 2.kan çökümü, sedimantasyon

sedimentology

sedimentoloji, tortulbilim

sedition

(hükümete karşı) kışkırtıcı yazı/konuşma/eylem, kışkırtma

seditious

(hükümete karşı) kışkırtıcı

seduce

1.baştan çıkarmak, ayartmak, kanına girmek, 2.kandırmak, iğfal etmek

seducer

1. iğfal eden adam, 2. gönül acısı

seduction

1.baştan çıkarma, ayartma, 2.iğfal, kandırma, 3.çekicilik, baştan çıkartan şey

seductive

ayartıcı, baştan çıkarıcı, karşı konulmaz

sedulous

çalışkan, sürekli çalışan, dikkatli, sebatlı, azimli

sedum

damkoruğu

see about

ile ilgilenmek, uğraşmak, bakmak

see daylight

zorlukların sonuna gelmek

see double

çatal görmek, çift görmek

see eye to eye with

1. uyuşmak, anlaşmak, 2. uymak

see eye to eye

aynı ağızı kullanmak

see fit to

-e karar vermek

see how the land lies

zemin yoklamak

see how the wind blows ağız aramak see in the New Year

yeni yılı karşılamak

see into

nüfuz etmek, kavramak

see off

yolcu etmek, uğurlamak, geçirmek

see one's way to

yapabileceğine inanmak

see out

bitirmek, sonuna kadar sürmek

see over

denetlemek, gözden geçirmek

see pink elephants

kafayı bulmak, sarhoş olmak

see red

tepesi atmak, gözü dönmek, öfkeden kudurmak

see sb off

uğurlamak

see stars

yıldızları saymak, gözünde şimşekler çakmak

see the colour of money paranın rengini görmek see the light

anlamak, gerçeği kabul etmek

see the sights

ilginç yerleri ziyaret etmek

see through one

birinin içini okumak

see to

ilgilenmek, bakmak

see

1.görmek, 2.anlamak, kavramak, farkına varmak, görmek, 3.gereğini yapmak

seed cake

susamlı çörek

seed capsule

çekirdek kapsülü

seed cleaner

tohum temizleme aleti

seed coat

tohum kabuğu

seed corn

tohumluk mısır

seed dressing

tohum ilaçlama

seed drill

tohum mibzeri, tohumeker

seed leaf

çenek, kotiledon, tohumdan ilk çıkan yaprak

seed oyster

istiridye yavrusu

seed pearl

küçük inci

seed plot

fidelik

seed potato

ekimlik patates

seed runner

tohuma kalkmış pancar

seed time

ekim zamanı

seed vessel

meyve örtüsü, tohum kapçığı

seed

1.tohum, 2.asıl, kaynak, köken, 3.döl, evlat, 4.meni, sperm, atmık, 5.tohum ekmek, 6.tohum vermek, 7.tohum ya da çekirdeğini çıkarmak

seedbed

fidelik

seedcase

tohum kapsülü

seeder

seeder

mibzer

seeding

tohum ekme

seedless

çekirdeksiz

seedling

fide

seedsman

tohumcu, tohum satıcısı

seedtime

ekin vakti

seedy

1.tohumlu, 2.partal, eski püskü, kılıksız, 3.keyifsiz

seek out

arayıp bulmak, yerinden çıkarmak

seek

1.aramak, araştırmak, bulmaya çalışmak, 2.sormak, 3.(-meye) çalışmak, çabalamak, uğraşmak

seeker

arayan kimse

seem

(gibi) görünmek

seeming

görünüşte, sözde

seemingly

görünüşe bakılırsa, anlaşılan

seemly

uygun, yakışır, münasip

seep

(sıvı) sızmak

seepage

sızıntı

seer

bilici, kahin, falcı

seersucker

gofre kumaş

seesaw

1.tahteravalli, 2.ileri geri ya da aşağı yukarı hareket, inip çıkma, 3.aşağı yukarı ya da ileri geri sallanmak

seethe

kaynamak, fokurdamak

segment gear

dişli sektör

segment of a circle

daire parçası

segment saw

parçalı testere

segment

1.parça, bölüm, kesim, kısım, dilim, 2.parça, daire parçası, 3.segman, 4.parçalara ayırmak, bölmek, 5.bölünmek

segmental

1. parçasal, kesitsel, 2. dilimli

segmentary

1. bölüm ile ilgili, 2. dilimli

segmentation

bölüm, kesimleme

segmented worm

halkalı kurt

segmented

bölünmüş

segregate

segregate

ayırmak, ayrı tutmak

segregation

1.ayrı tutma, fark gözetme, ayrım, 2.toplumsal kopma

seigneur

derebeyi, senyör

seigniorage

senyöriaj, tuğra hakkı

seism

1. deprem, yersarsıntısı, 2. zelzele

seismic belt

deprem kuşağı

seismic detector

sismik detektör

seismic focus

deprem merkezi

seismic wave

sismik dalga

seismic

depreme ilişkin, sismik

seismograph

depremyazar, sismograf

seismology

deprembilim, sismoloji

seismometer

sismometre

seismoscope

sismoskop, deprem gösterici

seizable

1. yakalanabilir, 2. haczedilebilir

seize up

tutukluk yapmak, çalışmamak

seizin

1.tutmak, yakalamak, kavramak, kapmak, 2.el koymak, 3.gaspetmek, zaptetmek, 4.ele geçirmek, yakalamak, tutuklamak, 5.değerlendirmek mülk edinme, temellük

seizings

bağlama sicimi

seizure

1.el koyma, 2.yakalama, 3.ele geçirme, zapt, 4.ani hastalık nöbeti, kriz

seldom

nadiren, seyrek, pek az, kırk yılda bir

select

1.seçme, seçkin, 2.seçmek, seçip ayırmak

selectee

askere çağırılan kimse

selecting

seçme

selection committee

teklif komitesi, seçici komite

selection examination

seçme sınavı

selection rules

seçme kuralları

selection

1.seçme, 2.seçme şey

selective

ayıran, seçici, seçmeli

seize

selectivity

seçicilik

selector

seçici

selenate

selenat

selenic

selenik

selenide

selenür

selenite

selenit

selenium cell

selenyum selülü

selenium

1. selenyum, 2. selen

selenography

ay haritacılığı

selenology

ay bilgisi

self pollination

kendi kendine tozlaşma

self

1.kendi, 2.kişi, öz, şahıs, 3.karakter, kişilik, 4.kişisel çıkar, bencillik, 5.kendisi, bizzat, 6.kişisel, bizzat

self-

(önek) kendi

self-absorption

öz soğurma

self-acting

otomatik

self-adapting

özuyumlu, bağdaşan

self-addressed

gönderene geri gönderilen

self-adhesive

kendi kendine yapışan

self-adjusting

otomatik ayarlanan

self-assertive

kendi fikrinde ısrar eden

self-assurance

kendine güvenme, özgüveni

self-bias

otomatik öngerilim, özöngerilim

self-capacitance

öz kapasite, özsığa

self-centred

bencil

self-centring

otomatik merkezlendiren

self-checking

özdenetimli, otomatik denetleyen

self-coloured

tek renkli

self-command

kendini tutma, nefsine hâkim olma

self-confessed

kendisinin olduğunu itiraf eden

self-confidence

kendinden emin olma, kendine güvenme

self-confident

kendinden emin

self-conscious

1. sıkılgan, utangaç, 2. kendini bilen

self-contained

müstakil, bağımsız, duygularını gizleyen

self-contradiction

kendisiyle çatışma

self-contradictory

kendisiyle çatışan

self-control

kendine hâkimiyet, özdenetim, soğukkanlılık

self-defence

kendini savunma, özsavunma, meşru müdafaa

self-denial

1. kendini tutma, özveri, 2. feragat

self-determination

kendi kendine karar verme hakkı, özgür istem

self-diffusion

öz yayılma, öz yayınım

self-discharge

özboşalım, kendi kendine boşalma

self-discipline

öz disiplin

self-educated

kendi kendini yetiştirmiş

self-effacing

alçakgönüllü, ağırbaşlı

self-employed

kendi işinde çalışan, serbest meslek sahibi

self-energy

serbest enerji, erkin erke

self-esteem

benbencilik, kendini beğenme

self-evident

1. apaçık, besbelli, açık, 2. aşikâr, belli

self-examination

1. içgözlem, 2. kendi kendini inceleme

self-excitation

özuyarım, kendi kendini uyarma

self-excited

özuyarımlı

self-existence

özdenlik

self-feeder

otomatik yemlik

self-financing

otofinansman, iç borçlanma

self-government

kendi kendini yönetme, özerklik, bağımsızlık

self-hardening

kendi kendine sertleşen

self-help

kendi kendine yetme, başkasına muhtaç olmama

self-ignition

otomatik ateşleme, kendiliğinden ateşleme

self-importance

self-importance

kibir, kurum, kendini çok beğenme

self-important

kendini beğenmiş

self-inductance

özindüktans, self-indüktans

self-induction

özindükleme, self endüksiyon

self-indulgence

kendi zevk ve rahatına düşkünlük

self-indulgent

kendi rahatına fazla düşkün

self-interest

1. kişisel çıkar, 2. bencillik

self-laceration

kendini yaralama

self-loading

(tabanca) yarı otomatik

self-locking

otomatik kilitlemeli, özkilitleyici

self-lubricating

kendi yağlayan, otomatik yağlamalı

self-luminous

kendiliğinden ışık veren

self-made

kendi kendini yetiştirmiş

self-opinionated

kibirli, kendini beğenmiş

self-organizing

özörgütlü, kendini örgütleyen

self-oxidation

özyükseltgenme, kendiliğinden yükseltgenme

self-pity

kendini zavallı hissetme, kendi kendine acıma

self-pollination

kendi kendine tozlaşma

self-portrait

ressamın kendi resmi

self-possessed

temkinli, serinkanlı, kendine hâkim

self-possession

soğukkanlılık, sakinlik, temkinlilik

self-preservation

kendini koruma

self-quenching

özsönümlü

self-regulating

özayarlı, kendini ayarlayan

self-reliance

1. özgüven, 2. kendine güven

self-reliant

özgüvenli, bağımsız

self-respect

1. izzetinefis, özsaygı, 2. onur, haysiyet

self-righteous

1. kendini beğenmiş, bilgiç, 2. ikiyüzlü

self-sacrifice

1. fedakârlık, özveri, 2. feragat

self-sacrificing

self-sacrificing

özverili, fedakâr

self-same

tıpkı, aynı

self-satisfaction

kendini beğenme, büyüklenme

self-satisfied

kendini beğenmiş, şımarık

self-saturation

özdoyma

self-scattering

özsaçılım, kendi kendine saçılma

self-seeking

1. çıkarcı, bencil, 2. menfaatperest, 3. çıkarcı kişi, bencil insan

self-service

selfservis

self-shielding

özkalkanlama, kendi kendini ekranlama

self-starter

otomatik marş

self-styled

1. uydurma unvanlı, 2. sözde

self-sufficiency

kendi kendine yetme

self-sufficient

kendine yeten, başkasına muhtaç olmayan

self-supporting

kendi kendini geçindiren, bağımsız

self-taught

özöğrenimli, otodidaktik

self-will

inatçılık, dik kafalılık

self-winding

(saat) otomatik, kendi kendine kurulan

selfish

bencil

selfishness

bencillik

selfless

kendini ya da çıkarını düşünmeyen, başkalarını düşünen, özgeci

selfsame

tamamen aynı, tıpkı

Seljuk

Selçuk

sell at a sacrifice

zararına satmak

sell by auction

açık artırma ile satmak

sell cut price

başkalarından daha ucuza satmak

sell like hot cakes

1. çok satılmak, kapış kapış gitmek, 2. kapışılmak

sell off

elden çıkarmak, satıp savmak

sell oneself

1. kendini satmak, 2. kendini göstermek

sell out of sth

bir maldan elde kalmamak

sell out

sell out

1. hepsini satmak, 2. satmak, ihanet etmek

sell sb a bill of goods

birine külah giydirmek

sell sb a pup

birini kafese koymak

sell sb short

birini hafife almak

sell seconds

defolu mal satmak

sell short

açıktan satmak, alivre satmak

sell under price

fiyatının altında satmak

sell up

satıp savmak

sell

1.satmak, 2.satılmak, alıcı bulmak, 3.sattırmak, 4.ikna etmek, benimsetmek, inandırmak, kabul ettirmek, satmak, 5.kandırmak, aldatmak, yutturmak, 6.dalavere, oyun, dolap, üçkâğıt

sell-by date

miat tarihi

sell-out

1. kapalı gişe, 2. ihanet, kendini satma

seller

1.satıcı, bayi

seller's market

satıcı piyasası

sellers' market

satıcı piyasası

selling agent

satış acentesi

selling area

satış yeri

selling commission

satış komisyonu

selling costs

satış maliyetleri

selling order

satış emri

selling price

satış fiyatı

selling rate

satış kuru

selling space

satış yeri

selling

satış

sellotape

seloteyp

sellout

elden çıkarma

selvage

etek baskısı

semantic change

anlam değişimi

semantic component

anlamsal bileşen

semantic transfer

anlam kayması

semantic

anlamsal, anlambilimsel

semantics

anlambilim, semantik

semaphore

semafor, flama, çınav

semasiology

kavrambilim

sematic

işaret eden, tehlikeyi belirten

semblance

1.biçim, 2.benzerlik, 3.görünüş, dış görünüş

seme

anlambirimcikkayması

semeiologic

göstergebilimsel, göstergesel

semeiology

göstergebilim, imbilim

semeion

işaret, im, gösterge

sememe

anlambirimcik demeti

semen

meni, bel

semester

dönem, devre, sömestr, yarıyıl

semi

tek duvarla bitişik müstakil ev

semi-

(önek) yarı

semi-annual

altı aylık

semi-detached

yarı müstakil

semiannual

1. yarıyıllık, yarıyıl süren, 2. altı aylık

semiautomatic

yarı otomatik

semicarbazone

semikarbazon

semicircle

yarım daire

semicircular

yarım daire biçiminde

semiclosed

yarı kapalı

semicolon

noktalı virgül

semicompiled

yarı derlenmiş

semiconductor

yarı iletken

semidetached

(ev) bir duvarı yandaki eve bitişik, yan evle bir ortak bir duvarı olan

semifinal

yarıfinal

semifinished

yarı mamul

semifluid

yarı sıvı

semilong

yarı uzun

semilunar

yarımay biçiminde

seminal duct

sperma kanalı

seminal fluid

sperma, meni, belsuyu

seminal power

üreme gücü

seminal

1. tohumla ilgili, 2. üremeyle ilgili, 3. spermalı

seminar

1. seminer, 2. toplu çalışma

seminary

papaz okulu

semination

1. tohumlama, ekme, 2. tohum ekme

seminiferous

1. spermli, 2. tohumlu

seminomad

yarı göçebe

semiofficial

yarı resmi

semiological

göstergebilimsel, göstergesel

semiology

göstergebilim, semiyoloji, imbilim

semiopen

yarı açık

semiotic

1. göstergebilimsel, göstergesel, 2. işaretlere ait

semiotics

göstergebilim

semipermeable

yarı geçirgen

semiprecious

(mücevher, taş, vb.) ikinci derecede değerli

semiquaver

on altılık nota

semirefined

yarı rafine

semisolid

yarıkatı

semisteel

yarı çelik

Semite

Sami ırkından kimse, Yahudi

Semitic languages

Sami dilleri

Semitic

Samilerle ilgili, Sami

semitone

yarımton

semitrailer

yarı römork

semitransparent

semitransparent

yarısaydam

semivowel

yarı ünlü (ses)

semiweekly

haftada iki kere olan/çıkan, haftada iki kere

semolina

irmik

sempiternal

ebedi, sonsuz

senate

senato

senator

senatör

senatorship

senatörlük

send away

başka bir yere göndermek, kovmak, uzaklaştırmak

send down

1. üniversiteden atmak, 2. düşürmek, 3. hapse tıkmak

send for

çağırmak, getirtmek, istetmek

send forth

yaymak, salmak

send in one's resignation

istifasını vermek

send in

içeri göndermek

send off

1. postalamak, yollamak, 2. oyuncuyu dışarı atmak

send out

1. dağıtmak, göndermek, 2. neşretmek, çıkarmak

send sb packing

sepetlemek, kovmak

send shivers down one's tüylerini diken diken etmek back send up send

taklidini yapmak, dalga geçmek 1.göndermek, yollamak, 2.etmek, -e çevirmek, 3.(for ile) çağırmak, getirtmek, istetmek, 4.(radyo sinyali) göndermek, yaymak, 5.zorunda bırakmak, -e mecbur etmek, 6.heyecanlandırmak, çok memnun etmek

send-off

uğurlama töreni

send-up

taklit, parodi

sender transmitting station

verici istasyon

sender

1.gönderen, 2.verici, yollayıcı

senega

sütotu

senescence

1. yaşlılık, 2. ihtiyarlık

senescent

senescent

yaşlanan, ihtiyarlayan

senile decay

yaşlılık nedeniyle çökme

senile

bunak, yaşlı, güçsüz

senility

1. yaşlılık, 2. güçsüzlük, halsizlik, 3. ihtiyarlık

senior citizen

yaşlı kimse

senior executive

yüksek düzey idareci

senior officer

1. kıdemli subay, 2. üst düzey subay

senior staff

yönetim kadrosu

senior

1.yaşça daha büyük, 2.kıdemli, 3.son sınıfa ilişkin, 4.daha yaşlı olan kişi, 5.kıdemli kişi, 6.son sınıf öğrencisi

seniority indemnity

kıdem tazminatı

seniority

kıdemlilik, kıdem

senna

sinameki

sennet

boru sesi

sensation nerve

duyu siniri

sensation

1.duyu, duyma, duyum, duyulanma, 2.duygu, duyarlık, 3.heyecan yaratan olay, sansasyon

sensational

1.heyecanlı, sansasyonel, 2.harika, müthiş, çok iyi

sense of humour

mizah anlayışı, espri anlayışı

sense of rotation

dönme yönü

sense of smell

koklama duyusu

sense of touch

dokunma hissi

sense organ

senseless

duyu organı 1.duyu, duyum, 2.duygu, his, 3.anlam, 4.anlayış, anlama yetisi, 5.akıl, zekâ, 6.düşünce, kanı, 7.genel düşünce, yön, eğilim, 8.hissetmek, sezmek 1.kendinden geçmiş, baygın, 2.amaçsız, saçma, abes, anlamsız

senselessness

akılsızlık

sensibility

duyarlık, duyarlılık, hassasiyet

sensible

1.akla uygun, makul, mantıklı, 2.akıllı, aklı başında, anlayışlı, 3.duyarlı, hassas, 4.sezilir, duyulur, farkına varılır, hissedilir

sensibleness

akıllılık, makullük

sensing

algılama

sensitive plant

küstümotu

sense

sensitive to air

havaya karşı duyarlı

sensitive to light

ışığa karşı duyarlı

sensitive

1.duyarlı, hassas, narin, 2.(alet) duyarlı, hassas, 3.alıngan, hassas, çok duygusal, 4.duyguları çok iyi belirten

sensitiveness

hassaslık, duyarlık

sensitivity

duyarlık, hassaslık

sensitize

duyarlı hale koymak, duyarlılaştırmak

sensitizer

sensibilizatör, duyarlaştırcı

sensitometer

sansitometre, duyarlıkölçer

sensitometry

sansitometri, duyarlıkölçüm

sensor

algılayıcı

sensorial

duyumsal

sensorium

sinir sistemi

sensory nerve

duyu siniri

sensory organs

duyu organları

sensory

duyumsal, duygusal, duyulara ilişkin

sensual

1.tensel, bedenle ilgili, bedensel, nefsi, 2.şehvetli

sensualism

1. şehvet düşkünlüğü, 2. duyumculuk

sensualist

şehvet düşkünü kimse

sensuality

şehvet

sensuous

duyguları okşayıcı

sentence of statement

bildirme cümlesi

sentence to death

idama mahkûm etmek

sentence

1.tümce, cümle, 2.yargı, karar, hüküm, ilam, 3.(to ile) mahkum etmek

sententious

özdeyişli sözlerle dolu, özdeyişlerle konuşan

sentience

1. hissedebilirlik, 2. bilinçlilik

sentient

sezgili, duygulu, duygun

sentiment

1.duygu, his, 2.duyarlık, hassasiyet, içlilik, 3.düşünce, fikir, kanı

sentimental

duygusal, duygulu, içli

sentimentality

1. aşırı duygusallık, içlilik, 2. hassaslık

sentimentalize

1. duygusallaştırmak, 2. duyarlı hale getirmek

sentinel

nöbetçi, gözcü

sentry

nöbetçi er

sepal

çanak yaprağı, sepal

separability

birbirinden ayrılabilme

separable

ayrılabilir

separate the wheat

sapı samandan ayırmak

separate

1.ayırmak, 2.bölmek, 3.ayrılmak, 4.(karı koca) ayrı yaşamak, 5.ayrı, ayrılmış, 6.farklı, 7.(from ile) -den uzak, ayrı

separately

ayrı ayrı, başka başka, bağlantısız olarak, ayrı olarak

separateness

ayrılık, tek başına oluş

separation

1.ayırma, ayrılma, ayrılış, 2.ayrılık, ayrı yaşama

separatism

bölücülük

separatist

ayrıklıkçı grup üyesi

separative

ayırıcı

separator

ayırıcı, separatör

sepia

1.mürekkep balığının mürekkebi, 2.siyaha yakın koyu kahverengi renk

sepsis

1. kan zehirlenmesi, 2. septisemi

sept

kabile, oymak

septate

1. bölmeli, 2. bölümlü

September

Eylül

septenary

yedi sayısına ait, yedişer

septennial

yedi yıl süren

septic tank

fosseptik, lağım çukuru, çürütme çukuru

septic

mikroplu

septicaemia

septisemi, kan zehirlenmesi

septuagenarian

70 - 80 yaş arasındaki kimse, yetmişlik

septum

1. bölme, 2. bölüm

septuple

1. yedi kat, 2. yediyle çarpmak

sepulchral

mezara ait, kasvetli

sepulchre

sepulchre

gömüt, mezar, sin

sepulture

gömme, defin

sequel

1.bir şeyin devamı, arkası, 2.sonuç, son

sequence counter

sıra sayacı

sequence of tenses

zamanların uyumu

sequence register

sıra yazmacı

sequence

1.ard arda geliş, zincirleme gitme, ardışlık, ardıllık, 2.sıra, düzen, seri, silsile, zincir, dizi

sequent

1. art arda gelen, izleyen, 2. ardışık, sonra gelen

sequential access

sırasal erişim

sequential control

sırasal denetim

sequential logic

sırasal mantık

sequential operation

sırasal işlem

sequential sampling

ardışık örnekleme

sequential scanning

basit tarama, normal tarama

sequential system

almaşık renk işlemi

sequential

1.ardıl, ardışık, 2.sırasal, dizisel

sequester

1. ayırmak, tecrit etmek, 2. haczetmek, 3. el koymak

sequestering agent

kompleks yapıcı

sequestrate

el koymak, haczetmek, kamulaştırmak

sequestration

haciz, müsadere, el koyma

sequestrum

ayrılmış ölü kemik/doku

sequin

pul, payet

sequoia

sekoya

seraglio

1.saray, 2.harem dairesi

seraphic

melek gibi

Serbia

Sırbistan

Serbian

1. Sırbistan'a ait, 2. Sırpça

serenade

1.serenat, 2.serenat yapmak

serene

1.durgun, dingin, sessiz, huzurlu, sakin, 2.yüce

serenity

serenity

1. berraklık, 2. huzur, 3. durgunluk

serf

toprağa bağlı köle, serf

serfdom

kölelik, serflik

serge

şayak

sergeant major

başçavuş

sergeant

1.çavuş, 2.komiser muavini

serial computer

seri bilgisayar

serial number

seri numarası

serial

1.seri halinde, sıra izleyen, dizi halinde, 2.(radyo, tv.) dizi, 3.tefrika

serialize

dizi olarak yayınlamak, dizi haline getirmek

seriatim

sırasıyla, birer birer

sericeous

1. ipek gibi, 2. atlas gibi, tüylü

sericin

ipek zamkı, serisin

sericulture

1. ipekçilik, 2. ipekböcekçiliği

sericulturist

ipekböceği yetiştiricisi

series circuit

seri devre

series connection

seri bağlama

series motor

seri motor

series

sıra, silsile, seri, dizi, türküm

serin

bir tür kanarya

serine

serin

seriocomic

yarı ciddi yarı komik

serious

1.ciddi, ağrıbaşlı, 2.önemli, şakaya gelmeyen, ciddi, 3.ağır, tehlikeli, ciddi, 4.şaka yapmayan, ciddi

seriously

1.ciddi olarak, ciddi bir şekilde, ciddiyetle

seriousness

ciddiyet, ağırbaşlılık

sermon

1.dinsel konuşma, vaız, 2.uzun ve sıkıcı öğüt, nutuk

sermonize

vaaz vermek

serology

serumlar bilgisi

serous membrane

seröz zar

serous

serous

seröz, serum gibi, seruma benzer

serpent

yılan

serpentine

yılan gibi kıvrılan, yılankavi

serpiginous

cilt hastalığı olan, yayılan

serrate

1. testere dişli (yaprak), girintili çıkıntılı, 2. tırtıllamak

serrated

testere dişli, testere gibi uçları olan

serration

testere dişi gibi olma

serried

sık, sıkışık, omuz omuza

serrulate

ince dişli

serum

serum

serval

bir tür yaban kedisi

servant girl

hizmetçi kız

servant

1.hizmetçi, uşak, 2.köle, kul

serve out

dağıtmak

serve sb right

müstehak olmak

serve the same purpose aynı işi görmek, amacı karşılamak serve up

server

yemeği sofraya koymak 1.-e hizmet etmek, hizmet vermek, 2.hizmetinde olmak, çalışmak, 3.bir yerde çalışmak, bir iş yapmak, 4.gereksinimini karşılamak, yetmek, yeterli olmak, işini görmek, işine yaramak, 5.(yemek) vermek, 6.memuriyet, servis, hizmet 1.servis atan oyuncu, 2.(yemek) servis yapan kimse, 3.(yemek) servis aleti

service agreement

hizmet sözleşmesi

service area

yayın alanı

service band

yayın bandı

service book

dua kitabı

service bureau

servis bürosu

service charge

servis ücreti

service line

başlama çizgisi

service manual

bakım el kitabı

service program

hizmet programı

service road

servis yolu

serve

service stairs

servis merdiveni

service station

benzin istasyonu

service tree

üvez 1.hizmet, 2.görev, iş, vazife, 3.tapınma, ibadet, tören, ayin, 4.askerlik, 5.yarar, yardım, fayda, 6.hizmetçilik, uşaklık, 7.memuriyet, 8.servis, 9.(otel, vb. de) servis, 10.bakmak, bakımını sağlamak, bakımını yapmak, onarmak, 11.huk. tebliğ

service serviceability

yarar, kullanışlılık

serviceable

1.dayanıklı, 2.kullanışlı, işe yarar, yararlı

serviceman

ordu/donanma, vb. üyesi, asker

servicing

1. hizmet, 2. bakım

servient

ipotekli

serviette

peçete, sofra peçetesi

servile

köle gibi, köle gibi davranan, kulluk eden

servility

gurursuzluk, aşağılık, haysiyetsizlik

serving spoon

servis kaşığı

serving

porsiyon

servitor

hizmetçi, uşak

servitude

kölelik, kulluk

servo

1. servo, 2. servomekanizma

servomechanism

servomekanizma

servomotor

servomotor

sesame oil

susam yağı

sesame

susam

sesamoid bone

susamsı kemik

sesamoid

susamsı, boğumlu, susam tohumu biçiminde

sesqui-

(önek) bir buçuk

sessile

1. sapsız, 2. sabit

session

1.oturum, celse, 2.toplantı, 3.(üniversitede) dönem

set a good example

iyi örnek olmak

set a high standard

yüksek bir standart tutturmak

set a precedent

emsal oluşturmak

Set a thief to catch a thief

Dinsizin hakkından imansız gelir

set about

başlamak, girişmek

set against

birbirine düşürmek, arasını bozmak

set apart

ayırmak, ayrı koymak, tahsis etmek

set aside

bir kenara koymak, biriktirmek, saklamak

set at ease

yatıştırmak

set back

1. (saati) geri almak, 2. geciktirmek, 3. mal olmak

set before

önüne koymak

set down

1. yazmak, kaydetmek, 2. durup yolcu indirmek

set eyes on

gözüne ilişmek

set fire to

ateşe vermek

set foot in

ayak basmak

set forth

açıklamak, bildirmek, ileri sürmek, yola koyulmak

set free

serbest bırakmak

set in motion

harekete geçirmek

set in

1. başlamak, gelip çatmak, 2. ortaya çıkmak

set off on a journey

yolculuğa çıkmak

set off

1. yola çıkmak, 2. meydana çıkarmak, 3. başlatmak

set on edge

kamaştırmak, sinirlendirmek

set on

1. saldırmak, 2. üstüne salmak, saldırtmak

set one back on one's heels

birini beyninden vurulmuşa döndürmek

set one's cap at

abayı yakmak

set one's face against

karşı çıkmak

set one's heart on

-e gönlünü vermek, çok istemek

set out

1. yola çıkmak, 2. açıklamak, belirtmek, 3. düzenlemek

set people by the ears

aralarına kara kedi sokmak

set right

düzeltmek, yoluna koymak

set sb on a pedestal

idealize etmek, yüksek paye vermek

set sb's mind at rest

yüreğine su serpmek

set sb's teeth on edge

birinin sinirine dokunmak

set square

gönye

set sth aside for

ayırmak

set the ball rolling

ön ayak olmak

set the scene

-e sahne hazırlamak

set the seal on sth

bir sorunu kökünden halletmek

set the stage for

zemin hazırlamak

set the trend

moda başlatmak/yaymak

set the wheels in motions

baş çekmek

set theory

kümeler kuramı

set to rights

iyileştirmek, düzeltmek, adam etmek

set to work

çalışmaya başlamak

set to

girişmek, koyulmak, işe koyulmak

set tongues wagging

dillere destan olmak

set up a business

iş açmak

set up shop

işe başlamak

set up

1. kurmak, 2. dikmek, 3. işe başlamak, 4. (ses) yükseltmek

set upon

üzerine hücum etmek, çullanmak 1.koymak, 2.hazırlamak, kurmak, 3.saptamak, belirlemek, 4.gerçekleştirmek, 5.batmak, 6.niyetli, kararlı, kafasına koymuş, 7.hazır, 8.sabit, değişmez, 9.belirli, belirlenmiş, kararlaştırılmış, 10.takım, set, 11.seri, koleksiyon, 12.grup, takım, 13.cihaz, set, 14.(güneş) batma, batış, grup, 15.duruş, vaziyet, 16.(giysi) vücuda oturuş, 17.film çekilen yer, set, 18.dekor, stüdyo düzlüğü

set set-back

1. aksilik, aksama, 2. gerileme

set-in

birbirine dikilmiş

set-off

1. süsleme, donatma, dekorasyon, 2. karşılık, bedel

set-up

organizasyon, yapı

seta

1. sert kıl, domuz kılı, seta, 2. ince diken

setaceous

sert kıllı

setback

1.gerileme, kötüleme, kötüye gitme, düşme, 2.başarısızlık, yenilgi

setiferous

sert kıllı

seton

kıl fitili

setscrew

kontrol vidası, ayar vidası

sett

kaldırım taşı

settee

kanepe

setter

bir tür av köpeği, seter

setting

1.koyma, yerleştirme, 2.batma, 3.çerçeve, yuva, 4.konunun geçtiği yer ve zaman, ortam, 5.bir kişilik yemek takımı

settle an account with sb

hesaplaşmak

settle an account

hesabı ödemek

settle down

1. oturmak, yerleşmek, 2. yatırmak, oturtmak, yerleştirmek

settle for account

vadeli satmak

settle for

razı olmak, fit olmak

settle in

1. alışmak, 2. alışmasına yardımcı olmak

settle sb's hash

birinin çanına ot tıkamak

settle up

ödemek, hesabını kapatmak 1.-de koloniler kurmak, 2.yerleşmek, 3.konmak, 4.(rahat edecek şekilde) yerleştirmek, 5.yatıştırmak, 6.yatışmak, 7.halletmek, çözmek, tatlıya bağlamak, 8.karara bağlamak, kararlaştırmak

settle settled

1.sabit, değişmez, yerleşmiş, 2.yerleşik, 3.meskûn, oturulan, şenelmiş

settlement day

hesaplaşma günü, tasfiye günü

settlement

1.yeni küçük yerleşim alanı, 2.göç, 3.uzlaşma, anlaşma, karar, 4.ödeme

settler

yeni bir yere gidip yerleşen kimse, göçmen

settling tank

çökeltme tankı

settling

1. oturma, tasman, 2. yerleşme

setto

1. çarpışma, 2. tartışma, 3. kavga

setup

tertibat, düzen

seven

yedi

seven-fold

yedi kat, yedi misli

seventeen

onyedi

seventeenth

onyedinci

seventh

yedinci

seventieth

yetmişinci

seventy

yetmiş

sever

1.kesmek, 2.kesilmek, 3.parçalamak, 4.parçalanmak, 5.kopmak, 6.koparmak, 7.ayırmak, 8.ayrılmak

several

1.birkaç, 2.ayrı ayrı, farklı, kendi, 3.bir kaçı, kimi, bazısı

severally

ayrı ayrı, birer birer

severalty

ayrılık, ferdi mülkiyet

severance pay

kıdem tazminatı

severance

1. ayırma, ayrılma, 2. ilişki kesme, koparma

severe accident

ağır kaza

severe

1.sert, katı, 2.acı veren, şiddetli, 3.sert, şiddetli, 4.kıran kırana, şiddetli, 5.sade, gösterişsiz

severely

1. şiddetle, 2. ciddi olarak, 3. sıkı sıkı, sert olarak

severity

şiddet, sertlik

sew

1.dikmek, 2.dikiş dikmek

sewage disposal

lağım boşaltma usulü

sewage pipe

pissu borusu

sewage sludge

lağım pisliği

sewage system

kanalizasyon

sewage

1.lağımdan akan artık madde, lağım pisliği, 2.lağım boşaltma

sewer gas

lağım gazı

sewer pipe

lağım borusu, lağım künkü

sewer

lağım

sewerage system

lağım sistemi

sewerage

1. kanalizasyon, 2. lağım pisliği

sewing machine needle dikiş makinesi iğnesi sewing machine

dikiş makinesi

sewing silk

ibrişim

sewing yarn

dikiş ipliği

sewing

dikiş

sex appeal

cinsel çekicilik, seksapel

sex chromosome

cinsiyet kromozomu

sex hormones

cinsiyet hormonları

sex organs

cinsel organlar

sex

1.cinsiyet, 2.cinsellik, 3.cinsel ilişki, seks

sexadecimal

onaltılı

sexagenarian

60 - 70 yaş arasındaki kimse, altmışlık

sexennial

altı yılda bir olan, altı yıl süren

sexism

karşı cinsin zayıf olduğunu savunan zihniyet, seksizm

sexist

karşı cinsin daha zayıf/yeteneksiz olduğuna inanan, seksist

sexless

1.cinsiyetsiz, 2.cinsel çekiciliği olmayan

sexology

1. seksoloji, 2. cinslikbilim

sextant

sekstant

sextet

1. altı bitlik sayı, 2. altı çalgılık hava

sexton

kilise hademesi, zangoç

sextuple

altı misli

sextuplet

altız

sexual harassment

cinsel taciz

sexual intercourse

cinsel birleşme

sexual organs

üreme organları

sexual perversion

cinsel sapıklık

sexual reproduction

eşeyli üreme

sexual

cinsel

sexuality

1.seks düşkünlüğü, sekse ilgi duyma, 2.cinsel özellikler

sexy

seksi

shabbiness

1. kılıksızlık, pejmürdelik, 2. adilik, alçaklık

shabby

1.eski, yıpranmış, eski püskü, pejmüdre, 2.kılıksız, pejmürde, 3.aşağılık, adi, berbat, rezil

shack

kulübe

shackle

shackle

1.köstek, 2.pranga, zincir, 3.engel

shad

tirsi balığı

shadberry

kayaarmudu

shaddock

greypfrut

shade away

yavaş yavaş kaybolmak

shade bearer

gölge ağacı

shades

1.gölge, karanlık, 2.gölgelik yer, 3.perde, stor, 4.renk tonu, gölge, 5.(resimde) gölge, gölgeleme, 6.küçük fark, ayrıntı, nüans, 7.hayalet, ruh, 8.ç, güneş gözlüğü, 9.gölgelemek, gölgelendirmek, gölge vermek, karartmak güneş gözlüğü

shadiness

1. gölgelik, 2. şüphelilik

shading

gölgeleme

shadoof

su kaldıracı

shadow cabinet

gölge kabine

shadow chancellor

muhalefetteki bakan

shadow government

muhalefet hükümeti

shadow play

gölge oyunu

shadow prices

gölge fiyatlar

shadow

1.gölge, karanlık, 2.keder, hüzün, 3.iz, eser, 4.hayalet, ruh, 5.zerre, nebze, 6.ayrılmaz arkadaş, gölge, 7.koruma, himaye, 8.gölgelendirmek, gölgelemek, gölgesiyle örtmek, karartmak, 9.gölgesi gibi izlemek, gizlice izlemek, gözetlemek, peşinden ayrılmamak, gölgesi olmak

shadowless

gölgesiz, açık

shadowy

1.gölgeli, karanlık, loş, 2.belli belirsiz, hayal meyal

shady

1.gölgeli, 2.gizli saklı, 3.namussuz, üçkâğıtçı, güvenilmez

shaft bearing

şaft yatağı

shaft

1.mil, şaft, 2.ok, 3.araba oku, 4.sütun gövdesi, 5.ışın, 6.hava bacası, 7.çekiç, vb. aletlerin sapı

shafting

şaft donanımı

shag

sert tütün

shaggy

1.kaba tüylü, sert kıllı, çok kıllı, pösteki gibi, 2.kabarcık, taranmış, 3.yontulmamış, pürüzlü

shagreen

sağrı derisi

shah

şah

shade

shake down

shake down

1. yer yatağında uyumak, 2. sarsarak düşürmek

shake hands

el sıkışmak

shake in one's shoes

üç buçuk atmak, ödü kopmak

shake like a jelly

tir tir titremek

shake like a leaf

tir tir titremek

shake off

-den kurtulmak, kaçmak, silkip atmak

shake one's head

kafasını sallayarak hayır demek

shake oneself

silkinmek

shake out

silkelemek

shake sb rigid

ödünü koparmak, aklını başından almak

shake the pagoda

köşeyi dönmek, zengin olmak

shake up

1. düzenlemek, değişiklik yapmak, 2. sarsmak, 3. çalkamak

shake-up

1.sallamak, sarsmak, 2.sallanmak, sarsılmak, 3.silkelemek, silkmek, 4.sarsmak, allak bullak etmek, 5.çalkalamak, 6.(el) sıkışmak, 7.sarsıntı, sarsma, titreme, sallama, sallanma, silkme, 8.el sıkışma, 9.an, saniye köklü değişiklik, yeniden örgütleme, düzenleme

shakedown

1.uydurma yatak, yer yatağı, 2.para sızdırma, şantaj, 3.derinlemesine araştırma, inceleme, 4.alıştırma, deneme

shaker

tuzluk/biberlik

shakiness

zayıflık, titreklik

shaking channel

sarsak oluk, sarsıntılı oluk

shaking

1. sallanan, 2. sallama, sallanma

shaky

1.titrek, sarsak, 2.sallanan, çürük, güvenilmez

shale oil

şist yatağı

shale

katmanlarına ayrılabilen yumuşak kaya

shall I

yapayım mı, edeyim mi

shall we

yapalım mı, edelim mi

shall

1.(yardımcı fiil olarak) -ecek, -acak, 2.(kural/yasa/emir/söz belirtir) -ecek, - acak, 3.(`I' ve `we' ile öneri belirtir) -eyim mi, -elim mi

shallop

küçük balıkçı teknesi

shallot

soğancık

shallow

1.derin olmayan, sığ, 2.yüzeysel, 3.dar

shallowness

sığlık

shake

sham sleep

uyur gibi yapmak

sham

1.taklit, yapmacık, yalan, 2.numara yapmak, ayak yapmak, rol yapmak

shamble

ayaklarını sürterek yürümek

shambles

1.kanara, mezbaha, 2.savaş alanı, 3.darmadağın yer

shame on you

Ayıp sana!

shame

1.utanç, 2.utanma, 3.şerefsizlik, leke, utanç, 4.ayıp, utanılacak şey, 5.yazık, şanssızlık, 6.utandırmak

shamefaced

utanmış

shameful

ayıp, utanç verici, yüzkızartıcı

shameless

utanmaz, arlanmaz, yüzsüz, arsız

shamelessness

arsızlık, utanmazlık

shammer

1. dolandırıcı, 2. ikiyüzlü kimse

shammy leather

güderi

shampoo

1.şampuan, 2.şampuanlamak

shamrock

yonca

shan't

(edat) shall not'ın kısa biçimi

shandy

bira ve gazoz karışımı bir içki

shangri-la

hayaller ülkesi

shank

1.bacak, 2.baldır, incik, 3.aletin orta yeri, 4.çiçek/yaprak sapı

shannon

şanon

shantung

şantug

shanty

1.kulübe, 2.gemici şarkısı

shantytown

gecekondu bölgesi, teneke mahallesi

shape

1.biçim, şekil, 2.kalıp, 3.form, kondisyon, 4.biçim vermek, biçimlendirmek, 5.etkilemek, yönlendirmek, biçimlendirmek, 6.gelişmek

shape-up

iyi gitmek

shaped

1. biçimli, şekilli, 2. endamlı

shapeless

biçimsiz, şekilsiz

shapely

(kadın vücudu, vb.) biçimli, düzgün, güzel

shaper

vargel tezgâhı

shaping machine

planya makinesi

shard

1. böcek kanadı zarfı, 2. kırık çömlek parçası

share and share a like

eşit paylarla

share certificate

hisse senedi

share holder

hissedar, aksiyoner

share list

borsa cetveli

share market

hisse senedi piyasası

share out

pay etmek

share price

hisse bedeli

share tenant

müşterek kiracı

share

1.pay, hisse, 2.hisse senedi, aksiyon, 3.paylaşmak, 4.paylaştırmak, bölüştürmek, 5.saban demiri

shareholder

hissedar

shark

1.köpekbalığı, 2.hilekâr, dolandırıcı, üçkâğıtçı

sharp edge

keskin ağız

sharp practice

hileli iş, dalavere

sharp shooter

keskin nişancı

sharp turn

sharp-edged

keskin viraj 1.keskin, 2.sivri, 3.keskin, içe işleyici, 4.keskin, ekşimsi, 5.ani, 6.net, açık seçik, 7.ani ve sert, 8.tam, 9.aniden, 10.diyez, diyez nota, 11.diyez işareti keskin ağızlı, keskin, bilenmiş

sharp-eyed

keskin gözlü

sharp-set

iyi bilenmiş

sharp-sighted

keskin görüşlü

sharpen one's brain

gözünü açmak

sharpen

1.bilemek, sivriltmek, keskinleştirmek, 2.sivrilmek, keskinleşmek

sharpener

1.bileyici, 2.kalemtıraş

sharpening machine

bileme makinesi

sharper

dolandırıcı, üçkâğıtçı, hileci

sharpness

1. keskinlik, netlik, 2. açıkgözlülük, sertlik

sharpwitted

zeki

shatter sb's hopes

birinin ümitlerini kırmak

sharp

shatterproof glass

1.kırmak, paramparça etmek., 2.kırılmak, paramparça olmak, 3.bozmak, mahvetmek, suya düşürmek, 4.bozulmak, mahvolmak, 5.İİ, yorgunluktan öldürmek dağılmaz cam, emniyet camı

shatterproof

dağılmaz, kırılmaz

shave

1.tıraş olmak, 2.tıraş etmek, 3.rendelemek, kesmek, 4.tıraş

shaver

tıraş makinesi

shaving

1.tıraş, 2.ç. talaş, yonga

shavings

talaş, yonga, çapak

shawl

şal, atkı

she bear

dişi ayı

she

1.(dişil) o, 2.(ülkeler ve taşıtlar için) o, 3.dişi

she-devil

şirret kadın

sheaf

demet, deste

shear pin

emniyet pimi

shear wave

kesme dalgası, enine dalga

shear

1.makasla kesmek, 2.saçını kesmek, 3.(koyun tüyünü) kırkmak, kırpmak

shearing

1. kırkma, kırpma, 2. makaslama

shears

yün kırkma makası, büyük makas

sheatfish

atbalığı

sheath

1.kın, kılıf, 2.prezervatif, kılıf

sheathe

1.kınına/kılıfına koymak, 2.gizlemek

sheathing paper

kaplama kâğıdı

sheathing

1. kaplama, 2. zırh

sheave

1. çıkrık, makara, kasnak, 2. demetlemek

shebang

1. mağaza, 2. iş, kurum, 3. mesele, konu

shebeen

izinsiz içki satan yer

shed blood

kan dökmek

shed crocodile tears

sahte gözyaşı dökmek

shed light on

ışık tutmak

shatter

shed roof

şet çatı

shed tears

ağlamak

shed

1.dökmek, saçmak, akıtmak, 2.kan akıtmak, 3.(kıl, deri, vb.) dökmek, 4.çıkarmak, atmak, 5.sundurma, 6.kulübe, baraka, 7.hangar

sheen

parlaklık

sheeny

parlak

sheep run

koyun çifliği

sheep shearing

koyun kırpımı

sheep walk

koyun otlağı

sheep

koyun

sheep-shearer

koyun kırkıcısı

sheep's wool

koyun yünü

sheepdog

çoban köpeği

sheepfold

koyun ağılı

sheepish

utangaç, çekingen

sheepshank

margarita balığı

sheepskin

koyun pöstekisi

sheer strake

ağız kuşağı

sheer

1.katıksız, sırf, safi, halis, 2.dimdik, sarp, 3.tül gibi incecik, 4.dimdik, 5.(birşeye çarpmamak için) aniden yön değiştirmek, sapmak

sheerlegs

iki direkli maçuna, darağacı

sheet anchor

ocaklık demiri, büyük kurtuluş ümidi

sheet brass

pirinç levha

sheet copper

bakır levha, bakır sac

sheet erosion

yüzey erozyonu, yüzeysel erezyon

sheet iron

demir levha, demir sac

sheet lead

kurşun levha, levha kurşun

sheet metal

metal levha, sac

sheet tin

teneke levha

sheet

1.çarşaf, yatak çarşafı, 2.kâğıt yaprağı, tabaka, 3.levha, 4.gazete

sheeting

1. örtme, 2. kaplama, perde

sheikdom

sheikdom

şeyhlik

sheikh

şeyh

shekel

şekel, israil para birimi

sheldrake

hanımördeği

shelf life

raf ömrü

shelf

1.sergen, raf, 2.düz kaya

shell bit

kaşık matkap

shell bossing

uskur şaftı, kuyruk şaftı

shell out

parayı sökülmek, ödemek, uçlanmak

shell star

kabuklu yıldız 1.deniz hayvanı kabuğu, deniz kabuğu, 2.kabuk, 3.bina iskeleti, 4.topçu mermisi, 5.yarış sandalı, kik, 6.kabuğunu çıkarmak, kabuğunu soymak, ayıklamak, 7.topa tutmak, topçu mermisi atmak

shell shellac

gomalak, şelak

shellack

gomalak

shelled

kabuklu

shellfire

mermi ateşi

shellfish

kabuklu deniz hayvanı

shelling

ateş açma

shellproof

kurşun işlemez, top işlemez

shelter

1.sığınak, barınak, korunak, siper, 2.sığınma, korunma, 3.barındırmak, korumak, 4.sığınmak

shelterbelt

koruma kuşağı, koruyucu kuşak

shelve

1.rafa koymak, raflara dizmek, 2.bir kenara atmak, rafa kaldırmak, ertelemek, 3.(down/up ile) (arazi) meyillenmek

shelving

1. raflar, 2. raf malzemesi

shenanigan

1. kurnazlık, 2. dolandırıcılık

shepherd

1.çoban, 2.önder, kılavuz, 3.gütmek, 4.yol göstermek, kılavuzluk etmek, önderlik etmek, -e götürmek

shepherd's-purse

çoban çantası

shepherdess

kadın çoban

sherardizing

çinko emdirme, Sherard işlemi

sherbet

1.şerbet, 2.meyvalı dondurma

sheriff

(Amerika'da) şerif, polis şefi

sherry

beyaz İspanyol şarabı, şeri

Shetland Islands

Şetland adaları

Shetland pony

midilli

Shiah

?ii

shibboleth

parola

shield

1.kalkan, 2.siper, koruyucu, 3.korumak, siper olmak

shielding window

ekran penceresi

shielding

koruyucu kılıf

shieling

çoban

shift change-over

vardiya değişmesi

shift down

vites küçültmek

shift for oneself

başının çaresine bakmak

shift key

klavyede büyük harf tuşu

shift lever

vites kolu

shift register

kaydırma yazmacı

shift up

vites büyültmek

shift work

vardiyalı iş 1.değişme, değiştirme, değişiklik, 2.vardiya, nöbet, 3.çalışma süresi, iş nöbeti, 4.çuval giysi, 5.şanjman, şanzıman, 6.kaçamak, bahane, hile, 7.çare, tedbir, 8.(başka bir yere) taşımak/kaldırmak, 9.değişmek, 10.değiştirmek, 11.(rüzgâr) yön değiştirmek, 12.(suç, vb.) atmak, yüklemek, 13.(vites) değiştirmek, 14.geçinmek, idare etmek, yaşamak

shift shifter

1. hırsız, 2. değiştirici, 3. şalter, devre kesici

shiftiness

1. hilekârlık, 2. pişkinlik

shifting sand

hareketli kum, yer değiştiren kum

shifting

değişken

shiftless

amaçsız, tembel, uyuşuk, uyuntu

shifty

güvenilmez

shikari

avcı

shillelagh

sopa

shilling

şilin

shilly-shally

1. tereddüt, 2. kararsızlık, mızmızlanma, 3. tereddüt etmek, ne yapacağını bilmemek

shim

kama, ara sacı, şim, layner

shimmer

1.titrek ışık, parıltı, 2.parıldamak, titrek ışıkla parıldamak

shimmery

parıltılı

shimmy

1. şimi, esneme, titreme, 2. şimi dansı, 3. (tekerlek) çok titremek

shin

1.incik, 2.(up/down ile) (direğe, ağaca, vb.) maymun gibi tırmanmak, çabucak ve kolayca tırmanmak

shinbone

1. incik kemiği, 2. kaval kemiği

shindig

A.B.D.'de danslı eğlenti

shindy

1. gürültü, şamata, 2. patırtı

shine

1.parlamak, parıldamak, ışıldamak, 2.kendini göstermek, parlamak, 3.parlatmak, 4.parlaklık, parıltı, 5.cila, cilalama, parlatma

shiner

shingles

çil para, morarmış göz 1.tahta kiremit, tahta pul, padavra, 2.yuvarlak çakıl, 3.çakıllı deniz kıyısı, 4.alagarson kesilmiş kadın saçı, 5.(dam, vb.) tahta kiremitle kaplamak, 6.saçı alagarson kesmek zona

shingly

çakıllı

shinguard

tozluk

shining

1. parlak, ışıltılı, 2. parıltılı

shiny

parlak, gıcır gıcır

ship agent

gemi acentesi

ship broker

gemi acentesi, gemi komisyoncusu

ship building

gemi sanayii

ship chandler

gemi malzemeleri satan kimse

ship out

yola çıkmak

ship owner

ship's boat

donatan, armatör, gemi sahibi 1.gemi, vapur, 2.büyük uçak ya da uzay gemisi, uzay aracı, 3.gemiyle taşımak/göndermek, 4.gemiye yüklemek, 5.gemiye tayfa olarak almak/girmek, 6.(birini bir yere) yollamak, göndermek, 7.(mal) yollamak, göndermek, nakletmek gemi yatağı

ship's company

gemi mürettebatı

ship's lifeboat

gemi filikası

ship's papers

gemi evrakı

ship's report

gemi raporu

shingle

ship

ship's side

gemi bordası

shipboard

gemide, gemi güvertisinde

shipbuilder

gemi inşaatçısı

shipbuilding yard

tersane

shipbuilding

gemi yapımı, gemi inşaatı

shiplap

yarı lamba zıvana

shipload

gemi yükü

shipmaster

gemi kaptanı

shipmate

gemi arkadaşı

shipment

1.(mal) gönderme, yollama, taşıma nakliye, 2.gönderilen mal

shipowner

donatan, armatör, gemi sahibi

shipped bill of lading

sevk konşimentosu

shipper

nakliyeci

shipper's manifest

gümrük manifestosu

shipping agent

1. deniz nakliyecisi, 2. gemicilik şirketi

shipping bill

manifesto, sevk belgesi

shipping clerk

yükleme memuru

shipping company

gemicilik şirketi, deniz nakliyat şirketi

shipping order

sevkıyat emri, ordinosu

shipping

1.gemiler, filo, ticaret filosu, 2.gemicilik, 3.nakletme, nakliye, taşıma

shipshape

düzgün, düzenli, muntazam, temiz

shipwreck

1.karaya oturma, batma, 2.deniz kazası, 3.gemiyi kara oturtmak/batırmak, 4.mahvetmek, bozmak, yıkmak

shipyard

tersane

shire

1. eyalet, sancak, 2. kontluk

shirk

(işten, vb.) kaçmak, kaytarmak

shirr

1. büzme, büzgü, 2. büzmek

shirt

gömlek

shirt-blouse

şömizye

shirting

gömleklik kumaş

shirtsleeve

shirtsleeve

gömlek kolu

shirtwaist

şömizye bluz

shirty

huysuz, kaba, aksi

shish kebab

şişkebabı

shit oneself

altına kaçırmak, korkudan altına etmek

shits

1.bok, 2.sıçma, 3.esrar, haşiş, 4.saçmalık, zırva, 5.bok herif, bir boka yaramaz kimse, 6.Allah kahretsin!, Lanet olsun!, Anasını, 7.sıçmak, 8.sıçıp batırmak 1.ishal, amel

shitty

boktan, siktiriboktan

shiver

1.titreme, ürperti, 2.titremek, ürpermek

shivering

ürperme

shivery

1. titrek, 2. soğuk

shoal

1.sığ yer, sığlık, 2.balık sürüsü, 3.kalabalık, 4.sürü halinde toplanmak ya da dolaşmak

shoat

küçük domuz

shock absorber

amortisör, tampon, yatıştırıcı

shock cooling

ani soğutma, şok soğutma

shock drying

ani kurutma, şok kurutma

shock excitation

şokla uyarma

shock heating

şokla ısıtma

shock loading

şoklu yükleme

shock resistance

şok direnci, sarsma dayanıklılığı

shock resistant

şok dirençli, sarsma dirençli

shock therapy

şok tedavisi

shock troops

baskın birlikleri, hücum taburu

shock wave

shocker

şok dalgası, çarpma dalgası 1.tahıl balyaları, demet yığını, 2.gür ve karmakarışık saç, 3.darbe, vuruş, çarpma, 4.sarsma, sarsıntı, 5.elektrik çarpması, 6.şok, 7.çok sarsmak, çok şaşırtmak, şok etmek, 8.sarsmak, şiddetle çarpmak 1. değersiz kitaplar, 2. sarsan şey, heyecanlı roman

shockheaded

sık ve kabarık saçlı

shocking

1.şaşırtıcı, şaşılacak, şok edici, şok etkisi yapan, 2.berbat, çok kötü

shit

shock

shockproof

shockproof

darbeye dayanıklı, çarpmaya dayanıklı

shod

pabuç giymiş, pabuçlu

shoddy

1.kaba yünlü kumaş, 2.kalitesiz, baştansavma, uydurma, 3.adi, bayağı, şerefsiz

shoe black

kundura boyacısı

shoe

1.ayakkabı, 2.at nalı

shoehorn

ayakkabı çekeceği, kerata

shoelace

ayakkabı bağı

shoeless

yalınayak, pabuçsuz

shoemaker

ayakkabıcı, kunduracı

shoestring

ayakkabı bağı

shoo

1.hoşt, pist, kış, 2.kovmak, kışkışlamak

shoot a line

atıp tutmak

shoot ahead

hızla öne geçmek

shoot at

ateş etmek

shoot down

1. (uçak) düşürmek, 2. hayır demek, karşı çıkmak

shoot for

amaçlamak

shoot forth

sürgün vermek

shoot from the hip

dan diye söylemek

shoot one's bolt

elinden geleni yapmak

shoot out

1. aniden çıkmak, dışarı fırlamak, 2. aniden çıkarmak

shoot straight

tam isabetle vurmak

shoot the ball

şut atmak

shoot the breeze

laflamak, çene çalmak

shoot up

1. hızla yükselmek, 2. rasgele ateş etmek 1.ateş etmek, 2.atmak, fırlatmak, 3.(ateş edip) vurmak, yaralamak, öldürmek, 4.yıldırım gibi geçmek, 5.aniden fırlamak, 6.(film, resim) çekmek, 7.filiz, sürgün, 8.atış, 9.av partisi, 10.av alanı

shoot shooter

1. vurucu, nişancı, 2. atıcı, avcı

shooting range

kamera mesafesi, kamera uzaklığı

shooting script

çekim senaryosu, çevirim senaryosu

shooting star

akanyıldız, ağma, şahap

shooting

1. atış, 2. atıcılık, avcılık, 3. filme alma, çekim

shop around

alışveriş için fikir edinmek

shop assistant

satış elemanı, tezgâhtar

shop floor workers

işçiler, çalışanlar

shop floor

1. üretim bölümü, 2. işçiler, çalışanlar

shop girl

tezgâhtar kız

shop steward

işçi temsilcisi, sendika sözcüsü

shop window

vitrin

shop

1.dükkân, mağaza, 2.işlik, atölye, yapımevi, 3.alışverişe çıkmak, alışveriş yapmak

shop-soiled

dükkânda bozulmuş

shopkeeper

dükkâncı

shopkeeping

1. dükkâncılık, 2. perakendecilik

shoplift

dükkânlardan eşya çalmak

shoplifter

dükkân hırsızı

shoplifting

dükkân hırsızlığı

shopman

dükkâncı, satıcı

shopper

alışveriş eden kimse

shopping center

alışveriş merkezi

shopping centre

alışveriş merkezi

shopping list

alışveriş listesi

shopping mall

trafiğe kapalı alışveriş merkezi

shopping

alışveriş

shoptalk

iş konuşması

shopwindow

vitrin

shore line

sahil hattı

shore up

payanda ile desteklemek

shore

1.kıyı, sahil, 2.kara, 3.desteklemek, 4.dayanak, destek, payanda

shoreless

1. denize kıyısı bulunmayan, 2. sahili olmayan

shoreline

sahil hattı

shoreward

kıyıya doğru

shoring

payandalama, destekleme, iksa

short and sweet

kısa ve öz

short bill

kısa vadeli poliçe

short bond

kısa vadeli tahvil

short circuit

1. kısa devre, kontak, 2. kısa devre yapmak

short cut

kestirme yol

short dated bill

kısa vadeli poliçe

short dated

kısa vadeli

short film

kısa metrajlı film

short for

kısası, kısa şekli

short of

-in dışında, -si eksik

short rate

kısa vadeli kur

short sale

açıktan satış

short term

kısa vadeli

short wave

short-change

(radyo) kısa dalga 1.kısa, 2.kısa boylu, 3.kısa süren, 4.parasız, yeterli parası olmayan, 5.az, kıt, yetersiz, 6.aniden, 7.kısa devre, kontak, 8.(viski, vb.) az miktarlarda içilen sert içki aldatmak, kandırmak

short-handed

yardımcısı az, işçisi az

short-headed

brakisefal, kısakafalı

short-lived

1. kısa ömürlü, geçici, 2. çok sürmeyen

short-range

kısa dönemli, kısa vadeli, kısa menzilli

short-sighted

1. miyop, 2. ileriyi göremeyen, sağgörüsüz

short-tempered

çabuk öfkelenir

short-term

kısa dönemli, kısa vadeli

short-winded

tıknefes

shortage

yokluk, kıtlık, sıkıntı, açık, eksik

shortbread

şekerli galeta

shortcake

1.kalın şekerli galeta, 2.Ai. meyveli kurabiye

short

shortchange

dolandırmak

shortcoming

kusur, eksiklik, eksik, noksan

shortcut

kestirme yol, kısa yol, kestirme

shorten

1.kısalmak, 2.kısaltmak

shortening

yağ

shortfall

açık, eksik

shorthand typist

stenograf

shorthand

stenografi, steno

shorthanded

işçisi az

shortlist

son elemeyi yapmak üzere listeye almak

shortly

1.kısaca, 2.yakında, az sonra

shortness

1. kısalık, 2. eksiklik, kıtlık, 3. noksanlık, darlık

shorts

1.kısa pantalon, şort, 2.erkek külotu

shortsighted

1.miyop, 2.ileriyi göremeyen, sağgörüsüz, basiretsiz

shortwall

kısaayak

shortwave

kısa dalga

shot cloth

şanjan kumaş

shot effect

şanjan efekti

shot firer

barutçu, patlatıcı

shot in the arm

taze kan, iyiye götüren şey

shot in the dark

kaba tahmin

shot peening

püskürtmeli sertleştirme

shot silk

yanardöner ipek

shot taffeta

shotgun

tafta şanjan 1.atış, 2.erim, atım, menzil, 3.silah sesi, 4.mermi, saçma, 5.gülle, 6.nişancı, 7.girişim, deneme, 8.iğne, aşı, 9.vuruş, 10.şut, 11.resim, enstantane fotoğraf, 12.kadeh, yudum, 13.yanardöner, şanjan, 14.hasta, yorgun, bitkin, 15.eski, eskimiş av tüfeği, çifte

shotten

yumurta bırakmış

should

1.(öneri ya da gereklilik belirtir) -meli, -malı

shot

shoulder arms!

silah omuza!

shoulder bag

omuz çantası

shoulder belt

omuz kayışı

shoulder blade

kürekkemiği

shoulder girdle

omuz kemeri

shoulder to shoulder

shout down

omuz omuza, elbirliğiyle 1.omuz, 2.destek, 3.banket, 4.omuzla itmek, omuzlayarak kendine yol açmak, 5.omuza almak, omuzlamak, 6.kabul etmek, üstüne almak, yüklenmek bağırarak sesini bastırmak, yaygara koparmak

shout one's head off

avaz avaz bağırmak

shout

1.bağırmak, kışkırmak, 2.seslenmek, 3.bağırma, bağırış

shout-out

silahlı çatışma

shouting

yaygara

shove around

1. itip kakmak, 2. şamar oğlanına çevirmek

shove off

1. sahilden ayrılmak, 2. defolmak

shove

ittirmek

shovel loader

kürekli yükleyici

shovel

1.kürek, 2.bir kürek dolusu miktar, 3.kürekle atmak, küremek

shovelling machine

küreme makinesi

shovelling

küreme

show a clean pair of heels

tabanları yağlamak

show biz

eğlence sanayii

show business

eğlence sanayii

show off

1. gösteriş yapmak, hava atmak, 2. fiyaka satmak

show one the door

kapı dışarı etmek, kovmak

show one's face

insan içine çıkmak

show one's hand

kozunu oynamak, niyetini açığa vurmak

show one's teeth

diş göstermek

shoulder

show one's true colours açığa vurmak

show out

kapıya kadar geçirmek

show room

sergi salonu

show the white feather gözü korkmak show up

1. göstermek, 2. gözükmek, görünmek, 3. meydana çıkmak

show window

1. vitrin, 2. sergi

show

1.göstermek, 2.görünüş, 3.gösteriş, 4.sergi, teşhir, 5.gösteri, oyun, temsil, şov, 6.fırsat, olanak, 7.iş, girişim

show-off

hava atan kimse, artist, gösterişçi

showboat

yüzen tiyatro

showcase

vitrin

showdown

anlaşmazlığı çözme

shower bath

duş

shower

1.sağanak, 2.duş, 3.yağmak, 4.yağdırmak, 5.... yağmuruna tutmak, 6.duş almak

showerproof

sugeçirmez yapmak

showery

yağmurlu

showiness

gösterişlilik

showing

gösterme, gösterim, sergileme

showing-off

gösteriş, caka, fiyaka, hava

showman

1.tiyatro, sirk, vb. müdürü, 2.şovmen

showroom

sergi salonu

showy

(fazla) dikkat çeken, cart, cırtlak, cafcaflı, havalı

shrapnel

şarapnel

shred

1.parça, lime, dilim, 2.parçalamak, ince ince doğramak, kıymak

shredder

kamış kırıcı

shrew

1. kır faresi, 2. şirret kadın, cırlak kadın

shrewd

zeki, kurnaz

shrewdness

1. zekilik, kurnazlık, 2. zekâ, açık fikirlilik

shrewish

1. huysuz, hırçın, 2. aksi, cırlak

shriek

1.çığlık atmak, haykırmak, 2.acı feryat, çığlık

shrike

örümcekkuşu

shrill

tiz, keskin, cırtlak

shrimp

karides, teke

shrine

1.kutsal emanetlerin saklandığı kutu, 2.türbe

shrink from

-den çekinmek

shrink

1.çekmek, büzülmek, küçülmek, 2.çekmesine neden olmak, küçültmek, 3.azalmak, 4.kaçınmak, kaçmak, sinmek, 5.psikiyatrist

shrinkable

fireli

shrinkage

1. çekilme, büzülme, rötre, 2. (odun) çapçekme, 3. büzme

shrinking

çekme, büzülme, rötre

shrinkproof

çekmez, küçülmez

shrive

itiraf edilen günahları dinlemek

shrivel

kuruyup büzülmek, buruşmak, kıvrılmak, pörsümek

shroud

1.kefen, 2.örtü

shrouding

davlumbaz

shrub

funda, çalı

shrubbery

çalılık

shrubby

1. çalılık, 2. çalı gibi, ağaçsı

shruck

1. zarf, kabuk, kılıf, 2. kabuklarını soymak

shrug off

kafasına takmamak, aldırış etmemek

shrug one's shoulders

omuz silkmek

shrug

omuz silkmek

shrunken

çekmiş, daralmış, kısalmış, büzülmüş

shuck

kabuk, mısır kabuğu

shudder

ürpermek, titremek

shuffle off this mortal coil

ahreti boylamak

shuffling

1.(oyun kâğıdı) karıştırmak, karmak, 2.karıştırmak, karman çorman etmek, 3.ayak sürümek, 4.yer değiştirmek, elden ele dolaştırmak, 5.kâğıt karma, karıştırma, 6.karıştırma, karışıklık, 7.ayak sürüme 1. hilekâr, 2. kaçamaklı

shun

çekinmek, kaçmak, uzak durmak, sakınmak, kaçınmak

shunt

1. makas değiştirme, trenin yolunu değiştirme, 2. makas değiştirmek, 3. paralel bağlamak, şönt yapmak

shuffle

shunted

şönt, devreye paralel bağlanmış

shunter

manevracı, makasçı

shunting

manevra yapma

shut away

elini ayağını çekmek, diğerlerinden ayrı tutmak

shut down

kapatmak, tatil etmek

shut in

kapamak, kuşatmak

shut off

kesmek, durdurmak

shut one's eyes to

göz yummak

shut one's mouth

çenesini kapamak

shut out

içeri bırakmamak

shut up

1. kapamak, kilitlemek, 2. hapsetmek, 3. susturmak

shut

1.kapamak, kapatmak, Shut your mouth., 2.kapanmak

shut-eye

uyku

shutdown

(fabrika, iş, vb.) kapanma, tatil, iş durdurma

shutoff

kesme, durdurma

shutter speed

obtüratör hızı, poz süresi

shutter

1.kepenk, panjur, 2.objektif kapağı, 3.panjur ya da kepenkleri kapatmak, indirmek

shuttering

beton kalıbı

shuttle box

mekik kutusu

shuttle diplomacy

mekik diplomasisi

shuttle eye

mekik gözü

shuttle service

karşılıklı sefer, mekik sefer

shuttle spindle

mekik iği

shuttle

1.mekik, 2.uzay mekiği, 3.gidip gelmek, mekik dokumak

shy

1.utangaç, çekingen, 2.(hayvan) ürkek, 3.(at) ürkmek, 4.çekinmek, 5.atmak, fırlatmak, 6.atış, 7.deneme, tecrübe

shyness

1. ürkeklik, çekingenlik, 2. korkaklık

sial

siyal

Siamese

1. Siyamlı, Siyamca, 2. Siyam halkı

Siberia

Sibirya

sibilance

ıslık sesi

sibilant

ıslıklı, ıslıklı ünsüz

sibilate

1. ıslık gibi ses çıkaran, 2. ıslık gibi ses çıkarmak

sibilation

ıslık sesi

sibling

kardeş

sibyl

kadın bilici, kahin

sibylline

kehanet

siccative

kurutucu, sikatif

Sicily

Sicilya

sick headache

yarım baş ağrısı, migren

sick leave

hastalık izni

sick pay

hastalık parası

sick to death of

-den bıkmış, bezmiş

sick

1.hasta, 2.bulantılı, midesi bulanmış, kusacağı gelmiş, 3.(of ile) bıkmış, bezmiş, 4.iğrenç, hasta edici, mide bulandırıcı

sickbay

gemi reviri

sickbed

hasta yatağı

sicken

1.iğrendirmek, midesini bulandırmak, 2.(herhangi bir hastalık) belirtileri göstermek, hasta olmak

sickening

mide bulandırıcı, tiksindirici

sickle

orak

sickliness

1. hastalıklı olma, 2. güçsüzlük, 3. kusma

sickly

1.hastalıklı, 2.hastalık yapan, 3.zayıf, soluk, 4.mide bulandırıcı

sickness

1.hastalık, 2.bulantı, kusma

sickroom

hasta odası

side arms

hafif silahlar

side board

büfe

side by side

yan yana

side clearance

yan boşluk, yan aralık

side effect

yan etki

side elevation

yan görünüş, yandan görünüş

side frontage

side frontage

yan cephe, yan yüz

side scuttle

borda lombozu

side span

yan açıklık

side stream

kol akarsu, kol ırmak

side street

yan sokak, tali yol

side stroke

yan kulaç

side tone

yan ton, yan ses

side valve

yandan supap

side view

yandan görünüş

side wall

lastik yanağı

side wave

yan dalga

side

1.yan, yan taraf, 2.kenar, 3.yüz, taraf, 4.bölüm, taraf, kısım, 5.yön, 6.taraf, 7.(with/against ile) tarafını tutmak

side-dumper car

yandan boşaltmalı vagon

side-tipping loader

yandan boşaltmalı yükleyici

sideband

yan bant, yan kuşak

sideboard

büfe

sideboards

(saç) favoriler

sideburns

bkz. sideboards

sidecar

motosiklet yan arabası, motosiklet sepeti

sided

1. taraflı, kenarlı, 2. çevrili

sidekick

arkadaş

sideline

1.yandan gelen ışık, 2.ilginç ama çok önemli olmayan bilgi, ikincil bilgi, yan bilgi, 3.büyük pencere ya da kapının yanında bulunan dar pencere, yan pencere, 4.(taşıtlarda) yan lamba 1.yan hat, yan çizgi, kenar çizgisi, 2.ek iş, ek görev

sidelong

yanlamasına, yan

sidereal month

yıldız ayı

sidereal

yıldızlara ilişkin

siderite

siderit, demirli göktaşı

sidero-

(önek) demir, çelik

siderolite

siderolit

sidelight

sideshow

ek gösteri

sideslip

1. yana kayma, 2. yan savurma, 3. yan kaymak

sidestep

1.-den kaçınmak, 2.yana kaçmak, yana adım atmak

sidetrack

1.treni yan hata geçirmek, 2.saptırmak, konudan saptırmak, dikkatini dağıtmak

sidewalk

yaya kaldırımı

sidewards

yana doğru, yanlamasına, yan yan

sideways

1.yan, 2.yandan

siding

kısa demiryolu hattı, yan hat

sidle up to one

birine sokulmak

sidle

korkarak ya da gizlice sokulmak, yanaşmak

siege

kuşatma

sienna

koyu kahverengi

sierra

sivri dağlık arazi, dağ sinsilesi

siesta

öğle uykusu

sieve

1.kalbur, kevgir, elek, 2.elemek, kalburdan geçirmek

sift through

incelemek, gözden geçirmek

sift

1.elemek, kalburdan geçirmek, 2.(through ile) incelemek, gözden geçirmek, araştırmak, taramak

sifter

üstü delikli kap

sifting

1. eleme, 2. inceleme, gözden geçirme

sigh for

hasretini çekmek

sigh

1.iç çekme, göğüs geçirme, of (çekme), 2.iç çekmek, göğüs geçirmek, of çekmek

sight bill

görüldüğünde ödenmesi gereken poliçe

sight distance

görüş uzaklığı

sight draft

görüldüğünde ödenecek poliçe

sight payment

görüldüğünde ödeme

sight unseen

görmeden (satın almak) 1.görme gücü, görüş, 2.görme, görüş, 3.göz erimi, görüş alanı, 4.görülen şey, görünüş, görünüm, manzara, 5.ç. görülmeye değer yerler, 6.nişangâh, 7.görüş, düşünce, kanı, 8.korkunç ya da gülünç hal, 9.görmek, 10.nişan almak

sight sight-reading

görür görmez okuma, görür görmez çalma

sighted

gözleri gören, kör olmayan

sighting colour

işaretleme boyası

sighting distance

görüş uzaklığı

sighting shot

deneme atışı

sighting telescope

gözetleme teleskobu

sighting

1. nişan, nişan alma, 2. gözlem

sightless

kör

sightly

hoş görünüşlü, yakışıklı

sights

görülmeye değer yerler

sightseeing

görülmeye değer yerleri gezip dolaşma

sightseer

turist

sigma

sigma

sign away

bir belge imzalayarak hakkından vazgeçmek

sign bit

işaret biti

sign character

işaret karakteri

sign digit

işaret sayısı

sign manual

el yazısı imza

sign off

1. yayını bitirmek, 2. imzalayıp bitirmek

sign on the dotted line

kabullenmek, onaylamak

sign on

1. yayına başlamak, 2. sözleşme imzalayıp işe girmek

sign one's own death warrant

ölüm fermanını imzalamak

sign over

resmen başkasına devretmek

sign painter

tabela ressamı

sign the praise of

signal box

göklere çıkarmak 1.işaret, im, 2.belirti, işaret, ifade, 3.işaret levhası, 4.belirti, alamet, 5.burç, 6.imzalamak, 7.işaret etmek, işaret vermek, 8.sözleşmeyle işe almak, 9.sözleşmeyle işe girmek işaret kulesi, manevra kulesi

signal flag

işaret flaması

signal lamp

sinyal lambası

sign

signal light

sinyal lambası

signal post

işaret direği

signal tower

kumanda kulesi

signal

1.işaret, sinyal, çınav, 2.işaret vermek, işaret etmek, işaretle bildirmek, 3.dikkate değer, göze çarpan, açık

signalize

1. işaretle bildirmek, 2. belirginleştirmek

signaller

işaretçi

signalling

işaretleme, sinyalizasyon

signalman

1. işaretçi, 2. işaret memuru

signary

harf sistemi

signatory

imza eden kişi, imza sahibi

signature card

imza kartı

signature

imza

signboard

tabela

signed

işaretli, imli

signer

imza atan kimse

signet ring

mühür yüzüğü

signet

mühür

significance

1.önem, 2.anlam, değer

significant

1.önemli, 2.anlamlı, değerli

signification

anlam verme, anlamlama

significative

anlamlı

signified

gösterilen, imlenen

signifier

gösteren, imleyen

signify

1.bildirmek, belirtmek, ifade etmek, 2.demek olmak, anlamına gelmek

signora

sinyora

signorina

sinyorina

signpost

karayollarında tabela, yol gösteren levha, işaret direği

signs of the zodiac

on iki burç

silage

1. silaj, 2. yeşillik

silence gives consent

sük-t ikrardan gelir

silence is golden

sük-t altındır

silence

1.sessizlik, 2.susma, 3.dinginlik, 4.sır saklama, 5.mektup yazmama, 6.susturmak

silencer

susturucu, ses azaltıcı

silent film

sessiz film

silent partner

komanditer ortak, gayri faal ortak

silent picture

sessiz film

silent

1.sessiz, 2.gürültüsüz, 3.suskun, 4.telaffuz edilmeyen, yazılıp da söylenmeyen

silently

sessizce

silex

çakmaktaşı

silhouette

gölge, karaltı, siluet

silica

silis

silicate

silikat

silicated

silisit asitli

siliceous

silisli

silicic acid

silisik asit

silicic

1. silisik, silisden yapılmış, 2. silisli

silicify

silisleşmek, silisleştirmek

silicon

silikon

silicone

silikon

silicosis

silikoz, silis tozu sayrılığı

silk cocoon

ipek kozası

silk gloss

ipek parlaklığı

silk hat

silindir şapka

silk stocking

ipek kadın çorabı

silk thread

ibrişim

silk velvet

ipekli kadife

silk yarn

ipek iplik

silk

1.ipek, 2.ipekli kumaş

silken

silken

1.ipekten yapılmış, ipekli, 2.ipek gibi yumuşak, parlak, ipeksi

silkworm breeding

ipekböcekçiliği

silkworm

ipekböceği

silky

ipekli, ipek gibi, ipeksi

sill

eşik

silliness

1. aptallık, budalalık, 2. ahmaklık, saçmalık

silly

1.aptal, ahmak, akılsız, budala, 2.ahmakça, gülünç, budalaca, saçma

silo

silo

siloxane

siloksan

silt

alüvyon, balçık

Silurian

silüriyen

silvan

ağaçlarla ve kırlarla ilgili, ağaçlık, kırsal

silver bath

gümüş banyosu

silver bullion

gümüş külçe

silver currency

gümüş para

silver fir

gümüş köknar

silver gray

gümüş rengi

silver jubilee

yirmi beşinci yıldönümü

silver paper

1. yaldızlı kâğıt, 2. kurşun kâğıdı

silver plate

gümüş kaplama

silver wedding

evliliğin 25 yıldönümü

silver

1.gümüş, 2.gümüş çatal bıçak takımı, gümüş sofra takımı, 3.gümüş rengi, gümüşi, 4.gümüş kaplamak, 5.aynayı sırlamak

silver-haired

ak saçlı

silver-headed

beyaz saçlı, gümüş başlı

silver-plate

gümüşle kaplamak

silverfish

gümüşbalığı

silversmith

gümüşçü

silverware

gümüş eşya

silvery

1.gümüş gibi, 2.(ses) tatlı ve berrak

silviculture

silviculture

ağaçlandırma, ormancılık

sima

sima

simian

1. maymun gibi, 2. maymun

similar

1.benzer, benzeş, bendeş, okşar, okşaş, 2.aynı türden, benzer

similarity

benzerlik

similarly

benzer şekilde, aynı

simile

teşbih, benzetme

similitude

benzerlik

simmer down

sakinleşmek, yatışmak, kendine hâkim olmak

simmer with

dolup taşmak, kudurmak

simmer

1.yavaş yavaş kaynamak, 2.yavaş yavaş kaynatmak, 3.(with ile) dolup taşmak, kudurmak, köpürmek, coşmak

simoom

samyeli

simp

ahmak

simper

pişmiş kelle gibi sırıtmak

simple form

basit kelime, yalın sözcük

simple fraction

bayağı kesir

simple fracture

basit kırık, önemsiz kırık

simple fruit

basit meyve

simple future tense

basit gelecek zaman

simple interest

basit faiz

simple leaf

basit yaprak

simple letter of credit

basit akreditif

simple past tense

-di'li geçmiş zaman

simple present tense

geniş zaman

simple sentence

yalın tümce

simple

1.sade, gösterişsiz, süssüz, 2.basit, yalın, kolay anlaşılır, 3.basit, sıradan, olağan, 4.karmaşık olmayan, basit, 5.saf, katışıksız, içten, dürüst, 6.saf, toy, 7.içinde kötülük olmayan, masum

simple-hearted

saf yürekli

simpleminded

saf

simpleton

1. avanak kimse, 2. ahmak kimse, acemi çaylak

simplex

1. simpleks, yalınca, 2. basit

simplicity

1.kolaylık, 2.yalınlık, sadelik, basitlik, 3.saflık, bönlük

simplification

basitleştirme, sadeleştirme

simplificative

basit, yalın

simplify

kolaylaştırmak, basitleştirmek

simply

1.basit/sade bir şekilde, 2.sırf, sadece, 3.gerçekten, çok, son derece

simulacrum

1. gölge, hayal, 2. sahte gösteriş, 3. taklit

simulate

taklit etmek, numara yapmak, ... numarası yapmak

simulated

taklit, gerçeği gibi

simulation

simülasyon, taklit

simulator

simülatör, benzeteç

simultaneity

eşanlılık, simultane oluş

simultaneous equations birlikte denklemler, eşanlı denklemler simultaneous translation

simültane çeviri, anında çeviri

simultaneous

aynı zamanda yapılan, aynı zamanda olan, eşzamanlı, simultane

simultaneously

aynı zamanda, birlikte, hep beraber

sin

1.günah, 2.suç, kabahat, 3.günah işlemek, günaha girmek

since

1.ondan beri, ondan sonra, o zamandan beri, 2.-den beri, 3.-den beri, -den bu yana, 4.-dığı için, madem ki

sincere friend

samimi arkadaş

sincere

içten, candan, gerçek, samimi

sincerely yours

saygılarımla

sincerely

1.içtenlikle

sincerity

içtenlik, candanlık, samimiyet

sinciput

kafatasının ön kısmı

sine die

belli bir tarihe bağlı olmadan, süresiz

sine qua non

zaruri şey, onsuz olmaz

sine

sinüs

sinecure

kolay ve paralı iş

sinew

1.kiriş, veter, sinir, 2.güç, kas gücü

sinewy

kuvvetli, adaleli, sinirli

sinful

1.günahkâr, 2.günah niteliğinde, ayıp, kötü

sing a song

şarkı söylemek

sing another tune

ağız değiştirmek

sing out

bağırmak

sing small

kuyruğunu kısmak

sing

1.(şarkı) söylemek, 2.(kuş) ötmek, şakımak, 3.ıslık gibi ses çıkarmak, vızıldamak, 4.çınlamak, uğuldamak

Singapore

Singapur

singe

(saçı, vb.) alazlamak, hafifçe yakmak

singer

1. şarkıcı, hanende, 2. ötücü kuş, şantöz, şantör

single acting

tek etkili

single barrel

tek namlulu tüfek

single circuit

tek devre

single coil

tek bobinli

single entry

tek kayıt sistemi

single fare

yalnızca gidiş ücreti

single file

tek sıra halinde

single fixed pulley

tek sabit makara

single flower

basit çiçek

single length

tek uzunluk

single movable pulley

tek hareketli makara

single pole

tek kutuplu

single seater

tek kişilik uçak

single shade

tek renk

single ticket

gidiş bileti

single valued

tekdeğerli

single

1.tek, 2.çift olmayan, tek, tek kat, 3.ayrı, bir, 4.bekâr, 5.tek kişilik, 6.(bilet) yalnız gidiş, 7.gidiş bileti

single-axle

tek dingilli

single-breasted

single-breasted

tek sıra düğmeli

single-colour

tekrenkli

single-crystal

tekkristalli

single-cut

tek sıra dişli

single-frequency

tek frekanslı

single-handed

1. yalnız, 2. tek başına, yardımcısız

single-hearted

samimi, dürüst

single-lane traffic

tek şeritli trafik

single-minded

kararlı, azimli, tek amaçlı

single-piece

tek parçalı

single-rail

tek raylı

single-rooted

tek köklü

single-row

tek sıralı

single-sash window

tek kanatlı pencere

single-spar

tek lonjeronlu

single-stage

tek evreli, tek aşamalı

singleness

bekârlık

singles

(tenis, vb.) tekler maçı

singlet

kolsuz fanila

singleton

1. tek çocuk, 2. yalnız kimse

singly

teker teker, birer birer, ayrı ayrı

singular noun

tekil isim

singular

1.yalnız, tek, ayrı, 2.tuhaf, garip, acayip, 3.olağanüstü, benzersiz, eşsiz, 4.tekil, 5.tekil sözcük

singularity

1. eşsizlik, 2. tuhaflık, gariplik, 3. özellik

singularize

özelliğini belirtmek

sinister

1.uğursuz, 2.kötü, tehditkâr, fesat

sink in

1. iyice anlaşılmak, 2. içine işlemek, nüfuz etmek

sink into

batırmak, saplamak, sokmak

sink one's teeth into

bir yere kapağı atmak

sink or swim

sink or swim

ya herrü ya merrü

sink shaft

keson kuyu, batırma kuyu

sink

1.batmak, 2.batırmak, 3.yatırmak, 4.azalmak, 5.kötüye gitmek, güçten kesilmek, 6.açmak, kazmak, 7.lavabo, musluk taşı, 8.lağım

sinker

(balık oltasındaki) kurşun

sinkhole

ponor

sinking

1. amorti eden, 2. batış, 3. yavaş yavaş ödeme

sinless

1. günahsız, 2. masum

sinner

günahkâr

sinter

1. sinter, topak, kireçli çökelti, 2. katılaşmak, 3. katılaştırmak, 4. külçelemek

sintered

sinterlenmiş, toplaşık

sintering

sinterleme

sinuate

dalgalı

sinuosity

1. viraj, dönemeç, 2. dolambaç

sinuous

kıvrımlı, bükümlü, dolaşık, yılankavi

sinus

sinüs, boşluk

sinusitis

sinüzit

sinusoid

sinüzoit, dikmelik eğrisi

sinusoidal

sinüzoidal

sip

1.yudumlamak, 2.yudum

siphon barometer

sifonlu barometre

siphon

sifon

sippet

kızarmış ekmek parçası

sir

efendim, beyefendi, efendi, sör

sire

1. ata, 2. baba

siren

1.canavar düdüğü, siren, 2.çekici ve tehlikeli kadın

sirloin

sığır filetosu

sirocco

siroko

sirup

şurup

sis

abla, kız kardeş

sisal

sisal

liflerinden halat, vb. yapılan bir bitki

sissy

hanımevladı, kız gibi (oğlan)

sister company

kardeş şirket

sister

1.kız kardeş, 2.hemşire, hastabakıcı, 3.rahibe

sister-in-law

görümce, baldız, yenge, elti

sisterhood

kız kardeşlik

sisterly

kızkardeş gibi

sit about

hiçbir şey yapmamak, parmağını oynatmamak

sit around

hiçbir şey yapmamak, parmağını oynatmamak

sit back

dinlenmek, hiçbir şey yapmamak, boş boş oturmak

sit down

oturmak

sit for

sınava girmek

sit in the anxious seat

diken üzerinde oturmak

sit in

vekâlet etmek, yerine bakmak

sit on a powder keg

dikenli fıçı üzerinde olmak

sit on

-e üye olmak

sit out

1. sonuna kadar kalmak, 2. yer almamak, katılmamak

sit tight

olduğu yerde kalmak, dediğinden vazgeçmemek

sit up

1. gece geç yatmak, 2. dik oturmak, 3. masada yerini almak

sit

1.oturmak, 2.oturtmak, 3.(on ile) yer almak, görev almak, 4.(for ile) (sınava) girmek, 5.toplantı yapmak

sit-down strike

oturma grevi

sit-in

oturma eylemi, oturma grevi

sitar

sitar

site

1.yer, mevki, 2.arsa

sito-

(önek) gıda

sitology

yemek bilgisi, rejim bilgisi

sitosterol

sitosterol

sitter

1.(ressama) poz veren kimse, 2.bebek bakıcısı

sitting duck

saftaloz, kolayca aldatılabilen kişi

sitting member

sitting member

belirli bir seçim bölgesinin milletvekili

sitting pretty

cebi dolu

sitting room

oturma odası

sitting

1.oturma, oturuş, 2.poz verme, 3.oturum, celse, 4.oturan, oturmakta olan, 5.bir yerde yerleşmiş bulunan, oturan

situate

yerleştirmek

situated

bulunan, yerleşmiş

situation

1.konum, yer, durum, mevki, 2.durum, hal, yağday, 3.iş, memuriyet

situs

yer, mevki

six

altı

six-shooter

altıpatlar

sixfold

altı kat, altı misli

sixpence

altı peni

sixteen

onaltı

sixteenth

onaltıncı

sixth sense

altıncı his

sixth

altıncı

sixtieth

altmışıncı

sixty

altmış

sizable

oldukça büyük, geniş

size lubricant

haşıl yağı

size of sample

numune boyutu

size up

değerlendirmek, takdir etmek, ölçmek

size

1.büyüklük, 2.boy, 3.oylum, hacim, 4.boyut, ölçü, ebat, 5.(ayakkabı) numara, 6.(giysi) beden, 7.çiriş, tutkal, ahar, 8.çirişlemek

sized

çirişli

sizer

boy sıralayıcı

sizing agent

haşıl maddesi

sizing

1. ahar, 2. haşıl

sizzle

cızırdamak

skat

bir iskambil oyunu

skate on thin ice

skate on thin ice

riskli bir işe girmek

skate over

geçiştirivermek, savsaklamak

skate round

geçiştirivermek, önem vermemek

skate

1.tırpana balığı, 2.buz pateni, 3.tekerlekli paten, 4.patenle kaymak, paten kaymak

skateboard

kaykay

skater

buz patencisi

skating

buz pateni yapma, patenle kayma

skatole

skatol

skedaddle

1. kaçış, 2. tüymek, sıvışmak, tabanı yağlamak

skein

çile, kangal

skeletal muscle

iskelet kası

skeletal soil

iskelet toprak

skeletal system

iskelet sistemi

skeletal

1. iskeletle ilgili, 2. iskelet gibi

skeletology

iskeletbilim

skeleton key

maymuncuk

skeleton structure

iskelet yapı

skeleton

1.iskelet, 2.çatı, kafes, 3.taslak, 4.çok zayıf kimse, iskelet

skeletonize

1. iskeletini hazırlamak, 2. iskelete döndürmek

skep

sepet

skeptic

bkz. sceptic

skerry

kayalıklı adacık

sketch

1.taslak, 2.kabataslak resim, 3.kroki, 4.skeç, kısa öykü ya da piyes, 5.taslak yapmak, 6.kabataslak resmini yapmak, 7.kısaca tarif etmek

sketchbook

kroki defteri

sketcher

desinatör

sketchy

kabataslak, yüzeysel, üstünkörü, yarım yamalak

skew

eğri çarpık, yan

skewback

üzengi

skewed

eğik, eğrilmiş

skewer

skewer

kebap şişi

ski

1.kayak, 2.kayak yapmak

skid chain

patinaj zinciri

skid mark

fren izi

skid

1.kayma, yana kayma, 2.kızak, 3.takoz, 4.(otomobil, vb.) yana kaymak, yana doğru savrulmak

skidding

kayma, savrulma, patinaj

skier

kayakçı

skiff

tek kişilik ufak kayık

skilful

becerikli, usta, hünerli

skill

beceri, ustalık, hüner, kesp, marifet, maharet

skilled workman

kalifiye işçi

skilled

becerikli, usta, deneyimli, vasıflı, kalifiye

skillet

tava

skillful

Aİ, bkz. skilful

skim coat

perdah sıvası

skim milk

imansız süt, kaymak altı, yağsız süt

skim off

köpüğünü almak

skim

1.yüzeyini sıyırmak, sıyırıp geçmek, 2.gözden geçirmek, 3.köpüğünü almak, kaymağını almak

skimmed milk

imansız süt, kaymak altı, yağsız süt

skimmer

kevgir, kaymakçı kaşığı

skimming

1. kaymağını alma, 2. köpük, kaymak, kef, 3. cüruf

skimp

(on ile) -den kısmak, tasarruf etmek, az harcamak, idareli kullanmak

skimpy

küçük, az, yetersiz, ufacık

skin alive

çiğ çiğ yemek

skin and bone

bir deri bir kemik

skin cell

deri hücresi

skin dive

tüpsüz suya dalmak

skin friction

yüzey sürtünmesi

skin game

hileli kumar oyunu

skin graft

skin graft

nakledilen deri parçası

skin grafting

deri nakli, deri aşısı

skin wool

tabak yünü, post yünü

skin

1.deri, cilt, 2.post, pösteki, 3.kabuk, 4.derisini soymak, derisini yüzmek, 5.kabuğunu soymak

skin-deep

yüzeysel, sathi

skin-dive

tüpsüz suya dalmak

skinflint

cimri, pinti

skinhead

dazlak, skinhed

skink

skink, kum kertenkelesi

skinned

1. deri gibi, 2. yüzülmüş

skinny

bir deri bir kemik, sıska

skint

İİ, meteliksiz, züğürt, beş parasız

skintight

(giysi) bedeni sımsıkı saran

skip over

atlamak 1.hoplamak, sıcramak, zıplamak, sekmek, 2.(konudan konuya, vb.) atlamak, 3.atlamak, geçmek, boş vermek, 4.ip atlamak, 5.hoplayıp sıçrama, zıplama, sekme, atlama, 6.inşaat asansörü, kafes

skip skipper

kaptan

skirl

gayda sesi

skirmish

1.çatışma, çarpışma, 2.çekişme, 3.çatışmak, çarpışmak

skirmisher

avcı

skirret

yabani şeker havucu

skirt

1.etek, eteklik, 2.kenar, 3.kadın, karı, 4.çevresinden dolaşmak

skirted

etekli

skirtingboard

süpürgelik

skirtings

etek yapağısı, bacak yapağısı

skit

1.skeç, 2.şaka

skitter

sekmek, sıçramak, zıplamak

skittish

canlı, hareketli, oyuncu, oynak

skittishness

ürkeklik, cilvelilik

skive

kaytarmak

skivvy

ayak işleri yapan hizmetçi

skua

bir martı türü

skuiffy

çakırkeyf

skulduggery

hilekârlık

skulk

sinsi sinsi dolaşmak

skull

1.kafatası, 2.çok çalışkan öğrenci ya da işçi

skullcap

takke

skunk

kokarca

sky blue

gök mavisi

sky

1.gök, gökyüzü, 2.topa çok hızlı vurarak havalandırmak, topu çok yükseğe atmak

sky-high

1. çok yüksek, 2. çok yüksek, ateş pahası

sky-writing

dumanla havada yazı yazma

skyjack

1. uçak kaçırma, 2. uçak kaçırmak

skyjacker

hava korsanı

skylark

tarlakuşu

skylight

dam penceresi

skyline

ufuk çizgisi

skysail

kontra yelkeni

skyscape

gök manzarası, gök resmi

skyscraper

gökdelen

skyward

göğe doğru

skyway

hava yolu

slab

slacken

kalın dilim, kat 1.gevşek, sarkık, 2.ağır, yavaş, 3.dikkatsiz, 4.(iş) durgun, kesat, 5.kaytarmak, tembellik etmek, 6.ip, tel, vb. nin sarkık kısmı, 7.kömür tozu, 8.ç. bol pantolon 1. gevşemek, 2. gevşetmek, 3. hafiflemek, laçka olmak

slackness

gevşeklik, durgunluk, tembellik

slacks

bol pantolon

slag cement

cüruf çimentosu

slack

slag wool

amyant, camyünü, campamuğu

slag

cüruf, dışkı

slaggy

cüruflu

slake lime

kireç söndürmek

slake

(susuzluk) gidermek

slaked lime

sönmüş kireç

slalom

slalom

slam the door in sb's face

kapıyı birinin yüzüne kapamak

slam

1.kapıyı çarparak kapama, 2.kapının çarpma sesi, 3.(briçte) şlem, 4.çarparak kapamak, 5.çarpılarak kapanmak, 6.hızla vurmak, yere çalmak, 7.şiddetle eleştirmek, yerden yere vurmak

slander

1.kara çalma, karalama, iftira, 2.kara çalmak, karalamak, iftira etmek

slanderer

iftiracı

slanderous

iftira niteliğinde

slang

argo 1.yana yatmak, eğilmek, 2.eğmek, 3.eğimli olmak, meyilli olmak, 4.(gerçeği) çarpıtmak, -in lehinde ifade etmek, 5.eğim, 6.görüş, görüş açısı, 7.yan bakış

slant slap in the face

hakaret

slap

1.tokatlamak, tokat atmak, vurmak, 2.kabaca çarpmak, çalmak, 3.tokat, 4.küt diye, doğruca

slap-up

(yemek) nefis

slapdash

baştan savma

slaphappy

şaşkın, kararsız

slapstick

1. şakacı, 2. güldürü

slash

1.kesmek, yarmak, 2.iyice indirmek, 3.uzun kesik, yarık, 4.yırtmaç, 5.işeme

slasher-sizer

haşıl makinesi

slashing

1. tahripkâr, imha edici, 2. engel, mânia

slat

tiriz, lata

slate pencil

taş kalem

slate

1.arduvaz kaplamak, 2.bir işe seçmek, 3.kayağantaş, kara kayağan, arduvaz, 4.koyu maviye çalar kurşun rengi, 5.taş tahta, yaz boz tahtası, karatahta, 6.aday listesi, 7.geçmişteki hatalar, tatsızlıklar

slather

slather

1. büyük bir miktar, 2. har vurup harman savurmak

slating

taştahta, arduvaz çatı kaplaması

slattern

pasaklı kadın

slaty

arduvazlı 1.hayvan kesme, kesim, 2.büyük kıyım, kan dökme, kesim, katliam, toptan öldürme, 3.(hayvan) kesmek, boğazlamak, 4.kıyım yapmak, kan dökmek, katliam yapmak, 5.(oyunda) çok kötü yenmek, katlamak

slaughter slaughterhouse

mezbaha, kesimevi

slave away at

dinlenmeden çalışmak

slave driver

insanı köle gibi çalıştıran amir

slave file

bağımlı dosya, köle kütük

slave mode

köle modu, bağımlı işletim kipi

slave relay

yardımcı röle, ara rölesi

slave ship

esir gemisi

slave store

bağımlı bellek, köle bellek

slave trade

köle ticareti

slave unit

bağımlı birim, köle birim

slave

1.köle, 2.(away ile) köle gibi çalışmak

slaver

1.salyası akmak, 2.salya

slavery

kölelik

slavey

orta hizmetçisi

slavish imitation

körü körüne taklit etme

slavish

1.köle gibi, başkalarına boyun eğen, 2.kopya edilmiş, kopyası

slaw

1. bir çeşit salata, 2. lahana salatası

slay

vahşice öldürmek, katletmek

sleazy

ucuz ve pis, döküntü

sled

bkz. sledge

sledge

1.kızak, 2.kızakla kaymak, 3.kızakla taşımak/gezmek

sledgehammer

balyoz

sleek

1.(saç, vb.) düz, parlak, bakımlı, 2.temiz, derli toplu, modaya uygun

sleep away

uyuyarak geçirmek

sleep double

bir yatakta iki kişi yatmak

sleep in

yatılı çalışmak, yatılı olmak

sleep like a log

kütük gibi uyumak

sleep on

kararı ertesi güne bırakmak

sleep through

boyunca uyumak, uyuya kalıp kaçırmak

sleep together

sevişmek, yatmak

sleep with someone

cinsel ilişkide bulunmak

sleep with

ile sevişmek, yatmak

sleep

1.uyumak, 2.yatacak yer sağlamak, 3.uyku

sleeper

1.uyuyan kimse, 2.demiryolu traversi, 3.yataklı tren

sleepiness

uyuklama, uykulu olma

sleeping bag

uyku tulumu

sleeping car

yataklı vagon

sleeping pill

uyku hapı

sleeping room

yatak odası

sleeping sickness

uyku hastalığı

sleeping tablet

uyku hapı, uyku ilacı

sleeping

1. uyuyan, uykuda, 2. uyku için kullanılan, 3. uyku hali

sleepless

uykusuz

sleeplessness

uykusuzluk

sleepwalker

uyurgezer

sleepy

1.yorgun ve uykulu, 2.sessiz, sakin, hareketsiz

sleet

1.sulusepken, 2.sulusepken yağmak

sleety

sulusepken

sleeve

1.giysi kolu, yen, 2.plak kabı

sleeved

kollu

sleeveless

kolsuz

sleigh

atlı kızak

sleight of hand

el çabukluğu

sleight

el çabukluğu, marifet

slender

1.incecik, narin, ince, dal gibi, 2.az, yetersiz

slenderize

1. incelmek, 2. inceltmek, 3. zayıflamak

slenderness

1. incelik, narinlik, 2. yetersiz olma

sleuth

hafiye, dedektif

slew

(round/around ile) aniden kendi çevresinde dönmek

slice

1.dilim, 2.dilimlemek, dilimlere ayırmak, dilmek

slicer

pancar bıçağı

slick down

parlatmak, düzleştirmek

slick

1.düz, parlak ve kaygan, 2.yüze gülücü, yapmacık kibar, tatlı dilli, 3.kurnaz, üçkâğıtçı, 4.ince petrol tabakası

slickenside

fay aynası, kırık aynası

slicker

1. yağmurluk, muşamba, 2. dolandırıcı

slide bolt

sürgü

slide coil

sürgülü bobin

slide gate

sürme kapak

slide gauge

sürmeli kumpas

slide projector

slayt projektörü

slide rule

sürgülü hesap cetveli

slide ruler

sürgülü hesap cetveli

slide switch

sürgülü anahtar

slide valve

sürgülü vana

slide wire

sliding door

sürgü teli 1.kaymak, 2.kaydırmak, 3.sessizce gitmek, 4.kayma, 5.kayılan yer, kaydırak, 6.sürgü, 7.toprak kayması, heyelan, 8.diyapozitif, slayt, 9.saç tokası, 10.lam sürme kapı

sliding friction

kayma sürtünmesi

sliding scale

yürüyen skala, değişken ölçek

sliding seat

sürgülü koltuk

sliding surface

kayma yüzeyi

sliding time

değişken zaman

slide

sliding window

sürme pencere

sliding

slighting

1. sürgülü, 2. kayan, kayıcı 1.ince, narin, zayıf, 2.küçük, ufak, önemsiz, 3.önemsememek, hor görmek, küçümsemek, aşağılamak, 4.hiçe sayma, aşağılama, saygısızlık, hakaret 1. küçümseyen, hafifseyen, 2. küçümseyici

slightly soluble

düşük oranda çözünür

slightly

1.biraz, azıcık, bir parça, hafifçe

slim

1.ince yapılı, ne şişman ne de zayıf olan, 2.(olasılık, şans, vb.) zayıf, 3.zayıflamak, incelmek

slime

1.balçık, 2.salgı, 3.salyangoz sümüğü, 4.yavşak, kıl

slimeness

1. yapışkanlık, kayganlık, 2. yaltakçılık

slimness

incelik

slimy

1.yapış yapış, yapışkan, 2.aşırı nazik, yapmacık, kibar

sling

1.atmak, fırlatmak, 2.iple asmak, 3.sapan, 4.izbiro, 5.kol askısı

slingshot

sapan, mancınık

slink

gizlice sessiz sessiz yürümek

slinky

1. sinsi, 2. gizli, hırsızlama

slip away

sıvışmak, gözden kaybolmak, tüymek, yan çizmek

slip by

çabuk geçmek (zaman)

slip case

kitap kılıfı

slip knot

ilmek, hareketli düğüm

slip of the tongue

dil sürçmesi

slip off

1. sıvışmak, 2. çıkarmak, üstünden atmak(elbise)

slip one's mind

aklından çıkmak

slip one's notice

gözünden kaçmak

slip out

1. ağzından kaçmak, 2. dışarı sıvışmak, sıyrılmak

slip plane

kayma düzlemi

slip road

ara yol

slip up

küçük bir hata yapmak, yanılmak, sürçmek 1.kaymak, 2.(gizlice) sıvışmak, kaçmak, süzülmek, 3.(farkında olmadan) geçip gitmek, 4.giymek, 5.çıkarmak, 6.düşmek, kötüye gitmek, 7.çaktırmadan vermek, eline tutuşturmak, 8.kayma, kayış, 9.yanlışlık, hata, sürçme, 10.kadın iç gömleği, kombinezon, 11.yastık yüzü,

slight

slip

slip slip-stream

12.gemi kızağı, 13.kâğıt, pusula pervane rüzgârı

slip-up

önemsiz yanlışlık, ufak hata, sürçme

slipknot

ilmek, ilmik, eğreti düğüm

slippage

kayma

slipper brake

elektromanyetik fren

slipper

terlik

slippered

terlikli

slipperiness

1. kayganlık, 2. güvenilmezlik

slipperwort

çanta çiçeği

slippery

1.kaygan, kayağan, 2.güvenilmez, kaypak

slipring

kayıcı halka

slipshod

dikkatsiz, düzensiz, dağınık

slipway

gemi tezgâhı, kızak

slit

1.yarmak, uzunluğuna kesmek, 2.kesik, yırtık, yarık, 3.dar aralık

slither

kaymak, kayarak gitmek, yılan gibi süzülmek

slithery

kaygan

sliver

1.kıymık, 2.ince dilim

slob

hantal, kılıksız, ayı

slobber

1.ağzından salyalar akıtmak, 2.salya

slobbery

1. salyalı, 2. abartmalı

sloe

çakaleriği

sloe-eyed

siyah gözlü

slog

1.zor ve sıkıcı iş yapmak, angarya yapmak, 2.zor ve sıkıcı iş, angarya

slogan

slogan

slogger

sert vuran kişi

sloop

küçük yelkenli, şalopa

slop pail

çöp kovası

slop

1.lapa, sulu yemek, 2.ç. bulaşık suyu, 3.ç. yemek artığı, 4.taşırmak, dökmek, 5.taşmak, dökülmek

slope down

slope down

inmek, aşağı doğru meyletmek

slope off

kaçmak, sıvışmak, kaytarmak

slope up

çıkmak, yukarıya doğru meyletmek

slope

1.eğimli olmak, eğimlenmek, 2.yokuş, bayır, 3.eğim, meyil

sloping ramp

meyilli rampa

sloppiness

1. ıslaklık, 2. kılıksızlık, 3. dikkatsizlik

sloppy

1.ıslak ve kirli, çamurlu, 2.baştansavma, uyduruk, 3.pasaklı, dağınık, 4.aptalca, saçma

slops

1. bulaşık suyu, 2. yemek artığı

slosh

1.sudan/çamurdan geçmek, 2.(sıvı) taşmak

slot in

yer ayırmak, yer vermek

slot into

yer ayırmak, yer vermek

slot machine

1. meşrubat/yiyecek otomatı, 2. kollu kumar makinesi

slot

1.yarık, delik, 2.(radyo, vb.) program, 3.yarık açmak, 4.(in/into ile) yer ayırmak, yer vermek, vakit ayırmak

sloth

tembellik, miskinlik

slothful

tembel, miskin

slotted

1. yarıklı, 2. oluklu

slouch

kendini koyvererek kambur gibi yürümek ya da durmak

slouching

1.hımbıl, tembel, 2.kamburu çıkmış

slouchy

eğri, yamuk

slough

1.bataklık, 2.kötü durum, batak, 3.(off ile) (yılan, vb.) deri değiştirmek

sloughy

kabuklu

Slovak

Slovakyalı, Slovakça

Slovakia

Slovakya

sloven

pasaklı, kılıksız

Slovenia

Slovenya

slovenly

1.düzensiz, baştansavma, derme çatma, 2.pasaklı, pis, dağınık

slow down

1. yavaşlamak, 2. yavaşlatmak, 3. ağırlaştırmak

slow match

barutlu fitil

slow motion

ağır çekim

slow neutron

slow neutron

yavaş nötron

slow up

hızını eksiltmek, yavaşlatmak, ağırlaşmak

slow wave

yavaş dalga

slow

1.yavaş, ağır, 2.(saat) geri, 3.güç anlayan, kalın kafalı, 4.yavaş, 5.(up/down ile) yavaşlamak, yavaşlatmak

slow-acting

yavaş etkili

slow-setting cement

geç katılaşan çimento

slowcoach

hantal, uyuşuk kimse, mıymıntı

slowly

yavaş yavaş, ağır ağır, yavaşça

slowness

yavaşlık, hantallık

slowpoke

işi ağırdan alan kimse, yavaş giden kimse

slowtness

tutukluk

slowwitted

zor anlayan, kalın kafalı

slowworm

köryılan

slub

yumrulu iplik, düğümlü iplik

sludge

1.sulu çamur, 2.pis artık yağ

sludging

çamurlaşma

slue

bkz. slew

slug

1.kabuksuz sümüklüböcek, 2.jeton, 3.sert yumruk ya da darbe, 4.metal kübü, 5.yumruk patlatmak

slugabed

geç saate kadar yatan kişi

sluggard

tembel, aylak kimse

slugger

sert vuran oyuncu

sluggish

uyuşuk, tembel, mıymıntı, ağır

sluggishness

ağırlık, tembellik

sluice gate

savak kapağı

sluice valve

sızıntı vanası, bent kapağı vanası

sluice

1.bent kapağı, savak, 2.bol suda yıkamak, 3.üstüne su dökmek

sluiceway

savak kanalı, savak yatağı

slum

1.gecekondu mahallesi, kenar mahalle, 2.çok dağınık yer

slumber

1.uyumak, uyuklamak, 2.uyku, uyuklama

slump slumping

1.birdenbire düşmek, küt diye düşmek, yığılmak, 2.(sayıca, vb.) düşmek, azalmak, kötüye gitmek, 3.birdenbire ve hızla düşme, 4.(iş, ticaret, fiyat, vb.'de) düşme, kötüleşme, durgunluk, kriz göçme, çökme

slur

1.kara çalmak, çamur atmak, 2.(sarhoşluktan, vb.) sözcükleri kötü telaffuz etmek, 3.kara çalma, iftira, leke (sürme), 4.sözcükleri kötü telaffuz etme

slurp

höpürdetmek, şapırdatarak içmek

slurry

bulamaç, sulu çamur, sulu çimento

slush

1.sulu çamur, 2.yarı erimiş kar

slut

1.pasaklı, tembel kadın, 2.ahlaksız kadın, orospu

sluttish

pasaklı, şapşal

sly

1.kurnaz, şeytan, 2.şakacı, muzip

smack of

kokmak, kokusu olmak

smack one's chops

ağzının suyu akmak

smack one's lips

dudaklarını şapırdatmak

smack

1.şaplak atmak, tokatlamak, 2.(of ile) ... kokmak/tadı vermek/hissi uyandırmak, 3.şamar, tokat, şaplak, 4.şaklama, şak sesi, 5.şapırtı, 6.şapırtılı öpücük, 7.küçük balıkçı teknesi, 8.küt diye, güm diye

smacker

1. şaplak, 2. şapırtılı öpücük

small adds

küçük ilanlar

small arms

hafif silahlar

small beer

1. hafif bira, 2. değersiz şey

small change

bozuk para

small coal

ince kömür

small film

amatör filmi, dar film

small fry

ufak balıklar, önemsiz kimse

small holding

küçük çiftlik

small hours

sabahın çok erken saatleri

small intestine

incebağırsak

small letter

küçük harf

small scale

küçük çapta

small talk

sohbet, laklak, muhabbet

small time

small time

önemsiz

small wonder

tevekkeli değil

small

1.küçük, ufak, 2.önemsiz, ufak, 3.küçük küçük, ufak ufak

small-minded

1. dar kafalı, bağnaz, 2. bencil, aşağılık, adi

small-time

önemsiz, basit, sıradan

smallholding

küçük çiftlik

smallish

ufakça, ufacık, küçücük

smallness

1. ufaklık, 2. önemsizlik, 3. basitlik

smallpox

çiçek hastalığı

smalt

azur mavisi, kobalt mavi

smaragd

zümrüt

smarmy

İİ, kibarlık budalası, yağcı, dalkavuk

smart aleck

ukala dümbeleği, çok bilmiş

smart card

hafızalı kart

smart money

smartass

manevi tazminat 1.acımak, sızlamak, yanmak, 2.üzülmek, kırılmak, incinmek, 3.acıtan, sert, 4.keskin, şiddetli, 5.çabuk, çevik, 6.şık, zarif, 7.açıkgöz, kurnaz, 8.yakışıklı, gösterişli ukala, bilgiç

smarten

(up ile), güzelleştirmek, çeki düzen vermek, güzelleşmek

smartness

açıkgözlülük, uyanıklık, hazırcevaplık

smash sb's face in

birinin yüzünü dağıtmak

smash to smithereens

paramparça etmek, tuzla buz etmek 1.parçalamak, kırmak, paramparça etmek, 2.parçalanmak, kırılmak, paramparça olmak, 3.şiddetle çarpmak, 4.(rekor) kırmak, 5.iflas etmek, batmak, 6.kırılma, parçalanma, 7.şangırtı, çatırtı, 8.çarpışma, kaza, 9.sert vuruş, güçlü darbe, 10.batma, iflas, 11.büyük kaza, 12.çok başarılı oyun, film, şarkı, vb. hit

smart

smash smash-up

büyük kaza, büyük çarpışma

smashed

sarhoş

smasher

çok kıyak şey/kimse

smashing

İİ, mükemmel, harika, nefis, süper

smatterer

uzman olmayan kişi

smattering

smattering

çat pat bilgi, yüzeysel bilgi

smear test

leke testi

smear

1.leke, bulaşık leke, 2.mikroskopta incelenmek üzere alınan parça, 3.karalama, leke, iftira, 4.sürmek, bulaştırmak, lekelemek, 5.lekelenmek, 6.karalamak, lekelemek, iftira etmek

smeary

1. lekeli, 2. yağlı

smell a rat

bir katakullinin kokusunu almak

smell to high heaven

ayyuka çıkmak

smell

1.koklamak, 2.kokmak, 3.kokuşmak, pis kokmak, 4.kokusunu almak, sezmek, 5.koku alma duyusu, 6.koku, 7.koklama, 8.iz, eser

smelling bottle

amonyak şişesi

smelling salt

amonyak ruhu

smelly

pis kokulu, kokmuş

smelt

(madeni arıtım için) eritmek, kal etmek

smile

1.gülümsemek, 2.gülümseme

smirch

leke, ayıp

smirk

1.sırıtmak, zorla gülümsemek, yapmacıklı biçimde gülümsemek, 2.sırıtma, sırıtış

smite

vurmak

smith

demirci

smithereens

binbirparça, tuzbuz

smithsonite

smitsonit

smithy

demirhane, nalbanthane

smitten

1.etkilenmiş, kapılmış, 2.aşık, vurgun

smock

1.iş gömleği, önlük, 2.(giysiyi) büzgüyle süslemek

smocking

büzgü

smog

dumanlı sis, sanayi sisi

smokable

içilebilir

smoke bomb

sis bombası

smoke coloured

duman rengi, füme

smoke flue

duman kanalı

smoke like a chimney

baca gibi tüttürmek

smoke out

gün ışığına çıkarmak

smoke screen

sis perdesi

smoke

1.duman, 2.(sigara) içme, 3.sigara, puro, 4.(sigara, pipo, esrar, vb.) içmek, 5.tütmek, 6.(balık, et, vb.) tütsülemek

smokehouse

tütsüleme yeri

smokeless

dumansız

smoker

1.sigara içen kimse, 2.sigara içenlere ayrılmış vagon

smokescreen

1.düşmana görünmemek için çıkarılan duman, 2.gerçek niyetini gizlemek için uydurulan şey, paravana, maske

smokestack

baca

smokiness

dumanlılık

smoking

1. sigara içen, 2. sigara içme

smoky

1.dumanlı, tüten, duman dolu, 2.duman rengi, koyu füme

smooch

öpüşmek

smooth away

kurtulmak(üzüntüden)

smooth file

yassı eğe, düz eğe

smooth muscle

düz kas

smooth operator

nabza göre şerbet veren kişi

smooth the way for someone

işini kolaylaştırmak

smooth

1.düz, düzgün, 2.sarsıntısız, 3.(tat) hoş, 4.akıcı, hoş, yumuşak, 5.aşırı kibar, 6.düzeltmek, düzleştirmek, düzlemek, 7.kolaylaştırmak

smooth-faced

1. sakalsız, 2. ikiyüzlü

smoothie

yapmacık tavırlı kişi

smoothing file

perdah eğesi

smoothing iron

ütü

smoothing plane

perdah rendesi

smoothness

1. düzgünlük, 2. pürüzsüzlük

smother

1.havasızlıkdan ölmek, boğulmak, 2.boğmak, 3.kaplamak

smothery

boğucu

smoulder

1.alevsiz yanmak, için için yanmak, 2.için için köpürmek/kudurmak

smudge

1.bulaşmak, kirlenmek, 2.bulaştırmak, kirletmek, 3.bulaşık leke, is lekesi

smudgy

kirli, pis, lekeli

smug

kendini beğenmiş

smuggle

... kaçakçılığı yapmak, kaçırmak

smuggler

kaçakçı

smuggling

kaçakçılık

smut

1.is, kurum, 2.küf, 3.islenmek, kurumlanmak

smutch

pisletmek, lekelemek

smutty

ahlaksız, açık saçık, müstehcen

Smyrna

izmir

snack bar

hafif yemek yenen yer, snekbar

snack

hafif yemek

snaffle

ağzına gem vurmak, aşırmak

snafu

sorun, problem

snag

1.kırık dal, budak, 2.fırlak diş, 3.beklenmedik engel ya da güçlük

snaggy

budaklı

snail

salyangoz

snail's pace

kaplumbağa hızı

snake charmer

yılan oynatıcısı

snake

yılan

snakebite

yılan sokması

snakeroot

loğusa otu

snaky

1. çok yılanlı, 2. yılankavi, 3. yılan gibi, 4. kurnaz

snap at

bağırmak, kırıcı konuşmak

snap fastener

çıtçıt, yaylı raptiye

snap lock

sustalı kilit, çarpma kilit

snap out of it

kötü bir durumdan çıkmak, kendine gelmek

snap sb's head off

birinin yüzüne bağırmak

snap up

hevesle almak, atlamak, kapmak

snap

1.(at ile) dişlemek, kapmak, ısırmaya çalışmak, 2.kopmak, kırılmak, 3.koparmak, kırmak, 4.tükenmek, 5.şaklatmak, 6.şaklamak, 7.(at ile) bağırmak, 8.fotoğrafını çekmek, 9.şıklatmak, 10.dişlemeye çalışma, 11.şaklama, 12.çatırdama, 13.parmak şıklatma, şıklama, 14.tatlı bisküvi, 15.şipşak resim, fotoğraf, 16.enerji, gayret, 17.bir iskambil oyunu, 18.aceleyle yapılmış, paldır küldür

snapdragon

snapdragon

aslanağzı

snapper

büyük kaplumbağa

snappish

1. aksi, ters, huysuz, 2. alaycı, ukala, 3. öfkeli

snappy

1.canlı, çevik, enerjik, 2.şık, zarif

snapshot

enstantane fotoğraf, şipşak

snare drum

trampet

snare

1.tuzak, kapan, 2.tuzağa düşürmek, tuzakla yakalamak, kapana kıstırmak

snarl

1.hırlamak, 2.kaba ve öfkeli bir sesle konuşmak, 3.hırlama, hırıltı, 4.dolaştırmak, karmakarışık etmek, 5.karmakarışık şey, arapsaçı

snarl-up

yol tıkanıklığı

snatch at

yakalamaya çalışmak

snatch block

bastika 1.kapmak, kavramak, 2.(at ile) elde etmek için elinden geleni yapmak, yakalamaya çalışmak, 3.kapış, kapma, 4.elde etmeye çalışma, gayret, 5.parça, kırıntı, 6.kısa süre, an

snatch snatchy

düzensiz, devamsız

snazzy

şık, zarif

sneak up

sinsi sinsi yaklaşmak 1.sinsice/gizlice ilerlemek, gitmek, sıvışmak, sokulmak, süzülmek, 2.(öğretmene, vb.) gammazlamak, şikâyet etmek, 3.araklamak, aşırmak, 4.(çaktırmadan bakış) atmak, 5.muhbir, gammaz, 6.sinsi kimse

sneak sneaker

bez spor ayakkabı, kes

sneakers

hafif lastik ayakkabı

sneaking

gizli

sneaky

sinsi

sneer

1.dudak bükmek, küçümsemek, alay etmek, hor görmek, 2.dudak bükme, küçümseme, alay, hor görme

sneerer

alaycı kişi

sneering

alaycı

sneeze

1.aksırmak, 2.aksırık

snick

1. kesik, 2. çentik, hafif vuruş, 3. kesmek, hafifçe dokunmak

snicker

bkz. snigger

sniff at

burun kıvırmak

sniff out

bulmak

sniff

sniff

1.burnunu çekmek, 2.koklamak, 3.burnunu çekme, 4.havayı koklama

sniffle

1.burnunu çekmek, 2.burun çekme

sniffy

1. kendini beğenmiş, kibirli, 2. pis kokulu

snifter

yuvarlak likör kadehi

snigger

1.kıs kıs gülmek, 2.kıs kıs gülüş

snip

1.kırpma, kırkma, 2.makasla kesilmiş parça, kırpıntı, kesinti, 3.İİ, kelepir, 4.makasla kesmek, kırpmak

snipe

1.bataklık çulluğu, 2.gizli bir yerden ateş etmek, siperden ateş etmek, 3.haince saldırmak

snippet

1.ufak parça, lokma, 2.azıcık haber, bilgi

snips

tenekeci makası

snitch

1. çalmak, aşırmak, 2. ihbar etmek

snivel

1.burnunu çekerek ağlamak, ağlayıp sızlamak, 2.burnu akmak, burnunu çekmek

snob

züppe

snobbery

züppelik

snobbism

snopluk

snog

öpüşmek

snood

saç kurdelesi

snook

nanik

snooker

1.zor duruma sokmak, belaya sokmak, 2.kırmızı, değişik renkli topla delikli masada oynanan bir tür bilardo oyunu

snookered

yenilmiş, işi bozulmuş

snoop

başkalarının işine burnunu sokmak

snooper

başkalarının işine burnunu sokan kimse

snoopy

meraklı

snoot

1. surat, yüz, 2. yüzü ekşitme

snooty

tepeden bakan, küçümseyen, kaba

snooze

1.kısa uyku, şekerleme, 2.kestirmek, şekerleme yapmak

snore

1.horlama, horultu, 2.horlamak

snorkel

şnorkel

snort

1.burnundan gürültüyle soluk çıkarmak, horuldamak, 2.kahkaha ile gülmek, 3.öfke belirten ses, horultu, 4.kahkaha

snorter

müthiş şey, korkunç şey, olağanüstü şey

snot

snot

1. sümük, 2. aşağılık adam

snotty

1. sümüklü, 2. aşağılık, 3. kibirli

snout

(domuz, vb.) burun

snow blindness

kar körlüğü

snow chain

patinaj zinciri, kar patinaj zinciri

snow fence

kar siperi, kar parmaklığı

snow gauge

kar ölçeği

snow goggles

kar gözlüğü

snow plough

kar temizleme makinesi

snow shoe

kar ayakkabısı

snow tyre

kar lastiği

snow

1.kar, 2.kokain, 3.kar yağmak, 4.gözünü boyamak, gözüne girmek

snow-capped

karla kaplı

snow-white

1. kar beyazı, 2. kar gibi beyaz, 3. bembeyaz

snowball

1.kartopu, 2.çığ gibi çoğalmak, kartopu gibi büyümek

snowbound

yoğun kardan mahsur kalmış

snowdrift

rüzgârın oluşturduğu kar kümesi, kar yığını

snowdrop

kardelen

snowfall

1.kar yağışı, 2.bir defada yağan kar miktarı

snowflake

kar tanesi

snowman

kardanadam

snowplough

1.kar temizleme makinesi/aracı, 2.(kayakta) kar sapanı

snowslide

çığ

snowslip

çığ

snowstorm

kar fırtınası

snowy

1.karlı, 2.bembeyaz, kar gibi, kar beyazı

snub

1.küçümsemek, hiçe saymak, aşağılamak, hor davranmak, terslemek, 2.hiçe sayma, aşağılama, küçümseme, tersleme, hor görme

snuff

1.bkz. sniff, 2.enfiye, 3.(out ile) (mum, vb.) söndürmek

snuffle

bkz. sniffle

snuffy

snuffy

1. enfiye gibi, 2. huysuz, ters

snug

1.rahat ve sıcaklık, 2.(giysi) tam oturan

snuggery

özel çalışma odası, kuytu yer

snuggle

sokulmak

so as to

-mek için, -cek biçimde

so as

için, amacıyla

so called

sözümona, sözde

so far

buraya kadar, şimdiye dek

so long as

eğer, şartıyla

So long

Güle güle, Hoşça kal

so much for

-in sonu

so much

o kadar çok

so that

1. öyle ki, 2. -mesi için

so to speak

tabir caizse, yani

So what

1. Bana ne, 2. Ne yani, 3. Ne olmuş, 4. ne olmuş yani, ne var bunda

so

1. öyle, o kadar, 2. bu kadar, 3. o derece, 4. böyle, şöyle, 5. bu yüzden, bu nedenle, 6. demek (ki)

so-and-so

1. falan kişi/şey, filanca, 2. Allah'ın cezası kimse

so-called

sözde, sözümona, lafta

so-so

şöyle böyle

soak up

soaked to the skin

emmek, nüfuz etmek 1.iyice ıslatmak, sırılsıklam etmek, 2.suda ıslatmak, 3.ıslanmak, 4.(çay) demlemek, 5.kazıklamak, 6.(up ile) emmek, nüfuz etmek, 7.ıslatma, ıslanma, 8.ayyaş sırılsıklam

soaked

sırılsıklam

soaking

çok, sırılsıklam

soap bath

sabun banyosu

soap bubble

sabun köpüğü

soap opera

pembe dizi

soap suds

sabun köpüğü

soap

1.sabun, 2.sabunlamak, 3.yağ çekmek

soak

soapbox

sabun sandığı, sabunluk

soapstone

sabuntaşı

soapwort

çöven, sabunotu

soapy

soaring

1. sabunlu, 2. sabun gibi, 3. fazla nazik 1.çok yükseklerde uçmak, süzülmek, süzülerek yükselmek, 2.(fiyat, vb.) çok yükselmek, fırlamak, 3.gözü yükseklerde olmak, -e göz dikmek yükselen, tırmanan

sob

1.hıçkıra hıçkıra ağlamak, 2.ağlarken içini çekme, hıçkırık

sober down

uslanmak, uslandırmak, ayılmak

sober

1.ayık, sarhoş olmayan, 2.ılımlı, ölçülü, 3.ciddi, ağırbaşlı, 4.yalın, sade, gösterişsiz

sober-minded

akıllı uslu, aklı başında

sobriety

1. ayıklık, 2. ölçülülük, 3. ağırbaşlılık

sobriquet

takma ad

soccer

futbol

sociability

toplumculluk, girişkenlik

sociable

1.toplumcul, sokulgan, girgin, arkadaş canlısı, 2.hoşsohbet

social accounting

sosyal muhasebe

social action

sosyal eylem

social animals

topluluk halinde yaşayan hayvanlar

social democracy

sosyal demokrasi

social democrat

sosyal demokrat

social environment

toplumsal çevre

social housing

sosyal mesken, toplumsal konut

social insurance

sosyal sigorta, sosyal güvenlik

social intercourse

sosyal ilişki

social justice

sosyal adalet

social order

toplumsal düzen

social policy

sosyal politika

social science

sosyal bilimler, toplum bilimleri

soar

social security

1. sosyal güvenlik, 2. sosyal sigorta

social service

sosyal hizmet

social services

sosyal hizmetler

social studies

sosyal bilimler, toplum bilimleri

social values

toplumsal değerler

social welfare

sosyal refah

social work

sosyal hizmet

social worker

sosyal hizmet görevlisi

social

1.toplumsal, sosyal, 2.toplum içinde yaşayan, 3.toplumcul, girgin, sokulgan, arkadaş canlısı, 4.toplantı

socialism

toplumculuk, sosyalizm

socialist

toplumcu, sosyalist

socialistic

sosyalist

socialization

1. sosyalleştirme, 2. toplumsallaştırma, kamulaştırma

socialize

1. sosyalleştirmek, 2. kamulaştırmak

society life

sosyete hayatı

society

1.toplum, 2.topluluk, 3.dernek, kurum, cemiyet, 4.ortaklık, şirket, 5.dostluk, arkadaşlık, 6.sosyete

socioeconomic

sosyoekonomik

sociolinguistics

toplumdilbilim, sosyolenguistik

sociological

toplumbilimsel, sosyolojik

sociologist

toplumbilimci, sosyolog

sociology

toplumbilim, sosyoloji

sociopolitical

sosyopolitik

sock

1.kısa çorap, 2.tokat, yumruk

socket wrench

lokma anahtar

socket

1.oyuk, yuva, çukur, 2.priz

socle

temel, destek, kaide

sod it

Allah kahretsin!

sod off

siktirip gitmek

sod

1.çim, 2.çimen parçası, 3.gıcık, kıl, sinir herif, 4.herif, ahbap, hıyar, 5.baş belası

soda pop

soda pop

gazoz

soda soap

sert sabun

soda water

1. gazoz, 2. maden sodası

soda

1.soda, 2.karbonat, sodyum bikarbonat, 3.gazoz, 4.dondurmalı ve sodalı bir içecek

sodalite

sodalit

sodality

cemiyet, kardeşlik

sodamide

sodyumamit

sodden

sırılsıklam, çok ıslak

sodium bicarbonate

sodyum bikarbonat

sodium carbonate

çamaşır sodası

sodium chloride

sodyum klorür

sodium hydroxide

sodyum hidroksit, sudkostik

sodium nitrate

sodyum nitrat

sodium salt

sodyum tuzu

sodium sulfate

sodyum tuzu

sodium

sodyum

sodomite

oğlan, oğlancı, ibne, sapık

sodomy

oğlancılık, (erkekler arası) anal birleşme

soever

her, her ne, her ne kadar

sofa

kanepe, sedir

soffit

1. alt yüz, alt yüzey, 2. kemer

soft bodied animals

yumuşakçalar

soft boiled egg

rafadan yumurta

soft brick

yumuşak tuğla

soft coal

katranlı kömür

soft currency

zayıf para

soft drink

alkolsüz içki

soft failure

hafif arıza

soft goods

tekstil malları, mensucat

soft ground

soft ground

yumuşak zemin, zayıf zemin

soft in the head

kaz kafalı

soft iron

yumuşak demir

soft landing

yumuşak iniş

soft lens

yumuşak lens

soft metal

yumuşak metal

soft money

kâğıt para

soft palate

yumuşak damak

soft prices

düşen fiyatlar

soft roe

balık menisi

soft sell

zorlamadan ikna ederek satış usulü

soft soap

1. yağ çekmek, 2. arapsabunu

soft spot

zayıf nokta

soft steel

yumuşak çelik

soft sugar

yumuşak şeker

soft touch

yolunacak kaz

soft water

soft-boiled egg

yumuşak su 1.yumuşak, 2.rahatsız etmeyen, 3.alkolsüz, 4.fazla hoşgörülü, uysal, 5.aptal, deli, 6.az zararlı, hafif, 7.sert olmayan, hafif, 8.yumuşak, yıkamaya elverişli, 9.kolay, 10.sevecen, müşfik rafadan yumurta

soft-boiled

(yumurta) rafadan

soft-sectored

yumuşak sektörlü

soft-shelled

yumuşak kabuklu

soft-skinned

yumuşak derili

soft-spoken

tatlı sesli, tatlı dilli

soften

1.yumuşatmak, 2.yumuşamak, 3.gevşetmek, 4.gevşemek, 5.tatlılaşmak, 6.tatlılaştırmak

softener

yumuşatıcı

softening agent

yumuşatma maddesi

softening

yumuşama

softhearted

yufka yürekli

soft

softing of the brain

beyin sulanması

softly

yavaş yavaş, tatlılıkla, alçak sesle

softness

1. yumuşaklık, 2. gevşeklik

software house

yazılım evi

software package

yazılım paketi

software system

yazılım sistemi, yazılım dizgesi

software

bilgisayar yazılımı

softwood

yumuşak ağaç, kozalaklı ağaç

softy

1. hanım evladı, 2. sünepe kişi

soggy

çok ıslak, sırılsıklam, sulu

soil amelioration

toprak ıslahı

soil carrier

kir taşıyıcı

soil conditions

temel şartları, zemin şartları

soil conservation

toprak koruma

soil creep

yer kayması

soil drainage

toprak drenajı

soil dressing

toprak gübrelemesi

soil erosion

toprak erozyonu, toprak aşınması

soil fertility

toprak verimliliği

soil fertilizer

gübre

soil improvement

toprak ıslahı

soil mechanics

toprak mekaniği

soil moisture

toprak nemi, zemin rutubeti

soil paste

toprak macunu

soil pipe

künk, toprak künk

soil pressure

toprak basıncı, zemin basıncı

soil solution

toprak çözeltisi

soil structure

toprak yapısı, zemin yapısı

soil tillage

toprağı işleme

soil

1.toprak, 2.arazi, toprak, 3.ülke yurt, 4.kir, leke, 5.kirletmek, lekelemek, 6.kirlenmek

soiree

1. akşam partisi, 2. gece oyunu

sol

sol notası

solace

avuntu, teselli, avunma

solar battery

güneş bataryası

solar cell

güneş pili

solar corona

güneş tacı

solar day

güneş günü

solar eclipse

güneş tutulması

solar energy

güneş enerjisi

solar month

ay

solar plexus

1. güneş sinirağı, 2. karın boşluğu

solar power station

güneş enerjili güç istasyonu

solar prominence

güneşten gelen akkor halindeki hidrojen bulutu

solar radiation

güneş radyasyonu, güneş ışınımı

solar spectrum

güneş tayfı

solar system

güneş sistemi, güneş dizgesi

solar time

güneş zamanı

solar year

güneş yılı

solar

güneşle ilgili

solarium

solaryum, güneşlik

solarize

güneş ışığıyla tedavi etmek

solder

1.lehim, 2.lehimlemek

solderable

lehimlenebilir

soldering bolt

lehim havyası

soldering fluid

lehim suyu

soldering furnace

lehimleme ocağı

soldering iron

havya

soldering paste

lehim macunu

solderless

solderless

lehimsiz, kaynaksız

soldier of fortune

maceracı

soldier on

yılmadan çalışmak

soldier

1.er, asker

soldierly

1. askeri, 2. asker gibi

soldiery

1. askerlik, 2. askerler

sole agency

genel acentelik

sole heir

tek mirasçı

sole proprietorship

tek sahiplik

sole

1.taban, pençe, 2.pençe vurmak, pençe yapmak, 3.dilbalığı, 4.özgün, tek, 5.evlenmemiş, bekâr

solecism

gramer yanlışı

solecistic

dilbilgisi kurallarına uymayan

solely

ancak, yalnız

solemn

1.dinsel, dinsel törenle yapılan, 2.resmi, 3.kutsal, 4.ağırbaşlı, ciddi, vakur, 5.heybetli

solemnity

1.ciddiyet, resmiyet, 2.tantanalı tören

solemnize

(evlilik, vb. için) tören yapmak/düzenlemek

solenoid

1. solenoit, 2. sarmal bobin

solfeggio

solfej

solicit

1.ısrarla rica etmek, yalvarmak, istemek, talep etmek, 2.fahişelik yapmak, askıntı olmak

solicitation

1. ısrarla isteme, 2. talep, 3. isteme, rica

solicitor

1.avukat, 2.istekli, talip

solicitous

1.endişeli, kaygılı, meraklı, 2.istekli

solicitude

1.kaygı, endişe, merak, 2.ilgi, özen, dikkat

solid axle

yekpare dingil

solid body

katı cisim

solid fluid

katı akışkan

solid fuel

katı yakıt

solid geometry

uzay geometri

solid matter

katı madde

solid particle

solid particle

katı tanecik

solid phase

katı hal

solid salt

katı tuz, kayatuzu

solid solution

katı çözelti

solid state

katı hal

solid tyre

dolma lastik 1.katı, 2.içinde boşluk olmayan, içi dolu, dolma, 3.sıkı, sağlam, ağırlığa dayanıklı, 4.aralıksız, kesintisiz, deliksiz, 5.kaliteli, sağlam, dayanıklı, 6.som, 7.üç boyutlu, 8.güvenilir, sağlam, 9.katı madde, 10.katı yiyecek, 11.üç boyutlu cisim

solid solid-state physics

katı hal fiziği

solidarity

dayanışma, birlik

solidification

katılaştırma, katılaşma

solidify

1.katılaştırmak, 2.katılaşmak, 3.sağlamlaştırmak, pekiştirmek

solidity

1.katılık, 2.sağlamlık

solidus

1. yatık çizgi (/), 2. altın sikke

solifluction

toprak akması

soliloquize

kendi kendine konuşmak, monolog yapmak

soliped

toynak

solitaire

tek taş mücevher

solitary

1.yalnız yaşayan, münzevi, 2.yalnız, tek, arkadaşsız, 3.ıssız, tenha, 4.tek başına yaşayan kimse, münzevi

solitude

1.yalnızlık, tek başına yaşama, 2.ıssızlık, tenhalık

solo

1.solo, 2.tek, tek başına, yalnız başına

soloist

solist

solstice

gündönümü

solstitial

gündönümüyle ilgili

solubility curve

çözünürlük eğrisi

solubility product

çözünürlük çarpanı

solubility

çözünürlük

solubilize

çözündürmek

solubilizing agent

çözme maddesi

soluble in alcohol

alkolde çözünür

soluble when heated

ısıtılınca çözünür

soluble

1.çözünür, eriyebilir, eritilebilir, 2.çözülebilir, halledilebilir

solute

çözünen, çözünmüş madde

solution

1.eriyik, çözelti, 2.erime, çözünme, 3.çözüm, çare, çözüm yolu

solvable

1. çözülür, erir, 2. halledilebilir, çözülebilir

solve

çözmek, halletmek

solvency

ödeme yeteneği, ödeyebilme

solvent

1.ödeme gücü olan, borcunu ödeyebilen, muteber, 2.eritken, çözgen

somatic cell

vücut hücresi

somatic tissue

vücut dokusu

somatic

bedensel, fiziksel

somatology

somatoloji, vücutbilim

sombre

1.can sıkıcı, kasvetli, sıkıntılı, 2.karanlık, loş

sombreness

1. can sıkıcılık, kasvetlilik, 2. karanlık, loşluk

some day

bir gün

some few

çok, oldukça fazla

some little

çok, oldukça fazla

some

1.biraz, 2.birkaç, 3.bazı, kimi, keybir, 4.yaklaşık, 5.biraz, oldukça, 6.bazısı, bazıları, kimi, 7.bir bölümü, bazı bölümleri, bazı kısmı

somebody

1.biri, birisi, 2.önemli birisi

someday

bir gün, ilerde, gelecekte

somehow or other

her nasıl olursa olsun

somehow

1.her nasılsa, ne yapıp edip, bir yolla, 2.nasıl olduysa, 3.her nedense, nedense

someone

birisi

someplace

1. bir yere, 2. bir yerde

somersault

1.takla, 2.takla atmak

something like

gibi bir şey, yaklaşık, civarında

something of

gibi bir şey, bir tür

something

1.bir şey, 2.(hiç yoktan iyi) bir şey

sometime

1.bir ara, 2.eski

sometimes

bazen, ara sıra, keyde

someway

1. her nasılsa, 2. nasıl olduysa, 3. her nedense

somewhat of

bir çeşit, bir derece

somewhat

1.biraz, oldukça

somewhere

1.bir yere, 2.bir yerde, 3.bir yer

somite

somit, metamer

somnambulate

uykuda gezmek

somnambulism

uyurgezerlik

somnambulist

uyurgezer kimse

somniferous

1. uyutucu, uyuşturucu, 2. uyku getirici

somnolence

1. uyuklama, 2. uyku hali

somnolent

uyku basmış, uyuklayan

son of a bitch

alçak, orospu çocuğu, itoğlu it

son of a gun

fırlama, şamata herif

son

oğul

son-in-law

damat

sonance

1. seslilik, 2. ses

sonant

1. sesli, 2. selenli (ses)

sonar

sonar

sonata

sonat

song

1.şarkı, türkü, 2.şarkı söyleme, şarkıcılık

songbird

ötücü kuş

songster

1. şarkıcı, 2. ötücü kuş

songstress

kadın şarkıcı

sonic barrier

ses duvarı

sonic boom

ses patlaması

sonic

sesle ilgili

sonics

akustik, ses bilgisi

sonnet

sone

sonny

sonny

1. oğlum, yavrum, 2. evladım

sonometer

sonometre, sesölçer

sonority

1. titreşimlilik, ötümlülük, 2. seslilik

sonorization

titreşimli özelliği kazanma, ötümlüleşme

sonorous

1.ses çıkaran, sesli, tınlayan, öten, 2.dolgun, çın çın öten, 3.tantanalı, etkileyici

sonsy

etine dolgun

soon after

-den hemen sonra

soon

1.kısa bir süre içinde, yakında, birazdan, 2.erken, 3.tercihan

sooner or later

er geç

sooner than

-mektense

soot arrester

kurum tutucu

soot

is, kurum

sooth

1. gerçek, 2. hakikat

soothe

1.yatıştırmak, sakinleştirmek, yumuşatmak, 2.(ağrı) azaltmak, dindirmek

soothing

yatıştırıcı, teskin edici, dindirici

soothsayer

falcı

sooty

1. isli, 2. duman rengi

sop up

emmek

sop

1.(çorba, vb.'ne bandırılmış) ekmek, vb., 2.rüşvet, sus payı, susmalık

sophism

sofizm, bilgicilik, yanıltmaca, safsata

sophistical

safsatalı

sophisticate

hile ve safsata karıştırmak

sophisticated

1.karmaşık, gelişmiş, komplike, 2.kaşarlanmış, pişkin, bilgiç, görmüş geçirmiş, kültürlü

sophistication

1. kültürlülük, 2. kurnazlık, 3. karmaşıklık, 4. sunilik

sophistry

safsata, yanıltmaca

sophomore

lise ya da üniversitede ikinci sınıf öğrencisi

soporific

uyutucu, uyku getirici

sopping

sırılsıklam

soppy

İİ, içli, aşırı duyarlı

soprano

soprano

soprano

sorb

üvez ağacı

sorbefacient

emilmeyi kolaylaştırıcı, emdirici

sorbet

şerbet

sorcerer

büyücü, sihirbaz

sorceress

kadın büyücü

sorcerous

büyülü

sorcery

1.büyü, sihir, 2.büyücülük

sordid

1.kirli, pis, 2.alçak, aşağılık, adi, sefil, 3.çıkarcı, paragöz

sordidness

1. pislik, 2. alçaklık, 3. cimrilik

sore spot

bamteli

sore throat

boğaz ağrısı

sore

1.acıyan, ağrıyan, 2.hassas, duyarlı, 3.kırgın, küskün, gücenmiş, 4.yara

sorely

şiddetle, çok, acıyla

sorghum

süpürgedarısı

sorites

zincirleme tasım, sorites

sorption

sorpsiyon, içe tutunma

sorrel

1. doru at, 2. kızıl kahverengi, 3. kuzukulağı

sorrow

1.üzüntü, keder, hüzün, acı, dert, 2.kederlenmek, üzülmek

sorrowful

kederli, boynu bükük

sorrowless

hüzün

sorry

1.üzgün, 2.acınacak, 3.üzgünüm, maalesef, affedersiniz, 4.Efendim?

sort of

bir yerde, bir bakıma

sort out

1. ayıklamak, ayırmak, 2. düzeltmek, çözmek

sort

1.tür, çeşit, 2.kimse, tip, 3.türlerine göre ayırmak, sınıflandırmak, sınıflamak, tasnif etmek

sortable

sınıflandırılabilir, ayıklanır

sorter

1. tasnif edici, sınıflandırıcı, 2. ayırıcı

sortie

1.hücum, huruç, çıkma hareketi, 2.(bilinmeyen bir yere) gezi

sortilege

fal, büyü

sorting

sorting

tasnif, sınıflandırma

sorus

sorus

sot

ayyaş

sottish

ayyaş, sarhoş

sou'wester

1.muşamba denizci şapkası, 2.lodos

soufflé

sufle

sough

1. rüzgâr uğultusu, 2. uğuldamak

soul brother

zenci

soul

1.ruh, tin, can, 2.öz, esas, 3.temel direk, ruh, 4.canlılık, 5.kişi, kimse, 6.soul, 7.simge, 8.zencilere ait, zencilerle ilgili

soul-destroying

ruh köreltici, can sıkıcı

soulful

duygusal, duygulu

soulless

ruhsuz, cansız, soğuk

sound analyser

ses analiz aygıtı

sound analysis

ses analizi

sound barrier

ses duvarı, ses engeli

sound broadcasting

ses yayını

sound camera

sesli kamera

sound carrier

ses taşıyıcısı

sound channel

ses kanalı

sound cinematography sesli sinema sound deadening

ses geçirmeyen

sound distortion

ses bozulması

sound effects

ses efektleri

sound energy

ses enerjisi

sound fade

ses kısma

sound field

ses alanı

sound film

sesli film

sound head

manyetik kafa

sound image

ses görüntüsü

sound in wind and limb

sound in wind and limb sapasağlam sound insulation

ses izolasyonu

sound intensity

ses şiddeti

sound interval

ses aralığı

sound level

ses düzeyi

sound library

ses arşivi

sound off

atıp tutmak, ileri geri konuşmak

sound out

ağzını aramak

sound picture

sesli film

sound pressure

ses basıncı

sound recording

ses kaydı

sound signal

ses sinyali

sound track

ses izi, ses yolu

sound transmission

ses nakli

sound velocity

ses hızı

sound volume

ses volümü

sound wave

sounder

ses dalgası 1.sağlam, kusursuz, 2.iyi halde, 3.sağlıklı, salim, esen, 4.emin, güvenilir, 5.geçerli, sağlam, 6.(uyku) derin, deliksiz, 7.(uyku) derin, deliksiz, mışıl mışıl, 8.ses, gürültü, 9.ses erimi, 10.etki, izlenim, 11.boğaz, 12.(gibi) gelmek/görünmek, 13.çalmak, öttürmek, 14.çalmak, ötmek, ses çıkarmak, 15.iskandil etmek, derinliğini yoklamak 1. iskandil, 2. alıcı, 3. sonda

sounding pipe

iskandil borusu

sounding rod

sondaj çubuğu

sounding

1.sondaj, iskandil, 2.çınlayan, tınlayan

soundless

sessiz, gürültüsüz

soundly

adamakıllı, doğruca

soundness

1. sıhhat, 2. sağlamlık, 3. doğruluk, 4. mükemmellik

soundproof

1.sesgeçirmez, 2.sesgeçirmez hale getirmek

soundtrack

film müziği

soup kitchen

aşevi, imarethane

sound

soup up

soup up

motorun gücünü artırmak

soup

1.çorba

soupy

çorba gibi, duygusal

sour cherry

vişne

sour grapes

1. ulaşılamayan şeye pis deme, 2. koruk

sour orange

turunç

sour

1.ekşi, 2.(süt) ekşimiş, kesilmiş, 3.ters, hırçın, huysuz, 4.kesilmek, bozulmak, ekşimek

source computer

kaynak bilgisayar

source document

kaynak belge

source language

kaynak dil

source machine

kaynak makine

source program

kaynak program

source region

kaynak bölgesi

source

1.kaynak, memba, 2.kaynak

souring

ekşime

sourness

ekşilik

souse

salamura

soutache

sutaşı

soutane

papaz cüppesi

soutaneur

pezevenk

south pole

güney kutbu

south

1.güney, 2.güneye doğru, güneye

southbound

güneye giden

southeast

1.güneydoğu, 2.güneydoğuya doğru

southeaster

keşişleme

southeasterly

1.güneydoğuya giden, 2.(rüzgâr) güneydoğundan esen

southeastern

güneydoğu

southeastward

güneydoğuya giden

souther

1. güney fırtınası, 2. lodos rüzgârı

southerly

southerly

1.güneye doğru, 2.(rüzgâr) güneyden esen

southern hemisphere

güney yarımküre

southern

güneye ait, güney

southerner

güneyli

southernwood

kara pelin

southing

güneye doğru gitme

southpaw

solak

southward

güneye giden

southwest

1.güneybatı, 2.güneybatıya doğru

southwester

1. muşamba denizci şapkası, 2. lodos

southwesterly

1.güneybatıya giden, 2.(rüzgâr) güneybatıdan esen

southwestern

güneybatı

southwestward

güneybatıya giden

souvenir

andaç, hatıra, estelik

souwester

geniş kenarlı şapka

sovereign

1.hükümdar, 2.(eskiden) bir paundluk altın para, 3.yüce, en yüksek, 4.yöneten, egemen, hakim, 5.bağımsız, 6.çok etkili, birebir

sovereignty

egemenlik, hakimiyet, bağımsızlık

Soviet Russia

Sovyet Rusya

Soviet Union

Sovyetler Birliği

Soviet

Sovyet

sow one's wild oats

kurtlarını dökmek

sow

1.(tohum) ekmek, 2.dişi domuz

sower

ekici, ekim makinesi

sowing density

ekim sıklığı

sowing machine

mibzer, ekim makinesi

sowing

ekim, ekme

soy

soya

soya bean

soya fasulyesi

soybean

bkz. soya bean

sozzled

sozzled

ayyaş

spa

kaplıca

space age

uzay çağı

space bar

aralık tuşu, espas tuşu

space capsule

uzay kapsülü

space character

boşluk karakteri

space charge

uzay yükü

space current

boşluk akımı

space factor

uzay faktörü

space flight

uzay uçuşu

space group

ara grup, uzay kümesi

space heater

soba

space lattice

uzay kafesi

space shuttle

uzay mekiği

space station

uzay istasyonu

space telescope

uzay teleskobu

space vehicle

uzay aracı

space wave

uzay dalgası

space

1.yer, alan, 2.aralık, mesafe, 3.süre, zaman, müddet, 4.uzay, 5.espas, aralık, 6.aralıklı dizmek, aralık bırakmak, aralıklara bölmek

space-time

uzay-zaman

spacecraft

uzay aracı

spacer

bilezik, ara halkası, ara levhası

spaceship

uzay gemisi

spacing

1. aralık, 2. aralıklı dizme

spacious

geniş, ferah, havadar

spade

1.bahçıvan beli, 2.(iskambil) maça, 3.bellemek

spadeful

kürek dolusu

spado

kısırlaştırma

spaghetti

çubuk makarna, spagetti

Spain

Spain

ispanya

spall

1. ufak taş parçası, 2. parçalamak

spalling

kabarıp dökülme, pul pul dökülme, kavlama

spalpeen

çapkın delikanlı

span roof

beşik çatı

span

1.karış, 2.aralık, mesafe, uzaklık, 3.kısa süre, an, 4.çifte koşulmuş at, öküz, vb., 5.kemer ya da köprü ayakları arasındaki açıklık

spandrel

1. kemer üstü dolgusu, kemer üstü bölmesi, 2. köşelik

spangle

1.pul, payet, 2.pul ya da payetlerle süslemek

Spanish

1. ispanyol, 2. ispanyolca, 3. ispanyollar, 4. ispanyolca

spank

kıçına şaplak atmak

spanker

1. hızlı at, 2. randa yelkeni

spanking breeze

sert rüzgâr

spanking

1. hızlı koşan, seri, 2. sert, keskin, 3. iriyarı

spanner wrench

tırnaklı anahtar

spanner

somun anahtarı

spar buoy

gönderli şamandıra

spar deck

kontra güverte, geçici güverte

spar

1.seren, direk, 2.tartışmak, ağız kavgası etmek

sparable

başsız çivi

spare part

yedek parça

Spare the rod and spoil Kızını dövmeyen dizini döver the child spare time

boş zaman

spare tire

stepne, yedek lastik

spare tyre

stepne, yedek lastik

spare wheel

stepne, yedek tekerlek

spare

1.yedek, 2.az, kıt, 3.sıska, arık, zayıf, 4.fazla, artan, boş, serbest, 5.yedek parça, 6.kıymamak, canını bağışlamak, 7.esirgemek, 8.ayırmak

spareness

1. azlık, 2. zayıflık

sparerib

az etli kaburga

sparge

sparge

serpmek

sparing

1.tutumlu, 2.az kullanan

spark arrester

kıvılcım tutucu

spark coil

kıvılcım bobini, endüksiyon bobini

spark off

neden olmak

spark plug barrel

buji gövdesi

spark plug cable

buji kablosu

spark plug cleaner

buji temizleyici

spark plug

buji

spark timing

ateşleme ayarı

spark

1.kıvılcım, 2.nebze, zerre, 3.işaret, eser, iz, 4.kıvılcım saçmak, 5.kışkırtmak

sparking plug

buji

sparkle

1.parlayış, parıltı, pırıltı, 2.canlılık, parlaklık, 3.kıvılcım, 4.kıvılcımlar saçmak, 5.pırıldamak, parlamak

sparkler

1. havai fişek, 2. parlak mücevher

sparklet

küçük kıvılcım

sparkling

1.parlayan, parlak, 2.(şarap) köpüren

sparks

1. telsizci, 2. elektrikçi

sparrow hawk

atmaca

sparrow

serçe

sparrowgrass

kuşkonmaz

sparrowhawk

atmaca

sparse

seyrek

sparseness

seyreklik

spartan

basit, sıradan, lüks olmayan

spasm

spazm, kasılma

spasmodic

1.kasılımlı, 2.süreksiz, düzensiz, aralıklı, kesik kesik, kopuk kopuk

spastic

spastik, kasılımlı

spat

1.ağız kavgası, ağız dalaşı, 2.ağız kavgası etmek, ağız dalaşı yapmak

spate

1.sel, sağanak, 2.büyük sayı/miktar

spathe

spathe

yen

spatial

uzaysal

spatter

1.(çamur, vb.) sıçratmak, 2.sıçrayan çamur, vb., 3.serpinti, sağanak

spatula

1.mablak, spatül, boya bıçağı, 2.dilbasan

spatulate

spatüla gibi

spawn

1.balık yumurtası, 2.(balık, kurbağa, vb.) yumurtlamak, 3.çok sayıda üretmek

spawner

yumurtlayan balık

spawning season

yumurtlama mevsimi

spawning time

yumurtlama zamanı

spawning

1. yumurtlayan, 2. üreyen, 3. yumurtlama

spay

(dişi hayvanı) kısırlaştırmak

speak for

1. adına konuşmak, sözcülük etmek, 2. önceden ayırtmak, 3.

speak of

-den söz etmek

speak one's mind

görüşlerini çekinmeden söylemek

speak out

1. sesini yükselterek konuşmak, 2. serbestçe konuşmak

speak softly and carry a aba altından değnek göstermek big stick speak to the point

konuya bağlı kalmak

speak up

daha yüksek sesle konuşmak

speak volumes for

açığa vurmak

speak

1.konuşmak, 2.konuşabilmek, bilmek, 3.söylemek, 4.konuşma yapmak, 5.düşünceleri iletmek

speakable

konuşulabilir

speaker recognition

konuşanı tanıma

speaker

1.konuşmacı, 2.sözcü, 3.hoparlör, kolon

speaking likeness

aşırı benzeyiş, tıpkısı olma

speaking tube

konuşma borusu

speaking

konuşan

spear

1.kargı, mızrak, 2.zıpkın, 3.mızrakla vurmak, saplamak, zıpkınlamak

spearhead

1.mızrak başı, 2.öncü, önayak olan kişi

spearman

spearman

mızrakçı

spearmint

nane

spec

spekülasyon

special case

özel durum

special character

özel karakter

special delivery

1. ekspres mektup, 2. özel ulak

special edition

özel sayı

special effects

özel efektler

special offer

özel indirim

special partnership

komandit şirket

special power of attorney

hususi vekâletname

special

1.özel, sıradan olmayan, olağandışı, 2.ekstra, ek, özel, 3.özel herhangi bir şey

special-purpose computer

özel amaçlı bilgisayar

special-purpose

özel amaçlı

specialist

uzman

specialistic

uzmanlık gerektiren

speciality store

spesiyal mal satan dükkân

speciality

1.özellik, -e özgü şey, 2.uzmanlık

specialization

uzmanlaşma, ihtisas

specialize

uzmanlaşmak

specialized bank

ihtisas bankası

specially

1.özel olarak, 2.özelikle

speciation

biyolojik bir türün evrimsel gelişimi

specie

madeni para, sikke

species

tür, cins

specific address

özel adres

specific gravity

özgül ağırlık

specific heat

özgül ısı

specific program

özel program

specific refraction

özgül kırılma

specific speed

özgül hız

specific volume

özgül hacim

specific weight

özgül ağırlık

specific

1.özgül, 2.özel, belirli, 3.bir türe özgü, kendine özgü, 4.kesin, açık

specifically

özellikle, özel olarak

specification

1.belirtme, 2.tarifname, 3.şartname

specifications

1. şartlar, 2. ayrıntılar, 3. şartname

specify

açıkça belirtmek

specimen preparation

örnek hazırlama

specimen

1.örnek, örneklik, model, 2.acayip, antika kimse ya da şey

specious

görünüşte doğru, aldatıcı, yanıltıcı, sahte

speciousness

aldatıcılık, güvenilmezlik

speck

1.nokta, benek, 2.zerre

speckle

ufak benek, leke, nokta, çil

speckled

benekli, çilli

speckless

beneksiz

specs

gözlük

spectacle

1.görülecek şey, 2.görünüm, manzara, 3.gösteri, temsil, oyun

spectacled

gözlüklü

spectacles

gözlük

spectacular

1.olağanüstü, görülmeye değer, şaşırtıcı, mükemmel, 2.olağanüstü gösteri, görülmeye değer eğlence

spectator

izleyici, seyirci

spectral analysis

spektral analiz, izgesel çözümleme

spectral colour

tayf rengi, izge rengi

spectral density

spektral yoğunluk, izgesel yoğunluk

spectral selectivity

spektral selektivite, izgesel seçerlik

spectral sensitivity

spektral duyarlık, izgesel duyarlık

spectral

1.hayalet gibi, hayaletlere özgü, hayaletlerle ilgili, 2.tayfla ilgili

spectre

hayalet

spectrogram

spektrogram

spectrograph

spektrograf, izgeçizer

spectrography

spektografi

spectrometer

spektrometre, izgeölçer

spectrometry

spektrometri, izgeölçüm

spectrophotometer

spektrofotometre

spectrophotometric

spektrofotometrik, ışılölçümsel

spectrophotometry

spektrofotometri

spectroscope

spektroskop

spectroscopic

spektroskopik

spectroscopy

spektroskopi

spectrum analysis

tayf analizi, izge çözümlemesi

spectrum analyzer

tayf analizörü, izge çözümleyici

spectrum

tayf

specular iron

kantaşı, hematit

specular

ayna ile ilgili

speculate

1.kuramsal olarak düşünmek, kuramlar yürütmek, tahmin etmek, 2.borsada oynamak, spekülasyon yapmak, vurgunculuk yapmak

speculation

1.kuram, 2.tahmin, 3.spekülasyon, borsa oyunu, vurgunculuk, vurgun

speculative investment spekülatif yatırım speculative market

spekülatif piyasa

speculative

1.kuramsal, tahmin niteliğinde, 2.borsa oyunuyla ilgili, spekülatif

speculator

spekülatör, vurguncu

speculum

1. spekulum, 2. madeni ayna

speech centre

konuşma merkezi

speech chain

söz zinciri

speech community

dil topluluğu, dilsel topluluk

speech defect

konuşma bozukluğu

speech organs

speech organs

ses organları, ses cihazı

speech

1.konuşma yeteneği, söyleme yetisi, 2.konuşma, 3.konuşma tarzı, 4.söylev, demeç, konuşma

speechification

nutuk çekme

speechifier

nutuk çeken kişi

speechify

nutuk çekmek, fazla konuşmak

speechless

1.dili tutulmuş, sessiz, suskun, 2.dilsiz, 3.sözle anlatılamaz

speechlessness

suskunluk, sessizlik

speed governor

hız regülatörü, hız düzenleyicisi

speed indicator

sürat göstergesi, hız göstergesi

speed limit

hız limiti, azami sürat

speed of light

ışık hızı

speed of rotation

dönüş hızı, dönme hızı

speed of sound

ses hızı

speed the parting guest misafiri uğurlamak speed up

1. hızlanmak, 2. hızlandırmak

speed

1.hız, ivinti, sürat, çabukluk, 2.vites, 3.amfetamin, 4.çabuk gitmek, hızla gitmek, 5.hız sınırını aşmak

speed-up

1. hızlanma, 2. üretim artışı

speedboat

sürat motoru

speeder

hızlandırıcı

speediness

çabukluk, hızlılık

speedo

hızölçer

speedometer cable

hız göstergesi kablosu

speedometer

hızölçer, hız göstergesi

speedway

1.motosiklet ya da otomobil yarışı pisti, 2.motosiklet yarışçılığı, 3.sürat yolu, ekspres yol

speedwell

yavşanotu

speedy

hızlı, çabuk, seri

speiss

arsenik içeren ham metal

speleologist

mağaraları inceleyen bilim adamı

speleology

1. mağarabilim, 2. inbilim

spell out

spell out

spellbound

1. harf harf okuma, 2. ayrıntılarıyla açıklamak 1.büyü, sihir, tılsım, büyülü söz, 2.harf harf söylemek/yazmak, harflemek, 3.(bir sözcüğün harflerini) düzgün bir sıraya yerleştirmek, 4.nöbet, iş nöbeti, 5.süre, dönem, devre, 6.nöbet, kriz sihirlenmiş, büyülü

spelling

imla, yazım, yazılış

spelt

kaplıca buğday

spelter

1. çinko, 2. çinko lehimi, 3. tutya

spencer

kısa ceket

spend a penny

işemek

spell

spend money like water su gibi para harcamak spend

1.(para) harcamak, 2.geçirmek, 3.tüketmek, bitirmek, kaybetmek

spending money

cep harçlığı

spending

harcama, sarf etme

spendthrift

müsrif, savurgan

spent fuel

kullanılmış yakıt

spent

1.kullanılmış, 2.tükenmiş, bitkin, perişan

sperm nucleus

sperma çekirdeği

sperm oil

ispermeçet yağı

sperm whale

ispermeçet balinası

sperm

atmık, sperm, meni

spermaceti

ispermeçet

spermaduct

sperma kanalı

spermary

testis, erbezi, haya

spermatic

1. testise ait, 2. spermatik

spermato-

(önek) tohum

spermatophyta

tohumlu bitkiler

spermatozoon

erkek dölleme hücresi

spermo-

(önek) tohum, sperma

spew

kusmak

sphacelate

çürümek, kangrenleşmek

sphacelation

kangren olma, çürüme

sphacelous

kangren olmuş

sphagnum

1. sfagnum, 2. bataklık yosunu

spheno-

(önek) kama şeklinde

sphenography

çivi yazısı

sphenoid

sfenoid, kama biçiminde

sphenoidal sinus

sfenoidal sinüs

sphenoidal

sfenoidal

spheral

küresel

sphere

1.yuvar, küre, 2.alan, 3.çevre, 4.sınıf, tabaka

spherical aberration

küresel aberasyon, küresel sapınç

spherical surface

küresel yüzey

spherical trigonometry küresel trigonometri spherical valve

küresel vana

spherical

küresel

spheroid

sferoit, küremsi, toparsı

spheroidal

küremsi

spherometer

sferometre, küreölçer

spherule

kürecik

sphincter

1. sfinkter, 2. büzgenkas

sphinx

sfenks

sphygmograph

nabızölçer

sphygmometer

kandaki basıncı ölçmeye yarayan alet

sphygmus

nabız

spica

başak

spicate

1. başaklı, 2. sivri uçlu

spice

1.bahar, baharat, 2.tat veren şey, 3.baharat katmak

spicery

baharat

spiciness

1. nüktelilik, 2. edepsizlik

spick-and-span

tertemiz, yepyeni, gıcır gıcır

spicular

iğne gibi, iğne biçiminde

spicule

1. iğne gibi sivri şey, 2. spikül, 3. diken

spicy

1.baharlı, baharatlı, 2.açık saçık, edepsiz, muzır

spider web

örümcek ağı

spider

örümcek

spider's web

örümcek ağı

spidery

1. örümcek gibi, 2. örümcekli

spiel

1. konuşma, söz, ağız kalabalığı, 2. nutuk, 3. konuşmak

spiffing

çok güzel

spifflicate

dayak atmak

spigot

1.fıçı tapası, 2.ağaç musluk

spike knot

uzun budak, boylama budak

spike one's guns

planını bozmak

spike

1.sivri (demir, vb.) uç, sivri uçlu şey, 2.krampon çivisi, 3.başak

spiked

1. çivili, 2. başaklı, 3. içkili

spikenard

Hint sümbülü

spiky

1. çivili, sivri uçlu, 2. inatçı

spile

1. tahta tapa, tahta tıkaç, 2. fıçı musluğu

spilehole

tapa deliği

spill blood

kan dökmek

spill the beans

ağzından kaçırmak, açığa vurmak, ötmek

spill

1.dökmek, 2.dökülmek, 3.üstünden atmak

spillage

döküntü, saçılma

spillikin

mikado oyunu

spillway

1. dolu savak, 2. taşma savağı

spin a yarn

palavra atmak, hikâye anlatmak

spin dryer

santrifüjlü çamaşır kurutma makinesi

spin its cocoon

(böcek) kozasını örmek

spin out

spin out

gereksiz yere uzatmak

spin tunnel

viril tüneli

spinach

1.(iplik) eğirmek, 2.(ağ) örmek, 3.fırıl fırıl döndürmek, 4.(tenis, vb.) kesme vuruş yapmak, kesmek, 5.hızla dönmek, 6.fırıl fırıl dönme, 7.gezinti ıspanak

spinal canal

omurga kanalı

spinal column

belkemiği, omurga

spinal cord

omurilik

spinal curvature

kamburluk

spinal nerve

omurilik siniri, belkemiği siniri

spinal

1.belkemiğiyle ilgili

spindle fibre

iğ lifi

spindle tree

iğağacı

spindle

1.iğ, 2.mil, dingil

spindly

uzun, ince ve zayıf

spindrift

dalga serpintisi

spine

1.omurga, belkemiği, 2.hayb, diken

spined

1. dikenli, 2. omurgalı

spinel

spinel

spineless

1.omurgasız, 2.korkak, yüreksiz

spinescent

dikenli

spinet

piyanoya benzer bir tür çalgı

spinnaker

büyük yelken

spinner

1. eğirici, 2. topaç, 3. örümcek

spinneret

iplik memeciği, memecik

spinney

1. koru, 2. çalılık

spinning machine

iplik makinesi

spinning mill

iplikhane, iplik fabrikası

spinning nozzle

iplik memeciği

spinning wheel

çıkrık

spin

spinning

1.eğirme, bükme

spinoff

yan ürün

spinose

dikenli

spinster

evlenmemiş yaşlı kız, kız kurusu

spinule

dikencik, iğnecik

spiny skinned animals

derisidikenliler

spiny

1. dikenli, 2. şaşırtıcı

spiracle

solunum deliği

spiral chute

helezoni oluk, sarmal oluk

spiral conveyor

helezon taşıyıcı

spiral hose

spiral hortum

spiral spring

helezoni yay, sarmal yay

spiral staircase

spiral merdiven, döner merdiven

spiral tube

spiral boru

spiral

1.helezon, helis, 2.spiral, 3.sarmal, helezoni, 4.döne döne inmek/çıkmak

spirant

1. sızıcı, 2. sızıcı şey, 3. sessiz harf

spirantization

sızıltılaşma

spire

kulenin sivri tepesi

spired

helezoni, sarmal

spirillum

spiril

spirit lamp

ispirto ocağı, kamineto

spirit level

tesviyeruhu, düzeç

spirit

1.can, yürek, 2.cin, peri, 3.ruh, 4.heyecan, canlılık, heves, ruh, 5.tutum, 6.gerçek anlam, öz, 7.(viski, vb.) sert alkollü içki, 8.ispirto, 9.canlandırmak, cesaret vermek

spirited

canlı, ateşli, cesaretli, hevesli

spiritedness

zindelik, canlılık

spiritism

tinselcilik

spiritless

1. cansız, ruhsuz, 2. cesaretsiz, 3. sönük, donuk

spirits

1. alkol, sert içki, 2. ruh hali, keyif

spiritual

1.tinsel, ruhsal, manevi, 2.dinsel, kutsal, kiliseye ait, 3.ruhani, 4.zencilerin söylediği ilahi

spiritualism

tinselcilik, spiritualizm

spiritualist

spiritualist, tinselci

spirituality

tinsellik, ruhsallık, manevilik

spirituous

1. alkollü, 2. ispirtolu

spirochaete

spiroketa

spirogyra

spirogira

spiry

sivri

spit in sb's face

birinin yüzüne tükürmek

spit

1.şiş, kebap şişi, 2.dil, 3.saplamak, 4.tükürmek, 5.tükürük

spite

1.kin, garez, 2.kasten kızdırmak, sinir etmek

spiteful

kinci, hain

spittle

tükürük, salya

spittoon

tükürük hokkası

spiv

beleşçi, dolandırıcı

splash erosion

sıçratma erozyonu

splash lubrication

çarpma usulü ile yağlama

splash out

para saçmak

splash

1.(su, çamur, vb.) sıçramak, 2.sıçratmak, 3.(out ile) para saçmak, 4.sıçrayan çamur, 5.leke, 6.şapırtı, 7.gösteriş, caka, fiyaka

splashboard

çamurluk

splashdown

suya iniş, denize iniş

splasher

tekerlek çamurluğu

splashproof

serpintiden muhafazalı

splashy

ıslak, çamurlu

splat

şapırtı

splatter

su sıçratmak

splay

1. eğim, meyil, şev, 2. şev vermek, meyil vermek

spleen

1.dalak, 2.terslik, huysuzluk

spleenful

huysuz

spleenish

spleenish

huysuz, aksi

splendent

1. ışıklı, parlak, 2. mükemmel, gösterişli

splendid

1.görkemli, muhteşem, çok güzel, çok parlak, 2.mükemmel, çok iyi

splendidness

görkem, gösteriş, parlaklık

splendiferous

göz kamaştıran

splendor

bkz. splendour

splendour

parlaklık, görkem, tantana, ihtişam

splenetic

titiz, huysuz, öfkeli

splenic

dalakla ilgili

splice

1.(örerek, yapıştırarak) tutturmak, eklemek, uçlarını birbirine eklemek, 2.bağlantı yeri, 3.ekleme

splicer

1. yapıştırıcı, yapıştırma aygıtı, 2. birleştirici

spline

1. eğri cetveli, 2. kama, çubuk, 3. yiv, oluk

splint bone

kemiğin iç tarafındaki çıkıntı

splint coal

arduvazlı kömür

splint

süyek, cebire, kırık sarmada kullanılan tahta

splinter

1.kıymık, 2.yarıp uzun parçalara ayırmak

splinterproof

1. kırılmaz, dağılmaz, çatlamaz, 2. kurşun geçirmez

split crankcase

iki parçalı karter

split hairs

kılı kırk yarmak

split nut

yarık somun

split one's sides

gülmekten kırılmak

split personality

bölünmüş şahsiyet

split pin

kopilya, emniyet mandalı

split pulley

iki parçalı kasnak

split ring

yarık halka, yarık bilezik

split rivet

yarık perçin

split second

an, lahza, saniye

split split-level

1.yarmak, 2.yarılmak, 3.sökülmek, yırtılmak, yarılmak, 4.ayırmak, bölmek, 5.ayrılmak, bölünmek, 6.ayrılmak, 7.dağılmak, 8.bölmek, 9.paylaşmak, bölüşmek, 10.yarık, çatlak, 11.bölünme, ayrılık, ihtilaf, bozuşma, 12.hisse, pay odaları değişik seviyelerde olan

split-second watch

kronometre

split-up

pay dağıtma

splitter

yarıcı, delici

splitting

(baş ağrısı, vb.) keskin, şiddetli

splodge

1. leke, benek, 2. lekelemek, bulaştırmak

splotchy

lekeli, benekli

splurge

1. gösteriş, fiyaka, 2. gösteriş yapmak

splutter

1.şapırdamak, 2.şaşkınlık ya da öfkeden karmakarışık şeyler söylemek

spoil bank

cüruf yığını

spoil

1.çalınmış mal, ganimet, 2.berbat etmek, mahvetmek, bozmak, içine etmek, 3.bozulmak, çürümek, 4.şımartmak

spoiled child

şımarık çocuk

spoiler

spoyler

spoilsport

oyunbozan kimse, bozguncu

spoilt

şımarık

spoke

1.tekerlek parmağı, 2.(bisiklette) jant teli

spoken English

konuşulan ingilizce, konuşma ingilizcesi

spoken language

konuşma dili, sözlü dil

spoken

1. konuşulan, 2. sözlü

spokeshave

kürekçi rendesi, parmaklık rendesi

spokesman

sözcü

spoliate

yağmalamak

spoliation

yağma etme, talan

spondyl

omur

sponge bag

sugeçirmez tuvalet çantası

sponge cake

pandispanya

sponge on

-ın sırtından geçinmek, otlakçılık etmek

sponge

1.sünger, 2.otlakçı, beleşçi, asalak, 3.süngerle silmek, 4.otlanmak, sırtından geçinmek, otlakçılık etmek

sponge-down

süngerle kurutma

sponger

otlakçı, beleşçi, asalak

spongy bone

süngersi kemik

spongy parenchyma

süngerdoku, sünger parankiması

spongy

1. süngersi, sünger gibi, 2. yumuşak

sponsion

kefalet, birinden emin olma

sponson

1. sponson, 2. çıkma

sponsor

1.kefil, 2.radyo-TV programının masraflarını karşılayıp reklam yapan firma, 3.kefil olmak, 4.korumak

sponsorial

1. kefil olan, 2. destekleyen

sponsorship

1. kefil, 2. destek, 3. himaye, 4. kefalet

spontaneity

1. kendiliğinden olma, 2. kendiliğinden yapma

spontaneous combustion

spontane tutuşma, kendiliğinden tutuşma

spontaneous generation abiyogenez spontaneous igniton

otomatik ateşleme

spontaneous reaciton

kendiliğinden olan reaksiyon

spontaneous

1.kendi kendine olan, kendiliğinden olan, 2.doğal, içten gelen

spontaneously

kendiliğinden, kendi kendine

spoof

parodi

spook

hayalet, hortlak

spooky

ürkünç, korkunç

spool box

buat, kutu

spool

makara

spoon bit

kaşık matkabı

spoon

1.kaşık, 2.kaşıkla almak, kaşıklamak

spoonbill

kaşıklı balıkçıl, spatül kuşu

spoonful

kaşık dolusu

spoony

sersem, aklı başından gitmiş

sporadic

ara sıra görülen, seyrek, dağınık

sporangium

sporkesesi, sporanj

spore case

spor kılıfı

spore

spore

spor

sporo-

(önek) tohum

sporophyte

sporofit

sporozoa

sporlular

sport

1.spor, 2.kafa dengi, gırgır kimse, 3.sportmen kimse, şaka kaldıran kimse, 4.eğlenmek, oynamak, 5.gösterişli birşey takmak/giymek

sporting

1. sporcu, 2. sportmen

sportive

1.sportif, 2.oyuncu, şakacı

sports car

spor araba

sports jacket

spor ceket

sports wear

spor giysi

sports

spor karşılaşması

sportsman

1.sporcu, 2.sportmen

sportsmanlike

sportmenliğe yaraşan

sportsmanship

sportmenlik

sportswear

spor giysi

sporty

1.sporcuya yakışır, 2.gösterişli, şık, 3.canlı, neşeli

spot business

peşin alışveriş

spot cash

emre hazır para, peşin para

spot check

rasgele yapılan tahkikat

spot lamp

spotlu lamba, efekt lambası

spot landing

nokta inişi

spot market

peşin alışveriş piyasası

spot price

spot fiyat, peşin fiyat

spot remover

leke çıkarıcı

spot sugar

lekeli şeker, benekli şeker

spot transaction

spot işlem, vadesiz işlem

spot welding

nokta kaynağı 1.yer, mahal, 2.benek, nokta, leke, 3.(yüzdeki) ben, 4.namus lekesi, ayıp, 5.güç durum, 6.kısa reklam, 7.projektör ışığı, 8.hüküm giyme, mahkûmiyet, 9.beneklemek, lekelemek, 10.ayırt etmek, seçmek, görmek, tanımak, 11.bulmak 1.lekesiz, tertemiz, pırıl pırıl, 2.kusursuz

spot spotless

spotlessness

lekesizlik, temizlik

spotlight

1.projektör ışığı, 2.halkın ilgisi, gündem

spotted

benekli, lekeli

spottiness

lekelilik, benek

spotty

1.benekli, noktalı, 2.lekeli, 3.eksik

spousal

1. evlilikle ilgili, 2. evlenme, evlilik

spouse

sprag

eş, karı ya da koca 1.fışkırtmak, 2.fışkırmak, 3.püskürmek, 4.heyecanla okumak/konuşmak, 5.içinden su, vb. akan ağız, burun, uç, vb. emzik, meme, 6.musluk, 7.oluk ağzı, 8.fıskiye 1. fren takozu, 2. dayak, payanda

sprain

1.burkmak, 2.burkulma

sprat

bir tür ufak ringa balığı

sprawl

1.yayılarak oturmak/yatmak, 2.(bitki) gelişigüzel yayılmak, 3.yayılarak oturma ya da yatma, 4.gelişigüzel yayılma, gelişme, büyüme

spray condenser

püskürtmeli kondansatör

spray dyeing

püskürtmeli boyama

spray gun

püskürtme tabancası, püskürteç

spray nozzle

püskürtme memesi

spray paint

püskürtme boya

spray painting

püskürtmeli boyama

spray quenching

püskürtmeli suverme

spray tower

püskürtme kulesi

spray

1.püskürtülen ilaç, püskürtülen sıvı, serpinti, 2.püskürtme aracı, sprey, 3.toz halinde serpmek, püskürtmek

sprayer

püskürteç, pülverizatör

spraying machine

püskürtme makinesi

spread foundation

yayık taban

spread like wildfire

ağızda sakız olmak

spout

spread oneself too thin kırk tarakta bezi olmak 1.yaymak, 2.yayılmak, 3.yaymak, sermek, örtmek, 4.açmak, 5.açılmak, kenara çekilmek, 6.sürmek, 7.uzanıp gitmek, 8.bölmek, spread bölüştürmek, dağıtmak, 9.yayılış, dağılma, 10.örtü, 11.genişlik spreader 1. yayıcı, serici, 2. gübre serpme makinesi, 3. dağıtıcı

spree

cümbüş, alem

sprig

ince dal, filiz

sprightliness

neşe, canlılık

sprightly

neşeli, şen, canlı

spring a leak

su sızdırmaya başlamak

spring balance

yaylı terazi, yaylı tartaç

spring bearing

yaylı yatak

spring box

yay kutusu, yay kovanı

spring budding

bahar sürgünü

spring callipers

yaylı pergel

spring clamp

yay kelepçesi

spring contact

yay kontağı

spring equinox

ilkbahar ılımı

spring finger

yay parmağı

spring fork

yay çatalı

spring hook

sustalı kanca

spring into life

birdenbire canlanıp harekete geçmek

spring line

üzengi hattı

spring lock

sustalı kilit, yaylı kilit

spring mattress

yaylı yatak

spring needle

yaylı iğne

spring pin

yaylı pim

spring plate

yay levhası

spring pressure

yay basıncı

spring ring

yaylı halka, yaylı bilezik

spring screw

yay vidası

spring seat

yay yatağı, yay oturağı

spring shackle

makas küpesi

spring shock absorber yay amortisörü

spring tension

yay gergi direnci

spring tide

büyük gelgit

spring up

baş göstermek, çıkıvermek, türemek

spring washer

yaylı rondela

spring water

memba suyu, pınar suyu

spring weight

yay ağırlığı

spring-clean

1.sıçramak, fırlamak, 2.ortaya çıkıvermek, belirivermek, 3.yaylanmak, 4.çıkıp gelmek, 5.sürpriz olarak hazırlamak/yapmak, 6.sıçrama, fırlama, 7.yay, zemberek, 8.makas, 9.esneklik, yaylılık, 10.ilkbahar, 11.pınar, memba, 12.başlangıç, köken, neden 1. bahar temizliği, 2. bahar temizliği yapmak

springboard

sıçrama tahtası, tramplen

springe

tuzak, kapan

springer

1. kemer üzengi taşı, 2. atlayan kimse

springhead

pınar başı

springing

tıkama, doldurma

springlike

bahar gibi

springy

esnek, yaylı, elastik

sprinkle

1.serpmek, 2.ekmek, saçmak, 3.çiselemek, 4.serpinti, 5.çisenti

sprinkler

sprinkler, pülverizatör, püskürgeç

sprinkling system

yağmurlama sistemi

sprint

1.tabana kuvvet koşmak, 2.sürat koşusu

sprinter

sürat koşucusu

sprit

filiz, tomurcuk

sprite

peri, cin

sprocket wheel

dişli çark, dişli makara

sprocket

cer dişlisi, zincir dişlisi

sprout

1.filizlenmek, 2.çıkarmak, 3.filiz, tomurcuk, sürgün, 4.brüksellahanası, küçüklahana

spruce

1.ladin ağacı, alaçam, 2.şık, giyiminde titiz, temiz giyimli, 3.temiz, derli toplu, 4.şıklaştırmak, şık giydirmek

spruceness

zarafet, şıklık

sprung

yaylı

spry

dinç, canlı, çevik, faal

spring

spud

1.kazma, 2.patates

spume

köpük

spumescent

köpük gibi, köpüklü

spumous

köpüklü

spumy

köpüklü

spun glass

cam lifi, cam ipliği

spun

eğilmiş, bükülmüş

spunk

1.cesaret, 2.bel, meni

spunky

1.cesur, 2.seksi

spur gear

düz dişli

spur pinion

fener dişli, düz dişli

spur

1.mahmuz, 2.teşvik eden şey, dürtü, güdü, 3.mahmuzlamak, 4.kışkırtmak

spurge

sütleğen

spurious counts

yanlış sayımlar

spurious pulse

yanlış darbe

spurious

sahte, taklit, düzme

spurn

1.tekme ile kovmak, 2.reddetmek, burun kıvırmak

spurred

mahmuzlu

spurt

1.fışkırmak, 2.fışkırtmak, 3.fışkırma, 4.sızma, 5.atak, çaba, gayret

sputter

1.kekelemek, kekeler gibi konuşmak, 2.guruldamak, 3.kuru gürültü

sputtering

pülverizasyon, püskürtme

sputum

salya, tükürük

spy satellite

casus uydu

spy

1.casus, 2.gözetleme, 3.casusluk etmek, gözetlemek, 4.uzaktan görmek, farketmek

spyglass

küçük dürbün

squabble

1.ağız kavgası, atışma, patırtı, 2.(önemsiz bir şey için) döğüşmek, patırtı çıkarmak

squabbler

kavgacı

squabby

bodur

squad car

polis arabası

squad

1.takım, ekip, küçük grup, 2.manga

squadron

1.filo, 2.süvari bölüğü

squalene

skualen

squalid

kirli, pis, sefil, bakımsız

squalidly

sefalet içinde

squalidness

1. pislik, sefillik, 2. sefalet

squall front

sağanak cephesi

squall

1.yaygara koparmak, feryat etmek, ciyak ciyak bağırmak, 2.yaygara, feryat, 3.bora

squally

sağanaklı, boralı

squama

balık pulu, kabuk

squamous

derisi pullu

squander

boş yere harcamak, saçıp savurmak, israf etmek, çar çur etmek

squanderer

müsrif kimse

squandering

1. müsrif, çarçur eden, 2. israf etme, müsriflik

square accounts with

fit olmak (ödeşmek)

square centimetre

santimetre kare

square deal

dürüst muamele

square engine

kare motor

square foot

ayak kare

square inch

inç kare

square kilometer

kilometre kare

square meal

dört dörtlük yemek, doyurucu yemek

square measure

yüzey ölçü birimi

square meter

metre kare

square millimetre

milimetre kare

square number

kare sayı

square nut

dört köşe somun

square off

boks için hazırlanmak

square one

en baş, başlangıç noktası

square one's shoulders

square one's shoulders omuzlarını dikleştirmek square root

karekök

square stern

düz kıç şekli, ayna kıç

square the circle

olmayacak duaya amin demek

square timber

kadron, dördül direk

square up

hesabı ödemek

squareness

1.dördül, kare, 2.alan, meydan, 3.gönye, 4.kare, 5.örümcek kafalı, çağının gerisinde kalmış, eski kafalı kişi, 6.kesirsiz, tam, eşit, 7.dürüst, doğru, insaflı, 8.açık, kesin, 9.eski kafalı, 10.eşit, başabaş, 11.dört köşe yapmak, 12.karesini almak, 13.doğrultmak, 14.(hesabı) ödemek, temizlemek, görmek, 15.halletmek, düzeltmek, yoluna koymak, 16.ödeşmek, 17.rüşvetle bir işi halletmek, 18.-e uymak, bağdaşmak, 19.dosdoğru, direkt 1. kare oluş, 2. dürüstlük

squarrose

sert pullu

square

squashy

1.ezmek, sıkıştırmak, 2.ezilmek, 3.sıkışmak, 4.susturmak, bastırmak, 5.şap sesi, 6.pelte gibi ezilmiş şey, 7.meyve suyu, meşrubat, 8.kalabalık, izdiham, 9.bir tür kapalı tenis oyunu, 10.balkabağı pelte gibi

squat

1.çömelmek, 2.bağdaş kurup oturmak, 3.gecekondu yaparak yerleşmek, 4.bodur, bücür, bastıbacak, 5.çömelme

squatter

(boş bina, vb.) bir yere izinsiz yerleşen kimse

squaw

kızılderili kadın

squawk

1.(tavuk, ördek, vb.) ciyaklamak, 2.dırdır etmek

squeak

1.(fare, vb.) cik cik ses çıkarmak, 2.gıcırdamak, 3.gıcırdatmak, 4.ötmek, gammazlık etmek, 5.cikcik, 6.gıcırdama

squeaky

1. gıcırtılı, 2. tiz sesli, 3. cızırtılı

squeal

1.ciyaklamak, 2.ötmek, gammazlık etmek, 3.ciyaklama, 4.haykırış, bağırışma

squeamish

1.iğrenen, 2.midesi hemen bulanıveren, 3.alıngan, 4.güç beğenir, çok titiz

squeamishness

1. titizlik, 2. alınganlık, 3. iğrençlik

squeegee

lastik süpürge

squeezable

sıkılabilir

squeeze bottle

sıkılabilen plastik şişe

squeeze box

akordeon

squeeze money out of

para sızdırmak

squeeze

1.sıkmak, ezmek, 2.sıkıştırmak, 3.sığdırmak, tıkıştırmak, 4.zorla koparmak, sızdırmak, 5.sıkma, sıkıştırma, 6.el sıkma, 7.kalabalık, izdiham

squash

squeezer

squeezer

sıkma makinesi

squelch

susturmak, bastırmak

squelcher

yıkıcı darbe

squib

1.fişek, maytap, 2.yergi, hiciv

squid

mürekkepbalığı

squiggly

eğri büğrü

squill

adasoğanı

squinch

payanda kemeri, köşe kemeri

squint

1.gözlerini kısmak, 2.yan bakmak, 3.şaşı bakmak, 4.şaşılık, 5.bakış, yan bakış

squint-eyed

şaşı gözlü, şaşı, tepegöz

squire

köyağası, bey, toprak sahibi

squirm

kıvranmak

squirmy

kıvranan

squirrel

sincap

squirt

1.fışkırmak, 2.fışkırtmak

squish

ezmek

stab from the back

arkadan vurmak

stab in the back

sırtından bıçaklamak, arkadan vurmak

stab

1.bıçaklama, 2.bıçak yarası, 3.deneme, 4.bıçaklamak, 5.(bıçak, ağrı, vb.) saplamak

stabbing

(ağrı, vb.) ani ve keskin, bıçak gibi

stability factor

kararlılık katsayısı

stability

1.sağlamlık, 2.denge, 3.değişmezlik, durağanlık, kararlılık, istikrar, 4.kalımlılık, süreklilik

stabilization fund

döviz istikrar fonu

stabilization

1. stabilizasyon, 2. sabit kılma, saptama, tespit etme

stabilize

1.değişmezleştirmek, dengede tutmak, 2.sağlamlaştırmak

stabilized warfare

siper harbi

stabilized

stabilize

stabilizer

1. stabilizatör, 2. dengeleyici

stable equilibrium

kararlı denge, değişmeyen denge

stable manure

stable manure

ahır gübresi

stable money

istikrarlı para

stable state

kararlı hal

stable

1.ahır, 2.ahırdaki atlar, 3.ahıra koymak, 4.değişmez, durağan, sabit, kararlı, 5.sağlam, 6.sürekli, devamlı, kalıcı

stableboy

seyis yamağı

stack the cards

oyun kâğıtlarını hile ile düzenlemek

stack

1.yığın, istif, 2.bolluk, 3.baca, 4.yığmak

stacker

yığıcı, istifçi

stadia

stadya

stadium

stadyum

staff manager

personel müdürü

staff member

eleman

staff officer

kurmay subay

staff reductions

personel indirimi

staff regulations

personel yönetmeliği

staff sergeant

üstçavuş

staff

1.değnek, çomak, asa, 2.çalışanlar, memur kadrosu, personel, 3.kurmay, 4.eleman sağlamak, personel sağlamak

stag beetle

geyikböceği

stag party

erkekler toplantısı

stag

erkek geyik

stage a sit-in

oturma grevi yapmak

stage door

tiyatronun arka kapısı

stage manager

sahne amiri

stage of appeal

stagecoach

hiyerarşi 1.sahne, 2.tiyatro sahnesi, 3.tiyatro, sahne yaşamı, tiyatroculuk, 4.aşama, evre, safha, 5.menzil, konak, 6.sahneye koymak, sahnelemek, 7.sahneye konmaya elverişli olmak posta arabası

stagecraft

sahne tekniği, tiyatro tekniği

stager

eski kurt, gedikli

stagestruck

sahne aşığı, tiyatro hastası

stage

stagflation

stagflasyon

stagger

1.sendelemek, sendeleyerek yürümek, 2.şaşırtmak, afallatmak, sersemletmek, 3.ayrı ayrı zamanlara göre düzenlemek

staggered

derecelendirilmiş

staggering

sarsan, sallayan

staging

1. iskele, 2. sahneye koyma

stagnancy

durgunluk

stagnant water

durgun su

stagnant

1.(su) akmaz, durgun, 2.(iş, vb.) durgun, kesat

stagnate

durgunlaşmak

stagnation

durgunluk

staid

ciddi, sıkıcı

stailized road

stabilize yol

stain remover

leke çıkarıcı

stain

1.lekelemek, 2.lekelenmek, 3.boyamak, 4.leke, 5.boya, vernik

stained glass

renkli cam, mozaik cam

stainless steel

paslanmaz çelik

stainless

1.lekesiz, kusursuz, tertemiz, 2.paslanmaz

stair carpet

merdiven yolluğu

stair

1.merdiven basamağı, 2.ç. merdiven

staircase

merdiven

stairs carpet

merdiven halısı

stairs

merdiven

stairway

bkz. staircase

stake out

hudutlarını göstermek, kazıklarla çevirmek 1.kazık, 2.(eskiden) insanların öldürülmek, yakılmak, vb. amacıyla bağlandığı kazık, 3.kazığa bağlayarak öldürme, 4.çıkar, 5.ortaya konan para, 6.ç. ödül, 7.kazığa bağlamak, kazıkla desteklemek, 8.(para vb.) koymak, yatırmak, 9.tehlikeye atmak

stake stakes

ödül

stalactite

sarkıt

stalagmite

dikit

stale check

geçersiz çek

stale

1.bayat, 2.adi, 3.yıpranmış

stalemate

(satranç) pat

staleness

1. bayatlık, 2. yorgunluk

stalk fibre

sak lifi

stalk

1.sezdirmeden izleyip avlamak, yakalamak, 2.azametle yürümek, 3.sap

stalked

saplı

stalking-horse

siper arkasında gizlenme, maske

stalkless

sapsız, kulpsuz

stalky

saplı

stall for time

vakit kazanmaya çalışmak

stall off

oyalamak, atlatmak

stallion

1.ahır, 2.önü açık küçük dükkân, tezgâh, 3.(sinema, tiyatro, vb.'de) koltuk, 4.bahane, kaçamak yanıt, 5.durmak, duruvermek, stop etmek, 6.stop ettirmek, 7.ahıra kapatmak, 8.çamur vb.'ne saplanmak, 9.oyalanmak, geciktirmek aygır, damızlık at

stalwart

1.sağlam yapılı, gürbüz, iri yapılı, 2.korkusuz, cesur, 3.sağlam, günevinilir, sadık, 4.ateşli yandaş

stamen

erkeklik organı, erkek organ

stamina

dayanma gücü, dayanıklılık, güç, direnç

staminate

ercikli, erciğe ait

stammer

1.kekelemek, 2.kekeleme, 3.kekemelik

stammerer

kekeme

stammering

kekeleyen, kekeme

stamp collecting

pay toplama

stamp collector

pul koleksiyoncusu, filatelist

stamp duty

damga vergisi, damga resmi

stamp mill

maden değirmeni, ezme değirmeni

stamp out

1. yok etmek, kökünü kazımak, 2. bastırmak, ezmek

stamp pad

ıstampa

stamp tax

pul vergisi

stall

stamp

1.damgalamak, 2.pul yapıştırmak, 3.(para) basmak, 4.ayağını hızla yere vurmak, tepinmek, 5.kafasına yerleştirmek, belleğine kazımak,

stamp stampede

6.pul, posta pulu, 7.damga, 8.ıstampa, 9.iz, marka, işaret, alamet, 10.tür, nitelik, karakter, 11.zımba (korkudan) darmadağınık kaçış, bozgun, panik

stamping

maden dövme parçası, presde basma

stance

duruş

stanch

bkz. staunch

stanchion

1. payanda, destek, direk, 2. puntal

stand a chance

şansı olmak

stand age

meşcere yaşı

stand aside

bir yana çekilmek

stand back

geriye çekilmek

stand behind

arkasında durmak

stand by with folded arms

eli kolu bağlı kalmak

stand by

1. seyirci kalmak, 2. hazır beklemek, 3. destek olmak

stand corrected

yanıldığını kabul etmek

stand down

tanık yerini terk etmek

stand for election

seçimler için adaylığını koymak

stand for

1. anlamına gelmek, 2. desteklemek, 3. katlanmak, çekmek

stand guard

nöbet tutmak

stand on one's own feet kendi yağı ile kavrulmak stand on

ısrar etmek

stand out

1. göze çarpmak, 2. kendini göstermek, 3. ileriye fırlamak

stand over

tehir edilmek, ertelenmek

stand sth on its head

altüst etmek

stand still

kımıldamadan durmak, hareketsiz durmak

stand surety

kefil olmak

stand to reason

akla yatmak

stand trial

mahkemede yargılanmak

stand up for

desteklemek, kayırmak

stand up to

stand up to

karşı durmak

stand up

1. ayağa kalkmak, 2. göğüs germek, dayanmak

stand-in

1.ayakta durmak, dikelmek, 2.(ayağa) kalkmak, 3.dikeltmek, 4.durmak, kalmak, 5.durma, duruş, mola, 6.yer, mevki, 7.durak, 8.direnme, direniş, mukavemet, 9.satış sergisi, 10.tezgâh, 11.işyeri, mağaza, dükkân, 12.ayak, destek, sehpa, 13.tribün, 14.mahkemede tanık yeri 1. dublör, 2. vekil

standalone

bağımsız

standard bearer

bayraktar, sancaktar

standard cable

standart kablo

standard cell

standart pil

standard compass

miyar pusulası

standard conditions

standart şartlar

standard costs

standart maliyetler

standard deviation

standart sapma

standard electrode

standart elektrot

standard equipment

standart teçhizat

standard error

standart hata

standard film

standart film

standard form

standart biçim

standard format

standart format

standard frequency

standart frekans, ayar frekansı

standard gauge

normal ray açıklığı, normal hat

standard length

standart uzunluk

stand

standard of knowledge bilgi derecesi standard of living

yaşam standardı

standard of value

değer standardı

standard part

standart parça, değişmeyen parça

standard pressure

standart basınç

standard rate

standart oran

standard set

standart takım

standard size

standart boy, normal boy, normal ebat

standard solution

standart çözelti

standard star

standart yıldız, ayar yıldızı

standard state

standart hal

standard temperature

normal sıcaklık, ölçünlü sıcaklık

standard time

normal saat ayarı

standard units

standart birimler

standard voltage

normal gerilim

standard

1.standart, 2.bayrak, sancak, 3.standart, 4.kabul edilen, standart

standard-bearer

bayraktar, sancaktar

standardization

1. standardizasyon, standartlaştırma, 2. ayarlama

standardize

standardize etmek

standby

yedek

standee

ayakta kalan kişi

standing committee

daimi encümen, daimi komite

standing on one's head çok kolay bir şekilde standing order

sürekli ödeme emri

standing room

ayakta duracak yer

standing water

durgun su

standing

1.ayakta duran, 2.akmaz, durgun, 3.sürekli, daimi, devamlı, 4.süreklilik, devam, 5.geçerlilik, yürürlük, 6.saygınlık, şöhret, mevki

standoffish

soğuk, ciddi, itici

standpipe

dikey ve sabit boru

standpoint

görüş noktası, görüş, bakım

standstill

durma, durgu, duraklama, sekte

stannary

1. kalay madeni, 2. kalay ocağı

stannic acid

kalay asidi

stannic

stannik

stannite

stannit

stanza

şiir kıtası, kesim

stapes

üzengikemiği

staphylococcus

stafilokok basili

staple

1.zımba teli, 2.tel, lif, 3.bir yerin başlıca ürünü, başlıca ürün, 4.en önemli kısım, başlıca konu, esas, 5.hammadde, 6.zımbalamak

stapler

tel zımba

star atlas

gök atlası

star bit

yıldız uç

star cluster

yıldız kümesi

star dust

yıldız tozu, kozmik toz

star dyeing

yıldız boyama

star map

gök haritası

star pinion

ıstavroz dişlisi

star point

nötr nokta

star

1.yıldız, 2.star, yıldız, 3.talih

star-shaped

yıldız biçimli

starboard

sancak

starch gum

dekstrin

starch paste

nişasta kolası

starch sugar

nişasta şekeri, glükoz

starch

1.nişasta, 2.kola, 3.kolalamak

starched

kolalı

starchy foods

karbonhidratlı yiyecekler

starchy

1.nişastalı, 2.kolalı, 3.sert, katı, resmi

stardom

şöhret, yıldızlık

stare

1.(at ile) dik dik bakmak, gözünü dikip bakmak, 2.gözünü dikip bakma, sabit bakış

starfish

denizyıldızı

stargazer

1.gökbilimci, astronom, 2.yıldızbilimci, astrolog

stargazing

hayallere dalıp gitme, hayalcilik

staring

hareketsiz, sabit

stark naked

anadan doğma

stark

1.süssüz, sade, yalın, çıplak

starless

starless

yıldızsız

starlet

henüz meşhur olmamış genç aktris

starlight

yıldız ışığı

starling

sığırcık

starred

1. yıldızlı, 2. yıldız işaretli

starry

yıldızlı

start a meeting

toplantıyı açmak

start back

geri dönmek için yola çıkmak

start from scratch

sıfırdan başlamak

start in

paçaları sıvamak

start off

yola çıkmak, hareket etmek

start out

-mek niyetinde olmak, yola çıkmak

start rolling

harekete geçmek

start up

çalıştırmak

start with a clean slate

sil baştan yapmak

starter button

1.başlamak, 2.başlatmak, 3.çalışmak, 4.çalıştırmak, 5.irkilmek, sıçramak, yerinden hoplamak, 6.(back ile) geri dönmek için yola çıkmak, 7.(out ile) yola çıkmak, ayrılmak, 8.başlangıç, başlama, 9.kalkış, hareket, 10.çıkış, start, 11.sıçrama, irkilme, 12.avans, avantaj ateşleme düğmesi, marş düğmesi

starter cable

ateşleme kablosu

starter push-button

marş düğmesi

starter

1.marş, 2.yoğurt mayası, 3.yarışa katılan kişi/at, 4.starter, çıkışçı, 5.meze türünden ilk yemek

starters

bir öğünün ilk yemekleri

starting button

ateşleme düğmesi

starting crank

ilk hareket kolu

starting friction

başlangıç sürtünmesi

starting motor

marş motoru, ilk hareket motoru

starting point

başlangıç noktası

starting position

başlama durumu, marş durumu

starting

marş, ilk hareket

startle

korkutmak, şaşırtmak, ürkütmek, ürkmek

start

startling

şaşırtıcı, ürkütücü, hayret verici, heyecanlı

startup

çalıştırma, açış

starvation

şiddetli açlık, açlıktan ölme

starve

1.açlıktan ölmek, 2.açlıktan öldürmek, 3.kurt gibi acıkmak, açlıktan ölmek

starveling

açlıktan ölmek üzere olan insan/hayvan

state bank

devlet bankası

state bond

devlet tahvili

state capitalism

devlet kapitalizmi

State Conservatory

Devlet Konservatuarı

State Economic Enterprises

Kamu iktisadi Teşebbüsleri

State Employees Pension Fund

Emekli Sandığı

state hospital

devlet hastanesi

state monopoly

devlet tekeli

state of aggregation

yığışım hali

state of distress

tehlikeli durum, çekinceli durum

state of emergency

1. olağanüstü hal, 2. sıkıyönetim

state of equilibrium

denge hali, denge durumu

state of mind

ruh hali

state of war

savaş hali

State Security Court

stated

Devlet Güvenlik Mahkemesi 1.durum, hal, vaziyet, yağday, 2.mevki, 3.görkem, debdebe, tantana, ihtişam, 4.devlet, 5.eyalet, 6.heyecan, stres, 7.ifade etmek, açıklamak, belirtmek, ayıtmak 1. belirli, muayyen, 2. düzenli, muntazam

stateless

yurtsuz, vatansız

stateliness

1. heybetlilik, görkem, ihtişam, 2. heybet

stately

1.görkemli, debdebeli, tantanalı, 2.soylulara ait

statement of account

hesap özeti

statement of affairs

iflas bilançosu

state

statement

1.söz, ifade, 2.demeç, 3.hesap

stateroom

özel lüks kamara, yataklı kabin

states of matter

maddenin halleri

States

Amerika

statesman

devlet adamı

statesmanship

siyaset

static balance

statik denge

static charge

statik yük

static current

statik akım, sürekli akım

static economics

statik ekonomi

static electricity

statik elektrik

static energy

statik enerji

static error

statik hata, duruk hata

static friction

statik sürtünme

static lift

statik kaldırma kuvveti

static line

paraşüt açma ipi

static linguistics

statik dilbilim

static load

statik yük, ölü yük

static pressure

statik basınç, duruk basınç

static storage

statik bellek, duruk bellek

static

1.değişmeyen, devinimsiz, duruk, dural, statik, 2.radyo paraziti

statical

statik, dengeli, denk, durgun, değişmez

statically

statik olarak

staticize

statikleştirmek, duruklaştırmak

statics

dinginlikbilim, statik

station house

polis karakolu, istasyon binası

station wagon

steyşın araba, kaptıkaçtı

station

1.istasyon, 2.durak, 3.yer, mevki, 4.karakol, merkez, 5.toplumsal konum, makam, rütbe, 6.yerleştirmek, dikmek

stationary engine

sabit motor

stationary point

durgun nokta

stationary state

sük-net durumu

stationary wave

stasyoner dalga, durağan dalga

stationary

yerinde duran, durağan, sabit

stationer

kırtasiyeci

stationery

kırtasiye

stationmaster

istasyon şefi

statism

devletçilik

statist

1. devletçi, 2. istatistik uzmanı

statistical

istatistiksel, istatistiki

statistician

istatikçi

statistics

istatistik

stator

1. stator, duraç, 2. duruk

statoscope

1. statoskop, 2. hassas barometre

statuary

1.yontuculuk, heykeltıraşlık, 2.yontular, heykeller

statue

yontu, heykel

statuesque

heykel gibi

statuette

heykelcik, küçük yontu

stature

1.boy, boy pos, endam, 2.önem, kişilik

status inquiry

istihbarat

status of ownership

sahiplik hali

status quo

mevcut durum, statüko

status

1.durum, hal, 2.toplumsal ya da mesleki durum, konum, mevki, statü, 3.yasal durum

statute barred

zamanaşımına uğramış, geçersiz

statute law

yazılı hukuk

statute of bankruptcy

iflas kanunu

statute

yasa, kural, tüzük

statutory declaration

resmi beyanname

statutory reserves

statü yedekleri

statutory

statutory

kurallarla belirlenmiş, yasalarla saptanmış, yasal

staunch

1.(kan, vb.) akışını durdurmak, 2.güvenilir, sadık, 3.sağlam

staunchness

güvenilirlik, sağlamlık

stave in

1. fıçıda delik açmak, 2. delinmek

stave off

1. defetmek, bertaraf etmek, savmak, 2. geciktirmek

stave

1.fıçı tahtası, 2.değnek, 3.şiir kıtası, kesim

stay bar

gergi çubuğu

stay bolt

tespit cıvatası, setuskur

stay in

dışarı çıkmamak, evde kalmak

stay on

kalmaya devam etmek

stay with him

stay-at-home

yanında kalmak 1.kalmak, 2.... olarak kalmak, 3.durmak, 4.durdurmak, ertelemek, geciktirmek, 5.sürdürüp tamamlamak, dayanmak, 6.bastırmak, geçiştirmek, 7.kalış, kalma, 8.erteleme dört duvar arasında oturan kişi

stay-in strike

oturma grevi

staysail

velena yelkeni, flok yelkeni, velestralya

stead

yer

steadfast

sadık, dönmez

steadfastness

sabır, sebat

steadily

1.durmadan, boyuna, gittikçe, 2.ısrarla, sebatla, muntazaman

steadiness

1. metanet, sabır, 2. sarsılmazlık, 3. sebatlık

steady as a rock

kaya gibi sağlam

steady customer

devamlı müşteri, sürekli müşteri

steady flow

steak

kararlı akış, daimi akış 1.sallanmaz, oynamaz, sağlam, sabit, 2.şaşmaz, dönmez, 3.düzgün, düzenli, muntazam, değişmez, sürekli, daimi, devamlı, 4.sebatkâr, sarsılmaz, metin, 5.akıllı uslu, aklı başında, mazbut, ciddi, 6.sallanmaz hale getirmek, sabit kılmak, 7.yatıştırmak, teskin etmek, 8.durmadan, muntazaman, 9.dost, sevgili, aşık biftek

steal a glance

göz ucuyla bakmak

steal a kiss

çaktırmadan öpmek

stay

steady

steal away

steal away

sıvışmak

steal

1.çalmak, aşırmak, 2.hırsızlık yapmak, 3.gizlice hareket etmek, süzülmek, 4.kelepir

stealth

1.gizli iş ya da eylem, 2.gizlilik

stealthily

gizlice, usulcacık

stealthiness

gizlilik

stealthy

gizlice yapılan, sinsi

steam boat

vapur, istimbot

steam boiler

buhar kazanı

steam chest

istim kutusu

steam distillation

buhar damıtması

steam engine

1. buhar makinesi, 2. lokomotif

steam gauge

basıölçer, manometre

steam generator

buhar jeneratörü

steam hammer

buhar çekici, istim çekici

steam heater

buharlı ısıtıcı

steam heating

buharlı kalorifer

steam jacket

istim ceketi

steam locomotive

buhar lokomotifi

steam pipe

buhar borusu, istim borusu

steam port

buhar deliği

steam power

buhar gücü

steam pressure gauge

basıölçer, manometre

steam pressure

buhar basıncı

steam pump

buhar pompası

steam roller

buharlı silindir

steam superheater

buhar kızdırıcı

steam trap

buhar kapanı, buhar ayırıcı

steam turbine

buhar türbini

steam up

1. sinirlendirmek, kışkırtmak, 2. buğulan(dın)mak

steam valve

steam valve steam

buhar supabı 1.buhar, 2.buğu, 3.güç, kuvvet, enerji, 4.öfke, hiddet, 5.istimle hareket etmek, gitmek, 6.buhar salıvermek, dumanı çıkmak, buğusu çıkmak, 7.buğuda/buharda pişirmek

steam-tight

buhar kaçırmaz

steamer

vapur

steaminess

buharlı olma

steaming engine

buhar makinesi

steamroller

1.buharlı yol silindiri, 2.baskı yapmak, zorlamak

steamship

buharlı gemi

steamy

buharlı, buğulu

stearate

stearat

stearic acid

stearik asit

stearic

stearik

stearin

1. stearin, 2. donyağı

steatite

sabuntaşı

steed

1. savaş atı, 2. at

steel ball

çelik bilya

steel bar

çelik çubuk

steel belt conveyor

çelik bantlı konveyör, çelik kayışlı taşıyıcı

steel belt

çelik bant, çelik kayış

steel cable

çelik kablo

steel coated

çelik kılıflı

steel engraving

çelik oymacılığı

steel pipe

çelik boru

steel plate

çelik levha

steel prop

çelik direk

steel ring

çelik çember, çelik bilezik

steel rope

çelik halat

steel shape

çelik profili

steel sheet

çelik sac

steel shell

çelik zarf

steel strip

çelik şerit

steel structure

demir yapı

steel tape

çelik şerit

steel tube

çelik boru

steel wire

çelik tel

steel wool

çelik yün

steel

1.çelik, 2.sertleştirmek, katılaştırmak

steeliness

sertlik, çelik gibi olma

steelworks

çelik fabrikası

steely

çelik gibi, sert, katı, sağlam

steelyard

steepen

topuzlu kantar 1.dik, sarp, yalçın, 2.(fiyat, miktar, vb.) çok fazla, haddinden fazla, aşırı, fahiş, 3.suda bırakmak, ıslatmak, 4.(çay) demlemek, 5.demlenmek dikleşmek, dikleştirmek

steeple

kilise kulesi, çan kulesi

steeplechase

engelli koşu/at yarışı

steepled

kuleli

steeplejack

kule tamircisi, baca tamircisi

steepness

diklik, sarplık

steer clear of

kaçınmak

steer

1.hadım öküz, 2.dümen kullanmak, dümenle yönetmek, seyretmek, 3.yönetmek, 4.bilgi, haber

steerable

yönetilebilir

steerage

1. dümen kullanma, 2. ara güverte

steerageway

dümen dinleme hızı

steering axle

direksiyon dingili

steering box

direksiyon kutusu

steering column

direksiyon mili

steering committee

yönetim komitesi

steep

steering engine

dümen makinesi

steering gear

direksiyon dişlisi, dümen donanımı

steering mechanism

direksiyon mekanizması

steering nut

direksiyon somunu

steering post

direksiyon kolonu

steering rod

direksiyon rodu

steering shaft

direksiyon şaftı

steering tie rod

akupleman çubuğu

steering tube

direksiyon borusu

steering wheel

1. direksiyon simidi, 2. dümen dolabı

steering

1. dümen tutma, 2. direksiyon

steersman

dümenci

stein

büyük bardak, bira bardağı

stellar vault

yıldız tonoz

stellar

yıldızlarla ilgili

stellate leaves

halka dizilişli yapraklar

stellate

1. yıldız biçiminde, 2. yıldız şeklindeki

stellite

stellit

stellular

yıldızlarla süslenmiş

stem from

-den gelmek

stem post

baş bodoslaması

stem

1.ağaç gövdesi, 2.sap, 3.gövde, 4.pruva, 5.sap benzeri şey, 6.pipo sapı, 7.soy, köken, soy sop, aile kökleri, 8.(akışını) durdurmak

stemless

sapsız

stemma

soyağacı, şecere, soy

stench

kötü koku, leş kokusu, pis koku

stencil

1.kalıp, delikli marka kalıbı, işaret, harfler, marka, 2.mumlu kâğıt

steno-

(önek) dar, ufak

stenograph

1. steno harfi, 2. stenografi

stenographer

stenograf

stenographic

stenographic

stenografik

stenography

stenografi, steno

stenter frame

germe makinesi

stenter

1. germe kurutma makinesi, ram, 2. germek

stentorian

(ses) yüksek, güçlü, boğuk

step back

geri çekilmek

step by step

adım adım, yavaş yavaş

step down

azaltmak, düşürmek, inmek, çekilmek

step in

müdahale etmek, araya girmek

step into sb's shoes

birinin yerini doldurmak

step on sb's toes

birinin damarına basmak

step on the gas

gaza basmak

Step on the gas!

Gazla!, Çabuk ol!

step on

çiğnemek, üzerine adım atmak, ayak bastırmak

step out of line

çizginin dışına çıkmak

step out

dışarı çıkmak, eğlenceye gitmek

step up

1. artırmak, yükseltmek, 2. artmak, yükselmek, 3. çıkmak 1.adım, 2.basamak, 3.ayak sesi, 4.ayak izi, 5.girişim, önlem, tedbir, 6.kademe, derece, 7.ç, seyyar merdiven, 8.adım atmak, girmek, 9.basmak

step step-

(önek) üvey

step-down transformer volt düşüren transformatör step-down

azaltan, düşüren

stepbrother

üvey erkek kardeş

stepchild

üvey çocuk

stepdaughter

üvey kız

stepfather

üvey baba

stepladder

seyyar merdiven

stepmother

üvey anne

stepparent

üvey anne ya da baba

steppe

bozkır, step

stepping stone

atlama tahtası

steps

1. seyyar merdiven, 2. seyyar merdiven

stepsister

üvey kız kardeş

stepson

üvey oğul

steradian

steradyan

stere

ster

stereo recording

stereo kayıt

stereo

1.stereo pikap/teyp/cihaz, müzik seti, 2.stereo

stereobate

temel

stereochemistry

stereokimya

stereographic

stereografik

stereography

stereografi, üçboyutlu çizge

stereoisomer

stereoizomer

stereoisomerism

stereoizomerizm

stereometry

uzay geometri

stereomicrophone

stereo mikrofon

stereophonic microphone

stereofonik mikrofon

stereophonic

stereo

stereophony

stereofoni

stereoplate

streotip

stereoscope

setereoskop

stereoscopic image

üçboyutlu görüntü

stereoscopic

stereoskopik, üçboyutlu

stereoscopy

stereoskopi

stereospecific

stereoözgül

stereotype

klişeleşmiş örnek, beylik olay, beylik örnek, basmakalıp örnek

stereotyped

1. stereotip, 2. basmakalıp, beylik

stereotypy

stereotipi

sterile

1.kısır, dölsüz, 2.verimsiz, 3.mikropsuz, steril, 4.sıkıcı

sterilization

sterilizasyon

sterilize

1.kısırlaştırmak, 2.mikropsuzlaştırmak, sterilize etmek

sterilized

sterilize

sterilizer

1. sterilize aleti, 2. sterilizatör

sterlet

çığa balığı

sterling

sterlin

stern chaser

kıç topu

stern heavy

kuyruğu ağır

stern light

kuyruğu hafif

stern post

kıç bodoslaması

stern

1.sert, haşin, katı, 2.acımasız, amansız, sert, 3.şiddetli, kuvvetli, 4.kıç

sternal

göğüs kemiği ile ilgili

sternness

sertlik

sterno

(önek) göğüs

sternpost

kıç bodoslaması

sternson

bodoslama astarı

sternum

göğüs kemiği

sternutation

aksırma, hapşırma

sternway

(gemi) geriye gitme

steroid

steroit

sterol

sterol

stertorous

horultulu

stet

düzelti yapılmayacağını belirten sözcük

stethoscope

stetoskop

stetson

geniş kenarlı fötr şapka

stevedore

rıhtım işçisi

stew in one's own juice yaptığının cezasını çekmek stew pan stew

güveç

stew

1.türlü, güveç, yahni, 2.üzüntü, heyecan, telaş, 3.hafif ateşte kaynatmak

steward

1.kahya, 2.erkek hostes, 3.kamarot, gemi garsonu, 4.kahyalık yapmak, vekilharçlık yapmak

stewardess

1.hostes, 2.kadın kamarot

stewardship

1. kâhyalık, 2. idare, 3. vakilharçlık

stewed

pişirilmiş

stibine

stibin

stibium

antimon

stibnite

stibnit

stich

mısra

stick around

beklemek, kalmak

stick at

1. sıkı çalışmaya devam etmek, 2. yapmayı reddetmek

stick by

desteklemeye devam etmek

stick in one's craw

içi elvermemek

stick in one's gizzard

kursağında kalmak

stick it out

dayanmak

stick like a burr

kene gibi yapışmak

stick one's neck out

kendini ateşe atmak

stick one's nose into

burnunu sokmak

stick out

1. dışarı çıkarmak, uzatmak, 2. ucu çıkmak

stick to one's guns

ayak diremek

stick to one's last

çizmeden yukarı çıkmamak

stick to

bağlı kalmak, değiştirmeyi reddetmek, yapışmak

stick together

birbirine yapış(tır)mak, birbirinden ayrılmamak

stick up for

savunmak, tarafını tutmak

stick up

1. dikmek, 2. dik durmak

stick

1.sopa, değnek, 2.baston, 3.saplamak, 4.saplanmak, 5.koymak, 6.sokmak, 7.takmak, 8.yapışmak, 9.yapıştırmak

stick-in-the-mud

1. uyuşuk, ağır, 2. tutucu, 3. pısırık, eski kafalı

stick-to-itive

azimli, inatçı

stick-up

silahlı soygun

sticker

sticker

1.yapışkan adam, 2.etiket

stickiness

yapışkanlık

sticking plaster

plaster, yapışkan yakı

stickle

inatçılık etmek, titiz davranmak

stickleback

dikenli balık

stickler

disiplini seven, kılı kırk yaran kişi

sticky

1.yapış yapış, yapışkan, 2.güç, zor, 3.cimri

stiff-necked

1.katı, sert, pek, 2.eğilmez, bükülmez, 3.tutulmuş, kasılmış, 4.pekişmiş, 5.sıkı, 6.koyu, 7.güç, zor, 8.kuvvetli, şiddetli, 9.soğuk, resmi, 10.çok yüksek, fahiş, 11.ceset, leş boynu tutulmuş, inatçı, dik başlı

stiffen

1.sertleşmek, katılaşmak, 2.sertleştirmek, katılaştırmak, 3.kasmak, 4.kasılmak, 5.ciddileşmek, soğuklaşmak

stiffener

rijidite çubuğu, berkitme çubuğu

stiffness

bükülmezlik, sertlik, rijitlik

stifle

1.boğmak, boğulmak, 2.bastırmak, tutmak, zaptetmek

stigma

1.damga, 2.namus lekesi, ayıp, 3.tepecik

stigmasterol

stigmasterol

stigmata

tepecik

stigmatic

stigmatik

stigmatize

1. dağlamak, 2. leke sürmek, küçük düşürmek

stilbene

stilben

stilbite

stilbit

stile

turnike

stiletto

ufak hançer

still air

durgun hava

still life

ölü doğa, natürmort

still waters run deep

durgun sular derinden akar

still wine

köpüksüz şarap 1.hareketsiz, kıpırdamadan, 2.sessiz, durgun, 3.rüzgârsız, esintisiz, 4.dalgasız, durgun, 5.(şarap, vb.) köpüksüz, gazsız, 6.hâlâ, 7.yine de, buna rağmen, 8.yatıştırmak, sakinleştirmek, susturmak, 9.sessizlik, sakinlik, 10.imbik sehpa, ayak

stiff

still stillage stillbirth

stillbirth

ölü doğmuş çocuk

stillborn

ölü doğmuş

stillness

hareketsizlik, sessizlik, durgunluk

stilly

sessiz, durgun

stilt

ayaklık, cambaz ayaklığı

stilted

çok resmi, azametli, tumturaklı

stiltedness

aşırı resmiyet

stimulant

1.uyarıcı, tahrik edici şey, 2.uyarıcı ilaç

stimulate

1.uyarmak, canlandırmak, kışkırtmak, uyandırmak, kamçılamak, tahrik etmek, 2.teşvik etmek, özendirmek, gayrete getirmek

stimulating

canlandırıcı, uyandırıcı

stimulation

1.dürtme, teşvik, 2.uyarma, uyarım

stimulus

uyaran, uyarıcı

sting

1.sokmak, 2.acıtmak, sızlatmak, yakmak, 3.acımak, sızlamak, yanmak, 4.batma, 5.acı, sızı, 6.(arı, akrep, vb.) iğne, 7.ısırgan tüyü

stinger

1. arı iğnesi, 2. diken, kırıcı söz

stinginess

cimrilik

stinging

1. kaşındırıcı, ısıran, 2. acı verici

stingless

dikensiz, iğnesiz, etkisiz

stingo

kuvvetli bira

stingray

dikenli bir tür iri vatoz

stingy

cimri, pinti

stink like a polecat

leş gibi kokmak

stink out

kötü koku ile kaçırmak

stink to high heaven

leş gibi kokmak

stink

1.pis kokmak, leş gibi kokmak, 2.berbat olmak, 3.pis koku

stinkbug

pis kokulu bir böcek

stinking

1.pis kokulu, kokmuş, 2.berbat, 3.çok

stint

1.dar tutmak, yeteri kadar vermemek, kısmak, esirgemek, 2.cimrilik etmek, tutumlu hareket etmek, hasislik etmek, 3.belli bir iş/görev, 4.sınır, had

stinted

sınırlı

stipe

sap

stipend

ücret, maaş

stipendiary

maaşlı

stipple

noktalarla çizmek/boyamak/resim yapmak

stippling

noktalama işi

stipulate

şart koşmak, öngörmek

stipulation

şart koşma, şart

stipule

kulakçık, yan yaprak

stir about

dolaşmak

stir up a hornet's nest

belayı aramak

stir up

stirpes

(sorun) çıkarmak 1.karıştırmak, 2.kıpırdamak, kımıldamak, 3.kıpırdatmak, kımıldatmak, 4.harekete geçirmek, canlandırmak, 5.karıştırma, 6.hareket, canlılık, heyecan, telaş sülale, aile, soy

stirrer

karıştırıcı

stirring times

heyecanlı günler

stirring

heyecanlı, heyecanlandırıcı

stirrup bone

üzengikemiği

stirrup

üzengi

stitch

1.dikiş, 2.ilmik, 3.ani ve keskin sancı, batma, 4.dikmek, 5.dikiş dikmek, dikişlerle süslemek

stitchery

iğne işi, işleme

stiver

önemsiz şey

stoa

revak, kemeraltı

stoat

kakım, as

stochastic

1. stokastik, 2. tahmini

stock account

sermaye hesabı, stok hesabı

stock book

envanter defteri

stock broker

borsa acentesi

stock car

yarış arabası

stock certificate

hisse senedi sertifikası

stir

stock company

anonim şirket

stock control

stok kontrol

stock corporation

sermaye şirketi

stock dividend

hisse senedi temettü

stock dove

yabani güvercin

stock dye

ana boya

stock exchange

borsa, menkul kıymetler borsası

stock farming

hayvancılık, hayvan yetiştirme

stock in trade

1. dükkandaki mal, sermaye, stok, 2. kuvvetli taraf

stock liquor

ana banyo

stock lodger

hisse senedi defteri

stock market order

borsa emri

stock market

kıymetli kâğıt piyasası

stock price

hisse bedeli

stock solution

ihtiyat çözeltisi

stock taking

envanter

stock vat

ana küp

stock yield

stock-in-trade

hisse senedi getirisi 1.stok, mevcut mal, 2.hisse senedi, devlet tahvili, 3.ağaç gövdesi, kütük, 4.çiftlik hayvanları, 5.soy, nesil, 6.(tüfek) kundak, 7.sap, kabza, 8.şebboy çiçeği, 9.stok etmek, 10.beylik, basmakalıp, 11.alelade, beklenen, 12.damızlık, 13.stok olarak elde tutulan ticari stok, mal mevcudu

stock-still

hiç hareket etmeden, kıpırdamadan, hareketsiz

stockade

şarampol

stockbreeder

büyükbaş hayvan

stockbroker

borsa tellalı

stockfarming

büyükbaş hayvan yetiştirme

stockholder

1. hissedar, 2. pay sahibi, ortak

stockholding

hissedarlık

stockiness

bodurluk

stockinet

jarse kumaş

stock

stocking

uzun çorap

stockist

stokçu

stockjobber

borsa simsarı, borsa tellalı

stocklist

stok listesi

stockman

sığır çobanı

stockpile

yığmak, istiflemek

stocks

gemi inşaat kızağı

stockstill

hareketsiz

stocktaking

envanter yapma, stok sayımı

stockturn

stok devri

stocky

kısa ve kalın, bodur, tıknaz

stodge

tıkabasa yemek

stodgy

1.(yemek) sindirimi güç, ağır, 2.ağır, sıkıcı, 3.eski kafalı

stogie

uzun puro

stoic

acıya dayanıklı, sabırlı

stoical

acı dayanıklı, sabırlı

stoicheiometric

stokiyometrik

stoicheiometry

stokiyometri

stoicism

stoacılık

stoke

ateşe kömür, vb. atmak, canlandırmak

stokehold

ocak dairesi

stoker

ateşçi

stokes

stokes, kinematik akışkanlık birimi

stole

bol giysi, şal

stolid

duygusuz, vurdumduymaz, kayıtsız, heyecansız, ruhsuz

stolidity

duygusuzluk, vurdumduymazlık, soğukluk

stolon

yeraltı filizi

stoma

gözenek

stomach ache

mide ağrısı

stomach wall

mide duvarı

stomach

1.mide, 2.karın, 3.iştah, 4.istek, heves, 5.katlanmak, dayanmak, kaldırmak

stomachache

karın ağrısı

stomacher

1. korsa, 2. korsaj

stomatitis

ağız iltihabı

stomato-

(önek) ağız

stomp

paldır küldür yürümek/dans etmek

Stone Age

taş devri

stone breaker

taş kırma makinesi

stone chips

mıcır

stone crusher

konkasör, taş kırıcı

stone curb

taş kenar, taş bordür

stone cutter

taş kesme makinesi

stone cutting

taşçılık, taş kesme

stone dust

taş tozu

stone fruit

çekirdekli meyve, sert çekirdekli meyve

stone hammer

taşçı çekici, taş kırma çekici

stone mason

taşçı, taş ustası

stone masonry

taş kârgir

stone pine

fıstıkçamı

stone pit

taş ocağı

stone quarry

taşocağı

stone saw

taş testeresi

stone tongs

taş kıskacı

stone wall

taş duvar

stone

1.taş, 2.değerli taş, mücevher, 3.meyve çekirdeği, 4.gr. lık ağırlık ölçüsü, 5.taşlamak, taşa tutmak, 6.çekirdeğini çıkarmak

stone-blind

1. tamamen kör, 2. gözü hiç görmez

stone-dead

1. tamamen ölmüş, 2. duvar gibi sağır

stone's throw

kısa mesafe, pek yakın

stonechat

stonechat

kuyrukkakan

stonecrop

kayakoruğu

stoned

1.uyuşturucuyla uçmuş, 2.zom, küfelik, matiz, zilzurna sarhoş

stoneless

çekirdeksiz

stonemason

taş ustası

stonewall

kaybetmemek için oynamak, ihtiyatla vurmak

stoneware

taş işi kap kacak

stonework

inşaatın taş kısmı

stoniness

1. taştan yapılmış olma, 2. soğukluk

stony

1.taşlık, taşlı, 2.taş gibi, acımasız, katı, sert, amansız, zalim

stony-hearted

taş yürekli

stooge

yardakçı

stook

1. ekin demetleri yığını, 2. ekin demetlerini yığmak

stool pigeon

1. çığırtkan güvercin, 2. gammaz kimse

stool

1.tabure, 2.dışkı

stoop

1.öne doğru eğilmek, 2.kambur durmak, 3.alçalmak, tenezzül etmek, 4.eğilme, 5.kambur durma, 6.alçalma, tenezzül

stop a gap

tıkamak, kapamak, tıpalamak

stop by

uğramak, ziyaret etmek

stop cock

valf, vana

stop dead

birdenbire durmak

stop down

merceğin perdesini küçültmek

stop drill

faturalı matkap

stop knob

açma kapama düğmesi

stop lamp

stop lambası

stop lever

durdurma kolu

stop light

1. stop lambası, 2. kırmızı trafik ışığı

stop off

yolculukta durmak, mola vermek

stop over

mola vermek

stop payment

çekin tediyesini durdurmak

stop pin

stop pin

durdurma pimi

stop press

gazeteye en son eklenen haber

stop sb's mouth

rüşvetle susturmak, konuşmasını engellemek

stop short of

tereddüt etmek, çekinmek

stop up

stop-off

tıkamak 1.durmak, 2.durdurmak, 3.önlemek, engellemek, durdurmak, mani olmak, alıkoymak, 4.durmak, kesilmek, bitmek, 5.kalmak, durmak, 6.tıkamak, 7.durdurma, 8.durma, duruş, 9.durak, 10.engel, mani, 11.nokta (yolculukta) mola

stopcock

vana

stopgap

geçici önlem

stoping

kazı

stoplight

stop lambası

stopover

1.(yolculukta) mola, 2.mola yeri

stoppage in transitu

takip hakkı

stoppage

1.durdurma, durma, 2.tıkama, 3.stopaj

stopper

1.tapa, tıkaç, 2.durdurucu, durduran kimse

stopping distance

fren mesafesi

stopping place

durak, iskele

stopping train

posta treni

stopping

1. durma, durdurma, 2. diş dolgusu

stopple

tıkaç, tapa

stopwatch

kronometre

storable

depolanabilir

storage battery

akümülatör

storage dam

biriktirme barajı

storage density

bellek yoğunluğu

storage device

bellek aygıtı

storage dump

bellek dökümü

storage key

bellek anahtarı

storage mark

bellek işareti

stop

storage medium

saklama ortamı

storage switch

bellek anahtarı

storage tank

su deposu, depolama tankı

storage

1.depolama, depo etme, depoya koyma, 2.ambar, depo, 3.ardiye ücreti

storax

buhur, günlük ağacı

store up

storehouse

biriktirmek, yığmak, toplamak, istif etmek 1.stok, 2.dükkân, mağaza, 3.ambar, depo, 4.bolluk, 5.ç. erzak, kumanya, 6.depolamak, depo etmek, ambara koymak, 7.saklamak, biriktirmek, 8.doldurmak ambar, depo

storekeeper

1. ambar memuru, 2. dükkâncı, mağazacı

storeroom

ambar, depo, kiler

stores

erzak, kumanya

storey

(binada) kat

storied

1. katlı, 2. tarihi

stork

leylek

storm centre

kasırga merkezi

storm cloud

1. fırtına bulutu, 2. tehlike işareti

storm in a teacup

bir bardak suda koparılan fırtına

storm lantern

gemici feneri

storm of applause

alkış tufanı

storm sewer

sağanak lağımı

storm signal

fırtına işareti

storm window

stormproof

1. çift pencere, soğuk havaya karşı ek pencere, 2. kış mevsiminde pencereye ilave olunan dış kanat 1.fırtına, 2.öfke, kıyamet, heyecan, 3.ani duygusal taşkınlık, 4.yüksek ses, 5.fırtına patlamak, fırtına çıkmak, 6.çok öfkelenmek, kıyameti koparmak, 7.hücum etmek fırtınaya karşı dayanıklı

stormy

1.fırtınalı, 2.şiddetli, gürültülü, sinirli

story writer

romancı, hikâyeci

story

1.öykü, hikaye, 2.masal, yalan, martaval, 3.masal, 4.makale, 5.(birinin başından geçen) olay, 6.(binada) kat

storybook

1. hikâye kitabı, 2. roman

store

storm

storyteller

1.öykü anlatan kimse, öykücü, masalcı, 2.yalancı, martavalcı

stout

1.şişman ve iri yarı, 2.kalın, 3.kuvvetli, sağlam, 4.cesur, yiğit, 5.bir tür sert ve koyu bir bira

stouthearted

yürekli, yiğit, cesur

stoutness

1. şişmanlık, iriyarılık, 2. sağlamlık, 3. cesaret

stove pipe

soba borusu

stove

1.soba, 2.fırın, ocak

stow away

biletsiz yolculuk etmek

stow

istif etmek, yerleştirmek

stowage

1. yükü istif etme, 2. istif yeri, 3. istif ücreti

stowaway

kaçak yolcu

stowing

1. istifleme, 2. dolgu

strabismus

şaşılık

strabotomy

şaşılık ameliyatı

straddle

1.ata biner gibi üzerine oturmak, 2.bacaklarını iyice açıp oturmak/dikilmek

strafe

1. bombardıman, 2. bombalamak

strafing

bombalama

straggle

1.düzensiz bir biçimde yayılmak, 2.(grup, sürü, bölük, vb.'den) arkada gitmek/yürümek

straggler

gruptan ayrılan kimse, başıboş hayvan

straight ahead

dosdoğru, doğruca

straight angle

düz açı, doğru açı

straight arch

dik kemer

straight away

hemen, bir an önce

straight bill of lading

nama yazılı konşimento

straight bond

düz tahvil

straight chassis

düz şasi

straight flute drill

düz oluklu matkap

straight from the shoulder

dobra dobra

straight loan

teminatsız kredi

straight off

hemen, bir an önce

straight out

çekinmeden, açık açık

straight razor

ustura

straight wave

straight-out

düzgün dalga 1.düz, 2.düz, paralel, 3.düzenli, 4.dürüst, kaçamak olmayan, doğru, 5.dürüst, namuslu, 6.eski kafalı, tutucu, geleneklere bağlı, 7.karşı cinse ilgi duyan, zıtcinsel, 8.ciddi, 9.(içki) sek, 10.düz, dümdüz, doğru, 11.direkt, doğruca, dosdoğru, 12.(yarış, vb.'de) düzlük açık sözlü, dobra dobra

straightaway

hemen, derhal, bir an önce

straightedge

cetvel

straighten

1.düzeltmek, doğrultmak, 2.düzelmek, doğrulmak, 3.çözmek, halletmek

straightforward

doğru sözlü, açık sözlü

straightforwardness

dürüstlük, açık sözlülük

straightness

1. düz olma, 2. dürüstlük, 3. doğruluk

straightway

derhal

strain a point

özel muamele yapmak

strain against

vücuduyla bastırmak, itmek

strain gauge

gerilimölçer, uzama ölçeri, strengeyç

strain measurement

strained

uzama ölçümü 1.soy, ırk, kan, nesil, 2.soydan ya da doğuştan gelen özellik, iz, eser, 3.biçim, tarz, ifade, hava, 4.melodi, ezgi, nağme, 5.(at ile) germek, asılmak, 6.zorlanmak, büyük çaba harcamak, 7.zorlamak, 8.zarar vermek, incitme, 9.(against ile) vücuduyla bastırmak, itmek, 10.gerginlik, 11.gerilme, zora gelme, 12.burkulma, burkulup incinme, 13.zor, çaba 1.yapmacık, sahte, zoraki, 2.yorgun, gergin

strainer

süzgeç

strait jacket

deli gömleği

strait

1.boğaz, 2.ç. sıkıntı, darlık, güç durum

straiten

daraltmak, sıkıştırmak

straitjacket

deli gömleği

straitlaced

bağnaz

straits

1. sıkıntı, darlık, güç durum, 2. sıkıntı, darlık, güç durum

strake

1. şlam çukuru, çamur çukuru, 2. borda kaplaması

straight

strain

stramonium

stramonium

tatula

strand

1.kıyı, sahil, yalı, 2.karaya oturmak, 3.karaya oturtmak, 4.halatın bir kolu, 5.tel, iplik

stranded wire

bükülü tel

stranded

1.(gemi) karaya oturmuş, 2.güç durumda, parasız

strange looking

tuhaf görünüşlü

strange

1.tuhaf, garip, acayip, 2.yabancı, alışık olmayan

strangely enough

1. ne gariptir ki, 2. buna rağmen

strangely

tuhaf tuhaf, garip şekilde, şaşılacak derecede

strangeness

tuhaflık, acayiplik, yabancılık

stranger

yabancı

strangle hold

boğucu hakimiyet

strangle

boğazlamak, boğazını sıkarak öldürmek

strangulate

boğmak, düğümlemek(bağırsak)

strangulated hernia

düğümlü fıtık

strangulation

boğulma, düğümlenme

strangury

idrar zorluğu

strap

1.kayış, 2.şerit, atkı, bant, 3.berber kayışı, ustura kayışı, 4.kayışla bağlamak, 5.kayışla dövmek

strapless

şeritsiz

strapped

meteliksiz

strapping

iri yarı, güçlü

strata

tabakalar, katmanlar

stratagem

savaş hilesi, tuzak

strategic

1.stratejik, 2.elverişli, uygun

strategist

strateji uzmanı

strategy

strateji

strathspey

iskoç dansı

straticulate

katmanlı, katmanlar halinde

stratification

1. tabakalaşma, katmanlaşma, 2. tabakalanma

stratified

tabakalı, katmanlı, üst üste binmiş

stratiform

stratiform

stratiform

stratify

1. katmanlar halinde oluşturmak, 2. katmanlaşmak

stratigraphy

stratigrafi, katmanbilgisi

stratocumulus

stratokumulus, yığınbulut

stratosphere

katyuvarı, stratosfer

stratum

1.katman, tabaka, 2.kat, 3.toplumsal sınıf, tabaka

stratus

stratüs, katmanbulut

straw colour

saman rengi, açık sarı

straw hat

hasır şapka

straw

1.saman, 2.kamış, kamış çubuk, 3.önemsiz şey

straw-coloured

saman rengi

strawberry mark

yüzdeki kırmızı leke

strawberry tongue

kırmızı lekeli dil

strawberry tree

kocayemiş

strawberry

çilek

strawboard

kaba mukavva

strawy

1. samanlı, 2. saman gibi

stray bullet

serseri kurşun

stray field

kaçak alan

stray radiation

streak

dağınık radyasyon, dağınık ışınım 1.yolunu yitirmek, başıboş dolaşmak, 2.doğru yoldan sapmak, doğru yoldan ayrılmak, 3.uzaklaşmak, 4.serseri, 5.tek tük, 6.rasgele, tesadüfi, 7.kayıp, 8.serseri, 9.kaybolmuş çocuk/hayvan 1.yol, çizgi, çubuk, 2.çizgilemek, yol yol yapmak, 3.hızla geçmek, hızla gitmek

streaked

çubuklu, çizgili

streaky

1. damar damar, 2. çubuklu, çizgili, 3. yollu

stream bed

akarsu yatağı

stream

1.akarsu, çay, dere, 2.akıntı, 3.akım, 4.yağmur, sel, 5.gidiş, akış, eğilim, 6.akmak, 7.(rüzgârda) dalgalanmak

streamer

flama, fors

streamlet

derecik

streamline

1.(işyeri, vb.) verimlilik düzeyini artırmak, 2.aerodinamik şekil vermek

stray

streamlined

aerodinamik biçimli

street door

sokak kapısı

street lighting

sokakların aydınlatılması

street market

serbest piyasa

street refuge

rofüj, ortakaldırım

street sprinkler

arazöz, sulama taşıtı

street sweeper

balayöz, sokak süpürme aracı

street

1.sokak, cadde

streetcar

tramvay

streets ahead of

kat kat iyi

streetwalker

fahişe

strength

1.güç, kuvvet, 2.dayanıklılık, dayanma gücü, 3.sertlik, 4.şiddet, etkililik

strengthen

1.güçlendirmek, sağlamlaştırmak, desteklemek, kuvvet vermek, 2.güç kazanmak

strengthener

kuvvetlendirici, takviye edici şey

strengthening

1. kuvvetlendirici, güçlendirici, 2. kuvvetlendirme, güçlendirme, 3. takviye etme

strengthless

güçsüz, kuvvetsiz

strenuous

1.güç, ağır, yorucu, 2.gayretli, faal, etkili

strenuousness

1. güçlülük, 2. gayret, faaliyet

streptococcus

streptokok

streptomycin

streptomisin

stress at break

kopma gerilimi

stress curve

gerilme eğrisi

stress tensor

gerilme tansörü 1.gerilim, gerginlik, sıkıntı, bunalım, stres, 2.baskı, etki, 3.önem, 4.vurgu, 5.önem vermek, üzerinde durmak, belirtmek, vurgulamak, 6.üzerine basmak, vurgu koymak

stress stressed syllable

vurgulu hece

stressed

vurgulu

stressful

stresli

stretch the truth

abartmak

stretcher

1.germek, uzatmak, 2.gerilmek, uzamak, 3.yayılmak, 4.gerinmek, 5.germe, 6.gerilme, 7.gerinme, 8.gerginlik, 9.geniş yer, 10.uzam, 11.aralıksız süre sedye

stretcher-bearer

teskereci

stretchy

uzar, esner

strew

saçmak, yaymak

stria

1. ince çizgi, çizik, 2. yiv

striate

1. çizgili, yivli, oyuklu, 2. ince çizgiler oluşturmak

striated muscle

çizgili kas

striated rock

çizgili taş, çizikli taş

striated

çizgili, damarlı

stricken

(dert, hastalık, vb.'den) çeken

strickle

ölçek sileceği, bileği taşı

strict

1.sıkı, 2.dikkatli, 3.sert, hoşgörüsüz, 4.tam, 5.katı, değişmez, 6.titiz

strictly

1. sert biçimde, 2. tam manasıyla, kesinlikle

strictness

sertlik, katılık

stricture

şiddetli eleştiri ya da kınama, ayıplama

stride

1.uzun adımlarla yürümek/geçmek, 2.uzun adım

strident

(ses) keskin, tiz

stridulate

cırlamak

stridulation

tiz ses

strife

sorun, kavga, çekişme

strigose

sert kıllı

strike a bad patch

başı dara düşmek

strike a balance

dengeyi bulmak, denge sağlamak

strike a bargain

anlaşmaya varmak, uzlaşmak

strike a cord

hatırlatmak, aklına getirmek

strike a light

kibrit çakmak

strike a sour note

tadını kaçırmak

strike ballot

grev oylaması

stretch

strike ballot strike breaker

grev kırıcı işçi

strike call

grev çağrısı

strike camp

çadırları toplamak

strike down

yere sermek

strike it rich

başına talih kuşu konmak

strike off

1. kesip koparmak, uçurmak, 2. basmak, 3. çıkarmak

strike oil

şansı yaver gitmek

strike on

buluvermek, bulmak

strike out

-den çıkarmak, silmek

strike root

kök salmak

strike the right note

lafı gediğine oturtmak

strike up

1. çalmaya başlamak, 2. (arkadaşlık) kurmak

strike while the iron is hot

demir tavında dövülür

strike-prone

1.vurmak, 2.çarpmak, 3.çakmak, yakmak, 4.yanmak, 5.(kazarak, vb.) bulmak, 6.çalmak, basmak, vurmak, 7.grev yapmak, 8.etkilemek, düşündürmek, bir izlenim bırakmak, 9.aklına gelivermek, 10.basmak, 11.bulmak, 12.vurma, vuruş, çarpma, 13.(petrol vb.) bulma, 14.iş bırakımı, grev grev eğilimli

strikebound

grev yüzünden çalışamayan

strikebreaker

grev kırıcı işçi

striker

1.grevci, 2.vurucu

striking force

vurucu güç

striking price

icra fiyatı

striking

dikkat çekici, çarpıcı, gözalıcı

string along

boş vaatlerle kandırmak

string band

telli çalgılar orkestrası

string bean

çalıfasulyesi

string instruments

telli sazlar

string out

ipe asmak

string piece

döşeme kirişi

strike

string up

stringboard

asmak 1.sicim, ip, 2.tel, 3.bağ, şerit, kordon, 4.dizi, sıra, 5.boncuk, vb. dizisi, 6.hevenk, 7.kılçık, sinir, 8.koşul, şart, kayıt, 9.ç, telli çalgılar, 10.(çalgıya) tel takmak, 11.ipliğe dizmek ya da geçirmek merdiven kirişi, merdiven böğürü

stringed instrument

telli çalgı

stringed

1. telli, 2. ipe dizilmiş, 3. iplikli

stringency

1. sıkılık, sertlik, 2. para darlığı, 3. kesat

stringent

1.(kural) uyulması zorunlu, sıkı, katı, 2.para sıkıntısı çeken, darda

stringer

1. boyuna kiriş, takviye kirişi, 2. çatı kuşağı

stringiness

lifli olma, tel tel olma

strings

telli çalgılar

stringy

incecik, sıska

strip mining

açık işletme

strip off

elinden almak, soymak

strip

1.(giysi, kabuk, vb.) soymak, 2.yolmak, 3.soymak, soyup soğana çevirmek, 4.soyunmak, 5.uzun ve dar parça, 6.şerit, 7.forma

stripe

1.kumaş yolu, çizgi, çubuk, 2.biçim, tip

striped goatfish

barbunya

striped

çizgili, yol yol

stripling

delikanlı

stripper

striptizci

stripping

1. sıyırma, 2. soyma, soyulma, 3. stripping

striptease

striptiz

stripy

yollu, çizgili

strive

1.çalışmak, çabalamak, 2.çekişmek, 3.uğraşmak

strobe

stroboskop

strobila

kozalak

stroboscope

stroboskop

stroboscopic

stroboskopik 1.vuruş, çarpma, darbe, 2.inme, felç, 3.çaba, hareket, 4.kalem darbesi, hat, çizgi, 5.okşama, okşayış, 6.beklenmedik darbe, şansızlık, 7.yüzme tarzı, 8.okşamak, 9.(topa) vurmak

string

stroke stroll

stroll

gezinmek, dolaşmak

stroller

gezinen kimse

stroma

1. stroma, 2. ana doku

strong acid

koyu asit, kuvvetli asit

strong box

kasa

strong drink

sert içki

strong language

küfür

strong man

diktatör

strong market

fiyatların yükseldiği piyasa

strong room

kasa dairesi

strong

1.güçlü, kuvvetli, 2.metin, 3.sağlam, 4.sert, keskin, 5.şiddetli, 6.ağır, 7.(çay, vb.) koyu, 8.ağır kokulu, 9.(içki, sigara, vb.) sert

strong-arm

1. zor kullanan, 2. zor kullanmak

strong-minded

1. bildiğinden şaşmayan, 2. iradeli, azimli

strongbox

kasa

stronghold

kale

strongly

1. kuvvetle, sertçe, 2. çok, pek, fazla

strongman

diktatör

strontia

stronsiya

strontianite

stronsianit

strontium

stronsiyum

strop

ustura kayışı

strophe

şiir kıtası

stroppy

huysuz, aksi

structural defect

malzeme hatası

structural design

yapı tasarımı

structural formula

yapı formülü

structural linguistics

yapısal dilbilim

structural steel

yapı çeliği

structural

yapısal

structuralism

structuralism

yapısalcılık

structuralist

1. yapısalcı, 2. yapısalcı

structure

1.yapı, bünye, 2.yapı, bina, 3.bütünüyle tasarımlamak, planlamak

structured

planlanmış

structureless

yapısız, plansız

structurize

yapılaştırmak

struggle against terrorism

terörle mücadele

struggle for life

struggler

yaşama uğraşı 1.savaşım, savaş, mücadele, 2.çabalama, çaba, uğraş, gayret, 3.çabalamak, uğraşmak, 4.savaşım vermek, savaşmak, boğuşmak, mücadele etmek savaşan kişi

strum

acemice çalmak, zımbırdatmak, tıngırdatmak

struma

guatr

strumpet

fahişe

strung

tel takmak, akort etmek

strut

1.kasıla kasıla yürümek, 2.destek, payanda

strutting

1. kurumla yürüyen, 2. payanda vurma

strychnine

striknin

stub

1.sigara izmariti, 2.dip koçanı, 3.kütük

stubble

1.ekin anızı, 2.hafif uzamış sakal

stubborn

inatçı, direngen

stubbornness

inatçılık, dik başlılık

stubby

1.kısa ve kalın, 2.güdük

stucco

duvar sıvası

stuck

1.şaşırıp kalmış, 2.saplanmış, 3.takılmış, 4.yapışmış

stuck-up

1. kibirli, havalı, burnu büyük, 2. şımarık

stud bolt

başsız bulon

stud

1.damızlık at, aygır, 2.hara, 3.iri başlı çivi, 4.yaka düğmesi, 5.çivilemek

studding

direklik kirişler

struggle

studdingsail

cunda yelkeni

student

1.öğrenci, 2.uzman

students union

öğrenci derneği

studentship

öğrencilik

studfarm

hara

studhorse

aygır

studied

iyice düşünülmüş

studio camera

stüdyo kamerası

studio light

stüdyo ışığı, ışıldak

studio

stüdyo

studious

1.çalışkan, 2.dikkatli

studiousness

1. çalışkanlık, 2. dikkatlilik

study group

çalışma grubu

study

1.çalışma, okuma, 2.inceleme, 3.taslak, 4.çalışma odası, 5.okumak, çalışmak, 6.... öğrenimi görmek, 7.incelemek

stuff and nonsense

stuffed cabbage

saçma sapan 1.malzeme, madde, 2.şey, nesne, zımbırtı, ızır zıvır, 3.doldurmak, tıkmak, 4.tıkamak, 5.tıka basa yedirmek, 6.(ölü hayvan) doldurmak, 7.(tavuk, vb. yiyecek) içini doldurmak lahana dolması

stuffed shirt

küçük köyün büyük ağası

stuffed vine leaves

yaprak dolması

stuffiness

1. tıkanıklık, 2. alınganlık, dargınlık, 3. sıkıcılık

stuffing box

salmastra kutusu

stuffing

dolgu maddesi

stuffy

1.havasız, havası pis, 2.sıkıcı, resmi, 3.eski kafalı, tutucu

stultification

aptallaştırma

stultify

aptallaştırmak, aptal gibi göstermek

stum

üzüm suyu, şıra

stumble across

rastlamak, ile karşılaşmak

stumble

1.tökezlemek, 2.hataya düşmek, yanlışlık yapmak, sapmak, 3.sürçmek, kekelemek

stumbling block

mani, engel, ket

stuff

stumer stump

1. sahte para, 2. sahte çek, 3. dolandırıcı 1.kütük, 2.kesilen bir şeyin kalan parçası, 3.küçülmüş kalem, 4.sigara izmariti, 5.şaşkına çevirmek, sersemletmek, şaşırtmak, 6.paldır küldür yürümek

stumpy

tıknaz

stun

1.sersemletmek, 2.şaşırtmak, afallatmak, 3.bayıltmak

stunner

yakışıklı erkek, çekici kadın

stunning

çok çekici, hoş, güzel

stunt man

dublör

stunt

1.engellemek, gelişmesini engellemek, 2.beceri gerektiren iş, 3.beceri, ustalık, hüner, numara, 4.akrobatik uçuş gösterisi

stunter

akrobat, cambaz

stupe

1. sıcak kompres, 2. sıcak kompres yapmak

stupefacient

sersemletici

stupefaction

1. sersemlik, 2. şaşkınlık, 3. uyuşukluk

stupefy

1.sersemletmek, bunaltmak, 2.şaşkına çevirmek, aptallaştırmak

stupendous

muazzam, harikulade, müthiş, büyük

stupid

1.aptal, salak, ahmak, 2.saçma, aptalca

stupidity

aptallık, ahmaklık, budalalık

stupor

uyuşukluk, sersemlik

sturdiness

sağlamlık, güçlülük, gürbüzlük

sturdy

1.güçlü, kuvvetli, gürbüz, sağlam, 2.azimli, sebatkâr

sturgeon

mersinbalığı

stutter

kekelemek

stutterer

kekeme

sty

1.domuz ahırı, 2.pis yer, 3.(göz) arpacık

stye

(göz) arpacık

style

1.tarz, üslup, biçem, stil, 2.moda, 3.çeşit, tip, 4.tavır, 5.biçimlendirmek

styler

1. modacı, 2. desinatör

stylet

küçük hançer

stylish

şık, modaya uygun, moda

stylishness

şıklık, modaya uygunluk

stylist

modacı, desinatör

stylistic

üsluba ilişkin, biçeme ilişkin, biçemsel

stylistics

deyişbilim, anlatımbilim

stylize

stilize etmek

stylograph

dolmakalem

stylus

pikap iğnesi

styptic

damarları büzücü (ilaç), kan durdurucu (ilaç)

styrene

stiren, stirolen

suasion

1. ikna, 2. gönlünü yapma

suasive

1. yağcı, 2. ikna edici

suave

nazik, tatlı, güleryüzlü

suavity

1. tatlı dillilik, 2. nezaket

sub

1.üye aidatı, 2.denizaltı

sub-

1. (önek) altında, altına, 2. alt, 3. yardımcı, ikinci

sub-index

sembolün sağ altına yazılan rakam

subacid

mayhoş, ekşi

subagent

1. ikinci temsilci, 2. acente yardımcısı

subaltern

1. ast, alt, 2. ast, teğmen, astsubay

subaqua

su altında yaşayan, su altında bulunan

subaqueous

1. sualtı, 2. su altında bulunan

subatomic

1. atom içindeki, atomla ilgili, 2. atomdan küçük

subbase

alt temel

subbasement

alt bodrum

subcarrier

alt taşıyıcı

subclass

altsınıf

subcommittee

alt komisyon

subconscious

bilinçaltı

subconsciously

bilinçsizce

subcontinent

subcontinent

yarı kıta

subcontract

alt sözleşme

subcontractor

taşeron

subcritical

altkritik, altdönüşül

subcutaneous

1. deri altında bulunan, 2. deri altı

subdivide

tekrar bölmek

subdivision

1. ifraz, parselasyon, 2. parsellenmiş arazi

subdue

1.boyunduruk altına almak, 2.yumuşatmak, azaltmak, yatıştırmak

subdued

1.yumuşak, hafif, kısık, 2.davranışlarında aşırı yumuşak, munis, çok sessiz

suberic

suberik

subfamily

altfamilya

subfield

alt cisim

subfloor

alt döşeme

subframe

yardımcı şasi

subglacial

buzulaltı

subgrade

taban, alt temel, alt tabaka

subgroup

alt grup, altöbek

subharmonic

alt harmonik

subhead

alt başlık

subhuman

insanlıkdışı

subhumid

yarı nemli

subirrigation

alttan sızdırmalı sulama

subjacent

1. altındaki, 2. altta bulunan

subject matter

konu, mesele

subject

1.kul, bende, 2.konu, mevzu, 3.ders, 4.denek, 5.özne, 6.tabi, bağımlı, 7.olası, muhtemel, meyilli, 8.bağlı, 9.(to ile) tabi tutmak

subjection

1. boyun eğme, itaat, 2. bağımlılık, 3. tabi olma

subjective

1.öznel, 2.düşsel

subjectiveness

öznellik

subjectivity

öznellik

subjugate

subjugate

boyun eğdirmek

subjugation

boyun eğdirme

subjunctive mood

dilek kipi, isteme kipi

subjunctive

dilek kipi, dilek kipiyle ilgili

sublease

1. kiracının kiraya vermesi, 2. ev sahibi gibi kiraya vermek

sublessee

ikinci el kiracı

sublessor

kiraladığı emlakı başkasına kiraya veren kiracı

sublet

(asıl kiracı tarafından) bir başkasına kiraya vermek, devretmek

sublevel

1. dilim katı, 2. altdüzey

sublieutenant

deniz teğmeni

sublimate

1. süblime, 2. süblimleştirmek, tasfiye etmek, yüceltmek

sublimation

1. süblimleşme, uçunma, uçunum, 2. arıtma, yüceltme

sublime

gurur verici, yüce, ulu, son derece güzel, muhteşem

sublingual gland

dilaltı bezi

sublingual

dil altında bulunan

sublittoral

sahile yakın

submachine gun

hafif makinalı tüfek

submarine mine

sualtı mayını

submarine rocket

denizaltı roketi

submarine valley

denizdibi koyağı, denizdibi vadisi

submarine

1.denizaltı, 2.denizaltında olan, denizaltı ile ilgili, denizaltı

submaxillary

altçeneyle ilgili

submerge

1.batırmak, daldırmak, 2.batmak, dalmak

submerged shoreline

batık kıyı

submerged

1. su altında olan, 2. batık

submergence

batma, batırma

submersed

su altında yetişen

submersible pump

derin kuyu pompası

submersible

suya batırılabilir

submersion

submersion

1. batırma, daldırma, 2. batma, dalma

submission

1.(to ile) boyun eğme, uyma, itaat, 2.teklif, öneri, sunuş

submissive

uysal, boyun eğen, itaatkâr

submissiveness

uysallık, itaatkârlık

submit

1.boyun eğmek, itaat etmek, iradesine teslim olmak, 2.ileri sürmek, önermek, sunmak

submittal

boyun eğme, teslim olma

subnormal

(özellikle zekâca) eksik, yetersiz, normalin altında

suborder

alttakım

subordinate clause

yan cümle, yantümce

subordinate

1.alt, ikincil, ast, 2.ikinci dereceye koymak, ikinci plana almak

subordinated loan

ikinci kredi, tali kredi

subordination

itaat, boyun eğme

subordinative

bağlı, bağımlı, yan cümle ile ilgili

suborn

1. yalan ifade verdirmek, 2. aklını çelmek, ayartmak

subpoena

1. celpname, 2. mahkemeye davet, 3. mahkemeye davet etmek

subregion

yöre

subrogate

yerine geçmek

subrogation

halefiyet, yerini alma

subrosa

gizlice

subroutine

altyordam

subscribe

(to ile), abone olmak, teberru etmek, bağışta bulunmak, kabul etmek, onaylamak

subscriber unit

abone ünitesi

subscriber

1.bağışta bulunan kimse, teberru yapan kimse, yardımsever, 2.abone

subscriber's cable

abone hattı

subscriber's meter

kontör, telefon konuşma sayacı

subscript

alta yazılan yazı, alta konulan işaret

subscription list

abone listesi

subscription price

abone ücreti

subscription right

rüçhan hakkı

subscription

subscription

1.abone ücreti, bağış miktarı, üye aidatı, 2.abone

subsection

altbölüm, şube

subsequence

1. arkası gelme, 2. altdizi

subsequent

sonradan ortaya çıkan, sonradan gelen, sonraki

subsequently

1. sonradan, 2. arkadan

subserve

1. hizmet etmek, 2. yaramak, geliştirmek

subservience

1. boyun eğme, 2. yaranma

subservient

(to ile) boyun eğen, itaat ve hizmet eden

subset

altküme

subshell

altkabuk

subside

1.(yapı, arazi, vb.) yavaş yavaş çökmek, dibe çökmek, 2.yatışmak, sakinleşmek, durulmak

subsidence

çökme, dibe çökme, toprağa gömülme

subsidiary account

tali hesap, yardımcı hesap

subsidiary company

bağlı şirket, tali şirket, bağımlı ortaklık

subsidiary ledger

yardımcı defter

subsidiary occupation

tali iş

subsidiary

1.bayi, şube, 2.tali, ikincil, ek, yardımcı, ikinci planda gelen

subsidize

(hükümet, vb.) para vermek, desteklemek

subsidy

sübvansiyon, destek akça

subsist

(on ile) kıt kanaat geçinmek, yaşamak, idare etmek

subsistence level

geçim düzeyi

subsistence money

geçim parası

subsistence

1.geçim, 2.varlık

subsoil plough

kirizma pulluğu

subsoil

toprakaltı, alt toprak

subsonic

sesten yavaş uçan, sesten yavaş

substance

1.madde, materyal, cisim, özdek, 2.(the ile) önemli bölüm, asıl anlam, öz

substandard

yetersiz, belli düzeyin altında, standartın altında

substantial

1.katı, dayanıklı, sağlam, güçlü, 2.özlü, önemli, gerçek, 3.büyük, önemli

substantially

substantially

çok, yeteri kadar çok

substantiate

kanıtlamak, doğrulamak

substantiation

1. gerçekleştirme, 2. ispat etme, tasdik etme

substantival

isim niteliğinde

substantive

1. bağımsız, müstakil, 2. direkt, substantif

substation

1. şube, 2. tali istasyon

substitute material

yedek malzeme

substitute

1.vekil, temsilci, 2.vekalet etmek, yerine geçmek, 3.yerine koymak/kullanmak

substitution

1.yerine koyma, 2.ornatma

substruction

temel

substructure

1. alt yapı, 2. temel

subsume

1. sınıflandırmak, 2. ihtiva etmek, içermek, 3. kapsamak

subsumption

1. sınıflandırma, 2. ihtiva etme, içerme

subsystem

alt sistem, altdizge

subtangent

teğetaltı

subtenant

kiracının kiracısı

subtend

taşımak (tomurcuk)

subterfuge

1.kaçamak, bahane, 2.hile, dolap, dalavere

subterranean

yeraltı

subtilization

inceltme, incelik verme

subtitle machine

altyazı basma aygıtı

subtitle

altyazı

subtitles

(film) altyazı

subtle

1.güç algılanan, güç farkedilen, ince, 2.kurnaz, zeki

subtlety

1.incelik, 2.ince ayrıntı, detay, 3.zekice fikir

subtly

incelikle, kurnazca

subtract

(from ile) çıkarmak, eksiltmek, from and you will get

subtracter

çıkarıcı

subtraction

1.çıkarma, 2.çıkarma, eksilme, eksiltme

subtractive

subtractive

1. eksiltici, 2. eksi işaretli

subtrahend

çıkan

subtropic

subtropikal, dönencealtı

subtropical

subtropikal, dönencealtı

suburb

varoş, banliyö, yörekent

suburban

1. banliyöde oturan, 2. banliyö, 3. civarda bulunan

suburbia

varoşlar, kenar mahalleler

subvention

1. sübvansiyon, 2. yardım, ödenek

subversion

yıkma, son verme

subversive

(iktidardakileri) devirmeyi tasarlayan, yıkıcı

subvert

(iktidardakileri) devirmeye çalışmak

subway station

metro istasyonu

subway system

metro sistemi

subway

1.yeraltı geçidi, 2.metro, altulaşım

subzero

sıfırın altında

succedaneum

vekil

succeed

1.(in ile) başarmak, başarıya ulaşmak, 2.yerini almak, -den sonra gelmek

success

1.başarı, 2.başarılı kimse/şey

successful

başarılı

succession rights

tevarüs hakları

succession tax

veraset vergisi

succession

1.birbirini izleme, ardıllık, 2.yerini alma, yerine geçme, 3.sıra, dizi

successive

birbirini izleyen, ardıl

successively

art arda, sıra ile, birbiri arkasından

successor in office

görevde halef

successor

halef, ardıl

succinct

az ve öz

succinctness

az ve öz olma, kısalık

succinic acid

süksinik asit

succinic

succinic

süksinik

succor

bkz. succour

succory

hindiba

succour

1.yardım, imdat, 2.yardımına koşmak, imdadına yetişmek

succulence

sulu olma, özlülük

succulency

körpelik

succulent

(meyve, vb.) sulu

succumb

(to ile) yenilmek, dayanamamak, boyun eğmek

such as

gibi

such that

öyle ki

such

1.öyle, böyle, bu gibi, 2.öylesine, çok, 3.o kadar, o kadar çok, öylesine, 4.o kadar fazla, öylesine çok, 5.öylesi, öyleleri, 6.bu, o

such-and such

falan filan

suchlike

s, benzeri şeyler, bunun gibi, böylesi, benzeri

suck in

emmek, yutmak, çekmek

suck up

yağcılık etmek, yaltaklanmak

suck

1.emmek, 2.emme

sucker

1.emici, 2.sürgün, fışkın, 3.budala, enayi

sucking disc

çekmen, vantuz

sucking

1. sütten kesilmemiş, 2. gelişmemiş

suckle

emzirmek

suckling

memede olan bebek ya da hayvan

sucrose

sakaroz

suction fan

emici vantilatör

suction filter

emme süzgeci

suction line

emiş borusu, emme borusu

suction

emme

Sudan

Sudan

sudatorium

hamamlarda terleme odası, terletici oda

sudatory

terleyen, terletici

sudden

sudden

1.ani, ansız, beklenmedik

suddenly

1. aniden, ansızın, birdenbire, 2. hiç yoktan, derken

sudoriferous

terleten, terletici

sudorific

1. terletici, 2. terletici ilaç

suds

sabun köpüğü

sudsy

köpüklü, sabunlu

sue

dava etmek, dava açmak

suede

süet

suet

böbrek yağı

Suez Canal

Süveyş Kanalı

suffer from a swollen head

küçük dağları ben yarattım demek

suffer

1.ıstırap çekmek, acı çekmek, 2.-e uğramak, acısı çekme, 3.kötüye gitmek, kalitesi düşmek, değer kaybetmek

sufferable

katlanılabilir, çekilebilir, dayanılabilir

sufferance

1. müsamaha, göz yumma, 2. hoşgörü

sufferer

(hastalıktan ötürü) acı çeken kimse, ıstırap çeken kimse, hasta

suffering

acı, güçlük

suffice

1.yetmek, yeterli olmak, 2.doyurmak

sufficiency

1.yeterlilik, 2.yeterli şey

sufficient

yeterli

sufficiently

1. yeterince, 2. kafi derecede

suffix

sonek

suffocate

1.(havasızlıktan) boğulmak, 2.boğmak

suffocating

boğucu

suffocation

1. boğulma, 2. bunalma

suffragan

piskopos muavini

suffrage

1. seçme hakkı, 2. oy kullanma hakkı, 3. oy kullanma

suffuse

1. kaplamak, üzerine yayılmak, 2. etrafa yayılmak

suffusion

yayılma

sufism

sufism

tasavvuf

sufragan

yardımcı

sufrage

oy verme hakkı

sugar basin

şekerlik

sugar beet

şekerpancarı

sugar bowl

şekerlik

sugar candy

akide şekeri

sugar cane

şekerkamışı

sugar cube

kesmeşeker

sugar daddy

yaşlı ve zengin hovarda

sugar factory

şeker fabrikası

sugar industry

şeker endüstrisi

sugar juice

şeker şerbeti

sugar lime

şeker kireci

sugar liquor

şeker şerbeti

sugar loaf

şeker kellesi

sugar lump

kesmeşeker

sugar man

şeker pişirici

sugar maple

akçaağaç, isfendan

sugar mill

şeker fabrikası

sugar of lead

kurşun asetat

sugar pine

şeker çamı

sugar refinery

şeker rafinerisi

sugar storage bin

şeker silosu

sugar syrup

şeker şerbeti

sugar the pill

göz boyamak

sugar tongs

şeker maşası

sugar

1.şeker, 2.şekerim, tatlım, 3.şeker koymak

sugarcane

şekerkamışı

sugared

sugared

şekerli, şeker katılmış

sugarplum

şekerleme, bonbon

sugary

1.şekerli, 2.tatlı, hoş, ince, nazik, şeker gibi

suggest

1.önermek, 2.belirtmek, göstermek, işaret etmek

suggestible

kolay etkilenen, etki altında kalan

suggestion

1.öneri, 2.eser, iz

suggestive

müstehcen, açık saçık, ayıp şeyler öneren

suggestiveness

1. müstehcenlik, 2. anlamlılık

suicidal

1.intihara eğilimli, intihar etmek isteyen, 2.son derece tehlikeli, öldürücü, intihar niteliğinde

suicide

1.intihar, kendini öldürme

suint

yün teri

suit one's book

işine gelmek

suit oneself

suitability

kendi istediği gibi yapmak 1.takım elbise, 2.belli amaçla kullanılan giysi, takım, 3.iskambilde takım, 4.dava, 5.işine yaramak, memnun etmek, uymak, uygun olmak, 6.uymak, uygun olmak, yakışmak 1. uygunluk, 2. elverişlilik

suitable

uygun, yerinde, elverişli

suitcase

bavul, valiz

suite

1.(otel, vb.) daire, süit, oda takımı, 2.(mobilya) takım, 3.süit

suited

uygun, yeterli

suiting

kostümlük kumaş, tayyörlük kumaş

suitor

bir kıza talip erkek

sulcate

yivli, oluklu

sulcus

1. oluk, 2. yiv

sulfa drug

sülfa ilacı, sülfonamit

sulfamide

sülfamit

sulfanilamide

sülfanilamit

sulfate

sülfat

sulfide

sülfür

sulfite

sülfit

suit

sulfur

bkz. sulphur

sulk

somurtmak, surat asmak, küsmek

sulky

somurtkan, küskün

sullen

1.(yüz) asık, 2.somurtkan, asık suratlı, 3.kasvetli, karanlık, iç karartıcı

sully

1. kirletmek, 2. lekelemek

sulphate

sülfat

sulphide

sülfür

sulphite

sülfit

sulphonamide

sülfonamit, sülfamit

sulphone

sülfon

sulphonic acid

sülfonik asit

sulphur black

kükürt siyahı

sulphur dioxide

kükürt dioksit

sulphur oxide

kükürt oksit

sulphur

kükürt

sulphuric acid

sülfürik asit

sulphuric

sülfürik

sulphurize

kükürtlemek

sulphurous gas

kükürtlü gaz

sulphurous

kükürtlü

sultan

sultan

sultana

1.sultan karısı/annesi/kız kardeşi/kızı, hanım sultan, 2.çekirdeksiz kuru üzüm, sultanî

sultanate

sultanlık, saltanat

sultriness

boğucu hava, nemli hava

sultry

1.(hava) boğucu, sıcak, bunaltıcı, 2.cinsel yönden çekici, seksi

sum up

1. özetlemek, 2. hüküm vermek, değerlendirmek

sum

1.işlem, problem, 2.meblağ, tutar, 3.(the ile) toplam, yekûn

sumach

sumak

Sumatra

Sumatra

summariness

özetleme

summarize

özetlemek

summary offence

hafif suç

summary

1.özet, 2.acele yapılan, derhal yapılan

summation

1. toplama, 2. özet

summer house

yazlık ev

summer range

yayla, yaz merası

summer resort

sayfiye, yazlık

summer school

yaz okulu

summer solstice

yaz gündönümü

summer time

yaz saati

summer

yaz

summerhouse

kameriye, çardak

summerly

yazlık, yaz gibi

summertime

yaz mevsimi

summery

yaza mahsus, yaz gibi

summing-up

1. özet, 2. dava özeti

summit conference

zirve toplantısı

summit meeting

zirve toplantısı

summit talk

zirve toplantısı

summit

1.zirve, doruk, uç, 2.zirve toplantısı

summitry

zirve politikası

summon up

(gücünü) toplamak, cesaretini toplamak

summon

(to ile) emirle davet etmek, celp etmek

summoner

haberci, ulak

summons

1.celp, çağrı, 2.mahkemeye celp etmek

sump

1. drenaj kuyusu, 2. yağ karteri, alt karter

sumpter

yük beygiri

sumptuary

masraflara ait

sumptuous

sumptuous

büyük, pahalı, tantanalı, muhteşem

sumptuousness

1. masraflı olma, 2. görkem, tantana, lüks

sun glasses

güneş gözlüğü

sun oneself

güneşlenmek

sun shield

güneşlik

sun visor

parasol, güneşlik

sun worshiper

güneşe tapan kimse

sun

1.güneş, 2.güneşlenmek, 3.güneşlendirmek

sun-dry

güneşte kurutmak

sun-fast

güneşte solmayan

sun-proof

güneş geçirmez, güneşe dayanıklı

sunbathe

güneş banyosu yapmak, güneşlenmek

sunbeam

güneş ışını

sunburn

1.güneş yanığı, 2.güneşten yanma

sunburnt

1.bronz tenli, bronzlaşmış, 2.güneşten yanmış, güneş yanığı acısı çeken

sundae

meyveli dondurma

Sunday

1.pazar (günü)

sunder

1. ayırmak, 2. koparmak, 3. kopmak

sunderance

ayırmak

sundew

güneş gülü

sundial

güneş saati

sundown

gün batımı, güneş batması

sundried

güneşte kurutulmuş

sundries

ufak tefek şeyler

sundry

çeşitli, türlü türlü

sunfish

aybalığı, güneş balığı

sunflower

ayçiçeği, günebakan

sunglasses

güneş gözlüğü

sunk

havşalı, gömülmüş, batmış

sunken

sunken

1.batmış, batık, 2.çukur, içeri gömük, çökmüş

sunlamp

morötesi ışınlar veren elektrik lambası

sunlight

güneş ışığı

sunlit

güneşli, aydınlık

sunniness

parlak olma

sunny

1.güneşli, 2.neşeli

sunray

güneş ışını

sunrise

gündoğumu, güneş doğması

sunset

günbatımı, güneş batması

sunshade

güneş şemsiyesi, güneşlik

sunshine

güneş ışığı

sunspot

güneş lekesi

sunstroke

güneş çarpması

suntan

güneş yanığı, bronzlaşma

sup

1. akşam yemeği yemek, 2. yudumlamak

super computer

süper bilgisayar

super tanker

süpertanker

super

süper, müthiş

superable

yenilmesi mümkün, atlatılabilir

superannuate

emekliye ayırmak

superannuated

1.çalışamayacak kadar yaşlı, 2.modası geçmiş, demode

superannuation fund

emekli sandığı

superannuation

emeklilik maaşı

superb

mükemmel, harika, süper

supercargo

1. yük memuru, 2. geminin yük memuru vekili

supercharge

1. aşırı beslemek, 2. kompresörle güçlendirmek

supercharger

kompresör

supercharging

süperşarj, aşırıdoldurma, aşırı yükleme

supercilious

kibirli, mağrur, burnu büyük, kendini beğenmiş

superconducting

superconducting

süper iletken, süper iletici

superconductive

üstüniletken, süper iletken

superconductivity

aşırıiletkenlik

superconductor

süper iletken, üstün iletken

supercool

aşırı soğutmak

superelevation

dever

supereminence

aşırı üstünlük

supereminent

çok üstün, pek önemli

superessive

üstündelik durumu

superfamily

üstfamilya

superficial

1.yüzeysel, yüzeyde olan, 2.yüzeysel, üstünkörü, yarım yamalak

superficially

görünüşte

superficies

satıh, yüzey

superfine

çek ince, çok zarif

superfluity

1. çokluk, fazlalık, 2. aşırı bolluk, gereksiz şey

superfluous

gereksiz, lüzumsuz, fazla

supergiants

üstdevler

superheat

1. kızdırmak, 2. fazla ısıtmak

superheated steam

kızgın buhar

superheated

kızgın

superheater

kızdırıcı

superheterodyne

süperheterodin

superhuman

insanüstü

superimpose

(on ile) üstüne koymak, eklemek

superimposed load

ek yük, ilave yük

superimposition

sürempresyon, üst üste çekim, bindirme

superintend

1.yönetmek, idare etmek, 2.denetlemek

superintendence

gözetim, kontrol

superintendent

1.yönetici, 2.müfettiş, denetmen, 3.polis memuru

superior planet

superior planet

dış gezegen

superior to

daha iyi, daha üstün 1.(sınıf, mevki, vb.) üst, yüksek, 2.yüksek kaliteli, üstün nitelikli, 3.gururlu, kibirli, mağrur, kendini beğenmiş, 4.amir, üst, 5.dinsel grup başkanı

superior superiority

üstünlük

superlative degree

enüstünlük derecesi

superlative

1.en üstünlük derecesi, 2.enüstünlük derecesinde sözcük, 3.en iyi, en üstün, eşsiz, süper

superman

üstün insan

supermarket

süpermarket

supernatural

doğaüstü

supernova

süpernova, üstnova

supernumerary

1. fazla, ekstra, 2. arta kalan

superoxide

süperoksit, hiperoksit

superphosphate

süperfosfat

superpose

üstüne koymak

superposition

üst üste koyma, bindirme

superpower

süper devlet

supersaturate

aşırı doyurmak

supersaturation

aşırıdoyma

superscribe

üstüne yazmak

superscript

üste yazılan yazı, üsttakı

supersede

yerine geçmek, yerini almak

supersonic frequency

sesüstü frekans

supersonic

sesten hızlı, süpersonik

superstar

süperstar

superstition

batıl inanç

superstitious

batıl inançlı, boş şeylere inanan

superstratum

üstkatman

superstructure

1.üstyapı, 2.palavra üstündeki yapı

supervene

1. eklenmek, 2. izlemek, arkasından gelmek

supervise

nezaret etmek, denetlemek

supervision

nezaret, denetim

supervisor

1.müfettiş, denetçi, 2.(üniversitede) danışman

supervisory program

yönetici program

supervisory

1. denetsel, denetimsel, 2. denetleyici

supine

sırtüstü yatmış, sırtüstü

supper club

seçkin gece kulübü

supper

son akşam yemeği

supplant

yerine geçmek, ayağını kaydırıp yerini kapmak

supple

bükülgen, esnek

supplement

1.ilave, ek, 2.(by/with ile) -e eklemeler yapmak

supplemental

ek, ilave, bütünleyici

supplementary brake

yardımcı fren

supplementary budget ek bütçe, katma bütçe supplementary maintenance

tamamlayıcı bakım

supplementary order

ek sipariş

supplementary

(to ile) ilaveli, ilave olan, ek

supplementation

1. ekleme, ilave, 2. tamamlama

suppliant

yalvaran

supplicant

rica eden, yalvaran

supplicate

(yardım) dilemek, yalvarmak

supplication

1. yalvarma, 2. rica, 3. yalvarış

supplier

tedarik eden kimse/firma

supplies

levazım, erzak, gereçler

supply and demand

arz ve talep, sunu ve istem

supply canal

iletim kanalı

supply pipe

besleme borusu

supply

1.vermek, tedarik etmek, sağlamak, 2.tedarik, temin, sağlama sistemi, 3.mevcut, stok miktar, 4.sağlanması gerekli miktar, verilmesi gerekli oran

support buying

destekleme alımı

support document

kanıt, delil

support evidence

ek kanıt

support purchase

destekleme alımı

support unit

destek birimi

supportable

1.(ağırlığını) çekmek, kaldırmak, dayanmak, 2.bakmak, geçindirmek, 3.desteklemek, savunmak, 4.(takım, vb.) tutmak, 5.destekleme, tutma, 6.destek, mesnet, dayanak, 7.geçim, geçim kaynağı, iaşe, 8.destek olan kimse ya da şey, yardım, destek tahammül edilebilir

supporter

taraftar, savunucu

supporting tissue

destekdoku

supporting

destekleyici

supportive

destekleyici

suppose

1.zannetmek, sanmak, varsaymak, 2.inanmak, sanmak, 3.eğer, farzedelim, 4.bence ... -se iyi olur

supposed

sözde, zannedilen, farazi

supposedly

söylendiğine göre, diyorlar ki, -dığı farzediliyor

supposition

1.varsayım, 2.tahmin

suppository

fitil

suppress

1.(bir hareket ya da durumu) bastırmak, sindirmek, 2.gizlemek, saklı tutmak, zaptetmek

suppressant

önleyici ilaç

suppression

1. bastırma, bastırı, 2. tutma, zapt etme, 3. baskı

suppressive

bastıran, sindiren

suppressor grid

topraklama ızgarası

suppressor

parazit giderici, parazit bastırıcı

suppurate

irinlenmek, cerahat toplamak

suppuration

irin, cerahat

supra

yukarıda

supranational

ulusal sınırların dışında

suprasegmental

parçaüstü, kesitüstü

supremacy

üstünlük

support

supreme authority

yüksek otorite

Supreme Being

Allah

Supreme Court of Appeals

Temyiz Mahkemesi

supreme court

yüce divan, yüksek mahkeme

supreme test

en büyük tecrübe

supreme

1.üstün, yüce, ulu, en yüksek

surcease

1. bitme, ardı arkası kesilme, 2. bitmek, arkası kesilmek, 3. ara vermek

surcharge

1.alışılmış bir yükün üzerine eklenen fazladan yük, sürşarj, 2.yeni fiyatlı posta pulu

surd

1. asam, rasyonel olmayan, 2. sessiz, ünsüz

sure

1.emin, şüphesiz, kesin, 2.kesin, muhakkak, mutlak, 3.güvenilir, sağlam, emin, 4.elbette, tabi, kesinlikle, 5.tabii, elbette

sure-footed

ayağını sıkı basan, düşmez, kaymaz

surely

1.kesinlikle, kesin olarak, 2.mutlaka, sanırım, umarım, eminim, 3.elbette, tabi

surety bond

kefalet senedi

surety

1.kefalet, teminat, güvence, garanti, 2.kefil

suretyship

kefalet

surf

1.dalga köpüğü, çatlayan dalgalar, 2.sörf yapmak

surface contamination

yüzey kirliliği

surface defect

yüzey kusuru

surface energy

yüzey enerjisi

surface fire

örtü yangını

surface hardening

yüzey sertleştirme

surface hardness

yüzey sertliği

surface insulation

yüzey yalıtımı

surface layer

üst tabaka, üst yüzey

surface leakage

yüzey sızıntısı

surface mail

adi posta

surface mining

açık işletme

surface pressure

yüzey basıncı

surface structure

surface structure

yüzeysel yapı

surface temperature

yüzey sıcaklığı

surface tension

yüzey gerilimi

surface water

yüzey suyu

surface wave

yüzey dalgası

surface wind

yüzey rüzgârı

surface

1.yüzey, 2.(the ile) dış görünüş, 3.su yüzüne çıkmak, 4.(yol, vb.) sert bir maddeyle kaplamak, 5.(posta) adi

surface-active agent

yüzey aktif madde, yüzeyetkin özdek

surface-active

yüzey etkin, yüzey aktif

surfacer

planya makinesi

surfacing

1. kaplama, 2. perdahlama

surfactant

yüzeyetkin özdek, yüzey aktif madde

surfeit

aşırı miktar

surfer

sörfçü

surfing

sörf

surge

1.büyük dalga, dalgalanma, 2.dalgalanmak, 3.yükselmek

surgeon

cerrah

surgery

1.cerrahlık, ameliyat, 2.muayenehane

surgical operation

ameliyat

surgical ward

ameliyat koğuşu

surgical

cerrahi

surging

dalgalı, çalkantılı

surjection

üzerine fonksiyon, örtev

surliness

somurtkanlık, hırçınlık, huysuzluk

surly

kızgın, öfkeli, ters, sert, huysuz

surmise

sanmak, zannetmek, tahmin etmek

surmount

üstesinden gelmek, altetmek, yenmek

surmountable

çözümlenebilir

surname

soyad

surpass

surpass

geçmek, üstün olmak, baskın çıkmak, aşmak

surpassing

eşsiz, üstün, baskın

surplus income

gelir fazlası

surplus water

artık su

surplus weight

fazla ağırlık

surplus

1.gereğinden fazla miktar, fazlalık, 2.gereğinden fazla, aşırı, fazla

surplusage

artan miktar, artık

surprise

1.sürpriz, 2.şaşkınlık, 3.baskın, 4.şaşırtmak, hayrete düşürmek, şaşkınlığa uğratmak, 5.beklenmedik anda yakalamak, baskın yapmak

surprising

şaşırtıcı

surreal

gerçeküstü

surrealism

sürrealizm, gerçeküstücülük

surrealist

1. gerçeküstücü, sürrealist, 2. gerçeküstücü kimse, sürrealist

surrealistic

sürrealist, gerçeküstü

surrender

1.teslim olmak, 2.teslim etmek, 3.hakkından vazgeçmek, feragat etmek, 4.teslim, 5.vazgeçme, feragat

surreptitious

gizli, gizlice yapılan

surrey

hafif iki kişilik araba

surrogate

vekil

surround

1.kuşatmak, etrafını sarmak, çevirmek, 2.kenar

surrounding air

hava, ortam

surrounding

çevredeki, civardaki

surroundings

çevre

surtax

1. ek vergi, munzam vergi, 2. katma vergi

surveillance

1.gözetim, gözaltı

survey instrument

surveying

kontrol aleti, denetim aygıtı 1.bakmak, incelemek, dikkatle göz gezdirmek, 2.(bir yapıyı) yoklamak, muayene etmek, durumunu sınamak, teftiş etmek, 3.haritasını çıkarmak, 4.yaygın kanı, genel görüş/inceleme, 5.harita çizme, haritasını çıkarma, 6.teftiş, tetkik, inceleme, 7.yüzölçümü, ölçüm mesaha bilimi, ölçme, haritacılık

surveyor

mesahacı

surveyor's level

ölçü terazisi

survival

1.kalım, hayatta kalma, yaşamı sürdürme, 2.eskiden kalma şey, eskiden beri süregelen şey

survey

survive

1.hayatta kalmak, yaşamayı sürdürmek, 2.sağ salim çıkmak, -den sağ kurtulmak

survivor

ölümden dönen kimse, hayatta kalan

survivorship

sağ kalma

susceptance

süseptans

susceptibility

1. hassaslık, duyarlık, 2. alınganlık

susceptible

(to ile), kolay etkilenen, etki altında kalan, -e dayanıksız, -den çabuk etkilenen, -e karşı hassas

susceptive

1. alan, kabul eden, 2. hassas 1.şüphelenmek, kuşkulanmak, kuşku duymak, farzetmek, zannetmek, 2.suçlu olduğuna inanmak, kuşkulanmak, 3.-den şüphelenmek, değerinden şüphe etmek, 4.sanık, 5.şüpheli, su götürür

suspect suspend

1.asmak, sallandırmak, 2.belli bir süre için durdurmak, ertelemek, askıya almak, 3.(okul, vb.'den) uzaklaştırmak

suspended roof

asma tavan, asma çatı

suspended

asılı

suspender

çorap askısı

suspenders

pantalon askısı

suspense

askıda kalma, kararsızlık, şüpheli beklenti

suspension bridge

asma köprü

suspension of payment ödemenin durdurulması suspension

1.asma, asılma, 2.erteleme, 3.süspansiyon, asıltı, 4.süspansiyon askı

suspensory

asılı

suspicion

1.şüphe, kuşku, zan, 2.itimatsızlık, güvenmeme, 3.az miktar, zerre

suspicious death

şüpheli ölüm

suspicious

şüpheli, kuşkulu

suspiciousness

şüphelilik, kuşkululuk

suspiration

iç çekme, nefes alma

suspire

içini çekmek, ah çekmek

suss

(out ile), keşfetmek, bulmak, keşif yapmak, incelemek

sustain a defeat

yenilmek, hezimete uğramak

sustain

1.güçlendirmek, güçlü tutmak, güç vermek, 2.uzun süre korumak, sürdürmek, devam ettirmek, 3.(acı, vb.) çekmek

sustained

devamlı

sustenance

1.besleme, güç verme, 2.gıda, besin

sustentation

destekleme

susurrant

fısıltılı

susurration

fısıltı

suture

1. dikiş, 2. dikiş ipliği, 3. dikiş yeri, 4. dikişle birleştirmek

suzerain

1. hükümdar, 2. hükümdar

suzerainty

1. hükmetme, 2. hükümdarlık

svelte

ince yapılı, fidan gibi

swab

1.temizleme bezi, 2.(down ile) temizlemek, silmek, paspaslamak

swabber

1. temizleyici, 2. hantal herif

swaddle

1. kundak, 2. bebeği kundaklamak

swaddling clothes

kundak takımı

swag

soygunda ele geçirilen mal/para, ganimet

swage

1. baskı kalıbı, 2. kalıpta dövmek, kalıba basmak

swager

tokaç, biçimleme aracı

swagger

1.kasıla kasıla yürümek, 2.kasıntılı yürüyüş, kasılma

swallow one's pride

gururunu ayaklar altına almak

swallow tail

çatal kuyruk

swallow the bait

zokayı yutmak

swallow up

yiyip yutmak, yok etmek

swallow

1.yutmak, 2.yutkunmak, 3.inanmak, yemek, yutmak, 4.yutma, yutkunma, 5.kırlangıç

swallow-tailed coat

frak

swallowhole

obruk, düden

swamp fever

sıtma

swamp

1.bataklık, batak, 2.suyla doldurmak, taşırmak, 3.(iş, vb.) yüklemek

swampy

bataklık

swan

kuğu

swank

caka satmak, gösteriş yapmak, hava atmak

swanky

1.şık, gösterişli, havalı, 2.tantanalı, debdebeli

swanskin

swanskin

molton

swap

1.değiş tokuş etmek, takas etmek, değiştirmek, 2.değiş tokuş, değiştirme, takas

sward

çim, çimen

swarm with

dolup taşmak, kaynamak

swarm

1.(arı, vb.) küme, oğul, 2.sürü, kalabalık, 3.küme halinde ilerlemek

swarthiness

esmerlik

swarthy

esmer, yağız

swash

1. çalkantı, 2. çalkalanmak

swashbuckler

kabadayı, palavracı

swastika

gamalı haç

swat

1.(böcek, sinek, vb.) yassı bir şey ile vurmak, ezmek, 2.vurma, ezme

swath

bir defada biçilen alan

swathe

(in ile), kumaşla sarmak, sargı ile sarmak, çevrelemek, sarmak

swatter

sineklik

sway

1.sallamak, 2.sallanmak, 3.etkilemek, 4.sallanma

swear a blue streak

ana avrat dümdüz gitmek

swear blind

ekmek kuran çarpsın ki

swear by

inanmak, şaşmamak

swear in

bağlılık yemini ettirmek

swear like a trooper

ana avrat düz gitmek

swear

1.küfretmek, sövmek, 2.yemin etmek, andiçmek, 3.yemin ettirmek

swearing

yemin etme

swearword

küfür, sövgü

sweat blood

buram buran terlemek

sweat cooling

buharla soğutma

sweat gland

ter bezi

sweat one's guts out

kıçını yırtmak

sweat suit

eşofman

sweat

1.ter, 2.telaş, 3.zor iş, 4.terlemek, 5.alınteri dökmek, çok çalışmak

sweater

sweater

kazak

sweating

az para verip çok çalıştırma

sweatshirt

uzun kollu pamuklu kazak

sweatshop

düşük ücretli işyeri

sweaty

1.terli, 2.ter kokulu, 3.terletici, 4.çok sıcak

swede

şalgam

Sweden

isveç

Swedish

isveç dili

sweep away

süpürüp temizlemek

sweep circuit

süpürme devresi, svip devresi

sweep off his feet

1. kendine âşık etmek, 2. ikna etmek, kandırmak

sweep sth under the carpet

gizli tutmak, saklamak

sweep the board

ne var ne yoksa kazanmak

sweep voltage

süpürme gerilimi, svip voltajı

sweep

1.süpürmek, süpürerek temizlemek, 2.hızla ilerlemek, şiddetle ilerlemek, 3.hız ve gururla ilerlemek, 4.(bir alanı) çevrelemek, çevirmek, 5.süpürme, 6.geniş alan, 7.silkeleme, sallama, 8.baca temizleyicisi, 9.(at yarışı, vb.) bahis

sweepback

kanat geri çekikliği

sweeper

süpürücü

sweeping

1.geniş içerikli, 2.genel

sweepings

süprüntü, çörçöp

sweepstake

(at yarışı, vb.) bahis

sweet basil

fesleğen

sweet bay

defne

sweet corn

mısır

sweet gum

amerikansığlası

sweet herbs

güzel kokulu otlar

sweet pea

kokulu bezelye çiçeği, ıtırşahi

sweet potato

tatlıpatates

sweet tooth

tatlı yiyeceklere düşkünlük

sweet william

hüsnüyusuf çiçeği

sweet

1.tatlı, 2.tatlı, sevimli, hoş, şirin, 3.tatlı, 4.şekerleme

sweet-scented

güzel kokulu

sweet-tempered

yumuşak huylu

sweeten

1.tatlanmak, tatlılaşmak, 2.tatlandırmak, tatlılaştırmak, 3.yumuşatmak, pohpohlamak

sweetener

şeker yerine kullanılan tat verici madde, tatlandırıcı

sweetheart

canım, tatlım, sevgilim

sweetie

sevgili, yavuklu

sweetish

tatlımsı

sweetmeat

şekerleme, bonbon

sweetness

1. tatlılık, 2. sevimlik, şirinlik, 3. güzel koku

sweetpepper

dolmalık biber

sweetwater

tatlılık alıcı

swell resistant

şişmez

swell with pride

göğsü kabarmak, koltuğu kabarmak

swell

1.şişmek, kabarmak, 2.şişirmek, kabartmak, 3.denizin dalgalanması, 4.sesin yükselmesi, 5.Aİ, çok iyi, süper, kalite

swelling index

şişme indisi

swelling pressure

şişme basıncı

swelling

kabarık, şiş, şişlik

swelter

1. çok terleme, sıcaktan bayılma, 2. sıcaktan terlemek, ter dökmek

sweltering

çok sıcak, cehennem gibi

sweptback wing

ok biçimli kanat

swerve

1.aniden yana sapmak, 2.(amaçtan) sapmak, dönmek, 3.saptırmak, döndürmek, 4.ani dönüş, sapma

swift

1.çabuk, atik, tez, hızlı, 2.kılıç kırlangıcı

swift-footed

hızlı koşan

swiftness

sürat, çabukluk, hız

swig

doya doya içmek

swill

1.(out/down ile) bol suyla çalkalamak/yıkamak, 2.açgözlülükle içmek, bol bol içmek, 3.boy suyla yıkama/çalkalama, 4.domuz yemi

swim bladder

yüzme kesesi

swim with

ile dolu olmak, kaplı olmak

swim

1.yüzmek, 2.yüzerek geçmek, 3.(baş) dönmek, 4.(with/in ile) dolu/kaplı olmak, 5.yüzme

swim-bladder

(balıkta) hava kesesi

swimbell

çan biçiminde yüzme organı

swimmer

1. yüzücü, 2. yüzgeç

swimmeret

yüzgeç ayak

swimming bath

yüzme havuzu

swimming costume

kadın mayosu

swimming pool

yüzme havuzu

swimming trunks

erkek mayosu, mayo

swimming

1.yüzme, yüzme sporu, yüzücülük

swimsuit

kadın mayosu

swindle

1.(out of ile) dolandırmak, parasını çarpmak, 2.dolandırıcılık

swindler

dolandırıcı

swine

1.pis herif, 2.domuz

swineherd

domuz çobanı

swing axle

esnek yarım dingil

swing bridge

açılır kapanır köprü

swing door

döner kapı

swing mirror

döner ayna

swing pipe

döner boru

swing plough

tekerleksiz saban

swinge

1.sallanmak, 2.sallamak, 3.aniden geriye dönmek, ani dönüş yapmak, 4.salınarak yürümek, 5.hoş bir ritmi olmak, 6.hoş bir ritimle çalmak, 7.sallanış, sallanma, sallandırma, 8.salıncak, 9.dikkat çeken değişiklik, göze batan değişiklik 1. dövmek, 2. vurmak, kamçılamak

swingeing

(özellikle paraya ilişkin ayarlamalarda) en yüksek derecede, çok miktarda

swinging

canlı, hareketli, yaşam dolu

swingle

1. keten tokmağı, 2. (keten) tokmakla dövmek

swinish

domuz gibi

swipe

1.kuvvetli darbe, kuvvetli vuruş, 2.çalmak, yürütmek, araklamak, 3.(at ile) kolunun bütün hızıyla vurmak, kuvvetli darbe indirmek

swing

swipes

kalitesiz bira

swirl

1.girdap yaparak dönmek, 2.(su, toz, duman, vb.) girdap, 3.girdap gibi dönme

swish

1.ıslık sesi çıkarmak, 2.hışırdamak, 3.hışırtı, 4.gösterişli, pahalı

Swiss

isviçreli kimse

switch blade

şalter bıçağı

switch key

kontak anahtarı

switch off

kapatmak, söndürmek

switch on

açmak

switch over

1. kanal değiştirmek, 2. tümüyle değişmek

switch panel

şalter panosu, anahtar panosu

switch rail

makas dili

switch register

anahtar yazmacı

switch tie

switchback

makas traversi 1.şalter, devre anahtarı, elektrik düğmesi, 2.(beklenmedik) değişiklik, değişim, 3.çubuk, ince ve kısa sopa, 4.demiryolu makası, 5.değiştirmek, değiş tokuş etmek, 6.dönmek., 7.düğmeye basıp açmak/kapatmak/değiştirmek 1. eğimli ve zikzak hat, 2. viraj, dönemeç

switchboard operator

santral memuru

switchboard

telefon santralı

switches

makas, demiryolu makası

switching circuit

anahtar devresi

switching

cereyan verme

Switzerland

isviçre

swivel block

fırdöndülü makara

swivel hook

döner kanca

swivel lamp

döner lamba

swivel

(round ile), kendi etrafında dönmek, döndürmek

swollen

1.şişmiş, şiş, kabarık, 2.gururlu, şişinmiş, kendini beğenmiş

swoon

bayılmak

swoop

1.üstüne çullanmak, 2.üstüne çullanma, ani saldırı

switch

swop

bkz. swap

sword bayonet

kasatura

sword bearer

silahtar

sword belt

palaska

sword of Damocles

Demokles'in kılıcı

sword

kılıç

swordfish

kılıçbalığı

swordplay

eskrim

swordsman

kılıç kullanmakta usta olan kimse

sworn

ezelî, değişmez

swot

1.hafız, inek, çok çalışan kimse/öğrenci, 2.çok çalışmak, hafızlamak, ineklemek

sybarite

hovarda

sycamine

karadut ağacı

sycamore

1.firavuninciri, 2.çınar

sycophancy

dalkavukluk, parazitlik

sycophant

dalkavuk, yağcı

syenite

siyenit

syllabic

hece ile ilgili

syllabicate

hecelere ayırmak

syllabication

heceleme, seslemleme

syllabify

hecelere ayırmak

syllabize

1. hecelemek, 2. hecelere ayırmak

syllable

hece, seslem

syllabled

heceli

syllabus

müfredat programı, öğretim izlencesi

syllepsis

çiftleme

syllogism

1. tasım, 2. kıyas

sylph

hava perisi, güzel kız

sylpish

zarif

sylvan

sylvan

ormanlık

sylvine

silvit

symbiosis

sembiyoz, ortakyaşama

symbol

sembol, simge

symbolic address

simgesel adres

symbolic code

simgesel kod

symbolic instruction

simgesel komut

symbolic language

simgesel dil

symbolic logic

sembolik mantık

symbolic

sembolik, simgesel

symbolical

sembolik, simgesel

symbolism

sembolizm, simgecilik

symbolize

1.sembolü olmak, sembolize etmek, 2.simgelerle anlatmak

symmetric circuit

simetrik devre

symmetric

simetrik, bakışımlı

symmetrical

simetrik, bakışımlı

symmetry

simetri, bakışım

sympathetic nerve

sempatik sinir

sympathetic nervous system

sempatik sinir sistemi

sympathetic

(to ile) karşısındakinin duygularına katılan, duygudaş

sympathies

karşısındaki ile aynı duyguyu paylaşma, duygudaşlık

sympathize

(with ile), (duygularına) katılmak, duygularını paylaşmak

sympathy

1.acıma, şefkat, halden anlama, 2.başkalarının duygularını paylaşma/anlama, duygudaşlık

symphonic

semfonik

symphony

semfoni

symponious

ahenkli, uyumlu

symposium

sempozyum

symptom

1.araz, bulgu, semptom, 2.bulgu, belirti, işaret

symptomatic

symptomatic

belirtisi olan

symptomatology

semptomatoloji

syn-

(önek) ile, ile beraber, aynı zamanda

synagogue

sinagog, havra

synanthereous

birleşik anterli, çok başçıklı

synapse

sinir kavşağı, sinaps

synapsis

1. kromozomların birleşmesi, 2. sinir kavşağı, sinaps

synarthrosis

oynamaz eklem

sync

senkronizasyon, eşzamanlama

synchrocyclotron

senkrosiklotron

synchromesh

senkromeç

synchronic

eşzamanlı, eşsüremli

synchronism

senkronizm, eşzamanlılık

synchronization

senkronizasyon, eşzamanlama

synchronize

1.(saat) aynı zamana ayarlamak, ayarlarını birbirine uydurmak, 2.eş zamanlı/eş hızlı olmak, 3.eş zamanlı/eş hızlı kılmak, senkronize etmek

synchronized

senkronize

synchronizer

senkronizör

synchronoscope

senkronoskop, eşzamangözler

synchronous computer eşzamanlı bilgisayar synchronous speed

senkron hız

synchronous system

eşzamanlı sistem

synchronous working

eşzamanlı çalışma

synchronous

1. eşzamanlı, senkron, 2. senkronize

synchrony

eşzamanlılık, eşsürem, eşsüremlilik

synchroscope

senkroskop

synchrotron

senkrotron

synclinal

senklinal

syncline

senklinal, tekne

synclinorium

sinklinoryum

syncopation

syncopation

sinkop, ortadan kısaltma, hece düşmesi

syncope

1. içses düşmesi, 2. kalp sektesi

syndic

mutemet, müşavir

syndicalism

1. sendikacılık, sendikalizm, 2. sendika idaresi

syndicate

1.sendika, 2.sendika oluşturmak, sendikalaşmak

syndication

sendikasyon

syndiotactic

sindiyotaktik

syndrome

hastalık belirtileri, tüm semptomlar, sendrom

synecdoche

kapsamlayış

syneresis

birleme, sinerez

synergy

birlikte çalışma

synesis

gramer hatası, sözdizimi hatası

synod

kilise meclisi toplantısı

synodic month

kavuşum ayı

synodic

sinodal

synonym

eşanlamlı sözcük, eşanlamlı

synonymous

(with ile) eşanlamlı

synonymy

eşanlamlılık

synopsis

özet

synoptic

sinoptik

synovia membrane

sinovya zarı

synovia

sinovya, eklem sıvısı

syntactic error

sözdizim hatası

syntactic

sözdizimsel

syntactical

sözdizimine ait

syntagm

dizim, sentagma

syntagmatic

dizimsel

syntagmatics

dizimbilim

syntax error

sözdizim hatası

syntax

syntax

sentaks, sözdizim

synthesis

sentez, bireşim

synthesize

1.sentez yaparak oluşturmak, 2.sentezle birleştirmek

synthesizer

sintisayzır

synthetic fiber

sentetik lif

synthetic manure

suni gübre, yapay gübre

synthetic resin

sentetik reçine

synthetic

sentetik, yapay

syphilis

frengi

syphilitic

1. frengili, 2. frengili

syphon

bkz. siphon

Syria

Suriye

Syrian

Suriyeli

syringa

1. leylak, 2. beyaz yasemin

syringe

1.şırınga, 2.şırıngalamak, 3.şırıngayla temizlemek

syrinx

1. östaki borusu, 2. fistül

syrup

şurup

syrupy

1.şurup gibi, şuruplu, ağdalı, 2.çok tatlı, 3.aşırı duygusal

system analysis

sistem analizi, dizge çözümleme

system check

sistem denetimi, dizge denetimi

system disk

sistem diski

system engineering

sistem mühendisliği

system integrity

sistem bütünlüğü, dizge bütünlüğü

system log

sistem kaydı, dizge günlüğü

system maintenance

sistem bakımı, dizge bakımı

system of accounts

muhasebe sistemi

system of equations

denklemler sistemi

system of logarithms

logaritma sistemi

system point

sistem noktası

system program

system program

sistem programı, dizge programı

system

sistem

systematic error

sistematik hata

systematic

sistemli, sistematik

systematically

sistemli olarak

systematics

sistematik

systematization

sistemleştirme

systematize

sistemleştirmek, sistematize etmek

systemic circulation

büyük kan dolaşımı

systemic disease

sistemik hastalık

systemic

sistemik

systems analysis

sistem analizi, dizge çözümleme

systems analyst

sistem analisti, dizge çözümleyici

systems engineer

sistem mühendisi

systems engineering

sistem mühendisliği

systems man

organizatör

systems operator

sistem operatörü

systems programmer

sistem programcısı

systems programming

sistem programlama

systems software

sistem yazılımı, dizge yazılımı

systole

kalbin kasılması, sistol, kasım

systolic

sistolik, kasımlı

T-shirt

tişört

Ta ever so

çok sağ ol

ta

sağ ol, eyvallah

ta-ta

hoşça kal!, eyvallah!

tab

1.etiket, 2.brit, askı, 3.Aİ, fatura, hesap

tabard

cüppe

tabasco

bir çeşit biber

tabby

tabby

tekir kedi

tabernacle

seyyar Yahudi tapınağı

tablature

resim

table d'hôte

tabldot

table microphone

masa mikrofonu

table of contents

içindekiler

table salt

sofra tuzu

table talk

sofra sohbeti

table tennis

masatenisi

table

1.masa, 2.yemek, sofra, 3.tablo, çizelge, 4.tasarıyı müzakereye sunmak

table-water

maden suyu, yeraltı suyu

tableau vivant

canlı tablo

tableau

1. tablo, 2. resim

tableaux

tablo, resimler

tablecloth

sofra örtüsü, masa örtüsü

tableland

yayla, plato

tablespoon

servis kaşığı

tablet

1.tablet, 2.kitabe, yazıt, tablet

tableware

sofra takımı

tabloid

küçük sayfalı, bol resimli gazete

taboo

tabu, yasak

tabouret

tabure

tabula

kemiğin sert ve düz yüzeyi

tabular

1.masa gibi düz, 2.çizelge biçiminde

tabulate

cetvel haline koymak, çizelgelemek

tabulation

cetvel haline koyma, çizelgeleme

tabulator

tablo yapıcı, çizelgeleyici, tabülatör

tachograph

takograf, kilometre saati

tachometer

takometre, devirölçer, dönüşölçer

tachycardia

tachycardia

taşikardi

tachymeter

1. takeometre, 2. araziölçer

tacit

söylenmeden anlaşılan

taciturn

sessiz, sakin, suskun, az konuşan

taciturnity

suskunluk, sessizlik

tack about

volta etmek

tack mortgages

ipotekleri birleştirmek

tack on

eklemek, ilave etmek

tack rivet

tutturma perçini

tack

1.ufak çivi, raptiye, pünez, 2.gidiş, yol, rota, 3.teyel, 4.çivi ya da raptiye ile tutturmak, çakmak, 5.orsa etmek, 6.kumaşı teyellemek, çatmak

tackiness

tackweld

yapışkanlık 1.halat takımı, 2.takım, donatı, 3.marke etmek, 4.uğraşmak, çaresine bakmak, üstesinden gelmek, 5.topu kapmak, ayağından almak, 6.yakalamak, 7.saldırmak teyel kaynağı ile tutturmak

tacky

1.yapışkan, 2.adi, kalitesiz, üçüncü sınıf, boktan

tact

1.zaman ve durumun gerektirdiği biçimdeki davranış, 2.davranış inceliği, insanlarla anlaşabilme yetisi

tactful

ince düşünüşlü, sezgisi güçlü, nazik, sezinçli

tactfulness

ince düşünme, düşüncelilik, sezinç

tactic

taktik, yönlem

tactical

taktik

tactician

taktikçi, taktik veren kimse

tactics

taktik

tactile

dokunma duyusuna ilişkin, dokunsal

tactless

patavatsız, düşüncesiz, sezinçsiz, densiz

tactlessness

patavatsızlık, düşüncesizlik, densizlik

tactual sense

dokunma duyusu

tactual

dokunma duyusu ile ilgili, dokunsal

tadpole

iribaş

taenia

1. şerit, tenya, bağırsak kurdu, 2. pervaz

taeniafuge

bağırsak kurdunu düşüren ilaç

tackle

taffeta

tafta

taffrail

kıç küpeştesi

taffy

karamela

tag with

tagger

birine yüklemek, üstüne atmak 1.etiket, fiş, 2.çok sık kullanılan laf, beylik laf, 3.etiketlemek, fiş takmak, 4.eklemek, 5.(along/on ile) peşine takılmak, birlikte gitmek, takılmak, 6.elim sende oyunu 1. etiket koyan kimse, 2. ince demir levha

tail assembly

kuyruk takımı

tail away

kötüye gitmek, azalmak

tail beam

bindirme kiriş

tail behind

birinin peşinden gitmek

tail bone

kuyruk kemiği

tail coat

frak

tail end

en son kısım

tail feather

kuyruk tüyü

tail fin

kuyruk stabilizörü

tail fuse

dip tapa

tail lamp

arka lambası

tail light

stop lambası

tail off

kötüye gitmek, zayıflamak, gittikçe azalmak

tail parachute

kuyruk paraşütü

tail piece

bindirme kiriş, yarım kiriş

tail pipe

egzoz uç borusu, kuyruk egzoz borusu

tail rotor

kuyruk pervanesi

tail shaft

uskur şaft, kuyruk şaftı

tail spin

kuyruk virili

tail surface

kuyruk yüzeyi

tail unit

kuyruk takımı

tail wind

kuyruk rüzgârı

tag

tail

1.kuyruk, 2.göt, 3.bozuk paranın resimsiz tarafı, yazı, 4.kuyruk gibi peşine takılmak, yakından izlemek

tail-heavy

kuyruğu ağır

tailboard

arka kapak

tailed

kuyruklu

tailgate

arka kapak

tailings

şeker topağı

tailless plane

kuyruksuz uçak

tailless

kuyruksuz

taillight

arka lamba

tailor

1.terzi, 2.elbise dikmek, 3.yeni bir biçim vermek

tailor-made

1. ısmarlama dikilmiş, 2. uygun

tailored costume

ısmarlama kostüm

tailored suit

ısmarlama elbise

tailored

(giysi) yeni bir biçim verilmiş, iyi oturtulmuş

tailpiece

son kısım

tailplane

kuyruk yüzeyi

tails

frak

tailspin

1. kuyruk çevrintisi, 2. panik

tailstock

(torna) gezer punta gövdesi

taint

1.lekelemek, leke sürmek, kara çalmak, bozmak, 2.leke, 3.pis koku, 4.ayıp, kusur

take a back seat

köşesine çekilmek

take a bath

1. yıkanmak, 2. banyo yapmak

take a bathroom

banyo yapmak, yıkanmak

take a bearing

kerteriz etmek

take a bus

otobüse binmek

take a chair

oturmak

take a chance

riske girmek

take a copy

suretini çıkarmak

take a cruise

vapurla geziye çıkmak

take a dim view of

take a dim view of

küçük görmek

take a dim view

iyi gözle bakmamak

take a fancy to

hoşlanmaya başlamak

take a gander

göz atmak

take a hint

leb demeden leblebiyi anlamak

take a leaf out of sb's book

kendine örnek almak

take a licking

kötek yemek

take a photograph

resim çekmek

take a pity on

acımak

take a seat

lütfen oturun, buyrun oturun

take a shine to

kanı kaynamak

take a short break

birkaç günlük bir tatile çıkmak

take a shot in the dark kafadan atmak take a shower

duş almak

take a stand on

kararlı olmak

take a stand

tavır almak

take a tumble

tepetaklak gitmek

take a vote on sth

oya koymak

take a vow

ant içmek

take aback

şaşırtmak

take about

gezdirmek

take advantage of

-dan faydalanmak, kazanç sağlamak

take after

-e benzemek, -e çekmek

take aim

nişan almak

take an examination

sınava girmek

take an oath

yemin etmek

take an objection to sth itiraz etmek take apart take as read

sökmek, parçalarına ayırmak

take as read

araştırmadan kabul etmek

take at one's word

sözüne güvenmek

take away

çalmak, alıp götürmek, kaldırmak, çıkarmak

take back

1. geri almak, 2. eskileri düşündürmek

take by surprise

ansızın olmak, şaşırtmak

take care of yourself

kendine iyi bak!

take care of

1. -e dikkat etmek, bakmak, ilgilenmek, 2. dövmek

take charge of

sorumluluğunu almak

take coals to Newcastle denize su taşımak, gereksiz yere eşya götürmek take courage

cesaretlenmek

take cover

sığınmak, siper almak

take down

1. sökmek, parçalarına ayırmak, 2. yazmak, kaydetmek

take effect

1. yürürlüğe girmek, 2. etki etmek

take exception

aynı görüşte olmamak

take for granted

itirazsız kabul etmek

take for

sanmak

take goods on approval muhayyer almak take great pains

özenip bezenmek

take heart

cesaretlenmek

take heed of

önem vermek, dikkat etmek

take in good part

darılmamak, gücenmemek

take in hand

1. üstüne almak, 2. yola getirmek

take in

1. almak, 2. içine almak, içermek, 3. kandırmak, aldatmak

take into account

dikkate almak, hesaba katmak

take into consideration göz önünde bulundurmak, hesaba katmak take into custody

gözaltına almak

Take it easy

1. kendini yorma, 2. kolayına bak, 3. sakin ol

take it hard

derin acı duymak

take it on the chin

metanetle karşılamak

take it out of sb

take it out of sb

bütün gücünü tüketmek

take kindly to

hoşlanmak

take leave of one's senses

aklını peynir ekmekle yemek

take leave

ayrılmak, veda etmek

take measures

önlem almak, tedbir almak

take my tip

öğüdümü tut

take note of

-e önem vermek

take notice of

dikkate almak, umursamak, farkına varmak

take off one's hat to sb

birisine şapka çıkarmak

take off

1. (giysi) çıkarmak, 2. (uçak) havalanmak, kalkmak

take office

görev almak

take on board

kabul etmek

take on trust

kanıtsız kabul etmek, güvenmek

take on

1. işe almak, görev vermek, 2. kavga etmek, 3. üstlenmek

take one at one's word sözünü tutmak take one's breath away birinin nefesini kesmek, heyecanlandırmak take one's choice

beğendiğini almak

take one's hat off to

takdir etmek

take one's life in one's hands

kelleyi koltuğa almak, canını dişine takmak

take one's medicine

başa geleni çekmek

take one's time

1. acele etmemek, 2. fazla vaktini almak

take out a loan

bankadan kredi almak

take out a patent

patent çıkartmak

take out on

hırsını -den almak

take out

1. içinden çıkarmak, 2. bir yere götürmek, 3. edinmek

take over

devralmak, yönetimi almak, üzerine almak

take pains with

çok uğraşmak

take part in

-e katılmak, iştirak etmek

take pity on

acımak

take place

meydana gelmek, olmak

take possession

ele geçirmek, almak

take pot luck

verileni almak, bulduğunu yemek

take pot-luck

Allah ne verdiyse yemek

take refuge

sığınmak

take root

kök salmak

take sb aback

şaşırtmak, afallatmak

take sb by surprise

gafil avlamak

take sb down a peg or two

burnunu kırmak, bozum etmek

take sb for a ride

kazıklamak, aldatmak, kandırmak

take sb out of himself

neşelendirmek, yüzünü güldürmek

take sb to one's bosom bağrına basmak take sb to task

azarlamak, paylamak

take sb unawares

gafil avlamak, şaşırtmak

take sb's breath away

-in nefesini kesmek, heyecanlandırmak

take sb's measure

birinin yeteneğini tartmak

take sb's word for it

söylediğine inanmak

take seriously

ciddiye almak

take shape

biçimlenmek, gerçekleşmek, şekillenmek

take sides with

-ın tarafını tutmak

take sides

taraf tutmak

take steps

önlem almak, tedbir almak

take sth amiss

gücenmek

take sth for granted

itirazsız kabul etmek

take sth on the chin

sineye çekmek

take sth out on sb

acısını başkasından çıkarmak

take sth to heart

ağrına gitmek

take sth up with

görüşünü almak

take stock

1. enine boyuna düşünmek, 2. envanter yapmak

take the air

hava almak

take the bit in one's teeth

idareyi ele almak

take the bread out of sb's mouth

ekmeğini elinden almak

take the bull by the horns

güçlüklere cesaretle karşı koymak

take the cake

birinciliği kazanmak

take the can

ceremeyi çekmek

take the chair

bir toplantıya başkanlık etmek, celseyi açmak

take the field

savaşa girmek

take the gilt off the gingerbread

tadını kaçırmak

take the hell out of sb

iflahını kesmek

take the helm

idareyi eline almak

take the lid off

iş karıştırmak

take the offensive

saldırıya geçmek

take the piss out of

alay etmek

take the place of

birinin yerine geçmek

take the plunge

düşünüp taşındıktan sonra işe girişmek

take the rap

suçu üstüne almak

take the starch out of

hamur gibi yapmak

take the veil

rahibe olmak

take the words out of one's mouth

lafı ağzından almak

take time

vakit almak, vakit istemek

take to drink

içkiye başlamak, kendini içkiye vermek

take to flight

firar etmek

take to heart

take to heart

yüreğinde hissetmek, ciddiye almak

take to one's heels

tabanları yağlamak

take to pieces

parçalara ayırmak, sökmek

take to the road

serseri olmak, avare olmak

take to

1. hoşlanmak, 2. alışkanlık edinmek, 3. çekilmek, kaçmak

take trouble

zahmete girmek, zahmet etmek

take turns

sırayla yapmak

take umbrage

gücenmek

take up arms

silaha sarılmak

take up the cudgels for arka çıkmak take up with

ile arkadaş olmak

take up

1. girişmek, başlamak, 2. kaplamak, işgal etmek

take vengeance on

intikam almak

take wings

uçmak, uçup gitmek, yok olmak

Take your pick

Seçimini yap

take-home foods

1.almak, 2.götürmek, 3.kiralamak, tutmak, 4.kazanmak, almak, 5.(sınav) girmek, 6.(fotoğrafını) çekmek, 7.kabullenmek, üstlenmek, almak, 8.gerektirmek, istemek, 9.(içine) almak, taşıma, 10.hasılat, para, kâr, 11.çekim hazır gıda maddeleri

take-home pay

net gelir, safi ücret

take-in

dolandırıcılık, sahtekârlık

take-up

germe, boşunu alma

takeaway

1.hazır yemek satan dükkân, 2.hazır yemek satan dükkândan alınan

takedown

1. sökülebilir, demontabl, 2. sökme, parçalara ayırma

takeoff runway

kalkış pisti

takeoff speed

kalkış hızı

takeoff weight

kalkış ağırlığı

takeoff

1.havalanma, kalkış, 2.taklit

takeover

devralma, ele geçirme, yönetimi alma, devir

taker

alıcı, müşteri

taking

çekici

take

takings

kâr, kazanç, hasılat, gelir

talc

talk pudrası

talcum powder

talk pudrası

talcum

talk

tale

1.hikâye, masal, 2.palavra, yalan, masal, 3.dedikodu

talebearer

dedikoducu, gammaz

talebearing

kovuculuk

talent scout

yıldız avcısı

talent

doğal yetenek

talented

yetenekli

taleteller

1. hikâyeci, 2. masalcı, 3. dedikoducu, 4. yalancı

talion

kısas

talipes

yumru ayak

talisman

tılsım, uğur, uğurluk

talismanic

tılsımlı

talk a blue streak

jet gibi konuşmak

talk a mile a minute

çan çan etmek

talk about

hakkında konuşmak, bahsetmek, lafını etmek

talk at

boşuna konuşmak

talk away

durmadan konuşmak, konuşarak vakit geçirmek

talk back to

karşı gelmek, karşılık vermek

talk back

iç konuşma

talk big

övünmek, atıp tutmak, dem vurmak

talk business

iş konuşmak

talk down to

küçümseyici bir biçimde konuşmak

talk in circles

lafı ağzında gevelemek

talk in telephone numbers

bire bin katmak

talk into

-meye ikna etmek

talk nineteen to the

talk nineteen to the dozen

hızlı ve sürekli konuşmak

talk nonsense

1. saçmalamak, 2. zırvalamak, çene yormak

talk one's head off

birisinin kafasını şişirmek

talk one's way out of

içini dökmek, konuşup rahatlamak

talk out of

-memeye ikna etmek, -den vazgeçirmek

talk over

görüşmek, tartışmak

talk round

1. caydırmak, 2. ikna etmek

talk sense

mantıklı konuşmak, makul konuşmak

talk shop

iş konuşmak

talk through one's hat

palavra atmak, saçmalamak

talk

1.konuşmak, 2.konuşma, görüşme, 3.sohbet, 4.konuşma biçimi, konuşma, 5.boş laf

talkative

konuşkan, çenesi düşük, geveze

talkativeness

konuşkanlık, gevezelik

talkee-talkee

palavra, masal

talker

konuşmacı

talkie

konuşkan, geveze

talking picture

sözlü film

talking

1. konuşan, 2. konuşma

talking-to

azarlama, paylama, azar, fırça

talky talk

gevezelik

talky

konuşkan

tall order

olmayacak iş

tall story

palavra, maval, masal

tall

1.uzun boylu, 2.... boyunda, 3.yüksek

tallness

uzun boyluluk, yükseklik

tallow

donyağı

tallowy

yağlı

tally shop

taksitle satış yapan dükkân

tally trade

taksitli alışveriş

tally

tally

1.hesap, 2.çetele, 3.skor

tally-ho

haydi!, aport!

tally-sheet

hesap listesi

tallyman

ucuzcu

talon

pençe

talus

1. birikinti, 2. aşık, 3. ayak bileği, 4. meyil

tamable

evcilleştirilebilir

tamarack

karaçam, amerikan çamı

tamarind

demirhindi

tamarisk

ılgın

tambour

kasnak

tambourine

tef

tame

1.evcil, 2.yumuşak başlı, uysal, 3.sıkıcı, yavan, tatsız, 4.evcilleştirmek, ehlileştirmek, 5.dize getirmek

tameable

evcilleştirilebilir

tameness

1. uysallık, 2. evcillik

tamer

vahşi hayvan eğiticisi

tammy

kumaştan süzgeç

tamp

tokmaklamak, bastırıp sıkıştırmak

tamper

(with ile) karıştırmak, kurcalamak, oynamak

tamping

sıkılama, tokmaklama

tampon

(adet zamanı kullanılan) tampon

tan

1.(hayvan derisi) tabaklamak, sepilemek, 2.güneşte yanmak, bronzlaşmak, 3.bronzlaştırmak, 4.güneş yanığı, 5.sarımsı kahverengi

tanager

bir çeşit ispinoz

tandem

iki kişilik bisiklet

tang

1.keskin koku, 2.keskin tat

tangency

teğet geçme

tangent

tanjant, teğet

tangential acceleration teğetsel ivme tangential tangerine

1. teğetsel, 2. yüzeysel

tangerine

mandalina

tangibility

tutulabilme

tangible property

maddi mallar

tangible

1.dokunulabilir, elle hissedilebilen, 2.gerçek, elle tutulur, somut, kesin

tangle with

atışmak, kapışmak, tartışmak

tango

1.dolaştırmak, karmakarışık etmek, arap saçına çevirmek, 2.arap saçına dönmek, dolaşmak, karışmak, 3.dolaşık şey, karmakarışık şey, arapsaçı, düğüm 1.tango, 2.tango yapmak

tangy

keskin

tank car

sarnıçlı vagon

tank mine

tank mayını

tank truck

tanker

tank

1.tank, 2.(gaz, sıvı, vb.) depo, tank, sarnıç, 3.benzin deposu

tankard

maşrapa

tanker

tanker

tannate

tanenli asit tozu

tanner

sepici, tabak

tannery

bkz. tanyard

tannic

tanenli

tannin

tanen

tanning

sepileme, tabaklama

tansy

solucan otu

tantalate

tantalat

tantalite

tantalit

tantalization

boşuna ümit verme, umutlandırıp vermeme

tantalize

boşuna ümit vermek, umutlandırıp vermemek

tantalizing

düş kırıklığına uğratan

tantalum

tantal

tantamount

(to ile) eşit, eşdeğer, aynı değerde, eşdeğerde

tantivy

dörtnala

tangle

tantrum

öfke nöbeti, sinir krizi

tanyard

tabakhane, sepi yeri

tap bolt

saplama, pim

tap borer

zıvana matkabı

tap dance

step dans

tap dancer

step dansçısı

tap root

kazıkkök

tap water

tape cartridge

musluk suyu 1.musluk, 2.tapa, tıkaç, 3.tapa ya da musluğu açmak, 4.(telefon konuşmalarını) gizli bağlantı kurarak dinlemek, 5.delip ya da kesip içindeki sıvıyı çekmek, 6.kullanmak, 7.hafifçe vurmak, 8.hafif vuruş kaset

tape deck

1. dek teyp, 2. şerit birimi

tape drive

şerit sürücü

tape feed

şerit besleme, şerit ilerletme

tape label

şerit etiketi

tape leader

bant amorsu

tape measure

şerit metre, mezür

tape operating system

şerit işletim sistemi

tape punch

şerit delici, şerit delgileyici

tape reader

şerit okuyucu

tape recorder

teyp, kasetçalar

tape recording

banda alma, bant kayıt

tape reproducer

şerit çoğaltıcı, şerit tıpkılayıcı

tape skip

şerit atlatıcı, şerit atlatma komutu

tape unit

şerit birimi

tape up

şeritle bağlamak

tape

1.şerit, 2.bant, ses kayıt bantı, 3.kaset, bant, 4.banda kaydetmek, banda çekmek, 5.(up ile) şeritle bağlamak

taper

1.uca doğru incelmek, sivrilmek, 2.inceltmek, ucunu sivriltmek, 3.ince ve uzun mum

tapered

konik

tap

tapering

1. gittikçe incelen, 2. konik, daralan, sivrilmiş

tapestry

duvar halısı

tapeworm

tenya, şerit, bağırsak solucanı

tappet rod

itici çubuk

tappet

kol, manivela

tapping

1. hafifçe vurma, 2. kılavuz çekme

taproot

kazıkkök, anakök

tapster

barmen

tar board

katranlı levha

tar brush

katran fırçası

tar

1.asfalt, 2.katran, 3.asfaltlamak, asfalt dökmek, 4.katranla kaplamak

taradidle

yalan

tarantula

büyük zehirli bir örümcek, tarantula

taraxacum

hindiba kökü

tarboard

katranlı mukavva

tardigrade

yavaş yürüyen

tardiness

1. ağırlık, yavaşlık, 2. gecikme, rötar

tardy

ağır, yavaş, geç, gecikmiş

tare

1.dara, 2.burçak, 3.darasını almak, darasını düşmek

target computer

hedef bilgisayar

target date

amaçlanan tarih

target language

hedef dil, amaç dil

target machine

amaç makine

target price

hedef fiyat

target program

hedef program, amaç program

target

1.hedef, hedef tahtası, 2.amaç, erek, hedef, 3.alay konusu kimse/şey, şamar oğlanı

tariff barriers

gümrük engelleri

tariff rate

gümrük vergisi oranı

tariff wall

gümrük duvarı

tariff

tariff

1.tarife, 2.gümrük vergisi

tarlatan

tarlatan

tarmac

asfalt, asfalt alanı

tarmacadam

bkz. tarmac

tarn

küçük dağ gölü

tarnish

1.sönükleşmek, kararmak, donuklaşmak, 2.karartmak, donuklaştırmak, sönükleştirmek

tarot

fal bakmak için kullanılan 'lik iskambil destesi

tarpaulin

katranlı muşamba

tarradiddle

yalan, kaçamaklı söz

tarred with the same brush

aynı yolun yolcusu

tarry

1.katranlı, 2.oyalamak, geç kalmak, yubanmak, durmak, beklemek

tarsal bone

ayak bileği kemiği

tarsal

ayak bileği ile ilgili

tarsia

kakmacılık

tarsus

1. ayak bileği, 2. tarsus

tart

1.turta, 2.orospu, 3.keskin, acı, 4.ters, aksi, acı, iğneleyici

tartan

ekose (kumaş)

tartar emetic

potasyum tartarat asidi

tartar sauce

sos tartar, balık sosu

tartar

1.kefeki, pesek, 2.şirret, bela, vahşi kimse

tartaric acid

tartarik asit

tartaric

tartarik

Tartary

Tataristan

tartness

1. keskinlik, acılık, 2. ekşilik

tartrate

tartarat

tartrazine

(boya) tartrazin

task force

özel birlik, özel görev timi

task master

1. angaryacı, 2. amir, usta

task queue

task queue

görev kuyruğu

task wages

götürü ücret

task work

götürü iş

task

vazife, görev, iş

taskmaster

başkasına iş yükleyen kimse, angaryacı

tassel

püskül

taste bud

tat alma cisimciği

taste

1.tatmak, tadına bakmak, 2.tat almak, tadını almak, 3.belli bir tadı olmak, 4.tat, 5.tadımlık, 6.beğeni, zevk

tasteful

zevkli

tastefulness

zevklilik

tasteless

1.tatsız, 2.zevksiz

tastelessness

1. tatsızlık, 2. zevksizlik

taster

çeşnici, içki ya da yemeklerin tadına bakan kimse

tastiness

lezzetlilik

tasty

lezzetli, tatlı

tatter

çaput, paçavra

tattered

yırtık pırtık, eski püskü

tatters

yırtık pırtık giysi, paçavra

tatting

mekik oyası

tattle

1. dedikodu, gevezelik, 2. gevezelik etmek, fitlemek, gammazlamak

tattler

boşboğaz, dedikoducu kimse

tattoo

1.dövme yapmak, 2.dövme, 3.trampet sesi, 4.bando gösterisi

tatty

dağınık, pejmürde, eski püskü

taunt

1.alay etmek, sataşmak, iğnelemek, 2.alay, sataşma, iğneleme

taurine

taurin, torin

Taurus

Boğa burcu

taut

1.gerili, sıkı, gergin, 2.gergin, gerilmiş, telaşlı

tauten

gerginleştirmek, pekiştirmek, kasmak

tautness

gerginlik

tautology

tautology

gereksiz tekrar

tautomer

tautomer

tavern

taverna

taw

postu işleyip kösele yapmak

tawdriness

adilik, zevksizlik, cafcaflılık

tawdry

adi, zevksiz, cafcaflı

tawer

sepici

tawery

tabakhane

tawny owl

alaca baykuş

tawny

esmer, sarımsı kahverengi

tax administration

vergi dairesi

tax allowance

vergi muafiyeti

tax assessment

vergi tahakkuku

tax avoidance

vergiden kaçınma

tax base

vergi matrahı

tax bracket

vergi baremi, vergi dilimi

tax collector

vergi tahsildarı

tax consultant

vergi müşaviri

tax deductible

vergiden düşülebilir

tax dodger

vergi kaçakçısı

tax evader

vergi kaçakçısı

tax evasion

vergi kaçırma

tax exempt

vergiden muaf, vergisiz

tax liability

vergi yükümlülüğü

tax on land

arazi vergisi

tax payer

vergi mükellefi, vergi sorumlusu

tax rate

vergi oranı

tax rebate

vergi iadesi

tax refund

vergi iadesi

tax relief

tax relief

vergi indirimi

tax return

vergi beyanı

tax value

vergi değeri

tax with

ile suçlamak

tax

1.vergilendirmek, vergi koymak, 2.yormak, zorlamak, 3.vergi, 4.külfet, yük

tax-free income

vergi dışı gelir

tax-free investment

vergiden muaf yatırım

tax-free

vergiden muaf olan, vergisiz

taxable income

vergiye tabi gelir

taxable

vergiye tabi

taxation

1.vergilendirme, 2.vergi miktarı, vergi

taxgatherer

tahsildar

taxi driver

taksi şoförü

taxi meter

taksimetre

taxi rank

taksi durağı

taxi stand

taksi durağı

taxi

1.taksi, 2.(uçak) yerde ilerlemek, taksi yapmak

taxicab

taksi

taxidermist

hayvan postunu dolduran kimse, tahnitçi

taxidermy

hayvan postunu doldurma sanatı

taximeter

taksimetre

taxis

taksi, göçüm

taxonomic

taksonomik

taxonomy

1. taksonomi, 2. sınıflandırma ilmi

te-hee

kıkır kıkır gülme

tea caddy

çay kavanozu, çay kutusu

tea cosy

çaydanlık örtüsü

tea drinker

çay tiryakisi

tea party

çay daveti, çay partisi

tea rose

tea rose

çay gülü

tea service

çay takımı

tea towel

bulaşık kurulama bezi

tea urn

semaver

tea wagon

tekerlekli servis masası

tea

1.çay, 2.bitki çayı, 3.öğleden sonraları yenen hafif yemek

teabag

poşet çay

teach one's grandmother to suck eggs

tereciye tere satmak

teach

1.öğretmek, 2.ders vermek

teach-in

tartışma, münazara

teachable

öğrenmeye hevesli

teacher

öğretmen

teaching aids

öğretim araçları

teaching machine

öğretici araç

teaching staff

öğretim üyesi

teaching

1.öğretim, 2.ders, öğreti, 3.öğretmenlik

teacup

1.çay fincanı

teagarden

1.çay ve hafif yiyecekler bulunduran açık hava lokantası, 2.çay yetiştirilen geniş arazi

teahouse

çayevi

teak

tik ağacı

teal

çamurcun

tealeaf

çay yaprağı

team spirit

takım ruhu

team up with

ile birlikte çalışmak

team up

birlikte çalışmak, ekip çalışması yapmak

team work

ekip çalışması

team

1.takım, 2.grup, ekim, 3.aynı aracı çeken hayvanlar

teamster

yük arabacısı

teamwork

ekip çalışması

teapot

demlik

tear a strip off

harcını vermek

tear bomb

göz yaşartıcı bomba

tear down

yıkmak, alaşağı etmek, yerle bir etmek

tear duct

gözyaşı kanalı

tear gas

göz yaşartıcı gaz

tear gland

gözyaşı bezi

tear into

saldırmak

tear one's hair

saçını başını yolmak

tear up

yırtarak parçalamak, parça parça etmek

tear

1.gözyaşı, 2.yırtmak, 3.yırtılmak, 4.kopmak, 5.koparmak, 6.hızla ilerlemek, paldır küldür gitmek, 7.(giysi, kâğıt, vb.) yırtık, sökük

tearaway

gürültücü, vahşi genç

teardrop

gözyaşı damlası

tearful

1.ağlayan, gözü yaşlı, 2.ağlamaklı

tearing

1. çılgınca, korkunç, müthiş, 2. yırtma, 3. yırtılma

tearless

ağlamayan

tearoom

çay ve hafif yemekler bulunduran lokanta

tease

1.sataşmak, takılmak, alay etmek, 2.rahatsız etmek, rahat vermemek, 3.sataşan, alaycı, muzip kimse

teasel

1. tarakotu, 2. hav kabartma aleti

teaser

1.zor soru/sorun, 2.sataşan, alaycı, muzip kimse

teaspoon

çay kaşığı

teat

1.meme ucu, 2.biberon emziği

teatime

(öğleden sonra) çay saati

tec

dedektif

tech

teknik okul

technetium

teknesyum, teknetyum

technical adviser

teknik danışman

technical analysis

teknik analiz

technical bureau

teknik büro

technical college

teknik okul

technical dictionary

teknik sözlük

technical feasibility

teknik olabilirlik

technical knockout

teknik nakavt

technical language

teknik dil

technical literature

teknik literatür

technical report

teknik rapor

technical school

meslek okulu

technical skill

teknik beceri

technical term

teknik terim

technical

teknik

technically

teknik bakımından

technician

teknisyen

technics

bkz. technology

technique

teknik, yordam

technocracy

teknokrasi

technocrat

teknokrat

technological

teknolojik

technology

teknoloji, uygulayımbilim

tectology

doku bilgisi, yapıbilim

tectonic lake

tektonik göl

tectonic

1. tektonik, 2. yapısal, jeoteknik

tectonics

mimarlık, yapı sanatı, tektonik

teddy bear

oyuncak ayı

tedious

sıkıcı, usandırıcı, bezdirici

tedium

usandırıcılık, bıktırıcılık, sıkıcılık

tee

(golf) ilk vuruşun yapıldığı yer

tee-shirt

tişört

teem

teem

1.(with ile) dolu olmak, kaynaşmak, 2.bardaktan boşanırcasına yağmak

teenage

13 - 19 yaş arası gençlerle ilgili

teenager

13 - 19 yaş arası genç

teens

13 - 19 arasındaki yaşlar

teeny

1. ufacık, 2. genç kız/erkek

teeter

düşecek gibi olmak, sallanmak, sendelemek

teeth

dişler

teethe

(bebek) diş çıkarmak

teething

diş çıkarma

teetotal

yeşilaycı, içki içmeyen

teetotalism

içki içmeme, yeşilaycılık

teetotaller

içki içmeyen kimse, yeşilaycı

Teflon

Teflon

tegular

tuğla gibi

tegument

zar, deri, kabuk

tehee

kıkır kıkır gülmek, kıs kıs gülmek

tektite

tektit

telamon

telamon

tele

televizyon

tele-

(önek) tele, televizyonla ilgili

telecamera

telekamera, uzaktan kumandalı fotoğraf makinesi

telecast

televizyon yayını

telecine

telesine

telecommunication network

telekomünikasyon şebekesi

telecommunication satellite

telekomünikasyon uydusu

telecommunications

telekomünikasyon, iletişim

telecourse

televizyonla öğretim

telediagnosis

telediyagnoz, televiyonla tanı

telefilm

televizyon filmi

telegenic

telejenik, televizyona gider

telegram

telgraf, telyazı

telegraph cable

telgraf kablosu

telegraph key

telgraf anahtarı, telgraf hattı

telegraph office

telgrafhane

telegraph operator

telgrafçı

telegraph pole

telgraf direği

telegraph system

telgraf sistemi

telegraph

1.telgraf, telgraf sistemi, 2.telgraf çekmek

telegrapher

telgrafçı

telegraphic address

telgraf adresi

telegraphic money order

telgraf havalesi

telegraphic transfer

telgraf havalesi

telegraphic

1. telgraf, telgrafla ilgili, 2. çok kısa

telegraphist

telgrafçı

telegraphy

telgrafçılık

telekinesis

telekinezi, uzadevim

telelens

teleobjektif, tele merceği, ırak merceği

telemechanics

uzaktan kumanda sistemi

telemeter

telemetre, uzaklıkölçer

telemetric

telemetrik

telemetry

telemetri

teleobjective

teleobjektif

teleologic

erekbilimsel, teleolojik

teleology

erekbilim, teleoloji

telepathic

telepatik

telepathy

telepati, uzaduyum, öteduyum

telephone booth

telefon kulübesi

telephone capacitor

telefon kondansatörü

telephone circuit

telefon devresi

telephone directory

telefon rehberi

telephone exchange

telefon santralı

telephone frequency

telefon frekansı

telephone pole

telefon direği

telephone

1.telefon, 2.telefon etmek

telephonic

telefonik, telefonla ilgili

telephonist

santral memuru

telephony

telefonculuk

telephoto lens

tele objektif

telephoto

telefoto

telephotography

telefotografi

teleplay

televizyon oyunu

teleprinter

telem, uzyazar

teleprocessing

tele işlem, uzişlem

teleprompter

telepromptır, otokö, akıl defteri

telescope

1.teleskop, 2.iç içe geçerek kısalmak, 3.içiçe geçirip kısaltmak

telescopic antenna

teleskopik anten

telescopic fork

teleskopik çatal

telescopic jack

teleskopik kriko

telescopic

1.teleskopa ilişkin, teleskopik, 2.iç içe girerek uzayıp kısalan, geçmeli

telescreen

televizyon ekranı

teletext

teletekst, yazı görüntüleme

teletube

resim tüpü, televizyon tüpü

teletype

teletip, uzakyazıcı

teletypesetter

teletipsetter

teletypewriter

teleks cihazı

teleview

teleview

1. televizyon izlemek, 2. televizyonda görmek

televise

televizyonda göstermek, yayınlamak

television antenna

televizyon anteni

television band

televizyon bandı

television broadcast

televizyon yayını

television broadcasting televizyon yayını television cable

televizyon kablosu

television camera

televizyon kamerası, alıcı

television cameraman

televizyon kameramanı

television channel

televizyon kanalı

television field

televizyon alanı

television monitor

resim monitörü

television picture tube

televizyon resim tüpü

television picture

televizyon görüntüsü

television projector

televizyon göstericisi

television receiver

televizyon alıcısı

television station

televizyon istasyonu

television studio

televizyon stüdyosu

television telephone

televizyonlu telefon

television tower

televizyon kulesi

television transmission

televizyon yayını

television transmitter

televizyon vericisi

television tube

resim tüpü, resim lambası, ekran lambası

television

televizyon, sınalgı

televisor

televizyon alıcısı

telex operator

teleks operatörü

telex

1.teleks, 2.teleks haberi, 3.teleks çekmek, teleksle haber yollamak

telic

sonuna gelinmiş, amacına ulaşmış

tell a long rigmarole

zırvalamak

tell a story

tell a story

masal anlatmak

tell fortunes

fala bakmak

tell off

azarlamak, paylamak, yüzüne vurmak

tell on

1. kötü etkilemek, 2. gammazlamak, ihbar etmek

tell people apart

ayırt etmek

teller

1.söylemek, ayıtmak, 2.anlatmak, 3.tembihlemek, 4.emretmek, 5.bildirmek, 6.göstermek, belli etmek, 7.etkili olmak, göze çarpmak, belli olmak, 8.bilmek, tahmin etmek, seçmek, ayırt etmek 1.banka veznedarı, 2.oy sayıcı

teller's department

vezne

telling

1.etkili, tesirli, 2.(duygu, görüş, vb.) açığa çıkaran, gösteren, belirten

telltale

1.gammaz, muhbir, ispiyoncu, 2.(duygu, düşünce, suç, vb.) belli eden, açığa vuran

tellurate

tellürat

tellurian

dünyadaki varlık

telluric

tellürik

tellurite

tellürit

tellurium

tellür

tellurometer

tellürometre

tellurous

tellüröz

telly

televizyon

telophase

telofaz

telpher line

teleferik hattı

telpher

teleferik

telpherage

teleferikle gönderme

temerity

gözüpeklik, ataklık, aptalca cesaret, cüret

temp

geçici sekreter

temper

1.hal, keyif, 2.huy, tabiat, mizaç, 3.kızgınlık, öfke, 4.(metal) sertleştirmek, tavlamak, 5.hafifletmek, yumuşatmak

tempera

suluboya

temperament

huy, tabiat, mizaç, yaradılış, yapı, doğa

temperamental

1.değişken doğalı, saati saatine uymayan, 2.yapıdan ileri gelen, tabiatından kaynaklanan

temperance hotel

içki bulundurmayan otel

tell

temperance society

içkiyle mücadele derneği

temperance

1.ılımlılık, itidal, nefse hakimiyet, özdenetim, 2.içki içmeme, alkolden kaçınma

temperate climate

ılıman iklim

temperate

1.ılımlı, ölçülü, 2.ılıman, ılık, mutedil

temperateness

1. ılımlılık, ölçülülük, 2. ılımanlık, mutedillik

temperature coefficient sıcaklık katsayısı temperature control

sıcaklık kontrolü

temperature controller sıcaklık denetleme aygıtı temperature difference sıcaklık farkı temperature distribution

sıcaklık dağılımı

temperature increase

sıcaklık artışı

temperature indicator

sıcaklık göstergesi

temperature

1.sıcaklık derecesi

tempered

huylu, ahenkli

tempest

fırtına

tempestuous

fırtınalı

template

1.kalıp, şablon, mastar, 2.ana kalıp, 3.takoz, 4.gabari

temple

1.tapınak, 2.şakak

templet

1.kalıp, 2.model, örnek

tempo

tempo

temporal

1.zamanla ilgili, 2.maddi, 3.geçici

temporariness

geçicilik

temporary account

geçici hesap

temporary annuity

geçici gelir

temporary arrangement

geçici düzenleme

temporary credit

kısa süreli kredi

temporary magnet

geçici mıknatıs

temporary storage

geçici bellek

temporary

geçici

temporize

1. ayak uydurmak, zamana uymak, 2. savsaklamak

tempt

1.şeytana uydurmak, ayartmak, baştan çıkarmak, teşvik etmek, 2.cezbetmek, özendirmek

temptation

1.istek uyandıran şey, cezbedici şey, 2.ayartma, baştan çıkarma, 3.baştan çıkma, şeytana uyma

tempter

baştan çıkaran kimse, ayartıcı

tempting

ayartıcı, baştan çıkarıcı

temptress

baştan çıkaran kadın

ten feet tall

boyu bir karış uzamış gibi

ten

on

tenable

1.savunulabilir, 2.(of ile) elde tutulabilir

tenacious

1.inatçı, direngen, 2.(hafıza) güçlü

tenacity

inat, azim, sebat

tenaculum

kancalı cerrah aleti

tenancy in common

ortak mülkiyet

tenancy

1.kira süresi, 2.kiracılık

tenant farmer

yarıcı

tenant for life

hayat boyu kiracı

tenant

kiracı

tenantable

kiralanabilir

tenantless

kiracısız, kiracısı olmayan

tenantry

kiracılık

tench

1. kilizbalığı, 2. yeşilsazan

tend

1.(to ile) meyletmek, eğinmek, eğilimi olmak, 2.yönelmek, -e yönelik olmak, bakmak, ilgilenmek

tendency

eğilim

tendentious

1. yanlı, taraf tutan, 2. meyilli

tender for

teklifte bulunmak

tender guarantee

teklif garantisi

tender of resignation

istifa mektubu

tender offer

tender offer

ihale yoluyla satış

tender one's resignation istifasını vermek 1.yumuşak, gevrek, körpe, 2.duyarlı, kolay incinir, hassas, 3.genç, toy, deneyimsiz, 4.sevecen, müşfik, şefkatli, 5.dokununca acıyan, tender 6.kömür vagonu, 7.teklif, fiyat teklifi, 8.teklif etmek, sunmak tenderfoot 1. muhallebi çocuğu, 2. acemi tenderhearted

yufka yürekli, müşfik, şefkatli, duyarlı, duygusal

tenderness

yufka yüreklilik, şefkat, duyarlılık, duygusallık

tendinous

kiriş ile ilgili, kiriş

tendon

kiriş

tendril

asma bıyığı, sülükdal

tenebrous

1. karanlık, kara, 2. kasvetli

Tenedos

Bozcaada

tenement

çok kiracılı ucuz apartman

tenesmus

idrar zorluğu

tenet

inanç, prensip

tenfold

on kat, on misli

tenia

tenya, şerit

tenner

onluk

tennis ball

tenis topu

tennis court

tenis kortu

tennis racket

tenis raketi

tennis

tenis

tenon

1. geçme, erkek geçme parçası, 2. geçme parçası ile birleştirmek

tenor

1.tenor, en tiz erkek sesi, 2.genel anlam

tense

1.zaman, 2.gergin, sıkı, gerilmiş, gerili, 3.sinirli, gergin, telaşlı, 4.(up ile) gerilmek, gerginleşmek, 5.germek, gerginleştirmek

tenseness

gerginlik

tensible

gerilebilir

tensile force

çekme kuvveti

tensile strength

gerilme direnci

tensile stress

çekme gerilmesi

tensile test

çekme deneyi

tensile

gerilebilir, sündürülebilir, gerilip uzayabilir

tensiometer

gerilimölçer

tension bar

gerilme çubuğu

tension test

çekme deneyi

tension

1.(ip, tel, vb.) gerginlik derecesi, 2.gerilim, voltaj, 3.gerginlik, zihin yorgunluğu, asabiyet, stres

tensional

gerilimle ilgili

tensor

1. tansör, gerey, 2. geren kas, 3. gerdirici, gerici

tenspot

onlu

tent pole

çadır direği

tent

çadır

tentacle

dokunaç

tentacled

dokunaçlı

tentacular

dokunaçlı

tentative

deneme niteliğinde, öneri niteliğinde, kesin olmayan

tenter

1. germe-kurutma makinesi, ram, 2. gergef, 3. germek

tenterhook

1. germe makinesi kancası, 2. gergef çengeli

tenth

onuncu

tenuity

incelik, seyreklik

tenuous

çok zayıf, az, hafif

tenure of office

hizmet süresi

tenure

1.işinde kalabilme hakkı, 2.sahiplik hakkı, 3.memuriyet/kullanım süresi

tepee

yuvarlak çadır, kızılderili çadırı

tephrite

tefrit

tepid

ılık

tequila

tekila

tera-

(önek) milyar kere

terbium

terbiyum

tercel

erkek alaca doğan

tercentenary

üç yüzyıllık

tercet

üç mısarlı kıta

terdo

gemi kurdu, iskele kurdu

terebinth

sakız ağacı

terebinthine

sakız ağacına ait, terementi yağına ait

teredo

gemi kurdu, iskele kurdu

tergiversate

din/parti değiştirmek, dönmek

tergiversation

döneklik

term deposit

vadeli mevduat

term of office

görev süresi, hizmet müddeti

term

1.(okul) dönem, 2.süre, 3.terim, 4.adlandırmak, çağırmak, demek

termagant

1. cadaloz, çirkef, şirret, 2. cadaloz, çirkef, şirret

terminable

sınırlanabilir

terminal area

terminal alanı

terminal bud

tepe tomurcuğu

terminal illness

öldürücü hastalık

terminal

1.ölümcül, öldürücü, 2.ölen, 3.dönemle ilgili, dönem ..., 4.sonda bulunan, son, 5.terminal, otobüs terminalı, 6.kutup

terminate

1.bitirmek, son vermek, 2.bitmek, sona ermek

termination

bitirme, bitim, son

terminative

varış durumu

terminator

1. araçizgi, 2. sınırlayan şey

terminological

terminolojik

terminology

terminoloji, terimler dizgesi

terminus

son durak

termite

beyaz karınca, termit

terms of delivery

teslim şartları

terms of issue

ihraç şartları

terms of payment

ödeme koşulları

terms of sale

satış şartları, satış koşulları

terms of trade

terms of trade

ticaret hadleri

terms

şartlar, koşullar, anlaşma koşulları

termtime

sömestr tatili

tern

denizkırlangıcı, balıkçın

ternary

üçlü

terne

kurşun kaplı sac

terpene

terpen

terpineol

terpineol

terra cotta

kızıl balçık, pişmiş lüleci çamur

terra firma

kara toprak, kuru arazi

terra rossa

kırmızı toprak

terra

1. toprak, 2. yerküre

terrace

1.sıra evler, 2.teras, taraça, 3.set, 4.tribün basamağı

terrain

arazi

terramycin

teramisin

terraneous

toprağa ait

terrapin

küçük su kaplumbağası

terraquious

hem kara hem de suya ait

terrarium

hayvanat korusu, hayvanat bahçesi

terrazzo

1. palladyen, 2. çimento mozaiki

terrene

1. toraktan, topraklı, 2. dünyevi

terrestrial globe

dünya, yerküre

terrestrial

1.karaya ait, karasal, 2.dünyevi, dünya ile ilgili

terrible

1.korkunç, 2.rezil, berbat

terribleness

1. korkunçluk, 2. rezillik, berbatlık

terribly

1.korkunç bir şekilde, çok kötü, 2.çok, son derece, müthiş

terricolous

yeryüzünde yaşayan

terrier

teriyer, küçük av köpeği

terrific

1.çok iyi, mükemmel, harika, süper, 2.korkunç, müthiş, süper

terrifically

terrifically

çok, o biçim, süper

terrify

çok korkutmak, ödünü patlatmak

terrifying

çok korkunç

terrigenous

topraktan çıkma, topraktan oluşan

territorial waters

karasuları

territorial

1.karaya ait, karasal, 2.bölgesel

territory

1. ülke, memleket, 2. toprak, arazi, 3. bölge, mıntıka

terror

1.tedhiş, terör, 2.dehşet, korku, 3.başbelası

terror-stricken

dehşete düşmüş, çok korkmuş

terrorism

tedhişçilik, terörizm

terrorist organization

terör örgütü

terrorist

tedhişçi, terörist

terrorize

korkutmak, yıldırmak

terry

havlu kumaş

terse

(söz) kısa ve özlü

tertiary industry

üçüncül sanayi

tertiary language

üçüncü dil

tertiary

üçüncü sırada yer alan, üçüncü dereceden, üçüncü

terylene

terilen

terzetto

üçlü

tessellate

mozaikle donatmak

tessellation

mozaik işi, mozaik

tessera

mozaik

test acid

standart asit, numune asit

test card

tanıtma kartı, test resmi, ayar resmi

test case

emsal dava

test film

deneme filmi

test flight

deneme uçuşu

test load

deneme yükü, test yükü

test paper

test paper

turnusol kâğıdı

test pattern

test resmi, test diyas

test piece

deney parçası, deney örneği, numune

test pilot

deneme pilotu

test pit

deneme çukuru, deneme kuyusu

test program

test programı, deneme programı

test routine

test yordamı, deneme yordamı

test run

deneme işletimi

test score

test sonucu

test shot

deneme çekimi

test specimen

test numunesi, deney örneği

test tube

deney tüpü

test value

test değeri, deney değeri

test

1.sınav, test, 2.deneme, sınama, 3.ölçü, ayar, 4.muayene, 5.deney, 6.çözümleme, 7.muayene etmek, kontrol etmek, 8.denemek, sınamak, 9.araştırmak

test-tube baby

tüp bebek

testa

tohum zarfı

testacean

kabuklu

testaceous

kabuklu

testament

vasiyetname

testamentary

vasiyetname ile ilgili

testator

vasiyetçi, vasiyetname sahibi, muris

tester

1. deneme cihazı, kontrol cihazı, 2. test görevlisi

testicle

testis, erbezi, taşak

testicular

testise ait, erbezi

testiculate

yumurta şeklindeki

testify

1.tanıklık etmek, 2.kanıtlamak, doğrulamak

testimonial

1.bonservis, 2.takdirname, başarı belgesi

testimony

1.tanıklık, 2.ifade

testiness

huysuzluk, terslik

testing apparatus

deney aleti

testing device

kontrol aygıtı

testing machine

deney makinesi, deneme makinesi

testing method

test metodu

testing set

test takımı

testing

1. dest, deney, 2. deneme, sınama, test

testosterone

testosteron

testy

1.sabırsız, 2.kolay kızan

tetanus

tetanos, kazıklıhumma

tetchy

alıngan

tether

hayvan zinciri/ipi

tetra-

(önek) dört, dört kat

tetrad

1. dört rakamı, 2. dörtlü

tetragon

dörtgen, dörtkenar

tetragonal

dört açılı

tetragram

dört harfli kelime

tetrahedral

dört yüzlü

tetrahedron

dört yüzlü şekil

tetrameter

dört vezinli mısra

tetrode

tetrot

tetrose

tetroz

tetter

1. temriye, 2. bir cilt hastalığı

text

1.metin, tekst, parça, 2.konu, 3.İncil'de ayet

textbook

ders kitabı

textile engineer

tekstil mühendisi

textile industry

tekstil endüstrisi, dokuma sanayii

textile machines

tekstil makineleri

textile

1.tekstil, dokuma, dokumacılık, 2.dokuma kumaş, dokuma

textual

metne ait, metne bağlı

texture

1.yumuşaklık/sertlik derecesi, 2.dokuma

Thailand

Tayland

thalamus

1. talamus, 2. çiçek tablası

thalidomide

talidomit

thallium

talyum

thallophyte

tallofit

thalweg

talveg

Thames

Thames nehri

than

1.--dan

thank God

Allah'a şükür, çok şükür

thank goodness

Allah'a şükür, çok şükür, hamdolsun

thank heaven

Allah'a şükür, çok şükür

thank you

teşekkür ederim, sağ olun

thank

teşekkür etmek

thank-you letters

teşekkür mektupları

thankful

1.müteşekkir, minnettar, 2.şükreden, memnun, mutlu

thankless

1.nankör, iyilikbilmez, 2.(emeğinin) karşılığını vermeyen

Thanks a lot!

€ok teşekkürler!

thanks to

-in yüzünden, sayesinde

thanks

şükran, teşekkür

Thanksgiving Day

?ükran Yortusu

thanksgiving

şükür, şükran, minnet

thankyou card

teşekkür kartı

thankyou

teşekkür

that is to say

yani, bu demek oluyor ki

that makes no odds

fark etmez, önemi yok

that much

şu kadar

that

1.adl. şu, o, 2.o kadar, öylesine, 3.ki, -dığı(nı), -diği(ni), 4.ki o, -en, -an, 5.ki onu, ki ona, -dığı, -diği

that's Greek to me

Anladımsa Arap olayım

that's that

that's that

işte o kadar

that's to say

yani, demek ki

That's your funeral

Bundan bana ne?

thatch

(saz/samandan) dam örtüsü

thatched roof

saman çatı, kamış çatı

thaumaturge

sihirbaz, büyücü

thaumaturgy

sihirbazlık

thaw

1.erimek, 2.eritmek, 3.yakınlaşmak, samimileşmek, açılmak

thawing point

erime noktası

the Antarctic

Güney Kutbu ve çevresi, Antarktika

the bends

vurgun

the boot is on the other eski çamlar bardak oldu foot the City

Londra'nın iş merkezi

The Commonwealth

1. ingiliz Uluslar Topluluğu, 2. ingiliz Uluslar Topluluğu

the Continent

Britanya dışındaki Avrupa ülkeleri

the contracting parties akit taraflar, anlaşmaya taraf olanlar the Creator

Tanrı, Yaradan

the dead

ölüler

The devil take the hindmost

Altta kalanın canı çıksın

The devil!

Vay canına!

the die is cast

ok yaydan çıktı

the earth's atmosphere yeryüzü atmosferi the element

hava

the ensuing year

ertesi sene

the Evil One

iblis

the fair sex

kadınlar

the Far East

Uzakdoğu

the first water

birinci sınıf

the five senses

beş duyu

the Flood

Nuh tufanı

the following

şunlar

the four elements

dört temel öğe

the Galaxy

Samanyolu

the game is not worth the candle

astarı yüzünden pahalı

the gapes

esneme nöbeti, bir kuş hastalığı

the ghost of a

bir parçacık, çok az, azıcık

the gift of the gab

konuşkanlık, çenebazlık yeteneği

the go-ahead

başlama işareti

the good God

esirgeyen ve bağışlayan Allah

the Gospel

incil

the Great War

Birinci Dünya Savaşı

the halt

topallar, sakatlar

the Holy Father

Papa

the honeymoon is over cicim ayları bitti the hot seat

1. zor durum, 2. elektrikli sandalye

the House of Lords

Lortlar Kamarası

the House

Londra borsası

the human body

insan vücudu

the human race

insan nesli

the last day

kıyamet günü

the last straw

bardağı taşıran son damla

the lion's share

aslan payı

the Lord

Allah, Tanrı

the Lord's Supper

Aşai Rabbani

the Lords

Lortlar Kamarası

the mammals

memeliler

the mammary glands

meme bezleri

the man in the street

sıradan bir kimse, sokaktaki adam

the merest

en ufak, en önemsiz

the Middle East

Ortadoğu

the Midlands

Orta ingiltere

the Milky Way

Samanyolu

the minute

yapar yapmaz

the more the more

ne kadar o kadar

the movies

sinema

the naked eye

çıplak göz

the origin of species

türlerin kökeni

the other day

geçen gün, geçenlerde

the other side of the coin

madalyanın öbür yüzü

the other way round

tam aksi, tam tersine

The penny dropped

Anlaşıldı, Jeton düştü

the penny has dropped jeton düştü the pick of

-in en iyisi

the pits

rezaletin daniskası

the Plough

Büyükayı

the public opinion

kamuoyu

the Ram

Koç burcu

the reason why

-in nedeni

the rich

zenginler

the rumour runs

söylentiye göre

the scruff of the neck

ense

the sexual organs

cinsel organlar

the sheep and the goats iyiler ve kötüler the small hours the spit and image of

gece yarısından sonraki üç dört saat

the spit and image of

hık demiş burnundan düşmüş

the Supper

son akşam yemeği

the thirties

1. otuzlu yaşlar, 2. otuzlu yıllar

the unemployed

işsizler

the wee hours

çok erken saatler

the West End

Londra'nın işlek olan batı kısmı

the whole caboodle

cümbür cemaat

the wind

üflemeli çalgılar

the young

gençler

the

belgili tanımlık

theater

bkz. theatre

theatre

1.tiyatro, 2.olay yeri, sahne

theatrical

1.tiyatroya ait, tiyatral, 2.yapmacık, abartmalı

theatrics

1. oyunu sahneleme, 2. dramatik etki yapma

thee

eski sen, siz

theft insurance

hırsızlık sigortası

theft

hırsızlık

theine

1. tein, 2. kafain

their

onların

theirs

onların, onlarınki

theism

Tanrı'ya inanma

theist

Tanrı'ya inanan

them

onları, onlara, onlar

thematic

tematik, konuya ait

theme song

film müziği, ana müzik

theme

1.konu, anakonu, tema, izlek, 2.tema

themselves

kendileri, kendilerini, kendilerine, özleri, özlerini, özlerine

then and there

derhal, hemen

then

1.o zaman, o zamanlar, o süre içinde, 2.sonra, ondan sonra, daha sonra, 3.bu durumda, öyleyse, madem öyle, 4.o zamanki

thenar

thenar

avuç, el ayası

thence

oradan

thenceforth

o zamandan beri

thenceforward

o zamandan beri

theobromine

teobromin

theocracy

teokrasi, dinerki

theocratic

teokratik, dinci

theodolite

teodolit

theologian

ilahiyatçı, tanrıbilimci

theological

tanrıbilimsel

theology

teoloji, tanrıbilim

theorem

teorem, sav, önerme

theoretic

teorik, kuramsal

theoretical chemistry

kuramsal kimya

theoretical physics

kuramsal fizik

theoretical

teorik, kuramsal

theorist

kuramcı

theorize

kuram oluşturmak

theory of relativity

görecelik kuramı, izafiyet teorisi

theory

teori, kuram

therapeutic

1.tedaviye ait, 2.iyileştirici, sağaltıcı

therapist

terapist, sağaltman

therapy

terapi, sağaltım

there and back

ileri geri, oraya buraya

there are wheels within işin içinde iş var wheels there are

var

there is

var

there now

haydi şimdi

there you are

there you are

buyurun, demedim mi

there

1.orada, oraya, orayı, 2.işte, 3.... var

there's no knowing

hiç bilinmez, Allah bilir

there's no question of

olasılığı yok

thereabouts

o civarda, o yakınlarda, o ara, oralarda

thereafter

ondan sonra, daha sonra

thereby

o süretle, suretiyle, -erek

therefore

bu yüzden, bu nedenle, onun için, therefore he put on his pullover

therefrom

oradan

therein

bu bakımdan

thereof

onun

thereto

ona

thereupon

bunun üzerine, o an

therewithal

bununla beraber

theriac

panzehir, tiryak

therm

ısı birimi

thermae

1. hamamlar, 2. ılıcalar, 3. kaplıcalar

thermal analysis

ısıl analiz, ısıl çözümleme

thermal capacity

termik kapasite, ısıl sığa

thermal conductance

ısıl iletkenlik

thermal conduction

ısı iletimi, ısıl iletim

thermal conductivity

ısıl iletkenlik

thermal cycle

ısıl çevrim

thermal diffusion

ısıl difüzyon, ısıl yayınım

thermal efficiency

termik verim, ısıl verim

thermal energy

termik enerji

thermal equilibrium

ısıl denge

thermal expansion

ısıl genleşme

thermal insulation

ısıl yalıtım

thermal ionization

thermal ionization

ısıl iyonlaşma

thermal radiation

termik radyasyon, ısıl ışınım

thermal spring

kaplıca

thermal stress

ısıl gerilme

thermal unit

ısı birimi

thermal value

ısı değeri

thermal wind

termal rüzgâr

thermal

termik, sıcaklıkla ilgili

thermalization

termalizasyon

thermic

ısıl, termik

thermion

termiyon

thermionic

termiyonik

thermistor

termistör, ısıldirenç

thermite

termit

thermo-

1. (önek) ısı, 2. sıcaklık, termo

thermobalance

termobalans

thermochemical

ısılkimyasal, termokimyasal

thermochemistry

ısılkimya, termokimya

thermocouple

ısılçift, termokupl

thermodynamic potential

termodinamik potansiyel

thermodynamic

termodinamik, ısıldirik

thermodynamics

termodinamik

thermoelectric effect

termoelektrik etki

thermoelectric

termoelektrik

thermoelectricity

termoelektrik

thermoelectron

termoelektron

thermofixing

termofiksaj

thermogram

termogram

thermograph

thermograph

termograf, ısılçizer

thermolabile

ısılkararsız, termolabil

thermoluminescence

termolüminesans, ısılışıldama

thermolysis

termoliz, ısılçözüşüm

thermomagnetic

termomanyetik, ısılmıknatıssal

thermometer

termometre, sıcakölçer

thermometric

termometrik

thermometry

termometri, ısılölçüm

thermonuclear

termonükleer

thermopile

1. termoelektrik pil, ısılçift göze, 2. termopil

thermoplastic

termoplastik, ısılplastik

thermos

termos

thermosetting

1. sıcakta sertleşen, 2. termofiksaj

thermosphere

termosfer, ısılyuvar

thermostable

ısılkararlı, termostabil

thermostat

termostat, ısıdenetir

thermostatic

termostatik

thermotropic

termotropik

thermotropism

termotropizm

thesaurus

kavramlar dizini (kitabı)

these

1. bunlar, 2. bunlar

thesis

1.iddia, sav, 2.(üniversitede) tez, bitirme araştırması

theurgy

büyü, büyücülük

thews

1. sinirler, 2. güç

they say

diyorlar ki

they

1.onlar, 2.insanlar, millet, ilgililer

thiamine

tiyamin

thiazine dye

tiyazin boysı

thiazine

tiyazin

thiazole

thiazole

tiyazol

thick juice

koyu şerbet

thick

1.kalın, 2.(sıvı) koyu, katı, 3.sık, 4.yoğun, 5.(with ile) ile dolu, kaplı, 6.kalın kafalı, 7.en hareketli an, yoğunluk, curcuna, keşmekeş

thick-set

tıknaz

thick-skinned

duygusuz, vurdumduymaz, aldırmaz

thicken

1.kalınlaşmak, 2.kalınlaştırmak, 3.koyulaşmak, 4.koyulaştırmak, 5.karmaşıklaşmak, 6.karmaşıklaştırmak

thickener

koyulaştırıcı, kıvamlaştırıcı

thickening

kalınlaştırma, koyulaşma

thicket

çalılık, ağaçlık

thicketed

sık çalılarla kaplı

thickheaded

kalın kafalı

thickness

1.kalınlık, 2.koyuluk

thickset

bodur

thief

hırsız, uğru

thieve

çalmak, hırsızlık etmek

thigh

uyluk, but

thighbone

uylukkemiği

thimble

yüksük

thin excuse

sudan bahane

thin film

ince film

thin juice

sulu şerbet

thin on the ground

thin-skinned

nadir, ender, seyrek 1.ince, 2.zayıf, cılız, 3.sulu, cıvık, 4.seyrek, 5.hafif, zayıf, güçsüz, sudan, 6.incelmek, 7.inceltmek, 8.seyrekleşmek, 9.seyrekleştirmek, 10.ayırmak fazla duygusal, alıngan, buluttan nem kapan

thine

(eski) senin, seninki

thing

1.şey, nesne, 2.olay, 3.yaratık, canlı, 4.gerekli şey, ihtiyaç

thingamabob

bkz. thingamajig

thingamajig

adı akla gelmeyen şey/kimse, nesne, zamazingo, şey, zımbırtı, zırıltı, karın ağrısı

things

1.eşya, 2.gidişat, durum, vaziyet, işler

thin

thingumabob

şey

thingumajig

zıpırtı, zırıltı

thingummy

bkz. thingamajig

think about

düşünmek, aklına getirmek

think aloud

düşündüğünü söylemek

think better of

1. fikrini değiştirmek, vazgeçmek, 2. vazgeçmek

think fit

uygun bulmak

think in terms of

düşünmek, gözden geçirmek

think much of

hakkında iyi düşünmek

think nothing of it

rica ederim, hiç önemi yok

think nothing of

hiçe saymak, önemsememek

think of

1. düşünmek, tasarlamak, 2. hatırlamak, anımsamak

think out

düşünüp taşınmak

think over

üzerinde düşünüp taşınmak, iyice düşünmek

think through

üzerinde düşünmek

think twice

iyi düşünmek, düşünüp taşınmak

think up

uydurmak, icat etmek, ortaya çıkarmak

think

1.düşünmek, 2.sanmak, 3.hatırlamak, anımsamak, 4.beklemek, ummak, tahmin etmek

think-tank

beyin takımı

thinkable

düşünülebilir

thinker

düşünen kimse, filozof

thinking

1.düşünme, 2.düşünce, görüş

thinner

inceltici, tiner

thinness

1. incelik, 2. seyreklik, 3. hafiflik

thio-

kükürtlü

thiocarbamide

tiyokarbamit, tiyoüre

thiocarbonate

tiyokarbonat

thiocyanate

tiyosiyanat

thiocyanic

tiyosiyanik

thiol

tiyol, merkaptan

thionine

tiyonin

thionyl

tiyonil

thiopental

tiyopental

thiophene

tiyofen

thiosulphate

tiyosülfat

thiosulphuric acid

tiyosülfürik asit

thiourea

tiyoüre

third class

üçüncü sınıf

third degree

üçüncü derece

third market

üçüncü piyasa

third party

üçüncü şahıs

third person

üçüncü şahıs, üçüncü kişi

third rate

üçüncü sınıf

third speed

üçüncü vites

Third World

az gelişmiş ülkeler, üçüncü dünya ülkeleri

third

üçüncü

third-order reactions

üçüncü derece reaksiyonlar

third-rate

1. kalitesiz, adi, üçüncü sınıf, 2. değersiz

thirdly

üçüncü olarak

thirst after

susamak, arzulamak

thirst for

susamak, arzulamak

thirst

1.susuzluk, susamışlık, 2.güçlü arzu, ihtiras, susamışlık

thirstiness

susuzluk

thirsty

1.susamış, 2.susatıcı

thirteen

onüç

thirteenth

onüçüncü

thirtieth

otuzuncu

thirty

otuz

this and that

this and that

ıvır zıvır

this much

bu kadar

this

1.bu, 2.bu kadar, böylesine

thistle

devedikeni

thistly

dikenli

thither

oraya, o yöne

thixotrope

cıvıyan, tiksotrop

thixotropy

cıvıma, tiksotropi

tho'

bkz. though

thole

ıskarmoz

thong

1.sırım, kamçı sırımı, 2.kayış

thoracic cavity

göğüs boşluğu

thoracic

göğüsle ilgili

thorax

göğüs

thoria

toryum oksit

thorium

toryum

thorn apple

tatula

thorn in one's flesh

başının belası

thorn

1.diken, 2.dikenli bitki

thornback

vatoz

thorny

1.dikenli, 2.zor

thorough

1.tam ve dikkatli, eksiksiz, 2.titiz

thoroughbred

safkan, soylu

thoroughfare

halk trafiğine açık cadde/yol, işlek cadde

thoroughly

1. baştan aşağı, tamamen, iyice, 2. adamakıllı

thoroughness

mükemmellik, tamlık

those

1. onlar, şunlar, 2. onlar, şunlar

though

1.-se bile, -e rağmen, karamazdan, 2.yine de, herşeye rağmen

thought

1.düşünüş, düşünme, düşünce, 2.görüş, kanı, düşünce, 3.niyet, kasıt, düşünce

thoughtful

thoughtful

1.derin derin düşünen, düşünceye dalmış, düşünceli, 2.düşünceli, nazik

thoughtfulness

1. düşüncelilik, 2. özen gösterme, 3. naziklik, 4. nezaket

thoughtless

1.düşüncesiz, 2.bencil, 3.dikkatsiz

thoughtlessness

1. düşüncesizlik, 2. bencillik, 3. dikkatsizlik

thousand

bin

thousandth

bininci

thraldom

1. esaret, kölelik, 2. bağımlılık

thrall

köle, kölelik

thrash about

kıvranmak

thrash out

1. tartışarak çözümlemek, 2. konuyu derinleştirmek

thrash over

tekrar tekrar tartışmak

thrash

1.(sopa/kırbaç ile) dövmek, 2.yenmek, mahvetmek, 3.(about ile) kıvranmak

thrasher

harman dövme makinesi

thrashing

1.dayak atma, dayak, 2.yenme, mahvetme

thread

1.iplik, 2.lif, tel, 3.yiv

threadbare

(giysi, vb.) eski püskü, yıpranmış, yırtık pırtık

threaded

dişli, vida dişli

threading

vida açma, vida dişi çekme

threadworm

bağırsak solucanı

threat

1.tehdit, gözdağı, 2.tehlike işareti, tehlike

threaten

1.tehdit etmek, gözdağı vermek, 2.(olası bir tehlikeye) işaret olmak

threatening

tehdit edici

three dimensional

üç boyutlu

three phase

üç fazlı

three

üç

three-colour

üçrenkli

three-cornered

üç köşeli, üçgen gibi

three-dimensional

üçboyutlu

three-flowered

üç çiçekli

three-leaved

three-leaved

üçyapraklı

three-ply

üç katmerli, üç katlı

three-point landing

başarılı iniş

three-seeded

üç tohumlu

threefold

üç katı, üç misli

threesome

1. üç kişilik, 2. üçlü

threeway

üç yollu

threonine

treonin

thresh

harman dövmek

thresher

1. harman dövme makinesi, 2. sapanbalığı

threshing machine

harman makinesi

threshing sled

döven

threshing

harman dövme

threshold value

eşik değeri

threshold

1.eşik, 2.başlangıç, eşik

thrice

üç kere

thrift

tutum, idare

thriftiness

tutum

thriftless

1. müsrif, savurgan, 2. idaresiz, tutumsuz

thrifty

tutumlu, idareli

thrill

1.heyecan, 2.korku, 3.heyecan verici şey, 4.heyecanlanmak, 5.heyecanlandırmak

thriller

heyecanlı kitap/oyun/film

thrilling

1. heyecan verici, 2. titreyen

thrive

1.iyi gelişmek, iyiye gitmek, iyileşmek, 2.başarılı olmak, 3.büyümek, sepilemek

thriving

başarılı, gelişen

throat

1.boğaz, 2.gırtlak

throb

küt küt atmak, zonklamak

throes

şiddetli ağrı, sancılar

thrombin

trombin

thrombocyte

thrombocyte

trombosit, pıhtıgöze

thrombokinase

trombokinaz, pıhtımaya

thromboplastic

tromboplastik

thromboplastin

tromboplastin

thrombosis

kan pıhtılaşması, tromboz

thrombus

1. trombus, 2. kan pıhtısı

throne

taht

throng

1.kalabalık, 2.kalabalık halinde gitmek, akın etmek

throstle

güzel sesli ardıçkuşu

throttle valve

jikle supabı

throttle

1.boğazlamak, boğmak, gırtlaklamak, 2.kısma valfı, kelebek

through and through

tamamen, tümüyle, her yönden

through flight

direkt uçuş, aktarmasız uçuş

through thick and thin iyi günde de kötü günde de 1.-den geçerek, içinden, arasından, 2.yoluyla, sayesinde, aracılığıyla, 3.yüzünden, nedeniyle, sayesinde, 4.her yanında, orasında through burasında, her yanına, 5.başından sonuna dek, 6.süresince, 7.içeriye, 8.başından sonuna kadar, 9.başarılı bir sonuca, 10.sonunda, sonuna, bitirmiş, bitmiş, ilişkisi kalmamış, 11.direkt, aktarmasız throughout 1.baştanbaşa, 2.başından sonuna kadar, hep throughput

iş çıkarma yeteneği

throughway

hız yolu, asfalt

throw a fit

tepesi atmak

throw a monkey wrench in the works

işi bozmak

throw a sop to

önüne kemik atmak

throw a spanner in the ortaya bir balgam atmak works throw about

saçmak, dağıtmak

throw away

boşa harcamak, çarçur etmek, vazgeçmek

throw back

geciktirmek, geri atmak, aksettirmek, aksatmak

throw cold water

pişmiş aşa soğuk su katmak

throw down the gauntlet

hodri meydan demek

throw dust in one's eyes aldatmak, gerçeği gizlemek throw for a loop

eşekten düşmüş karpuza döndürmek

throw in one's lot with sb

kader birliği etmek

throw in the towel

yenildiğini kabul etmek

throw in

bedavadan katmak, ücretsiz sağlamak

throw light on

ışık tutmak, aydınlatmak

throw light upon

ışık tutmak, aydınlatmak

throw mud at

çamur atmak

throw off

üstünden atmak, kurtulmak

throw on

üzerine giyivermek

throw one's cap over the windmill

hayal kurmak

throw one's hat into the 1. hodri meydan demek, 2. yarışa girmek ring throw one's weight about

ağırlığını koymak

throw one's weight around

cart curt etmek

throw oneself at sb's feet

birinin kulu kölesi olmak

throw out of gear

debriyaj yapmak

throw out the bill

yasa tasarısını reddetmek

throw out

1. reddetmek, 2. kovmak, dışarı atmak, 3. ışık yaymak

throw over

ile ilişkisini kesmek, ayrılmak, vazgeçmek

throw to the wolves

kurban etmek

throw together

1. uyduruvermek, 2. biraraya getirmek

throw up a job

işini bırakmak, istifa etmek

throw up the sponge

throw up the sponge

havlu atmak, pes demek

throw up

1. bırakmak, vazgeçmek, ayrılmak, 2. kusmak

throw

1.atmak, fırlatmak, 2.(parti, yemek, vb.) vermek, düzenlemek, atmak, 3.şok etmek, afallatmak, şaşkına çevirmek, 4.atma, atış, fırlatma

throwaway prices

damping fiyatı

throwaway

1. iadesiz, atılır, geri verilmeyen, 2. el ilanı

throwback

1. soya çekme, ataya çekme, 2. geri atış

thrower

1. atıcı, 2. çömlekçi ustası

throwing

atma, fırlatma

thrown silk

bükümlü ipek, ibrişim

thrown

1. atılmış, 2. bükülmüş

thru

s, ilg, Aİ, bkz. through

thrum

iplik saçağı, iplik döküntüsü

thrush

1.ardışkuşu, 2.pamukçuk

thrust at someone

kılıçla hamlede bulunmak

thrust

1.sokmak, saplamak, 2.itmek, dürtmek

thud

gümbürtü, pat, küt

thug

cani, katil, haydut

thuggery

eşkıyalık, adam öldürme

thulium

tulyum

thumb latch

mandal

thumb nail

başparmak tırnağı

thumb one's nose at sb birine nanik yapmak thumb through

göz gezdirmek

thumb

1.başparmak, 2.otostop çekmek, 3.(through ile) (kitaba) göz atıvermek, göz gezdirmek

thumbnut

kelebek somun

thumbs up

kabul işareti

thumbscrew

kanatlı vida, parmakla döndürülen vida

thumbtack

raptiye

thump

yumruklamak, güm güm vurmak

thumper

thumper

katil, vurucu

thunder

1.gökgürültüsü, 2.(gök) gürlemek, 3.gümbürdemek, 4.bağırmak, gürlemek

thunderbolt

1.yıldırım, 2.ani şaşırtıcı, telaşlandırıcı haber

thunderclap

gök gürlemesi

thundercloud

oraj bulutu, fırtına bulutu

thunderhead

kümülüs kalvüs

thundering

1. gürültülü, 2. kocaman, 3. gürleyen, uğultulu

thunderstorm

yıldırımlı fırtına

thunderstruck

yıldırım çarpmışa dönmüş, şaşkın

thundery

gök gürültülü

Thursday

perşembe

thus far

şu ana kadar

thus

1.böylece, 2.bu sonuçla, böyle

thwack

pataklamak, dövmek

thwart

engellemek, önlemek, önüne geçmek

thy

senin, sizin

thylacine

keselikurt

thyme

kekik

thymine

timin

thymol

timol

thymus

timüs

thyratron

tiratron

thyristor

tiristor

thyroid gland

tiroit bezi

thyroid

tiroid, kalkanbezi

thyroxine

tiroksin

Tibet

Tibet

Tibettan

Tibetli

tibia

kavalkemiği

tic

tic

tik

tick off

fırça çekmek, paylamak, azarlamak

tick over

rölantide çalışmak

tick

1.tıkırtı, tiktak, 2.``doğru'' işareti (V), 3.İİ, an, saniye, 4.kene, sakırga, 5.veresiye

ticker

1.saat, 2.kalp, yürek

ticket agency

bilet gişesi

ticket collector

biletçi, kondüktör

ticket conductor

biletçi, kondüktör

ticket day

hesap dönemi

ticket inspector

biletçi, kontrolör

ticket office

bilet gişesi

ticket tout

bilet karaborsacısı

ticket

1.bilet, 2.etiket, 3.(trafik) para cezası

ticking

1. kılıflık kumaş, 2. yastık yüzlüğü

tickle one's fancy

hoşuna gitmek

tickle

1.gıdıklamak, 2.eğlendirmek, 3.gıdıklama, gıdıklanma

tickler

1. güç durum, 2. muhtıra defteri, vade defteri

ticklish

1.gıdıklanır, 2.zor, özel dikkat isteyen, nazik

tidal basin

gelgit havzası

tidal dock

gelgit havuzu

tidal energy

gelgit enerjisi

tidal harbour

gelgit limanı

tidal wave

dev okyanus dalgası, deprem dalgası

tidal

gelgitle ilgili, gelgitli

tidbit

bkz. titbit

tiddly

küçük, ufak

tide wave

gelgit dalgası

tide

1.gelgit, 2.akın

tideland

gelgit sınırları arasındaki arazi

tidemark

tidemark

gelgit nişanı, gelgit izi

tidewater

gelgit suyu

tideway

gelgit kanalı

tidiness

temizlik, muntazamlık

tidings

haber

tidy oneself up

kendine çeki düzen vermek

tidy

1.derli toplu, temiz, 2.oldukça büyük, 3.(up ile) derleyip toplamak, çekidüzen vermek

tie bar

gergi çubuğu

tie beam

duvar latası

tie bolt

tespit cıvatası

tie clip

kravat iğnesi

tie down

1. ayakbağı olmak, 2. zorlamak, 3. bağlamak

tie in

uyuşmak, birbirini tutmak, uymak

tie oneself in knots

dokuz doğurmak

tie rod

bağlama çubuğu, gergi çubuğu

tie up

1. birleştirmek, bağlamak, 2. kısıtlamak

tied

1.kravat, 2.bağ, 3.beraberlik, sonuç eşitliği, 4.düğüm, düğüm ipi, 5.ayakbağı, bağ, 6.bağlamak, 7.bağlanmak, 8.berabere kalmak, eşit olmak bağlı

tier

kat, sıra, dizi

tierce

1. yüz doksan litrelik fıçı, 2. üçlü takım

tiff

atışma, tartışma

tiffany

ince muslin kumaş

tiffin

ikindi kahvaltısı

tige

sap

tiger lily

pars zambağı

tiger

kaplan

tigerish

1. kaplan gibi, 2. vahşi

tight money policy

sıkı para politikası

tight pulley

sabit kasnak

tie

tight

1.sıkı, sımsıkı, 2.gergin, 3.(para) zor elde edilir, 4.sarhoş, 5.cimri, sıkı, pinti, 6.sıkı sıkı, sıkıca

tight-fisted

eli sıkı

tight-lipped

ağzı sıkı

tighten one's belt

kemerleri sıkmak

tighten

1.sıkılaştırmak, sıkmak, daraltmak, 2.sıkılaşmak, daralmak

tightener

gerdirici, sıkıcı

tightfisted

pinti, elisıkı, sıkı, cimri

tightlaced

sofu

tightlipped

ağzı sıkı, sır söylemez

tightly packed

çok sıkı, çok yoğun

tightly

sıkıca, sıkı olarak

tightness

1. darlık, sıkılık, 2. gerginlik, 3. hasislik

tightrope

cambaz ipi

tights

1.külotlu çorap, 2.balerin/akrobat pantolonu

tiglic acid

tiglik asit

tigress

dişi kaplan

Tigris

Dicle nehri

tike

1. sokak köpeği, 2. yaramaz çocuk

tilbury

iki tekerlekli araba

tilde

tilde

tile

1.kiremit, 2.çini, 3.kiremit kaplamak

tiler

kiremitçi

till Doomsday

daima, kıyamete kadar

till money

kasa mevcudu, ankes

till the cows come home balık kavağa çıkınca till then

o zamana kadar

till

1.bağ, bkz. until, 2.para çekmecesi, kasa

tillable

ziraata elverişli

tillage

1. işlenmiş tarla, sürülmüş tarla, 2. çiftçilik, tarım

tiller

dümen yekesi

tilt angle

meyil açısı, eğim açısı

tilt at windmills

hayali düşmanlarla savaşmak

tilt at

saldırmak, hücum etmek

tilt hammer

şahmerdan

tilt over

devirmek, devrilmek, eğilmek

tilt up

kalkmak, kaldırmak

tilt

1.eğmek, yana yatırmak, 2.eğilmek, yana yatmak, 3.eğiklik, yana yatıklık

tilter

damperli araç

tilth

toprağı işleme, toprağı sürme, tarım

timbal

dümbelek

timber line

orman sınırı, ağaç sınırı

timber pile

ahşap kazık

timber yard

kereste deposu

timber

kereste

timbering

1. kereste, 2. kerestelik ağaç

timberland

ormanlık arazi

timberyard

kereste mağazası

timbre

1. tını, ses rengi, 2. ses tonu

time after time

sık sık, tekrar tekrar

time and time again

sık sık, tekrar tekrar

time bargain

vadeli alışveriş, alivre satış

time bill

vadeli poliçe, süreli senet

time bomb

saatli bomba

time card

kartela, mesai kartı

time clock

kontrol saati

time consuming

zaman tüketici

time deposit

vadeli mevduat

time deposits

vadeli mevduat

time draft

time draft

vadeli senet

time exposure

uzun pozlu resim

time freight

ekspresle gönderilen mal

time fuse

ihtiraklı tapa, ayarlı fitil

time interval

zaman aralığı

time is up

vakit tamam

time limit

belirli limit

time loan

vadeli borç

time lock

saatli kilit

time of payment

1. vade, 2. ödeme zamanı

time payment

taksitle ödeme

time saving

zaman kazandıran

time shared

zaman paylaşımlı

time sharing

zaman paylaşımı

time sheet

kartela

time signal

saat ayarı

time study

zaman etüdü

time work

gündelik iş

time zone

zaman dilimi

time

1.zaman, vakit, 2.müddet, süre, 3.tempo, 4.devir, çağ, 5.an, 6.zamanlamak, zamanı -e göre ayarlamak, 7.zamanını/hızını kaydetmek

time-consuming

zaman alıcı

time-honored

eski ve geçerli, yıllanmış

time-out

oyunda kısa ara, mola

time-share holiday

devre mülk

timekeeper

saat hakemi

timeless

değişmeyen, sonsuz

timeliness

1. uygunluk, yerindelik, 2. vakitlilik

timely

tam vaktinde, yerinde, uygun

timeout

oyunda mola

timepiece

timepiece

saat, kronometre

timer

1.saat hakemi, 2.kronometre

times table

çarpım tablosu

times

1.kere, çarpı, 2.şimdiki zaman, devir, 3.kere, kez, defa

timeserver

zamana uyan kimse

timetable

1.(tren, otobüs, vb.) tarife, 2.ders programı

timeworn

eskimiş, bayatlamış

timid

1.korkak, ürkek, yüreksiz, 2.çekingen, sıkılgan, utangaç

timidity

utangaçlık, çekingelik

timing error

zamanlama hatası

timing

zamanlama

timorous

1.korkak, ürkek, yüreksiz, 2.heyecanlı, gergin

timpani

timpani, timballer

timpanist

davulcu

tin bronze

kalay tuncu

tin hat

miğfer

tin loading

kalay şarjı

tin mordant

kalay mordanı

tin opener

konserve açacağı

tin plate

teneke kaplı çelik, sac

tin plating

kalay kaplama

tin pot

teneke kap

tin salt

kalay klorürü

tin tack

kalaylı döşeme çivisi

tin weighting

kalay şarjı

tin

1.kalay, 2.teneke, 3.teneke kutu, 4.konserve kutusu, 5.(yiyecek, vb.) konservelemek, kutulamak, 6.tenekeden yapılmış, teneke

tin-coat

kalaylamak

tin-coated

kalay kaplı

tincal

tinkal

tincture of iodine

tincture of iodine

tentürdiyot

tincture

tentür

tinder

çabuk yanan nesne

tine

diş, çatal dişi

tinfoil

kalay yaprağı, ince levha kalay

ting

1. çan sesi, 2. çınlatmak, çınlamak

tinge

1.az miktar, nebze, 2.renklendirmek, renk katmak, 3.belirtmek, göstermek

tingle

ürpermek, diken diken olmak

tinker

1.tenekeci, 2.(with ile) kurcalamak, oynamak

tinkle

1.çıngırtı, 2.işeme, su dökme, 3.çınlamak, 4.çınlatmak

tinman

tenekeci, kalaycı

tinman's solder

tenekeci lehimi

tinned fruit

meyve konservesi

tinned meat

et konservesi

tinned

kalaylı

tinner

1. tenekeci, 2. kalaycı

tinny

1.teneke gibi, tenekeli, 2.çıngırtılı, 3.beş para etmez, boktan, tenekeden

tinplate

teneke, teneke levha

tinsel

1. cicili bicili, 2. gelin teli, 3. simli kumaş, 4. sahte parlaklık, 5. gelin teli ile süslemek

tinsmith

tenekeci

tinstone

kalay cevheri

tint

1.hafif renk, 2.renk tonu, 3.(saç) hafifçe boyamak

tinware

teneke kaplar

tiny

küçücük, minicik

tip off

gizli bilgi vermek, uyarmak, ihbar etmek

tip over

devirmek, devrilmek, kapaklanmak

tip the scales

ağır basmak

tip the wink

kaş göz etmek 1.(burun, parmak, vb.) uç, 2.çöplük, 3.bahşiş, 4.tavsiye, öğüt, 5.eğmek, yana yatırmak, 6.eğilmek, yana yatmak, 7.devirmek, 8.devrilmek, 9.boşaltmak, dökmek, 10.(çöp, vb.) atmak, bırakmak, 11.bahşiş vermek, görmek

tip

tip-off

ihbar, uyarı, gizli bilgi

tipcat

çelik çomak oyunu

tipper

devirme tertibatı, damper

tippet

boyun atkısı

tipping platform

devirme platformu, basküllü platform

tipping

1. uç, 2. bahşiş, 3. ima

tipple

içki

tippler

ayyaş

tipsfy

sarhoş etmek

tipster

tiyocu, tiyo veren kimse

tipsy

çakırkeyf

tiptoe

ayaklarının ucuna basarak yürümek

tiptop

1. dört başı mamur, 2. en yüksek derece

tirade

uzun sıkıcı konuşma, nutuk, paylama, tirad

tire out

bitkin düşürmek, yormak

tire

1.yormak, 2.yorulmak, 3.bkz. tyre

tired

1.yorgun, 2.(of ile) -den bıkmış, bezmiş

tiredness

1. yorgunluk, 2. bıkkınlık

tireless

yorulmak bilmeyen, yorulmaz

tiresome

1.bezdirici, sinir edici, 2.yorucu, 3.sıkıcı

tisane

ıhlamur

tissue culture

doku kültürü

tissue paper

ince kâğıt

tissue

1.doku, 2.ince yumuşak kâğıt, 3.kâğıt mendil

tit for tat

kısasa kısas, dişe diş

tit

1.meme, ayva, 2.memebaşı, 3.salak, 4.baştankara

titanate

titanat

titanic

1. dev gibi, muazzam, 2. titanyumla ilgili

titanite

titanit

titanium

titan(yum)

titbit

lezzetli lokma

titer

titre

tithe

1. öşür, aşar vergisi, 2. onda bir

titian

kızıl saç rengi

titillate

heyecanlandırmak, coşturmak, zevklendirmek, icini gıcıklamak

titillation

gıdıklama, gıdıklanma

titivate

çeki düzen vermek, toparlamak

title deed

tapu senedi

title page

baş sayfa

title role

başrol

title

1.başlık, ad, 2.ünvan, 3.hak, istihkak, 4.şampiyonluk

titled

adlı

titler

başlık basma makinesi, yazıcı aygıt

titmouse

baştankara

titrate

titre etmek

titration

1. titreleme, titre etme, 2. titrasyon

titre

titre

titter

kıkır kıkır gülmek, kıkırdamak

tittle

1. işaret, nokta, 2. küçük şey, 3. zerre

tittle-tattle

dedikodu

titubation

kekeleme

tizzy

heyecan

to a turn

tam kararında pişmiş

to and fro

ileri geri, bir ileri bir geri

to be reckoned with

ciddiye alınacak, hesaba katılacak

to begin with

evvela, bir kere, ilk neden olarak

to boot

üstüne üstlük

to crown it all

üstüne üstlük

to date

to date

bugüne dek, şimdiye kadar

to death

aşırı derecede

to hand

el altında, yakın bir yerde

To my surprise

bir de baktım ki

to my way of thinking

bence, bana göre

to one's name

kendi adına

to oneself

kendine, kendisine özel

to say nothing of

da cabası

to show for

den eline geçen bir şey olarak

to some a certain extent bir dereceye kadar to some extent

bir dereceye kadar

to start a car

motoru çalıştırmak

to start with

1. her şeyden önce, bir kere, 2. başlangıçta

to the backbone

adamakıllı, sapına kadar

to the best advantage

en faydalı şekilde

to the bitter end

en sonuna kadar, ölesiye

to the core

sapına kadar, tamamen

to the full extent

sonuna kadar

to the full

tümüyle

to the last

sonuna kadar

to the letter

harfi harfine

to the life

aynen, tıpatıp

to the tune of

miktarına kadar

to this day

bugüne kadar

To your health!

Sıhhatinize!

to

1. (edat) -e doğru, -e, 2. -e kadar, 3. -e karşı

to-do

1. tantana, patırtı, gürültü, çıngar, 2. karışıklık

toad

karakurbağası

toadflax

nevruzotu

toadstool

toadstool

zehirli bir tür mantar

toady

1. dalkavuk, yağcı, 2. dalkavukluk etmek, yağ çekmek

toast

1.kızarmış ekmek, 2.sağlığına içme, kutlama, tebrik etme, 3.sağlığına içilen kimse, 4.kızartmak, 5.ısıtmak, 6.sağlığına içmek

toaster

ekmek kızartma makinası

tobacco heart

aşırı tütünün yol açtığı kalp hastalığı

tobacco pipe

pipo

tobacco pouch

tütün kesesi

tobacco

tütün, tütün yaprağı

tobacconist

tütün/sigara satıcısı, tütüncü

toboggan slide

kızak pisti

toboggan

kar kızağı

toby

bira bardağı

tocopherol

tokoferol

tocsin

1. alarm işareti, 2. tehlike işareti, tehlike çanı

today

bugün

toddle

tıpış tıpış yürümek

toddler

yeni yürümeye başlayan çocuk

toe nail

ayak tırnağı

toe the line

emirlere uymak, hizaya gelmek

toe

ayak parmağı

toe-in

tekerlek kapanıklığı, içe doğru yatıklık

toe-out

tekerlek açıklığı, dışa doğru yatıklık

toenail

ayak tırnağı

toff

kibar adam

toffee

bonbon, şekerleme

toffy

bkz. toffee

tog up

giyinip kuşanmak, şık giyinmek

tog

1. elbise, 2. giyinip kuşanmak

toga

eski Roma giysisi

together with

together with

ile beraber

together

1.biraraya, birarada, 2.birlikte, beraber, 3.aynı anda, hep birden, üst üste, 4.durmadan, sürekli, kesintisiz, 5.düzenli, toplu, özdenetimli

togetherness

birliktelik, beraberlik, arkadaşlık

toggle joint

dirsek mafsalı

toggle switch

mafsallı anahtar

toggle

tahta düğme

togs

giysi, elbise, takım

toil and moil

imanı gevremek

toil

1.yorulmadan çalışmak, çok çalışmak, 2.zar zor ilerlemek, güçlükle hareket etmek

toile

tuval

toilet paper

tuvalet kağıdı

toilet roll

bir top tuvalet kâğıdı

toilet room

giyinme odası

toilet table

tuvalet masası

toilet water

hafif parfüm, hoş koku

toilet

1.hela, tuvalet, 2.çekidüzen, giyim kuşam, tuvalet

toiletries

tuvalet takımı, tuvalet eşyaları

toilful

yorucu, zahmetli

toilsome

zahmetli, yorucu

token money

itibari para

token raid

sahte baskın

token strike

ikaz grevi, uyarı grevi

token

1.belirti, iz, gösterge, 2.jeton, 3.kart, marka, fiş

tolerable

1.şöyle böyle, idare eder, orta, 2.dayanılabilir, çekilir

tolerance

1.tahammül, dayanma, dayanıklılık, 2.müsamaha, hoşgörü

tolerant

1. hoşgörülü, 2. katlanan, sabırlı

tolerate

1.müsamaha etmek, hoş görmek, 2.tahammül etmek, katlanmak

toleration

müsamaha, hoşgörü

toll booth

ücretli geçiş gişesi

toll bridge

toll bridge

paralı köprü

toll call

şehirlerarası telefon konuşması

toll exchange

şehirlerarası telefon santralı

toll road

paralı yol

toll way

paralı yol

toll

1.(yol, köprü, vb.) geçiş ücreti, 2.bedel, 3.çan sesi, çınlama, 4.(çan) çalmak

tollgate

geçiş ücreti ödenen yer

toluene

toluen

toluidine

toluidin

tom

erkek kedi

tom-tom

1. tamtam, 2. darbuka

tomahawk

küçük balta

tomato

domates, pamidor

tomb

1.mezar, kabir, gömüt, 2.türbe

tombac

tombak

tombola

tombala oyunu

tombolo

tombolo, birleştirme dili

tomboy

erkek fatma

tombstone

mezartaşı

tomcat

erkek kedi

tome

büyük kitap

tomfool

1. kafasız, aptal, 2. kuş beyinli, mankafa

tomfoolery

aptalca davranış, saçmalık

tommy

1. ingiliz ordusunda er, 2. somun anahtarı

tommyrot

1. abuk subuk konuşma, 2. saçma şey

tomography

tomografi

tomorrow morning

yarın sabah

tomorrow

yarın

tomtit

mavi baştankara

ton mile

ton mile

ton mil

ton

1.ton, 2.tonilato, 3.yığın, sürü, büyük miktar, ton

tonal

ses perdesine ait

tonality

tonalite

tone control

ton ayarı, perde ayarı

tone down

tonunu hafifletmek, yumuşatmak, donuklaştırmak

tone in

uyum sağlamak, uymak

tone up

güçlendirmek, dinçleştirmek, canlandırmak

tone

1.ses, 2.ses tonu, ton, 3.perde, ton, 4.renk tonu, ton, 5.tarz, tavır, hava

tone-deaf

notaları ayırdedemeyen, müzik kulağı olmayan

tone-in-tone dyeing

aynı tonda boyama

toneless

renksiz, cansız, ruhsuz, zevksiz, tekdüze

toneme

tonbirim, titrembirim

toner cartridge

toner kartuşu

toner

toner

tongs

maşa

tongue in cheek

gırgırına, şakadan

tongue twister

tekerleme

tongue

1.dil, 2.lisan, dil

tongue-and-groove joint lamba ve zıvana tongue-in-cheek

şaka yollu

tongue-tied

1. dili tutulmuş, 2. ağzı var dili yok

tongued

dilli

tonic spasm

tonik kas gerilimi

tonic water

tonik

tonic

1.kuvvet ilacı, 2.güçlendirici şey, 3.tonik

tonicity

tonus, gergi

tonight

bu gece

toning

viraj, renklendirme

tonnage dues

tonnage dues

tonaj resmi

tonnage

tonaj, tonilato

tonne

ton

tonometre

göz tansiyonu ölçme aleti

tonsil

bademcik

tonsillar

bademcikle ilgili

tonsillectomy

bademcik ameliyatı

tonsillitis

bademcik yangısı

tonsure

başın tepesini tıraş etme

tontine

tontin

tony

lüks, aristokrat

too big for one's boots

burnu havada, kendini beğenmiş

too clever by half

fazla akıllı, sivri, anasının gözü

too familiar

sarmaş dolaş

too many

çok fazla

too much for

için çok fazla

too

1.(gereğinden) çok, fazla, aşırı, 2.de, da, dahi, ayrıca, 3.öyle, öyle yahu

tool box

alet kutusu

tool car

takım arabası

tool chest

alet kutusu

tool kit

alet takımı, avadanlık

tool room

takımhane, takım odası

tool steel

takım çeliği

tool

1.alet, 2.başkasına alet olan kimse, alet, oyuncak, maşa, kukla

tooling

aletle işleme

toot

1.ötmek, 2.öttürmek

tooth and nail

dişe diş, kana kan, vahşice

tooth

diş

toothache

dişağrısı

toothbrush

toothbrush

diş fırçası

toothed rack

kremayer, dişli çubuk

toothed wheel

dişli çark

toothed

dişli

toothing plane

dişli planya, rende

toothless

dişsiz

toothpaste

diş macunu

toothpick

kürdan

toothpowder

diş tozu

toothsome

lezzetli, tadı güzel

toothy

dişlek

tootsy

ayak

top boots

uzun çizme

top brass

yüksek rütbeli subay

top dead center

üst ölü nokta

top dog

kodaman, en üst mevkideki kimse

top dressing

örtü, baş gübresi

top gear

üst dişli

top hat

silindir şapka

top heavy

baş ağır

top rail

tırabzan, üst korkuluk rayı

top roller

üst merdane

top surface

üst yüzey

top the bill

başrol oyuncusu olmak

top view

kuşbakışı, üstten görünüş

top

1.tepe, doruk, üst, 2.baş, 3.örtü, kapak, 4.en üstün yer, zirve, doruk, 5.üste giyilen şey, üstlük, 6.topaç, 7.en üstün, en iyi, baş, 8.en üst, en üstteki, 9.tepe oluşturmak, 10.-den daha yüksek/iyi/fazla olmak, 11.(meyve, sebze, vb.) sapını koparmak

top-drawer

üstün

top-dressing

serpme gübre

top-secret

çok gizli

topaz

sarı yakut, topaz

topcoat

palto

tope

1. camgöz balığı, 2. ayyaş olmak, çok içmek

toper

ayyaş

topflight

en iyi kalite, üstün

topgallant

babafingo

topic

konu

topical

gündemde, güncel

topknot

tepe, ibik, saç topuzu

topless

sütyensiz, üstsüz

topmast

gabya çubuğu

topmost

en yüksek

topnotch

mükemmel

topographer

topograf

topographic map

topografya haritası

topographic survey

topografik araştırma

topographic youth

gençlik çağı

topographic

topografik

topographical

topografik

topography

topografya, yerbetim

topological

topolojik

topology

topoloji

topper

1. en üste konan taş, 2. birinci sınıf mal

topping

1. birinci sınıf, en iyi kalite, 2. üstün, mükemmel, 3. tepesini kesme, 4. üst, tepe

topple over

düşmek, yuvarlanmak, devirmek

topple

1.sendelemek, düşmek, 2.devirmek, düşürmek

topsail

gabya yelkeni

topside

borda

topsoil

üst toprak

topsy-turvy

karman çorman, arapsaçına dönmüş, altüst, karmakarışık

toque

miğfer

torch light procession

fener alayı

torch procession

fener alayı

torch

1.el feneri, 2.meşale, 3.alev makinesi

torchlight

meşale ışığı

toreador

toreador, ata binmiş boğa güreşçisi

torero

boğa güreşçisi

torment

1.büyük acı, sancı, eziyet, 2.acı çektirmek, eziyet etmek

tormentil

beşparmakotu

tormentor

eziyetçi kimse, işkence aleti

torn

ayrı, zıt güçlerle ayırılmış, bölünmüş

tornado

kasırga

toroidal

toroidal

torous

boğumlu

torpedo boat

torpidobot

torpedo net

torpil ağı

torpedo tube

torpido kovanı

torpedo

torpil

torpid

hareketsiz, yavaş, ağır

torpidity

1. hareketsizlik, 2. uyuşukluk, 3. cansızlık

torpor

1. hareketsizlik, 2. uyuşukluk

torque

tork, buru, dönme momenti, bükme momenti

torquemeter

torsiyometre, buruölçer

torrefaction

kavurma, kurutma

torrefy

1. kızartmak, 2. kavurmak, kurutmak

torrent

sel

torrid

1.çok sıcak, kavurucu, yakıcı, 2.kontrolsüz duygularla ilgili

torsion bar

torsiyon çubuğu, burulma çubuğu

torsion

torsion

bükme, bükülme

torsional

burulma ile ilgili

torso

kolsuz, bacaksız, ve başsız insan vücudu, gövde

tort

haksız fiil, haksız muamele

tortfeasor

haksız fiil işleyen kimse

torticollis

boyun tutulması

tortilla

bir tür pizza

tortoise shell

bağa

tortoise

kaplumbağa

tortuosity

1. eğri büğrülük, 2. hileli olma, namussuzluk

tortuous

1.dolambaçlı, dönen, 2.kaçamaklı, dolambaçlı, dolaylı

torture

1.işkence, 2.işkence etmek

torus

1. tor, 2. yumru, kabartı

tosh

saçma

toss off

kolayca yapıvermek, yaratıvermek

toss sth in

bir fikri ortaya atmak

toss up

toss-up

yazı tura atmak 1.atmak, 2.yazı-tura atmak, 3.sallamak, 4.sallanmak, 5.yavaş yavaş karıştırmak, 6.sallama, sallanma, silkeleme, 7.atma, fırlatma, 8.yazıtura şans işi

tot

1.(up ile) toplamak, ilave etmek, 2.ufak çocuk, 3.bir yudum içki, yudum

total cost

toplam maliyet

total current

toplam akım

total darkness

zifiri karanlık

total eclipse

tam tutulma

total head

toplam basınç

total loss

tam hasar

total pressure

toplam basınç

total reflection

tam yansıma

total

1.toplam, tüm, bütün, tam, 2.toplam, 3.toplam miktar, tutar, 4.toplamı -e ulaşmak, bulmak, etmek, 5.toplamak, tutarını bulmak

toss

totalitarian

totaliter, erktekelci

totality

1.bütünlük, tamlık, 2.yekûn, toplam miktar, tutar, 3.tam ay/güneş tutulması

totally

tamamen

tote bag

kadınların büyük el çantası

tote

taşımak

totem pole

totem heykeli

totem

totem, ongun

totemism

totemizm

totter

sendelemek, yalpalamak

tottery

1.sallantılı, 2.sarsak

toucan

tukan

touch a sore point

bam teline basmak

touch a sore spot

damarına basmak

touch and go

tehlikeli durum

touch down

(uçak) yere inmek

touch for

ikna etmek, para koparmak

touch off

1. patlatmak, 2. başlatmak, neden olmak

touch on the raw

can evinden vurmak

touch on

değinmek

touch sb on the raw

bamteline basmak

touch the right chord

birinin zayıf yönünden yararlanmak

touch wood

touch-and-go

nazar değmesin diye tahtaya vurmak 1.değmek, 2.dokunmak, ellemek, 3.elini sürmek, kullanmak, 4.eline su dökmek, boy ölçüşmek, 5.dokunmak, etkilemek, duygulandırmak, 6.dokunma duyusu, 7.temas, dokunma, değme, 8.az miktar, 9.taç, 10.yetenek, 11.tamamlayıcı ilave, 12.temas, bağlantı 1. riskli, 2. meçhul, belirsiz

touch-sensitive screen

dokunma duyarlı ekran

touch-type

bakmadan taktilo kullanmak

touchable

dokunulur

touchdown

1. yere iniş, 2. Amerikan futbolunda gol

touch

touched

1.minnettar, müteşekkir, 2.üşütük, kaçık, çatlak

touchiness

alınganlık

touching

1. dokunaklı, etkili, acıklı, 2. (edat) -e dayanarak, -e bağlı olarak, dair

touchline

taç çizgisi

touchstone

kriter, ölçüt

touchwood

ağaç kavı

touchy

1.alıngan, 2.fazla duyarlı

tough row to hoe

çetin ceviz

tough

1.güçlü, dayanıklı, 2.(et, vb.) sert, kart, 3.çetin, zor, güç, 4.katı, sert, haşin, 5.berbat, rezil, şansız, talihsiz, 6.kabadayı, külhanbeyi, bıçkın

toughen

1.sertleşmek, 2.sertleştirmek

toughness

tokluk, dayanıklılık

toupee

küçük erkek perukası

tour de force

yetenek gösterisi, güç gösterisi

tour

1.tur, gezi, 2.turne, 3.gezmek, dolaşmak

touring car

büyük açık otomobil

touring

gezi, tur

tourism agency

turizm acentası

tourism season

turizm sezonu

tourism

turizm

tourist agency

seyahat acentası

tourist attractions

turistik yerler

tourist bureau

turizm bürosu

tourist class

turistik mevki

tourist office

turizm bürosu

tourist season

turizm sezonu

tourist

turist

tourmaline

turmalin

tournament

turnuva, yarışma

tourney

1. turnuva, 2. turnuvaya katılmak

tourniquet

tourniquet

kanamayı durdurucu sargı, sargı bezi

tousle

(saç, vb.) karıştırmak, arap saçına çevirmek

tout

1.müşteri toplamak, almaya ikna etmek, 2.çığırtkan, müşteri toplayıcı

tow hawser

yedek halatı

tow hook

çeki kancası

tow rope

permeçe, yedek halatı

tow truck

çekici kamyon

tow

1.(taşıt) yedekte çekmek, 2.yedekte çekme

towage

1. yedekte çekme, 2. çekme ücreti

toward

Aİ, bkz. towards

towards

1.-e doğru, yönünde, 2.-e doğru, sularında, 3.ile ilgili, -e karşı

towel bar

havluluk, havlu asacağı

towel

1.havlu, 2.havluyla kurulamak

towelling

havluluk bez

tower block

apartman, yüksek bina

tower clock

kule saati

tower drier

kule kurutucu

tower silo

kule silo

tower telescope

kule teleskopu

tower

1.kule, 2.burç, 3.(above/over ile) yükselmek, çok yüksek/uzun olmak

towered

kuleli

towering

1. çok yüksek, 2. şiddetli, son derece

towing

çekme

town council

belediye meclisi

town councillor

belediye meclisi üyesi

town gas

havagazı

town hall

belediye binası

town house

konak

town planner

planlamacı, şehir plancısı

town planning

town planning

şehir planlaması

town tax

belediye vergisi

town

1.şehir, kent, 2.kasaba, 3.şehrin iş/alışveriş merkezi, çarşı, 4.şehir halkı

towns people

şehir halkı

townsfolk

kasaba halkı

township

(Güney Afrika'da) siyahilerin yaşadığı yer

townsman

kentli, şehirli

toxaemia

kan zehirlenmesi

toxic

zehirli

toxicant

zehirleyici, zehirli

toxicity

zehirlilik, ağılılık

toxicological

toksikolojik, zehirbilimsel, ağıbilimsel

toxicology

zehirbilim

toxin

toksin

toy

oyuncak

toyshop

oyuncakçı dükkânı

trabeated

kemersiz

trabecula

bağ

trace element

azrak element, az rastlanan element

trace program

izleme programı

trace

1.izini sürmek, izlemek, 2.bulmak, 3.ortaya çıkarmak, 4.(kopya kâğıdıyla) kopyasını çıkarmak, 5.iz, 6.az miktar, zerre, 7.kalıntı

traceable

izlenebilir

tracer

1. kopya makinesi, 2. izli mermi

trachea

trake, yaprak damarı

tracheal

1. soluk borusuna ait, 2. yaprak damarına ait

tracheitis

soluk borusu iltihabı

tracheotomy

soluk borusunu açma ameliyatı, trakeotomi

trachoma

trahom

trachomatous

trahomlu

trachyte

trachyte

trakit

tracing cloth

muşamba kâğıt

tracing paper

aydınger

tracing

kopya

track address

iz adresi

track and field

atletizm

track angle

rota açısı

track bolt

cebire cıvatası

track circuit

hat devresi

track down

1. izleyerek bulmak, 2. avlamak

track laying

hat döşeme, ray döşeme

track pad

palet pabucu

track rod

palet mili

track roller

palet makarası

track scales

vagon baskülü

track shoe

palet pabucu

track

1.iz, 2.patika, keçiyolu, 3.ray, 4.pist, yarış pisti, 5.parça, şarkı, müzik, 6.palet, tırtıl, 7.izini takibetmek, izini sürmek

track-type loader

paletli yükleyici

track-type tractor

paletli traktör

tracked

paletli, tırtıllı

tracker

izleyen kimse, izci

tracking station

izleme istasyonu

tracking

izleme, takip

trackless

1. izsiz, 2. yolsuz, 3. iz bırakmayan

tracksuit

eşofman

tract

1.arazi, alan, toprak, 2.sistem, 3.risale

tractable

1.kolay kontrol edilir, uysal, uslu, 2.kolay işlenir

traction battery

çekme bataryası

traction

çekme, çekiş, çekilme

tractive force

tractive force

çekme kuvveti, çekme gücü

tractive power

çekici güç, çekme kuvveti

tractive

çekici, çeken

tractor plough

traktör pulluğu

tractor tyre

traktör lastiği

tractor

traktör

trade acceptance

ticari kabul

trade agreement

ticari anlaşma

trade association

ticari birlik

trade balance

ticaret dengesi

trade bank

ticaret bankası

trade barriers

ticari engeller

trade bill

ticari senet

trade cycle

konjonktür dalgası

trade deficit

ticaret açığı

trade directory

ticaret rehberi

trade discount

toptancı indirimi

trade fair

ticaret fuarı

trade gap

ticari açık

trade in

üste para verip değiştirmek

trade investment

ticari yatırım

trade mark

marka, alameti farika, ticari marka

trade name

ad, marka, ticaret unvanı

trade price

toptan fiyat

trade register

ticaret sicili

trade restrictions

ticaret kısıtlamaları

trade route

ticaret yolu

trade sale

ticari ucuzluk

trade school

meslek okulu, sanat okulu

trade secret

trade secret

meslek sırrı

trade show

ticari gösteri

trade symbol

ticari simge

trade union

sendika, işçi sendikası

trade unionism

sendikacılık

trade unionist

sendikacı

trade value

takas değeri

trade wind

alize rüzgârı

trade

1.ticaret, alışveriş, 2.meslek, kesp, sanat, iş, 3.iş, satış, 4.(in/with ile) ticaret yapmak, 5.almak, 6.satmak, 7.değiş tokuş etmek, değişmek

trademark

alameti farika, marka

trader

tüccar, tacir, tecimen

tradesman

esnaf, dükkâncı, satıcı

trading account

ticari hesap, ticaret hesabı

trading area

ticari alan

trading capital

ödenmemiş sermaye

trading company

ticaret şirketi

trading credit

ticaret kredisi

trading profit

ticari kazanç

trading stamp

pay kuponu

trading

1. alış veriş, 2. değiş tokuş

tradition

gelenek

traditional

geleneksel

traditionalist

muhafazakâr

traditionally

geleneksel olarak

traduce

çamur atmak, leke sürmek, kara çalmak

traffic accident

trafik kazası

traffic capacity

trafik kapasitesi

traffic congestion

trafik tıkanması

traffic density

trafik yoğunluğu

traffic flow

traffic flow

trafik akışı

traffic in

ticareti yapmak, alıp satmak

traffic island

rofüj, emniyet adası

traffic jam

trafik sıkışıklığı

traffic lane

trafik şeridi

traffic light

trafik ışığı

traffic lights

trafik ışıkları

traffic line

şerit çizgisi

traffic load

trafik yükü

traffic manager

trafik memuru

traffic noise

trafik gürültüsü

traffic offence

trafik suçu

traffic roundabout

dönel kavşak

traffic rule

trafik kuralı

traffic sign

trafik işaret levhası

traffic signal

trafik sinyali

traffic signs

trafik işaretleri

traffic stream

trafik akışı

traffic volume

trafik hacmi

traffic

1.trafik, 2.ticaret, alım-satım

trafficator

sinyal

trafficker

kaçakçı

tragacanth

geven, kitre

tragedian

trajedi yazarı, trajedi oyuncusu

tragedienne

trajedi aktrisi

tragedy

1.trajedi, ağlatı, 2.facia, felaket

tragic

1.trajik, 2.üzücü, talihsiz, 3.müthiş, korkunç

tragicomedy

trajikomedi

trail one's coat

belasını aramak, kaşınmak, kavga çıkarmak

trail

trail

1.iz, koku, 2.patika, keçiyolu, 3.kuyruk, 4.izini sürmek, izlemek, 5.peşinden sürüklemek, 6.sürüklenmek

trailer coupling

römork bağlantısı

trailer

1.römork, treyler, 2.fragman, tanıtma filmi, 3.karavan

trailing axle

arka dingil

train ferry

tren taşıyan vapur

train oil

balina yağı

train on

nişan almak, yükseltmek

train station

tren istasyonu

train upon

nişan almak, üstüne tutmak, çevirmek 1.tren, 2.kafile, kervan, sürü, 3.elbise kuyruğu, 4.olaylar/düşünceler zinciri, 5.yetiştirmek, eğitmek, 6.yetişmek, eğitim görmek, 7.(on/upon ile) -e nişan almak, -e yükseltmek, üstüne tutmak, çevirmek

train trained nurse

diplomalı hastabakıcı

trained

1. eğitilmiş, 2. alışkın

trainee

1.stajyer, 2.öğrenci

trainer

antrenör, çalıştırıcı

training camp

antrenman kampı

training center

eğitim merkezi

training plane

eğitim uçağı

training ship

okul gemisi

training

1.terbiye, eğitim, 2.antrenman, idman, çalışma

trait

özellik, karakter

traitor

hain, vatan haini

trajectory

yörünge

tram silk

ibrişim

tram

tramvay

tramcar

tramvay

tramline

tramvay hattı

trammel

kollu pergel, elipsograf

trammer

araba sürücüsü

tramming

araçla taşıma, elle araba itme

tramontane

yabancı kimse

tramp

1.serseri, avare, 2.rap rap sesi, 3.uzun yürüyüş, 4.orospu, 5.ağır adımlarla yürümek, 6.yürüyüp geçmek, çiğnemek

trample

basmak, ezmek, çiğnemek

trampoline

tramplen

tramway

1. tramvay, 2. dekovil rayı

trance

kendinden geçme, esrime, trans

tranche

tranş, dilim

trank

yatıştırıcı madde

tranquil

1.sakin, sessiz, 2.durgun

tranquillity

1. sessizlik, sük-n, 2. asudelik, huzur, durgunluk

tranquillize

sakinleştirmek, yatıştırmak

tranquillizer

sakinleştirici, yatıştırıcı ilaç

trans-

1. (önek) öte, ötesinde, 2. karşı tarafta

transact

(iş) görmek, bitirmek, yapmak

transaction file

işlem dosyası

transaction record

işlem kaydı

transaction

1.iş görme, yapma, 2.iş, muamele, işlem

transatlantic

transatlantik, Antlantik Okyanusu'na ait, Atlantikaşırı

transceiver

alıcı verici radyo

transcend

geçmek, aşmak

transcendency

üstünlük

transcendent

üstün, ulu, yüce

transcendental

deneyüstü, insanüstü

transcendentalism

deneyüstücülük

transcontinental

kıtayı kateden, kıtaötesi

transcribe

1.kopya etmek, suretini çıkarmak, 2.uyarlamak

transcriber

kopya edici, tıpkılayıcı

transcript

kopya, suret

transcription

transkripsiyon, çevriyazı

transducer

güç çevirici, çevirgeç

transect

kesit çıkarmak

transection

kesit

transept

çapraz sahın

transfer bank

havale yapılan banka

transfer book

senet defteri

transfer by judgement kazai temlik transfer by law

yasal temlik

transfer case

ara şanzıman, muavin şanzıman

transfer command

aktarma komutu

transfer commission

havale komisyonu

transfer current

geçiş akımı

transfer deed

devir belgesi

transfer fee

devir ücreti, transfer ücreti

transfer gear

transfer dişlisi

transfer of foreign exchange

döviz transferi

transfer tax

intikal vergisi

transfer ticket

transferable

aktarma bilet 1.nakletmek, taşımak, 2.taşınmak, 3.transfer etmek, 4.transfer olmak, 5.taşıt değiştirmek, aktarma yapmak, 6.devretmek, 7.transfer, 8.devir, 9.çıkartma, yapıştırma, baskı, 10.aktarma bileti, 11.nakil devredilebilir, nakli mümkün

transferee

devir olunan, devralan, temlik olunan

transference

1. transfer, aktarma, 2. nakletme, havale edilme

transferor

devreden kimse, nakleden kimse, temlik eden

transfer

transferred charge call ödemeli telefon konuşması transferrer

havale eden

transferring bank

devreden banka

transfiguration

şekil değişimi

transfigure

şeklini değiştirip yüceltmek

transfinite

sonluötesi

transfix

şaşkına çevirmek, afallatmak, sersemletmek, dondurmak

transform

biçimini değiştirmek, dönüştürmek

transformation

dönüşüm, dönüştürüm

transformational grammar

dönüşümsel dilbilgisi

transformational

dönüşümsel

transformationalism

dönüşümcülük

transformationalist

1. dönüşümcü, 2. dönüşümcü

transformer oil

transformatör yağı

transformer

transformatör, trafo

transfuse

(kan) nakletmek

transfusion

kan nakli

transgress

1.(sınırı) aşmak, 2.bozmak, çiğnemek, karşı gelmek

transgression

1. deniz ilerlemesi, 2. ihlal, çiğneme, 3. sınırı aşma

transgressor

çiğneyen, günahkâr

transhumance

yaylacılık

transhumant

yaylacı

transience

geçici hal

transiency

geçicilik

transient current

geçici akım

transient error

geçici hata

transient state

geçici hal

transient

geçici, kısa süreli, süreksiz

transiently

geçici olarak

transistor ignition

transistorlu ateşleme

transistor radio

transistorlu radyo

transistor

1.transistör, 2.transistörlü radyo

transistorize

transistorla donatmak

transistorized

transistorlu

transit lounge

transit yolcu salonu

transit time

geçiş zamanı

transit trade

transit ticaret

transit visa

transit vize

transit

1.taşıma, aktarma, 2.geçiş

transition card

geçiş kartı

transition element

transisyon elementi, geçiş öğesi

transition metal

geçiş metali

transition period

geçiş dönemi

transition point

geçiş noktası

transition

geçiş

transitional

1. geçişle ilgili, 2. geçişli

transitive expression

geçişli ifade

transitive verb

geçişli fiil, geçişli eylem

transitive

geçişli (eylem)

transitivity

geçişme, geçişkenlik

transitoriness

geçicilik

transitory income

arızi gelir

transitory

1. geçici, süreksiz, 2. fani, kalımsız, 3. ölümlü

translatable

tercüme edilebilir

translate

tercüme etmek, çevirmek

translation bureau

tercüme bürosu

translation

tercüme, çeviri

translator

tercüman, çevirmen

transliterate

karakter değiştirmek, karakter dönüştürmek

transliteration

1. harf çevirisi, 2. transkripsiyon

translocate

yerini değiştirmek

translucence

yarısaydamlık

translucent

translucent

yarısaydam

translunar

ayın ötesindeki

transmarine

denizaşırı

transmigrant

göçmen

transmigrate

göç etmek

transmigration

1. göç, 2. hicret

transmissible

devredilebilir, aktarılabilir

transmission belt

transmisyon kayışı

transmission box

vites kutusu, dişli kutusu

transmission brake

transmisyon freni

transmission chain

tahrik zinciri

transmission gear

transmisyon dişlisi

transmission level

transmisyon düzeyi

transmission speed

gönderme hızı

transmission system

iletim sistemi

transmission

1.gönderme, iletme, 2.geçirme, taşıma, 3.(radyo, TV) yayın, 4.transmisyon, vites

transmit

1.göndermek, 2.yayınlamak, 3.geçirmek, iletmek, 4.(hastalık, vb.) geçirmek, bulaştırmak

transmittance

transmitans

transmitter

verici, iletici

transmitting antenna

verici anten

transmitting microphone

verici mikrofon

transmitting station

verici istasyon

transmogrify

şeklini değiştirmek

transmutable

değiştirilebilir

transmutation

değişme, değiştirilme

transmute

aslını/şeklini değiştirmek

transnational

uluslararası, çokuluslu

transoceanic

okyanusötesi

transom window

transom window

vasistas

transom

1. çapraz kiriş, 2. lento

transparency

1.saydamlık, 2.slayt

transparent paper

aydınger

transparent

1.saydam, 2.açık, net, anlaşılır

transpiration

terleme

transpire

1.ortaya çıkmak, bilinmek, 2.olmak, vuku bulmak

transplant

1.nakledilen şey, aktarılan şey, 2.organ nakli, 3.(bitki) başka bir yere dikmek/aktarmak, 4.(organ, saç, vb.) nakletmek

transplantation

nakil, aktarma

transplanter

fide dikme makinesi

transport documents

nakliye vesaiki, taşıma belgeleri

transport expenses

nakliye masrafı

transport

1.nakil, taşıma, 2.taşımacılık, 3.araç, taşıt, 4.taşımak, götürmek, nakletmek, 5.sürgüne göndermek, sürmek

transportable

1. taşınır, portatif, 2. taşınabilir

transportation tax

nakliyat vergisi

transportation

1.sürgüne gönderme, sürme, sürgün, 2.nakil, gönderme, taşıma, 3.taşımacılık

transporter

1.araba nakil aracı, 2.nakliyeci

transpose

1.yerlerini/sırasını değiştirmek, 2.perdesini değiştirmek

transposer

aktarıcı

transposition

1. yerini değiştirme, 2. yer değişikliği

transsexual

cinsiyet değiştiren

transubstantiate

başka bir cisme dönüştürmek

transudation

sızma, sızıntı

transude

1. deriden sızmak, 2. terlemek

transversal

çapraz, enine

transverse section

enine kesit

transverse wave

enine dalga, kesme dalgası

transverse

enine, çaprazlama

transvestite

karşıt cinsin elbiselerini giyen, travesti

trap door

trap door

kapak biçiminde kapı

trap window

çatı penceresi

trap

1.tuzak, 2.kapan, 3.ağız, 4.iki tekerlekli at arabası, 5.tuzağa düşürmek

trapeze

trapez

trapezium

yamuk

trapezoid

ikizkenar yamuk

trapezoidal

ikizkenar yamuk şeklinde

trapped water

tutulmuş su

trapper

tuzakçı, avcı

trappings

süslü koşum takımı

trapse

başıboş gezmek, yavaş yavaş dolaşmak

trash

1.değersiz şey, adi şey, 2.çerçöp, süprüntü, 3.ayaktakımı

trashcan

çöp tenekesi

trashiness

adilik, değersizlik

trashy

değersiz, beş para etmez, saçma

trass

tras

trauma

travma

traumatic

sarsıcı, şok edici, derinden etkileyici

traumatology

travmatoloji

travail

1. doğum sancıları, 2. doğum ağrısı çekmek, zahmet çekmek

travel agency

seyahat acentası

travel allowance

1. yol masrafı, 2. harcırah

travel bureau

seyahat acentası

travel expenses

1. yol masrafları, 2. harcırah

travel from hand to hand

elden ele dolaşmak

travel light

az eşya ile yolculuk yapmak

travel non-stop

molasız seyahat etmek

travel through

molasız yolculuk yapmak

travel

travel

1.seyahat etmek, yolculuk yapmak, 2.yol almak, gitmek, 3.tüymek, topuklamak, gazlamak, 4.seyahat, yolculuk

traveler

bkz. traveller

travellator

yürüyen kaldırım

travelled

1. çok seyahat etmiş, 2. çok gezmiş

traveller

seyyah, yolcu

traveller's cheque

seyahat çeki

travelling crane

seyyar vinç

travelling expenses

seyahat giderleri

travelling load

hareketli yük

travelling salesperson

seyyar satıcı

travelling wave

yürüyen dalga

travelling

seyahat, yolculuk

travelogue

gezi filmi

traversable

öne arkaya hareket edebilen

traverse

içinden/üzerinden geçmek

travertin

travertin

travertine

traverten

travesty

kötü/gülünç taklit, travesti

trawl line

çaparı

trawl

1.tarak ağı, trol, 2.tarak ağıyla balık tutmak

trawler

tarak ağlı balıkçı gemisi

tray

1.tepsi, 2.tabla

treacherous

1.hain, dönek, 2.tehlikeli

treacherousness

hainlik

treachery

1.hainlik, ihanet, döneklik, 2.sahtelik, 3.vefasızlık

treacle

şeker pekmezi

tread down

ayak altında çiğnemek

tread on sb's corns

bamteline basmak

tread on sb's toes

gücendirmek, incitmek

tread under foot

tread under foot

ayak altında çiğnemek

tread

1.üzerinde yürümek, katetmek, 2.basmak, çiğnemek, ezmek, 3.ayak basışı/sesi, 4.lastik tırtılı, 5.merdiven basamağı

treadle

pedal, ayaklık

treason

vatan hainliği, ülkesine ihanet

treasure house

hazine dairesi

treasure up

aklında tutmak

treasure

1.hazine, define, gömü, 2.çok değerli şey/varlık, 3.çok kıymetli tutmak, büyük değer vermek

treasurer

haznedar, veznedar

treasury bill

hazine bonosu

treasury board

maliye bakanlığı

treasury bond

hazine bonosu

treasury certificate

kâğıt para

treasury department

maliye bakanlığı

treasury note

hazine bonosu

treasury office

hazine dairesi

treasury stocks

devlet tahvilleri

treasury warrant

maliye senedi

treasury

1.hazine, 2.maliye dairesi

treat of

bahsetmek

treat sb like dirt

hiçe saymak, hor görmek, adam yerine koymamak

treat something as a joke

işi şakaya vurmak

treat with tannin

treatise

tanenlemek 1.muamele etmek, davranmak, 2.ele almak, 3.düşünmek, saymak, görmek, 4.(to ile) ikram etmek, ısmarlamak, vermek, 5.kimyasal işleme tabi tutmak, elden geçirmek, 6.tedavi etmek, geçirmek, 7.zevk, hoş şey, hoş sürpriz bilimsel inceleme, tez

treatment

1.muamele, davranış, 2.tedavi, sağaltım

treaty powers

antlaşmayı oluşturan güçler

treaty

antlaşma

treble control

tizlik ayarı

treat

treble

1.soprano, 2.tiz, 3.üç misli, üç kat, üç bölüm, üçlü, 4.tiz, 5.üç misli olmak, 6.üç misline çıkarmak

tree age

ağaç yaşı

tree breeding

ağaç ıslahı

tree class

ağaç sınıfı

tree classification

ağaç sınıflandırması

tree frog

ağaç kurbağası

tree limit

ağaç sınırı

tree line

ağaç sınırı

tree of life

hayat ağacı

tree pipit

incirkuşu

tree sparrow

dağserçesi

tree volume

ağaç hacmi

tree

ağaç

treeless

ağaçsız

treenail

kavela, ağaç çivi

trefoil arch

yonca kemer, üç dilimli kemer

trefoil

yonca

trehalose

trehaloz

trek

1.uzun ve zor yolculuk yapmak, 2.uzun ve zor yolculuk

trellis

bitki kafesi, sırık

tremble

1.titremek, 2.ürpermek, 3.titreme, 4.ürperme, ürperti

trembler

1. titreşim aygıtı, 2. elektrik zili

trembling

titreyen

tremendous

1.büyük, çok büyük, çok fazla, kocaman, 2.harika, şahane, nefis, olağanüstü

tremendously

çok, son derece

tremolite

tremolit

tremor

titreme, sarsıntı

tremulous

1.titrek, titremeli, 2.heyecanlı, gergin

trench coat

trençkot, yağmurluk

trench on

tecavüz etmek

trench warfare

siper harbi

trench

1.hendek, çukur, 2.siper

trenchancy

keskinlik

trenchant

1. keskin, 2. sert, acı, 3. etkili

trencher

1. hendek kazma makinesi, 2. tahta tabak

trencherman

iştahı yerinde kimse

trend in prices

fiyatların eğilimi

trend

1.eğilim, 2.akım, moda

trendy

çok moda, modaya uyan

trepan

1. cerrah testeresi, 2. matkap

trepidation

telaş, kaygı

trespass on

suiistimal etmek, kötüye kullanmak

trespass

1.(başkasının arazisine) izinsiz girmek, 2.başkasının arazisine izinsiz girme, araziye tecavüz

trespasser

mütecaviz

tress

saç lülesi, bukle

tressed

örgülü, bukleli

trestle table

taşınır masa

trestle

masa ayaklığı, sehpa

trestlework

iskele işi, sehpa

triacid

triasit

triad

1. üçlü, üçlü grup, 2. üçlü takım

trial and error

deneme-yanılma yöntemi

trial balance

geçici mizan, küçük mizan

trial flight

deneme uçuşu

trial judge

duruşma hâkimi

trial lawyer

duruşma avukatı

trial marriage

deneme evliliği

trial period

deneme süresi

trial

trial

1.duruşma, yargılama, 2.deneme, sınavı, 3.başbelası, dert

triangle of forces

kuvvetler üçgeni

triangle

1.üçgen, 2.üçköşe, triangel

triangular

üçgen, üç köşeli

triangulate

üçgenlere bölmek, nirengi yapmak

triangulation

nirengi, üçgenlere bölme

Trias

triyasik

triaxial

üçeksenli

triazine

triazin

triazone

triazon

tribal

kabileye ait

tribasic

üç bazlı

tribe

kabile, boy, oymak

tribesman

oymak üyesi

triblet

zımba

tribology

sürtünmebilim, triboloji

triboluminescence

sürtünmeli ışıldama, tribolüminesans

tribulation

sıkıntı, dert, sorun, keder

tribunal

mahkeme

tribune

kürsü, platform, tribün

tributary

kol, akarsu, geleğen

tribute

1.takdir, övgü, 2.baç, haraç, vergi

tricar

üç tekerlekli araba

trice

an, lahza

triceps

üçbaşlı kas

trichina

trişin

trichinosis

trişinoz

trichloroethylene

trikloretilen

trichotomy

üç kısma bölünme

trichromatic

trichromatic

trikromatik, üçrenkli

trichromatism

trikromi

trick film

trickery

hileli film 1.hüner, numara, el çabukluğu, 2.marifet, ustalık, beceri, incelik, 3.muziplik, şeytanlık, 4.(iskambil) el, 5.hile, düzen, dolap, oyun, dalavere, 6.muziplik için yapılmış, muzip, muzır, 7.zor, kazık, 8.(into ile)aldatmak, kandırmak, keleğe getirmek, üçkâğıda getirmek hilekârlık, dolap, dalavere, düzen, üçkâğıt

trickiness

1. aldatıcılık, hile, 2. karmaşıklık, 3. kurnazlık

trickle

damlamak, akmak, süzülmek

trickster

hileci, düzenbaz, üçkâğıtçı, dalavereci, kazıkçı

tricky

1.ustalık ve dikkat isteyen, nazik, ince, hassas, 2.kurnaz, uyanık, 3.üçkâğıtçı, düzenbaz

triclinic

triklinik, üç ayrı mihverli (kristal)

tricolour

üç renkli

tricorn

üç köşeli şapka

tricot

triko

tricuspid

triküspit, üçlü kapakçık

tricycle

üç tekerlekli bisiklet

tricyclic

üçhalkalı, trisiklik

trident

üç dişli çatal, üç çatallı zıpkın

tried

güvenilir, denenmiş

triennial

üç yılda bir olan

trifle with

hafife almak, önem vermemek

trifle

1.ıvır zıvır, değersiz şey, 2.meyveli tatlı, bir tür jöle

trifling

önemsiz, değersiz

trifoliate

üç yapraklı

trifolium

yonca

trifurcate

üçlü çatal, üç yollu

trigger man

gangster

trigger

1.tetik, 2.(off ile) başlatmak, neden olmak, yol açmak

triggerfish

çotira

triglyph

triglif

trick

trigonometric

trigonometrik

trigonometrical

trigonometrik

trigonometry

trigonometri

trihedral

üçyüzlü, üç yanlı

trihedron

üçyüzlü

trilateral

1. üçlü, 2. üç yanlı, üç yönlü

trilinear

1. üç çizgiden oluşan, 2. üç hatlı

trilingual

üç dil konuşan

triliteral

üç harfli kelime

trill

1.ses titremesi, 2.tril

trilled

titrek (ses için)

trillion

trilyon

trilobate

üç loplu, üç kısımlı

trilogy

trimester

triloji 1.(off ile) kesip düzeltmek, budamak, kırkmak, 2.(with ile) süslemek, 3.kısmak, azaltmak, 4.yenmek, 5.(gemi, uçak) dengelemek, 6.dengelenmek, 7.düzenli, derli toplu, 8.kesme, kırkma, 9.intizam, düzen, 10.form, kondisyon üç aylık öğrenim süresi

trimmer

1. fletner ayarlayıcısı, 2. süsleyen kimse, yağcı

trimming machine

kordon makinesi

trimming

1.süs, 2.garnitür, 3.kesilmiş parça

trimorphism

trimorfizm, üçbiçimlilik

trine

1. üç kat, üçlü, 2. üç misli

trinity

üçlü (birlik)

trinket

incik boncuk, değersiz ziynet

trinomial

üçterimli

trio

1.üçlü, üç kişilik grup, 2.trio, üçlü

triode

triyot

triose

trioz

trip out

uyuşturucu almak, uçmak

trim

trip up

1. hata yaptırmak, yanıltmak, 2. çelme takmak

tripartite

1.çelme takmak, sendeletmek, 2.tökezlemek, sendelemek, takılmak, 3.hata yapmak, 4.gezi, gezinti, kısa yolculuk, 5.takılma, tökezleme, 6.düşme, 7.hata, yanılma, 8.(dil) sürçme, 9.uyuşturucu etkisi, uçuş, trip üç bölümlü, üç kısımlı

tripe

1.işkembe, 2.zırva, saçmalık

triplane

üçkanatlı uçak

triple alliance

üçlü ittifak

triple bond

üçlü bağ

triple jump

üç adım atlama

triple point

üçlü nokta

triple

1.üç bölümlü, 2.üç misli, üç kat fazla, 3.üç katına çıkmak, 4.üç katına çıkarmak

triple-core cable

üçlü kablo

trip

triple-expansion engine üç genişlemeli makina triplet

üçüz

triplex glass

üç katlı kırılmaz cam

triplex

1. üç katlı, 2. üç katlı ev

triplicate

üç benzer bölümden oluşan, üçlü

tripod

1.üç ayaklı sehpa, 2.üç ayaklık

Tripoli

Trablusgarp

tripper

1. turist, 2. kastanyola

tripping

1. çevik, kıvrak, 2. hafif adımlarla yürüme

trisaccharide

trisakarit

trisect

1. üç eşit parçaya bölmek, 2. üçe bölmek

trisection

üç eşit parçaya bölme, üçeşbölüm

trismus

çene kilitlenmesi

trisyllabic

üç heceli

trite

basmakalıp, beylik, cıvımış, suyu çıkmış

triteness

basmakalıplık, beylik olma, cıvımışlık

tritium

trityum

tritone

üç sesli müzik parçası

triturate

ezmek, öğütmek

triumph

zafer, utku, yengi

triumphal arch

zafer takı

triumphal procession

zafer alayı

triumphal

zaferle ilgili

triumphant

1. muzaffer, galip, 2. sevinçli, gururlu

triune

birde üç olan

trivalent

üçdeğerli

trivia

ıvır zıvır

trivial

önemsiz, havadan sudan

triviality

1. önemsizlik, havadan sudan olma, 2. bayağılık

triweekly

üç haftada bir olan

troat

geyik bağırması

trocar

trokar

trochanter

trokanter

trochilus

bir çeşit yağmur kuşu

trochlea

makara

trochoid

1. teker eğrisi, 2. döner eklem

troglodyte

mağara adamı

Trojan horse

Truva atı

Trojan

1. Truva kentiyle ilgili, 2. Truvalı

troll

suda oltayı çekerek balık tutmak

trolley car

tramvay arabası

trolley jack

seyyar kriko

trolley man

vatman, biletçi

trolley wire

troley teli

trolley

1.el arabası, 2.yemek servis arabası

trolleybus

troleybüs

trollop

1. pasaklı kadın, 2. fahişe, sürtük

trombone

trombon

trombonist

tromboncu

trommel

döner kalbur

trompe

ocak körüğü

trona

trona

troop away

gitmek

troop

1.küme, takım, sürü, grup, 2.ç. askerler, 3.bölük, tabur, alay, 4.izci grubu

trooper

1.süvari eri, 2.eyalet polisi

troops

askerler

troopship

asker gemisi

troostite

trustit

trope

mecaz, kinaye

trophic

1. besleyici, 2. besinsel

trophy

1.yarışmacıya verilen ödül, ödül, 2.ganimet, av

tropic of Cancer

Yengeç Dönencesi

tropic of Capricorn

Oğlak Dönencesi

tropic

1.dönence, 2.ç. tropikal bölge, sıcak bölge

tropical rain forest

tropikal yağmur ormanı

tropical

1.tropikal, 2.çok sıcak

tropics

1. tropikal kuşak, 2. tropikal bölge, sıcak bölge

tropine

tropin

tropism

yönelim, doğrulum

tropopause

tropopoz

troposphere

troposfer

trot

1.tırıs, 2.tırıs gitmek, 3.tırısa kaldırmak, 4.gitmek, kaçmak

troth

sadakat, vefa

trotter

domuz paçası

trouble shooting

arıza arama, arıza tespiti 1.üzmek, telaşlandırmak, sıkmak, 2.rahatsız etmek, zahmet vermek, 3.zahmet etmek, 4.acı çektirmek, acı vermek, 5.müşkül, zorluk, güçlük, 6.zor durum, tehlike, dert, bela, 7.zahmet, 8.(sosyal/siyasal) düzensizlik, 9.ızdırap, üzüntü, sıkıntı, 10.sorun, kötü taraf, yanlış,

trouble

trouble troubled

11.rahatsızlık, hastalık tedirgin, üzgün, meraklı, kederli, sıkıntılı

troublemaker

başbelası

troubleshooter

aksaklıkları gideren kimse, düzeltici

troublesome

1.zahmetli, güç, zor, 2.sorun çıkaran, başbelası

troublous

1. zahmetli, güç, 2. karışık

trough

1.yalak, tekne, 2.iki dalga arasındaki çukur, 3.alçak basınçlı hava sahası

trounce

1. sopa çekmek, 2. dövmek, dayak atmak, yenmek

troupe

şarkıcı/dansçı/oyuncu grubu

trousered

pantolonlu

trousers

pantolon

trousseau

çeyiz, gelin eşyası

trout

alabalık

trove

define, hazine

trowel

1.mala, 2.çepin, küçük bahçe çapası

troy

kuyumcu tartısı

truancy

1. okulu asma, 2. dersi asma

truant

1.okul kaçağı, 2.kaytarıcı

truce

ateşkes, ateşkes antlaşması

truck crane

kamyonlu vinç

truck driver

kamyon şoförü

truck engine

kamyon motoru

truck farm

bostan

truck farming

bostancılık

truck frame

kamyon şasisi

truck garden

bostan, sebze bahçesi

truck gardener

bostancı

truck jack

kamyon krikosu

truck

1.kamyon, 2.yük vagonu

truckage

1. kamyonla taşıma, 2. taşıma ücreti

trucker

1. kamyon şoförü, 2. sebze yetiştiricisi

trucking industry

kamyonculuk endüstrisi

trucking

kamyonculuk, kamyon taşımacılığı

truckle

(to ile) boyun eğmek

truculence

1. vahşilik, saldırganlık, kavgacılık, 2. kabadayılık

truculent

vahşi, saldırgan, kavgacı

trudge

1.ağır adımlarla yürümek, güçlükle yürümek, 2.uzun yorucu yürüyüş

true cypress

adi servi

true sun

gerçek güneş

true to type

beklendiği gibi hareket eden

true to

-e uygun, ile bağdaşan

true

1.doğru, gerçek, 2.halis, hakiki, gerçek, katışıksız, 3.içten, samimi, gerçek, 4.tam, eksiksiz, 5.düzgün, 6.sadık

true-blue

1. dürüst, namuslu, 2. sadık, 3. muhafazakâr, tutucu

true-life

gerçeğe dayalı

trueborn

doğuştan

truehearted

sadık, vefalı

trueness

1. doğruluk, gerçeklik, 2. bağlılık, 3. içtenlik

truffle

1.yer mantarı, domalan, 2.hafif tatlı

truism

herkesçe bilinen gerçek, su götürmez gerçek

trull

orospu, fahişe

truly

1.tamamen, tam olarak, tam, 2.gerçekten, 3.içtenlikle

trump card

koz

trump up

uydurmak, icat etmek

trump

1.(iskambil) koz, 2.koz çakmak, kozla almak

trumpery

1. değersiz, 2. değersiz (şey)

trumpet

1.trompet, boru, 2.borazan, 3.fil sesi, 4.bağırış, çığlık, böğürtü

trumpeter

1. trompetçi, borucu, 2. haberci, 3. tellal, 4. borazancı

truncate

kısaltmak, kısa kesmek

truncated

truncated

kesik, yassı

truncation

ucunu kesme, budama

truncheon

cop

trundle

1.güçlükle ilerlemek, 2.güçlükle sürmek

trunk call

şehirlerarası telefon konuşması

trunk hose

kısa ve bol pantolon

trunk line

ana hat

trunk road

anayol

trunk stream

ana ırmak, anaakarsu

trunk

1.ağaç gövdesi, 2.kolsuz, bacaksız ve kafasız insan vücudu, 3.fil hortumu, 4.araba bagajı, 5.büyük eşya kutusu, 6.ç. erkek mayosu

trunks

1. erkek mayosu, 2. erkek mayosu

trunnion

muylu, silindir yatağı

truss bridge

kafes köprü, makaslı köprü

truss

1.(up ile) sımsıkı bağlamak, 2.kriş, makas, destek, 3.kasık bağı

trussed beam

makaslı kiriş

trust company

tröst şirketi

trust deed

vekâlet senedi, yediemin sözleşmesi

trust fund

vakıf fonu

trust in

inanmak, güvenmek

trust with

emanet etmek

trust

1.güven, 2.sorumluluk, 3.bakım, koruma, 4.mutemetlik, 5.tröst, 6.güvenmek, inanmak, 7.ümit etmek, ummak

trustee in bankruptcy

iflas idaresi

trustee in composition

konkordato komiseri

trustee process

yedieminlik işlemleri

trustee

1.mütevelli, 2.emanetçi

trusteeship

1. yedieminlik, 2. mutemetlik, 3. vekillik

trustful

herkese güvenen, saf

trustification

tröstleşme

trustiness

güvenilir hal

trustworthiness

trustworthiness

güvenilirlik

trustworthy

güvenilir

trusty

sadık, güvenilir

truth function

doğruluk fonksiyonu

truth value

doğruluk değeri

truth

1.gerçek, hakikat, 2.doğruluk, gerçeklik, 3.içtenlik, 4.dürüstlük

truthful

1.doğru, kesin, 2.doğrusözlü, dürüst

truthfully

doğru olarak, gerçekten

truthfulness

doğruluk, gerçeklik

try for

elde etmeye çalışmak

try it on

üstüne üstüne gitmek, sabrını taşırmak

try on

(giysi) prova etmek, giyip denemek, denemek

try out

denemek

try sb's patience

sabrını tüketmek

try square

ayarlı gönye

try

1.denemek, 2.uğraşmak, çalışmak, 3.yargılamak, 4.kızdırmak, sıkmak, sinirlerini bozmak, 5.deneme, kalkışma, girişim

try-out

deneme, sınama

trying

çetin, güç, üzücü, zahmetli

trypanosome

tripanozome

trypsin

tripsin

trypsinogen

tripsinojen

tryptophan

triptofan

trysail

yan yelken

tryst

buluşma, randevu

tsar

çar

tsarina

çariçe

tsetse fly

çeçe sineği

tsetse

1.çeçe, çeçe sineği

tsunami

deprem dalgası, deniz depremi dalgası

tub

tub

1.tekne, leğen, 2.küvet, 3.yuvarlak (plastik) kap

tuba

tuba

tubby

tıknaz, bıdık

tube clamp

boru kelepçesi

tube mill

borulu değirmen

tube

1.tüp, 2.boru, 3.metro, yeraltı treni

tubed tyre

şambriyelli lastik

tubeless tyre

şambriyelsiz lastik

tubeless

iç lastiksiz

tuber

yumru

tubercle

1. tüberkül, yumrucuk, 2. şiş, kabarcık

tubercular

1. tüberkülozla ilgili, 2. yumrulu, 3. veremli

tuberculin

tüberkülin, verem mikrobu

tuberculosis

tüberküloz, verem

tuberculous

tüberkülozlu

tuberose

sümbülteber

tuberous

1. yumrulu, 2. urlarla kaplı

tuberous-rooted

yumru köklü

tubing

tüp/boru şeklinde şey, tüp, boru

tubular axle

boru dingil

tubular prop

boru direk

tubular

tüp/boru şeklinde, borulu

tubule

küçük tüp

tuck away

ortadan kaldırmak, emin/gizli bir yere koymak

tuck in

iştahla yemek, yumulmak

tuck

1.(içine) sokmak, 2.tıkmak, 3.katlamak, 4.pli, kırma, 5.pasta, şeker, vb

tuck-in

büyük yemek, ziyafet

tucker

1. plise makinesi, 2. yormak

tuckshop

pastane

Tuesday

Tuesday

salı

tufa

süngertaşı, tüf

tuff

süngertaşı

tuft

1.küme, öbek, top, 2.püskül

tufted

püsküllü, sorguçlu

tufting machine

tafting makinesi

tufting

tafting

tug at sb's heartstrings birinin yüreğine inmek tug

1.şiddetle çekmek, asılmak, 2.kuvvetli çekiş, 3.römorkör

tug-of-war

1. halat çekme oyunu, 2. mücadele, rekabet, çekişme

tugboat

römorkör

tuition

1.öğretim, 2.okul harcı/taksiti

tuitional

öğretimle ilgili

tulip

lale

tulle

tül

tumble about

yuvarlanmak

tumble down

1. düşmek, 2. düşürmek

tumble drier

çamaşır kurutma makinesi

tumble

1.düşmek, yuvarlanmak, 2.çakmak, uyanmak, jetonu düşmek, çakozlamak, 3.düşme, 4.karışıklık, kargaşa

tumble-home

içe voltalı

tumbledown

yıkık dökük, harap

tumbler drier

çamaşır kurutma makinesi

tumbler

su bardağı, sapsız bardak

tumbling barrel

perdah dolabı

tumefacient

1. şişlik meydana getiren, 2. şişen

tumefaction

1. şişlik, kabartı, 2. şiş, şişme, şişirme

tumefy

kabarmak, şişmek, kabartmak, şişirmek

tumescent

şişen, kabaran

tumid

şişkin, şişmiş, kabarık

tummy ache

tummy ache

mide ağrısı

tummy

karın, mide

tumor

Aİ, bkz. tumour

tumour

tümör, ur

tumult

kargaşa, gürültü, patırtı, heyecan

tumultuary

gürültülü, patırtılı, telaşlı

tumultuous

1. karışık, gürültülü, 2. düzensiz, telaşlı

tumulus

höyük

tun up trumps

elini uzatmak (yardımcı olmak)

tuna

tonbalığı, orkinos

tundra climate

tundra iklimi

tundra

tundura, soğuk ağaçsız ova

tune in

açmak

tune up

1. ayar etmek, ayarlamak, 2. düzen vermek

tune

1.nağme, hava, ezgi, 2.akort, 3.uyum, 4.akort etmek, 5.(makineyi) ayarlamak, düzen vermek

tune-up

ayar, motor ayarı

tuned

ayarlı, akortlu

tuneful

ahenkli, kulağa hoş gelen, dinlemesi zevkli

tuneless

ahenksiz, zevksiz

tuner

1.tuner, alıcı cihaz, radyo, 2.akortçu

tungstate

tungstat

tungsten lamp

tungsten lambası

tungsten

tungsten, volfram

tungstic

tungstenli

tunic

1.tünik, 2.asker/polis ceketi

tunica

gömlek, kılıf

tunicate

zarlı

tunicle

zar

tuning fork

diyapazon

tuning

tuning

1. akort, 2. düzenleme, uydurma, 3. bir istasyonu bulma

tunnel effect

tünel olayı

tunnel furnace

tünel fırın

tunnel vault

beşik tonoz

tunnel

1.tünel, 2.tünel açmak

tunny

bkz. tuna

tup

1. koç, 2. şahmerdan, 3. (koç) çiftleşmek, 4. tos vurmak

tuppence

iki peni

turban

1.sarık, 2.türban

turbaned

sarıklı

turbid

1.bulanık, çamurlu, 2.karışık, düzensiz

turbidimeter

türbidimetre, bulanıklıkölçer

turbidimetry

türbidimetri, bulanıklıkölçüm

turbidity

türbidite, bulanıklık

turbinal

türbinal

turbine

türbin

turbo

turbo

turbocharger

turbo kompresör, turbo

turbogenerator

türboalternatör

turbojet engine

türbojet motoru

turbojet

türbojet

turboprop

türboprop

turbot

kalkan balığı

turbulence

1.hava akımı, çalkantılı hava, 2.sertlik, haşinlik, 3.karışıklık, düzensizlik, kargaşa

turbulent

1.vahşi, sert, haşin, 2.düzensiz, karışık, 3.fırtınalı, 4.kontrolsüz

turd

1. bok, kaka, 2. rezil, alçak

tureen

büyük çorba kasesi

turf account

yarışta bahis defterini tutan kimse

turf out

sepetlemek, kovmak, atmak

turf

turf

1.çimenlik, çimen, çim, 2.at yarışı, 3.çimle kaplamak, çimlendirmek

turgescence

1. şiş, şişkinlik, 2. şişlik

turgescent

şişkin

turgid

(dil, vb.) tumturaklı, abartmalı, şişirilmiş

turgidity

1. şişkinlik, 2. mübalağa

turgidness

1. şişkinlik, 2. mübalağa

Turk

Türk

Turkestan

Türkistan

turkey buzzard

hindi akbabası

turkey cock

baba hindi

Turkey red

Türk kırmızısı

turkey

hindi

Turkey

Türkiye

Turkish Airlines

Türk Hava Yolları

Turkish Aviation League

Türk Hava Kurumu

Turkish bath

hamam

Turkish coffee

Türk kahvesi

Turkish delight

lokum

Turkish oak

palamut meşesi

Turkish towel

havlu

Turkish

1.Türk, 2.Türkçe

Turkism

Türkçülük

turmeric paper

zerdeçal kâğıdı

turmeric

zerdeçal, hintsafranı

turmoil

kargaşa, karışıklık, telaş

turn a blind eye to

-e göz yummak, görmezlikten gelmek

turn a blind eye

göz yummak, görmezlikten gelmek

turn a deaf ear to

kulak asmamak, işitmezlikten gelmek

turn against

turn against

1. karşı çıkmak, 2. düşman olmak

turn an honest penny

namusuyla para kazanmak

turn aside

bir yana dönmek, vazgeçirmek, döndürmek

turn away

1. geri çevirmek, 2. sırt çevirmek, 3. reddetmek, kovmak

turn back

1. geri dönmek, 2. geri döndürmek, 3. (sayfa

turn bench

torna tezgâhı

turn crimson red with shame

utançtan kıpkırmızı olmak

turn down

1. devrik (yaka), 2. sesini kısmak, 3. gücünü azaltmak, 4. reddetmek

turn green with envy

kıskançlıktan çatlamak

turn in one's grave

mezarında kemikleri sızlamak

turn in

1. yatmak, 2. (polise) vermek, teslim etmek

turn indicator

dönüş göstergesi

turn into

1. değişmek, 2. kesilmek, dönmek

turn off

1. kapatmak, kesmek, 2. sapmak, 3. yol vermek

turn on one's heels

dönüp gitmek

turn on the light

ışığı açmak

turn on the waterworks gözyaşı dökmek turn on

1. açmak, 2. aniden saldırmak, 3. heyecanlandırmak

turn one's back on

sırtını çevirmek

turn one's stomach

midesini bulandırmak

turn one's toes up

nalları dikmek

turn out

1. söndürmek, kapatmak, kesmek, 2. kovmak, göndermek

turn over a new leaf

yeni bir yaşama başlamak

turn over to

denetimini bırakmak/vermek

turn over

1. üzerinde düşünmek, ele almak, 2. çevirmek, devirmek

turn round

çevirmek, dönmek, fikrini değiştirmek

turn sb adrift

yüzüstü bırakmak

turn sb over to

teslim etmek

turn sb's head

turn sb's head

birinin başını döndürmek

turn sb's stomach

birinin midesini bulandırmak

turn sth over to

1. vermek, 2. bırakmak

turn tail

yüz geri edip kaçmak

turn the corner

köşeyi dönmek, tehlikeyi geçiştirmek

turn the knife

yarayı deşmek

turn the scales

ağır basmak

turn the tables on sb

durumu birinin aleyhine çevirmek

turn to

1. yardım istemek, başvurmak, 2. işe koyulmak

turn traitor

hain olmak

turn turtle

alabora olmak, altüst olmak, ters dönmek

turn up one's nose at

burun kıvırmak

turn up trumps

yardımcı olmak, yardımda bulunmak

turn up

1. bul(un)mak, 2. çıkıp gelmek, gelmek, 3. sesini açmak

turn yellow

turn-off

tavşan yürekli olmak 1.çevirmek, döndürmek, 2.çevrilmek, dönmek, 3.dönmek, 4.sapmak, dönmek, 5.saptırmak, döndürmek, 6.yöneltmek, doğrultmak, üstüne tutmak, 7.kıvırmak, katlamak, 8.dönüşmek, 9.dönüştürmek, 10.ekşitmek, 11.varmak, ulaşmak, 12.dönme, döndürme, dönüş, 13.sapma, yönelme, 14.değişim, değişiklik, 15.devir, 16.bir şeyi yapma sırası, sıra, 17.hastalık nöbeti, nöbet, 18.şok, sürpriz, heyecan, 19.dönemeç, 20.yetenek, 21.eğilim yan yol

turn-up

sürpriz, şaşırtıcı olay

turnable

döner, çevrilebilir

turnabout

1.sapma, dönme, 2.döneklik

turnbuckle

germe donanımı, liftin uskuru

turncoat

(partiden, vb.) dönen, dönek

turncock

musluk, vana

turned

torna edilmiş, torna ile işlenmiş

turner

tornacı

turnery

1. tornacılık, 2. torna işi

turning chisel

torna kalemi

turn

turning lathe

turning lathe

torna tezgâhı

turning point

dönüm noktası

turning tool

torna kalemi, torna takımı

turning

dönemeç

turnip

şalgam

turnkey

turnover tax

gardiyan 1.toplantı mevcudu, iştirakçi sayısı, toplantıya katılanların sayısı, 2.ürün, üretim miktarı, 3.giyim zevki/biçimi, giyiniş tarzı, 4.geniş sapak, park yeri muamele vergisi

turnover

1.iş miktarı, yapılan iş, görülen iş, 2.toplam satış, ciro, 3.yeni alınan işçi sayısı, 4.sermaye devri, 5.meyveli turta

turnpike

(paralı) özel sürat yolu

turnspit

kebapçı

turnstile antenna

turnike anten

turnstile

1.turnike, 2.dönerkapı

turntable

1.pikap, 2.pikap platformu

turnup

1. katlı, 2. katlı kısım, şans

turpentine tree

katran ağacı

turpentine

neftyağı

turpitude

adilik, alçaklık, ahlaksızlık

turps

terebentin, teremerti

turquoise

turkuaz

turret lathe

torna tezgâhı

turret

1.küçük kule, 2.taret

turreted

kule biçimindeki, kuleli

turtle dove

kumru, üveyik

turtle

su kaplumbağası

turtleback

balık sırtı güverte

turtledove

yusufçuk

turtleneck

balıkçı yaka

tush

Sus!, Vaz geç!

turnout

tusk tenon

şaşırtmalı geçme

tusk

fil/yaban domuzu dişi

tusker

fil

tussle

1.(with ile) kapışmak, döğüşmek, 2.kapışma, döğüşme, kavga

tussore

tusor

tut

hay aksi!, tüh!

tutelage

vesayet

tutelary

vasi olan, himaye eden

tutor

1.özel öğretmen, 2.(üniversitede) öğretmen

tutorial

(üniversitede) küçük sınıfa verilen ders

tutorship

1. özel öğretmenlik, 2. vesayet, vasilik

tutu

balerinlerin giydiği kat kat eteklik

tux

smokin

tuxedo

smokin

twaddle

saçmalık, zırva

twang

1.genizden konuşma, 2.tıngırtı

twat

1.yarak, sik, 2.dalyarak, dangalak

tweak

(kulak, burun, vb.) burkuvermek, bükmek

tweed

tüvit, iskoç kumaşı

tweendeck

güverte arası

tweet

1.cik, cikleme, cıvıltı, 2.ciklemek, cıvıldamak

tweeter

tivitır, yüksek frekanslı (tiz) hoparlör

tweezers

cımbız

twelfth

on ikinci

twelve

on iki

twelvemonth

yıl

twentieth

yirminci

twenty

yirmi

twerp

herif, nahoş kimse

twice

1.iki kere, 2.iki katı

twice-told

eskimiş

twiddle one's thumbs

zaman öldürmek

twiddle

(parmaklarını) oynatmak

twig

ince dal

twilight airglow

tan aydınlığı

twilight

alaca karanlık

twill

kabarık dokunmuş kumaş, tuval

twin axis

ikiz eksen

twin cable

ikili kablo

twin crystal

ikiz kristal

twin engine

çift motor

twin feeder

ikili besleyici

twin pump

ikiz pompa

twin tail

iki kuyruklu

twin

1.ikiz, 2.ikili, çifte, çift

twin-engined

çift motorlu

twinborn

ikiz olarak doğmuş

twine

1.kınnap, kalın sicim, 2.döndürmek, çevirmek, bükmek, kıvırmak

twing

1. ince dal, sürgün, 2. anlamak

twinge

sancı

twinkle

1.parıldamak, 2.parıltı

twinkling

an, çok kısa zaman

twinning

ikiz kristal oluşumu

Twins

ikizler burcu

twirl

1.hızla dönmek, 2.hızla döndürmek, çevirmek

twist around one's little parmağında oynatmak finger twist off twist sb's arm

büküp koparmak

twist sb's arm

ağzından girip burnundan çıkmak, mecbur etmek

twist the knife

twisted

yarayı deşmek 1.bükmek, kıvırmak, 2.çevirmek, döndürmek, 3.şeklini değiştirmek, bükmek, 4.bükülmek, 5.kıvırtmak, 6.burkmak, 7.anlamını saptırmak, çevirmek, 8.bükme, bükülme, kıvırma, 9.çevirme, döndürme, 10.anlamını saptırma, 11.dönemeç, 12.beklenmedik değişiklik, cilve, 13.tvist, 14.meyil, eğilim bükülmüş, burkulmuş, şaşkın

twister

üçkâğıtçı, düzenbaz, dolandırıcı

twisting

burma, burulma, torsiyon

twit

aptal, salak, budala

twitch

1.aniden kıpırdatmak, 2.aniden kıpırdamak, seğirmek, 3.aniden çekmek, asılmak, 4.seğirme, kıpırtı, 5.ani çekiş

twitter

1.cıvıldamak, şakımak, 2.hızlı/heyecanlı bir şekilde konuşmak

two cylinder

iki silindirli

two pin

ikikutuplu

two

iki

two-chamber system

çift meclis sistemi

two-colour printing

çift renkli basım

two-coloured

ikirenkli

two-cycle

iki zamanlı

two-dimensional

ikiboyutlu

two-edged

iki ağızlı, iki anlamlı

two-faced

ikiyüzlü, sahtekâr

two-fold

iki kat, iki misli

two-handed

iki elli

two-headed

çifte başlı

two-legged

iki ayaklı

two-piece

iki parçalı, ikili

two-ply

iki katlı(ip)

two-point

iki noktalı

two-seater

iki kişilik uçak

two-sided

ikiyanlı

twist

two-stage

two-stage

iki kademeli, iki aşamalı

two-step

iki kademeli, iki hatveli

two-storey

iki katlı

two-stroke

iki zamanlı

two-way cock

çift yollu musluk

two-way communication

çift yönlü iletişim

two-way

çift yönlü, gidiş-geliş, iki yollu, iki yönlü

two-wheeled

çift tekerlekli

two-wire

iki telli

twofaced

ikiyüzlü

twosome

ikili, iki şey/kişi

tycoon

kodaman, büyük işadamı

tying

1. bağlama, 2. akit

tyke

1. sokak köpeği, 2. kaba herif, yaramaz çocuk

tympanitis

timpan zarı iltihabı

tympanum

1. baskı plağı, 2. kulak davulu, kulak zarı

type bar

satır çubuğu, harf kolu

type metal

harf metali

type through

doğrudan yazmak

type

1.tip, çeşit, tür, 2.matbaa harfi, hurufat, 3.örnek, 4.daktilo ile yazmak, 5.daktilo kullanmak

typecast

hep aynı tür rol vermek

typeface

basılan harf ölçüsü/stili

typescript

daktilo metni, daktilo yazısı

typesetter

mürettip

typesetting machine

dizgi makinesi

typesetting

dizgi, dizgicilik

typewrite

daktiloyla yazmak

typewriter ribbon

daktilo şeridi

typewriter

typewriter

daktilo, yazı makinesi

typhoid bacillus

tifo mikrobu

typhoid fever

tifo

typhoid

tifo

typhoon

tayfun

typhus

tifüs

typical

tipik

typify

-in tipik bir örneği olmak

typist

daktilo kullanan kimse, daktilo

typographer

1. basımcı, matbaacı, 2. dizmen

typographic

baskı/basımcılık ile ilgili

typographical error

baskı hatası

typographical

tipografik

typography

1. tipografya, basımcılık, 2. matbaacılık

typological

tipoloji ile ilgili

typology

tiplendirme, tipoloji

tyramine

tiramin

tyrannic

zalim, tiran

tyrannize

zalimce yönetmek, zorbalık etmek

tyranny

1.zorbalık, zulüm, 2.zorba hükümet

tyrant

1.zorba, 2.zorba hükümdar, tiran

tyre casing

lastik kılıfı

tyre chain

patinaj zinciri

tyre iron

lastik levyesi

tyre pressure

lastik hava basıncı

tyre pump

lastik pompası

tyre

dış lastik

tyrian purple

koyu mor boya

tyro

acemi, deneyimsiz

tyrosinase

tyrosinase

tirozinaz

tyrosine

tirozin

tzar

çar

Tzigane

Macar €ingenesi

U tube

U borusu

U-turn

U dönüşü

ubiquitous

her yerde olan

ubiquity

her yerde hazır olma

udder

hayvan memesi

udometer

1. udometre, 2. yağmurölçer

ugh

(iğrenme belirtir) öö, böö

uglify

1. çirkinleştirmek, 2. güzelliğini bozmak

ugliness

çirkinlik, iğrençlik

ugly

1.çirkin, 2.kötü, çirkin, tatsız, iğrenç, 3.ters, aksi

Uigur

Uygur, Uygurca

Ukraine

Ukrayna

Ukrainian

Ukraynalı

ukulele

kitara

ulcer

ülser

ulcerate

1. ülser olmak, 2. ülser yapmak

ulcerated

ülserli

ulceration

ülserleşme

ulcerous

1. ülserli, 2. çıban gibi

ullage

fire

ulna

dirsek kemiği

ulster

uzun ve bol palto

ulterior

gizli, saklı

ultimate analysis

elemanter analiz, öğesel çözümleme

ultimate

1.son, en son, 2.mükemmel, en büyük, en iyi

ultimately

ultimately

en sonunda, sonuçta

ultimatum

ültimatom

ultimo

geçen ayda

ultra

1. aşırı görüşlü, radikal, 2. aşırı, 3. haddinden fazla

ultra-

(önek) fazla, aşırı

ultracentrifuge

ültrasantrifüj

ultraconservative

aşırı derecede muhafazakâr

ultrafilter

ültrafiltre

ultrafiltration

ültrafiltrasyon, incesüzme

ultrahigh frequency

çok yüksek frekans

ultrahigh

çok yüksek

ultraist

müfrit

ultramarine

çok açık parlak mavi, deniz mavisi

ultramicroscope

ültramikroskop

ultramodern

1. ültramodern, çok modern, 2. çağüstü

ultramontane

dağların ötesinde

ultramundane

dünyanın ötesinde

ultranational

aşırı milliyetçi

ultrashort wave

ültra kısa dalga

ultrashort

ültra kısa

ultrasonic communication

ültrasonik iletişim

ultrasonic detector

ültrasonik detektör, sesüstü detektör

ultrasonic drill

ültrasonik matkap

ultrasonic soldering

ültrasonik lehimleme

ultrasonic wave

ültrasonik dalga

ultrasonic

(ses dalgaları) ultrasonik, insan kulağının duyamayacağı derecede

ultrasonics

ültrasonik, sesüstü bilgisi

ultrasound

ültrason

ultraviolet filter

ultraviolet filter

ültraviyole filtresi, morötesi süzgeci

ultraviolet lamp

ültraviyole lambası

ultraviolet light

ültraviyole ışık

ultraviolet radiation

ültraviyole radyasyon, morötesi ışınım

ultraviolet rays

morötesi ışınlar, ültraviyole ışınlar

ultraviolet spectrophotometry

morötesi spektrofotometri

ultraviolet

ultraviyole, morötesi

ultravires

yetki dışında

ululate

ulumak

ululation

uluma

umbel

umbel, şemsiye

umbellate

şemsiye biçiminde

umbellifer

şemsiye biçiminde bitki

umbelliferous

şemsiye biçiminde

umber

ombra

umbilical cord

göbek bağı

umbilical

göbek ile ilgili

umbilicate

göbek şeklinde

umbilicus

1. göbek, 2. tohum göbeği

umbiliform

göbek şeklinde

umbo

kabartma

umbra

1.gölge, 2.gölgeli alan

umbrage

1. gücenme, içerleme, 2. küskünlük

umbrageous

1. gölgelik, gölgeli, 2. alıngan, 3. kuşkulu, şüpheli

umbrella antenna

şemsiye anten

umbrella stand

şemsiyelik

umbrella

1.şemsiye, 2.himaye, koruyucu güç

umbriferous

gölge yapan

umlaut

umlaut

üzeri çift noktalı harf

umpire

1.hakem, 2.hakemlik etmek, hakemlik yapmak

umpteen

birçok, pek çok sayıda, çok

un-

1. (önek) olmayan, değil, 2. -siz, -sız, 3. -sız, gayri

unabashed

utanmaz, yüzsüz

unabated

dinmek bilmeyen, kesilmeyen, azalmayan

unabating

sürekli, aralıksız

unabbreviated

kısaltılmamış

unable

yapamaz, elinden gelmez, gücü yetmez

unabridged

(yazı) kısaltılmamış, tam, eksiksiz

unaccented

1. vurgusuz, 2. orijinal, aslı gibi

unacceptable

kabul olunamaz, ele alınmaz

unaccompanied

1.yalnız, eşlik edilmeyen, 2.(şarkı) müziksiz

unaccountable

şaşırtıcı, garip, açıklanamaz, anlaşılmaz

unaccustomed

1.garip, tuhaf, 2.(to ile) alışmamış, yadırgayan

unachievable

yapılmamış, başarılmamış

unacknowledged

kabul edilmemiş, cevap verilmemiş

unadulterated

1.katışıksız, saf, 2.tam, katışıksız

unadvised

mantıksız, düşüncesizce, aceleyle yapılan

unaffected

1.etkilenmemiş, 2.yapmacıksız, doğal

unaided

yardımsız, tek başına

unalloyed

saf, karışık olmayan

unalterable

değiştirilemez, değişemez, kesin

unambiguous

tam, kesin, belirli

unanimity

1. oybirliği, 2. ittifak, söz birliği

unanimous

hemfikir, aynı fikirde, ortak

unanimously

oy birliğiyle

unanswerable

cevaplandırılamaz, cevap verilemez

unappealable

temyiz edilemez

unapproachable

unapproachable

(insan) uzak, ulaşılması güç, yaklaşılmaz, soğuk

unappropriated

1. kullanılmamış, 2. tahsis edilmemiş

unapproved

onaylanmamış, tasdik edilmemiş

unapt

uygun olmayan, beklenmeyen

unarm

silahları kaldırmak

unarmed

silahsız

unary

birli

unasked

1. sorulmamış, davetsiz, 2. sorulmadan

unassailable

doğruluğundan şüphe edilmez, itiraz edilemez

unassuming

alçakgönüllü, gösterişsiz, sessiz

unattached

1.bağlı/birleşik olmayan, kopuk, serbest, 2.evli/nişanlı olmayan

unattainable

erişilmez, ele geçirilmez

unattended

yalnız, kimsesiz, başıboş

unattractive

cazibeli olmayan, güzel olmayan

unaudible

işitilmez, duyulmaz

unauthorized person

yetkili olmayan kişi

unauthorized

yetkisiz

unavailable

bulunmayan, mevcut olmayan

unavailing

nafile, faydasız, semeresiz

unavoidable

kaçınılmaz

unaware

habersiz, farkında olmayan

unawares

1.farkında olmadan, bilmeyerek, habersiz

unbacked

1. desteklenmemiş, arkasız, 2. alıştırılmamış

unbaked

pişmemiş, çiğ, ham

unbalance

dengesini bozmak

unbalanced

dengesiz, kaçık, üşütük

unbar

sürgüyü açmak, kilidi açmak

unbearable

dayanılmaz, çekilmez

unbeaten

1. dövülmemiş, 2. yenilmemiş, 3. ayak basılmamış

unbecoming

unbecoming

yakışıksız, yakışmaz, uymaz

unbefriended

dostsuz, kimsesiz

unbelief

inançsızlık

unbelievable

inanılmaz, şaşırtıcı

unbeliever

kâfir, dinsiz

unbelt

kuşağını çıkarmak

unbend

teklifsizleşmek, ciddiyeti bırakmak, açılmak, rahat hareket etmek

unbending

kararlı, azimli, kararından dönmez

unbiased

yansız, tarafsız

unbidden

davetsiz

unbind

bağını çözmek, salıvermek

unbleached

ağartılmamış

unblemished

lekesiz

unblessed

takdis edilmemiş

unblushing

1. yüzsüz, utanmaz, 2. arsız

unbolt

1. cıvatasını sökmek, 2. sürgüyü açmak

unborn

henüz doğmamış

unbosom

ifşa etmek, derdini dökmek

unbound

ciltlenmemiş

unbounded

sınırsız

unbowed

eğilmemiş, baş eğmemiş

unbreakable

kırılmaz

unbridled

kontrolsüz, dizginsiz, önüne geçilemeyen

unbroken

1. kırılmamış, 2. aralıksız, devamlı

unbuckle

tokasını çözmek

unbuild

yıkmak

unbuilt

inşa edilmemiş

unburden

derdini açmak, içini boşaltmak, ferahlamak

unburnt brick

fırınlanmamış tuğla

unburnt

unburnt

1. yanmamış, 2. havada kurutulmuş, ham

unbutton

düğmelerini çözmek

uncalled

1. çağırılmamış, davetsiz, 2. talep edilmemiş

uncalled-for

yanlış, yersiz, haksız, hak edilmemiş, gereksiz

uncanny

anlaşılmaz, esrarengiz, acayip, gizemli

uncap

şapkasını çıkarmak, kapağını açmak

uncared-for

ihmal edilmiş, özen gösterilmemiş, bakımsız

unceasing

aralıksız, sonsuz, durmayan

unceremonious

1.samimi, teklifsiz, resmiyetten uzak, 2.inceliksiz, kaba, damdan düşme, apar topar

uncertain

1.kuşkulu, şüpheli, 2.kararsız, karar veremeyen, 3.kararlaştırılmamış, kesin olmayan, 4.değişebilir, kararsız

uncertainty

1.kuşku, 2.kararsızlık, belirsizlik

uncertified

onaylanmamış, doğrulanmamış

unchain

bağlarını çözmek, salıvermek

unchangeable

değişmez

unchanged

değişmemiş

uncharged

1. doldurulmamış, yüksüz, şarj edilmemiş, 2. dolmamış

uncharitable

hoşgörüsüz, acımasız, sert

uncharted

bilinmeyen, balta girmemiş

unchecked

serbest bırakılmış, kontrolünden çıkmış, başıboş

uncinal

çengelli, çengel şeklinde

uncinate

çengelli, çengel şeklinde

uncircumcised

sünnetsiz

uncivil

nezaketsiz, kaba

uncivilized

uygarlaşmamış, medenileşmemiş, barbar

unclad

elbisesiz, çıplak

unclaimed

sahibi çıkmamış

unclassified

sınıflandırmaya girmeyen

uncle

1.amca, 2.enişte, 3.dayı

unclean

kirli

uncloak

uncloak

meydana çıkarmak

unclose

1. açmak, 2. açılmak

unclothe

elbiselerini çıkarmak

unclothed

çıplak

unco

1. son derece, olağanüstü, 2. acayip, 3. yabancı

uncoil

1. sarımı çözmek, sargıyı çözmek, 2. kangalını açmak

uncoiler

bobin açma aygıtı

uncollected

biriktirilmemiş, tahsil edilmemiş

uncoloured

renksiz, basit, sıradan

uncombined

birleşmemiş

uncomfortable

1.rahatsız, rahat olmayan, konforsuz, 2.rahatsız edici

uncommitted

1.(to ile) bağımsız, bağlı olmayan, 2.söz vermemiş

uncommon

1.nadir, seyrek, yaygın olmayan, 2.acayip, olağandışı

uncommonly

1.çok, 2.olağandışı

uncommunicative

ketum, az konuşur

uncomplaining

şikayet etmeyen, sabırlı

uncompleted

tamamlanmamış, sonuçlanmamış

uncompromising

uzlaşmaz, kararından dönmez

unconcern

kayıtsızlık, ilgisizlik

unconcerned

1.kayıtsız, ilgisiz, aldırmaz, 2.kaygısız

unconditional surrender

kayıtsız şartsız teslim olma

unconditional

kayıtsız şartsız, mutlak

unconditionally

kayıtsız şartsız olarak

unconditioned

1. koşulsuz, 2. doğuştan

unconfirmed

doğrulanmamış, teyit edilmemiş

unconformity

uyumsuzluk

unconquerable

fethedilemez, zapt olunamaz

unconscionable

vicdansız, insafsız, makul olmayan

unconscious

unconscious

1.baygın, kendinde değil, 2.bilmeden, kasıtsız, 3.bilinçaltı

unconstitutional

anayasaya aykırı

unconstrained

serbest, açık, teklifsiz

uncontrollable

önlenemez, zapt edilemez

uncontrolled

idaresiz, kontrolsüz, başıboş

unconventional

göreneklere uymayan

unconverted

1. değiştirilmemiş, 2. konvertibl olmamış

uncork

(şişenin) tıpasını açmak

uncountable nouns

sayılamayan isimler

uncountable

sayılamayan

uncouple

çözmek, ayırmak

uncouth

kaba saba, görgüsüz, yontulmamış

uncover

1.örtüsünü ya da kapağını açmak, 2.ortaya çıkarmak, meydana çıkarmak

uncovered acceptance

karşılıksız kabul

uncovered

karşılıksız, kuvertürsüz

uncritical

(of ile) eleştirmeyen, olduğu gibi kabul eden

uncrossed check

çizgisiz çek, açık çek

uncrossed

çizgisiz, açık

uncrown

taçtan mahrum etmek, tahttan indirmek

uncrowned

taç giymemiş

unction

1. yağlama, 2. yatıştırıcı (ilaç)

unctuous clay

yağlı kil

unctuous

yapmacık nezaket gösteren, yapmacıklı

uncultivated

1. işlenmemiş, 2. işlenmemiş toprak, 3. kültürsüz kişi

uncut

1.(film, kitap, vb.) kısaltılmamış, kesilmemiş, 2.(değerli taş) yontulmamış, işlenmemiş

undamaged

zarar görmemiş, sağlam

undamped wave

sönümsüz dalga

undamped

sönümsüz

undated

tarihsiz

undaunted

undaunted

yiğit, gözüpek, korkusuz, yılmaz

undeceive

1. gözünü açmak, uyarmak, 2. bilgi vermek

undeceived

aldanmamış, aldatılmamış

undecided

1.askıda, kararlaştırılmamış, 2.kararsız, karar vermemiş

undecked

güvertesiz

undeclared

1. beyan edilmemiş, 2. açığa vurulmamış

undefended

korunmamış, avukatsız

undefined

tanımlanmamış, tanımsız

undemonstrative

çekinken, hislerini saklayan, temkinli

undeniable

inkâr edilemez, yadsınamaz, kesin

under a ban

yasaklanmış

under a cloud

şüphe altında

under age

reşit olmamış, yaşı tutmayan

under arms

silah altında, silahlanmış

under control

kontrollü, disiplinli, düzenli

under cover of

-e sığınmış

under false pretences

sahte tavırla

under no circumstances asla, hiçbir şekilde under oath

gerçeği söyleyeceğine yeminli

under observation

bakımda, gözlem altında

under one's breath

kısık sesle, fısıltıyla

under one's hat

gizli

under one's very eyes

-in gözü önünde

under par

süngüsü düşük

under police supervision

polis nezaretinde

under pressure

baskı altında

under protest

gönülsüzce, isteksizce

under repair

onarımda

under sb's nose

under sb's nose

burnunun dibinde

under sb's thumb

elinde, etkisi altında

under sb's very nose

burnunun dibinde, gözünün önünde

under surveillance

gözaltında

under the care of

bakımı altında, himayesinde

under the chairmanship başkanlığında of under the counter

el altından

under the pretext of

bahanesiyle

under the same roof

aynı çatı altında

under the wire

zar zor, son dakikada

under weight

zayıf, normal kilonun altında

under

1.altında, altına, 2.altında, altına, altından, 3.-den az, -den aşağı, -in altında, 4.-in yönetiminde

underage

belirli yaşa gelmemiş, olgunlaşmamış

underarm

1.be, elle yapılan, omuzdan yukarısı hareketsiz olarak, 2.koltukaltı

underbelly

karnın alt kısmı

underbred

görgüsüz, kaba, terbiyesiz

underbrush

alt flora, çalı örtüsü

undercarriage

(uçak) iniş takımı, tekerlekler

undercharge

değerinden az para istemek

underclothes

iç çamaşırı

undercoat

astar boya

undercool

aşırı soğutmak

undercover

gizli

undercurrent

1.dip akıntısı, 2.gizli eğilim

undercut

başkalarından daha ucuza satmak

underdeveloped countries

az gelişmiş ülkeler

underdeveloped country

azgelişmiş ülke

underdeveloped nation azgelişmiş ülke underdeveloped

az gelişmiş

underdevelopment

sudevelopman, düşük açındırma

underdog

1.ezilen kişi, mazlum, 2.(yarışma, vb.'de) kaybetmesi beklenen taraf

underdone

az pişmiş, tam pişmemiş

underdrain

alt dren

underemployed

istediği işi bulamayan

underestimate

az/düşük olarak tahmin etmek, not

underexpose

fotoğrafı karanlık çıkarmak

underexposure

suekspozisyon, düşük ışıklama

underfed

gıdasız

underfeeding

yetersiz beslenme, eksik beslenme

underflow

aşağı taşma

underfoot

ayak altında, yerde

underfootage

yetersiz uzunluk

underframe

şasi, alt takım

undergarment

iç çamaşırı

undergird

alttan desteklemek, kuvvetlendirmek

underglaze

alt sırlama

undergo

-e uğramak, çekmek, geçirmek

undergrad

üniversiteli

undergraduate

üniversite öğrencisi

underground cable

yeraltı kablosu

underground car park yeraltı otoparkı underground mining

yeraltı madenciliği

underground parking

yeraltı otoparkı

underground survey

yeraltı ölçümü

underground tank

sarnıç

underground water

yeraltı suyu, taban suyu

underground

1.yeraltı, 2.gizli, 3.yeraltı treni, metro

undergrowth

ormanaltı bitkileri

underhand

gizli, el altından, hileli

underhanded

1. gerekli sayıda işçisi olmayan, 2. el altından

underlay

altına koymak

underlie

-in altında yatmak, temelinde olmak, temelini oluşturmak

underline

1.altını çizmek, 2.vurgulamak, belirtmek

underling

ast, önemsiz memur

underlying

önde gelen, öncelikli

undermanager

yardımcı müdür

undermanned

personeli yetersiz, az çalışanı olan

undermentioned

aşağıda sözügeçen

undermine

1.baltalamak, yıkmak, el altından çökertmeye çalışmak, 2.temelini çürütmek

undermining

afuyman, altını oyma

undermost

en alttaki

underneath

1.altına, altından, altında, 2.bir şeyin alt bölümü, bir şeyin altı, alt

undernourish

kötü beslemek, yeterli beslememek

undernourishment

yetersiz beslenme

underpants

külot, don

underpass

yeraltı geçidi

underpay

az ücret vermek

underpin

alttan desteklemek

underprivileged

temel sosyal haklardan yoksun

underproduction

1. düşük üretim, 2. az imalat, az üretim

underrate

hafife almak, küçümsemek, gereğinden az değer vermek

underscore

altını çizmek

undersea mining

denizaltı madenciliği

undersea

denizaltı

undersecretary

müsteşar

undersell

undersell

ucuza satmak

underset

dip akıntısı

undershirt

atlet, fanila

undershoot

hedefe isabet ettirememek

underside

alt kısım, alt bölüm, alt, taban

undersigned

aşağıda imzası bulunan

undersize

bkz. undersized

undersized

çok küçük, normalden daha küçük, gelişmemiş

underskirt

jüpon, iç eteklik

underslung

dingil altında asılı

understaffed

personeli yetersiz

understand

1.anlamak, 2.işitmek, öğrenmek, haberi olmak

understanding

1.anlayışlı, 2.anlayış, 3.anlama, karşılıklı anlayış, 4.anlaşma, uzlaşma

understate

hafife almak, küçümsemek

understatement

(anlatmaya) yetersiz kalan ifade

understood

söylenmeden anlaşılan, kabul edilmiş

understudy

yedek aktör

undertake

1.üzerine almak, üstlenmek, sorumluluğunu almak, 2.(işe) girişmek, başlamak, 3.söz vermek, garanti etmek

undertaker

cenaze kaldırıcısı

undertaking

1.iş, girişim, 2.söz, garanti, vaat

undertenant

kiracının kiracısı

undertone

alçak ses

undervaluation

eksik değerleme

undervalue

1. değerinden aşağı değer vermek, 2. küçümsemek

underwater antenna

sualtı anteni

underwater camera

denizaltı kamerası, denizaltı alıcısı

underwater

sualtı, sualtında

underwear

iç çamaşırı

underweight

normalden hafif

underwood

underwood

çalılık

underworld

1.ölüler diyarı, 2.yeraltı dünyası, suçlular dünyası

underwrite

1. imzalamak, sigorta ettirmek, 2. sigorta etmek

underwriter

sigortacı

undeserved

hak edilmemiş, layık olmayan, uygun olmayan

undesirable

1.istenmeyen, hoşa gitmeyen, nahoş, 2.istenmeyen, sevilmeyen kimse

undetermined

kararsız

undeterred

azimli, önlenemez

undeveloped

(yer) gelişmemiş

undeviating

1. sapmayan, 2. yolunu şaşırmayan

undigested

sindirilmemiş, hazmedilmemiş

undiluted

seyreltilmemiş

undiplomatic

diplomatik olmayan, lafını sakınmaz

undischarged

1. ödenmemiş, açık, 2. yerine getirilmemiş

undisciplined

terbiyesiz

undisclosed

ifşa edilmemiş, gizli

undisguised

gizlenmemiş, açık

undismayed

1. korkusuz, yılmaz, 2. dehşete düşmemiş

undisputed

karşı gelinmeyen, tartışılmaz, su götürmez

undistinguished

sıradan, vasat, üstün özellikleri olmayan

undistributed

dağıtılmamış

undisturbed

rahatsız edilmemiş, sakin, istifi bozulmamış

undivided

tam, bölünmemiş

undo

1.çözmek, açmak, 2.mahvetmek, yok etmek

undock

havuzdan çıkarmak

undoing

felaket nedeni, mahvolma sebebi

undone

1.yapılmamış, tamamlanmamış, 2.çözülmüş, açılmış, bağlanmamış

undoubted

kesin, su götürmez, kuşku götürmez, şüphesiz

undoubtedly

kesin olarak, kuşkusuz

undreamed-of

undreamed-of

hayal edilemez, tasavvur edilemez, düşlenemez

undress

1.soyunmak, 2.soymak, giysilerini çıkarmak

undressed

çıplak

undue

1.aşırı, çok fazla, 2.yersiz, yakışıksız, uygunsuz

undulate

dalgalanmak ya da dalgalı görünümde olmak

undulation

1. dalgalanma, 2. dalga

undulatory

dalga biçiminde, dalga gibi

undulatus

undulatus

unduly

aşırı derecede, gereğinden çok, aşırı, çok

undyed

boyanmamış

undying

1. ölümsüz, 2. sonsuz, nihayetsiz

unearned income

kazanılmamış gelir, yatırım geliri

unearned

1. çalışarak kazanılmamış, havadan, 2. hak edilmemiş

unearth

kazıp çıkarmak

unearthly

1.doğaüstü, esrarengiz, korkunç, 2.yersiz, vakitsiz, uygunsuz

uneasy

sıkıntılı, tedirgin, rahatsız, endişeli

uneconomic

ekonomik olmayan, masraflı, zararlı, kârsız

uneducated

tahsilsiz, eğitimsiz

unemployable

görevlendirilemez, çalıştırılamaz

unemployed capital

atıl sermaye

unemployed

işsiz

unemployment benefit işsizlik tazminatı unemployment insurance

işsizlik sigortası

unemployment rate

işsizlik oranı

unemployment

işsizlik

unencumbered

1. ipoteksiz, 2. engelsiz, serbest

unending

bitmeyen, sonsuz

unendurable

tahammül edilmez

unenlightened

unenlightened

aydın olmayan, cahil, bilgisiz, eğitimsiz

unenviable

hoşa gitmeyen, tatsız, istenmeyen, nahoş

unequal

1.eşit olmayan, 2.yetersiz, yeterli seviyede olmayan

unequalled

eşsiz, benzersiz

unequivocal

açık, net, anlaşılır, dolambaçsız, dolaysız

unerring

yanlışsız, hatasız, şaşmaz, isabetli

unessential

esas olmayan, önemsiz, tali

uneven

1.düz olmayan, yamuk, eğri, eğri büğrü, pürüzlü, 2.değişken, kararsız, düzensiz

unevenness

1. düzgünsüzlük, 2. arıza, engebe, 3. seviye farkı

uneventful

olaysız

unexampled

emsalsiz, eşsiz

unexceptionable

itiraz edilmeyen, kusursuz

unexpected

beklenmedik

unexpired

1. süresi dolmamış, vadesi gelmemiş, 2. sona ermemiş

unexplored

keşfedilmemiş, incelenmemiş, ayak basılmamış

unfading

solmayan, ebedi

unfailing

hiç eksilmez, bitmez, tükenmez, sonsuz, azalmaz

unfair competition

haksız rekabet

unfair

1. haksız, adil olmayan, 2. hileli

unfairable balance of trade

dış ticaret açığı

unfairable

1. elverişsiz, 2. olumsuz, 3. açık veren

unfaithful

1.vefasız, 2.eşine sadık olmayan, eşini aldatan

unfamiliar

1. iyi bilinmeyen, yabancı, 2. alışılmamış

unfashionable

modası geçmiş

unfasten

1. çözmek, gevşetmek, 2. koyuvermek

unfathered

babasız, piç

unfathomable

anlaşılmaz, akıl sır ermez

unfavourable

uygun olmayan, elverişsiz, aksi, ters, kötü

unfeasible

unfeasible

yapılamaz, gerçekleştirilemez

unfed

yemek verilmemiş, aç

unfeeling

acımasız, insafsız, katı, zalim, duygusuz

unfeigned

yapma olmayan, samimi

unfilled orders

yerine getirilmemiş siparişler

unfilled

1. doldurulmamış, 2. yerine getirilmemiş

unfinished business

yasalaşmamış tasarı

unfinished

bitirilmemiş

unfit

1. uygun olmayan, elverişsiz, uygunsuz, uymaz, 2. elverişsiz hale getirmek

unfitting

uygun olmayan, yakışmaz

unfix

sökmek, çözmek, karasız kılmak, ayırmak

unflagging

durmaz, yorulmaz, yılmaz, bıkmaz

unflappable

soğukkanlı, şaşmaz, sakin

unfledged

tüyleri bitmemiş, gelişmemiş

unflinching

korkusuz, azimli, kararlı, sağlam

unfold

1.(katlanmış bir şeyi) açmak, 2.göz önüne sermek, açıklamak, ortaya çıkarmak, 3.göz önüne serilmek, çözülmek, ortaya çıkmak

unforeseen

beklenmedik, umulmadık, önceden tahmin edilmeyen

unforgettable

unutulmaz

unforgivable

bağışlanamaz, affedilmez

unforgiven

bağışlanmamış, affedilmemiş

unformed

şekilsiz, biçimsiz, yaratılmamış

unfortunate

1.talihsiz, şanssız, bahtsız, 2.yersiz, uygunsuz, 3.şanssız, bahtsız kimse, kara bahtlı

unfortunately

maalesef, ne yazık ki

unfounded

asılsız, esassız, yersiz, gereksiz, temelsiz

unfriendliness

soğukluk

unfriendly

1. dostça olmayan, düşmanca, soğuk, 2. samimiyetsiz

unfruitful

verimsiz, kısır

unfulfilled

ihtiyacı karşılanmamış, yerine getirilmemiş

unfunded debt

kısa vadeli devlet borcu

unfunded

unfunded

değişen, değişken

unfurl

(yelken, bayrak, vb.) açmak, çekmek, fora etmek

unfurnished

1. mobilyasız, 2. döşenmemiş

ungainly

1.hantal, kaba, 2.sakar

ungovernable

kontrol edilemez, zaptedilemez, önüne geçilemez

ungracious

terbiyesiz, inceliksiz, kaba

ungrammatical

gramer kurallarına aykırı

ungrateful

nankör

ungrounded

topraklanmamış, topraksız

ungual

1. tırnakla ilgili, 2. tırnaklı

unguarded

sakınmasız, ihtiyatsız, dikkatsiz

unguis

tırnak, pençe

ungulate

1. toynaklı, 2. toynaklı hayvan

unhallowed

takdis edilmemiş, kutsal olmayan

unhandy

kullanışsız, acemi, beceriksiz

unhappily

1.mutsuzca, 2.maalesef, ne yazık ki

unhappy

1.mutsuz, 2.uygunsuz, yersiz

unhealthy

1.sağlıksız, hastalıklı, 2.sağlıksız, sağlığa zararlı, 3.tehlikeli, sağlıksız, 4.anormal, sağlıksız

unheard

duyulmamış, dinlenmemiş, güme gitmiş

unheard-of

olağan dışı, görülmemiş, acayip

unheeded

önemsenmeyen, umursanmayan

unhinge

1.menteşelerini sökmek, 2.(aklını) oynatmak

unhitch

çözmek, yerinden çıkarmak

unholy

kutsal olmayan

unhook

1.kancadan kurtarmak, 2.çözmek

unhorse

attan düşürmek

unhurried

telaşsız, acelesiz

unhurt

1. zarar görmemiş, 2. incinmemiş, sağlam

uni-

(önek) bir, tek

uniaxial

uniaxial

tekeksenli

unicellular

birgözeli, tek hücreli

unicolour

tek renkli

unicorn

mit. tek boynuzlu at

unidead

fikri olmayan

unidentified murder

faili meçhul cinayet

unidentified

kimliği belirlenememiş, kimliği saptanmamış

unidirectional antenna tek yönlü anten unidirectional microphone

tek yönlü mikrofon

unidirectional

tek yönlü

unification

1. birleşme, 2. birleştirme

unified bond

konsolide tahvil

unified debt

konsolide borç

unified

birleşmiş, birleştirilmiş

uniform acceleration

düzgün ivme

uniform

1.üniforma, 2.tek biçimli, aynı, birörnek, 3.düzenli

uniformed

üniformalı

uniformity

1. tekbiçimlilik, 2. benzerlik, 3. aynılık, nizam

unify

1.bir örnek yapmak, tekbiçimli kılmak, 2.bütünleştirmek, birleştirmek, bütün haline getirmek

unilateral contract

tek taraflı sözleşme

unilateral

tek yanlı

unimolecular

tek moleküllü

unimpaired

hiç bozulmamış

unimpeachable

1.suçlanamaz, 2.kuşkulanılamaz, dürüst

unimportant

önemsiz

unimproved

ıslah olmamış, sürülmemiş (toprak), iyileşmemiş

uninformed

1.habersiz, 2.bilgisiz, cahil, 3.cahilce yapılmış

uninhabitable

içinde oturulmaz, içinde yaşanmaz

uninhabited

uninhabited

oturulmamış, boş

uninhibited

serbest davranışlı, teklifsiz, çekinmesiz

uninsured

sigortasız

unintelligent

akılsız, zekasız, aptal, kalın kafalı

unintelligible

anlaşılmaz

unintentional

istemeyerek yapılan, kasıtsız

uninterested

(in ile) ilgisiz

uninteresting

1. ilginç olmayan, 2. çekici olmayan

uninterrupted

devamlı, sürekli, kesintisiz

union agreement

sendika sözleşmesi

union dues

sendika aidatı

Union Jack

ingiliz bayrağı

union of goods

mal birliği

union silk

yarı ipek

union wool

yarı yün

union

1.birleşme, birleştirme, 2.birlik, 3.sendika, 4.dernek, 5.evlilik, birleşme

unionist

birlik taraftarı, sendikacı

unionization

sendikalaşma

unionize

1.sendikalaşmak, 2.sendikalaştırmak

uniparous

bir batında tek çocuk doğuran

unipartite

tek parçalı, bölünmemiş

unipolar

tek kutuplu, tek ucaylı

unique

1.yegâne, tek, biricik, 2.nadir, az bulunur, eşsiz

unisex

(giysi, vb.) hem kadın hem erkek için olan, üniseks

unison

uyum, ahenk, birlik

unisonous

1. aynı perdeden, 2. uyumlu

unit area

birim alan

unit cost

birim fiyatı

unit length

birim uzunluk

unit of measurement

unit of measurement

ölçü birimi

unit record

birim kayıt

unit volume

birim hacim

unit wages

birim ücretler

unit weight

birim ağırlık

unit

1.birim, 2.ünite, 3.parça, eşya, takım, 4.birlik, 5.tek basamaklı sayı

unitary

birimsel

unite

1.birleşmek, 2.birleştirmek, 3.(belli bir amaç için) birlikte hareket etmek, birlikte olmak

United Kingdom

Büyük Britanya

United Nations

Birleşmiş Milletler

United States of America

Amerika Birleşik Devletleri

United States

Amerika Birleşik Devletleri

united

1.birleşmiş, birleşik, 2.ortak amaçlı

uniterm

ortak terim

unity

1.birlik, 2.birleşme

univalent

tekdeğerli

univalve

1. tek kabuklu (deniz böceği), 2. tek kabuklu (deniz böceği)

universal gravitation law

yerçekimi yasası

universal gravitation

evrensel yerçekimi, gravitasyon

universal indicator

genel indikatör, genel belirteç

universal joint

kardan mafsalı

universal language

evrensel dil

universal recipient

herkesten kan alabilen kişi

universal set

evrensel küme

universal time

evrensel zaman

universal

1.genel, yaygın, 2.bir grubun tüm üyelerini ilgilendiren, ortak, 3.dünyanın her yerinde olan/yapılan

universality

1. evrensellik, 2. umumiyet

universe

evren

university

üniversite, birdem

univocal

1. tek anlamlı (sözcük), 2. tek anlamlı (sözcük)

unjust

1. haksız, insafsız, 2. adaletsiz

unkempt

(saç) dağınık

unkind

1.düşüncesiz, kaba, kırıcı, 2.zalim, sert

unkindness

şefkatsizlik

unknown

bilinmeyen, meçhul, tanınmayan

unlace

bağlarını çözmek

unlade

boşaltmak, tahliye etmek

unladen weight

yüksüz ağırlık

unladen

yüksüz

unlatch

mandalını açmak

unlawful building

kaçak yapı, kaçak inşaat

unlawful

yasalara aykırı, yasadışı, yolsuz

unlearned

1. cahil, 2. okuma yazma bilmeyen, bilgisiz

unleash

(köpek) çözmek, salıvermek

unleavened

(ekmek) mayasız

unless

-medikçe, -madıkça, -mezse

unlicensed

ehliyetsiz, ruhsatsız

unlike

1.-den farklı, 2.-e benzemeyen, -den farklı, 3.-e uymayan, ... için olağandışı olan, 4.farklı, değişik

unlikely

muhtemel olmayan, olasısız

unlimber

top arabasını hazırlamak

unlimited company

kolektif şirket

unlimited order

sınırsız emir

unlimited

1. sınırsız, limitsiz, 2. sonsuz, sayısız, kayıtsız

unlisted number

rehberde olmayan numara

unlisted

listeye girmemiş, borsada kote olmamış

unload

(yük, silah, film, vb.) boşaltmak

unloaded

boş, yüksüz

unloading

boşaltma

unlock

kilidini açmak

unlooked-for

beklenmedik, ansız

unloose

1.gevşetmek, 2.çözmek

unloosen

çözmek, açmak, gevşetmek

unlovely

sevimsiz, nahoş, cazibesiz, çirkin

unluckily

maalesef

unluckiness

şanssızlık

unlucky star

felaket habercisi yıldız

unlucky

şanssız, talihsiz

unmade

(yatak) yapılmamış, hazırlanmamış

unmake

bozmak

unman

insanlıktan çıkarmak, erkeklikten çıkarmak

unmanageable

1. yönetilemez, idare edilemez, 2. zaptolunamaz

unmanned aerial vehicle

insansız hava aracı

unmanned

adamsız, insansız

unmannerliness

saygısızlık

unmannerly

nezaketsiz, kaba, terbiyesiz

unmarked

1. belirtisiz, işaretsiz, 2. not verilmemiş

unmarried

evlenmemiş, bekar

unmask

maskesini düşürmek, foyasını ortaya çıkarmak

unmeaning

anlamsız

unmeant

kasıtsız

unmeasurable

ölçülemez

unmeasured

1. ölçülmemiş, 2. ölçüsüz

unmentionable

ağıza alınmaz, sözedilmesi çirkin

unmerciful

merhametsiz, gaddar

unmindful of

göz önüne almayarak

unmindful

unmindful

dikkatsiz

unmistakable

aşikâr, kolay tanınan, başkasıyla karıştırılmayan, belli

unmitigated

tam, dinmeyen, hafiflememiş, azalmamış

unmixed

1. karışmamış, saf, 2. karıştırılmamış

unmoor

geminin palamarlarını çözmek

unmoral

ahlakdışı, töredışı

unmotivated

nedensiz

unmounted

ata binmemiş, monte edilmemiş, takılmamış

unmourned

çerçevelenmemiş, oturtulmamış

unmoved

1.etkilenmeyen, acımayan, duygusuz, 2.sakin, rahat, lakayt, aldırmaz, umursamaz

unmuffle

susturucuyu çıkarmak

unmuzzle

burunsalığını çıkarmak

unmyelinated

miyelinsiz

unnail

çivilerini sökmek

unnatural

1.doğal olmayan, 2.anormal, 3.sapık, anormal

unnecessary

gereksiz

unnerve

cesaretini kırmak

unnumbered

1. numarasız, 2. sayısız

unobjectionable

itiraz edilemez

unobstrusive

dikkati çekmeyen, göze çarpmayan

unobtainable

elde edilemez

unobtrusive

kolay görülemeyen, fark edilmeyen, göze çarpmayan, silik, dikkat çekmeyen

unoccupied

1. boş, işgal edilmemiş, 2. işsiz, boşta gezen

unofficial market

resmi olmayan piyasa

unofficial rate

resmi olmayan kur

unofficial strike

kanunsuz grev

unofficial

gayri resmî, resmî olmayan

unopened

1. açılmamış, 2. faaliyete geçmemiş, 3. kapalı

unopposed

muhalefetsiz, rakipsiz

unordered

unordered

sıralanmamış

unorthodox

alışılmışın dışında, geleneksel olmayan

unpack

1.(bavul, paket, vb.) açmak, boşaltmak, 2.eşyalarını çıkarmak

unpacked

ambalajsız

unpaid bill

ödenmemiş senet

unpaid capital

ödenmemiş sermaye

unpaid

1. ödenmemiş, 2. maaşını almamış, ücretsiz

unpalatable

1. tatsız, yavan, 2. nahoş, 3. hoşa gitmez

unparalleled

benzersiz, eşsiz

unpardonable

affedilemez, mazur görülmez

unpatriotic

vatansever olmayan

unperceived

farkına varılmamış, idrak edilmemiş

unpleasant

1.nahoş, tatsız, çirkin, 2.kaba

unpleasantness

nahoşluk

unpolished

parlatılmamış, ham

unpopular

1. popüler olmayan, rağbet görmeyen, 2. sevilmeyen

unpopularity

gözden düşmüş olma

unpractised

acemi, denenmemiş

unprecedented

eşi görülmemiş, emsalsiz, eşsiz, bu güne kadar görülmemiş

unprejudiced

önyargısız, tarafsız

unprepared

hazırlıksız, ihtiyatsız

unpretentious

gösterişsiz, basit, mütevazi

unprincipled

kişiliksiz, karaktersiz, ahlaksız

unprintable

basılması uygun düşmeyen, basılamaz

unprivileged

ayrıcalıksız, imtiyazsız

unproductive capital

ölü sermaye, atıl sermaye

unproductive coppice

bozuk baltalık

unproductive high forest

bozuk koru ormanı

unproductive

unproductive

verimsiz, kısır

unprofessional

(davranış) meslek kurallarına aykırı

unprofitable

1. kazançsız, 2. verimsiz, 3. yararsız, 4. kârsız

unpromising

ümit vermeyen, ümitsiz

unprovoked

kışkırtılmadan yapılmış

unpublished

1. yayımlanmamış, 2. basılmamış

unpunished

cezalandırılmamış

unput-downable

sürükleyici, ilginç

unqualified

1.vasıfsız, ehliyetsiz, yetersiz, 2.sınırsız, tam

unquestionable

su götürmez, kesin tartışmasız

unquiet

rahatsız, huzursuz, muzdarip, meraklı

unquote

sonuna tırnak işareti koymak

unquoted

borsada kote ettirilmemiş

unravel

1.(iplik, giysi, vb.) çözmek, sökmek, 2.çözülmek, sökülmek, 3.açıklığa kavuşturmak, çözmek, ortaya çıkarmak

unread

1. okunmamış, 2. okumamış, 3. tahsil görmemiş

unreadable

okunmaz, okunaksız, sökülmez, anlaşılmaz

unreadiness

hazır olmayış

unready

hazır olmayan

unreal

gerçek olmayan, düşsel

unrealizable

1. gerçekleştirilemez, 2. satılamaz

unreason

mantıksızlık, saçmalık

unreasonable

1.mantıksız, saçma, akılsız, 2.(fiyat, vb.) aşırı, fahiş

unreasonableness

mantıksızlık

unreasoning

mantıksız, mantık dışı, nedensiz

unreceipted

faturasız, fişsiz, makbuzsuz

unreconciled

uzlaşmamış, barışmamış

unrecorded

1. yazılmamış, 2. kaydedilmemiş, geçirilmemiş

unreel

makaradan çözmek

unrefined

ham, tasfiye edilmemiş

unreflecting

unreflecting

yansımasız, aksetmeyen

unregeneracy

tövbe etmeme

unregenerate

1. tövbe etmeyen, 2. ıslah olmamış

unregistered letter

taahhütsüz mektup, adi mektup

unregistered

kayıtsız, tescil edilmemiş

unregreted

pişmanlık duyulmayan

unrelenting

sürekli, yavaşlamayan, düşme göstermeyen

unreliable

güvenilmez

unrelieved

sürekli, dinmeyen, bitmez, tam

unreligious

dinsiz, dindar olmayan

unremitting

1. sürekli, aralıksız, 2. durmayan

unrepair

tamire muhtaçlık, haraplık

unrequited

karşılıksız, karşılık görmeyen

unreserved

1.açık, içten, 2.sınırsız, kayıtsız

unrest

huzursuzluk, kargaşa

unrestful

huzursuz, rahatsız

unrestrained

aşırı, zaptedilmemiş, önü alınmamış, dinmeyen

unrestricted

1. sınırsız, 2. aşırı

unreturned

1. karşılıksız, 2. cevapsız

unrevealed

açığa vurulmamış

unriddle

halletmek, çözmek(bilmece)

unrighteous

günahkâr, kötü, haksız

unripe

olgunlaşmamış, ham

unrivalled

rakipsiz, eşsiz, çok iyi

unroll

(örtü, vb.) açmak, yaymak

unrope

1. çözmek, 2. çözülmek

unround

düz ünlü oluşturmak, düzleştirmek

unrounded vowel

düz ünlü

unrounding

düzleşme

unruffled

unruffled

1. sakin, telaşsız, 2. heyecansız

unruly

azgın, ele avuca sığmaz, başa çıkılmaz

unsaddle

eyerini çıkarmak, attan düşürmek

unsafe

1. güvenilmez, emin olmayan, tehlikeli, 2. emniyetsiz

unsaid

söylenmemiş, dile getirilmemiş

unsalaried clerk

gönüllü memur

unsalaried

stajyer

unsaleable

sürülemez, satılamaz

unsatisfactory

yetersiz, kâfi gelmeyen, tatmin etmeyen

unsaturated solution

doymamış eriyik

unsaturated

doymamış

unsavoury

rezil, aşağılık, çirkin, ahlaksız

unsay

sözünü geri almak

unscathed

hasar görmemiş, sağ sağlim, yaralanmamış, burnu bile kanamamış

unscientific

bilimsel olmayan, bilime aykırı

unscrew

1.çevirerek açmak, döndüre döndüre açmak, 2.(bir şeyin) vidalarını sökmek

unscrupulous

ahlaksız, vicdansız

unseal

mühürünü bozmak

unsealed

1. mühürsüz, 2. açılmış

unseasonable

mevsimsiz

unseat

1.görevden almak, 2.(at) binicisini düşürmek

unsecured credit

teminatsız kredi

unsecured creditor

teminatsız alacaklı

unsecured debt

teminatsız borç

unsecured loan

karşılıksız kredi

unsecured

1. sağlam olmayan, 2. güvensiz, emniyetsiz

unseemly

uygunsuz, yakışık almaz, yakışıksız

unseen

1. görülmemiş, 2. gizli, 3. olmadık

unselfish

cömert, bencil olmayan

unserviceable

unserviceable

işe yaramaz, kullanılamaz

unset concrete

taze beton

unset

kurulmamış

unsettle

1.huzurunu kaçırmak, 2.midesini bozmak, rahatsızlık vermek, hasta etmek

unsettled

(hava) değişken, kararsız

unshakable

bkz. unshakeable

unshakeable

(inanç) sarsılmaz, sağlam

unshaken

sarsılmaz, sağlam

unsharp

flu, bulanık

unship

gemiden boşaltmak, gemiden indirmek

unshrinkable

çekmez

unsightly

çirkin, berbat, göz zevkini bozan

unskilful

hünersiz, beceriksiz

unskilled

1.vasıfsız, deneyimsiz, beceriksiz, 2.(iş) vasıfsız, özel beceri gerektirmeyen

unskillful

maharetsiz, beceriksiz

unslaked lime

sönmemiş kireç

unslaked

(kireç) sönmemiş

unsociable

konuşmaktan hoşlanmayan, yalnızlığı seven

unsocial

sosyal olmayan

unsoiled

temiz, lekelenmemiş

unsolder

lehimini sökmek

unsolicited

istenilmemiş, talep edilmemiş

unsophisticated

1.deneyimsiz, toy, 2.mütevazi, basit, sıradan

unsound

1.(düşünce) sağlam temele oturmayan, 2.çürük, sağlam olmayan, sağlıksız, güçsüz

unsparing

art niyetsiz, çıkarsız

unspeakable

korkunç, müthiş, sözle anlatılmaz

unspecified

kesinlikle belirtilmemiş

unspoiled

bozulmamış

unspoken

söylenmemiş

unspotted

unspotted

lekesiz, beneksiz, temiz, pak

unstable equilibrium

kararsız denge

unstable state

kararsız durum, oynak durum

unstable

kararsız, dengesiz, değişen

unsteadiness

kararsızlık

unsteady

kararsız

unstick

koparmak, ayırmak

unstop

tıpasını çıkarmak

unstressed syllable

vurgusuz hece

unstressed

vurgusuz

unstripped muscle

çizgisiz kas

unstripped

çizgisiz

unstuck

1.bağlı/yapışık olmayan, kopuk

unstudied

zorlanmamış, yapmacıksız, doğal

unsubstantial

temelsiz, asılsız

unsuccessful

başarısız

unsuitable

1. uygunsuz, 2. yaramaz

unsupported

desteksiz

unsurpassed

eşsiz, benzersiz, emsalsiz

unsuspected

şüphelenilmeyen

unsuspecting

masum, saf

unswerving

şaşmaz, yolundan sapmaz, sadık

unsystematic

sistemsiz

untamable

evcilleştirilemez, zaptolunmaz

untangle

(karışık bir şeyi) açmak, çözmek

untapped

kullanılmayan, yararlanılmayan

untaught

cahil

untenable

(inanç, tartışma, vb.) çürük, savunulamaz

unthinkable

olanaksız, düşünülmez, inanılmaz, düşünmesi bile hoş olmayan

unthinking

unthinking

düşüncesiz, dikkatsiz

untidiness

tertipsizlik, düzensizlik

untidy

düzensiz, dağınık

untie

çözmek

until

-e kadar, -e dek, - inceye kadar

untimely

1.vakitsiz, zamanından önce, mevsimsiz, 2.uygunsuz, yersiz

untiring

yorulmaz, yorulmak nedir bilmez

untitled

ünvansız, isimsiz, adsız

unto

eski, bkz. to

untold

1.muazzam, sayısız, büyük, 2.anlatılmamış

untouchable

ulaşılamaz, erişilmez, dokunulmaz

untoward

yersiz, istenmeyen, talihsiz, aksi, ters

untrained

1. deneyimsiz, tecrübesiz, 2. eğitilmemiş

untranslatable

çevrilemez

untreated

işlenmemiş

untried

tecrübe edilmemiş, denenmemiş

untroubled

sıkıntısız, rahat, durgun, sakin, kaygısız

untrue

1. yalan, uydurma, 2. sahte, 3. vefasız, 4. doğru olmayan

untrustworthy

güvenilmez

untruth

yalan

untruthful

1.yalancı, 2.yalan, uydurma

untuned antenna

akortsuz anten

untuned

akortsuz

untutored

öğretilmemiş, öğrenim görmemiş

untwist

bükümünü açmak, çözmek

unusable

kullanılmaz, faydasız, yaraksız

unused

1.kullanılmamış, 2.(to ile) alışmamış, alışık olmayan

unusual

olağan olmayan, alışılmamış, ender, görülmedik

unusually

1.ender olarak, alışılmamış bir biçimde, 2.çok, aşırı derecede

unutterable

unutterable

ağıza alınmaz, tarif edilemez

unvalued

değeri belirtilmemiş

unvarnished

süssüz, verniklenmemiş, sade, saf

unveil

1.örtüsünü açmak, 2.ortaya çıkarmak

unvoiced

ifade edilmemiş, sessiz, ünsüz

unwanted

istenmeyen

unwarlike

barışçı, barışsever

unwarrantable

1. hoş görülmez, affedilmez, 2. mazeretsiz, savunulamaz

unwarranted

nedensiz, yersiz, haksız

unwary

ihtiyatsız

unwashed

yıkanmamış

unwearied

yorulmaz, bıkmaz

unweighted

1. tartılmamış, 2. saygısız, pervasız

unwelcome

hoş karşılanmayan, istenilmeyen

unwell

hasta, rahatsız, kötü

unwholesome

sağlam olmayan, sakat, sıhhatsiz, bozuk, kötü

unwieldiness

1. hantallık, 2. beceriksizlik

unwieldy

hantal, havaleli, ağır

unwilling

isteksiz, gönülsüz

unwillingly

isteksizce, gönülsüzce

unwind

1.(yumak) çözmek, açmak, 2.çözülmek, açılmak, 3.gevşemek, rahatlamak

unwinking

uyanık, tetikte olan

unwisdom

akılsızlık

unwise

1. akılsız, 2. makul olmayan

unwished for

arzu edilmeyen

unwished

dileğinden vazgeçmiş

unwitting

kasıtsız, bilmeden yapılan

unwomanly

kadınca olmayan

unworkable

kullanışsız, işlenmez, yapılamaz

unworked

unworked

işlenmemiş

unworldly

1. manevi, 2. ruhani, 3. uhrevi

unworthy

1. layık olmayan, 2. yakışmaz, uygunsuz

unwound

1. kurulmamış, 2. çözülmüş, açılmış

unwrap

1. (ambalajını) açmak, 2. çözmek, çözülmek, açılmak

unwritten

1. yazılmamış, 2. sözlü

unyielding

sert, boyun eğmez, inatçı

unyoke

boyunduruğunu çıkarmak, ayırmak

unzip

fermuarını açmak

up against

karşı karşıya, yüz yüze

up and about

ayakta, yataktan çıkmış

up and coming

geleceği parlak

up and down

bir yukarı bir aşağı, bir ileri bir geri

up hill and down dale

dere tepe

up the creek

berbat, kelek, boktan

up the street

yokuş yukarı

up to date

modern, çağdaş, yenilenmiş, güncel

up to no good

niyeti kötü, kötü niyetli

up to now

şimdiye değin

up to one's ears in

ile çok meşgul, kaptırmış

up to one's neck

boğazına kadar

up to scratch

kaliteli, iyi

up to the chin

boğazına kadar

up to the eyes in

gırtlağına kadar, aşırı

up to the hilt

tamamen

up to

1. -e kadar, 2. -e uygun, yeterli

up

1. (yol) onarımda, 2. yukarıya, 3. yukarıda, yüksekte, 4. (edat) yukarısında, yukarısına, yukarıya, 5. artırmak, yükseltmek

up-and-coming

1. geleceği parlak, 2. girişken, uyanık, ümit verici

up-and-down

dalgalı, alçalıp yükselen, inişli çıkışlı

up-market

up-market

pahalı mal satılan yer

upas

upas (ağacı)

upbeat

1. neşeli, 2. vurgusuz tempo

upbraid

azarlamak, paylamak

upbringing

çocuk bakım ve eğitimi, yetişme, yetişim

upcast

yukarıya dönük

upcountry

1. sahilden uzak, iç tarafta, 2. taşra

upcurrent

yükselen hava akımı

update

güncelleştirmek, modernleştirmek, çağdaşlaştırmak

updraft

havanın yukarı yükselişi

upend

dikine çivermek, dikmek, dikine oturtmak

upfront

1. açık, belirgin, aşikâr, 2. dürüst, doğru

upgrade

terfi ettirmek, yükseltmek

upheaval

büyük değişiklik

uphill task

ömür törpüsü

uphill

yokuş yukarı

uphold

1.desteklemek, tarafını tutmak, arka çıkmak, 2.onaylamak

upholder

destek, arka

upholster

(koltuk) döşemek, kumaş kaplamak

upholsterer

döşemeci

upholstery fabric

döşemelik kumaş

upholstery

1.döşemecilik, 2.döşemelik eşya, döşeme

upkeep

bakım, bakım masrafı

upland

yayla, yüksek arazi

uplift

coşturmak

upon sight

görüldüğünde

upon

üzerinde, üzerine

upper arm

üst kol

upper bound

üst sınır

upper case

upper case

büyük harf

upper class

yüksek tabaka, üst sınıf, yüksek sınıf

upper crust

üst tabaka

upper deck

üst güverte, birinci kat güverte

upper end

üst uç

upper front

yüksek cephe

upper jaw

üstçene

upper layer

üst tabaka

upper limit

üst sınır

upper part

üst kısım, üst parça

upper story

yukarı kat

upper surface

üst yüzey

upper

1.üst, üstteki, 2.ayakkabının üst kısmı

uppercut

(boks) aparküt

uppermost

en başta gelen, başlıca, egemen, en üstte, en yukarda

uppish

1. kibirli, kendini beğenmiş, 2. yüzsüz, şımarık

upraise

yukarı kaldırmak

upright

1.dik, dikey, 2.doğru, dürüst, namuslu, 3.dimdik, dik

uprising

başkaldırı, ayaklanma, isyan

upriver

nehir yukarı

uproar

gürültü, patırtı, velvele, şamata

uproarious

gürültülü, şamatalı

uproot

kökünden sökmek

ups and downs

inişler ve çıkışlar, iyi ve kötü zamanlar

upset price

asgari satış fiyatı

upset the apple cart

pişmiş aşa soğuk su katmak, içine etmek 1.devirmek, 2.devrilmek, 3.bozmak, altüst etmek, 4.üzmek, neşesini kaçırmak, telaşlandırmak, 5.(midesini) bozmak, 6.üzgün, üzüntülü, tedirgin, 7.rahatsız, hasta, 8.(mide) bulanmış, bozuk, 9.devirme, devrilme, 10.altüst olma, allak bullak olma, 11.(mide) bozukluk, rahatsızlık netice, sonuç

upset upshot upside down

upside down

1.alt üst, karmakarışık, 2.tepetaklak, başaşağı, ters

upstage

1.sahne arkasına doğru, 2.kendini beğenmiş, kibirli

upstairs

1.yukarıya, üst kata, yukarıda, üst katta, 2.üst kat

upstanding

1. dürüst, namuslu, 2. doğru, dik

upstart

türedi, sonradan görme, yeni zengin

upstate

1. taşra, 2. taşra

upstream

akıntıya karşı

upsurge

(duygu, öfke, vb.) patlama

upsy-daisy

hoppala!, hop!

uptake

1. çekiş borusu, çekiş bacası, 2. kaldırma, yükseltme

upthrust

yeryüzü kabuğunun kabarması

uptight

eli ayağına dolaşmış, telaşlı, heyecanlı

uptime

çalışma zamanı, hizmet zamanı

uptown

1. şehir merkezinin dışında, 2. şehir merkezinin dışında, 3. şehir merkezinin dışı

upturn

1. yükselme, düzelme, 2. yukarıya dönme, iyileşme

upward

1.artan, yükselen, 2.Aİ, bkz. upwards

upwards

yukarıya doğru

upwind

rüzgâra karşı

uracil

urasil

uraemia

üremi

Ural-Altaic

Ural-Altay dil ailesi

uranalysis

idrar tahlili

uraninite

uraninit

uranium oxide

uranyum oksit

uranium reactor

uranyum reaktörü

uranium

uranyum

uranography

gök haritası

uranous

uranyumlu, uranlı

Uranus

Uranüs

urban area

urban area

kentsel alan

urban geography

kent coğrafyası

urban growth

kent büyümesi

urban planner

şehir planlayıcısı, kent tasarcısı

urban planning

şehir planlaması, kent tasarlaması

urban population

kentsel nüfus

urban renewal

kent yenileme

urban sociology

kent toplumbilimi

urban sprawl

kentsel boşalma, düzensiz gelişme

urban transportation

kentsel ulaşım

urban village

köykent

urban

kent ile ilgili, şehirsel, kentsel

urbane

nazik, yumuşak

urbanism

şehircilik

urbanist

urbanist

urbanity

nezaket, naziklik

urbanization

kentleşme, şehirleşme

urbanize

şehirleştirmek

urchin

afacan, yumurcak

urea

üre

ureal

üre ile ilgili

urease

üreaz

ureide

üreit

uremia

üremi

ureter

sidikyolu, idrar yolu

urethane

üretan

urethra

siyek, sidikyolu, üretra

urethritis

idrar zorluğu

uretic

idrarla ilgili

urge

urge

1.(on ile) teşvik etmek, sıkıştırmak, zorlamak, 2.(on) ileri sürmek, sevketmek, 3.ısrar etmek, 4.dürtü, şiddetli istek, gereksinim

urgency

1. tazyik, 2. ısrar, 3. önem, 4. acele, 5. sıkıştırma

urgent obligation

acil mecburiyet

urgent

acil, ivedi

urgently

önemle, ivedilikle

uric acid

ürik asit

uric

1. ürik, 2. idrara ait

urinal

1.ördek, idrar kabı, 2.işeme duvarı, hela

urinary bladder

sidiktorbası

urinary system

boşaltım sistemi

urinary

idrarla ilgili

urinate

işemek, idrara çıkmak

urine

idrar, sidik

urn

1.semaver, 2.yakılan ölü küllerinin saklandığı vazo

urologist

ürolog, bevliyeci

urology

üroloji, bevliye

ursine

ayıya benzer, ayı gibi

urticaria

kurdeşen

Uruguay

Uruguay

us

bizi, bize, biz

usable

kullanılır, elverişli, yaraklı

usage

1.kullanım, kullanış, 2.kullanım

use an iron hand

aba altından değnek göstermek

use every trick in the book

her yola başvurmak

use one's head

kafayı kullanmak

use sb as a cat's paw

birini maşa olarak kullanmak

use table

kullanım tablosu

use up

tüketmek, kullanıp bitirmek

used air

1.kullanma, kullanım, 2.kullanma hakkı, yararlanma hakkı, kullanma yetisi, 3.amaç, kullanım amacı, 4.fayda, yarar, 5.kullanmak, 6.kullanmak, suistimal etmek, 7.kullanıp bitirmek, tüketmek, 8.(to ile) (eskiden) -erdi, -ardı kullanılmış hava

used to

yapardı, ederdi

used

1.kullanılmış, eski, 2.(to ile) alışkın

useful

1.yararlı, yaraklı, 2.yardımcı

usefulness

fayda, kullanışlılık, faydalı olma

useless

yararsız, yaraksız, işe yaramaz

user library

kullanıcı kitaplığı

user program

kullanıcı programı

user

kullanıcı, kullanan

usher

1.teşrifatçı, 2.(sinema, tiyatro, vb.) yer gösterici, 3.(in/out ile) eşlik etmek, götürmek, 4.içeri getirmek

usherette

(sinema, tiyatro, vb.) bayan yer gösterici

usual

1.olağan, her zamanki, alışılmış

usually

çoğunlukla, genellikle, o'clock

usufruct

1. intifa hakkı, 2. faydalanma

usurer

tefeci, faizci

usurious

aşırı faizli

usuriousness

tefecilik, faizcilik

usurp

gaspetmek, zorla almak

usurpation

1. zorla alma, 2. el koyma

usurper

1. zorla alan kimse, 2. el koyan kimse, 3. gaspedici

usury

tefecilik

utensil

1.alet, aygıt, 2.kap

uterine

dölyatağı ile ilgili

uterus

uterus, rahim, dölyatağı

utilitarian

1. yararcıl, yarar güden, 2. yararcı

utilitarianism

yararcılık, faydacılık

utility man

yedek işçi

utility pole

elektrik direği

use

utility pole utility program

yardımcı program, destek program

utility room

kalorifer dairesi

utility

1.yarar, fayda, yararlı olma, işe yararlık, 2.kamu hizmeti yapan kuruluş

utilizable

kullanılabilir

utilization

1. kullanma, yararlanma, 2. kullanım

utilize

kullanmak, yararlanmak, değerlendirmek

utmost

elden gelen en büyük (gayret)

utopia

kusursuz toplum düşüncesi, kusursuz toplum, ütopya

utopian

ütopik

utricle

1. torbacık, kesecik, 2. kırbacık, içkulak boşluğu

utter

1.halis, tam, su katılmadık, 2.söylemek, demek, 3.(çığlık, vb.) atmak, basmak, koparmak

utterance

ifade, sözce

utterer

kalpazan

utterly

tamamen, bütün bütün

uvula

küçükdil

uvular

1. küçük dile ait, 2. küçükdil ünsüzü

uxorious

karısına çok düşkün

uxoriousness

karısına çok düşkünlük

Uzbek

Özbek, Özbekçe

Uzbekistan

Özbekistan

vacancy

1.(otel, pansiyon, vb.) boş oda, boş yer, 2.(iş) boş yer, münhal yer, 3.boşluk

vacant

1.(ev, otel, vb.) boş, 2.(iş) boş, açık, münhal, 3.boş, dalgın

vacate

boşaltmak, tahliye etmek

vacation shutdown

tatil, işyerinin kapanması

vacation

1.(üniversite) tatil, 2.tatil

vaccinal

aşı ile ilgili

vaccinate

aşılamak, aşı yapmak

vaccination

1. aşılama, 2. aşı

vaccinator

1. aşıcı, 2. aşı iğnesi

vaccine

aşı

vaccinia

ineklerde çiçek hastalığı

vacillate

bocalamak, tereddüt etmek

vacillation

1. sallanma, 2. kararsızlık, tereddüt

vacuity

1. işsizlik, tembellik, 2. anlamsızlık, 3. boşluk

vacuole

koful, vakuol

vacuolization

kofullaşma, vakuollaşma

vacuous

saçma, aptalca, mantıksız, akılsız

vacuum bottle

termos

vacuum brake

vakum freni

vacuum cleaner

elektrik süpürgesi

vacuum distillation

vakum distilasyonu, boşluk damıtması

vacuum drier

vakumlu kurutucu

vacuum filter

vakum filtresi

vacuum flask

termos

vacuum furnace

vakum fırını

vacuum pan

vakum kazanı, pişirme kazanı

vacuum pipe

vakum borusu

vacuum pump

vakum pompası

vacuum tube

vakum tüpü, vakum lambası

vacuum

1.boşluk, 2.boşay, vakum, 3.elektrik süpürgesiyle temizlemek

vae victis

altta kalanın canı çıksın

vagabond

serseri, başıboş kimse, avare

vagabondage

1. serserilik, avarelik, 2. derbederlik

vagary

kapris, acayip davranış

vagina

dölyolu, vajina

vaginal spray

vajina spreyi

vaginal

dölyolu, vajinal

vaginitis

dölyolu iltihabı

vagrancy

vagrancy

serserilik

vagrant

serseri

vague

belirsiz, anlaşılmaz, üstü kapalı

vaguely

belli belirsiz

vagueness

belirsizlik

vagus

akciğer-mide siniri, onuncu kafa siniri

vain

1.boş, yararsız, sonuçsuz, 2.kibirli, kendini beğenmiş

vainglorious

mağrur, övüngen, kendini beğenen

vainglory

kendini beğenmişlik, boş gurur

vainly

boşuna, nafile

vainness

1. boşluk, yararsızlık, 2. kibirlilik, 3. gurur

valance

1.karyola eteği, farbala, 2.perde tahtası

vale

vadi

valediction

veda

valen

dere, vadi

valence electron

valans elektronu, değerlik elektronu

valence

bkz. valency

valency

valans, birleşme değeri, değerlik

valentine

1.gönderilen kart, mektup, resim, vb., 2.sevgili

valerian

kediotu

valeric

valerik, kediotundan elde edilen

valet

1.uşak, vale, 2.(otel) oda hizmetçisi, vale

valetudinarian

1. hastalıklı, 2. hastalıklı (kimse)

valetudinarianism

hastalıklı olma

valiant

kahraman, yiğit, cesur, yürekli

valiantness

yiğitlik, cesaret

valid

1.sağlam temele oturtulmuş, makul, mantıklı, geçerli, 2.yasal, meşru, 3.geçerli, muteber, yasal, kanunî

validate

geçerli kılmak, tasdik etmek, onaylamak

validation

onaylama, tasdik, doğrulama

validity

validity

doğruluk, geçerlilik

valine

valin

valise

1. valiz, 2. yol çantası

vallecula

çukurcuk

valley breeze

vadi meltemi

valley floor

vadi tabanı

valley lake

vadi gölü

valley wind

vadi rüzgârı

valley

vadi, koyak

vallonia

meşe palamudu

valonia oak

pelit ağacı

valor

bkz. valour

valorization

1. valorizasyon, 2. hükümetçe fiyat tespiti

valorize

1. fiyatını saptamak, 2. hükümetçe fiyat tespit etmek

valour

(özellikle savaşta) büyük kahramanlık

valuable

1.değerli, kıymetli, 2.çok yararlı, değerli

valuables

değerli şeyler, mücevherat, vb

valuation

1.(of ile) değer biçme, kıymet takdiri, 2.fiyat, biçilen değer

value added tax

katma değer vergisi

value adjustment

değer ayarlaması

value judgement

değer yargısı

valued

1.değer, kıymet, 2.para değeri, kıymet, değer, 3.önem, itibar, 4.ç. değer yargısı, 5.değer biçmek, kıymet takdir etmek, 6.önem vermek, değer vermek, kıymetini bilmek değerli, kıymetli

valueless

değersiz, kıymetsiz

valuer

kıymet biçici, muhammin

valuta

efektif

valve core

supap iğnesi

valve housing

supap yuvası

valve oil

supap yağı

value

valve rod

supap mili, supap kolu

valve seat

supap yuvası, supap tablası yatağı

valve spring

supap yayı

valve

1.valf, sübap, 2.radyo lambası

valved

valflı, supaplı

valveless mollusc

kapaksız yumuşakça

valveless

valfsiz, supapsız

vamoose

1. Toz ol!, 2. defolmak, çekip gitmek

vamp

1. saya, kundura yüzü, maceraperest kadın, 2. kunduraya yüz takmak, yamalamak, eşlik etmek

vampire

vampir

van

1.kamyonet, 2.eşya ya da yük vagonu

vanadate

vanadat

vanadic

vanadik

vanadinite

vanadinit

vanadium steel

vanadyum çeliği

vanadium

vanadyum

vandal

yararlı ya da güzel şeyleri tahrip eden kimse, vandal

vandalism

vandallık, vandalizm

vandalize

(özellikle halkın kullandığı eşya, araç, vb.'ni) tahrip etmek, zarar vermek

vandyke beard

keçisakal

vandyke brown

koyu kahverengi

vane

1.yeldeğirmeni kanadı, pervane kanadı, 2.rüzgâr fırıldağı, rüzgâr gülü

vanguard

1.öncü kuvvet, öncü kolu, 2.öncü, elebaşı

vanilla

vanilya

vanish

1.gözden kaybolmak, kayıplara karışmak, ortadan yok olmak, 2.yokolmak, nesli tükenmek, tarihe karışmak

vanishing cream

az yağlı krem

vanity case

kadınların küçük el çantası

vanity mirror

tuvalet aynası

vanity

1.kendini beğenmişlik, kibirlilik, kibir, azamet, 2.işe yaramazlık, boşunalık, beyhudelik

vanquish

yenmek, mağlup etmek

vanquisher

galip

vantage

avantaj

vapid

lezzetsiz, tatsız, yavan

vapidity

lezzetsizlik, tatsızlık

vapor

bkz. vapour

vaporization

buharlaşma, buharlaştırma

vaporize

1.buharlaştırmak, 2.buharlaşmak

vaporizer

buharlaştırıcı, buğulaştırıcı

vaporous

buharlı

vapour barrier

buhar engeli

vapour blanket

buhar örtüsü

vapour density

buhar yoğunluğu

vapour lamp

buhar lambası

vapour pressure

buhar basıncı

vapour

1.buğu, 2.buhar

vapourization

buharlaşma

vaquero

çoban, kovboy

varactor

varaktör

varan

varan

varec

deniz sazı

variability

değişkenlik

variable budget

değişken bütçe

variable costs

değişken maliyetler

variable expenses

değişken giderler

variable load

değişken yük

variable star

değişen yıldız

variable winds

değişken rüzgârlar

variable

1.değişken, 2.kararsız, değişken, sebatsız, 3.değişken nicelik

variance

variance

1.karşıtlık, 2.anlaşmazlık, uyuşmazlık

variant

1.değişik, değişiklik gösteren, 2.değişik biçim, varyant

variate

istatistikte rastlantı değişkeni, olasılıksal değişken

variation

1.değişme miktarı, değişme derecesi, 2.değişim, değişme, varyasyon

varicella

suçiçeği hastalığı

varicose bandage

varis çorabı

varicose vein

varisli damar

varicose veins

genişlemiş damar, varis

varicose

1. varisli, genişlemiş, 2. damar şişmesi

varicosis

varis

varied

1.değişik, farklı, değişken, 2.çeşitli, türlü türlü

variegate

1. alacalı bulacalı yapmak, 2. renk renk yapmak

variegated

(çiçek, vb.) alacalı, rengârenk

variety show

varyete

variety store

tuhafiye dükkânı

variety

1.değişiklik, çeşitlilik, 2.(of ile) tür, nevi cins, 3.varyete, şov

variform

farklı biçimli, çok şekilli

variola

çiçek hastalığı

variometer

varyometre

various

1.çeşitli, değişik, türlü türlü, 2.çok sayıda, birçok

variously

farklı olarak

variscite

varisit

varistor

varistör

varix

varis

varlet

1. şövalye uşağı, 2. iç oğlanı, 3. alçak herif

varmint

1. zararlı böcek, 2. sefil adam

varnish

1.vernik, 2.cila, 3.parlaklık, 4.cila sürmek, 5.verniklemek, cilalamak

varnished

cilalı, vernikli

varsity

üniversite

varved

varved

varvlı

vary

1.çeşitli olmak, değişik olmak, 2.değişmek, başka hale dönmek, 3.değiştirmek

varying

değişen, değişiklik gösteren

vas deferens

meni kanalı

vas

1. vasküler, damarsal, 2. damarlı, 3. damar, kanal

vascular plant

damarlı bitki

vascular system

damar sistemi

vascular tissue

damar doku

vascular

1. damar, vasküler, 2. kanallı

vase

vazo

vasectomy

meni kanalı ameliyatı, vasektomi, kısırlaştırma (ameliyatı)

vaseline

vazelin

vaso-

(önek) damar

vasomotor

vazomotor

vassal

derebeyine bağlı kimse, vasal, tebaa, kul

vassalage

derebeylik sistemi, tımar, zeamet

vast

1.çok geniş, engin, 2.çok, pek çok, hesapsız

vastly

çok

vastness

1. genişlik, enginlik, 2. çokluk, 3. büyüklük, sonsuzluk

vat dye

küp boyası, tekne boyası

vat

fıçı, tekne

vaticinate

kehanette bulunmak

vault

1.yeraltı mezarı, 2.kubbe, 3.üzerinden atlamak, 4.atlama

vaulted

1. tonozlu, 2. kubbeli

vaulter

atlayan/sıçrayan kimse

vaulting horse

kasa, atlama beygiri

vaulting

1. tonoslu yapı, 2. kubbe, kemer, 3. atlama, sıçrama

vaunt

1. övmek, 2. övünmek, 3. büyük söylemek

vaunter

övüngen kimse

veal chop

veal chop

dana pirzola

veal cutlet

dana kotlet

veal

dana eti

vector

vektör, yöney

vectorial

vektörel

vee

V harfi

veep

başkan yardımcısı

veer away

halat salıvermek

veer

yön değiştirmek, dönmek

vegetable coal

bitkisel kömür

vegetable diet

sebze rejimi

vegetable dye

bitkisel boya

vegetable fibre

bitkisel lif

vegetable garden

sebze bahçesi, bostan

vegetable kingdom

bitkiler âlemi

vegetable marrow

sakızkabağı

vegetable oil

bitkisel yağ

vegetable soup

sebze çorbası

vegetable

sebze

vegetal cover

bitkisel örtü

vegetal

bitkisel

vegetarian

1.vejetaryen, etyemez, 2.etyemezler için

vegetate

ot gibi yaşamak

vegetation

bitki örtüsü, bitey

vegetative

bitkisel yaşam süren

vehemence

sertlik, şiddet, öfke

vehemency

hiddet, şiddet, sertlik

vehement

öfkeli, şiddetli, sert

vehicle body

taşıt karoseri

vehicle lift

vehicle lift

taşıt asansörü

vehicle

1.binek aracı, taşıt, nakil aracı, 2.araç, iletme aracı

vehicular

taşıtlara ilişkin, taşıtlara özgü

veil cloud

tül bulut

veil

1.peçe, yaşmak, 2.(birşeyi) örten ya da gizleyen şey, maske, paravana, 3.peçe ile örtmek, 4.gizlemek, saklamak

veiled

1.peçe takmış, yaşmaklı, 2.gizli, saklı, örtük, dolaylı

veiling

peçelik kumaş

vein

1.damar, 2.(yaprak) damar, 3.(böcek kanadı) damar, 4.huy, mizaç, yapı, 5.maden damarı

veining

damar ağı

veinlet

küçük damar

velar

artdamaksıl

velarize

damaksıllaştırmak

veld

(Güney Afrika'da) bozkır

velleity

zayıf istek

vellum

parşömen, tirşe

velocipede

velespit, bisiklet

velocity head

dinamik yükseklik

velocity potential

hız potansiyeli

velocity ratio

hız oranı

velocity

çabukluk, sürat, hız

velodrome

velodrom, bisiklet yarış pisti

velour

velur, kadife

velum

1. ince zar/örtü, 2. yumuşak damak, damak eteği

velutinous

ülgerli, kadife gibi

velvet knife

kadife bıçağı

velvet

kadife

velveteen

pamuklu kadife

velvety

kadife gibi, yumuşacık

vena cava

anatoplardamar

vena

vena

toplardamar

venal

1.yiyici, rüşvetçi, 2.para için yapılan

venality

rüşvet alma, yiyicilik

venation

damar düzeni

vend

1. satmak, satıcılık yapmak, 2. işportada satmak

vendace

lezzetli bir göl balığı

vendee

alıcı

vender

bkz. vendor

vendetta

kan davası

vendible

satışı kolay

vending machine

içine para atarak, sigara, pul, içki, vb. satın alınabilen makina

vendor

satıcı

veneer

1.kaplama maddesi, ince kaplamalık tahta, 2.sahte görünüş, maske

venerable

1.saygıdeğer, kıymetli, muhterem, 2.kutsal, mübarek

venerate

saygı göstermek, tapmak

veneration

büyük saygı

venereal

zührevi

venetian blind

panjur, jaluzi, stor

vengeance

öç, intikam

vengeful

intikamcı, intikam güden

venison

geyik eti

venom

1.(yılan, böcek, vb.) zehir, 2.nefret, kin

venomous

zehirli

venosity

damarlılık

venous blood

toplardamar kanı

venous

toplardamarla ilgili

vent pipe

havalandırma borusu

vent valve

boşaltma valfı

vent

1.(on ile) (sinirini, vb.) -den çıkarmak, 2.delik, menfez, 3.(palto, ceket, vb.) yırtmaç, 4.kaçacak yer, mahreç

venter

venter

karın

ventiduct

hava borusu

ventilate

(oda, yapı, vb.) havalandırmak

ventilating brick

delikli tuğla

ventilating fan

vantilatör

ventilating shaft

havalandırma kuyusu

ventilating

havalandırma

ventilation shaft

havalandırma kuyusu

ventilation

havalandırma

ventilator

vantilatör, havalandırma sistemi

ventipane

havalandırma penceresi

ventral cavity

karın boşluğu

ventral

karın, karınla ilgili

ventricle

karıncık

ventricular

karıncık ile ilgili

ventriloquial

vantrilokluk ile ilgili

ventriloquism

vantrologluk, karından konuşma sanatı

ventriloquist

vantrolog

venture

1.tehlikeye atmak, 2.tehlikeye atılmak, 3.cüret etmek, göze almak, 4.tehlikeli girişim, tehlikeli iş, macera

venue

1.buluşma yeri, 2.buluşma, randevu, 3.karşılaşma yeri

Venus

Venüs gezegeni, Zühre

veranda

balkon, veranda

verandah

bkz. veranda

verb

fiil, eylem

verbal

1.sözlü, ağızdan, sözel, 2.kelimesi kelimesine, aynen, 3.fiilden türemiş

verbalize

sözcüklerle ifade etmek, açıklamak

verbally

sözlü olarak, ağızdan

verbiage

yazı/konuşmada laf kalabalığı

verbose

gereksiz sözlerle dolu

verbosity

verbosity

gereğinden çok söz kullanma, laf salatası

verdant

yeşillikli

verdict

1.jüri kararı, 2.kanı, hüküm, karar

verge

(yol, patika, vb.) kenar, sınır

verification

gerçekleme, doğrulama, sağlama

verify

doğruluğunu kanıtlamak

verisimilitude

gerçeğe benzerlik

veritable

gerçek, tam

vermilion

alev kırmızısı

vermin

zararlı böcek ya da hayvanlar

vermouth

vermut

vernacular

1.anadilini kullanan, 2.anadil, yerli dil

verruca

nasır

versatile

1.çok yönlü, elinden her iş gelen, 2.birden fazla kullanım alanı olan, çok yönlü

versatility

çok yönlülük

verse

1.şiir, nazım, koşuk, 2.mısra, dize, 3.ayet

versed

(in ile) -den anlayan, deneyimli

version

1.yorum, 2.çeviri, tercüme, 3.versiyon, uyarlama

versus

-e karşı

vertebra

omur, fıkra

vertebrate

omurgalı

vertex

1.nokta, zirve, doruk, 2.(matematikte) tepe noktası

vertical

dikey, düşey

vertigo

baş dönmesi

verve

vespers

coşku, canlılık, şevk 1.çok, köp, cüda, 2.en üstünlük derecesinde sıfatlar veya `first', `last', `own', `same' gibi sıfatlardan önce vurguyu arttırmak için kullanılır, 3.tam, 4.ta kendisi, aynı, 5.bile, 6.en (kilisede) akşam duası

vessel

1.(kova, fıçı, şişe, vb.) kap, 2.gemi, tekne

vest

1.atlet, fanila, 2.yelek, 3.vermek

very

vestibule

antre, hol

vestige

iz, eser

vestment

papaz giysisi

vestry

1.kilisede papazların giysilerini koydukları/giydikleri yer, 2.ayin/toplantı yapılan yer

vet

1.veteriner, baytar, 2.(birinin geçmişini, vb.) araştırmak, 3.muayene etmek

veteran

1.(of ile) kıdemli, eski, deneyimli, 2.(eşya) eski, emektar, 3.(otomobil) 'dan önce yapılmış, 4.gazi

veterinarian

veteriner

veterinary

hayvan hastalıklarıyla ilgili

veto

1.veto, 2.veto etmek

vex

kızdırmak, canını sıkmak

via

1.yolu ile, -den geçerek, 2.aracılığıyla

viable

1.uygulanabilir, 2.varlığını sürdürebilir

viaduct

viyadük, köprü, aşıt

vibrant

1.canlı, hareketli, yaşam dolu, 2.(renk, ışık) parlak, canlı

vibrate

1.titremek, 2.titretmek

vibration

titreşim

vicar

bölge papazı, mahalle papazı

vicarious

1.vekil edilmiş, vekâlet verilmiş, 2.başkası için yapılan

vice

1.ahlak bozukluğu, ahlaksızlık, 2.kötülük, 3.kötü alışkanlık, 4.mengene

viceroy

kral naibi, genel vali

vicinity

semt, çevre, yöre

vicious

1.kötü amaçlı, gaddar, garazlı, 2.tehlikeli, 3.huysuz, saldırgan

victim

kurban

victimize

kurban etmek, mağdur etmek, haksızca davranmak

victor

1.kazanan, galip, 2.fatih

Victorian

1.Kraliçe Viktorya dönemine ait (kimse), 2.Kraliçe Viktorya dönemindeki gibi

victorious

muzaffer, galip

victory

zafer, utku, galibiyet

video

video, sın

videotape

1.videoteyp, video bantı, 2.videoya çekmek

vie

viewer

(with/for ile) rekabet etmek, yarışmak, çekişmek 1.görüş, görünüş, 2.manzara, 3.bakış, 4.görüş, düşünce, kanı, 5.incelemek, tetkik etmek, 6.bakmak, görmek, muayene etmek, 7.üzerinde düşünmek, değerlendirmek televizyon izleyen kimse, seyirci, izleyici

viewpoint

görüş açısı, bakış açısı

vigil

(nöbet, vb. için) geceleyin uyumama, nöbet tutma

vigilant

uyanık, tetikte

vigilante

yasal yetkisi olmadan kendi düşencesine göre düzen korumaya çalışan kimse

vigor

bkz. vigour

vigorous

güçlü, dinç, enerjik

vigour

güç, kuvvet, dinçlik

vile

1.aşağılık, rezil, alçak, adi, utanmaz, 2.iğrenç, berbat, rezil

vilify

yermek, kötülemek, kara çalmak

villa

villa

village

köy

villager

köylü

villain

1.(öykü, film, vb.'de) kötü adam, 2.İİ, suçlu

villainy

kötü davranış, alçaklık

vinaigrette

zeytinyağı, sirke, tuz ve karabiber karışımı sos

vindicate

haklı çıkarmak, doğruluğunu kanıtlamak, temize çıkarmak

vindictive

kinci, kin güden

vine

1.asma, 2.sarmaşık

vinegar

sirke

vineyard

üzüm bağı

viniculture

üzüm yetiştirme, bağcılık ve şarapçılık

vintage

1.(şarap) iyi mevsimde yapılmış, 2.(otomobil) - yılları arasında üretilmiş, 3.başarılı bir dönemde yapılmış, 4.bağbozumu

vinyl

vinil

viola

viyola

violate

1.bozmak, çiğnemek, uymamak, 2.saygısızlık etmek, 3.tecavüz etmek, ırzına geçmek

view

violence

1.şiddet, 2.zorbalık

violent

1.sert, şiddetli, 2.zorlu, 3.acı veren, can yakan, 4.şiddet yüzünden olan

violet

1.menekşe, 2.menekşe rengi

violin

keman, viyolon

violinist

kemancı, viyolonist

violoncello

viyolonsel

viper

engerek

viral

virüsle ilgili

virgin

1.bakire, kız, 2.erden, bakire, 3.el değmemiş, saf, bozulmamış

virginity

bekâret, erdenlik

Virgo

Başak burcu

virile

1.güçlü, enerjik, erkekçe, 2.(cinsel yönden) güçlü, iktidarlı

virility

erkeklik gücü, erkeklik

virtual

ismen olmasa da fiilen var olan, gerçek, asıl

virtually

hemen hemen, neredeyse

virtue

1.fazilet, erdem, 2.üstünlük, avantaj

virtuoso

1.virtüöz, 2.usta

virtuous

1.erdemli, 2.dürüst

virulent

1.öldürücü, zehirli, 2.(duygu) sert, nefret dolu, keskin, şiddetli

virus

virüs

vis-à-vis

1.ile karşılaştırınca, -e bakınca, 2.karşı karşıya, yüz yüze

visa

vize

visage

yüz, çehre

viscosity

viskozite, ağdalık, akışmazlık

viscount

vikont

viscountess

vikontes

viscous

(sıvı) yapışkan, koyu

vise

mengene

visibility

görüş netliği (derecesi)

visible

görülebilir, görünür

vision

1.görme gücü, görme, 2.ileriyi görme, yaratıcılık, 3.hayal, düş, tasavvur, 4.kuruntu

visionary

visitation

1.ileriyi gören, görüş gücü olan, 2.düşsel, hayalî, 3.hayalci, hayalperest 1.ziyaret etmek, görmeye gitmek, 2.teftiş etmek, resmî ziyarete gitmek, 3.(doktor) muayene etmek, 4.ziyaret, 5.teftiş, resmî ziyaret, 6.muayene, vizite teftiş, resmi ziyaret

visitor

ziyaretçi

visor

(kasket) siperlik, siper

vista

uzak manzara

visual

görsel

visualize

gözünde canlandırmak, tasavvur etmek, hayal etmek, düşünmek

vital

1.çok önemli, can alıcı, çok gerekli, 2.canlı, hayat dolu, 3.yaşam için gerekli, hayati

vitality

hayatiyet, canlılık, dirilik

vitally

en yüksek derecede

vitamin

vitamin

vitiate

bozmak, berbat etmek

vitreous

1.cam gibi, 2.camla ilgili, cam. . ., 3.camlaşmış

vitrified

1.cam haline gelmiş, 2.camlı, sırlı

vitriolic

sert, vahşi, kırıcı

vivacious

şen şakrak, yaşam dolu, neşeli, canlı

vivid

1.(ışık/renk) parlak, canlı, güçlü, 2.canlı, akılda kalıcı, güçlü

vivisection

deney için canlı hayvan kesme, dirikesim

vixen

1.dişi tilki, 2.cadaloz kadın, cadı

viz

ismen, ki bu/bunlar, yani

vocabulary

1.kelime hazinesi, sözcük dağarcığı, 2.kısa sözlük

vocal

1.sesle ilgili, 2.rahat konuşan

vocalist

şarkıcı

vocation

1.(for ile) yetenek, kabiliyet, 2.yetenek isteyen iş, meslek, 3.Allah çağrısı

vocational

meslekî

vociferous

tantanalı, gürültücü

visit

vodka

votka

vogue

moda

voice

1.ses, 2.düşünce, fikir, 3.çatı, 4.dile getirmek, söylemek

void

1.boş, 2.(of ile) -den yoksun, -sız, 3.geçersiz, hükümsüz, 4.boşluk

voidable contract

iptal edilebilir sözleşme

voidance

tahliye, boşaltma, iptal

voidness

geçersizlik

voile

vual

volant

uçabilen, uçan

volatile liquid

uçucu sıvı

volatile matter

uçucu madde

volatile oil

uçucu yağ

volatile

1.maymun iştahlı, değişken, dönek, 2.(sıvı) uçucu, gaza dönüşebilen

volatility

1. uçuculuk, buharlaşırlık, 2. buharlaşma

volatilization

buharlaşma

volatilize

1. buharlaştırmak, 2. buharlaşmak, buhar olmak

volcanic ash

yanardağ külü, volkanik kül

volcanic bomb

yanardağ bombası

volcanic cone

yanardağ konisi

volcanic earthquake

yanardağ depremi

volcanic eruption

volkanik püskürme, yanardağ patlaması

volcanic explosion

yanardağ patlaması

volcanic mud

yanardağ çamuru

volcanic rock

volkanik taş, püskürük kayaç

volcanic

1. volkanik, yanardağla ilgili, 2. taşkın, coşkun

volcanism

volkanizm, volkanik faaliyet

volcanist

yanardağ uzmanı

volcano

volkan, yanardağ

volcanologist

yanardağ bilgini

volcanology

volkan bilimi, yanardağ bilimi

vole

tarla faresi

volition

istem, irade

volitional

irade ile ilgili

volitive

irade ile ilgili

volley

1.yaylım ateş, 2.topa yere değmeden yapılan vuruş, vole

volleyball

voleybol

volplane

süzülmek, süzülerek uçmak

volt

volt

volt-ampere

voltamper

voltage decay

gerilim azalışı

voltage detector

voltaj detektörü

voltage

voltaj

voltaic cell

galvanik pil

voltaic

galvanik, elektrik üreten

voltameter

voltametre

volte-face

yüz geri etme, yüzseksen derecelik dönüş

voltmeter

voltmetre, gerilimölçer

volubility

konuşkanlık, gevezelik

voluble

1.konuşkan, dilli, geveze, 2.(konuşma) akıcı

volume control

volüm ayarı, ses ayarı

volume of trade

ticaret hacmi

volume

1.(ses) güç, şiddet, 2.hacim, oylum, 3.cilt, sayı, 4.miktar, yığın

volumeter

volümetre

volumetric analysis

volümetrik analiz, oylumsal çözümleme

volumetric density

volümetrik yoğunluk

volumetric flask

ölçü balonu, ölçü toparı, balonjoje

volumetric

hacimsel, oylumsal

voluminous

1.(giysi) bol, dökümlü, 2.hacimli, büyük, geniş, 3.(yazar) verimli

voluntarily

voluntarily

gönüllü olarak, istekle

voluntariness

1. gönüllülük, 2. iradilik, istençlilik

voluntary muscle

istemli kas

voluntary

voluptuary

1.gönüllü, 2.iradi, istençli 1.gönüllü, 2.(orduya) gönüllü girmek, gönüllü asker olmak, 3.bir hizmete gönüllü olarak girmek, 4.(bir şeyi) sorulmadan anlatmak, 5.gönüllü olarak teklif etmek, yapmaya gönüllü olmak 1. zevkine düşkün, şehvet düşkünü, 2. seks manyağı, zevke düşkün kimse

voluptuous

1.şehvetli, 2.seksi

voluptuousness

1. şehvetlilik, 2. seksilik

volute spring

konik yay, sarmal yay

volute

1. sarmal, 2. başlık kıvrımı, volüt, 3. kıvrım

voluted

1. kıvrımlı, 2. sarmal

volva

volva

vomer

sapankemiği

vomit

1.kusmak, 2.kusmuk

vomitive

kusturucu

vomitory

kusturucu

voodoo priest

büyücü doktor

voodoo

büyü, büyü dini

voodooism

büyü, büyü dini

voracious

obur, doymak bilmez

voracity

1. oburluk, doymak bilmezlik, 2. doymazlık

vortex

girdap

vortical

girdaba benzeyen

vortices

girdap, kasırga

votary

1. kendini dine adamış, 2. kendini bir şeye adamış kimse, taraftar, düşkün

vote of confidence

güvenoyu

vote sth down

oylarla yenmek, alt etmek, reddetmek

vote

1.oy, 2.(the ile) oy hakkı, 3.oy vermek, 4.önermek, 5.bildirmek, ilan etmek

voteless

oysuz

volunteer

voter

seçmen

voting age

seçmen yaşı

voting machine

oyları kaydeden makine

voting paper

oy pusulası

voting power

oy hakkı

voting scheme

oylama yöntemi

voting

1. oy kullanan, 2. oy kullanma

votive

1. adak olarak verilen, 2. adanan

vouch for

doğrulamak, teyit etmek, tasdik etmek

vouch

(for ile) kefil olmak

voucher

1.senet, makbuz, belge, 2.(çay, yemek, vb. için) fiş

vouchsafe

lütfetmek, ihsan etmek, nasip etmek

voussoir

kemer taşı, çevre taşı

vow

1.yemin, ant, 2.yemin etmek, ant içmek

vowel harmony

ünlü uyumu

vowel mutation

ünlü değişimi

vowel

ünlü, sesli harf

voyage policy

seyahat poliçesi

voyage

1.seyahat, yolculuk, gezi, 2.uzun gemi yolculuğu yapmak

voyager

yolcu

vulcanite

ebonit

vulcanization

kükürtle sertleştirme

vulcanize

kükürtle sertleştirmek

vulcanized fiber

vulkanize lif

vulgar fraction

bayağı kesir

vulgar

1.kaba, terbiyesiz, bayağı, adi, 2.zevksiz, adi

vulgarism

halk deyimi, argo, kaba söz

vulgarity

1.terbiyesizlik, kabalık, bayağılık, 2.kaba konuşma ya da davranış

vulgarize

1. bayağılaştırmak, 2. basitleştirmek, 3. adileştirmek

vulnerability

1. hassaslık, 2. korunmasızlık, savunmasızlık

vulnerable

1.kolay incinir, hassas, 2.korunmasız, savunmasız, zayıf

vulpine

1. tilki ile ilgili, 2. kurnaz

vulture

akbaba

vulva

vulva

wabble

1.sallanmak, 2.sendelemek, 3.sallanma, 4.sendeleme

wacky

1. deli, kaçık, 2. mantıksız, saçma, 3. manyak

wad

1.tutam, tomar, 2.tıkaç, tapa, tampon, 3.deste, 4.tomar yapmak, 5.tıkamak

wadding

vatka

waddle

ördek gibi salına salına yürümek, badi badi yürümek, badi badi yürüyüş

wade into

1. girişmek, 2. saldırmak, hücum etmek

wade through

güç bela bitirmek

wade

su veya çamur içinde güçlükle ilerlemek, geçmek

wader

1. yağmurkuşu, 2. çamur içinde yürüyen kimse

wading bird

balıkla beslenen uzun bacaklı bir kuş

wafer

1.ince bisküvi, 2.mayasız ekmek

wafer-thin

ipince

waffle iron

pide ızgarası

waffle

1.bir tür gözleme, 2.zırvalama, 3.zırvalamak, saçma sapan konuşmak, gevelemek

waft

1. hafif koku/esinti, 2. sürüklemek, 3. sürüklenmek

wag one's tongue

boşboğazlık etmek

wag

1.sallama, sallanış, 2.şakacı kimse, gırgır kimse, 3.sallamak, 4.sallanmak

wage agreement

ücret anlaşması

wage bill

ücret gideri

wage claim

ücret artış talebi

wage dispute

ücret anlaşmazlığı

wage earner

ücretli

wage freeze

ücret ve maaşların dondurulması

wage fund

ücret fonu

wage incentive

wage incentive

parasal teşvik

wage level

ücret düzeyi

wage packet

1. ücret paketi, 2. ücret zarfı

wage rate

ücret oranı

wage scale

1. barem, 2. ücret cetveli

wage settlement

ücret uzlaşması

wage slip

ücret bordrosu

wage war against

savaş açmak

wage worker

ücretli

wage

1.savaş açmak, mücadele başlatmak, 2.ücret, maaş

wager

1.bahis, 2.bahse girmek, bahis tutuşmak, 3.para yatırmak, para koymak

wages per hour

saat ücreti

waggery

şaka, latife

waggish

1.şakacı, muzip, 2.gülünç, güldürücü, komik

waggle

1.sallamak, sağa sola oynatmak, 2.sallanmak, 3.sallanma, sallanış

waggon

1.dört tekerlekli yük arabası, at arabası, kağnı, 2.yük vagonu

waggoner

1. arabacı, 2. Arabacı (takımyıldızı)

wagon vault

yuvarlak tonoz

wagon

1.yük vagonu, 2.dört tekerlekli atlı yük arabası, 3.üzerinde yiyecek taşınan küçük el arabası

wagon-lit

vagonli, yataklı vagon

wagoner

arabacı

wagtail

kuyruksallayan

waif

evsiz barksız, kimsesiz, bakımsız çocuk, gariban çocuk

wail

1.ağlamak, feryat etmek, 2.sızlanmak, yakınmak, dövünmek, yırtınmak, 3.(rüzgâr) uğuldamak, 4.ağlama, feryat

wailing

1. ağlayan, 2. ağlama

wain

yük arabası

wainscot

1. lambri, tahta kaplama, 2. lambri kaplamak

waist

bel

waistband

kemer, kuşak

waistcloth

waistcloth

peştamal

waistcoat

yelek

waisted

belli

waistline

1. bel ölçüsü, 2. bel büyüklüğü

wait at table

servis yapmak

wait for dead men's shoes

mirasa konmak

wait on sb hand and foot

canla başla hizmet etmek

wait on

hizmet etmek, servis yapmak, ziyaretine gitmek

wait to see which way the cat will jump

yaş tahtaya basmamak

wait up for sb

birini beklemek için yatmamak

wait

beklemek, bekleme, bekleyiş

waiter

garson

waiting list

yedek liste

waiting room

bekleme salonu

waiting

1. bekleyen, 2. bekleme

waitress

bayan garson

waive

vazgeçmek, feragat etmek

waiver of premium

prim hakkından vazgeçme

waiver

feragat, vazgeçme

wake

1.uyanmak, 2.uyandırmak, 3.canlandırmak, harekete geçirmek, 4.geminin suda bıraktığı iz, dümen suyu

wakeful

1.uyanık, uyuyamayan, 2.uykusuz

waken

1.uyandırmak, 2.uyanmak

waking

uyanıkken olan, ayakta geçen

wale

kumaştaki kabarık çizgi

Wales

Galler ülkesi

walk away with

yürütmek, araklamak

walk in

içeri girmek

walk of life

sosyal durum, meslek

walk off

walkaway

çekip gitmek, ayrılmak 1.yürümek, 2.yürüyerek gitmek, 3.üzerinde yürümek, 4.yürüyüşe çıkarmak, gezdirmek, 5.gezinmek, dolaşmak, 6.yürüyüş, gezinti, 7.yürüme, yürüyüş, 8.yürüyüş biçimi, 9.yürüyüş yeri çok kolay kazanılan yarış, çocuk oyuncağı

walking

1.yürüme, yürüyüş, 2.canlı, ayaklı

walkout

grev

walkover

kolay yengi, kolay zafer

wall

1.duvar, 2.sur

wallaby

küçük bir tür kanguru

wallchart

öğretim aracı olarak kullanılan duvar resmi

wallet

cüzdan

wallflower

sarı şebboy

wallop

sert vuruş

walloping

büyük, kocaman

wallow

1.yuvarlanmak, debelenmek, 2.zevklenmek, 3.acı çekmek

wallpaper

duvar kâğıdı, duvar kâğıdıyla kaplamak

walnut

ceviz, yangak, ceviz ağacı

walrus

mors

waltz

vals, vals yapmak

wand

sihirbaz değneği

wander

1.belli bir amacı olmadan dolaşmak-gezmek, 2.doğru yoldan ayrılmak, sapmak

wanderer

avare, amaçsızca dolaşan kimse

wanderlust

yerinde duramama, gezip dolaşma arzusu

wane

1.azalmak, eksilmek, zayıflamak, 2.batmak, sönmek, 3.(ay) gittikçe küçülmek, 4.sonuna yaklaşmak, bitmek

wangle

1.ayarlamak, 2.koparmak, sızdırmak, 3.paçayı kurtarmak

wank

kab, otuzbir çekme, tek atma

wanker

1.otuzbirci, 2.bir işle ciddi olarak ilgilenmeyen kimse 1.istemek, ihtiyacı olmak, 2.gereksinim, gereksinme, ihtiyaç, lüzum, 3.istek, 4.yokluk, 5.eksiklik, noksan, 6.yoksulluk, fakirlik, sıkıntı, 7.ihtiyaçlar, gereksinimler, eksikler, istekler

walk

want

wanting

eksik, noksan

wanton

1.değişken, kaprisli, oyunbaz, 2.kontrolsüz, vahşi, 3.mantıksız, nedensiz

war

1.savaş, 2.savaşım, çatışma, mücadele, kavga, savaşmak

warble

1.kuş ötüşü, şakıma, 2.ötmek, şakımak

warbler

çalıbülbülü, ötleğen

ward

1.semt, bölge, 2.koğuş, 3.vasilik, vesayet, 4.vesayet altındaki kimse, 5.koruma

warden

1.bekçi, 2.muhafız, 3.cezaevi müdürü, 4.kolej vb. müdürü

warder

gardiyan, bekçi

wardrobe

1.giysi dolabı, gardırop, 2.kişisel giysiler

warehouse

1.depo, ambar, 2.büyük mağaza

wares

mal, eşya

warfare

1.savaş, 2.savaşım, mücadele

warhead

patlayıcı savaş başlığı

warily

sakınarak, ihtiyatla, dikkatle

warlike

1.savaşsever, savaşçı, 2.savaşla ilgili, askeri

warm

1.sıcak, ılık, 2.sıcak tutan, 3.içten, candan, 4.ısıtmak, 5.ısınmak, 6.heyecanlandırmak, 7.sıcak yer, sıcak, 8.ısınma

warmonger

savaş kışkırtıcısı, savaşa teşvik eden kimse

warmth

sıcaklık, içtenlik

warn

uyarmak, ikaz etmek

warning

1.uyarı, ikaz, ihtar, tembih, 2.ibret

warp

1.eğrilik, çarpıklık, 2.çözgü, arış, 3.palamar, 4.eğrilmek, yamulmak, 5.eğriltmek, yamultmak, 6.saptırmak

warped

eğilmiş, bükülmüş, çarpık

warrant of apprehension

arama emri

warrant of arrest

tutuklama emri

warrant of attachment haciz kararı warrant of attorney

dava vekâletnamesi

warrant

1.yetki, 2.ruhsat, 3.teminat, garanti, 4.mazur göstermek, hak tanımak, 5.garanti etmek

warrantable

1. garanti edilebilir, 2. kefalet verilir

warrantee

warrantee

kendisine garanti belgesi verilen kimse

warrantor

garanti eden kimse

warranty deed

tapu senedi

warranty

garanti, garanti belgesi

warren

1.tavşan kolonisi, 2.aşırı kalabalık yer, labirent gibi yer

warring

savaşan, mücadele eden

warrior

savaşçı, asker

warship

savaş gemisi

wart

siğil

wartime

savaş zamanı

warts and all

bütün ayrıntıları ile

warty

siğilli

warweary

savaş yorgunu

wary

1.sakıngan, ihtiyatlı, tedbirli, 2.uyanık, tetikte, açıkgöz

was born

doğmak

was

-dı, -di

wash bottle

yıkama şişesi

wash box

yıkama teknesi

wash down

1. bol suyla yıkamak, 2. su ile yutmak

wash house

çamaşırhane

wash off

yıkayarak çıkarmak

wash one's hands of

el çekmek

wash out

1. yıkayarak çıkarmak, temizlemek, 2. bitirmek

wash the dishes

bulaşık yıkamak

wash up

wash-leather

1. bulaşık yıkamak, 2. elini yüzünü yıkamak 1.yıkamak, 2.elini yüzünü yıkamak, temizlenmek, 3.yıpranmadan yıkanabilir olmak, 4.yıkama, 5.yıkanma, 6.yıkanacak çamaşırlar, 7.çamaşırhane, çamaşır yıkama yeri güderi

washability

yıkanabilirlik

washable

yıkanır, yıkanabilir

wash

washbasin

lavabo

washboard

çamaşır tahtası

washbowl

lavabo

washday

çamaşır günü

washed-out

1. yorgunluktan ölmüş, bitkin, 2. solgun, halsiz

washed-up

mahvolmuş, bitmiş, tükenmiş

washer woman

çamaşırcı kadın

washer

1.yıkayıcı, 2.çamaşır makinesi, 3.delikli pul, rondela

washery

lavuar, yunak

washeteria

çamaşırhane

washhand basin

lavabo

washhand

el yıkama ile ilgili

washhouse

çamaşırhane

washiness

1. sululuk, 2. solgunluk

washing

1.yıkama, yıkanma, 2.çamaşır

washout

fiyasko

washroom

tuvalet

washstand

lavabo

washwater

yıkama suyu

wasp

eşekarısı

wastage

1.israf, sarfiyat, 2.zarar 1.israf, savurganlık, 2.artık, artık madde, kullanılmayan, 3.boş, çorak, kıraç, işe yaramaz, 4.israf etmek, çarçur etmek, 5.güçten düşmek, zayıflamak, 6.güçten düşürmek, zayıflatmak

waste wastebasket

çöp sepeti

wasteful

savurgan, müsrif

watch

1.seyretmek, izlemek, 2.beklemek, kollamak, 3.ile ilgilenmek, bakmak, dikkat etmek

watchband

saat kayışı

watchdog

bekçi köpeği

watchful

tetikte, uyanık, dikkatli, sakıngan

watchmaker

saatçi

watchman

bekçi gözcü

watchword

parola, slogan

water

1.su, 2.sulamak, 3.ağız sulanmak, göz sulanmak

waterborne

gemiyle taşınan, su yoluyla taşınan

watercolour

suluboya, suluboya resim

watercourse

su yolu, dere

watercress

su teresi

waterfall

çağlayan, şelale

waterfowl

su kuşu

waterfront

kentin su kıyısında olan kısmı, rıhtım

waterline

gemilerde su düzeyi

waterlogged

suyla dolu, taşmış

watermark

filigran

watermelon

karpuz

watermill

su değirmeni

waterpower

su gücü

waterproof

sugeçirmez, sugeçirmez yağmurluk, sugeçirmez hale getirmek

waters

1.sular, deniz, 2.su kitlesi

watershed

1.iki nehri ayıran arazi, 2.dönüm noktası

waterside

deniz kıyısı, ırmak kıyısı, göl kıyısı

waterspout

hortum

watertight

1.sugeçirmez, sızdırmaz, 2.kusursuz, eksiksiz, hatasız

waterway

seyre elverişli su yolu

waterwheel

su çarkı

waterworks

1.su dağıtım tesisatı, 2.gözyaşı

watery

1.sulu, cıvık, çok sulu, 2.(renk) soluk

watt

vat

waul

1.miyavlamak, 2.ağlamak, inlemek, kışkırmak

wave

wave

1.sallamak, 2.sallanmak, 3.el sallamak, 4.el etmek, 5.dalga, tolkun, radyo dalgası, 6.saç dalgası, kıvrım

waveform

dalga biçimi

wavelength

dalga boyu, dalga uzunluğu

waver

1.tereddüt etmek, duraksamak, bocalamak, 2.zayıflamak, sürekliliğini yitirmek, boyun eğmek

wavy

dalgalı saç

wax

1.balmumu, 2.kulak kiri, 3.balmumu sürmek, mumlamak

way

1.yol, yön, taraf, mesafe, 2.uzakta, uzak mesafede

waylay

yolunu kesmek, durdurmak

ways

1.alışkanlıklar, huylar, adetler, 2.mesafe, yol

wayside

yol kenarı

wayward

sağı solu belli olmaz, kararsız, değişken

weak

1.güçsüz, zayıf, yetersiz, 2.sulu, açık

weaken

1.zayıflamak, güçsüzleşmek, 2.zayıflatmak, güzsüzleştirmek

weal

1.mutluluk, refah, hayır, 2.kamçı izi, 3.bere

wealth

1.varlık, servet, para, 2.bolluk, çokluk

wealthy

zengin, varlıklı

wean

1.sütten kesmek, 2.vazgeçirmek

weapon

silah

weaponry

1.silah, yarak 1.giymek, takmak, takınmak, 2.giyme, giyinme, kullanma, kullanılma, 3.giyim eşyası, giyim, elbise, 4.aşınma, yıpranma, eskime, 5.dayanıklılık, dayanma

wear wearing

yorucu, bezdirici

wearisome

sıkıcı, yorucu, bezdirici

weary

1.yorgun, bitkin, usanmış, bezmiş, 2.yorucu, 3.yorgunluk gösteren, 4.bıkmak, yorulmak, usanmak

weasel

gelincik

weather

hava

weathercock

rüzgâr gülü

weatherman

TV veya radyoda hava raporunu okuyan kimse

weatherproof

rüzgâr geçirmez 1.dokumak, örmek, kıvırmak, bükmek, sarmak, dolamak, 2.ileri sürmek, sunmak, önermek, bildirmek, anlatmak, 3.dokuma, örme,

weave

weave weaver

4.zikzak yapmak, zikzak yaparak ilerlemek dokumacı

web

1.örümcek ağı, 2.ağ, 3.dokuma

webbed

perde ayaklı

wed

evlenmek

wedding

nikâh, düğün

wedge

1.kıskı, kama, takoz, 2.kama ile sıkıştırmak, 3.araya sıkışmak, araya sıkıştırılmak

wedlock

evlilik

Wednesday

çarşamba

wee

çiş, çiş yapmak

weed

1.yabani ot, zararlı ot, 2.çok zayıf kimse, iskelet, kemik torbası, 3.esrar, marihuana

week

hafta

weekday

hafta içi, iş günü

weekend

hafta sonu

weekly

haftalık, haftada bir, haftalık gazete ya da dergi

weep

ağlamak, göz yaşı dökmek

weevil

buğdaybiti, ekinbiti

weft

atkı, argaç

weigh

1.tartmak, 2.çekmek, gelmek, ağırlığında olmak

weighbridge

baskül

weight

1.ağırlık, 2.tartı, 3.halter, 4.önem, değer, 5.sıkıntı, yük, 6.tartmak, ölçmek, 7.üzerine ağırlık koymak, 8.ağırlaştırmak

weighted

avantaj sağlayan

weighting

ek ücret

weightless

ağırlıksız

weighty

önemli, ciddi

weir

su bendi

weird

1.esrarlı, tuhaf, 2.garip, acayip, tuhaf

welcome

1.Hoş geldiniz, 2.karşılama, 3.istenilen, sevindirici, 4.serbest, 5.içtenlikle karşılamak, 6.kabul etmek, hoş karşılamak

weld

1.kaynak yaparak birleştirmek, 2.kaynakla birleşmek, 3.kaynak

welder

welder

kaynakçı

welfare

1.refah, gönenç, rahat

wellbeing

1.su kuyusu, petrol kuyusu, kuyu, 2.memba, pınar, kaynak, 3.merdiven boşluğu, asansör boşluğu, 4.sağlığı yerinde, iyi, yakşı, uygun, yerinde, 5.şanslı, 6.fışkırıp akmak 1.refah, gönenç, 2.vücut sağlığı, 3.mutluluk, huzur

wellborn

soylu bir aileden gelen

wellington

dize kadar uzanan sugeçirmez lastik çizme

welt

1.kırbaç izi, sopa izi, 2.vardela, kösele şerit

welter

karmaşa, karışıklık

wench

1.genç kadın, kız, 2.fahişe, 3.fahişelerle düşüp kalkmak

werewolf

kurtadam

west

batı, batıya doğru

westbound

batıya doğru yol alan, batıya giden

westerly

1.batıya giden, 2.(rüzgâr) batıdan esen

western

1.batı, 2.kovboy filmi, kovboy romanı

westward

1.batıya doğru

westwards

batıya doğru

wet

1.ıslak, yaş, 2.kurumamış boya, 3.yağmur, yağmurlu, yağmurlu hava, 4.ıslaklık, 5.işemek, ıslatmak

whack

1.küt diye vurma, 2.küt diye vurmak, 3.vuruş sesi, 4.pay, hisse

whacked

yorgunluktan ölmüş, çok yorgun

whacking

1.çok, 2.dayak

whale

1.balina

whaler

1.balina avcısı, 2.balina avında kullanılan gemi

whaling

balina avcılığı

wharf

iskele, rıhtım

what

ne

whatever

1.her türlü, her çeşit, ne tür olursa, her, 2.herhangi bir, 3.hiç

whatsoever

her ne ise

wheat

buğday

wheedle

1.tatlı dille ikna etmek, 2.tatlılıkla koparmak

well

wheel

1.tekerlek, 2.direksiyon

wheelbarrow

el arabası

wheelbase

dingil açıklığı, iki dingil arasındaki mesafe

wheelchair

tekerlekli sandalye

wheeze

harıltı, hırıltıyla solumak

whelk

bir tür deniz salyangozu

when

ne zaman, haçan

whence

nereden, nere

whenever

her ne zaman, ne zaman

where

1.nereye, 2.nerede, 3.nereden

whereabouts

nereye, nerelere, nerede, nerelerde

whereas

iken

whereby

ki onun sayesinde, ki bu şekilde

wherein

1.ki içinde, 2.hangi yönden, ne bakımdan, ne şekilde, nasıl, nerde

whereof

ki onun hakkında, ki onun

whereon

ki onun üzerinde

wheresoever

her nereye, her nerede

whereupon

bunun üzerine, bundan dolayı

wherever

1.her nereye, her nerede, nereye, nerede

wherewithal

gerekli para

whet

bilemek

whether

-ip -mediği, -ip -meyeceği

whetstone

bileğitaşı

whey

kesilmiş sütün suyu

which

hangi, hangisi, hangisini, ki bu, ki o, ve bu

whichever

1.herhangi, hangi, 2.herhangi biri

whiff

1.esinti, 2.koku

while

süre, zaman

whim

kapris

whimper

1.inildemek, inlemek, 2.sızlanmak, ağlamaklı bir şekilde konuşmak, 3.inilti

whimsical

kaprisli, garip fikirleri olan, garip istekleri olan

whine

1.haykırmak, ciyak ciyak ötmek, bağırmak, sızlanmak, zırıldamak, dırdır etmek, zırlamak, 2.ciyaklama, çığlık, zırıltı

whinny

kişneme, kişnemek

whip

1.kırbaç, kamçı, 2.kırbaçlamak, kamçılamak, 3.parlamentoda parti denetçisi

whipping

kırbaçla cezalandırma, kırbaçlama

whirl

1.fırıl fırıl döndürmek, 2.fırıl fırıl dönmek, 3.hızla geçmek, 4.curcuna, keşmekeş, 5.kafa karışıklığı

whirlpool

girdap, burgaç, çevrinti

whirlwind

hortum, kasırga

whirr

1.kanat sesi, pervane sesi, 2.pır pır etmek

whisk

1.toz fırçası, 2.yumurta çırpma aleti, 3.silkinme, 4.silkmek, sallamak, 5.apar topar götürmek, 6.çırpmak

whisker

1.kedi bıyığı, 2.favori

whiskey

İrlanda ya da Amerikan yapımı viski

whisky

viski

whisper

1.fısıltı, 2.dedikodu, 3.fısıldaşmak, fısıltı ile konuşmak, fısıldamak

whist

dört kişiyle eşli oynanan bir iskambil oyunu

whistle

1.ıslık, düdük, 2.ıslık çalmak, düdük çalmak, ıslıkla çalmak

white

1.beyaz, 2.soluk benizli, solgun, 3.beyaz ırktan olan, 4.sütlü kavhe, 5.yumurta akı, 6.göz akı, gözün beyaz kısmı

Whitehall

İngiliz hükümet politikası

whiten

1.beyazlaşmak, 2.beyazlaştırmak

whitewash

1.badana, 2.paravana, maske, 3.badanalamak, 4.örtbas etmeye çalışmak

whitewater

Aİ, coğ. ivinti yeri

whither

nereye, ki oraya

whiting

1.mezitbalığı, merlanos, 2.arıtılmış tebeşir tozu

Whitsun

Paskalya yortusundan sonraki yedinci Pazar günü

whittle

1.yontmak, 2.azaltmak

whiz

1.vızıltı, 2.vın diye gitmek, vınlamak, vızıldamak

whizz

santrifüjlemek, suyunu almak

who

kim, kime

whoa

whoa

çüş

whoever

1.her, herkes, 2.her kim ise, kim olursa olsun

whole

tek parça, bütün

wholemeal

kepekli

wholesale

1.toptancılık, toptan satış, 2.toptan, toplu

wholesaler

toptancı

wholesome

sağlığa yararlı, sağlıklı

wholly

tamamen, tümüyle

whom

kimi, kime

whoop

neşeyle bağırma, bağırmak, bağrışmak, kışkırmak

whopper

1.kocaman bir şey, 2.kuyruklu yalan

whore

fahişe, orospu

whorl

helezonlu şekil, sarmal şekil

whose

kimin, ki onun

why

niçin, neden, niye

wick

fitil

wicked

1.kötü, nefret dolu, 2.yaramaz, muzip, 3.ayıplanacak

wicker

ince dal, saz

wickerwork

ince dal veya sazdan yapılmış eşya

wicket

kale

wide

1.geniş, 2.geniş bir alanı kaplayan, 3.iyice, tamamen

widely

1.her tarafa, sağa sola, geniş bir alanda, 2.geniş çapta, birçok kişi tarafından, 3.oldukça, büyük

widen

genişlemek, genişletmek

widespread

yaygın, geniş alana yayılmış

widow

dul kadın

widowed

dul

widower

dul erkek

width

1.genişlik, en, 2.belli bir boyda kumaş parçası

wield

sahip olmak ve kullanmak

wife

wife

karı, hanım, eş

wifely

iyi bir karı özelliklerine sahip, karıya yakışır

wig

peruka

wiggle

kıpır kıpır oynatmak, kıpırdatmak, kıpırdaşmak

wigwam

kızılderili çadırı

wild

1.vahşi, yabani, 2.hiddetli, kızgın

wildcat

1.yasadışı ve beklenmedik, düzensiz, 2.yaban kedisi, 3.hırçın kimse

wilderness

1.ekilmemiş boş arazi, çöl, kır, 2.yığın

wildfowl

av kuşları

wildlife

yabani hayvanlar ve bitkiler, vahşi tabiat

wildly

1.çılgınca, çılgın gibi, 2.çok

wiles

oyun, hile, düzenbazlık

wilful

1.kafasının dikine giden, inatçı, 2.kasıtlı

will

1.-ecek, -acak, 2.-er, -ar, 3.irade, istem, 4.istek, niyet, 5.arzu

willing

gönüllü, razı, hazır, istekli

willow

söğüt

willowy

fidan gibi, ince, narin

willpower

irade, irade gücü

wilt

1.çiçek solmak, 2.soldurmak

wily

kurnaz, cingöz

wimble

matkap, burgu, delgi

win

kazanmak, galibiyet, yengi

wince

irkilmek

winch

vinç

winchback

bkz. winchbeck

winchbeck

(boya) çıkrıklı tekne, haspel teknesi

wind

1.rüzgâr, yel, 2.nefes, soluk, 3.midede gaz, 4.boş laf, hava cıva, 5.soluğunu kesmek, 6.sarmak, dolamak

windbreak

rüzgâr siperi, rüzgâr perdesi

winder

1.saat anahtarı, zemberek, 2.sarmaşık

winding

1.rüzgârla düşen meyve, 2.beklenmedik para, beklenmedik şans, 3.son bulmak, 4.telaşlandırmak, ateşlendirmek, azdırmak, heyecanlandırmak 1.sargı, sarım, 2.dönemeç, 3.dolambaç, 4.dolambaçlı

windjammer

yelkenli gemi

windlass

bocurgat, ırgat

windless

rüzgârsız, durgun

windmill

yeldeğirmeni

window

pencere, cam, vitrin

windowpane

pencere camı

windowsill

pencere eşiği

windpipe

soluk borusu

windscreen

İİ, (otomobil) ön cam

windshield

Aİ, (otomobil) ön cam

windsock

rüzgâr hortumu

windstorm

kasırga

windswept

1.rüzgâra açık, 2.dağınık

windy

1.rüzgârlı, 2.boş konuşan, çalçene

wine

şarap

wing

1.kanat, 2.binanın yan çıkıntısı, ek bina, 3.kanatlandırmak, uçurmak, 4.kanatlanmak, uçmak, 5.kanadından vurmak, 6.kolundan yaralamak

winged

kanatlı

wingspan

kanat açıklığı, açık iki kanat arası mesafe

wingspread

kanat açıklığı, kanat aralığı

wink

1.göz kırpma, 2.göz kırpmak, 3.parıldayıp sönmek, parıldamak, 4.çok kısa süre

winkle

1.yenilebilir bir tür deniz salyangozu, 2.zorla çıkarmak, zorla almak, elde etmek, sökmek

winner

kazanan, galip

winning

çekici

winnings

kumarda kazanılan para

winnow

1.harman savurmak, tahıl savurmak, 2.harman savurma, 3.yaba, atkı

winsome

güzel, hoş, çekici

winter

1.kış, 2.kışlamak, kışı geçirmek

windfall

winter wintertime

kış, kış mevsimi

wintry

soğuk, kış gibi, kış

wipe

1.silme, temizleme, 2.silmek, silip çıkarmak, yok etmek, ortadan kaldırmak

wiper

silecek

wire

1.tel, 2.telgraf, 3.elektrik teli bağlamak, 4.telgraf göndermek

wireless

radyo, telsiz, kablosuz

wiring

elektrik tertibatı

wiry

adaleli ve ince

wisdom

akıllılık, akıl, bilgelik

wise

1.akıllı, 2.akıllıca, mantıklı

wisecrack

ukalalık, ukalaca laf, ukalaca laflar etmek

wish

1.dilek, istek, arzu, 2.istemek, dilemek

wishbone

lades kemiği

wisp

tutam, demet

wisteria

morsalkım

wistful

özlemli, hüzünlü

wit

1.akıl, zekâ, anlayış, zekâ kıvraklığı, 2.nükte, 3.nükteci kimse

witch

1.büyücü, cadı, 2.büyüleyici kadın, çekici kadın

witchcraft

büyücülük, büyü

witchdoctor

kabile büyücüsü, büyücü

with

ile, nedeniyle, sayesinde

withdraw

geri çekmek, geri çekilmek, çekmek, geri almak

withdrawal

geri çekme, geri alma, geri çekilme

withdrawn

içine kapanık

wither

1.solmak, kurumak, 2.soldurmak, kurutmak, 3.sönmek, yok olmak, 4.utandırmak, susturmak

withering

1.solan, 2.utandıran, susturan, dondurucu

withhold

saklamak, vermemek

within

içinde, içeride, içeriye

without

onsuz, o olmadan

withstand

karşı koymak, direnmek, dayanmak, göğüs germek

witness

1.tanık, şahit, 2.tanıklık, 3.kanıt, delil, 4.tanık olmak, tanıklık etmek, göstermek, kanıtlamak

witticism

nükteli söz, espri

witty

zekice, nükteli

wizard

1.sihirbaz, büyücü, 2.deha, usta, 3.müthiş, süper

wizened

buruşuk, buruşmuş

woad

çivitotu, çivitotundan elde edilen mavi boya

wobble

1.sallanma, titreme, 2.sallanmak, dingildemek, 3.sallamak, dingildetmek, 4.tereddüt etmek, bocalamak, 5.titremek

wobbly

sallantılı, titrek

woe

1.üzüntü, dert, keder, 2.üzüntü kaynağı

woebegone

kederli, hüzünlü

woeful

1.kederli, hüzünlü, 2.üzücü

wolf

1.kurt, börü, 2.zampara, 3.kurt gibi yemek, abur cubur yemek

wolfram

tungsten, volfram

woman

kadın, kadınlar, bayan

womanhood

kadınlık

womanish

kadınsı, kadın gibi

womanize

kadın peşinde dolaşmak

womanizer

zampara

womankind

kadınlar

womanly

kadınsı, kadına yakışır bir şekilde

womb

rahim, dölyatağı

wombat

Avustralya'da yaşayan ayıya benzer keseli bir hayvan

womenfolk

kadın milleti 1.şaşkınlık, merak, hayret, 2.harika, 3.şaşılacak şey, büyük olay, 4.mucize, 5.mucizeler yaratan kimse, dahi, 6.hayret etmek, şaşmak, merak etmek

wonder wonderful

harika, şaşılacak derecede iyi

wonky

1.oynak, çürük, sakat, güvenilmez, 2.bitkin, halsiz

wont

alışkanlık

woo

1.kur yapmak, 2.desteğini kazanmaya çalışmak, 3.elde etmeye çalışmak

wood

1.odun, ağaç, tahta, ahşap, 2.küçük orman, koru

woodcutter

oduncu, ağaç kesen adam

wooded

ağaçlık, ağaçlı, ağaçlarla kaplı, ormanlık

wooden

1.tahta, ahşap, 2.odun gibi, katı

woodland

ormanlık ülke, ormanlık bölge, ormanlık arazi

woodpecker

ağaçkakan

woodwind

tahtadan yapılmış üflemeli çalgılar

woodwork

1.marangozluk, dülgerlik, tahta işi, 2.bir binanın ahşap kısımları

woodworm

1.ağaç kurdu, tahtakurdu, 2.ağaç kurdunun verdiği zarar

woody

1.ağaçlık, ormanlık, 2.odun gibi, odunsu

woof

havlama sesi

wool

yün, yapağı

woolgathering

1.dalgın, aklı bir karış havada, 2.dalgınlık, aklı başka yerde olma

woollen

yünlü, yün

woollens

yünlü giysiler, yünlüler

woolly

yünlü, yün gibi, yünlü giysi

woozy

sersem, şaşkın, başı dönen

word

1.kelime, sözcük, 2.söz, 3.mesaj, haber, bilgi, 4.kısa konuşma, kısa görüşme, 5.emir, 6.sözcüklerle ifade etmek, anlatmak

wording

ifade etmekte seçilen sözcükler, anlatım biçimi

wordy

sözü fazla uzatan, gereğinden fazla sözcük kullanan

work

1.iş, çalışma, 2.eser, yapıt, 3.çalışmak, çalıştırmak

workable

çalışır, işe yarar, uygulanabilir, elle şekillendirilebilir

workaday

sıradan, tekdüze, sıkıcı

workbench

tezgâh

workbook

alıştırma kitabı

workday

iş günü

worker

işçi

working

1.çalışma, çalışma sistemi, işleyiş, çalışan, çalışmayla ilgili, iş

workman

işçi

workmanlike

iyi bir işçiye yakışır

workmanship

işçilik, ustalık

workout

idman, antrenman

workpiece

iş, işlenecek parça

workroom

çalışma odası

works

1.fabrika, 2.mekanizma

workshop

atelye, işyeri

workspace

çalışma alanı

workstation

iş istasyonu

worktop

mutfakta yemek hazırlamak için düz yer

world

1.dünya, cihan, alem

worldly

dünyevi, maddi

worldwide

dünya çapında

worm

1.kurt, solucan, 2.korkak, ödlek, 3.ilerletmek, 4.solucanlardan arıtmak, solucanları ayıklamak

worn

aşınmış, yıpranmış

worried

endişeli, kaygılı, üzgün

worry

1.kaygı, üzüntü, sıkıntı, sıkıntı kaynağı, 2.üzülmek, kaygılanmak, merak etmek, 3.üzmek, kaygılandırmak, rahatsız etmek, musallat olmak

worse

daha çok, daha kötü, daha kötü şey, daha hasta

worsen

1.daha da kötüleşmek, 2.daha da kötüleştirmek

worship

1.ibadet, tapınma, hayranlık, tapma, 2.tapmak, ibadet etmek

worst

en kötü, en kötü şey

worsted

yünlü kumaş, yün

worth

değer

worthless

1.değersiz, 2.adi, karaktersiz, kötü

worthwhile

harcanan emeğe değer, yapmaya değer

worthy

1.layık, değer, hak eden, 2.saygıdeğer

would to God

keşke

Would you help me?

Bana yardım eder misiniz?

Would you mind

sizce bir sakıncası var mı

would you

would you

yapar mısınız, eder misiniz

would

1.-cekti, -caktı, 2.-ecek, -acak

would-be

sözde, sözümona, taslağı

wound

yara, yaralamak

wounded

yaralı

woven felt

keçe kumaş

woven

dokuma

wow

vay, vay canına

wrack

kıyıya vuran deniz yosunu

wraith

hayalet

wrangle

1.gürültülü tartışma, ağız dalaşı, 2.atışmak, ağız dalaşı yapmak

wrangler

1.kavgacı, 2.sığırtmaç, kovboy

wrap up

1. kalın giyinmek, bürünmek, 2. gizlemek, 3. sarmalamak

wrap

1.şal, örtü, 2.sarmak, sarmalamak, katlamak, koymak, yaymak, sermek, dolamak

wraparound

1. saran, kaplayan, 2. kapsayan, kuşatan

wrapper

1.postayla gönderilen gazete-kitap-dergi

wrapping paper

ambalaj kâğıdı

wrapping

1.ambalaj, sargı

wrasse

lapina, ördek balığı

wrath

gazap

wrathful

gazaba gelmiş, öfkeli

wreak

öfke salmak, hırs salmak

wreath

1.çelenk, 2.çiçekten yapılmış taç, 3.duman halkası

wreathe

sarmak, kaplamak

wreathed column

wreckage

burmalı sütun 1.gemi enkazı, 2.enkaz, mahvolmuş şey, mahvolmuş kimse, 3.mahvolma, yok olma, suya düşme, 4.hurda, harabe, virane, 5.mahvolmasına neden olmak, 6.enkaz haline getirmek, 7.mahvetmek, yok etmek, suya düşürmek enkaz, yıkıntı, kalıntı

wrecker

enkaz temizleyici, enkaz çıkarıcı

wren

çalıkuşu, çitkuşu

wreck

wrench

1.çekme, bükme, asılma, burkma, 2.İngiliz anahtarı, kurbağacık, ayarlı pense

wrest

çekip almak, zorla elde etmek

wrestle

güreşmek, güreş yapmak, boğuşmak

wrestler

güreşçi

wrestling

güreş

wretch

1.zavallı kimse, gariban, 2.aşağılık kimse

wretched

1.perişan, zavallı, 2.berbat, rezil, kötü

wretchedness

sefalet, bezginlik

wriggle

1.solucan gibi kıvrılmak, kıpır kıpır etmek, 2.kıpır kıpır oynatmak, 3.rahatsız etmek, keyfini kaçırmak

wring

1.burmak, bükmek, 2.sıkmak, sıkıp suyunu çıkarmak

wringer

çamaşır mengenesi, sıkmaç

wrinkle

1.kırışıklık, 2.ipucu, 3.kırıştırmak, kırışmak

wrist

kol bileği, bilek

wristwatch

kol saati

writ

ferman, ilam, buyruk

write

yazmak

writer

yazar

writhe

kıvranmak

writing

1.yazı, 2.yazarlık, 3.el yazısı

wrong

1.yanlış, uygunsuz, ters, 2.haksız, kötü, ahlakdışı, bozuk, 3.haksızlık etmek, günahını almak

wrongdoer

kötülük eden kimse, günahkâr

wrongdoing

kötülük, suç, günah

wrongful

haksız, yasaya aykırı

wry

1.eğri, çarpık, 2.hoşnutsuzluk belirten

xenogamy

bitkilerde çapraz tozlaşma

xenon

ksenon

xenophobia

yabancı düşmanlığı

xerophilous

kurakçıl

xerophyte

kurakçıl bitki

xerox

1.fotokopi çekmek, 2.fotokopi

Xmas

Noel

xylem

odunsu doku

xylophone

ksilofon

yacht

yat

yachting

yatçılık, kotracılık

yachtsman

yatçı

yahoo

kaba herif, ayı

yak

1.yak, Tibet sığırı, 2.laklak etmek, havadan sudan konuşmak

yam

tatlı patates

yammer

1.sızlanmak, yakınmak, 2.durmadan konuşmak, kafa şişirmek

yank

birden hızla çekmek

Yankee

Kuzey Amerikalı

yap

1.acı acı havlamak, 2.zırvalamak, gevezelik etmek, boktan şeylerden konuşmak

yard

1.yarda (0.9144 metre), 2.seren, 3.avlu, 4.belli bir amaç için ayrılmış kapalı yer

yardage

yarda ölçüsüyle uzunluk

yarn

1.iplik, 2.hikâye, masal, maval, 3.seyahat macerası, 4.seyahat maceraları anlatmak, muhabbet etmek

yaw

rotadan çıkmak, sağa sola sapmak

yawl

1.yelkenli, 2.gemi sandalı, filika

yawn

esnemek, esneme

yea

olumlu oy, kabul oyu, olumlu oy veren kimse, olumlu yanıt

yeah

evet

year

yıl, sene

yearling

bir yaşındaki hayvan yavrusu

yearly

1.her yıl, 2.yılda bir kere

yearn

1.görmek için can atmak, istemek, 2.can atmak, yanıp tutuşmak, çok istemek

yeast

maya, bira mayası

yeasty

mayalı

yell

1.bağırmak, haykırmak, 2.bağırış, feryat, çığlık, 3.tezahürat

yellow

yellow

1.sarı renk, 2.yumurta sarısı, 3.ödlek, korkak

yellowy

sarımsı

yelp

ciyaklama, ciyaklamak, ciyak ciyak bağırmak

yen

1.yen, Japon parası, 2.şiddetli istek, tutku, arzu

yeoman

küçük çiftçi

yep

evet, he

yes

evet, beli, he

yesterday

dün, dünen

yet

1.henüz, daha, 2.şu ana kadar, hâlâ, 3.şu anda, şimdi, 4.ama, yine de, 5.aynı zamanda

yew

porsuk ağacı

yield

1.ürün/meyve vermek, 2.(kâr) getirmek, 3.çökmek, bel vermek, eğilmek, kırılmak, 4.ürün, 5.kazanç, gelir

yielding

gevşek, kağşar, süner, zayıf

yippee

yaşasın, yihhu

yodel

sesinin perdesini sık sık değiştirerek şarkı söylemek

yoga

yoga

yoghurt

yoğurt

yogi

yoga öğretmeni, yogi

yoke

1.boyunduruk, 2.bağ, 3.hizmet, kulluk, 4.boyunduruğa koşulmuş çift hayvan, 5.boyunduruğa koşmak, bağlamak, 6.birlikte çalışmak

yokel

hödük, maganda, kıro

yolk

yumurta sarısı

yonder

şuradaki, oradaki, şurada, orada

yore

eski zaman, geçmiş

you

1.sen, siz, 2.seni, sizi, 3.sana, size

young

1.genç, 2.yeni, taze, körpe, yaş, 3.gençler, gençlik, 4.(hayvan) yavru

youngster

çocuk, delikanlı

your

senin, sizin

yours

senin, sizin, seninki, sizinki

yourself

kendin, kendiniz, kendine, kendini, özün, özünüz, özüne, özünü

youth

genç, gençler, gençlik, genç adam

youthful

youthful

1.genç, 2.taze, 3.gençlere özgü, gençlere yakışır

yowl

1.ulumak, ürümek, 2.miyavlamak

yule

Noel

yuletide

Noel

zany

soytarı, komik, saçma ve gülünç

zeal

1.istek, heves, çaba, gayret, şevk, 2.coşkunluk, hararet

zealot

bağnaz, fanatik

zealous

gayretli, istekli, şevkli, hararetli, coşkun

zebra

1.zebra

zebu

hörgüçlü inek, zebu

zed

Z harfi

zee

Z harfi

Zen

Zen-Budizm

zenith

1.başucu, 2.doruk, zirve

zephyr

1.hafif esinti, meltem, 2.batı rüzgârı

zeppelin

zeplin

zero

sıfır

zest

1.tat, lezzet, çeşni, 2.zevk, hoşlanma

ziggurat

zigurat

zigzag

zikzak, zikzak yapmak

zinc

çinko

Zionism

Siyonism

zip

1.fermuar, 2.güç, çaba, enerji, 3.fermuar açmak, fermuar kapatmak, 4.vınlamak

zipper

fermuar

zither

kanun

zizz

şekerleme, kestirme, uyku

zodiac

burçlar kuşağı, zodyak

zombie

1.zombi, 2.uyuşuk kimse, ölü gibi kimse, ruh

zonal

bölgelerle ilgili

zone

zone

kuşak, bölge, bölgelere ayırmak

zonked

içki veya uyuşturucu ile zom olmuş, uçmuş, kafayı bulmuş

zoo

hayvanat bahçesi

zoological

hayvanbilimsel, zoolojik

zoologist

hayvanbilimci, zoolog

zoology

hayvanbilim, zooloji

zoom

1.vınlamak, 2.(uçak) gürültü ile dikine yükselmek, 3.zum yapmak

zucchini

kabak

zygote

zigot

zymurgy

kimyanın fermantasyon dalı