Niçin İngilizce öğrenemiyoruz? 3. Dünya Ülkelerinde bile ortaöğretimden mezun bir öğrenci ikinci bir dili çok rahat konuşurken bizim insanımız neden yıllarca uğraşmasına rağmen bir sonuç alamıyor? İngilizce; Osmanlıdan bu yana sonucunu alamadığımız bir konu. Yaklaşık iki asırdır devam eden bir kaos.... Ülkemizde öğrencilerin %95’e yakını İngilizce dersi alıyor. Gerek Milli Eğitimde gerekse dershanelerde en çok para harcanıp karşılığının alınamadığı tek branş... Ülkemizde dil öğretme ve öğrenme isteği Tanzimat fermanı ile hız kazandı. Yabancı dil öğrenme ihtiyacını karşılamak için ilk açılan okullar yabancılar tarafından açıldı. Tanzimattan sonra başlayan bugüne kadar devam eden süreçte sonuç pek parlak değil. Kolejler, dil okulları her geçen gün artıyor. Her geçen gün İngilizce daha da önem kazanıyor. Artık dijital teknolojiyi daha iyi kullanabilmek için, iyi bir medya okuryazarı olabilmek için, küreselleşen dünyada kendi dilimizi konuşanlar dışındaki insanlarla daha iyi iletişim kurabilmek için, bilim dili İngilizce olduğu için bu dili öğrenmek şart. Fakat yanlış giden bir şeyler var. Etrafınıza baktığınızda bunu sizde rahatlıkla görebilirsiniz. Her caddede her köşe başında dil eğitimi veren bir dershane, bir kolej görmek mümkün. Buralara giden birçok da tanıdığımız vardır elbet. Fakat bunlardan memnun olan, bunlardan tam anlamı ile istifade etmiş, bir turistle karşılaştığında 5 dakikadan fazla muhabbet edebilen, “ımmm,hımmm” diyerek 2 saat düşünüp konuşan, yıllarca gittiği kurslarda kafalarına yerleştirilen kalıplaşmış ifadeler dışında cümle kurabilen bir tanıdığınız var mı? İNGİLİZCE KURSLARI NE İŞE YARIYOR? Her caddede köşe başında bulunan bu kurslar ne işe yarıyor? Bu kadar emek bu kadar para nereye, kime gidiyor? En önemlisi bu kadar zaman neden boşa geçiyor yada geçirtiliyor? Bunu araştırdınız mı? 3. Dünya Ülkelerinde bile ortaöğretimden mezun bir öğrenci ikinci bir dili çok rahat konuşurken bizim insanımız neden yıllarca uğraşmasına rağmen bir sonuç alamıyor? Bu konuyla ilgilenen herkes oturup düşünmeli..Sadece ilköğretimde İngilizce öğrenimi gören öğrenci sayısı 6 milyon 300 bin kişi civarında, liselerde 2 milyon 786 bin.. 75 milyonluk Türkiyemizde eğitim seviyesi bazında 2 dil bilenlerin oranı ilkokulda 0.8 lisede 5.2 üniversitede 10.4. Asıl sorun nedir? Bunca emeğe rağmen sonuç neden yok? Çocuklarımız yıllarca bu dersi gördüğü halde İngilizce bizim için neden ütopya? Hindistan'da aksansız, iyi İngilizce konuşanların sayısı 180 milyon. Yani ingilterenin 3 katı.. SORUN TÜRKÇE'YE UYUMLU MÜFREDAT OLMAMASI Sorun biz Türklerin düşünme sistemine uygun bir müfredatın oluşturulamamasıdır. Ana dili İngilizce olan ülkelerde ilkokula başlayan çocuklar için hazırlanmış kitaplar setler önümüze koyuluyor. Boşluk doldurma ile dil öğretilmeye çalışılıyor.
Kalıplaşmış ifadeler beynimize kazınıyor. Pavlonun şartlanma deneyi gibi; "What is your name?", "Where are you from?", "How old are you?", Denildiğinde hemen kafamıza kazıdığımız cevaplar ağzımızdan farketmeden çıkıyor. Bunlar dışında bir cümle geldiğinde eller havada verilecek bir cevap yok.. İşte Türkiye’de İngilizce biliyorum diyenlerin bildiği İngilizce bu: Sadece 5 dakika. “İstanbul’a gitmiştim.” diyebilmek için 1 sene kursa gidiyoruz. Çünkü anca 1 senede renk ezberleme sayı ezberleme alfabe ezberleme bitiyor. Aslında burada kendimize sormalıyız; kendi ana dilimizi ne kadar biliyoruz? Zarf, sıfat, zamir, edat, bağlaç ne demek? Etken, edilgen cümle ne demek? Dolaylı tümleç, zarf tümleci ne demek? Kendi anadilimizde bunları bilmezsek yabancı bir dilde bunları nasıl bilebiliriz? Kendi anadilimizde uzun bir cümle kuramıyorsak yabancı bir dilde nasıl kurabiliriz? Anadiliniz ne kadar iyi ise o kadar iyi başka bir dili öğrenirsiniz. İngilizcenin en büyük özelliği sadece belli bir çoğrafi bölge ile sınırlı kalmaması, dünyanın her köşesine yayılmış olmasıdır. Bu globalleşen dünyada artık bu dili öğrenmek şart. İNGİLİZCE DÜNYANIN EN BASİT DİLİDİR İngilizce dünyanın en basit dilidir. Öyle kurslarda anlatıldığı gibi karmaşık yıllarca uğraşılması gereken bir dil değildir. Sistemli bir müfredat ve iyi bir eğitimci ile 100-120 saatte bu dil halledilebilir. Yaklaşık 25 yıllık İngilizce öğretim hayatımda bu dili neden öğrenemediğimizi açık bir şekilde ortaya koyan bazı olaylardan bahsedeceğim size. 1-ingilizce düşünmek: Gittiğiniz her İngilizce eğitimi veren kuruluşta bu saçma cümle sınıfın kapısından giren hoca tarafından kurulur. Türkçe düşünme, Türkçe düşündüğünü ingilizceleştirme.. Ama kimse buna mantıklı bir açıklama getiremez, mantıklı bir açıklaması da yoktur. Bizim kafamız Türkçe iken kafamıza her obje her nesne her varlık Türkçe girmiş iken bunu nasıl yapacağız? Bu sadece bizim ülkemize özgü olan bir durum. Fransızca öğrenen hiçbir alman Fransızca düşünmez. Rusça öğrenen hiçbir İtalyan rusça düşünmez. Herkes kendi anadilinde düşünür. Kuracağı cümledeki kelimeleri kafasındaki Türkçe kelime havuzundan çeker cümlenin önce Türkçesini kurar daha sonra onu İngilizceye çevirerek yazma ve konuşma düzeyinde karşıya aktarır. Biz ne kadar düşünürsek düşünelim aklımıza hiç bir şey İngilizce gelmez. 2- Çalışmadan öğreneceğini düşünmek:Herkes kolay yol, pratik yöntem,5 günde öğrenme,hipnoz ile öğrenme gibi saçmalıkların peşinde koşuyor. Bir dili öğrenmenin bu kadar kolay olduğunu düşünüyor. Matematikte olur kolay yol pratik yöntem ama dilde olmaz. Bazı dil sınavlarında şunu görürsen bunu işaretle şundan sonra şu gelir gibi bir takım hayaller görmüş bazı insanlar bunu satıyorlar. İnsanlarımızda kısa yoldan bu işi bitirmek için bu saçmalıklara inanıp rağbet gösteriyorlar.
Sonuç hüsran. Bir dil sınavında bir soruyu çözmek için yapılması gereken ilk önce paragrafı anlamak soru cümlesini anlamak şıkları anlamak ve çözmek. Bu işlemin hiçbir safhasında bir şeyi görüp bir şey arama gibi bir saçmalık yoktur. Bir dili öğrenmek için emek sarfetmek gerekir. Dersten derse kitap açmak, programı öyle yada böyle bitirmek dili öğretmez. İnsanda bir kısa süreli hafıza birde uzun süreli hafıza vardır. Bilgiyi önce kısa süreli hafızanıza atarsınız. Eğer onu tekrar edip uzun süreli hafızanıza almazsanız unutulur gider. 3- Konuşa konuşa öğreneceğini düşünmek: Dil konuşa konuşa değil okuya okuya öğrenilir. Hiçbir doktor konuşa konuşa doktor olmamıştır. Hiçbir avukat konuşa konuşa hukula ilgili bilgilere sahip olmamıştır. Dil okuyarak gelişir. Bilmediğiniz bir şey hakkında nasıl konuşacaksınız? Bir konuda konuşmak için 3 şeyi bilmelisiniz: - İngilizce'yi bilmelisiniz. Çünkü İngilizce konuşacaksınız. - Konuşacağınız konuda İngilizce literatürü bilmelisiniz. - Konuşacağınız konuda Türkçe literatürü bilmelisiniz. Bu üçü olmadan İngilizce bir konu hakkında kouşmak imkansızdır. Sadece İngilizcede değil kendi anadilimizde de bir konu hakkında konuşmak için o konuyla ilgili uzman gibi olmasa da bir şeyler okumak gereklidir. Dil üzerine yazılarım devam edecektir. Öncelik verilmesi gereken dil hangisi olmalı? Binlerce yıl öncesinde yaşamışların dilsel ürünleri hâlâ bizi sarıyor, inancımızı oluşturan sistemleri yine dil oluşturuyor ise öncelik verilmesi gereken dil hangisi olmalı? Allahu Teala (c.c) dilleri yaratıken ne düşünmüş olabilir? Zamanın ve mekânın yaratıcısı Allah (c.c); yalnızlığı tahmine zorlanmasın diye, tüm yaratılmışların ötesinde insanı tasarlarken ve göndermeden önce dünyaya tüm eksiklikleri ve fazlalıklarını kendi aklının keşfiyle elde etsin, hatalar yaptığında artık bunun yaratılmışlığının kusuru değil fakat aklına hakim olamamasının her zaman telafi edilebilir unsuru görsün diye, tamamlayıcı unsurlar olan zeka, duygu, hisler manzumeleriyle süsleyip göndermiştir insanı sonsuza kadar yaşayacağı kainat zerresi dünyaya... Ama akıl ve havsalanın alamayacağı, kavrama noktalarının en uçlarda zorlanacağı ve akıl makinesinin eseri olan bazı olaylar ve yine insan elinden olguların tecellisi asla yaratanın kusuru değildir... Tüm bunları topladığımızda elde olan ise birçok kavramlar silsilesinden devlet ve yönetim alanlarında, uzmanlık alanlarında en azından mürekkep yalamışlığı olmadan temsil hakkının alelade verilmesi sonucunun, seçenlerin asal sorunlarını göz ardı ederek kendi saçma problemlerine odaklananların az önce kendilerini seçenlerin problemlerinden ne kadar uzak olduklarının yüzde yüz odaklı sonucu olduğu açıkça görülmektedir.
Dil Allah’ın insanlara anlaşmaları için gönderdiği enstrümanlardan yani araçlardandır. Dili kullanmak asla susmak veya fazla konuşmak veya sis perdesi oluşturmak anlamında değil peygamberine bile tüm insanlığa hitaben söylettiği “Çin’de de olsa ilmi arayınız” söylemini söyleten araçtır. Varlığı var olmadan bilememek gibi sadece görünene takılan ve moda tabir veya ifadesiyle ambalaja kıymet biçen zamanın bilgisiz bilen yorum yapıcıları; güya eleştirmen koca halk, acaba bilgiyi öğrenmenin, “bilmeyenin değil bilenin görevi” olduğunu bilseydi, daha fazla kitaplara sarılmak gereğini duymaz mıydı? Herhalde duymazdı… Medeni dünyada günde en az 10 sayfa okumamak ayıp iken bizde kitap okumak “tu kaka” olduysa bilgisiz yorum yapmanın sadece çizginin altında olanların değil güya üstünde olanların da sorunu olduğunu görüyoruz. Dilsel örüntü mekanizmasına, toplumu düzenleyen araçlarından olan yasaları ve hukuku anlamak bağlamında bakıldığında ise mademki anlaşmak üzerine kurulu bilgiyi anlamak söz konusu... O zaman neden sorun oluşturmak üzerine söylemler üretmek bazılarına daha uygun gelmektedir? Dil, gelişen insanın uygarlığı meydana getirme çabası içinde tüm yapılanmaları ve organize etme erkini oluşturan, fetihleri sağlayan, bilimi yapan, anlayışı kavratan unsur ise ona verilen önem sadece onu körü körüne savunma davası haline gelmemeli demek daha doğru olmaz mı? İçinde yaşadığımız dünyada ve çağda binlerce yıl öncesinde yaşamışların dilsel ürünleri hâlâ bizi sarıyor, inancımızı oluşturan sistemler bütününü yine dil oluşturuyor ise öncelik verilmesi gereken dil; dünyada sadece Amazonların göbeğinde bir kabilede 15 kişinin konuştuğu dil mi yoksa bir buçuk milyarın konuştuğu üç alfabeden oluşan kendi halkının bile öğrenmesi 29 yıl süren Çince mi veya tüm dünyada resmi dil olmuş ilmin sanatın dili olan İngilizce mi veya en az bin yıla damga vuran Arapça, Osmanlıca, Farsçanın beraber oldukları dil mi yoksa ülkenin bir köşesinde sadece kişisel diyalogları oluşturmaya yarayan çemberin alan hesabını anlatmaktan aciz dil veya diller mi, binlerce yıllara damgasını vurmuş halihazırda yeni bir çağda bu mührü ele almaya namzet liderini de bulmuş bir milletin dili mi olmalıdır? Bunu düşünmek gerekir? İngilizce düşünenler ülkesi Türkiye Yaşını başını almış adı dil öğretmeni, 'İngilizce düşünün' diyor ama 2 sayıyı birbiriyle İngilizce düşünüp çarpamıyor peki bunu yapamayan hangi hokkabazlıkla İngilizce düşünüyor? Milli Eğitim Bakanlığının bir araştırmasına göre lise öğrencilerinin %25’i okuduğunu anlamıyormuş. Kalanın büyük çoğunluğu da okumuyor zaten. Bir dili öğrenmek için yaşamak lazımmış dünyada herkes İngiltere’ye taşınsın o zaman.. Kişi dil bilimci yaftasını almış ve İngilizce düşündüğünü iddia eder. Sorarsınız; domates görünce ne düşünürsün veya domates görünce aklına getirdiği sözcük nedir? “tomato” der, Peki anneni görünce hemen “my mother” der. Peki pırasa deyince” hmm pırasa” der. Peki patlıcan lahana karnabahar hepsine Türkçe karşılıklarını verir. Peki nasıl İngilizce düşünme bu. Peki herhangi bir dilde düşünen ve ilkokul 3. sınıfı bitiren bir insan 4 işlemi yapabilir değil mi? Peki bir ülke düşünün beyefendi veya
hanımefendi yaşını başını almış adı dil öğretmeni ve üniversitede okumuş ve İngilizce düşünün diyor ama 2 sayıyı birbiriyle İngilizce düşünüp çarpamıyor peki bunları yapamayan hangi hokkabazlıkla İngilizce düşünüyor... Temel, İngiltere de inşaat ustası aşağıda çalışırken çekiç lazım oluyor sağa sola bakıyor yok. Yukarıda bir İngiliz çekiçle çalışıyor. Adama “çekici at çekici” diyor.. Adam anlamıyor tabii temel birkaç defa çekici at dedikten ve adam da İngilizce anlamıyorum dedikten sonra adama ” Do you speak english?” diyor adam “yes” deyince “eee atsana be çekici kardeşim” diyor.... Türkler yurtdışında uçaktan iner inmez neden bir Türke yapışıp aylarca Amerika’da kalıp tek kelime konuşmadan gelirler ve sırf hava olsun diye “abi 2 sene Amerika’da kaldım” derler. Dört dil bilen bir İtalyan dilbilimci neden “İngilizce düşünemem” derken bu ülkede bu, olması gereken bir şeymiş gibi empoze edilir.. Öncelikle bir dilde düşünmek ne demektir ona bakalım ve lütfen ortadan bilimsel bakalım.... Bilimsel olarak bir dilde düşünmek demek; İnsanın anne karnından başlamak üzere doğduğu andan itibaren hayatının sonuna kadar konuşma, okuma, anlama ve yazma düzeylerinde a dan z ye her konuda soyutu somutu, formal, informal öznel nesnel herşeyin kafamızdaki bilişsel süreçte, dil merkezinde o dilde sembolikleşip yerleşmesidir. Dünyanın her ülkesinde bir insan doğduğu andan itibaren formal eğitim düzeyine kadar öncelikle konuşma ve anlama yani dinleme düzeyinde herşeyi belli bir dilde kodlar. Örneğin anne kelimesi annesini görerek ve yanındakilerin ve annesinin ona kendisinin anne olduğunu defalarca söyleyip kafasında kodlamasıyla başlar ve çocuk o varlığı görünce anne der...Bu her şey de bu şekilde. Kelime, kelime grubu ve cümle düzeyinde bu şekilde gelişir ve çocuk okula başlayınca bu sefer yazma ve okuma düzeylerinde kodlamaya devam ederek somut şeylerin bir kısmını soyut şeylerin de tamamına yakınını yazma ve okuma düzeylerinde kodlayarak o dilde bunları yerleştirmeye başlar. Yıllar geçip tüm kodlamalar belli bir dilde yapılıp yani dilsel düşünme süreci belli bir dilde oluştuktan sonra birileri gelip annenizi görünce “Artık annem yok”, “my mother” var veya “artık masa yok”,” table var” veya “ağaç yok”, “tree” var deyince herkes şok olmaktadır. Ülkemizdeki İngilizce sisteminin hatası kafamızda hiç dil yokmuş gibi sanki yeni doğmuşuz gibi referans dil yokmuş gibi sanki herkes küçük İngiliz bebeleriymiş gibi kodlamayı sıfırlayıp yeni kodlama başlatmak isteme çabasıdır. Birisi çıkıp “Çocuğum hiç okula gitmediği halde türkçe konuşuyor.” Diyor. Evet tabiidir duyanda sanki çocuğum okula gitmediği halde İngilizce konuşuyor dedi sanacak.... Temel bir gün İngiltere ye gidip annesi doğumda ölmüş babası da olmayan bir bebeği evlat edinip Türkiye ye getirdiğinde kendisine “ne yapıyorsun” diyenlere “siz ne diyorsunuz arkadaşlar büyüyünce bana İngilizce öğretecek ne haber” der. Bir İngiliz İngilizce bir yazıyı okuyup anlar. Çünkü kafası İngilizce yazı İngilizcedir bir Alman Almanca bir yazıyı okuyup anlar yazı Almanca kafası Almancadır. Bir Türk Türkçe yazılı bir şeyi okur anlar. Yazı Türkçe kafası Türkçedir. Peki bir Türk İngilizce bir yazıyı okuyup anlıyorsa kafası Türkçe olmasına rağmen acaba ne yapılıyor sanılıyor.
Hangi Türk annesini gördüğünde “my mother” diye annesine sarılır? Hangi Türk masa görünce aklına “table” gelir veya hangi Türk güzel bir araba görünce kendi kendine “ooo what a nice car” der? İngilizce cümle kurmakla İngilizce düşünmek tamamen farklı konulardır. Dünyada en iyi dil konuşanlar çevirmenlerdir.Her dil hocası her konuda konuşamaz ama bir çevirmen her konuda konuşur. Çünkü yapısal olarak dile hakim ve literatür birikimi vardır. Yaratıcının ilk ayeti 3 kere “oku” sözüyle başlar konuş, dinle demekle başlamaz. Gerçek gerçektir gerçeğin reklamı olmaz “İlim Çin de olsa arayınız” diyen peygamberimize kimse çıkıp ta “Sen Çinin reklamını mı veya İslam’ın reklamını mı yapıyorsun” diyemezse.. ”Her söylediğin doğru olsun ama her doğruyu söyleme” diyen zata “Sen Aristonun, Sokratesin reklamını mı yapıyorsun?” diyemezse dil konusuna yıllarını verenlere ve “İngilizce dünyanın en basit fakat sistematik dilidir.”diyenlere de “Sen reklam mı yapıyorsun?” diyemezsiniz. Biri bize konuşurken ki anlama ve okurken ki anlamada bize hazır olarak geleni anlarız. Ama biz konuşur veya yazarken hazır olan yoktur. Önce hazır olmayanı oluşturup sonra konuşma ve yazma düzeylerinde aktarmamız gerekir. Peki bu 2 düzeyde yani konuşma ve yazmada hazır olamayanı oluştururken kafamızda yapılan işlemlerde dilsel süreçte fikrin oluşturulma aşamasında kelime havuzundan kelimeler alınırken hangi dilde alınmaktadır. Gittiği pazarda anlamını bildiği nesneleri İngilizce söyleyip bilemediklerini Türkçe söyleyen, 2 tane iki basamaklı sayıyı alt alta koyup 9 yaşında birinin yaptığı hesabı yapamayan maaşını aldığında “Şu kadarını su, şu kadarını elektrik, şu kadarını kredi kartı için ayırayım. Ayrıca kahvaltılık kalmamış alsam iyi olur” diye İngilizce düşünüp cümle kuramayan kahvede tavla oynarken “şu zar gelse böyle olur şöyle gelse böyle olur” diye adım hesabını İngilizce yapamayan doktorsa İngilizce hasta tedavi edemeyen hastaysa derdini İngilizce düşünüp anlatamayan mühendisse bir inşaat projesini İngilizce düşünüp çizemeyen daha nice sonsuz örneğini verebileceğimiz ve hayatın içinden şeyleri İngilizce düşün yap dediğinizde apışıp kalan bir güruh nasıl “İngilizce düşün” enjeksiyonunu hala utanmadan sürdürür. İşte bu acı gerçektir. Ben İngilizce düşünemem fakat bir yabancıyla her konuda konuşabilirim. Ben İngilizce düşünemem ama integral sorusu çözmekten fizikte eğik atış konusu anlatmaya kadar her türlü hesabı İngilizce yaparım. Ben İngilizce düşünemem ama malazgirt savaşını İngilizce anlatırım. Ben İngilizce düşünemem ama sahilde otururken kpds sınavından en az 90 alırım ben İngilizce düşünemem ama Türkçeden İngilizceye her konuda makale yazarım ben İngilizce düşünemem ama Türkçe çok iyi düşünür İngilizce terimlerle satranç briç oynarım İngilizce düşünemem ama Türkçe düşünüp 1000lik bir yarış motorunu İngilizce terimlerle kullanabilirim... Bir yabancıyla beş dakika konuşmak dil bilmek değildir. Önemli olan o beş dakika bittikten sonra ne olacak sürekli tanışmak mı isteyeceğiz yanımızdaki kaçıncaya kadar. Önemli olan bir dilde cümle kurmaktır. Karşıdaki sizin yabancı olduğunuzu zaten biliyor. Önemli olan, iletişim cümle kurmakla olduğundan cümle kurarak derdimizi anlatmaktır. Bazıları diyor ki; “Hızlı konuşmazsanız karşıdaki sizi dinlemez.” Asıl hızlı konuşmaya çalışırsanız ne dediğiniz anlaşılamayacağı için sizin yanınızdan uzaklaşırlar. Telaffuz dilde önemli değildir. Önemli olsaydı dünyada iletişim dururdu. Dünyada İngilizceyi en zor telaffuz eden ırk sarı ırktır. Bizim ki gibi ülkelerde bazen “İngiliz gibi telaffuz edemeyen konuşmasın”
gibi söylemler geçmişte sürekli çıkmıştır. Arap Arap gibi, Fransız Fransız gibi, İtalyan İtalyan gibi, Rus Rus gibi, Türk Türk gibi İngilizceyi telaffuz eder. Asla İngiliz gibi telaffuz edemeyiz. Zaten bazı kelimelerin ingilizce telaffuzu örneğin california gibi, modal gibi, arthur gibi yapsam da asla telaffuz etmeyeceğim kelimelerdendir. Neden olduğunu bir sözlük açıp deneyebilirsiniz. Amerika’da şu an bizim bildiğimiz İngilizce halk arasında kullanılmamaktadır. Kullanılan ise birbirine karışan halkların ortak kullandığı ne olduğu sadece kullananlar tarafından anlaşılan İngilizcedir. Meşhur bir dil kursunun iki bayan öğrencisi ders arasında ayaküstü İngiliz gibi telaffuz etme çabalarıyla şöyle cümleler kurup anlaşıyorlar telaffuzları İngiliz gibi ama kurulan cümleler şöyle biri diğerine; “after why we are difficult” diyor. Öbürü de “yeeaahh ok” diye cevap veriyor. Bu iki cümleyi anlayıp analiz eden varsa yeni akvaryuma giriş bileti hediye edilecektir. Yani kelimeleri yan yana koy ağzını burnunu ayarla gevrek ve yamultarak tabii vücudun da buna uyarak söyle salla gitsin yeter ki dışarıdan İngilizce bir şey dediğin anlaşılsın. 30 saat İngilizce ile bu cümleler kurulur mu? İngilizce eğitimini 100 rakamını baz alacağımız bir dil birikimi platformunda inceleyemeye gayret edelim. Geçmişten geleceğe uzanan ve insan yaşamının teknolojik olarak en ilkelinden en gelişmişine kadar her türlü aşamasında yer alan dil faktörü; birkaç kelimelik olanından, insanın genetik atlasını çıkarmaya, önüne gelen her şeyi anlamlandırmaya fakat saçmalamadan kendi mantığı çerçevesinde ortaya koymaya çalışanına kadar, belli eğitim ve süreçler silsilesi sonucunda ortaya çıkmıştır. Yabancı dil olgusu ise yine aynı dönemleri atlatıp, farklı kişiler ve kültürler arası ilişkiyi kurmak bağlamında aranan unsurlardan biri olarak ve Yaratıcının, “sizi, birbirinizle kaynaşasınız, diye farklı dillerde yarattım” sözünü teyit edercesine aynı amaçla aynı süreçlerde ortaya çıkmıştır. Bütün toplumlar en az ikinci veya üçüncü dil veya dilleri bir şekilde bu karşılıklı kaynaşma durumunu oluşturmak için kullanmış ve kullanacaktır. Bu bağlamda Türkçe ve İngilizceyi 100 rakamını baz alacağımız bir dil birikimi platformunda inceleyemeye gayret edelim. Öncelikle ülkemizi üst düzeyde temsil edecek kişilerin 100 saatlik müfredattan sadece 30 saatiyle uluslararası platformda neler yapabileceklerini güncel örneklerle vermeye çalışarak görelim. İngilizceye sıfırdan başlayıp sadece Türkçeyi lise son sınıf düzeyinde bilmekle; ilk 10 saatinizde; “İki ülke arasındaki ekonomik ve sosyal ilişkiler bölgedeki ve bölgeler arasındaki dengeler için çok önemlidir. Ülkedeki ekonominin yapısal faktörlerinin analizleri tüm sektörler için hayati önemdeydi”, İlk 16 saatinizde; “Muhtemel bir devalüasyon olasılığı ihracatlarda bir artış ve dış açıkta azalmaya sebep olabilir. Seçim sonuçlarıyla ilgili muhtemel problemler ülkemizdeki demokrasinin ve anlayış ortamının gelişmesine katkıda bulunabilir”, İlk 30 saatinizde, “Bölgede herhangi bir uluslararası çaba olmaksızın hiçbir ülke, bir ilerleme gösteremez, biz bu bölgedeki halkların problemlerini yıllardır biliyor ve çözüm için öneriler geliştiriyoruz. Biz yıllardır Filistin halkının sorunlarını ve çözüm yollarını ve bu halkın acılarını iyi
anlıyoruz. Orta doğudaki bölgesel ve ülke bazlı değişim sorunları gelecek yıllarda bazı ülkelerin öncülük misyonlarını belirleyecek” cümlelerini kurabilir miyiz? Örnekleri artırmak ve yüzlerce örneğe dönüştürmek sorun değil ama fikir vermek açısından yeterli sanırım… Ben sayın temsilcilerimizin misyon sahibi ve medeni cesareti de olan ve yüksek dozda olan kişiler olduğuna inanıyorum. Yıllar önce uluslararası bir toplantıda olanları izlediğimde, “acaba büyüklerimiz sadece bizim ele aldığımız 30 saatlik İngilizceyi görmüş olsaydı ve her söylediğinde yukarıdaki cümleler gibi cümleleri ifade etme amacı ve niyetinde olsaydı neler yapabilirdi?” diye düşündüm! O toplantılara katılan temsilcilerimiz eğer İngilizceye hakim olabilseydi; yanındaki şahsa rahatlıkla “Biz Filistinlilerin sorunlarını, onların din kardeşi olarak çok daha iyi anlayabiliriz” veya “Ülkeniz bu bölgedeki barış çabalarına daha fazla katkı verebilir veya aramızdaki hiçbir farklılık bölgede daha iyi bir ilişkiler zincirinin oluşumunu etkilememeli” diyebilirdi. Veya temsilcilerimizin katıldığı diğer toplantılarda da örneğin; “Ülkemizdeki yıllık büyüme oranları tüm dünyada bir gelişme örneği olarak bulunmaktadır” cümlesini veya “Türk lirasındaki değerlenme bizim için bir onur ve gelişme göstergesidir” cümlesini veya “Muhtemel devalüasyon politikaları şu an için programlarımızda önemli bir konumda değildir” cümlesini veya “Avrupa’daki ekonomik ve birlik gelişimlerine göre para politikalarımızı belirleyebiliriz” cümlesini veya “Devlet başkanlarıyla olan toplantılarımızda dünyadaki ve bölgesel düzeylerdeki politikaların uygulama sorunlarını ele aldık” cümlelerini sadece 30 saatlik bir dil kursuyla kurabilmesini sağlayabilseydik ne iyi olur… Eğer o büyüğümüz bu denli rahat cümle kurabilseydi, hayran kaldığım o medeni cesaretiyle kesinlikle bizi uluslar arası platformlarda gururlandıracak daha dikkat çekici cümleler kullanabilirdi. Şimdi sorulması gereken sorular şunlar: Yıllarca süren İngilizce eğitim müfredatları sonucunda güya İngilizceyi anadil gibi öğreten (ancak pratikte tanışmaktan öteye geçilemeyen, sadece yazmaya okumaya ve güya dinlediğini anlamaya yönelik fakat bireyleri güya bu 3 düzeyi sanki yapıyormuş gibi İngilizce düşünemedikleri için konuşamamakla suçlayan… Sanki diğer üçünü yaparlarken İngilizce düşünüyorlarmış da konuşmaya gelince düşünemiyorlarmış gibi gösteren) bazı kurum veya kişiler yukarıda verilen örnek cümleleri sıfırdan başlayan insanlara 4 düzeyde kurdurabilirler mi acaba? Veya bu kursların en iyi öğrencileri kaç saat veya kaç yıl dil dersinden sonra bu cümleleri kurabilir? Hep söylediğimiz gibi dünyanın her ülkesinde tanışmak sadece 5 dakika sürer! Örneğin bir yabancıyla tanıştınız veya tanıştırıldınız. Gereken cümleleri kurdunuz ve o 5 dakika geçti. Sonra belki biraz daha konuştunuz ve örneğin belki samimi bile olup; “you are kidding” yani “şaka yapıyorsun” veya “that blows my mind” yani “aklım almıyor” veya “you are taking it out of
context” yani “lafı başka yere getiriyorsun” veya “oh, my goodness” yani “aman yarabbi” veya “hosanna!” “şükürler olsun” veya “thanks be to god” yani “hamdolsun” veya “let go of that” yani “bırak gitsin” veya you “look like a million” yani “çok şıksın” vesaire… demeyi ihmal etmediniz. Hatta “you are all dolled up” yani “iki dirhem bir çekirdeksin” gibi birkaç argo deyim de biliyorsunuz diyelim… En fazla 5-6 kelimelik bilemedin yardımcı fiillerle 8 kelimelik en fazla cümleler… Peki, sonra ne olacak? Örneğin Türkçede tanıştığınız birine ne kadar zaman sonra “iki dirhem bir çekirdeksin” dersiniz? Örneğin ben tanıştığım insanlara kolay kolay “sen” diye hitap edemem oysa ülkemizde insanlar karşısındakiyle çok kolay “sen” diye hitap ederek konuşabiliyorlar. Bu samimiyet mi yoksa görgüsüzlük mü veya görgü mü? Benim yıllardır tanıdığım halde hâlâ siz diye konuştuğum ve bana da öyle hitap eden insanlar vardır. Acaba ben ve onlar çok mu utangaç da birbirimize “sen” demiyoruz. Evet, şimdi tekrar sormak gerekiyor: Karşınıza biri geldi 5 dakika içinde tanıştınız ve gördünüz ki karşımızdaki bazılarının alışık olduğu gibi geyik muhabbeti meraklısı biri değil yani sizinle konuştuğu zaman tanışma faslından sonra yukarıda değindiğimiz gibi samimi olmadan önce bilgi edinmeye ihtiyacı olan biri, o zaman ne olacak? Konuştuğunuz yabancı ile her türlü geyik muhabbetini yapabiliyor olsanız dahi 8 kelimeyi geçen cümleler kurmak zorunda kalacağınız veya daha az kelime olsa da kurallı şekilde bilgi verici veya içinde açıklama, tanımlama, betimleme örnekleme olan cümleler kurmanız gereken normalde normal yaşamın unsuru olan cümleler kurmanız gerekeceği zamanlar geldiğinde ne yapacaksınız? Bütün o boşluk doldurmaların, kalıpmış gibi görünen aslında öyle olmayan ve hemen cevabının ağzınızda olduğu alışıldık cümlelerin sorulmadığı, gelmediği anlar yaklaşıp kapınızı çalınca ne olacak? Ben bazen öğrencilerime “İngilizceye sıfırdan başlayıp 10 saat sonra 15-20 kelimelik cümleler kuracağınıza inanır mısınız?” dediğimde “Hocam biz Türkçede bile o kadar uzun cümle kuramıyoruz” diyorlar. Peki, ne olacak şimdi? 6 veya 8 aylık dil programları size iyi tanışmayı veya renkleri veya sayıları belki öğretir ama renk öğrenmek için sayı öğrenmek için 8 ay kursa gitmek mantıklı mı? Birisi bana “where are you from” desin diye ağzım açık beklerken, aylarca gittiğim kursların güya konuşma kulüplerinde en fazla 5 dakika tanışıp biraz da günlük konuşma ezberleyeceğim diye gidip gelmek dil öğrenmek midir? Fono’nun konuşma kılavuzundan en fazla 20 lira verip edineceğiniz bilgiler için 10 ay senet ödemek mantıklı mıdır? Bir Fransız’a, “Birçok gayrimenkulü olsa bile hangi amaçlar için bekar bir Türk’e sadece bekar olduğu için vize vermiyorsunuz oysa sizin vatandaşlarınız ülkenizde işsiz olduğu halde, cebinde ondan bundan borç aldığı parayla buraya gelebiliyor, bu sizin insan hakları anlayışınızla paralel mi?” cümlesini hangi kurum kaç saatte katılımcısına kurdurup, sordurabilir? Veya bir Amerikalıya, “İnsan hakları evrensel beyannamesinin yapıldığı yılları düşündüğümde kızıl derili kabilelerinin bu konu hakkındaki yorumlarını tabii kaldıysa bilmek isterdim ne dersiniz?” cümlesini kaç saate kurdurabilir?
Veya “Irak’a gelen insan hakları, inanın tüm dünyanın ibretle izlediği medeniyet görüntülerine sahne oluyor” cümlesini kaç saatte kurdurabilirler? Veya bir Alman’a “Bir zaman makinesi yapıp 1936 ya gitseydik elimizde imkan da olsa hitlerle bir an için yalnız kalsaydık 50 milyon ölen insan için ne yapmak isterdiniz?” cümlesini kaç saatte kurdurabilirler? Veya bir İsrailliye, “Filistin sorunu sizin için insani bağlamda mı dini etik bağlamında mı ele alınması gereken bir sorun?” cümlesini kaç saatte kurdurabilirler? Veya bir Rus’a, “Soğuk savaş döneminde Sibirya’da insan çiftlikleri kurulduğu doğru mu?” cümlesini sormak istemez misiniz? Ben karşılaştığım yabancılarla, onların da bizi görünce tırsarak yaklaşmalarına sebep olan yıllarca kendilerini etten canlılar gibi görenler gibi değil de normal biriasi, medeni bir insan gibi yaklaşıp bu şekilde sohbetler ederim. Onlar da ister inanın ister inanmayın cevap verirler çünkü sizde hata diye gördükleri şeyleri sorduklarında buna cevap verip üstüne bu bahsettiğim cümleleri kurduğunuzda cümleye biraz ortaç biraz cümlecik eklediğinizde sohbet doyumsuz oluyor… Deneyin… Şimdi bu yanlış mı? Kim böyle sohbet etmek istemez? Peki, bu cümleleri kurmak için ne kadar beklemek gerekir? Sizin İngilizce bildiğinizi gören bir yabancı; bazılarının sandığı gibi sizinle hemen yemek yemek veya otele kapanmak veya gezip tozmak istemiyor. Onların sorduğu sorular; “Doğuya gidip gitmediğiniz” veya “Ermeni Sorunu hakkında ne düşündüğünüz” veya “bu kadar işsizlik varken neden herkesin son model telefonlar kullandığı” gibi hayatın içinden sosyal gerçekler… Yani adamlar yaz tatilini, bazılarının yaptığı gibi sahilde malak gibi kızarana kadar yanmak olarak görmüyor. Buraya geliyorlar gözlemlerini ve tatillerini yapıp gidiyorlar. Onlar sizden yukarıdaki sorulara cevap beklerken, siz onlara “Hava ne kadar güzel değil mi, evli misiniz bekar mı veya buraya yakın manzaralı bir yer var gidelim mi?” dediğinizde sizce ne tepki verebilirler? Dilde ezber ve advanced kelime olur mu? “Dilde ezber yoktur” söylemi her dil için geçerlidir. Türkçede kimse anne, baba, masa, sandalye kelimesini ezberlememiştir. İngilizcede de bu böyledir. İngilizcede ilk 60 saat Dilde hatalardan bahsetmeden önce pazar günkü yazımızda yer alan ve hassas bazı yorumcuların ifade ettikleri gibi “muhtemel bir devalüasyon olgusu” olması gereken kısım yanlışlıkla “olasılığı” olarak ifade edilmiştir. Bunun kesinlikle bir hata olduğunu kabul ediyorum ve orijinal metnimde bu yokken yazı ikinci defa yazılırken bir aktarma yanlışı olarak yer almıştır. Fakat söz konusu yorumcu arkadaşlar, mal bulmuş mağribi tavrıyla, avami söylem ve üslupla ve sitenin editörünü tenkit eden bir ağızla değil, daha medeni olarak ve “evvelden beri” yazacağına “evvelden biri” yazıp bazılarına “Önce Türkçe öğren” tavırlarından önce kendi hatalarını aynaya bakıp düzeltme tavrına girseler daha iyi olacaktır...
Eleştirmek kolaydır ama insan bir hatasını görüp yerden yere vurmaya kalktığı insanın özgül ağırlığını da araştırmalıdır… Ayrıca editöre çıkışan insanlar, “bu gibilerden hazzetmem” söylemleri kurabilme medeniyetsizliğine, editörün inisiyatif gösterip izin vererek yayınlaması tarafsızlığına, saygı duymalıdır... İngilizce öğretmenlerine, mütercim tercümanlık mezunlarına ve filologlara danışmanlık yapan birisi olarak 81 ilin valisinin hazır bulunduğu bir ortamda Sayın Hüseyin Çelik beyefendinin dediklerini haklı bulup katkıda bulunmak isteyen naçizane bir zat olarak bu tarz ucuz söylemlerle karalamalara gülüp geçiyor ve muhteva açısından söylediklerimin tersini ispatlayacak varsa onlara hodri meydan diyorum… *** Evet, pazar günü İngilizceye sıfırdan başlayıp 30 saatte hangi cümlelerin kurulabileceğine bakmıştık. Şimdi ilk 60 saate bakalım. İlk 40 saatte “İktisadi doktrinler tarihi konusuyla ilgili bu araştırmaların özetlerinde konuyla ilgili uzmanların yorumları da vardı” “Geleneksel yaklaşımların özetleriyle ilgili yorumların yanında yazarların katkılarıyla ilgili bilgiler olacak. İlk 50 saatte Krizden sonra muhtemel bir dini veya etnik çatışma olgusu tüm taraflarca etkin şekilde tartışılacak. Bu ülkelerin tavırlarından dolayı savaş silahlarının satışlarıyla ilgili yaptırım kararları ele alınamadı” İlk 60 saatte “Davayı ele alan yargıçların kararlarını eleştiren avukatlar boykot kararı alan müvekkillerine katıldı” “Enflasyon ve değer düşürme politikalarını eleştiren yazarlara karşı açıklama yapan uzmanlar kararları objektif olarak ele alan politikaları uygun buldu” Örnekleri artırabiliriz…. Yazının başında iğneyi kendimize batırdıktan sonra şimdi daha küçük iğneleri kendimiz dışında batırmaya çalışalım. “Dilde ezber yoktur” söylemi her dil için geçerlidir. Nasıl kendi dilimizde kelime ezberlememişsek İngilizce için de doğru budur. Kelime, kullana kullana, kullanıldığı yerde öğrenilir. Dilin hiçbir safhasında ezber yoktur. Türkçede kimse anne, baba, masa, sandalye kelimesini ezberlememiştir. İngilizcede de bu böyledir. İLERİ DÜZEY KELİME OLMAZ! Advanced yani ileri düzey kelime olmaz. Advanced yapı veya alt yapısal özellikler vardır. Yani o zaman avukata göre doktor advanced, doktora göre muhasebeci advanced, simitçiye göre ayakkabıcı advanced yani hayatımda duymadığım bir kelime duysam kendi kendime “vay be ne kadar advanced” yani ileri düzey falan mı demem gerekiyor?
Sayısal loto gibi “bilmem ne sınavında en çok çıkan kelimeler” diye kitaplar peynir ekmek gibi satılıyor. Bu kadar saçma bir şey olabilir mi? İnsan ne kadar literatür tararsa o kadar çok kelime öğrenir. “Mali yaptırımların gerekçeleri” gibi bir ifade neden branş tipi bir cümlenin parçası gibi düşünülür ki ? Oysa lise okumuş herkes biraz doğru dürüst gazete okuyorsa bunu her dilde anlar. Şu anda güneyde bir seminer için bulunuyorum ve akşam 5 yabancı ile oturup her konudan aktüel düzeyde literatür tarayan birinin yapacağı şekilde saatlerce konuştuk ve inanır mısınız benim söylediğim bazı İngilizce kelimeleri aralarında birbirlerine soruyorlardı. Bir Türk ne kadar ekonomi biliyorsa, bir İngiliz de o kadar bilir. Bir Türk ne kadar politika, biliyorsa bir İngiliz de o kadar bilir. Bir dilin ana dil olması o dilde her konuda konuşmak demek değildir. Ben 40000 (kırk bin) sayfa tıpla ilgili İngilizce literatür taradım. Kimse buna mecbur değildir ama aktüel düzeyde de olsa okumak her konuda literatür taramak gerekir. Dili başka şekilde ilerletemezsiniz. TELAFFUZU FAZLA ÖNEMSEMEYİN, LİTERATÜRE BAKIN Ben bazı kelimeleri bilerek, olması gerektiği gibi telaffuz etmem, bunların örneklerini önceki yazılarımda vermiştim. Karşınızdaki kişi sizin cümle kurup kuramadığınıza bakar. Asla telaffuza bakmaz. Ben saatlerce İngilizce konuştuğum hiçbir yabancıdan aksan ve telaffuzla ilgili bir şey duymadım. Fıkra da anlattım politik tartışma da yaptım. Asla İngiliz gibi Amerikalı gibi telaffuz edemezsiniz. Belki bazı kelimelere artükilasyon olarak hakim olabilirsiniz. Ama aynı gırtlak veya artükilasyon grubuna dahil olmadığımız için maalesef boşa kürek sallarsınız. Ben günde 250 (ikiyüzelli) sayfa çeviri yapabilirim. Şimdiye kadar 200’den fazla konuda 200000 (ikiyüzbin) sayfadan fazla çeviri yaptım. (Bununla ilgili editöre yazı yazacak olanlara; sayın editörün canlı yayında beher sayfa için Türkiye çevirmenler derneğinin belirlediği fiyattan hodri meydanı kabul etmesini ve meydan okuyacak kişinin steno bilen bir arkadaşla gelip 24 saat noter huzurunda canlı yayında parasını da getirip hazır bulunmasını tavsiye ederim.) Elbette ki bu kadar sayfanın bir günde yapılmasının nasıl bir emek ürünü olduğunu yıllar önce Ankara zafer çarşısında gördüğüm bir olayın hayatımdaki birebir karşılığıdır diyerek anlatmak isterim. Bir arkadaşımla gittiğim çarşıda 15 dakikada portre tarzında Karakalem çalışan birini hayranlıkla izlerken biri çıkıp “ağam nasıl 15 dakikada yapıyorsun bana da anlat” deyince adam dönüp “35 sene artı 15 dakika” dedi. Yıllar önce bir tercüme bürosunun beni denemek için verdikleri 1 sayfayı 1 günde o kağıdı belki 10 kere yere fırlatıp tekrar aldıktan sonra bitirebildim. Sonra azmedip tercüme bürolarında çalışarak hem de okula katkı yaparak ve sonra da şimdiye kadar yıllardır uğraşıyorum. Ama şu anda müfredatımı bitiren bir katılımcı günde en az 10 sayfayı her konuda yapabiliyor. Keşke 25 sene önce bana da böyle öğretselerdi. Oysa günde 10 sayfayı bırakın İngilizce Türkçe okumak bazılarına zul geldiği için havsalaları almıyor medeni dünyanın alt limitinin bu olduğunu.. İngilizce'de doğru bilinen yanlışlar İngilizce nasıl bir dildir ve ne kadar kolaydır? Boşluk doldurarak İngilizce öğrenilir mi? İngilizce bilmek için kaç kelime bilmek yeterlidir? Türkçe yok sayılabilir mi?
İngilizce nasıl bir dildir ve ne kadar kolaydır? Öncelikle, İngilizcede tabiri caizse doğru bilinen yanlışlara bakalım. 1-Öğrenmek için ihtiyaç olmalıdır. 2-Bütün ithal temel seviyede dil kitapları neden soru sorarak başlar 3-Boşluk doldurarak dil öğrenilir mi? 4-Günlük dilde 300-500 kelime bilmek yeter miymiş? 5-Dil yaşayarak öğrenilirmiş. 6-Karşılaştırmalı dil bilimi dil öğretiminin önemli alanlarından olmasına rağmen ve yabancı dilbilimciler bile “ana dil en önemli yardımcı faktördür” derken neden bizde Türkçe yok sayılıp ötelenmek istenmektedir. Cevap 1: Türkiye’de İngilizce kullanılmamaktadır. Çünkü resmi olan ve kullanılan dil Türkçedir. O halde bizim kullanamadığımız dile ihtiyacımız yok mudur? Tabii ki var bir kere tüm branşlarda literatür İngilizcedir. Dünyadaki tüm bilimsel yayınların %75’i maalesef İngilizce yapılmaktadır. Yani konunuzda ordinaryüs olsanız bunu dünyaya tanıtmak için İngilizce yayın yapmıyorsanız ününüz kendi ülkenizde ve ülkenizle sınırlı kalır. (Burada Alman filozoflar veya Hintli yazılımcılar veya Fransız toplumbilimciler veya Türk tıp, matematik dehaları olamaz anlamı çıkarmasınlar lütfen. Bir ülkenin bilim adamı çıkarması ayrı şeydir burada bahsettiğimiz ayrı şeydir). Evet devam edersek yine tabii ki ihtiyaç vardır. Çünkü birçok şirket yazılı ve sözlü görüşmelerini İngilizce yapmaktadır. Birçok bölgede bölgesel konumsal yöresel mevsimsel vs olgulardan dolayı gelen yabancılara hizmet ve hitap İngilizcedir. Sanılıyor mu ki bir zamanların modası Rusça Çince İspanyolca önem kazanmaktadır? Kesinlikle hayır! Kişiler anlaşamadıkları her durumda İngilizceyi kullanmaktadır. Yapılan bilimin İngilizce tanıtılmasıyla İngilizce bilim yapmak karıştırılmamalıdır. Bilim dili anadil veya ülkede kullanılan dil olmalıdır. Bu arada bilim yaparken kullanılacak dilin de bilim yapacak bileşenlere Morfoloji, Semantik, Sentaks vs yapısal ve dilbilimsel niteliklere sahip olan dil olması gerekir. Retorik oluşturacak derecede zengin başka dillerin katkılarını da artık lütfen kabul edebilen yapıda bir dil olması gerekir. Bu anlamda ülkemizde dil Türkçe iken İngilizce bilim öğrenmeye çalışmak doğru değildir. Üniversite eğitimi Türkçe yapılıp sadece İngilizce öğretmek ve ülkemiz insanına İngilizceyi iyi öğretmek için büyük bir araştırma kampusu olan bir dil üniversitesi veya enstitüsü açılsa iyi olacaktır. Tabii ki ihtiyaç vardır. Çünkü yukarıda saydığımız noktaların alanlarının hiçbirinin kapsamında olmayan birçok insan da vardır göz ardı edilmemesi gereken. Bunlara da İngilizce öğretilip düşünce sistemlerini geliştirmek ve ülkeye ana dilde katkılarını artırmak neden iyi olmasın. Bir yabancı dili öğrenmek özellikle, Türkçe ve İngilizce tamamen zıt yapısal özellikler içerdiğinden düşünme sistemlerinde uygun tabiriyle şimşekler çaktıracak birinden diğerine geçişte köprü değişiklikleri olan iki dil olduğundan çok önemlidir. Cevap 2:
Yıllardır dikkatimi çeken ve İngilizcede benim de denek olduğum noktaların biri de tüm temel veya başlangıç veya adına ne demeyi uygun görürseniz yeni başlayanlar için en temel düzey diye hep soru sormakla ve soru cümleleriyle başlamalarıdır. Bir insana bir dilde düz cümle kurmayı öğretmeden soru sormayı öğretebilir misiniz? Kişi “İstanbul’a gittim” demeyi bilmiyorsa “İstanbul’a gittim mi?”, “İstanbul’a neden gittim?”, “İstanbul’a neyle gittim?”, İstanbul’da nereye gittim? vs vs sorularını sorabilir mi? Ayrıca burada büyük bir handikap olarak gördüğüm “how are you” gibi bir cümleyle “how do you do” gibi bir cümlenin yani sonuç anlam olarak veya semantik olarak veya anlamsal anlam olarak sırayla “Nasılsınız?” objektif anlamındaki cümleyle anlamının kelime anlamlarıyla ilgisi olmayan ve tamamen sübjektif, kelime anlamları dışında “Memnun oldum” anlamını taşıyan bir cümlenin aynı konuda verilmesidir. “Where are you from” cümlesinin mantığını kavramaya başlayan bir kişi “How do you do” cümlesini de aynı analiz işlemine sokmaya kalkınca eğitmeni tarafından şoka uğratılmakta komik duruma düşürülmektedir. İnsanlara doğru dürüst dil öğretilmeden subjektif, soyut, deyimsel, ibaresel kullanımlar gösterilmekte bir şekilde başlayan anlama süreci kişiyi de olaydan soğutarak sona erdirilmektedir. İngilizcede “can a leopard change his spots” veya Türkçede “Ayağını yorganına göre uzat” cümleleri karşılıklı bu dilleri öğrenenler açısından dili objektif öğrendikten sonra bakılması gereken sübjektif yapılardır. Bunları öğrenme aşamasında kelime kelime asla aynı anlamı verecek şekilde kurduramazsınız. Çünkü kalıp anlam içeren ifadelerdir. Soru sormak bir dilde asla temel düzey olamaz. Düz cümle kuramayan soru soramaz ve soru sormak ağızda sadece fiziksel olarak bir dil ve fiziksel bir ağız olmakla gerçekleşen bir eylem değildir. Her dilde soru sormak çok önemlidir. “what is your name” gibi oyalayıcı saçmalıkları iyi kuruyorum diyen varsa veya ben “İngilizcede çok iyi soru cümlesi kurarım” diyen varsa kendisine vereceğimiz 20 cümlelik bir sınavda her doğru kurduğu 4 soru cümlesi için kendisine istediği bir şehrimizde 1 günlük yaz tatilini hem de bundan sonraki İngilizce çalışmalarına destek olsun diye vermeyi çok isterim. Cevap 3: Benim ortaokulda lisede okurken yabancı dilim Almancaydı. Hep öyle derler ya 9 ortalamayla bitirmeme rağmen Almanca biliyorum demeye utanırım ve demem zaten. Size İngilizce öğretecek bir yere gittiniz herkese kuşe kağıda basılı hani janjanlı derler ya işte öyle kitaplar verildi. Açtınız ilk sayfalarda diyor ki “what...your name?” altta şıklar var ve siz “is” şıkkını işaretlediniz. İngiliz hocanız sizi alnınızdan öptü “bravo” dedi. Sonra “Where ... you from?” geldi. Şıklardan bu sefer “are” şıkkını söylediniz. Ve sınıfta bir alkış tufanı koptu. Kursu böyle bitirdiniz. Sonra şirketinize bir yabancı geldi adama şirkette dolaşırken bir yaka kartı takması söylendi ve size “for what purpose is this card?” dedi. Eveeeet, şimdi alkış tufanı veya öpücükler yok. Peki, ne var hani boşluk olsa da doldursam diye bekleyen siz evet siz! Çünkü iletişim dilde cümle kurmakla olur, dolacak boşluk beklemekle elinde “upper” “advanced” duvar kağıdı değerindeki belgeyle dolaşmakla değil! Geçmiş yıllarda bir şehirde bir bayan geldi. O zamanın müfettişlik sınavlarına girmiş dil kısmında kalem oynatamamış. Şimdi lütfen bana İngilizcesiyle ilgili kurduğu cümlelere bakıp irdeleyerek o kalem oynar mı oynamaz mı kısaca bakalım. kapıdan girdi. Önce “hocam ben 12 sene bilmem ne kursuna gittim 'advice' düzeydeyim ama kalem oynatamadım bana özel ders verirmisiniz.” eveeeeettt…
Birinci nokta: 12 senede (o zaman ilk orta ve 3 yıllık lise vardı) yani 3 okulun bitirilip 4.den de yani üniversiteden de 1. yılını bitirilip kendi anadilinde 2. sınıfa geçildiği bir ülkede nasıl olur da İngilizce öğrenilemez veya öğretilemez. İkinci nokta: hanımefendinin 'advice' derken aslında demek istediği 'advanced' dir. Üçüncüsü, ben özel ders asla vermem kardeşime bile özel ders vermedim. Çünkü pedagojik olarak grup çalışması her zaman daha verimlidir. Sonuç olarak hangimiz Türkçeyi boşluk doldurarak öğrendik. Cevap 4: Bilimsel bir araştırmaya göre dünyada bazı kedi, köpek, papağan ve maymun türleri 500 ile 1000 arasında kelimeyi öğrenmektedir. Hayvanlarda ezberlemek olamayacağına göre kodlama yoluyla öğrenme onlarda da vardır. Şimdi medeni bir dünyada birinin çıkıp “Günlük dilde 300-500 kelime yeter mi?” demesi bu anlamda ne demektir. Asla bir doktor günlük dilde 300-500 kelimenin yettiğini söyleyemez veya bir avukat veya hakim veya mali müşavir veya yayıncı vs vs. Bir doktora göre günlük dil yirmi bin avukata göre otuz bin mali müşavire göre yirmi bin öğretmene göre yine binlercedir. Günlük dille anlatılan sebze meyve alışveriş selamlaşma mesleksel jargon yani özel terim kelime kullanımları vs. midir? O zaman bile bir alış veriş merkezine girdiğinizde kaç kalem mal var bunların sadece ismini bilmek kaç kelimedir. Peki, günlük dil kahvehane dilimidir? Bakalım orada neler var. Bir kere kahvehanede buluşan insanların kendi jargonları kendi mesleksel veya işsiz bile olsa her anlamda yöresel kullanımları peki bunlar saymakla biter mi? Cevap 5: Hayatımda yurt dışına çıkmamama rağmen karşılaştığım her yabancıyla her konuda nasıl konuşabiliyorum. Hayatını yurt dışında geçirmesine rağmen cümle kuramaması bir yana marifetmiş gibi yabancılar için Türkçe öğrenmek zorunda kaldılar diyen sevgili vatandaşlarımız ne demek istemektedir? Temelle İdris yolda giderken bir turistle karşılaşırlar. Adam 6 dilde yol sorar sonra bakar umut yok. Yanlarından ayrılınca Temel İdris’e “Bak adam 6 dil biliyor derdini anlatamıyor” der. 20 yıl Amerika’da kalan bir vatandaş torununun işlemleri için gelince ailecek iyi para kazandıklarını ama konuşup okuyup yazmaya gerek olmadığını söylemektedir. Cevap 6: İşte en önemli sorun: En sona bıraktım çünkü en fazla irdelenmesi gereken konudur. Türkçe ve İngilizce yapısal olarak zıt dillerdir. O yüzden bu zıtlık aynı zıtlıkta oluşmuş düşünme mekanizmalarına da yansıdığından Almanca Fransızca gibi bu 3 dili üst üste koyup sadece yerlerine gelen kelimeleri biraz da artikeliyle oynayarak diğerini oluşturma anlamında basit bir işlem yapamazsınız. Bunu 3 basit cümleyle karşılaştırmalı olarak verelim.
Türkçe 1- Ahmet bu hastanede bir doktordur. Türkçe 2- Ahmet dün İstanbul’a gitti. Türkçe 3- Son zamanlarda ihracatlarda bir artış olmuştur. İngilizce 1- Ahmet is a doctor at this hospital. İngilizce 2- Ahmet went to İstanbul yesterday. İngilizce 3- There has been an increase in exports recently. Şimdi İngilizce cümleleri Türkçedeki gibi sadece düz kelime sırasıyla verelim. Cümle 1- Ahmet’dir bir doktor da bu hastane. Cümle 2- Ahmet gitti a İstanbul dün. Cümle 3- olmuştur bir artış da ihracatlar son zamanlarda. Şimdi Türkçe cümleleri İngilizce’de düz kelime sırasına göre kuralım Cümle 1- Ahmet at this hospital a doctor is. Cümle 2- Ahmet yesterday to istanbul went. Cümle 3- Recently in exports an increase there has been. Bu kadar zıtlık varken iki dil arası yapılar tersken ve düşünce sadece birinde gelişirken diğerinde aynı fikri aynı sırada veremezken fikrin oluştuğu dili yadsımak ötelemek nereye kadar devam ettirilecek bir inattır. Bu ülkede Türkçe düşünen bizler için en iyi dil öğretim yolunun karşılaştırmalı yöntemle kurulacağı gün gibi ortadadır. İngilizce birkaç noktadan Türkçeden daha basit bir dildir. Sonraki yazılarda bu konu üzerinde devam edeceğiz. Bu arada 100 saatin tamamı bitince ne oluyor ona da sonraki yazılarda devam edeceğiz. İngilizce: Dünyanın en basit dili İngilizce dünyanın en basit dilidir. Ve Türkçeyle olan yapısal zıtlığına rağmen içerdiği cümle yapıları da birebir örtüştüğü için kolay öğrenilebilir Öyle bir dil düşünün ki hayatınızda öğrenemediğiniz herhangi bir konuyu o dilde yazılmış bir kitaptan okuduğunuz zaman tabiri caizse su gibi öğrenebileceksiniz. Öyle bir dil düşünün ki birisiyle karşılaştığınız zaman bu karşılaştığınız kişi dünyanın neresinden olursa olsun her konuda konuşup anlaşabileceksiniz. Öyle bir dil düşünün ki yapısal olarak bakıldığında kendi dilinizle birebir örtüşen fakat sadece her şeyin tamamen zıt olduğu bir yapıya sahip olsun. Öyle bir dil düşünün ki o dilin ana dil olduğu bir ülkeye gittiğinizde hayatın her safhasında o dilde yazılmış uyarı notları ve tabelalarla hayatınız çok kolay hale gelsin. Öyle bir dil düşünün ki aklınıza gelen bir fikri veya toplamda fikirler silsilesi olacak kısa veya uzun bir kitap veya makaleyi o dilde yazdığınız zaman okuyanınız belki de ülkenizde yazdığınızda sizi okuyacak olanların 1000 katı olsun. İşte İNGİLİZCE… Dünyanın en basit ve sistematik dili.
Şimdi yukarıda sıraladığımız özellikleri tek tek bakıp analiz yapalım. Ülkemizde birçok bilim kurumunda yıllardır söylenen, başka kurumlarla aralarında, yapılan bilim ve kullanılan bilim dili konusunda birlik olmaması, hatta bazılarının yazdıkları belli konulardaki makaleleri diğerlerinin anlamadığı veya o konuyu meslek olarak seçecek kişilerin daha ilköğrenime başladıkları anda kavram karmaşasından dolayı öğrenememeleridir. Yani siz bir bilim dalında bir konuda bir makale yazacağınız zaman o konuda ilk defa bir kelime veya terimi ortaya attığınız anda onu açıkça ifade etmeden literatürünüze devam ederseniz hep söylenegeldiği gibi “şu üniversite hocasının yazdığı makaleyi bu üniversite hocası anlamıyor” veya “kullandığı jargon veya terimleri kabul etmiyor” şeklindeki söylemleri hep duyarsınız ve duymuşuzdur da. Oysa İngilizcede, dünyada isterse daha dün ortaya atılmış bir tez veya makale konusu da olmuş olsa o makale veya tezin yazarı ilk defa bir terim kullanıyor yani tamamen kendi ürünü olan veya bazılarının diyebileceği gibi uydurma bir kelime bile ortaya atsa ilk geçtiği yerde onu açıklamak zorundadır. Bu da şu demektir: İngilizce bir konuda yazılmış bir yazı okurken örneğin bir kelime veya terime takıldınız eğer bir sözlüğe baktığınızda o sözlük isterse dün piyasaya çıkmış olsun bu kelimeyi bulamadıysanız o kitapta geçtiği ilk yere bakın eğer orada da yoksa demek ki o kitap o kelime veya terimin kullanıldığı literatürün ilk kitabı değildir. İlk kitabı bulursanız ve orada o terimin ilk geçtiği yere bakarsanız mutlaka yazar onu açıklamak zorunda olduğu için hemen o terimin ne olduğunu okuyup anlarsınız. Bu İngilizce yazılmış her kitap için geçerlidir. Bir yazar kendi ürünü olan bir terimi ilk ortaya attığı zaman açıklamak zorundadır. Aksi takdirde yayınlayamaz veya yayınlamasına izin vermezler. Elbette ki izin almadan yayınlayabilir ama o zaman da kitap, referans verilmeyen bir deneme niteliğinde bir kitap olmaktan öteye geçemez. İngilizcede 'clue' yapısı adı verilen yani 'ipucu' yapısı adı verilen altyapısal özellikler ve bunların yazıldığı ileri düzey kitaplar vardır. Bu kitaplarda önsözlerinde “İngilizcede bir cümleyi anlamak için o cümlede geçen her kelimeyi bilmek zorunda değilsiniz” diye yazar. Ve ‘clue’ yani ‘ipucu’ yapılarını anlatır. İNGİLİZCEYE HER SENE 5 – 10 BİN KELİME KATILMAKTADIR İngilizceye her sene 5.000-10.000 (beşbin-onbin) arası kelime veya terim katılmaktadır veya eklenmektedir. Örneğin Prenses Diana’nın hayatının ve yaşadıklarının İngilizce’ye 5.000’den (beşbinden) fazla kelime ve terim kattığından bahsedilir. Türkçe İngilizceden daha sağlam temellere dayalı çok daha öncesinde kullanılan bir dildir. Ayrıca Arapça ve Osmanlıcada dil olarak İngilizceden her anlamda daha sağlam dillerdir. Burada sağlam kelimesi altına sığdırmak istediğim sıfatlar daha karmaşık, daha ayrıntıda gizli, semantik yani anlamsal anlam özellikleri daha yelpazesi açık bir yapıda olan, uzmanlık alanlarına daha fazla hitap eden vs diller olmaları anlamındadır. İngilizcenin doğuş koşullarıyla; diğer 3 dilin yani Türkçe, Arapça ve Osmanlıcanın doğuş koşulları kesinlikle karşılaştırılamaz. Diğer 3 dil kültürel birikimin harika hasletler bulunduran milletlerin dilleridir. Ama özellikle Türkçe üzerinde fazla uğraşılamayan bir hale getirildiği için avantajlarını yavaş yavaş kaptırmaktadır.
Hayatınızda hiç öğrenemediğiniz örneğin tıp, sosyal bilimler, fen bilimleriyle veya bunların alt branşlarıyla ilgili bir konu veya merak ettiğiniz hayatın içinden bir konuyu, o konuyu ele alan İngilizce bir kitaptan çok daha kolay öğrenebilirsiniz. Örneğin yüksek matematiğin bir konusu veya sadece matematik veya organik kimyanın bir konusu veya sadece kimya vs vs. Amerikan filmlerinde görmüşsünüzdür. Adamın biri film icabı bir aletin kullanım kılavuzunu okur ve hemen kullanmaya başlar. Evet bu film icabıdır ama gerçek olan kısmı gerçekten bir kullanım kılavuzuyla ve iyi bir alet takımıyla bir kamyon motorunu veya bir skorsky helikopterini söküp tekrar monte edebilirsiniz. TÜRKÇE HÂLÂ İNGİLİZCE KADAR YAYGIN OLMA EĞİLİMİNDE DEĞİL İkinci konu yaygın olmakla ilgili bizde de Türkçe olimpiyatlarıyla Türkçe konusunda birtakım çalışmalar, gayretler yapılmasına rağmen hala İngilizce kadar yaygın olma eğiliminde değildir. Bu anlamda dünyanın neresine giderseniz gidin karşılaşacağınız her insanla elbette ki işaretlerle de anlaşabilirsiniz ama bilin ki mutlaka İngilizce biliyordur ve İngilizce en alt seviyeden de olsa anlaşabilirsiniz. Oysa moda tabiriyle yok Çince potansiyel dil olacakmış yok bir aralar Rusça derlerdi veya İspanyolca falan hepsinin yalan olduğunu veya söylendiği yerde kaldığını örneğin bir eski modan veya Afrika’da bir kabile üyesinden “do you speak english” sözünü duyduğunuzda göreceksiniz. İNGİLİZCE VE TÜRKÇE’NİN YAPISAL ZITLIKLARI İNGİLİZCE dünyanın en basit dilidir. Ve Türkçeyle olan yapısal zıtlığına rağmen içerdiği cümle yapıları da birebir örtüştüğü için kolay öğrenilebilir. Bu zıtlığı, amiyane tabiriyle zıtlığın birliğini oluşturup, birinden diğerine geçiş de hem insanın zihnini açmakta hem de ana dili bunlardan biri olanın diğer dili çok daha kolay öğrenmesini sağlamaktadır. (Yeter ki şu İngilizce düşünmek gerek saçmalığından bir an önce vazgeçelim. Pazar günkü yazımda ekran karşısına davet ettiğim İngilizce düşünen Türklerden hala ses çıkmadı. Ya beni kaile almadılar veya İngilizce düşünemedikleri 60 saniyede ortaya çıkacak diye korktular. Ben iğneyi yine kendime batırıp beni önemsemediler diyeceğim. Ama ben İngilizce düşünen bir Türk olsaydım ve birisi yapamazsın deseydi haddini bildirmek için canlı yayına çıkar ve nasıl düşündüğümü aslanlar gibi ispat ederdim.) Bu yapısal zıtlık ister inanın ister inanmayın kafanızda oluşan her fikri sanki isminizi söyler gibi bir anda İngilizcede ifade edecek hale sizi getirmektedir. Beynimizde düşünce merkezinde oluşan bir fikir iletişim cümle kurmakla sağlandığı için ve fakat hem kelime hem kelime grubu hem de cümle düzeyinde sadece belli sayıda ama bu sayı Allah’ın (c.c) hakkı şu sayıdadır amiyane tabirinde dediğimiz sayıdadır sadece. Anlamışsınızdır. Türkçe bu anlamda her şeye gramatik olarak bakarken İngilizce basit bir şekilde sadece yapısal olarak bakmaktadır. Şimdi bir düşünün lütfen size konuşma okuma anlama ve yazma düzeylerinde ne gelirse gelsin veya siz bu düzeylerde karşı tarafa ne kurarsanız kurun sadece bu üç cümle yapısı üzerine kuruludur.
Bin sayfalık herhangi bir konuda İngilizce bir kitapla bin sayfalık herhangi bir konuda bir Türkçe kitabını yan yana koyup ikisinden de gözümüz kapalı birer sayfayı açıp gözümüz kapalı birer cümleyi işaretleyelim mutlaka bu üç cümle yapısına plase olduklarını yani girdiklerini göreceksiniz. Türkçe ve İngilizce bu anlamda yani cümle yapılarının öğe olarak kuruluş silsilesi sıralaması anlamında terstir ama bu zıtlık veya ters oluş aynı zamanda kuruluş kolaylığının da adıdır veya rehberidir diyebiliriz. Bu üç cümle yapısını karşılaştırmalı olarak ele alan bir müfredat tahmin edin size neler yaptırır. En önemli sorun cümle kurmak ve anlayarak konuşmaktır. Yurt dışında kafede otururken aklına bir yöntem gelen birisi ülkemize gelip şöyle yaptırıyormuş: Hocanın karşısına geçiyormuşsunuz. O size bir cümle kuruyormuş. Siz tekrar ediyormuşsunuz. Sonra aynı cümle sırayla siz ve o en az yarım saat birbirinize söylüyormuşsunuz. Burada amaç anlamak değilmiş önemli olan bir cümle kurulMUŞMUŞ ve anlamak değil söylemek önemliymiş! NASIL YANİ? Belki karşılıklı iyi sözler söylemiyoruz. Ben ne dediğimi bilmiyor, Bana ne dendiğini anlamıyorsam bunun dil ve iletişimle ne ilgisi var? Ve daha neler neler ne yöntemler ne taktikler ama hiçbiri ana dili baz almayan reddeden öteleyen saçmalıklar. Kendinizi soyut bir ortamda düşünün lütfen. Ülkenizde kangren olmuş sanki bir araç değil de, artık öğreneyim öleyim diyecek şekilde insanların nefret etmesinin sağlandığı bir amaçmış gibi güya öğrenme ve bacasız sanayinin sömürü odağı haline getirilmiş bir İngilizce ortamı düşünün. Ve düşünün ki size kurulacak ve sizin de oluşturacağınız fikri kuracağınız sadece üç tane cümle yapısı var ve ne lengüistik ne de matematiksel olarak dördüncü bir cümle yapısı her iki dilde de asla olmayacak. Peki, şimdi konuşamaz mısınız, yazamaz mısınız, okuyamaz mısınız, anlayamaz mısınız? Aksine, hepsini tabiri caizse oynaya oynaya yaparsınız. Newton’dan öncede yer çekiminin olması ama Newton’un adını koyması gibi her dilde de bu cümle yapıları zaten var ama sadece bu üç cümle yapısıyla sınırlı iki dil var elimizde ve bu iki dil siyah ve beyaz gibi zıtların birliğinin beyin faaliyetlerini coşturan ortaklığının sebebi ve sonucu olan yapılar. Ve devamını düşünün başlangıç ve bitişi de yine kendileri olan yapılar. Şimdi bu yapıları karşılıklı iki dil bağlantısıyla anlatan bir müfredat hem dil bilimcilerin beynin hem sağ hem sol yarı kürelerini aynı anda çalıştırıyor dedikleri bir müfredat. Hem bittiği anda size her konuda istediğiniz uzunlukta cümleyi konuşma okuma anlama ve yazma düzeylerinde kurduran bir müfredat, hem karşınızdaki bir kişiyi bu 4 düzeyde anlamanızı sağlayacak bir müfredat, hem de Fransızca ve Almancayı da bu müfredat sırasıyla aynı dizgeyi veya sistematiği kullanarak kendi kendinize öğrenmenizi sağlayacak bir müfredat sizce de iyi değil midir? Dünyada nereye giderseniz gidin İngilizcenizi kullanarak her toplumsal ve ekonomik düzeyde dil anlamında istediğiniz her şeyi yaparsınız. TÜRKÇE GİBİ ZOR DİLİ ÖĞRENMİŞSEK, BASİT BİR DİLİ…
Unutmayın biz Türkçe gibi bir dili öğrenmeyi başarabiliyorsak ki Türkçe İngilizceden çok daha zor bir dildir, İngilizce gibi basit sistematik bir dili çok kolay öğrenebiliriz. Ama bizim düşünce sistemimize paralel olacak bir sistemle öğrenmemiz gerekir. İngilizce öyle bir dildir ki bu dilde kompozisyon yazmayı başarabiliyorsanız Amerika’da size burs vermektedirler. Bu da İngilizcede kompozisyon yazmak zordur anlamının değil Amerikan halkının bilgi düzeyinin ne olduğunun göstergesidir. Amerika ve İngiltere’nin dünyaya pazarladıkları İngilizce kendi ülkelerin de bile insanlarına öğretemedikleri İngilizcedir. Amerika’da bir aralar İngilizcenin miyavlama ve mırıldanma haline gelmesi tehlikesi düşünülerek söylendiği gibi yazılması teklif edilmiş ama bunun çok daha fazla kafa karışıklığına yol açacağı görülüp bundan vazgeçilmiştir. İlk körfez savaşı sırasında Amerikalı bir general ülkemize gelip kamuoyuna canlı yayında açıklamalar yaptığı gazetecilerin de hazır bulunduğu bir ortamda kendini Öyle bir kaptırdı ki yayın çevirmenleri aktarımı bırakmak zorunda kaldı ve ancak adamlarının uyarısıyla tekrar doğru dürüst konuşmaya başladı yani anlaşılır olarak. Zenci Amerikalıyla beyaz Amerikalının fikir anlaşmazlığı değil ama birbirlerinin konuşmasını anlayamadıkları bir dil haline gelmiş bir dilin hala asıl odak noktası olan cümle kurmak anlamında değil de saçma telaffuz zırvalarıyla güya öğretilmeye çalışılması acaba kimin çıkarlarına hitap etmektedir? Susayınca akla suyun değil alkolün geldiği, misafire bizimki gibi çay değil de alkolün ikram edildiği bir toplumun, kanlarında sürekli alkol dolaşan dinen bile alkolle vaftiz olan bir halkın, alkolün etkisiyle aynen ülkemizde alkol alanların Türkçeyi konuşması gibi dillerine o gevşekliğin genetik olarak da kodlandığı bir halkın; gerçekten kullanımı her anlamda kolay dillerini, neden onlar gibi telaffuz etmemiz gerekir zorlamalarıyla asıl özden saparcasına öğrenmemiz veya öğrenmememiz gerekiyor? İngilizceyi öğrenir ve fikir sahibi insanlar olarak fikirlerinizi İngilizce yayınlar yaparak bu dilde yazdığınız kitaplarla dünyaya yayarsanız okur kitleniz tahmin edeceğiniz gibi normalde ulaşacağınız sayının yüzlerce katı olacaktır. İngilizcede bir fikri ifade etmek de basittir. CÜMLE KURMAKTAN KORKMAYIN Kuracağınız cümle yapısına fikrinizi yerleştirdikten sonra isterseniz satırlarca uzatabilirsiniz. İngilizcede cümle uzadıkça düşmez aksine cümle uzadıkça açıklama betimleme tanımlama özellikleriyle de desteklendikçe daha anlaşılır hale gelir. Uzun cümle demek zor cümle demek değildir. 80 kelimelik bir cümle basit bir cümledir 8 kelimelik bir cümle bileşik kompleks bir cümledir. Türkçede kafamızda oluşan bir fikri, ifade edeceğimiz cümle yapısına “plase ettikten” yani yerleştirdikten sonra İngilizcede de karşılığı olan cümle yapısını belirledikten sonra artık İngilizce cümleniz isminizi söylemek gibi veya su gibi ağzınızdan dökülecektir. Bu dili öğreten 100 saatlik bir müfredat düşünün ki; bittiği zaman “Ahmet’in dün gelip gelmediğini Ayşe’nin Aliye anlatıp anlatmadığını unutmamıştım.” cümlesini “Sen gelmeden önce Osman geldi” basit cümlesini size rahatlıkla kurdurabilsin.
O müfredat, “konuyu araştıran uzmanların üzerinde çalıştıkları konuyla ilgili açıklama yapan bakanlar eleştiriye açık olduklarını söyleyen yöneticinin tavırlarını yadırgadıklarını ifade ettiler” cümlesini “Ali topu tuttu. Koş Ali koş” Cümle ve kipini (İngilizcede aslında emir kipi de öznesi olan bir cümledir ama özne daima ikinci tekil veya çoğul kişi olduğu için ihmal edilir) “Arkadaşınız gelmeden önce tarafınızca öne sürülen argümanlar, bizce desteklenen fikirlerle örtüşmüyor mu?” tarzı cümleleri de size kurduracaktır. İster günlük hayattan olsun ister literatürden olsun dilde cümle kurmak asıl olgu olduktan sonra cümle kurmaktan korkmayın. BİR CÜMLE ANALİZİ YAPALIM Ve unutmayın ki Türkçede aklınıza gelen her fikir oluşumu cümle formatında İngilizcede de aynı cümle yapısına plasedir. Örneğin Türkçede; “O, bana Ahmet’in gelip gelmediğini Ayşe’ye sorup sormadığımı sordu” cümlesi ne kadar zor olabilir? Bunu, İngilizce hava atmak olarak algılayabilecekler olabileceğinden sadece Türkçe analizle verelim. İlk önce asıl özne “o” dur. Yani nesne ve tümleçleri boş verirsek cümle aslında “O, bana sordu.” şeklindedir. İngilizcede de aynı cümle yapısındadır. Sonra nesneyi yani Ayşe’ye sorup sormadığım şeklindeki isim cümleciğini kurmalıyım. “Ben Ayşe’ye sordum.” cümlesine “-mediğini-madığını” eklemesini yaparsanız bu cümle elde edilir. Burada da “Ahmet’in gelip gelmediği” isim cümleciği “Ayşe’ye sordum.” cümlesinin nesnesi olan cümleciktir. Bu da Türkçede “Ahmet geldi” cümlesine “-mediğini –madığını” söylemi eklenerek elde edilir. Sonuçta ((( ))) iç ve dış parantezler şeklinde ele alırsak her iki dilde de ister en içteki parantezden en dışa veya ister en dıştaki parantezden en içtekine hareketle cümleyi kurarız. İçten dışa gidelim. önce “Ahmet geldi.” Deriz. Sonra “Ahmet’in gelip gelmediği” deriz. Sonra “Ahmet’in gelip gelmediğini Ayşe’ye sordum.” Deriz. Sonra“Ahmet’in gelip gelmediğini Ayşe’ye sorup sormadığım” deriz. En son da “O, bana Ahmet’in gelip gelmediğini Ayşe’ye sorup sormadığımı sordu.” deriz. Dıştan içe gidelim.Önce “O bana sordu” deriz. Sonra “o bana Ayşe’ye sorup sormadığımı sordu” deriz. En son da “O bana Ahmet’in gelip gelmediğini Ayşe’ye sorup sormadığımı sordu” deriz. İngilizcesinde de aynıdır. Fiilli bir cümle var. (bazıları fiil cümlesi diyor ben fiilli cümle demeyi tercih ediyorum)
Bunun nesnesi yine fiilli bir cümlenin isimleşmesinden oluşmuş isimleşen buradaki fiille cümlede yani isim cümleciği de asıl fiilli cümle yapısı içinde ikinci bir isim cümleciğini yine fiilli cümleden oluşmuş bir isim cümleciği olarak nesnesi olarak almıştır. Tabii bu cümleyi ancak tüm müfredatı bitirerek kurabilirsiniz. İngilizcede her cümle yapısında her cümleyi her unsura nesne tümleç sorusu sorarak kurabilirsiniz. Bu, her düzeyde böyledir. İngilizcede cümle kurmak çocuk oyunu gibidir her şeye soru sorarak baştan sona kurun gidin hani derler ya akıp gidersiniz. Türkçe, Osmanlıca, Arapça akıl, mantık,İ zeka unsuru ve göstergesi olan diller iken İngilizce sadece pratiğin dilidir. İngilizcede önemli olan hemen işe eyleme kalkışmadır. Bir acelesi vardır İngilizcenin onu ana dil benimseyenler açısından nasıl hemen elde etmek hakim olmak elzemse İngilizce için de önce işi yapmak önemlidir. Yapılan işten kimin neyin etkilendiği önemli değildir. Biz ise eylemi hep sona bırakırız. Biz de işi yapanın zamir özelliği cümleyi yapısal olarak etkilemez ama İngilizcede 'doer' yani eylemin yapıcısı çok önemlidir. Yapıcının zamir özelliği tüm yardımcı fiil ve fiil plasmanlarını etkiler. İngilizcede bir cümleye “ben” diye başladıktan sonra istediğiniz kadar coşarak dakikalarca cümleye noktayı koymadan canınızın istediği kadar uzatabilirsiniz. Aynı şey Türkçede de vardır. Örneğin “İstanbul’a gittim.” diye başlayıp; “Amcamın oğlunu görmeye İstanbul’a gittim.” “Amcamın oğlunu görmeye Türkiye’nin en büyük şehri olan İstanbul’a gittim.” “Üniversitede okuyan amcamın oğlunu görmek için canımdan çok sevdiğim ülke olan Türkiye’nin en büyük şehri olan İstanbul’a gittim.” “Dünyanın sayılı üniversitelerinden biri olan bu üniversitede okuyan amcamın oğlunu görmek için canımdan çok sevdiğim ülke olan Türkiye’nin en büyük şehri olan İstanbul’a gittim.” vs vs uzatabileceğimiz şekilde cümlemizi kurabilirsiniz. İngilizcede de aynı durum geçerlidir. Her iki dilde de bir cümlede ne kadar çok isim geçerse cümleyi o kadar fazla uzatabilirsiniz. Çünkü ne kadar isim demek o kadar cümlecik ve o kadar cümlecik de içinde geçen her isim için bir o kadar daha cümlecik demektir. Tabiri caizse ne kadar ekmek o kadar köfte misali bir cümlede ne kadar isim varsa oyun sahanız o kadar büyüktür… İNGİLİZCEYİ MUZ GİBİ SOYDUM Ayıptır söylemesi; bir gün bir şehirde o şehrin güya en iyi dil kursunun İngiliz hocasıyla bir kafede topluluk içinde konuşuyoruz. Adam; “Bizim amacımız size dil öğretmek değil ki bir Türk sadece tanışıp kendini tanıtsın biraz da ne dendiğini anlasın yeter” deyince ben de; “Ben sizin dilinizi muz gibi soydum. Merak etmeyin her Türk her İngiliz’den daha iyi İngilizce öğrenecek” dediğim için masadan hışımla kalktı gitti. Devam edeceğiz. Saygılar…
İngilizce neden bu kadar kolaydır? Türkiyedeki en büyük sorunlardan ikincisi bir müfredat eksikliğidir. Bu asla bir yöntem, metot vs sorunu değildir. Eskiden, Sayın Sadettin Teksoy’un bütün gün fragmanlarla verilen ve gerçekten cangıl yani vahşi ormanda bir yamyam kabilesinin hayatıyla ilgili bir programında, Teksoy ve kameramanı vahşi ormanda üstlerinde 2 parça elbiseden başka bir şeyleri olmayan şimdi değil ama eskiden yamyam olan bir kabileyi incelemek için kabile içine giriyorlar. Herkes merak ediyor. Karşılarına kabile şefi çıkıyor. Buraya kadar her şey normal ama asıl normal dışı olan veya benim dikkatimi çeken şey Sadettin Teksoy İngilizce; “Will you eat us?” yani; “Bizi yiyecek misiniz?” diye sorunca yamyam kabilesi şefi; “no” diyor ve İngilizce konuşmaya devam ediyorlar. Düşünün kendi dilleri bile ancak birkaç bin kelimeyi geçmeyen bir halk milyonlarca kelime ve referansın olduğu (merak edenler Oxford sözlüğünün arkasını okuyabilir) İngilizceyi en azından birçok halkın cesaret edip öğrenip karşısındakiyle konuşamayacağı derece ve düzeyde öğrenmiştir. Peki bu nasıl oluyor? Biz dahil birçok dilde olmayan ve filmlerde de gördüğünüz ve İngilizcenin kendi içinde de olan “spell it” yani "hecele" diye bir söylem vardır. Biz hecele deriz ama harf harf söyle de diyebiliriz. Örneğin; iki kişi konuşurken bir kelime geçince biri diğerine bunu söyler. Peki Türkçede bir sarhoşun sohbeti dışında hangimiz şimdiye kadar Türkiye’de yaşayan birine söylediğin kelimeyi harf harf kodla demişizdir? Bu son günlerde moda olmuştur. Çünkü hepimiz bazen “gidiyorum” değil “gidiyom” , “yanlış” değil “yanlış” veya “yalnız” değil “yalnız” deriz. Veya bazı kelimeleri hızlı söyleyenler vardır vs vs. Ama bunlar dışında anlamadığımız kelime yoktur. Neden Eskimosundan Afrikalısına, Çinlisinden Rusuna kadar herkes İngilizceyi öğrenmektedir de bu ülkemizde hala bir sorundur? Deniyor ki “yaşanan yere gitmek gerek”. Peki "kaç Eskimo İngiltereye gitme şansına sahiptir?" Kaç Zimbabveli kaç Çinli Amerikaya gitme şansı elde eder. Bazıları diyor ki “her dil dünyada iletişim için kullanılabilir.” Bunun böyle olmadığı gün gibi ortada değil midir? Çince Çin dışında, Rusça Rusya dışında vs nerede iletişim aracıdır? İngilizce, dil kolonizmini en iyi uygulayan dillerden olmuş, her dilden kelime almıştır. İngilizceye İspanyolcadan giren ve İngilizcenin benim dediği 60000(altmış bin) kelimelik bir sözlük vardır. Geçen yazıda Prenses Diana’nın hayatıyla ilgili olay ve olguların prenses ölene kadar İngilizceye 5000(beş bin) kelime kattığını söylemiştim. Bunu kafaya takanlara Oxford’un 12 ciltlik sözlüğünü açıp bakmalarını tavsiye ederim. Tabii gazetelerin verdiği bedava sözlüklerden başka sözlük olup olmadığını bilmeyenler için bu söz ne anlama gelir bilmem. Türkiyedeki en büyük sorunlardan ikincisi bir müfredat eksikliğidir. Bu asla bir yöntem ,metot vs sorunu değildir. Eskimoluya uyan müfredat Afrikalıya uymaz ona uyan Rusa uymaz hepsine uygun gelen bize uymayabilir. Türkiyedeki İngilizce müfredatları ana dili İngilizce olanlara göre oluşturulmuş müfredatlardır. Bizim düşünce sistemimize ters müfredatlardır.
Bu yüzden dünyada olmayan ve kimsenin inanmadığı uykuda öğrenme veya hipnozla öğrenme veya hafıza teknikleriyle öğrenme şeklinde sanki bu iş emek işi değil de saçma metot meselesiymiş gibi empoze edilmektedir. Şimdi bu yöntemleri tek tek inceleyelim. İsteyenler bu işi yapanların sitelerine de bakabilirler bu yöntemcilerin. Uykuda öğrenme: Bir kere uyku modu insan hayatında yarı ölüm denebilecek bir evredir. Yani bilinç normal hayattaki haline göre iptal olmuş haldedir. İngilizcede bile bizim “kahvealtı” yani “kahvaltı” dediğimiz kavram, “breakfast” kelimesiyle ifade bulmaktadır. Bunu “break” ve “fast” olarak ayırırsak“fasting” İngilizcede “oruç tutmak” demektir. “Break fast” ise "oruç açmak"demektir. Elbette ki bizim ki gibi veya en azından Yahudilerdeki gibi değil ama bir nevi oruç açmaktır. Yani en az 8 saatlik bir yarı ölüm halinden sonra uyanıp yemek yemektir. Uykuda bütün faaliyetler durmuş haldeyken öğrenme gibi tamamen bilinç isteyen bir eylem nasıl olur da olabilir? Ve nasıl olur da güya uykuda verilen bilgi bilinçaltından çekilip uyanık haldeyken fonksiyonel olarak kullanılabilir. O zaman herkes tıp mühendislik hukuk vs kitaplarını cd lere aktarıp uykuda öğrenip doktor avukat mühendis olsun öyle değil mi? Sabaha kadar uyuyayım sabah gidip anatomi sınavını geçeyim sabaha kadar uyuyayım ve sabah gidip termodinamik dersini geçeyim. “Uyuyayım” derken bazıları yazdıklarımı karmaşık buluyormuş yani uyurken aynı zamanda sözde uyku metotçularının cdlerini dinleyerek uyuyayım demek istiyorum. Ben bu metodu inanın akıl almaz ve mantık dışı buluyorum. Mantığını açıklamak isteyen veya bu yolla dil öğrenen varsa bilmek isterim. Ve böyle yöntem uygulayanların bırakınız dil öğretmeyi kendi ana dilimizde bir Nasreddin hoca fıkrasını bile anlatamayacaklarını iddia ediyorum. Hipnozla öğrenme: Bu da saçmalığın daniskası güya yöntemlerdendir. Zaten bazı hipnozcuların bilgisizlikten ve cahillikten uyuttukları kişileri uyandıramadıkları görülmektedir. Bu da bir nevi uyku modu gibi bilinç dışı bir konumda öğrenme gibi bilinç isteyen bir eylemin güya yaptırılması saçmalığıdır. Yine iddia ediyorum ki hipnozla dil öğrettiğini iddia edenler Türkçede bir Nasreddin hoca fıkrasını öğretsinler ben bir daha İngilizce kelimesini ağzıma almayacağım. Hafıza teknikleri: Hafıza teknikleri ülkemizde 2000 yılından sonra türemeye başlayan bazı fırsatçıların saçmalıklarından başka birşey değildir. Hafıza çivileri varmış ve çivi çakarak insanları tedavi etmekten dil öğretmeye kadar yelpazesi maşaallah çok geniş olan faaliyetler yapıyorlarmış. Dünya hafıza şampiyonu olmak ayrı şey ki bu kişisel bir başarıdır herkesi bu hale getirmek ayrıdır. Örneğin bu yöntemle “chasm” yazılan ve Türkçede artikülasyon olarak ”kezım” diye telaffuz edilecek bir kelime şöyle öğretilmekteymiş: Kazım diye biri bir gün yolda giderken ayağı yoldaki bir yarığa takılır ve ayağını burkar. hmmmm evet demekki “kezım” yani “kazım” telaffuzuna sahip olan kelime “yarık”tır. Şimdi İngilizce bir kelime için Türkçede kaç kelime heba edildi bakalım. Tam 15 kelime evet bir kelime için 15 kelime. Peki her İngilizce kelime için Türkçede bu kadar kelime telef edersek nasıl kelime öğrenebiliriz? Ve asıl sorun diyelim ki bu yöntem faydalı olsun kaç kişi bir kelime için 15-20 kelimelik cümleler kurup sadece tek kelimeyi öğrenme gayretine girer? Bir an için hafıza tekniği olduğunu düşünelim ve bunun dil öğrettiğini düşünelim. O zaman bu işi yıllardır yapanlar sizce dünyada genel geçer olan tüm dilleri öğrenemez miydi? Ben bu yöntemin savunucusu olsam örneğin 20 senemi versem bu yönteme her yıl bir dili öğrenirdim. Oysa ben bu kişİlerin İngilizceyi bile ancak bildiklerini düşünüyorum.
Kelime öğrenmenin tek yolu literatür taramaktır. Lütfen düşünün ülkemiz dahil dünyanın her ülkesinde herkes ülkelerinin milli eğitim potasına göre lise son sınıfa kadar aynı dil potasından çıkmaktadır. Ülkemizde de herkes lise son sınıfa kadar aynı Türkçeye hakimdir ve üniversiteye girince 6 sene sonra terimlere aşina olarak doktor 4 sene sonra avukat 4 sene sonra mühendis vs olmaktadır. Hangi lise öğrencisi lisedeyken mekanik termodinamik envanter bilanço anatomi bilgisine sahiptir? O yüzden ne kadar okursak dilde o kadar ilerleriz sürekli literatür taramak gereklidir. Hele dilciler için bile başkalarının okumadığı hatta kendi anadillerinde okumadıkları konularda bile literatür taramaları gereklidir. Bazı kuruluşlarda olduğu gibi öğrencilerin ceplerine kağıt doldurtup dalga geçer gibi içinde güya kelime yazan kağıtları derste birbirine attırarak kelime öğretilebilir mi? Kelime kartları ne demektir? İnsanları önce okumaktan soğutup sözlükle haşır neşir olmaktan soğutup birtakım saçmalıklarla kelime öğretme hokkabazlığının nesnesi yapmak günah ve ayıp değil midir? Kendine dilci diyen bazıları bile ben neden tıpla ilgili okumak zorundayım diyorsa söylenecek söz kalmamıştır. Ben yirmi yıldır bir dil müfredatı uyguluyorum sürekli güncel olan kelime ve terimlerle donanımlı bu müfredat. Şimdiye kadar 4000(dörtbin) e yakın öğrencisi olmuş bir müfredattır. Sadece ben olduğum için bu kadar ancak olabilmiştir. Bazıları çıkıp bunun da hesabını yapmak isteyebilir. Şu anda 300 öğrencim vardır. Bırakın tek kişinin hoca olduğu bir kurumu acaba kaç dersanenin bu kadar öğrencisi vardır? Benim bu anlamda 20 sene önce ders verdiğim öğrencimin bile kayıtları devamlılığı devamsızlığı aldığı puanlar verdiği raporları vs durmaktadır. Ben üç şey istiyorum katılımcıdan birincisi derslere devamlılık sanırım hakkımdır ikincisi ders raporları insanda kısa ve uzun süreli hafıza vardır. Sadece derse girmek kısa süreli hafızaya almanızı sağlar tekrar edip uzun süreli hafızaya almanız gerekmektedir. Bu yüzden biz katılımcıdan her dersin raporunu bir sonraki ders isteriz. Üçüncüsü biz her aşamada performans değerlemesi (bazıları değerlendirmesi diyor) yapıyoruz. Bunun için quiz dediğimiz 50-80 tane arasında her konudan sonra küçük sınavlar yapıyoruz ve bu sınavlarda geçme notu 85 tir. Yani bitiren herkes İngilizceyi 85 ortalamayla bitirmektedir. Ondan sonra girecekleri bir dil sınavından en az 70 almak devede kulak memesi bile değildir bırakın kulak olmayı. Bu anlamda Türkiyedeki dil programı veren ve bir sınavda 70 vaadeden bazı yerlerin kendi sınavlarında öğrenciyi, hangi notla geçtiğinde o konuda başarılı kabul ettiklerini araştırın lütfen. Ben genel pedagojik yöntemlerden tam öğrenme kuramını dil öğretimi yöntemlerinden çeviri artı bilişsel yöntemini karşılaştırmalı dil bilim kuramlarına göre uyguluyorum bu yıllardır böyle. Şimdi benim teklifim şu; madem ki bu olay yani İngilizce kangren olmuş sorunu bir olgu, artık o zaman uzmanların ve noterin huzurunda sadece Türkçe bilen hayatında İngilizce görmemiş 12 şer kişilik gruplara, seçilecek bir derslik ortamında bir binada uzmanların da kontrolünde 8 ay boyunca ders verilsin. Ve bu dersleri Türkiyede kendine güvenen tüm yöntem sahipleri tüm kurumlar katılımlarıyla hem de kendi yöntemlerinin de bir teyidi, onayı olacak şekilde versinler. Ve 8 ay sonunda her yöntem ve müfredat vs sahibinin grubu dünyada herhangi bir dil sınavına veya konuşma okuma anlama ve yazma düzeylerinde her türlü sınamaya tabii tutulsun. Ve ülkemiz için gerçekten en iyi yöntem seçilsin diğerleri tarihe geçip yerlerini alsınlar.
Benim bir hayalim var lisede sene sonunda öğrenciler hani ders yılı sonu çalışmaları yaparlar ya hani bazıları bilim deneyi yapar icatlar yapar halı örer başka işler yaparlar ve bunlar sergilenir. Hayalim şu; bir dil müfredatı düşünün ki lisede seçmeli ders olarak verildiğinde bu dersi alan bir öğrenci örneğin Ayşe isimli bir öğrenci 400 sayfalık bir tıp kitabını çevirmiş. Ali isimli bir öğrenci 350 sayfalık bir sosyoloji kitabını çevirmiş. Ahmet isimli bir öğrenci Kpds sınavına sokulup daha lisedeyken 80 almış ve sonuç kağıdını sergiliyor. Bir Türkiye vatandaşı için İngilizcenin hayatının amacı değil başka amaçları için araç olacağı bir ülke hayal ediyorum. Lütfen yukarıdaki teklifimi halkın desteğiyle de isteyen her kurumun ve kişinin kabul edip kendi insanına bir fayda olsun diye bu yarışmaya katılmayı kabul etmesini istiyorum ne kaybederker ki öyle değil mi? Şimdi bazıları çıkıp hangi zan olduğu belli olmayan tavırlarıyla reklam mı yapıyorsun? yazacaktır hayır reklam yapmıyorum ihtiyacım da yok veya bir an için bu olayı reklam diye düşünsek de asıl düşünülecek olan sadece benim için mi herkes için bir reklam olamayacak mıdır? Ayrıca iyi bir sistemin reklamının yapılıp halka tanıtılması iyi olmayanların ayıklanması ne kadar kötüdür ki. Türkçeden İngilizceye cümle kurmak İngilizce konuşmak İngilizce yazmak demektir. İngilizce o kadar kolay bir dildir ki aklınıza gelen her şeyin İngilizcesini hemen kurabilirsiniz ve buna önce kelime sonra kelime grubu ve en son da cümle düzeyinde başlarsanız ve böyle devam ederseniz karşınıza gelen herkesle her konuda İngilizce konuşursunuz. Yeter ki kafanızda oluşturduğunuz fikri hangi cümle yapısına plase edeceğinizi veya yerleştireceğinizi bilin. Bizler kafaları tamamen boş İngiliz çocukları değiliz. Yıllardır kafasında dil merkezi soyut somut her şeyi Türkçe dilinde kodlamış her şeyin karşılığının Türkçede yer aldığı insanlarız. O yüzden soyut somut bir obje veya kavram düşünüldüğünde aklımıza hangi dilde kodlandıysa o dildeki kelime karşılığıyla gelir. Düşünmek budur. Düşünme süreci budur işlemesi budur. Ben burada objektif kriterlere dayalı savlar ortaya atarken bazıları çıkıp kafayı bir cümleye takmakta ve okuyanları da olaydan uzaklaştırmaktadır. Madem ki bu iş sistem işi ve ben hatalıyım o zaman neden kamuoyu önünde her şey ortaya çıksın haklı haksız tabiri caizse dürüst olan olmayan ortaya çıksın diye sadece ben uğraş veriyorum. Geçende internete filtre konusunda sokaktaki vatandaşla görüşme yapılıyor tv kanallarında. Bir üniversite öğrencisi aynen şöyle bir cümle kurdu; “Biz her şeyi internetten öğreniyoruz. İnternet olmazsa çok kötü olur yani ne yapacağız kitap mı okumak zorunda kalacağız?!!!” bu çok acınası bir durumdur. Dil öğrenmek zihni faaliyetleri de geliştiren bir aktivitedir. Aklınıza gelen her fikri İngilizce dilinde kurmak istemez misiniz? Bir yabancıyla tanışmanın ötesine geçip her konuda konuşmak istemez misiniz? Her konuda okuyup anlamak istemez misiniz? İngilizce yazılmış bir kitaptan belkide Türkçede öğrenemediğiniz katlı integraller fonksiyon konusu genetikle ilgili bir konu muhasebe bilgisi kazak örme teknikleri en basitinden bir aletin nasıl çalıştırıldığıyla ilgili kullanım kılavuzunu okuyarak ne kadar basit ve anlaşılır anlatıldığını görebilirsiniz. Türkçeyi bile İngilizce yazılmış bir kitaptan daha iyi öğrenirsiniz.
Maalesef bu böyledir. Amerikalılara Türkçe öğretmek yazılmış bir kitap geçti elime. Türkiye’de pek kimsede yoktur ama ben herkese dağıtıyorum. İnanır mısınız kitap İngilizce ama okurken tam tersini düşünün Pandoranın kutusu gibi. Bir kere adamlar bizden iyi Türkçe biliyorlar ikincisi İngilizcede Türkiye’de ne kadar yanlış bilgi aktarımı olduğunu bu kitapta daha iyi görebiliyorsunuz. Bazıları buna da itiraz edeceklerdir ama görünen köy kılavuz istemez. İngilizcede çeviriye ilk başlayanlar için her satırbaşında karşısına bilmediği kelime gelmesi insanı olaya karşı soğutur. Şöyle basit bir yöntem izleyebilirsiniz. Örneğin diyelim ki bugün 10 sayfa okuyacağım diyorsunuz. Önce bu 10 sayfadaki bilmediğiniz kelimeleri çıkarın sonra kelimelerin anlamlarını bulun. En son da bir elinizde kelimeler bir elinizde metin Türkçe okur gibi okursunuz. Siz aynı literatürde 500 sayfaya yaklaştıkça bilmediğiniz kelime sayısı sayfada 1 kelimeye 1000 sayfaya yaklaştıkça aynı literatürde bilmediğiniz kelime sayısı 5 sayfada 1 kelimeye 5000 sayfayı geçince 10 sayfada 1 kelimeye düşer. Ne kadar bu şekilde literatür tararsanız her literatür için 5000 sayfa sonra bilmediğiniz kelime sayısı 10 sayfada 1 kelimeye düşer. Çünkü dünyada her literatürde kelimeler %90 tekrarlı %10 tekrarsızdır. Bu, uygulamada şu demektir; Eğer ben 1000 sayfalık bir İngilizce tıp kitabının ilk 100 sayfasını sözlükle okursam kalan 900 sayfayı çok rahat okurum demektir. Çünkü bilimsel olarak 1000 sayfalık herhangi bir literatürdeki bir kitabın ilk 100 sayfasında kalan 900 sayfada geçen kelime ve terimlerin % 90 ı geçer demektir. O yüzden bol bol okuyunuz. Dili yaşamak gerek diyenlere hangi ülkeye gidip ne kadar yaşadıklarını ve yanlarında bir Türke yapışmadan mı yaşayıp yaşamadıklarını sorunuz. Dil okuyarak gelişir. Türkiyedeki İngilizce formasyonlu ve bunu meslek olarak yapanların yüzde doksanı yurtdışı görmemiştir. Görenler de gittikleri ülkede uçaktan iner inmez gidip bir Türke yapışmış aylarca Türklerin içinde yaşamıştır. Gerçek bu iken daha fazla saçmalamanın anlamı yoktur. Bu ülkede büyük bir İngilizce öğretememe ve sistem çöplüğü olma sorunu vardır. Ben teklifimi bir daha tekrarlıyorum 12 şer kişilik ve hayatlarında İngilizce öğrenememiş veya bilmeyen kişilerden oluşacak gruplara 8 ay boyunca ders verilsin. Bu 8 ay benim için 100 saattir isteyen istediği kadar versin isterse her gün 4 saat versinler fark etmez. Veya 100 saati ne kadar ay olarak sürede isterlerse verelim öyle değil mi? Şimdi bu yazı çıkar çıkmaz bazı karşı çıkar sahipleri 8 ayı veya 100 saati de dillerine dolarlar. 8 ay sonra veya süre neyse artık bitince her gruptan öğrenciler oluşturulacak uzmanlar kurulu önünde her türlü sınava tabii tutulsun veya dünyadaki herhangi bir dil sınavına veya sınavlarına sokulsun. Ve hangi müfredat tam başarıyı elde ediyor görelim lütfen. Şimdiye kadar gerçekleşen şudur şimdiye kadar 10 sene dersanelerde ders görmüş olanları da dahil dille ilgili birçok üniversitede okumuş olanları da dahil olmak üzere benim sıfırdan başlayan 100 saatlik müfredatımın ilk 7 saatinin sınavını kimse geçememiştir. Bazı kurumlar benim seminerlerime casus gözlemci olarak hocalarını yollamışlar hiçbiri bu sınavları geçememiş hatta ismini vermeyeyim. Bazı kuruluşların hocaları durumu itiraf edip müfredatımın öğrencisi olmuştur.
Benim asla bir kıskançlığım yoktur. Allah oldurmasın da amacım hocaların da yetiştirilip bu ülkedeki insanların ömürlerinin İngilizce öğrenmekle geçmesini engellemektir. Bu müfredatın liselerde az bir krediyle ki, zaten zevkli bir müfredattır, verilerek lise sonda bu işin bitirilmesi herkesin işine bakmasıdır. Her türlü platformda bu müfredat hiç İngilizce bilmeyenlerden oluşacak bir grubu en ileri düzey dahil en tepe noktaya ulaştırmaktadır. Bu yazıyı okuyan güya muhatapların laf salatasını bırakıp derhal grupların kurulmasını ve milli eğitim camiasının da davet edilip sis perdesinin kalkmasına katkıda bulunmalarını rica ediyorum. İngilizce neden kolaydır izah edeyim Bildiğiniz kelime kadar İngilizce düşünüyor, bilmedikleriniz için Türkçe düşünüyorsanız üzgünüm! Ben sadece üzgünüm ama işi bilenler size en uygun şekilde güler haberiniz olsun. İngilizce neden kolaydır -2 İngilizcenin neden kolay olduğunu; ülkemizde doğru bilinen yanlışlar da diyebileceğimiz birtakım tabiri caizse hurafelerle, dilbilimsel olarak morfoloji, semantik, sentaks, fonoloji ve retorik özellikler açısından da maddeler halinde bir karşılaştırmalar manzumesi yaparak, daha güzel ve herkesin baktığının aksine tarafsız bakarak bir daha ispat edelim... Serinin ilk yazısında pazar günü bazı katkı severler tarafından faydalı olduğunu düşündüğüm ek bilgiler verilmiş. Bir tanesinde; İngilizcedeki make cook, do work ve take a bath şeklindeki ifadeleri verip, sayın okuyucu demiş ki; “Senim verdiğim İngilizce, İngilizce değil. Dilin mantığını anlamak için o dilde düşünmek lazım!” Hmmm! Demek ki bana verdiği örnekleri, make cook, do work ve take a bath gibi kendisi kitaptan almamış ve İngilizce düşünerek fark etmiş! Hani eskiden düşünmek için gidilen çilehaneler varmış. O misal kendisi de bir aydınlanma şeklinde fark etmiş olacak! Oysa idioms sözlüğünü açsa (hatta ona bile gerek yok çünkü basit bir sözlükten anlamını bulacağı kelimelerdir bunlar ) eminim o da sözlükten bulur bu sözleri. Ama karşısındakini zorlayacak ya, aman demek lazım! Oysa “tümevarım” denen yöntemi bırakın bilmeyi belki de adını bile duymamıştır. Bu yöntem kelimeleri ezberlemek yerine bir çok anlam oluşturmak için yapabileceğiniz basit yöntemlerdendir ve etkili yöntemlerdendir. Örneğin “get” fiili! Yanına herhangi bir sıfatı normal veya ortaç formunda alırsa o sıfatın da anlam olarak katıldığı toplamda bir fiil oluşturur. Örneğin “wet” “ıslak” demektir! Ama “get wet” “ıslanmak” veya “married” “evli” demektir. “Get married” ise “evlenmek” gibi. Ben bunları da öğretiyorum, ezberletmiyorum! Nasıl kolay değil mi? Ülkemizde kötü alışkanlık olmuş noktalardan biri de İngilizcede bir kelimenin anlamını bilmenin o kelimeyi İngilizce veya İngilizce dilinde düşünmek olarak algılama saçmalığıdır. Kişi birkaç kelime öğrenir ve hocası olan İngiliz istedi diye İngilizce düşünmeye başlar! İngilizce konuşmak ayrı şeydir, İngilizce düşünmek ayrı şeydir!
Bildiğiniz kelime kadar İngilizce düşünüyor, bilmedikleriniz için Türkçe düşünüyorsanız üzgünüm! Ben sadece üzgünüm ama işi bilenler size en uygun şekilde güler haberiniz olsun. Canlı yayına davet ettiğim ve “İngilizce düşündüğünü ispat etmesi halinde mübarek Ramazanın yüzü suyu hürmetine, kendisi sayesinde 12 fakir öğrenciye ücretsiz 8 ay boyunca dil kursu vereceğim” dediğim sözde İngilizce düşünen Türk vatandaşlarından hâlâ ses seda çıkmaması manidardır… Ama ben sözümde duracağım ve haber7.com’un belirleyeceği 12 fakir öğrenciye söz verdiğim gibi eylülde açılacak sezonda farklı gruplarda ücret almadan 8 ay kurs vereceğim. Bizde laf ağızdan çıktıktan sonra esiri olunacak bir olgudur. Bazılarının atıp tuttuğu gibi değildir. Ülkemizde bazı yerlerde avam bir söz vardır, “nasıl alıştırırsan öyle gider” diye. Öyle bir ülke düşünün ki üniversiteyi kazanan öğrenciler, okula kayıt yaptırdıktan sonra hemen gidip bir dil kursuna kayıt oluyor! Birinci sınıf bitiyor, 2.sınıfa geçiyor yine kursa kayıt yaptırıyor! 3. sınıfta yine yabancı dil kursu arıyor… Ve 4.sınıfta da yine İngilizce kursuna gidiyor… Muhtemelen her gittiği kursta, (çünkü çorap değiştirir gibi kurs değiştiriliyor) hemen kendisine 50 soruluk uyduruk bir boşluk doldurma sınavı veriliyor. “I go to İstanbul” u doğru doldurursa 3. Kurdan, “I went to İstanbul”u doğru doldurursa 5. kurdan başlıyor… Ben üniversitede okurken bazı arkadaşlar İngilizce kursuna gidiyordu ve “36 tane kur var” diyorlardı. Sanırım 8’e kadar düşürmüşler.. Düşünsenize, “ben 18. Kurdayım” veya “İngilizcenin yüzde 18.75 ini biliyorum” demek ne kadar tuhaf değil mi? Peki, kimse düşünmüyor mu, “benim hayatım İngilizce kursuna gitmekle mi geçecek” diye? Bütün dünyada bir dili bilmek demek, o dilde yazmak ve okumak demek iken neden bizde marifetmiş gibi hâlâ konuşmak denir? Anlayabilmiş değilim! Aslında anlıyorum ama o kadar anlatmama rağmen yorumlarda hâlâ “sen yanlış biliyorsun, asıl olan konuşmaktır” denmesi de bana manidar geliyor. Bilimsel olarak da eklemek gerekirse, insanın ağzında zaten dil olduğu (yani fiziksel olarak dil olduğu) kabul edildiği için “engelliler dışındaki insanlar; eğer kuramsal ve formal olarak da öğrenmişse zaten konuşur” dendiği için konuşmak zaten doğal kabul edilir. Dili bilmek denince ise öncelikle okur yazarlık kriter olarak istenir. Bir sonraki yazımızda yani sesletim, telaffuz, artikülasyon, aksan vs vs karmaşasına değineceğim... Saygılar İngilizce'de aksan ve teolojik müfredat Çoğu kursta; işin özünden vazgeçip, ağızları burunları şekilden şekle sokarak(sanki ses sanatçısı olacaklar da şan dersi alıyorlar gibi) insanlarla kafa bulunulmaktadır. İngilizce neden kolaydır - 4
Geçen hafta Çarşamba yazımıza kaldığımız yerden devam edersek; Gelelim fonoloji yani sesletim, telaffuz, artikülasyon, aksan vs vs karmaşasına. Eskiden ama 15-18 sene önce falan ismi lazım değil bir İngilizce kursuna daha önce gitmiş olan birkaç kişi, bana, "İngiliz gibi telaffuz yapamayacaklarsa İngilizce öğrenmenin anlamsızlığından" kendilerine bahsedildiğini söylemişti. “Vay canına!” demiştim. Bunu başkalarından da duymuştum. Buna göre bu şu demektir. Ülkemizde İstanbul Türkçesi konuşmayan (- tabii İstanbul Türkçesiyle demek istediğimi yaşlarından dolayı kaç kişi anlar bilmem ama - o zaman asla İngiliz gibi telaffuz edemeyeceği için < zaten edemezsiniz de!>) İngilizce öğrenmesin diye bir söylem çıkar. Tabii İstanbul Türkçesine gelirsek; artık öyle bir şey yok ama olsa bile bu çok saçma sapan bir söylemdir! Bu yüzden çoğu kursta; işin özünden vazgeçip, ağızları burunları şekilden şekle sokarak(sanki ses sanatçısı olacaklar da şan dersi alıyorlar gibi) insanlarla kafa bulunulmaktadır. Bakın kendi ülkesinde ne olduğunu, ne iş yaptığını bilmediğim bir kurumun İngiliz hocası, “siz sadece tanışın biraz 5-6 kelimelik cümleler kurun biraz da kurulanı anlayın yeter” demişti. Ben de ona ne dediğimi iki hafta önce çarşamba günkü yazımda ifade etmiştim. Telaffuz ile aksan farklı şeylerdir. Siz bir dili ana diliniz de dahil belli şekilde telaffuz edersiniz ama eğer aksanınız varsa o aksan bu telaffuza eklenir. Ülkemiz bu konuda maşaallah diyeceğimiz güzel bir örnektir. Kuzeyi, güneyi, doğusu, batısı Türkçeyi telaffuz eder, hemen her kesimin kendi aksanı vardır ama hepimiz diğerinin ne dediğini anlarız. Hatta Türkî cumhuriyetlerde yaşayanların Türkçelerini bile anlarız… Önemli olan Türkçe konuşmak… İngilizce de İngiltere’de ve Amerika’da hatta bırakın ülke çapında aynı olmayı şehirden şehire ve mahalleden mahalleye farklılaşır. Deyim ve ibaresel kullanımları insanların önüne dil bilmek veya İngilizce düşünmek diye atan zihniyete ne desek yeridir. Yani biz şunu mu istiyoruz? Önümüze gelenle 5 dakika tanışalım, Yerebatan Sarnıcını sorana yolu tarif edip, başımız önde ortadan kaybolalım!”. Sentaks olarak bakarsak yani söz dizimi ve cümle yapısı olarak da bakarsak İngilizce gerçekten amiyane tabiriyle çok serbest takılan bir dildir. Örneğin “there is a book on the table” diyebileceğiniz gibi “on the table is a book” da diyebilirsiniz. “I saw my friend yesterday” diyebileceğiniz gibi “my friend ı saw yesterday” de diyebilirsiniz veya kelime grubu olarak “many books” demek yerine “many a book” da diyebilirsiniz. Özellikle teoloji yani dini terimlerle ilgili İngilizce literatürü bu konuda çok önemlidir. Diyanet yetkilileriyle yaptığımız birkaç görüşmede en yakınılan nokta şuydu; “Her sene yurt dışına 500-600 kişi gönderiyoruz ama gidenler ya Türklere ya Araplara vaaz veriyor” diyorlar. Onlar zaten dini İslamı biliyor. Önemli olan bir Almana bir İngiliz’e halktan bir yabancıya İslam’ı anlatabiliyor muyuz mesele bu”
Teoloji terimlerine dayalı İngilizce müfredat olsa ve bitiren kişi sadece İngilizceyi öğrenmekle kalmasa ayrıca gidip bulunduğu ortamlarda İslam’ı, Kuran’ı, Hadisleri vs.. bir yabancıya anlatsa iyi olmaz mı? Örneğin; Fatiha suresinin 4. ve 5. ayetinin İngilizcesi “4- the master of the day of judgment” ve “5- you alone do we worship and from you alone do we seek help” Evet bu ayetlerden 4. Ayeti sadece 7 saat 5.Ayeti ise 13 saatte kurmayı öğretecek bir teoloji müfredatı inşaallah. Evet bizi izlemeye devam edin derim. İnşaallah seneye bu zaman dünyadaki ilk teoloji terimlerine dayalı İngilizce müfredatı hazır olmuş olacak. İngilizce dünyada kaç dili öldürdü? İngilizcenin tarihi araştırıldığında dünya üzerinden kaç dili ortadan kaldırdığı görülmektedir? Türkçe'nin bu konudaki garip şansı neydi? İngilizce neden kolaydır-5 Dünyada insanlar arasında bağlantıyı sağlamanın ve bu bağlantıyı kullanarak “asıl hedef olan insanlığı, yine asıl amaç olan hegemonizm temelleri altında birleştirip başka şekillerde düşünmelerine, kafaları başka formatlarda olmasına rağmen bir tek dil altında güya dayatmayla düşündürmeye kalkarız” demenin beynelmilel adı haline gelmiş İngilizcenin tarihi araştırıldığında dünya üzerinden 400’e yakın dili ortadan kaldırdığı görülmektedir. Bu yaptığı işi halen devam ettirdiği ve gelecek yıl veya yüzyıllarda da devam ettireceği (güya beynelmilel dilin) ülkelerdeki aynı zamanda sermaye destekli fonlarla yaptığı çalışmalar da dikkat çekmektedir. Ama beni sevindiren husus, ülkemizde yaşayan vatandaşlarda diğer yerlerde yaptıklarını yapamama sıkıntısı içinde olmalarıdır. Kunta Kinte'nin suçu neydi? Köle böyle yaratılır! Sadece kamçıyla ve sopayla değil! İngilizce neden kolaydır - 6 Bugünkü yazımıza pazar günkü yazımızın devamı ve onunla ilgili açıklamalarla başlamak istiyorum. Daha önceki yazıları okuyanların bildiği gibi sadece objektif temellere dayalı tamamen fikir bazlı, kişilerle uğraşmayan teorik noktalarla destekli, ve hem kendi yaşadığımız hem de bize doğrudan olayları yaşayıp anlatanların şahitlikleriyle aktarılan olaylarla yazılarımızı derliyoruz. Dilde determinizme dayalı retorik demek nedenselliği, size aktarılan ve gönderme yapılan söylemlerde yakalayıp yani sebep sonuç ilişkilerini kurup anlayarak kullanmak ve anlamak anlaşılmak demektir. Yazı başlığı bir dilin kolaylığı olunca ve anlattığınız dilin tarihiyle ilgili az kişinin bildiği bir noktayı vurguladığınız zaman okuyan kişiden beklentiniz elbette ki anlamasıdır. İngilizcenin bahsettiğimiz gibi dünya üzerinde birçok halkın dili olmasının sebebi elbette ki kolaylığıdır. Siz hiç Müslüman olup resmi dili Almanca veya Fransızca veya Rusça veya Çince olan veya deri rengi kızıl, siyah sarı vs olup İspanyolca, Flamanca, diğer bir Belçika dilinde veya İsveççe vs. olan bir insan gördünüz mü?
Ama İngilizceyi dil olarak veya resmi dili olarak veya ana dili olarak benimsemiş bu saydığımız renk, ırk, soy, cins, dinden birçok insan vardır dünyada. Bunun sebebi de İngilizcenin kolay bir dil olmasındandır! Birisi şöyle yazmış; Şu anki yabancı dil eğitiminde temel felsefe 'teaching the target language by using it, not to use it.' yani hedef dili kullanmak için değil ama kullanarak öğretmek gerekirmiş. İşte ana dili farklı olduğu halde Fransızca konuşan bir Arap’ı İngilizce konuşan bir Afgan’ı yemeye ekmeği olmayan ama ana dili farklı olduğu halde İngilizce, Fransızca veya İspanyolcayı ana dili benimsemiş benliğini yitiren bir milleti yaratma şeklidir bu! Köle böyle yaratılır! Sadece kamçıyla ve sopayla değil. Peki, Türkiye’de İngilizce kullanarak nasıl öğretilir? Gelin kafa yoralım biraz. Bir dili kullanmak demek günlük konuşmalarını, pazar alışverişini, iş aile, sosyal çevre ve resmi iş diyaloglarını o dilde yapmak demek değil midir? Hanginiz bu ülkede İngilizce bir kilo domates satın aldı? Ben almadım! Hanginiz bir futbol maçını İngilizce anlattı? Ben anlatmadım! Hanginiz arkadaşının çocuğunun sünnetinde altın takarken birkaç güzel cümleyi İngilizce kurdu? Ben kurmadım! Aslında kimse kurmadı ama kraldan çok kralcı olanlar hala saçmalamaya devam ediyor. Fakat kullanmak için dili öğrenmek, işte bu önemli! Bir üniversite tezini İngilizce yazmak, yaptığı bir buluşu İngilizce yayınlamak, İngilizce literatür tarayıp karşılaştığı yabancılarla tanışmaktan öteye gitmek… Evet, işte amacımız budur. Bir milleti asimile etmenin tek işareti dilinden etmektir. Dilinden yoksun bırakmaktır. Ülkemizi İngilizce konuşulan resmi dili İngilizce olan doğan insanların ana dillerini unuttukları İngilizce konuşup yazıp İngilizce rüya görür hale getirme politikasının saçma gerekçeli saçma sistemleridir dayatılmaya çalışılan saçmalıklar. Siz hiç çekik gözlü İngiliz gördünüz mü? Ya da siyah tenli İngiliz veya kızıl derili İngiliz ama İngilizceyi ana, resmi veya kullandığı dil olarak benimseyenleri vardır. Rengi, ırkı, dini farklı olsa da! Son olarak teorik temellere dayalı söylemler oluşturamayanlar klasik olduğu gibi benim üzerimden söylemler üretmeye devam ediyorlar. Ben buna gülüp geçiyorum. Çünkü fikir olay ve insan faktörleri içinden sadece insana dayalı fikir yürütenler hakkında felsefe tarihi ne der herkes bilir, benim için kendini beğenmişlik yaftası vurmaya gelince, inanın dünyada herhalde en son yakıştırılması yapılacak insanlardanım bu anlamda ve bilen biliyor… Bir konuyu İngilizce nasıl anlatabiliriz? Bir konu hakkında İngilizce konuşabilmek için nelere ihtiyacımız vardır, neler yapmalıyız? İşte Türkiye'nin kronik sorunun bilimsel izahı ve çözüm yolu: İngilizce konuşmak I Ülkemizde İngilizce konusunda en fazla su götüren tartışma konusu konuşmak söz konusu olduğunda ortaya çıkarılmaktadır.
Bakın “çıkmaktadır” değil “çıkarılmaktadır.” Şimdi dil kelimesinin altını çizersek; her dil için aynı olduğundan, öncelikle bir dilde konuşmak için (konumuzsa İngilizce olduğu için İngilizce konuşmak için) elimizde olması gereken alet, edevat, araç veya enstrümanlar nedir onlara bakalım: 1- Allah vergisi olan fiziksel bir dile ağzımızda sahip olmak. 2- Yine Allah’ın toplumda az kişiye verdiği ve toplumsal vicdanın oluşumunu sağlayan noktalardan olan dil anlamında bir özre sahip olmamak tabiri caizse dilsiz olmamak. 3- Yine Allah vergisi bir beyne sahip olmak. Şimdi nasıl konuşuyoruz ona bakalım. Öncelikle kafamızda, bulunduğumuz ortama, yere, zamana, karşımızdaki kişi veya kişilere vs göre bir fikir oluşur. O fikir oluşurken oluşum elementlerini meydana getiren; soyut, somut tüm ’şeyler’ kafamızda ilk kodlandıkları dilde (yani anadilimizde) karşılıklarını bulur. İletişim de cümle kurmakla gerçekleştiği için, beynin cümle formatına uygun bölgesine belirli bir cümle yapılarından birine yerleştirilerek çıkarılır. Sonra beynin ilgili bölgesinde karşı dildeki aynı cümle yapısına yerleştirilir. En son olarak da beynimizin gırtlak, ağız, ses telleri ve benzerlerinden oluşan sistemi harekete geçirir. Böylece fikrin karşı dildeki sesli iletişim hali gerçekleştirilir. Sadece bu olayı anlatmak bile bazılarına “Neden olayın fiziksel oluşumunu anlatıyorsun ki biz hâlâ neden konuşamıyoruz sorusuna cevap bekliyoruz” dedirtebilir. İnanın, konuşmak için tabiri caizse verilecek gaz veya motivasyon sadece bu bilgiden ibarettir. Konuşmada telaffuz aksan kelime terim bilgisi asla ilk planda değildir. Bunlar her zaman arka sıralarda yer alır. Bir de asıl önemli nokta, bir konuda konuşmak için sadece dil bilmenin yetmediğinin ve Allah’ın “zaten size ağız verdim, hadi konuşun” demesinin de yeterli olmadığının görülmesi gerektiğidir. İngilizce bir konuda konuşmak için; İngilizceyi bilmek, İngilizce o konu hakkında literatür taramak ve Türkçe o konuya hakim olmak gerekir. Bazen soruyorlar; “Program bitince İngilizce her konuda konuşabilir miyiz?” diye. Ben “Türkçe her konuda konuşabiliyor musunuz?” diye cevap veriyorum bu soruya. Öyle değil mi? Eğer Türkçe her konuda konuşabilirsiniz kelimeleri öğrenerek İngilizce her konuda konuşursunuz ama Türkçede o konuyla ilgili mutlaka okuma yapmış olamanız gerekir. Geçenlerde Ege, Akdeniz kıyı şeridini kapsayan, organik tarımla ilgili, şirket bazlı bir seminer çalışmasına davet edildim. Her gün seminer bitince verilen araçlarla yanlarına refakat ettiğimiz yabancı konuklara ören yerlerini tarihi yerleri gezdirip anlatıyoruz. Yakın olduğumuz alanlarda Xanthos ve Letoon isimli 2 yer daha var. Bana bir gün de bu ikisini ve 3 Fransız konuğu verdiler. Tabii boş verin Fransız’ı, yanımda Türk de olsa Letoon veya Xanthos’un tarihini anlatamazdım, çünkü bilmiyordum. Geziye çıkmadan bir gün önce, bu iki yerin internette Türkçe sitelerde tarihlerini okudum ve bilmediğim kelimelere baktım. Ertesi gün iki yerin de tarihini yanımdakilere anlattım. Oraya 12-15 kişilik bir grupla gelen bir rehber, cümleleri salladığı için yanındaki İngilizler beni dinlemeye başladılar. Sonra rehber de benim cümlelerden kopya alıp yanındakilere anlattı.
Ben Malazgirt savaşını anlatırım siz de anlatırsınız. İngilizlerin de anlaması için yapacağınız Malazgirt savaşının Türkçesini okumak sonra bilmediğiniz terimleri sözlükten öğrenip İngilizce anlatmaktır. Karşınızdaki sizin aksan telaffuz vesairenize değil, cümleyi kurup kuramadığınıza bakar. Evet, Türkiye’de sorunun bu kısmının tek teşhisi ve tedavisi ve bilimsel çözümü budur. Kalanı hurafe cadı kazanı saçmalık yutturmaca ya da artık siz ne derseniz odur. Değişim rüzgarı dil öğreniminde de esiyor Türkiyemizde değişim rüzgarları; sadece yönetim veya idare alanında değil, halkı her anlamda ortakçıl yaşamlarına tek taraflı ortak ettikleri ve keserin hem inerken hem çekerken tek tarafa çalıştığı platformlarda da esmektedir. İngilizce konuşmak II Ülkemizde İngilizce konusunda dünyada eşi benzeri olmayan bir ayrımcılık ve ırkçılık örneği, yıllardır devam eden ve şiddetini hayatın tüm unsurlarını da her anlamda içine alarak artıra artıra devam ettiren ve bilimin de doğru noktalarının yanlış ve saptırıcı amaçlarla kullanıldığı ve buna alet edildiği bir anlamsızlıklar silsilesi içinde fütursuzca sürdürülmektedir. Biz, burada sadece bu unsurların dil ırkçılığını veya diskriminasyonunu nasıl yaptıklarını tüm örnekleriyle açıklama gayretinde olan halkına hizmetkâr birkaç kişiyiz. Yazılarımızda dilde aksan önemli değildir. Çünkü “asıl amaç dilde cümle kurmaktır” dedikçe, kafa karıştırırcasına, “CNN kanalında çalışılmayacaksa aksan önemli değildir” diye, -adeta bir görme özürlüyü bir filin kuyruğuna dokundurduklarında başka bir canlı ismi, dişlerine dokunduğunda başka bir canlı, kulaklarına dokundurduklarında başka, kafasına dokundurduklarında başka, ayaklarına dokundurduklarında başka bir canlı ismi vermesi gibi- konuyu binlerce noktası varken sadece birinden alıp, sanki asıl anlatılmak istenenin dışına odaklanırcasına bir gayretle, sanki her Türk vatandaşı TRT’ye spiker olabilirmiş gibi, “İngiliz gibi telaffuz etmeyen İngilizceyi nasıl öğrenebilir” empozesini yapıyorlar! TRT’de bile çalışamayacak kadar Türkçe bilmeyen, Türkçe konuşmasın bilinçaltı hedefi olarak yansıtmaya çalışan dil ırkçıları yani diskriminatörleri bilmeliler ki Belçika’da insanlara 6 ayda okul okuyacak kadar Fransızca ve Flamanca, Almanya’da Almanca öğretilirken hazırlık okullarında insanlar 8 ayda İngilizce üniversite okur hale getirilmektedir. Peki, kendileri, bir şekilde hizmet ettikleri veya sahibi oldukları kurumlarda yıllarca insanları seviyeler silsilesi içinde süründürdükleri halde neden onların eğittiği insanlar iki lafı bir araya getiremiyorlar? Dil diskriminatörleri, kendileri sanki saçma kurumlarında dünyada yıllardır kullanılmayan kitap setlerini, evet KİTAP setlerini verirken, bir kitabın; bilginin yazıya dökülmüş şekli olduğunu gözardı ediyorlar. Yıllardır binlerce insanı kariyerinde en önemli yerlere getirmiş bilimsel müfredatları, "sanki kağıttan başka yazılacak format yokmuş gibi kağıt üzerinde İngilizce öğretme" diye aşağılama gayretinde iken aslında kendi pazarladıkları kağıttan yapılmış kitapları aşağıladıklarının ayırdında olamayacak kadar gaflet içindeler.
"İngilizce öğrenmek için İngilizce düşünmek gerekir" dediklerinde, canlı yayında kendilerini İngilizce düşündüklerini ispata davet ettiğimiz diskriminatörlerin, su getirmedikleri ırmak, nehir cinsinden akarsu hatta dere bırakmayan diskriminatörlere elbette ki bir çift lafımız daha vardır.. O da şudur: Türkiyemizde değişim rüzgarları; sadece yönetim veya idare alanında değil, halkı her anlamda ortakçıl yaşamlarına tek taraflı ortak ettikleri ve keserin hem inerken hem çekerken tek tarafa çalıştığı platformlarda da esmektedir. Platformlarızın altlarınızdan kaydığını, sallandığını, sarsıldığını hissetmeye başladığınız, yazdığımız fikirlere, fikirle değil konuyu saptırıcı yorumlarla ve kafanızın algılayamaması olgusunu tüm toplum sanki sizinmiş gibi sunan söylemlerinizden kolayca algılayabiliyoruz... İngilizce ütopyası Bu ütopyada dil demek 5-6 kelimelik cümleler kurmak olduğundan ütopyada ana dilde çıkan gazete kitaplarda da cümleler hep en fazla 6 kelimelik cümlelerdir. Bir zatın dediği gibi her zaman dediğin doğru olsun ama her doğruyu söyleme sözünün ikinci kısmını bir anlamda genişleterek bir anlamda da daraltarak, söylediklerimizin doğru diye kabul edilenler lehine olduğu bir ütopyayı hayal edelim. Bir ülke görüyoruz haritada ve o ülkede İngilizce dili konusunda bazı doğrular var ve bu doğrulara göre bir İngilizce öğrenme ve öğretme düzeni gayet güzel bir şekilde rayında yürütülüyor. Öncelikle bu İngilizce ütopyasına nasıl girilecek öyle değil mi? Önce vize almamız lazım ve vize almak için önce bazı şartları yerine getirecek kapasitede miyiz ona bakalım ve zaten bakılıyor birileri tarafından. Öncelikle ana dilimiz Türkçe veya konuştuğumuz dil Türkçe ama ana dilimiz farklı bir dil olmasına rağmen, İngilizce düşünebiliriz diye kendimizi ikna ettikten sonra sınır kapısına geliyoruz. İlk şart kesinlikle bu: “Evet, İngilizce düşüneceksiniz yoksa kesinlikle İngilizce öğrenemezsiniz” Kapıdan bu şartı kabul ederek geçtik ve kendimizi ellerine bıraktığımız kişiler, ellerimize kucaklarımıza, dünya gibi ilkel bir yerde 20-30 yıldır kullanılmayan ama ütopyamız ülkesinde bunu söylemenin bile ayıp olduğu janjanlı birinci hamura kağıttan basılmış kitapları “aslında kitaptan veya yazarak dil öğrenmek ayıptır yahu olmaz öyle şey diyenlerin mübarek ellerinden” verdikten sonra, bize refakat eden ve o dilde eğitim görmüş pedagojik formasyonlu olmayan ve kendi ülkesinde eğitim dışında her şeyi yapıp her konuda çalışmış ama bu mübarek dili, ana dilleri olduğu için mecburen edinmiş insanlardan başka zahir olmayanlardan, güya pratik derslerini, yaklaşık 10 ayı tanışmak ve renk ve sayıları öğrenerek müthiş bir tarzda öğrenmeye başlıyorsunuz. Öyle öğreniyorsunuz ki kitap okumak kesinlikle yasak! Sadece konuşarak bilgiye ulaşmanın büyük zevkini alıyorsunuz! Tüm medya, literatür, teorik bilgisini tüm dünya okuyarak alıyor ama siz bunu asla kabul etmeyen ve ikna gücü yüksek, mübarek insanlardan sadece konuşarak alınır telkiniyle hızla ve çabucak alıyorsunuz. Tüm dünyada dil öğrenme 100-120 saatte biterkenve kendi ülkemizde bile kişiler 8 ayda hazırlık okullarında bir yıl sonra İngilizce üniversite okur hale getirilirken ütopyamızda asla bu şekilde olamaz! Biz de Çinliler gibi aslında, onlar için kendi ana dillerinde 20 sene falan sürüyormuş ama bizde de 20
senede kişi kendi ana dilinde ilkokul 1’den doktoraya kadar eğitimi 2 kere bitirmesine rağmen, İngilizce eğitimi yaklaşık 20 sene… Ta ki kişi, “bundan bıkıp artık yeter ben tanışmaktan emekli olacağım” deyinceye kadar devam etmek zorunda. Düşünün aman Allah’ım ne güzel bir ülke evet ütopya aşık olmamak elde değil övün övün bitiremezsiniz. Bu ütopyada dil demek 5-6 kelimelik cümleler kurmak olduğundan ütopyada ana dilde çıkan gazete kitaplarda da cümleler hep en fazla 6 kelimelik cümlelerdir. Çünkü ütopya yöneticileri daha fazla kelimeden oluşan cümleleri, bir kitaptan tarife bakıp yemek yapmak gibi düşünürler ve hemen “ben aşçı mı oldum şimdi, bakın kitaptan baktım oysa konuşa konuşa aşçı olmak şiarımızdır” diye düşünürler tabii, İngilizce düşünürler. İnanın özendiğim bir ülkedir ütopya hep gidip orada yaşamak, tanışmak istemişimdir dahi insanlarıyla. Ütopyada dil öğrenimi sadece konuşa konuşa öğren teorisiyle değil uykuda öğren, hipnozla öğren, ezberleyerek öğren(ne demekse) şekillerinde de her dünya insanına açık çeşnisi bol, açık büfe tarzında da sunulmaktadır. Ve dünyanın her yerinden okumaktan nefret eden, kitap düşmanı, okumak karşıtı, konuşarak meslek sahibi olmuş ne kadar canlı varsa hepsi ütopyaya koşar ve acayip paralar vererek ülkelerine memnun dönerler. İngilizce konuşma ve yazma hızınız, fikri düşündüğünüz dildeki cümle yapısında cümleyi kurduğunuz hız ile fikri konuştuğunuz veya yazdığınız dildeki cümle yapısında cümleyi kurduğunuz kurma hızınızın çarpımına eşittir. “Her şey aklınıza ana dilde gelir ve sizin ana dilden hedef dile aktarma hızınız hedef dildeki konuşma ve yazma hızınız demektir” derseniz, ütopya teorisyenleri asla kabul etmez. Çünkü onlara göre dil “konuşa konuşa öğrenilir” ve kendileri de öyle öğrenmişlerdir! Yani annelerini görünce “how are you my mother?” diye sarılırlar annelerine! Veya güzel bir araba görünce kendi kendilerine “what a nice car!” derler. Hatta domatesi düşününce akıllarına “tomato” gelir! Devam edeceğiz… İngilizce Ütopyası'na dair sorular... Ütopyadaki İngilizceye katkı yapmak için şu soruları soruyoruz. İngilizce Ütopyası 2 Pazar günkü ütopya yazımızda, bazı ütopya teorisyenlerinin yazdığımız yazıların hepsini okuyup bir türlü anlam veremediklerini, dönüp dolaşıp aynı yerde saydığımızı söylediklerini biraz üzülerek, biraz sevinerek öğrenmiş olduk.
Sevindik çünkü dünyada yerinde dönen sadece dünyanın kendisidir, hatta o bile belli periyotlarla döngüsel çapında bazı sapmalara maruz kalır ama bizde sapmayan ve temeli sağlam teoriler sayesinde katılmasak da var olan düzene katkı sağlayacak bazı tezlerle duruma daha içeriden katkı sağlayabiliriz diye düşünüyoruz. “Şimdiye kadar doğrudan soru sormadık ama soru sormak her dilde önemlidir savını benimsemiş ve destekleyen insanlar olarak ve de doğrudan soru sorarak da bilgi vermeyi ve de almayı başarabiliriz” diyerek, bugün sadece sorularla yazımızı oluşturalım dedik. Bakalım bunlara ne tür teorik yorumlar gelecek yani bize doğrudan saldırmadan sadece bilimsel gerçeklere dayalı yorumlar. Evet, ütopyadaki İngilizceye katkı yapmak için şu soruları soruyoruz. 1. Günlük dil ne demektir? Yani pazardan yaptığım alışveriş midir? Arkadaşlarla yaptığım maç sohbeti midir? Bir düğünde takı takarken ki geyik muhabbeti midir? Okey oynarkenki muhabbetler midir? Cami avlusu sohbetleri midir? Eğer bunlardan en az biri veya hepsi ise ütopyada kaç kişi bunları İngilizce olarak ve nerede yapmaktadır? Ben oralara gitsem beni alırlar mı? 2. Ütopyada İngilizce düşünen kaç kişi vardır? Bunlar bir dilde düşünmek denince ne anlıyorlar? Hangi ütopyalı domates görünce İngilizce düşünür? İngilizce düşünürken çok mu zorlanırlar yoksa çok kolay mıdır? Hayatında 1 kilo patlıcanı İngilizce almamış bir ütopyalı patlıcan görünce hangi dilde düşünür? “Allah iyiliğini versin” lafını kaç ütopyalı İngilizce düşünüp bir yabancıya veya ütopyalıya söylemiştir? 3. İngilizcede kaç zaman olduğunu bunların kaçının edilgeninin olduğunu yıllardır görmesine rağmen kaç ütopyalı bilmektedir? 4. Konuşa konuşa ana dil öğrenilirken konuşa konuşa ikinci dil öğrenilir saçmalığı hangi dâhiye aittir? Anlamadığım bir dili konuşa konuşa nasıl öğrenebilirim diye kimse sormadığı için kimse de çıkıp beni minilerle, fotoselli ışıklarla kaplı, mermer salonlarda karşılayanlar acaba benden ne ister diye de sormamaktadır doğal olarak yanlış mıdır? 5. İngilizce düşünen bir ütopyalı neden çıkıp bir şekilde bunu ispat etme gereği duymamaktadır? Oysa herkesin hasretle beklediği bu değil midir? Biri çıkıp ispat etse inanın onun sancağını ilk önce ben dalgalandırırım göklerde herkesin istediği bu değil midir? Neden çekinilmektedir? Bu sihrin ortadan kalkıp toz duman durulduğunda insanlar gerçekleri öğrenecek diye mi korkulmaktadır? 6. Adem oğlu çıkıp biz naçizane zatların kendimizi övdüğümüzden, en iyi olduğumuzu iddia ettiğimizden bahsetmektedir ama aslında kimse çıkıp da bizim ağzımızdan böyle bir laf çıktığını söyleyemez çünkü bizi başkaları över biz kendimizi değil. Övmeyi hep geri çekmişizdir. Bütün bunlar varken mütevazılık dersi almak isteyenler neden yerimize gelip çayımızı içmez? 7. Ütopyada kaç kişi kendi anadilinde sadece konuşa konuşa bir mevkiye gelmiştir? Kaç kişi konuşa konuşa doktor avukat mühendis olmuştur? Kaç kişi konuşa konuşa ilk orta lise üniversite mastır doktora vs okumuştur? Bakın okumuştur diyoruz. Üniversite sınavını askeri liseleri Anadolu liselerini kaç kişi konuşa konuşa kazanmıştır? O zaman neden gazete kitap dergi gibi materyaller vardır? Hangi milli eğitim kurumunda hangi dil kursunda kitapsız kalemsiz sadece konuşarak dil öğretilmektedir?
8. “Yazdıklarımızdan hala bir şey anlamadım ben” diyenler varsa neden sorunları halkın anlayacağı şekilde ele alan bir programda dil eğitimine katkıda bulunmak için bizimle ele almayı kabul etmemektedirler? 9. Benim asıl merak ettiğim şey söylediklerimizin hepsi bilimsel iken bunlara söyleyecek laf bulamayanlar tamamen kişisel saçmalıklar sunmadan önce acaba şu uykuda veya hipnozla dil öğretenlere neden laf etmemektedirler? Manidardır doğrusu acaba bu kişiler bunlarla bağlantılı kişiler midir? Bizim aynı şeyleri söylediğimiz gerçeği doğrudur ve söylemeye başka açılımlarla da devam edeceğiz. Çünkü bazı gerçekler göz ardı edilerek yürütülen mekanizmayla ilgili yukarıda cevaplarını beklediğimizi söylediğimiz soruları herkesin kendisine sormasını istiyoruz. İngilizce Ütopyası'nda nasıl düşünülür? Bazılarının anlamadığı veya anlamak istemediği şey; beyindeki hafıza kodlama bölgesinin ikinci bir dilde kodlamaya kapalı olduğudur... Ütopya çok değişik ve orijinal bir yer doğrusu. Özellikle dil söz konusu olunca. Zaten bazen öğrencilerim de “hocam biz de bir şeyler yazalım size destek için” diyorlar. Ama ben, “siz fikir söz konusu olursa karışın, ortada tek taraflı fikir iletimi karşısında ise tek taraflı kişisel ofansiflik varken olmaz yoksa karşımızda gibi görünenler kendilerini zayıf hissedebilir, bu da centilmenliğe aykırı” diyorum. Dil konusu Ütopyada çok su götürür oldu. Özellikle düşünme konusunda. Bir Ütopyalı 3 tane ana dili olduğunu iddia ediyor. İnanın “yok bu kadarı” demek çok hafif kalır! Yani bu Ütopya vatandaşı annesini görünce 3 dilde de annesi veya domates görünce 3 dilde de domates düşünüyor. Ama inanın artık insanlar şu ana dili dışında başka bir dilde de düşünen dahileri çok merak eder oldular. Bir Ütopyalı “how are you my mother” yazıma takmış ve “mom” veya “mommy” der onlar diye yazmış. Bizde zaten “nasılsın annem” demeyiz “anne” deriz. ”Mom” veya “mommy” zaten sadece anne demektir. Buna bakarsanız bir Alman da “meine mutter” değil “mutti” der. Eveeeett, şimdi amaç kafa karıştırmak ya öncelikle madem ki Amerikan İngilizcesinden hava atılacak öncelikle “don' t bite off more than you can chew*” veya “you do well to accompany somebody about your age*” diyerek sözlerimize başlayabiliriz. İnsanda dilde düşünme doğduktan itibaren tamamen bir kodlama silsilesi süreci içinde gerçekleşir. Öncelikle bunu anlamak gereklidir. İnsanoğlu bebekken önce duyarak, BOŞ olan beynindeki hafıza ve dil bölgesini öznel veya nesnel ne olursa olsun ilk duyduğu dilde kodlayarak öğrenmeye başlar. Her türlü hafıza fonksiyonu tat koku dokunma görme işitme vs hafızaları kodlamalarla ve kodlanan şeylerin ilk duyulduğu dilde kodlanmasıyla kişinin boş olan dil bölgesini doldurmaya başlar. Sonra bebek kodlanan bu 'şeyleri' ilk duyduğu ve kodlamanın olduğu dilde kendi de o dilin farkına vararak kodladığı gibi söylemeye başlar. Dinleme ve konuşma safhaları o dilde başlamış olur bu her zaman ilk dil önceliği ana dil olarak adlandırılır ve düşünme de bu dilde olur.
Bazılarının anlamadığı veya anlamak istemediği şey; beyindeki hafıza kodlama bölgesinin ikinci bir dilde kodlamaya kapalı olduğu, ancak ana dille karşılaştırma yapmakla yeni bir kodlama sistemi yani karşılaştırma yapıldığı ve karşı dille çağrışımsallık olarak ikinci dil öğrenme olayının devam ettiğidir. Kaç dil bilinirse bilinsin ilk anki düşünmeyi oluşturan kodlama artık kapanmıştır. Bu ülkede İngilizce öğrenmenin önündeki en büyük engel budur. İngilizce düşün enjeksiyonunu devam ettirmek bu ülkeye iyilik yapmak değildir. Buna en iyi söz İngilizce düşünenlere ithaf olacak şekilde 'tit for tat*' dir. Bir gün gelip birisi kapınızı çalabilir, “ispat et nasıl düşünüyorsun” diye, aman hazır olsun kimin bayrağını tuttuğu belli olmayanlar. Ayrıca hayatı bedava ilköğretim lise geçmekle üniversite okumakla geçenler emeğin ne olduğunun değerini bilmeyenler benim makalemi görmek isterlerse parası Somali’deki açlara gidecek şekilde en az 20 sayfa olmak üzere istedikleri konuda İngilizce makale siparişi verebilirler. Hodri meydan bedavacılara! (*) Burada yazılan deyim ve ibaresel kullanımların sorumluluğu yazara aittir. İsteyenler sitemize yazıp anlamları öğrenebilir. Bu çocuk 3 ana dilli dahi mi? 7 yaşına kadar sadece Arapça öğrendi, sonra hiç duymadığı Türkçe ile okula başlayıp liseyi bitirdi. 17'sinden sonra İngilizce üniversiteye başladı. Şimdi 'çevirmenim' diyor. Peki bu münkün mü? Harikalar Asrı Evet başlıktan da anlaşılacağı gibi harikalar asrındayız. Dil konusunda da neyin ne zaman karşımıza çıkacağı asla belli olmuyor. Şimdi daha yeni ortaya çıkan bir harikayı dil anlamında analiz edelim. Bir ütopya vatandaşı 3 ana dili olduğunu söyleyip bunların kendisindeki gelişme aşamalarını bizim de feyz alacağımız şekilde anlatmış. Bakalım doğru anlamış mıyız? Söz konusu harika vatandaşımız 7 yaşına kadar sadece Arapça gördükten sonra 7 yaşında hayatında hiç görmediği Türkçede okumaya başlayıp 17 yaşında liseyi bitirip hayatında hiç görmediği başka bir dilde İngilizce üniversite okumuş. Şimdi bu 3 dilde de çevirmenlik yapıyormuş. Dilbilimsel açıdan bu ‘mucize’yi analiz edelim; Doğduğundan itibaren 7 yaşına kadar soyutu somutu öznel nesnel her şeyi Arapça gören vatandaşımız, dinleme ve konuşma düzeylerinde Arapçayı öğrenip, 7 yaşında bir anda hiç bilmediği Türkçe dilinde okul okumaya başlıyor. Evet “mucize” de burada başlıyor. 17 yaşına kadar Türkçe dilinde okul okuduktan sonra yine hayatında görmediği bir dil olan İngilizce üniversite okuyor. Arapça ile Türkçeyi karıştırmadan ve karşılaştırma yapmadan hem de. Çünkü karşılaştırmalı sistemi reddediyor. Bu dahimiz, her şeye sıfırdan başlayıp, 17 yılını yok sayıp bir anda İngilizce üniversite okuyor ve şu anda bu 3 dilde de çevirmenlik yapıyor. Biraz daha açarsak; 7 yaşına kadar sadece “konuşma” ve “dinleme” düzeyinde bildiği ana dili Arapçayı bir kenara koyup, okuma ve yazmayı da dahice bir şekilde Türkçe okulda öğreniyor. Bu arada 7 yaşına kadar ilk defa görüp beyninde sadece Arapça kodlanan şeyleri de yine dahice Türkçe dilinde hallettikten sonra 17 yaşında her şeyi hem Arapça hem Türkçe'de bildiği 2 ana dile
sahip oluyor. Ve 17 yaşına geldiğinde Arapça ve Türkçe katkısı olmadan -çünkü onu biz savunuyoruz, yani karşılaştırmalı yöntemi- bir anda kafasını formatlayıp hayatında görmediği başka bir dilde konuşma anlama okuma ve yazma düzeylerinde İngilizce üniversite okuyup 17 yıllık farkı da kapatıyor. Şu anda ise bu 3 dilde hem konuşma, hem okuma, hem anlama, hem de yazma düzeylerinde çevirmenlik yapıyor. İnanın merak ettim başka bir üstadın “Kürtçe düşünür, Arapça yazar, Türkçe konuşurum” dediği durumu birkaç adım öteleyip, ” 0-7 yas arası sadece anlama ve konuşma düzeyi olan bir dili, 7-17 yaş arası başka bir dilde yazma ve okuma düzeyini hallederken, “3. bir dilde konuşma okuma anlama ve yazma düzeylerinde kafamı sıfırlayıp diğer iki dilin katkısını almadan her şeyi halledip 3 tane ana dil oluşturdum” diyen biri herhalde bu kadar emek sarf edeceğine tıp okusaydı, herhalde kanserin çaresini bulurdu. Ama bu kadar dahi birisi inanın bunu da yapar. Çevirmenlikten anladığı da bu şahsın herhalde Kapalı Çarşı’da yapılan çevirmenliktir. Hakkını verip acaba 7 yaşından sonra sadece o yaşa kadar ve konuşup\anladığı ve mucize eseri yazma ile okumayı hangi arada öğrendiğini sadece Allah’ın bildiği Arapçada okuma/yazma düzeyinde veya 17 yaşından sonra Arapça ve Türkçeyle karşılaştırma yapmadan bir anda üniversite okuduğu İngilizcede 4 düzeyinde çevirmenlik yapmasını anlamak için tanışmak gerekir. Ayrıca bu şahsin kendini birbirine paralel dillerden birini ana dili olarak benimseyip dil bilimi kuramlarına göre diğerlerini çok rahat öğrenen insanlarla ayni kefeye koyması da bir dünya insani olduğunu göstermektedir. Ama süper bir çevirmen olarak dünyada henüz İngilizceden Türkçeye ve Türkçeden İngilizceye mekanik yani makine dili yani bilgisayar çevirisi olmadığını bilmemesi de manidardır bu anlamda. Ama olsun hatasız kul olmaz. Batı dillerinde birbirlerine olan çeviri programları da örneğin Fransızcadan Almancaya verdiğinin aynısını Almancadan Fransızcaya vermemektedir. Birtakım internet site sayfalarında yer alan bu sayfanın çevirisini isterseniz diye başlayan sözlerde sizi daha önce tercümeleri yapılmış sayfalara yönlendirir. Bu anlamda anında çeviri yoktur ve hala canlı canlı insanlar tarafından yapılır. Ayrıca çeviri yapılan dillerde de bilgisayar programının hisleriyle çeviri yapması saçmalığın dik alasıdır. Öyle bilgisayar varsa dünyada görmek isterdim. Ama dehalar bitmediği gibi akşama kadar biçsek sabaha kadar çıkar. Ayrıca 4 yaşına kadar Zaza’ca bilip sonra Türkçe öğrendim diyenler de Zaza’ca yazılmış bir matematik kitabı veya fizik kitabı veya kimya kitabi bulurlarsa dil adına bildirsinler. Ayrıca ben ikinci dilde kodlama olmaz demedim ilk dildeki gibi olmaz dedim. Dili bildiğini savunanlar okuyup anlamanın da dilin parçası olduğunu algıladıkları anda zaten sorun yarı yarıya çözülecektir. Ayrıca Chomsky’yi tam anlamadan ansiklopedik bilgi tarzında kopyala yapıştırıcıları bu ülkede hangi titre de olurlarsa olsunlar hangi adla ifade etmek gerektiğini herkes bilmektedir. Çevirinin ne olduğunu anlamayan zümre yıllardır hemşerilerinin kollarında yaşadıkları uzaklardan buradaki dil sürecine şimdi mi katkı yapmak gereğini duymaktadır? Bir mahkemede 3 dilde insanın bulunduğu bir ortamda çevirmen için his diye bir şey söz konusu
değildir. Size birisi konuşurken, kaynak dil onun dili, hedef dil sizin diliniz. Siz birisine aktarırken kaynak dil sizin diliniz, hedef dil aktardığınız kişilerin dilidir. Bunu bile bilmeyen biri 10 sayfa okuma yazma bilmediği bir dilde sadece konuşarak çevirmense dünyadaki ilkokul bile okumamış tüm cahiller sırf belli bir yaşa kadar sadece duyup konuştukları dille çevirmendirler diye kabul edilecek. Bravo bravo bravo söyleyecek laf yok. Tüm dünyada bir dili bilmek okumak yazmak olarak anlaşılıyor ama yıllardır yurt dışında olan Ütopyalılar da kafa hala eski kafa. Harikalar asrındayız. Türklerin İngilizce ile İmtihanı Dinde zorlama yoktur evet dilde de zorlama yoktur. Herkes istediği yere gider. Fark şudur: İki yazı önce “Bazılarının” anlamadığı veya anlamak istemediği şey; Beyindeki hafıza kodlama bölgesinin ikinci bir dilde kodlamaya kapalı olduğu, ancak ana dille karşılaştırma yapmakla yeni bir kodlama sistemi yani karşılaştırma yapıldığı ve karşı dille çağrışımsallık olarak ikinci dil öğrenme olayının devam ettiğidir. “Kaç dil bilinirse bilinsin ilk anki düşünmeyi oluşturan kodlama artık kapanmıştır.” şeklinde bir cümle kullanmıştım. Bu cümleden bazı yurtdışı “t_devşirmelerinin”* “beyindeki hafıza kodlama bölgesinin ikinci bir dilde kodlamaya kapalı olduğu” kısmını alıp oradan tutup hayatlarının ve beni güya eleştirmelerinin merkezine koymaları bana aşağıdaki fıkra ve örnekleri hatırlattı. Bektaşi’ye sormuşlar: Neden namaz kılmıyorsun? O da, “e”, demiş “Kuran, ‘la takrabussalah’ yani namaza yaklaşmayın” der. “Ulan” demişler “devamını okusana orada ‘ve entum sukara’ içkili iken diyor. Bektaşi “valla” demiş “o kadarına hafız değilim!” “Eşhedü en la ilahe illallah ve eşhedü enne muhammeden abdühu ve resüluhu” demek ki “t-devşirme” dostlar burada haşa sadece “la ilahe” kısmını alıyorlar. Kuran tefsirinden bahseden bir yurtdışı “t-devşirme” dostumuz hâşâ tefsiri de böyle anlıyorsa yandı keten helva... Demek ki doğru eylem için doğru organımızı ve doğru eylemsel amaç için kullanırsak müspet sonuç alırız. Ama birinin yaptığını sırf kendine karşı diye düşündüğü kişiye karşı olduğu için alkışlayan sürü zihniyetliler bunu anlayamaz. Yazının başlığı, bu ülke topraklarındaki insanların çileli yüzyıllarının her anlamdaki özetinin hem adlandırmalarından biri hem de çağımızda da bazı unsurların anlamsal devamlılıklarının İngilizce konusundaki spesifikasyonu olarak yani belirginliği olarak konulmuş bir başlıktır. Bu başlığın konulma amaçlarından biri de konunun ciddiyetinin belirginleşmesinin arzulanmasıdır. Örnek olaylarla anlatımımıza başlayalım ve destek ve eleştiri noktalarını da alarak başlığın ciddiyetini görelim. Bir şehirde devam ettirdiğimiz bir programa, başka bir şehirden gelen bir katılımcı; “geldiği şehirde gittiği bir kursta kapıdan girer girmez kendisini karşılayan bayana yaklaşıp ‘ben İngilizce kursuna
yazılmak istiyorum’ dediğinde bayan ‘şşşhh yasak’ demiş. ‘Ne yasak’ deyince ‘Türkçe yasak” demiş. ‘Ama ben İngilizce bilmiyorum’ deyince ‘size demedim mi lütfen Türkçe yasak’ demiş!” Tabii bu söylediklerini Türkçe diyor! Yani yasak olan dilde! Başka bir şehirde devam ettirdiğimiz bir programa kayıt yaptırmak için başka bir şehirden gelen bir kişi geldiği şehirde bir kursa yazılmaya gittiğinde nasıl daha iyi öğreteceklerini sorduğunda bakın demişler burada bire bir boyutlarda İngiliz askeri balmumu heykeli var. Ortamı yaşayın ki tam öğrenin diye getirttik! Uykuda öğrettiklerini iddia eden bir kursa giden bir kimse kayıt yapmaya geldiğinde merak edip sordum gerçekten oluyor mu yani uykuda öğrenebildiniz mi? Cevap şu: Hayır ama hocam eve gitmeden önce uyuyup güç topluyordum rahatlatıcı oluyordu! Yine bir gün bir katılımcı hipnozla öğreten bir yere gittiğini adamın bazı kimseleri hipnozdan çıkaramadığını bazılarının ağlayarak uyandıklarını söyledi. Tabii yine İngilizceyle ilgili bir sonuç söz konusu değil. “5 günde ve günde 12 saatten öğretiriz” diyenlere giden birisi önemli bir kamu görevlisiydi ve kendisine yine önemli ve daha önceden öğrencim olmuş bir kamu görevlisini arayıp sormasını söylediğimde ikinci kişi beni bir süre sonra arayıp: “Hocam insanın eline iğne batıyor 7 gün sızısı gitmiyor. ‘5 günde ne İngilizcesi’ dedim”, dedi. Örnekleri çoğaltmak mümkün… Ama burada asıl önemli olan ve asıl odak noktası olan taraf örnekleri verilen hiçbir kurum sisteminin çalışmayı ve insanları çalıştırmayı hedef almayan kolaycı ve zaten insanların da kolaylık, sanki varmış, gibi aradıkları güya bir sistem olmaları durumu olması. Peki, vahiy kapıları 1400 sene önce kapandığına göre, “dilde pratik yöntem, kolay yol" saçmalıkları da olamayacağına göre, uykuda hipnozla öğretim de yaradılışımıza ters olduğuna yani öğrenme süreçlerine ters olduğuna göre, “konuşa konuşa öğren! Ben sana söyleyeyim, karşıma geç sen bana söyle ve öyle, öyle yarım saat birbirimize aynı cümleyi söyleyelim, amaç burada anlamak değil söyle ki aşina ol söylemleri” de saçmalığın daniskası olduğuna göre o zaman geriye ne kalıyor? Geriye şu kalıyor: Günde maksimum 2 saatinizi ayıracaksınız. Haftada 1 gün de ders alıp insandaki kısa ve uzun süreli hafıza gerçeğine göre haftanın kalan günlerinde tekrar yaparak gerçekten kendinizdeki ilerlemeyi göreceksiniz. Derse girmeyen, rapor hazırlamayan, “sınav var” diye derse gelmeyen bir zihniyet; tabii yıllardır alıştırıldığı gibi, “ilköğretimde kalmadan geç, lisede kalsan da devlet geçirir, üniversitede kopya kurumu işi bitirir” şeklinde düşündüğü için, bir anda her aşaması sınav dolu, adım adım katılımcıyı devamsızlığından yaptığı her çalışmaya kadar takip eden geçme notunun 50-60 değil 85 olduğu bir sistemle karşılaşınca sudan çıkmışa dönüyor!
Tekrar söylemek gerekirse “dil emek ister”, “dil yetenek işi değildir”, ”dilde ezber yoktur”, “İngilizce dünyanın en basit dilidir.” Bu söylemlere katılmayanlar için zaten yukarıda örnekleri verilen alternatifler vardır. Din de zorlama yoktur evet dilde de zorlama yoktur. Herkes istediği yere gider. Fark şudur: yıllarca binlerce saat ders alıp güya uzmanların o da nedir dedikleri bir müfredatın ilk 7 saatinin sınavını 22 yıldır geçen olmamıştır. Bu da şu demektir: Mastır düzeyinde matematik bildiğini iddia edip ilkokul 1 matematiğinin testini geçememek demektir. Veya bana dili öğret şu masaya öğretirsin diyen bir üniversite hocasına ilk girdiğinde 100 soruluk bir sınavda 72 aldırmaktır, kimsenin inanmadığına inananların elde ettiği sonucu oluşturan sistem. Ayrıca geçen yazımıza yorumda bulunan süjemiz(yazının konusu) “3 dilinin ana dili olduğunu” söylemişti ama 2 dilli bir Ademoğlu olduğu ortaya çıktı! Ayrıca bu kişi hayatında tek kelime Türkçe bilmeyen herkesin ilkokula başladığını söyledi! Türkçe bilmeden Türkiye’de ilkokula başlayan varsa beri gelsin! En son olarak ülkesinin adını söylemekten aciz insanlardan ülkelerine katkıda bulunmaları tabii ki beklenemez kimin ekmeğini yerlerse onun kılıcını sallarlar. Bizler “Chomsky” gibi yazarları fikirleri kaynak alınan değil kendilerinden fikirler oluşturmak için okunan yazarlar olarak görürüz. Bu ülkeye katkıda bulunmak isteyenler varsa yılda bir defa ülkeye gelip dışarıda kiraladıkları pahalı arabalarla hava atmayı bırakıp burada okul yaptırmakla işe başlayabilirler. Ayrıca Amerika için u.s demekle kimseye dert anlatamazsınız United states dediğinizde sizi anlarlar. Plaka okumayı bırakıp gerçeklere bakmakla başlamak bitirmenin belki yarısı olacaktır. Kafası yıllardır dışarıda yediği içeriği kendinden menkul yiyeceklerle şekillenmiş çifte vatandaş süjemiz belki de bilimsel kelimesinin ne olduğunu da oralarda unuttu. Sayın süje birkaç yazı önce yazarımızın verdiği bilgiler faydalı münazara devam etsin derken söyledikleri şeyler çürütülüp gerçekler ortaya çıkınca söylediklerimizin saçma olduğundan dem vurup bir daha okumayacağını söylemiştir. İsabetli karar ayrıca bizim İngilizce dediğimiz üçüncü dilin ki 2 dil olduğu ortaya çıktı. İngilizce olmadığını ama sır bir dil olduğundan bahsetmektedir. Fakat hiç fark etmez kendisi canımız ülkemizde esen büyük değişim rüzgarının kaynağı olan alev meşalesinin sıcaklığını hissetmeye başlamakla yıllarca önce göçüp gitmesi gibi sanal ortamdan da gitme eğilimine girmiştir. İsabetli karardır saygı duyarız. Ayrıca benim açımdan yanlıştan dönmek diye bir şey de söz konusu olamaz çünkü yanlış yapmam. Ve benim için uluslararası makale derecelemesi Hintlilerin makale dergileri değil parayla satın alınan, MIT gibi üniversitelerin makalelere verdikleri puanın ne olduğu ve yayınlayıp yayınlamadıklarıdır. Amerika’da 4000 e yakın üniversite vardır mademki diploman kadar konuş denmektedir. Amerika’da tanesi 10bin dolardan satılan değil gerçek üniversitelerin diplomalarıyla konuşmak gerek. Uzaklardan ahkam kesmek hep kolay olmuştur. Ayrıca yurtdışı devşirme dostlardan biri benim çeviri yaptığım konularda makale yayınladığını söylemiş zahir, acaba 'prodeterministik diyalektik' denince ne anlar zahir, ben 600 sayfalık kitap çevirdim bu konuda ve daha neler eminim dünyaya 10 kere gelse ne olduğunu anlamayacak.
'İkinci dilde kodlama olmaz ' sözü editörün sözüdür. Yazıda “İlk dildeki gibi olmaz yazmaktadır” Eğer cümlenin TAMAMI doğru organla okunursa müspet sonuç alınır. İşte bu yüzden tükürdüğünü yalamak ancak devşirmelere özgü bir sözdür umarım editör de bana katılır. Yazının orjinalinde asla böyle bir söz yoktur. Bir dilde birkaç kelime bilmek o dili bilmek demekse ya sözlük anlamları konusunda yeni mutabakatlar arayacağız veya bu işi tamamıyla Sultan Ahmet’teki ayakkabı boyacıları ve turistlere bırakmak zorunda kalacağız. Bir gün Sultan Ahmet’te bir ayakkabı boyacısının yanında durdum çocuğa kaç dil biliyorsun dedim 10 tane abi dedi. Alanya’da bir garson da 8 dil biliyormuş. Bir gün bir haber kanalında Saray Bosna’da bir cafe önünde bir garsonla röportaj yapıyorlar. Garsona bizim televizyoncu soruyor kaç dil biliyorsun diye adam da 10 tane diyor ama şöyle devam ediyor 5 tanesinde sadece okuyup yazabiliyorum diğerlerini biliyorum diyemem ve konuşma Türkçe devam ediyor ama adamın dili Boşnakça. Yani bunu bir dilbilimci değil bir garson söylüyor. Evet dikkat ediniz okuyup yazdığım dili bilirim diye kabul ederim diyor. Bizde, da da (Rusça yazımına merak eden bakabilir) diyen Rusça nein ja diyen Almanca yes no diyen İngilizce yani 3 dil biliyor. Sayın milli eğitim bakanı boşuna veryansın etmiyor. 10 sene dil dersi ver 3 kelimeyi bir araya getiremesinler. Benim büyüklerimize naçizane tavsiyem öğrencilerinize boşluk doldurtmayın çünkü yabancı birisiyle karşılaştıklarında da dolduracak boşluk arıyorlar, öğrencilerinize İngilizce düşünün dedirtmeyin çocuk zaten kendi dilinde düşünmekte zorlanıyor, öğrencilerinize cümle kurmayı öğretecek bir müfredatla ders verdirtin çünkü dilde amaç cümle kurmaktır, çünkü iletişim cümle kurmakla olur,2 ay saat kadranını 2 ay renkleri 2 ay sayıları 3 ay tanışmayı 3 sene hocalarının bile kaç tane olduğunu unuttuğu zamanları öğrettirmekle zaman harcatmayın. Havadan yiyecek atmayın, havadan balık atmayın tarlayı sürmeyi ve balık tutmayı öğretin. Lise 1 de bu işi bitirecek öğrencinin ömrünü yıllarını kurslarda geçirmemesini sağlayacak bir müfredata ihtiyacınız vardır. Lise 1 e 2 dönemde yayacağınız bu müfredat sonunda öğrenci yıl sonu çalışması olarak 400 sayfalık herhangi bir konuda bir literatür kitabını çevirip önünüze koyacak veya izin verilirse kpds gibi bir sınavda en az 70 alacak bir düzeye gelmelidir. Biz bunu yapacak ve sonuçta Türkiye’ye hediye edeceğimiz bu müfredata sahibiz. Sözlerimiz, senetten öte yaptırımı, uğruna başımızı koyduğumuz bir müfredatın başarı sözleridir. *t-devşirme: Osmanlıdakinin aksine bizim ekmeğimizi yiyip bizi savunan değil başkasının ekmeğini yiyip sürü gibi hareket eden anlamındadır ters devşirmenin kısaltılmışıdır. NOT: Yazılarımda açıklamalı başlık olarak yer alan kısımlar editör tarafından konulmaktadır. Orijinal yazılarımda bu tür başlıklar yoktur. Türklerin İngilizce ile imtihanı Üretim bandının düğmesine basan Hristiyan, Yahudi veya dinsiz veya putperest vs insanlar gusül abdesti almadan bunları üretiyor öyle değil mi? Bu ülkedeki dil programlarına hayatlarının her aşamasında tekrar tekrar katılan bu ülke halkı acaba kendisine şu soruları bazen sorabiliyor mu?
1. Neden her seferinde soru sorarak ve tanışarak kursa başlayıp aylarca tanıştıktan sonra tanışmaktan bıkıp bıraktığımda, yeniden başka bir yere başladığımda ve bu olay her tekrarlandığında anlayamama rağmen beni hep aynı yerden başlatıyorlar? 2. Bu ülkedeki İngilizce kurslarında İstanbul’a gitmiştim demek için 1 ile 1.5 sene arasında zaman geçmesi gerekiyor ben her seferinde aylarca gitmeme rağmen bir türlü İstanbul’a gitmiştim diyemeden bırakmak zorunda kalıyorum. Peki neden? 3. Zamanlar yeni tense kavramı İngilizcede yapısal olarak %16’lık yer kaplamasına rağmen neden bu ülkede yıllarca kursa gidenler kaç zaman var deyince fikir birliği oluşturamadan saatlerce açık artırma veya eksiltme usulü aralarında kaç zaman var mezatı yaparlar? 4. Bu ülke vatandaşına göre günlük dil nedir acaba? Gazetelerden alınmış olan örneğin; “Mali yaptırımların halk üzerindeki önemli etkileri hakkında veya buğday rekoltesindeki azalmalar hakkında bu bakanın görüşleri” veya “Mavi Marmara olayıyla ilgili Türk yetkililerin görüşleri hakkında” veya “şike soruşturmasıyla ilgili başbakanın görüşleri hakkındaki yorumlar” vs vs şeklindeki ifadeler günlük dil değil midir? Günlük dil demek 5 dakika tanışmak mı demektir? Bu kadar mı kısır bu kadar mı banal hale gelmiştir bu iş? 5. Bazı bu ülke vatandaşları sadece ambalaja kıymet veren asla içeriği göremeyen görüş mihenklerini hayatın sadece dil çalışmaları aşamalarında değil, her yerde özensizce göstermektedir. Bu ülkede gezerken bir gün bir tavuk döneri yapan dükkân önünde gelen bir müşterinin satıcıyı yarım saat “Bu tavuklar İslami usullere göre mi yoksa bunun dışında mı işleme tabi tutuluyor?” diyerek ağlayacak hale getirdiğini görünce adama şu soruları sordum: a. Arabanız var mı? dedim var dedi. Toyota’sı varmış. Peki dedim Toyota’yı yapan millet, eğer olaya dini açıdan bakıyorsak, putperest Asya ülkesi insanı değil midir? Doğru dedi. b. Peki, dedim şu üzerinde bilmem ne marka Amerikan kotu ve İsviçre saati gusül abdestinin ne olduğunu bilmeyen Hristiyan’ın elinden çıkma değil mi? Evet dedi. c. Peki, dedim şu anda yediğimiz sebzenin tamamına yakını meyvanın yarısından fazlası İsrail tohumundan oluşmuş bitkilerden elde edilen ürünler değil mi yani Yahudi ürünü? Evet dedi. d. Liste uzun ama kullandığın aspirin ve antibiyotik vs ilaçların hammaddelerini yapan firmada çalışan ve üretim bandının düğmesine basan Hristiyan, Yahudi veya dinsiz veya putperest vs insanlar gusül abdesti almadan bunları üretiyor öyle değil mi? Evet dedi. Peki, canım kardeşim bu ülkede soluduğun havadan başka hiçbir şeyin İslami olmadığı bu kadar aşikârken neden kendi milletine bu kadar zulmediyorsun, önce aynaya bak demek yanlış mıdır? Ayrıca artık dünyada ırk milliyet cins din ayrımcılığı bu kadar ayıp sayılırken neden bu ülkede bunlar hala aşılmamıştır. Bu ülkede seri üretim yapan hangi kümes hayvanı üreticisi her tavuğun başına bir din adamı dikmektedir. Lütfen. Adında English kelimesi geçen yerlerde aylarca sürünüp sorgu sual etmeden biat edip kayıt yaptıranlar sonra istedikleri olmayınca yıllarca dolaştıktan sonra gerçekten bu işe yıllarını vermiş ve beynimizin düşünce sistemine paralel bir müfredatı veren bir kuruma gittiklerinde saçma sapan sorularıyla neden insanların zamanını çalmaktadırlar? Bence önce adında Türkçe kelimeler olan
yerlerde soluğu almadan önce saçma sorularını adında English yazan yerlerde bitirip tükettikten sonra iyice arındıktan sonra bu işe kendini adayanlara gitseler daha iyi olur. Çeviri yapmanın 10 faydası Evet dillerin dili olarak da kabul edilen çeviri yapmanın hem beyin hem de vücut sağlığına çok faydaları vardır. Bu faydaları aşağıda vereceğimiz örneklerle de pekiştirerek açıklayalım. 1-Çeviri yapmak briç oynamak gibi yaş kaç olursa olsun alzheimer hastalığından koruyan bir faaliyet olarak kabul edilmiştir. 2-Dünyada en iyi dil bilenler çevirmenlerdir. Tabiri caizse her 'how are you' 'ne var yu' diyen her konuda konuşamaz ama çeviri yapan biri her konuda konuşabilir. Çünkü çevirmen sürekli literatür taramak zorundadır. Aslında bu okumak demektir ve zorunluk değil (zorunluluk değil)ihtiyaçtır ama neyse sivrisinek davul vs vs... 3-İngilizce ve Türkçe'nin yapısal gramatik ve anlamsal farklılıklarına göre, birinden diğerine geçişte artı eksi yüzde 15 farkla çeviri sonuç çıktısı elde edilir. Örneğin 100 birimlik bir literatür İngilizce'den Türkçe'ye ve Türkçe'den İngilizce'ye 85 ve 115 birim arası normal bir çıktı değeridir. 85’in altı veya 115’in üstü çeviri değildir ona elma deyin armut deyin ama çeviri diyemezsiniz. 4-Çeviri demek okuduğunuzdan ne anladığınız değildir. Orada anlatılanı kaynak dilden hedef dile aktarmak demektir. Çeviri ne anladığımız olsaydı bir sayfayı 50 farklı kişiye veririz ve 50 farklı çeviri çıkardı. 5-İngilizce literatür çok açıklayıcı ve akıcıdır. Aynı bir üstadın kitaplarındaki uzun cümleler gibi cümleler görebilirsiniz örneğin 40 satırlık tekli bir cümle kurulumu asla anlam olarak düşmeden başlar devam eder ve biter. Siz de cümle kurmayı öğrendikten sonra 10-15 satırlık cümleleri çok rahat kurarsınız. 6-Hayatınız boyunca kendi ana dilinizde öğrenmek istediğiniz ama literatür karmaşası ve kıtlığından dolayı öğrenemediğiniz her konuyu İngilizcesinden çok rahat öğrenebilirsiniz. 7-Çeviri yaparken kelimeler yapılar ve altyapısal özellikler daha iyi yerleşir. 8-Sürekli literatür tararsanız her dili kendiniz öğrenebilirsiniz hocaya kursa vs ye ihtiyacınız yoktur. Sistem şudur; Her gün 4 sayfa yani önlü arkalı bir yaprak a4 kadar bir literatürü(her yaprak yüzü 2 sayfa olacak şekilde) sadece o literatürden bir yıl boyunca sadece 3 çalışma yaparak ingilizceyi kendi kendinize öğrenebilirsiniz. Çalışma 1: Bu 4 sayfadan önce bilmediğiniz bütün kelimeleri çıkarın ve İngilizce'den Türkçe'ye ve Türkçe'den İngilizce'ye çift yönlü çıkarın. Yani önce İngilizcelerini yazın yanlarına Türkçelerini sonra Türkçelerini yazın ve yanlarına İngilizcelerini yazın. Çalışma 2: Bu 4 sayfadan tüm isim ve sıfat tamlamalarını yani kelime artı kelime şeklindeki tüm tamlamaları çıkarın ve yine çift yönlü anlamlarını çıkarın yani i den t ye ve t den i ye. (İ: İngilizce,T: Türkçe) Çalışma 3: Tüm edat takımlarını örneğin: “i de x of y from z of b at z in f ve t de f de bulunan z deki b nin z sinden gelen y nin x i” gibi yapıları çıkarıp yine çift yönlü çıkarın. Bakın cümle çözün demiyoruz ama bu 3 çalışmayı yaparken aynı zamanda ilkinden itibaren orada ne anlatıldığını da cümle
düzeyinde anlamaya başlarsınız. Bu çalışma bizim müfredatımızın bir ayağıdır ama tüm dünyada kişilere hiç dil dersi vermeden bir senede sadece bu çalışmayla dil öğretilmektedir. Günde 4 sayfa yılda yaklaşık 1460 sayfa en az 700 bin kelime taramak bu kelimelerle oluşan tamlamaların ve edat gruplarının anlamlarını çift yönlü çıkarmak sonuçta dili öğrenmenizi ve binlerce kelimeyle öğrenmenizi sağlar. Medeni dünyada günde 10 sayfa okumak beynin gıdasını vermek kabul edilir. Herhalde 4 sayfayı taramak sonuçta alınacak ödül yanında solda sıfır bir efordur. Günde iki saat ayırıp bu çalışmayla "dili öğrenemedim" diyen çıkarsa bir yıl boyunca yaptığı çalışmaları getirdiği takdirde istediği ingilizce kursunun tüm programı bitinceye kadar ki masraflarını karşılamayı taahhüt ederim veya bizim programımıza ücretsiz bitirinceye kadar devam etmesini sağlamayı taahhüt ederim. Dil öğrenmek, dünyada bazılarının sandığı gibi büyülü, elitlere özgü, ahım şahım, ağız burun kıvırtma ön koşullu, "İngiliz gibi düşünmezseniz asla yapamayacağınız vs vs" saçmalıklarını haiz bir iş değildir. Öğrenir geçer işinize bakarsanız. TEK ŞARTI VARDIR. “GÜNDE 2 SAAT AYIRMAYA CESARETİNİZ VAR MI?” BU SORUYA VERECEĞİNİZ CEVABI İYİ DÜŞÜNÜP BU İŞE GİRİŞİN LÜTFEN. 9-Bakırköy'de bir gün yürürken kolunda yabancı uyruklu bir bayan olan bir gence herkesin “vay be helal koçum” sözleri eşliğinde bir süre önlü arkalı yaya yoldaşlığı yaptım. Aralarında ingilizce konuşuyorlardı. Önlerinden bir balıkçıya girdim hemen arkamdan onlar da geldi. Genç İngilizce, "bak balık satılan yer" falan dedi, kız "yes" falan dedi. Kız sonra çinekopların bulunduğu tarafı gösterip ne olduklarını sordu. Tabii bazılarının günlük dil dediği tanışma otele gitme faslı bitip yine günlük dil olan ama bazılarının nedense İngilizce düşünüp bir türlü yapamadıkları minik kısımlardan biri geldi çattı. Çocuk iki kem kümden sonra balıkçıya sordu. Balıkçı Fransız çocuk “a kind of fish” dedi. “Bir balık türü” dedi. Kızın içinden “hadi yaa” dediğini duyar gibi oldum. Neyse baktım karizmada fay hatları görülmeye başladı. Eğilip söyledim. Kızarıklıkları açılmaya başlayan gençte hemen tüyme edasıyla hadi gidelim darling dediğini duyar gibi oldum. Çünkü sırada çupralar lüferler zarganalar hamsiler kefaller var. Öyle değil mi? Sen yıllarca kursa git tanışmayı öğren bir hatun kap ve bir çinekop pahasına kaybet var mı bee. Peki ben nerden biliyorum? Türkiye’de hiç İngilizce çinekop almamış biri öyle değil mi? Hmm evet bir süre önce deniz mahsülleriyle ilgili bir literatür çevirisi yapmıştım oradan biliyorum. Şimdi İngilizce düşünen t-devşirme dostlar (artık onlara tdi lar diyeceğim. Yer kısıtı gereği ama sakın turbo diesel injection veya turbo direct intercooling anlaşılmasın geçen pazar ifade ettiğim tdevşirmenin son kısaltılmışıdır.) Ellerine Türkçeden İngilizceye sözlük alıp tüm deniz mahsüllerini ezberlemeye kalkmasınlar baş edemezler garanti ederim. Ayrıca yurtdışında yaşamanın ne kadar ızdırap verici olduğunu inanın onlar kadar iyi anlıyorum dilleri dönüp Türkçe harfler arasına 'w' karıştıracak kadar zorlanmaları bizi ne kadar özlediklerini de açıkça gösteriyor. Ee kolay değil tabii. “Yapıcam, gidicem” gibi söylemleri ciddi ciddi yazı dilinde ifade etmek de öyle basit değil. Özlem bu ne de olsa uzmanlık alanları dil olunca değil mi? Yorumlarına o kadar ihtiyacımız var ki çevirmen oldukları alanda kendi yazdıklarını da çevirecek birilerine ihtiyaç olduğunu umursamayacak kadar profesyoneller yorum ve katkılarını hararetle bekliyoruz.Allah razı olsun. 10-Hayatımda Türkçesini literatür kıtlığından dolayı okuyamadığım konularda İngilizce literatür taradım. Bir tanesi hayatımda bazı şeylere farklı bakmamı sağlayanlardandı. Emülgatörlerle yani gıda katkılarıyla ilgili bir çeviriydi. Şu anda literatür bol ve her yerde var ama bir şey yok içlerinde. Helvayı kestiğinizde, sucuk, salamı, sosisi doğrarken peyniri keserken kalıp gibi olmasını sağlayan ve dünyada suni olarak yapılamayan tek madde öyle bir maddeymiş ki, inanın artık ninemlerin(anneannemlerin)
yaptıkları sucukları keserken dağıldıklarında, kendilerine güldüğüm anlar için kendilerinden özür dilemek isterdim. Ve varsa tanıdığınız eğer yaptığı salamı sucuğu sosisi keserken dağılan fiyatına bakmadan alın derim. Ben artık bu ürünlerden yiyemiyorum. tdi dostlar icazet verirse yemek herkese nasiptir ne de olsa. “Dinimizde her şeyin aslı helaldir.” diye bir inciyi çıkarmak zor mu olmuştur yoksa safdillik mi yapmıştır? Yoksa çok mu yardım almıştır ne de olsa açıklamak gereği duymadan salık vermiştir. Bir tdi dost. Sanırım oralarda kala kala her şey helal gelmeye başlamıştır. Ne de olsa bu konuda da uzmandır. Verdiğimiz örnek ve bilgiler gerçektir hem de safsatayla laf salatasıyla kaale bile almadığımız zırvalarla örtülemeyecek kadar gerçektir. Kurduğu cümleleri kendi bile anlamayanlar Muharrem Ergin'i okuyabilirler. İyi bir üstadtır dil konusunda. Çevirinin faydaları... Dil Yarası Piyasadaki öğreticilerden bazıları sitelerinde yavaş yavaş söylediğimiz gerçekleri ifade etmeye başlamışlardır Dil öğretiminin sadece öğretmen ve öğrenci odaklı yanlarına bakıp sistem arayışlarını bu mihverde götürmeye çalışmak, zeminine bakmadan bir binaya kat çıkmak gibidir demenin yanında sanırım soruna asıl olarak hangi noktadan da bakarsak çözüm için bazı yollar bulabilirizin de karşılığı olabilir. Verimlilik kavramını, bu anlamda yani dil öğretimi anlamında tekrar bir tanıma kavuşturursak,d emek isteyebileceğimiz, dil öğrenen veya dil öğretilen kişi için elde ettiği çıktının format ve yığın ürününün miktar ve kalitesidir. Çıktı demek, burada kişinin kendisinden verdiği maddi ve manevi efor, emek ve parasal değer karşılığında kendisine yansıtılan veya kendisinin elde ettiği sonuç değerdir. Sonuç değeri elde etmenizi sağlayan da, bunu elde ederken size aracılık eden yanınızda olan öğretici, kullanılan materyel vs yanında en önemli sırada olması gereken bu toplamın adını veren müfredat sorunudur. Örneğin; Günde 10 sayfa okumak yaklaşık 5000 kelime ( sayfada 500 kelimeden 10 sayfa 5000 kelime) kazanımını a dan z ye 26 harfte İngilizcede ve anlam karşılığı olarak 29 harfte Türkçede tekrarlı da olarak sağlarken ki, tekrarlı olması öğrenmeyi pekiştirmesi demektir, 5 günde 25000 (yirmibeşbin ) kelime taramak demektir. Sizi her gün 10 sayfa en az okuyacak seviyeye getirecek bir müfredat yılda 3650 sayfa(365 gün ve günde 10 sayfadan) ve yılda yaklaşık 1 milyon 800 bin kelime (günde yaklaşık 5000 kelimeden 365 günde 1.800.000 kelime) ve 26 harfte İngilizcede 29 harfte Türkçede anlam karşılığı olarak taramanız demektir. Bu rakamsal değerleri sadece İngilizce diye düşünmek olaya yanlış bakmak olur çünkü her dilde böyledir. İnsanlar kendi ana dillerinde bile günde 10 sayfa okusalar ki, günde 10 sayfa medeni dünyanın alt sınırıdır, sonuç olarak aynı matematiksel sayı değerine ulaşırlar. Peki bunu nasıl bir müfredat yapabilir? Piyasadaki öğreticilerden bazıları sitelerinde yavaş yavaş söylediğimiz gerçekleri ifade etmeye başlamışlardır. Ama bir tanesi hala İngilizcede yaklaşık 100bin kelime vardır diye sitesinde verdiği ilanlarda bilgi mahiyetinde vermektedir. Bu eksik bilgiyi, sadece redhouse sözlüğünde 160000(yüzaltmışbin) kelime olduğunu düşünürsek, demek ki eksik noktalardan biri de literatür taramak anlamında cahil denecek düzeyde olanların da bu işi yaptıkları sonucudur.
Eskiden Türkçe yasak veya kelime ezberleme teknikleri vs diyen bazı zümrelerin de yumuşayıp, Türkçe olmazsa olmaz veya dilde ezber yoktur demeye başlamaları haykırma düzeyinde değil ama fısıldama düzeyinde olsa da sevindiricidir. Türkçeyi işin içine katmayı düşünürken herkesten edebiyat mezunu gibi Türkçe bilmelerini bekleyip öss tipi Türkçe sınavları yapıp güya elitist takılıp kafaya göre öğrenci alıp kafaya göre almamak veya bazılarının yaptığı gibi “kpds den 40 ın altını alamam”demek ne kadar hakkaniyetlidir. Bu şuna benzer, bazı üniversiteye hazırlık kurslarını verenlerin birkaç iyi fen lisesi öğrencisini alıp bunları odtü, boğaziçi gibi yerlere güya yerleştirip bunların reklamlarını yapmaları gibidir. Siz diğer öğrencilerinizi nereye yerleştirdiniz bu önemlidir.o öğrenciler zaten bu üniversiteleri size gelmeseler de kazanacaklardı mesele, o düzeyde olmasalar da, yine de en iyi olmaya çalışıp diğer öğrencileri de iyi yerlere yerleştirmek değil midir? Dil kurslarından bazıları da kpds üds vs sınavlara hocalarını sokup bunları sanki öğrencileriymiş gibi şu puanı aldılar diye ilanla duyurmaktadır. Hoca zaten o puanı alır. Önemli olan öğrencinize o puanı aldırmak değil midir? O zaman her Türkçe her matematik vs hocası öss sınavlarına girip(öss derken üniversite sınavı kastedilmektedir)şu kadar net yaptım diye hava atsın. Bir doktor çıkıp tıpı tekrar kazandım diye övünsün bir avukat tekrar hukuk kazandım bakın iyiyim vs desin. Siz kişisel olarak bunu deneyebilirsiniz ama reklam amacıyla radyoda tv de gazete ilanıyla vermeniz komik değil midir? Zaten yapabileceğiniz bir şeyi malumun ilanı gibi neden ilan ediyorsunuz. 5 günde ve günde 5000 kelimeden toplam 25000 kelimeyi hiç masrafsız sadece günün rutin ve dinlendiğimiz saatlerinde okuyup hem bilgi edinmek hem de masraf yapmamak anlamında taramak varken 5 günde 2000 lira en az para verip 600 kelime öğrendim çok faydalı bir şey dediğiniz bir programın reklamını yapmak, zaten en az bu rakamın yaklaşık 40 katına sadece kendi çabanızla ulaşmanız söz konusuyken neden daha avantajlıdır? Harcayacak savuracak paramız mı çoktur yoksa ambiyans veya çevre, ortam hastalığı kronik rahatsızlığımız mı olmuştur? NOT: Sayfada 500 kelime derken bahsettiğimiz literatür kavramı, cin ali kitapları veya stage,level kitapları gibi GÜYA seviye saçmalıkları değildir. Literatür derken bazılarının sırf yazma kaygısıyla yazdıkları satır aralarından uçak gemisi filosunun geçebileceği sayfada 10-15 satır bulunduran 'GÜYA' 'SÖZDE' yazılardan da bahsetmiyoruz. Ne demek istediğimizi kendilerine literatür verdiğimiz katılımcılar başta olmak üzere bizi bilenler bilir. Ayrıca bu yazı,bırakınız İngilizceyi Türkçede en son ne zaman kitap okuduğunu veya en son okuduğu kitabın adını hatırlamayanlar için de değildir. Lütfen bu gruplardan birine dahil olanlar yazımızı 'KAALE' almasınlar. 80e yakın branş sözlüğünün bir o kadar da genel sözlüğün olduğu bir dilde çıkıp sadece yüz bin kelime vardır diyen, hipnotik saçmalıkları savunan, uykuda öğrenme diyen, kendisine gelenlere saçma sapan Türkçe sınavları yapan, çeviri konusunda cahilce saçıp savuran, İngilizce düşün veya bu işi unut diyen, hiçbir ırkta insanın gururuna yediremeyip kendi insanının önüne, sırf ana dili belli bir dil diye, dil hocası olarak getirip koymayacağı insanları yakaladığı yerde tutup allayıp pullayıp insanının önüne hoca diye koyan vs vs güruhlarla Allaha şükür ilgimiz yoktur. Zaten bizim dediklerimizi DİKKATE ALMASINLAR ne de olsa yollarımız ayrı hedeflerimiz ayrıdır. Dil bilmek neyi bilmektir? Düşünülenin aksine beyin için zıt konular destekleyici besleyici mahiyettedir. Okullar açılırken Türkiye’de bir kişinin hayatında beynindeki entellektüel sacayağının üç ayağı olan Matematik, İngilizce ve Türkçe ile ilgili meydan savaşları da hem kişi bazında hem kişilerarası hem de
kurumlararası bazda arenalar safhasında öne sürülme olgusuna adım atmaya hazır hale geldi ve pazartesiden itibaren de sahneye çıkmaya başlayacak. Üçü hakkında da söyleyecek sözlerimiz vardır. Çünkü aldığımız eğitim, yazdığımız kitaplar, kendileri konusunda olan sınav tecrübelerimiz, ülkemizde bu (mahşerin üç atlısı) trio(su)nun kişi kurum ve karşılıklı bazda, bazen siyasetten önce düşünülen ve sanıldığının aksine insanımızın ne kadar Avrupadakiler kadar profesyonel olmasa da eğitime çok önem verdiğini gördüğümüz noktada, fayda anlamında tam ortadan olan söylemlerimizi daha faydacı yaklaşımlarla besleyip ifade etmemiz gerektiğini bizzat göstermektedir. Trionun üçü de uzmanlık alanımızdır. Haklarında teşhislerimiz, teorilerimiz bir tanesi konusunda 600 e yakın pratik yöntemimiz, bir tanesi hakkında dünyada tek olan kitaplarımız, bir tanesi hakkında test çözüm yöntemlerimiz vardır. Şimdiye kadar olan yazılarımız sadece bir tanesi hakkında yani İngilizce hakkındaydı. Fakat bu üçünün özellikle Türkçe ekseni etrafında analiz edildiğinde, diğerlerini de anlama açısından önemli olduğunu bildiğimiz için, bugün üçünün birbirlerine olan ilişkilerinde Türkçe ekseninde aslında ne olmaktadır ki diğerleri daha iyi veya daha kötü algılanmakta veya öğrenilmekte veya kabul edilmektedir buna bakalım. Türkçeyi anlamak için neden Türkçeyi bilmek gerekir. Dünyanın her ülkesinde, her insan beyninin daha iyi çalışması için kendi anadilinde düşünmeyi öncelikle öğrenmelidir. Çünkü hayatı, kendi anadilinde şekillenen beyninin, hayatını biçimlendirme ve hayatta kalmasını sağlama performansına bağlıdır. Doğup büyüdüğüm şehir başta olmak üzere hayatım boyunca yanlış olduğunu gördüğüm en önemli şeylerden biri, çocuğun dışarısı kavramını sokak ve sokak arkadaşlığı olarak algılaması ve bunun çok matah bir şeymiş gibi çocuktan al haberi gibi saçmalıkları doğuran, daha küçükken dedikoducu olmasının kapılarını sonuna kadar açan erkek kadın cinsiyet ayırdetmeksizin ileride her anlamda sadece insandan beslenen üretken olmayan beyin formasyonu oluşumuna ilk adım ilk ders olarak görülme çabası ve bunun desteklenmesidir. Düşünmeyi öğrenmeyen, sadece ezberlemiş, öğrenmeyi öğrenmemiş bir zihniyetin dibine düşen meyvesi çocuk, sınav silsileleriyle de yarış atına dönerken, ezber ve kopyayla aldığı belge ve diploma vs. kağıt parçalarıyla taltif edildikten sonra, aynı genetiği aktarmaya hazır ve nazır gelecek nesillere de geçirmeye kendi neslinden başlamakta ve bu böyle gitmektedir. Düşünme öğretilmediği için,' başarılı olmanın püf noktaları','insanları nasıl etkilersiniz','oturup kalkma üzerine sohbetler' gibi kitaplar bazıları tarafından basılma gereği duyulup o toplumda satılmaya başlamışsa sorun ne kadar büyüktür görmek gerekir. Başarılı olmanın püf noktalarını, insanları etkilemeyi, düşünmeyi öğrenmeyi okulda değil de 300 er sayfalık kitaplarla öğreneceksek matrix’i (matrix filmini hatırlayınız) her anlamda yaşamaya başladığımızın resmidir. Düşünmeyi öğretmek ve öğrenmeyi öğretmek herkesin harcı değildir. Matematiği öğrenmek için neden Türkçeyi bilmek gerekir? Bir gün, özel bir matematik dersinde geometri anlattığım bir öğrenciyle çalışırken üçgenlerde yardımcı eleman kullanmayı ve bakış açılarını anlatıyorum. Bir kenara başka bir noktadan çizdiğim bir paraleli neden çizmem gerektiğini ve bunu kendisinin de bu tür bir durumda görüp kullanmasının gereklerini verirken 'onu anladım da neden böyle bir paralel çekeyim ki' demesi soru sormanın bile dili öğrenirken, ne kadar önemli olduğunu ortaya koymaktadır. Düşünceyi öğretirken, soyutu düşünmeyi de ve nasıl neden sorularını sorarak düşünmesi gerektiğini de öğreterek göstermenin önemi burada daha bariz
görülmektedir. Akşama kadar taş taşıyan veya sadece bedeniyle çalışan için dinlenme şekli sabaha kadar yatmak olabilir. Ama akşama kadar çoğunlukla beyin faaliyetiyle meşgul olan ve beyni daha fazla yorulan kişi için sabaha kadar yatmak dinlenmek değil aksine sanrılara yol açan sorunlar yaratıp, beynin o bölgesi uygun olarak kapatılmadığı için sonradan acaba denilip değişik uzmanlara gidilip beynin toptan bozulması sonuçlarına da sadece basit bir teşhis sorunundan dolayı sebep olabilir. 'Beyni kapatma'*nın yolu, vücudu kapatmak gibi yan gelip yatmak değil başka bir beyin faaliyetiyle açık olan ve o ana kadar yorulmuş beyin bölgesini başka bir bölgeyi açarakrahatlatmaktır! ‘Beyin asla kapanmayacağı için'* sadece çok çalışmış olan alanı, hedef alanı değiştirerek odak değiştirme yoluyla sadece o kısmı kapatmak anlamında kapatabiliriz. Bir öğrenci için bu, örneğin 2 saat tarih çalışmışsa, 1 saat yatması değil 1 saat Türkçe çalışması veya biyoloji okuduysa yan gelip yatması değil 1 saat fizik okumasıdır. Hatta Matematik dersinden sonra tarih okumak beyni aynı kalem açacağı gibi 'uçlamaktadır' veya bilemektedir. Düşünülenin aksine beyin için zıt konular destekleyici besleyici mahiyettedir. Bunu tavsiye ettiğim öğrencim sosyolojiyle ilgili bir kitabı okuduktan sonra neden o paraleli çekmesi gerektiğini biraz geç ama 2 ay sonra kendi gelip söylemişti. Sosyal bilimlerle desteklenmeyen sayısal bilimler veya tersi, amaç bilimi, eksik, güdük amaçsız ve handikaplı hale getirir. İngilizce öğrenmek için neden Türkçeyi bilmek gerekir. Bir örnek olay: Bir şehre yurtdışından bir heyet gelir çevirmenlik yapması için o şehrin iyi okullarından İngilizce hocaları getirilir ve iki kelime konuşamadıkları için başka bir şehirden tercüman getirilip yabancı heyet ağırlanır. Şimdi bu ne demektir önce ona bakalım. Bu okulların hocaları konularında üniversite okumuş, dile güya hakim, çoğu o şehirde İngilizce kurslarında da çalışan -veya ben öyle tahmin ediyorum deyim de bari yanlış anlaşılmasın hani yasak ya çalışmak-,kpds gibi sınavlarda en az 75i veya 85i vs olan, gittikleri her yerde İngilizce düşünün diyen, öğrencisi karşısında gittiği yurtdışı seyahatleriyle büyük sükse yapmış vs vs kişilerdir. Peki o kadar 'background' yani birikime rağmen ne olmuştur da tuu kaka denilen bazılarına göre 'ucube' 'dilden ne anlar canım denilen' bir çevirmen gelip bunların yapamadığını yapmıştır. Evet uzunca görmek istersek daha önceki yazılarımızı bir zahmet okuyun demenin yanında kısaca görmek anlamında Türkçedeki, karmaşa ve kaosun buna yol açtığını, asla ötelenemeyecek Türkçe olgusunun beyinde kaos yaratacak şekilde ötelenmeye çalışılması gayretiyle, bu duruma yol açıldığını söyleyebiliriz. Neden çevirmenler daha iyi dil bilirin de tam uygulamalı ispatı ve karşılığı numunelerinden basit bir tanesidir bu olay. Kendi ana dilini bilmeyen hayatta hiçbir şeyi tam olarak kavrayamaz, bu şeylerden en önemlisi de HAYATIN KENDİSİDİR. O YÜZDEN SAYIN VELİLER, ÇOCUKLARINIZA HERŞEYDEN ÖNCE TÜRKÇEYİ ÖĞRETİN VE ÇOCUKLARINIZIN DIŞARI ALGILAMASINI SOKAK DEĞİL, OYUN PARKLARI, SPOR SALONLARI,
KÜTÜPHANELER ÜÇLEMESİ OLARAK DEĞİŞTİRİP, SEÇECEKLERİ BRANŞ NE OLURSA OLSUN HERŞEYE İLGİLİ OLMALARINI SAĞLAYIN. SÖZEL DESTEKLİ OLMAYAN SAYISAL VE SAYISAL DESTEKLİ OLMAYAN SÖZEL SADECE GÜDÜMLÜ VE GÜDÜLEN ROBOTLAR OLUŞTURUR İNSAN DEĞİL. DÜŞÜNMEYİ ÖĞRENMEMİŞ OLAN İNSAN, TEK BAŞINA KALDIĞINDA NE YAPACAĞINI ŞAŞIRIR, BURADAN DOĞAN SÜRÜ ZİHNİYETİ, BİREY OLMAYI DIŞLAYIP ÖMÜR BOYU BİRBİRLERİNDEN BESLENEN İNSANLAR OLUŞTURUR. GERİ KALMIŞ ÜLKELERDE YAPILAN SOSYOLOJİK ÇALIŞMALAR, GEÇMİŞTEN GELENİN AKSİNE ATAERKİLLİĞİN METAMORFOZA UĞRAYIP YANİ ŞEKİL DEĞİŞTİRİP ÇOK ÇOCUK YAPMANIN BU TÜR TOPLUMLARDA SSK EMEKLİLİĞİ GİBİ GÖRÜLDÜĞÜNÜ, BEN ONA BAKTIM MECBUR o da BANA BAKACAK GÖRÜŞÜNÜN HAKİM OLUP, NESİLDEN NESİLE AKTARILDIĞINI, BUNUN 'KELEBEK'** ETKİSİ YAPIP TOPLUMDA DAHA NELER NELERE YOL AÇTIĞINI GERÇEK ÖRNEKLERİYLE VERMEKTEDİR. BURADA KONUYA TEMEL OLAN KAOS TEORİSİ DEĞİL GERÇEKTE GÖRDÜKLERİMİZ BİZİ İLGİLENDİRİYOR. **Kelebek etkisi: Determinizm görüşünü, zincirleme olayların birbirlerine nedensellik anlamında etki ederek Çin'de bir kelebek kanat çırpsa dünyanın öbür ucunda fırtınalar kopar şeklinde özetlenebilecek, soyut bilimsel lineer modelleme teorileri bileşkesi olarak açıklayan, prodeterminizm temelli, diyalektik görüşlerle destekli teorinin basit sonuç olaylarından biridir. Toplumsal bazda ve azgelişmişlik kökenli. Şöyle de düşünebiliriz, bir nal bir atı bir at bir süvariyi bir süvari bir birliği bir birlik orduyu ve ordu savaşın seyrini ve bir halkın geleceğini etkiler. Aslında kelebek etkisini hayatın her safhasında küçük veya büyük ölçekte zaten yaşamaktayız. Tesadüf dediğimiz şeyler gerçekten tesadüf oldukları zaman kuram dışıdır. Ama tesadüfler, genetik ve planlı olgular haline gelirse, bir toplumda rastlantısal olan, başka bir toplumun rutini haline gelirse, doğrularla yanlışlar da birden fazlaya çıkabilir ve sayısal olarak ve herkese göre doğrunun farklı olduğu bir toplum doğar. Sadece konuşan okuyamayan, sadece yazan anlamayan, sadece yazan konuşamayan, sadece anlayan yazamayanlardan oluşan ama sonuçta herkesin İngilizce bilip konu hakkında yorum yaptığı bir toplum gibi. Dil bilmek dilleri bilmek... İnsanları “3-5 günde İngilizce”, yok “uykuda dil” yok “hipnotik” gibi uydurmacalarla oyalayanları ve “dilde pratik yöntem” saçmalıklarıyla oyalayanları da Allaha havale ediyorum. Dili kullanmayı öğrenmek; aynı zamanda düşünceye de katkı sağlayan ve düşünsel süreçleri de harekete geçirip, beyinde yeni kapılar açılmasını sağlayan yanlış kapıları kapatıp doğru kapıları açarak tartışmayı, olaylara birden fazla boyuttan bakmayı, doğru görüş oluşturmayı, her şeyi olduğu gibi görüp, kabullenmeyi ise bu süreçlere bırakan hem mekanik hem de soyut işlemleri aynı anda yapma kapasitesini artırmak demektir. Her kelime kullanımı beyinde hem mekanik hem de soyut değişimlere yol açarak yeni düşüncelerin oluşumunda ve eskilerin analizleri ve değerlendirilmesinde yeni kapılar açıp daha önceden görmediklerimizi görmemizi sağlar. Bunun yanında, karşımızdaki insanların kafalarında da yeni açılımlara yol açıp sizi veya dünyayı görme açılarını oldukça değiştirebilir. İki dilin, birbirini öğrenmede, etkilemeleri ve etkileşimleri birinden diğerine geçişte oluşan süreçlerin analizi ise beynin sağ ve sol yarıkürelerini aynı anda çalıştırma özellikleriyle daha sağlam ve akılcı fikir oluşumlarıyla daha sağlıklı kavramalara yol açar.
İngilizce ve Türkçenin zıtlığı, birinden diğerine geçişte hem yapı hem altyapısal özellikler hem de kelime geçişlerinin öğrenilip aradaki işlemlerin yapılması sonucu düşünce sistemlerine de katkı yapan bir birliğin de karşılığıdır aynı zamanda. Bununla İngilizceyi öğrenen bir kimse İngilizceye yapı olarak benzeyen Almanca ve Fransızcayı da kendi kendine öğrenebilir. Almanca ve Fransızca da İngilizceye göre cümle kurulumu ve yapı olarak fark olmamasına rağmen küçük gramatik altyapısal özelliklerde bazı farklılıklar vardır. Örneğin Almancadaki artikel kavramının İngilizceden erkeklik dişilik anlamında farklılığı yanında Fransızcada bir de buna sıfatlardaki artikel kullanımı ile erkeklik dişilik kavramlarının gramatik olarak yayılması ve edat takımı kurulumunun İngilizceye ters olarak yer alması ve sıfatların ise ismi arkadan değil önden nitelemesi gibi farklılıklar gelir. Bunun dışında İngilizceyi öğrendiğiniz metotla diğer iki dili rahatlıkla öğrenebilirsiniz. Ülkemizde İngilizce kursu yanında İspanyolca veya Rusça veya Çince veya Almanca kursları verildiği veya İngilizce kursu yanında bale kursu dikiş nakış kursu vs. verildiği görülmektedir. Her Çinli’nin, Rus’un İngilizce kurslarına gittiği uluslararası ortamda, İngilizcenin rakipsiz ilk dil olduğu, yazışmaların İngilizce yapıldığı bir dünyada sırf insanları çekmek için yapılan bu çabalar yerine sadece İngilizce iyi öğretilmeye çalışılsa belki daha iyi olmaz mı? Ama olmaz tabii… İngilizcedeki yetersizlik örtülmek için bin bir meşakkate girilecek ki hedef saptırılarak aynı yüzüklerin efendisi filmindeki gözün hedefini saptırmak için kahramanların yaptıkları gibi. Ama burada dili öğrenmeyi amaç edinen değil onu araç olarak kullanmak isteyen esas kahramanlar olan bu milletin kendisine karşı dış destekli politika yürütülecek ki daha nice yüzyıllar birilerinin asla kullanmadığı ve atıl olan ama bacasız sanayinin janjanlı birinci hamur kağıda sarılı ürünlerine muhtaç olalım. Üniversiteye gittiğimde ben dahil hiçbir arkadaşımın bir hocamıza çıkıp da hocam biz nasıl konuşacağız, yazıyoruz, okuyoruz konuşamıyoruz dediğimizi hatırlamıyorum. Hala birileri arayıp” yazıp okuyoruz ama konuşamıyoruz bu nasıl olacak” diye sormaktadır. Ben Allah herkese akıl fikir versin diyorum. Ve bu insanları “3-5 günde İngilizce”, yok “uykuda dil” yok “hipnotik” gibi uydurmacalarla oyalayanları ve “dilde pratik yöntem” saçmalıklarıyla oyalayanları da Allaha havale ediyorum. Bazı kurumlara da tavsiyem Sultan Ahmet’ten bitli turist toplamayı bırakıp hemen cerrahlarla anlaşmalarını ve konuşmanın Allah’ın verdiği dil dışında eğer özürlü değilseniz sadece beynimizdeki bir dil bilgisi kuramıyla birleşik bir olgunun sonucu olduğunun dışında herkesin kendi artikülasyonuna yani boğaz gırtlak sistemine bağlı olduğunu anlamayanlar için dünyada halen yapılamayan artikülasyon sistemi ameliyatı üzerinde kafa yorup bir ameliyat ve İngiliz gırtlak sistemine göre bir format çıkarmak için uğraşmaya teşvik çalışmalarına başlamalarını tavsiye ederim. İngilizce bunun üzerine kurulmuştur Tüm İngilizce bunun üzerine kurulmuştur. Size aşama aşama bu cümleleri kurmayı öğreten bir müfredat işte gerçek İngilizce müfredatıdır. İngilizcenin basitliği, sadece üç farklı cümle yapısında tüm cümlelerin kurulabilmesi ve ne tesadüf ki Türkçede de yapısal olarak sadece üç farklı cümle yapısının olmasıdır. Aşağıda vereceğimiz Türkçe cümleler karşılıkları olan cümle yapılarında İngilizcede de yine aşağıda kategorize edeceğimiz üç farklı cümle yapısında kategorizedirler.
Cümle yapısı koduna örneğin 1-2-3 ve örnek cümle koduna da 1a-1b-1c vs. kodlaması uygularsak örneğin 1-1a birinci cümle yapısında birinci cümle örneği 2-2d ikinci cümle yapısında dördüncü cümle örneği demektir. 1-
1a..Maliyet analizlerini inceleyen uzmanların görüşleriyle ilgili bazı problemler vardı.
1-
1b..Bölgesel sorunlar hakkında öngörülen çabaları desteklemek için uzman görüşleri olmalıdır.
1-
1c..Varsayılan yöntemleri inceleyen bakanların yurtiçi çalışmaları hakkında raporlar olabilir.
1-
1d..Rum yönetiminin petrol arama çalışmalarıyla ilgili bazı devletlerin teşvikleri olmalıdır.
1-
1e..Abd başkanıyla görüşen başbakanın heronlarla ilgili anlaşmalar konusundaki açıklamalarıyla
ilgili makaleler vardır. 1-
1f..Bu saldırıları yapan teröristlerin amaçlarıyla ilgili farklı yorumlar hakkında açıklamalar
olmuştur. 1-
1g..Ankaradaki saldırıyla ilgili inceleme yapan uzmanların değerlendirme raporları hakkında
açıklamalar olacaktır. 2-
2a..Eleştirel yorumlar yapma konusunda ele alınan tarz, eleştiriyi yoldan çıkaran bir tarz olma
şeklindeydi. 2-
2b..Görselliği ele alan bazı filmlerin elde ettiği hasılat, teknolojinin destek noktalarının
sonuçlarının da göstergesiydi. 2-
2c..Şubat ayındaki muhtemel bir devalüasyon, ihracatlarda bir artış ve istihdam lehinde ve
petrolün alış maliyetinde bir artış ve mal fiyatlarındaki artışlar sonucunda az gelirliler aleyhindeydi. 2-
2d..Eleştiriyi bilmeyen ve teorik bilgi yerine kişisel sataşmayı tercih edenler, sadece yok sayma
cezasıyla ödüllendirilenlerdir. 2-
2e..Düzenli ordu savaşını tercih etmeyen düşünce tarzıyla mücadele, aynı tarzda daha fazla
düzenli ve koordineli mikroordularla yapılanıdır. 2-
2f..Dünya ekonomisindeki var olan bozulma işaretleri, birkaç ay sonraki kusursuz makro
dengesizlik fırtınasının sadece ön rüzgarıdır. 2-
2g..Ekonomi kurmayları tarafından alınacak radikal bir faiz indirimi ve yüzde 40lık bir
devalüasyon, Türk ekonomisinin 1 yıl sonraki kurtarıcısıdır. 3-
3a..Ekonomik göstergelerdeki iyileşmelere göre, cari açık sorunu hakkında yapılacak bir
düzeltmeyle 2014 deki kaoslar atlatılabilir. 3-
3b..Üzerinde anlaşma yapılan konularla ilgili açıklamalar dün yapılmıştı.
3-
3c..Futbol federasyonunun aldığı kararlarla ilgili yapılan açıklamalar takımların ligdeki
performanslarını etkilememelidir. 3-
3d..Daha önce var olan varsayımları eleştirmek en az bir adım fazla bilgiye sahip olmayı da
gerektirir.
3-
3e..Küresel anlamda değişen bazı tablolar haritalarda da değişiklik yapacak tabloların öncüsü
olabilir. 3-
3f..Bölgedeki bazı hareketlilikler taraflar arasındaki anlaşmazlıkları ortaya çıkardı mı?
3-
3g..Dünya buğday üretimindeki artışa rağmen fiyatlardaki paralel artışlar spekülatif emtia
alışlarının sonucu olarak yorumlanabilir. Yazdıklarımızı bunlar günlük dil değil aman da aman illa ki günlük dil allah günlük dil diyebilecek taraflar için de günlük dilden anladıklarını aynı cümle yapılarıyla ilgili örneklerle verelim. 1-
1a..Masada bir kitap vardır.
1-
1b..Orada bir amca vardı.
1-
1c..Sokakta üç teyze vardır.
1-
1d..Okulda kedi olabilir.
1-
1e..Dışarıda bir kuçu olacak.(mommy gibi o ülkeye mahsus anlamında onlar kuçu demez
anlayan anlar) 1-
1f..Arabada iki amca olmalı.
1-
1g..Bol yorumcu vardır.
2-
2a..Ali bir öğrencidir.
2-
2b..Alinin arkadaşı da öğrencidir.
2-
2c..Ayşe bugün sınıftaydı.
2-
2d..Alinin teyzesi Ayşe’nin görümcesidir.
2-
2e..Onun kaynı bunun abisi midir?
2-
2f..O kuş kırmızıydı.
2-
2g..Yengem penceredeydi.
3-
3a..Ali okula koştu.
3-
3b..Osman dün tuz aldı.
3-
3c..Ayşe ninesini öptü.
3-
3d..Nine de Ayşe’yi öptü.
3-
3e..Savaş gemisi battı.
3-
3f..Yok (savaş gemisi) batmadı.
3-
3g..Onlar yeşil barışı pek sevdi.
Eveeett bundan sonra kuracağınız her cümle ilk üçüne girer ne matematiksel olarak ne de linguistik olarak dördüncü farklı bir cümle yapısı yoktur. İşte bu yüzden İngilizce bu kadar kolaydır okumak yazmak konuşmak ve anlamak bu kadar kolaydır. Ne düşünürseniz düşünün mutlaka bu üç cümle
yapısına girer. Tüm İngilizce bunun üzerine kurulmuştur. Size aşama aşama bu cümleleri kurmayı öğreten bir müfredat işte gerçek İngilizce müfredatıdır. Sayın yorumcular hemen kaleme sarılıp dördüncü farklı bir cümle yapısı bulmakla bu millete karşı daha hayırlı davranışlar içine gireceklerini hayırlara vesile olacaklarını görebilirler. Evet ilk üç cümle setinin altında yer aldığı cümle yapısından daha farklı bir cümle yapısında cümle bulanlar olursa 7 günlük Patara tatiliyle ödüllendirilecektir. Ben diyorum ki bu üç cümle yapısı dışında cümle yoktur. Tüm İngilizce bunun üzerine kuruludur. Teorisine güvenen aksini ispat etsin. Kolay gelsin. Not: Dünyanın hiçbir ülkesinde bir üniversite, kurs veya okul yoktur ki derse girmeyeni ödev yapmayanı ve sınav var diye o gün gelmeyeni ödüllendirsin. Dünyanın hiçbir ülkesinde bir üniversite okul veya kurs normal zamanında kendi problemlerinden dolayı programları bitirememiş birisinden fazladan geldiği zamanlar için ayy sana yazık uzattın ama olsun uzattığın zamanlar için senden para almayayım demez. Hiçbir aklı başında insanda uzattığı dönem için üniversite yönetimine kafa tutamaz para vermeyeceğim diyemez. Dünyada bunun tersine çalışan tek sistem bizim uyguladığımız sistemdir. Bizde ücret sabittir ve bitirene kadar sadece o ücreti ödersiniz. Osmanlının en sevdiğim yanlarından biri kayıt tutma becerisidir. Bende de 25 yıldır ders verdiğim öğrencilerin kayıtları vardır. Bu müfredatı, bu müfredat yapan ramazan ve kurban bayramlarında bile ders yaptığımız öğrencilerdir. Şimdiki gibi bırakın bayramına, ramazana 2 ay varken bayramında ders var mı diye soranlar yarın 23 nisan diye veya galata fener maçı var diye gelmeyen sınav varsa gelmeyim diye telefon edenler değil. İyi okullar bitirenleriyle iyi olan okullardır. Bitirenlerde başarının yüzde yüz olduğu okullardır. Öğrencimiz olup da ismini verecek olan herkesin yaptığı çalışmaları, notlarını ve devam çizelgesini istediği bir yerel veya ulusal gazetede yayınlayıp analiz yapabiliriz bu anlamda arşivimiz kanuni olarak da araştırmaya açıktır. Ve hakları bizdedir. Bu müfredat bana İngilizceyi öğret bu masaya öğretirsin diyene kpds ye ilk girişinde 70 puanı geçirten müfredattır ve öğrencisini aramaktadır. Günde 2 saat ayıramayacak olanın nereye gitmesi gerektiğini daha önceki yazılarımızda yazmıştık. Kim korkar İngilizce'den Ne matematiksel ne de linguistik yani dilbilimsel olarak dördüncü bir cümle yapısı ne Türkçede ne de İngilizcede olmayacaktır. Geçen yazımızda İngilizce eğitimiyle ilgili esas soruna en temel çözüm oluşturan ve ülkemiz sevgili vatandaşlarının 5 dakikalık tanışma faslından sonra eller havada hiçbir şey yapamamalarının kronik sorununa en radikal çözümü içeren ve İngilizce ve Türkçenin en temel noktada kesiştikleri yolun ne olduğunu vermiş ve aksini ispata davet etmiştik sayın halkımızı. (bu gibi cümleleri tek seferde anlayamadıklarını ifade edenler olduğunu üzülerek duyuyoruz. Kendi kusurlarını kabul edemeyip cümlelerimi anlamamaktan yakınanlara ilkokulu utanmadan yaşları ne olursa olsun tekrar okumalarını salık veririm. Veya cin ali kitapları okumayı bırakıp gerçek kitaplarla da işe başlayabilirler.) Bugün de geçen yazımızda sadece Türkçelerini vermiş olduğumuz aynı yapıların İngilizcelerinden örnekler verip dördüncü farklı bir cümle yapısı bulana veya bulacak olana veya olanlara Türkiye’de istediği yerde 1 haftalık tatili bütün masrafları tarafımızdan karşılanmak üzere ve hatta isterlerse 1
haftalık kuruvaziyer (cruise ship) gezisini yine masrafları bize ait olmak üzere hediye etmeyi taahhüt ediyoruz. Evet kodlama geçen yazıdakiyle aynı, cümle yapı kodu 1-2-3 ve cümle örneği kodu 1-a vs olmak üzere örneğin 2-2-e ikinci cümle yapısında beşinci cümle örneği olmak üzere şimdi bismillah deyip başlayalım bakalım. 1-1-a there had been among the generations before you people with lasting qualities who would warn against disorder and corruption on earth. 1-1-b there is a private charles dickens lecture coming up. 1-1-c there is to be a company board meeting next week to discuss the financial policy,for the coming year. 1-1-d there has been an increase in exports recently. 1-1-e there are so many books on the shelves in the library that,when one enters,one can hardly believe that such variety is possible. 1-1-f there may always be someone here criticizing the ferry service because it runs so erratically. 1-1-g there was a border dispute concerning the river rights running between twö countries.
2-2-a the big divide among economists is no longer over whether there will be a recession in america. 2-2-b japan is in the lead,producing twice as many industrial robots as the rest of the world combined. 2-2-c biological warfare is the use for destructive purposes of bacteria,viruses,fungi,or other biological agents in order to spread disease or death among the enemy's people or livestock. 2-2-d an insecticide is a substance employed to destroy insects. 2-2-e the reason is that producers and consumers take time to respond to a change in price. 2-2-f it is an old wives' tale that reading in the dark is harmful or will weaken the eyes. 2-2-g sustainable development was a key concept that needed to be analyzed and debated.
3-3-a astronomers have,in recent years,brought to light dozens of huge planets,such as jupiter,in star systems outside our own. 3-3-b the technique of lending money to the third world coutries has today been improved by the west so that it can control them. 3-3-c most were seriously wounded;some could not stand and had to be carried by their friends. 3-3-d without making any gender disrimination,islam attaches great value to humankind.
3-3-e while international law in the modern world does not date back to more than a few centuries, islam established principles and laws in matters concerning international relations ,such as war and the treatment of the prisoners-of-war over fourteen centuries ago. 3-3-f the following points should be considered when viewing the matter of (female-)slavery from within the matrix of islam. 3-3-g islam forbade the killing of prisoners-of-war,and in place of this,instructed that they be distributed among muslim families. Eveet tabii şimdi birileri çıkıp bunlar günlük dil değil aman da aman günlük dil illa ki günlük dil allah günlük dil hanimiş de günlük dil diyebilecek olan ve 5 kelimeden daha fazla kelimeyle kurulan cümleleri günlük dil kabul etmeyen kapasite sorunlular için de aynı yapılardan güya günlük dil örnekleri verelim. 1-1-a there is a cat 1-1-b there has been an accident 1-1-c there may be a war 1-1-d there had been many problems 1-1-e there must have been two policies 1-1-f there must be a fox 1-1-g there could be a possibility
2-2-a ahmet is a doctor 2-2-b ali is a doctor too. 2-2-c they are all doctors 2-2-d the cat is over there 2-2-e the book is on the table 2-2-f the car is very old 2-2-g money is not important 2-2-h to live is to love
3-3-a ali went to istanbul 3-3-b istanbul was gone
3-3-c ayşe made ahmet go to istanbul 3-3-d istanbul can be gone 3-3-e why may ahmet not go to istanbul 3-3-f heey ahmet,why do you not claim money for these sentences used with your name. 3-3-g many a* man never fails because he never tries.
*Hayatında üç sayfa kitap okumadan çıkıp da bu yapı yanlış diyecek olanlara sadece canlı yayında bunu yapmaları karşılığında 1 haftalık tatil hediye edilecektir. Yeter ki sadece çıkıp böyle bir şey yok desinler. Evet 1991 de keşfettiğimiz bu yönünden sonra bizim için İngilizce dosyası artık kapanmış ve tozlu raflarda yerini almıştır.
Şimdi lütfen tamamen tecrit edilmiş veya sessiz bir ortama gidin ve düşünün İngilizce hayatınız boyunca yani İngilizceyle ilgileneceğiniz yıllar boyunca konuşma, okuma, anlama ve yazma düzeylerinde karşınızdaki kişiden size ne gelirse gelsin siz karşınızdakine ne kurarsanız kurun veya aklınıza hangi fikir veya düşünce gelirse gelsin sadece üç cümle yapısı üzerine kuruludur. Denemek serbesttir. Ben sizlere ömür boyu zaman veriyorum ne matematiksel ne de linguistik yani dilbilimsel olarak dördüncü bir cümle yapısı ne Türkçede ne de İngilizcede olmayacaktır. Bütün kolaylık da buradadır. Karşınızdaki insana ne kurarsanız kurun sadece bu üç cümle yapısında kuracaksınız ve size ne gelirse gelsin bu üç cümle yapısında olacaktır. İşte bu kadar kolaydır. İngilizce dünyanın en basit dilidir. Sadece üç cümle yapısında SONSUZLUĞUN HİKAYESİNİ YAZABİLİR VEYA ANLATABİLİRSİNİZ VEYA OKUYABİLİR VEYA ANLAYABİLİRSİNİZ. HAYIRLI VE HEDİYEMİZ OLSUN MİLLETİMİZE. İngilizce konuşabilirsin Çekirge, korkma! Dünyada hiçbir ülkenin vatandaşı kendi dili için ben gramer kullanmıyorum demezken bu ülkede neler var da haberimiz yokmuş. İngilizce konusunda ülkemizde en fazla su götüren ve en çok suistimal edilen konu İngilizce... Konuşamamanın verdiği dayanılmaz ızdırap mevzuudur. Bunun her dilde olduğu gibi bazı mekanik ve zihinsel süreçleri olduğu ve bu süreçlerin bileşimi bir eylem olduğu düşünülmeden aşağıda vereceğimiz canlı veya yaşanan örnekleriyle bazıları tarafından bodoslama bir tarzda nasıl ele alındığını açıklayalım. Örneğin kişi geliyor ve “hocam okuyup yazıyorum ama konuşamıyorum” diyor. Ben de “what is your name” diyebiliyor musun, sana dendiğinde “my name is.....”diyebiliyor musun,
“where are you from” diyebiliyor musun sana dendiğinde “I am from...” diyebiliyor musun, “How old are you?” diyebiliyor musun sana dendiğinde “I am .....years old” diyebiliyor musun, “what is your profession” diyebiliyor musun, sana dendiğinde “I am a....” diyebiliyor musun veya “are you single or married” diyebiliyor musun, sana dendiğinde “yes I am” veya “no I am not” diyebiliyor musun..vs. vs. dediğimde; "evet hocam bunları diyebiliyorum" dediklerinde "peki," diyorum "karşındaki insana sen bunları söylerken karşındaki bunu senden senin artikülasyonunla senin sesinle duymuyor mu?" Yani karşındaki gaipten sesler mi duyuyor veya senin dublörün mü var ki karşındaki kişiyle konuşuyor değil mi? Demek ki Allah’ın verdiği bir dil var şükür ki derdini karşıya iletebiliyorsun ve güya bir dil formasyonu sonsuzda bir oranında ihmal edilecek düzeyde de olsa var ki bir şeyler diyebiliyorsun? Peki sorun nedir? Evet sorun şudur: Pavlov’un şartlanma deneyini biraz mürekkep yalamış herkes bilir. Uzun uzun anlatmaya gerek yok ama sorun 5 dakikalık yukarıda örneklerini verdiğimiz tanışma faslı bittikten sonra nedense insanların aklına sanki o geçen 5 dakika konuşan kendileri değilmiş gibi konuşamıyoruz sorunu geliyor. Evet konuşamazsınız çünkü şartlanma gereği size artık “what is your name” gibi cümleler veya boşluk doldurarak şartlı gördüğünüz cümleler değil sıfırdan tamamen yeni kelimelerden oluşan aynı cümle yapılarında ama anlamak için kuruluş silsilesini bilmeniz gereken asıl dil dediğimiz cümleler gelmeye başlamış ve sizin de maalesef göremediğiniz şekilde ama şimdi lazım olan cümle yapılarında sizin sıfırdan kurmanız gereken cümlelerin kurulması zamanı gelmiş çatmıştır. Cümle kurmanın öğretilmediği, sadece karşısındakinden elleri havada hazır kurulmuş ezberlediği cümlelerin gelmesini bekleyen kişi zaten nasıl olup da konuşabilir ki. Geçende bir şehirde görüşmek için gelen güya üniversite öğrencisi güya kültürlü ağzından çıkanı kulağı duyan diyebileceğimiz elbise giydirilmiş içi boş hacimlerden oluşan bir grup geldi. Aralarından SEÇİLMİŞ olanı bana: "Hocam ama biz Türkçede konuşurken gramer kullanmıyoruz ki grameri düşünmüyoruz ki yani İngilizcede bunu mu düşüneceğiz? Türkçede konuşuyoruz ama grameri kullanmıyoruz nasıl olacak" dedi. Bak, bak, bak, bak laflara incilere bakın aman Allahım. Beyefendi gramersiz konuşuyormuş. Yani kendini 2 gün önce her yeri tuvalet olarak gördüğü harman yerinden kalkıp gelip şehirde önünüzde yürürken ağız dolusu renk renk balgamı kaldırıma yapıştıran İstanbul sokaklarını harman yeri gibi düşünen kişiyle aynı kefeye koyuyor. Yani dün “İstanbul’a gittim.” derken kullandığı grameri “Yarın İstanbul’a gideceğim.” şeklinde değiştirmiyor ve “Yarın İstanbul’a gittim” veya “Dün İstanbul’a gideceğim.” gibi kafasına göre kuruyor yani az önce yaptığı gibi düşünmeden veya iki şey hakkında konuşurken “O, şundan daha büyüktür” veya “Bu, ondan daha küçüktür” derken “...dan daha...”derken ki grameri kullanmıyor ve “O,şu büyüktür.”gibi veya “Bu,o küçüktür.” gibi cümleler kuruyor öyle mi? Allahım imtihan dünyası işte. Bunlar okul okuyacak sonra nesiller yetiştirecek ve onlardan da hayır gelecek. Allah devlete millete zeval vermesin gerçekten dualarla ayakta duruyoruz.
Dünyada hiçbir ülkenin vatandaşı kendi dili için ben gramer kullanmıyorum demezken bu ülkede neler var da haberimiz yokmuş! Gramersiz konuşan, okuyan, yazan, anlayan varsa eğer karşısında da aynı şekilde onu anlayan olacaksa bu işlem konuşma mıdır yoksa bu cümle bile saçma sapan bir cümle olmamakta mıdır? Bunun analizini sizlere bırakıyorum. Önce cümle kurmayı öğrenmek gerekir. Sadece 3 cümle yapısı vardır. Kafanızda oluşan her fikri bu 3 cümle yapısına plase edip veya yerleştirip herkesle her konuda konuşabilirsiniz. Size dili öğretecek olan kişiden size cümle kurmayı öğretmesini isteyin boşluk doldurmayı değil veya pavlovun deneyindeki gibi şartlı cümle güya kalıplarını beklemeyi değil. Unutmayın karşınızdakiyle tanıştığınız anlar en fazla 5 dakika sürer işte dil o 5 dakikadan sonra başlıyor. Adama 5 dakikada bir “where are you from” diyemezsiniz kaçar gider yanınızdan. Saat kadranını öğrenmek renk öğrenmek için ayda 400 lira vermek mantıklıysa saat taşımayanların bile saat bilgisi alabilecekleri cep telefonları olduğunu unutmayın. Daha nice saçmalığı değil, cümle kurmayı öğreten yerlere gidin. Not: Uyguladığımız program derslere eksiksiz devamlılık, her dersin raporlarının getirilmesi ve quiz denilen sınavlarda müfredat sonuna kadar devamlılık gerektirir. Ama hayatında ilk orta lise ve yüksek öğrenimini kopya ve devletin desteğiyle ve başaramasa bile geçmeye alışmış güruha sesleniyorum. ADINI SOYADINI BAĞIŞLAYAN HERKESİN MÜFREDAT BOYUNCA NE YAPIP NE YAPMADIĞINI KAYITLARIMIZLA ORTAYA KOYMAYA HAZIRIZ. MÜFREDATIN GEREKLERİNİ YERİNE GETİRİP KPDS VS SINAVLARDA 70 İN ALTINDA KALANLARA ÜCRETLERİNİ GERİ VERME TAAHHÜDÜMÜZ VE NOTERDEN BELGELİ OLARAK TAAHHÜDÜMÜZ VARDIR. ADIMIZ SOYADIMIZ YERİMİZ YURDUMUZ BELLİDİR. KLAVYE DONKİŞOTLUĞU YAPIP YÜREĞİ OLAN VARSA ATIP TUTMAYI BIRAKIP ADINI SOYADINI VERSİN MÜFREDAT BOYUNCA TÜM MARİFETLERİNİ FİKİRLERİMİZİ PAYLAŞTIĞIMIZ GİBİ PAYLAŞALIM. HAFTADA BİR GÜN GELMEKLE ÖĞRENCİ KOPUYORMUŞ LAFA BAKIN VERİLEN EV ÖDEVİ VE ÇALIŞMALARLA GELECEK HAFTAYA KADAR GÜNDE 2 SAAT AYRILMASI GEREKTİĞİNİ BEYNİ, SADECE BEYİN PAÇAYLA BEYİN ÇALIŞMA DİYALEKTİĞİ ARASINDAKİ FARKI SADECE ET PARÇASI TAŞIMAK OLARAK ALGILAYANLAR İÇİN SÖYLEMEK NE KADAR KOLAY. PROGRAMIMIZA : 1- GÜNÜ GÜNÜNE GELEN 2-VERİLEN RAPOR ÇALIŞMALARINI TAM YAPAN 3-SINAVLARI GEÇEN VE BUNLARIN SONUNDA DİL SINAVLARINA GİRENLER ERTESİ GÜN GELİP “HOCAM TÜRKÇE DİL SINAVINA GİRDİK SANDIK” DİYORLAR. GÜNDE 2 SAAT AYIRMAYI KENDİNE ZUL GÖRENLER GÜYA KONUŞMA KULÜPLERİNİN, GÜYA HAFTADA 15 SAAT İÇİ BOŞ DERSLERİN, GÜYA YABANCI SÖZDE HOCALARIN OLDUĞU YERLERE LAYIKTIR. BİZİM VERDİĞİMİZ EN UFAK BİLGİ EN AZ 500 SAYFA ÇEVİRİ SONUNDA ELDE EDİLMİŞ BİLGİDİR. BU MÜFREDATA 50 SAAT GİRİP BIRAKAN 10 SENE DÜNYANIN HER YERİNDE DERS GÖRSE 10 SENE SONRA GELDİĞİNDE KALAN 50 SAATLİK KISIMDAN KURMASINI İSTEYECEĞİMİZ CÜMLELERİ KURSUN 10 SENEDE YAPTIĞI MASRAFLARI ÖDEMEYİ TAAHHÜT EDİYORUZ.
SİTEMİZDE TAAHHÜTNAME ÖRNEĞİMİZ DE VARDIR. İSTEDİĞİNİZ MERCİİYE İNCELETEBİLİRSİNİZ. FAKAT YUKARIDAKİ ÇALIŞMALARI YAPMADAN TURİST GİBİ PAZARA ÇIKACAK MAL GİBİ HİÇ BİRŞEY YAPMADAN GELİP GİTTİĞİNİ İSPAT EDECEKLERİMİZDEN KARŞI HAKLARIMIZI GİZLİ TUTUYORUZ. EVET NICKNAME İLE UZAKTAN ATIP TUTANLAR TEKRAR HODRİ MEYDAN. TEMBELLİĞİ ŞİAR EDİNMİŞ GRUP VE SÜRÜ ZİHNİYETLİ GÜYA CESARET SAHİPLERİNE BUYRUN KAMUOYU MEYDANI. OMUZLARININ ÜSTÜNDE TAŞIDIKLARI YUVARLAKLARIN JÖLE SÜRMEKTEN, RUJ SÜRMEKTEN, TRAŞ OLMAKTAN, KAŞ ALDIRMAKTAN, KÜPE TAKMAKTAN BAŞKA BİR İŞE YARAMADIĞINI DÜŞÜNENLER ALLAHÜ TAALANIN(C.C) ONU TAMAMIYLA BUNLARIN DIŞINDA AMAÇLAR İÇİN YARATTIĞINI ANLAMADIKLARI SÜRECE NE BİZİM FAALİYETLERİMİZİN FAYDALANANI NE DE YAZILARIMIZIN ÖZNESİ VEYA NESNESİ OLAMAZLAR. İNGİLİZCEDE BÜTÜN TEORİK 30 SAAT SÜRER KALAN 70 SAAT UYGULAMA VE SINAVLARDIR. 8 AYLIK PROGRAMI SIRF GÜNDE 2 SAAT AYIRMAK ZOR GELDİĞİ İÇİN UZATANLAR KUSURA BAKMASINLAR DÜNYANIN HİÇBİRYERİNDE THIS BOOKS VEYA THESE BOOK VEYA MANY BOOK VEYA THESE IS VEYA THIS ARE DİYE İFADELER KURMAYA DEVAM EDEN BEYİN TAŞIYICILARINI BIRAKIN BAZI YERLERDE OLDUĞU GİBİ SİZİ ANLARLAR CANIM SAÇMALIĞI ZIRVALAMAYI ASLA VE KESİNLİKLE ADVANCED VEYA INTERMEDIATE SEVİYEDE DİL BİLİR DİYE GÖRMEZLER. BİZDE İŞ İÇİN İNSAN DEĞİL İNSAN İÇİN İŞ MEVZUU BAHİS OLDUĞU İÇİN HAYALİ İHRACAT KAVRAMININ DÜNYA LİTERATÜRÜNE YERLEŞMESİ GİBİ EKONOMİ DÜNYASINA KATKILARIMIZ OLDUĞU İÇİN DİL ÖĞRENMEKTE MATRIX FİLMİNDEKİ GİBİ SANILMAYA DEVAM ETMEKTEDİR. AYRICA BU MÜFREDAT YUKARIDAKİ ÜÇ ŞARTINI YERİNE GETİRİP BİTİRENLERİN YÜZDE YÜZ BAŞARILI OLDUĞU BİR MÜFREDATTIR. KURULACAK 20 KİŞİLİK GRUPLARA MÜFREDATI VERMEYİ VE MÜFREDATI YUKARIDAKİ DERSE DEVAMLILIK EKSİKSİZ RAPOR GETİRME VE QUIZLERDEKİ BAŞARILARIYLA BİTİREN GRUPLARDA, GİRİLECEK SINAVLARDA BİR KİŞİNİN BİLE BAŞARISIZ OLMASI DURUMUNDA TÜM GRUBUN ÜCRETİNİ GERİ ÖDEMEYİ KAMUOYU ÖNÜNDE TAAHHÜT EDERİM. EVET 20 KİŞİDEN 19 U SINAVDA 70 İ GEÇSİN BİR KİŞİ BİLE GEÇEMESİN TÜM GRUBUN ÜCRETİNİ GERİ ÖDEYECEĞİMİ TAAHHÜT EDERİM. BİR HODRİ MEYDAN DAHA. KENDİNE GÜVENEN DİLİ ÖĞRENMEK İSTEYEN GRUBUNU KURSUN BİR AVUKAT VE NOTERLE GELSİN BU TAAHHÜT YAZILI OLARAK NOTER VE AVUKAT HUZURUNDA VERİLECEKTİR. BU YAPTIĞIMIZ KAMUOYUNA EN BÜYÜK DUYURUMUZDUR. KORKAKÇA HAYATLARINA İFTİRA ZIRHIYLA DEVAM EDENLERE VE BAYRAKTARLARINA CEVABIMIZDIR. 20 KİŞİLİK HİÇ İNGİLİZCE BİLMEYENLERDEN OLUŞMUŞ GRUPLARA GÜNDE SADECE 2 SAAT AYIRMALARI ŞARTIYLE KPDS ÜDS LYS DİL VS VS SINAVLARINDA EN AZ 70 ALDIRACAĞIMIZI VE GRUPTAN BİR KİŞİ BİLE BAŞARISIZ OLURSA VERDİKLERİ ÜCRETİN TAMAMINI HATTA YÜZDE 20 MASRAFLARI DA FAZLASIYLA ÖDEYECEĞİMİZİ NOTER VE AVUKAT EŞLİĞİNDE YAPACAĞIMIZ TAAHHÜTNAME İLE TAAHHÜT EDİYORUZ. CÜMLELERİMİZE DÜŞÜK DİYEN GÜRUHA GELİNCE, SAYIN EDİTÖR BAZI ELİT, ENTEL, SEÇKİN OKURLAR KOLAY, KOLAYCA, KOLAY OLARAK, KOLAY ŞEKİLDE ANLASIN DİYE BAZI CÜMLELERİMİZİ ORJİNALİ DIŞINDA BÖLMEKTEDİR. HERHALDE BUNLARDAN DERTLİ ZAHİRLER. BİZLER TARİH DERSLERİNİ, VERİLMESİ ZORUNLU OLAN VE VERİLMEDEN SINIF GEÇİLEMEYEN VE BİR CÜMLEYE BAŞLAYIP 10 DAKİKA AYNI CÜMLEDEN DEVAM EDİP 10 DAKİKA SONRA CÜMLEYİ BAĞLADIĞIMIZ SEMİNER ÇALIŞMALARIYLA GEÇERDİK. ŞİMDİKİ GİBİ 12 SENE İÇİNDE 8 SENESİ GEÇME GARANTİLİ 4
SENESİ KAMU DESTEKLİ GEÇME GARANTİLİ İLK VE ORTA ÖĞRETİM OKUYAN, GİTTİĞİ HERYERİ DE AYNI SANAN SAÇMA ZAN SAHİPLERİ BİZİM İÇİN İMTİHAN DÜNYASININ SADECE BAKIN BÖYLE OLMAYIN DİYE İŞARET ETTİKLERİMİZİDİR. İngilizcede kelime kullanımı Uzun uzun söyleyeceksiniz. İngilizcede de bu tür kısaltma ibareleri vardır, fakat yardımcı fiillerle ve çoğu zaman fiilin tamamı yanında nesnesi tümleci vs. tüm unsurlarına da atıfta bulunur ve kimse gülmez. Bir milleti yok etmenin veya kibar ifadesiyle asimile etmenin veya yok saymanın en önemli ve bilimsel aracı dilinden mahrum bırakmak veya dilini kullanmasını engellemektir. Diline sahip çıkamayan milletlerin üyesi olan insanların, örneğin Afrika’nın bazı ülkelerindekiler gibi, yemeye ekmekleri olmadığı halde ülkemizde lüks sayılan ve bazılarına göre bazı elitlere özgü olan İngilizce dilini artık kendi anadilleri gibi zorla, sopayla vs araçlarla öğrenmiş fakat şakır şakır konuşan insanlar oldukları görülmektedir. Asimile etmenin birçok yan ve alt aracı vardır. Bunlardan biri kendi dilini lastikli bir dil gibi tabir etmek diğeri ne olacak ki öyle desen ne olur demesen ne olur? Karşındaki seni nasılsa anlar ve bir başkası da o kelimeyi kullanmaya ne gerek var ki vs unsurlardan üçüdür. Birincisini incelersek; örneğin bir çay sohbeti esnasında içilecek olan çayların servisi başladığında herkes tetikte ağızlardan çıkacak laflara odaklanmış mimik tepkileri vermek sırasına girer. Birisi şöyle der: Bana da koyar mısın? Aslında hepimiz benim bardağıma da çay koyar mısın demek olduğunu bal gibi biliriz ama işte Türkçe denir. Hayır işte Türkçe değildir. Uzun uzun söyleyeceksiniz. İngilizcede de bu tür kısaltma ibareleri vardır, fakat yardımcı fiillerle ve çoğu zaman fiilin tamamı yanında nesnesi tümleci vs. tüm unsurlarına da atıfta bulunur ve kimse gülmez. Ülkemizde bazı yörelerde halkın buna çok basit ve akılcı bir çözüm bulduğunu gördüm. Tabii ilk zamanlar alışamadım ama ben de zamanla söylemeye başladım. Onlar çay dökeyim mi veya bana da dök derler. İlk zamanlar aman dökmeyin derdim ama şimdi alışınca mantıklı geliyor. Belki bazı yaklaşımlar, dilde olmasının yanısıra diğer bazı hayat unsurlarındaki bastırılmışlığın ama sadece insan sayısı fazla iken ki bastırılmışlık asla beyindeki özgürlüğün tek tek bastırılması anlamında olmayan türünden olanının bu şekilde dile yansımış olanıdır kim bilir. Diğer noktaya gelince; yıllar önce gelen bir öğrenci bizden önce ismi lazım değil bir kursa 1,5 sene gittiğini ve orada bir hocaya 'the' ne demek diye sorduğunda amaaaaaan hiçbir anlamı yok kullanmasan da olur dediğini söylemişti. İngilizce kim ne derse desin dünyanın en gelişkin dilidir. Aslında Türkçe ve Arapça tabiri caizse İngilizceye 10 basar ama Türkçeyle kimse uğraşmadığı için, hatta bazı aklı evveller Türkçede en fazla 100 bin kelime vardır şeklinde yıllardır nakaratı yapılan söyleme karşı nasıl olsa İngilizcede de öyledir diye İngilizcede 100 bin kelime vardır diye dil dersi ilanlarını verdikleri sitelerde kendi kendilerini rezil etmektedirler. Türkçe bu anlamda bitmiştir. Allah rahmet eylesin. Ağzınızın tadıyla Türkçe öğrenmek isteseniz bulacağınız bilgilere sbs ve öss(lys,lgs) kitaplarında ulaşabilirsiniz. İngilizcenin en gelişkin dil olma sebebi ileri düzey alt yapısal özellik oluşturma özelliğine
ve o da tasarruf özelliğine dayalıdır. İngilizcede 'reduction' ismi verilen bir özellikle 10 kelimeyle anlattığınız bir cümle kurulumunu sonuç anlam aynı olacak şekilde bir basamakta veya iki basamakta veya üç basamakta yapacağınız 'reduction' işlemleri sonucunda 9-8 veya 8-7 veya 7-6 kelimeyle ikame modeller olarak aynı anlamda oluşturabilirsiniz. Örnek: Having been treated in this hospital, he went his home by his car. şeklinde ilk basamak indirgemesi veya 'reduction'ıyla kurabilirsiniz. Yani adamlar laf olsun diye kelime kullanmıyor. Son nokta; bir cümle yazıyorsunuz. Örneğin: The book is on the table. Ve ne demektir? diyorsunuz. Bu kitap masadadır. diyor bazıları neden öyle dediniz burada işaret sıfatı yok ki diyorum. Daha önceden öyle söylediler hocam desek de bir şey fark etmezmiş onlar da zaten öyle anlıyormuş diyorlar. Onlar dediği İngilizler. Vay anasını. Dünyada İngilizce yazılmış bir kitapta bir sayfada; paragrafta değil, cümlede değil, kelime grubunda değil, kelimede değil, hecede de değil eğer bir harf hatası yakalayıp o sayfayı gönderdiğiniz zaman bizdeki gibi “sana ne” demiyorlar. Bir para ödülü ve bir özür mektubu gönderiyorlar. Biz de tabelacılar, günlük en çok satan ulusal gazeteler “hudut katralı”.... “inşiyatçiler lokali”... “hayvanlık yapan köylüler” gibi lafları yazıp bir güzel yayınlıyor, basıyor ama milletten tık yok. Not: Yaşanmış ve yaşanan örneklere dayalı sunduğumuz bilimsel gerçekler, teoriler ve fikirlere karşı fikir ve teori sunmadan kişiliğe karşı saldırıda bulunanlara sadece acıyorum ve sadece onlara değil birlikte yaşadıkları ve çevrelerindeki insanlara da acıyorum. Düşünsenize böyle bir adamın çocuğu ileride karşı yönde bir laf söylese veya eşi söylese cevabı olmadığı için acaba ne yapar veya yapıyordur. Teorilerimize teoriyle değil hakaretle cevap verenlerin kendileri, asıl şarlatanların kendileri olduğunu gördüklerinde çizgi filmlerdeki gibi kafalarının üstünde oluşan balonlarda ortaya çıkan sevimli canlıyla eş olduklarını anladıklarında, asıl şarlatanı karşılarında hemen yanlarında rahatlıkla görebilirler. Ayrıca haber7’de çalışan insanlar tepe yönetiminden kapıdaki güvenlik görevlisine kadar saygıdeğer insanlardır ve kendileri gibi insanlarla çalışırlar. Haber7’nin kapısı önünden abdest almadan geçemeyecek olan ağzı irin dolu güruh ancak klavye arkasından atıp tutabilir. Buna bile müsamaha gösteren Haber7 editörünün kapısında 24 saat bekleseler zekatını ödeyemezler verilen fırsatın. İngilizce öğrenmek isteyen ve 20 kişilik grubunu kuracak herkesle avukat nezaretinde noterde taahhütnamemizi yapmaya hazırız. Müfredatımız düşünce sistemimize paralel ve bir Türk’e dünyada İngilizceyi öğreten en iyi müfredattır. Şu anda burslularla beraber 320 öğrencimiz vardır. Ve öğrencilerimizle görüşmek isteyen herkese kapımız açıktır. Müfredatın şartlarını yerine getirenler kendi branşları dışında milli eğitimde İngilizce öğretmeni olarak çalışmaktan yurtdışında üniversite hocalığı yapmaya kadar yurtdışı misyon görevi yapmaktan çevirmenliğe kadar yelpazenin her diliminde gurur onur ve başarıyla çalışmaktadır. İngilizce konuşmanın diyalektiği
Cümle kurmayı biliyorsanız konuşun. Sadece üç cümle yapısı vardır. Size ne gelirse gelsin siz karşıya ne kurarsanız kurun sadece üç farklı cümle yapısında kurulacaktır. Bir kaç gün önce Somali’deki ve anne ve babaları ölmüş veya öldürülmüş çocukların ülkemize gelmek ve burada okumak amacıyla kendi ülkelerinde sınavlara girdiklerini anlatan bir haber vardı. Çocuklar 10-15 yaşları arasında ve hepsi İngilizce konuşuyor. Evet İngilizce cümle kurmayı öğrenmiş ve konuşuyor. Onların anadili Somali dili. Benim Türkçe ve ben onların İngilizce dediklerini anlıyorum. Yani ortak bir dilimiz oldu. Onlar Somali dilinde ben Türkçe düşünüyorum. Ama İngilizce konuşabiliyoruz. Her Rus, her Alman, her Zimbabveli, her Meksikalı, her Çinli, her Japon, her Eskimo gibi. Somali dilindeki aksan ve telaffuzlarıyla İngilizce konuşuyorlar ve herkes anlıyor. Bizdeki gibi doğduğu andan itibaren önceleri kendi ana babalarının sonra eşlerinin ana babalarının ağzına, malına, mülküne, mutfağına, sofrasına, toprağına göz dikip, miras bekleyip, onlarla yaşamaya alışmış, emeksiz yemek olmaz kavramını aklına bile getirmeyen bazı feodal toplum artıkları bundan sonra ağızlarından çıkacak yazıp okuyorum ama konuşamıyorum söyleminin ne kadar boşboğazlıkla söylendiğini anlayıp anne ve babası olmayan Somalililerin sadece herkeste olan Allah vergisi beyinleriyle bu işi yaptıklarını iyi anlasınlar. İyi anlasınlar ki, hatta bu Somalili çocuklar haberini telefonlarına indirip günde 10 kez izlesinler ki, bu işin nasıl olduğunun canlı bedava özel dersini alsınlar. Bir süre önce İstanbul’da özel bir etüd merkezinden birlikte faaliyette bulunma talebiyle ilgili bir görüşme daveti aldık. Randevu saatinden yarım saat önce gittik. Gerçekten çok lüks bir yer yıllık 25 bine kayıt alıyorlarmış. Kapıdan girerken sizi ezmeye çalışan bir ortam, tabii maddiyatın esiri olanları ezebilir Allaha şükür bizim ancak beynimiz yeni fikirle kamaşır gözlerimiz ise asla hiçbir şeyle kamaşmaz. Bizi Türkçe öğretmenleri karşıladı. Genç bir öğretmen sadece üzerindeki ceket benim üzerimdeki bütün elbiseleri satın alır herhalde. Bize o lüksü ve şatafatı iyi görebileceğimiz bir yer gösterdi oturduk beklemeye başladık. Hoca konuşmaya başladı. 100 tane öğrencileri varmış. Fakat dikkat ettim ikide bir 'sanırsam' diyor. Önce acaba dil sürçmesini dedim ama yok değil. Sürekli sanırsam, sanırsam. Yani sanırım veya yanılmıyorsam değil sanırsam. O an benim için orası bitti. Türkçe hocaları buysa öğrenciyi nasıl çektikleri de yerin kendisinden anlaşıldığına göre eğitimle ilgili benim için merak edilecek tarafı kalmadı tabii. Neyse ev sahibemiz geldi ve 1 saat kadar görüşüp zamanımız yok diyerek gayet iyi olan tekliflerini kibarca reddettik. Şunu söyleyebilirim ben veli olsam çocuğumu götürmeyi bırakın kapılarına eşeğimi bile bağlamam. Tabii haber7 yi bu kurum ve hedef kitlesi okumadığı için o hocanın endişe etmesine gerek yok. İnternette 'sörf yaparken' öyle diyorlar ya, bir İngilizce öğretmeninin sitesine baktım. İngilizceyle ilgili konu ve soru başlıkları altında bilgi veriyor. Bir soru başlığı dikkatimi çekti. 'İNGİLİZCEDEN TİSKİNİYORUM' diye bir başlık. Acaba dedim buna vurgu yapmak için kendi mi böyle yazdı. Ve yazıyı okudum. Yazıda aynı kelime birkaç defa daha geçiyor ve evet 'tiskiniyorum' yazıyor yani 'tiksiniyorum' değil. Bunu yapan İngilizce öğretmeni, bir öğretmen, bir dilci. 100 kişiye sordular İngilizce yazıp İngilizce okuduğu halde İngilizce konuşamıyorum diyen biri hakkında ne düşünülebilir?
a-) Aptaldır ve utangaçtır veya ayıp olmasın diye konuşmuyordur. b-) İngilizce cümle kurmayı bilmiyordur. Yoksa neden konuşamasın Allah(c.c) ağız, dil vermiş. c-) Aslında okuyup yazma işini de yapamıyor fakat öyle yaptığını sanıyordur. d-) Dilsizdir ve çevresine anlatamıyordur herkes dili var ama konuşamıyor sanıyordur. e-) How are you? What is your name? Where are you from? vs tipik cümlelerini kurarken
kendisi değil aslında gaipten sesler konuşuyor sanmakta ve tanışma faslı bitince bilinci
kapanmakta dil onun için bitmektedir. f-) Bu şık -e- şıkkından sonra -g- şıkkından önce geliyor. (Tüm dünyada herkes ya -b-şıkkını veya -d- şıkkını cevap olarak veriyormuş. Mantıklı ve bilimsel olan bunlar diye, ama bazı ülkelerde hatta bir ülkede kendimiz şık ekleyebilir miyiz diye soranlar da olduğu için dikkate alınmamış cevapları) Geçen sene bir grubun başlangıcından önce bir bayan gelip ‘Toefl’ sınavına girmek istediğini derslere girip giremeyeceğini sordu ve ‘Toefl’ kelimesini öyle telaffuz etti ki aman Allah’ım dedim sanki İngiliz. Çok sevindim tabii, iyi şan dersi almıştı bizden önceki kursta. Neyse cümle örneklerinden biri şuydu: ‘The punishment is a fine.’ Bizim toefl kelimesini Oxfordlu gibi söyleyen hanımımız hemen zıplayıp: Ceza bir iyidir. dedi. Ağlayacaktım. Toefl a girecek hanımımız o iddiasıyla ancak anaokuluna bile başlamaya yetmeyecek İngilizcesiyle ama harika şan dersli ağzıyla ‘fine’ kelimesinin bu cümlede gramatik olarak asla ‘adjective’ olamayacağını (çünkü başında -a- artikeli var) ancak ‘noun’ olabileceğini görememiş Türkçede de: Ceza bir iyidir. Diye bir inciyi 30 kişinin ortasına umarsızca savurmuştur. Bu örnekler, ülkemizde İngilizce bilmenin değil bilmemenin teşvik edildiğini, bir dilin tüm unsurlarıyla beyin tarafından algılanıp konuşma, okuma, anlama ve yazma düzeylerinde hep aynı işlemden geçirildiğinin bir türlü anlaşılmadığı veya bazılarının işine öyle geldiğini, işin özünden uzaklaşılıp ağız burun yamultma odaklı şan dersi gibi sanki aksan telaffuz bu işin 10. sıradaki değil 1. sıradaki önemi haiz (öneme haiz değil) noktasıymış gibi sunulduğunu, bir Somalili hayatında İngiliz görmediği halde bir Zimbabveli hayatında bir İngiliz görmediği halde bir Eskimo hayatında İngiliz görmediği halde tabiri caizse şakır şakır konuşurken Sultan Ahmet’ten toplanmış İngilizlerin kurslarda cirit attığı bir ortamda bir Türk vatandaşının neden tanışmaktan öteye geçemediğini göstermek, anlatmak, ifade etmek, gözlerini açmak için insanlara anlatmamız için daha ne yapmamız lazım. Dilde bir tek amaç vardır. O da cümle kurmaktır. Cümle kuruyorsanız KRAL SİZSİNİZ. Çünkü cümle kurmak demek konuşmak, okumak, anlamak, yazmak demektir. Aksan, telaffuz vs. asla önemli değildir. Hayatımda karşılaşıp saatlerce konuştuğum hiçbir yabancıdan telaffuzla ilgili bir şikayet duymadığım gibi benim söylediğim İngilizce kelimelere İngilizce sözlükten bu nedir diye bakan çok yabancıyla tanıştım. Çünkü bir Türk ne kadar Türkçe bilirse bir İngiliz o kadar İngilizce bilir. Karşınıza çıkan bir İngiliz korkup, tırsacağınız, aman hata yaparsam bir şey olur mu diyeceğiniz canlılardan değildir. Sizin gibi insandır. Cümle kurmayı biliyorsanız konuşun. Sadece üç cümle yapısı vardır. Size ne gelirse gelsin siz karşıya ne kurarsanız kurun sadece üç farklı cümle yapısında kurulacaktır. Bu kadar bilimsel bu kadar sistematik iken bu iş kolay, pratik yok, basit İngilizce, hipnoz, hafıza tekniği, kelime kartı, uykuda öğrenme saçmalıklarıyla uğraşmaya devam etmek matrix (matrix isimli bilim kurgu filminin konusu olan dünya) dünyasında yaşama arzusunun göstergesidir. Öyle bir dünya yok uyanın artık.
Amaç İngilizce öğrenmek mi? Yoksa... Kıymeti kendinden menkul bildikleri İngilizceleriyle abuk sabuk yorumlar yapan güruh aşağıdakileri anlarsa ne yorumlar yapacak merak ediyorum. Geçenlerde internete girip ingilizce olarak,“Türkler neden ingilizce konuşamıyor?” diye yazdım ve çıkan sitelerden birine girip Türkiye'de çalışmış İngilizce hocalarının yaşadıklarını, başkalarına tavsiye diye verdikleri fikirleri aynı şekilde kopyaladım. Ve gördüm ki bizim İngilizce dersiyle ilgili hiçbir sorunumuz yok. Ama bazı sorunlar, bize özgü bize haslet özelliklerimizin ne kadar değiştiğini burada da izlediğimiz bazı yeni özelliklerin, onların da şahitlikleriyle "amaç, dil öğrenmek mi yoksa farklı niyetlerin ambalajlı şekli midir değil midir?"sorusunun cevabının olması gibi görünmektedir. Kıymeti kendinden menkul bildikleri İngilizceleriyle abuk sabuk yorumlar yapan güruh aşağıdakileri anlarsa ne yorumlar yapacak merak ediyorum. Yazılanlar güya günlük dildedir. Hadi bakalım kolay gelsin. “Türkler yaşamak için çalışırlar çalışmak için yaşamazlar ve eğer seçenekleri olsa çalışmaktansa başka bir yerde olmayı tercih ederler”bu yorumun bir kısmını ben çevirdim dikkatimi çekti. Evet şakımaya başlayacakları dinleyelim bakalım. I have been in Turkey for ten years. The people are ok but I find it very difficult to teach English here and I suppose the main reason is the traditional hostility to anything 'foreign'. Though I am a moslem they still are suspicious and even call me 'gaur' which is an offensive word for a non-moslem. You'll have to consider the linguistic differences as well. Things are changing for the better but it will take a long time." I cannot speak for the whole of Turkey, but teaching in Istanbul can be frustrating, but rewarding as well. Adult students are very motivated to learn English, and respectful as well. However, the differences in learning styles take some getting used to. Most adults learning English do so for business purposes and because they are business people, they often have to miss classes or private sessions. This makes it difficult if you are only getting paid for the lessons you teach. Also, in some cases it can be frustrating and sometimes infuriating to be a female teaching male students. Turkish people are generally friendly and congenial, but the men view foreign women as easy and easy targets. It will not matter if you are married, they are married, or anything in between. And this is not just with the students. I had an experience interviewing with the Turkish head of an English school which seemed to go well, but which ended not in a job offer, but a steady barrage of flirtatious text messages. I was told initially that they would be hiring part-time teachers. This was reinforced in the interview and I was offered a job. However, I believe not only did they not have any part-time positions, but no full time positions either. The first thing they asked for before the interview was a photo!
I suggested that perhaps it was more important to see my credentials, but they insisted on a photo. I passed that test, but when I refused to hang out on a Friday night with the boss, he rescinded his job offer (albeit with a good nature). The school was SDM English--just to warn any other potential female applicants." Anika, 08/05/08 I've been a teacher for about six years at different school and found the most important things are your attitude and management. If you don't like who you're working for, you won't do as good a job as you are able to do - basically enjoying going to work is a big factor. As for the students, once again it's all about the school. Immature, unprofessional, disinterested students are attracted to schools with the same approach to business and education. A place that charges a bit more than the others doesn't necessarily mean 'more quality' either. It's the school's reputation and overall air that matters as I've stressed so far. If you are open-minded, patient, talented, careful and positive there shouldn't be anything you can't do! =) Hope this helps." ESL Mel, 11/07/09 I look at this advice page and I shake my head - it is just not complete enough for anyone to get an idea of what is going on. You should understand this about Turkey - Turks work to live for the most part. They don't live to work. They would rather be somewhere else than work if they had a choice. A generalization with exceptions you will find out when you come. That means that some work priorities you might find in other northern countries are ignored - competence is important, yes, but since Turks have no real world perspective on what that means you get a wide variety of abilities and knowledge by businessmen/employees, etc. Some grossly incompetent teachers/administrators can be found promoted by seniority, aggressiveness, and for some, how long they have been around. A lot of them don't know much, but think they do. Pride ignorance = Pain/inflexibility/unhappiness for a lot of people. That means seek out someone that thinks like you do, or you will have some of the above. Incompetent mudurs are widespread in Turkish schools for many reasons (some from above): because they are interested in money (business managers) and want to build an empire (sometimes in their own minds and to their egos). Egos are catered to in Turkey - beware. Also, education is needed in Turkey, but it is a low priority for them even if they don't admit it. This is a cause for some of the problems. Also, they are conformist - they go with what their group does or believes in - like other Asian/Mid east countries. They are more individualist and logical than some Asians though - that is why some Turks are breaking out and becoming rich. Also, if you speak good Turkish as an English teacher, then you will have many more students or privates than if you speak English alone, and not only because of ease of communication. Because if your teacher speaks Turkish then it is easy to convince yourself as a Turk your English teacher is part of your group, like you. Turks like being in groups, love relationships. So you might make some nice friends of Turks who are more Western orientated if you make an effort to blend in - just don't expect to be a "blood". You will be a taiza (aunt) or inishte (uncle) by marriage so to speak. Get it? And don't fool yourself, the pragmatic I'm for myself thing might be triggered in your Turk friend if he is tempted by making a buck off of you and getting himself out of his poverty jam. That is the downside/dark part of some people here - if they think you
are weak or vulnerable, be prepared for some sabotage(if they are jealous) or betrayal. Don't take it personally, this is a recent habit from bad conditions in Turkey over the last thirty years. Survival of the fittest!
Once you know the game - you know to weed out the jerks. Don't hesitate to take people to court too, make a lawyer a friend and get advice on when to act or not. Turks may discourage you, but a letter from a lawyer straightens Turks out. As does someone with influence/ respect in Turkish society. Cultivate contacts. Don't threaten, do! Turks don't respect a bs'er. They are experienced at the power game, so you had better learn too. In the worst cases,you can hire an independent investigator from a European company to gather information on people for your use to protect yourself. Expensive, but a powerful help. With that information, you have some strength going forward and can enjoy your new friends and time in Turkey." Anonymous, 15/01/10
I just left my job as an english teacher in turkey because I could not handle the gossipers. If you get a job here as a foreigner please do not trust anyone at the school because they can use what you say against yourself later. They are usually jealous of foreigners and they do not respect foreign cultures, they will just like you when you say that turkey is nice and the food is good and things like that. Praise the turkish culture always. The students may be more respectful than in western countries. The main problem is the management and jealous people. Do not trust anyone, do not talk about your private life and try to have a life away from other teachers. Turks like grouping and they change their minds according to their groups ideas. Be careful! Anonymous, 21/02/10 I came here with stars in my eyes and thinking that Turkey would be a utopia of sorts. No racism, people are friendly, people love each other, etc etc. How wrong I was. There is little cultural sensitivity here - they do not care about other cultures but you must never EVER disrespect theirs. They never show any respect to other countries and apparently, nobody in the world likes Turkey. And for the poster who wrote about the gossiping and talking about foreigners, I will add to that and say: I concur. Yes, I do. I HATE HATE HATE the gossiping. If you want a professional environment, please forget it. They prefer relationships to real professionalism. Anonymous, 20/08/10 I've traveled a lot in my life, lived for long periods in several different countries all with very different cultures and met good people, met bad people, been lied to, been taken care of... you get the idea. I'm open minded and adaptable. BUT...
One year in Turkey (Ankara) and I've become a cynical, closed minded bastard. The lies! Lying is a way of life here. Every beautiful and wonderful thing about Turkey (and there are many) is canceled out by the the deception that seems to line absolutely everything. From business relations like with a boss or landlord, to relations with the police and government officials, to personal and family relationships... everything is not as it seems in Turkey. The jealousy, greed, the gossip, the stealing... I admire people who overcome adversity so in that sense I admire all Turks. However, I will not be living here any longer than I can help it. Anon, 01/05/11 Turks lie, almost invariably. It is a way of life with them. They are submissive and will profess their love for you and their desire to be friends. Do not be fooled. Business ethics do not exist' everyone cheats and steals, even dentists will want to be paid in cash to evade tax,and I have heard many cases of teachers being offered jobs' only to find there was no paypacket at the end of the month. Turkish men are a deadloss. They are ruined from birth' and respond like mewling infants if you do smething they don't like. I have a theory that goes like this. Turkish tribesmen invaded Europe and kidnapped all the clever and beautiful women. So, Turkish men are barbaric - many have a very limited awareness of personal hygeine, and are rude in a way which woud get their faces rearranged in most countries. The women are elegant, graceful and intelligent - and I am no feminist by any means. I married a lovely Turkish woman and I am incredibly happy - but our wedding cake was stolen by the waiters at the restaurant where we had our wedding dinner and someone in the wife's family made off with the weddng gold. Need I say more? oscarweird, 22/08/11 Hangi ingilizce safsatası! İngilizceye Fransızcadan giren bazı kelimelerin Amerikan ve İngiliz söylemleri de farklılıklar oluşturur. Ülkemizde İngilizce konusundaki hafif şiddette olarak da ifade edebileceğimiz sorunlardan biri de “ayyyy ben İngilizce öğrenemiyorum. Çünkü bir Amerikan İngilizcesi bir de İngiliz İngilizcesi varmış. Hangisini öğrensem ki” safsatasıdır. Amerikan İngilizcesi ile İngiliz İngilizcesi arasında yapısal, gramatik ve anlamsal olarak asla öğrenmeyi engelleyecek farklılıklar yoktur. Varolan farklılıklar da aralarında binlerce kilometre olması ve aralarında milyonlarca insan farkı olması ve bunların onlarca farklı kültürden olmasına rağmen asla dili bozmadan oluşmuş yerellikten kaynaklanan, kültür farkından kaynaklanan basit kullanım farkına dayalı, söyleme dayalı farklılıklardır. GRAMER OLARAK: AMERİKAN İNGİLİZCESİ they just went home veya they have just gone home do you have any problem (veya) have you got any problem we have never really gotten to know him
İNGİLİZ İNGİLİZCESİ they have just gone home have you got any problem we have never really got to know him
she (can) see a boy coming
she can see a boy coming it was important that she should be
it was important that she be told
told
(on the phone)hello,is this ahmet
hello,is that ahmet
Vs. vs. şeklinde ifade edilirken; KELİME KULLANIMI OLARAK; AMERİKAN İNGİLİZCESİ
İNGİLİZ İNGİLİZCESİ
airplane
aeroplane
area code
dialling code
can
tin
attorney, lawyer
barrister, solicitor
intersection
crossroads
mean
nasty
rest room
public toilet
sidewalk
pavement
railroad
railway
subway
underground
İFADE KULLANIMLARI; AMERİKAN İNGİLİZCESİ
İNGİLİZ İNGİLİZCESİ
different from/than
different from/to
check something (out)
check something
live on a street
live in a street
on a team
in a team vs. vs.
Bunların dışında Amerikan İngilizcesinde birçok kelime “-or” ile biterken, İngiliz İngilizcesinde “-our” ile biter. “color/colour gibi.” Amerikan İngilizcesinde bazı kelimeler “-er” ile biterken İngiliz İngilizcesinde “re” ile biter. “center/centre gibi.” Amerikanda birçoğu “-ize” ile biterken İngilizde hem “-ize” hem “-ise” ile bitebilir. “realize/realise gibi.” Bazı değişik kullanımlar da şu şekilde yer alabiliyor; AMERİKAN İNGİLİZCESİ
İNGİLİZ İNGİLİZCESİ
aluminum
aluminium
analyze
analyse
defense
defence
program
programme
paralyze
paralyse
theater
theatre
tire
tyre
Telaffuz olarak ise bazı aksanlar yerel ve bölgesel olarak Amerikan İngilizcesinde varolmasına rağmen İngiliz İngilizcesinde pek yoktur. Amerikan İngilizcesinin bazı aksanlarında genizden bir telaffuz
yani burun ve ağızdan aynı anda bir telaffuz bazı seslilerde varken İngiliz İngilizcesinde yoktur. İngiliz İngilizcesi Amerikan İngilizcesine göre bir fazla sesliye sahiptir. Bu sesli yuvarlanmış kısa “-o-“ harfi olarak da “cot, dog, got, göne” vs. telaffuzunda yer alır. Amerikan İngilizcesinde bu tür kelimeler “caught” kelimesindeki telaffuza uygun olarak biraz daha “-a-“ gibi (bu yazımı bilgisayarda karakter olarak gösteremiyoruz) veya örneğin “father” kelimesindeki gibi telaffuz edilir. İngiltere’nin güney bölgelerine özgü olarak, örneğin “fast” veya “after” daki gibi bazı kelimeler “a+sessiz” şeklinde “-a-“ olarak telaffuz edilirken Amerikan ve diğer İngiliz bölgelerindeki telaffuz ise” a” ve “e” nin yazım olarak sırt sırta olduğu karakteri düşünün yani yarı a yarı e gibi söylenir. “Home, go ve open” gibi kelimelerdeki sesli telaffuzu İngiliz İngilizcesinde “a” ve “u” nun yan yana olması gibi bir söylemle Amerikanda ise “o” ve “u” nun yan yana olduğu bir söylemle yapılır ve iki sesli beraber çok farklı bir ses verir. İngiliz İngilizcesinde “-r-“ sessizi sadece sesli bir harften önce söylenirken Amerikan İngilizcesinde hemen hemen geçtiği her yerde söylenir ve kendisinden önce geldiği sesli harfin de kalitesini değiştirir. Örneğin “car, turn ve offer” gibi kelimeler Amerikan ve İngiliz İngilizcesinde farklı söylenir. Amerikan İngilizcesinde “-t- ve -d-“ harfleri sesliler arasında çok hafif sesli “-d-“ harfi gibi telaffuz edilirken örneğin; “writer ve rider” gibi İngiliz İngilizcesinde çok farklı ve ikisi birden kendileri gibi kesin bir “-t- ve -d-“ şeklinde söylenir. Amerikan İngilizcesinde “-u-“ gibi söylenen birçok kelimede İngiliz İngilizcesi telaffuzu “-ju-“ şeklindedir. Bu kelimeler, -th, -d,-t ve -n bazen de -s veya -l nin – u veya -ew dan önce geldiği sıralamayı içeren fiillerdir. “enthusiastic, duty, tune, new ve illuminate gibi.” Vurgusuz “-ile” son ekiyle biten kelimelerde örneğin “fertile, reptile, missile, senile” gibi Amerikan İngilizcesi “-l” olarak sadece yani “turtle” daki gibi söylerken İngiliz İngilizcesi “her tile” daki gibi söyler. “-ary,-ery ve -ory” ile biten bazı uzun kelimelerde Amerikan İngilizcesi bir fazla harf kullanır. Örneğin “secretary” da,”-teri” Amerikan ve “-tri” İngiliz kelime biter. İngilizceye Fransızcadan giren bazı kelimelerin Amerikan ve İngiliz söylemleri de farklılıklar oluşturur. Burada bilgisayarda karakter olarak telaffuz karakterleri olmadığından onları ifade edemiyoruz. Ama İngilizceyle ilgili akademik bir kitaptan bulabilirsiniz. Not: Geçen yazımızda her zaman olduğu gibi gerçekleri ortaya koyan gerçek ifadelerden alıntılarla bazı gerçekleri tekrar ifade etmek istedik. İngilizceyi güya öğrendiği andan itibaren karşılaştığı her yabancıya nereden geldiğini söylerken “Turkey” dediğinden yüzde yüz emin olduğum bazı hazımsız güruh yine sağa sola saldırmayı bırakıp her gün tv kanallarındaki kepazeliklerle kendi milletinin ne hallere düştüğüne odaklanırsa daha hayırlı işler yapar. Bazılarının aman da aman pratik yapalım dediği yabancıların gittiğim her yerde bu ülke güzelliklerine bakarken buraları nasıl kaptırdık? Bunlara bakışlarını gördükçe gurur duyuyorum. Klavye donkişotları kendi kaybettikleri adamlıklarını ancak at gözlüklerini çıkardıkları anda bulabilirler. Yaşadıkları yurtdışından vatan millet edebiyatı yapan, internette ne aradığı malum güruh biz söyleyince milliyetçi kesiliyorsa iyi ki şu anda bir savaş içinde değiliz demek yerinde olur. Düşünsenize düşman içeri girmiş ve ayakta uyuyanlar heyyyy düşman var deyince ayağa kalkıyor. İnternette 5 yıldır duran ve tümü olumsuz fikirlerden oluşan bu haberler ayakta uyuyanların daha tahmin edemedikleri nerelerde vardır.
pış pış pış eee eee eee ee. Hazımsızlara afiyet olsun uyumaya devam edin. İnternet demek bunlar için sadece arama motorlarının alt üst sınırları kadardır. Ülkemizin AB ye girişine en büyük şerhi koyan DOST ülkelerin kucaklarında yaşayan güya millet sevgisi dolu bazıları bizim gibi kuru simit yemeyi ama vatanda kalmayı kabulle hazımsızlıklarına çare bulabilirler. Yarası olan gocunur. Yurtdışında yaşadıklarını söyleyen güruhun bir Allahın günü bile AŞIK oldukları milleti ve vatanları için eylem yaptıklarını nedense pek duymayız. Tabii yaptıkları en büyük eylem garsonluk yaptıkları diyarlardan yaz ayları gelip kiraladıkları pahalı araçlarla kendi milletine hava yapmak olduğundan eylem deyince ne anlar başka zahirler. Konu İngilizce iken halen sataşmaktan başka çareleri olmayanlar canlı yayına gelip kimliklerini göstersinler de karşılaştırıp daha milletin bağrından kopanın kim olduğunu anlayalım. Nasıl olsa hodri meydana karşı yarabbi şükür öbür yanağım şurada tavırlarına alıştık. Millet kimi takdir eder acaba, yıllardır kendi insanına kendi ülkesinde bir şeyler vermeye çalışanı mı yoksa kucaklarında oturdukları yabancılar karşısında sınır dışı edilme vs. korkularla patileri havada el pençe hazırolda durup binlerce km öteden atıp tutup ahkam kesenleri mi? İmtihan dünyası işte, had bildirmek için öğretmen olmak varmış. Elimiz kalem de tutar, kılıç da yeter ki bir budak görelim, 1000 senedir İslam’ın ve bu toprakların koruyucuları olanların torunlarıyız. Bilimi de İngilizceyi de gerekirse oluşturanlardan daha iyi biliriz. İngilizcenin eskisi, yenisi İngilizcede eski dil denilen kavram kral arthur zamanından Şekspir'e kadar epey metamorfoza uğramış yani şekil değiştirmiş görünse de, 1913 den öncesine kadar shakespeare den bu yana pek değişmiş sayılmaz. İngilizcenin zor öğrenilen bir dil olmasına gerekçe gösterilen, ama hafif şiddette olup, bu konuda elitist(seçkinci) takılanlar tarafından diğer insanlara hava atma konusu olarak öne çıkan zırvalardan birisi de eski dil yeni dil kavramının sanki ingilizce öğrenmede engelmiş gibi gösterilme çabasıdır. Mesela size gelip hocam bir eski dil bir yeni dil varmış acaba biz hangisini öğreniyoruz, ilerde karşımıza çıkarsa ne yaparız vs soruları gelebilmektedir. İngilizcede eski dil denilen kavram kral arthur zamanından Shakespeare (Şekspir)'e kadar epey metamorfoza uğramış yani şekil değiştirmiş görünse de,1913'den öncesine kadar shakespeare den bu yana pek değişmiş sayılmaz. 1913'den bu yana ise daha önceden varolan ve şu anda sadece edebiyat ve teolojik yani dini ingilizce literatüründe varolan bazı kişi zamiri uygulamaları ve fiil çekimiyle ilgili uygulamalar dışında bir farklılık yoktur. Fiillerin kullanımında varolan bazı dikkat çekici değişiklikler, aslında literatür tarayanlar için yabancı olmasa da ingilizceye sadece... how are you...ne var yu.. tarzında bakanlar için tam bir 'olaya fransız kalma' muammasıdır. Örneğin eski İngilizce dilinde, öznenin ikinci tekil kişi zamiri olduğu durumlarda -st son ekiyle biten fiiller görülürken ikinci tekil kişi zamirlerinin de öznel durumda 'thou', nesnel durumda 'thee' ,iyelik durumlarında da 'thy' ve 'thine' olarak yer aldıkları görülür. Ayrıca üçüncü tekil kişi zamirlerinde fiil -th
ile biterken,ikinci çoğul kişi zamiri için de 'ye' kelimesi kullanılır. Demek ki aşağıdaki gibi tablo halinde gösterirsek; Günümüz İngilizcesi Eski İngilizce dili I BEN I YOU SEN THOU HE_SHE_IT O HE-SHE-IT WE BİZ WE YOU SİZ YE THEY ONLAR THEY Örnekler: explain me what you know explain me what thou knowest how can I help you how can I help thee where your master go,there go you also** where thy master goeth,there goest thou also Eski dilde ayrıca şimdiki 'are' yerine 'art' ve 'were' yerine 'wert' kullanılır. I fear you are sick I fear thou art sick were you at work today wert thou at work today Sorular ve olumsuz formlar ise 'do' yardımcı fiili olmadan** ilk başlarda kullanılırken,son zamanlara doğru hem 'do' yardımcı fiiliyle hem de 'do' olmadan ve düz olumlu formlarda da bazen 'do' yardımcı fiilini kullanma şeklinde kullanımlarla cümleler karşımıza çıkmaktadır. did you come by sea or by land? came you by sea or by land? they do not know what they do they know not what they do do not be afraid be not afraid then he took my hand and kiss it then he did take my hand and kiss it.(bugün de kullanılmaktadır)*. Günümüz ingilizcesinin süreklilik formlarının olduğu durumlarda da şu anda basit zamanlar denilen zamanlar kullanılıyordu. we did not go out today,for it was raining we go not out today,fot it raineth Eski dilde, şu anda subjunktive adı verilen 'urgency' kip kullanımları daha fazla kullanılıyordu. if she is here,then tell her I wait her pleasure if she be here,then tell her I wait her pleasure Eski dilde, 'inversion' denilen 'devrik' yapılar daha yaygındı. Ve mastar fiiller ve geçmiş zaman ortaçları veya perfect formlar ise şu anda olanın aksine bir cümlede cümle sonuna gelebiliyordu. now we are lost indeed now are we lost indeed hamlet,you have offended your father much hamlet,thou hast thy father much offended(shakespeare) and she caught me in her arms long and small and she me caught in her arms long and small and therewithal so sweetly kissed me and therewithal so sweetly did me kiss and softly said'dear heart,how do you like this?' (Wyatt) and softly said'dear heart ,how like you this?'(Wyatt). Bu tür kullanımlar, sadece eski dilde varolan değil şu anda edebiyatta özellikle şiir dilinde varolan ve romancı,filmci ve oyun yazarlarının da eski dil çeşnisi katmak amacıyla dilde kullandıkları yapılardır.
Ayrıca din hizmetlerinde,kamuya açık törenlerde ve bazı hukuk branşlarında da bu yapılar kullanılmakta ve günümüz dilinde Yorkshire gibi yerlerde birçok insan tarafından 'thou vs' kullanımlar halen kullanılmaktadır. Bir gün bir şehirde,o şehrin en çok reklam veren dil kurumunun ingiliz hocalarından biri ile konuşurken, adam bana "Bir Türk sadece kendini tanıtsın ve verilen emirleri anlasın bizim amacımız size zaten dil öğretmek değil" deyince ben de, ben sizin dilinizi muz gibi soydum ve ahım şahım tılsımlı bir diliniz olmadığını herkes görecek dediğim de masadan kalktı gitti. Üniversitede okurken güya ülkelerarası değişim proğramı olan bir proğramın dil sınavında okulda derece yaptım, mülakatta zenci bir bayanın karşısına çıktım kadın 'Turkey' dedikçe ben 'Türkiye' dedim o 'Turkey' dedikçe ben 'Türkiye' dedim. Ve bana 'dismiss' yani sınavdan men edildin dedi. Çok da umurumdaydı. Bir şehirde noter çevirisi lazım olan bir yurtdışı vatandaşının işini yaptım. Güya şehri tanımayan askeri danışman kişi en çok bildiği mc donalds da buluşmak ve çeviriyi teslim almak istedi. Ben de çeviriyi zamanım olmadığı için mc donalds daki servis görevlisi kıza bırakıp dersime döndüm. Adam beni arayıp neden bizzat gelip teslim etmediğimi mc donalds da bir çalışandan almak zorunda kalmasının zoruna gittiğini kendisinin 'bilmem nere' vatandaşı olduğunu vs vs saydıktan sonra dünyanın en önemli milleti olduklarından bahsederken ben de dersim var kapatmam lazım deyip suratına kapattım. Ayıp etmişim değil mi dünyanın en önemli milletinin vatandaşına. Keşke hazırolda bekleyip tekmil verdikten sonra biraz da ağzının içine bakıp yalakalık yapsaydım belki bir çay ısmarlardı bizi biraz daha aşağılamasına izin verirdim, onu överdim sonra kuyruğumu kıstırır yanından ayrılırdım. Tabii yeniden tekmil verdikten sonra. Yuh bana sen koskoca bilmem ne vatandaşını mc donalds da çalışan işçi bir Türk kızıyla muhatap et. Bak bak bak bak ne kadar ayıp. Ne güzel fırsat işte git adamla bazılarının yaptığı gibi pratik yap sana hava atmasına izin ver ne de olsa sen ataları 600 sene dünyayı titreten bir milletin evladı değilsin. Değil mi ama ayıp etmişim. Şimdi olsa o kişinin işini nereden almasını isterdim bir bilseniz oraları da görmesini ama dil işte bir yerde durmak gerekiyor. Not: Kesin geçmiş veya vurgulu geçmiş zaman formu olarak da bilinir. İngilizce gazete medya dili Özellikle gazete başlıkları ve medya haber başlıkları İngilizcede normal İngilizce formatı dışında özel bir stille ifade edilir. İngilizceyle ilgili varolan problemlerden biri de, hayatında kendi anadilinde at yarışı yayınlarından veya gazetelerin ikinci üçüncü sayfa haberlerinden ötesine merak edip bakmayanların 'İngilizce gazete okurken bazen anlamakta zorluk çekiyoruz kolay yolu yok mudur bunun' deme özgürlüklerini kendilerinde nasıl bulduklarını sorgulamadan ağzı olan konuşur mantığıyla bunu sere serpe ortaya atmalarıdır. Tabii bunu dile getirince, hata hep dile getiren de olduğundan objektif örneklerle savımızı kanıtlamak zorunda kalıyoruz ve savımız gerçek bir postulat oluyor Allaha şükürler olsun. Evet milli eğitim bakanlığının araştırması lise öğrencilerinin %25’ inin okuduğunu anlamadığını tespit etmiş. Buyurun bakalım öyle kafalar var ki şimdi çıkıp otoriteye laf söyleyemedikleri için kuyruklarını kıstırıp bize sataşmaya başlar. Özellikle gazete başlıkları ve medya haber başlıkları İngilizcede normal İngilizce formatı dışında özel bir stille ifade edilir. Bu özel stilde bazı özel gramer kuralları uygulanır ve kelimeler de sık sık alışıldık olmayan bir tarzda kullanılır. İnşaallah herkes saçma sapan 'level' kitapları, İngilizce Cin Ali'ler, okumayı bırakıp gazete okumaya başlar, deyip herkesi acayip zorlayan gazete formatı neymiş inceleyelim.
İyi okumalar dileklerimizle ya Allah. GRAMER AÇISINDAN; 1- Başlıklar geleceğe atıfta bulunmak için sık sık mastar fiilleri kullanır. union to protest in rome today( trade union is going to protest in rome today) pm to visit australia...(.prime minister is going to visit australia) hospitals to take fewer patients...(.hospitals are going to take fewer patients) for edatı da ayrıca gelecekteki planlanmış hareket ve eylemlere atıfta bulunabilir. troops for libya....(are soldiers going to be sent to libya) 2- Edilgen çatıda çekimli fiilli cümle kurulumlarında yardımcı fiiller genellikle düşürülür ve sadece ana fiil bırakılır. gaddafi killed (...gaddafi has been killed..) murder hunt:man held (...a man is being held by police.) seven killed in explosion (...seven persons have been killed.) Burada dikkat edilmesi gereken nokta held ve attacked gibi kullanımlarda fiilin genellikle edilgen çatıda ana fiil kullanımına sahip olduğu ve past zamanlar anlamında kullanılmadığıdır. Çünkü bu yaklaşım genelde haberin kendisinde vardır. Başlıklarda pek yoktur. Karşılaştırma açısından; aid row:president attacked(...the president has been attacked) aid row:president attacks critics(the president has attacked her critics) man found safe(the missing man has been found safe) man finds safe(a man has found a safe) 3- Başlıklar genellikle tam cümleler değildir ve birçok başlık fiil formu olmadan isim formları ve grupları kullanır. more wage cuts holiday hotel death exeter man's double marriage bid 4- Başlıklar genellikle üç, dört veya daha fazla isimden oluşan tamlamalar da kullanır ve ilk olanlar genellikle sonra gelenleri niteler.
furniture factory pay cut row (a row about a cut in pay at a factory that makes furniture) stabilizing euro zone bond markets(stabilizing the bond markets in euro zone) 5- Başlıklar sık sık artikelleri ve be fiilini atarlar. microsoft beats sales estimates china september coal imports rise yen debt best since june shakespeare play immoral,says headmaster woman walks on moon workers strike at fiat 6- Başlıklarda simple zamanlar sık sık süreklilik veya perfect zamanların yerine ve bazen de hem present hem past zamanlar için kullanılır. thai floods intensify(...have intensified...) blind girl climbs everest(....has climbed...) students fight for course changes(...are fighting...) present süreklilik özellikle değişiklikler hakkında konuşmak için kullanılabilir ve be genellikle düşürülür. britain getting warmer,say scientists trade figures improving. 7- Başlıkla ilgili birçok kelime hem isim hem fiil olarak kullanılır ve isimler sık sık başka isimleri nitelemek için kullanılır. Bu yüzden cümle yapısını çıkarmak o kadar kolay değildir. us cuts aid to third world ( the us reduces its help....cuts fiil..aid isim) aid cuts row (there has been a disagreement about the reduction in aid. aid ve cuts her ikisi de isim) cuts aid rebels( the reduction in aid is helping the revotionaries.cuts isim,aid fiil) 8- ':' şeklindeki noktalama işareti, sık sık bir başlığın öznesini başlığın anlatmak istediği bilgiden ayırmak için kullanılır. eu-ukraine:talks stall france:world's insured government strikes:pm to act.
motorway crash:death toll rises. Ayrıca ' ' şeklindeki noktalama işareti, kelimelerin başkası tarafından söylendiğini ve gazetenin söz konusu kelimelerin doğru olduğunu iddia etmediğini göstermek için kullanılır. crash driver'had been drinking' Bir soru işareti bir şeyin kesin olmadığını belirtmek için kullanılır. crisis over by september? Gazete dilinde bazı alışıldık kelimeler farklı anlamlarda ve özellikle kısa olanları yer tasarrufu gayesiyle daha tercih edilir olarak kullanılır. act.....take action.do something food crisis:government to act axe....abolish,close down,abolish,closure coutry bus services axed ban...refuse to allow something ,prohibition china bans us imports. edge...move gradually world edges towards war vs. vs. yaklaşık 200 kelime ve kullanımları vardır. Hepsini burada veremiyoruz. Devam edeceğiz. Saygılar
İngilizce'de işaret sıfatlarının çilesi HERYERDE bulunan bu bilgilere ingilizce’ye sadece ŞAKA olarak bakanların katkılarını bekliyoruz. İngilizce pilavının en çok su götüren ufak tanelerinden biri de işaret sıfatlarının kullanımında da, kendine özgülüğümüzün dinginliğini koruyarak devam ettirilmesi ve doğaçlamaların özgürce, alabildiğine kullanılmasıdır.
Örneğin 'the book is on the table' gibi bir cümle kurup anlamını sorduğunuz zaman 'bu kitap masadadır' veya 'kitap bu masadadır' veya daha da özgürce 'bu kitap bu masadadır' şeklinde cümleler kurulmaktadır. Burada bir işaret sıfatı yok neden anlam olarak dile getirdiniz dediğimizde kişi' ama zaten öyle anlaşılırmış, ‘demek istenen o imiş' gibi bir söylem kullanmaktadır. Tabii 'olmayana erginin' farklı bir versiyonu.
Bakalım gerçekten işaret sıfatları ağırlıksız ortamın etkisiz elemanları mı değil mi? 1-Sokaktaki simitçinin de bildiği gibi işaret sıfatı. This computer was new. 2-Simitçiden simit alan öğrencinin bildiği gibi işaret zamiri. This was a new computer. 3-Simitçinin üniversitede okuyan teyze kızının bildiği gibi bir pekiştireç. if she was feeling this bad, she should have seen a doctor. 4-Üniversitede dil bölümünde okuyan simitçinin bildiği gibi bir atıf zamiri. always do right. This will gratify some people and astonish the rest. Şimdi analitik inceleyelim. 5- This-that-these-those hem insanlara hem şeylere atıfta bulunacak şekilde kullanılabilir. this child that house Fakat bunlar isimler olmadan zamirler olarak kullanıldığında, normal olarak şeylere atıfta bulunur. This costs more than that put those down-they are dirty Bununla birlikte this vs insanları tanımladığımız zaman zamirler olarak kullanılır. Hello. This is ayşe. is that ahmet. Who is that. That looks like mrs.Gül. 6-This-these kelimelerini konuşana yakın olan insanlar veya şeyler hakkında konuştuğumuz zaman kullanırız. This is very nice-can I have some more. Get this cat off my shoulder. That ve those ise konuşandan daha uzakta olan veya o anda bulunmayan kişi veya şeyler hakkında konuşurken kullanılır. That smells nice-is it for lunch All the time I was in that country I liked it. 7- Zamanlarla ilgili kullanımı. This veya these, devam eden veya az süre sonra başlayacak olan durumlar ve deneyimlere atıfta bulunur. I like this music. what is it. listen to this. you will like it. That ve those, hem henüz az önce sona eren hem de epey geçmişte kalmış olay ve deneyimlere atıfta bulunur. That was nice. What was it. Did you see that. That ayrıca birşeyin son ana geldiğini anlatmak için de kullanılır. ...and that is how it happened. Örneğin this morning ibaresi,aynı günün sonlarına doğru bitmiş bir periyodu ifade etmek için de
kullanılır. This afternoon, this spring, this summer, this autumn gibi kullanımlar da vardır. 8-This veya that kabul veya ilgi ve that veya those hoşlanmama veya itiraz anlamlarında kullanılır. Now tell me about this new boyfriend of yours. I do not like that new boyfriend of yours. 9-Telefonda ingilizler this kelimesini kendilerini tanıtmak için kullanırken ve that dinleyen kişi için kullanırken örneğin; Hello. This is ahmet. is that ali cengiz. Amerikalılar hem kendileri hem dinleyen için this kullanır. Who is this. 10- That, one kelimesine ve those,ones kelimesine atıfta bulunur. Those who kullanımı ayrıca the people who.. anlamındadır. A dog's intelligence is much greater than that of a cat. Those who can,may go to that building.those who can not,may stay here. 11- This ve that,so anlamında da kullanılır. I did not realise it was going to be this hot. if your boyfriend is that clever,why is not he rich. Standart İngilizcede sadece so takibeden bir cümlecikle kullanılır. it was so cold that I could not feel my fingers. 12-Normal hikâye anlatımında ise özel bir this kullanımı vardır. There was this travelling salesman,you see.and he wanted..... That ve those ise herkesçe bilinen bir aktiviteye atıfta bulunur. I can not stand that perfume of hers. Bu kullanım reklamlarda yaygın kullanılır. When you get that empty feeling-break for a biscuit. 13-it-this-that zamirleri atıf zamirleri olarak da kullanılır. İki ardıl cümle söz konusu olduğunda. Genel olarak ikinci cümlede yer alan it kelimesi bir önceki cümledeki ilk bilgiye atıfta bulunurken this ve that kelimeleri bir önceki cümledeki üç şeye atıfta bulunabilir. a- Bir önceki cümledeki yeni bilgi b- Bir önceki cümledeki son bilgi c- Bir önceki cümlenin tamamına atıfta bulunurlar. 14- it zamiri az önce hakkında konuşulmuş olan ve odak noktası olan şeylere atıfta bulunmak için kullanılırken, this zamiri birşeyler hakkında konuşulmadan önce hakkında konuşulan şeylerin getirileceği noktaya atıf için kullanılır. I enjoyed the matrix. it-this is a film for all the family. The matrix. this is a film for all the family. 15- Geleceğe atıf. Sadece this, henüz hakkında konuşulmamış bir şeye atıfta bulunmak için kullanılır. Now what do you think about this. I thought I would get a job in spain for six months and then...
Eveeet HERYERDE bulunan bu bilgilere ingilizce’ye sadece ŞAKA olarak bakanların katkılarını bekliyoruz. Bakalım ekleyecek ŞEY bulacak kadar' hani alican fıkralarında derler ya acayip şakalaşıyor diye işte onun gibi şakalaştıkları kendilerine benzerlerle şakalaşmaları gibi' havsalalarından eklemeler yapacaklar mı göreceğiz. İngilizcenin üvey evlatları noktalama işaretleri Güya 'advanced' düzeyliler için hayati önemde olan ve 'yoefl' değil de 'toefl' sınavının 'twe' denen yazılı kısmında hayati önemde olan noktalama işaretlerini analitik olarak inceleyelim. 12 sene İngilizce kursuna gidip te 'advice' düzeydeyim diyebilen veya gittiğiniz bir kuruluşta müdür titresi olup 'post advanced' düzeyde olduğunu söyleyip 'şu..şu kurs açılırsa beni çağırın' diyebilen güya 'advanced' düzeyliler için hayati önemde olan ve 'yoefl' değil de 'toefl' sınavının 'twe' denen yazılı kısmında hayati önemde olan noktalama işaretlerini analitik olarak inceleyelim. Haydi 'advice düzeyli' 'post advanced li' 'toefl a yoefl diyen dil harikaları' haydi kızlar aramaya diyelim. Ve ek bilgi bulacaklara 'tebrikler' hediye edeceğimizi (çünkü maddi şeyler hediye edince mütevazi davranıp “ayy biz almayalım” derler) belirtip iğneyi kendimize batırıp başlayalım bakalım. 1- ',' Virgül (comma) işareti: Konuşma dilinde genellikle duraksamaları yansıtırken. a- Listeleme işi yapar. Bu işareti, bir seri veya liste içindeki maddeleri ayırmak için kullanırız. İngiliz İngilizcesinde son iki unsur arasında eğer çok uzun değillerse 'and' ibaresiyle beraberken kullanılmaz. I went to spain,italy,switzerland,austria and germany. (us:....austria,and germany.) You had a holiday at christmas,at new year and at easter. I spent yesterday playing cricket,listening to jazz records,and talking about the meaning of life. b- Sıfatlar Tanımlayıcı cümle yapılarında virgüller daima sıfatlar arasında kullanılır. The cowboy was tall, dark and handsome. Bir isimden önce, genellikle benzer türde bilgiler veren sıfatlar arasında virgül kullanılır. This is an expensive, ill-planned, wasteful project. Virgüller bazen kısa sıfatlardan sonra atılır. a tall(,) dark(,) handsome cowboy Niteleyiciler eğer bir şeyin farklı kısımlarına atıfta bulunuyorsa virgüller atılamaz. a green, red and gold carpet concrete, glass and plastic buildings
Farklı türde bilgi veren sıfatlar arasında normal olarak virgül kullanılmaz. Have you met our handsome new financial director. c- Kelime sırası Eğer kelime veya ifadeler, alışılmadık yerlere konuluyorsa veya bir cümlenin normal ilerlemesine engel oluşturuyorsa, bunlar genellikle virgülle ayrılır. My father, however, did not agree. Bu durumlarda iki virgül arası şeklinde virgül kullanımı vardır. d- İfadelerin tanımlanması Hakkında konuşulanın kim veya ne olduğundan tam olarak bahseden ifadeler vurgulanarak isimlerden sonra getirilen ifadeler yer aldığında,virgüller kullanılmaz. Bu yapı non-identifying relative clause olarak da bilinir. The driver in the ferrari was cornering superbly. (the phrase in the ferrari identifies the driver) Ahmet, in the ferrari,was cornering superbly. (the phrase in the ferrari does not identify the driver;he is already identified by his name,ahmet) e- Bağlayıcı cümlecikler And, but veya or ile bağlanan cümlecikler, çok kısa olmadıkça, virgülle ayrılırlar. Ayşe decided to try the home-made steak pie,and ali ordered dover sole with boiled potatoes. Ayşe had pie and ali had fish. f- Doğrudan aktarım Bir virgül genellikle, dolaylı aktarım ifadesiyle doğrudan aktarım ifadesi arasında kullanılır. Looking straight at her,he said,'there is no way we can help him,is there?' Eğer bir dolaylı aktarım, doğrudan aktarımdan sonra geliyorsa, tırnağı kapatmadan önce ve cümleye noktayla son vermeden önce tırnak içinde virgül kullanırız. 'I do not like this one bit,' said julia. g- Yan cümlecik olan bileşik cümleler Yan cümlecikler cümleyi başlatırsa, virgülle ayrılırlar. If you are ever in london, come and see me. Come and see me if you are ever in london. That li cümleciklerden önce ',' getirilmez. It is quite natural that yoou should want to meet your father.
h- That,what,where vs kelimelerinden sonra dolaylı aktarımda virgül getirilmez. everybody realised that I was a foreigner. they quickly explained what to do. I- Gramatik olarak ayrı cümleler. Gramatik olarak ayrı cümleler arasında virgül kullanılmaz.( Sadece bir nokta veya noktalı virgülün mümkün olduğu durumlarda) The blue dress was warmer.on the other hand,the purple one was prettier. veya the blue dress was warmer;on the other hand....... i- Sayılar Binli ve milyonlu basamaklı sayıları ayırmak anlamında üçer üçer sayı grupları elde etmek amacıyla kullanılır. 6,345 veya 7,456,189 Sadece dört rakamlı sayılarda ve tarihlerde genellikle virgül kullanılmaz. (Kullanılsa da farketmez) 3,164 veya 3164 the year 1976 Boşluk bırakmak da bir nevi virgül gibi kullanıma sahiptir. There are 1 000(1,000) millimetres in one metre. 2- Tire veya çizgi işareti(hyphens): a- Tireler, örneğin ticket-office veya ex-husband gibi ifadelerde kelimeler arasında getirilen kısa çizgilerdir. b- İkinci kısmı -ed veya -ing ile biten iki parçalı sıfatlarda genellikle bir '-' işareti getirebiliriz. blue-eyed broken-hearted nice-looking 'between' veya arasında anlamı veren iki kısımlı sıfatlar veya isim niteleyiciler sık sık '-' ile ayrılır. grey-green (=between grey and green) the london-paris flight c- Sıfatlar gibi kullanılan ibareler. İsimlerden önce sıfat gibi uzun ibareler kullandığımız zaman '-' kullanırız. an out-of-work miner a shoot-to -kill policy d- İki kısımlı isimlerde vurgu için. İngiliz İngilizcesinde, ilk kelimenin asıl vurguya sahip olduğu iki kelimeli bileşik isimlerde
'-'kullanılır. a paper-shop some make-up running-shoes e- Öneklerde. co-, non- ve ex- önekleri kendilerinden önce kelimelerden '-' ile ayrılır. it is a british and american co-production we have a policy of non-involvement Diğer bazı öneklerde alışılmadık veya yanlışlığa yol açabilecek kombinasyonlardan kaçınmak için '-' lerle ayrılır. un-american pre-emptive counter-revolution f- Kelime ayırma Yazılı veya matbuu bir satırın sonunda uzun bir kelimenin parçalarını ayırmak için hece bölme olarak da bildiğimiz eylem için '-' kullanılır. ...is not completely in accordance with the policy of the present government, which was... g- '-' işaretleri ortadan kaybolabilir mi veya ihmal edilebilir veya görmezden gelinebilir mi? '-' lerle ilgili kurallar karmaşık ve kullanım da pek açık değildir. Sırf bu yüzden insanlar bunları daha az kullanmayı tercih etmektedir. Bazı alışıldık kısa bileşik kullanımlar bitişik yazılır örneğin, weekend, wideawake, takeover ve diğerleri daha az yaygın olan veya daha uzun bileşik kelimeler train driver,living room vs.şeklinde yazılır. Günümüzdeki durum biraz daha kafa karıştırıcıdır. Ve bazı ifadeleri üç ayrı şekliyle de kullanılır olarak görebiliriz. bookshop, book-shop ve book shop gibi. Eğer karıştırırım diye düşünüyorsanız en iyi yol iyi bir sözlüğe bakmak veya ayrı yazımı gerçekleştirmektir. Devam edeceğiz. İngilizce'nin süt oğlanları ve kızları noktalama işaretleri - 2 İngilizce insanlarımızın hayatının amacı değil aracı olması gereken dildir. Pazar günkü yazımızda kaldığımız yerden devam ediyoruz. Geçen yazıda tire ve virgülden bahsetmiştik. Şimdi de aynı ailenin horgörülen diğer evlatlarından bahsedelim. 1- Apostrophe (apostrof "'" veya "'s") işareti: a- Özel kurallar: Genellikle çoğulluğu olmayan kelimeler, çoğul bir formda yazıldıkları zaman, bazen bir apostrof kullanır. It's a nice idea, but there are a lot of if's.
Apostroflar, harfleri çoğullaştıran, kısaltmaları çoğullaştıran ve sayıları çoğullaştıran yapılar da olarak aynı zamanda çoğullaştırdıkları bu yapılardan, virgülle ayrılan kullanımlarıyla beraber kullanılır. He writes b's instead of d's It was in the early 1960's.(or...1960s) I know two MP's personally.(or...MPs). b- Atılan veya ihmal edilen harfler
Apostroflar,kaynaşmış bir formda harflerin atıldığı ayrım noktasını gösterir. can't(=cannot), it's(=itis/has), I'd(=I would/had) who's (=who is/has). c- İyelikler
İsimlerden sonra iyelik durumlarının anlatılmasında apostroflar kullanılır. The girs's father,Charles's wife,three miles's walk İyelik sıfatları ve zamirleri apostrof içermez. Has the car had its food yet. This is yours. 2- Colon ":" (iki nokta üst üste) işareti (kolon)*: a. Harfler Amerikalılar genellikle (dear...) şeklindeki iş mektupları gibi açılış selamlaşmalarından sonra bir kolon* kullanır. Dear mr.callan: I am writing to... İngiliz ingilizcesi,bütün bu durumlarda bir virgül kullanır veya hiçbir noktalama kullanmaz. b- Doğrudan aktarım
Bir kolon,bir piyes metninde veya ünlü kişilerin söyledikleri şeyler aktarılacağı zaman bir isim veya kısa bir ibareyle doğrudan aktarım ifade edildiğinde kullanılır. POLONIUS: what do you read,my lord HAMLET: words,word,words. In the words of murphy's law:'anything that can go wrong will go wrong.'
Başka durumlarda, doğrudan aktarım genellikle bir virgülle ifade edilir. Fakat doğrudan aktarımın uzun bir pasajı, bir kolonla ifade edilebilir: Introducing his report for the year,the chairman said:'a number of factors Have contributed to the firm's very gratifying results.first of all,...' c- Açıklamalar
Kolonlar, açılamalardan önce sık sık kullanılır. we decided not to go on holiday:we had too little money. mother may have to go into hospital:she has got kidney trouble. d- Listelemeler Bir kolon bir listeyi ifade eder. The main points are as follows:(1)...(2)...(3)... We need three kinds of support:economic,moral and political. e- Bir kolon, örneğin bir başlık veya alt başlık gibi bir konunun alt bölümlerini ifade edebilir. punctuation: colon. f- Başlıklar
İngiliz İngilizcesinde, bir tırnak işaretiyle başlamanın dışında,bir başlığın bir kolonu izlemesi alışıldık bir durum değildir. Bununla birlikte, bu durum ,eğer bir kolon birkaç tam cümleden önce geliyorsa, meydana gelebilir. My main objections are as follows: First of all, no proper budget has been drawn up. secondly,there is no guarantee that... Amerikan İngilizcesinde, kolonlar daha sıklıkla başlıklardan önce gelirler. 3- "-" veya tire, çizgi işareti(dash)**: Çizgiler, özellikle informal yazı dilinde yaygındır. Bunlar, iki nokta üst üste yani kolonlar ve yarı kolonlar(semi-colons) yani noktalı virgüller gibi aynı şekilde kullanılabilir. There are three things I can never remember-names,faces,and I've forgotten the other. We had a great time in Greece -the kids really loved it. My mother-who rarely gets anger-really lost her temper.
Bir tire işareti, olay sonrası bir fikir beyanı veya beklenmedik veya şaşırtıcı bir şeyi de ifade edebilir. We'll be arriving on monday morning-at least,I think so. and then we met bob-with lisa,believe it or not! **Geçen yazıda verdiğimiz 'hyphen' veya tire veya çizgi işareti dediğimiz işaretle şimdiki 'dash' yani yine çizgi veya tire arasındaki fark,'hyphen' şeklindeki tirenin 'dash' şeklindeki tireden daha kısa olmasıdır. Yani"-": hyphen iken "_" : dash olmaktadır. 4-'.' Nokta veya full stop, '?' soru işareti veya question mark ve '!' ünlem veya exclamation mark. a- Cümle ayırma Noktalar, soru işaretleri ve ünlem işaretleri cümleleri kapatmak veya bitirmek için kullanılır. Bu işaretlerden birinden sonra gelen cümle büyük harfle başlar. I looked out of the window.It was snowing again. Why do we try to reach the stars?What is it all for? They have no right to be in our coutry!They must leave at once! Gramatik olarak tamamlanmamış cümlelerden sonra normal olarak nokta kullanmayız. She phoned me as soon as she arrived. (Not: She phoned me. As soon as she arrived.)bununla birlikte, bazen bir cümlecik veya ibareyi bir nokta veya baş harfle başlamak şeklinde ayırmak suretiyle vurgulayabiliriz. People are sleeping out on the streets. In britain. In the 1990s. Because there are not enough houses. b- Kısaltmalar
Noktalar, kısaltmalardan sonra kullanılabilir. Bu, İngiliz İngilizcesinde daha az yaygın bir durumdur. Dr.Andrew C.Burke,M.A. or Dr Andrew C Burke,MA c- Dolaylı aktarımlar
Soru işaretlerini dolaylı aktarımlardan sonra kullanmayız. I asked her what it was. (not...what time it was?) 5- Bizim tırnak ' ' veya " " çift tırnak arası dediğimiz ingilizlerin 'inverted commas' veya ters tırnak dedikleri işaret a- Kelimelerin özel kullanımları Kelimelerin yanlarındaki tırnak işaretlerini genellikle, örneğin kelimelerden özellikle bahsetmek istediğimiz durumlarda veya onları başlıklar olarak vurgulamak istediğimiz durumlarda veya onları özel anlamlarda kullanmak istediğimiz durumlarda kullanırız.
Quotation marks are also called 'inverted commas'. People disagree about how to use the word 'disinterested'. His next book was 'heart of darkness'. A textbook can be a 'wall' between teacher and class. b- Doğrudan aktarım Doğrudan konuşmayı aktardığımız zaman 'tırnak'ları kullanırız. Tek tırnaklı tırnak işaretleri İngiliz İngilizcesinde daha yaygındır ve çift tırnaklılar daha çok amerikan ingilizcesinde kullanılır. Tırnak içinde tırnak denen kullanımlar açısından da bakarsak, tek tırnakları çift tırnaklar veya çift tırnakları tek tırnaklar içinde kullanabiliriz. 'His last words,' said albert,'were "close that bloody window".' 6- Noktalı virgül veya ';' semi-colon işareti: a- Noktalar yerine Noktalı virgüller, cümleler gramatik olarak bağımsız olduklarında veya anlam yakın olarak bağlantılı olduğu durumda, noktalar yerine kullanılırlar. Bunlar, noktalar veya virgüller kadar yaygın değillerdir. Some people work best in the mornings;others do better in the evenings. It is a fine idea;let us hope that it is going to work. Virgüller bu gibi durumlarda genellikle kullanılmaz. b- Listelemelerde Noktalı virgüller, bir liste içindeki maddeleri veya alt kalemleri genellikle gramatik olarak kompleks olduğu durumlarda ayırmak için de kullanılır. You may use the sports facilities on condition that your subscription is paid regularly;that you arrange for all necessary cleaning to be carried out;that you undertake to make good any damage;... Sorularla ilgili noktalama işaretlerini bundan sonraki yazıda inceleyeceğiz. Bir dilde soru sormanın ne kadar önemli olduğunu 'how are you' nun asla 'basic' 'beginner' olmadığını, bir dilde düz cümle kurmayı bilmeyenin soru da soramayacağının anlaşılmadığı bir ortamda, bazıları tarafından olmadığı halde ulvi, yüce, elitlerin seçkinlerin dili diye gösterilmeye çalışılan bir dilin aslında sadece sistematik ve ne kadar basit olduğunu izlemeye lütfen devam ediniz. Dünyada herkes doktor, avukat,makine mühendisi,dişçi, temizlik görevlisi ve simitçi vs olamaz. Çünkü bunların herbiri profesyonel mesleklerdir ve bir emek sonucunda elde edilmişlerdir. Birini yapan bir kimse diğerleri için ancak çok uğraşırsa bir yere gelebilir veya insanlar bunun için uğraşmaz. Örneğin bir doktor gidip avukat da olmak istemez veya uğraşmaz avukat olmak için. Fakat dünyada tüm bu mesleklerin sahipleri hatta işsiz olan insanlar bile İngilizce dilini öğrenmektedir.
İngilizce asla ulvi, yüce, elitlerin seçkinlerin dili değildir. janjanlı, sistematik olmayan kitapların arkasına yığılmış, düşünce sistemimize ters sistemlerin amaçsız eylemlerinin nesnesi olmuş bir dildir. İngilizce insanlarımızın hayatının amacı değil araç olarak kullanmaları gereken bir dildir. İngilizceyi öğrenmek istiyorsanız, öğrenmenin asıl yolunun ne olduğunu görmek için ilk inen ayete bakın şifre oradadır. İngilizce'de çocuk oyuncağı soru yapıları Soru sormak bu kadar 'bebelere balon' kolay bir konu muymuş ona bakalım. Bugünkü yazımıza tüm milletimizin kurban bayramını tebrik ederek ve mübarek olmasını dileyerek başlamak istiyoruz. Evet hepimizin mübarek kurban bayramı kutlu olsun Allah nice bayramlara sağlıklı ve birlik beraberlik içinde erdirsin İnşaallah diyerek yazımıza başlayalım. Ülkemizdeki İngilizce eğitiminin yıllardır 'en temel' diye verdiği ama aslında 'en önce verilmeyecek bilgisi' olan soru yapıları ve soru sormanın 'güya' öğretilmesi ve 'çocuk oyuncağıymış' gibi gösterilmesi, dünyada en iyi 'how are you' diyebilen,'what is your name' diyebilen,'where are you from' diyebilen,'what is your professsion' diyebilen ama bunlar gibi birkaç cümle ve bunlara verilen cevaplardan sonra yine bize ait olan 'anlıyorum ama konuşamıyorum' saçmalığının- sanki az önceki cümleleri kurarken konuşan kendisi değilmiş gibi- en çok umarsızca savuran kişilerin olduğu ülkede de olmamızın ve dünyada parmakla gösterilmemizin sebebi de olmaktadır. Şimdi soru sormak bu kadar 'bebelere balon' kolay bir konu muymuş ona bakalım. 1-
Sorular: Temel kurallar
Bu kurallar, bütün yazılı olanları kapsamak üzere ve konuşma düzeyinde olanların da çoğunu kapsamak üzere tüm düzeylerde uygulanabilir. Öznenin fiilden önce geldiği dekleratif veya bildirme kabilinden olanlara daha ileri düzeyde bakacağız. a-
Özneden önce gelen yardımcı fiiller
Yardımcı fiil normal olarak özneden önce gelir. Have you received my letter of june 17? ( not*... you have received...) Why are you laughing? (not... why you are laughing...) *not...değil b- do Eğer herhangi bir başka yardımcı fiil yoksa, do, does veya did fiili bir soru formu oluşturur. Do you like mozart? c-
Diğer yardımcı fiillerle veya be ile kullanılmayan do
Can you tell me the time? (not...do you can tell me the time) Are you ready? d-
do olmadan kullanılan mastar
do dan sonra to olmadan gelen mastar veya çekimsiz fiil kullanırız. What does the boss want? (not...what does the boss wants) e-
Özneden önce sadece yardımcı fiil kullanımı
Özneden önce sadece yardımcı fiil tam olarak fiil formu anlamında gelebilir. Yani fiilin kendisi değil. is your mother coming tomorrow? (not...is coming your mother...) Bu durum özne çok uzun bir ibareyse bile değişmez. Where are the president and his family staying? (not...where are staying the president...) f-
Özne olarak veya öznenin parçası olarak yer alan soru kelimeleriyle birlikte kullanımda
kelime düzeni who, which, what veya whose özne veya öznenin parçası olarak kullanıldığı zaman, soru kelimesi fiilden önce gelir ve do normal olarak kullanılamaz. who left the door open? (not...who did leave...) Which costs more-the blue one or the grey one? (not...which does cost...) Fakat bir cevapta ısrar etme söz konusu olduğunda vurgu için öznel bir soru kelimesinden sonra do kullanılabilir.
well,tell us-what did happen when your father found you? Soru kelimesi bir nesne ise do kullanılır. Who do you want to speak to? g-
Dolaylı sorular
Dolaylı bir soruda, özneden önce bir yardımcı fiil getirmeyiz ve soru işareti de kullanmayız. Tell me when you are going on holiday. (not...tell me when you are going on holiday?) h-
That-li isim cümleleriyle ilgili sorular
Bir wh- sorusu genellikle soru kelimesiyle başlayan asıl cümledeki kelimelere atıfta bulunmak için kullanılır. Bununla birlikte sorular, wish, think ve say fiili gibi fiillerden sonra gelen that li isim cümleleriyle oluşan yan cümlelere atıfta bulunabilir. Who do you wish (that) you had married,then? How long do you think (that) we should wait? That genellikle atılır. Soru kelimesi yan cümlenin öznesine atıfta bulunduğu zaman da atılabilir. Who do you think is outside? (not...who do you think that is outside?) What do you suppose will happen now? (not...what do you suppose that will happen now?)
I-
Sorgulama amaçları
Who, whom, whose, which, what, when, where, why ve how ne tür bilginin istendiğini göstermek için sorularda kullanılır. Who said that?- Kişisel bir özneyi sorar. What did she want?- Kişisel olmayan bir nesneyi sorar. When will it be ready?- Bir zaman ifadesi sorar. why are you laughing?- Bir sebep sorar. Who ve whom zamirlerdir ve kullanıldıkları cümleciklerde özne veya nesne olarak işlev görür. When, where, why ve how zarflar olarak işlev görür. What, which ve whose zamir veya belirleyici niteleyici olarak işlev görür. What do you want?- Zamir What sort do you want?- Belirleyici Which is mine?- Zamir Which coat is mine?- Belirleyici Whose is the red car?- Zamir Whose coat is this?- Belirleyici j- Kelime yapısı ve sırası Soru kelimeleri genellikle bulundukları cümlelerin başında gelir. Bir soru kelimesi bir özne veya özne içinde yer alıyorsa, Fiilden önce gelir ve do normal olarak kullanılamaz. Who (özne) said that? (who did say that?) Who (nesne) did you invite? k- Daha uzun soru kelimelerinin kullanımı (Bizde cümlenin uzaması hemen 'ayy bu günlük dil değil' incisinin ortaya atılmasının saçma gerekçesidir her zaman) İngilizce her durum için tek bir soru kelimesi kullanmaz. Bazı farklı türde bilgileri elde etmek için iki veya daha fazla kelimeden oluşan soru kelimeleri kullanılır. What time is the meeting? What sort of music do you like? How many people are coming? l- Bir fiili sormak İngilizcede her öğeyi sormak için kelime kullanımı olmasına rağmen fiili sormak için yoktur. Bunun yerine normal olarak do ile beraber what soru kelimesi kullanılır. 'What are you doing next weekend?''resting'
What...do ya verilecek cevap kendisini takip eden bir kelimeyle beraber bir fiili içerebilir. 'What is helen doing?''getting all the rubbish out of the car.' Bir özne veya nesnenin her ikisinden de bahsedildiğinde, geçişli bir eylemi sormak için What...do to/with.kullanılır. 'what have you done to your leg?''broken it.' Bir olayla ilgili tam bir bilgi sormak için what...happen kullanırız. What is happening in the office these days? Nesneden bahsedildiğinde ise what...happen to kullanılır. 'what happened to that chair?''ahmet tried to dance on it.' m- Soru kelimesiyle oluşan cümleler Soru kelimeleriyle başlayan cümleler hem sorulara hem de sorulara verilecek cevaplara atıfta bulunabilir. Bunlar sık sık, sorular ve bunların cevapları aktarıldığında, fiillerin nesneleri olarak işlev görür. Örneğin ; I asked who wanted to come. She wondered why he was not wearing a coat. Soru kelimeleriyle oluşan cümleler sadece nesneler olarak değil özneler tümleçler veya zarflar olarak da işlev görür. Bu yapı sık sık özellikle how ile başlayanlarda oldukça informaldir. Who you invite is your business. Where we stay does not matter. A hot bath is what I need. You can eat it how you like.(very informal) Yapısal 'it' ile oluşan kullanımlarda sık sık öznel durum oluşturan soru kelimeleriyle başlayan kullanımlar kullanılır. it is your business who you invite it does not matter where we stay. Soru kelimeleriyle oluşan cümleler isimlerle ilgili daha fazla bilgi verir. Bu durumda bunlar 'relative clauses' olarak adlandırılır. There is that man who threw the stones at your dog. The place where she works has just had a fire. Whether ise sadece dolaylı sorularda kullanıldığında bir soru kelimesi olarak işlev görür. We need to know whether he is coming tomorrow.
Eveeet vay be daha yarısına bile gelemedik yazacaklarımızın. Bu kadar basit bir konusu hakkında İngilizcenin, ama asıl komik olanı düz cümleyi kurmadan soru sormayı pavlovun 'sample' ları yani denekleri gibi güya görenlerin bunları okurlarsa eğer -bence gerek yok okumalarına- suratlarını görmek isterdim. Ama okumak ayıp bir eylem olduğu için sözümü geri alıyorum. Devam edeceğiz. Bebelere balonlar soru yapıları Soru yapılarına kaldığımız yerden devam ediyoruz... Sistematik bir dilin; ne bazı yabancıların sandığı gibi, bu ülke vatandaşı sadece kendini tanıtıp emirlere cevap versin gizli düşmanlığının payandası olmadığının; ne de soru sormanın, dilde düz cümle kurmayı öğrenmeden yapılamayacak kadar ciddi bir konu olduğunun temellerini ve sınırlarını nasıl belirlediğinin ispatını, hem kendini bilmez kendini anadil benimsemiş olanlarına hem de yılları tanışmakla kendi halkına geçirtenlere ders verircesine gösterdiğini ispata pazar günü kaldığımız yerden devam edelim. 3- Bildirme niteliğindeki soru yapıları: Konuşma dilinde, soru yapılarıyla ilgili normal dizilimi kullanmayız. You are working late tonight? Bu tür ifadeler, konuşanın bir şeyi bildiği zaman veya anladıktan sonra, fakat emin olmak veya şaşırmayı ifade etmek istediği zaman kullanılabilir.
This is your car? (I suppose this is your car,is not it?) That is the boss? I thought he was the cleaner. 'We are going to Hull for our holidays. ''You are going to Hull?' Bu kelime sırası bir soru kelimesinden sonra normal olarak mümkün değildir. Where are you going? 4- Cevap olarak kullanılan sorular: Sık sık bir ifadeye, daha fazla bilgi almak amacıyla soru sorarak cevap veririz. Resmi olmayan konuşmada, bu tür sorular, belki sadece bir soru kelimesi veya bir soru kelimesiyle başlayan basit bir ibare şeklinde çok basit bir yapıya sahip olabilir. 'Ayşe is leaving her job.''when?' 'I am going out.''who with?' 'The boss wants to see you.''What for?' 5- Söylenenin tekrar edildiği eko-echo da deniyor- soruları: Söylenen şeyi sorgulamak için, konuşan kişi duyduğu şeyi basitçe tekrar edebilir. Tekrar edilen şeyde artan ton önemlidir.
Bir cümlenin bir kısmını sorgulamak için ise, cümlenin kalanını tekrar ederiz ve hakkında soru sorduğumuz kısmın yerine vurgulu bir soru kelimesi getiririz. 'Just take a look at that.'Take a look what?' 'She has invited thirteen people to dinner.''She has invited how many?' Bir fiili veya fiille başlayan bir cümlenin parçasını sormak için, do what o the garag yapısı kullanılır.
'She set fire to the garage.''She did what(to the garage)?' Yükselen bir tonla tekrar etmek suretiyle, bir konuşan bir soruya soru ile cevap verebilir. Bu durumda dolaylı soru yapılarıyla değil devrik kelime dizilimiyle normal soru yapılarını kullanırız.
'Where are you going?''Where am I going?Home.' (Not...Where I am going?...') 'What does he want?''What does he want?Money,as usual.' (Not...'What he wants?...') 6-Dikkat işaretleri: Dinleyen kişinin dikkatini çektiğini veya ilgili olduğunu göstermek için konuşmada kısa soru yapıları sık sık kullanılır. Yaygın olan dikkat sinyalleri, Oh,Yes? Really? ve yardımcı fiil + zamir şeklinde olan kısa veya 'question tag' denilen yapılardır. 'It was a terrible party.''Was it?''Yes...' Bu soruların bilgi sormadığına dikkat edersek, dinleyen kişinin sadece söylenen şeye tepki verdiğini gösterirler. 'We have a lovely holiday.''Did you?''Yes,we went...' Olumlu ifadelere cevap olarak kullanılan olumsuz sorular bir anlaşma üzerine olan vurguyu ifade ederler. 'It was a lovely concert.''Yes,wasn't it?I did enjoy it.' 7- Retorik özellikli sorular: a-
Bir cevap beklemeyen sorular:
Sorular genellikle bilgi sormaz. İngilizce gibi birçok dilde, bariz bir cevabı olan bir soru bir şeye olan dikkati çekmenin bir yolu olarak basitçe kullanılabilir. Bu tür sorular retorik sorular olarak adlandırılır.
Do you know what time it is?(You are late.) Who is a lovely baby?(You are a lovely baby.)
Çok sık olarak, retorik bir soru örneğin cevabın bariz şekilde 'no' olması veya soruya cevabın olmaması gibi olumsuz bir duruma dikkat çeker.
What's the use of asking her? (It's no use asking her). How do you expect me to find milk on a Sunday night? Where am I going to find a shop open? (You can't reasonably expect...There aren't shops open.) b-
why/how should...?
Why should...? yapısı,öneri,teklif ve talimatları reddetmek için kullanılabilir. 'Ayşe is very happy.''Why should I care?' How should I know?(american...How would...?) bir soruya agresif bir cevaptır. 'What time does the film start? ''How should I know?' c-
Olumsuz yes/no soruları:
Olumsuz yes/no soruları sık sık olumlu bir durumu ifade eder. 'Don't touch that!'' Why shouldn't I? ('I have a perfect right to.') 8- Onay isteyen kısa sorular-Question Tags(QT)a-
QT ler nedir?
QT ler konuşma dilinde ve bazen de resmi olmayan yazı dilinde sık sık cümlelerin sonuna gelen küçük sorulardır.
Not a very good film, was it? Olumsuzluklar genellikle kaynaştırılır. Fakat tam formlar resmi konuşma dilinde mümkündür. That's the postman,isn't it? You do take sugar in tea,don't you? QT ler bir şeyin doğru olup olmadığını veya bir anlaşma yapıp yapmamanın söz konusu olup olmadığını kontrol etmek için de kullanılır. b-
Olumludan sonra olumsuz veya olumsuzdan sonra olumlu:
QT ler soru cümleleri hariç olumlu veya olumsuz cümlelerden sonra kullanılır. You're the new secretary,aren't you? You're not the new secretary,are you? Bilgiyi kontrol etmek veya mutabık olup olmamayı görmek için sık sık olumlu cümlelerden sonra olumsuzları ve olumsuzlardan sonra olumluları getiririz. c-
Yardımcı fiiller:
Eğer asıl cümle bir yardımcı fiil bulunduruyorsa veya yardımcı olmayan bir 'be' fiili bulunduruyorsa, bunlar QT lerde tekrarlanır. Ayşen can speak French,can't she? Eğer cümle yardımcı fiil bulundurmayan bir zamandaysa o zaman yardımcı 'do' dur. Ahmet gave you a cheque,didn't he? d-
Anlam ve vurgu:
Konuşma dilinde, bir QT nin tam anlamını vurgu yapmak suretiyle gösterebiliriz. Eğer QT tam bir soruysa veya gerçekten bir şeyi bilmek istiyorsak veya cevaptan emin değilsek sesin yükseldiği artan bir ton kullanırız. The meeting's at four o'clock,isn't it? Eğer QT gerçek bir soru değilse veya cevaptan eminsek sesin azaldığı düşen dozda bir ton kullanırız. It's a beautiful day,isn't it? Yazı dilinde bir QT nin tam anlamı normal olarak bağlam içinde açıktır. e-
Teklifler:
Olumsuz +QT yapısını kullanmak suretiyle sık sık yardım veya bilgi isteriz. You couldn't lend me a pound,could you? f-
aren't I yapısı:
I am şeklinde açılımı olan bir cümlede soru şekli aren't I dır. I am late,arent'I? g-
Emir kipi kullanımları (imperatives):
Bunlardan sonra won't you yapısı sık sık insanları bir şeyi yapmaya davet etmek için özellikle İngiliz İngilizcesinde kullanılır. will/would/can/can't/could you? yapıları da insanlara bir şeyleri yapmalarını söylemek veya sormak için kullanılır. Give me a hand,will you? Do sit down,won't you?(GB) Open a window,would you? Shut up,can't you? Olumsuz bir kipten sonra ise will you kullanırız. don't forget,will you? h-
let's yapısı:
let's...dan sonra shall we kullanırız. Let's have a party,shall we? ı- There yapısı: There yapısı QT lerde öznel konumda olabilir. There is something wrong,isn't there? There were not any problem,were there? i-
Olumsuz kelime kullanımları:
Olumsuz olmayan QT ler örneğin never, no,nobody, scarcely ve little gibi olumsuz kelimeleri içeren cümlelerden sonra kullanılır. You never say what you are thinking,do you? (not...do not you?) It's no good,is it?(no...is not it?) There is little we can do about it,is there? j-
nothing, nobody, somebody vs vs yapıları:
Nothing e atıfta bulunmak için it kelimesini kullanırız. Nothing can happen,can it? nobody,somebody,everybody ve no one vs vs ye atıfta bulunmak için they zamirini kullanırız. nobody phoned ,did they? Somebody wanted a drink,didn't they?Who was it? L- Yardımcı fiil olmayan have: Durumlara atıfta bulunan yardımcı olmayan have den sonra, have li QT ler ve do yardımcısı her iki durum için de İngiliz İngilizcesinde sık sık kullanılır. (do normal olarak Amerikan İngilizcesinde yaygındır.) Your father has a bad back,hasn't/doesn't he? m- Aynı yönde soru QT leri: Olumsuz soru QT leri,olumlu cümlelerden sonra oldukça yaygındır. Bunlar, örneğin konuşanın az önce duyduğu veya öğrendiği şeyi tekrar etmesi veya ilgi, şaşırma, kaygı veya diğer bazı tepkileri ifade etmek için 'tag' kullanması gibi, dikkat vurgusu ifade eden sinyaller olarak söylenen bir şeye yönelik cevaplar şeklinde sık sık kullanılır.
So you are getting married,are you? How nice! You think you are funny, do you? Bu tür 'tag'ler soru sormak için de kullanılır. Bu yapıda,tahmin yapmak için asıl cümle yapısını kullanırız ve sonra 'tag'içinde bunun doğru olup olmadığını sorarız.
Your mother is at home, is she? This is the last bus,is it? Bu türdeki olumsuz 'tag'ler ise, İngiliz İngilizcesinde nadiren görülür ve genellikle agresifliğe atıf yapar. I see. You do not like my cooking, don't you? n- Elipsler-parantez kullanımları-: QT li cümlelerde, zamirsel özneler ve yardımcı fiilleri atmak oldukça yaygındır. Bu durum parantez kullanımı olarak adlandırılır.
(It's a) nice day,is not it? (She was) talking to my husband,was she? Aşırı resmi olmayan dilde, bir QT parantezli bir sorudan sonra kullanılabilir. Have a good time,did you? Your mother at home,is she? Ahmet be here tomorrow,will he? Amerikan İngilizcesi madalyonunun diğer yüzü Dil akıl işidir asla yetenek işi değil deyip Amerikan İngilizcesi ile ilgili yine az bilinen veya bilinmeyenlere bakmaya devam edelim. İngilizce eğitiminde tüm dünyada varolan yöntemler yine tüm dünyada karate ve tekvando gibi spor dallarında hatırlayabildiğim kadarıyla varolan tüm yöntemlerden daha fazla sayıdadır. Ülkemizdeki problem ise 'ikinci bir dil öğrenmek' ile 'yabancı bir dil öğrenmek' arasındaki farkın hala anlaşılamamış olmasından kaynaklanmakta ve benim 'çok su kaldıran' pirinç vurgusu yaptığım halini halen koruyan ve artırarak devam ettiren bir olgu olmaya gün geçtikçe devam etmektedir. Dünyada şimdiye kadar varolan bu yöntemlerden en verimli iki tanesi yıllardır eleştirilmesine rağmen ve yüzlerce yıl önce bulunmasına rağmen her sistemin çaktırmadan bir parçasını almaktan geri duramadığı ve en verimlisi olan 'translation method' ve Chomsky tarafından bulunan 'cognitive' yani bilişsel yöntemdir. Ne dendiğini anlamadan, insan denen canlı cümle kuramaz mantığının halen yerleşmediği veya bilinçli olarak yerleşmesine izin verilmediği bir ülkede daha fazla polemikle uğraşmak yerine çalışmak daha mantıklı gelmektedir. Ben yaklaşık 20 yıldır bir İngilizce dilbilgisi kitabı açıp okumadım çünkü dilbilgisi okuyarak dil öğrenemezsiniz. Zaten dünyada İngilizcedeki tüm dilbilgisi toplayan kitap yoktur. Sürekli literatür tarayarak tüm yapıları ancak görebilirsiniz. Benim önereceğim kitaplar; Thomson ve Martinet'in, Gürkan Tanyerin'in, Sedat Törel'in ve Hüseyin Aysel'in kitaplarıdır ve ağırlığınca altından daha fazla ederler. Birkaç yazıdır verdiğim dilbilgisi bilgileri asla tek bir kitapta bulunabilecek bilgiler değildir. Bazıları hala verdiğimiz programda neden bu bilgiler yok diye kendi boşluklarına uygun sorular sorabilmektedir.
Ne kadar fazla literatür tararsanız gramerde o kadar çok ilerlersiniz. Örneğin önemli olan soru cümlesi kurabilmektir. Kombinasyon fazlalığına ancak kendi kendinize yapacağınız tecrübe ve egzersizle ulaşırsınız. Verdiğimiz bilgiler tüm müfredatta her unsuru içinde yer alan bilgilerdir. Hem literatür tarattıran hem dilbilgisi analizi içeren müfredatın her aşamasını takip eden kişi verdiğimiz tüm bilgilere rahatça ulaşmaktadır. Ama internette gezmenin daha kolay geldiği kafalarda çığır açmak başka canlılara bir şey öğretmekten daha zul bir eylemdir. Dünyanın hangi ülkesinde bir ilkokul dil öğretmeni- örneğin Türkçe öğretmeni gibi- bir insana, program yükler gibi hayatının her anında kuracağı cümle veya sözleri beynine yükler, asla böyle bir şey söz konusu olamaz. Örneğin bana 35 sene önce ilkokul Türkçe öğretmenim, ''bak Mustafa sen 2010 yılının mayıs ayının 12 sinde saat 16:43 de şu cümleyi 22:34 de şu cümleyi vs kuracaksın'' diye söyledi de ben de bunları aklımda tutup o zamanlar geldiğinde o cümleleri mi kurdum, elbette hayır! Bana sadece Türkçeyi öğretti. Biz de bize gelenlere dili öğretiyoruz yani havadan yiyecek atmıyoruz tarlayı sürmeyi balık tutmayı öğretiyoruz. Dil okumakla öğrenilir. Önerdiğiniz kitapları program sonunda “ayyy biz kitap mı alacaktık” diye kafa bulur gibi soranlar, aldıkları kitaplardan verilen ödevleri getirmeyenler, dahası okumak denince -olamayan aklına zaten bir şey gelmez -ama yine de bir şey getirmeyenler zaten dil öğrenme kavramının bir tarafında olamazlar. Dil akıl işidir asla yetenek işi değil deyip Amerikan İngilizcesi ile ilgili yine az bilinen veya bilinmeyenlere bakmaya devam edelim. scarf: besin, bir şey yemek, araklamak, çalmak, atmak, başından savmak. killing: büyük ticari başarı. scoot: bir yerden başka yere koşmak. joe blow: tipik Amerikalı erkek. scads: çok fazla miktarda. john hancock: imza sawbones: doktor. joker: herif, adam kicks: ayakkabılar. great divide: boşanmak, ayrılmak. kidney buster: bozuk yol,rahatsız koltuk
greenback: bir ABD doları. killer-diller: mükemmel biri veya bir şey. grog: içki. gravy: kolay kazanılan para. dressed to kill: birini etkilemek amacıyla çok şık giyinmek. yummy: lezzetli çok güzel. dry up: kes sesini sus. YOUNG TURK: direnişçi ,genç kimse
dough: para. vac: elektrikli süpürge. zap: şok etmek, öldürmek, etkilemek, yenmek. verboten: yasak (kelime Almancadır) you name it: her şey. x,y,z: pantolon fermuarını kontrol etmek. wrong side of the tracks: şehrin fakir kısmı. private eye: özel dedektif. wacky: salak,sersem. puffer: puro, sigara. wuss: zayıf ve fakir kimse. privy: tuvalet. pitch a bitch: şikayet etmek, yakınmak. zarf: çirkin ve iğrenç adam. visit from the stork: bebeğin doğumu. zany: aptal. pit stop: tuvalet molası, koltuk altı deodorant. jamming: mükemmel, harikulade. hit the books: sıkı çalışmak. java: kahve.
dropped: tutuklanma. dildo: aptal. cuddle bunny: kadın sevgili,bir içim su. daffy: aptal,çılgın,deli. roach-coach: seyyar büfe. rocky mountain canary: eşek. quickstop: ishal.
put something on the street: afişe etmek, birinin özel durumunu ortaya çıkarmak. put the pedal to the metal: arabanın gazını köklemek, gaza sonuna kadar basmak. jake: erkek wc, aptal, tamam, pekala. jitters: asabi,titreme. joy water: içki,bira. kisser: ağız,yüz. kipe: çalmak. lazybones: tembel kimse. Evet Amerikaya gidip Fransız kalanlar için bunlara devam edeceğiz. Bazı 'haşlamalar' çıkıp bunlar neden müfredatta yok diyebilir. O yüzden bu tür 'insan silüetlilere' söylenecek tek söz gittiğiniz bir programda sadece sürenin geçmesini ahmaklar gibi beklemek sizin o program sonunda verilecek bilgiyi almanız demek değildir. Buna en güzel örneği şöyle verebiliriz;
Şimdi düşünün bir öğrenci tıpı kazanıyor ve kaydını yaptırıyor ama okula gitmiyor ve 6 sene sonra dekanlık kapısına dayanıp “eeee 6 sene geçti hani benim diplomam” diyor: Ne kadar büyük mankafalılık değil mi? Evet başka ne denebilir? Amerikan İngilizcesinin Avam yüzü '2' Zencilerle veya halk arasına karışıp da halkla sohbet edebilecek cesareti olanlara Amerikan avam diline ait kavramları vermeye devam edelim. Amerika'ya giden bazı vatandaşlardan yıllardır duyduğum şeylerden biri de 'buradaki İngilizce ile oradaki arasında büyük fark vardır' söylemidir. Nedenini araştırınca, aslında sokakta konuşulan dil ile formal dil arasında fark olduğu bir durum olduğuydu asıl farkın. Ama zorlanmak için önce sokağa çıkıp gettolarda veya halkın arasında dolaşmak lazım. Ben tüm bu yurtdışı maceraları yaşayanların aslında macerayı oradaki yerleşik akrabalarla yaşadıklarını ve zorlananların oraya gezmek için giden kendileri değil yerleşik olan ve yıllardır orada yaşayanların 'HALEN'sorunları olanlar olduğunu gördüm. Yani burada da çuvallıyor bazı vatandaşlar ve gidenler de hala sıyırmaya devam ediyor. Neyse biz görevimizi yapıp, oralara kadar gidip de zencilerle veya halk arasına karışıp da halkla sohbet edebilecek cesareti olanlara Amerikan avam diline ait kavramları vermeye devam edelim. jump the gun: çok erken başlamak.do not jump the gun again.wait till he tell them. dump bell: mankafa. I am afraid I come on like a dump bell sometimes. nab: tutuklamak. I knew they would nab him sooner or later. ducats: para. who has got enough ducats to pay for the tickets. just the ticket: fevkalade. this little ticket was just the ticket. dutch act: intihar etmek. She had tried the dutch act many times in the past. nest egg: önemli bir amaç için biriktirilen para. I lost most of my nest egg in the market crash. earp: kusmak. I wish people could earp silently. johnny be good: polis. here comes johnny be good. so be good. ends: para. We do not have enough ends to pay the gas bill. nature stop: tuvalet molası. I think I need a nature stop when it is convenient. erase: birisini öldürmek. ahmet decided who was gonna erase who. joybox: piyano.your joybox needs some tuning. E.R: hastanenin acil servisi.Get that stuff up to E.R. nothing upstairs: beyinsiz, aptal. I know what is wrong with you,nothing upstairs. eternity box: tabut. When I am in my eternity box,then you can have my stereo. equalizer: silah. An equalizer can be dangerous in your business. jumpy: sinirli. I am a little jumpy today and I do not know why. evil: harikulade. This wine is really evil. nutcake: aptal,gerzek. Stop acting like such a nutcake all the time. fag: sigara.Go buy your own fugs. kak: kusmak. I thought I was going to kak when I saw that stuff. federal diploma. abd doları. How many federal diplomas you got with you. oasis: içki satın alınabilen yer. Let's go into oasis here and pick up a few bottles.
fifth: fazlalık. I feel like such a fifth wheel around here. kafooster: saçmalık.This kafooster about me being a cheater is too much. fire water: viski.This fire water leaves a lot to be desired. oil it: bütün gece çalışmak.I have a test tomorrow and I really have to oil it tonight. fixer: avukat. My fixer did not show up in court. keg party: bira partisi. There is a free keg party at Freddy's. flasher: sapık. The cops caught the flasher. old flame: eski sevgili. It is best to forget an old flame. flea bag: ucuz otel. I won't stay in this flea bag for one minute. kentucky fried:sarhoş. I have never seen anybody so downright kentucky fried on six beers. fluff-stuff: kar.fluff-stuff looks pretty. old-timer: yaşlı adam. Hey!Old-timer you need some help? flush: zengin.today I am flush, by tomorrow I may be broke. kicked by a horse: eroin bağımlısı. ahmet was kicked by a horse when he was very young flusher: tuvalet. I hear they put in a flusher over at the babbits. one and only: birinin sevgilisi. I bought a gift for my one and the only. foam: bira. how about some more foam. kick off:ölmek. The old girl finally kicked off. foo-foo water: traş losyonu. I got there bottles of foo-foo for my birthday. P.G: hamile.Do you think ayşe is P.G? for the birds: hoş olmayan.This pizza is for the birds. lay an egg: kahkaha atmak. I did not know whether to cry or lay an egg. peter jay: polis. Here comes peter jay in his pigmobile. liberate: bir şey çalmak. The privates liberated a jeep and went into down. pin: bacak. My pins are a little woobly. like a million: çok güzel.This old buggy runs like a million dollars. A-OK: en iyi durumda olma.Show me the most A-OK car you have. liquid laugh: kusmak.If you drink much more,you're gonna come out with a liquid laugh. ape. koruma,fedai.Tell your ape to let me go. loco: çılgın,deli.Who is that loco kid jumping up and down in the front seat. ark: eski otomobil.This ark is good. long dozen: 13. (13 tane).don't you sell a long dozen anymore? arm: polis. did you see the arms? lorg: aptal ,salak. Tell that lorg to find his own chair. all wet: tamamen yanlış. If you think I will take that kind of talk from you,you are all wet. make a lap: oturmak. Pull up a chair and make a lap. baboon: aptal kimse.Stop acting like a baboon ,grow up. mama bear: kadın polis. As we come under the bridge,we saw a mama bear sitting in a pig mobile. back-door trot: ishal. She gets the back-door trot when she drinks wine. maw: öpmek,okşamak. Let's go out somewhere and maw. bacon: polis.That bacon is hassling me. daisy: mükemmel. This little car is a real daisy. bag: yakalamak. They bagged the robber. damage: hesap, fatura. As soon as I pay the damage we can go.
banana oil: saçmalık. I refuse to listen to any more of your childish banana oil. day person: gündüz çalışan. I am strictly a day person. B and B: erotik sahneler. Many movies contain a little B and B just to get on R-rating. dead soldier/man/marine/one: boş içki şişesi. Toss your dead soldiers in the garbage please. banger: otomobilin ön tamponu.other than a dent or two in the banger this buggy's okay. diddle with something: ...ile oynamak. Stop diddling with your nose, ahmet. barf: kusmak. don't burf here please. differential: kalça. You are walking like there is someting wrong with your differential. basket: mide. I got a pain in the basket. dome-doctor: psikolog.The dome-doctor lets me talk while he keeps score B.B brain: geri zekalı. What B.B brain left the door open. dope: aptal. That dope has done it again. beef: şikayet, argüman. I gotta a beef against you. do-re-mi: para. It takes too much do- re- mi to live in a big city. İngilice'de kel olup derdini anlatamayanlar: Artikeller! İngilizce'de artikeller, ne zaman, nerede, hangi amaçlar için kullanılır? İngilizce'de artikel kullanımı ne kadar önemlidir? -A, an ve the artikellerinin kullanımı İngilizce gramerindeki en güç noktalardan biridir. Neyse ki çoğu artikel hataları çok fazla önemli değildir. Hatta bir cümleden tüm artikelleri atsak bile cümleyi anlamak konusunda bir problem oluşturmaz. Please can you lend me pound of butter till end of week? Bununla birlikte eğer mümkünse artikelleri kullanmak daha iyidir. -Batı avrupa dillerini konuşanlar açısından bakarsak. Batı avrupa orjinli çoğu dil ve bunun dışında olan bir veya birkaçı da İngilizceye çok benzer şekilde artikel sistemlerine sahiptir. -İngilizcede, genel olarak insanlar veya şeyler hakkında konuştuğumuz zaman, sayılamayan veya çoğul isimlerle beraber genellikle the artikelini kullanmayız. Life is complicated. His sister loves horses. -İngilizcede, bir kişi veya bir şeyin hangi sınıfa ,gruba veya türe ait olduğundan bahsederken veya bir kişi veya bir şeyin hangi iş,rol veya pozisyonu aldığı veya doldurduğundan bahsederken yani bir sınıflandırma yapmak amacıyla normal olarak a/an artikellerini kullanırız. She is a dentist. I am looking forward to being a grandmother. -Artikeller niteleyici veya belirleyicilerdir.
a/an/the artikelleri aynı zamanda, örneğin my iyelik , this işaret veya all nicelik sıfatları gibi niteleyici olarak da adlandırılan bir gruba aittirler. how strange an idea... quite a.... rather a... such a... what a.... vs gibi. -Artikeller hangi amaçlar için kullanılır? a ve an artikeli kesin olmayan veya be lirlemeyen ve the artikeli dekesin olan ve belirleyen tanıtıcı olarak bilinir. some ve any , a ve an in çoğul şekli olarak sık sık kullanılır. Ve eğer hiç artikel kullanmıyorsak da tamamıyle diğerlerinden farklı bir anlam veya anlamlar vermişiz demektir. Örneğin: Contract is agreement. The contract is an agreement. A contract is an agreement. The contract is the agreement. Contract is an agreement. A contract is agreement. Bunların hepsi farklı anlamda ve yorumu olan cümlelerdir. Dikkat edersek isim=isim şeklindeki kurulumlarda the = boşluk. Yani the artikeli, artikel almama yani boşluk kombinasyonuyla asla eşleşemez. The sadece a veya an ile ve a veya an de boşluk ve the ile eşleşir. Artikeller konuşan veya yazan kişinin kesin veya kesin olmaması veya bilinip bilinmemesi veya bir türe ait olup olmaması vs durumlarından bahsetmek istediğimiz de kullanılır. -the artikeli: Neyin ne olduğunu biliyoruz. the doctor, the salt veya the dogs dediğimiz zaman hangi salt, doctor veya dogs dan bahsettiğimizi biliyoruz. Diğer durumlarda a/an/some/any veya artikelsizlik durumunu kullanırız. I have been to the doctor (Hangi doktor biliyoruz: Benim doktorum gibi) A doctor must like people (Bütün doktorlar anlamında herhangi bir doktor) Could you pass me the salt (Hangi tuz olduğunu biliyoruz. Örneğin masadaki tuz gibi) We need some more salt (Belirli bir tuz değil sadece genel olarak tuz kavramı) Have you fed the dogs?(Dinleyen hangi kö..klerden bahsedildiğini biliyor)
Do you like dogs? (Genel olarak kö..kler) -Belirli olan ve genel olan. Belirli olan veya genel olan şeylerden bahsettiğimiz zaman da artikelleri kullanırız. There are some children in the garden (Bilinen bazı çocuklar) Children usually start walking at around one year old.(Genel olarak çocuklar) Çoğul ve sayılamayan isimlerle genel kavramlardan bahsedersek artikelsizlik durumunu kullanırız the da kullanamayız. Oil has nearly doubled in price.(not the oil...) Chidren usually start walking...( not the children...) Fakat tekil sayılabilen isimlerle bazen the kullanabiliriz. Who invented the telephone? -Kısaltılmış şekiller:
Kısaltılmış şekillerde genellikle artikelleri ihmal ederiz. --Gazete başlıkları: MAN KILLED ON MOUNTAIN --Başlıklar: Introduction Chapter 2 Section B --Resim etiketlemeleri: Mother and child.
--Notlar, uyarılar, posterler vs: SUPER CINEMA, RITZ HOTEL
--Talimatlar: Open packet at other end --Numaralama ve etiketleme: Control to Car 27:can you hear me? ...Turn to page 26. --Sözlük kelime tanımlamaları: palm inner surface of hand... --Listelemeler: take car to garage.pay phone bill;... --Notlar: J thinks company needs new office. -Harf, harf yer alan kısaltmalar: telaffuz. Bu kısaltmalar sık sık son harfleriyle kısaltılır.
the BBC= -DI-Bİ-Bİ-Sİ the USA=-DI-JYU-ES-EYİ Eğer bu kısaltmalardan birinin a/an/the artikeli varsa, artikelin şekli ve telaffuzu kısaltmanın ilk harfinin telaffuzuna bağlıdır.
---an IRA attack ---a US diplomat ---a BA degree ---an MP (EM-Pİ) -Akronimler (Bir kelime gibi telaffuz edilen kısaltmalar) Artikeller, akronimler içinde genellikle ihmal edilir,atılır. UNESCO(= NOT THE UNESCO) -LAST WEEK,MONTH İLE THE LAST WEEK ,MONTH ARASINDAKİ FARK. Last week geçen hafta anlamında 1 hafta öncesi olarak ifade edilen periyot olarak anlaşılır, aynı şey last month kullanımında 1 ay öncesi olarak ifade edilen periyot olarak anlaşılır.Örneğin bugün 8 haziran salı olsun, burada last week demek cumartesiden başlamak üzere geriye doğru olan bir haftadır.Örneğin 20 haziran 2001 deyiz diyelim, last month demek 21 gün önce olan örneğin 30 mayıs ve öncesine ait olan aydır. Yani artikelsiz last week sadece geçen haftadır 7 gün öncesi değildir veya artikelsiz last month sadece geçen aydır 1 ay öncesi değildir. The last week ve the last month ise sırayla tam 7 gün öncesinden başlayan hafta ve tam 30 gün öncesinden başlayan aydır. Örneğin 8 haziran salıdayız ve the last week dersek tam 7 gün öncesinden geriye doğru alınacak zamandan ve 20 haziran 2001'de olduğumuzu düşünürsek the last month demek tam 30 gün önce örneğin 20 mayıs 2001'den önce başlayan zaman dilimidir. Aynı şey the /next week ve the/ next month kullanımlarında da vardır. -İngilizce'de normal olarak sıfatlar artikel alamaz. Fakat bazı sıfatların 'özellikle belirgin toplumsal veya fiziksel durumundan dolayı iyi bilinen, tanınan grup isimlerini oluşturmak için' önlerine ''the'' artikelini aldıklarını görebiliriz. ---He is collecting money for the blind. ---The unemployed are losing money. ...the blind, the dead, the deaf, the handicapped, the jobless, the mentally ill, the old, the poor, the rich, the unemployed, the young. Yalnız bu tür bir gruba isim olan kelimeler apostrof s kullanımıyla kullanılamaz.
the problems of the poor....not the poor's problems. Yalnız and ve or ile başlayan veya iyeliklerden sonra gelen ikili gruplarda the artikeli olmadan da fakat many veya more sıfatlarıyla veya benzeri ikileme yapan sıfatlarla birlikte kullanıldığında bu tür sıfatlar yine bir gruba isim olan yapılar olarak ele alınır zaten sıfatın sıfatı nitelemesi gibi bir durum sözkonusu değildir. There are more unemployed than ever before. opportunities for both rich and poor. give me your tired,your poor... -Milliyet ifade eden sıfatlarda: -sh veya -ch ile biten birkaç millliyet sıfatı,isim kullanımı olmadan the artikeliyle çoğula isim olacak şekilde kullanılır. Örnek, Irish, Welsh, English, British, Spanish, Dutch ve French gibi. The Irish are very proud of their sense of humour. Fakat aynı şey ...ish ile bitenlerde isim oluşturma anlamında aynı kullanıma sahip değildir. the Danes veya the Turks fakat the Danish veya The turkish değil.
Bazı belirgin resmi ifadelerde ise the +adjective kullanımı tekil bir kullanıma sahiptir. Bunlar the accused,the undersigned,the deceased,the former ve the latter dır. The accused was released on bail. ...Mr Gray and Mrs Cook;the latter is a well known designer. DEVAM EDECEĞİZ... NOT: Kitap okumayı çok severim. İnsan ne elde ederse ama iyi anlamda ne elde ederse daima kitaplardan elde eder. Savunduğunuz her şeyin doğrusu eğrisi kitaplarda vardır. Çünkü size gelmeden önce, aynı ilaçlar gibi epey bir kontrolden geçerler. Her hafta bir iki günümü kitabevleri, kitapçılar veya sahaflarda geçiririm. Yeni kitaplara ve eski kitaplara bakarım ama asla popüler olanlarına değil-kusura bakmasınlar. Girdiğim çok katlı bir kitapçıda araştırma yaparken önceki haftalarda görmediğim bir kitap daha doğrusu bir sözlük gördüm. Sanırım yeni çıkmış. Bir tane kaldığı için normallerine göre pahalı olmasına rağmen hemen satın aldım. Sadede gelirsek; onu satın almamın sebebi beni bile şok eden bir bilgi içermesiydi. Ben yıllardır İngilizcede 150 milyon ortalama kelimeden bahsedildiğini yine onların tescilli, onaylı belgelerine göre yaklaşık 15 yıl öncesinden bu yana söylerdim ve ispatını veriyordum.Bu sözlük ise İngilizce kelime veritabanındaki 2.5 milyar (2.5 billion=2.500.000.000=iki buçuk milyar=iki milyar beş yüz milyon) kelimeden evet iki buçuk milyar kelimeden seçilen kelimelerle oluşturulmuş. Şimdi bu sözlüğün adını vermeyeceğim. Çünkü müfredatımız 100 bin kelimeyi 8 ayda öğretiyor söylemimize aklı havsalası almayan uzayda sadece ceset olarak yer kaplayan güruh e-maillerimize küfürlü sözler yazıp inanamadıkları için,aynı zamanda olur mu 150 milyon kelime diye, destekli
teorimize de karşı çıkan aynı güruh olduğundan, ama her seferinde ispatlarımızla serildikleri yere daha fazla yapıştıkları için onların şimdi en azından omuzları arasındaki yuvarlakla dünyada 7 milyar insan varken 2.5 milyar İngilizce kelime olur mu şeklindeki haşlamalıklarını beklemeye karar verdim. Onlar şakımaya başlayınca söz konusu orjinal İngilizce sözlüğün ismini verip suratlarının gökkuşağıvari şeklini hayal edip rahatlayacağım. YAŞASIN OKUMAK deyip İnşaallah bu ülkede herkes İngilizce dilini hakkıyla öğrenir temennimizle bizi izlemeye devam edin diyoruz. Ayrıca bir fikri veya bir yazıyı kalitesiz bulmak sadece fiziksel olarak ağzı ve ağzında dili olanın cüret edeceği bir olgu değil aynı zamanda bilgi de gerektirmektedir. Bazı haşlamalar bir kaç yazıdır yazdıklarımıza cesaretleri VARSA ekleme yapmakla, YOKSA DA kendi kaliteleri gereği sürekli okudukları teksas, tommikslerine dönmekle en iyisini yaparlar bizi okumasalar da olur. Bazı yazılar vardır; sizi hak etmeleri gerekir, bazı yazılar vardır; sizin hak etmeniz gerekir. Sadece Allah'a (c.c) borçlu olduğumuz organlarla ve ömür boyu bir şey katmadan verimsizce onları kullanmak adına yaşamak, fotosentez yapmaktan sadece bir tık ötesidir, gerisi ise otla saman arasındaki ince çizgi. O yüzden hayatım boyunca hakkını veremediğim hiçbir bilgiyi sahiplenip okumadım, bazılarına tavsiyem de budur. Artikel, artikel olalı böylesi görülmedi! Haftada 4 sayfayı yapmayan ademoğlu 3 saatlik sınavda 24 sayfayı okuyup, analiz edip çözüp, işaretleyip ve yine okuyup analiz edip, çözüp işaretleyip ve yine okuyup analiz edip, çözüp işaretleyebilir mi? Evet artikel olgusuna kaldığımız yerden devam edelim. --- Çift karşılaştırmalar --- Karşılaştırmaları, şeylerin birlikte değiştiği veya farklılaştığını söylemek için veya iki değişken niceliğin sistematik olarak ilişkili olduklarını ifade etmek için the... the... şeklinde kullanırız. Kelime sıralaması, her iki cümlecik için de: the + karşılaştırma ifadesi +cümle yapısı The older I get,the happier I am. The more dangerous it is,the more I like it. More ifadesi ise bu yapıda bir isimle birlikte kullanılır. The more money he makes,the more useless things he buys. Bazen, that kelimesi ilk yapı endikatörüden önce kullanılır. The more information that comes in,the more confused the picture is. Bu yapının kısa bir şekli the more the merrier gibi veya the better ile biten cümlelerde kullanılır. 'How do you like your coffee?' 'The stronger the better.' Bu yapıda, the artikeli normal bir artikel kullanımı değildir. Fakat 'by that much' anlamında işaret zamiri formu gibi orjinal olarak kullanılır. --- (a) little ve (a) few kullanımı.
Burada (a) little kullanımını tekil veya sayılamayan kelimelerle ve (a) few kullanımını çoğullarla kullanırız. I have little interest in politics. Few politicians are really honest. We have got a little bacon and a few eggs. -little ve a little ile few ile a few arasında bir farklılık vardır. Artikelsiz kullanımda little ve few genellikle oldukça olumsuz anlamlara sahip olarak veya 'not as much/many as one would like','not as much /many as expected'. Türkçesiyle little ve few az ama bu azlık olması gereken alt limitin de altında bir azlık anlamındadır. -a little ve a few kullanımında daha pozitif bir durum söz konusudur: anlamları daha çok some anlamına yakındır. 'better than nothing' veya 'more than expected' kullanımıyla aynı anlamdadır. Türkçesiyle a little veya a few da anlam az ama bu azlık istenen azlığın alt limitinden başlayan veya istenen ölçüler alt sınırından başlayan bir azlık. Would you like a little soup? You do not need to go shopping.We have got a few potatoes and some steak. Cactuses need little water.(fazla suya ihtiyaçları yok) Give the roses a little water every day.(çok değil fakat yetecek kadar azlıkta) --- The artikeli the=enough anlamında 'enough' ile aynı anlamda kullanılır. I hardly had the strength to take my clothes off. I did not quite have the money to pay for a meal. Time ve room kelimeleri 'enough time' ve 'enough room' anlamında yalnız başına sık sık kullanılır. Have you got time to look at this letter? There is not room for everybody to sit down. --- Gazeteler ve dergile Gazete isimleri genellikle the artikeli alır. The Times, The Washington Post Dergi isimleri genellikle the artikeli kullanmaz. New Scientist --- Yer isimleri Aşağıdaki türde yer isimleri için the kullanılır. Denizler: the atlantic Dağ grupları: the himalayas Ada grupları: the west islands Nehirler: the rhine Çöller: the sahara Çoğu hoteller: the grand hotel Çoğu sinema ve tiyatrolar: the odeon, the playhouse
Çoğu müze ve sanat galerileri the british museum, the frick Kıtalar, ülkeler, devletler, ilçeler, kazalar vs. için artikel kullanılmaz: africa, brazil, texas, berkshire, westphalia. Şehirler: oxford Cadde, sokaklar: new street, willow road Göller: lake michigan İstisnalar (İngilizcenin özelliğidir KORKMAYINIZ. Her, bir tarafları sıkıştığında, hep bir istisnaları vardır.) republic, state ve union gibi yaygın bir ismi, isimlerinde kullanan yerler için. Örneğin: the people's republic of chine (prc yani bazıları bunu İngiliz veya Amerikan sanıyor hala), the united kingdom, the united states gibi. İngiliz İngilizcesinde önemli kamu binaları ve şehir örgütlenmeleri, kurumlarının başlıklarında alışıldık bir durum değildir. oxford university hull station bristol zoo vs. Amerikan İngilizcesinde the bu tür durumlarda daha sık kullanılır. the san diego zoo the detroit city council Tekli dağ isimlerinde farklılık vardır. Çoğu, artikel içermez. everest, kilimanjaro, snowdown, table mountain Fakat le mont gibi dağlar dışında the artikeli Avrupa dağ isimlerinin İngilizce versiyonlarında genellikle ifade edilir. the meije(le meije),the matterhorn(=das matterhorn),mont blanc(not the mont blanc) --- Ölçümler by edatıyla başlayan ölçüm ifadelerinde the artikeli kullanılır. Do you sell eggs by the kilo or by the dozen? She drinks cough medicine by the litre. a ve an artikeli ise bir ölçüm birimiyle başka biri arasında bağlantı kurmak için kullanılır. sixty pence a kilo thirty miles an hour twice a week,on average. a third of a pint --- Vücut parçaları Bir kişinin vücudunun parçalarıyla ilgili veya parçaların kısımlarıyla ilgili konuştuğumuz zaman, the yerine iyelik durumlarını kullanırız. Katy broke her arm climbing. Bununla birlikte vücut parçalarından konuşursak, bir cümleciğin nesnesiyle veya edilgenin
öznesiyle bağlantılı olan edat takımlarında genellikle the artikelini kullanırız. She hit him in the stomach. Can't you look me in the eye? Bu durum be+adjective kullanımında da meydana gelebilir. He is broad across the shoulders. --- Hastalıklar. Hastalık isimleri standart İngiliz İngilizcesinde genellikle sayılamazdır. The artikeli örneğin the measles, the flu gibi bazı bilinen hastalık isimlerinden önce informal olarak kullanılabilir, diğerleri artikel bulundurmaz. Amerikan kullanımı bazı durumlarda farklıdır. I think I have got (the) measles. Have you had appendicites? İstisnalar: a cold, a headache (Amerikan ayrıca... an earache, a backache) --- Şaşırma vs gibi ünlem endikatörleri. What’tan sonraki ünlem ifadelerinde tekil sayılabilen isimlerle a/an kullanılır. What a lovely dress! Sayılamayanlarla kullanılmaz. What nonsense! What luck! --İş ve pozisyonlar. Bir kişinin ne iş yaptığını söylediğimiz zaman genellikle a veya an kullanırız. She is an architect. the queen elizabeth, president lincoln gibi başlıklarda kullanılmaz. queen elizabeth had dinner with president kennedy. the queen had dinner with the president. the artikeli, bir kişinin bir organizasyon içinde bir tek olan bir pozisyonda olduğunu veya o pozisyona sahip olduğunu söylediğimizde bir cümlenin tümlecinde genellikle kullanılmaz. They appointed him head librarian. He is a librarian. He was elected president in 1897. --a ve an. Bir sesliden önce genellikle -e- sesi şeklinde artikel telaffuzu yapmayız. Böylece bir sesliden önce a artikeli an e doğru değişir. a rabbit a lemon an elephant an orange a ve an arasındaki seçim hecelemeye değil telaffuza bağlıdır. an artikelini bir sessiz olarak yazılsa bile bir sesli harften önce kullanırız. an hour an mp a artikelini ise bir sesli olarak yazılsa bile bir sessiz sesten önce kullanırız. a university a one pound coin
Eğer ilk hecesi vurgusuz ise, h ile başlayan kelimelerden önce bazı kişiler a değil an kullanır. an hotel (a hotel daha yaygındır) an historic occasion (a historic daha yaygındır) a artikeli bazı zamanlar bir tereddüt anından önce veya aşağıdaki kelime veya ifadeye dikkat edelim derken veya the ile ilgili bir karşılaştırma yaparken /eı/-eyı_ şeklinde telaffuz edilir. It is a /eı/ reason-it is not the only reason. --- the artikeliyle ilgili telaffuz. the artikeli bir sesliden önce -di- şeklinde bir sessizden önce -dı- şeklinde telaffuz edilir. the ice -di ays- the snow-dı snau- -di- veya -dı- arasındaki seçim hecelemeye değil telaffuza bağlıdır. Sesli bir sesten önce sessiz ile başlasa bile -di- şeklinde ve sessiz bir sesten önce sesliyle başlasa bile -dı- şeklinde telaffuz edilir. the hour-di auu- the mp -di empithe university -dı junıvösiti
the one-pound coin -dı van pağnd kayın.
Bir tereddüt anından önce veya aşağıdaki kelimeyle ilgili şeklinde bir vurgu ifadesinde bir sessiz ile başlasa bile vurgulu bir -di- telaffuzu yaparız. --the’nın all anlamında kullanılmadığı genel olarak şeylerden bahseden kullanımlarda artikel kullanılmaz. books are expensive (not the books....) DEVAM EDECEĞİZ... NOT: Geçen pazar günü Türk’ün korkulu rüyalarından biri daha rüzgar gibi geçti: KPDS SINAVI. Bir sevgili kurban gelip, “hocam daha 40. sorudayken sınav bitti” dedi. Oysa ben bu tür dil sınavlarına hayatım boyunca 50’ye yakın defa girmişimdir ve hep en az 1.5 saat önce bitiririm. Peki, ne oldu da sınavda daha 40. soruda iken vatandaşımız için zaman olarak sınav bitti. Bu olaya da her olay gibi tam ortadan bakalım. KPDS sınavı 80 soruluk bir sınav, yaklaşık olarak her sorunun 1 satır her şıkkın da bir satır olduğunu düşünürsek o zaman her soru 1+5 soru cümlesi ve 5 şıkla beraber toplam 6 satır tutar. 80 soruluk sınav da yaklaşık 6*80=480 satır tutar. Peki, Türkiye standardı için (benim standardım veya dünyanın ki değil asla) 20 satır 1 sayfaya eşittir dersek ve 480 : 20 dersek 24 sayfa çıkar. Biz müfredatımız boyunca kişilere haftada 4 sayfa literatür çalışmasını gördükleri teorik bazda haftalık olarak analiz ettiriyoruz. Yani haftada 1 gün derse gelip kalan 6 gün sadece 4 sayfa okuyup analiz edip gelecekler olay bu! Peki, ne oluyor haftada 4 sayfayı okuyup getirmeyenler o kadar çok veya zamanla çoğalıyor ki. Tüm dünyada medeni dünyada günde 20 sayfaymış okuma oranı. Haftada 4 sayfayı yapmayan ademoğlu 3 saatlik bir sınavda en az 24 hadi 4’ü de atın 20 sayfayı okuyup analiz edip çözüp işaretleyip ve yine okuyup analiz edip çözüp işaretleyip ve yine okuyup analiz edip çözüp işaretleyebilir mi? HAŞA... asla... katiyen yapamaz.
Kemal Sunal’ın (Allah (cc) rahmet eylesin)dediği gibi YAPABİLEMEZ, yok böyle bir şey! Peki ben bu hesabı yaparken bir akrabalık ilişkisi mi gözetiyorum? Hayır! Peki öznel duygusal bir güdü içinde miyim? Hayır! Peki, feodal bir kayırma eş dost gözetme içinde miyim? Hayır! YAHU, sadece nesnel hesaplama işi! Ülkemiz gibi güya gelişmekte olan ülkelerde okuma perhizine girmiş tıpkı fıkra gibi günde bir pul okuyup okuma ihtiyacını gideren ademoğullarının olduğu ülkelerde zaten dil de öğretilmezken ben örneğimizdeki kişiyi 3 saatte 40. soruya bile gelebildiği için tebrik ederim seni yetiştirene saygılarımla daha ne diyeyim? Geçen gün TV’de zap-zup yaparken birden bir ekran görüntüsünde bir erkeğin konuşurken dilini dışarı çıkarıp dudaklarını yalayıp içeri aldığını gördüm ve acaba bir sağlık programı mı diye açıp bakayım dedim. Gördüğüm şey bir TV programcısının Türkiye TOP MODEL şampiyonu erkek modelle yaptığı görüşme çıktı. Dikkat ettim, söz konusu ERKEK hemcinsimiz arada bir dilini çıkarıp dudaklarını hafif yaladıktan sonra içeri sokuyor. Allah, Allah dedim! Hani bazen insanın ağzı kurur olmuştur böyle şeyler ama bunun da adabı en azından biraz da gizleyerek dudakları içeri kıvırıp dilimizle ıslatmaktır en azından lisede seminer verirken saygıdeğer sıfırcı hocamız bize böyle öğretmişti . Doğrusu bu arkadaşa yakıştıramadım. En azından hareketi retorik ustalarına olmasa da erkeklere pek uymuyor. Neyse bu olayı dolaylı da olsa biraz dille ilgili olduğu için yazdım, asla dil konusu dışına çıkmak için değil. Ama hatırlatmak istiyorum demişler ya ”biz de biliriz neyle neyin yendiğini ama evde dönenle pilavla hoşaf” diye. Çoğu medyadaki birçok yazardan daha sağlam her konuda yazarız ama sadece izlemeye devam ediyoruz. İngilizcenin yengesi KPDS KPDS sınavından 85 in üstünde alamayan tüm İngilizce hocalarının da ilkokuldan doktora hatta postdoktoraya kadar işten el çektirilmelerini talep ediyorum! Son yapılan KPDS sınavının sorularını incelediğimde aklıma hemen; şu soruyu görürsen bunu ara, yok şöyle bir şey görürsen bunu ara, yok kolay yol, yok pratik yöntem, yok efendim soru tiplerine göre kolay yol safsatası yapanlar geldi ve suratlarının aldığı şekiller kafamda canlandı. Soruların tamamını incelediğimde sadece yapı olarak değil ama kelime ve terimler anlamında müfredatımızdaki kelime ve terimlerle aynıları olduğunu gördüm. Yapı olarak diyemem. Çünkü zaten her İngilizce müfredatı bir şekilde yapılarla ilgili şöyle veya böyle fikir verir. KPDS sınavı, bazı fikir noktalarının başka bazı fikir noktalarına olan üstünlüklerini ekoller bazında, acıtmadan, çaktırmadan ve eleyici mantıkla ele alarak hazırlanmış saçma sapan bir sınavdır. Bu sınavdan 90 alıp da geçmiş yıllarda öğrencim olan kişiler olmuştur. Şu anda farklı gruplarımızda bu sınavdan 70 ile 85 puan arasında alan 20 ye yakın kişi vardır. Madem ki 70 dünya çapında iyi derecedir. O zaman neden 70 alan veya 88 alan İngilizce kursuna gider. Bu ülkede gider. İnsanlara İngilizceyi değil de yazı tura atmanın inceliklerini öğreten tüm öğreticileri kınıyorum. Dilde kolay yöntem diye yüzlerce sayfalık kitap yazana dilciden başka her şey denir. Matematikte kolay yöntem olur dilde asla olmaz zaten olmadı da. İşte bu yüzden bazıları enayiliklerine asla doymasın. Bir pratik yolcunun 1000 sayfalık pratik yol kitabında paragraf sorusu çözmenin pratik yolları şöyle anlatılmış:
-a- şıkkı yanlış çünkü burada anlatılanla paragrafta o kısımda anlatılan uymuyor, -b- şıkkı yanlış çünkü burada anlatılanla paragrafın o kısmı uymuyor, -c- şıkkı yanlış çünkü anlam olarak paragrafın ilgili yerine uymuyor, -d- şıkkı yanlış çünkü paragrafta anlatılan kısımla alakası yok ve evet -e- şıkkı doğru. Çünkü hem anlam devamlılığı hem de yapı paralelliği açısından hem de anlatılanlarla uyumlu olduğu için doğru. Yuh yani! Peki hani burada pratik yol kardeşim desene burada, önce paragrafı okuyup anlayıp, sonra soru cümlesini okuyup anlayıp, sonra şıkları okuyup anlayıp soruyu çöz. Bir başka güya pratik yol da diyalog sorularının çözümü için: A kişisi...... B Kişisi....... A .............. B kişisi...... A kişisi ne demiştir? CEVAP: -a- şıkkı yanlış çünkü anlam devamlılığı sağlamıyor, -b- şıkkı yanlış çünkü iki cümle arasına uymuyor, -c-ve -d- şıkları da anlam devamlılığını sağlamıyor ve evet doğru cevap -e- çünkü iki konuşma arasında anlam devamlılığı sağlıyor. ALOOOOOOOOOOO. Hani burada pratik yol. Resmen tüm diyaloğu anla şıkları anla ve çöz desenize. Pratik yolmuş, kim kimi yolmuş belli değil. Sayısal lotoda en çok çıkan sayılar gibi KPDS de en çok çıkan kelimeler diye kitapların çıktığı, İngilizcede 'which' görürsen 'hiç' ara ,YENGENİ görürsen teyzeni ara, İngilizcede virgül görürsen v3 ara gibi (virgülden sonra her türlü fiil formu gelir HANGİ BEYİNSİZ V3 ARA DER Kİ) aymazlık ve ağzıma almaya utandığım sıfatlıkların yaşandığı bir yerde, bir platformda insan gibi çalışmak bir yana nefes almak bile mide bulandırıyor. İNSANLARI BÖYLE ŞEYLER VARMIŞ GİBİ TEMBELLİĞE ALIŞTIRDIKLARI İÇİN 2000 YILINDAN BERİ İKİ SAYFA ÖDEV YAPTIRMAYA KALKTIĞINIZDA 'APTAL APTAL' DERS ÇALIŞACAĞIMIZI BİLSEYDİK KENDİ KENDİMİZE ÖĞRENİRDİK LAFLARI GİBİ MORONLUKLARLA KARŞILAŞMAKTAN BIKTIM ARTIK. DEMEK Kİ BU ŞU DEMEK ADAM MAKİNA MÜHENDİSLİĞİNE GİRİYOR VE HOCAYA DERS ÇALIŞACAĞIMI BİLSEYDİM KENDİ KENDİME MAKİNA MÜHENDİSİ OLURDUM DİYOR. Kitap okumayı 'Düşünceyi öğrenme' ,'İnsanları etkileme sanatı' ,'Sırlar', 'Zengin olmanın püf noktaları', 'Önce hayal et sonrası gelir' vs saçmalıklar olarak gören, kelime kartları gibi saçmalıkları otobüs, metrobüs vs yerlerde gözünüze sokarcasına bak ben okuyorum diyerek okuma saçmalığını sergileyen, Allah(c.c) sizi ıslah etsin diyeceklerime, onlar yerine yanlarında pul taşıyıp okumalarını en azından gözleri bozulmaz diyerek Allaha(c.c) havale ediyorum. Tartışmaya girmek, adabıyla olduğundan ve edepli olanları bulmak kolay olmadığı için fazla uzatmadan kolay yolcuların ruhuna fatiha diyerek 'discourse markers' da denen diskors markörler yani gramatik olarak- kullandıkları yapılarla-'bir cümleden daha uzun olabilen dil parçaları' da diyebileceğimiz ve son sınavda yirmiye yakını çıkan dil yapılarını inceleyelim. in the mean time...bu arada soon after..hemen sonra
the minute....ir...mez...maz(the moment that) sooner or later...er ya da geç lack..e sahip olmamak,yoksunluk,eksiklik sooner/would sooner..than...dense..yi tercih more and more..giderek daha çok speaking generally..genel olarak in the long run..sonunda straight away...derhal,hemen more often than not..çoğu kez strange as it may seem..tuhaf ama. at last..sonunda strangely enough...tuhaf ama much as..her ne kadar...sede.sada strictly speaking..kesin olarak söylemek gerekirse in the light of..ışığında subject to..maruz kalmak much less..şöyle dursun subsequent..izleyen at long last..en sonunda subsequent to..ı takiben,...den sonra much rather..dense...iyi yeğlemek successive..birbiri ardına in the hope that..ümidiyle such...as...gibi,kadar much the same..hemen hemen aynısı such as it is..kusurlarına karşın last but not least..sonuncusu ama önemsizi olmamak such/as such..belirtildiği şekilde much to one's noun..much to my surprise,she was ready. such as to..ecek şekilde
in the hands of..ellerinde,denetiminde such/(no)such thing as..diye bir şey (yok) such that..öyle ki much too..çok fazla suppose..diyelim ki last of all..son olarak supposed to,be..meli-malı must..zorunluluk,mantıksal çıkarsama,gereklilik,insani zorunluluk,serzeniş. supposedly..olduğu varsayılan in the guise of..kılığında supposing that..diyelim ki must have..geçmişe ilişkin tahmin,zorunluk sure enough..beklendiği gibi late..geç,son zamanlarda,merhum surprisingly..şaşırtıcı biçimde namely..yani,isim vermek gerekirse..that is to say..i.e take...sürmek,gerektirmek in the form of..şeklinde thanks to..yüzünden,nedeniyle,sayesinde naturally..doğal olarak,kuşkusuz. that..şu,adı geçen,bu of late..son günlerde that is...yani near..yakın...at or to or within a short distance,no great distance from that is to say...yani in the first place..ilkin nearby..yakın..close at hand,adjacent,neighboring,not far away later on..daha sonra that is why...işte bu yüzden,bunun için nearly..hemen hemen
the fact of the matter..işin gerçeği in the face of..yüzünden the few...küçük bir gurup necessarily..ille de,zorunlu olarak the first/last but one...bir önceki latter..sözü edilen iki şeyden ikincisi the late..merhum needless to say..söylemeye hiç gerek yok ki the long and the short of it...kısaca in the event that..eğer,şayet,şartıyle the minute.....ir..mez needn't..zorunda olmamak the number of...sayı at least..en azından,hiç olmazsa the other way round...tam tersine needn't have..geçmişte yapmak zorunda olmadığımız ama yaptığımız şeyler the others...diğerleri in the event of..takdirde the present...günümüz,şu anda neither..nor...ne....ne de.. the same as..ile aynı.. not in the least..hiç then..o zaman,ondan sonra,o halde,o zaman ki never mind..boşver,aldırma then again...diğer taraftan in the end..sonunda..zaman,süreç olarak..sübjektif at kullanımı değil. then and there..hemen ve orada nevertheless..fakat,ama yine de thence...oradan,bu nedenle least of all..en az
thenceforward ...ondan- o zamandan sonra next but one..önümüzdeki,bir sonraki there again...ek bilgi verilirken kullanılır in the dead of the light..gecenin koyusunda there and back..gidiş dönüş mesafesi next to..bitişik,yakın therefore..bu yüzden,bu nedenle,dolayısıyla less and less..giderek daha az therein..orada,o şekilde next to impossible..hemen hemen imkansız thereof..oradan,onunla ilgili in the course of..zamanla,zaman içinde thereupon..bunun sonucu olarak,ondan hemen sonra,bunun üzerine next to nothing..çok az,hemen hemen hiç therewith..bununla birlikte,buna ek olarak no less than..den az değil think better of it..yeniden düşünmek,fikrini değiştirmek nil...sıfır,hiç this and that...şu yada bu,ıvır zıvır şeyler in that case..bu durumda this is why..bu nedenle no doubt..hiç kuşkusuz thoroughly..tamamen bütünüyle lesser daha az önemli though..e rağmen no less a(person etc.) than..hiç de daha az,önemsiz thrice..üç kez,üç kere,üç defa in that..açısından through..bir uçtan öbür uca,baştan sona,içinden no longer..artık
through and through..her tarafı,her yönden let alone..şöyle dursun throughout..baştan başa,her tarafında,boyunca no matter..nereye,kim,ne kadar,nasıl.....olursa olsun thus..bu nedenle,böylelikle,bu yüzden in terms of..şekliyle,yoluyla thus far..şu ana kadar no more/less..than...den daha fazla/az till..e kadar liable..eğilimli,sorumlu olmak yet again..bir kez daha no other than..den başka (değil) year in year out..yıllarca in support of..destekleyerek year by year..yıldan yıla no soooner.....than.....ir..mez,henüz...dı ki year after year..yıllarca likelihood..olasılık wrongly..yalışlıkla no use...yararsız,faydasız would sooner..than...dense in succession..birbiri ardına would rather..ı yeğlemek no way..asla at worst..en kötüsü likely to/be..eğiliminde worse still..daha da kötüsü no wonder..şaşılacak bir şey yok without so much as..sızın in spite of the fact that..e rağmen,karşın
without regard to..i dikkate almaksızın seldom..nadiren,nadir olarak without question..hiç kuşkusuz little by little..yavaş yavaş,parça parça without doubt..hiç kuşkusuz self..kendisi without...siz,sız,meksizin,maksızın,meden madan in spite of..e rağmen,karşın. within..içinde shall..öneri,gelecek zaman endikatörü,söz.buyruk,kesinlik with this in mind..aklında olarak little different..hemen hemen aynı with this..bununla,bunu belirterek shall have...perfect modal..gelecekte belirli bir anda tamamlanacak olan eylemler. with the exception of..hariç,dışında in short..kısaca,söylemek gerekirse with respect to..hakkında to be at a loss..şaşkın,ne yapacağını bilememek with regard to..ile ilgili olarak shortly..hemen with reference to..ile ilgili olarak in return..karşılığında with an eye to something..niyetiyle shortly after..kısa bir zaman sonra with a view to..niyetiyle made up of..den oluşmak why ever...why soru sözcüğünü vurgulama şekli should..meli-malı,ivedi,gerekli,devrik koşul cümlelerinde,resmidilde,beklenti. whole-as a whole..bütün,tam,tüm,bir bütün olarak in response to..cevap olarak,karşılığında
whither..nereye should have..gerçeğe aykırı geçmiş,çıkarsama,duygu whilst..while ile aynı anlamda resmi kullanım(deniz otobüslerindeki anonsları dinleyin) many a..pek çok while-for a while..kısa bir süre için similar to..e benzer wherein..orada in reason..akla uygun whereby...yoluyla since..den beri whereas..iken,rağmen no matter..kim,ne,ne kadar olursa olsun where..nerede,şimdi,,ki orada so..bu nedenle,bu kadar,öyle ki whatsoever..her ne in question..söz konusu,tartışma konusu whatever..her ne anlama geliyorsa so-as long as..ı sürece,müddetçe what's more...dahası,üstelik may/might as well..bari,en iyisi what of it..neden önemli olsun ki so..as to...ecek kadar what..like...nasıl in quest of..arayarak so as to..mek için-sın diye may have to..geleceğe yönelik olasılık so-called..denilen in proportion to..oranla so far..şimdiye kadar,şu ana kadar may well be..geleceğe yönelik olasılık
so far as..kadarıyla in principle..temel olarak so far from...şöyle dursun meanwhile..bu arada so long (ago) that..öyle uzun zaman önce..ki in place of ..yerine so much so that..o kadar ki,öyle ki mere..sadece,tek,sırf so that..ması için,amacıyla,msın diye, in person..bizzat,şahsen so to speak..bir benzetme yapılırsa might..may den daha az olasılık somewhat..biraz,oldukça in part..kısmen somewhere..bir yer,bir yerde might have..geçmişe ilişkin olasılık DEVAM EDECEĞİZ... Not: Bu sınav, ülkemizde verilmeyen İngilizcenin sınavıdır. Bir okurun dediği gibi bu sınava bir zamanlar dendiği gibi 'kabak yetişmeyen zamanda*'profesör-prof- olanların da girmesi sınavın hakkaniyeti için elzem olacaktır. Ayrıca bu sınavı hazırlayan kurula ben bir yabancı dil sınavı hazırlayayım eğer 100 üzerinden 30 u geçerlerse bir daha İngilizcenin 'i'sini ağzıma almayacağıma yemin ederim. Geçen haftaki sınavın master kitapçığını indirip ilk 30 soruyu lavaboda otururken çözdüm ve 30 da 30 ve gördüm ki daha fazlasına bakmaya gerek yok, sadece 18 dakikamı aldı ve diyebilirim ki böyle saçma sapan bir sınav olamaz. Okumayı, cümle kurmayı öğretmediğiniz, okumanın ,cümle kurmanın öğretilmediği bir topluma, dünyada bir zamanlar yamyamların torunları olanların bile şu anda demedikleri anlıyorum ama konuşamıyorum 'asla olamayacak' söylemini adından daha fazla ezberleten GÜRUH ne kadar övünse yeridir. Dilde yozlaşmanın ayyuka çıktığı bir mekanda iletişimin önkoşulu olan cümle kurmayı öğretmeye her türlü engele rağmen devam edeceğiz. Ayrıca geçen pazar ki yazımda bahsettiğim sözlük hakkında kelam edecek zat çıkmamasına rağmen laf ağızdan çıkar diyerek sözlüğün adını vereyim.
COLLINS İN SON SÖZLÜĞÜ 500.000(BEŞ YÜZ BİN)KELİMELİK.ÜLKEMİZDEKİ SATIŞ FİYATI 110 LİRA EN AZINDAN BEN BÖYLE BİR FİYATA ALDIM. Madem ki KPDS gibi bir sınav dil bilmenin endikasyonlarından biri kabul ediliyor o zaman aşağıdaki teklifim de dikkate alınsın. KPDS sınavından 85 in üstünde alamayan tüm İngilizce hocalarının da ilkokuldan doktora hatta postdoktoraya kadar işten el çektirilmelerini, 85 in altında kalan 'tüm profesörler*'in de rütbelerinin*** sökülerek asistan düzeyine indirilmesini talep ediyorum. Benim müfredatımın ilk 50**saatinden hazırlanmış 20 soruluk bir sınavı geçecek olan tüm 'BU TÜR'* profların da benim gözümde ordinaryüs olduklarını şehir meydanlarında haykırarak deklere edeceğimi gururla ifade etmek isterim. *prof olmanın askerlik gibi 3 sene de bir rütbe almak olduğunun anlaşıldığı bir ortamda bence KPDS mengenesi herkes için olmalı. **sitemizi inceleyiniz lütfen, quizler kısmı. ***Amerika ve batı ülkelerinde profesörler de yaptıkları çalışmalara göre taltif, terfi tenzili, artırımı vs gibi prosedürlere maruz bırakılmaktadır. Dünyada her şeyin profesörlüğe kadar olduğu ve bu düzeye gelenin bir nevi dokunulmazlığa kavuştuğu başka ülke yoktur. Ah İngilizce, vah İngilizce! Discourse markers çalışmamıza devam edelim ama KPDS ile ilgili bir kaç kelam edip, izninizle iddialı bir meydan okuma çağrısı yapacağım, Geçen yazıda KPDS’nin kolay yöntem bazlı bir sınav mı yoksa cümle analizi ve okuyup anlamaya mı dayalı bir sınav olduğu sorunsalı üzerinde durmuş ve kararı yıllardır tanışmaktan bıkmayan, boşluk doldurmayı şiar edinmiş, yengesini görünce teyzesini aramaya odaklı, anlayan ama konuşamayan, okuyan ama yazamayan, yazan ama anlayamayan, gören ama duyamayan, dokunan ama elleyemeyen elitlerin yüce anlayışı ve idrakine bırakmıştık. Biz o kadar elit olmadığımız ve köylü kökenli bir aileden geldiğimiz için kendilerini asla anlayamadığımızı belirterek tüm bu elit ruhlardan aynen hayatlarına devam etmelerini bizim kusurumuza bakmamalarını temenni ederek, sakın açıp kitap okumamalarını yakında Matrix filmindeki gibi bir Türk vatandaşının “çubuğu tak, on dakika sonra on tane dil bil, helikopter kullan, bir anda tüm tıp bilgisini aklında bul” gibi bir YÖNTEMİ bulacağını ve tüm dünyanın şu anda olduğu gibi ağzı açık bizi izlemeye devam edeceğini de müjdelemek isteriz. Biz tüm bu mucizeleri gerçekleştiremiyoruz... Biz insanlara sıfırdan cümle kurmayı, kurulu bir cümleyi anlamayı, analiz etmeyi, haftada sadece bir gün suratımızı görüp kalan altı gün- daha önceki eğitim hayatlarında daha azını yaparak meslek edindikleri bir çalışma temposuyla günde iki saatlerini ayırıp (-çünkü onlar ilk, orta, lise, lisans, master ve doktorayı daha az çalışarak elde etmiş ulu varlıklar ki bizim angaryamız için özürler dileriz, zaten dil öğrenmek nedir ki beş gün kursa gidip mini etekli, garsonluk yapmış ama İngiliz vatandaşlarından dili öğrenmektir fikirlerine de güya saygı duyarak-) çalışarak bir sonraki haftaya getirmelerini istemeye devam edeceğiz.
Şimdi discourse markers çalışmamıza devam edelim. 1- Odaklama ve bağlantı kurma. With reference to; talking; speaking of/about; regarding; as regards; as far as; …. is connected; as for: Bu ifadeler söylenecek şeyi önceden haber vermek suretiyle odak noktası haline getirmektedir. Bazıları ise daha önceden söylenen şeye atıfta bulunarak önceden bağlantı kurulanla bir bağlantı oluşturur. With reference to, iş yazışmasıyla ilgili mektupların başında başlıca kullanılan çok resmi bir ifadedir. With reference to your letter of 17 march, I am pleased to inform you that… Speaking/talking of/about….. az önce söylenen bir şeyle ilgili bağlantı kurmak için kullanılır. I saw ali and ayşe today. You know , she-‘Talking of ali, did you know he is going to Turkiye?’ Regarding, bir parça da olsa discourse (diskors) işlevi görmek adına en başa geçer. Hello, Ahmet. Now look, regarding those sales figures -I really do not think… As regards, as far as ve ….. is concerned genellikle okuyan veya yazan tarafından bir konu değişimini vurgular.… there are no problems about production. Now as regards marketing…… about production. As far as marketing is concerned, I think the best thing is… İnsancıklar bazen is concerned yapısını as far as den sonra atmaktadır. Bu durum yanlış olarak kabul edilir. As far as the new development plan, I think we ought to be very careful . As for sık sık ilgi eksikliği veya hoşlanmamaya atıfta bulunur. I have invited ali, cengiz and cevahir. As for abdürrezzak , I do not care if I never see him again İn my life. 2- Zıt noktalar arasında dengeleme sağlama. On the other hand; while; whereas: Bu ifadeler, zıt olan iki gerçek veya fikri dengelemek için kullanılır. Fakat asla bunları birbiriyle karşı karşıya getirmek için yapılmaz. Arranged marriages are common in many middle eastern countries. In the West,on the other hand, they are unusual. I like spending my holidays in the mountains, while/whereas my wife prefers the seaside. While ve whereas zıt noktaların ilkinden önce konulabilir. While/whereas some languages have 30 or more different vowel sounds, others have five or less. 3- Bir zıtlığın vurgulanması. However; nevertheless; mind you; still; yet; in spite of this However ve nevertheless, ikinci vurgulanan unsurun birinci vurgulananla olan zıtlığını vurgular. Nevertheless çok resmi bir kullanımdır. Britain came last in the World chidren’s games again. However, we did have one success, with Ali cengiz cevahir’s World record in the egg and spoon race. Mind you (daha az resmi) ve still, bir düşünce sonrası beyanı olarak zıt olan noktayı ifade eder.
I do not like the job much.Mind you/Still, the Money is OK. Yet, still ve in spite of this, daha önce söylenen şeyden dolayı bir şeyin şaşırtıcı olduğunu göstermek için kullanılabilir. He says he is a socialist and yet he owns three houses and drives a rolls. (bizim tatlı su solcuları gibi). The train was an hour late. In spite of this, I managed to get to the meeting in time. (OR… I still managed to get….) Devam edeceğiz. Not: Ben öncelikle Allah(c.c) uzun ömür versin diyeceğim sayın başbakanım olmak üzere sayın büyüklerimizden ve kamu otoritesinden KPDS sınavını hazırlayan yüce kurul üyelerinin İngilizce bilgilerini ölçmek için hazırlayacağım bir İngilizce sınavının kendileri tarafından geçilmesi halinde sayın kurul üyelerinin tek tek ellerini öperek İngilizce dünyasından elimi eteğimi çekeceğimi söz vererek duyurumu yapmak istiyorum. Yıllardır bu benim hayalimdir. Çünkü her seferinde, yanıma gelip “hocam emekliliğim geldi herhalde yardımcı doçentlikten(*) emekli olacağım ne yapacağım bilmiyorum” diyen birisi çıktığında, bende bu yarışma duygusu aynı platformda bu şahısları da aynı yarışa tabii tutmak adına her seferinde daha da depreşerek ortaya çıkmaktadır. Lütfen izin verilsin ki hem de eğer ben kaybedersem aylardır e-maillerimize iyi dileklerini sıralayan güya Müslüman ne idüğü belirsiz güruhun da ekmeğine yağ sürülmüş olur ve gayet sarih şekilde diğer iki mesleğime geri dönerim. Benim için sınav kazanmak mesele değil şimdiye kadar her dalda üniversite kazandım gerekirse yazı tura atar bir başka dala girer belki daha önce spor olsun diye kazandığım TIP’a yeniden girer hayalim olan bedava muayene ülkümü gerçekleştiririm Allah(c.c) bilir, o zaman yine kimbilir kimleri karşıma alırım. Evet, lütfen teklifim değerlendirilsin ve; ya bu sınav, benim gibi basit bir zatın hazırlayacağı basit bir dil sınavı sonucunda ortadan kalksın veya ben başka bir mesleğe doğru yelken açayım hadi bakam(bakalım yani) hodriiiiiiiiiii meyyyyyyydannnnnnn! (*)Dünyada yardımcı doçent diye bir kadro yoktur. Ülkemizde KPDS gibi saçmalıklar yüzünden kariyer dünyasının arasatı olarak ortaya çıkmış ucube bir titredir. Aynen üç ere bir subayın (1 subaya 3 er DEĞİL) düştüğü militer ortam gibi veya 1000 kişiyle çalışacak İsdemir’de(İskenderun demir çelik fabrikası) 5000 kişinin işe alınıp Ruslara sizin teknolojiniz on para etmez bakın zarar ediyoruz tafrasının atıldığı saçma konjonktürel durum gibi ülkemize has bir durumdur. Cilalı İngilizce mi sade İngilizce mi? Sizin dilinize yapısal olarak tamamen ters bir dili müzik dinler gibi dinleyerek öğrenmeye çalışmak ancak suistimalcilerin ekmeğine yağ sürer. Doğru sözü kim söylerse söylesin, aynı Çinde olsa aranacak ilim gibi kıymetlidir. 'Dert yol gösterir' der bir usta ve devamını yaşadığımız hayatla ispata mükellefizdir. KPDS sınavı gün geçtikçe dozu artırılarak enjekte edilen ötenazi maddeleri gibi toplumda bir çok çalışanın hayatının kalanını tehdit edercesine hayatının merkezine enjekte edilmeye devam
edilmektedir. Madem ki dert yol gösterecek o zaman görünen yolun kılavuzu 2 günde 1200 kelime, hafıza teknikleriyle İngilizce, hipnotik yöntemle İngilizce, uyuyarak ingilizce, 5 günde İngilizce saçmalıkları olmaya devam edecek ve İngilizcenin sadece ambalaja bakan kitlesinin CİLASI olacaksa, biz burada oyunun aktörlerini ancak izlemeye devam ederiz. Dünyanın en aptal insanı bile sayfada 500 kelime olan bir literatürü günde 20 sayfa okusa 2 günde (20.000) yirmi bin kelime tarayacağını ve bunlardan en az (3000) üç bininin aklında kalacağını bilirken 2 günde İngilizce furyasının bol paralı ahmağı ve nesnesi olmaya aday olanlar ne kadar yansalar doymasınlar.
Birkaç yazıdır verdiğimiz gramer bilgileri müfredatımızda yer alan 2 kitap dışında sokaktaki simitçinin bile bir kitapçıya girip alacağı basit gramer kitaplarında yer almaktadır. Fakat bazıları müfredat bittiğinde bile gelip, bu kitaplar nelerdi, diye sordukları için zaten okumanın dışında olan bu gibiler için yapacak bir şey yoktur. Bunlarla aynı ortamı paylaşanlara sabırlar dilerim.
Gramer okuyarak dil öğrenilmez, dünyanın tüm gramer kitaplarını okusanız yine cümle kuramazsınız. Biz müfredat esnasında grameri yazılı olarak istiyoruz çünkü bir kere yazmak on kere okumaya bedeldir.
İngilizce, ana dili Türkçe olanlar veya Türkçeyi dil olarak kullananlar için yabancı bir dildir (ikinci bir dil değil). Bu yüzden ana dili öğrendiğiniz gibi dinleyerek öğren saçmalığı ancak ahmakların zaman öldürme aracıdır. Sizin dilinize yapısal olarak tamamen ters bir dili müzik dinler gibi dinleyerek öğrenmeye çalışmak ancak yazının başında örneklerini verdiğimiz suistimalcilerin ekmeğine yağ sürer. Ama dediğimiz gibi şu birkaç satır dışında artık yazılarımız sadece has, öz, sade İngilizce konusunda olacaktır. Madem ki dert yol gösterir insanları her seferinde dertlendikleri ama yolu başka dertlerde aradıkları fasit dairelerinde dönmeye bırakıp işimize bakmaya devam edeceğiz. Bir 'çok bilmişin'ın yazdığı gibi 'restine rest ulan' lafını iade ediyor ve 3 kere üniversite takımı kurduğumuz 3 tane teorimiz olan briçte mütevazi olamayacak kadar iyi olduğumuzu, pokerde ise aynı iddiada ama sadece teorikte, satrançta ise bir alt seviyede olduğumuzu belirtip bazı seviyesizlere önce 'siz' hitabını öğrenmelerini, sonra edep gereği argoya başvurmamalarını tavsiye ederiz. Bükemediğimiz eli her zaman öperiz. Ama el öptürmeyiz. Haddimizi biliriz ama haddimizi bildirmek için karşımıza çıkacak olanlara da kapımız açıktır. Asla kimseyi deşmeyiz ama kapımıza gelip de 'hocam ben ders alacağım ama yanımda getirdiğim arkadaşım Amerika'da 3 sene kaldı o sizi değerlendirecek sonra karar vereceğim derse, hemen o Amerika'dan gelen muhteşem TÜRK e yönelir onun bizi gördüğü gibi onu görür sonra hakkını teslim edip kayıt alırız onlar da birbirini yemeye devam eder. Çünkü daha önce de dediğimiz gibi bir Türk dünyaya bedeldir ama en az ikisi bir araya geldi mi Amerika'da 3 sene kalıp bir defa bile 'good morning' demeden memlekete dönerler. Bir çoban, güttüğüm koyunu benden iyi mi bileceksin, demiş. Biz ne yurtdışında kalmış vatan evlatları gördük ooooffff ooooffff. Akşama kadar biçseniz sabaha kadar tekrar çıkarlar. Allah ziyade etsin.
Yazılarımızı bundan sonra okumayı hak edenler listesinde öncelikle bilgiye değer verenler ve liste sonunda içinde bulunduğu gün için hatta saat için bile internete bakan bağımlılar ve kitap okuma özürlüler yer almaktadır. Saygımız liste başında olanlara olsun, sonuna değin dağıtacak kadarına kimse sahip değil. 4-Benzerlik: similarly; in the same way Bunlar resmi tarzda çok yaygındır. The roads are usually very crowded at the beginning of the holiday season.Similarly, there are often serious traffic jams at the end of the holidays. Ali Cengiz did everything he could to educate his children,In the same way,they in turn put a high value on their owm chidren's education. 5- Kabul-karşı tez: kabul: it is true; of course; certainly; if; may; vurgulu do karşı tez: however; even; so; but; nevertheless; nonetheless; all the same; still Bu ifadeler, konuşan veya yazanın belirli bir yönde o noktadaki gerçeklerden bahsetmesi, belirli bir çelişkili gerçeğin diğer birini işaret etmesinin kabul edilmesi, ve fakat bir öncekilere göre konuşan veya yazanın bunları reddettiği ve tartışmanın orjinal yönüne döndüğünü ifade etmesi gibi üç parçalı bir yapıda kullanılır. ...can not agree with colonialism. It is true that the british may have done some good in india. Even so, colonialism is basically evil. ...incapable of lasting relationships with women. Certainly, several women loved him and he was married twice. All the same, the women closest to him were invariably deeply unhappy. 6-Çelişkili ifade: on the contrary on the contrary, başka bir kişi tarafından oluşturulan bir öneriye karşı çıkmak için kullanılabilir. 'Interesting lecture?''On the contrary,it was a complete waste of time.' İfade, konuşan veya yazanın az önce gerçekleştirdiği olumsuz bir ifadeyi güçlendireceği zaman kullanılabilir. She did not allow the accident to discourage her. On the contrary, she began to work twice as hard. 7- Önceden yeralan diskorsun reddedilmesi: anyway; anyhow; at any rate; at least. Bu ifadeler, daha önce söylenen şey önemli değil, asıl önemli olan bundan sonra söylenecek olanlar demek için kullanılabilir. I am not sure what time I will arrive,may be half past seven or a quarter to eight. Anyway/anyhow/at any rate, you are safe, that is the main thing.
At least, eğer başka her şey daha kötü veya tatmin edici olmasa bile bir şeyin kesin veya tamam olduğundan bahsetmek için kullanılır. The car is completely smashed up-I do not know what we are going to do.At least nobody was hurt. Any way, in anyway ile aynı değildir. In anyway,herhangi bir yöntemle anlamında kullanılır. Can I help you in anyway. 8- Konunun değiştirilmesi: by the way; incidentally; right; all right; now; OK By the way ve incidentally, birisinin bir şey hakkında konuşurken o şeyin konuşma konusuyla tam olarak doğrudan bağlantılı olmadığından bahsetmek için kullanılır.
I was talking to cevahir yesterday. Oh, by the way, he sends you his regards. Well, he thinks... Hatçe wants to talk to you about advertising, Incidentally, she has lost a lot of weight. Anyway, it seems the budget... Bu iki ifade, konuyu tamamen değiştirmek için de kullanılabilir. 'Ali's had another crash. ''Oh yes? poor old chap. By the way, have you heard from hatce recently?' 'Lovely sunset. ''Yes, isn't it? Oh, incidentally, what happened to that bike I lent you?' (All) right, now ve OK öğretmenler, seminer verenler ve talimatlar veren kişiler tarafından yeni bir diskorsun başlamasına işaret etmek için sık sık kullanılır. Any questons? Right, let's have a word about tomorrow's arrangements. Now, I would like to say something about the exam... Is that all clear? OK, now has anybody ever wondered why it is impossible to tickle yourself?... 9- İlk konuya dönmek: as I was saying Bu yapı, bir müdahale veya kısa bir konu değişiminden sonra ilk konuya dönmek için kullanılır. ...on the roof-süleyman,put the cat down,please,As I was saying,if abdürrezak gets up on the roof and looks at the tiles... 10- Belirli bir fikri aşama aşama oluşturma: first(ly), first of all, second(ly), third(ly) vs; lastly; finally; to begin with; to start with; in the first/second/third place; for one thing; for another thing
Bunlar, söylediğimiz şeylerin oluşum şeklini yapısını göstermek için kullanılır. First(ly), we need somewhere to live, second(ly), we need to find work. And third(ly)...
There are three reasons why I do not want to dance with you. To start with, my feet hurt. Fır another thing,you can not dance. And thrdly... Firstly, secondly vs first, second vs... daha resmi yapılardır ve İngiliz İngilizcesinde Amerikan İngilizcesinden daha yaygındırlar. 11- Ekleme yapma moreover(çok resmi); furthermore(resmi); in addition; as well as that; on top of that(gayri resmi); another thing is; what is more; besides; in any case
Bu ifadeler, hemen az önce söylenmiş olan şeylere bilgi veya sav eklemek için kullanılabilir. The prime minister is unwilling to admit that he can ever be mistaken. Moreover, he is totally incapable... The peasants are desperately short of food.In addition,they urgently need doctors and medical supplies. She borrowed my bike and never gave it back.And as well as that/on top of that,she broke the lawnmover and then pretended she had not. Besides ve in any case, fazladan, daha sonuç verici veya sav öne sürebilir yapılardır. What are you trying to get a job as a secretary for? You would never manage to work eight hours a day. besides/in any case,you can not type. 12- Genelleme: on the whole, in general, in all/most/mny/some cases; broadly speaking; by and large; to a great extent; to some extent; apart from; except for...
Bu ifadeler, konuşan veya yazanın bir genellemenin doğru olup olmadığını ne kadar bir yakınlıkla düşünebildiklerini göstermek için kullanılır. On the whole, I had a happy childhood. In general, we are satisfied with the work. Broadly speaking,teachers are overworked and underpaid. To a great extent,a person's character is formed by the age of eight. In most cases,people will be nice to you if you are nice to them. Apart from ve except for, genellemelere karşı oluşturulan istisnaları gösterir. Apart from, the starter, I thought the metal was excellent. Except for Sümeyye, they all seemed pretty sensible. devam edeceğiz...
İngilizceden de özür dilerim Empati yaparak irdelediğim zaman İngilizce konusunda bazılarından özür dilemem gerektiğine ve iğneyi kendime batırmaya karar verdim. Burada yazmaya başladığım andan itibaren gelen yorumların bazılarına gösterdiğim tepkilerin acaba gerçekten benim düşündüğüm kadar ciddi mi olup olmadıklarını, moda tabiriyle biraz da empati yaparak irdelediğim zaman İngilizce konusunda bazılarından özür dilemem gerektiğine ve iğneyi kendime batırıp çuvaldızı da kendime saklamaya karar vererek aşağıdaki kesimlerden de tek tek özür dilemeye karar verdim. Çünkü Allah(c.c) Kur’an vasıtasıyla bana kulakla yani kul hakkıyla gelmeyin der. 1- İNGİLİZCE DÜŞÜNEN TÜM HALK KESİMLERİNDEN ÖZÜR DİLERİM:
Yıllardır ana dili başka bir dil olanın bir diğer dilde düşünemeyeceğini bunun da bilimsel olarak kanıtlandığını hatta karşılaştığım dilbilimci olan yabancılardan da duymama rağmen hatasız kul olmaz diyerek geçen gün denedim ve bu kesimin haklı olduğuna karar verdim. Anlatayım. Geçen gün ‘ aptal adam (kendime diyorum) neden keçi gibi inat ediyorsun bir an bir süre kendini teslim et ve İngilizce düşün neden inat ediyorsun’ dedim ve İngilizce düşünmeye başlayarak sokağa çıktım. İnanın çok şaşırdım tam 1.5 saat sokakta gezdim ve gördüğüm her şeyin aklıma İngilizce geldiğini fark ettim ve yıllardır salak gibi bu gördüğüm şeylerin geçtiği binlerce sayfa literatürü takip ederken bunların anlamlarına sözlükten baktığım için kendimden TİSKİNDİM (bir İngilizce hocası sitesinde tam 4 defa böyle yazmış TİKSİNDİM olacak-ondan da özür dilerim). Hatta Ankara Güven parkta otururken yanımda oturan lise öğrencilerinin ikinci derece fonksiyonlarla ilgili sordukları bir soruyu İngilizce düşünerek çözdüm ama yavaş çözünce neden diye sordular ben de İngilizce düşünüyorum ama size söylerken kafamda Türkçeye çevirdiğim için yavaş oluyor deyince tamam abi sakin ol iyisin deyip teşekkür ederek yanımdan ayrıldılar. Nereden bilecek zahirler ilk matematiği Türkçe görüp İngilizce düşünerek soru çözmek her babayiğidin harcı değil tabii-cahil çocuklar işte! 2- TÜM UYKUDA DİL ÖĞRETENLERDEN ÖZÜR DİLERİM: Daha önce uykuda öğrenme olmaz çünkü yaradılışımıza aykırı demiştim. Ama neden olmasın. Düşünsenize üniversiteyi kazanıyorsunuz. Vize veya finalleriniz zamanı geldiğinde akşam eve geliyorsunuz. Örneğin hangi dersinizin sınavı var. Hmmm, termodinamik evet takıyorsunuz CD’lerini yatıyorsunuz veya anatomi takıyorsunuz CD leri yatıyorsunuz veya envanter bilanço, medeni hukuk, pediatri, integral vs vs sabah kalkıyorsunuz tabii beyin yorulmuş olarak çünkü siz uyudunuz ama beyin sabaha kadar ders çalıştı. Neyse sınava girip 100 çekiyorsunuz. Neden desteklemeyim böyle fikri salak mıyım tabii ki sonuna kadar destekliyorum. 3- TÜM HİPNOTİK YOLCU HİPNOZCULARDAN ÖZÜR DİLERİM:
Dünyada hipnoz denen olgunun hala amacının ne olduğu belli olmayan yıllardır psikiyatride bile ve hala deney aşamasında olan ancak soğuk savaş döneminde acil katil lazım olduğu zamanlarda güya
beyin yıkamak için kullanılan ama yarısından fazlası yine müdahalelerle başarısızlıkla sonuçlanan bir yol olduğunu bana düşündüren hangi saçma düşünce ise özür dilerim. Tabii hipnoz yaptığınız bir kişiye örneğin ‘herhangi bir yerde ilk karşılaştığın İngilizce kitabını okumaya başla, aç sözlüğü ve bilmediğin kelimelere bak bir süre sonra o kelimeler tekrarlana tekrarlana anlamlarıyla kafanda yer etmeye başlayacaktır ve sen böyle yapıp her gün en az on sayfa okursan bir İngiliz’den bile daha iyi İngilizce öğrenebilirsin’ şeklinde telkinde bulunmanız ve o kişinin de kuzu kuzu bunu yapması valla sonuna kadar destekliyorum yapın yapın. 4- KPDS SINAVINA PRATİK YOL, KOLAY YÖNTEM, TEKNİK YAKLAŞIM DİYE YAKLAŞAN HERKESTEN ÖZÜR DİLERİM:
Ben bu sınava ve ÜDS ye de yaklaşık olarak 40 a yakın ve diğer dil sınavlarına yıllardır giren birisi olarak, her şey okuduğunu anlamadır metni, soruyu ve şıkları anlamadan soru çözmek saçmalıktır kolay yöntem, pratik yol olmaz dediğim için çok özür dilerim. Piyasada yer alan kolay yol kitapları ve KPDS pratik kartlarını hap gibi okuyup hatim ettikten sonra başka hiç kitap okumadan literatür taramadan örneğin KPDS de ekonomik krizle ilgili bir paragraf sorusunu çözmek insan gibi yaratılmışların en zekisi için bile gaipten ses duymak kadar kolaydır. Ve pratik yol kitapları yolu göstermeye çalışır bu gayrete kendinizden de bir şeyler katmadan soruları çözerseniz ben aptal, garip hocanızı da arayıp bildiriniz kerameti görmeyi arzularım. 5-TÜM HAFIZA TEKNİKÇİ, HAFIZA ÇİVİCİ,MATKAPÇI ŞİNYELCİLERDEN ÖZÜR DİLERİM: İnsanlara bir şeyi öğretmek için emek vermenin en önemli şey olduğunun aksine onların beyinlerine güya girip kafalarına güya çağrışımcılığı andıran hafıza tekniklerini özellikle dil öğretmede uygulamaya çalışıp dikte eden kesimlerin hatalı olduğunu bunu yapan bir adamın 20 yılda ve yıl başına en az bir dil olmak üzere 20 tane dili öğrenmesi gerektiğini oysa İngilizceyi bile ancak bildiğini söylediğim için özür dilerim. Düşünsene mankafa(ben yani) adam 5 deste iskambil kağıdını yüzlerce insanın önünde açıp kapattıktan sonra hepsinin yerini biliyor. Veya ‘chasm’ gibi bir kelimeyi Kazım isimli birisi etrafında gelişen bir olayı anlatarak yaklaşık 30 tane Türkçe kelimenin başını yiyerek yani telef ederek yani harcayarak güya öğretiyor.2.5 milyar İngilizce kelime karşısında 100 bin Türkçe kelime varken acaba her kelime için 30 kelimelik hikayeler uydurursak bir de kaç kişi bunun için kafa yorar dersek dili öğrenmek kaç sene sürer gibi bir soru neden gelsin ki akla geri zekalı Mustafa(ben yani) .Peki örneğin ‘ Avrupa birliği ile ilgili başbakanın sözleri hakkında gazetelerdeki yazılar’ şeklindeki fonksiyonel ve sistematik bir ifadeyi hangi ucube hafıza tekniği öğretir diyecek kadar terbiyesizleşen ben utanmıyor muyum bu emekçi kesime kara sürmeye evet ne kadar affedin desem haklarını ödeyemem. 6- DEVAMSIZLIK YAPAN, RAPOR HAZIRLAMAYAN KAFASINA GÖRE DERSLERE GİREN TÜMKATILIMCILARIMIZDAN ÖZÜR DİLERİM:
Ben 2003’de Latin dili ve edebiyatı bölümünü kazandım ilginç bir bölümdü bir süre devam ettim ve işlerden dolayı ipin ucunu kaçırdım ve oraya girdiğimi bile unuttum. Yıllar sonra bana devamsızlıktan dolayı kaydımın silindiğine dair bir belge geldi. “Len haşlama (ben yani) senin kafan herkes kadar çalışmıyor mu dayan dekanın kapıya sen harcını yatırmışsın söyle dekana hani len sizin bölümünüz 4 yıldı bak harçlarımı da yatırmışım versenize len diplomamı!” diye çıkışsana geri zekalı(ben yani) hakkını arasana.
Öyle değil mi harcımı yatırmışım derslere girmem o kadar önemli değil ki ödev hazırlayıp sunmam o kadar önemli değil ki sınav olup geçmem o kadar önemli değil ki kafasız(ben yani).Eee şimdi ne oluyor bana ders için gelen bazıları sadece ayda bir ödeme yapmaya geliyor bazıları sadece derse girip sınavlarda ortadan kayboluyor bazıları da ödev falan yapmayıp özellikle derbi maçlarında milli bayramlarda bir rock konseri olduğu zaman veya daha sudan sebeplerle haklı olarak gelemiyorlar. Ve 8 ay o kadar çabuk geçiyor ki tabii sadece kurs parası vermek benim örneğim gibi o süre esnasında verilen bilgiyi almak demek ya çünkü para vermişiz haklı olarak insanlar kızıyorlar eee haklılar. Vahiy kapıları kapanmasına rağmen, büyü, sihir gibi eylemler yasaklanmasına rağmen hala ulvi birtakım işaretler, yollar ,yöntemler peşinde koşmak saçma iken neden bir fırsat verilmesin ki emeksiz yemek peşindekilere hatalı olan benim özür dilerim. 7- TÜM UZUN SÜRELİ İNGİLİZCE PROGRAMI UYGULAYAN KURUMLARDAN ÖZÜR DİLERİM:
Düşünsenize bir ülkede ilkokul birde başlayan bir dil eğitimi var ve kişiler kendi dillerinde en önemli başarılara imza attıkları mesleklerinde en önemli yere geldikleri 60 yaşlarında bile gelip hocam hayatta her şeyi başardım ama İngilizceyi halledemedim dedikleri bir ortamda bilimsel olarak dünyadaki her dili öğrenmek iyi bir öğretici ve sistemle 100-120 saatte bitiyor demek cüretini göstermek benim gibi bir zavallının haddine mi? Allah uzun ömür verir de insan ömrü 120 yıla çıkarsa kursların belki 95 sene sürmesi en azından iki lafı bir araya getirmemizi sağlamaz mı? O yüzden en az 3 veya 3.5 sene kursa gitmenizi isteyen kuruluşlar süreyi daha da uzatırlarsa korkmadan gidin zaten ulvi amaç bu ülkede İngilizce öğrenmektir. Özür dileriz. 8- ANLAYAN AMA KONUŞAMAYAN, YAZAN AMA ANLAYAMAYAN , OKUYAN AMA DİNLEYEMEYEN VSVS KOMBİNASYONLARINDAN SADECE BİRİNİ YAPIP DİĞERLERİNİ YAPAMAYANLARDAN ÖZÜR DİLERİM:
Bir ülke düşünün ki ömrü kurslarda geçenler örneğin şöyle bir cümle kurabiliyorlar. İngilizce anlıyorum ama konuşamıyorum. Ben nedenini ve çaresini buldum. Çok düşündüm ve kişi ‘what is your name derken ve kendine söylenirken ’anlıyor ‘my name is… derken ve kendine denirken ‘anlıyor’ how are you derken ve kendine söylenirken’ anlıyor ve bunlara cevap verirken ve kendine cevap verilirken anlıyor ve cevap verdiği için AĞZIYLA KONUŞURKEN demek ki sorun şu: Dünyanın her dilinde tanışmak 5 dakika sürer bir İngiliz’in bana yıllar önce dediği gibi biz tanışırken anlar ama konuşuruz fakat tanışma faslı bitince dil bizim için biter anlarız ama konuşamayız. Eee basit bir çözümü var (aa salak kafam-benim yani) yaz İngiltere’ye bi mektup de ki uzatın kardeşim tanışma faslını çıkarın 2.5 saate şöyle ağız tadıyla sohbet edelim be aaa ne bu eziyet canım günah değil mi? 9- GURBETTE OLUP DA YILLARCA KALDIKLARI ÜLKENİN DİLİNİ HALA ÖĞRENEMEYİP BİZ ONLARA ÖĞRETTİK DİYEN İNSANLARIMIZDAN ÖZÜR DİLERİM:
Hep derler ya empati diye. Hadi yapalım bir empati. Yıllar önce çalışmaya ekmek parası kazanmaya gitmişiz yaban ellere. Adamlar bize ekmek vermişler almışız. Çok çocuklar yapıp hatta çalışmadan
aldığımız çocuk paralarıyla kanunlarını çaktırmadan delmişiz. Her gördüğümüz yeşillikte mangal atıp piknik yapmışız şehirlerin göbeklerinde. Kiraladığımız arabalarla kendi halkımıza bile hava atıp kafa tutmuşuz. Sokaklarına tükürüp adamların, sigara izmaritleri atmışız, mahkeme duvarlarına dışkılarımızı avuçlarımızla sıvamışız tabii güzel şeyler yok mu var oralarda okuyup adam olup işyeri açanlarımız milletvekili olup kendi anavatanına karşı oy kullanan entel dantel işadamı olup ta kurulan paravan şirketlerle ticaret hukukunun örekesini kevgire dönüştüren elitlerimiz de saymakla bitmez. Hepsinden özür dilerim. Ama bana en tuhaf gelenleri özellikle İngilizce açısından Amerikadan veya İngiltere’den gelip de burada İngilizce kursu arayan dâhilerdir. Ama onlardan da özür dilerim. Sen git yaban ele tabii ki bir akrabana yapışacaksın, tabii ki bir tanıdığa yapışacaksın, tabii ki bir Türk’e yapışacaksın tabii ki aylar yıllar boyu geceleri yapışık ikizler gibi gecelerde akıp gideceksiniz nimetlerinden yararlanacaksınız gavur elinin ama Allah(c.c)aşkına en azından o kısa süre birlikte olduğunuz karşı cinslerle bile biraz İngilizce konuşun madem ki gündüz okey masalarından kalkamayacak kadar meşgulsünüz. Ama özür dilerim ne beklenir ki zaten öyle değil mi? Amerika’da geri zekâlıları eğitmek için oluşturulan bir oyun sizin en iyi oynadığınız oyunsa ve anavatanındaysanız o oyunun elbette ki hakkı verilecek pardon. 10- İNGİLTERE KRALİÇESİNDEN ÖZÜR DİLERİM:
Yıllardır İngilizce dünyanın en basit ve sistematik dilidir öyle olmasaydı Afrika’nın balta girmemiş ormanlarında bir zamanların yamyam kabilelerinin torunları olanlardan, Güney Amerika’nın vahşi ormanlarında yaşayanlara, Eskimolardan, Sibirya bozkırlarındakilere, Çin’in en ücra köşelerinden okyanusta iğne ucu kadar olan adalarda yaşayanlara kadar Arabistan çöllerinden uzaydaki Japon bilim adamlarına kadar herkes bunu öğrenirken ülkemizde öğrenilememesinin sebebi önceki örneklerde verdiğimiz grupların bundan önceki hayatlarında bir şekilde İngiltere’de yaşamış insanlar olduğudur. Biz reenkarnasyona inanmadığımız için inanç gereği ve ömür törpüsü olduğunu bildiğimiz için İngilizcenin, fazla kasmadan on yıllara hatta ilerde Allah(c.c) izin verirse yüzyıllara yayarak geniş geniş sindire sindire öğrenmeye devam edeceğiz. Bu yüzden basit bir dil olarak gördüğüm için özür dilerim tüm avam ve lordlar kamarasından da. 11- İNGİLİZCEDEN DE ÖZÜR DİLERİM:
Bir sanatçının kardeşinin 4 dil biliyorum dediği gibi, veya Sultan Ahmet’teki bir ayakkabı boyacısının 10 dil biliyorum dediği gibi, hayatımın bir safhasında 1 dil öbür safhasında 1 dil daha başka safhasında 1 dil daha hem de gaipten sesler alır gibi hiç duymadan ve diğerlerinin katkısı olmadan öğrendim diyen biri dururken, dil bilmenin bu kadar ayaklarda olduğu bir ortamda hayatında 6 sene Almanca 1.5 sene Latince 2 sene Fransızca ile uğraşmış biri olarak sadece İngilizceyi bilirim diyebilecek kadar mütevazı davrandığım hatta onu da ana dilim kadar asla iyi bilemem çünkü ana dil daima öndedir diyen biri olarak İngilizceye ayıp ettiğim için İngilizceden de özür dilerim. Ayrıca sıfırdan başlayanlara 7 saat sonra ‘ekonomik kriz hakkında başbakanın sözleri hakkındaki yorumlar’ veya ‘Avrupa kurtarma planıyla ilgili Merkel ve Sarkozynin toplantısı’ veya ‘şike sorunuyla ilgili yargı kararları hakkında’ gibi ifadeleri nefes alır gibi kurdurmamıza rağmen, bunlar günlük dil değil ben günlük dil isterim illa ki günlük dil diyen Allah(c.c) ıslah etsin diyeceklerimden de günlük dille ne
demek istediklerini anlamayacak kadar salak olduğum için özür dilerim. Ayrıca İngilizcede çok iyi soru sorarım diyene bizim müfredatımızdaki soru yapılarıyla ilgili cümlelerin olduğu sınavı geçersen seninle beraber çevrende tanıdığın 100 kişiye bedava ders vereceğim dediğim ve şahsını üzdüğüm için de özür dilerim. Ayrıca Rusya steplerindeki ağaçlardan, okyanuslardaki denizatlarından, Everest’in tepesindeki kayalıktaki bayrak direğinden, Zimbabve devlet başkanından ve aklıma gelen her şeyden de aklıma Türkçe geldikleri için özür dilerim. Ne demek Türkçe gelmek İngilizce düşünsene haşlama. İngilizceye kaldığımız yerden devam edeceğiz kırmadan incitmeden İnşaallah, Biiznillah, Allah(c.c) şaşırtmadı şaşırtmasın amin. İngilizce'nin önü, arkası! İngilizcede önek ve sonek kavramı genel olarak affix olarak geçer. Spesifik olarak daprefix ve suffix olarak önek ve sonekler ile stem'ler denen gövde ekler olarak da üçe ayrılır. Geçen yazımızda özür dilememiz gerekenleri yazarken Antartika'daki penguenleri unutmuşuz. Kaldığımız yerden İngilizcede önek sonek kavramıyla devam edelim. İngilizcede önek ve sonek kavramı genel olarak affix olarak geçer. Spesifik olarak daprefix ve suffix olarak önek ve sonekler ile stem'ler denen gövde ekler olarak da üçe ayrılır. affix
genel anlamı
under-
çok az
underpay-pay too little
-able
can be
breakable-can be broken
-ible
örnek
can be
ante-
before
pre-
before
sub-
below
re-
again
anti-
defensible-can be defended an anteroom-a room before the main room subnormal-below normal rewrite-write again
against
counter-
antiwar-against war
against
a counterargument-an argument against an argument
over-
too much
overwork-work too much
de-
decentralize-the opposite of centralize
dis-
reverses action of the verb
multi-
many
disconnect-the opposite of connect
multipurpose-many purposes
poly-
a polysyllabic word-a word of several syllables
en-
enrich-make rich -en
make
sweeten-
make sweet mis-
in the wrong way
-er,-or,-man
agent,person
carries -ist, -ian
misunderstand-understand in the wrong way carrier-an agent that driver, actor, fisherman - a person who drives, acts, fishes.
who does/knows something
biologist, mathematician -a person who knows
biology, mathematics. mid-middle -ful
midweek-middle of the week has the quality of, with beautiful-has the quality of
beauty mal-
careful- with the care bad,wrong
malfunction-bad function
im-,in-,il, illogical-not logical ir-, unnot immoral- not moral -less inter-
without
unusual-not usual rainless-without rain
between
international-between nations
İSİMLERİN SONEKLERLE TÜRETİLMESİ11- Eylemlerden isim türetilmesi: -ment, -ing, --t, -al, -ance, -ant,-ion, -ence, -ent,-tion, -sion, -y, -ure, -ation, -ar, -ary, -ture, -ition -er, -ery, -ature,-cation, --or,-ist. agree-agreement, judge-judgement, punish-punishment, pack-package, complain-complaint, arrivearrivalbury-burial, propose-proposal, account-accountant, serve-servant, bribe-bribery, rob-robbery, admire-admirationinform-information, admit-admission, convert-conversion, build-building, greetgreeting, swell-swelling, climb-climbing, dance-dancing, ski-skiing, drink-drinking, stamp-collect-stamp-collecting, listen-listening, accept-acceptance, insure-insurance, act-action, intend-intention, situate-situation, fix-fixture, furnish-furniturepress-pressure, beg-beggar, build-builder, proceedprocession, succeed-succession, speak-speaker, manage-manager act-actor, sail-sailor. 2-Sıfatlardan isim türetilmesi: -ness, -th, -y, -ty, -ity, -ce, -cy, -or, -iety, -ist, -ility, -ism. busy-business, dull-dullness, ready-readyness, sad-sadness, high-height, deep-depth, widewidtconstant-constancy, secret-secrecy, probable-probability, respectable-respactability, classicalclassicistpessimistic-pessimist, defeatist-defeatist, beautiful-beauty, cruel-cruelty, honest-honesty, loyal-loyaltyjealous-jealousy, absent-absence, patient-patience, anxious-anxiety, proper-propriety, horrible-horror, terrible-terrorclassical-classicism, liberal-liberalism, realistic-realism, socialistsocialism, romantic-romanticism. 3-İsimlerden isim türeten ekler: -ship, -dom, -hood, -ist, -er, -ian, -icist. friend-friendship, scholar-scholarship, workman-workmanship, bore-boredom, king-kingdom, freefreedom, child-childhood, boy-boyhood, man-manhood, neighbour-neighbourhood, engine-engineer, garden-gardener, law-lawyer, trumpet-trumpeter, physics-physicist, cello-cellist, ornithologyornithologist, trombone-trombonist, violin-violinist, mathematics-mathematician, history-historian, statistics-statistician. İSİMLERİN ÖNEKLERLE TÜRETİLMESİ. İngilizcede nadiren görülürler. Mini- önekiyle türetilenler çoğunlukla görülmektedir. minicap, miniskirt gibi. micro-çok küçük ve macro-çok büyük. micro-economics, macro-economics. microchip technology. BİLEŞİK İSİMLERİN OLUŞTURULMASI:
isim-isim, isim-fiil, isim-eylemsi, belirteç-eylem, niteleç-isim, isim-ilgeç-isim, fiil-isimeylemsi-isim, fiilbelirteç, iyelik-isim. armchair, motorcycle, grilfriend, bus stop, horse race, fire engine, table lamp, handshake, rainfall hitchhiking, bird watching, coal mining, passer-by, hanger-on, pickpocket, flashlight, punchcard, dance team, break down, lay-by, take off, break in, throw away, lookout, dining-room, driving-licence dancing-shoes, waiting room, downpour,offset, onlooker, bystander. TÜREMİŞ SIFATLARIN ELDE EDİLMESİ 1-SIFATLARIN SONEKLERLE TÜRETİLMESİ A) İSİMLERDEN SIFAT TÜRETİLMESİ -Y, -LY, -FUL, -LESS, -AL, -OUS, -IC, -ISH, -ED/EN, -LIKE anger-angry, haste-hasty, health-heathy, cost-costly, love-lovely, beauty-beautiful, cheer-cheerful doubt-doubtful, hope-hopeful, joy-joyful, luck-lucky, storm-stormy, sun-sunny, man-manly, time-timely, law-lawful, truth-truthful, use-useful, youth-youthful, hope-hopeless, home-homeless, care-careless, accident-accidental, education-educational, person-personal, practice-practical, courage-courageous, envy-envious, joy-joyous, atom-atomic, base-basic, energy-energetic, book-bookish, fever-feverish, disease-diseased, horn-horned, salary-salaried, business-businesslike, lady-ladylike, spot-spotless, taste-tasteless, use-useless, experiment-experimental, origin-original, season-seasonal, mountainmountainous, poison-poisonous, space-spaceous, patriot-patriotic, poet-poetic, fool-foolish, selfselfish, sheep-sheepish, skill-skilled, wood-wooden, wool-woolen, life-lifelike, war-warlike, workmanworkmanlike. B) FİİLDEN SIFAT TÜRETİLMESİ. -ENT/-ANT, -ABLE/-IBLE, -IVE/-TIVE, -ED/-EN, -ING confide-confident, excel-excellent, hesitate-hesitant, obey-obedient, observe-observent, urge-urgent agree-agreeable, explain-explainable, laugh-laughable, act-active, destroy-destructive, expendexpensive, advance-advanced, detail-detailed, tire-tired, amuse-amusing, astonish-astonishing, disgustdisgusting, measure-measurable, read-readable, reason-reasonable, explode-explosive, possesspossessive, determine-determined, overjoy-overjoyed, swell-swollen, entertain-entertaining, inviteinviting, fit-fitting. 2-SIFATLARIN ÖNEKLERLE TÜRETİLMESİ. -UN, -DIS, -NON, -IL, -IM, -IN, -IR ashamed-unashamed, eventful-uneventful, fair-unfair, common-uncommon, equal-unequal, patrioticunpatriotic, official-unofficial, agreeable-disagreeable, loyal-disloyal, orderly-disorderly, pleaseddispleased, alcoholic-nonalcoholic, destructive-nondestructive, existent-nonexistent, racial-nonracial, politicalnonpolitica, legal-illegal, legitimate-illegitimate, moral-immoral, perfect-imperfect, proper-improper, active-inactive, accurate-inaccurate, possible-impossible, direct-indirect, active-inactive, formalinformal, regular-irregular, resolute-irresolute. 3-BİLEŞİK SIFATLAR.
Genellikle sayılar ve tekil isimlerin birleştirilmesiyle oluşturulurlar. age, volume, lenght, price, weight, area, duration, depth, time/distance. a five-year- old building, a ten-litre car, a twenty-inch ruler, a five-kilo bag. ZARFLARIN KONUMLARI İSE ŞU ŞEKİLDEDİR. BELİRSİZ SIKLIK ZARFI
ORTA KONUM
BELİRSİZ ZAMAN ZARFI
ORTA KONUM
KESİNLİK GÖSTEREN ZARF
ORTA KONUM
ÖLÇÜ ZARFI
ORTA KONUM
TARZ ZARFI
SON KONUM
YER ZARFI
SON KONUM
BELİRLİ ZAMAN ZARFI BELİRLİ SIKLIK ZARFI
SON KONUM SON KONUM
CÜMLE BAĞLAYICILAR
ÖN KONUM
DEVRİK YAPILAR
ÖN KONUM
GÖRÜŞ, FİKİR, İFADE...
ÖN KONUM
Mustafa Özay - Haber 7 www.ingilizcebitmistir.com
************************************** NOT 1- İngilizcede her kuralın istisnası yani yengesi vardır. İngilizcede kurallar % 90'lık, istisnalarıyla % 100'lük ve istisnasız %'100lük kurallar olarak üçe ayrılır. NOT 2- Bu arada asıl kendileri bu hayatta kendilerinden menkul oldukları ve ne oldukları belli olmayan şahıslar kursumuzun resmiyetini sorgulama 'İNSAN'lığını yapmaktadırlar. Öncelikle bir dersanemiz ve etüd merkezimiz vardır. Ayrıca kendi isimlerini bağışlarlarsa taktıkları (ödemedikleri) kurs ücretleri için kendilerine seve seve icra göndeririz. Kurs ücretimiz 2.400tl+kdv dir. Biz senet yapmıyoruz. Fakat senede gerek yoktur. Resmi olarak derse katılım olduğu zaman yoklama kağıtlarına imza atılması yeterlidir. Ayrıca fatura verdiğimiz kişi ve kurumların isimleri bizde saklı kalmak üzere her zaman kamuoyunu bilgilendirmeye hazırız. Ayrıca kurs ücretini takıp İNSANLIK yapan güya Müslüman geçinen güruha da hakkımızı helal etmiyoruz, senet yapmıyoruz diyorsak enayi de değiliz. Adını vermeyecek kadar la dini ve korkak olanlar kaldıkları yerde otlanmaya devam edebilirler. Yerimiz, yurdumuz, adımız, sanımız bellidir, her türlü EVRAKIMIZ VE BELGEMİZ her türlü KURUM VE KURULUŞA VE KİŞİYE AÇIKTIR, kuyruğu yanık eskilere ve haramzade sahtekarlara duyurulur. NOT 3- Hayatım boyunca yaptığım her işte başarılı oldum ve hep kayıt içiydim. Müfredatımızın hakkını verip de (hakkı:her derse girmek, ders raporu hazırlamak ve quiz sınavlarına girip geçmektir) dünya üzerindeki bir dil sınavında yüzde 70 net, puan, sayı vs altında kalanlara verdikleri ücretin iki katını ve çiğnedikleri sakıza kadar yaptıkları tüm masrafları ödemeyi taahhüt ederim. Son yirmi yılda ders verdiğim herkesin rapor ve yoklaması tasarrufumdadır. Cesareti olan ismini bağışlar ve program süresince ne yaptığını tüm ülkeyle paylaşırız. Korkak pislik insanlarla asla işimiz olmaz.
NOT 4- Biz daima bir kurum altında veya kendi kurumlarımız bünyesinde hizmet eden insanlarız. Saygımız bizim gibi olanlaradır. Ne idüğü belirsiz 'servet'lere ve olgunlukları gayyada kalmış 'kemal'lere ve 'maske' altındaki 'gündüz fener'lerine ne düştüğünü söylemek onlar gibi olmaktır deyip ayıplı hayatlara kaldıkları yerden devam edin diyerek işimizi hakkıyle yaparız. İngilizceyle ilgilen İngilizcesi - İİİ Discourse markers' yazımızı sürdürüyoruz... Geçen gün eski öğrencilerden biri gelip Amerika’da yüksek lisans yapmak istediğini kendisine o aşamaya kadar nasıl yardım edebileceğimi sordu. Ben de “haftada 10 sayfa literatür çevirisi yapıp getirin kontrol edeyim” dedim. Arkadaş sanki boğaz köprüsünden paraşütsüz atla, ağzınla geyik yakala veya havada üçlü salto yap mı anladı nedir “çok değil mi hocam?” dedi. Yani oradaki yüksek lisansı ülkemizdeki çoğu yerdeki gibi eşeği bağlasan geçer yerlerden mi anladı nedir? Profesörlerin bile yayın yapmadıkları veya performans düşüklüğü gösterdikleri durumda rütbe tenziline uğradıkları, tepeden tırnağa rekabet dolu bir ülkeye gitmese bizimki gibi yüksek lisansların olduğu -başka var mı bilmem- bir ülkeye gitse anlarım… Ama Amerika’ya gidip haftada 10 sayfa okuyamam dediğiniz zaman, sizi ilkokuldan bile atarlar bırakın 'master'ı. Yine geçen gün bazı gruplardaki vatandaşların eskilerden daha önceki ders notlarını aldıklarını ve benim söylediklerimi 'elif ba(be)' takip eder gibi takip ettiklerini hatta büyük bir saygısızlık ve utanmazlıkla ben demeden söyleyeceklerimi notlardan bakıp söylediklerini gördüm. Zaten teknolojiyi böyle kullananlardan ne beklenir ki? Tabii hayatı boyunca her gittiği okulda eski notları bulup kendi not tutmadan okul bitirenlerin olduğu bir ülkede yazmanın ve kelime öğrenmenin ancak yazarak olması gerektiği bilimsel postulatı, postulat olmanın ötesinde ancak bir şairin dediği gibi postal olabilir. O postal da gidecek ne adres bulur Allah(c.c) bilir! Ben isteyen herkese tüm müfredatı fotokopi olarak veririm. Marifet, notları dikte ederek dil öğrenmekse, o zaman Kur'an ı ancak okuyan ama Arapça bilmek adına Arapçada 'dün arkadaşımı gördüm' bile diyemeyenlerin olduğu bir ülke olma ötesine geçemeyen ömrü İngilizce kurslarında geçenlerin olduğu İngilizce sistemleri çöplüğü haline gelmiş bir ülke olmaktan öte gidemeyiz. Kişilere sınav yapıyorsunuz, adama kâğıdını getirince ikinci sınavı veriyoruz, sanki kötü bir şey demişiz gibi suratını ekşitiyor… Zaten sınavları anında veriyoruz, zaten performans değerlemesini anında sonuçlandırıyoruz… Hayatında ilkokuldan üniversiteye nerede gördün anında sınav kağıdı okuyup veren hocayı? Geçen gün biri çıkıp “ 'make' ve 'do' fiili arasında yapmak anlamında ne fark vardır?” diye sordu. Ben de “aç bir kitap oku” dedim. Sonra “örneğin makina yapmak nasıl denir?” dedi. Bak, bak, bak! Makina yapmakmış! Sanki Türkçede makina yapmak denir de makina imal etmek veya üretmek denmez! Neyse kitap okuma özürlüler için özürlü ve engelli programlarımıza yazılarımızda devam edeceğiz. Ne yapalım malumu, yazılarda ilan etmek alnımızın yazısıymış. 'Discourse markers' yazımızın devamına bakalım:
13-Örnek vermek. for instance; for example; e.g; in particular Bu ifadeler, söylenen şeyi tasvir edecek şekilde belirgin örnekleri tanımlar. People often behave strangely when they are abroad. Take Mrs Ellen, for example/for instance... Yazı dilinde latince exempli gratia’nın kısaltılmışı olan e.g. kısaltması for example anlamında sık sık kullanılır. Some common minerals e.g.silica or olivine... In particular ise özel bir örnek vermeye odaklanır. We are not all happy with the work you did on the new kitchen. In particular,we consider that the quality of wood used for the cupboards.... 14-Mantıksal sonuç çıkarma. Therefore (formal); as a result (formal); consequently (formal); so;then. Bu ifadeler, söylenen şeyin mantıksal olarak daha önce söylenen şeyi mantıksal olarak takip ettiğini gösterir. She was therefore unable to avoid an unwelcome marriage. So she had to get married to a man she did not like. 'The last bus has gone''Then we are going to have to walk. 'Therefore,mantıksal bilimsel ve matematiksel ispatlarda kullanılır. Therefore 2x-15=17y+6.So, konuşma düzeyindeki hikayeleştirmedeki 'and' gibi bir genel amaç bağlantısı olarak kullanılır. So anyway, this man came up to me and said' have you got a light? 'So I told him no, I had not. So he looked me and... 15-Örnekler vererek bazı şeyleri daha açık hale getirme. I mean; actually; that is to say; in other wordsI mean yapısını bazı şeyleri daha açık hale getirmek için veya daha fazla ayrıntı vermek için kullanırız. It was a terrible evening. I mean, they all sat round and talked politics for hours. Actually, özellikle beklenmedik oldukları durumda ayrıntılardan bahsetmek için kullanılır. Ali cengiz is really stupid. You know, he actually still believes in Father Christmas. That is to say ve in other words, konuşan veya yazanın bir şeyi başka bir şekilde yeniden söylediğini ifade etmek için kullanılır. We can not continue with the deal on this basis. That is to say/in other words, unlessyou can bring down the price we shall have to cancel the order.
16-Mutedil hale getirme ve düzeltme. I think; I feel; I reckon(informal); I guess(american); in my view/opinion(formal); apparently;so to speak; more or less; sort of(informal); kind of(informal); well;really; that is to say; at least; I am afraid; I suppose; or rather; actually; I meanI think/feel/reckon/guess and in my view/opinion, gibi ifadeler; örneğin söyleyen kişinin fikrinin başkaları tarafından kabul görmeyeceği kadar kişisel bir fikir olduğu şeklinde daha az dogmatik fikirler ve ifadeleri oluşturmak için kullanılır. I think you ought to try again.I really feel she is making a mistake.I reckon/guess she just does not respect you, ali . Apparently, konuşanın anlattığı şeyi başkasından duyduğunu ve tam olarak doğru olup olmadığını bilmediğini ifade etmek için kullanılır. Have you heard? Apparently Ayşe is pregnant again. So to speak , more or less veya sort/kind of, bir kişinin tam olarak kesinlikle konuşmadığını veya başka insanların moralini bozan bir şeyi daha mutedil (yumuşatma anlamında)hale getirmeye çalıştığını göstermek için kullanılır. Well ve really de yumuşatma anlamında kullanılabilir. I sort of think we ought to start going home, perhaps, really. I kind of think it is more or less a crime. That is to say ve at least, bir kimsenin söylediği bir şeyin çok kuvvetli veya kesin olduğunu teyit etmek için kullanılır. I am not working for you again. Well, that is to say, not unless you put my wages up. Ghosts do not exist. At least, I have never seen one. I am afraid, biraz daha özür diler şekilde kibar bir reddediş veya kötü haber verme anlamında kullanılır. I am afraid I can not help you. I am afraid I forgot to buy the stamps. I suppose, karşıdaki kişiyi kibarca ve saygılı olarak olumlu bir cevap vermeye davet şeklinde, Bir şeyle ilgili saygılı şekilde cevap beklendiğini ifade etmek için kullanılır. I suppose you are very busy just at the moment?Bu ifade ayrıca isteksizce kabulü anlatmak için de kullanılabilir. 'Can you help me for a minute'' Isuppose so'or rather, kendi kendimize söylediğimiz şeyi düzeltmek istediğimizde kullanılır. I am seeing him in may-or rather early june. I mean, düzeltme veya yumuşatma için kullanılabilir. Let's meet next monday-I mean tuesday. She is not very nice. I mean. I know some people like her,but.... 17- Zaman kazanma. let me see; let's see; well; you know; I do not know; I mean; kind of; sort of.
'Fillers' veya 'doldurucular' olarak da bilinen bu yapılar konuşana zaman kazandırmak için kullanılır. 'How much are you selling for?' 'Well,let me see...' 'Why did you do that?' 'Oh, (well), (you know), (I do not know),really, (I mean)it just (sort of) seemed a good idea. Devam edeceğiz. NOT: İngilizce öğrenmek demek İngilizleşmek demek değildir. Zaten '-leşemezsiniz'. Dil yazarak öğrenilir. Bizim için İngilizce yabancı bir dildir. Dilde amaç cümle kurmaktır. Çünkü iletişim cümle kurmakla olur. Öğrenme aşamasında dinleme olmaz en azından ileri düzeye geçmeden veya program bittikten sonra yapılmalıdır. Çünkü dili yeni öğrenen birinin kafasına kulaklık takıp hadi dinle demek 2 problemin ortaya çıkmasını sağlar. Karşınızdakinin ne dediğini mi anlayacaksınız yoksa demek istediğinin ne olduğunu mu anlayacaksınız. Oysa dili öğrendikten sonra dinlerseniz tek sorun ne dediğini anlamak yani kulak pasını almak yuvarlamaları anlamak olur. Çünkü bunu anlarsanız demek istediğinin ne olduğu altta bellidir yani dili bildiğiniz için artık ne dediğini anlarsınız. Türkiye’de İngilizce Arapça gibi sadece duyulan fonetik görülsün yeter denen bir tarzda gösterilmektedir. Nasıl Kur' an ı hatim eden üç kelimeyi bir araya getirip Arapça konuşamazsa İngilizcede de aynı politika güdülmekte yani dil öğretilmeden sadece şan dersi verilmektedir. Tüm dünyada insanlara cümle kurmak öğretilmekte bizde ise sanki herkes assolist gibi sese sahip gibi ağız burun yamultma kıvrılma veya tuhaf insanlar gibi vücut bükme hareketleriyle dil gösterilmektedir sonuçta da ağzını burnunu kıvırtayım derken yerlere kadar eğilen ama sadece yan yana kelimeleri koyup cümle kurduğunu sanan koyun sürüleri yaratılmaktadır. Kendi ana dilinde sıfat tamlamasının ne olduğunu bilmeyen ortaç denince Serdar Ortaç, ulaç denince Ulaş abi, edat denince tüpçü Vedat, zarf denince mektup zarfından başka bir şey bilmeyen bol diplomalı kafalara İngilizce öğretmek ölüyü diriltmekten daha zordur (insan işi değil yani). İNGİLİZCEDE geniş zamanda öznenin tekil (3. tekiller) olduğu durumda fiile getirilen -s,-es,-ies son eklerine çoğul ekleri diyeni 'advanced' düzeye taşımak yerine ona harcayacağım zamanda kanserin çaresini bulmayı tercih ederdim. Ülkemizde eğitimin sorunu doğrudan çalışma sistematiği sorunuyla bağlantılı bir sorundur. Emeksiz yemek kavramı kafalarda perçinlenmiş halde iken ve bu perçin koparılıp atılmadan problemin çözüleceğini ummak ham hayaldir. İngilizce basit demek ayrı şeydir İngilizceyi avam görmek ayrı şeydir. İngilizce bazılarının sandığı gibi asla avam bir dil değildir. Her başları sıkıştığında bir istisna ortaya atmaları, bilgiye sahipsek kontrol edebileceğimiz bir hor görmenin sınırları belirli bir olgusudur. Dalga geçmek, espri yapmak, kafa bulmak, aşağılamak da beyin isteyen faaliyetlerdir. Boş kafayla yaparsanız el bombasının pimini çekmeden karşıya atıp karşıdan size pimi çekili olarak dönmesi gibidir. Seviye İngilizcesi 'SEVİYE' diye diye 'SEVİYESİZLİĞİN' kabul görür olduğu bir ortamın giderek tüm unsurlarıyla yerleştirilmeye çalışıldığı platformlar bizim konumumuz dışında yerlerdir. Yıllar önce bir kamu kuruluşunda ilan dağıtırken bir müdür yardımcısının odasına girdim. Bana 'post advanced' düzeyde olduğunu söyledi. 'Advanced' düzeyin 'post'u olduğunu cahil aklım bir türlü almadı. Ve sonra bizim sırça postlardaki müdürümüz bana, 'şu şu' programlar açılırsa beni de ara hocam katılmak istiyorum', dedi.
Yani hala İngilizce kursu alacakmış. Ben hayretler içinde ağzım açık bu aptallık gösterisini takip ederken bana, 'bak hocam ben yıllardır yaklaşık 15 yıldır bir kelime soruyorum ama hala bilen olmadı sen bilecek misin bakalım', dedi. Sorun, dedim bir kağıda 'III' yazıp verdi. Şimdiiiiiii... İngilizcede küçük 'ı' harfi ve büyük 'i' harfi yoktur yani postürümüzün (post müdür) sorduğu kelime İngilizce 'ill' kelimesinin büyük harfle başlayan yazımı olan 'Ill'kelimesi.. Tabii postürün üç harfi de roma rakamıyla 'I' yani bir(1) şeklinde yazmış olması onun postürlüğü! Neyse postür şaşırdı herhalde, 15 yıldır emrindeki çaycılara veya kapıcılara kelime soruyordu. Şimdi bu meselden çıkan hisse nedir bakalım. 1- İngilizcede advanced'in post'u most'u yoktur.Yani advanced düzeyde birinin de kursa mursa ihtiyacı yoktur. Yani advanced düzeye geldiyseniz ondan sonra yapacağınız iş her dilde olduğu gibi literatür takip etmektir. 2- Kelime sorarak dil bilgisi ölçemezsiniz. Çünkü kelime sorarak herkesi bayıltabilirsiniz. 2.5 milyar kelimeden bahsedilen bir dilde önünüze gelene kelime sorarak hava atacağınıza literatür tarayıp kelime bilginizi artırmanız daha makbul olacaktır. 3- Dilde kelime asla ön koşul değildir. Önemli olan yapılarla beraber kelimeleri de kullana kullana kullanıldığı yerde öğrenmektir. Kelime önemli diyen varsa Türkçede 100 kelime oyunu oynamaya herkesi davet etmek isterim.100 kelime soracağım bilinen her kelime için 1 lira kazanacaksınız bilinmeyen her kelime için 10 kuruş kaybedeceksiniz. Yani 1 kelime bilip 10 kelime bilemezseniz bile birbirini götürecek. Bazılarının algılayamadığı şey, hep yaşanmış olayları bazı gerçekleri ifade etmek için verdiğimizdir. Kimseyi denemek gibi de aptalca fikirlerimiz yoktur. Bazı aptallar tabiri caizse 'üç kuruşluk'akıl ve bilgileriyle 25 yıllık birikiminizi aşağılamaya kalkarlarsa 'sen de öbür yanağını çevir' mantığıyla karşıdakinin egosunu okşayacak kadar da salak değiliz. Böyle kişi ve ruhları bizim dışımızda bazı yerlere kurum ve kişilere gitmeleri konusunda hararetle teşvik etmek isteriz. Gidin ve ömrünüz tanışmakla geçsin, gidin ve İngilizce düşünmeye başlayın, gidin ve janjanlı kitapların minili 18'lik hocalarınızın keyfini çıkarın. Bizim kimseyle sorunumuz yoktur. Aşağılama söylemlerine gelince: İnsanlar yaşadıkları saçmalıkları görmezden geldikleri sürece zaten her an yaptıkları ama tamamen ambalaja odaklı aşağılama tavırlarının günlük hayatta öznesi ve nesnesi olduklarını görmemekte midirler? Bir ortama girersiniz sizi hemen üstünüzdeki elbiseyle, giyiminizle değerlendirme mantığı siz oradan ayrılıncaya kadar devam etmekte ve bu adice kriter hemen hemen herkesin üstüne yapışmış halde Değil midir? Ortada bir aşağılama olduğu muhakkak ama olan şey birilerinin çıkıp birikiminizi ufak beyinleriyle aşağılamak istemeleridir. İngilizceyi de kemere göre ayakkabı gömleğe göre pantolon gibi gören kafalar referanslarını değiştirmedikçe ki asla bu değişmeyecektir karşılaştıkları her insana böyle yaklaşmaya devam edeceklerdir. Bu işin ideolojiyle veya dinle veya yaşam tarzıyla da ilgisi yoktur. Algı önemlidir algı. Adamdaki algı hava atmak üzerineyken ancak kendisi gibi ona davranmak onu rahatlattığı için aynı ile muamele ancak kendine getirmektedir zahiri. İnsanlar her karşılaştıkları insanlara kendileri boş
kafalarsa eğer, hemen tanıdıklarının akıl, mal, mülk, torpillileri vs. lerle üstün gelmeye çalışma çabalarına devam ederlerse herkese kolay gelsin demekten başka yapacak şey yok. Tekrar etmek gerekirse 'SEVİYE' diye diye 'SEVİYESİZLİĞİN' kabul görür olduğu bir ortamın giderek tüm unsurlarıyla yerleştirilmeye çalışıldığı platformlar bizim konumumuz dışında yerlerdir. Dili öğrenmek emekle olur, çalışmakla olur, tekrarla olur. Bir müfredat size dilde cümle kurmayı öğretiyorsa doğru yolda bir müfredattır. Bizim düşünme sistemimize paralel bir müfredat bize cümle kurmayı ve dili öğretir. Bilimsel olan bir müfredat bilimden yararlanır, sistemlerden yararlanır. İthal sistemler değil milletinizin düşünme sistemine paralel sistemler oluşturup bilimi de kullanarak ancak teorik ve uygulamalı modeller oluşturabilirsiniz. Kendisine 'upper intermediate' yaftası birileri tarafından verilip şişirilen bir kişi gelip 'this books' şeklinde bir ifade veya 'these book' şeklinde bir ifade kurarsa siz buna yanlış derseniz bunu deme şekli ve dozu karşınızdaki kişinin size kendini tanıtma şekline paralel bir tarzda olmalıdır. Seviye varsa eğer 'basic' düzeyinde birinin yapmayacağı hatayı upper bilmemneyim deyip yapana ve nooollllcak be nasıl olsa onlar anlar diyene göstereceğiniz tavrın dozu bence daha birkaç volüm(volume) veya derece fazla olmalıdır. 'The improvement was important' cümlesini 'bu gelişme önemliydi' diye ifade eden ve orada işaret sıfatı var mı ki dediğiniz 'advanced' düzeyde bir 'ultra haşlama' çıkıp da eee ne olmuş bize böyle gösterdiler diye ukalalık yapıyorsa aşağılanmayı en 'advanced' düzeyde hak etmiş demektir. ÖZET: 1-Bilmemek değil öğrenmemek ayıptır. 2-Benim bilmediğimi bilen kişi benden 20 yaş küçük de olsa ona saygı duyarım. Benden küçük diye tanışır tanışmaz 'sen'diye hitap etmeye başlamam. 3-Bir yere gittiğim zaman oranın kalitesini anlamak için mini etekli kız var mı veya elektronik zımbırtılar çok mu veya eşyaları yeni mi eski mi diye bakmam. Asıl aldatıcılık oradadır. 4-Bir eve gittiğim zaman hangi marka eşyaları var diye değil kütüphaneleri var mı diye bakarım. 5-Kendinizi hangi seviyede görüyorsanız en az 2 kademe altında göstermek 3 kademe yukarıda göstermekten daha iyidir. 6-Dünyada prof.dr. diye bir paye, titre, önad tanıtım yaftası yoktur. Sadece prof. denir o da sadece denmesi gerekli yerlerde denir. Dr. bir paye değil akademik eğitim derecesi titresidir. Doktora yapan da doktordur, yardımcı doçent de doktordur, doçent de doktordur, profesör de doktordur. O kafayla o zaman şöyle diyelim. Ahmet abi, yardımcı doçent doçent prof. doktor Ali abiyle tanışın mı diyelim. O zaman bir albay için de üsteğmen teğmen yüzbaşı binbaşı yarbay albay Osman diyelim. Doktora yapan herkes doktordur o dalla ilgili, o yüzden doktorası olmayan profesör olamayacağı için prof. dr. demeye gerek yoktur. 7-Üniversitede bir vatandaş yarım dönem ders uzatmış. Pööhhh... yarım dönem diye bir kavram var ya.
Geri zekalılık parayla değil ki. Bir yıl iki dönemdir. Yani iki yarıyıl yani iki dönem, yani yarım dönem yoktur. Kafanız mantığa basmıyorsa 4 işlem de mi bilmiyorsunuz? 2 dönem 4 yarım dönem yapmaz mı? Hangi salak üniversitede 1 yılda 4 yarım dönem 4 yılda 16 yarım dönem okuduğunu söyleyebilir? 8-EEEYYYY BAZILARIIIII. ÖNCE TÜRKÇE DÜŞÜNMEYİ ÖĞRENİN SONRA İNGİLİZCE DÜŞÜNMEYE BAŞLAYIN ALLLOOOOOOO. 9-SEVİYEYMİŞŞŞŞŞŞŞŞŞŞŞŞŞŞ. PIŞŞŞŞŞŞŞŞT. SESSİZ OLUN. UYUYAN VAR. İngilizce Endeksi ‘Discourse markers’ ın son perdesi... Yazılarımıza kaldığımız yerden ‘discourse markers’ ın son perdesiyle devam edelim.
18-honestly; frankly; no doubt Honestly, birisinin saygılı bir şekilde birisinin saygılı şekilde bir şeyi söylediğini iddia etmek için kullanılır. Honestly, I never said a word to him about the money. Hem honestly hem de frankly kritik ifadeleri belirtmek için kullanılabilir. Honestly, John, why do you have to be so rude? What do you think of my hair? Frankly, dear, it is a disease. no doubt, konuşan veya yazanın bir şeyin olası olduğunu düşündüklerini fakat bunun kendileri için kesin olup olmadığını bilmediklerini ifade eder. No doubt, the romans enjoyed telling jokes,just like us. 19-İkna etme. after all; look; look here; no doubt. After all, 'bu' 'senin dikkate almadığın güçlü bir argümandır' diyecek bir söylemi ifade eden bir ibaredir. Look, daha güçlü anlamda ikna edicidir. I think we should let her go on holiday alone. After all,she is fifteen-she is not a child any more.
You can not go there tomorrow. Look, the trains are not running.
Look here, 'sen bunu yapamazsın veya söyleyemezsin' anlamında daha kızgın bir ifadenin anlatılmasında kullanılır.
Look here! What are you doing with my suitcase? No doubt, insanları bir şeyi yapmaları için kibarca ikna etmek için kullanılır.
No doubt, you will be paying your rent soon? 20- Başka kişilerin beklentilerine atıfta bulunma: actually (especially); in fact; as a matter of fact; to tell the truth; well. Bu ifadeler, bir kimsenin beklentilerinin yerine getirilip getirilmediğini göstermek istediğimiz zaman kullanılır.
Actually, bir kimsenin doğru tahminde bulunduğunu söylemek için kullanılabilir.
did you enjoy your holiday? very much, actually. Actually, in fact ve as a matter of fact ek bilgi vermek için kullanılır. The weather was awfull, Actually, the campside got flooded and we had to come home. Was the concert nice? Yes.as a matter of fact it was terrific. Did you meet the minister? Yes. In fact he asked us to lunch. Bütün bu dört ifade, duyanın beklentilerinin yerine getirilip getirilmediğini söylemek istediğimiz zaman kullanılır. 'how was the holiday? well actually we did not go. 'how much were the carrots? well, in fact/to tell the truth, I forgot to buy them. 'I hope you passed the exam''no as a matter of fact I did not. Actually, düzeltmeleri ifade etmek için kullanılır. Hello john, actually, my name is bill. well, 'bu hemen hemen doğru' anlamında düzeltmeleri daha yumuşatmak için kullanılır. you live in oxford, do not you.well near oxford. Yeni bir konu ortaya atıldıktan sonra, well, bununla ilgili yeni veya şaşırtıcı bir şeyin söylenebileceğini ifade edebilir. what do you think of her new boyfriend. well I was a bit surprised. you know that house we were looking at.well you will never guess who has bought it. 21- Özetleme yapmak. in conclusion; to sum up; briefly; in short. Bu ifadeler, resmi bir tarzda daha yaygındır.
..In conclusion, then we can see that britain's economic problems were mainly due to lack of industrial investment. To sum up; most of the committee members supported the idea but a few were against it. He is lazy, he is ignorant and he is stupid. In short,he is useless. NOT: Yıllar önce üniversitede okurken yurtlarda kalıyorduk. Yurt odalarında kendini değişik görüşten gören insanlar elinizi sallasanız çarpacağınız her yerdeydi. Allaha (cc) şükür o anlamda kimsenin bayrağını sallamamışızdır. Allah (cc.) bundan sonra da nasip etmesin(amin elfü). Bazılarıyla yaptığınız tartışmalarda önceleri sinirleniyordum. Fakat daha sonra fikre fikirle cevabı öğrendikten sonra daha sonra 'retorik'i öğrendikten sonra aynı sinirlenme duygusunun benim üzerimden kalkıp başkaları üzerine odaklandığını gördüm. Örneğin size çıkıp neden kutsal kitaba (Kur'an) inanıyorsunuz? 1400 sene önce yazılmış eski püskü (haşa) bir kitap diyorlardı! Ben de yine o beğenmedikleri kitaptan onların anlayacakları şekilde örneklerle fikirlerini çürütüyordum ama kafalarında 'ateistlik' fikri sabit fikir olunca yapacak bir şey yoktu. Yani bilginin hangi formatta olduğu değil ama geçerli olup olmadığı önemlidir. Örneğin 2*2=4 ifadesi binlerce yıl önce bulunmuş ve belki bırakın kağıdı belki papirüse veya taşlara yazılmış bir bilgidir ama hala tersi veya aksi ispat edilebilmiş değildir. Veya örneğin dünyanın güneş etrafında döndüğü veya dünyanın yuvarlak olduğu bilgisi yüzlerce binlerce yıl önce bulunmuş rijid 'rigid' yani kesin bilgilerdir. Bunlar gibi örnekler saymakla bitmez. Şimdi bazı süzmeler çıkıp ders anlattığımız notlarımızın eskiliğine bakıp yanlış fikirlere kapılmakta ve orada verilen bilginin kalitesine değil -çünkü kendileri kaliteli bir kafa yapısına sahip değil- güya onları anlattığımız kağıdın rengine bakmaktadırlar. Kendilerini güya Müslüman gören bu tayfanın böyle bir 'ateist' tuzağa düşmesi hüsran vericidir. O zaman anne babalarını da değiştirsinler. Çünkü artık yaşlıdırlar gidip yeni genç anne babalar alsınlar kendilerine. Veya yıllar önce kutsal kitaba eski diyen haysiyet yoksunları gibi dinlerini de değiştirip tam söyledikleri gibi göründükleri gibi olsunlar. Ne güzel sözdür 'Ya olduğun gibi görün ya da göründüğün gibi ol' ben de yıllardır ne elbiseler gördüm içlerinde kendini, insan sananların olduğu veya ne insanlar gördüm sırtında ceket olmayan ama kurbanı olayım dediğim. Verdiğiniz bilgi kariyerinin en üst düzeyine gelmiş toplumda binlerce insanın saygı duyduğu insanların 'hocam helal olsun sana' dediği bilgiler olurken, bazıları çıkıp neden bu kadar öğrencin oldu da köşeyi hala dönemedin gibi salakça söylemlerde bulunmaktadırlar. Aynı kafa çıkıp ta peygamberimize(sav) eğer yaşasaydı demek ki neden bu kitabı çoğaltıp satıp köşeyi dönmedin veya 80-90 sene önce yazdığı bilgilerle tüm kutsallara açıklık ve sarihlik kazandıran üstat bir insana neden kitaplarını çoğaltıp iktidarlarla ortaklık yapıp köşeyi dönemedin diyecek kadar da seviye sahibi olabilmektedir demek ki. Bu ateist tuzağa düşenler kendi ellerini nerelerine koyacaklarsa (vicdan diyemiyorum artık) oturup düşünüp ya komple değişmeye veya aynı kalmaya ama üzerlerindeki kabuğu değiştirip aynı kalmaya devam etsinler. Matrix filmi hayatın her safhasında maalesef devam ediyor. Dünyanın en aptalı bile o notların sadece aksesuar olduğunu verdiğimiz tüm teorik bilgiyi ALLAH a (c.c) şükür kafadan verdiğimizi bilecek kadar da asgari akla sahiptir. İçeriğe değil ambalaja bakmak isteyen tembel, kafasız, emeksiz yemek hastalarına her zaman yol göstermişizdir. Yine de gösteririz. Gidin evet gidin ve layık olduğunuz sizinle kafa bulanların olduğu janjanlı kitapların, güzellik salonundan yeni çıkmış oğlanların ve kızların ve hocaların olduğu,ambiyansın-ortamın- o biçim olduğu
yerlere gidiniz. Bizimle işiniz yoktur. Bizim de sizinle Allaha şükür. Bilgimiz kime ışık tutacağına kararı kendisi verir. Bakış açısı moron açısı olanlar o açının kullanılmadığını anladıkları zaman zaten iş işten geçmiş olacaktır. Hamuru yoğurmayı bilmeyene en iyi malzemeyi de verseniz mal maldır. Türk İngilizcesi Türkiyedeki İngilizce sisteminde 2 ay kursa gidip 3 ay gitmezseniz 6. ay gittiğiniz zaman programı izlersiniz. Ankaradaki programlarımızı sürdürdüğümüz binada 2 kat üstümüzde havaryucu ('how are you') bir kurs var. Bir katılımcımız ders arasında oranın kantinine çıktığında şöyle bir duruma şahit olmuş. İki kursiyer tavla oynarken orada İngilizce öğretmeni olarak çalışan bir Çinli (Allah Allah ne demekse), çocuklara oynadığınız nedir, diye sormuş İngilizce ve çocuklardan biri aklına gelmeyince 'chess' yani satranç demiş. Çinli salak ya Çinde satrançta dünya şampiyonları çıkmıyor ya bu satranç mı diye sormuş. O sırada bizim öğrenci 'backgammon' tavla demiş. Biraz önce satranç diyen uyanık bizimkine siz hangi düzeydesiniz? diye sormuş. Düşünebiliyor musunuz düzey, seviye sohbetleri hangi düzeye gelmiş. Dili kullanmak o kadar önemli ki örneğin geçmişte cahillik dönemlerimde yaşadığım bir olayı anlatayım. Ortaokulda tarih öğretmenimiz Fransızların Cezayirde yedikleri haltları anlattıktan sonra, 'çocuklar' dedi dünyada Fransızlardan daha fazla haramzade bir millet olamaz. Tabii ben çocuk kafamla ...dan daha fazla... şeklindeki bir cümleyi sadece gramatik ve 'mot-a-mot' anladığım için tam bir anlam verememiştim ama şimdi 'semantik' ve 'sentaksı' anladıktan sonra ben buna bir katkı yapıp Fransızlar dünyanın en haramzade milletidir diyebilirim. 'Yahudiler İsayı tanımaz, Protestanlar papayı tanımaz Baptistler içki dükkanında birbirlerini tanımaz.' 'Balık tutmaya gidecekseniz bir baptisti davet etmeyin size bira kalmaz ama 2 baptist davet ederseniz biranız size kalır.' Bunlar bile kendi aralarında problem iken ve dinlerini paçavraya çevirmiş aydınlığın doğduğu güya modern ülkeler iken ve dilleri bile hemen ben yaparım ben ederimin yani eylemin öne çıktığıbir dil iken batıdan medet ummak bize ne fayda getirir bilinmez. Ambalaja bakıp değer yargılarımızı, kültürümüzü ve aklımızı buna göre formatlarsak aşağıdaki gibi embesilliklerin öznesi ve nesnesi oluruz. Türkiyedeki İngilizce sisteminde 2 ay kursa gidip 3 ay gitmezseniz 6. ay gittiğiniz zaman programı izlersiniz. Çünkü zaten 1 sene tanışmakla geçmektedir. Bizim programımızda ise her ders ve konu hem kendinden önceki hem de kendinden sonraki ders ve konuyla bağlantılıdır. Yani bir derse bile girmezseniz bu ders 1 nci ders de olsa 99 ncu ders de olsa bir sonraki saati izleyemezsiniz. Bizim programımızda olması gereken vardır. Yani ne biz karşımızdakinin para ve zamanını çalalım ne de karşımızdaki bizim para ve zamanımızı çalmasın. Örneğin bizim müfredatımızda her an ve saatte kişi
isterse bir sonraki konunun sınavını dersi görmeden ama geçtiği takdirde bir sonraki ayın taksidini ödememe hakkına sahiptir. Yani örneğin konuyu bize sorsun biz söyleyelim ve 1 hafta boyunca ders çalışıp gelsin istediği kişiye sorsun istediği kaynaktan çalışsın gelip o konunun sınavını geçerse bir sonraki ayın taksidini ödemez. Tabii dersi bizim program dışında başka bir yerde ve kaynaklardan görsün neresi olursa olsun farketmez isterse profesöründen dinlesin. Örneğin bazı havaryucu (how are you) kurum ve kişiler gittikleri kurumlarda veya kendi kurumlarında 'demo' dersi diye saçmalıkları sunmakta ve bizim bazı ayakkabıya göre kemerci zihniyetli şahıslar böyle şeyleri çok beğenip keselenmek için bunlara gitmekte sonra da 1 sene tanıştıktan sonra tanışmaktan bıkıp başka yerler aramakta ve aynı ilk yaptıkları yanılgıyla bize de gelip aynı haşlama 386 dx mini tower tavrıyla demo dersinizi görücem (göreceğim) sonra karar vericem (vereceğim) demektedirler!-olur baş üstüne-.'Demo' dersi görecekmiş süzme salak. Sen önce kendi dilinde isim sıfat tamlaması kurmayı öğren sonra gelip başkalarına akıl vermeye kalk. Dünyanın en nezih, en mütevazi, en nadide insanı cennetin en değerli konuğu peygamberinle(s.a.v) sana yaratıcın tarafından iletilmiş ilk emir, ilk tavsiye, ilk ayet olan 'oku' yu görmezden gel ve ne işe yaradığı belli olmayan organlarından olan gözünle her şeyi algılamaya devam et eyyy cahil eyyy bahtsız eyyy gelişmekte olan ülkenin taze soğanı. Biz öyle bir iş yapıyoruz ki bir arkadaşım bana hocam senin ekmeğin yenmez demişti. Neden dedim senin para kazanmak için harcadığın enerjiyi görünce kendime baktım ve kazandığım paranın senden fazla olduğunu ama senin yarın kadar enerji harcadığımı gördüm dedi. Sen daha fazlasını hak ediyorsun verdiğin emeğin de karşılık olarak kat kat fazlasını alman gerek dedi. Bazen soruyorlar hep aynı konuları anlatmaktan bıkmıyor musunuz diye. Hayır diyorum çünkü her zaman farklı insanlara anlatıyorsunuz. Programımız bir bilgi ve her insan bir bilgisayar ise alınan çıktı veriler de insandan insana farklılaşmaktadır. Ama standart olan şey, her insan farklı olmasına rağmen derlediği bilgi soncunda elde edilen çıktı ürün aynı olmakta ve bu bilimsel ispatını da vermektedir programımızın. Ben insanları çok seviyorum hele bu ülkenin insanına kurban olurum. Eğer cahillik ve cahilce tavırların kuşatmamış olduğu birini göreyim onun sonuna kadar yanında olurum. Cahillik okul okumuşluk değildir, cahillik fakir olmak değildir, cahillik bilgiyi değerlendirememektir öyle olmamak ise bilgiye kendinden katmak ama objektif olarak katmak demektir. 'The' artikelini o kadar analitik anlatıyoruz ki adam çıkıyor en olmadık yerde ve en az 20 analiz yapmamamıza rağmen daha öncesinde, çıkıp burada 'the' koysak olur mu diyor. Acaba küçükken ailede ihmal mi edildi veya dikkat çekmek mi istiyor nedir ki? Hiç kimse çıkıp da benim dersi kaynattığı mı söyleyemez. İngilizcede tüm teorik 30-31 saattir siz ki çıkıp şöyle derseniz hocam ben çok zekiyim bana sadece teoriği anlat yani uygulama yapma bize yaptırma sınav da yapma sadece teorik anlat ben size tüm İngilizceyi 30 saatte anlatayım. Haa 100 saat programın kalan 70 saati sınavlar ve uygulamalardır. Her konu için tanınan sınav hakkı 2 oturumdur. Her konunun sınavını 2 oturumda veren grup tam zamanında programı bitirir. Bu müfredat tarihinde programı yarı zamanında 200e yakın yüzde 60 zamanda 200 e yakın yüzde 70 zamanında 300e yakın kişi olmuş.
Eveeeeeet 12 ayda 13 ayda bitiren veya bitiremeden dağılan gruplar yok mu evet var. Yine mi sınav diye gelmeyen İNSANların olduğu, Fenerbahçe Galatasaray maçı var diye gelmeyenlerin olduğu, yarın 23 Nisan diye gelmeyenlerin olduğu gruplarda ne sınav ne ders yapamadığımız için grup zamanı çorap gibi uzamaktadır. Adam 70nci saate gelmiş hala “this books” yazıyor ve puan kırıyorsun hocam geçelim gitsin nooolllcak yaaaa diyor. Yok kardeşim, yok öyle yağma başta gelip 1 ay sonra hocam elinizi öpeyim diyen İNSAN, 10 ay sonra çıkıp da işine gelmediği için derse devam et nooolllcakkk diyemez. Ben hatalıysam sonuna kadar arkasında olurum hatayı da yapan annem babam kardeşim olsa affetmem. İşine gelmiyorsa çekip gideceksin. Biz neden senet yapmıyoruz. Bize insan olan gelsin diye çünkü biz insanı elbisesiyle değil aklıyla karşılayıp aklıyla uğurluyoruz. Bizim kaftanla değil yürekle işimiz vardır. Biz beyinlere hitap ediyoruz, kaftanlara değil. Dünyanın hiçbir yerinde hiçbir kişi kurum kuruluş vs neresi olursa olsun verdiği programı uzatan zamanında başarılı olamayan bir kişiden uzattığı zamanın ücretini almamazlık etmez. Biz dünyada bunun tek istisnasıyız. Programı uzatan kişilerden fazladan geldikleri zamanlar için asla ücret talep etmedik. Kimse de bunu çıkıp söyleyemez. Bunu bile düşünmeden yani yahu bu adam tüm vereceğiniz miktar sadece 8 ayın ücretidir programı erken de bitirseniz geç de bitirseniz sabit ücret vereceksiniz diyor. İstediğiniz kadar telafi şansı veriyor. Hayatım boyunca gördüğüm İngilizceyle kuramadığım ifade ve cümleleri burada 10 saat sonra kurmaya başladım. Allllooooooo bu adam karşısındaki düşünen bir adam diye düşünmeden çamuru atayım da izi kalsın mantığıyla hareket edenlerle işimiz yoktur. Onların da bizimle olmasın. Allah(c.c) oldurmasın İnşaallah ve yollarından çevirsin başka yere yönlendirsin o zihniyettekileri de amin.. 'Yapma'nın İngilizcesi Ülkemizde düşünce sistemleri standart değil her insana göre olduğu için şimdi gelin basit dört işlemle standart eğitim zamanları nedir ona bakalım. Türkçemizde yapmak fiili iş yapmak,spor yapmak,keyif yapmak gibi birçok kelimeye eylem anlamı getiren bir fiildir. İngilizcede de aynı şekilde fakat analizi Türkçeye göre bir öncekilerin ve benzerlerinin birçoğunun fiil gibi kullanıldığı fakat spesifik olarak da Türkçe ile özellikle 'do' ve 'make' fiilleri ayrımında benzerlikler taşıdığı bir anlamsallık ve kullanıma sahiptir. Şimdi önce 'do' fiilinden başlayarak ve ayrımları da koyarak 'yapma'nın İnglizcesine bakalım.
'DO' NUN ÜÇ TEMEL KULLANIMI VARDIR
GİRİŞ(1)
1-YARDIMCI FİİL
Do yardımcısı (yardımcı fiili) vurgulu,soru,olumsuz ve kısaltılmış fiil formları oluşturmak için
diğer fiillerin mastarlarıyla birlikte kullanılır(mastarsız mastarlarla yani bare infinitive lerle).
I do like your ear-rings.
Did you remember to post my letters.
This doesn't taste very nice.
'That carpet needs cleaning.''Yes it certainly does'.
2-GENEL AMAÇ FİİLİ
Do ayrıca sıradan bir fiildir(yardımcı fiil olmayan).Hemen hemen her türlü fiile atıfta bulunan bir fiildir ve daha olası veya daha kesin olmanın mümkün olmadığı durumlarda kullanılır.
what are you doing?
don't just stnad there .do something.
I have finished the phone calls and I will do the letters tomorrow.
He would rather talk about things tham do them.
All I did was give him a little push.
3-İKAME(FİİLİ)KULLANIMI
İngiliz İngilizcesinde, do fiili bir yardımcıdan sonra asıl fiil kullanımı şeklinde bir ikame olarak tek başına kullanılabilir. do you think ali cengiz will come.He might do.(US. he might)
Başka bir fiili veya takibeden bir fiili tekrarlamaktan kaçınmak istediğimiz zaman 'Do so/it/that' ifadelerini kullanabiliriz.
I am ready to have a nervous breakdown,and I shall do so as soon as I can find time. He told me to open the door.I did it as quietly as I could.
4-BİLEŞİK ŞEKİLLER
Yardımcı olan do ve yardımcı olmayan do birlikte kullanılabilir.
Do you do much gardening. How do you do(kalıp kullanımıdır) The company did not do very well last year. She doesn't do much,but what she does do,she does very well.
DO(2) YARDIMCI FİİL.
DO yardımcı fiili birçok şekilde bu amaç için kullanılabilir.
1- Sorular:
Diğer yardımcı filler olmadan sıradan fiillerle soru yapıları oluşturmak için kullanılır.
do you like football.
can you play football.
Yardımcı olan do yapmak anlamındaki do ile de soru yapısı oluşturur.
what do you do in the evenings.
2-Olumsuzlar:
Sıradan yardımcı fiillerle değil fakat sıradan do fiilini de içerecek şekilde sıradan fiillerle olumsuz cümlecikler oluşturacak şekilde kullanılır.
I do not like football
I can't play football
I donot do much in the evenings
3-Vurgu:
do kelimesi duygusal veya zıtlık ifade eden bir vurguyu anlatmak için olumlu bir cümlede
kullanılır.
At no time did he lose his self-control.
5-Parantez kullanımları:
Bir yardımcı fiilin bütünüyle bir fiil veya fiil ibaresi yerine kullanıldığı durumlarda,
do, sorular ve olumsuz cümleler kadar olumlu cümlelerde de yaygındır.
she doesn't like dancing,but I do...(=...but I like dancing)
Sümeyye thinks there is something wrong with Osman,and so do I.
You saw Abrürrezzak, did not you?
'That meat smells funny' 'Yes it does,doesn't it'
DO(3) GENEL AMAÇ FİİLİ; DO VE MAKE
Genel amaç fiili olarak do birkaç kullanıma sahiptir ve bazen make fiiliyle karıştırılır.
1-Kesin olmayan aktiviteler için do:
Örneğin thing, something, nothing, anything, everything ve what gibi kelimelerle ilgili
konuştuğumuz yani hangi aktiviteden bahsettiğimizin tam olarak belli olmadığı durumlarda "do" kullanırız.
Then he did a very strange thing do something
I like do something
what shall we do.
2-İş yapma anlamında do:
İş veya meslekle ilgili bir şey yapma anlamında do kullanırız.
I am not going to do any work today.
could you do the shopping for me.
I would not like to do your job.
Has Süleyman done his homework.
could you do the ironing first,and then do the windows if you have got time.
3- do....ing.
İnformal yapı kullanımı içinde, örneğin işler ve hobilerle ilgili belirli bir zaman alan veya tekrarlı olarak gerçekleştirilen eylemlerden bahsetmek için do...ing yapısını kullanırız. Burada -ing formundan önce, örneğin the,my,some,much gibi belirleyiciler genel olarak kullanılır.
During the holidays,I am going to do some walking, some swimming and a lot of reading.
Let your fingers do the walking .(telefonla alışveriş reklamı)
do dan sonraki fiilin bu yapıda bir nesnesi olamayacağına dikkat edin.
I am going to watch tv.(NOT: I am going to do some watching tv)
Bununla birlikte do dan sonra sık sık verb+object uyumu oluşturan bileşik bir isim geldiğini görebiliriz.
I want to do some bird-watching this weekend.
It is time I did some letter-writing.
devam edeceğiz...
NOT: Hiç hatırlamam bir gün haşlamanın biri gelip 8 ayda İngilizce mi olur dedi. Aynı haşlama dalgası tusunami (tsunami) oluşturarak her yerden gelmeye devam ediyor. ODTÜ, BOĞAZİÇİ, BİLKENT vs. okullarda hazırlık 8 aydır.
Ülkemizde düşünce sistemleri standart değil her insana göre olduğu için şimdi gelin basit dört işlemle standart eğitim zamanları nedir ona bakalım. Örneğin bir tıp öğrencisi 6 yıl okur ama aslında okula ne kadar süre gider ona bakalım.
Her yıl 3 ay yaz tatili 6 yılda 1.5 yıl eder. Kaldı 4.5 yıl.
Her yıl 1 ay sömestir tatili 6 yılda eder 6 ay eksi 4.5 yıl kaldı mı 4 yıl.
Her yıl yaz tatili ve sömestirlerden artan 8 ayda her hafta 2 gün hafta sonu tatili olmak üzere 6 yılda
48 ay ve ayda 8 gün hafta sonu tatilinden 48*8=384 gün yaklaşık 1 yıl eksi kalan 4 yıl ve kaldı mı 36 ay yani 3 yıl. Haftada 1 gün hiç okula gidilmediğini düşünürsek tüm boş zamanlar olarak 48 ayda ve ayda 4 günden 192 gün yani 6 ay yaklaşık ve eksi 3 yıl yaptı mı 3 yıl yani 2.5 yıl. bu 6
yılda ramazan, kurban, resmi, milli tatillerin de en az bir defa denk geldiğini düşünürsek 1 ay da bunlardan gider etti mi 2 yıl dört ay.
Her yılın iki döneminde vize ve finaller için 15 er günden her dönem 1 ay ve 2 dönemde 2 ay ve 6 yılda 12 ay da sınavlarla geçti mi kaldı mı şimdi 1 yıl dört ay. Yani net en fazla 16 ay yani dediğimiz gibi 1 yıl 4 ay. Yani 6 sene tıp okuyan bir vatandaş aslında sadece derse girip hocayı dinleme ve 'intern' denilen staj gibi uygulama saflarında vs toplamda sadece maksimum 1 yıl 4 ay okuyor. Ne yani şimdi böyle mi hesap yapalım. Böyle mi ifade edelim eğitimi.
Ben derse giriyorum bazen 2 saat 20 dakika ders yapıyorum ve kimse de sıkılmıyor rahatsız olmuyor, dersin nasıl geçtiğini anlamıyor. Türkiye de bir ders saati tüm milli eğitimde sadece 40-45 dakikadır.
ALOOOOOOOOOO HAŞLAMA TAYFASI, SÜZME GÜRUHU, BAĞIRSAKLARIYLA DÜŞÜNENLER HUUUUUUU.
Siz böyle kurs bulmuşsunuz da neyinizi ararsınız. Ülkemizde hangi kurumda 1 saat süren ders vardır. Bizde vardır. Bizde konu bitmeden ders bitmez. Madem ki bazı beyin yoksunları hesabı seviyor o zaman ben de aynı hesabı yaparsam 1 ders saati 40 dakikadan 3 ders 120 dakika ve 5 er dakikadan 2 ders arası ve toplam 130 dakika yapar. Biz bile daha fazla ders yapıyoruz. Bu hesaba itirazı olanlar cesaretlerine, erkekliklerine, Müslümanlıklarına güveniyorlarsa otoriteye karşı çıkıp 40-45 dakikalık derse karşıyız desinler bakalım. Ben hayal mi görüyorum yahu.
Bizde mertlik nickname lerin (rumuzların)arkasına saklanıp pislik atmak olmuş. Biz tabiri caizse taş gibi ortadayız.
Müfredatımızın şimdiye kadar 500 e yakın odtü, boğaziçi, bilkentte okumuş, İngilizce öğretmeni, mütercim tercüman vs. vs. olan öğrencileri olmuş ve hala da vardır. Müfredatımızı her unsuru(derse devamlılık, eksiksiz raporlar ve quiz başarısı ile) ile bitirip de dünya üzerinde herhangi bir dil sınavında yüzde 70 puan, seviye, net vs. vs. altında kalanlara bize geldikleri süre boyunca yaptıkları her türlü masrafı ve kurs ücretlerini 2 katıyla ödemeyi taahhüt ediyoruz. Cesareti olan günde 2 saati ben bu işe ayırırım diyen gelsin. Çalışma şiarı olamayana biz ağır geliriz, midesine otururuz, ilerde sekel(yan etki)iz bırakırız. Biz tekiz, bir taneyiz, taklitlerimiz
bile yoktur. Bir kırk altı çıkıp matematiksel İngilizce diye kurs açmış ve diğer bazı kırk altılar siz de mi aynı şeyi yapıyorsunuz diyor. Benim hayatım boyunca ağzımdan böyle bir saçmalık çıkmadı. Dil semboller bütünüdür ama matematiksel dil veya İngilizce diye bir saçmalık yoktur.
NOT 2: Her gün yediğiniz , yemeklerinizde kullandığınız ve marketten alırken, aldığınız domates salçasının 1 kg diye satılanının aslında kaç gr olduğunu her salça alışta ne kadar kazık yediğinizi hesaplayın ve kaçınız. Bunun farkına varıp markete dilekçe bıraktınız onu da elinizi başka yerlere değil vicdanınıza koyup düşünün.
Aldığınız sıvı yağların tenekesine kg başına yağ parası kadar para verirken ne kadar bilinçlisiniz. Bazı mallar gittikleri kursun ambalajına bakıp bir güzel kazıklandıktan sonra aynı ambalajı bizde de aramaktadırlar. Hep dediğimiz gibi biz de minili hatunlar, size koridorda eşlik eden fotoseller, kantinde ayrı bir ambiyans (ortam) yapan bir soygun ortamı, dersi kaynatan hocalar yoktur. Aradığınız buysa alışıldık kazık yediğiniz matrix dünyanıza dönünüz lütfen.
NOT 3: iNGİLİZCE DÜŞÜNEN halen bir ana dili Türkçe olan Ademoğlu çıkmamıştır bazıları uzaktan veya telefonla haber yolluyor düşünenler var diye ama cesaret edip çıkan olmadı. Buradan bir duyuru yapmak istiyorum İngilizce düşünen biri çıkıp benim ve kamuoyunun önünde bunu ispat ederse vergileri ödenmiş sıfır bir dizel otomobili anasının ak sütü gibi helal olsun diyeceğimiz şekilde
kendisine hediye edeceğiz helal olsun. Ama Allah(c.c) aşkına çıksın artık inanın 25 yıldır beklemekten bıktım lütfen dizlerimin üstünde yalvarıyorum. SAYGILAR. Nasıl yaparızın İngilizcesi - 2 Ülkemizde dil eğitiminin eksikliklerinin başında Türkçe bilgisinin tam olarak verilememesi, yabancı dil öğreneceklere yaklaşımın tamamıyla maddi çıkar amaçlı olması gelmektedir. 4- İNŞA ETME, OLUŞTURMA VS ANLAMINDA 'MAKE': İmal etme, inşa etme ve meydana getirme anlamlarında sık sık make fiilini kullanırız. I have just made a cake. Let's make a plan. My father and I once made a boat. 5-MAKE YERİNE DO:
Eğer çok özel amaçlı sonuçlar elde etme iddiasında değilsek, meydana getirici bir aktivitenin nedenselliğini çağrıştırmak için 'make' yerine 'do' kullanırız. What shall we eat? Well, I could do an omelette. 6-BAZI YAYGIN İFADE KULLANIMLARI: DO good, harm, business, one's best, a favour, sport, exercise, one's hair, one's teeth, one's duty, 50 mph. (miles per hour=saattte...mil hız demektir.) MAKE a journey, an offer, arrangements, a suggestion, a decision, an attempt, an effort, an excuse, an exception, a mistake, a noise, a phone call, money, a profit, a fortune, love, peace, war, a bed, a fire, progress. Genellikle make a bed denir ama ev işi yapma anlamında sık sık doing the bed(s) denir. Fotoğraf çekmek derken make değil take a photo ve ilginç bir deneyim yaşamak anlamında make değil have an (interesting) experience denir. 7- İKAME FİİL OLARAK KULLANIM: Yardımcı fiil + do Amerikan İngilizcesinde değil fakat İngiliz İngilizcesinde, do, bir yardımcı fiilden sonra bir ikame fiil olarak kullanılabilir. Come and stay with us.I may (do), If I have the time. (US:I may,If....) He is supposed to have locked the safe. He has (done). (US:He has.) I found myself thinking of her as I had never done before. 8- Do so kullanımı: Do so ifadesi bir fiili, nesnesini veya tümlecini tekrar etmekten kaçınmak için bazen kullanılabilir. Bu kullanım genellikle aşırı formal bir kullanımdır. Put the car away please. I have already done so. Eventually she divorced ali cengiz. It was a pity she had not done so earlier. He told me to get out,and I did so as quietly as possible. 9-do so ve do it/that: I promised to get the tickets,and I will do so/it as soon as possible. She rode a camel:she had never done so /that before. do so yu daha önceden bahsedilen aynı eyleme yönelik ve aynı konulu durumlara atıfta bulunmak amacıyla kullanırız. I haven't got time to get the tickets.Who is going to do it. I rode a camel in morocco.I would love to do that.
I always eat peas with honey. My wife never does. 10- Do so/it/that: Kasıtlı yapılan eylemler için. Do so/it/that, kasıtlı yapılan dinamik eylemlere atıfta bulunmak için genellikle kullanılır. Gönüllü yapılmayan eylem veya durumlara atıfta bulunan eylemlerin yerine kullanılmaz. I like the piano and I always have done. (yanlış:...and I have always done so/it/that) She lost her money. I wasn't surprised that she did. (yanlış:...that she did so/it/that) think Ali is wrong,and I do too (yanlış:...and I do so/it/that too.) devam edeceğiz... *** NOT: Ülkemizde dil eğitiminin eksikliklerinin başında Türkçe bilgisinin tam olarak verilememesi, yabancı dil öğreneceklere yaklaşımın tamamıyla maddi çıkar amaçlı olması, çok yanlış bir şekilde İngilizce düşün enjeksiyonlarının yapılması gelmektedir. Örnek vermek gerekirse: Türkçede anlamları birbirinden tamamıyle farklı 3 ifade ve yine anlamları birbirinden farklı 3 cümle alalım. İFADELER: 1- bu hükümetin şekli. 2- bu hükümet şekli. 3-hükümetin bu şekli. CÜMLELER: 1- İki ülke arasında savaş engellendi. 2- Savaş iki ülke arasında engellendi. 3- İki ülke arasındaki savaş engellendi. Bu ve benzeri gibi ifade ve cümlelerin ayırdına, farkına varamayan analizini yapamayan daha doğrusu kendi dilinde bunlar arasındaki farkları anlamayanlara yabancı bir dili öğretemezsiniz. Her şey, yani tüm unsurlarıyla dilin yerleşmesi okumakla olur. Okuduğumuz materyaller bizi analize, nedensellik kurmaya, senteze kavuşturuyorsa dili yerleştirme anlamında katkı sağlarlar. Elin oğlu 'benim dilimde orjinal yazılmış bir metin sayfasında sayfada bir harf hatası bulana para ödülü ve özür mektubu vereceğim' diyecek kadar dili ileriye götürmüşse ve bizde en önemli yayın kuruluşlarının bile ekran altından geçen bantlarda sizi güldüren ifadeler her gün uslanmadan ve artarak devam ediyorsa ben artık söyleyecek şey bulamıyorum. Herkes aynen devam etsin yapacak bir şey yok. Ama unutmayalım güzel bir söz 'biz dünyayı dedelerimizden miras değil çocuklarımızdan ödünç aldık' der. Bırakacağımız miras onları utandırmayacak kadar değerli ve iz bırakan türden
olmalıdır. İnsan hiçbir şeyi götüremiyor yaptığı eserler ve diğer insanlarda yaptığı olumlu değişim dışında. Bizim burada verdiğimiz örnekler hep yaşanmış ve yaşanan örneklerdir. Madem ki bazıları utanıyor o zaman işe kendilerini düzeltmekle başlasınlar. Yiğitlik, nam, ünvan verilmez alınır, hakedilir, kazanılır. Kazanmanın yolu da rakip gördüklerinizi fikirle yere çalmaktır(yenmektir). Kişisel özelliklere atıfta bulunarak yapılacak karakter dışı söz ve ima ve davranışlar misliyle karşılığını bulur. İnançlı olmak demek gerçekten inanmak demektir. Tribünlere oynayan nicelerinin yaptıklarını hakkımızı yediklerini açıklarsak ortalığın durulmasını beklemek herkes için zorlaşacaktır. KONUMUZ İNGİLİZCEYSE: 1- İngilizce düşünmek demeden önce düşünmenin tanımını sarih hale getirmek veya neyse anlamı onu söylemek gerekir. 2- Tüm dünyada iyi bir öğretici ve sistemle her dilin öğrenimi 100-120 saatte bitmektedir. 3- Sistem çöplüğü haline getirilmiş bir ülkede dil adına bir şeyler yapmak sürekli YANLIŞ olanlarla bir karşılaştırmaya maruz bırakıldığınız için daha da güç hale gelmektedir. 4- Dilde asla ezber yoktur. Kelime ve terimler kullana kullana kullanıldığı yerde öncülü ve ardılı olan kelime ve terimlerle bağlam içinde öğrenilir. 5- Dilde dinleme aşaması en düşük orta düzeyde mümkünse tüm dil eğitimi bitince yapılmalıdır. Çünkü hiç dil bilmeyenin kulağına kulaklığı takarsanız 2 sorunu olur. Orada ne dendiğini mi anlayacak yoksa demek istenenin ne olduğunu mu anlayacak. Oysa dili öğrendikten sonra tek sorun sadece ne dediğini anlamak yani kulak pasını almak olur. Çünkü ne dediğini anlarsa zaten dili bildiği için demek istediğinin ne olduğunu kolay anlar. Çinceden düşünün ömür boyu dinleseniz 'vaynk vuynk' dışında ne anlayacaksınız. 6- Dilde kelime asla önkoşul değildir. Dili öğrenirken zaten kelime de kullana kullana öğrenileceği için kelime öğrenirsem dili öğrenirim demek sürekli otomobil seyredersem araba kullanırım demek gibidir. 20 tane kelimeyi Türkçede versek hangi cümle yapısında kuracağınızı bilmiyorsanız beyhudedir. 7- Dünyada en iyi sistem karşılaştırmalı dil kuramı altında bilişsel (cognitive) ve çeviri (translation) yöntemidir. Biz buna tam öğrenme kuramını da ekledik. ...hayırlı olsun saygılarımla. Nasıl yapsak'ın İngilizcesi - 3 Yapmak fiilinin İngilizcedeki uygulama modellerine kaldığımız yerden 'make' fiiliyle devam ediyoruz. MAKE 1- NESNE+MASTAR:
Make + nesne şeklindeki bir ifade başka bir fiille izleniyorsa, mastarı, mastarsız mastar yani 'to' suz mastar veya 'bare infinitive' formuyla kullanırız. I made her cry. (I made her to cry -yanlış) veya (I made her crying-yanlış). Mastarın nesneden sonra geldiğine dikkat edin. (Nesne deyince ne olduğunu anlamayan kendinden menkuller bu kısımları atlayabilir). I can't make the washing machine work. (I can't make work the washing machine yanlış) Edilgen yapılarda ise mastar 'to' ile birlikte kullanılır. She was made to repeat the whole story. 2-Dönüşlü nesne +geçmiş zaman ortacı: Birkaç durumda, make'den sonra myself, yourself vs ve bir geçmiş zaman ortacı gelebilir. Bu yapı daha çok understood, heard ve liked/disliked/hated fiilleriyle yaygın kullanılır. I don't speak good french,but I can make myself understood. She had to shout to make herself heard. In his three months in the job he made himself thorougly disliked. 3- İki nesneyle kullanım:
Make fiilinin 'prepare' ve 'manufacture' anlamında iki nesneli bir yapıda kullanılabilir. Can you make me a birthday cake by friday? 4- Nesne + nesnel tümleç kombinasyonuyla kullanımı: Make den sonra, nesnede bir değişime atıfta bulunan bir sıfat veya isimle birlikte kullanılan bir nesne getirilebilir. Burada kelime sırasına dikkat etmek gerekir. The rain made the grass wet.(The rain made wet the grass-yanlış) You have made me a very happy man. 5- Öznel tümleç ile olan kullanımı: Make den sonra, bir kişi veya bir şeyin ne olduğunu veya bir kişi veya bir şeyin yaptığı iş veya eylemin ne olduğunu ifade eden isimsel bir ibare şeklinde bir öznel tümleç kullanımı gelebilir. Bu kullanım, make a good... şeklindeki bir ifade ile kullanımda daha yaygındır. That wood will make a good hiding place. Terriers make good hunting dogs. Dolaylı bir nesne de bu yapıda kullanılabilir. He made her a good husband (=He was a good husband to her).
6- MAKE + EDAT: Bir şeyi yapmak için kullanılan malzemeden bahsetmek istediğimiz zaman 'made of' kullanırız. Most things seem to be made of plastic these days. what are your loudspeakers made of? İmalat sürecinden bahsetmek istediğimiz zaman ise 'out of' kullanırız. They made all the furniture out of oak.(...of oak dan daha yaygındır.) Bir malzeme başka bir şey yapmak için tamamıyle farklı bir şekle dönüşüyorsa 'make from' kullanırız. Paper is made from wood. (Paper is made of wood-yanlış) My mother makes wine from blackberries. Bir şeyin yapıldığı malzemeler içinden özellikle sadece bir tanesinden bahsetmek için 'make with' kullanırız.
'The soup's good. ''Yes, I make it with lots of garlic.' *** NOT:
Hep dilden bahsediyoruz ya, yazdığımız yazıları önce on kere düşünüp yirmi kere kontrol ettikten sonra yazıyoruz. Ama hala yazıları 'gözü' dışındaki organlarıyla okumaya çalışanlar aynı algıyla güya yorum yapmaya kalkıyorlar. Ricam lütfen okuyun ama 'yorum' yapmak gibi bir ameliyeye girişmeden önce bunun asgari de olsa bir beyin faaliyeti olduğunu ve eğer bu faaliyeti yapmaya iktidarınız yoksa okumakla kalın sadece diyorum 'BAZILARI' na.
Pazar günkü yazımıza bir 'haşlama 386 dx mini tower' kardeşimiz üstteki ricamızı gözardı edip güya yorum yapmış. Aslında Allah(c.c) herkese beyin vermiş ama bazıları bunu, hala sadece omuzlarının arasında üstündeki kılların arada bir kaşağılanması gereken bir küre olarak gördükleri için aksesuar olarak kullanmaktan geri duramıyorlar. Aynı gün haber7 deki diğer yazılara göz gezdirirken saygıdeğer Yaşar İliksiz in yazısını okudum.
Ve yorumlara baktığımda bir insan müsveddesinin, Yaşar Bey için 'onu ilk gördüğümde de tipini beğenmemiştim' diye başlayan yorumunu okudum. Aslında benim için de hayatımda tanımadığım İlhan Cihaner diye birine benzediğimi ve fotoğrafımı değiştirmemi söyleyen 'faşist' bir kafatasçının tacizkar yorumuna maruz kaldığımı söyleyebilirim. Şimdi bu kişi çıkıp karşıma gelse acaba ben de onu önden benzetip ama arkadan çıkaramayacağım bir şeyle karşılaştırabilir miyim acaba?
Veya karşıma çıkıp suratıma söyleme cesareti olsa takım elbisemi çıkarıp kağıdımı kalemimi bırakıp anatomik şeklinde bazı rötuş işlemleri yapamaz mıyım acaba? Veya bana isnat ettiği benzetmeyi acaba tüm aile efradındaki karşı cinsten olanları yanıma getirse onlar da yapabilir mi yoksa aynı şeytanlıkla ben mi başka şeyler yapma temayülüne girerim bilmiyorum. Bu yüzden fikre fikirle karşılık veremeyip başka karşılıklar verenlere de hodri meydan diyoruz. Hallerine şükretmeyip, kendilerine verilen, bahşedilen serbest hakaretvari yorum yapma serbestliğine Allah (c.c) razı olsun diyemeyen, cesedine bir kaç delik açılıp insan diye imtihan dünyasının basiretli gerçek insanlarına ibret olarak gönderilenleri tövbe edip şükredip cesetlerine yaraşır ruh hallerini de yansıtmaya davet ediyoruz.
Not: Bir önceki yazılarımızdan birinde, İngilizce düşünen ana dili Türkçe olan bir Ademoğlu çıkar ve bunu canlı yayında ispat ederse tüm vergileri ödenmiş 2012 model dizel bir otomobil hediye edeceğimizi söylemiştik. Şimdi bu teklifi iyileştirip geliştirerek bir- (1)-yıllık euro diesel(yakıt-mazotdizel) masrafını da cebine ek hediye olarak koyacağımızı söylemek istiyoruz. ALLOOOOOOOOOOOOOO İngilizce düşünen ana dili TÜRKÇE olan güruh nerelerdesiniz? Yalvarıyorum benimle canlı yayına çıkın ve İngilizce düşündüğünüzü ispat edin Allah(c.c)'a andolsun ki bir daha İngilizce kelimesini ağzıma almayacağıma yemin ederim.
Lütfen haddimi bildirin artık. Beni İngilizce dünyasından silin ki ruhlarınız rahat etsin. Matrix dünyanız size kalsın. En iyi kese yapan kurumlarda ambiyanslarınız içinde mesut hayatlarınıza devam ediniz.
İngilizcenin 'ÖNCE' si Türkçede 2 gün önce dediğimiz ifade ile anlaşılan ile İngilizcede 2 gün önce dediğimiz ifade ile anlaşılan şey farklı olabilmektedir. Türkçeyle karşılaştırıldığında İngilizcede 'önce'lik kavramı daha farklı bir algı ve analiz ürünü olması açısından biraz farklı bir kelime kullanımını gerektirir. Örneğin Türkçede 2 gün önce dediğimiz ifade ile anlaşılan ile İngilizcede 2 gün önce dediğimiz ifade ile anlaşılan şey farklı olabilmektedir. ...............A........B........k............. -2days- -2daysTabloda da gördüğümüz gibi k konuşma anını göstermek üzere şimdiden geçmişe gidersek geçmişte 2 nokta var A ve B noktaları. A noktası ile B noktası arası 2 gün ve B noktası ile k konuşma noktası arası 2 gün ve A noktası ile konuşma anı arası 4 gün. Şimdi; Türkçede A noktası için 4 gün önce ve B noktası için 2 gün önce deriz.
İngilizcede A noktası 4 days ago, B noktası 2 days ago olarak anlatılırken A noktası ise aynı zamanda 2 days before olarak ifade edilir. Ago kullanımı konuşma anına göre geçmiş zaman noktası kullanımı iken before kullanımı ise anlatıldığı noktanın konuşma anı ile kendisi arasındaki başka bir noktaya göre olan önceliğinden bahsetmek için de kullanılır. AGO kullanımıyla ilgili özellikler: 1-POZİSYON: Zaman ifadesi+ago I met her six weeks ago.(...ago six weeks-yanlış) a long time ago. 2- TENSE kavramı içinde kullanımı: Ago ile kullanılan bir ifade, bitmiş zaman noktası olarak da bilinen ve normal olarak past tense ler denilen zamanlarla kullanılır ama perfectlerle kullanılmaz. She phoned a few weeks ago.(she has phoned-yanlış) Where is ali? He was working outside ten minutes ago. Bununla birlikte bir present perfect tense, since.... ago ifadesi ile yani since+herhangi bir diğer zaman ibaresi şeklinde gibi kullanılabilir. We have been living here since about eight years ago. I haven't bought any since a week ago. 3- AGO ve FOR arasındaki farklılık: Ago şu anda varolan bir şeyin ne kadar önce meydana geldiğini söylerken, for ise bir geçmiş zamanla beraber o şeyin ne kadar sürdüğünden bahseder. Karşılaştırırsak: He died three years ago. (şimdiden 3 yıl önce) (he died for three years ago-yanlış) He was ill for three years before he died. (hastalığı 3 yıl sürdü) BEFORE kullanımıyla ilgili özellikler: 1- 'at any time before now/then' Şimdiden herhangi bir zaman önce anlamında before kullanabiliriz. İngiliz İngilizcesinde present perfect normal olarak kullanılabilir. I think I have seen this film before. Have you ever been here before? Before ayrıca sonrasından daha sonra bir zaman kadar önceliği (yukarıda tabloyla açıklamıştık) ifade etmek için past perfect ile kullanılır. She realised that she had seen him before.
2-Bir geçmiş zaman noktasından daha geriye gitme: Bir şeyin geçmişte ne kadar daha önce meydana geldiğini ifade etmek için bir geçmiş zaman noktasından daha önceki bir ifadeden sonra before getirilir. When I went back to the town that I had left eight years before,everything was different. Şu andan geçmişe doğru bir bakış için ise ago kullanılır. I left school four years ago. 3- before, before that ve first. Before, genellikle before that veya first anlamında kullanılır. I want to get married one day.But before that/first, I want to travel. (...but before, I want to travel-yanlış) NOT: 1- Dünyada İNGİLTERE, AMERİKA, İSKOÇYA, İRLANDA, AVUSTRALYA VE GÜNEY AFRİKANIN BEYAZLARI dışında ana dili farklı bir dil olmasına rağmen ve bir JAPON, bir İTALYAN, bir ALMAN bir ZİMBABVELİ vs. dememesine rağmen İngilizce düşünemezseniz İngilizce öğrenemezsiniz saçmalığının angajmanının yapıldığı tek ülke ülkemizdir. 2- Ben literatür taradığım 200'den fazla konuda konuşur, yazar, okur ve anlar iken ve bunları İngilizce düşünmeden yaparken ayrıca İngilizce düşünemediğim halde 4 işlem hesaplarını integral sorusu çözmeyi fizikte eğik atış problemlerini çözmeyi İngilizce yaparken İngilizce düşündüğünü iddia eden müsveddeler neden çıkıp bu basit şeyleri benim gibi İngilizce düşünemeyen bir zavallı gariban yaparken çıkıp ta 'git len al sana 4 işlem al sana gen mutasyonlarının sonucunda fenotip ve genotip değişikliklerinin İngilizcesi al sana tavlada 4-4 geldiğinde hem kapı alırken hem de kırma işlemini yaparımın İngilizcesi' gibi şeyleri beni rezil rüsva etme yerin dibine sokma anlamında yapamazlar. Tabii inanın tavlada kapı almak kavramına ne diyecekler merak ediyorum. 3- Teorik olarak söyleyecek lafı olmayanlar birilerini birilerine benzeterek feodal mahalle artıkları ve azgelişmiş ülkenin taze soğanı modlarında takılmaya devam etmektedirler. Tabiri caizse vız gelir tırıs gider. Hem de gittiği yere kadar. Allah(c.c) devlete millete zeval vermesin. Biz misyonumuz neyse kalıp gibi olduğumuz yerde daha da etkin şekilde yapmaya devam edeceğiz. Allah(c.c) bu toprakları korusun, ya vatan olmasaydı, kavga etmek için bile vatan lazım. İngilizcenin tadı tuzu’ MASTAR’ı Mastarların birçok fonksiyonu vardır. Bir mastar değişik şekillerde kullanılabilir... MASTARLAR Mastarlar ‘to’ write, ’to’ stand gibi kelimelerdir. Örneğin writes veya stood gibi fiil formlarından ayrı olarak mastarlar eylemlerin ve olayların gerçek zamanlarını tam olarak göstermezler. Örneğin -ving formları gibi genellikle daha genel bir şekilde eylemlere ve olaylara atıfta bulunurlar. Mastarlar genellikle 'to' endikatörüyle 'işaret kelimesiyle' ve 'to' kullanılmadığı diğer durumlar dışındaki mastar kullanımları için kullanılır. Örneğin 'write' gibi basit basit mastarlar dışında ayrıca örneğin (to) be writing gibi süreklilik mastarları,
(to)have written gibi -mişli(perfect) mastarlar ve örneğin (to) be written gibi edilgen mastarlar vardır. Mastarların birçok fonksiyonu vardır. Bir mastar değişik şekillerde kullanılabilir: a- 'do' veya bir modal yardımcı fiilden sonra bir fiil ibaresinin parçası olarak kullanılır. Do you think she is ready? veya We must get some more light bulbs. b- Bir cümlenin öznesi veya tümleci olarak kullanılabilir. To watch him eating really gets on my nerves. The main thing is to stay calm. C-Bir kişinin amacını belirlemek için kullanılır. He came to london to look for work. d-Bir fiil, isim veya sıfatın nesne veya tümleci olarak kullanılır. I do not want to go to bed I am anxious to contact your brother. You have the right to remain silent. e-Süreklilik mastarı kullanımı: (to) be ....ing Diğer süreklilik fiilleri gibi, süreklilik mastarı hakkında konuştuğumuz zaman bağlamında eylemlerin ve olayların devam ettiğini/ediyor olduğunu/ediyor olacağını vs ifade etmek için kullanılır. It is nice to be sitting here with you. I noticed that he seemed to be smoking a lot. This time tomorrow I will be lying on the beach. Why is she late? She can not still be working. f- Mişli (perfect) mastar:(to)have + past participle. Perfect veya -mişli mastarlar perfect veya past tense lerle aynı tür anlama sahiptirler. It is nice to have finished work.(=It is nice that I have finished) I am sorry not to have come on tuesday.(=.....that I did not come.....) Perfect mastarları ayrıca, meydana gelmeyen veya meydana gelme olasılığı olmayan gerçek dışı geçmiş olaylar hakkında konuşmak için de kullanabiliriz. I meant to have telephoned,but I forgot. You should have told me you were coming. g-Edilgen mastarlar:(to)be+ past participle. Edilgen mastarlar diğer edilgen formlar gibi aynı tür anlamlara sahiptir. There is a lot of work to be done.
She ought to be told about it. That window must be repaired before tonight. Bazen aktif ve pasif mastarlar özellikle birsim veya be fiilinden sonra aynı anlamlara sahip olabilir. There is a lot of work to do/to be done. NOT: İngilizcede en önemli şey herhangi bir dilde olduğu gibi cümle kurmaktır. Gittiğiniz kurum veya kuruluşlarda size eğer cümle kurmayı öğretiyorlarsa dili öğretiyorlar demektir. Size boşluk nasıl doldurulur veya nasıl şartlanma deneylerindeki hayvancıklar gibi aman da aman karşımdaki how are you desin de patilerimi kaldırıp fine thank you deyim diye pösteki saydırıyorlarsa hele hele çıkıp da haniymiş de İngilizce düşünenler bakiiiyiimm diyorlarsa yandığınızın resmidir. Biz üstümüze düşeni yaptık ve canlı yayına çıkıp da soracağımız 10 tane soruya İngilizce düşünüp cevap vereceklere ne gibi hediyeler vereceğimizi söyledik. Buna ek olarak ben ayrıca o kişinin ellerini öpüp başıma koyacağım ve müridi olmaya and içeceğim. Çünkü ne yüce insandır o ana dili Türkçe olup İngilizce düşünme cüretinde bulunmaktadır, ne ulu kişidir ki matematikte 4 işlemi İngilizce düşünüp sular seller gibi yapmaktadır ve ne ari insandır ki 70 milyon içinde bir Nasreddin hoca fıkrasını veya İngiltere milli marşını veya utanmazsa artık bizim milli marşımızı İngilizce düşünüp ezbere söylesin. Canlı yayında sırtımda bile taşırım o zatı yeter ki o yorulmasın değerli ayakları yerin çekim gücüne üstündeki ağırlığı sırtlayarak boşuna karşı gelmeye çalışmasınnnnnnnnn. Dilin astarı İngilizcenin MASTAR'ı - 2 Her dem aciliyeti olanların acil durumda camı kırmadan faydalanabileceği bilgiler.. Mastarın hasını anlatmaya devam ediyoruz… Verdiğimiz bilgiler şifa niyetindedir... Her dem aciliyeti olanların acil durumda camı kırmadan faydalanabileceği bilgilerdir, helal olsun… 1-Mastar kombinasyonlarının kullanılması: Perfect (mişli) mastarlar ve perfect (mişli) edilgen mastarlar daha yaygın kullanılır. I would like to have been sitting there when she walked in. They were lucky-they could have been killed. Süreklilik edilgen mastarları mümkün fakat alışıldık değildir. What would you like to be doing right now? I would like to be being massaged. Süreklilik perfect (mişli) edilgen mastarların ise normal olarak kullanımı yoktur. It must have been being built at the time. (vay be ben bile şaşırdım!!!) 2- Olumsuzlar: Olumsuz mastarlar genellikle mastardan önce 'not' ibaresi getirmekle oluşturulur. Try not to be late. You were silly not to have locked your car. He is very busy. I am afraid he can not be disturbed.
3- Mastarın 'to' suz hali: 'To' endikatörü normal olarak mastarlardan önce kullanılır. (He wanted to go) Bununla birlikte bazı durumlarda mastarları 'to'suz kullanırız. (She let him go) Yalnız dikkat edilmesi gereken husus buradaki 'to'nun edat olmadığıdır. Edat olan 'to' dan sonra
(her edattan sonra olduğu gibi)fiil -ving haliyle gelir.
4- Ayrık(split) mastar kullanımı: Bir ayrık mastar kullanımı, 'to' nun mastarın kalanından bir zarfla ayrıldığı bir yapıdır. I would like to really understand philosophy. He began to slowly get up off the floor. Ayrık mastar kullanımları özellikle resmi olmayan dilde İngilizcede oldukça yaygındır. Bazı insancıklar bu kullanımın yanlış olduğunu ifade eder. Fakat İngilizce’de köprüden önceki son çıkışı görmeden çıkmak gibi 'her şeyin bişeyi vardır' meseline atıfla tabiri caizse hemen böyle şey olmaz diye 'sazan gibi' atlamak eğer varsa renk değişikliklerine yol açabilir. 5-'To' suz mastar kullanımları: a- Modal yardımcı fiillerden sonra: Will, shall, would, can, could, may, might ve must modal yardımcı fiillerinden sonra, mastarları 'to' suz olarak kullanırız. I must go now. Can you help me. I would rather go alone. Do you think she might be joking.
She
will probably be elected. 'To' suz mastar; need, dare ve bazı durumlarda had better’dan sonra da getirilir. Need I do the washing up. How dare you call me a liar. You had better see what she wants. 'To' lu mastar ise ought, used, be ve have den sonra getirilebilir. b-let, make, hear vesaireden sonra: Bazı fiillerden sonra nesne + 'to' suz mastar gelir. Bu fiiller kapsamında
let, make, see, hear, feel,
watch ve notice gibi fiiller gelir. She lets her children stay up very late. I made them give me the money back. I did not see you come in. We both heard him say that I was leaving. Help fiili de bu şekilde kullanılabilir. Could you help me (to) unload the car. Bu yapı ayrıca have ve know fiiliyle olan durumlarda da mümkündür. Have Mrs Hanife come in,please. (Başlıca Amerikan İngilizcesi) I have never known him (to) pay for a drink. (know fiilinin sadece perfect hallerinde kullanılır) Bu yapıların edilgen versiyonlarında (make, see, hear, help ve know fiilleriyle) 'to' suz mastar kullanılır. He was made to pay back the money.
She was heard to say that she disagreed. C-Why (not) ifadelerinden sonra: Soruları ve teklifleri why (not) + 'to' suz mastarla ifade edebiliriz. Why pay more at other shops? We have the lowest prices. Why stand up if you can sit down? Why sit down if you can lie down? You are looking tired. Why not take a holiday. NOT: İngilizce pilavının Türkiye ayağında bu hafta da elimiz boş kaldı. O kadar İngilizce düşünenin olduğu bir ülkede bir Allah’ın kulu çıkıp da bunu ispat edemese ya. Vayy be ahir zaman işte harikalarla handikapları aynı anda yaşıyoruz, görüyoruz. Yani ne bekliyorlar. Bedava otomobil dedik çıt yok. Otomobil 1 yıllık yakıtıyla dedik çıt yok. Ellerini öper sırtımızda taşırız dedik çıt yok. Bu ne demektir bakalım şimdi örneğin adamın biri çıkıp dese her insan ana diliyle düşünür başka bir dilde düşünmek diye bir şey söz konusu değildir. Ve eğer ben bu fikrin karşısında o dilin uzmanı olarak yer alsaydım. Çıkar canlı yayına hem o kişinin ağzının payını verir hem de 'beleş' otoyu kapardım. Hmmmm yapamazlar... yapabilemezler. (Rahmetli Kemal Sunal’ın dediği gibi). Çünkü çıksalar canlı yayına daha ilk on dakikada tüm ülkeye rezil olacaklar. Demek ki neymiş: Artık milletin karşısına çıkıp İngilizce düşünün demeden önce iki, üç, beş hatta on kere düşünmek zorunda kalacaklar. DİĞER BİR NOT: Saygıdeğer yorumculardan ve kadim müdavimlerimizden biri yazdığımız İngilizce cümlelerin Türkçelerini de ifade etmemizi rica etmiş. Allah(c.c) razı olsun. Fakat önce siz Türkçelerini ifade edin, ben diğer yazıda doğru mu yanlış mı analizini yapayım. Saygılar İngilizce'nin aslı astarı 'MASTAR'ı Bu o kadar uzun bir konu ki eskinin 'dallas' dizisi bunun yanında transatlantiğin yanında balıkçı takası gibi kalır. Mastar fiil kullanımı bir yemeğin çeşnisi gibi dilin de ve özellikle İngilizcenin de en önemli baharatlarından biridir. Mastar fiil kullanmadan cümle kurmak halat kullanmadan çadır kurmaya benzer. Belki kurarsınız ama yavan ve mesnetsiz olur. Bu o kadar uzun bir konu ki eskinin 'dallas' dizisi bunun yanında transatlantiğin yanında balıkçı takası gibi kalır. 1- and, or, except, but, than, as ve like'dan sonra: Eğer iki mastar yapısı ; and,or,except,but,than,as veya like ile bağlanırsa,ikincisi sık sık 'to' suz kullanılır. I would like to lie down and go to sleep. Do you want to have lunch now or wait till later. We had nothing to do except look at the cinema posters. I am ready to do anything but work on a farm. It is easier to do it yourself than explain to somebody else how to do it. It is as easy to smile as frown.
I have to feed the animals as well as look after the children. Why do not you do something useful like clean the flat. Rather than yapısından sonra genellikle 'to' suz bir mastar gelir. Rather than wait any more,I decided to go home by taxi. 2- 'do' dan sonra: All I did was veya What I do is gibi ifadelerden sonra 'to' suz bir mastar gelir. All I did was (to) give him a little push. What a fire-door does is (to) delay the spread of a fire. 3- Perfect(mişli) mastarların kullanılışı: a- perfect(mişli) veya past(-di li geçmiş) zaman anlamında kullanımı: Perfect mastarlar, perfect veya past(-di li geçmiş) zamanlar gibi aynı tür anlama sahip olabilirler. I am glad to have left school.(=I am glad that I have left...) She was sorry to have missed Bill.(=...that she had missed Bill) we hope to have finished the job by next saturday.(=...that we will have finished...) You seem to have annoyed Ali Osman yesterday.(=It seems that you annoyed Ali Osman yesterday). b- Gerçek olmayan geçmiş için perfect mastar kullanımı: Örneğin mean, be ve would like gibi bazı fiillerden sonra, gerçekte ne olduğunun tersi olan gerçek olmayan geçmiş durumlara atıfta bulunmak için perfect mastarları kullanırız. I meant to have telephoned,but I forgot it.(konuşan telefon etmedi) He was to have been the new ambassador,but he fell ill. I wish I had been there-I would like to have seen cengiz's face when Ayşa(ayşe değil) walked in. Would like,would prefer ve bir veya iki fiille, bir çift perfect(mişli) mastar resmi olmayan konuşmalarda bazen kullanılır. Fazladan kullanılan perfect mastar anlamı değiştirmez. I would have liked to have seen cengiz's face. c- Modal'larla kullanımı: Could,might,ought,should,would ve needn't modal'larından sonra, gerçek olmayan durumlara atıfta bulunmak için perfect mastarları sık sık kullanırız. Did you see him fall? He could have killed himself. (kendini öldürmedi) You should have written - I was getting worried. (sözkonusu kişi yazmadı) I would have gone to university if my parents had had (çift 'had' vardır) more money. (konuşan üniversiteye gidemedi) She needn't have sent me the flowers.(çiçekleri gönderdi).
Modal fiil + perfect mastar yapısının daima hem -dili geçmişe hem de gerçek olmayan bir duruma atıfta bulunmayabileceğine dikkat ediniz. Bu ayrıca, örneğin bir şeyin olmasına olan inancımızın ne kadar fazla olduğunu ifade ettiğimiz zaman da kullanılabilir. She could/should/ought to/may/will/must have arrived by now. 4- Bir cümlenin öznesi, nesnesi veya tümleci olarak mastar cümleciği: a-Özne olarak mastar cümleciği: Eski İngilizcede bir mastar cümleciği kolayca bir cümlenin öznesi olarak kullanılabiliyordu. To make mistakes makes him angry. To wait for people who were late made him angry. Modern dilde bu kullanım yaygın değildir. Bunun yerine mastarla başlayan yapıya atıfta bulunacak şekilde yapısal 'it' kelimesi kullanılır. It makes him angry to make mistakes. It made him angry to wait for people who were late. Genel olarak bir eylemden bahsetmek istediğimiz zaman bir eylemin öznesi olarak mastardan ziyade -ing formunu kullanırız. Selling insurance is considered as a pretty boring job.(= to sell insurance dan ziyade) b-Tümleç olarak mastar cümleciği kullanımı: Bir mastar cümleciği cümlenin tümleci olarak da kullanılabilir. My ambition was to retire at thirty. Your task is to get across the river without being seen. Bu cümleler yukarıdaki yapısal 'it' yapısıyla da oluşturulabilir. c- Nesne olarak mastar kullanımı: Birçok fiilden sonra düz nesnenin yerine bir mastar cümleciği gelebilir. I like cornflakes for breakfast.(isim kökenli nesne) I like to have cornflakes for breakfast.(nesne olarak mastar cümleciği) She wants some exercise.(isim kökenli nesne) She wants to dance.(mastar kökenli tümleç) d- Kendi öznesini yanında bulunduran mastar: Bazı zamanlar özellikle cümlenin öznesiyle aynı olmamasına rağmen mastarın öznesinin kim veya ne olduğunun açık hale getirilmesi gerekli olmaktadır. Bu durumda mastarın öznesi normal olarak for edatıyla ifade edilir. For Ayşe to go to çemişkezek would make me very happy.
NOT: Acayip İngilizce düşünenler için birkaç sorum olacak ama öncelikle merak ettiğim şey ilk İngilizce düşünmeye başladıklarını gördükleri anda neler hissettiler. Acaba İngilizce düşündükleri zaman sabit mi duruyorlar yoksa hareket halindemiler? Aynı anda sakız çiğnerken İngilizce düşünebiliyorlar mı? İngilizce düşünerek çocuklarının başını okşuyorlar ve dışarıda yağan kara bakıp ‘eskiden ne güzel kar topu oynardık’ derken İngilizce düşünüp zorlanıyorlar mı yoksa kolayca ağızlarından çıkıyor mu? Sabah kahvaltı yaparken İngilizce düşünüp yumurta 2 dakika daha pişseydi daha güzel olurdu diyebiliyorlar mı? Eyyyy İngilizce düşünenler ülkemin nadide insanları, en nadir alanlarda yetişenler, zor bulunan taze soğanlar gibi değerli parçaları yurdumun lütfen bu hasrete son verin ve yavaş yavaş ama kendinizden emin olarak ortaya çıkın ve nasıl yapıyorsanız bu işi en önce benim gibi bir cahil olmak üzere aydınlatın bu naçizane kulları yalvarıyorum. 'İngilizce nasıl öğrenilmez' yöntemleri İngilizce konusunda ortaya konan yöntemler o kadar fazla olmuştur ki yöntem ve sistem kirliliği ayyuka çıkmış. İşte dünyadaki ve bizeki İngilizce öğretim yöntemleri... İngilizce konusunda ortaya konan yöntemler o kadar fazla olmuştur ki yöntem ve sistem kirliliği ayyuka çıkmış, artık yurtdışında adamın biri lavaboda otururken bir sistem bulmuş ve dayanaksız, mesnetsiz, teorik bilgiye dayalı olmadan, hedef kitlenin yönelimlerini bilmeden karakteristiğini araştırmadan iki kitap yazıp kendine denek aramaya başlayanların bol olduğu bir arena haline gelmiştir, İngilizcenin güya öğretilmeye çalışıldığı özellikle ülkemiz olmak üzere hedef olan yerler. Şimdi İngilizce öğretmek için oluşturulan yöntemlere liste olarak bakalım. 1-Dilbilgisel yöntem 2-Jacotot yöntemi 3-Akılcı yöntem 4-Özümleme yöntemi 5-Sesbilimsel yöntem 6-Sauveur-Heness yöntemi 7-Doğal yöntem 8-Diziler yöntemi 9-Ruhbilimsel yöntem 10-De Sauze yöntemi 11-Berlitz yöntemi 12-Seçmeci yöntem 13-Eşdeşler yöntemi 14-Örgü alıştırması(yöntemi)
15-Güdümlü-dil yöntemi 16-Dolaysız yöntem 17-Sözlü yöntem 18-Yeni yöntem 19-Tan-Gau yöntemi 20-İnsanbilimsel yöntem 21-Okuma yöntemi 22-Birim yöntemi 23-Uygulama-kuram yöntemi 24-İşitsel-Dilsel yöntem 25-Durumsal-Bağlamsal yöntem 26-Olgular yöntemi 27-CREDIF yöntemi 28-İki dilli yöntem 29-Sessiz Yol yöntemi 30-Danışmanlı Dil Öğretim yöntemi 31-Esinlemeli yöntem 32-Tüm Fiziksel Tepki yöntemi 33-Tiyatro yöntemi Bu yöntemleri doğuran yaklaşımlara bakarsak: 1-BİÇİMSEL YAKLAŞIM 2-sÖZLÜ YAKLAŞIM 3-UYGULAMALI YAKLAŞIM 4-GÖRSEL YAKLAŞIM 5-KONUSAL YAKLAŞIM 6-DOĞAL YAKLAŞIM 7-YAPISAL BİLİMSEL YAKLAŞIM 8-BİLEŞİK YAKLAŞIM 9-TEMEL İNGİLİZCE YAKLAŞIMI 10-İŞİTSEL-DİLSEL YAKLAŞIM
11-DURUMSAL YAKLAŞIM 12-İŞİTSEL-GÖRSEL YAKLAŞIM 13-ÇOK-SİCİLLİ YAKLAŞIM 14-DÖNEL YAKLAŞIM 15-ÇÖZÜMLEYİCİ YAKLAŞIM 16-BİLEŞİMSEL YAKLAŞIM 17-İNSANCIL YAKLAŞIM 18-İÇLEMLEYİCİ YAKLAŞIM 19-İŞLEVSEL-KURAMSAL YAKLAŞIM 20-DÜZELTİLİ YAKLAŞIM 21-İLETİŞİMSEL YAKLAŞIM 22-BELİRLİ-AMAÇLI DİL YAKLAŞIMI 23-TOPLUMSAL-RUHBİLİMSEL YAKLAŞIM. Yukarıda sayılanlar en azından mürekkep yalayanların, en azından bu işe kafa patlatanların buldukları yöntemler. Şimdi ise ülkemizde bunlara eklenen yöntemlere bakalım. 1-Uykuda öğrenme yöntemi 2-Hipnotik öğrenme yöntemi 3- Üç günde İngilizce yöntemi 4-Beş günde İngilizce yöntemi 5-İki günde 1200 kelime öğrenme yöntemi 6-Sen bana söyle aynısını ben sana söyleyeyim anlaman önemli değil sadece tekrar et yöntemi 7-Harmanlanmış yöntem(Virjinya tütünüyle Türk tütününü harmanlamakla bir mi acaba?) 8-Anlamasan da dinle yöntemi(Belki bir gün hidayete varıp öğrendim dersin!) 9-Kelime kartı okuma yöntemi(pul okunsa daha iyi en azından gözler bozulmaz) 10-Sözlük okuma yöntemi(Allah(c.c) akıl fikir versin) 11-Konuş konuş yöntemi. Dili bilmesen de konuş dil konuşa konuşa öğrenilir yöntemi. (Allah Allah (c.c) bir tuhaflık yok mu burada yani dili bilmeden konuşmak nasıl olacak). 12-İngilizceden İngilizceye sözlük kullanma yöntemi.(aptallığın daniskası). 13-Yıllarca kursa git ama beş dakika tanıştıktan sonra dili unut yöntemi. (Ülkemizdeki en popüler yöntemdir. Yıllarca kursa gidip ancak beş dakika konuşanların yöntemidir. Beş yıldız *****).
14-Anlıyorum ama konuşamıyorum yöntemi. Dünyada sadece bize ve dilsizlere özgü bir yöntemdir. Yani bir Afrika kabile yerlisinden, bir Eskimo veya Çinliden duymazsınız. Yıllarca kursa gidilip o kadar yabancı hoca görüp anlayan ama konuşamayanların(NE DEMEKSE!!!) YÖNTEMİ. 15- TEK AYAKLI KUĞU YÖNTEMİ 16- SARHOŞ MAYMUN YÖNTEMİ. 17- BEVLEDEN KUÇU YÖNTEMİ. ...SON ÜÇ TANESİ KUNG FU YÖNTEMLERİDİR. PARDON. (KAPTIRINCA YANLIŞLIKLA YAZILDI). Biz yukarıdaki yöntemlerden hiçbirini kullanmıyoruz. Ama hepsinin ufak ufak orasından burasından bir şeyler tırtıkladıkları (çaldıkları) en bilimsel olan iki yöntemi kullanıyoruz. Bu iki yöntem ilk listede normalde vardır ama yazmadık. Bakalım bulabilecek misiniz?(10 puanlık uzmanlık sorusu). NOT: Ayrıca bizim burada epeydir verdiğimiz dilbilgisi kuralları İngilizce dersi vermek mantığıyla değil ulaşılması güç bazı bilgileri binlerce sayfa literatür takibi sonunda elde ettiğimiz çıktı bilgileri İNSANCA paylaşmak niyetiyle verilmektedir. Madem ki bazıları o klavyenin başına geçiyor hakkını da versinler. Fasaryayla uğraşacak zamanı olanlarla işimiz yoktur. Boş kafalar zaten yazılarımızdan bir şey alamaz. Yazarlık kaygımız yoktur. Ama medyayı iyi takip ederiz ve dikkatimizi çeken şudur keşke yazmaya da soyunsaydık. Saygılar Amaç dil öğretmek mi, köleleştirme mi? Ülkemizde güya dil öğretme adına uygulanan güya yöntemleri, aslında İngiliz kolonizminin en önemli ayağı olan dil ayağının olmazsa olmaz parçalarındandır. Dil öğretim yöntemlerinin analitik incelemesini yaptığımız zaman altta yatan kurnazlığı gördüğümüzde inanın hem ağlamak hem gülmek işten bile değildir. Öncelikle yıllardır kuram, yöntem ve tez diye ortaya atılanlar, İngilizcenin İngiliz halkına kendilerine bacasız sanayi diye milyarlarca sterlini her sene tabiri caizse cukkalatan unsurlar olmanın dışında meşhur İngiliz kolonizminin de tek aracı olduklarını anlamamızı sağlamaktadır. Ülkemizde güya dil öğretme adına uygulanan güya yöntemlerin ağa babası sayılan ve herkesin yakından bildiği bazı söylemlerin aslında İngiliz kolonizminin en önemli ayağı olan dil ayağının olmazsa olmaz parçaları olduğu açıkça görülmektedir. ÖRNEKLER: 1- Çeviri yapma o dilde düşün 2- İngilizce düşünmeye çalış
3- Düşündüğünü İngilizceleştirme sadece İngiliz nasıl düşünür onu gör 4- Dinle ve anlamasan da söyle 5- Dil demek konuşmak demektir yazmak, okumak önemli değildir. 6- Dili yaşayarak öğrenmek gerekir 7- Hata da yapsan önemli değil yeter ki konuş 8- Yenidoğan gibi İngilizce düşünerek öğrenmeye çalış 9- Dili öğrenmeden önce kültürü öğren 10- Birkaç kelimeden oluşan cümleleri bile olsa öğren ki kendini tanıt ve basit karşılıkları verebil ki gerisi sonradan gelsin. 11- Sakın kendi dilinde düşünme hemen cevap ver düşünmeyi İngilizcede yapmaya çalış ... vs vs vs diğer saçmalıklar da bu şekilde listeyi uzatıyor. Hindistan’da ve Avustralya ile Güney Afrika’da o ülkelerin halklarına İngilizce güya öğretilirken(kazıtılırken) yaklaşım tarzı, önce kültürü vermek ve dili güya dayatırken kendi kültürlerinden de halkı soyutlayarak ana dilinde somutu ve soyutuyla beyninde doğuştan itibaren yer edeni resmen sopayla İngilizce dilinde yer değiştirerek şimdiki hale getirmek oldu bu insanları. DOLAYSIZ YÖNTEM VEYA THE DIRECT METHOD isimli metot ne dilbilgisi kurallarını ezberleyerek ne de çeviri ya da başka türlü açıklamalar yoluyla anadilden yararlanmaksızın ama öğrenilen dil ile yaşam arasında doğrudan ilişki kurularak öğrenme yoluymuşşşşş! Dolaysız yöntem yanlıları bir dili öğrenmek demenin o dili anadili olarak kullananlar gibi tepkide bulunmak demek olduğunu düşünmekteymişşşş! O yüzden kültür öğrenimi ön planda olmalıymış ki o dilde düşünebilelim. Yayılmış bir Avrupa için klasik dil yöntemi kendi gereklerini karşılayamadığından sömürgeleştirilen ülkelerde kendi dillerinin ve kültürlerinin de öğretilmesi gerekiyordu. Bu yüzden de dilin konuşma olduğu ve anadili ölçüsünde öğretmek amacıyla da tümüyle dilsel-işitsel eğitime dayandırılması zorunluydu. Bu yöntemde ayrı bir kültürü yansıtan anadil kullanılamaz sözlü dile ağırlık verilerek öğretim yapılır. Böyle bir eğitimin yapılabilmesi için öğretilecek sözcük ve yapılar birinden öbürüne geçişte anadilin kullanılmasını gerektirmemelidir. Öğretmen o dili anadili olarak kullanan veya o dilin ana dilli öğreticisi olmalıdır. Düşünebiliyor musunuz; bilinçli veya bilinçsiz içimizdeki bazıları aslında hangi çıkarlara hizmet ediyorlar. Pazar günkü yazımızda vermiş olduğumuz güya yöntemlerin büyük bölümü bu amaçlara hizmet eden yöntemlerdir. Yıllarca çalışmış çabalamış yememiş içmemiş ve anadille bağlantı kurmadan dünyada herhangi bir ülke insanına nasıl İngilizce düşündürtürüz diye uğraşmışlar fakat bunu sopayla yaptıkları Hindistan, Avustralya, Güney Afrika ve kabile ülke ve devletleri dışında yapmaya pek muvaffak olamamışlardır.
Ülkemiz, muvaffak olamadıkları ülkelerden biridir; ama burada da kafa karışıklığını ayyuka çıkarmaktan başka bir şey yapamamışlar, güya mantıklı olması gereken bazı güya dilbilimcileri bile kafa karışıklıkları içinde kendilerine bir şekilde çekmişlerdi. Türkiye’de İngilizce öğrenmek için İngilizceyi yaşamak gerek lafının kime ait olduğunu gerçekten öğrenmek isterdim. NOT: Pazar günkü yazımıza yorum yazan bazı kişiler dili öğrenmek için o dili anadili olup da karşı cinsten olan kişilerin arkadaşlıklarıyla dili kendilerinin veya tanıdıkları kişilerin daha iyi öğrendiklerini ve bir başka yorumcu da dili dile değdirmenin en iyi dil öğrenme yolu olduğunu yazmıştır. Allah’ın(c.c) verdiği ağızlarına her şeyi almayı alışkanlık haline getirmiş bu arkadaşları isterlerse Sarkoziyle beraber memleketimize götürebiliriz. Eminim bir süre sonra her organın asıl işlevini daha iyi öğrenip ona göre kullanmayı becerecekler ve ona göre yorum yapacaklardır. NOT: İngilizce düşün enjeksiyonunu yapmaya devam edenler de artık daha dikkatli söylemler seçerlerse en azından kendilerinin bile yapamayıp inanmadıkları şeyleri yapmaya bir dur diyebilirler. Anlık İngilizleşme mi, ömürlük İngilizce mi? Dünyada hiçbir Japon, hiçbir Afrikalı, hiçbir Meksikalı, hiçbir yamyam kabilesi üyesi İngiliz gibi telaffuz etmek için kendini kasmaz sadece konuşur. Şimdiye kadar hiç dikkatinizi çekti mi acaba ülkemizdeki İngilizce kurslarında verilen İngilizce; ancak üç beş dakika İngilizce konuşmak ve ilk üç beş dakikada konuşulana cevap vermek üzerine kuruludur. ,, Dikkatimi çeken şey, insanların bazı kurslara haftada 5 gün ve günde 3 saat gittikleri halde ve aradan 6 ay geçtikten sonra bile hala 'domatesin kaç para olduğu' veya 'üç sokak ötedeki bilmem nereye nasıl gidilir' veya 'ben öğrenciyim senin mesleğin nedir' gibi saçmalıklarla oyalanmasıdır. Bizim de çalışma yaptığımız bir şehirde aynı binada olduğumuz bir kursun öğrencilerinin hala ve aradan altı ay geçmesine rağmen 'how much does it cost' gibi saçmalıklarla vakit geçirdiklerine şahit oluyorum. Peki bunca harcanan zamana ve paraya rağmen aradan aylar ve hatta yıllar geçmesine rağmen hala üç sokak ötedeki bilmem nereye nasıl gidilir gibi yol tarifleri veya domatesin kilosu kaç par gibi veya Ahmet’in kazağı ne renktir gibi aptallıklarla neden zaman kaybettirilmektedir. Ülkemizdeki İngilizce kurslarını bitiren kaç kişi beş dakika tanışma faslı bittikten sonra bir yabancıyla spesifik veya belli bir konuda sohbete girebilir. İnsanlar neden kendilerine şunu sormazlar. Ben neden hala mot-a-mot kalıp bir takım cümleler kurmak ve kurulmuş olanlara cevap vermek dışında bir şey yapamıyorum? Benim hayatım tanışmakla mı geçecek? Karşıma çıkan bir yabancıyla tanışıp onun ihtiyacı olan bilgiyi ona verdikten sonra daha fazla cümle kuramayacak mıyım? Neden bir insan tüm sebze meyve isimlerini bilmek zorunda ki? Ben sebze yemiyorsam neden sebzelerin isimlerini öğrenmek zorundayım ki? Bir insan kendi dilinde tüm sebze isimlerini neden öğrensin ki eğer sevmiyor veya yemiyorsa? Bir insan neden tüm renkleri bilsin ki? Kendi anadilinde kaç kişi kaç rengi bilebilir ki? veya bilmek zorunda ki? Bir insan ana renkleri bilir belki 'yavru ağzı''bordo' 'fil dişi' 'füme' 'parlement mavisi' vs. gibi sıfat veya betimlemeli renkleri bilirsiniz. Veya soruyu şöyle soralım; Ben neden üste para vererek tüm renkleri, yemek isimlerini, akraba isimlerini, yol tariflerini ve benzeri saçmalıkları görmek isteyeyim ki?
İçinizden hanginiz size bir yabancı bir soru sorduktan sonra veya sizinle zoraki bir yerde tanıştıktan sonra bulunduğunuz ortamda kendisiyle şöyle 20 dakika farklı konularda sohbet edebildiniz? Kaçınız merak ettiğiniz bir konuda ama onun ihtiyacı olandan başka sizin ihtiyacınız olan veya kendisinden en azından yabancı biri olarak öğrenmek istedikleriniz hakkında sohbet edebildiniz? Ben cevap vereyim hiçbiriniz. Çünkü o donanıma sahip değilsiniz. Çünkü gördüğünüz güya İngilizce ancak karşıdakinden bir soru gelirse onu anlayıp ona cevap verecek kadardır. Peki bunun neden böyle olduğunu hiç düşündünüz mü? En az 3 yıl kursa gidip, en az 1000 saat kurs görüp, içinde bir çok yabancı da çalışan kurslara gidip ve onlarla zoraki hazır diyaloglara da girip ama kurs bittikten sonra Oscar'lık bir filmi izleyip sinemadan çıkınca aklınızda bir şey kalmaması gibi bir şey hatırlayamadığınızı kafanızda oluşan bir fikri İngilizceye neden dökemediğinizi hiç düşündünüz mü? Sonra da çıkıp İngilizce düşünmeden İngilizce öğrenemezsiniz? İşte Türkçe düşündüğünüz için konuşamıyorsunuz. Oysa İngilizce düşünseniz hemen konuşursunuz gibi 'köle oluşturma'jargonunun beyin yoksunu savunucuları oluyorum diye kaç kişi düşünmüştür. Düşünün bakalım adınızı söylerken, size söylenirken, saati söylerken size söylenirken, nereli olduğunuzu söylerken, size söylenirken, domatesin fiyatını sorarken ve size söylenirken vs vs güya İngilizce düşünüyorsunuz, güya anlıyor ve konuşuyorsunuz da aradan 5 dakika geçip size ezberletilen mot-a- mot sohbetler bitince mi İngilizce düşünemiyorsunuz veya anlıyor ama konuşamıyorsunuz? Bu kadar mı aptal yerine konulduğumuzu anlayamıyoruz. Oysa eğer ben dili biliyorsam soru sormayı, soru cümlesi kurmayı biliyorsam; yol da sorarım, saat de sorarım, fiyat da sorarım her şeyi sorarım. Neden domatesi sormak için 3 ay, patatesi sormak için 6 ay, kırmızıyı öğrenmek için 8 ay, maviyi öğrenmek için 12 ay kursa gideyim diye kimse kendine sormuyor mu? Sonra da çıkıp günlük dil yok iş İngilizcesi yok tıp İngilizcesi diye iyice sizinle kafa bulmalarına izin veriyorsunuz. Hangi ülkede bir doktor tıp dili için kursa gitmiştir? Hangi ülkede bir kimyager kimya dili için kursa gitmiştir? Hangi ülkede bir avukat hukuk dili öğrenmek için kursa gitmiştir? Ülkemizde hanginizin tanıdığı bir doktor tıp Türkçesi için hangi avukat hukuk Türkçesi için hangi diş hekimi diş hekimliği Türkçesi için hangi işletmeci işletme Türkçesi için kursa gitmiştir? Dünyanın her ülkesinde lise sona kadar ve bizim ülkemizde de lise sona kadar herkes aynı dil potasından herkes aynı Türkçe potasından çıkmıyor mu? Peki sonra ne oluyor kişi tıpa giriyor, hukuka giriyor, mühendisliğe giriyor vs vs ye giriyor ve gerekli süre sonunda o branşla ilgili kelime ve terim birikimine sahip olmuyor mu? Hala mı göremiyorsunuz ne yaptıklarını? Bir yabancı ülkemize gelsin ve size gerekli soruları aynı kendi vatandaşına sorar gibi sorup anında cevabını alsın ve 5 dakika sonra yanınızdan 'toz olsun' siz sadece 5 dakika size yıllarca ezberletildiği gibi güya hızlı konuşun güya İngilizce düşünün güya anlayın ve konuşun ama adamlar yanınızda kazara 5 dakika fazla kalsalar diliniz tutulsun, İngilizce düşünemeyin, anlayın ama konuşamayın. Şimdi anlıyor musunuz aslında ne olup bittiğini? Kişi geliyor en az 1000 saat, 2000 veya 3000 saat iki yıl, beş yıl, altı yıl bilmem kaç yıl ve saat kurs almış kendine yapıştırılan yaftayla yok 'upper' bilmem ne imiş, kendisinden sıfırdan başlayan müfredatınızın ilk 7 saatinde geçen ifadeleri hem de kelimeleri hazır verip kelime bile sormadan kurmalarını istiyorsunuz kırk dereden su getiriyorlar. İlk 7 saati kuramayan idiot, 30'uncu 50'nci 60'ıncı
saaatin cümlelerini kurabilir mi? Tam 50nci saat yani müfredatın ortası soru yapılarıdır. Gelen haşlama size 'upper' bilmem neyim diyor ve tamam soru sormayı biliyor musun diyorum evet diyor kur şu soru cümlelerini deyince bunlar günlük dil değil diyor. BAKARMISINIZ YAA... BAŞBAKAN BUGÜN HANGİ ÜLKEYİ ZİYARET EDİYOR? SORU CÜMLESİ GÜNLÜK DİL DEĞİLMİŞ! VEYA HANGİ ÜLKEDE OTOMOBİL FİYATLARI ARTTI CÜMLESİ, GÜNLÜK DİL DEĞİLMİŞ! İLLA Kİ DOMATES KAÇA?, NERELİSİN? GİBİ PAVLOVUN KUÇULARI MİSALİ CÜMLELERİ KURACAKLAR. Oysa 'WHERE ARE YOU FROM ' İLE 'FOR WHAT PURPOSE IS THIS MACHINE' AYNI CÜMLE KALIBI DEĞİL MİDİR? 'how much does it cost' ile 'in what countries has there been an increase in inflatin figures?' aynı cümle yapısında değil midir? Şimdi anlıyor musunuz 5 dakikalık İNGİLİZLEŞMEK ile ömürlük İNGİLİZCE bilmenin farkını? Ben yurt dışına çıksam elimde Türkçeden İngilizceye küçük bir sözlük de varsa, eğer cümle kurmayı biliyorsam dünyanın her yerinde rahatlıkla İngilizce dilinde anlaşarak gezer dolaşır ve herkesle her konuda sohbet ederim. Dil kurslarına tavsiyem; bırakın artık dünyada 30 yıldır kullanılmadığı halde isimlerinin başlarına 'new' ibaresi konularak sırf 'serf' yetiştirme amaçlı güya İngilizce öğretme kitaplarını ve halkınıza İngilizcede cümle kurmayı öğretin, öğretin ki karşılarına gelen yabancıyla tanışmanın ötesine gidip farklı konularda da konuşabilsinler. Bırakın 5 dakikalık köleler yetiştirme programlarının öznesi olmayı ve insanlara havadan yiyecek atmaktan vazgeçip balık tutmayı tarlayı sürmeyi öğretin. İngilizce düşün diye diye yol sormayı, tanışmayı, renkleri öğretmek, sebze, meyve, akraba isimlerini öğretmek kimseye dil öğrenmek anlamında fayda getirmez. İngilizce hızlı konuşmak için önce cümle kurmayı bilmek, bol bol literatür taramak, aklınıza gelen her şeyi kelime, kelime gurubu ve cümle düzeyinde İngilizce dilinde kurmakla başarabilirsiniz. Ben hayatımda asla yurtdışına çıkmadım, İngilizce düşünemem Türkçe düşünürüm, bol bol literatür tararım, bir seminere veya konferansa gitsem Türkçe de olsa İngilizce de olsa çok rahat İngilizce not tutarım, bu işin 'IQ' veya 'EQ' veya 'ku ku' ile de ilgisi yok, dil sistem işidir. İngilizceyi öğrenecekseniz ÖMÜRLÜK öğrenin beş dakika İNGİLİZLEŞMEK için 3 sene kursa gidip beş dakika sonra ayyy İngilizce düşünemiyorum, beş dakika sonra ayyy anlıyorum ama konuşamıyorum vs. saflıklarını yapmaktan vazgeçin. O ilk beş dakika aslında ne yapıp ne yapmadığınızı düşünün. Ağız burun yamultma odaklı, şan dersi verme algısıyla yapılan saçmalıkların sonu yoktur. Dünyada hiçbir Japon, hiçbir Afrikalı, hiçbir Meksikalı, hiçbir yamyam kabilesi üyesi İngiliz gibi telaffuz etmek için kendini kasmaz sadece konuşur. Çünkü karşınıza gelen yabancı eğer niyeti 5 dakika İngilizleşmeniz değilse sizin nasıl ağız burun yamultup şekilden şekile girdiğinize değil cümle kurup kurmadığınıza bakar. Dil demek cümle kurmak demektir. NOT: İngilizce düşündüğünü canlı yayında ispat edecek olan Türk vatandaşlarına moda gereği UMRE ZİYARETİ hediye edilecektir. EEE o kadar otomobil veriyoruz, kuruvaziyer seyahati veriyoruz, tanıdıkları 50 kişiye bedava ingilizce kursu veriyoruz dedik kimse gelmedi en azından şu mübarek aylarda UMRE ZİYARETİ hediye edelim dedik. Tabiri caizse 'haydi kızlar ve oğlanlar İngilizce düşünmeye' diyelim bakalım bu sefer gelen olacak mı? Kölelerin dili: Beş Dakikalık Dil
'Turkey' demekte ısrar eden bir yabancı görünce evliya görmüş gibi eli ayağına dolaşanlara saygılarımı sunarım... Televizyonda yıllardır çıkan kölelik, kolonizm, serflik, esirlik konularıyla ilgili sinema filmleri ve dizilerde ve vizyondaki denen sinema filmlerinde gördüğüm durum, rol gereği köle veya esir konumundaki insanların tecrit edildikleri ve sonradan zor yoluyla sokuldukları ortamlarda kendi dilleri bir şekilde unutturularak geldikleri diyarın, ülkenin vs. dilinin zorla ve önceleri emirlerle sonradan ise basit bazı cümlecikleri anlamaları ve söylemeleri yoluyla kendilerine zorla öğretildiği ve işin sonunda yaptıkları işin gereği sadece verilen direktifleri anladıkları ve ona göre cevaplar verip konuştukları bir düzene şahit olmamız olmuştur. Şimdi gelelim bunu neden yazdığımıza; Ülkemizde benim yıllardır dikkatimi çeken şey örneğin İngilizcede 12 zaman var iken neden en az 3 sene kursa giden bir vatandaşın sadece yedisini veya sekizini bildiği ama toplamının da bu kadar olduğunu bilmesi durumudur. Şimdi birileri çıkıp ne yapacaksın bu kadar zamanı Türkçede tüm zamanları kullanıyor muyuz gibi cümleler sarf edip kendilerini yoracaklar ama o zaman da yukarıda ifade ettiğim ilk durumun doğruluğunu onaylamış olacaklardır. Yıllardır ‘tense’ler Allah tenseler' deyip 3 yıl veya 5 yıl kursa gidip bunların tamamını öğrenememek sonradan, bir dilde günlük 300-500 kelime yetiyormuş gibi cahilce cümlelerin kurulduğu ortamlara da şahit olmamızı sağlıyor. Peki, bu yeni söyleme bakalım. Hep duyup ve belki de siz de söyleme gafletinde bulunmuşsunuzdur. Neden günde 300-500 kelime yeter dersiniz. Kafanıza nereden peydahlanmış bir fikirdir bu? Ben Türkçe öğretmenimin asla böyle bir şey dediğini hatırlamıyorum. Kimse de hatırlamıyordur. Peki, o zaman bu söylemin kaynağı Türkçeyi öğrendiğimiz yer değilse neresidir. Tabii ki güya İngilizceyi öğrendiğimiz yerlerdir. O zaman ilk paragrafta sunduğumuz fikir bir destekle daha, postulat haline gelmektedir. Dünyada 600 ile 1000 kelime arasında öğrenen köpek, kedi, papağan, maymun türleri varken bir insanın çıkıp 300-500 kelime bana yeter demesi ancak kölelik jargonu değildir de nedir. Peki konuşma, yazma, anlama, okuma süreçlerine bilimsel olarak bakalım; acaba gerçek ilim bu konuda ne demiş, dili bilmek aslında bu düzeylerde neleri yaptırmaya kadir ki biz, bize verilen KÖLELERİN DİLİYLE ne kadarını yapabiliyoruz:
KONUŞMA: 1-Türlü ortamlarda tanışma, ayrılış. 2-Ev sahiplerini/davet edeni selamlama, hoş-beş 3-Resmi/gayri resmi olarak tanıtma, başkalarını tanıştırma 4-Hoş sözler söyleme, böyle sözlere karşılık verme 5-Hoş sözleri anlama, yorumlama 6- İletişim amaçlarını ayırt etme.
7- Önceki karşılama/tanışmayı, geçmiş olayları anımsama 8- Konu açma 9- Açılan konuyu anlama 10-Yeniden düzenleme (reformulate) 11-Açımlama (paraphrase) 12-Verilen bilgiyi doğrulama, reddetme 13-Görüşmeyi sürdürme 14-Gelecekteki olayları öngörme/sezme/duyurma 15-Özetleme 16-Teşekkür etme ve memnunluk bildirme 17-Şikâyet etme, yakınma PEKİ, KÖLE DİLİNE SAHİP OLANLAR ÜSTTE KAÇINCI SIRAYA KADAR GELEBİLİRLER?
OKUMA: 1-Genel konuyu, iletişimsel işlev veya amacı, sözcük öbeklerini, söylemsel belirticileri ayırdetme. 2-Bağlamsal ipuçlarından anlam çıkarma. 3-Amaç dilin yapılarını kullanma, sözlük kullanma. 4-Gerçekleri bulma, anlama, görüşlerden ayırdetme, yanlış olandan ayırdetme, ana fikirleri çıkarma. 5-İlişkili fikirleri bağıntılama 6-Olaylar dizisini izleme 7-Anlam çıkarma 8-Tartışmayı izleme 9-Neden ve sonuç ilişkilerini ayırdetme 10-İçeriğe bakarak genelleme yapma 11-Ana noktaları özetleme ve değerlendirme, yazılı metinde ima edilenleri özetleme ve değerlendirme 12-Harita, çizim, tablo içindeki önemli ayrıntıları anlama 13-Bilgilerin güvenilirliğini belirlemek için değişik kaynakları kullanma 14-Teknik açıklamaları anlama 15-Güç durumlarda olası seçenekleri ayırdetme 16-Karmaşık, çelişkili düşünce ve görüşleri çözümleme ve değerlendirme.
17-Sonuç çıkarma 18-Özetleme PEKİ KÖLELERİN DİLİNİ ÖĞRENENLER YUKARIDAKİLERDEN KAÇINI YAPABİLİR?
YAZMA: 1-Not alma, hatıra yazma; açılamalar, düzenlemeler, talimatlar, soruşturma ve dilekler özür dileme ve neden bildirme. 2-Kişisel mektup yazma; davet yazısı, dilekler ve sorular, kabul ve red, düzenleme, özür dileme ve neden bildirme, tebrik etme ve üzüntülerini bildirme, teşekkür etme, olumlu ve olumsuz duyguları açıklama, genel kişisel mektuplar. 3-Telgraf, kişisel ilanlar ve talimat yazma; teleks, telgraf, kişisel ilan, talimat, işlemler, yemek tarifi, emirler. 4-Betimleme yazma; insanları, endüstri binalar, konum ulaşımıyla yerleri, nesneleri, hayvanları, havaalanı gibi yerlerdeki insan görünüşlerini bir yeri manzarayı alışkanlıklar ve koşulları işlemleri. 5-Deneyimleri iletmek; olayları, öz yaşam üzerine bilgileri, öyküleme, konuşmaları. 6-Şirketlere ve yetkililere yazma; form doldurma, istek mektupları, başvuru mektupları, bilgi verme talimat verme, şikayet mektupları, özür dileme ve neden açıklama mektupları 7-Gerçekleri, düşünceleri ve görüşleri sunmak; güdümlü paragraf yazımı, gazetelere mektuplar, özetleyici raporlar, insanlar ve olanaklar üzerine kişisel ve gerçeklere dayalı raporlar.
PEKİ KÖLE DİLİNİ BİLENLER YUKARIDAKİLERDEN HANGİLERİNİ YAPABİLİR? DUYDUĞUNU ANLAMA: 1-Genel konuyu, iletişimsel işlevi, amacı, fikirleri, destek görüşleri, ayrıntıları anlama 2-Bağlamsal ipuçlarından sözcük anlamı çıkarma 3-Sözcük öbeklerini tanıma 4-Söylem belirticilerini ayırdetme 5-Olası sonuçları tasarlama 6-Önemli ve değişik fikirleri çıkarma 7-Düşünceleri sınıflama 8-Görüş ve tutumu anlama 9-Önemli öğeleri ve düşünceleri onaylama, inceleme, değerlendirme, özetleme
10-Bellenecek özel bilgi ve düşünceleri çıkarma 11-Beklentileri ve olası sonuçları inceleme ve onaylama PEKİ, KÖLE DİLİNİ BİLENLER BUNLARIN KAÇINI YAPABİLİR. TV de yıllar önce 13.savaşçı diye bir film vardı. Filmde, başrol oyuncusunun oynadığı karakter bir şair ve kralı tarafından dilini bilmediği bir ülkeye elçi olarak gönderiliyor. Gittiği ülkede de olağanüstü bir durum oluyor ve 12 savaşçıyla beraber bu da 13. kişi olarak bir göreve gönderiliyor ama orada herkes onunla dalga geçiyor ve bir gün yakılmış bir ateşin önünde akşamdan sabaha kadar uyumayıp 12 kişinin ateş başı sohbetinden, mimik, hareket ve tavırlarından yola çıkarak sabaha kadar bunların dilini öğreniyor. Peki hangimiz bu kadar zekiyiz veya bu filim icabı olay kadar bir zorlama ve güçsüzlük durumunda kalıp bu mucizeyi gerçekleştirebiliriz. Amerika, İngiltere gibi gelişmiş batı ülkelerinde kendi elemanları, mensupları, istihbarat ve askeri görevliler ve diğer vatandaşlarına yaptırdıkları çalışmalar sonucunda dünyanın her dilini en fazla 8 ayda ve iyi bir şekilde öğrettiklerini(doğrudan okuma ve yazmayla) biliyor musunuz? Peki ülkemizde olan biten nedir? ANLIYORUM AMA KONUŞAMIYORUM - İNGİLİZCE DÜŞÜNMEM GEREK GİBİ İKİ HAİNLİK SÖYLEMİ BU ÜLKEDE DİL ÖĞRENME ÖNÜNDE ENGEL DEĞİLSE O ZAMAN NEDİR YILLARCA DİL KURSUNA GİDİP İKİ LAFI BİRARAYA GETİREMEMENİN SIRRI VEYA DÜNYADA SONUNCU GELMENİN DİL BİLMEDE, SIRRI NEDİR? ÇOK MU GAYRETLİYİZ DÜNYA SONUNCUSU OLMAK İÇİN? Bu ülkede ben hariç İngilizce kursuna giden (ben hayatta ehliyet dışında hiçbir şeyin kursuna gitmedim orada da hocalık teklif ettiler zaten) kim olursa olsun benden daha fazla yabancı görmüş benden daha fazla bir yabancıyla karşı karşıya kalmış insanlardır.25 yıllık İngilizce hayatım boyunca belki yıl başına 5 yabancı falan görmüşümdür. Ama gördüğüm her yabancıyla saatlerce sohbet etmişimdir. Peki bu saatleri sağlayan nedir? Yıllarca haftada en az 3 gün gördüğüm şimdi bir takım yerlerde olduğu gibi güya İngiliz olan İngilizce hocalarım mı? HAYIR! Peki, İngilizce düşünmek gibi bir beyinsizlik abidesi fikir mi? YİNE HAYIR Çok okurum, zaman ve fırsat buldukça İngilizce dinleme yaparım, kendi kendime konuşurum(delilik emaresi) çünkü camı kırıp acil durumda konuşacağım bir yabancıyı her canım çektiğinde bulamam, aklıma gelen bir fikri geliştirip yazarım, bir seminer, konferansa vs. gidince İngilizce not tutarım. EEEEEE sonra da karşıma bir yabancı gelince neden konuşamayayım yaaaa salak mıyım Allah(c.c) aşkına LÜTFEN YANİİİİ. SADEDE GELİRSEK; TÜM İNGİLİZCE DÜŞÜNENLERE, TÜM ANLAYIP KONUŞAMAYANLARA, TÜM HAFTADA 5 GÜN KURSA GİDİP MİNİ ETEKLİ VEYA CİNSİYETİ KARIŞIK MESLEĞİ NE OLDUĞU BELLİ OLMAYANLARLA 5 DAKİKA TANIŞAN AMA 5 DAKİKA SONRA ANLAYIP KONUŞAMAYANLARA, TÜM BATI HAYRANI DOSTLARA HAYATTA BAŞARILAR DİLER, ÜLKESİNİN ADINA HALA
'TURKEY' DEMEKTE ISRAR EDEN BİR YABANCI GÖRÜNCE EVLİYA GÖRMÜŞ GİBİ ELİ AYAĞINA DOLANANLARA SAYGILARIMI SUNARIM. SİZ BANA BAKMAYIN BENİ DE ASLA CİDDİYE ALMAYIN. HÜRMETLER EFENDİM. NOT: Siz hiç Sayın Cumhurbaşkanımızı İngilizce konuşurken dinlediniz mi? Ben dinledim. İngiliz gibi telaffuz etmiyor. Ama İngilizce konuşuyor neden çünkü dili biliyor. Siz hiç Sayın Dışişleri bakanımızı İngilizce konuşurken dinlediniz mi? Ben dinledim. İngiliz gibi telaffuz edemiyor ama konuşuyor ve herkes anlıyor. Peki, neden çünkü dili biliyor. Demek ki Ağız burun kıvırma odaklı şan dersi amaçlı kurslara gitmek yerine eğer şan dersi almak istiyorsanız konservatuara gidin. En azından bir şey olursunuz. Ama sizin içinizden bazıları yine de beni kaale almayın. Aynen devam edin. Anlıyorum ama konuşamıyorum! Anlıyorum ama konuşamıyorum şeklindeki bir söylem bir insan için mantıklı kurulmuş bir cümle örneği değildir. Anlıyorum ama konuşamıyorum! Evet bugünkü yazımıza ülkemizde İngilizce konusunda en önemli köşe taşlarından olan bir söylemle başladık. Hep dediğimiz gibi ülkemizde İngilizce düşünenlerin ana dili İngilizce olan ülkelerdekilerden daha fazla olduğunu ama yıllardır karşılaşmadığımızı sürekli söylüyoruz. Oysa İngilizce düşünüp anlayıp ama konuşamamak söylemi de bize ait değil midir? Birkaç yabancının bir ortamda konuşurlarken ülkemizdeki dil eğitiminde neden başarısızlıklar olduğunu analiz ederlerken bir Türk için aynı anda her şeyi yapan değil, okuyan ama anlayamayan yazan ama konuşamayan konuşan ama okuyamayan yazan ama okuyamayan vs. vs. çevirmenler lazım demişlerdi, ben de siz Türkçe biliyor musunuz deyince bir tanesi 6 yıldır Türkiyede yaşadığını ve Türkçeyi konuşabildiğini söyleyince ben de okuyup yazabiliyor musunuz dedim; duraksayıp hayır deyince o zaman bizimle dalga geçeceğinize kendinizle ilgili analizleri de bizim için yaptığınız gibi yapın '...efsizler' dedim. Sanırım hızımı alamayıp buna bazı olumsuz sıfatlara sahip olanların çocukları demeyi de ekleyince yanımdan hışımla kalkmalarını sağladım. Kendilerinden özür dilediğimi belirtip, milyonlarca insanı sırf renkleri, dinleri, dilleri, ırkları farklı diye ortadan kaldırıp, bundan sonra sayılmaz artık insan hakları evrenselliği var deyip beyanname yayınlamalarını veya dünyada ne kadar terörist varsa kucak açıp sosyal demokrat ve demokrasinin yegane varisiyiz sloganlarını da hadi anlamadığımı söyleyip işimize dönerek dil konusunda köle olmayanların yaklaşımlarına bir bakalım demek istiyorum. Bilimsel olarak, öğrenmenin anlamlı olması ve etkin zihinsel işlemler sonucunda oluşmasıdır. Yoksa o kadar bilgi yükünü öğrencilerin edinmesi olanak dışıdır. Bilişsel kurama göre; beyin öğrenilecek olan bilgiyi işlemektedir; bu işlemenin en verimli şekilde gerçekleşmesi için öğrenilecek şeylerin anlamlı olması gerekmektedir. Beyin bir bilgisayar gibi, bilgileri bölük pörçük alıp onları hiç unutmamak üzere saklamaz. Anlaşıldığına göre yeni öğrenilenleri anlamlı birimlere dönüştürür ve bireyin daha önceki bilişsel (öğrenme,kavrama) yapısında bulunan öteki bilgilerle olan ilişkisini kurar. Ancak ondan sonra bu bilgiler ilerde kullanılmak
üzere saklanır. Anlamlı birimlere dönüştürülen bilgiler daha kolay öğrenilir, daha uzun süre akılda tutulabilir. Bu tür bilgiler yeni öğrenme ortamlarında kullanılabileceğinden öğrenci açısından daha değerlidir. Öğretmenin öğrenme sürecinde birinci sorumluluğu öğrencinin anlamlı öğrenmesini sağlamaktır. Evet anlamlı öğrenme yani anlayarak öğrenme. Öğrencinin dil yeteneği geliştirilirken okuduğunu anlamadan sonra konuşma veya yazmaya geçilmelidir. İlk önce öğrencilerde uygulayacakları bilişsel yapıyı oluşturmak gerekir, yani öğrenci dilin düzenini ve kurallarını, onları uygulamadan önce bilinçli olarak öğrenmelidir. Bu da yabancı dilin yapı ve dilbilgisinden başka bir şey değildir. Öğrenciler temel yapıyı öğrendikten sonra onlardan uygulama istenmelidir. Dil kullanımı yaratıcı bir etkinlik olduğuna göre, gerekli yeni cümleler öğrenim gereçlerinin işlevi, yaratıcı dil kullanımını gerektirecek bir ortamı oluşturmaktadır. Yaratıcı kullanımı kurallarla belirlenen dil, son derece değişken ve yeniliğe açıktır. O nedenle öğrenilecek olan dil değil onun düzenidir. Öğrenme anlamlı olmalıdır. Öğrenciler her zaman ne yapmaları istendiğini ve ne söylediklerini ANLAMALIDIRLAR. Yeni öğrenilecek olanlar önce öğrencilerin KENDİ DİLİYLE ÖĞRENDİKLERİNE GÖRE DÜZENLENMELİDİR. İkinci dil de aynı düzeye varılana değin öğrenilmelidir. Birisi size konuşurken size sonuç olarak dediğini anladım dedirten durum, size karşı dilde geleni yapısal, gramatik ve anlamsal olarak çözüp kendi dilinizde anlam karşılığıyla anlamanızı sağlayan durumdur. Örneğin bir yabancıyla karşılaştınız ve size 'I opened the door' dedi. Şimdi sizin bu cümleyi anladım demenizi sağlayacak olan ve kafanızdaki bilişsel süreçte yapılan işlem sırasıyla şudur: Önce beyniniz size sorar size gelen cümle tür olarak nasıl bir cümle yapısındadır? Yine beyninizin verdiği cevap fiilli cümle yapısında olduğudur. O zaman karşı dil olan Türkçede de fiilli cümle yapısındadır. Sonra sorulan soru gramatik olarak hangi kombinasyonda olduğudur, ve dikkat edersek İngilizcede S+V2+O+C kombinasyonunda yani Türkçede de -di li geçmiş zamanda bir cümledir. Şimdi kelimeleri yerlerine koyup kelime ve kelime grubu analizi yaparsak I=BEN,OPENED=AÇTI,THE DOOR=KAPI şeklindedir. Türkçe fiilli cümle yapısında Türkçedeki öğe dizilimine göre tam kurulumu oluşturursak 'Ben kapı(yı) açtı(m)' şeklinde cümleyi kurarız. Peki biz cümleyi böyle analiz yaptıktan sonra bize anladım dedirten olaylar dizisi gerçekleştikten sonra 'Kapıyı açtım' şeklindeki bir cümleyi bize İngilizce dilinde kurdurtacak olan işlem bir öncekinin aynısı ama kaynak dilden hedef dile yönü aksi yönde olan aynı işlem değil midir? Yapalım bakalım; beynimizdeki bilişsel süreç soruyor kuracağın cümle hangi cümle yapısında cevap fiilli cümle, tamam karşı dilde de fiilli cümle peki hangi gramatik kombinasyonda cevap -di li geçmiş zamanda evet hedef dilde de aynı kombinasyonda ve en son kelimelerin yerlerine konulması ve Allah’ın (c.c) verdiği dilimizle seslendirmek. 'kapıyı açtım'=S+V2+O+C,işi yapan ben I, yaptığım iş açmak V2 si opened, ve nesne evet neyi sorusunun cevabı kapı yani the door.
Ve cümle I OPENED THE DOOR. Evet konuştuk işte. Dilde mesaj iletimi ve aktarımı olarak yer alan 4 düzey konuşma, okuma, anlama(konuşulanı) ve yazma düzeyleridir. Okuma ve anlama(konuşulanı) düzeylerinde yaptığımız işlemin tam tersini yazma ve konuşma düzeylerinde yaparız. İnsan denen canlı bunların dördünü de eş düzeyde öğrenir. O yüzden anlıyorum ama konuşamıyorum şeklindeki bir söylem bir insan için mantıklı kurulmuş bir cümle örneği değildir. Yazıp konuşamamanın dayanılmaz ağırlığı Okuma ve anlama düzeyleri kendi aralarında ve konuşma ve yazma düzeyleri de kendi aralarında aynı dilsel süreçlerle oluşan yani başlayan devam eden ve biten süreçlerdir. Geçen günkü yazımızla ilgili yaptığı bir yorumunda saygıdeğer bir yorumcumuz aslında bizim anlıyorum ama konuşamıyorum söylemimizde gizli olanın yine aslında anlayamadığımız olgusunun da olduğundan bahsetmiştir. Evet, bu nokta asıl önemli olan noktadır. Dünyada sadece dilsizler onlar da yaradılıştan okuyup, yazıp konuşamadıkları halde, bilimsel olarak evet bilimsel olarak dilsizlerin yanında dünyada bu kategoride tek millet olmamızın sebebi aslında gerçekten ağzı olan konuşur söyleminin gerçek ortam uygulamasının da tek ülke olduğu yer olmamız sebebine dayanmaktadır. Ülkemizde anlıyorum veya yazıyorum veya okuyorum ama konuşamıyorum diyen topluluk aslında bu diğer üç melekeyi de yaptığını sanmakta ve asıl problem de burada başlamaktadır. Düşünsenize bilimsel olarak okuma ve anlama (dinlediğini anlama) düzeyleri kendi aralarında ve konuşma ve yazma düzeyleri de kendi aralarında aynı dilsel süreçlerle oluşan yani başlayan devam eden ve biten süreçlerdir. Bir insan okurkenki ve dinlediğini anlarkenki yapılan işlemlerin tam tersi ama aynı işlem dizgesinde yani sistematiğinde yazarkenki ve konuşurkenki yaptıklarını yapar veya aynı dizgelerle yazar ve konuşur. Dünyadaki güya İngilizce öğretme sistemlerinin, bir Amerikan misyoneri olan JOSIAH STRONG’a (1885:178-79) göre İngilizce dilinin, anglo-saxon ırkının kaderinin doğrudan temel oluş sebebi olması ve bir zamanların Latincesi gibi ama onun yerine geçmiş olan Hristiyan düşüncesinin taşıyıcısı ve insanların anglo-saxonlaştırılmasının bir aracı olması sebebiyle, bu doğrultulara göre ve insanların kendi kültürlerinden dil yoluyla koparılıp İngiliz kültürüne göre edinime saplanıp kendi yaşadıkları ülke ortamlarında da İngiliz yaşam tarzını kendi yaşamlarından örnek oluşlarla sergileyip kuşaklar boyunca yerleştirmeleri odaklı sistemler olduğunu anlamak için İŞTE BU TUZAKLARA DÜŞECEK KADAR SAF olmak gerekiyor. Bana da yıllardır bazı saflar gittikleri bazı yerlerde kendilerine DİLİ YAŞAMAK GEREK, BİZ YAŞATARAK ÖĞRETİYORUZ söylemlerinin kendilerine söylendiğini söylemişler; ben de ağzımı bırakıp başka tarafımla gülmemişim ama AĞLAMIŞIMDIR. Peki, beni yanlış organımla ağlatan ne olmuştur ona bakalım şimdi:
'Gavurlar' yani yabancılar yaptıkları kolonist amaçlı çalışmalarda şöyle bazı söylemler geliştirmiştir. Bir insan bir dili öğrenecekse şunların da öznesi olmalıymış. a)
Dil belirli bir kültür toplumu ile iletişim kurmak için öğrenilir.
NAÇİZANE YORUMUM: Eee taam(tamam) tabii ki öyledir. b)
Güdülenme açısından gerekli olabilecek duygusal düzeltmeler toplumsaldır.
NAÇİZANE YORUMUM: Hmmm, Allah Allah(c.c), eeee. c- Dil öğretim modeli bu anlamda güçlü ve gerçekçidir, ancak ikinci dil ediniminde toplumsal bağlamı temel aldığı için PEK TUTULMAMIŞTIR. NAÇİZANE YORUMUM: Evet onlar böyle diyor ama bizdeki bazı sıfatsızlar hala öğrenmek için yaşamak gerek demeye devam ediyor. NEREYE KADAR BAKALIM d) SONUÇTA BAŞKA BİR DİL EDİNMEK başka bir kişi haline gelmektir. Öğrenci başka bir toplumun simgesel değerlerini öğrenmiyor onları ediniyor, ve bir başka toplumun kültürünün öğelerini kendi yaşamına sokuyor ve kişilik değiştirici bu işi kolay kolay kabul edemiyor. NAÇİZANE YORUMUM: Yani kültür ve dinimizi güzellikle hayatınıza sokamazsak Güney Afrika, Hindistan, Avustralyadakilere yaptırdığımız gibi yaparız diyorlar. EL CEVAB:(NN....HHHH) YAPARSINIZ! İçimizden bazıları sokaklara hala tükürüyor olabilir... Olsun! İçimizden bazıları hala kadınların olduğu ortamlarda kendilerinin de bir kadının dünyaya getirdiği bir canlı olduğunu unutup argolu, küfürlü konuşup patanlarını (bacaklarını) pergel gibi açıp oturuyor olabilir… Olsun! İçimizden bazıları hala yanında bir erkek olsa da bir kadına 'bizon öküzü' gibi bakıyor olabilir… Olsun! Ama asla unutulmaması gereken bir şey varsa o da bu milletin sahip olduğu vicdan ve asaletin hiçbir millette olmadığıdır. Ben bu asil milletin bir ferdi olduğum için gurur duyarım. Bu memleketin birçok yerinde çalıştım, her gittiğim yerde bu topraklar için ağlamışımdır, kimse unutmasın dünya durdukça kimse bize pranga vuramaz. İstersek İngilizcenin de Çincenin de bilmemnecenin de piri ve bilgili olma da önde gideni oluruz. Aramızda bazıları hala saçma sapan dilsel söylemlere devam etsinler. Her şerde bir hayır her hayırda bir şer vardır misali; onlar söylesinler ki bazıları da bunun aslında böyle olmadığını görüp tersini ve doğrusunu ortaya çıkarsınlar. Unutmayınız dilde asıl olan cümle kurmaktır. İngilizce belki beynelmilel (beynelminel değil) bir dil olabilir ama bunu öğrenmek için İngiliz veya Amerikalı gibi düşünmek gerek veya o dilde düşünmek gerek gibi söylemlerin arkasında koşmak bize öyle sonuçlar getirir ki bunları görmek için bunları yaptıkları ülkelere geziler düzenlemenizi tavsiye ederim çoğu şu anda vizesizdir, gidip görünüz. 300 Kelime 500 Kelime Olaya dil meselesi açısından bakarsak bir objeye 'apple' veya 'elma' deyip dememek meselesi değildir bir dilde anlaşmak
Şimdi iki tane cümle kurup bunlar aslında ne demektedir ve ne dememektedir inceleyelim: 1-GÜNLÜK DİLDE 300-500 KELİME YETMEKTEDİR BUNUN DIŞINDAKİLER GÜNLÜK DİL DEĞİLDİR! 2-DÜNYA ÜZERİNDE BAZI KEDİ, KÖPEK, MAYMUN VE PAPAĞAN TÜRLERİ 600-1000 KELİME ARASINDA ÖĞRENMEKTEDİR! Şimdi bilimsel ve gerçek olarak hayatımızda varolmuş, varolan ve varolacak yayınlanmış, yayınlanan ve yayınlanacak tarafsız olarak, taraflara sunulmuş veri ve bilgilere bakalım: 1- Konuşulan dilin insan düşüncesini biçimlendirdiğini ileri süren dilsel görecelik veya dile bağımlılık kuramı en güçlü döneminde İngiliz yazarı George Orwell (1903-1950)in 'bindokuzyüzseksendört' (1949) adlı romanına 'newspeak' ilkeleri üzerine ekinden (241-250)de anlaşılacağı ve izleneceği gibi, bu kuramın benzer kavram ve açıklama terimleriyle yansıtılmıştır. Gerek İngiliz sömürge polis örgütünde gerekse İspanyol iç savaşı ve II.Dünya savaşı yıllarındaki deneyimleri üzerine kurulan bu romanda yeni bir dil (newspeak) oluşturulur. Bundan amaç düşünmeyi önlemek, yok etmektir; onun için sözcük sayısı azaltılmalı, ancak günlük ilişkilere yetecek sayıda sözcük bırakılmalı ve düşündürecek kavramlar yok edilmelidir. ...Newspeak ile güdülen amaç yalnızca Ingsoc (İngiliz sosyalizmi)a bağlı olanlara özgü dünya görüşü (world-view) ve düşünce alışkanlıklarını anlatım aracı sağlamak değil, aynı zamanda başkaca düşünme biçimlerini olanaksız kılmaktadır. 2-...Yurt dışına, Almanyaya işçi olarak giden Türklerden birinci kuşağın oralarda ister istemez bir dilsizlik dönemine girdiği, Newspeak evreninden daha olumsuz koşullarda yaşadığı, bunun da onları türlü kültürel bunalımlara soktuğu çok geç umursandı. 'Almanca bilmeyen bir Türk hem kör hem sağır...pek azı bir yana dilsiz insanlar Almanyadaki Türkler'(uygur 1984-26) dedirtecek ölçüde acı bir deneyim geçirdikleri artık herkesçe onaylanmaktadır. Bu ülkelerdeki okur-yazar olmayan Türkler dil bilmemekle suçlanmaktadır. 3-Yabancı bir dille eğitimde de öğrencilerin bilişleri birden sıfırlanıyor, ilk yıllar, ister orta ister yüksek öğretimde olsun, çoğunluk için zorunlu bir ezbere öğrenme dönemi geçiriliyor. Henüz yabancı dili bilmeyen çocuklardan üstün bir soyutlama yapmaları, o yapay ve topal iletişim ortamında feni ve matematiği anlamaları bekleniyor. Sonuç ortada, fen ve matematik öğretenlerin yabancı dil öğretimini bilmedikleri bir yerde yabancı dille öğretimden de söz edilmemesi gerekir. 4-Öğrenmenin bir tanımı da uzun süreli bellekte oluşan değişimdir. Çünkü dil öğrenimi önceki yapılar üzerine yeni yapılar kurarak gelişir. Uzun süreli bellekte bir andaki öğrenme aşamasına kadar öğrencinin edindiği kavramsal yapıların hepsi saklanır. Bunlar öğrencinin daha önce edindiği evrensel ve dile özel dilbilgileridir. Her yeni edinimle uzun süreli bellek bir değişikliğe uğrar. Bu değişiklik öğrencinin karşılaştığı tüm verilerden neleri algıladığını belirler, yani uzun süreli bellek ve onun taktik seçimine etkisi girdinin ne zaman alıma dönüşeceğini gösterir. Uzun süreli bellek edinim eyleminde hem bir süzgeç hem de alıcı olarak görev yapar. -Şimdi dil öğrenmek için öncelikle ana dili bilmek önemli midir değil midir? -Bir dilde düşünmek deyince anadil mi ikinci dil mi anlaşılır?
-Bir dili bilmek sadece üç beş cümle ezberleyip üç beş cümleye cevap vermek midir? -İnsan olan bir canlı için 300-500 kelime benim ihtiyaçlarımı karşılar demek ne demektir? Geçen yazımıza yorum yapan güya şaşalı kelimeler kullanıp güya bir şey olduğunu ima etmeye çalışan bir yorumcumuz iki omuzu arasında taşıdığı yuvarlağın futbol topuna sadece benzediğini yoksa top gibi her yere uzatılamayacağını anlamamış olacak ki yazısına Arapça başlıkla başlayıp öncelikle ana dil bilgisinin iyice öğrenilmesinin yabancı dil öğrenmekte daha faydalı olacağının tarafımdan vurgulanmasının daha faydalı olacağından bahsedip Arapça başladığı yazıyı Türkçe devam ettirip İngilizce öğrenme tavsiyesiyle bitirmiştir. İnsan eylemlerinin hepsi zekayla ilgilidir. Çünkü yaradılışımızın temel sebebi cesedimizle beraber bize bahşedilen akıl makinesi ve bunun motoru olan zekayı kullanıp dünya denilen tiyatro sahnesinde yaratıcı tarafından verilen rolü layıkıyla oynayıp zamanı gelince göçüp gitmektir. Olaya dil meselesi açısından bakarsak bir objeye 'apple' veya 'elma' deyip dememek meselesi değildir bir dilde anlaşmak ve uzlaşı sağlamak ve bunun adına davranmak nesiller ve asırlar boyunca. İngilizce meselesi dünyanın son yüzyılının meselesidir. Daha önce bir yüzyıl kadar Fransızca dünyanın meselesi olmuş, ondan önce bir dört yüz yıl Osmanlıca dünyanın meselesi olmuş, ondan önce bilmem kaç yüz yıl Latince ondan önce Arapça vs. vs. dünyanın dil meselesinin özneleri olmuştur. Tabii özneyi önemli kılan cümlenin de kuruluş şeklidir. Cümleyi etken olarak kurarsanız özneye vereceğiniz önem cümle sonuna kadar ve ondan sonraki cümlelere de temel teşkil edip edemeyeceği veya edilgen olarak başlatırsanız öneminin daha da azalacağı ve sonraki cümlelerde 'doer' denilen yapıcılığından yapılandan etkilenen şekline bürünüp bürünmeyeceğine kadar bir dizi olayın sebep ve sonucunu yine kendinizin belirlemesini sağlar. Dünyada retoriği iyi kullananlar hitabet sanatının en iyi özneleri olarak halklarını felaket veya refaha sürüklemişlerdir. Millet olarak ise sahip olunan vicdana, bunun nasıl kullanılıp kullanılmadığına, amaçmeselenin gücü göstermek mi yoksa devamlılığını sağlamak mı olup olmadığını anlamaya, dili yerleştirme çabasının birliği sağlamak mı yoksa yayılmacı amaçları gerçekleştirmek mi olup olmadığına, Allah(c.c) tarafından verilen zekanın hizmet etmek amaçlı mı yoksa hizmetli kılmak amaçlı mı tüm canlıları kendine olup olmadığının tespitine, amiyane tabiriyle dile hakim olanların teknolojiye, teknolojiye hakim olanların da ideolojiye hakim olacakları tespitine yaşanan canlı örnekleriyle ayırdına veya farkına varma meselesidir dil meselesi. Mesele Türkçeyi kullanıp kullanmamak meselesi de değildir şu anda. Çünkü diller o kadar birbirine girmiş ki etkilenimden kaçınmak neredeyse imkansız. Ama asıl olan bir cümle kurarken düşünmektir ve bir cümle kurarken düşünmek de belirli bir dille yani ana dille olduğu için dili bilip bilmemek burada önemli hale gelmektedir. En başta örneğini vererek başladığımız 'so called' 'güya' 'yorumcu' zat çünkü eylemini gerçekleştirdiği başlık 'yorum yapmaktır' ki neyse bu hadi öyle olsun diyeceğimiz eyleminde kafasının ne karışık olduğunu daha laflar başlangıçta ağzından dökülürken ortaya koymaktadır. İşte burada da zeka ortaya çıkmaktadır. Bir söz bunu 'bir insan konuşmuyorsa ya çok zeki veya aptalın tekidir' şeklinde açıklarken hangisi olduğunu ise ağzından dökülen ilk kelimelerle anlarsınız şeklinde özetler.
Bazen bazı ortamlara giriyorsunuz insanlar sizi giyiminiz, kullandığınız telefon vs aksesuarlarınızla ölçüp biçmeye bakıyorlar. Eski bir söz bunu 'sizi elbisenizle karşılar fikrinizle uğurlarlar' der. Ama ben bakıyorum ki girdiğiniz ortamda ülkemizin her yerinde sizi hem karşılama hem uğurlama eylemi artık sadece ambalaja bakılıp yapılmaktadır. Bu eylemsizliğin daniskası diye adlandıracağım tarz aslında sizi de birçok durumdan korur tabii bunu kullanmak isterseniz. Ama bu zavallılığa kadar düşen milletlerin de birkaç yazıdır bahsettiğim egemenlik durumlarından hangilerinin tuzak-nesnesi olacakları da gün gibi yavaş yavaş ortaya çıkmaktadır. Düşünsenize bir zat çıkıp güya size akıl veriyor ama başladığı yazısında tam üç tane dilden güya bahsedip güya kullanıp güya akıl verip ne yaptığını ne kadar anladığını yani zekasını da ortaya koymaktadır. Dilde okumak çok önemlidir. Yabancı dil öğrenmek için kursa gitmeye, ders almaya, kurum kurum gezmeye gerek yoktur. Dil öğrenmek için ilk iş zaman ayırmak sonra bu zamanı verimli kullanıp sistematik ve adım adım tamamen determinizm prensipleriyle hedeflere ulaşmaktır. Herkes her dili en fazla bir senede kendi kendine öğrenir. Yeter ki azmetsin. İşte zeka buradadır. Benim milletim dünyanın en zeki milletidir. Hayatta kalma hassası o kadar yüksek olan bir milletin meydana getirme hassası da hayatın her aşamasına damgasını vurup kendini göstermiş ve buna dünyanın her yerinde devam etmektedir. Şu ekonomik krizde düşünün bakalım adam bakkal dükkanı açmış, batırmış sonra ayakkabıcı açmış, o da batınca tekel bayii açmış, o da batınca köşede simit satmaya başlamış, hiç yapmazsa bir yere girip çalışmaya başlamıştır. Aradan yıllar geçip yavaş yavaş otobüs, metrobüs vs. de duymaya yavaş yavaş başladığımız adama iş veriyoruz ben yıllardır çalışmama rağmen alamadığım maaşı yeni başlamasına rağmen istiyor yuhh bee dedirten söylemleri duymaya başlıyoruz. İşte bitişin başlangıcı budur. Herkesin müdür herkesin C.E.O olma peşinde koştuğu bir toplum ortaya çıkıyorsa, en sıkıştığı anda ana babasına koşan süt kuzuları yavaş yavaş hayat denen ortama girmeye başlamışsa, en küçük problemde psikologluk hale gelen insanların olduğu en ufak sorunda kalp krizi geçiren nesillerin ortaya çıktığı ortamları görmeye başladıysak hepsi de dili kullanırken yapılan iletişim hatalarından kaynaklanmaktadır. Dil Allah’ın (c.c.) bahşettiği bir nimetken onu kullanmak Allaha(c.c) layık olmanın en temel endikatörüdür. Kullanamazsanız kullananların nesnesi olursunuz. İşte mesele budur ya eylemlerinizin arkasında sağlam özneler veya bazılarının eylemlerinin kolay ihmal edilebilir nesneleri olmak bütün mesele bu. Dil Kullanımı Dilde önce anlamanın sonra üretimin gelişmesi insan beyninin işlevsel bir özelliğidir. Ülkemizde dil öğrenimi ve öğretimi üzerine onca yazıya rağmen elle tutulur ve insanların işine yarayacak denilenlerin sayısı bir elin parmaklarını geçemeyebilir mi acaba? derken; ‘her mahallenin bir delisi vardır' misali bizim de yazılarımızın 'kırıkları' olmakta ve yazdığımız cümleleri anlamaya kafaları basmadığı için tüm halkımızı da kendileri gibi düşündüklerinden '180 kere tekrar' diye gördükleri yazıları anlamaya hala kafalarının basmadığından dem vurup faklı olmasına rağmen hala bunları anlama sorunu yaşadıklarını söylemektedirler. Arada sırada bu 'kırıklara' bizim de dokundurduğumuz ve acı seslerini duyduğumuz zamanlar olmasına rağmen hep tekrarladığımız sloganı yineleyip 'eğer dil konusunda lafınız varsa söyleyin veya adam gibi oturup dinleyin' diyerek dil kullanımının aslında ne kadar önemli olduğunu, beyninde bilgisi
olmayan feodal kalıntılarının ya kişiliğe veya cümlelerin kısalığı uzunluğuna laf atmalarını en iyi delil olarak sunarız 'DİL KULLANIMINA'. Ülkemizde aslında severek yaptırıldığında insanlarımız daha 10-15 yaşlarındayken en önemli üstatların kitaplarının her sayfasında en az 10 satırdan oluşan cümlelerini tabiri caizse su gibi okuyup anlamakta ve kendilerinden sonra gelenlere aktarmaktadırlar. Bu üstatların yanında bizim kurduğumuz 3-5 satırlık cümleler devede kulak memesi kalır, yani kulak bile değil yüzden kırıklarımızdan ricam ekmeğini yedikleri milleti aşağılamaktan vazgeçip ya yazıları sessizce okumaya devam etsinler veya fikirlerini düzeltinceye kadar yazılarımızın malzemesi olmaya devam edeceklerdir. Çünkü konumuz dildir. Kafası karışık aynı anda bilmem kaç dili kendi bile anlamadan kullanan yorumcu müsveddelerine ne haber7 de ne de başka yerde yer yoktur. Hep dediğimiz gibi VARSA FİKRİNİZ TARTIŞALIM ama azgelişmiş ülke jargonuyla davranacaksanız ona da tonla diyeceğimiz olacaktır. Ülkemiz bazılarının sandığı gibi eski muz cumhuriyeti benzeri bir ülke değildir sabah en erken kalkanın yönetimi ele geçirdiği. Sayın Yaşar İliksiz zamanında müfredatımızın %60’lık kısmına kadar devam etmiş sonra kanaldaki görev değişikliği ve işlerinin yoğunluğundan programa devam edememiştir. 100 saatlik müfredatımızın 30 saatini bitirenler ülkemizdeki 'havar yu cu' dil kurslarında 2 sene hocalık yapmaya devam edecek yeterliğe gelmektedirler. Biz öyle bir müfredat sunuyoruz ki bu müfredatın onuncu saatinden itibaren herkes ülkemizdeki tüm dershanelerin en iyi öğrencilerinden daha iyi hale gelmektedir. Nasıl olduğuna bakalım. --Bir dershaneye en az 3 sene gitmeniz istenir. Size açık büfe türlü türlü seviyeler sunulur ve birisindesiniz denir. Sadede gelirsek bir dershaneye haftada 15 saat 8 ay giden birisi 480 saat ve 2 senede 960 saat gider ve güya her konuyu görür. Ve bizim 100 saatlik naçizane müfredatımızın 9,5 katı kadar saat ders görür değil mi? Eeeeveet bu kadar dandik ve toplama bilgiyle bizim 10 saatin cümlelerini kurmak onun için herhalde yürürken sakız çiğnemek kadar kolay olmalıdır değil mi? --El Cevab: Nayır nolamaz, asla kuramazlar. 'havar yu davar yu' ya alışıp 1000 saat ders görüp güya İngilizce bilenlere bir teklifim var. Gelin tanışma faslını geçtiğimizi düşünün ve diyelim ki karşınızda bir yabancı olsun ve sizinle ADAM gibi konulardan konuşmak istediğini düşünün karşılıklı 30 ar cümle kurduğunuzu varsayalım. Ben sizin kuracağınız 30 cümleyi kelimelerini de hazır verip sunayım. Yani kelime sormak yok. Şimdi teklif şu: Eğer ağlamaz, sızlanmaz, ayy bunlar günlük dil değil, ayy aman ben anlarım konuşamam, ayy İngilizce düşünmem lazım derseniz her şeyde serbestsiniz. İster hamuda kalkıp kurun, ister İngilizce düşünün ister Fransızca düşünüp Almancanın yanından geçtikten sonra İtalyancayı da fethedip ister en son İngilizcesini kurun ama kurun Allah(c.c) aşkına 1000 saatte yaptığınız tüm harcamaları karşılamaya sizi de limuzinle evinize bırakmaya söz veririm. Bu teklif 100 laf edip aslında laf salatası yapan boş kafalı kırıklarımız için de geçerlidir. Müfredatımızı bitirenler cümle kurmayı öğrendiklerinden hayatta cümle kurmaya dair, her safhası cümle kurmak üzerine kurulu hangi iletişim düzeyi olursa olsun her aşamasında yer alıp hem ülkelerini hem milletlerini hem dinlerini hem de ideolojilerini gittikleri yerlere yaymaktadırlar.
Şimdi asıl görevimizi kısaca kalan yerimizde öz ve az vererek bugünkü yazımızı biiznillah bitirelim. DİLİN İŞLEVLERİ: 1-ARAÇ İŞLEVİ: Bir şey almak için dilin kullanılması 2-DÜZENLEME İŞLEVİ: Başkalarının davranışlarını etkilemek için dil kullanma. 3-ETKİLEŞİM İŞLEVİ: Başkalarıyla etkileşimde bulunmak için dili kullanmak. 4-BİREYSEL İŞLEV: Kişisel duygu ve düşünceleri anlatmak için dili kullanma. 5-ANLAYIP ÇÖZME İŞLEVİ: Bireysel öğrenme ve keşfetmek için dili kullanma. 6-DÜŞÜNME İŞLEVİ: Düşsel bir dünya yaratmak için dili kullanma. 7-ANLATIM İŞLEVİ: Bilgi alışverişi için dilin kullanılması. Dilde önce anlamanın sonra üretimin gelişmesi insan beyninin işlevsel bir özelliğidir. Edinilen bilginin kullanımı onun çözümünden daha çok eğitim gerektirir. Onun için bilgiyi havadan elde eden 'havar yu' nesli asla üretim nesli olamayacaktır. Bunu bilim söylüyor üzgünüm ama ben de yıllardır söylüyorum. *** NOT: Üç beş satırlık cümleleri anlayamayan, derdini anlatmak için tek dil yetmediği için diğerlerinden de bihaber olup ancak gizli saklı cümleciklerle onlarla da ancak derdini anlatan güruh için tavsiyemiz 'okumayı öğreniyorum' kitaplarıdır. Ayrıca güya yorumlarında kullandıkları Türkçe kelimeleri dahi doğru yazmaktan aciz tiplerin konusu dil olan bir köşede dikkate alınmaları da tuhaf değil midir? Önemli olan herkesin bildiği dillerle yazı yazmaktır. Maharet yazıya ne olduğu belli olmayan dillerde eklemeler yapmaksa biz de aynı taktikle neler yazarız ama zavallı güruh tatminini kaybeder. Bırakın hayatta bir şey olamamalarının, mesleklerinin ne olduğu bile belli olmayanlar için bize atıp tutmanın sallamanın deşarj olmalarının yolu olduğu yazıları devam etsin. Tavsiyem adamsalar tüm yorumlarını sadece bir dilde tam yapmalarıdır. Yani ya Türkçe ya İngilizce ya O yazdıkları zirzopça veya ne karın ağrısıysa dilinde yazsınlar ki biz de bilgi sahibi olalım. NOT: Yukarıda bahsedilen 'kırıklarımız' daha önceden abdest almadan önünden geçmeye cesaret edemeyecekleri Haber7’ye dil uzatma eylemine, ağızlarına saygıdeğer Yaşar İliksiz'i ve en son da saygıdeğer yazarlarımızdan Sayın Esra Elönü’yü de eklemek cüretini gösterip 'haramzede' olmanın dayanılmaz hafifliğini de en canhıraş şekilde haykırarak özümsediklerini belirtmişlerdir. 'Verbum sat sapienti est' (latince). İngilizce konuşamamak 'kader' mi? Bir dilde mesaj aktarımı olarak dört düzey vardır. Ülkemizde İngilizce konusundaki en büyük sorun olan ama sadece ülkemizde en büyük sorun olan İngilizce konuşamama sorununa analitik olarak bir daha bakalım ve bakmadan önce de dil mesaj aktarım düzeyleri arasındaki karşılıklı kombinasyonel durumları bir daha ifade edelim: Bir dilde mesaj aktarımı olarak dört düzey vardır: konuşma, okuma, anlama(konuşulanı anlama yani dinleme) ve yazma. 1-Anlıyorum ama konuşamıyorum 2-Konuşuyorum ama yazamıyorum 3-Yazıyorum ama okuyamıyorum
4-Okuyorum ama anlayamıyorum 5-Anlıyorum ama yazamıyorum 6-Konuşuyorum ama okuyamıyorum 7-Yazıyorum ama anlayamıyorum 8-Okuyorum ama konuşamıyorum 9-Anlıyorum ama okuyamıyorum 10-Konuşuyorum ama anlayamıyorum 11-Yazıyorum ama konuşamıyorum 12-Okuyorum ama yazamıyorum Şimdi bunlardan hangisi bilimsel olarak bir İNSANIN gerçekten yapamayacaklarıdır; fiziksel ve mental veya akli yeterliliğine göre bakalım. 1 numaralı kombinasyon dudak dili okuyan konuşma engelli olmak gerekir. 2 numaralı kombinasyon ellerinde bir engel veya sorun olmalıdır veya okuma yazması olmamalıdır. 3 numaralı kombinasyon okumayı sevmeyen biri olmak veya okumaya karşı garezi olmak gerekir. 4 numaralı kombinasyon işitme engelli veya aynı zamanda işitme ve görme engelli olmak ancak görme engellilerin alfabesini okumak gerekir(en zor durum). 5 numaralı kombinasyon okuma yazması olmamak dili sadece konuşup anlayan olmak. 6 numaralı kombinasyon 5 numarayla aynı özelliklerde olmak. 7 numaralı kombinasyon işitme engelli olup dudak okuma işini de yapamamak. 8 numaralı kombinasyon konuşma engelli olmak ama görme engelli olmamak(zor bir durum) 9 numaralı kombinasyon 5 ve 6 ile aynı durumda olmak. 10 numaralı kombinasyon işitme engelli olmak(çok zor bir durum duyduğuna cevap verememek) veya örneğin Fransızca dinleyip Almanca konuşmak gibi yani dinlediği dille konuştuğu dil iki farklı dil olması(saçma sapan bir şey işte) 11 numaralı kombinasyon konuşma engelli olmak veya hayata küsmüş olmak 12 numaralı kombinasyon ellerinde engel teşkil edecek bir sorun olması veya yazısı kötü olup çevresinden utanmak. Bizim öğrencilerimiz içinde bir tane görme engelli olup o da çok güzel İngilizce konuşmaktadır. Diğer öğrencilerimiz Allaha(c.c) şükür konuşma konusunda hiçbir engeli olmayan sapasağlam insanlardır ve cümle kurmayı öğrendikleri için rahatça her akıllarına gelen fikri İngilizce cümle kurarak tabii ki müfredatta geldikleri ve gördükleri teorik kapsamında konuşarak kurmaktadırlar. Bir dil konuşma, okuma, anlama, yazma düzeylerinde aynı derecede bilinir. Ülkemizde sadece bize ait olan örneğin
anlıyorum ama konuşamıyorum gibi absürd söylemler insanlarımızın fiziksel veya mental özürlerinden değil bazı hainlerin İngilizce düşün, kendini İngiliz gibi gör, Türkçe veya ana dilinde düşünme gibi kendilerinin bile yapamadıkları zirzopluklardan kaynaklanmaktadır. Bu ülkede Türkçe gibi İngilizceden daha zor bir dilde ön lisans, lisans, yüksek lisans, doktora yapıp tezler veren insanlarla yukarıdaki söylemlerle kafa bulmak kimsenin HADDİNE değildir. Geçen hafta bir şehrin üniversitesinde o okulun hocalarıyla seminer yaptık. Gittikleri güya hoca müsveddelerinden biri dil sınavlarında soru çözerken eğer bir soruyu çözemiyorsunuz en uzun şık doğru cevaptır onu işaretleyin demiş. Bir başkası en kısa şık doğrudur onu işaretleyin demiş. Okuduklarınıza inanabiliyor musunuz? Karşısında öncelikle insan olan daha sonra bilim adamı olan bir şahsiyet çıkıp bu insanlara soru çözme tekniği altında neler söylüyor. Hocalar bizimle resmen kafa buldular diyor; sorarım size doğru mu yanlış mı? Dil öğretiminin bu kadar ayağa düştüğü bir ortamda tabii biz çıkıp size cümle kurduracağız dilde kolay yol pratik yöntem yoktur dil dümdüzdür önemli olan size dili öğretecek olanın size cümle kurmayı öğretmesidir çünkü dilde önemli olan ancak cümle kuranın konuşup, okuyup, yazıp, anlayabileceğidir önemli olan verimli bir müfredatla dil öğretmektir deyince o ne yaaa diye bön bön bakıyorlar. Önemli olan haftada 15 saat kurs verip hiçbir şey vermemek değil verdiğiniz birim saat başına elde edilen çıktı verinin öğrenilen olarak yüzde kaç olduğudur. Haftada 3 saat ders verip 7 saat sonra insanlara hayatları boyunca aldıkları binlerce saat kursun sonunda kuramadıkları ifadeleri kurdurduğunuz zaman şok oluyorlar çünkü önceden çevrenize gösterin ve onlardan da kurmalarını istedikten sonra 7 saatte bunlar öğretilir mi diye sorun dediğimizde asla, kesinlikle bunlar öğretilemez sakın gitme seni dolandırırlar dediklerinde 7 saat sonra önlerine kurulduğu ispat edildiğinde mahçup olmaktadırlar.7 saatte bunları yaptıran müfredatın saat saat sonuna kadar hangi cümleleri kurdurduğunun örnekleri sitemizde vardır. İnsanlara sorduğunuzda İngilizceye sıfırdan başlayıp 10 saat sonra 20 kelimelik cümleler kuracağınıza inanır mısınız diye aldığınız cevap biz Türkçede bile o kadar uzun cümle kuramıyoruz oluyorsa gelinen nokta manidar değil midir? İnsanlardan her derse katılım istiyoruz. Çünkü her ders ve konu hem kendinden önceki hem kendinden sonraki ders ve konuyla bağlantılı, ders raporu istiyoruz. Çünkü bilimsel olarak insanda kısa ve uzun süreli hafıza vardır sadece derse girip tekrar etmeden beyin uzun süreli hafızaya almamaktadır ve en son da küçük sınavlar yapılmaktadır çünkü performans değerlemesi yapmadan bir sonraki konuya geçiş yapılmamalıdır. Bunları öncelikle kabul edip sonradan sınav var diye derse gelmeyenler üniversiteyi de mi böyle okumuşlardır peki nasıl bitirmişlerdir. Hmmm kopya müessesesi. Ben hayatımda hiçbir eğitim safhasında kopya çekmedim göğsümü gere gere de söylerim Allaha(c.c) şükür. Peki kaç kişi dürüstçe söyler bunu? Evveeet buna alışık olan adam tabii ki sıfırdan oluşturmaya dayalı sadece beyin faaliyeti isteyen bir işi kaytaracaktır. Biz yeni grup açmama pahasına varolan grupları bitirme çabasında olmamıza rağmen süre uzayacak diye programı bırakanlar grubu da tehlikeye sokmaktadır. Tabii bunların hepsi dört yılda okul bitiren hiç uzatmayan dahiler olduğu için HAKLILAR. Neyse uzun lafın kısası konuşma engelli olmadığı halde ve bitkisel hayatta olmayıp beyni de çalıştığı ve beyin faaliyetleri devam ettiği halde hala konuşamıyorum diyenleri Allaha(c.c) havale ediyorum.
Dil meydanı Yazdığımız cümlelerden hiçbir şey anlamayan veya pazar günkü yazımız gibi yazdıklarımızı doğru organıyla anlamayanlara bir teklifimiz var. Yazılarımıza başladığımız günden bu yana, aylardır, ülkemizde yer alan dil sorununa çözüm getirmeye ve varolan problemleri anlatmaya çalıştığımız halde; kendini dil konusunda daha marifetli gören ama bilimsellikten uzak ve yazdıklarımıza sadece yazdığımız cümlelerin uzunluğundan kısalığından veya anlamamaktan dem vurup ağlamaktan başka meşgaleleri olmayan ve arada sırada güya kendilerine göre yakaladıkları güya eksiklikleri azgelişmiş mahalle delikanlısı tavrıyla 'hahh işte' eksiğini yakaladım tavrıyla saçmalamak ve kendine güldürmek adına dedikoducu tavrıyla dışarı vuran 'klavye zırtapozlarına', bir fırsat vermeye karar verdim. Ama bu fırsatı açıklamadan önce kendilerinin bu yaptıklarıyla tarafımdan nasıl görüldüklerini açıklayan ve ancak kendi tarz ve mizaçlarıyla anlayabilirler diyebileceğim bir fıkrayla yerlerini belirttikten sonra asıl sunumumu yapacağım. Adamın biri, bir gün, bir düğüne gider. Herkes düğünde daire şeklinde halay çekip eğlenirken, karşısındaki bir çocuk kendisine eliyle işaret yapar. Adam hiç bir şey anlamadan ona bakınca çocuk bu kez terbisezliğe de yorumlanacak bir başka hareket yapar. Adam bu kez daha çok öfkelenip, kaşlarını iyiden iyiye çatınca çocuk eliyle üçüncü bir işaret yapar. Bunun üzerine adam yerinden kalkar, karşıya geçer ve çocuğa bir şamar vurur. Neyse, düğün durur, adama sorarlar; "neden vurdun" diye. O da, "çocuk bana terbiyesizlik yaptı" der. Çocuğa sorarlar, "doğru mu" diye, o da; "hayır ben amcaya önce kız tarafı mısın anlamında işaret yaptım, onaylamayınca erkek tarafı mısın diye yaptım ona da bir şey demeyince o zaman ne işin var düğünde diye bir işaret yaptım" der. Velhasıl sorun hallolur ve düğün devam eder. Şimdi sadede gelirsek: Evet yazdığımız cümlelerden hiçbir şey anlamayan veya pazar günkü yazımız gibi yazdıklarımızı doğru organıyla anlamayanlara bir teklifimiz var. Şimdiye kadar karşıtı olduğumuz ve ülkemizde yanlış olarak gördüğümüz durumları ve merak etmesinler kısa cümlelerle özet olarak vereceğiz. Şimdi SORU şu; dil konusunda gerçekten fikriniz var mı yoksa sırf zirzopluk olsun diye sırf muhalefet olmak için mi laf salatası yapıyorsunuz? Benim fikrime karşıysanız demek ki benim karşı olduklarımdan birini savunuyorsunuzdur öyle değil mi veya ne savunuyorsanız açıklayınız. Veya düğündeki çocuğun yaptığı gibi ama derdini anlatamadığı gibi o zaman bu düğünde ne işiniz var değil mi? 1- 3 günde İngilizce kursu olur mu? (for or against--karşımısınız yoksa taraf mı hani Türkçe anlamıyorlar ya bir de böyle deneyelim) 2- 2 günde 1200 kelime kursu olur mu?(for or against)(f or a) 3- İngilizce düşünmek nasıl bir şeydir?(ana dili Türkçe olduğu halde)(f or a)
4- Uykuda öğrenme nasıl bir şeydir olabilir mi?(f or a) 5- Hipnozla öğrenme nedir olabilir mi?(f or a) 6- İngiliz gibi olayı yaşayıp görmezseniz İngilizce öğrenemezsiniz ne demektir?(f or a) 7- Anlıyorum ama konuşamıyorum ne demektir ve böyle olmak için ne tür yetenek gerekir?(f or a) 8- Anlamasan da dinle bir gün gelir konuşmaya başlarsın ne demektir ve ölmeden önce tam ne zaman bu iş olur?(f or a) 9- Ben hayatımda gerçekten hiç kopya çekmedim derken kopya çekmedim demek aslında kopya verdim demek anlamına mı geliyor (öyle anlamış haşlama 386 dx mini tower) şeklinde mantık yürüten şahıs böyle mantık yürütmeyi hangi organıyla yapmaktadır ben de yapmak istiyorum lütfen bu çıkarımını bilimsel olarak ispatlasın. Yani bir şeyin olduğunun karşı tezini sadece yoktur veya tersi doğrudur şeklinde veren ateist mantık kendisinde ne zaman yer etmiştir açıklasın kendisi dine de mi böyle bakmaktadır vayy bee! 10- Ana diliniz gibi İngilizce konuşturuyoruz kuyruklu bir yalandır asla ikinci bir dil ana dil gibi öğrenilemez(f or a) Evet, şimdi gelelim haber7 meselesine. Haber7 benim yazılarımı bilimsel ve mantıklı olduğu için yayınlamaktadır. Bazı azgelişmiş ülkenin taze soğanı mantığıyla tamamen feodal takıntılarla güya yorum yapan klavye donkişotları yukarıda maddeler halinde verdiğim ve aylardır karşı tezlerini bilimsel olarak sunduğum durumları destekleyecek (çünkü ben bunlara karşıyım demek ki onlar bunu savunuyor veya ne savunuyorlarsa artık) veya benim karşı çıkışlarım dışında karşı fikirle muhalif olacak tezleri varsa veya dil öğrenimi konusunda benim fikirlerim veya yukarıdakiler dışında tezleri varsa sundukları halde bir daha kendi isteğimle yazılarımı devam ettirmeyeceğim konusunda söz veririm ve bu yazımın da son yazım olduğunu belirtirim... Ama konuşacak söyleyecek şeyleri yoksa düğündeki çocuk misali ne işiniz var burada işaretimi saygılarımla sunarım. Ana dili gibi İngilizce konuşmak Ana dil gibi İngilizce konuşun diyen bir slogan sahibi ne demektedir aslında biliyor musunuz? Her zaman olduğu gibi şu anda da ülkemizde bazı kurum veya kuruluşların verdikleri ilanlarda yabancı bir dili ana dil gibi konuşmaktan bahsettiklerini görmekteyiz. Peki yabancı bir dil ana dil gibi nasıl konuşulur veya konuşulabilir mi? Ana dil demek düşünmenin olduğu dil demektir. Ana dil demek beynimizde oluşan fikirlerin sembolikleştiği dil demektir. Ana dil demek A dan Z ye soyutu, somutu, formal, informal her şeyin sembolikleştiği dil demektir. Ana dil demek toplama, çarpma, bölme, çıkarma gibi düşünmenin en temel endikatörü olan dört işlemin yapıldığı dil demektir. Herkes kafadan toplama, kafadan çıkarma, kafadan bölme, kafadan çarpma işlemi yapabilir ama düşünmeden yapamaz. Ana dil demek konuşma, okuma, anlama, yazma düzeylerinde düşünme formatından sembolik dil formatına mesaj veya iletinin çıkarıldığı dil demektir. Peki bunlardan kaç tanesini hangi babayiğit yabancı bir dilde gerçekleştirebilir?
Ana dil gibi İngilizce konuşun diyen kaç tane slogan sahibi üç basamaklı bir sayıyla iki basamaklı bir sayıyı ana dildeki gibi toplar, çıkarır, çarpar veya bölebilir. Bunu yapacak biri çıkarsa ve canlı yayında bunu yazı tahtası üzerinde 5 dakikada ispat ederse HABER7de yazmayı bırakacağım. Ana dil gibi İngilizce konuşun diyen herhangi bir slogan sahibi pazara çıktıklarında ana dildeki gibi önlerine gelen her sebze meyvanın vs. pazarda olan her şeyin adını anında canlı olarak bir pazara çıkıp noter huzurunda söylerse HABER7de yazmayı yine bırakacağım. Ana dil gibi İngilizce konuşun diyen herhangi bir slogan sahibi çıkıp bir Nasreddin hoca fıkrasını ana dilde olduğu gibi canlı yayında anlatırsa HABER7de yazmayı yine bırakacağım. Ana dil gibi İngilizce konuşun diyen slogan sahiplerinden herhangi biri çıkıp mısır çarşısında gördüğü her şeyi ana dilindeki gibi ismiyle ifade ederse yine HABER7 de yazmayı bırakacağım. Ana dildeki gibi İngilizce konuşun diyen slogan sahiplerinden herhangi biri çıkıp noter huzurunda gittiğimiz balık halinde her balığın adınıaaaa, uuuu, hmmm gak guk hık mık demeden ana dilindeki gibi söylerse HABER7 de yazmayı yine bırakacağım.
Benim lafım benden çıktığı gibidir. Bazı kırık kaşalotlarımız gibi artık yazmayacağım deyip yazmaya devam etmek bizim yetişme tarzımızda yoktur. 'Ana dili Türkçe olup İngilizce düşünmek' lafını aylarca analiz etmemize rağmen 10 yaşındaki çocuktan daha kıt anlama düzeyiyle işaret edip anlamadım diyecek kadar aklı kıtlara da fırsat olsun diyorum. Peki ben size söyleyeyim ana dil gibi İngilizce konuşun diyen bir slogan sahibi ne demektedir aslında biliyor musunuz? Ana dildeki gibi ad soyad sorun, size sorulana cevap verin, ana dildeki gibi nerelisiniz deyin, size sorulana cevap verin, ana dildeki gibi meslek sorun, size sorulana cevap verin, ana dildeki gibi evli misin, bekar mısın deyin size sorulana cevap verin....Evveeeet bunun gibi birkaç pavlovun şartlanma deneyi tarzı sokaktaki simitçinin bildiği diye tabir edebileceğimiz sorulara cevap verin ve sorun sonra yine bütün dünyanın ağzını bırakıp başka tarafıyla gülmekten bıkıp ağladığı sisteminize geri dönün denmek istenmektedir. Beş sene kursa gidin tanışmaktan öteye gidemeyin, anlıyorum ama konuşamıyorum saçmalığının öznesi olun, boşluk doldurun ama kafadan cümle kuramayın vs. vs. demenin güya ilmi yoludur aslında kendilerinin de yapamadıkları ana dil gibi İngilizce konuşmak saçmalığı. Ben yıllarca beni dünyaya getirene anne demişim yıllar sonra haşlamanın biri çıkıp hayır anne yok mother var diyecek; yok öyle yağma, ben yıllarca en sevdiğim meyvalardan biri olan elmaya yıllar sonra elma yok apple var diyen birinin lafıyla beynimi formatlayacağım; yok öyle yağma. Bunu ancak sopayla asimilasyonla yaptırdıkları ülkelerde söken bir formül olarak yine oralarda veya önümüzdeki 100 veya 500 veya 1000 yıl içinde hangi ülkelerde yapmayı planlıyorlarsa orada yaptırabilirler. Ben her meyvanın sebzenin balığın adını İngilizce olarak öğrenmek istersem öğrenirim ama her hamsi gördüğümde her uskumru gördüğümde her börülce gördüğümde her barbunya gördüğümde aklıma önce Türkçeleri gelir asla İngilizce düşünemem. Düşünen haşlamalara yukarıdaki fırsatı veriyorum. Eğer benim bu kanalda yazı yazmamı istemeyen ve benim düşüncelerime karşı düşüncesi olan varsa çıksın bunu canlı yayında noter huzurunda ispat etsin yazmayı bırakacağıma söz veririm. Sühanın cihânı tuttu bu revişle sen Hevâyî
Çanını `adûların hep dolu has giyâh edersin
Evet yukarıdaki deyimi geçen yazımızda söyleyecek en az bir bilimsel arzuhali olan çıkarsa bir daha yazmayacağız sözümüze karşılık hala ilmin etrafından dolanan düğünümüzün davetsiz misafirlerine ithaf ediyor ve konumuz 'İngilizce' veya biz diyoruz Ankara demiyoruz ''taş'ı şankara'' diyerek saygılarımızı sunuyoruz. Dilde vurgu Vurgu ancak o öğenin söyleneceği zaman o öğeyi belirgin şekilde ama daha sesletim olarak kuvvetli söylemekle ancak ifade edilebilir. Örneğin Türkçede 'Ahmet dün İstanbul’a gitti mi?' derken 'Ahmet mi dün İstanbul’a gitti?' derken 'Ahmet dün mü İstanbul’a gitti?' derken veya 'Ahmet dün İstanbul’a mı gitti?' derken Türkçedeki -mi -mu,-mı vs. vurgulu soru eklerini istediğimiz kelimenin sonuna getirmekle vurguyu istediğimiz öğeye odaklayabilmemize rağmen İngilizcede bunu yapamayız. Çünkü vurgu ancak o öğenin söyleneceği zaman o öğeyi belirgin şekilde ama daha sesletim olarak kuvvetli söylemekle ancak ifade edilebilir. Çünkü İngilizcede cümle yapısı rijit 'rigid'dir, yani Türkçedeki gibi bir kelimeyi veya eki cümlede bu şekilde dolaştırmaya müsaade etmez. Fakat İngilizcede vurgulu yapısal kullanımlar yok mudur? Tabii ki vardır. Şimdi bunların en önemlilerinden birini analitik olarak inceleyelim. CLEFT SENTENCES (AYRIK CÜMLELER) Vurgulamak istediğimiz kelimeler dışındakileri bir tür ilgi cümleciği içine yerleştirmek suretiyle belirli bazı kelime veya ifadeleri VURGULAYABİLİRİZ. Böyle yapmak onları daha belirgin hale getirir. Bu yapılar gramerciler tarafından 'cleft sentences' 'cleft 'bölünmüş ayrık' demektir' olarak adlandırılır. Bunlar yazı dilinde uygun olan kullanımlardır, çünkü yazı dilinde konuşmadaki gibi sesletimle kelime üzerinde vurgu oluşturamayız, fakat bu ifadeler sonuç olarak konuşmada da kullanılır, çünkü yapısal kurulumlardır. 1- the person who, the thing that vs. Vurgulanacak olan kelimeler is veya was gibi kelimeler ve örneğin the person who, what(the thing that), the place where, the day when/that, the reason why gibi bir ifadeyle bir ilgi cümleciğine bağlanır. --Abdürrezzak keeps a sheep in the garden shed. Abdürrezzak is the person who keeps a sheep in the garden shed. The person who keeps a sheep in the garden shed is Abdürrezzak. --Abdürrezzak keeps A SHEEP in the garden shed. A sheep is what Abdürrezzak keeps in the garden shed. What Abdürrezzak keeps in the garden shed is a sheep.
--Abdürrezzak keeps a sheep IN THE GARDEN SHED. The garden shed is (the place) where Abdürrezzak keeps a sheep. (The place) where Abdürrezzak keeps a sheep is the garden shed. --Ayşo is THE SECRETARY. The secertary is what Ayşo is. What Ayşo is is the secretary.( iki tane 'is' var) --Ali cengiz went to london on tuesday TO SEE CABBAR. To see cabbar was (the reason) why ali cengiz went to london on tuesday. (the reason) why ali cengiz went to london on tuesday was to see cabbar. The place, the reason vs kelimeler özellikle cümle başındayken oldukça gayri resmidir. Why I am here is to talk about my plans.(daha resmi olanı...the reason why I am here is....) The person, the place, what yerine, daha az genel olan ifadeleri kullanabiliriz. You are the woman (that) I will always love best. Paris is the city (that) I feel most at home in. Bir what cümleciği normal kurulumda tekil olarak düşünülür; eğer bir cleft sentence ile başlarsa kendisinden sonra is veya was gelir. Resmi olmayan kurulumlarda çoğul bir isimden önce çoğul bir fiil veya yapı endikatörünün gelmesi normaldir. What we want is/are some of those cakes. 2- Fiillerin vurgulanması. Bir fili vurgulamak istediğimiz zaman what...do şeklinde daha karmaşık bir yapıyı kullanmak zorunda kalırız. Farklı fiil formları da mümkündür. He screamed. What he did was (to) scream/screamed. Bu yapı kendisini izleyen kelimelerle beraber fiili de vurgulamak için kullanılır. Karşılaştırma: She writes scince fiction. What she does is (to) write/writes scince fiction. 3- Tüm cümlenin vurgulanması. Tüm cümleye, what ve happen fiiliyle birlikte olan bir cleft yapısıyla beraber fazladan bir vurgu verilebilir. Karşılaştırma:
the car broke down. What happened was (that) the car broke down. 4- Yapısal 'it' kullanımı(preparatory it): Yapısal it i cleft cümlelerinde kullanırız. Bu durumda vurgulanacak olan kelimeler genellikle that li bir ilgi(relative) cümleciği ile bağlanır. Karşılaştırma: It was my secretary that sent the bill to mr harding yesterday(başkası değil sekreterim) It was the bill that my secretary sent to mr harding yesterday.(başka şey değil fatura) It was mr harding that my secretary sent the bill to yesterday.(başkası değil mr harding) (Ayrıca üstteki cümlede mr. harding den sonra gelen endikatör aslında nesnel endikatör olarak to whom şeklinde olmalıydı fakat ikame model olarak that....to yapısı da kullanılabilir. to sanki yesterday den önce gelince yanlış bir kullanım diye düşünülebilir, doğru kullanımdır.) It was yesterday that my secretary sent the bill to mr harding. (başka gün değil dün) Vurgulanan kelime bir zamirse iki olasılık vardır. Karşılaştırma: It is I who am responsible (resmi) It is me that is responsible(resmi olmayan) It is you who are in the wrong.(resmi) It is you that is in the wrong.(resmi olmayan) Bu gibi bir durumda fazla resmi veya fazla resmi olmayan bir durumda olmaktan kaçınmak için I am the person/the one who is responsible diyebiliriz. Burada yapısal 'it' ile fiilin asla vurgulanamayacağına dikkat edin. Yani aşağıdaki gibi bir cümle kurulamaz It was SENT that my secretary the bill.... 5- Diğer yapılar. All (that) yapısı ve thing'li ifadeler cleft cümlelerinde what lı yapılar gibi kullanılabilir. All I want is a home somewhere. All I did was (to) touch the window,and it broke. All you need is love. The only thing I remember is a terrible pain in my head. The first thing was to make some coffee. My first journey abroad is sometimes I shall never forget.
Zaman ifadeleri It was not until... ve It was only when.... yapısıyla vurgulanabilir. It was not until I met you that I knew real happiness. It was only when I read her letter that I realised what was happening. Bir cleft cümlesinin başında,this ve that kelimeleri sık sık here ve there ile yer değiştirebilir. Karşılaştırma: you pay here. This is where you pay.(veya here is where you pay) We live there. That is where we live. (veya there is where we live). NOT: Ülkemizdeki İngilizce kurslarına en az 3 sene veya en az 2000 saat devam edenlere güya İngilizce öğrenirken yaptıkları tüm masrafları kendilerine yeniden hem de tarafımızdan geri ödemek ve maddi olarak bir ohh dedirtmek için yeni bir KAMPANYA başlatıyoruz teklifimiz şu: Ülkemizdeki İngilizce kurslarına en az 2000 saat veya 3 sene gidenler, bu 3 sene boyunca veya 2000 saat kaç sene kursa gitmeye tekabül ediyorsa(karşı geliyorsa) yaptıkları bütün masrafları; Örneğin kurs ücreti, isterlerse 3 öğün yedik desinler yemek masrafları, çiğnedikleri sakız vs., umumi wc paraları, taksi paraları, kurs arası sinema mısır vs. masrafı, güya İngiliz hocalarıyla lüks yerlerde yedikleri masraflar yani akıllarına gelen her şeyi masraf olarak ekleyebilirler örneğin dersi asıp İngiliz hocalarıyla gittikleri maçların masrafları boğazda yemek vs. de kabulümüzdür, masraf olarak hesaplayıp getirsinler ve bir noter huzurunda beyan etsinler, biz de kabul edelim ve eveeet gördükleri binlerce saat dil dersi sonunda bizim naçizane, zavallı, herkesin hor gördüğü ama yanına yaklaşmaya cesaret edemediği sadece 100 saatlik müfredatımızdan soracağımız 20 cümleyi ister konuşarak ister yazarak ister anlayarak ister hamuda kalkarak ister paraşütle atlarken veya yolda yürüyüp sakız çiğnerken doğru kurarlarsa tüm masrafları hem de eveeeet 2 KATIYLA ödemeyi kamuoyu önünde beyan ederiz. Ayrıca biz cümlelerdeki kelimelerin karşılıklarını da vereceğiz. HANİ ÇIKIP BİZ 2000 SAAT GÜNLÜK DİL GÖRDÜK BİZİ ZORLAMAK MI AMACINIZ VS DEMESİN ZAHİRLER. Kendilerinden sadece 2000 saat veya 3 sene kursa gidip her normal dünya vatandaşının rahatlıkla kuracağı cümleleri hem de sözlük karşılıklarını vererek kurmalarını isteyeceğiz. İsteyenler sözlük de getirebilir. Bu eylemi isterlerse, kendi diledikleri bir mekanda isterlerse bizim mekanımızda isterlerse bir yayın kuruluşunda veya nerede isterlerse ama mutlaka resmi bir noter karşısında(huzurunda) olmak şartıyla gerçekleştirebilirler. Düşünsenize ben kafadan kabaca 15000 (on beş bin) liralık bir masraf çıkardım. Haaayyddii kızlar oğlanlar YOK MU 15bin lira kazanmak isteyen. Bin sayfalık hiçliğin dili: Sınav taktikleri Bir takım hurafeler ve saçmalıklararkasına sığınıp sözde güya sınav taktikleri vermektedirler. Ülkemizde her şeyde olduğu gibi mecburen eleme ve düzey belirleme amacıyla İngilizce konusunda dasınavlar yapılmakta ama nedense bu sınavlara öğrenci hazırlayanlar sbs ve öss
dil sınavlarına hazırlayanlar kadar bilimsel olma yolunu tercih etmemekte aksine bir takım hurafeler ve saçmalıklararkasına sığınıp sözde güya sınav taktikleri vermektedirler.
Örneğin KPDS sınavına pratik yollarla hazırlanma isimli yaklaşık 1000 sayfalık bir kitap içinde pratik yol adına bir satır bile yazı bulunmazken aksine kişilere siz ancak her noktayı okuyupanlarsanız bu soruları çözersiniz mantığı telkin edilmektedir.Bir paragraf sorusunun çözümüne yönelik olarak örnek alınan geçmiş yıllarda sorulmuş bir paragraf sorusunda şu şekilde bir yol izlenip aynı verdiğimiz şekilde çözüm önerilmektedir.
a şıkkı: Doğru değildir. Çünkü burada anlatılanla paragrafta verilen kısım uymamaktadır. b şıkkı: Doğru değildir. Çünkü burada anlatılanla paragrafın o kısmında verilen bağlantılı değildir. c şıkkı: Doğru değildir. Çünkü burada anlatılan paragrafın o kısmını anlam olarak sağlamamaktadır. d şıkkı: Doğru değildir. Çünkü paragrafın o kısmında anlatılana uymamaktadır. e şıkkı: Doğrudur. Çünkü paragrafın o kısmında verilenle anlam olarak devamlılık sağlanmaktadır.
PEKİ ŞİMDİ BURADA PRATİK YOL NEREDEDİR. RESMEN PARAGRAF SORUSU ÇÖZMEK İÇİN PARAGRAFI OKUYUN ANLAYIN, SORUYU OKUYUN ANLAYIN ŞIKLARI OKUYUN ANLAYIN VE ÇÖZÜN DENMEKTEDİR.
Bir diyalog sorusunun kolay yolla çözümü şöyle verilmiştir. A KİŞİSİ........ B KİŞİSİ........ A KİŞİSİ-------B KİŞİSİ........
a KİŞİSİ NE DEMİŞTİR?
a şıkkı: Doğru değil. Çünkü önceki ve sonraki diyaloğu anlam olarak
sağlamıyor
b şıkkı: Yanlış. Çünkü kendinden önce ve sonraki diyaloğu anlam olarak
sağlamıyor
c şıkkı: Yanlış. Çünkü diyaloglar arasında bağlantı kurmuyor
Neden? Çünkü önceki ve sonraki diyalog arasında bağlantı kuruyor.
d şıkkı: Doğru.
PEKİ PRATİK YOL BUNUN NERESİNDE. RESMEN İNSANLARA DİYALOG SORUSU ÇÖZMEK İÇİN TÜMDİYALOĞU VE ŞIKLARI ANLAYIN KARDEŞİM DENMEMEKTE MİDİR?
Yaklaşık 1000 sayfalık kitap başından sonuna kadar sürekli her soru tipinde şık analizlerinde yanlış olan şıkların gerekli yeri anlam olarak sağlamadığı ve doğru olanlarınsağladığı yönündedir. Yani insanlara eğer okuduğunuzu anlıyorsanız bunu çözersiniz doğru telkiniadı pratik yollar olan bir kitapta hiç pratik yol verememe garibanlığının arkasında doğru mesajolarak verilmekte ve bu kitabı alıp her soru için analiz okuyan güya zavallılar daasıl sınava girdiklerinde eee hani a şıkkı doğru olacak ama paragrafın o kısmını nasıl sağlıyordu bu yaaadiye kendilerine zavallıca sora sora sınavı bitirip eve gidince de kitabı çöpe atacaklardır.Geçen sene bir İngilizce kursunun bir şehirdeki şubesinde yine bu pratik yol saçmalığının öznesi olanbir hoca kendi kursunun artık pratik yol öneremeyeceği şekilde kpds sınavının bir mecraya girdiğindendem vurup maalesef sınav artık tamamıyla okuduğunu anlamadır özür dileriz demek zorunda kalmıştır.Bir başka pratik yolcu hoca bastırdığı kitapçıkta ',' den sonra Ving arayın başka şey gelmez diyebir fetva vermiştir. Bakın şimdi İngilizcede ',' den sonra fiil her formuyla gelebilir yani Ving de olurV3 de olur TO V şeklinde de gelebilir. Bir başka efendi WHICH görürsen 'hiç' ara gibi kafiyeli birgeri zekalılık örneğiyle güya bilimsel takılmaktadır. İnsanlara kendi anadillerinde düşünmeyi öğretmeden kendinizin bile yapamadığı İngilizce dilindedüşündürmeye kalkarsanız işte böyle şarlatanlara açık kapı bırakırsınız. Kendi anadilinde iki satır cümlekuramayan 'üretmek' kelimesi havsalasında olmayan insanlar tabii ki gidip kolay yolcuların, pratikçilerinteknikçilerin peşine düşecektir. Aylardır burada dille ilgili insanları aydınlatmaya çalışıyoruz fakat hala birtakım zirzoplar kuyruklarına basılmış gibi gayri insanı seslerle köstek olmaya çalışmaktadır. Tekrar ediyorum benim bu kanalda yazmamı istemeyen güruh zırtapozluğu bırakıp, madeni korkaklığın arkasınasığınmayı bırakıp medeni cesaret gösterip telefon diye bir icadın da farkındaysa haber7 yi arasın veben anadili Türkçe olduğu halde İngilizce düşünen bir geri zekalıyım ve bunu ispata da hazırım desinkendisini istediği yerden limuzinle aldırmaya ve haber7 de herkesin ve noterin gözü önünde kendinibu anlamda ispat etmesi halinde ellerini öpüp şimdiye kadar vadettiğimiz hediyelerin toplamını kendisine vermeyi tekrar vaadediyoruz. Ama hala haber7 den biri arayıp da böyle bir babayiğit var gelin hocam diyebize söylememiştir. Ben İngilizce düşünen ana dili Türkçe olan bir moron olsam ve bunun aksini söyleyenbiri olsa ve bu kişi kendini ispat et ben de bir daha yazmayacağım ve altına bir otomobil veripseni de Medine dilencisi gibi yalvarmaktan vazgeçirip umre ziyaretini de ve arabanın bir yıllık yakıtını
davereceğim dese inanın kendime güveniyorsam hemen haber7 yi arayıp randevu alırdım. Ama tabii nerede böyle adamlık yapacak insan değil mi? Ancak klavye donkişotluğu ve kendi bile anlamadığı dillerde ezbere yazma haşlamalığı yapmak daha hoşuna giden kendine yakışır tavırlardır boş kafalı feodal artıklarının bu tavırları. Bizi bilen biliyor: 1-Ana dili Türkçe olan hiç kimse başka bir dilde düşünemez. 2-İnsan denen canlı ana dili dışında başka bir dille düşünemez çünkü yaradılışa aykırı. 3-Dilde kolay yol pratik yöntem yoktur. 4-Anlıyorum ama konuşamıyorum diye dünyada gezerseniz size ne gözle bakacaklarını siz tahayyül ediniz 5Dilde önemli olan cümle kurmaktır cümle kurarsanız kurabilirseniz konuşur, okur, yazar ve anlarsınız. 6-Türkçeden İngilizceye cümle kurmak demek İngilizce konuşmak ve yazmak demektir. Hiçbir şey aklınıza İngilizce gelmez ama geliyor diyen de varsa eğer haber7 yi arayıp ispat etsin ben herkesten özür dileyip bir daha İngilizcenin 'i' sini ağzıma almayacağım. O kadar bıktım ki bu geri zekalı klavye donkişotlarından rica ediyorum arasınlar haber7 yi alsınlar randevuyu yapalım bir canlı yayın ve ispat etsinler nasıl düşünüyorlar İngilizce düşündüklerini Türk milleti önünde yemin ederim bundan sonra ben de artık İngilizce düşünüyorum diye aynı bayrağı sallamaya devam edeceğim. O kadar hastasıyım ki İngilizce düşünmenin sadece bir dallama çıkıp ispat etsin onu bekliyorum. Haydi yok mu beni İngilizce düşünenler safına katacak medeni cesareti ve cep telefonu olan babayiğitler? Hemen haber7 yi arayın ve randevu alın unutmayın ispat ederseniz (6 aydır yollarını gözlüyoruz ama çıt yok) Kruvaziyer seyahati, umre gezisi ve bir dizel araç ve bir yıllık yakıtı ile bedava. Dilde düşünmenin diyaloğu Şimdi aylardır yaptığımız çağrıya diyelim ki bir sivri zeka çıkıp cevap verdi ve tüm Türkiye’nin önünde canlı yayına çıktık... Ülkemizde İngilizce öğretimindeki en büyük handikap ve insanların maalesef dili öğrenememelerinin baş müsebbibi İngilizce düşün enjeksiyonudur. Dünyada hiçbir Japon Fransızca düşünemezken, hiçbir alman İtalyanca düşünemezken, hiçbir Rus İspanyolca düşünemezken ülkemizde İngilizce öğrenmek istiyorsan mutlaka İngilizce düşünmelisin şeklinde yıllardır yapılan enjeksiyon ve fikir karalamaları ülkemizdeki dil öğretiminde hainlik denecek derecede kendi insanına kötülük yapmanın işareti olmuş ve hala da birtakım güruhun kendileri bile becerememelerine rağmen en büyük hainliği olarak devam etmektedir. Aylardır burada yazdığımız halde ve insanlara davet gönderdiğimiz halde hiç kimsenin gelmemesinin sebebi benim insanımın ben neden İngilizce düşüneyim aptal mıyım dünyada kimsenin yapamadığı bir eylemi yapma dayatmasını kabul edeceğime bu işi bırakırım demesidir ve bize de yer yer bunu açıkça belirtmeleridir ve haklıdırlar.
Türkçe gibi İngilizceden on kat daha iyi kaliteli ve sağlam bir dilde lisans yüksek lisans doktora yapmış insanlara sen İngilizce düşünmezsen sana bunu öğretmem dayatması yapmak kadar haince bir davranış olamaz. Şimdi aylardır yaptığımız çağrıya diyelim ki bir sivri zeka çıkıp cevap verdi ve tüm Türkiye’nin önünde canlı yayına çıktık diyelim ben şimdi size ilk on beş dakikada bu yüce şahsın İngilizce düşünme konusunda ne hallere düşeceğini bir diyalogla gerçeğiyle aynı olarak canlandırayım. -- BEN: Merhaba İngilizce düşündüğünüzü iddia ediyormuşsunuz hem de ana diliniz olmadığı halde doğru mu? -- YÜCE KİŞİLİK: Evet doğrudur. -- BEN: Peki size bazı sorular sorsam dünyada İngilizce düşünen herhangi bir insanın bilimsel olarak vereceği cevapları siz de İngilizce düşünen biri olarak verir misiniz? -- YÜCE KİŞİLİK: Tabii buyurun rica ederim. -- BEN: Bana lütfen söyler misiniz domates görünce aklınıza hangi dilde geliyor? -- YÜCE KİŞİLİK: Tomato tabii ki -- BEN: Peki kaldırım taşını düşündüğünüz zaman aklınıza hangi dilde geliyor? -- YÜCE KİŞİLİK: Hmm ..........(maymun gibi kaldı çevresine bakıyor) --BEN: Peki annenizi görünce hangi dilde aklınıza geliyor? -- YÜCE KİŞİLİK: Tabii ki my mother yani annem diye veya mom (bir haşlama öyle düşünüyormuş) --BEN: Peki düdüklü tencere aklınıza gelince hangi dilde geliyor? -- YÜCE KİŞİLİK: Hmm..........(salaklaştı yine) -- BEN: Peki 100 e kadar sayabilir misiniz? -- YÜCE KİŞİLİK: Tabii ne demek sayayım mı? -- BEN: Hayır ama sanırım altıncı sınıfa kadar okudunuz? Bana bir kenarı 5 cm bir kenarı 6 santim olan dikdörtgenin alanını İngilizce benim dediğim gibi söyleyip alanını hesaplar mısınız? -- YÜCE KİŞİLİK: Hmmm.........(salaklık doruklarda) -- BEN: Peki balık denince aklınıza hangi dilde geliyor? -- YÜCE KİŞİLİK: Tabii ki fish diye İngilizce yani -- BEN: Peki çupra görünce hangi dilde adı aklınıza geliyor? -- YÜCE KİŞİLİK: Hmmm.......(aptallık 6 dalda oscar a aday halde) -- BEN: Peki İstanbul’un fethini bilirsiniz Fatih'in gemileri yürüttüğü kısmı 3 dakika İngilizce anlatır mısınız? -- YÜCE KİŞİLİK: Hmmm.........(moronluk duvarını 6 mo katsayısında zorluyor) -- BEN: Peki doktor denince aklınıza hangi dilde geliyor?
-- YÜCE KİŞİLİK: Tabii ki İngilizce --BEN: Peki bir doktora gittiniz İngilizce düşünen biri olarak 2 gün önce sağ ayak bileğimi burktum sanırım şişti ve üzerinde morluk oluştu çok ağrıyor mu dersiniz yoksa ilkel bir canlı gibi patinizi uzatıp al bak doktor deeeell misin mi dersiniz? --YÜCE KİŞİLİK: Hmmmm..........(artık tüm salaklık Oscarlarını topladı) Evet sevgili okuyucularım işte tüm olacak olanlar bunlar o yüzden aklı başında kimse çıkıp ta ben düşünüyorum lan var mı ötesi gibi avam laflar diyen ve bir tanesi lakabının son eki -AT diğerinin -İT olan iki kırığımız dışında gelip de tüm ülke önünde rezil olmak istemiyor. Bu kırıklarımıza gelince hani tabiri caizse '-AT iziyle -İT izinin birbirine karışması' misali ya hep beraber varlar veya yoklar inanın bir tanesinin çoooookkkk uzaklardayım bir gelirsem oraya ağlamalarından ve diğerinin havsalasız ulumalarından bıktık artık. Uzaktakine tavsiyem artık gel kardeşim Allah aşkına ve eğer kendine güldürmeden yukarıdaki sorular gibi sorulara İngilizce düşünen biri gibi cevap ver tüm yol masrafların ve eğer çalışıyorsan ki sanmıyorum günlük yevmiyelerini de karşılamaya hazırız.-İT kardeşe de tavsiyem artık konu dışına taşmadan adam gibi yazın canım. Editör bence yorumlarınıza bakmıyor çünkü baksa konuyla bağlantısı olmadığını görüp yayınlamaz sadece argo ve küfür içermediği zamanlar bilgisayar programı yorumu yayınlıyor. O yüzden ülkemizde sırf bu şarlatanlar varlıklarını her gün çıkan yutturmaca teknik yöntem vs. saçmalıklarıyla pekiştiren güruhla beraber birleştirip milletin canına yetmeye devam ediyorlar. Unutmayın İngilizce düşünme saçmalığının ne kadar aptalca olduğunu gördüğünüz gün ve yukarıdaki diyalogda yer alan YÜCE KİŞİLİK gibi olamayacağınızı gördüğünüz gün İngilizce işini bitirmek için ilk adımı attığınız gün olacaktır. Biz davetimizi devamlı tekrar ediyoruz. Şimdi de tekrar ediyorum arayın haber7 yi sizi canlı yayına çıkaralım hep beraber eğlenelim saygılar. Gel bu da İngilizce üçgeni . Ülkemizde de İngilizce sacayağının üç önemli noktası ülkemizdeki dil öğretiminin önünde en büyük engeldir. Dünyada Bermuda Şeytan Üçgeni diye bir alan yıllardır kitaplara, filmlere konu olmuş ve insanların en çok ilgilerini çeken ve birçok insanın da o bölgede kaybolmasının sorumlusu olmuş bir yerdir. Ülkemizde de İngilizce sacayağının üç önemli noktası ülkemizdeki dil öğretiminin önünde en büyük engeldir. 1-İngilizce öğrenmek için neden İngilizce düşünmek gereklidir? 2-Yabancı bir dil konuşa konuşa mı yoksa okuyarak yazarak mı öğrenilir? 3-Ülkemizde neden dil öğretimi yıllara yayılmaktadır? Oysa hazırlık okullarında 8 ayda bitmektedir. *** CEVAP 1-Bunu cevaplamak için geçen gün havaalanına gitmek için bindiğimiz taksinin şoförüyle olan diyaloğu yazarak başlayacağım. Şoför: Abi tiskindim* bu iş hayatından yaaa. Ben : Ne oldu usta neden tiskindin?
Şoför: İnsanlarla anlaşmak ,dert anlatmak zor be abi Ben : Haklısın valla ben de tiskindim. Şoför: Neden abi senin derdin ne? Ben : Yıllardır İngilizce konusuyla ilgileniyorum önüme çıkan herkesle her konuda konuşabilirim ama bir türlü İngilizce düşünemiyorum.
Şoför: Valla abi ben de duymadım böyle bir şey yaa. Sultan Ahmet'te büfecilik yapan arkadaş var 12 (oniki) dil biliyor ama ondan da duymadım. Hatta halı işi yapan devrem var o da 6(altı) dil biliyor yani senden DAHA FAZLA DİL BİLİYORLAR ama onlardan da duymadım. Ben : Valla bende bir şey var demek ki. Şoför: Takma kafaya abi baksana millet o kadar türkücü, şarkıcı var gidip afedersin bi hayvanı yetenek birincisi yaptı. Allah ıslah etsin. Ben : Takmayım değil mi? Allah (c.c.) razı olsun kardeş. Şoför: Cümlemizden abi. *Tiskindim. (tiksindim değil). Ülkemizde İngilizce bilen, konuşan, okuyan, yazan elbette ki binlerce insan var. Ama İngilizce konuşma hızının fazla olmasıyla veya İngilizce hızlı konuşmakla İngilizce düşünmek arasında ne bağlantı var bilimsel olarak işte bu asıl önemli noktasıdır konunun. İnsanlar bir kelimenin karşılığını bir dilde bilmenin o dilde düşünmek olduğunu sanıyor ve bilemedikleri kelimeler geldiğinde apışıp kalıyorlar. Bir dilde düşünmek demek A dan Z ye soyut somut her şeyin o dilde sembolikleşmesidir. Ve yine akla gelen soyut somut her şeyin düşünülmesini sağlayan ilk kodlandığı dildeki karşılığıyla akla gelmesidir. Şimdi kendini dilbilimci sanan yani elinde dilbilimci diye belge olan birisiyle yaptığım diyaloğu anlatayım. Bir şehirde seminerdeyiz 20 kişiye seminer veriyorum, vatandaşın biri sürekli çıkıp olmaz öyle şey İngilizce düşünmek gerek diyor. Ve sonrası şöyle gelişiyor: Ben: Afedersiniz siz İngilizce düşünüyor musunuz? Dilbilimci: Evet tabii ki Amerika’da 6 ay kaldım. Ben: Ben Amerika’da kalan Türk vatandaşlarının hikayelerini iyi bilirim. Dilbilimci: Dediklerin yanlış ben İngilizce düşünüyorum ve sen hatalısın. (siz demiyor ayı sen diyor) Ben: Peki sizin aklınıza gelen her şey İngilizce mi gelir yani düşündüğünüze göre? Dilbilimci: Herhalde yani. Senin gibi ÇEVİRİ yapmam ben. Ben: Peki DOMATES görünce aklınıza ne geliyor. Dilbilimci: Tabii ki 'tomato'. (DİKKAT EDERSENİZ DOMATES GÖSTERMEDİM. DOMATES DEYİNCE AKLINIZA NE GELİYOR DEDİM. YANİ
BENİM DEDİĞİM DOMATES KELİMESİNİ TÜRKÇE ALGILADI VE KAFASINDAN İNGİLİZCEYE ÇEVİRDİ 'SIĞIR'.HANİ ÇEVİRİ YOKTU DALLAMA) Ben: Peki annenizi görünce hangi dilde aklınıza geliyor. Dilbilimci:'my mother' veya 'mom' tabii ki. (YİNE ANNESİNİ GÖSTERMEDİM VE ANNENİZ DEDİM TÜRKÇE OLARAK DAVARA YANİ YİNE KAFASINDA ÇEVİRİ YAPTI HAŞLAMA) Ben: Peki araba görünce ne aklınıza geliyor? Dilbilimci: Tabii ki 'car'. (YİNE ARABA DEDİM ARABANIN KENDİSİNİ GÖSTERMEDİM SÜZMEYE) Ben: Peki börülce görünce aklınıza hangi dilde geliyor? Dilbilimci:..............(sessizlik 1) Ben: Peki İngilizce düşünen 10 yaşında birinin yaptığı 142 ile 43 çarpımını İngilizce düşünen üniversite mezunu biri olarak şu tahtada(salonda tahta da var) yapar mısınız? Dilbilimci(bozuntusu):............(sessizlik 2) Ben: Peki bir balık haline gittiniz yanınızda bir İngiliz var tabii ki 'fish' balık demek ama çinekopların yanına geldiniz tezgahın önünde adam sordu olur ya ne dersiniz çinekop mu dersiniz yoksa İngilizce düşünen biri olarak İngilizcesini mi? Dilbilimci hazretleri:...........(sessizlik 3) Bundan sonra kızarması geçinceye kadar seminer sonuna kadar konuşmadı. Peki dilbilimci böyle yaparsa İngilizceyi öğrenen hangi ağaca tırmansın? Ben sana domatesi göstermedim ki be hey haşlama sadece domates dedim peki senin kafanda yaptığın işlem burada çeviri değil mi? Ben sana annenin fotoğrafını göstermedim ki sadece annen dedim be hey hain senin burada yaptığın iş çeviri değil mi ki beni suçlarsın çevirmek yok diye? Ben sana otomobil göstermedim ki sadece otomobil dedim be hey insafsız dilbilimci bozuntusu senin burada yaptığın iş çeviri değil mi? İŞTE BÖYLE ŞİŞİRİRSENİZ İNSANLARI SEN İNGİLİZCE DÜŞÜNÜYORSUN SEN FRANSIZCA DÜŞÜNÜYORSUN SEN ''İTALYANCA'' DÜŞÜNÜYORSUN DİYE SONRA ÇIKTIKLARI PLATFORMDA BİLMEDİKLERİ TERİMLERLE KARŞILAŞINCA AĞLAYIP ZIRLAMAYA BAŞLARLAR. Bu arada taksicinin söylediği şu 'Yetenek sizsiniz' (aslında kelime oyunu var 'siz yeteneksiniz' olsaydı daha iyi olurdu, çünkü birleştirirseniz ''yeteneksizsiniz olur'') ismindeki yarışmaya bakarsak. Birincisi bence bu yarışmada yarışmacılar önce hayvanlar ve insanlar olarak ayrılmalıydı. İkincisi ben bu yarışmayı birkaç kere o da kumandada kanal atlarken izledim. Ve her izleyişimde en az iki yarışmacının gerçekten iyi olduklarını gördüm. Üçüncüsü burada birinci olan güya gösteriyi izlediğimde bu gösteriye oy verenlerin ya dünyadan haberi olmadıkları veya evlerinde kablolu yayını olan ama oralarda ancak porno kanallarını veya futbol
kanallarını izleyip her ay boşuna aidat ödeyenler veya hayatlarında sirke gitmemiş olsalar da televizyonda bile olsa sirklerle ilgili filmleri veya kablolu kanallarda 'DISCOVERY' GİBİ 'NATIONAL GEOGRAPHIC' GİBİ 'ANIMAL PLANET' GİBİ kanalları izlemeyenler olduklarını düşündüm. Dördüncüsü burada birinci olan (güya hayvan değil ama onu eğiteniymiş) canlının yaptıklarını okullaşma şeklinde ifade edersek bunun yaptığı ilkokul 1. sınıf ise söylediğim kanallarda canlılarına öğreticilik yapanların yaptırdıklarının doktora düzeyinde olduğunu söyleyebiliriz. Benim eskiden Husky Kurt köpekleriyle ilgili bir eğitim maceram olmuştu ve yapılan iş anlaşmalarında davet edilen kişilerin bizi üçkağıda getirip getirmediklerini Husky lerin tepkilerinden görüp incelediğimiz de gerçekten kişilerin bizi dolandırmak istediklerini tespit etmiştik. Ayrıca Huskylerimizin üçü de K9 belgeliydi ve sertifika proğramını birincilikle bitirmişleridi. Hamile bir bayanın eğer yalnızsa refakat edecek biri yanına gelene kadar yanından ayrılmaz ve korurlardı. Sitede her eve hırsız girmişti hatta kangal köpeği olanların bile evleri soyulmuştu ama bizim eve hırsızlar sadece teşebbüs etmiş bir keresinde hayatlarını kurtarmak için polise sığınmışlardı. Benim ricam o kadar insan varken değerlendirilmesi gereken bu 'kuçuya' oy verenlerin eğer kitap okumak zorlarına gidiyorsa çünkü zamanımızda kitap okumak amiyane tabiriyle ''OUT'' DUR yalvarırım İngilizcedeki gibi anlık ambalajlara aldanmayı bırakıp en azından internete girip hayvan eğitimiyle ilgili siteleri okusunlar. Orada o arkadaşın yaptırdığı her hareketi ÖDÜLLENDİRME-CEZALANDIRMAMOTİVASYON VS. taktiklerle ama sabrederek öğretebileceklerini ve dahası neler öğretebileceklerini de görürler. Oysa o yarışmada hem insan olan hem de yıllarca gerçekten yeteneği olup onu gözümüzün önünde ancak ortaya çıkarabilmiş ve sırf oyları güya değerli diye düşünülen anlık zevk düşkünlerinin vermedikleri oylar yüzünden belki de sanatı ve yeteneği kaybolup gidecek olanları, saçma reyting sevdası yüzünden kaybettiğimizi de görelim artık lütfen. Saygılarımla. Not: Diğer iki noktaya sonra devam edeceğiz. Bu arada İngilizce düşünenlerin haber7 yi aramalarını ve randevu alıp kendilerini ispatlamalarını hararetle bekliyoruz. Gelin hep beraber eğlenelim. Belki de İngilizce düşünerek ''YETENEK SİZSİNİZ'' veya ''YETENEKSİZSİNİZ'' kim bilir? Not: Allah(c.c) Sayın Başbakanımıza uzun ömür versin. Sağlıklı ve dinamik olarak başımızda kalsın inşaallah. Not: Bir dallama 386 dx mini tower kardeşimiz eee dört dil bilen o zaman Türkçe düşünüp, İngilizce okuyup Fransızca anlayıp, Almanca mı yazacak demiş? Be kardeşim sen önce yazdığın cümleyi bir düşün bakalım aklı başında kim böyle cümle kurar sonra cevabını bulursun zaten. Allah(c.c) ıslah etsin canım.