MEZUNİYET TEZİ NASIL YAZILIR? Umberto Eco
1
Mezuniyet Tezi Nasıl Yazılır? (Come Si Fa Una Tesi Di Laurea: Le materie umanistiche Bompiani, Tascabili, 2004, Milano) kitabının önsöz dahil ilk elli altı sayfasının sözlü çevirisi olup lisans öğrencilerim Melis Baykan ve Lara Lakay tarafından kâğıda aktarıldıktan sonra Araştırma Görevlisi arkadaşım Miray Çakıroğlu tarafından iki kez düzeltilerek 2012-13 İletişim Doktora öğrencilerinin COMM 501 dersindeki kullanımları için hazırlandı Serhan Ada İstanbul, Kasım 2012
2
GİRİŞ
Bir zamanlar üniversite bir seçkinler üniversitesiydi. Üniversiteye sadece yine üniversite mezunlarının çocukları giderdi. Bazı ender istisnalar bir yana, burada eğitim alanlar bütün vakitlerini bu işe ayırırlardı. Üniversitede okumak, sakince yapılan bir iş olarak tasarlanmıştı. Biraz eğitime, biraz “sağlıklı” öğrenci eğlenceleri yahut da temsili örgütlerin etkinliklerine zaman ayrılırdı. Dersler prestijli konferanslardan oluşurdu. Sonrasında da ilgili öğrenciler, profesörler ve asistanlarla en fazla on veya on beş kişinin katıldığı daha yaygın seminerler düzenlenirdi. Bugün hâlâ pek çok Amerikan üniversitesinde dersler on ya da yirmi öğrenciyi geçmez. (Bu öğrenciler okkalı bir ücret öder ve hocayı istedikleri zaman kendileriyle tartışmak için “kullanırlar”.) Oxford gibi üniversitelerde, ‘tutor’ denilen bir profesör vardır ve son derece sınırlı sayıda öğrencinin araştırma tezi ile ilgilenir. Hatta bazı durumlarda bu profesör yıl boyunca sadece bir ya da iki öğrenci ile ilgilenir ve çalışmalarını gün be gün takip eder. İtalya’da şimdiki durum böyle olsaydı bu kitabı -kitabın yaptığı tavsiyelerin bazıları yukarıda anlatılan “ideal” öğrenciye yararlı olsa bile- yazmaya gerek olmazdı. Ancak İtalyan üniversitesi bugün bir kitle üniversitesidir. Buraya her sınıftan, her çeşit orta öğretim kurumundan öğrenci gelir. Hatta bazen teknik okuldan çıkanların felsefe veya klasik edebiyat bölümlerine kaydığı görülür ki bu öğrenciler hiç Yunanca öğrenmemişlerdir ve Latince dahi bilmemektedirler. Latince’nin pek çok etkinlik türü için fazla işe yaramadığı doğru olsa da felsefe veya edebiyatla ilgilenenler için son derece önemlidir. Bazı derslere kayıtlı sayısız öğrenci vardır. Profesör, derslere düzenli olarak katılan otuz kadar öğrenciyi iyi kötü tanır; yardımcıları ve işbirliği yaptıklarının (burslular, egzersizlere katılanlar, sözleşmeliler) yardımıyla ve belirli bir devamlılıkla da yüz kadarını çalıştırmayı başarır. Bunların arasında durumu iyi olan çok sayıda öğrenci vardır; eğitimli ailelerde büyümüşlerdir; canlı bir kültürel çevre ile temastadırlar; eğitim gezilerine çıkabilirler, sanat ve tiyatro festivallerine katılırlar, yabancı ülkeleri ziyaret ederler. Bir de diğerleri varıdır. Bu öğrenciler günlerini on bin nüfuslu, içinde kitapçı kırtasiyelerin olduğu bir kentin nüfus idaresinde çalışarak geçirmektedirler. Üniversitede hayal kırıklığına uğramış, siyasete atılmış ya da başka bir formasyon programını izlemekte olan ama eninde sonunda tez mecburiyetine boyun eğecek öğrenciler de vardır. Ya da bir sınav için okunması beklenen çeşitli metinlerin maliyetlerini hesaplamayı seçen ve “bu on iki bin liretlik bir imtihan” diyerek iki seçmeli ders arasından ucuzunu seçen öğrenciler de vardır. Arada sırada derse gelip çok kalabalık olan sınıfta yer bulmakta zorlanan ve en sonunda hocayla konuşmak isteyip otuz kişilik kuyrukta bekleyen ve otelde kalamadıkları için trene yetişmek zorunda olan 3
öğrenciler de vardır. Kendilerine, kütüphanede bir kitabın nasıl aranacağı veya hangi kitabın kütüphanede aranacağı hiç söylenmemiş öğrenciler de vardır ki onlar kendi kentlerinin kütüphanesinde kitap bulabileceklerini ya da kitap ödünç almak için kullanacakları kartı nasıl alacaklarını bilmemektedirler. Bu kitabın tavsiye edecekleri sadece onlar için geçerli. Bu kitap onlara en azından iki şey öneriyor. Zor bir durumda olmalarına rağmen onurlu bir tez yazabilir ve bu fırsatı kullanarak eğitimin olumlu ve ilerletici yanını tekrar kavrayabilirler. Bu da belli nosyonların toparlanmasıyla değil, bir deneyimin eleştirel olarak geliştirilmesi, sorunların belirlenmesi ve belli bir yöntemle ele alınması ve belirli iletişim yöntemleri ile bunların sergilenmesi yeteneğini edinmekle olur. 2. Bunları dedikten sonra, bu kitabın ne bir bilimsel araştırmanın nasıl yapıldığını açıklamak gibi bir istek içinde olduğu ne de incelemenin değeri üzerine kuramsal veya bilimsel bir tartışma oluşturmadığı söylenmelidir. Bu kitap sadece, jürinin önüne somut bir nesne nasıl getirilir sorusuyla; bir dizi değerlendirme ve belli sayıda sayfadan oluşan, ilgili disiplinle ilişkisi olan ve jüri üyelerini acılı bir şaşkınlık içinde bırakmayacak bir tezin nasıl yazılacağı üzerinedir. Bu kitabın bir tezin içine nelerin konacağını söyleyemeyeceği açıktır. Bu sizin işinizdir ama kitap size şunları söyleyebilir: (1) Mezuniyet tezinden ne anlaşılır; (2) Tez konusu nasıl seçilir ve çalışma zamanları nasıl düzenlenir; (3) Bir bibliyografya araştırması nasıl yürütülür; (4) Toplanan malzeme nasıl düzene konur; (5) Geliştirilen konu fiziksel olarak nasıl yerleştirilir. En önemli ve belirleyici kısmın, oldukça kesin kurallar içeren bu en az önemli kısım olması da ölümcüldür. 3. Bu kitapta atıfta bulunulan tez türü, insani bilimler fakültelerinde yazılanlardır. Benim deneyimimin de edebiyat ve felsefe fakültelerine ait olduğu düşünülürse, örneklerin önemli bir kısmının bu fakültelerle ilgili olduğu ancak bu kitapta tavsiye ettiğim kriterlerin siyasal bilimler ve hukuk tezleri için de yararlı olabileceği görülür. Tarihsel ya da genel kuramla ilgili ancak deneye veya uygulamaya dayanmayan tezler söz konusu olduğunda buradaki model mimarlık, ekonomi, işletme ve bazı fen alanlarının fakülteleri için de işlev görebilir. Ama yine de buna fazla güvenmeyin.
I. BİR MEZUNİYET TEZİ NEDİR VE NEYE YARAR I.1 Neden Tez Yazılmalıdır? Tez Nedir? Bir mezuniyet tezi orta büyüklükte; yüz ile dört yüz sayfa arasında tape edilmiş bir metindir. Bu tezde öğrenci mezun olacağı inceleme alanıyla ilgili bir sorunu ele alır… Öğrenci tüm sınavlarını verdikten sonra tezini bir tez jürisi önünde sunar. Onlar da tez danışmanının özet raporunu ve karşı okuyucuların (counter reader) görüşlerini dinlerler. Onlar da duruma göre adaya bazı karşı çıkışlarda bulunabilirler ve buradan jürideki diğer üyelerinin de içinde yer aldıkları bir tartışma doğar. Yazılı metnin 4
kalitesini (ya da eksikliklerini) anlatan iki raportörün söyledikleri ve adayın yazılı görüşlerini savunmada gösterdiği kapasiteye bağlı olarak jürinin yargısı ortaya çıkar. Sınavlarda alınan notların ortalamasını ayrıca hesaplayarak jüri teze bir not verir ve İtalya’da bu en az altmış altı ile en fazla yüz on arasındadır ve “övgüyle basılmaya değer”e kadar gider. Bu en azından insani bilimler fakültelerinin tümünde uygulanan bir kuraldır. Metnin “dış özellikleri” bir kere betimlenince ve bunun içinde yer aldığı ritüel de anlatılınca aslında tezin doğası hakkında fazla bir şey söylenmiş olmaz. Özellikle İtalyan üniversitelerinin mezun olmak için tezi neden bir koşul olarak koyduğu sorusu hâlâ cevaplanmayı beklemektedir. Yabancı üniversitelerin çoğunda tezle mezun olma kriterinin bulunmadığına dikkat edilmelidir. Bazılarında tezsiz ulaşılan çeşitli mezuniyet düzeyleri vardır; diğerlerinde ise aşağı yukarı bizim mezuniyete (laurea) tekabül eden bir ilk seviye bulunur ama bir dizi sınavla geçilen bu seviye, doktora derecesine hak sağlamaz. Bazen daha mütevazı, ön-tez denebilecek bir çalışma yapılabilir. Bazı üniversitelerde ise farklı zorluk seviyelerinde çalışmaların istendiği durumlar da vardır. Ancak genel olarak sahici ve gerçek bir tez, bir tür süper-tez olan doktoraya ayrılmıştır. Buna da bilimsel araştırmacı olarak mükemmelleşmek ve alanlarında uzmanlaşmak isteyenler katılırlar. Bu tür doktoranın çeşitli adları olmakla birlikte kullanımı nerdeyse evrensel hale gelmiş bir anglosakson kısaltmasıyla PhD (Philosophy Doctor, doktora derecesi) sosyolojiden Yunan diline kadar tüm insani bilimleri kapsayan doktoralar için kullanılır. İnsani bilimler dışında, örneğin MD (Medicine Doctor) gibi kısaltmalar kullanılır. Lisans, çeşitli biçimleriyle bir mesleğe yöneliktir; PhD ise akademik etkinliğe yöneliktir ki bu da bir akademik alanın neredeyse daima üniversite kariyerine girildiği anlamına gelir. Bu türden üniversitelerde tez her zaman bir PhD (doktora) tezidir ve orijinal bir araştırma çalışmasıdır. Aday kendini adadığı, üzerinde çalıştığı disiplini bir adım ileri götürmeye yetkin olduğunu göstermelidir. Gerçekten de bizdeki gibi yirmi ikiden de daha ileri bir yaşta, kırk ya da elli yaşında -her ne kadar çok daha genç Phd.ler varsa dayapabilir. Neden bu kadar uzun bir zaman? Çünkü doktora için tam da orijinal bir araştırma söz konusudur ki bu da başka araştırmacıların aynı konuda ne dediklerini bilmeyi, aynı zamanda diğerlerinin henüz değinmedikleri bir şeyi “keşfetmeyi” gerektirir. “Keşif” söz konusu olduğunda, özellikle insani bilimlerde, atomun bölünmesi türünden altüstedici bir keşif; İzafiyet Kuramı ya da kanseri iyileştiren bir ilaç gibi bir şey akla gelmez; daha mütevazı keşifler olabilir: klasik bir metni yeni bir okuma ve anlama biçimi, bir yazarın biyografisine ışık tutan bir el yazmasını bulup ortaya çıkarma gibi, farklı metinlerde dağınık bulunan fikirleri olgunlaştırma ve sistemleştirme, eski incelemelerin yeniden organizasyonu ve yeniden okunması gibi. Bunlar da “bilimsel” sonuç olarak kabul edilir. Her halükârda araştırmacı, teorik olarak çalıştığı alanda yeni bir şey söyleyen bir çalışma ortaya koymalıdır.
5
Bir derleme tezde öğrenci, basitçe var olan ‘literatür’ü açık bir şekilde gözden geçirdiğini (bkz. II.6.1), bakış açılarını bir araya getirdiğini, bilgi açısından da panoramik bir zekâyı ortaya koyduğunu alanda uzmanlaşmış birine olduğu kadar, bu alanda derinlemesine araştırmalar yürütmemiş birine de ispat edebilmelidir. İşte ilk uyarı: ya bir derleme tezi ya da bir araştırma tezi yapılabilir; ya bir lisans tezi ya da bir PhD tezi yapılabilir. Bir araştırma tezi her zaman daha uzundur; yorucudur ve daha fazla enerji gerektirir; bir derleme tezi de uzun ve yorucu olabilir (yıllar ve yıllar alan derleme çalışmaları da vardır) ama genel olarak derleme tezi daha az zamanda daha az riskle yapılır. Bir derleme tezi yapanın daha sonradan araştırma yoluna gitmeyeceğini de söylemek doğru değildir. Derleme, kendi başına araştırmaya başlamadan önce belgelere dayanarak bazı fikirleri kafasında daha açık hale getirmek isteyen genç bir araştırmacı için ciddi bir adım da oluşturabilir. Buna karşılık, araştırma tezi olduğu iddia edilen ama alelacele yapılmış tezler de vardır. Bu tezler okuyanı rahatsız ettikleri gibi yapanın da keyif duymayacağı türden tezlerdir. Kısaca, bir derleme teziyle bir araştırma tezi arasındaki tercih adayın olgunluğuna ve çalışma kapasitesine bağlıdır. Çoğunlukla –ve maalesef– bu tercih ekonomik faktörlere de bağlıdır; çünkü çalışan bir öğrencinin çoğu kez az bulunur ve pahalı kitapları almaya, yabancı merkezlere ve kütüphanelere ziyaretler gibi uzun araştırmalar yapmaya ayıracak daha az zamanı, enerjisi ve çoğu kez daha az parası vardır. Bu kitapta, ne yazık ki, ekonomik türden tavsiyelerde bulunmak mümkün olmayacaktır. Çok yakın zamana kadar araştırma bütün dünyada, zengin öğrencilere tanınmış bir ayrıcalıktı. Bugün de eğitim burslarının varlığı, seyahat bursları ve yabancı üniversitelerde belirli süreler geçirmek için sağlanan fonların sorunu herkes için çözdüğünü söylemek mümkün değildir.
I.2 Bu Kitapla Kim İlgilenir? Durum böyle olduğuna göre, sonuç olarak elde etmek için kaydoldukları unvanı alabilmek için alelacele mezun olmak zorunda olan ve bunun için bir tez yazmak mecburiyetinde bulunan pek çok öğrenci olduğunu düşünebiliriz. Hatta bu öğrencilerin bir kısmı kırk yaşındadır. Bu durumda bu öğrenciler bize, bir ayda nasıl tez yazılacağını sorabilir. Herhangi bir not almayı göze alırlar, tüm istedikleri üniversiteden kurtulmaktır. Bu durumda, onlara bu kitabın onlar için olmadığını kesinlikle söyleyebiliriz. Can sıkıcı ekonomik sorunlarını çözmek için bir an evvel doktor olmak zorunda oldukları bir hukuki düzeninin kurbanları oldukları düşünüldüğünde, tez yazmaya mecbur iseler, hemen şu iki şeyi yapabilirler: (1) Başka birine kendileri yerine tez yazması için makûl bir ödemede bulunabilirler; (2) Başka bir üniversitede yapılmış 6
bir tezi kopya edebilirler. (Başka bir dilde olsa bile halihazırda yayımlanmış bir eseri kopya etmek doğru olmayabilir; zira birazcık da olsa alandan haberdar olan bir hoca bu çalışmanın varlığından haberdar olabilir ama Katanya’da yazılmış bir tezi Milano’da kopya edip sonuçta başarılı olma ihtimali vardır. Bu durumda da tez danışmanının, Milano’da ders vermeye başlamadan Katanya’da ders verip vermediği konusunda bilgi sahibi olmak gerekir. Yani bir tezi kopya etmek için yine zekice bir araştırma çalışması yapmak gereklidir.) Şimdi vermiş olduğumuz iki tavsiyenin yasadışı olduğu açıktır. Bu durum; “acil servise yaralı olarak gittiğinde doktor seni görmek istemiyorsa, onun boğazına bir bıçak sapla” demek gibidir. Her iki durumda da ümitsiz eylemler söz konusudur. Bunların toplumsal yapıdaki ve varolan hukuksal düzendeki sorunları çözme iddiasında bulunmadığına dikkat çekmek üzere verilmiş paradoksal tavsiyeler olduğu unutulmamalıdır. Kısacası, bu kitabın günün birkaç saatini incelemeye ayıracak, kendisine bir tür entelektüel tatmin sağlayacak bir tez hazırlamak ve mezun olduktan sonra da kendi işine yaramasını isteyenler (milyoner olmasalar veya bütün dünyayı dolaştıktan sonra mezun olmak için ellerinde on sene olmasa bile) için olduğunu söylemek gerekir. Dolayısıyla, elinizdeki kitap sınırlar bir kez belirlendikten sonra, konularında ciddi bir çalışma yapmak isteyenlere yöneliktir. İnsan ciddi bir şekilde küçük resim koleksiyonu da yapabilir. Önce nelerin toplanacağı belirlenir, nasıl kataloglanacağının kriterleri saptanır ve koleksiyonun tarihsel sınırları saptanır. 1960’ın ötesine geçmemesi kararı verilirse, pekâlâ 60’tan bugüne tüm resimler bulunabilir. Bu derlemeyle Louvre Müzesi arasında daima bir fark olacaktır ama fazla ciddi olmayan bir müze yapmaktansa, 1960– 70 arasında futbolcu resimlerinden bir koleksiyon yapmak her zaman daha iyidir. Bu kriter bir mezuniyet tezi için de aynen geçerlidir.
I.3 Bir Tez Mezuniyetten Sonra da Nasıl İşe Yarar? Mezuniyetten sonra da işe yarayacak bir tez yapmanın iki yolu vardır. İlki, –tabii kişinin buna imkânı ve bu yönde bir arzusu varsa- tezi genişletip sonraki yıllarda sürecek bir araştırmanın parçası haline getirmektir. İkinci bir yol da, yerel bir turizm işletmecisinin bile Lucia’da Mahsur’dan Evlilik Sözü’ne konulu bir tez yapmasının faydasını mesleğinde görebileceği yoldur. Böyle bir tez yapmak şu anlamlara gelir: (1) Belli bir konuyu saptamak; (2) Bu konuyla ilgili belgeleri toplamak (3) Bu belgeleri sıraya koymak; (4) Toplanan belgeler ışığında konuyu yeniden gözden geçirmek; (5) Konu üzerindeki önceki bütün fikirlere organik bir biçim vermek; (6) Okuyanın söyleneni anlayacağı ve konuyla kendisi de ilgilenmek isterse aynı belgelere ulaşacağı biçimde tezi bitirmek. Dolayısıyla, tez yazmak, ilgili konu üzerine düşünceleri ve verileri düzenleyip bir sıraya koymak anlamına gelmektedir. Tez, metodik bir çalışma deneyimidir. İlkesel olarak başkalarına da yarayabilecek bir “nesne” yaratmak demektir. Bu nedenle, tezin konusundan ziyade, onun getirdiği çalışma deneyimi daha önemlidir Manzoni’nin 7
(yukarıda anılan Ç.N.) romanını iki kez yazması üzerine iyi belge toplamayı bilen biri, turistik işletmesi için kendine gereken verileri metodik biçimde toplamayı da bilecektir. Nasıl ki çeşitli konularda, on kadar kitabı yayımlanmış olan yazar, son dokuz kitabında esas olarak ilkindeki deneyiminden yararlanmışsa, bir mezuniyet tezinin yeniden geliştirilmesi söz konusu olduğu takdirde bundan yararlanmayı da bilecektir. Bu ilk çalışma olmadan diğerlerini yapmayı da öğrenemezdi. Ne olursa olsun diğer tezler, ilkinin yapılma biçiminden etkilenirler. Zamanla insan, daha az telaşlanacak ve daha fazla şey bilecektir. Bilinen şeyler üzerinde çalışma biçimi, ilkinde bilinmeyen şeylerin araştırılma biçimine hep bağlı kalacaktır. En sonunda, bir tez yapmak demek, hafızayı bir işe alıştırmak gibidir. Yaşlılar, ancak gençliklerinde belleklerini çalıştırdılarsa, iyi bir belleğe sahip olabilirler. Buradaki egzersizleri yaparken de birinci ligteki tüm takımların tertibini, Carducci’nin şiirlerini ya da Augustus’dan Romulus Augustus’a kadar Roma imparatorlarının sırasını ezberlemiş olmak önemli değildir. Tabii, bellek egzersizi yaparken ilgimizi çeken ve işimize yarayacak şeyleri öğrenmenin daha yararlı olduğu kesindir: yine de yararsız şeyleri öğrenmek de iyi bir jimnastiktir. Böylece, hoşa giden bir konuda tez yapmak her zaman tercih edilir olsa da, çalışma yöntemi ve ondan çıkarılan deneyim bakımından “konu”, ikincil önemdedir. Zira, iyi çalışıldığı takdirde, gerçekten aptalca olan bir konu yoktur; iyi çalışılırsa görünüşte uzak ya da periferik kalan bir konudan da yararlı sonuçlar çıkarılabilir. Marx, ekonomi politik üzerine değil de Epikuros ve Demokritos gibi iki Yunan filozofu üzerine tez yapmıştı. Ki bu da, göz ardı edilecek bir çalışma değildi. Belki de Marx, iyi bildiğimiz kuramsal enerjisiyle, tarih ve ekonominin sorunlarını düşünmeyi, Yunan filozofları üzerine düşünmeyi öğrendiği için yapabilmiş olabilir. Marx üzerine son derece iddialı bir teze başlayan ve daha sonra büyük kapitalist şirketlerin personel bölümünde çalışan onca öğrenciye bakıp yarar, güncellik ve tez konularının getirdiği yükümlülükler üzerine düşünmek ve bunları gözden geçirmek yararlı olur. I.4 Dört Aşikâr Kural Adayın, hocanın kendisine empoze ettiği konu üzerine tez yazdığı durumlar vardır. Bu durumlardan kaçınmak gerekir. Burada açıktır ki, adayın hocadan tavsiye aldığı durumlara değinmiyorum. Burada kastettiğim, daha ziyade hatanın hocada olduğu durumlar (bkz. II.7’de “Danışman Tarafından Sömürülmekten Nasıl Kaçınılır?”); ya da ilgisiz, tezden çabucak kurtulmak için herhangi bir şeyi baştan savma yapma eğiliminde olan adayın hatasından kaynaklanan durumlardır. Biz burada, belirli bir ilgiyle hareket eden bir adayı ve onun isteklerini yorumlamaya yatkın bir hocanın varlığını içeren durumlarla ilgileneceğiz. 8
Böyle durumlarda konu seçimiyle ilgili kurallar dört tanedir: 1. Konunun adayın ilgilerine cevap vermesi (verdiği imtihanlarla ilgili olması; okumalarıyla ilgili olması; siyasal, kültürel ve dini dünyasıyla ilgili olması); 2. Başvuracağı kaynakların ulaşılabilir olması, yani adayın maddi olarak ulaşabileceği bir yerde bulunması; 3. Başvurulacak kaynakların üzerinde çalışabilir özellikte olması, yani adayın kültürel olarak erişebileceği türden olması; 4. Araştırmanın yöntemsel çerçevesinin adayın deneyimi bakımından ulaşılabilir olması. Bu haliyle bu dört kural biraz sıradan ve “tez yapmak isteyen birinin ancak yapabileceği bir tezi yapması zorunluluğu” kuralıyla özetlenebilir görünmektedir. Halbuki, tam da böyle kurallarla açıkça ortaya konulan bir durumda, karşılaşılan ilk sorunun nasıl üstesinden gelineceği bilinmediği için dramatik bir şekilde başarısız olmuş tezler de olmuştur.1 Bundan sonraki bölümlerde, iyi bilinen ve bilinebilecek bir tez nasıl yapılır üzerine bazı tavsiyeler vermeye çalışacağız.
II. KONU SEÇİMİ II.1 Monografik Tez ya da Panoramik Tez? Öğrenci, en başta, büyük bir hevesle, konusuyla ilgili her şeye değinen bir tez yazmak ister. Eğer edebiyatla ilgiliyse ilk eğilimi Bugünün Edebiyatı başlıklı bir tez yazmaktır. Konuyu daraltması gerekli olduğunda, Savaş Sonundan 60’lı Yıllara İtalyan Edebiyatı başlıklı bir tez seçebilir. Bunlar son derece tehlikeli tezlerdir. Bu tezler çok daha olgun araştırmacıların bile yüreklerine korku salacak konular üzerinedir. Yirmili yaşlarda bir öğrenci için imkânsız bir meydan okumadır bu. Bu durumda öğrenci ya varolan isimler ve görüşlerin sığ bir derlemesini yapacak ya da eserine sonradan affedilmez atlamalar olarak suçlanacak şekilde yepyeni bir şekil verecektir. Büyük çağdaş eleştirmen Gianfranco Contini, 1957’de 18. ve 19. yüzyıl İtalyan Edebiyatı başlıklı bir kitap yayımlamıştır. Ama eğer bu bir mezuniyet tezi olsaydı, basılmış hali bile 472 sayfa olan bu tez çakardı. Gerçekten de, kimilerine göre çok önemli olan bazı isimleri anmadığı için unutkanlıkla, atlamış olmakla ya da cahillikle suçlanır; ya da “minör” kabul edilen yazarlara tam bir bölüm ayırmışken, “majör” denen yazarlara sayfa
1
Beşinci bir kural daha ekleyebiliriz: hocanın doğru hoca olması. Gerçekten de sempati ya da tembellik gibi nedenlerle gerçekte B alanına giren bir tezi A alanının hocasıyla yapmak isteyen adaylar da vardır. Hoca da (sempati, kibir ya da dikkatsizlik nedeniyle) bunu kabul eder ve sonra da tezi izleyemeyeceği ortaya çıkar.
9
altında dipnotlarla değinmekle yetinmiş olduğu söylenirdi. Doğal olarak, tarihe olan hâkimiyeti ve eleştirel yetkinliği iyi bilinen bir araştırmacı söz konusu olduğundan, böyle bir dışarıda bırakma ve orantısızlığın bilerek yapıldığı ve boşluğun sayfalar tutan bir zırvalamadan çok daha fazla şey ifade ettiğini herkes anladı. Ama aynı şakayı yirmi iki yaşında bir öğrenci yaparsa, sessizliğin ardında bir şeytanlık olduğu, boşlukların ve başka bir yerde yazılmış olan kritik sayfaların yerini aldığı anlaşılıyorsa, yazarın yazmayı bilip bilmediği sorgulanmaz mı? Bu tür bir tezde öğrenci, genel olarak jüri üyelerini kendisini anlamamış olmakla suçlar. Jüri üyeleri de zaten onu anlayamazlardı. Böylece, fazla panoramik bir tez her zaman bir kibir göstergesidir. Üstünlük taslamak gibi bir entelektüel kibir, bir tezde a priori reddedilecek bir şey değildir. Dante’nin kötü bir şair olduğu da söylenebilir; ama bunu Dante’nin üç yüz sayfalık metinlerinin sıkı bir analizini yaptıktan sonra söylemek gerekir. Panoramik bir tezde bu ispatların yapılması mümkün değildir. İşte bu nedenle, öğrencinin, Savaş Sonundan 60’lı Yıllara İtalyan Edebiyatı yerine daha mütevazı bir başlık seçmesi yerinde olur. Size ideal bir tez başlığını hemen söyleyeyim: Fenoglio’nun Romanları yerine Partizan Johnny’nin Farklı Yazımları. Sıkıcı mı? Olabilir, ama iddia olarak daha ilginç. Her şeyden öte, iyi düşünüldüğünde, bir tür kurnazlık. Kırk yıllık bir dönemin edebiyatı üzerine panoramik bir tezle öğrenci, olası bütün itirazlara maruz kalabilir. Raporu yazan danışman ya da herhangi bir jüri üyesi, öğrencinin anmadığı “minör” bir yazarı tanıdığını gösterme isteğine nasıl karşı koyabilir? Jüridekiler için, içindekiler sayfalarını çevirirken üç tane atlama bulmak, o tezi dağınıklıklar silsilesi olarak algılamak için yeterli olacaktır. Buna karşın, öğrenci son derece belli bir temada ciddi bir çalışma yapmışsa, jüri üyelerinin çoğunun bilmediği bir malzemeyi ele almış olması muhtemeldir. Burada üç kuruşluk bir numara önermiyorum. Evet, bu belki bir “numara”; ama üç kuruşluk değil zira bu numaranın maliyeti yorgunluktur. Böyle bir durumda aday, kendisinden daha az uzman bir heyetin karşısında “uzman” olarak ortaya çıkacaktır ve uzman olmak için ortaya koyduğu uğraş veya kendine verdiği zahmet, onun bu durumun avantajlarından yararlanmasını da sağlayacaktır. Kırk yıllık dönemi kapsayan panoramik bir edebiyat teziyle, kısa bir metnin varyasyonlarını ele alan katı monografik tezin oluşturduğu iki uç arasında pek çok ara katman vardır. Böylelikle, 60’lı Yılların Yeni Edebi ‘Avant-Garde’ı, ya da Pavese ve Fenoglio’da Langhe Bölgesi İmgesi, yahut Üç “Fantastik” Yazar -Savinio, Buzzati ve Landolfi- Arasındaki Benzerlikler ve Farklılıklar türünden temalar belirlenebilir. Fen fakültelerine bakacak olursak; bizimkine benzer konuda yazılmış bir kitapçıkta, tüm konulara ve tüm alanlara uygulanabilecek bir tavsiyede bulunuluyor: Örneğin “Jeoloji” bir konu olarak çok geniştir. Jeolojinin bir dalı olarak “Volkanbilim” de hâlâ çok geniştir. İyi bir çalışmada “Meksika Volkanları” konusu işlenebilir ama bu da yine yüzeysel olacaktır. Şöyle bir sınırlandırma daha çok 10
beğeni toplayacak bir araştırmaya götürebilir: Popocatepetl’in Tarihi. (Popocatepetl: Cortez’in ‘conquistadores’lerinden bir tanesinin muhtemelen 1519’da çıktığı ve sadece 1702’de şiddetli bir patlaması olan bir volkan.) Daha sınırlı bir konu, daha az sayıda yıla yayılan Paricutin’in Doğumu ve Görünürdeki Ölümü (20 Şubat 1943-4 Mart 1952) olabilir. İşte ben, bu en son konuyu öneririm. Adayın şu kahrolasıca volkan üzerine söylenebilecek her şeyi söylemesi kaydıyla. Bir keresinde, bana Çağdaş Düşüncede Simge üzerine tez yazmak isteyen bir öğrenci gelmişti. Bu imkânsız bir tezdi. En azından ben “simge”nin ne demek olduğunu bilmiyordum. Simge, gerçekten de yazarına göre anlam değiştiren bir deyimdir ve dolayısıyla iki farklı yazar için birbirine tamamen zıt iki şey anlamına gelebilir. Düşünün ki, formel mantıkçılar ya da matematikçiler için “simge”, formülleştirilmiş verili bir hesapta belirli bir işlevle, tanımlanmış bir yer işgal eden, anlamı olmayan ifadeler (cebir formüllerindeki “a ve b” ya da “x ve y”ler gibi) demektir. Diğer yazarlar ise rüyalardaki görüntüler gibi bir ağaç, cinsel organ ya da büyüme arzusu gibi şeylere gönderme yapan çok sayıda anlam bulabilirler bu kelimede. Bu durumda bu başlıkta bir tez nasıl yapılabilir? Güncel kültürde simgenin bütün durumlarını analiz etmek, benzerlik ve farklılıklarının bir listesini yapmak, farklılıklarının altında her bir yazarda ya da kuramda göze çarpan temel bir birleştirici kavram olup olmadığına bakmak ve farklılıkların söz konusu kuralları uyuşmaz hale getirip getirmediğini anlamak gerekecektir. Hiçbir çağdaş felsefeci, dilbilimci ya da psikanalist böylesine bir eseri bugüne kadar tatmin edici şekilde yapamamıştır. İşe yeni koyulan, altı-yedi yıllık öğrenim dönemini henüz geride bırakmış bir araştırmacı nasıl bu işin altından nasıl kalkabilir? Bu durumda zekice taraflı bir söylem deneyebilir. Ama yeniden Gianfranco Contini’nin İtalyan edebiyatı tarihine dönmüş oluruz. Ya da diğer yazarların dediklerini bir kenara bırakarak dört başı mamur bir simge kuramı yaratmaya girişilebilir ama bu tercihin ne kadar tartışmaya açık olduğuna II.2 bölümünde değineceğiz. Söz konusu öğrenciyle biraz tartıştım. Tüm diğer durumları bir kenara bırakarak Freud ve Jung’da Simge üzerine bir tez yapılarak bu iki yazarın dedikleri karşılaştırılabilirdi. Bu esnada öğrencinin Almanca bilmediği ortaya çıktı. (Dil bilgisi sorununa II.5 bölümünde değineceğiz.) Sonunda, Pierce, Frye ve Jung’da Simge Kavramı konusu üzerinde anlaşma sağlandı. Tez; biri felsefeci, biri eleştirmen biri de psikolog olan üç farklı yazarda, aynı adı taşıyan kavramın farklılıklarını inceleyecek ve bu üç yazarın ismi geçtiği pek çok metinde/söylemde, birinin onu söylerken kastettiği anlamın diğerine atfedilmesinin nasıl yanlış anlaşılmalara yol açtığı ortaya konacaktı. Buna göre, varılacak hipotetik sonuçla aday, bu aynı adlı kavramlar arasında -eğer varsa- ne tür analojiler olduğunu, bildiği başka yazarlara da gönderme yaparak ama konunun açık sınırları nedeniyle buna mecbur da olmadan gösterebilecekti. Hiç kimse ona yazar K’yi dikkate almadığını söyleyemeyecekti çünkü tez, X; Y ve Z’nin üzerindeydi. Yine hiç kimse ona yazar J’ye sadece çevirisinden alıntı yaparak yer verdiğini de söyleyemeyecekti. Bu, nihayetinde, bir yan atıf olacaktı ve tez, kapsamlı bir şekilde ve orijinal olarak başlıkta belirtilen üç yazarı kapsama iddiasında olacaktı. 11
Böylece panoramik bir tezin mutlaka monografik olmak zorunda kalmadan, herkesin kabul edebileceği bir orta ölçeğe nasıl geldiği anlaşılabilir. “Monografik” deyiminin burada kullandığımızdan daha geniş bir kapsamı olduğu açıktır. Monografi; tek bir konunun ele alınması anlamına gelir ve bu haliyle bir “… tarihine”, bir el kitabına, bir ansiklopediye benzemez. Bu nedenle Orta Çağ Yazarlarında “Tersine Dünya” türünden bir konu da monografiktir. Böyle bir tezde sadece belli bir konu bakımından (ve kıssa ya da masal olarak örnek verilen havada yüzen balıklar, suda uçan kuşlar vs. gibi bir konuda) onca yazar incelenir. Böyle bir işi iyi yapabilmek için mükemmel bir monografi yazmak gerekir. Ama onu da iyi yapabilmek için konuyla ilgilenmiş tüm yazarları, özellikle de “daha az önemli” olanları, kimsenin hatırlamadıklarını göz önünde bulundurmak gerekir. Böyle bir tez monografikpanoramik olarak sınıflandırılabilir ve son derece zordur. Sonsuz sayıda okuma gerektirir. Eğer bu tez yapılmak istenirse konuyu daha daraltmak yararlı olacaktır: Karolenj Şairlerinde “Tersine Dünya” Teması gibi. Alan sınırlanınca neyin dikkate alınacağı, neyin alınmayacağı da bilinmiş olur. Panoramik bir tez yapmak, doğal olarak daha heyecan vericidir; çünkü her şeyden önce aynı yazarla bir, iki belki daha fazla yıl boyunca ilgilenmek sıkıcı gelecektir. Katı bir şekilde monografik bir tez yazmanın panoramayı gözden kaybetmek demek olmadığı unutulmamalıdır. Fenoglio’nun anlatımı üzerine bir tez yazmak demek; İtalyan realizminin arka planını dikkate almak, Pavese ve Vittorini’yi de okumak ve Fenoglio’nun okuduğu ve tercüme ettiği İtalyan yazarları da şöyle bir gözden geçirmek demektir. Bir yazar ancak bir panorama içine yerleştirildiğinde anlaşılabilir ve açıklanabilir. Yine de panoramayı bir arka plan olarak kullanmak bir şey, panoramik bir çerçeve çizmek başka bir şeydir. Bir soylunun kır ve nehir arka planında portresini yapmak bir şey, tarlalar, vadiler ve nehirlerin resmini yapmak başka bir şeydir. Tekniğin, fotoğraf deyimiyle söylenecek olursak, odağın değiştirilmesi gerekir. Tek bir yazardan yola çıkarak panoramik tez yapmak muğlâk, eksik ve ikinci el bir iş olabilir. Sonuç olarak, şu temel ilke akılda bulundurulmalıdır: Konu ne kadar daraltılırsa o kadar iyi çalışmak mümkün olur ve yolda o kadar emin yürünür. Monografik bir tez, panoramik bir teze tercih edilir. Tezin bir hikâyeye ya da bir ansiklopediye benzemesindense, bir denemeye benzemesi tercih edilir.
II.2 Tarihsel Tez mi Kuramsal Tez mi? Bu alternatif sadece belirli konular için geçerlidir. Gerçekten matematik tarihi, Roma filolojisi ya da Alman edebiyatı tarihi gibi alanlarda yapılan tez, sadece tarihsel olabilir. Nükleer reaktör fiziği, karşılaştırmalı anatomi ya da mimari kompozisyon gibi alanlarda ise kuramsal ya da deneysel tezler yapılır. Fakat kuramsal felsefe, sosyoloji, kültürel
12
antropoloji, estetik, hukuk felsefesi, pedagoji ya da uluslararası hukuk gibi her iki türden de tez yapmanın mümkün olduğu alanlar da vardır. Kuramsal bir tez, üzerinde daha önceden az ya da çok düşünülmüş soyut bir sorunla yüzleşmeyi öngörür: insan iradesinin doğası, kahramanlık, toplumsal rol nosyonu, tanrının varlığı, genetik kod gibi. Böyle sıralandığında bu temalar, Gramsci’nin deyimiyle “evren üzerine kısa notlar” yaklaşımı türünden şeyleri akla getirdiğinden insanı hemen gülümsetir. Buna rağmen, anlı şanlı düşünürler bu temalarla ilgilenmişlerdir. Ancak, ender haller dışında, birkaç on yıl süren bir meditasyon çalışmasının sonucunda bunlarla haşır neşir olmuşlardır. Bu temalar, bilimsel tecrübesi ister istemez sınırlı olan bir öğrencinin elinde iki çözümle sonuçlanabilir. Birincisi (yine de daha az trajik olanı), daha önceki paragrafta panoramik olarak tanımlanan tezi yapmaya götürür. Tez olarak, örneğin toplumsal rol kavramı, bir dizi yazar bazında ele alınır. Bu bakımdan da daha önceden verilen gözlemler geçerlidir. İkinci çözüm, çünkü burada aday birkaç sayfada tanrı ya da özgürlüğün tanımı sorununu çözebilmeyi öngördüğü için daha kaygı uyandırıcıdır. Tecrübem bana bu türden konuları seçen öğrencilerin nedense daima (iç organizasyonu özensiz ve bilimsel bir incelemeden çok lirik bir şiire benzeyen) son derece kısa tezler yaptıklarını görterir. Bununla birlikte, adaya söyleminin fazla kişisel, jenerik, informel, tarihyazımı bakımlarından doğrulanamayacak olması nedenleriyle karşı çıkıldığında ise, aday anlaşılmadığını ve tezinin birçok alelade derlemeden daha zekice olduğunu iddia edecektir. Bu doğru da olabilir ancak, bu cevap da tezin düşünceleri karışık, bilimsel tevazudan ve iletişim yeteneğinden yoksun bir aday tarafından verildiğini gösterir. Bilimsel tevazudan ne anlaşılması gerektiği ise, (zayıflar için değil, tam tersine gururuna düşkünler için bir erdemdir) IV.2.4 kısmında anlatılacaktır. Tabii adayın bir dahi olması ihtimali de göz ardı edilemez. Yani sadece 22 yaşında herşeyi anlamış bir adaydan söz ediyor da olabiliriz ve benim bu varsayımı herhangi bir ironi gölgesi olmadan yaptığım da unutulmamalıdır. Ama yeryüzünde bu kıratta bir dahiye rastlandığında, bunun farkına varmak insanlığın çok uzun zamanını alır ve eserinin büyüklüğünün anlaşılması için belirli sayıda yıl boyunca okunup sindirilmiş olması gerekir. Bir değil çok sayıda tezi inceleyen bir komisyonun, ilk bakışta bu yapayalnız koşucunun büyüklüğünün farkına varabileceği nasıl ileri sürülebilir? Biz yine de öğrencinin önemli bir sorunun farkına varmış olduğunu varsayalım: yoktan bir şey doğmayacağına göre öğrencinin düşüncelerini başka bir yazarın düşünceleri üzerinden geliştirmiş olması gerekir. Bu da kuramsal tezi bir tarih yazımı tezine dönüştürür ve öğrenci varlık sorununu, özgürlük nosyonunu ya da toplumsal eylem kavramını değil ama Heidegger’in İlk Döneminde Varlık Sorunu, Kant’ta Özgürlük Nosyonu ya da Parsons’da Toplumsal Eylem Kavramı gibi temaları geliştirir. Özgün fikirleri varsa, onlar ele aldığı yazarın düşünceleriyle karşılaşma anında da ortaya çıkacaktır: Birinin özgürlük üzerine dedikleri incelenirken özgürlük hakkında çok fazla şey söylenebilir. Gerçekten istenirse, kuramsal olmasını istediği tez, tarihyazımı tezinin son bölümü olabilir. Bunun sonucunda, herkes onun söylediğini denetleyebilir çünkü 13
ortaya koyduğu (önceki bir düşünüre göndermede bulunan) kavramlar açık biçimde denetlenebilir. Boşlukta hareket etmek ve ab initio2 bir söylem kurmak zordur. Özellikle, varlık ya da özgürlük gibi çok belirsiz türden sorunlar için bir dayanak noktası bulmak gereklidir. Yazan bir dahi ise, özellikle dehalardan bir deha ise, başka bir yazardan yola çıkmak onun için küçültücü olamaz. Önceki bir yazardan yola çıkmak; onu fetişleştirmek, ona hayran olmak, ona tapmak, onun bütün söyledikleri üzerine yemin etmek demek değildir. Hatta, hatalarını ve sınırlarını göstermek için de bir yazardan yola çıkılabilir ama ille bir dayanak noktasına sahip olunmalıdır. Ortaçağdakiler antik yazarların otoritesine abartılı bir saygı duyduklarını söylerlerdi. Modernler ise onların yanında cüce olmalarına rağmen, onlara dayandıklarından “devlerin sırtına çıkmış cüceler” oluyorlardı ve böylelikle kendilerinden öncekilerden daha uzağı görüyorlardı. Tüm bu gözlemler uygulamalı ve deneysel disiplinler için geçerli değildir. Psikoloji üzerine bir tez veriliyorsa (tedbirsiz biri jenerik olarak bu kadar tehlikeli bir konuyu almak istese bile) alternatif Jean Piaget’de Algı Sorunu ile algı sorunu arasında olamaz. Tarih tezinin alternatifi daha ziyade deneysel tezdir: Bir Engelli Çocuk Grubunda Renk Algısı gibi. Burada durum değişir; çünkü bir araştırma yöntemi elde etmek üzere, bir sorun deneysel biçimde ele alınır. Gerekli yardım alınarak makûl laboratuvar koşullarında çalışılabilir ama başarılı bir deneysel incelemeci önceden en azından panoramik bir çalışma (önceden yapılmış benzer çalışmaları gözden geçirmek gibi) yapmadan öznelerinin reaksiyonlarını denetlemeye girişmez. Aksi takdirde, şemsiyeyi keşfederek daha önce geniş biçimde ispat edilmiş bir şeyi ispat edilebilir ya da sonuçlarının başarısızlığı ispat edilmiş yöntemleri (henüz tatmin edici sonuçlar vermemiş bir metodun yeniden denetlenmesi bir araştırma konusu olsa bile) kullanabilir. Böyle bir deneysel tez evde oturup yapılacak türden değildir ve yöntemi de icat edilemez. Burada da eğer aday zeki bir cüce ise, bir devin sırtına binmesi daha zekice olacaktır. Sonradan tek başına devam etmek için kendisine daima zaman kalacaktır.
II.3 Antik konular mı, çağdaş konular mı? Bu sorunla baş etmeye çalışmak şu eskilerin ve modernlerin kavgası Querelle des anciens des modernes’i canlandırmaya çalışmaya benzer... Pek çok disiplin için bu sorun söz konusu bile değildir. (Latin edebiyatı tarihi üzerine bir tez, Horatius üzerine olabileceği gibi son yirmi yıldaki Horatius incelemeleri üzerine de olabilir.) Buna karşılık, Çağdaş İtalyan Edebiyatı Tarihi’nden mezun olunacaksa tez konusu için pek de alternatif olmayacağı söylenebilir. Bununla birlikte, italyan edebiyatı hocasının önerisiyle 1500’lerden bir Petrarca’cının yazdıkları ya da bir kemer üzerine bir tez önerisine nazaran adayın Pavese, Bassani ya da Sanguineti gibi konuları tercih etmesi de seyrek rastlanan bir durum değildir. Çoğu 2
Ta baştan, sıfırdan.
14
kez seçim gerçek, sahici bir adanmışlıktan gelir ve buna karşı durmak zordur. Başka bazı durumlarda ise, çağdaş bir yazarın daha kolay ve daha eğlenceli olduğuna dair yanlış bir inançtan da kaynaklanıyor olabilir. Bu noktada hemen çağdaş bir yazarın her zaman daha zor olduğunu söyleyelim. Genel olarak, daha kısıtlı bir bibliyografyanın var olduğu, metinlerin hepsinin bulunabilir olduğu doğrudur ve belge toplamanın ilk aşaması bir kütüphanenin kapalı mekânındansa, elde güzel bir romanla deniz kıyısında da yapılabilir. Ama ya (sadece başka eleştirmenlerin dedikleri tekrarlanarak) dertsizce bir tez yapılır ve söz burada biter (istenirse 1500’lerden bir Petrarca’cının, yani bir Petrarca incelemecisinin üzerine daha da dertsiz bir tez de yapılabilir) ya da konu hakkında yeni bir şey söylenmek isteniyorsa, klasik yazar hakkında en azından üzerinde tekrar işlenebilecek güvenilir yorumlama çerçeveleri bulunurken daha modern yazar hakkında fikirlerin hâlâ muğlâk ve üzerinde anlaşmaya varılmamış biçimde olduğu görülür. Bu son durumda eleştirel kapasitemiz, perspektif yokluğundan yolunu şaşırır ve herşey oldukça zor bir hale gelir. Klasik yazarın daha yorucu bir okumaya zorlayacağı, daha dikkatli bir bibliyografya araştırmasını gerekli kılacağı kuşkusuzdur (ama kaynaklar daha az dağınıktır ve neredeyse tamamlanmış bibliyografya listeleri zaten vardır): Tezi, bir araştırmanın nasıl yapılacağını öğrenme fırsatı olarak görüyorsak eğer, klasik yazar, daha fazla antrenman yapma, gelişme olanağı verecektir. Öğrenci, sonradan çağdaş eleştiriye yönelecekse tez, geçmişin edebiyatıyla yüzleşmek, kendi zevkini ve okuma kapasitesini denemek ve sınamak için son fırsat olabilir. Böylece belki de bu fırsatı kullanmak iyi de olabilir. Bir kısmı da avangard olan pek çok çağdaş yazar, Montale ya da Pound değil, Dante yahut da Foscolo üzerine tez vermişlerdir. Bu konuda kesin kurallar olmadığı açıktır: İyi ve başarılı bir araştırmacı, çağdaş bir yazar üzerine tarihsel analiz veya üslup analizini, antik bir yazar üzerine çalışırken beklenecek kavrayış ve kesinlikle yapmayı becerebilir. Ayrıca sorun disiplinden disipline de değişir. Felsefede Descartes üzerine değil, Husserl üzerine yazmak sorun çıkarabilir ve “kolaylık” ile “okunabilirlik” ilişkisi tersine döner: Carnap’tansa Pascal’ı okumak daha kolaydır. Burada verebileceğim tek tavsiye şudur: çağdaş biri üzerinde bir klasikmiş gibi; klasik biri üzerinde çağdaşmış gibi çalışın. Daha çok eğlenir ve daha ciddi bir iş çıkarırsınız.
II.4 Bir Tez Yapmak İçin Ne Kadar Zamana İhtiyaç Var? Hemen söyleyelim: Üç yıldan daha fazla, altı aydan da daha az değil. Üç yıldan daha fazla değil, çünkü eğer üç yıllık çalışmada konunun çerçevesi çizilemediyse ve gerekli belgelere ulaşılamadıysa bu sadece şu üç anlama gelebilir: 1) Gücümüzü aşan, yanlış bir tez seçilmiştir;
15
2) Herşeyi söylemek isteyen memnuniyetsiz biriyizdir ve tezin üzerinde yirmi yıl çalışabiliriz demektir oysa becerikli bir araştırmacı mütevazı de olsa kendi sınırlarını koymayı ve bu sınırlar içinde kesin bir şeyler üretmeyi becerebilir; 3) Tez nevrozu başlamıştır: Tez bir bırakılır bir tekrar ele alınır. İnsan kendini beceriksiz hissetmeye başlar; bir tür dağınıklık durumuna girilir; pek çok kötülük için tez bir bahane olmaya başlar ve mezuniyet hiç bir zaman gelmez. Altı aydan daha az değil, çünkü iyi bir dergi makalesinin eşdeğerini yapmak da istense ki bu altmış sayfayı geçmez- çalışma planının gözden geçirilmesi, bibliyografyanın araştırılması, belgelerin sıraya sokulması, metnin yazılması ile altı ay zaten bir çırpıda geçer. Tabii, deneyimli bir araştırmacı bir makaleyi daha kısa bir sürede de yazabilir ama onun da heybesinde yıllar süren okumalar, not kartları, notlar vardır; oysa öğrenci bunları hiç yoktan oluşturmak durumundadır. Altı ay ya da üç yıldan söz ederken burada çalışılan yönteme göre değişen bir ay ya da on beş günlük hazırlık sürecine değinmiyorum: Bu süreyle, ilk tez fikrinin ortaya çıkışından yazılı metnin son halinin teslimine kadar geçen süre anlaşılmalıdır. Bu durumda, tezi için fiilen sadece bir yıl çalışan ama nereye varacağını bilmeden daha önceki iki yıl boyunca geliştirdiği düşünceler ve yaptığı okumalardan yararlanan bir öğrenci de olabilir. Benim görüşüme göre, ideal olanı, tezi (ilgili danışmanla birlikte) üniversitenin ikinci yılının sonuna doğru seçmektir. O sırada, çeşitli alanlarla aşinalık kurulmuştur; hatta belki konu, zorluğu ve aynı disiplinlerde henüz imtihanı verilmemiş olanların durumu da biliniyor olabilir. Bu kadar hızlı bir seçim ne insanı zora sokar ne de geriye dönüşü imkânsızdır. Fikrin hatalı olduğunu anlayıp konuyu ya da danışmanı, hatta disiplinin kendisini değiştirmek için öğrencinin önünde bir tam yıl vardır. Bu noktada bir Yunan Edebiyatı tezi üzerine bir yıl harcamak, sonunda da çağdaş tarih üzerine bir tez yapmayı tercih ettiğinin ayırdına varmak kesinlikle zaman kaybı sayılmaz: Bu süre içinde, en azından bir ön bibliyografyanın nasıl hazırlanacağı, bir metnin nasıl şekle sokulacağı, bir özetin nasıl organize edileceği öğrenilmiş olur. Bir tez her şeyden önce, I.3’te de denildiği gibi, konusundan bağımsız olarak düşünceleri düzene sokmayı öğrenmeye yarar. Dolayısıyla tez, ikinci yılın sonuna doğru seçilirse, öğrencinin önünde araştırmaya ayıracağı üç yaz vardır ve aday bu sürede, eğer mümkünse, inceleme gezileri yapabilir ve imtihanlarının programlarını da tezine uygun olarak seçebilir. Kuşkusuz aday deneysel psikoloji üzerine bir tez yapıyorsa ona bir Latin Edebiyatı imtihanını bu konuya uygun hâle getirmek tabii ki zordur ama felsefi ve sosyolojik tabiatta diğer alanlarda, hocayla anlaşılarak, verilen metinlerin ana ilgi konusu olan alana doğru yönlendirilmesi mümkün olabilir. Diyalektik eğip bükmeler ya da gereksiz dolambaçlı yollara başvurmadan bu yapılabiliyorsa, zeki bir hoca, öğrencinin “istekle”, yönü belli bir imtihana hazırlanmasını rastlantısal, zorla yapılan, tutkusuzca hazırlanmış bir imtihana tercih eder. Bu da ortadan kaldırılması imkansız bir kayalığı aşmaya yarar.
16
Tezi ikinci yılın sonunda seçmek demek, dördüncü yılın Ekimi’ne kadar iki yıl süreye sahip olarak, tezi ideal sürede tamamlayacak kadar süreye sahip olmak demektir. Tezi daha önce seçmeye hiçbir engel yoktur ama tabii şerit dışına çıkmayı kabul etmek anlamına gelir. Her halde tezi geç seçmek hiçbir zaman tercih edilmemelidir. Çünkü iyi bir tez, mümkün olduğunca, danışmanla adım adım tartışılarak ilerlemelidir. Bu, hocayı mitleştirmekten ziyade, tez yazmanın, kitap yazmaya benzemesi, bir izleyici kitlesi bulunduğunu varsaymaya dayalı bir iletişim egzersizi olmasından kaynaklanır: Danışman öğrencinin çalışması süresince elinde olan tek izleyici numunesidir. Son anda yapılan bir tez, danışmanın bölümleri hızla gözden geçirerek okuması anlamına gelecektir. Üstelik, danışman tezi son anda gördüyse ve sonuçlardan memnun değilse adaya jüride karşı çıkacak, bu da tatsız sonuçlara yol açacaktır. Bu sonuçlar kendisinin hoşuna gitmeyen bir tezle komisyona hiçbir zaman gelmemesi gereken danışman açısından da tatsızdır; onun için de bir yenilgi demektir. Adayın çalışmasını yürütmeyi beceremediğini düşünüyorsa, bunu daha önce ona söylemeli, başka bir tez yazmasını tavsiye etmeli ya da biraz daha beklemesini önermelidir. Bunun üzerine, aday bu tavsiyelere rağmen danışmanın haksız olduğunu ve zamanın aleyhine işlediğini düşünerek belki fırtınalı bir tartışmayı yine de göze alacaktır; ama bunu artık bile bile yapacaktır. Tüm bu gözlemlerden, altı ayda yazılan tezin (denildiği gibi, daha önceki yıllarda geliştirilmiş deneyimlerden yararlanmanın söz konusu olduğu durumlar dışında) ideal bir durum teşkil etmediği sonucu çıkarılabilir. Buna rağmen, öğrencinin herşeyi altı ay içinde çözümleme zorunluluğunda olduğu vakalar da vardır. Bu durumda, o süre boyunca onurlu ve ciddi bir şekilde yapılabilecek veya başa çıkılabilecek türden bir konu seçmek söz konusudur. Ben, bütün bu söylemin “ticari” biçimde, sanki “altı aylık tez” ve “altı yıllık tez” farklı fiyatlarla her müşteriye satılıyormuş gibi anlaşılmasını istemem. Ancak, altı ay içinde yazılmış iyi bir tez de pekâlâ söz konusu olabilir. Altı aylık bir tezin gereklilikleri şunlardır: 1) Konunun sınırları iyi çizilmiş olmalıdır; 2) Konu mümkünse Eski Yunan’a kadar gitmeyi gerektirecek bir bibliyografya araştırmasına dayanmamalı ya da üzerine çok fazla yazılmış marjinal bir konu olmalıdır; 3) Her türden belge sınırlı bir alanda ve kolayca ulaşılabilir durumda olmalıdır. Birkaç örnek verelim. Konu olarak Alessandria’daki Santa Maria Castello Kilisesi’ni seçtiysem, kilisenin tarihi ve restorasyonuyla ilgili bana gereken her şeyi Alessandria halk kütüphanesinde veya kent arşivinde bulmayı umabilirim. Burada bir varsayımda bulunarak “umabilirim” diyorum ve onun koşullarını dikkate alarak, kendimi altı aylık bir tez konusu arayan öğrencinin yerine koyuyorum. Proje için yola çıkmadan önce varsayımımın geçerli olup olmadığını denetlemek üzere bilgi edinmem gerekir. Fazladan bir de Allessandria vilayetinde ikâmet eden bir öğrenci olmam gerekir; eğer Caltanissetta’da oturuyorsam böyle bir tez hazırlamak benim için son derece kötü bir 17
fikir olmuş demektir. Bunun dışında, bir de “ama” vardır. Eğer bazı belgeler bulunabilir durumda ama hiç yayımlanmamış Ortaçağ el yazmalarıysa, paleoloji hakkında da bir şeyler bilmem, yani el yazmalarını okuma ve deşifre etme tekniğine biraz olsun hakim olmam gerekir. Böylece, bu kadar kolay olan bir konu zor hale gelmiş olur. Oysa, herşeyin zaten yayımlanmış olduğunu hem de en azından 1800’lerden sonra yayımlandığını fark edersem daha emin bir yolda yürüyorum demektir. Başka örnek. Raffaele La Capria sadece üç roman ve bir deneme kitabı yazmış çağdaş bir yazardır. Bunların tümü de şu anda aynı yayıncı, Bompiani tarafından yayımlanmış durumdadır. Başlığı Raffaele La Capria’nın Çağdaş İtalyan Edebiyatındaki Yeri olan bir tez düşünelim. Her editör ve her yayıncı genellikle tüm eleştiri yazılarını ve yazarları hakkında çıkan yazıların basın kupürlerini arşivinde bulundurduğu için yayınevinin Milano’daki merkezinde bir dizi buluşmayla ilgimi çeken metinlerin neredeyse tümüne ulaşmayı umabilirim. Ayrıca yazar hayattadır; ona yazabilir ya da gidip onunla görüşebilirim. Başka bibliyografik bilgileri ondan alabilirim ve ilgimi çeken metinlerin fotokopilerini de neredeyse kesin olarak bu yolla edinebilirim. Doğal olarak, belli bir eleştiri yazısı beni La Capria’nın karşılaştırıldığı veya karşısına konulduğu başka yazarlara götürecektir. Bu durumda alan biraz genişler ama makûl bir biçimde. Ayrıca, La Capria’yı seçtiğime göre, çağdaş İtalyan edebiyatına belli bir ilgim var demektir. Aksi halde bu karar soğuk, aynı zamanda da düşünmeden alınmış demektir. Altı aylık bir başka tez, Son Elli Yılın Ortaokul Tarih Kitaplarında İkinci Dünya Savaşı’nın Yorumu olabilir. Dolaşımda olan tüm tarih kitaplarının tek tek bulunması biraz karmaşık olabilir ama eğitim kitapları yayımcılarının sayısı o kadar da fazla değildir. Metinler bir kez bulunduğunda ya da fotokopileri çekildiğindeyse bu konuların ele alındığı sayfaların az yer tuttuğu görülür ve böylece bir karşılaştırma yapılabilir; hem de az zamanda ve iyi bir şekilde. Doğal olarak, kitabın İkinci Dünya Savaşı’ndan söz etme biçimi ancak, bu özel ele alışın kitabın sunduğu genel tarihsel çerçeveyle karşılaştırarak yapılabilir. Dolayısıyla, derinlemesine bir çalışma gerekecektir. Bir parametre olarak, İkinci Dünya Savaşı üzerine, güvenirliği kanıtlanmış yarım düzine çalışma sindirilmeden yola çıkılamaz. Bu eleştirel denetleme biçimleri dışta tutulduğunda tezin altı ayda değil bir haftada yapılabileceği ortaya çıkmaktadır. Ancak bu artık bir mezuniyet tezi değil, belki yeterince bilgi veren parlak bir gazete yazısı olabilir, adayın araştırma kapasitesini sergilemesine yetecek bir çalışma olamaz. Sonuç olarak, altı aylık tezin günde bir saat çalışmayla yapılması isteniyorsa, bu durumu konuşmak gereksizdir. I.2 alt-bölümünde verilen tavsiyelere bakmak yeterlidir. O zaman herhangi bir tezi kopya edin ve konu kapansın.
18
II.5 Yabancı Dil Bilmek Zorunlu mu? Bu alt-bölüm, yabancı dilde ya da yabancı bir edebiyatla ilgili tez hazırlayanlar için değil. Onlara üzerine tez hazırladıkları dili bilmeleri tavsiye edilir. Hatta, bir Fransız yazar üzerine tez hazırlanıyorsa, aynı tezin Fransızca yazılması da tercih edilir. Pek çok yabancı üniversitede böyle yapılır ve doğru olan budur. Şimdi felsefe, sosyoloji, hukuk, siyaset bilimi, tarih, doğa bilimlerinde tez yapan bir öğrencinin durumunu ele alalım. Yabancı dilde yazılmış bir kitabı okuma zorunluluğu her zaman ortaya çıkacaktır. Tez İtalyan tarihi üzerine de olsa, Dante ya da Rönesans üzerine de olsa, Dantecilerin ve Rönesans uzmanlarının İngilizce ya da Almanca dilinde yazdıkları çalışmalar dikkate alınmalıdır. Genel olarak, böyle durumlarda bilinmeyen bir dilde okumaya başlamak için tez fırsatından yararlanılır. Konunun verdiği motivasyonla, biraz zahmeti göze alarak öğrenci bir şeyleri anlamaya başlar. Pek çok kez bir dil böyle öğrenilir; genellikle sonradan konuşulamaz ama okunabilir, bu da hiç yoktan iyidir. Belli bir konuda eğer sadece Almanca bir kitap varsa ve eğer Almanca bilinmiyorsa, önemli sayılan bölümleri başka birine okutarak sorun çözülebilir: O kitaba fazla dayanmama nezaketini göstermek iyi olur, ama en azından (kitap) şöyle bir gözden geçirildiği için meşru bir şekilde bibliyografyaya dahil edilmesi mümkün olacaktır. Tüm bunlar ikincil sorunlardır; temel sorun şudur: Bilmediğim dillerin bilgisini gerektirmeyen ya da öğrenmek istemediğim bir dilin bilgisini gerektirmeyen bir tez seçmem gerekir. Kimi zaman bir tez, karşılaşılacak riskler bilinmeden seçilir. Bazı dikkate değer durumları burada incelemeye çalışalım: 1) Eğer bir yazar kendi dilinde okunamayacaksa o yabancı yazar hakkında bir tez yazılamaz. Konu bir şairse eğer, bu durum çok açıktır ama pek çokları Kant, Freud ya da Adam Smith üzerine bir tez yapılacaksa bu kaygının gerekli olmadığı kanısındadır. Oysa o dili bilmek iki nedenle gereklidir: Özellikle o yazarın tüm eserleri her zaman tercüme edilmiş değildir. Öyle bir durumda ikincil derecede önemli bir yazıyı bilmemek onun düşüncesini veya entelektüel oluşumunu anlamayı tehlikeye düşürebilir. Ayrıca bir yazar hakkında yapılmış çalışmaların büyük bir kısmı, genel olarak kendi yazdığı dildedir. Yazar çevrildiyse bile, çevirmenleri her zaman iyi olmayabilir ve çeviriler onun düşüncesini gerektiği gibi yansıtmayabilir. Oysa (biri üzerine Ç.N.) bir tez yapmak demek, onun orijinal düşüncesini çevirilerde ya da çeşitli yaygınlaştırmalarda çarpıtıldığı yerleri yeniden keşfetmek demektir; tez yazmak demek küçük okul kitaplarında yaygınlaştırılan şu türden formüllerin ötesine geçmek demektir: “Foscolo romantiktir”; “Platon idealisttir”, “Aristoteles gerçekçidir” ya da “Pascal kalbe, Descartes ise akla yakındır”. 2) Bir konu hakkındaki en önemli eserler bilmediğimiz bir dilde yazılmışsa o tez yapılamaz. Çok iyi Almanca bilip Fransızca bilmeyen bir öğrenci, kendisi Almanca da yazmış olsa Nietzsche üzerine bir tez yapamaz: Bunun nedeni de, on yıldan beri 19
Nietzsche üzerine en ilginç yeniden değerlendirmelerin önemli bir kısmının Fransızca yazılmış olmasıdır. Aynı şey Freud için de geçerlidir. Amerikalı revizyonistlerin ya da Fransız yapısalcıların okumaları dikkate alınmadan Viyanalı ustanın yeniden okunması zordur. 3) Sadece bildiğimiz dilde eserler okunarak bir konu veya bir yazar üzerine tez yazılamaz. Belirleyici eserin bilmediğimiz yegâne dilde yazılmadığını kim söyleyebilir? Kuşkusuz bu türden değerlendirmeler adayda nevroza yol açabilir ve sağduyuyla hareket etmek gerekir. İngiliz bir yazar üzerine Japonca bir şey yazılmışsa bu incelemenin varlığının bilindiğini ama okunmadığını belirtmek, bilimsel doğruluk kuralları bakımından kabul edilebilir. Bu “bilmeme ehliyeti” genel olarak Batı-dışı dillerle Slav dillerine aittir ve böylelikle Marx hakkında, Rusça eserler konusunda bilgisi olmadığını belirten son derece ciddi incelemeler olabilir. Ancak, bu gibi durumlarda, ciddi bir araştırmacı, bu eserlerle ilgili değerlendirme yazıları ya da özet parçalar bulunabildiği için sentez olarak ne dendiğini bilebilir (ve bunu bildiğini ispatlayabilir). Genel olarak Sovyet, Bulgar, Çekoslovak, İsrailli ve benzeri bilimsel dergilerde, makalelerin İngilizce veya Fransızca özetleri de metnin altında yer alır. Böylelikle, Fransız bir yazar üzerinde çalışılıyorsa, Rusçayı bilmemek mazur görülebilir ama engeli aşmak için en azından İngilizce okumak kaçınılmazdır. Dolayısıyla, bir tezin konusunu belirlemeden önce belirgin dil zorlukları olup olmadığına emin olmak için var olan bibliyografyaya şöyle bir göz atmak yerinde olacaktır. Bazı durumların önceden farkına varılır. Almanca bilmeden Yunan dilbilimi üzerine tez yazmak imkânsızdır; zira, bu konuyla ilgili araştırmaların pek çoğu Almancadır. Her halükarda, tez tüm batı dillerindeki terminolojinin şöyle bir tozunu almaya yarar; zira, Rusça okunmuyor olsa bile -Kiril harflerini tanıyabilmek ve alıntılanan bir kitabın sanattan mı yoksa bilimden mi söz ettiğini bilmek gerekir. Kiril alfabesinin okunuşu bir gecede öğrenilebilir ve iskusstvo’nin sanat, nauka’nın da bilim demek olduğu birkaç başlık karşılaştırılarak anlaşılabilir. Bundan korkuya kapılmamak gerekir; tezin yaşadığımız sürece bize yararlı olacak birkaç egzersiz yapmak için yegâne fırsat olduğu anlaşılmalıdır. Tüm bu gözlemler, eğer yabancı bir bibliyografyayla uğraşılacaksa bunu ciddiye alarak ilgili ülkede biraz zaman geçirmenin en iyi yolu olduğuna işaret etmektedir. Ama bunlar pahalı çözümlerdir ve biz bu imkânlara sahip olmayan öğrencilere de önerilerde bulunmaya çalışıyoruz. Sonuncu ve en fazla uzlaştırıcı olan bir varsayımı daha dikkate alalım. Görsel algının sanata uygulanması sorunuyla ilgilenen bir öğrenci olduğunu düşünelim. Bu öğrenci yabancı dilleri bilmemektedir ve öğrenecek zamanı da yoktur (psikolojik blokajlar da olabilir: İsveççeyi bir haftada öğrenen insanlar olduğu gibi on yıl uğraşıp Fransızcayı makûl bir şekilde konuşamayan insanlar da vardır). Varsayılan bu öğrenci, ekonomik nedenlerle altı aylık bir tez vermek zorunda ve de konusuyla samimi bir şekilde ilgileniyor olsun; çalışma hayatına atılmak için üniversiteyi bitirmek istesin
20
ama sonradan, seçtiği konuyu yeniden ele alıp onu daha rahat bir ortamda derinlemesine araştırmak istiyor olsun. İşte burada onun da durumunu düşünmeliyiz. Böyle bir öğrenci, Bazı Çağdaş Yazarlarda Görsel Algının Figüratif Sanatlarla İlişkisinin Sorunları türünden bir konu seçebilir. Herşeyden önce, seçilen konunun psikolojik problematik çerçevesi çizilmelidir. Bu konu üzerine, Gregory’nin Göz ve Beyin’inden biçim psikolojisi ve aktarımsal psikolojinin temel metinlerine kadar İtalyancaya çevrilmiş bir dizi eser mevcuttur. Sonradan da Gestalt’cı yaklaşım için Arnheim, semiyolojik bilgiye dayalı yaklaşım için Gombrich ve ikonolojik bakış açısı bakımından Panofski olmak üzere üç yazara odaklanılabilir. Bu üç yazarda temel olarak, imgelerin algılanması bakımından doğallık ve “kültürellik” ilişkisi üzerine üç farklı bakış açısı tartışılmaktadır. Bu üç yazarı bir arkaplan panoramasına dayandırmak için, örneğin Gillo Dorfles’in kitapları gibi kimi uyarlama eserler de mevcuttur. Bu üç perspektif bir kez belirlendikten sonra, öğrenci özel bir sanat eseri ışığında edinilmiş problematik verileri yeniden okumayı da deneyebilir, hatta (örneğin Longhi’nin Piero della Francesca analizi gibi) klasikleşmiş bir yorumu yeniden önerebilir ve buna topladığı daha “çağdaş” verileri dahil edebilir. Nihai ürün hiç özgün olmasa da panoramik tezle monografik tez arasında bir yerde olacak, ama İtalyanca çevirilere dayanarak hazırlanması mümkün olacaktır. Bu durumda öğrenci, tüm Panofski’yi okumadığı için suçlanamaz, sadece Almanca ve İngilizce’dekileri de okumadığı için de suçlanamaz zira Panofski üzerine bir tez söz konusu olsa da Panofski’ye gönderme ancak sadece belirli bir bakımdan, bazı sorunlarla ilgili olarak söz konusudur. II.1 paragrafında da belirtildiği gibi, bu en fazla tavsiye edilen tez türü değildir; eksik ve genel olma riski taşır: Burada gerçekten inandığı bir sorunla ilgili ilk verileri acil olarak bir kenara ayırmakla meşgul bir öğrencinin yapacağı altı aylık türden bir tezden söz edildiği unutulmamalıdır. Bu bir tür telafi çözümü olmakla birlikte, en azından haysiyetli bir şekilde sonuca gidilebilir. Her halükârda eğer ilgili yabancı diller bilinmiyor ve onları öğrenmek için tezin sunduğu değerli fırsattan yararlanılamıyorsa, daha makûl olan çözüm, yabancı literatüre yapılan göndermelerin ortadan kaldırılabileceği ya da zaten çevrilmiş metinlere gidilerek halledilebileceği özgün olarak “İtalyan” olan bir konuda tez hazırlamaktır. Böylelikle, Garibaldi’nin Anlatıya Dayalı Eserlerinde Tarihi Roman Modelleri üzerine tez yazmak isteyen birisinin, tarihi romanın kökenleri ve Walter Scott üzerine temel fikirlere sahip olması ve (18. yüzyılda aynı konuyla ilgili İtalya’daki tartışmalar da dahil) Scott’un İtalyanca’daki hiç olmazsa önemli eserlerini, özellikle 18. yüzyılda yapılan tercümelerini, kütüphanede arayıp bularak okuyabilmesi gerekir. Guerrazzi’nin İtalyan “Risorgimento”3 Kültüründeki Etkisi gibi bir tema daha da az sorun çıkarırdı. Doğal olarak, önceden kafada oluşturulmuş iyimserliğe dayanmamak yerinde olur ve hangi yabacı yazarların bu konuya değindiğini görmek üzere bibliyografyaları iyice bir gözden geçirmeye değer.
3
Risorgimento: İtalyan Birliği.
21
II.6 “Bilimsel Tez” mi “Siyasal Tez” mi? 1968 öğrenci ayaklanmalarından sonra “kültürel” ya da “kitabi” konulardan tezler yerine doğrudan siyasal ve toplumsal ilgilere bağlı tezler yapılabilmesi düşüncesi yerleşti. Eğer durum böyleyse, bu bölümün başlığı biraz provokatif ve yanıltıcı olabilir; zira, “siyasal” bir tezin “bilimsel” olmadığın düşündürür ki bu yanıltıcıdır. Gerçekten, üniversitede çoğu kez bilimden, bilimsellikten, bilimsel araştırmadan, bir metnin bilimsel değerinden sık sık söz edilir ve bu deyim elde olmayan bazı yanlış anlamalara, mistifikasyona ya da kültürün gayri meşru tahnit edildiği kuşkularına yol açabilir.
II.6.1 Bilimsellik Nedir? Bazılarına göre bilim, doğal bilimlerle ya da niceliksel araştırmayla özdeştir: Bir araştırma eğer formüller ya da diyagramlara dayanmıyorsa bilimsel değildir. Bu yönden Aristoteles’te Ahlâk üzerine bir araştırma bilimsel olmayacağı gibi, Protestan Reformu Sırasındaki Sınıf Bilinci ve Köylü Ayaklanmaları üzerine bir araştırma da bilimsel değildir. Üniversitede “bilimsel” deyimi ile kastedilen şeyin anlamının bu olmadığı açıktır. Dolayısıyla, bir çalışmanın nasıl geniş anlamda bilimsel olduğunun ileri sürülebileceğini tanımlamaya çalışalım. Doğa bilimlerinde modern çağın başından beri kabul gören yöntem pekâlâ model olabilir. Bir araştırma aşağıdaki gerekliliklere cevap verdiğinde bilimseldir: 1) Araştırma; başkaları tarafından da tanınabilecek şekilde tanımlanabilen ve tanınabilen bir nesne üzerinedir. Burada nesne deyiminin mutlaka fiziki bir anlamı olması gerekmez. Karekök de, onu hiç kimse görmemiş de olsa, bir nesnedir. Birileri, adına sınıf denilen şeylerin sadece bireyler ve istatistik ortalamalardan ibaret olduğu itirazını getirse de, toplumsal sınıf bir araştırma malzemesidir. O anlamda, 3725’ten büyük tüm tam sayılar topluluğunun bir fizik gerçekliği yoktur ama bir matematikçi bununla ilgilenebilir. Bu durumda, nesnenin tanımlanması, bizim koyduğumuz ya da başkalarının bizden önce koyduğu bazı kurallar temelinde sözünü edeceğimiz koşulların tanımlanması anlamına gelir. Biz 325’ten büyük bir tam sayıyla karşılaşıldığında onun tanımlanabileceği kuralların temelini ortaya koyarsak, nesnemizin tanınabilirlik kurallarını da koymuş oluruz. Doğal olarak, üzerinde ortak görüşün olmadığına inanılan santor4 gibi bir masal yaratığından söz etmemiz gerektiğinde sorunlar ortaya çıkmaya başlar. Bu noktada üç seçeneğimiz vardır. Santordan klasik mitolojide sunulduğu biçimiyle söz etmeyi seçebiliriz ve böylelikle santorlara değinen (sözel ya da görsel) metinlerle uğraştığımız için nesnemiz herkes tarafından anlaşılıp kavranabilir. Bu durumda klasik mitolojide bir varlığın santor olarak tanınabilmesi için sahip olması gereken özellikleri belirtmek gerekecektir.
4
Santor: İnsanla at arasındaki masalsı yaratık (centaure).
22
İkinci olarak, mümkün olan (gerçek dünyadan farklı) bir dünyada yaşayan bir yaratığın santor olabilmek için sahip olması gereken özellikler üzerine hipotetik bir araştırma yapmaya da karar verebiliriz. Bu durumda bu mümkün olan dünyanın kendi kendini sürdürebilmesi için gereken koşulları incelememizin bütünüyle bu varsayım içinde geçtiğini önceden belirterek tanımlamamız gerekir. Çıkıştaki varsayıma sıkı sıkıya bağlı kalırsak bilimsel bir araştırma nesnesi olabilecek bir “nesne”den söz etmeye başladığımızı söyleyebiliriz. Üçüncü olarak, santorların gerçekten varolduğunu gösterecek yeterli kanıtımız olduğuna karar da verebiliriz ve bu durumda sözü edilmeye değecek bir nesne oluşturmak için kanıtlar (iskeletler, kemik kalıntıları, volkan ağızlarındaki izler, Yunan fundalıklarında enfraruj ışınları altında çekilen fotoğraflar ya da benzer şeyleri) göstermemiz gerekecektir. Böylelikle, varsayımımız ister doğru ister yanlış olsun, diğer insanlar da üzerinde konuşulabilecek bir şeyler sunduğumuz gerçeğini kabul ederler. Doğal olarak bu örnek paradoksaldır. Hiç kimsenin, özellikle üçüncü nokta düşünüldüğünde, santorlar üzerine bir tez yapmayı isteyeceğini sanmıyorum. Bu örneği, herkes tarafından ve belirli koşullarda tanınabilecek bir araştırma nesnesinin nasıl oluşturulabileceğini göstermek amacıyla verdim. Bu, santorlar hakkında yapılabileceği gibi ahlâki davranış, arzular, değerler ya da tarihsel ilerleme düşüncesi gibi nosyonlar üzerine de yapılabilir. 2) Araştırma bu nesne üzerine daha önceden söylenmemiş şeyler söylemeli ya da daha önceden söylenmiş şeylere daha farklı bir bakış açısı getirmelidir. Pythagoras Teoremi’ni geleneksel yöntemlerle ispat etmeye yarayan matematiksel kesinlikteki bir çalışma, bilgilerimize hiçbir şey eklemediği için bilimsel bir çalışma olmayacaktır. Böyle bir çalışma; tahta, çivi, testere ve çekiç kullanarak bir köpek kulübesinin nasıl yapılacağını öğreten bir el kitabı gibi, en fazla iyi bir yaygınlaştırma çalışması olacaktır. Daha önce I.1’de dediğimiz gibi, bir derleme tez, aynı konuda daha önce ifade edilmiş görüşleri biraraya getirip organik bir şekilde birbirine bağladığından bilimsel açıdan yararlı olabilir. Aynı şekilde, köpek kulübesinin nasıl yapılacağını anlatan bir el kitabı, bilimsel bir çalışma değildir ama, tüm bilinen kulübe yapma yöntemlerini karşılaştırıp tartışan bir eser, mütevazı bir bilimsellik iddiasında olabilir. Sadece bir şeyi hatırda tutmak gerekir: ele aldığı konu üzerine henüz ortada hiçbir şey yoksa bir derleme eserin bilimsel bir yararı olabilir. Köpek kulübesi sistemleri üzerine halihazırda karşılaştırmalı çalışmalar varsa ondan bir tane daha yapmak, zaman kaybı (ya da intihal) olacaktır. 3) Araştırma diğer insanlara yararlı olmalıdır. Basit parçacıkların davranışları üzerine yeni bir keşif yapılmasını sağlayan bir makale yararlıdır. Leopardi’nin daha önceden yayımlanmamış bir mektubunun nasıl bulunduğunu anlatıp yanında onun metnini tümüyle veren bir makale yararlıdır. Bir çalışma (1. ve 2. maddelerde belirtilen gereklilikler yerine getirildiği müddetçe) topluluğun zaten bildiği şeylere yeni bir şey
23
ekliyorsa ve aynı konuda gelecekte yapılacak çalışmalar en azından kuramsal olarak bunları hesaba katacaksa çalışma bilimsel demektir. Doğal olarak bilimsellik, ortaya koyduğu bilimsel katkının vazgeçilmezlik derecesiyle eşit olarak ölçülür. Öyle katkılar vardır ki, eğer hesaba katılmazlarsa, o konu üzerinde çalışan araştırmacılar iyi bir şeyler söyleyemezler ama öyle katkılar vardır ki, araştırmacılar bunları hesaba katsalar iyi olur ama katmasalar da hiç kimsenin başına bir şey gelmez. Yakın zamanda Jaymes Joyce’un can alıcı cinsel sorunlar üzerine karısına yazdığı mektuplar yayımlandı. Kuşkusuz, yarın öbür gün Molly Bloom karakterinin Joyce’un Ulyssesi’ndeki açılımını çalışan birisine, Joyce’un özel hayatında karısına Molly’ninki gibi canlı ve gelişmiş bir cinsellik atfettiğini bilmesi yardımcı olacaktır ve bu durumda yararlı bir bilimsel katkı söz konusudur. Öte yandan, bu veriler olmadan Molly karakterini odağına alan hayranlık uyandırıcı Ulysses yorumları da vardır; dolayısıyla vazgeçilmez bir katkı söz konusu değildir. Bunun yanısıra, Joyce’un, A Portrait Of An Artist As A Young Man romanının ilk versiyonu olan Stephen Hero’su yayımlandığında, bunun İrlandalı yazarın gelişiminin anlaşılmasında esaslı bir yeri olduğunu hemen fark edildi. Bu vazgeçilmez bilimsel bir katkıydı. Son derece titiz çalışmaları olan Alman dilbilimcilerle ilgili çoğu kez “lavabo notları” denerek alaya alınan belgelerden biri, birisi tarafından tekrar gün ışığına çıkarılabilir: Bunlar yazarın belki de gün içinde yapacağı harcamaları not ettiği ufacık değeri olan metinlerdir. Bu durumda herkesin dünyadan izole olduğunu varsaydığı bir sanatçının insani yönüne ışık tutan ya da belli bir dönemde son derece fakir bir hayat yaşadığını ortaya koyan bu türden veriler yararlıdır ama bunlar bilinene yeni hiçbir şey eklemezler. Sadece küçük biyografik bilgilerdir. Bu gibi önemsiz şeyleri dur durak bilmeden ortaya çıkararak araştırmacı şöhreti edinen insanlar olsa da bu bilgilerin hiçbir bilimsel değeri yoktur. Benzeri araştırmalar yapanların cesaretini kırmamak gerekir. Ancak, bu durumda insan bilgisinin ilerlemesinden söz edilemez ve bilimsel açıdan olmasa da pedagojik açıdan söz konusu yazarın hayatını anlatan eserlerini özetleyen bir yaygınlaştırma kitapçığı yazmak bundan daha yararlı bir iş olabilir. 5)5 Araştırma sunduğu/ortaya koyduğu varsayımları doğrulamaya ya da yanlışlamaya yarayacak ögeleri ve araştırmanın kamusal alanda devam etmesi için gereken ögeleri sağlamalıdır. Bu temel bir gerekliliktir. Ben Peloponez’de santorların varlığını ispat etmek istiyor olabilirim ama şu dört şeyi kesinlikle yapmam gerekir: (a) Kanıtlar (daha önce dendiği gibi en azından bir Caudale kemiği) ortaya koymak; (b) Bu şeyi bulmak için nasıl bir yol izlediğimi göstermek; (c) Bundan başka kanıtlar bulmak için nasıl bir yol izleneceğini söylemek; (d) Eğer bulunabilirse, ne türden bir kemiğin (başka bir kanıtın), benim varsayımımı boşa çıkaracağını söyleyebilmek. Böylelikle, yalnızca varsayımım için gerekli kanıtları ortaya koymuş olmam, benden başka insanların da onu doğrulamak ya da sorgulamak üzere araştırmaya devam edecekleri bir şekilde bunu yapmış olurum. 5
Kitapta (5) aslında (4) olmalı. (Ç.N.)
24
Aynı şey, her tür konu için geçerlidir. Diyelim ki, genel olarak homojen olduğu kabul edilen 1969 yılındaki parlamento dışı bir harekette biri Leninist diğeri Troçkist iki bileşen olduğunu ispat etmek üzere bir tez yapıyorum. Haklı olduğumu ispat etmek üzere belgeler (broşürler, toplantı kayıtları, makaleler vb.) ortaya koymam gerekir; bu malzemeyi bulmak için nasıl bir yol izlediğimi ve bunu nerede bulduğumu söylemem gerekir ki başkaları da bu doğrultuda araştırmaya devam edebilsinler. Ayrıca, ispatlamama yarayan malzemenin hangi ölçütlere göre bu topluluğun üyelerine ait olduğunu da söylemem gerekir. Örneğin, eğer grup 1970 yılında dağıldıysa, o tarihe kadar üyeleri tarafından üretilmiş kuramsal malzemeyi grubun ifadesi olarak kabul edip etmediğimi, o zaman da bazı kişileri hangi ölçütlere göre grup üyesi olarak kabul ettiğimi söylemem gerekecektir: Üyelik kartı, toplantılara katılım, polis kayıtları yahut da grubun eski üyelerinin grubun dağılmasından sonra yazdıkları metinlerde ortaya koydukları fikirleri ve belki alttan alta geliştirmeye başladıklarının işareti olduğunu söylemem gerekir. Ancak bu şekilde başkalarına yeni araştırmalar yapma fırsatını vermem ve benim bulduğum verilerin, örneğin polise göre grubun üyesi olduğu kabul edilen ama diğer üyeler tarafından kabul edilmeyen birinin grup üyesi kabul edilmeyeceğini en azından elindeki belgelerle ispat etmesine imkân vermem gerekmektedir. Böylece, bir varsayım doğrultusundaki kanıtları ve onun doğrulanıp yadsınmasına yarayacak yolları sunmuş olurum. Birbirinden çok farklı konuları bilhassa bilimsellik gerekliliklerinin, hangi türde olursa olsun, bir araştırmaya nasıl uygulanabileceğini ispat etmek için seçtim. Söylediklerim “bilimsel tez” ile “siyasal tez” suni karşıtlığı ile ilgilidir. Tüm gerekli bilimsellik kurallarına uyularak siyasal bir tez de yazılabilir. Odyovizüel sistemler kullanılarak bir işçi topluluğunun alternatif haber alma deneyimini anlatan bir tez de yapılabilir: Deneyimimi herkese açık ve denetlenebilir bir şekilde belgeleyebildiği ve gerek aynı sonuçları elde etmek gerekse benim sonuçlarımın rastlantısal olduğunu ve benim çalışmamla ilgili olmayıp dikkate almadığım başka etkenlerden kaynaklandığını göstermek üzere bir başkasının yeniden yapmasına izin verdiği sürece bu çalışma bilimsel olacaktır. Bu bilimsel izleğin iyi tarafı, başkalarına hiç zaman kaybettirmemesidir: Aynı zamanda, bilimsel bir varsayımın izinden giderek ona karşı çıkılması gerektiğini fark etmek, daha önceki bir önerinin dürtüsüyle yararlı bir şey yapmak demektir. Eğer benim hazırladığım tez, birisinde işçiler arasında karşı-enformasyon deneyimleri üzerine araştırma yapma hevesi yaratmaya yaradıysa (benim baştan hesaba kattıklarım doğru olmasa bile), yararlı bir şey elde etmişim demektir. Bu anlamda bilimsel tezle siyasal tez arasında karşıtlık olmadığı görülür. Bir yandan başkalarının bilgisinin gelişmesine katkıda bulunması nedeniyle her bilimsel çalışmanın daima olumlu bir siyasal değeri vardır (bilgi sürecini engellemeye yönelik her türlü eylemin de negatif bir siyasal değeri vardır); ama diğer yandan, başarı şansı olan her siyasal girişimin bilimsel bir ciddiyet temeli olması gerekir.
25
Gördüğünüz gibi, logaritmalar ya da tüpler kullanılmadan da “bilimsel” bir tez yapılabilir. II.6.2 Tarihsel-Kuramsal ya da “Sıcak Tecrübe” Konuları? Bu noktaya gelindiğinde, başlangıçtaki sorunumuzu başka biçimde yeniden formüle etmek gerekecektir: “Derin bilgi”ye dayanan bir tez mi yoksa pratik deneyimlere, doğrudan toplumsal görevlere dayanan bir tez mi daha yararlı: Başka deyişle, ünlü yazarlar ya da eski metinler üzerine bir araştırma mı, yoksa ister kuramsal (örneğin: Neo-kapitalist İdeolojide Sömürü Kavramı) ister pratik (Örneğin: Roma’nın Çevresindeki Barakaların Koşulları) düzlemde olsun, çağdaş konulara doğrudan müdahale eden bir araştırma mı? Bu soru tek başına tembellik ifadesidir. Herkes kendi hoşuna gideni yapar. Eğer bir öğrenci dört yılını Roma filolojisini okuyarak geçirdiyse kimse ondan barakalarla ilgilenmesini isteyemez; tıpkı Danilo Dolci ile dört yıl geçiren birinden Fransa Kraliyet Ailesi üzerine tez yazmasını isteyerek ondan bir tür “akademik tevazu” göstermesini beklemenin saçma olacağı gibi. Yine de bu sorunun üniversite eğitiminin ve özellikle tez deneyiminin ne işe yarayacağını kendi kendine soran, bunalımdaki bir öğrenciden geldiğini varsayalım. Bu öğrencinin ileri düzeyde siyasal ve toplumsal bilgileri olduğunu ve “kitabi” konulara eğilerek kendini adadığı konuya ihanet etmekten korktuğunu düşünelim. Bu durumda, bu öğrenci, içinden bir sonuç söylemi çıkarma imkânı verecek siyasal ve toplumsal bir deneyimin içine dalmışsa, kendi deneyimini bilimsel olarak nasıl ele alabileceği sorununun üzerine düşünmesi yararlı olur. Ancak böyle bir deneyim söz konusu değilse, bana öyle geliyor ki, bu sorun soylu ama yersiz bir kaygıyı ifade etmektedir. İster mesleki ister siyasal olsun bir tezin getirdiği araştırma deneyiminin, gelecek hayatımıza yararlı olduğunu söylemiştik. Bu, araştırma deneyiminin seçilen konusundan ziyade onun gerektirdiği hazırlık, düzenli çalışma, malzemeyi düzenlenme yeteneği bakımından böyledir. Paradoksal olarak, bu durumda diyebiliriz ki; siyasal ilgileri olan bir öğrenci, 17. yüzyılda yaşamış bir botanik yazarında işaret sıfatlarının önemi üzerine bir tez yazarsa deneyimine ihanet etmiş olmaz. Ne de Galileo öncesi bilimde impetus kuramı, Öklid dışı geometriler, kilise hukukunun ilk ışıkları, Ortaçağ’da Arap tıbbı, kamu ihalelerine fesat karıştırılması ile ilgili ceza kanunu maddeleri üzerine yazsa da… Geçen yüzyılın işçi hareketlerinin tarihi üzerine iyi bir tez yazdıktan sonra, örneğin, sendikal alanda siyasal ilgiler geliştirilmeye devam edilebilir. Rönesans döneminin popüler el yazması çoğaltmalarının üretim biçimleri incelenerek de alt sınıflardaki çağdaş karşı-istihbarat gerekliliklerinin anlaşılabilmesi mümkündür.
26
Polemik bir yaklaşımla, bugüne kadar sadece siyasal ve toplumsal etkinlikte bulunmuş bir öğrenciye doğrudan deneyimlerini anlatmak yerine tam da böyle bir tez yapmasını öneririm. Zira bu tez çalışması, (kendi siyasal çalışmasının önceden konulan kuramsal ya da tarihsel varsayımları üzerine sınırlı şekilde düşünmek yerine) onun belge araştırması sistemlerini öğrenmesi için son fırsat olacaktır. Doğal olarak, bu sadece benim fikrim. Farklı bir düşünceye saygı göstermek üzere, aynı konuyu kendisi siyasal bir etkinliğin içinde olup siyasal deneyimlerini tezine yöneltmek isteyen birinin bakış açısı ile de değerlendireceğim. Bu mümkündür ve çok iyi bir çalışma yapılabilir: Bu türden bir girişimin saygınlığını savunmak üzere büyük bir açıklık ve acımasızlıkla bir sürü şey söylemek gerekir. Bu durumda öğrencinin el ilanları, tartışma kayıtları, faaliyet raporları, daha önceki bir çalışmadan ödünç alınmış da olsa istatistiklerden oluşan yüzlerce sayfayı gözden geçirerek sonuç metnini “siyasal tez” olarak sunması gerekir. Bu durumda da tez jürisinin tembellik, demagoji ya da yetersizlik sonucu çalışmayı iyi tarafından alması gerekir. Sadece üniversite ölçütleri değil siyasal ölçütler bakımından da bir şarlatanlık söz konusudur. Bir ciddi siyaset yapma, bir de sorumsuz siyaset yapma biçimi vardır. Toplumun durumu üzerine yeterince bilgi sahibi olmadan bir kalkınma planının kararlarını veren siyasetçi eğer katil değilse, basit bir şarlatandır. Bu bilimsel gerekliliklerden yoksun böylesine bir siyasal tez yazan kişi ancak ait olduğu siyasal tarafa çok kötü bir hizmette bulunabilir. Bu gerekliliklerin neler olduğunu ve ciddi bir siyasal müdahale içinde ne türden işlevleri olduğunu daha önce II.6.1’de belirttik. Bir defasında, televizyon izleyici kitlesi üzerinde belirli bir bölgenin işçileri arasında bir “anket” yaptığını öne sürerek kitle iletişim sorunları üzerine sınava giren bir öğrenci tanıdım. Gerçekte, elinde kayıt aletiyle iki tren yolculuğu boyunca, bir düzine banliyö treni yolcusuna sorular yöneltmişti. Bu görüşlerin transkripsiyonundan çıkan şeyin bir anket olmadığı açıktı. Bu, sadece her anketin doğru olması için gereken koşullara uyulmamasından değil aynı zamanda ortaya koyduğu sonuçların hiç araştırma yapılmadan da akla gelebilecek türden şeyler olmasından da kaynaklanıyordu. Bir örnek vermek gerekirse, yalnızca masada oturarak da on iki kişi içinden çoğunluğun naklen maç yayınından hoşlandığı sonucuna varılabilir. Bu nedenle, bu şahane sonuca varmak için otuz sayfalık sahte bir anket sunmak şarlatanlıktır. “Nesnel” veriler elde ettiğini sanan, oysa kendi görüşlerini yaklaşık biçimde doğrulayan bir öğrenci için de bu, bir tür kendi kendine ihanettir. Özellikle siyasal nitelikli tez için iki nedenle yüzeysellik riski vardır: a) Tarihsel ya da filolojik bir tez için araştırmacının geri duramayacağı, geleneksel araştırma yöntemleri vardır. Toplumsal olgular üzerine çalışmalar içinse yöntem (bu nedenle çoğu kez rahatça yapılabilecek tarihsel bir teze göre, iyi bir siyasal tez yapmak çok daha zordur) icat edilmelidir. b) “Amerikanvari” toplumsal araştırma metodolojisinin gerçek olguların anlaşılmasına yaramayan çok büyük araştırmalar ortaya koyarak kantitatif istatistik yöntemleri fetişleştirmesinin sonucu, politize olmuş pek çok genç, adına en fazla 27
“sosyometri” denebilecek bu “sosyoloji” karşısında bir tür meydan okuma ve güvensizlik geliştirdiler. Öğrencilerde, bu tip sosyolojinin, ideolojik kılıfını oluşturan sistemin işleyişi ile doğrudan ilgili olduğu suçlamasına karşı çıkmak için hiç araştırma yapmama, bir dizi el ilanı ya da çağrı ya da sadece kuramsal doğrulara dönüştürme eğilimi ortaya çıkmakta. Peki bu riskten nasıl kaçınılır? Bir çok biçimde. Benzer konulardaki “ciddi” araştırmalar gözden geçirilerek, belli bir olgunluğa erişmiş bir ekibin etkinliği, doğrudan izlenmediyse bile en azından toplumsal bir araştırma çalışmasını atlamayarak, kimi veri toplama ve analiz etme yöntemlerine hakim olarak ve tabii uzun ve maliyetli araştırma çalışmalarının birkaç hafta içinde yapıp bitirileceğini varsaymadan… Ancak, bu sorunlar alanlara, konulara, öğrencinin hazırlık düzeyine göre değiştiğine -ve jenerik tavsiyeler verilemeyeceğine göre- bir tek örnekle yetineceğim. Daha önce araştırma önceliği yok gibi duran ama varlığı kuşkulu siyasal, ideolojik ve pratik ayaklanmalardansa yakıcı bir aktüalitesi olan, “son derece yeni” -pek çok gelenekselci profesörün “esas olarak gazetecilikle ilgili” diye tanımlayabileceği bir konuyu seçelim: bağımsız radyo istasyonları olgusu.
II.6.3 Aktüel bir Konuyu Bilimsel bir Konuya Nasıl Çeviririz? Bugün büyük kentlerde bu istasyonlardan her gün onlarca doğduğunu, yüz bin kadar nüfusu olan merkezlerde de bunlardan iki, üç ya da dört tanesinin olduğunu ve her yerde bu tür istasyonların çıktığını biliyoruz. Bu bağımsız radyo istasyonlarının ya siyasal ya da ticari kaynaklı olduklarını biliyoruz. Bunların yasal sorunları olduğunu, ilgili mevzuatın belirsiz ve gelişme halinde olduğunu ve yazdığım (tez yapmakta olduğum) şu an ile bu kitabın çıkacağı (ya da tezin savunulacağı) an arasında bu durumun zaten değişmiş olacağını da biliyoruz. Dolayısıyla, her şeyden önce, araştırmamın coğrafi ve zamansal çerçevesini tanımlamam gerekir. Bu sadece 1975’ten 76’ya Özgür Radyolar olabilir; ama böyle bir tezin eksiksiz olması gerekir. Sadece Milano radyolarını araştırmaya karar verebilirim ama Milano’daki radyoların tümü olmalıdır. Başka bir deyişle, programları, dinlenme göstergeleri, programcılarının kültürel bileşimi ya da radyonun yerleşimi (çevre, mahalle, merkez) bakımından en anlamlı radyoyu atlarsam, araştırmam eksik kalacaktır. Otuz radyoluk bir ulusal numune üzerinde de çalışmaya karar verebilirim: ancak numuneyi seçme ölçülerimi saptamam ve ulusal gerçeklik beş siyasal radyoya karşı üç ticari (ya da beş sol tandanslıya karşı bir sağ tandanslı) radyo olduğunu gösteriyorsa, bunların içinden yirmi dokuz tanesi siyasal ve sol (ya da tersi) olan otuz radyoluk bir numune seçmemem gerekir, çünkü o durumda bu olguya verdiğim görüntü, durumun ölçeğinde değil kendi arzularım ve de korkularım ölçeğinde olacaktır. Aynı zamanda da (mümkün olan bir dünyada santorların varlığıyla ilgili tezin durumunda da olduğu gibi) radyoların bugünkü haliyle ilgili bir araştırmadan vazgeçip 28
onun yerine ideal bir özgür radyo önerisini geliştirebilirim. Ancak, projenin bir yandan organik ve gerçekçi olması gerekir (henüz varolmayan ve küçük bir özel girişim grubunun ulaşması mümkün olmayan birtakım gereçlerin varlığını önceden varsayamam). Diğer yandan da gerçek olgunun tabi olduğu eğilimleri dikkate almadan da ideal bir proje yapamam. Bu durumda da varolan radyolarla ilgili bir ön araştırma vazgeçilmez olacaktır. Sonra da “özgür radyo”yu tanımlayan parametreleri açıkça belirlemem yani araştırmanın nesnesini herkes tarafından bilinebilir bir halde tanımlamam gerekecektir. Özgür radyo derken, sadece sol bir radyoyu mu kastediyorum? Ulusal ölçekte yarı legal durumdaki küçük bir grubun yaptığı bir radyoyu mu kastediyorum? Ya da, olur a, son derece iyi kurgulanmış ve esas olarak ticari olan bir ağ da söz konusu olsa tekele bağlı olmayan bir radyodan mı bahsediyorum? Yoksa ülkesellik parametresini dikkate alarak San Marino veya Monte Carlo’dan yayın yapan bir radyoyu mu özgür radyo olarak kabul edeceğim? Hangisini seçersem seçeyim, ölçütlerimi açıkça koymam ve bazı olguları neden araştırma alanının dışımda tuttuğumu açıklamam gerekecektir. Tabii ki, bu kriterlerin akla yatkın olmaları ve kullandığım deyimlerin ikirciğe yer bırakmayacak şekilde tanımlanması gerekecektir: Ben sadece aşırı sol ya da sol uçta bir konumu ifade eden radyoların özgür radyo olduğuna karar verebilirim ama o durumda halk arasında ya da genel kullanımda “özgür radyolar” dendiğinde başka radyoların da kastedildiğini hesaba katmam ve okurlarımı, ya onlardan da bahsettiğime ya da onların yok olduğuna inandırmam, böyle bir durumda incelemek istemediğim radyolara uygulanmış haliyle “özgür radyo” söylemine karşı çıktığımı (ve bu dışlamayı kanıtlarıyla ortaya koyduğumu) açıkça belirtmem ya da ilgilendiğim radyolar için daha jenerik bir deyim seçmem gerekmektedir. Bu noktaya geldiğimde, bir özgür radyonun yapısını örgütsel, ekonomik, hukuksal yanlarıyla betimlemem gerekecektir. Bunların kimilerinde tam zamanlı profesyoneller, kimilerinde ise rotasyonla militanlar çalışıyorsa, örgütsel bir tipoloji kurmam gerekli olacaktır. Bütün bu türlerin soyut bir bağımsız radyo modeli tanımlamaya yarayacak ortak özellikte olup olmadığını görmek ya da “özgür radyo” deyiminin aynı biçime sahip olmayan çok farklı bir deneyimler dizisini ifade ettiğini belirtmem gerekecektir. Bu analizin bilimsel kesinliğinin pratik etkileri bakımından da ne kadar yararlı olacağını hemen anlarsınız; zira, diyelim ben özgür bir radyo kurmak istersem onun işlemesi için gereken optimum koşulları bilmek durumunda olurum. Erişilebilir bir tipoloji oluşturmak için, örneğin, incelediğim çeşitli radyolarda rastlanan muhtemel özellikleri dikkate alan bir tablo geliştirmeyi düşünebilirim. Bu tabloda dikey eksende belirli bir radyonun özellikleri, yatay eksende bu verili özelliğin istatistik frekansı yer alabilir. İşte size sadece yön verme amaçlı ve çok dar boyutlu, yedi hayali radyoya uygulanmış dört parametrelik bir örnek: profesyonel operatörlerin varlığı, müzik ve söz oranı, reklam oranı ve ideolojik özellikler.
29
Bu tür bir tablo bana, örneğin, Radyo Pop’un sözden çok müzik yayını yapan ve reklam kabul eden, açık ideolojik özellikler taşıyan, profesyonel olmayan bir grup tarafından yürütüldüğünü söyleyebilecektir. Yine aynı tablo reklamın varlığı ya da müziğin konuşma karşısında ağırlığına örnek durumunda iki konuşmanın müzik karşısında ağırlıkta olduğu bir radyo olduğuna göre, bunun ideolojik karakterle çelişmeyebileceğini söyleyecektir. Öte yandan, bu tablo sözün ağırlıkta olduğu, reklam almayan ve ideolojik karakteri de olmayan hiçbir radyo bulunmadığını gösterecektir. Bunun gibi bir tablo tamamen hipotetiktir ve az sayıda parametreyle az sayıda radyoyu göz önünde bulundurmaktadır: bu nedenle de işe yarar istatistik sonuçlar çıkarmaya izin vermemektedir ama bu yine de bir öneridir. Peki, bu veriler nasıl elde edilir? Üç kaynaktan söz edilebilir: resmi belgeler, ilgililerin söylemleri, dinleme istatistikleri.
profesyonel operatörler müzik ağırlıklı reklamın varlığı açık ideolojik yönelim
Radyo Beta
Radyo Gamma
Radyo Delta
Radyo Aurora
Radyo Centro
Radio Pop
_
+
_
_
_
_
Radyo Canale 100 _
+
+
_
+
+
+
+
+
+
_
_
+
+
+
+
_
+
+
_
+
_
Resmi veriler. Bunlar en güvenli olanlardır ama bağımsız radyolarla ilgili çok az resmi veri vardır. Kural olarak, güvenlikle ilgilenen kamu mercilerinde bir kayıt belgesinin bulunması gerekir. Sonra ilgili şirketin kuruluş belgesinin bir noterde yapılmış olması gerekir ama buna bakılabileceği kesin değildir. Daha kesin bir düzenleme yapılabilse, başka veriler de bulunabilir ama şu an için bundan başka veri yoktur. Bu arada, resmi veriler arasında radyonun adı, yayın frekansı ve yayın yaptığı saatlerin yer aldığını hatırlayın. Tüm radyolar için hiç olmazsa bu üç ögeyi veren bir tezin bile yararlı bir katkı oluşturduğu söylenebilir. İlgililerin açıklamaları. Burada radyo sorumlularına sorular sorulur. Açıkça, bir onların ağzından çıkması ve görüşmelerde elde edilecek/toplanacak ölçütlerin türdeş olması koşuluyla, söyledikleri nesnel veri oluşturur. Bu durumda hepsinin önemli saydığımız konulara cevap verecekleri bir soru formu hazırlanır ve belli bir soruya cevap vermenin reddedilmesi de kayıt altına alınır. Bu, soru formunun evet ve hayır’lardan oluşan kuru ve çok basit bir şey olması anlamına gelmez. Her bir direktör programıyla ilgili bir açıklama yaparsa, tüm bu açıklamaların kaydı yararlı bir belge oluşturur. Böyle bir durumda “nesnel veri” nosyonunun ne olduğunu iyi anlayalım. Eğer radyo yöneticisi “bizim politika amaçlarımız yok ve hiç kimse tarafından finanse edilmiyoruz” derse bu 30
onun doğruyu söylediği anlamına gelmez; lakin, bu vericinin kamuya kendini bu biçimde sunması nesnel bir veridir. Bundan sonra en fazla yapılacak olan şey ilgili radyo tarafından yayınlanan içeriklerin kritik bir analize tabi tutularak yadsınmasıdır. Bu da bizi üçüncü madde olan haber alma, bilgi edinme kaynağına götürür. Dinleme protokolleri. Bu, tezde ciddi bir çalışmayla gevşek bir çalışma arasındaki farkları gösterebileceğiniz yerdir. Bir bağımsız radyonun etkinliğini bilmek demek, onu örneğin bir haftalığına izlemek, saat be saat ne ve ne zaman yayınlandığını, çeşitli programların ne uzunlukta olduğunu, ne tür müzik ve konuşmalar yayınlandığını, tartışmalara kimlerin katıldığını, hangi konularda tartışmalar yapıldığını ve buna benzer şeyleri gösteren bir tür “radyo-haber” tutmak anlamına gelir. Tezde elbette radyonun hafta boyunca yayınladığı herşeyi veremeyeceksiniz, ama ilgili istasyonun sanatsal, linguistik ve ideolojik profilinin ortaya çıkacağı anlamlı örnekleri (şarkılarla ilgili yorumlar, bir tartışma sırasındaki örnekler, bir haberin verilme biçimleri gibi) aktarabileceksiniz. Bologna’daki Archi tarafından birkaç yıl boyunca hazırlanmış radyo ve televizyon dinleme protokolü modelleri vardır. Bunlarda dinleme yapan ilgililer haberlerin uzunluklarının kronometresini tutmuş, bazı deyimlerin kullanılma sıklığına ve buna benzer şeylere bakmışlardır. Bu araştırma bir kez pek çok değişik radyo için yapıldıktan sonra karşılaştırmalara girişebilirsiniz. Örneğin, aynı şarkı veya aynı aktüel haberin iki ya da daha fazla değişik radyo tarafından nasıl sunulduğuna bakabilirsiniz. Aynı zamanda, tekel radyo programlarını bağımsız radyodakilerle karşılaştırabilirsiniz: müzik-konuşma oranı, haber-eğlence oranları, program-reklam oranları, klasik müzikhafif müzik oranı, İtalyan müzik-yabancı müzik oranı, geleneksel hafif müzik-“genç” hafif müzik oranı gibi. Kayıt aleti ve elde kalemle sistematik bir dinleme ile ilgililerle yaptığınız görüşmelerde ortaya çıkamayacak pek çok sonuç çıkarılabilir. Öyle bir durumda, farklı reklamverenlerin basit bir karşılaştırması (restoranlar, sinemalar, yayınevlerinin oranları gibi) belirli bir radyonun benzer bir durumda görülmeyecek finansman kaynakları üzerine de size bir şeyler söyleyebilir. Burada yegâne koşul, “öğle saatinde pop müzik ve pan-amerikan bir reklam yayınladıysa, bu Amerikan yanlısı bir radyo anlamına gelir” türünden izlenimler ya da tümevarımlarla ilerlememektir; zira aynı zamanda 13:00’te, 14:00’te, 15:00’te Pazartesi, Salı ve Çarşamba neyin yayınlandığının bilinmesi de söz konusudur. Eğer çok sayıda radyo varsa, iki yol izleyebilirsiniz: Ya hepsini birden dinler, her radyo için o kadar kayıt aletiyle bir dinleme grubu oluşturursunuz (ve bu aynı haftalar içinde çeşitli radyolar karşılaştırılabileceği için daha ciddi olan çözümdür) ya da her hafta bir tanesini dinlersiniz. Ancak bu son durumda sıkı çalışmanız gerekir. Bu da dinleme dönemini gayritürdeş hale getirmeden önce birini sonra diğerini dinlemekle mümkün olur ve bu dönemde bu sektörde değişiklikler çok hızlı ve sık olduğu için bu dönemin altı 31
ay veya bir yıllık bir döneme yayılması mümkün değildir. Radyo Beta’nın Ocak ayındaki programlarını Radyo Aurora’nın Ağustos ayındakilerle karşılaştırmanın anlamı yoktur; çünkü, kimbilir o arada Radyo Beta’nın başına neler gelmiştir. Tüm bu çalışmanın iyi yapıldığı kabul edildiğinde geriye ne kalır? Pek çok başka şey. Bazılarını sayarsak şunlardır: -
-
-
-
-
Dinleme göstergeleri oluşturulması; resmi veriler yoktur ve tek tek sorumluların açıklamaları güvenilmezdir; tek seçenek rastlantısal telefonla arama yöntemidir (“şu anda hangi radyoyu dinliyorsunuz?”). RAI de bu yöntemi izlemektedir ama bu maliyetli olduğu kadar spesifik bir organizasyon gerektirir. Arkadaşlarımızdan beş tanesi onu dinlediğini söylüyor diye “çoğunluk Radyo Delta’yı dinliyor” türünden kişisel izlenimleri kaydetmektense bu araştırmadan vazgeçin. Dinleme göstergeleri bu kadar güncel ve çağdaş bir olgu üzerine bile bilimsel olarak nasıl çalışabileceğini ama bunun ne kadar zor olabileceğini de gösterir: Roma tarihi üzerine bir tez yazmak daha iyidir, daha kolaydır. Basındaki polemikleri ve tek tek radyolar üzerine yargıları kaydedin. İlgili yasaları toplayın ve bunların organik bir yorumunu yaparak farklı yayın kuruluşlarının bunlara nasıl uyduklarını ya da uymaktan kaçındıklarında nasıl sorunların ortaya çıktığını açıklayın. Farklı tarafların bu konuyla ilgili konumlarını belgeleyin. Reklam maliyetlerinin karşılaştırmalı tablolarını yapmaya çalışın. Çeşitli radyoların sorumluları bunları size söylemeyecek veya yalan söyleyeceklerdir ama Radyo Delta Çamlık Restorant’ın reklamını veriyorsa buradan Çamlık’ın sahibininin onunla ilgilendiği verisi kolayca çıkarılabilir. Bir örnek olay (’76 Haziran’ındaki genel seçimler örnek bir konu olabilir) alın ve bu olayın bir, iki veya üç radyo tarafından nasıl ele alındığını kaydedin. Çeşitli radyoların dil üslubunu (RAI spikerlerinin taklidi, Amerikan disk jokeylerinin taklidi, siyasal grupların terminolojilerinin kullanılması, çeşitli diyalekt biçimlerine uyma gibi) analiz edin. Hukukçuların, siyasal önderlerin vb. özgür radyolar üzerindeki görüşlerini organik bir şekilde toplayın. Üç görüşten bir gazete yazısı çıkar, yüz görüştense bir araştırma. Konu üzerine başka ülkelerdeki benzer deneyler hakkındaki kitaplar ve makalelerden İtalya’daki en uzak taşra gazeteleri veya küçük dergilerde yayımlanan yazılara kadar bu vaka üzerine mümkün olan en eksiksiz şekilde konuyla ilgili tüm bibliyografyayı toplayın. Tüm bu şeylerin hepsini yapmanız gerekmediği açıktır. İyi ve eksiksiz yapıldığında bunlardan bir teki bir tez için argüman oluşturmaya yeterlidir.
Yapılabileceklerin tüm bunlardan ibaret olacağı da düşünülmemelidir. Ben burada bu kadar az “bilimsel derinliği” olan ve üzerine eleştirel literatür bulunmayan bir konuda bile diğer insanlar için yararlı, daha geniş bir araştırmanın içinde yer alabilecek, konuyu derinleştirmek isteyenler için vazgeçilmez olacak izlenimler, tek tek gözlemler ve rastlantısal çıkarsamalar niteliği taşımayan bilimsel bir çalışmanın yapılabileceğini göstermek için birkaç örnek sıraladım.
32
Sonuç olarak: Bilimsel tez mi, siyasal tez mi sorusu yanlış bir sorudur. Plato’nun İdealar doktrini üzerine bir tez yapmak ne kadar bilimselse 1974’ten 1976’ya Lotta Continua6 politikası üzerine bir tez yazmak o kadar bilimseldir. Ciddi çalışmak isteyen biriyseniz seçim yapmadan önce ikinci tezin hiç kuşkusuz ilkinden daha zor olduğunu ve daha fazla bilimsel olgunluk gerektiğini düşünürsünüz. Hiç değilse dayanacağınız kütüphaneler olmadığını ve bu durumda siz kendiniz bir kütüphane kurmak durumunda kalacağınızı bilirsiniz. Böylelikle, başkalarının konuyla ilgisi bakımından düpedüz “gazetecilikle ilgili” olarak tanımlayacağı bir tezin bilimsel bir şekilde yapılması mümkündür. Tıpkı başlığına bakılarak yargılanmaya kalkılacak olsa bilimsel görünmek için tüm verilere sahip olan bir tezin düpedüz gazetecilik yöntemiyle yapılabileceği gibi.
II.7 Danışman Tarafından Sömürülmeyi Önlemek Kimi zaman öğrenci kendi ilgilerine göre bir konu seçer, kimi zaman tezi yapmak istediği hocadan öneri alır. Hocalar öneride bulunurken iki ölçüte uyuyor olabilirler: çok iyi bildikleri ve öğrenciyi kolayca izleyebilecekleri bir konuyu ya da yeterince bilmedikleri ve üzerine daha fazla şey bilmek istedikleri bir konuyu tavsiye ederler. İlk seçeneğe kıyasla bu ikinci ölçütün daha dürüst ve cömert olduğu açıkça bilinmelidir. Öğretim üyesi adayı iyi değerlendirebilmek ve çalışmasında ona yardımcı olmak için yeni bir şeylerle ilgileneceğinden ikinci tezi izlerken kendi ufkunu geliştirmek durumunda kalacağını düşünmektedir. Genel olarak, öğretim üyesi adaya güvendiği için bu ikinci yolu seçer ve konunun kendisi için de yeni olduğunu ve onu derinleştirmekle ilgilendiğini açıkça söyler. Kitle üniversitesinin güncel durumu, pekçoklarını titiz yaklaşımını yumuşatmaya ve daha büyük bir anlayışlılığa doğru itse dahi daha önceden üzerine çok şey söylenmiş alanlarda tez vermeyi reddeden öğretim üyeleri de vardır. Buna rağmen, geniş soluklu bir araştırma için çok fazla veriye ihtiyacı olan ve mezun adaylarını bir ekip çalışmasının üyeleri olarak kullanmaya karar veren öğretim üyelerinin olduğu özel durumlar da vardır. Böylelikle, bu öğretim üyeleri bir dizi yıl boyunca tezleri bu özgül doğrultuda yönlendirir. Örneğin, belli bir dönemde sanayinin durumuyla ilgilenen bir ekonomist sorunun eksiksiz bir çerçevesini çıkarma niyetiyle tek tek sektörlerle ilgili tezler verecektir. Bu ölçüt sadece meşru değil, aynı zamanda bilimsel olarak da yararlıdır: Tez çalışması kolektif çıkar doğrultusunda daha geniş kapsamlı bir araştırmaya katkıda bulunur, aday konu hakkında geniş bilgi sahibi bir öğretim üyesinin tavsiyelerinden yararlanabilir ve doğrudan o konuyla veya yakın 6
Lotta Continua: Sürekli Mücadele, İtalya’da 1970’lerde etkili olan sol hareket.
33
konularla ilgili diğer öğrencilerin geliştirdiği tezleri arkaplan ve karşılaştırma malzemesi olarak kullanabileceği için böyle bir şey didaktik bakımdan da yararlıdır. Ayrıca aday iyi bir çalışma yaparsa kolektif bir eserin içinde de olsa sonuçların en azından kısmi bir parçasını yayımlamayı umabilir. Ancak, bunun bazı mahsurları da vardır: 1. Öğretim üyesi tamamen kendi konusuyla meşguldür ve bu yönde ilgisi olmayan adaya baskıda bulunur. Bu durumda öğrenci başkalarının yorumlayacağı bir malzemeyi yorularak toplayan su taşıyıcısına döner ve tezi mütevazı olacağından öğretim üyesi nihai çalışmasını yaparken onun topladığı malzemenin bazı kısımlarını kullanır ama hiçbir düşünceyi kendisine atfedemediği için öğrenciyi hiç anmadan geçer. 2. Öğretim üyesi dürüst değildir. Öğrencileri çalıştırır, mezun eder ve onların çalışmasını kendininmiş gibi kötüye kullanır. Bu durumda, neredeyse iyi niyetle dürüst olmama hali söz konusudur: öğretim üyesi tezi tutkuyla izlemiş, pek çok düşünce önermiş ama bir zaman sonra kendi önerdiği düşüncelerle öğrencinin geliştirdikleri arasındaki farkı ayırdedemez olmuş olabilir. Tıpkı belirli bir konuda yapılan tutkulu bir tartışmadan sonra, yola çıktığımız düşüncelerle başkalarının etkisiyle edindiğimiz düşünceleri hatırlayamaz durumda oluşumuz gibi. Bu mahsurlardan nasıl kaçınırız? Öğrenci, bir öğretim üyesine yaklaşırken arkadaşlarının onunla ilgili söylediklerini duymuştur, önceki mezunlarla temas etmiştir, onun güvenilirliği hakkında fikir edinmiştir, kitaplarından okumuş ve işbirliği yaptığı insanlara sık sık gönderme yapıp yapmadığını görmüştür. Bunun dışında hesaplanması mümkün olmayan beğeni ve güven etkenleri de rol oynar. Bununla birlikte, öğrenci ters yöndeki nörotik tutuma yakalanıp birisi tezindekine yakın konulardan her bahsettiğinde intihale uğradığını da düşünmemelidir. Diyelim ki Darwinizim ve Lamarkizm arasında bir tez yaptığınızda, eleştirel literatürü takip ederek daha önce kimlerin bu konudan bahsettiğini ve tüm incelemecilerle ne kadar fazla ortak düşüncenizin olduğunun farkına varmışsınızdır. Böylece bir süre sonra öğretim üyesi, onun asistanı veya bir arkadaşınız aynı konuyla ilgilenirse kendinizi kullanılmış bir deha gibi hissetmezsiniz. Bilimsel çalışma hırsızlığından kasıt, daha ziyade o belli deney yapılmasa toplanamayacak olan deneysel verilerin kullanımı, sizin çalışmanızdan önce yazıya hiç geçmemiş el yazmaları transkripsiyonlarının sahiplenilmesi, sizden önce hiç kimsenin toplamadığı istatistik verilerin kullanımı, kaynağın belirtilmemiş olması kaydıyla (zira tez bir kez kamuya mal olduktan sonra herkesin referans verme hakkı vardır) daha önceden tercüme edilmemiş ya da daha farklı şekilde tercüme edilmiş metinlerin sizin tarafınızdan yapılmış çevirilerinin kullanımı gibi durumlar anlaşılır.
34
Her halükarda bir tez konusunu kabul ederken, paranoid belirtiler geliştirmeden önce, kolektif bir projeye dahil olup olmadığınızı gözönünde bulundurun ve buna değip değmeyeceğine kendiniz karar verin.
35