☆
ATLANTİS TARİH-ÖNCESİ EVRENSEL
U Y GA RL I K
.BİLİM ARAŞTIRMA MERKEZİ Yayınevi — İstanbul
Kitap No : 70 — ATLANTİS
«200.000 yıl önce Sirius’ten Atlantis’e gelen ziyaretçiler önemli kayıtlar bırakmışlar ve Atlantis Uygarlığı’nın nihaî yok oluşundan önce bu kayıtlar Fenikeliler’e emanet edilmişti. On lar da bu kayıtları Brezilya’ya götürüp, büyük Fenike t -’s resim leri ile işaretli olan kayalıklarda yer alan bir m ağarada sakla mışlardı.» Bn. Lao RUSSELL
Birinci Baskı: Kitap Dizgi : Kitap Baskı : Cilt Yapımı : Kapak Baskı:
M art-1983 Can Matbaası Uğur Matbaası Kardeşler Ciltevi Seçil Ofset
İ Ç İ N D E K İ L E R
1. BÖLÜM ATLANTİS VE RUHSAL KAYNAKLAR a — Ruhsal Ramala Merkezi’nden: Atlantis ve Yükselişi b — Edgar Cayce’den: Atlantis ve Teknolojisi c — Mareia Moore’dan: Atlantis ve Uygarlığı 2. BÖLÜM ATLANTİS VE OKÜLT KAYITLAR a — Mme. Blavatsky’den: Atlantis ve Tarihçesi b — Djwhal K hul’dan: Atlantis ve Çağımıza Etkisi c — Sadıklar Plânı’ndan: Işık ve Karanlık Mücadelesi 3. BÖLÜM ATLANTİS VE ÇAĞDAŞ KANITLAR a b c d
— — — —
Atl?ntis Atlantis Atlantis Atlantis
ve ve ve ve
Doğa Yaşamındaki Kanıtlar Okyanus Altındaki Keşifler Deniz AltmdPki Gizemli Pir? mit Keşif Heyetlerinin Bulgulan
G İ Rİ Ş Sayısız nesiller boyunca Atlantis konusu beşerlerde bir hay ret ve heyecan duygusu uyandırmış, ‘bilinen tarih’ öncesinin ile ri seviyedeki bir beşerî uygarlığını barındırdığı ve tabiî afetler sonucunda kademeli olarak battığı belirtilen Atlantis kıtasını ve bu kıtanın sâkinleri olan Atlantis ırkını konu edinen binlerce ki tap yazılmıştır. Bu kaynakların en ünlüleri, kuşkusuz, Antik Çağ’da Eflatun’un yazdıkları C1) ile İ9’uncu yüzyılda Ignatius J. Donnelly’nin kaleme aldığı «Atlantis, Tufan Öncesinin Dün yası» adlı kitaptır. Ve Donnelly’nin hemen arkasından, Mme. Blavatsky’nin Gezegensel Spiritüel Hiyerarşi’nin desteğiyle yaz dığı bir okült tez olan «Gizli Doktrin» vasıtasıyla, Atlantis’le il gili olarak o güne kadar beşeriyetten saklanmış olan okült bil giler açığa çıkarılmıştır. Daha yakın zamanlarda ise Edgar Cayce ve Rudolf Steiner, Dünya Akaşik Kayıtları’ndan Atlantis'le ilgili olarak kendilerine verilen (2) ayrıntılı enformasyonu açıklayınca, bu konu iyice popüler bir hale gelmiştir. Okült öğretiye göre, ‘Round’ denilen her Büyük Dünya Devresi’nde 7 Kök Irk yaşar ve her Kök Irk da ayrıca 7 Alt Irk’p ayrılır. İşte, Atlantisliler, şimdi içinde bulunduğumuz 4’üncü Raund’un 4’üncü Kök Irkı’nı oluşturmuşlardır. Mme. Blavatskv «Atlantisliler, gerçekte, tamamiyle beşerî ve dünyasal mahiyette olan ilk ırktı. Ondan önceki ırklar, beşerî ve mücessem olmakt'r> ziyade İlâhî ve etherik mahiyetteydiler,» der (3). 3’üncü Kök Irk, Lemuryalılar’dı (4) ; 5’inci Kök Irk ise, bizim ait olduğumuz Aryenler’dir (5). Atlantis Irkının 7 Alt Irkı, sırasıyla şunlardı: 1 — Rmoahal’lar; lisânın ilk örneklerini geliştirdiler. 2 — Tlavatli’ler; olumlu hırs ve hafıza doğdu. 3 — Toltek’ler; kamu ku ruluşlarını ve babadan oğula geçen yönetimi tesis ettiler, ulus ları başlattılar. 4 — Turanlar; hırsı, nefsanî yönde, arzuların tatmininde kullandılar. 5 — Orijinal Sâmiler; düşünce kudreti ne, muhakeme yeteneğine değer vermeyi öğrendiler, zekî olan lar ön saflara geçtiler. 6 — Akatlar; bireysel düşünceyi genel
krnunlarla sınırlam a ihtiyacını duydular, hak ve kanun sistem lerini kurdular, 7 — Moğollar; düşünce gücü çok gelişti, en yaşlı olanın en akıllı olduğuna inandılar. Atlantis’in tedricî batışı sırasında bütün bu tâli ırklardan sağ kalanlar her yöne göç ettiler ve kültürlerini de birlikte ta şıdılar; aynı kültür ve bilgeliğin izlerini taşıyan birçok koloniler kurdular. Atlantis’in ana kıtası bundan birkaç milyon yıl önce batmıştı. 850.000 yıl kadar önce de bunun kalıntıları olan ünlü Hata ve Daitya adaları ile üçüncü bir küçük ada sulara gö mülmüştü. Eflatun’un bahsettiği Atlantis olan Poseidonis ise nis peten yakın bir zamanda, 11.000 kusûr yıl önce battığı için, bu olay Kadim Mısırlılar’ca biliniyordu. Poseidonis, bir kara m r jisyenler (kara büyücüler) yuvasıydı (6). Atlantisliler’in büyük bir kısmı bu afetler sonucunda yeryüzünden silinirken, araların dan seçilenler, kuzeyden göç ederek bir milyon yıl önce Orta Asya’da bugünkü 5’inci Kök Irk’ı, yani Aryenler’i başlattılar. Atlantis Irkı, astral bedeni geliştirmekle ve giderek onu etherik ve fizik bedenler ile bir bütün haline getirmekle yüküm lüydü. Dolayısıyla da astral beden, sonunda, Atlantisliler’e tamamiyle hükmeder hale gelmişti. Atlantisliler’in psişik veçhe leri eşırı derecede gelişmiş olup, belirli türden ‘m ajik’ uygula malara saplanıp kalmışlardı; bu da onların sonu oldu. Bizim ait olduğumuz Aryen Irkı’ndan beklenen ise, mental bedenin ge liştirilmesi (7) ve daha aşağı seviyedeki diğer üç bedenle koor dine edilmesidir.
Ö N S Ö Z
Yeryüzünün her yanında, şim diki uygarlığın maddî ve manevî hiçbir özelliğini taşımayan sayısız kadim kalıntılar mevcuttur. Bunların pekçoğunun işlevi, yapılış biçimi, bağlı olduğu kültür ve ortaya çıkış yerleri belli değildir. Onlar için önceki binyıllarda pek çok uygarlık aramak gerekmektedir. N itekim bu kadim uygarlıkların m evcut olmuş oldukları, şim diki uygarlığın mevcudiyeti kadar kesin olarak ortaya konulmaktadır. Yeryüzü üzerindeki hiçbir canlı sistem, doğanın kendi liğinden işleyişi sonucunda oluşmamıştır. O maddeci putpe rest düşünceler artık çok eskidi ve çürütüldü; fakat o ka ranlık düşünceler sayesinde iğrenç çıkarlarını sürdüren ka ranlık güçler tarafından hâlâ inatla savunulmaya devam edil m ektedir ne yazık ki! Yani ‘maddeden öncesi ve sonrası yok tur’ demektedirler. ‘Yeryüzünün ilk uygarlığı şim diki uygar lıktır ve uzak geçmişlerde de yüksek uygarlıklar olmamış tır yeryüzünde' demektedirler. Yeryüzünde milyonlarca yıldır sayısız beşer varlığı, bu kozm ik laboratuvar gezegende beşerîleştirilmekte ve daha ileri evrim düzeylerine ulaştırılmaya çalışılmaktadır. Yüksek İdareci M ekanizma'nm beşeriyeti götürm ek istediği hedefi bilebilmek için, uzak geçmişimizi ve oralardan getirilen ka dim karmayı da bilm em iz gerekm ektedir. Çünkü çağımızda ki ve uygarlığımızdaki şimdilerde doruklarına ulaşan akıl almaz yozlaşmanın bazı nedenleri ve tohumları, Atlantis’in son dönemlerinin mirasıdır ve bunun o zamanlarki sahip leri ise, gene şim diki beşeriyet arasında yaşamaktadırlar. Ve onlar, Atlantis’in batmasına yolaçan karanlık faaliyetlerini, aynen bu uygarlık içinde de sürdürm ektedirler. Ve yine At lantis döneminde Işık Yolunda Olanlar’in bu devre içerisi ne tekrar doğanları ise, bu şim diki uygarlığı kurtarmaya ve onu spiritüel bir aydınlanış içerisine sokmaya çalışan Işık Güçlerine yardım cı olmaya çalışmaktadırlar. Halûk Egemen SARIKAYA
Atlantis ve Ruhsal Kaynaklar «Çeşitli aletler ve Atlantis’in batışı hakkmdaki öyküler çağ ların içinden ulaşarak bugüne kadar gelmiştir. Bazılarının adını Me işitmediğiniz daha başka kıtalar da bu şekilde akıbetlere uğramışlardır. Dünyanın yaşını dahi bilmiyorsunuz. Gerçekten de zaman ya da mekânın gerçek m ahiyeti hakkında hiçbir kav ram a sahip değilsiniz. Bilim adamlarının belirli hesap metodlan vardır ve bir zaman için inanılan ve sonra yeni bir teoriye yer açmak için çürütülen kendi teorilerini oluştururlar. Beşer hakikaten de zaman yahut mekânı anlamaz, ne de spiritüel al gılayışı geliştirene kadar anlayacak gibidir. Çünkü, aradığı bilgi, ancak gelişen ve genişleyen şuur ile gelir.» White Eagle a — Ruhsal Ram ala Merkezi’nden : Atlantis ve Yükselişi
Günümüzde Atlantis Uygarlığı hakkında birçok destan mevcut olmasına rağm en, gerçökler pek azdır ve eldeki ka nıtlar da hayal kırıklığı yaratacak cinstendir. Ve beşeriyet, kadim varlıkların bilgeliğiyle bağlantı kurm aya ve onu an lamaya m uktedir olmadıkça, Atlantis’in mevcudiyetini bile m eyebilir veya kabul etmeyebilir. Ancak, böyle bir uygar lık gerçekten vardı ve hakikaten de beşeriyetin bu dünya üzerinde tanık olageldiği en yüksek evrim noktasına eriş mişti. Hem teknolojik hem de spiritüel bakım dan, beşeriye tin bugünkü pozisyonunu kat kat geçmişti. Atlantis'e ilişkin daha gelişmiş bir anlayış, yakın bir . zam anda gerçekleşecektir. Bilim adam ları, yakın bir gele cekte, A tlantis’in doğru bir kaydını keşfetmeye başlayacak lardır. Fakat, bu bilginin açığa çıkarılış amacı, beşeriyetin m erakını giderm ek olmayıp, bu yüzyılın sonu civarında ge lecek olan âfet sırasında Atlantis’in tekrar ortaya çıkışma dünyayı hazırlam aktır. Bu zamanda Atlantis’in tek rar orta 7
ya çıkışı anlamlıdır. Çünkü, sular şuraya buraya itildikçe, dağlar yükseldikçe ve karalar battıkça, bu dünyanın yüze yi Îlâhî Amac’a yönelik olarak İlâhî Niyetle biçim lendiril dikçe, bir zam anlar Atlantis olan kara parçası, cevher ve madde de beşeriyetin kullanım ı için tekrar yüzeye çıkacak tır. Yeni Çağ, eski Atlantis’in tüm im kânları ve evrim kav ram larıyla birlikte yeni bir Atlantis’i getirecektir. Atlantis’in nihaî yok oluşu 15.000 yıl [veya 11-12.000 yıl] önce m eydana gelmiş, fakat sonu o tarihten 35.000 yıl ön ce başlam ıştı. Atlantis’in m addede gene doğmasına şim di yol açan da Kova Burcu Çağıdır. Ne varki, bu gene-doğum ile birlikte sadece hayrın geleceğini sanmayın, çün kü A tlantis’in yüzeye çıkmasıyla birlikte A tlantis’in şerri (8) de gelecektir: Yıllar önce Atlantis’in yıkımını gerekli kılan tüm âhenksizlik ve yanlışlık da geri gelecektir. O şerrin mevcudiyetini kabûl etm ek ve dönüştürm ek ve böylece ül keyi [İngiltere’yi] gelecek olan Çağ’a hazırlam ak size, bu dönemde enkam e olan Atlantisliler’e düşen bir iştir. Atlan tis’i yok eden âfet sırasında ölen evrimleşmiş canlar’dan çoğu, şu kadar zam andır dengeyi ayakta tutm uşlardır ama, Atlantis’in yükselişiyle birlikte o sorum luluktan kurtulacak lardır. Dolayısıyla, beşeriyet, o zamandan beri birçok enkarnasyonlar boyunca elde ettiği yüksek şuuru ve artan idrâkiyle birlikte, bir yandan Atlantis’in arm ağanlarını, ya rarlarım ve evrimsel bilgisini kabûl ederken b ir yandan da o şer ile başa çıkmak zorunda kalacaktır. Sizin Atlantis’e inanıp inanmamanız beni ilgilendirmez. H er büyük bilgelikte olduğu üzre, kendi kabûl ediş dere cenize kendi şuur noktanız karar verecektir. Ancak, şunu da belirtm ek isterim ki, bu Dünya’dan beşeriyetin farkın da olmadığı birçok büyük uygarlık gelip geçm iştir (9). Be şeriyetin kendi gelişiminin ilk safhaları hakkındaki bilgisi son derece noksan olduğu ve binalar ile yazılı kanıtlar, be şeriyetin kayıtları çok uzun bir zaman önce ortadan kay bolduğu için, beşer de bu Dünya'nın gerçek tarihini fizikî yollardan tespit edememektedir. 8
Beşer, dik kez bu Dünya üzerine yerleştirildiğinde (10), Güneş'in Rabbi tarafından, kendi mükemmelliğine benzeti lerek yaratılm ıştı. Beşer, bu Dünya’ya ait değildi ve sade ce onun üzerinde yaşam ası da am açlanm amıştı. Dünya üze rinde ilk kez yürüdüğünde, hatanın ne olduğunu bilm ek sizin, mükemmel bir yaşam sürdürm üştü. Cordemia adıy la bilinen ve beşeriyetin bu Dünya üzerindeki ilk büyük uygarlığı olan b ir uygarlıkta yaşam ıştı. Bu uygarlığın coğ rafî konumu, Ölü Deniz dediğiniz su kütlesinin civarına te kabül ediyordu. İlâhî bir ihsan olan özgür seçim, beşere an cak sonradan verilmiş ve bu ihsandan ötürüdür ki beşerin düşüşü başlam ıştır (3). Yeryüzü’nün burçlar kuşağmca belirlenen çağların devresel evrimi gerçekleştikçe, beşeriyetin kurduğu uygarlık lar da yüksekliklere erişmeye çabalayarak ve derinlere çar pıp parçalanarak, yükselmiş ve çökm üşlerdir. Lemurya gi bi büyük uygarlıklar gelip geçmişti. Beşeriyet, giderek, Kozm os’un bilgisinden payına düşeni almaya hazır olduğu se viyeye gelecek kadar şuurunu geliştirm işti. Bu Dünya üze rindeki fizik hayatın gerçek anlam ını öğrenmiş olan be şer, artık, yüksek plânların bilgisini öğrenmeye başlaya cak seviyedeydi. Bu büyük olaya hazırlık olarak, beşer için özel b ir şekilde, o zamana kadar üzerine ayak basmadığı bir kara parçası hazırlandı. Bu kara parçası, suların altın da uzanm akta olup, Dünya’nın m erkezinde ikâm et etm ekte olan Spiritüel Hiyerarşi üyelerince hazırlanm ıştı. Böylece, Atlantis Çağı’m n ufukta ağarmasıyla birlikte, Dünya'nm âfetlerle birlikte gelen bir gene-doğum hareketi sırasında büyük Atlantis kıtası ortaya çıktı, ve Atlantis Çağı baş ladı. Atlantis, yerküreniz üzerindeki coğrafî konum u bakı m ından, Atlantik Okyanusu’nda yer alıyordu. Atlantis adı nın günümüze kadar gelmesi çok tuhaftır, değil mi? At lantis, kuzeyde İzlanda’dan güneyde Falkland Adaları’na, Af rika'nın batı kıyısından Amerika’nın doğu kıyısına kadar uzanıyordu. Bazılarının doruğu günümüzde Azor Adaları 9
olarak su üstünde kalan yüksek dağlarla kaplı, güzel bir kara parçasıydı. Bu büyük kıtadan bugün geriye, Atlantis dalgaların altına gömüldüğü sırada yüzeye çıkmış olan ve ¡bazılarının farkında olduğunuz, oraya buraya dağılmış b ir kaç güç ve vibrasyon noktası kalm ıştır. Iona Adası başta gelmek üzere bunlardan birkaçına İngiltere sahiptir: Hebrid Adaları, Batı İskoçya Adaları ve İngiltere’nin Batı Böl gesi gibi. İzlanda, Grönland, K anada’nm doğu kıyısı ve Maine Eyaleti’ne kadar Amerika’nın doğu kıyısı da eski Atlantis’ten kalan kara parçalarıdır. B ir zam anlar Atlantis olan yerden geriye kalan yegâne coğrafî bölgeler bunlar dır. H er büyük uygarlıkta olduğu gibi, Atlantis’te de bir çok ulusların m ensupları ikâm et ediyordu. Bunu, Ameri k a’nın günümüzdeki durum u ile karşılaştırm ak istiyorum. Orada da, dünyanın tüm uluslarının m ensupları tek bir kı tada biraraya gelmiş bulunm aktadırlar. Atlantis’te de du rum aynıydı. Tüm Irk lar’m en evrimleşmiş, en yüce kişi leri, Yeryüzü’nün bu rüyasını gerçekleştirmek için Atlantis’e yöneltiliyorlardı. Atlantis Çağı binlerce yıl sürdü. Atlantis’in tarihinde, kök ırklar ve burçlar kuşağmca belirlenen çağlar gibi çe şitli tesirler onun kaderini etkiledikçe, birkaç kesin dönem meydana gelmiş; fakat sonunda Atlantis, büyük çapta ol m ak üzere, yüksek plânlardaki hayatın bir kopyası, b ir so m utlaşm ası haline gelecek şekilde yiicelmişti. Atlantisliler, bu Dünya’daki hayatla ilgili en jöice gerçeği, yani, Tanrı’ mn, Y aratıcı’mn tüm hayattaki varlığını tanır hale gelmiş lerdi. Bu planet ile, dahilinde yer aldığı Güneş Bedeni ara sındaki herhangi bir ayrılığı kabûl etm iyorlardı. Fizik plâ nın gerçekliğini kabûl ederken, onun kısıtlılıklarım kabûl etmemekteydiler. Güneş'in gücünün, bu Güneş Bedeni da hilindeki tüm hayatın Yaratıcısı olan Güneş Logosu’nun Kozmik Enerjisi’nin aynı zamanda bu Dünya’daki tüm fizik m addenin biçimlendiricisi olduğunu idrâk etm işlerdi. Ken dilerinin bu D ünyaca ait olm adıklarının ve sorumluluğu 10
nu taşıdıkları fizik maddeden m âm ûl bedenlerde ikâmet ederlerken, aslında bu Dünya'nm m addesinden çok daha yüksek varlıklar olduklarının farkındaydılar. Dolayısıyla da ‘Ben’in bireyselliğinin aşağı seviyeden veçhesine değil de, yüksek veçhesine değer verirlerdi. Atlantis'te kom ünal bir yaşam sistemi vardı. Birçok bireysel milliyetlerin mevcut olmasına rağmen, ırklar arasında hiçbir ayırım yapmayıp, sadece bu Dünya’daki hayatın ortak amacını kabûl ediyor lardı. Atlantisliler, birçok uygarlıklardan geçerek, yüksek bir teknolojik başarı seviyesine ulaşm ışlardı. Toplum larm m ya ratılışı ve bekâsı için Güneş enerjisiyle bağlantı kurup on dan yararlanıyorlardı. Beşeriyet bugün bunu, yani hayatın daki en büyük faktörü görmezlikten gelmekte ve Güneş'in güçlerinin değerini takdir etm em ektedir. Günümüz beşe riyetinin Güneş’in gerçek nim etlerinden pek haberdar ol m am asına karşılık, Atlantisliler Güneş’in hakikî gücünü ta nım akta ve kullanm aktaydılar. Bunu sadece ulaştırm a, in şaat, şifacılık için kullanmakla kalmayıp, spiritiiel hayatla rının her veçhesi için de kullanıyorlardı. İbadet için de kullanıyorlardı. Atlantisliler, m addenin, Güneş’in enerji ver diği her hücresinde M abut’un bir veçhesinin mevcut olma sından ötürü tüm m addenin Güneş tarafından kontrol edil diğini kabûl ediyorlardı. Güneş’in enerji verici faktörü ile, bu Dünya üzerindeki hayat arasındaki ilişkiyi keşfetm iş lerdi. A tlantisliler’in yaratm ış oldukları muazzam binalardan günümüze kalan birkaç örnek vardır. M ısır’ın büyük pira m itleri ile İngiltere’deki Stonehenge, Atlantis m im arisinin örnekleridirler. Ayrıca, diğer ülkelerde de beşeriyetin bu gün çözemediği arkeolojik 'problem ler' vardır (ıx) ve bun ların hepsinin [değil, birçoğunun] kökeni Atlantis'e daya nır. Atlantisliler, m addenin yapısını anladıkları için, m ad deyi dezentegre edip tek rar m addî form haline getirebili yorlardı. Bu binaların inşaatında kullanılm ış olan devasa taş bloklar, önce demateryalize ediliyor, arzu edilen nok 11
taya götürülüyor ve sonra tek rar materyalize ediliyordu. Bu size imkânsız gibi gelebilir ama, gerçektir. Bu Dünya’nm maddesi, Güneş’in enerjisi tarafından birarada tutulur. Mad denin birarada tutuluş şeklini keşfettiğiniz takdirde, artık maddeyi dezentegre edebilir ve arzu ettiğiniz şekilde tek rar yaratabilirsiniz. Atlantis hüküm eti, M abet’in rahiplerince veya yaşlıla rınca yönetiliyordu. Bunlar, evrim yolunda büyük mesafe ler katetm iş olan şahıslar, özellikle bu görev için eğitilmiş ve enkarne olmuş Ü stadlar olup, ülkeyi büyük bir spiritüellikle yönetm ekte ve eğitmekteydiler. Yüce V arlıklar ile irtib at kurma, günlük bir olaydı. Rahipler, istedikleri va kit Spiritüel Hiyerarşi ile âhenktar hale geçebildikleri gi bi, sokaktaki halk da m anyetik bir cihaz vasıtasıyla yük sek hayat plânlarıyla âhenktar hale geçebilmekteydi. Dua ettikleri ve meditasyon yaptıkları zam anlar bu cihazı üzer lerine takm ak suretiyle duyularım yüceltiyor ve böylece Yü ce V arlıklarla direkt irtibat kurabiliyorlardı. Atlantis Çağı, ayrıca, diğer planetlerin Ü stadlan’mn bu Dünya’ya geldik leri bir dönemdi (12). Öteki planetlere ait varlıklarla irti bat kurulm ası ve onların Dünya’daki mevcudiyeti, kabûl edilen bir gerçekti. Atlantisliler’in kendileri de bu Güneş Bedeni dahilindeki öteki planetlere seyahat ederlerdi. Fa kat, bunu, roketler ve uzay gemileri kullanm ak gibi fizikî anlam da yapmazlardı, çünkü zihnin gücünü keşfetmişlerdiYerçekimi gücünü yenmiş olup, uçabiliyorlardı. Yerçekimi Kanunu’na karşı koyarak, kendilerini b ir yerden b ir yere nakledebiliyorlardı (ıs). Hastalık ya da rahatsızlık hallerinde, Atlantisliler, has talığın kaynağının fizikî değil de daha yüksek bir bedende yer aldığını bilirlerdi. Dolayısıyla da daim a yüksek bedeni iyileştirirlerdi, fizik bedeni değil. H asta olan b ir şahıs, bir şifa mahalline, bir ma'bede götürülür ve bir şifa odasına yer leştirilirdi. Bu oda, belirli türdeki bir taştan, kristalden in şa edilmiş olup, o şekilde biçimlendirilm iş ve açılandırılmıştı ki, Güneş’in gücü, farklı renklerdeki kozmik ışıklar 12
ve enerjiler taşıyan ışınlar halinde yayılırdı. Hasta, odanın ortasına yerleştirilir ve hastalığının mahiyetine göre hangi ışınlar ve dolayısıyla da renkler gerekiyorsa, bunlar hasta nın üzerine yöneltilirdi. Tabi ayrıca, zamanın rahipleri, yük sek dereceden bir şuura sahip olan evrimleşmiş canlar ol duklarından, hastanın Akaşik Kaydı’na (14) bakabilirlerdi. Çünkü, hastalığın sebebinin, hastanın sadece o sıradaki hayatıyla ilgili olm ası gerekmeyip, birçok geçmiş hayatın ötesine kadar uzanması m üm kündür. Ve rahipler, o kişi deki hastalığın gerçek sebebini iyileştirebilirler ya da iyi leştirm ek için girişimde bulunabilirlerdi. Çizmiş olduğum bu tabloya bakarak, bana, «Peki, o za m an Atlantis neden çöktü ki?» diyeceksiniz. Atlantis de bü tü n uygarlıklar gibi aynı sebepten çöktü: Beşerin hatası! Atlantis halkı, yüksek bir evrim seviyesine ulaşmış, Koz m ik güçlerle irtib at kurm uş ve içinde yaşadıkları çağdan ötürü de psişik yeteneklerini sizin idrâkinizin çok ötesinde geliştirm iş olm alarına rağmen, kendilerini doğru bir şekil de motive etm emişlerdi. Kozmos'a ait bilgilerini, evrim se viyelerini; Yaratıcı'nm iradesini ve O'nun İlâhî Plân ve Program ını değil de, yaratılışla ilgili kendi fikirlerini ger çekleştirm ek için kullandılar. Bilgilerini, bedeli ne olursa olsun, kişisel tatm in ve m enfaat için, kudretli olmak için, servet biriktirm ek için, öteki varlıkları kontrol altına almak için (15) ve kendi plân ve program larını gerçekleştirm ek için kullandılar. A tlantisliler’e verilmiş olan ve başlangıç safhalarında yapıcı yönde kullandıkları güçler, giderek yı kım için kullanılmış ve böylece, A tlantis’in dalgaların al tında son bulan çöküşü başlam ıştı. Bu nihaî batışı Atlan tis üzerine sevkedenler arasında, sadece Spiritüel Hiyerarşi’nin Yüce V arlıkları değil, A tlantis’in hakikî rahiplerin den geriye kalan birkaç kişi de yer alıyordu. Bu rahipler, Atlantis'in yok edilmesi gerektiğim kabûl etm işler ve böy lece, şerri dengede tutm ak amacıyla Atlantis’le birlikte bat mayı teklif etm işlerdi. Beşerin, Atlantis'in sorum luluğu ile bilgisini kabııl edebilecek pozisyona tekrar gelene kadar 13
daha başka evrim sikluslarım deneyimlemesi gerektiğini id râk etmişlerdi. Herhangi bir büyük uygarlık dezentegre olmazdan ön ce, bir sonrakinin tohum lan emniyete alınır. Bugün mev cut olan ırkların kurucuları olacak olan halklar da Atlantis’ten çıkmışlardı. Şimdiki ırksal özelliklerin hepsi de At lantis'ten kaynaklanır. Atlantis, o zaman dalgaların altına gömülmüş ve şerri de Yüce V arlıklar’ca dengede tutulm ak üzere Atlantis’le birlikte batıp gitmişti. Bir âfetle birlikte Dünya dönüştürülm üş, beşer te k ra r doğmuş ve beşerin yü rüyüşü gene başlam ıştı. Birçoğunuz Atlantisliydiniz. Büyük ölçüde psişik güçlere sahip olan herhangi bir kimse, bunu, o büyük Atlantis Uygarlığı’na ve bu güçleri o günlerde kul lanmış olmasına borçludur. Günümüzde dünyanın her ya nında, yeni Atlantis Çağı’na hazırlık olmak üzere psişik ke şifler yapılm aktadır (ıe). Atlantis’te yaşamış olan canların çoğu, Atlantis’in tek r a r ortaya çıkışma (17) hazırlık olmak üzere şimdi enkarne olm aktadırlar. Bunlar, fizikî olarak genç, fakat spiritüel evrim bakım ından yaşlı kimselerdir. Ne yazık ki bunların çoğu, şu zamanda, spiritüel yönlendirme ve motivasyondan yoksun oldukları ve sadece eski Atlantis’in spiritüelliğini hatırlayan Yüksek Benlikleri, ruhları, Dünya’nm bugünkü yoğun fizik hayatının kısıtlılıklarını anlayamadığı veya kabûl edemediği için, yanlış yollara sapm aktadırlar. Atlantis tekrar yükselecektir. Dünya Öğretmeni tekrar gelecektir. Yeni Çağ’m tohumları, sadece erkek ve bayan ların fizik tohum ları değil de, zihin ve madde tohum ları, ya ratılış tohum ları ve bu Dünya'nm öteki âlem lerinin [bitki ler, hayvanlar âlemi, vb.] tohum ları daha şim diden ekilmiş bulunm aktadır. Bu büyük uyanış için, Yeryüzü'nün evri mindeki bu büyük adım için gerekli olan tüm hazırlıklar yapılmıştır. Bu, kendini ıslah etmesi ve bu yeni Atlantis Çağı'nm en sonuncu olacağını kanıtlam ası için beşeriyete tanınan fırsattır. Atlantis vatandaşları, sözkonusu ıslah anı için hazır mısınız? 14
b — Etigar Cayce’den : Atlantis ve Teknolojisi
Ünlü Amerika'lı medyom Edgar Cayce, trans altınday ken, Atlantis’in yıkımına yol açan Atlantis Enerji Santral leri ve K ristalleri hakkında son derece ilginç açıklam alarda bulunm uştu: Atlantis’te, deniz ve hava gemilerinin, araçların b ir yer den bir yere ulaşımında, uzaktan fotoğraf çekmede, uzak bir mesafede ve duvarların ötesinde bulunan yazıları oku mada, yerçekim inin kendisini yenmede kullanılan ‘elektrikî güçler’in gelişimi döneminde; korkunç bir kudrete sahip kristal (18) ve bunun hazırlanm ası yıkım getirdi.... Poseidia’da [Atlantis’in ilerki dönemine ait bir kara parçasında], denizdeki ve ‘havadaki gem iler’i yönetm ek ve televizyon ve ses kaydı gibi bedenî konforları yönetmek için, ışıkları, faaliyetlerin biçimlerini böylece yoğunlaştıran büyük kristallerden (19) ‘harekete geçirici güçlerin depo lanması görevini üstlenm iş olanlar vardı.... Ateştaşı, bugünkü ifadeyle ‘iletken olmayan' ve asbestos türünden bir taşla ve günümüzde Ingiltere’de yapılan ve adları ilgili sahalarda çalışanlarca pek iyi bilinen diğer iletken olmayan m addelerle kaplanm ış olan bir binanın or tasında yer alıyordu. Binanın, ateştaşm m yukarısında kalan kısmı oval bi çimdeydi; veya, yıldızların faaliyeti izlenebilsin diye ve dün yanın atm osferinde bulunan ve bulunm ayan elem entlerin yanısıra, kendileri yanm akta olan cisimlerden neşrolan ener jilerin konsantre edilmesi amacıyla, açılan bir kısmı bulu nabilen bir kubbe halindeydi. Prizm alar ya da mercek vasıtasıyla konsantrasyon öy le bir tarzdaydı ki, çeşitli seyahat şekilleri ile ilgili olan ci hazları etkiliyordu. Bu, günümüzde 'uzaktan kum anda’ di yeceğimiz kontrol m etodunun hemen hemen aynısını oluş turuyordu... ancak, taştan sevkolan güç türü, araçların ken dilerindeki harekete geçirici güçleri etkiliyordu. Bina o şekilde inşa edilmişti ki, kubbe açıldığında, uzay boyunca sevkedilecek olan çeşitli araçlara doğrudan güç uygulanımında çok az bir engelleme oluyor ya da hiç ol muyordu....
B u taşın hazırlanması, sadece bu devrin İnisiyelerine ait bir işti... Bu taştan neşrolan, gözle görülmeyen ışınları onlar yönlendirirdi. Bu ışınlar, hava gemilerinin o dönemin gazları vasıtasıyla havalanmalarım, yere yakın seyreden ge zinti araçları ile su üstü veya su altı araçlarının hareketini sağlardı. Bunlar, sonuç olarak, güç istasyonunun ya da gü nümüzdeki terimiyle santralin ortasında merkezlenmiş olan taştan neşrolan ışınların konsantrasyonu ile sevkediliyorlardı... Taş ışınlarının uygulanmaları vasıtasıyla yanan bu ateş tü rü sayesinde, fertlerin bedenleri şifa buluyor, rejenere oluyordu. Böylece, beden sık sık gençleşiyordu. Aynı ateş türü, hayvansal bir organizma üzerinde ise, yıkıcı güçlere yol açan bir etki yapıyordu.... Bu güçler, kasıt olmaksızın, çok yüksek frekanslara ayarlanm ışlardı; ve ülke halkına yıkıcı güçlerin ikinci dö nemini getirdiler ve ülkeyi, daha sonradan ilerki yıkıcı güç lerin ortaya çıktığı yer haline gelen o adalara böldü... Atlantis’in adalara parçalanm asından önce... Îlâhî melekeler egoist ihtirasları tatm in etm ek için kullanılıyordu.... Taşın yapım tarzının bir tanım ına gelince: Taşın, silin dir biçiminde büyük bir m ercek olduğunu görüyoruz; üze rindeki fasetalar o tarzda kesilmişti ki, tepesindeki kapaktaşı, silindirin ucu ile kapak taşının kendisi arasında kon sa n tre olan gücü ya da kuvveti merkezîleştirmeyi sağlıyor du. Belirtildiği gibi, aynısını inşa etm enin şekillerine dair kayıtlar, bugün bulunduğu şekliyle, dünyada üç değişik yer dedir: Atlantis’in, denizin çağlar boyunca biriktirdiği çamu run altında kalmış olmalarıyla birlikte b ir gün keşfedilmesi m üm kün olan m abet kalıntılarının bulunduğu batık kısmın da, yani Florida kıyısı açıklarında Bimini olarak bilinen ye rin yakınında. Ve İkincisi, M ısır'da olan m abet kayıtlarında. Ayrıca, üçüncüsü, şimdi o taşların ortaya çıkarılm akta ol duğu, günümüzde Amerika'daki Yucatan olan yere taşm an kayıtlar. 16
Yucatan’da aynısının bir ‘am blem i’ vardır. Bunu açıklığa kavuşturalım ki, daha bir kolaylıkla bulunabilsin. Çün kü, bunlar Amerika’ya getirileceklerdir. Bir bölüm, gördü ğümüz gibi, Pennsylvania Devlet Müzesi’ne taşınacaktır. Bir bölüm W ashington’a... ya da Chicago’ya taşınacaktır. c — Marcia Moore : Atlantis ve Uygarlığı
Amerikalı müteveffa yoga hocası ve okültist Bn. Marcia Moore, A tlantis’le ilgili Ekminezi çalışm alarından (20) elde ettiği sonuçlara ve gene aynı konuyu işlediği Ekminezi cel se örneklerine ilişkin olarak şu açıklam aları y a p m ıştı: Ekminezi, beşerî kökenlerin araştırılm asında geçerli bir m etod haline geldiğinde, bir gün, birbirleriyle girişim ya pan birçok enformasyona dayanılarak tarihi yeni baştan yazmak m üm kün olacaktır. Klâsik arkeoloji, zihnin daha sübjektif m ahiyetteki bir arkeolojisiyle yanyana yürütüle cektir. «Psi-Tarih» dediğimiz bu araştırm a dalı, paranorm al etiid alanında geçerli sonuçlar alma yeteneklerini kanıtla m ış olan güvenilir araştırm acıların gözlemlerine dayanaca ğı için, tam amiyle bilimsel m ahiyette olabilir. Bu enform as yonları, b ir bilm ecenin parçaları gibi biraraya geldikleri takdirde, dikkate alm ak zorundayız. Şimdiye kadar, yazılı tarihin doğuşundan önceki beşerî gelişimin, başlıca iki saf hasının belli belirsiz siluetlerini seçebildik. H aklarında bi raz bilgi edindiğimiz bu iki büyük kıta, Lemurya ve Atlantis’e tekabül etm ektedir. Bu gizemli kültürlere ilişkin ola ra k edindiğimiz m ateryalin çoğu, bunlar hakkında anlatılagelenlere âşinâ olmayan kişilerden çıkm ıştır. Atlantis hakkında bilgi edinme işlemi, Lemurya’ya na zaran daha kolay olm aktadır. Aşağıdaki kesit, birçok deği şik süjelerden elde edilen enform asyonun toplu b ir özeti dir: Hemen hem en herkes, Atlantis’in güzel olduğu konu sunda hem fikirdir. Atlantis, yeşil tepelerden, görkemli dağ sıralarından, verimli tarlalardan, plajlardan ve kentlerden oluşuyordu. Arı kovanı gibi faal olan lim an kentlerinin li17
m anlarm da büyük gemiler demirliydi. Fakat çoğu kimse uçmayı tercih ediyordu. Anlaşıldığına göre, sonraki Atlantisliler çeşitli türden manyetik m otorlu uçaklar kullanıyorlar dı. Ufak kişisel uçaklar, otobüs tipi uçaklar ve ayrıca, Kâin a t’m başka yerlerinden gelen uzay araçları vardı. Atlantis kültürünün zirvesinde ekonomi, güneş enerji sine dayanıyordu. Güneş’in ışınımı, laser benzeri kristaller tarafından ısıya, ışığa ve tahrik gücüne dönüştürülüyordu, Entellektüel çalışmalar, erkek ve bayanların, bugün âşinâ olduğumuz sanat ve bilimlerin yanısıra, frenoloji (21), alşi-. mi ve astroloji bilimlerini etüd ettikleri iiniversitelerce des-. tekleniyordu. Bayanlar, erkeklerle eşit addedilmedikleri hal-, de, nisbeten yüksek bir pozisyona sahiptiler. Tümüyle ana erkil bir kültürün geçerli olduğu dönemler ve yerler olmuş-, tu ama, genellikle teknolojinin gelişmesiyle birlikte bayan ların pozisyonu da gerilemişti. Teokratik bir yönetim şekli vardı ve iktidarın dizginle rini ellerinde tutm aya çalışanlar arasında birçok entrikalar dönüyordu. Fizik enerjinin kaynakları kontrolleri altında olduğundan, rahiplerin em irlerine hiç kimse karşı koymu-. yordu. Din ile bitim birbirinden ayırt edilemeyecek bir şe kilde içiçe geçmişti. Bunun yarattığı sonuçlar her zaman yararlı oluyordu denemez. Atlantisliler, en tepede rahiple rin, daha sonra sırasıyla aristokratların, tüccar sınıfının ve köylü sınıfının yer aldığı bir toplum oluşturuyordu. Ay rıcalıklı sınıfların son derece kendini beğenmiş kişilerden oluşmasının yanısıra, sosyal merdivenin altında yer alan-, lardan pek bir itiraz duyulmuyordu. Bir zam anlar Atlantis yöneticileri, Dünya’ya K âinat’m bir başka yerinden gelmiş olan bir grup bilge ve yüce Öğretm enler’ce sevk ve idare ediliyorlardı. Anlaşıldığına göre, At-, lantis uygarlığının başlangıç safhalarında bu Ziyaretçiler’den bazıları, dünyalılarla evlenerek, kendi türlerinden di ğer varlıkların da uygun bedenler içerisinde enkarne olma larım sağlam ışlardır (S2). Böylece, ilk Ziyaretçiler uzay araç-, larıyla fizikî olarak gelmişlerse de, bundan sonrakiler s p k
ritüel yoldan se 3/ahat yaparak, kendi seçtikleri bedenlerde doğm uşlardır (2S). Ekminezi süjelerinden bazılarına göre, orijinal Atlantis, Güneş Sistem i’nin bir başka yerinde mev cut olup, dünyadaki Atlantis, ölmekte olan bir planetin, sa kinlerini barındırm ak üzere kurulan bir koloniydi (24). New York, İngiltere’deki York kentinin adını nasıl almışsa, ay nı şekilde Atlantis de, çok daha büyük b ir uygarlığın b ir ileri karakolu mevkiindeydi. A tlantis’le birlikte, kast siste mi, atalara tapınm a, nesilden nesile geçen m onarşiler ve yöneticinin ‘Göklerin Oğlu’ olması fikri de başladı. Uzaylı Ziyaretçiler’in başlangıçta getirdikleri arm ağan ların en önemlisi, şifalı bitkilerin kullanımı, arıcılık, buğ day yetiştirilm esi ve ekmek yapımı da dahil olmak üzere, ziraatti. Ayrıca, ateşle yemek pişirm e hünerini de öğretm iş olabilirler: Prom etheus efsanesi de buradan gelmektedir. Astroloji, kutsal âyinler, sanat biçimleri, m etalürji ve li sanla ilgili beceriler de Yıldızlar’dan gelen Ağabeyler tara fından getirilm iştir. Dünya, bu Yüce Yöneticiler için, cesaret isteyen b ir de neyin yürütüldüğü bir laboratuvar gibiydi (2B). Planetin ev rim inin aşam a yapmasını sağlamak için, beşerî ırkta ge netik m ııtasyonlar oluşturulurken (2S), bir yandan da yarı hayvan tipindeki bazı varlıklar kasten ve tedricen ortadan kaldırıldılar. Bu yüceltici çabaların bahşettiği yararlara rağ men, bazı negatif yan etkiler de meydana geldi. Herhangi bir spiritüel güç neşriyatı, hâlâ daha maddeye yönelik olan lar arasında «kudret kompleksleri» oluşturm a eğiliminde dir. Bunun sonucunda, Atlantis, son günlerinde, «dejenere olan en iyi, en kötü haline gelir» diyen atasözünü haklı çı karır olmuştu. Beşerler, kendilerine sunulan arm ağanları alm ışlar, fakat bunların karşılığında yapmaları istenen tek şeyi de reddetm işlerdi; yani, kendilerine bahşedilen bollu ğu birbirleriyle paylaşm aktan kaçınmışlardı. Sonuçta, Atlantisliler’in enerjileri yanlış yollara saptı. Özgür iradeleri olduğuna inanm ak istiyorlar, fakat övünme konusu olan bu özgürlüğün, ister istemez, her bireyin isteyerek yaptığı ey lem ler için sorum luluk yüklenilmesini zorunlu kıldığını gör m ezlikten geliyorlardı.
B irlikte ekminezi çalışmaları yaptığımız süj elerden ba zıları, 20’nci Yüzyıl’m ikinci yarısında yeni bir beşer nesli nin ortaya çıkışını hızlandıran b ir başka m utasyonun mey dana gelmekte olduğunu ileri sürm üşlerdir. Şimdi, evrim sarm alının daha yüksekteki b ir kıvrımı üzerinde. Kova Bur cu Çağı'nın öncüleri, Atlantis'in son günlerinde Atlantisliler’in karşı karşıya kaldıkları sorunların çoğuyla yüzyüze gelmek zorunda kalm aktadırlar. A tlantis'te m abetler sadece ibadet için kullanılmayıp, yüksek şuur hallerinin edinilmesine yönelik teorik ve pra tik eğitim için de kullanılıyordu. Kutsal bir ses bilimi var dı, ve buna, şarkı söylemek, müzik âletleri çalmak, âyin dansları yapmak (15) ve astrolojik törenler düzenlemek de dahildi. Okült uygulamalar, kıskançlıkla korunan ve iç m a bedin duvarları arasında öğretm enden öğrencilere aktarı lan bir sırdı. Bunların arasında, astral projeksiyonu da kap sayan, «rüyalar vasıtasıyla kurtuluş» sanatı da yer alıyor du (27). Kasten oluşturulan vizyonlar ve vahiyler, spiritüel rehberlik vasıtasıyla bilgi edinmek ve geleceğe dair keha nette bulunm ak için kullanılıyordu. Bazı durum larda, bu psişik m elekelerin aynıları, casusluk amacıyla kullanılm ak taydı. Bu uygulama, Atlantis’in düşüşünden çok sonraki dönemlerde de geçerliliğini korum uştur (2S). Hipnotizma ile mesmerizm, tıp alanında pozitif olarak, fakat büyücü lük, ııekromansi (20) ve propaganda gibi karanlık hünerle rin uygulayıcıları tarafından da negatif b ir şekilde kullanı lıyordu. Bu sahada da, kelimelerin ürkütücü kudreti, beşerî hırsa âlet olmuştu. Hipnotizmanın bugün zihinlerimizde ya rattığı korkunun çoğu, bu büyük şifa sanatının Atlantis'teki çarpıtılışına ilişkin şuurdışı (arşetipik) hatıralardan kay naklanm aktadır. Atlantis’in son günlerinde, Işık Güçleri ile karanlık güç lerin mücadelesi doruk noktasına ulaşarak açık bir savaş haline gelmişti. Uzaylı Ağabeyler, aynen çocukların kendi başlarına hayata atılm a ve gerekirse hata yapma zamanla rının geldiğini idrâk eden ebeveynler gibi, giderek çekildi 20
ler. Böylece, yüzyıllar geçtikçe. Bilge Varlıklar da hatıralar âlemine rücû ettiler ve iyice belirsiz bir hale gelerek, efsa neler ile hayallerin sisleri arasına karışıp gittiler. Atlantis'in nihaî yok oluşu, genel kanıya göre yaklaşık 10.000 yıl önce, bir dizi âfetler sonucunda m eydana geldi. Bu akıbeti çabuklaştıran, doğanın herhangi bir kaprisinden ziyade, beşerî kendini beğenmişlik ve açgözlülük olmuştu. Dünyasal güçlerin nâzik dengesi, kendine em anet edilen güçleri beşerin ahlâksızca suiistimal etmesi sonucunda bo zulmuştu. Bu, gene de, daha geniş bir açıdan bakıldığında, orijinal İlâhî Kıvılcım’m kendi Yüce M ekânı’na tek rar yük selebilmesinden (dikey evrimden) önce, ruhun maddeye gö mülmesi (yatay evrim) gerektiğini bildiren Yüce Evrim Plân ve Program ı’nın bir parçasından ibarettir. Atlantis rahipleri, yaklaşm akta olan âfetle ilgili olarak uyarılm ışlardı. Âfetle ilgili bu im âlara kulak verenler, ge niş çapta kurtarm a operasyonlarına giriştiler. Ekminezi süj elerimizden birkaçı, bazı kim selerin, Atlantis kıtasından uzay gemileriyle götürüldüklerini ifade etm işlerdir. Kutsal objelerin bekçileri, bunları ya yeraltm daki odalara sakla m ışlar (;1°) ya da kırıp yok etm işlerdi. İlerki çağlarda bun lara rastlayabilecek olan barbar ırkların, bu objeleri kötü emellerine âlet etm elerini istemiyorlardı. Tufandan sonra göçmenler, Çin’e, H indistan’a, Tibet’e, O rta ve Güney Amerika’ya ulaştılar. Tarihten tanıdığımız İnkalar ile Firavunlar’ın gelişinden çok önce Peru ve Mı sır’da teokratik uygarlıklar kurulm uştu. Tarihçilerin bildir dikleri M ısır’dan önceki bir devirde, Nil Vadisi’nde kuru lan bu efsanevî kültür, daimî okült tradisyonun ana akım larından biri olan Hermes öğretilerinin kaynağını teşkil et miş olabilir. Yukardaki Atlantis tablosunu çizerken yararlandığım ız ekminezi celselerinden bazı örnekler aşağıda yer alm akta dır. Süjelerden W ard Buell, tüm Atlantis uygarlığının kuş bakışı bir görüntüsünü verebildiği için, ilk önce onun an lattıklarıyla başlıyoruz: 21
E km inezi Celsesi I, siije: Ward Buell, 8 Ağustos 1974 Buell — Mısır dönemine geri gittim. Bir kez daha pi ram idin içindeyim ve duvarları okuyorum. Bn. Moore — Buradan Atlantis’e geri gidebilir misin? Buell — Burayı bir referans noktası olarak kullanıyo rum . Şimdi yükseldiğimi ve Atlantis’in tarihini taram ak üzere geriye doğru döndüğümü hissediyorum. Bu, sanki ge riye doğru gösterilen bir film gibi; kentler yıkılıyor ... ken dimi bir vahşi gibi hissediyorum. Hemen hemen insanların m ağaralarda yaşadıkları zamana döndüm. Belkemiğimin ta banında bir titrem e başladı. S — Şimdi neredesin? C — Yıldızlar’dan gelen Ağabeylerin, bilgilerini Dünya’ya bahşetm ek üzere indikleri dönemdeyim. Bir Dünya sâkini olarak, yeni fikirlerle izlerin, zihnimden geçişini his sediyorum. Birdenbire, gelişmek isteğine ilişkin bir kavram oluşuverdi. Çevremde, kabilemin diğer üyeleri var. Havada asılı duran uzay gemilerine bakıyoruz. Uzay gemileri, «bir başka buuta açılan bir delik» oluşturdular (31). Sanki, ge m ilere bakıp da bir başka âlemi görüyoruz gibi. Havada ışım a var; bu, ısı dalgalarına bakm ak gibi bir şey. Tüm gökyüzü dalgalanıyor. Bunlar, uzay gemilerinden ziyade, bir başka buuta açılan kanallara benzeyen geçirgen objeler gi bi görünüyorlar. Tarih açısından, bütün bunlar, aşağıya inen bir elektrik kıvılcımı gibi, gökyüzünden şimşeğin dü şüşü gibi, hemen hemen bir anda meydana geldi. Bu bilgi, alttan alta cereyan eden bir iletişimle birlikte, en içteki var lığımı kaplıyor. Bize öğreten herhangi bir kimse yok; öyle ce biliyoruz. Telepati işte bu noktada başladı. S — Konuşulan bir lisân var mı? C — Atlantis’in doruk noktasına ulaşm asından yakla şık 10.000 yıl önce, telepati işlemez hale geldiğinde lisân da başladı. Ondan önce, konuşmaya gerek yoktu. Çevrenizde ki kimseler aynı şeyleri biliyor ve hissediyorlardı. Bilgi, bi zim bildiğimiz türden bir öğrenme sonucunda edinilmiyor, bahşediliyordu (32). Bu, dünya üzerindeki şuur seviyesini 22
yükseltm ek üzere Uzaylı Ağabeyler’in uyguladıkları bir de neydi. Birkaç bin yıl boyunca bizimle birlikte kaldıktan sonra dünyadan ayrıldılar. Birkaç yüz yıl boyunca da uzay gemilerinde kaldılar. Beşeriyeti, onların aşağıya inişini ka bul edebileceği bir noktaya getirmeleri gerekiyordu. O gün lerde, bilgi sessizlik içinde edinildiği için, insanlar konuş muyordu. Uzaylı Ağabeyler, Sessiz Gözeticiler halinde bizi himaye ediyorlardı. Miğferler ve uzay giysileri giyiyorlardı. Onların da birçok ayarlam alar yapm aları gerekiyordu. On ların huzurunda insan kendini güçsüz hissediyordu. Ken dimizi güçsüz hissetmememizi [telepatik olarak] söylüyorlar dı ama, bunu yapamıyorduk. Üçbin yıl geçti ve hâlâ daha yardım etmeye çalışıyor lar. Beşer daha bağımsız bir hale gelmeye başlıyor. Geliş lerinden beşbin yıl sonra dünyayı terketm eye başladılar. Beşerler enerjilerini fizik seviyede demirlediler. Beşer, ar tık buutlar arasından kayıp geçerek o gücü doğrudan kav ram a yeteneğini edindi. Zanaatkârlar, ikiyüz tonluk bir taş bloğa, zihinlerini laser ışınları gibi üzerine yöneltmek su retiyle istedikleri biçimi verebiliyorlar. İnsanlar zihinlerini birarada kullanabiliyorlar. Uzaylı Ağabeylerin getirmiş ol dukları bilgiyi, şimdi giderek daha fazla birey ediniyor. Bil gelik, daha fazla kişiye ulaştıkça, daha ince bir tabaka ha linde yayılır oldu. Dağılıp giden bilgeliğin seviyesi de iyice alçaldı. İnsanlar sınıflara ayrıldılar ve aşağı seviyedekiler yukarı seviyedekileri kıskanmaya başladılar. Teknolojide büyük bir gelişme meydana geldi. Beşer, zihin gücünü yi tirdikçe, yapay araç ve gereçlere güvenmeye başladı. Makinalar giderek daha fazla kullanılır oldu. Yıldızlar’dan ge len Ağabeyler artık m itoloji dünyasının sakinleri haline gel diler. İnsanlar, onları şahsen görmedikleri veya hissetm e dikleri için onlara tanrılar sıfatıyla tapm aya başladılar. Aynen bir film seyreder gibiyim. Şimdi Atlantis'in yı kılış dönemine geliyoruz. Atlantis düştüğünde lisanlar da çoğalmaya başladı. Mevcut lisan, farklı düşünce tarzlarının tüm ünü ihtiva edecek kadar güçlü değildi. Yıkıma yol açan, 23
Atlan tisliler'in güneş enerjisini kullanm a tarzları olmuştu» Beşer, başlangıçta, bu planetin bütünü tam amlayan bir par çasını oluşturuyordu. Aynen beşer gibi dünyanın da canlı olduğu biliniyordu. Bugün ise insanlar, kendileri ile planet arasındaki dengenin ne kadar nâzik olduğunun farkında de ğiller. Daha önce de olduğu gibi, giderek daha fazla tekno lojiye, savaşa ve çekişmeye tanık oluyoruz. Ve sonunda dünya bütün bunları tekrar üzerinden silkeleyip atm ak zo runda kalacaktır. S — Amerika Birleşik Devletleri’nde genedoğmuş olan birçok Atlantisli'nin bulunduğunu sanıyor musun? C — Dünyanın her yanında Atlantisli görüyorum. O günlerde teknolojinin sorum lusu olan insanlar geriye dö nüyorlar, ancak, bunların yanısıra, daha spiritüel olanlar da geliyorlar. Daha önceden de yaptıkları gibi, Dünya'yı kur tarm aya çalışmak için enkarne oluyorlar. Neler olacağını ve em niyette olmak için nereye gidileceğini biliyorlar. Uzay lılar temas kurm aya çalışıyorlar. Rehberlik edecek olan ışıkları, büyük afetten sonra tekrar görülecek. Gezegenimiz için çok ümitliyim; bir kez arındırm a yapılsın, ondan sonra seviyenin yükseltilmesi sözkonusu olacaktır. Birçok kişi, şuuraltından, bunun nasıl olduğunu hatırlam aktadır. İn sanın yeniden düşmesini istemiyorlar. Bir daha hiç Karanlık Çağ olmayacaktır. Karanlık Çağlar'da Rehber Varlıklar, ger çekte, işlev göremiyorlardı. Yüksek Varlıklar kendilerini uzak tuttular. İnsanların en kötü içgüdüleri ortaya çıktı. Fa kat, gelecek olan zaman daha aydınlık olacak. Ufkun üze rinde güneşi görebiliyorum. Esas çözülme 90’lı yıllarda ol malı. Aslında, daha önce başlayacak. O zamana kadar, dü şük seviyedeki enerji saklanacak bir yer bulabilecek. An cak, 90’lı yılların olayları, karanlığı silip süpürecek. Büyük bir arındırm a olacak, tüm gezegenin arındırılm ası. Bunu izleyen birkaç yıl, yaşama m ateryalistik açıdan bakanlar için karm akarışık olacak. Ancak, etkilenmeyecek olan bazı in sanlar var. İyi bir gerçeği, kötü zam anlarda bile yaratabi lirsin. Spiritüel kişiler üretim e geçecekler. H er zaman için 24
bir denge unsuru m evcuttur, herşeyin değerim kaybetm e sini önleyen bir enerji. S — Ekonom ik çöküntü olacak mı? C — Evet, bir ekonomik felaket var, fakat herhangi bir önlem alınmayacak kadar hızla m eydana gelecek. Önü müzdeki sekiz yıl süresince [1974- 1982] Uzaylı Ağabeyler’in gelmesi biraz zor. Bir sebepten dolayı beklemeleri gereki yor (S3). İnsanlık, O nlar’m güçlerini karşılayacak durum da değil. Bu, günün ağarm asından önceki karanlığı andırıyor. İlâhî Program, Dünya üzerinde yeniden tesis edilecek. Ni haî geleceği kötü olarak algılamıyorum. Sadece iyilik görü yorum. E km inezi Celsesi II, siije: Ann Greacarı, 17 Ağustos 1974 Bn. Moore — Eğer yapabilirsen, Atlantis’e gitmeni ve ne yapmayı öğrendiğini görmeni istiyorum. Bn. Greacan — Kendimi evimde gibi hissediyorum. S — Nasıl yani? C — Beni seven birçok kişi var. Bunlar, bu enerjiyle temas ettiğim kişiler. Ben onların öğretm eni gibiyim ama, aynı zamanda onlarla birlikte yaşıyor ve daha ışıklı varlık lar olabilsinler diye belirli bir şekilde onlara temas ediyo rum . Beni hoşnutlukla karşıladıklarını hissediyorum. S — Onlara nasıl görünüyorsun? C — B ir erkeğim. Vietnam giysilerinin şekline benze yen siyah bir pantalon giyiyorum. Birlikte örülm üş ipekle tülbent gibi yum uşak bir kum aştan yapılma. Kemerim var. Üzerimde, V yakalı ve geniş kollu bol bir gömlek var. V yakaya işlenmiş m ücevherler görüyorum. Omuzuma kadar inen siyah saçlarım ve siyah gözlerimle, esm er bir erkeğim. Gözlerimde sadece siyah ve beyaz var, herhangi bir renk yok; derin bir kuyuyu andırıyorlar. Otuzbeşle kırk yaş arasmdayım. S — Bana hayatından bahset. C — Bir öğretm enim ve sahip olduğum bilgiyi başka bir planetten getirdiğimi biliyorum. O planetten geldiğim den beri pek fazla b ir zaman geçmediğinden, bilgi hâlâ da ha şuurum da. M isyonumun bu insanlara bilgi getirm ek ol duğunu biliyorum.
S — Neden Dünya'ya geldin ki? Bu planet, geldiğin o yere kıyasla oldukça barbar değil mi? C — Evet, çok barbar. S — Peki, o halde neden bu seviyesi düşük yere indin ki? C — Bu muazzam bir fırsattır. H er şeyden önce, baş kalarına birşeyler öğretmek, bir gelişimdir, bir ayrıcalık tır. Bu, ayrıca, başkalarının hayatına kıyasla fazla bir çe lişkiyle karşılaşm am ış olmama rağmen, muazzam bir ge lişme tecrübesidir. Gene de, geldiğim yerle kıyaslandığın da ben de çelişki içinde yaşıyordum. Fizik beden içindey ken, deneyimleyebileceğiniz bir gelişim vardı. S — Senin planetin [gibi yüksek m ekânlardan] gelen kimselerin neden Dünya’nm sıkıntılarına katlandıkları so rusunu çok kez düşünm üşüm dür. C — Hepimiz bir Kâinat Bilgisi’ne doğru çalışıyoruz, ve eğer bilgi sahibi olmayanlar varsa, bu tüm K âinat’m iler leyişini sekteye uğratır. Ve Yeryüzü’ndekilerin öğrenim gör m eleri .. aydınlatılm aları öylesine önemli ki (34). S — Uygarlıktan ırak kalmış ilkel toplulukları, tüm Dünya yararına olmak üzere nasıl uygarlaştırm aya çabalı yorsak, K âinat’m Hâmileri de aynı şekilde Yeryüzü'nü uygarlaştırm aya çalışıyorlar diyebilir misin? Çünkü, hepsi de tek bir K âinat'a dahildirler. C — Evet, Kâinat’taki herhangi bir yerin üstlenebilece ği en ağır yük, Dünya’ya verilm iştir. Dolayısıyla da bura da çalışmak ve beşerlerine bilgi getirmeye çabalam ak ger çek bir ayrıcalıktır. Bu çok ağır bir görev olup, rejenere olm ak üzere sık sık planetim e geri giderim. Çünkü, bu gö rev çok zordur. S — Enkarnasyonlar arasında mı geri gidiyorsun? C — Hayır. Yaşamım sırasında geri gittiğimi hissedi yorum. Muhtemelen enkarnasyonlar arasında da geri gidi yorum. Sözünü ettiğim bu hayatın çok yakın olduğunu, ilk hayatlarım dan biri olduğunu ve dolayısıyla rejenere olmak zorunda kaldığımı hissediyorum. Ve [meditasyon grubum 26
da bulunan ve Atlantis'te kendisiyle birlikte olduğumu his settiğim ] J. de benim nakledici âmilimdi, yani beni oraya götürüp getiren bağlantımdı. S •—• Bir aracı gibi mi faaliyet gösteriyordu? C — Planetim üzerinde çok yüksek seviyeden bir kim se olmasına rağmen, onunla temas kurabiliyordum ve o da gelerek beni bir uzay gemisiyle ya da başka bir şekilde ge ri götürüyordu. Ve belirli bir süre boyunca orada kalıyor ve sırf orada bulunduğum dan ötü rü de rejenere oluyor dum. Sonra Dünya’ya dönüyor ve bir süre için çok daha iyi bir öğretm en haline geliyordum. S •— Astral projeksiyon yoluyla mı geri gidiyordun? C — Hayır. Sanki fizikî bir uzay gemisi türünden bir şeyle geri gidiyordum. S — A tlantis'te uzay gemileri var mıydı? C — Tabi vardı. Başlıca ulaşım tarzı öyleydi. Aslında, Atlantis yok olurken kaçanların çoğu da uzay araçlarıyla kaçmışlardı. S — Şimdi, kendi planetine geri giderek rejenere oldu ğun safhalardan birindesin. Bu planet hakkında daha baş ka şeyler söyleyebilir misin? C — Orayı [güçlükle] sadece ışık halinde görüyorum, ve tabi, bir bedene sahip değilim. Kırmızı renk, kırmızı bir parlaklık mevcut. S — Burası, Güneş Sistem i’ndeki bildiğimiz planetler den biriyle ilişkili mi? C — Hayır, farklı. Kırmızı renk ışık kaynağına, bir enerji kaynağına benziyor. Güneş ışığı altında tozları nasıl görürseniz, işte kendimi öyle hissediyorum. Daima ve daima hareket halindeyim. H içbir sınırlılık yok. Daima hareket ediliyor, girdap gibi dönülüyor. S — Dünya’ya kapatılıp kalman, bundan dolayı mı, ya ni kendi planetinde hiçbir sınırlılığın olmamasından ötü rü m ü sana o kadar zor gelmişti? C -— Öyle olsa gerek. S — Bu yerden bana biraz daha bahset. Orada başka ları da var mı? 27
C — Evet, birçok kişi var. Hepimiz de, girdap gibi dö nüp duran, etkileşim halinde olan ışık beneklerine benzi yoruz. Kendine ait ışık dalga boyu üzerinde olanlarla ir tibat kuruyor, olmayanlarla kurm uyorsun. Çelişki diye bir şey yok (8B). Fark bu. Bir fizik bedene büründüğünde, be denlerle iş yapmak zorundasın. Halbuki, bu haldeyken, sa dece ışıktan ışığa bir irtibat var. Aynı dalga boyunda oldu ğumuz zaman ışınlar birbirlerine tem as ederler ve aynı dalga boyunda olm ayanlar da, hiçbir çatışm a olmaksızın, girdap gibi dönerek geçip giderler. H er şey girdap gibi dönm ekte ve buluşm akta. Dünyaya dönmeyi tercih etmemin sebebi de bu. S — Çelişkiler sayesinde öğrenebileceğin için mi Yeryüzü’nde kendine benzemeyen kişilerle yüzyüze gelmek zo rundasın? C — Doğru. Önce karşına fizikî buut çıkıyor, ve içsel buut daha sonra geliyor. îçsel buutun fizikî buut içinde yer alm asından ötürü, bir şahısla gerçekten âhenk içinde olup olmadığını anlam ak için bütün o katm anları aşm ak gerek m ektedir. Ve fizik beden, her nasılsa, bu işlemi çok daha zorlaştırm aktadır. Fizik beden, her bir kişinin çevresinde yer alan bir kutuyu andırm aktadır. Kişilerin Dünya’ya dön meyi tercih etm elerinin sebebi budur.
2. BÖLÜM
Âtlantis ve Okiilt Kayıtlar Atlantisliler’in bilgisi bir başka Galaksi’den gelmiş ve Atlantis’in iik Yöneticileri olan Varlıklar’ca getirilmişti. O Uzay lıların bazıları kendi Mekânları’na dönmüşler ve diğerleri ise, T>ir Misyon’u gerçekleştirmek üzere Yeryüzü’nde kalmışlardı. Tüm dünya uygarlıkları bu ikinci gruptan gelmiştir. Okült Kaynaklar a — Mme. Blavatsky’den : Atlantis ve Tarihçesi
Theopompus, Meropis adlı eserinde, Frigya ve Anado lu rahiplerini, aynen, Atlaııtis'in tarihini ve kaderini Solon’a açıklayan Sais rahipleri gibi konuşturur. Theopompus’a göre, Atlantis, belirsiz cesam etteki ve iki ırkın iskân ■ettiği iki ülkeyi ihtiva eden kendine özgü bir kıtaydı. Biri savaşçı, dövüşken, diğeri ise dindar, tefekkür ehli olan bu iki ırkı, Theopompus, Lemurya-Atlantis’in Kuzey ve Güney Bölüm leri’ne tekabül eden ‘iki kent’ ile sembolize ediyor du. Dindar ‘kent’ sürekli olarak tanrılar tarafından ziya ret ediliyordu; kavgacı 'kent' ise, dem irle yaralanmayan, sadece taş ve tahta ile ölümcül b ir şekilde yaralanabilen çeşitli varlıklarla m eskûndu. Bu, okült bir açıklama olup, m ıknatısî unsurlarca çekilen demiri iten bazı unsurların, okült bir işlem sonucunda, demir tarafından nüfuz edile mez bir hale getirilmesine değinmektedir. Görüldüğü üzre, dünyanın her yanındaki rahipler Atlantis'le ilgili bu bilgi leri, tek ve aynı kaynaktan, yaklaşık 850.000 yıl önce yok olan üçüncü büyük kıtaya ilişkin dünya çapındaki tradisyondan alm ışlardır. Bu kıtada iki farklı ırk yaşıyordu. Te fekkür (yoga) ehli olanlar ilk Aryenler’di [5’inci Kök Irk ’tı]; kontrol altına alam adıkları ihtirasları yüzünden hızla' de jenere olan savaşçı büyücüler ırkı ise, Dördüncü Kök Irk ’m •ekseriyetiydi. Bu iki ırk, fizikî ve özellikle de ahlâkî bakım 29
dan birbirlerinden farklıydılar. H er ikisi de ilksel bilgeliğe ve doğanın sırlarına derin bir şekilde vâkıftılar, ikili ev rim lerinin gelişmesi ve gidişatı sırasında, mücadelelerinde karşılıklı olarak birbirlerinin hasm ı haline gelmişlerdi. Çinliler’in dahi bu konuyu işleyen öğretileri vardır: Bir zaman lar Güneş’in ötesinde yer alan kutsal bir adadan ve bunun da ötesinde ölümsüz beşerlerin ülkelerinin bulunduğundan bahsederler. Ve bu ölümsüz beşerlerin, kutsal ada günahla kararıp yok olduğunda, hayatta kalan bir bölümünün, Gob i’deki büyük çöle sığındıklarına, ve kendilerine yaklaşm a ya kalkışanlardan Ruh ordularınca korunarak, görünmez bir halde hâlâ daha orada yaşadıklarına inanırlar (36). Grek filozofu Proclus, Atlantis hakkında aynen şunları yazmıştır: «Vnlii Atlantis artık mevcut değildir ama, bir za manlar var olduğu hakkında herhangi bir kuşkum uz ola maz. Çünkü, Habeşistan tarihini yazan Marcellus, bir za manlar böyle büyük bir adanın m evcut olduğunu ve okya nusla ilgili tarihleri derleyenlerin bunu onayladıklarını söy lemektedir. Bu tarihçiler, o zamanlar Atlantik Okyanusu’nda, Proserpine [Persefone] için kutsal olan 7 Ada’nın bu lunduğunu, ve bunların yanısıra, Plüto .. Jüpiter .. ve Nep tün için kutsal olan iiç muazzam adanın yer aldığım anla tırlar. Ve ayrıca, son adanın İPoseidonis’in] sâkinleri, ata larının kendilerine anlattığı şekliyle, Atlantik Adası’nın m u azzam cesametinin ve onun birçok dönemler boyunca At lantik Okyanusundaki tüm adaları yönetişinin hatırasını ko rumuşlardı...» Homeros da, Odyssey’de, Atlaslar’dan ve adalarından bahseder ki, bunlar Atlantisliler’den başkası değildir. Mitoloji’deki Atlaslar tAtlantes] ve Dişi Atlaslar [Atlantides], tarihin Atlantislilerinden kaynaklanır. Hem Sanchoniathon hem de Diodorus, anlattıkları öyküler m itolojik unsurlar la ne kadar karışm ış olsa da, bu erkek ve dişi kahram an ların tarihlerini eserlerinde korum uşlardır. Herodot, gene, Batı Afrika'da yaşayan ve adlarını At las Dağına veren bir halk olan Atlaslar’dan söz eder. Ve30
jcteryan olan, yani et yemeyen bu insanların «uykuları hiç bir vakit rüyalarla tedirgin edilmezdi» ve dahası, «Güneş’in aşırı sıcaklığı kendilerini kavurduğu ve ıstırap verdiği için, her gün doğuşu ve batışı sırasında Güneş’e beddua eder lerdi.» Bu açıklam alar, fizyolojik bir rahatsızlıkla değil de, ahlâkî ve psişik gerçeklerle ilgiliydi. Bunun çözümü, Grek Mitolojisindeki Atlas öyküsünde aranm alıdır. Eğer Atlantislilerin uykuları hiçbir zaman rüyalarla tedirgin edilmiyor idiyse, böyle bir açıklamayı içeren tradisyon ilk Atlantisli ier ile ilgili olmalıdır. Çünkü, ilk Atlantislilerin, fizyolojik anlam da yeterince pekişmemiş olan fizik yapısı ile beyni,, sinir sistemi m erkezlerinin uyku sırasında faaliyette bulun m alarına izin vermiyordu. Öteki ifadeye gelince, her gün ‘Güneş’e beddua etm eleri’nin sıcakla ilgisi olmayıp, Dör düncü Irk ’la birlikte gelişen ahlakî dejenerasyondan ötü rüydü. Nitekim «Dzyan K ıtaları’mn Kadim Yorumu»nda da belirtildiği üzre, «Atlantislilerin altıncı alt ırkı, Güneş’e kar şı dahi m ajik büyüler kullanıyorlardı» — bunda yetersiz kalınca da Güneş’e beddua ediyorlardı. Son dönemin Atlantislileri, m ajik kudretleri, kötülükleri, ihtirasları ve tanrı lara karşı koymaları ile tanınm ışlardı. Dolayısıyla, Incil’ de Tufan-öncesi devleri ile Babil Kulesi hakkm daki öykü ler biçimine bürünen bu konudaki tradisyonlarm aynısına «Hz. İdris’in Kitabı»nda da rastlam aktayız. Grek tarihçisi Diodorus da, Atlantislilerin, tüm tanrı ların doğmuş olduğu kara parçasına sahip olmalarından,, ve ayrıca Uranüs’ün hem onların ilk kralı hem de kendi lerine Astronomiyi öğreten ilk şahıs olmasından ötürü öğündüklerini kaydetm iştir. Atlas efsanesine gelince, bu, kolay ca anlaşılan bir alegoridir: Atlas, tek bir sembol halinde birleştirilm iş ve kişileştirilm iş olan Lemurya ve Atlantis kıtalarından başka birşey değildir. Klâsik şairler, Atlas’a,, aynen Poseidon’un ayıbalığı sürülerine çobanlık yäpan Pro teus gibi, üstün bir bilgelik ve dünya çapında bir bilgi at federler ve özellikle de, okyanusun derinliklerine bütün gir disi çıktısıyla âşinâ olduğunu belirtirler: Çünkü,, her iki kı~ 31!
tada da, İlâhî Ü stadlar’m eğittikleri ırklar yaşamış ve her ikisi de denizlerin dibine, bir daha suların üzerinde beli rene kadar uyuyacakları yere aktarılm ıştı. Atlas, bir okya nus perisinin oğlu olup, kendi kızı da Calypso, yani ‘suların dibi’dir: Atlantis, okyanusun sularına gömülmüş olup, Atlantis'in evlatları şimdi okyanus yatağında ‘ebedî’ uykula rını uyum aktadırlar. Ayrıca, Calypso'nun adası olan Ogygia adası için, tüm kadim Grek tradisyonları, Yunanistan'dan çok uzakta, okyanusun tam ortasında olduğunu söylerler v e böylece de bu adayı Atlantis'le özdeşleştirirler. Atlas, Odyssey'de, gökleri yerden ayıran devasa sütunların bekçisi ve destekleyicisi olarak geçer; onların ‘taşıyıcısı’dır. Çün kü, Atlas, yeni kıtalar ile onların ufuklarım ‘om uzlarında’ taşıyan Atlantis’tir. Ayakları yere basarken omuzlarıyla se mâyı taşıyan bu dev, aynı zamanda, Lemurya ve Atlantis kıtalarının devasa doruklarını temsil eder. Kadim kıtalar da, vadilerden ziyade dağlar bulunurdu. İki batık kıtanın günümüzde cüceleşen iki kalıntısı olan Atlas Dağları ile Kanarya Adalarından Tenerife’nin volkanik dağı, Lemurya dönem inde üç kez, Atlantis çağında ise iki kez daha yük sektiler. Nitekim, H erodot’a göre, Libyalılar Atlaslar’a ‘Gö ğün Sütunu’ adını vermişlerdi. Atlas, Afrika kıtasının he nüz denizden yükselmemiş olduğu Lemurya zamanında, bir adanın ulaşılamayan zirvesini oluşturuyordu. Atlas Dağları, Lemurya’dan Batı Dünyasına kalan tek bağımsız kalıntı d ır; çünkü Avustralya artık Doğu kıtasının bir parçasını oluşturm aktadır. Grek alegorileri Atlas’ın (veya Atlantis’in) yedd kız ço cuğundan bahsederler. Bunlar, etnolojik olarak, 4’üncü Kök I rk ’m 7 Alt Irkını temsil ederler: Hepsi de tanrılarla evlen m işler ve birçok uluslarla kentlerin kurucuları olan ünlü ‘kahram anları doğurm uşlardır. Astronomik açıdan ise, bu dişi Atlaslar, Ülker Takımyıldızının, yani Pleiadlar’m yedi Yıldızı haline gelm iştir (3T). Ökült bilime göre, hem Atlan tis’in alt ırkları hem de Pleiadlar, ulusların kaderleriyle il gilidirler. Çünkü, bu kaderler, Karmık Yasa’ya göre, ulus32
Şekil — 3 : Kök Irklar
(4’üncü Raund).
S h a m b a ila 'd a S a n a t K u m a r a ’ n ın n e z a re tin d e ,
TEK AN A O KU L
b ir C h o n a n 'ın s o r u m lu lu ğ u n d a f a a liy e t g ö s te r ir .
X- M İ m a y a la r C t a s i S u î »
-
J - G u ı c y H ln d h U n Ş u b e s i
-
3- Ç in Ş u b e s i
]
A r y e n I r k ın 1 ., 4 . vo 5 . A l l I r k la r ın ı e ğ it ir .
A r y e n l ı k ı n 2. vç 3 . A l t I r k la r ın ı e ğ it ir .
4 . K ö k I r k ‘a a lt M a m ı'n u n y ö n e t im in d e , 4 . K û k I rk ta n k a la n t o s l u lu k l a r ı e ğ it ir .
4 . B a tı Ş u b e si ( V e r i b e lli d e ğ il)
Ü s ta d R a k o t / i ve b ir d iğ e r u s t a d , U s ta d H lla r lo n 't a b ir li k t e , g e le c e ğ in 6 . K ö k I rk ı ile lig in k iş ile r in e ğ it im in i ü s tle n e c e k o la n b u l u b e y l ğ id e r e k te s is e t m e k t e d ir le r .
Şekii — 5 : 4’üncü Raund’da Kök Irklar’ın Evrimi, A : İniş Yayı: Fizikî ve eııtellektüel tabiatın evrimi ve Spiritüelligin tedricî gerileyici. B : Çıkış Yayı: Maddeye bağımlılığın ve beyin entelektüelli ğinin tedricî gerileyici ve Spiritüelliffin yükselişi.
7
7
Dal Irk
=
1 A lt
7
A l i İrk
=
1 K ö k irk
7
K ö k irk =
1 Raund
7
Raund
1 Gezegense! Z in c ir .
=
Gezegensel Z in c ir
7 Gezegensel Düzen =
Irk
1 Gezegensel Düzen 1 Güneş Sistemi
Şekil — 1 : Bir Güneş Sistemi’nin kapsadığı beşerî evrim siklus ve dönemleri.
2'n ci Güneş Sistem i
Şekil — 2 : İçinde bulunduğumuz 4’üncü Mertek e’den F’nci C-öneş Sistem inin şu anda dahil olduğumuz ırk ve siklus ka demeleri.
Harita — 1: Atlantis’in bütünüyle kap ladığı düşünülen bölge (s2).
Harita — 2 : Atlantis’in 2’nci dönemine ait başlıca kara parçaları.
Şekil — 6 : Eflatun’un bahsettiği «Poseidonis» (Atlantis’in 3’üncü dönemi) ve başkenti.
Kesim — 1 : Atlantis başkentinin, Eflatun’un tasvirine dayanı larak yapılmış tem silî bir resmi.
Harita — 3 : Atlantis’in son dönem ana kara parçasıyla, Antilya (Antillia) adıyla anılan ada kalıntılarının bulunduğu düşünü len bölgeler (83) . Gizemli Sargasso Denizi, aralarında bir geçiş, sahası oluşturur.
Şekil — 7 : Donnelly’ye göre, Azorlar, vaktiyle m evcut olan ve sonradan batan büyük bir kara kütlesinin su üstünde kalan kı sımlarıdır.
Şekil — 8 : Harold T. Wilkins’e göre, Kuzey Amerika kültürleri nin en eski kalıntıları, Atlantis’in izlerini taşıyan önemli kanıt lardır: 1) ve 2) Atlantisli iki erkek (Maya, Chichen Itza ); 3) Sa kallı Atlantisli (Kadim M eksika); 4) Atlantisli bayan (Kolom biya).
Şekil — 9 : Dr. Ray Brovm’m keşfettiği gizemli deniz altı pi ramidi.
Resim — 2 : «Elcheli Bayan» — Güney Ispanya’daki Elche ya kınlarında bulunmuş olan, tarih-öncesine ait bir kadın heykeli. Atlantisli bir rahibeye ait olduğu ifade edilmektedir.
Şekil — 10 : Atlantis Göçleri Genel Şeması. Bu şema, teorik ni telikte ve bazı kaynakların belirttiği bilgilere dayanılarak yapıl m ış olup, ortaya çıkacak yeni bilgiler ışığında değişebilir ma hiyettedir.
B esim — 3 : Soyları tükenmiş olan Atlantis kökenli Guanclıe’lara ait bir kız heykeli.
Resim — 4 : Tarih-öncesi m eçhul bir yara tık.
Resim — 5 : Hiperboreaiı oldukları söy lenen iki şahıs (Mısır freski).
Resim — 6 : Tarih -ön cesine ait bir insansı (Meksika).
-İV,.
.
yi-
Resim — 7 : Hangi ırka mensup?
Resim — 8 : Bilinmeyen bir ırkm, acayip ku laklı ve miğferli bir insanı (Ekvator).
Resim — 10 : OlmekIL
Kesim — 9 : Tariîı-öncesi bir bilge.
Resim — 11: Cinsiyetsiz bir Ölmek heykeli.
Kesim — 13 : Bir Oimek hey keli.
Resim — 12 : B îr P sk::lya h ey k eli
Resim — 15 : Paskalya Adass’mn dev heykelleri.
Resim — 16 : Böcek kafalı bir insansı.
Resim — 17 : «Yayın balığı kafalı» insansı.
Kesim — 18 : Böcek kafalı bir diğer insansı.
Resim — 19 : Modern saç raoöelli ve bikinili bir bayan.
Resim — 20 : Tarih-öncesi Amerika’nın yassı kafalı bir ırkı.
Resim — 21: Dev Irir Ölmek heykeli.
larm hayatlarındaki geçmiş olaylarca biçimlendirilmektedir. Atlas’ın torunu, yani Pleiadlar’dan veya dişi Atlaslar’dan birinin kızı olan Niobe de Atlantis’in son nesillerini temsil eder. Bütün bu gerçelkler, Kadim Mısır rahiplerince ve Eflatun'un kendisi tarafından biliniyordu. Hakikâtin olduğu gi bi anlatılmasını, sadece, Neo Platonizm m isterlerinde dahi geçerli olan ketûm iyet yemini önlem iştir. Eğer çeşitli dö nemlerde birçok kitaplar da yakılmamış olsaydı, dünya bu gün Atlantis hakkında çok daha fazla hilgi sahibi olabilir di Halbuki alşimi, Dördüncü Irk sırasında Atlantis’te doğmuştu. Kadim M ısır’da ise, sadece, alşim i’nin rönesans dönemi yaşanmıştı. Doğrudan Tanrılar ile İlâhî K rallar’m neslinden gelen son beşerî ırk olduğu düşünülen Atlantis sâkinlerinin beşer üstü güçlerinden ötürü, batık Atlantis adalarına ilişkin bilgiler öylesine b ir gizlilik perdesi altın da korunuyordu ki, Atlantis'in yerini ve mevcudiyetini ifşa etm enin cezası ölümdü. Afrika’nın batı kıyılarını çevrele yen denizlerde dolaşan Fenikeliler, bunu öylesine gizemli bir tarzda yapıyorlardı ki, çoğu kez, m eraklı yabancılar iz lerini bulmasın diye kendi gemilerini batırıyorlardı. Diodorus’a göre, Atlantisliler, U ranüs’ün ilk kralları ol duğunu ileri sürm üşler ve Eflatun da Atlantis öyküsüne U ranüs’ün torunu olan N eptün’ün büyük kıtayı bölmesiyle başlam ıştır. Nasibine o kıta düşen Neptün, ufak bir ada üzerinde, sadece, kilden yapılmış iki fert, biri erkek biri dişi olan iki beşer bulur. Bunlar, kökenleri Üçüncü Kök Irk 'm son alt ırklarıyla birlikte başlayan ilk fizikî beşer lerdir. Neptün bu çiftin kızı olan Clito ile evlenir ve bü yük oğlu Atlas’ın payına, kendi adıyla anılan dağ ile kıta düşer. Eflatun’un Diodorus’un ifadesini düzelttiği şekliyle, Uranos veya bu göksel grubu tem sil eden Hiyerarşi, aslın da, İkinci Irka ve onların yaşadığı K ıta’ya hükmediyordu. Kronos ya da Satürn, Lemuryalıları yönetmişti. Jüpiter, Neptün ya da Poseidon ve Grek M itolojisinin diğer tanrı ları da, Dördüncü Irk zamanında tüm dünyayı temsil eden 33
Atlaniis'e ilişkin alegoride savaşmışlardı. Poseidonis veya Atlantis’in son adası, gizli kitapların m istik lisânına göre îdaspati'nin veya Vishnu’nun 'üçüncü adımı'm oluşturur. H int Mitolojisindeki İdaspati j'a da Vishnu ile özdeş olan N eptün veya Poseidon da, tüm ufku 'üç adım 'da aşarken gösterilir, idaspati, ayrıca, 'suların üstadı’ anlam ına da ge lir. Poseidon da denizlerin yöneticisi olup, denizlerin üstün de yaşayan, devlerden oluşan ve Titanlar ile 'tek gözlü’ K ikloplar’m babası olan Dördüncü Kök Irk'm esprisini sem bolize eder. Dördüncü Irk'a Zeus hükm eder ama, bu ırkı yöneten de Po’s eidon’dur. Neptün, Atlantis ırkının o muaz zam kuvvetidir (so). Hint M itolojisi’nde geçen Beyaz Ada ve Atala, efsane değildir. Atala, 5’inci Irk ’m öncülerince, aşağılayıcı bir şe kilde, sadece E flatun’un bahsettiği adaya değil de genel olarak Atlantis’e verilen addı. Beyaz Ada ise, (a) Teogoni’de bahsedilen Sveta-dvvipa (40), ve ayrıca (b) Sâka-dwipa veya Atlantis’in başlangıç dönemindeki ilk kısım larıdır. Bu, «tüm günahı yıkayıp götüren yedi kutsal nehir» ile «erdemin ihmâl edilmesinin, erdemden sapmanın, çekişmenin sözkonu.su olmadığı yedi bölge»nm henüz Atlantis’te mevcut ol duğu dönemdi. Çünkü, o zam anlar Atlantis’te M asalar kastı ikâm et ediyordu. Brahm inler'in kendi kastlarından daha aşağı seviyede olmadığını kabûl ettikleri Magalar, ilk Zer d ü şt’ü yetiştiren kasttı. Bbavishya Purâna’da anlatıldığı üzre, K rishna’nm oğlu olduğu söylenen Sâm ba’ya, inşa ettiği ve Güneş’e adadığı m abette Güneş Rahipleri olarak dinî âyin leri yürütm eleri için Magalar’ı davet etmesi bildirilir. Surva, yani Güneş’in kendisi, Sâmba'yı, tuzlu suların ötesin de yer alan Sâka-dwipa’ya yöneltir. Bu yolculuğu. Vishnu'nun ve K rishna’nm Büyük Kuşu olan Garuda’yla yapan Sâroba, Magalar’m araşm a iner, işte bu Magalar, K aide nin M ajlan olup, M ajlar’m kastları ve ibadet tarzları baş langıçtaki Atlantis’te, yani Günahsız sıfatıyla anıları Sâkadwipa’da doğmuştu. Tüm Doğubilimciler, Sâka-dwipa’nin M agalan’mn, ateşe tapan Parsiler’in ataları olduğunda hem fikirdirler. 34
Dördüncü Irk'ın öncüleri, ne A tlantisliler’di, ne de da ha sonra yerlerini alacak olan beşerî Asuralar ile Râikshasalar'dı. O günlerde, gelecekteki Atlantis kıtasının büyük kı sım ları daha henüz Okyanus yatağının bir parçasını teşkil ediyordu. Üçüncü Irk ’m kıtası olan Lemurya ise, o dönem de devasa bir kara parçası halinde, günümüzde Tibet, .Mo ğolistan ve Schamo Çölü’nün (Gobi'nin) yer aldığı bölgeyi kaplayan iç denizden kendisini ayıran Him alayalar’m etek lerinden başlayarak güneyde Antartiğe kadar, batıda ise Avustralya’yı da içine alarak Pasifik Okyanusu’nda taa Pas kalya A dalan’na kadar uzanıyordu. Dördüncü Irkı oluştu ran Atlantisliler, Lem urya’nın kalıntıları olan adalara yer leştiler ve bunları da kendi kara parçalarının ve kıtaları nın arasına kattılar. Paskalya Adası da bu şekilde bazı Atlantisliler’ce ele geçirilmişti. Kendi ülkelerini yok eden âfet ten kaçan bu Atlantisliler, Lemurya'nm kalıntısı olan yer lerde yerleşmişler, ancak oraları da bir gün içinde volkanik ateş ve lavlarla yok edildiğinde bu kez kaçamamış 1andı. Paskalya Adası, 3’üncü Irk ’ın ilk uygarlığına aitti. Diğer kara parçalarıyla birlikte sulara gömülmüş olan bu yer, volkanik bir faaliyet sonucunda okyanus yatağının aniden yükselmesi sonucunda, volkanı ve heykelleriyle birlikte, ka dim çağların el değmemiş küçük bir kalıntısı halinde, Le m urya’mn mevcudiyetinin bir tanığı olarak suların üstüne çıkm ıştı. Denildiği üzre, Avustralya yerlilerinden bazıları. Üçüncü Irk'm neslinden gelenlerin son bakiyeleridir. Bir Ü stad’a göre, «Bir zamanların o büyük ulusunun (Üçüncü I r k ’ın Lemuryası'nın) kalıntılarını, Avustralya’daki bazı yas sı başlı yerlilerde görebiliriz.» Fakat, bu yerliler, Üçüncü Irk ’m 7’nci Alt Irk ı’mn bakiyeleridir C;ı). İşte, dünyanın en eski halkları dediğimiz, şimdiki ad larıyla, bir yandan Aryen Hindular, M ısırlılar ve Kadim İrânlılar ile öte yandan Kaideliler ile Fenikelilerim Atalar ı’m n ilk kez ortaya çıkışları, bu döneme rastlar. Bunlar, İlâhî Sülaleler’ce, yani o zamanki şekliyle fizik beşer görü nüm ünde olan, fakat aslında Yüksek ve Göksel Siferier’dcn gelen V arlıklardan oluşan Krallar ve Yöneticiler'ce yöneti liyorlardı (i2).
Üçüncü Irk ’m (Lemuryahlar'm) başından geçen Büyük Tufan'dan sonra «Beşerlerin boyları hatırısayılır derecede kısaldı ve ömürleri azaldı. Dindarlık açısından gerilemiş olarak, hayvan ırklarıyla karıştılar ve devlerle ve Pigmiler’le (Kutuplar’daki cüce ırklarla) aralarında evlilik yaptılar... Birçokları İlâhî Bilgi edinirken, daha fazla sayıda olanları da Yasa Dışı Bilgi edindi ve kendi arzularıyla Sol Y ol’u iz lediler.» (Dzyan K itabı’nm Orijinal Yorumları, xxxiii.) Atlantisliler, böylece, kendi yıkım larım hazırlam ışlardı. Bu 'dördüncü' yıkımın kaç jeolojik dönemi kapsadığım kim bi lebilir ki.. Dikkate alınması gereken bir husus da, 3’üncü Kök Irk ’m beşiğini oluşturan Lemurya'mn, sadece Pasifik ve H int Ok yanusları'ndaki devasa bir alanı kaplam akla kalmayıp, bir at nah şeklinde, M adagaskar ve o dönemde oluşum halin deki bir kara parçasından ibaret olan Güney Afrika üze rinden geçerek, Atlantik Okyanusu boyunca Norveç'e kadar uzanıyor olmasıydı. Nitekim, Atlantik Havzası’nda yer alan Atlantik Sırtı, Britanya adaları yakınındaki bir noktadan başlayarak önce Güney Amerika’ya doğru bir eğri çizer, sonra hemen hemen doksan derecelik bir dönüş yaparak güneydoğu yönünde Afrika kıyılarına doğru uzanır ve bu radan da güneye doğru ilerler. Atlantis kıtasının kalıntısı olan bu S ırt’m bundan sonra izlediği yol [Tristan da Cün ha Adaları’ndan sonra Güney Afrika ile Antartika arasında yaptığı U dönüşü] incelendiği takdirde, H int Okyanusu’nda eskiden yer alan bir kıta ile arasındaki at nalı biçiminde b ir deniz altı bağlantısının mevcudiyeti gözler önüne seri lecektir. işte, Lem urya'mn bu Atlantik bölümü, genel olarak Atlantis adıyla bilinen kıtanın jeolojik temelini oluşturm uş tur. Aslında, Atlantis kıtası, 4'üncü Kök Irk ’m özel ihtiyaç larını karşılam ak üzere suların üzerine çıkartılan yeni bir kara kütlesinden ziyade, Lemurya’mn Atlantik’teki uzantı sının bir gelişimi olarak m ütalâa edilmelidir. Irkların evri minde olduğu gibi, kıta kütlelerinin yer değiştirmeleri ve 36
tekrar değişime uğram aları olgusunda da yeni bir düzenin sona erdiği ve bir başkasının başladığı zamanı kesin çiz gilerle belirlemek imkânsızdır. Doğal süreçlerdeki sürekli lik, hiçbir vakit kesintiye uğramaz. Böylece, Dördüncü Irkı oluşturan Atlantisliler, Kuzey Lemurya’nın Üçüncü Irk Beşerleri'nden meydana gelen bir çekirdekten ortaya çıkmış lar ve aşağı yukarı, şimdi Atlantik Okyanusu’nun ortası olan yerde bulunan bir kara kütlesinde odaklanm ışlardı. Atlantisliler’in kıtası, zamanla denizin üzerine çıkmış olan bir çok adalar ile yarım adaların birleşmesi sonucunda oluşmuş ve en sonunda da, Atlantisliler olarak bilinen o büyük Irk ’m gerçek yurdu haline gelmişti. Bu safhadan sonra, bir Üsta d ’m da belirttiği gibi, «Avrupa’yı Am erika’yla nasıl karıştırmıyorsak, Lemurya da artık Atlantis Kıtası’yla karıştırıl mamalıdır.-» Gelecekte, yüzyıllar ve yüzyıllar önce yaşamış olan Tufan-öncesi ulusların, Jeoloji, Etnoloji ve Tarih de dahil ol m ak üzere Bilim ler’le ilgilendiklerini söyleyen Asyalı filozof ların bu iddialarını doğrulayacak olan keşifler yapılacak tır. Geleceğin bulguları, HA. Taine ve Renan gibi ince ze kâlı şahısların şim diki gözlemlerinin doğruluğunu onayla yacaktır. H.A. Taine, Mısırlılar, H indistan’daki Aryenler, Kaideliler, Çinliler ve Asurlular gibi kadim ulusların kur dukları uygarlıkların, daha önceki uygarlıkların bir sonucu olduğunu gösterm ektedir. Renan ise şöyle demektedir: «Mısır, sanki bu ülke gençlik dönemini hiç yaşamamış gi bi, daha başlangıçta olgun, yaşlı ve m itolojik ve kahraman lık çağlarından tamamen yoksun gibi görünmektedir. Mı sır uygarlığının bebeklik çağı ve sanatının da kadim döne mi yoktur. Mısır uygarlığı daha o zamandan olgundu.» Bu sözlere ilâveten, Prof. R. Owen, «Mısır’ın M enes’in zama nından önce uygar ve yönetilen bir topluluk olduğuna dair kayıtlar mevcuttur,» ve Winchell de, «Menes’in döneminde Mısırlılar, daha o zamandan uygar ve nüfusu kabarık olan bir halktı. M anetho’nun bize anlattığına göre, birinci kral Me nes’in oğlu Athotis, M em phis sarayını inşa etm işti, aynı za il
manda bir doktordu ve arkasında anatomi kitapları bırak mıştı,» dem ektedirler. Herodot da, Euterpe adlı eserinde, Mısır rahiplerinin yazılı tarihinin kendi zamanından 12.000 yıl öncesine kadar gittiğim belirtir. Fakat, 12.000 ya da 120.000 yıl, Lemurya çağından bu yana geçen milyonlarca yılla kıyaslandığında b ir hiç derecesinde kalır. Ancak, son derece kadim olmasına rağmen Lemurya uygarlığının da tanıkları vardır. Lem uryalılar’m gelişme ve büyümelerine, sosyal ve hattâ politik hayatlarına ilişkin komple kayıtlar, gizli tarihçelerde korunm uş bulunm aktadır. Ne yazık ki, bu tarihçeleri okuyabilenlerin sayısı pek azdır; ve okuyabi lenler de, onların sembolizmini açacak olan yedi anahtarın hepsine sahip olmadıkça, tarihçelerin lisânını anlayamaya caklardır. Çünkü, Okült D oktrin’in anlaşılması, gizli kayıt ların egzoterik m etinlere yedi farklı şökilde uygulanmasıy la ifade olunan yedi bilimin anlaşılm asına bağlıdır (4S). Daha önce de belirtildiği üzre, beşeriyetin boyu gide rek kısaldı. Çünkü, Dördüncü veya Atlantisli Irk ’m orta ya çıkışından önce dahi, beşeriyetin çoğunluğu kötülüğe ve günaha saplanmıştı. Sadece, «İradenin ve Yoganın Oğullaru m n (i4) izleyicileri ve m üritleri olan Seçilmişler hiyerar şisi bunun dışında kalmıştı. Bundan sonra Atlantisliler gel di. Atlantisliler, evrim yasasına uygun olarak, dördüncü alt ırklarının ortalarına doğru fizik güzellikleri ile güçlerinin doruğuna varan devlerdi. Dzyan Kıtaları, «Onlar (Atlantis liler), bedenlerinin cesametinde olan, dokuz ‘yati’ (yaklaşık 8 metre) yüksekliğinde devasa heykeller inşa ettiler,” der. Bilimsel nitelikteki bir eserde dokuz ‘yati’ veya yaklaşık 8 m etre boyundaki bir ırfctan söz etmek, pek alışılmamış bir durum dur. Yazara, «Kanıtların nerede?» diye soracak lardır. Buna cevaben, «Tarihe ve tradisyonlara bakınız,» de mek gerekir. Dünyanın her yanında, eskiden var olan bir devler ırkına ilişkin yazılı ve sözlü tradisyonlar m evcuttur: H indistanda Danavalar ve Daitj'alar; Seylan’da Rakshasalar; Grek Dünyası’nda Titanlar; M ısır’da devasa K ahram an lar, Kalde’de, İzdubarlar, ki Nim rod bunlardan biriydi (4ts); 38
ve Yahudiler’in Moab ülkesinde Enıim ler, ayrıca ünlü dev ler Anakim vardı. Hz. Musa, 4,60 m. yüksekliğinde ve 1,20 m. genişliğinde bir kral olan O gdan bahseder (Tevrat, Tesniye — 3/11); Goliath da 3,20 m. boyundaydı. Kutsal Yazı la rd a k i devlere ait kayıtlar ile H erodot’un (4G), Diodorus’un, Siculus, Homeros, Pliny, Plutarch ve Philostratus’un bize sağladıkları kanıtlar arasındaki tek fark şudur: Bu yazarlar, sadece, çağlar önce ölmüş olan devlerin, bazıları nın da bizzat görmüş oldukları iskeletlerinden (47) söz eder ken, Eski Ahit, Hz. Musa’nın, Yoşua ile Davud’un zamanın da bazı ülkelerin, Yahudilerin yanlarında çekirge gibi kal dığı devlerle m eskûn olduğunu ileri sürm ektedir. Batık kıtalar ile onları iskân etm iş olan devasa beşer lerin hâlâ daha ayakta duran birkaç tanığı m evcuttur. Ar keoloji bunlardan bazılarına sahip çıkm akta, ancak, «Bun lar ne olabilir ki?» diye hayretle düşünm ekten öteye, bu gizemi çözmek için herhangi bir ciddî girişimde bulunm a m aktadır. Batak bir kıtanın bir parçası olduğu gerçeği jeo loji tarafından kabûl edilen Paskalya Adası’ndaki dev hey kellerden çoğunun 6 ile 9 m etre arasındaki b ir yüksekliğe erişm eleri dikkat edilmesi gereken bir husustur. Kaptan Cook, bu adayı keşfettiği zaman, yerde yatan bazı heykel leri ölçtürm üş, boylarının 8 metre, omuz genişliklerinin ise 2,50 m etre civarında olduğunu görmüştü. Robert Brown, imâli bir şekilde, «Bu heykellerden herhangi birinin, çevre sinde iskele kurm ak suretiyle, kısım kısım inşa edildiğini gösteren hiçbir işaret yoktur,» demektedir. Ancak, heykel lerle aynı cesam ette olan devler tarafından yapılmadığı tak dirde, bunların başka türlü nasıl inşa edilmiş olabilecekle rini açıklam am aktadır. Peki, Paskalya Adası’mn heykelle rinin yanısıra, Afganistan’da Hindukuş Dağları’mn etekle rinde, Kâbil ile Balktu arasında yer alan Bamyan kenti ya kınındaki devasa heykeller acaba hangi çağa aittirler? Bir zam anlar Bamyan, Kadim Djooljool kentinin bir parçasını oluştururdu. Tüm Bamyan vadisi devasa kayalıklarla ku şatılm ıştır. Bu kayalıklar, kısmen doğal olarak kısmen de 39
insan eliyle açılmış olan m ağaralar ve odalarla delik deşik bir haldedir. İşte, bunların bazılarının girişlerinde beş ta ne muazzam heykel yer alm aktadır. Bu heykellerin en bü yüğü 52 m etreyi bulur. Yani, 34 m etrelik Hürriyet Heykcli'nden çok daha yüksektir. Birincisi gibi kayaya oyulmuş olan ikinci heykel de 38 m etre boyundadır. Üçüncü heykel ise sadece 18 m etreye ulaşm aktadır. Son iki heykel daha da kısa boylu olup, en sonuncusu şimdiki beşerî ırkın yük sek boylu insanından sadece biraz daha iricedir. Toga tü ründen bir elbiseye bürünm üş olan birinci heykelin görü nüşe göre Buddha'yı temsil ettiği sanılm aktadır ama, işin aslı böyle değildir. 7’nci Yüzyılda Bamyan’a gitmiş olan ün lü Çinli gezgin Hiouen-Thsang, bu dev heykelden bahseder ken, «heykelin üzerini kaplayan parlak altın süsleme insa nın gözlerini kamaştırıyor,» der. Talbot da, alçıdan yapıl mış ve taş heykelin üzerinde biçimlendirilmiş olan elbise nin, kayaya oyulmuş olan orijinal heykelden çok daha son raki bir çağa ait olduğunu tespit etm iştir. Bu durum da, aca ba bu heykel kimi temsil ediyordu? Bamyan'ı ziyaret etmiş olan Cizvit papazları, bu hey kellerin m odern Miaotse'yi temsil ettiklerini, yani bir za m anlar 'yeryüzünü karıştıran' Miaotse’nin ayakta kalan son tanıkları olduğunu belirtirken, bunların en büyüklerini Buddhalar olarak teşhis eden arkeologlar gibi yanılmam ış lardı. Çin’deki tarih kayıtları bile Atlantis kökenli 4’üncü Irk ’m devlerine ait bilgilerle doludur. Shoo-King’in Fran sızca çevirisinde aynen şöyle denilmektedir: «Tufan önce sinin, bir vakitler kayalık mağaralara çekilm iş olan ve to runlarına hâlâ daha Canton civarında rastlanıldığı söyle nen sapık ırkı Miaotse, kadim dokümanlarımıza göre, TchyYeoo’nun entrikalarından ötürü yeryüzünü karıştırdığında, ortalık eşkiya ile dolm uştu (48)... (İlâhî Sülâle'nin kralla rından) Rab Chang-ty, halkının erdemin son izlerini de yi tirdiklerini görünce, (aşağı seviyeden iki Dhyan Chohan olan) Tehong ile Lhy'ye göklerle yer arasındaki tüm irtiba tı kesmelerini emretti. O zamandan beri de artık yukarıya çıkış ve aşağıya iniş ortadan kalktı!» 40
Tradisyonlar, yazılı m etinlerin eşliğinde, b ir kez daha, zihnimizi meşgûl eden bir soruya yanıtlam akta ve bir gi zemi açıklam aktadır. Birinci Yüzyıl’da Orta Asya'ya gelmiş olan Budist rahipler, Miaotse’den kalan m ağara odaları kendilerinin kullanabileceği hücrelere dönüştürm üşler ve bu arada Bamyan’daki beş heykeli bulm uşlardı. Birinci ve ■ikinci heykelin ayaklarındaki bir giriş yerinden, kayalara oyulmuş olan bir döner merdivenle heykellerin baş kısmı na ulaşılıyordu. Hem bunlar hem de üçüncü heykel devasa oyukların (nişlerin) içinde yer aldığından, bu heykelleri al çıyla kapladılar ve orijinallerin üzerinde, Buddha’yı tem sil eden yeni heykeller oluşturdular. Ne varki, bu beş heykel, aslında, Atlantis kıtasının sulara gömülmesinden sonra Or ta Asya dağsıralarm m doruklarına ve m uhkem yerlerine sı ğman Dördüncü Irk İnisiyeleri’nce inşa edilmişti. Üstelik, Bam yan’daki beş heykel, ırkların tedricî evrimiyle ¡ilgili ezoterik öğretinin daima ayakta kalan bir kaydım oluşturm ak tadır: Heykellerden en büyüğü, hatırası Atlantik Tufam ’ndan sonra başka türlü ayakta kalamayacağı için, gelecek teki nesillerin eğitimine yönelik olarak, astral m ahiyetteki bedenleri sert ve dayanıklı taşa işlenmiş olan Birinci Be şerî Irkı temsil etm ektedir. İkincisi, 38 m etrelik boyuyla, «ter doğumluları» [2’nci Irkı] tem sil eder. 18 m etre yük sekliğindeki üçüncü heykel ise, düşmüş olan ve dolayısıyla da baba ve anne doğumlu ilk fizikî ırkı başlatan Üçüncü Irk ı ölümsüzleştirir. İşte bunların neslinden gelen son be şerler, Paskalya Adası’ndaki heykellerde temsil edilmekte dir; fakat Lem urya'nın volkanik ateşlerle mahvedilip de sulara gömüldüğü dönemde 3’üncü Irk ’m bu son örnekle rinin boyları sadece 6 ile 8 metreye kadar ulaşıyordu. Dör düncü Irk daha da kısa boyluydu ama, şimdiki Beşinci Irk ’la kıyaslandıklarında gene de dev yapılıydılar. Ve heykel ler dizisi böylece 5’inci Irk ’ı temsil eden örnekle son bulu yordu. Ayrıca, günümüzde birbiri ardına keşfedilen çok sayı daki devasa kalıntıların hepsi, Rocky Dağları boyunca ve 41
ötesinde Kuzey Amerika’yı bir boydan bir boya geçen ve dev boyutlardaki yıkıntılardan oluşan o muazzam alanla rın tümü, kadim çağların gerçek Devleri olan K ikloplar’m eseridir. Günümüzün ünlü gezginlerinden biri, yerel tradisyona göre daha henüz sulardan yeni yükselirken Amerika'yı istilâ eden devlerin bu kıtaya ayak bastıkları yer olan «Misorte yakınlarında muazzam cesamette insan kemiklerinden oluşan yığınlar» bulunduğunu belirtm ektedir. Bilim, Kikloplar konusunda şu güne kadar câhil kalm ıştır. Bu dev ler, ‘Kiklopean’ denilen devasa yapıların İnşaatçılaradır. Okültizm onlara Inisiyatörler adını verir. Tarih öncesi de virlerde Doğu Akdeniz ve Ege Denizi civarında yaşamış olan Pelasgi kabilesinin bazı m ensuplarını inisiye etm ek sure tiyle hakikî Taş Ustalığı’nm [Masonry] temelini atm ışlar dır C19). Maha G uru’nun [Sanat K um ara’nm, Dünya’nm Efendisl’nin] direkt, sessiz Rehberliği altındadır ki, beşeriyetin di ğer İlâhî Öğretmenleri, beşerî şuurun ilk uyanışından iti baren, beşeriyetin ilik safhalarındaki rehberleri haline gel m işlerdir. Bebeklik çağındaki beşeriyet, bu Tanrı Oğulları vasıtasıyladır ki, tüm sanatlara, bilimlere ve ayrıca spiritüel bilgiye ilişkin ilk kavram larını edinm iştir; ve günüm ü zün bilim adam ları ile araştırm acılarını öylesine şaşkınlı ğa düşüren o kadim uygarlıkların ilk temel taşını yerleşti ren de onlardır. Bu beyanı kuşkuyla karşılayanların, kadim beşerlerin sahip oklukları olağanüstü bilginin gizemini açıklam aları gerekir. Kuşku duyanlar, örneğin, Romalı yazar Vitruvius Pollio’nun m im arlıkla ilgili eserlerine bakm alıdırlar. Eğer gerçekten İlâhî mahiyette olan sanata âşinâ olsalardı ve her orantı kuralı ile yasasında saklı olan derin ezoterik anlam a vâkıf olsalardı, bu eserlerde ortaya konulan tüm orantı kurallarının, kadim devirlerdeki inisiyasyonlar sıra sında öğretilenlerle aynı olduğunu anlayabilirlerdi. Yontma taş devrinin m ağara adam larından gelen (!) hiçbir beşer, binlerce yıllık bir düşünce ve zekâ evriminin sonucunda 42
dahi, böyle bir bilimi yardım görmeksizin ortaya koyamaz dı. Bilgilerini bir nesilden ötekine, M ısır’a ve orantı kanu nunu artık yitirm iş olan Grek Dünyası’na aktarm ış olanlar, Üçüncü Kök Irkın enkarne olan Rishileri ile Dcvaları’nm öğrencileridirler. Aynı şekilde, 4'üncü Irkın, yani Atlantisliler’in İnisiyeleri’nin M üritleri de bilgilerini, K ikloplar’a, yani «Sikluslarm ya da Sonsuzun Oğulları»na aktarm ışlar dır. Ki'klop adı, onlardan da, daha sonraki Gnostik rahip nesillerine geçmiştir. Kenealy, «Tanrı'nın K itabı» adlı ese rinde şöyle yazar: «Kadim beşerler, sonraki tüm çağların o harikalarını: Mabetlerini, Piramitlerini, Mağara Mabetleri ni, Dikili Taş Abidelerini, Kurganlarını ve Sımaklarını, o mi marî orantıların İlâhî m ükemm elliğinden ötürü inşa edebil mişler; gücünden yararlandıkları makinalara sahip olduk larını ve modern becerinin yanında çocuk oyunu gibi kal dığı bir m ekanik bilgisine vâkıf olduklarını kanıtlamışlar dır. Bu kadim beceriden, ‘yiiz eli olan devlerin işleri’ şek linde bahsedilir.» Günümüzün m im arları bu kuralları tü müyle ihmâl etm eseler de, bu kesin orantıları yok edecek derecede deneye dayalı yenilikler ilâve etm işlerdir. Ölüm süz tanrılar adına dikilen Grek m abetlerinin inşaat kural larım gelecek nesillere aktaran da Vitruvius olm uştur. Kı sacası, bir inisiye olan Vitruvius’un M imarlıkla ilgili on ki tabı, ancak ezoterik anlam da etüd edilebilir. D ruidler’in daireleri, Dolmenler, Hint, Mısır ve Grek M abetleri ve Fran sız E nstitüsü’nce ‘Kiklopean kökenli’ oldukları tespit edi len 127 Avrupa kenti ve kuleleri, tümüyle, Tanrı’nın Oğulları’nca eğitilmiş olanların neslinden gelen ve doğru b>r ta nım la İnşaatçılar denilen İnisiye Rahip - M im arlar’ın eser leridir. Bu inisiye İnşaatçılar hakkında, onları takdir eden sonraki nesiller şöyle demektedir: «Ne harç ne çimento, ne de taşları kesm ek için çelik veya demir kullanırlardı; gene de taşlar öylesine mdhâretle yerleştirilm işti ki, birçok yerde e k yerleri görülmez. Buna rağmen, Peru’da olduğu gibi, taş ların bir çoğu 5,40 m etre genişliğindedir ve hattâ Cuzco ka lesinin duvarlarında daha da iri cesamette taşlar vardır» (Acosta, 6/14); «5400 yıl önce, Mısır’daki Siyen ÎAsvan~\ ken 43
ti tam olarak Yengeç Dönencesi’nin altına rastladığı dönem de, ki artık öyle değildir, inşa edilmiş olan Siyen Duvarla rı o şekilde yapılm ıştı ki, tam Güneş'in Gündönümii anın da, öğle vakti, Güneş komple bir disk halinde bu duvarla rın üzerinden yansırken görülürdü. Günümüzde, Avrupa’nın tüm astronomları becerilerini birleştirseler dahi, böyle bir işin altından kalkamazlar» (Kenealy, «Tanrı’nın Kitabı»). Elde mevcut olan tüm kanıtlar gösterm ektedir ki: a — Eğer sözkonusu devasa taşlan bir yerden başka bir yere taşıyacak devler olmasaydı, ne b ir Stonehenge, ne Brötanya’daki Karnak ve ne de bu türden diğer Kiklopean ya pılar mevcut olurdu; b — Maji diye bir şey olmasaydı, «ke hanette bulunan, hareket eden, konuşan ve kendi kendine dolaşan» taşlan gözleriyle gören bu kadar çok tanık bulun mazdı. Lemurya'nm, Atlantis’in ve devlerinin ve beşinci Kök Irkın ilk alt ırklarının hepsinin de, genel olarak, bu 'm ajik' taşlarla ilişkileri vardı. Gaipten haber vermek, ke hanette bulunm ak ve m ajik uygulam alar yapmak amacıy la kullanılan bu taşların en irileri âşikar bir şekilde Atlantisliler’den kalm ıştır. Tepelerinde bazı dönen taşlar bulu nan daha küçük boydakiler ise, daha eski taşların kopya larıdır (50). Tüm kadim dünya, beşeriyetin başlangıçta b ir devler ırkından oluştuğuna inanırdı. Amerika’daki bazı höyük ve m ağaralarda yapılan kazılarda, birbirlerinden ayn olarak, üç ve üçbuçuk m etre boyunda iskelet gruplarına rastlan m ıştır. Bunlar, günümüzde boyları 1,50 ile 1,80 m.’ye kadar inen Beşinci Irk 'ın ilk kabilelerine aittir. Fakat, geçmişin. Titanları ile Kiklopları, Atlantis Irk ı’na aittiler. Kikloplar, gerçekten de, üç gözlü ölümlülerdi! H er popüler efsane ile destanın kökeninde bir Tabiat gerçeği yattığını söyleyenler, doğru söylemişlerdir. Nitekim, Hindu Purânaları ile Grek. Hesiod ve H om er’in eserlerinde yer alan efsane ve alegori ler, muazzam bir beşer-üstü fizik güce sahip olan ve bu sayede de Mezozoik ve Kenozoilc Çağların devasa canavar larıyla başa çıkabilen, onlara karşı kendilerini koruyabilen dev yapıdaki gerçek Titanlar ile üç gözlü gerçek Kikloplar'm muğlak hatıralarına dayanır.
Üçüncü Kök Irk ’m beşerlerinin, fizikî b ir üçüncü gözü vardı. Dördüncü Kök Irk'm üçüncü alt ırkının ortalarında, beşerî organizmanın mükemmel ve sim etrik bir hale gel meye başlam asından itibaren, ki bu ancak Beşinci Kök Irk'ta tam am lanm ıştır, üçüncü göz de beşerin dış anatom isin den kalkm ıştır. Fakat, fizikî ve spiritüel olarak, üçüncü gö zün zihnî ve görsel algılamaları, Dördüncü Irk'm hem c’hem en sonuna kadar sürm üş ve Atlantis kıtasının büyük bir kısmının batm asından önce de beşeriyetin m addiyata yönelik ve dejenere durum undan ötürü üçüncü gözün işlev leri tamamiyle yok olm uştur. Ancak, bu göz, efsanelerde be lirtildiği şekliyle kaşların arasında yer almıyordu. ‘Kadim Yorum 'da bu konuya ilişkin olarak yer alan açıklama ay nen şöyledir: «Erkek-dişilerin (hünsâların) bulunduğu o es ki zamanlarda dört kollu beşerî yaratıklar vardı; bunların bir başı ve üç gözü vardı. Hem önlerini hem de arkalarım görebiliyorlardı. Bir Kalpa sonra (cinsiyetlerin ayrılmasın dan sonra), maddeye düşen beşerin spiritüel görüş giicü za yıfladı; ve buna paralel olarak da üçüncü göz gücünü yi tirm eye başladı... Dördüncü Irkın ortalarında, içsel görüş gücünün uyandırılması ve yapay uyarılarla edinilmesi gere kiyordu, ki buna ilişkin işlemi eski ermişler biliyorlardı... Aynı şekilde, tedricen taşlaşan üçüncü göz de kısa bir süre sonra ortadan kayboldu. Çift yüzlüler, tek yüzlü haline gel di, ve başın derinliklerine çekilen üçüncü göz artık saçların altına gömüldü. İçsel beşerin faaliyeti sırasında (trans ve spiritüel vizyon sırasında) bu göz şişer ve genişler. Arhat onu görür ve hisseder, ve faaliyetini de ona göre düzenler... Safiyetini korum uş olan Lanoo (mürit), korkm an için bir sebep yok; ‘deva gözü’nden yardım görmeyecek olanlar, sa fiyetlerini korum am ış olanlardır (zahit olmayanlardır).» Ne yazık ki, bu son cümlenin dahi artık geçerliliği sözkonusu değildir. ‘Deva gözü’, beşeriyetin çoğunluğu için ar tık mevcut değildir. Üçüncü göz ölmüş ve faaliyetini yitir m iştir. Ancak, arkasında, bir zamanki mevcudiyetine tanık lık edecek bir iz bırakm ıştır: Bu tanık, Beyin Epifizi'dir. Yoru m ’un analizine gelince, ‘dört kollu’ beşerler, H indistan’45
daki dört kollu tanrı heykellerinin prototipini oluşturm uş lardır. «Arkalarını görebilen... çift yüzlü beşerler» ifadesi ise, üçüncü gözün başın arkasında yer aldığını belirtm ek tedir. Nitekim, bazı Çin eserleri ile Kaide yazıtlarında (31), tek başlı ve çift yüzlü, yani hem önde hem de arkada ol mak üzere iki tane yüzü olan beşerlerden söz edilir. İşte bu ‘arka göz’ artık Beyin Epifizi haline gelmiş bulunm ak tadır. Yorum ’da da açıklandığı üzre, Atlantis ırkm m ortala rından itibaren içsel görüş gücü ancak eğitim ve inisiyasyon vasıtasıyla edinilebilir olmuştur. Sadece, «doğal ve doğuş tan majisyen olanlar», yani günümüzdeki adıyla hassas ki şiler ve medyom lar istisnaî bir durum teşkil ederler (52). Kadim Y orum lar’dan öğrendiğimize göre, ilk Irk, bizim anladığımız şekliyle konuşm aktan âcizdi, çünkü fizik plân da zihinden yoksundu. İkinci Irkın ise, sadece sesli harf lerden oluşan şarkı benzeri sesleri kapsayan bir 'ses lisânı’ vardı. Üçüncü Irk, başlangıçta, Doğanın çeşitli seslerini, ör neğin devasa böcekler ile ilk hayvanların çığlıklarını azıcık ıslah etm ek suretiyle bir tü r lisân geliştirdi. Konuşma, an cak, Üçüncü Irkın ikinci yarısında, beşerler, dişi ve erkek olarak ikiye ayrıldıkları ve seksüel olarak üremeye başla dıkları sırada gelişti. Ne var ki, bu, deneysel bir çabadan öteye gidememişti. O devirde tüm beşerî ırk 'tek bir lisâna’ sahipti. Bu durum , Üçüncü Irkm son iki alt ırkının, İlâhî Öğretmenlerinin rehberliği ve daha o zamanda uyanmış olan zihinlerinin rehberliği altında kentler inşa etm elerine ve dünyanın geniş bir bölgesinde uygarlığın ilk tohum larım ekmelerine engel olmamıştı. Bundan sonra, okült öğretiye göre, konuşma şu şekilde gelişti : 1—) Tek heceli konuşma: Üçüncü Irkın kapanışında ki, zihinleri tam am en uyanmış olan fizik beşerlerin kullan dıkları lisândır. Bundan önce, Birinci Irk haricinde, ‘dü şünce aktarım ı’ [telepati] yoluyla iletişim kuruyorlardı. Bu tek heceli konuşma, sert sessizlerle karışık olan tek heceli lisânların ‘sessiz harf atası’ idi, ki bu lisânlar, antropologlarca bilinen sarı ırklar tarafından hâlâ kullanılmaktadır.. 46
2—) Bu lisân özellikleri, gelişerek, bitişken lisânlar haline geldi. Bitişken lisânlar bazı Atlantis ırklarınca ko nuşuluyor, bu arada Dördüncü Irkın diğer ana nesilleri ana lisânı koruyordu. Lisânların da devresel bir evrim geçirme lerinden ötürü, uygar Atlantis ırklarından çoğunun ilksel lisânı, dejenere oldu ve hemen hemen yok olup aitti. Bu lisâna, eski Sanskrit eserlerde, «Râkshasi Bhasa» adı altın da değinilir. Dördüncü Irkın 'kaymağı'nı oluşturanlar, gi derek fizik ve en-tellektüel evrimin doruğuna ulaştıkça, oluş halindeki Beşinci Irka, yani Aryen Irkına, son derece ge lişmiş olan çekimli lisânlarını b ir m iras olarak bıraktılar. Bu arada, bu bitişken lisânlar dejenere oldular ve bölük pörçük bir lisân fosili halinde dağılıp gittiler. Bunların ka lıntılarına sadece Amerika’nın yerli kabilelerinde rastlıyo ruz. 3—) Çekimli konuşma: Sanskrit’in kökü, gerçek anla mıyla ilk lisândı. Bu lisân şimdi Beşinci Irkm înisiyelerinin g:zcmli dili haline gelmiştir. Grekçe’nin anası olan bu lisânın uzantıları, Sâmi lisânlarını da meydana getirm iştir. Dzyan Kitabı, «İlk büyük sular geldi. Yedi büyük adayı yuttu. Kutsal olan herkes kurtuldu, kutsal olmayanlar yok oldu..» der. 7 büyük ada (Dwipa!ar), Atlantis kıtasına ait ti. Gizli öğretilere göre, Tufan, Dördüncü Irkı, devler ırkım sulara gömmüştü ama, bu, onların sapkınlıklarından yo da «günahla k a ra rd ık la rın d a n ötürü değil de, sadece. Güne şimiz altındaki h e r . şey gibi doğan, yaşayan, yıpranan ve ölen her kıtanın akıbeti böyle olduğu içindi. Bu sırada. Be şinci Ink bebeklik dönemkideydi. Böylece, devler ve popü ler tradisyona göre m ajisyenler (büyücüler) de yok oldular. Ancak, 'kutsal olan herkes kurtulurken’, sadece ‘kutsal ol m ayanlar yok olm uştu.’ Ne varki, bu sonuca, Karma ile Tabiat Kanunu’nun yanısıra, Üçüncü Gözleri dum ûra uğra m am ış olan kutsal kişilerin önsezisi de yol açmıştı. Dzyan K ıiaları’nm Kadim Yorumları, Atlantisliler'den sonra , gelen Beşinci Beşerî Irk 'tan şöyle bahseder: «İlâhı Öğretmenleri o Kutsal Ada’yı, ki son Kurtarıcı oradan gelecektir, iskân 47’
e tm e k üzere gitm iş olan o bir avuç Seçilmiş, tek başlarına, şim di beşeriyetin bir yarısının öteki yarısını imhâ etm esi ni önlüyordu. Beşeriyet ikiye ayrılmıştı. Beşeriyetin üçte ikisi, kolaylıkla erişebildikleri bedenleri ele geçiren, yeryü zünün aşağı seviyeden, maddî Ruhları'nin Sülâleleri'nce yö netiliyordu; üçte biri sadâkatini yitirm eyerek, başlangıç saf hasındaki Beşinci Irka katıldı. Bunlar, İlâhî Enkarnasyonlar'dı. Kutuplar (dördüncü kez) yer değiştirdiğinde, korun m akta olan ve Dördüncü Irktan ayrılmış bulunanlar bun dan etkilenmediler. Lemuryahlar’da olduğu gibi, sadece din siz Atlantisliier yok oldu ve bir daha görülmediler.» «Phlegyan adasının derinlere kök salmış tabanından Sarstı güçlü Neptün, ve dalgaların altına gömdü Onun itikatsız sakinlerini ................» Dionysius lib xviii, sf. 319 Faber bu m ısralar hakkında şöyle der: «Phlegyan ada sının batışıyla ilgili tradisyonun, Atlantis adasının batışın dan bahseden tradisyonla aynı olduğuna kâniyim.» Tufan konusuyla ilgili olarak günümüze kadar gelen kayıtlar, sa dece Atlantis ve Phlegyan adasıyla ilgili olanlar değildir. Çin'in de kendi tradisyonu ve Ma-li-ga-si-ma adını verdiği bir adaya veya kıtaya ilişkin öyküsü vardır. Kaempfer, «Japonya» adlı eserinde, bu tradisyondan şöyle söz eder: Bu ada, devlerinin kötülüğünden ötürü okyanusun dibine batar, ve Çin Nuh'u olan Kral Peiru-un, Tanrıların uyarm a sı sayesinde ailesiyle birlikte kaçar. Çin’in bugünkü halkı işte o dindar prens ve onun neslinden gelir (41). Çin Tradisyonları da, diğer herhangi bir ulusun tradis yonu gibi, İlâhî K rallar Sülâlesi’nden bahseder, işte bütün bu tradisyonlar, beşerî ırkların, çeşitli adlarla anılan İlâhî T rklar’dan zuhûr ettiklerini ortaya koyarlar: Sözkonusu olan H indistan’ın Rishileri veya Pitrileri de olsa, Kadim Mısır tradisyonundaki İsis-Osiris ve Thot da olsa, îb raniler’in Elohim ’i de olsa, bu öykü hiçbir yerde değişmez. H er ulus ta 7 ve 10 'K abiri’ vardır. Ve bunların tüm ü de Ezoterik ,48
D oktrin’in ilksel Dhyan-Chohanları’ndan ya da Dayan kıta ları’mn ( l’inci Kitap) 'İnşaatçıları’ndan (“3) ortaya çıkarıl m ıştır. 'Kabiri', Üçüncü ve Dördüncü Irk la r’m Seçilmişle rinde enkarne olan Manular, Rishiler ve Dhyan Chohanla r’la aynı varlıklardı. Böylece Teogoni'de Kabiri-Titanlar Yedi Yüce Tanrı iken, kozmik ve astronom ik açıdan Titanlar'a Atlantisliler deniliyordu. Kabiri-Titanlar’m, ayrıca, astronom ik olarak, mevsimleri oluşturan ve düzenleyen Varlıklar, ve kozmik bakım dan da Yüce Volkanik E nerji ler, yani tüm m etallere ve dünyasal işlere nezaret eden tanrılar olmaları, onların, orijinal İlâhî vasıfları açısından, dünyaya ışığı getiren ve beşeriyete zekâ ile aklı bahşeden, ve sembolleri Prom etheus olan hayırsever Varlıklar olma larını engellemez. Böylece, her ülkenin kadim tradisyonları, Manu, Thot-Hermes, Oannes-Dogon ve İdris-Enoch’dan. Eflatun ve Panadores’e kadar, yedi İlâhî Sülâle’den, Yeryüzünün Lem urya’ya ait yedi bölgesi ile Atlantis'e ait yedi bölgesinden bahsederler; Göksel M ekânları’ndan ine rek, Yeryüzünde hüküm süren ve beşeriyete Astronomi, Mi m arlık ve bize kadar gelen diğer tüm bilim leri öğreten Ye di İlksel ve İkili (Dual) Tanrılar’dan söz ederler. Kabiri için İkili sıfatını kullanmamızın sebebi, onların h er iki cinsiye ti birden taşım aları, yani hem erkek hem de dişi ve ayrıca hem göksel ve kozmik hem de dünyasal olmalarıydı. Bu Yüce Varlıklar, önce Tanrılar ve Y aratıcılar olarak belirir ler ve sonra, gelişim hâlindeki beşeriyetin arasına karışa rak, en sonunda da İlâhî K rallar ve Yöneticiler şeklinde or taya çıkarlar. Buğdayı ve m ısırı üretm ek suretiyle ziraati beşerlere ifşa edenlerin Kabiri olduğu söylenir. Bir zam anlar yaşa mış olan K abiria’dan İsis-Osiris’in M ısır’da yaptıklarım Ceres’in de Sicilya’da yaptığı anlatılır (54). Bu varlıkların hep si de aynı sınıftandır. Fakat, bütün bu gerçekler giderek unutulm uştur. Bosuage’m belirttiği gibi, M ısırlılar’ın ken dileri, ülkelerinde bilimin ancak, «beşerî forma bürünm üş Prensler haline gelmiş olmalarına rağmen» Tanrılar olarak 49
ululamaya devam ettikleri Isis-Osiris’den sonra geliştiğini itiraf etm işlerdir. Ve Bosuage, İlâhî Hünsa Osiris-İsis hak kında şunları söyler: «Denildiğine göre, bu Prens (İsis-Osiris), M ısır’da kentler inşa etmiş, N il’in taşmasını önlem iş ti; ziraati, müziği, astronomiyi ve geometriyi icat etm işti.» İsis-Osiris'in M ısır’daki hükümranlığı, Danderah Tapmağı nın tavanındaki B urçlar Kuşağı’nın (55) resmedilmesinden öncesine rastlar, ki bu da 75.000 yılı aşkm b ir geçmişe da yanır. Abul-Feda, «İslamiyet-Öncesi Tarih» adlı eserinde, Seba lisânının Seth (Hz. Şit) ve Hz. İdris (Enoch) tarafından tesis edildiğini söylerken, «Seba lisânı» sözünü Astronomi anlam ında kullanm aktadır. Celepas Geraldinus ise Henoch hakkm daki ilginç tradisyonlardan bahseder, Henoch’a ‘İlâ hî Dev’ diye hitap eder. Samî kökenli Araplar arasında yay gın olan bir inanca göre, daha sonra Mısırlı Typhon veya Set haline gelecek olan Seth, bir zamanlar. Yedi Melek’ten (veya İncil’deki Atalar’dan) biriydi; sonra bir ölümlü ve Hz. Adem’in oğlu haline geldi ve bundan sonra da kehanet yeteneği ile astronom i bilimini Jared ’e aktardı. Jared ise bunları oğlu Henoch’a aktardı. Fakat Henoch (Hz. İdris),. Seba kökenliydi, yani Seba’ya, Göklerin bir Ordusu’na aitti. «Otuz kitap yazmış olan Henoch, ilkel ibadetin ayin ve tö renlerini tesis ettikten sonra, Doğu'ya gitti ve orada, en önemsizinin Edessa [ Urfa] olduğu 140 kent inşa etti, sonra da M ısır’a dönerek o ülkenin Kralı oldu.» Henoch, böylece, Hermes ile özdeşleştirilm ektedir. Fakat, ya beş ayrı Hermes ya da birkaç değişik şahıs halinde ortaya çıkan b ir tek Hermes vardı, ki bazı M anular ve Rishiler bunu yapa bilirler. Burhanı-i Kati’de Herm es’den, M erkür gezegeninin veya Budha’nın adlarından biri olan «Hormig» ismiyle söz edilir. Doğu tradisyonunda, Hermes için, Argus’un ölümün den sonra M ısır’a kaçtığı ve Thoth adı altında M ısır’ı uy garlaştırdığı söylenir (5e). Hz. Nuh efsanesi de, Ege Denizi’nin Semadirek Adası M isteri’nde (C7) öğretildiği şekliyle Kabiri veya Titan tra50
disyonıı üzerinde inşa edilmiş olsa gerektir. Dolayısıyla, ne Yahudiler’in ne de H ıristiyanlar’ın Hz. N uh’u tekellerine almaya hakları yoktur. Eğer Faber’in o kadar derin bir araştırm aya kalkışarak gözler önüne sermeye çalıştığı gibi, Hz. Nuh bir Atlantisli ve bir Titan idiyse, o zaman Kabiri veya dindar Titanlar'm , yani Tufan-öncesi ve Atlantis-öncesi Titanlar’m neslinden geliyor olmalıdır. Hz. Nuh, Salem Kralı ve Yüce Tanrı’nın Rahibi olan es rarengiz Melchizedek, yani «Baba Sadık» ile de özdeşleşti rilir. «Sadık» adının, Tekvin'âe Hz. N uh’a atfedilen karak tere tekabül ettiği söylenir: «... Nuh, sadık adamdı, ve ken di devirlerinde kâmildi; Nuh, Allah ile yürüdü» (Tekvin, 6/9). «Tüm bilimler ve yararlı sanatlar N u h ’a atfedilir ve oğulları vasıtasıyla da sonraki nesillere aktarılm ıştır» (New Encyclopaedia, Abraham Rees). Fenikeli tarihçi Sanchoniathon ise, K abiri’nin Zedek’in veya Sadık’ın oğulları olduğu nu yazar. Kabalistik araştırm aları ihtiva eden «Ölçülerin Kaynağı» adlı kitapta ise şu satırlar yer alır: «Kadim beşer ler, sekiz taneden ortaya çıkan yedi planetin veya yüce Tan rının bulunduğu ve Âdil ve Doğru Kişi olan Baba Sadığın ise Dünya Ana olan sekizinci planette Efendi olduğu inancını taşırlardı.-» Kısacası, Kabirim, yani 'Kudretli V arlıklar’; ilksel Dhyan Chohanlar ile, cismanî ve gayri cismanî Pitriler [Atalar] ile ve ilksel ırkların, kendilerine İlâhî Sülâlelerim Tanrıları ve K ralları sıfatıyla değinilen tüm yöneticileri ve öğretmenle ri ile özdeştirler. Kadim Mısır’ın ve Grek Dünyası’nm tradisyonları ile Kadim İran tradisyonları arasında herhangi bir tesadüf ihtimalini ortadan kaldıran aşırı bir benzerlik vardır. Majlar'm tradisyonlarm dan kaynaklanan efsaneler, günümüzde İran folklorunun popüler öyküleri haline gelmiştir. Dolayı sıyla, İran folklorunun da Atlantis’in tarihini ve tarih-öncesi’ne ait olaylarını yansıtmaması için hiçbir sebep yok tur: Adem’in yaratılışından önce, Yeryüzü’nde, birbirini iz leyen iki ırk yaşam ıştı; 7000 yıl hüküm süren Devler ve on51
la n n mevcudiyeti sırasında sadece 2000 yıl hüküm süren Periler. Devler, dev yapılı, güçlü ve kötüydüler. Periler ise, daha ufak yapıda, fakat daha bilge ve iyi kalpli var lıklardı. işte, Devler’de Atlantis'in devlerini (58) ve Periler’de de Aryenleri teşhis edebiliriz. Gyan yahut daha doğrusu Gnan, yani Hakikî veya Okült Bilgelik ve Bilgi, ya da diğer b ir adıyla Gian-ben-Gian (yani Bilgelik, Bilgeli'k-oğlu), Periler’in kralıydı. Gyan’m, kara majiye, Devler’in büyücülü ğüne karşı koruyucu bir unsur olarak işe yarayan ünlü bir kalkanı vardı. Gian-ben-Gian 2000 yıl hüküm sürdükten son ra, ‘ib lis’, T anrı’dan izin alarak, D evleri yendi ve dünya nın öbür ucuna sürdü. Astrolojik prensiplere bağlı olarak üretilen ve tılsım ları, büyüleri ve sihirleri bozan m ajik kal kan dahi, K ad erin ya da K arm a’mn bir âmili olan îb lis’e karşı etkili olamamıştı. Iran tradisyonları iki ulus veya ırk la ilgili birçok öyküyü içerir. Bazıları bu ırkların artık or tadan kalktığını sanırlar ama, onlar aslında sadece dönüşü me uğram ışlardır. Bu tradisyonlar sürekli olarak Kaf dağ larından bahseder: Kaf dağlarının içinde, dev A rgeakin in şa ettiği ve kadim beşerleri tüm form larıyla tem sil eden heykelleri barındıran bir galerinin yer aldığı söylenir. Bu şahıslara Süleymanlar ya da Doğu’nun Bilge Kralları adını verirler ve bu ismi taşıyan 72 kral sayarlar. Kadim İran'ın İkinci kralı olan Huschenk’in devlerle savaştığı, üçüncü kral T ahm urathin ise o günlerde Kaf dağlarında yaşayan ve zaman zaman Periler’e karşı saldırılar düzenleyen Dev le rin en büyük düşmanı olduğu anlatılır. Hatta, Tahmura th ’a, ‘devleri fetheden' anlam ına gelen Dev-bend adı veril m iştir. İlginç olan husus şudur ki, hem Iran öyküleri 9000 yıl lık bir süreden [Devler: 7000 yıl + Periler: 2000 yıl] bahset mekte, hem de Eflatun Atlantis’in son kısmının batışından sonra 9000 yıl geçtiğini belirtm ektedir. Gizli D oktrin’e gö re ise, Atlantis’in sonraki dönemine ait adalı halkından ço ğu 850.000 ile 700.000 yıl önceki zaman dilimi süresinde yok olmuşlardı ve bu dönemde ilk büyük ‘ada’ sulara gömüldü 52
ğünde Aryenler 200.000 yaşmdaydılar. Birinci iie ikinci ra kam ların herhangi b ir şekilde uzlaşması imkânsız gibi gö rünm ektedir ama, aslında tam bir uyum vardır. Bir înisiye olan Eflatun da, egzoterik ifşaatlarıyla İran efsanelerinin korunm asını ve günümüze kadar gelmesini sağlayan Kai deli ve İranlı M ajlar da, Mabed’in üstü örtülü lisânını kul lanm ak zorundaydılar. Eflatun’un döneminde yaşamış olan inisiye yazarlar, ‘m ilenyum’ kelimesini bugünkü gibi bin yıllık değil de 100.000 yıllık bir süre anlam ında kullanıyor lardı. Böylece, 9000 yıl dendiğinde, İnisiyeler bunu 900.000 yıl olarak okuyorlardı. Ana Atlantis kıtası Miyosen devrin de yok olduktan sonra, b ir zamanların büyük Atlantisi’nin Pliyosen devrine ait kısım ları tedricen batm aya ve daha başka kıtalar yüzeye çıkmaya başladığı sırada Aryen ırkı nın ilk kez ortaya çıkışından, E flatun’un bahsettiği küçük Atlantis adasının sulara gömülüşüne kadar, Aryen ırkları, ilk dev ırkların neslinden gelenlerle sürekli olarak savaş m ışlardı. Bu savaş, hemen hemen, yaklaşık 5000 yıl önce başlayan Kali Yuga’dan önce gelen çağın kapanışına kadar sürdü. H indistan tarihinin ünlü M ahabhârata savaşı işte buydu (59). Egzoterik adıyla «Otuzbeş İk ra r Buddhası»nm Kayıt larında yer alan bir el yazması m etin, Beşinci Irk ’ın ilk dö neminde yaşayan ve Tufan ile Atlantis ırkının başlıca kıta larının sulara gömülüşüne tanık olan b ir Buddha’nın sahip olduğu taş yazıtlardan kopya edilmiş olup, konumuzla ilgi li önemli açıklam aları içermektedir. Gautam a Buddha'nın uzak geçmişteki ataları olan ve Göksel Varlıkların tâli Avatarları diyebileceğimiz büyük velîleri ve erm işleri temsil eden bu B uddhalar’m sadece 11 tanesi Atlantis ırkına ve 24'ü de başlangıcından itibaren Beşinci Irka aittirler ve ay nı zam anda Jainalar’m T irtankaralan (60) ile özdeştirler. Alman ve İskandinav m itolojisinin en büyük tanrısı olan Odin veya Woden, bu otuzbeş Buddha’dan biri, hattâ en eskilerinden biridir. Çünkü, Odin ve ırkının ait olduğu kıta da, en eski kara parçalarından birini oluşturur. Günümüz 53
de hiç erimeyen karların bulunduğu yerde, tropik iklimin yaşandığı (G1) günlerde, Norveç’ten yola çıkan biri, İzlanda ve Grönland üzerinden geçerek, hemen hemen hiç deniz aşması gerekmeden, o zam anlar Hudson Körfezini çevrele yen kara parçalarına ulaşabilirdi. Bu husus, A.B.D.’ndeki yapay tepecikler ile Norveç’teki höyükler arasındaki ben zerliği açıklayabilir. Bir Çinli yazarın dediği gibi, «Dindar beşerler ile devasa fırtınaların gizli doktrini aktardıkları o uzak ülke»nin Amerika olduğu kuşku götürmeyen bir ger çektir. Aynı şekilde, Atlantisli devlerin, 'Doğudan gelen dev lerin’ oğullarının gönençli günlerinde de, günümüzde Sah ra Çölü denilen yerden, şimdi Meksika Körfezi ile Karayip Denizi’nin suları altında yatan kara parçalarına doğrudan gidilebilirdi. Sözkonusu el yazması metinde yer alan bir açıklama şöyledir: «Işığın Kralları öfke içinde ayrıldılar. Beşerlerin gü nahları öylesine kararmıştır ki, yeryüzü büyük bir ıstırap içinde titrer... Gökmavisi renkteki m evkiler boş kalır. Kah verengi, kırm ızı ya da siyah ırklardan kini oturabilir ki, K ut sanmışların mevkilerine, Bilgi ve m erham et mevkilerine! Kudret çiçeğini, altın saplı ve gökmavisi çiçekli bitkiyi kim üstlenebilir ki?» Metindeki ‘Işığın K ralları’, İlâhi Sülâlelerin Hüküm darlarını; ‘gökmavisi renkteki m evkiler’, göksel taht ları; ‘K udret çiçeği’ ise günümüzdeki Nilüfer çiçeğini belirt m ektedir. Metnin yazarı, daha sonra, halkının kaderine ha yıflanarak devam eder: Halkı, gökmavisi renkteki, yani gök sel krallarından yoksun kalm ıştır. Sarı tenliler ve altın yüz lüler, «sürür ülkesine, metal ve ateş ülkesine» giderler. Bu ülke, Kuzey ve Doğu’da yer alan kara parçalarıdır. Bilge ırk lar, «Bilgelik Ejderlerinin yağdırdıkları siyah fırtına ejder lerini» algılamışlar ve «En Mükemmel Ülkenin parıldayan Koruyucuları»mn rehberliği altında kaçmışlardı. Sarı tenliler , etnolojinin Turanlılar, Moğollar, Çinliler ve diğer kadim uluslar olarak sınıflandırdıklarının ataları dır. Kaçtıkları ülke ise, Orta Asya’ydı. Yani, Aryen Irkı Kuzey’de doğmuş ve gelişmiş olmasına rağmen, Atlantis kıta 54
sının batışından sonra, bu ırkın kabileleri güneye inerek As ya'ya göç etmişlerdi. Orada yepyeni ırklar doğdu; bu ırklar ulusların ayrılmasına kadar Orta Asya’da yaşayıp öldüler. Böylece, Atlantis sonrası günlerin bu sarı yüzlü devleri, yak laşık 700.000 yıllık bir süre boyunca, dünyanın bir bölgesinde tecrit olmaya zorlanarak, başka herhangi b ir ırkla karışm a dan, son derece heterojen ve çeşitli tiplere ayrıldılar. Ancak bu 'bölünme', ne m odern bilimin belirttiği yerlerde gerçek leşm iştir, ne de Aryenciler’in belirttiği tarzda meydana gel m iştir. (02) .Bu durum da, beşeriyeti sözde üstün ve geri ırk lara ayıran düşünce de iflas etm ektedir. îşte, kadim kayıtlarda rastlanılan bu açıklam alar ve hususlar, oldukça m antıkî görünm ektedir. Dolayısıyla, Aryenler, dev yapılı ve uygar Atlantis-Aryen ırkının, yani 'sarı Âdemler’in neslinden, Sâm iler ise, Yahudilerle birlikte, ‘kır mızı Âdem’den gelm ektedirler. Sözkonusu m etinde, Atlantisli ulusların büyük bilgi ve uygarlığına sık sık değinilmekte, birkaçının idare şekline ve sanatları ile bilimlerinin m ahi yetine ilişkin açıklam alar yer alm aktadır, ilk Aryenler, Vim ana Vidya, yani ‘hava araçlarında uçma bilgisi'ni ve do layısıyla da son derece gelişmiş olan m eteorografi ve meteo roloji bilimlerini Dördüncü Irk ’tan öğrenmişlerdi. Aryenler, ayrıca, m ücevherler ile diğer taşların gizli güçleriyle ilgili olan son derece değerli bilimlerini, simya, m ineraloji, jeolo ji, fizik ve astronom i bilimlerini de Atlantisliler'den m iras edinmişlerdi. Yazar [Mme. Blavatsky], şu soruyu sık sık düşünm üş tü r: Çıkış öyküsü, en azından ayrıntıları açısından, Eski Ahit’te anlatıldığı şekliyle orijinal m idir, yoksa, Hz. Musa’nın kendisiyle ve diğer birçok şahısla ilgili olarak anlatılan öykü ler gibi, Atlantis efsanelerinin bir başka versiyonu m udur? Çünkü, Atlantis’in öyküsü ile Çıkış’m esas unsurları arasın da büyük bir benzerlik vardır. Bu unsurlar arasında şunları sayabiliriz: Tanrı’nm, Firavunun inatçılığı karşısındaki öf kesi; Tanrı’nm, ‘seçilm işlerine’, M ısır’dan ayrılmazdan önce M ısırlıların ‘gümüş ve altın m ücevherlerini’ talan etmelerini em retm esi (Çıkış, 11); ve M ısırlılar ile Firavunlarının Kızıl Deniz’de boğulmaları (Çıkış, 14).
Nitekim, «Bzyan K ıtaları’mn Kadim Yorumu»nda, Atlantis’in İyilik Güçleri’nin, hipnotik transa soktukları Kö tülük Güçleri’nin 'vim analarım ' ortadan kaldırdıktan sonra, sonu gelen Atlantis kıtasını kendi vimanalarıyla nasıl terkettikleri anlatılm aktadır: Tüm Sarı-yüzlüler’in başkanı olan ‘Parıldayan Yüz lü Yüce Kral,’ Kara Yüzlüler’in günahlarını gördüğü için üzgündü. «Kendi hava araçlarını, vimanalarım içlerindeki takva ehli kişilerle birlikte başkan kardeşlerine, öteki ulus ve kabi lelerin başkanlarına göndererek, dedi ki: ‘Hazırlanın. İyi ya sanın insanları olan sizler, ayağa kalkın ve daha henüz ku ruyken karaları aşm. «'Fırtına Efendileri yaklaşıyorlar. Onların savaş arabala rı ülkeye yaklaşmakta. Bir gece ve iki gün sonra bu sabırlı ülkede sadece Kara Yüzlü Efendiler, Kara Majisyenler yaşa yacaklar. Bu ülkenin sonu gelm iştir ve onların da onunla birlikte sulara gömülmeleri gerekm ektedir. Ateşler’in alt kat m anlara ait Efendileri olan Gnomlar ve Elementaller sihirli Agneyâstra’yı, yani m aji ile çalıştırılan ateş-silahlarmı hazırlam aktalar. Fakat, Kara Gözlü, Kem Gözlü Efendiler, onlar dan, Elem entalier'den daha kuvvetliler ve onlar Kudretli Varlıkların esirleridirler. Kara Yüzlü Efendiler, Aştar yani Vidya (En yüksek m ajik bilgi) konusunda tecrübelidirler. Gelin, Kara Majisyenlerin m ajik güçlerini etkisiz kılabilmek için kendi m ajik güçlerinizi kullanın. H er Parıldayan Yüzlü Efendi, Beyaz Maji Üstadı, her bir Karanlık Yüzlü Efendinin Vimanası’nı eline geçirsin, ki Kara M ajisyenlerden herhangi biri Vimana sayesinde sulardan kaçıp. Yüce Dört’ün, Dört K arm a T annsı’nm asasından sakm am asm ve kendi kötü ruhlu halkını ya da m üritlerini kurtaram asın. «‘H er Sarı-yüzlü her Kara-yüzlüye kendisinden uyku göndersin (hipnotizma?), onlar, yani Kara Majisyenler dahi acı ve ıstırap çekmesinler. Güneş Tanrıları’na sadık olan her insan, Ay Tanrıları'na tâbi olan her insanı bağlasın, felç etsin ki, ne ıstırap çeksin ne de m ukadderatından kaçabilsin. 56
«'Her Sarı-yüzlü kendi yaşam-suyunu, kanm ı bir karayüzlünün konuşan hayvanına, sadece arınm ış bir insanın kanı ile durdurulabilen robot nöbetçilerine sunsun, ki sahi bini uyandıranlasın. «‘Vakit gelmiştir, kara gece hazırdır.... «'Onların m ukadderatları yerine gelsin. Bizler, Yüce D ört’ün hizmetkârlarıyız. Işığın K ralları geriye gelebilsin ler.’ «Yüce Kral, Parıldayan Yüzü üzerine kapandı ve ağla dı... «Krallar toplandığında sular harekete geçmişti bile.... «Fakat, uluslar artık kuru karaları aşmışlardı. Su çizgisi nin ötesindeydiler. Kralları Vimanaları içinde onlara ulaştı lar ve onları Ateş ve Metal ülkelerine, Doğu'ya ve Kuzey’e götürdüler. «...Kara-yüzlülerin ülkelerine yıldızlar [m eteorlar] yağdı; ;f akat onlar uyudu. «Konuşan hayvanlar, yani robot nöbetçiler sustular. «Alt katmanların Efendileri emirler beklediler; fakatr sahipleri uyuduğu için emirler gelmedi. «Sular yükseldi ve Dünyanın bir ucundan öteki ucuna kadar vadileri kapladı. Geriye yüksek kara parçaları kaldı, Dünyanın dibi, yeryüzünün aksi tarafına rastlayan ülkeler kuru kaldı. Kaçanlar (Sarı-yüzlü insanlar ile doğru gözlü insanlar, içi dışı bir olan, samimi kişiler) oraları iskân ettiler. «Karanlık Yüzlü Efendiler, uyandıklarında ve yükselen sulardan kaçabilmek için Vimanaları akıllarına geldiğinde Vimanaları'nın yerlerinde olmadığını gördüler.» Kadim Yorum ’un bundan sonraki bir bölümünde, Kara Yüzlü m ajisyenler arasında güçlü olan bazılarının, diğerle rinden daha önce uyanm ak suretiyle durum u farkederek, kendilerini 'talan eden’ ve arka saflarda kalanları izlemeye başladıkları anlatılır: «Başları ve göğüsleri suyun iyice yu 57
karısında kalan» takipçiler, kaçanları 3 «ay dönemi» boyunca kovalamışlar, en sonunda, yükselen dalgaların altında kala rak hep birlikte 3*ok olmuşlardı. Bütün bu anlatılanlar, Çıkış’taki benzer öykünün yüzbinlerce yıl sonra kaynağını teş kil edecek olan orijinal m ateryali son derece andırm aktadır. Anlaşıldığına göre, Ruta ve Daitya’mn dev majisyenleri, yani ‘Karanlık Yüzlü Efendiler’, [Tevrat’ın bir bölümü olan] Çıkış’ta, Mısırlı «Sihirbazlar» haline, ve Beşinci Irk ’ın sarı yüzlü ulusları da Hz. Yakub’un erdemli oğulları, yani ‘se çilmiş halk’ haline gelmiş olabilirler. Atlantislilerin uygarlığı, M ısıriılarm kinden de büyüktü. M ısır’daki ilk piram itleri, Atlantisliler’in neslinden gelen, E flatun’un yazılarında rastladığımız 'Atlantis' adası sâkinleri inşa etmişti. Bu da, M ısırlılar’dan önceki bir döneme rast lar. Bu gerçeği, piram itler hakkında aşağıdaki açıklamaları yapan Ammianus M arcellinus’un sözlerinden de çıkarabiliriz: «[Piramitlerin altında] yeraltı geçitleri ve dolambaçlı inziva yerleri de vardır. Denildiğine göre, Kadim misterlerde ma haret kesbetm iş olan kişiler, bunlar vasıtasıyla bir Tufan’ın gelişini önceden bilmişler ve kutsal törenlerinin hatırası kay bolmasın diye, değişik yerlerde olmak iizere, bu yeraltı ge çitlerini inşa etmişlerdir.» (6n) İşte, ‘sellerin gelişini önceden bilenler’, Nil Nehrinin periyodik taşm ası dışında herhangi b ir sel olayına tanık olmamış olan M ısırlılar değil de, Atlantislilerin son bakiyeleriydi. Bu noktada, bir Üstad’m sözle rine kulak vermemiz gerekmektedir: «Dördüncü Irk, belirli dönemlerde, en yüksek seviyeden bir uygarlığa ulaşmıştı. Grek, Roma ve hattâ Mısır uygarlıkları, Üçüncü I r k ’la bir likte başlayan uygarlıkların yanında bir hiç mesabesinde kalırlar.» Kadim uygarlıklar, Atlantisliler’den kendilerine m iras kalan sanatlar ve bilimler arasında, B urçlar Kuşağı bilgisi de dahil olmak üzere, astronom i ve sembolizm bilimine de vâkıftılar. Tüm dünyanın tarihi, B urçlar Kuşağı’nda kayıtlı dır. M ısır’ın kadim m abetlerinde, bu hususa Danderah Burç lar Kuşağı tanıklık eder. Ne varki, küremizin geçmiş ve ay.58
rica gelecekteki tarihinin bu m uhteşem kayıtlarının doğru bir kopyasına, sadece, bir Sufî’nin elinde bulunan bir Arap eserinde rastladım . Ama her halükârda, orijinal kayıtlar mevcuttur. Danderah Burçlar Kuşağı, her biri 25.868 yıl süren üç devrenin geçişini gösterir. Çünkü, bu B urçlar Kuşağında, Aslan Burcu ile Terazi Burcu arasında tam 3 tane Başak Burcu vardır. İşte, bu üçlü Burçlar Kuşağı, 5’inci Kök Irk'm dördüncü alt ırkının son üç 'aile ırk ı’na ait olan üç ayrı dönemi yansıtır. Böylece, bu aile ırklarından her biri 25 ilâ 30 bin yıl yaşamış olsa gerek (64). Alt ırkların ilki olan AryenAsyalılar, yukarıda da belirttiğim gibi, Miyosen Çağı’nm ka panışına doğru, yani 850.000 yıl kadar önce, Ruta ve Daitya Ada-Kıtaları ile birlikte ‘dev Atlantisliler’in son halklarının yok oluşuna tanık olmuşlardı. Dördüncü alt ırk ise, yaklaşık 11.000 yıl önce, son Atlantis adasındaki Aryen-Atlantisliler’in yok oluşuna tanık oldular. Okuyucunun bunları kolayca an layabilmesi için şu sınıflandırm aya gerek vardır: 1 — Her Gezegensel Zincir'de (0B) Yedi Raund vardır (e8). H er Raund da 7 Kök Irkı kapsar. Biz şimdi Dördüncü R aund'un Beşinci Kök Irk ı’na dahiliz. 2 — Her Kök Irk ise Yedi Alt Irkı ihtiva eder. 3 — Her Alt Irkta, yedi Aile Irkı veya Dal vardır. 4 — Aile Irkları da, Karmik faaliyete bağlı olarak, çok sayıda ulusu veya kabileyi kapsar. İşte, bizim dahil olduğumuz 5’inci Kök Irk, aşağı yukarı 1.000.000 yıldır m evcuttur. Bundan da anlaşılacağına göre, b u süre boyunca ortaya çıkmış olan dört Alt Irkın her biri 210.000, ve bunların Aile Irklarının her biri ise yaklaşık 30.000 yıl yaşamış olmalıdırlar. Beşerî evrimin Kök Irklarına ilişkin bu bilgi, Misterler’in bir parçasını oluşturuyor ve bir İnisiyatör’den öteki ne aktarılarak, m üritlere öğretiliyordu. Atlantis ırkının son kalıntısının 12.000 yıl kadar önce batm asından sonra, okült ve dinî M isterler, liyâkatsiz kişilerce öğrenilip de kutsiyetine hâlel gelmesin diye, nüfuz edilemeyen bir gizlilik perdesiyle örtülm üştür. Bu bilim lerden Astronomi gibi bazıları, sırf 59
m atem atiksel ve fizikî veçheleriyle artık egzoterik bir hale gelmişlerdir. Böylece, M isterler'in tamamiyle sembollere bü rünen ve sadece mesel ve alegorilerle korunan öğreti ve pren sipleri unutulm uş ve anlamları çarpıtılm ıştır. İşte, Beşinci Irkı, bu M isterler’deki kadim hakikatler, alegori ve sembo lizm perdesi altında gelecek nesillere aktarılabilsin diye bu dinî M isterler'i tesis etmesi için zorlayan da bu gizlilik ol m uştur. Beşerî ırkların İlâhî ve özellikle de hünsâ Irk ’tan neşet etm ek suretiyle evrimleşmesinin o zevâl bulmayan tanığına, Çağların bilmecesini oluşturan o Sfenks’e bir bakınî Dünya üzerinde enkarne olan İlâhî Bilgelik, sadece yeryü zünde Hayır ve şer bilgisi ağacının gölgesi altında üretilen, kişisel acı ve ıstırap deneyiminin o acı meyvasım tatm aya zorlanm ıştır (G7). D — Djwhıî Khiîl’i-an: Atl^ntis ve Çağımıza Etkisi Beşerî ailede odaklanmış olan ve temel vasıfları ile aslî m ahiyetlerini açığa vuran ruh ve madde, ebedî olarak çatış m a halindeydi. Bebeklik çağındaki beşeriyet, ilk safhalarda ve uzun Lemurva siklusu sırasında, sürekli olarak evrimleşti ama, buna rağmen, [ruhla madde arasındaki] bölünm e hatları, mevcut olsa da tanınmıyordu. Gizil haldeki zihin kıvılcımı, sadece, beş duyuya ve onların tamamiyle fizikî uygulanımma nispî bir aydınlanma getirmeye yarıyordu. Fi zik hayat güçlüydü; m antıkî olarak sonuç çıkarıcı ya da ken di kendini kaydedici mahiyetteki hayat hemen hemen yok gibiydi. O zam anlar beşeriyetin hayatı fizik beden dahilinde odaklanmış olup, bu suretle, beş duyunun geliştirilmesi sa yesinde hayvanî tabiatı teçhiz edip uyarıyor ve fizik orga nizma ile çeşitli iç uzuvları geliştiriyordu. Beşer, temelde, nefsanî ve savaşçı bir hayvan haline gelmişti. Ne varki, za m an zaman, daha iyi olduğu belli belirsiz hissedilen bir şeye doğru m üphem eğilimler duydukları ve bildiğimiz şekliyle yüksek bir gaye edinme ve ilerlemeye yönelik bir itilim ol mayıp, bunların cenin halindeki form ları olan yüksek dere ceden arzular duydukları anlar oluyordu. 60
Modern beşerin, çok uzak geçmişinde kalan böyle bir şuur halini zihninde canlandırm ası ya da anlaması imkân sızdır. Hayat gücü de adrenal bezleri bölgesinde odaklanmış olup, hayvani cesaret ve şoka dayanıklılık yaratıyordu. Fa kat, beşerin aslî tabiatının ikiliği, her daim olduğu üzre, m evcuttu ve bölünme hatları da giderek ortaya çıkıyordu. Yavaşça fakat sürekli olarak, önderlik yapan canlar, ki bun lar son derece küçük bir azınlığı oluşturuyorlardı, şuurları nı giderek yukarıya, yani güneş sinirağm a [solar pleksus’a] doğru kaydırdılar ve m addî olana yönelik arzu faktörü kabûl edilmeye ve duygusal tepki kapasitesi de gelişmeye baş ladı. Daha önce, Lemurya döneminde arzu ile içgüdü özdeşti. Bu hususun üzerinde durm ak gerekir. Çünkü, bu ilginç hu sus, m odern beşerin hakkında hemen hem en hiçbir şey bil mediği bir şuur haliyle ilgilidir. Fakat, Atlantis döneminde, tam am iyle fizikî m ahiyetteki hayatı oluşturan şey ile, çaba ların yöneltileceği bir hedef olabilecek ve böylece elde edile bilecek şey (hâlâ daha m addî m ahiyette de olsa) arasındaki sınır çizgileri, tamamiyle hayvanî olan tabiatı kontrol altına almaya başladı; beşer, elde etme hasletini edinmeye ve iste diği şeyleri kendi çevresinde toplamaya başladı. İçgüdüsel hayvan ile, elde etm e eğilimini duyan beşer arasındaki bö lünme hatları, daha belirgin bir hal almaya başladı. Günümüzde, zihnî beşer tipleri arasında sezgi unsuru nasıl gelişiyorsa, o dönemde de bu öncü beşerler arasında zihnî unsur giderek gelişti; beşerler, belirli b ir zihnî algıla yış biçimi edinmeye ve sahip oldukları o küçücük zihin lerini m addî mal ve mülklerini arttırm a işlemine hasretmeye başladılar. Uygarlık safhası başlam ıştı. Uygarlık, temelde, grup ilişkisinin tanınm asıdır. Tamamiyle göçebelikle ve top rağı işleyerek sürdürülen hayatın yerini bir şehir hayatı dö nemi aldı. Beşerler, daha büyük bir m addî konfor ve korun ma için biraraya toplanmaya başladılar. Ve böylece, beşer lerin belirli bir yerde toplanm alarına ve dünya çapında ya yılm alarına ilişkin ritm ik süreç de başlamış oldu. Bu sikluslar, beşerin fizik organizmasının nefes alıp vermesine ben zer... 61
Hayvanı, içgüdüsel tabiat ile belirli bir arzu biçimi, ya ni cenin halindeki yüksek gaye edinme hasleti arasındaki bölünme hatları, Atlantis dönemi sırasında sürekli olarak gelişti ve bu eski uygarlık kendi prensibini gözler önüne sermeye ve şehir hayatı geliştikçe de giderek artan bir ölçü de m addî konfora ve nefsanî kontrole ilişkin yeni standart lar tesis etmeye başladılar. O dönemde günümüzün dünya sındaki gibi nüfusu yoğun olan bir dünyanın mevcudiyetini zihnimizde canlandırm ak belki bize zor gelebilir ama, durum böyleydi. Hayvanî tabiat hâkim olduğundan, seksüel ilişkiye ve büyük ailelerin oluşturulmasına eğilim vardı. Bu durum, günümüzün uygar alanlarındaki aşağı toplum tabakalarında da aynen böyle olup, bu alt tabakaların mensupları aydın kesimden daha çok çocuk yaparlar. Atlantis döneminde ise, gerçek bir zekâ seviyesine sahip olan yegâne kişiler, m ürit ler ile inisiyelerdi. Günümüz ebeveynleri çocuklarına nasıl yol gösteriyor ve onları koruyorlarsa ve devlet ulusun refahı için nasıl sorum luluk yükleniyorsa, onlar da aynı şekilde, bebeklik çağındaki beşeriyete rehberlik ediyor ve onları hi maye ediyorlardı. O günlerde Rahip-Krallar olarak dünya üzerinde bulunan Hiyerarşi üyeleri, cezbedici enerjinin odak noktaları halinde faaliyet göstererek, daha bir elle tutul maz mahiyette olan değerlerin yavaşça ve belli belirsiz bir şekilde ağırlık kazandığı kişileri kendilerine cezbediyor ve böylece maddiyat ile mâneviyat arasındaki bölünme hatları nı daha da açık ve kesin bir hale getiriyorlardı. Atlantis dönemindeki mâneviyatm günümüzde aynı adla anılan olgudan çok farklı bir nitelikte olduğunu unutm am a lıyız. O dönemin mâneviyatı, hissedilen bir öte âleme yöne lik olan, tatm in edici bir güzellik ve duygusal bütünlük için olan bir yüksek gaye edinme mahiyetindeydi. Bu tavırlamşta, düşünce olgusunu bizim anladığımız biçimde herhangi bir düşünce mevcut olmayıp, sadece, hissedilen bir 'erişilemez'e doğru ve arzu edilen şeye doğru olan bir uzanış sözkonusuydu. Hiyerarşi, halkı bu tavırlanışa, çeşitli icatlar arm ağan etm ek ve içgüdüsel kitlelerin, kalıntıları günümüze kadar 62
gelen büyük ve güzel kentleri ve muazzam yapıları inşa et melerini sağlamak suretiyle teşvik ediyordu. Bu faaliyet, beşerin bugün karanlıklar içinde el yordamıyla keşfetmeyeve imkân dahiline sokmaya çabaladığı birçok şeyi oluştur m ak üzere maddenin ve enerjinin mahiyetine ilişkin bilgi lerini kullanan inisiyeler ile velîlerin uzmanlaşmış rehber likleri altında yürütülüyordu. Modern uygarlık süreçlerinin m üm kün kıldığı her şey ve bugün bilimsel keşif adı altında ortaya konulandan çok fazlası, eski Atlantis'te biliniyordu ama, bunlar beşerin kendisi tarafından geliştirilmiş olma yıp, ona karşılıksız bir armağan olarak verilmişti (es). Bunlar, aynen, bugün bir çocuğa verdiğimiz ve o çocuğun kullandığı ve oynadığı, fakat hiçbir şekilde anlamadığı güzel ve harikulâde eşyalar ile oyuncaklara benzerdi. H er yerde, m abet ler ve muazzam binalarla dolu olan büyük ve güzel kentler yer alıyordu. Kaide ve Babil kalıntıları bunların ancak deje nere uzantıları, m odern gökdelenler ise 'çocukları'dır! Atlantis’in Rahip-Kralları m odern bilimsel bilgimizin çoğuna vâ kıftılar ve bu bilgi de kitlelerin gözünde harikulâde bir maji türü oluşturuyordu. Çok yüksek seviyeden olmak üzere, sağ lık bilgisi, sağlığı korum a tedbirleri, ulaşım araçları ve uçma m akinaları (13) geliştirilmişti. Ne varki, bunlar, beşeriyetin başarısının sonucu olmayıp, Hiyerarşi’den gelen ve bilgece bir rehberlik altında geliştirilmiş ve inşa edilmiş olan arm a ğanlardı. O zamanki beşerî ırkın rehberleri, doğanın ve un surların güçlerinin nasıl kontrol altına alınacağını ve onlara nasıl hükmedileceğim bildikleri için, hava ve su unsurları üzerinde hâkim iyet tesis edilmişti. Fakat, bunların hiçbiri, beşerî anlayış, bilgi ve çabanın ürünleri değildi. Beşerlerin zihinleri, aynen ufak bir çocuğun zihni gibi gelişmemiş olup,, böyle bir faaliyet için yeterli değildi. At ¡ant i s döneminde maddiyat güçlerini ifade eden grup ile, Işığın enerjisini ifade eden grup arasında giderek artan bölünme, Atlantis Çağı’nm sonuna doğru o kadar gelişti ve bu iki hayat ve düşünce ekolü arasındaki sınır çizgileri o kadar belirgin bir hale geldi ki, o zamanki uygar dünyada 63;
hızla bir kriz meydana getirildi. Yüzyılımızdaki dünya savaş ları da bu krizin kesin bir etkisidir... Bundan sonra, Form Rableri ile Varoluş Rableri ya da Madde Güçleri ile Yüce Beyaz Kadro (e9) arasındaki büyük savaş meydana geldi... Zafer, Işık Güçleri’nindi, çünkü Hiyerarşi, etkili bir şekilde işe karışm ak zorunda kalmış, ve bazı dünya-dışı Yüce Varlıklar’m da yardımıyla, uzun bir kaos ve felâket döneminden sonra Atlantis uygarlığım âni bir şekilde sona erdirm işti. Bu son, yüzbinlerce beşeri dünya yüzünden silen, nihaî bir âfet vasıtasıyla oluşturuldu. Bu tarihî olayın hatırası, dün yanın her tarafında mevcut olan Tufan efsanesi sayesini' günümüze kadar korunm uştur. Kutsal K itaplar’da, bu âfetten sağ kalanlardan, Nuh’un Gemisi’nde kurtulanlar diye sembolik olarak bahsedilir (70). Kadim M etinler’de ise bu olay şu şdkilde anlatılır: «Bir ejder yılanının çöreklenmiş bedenini yavaşça açması gibi, Bilgelik Oğulları’m n önderliği altındaki insanoğülları da kıv rımlarını açtılar ve akm akta olan bir tatlı su ırmağı gibi ya yıldılar... Aralarındaki yüreksiz kişilerden çoğu, yollarda te lef oklular. Fakat çoğu kurtuldu.» Atlantis döneminde beşeriyet, esas olarak duygusal ve fizikî bir odaklanm a içerisinde olup, m odern standartları mız açısından, kemâle ermemiş bir gelişme seviyesindeydi. Aynı zamanda, beşerler, gezegenimizin beşer-altı âlemleri [bitkiler, hayvanlar âlemi, vb.] ile unsurlara ait güçlerini itaat ve kontrol altına almak gibi m ajik bir yeteneğe de sa hiptiler. Bunlar, pek az etüd edilmiş olan iki husustur. An cak, Atlantis konusuyla ilgili olarak, İlâhî Müdahâle olgusu da gereğince vurgulanmış bulunm aktadır, işte bu Iiâhî Mü dahâle sayesindedir ki, kendileri için henüz ‘spiritüel’ sıfatını kullanamayacağımız, fakat ahlakî açıdan sağlıklı olan bir azınlığın kurtarılm ası ve hatâlı bir şekilde odaklanmış veya yönlenmiş ve dolayısıyla da kendilerini m addi gayeler edin meye ve maddi algılayışa yönelik bir hayata adamış olanla rın yok edilmesi mümkün olmuştur. K urtarılan bu çekirdek, şimdiki kök ırkımız olan Aryen ırkının esasını oluşturm uş 64
tur. Eski Ahit’in tüm konusu, bu çekirdeğin gelişmesi ve bü yümesi çevresinde örülm üştür. Sembolik olarak, Nuh’un Gem isi’nin sakinleri ile onların neslinden gelenler ve Yahudi ırkı, beşeriyetin kurtarılm ış olan, kendilerine rağm en ve mu azzam zorluklarla yüzyüze gelinerek Yüce Beyaz Kadro tara fından kurtarılm ış olan bakiyesini temsil ederler. Bunda, iki noktaya dikkat etmek gerekir: Can’m bakış açısına göre önemsiz olan ilk husus, m odern araştırm acıları hayrete düşüren ve ilgilerimi çeken birkaç arkeolojik hâzine nin ve kadim bilimsel başarıların m odern öğrenciyi arp' tırm aya ve icatlarda bulunmaya sevkeden ve m odern bili m in zaferleri dediğimiz şeyleri keşfetmeye ve üretm eye zor layan o belli belirsiz hatıraları dışında, A tlantis’in harikulâde uygarlığının hemen hem en tüm izlerinin yeryüzünden kay bolmasıdır. İkinci husus ise, beşeriyetin hayrına yönelik olarak Hiyerarşi’nin arka plâna çekilerek, maddiyatçılığm serap ve illusionlarından, doğru yolları izlemek suretiyle kendi kendi ne çıkması ve sonunda kadim ayrılıkları sona erdirm esi için beşeriyeti yalnız başına bırakm ış olm asıdır (71). Atlantis Çağı’nm bütün bu nihaî etkilerinin ortaya çıktı ğı bu m odern dönemde, gözönüne alınması gereken birkaç hususun hatırlatılm asında yarar vardır. Bu hususları, kısaca ve açıkça şöyle belirleyebiliriz: Maddiyat ile maneviyat ara sındaki bölünme hatları, giderek artan bir şekilde netleşm iş tir. Bu sonucun oluşm asına vesile olan iki unsur vardır. Bi rincisi, On Em rin bildirilm esidir. On Em ir, biçimi bakım ın dan negatif ve tavrı bakım ından da dogm atik olmasına rağ men, meseleleri ve beşerlerden talep edilen davranış şekil lerini yeterince net bir şekilde ortaya koym uştur. On Em rin verildiği dönemde (İnoil’de belirtilen tarihler doğru olma yıp, On Em rin bildirilm e tarihi sanıldığından çok daha eski dir) dünya çapındaki beşerî zekânın nispeten aşağı seviyede olm asından ötürü, bu Em irler «Yapmayacaksın» form ülü ile ifade edilmiş ve böylece beşerin dikkati, m addî eğilimle rin m addî ifadesine yöneltilmişti. Gelecekte, On Emir, ter 65
sine çevrilmiş bir biçimde ifade olunacaktır ki, Hz. İsa’nın Dağdaki Va’zı ile M atta İncili’nde (5/3-12) geçen sözleri, bu nun cenin halindeki bir örneğidir. İkincisi, olgunluğa ve akimın erdiği yaşlara erişen beşe riyetin, baskının ve aşırı himayenin getireceği bir handikap ve engelleme ile karşılaşmayıp, başlıca İlâhî özelliklerini ifa de etmesi için, H iyerarşi’nin kendini geriye çekmesidir. Bu İlâhî özellikler arasında önde gelen nitelikler, özgür irade ve zihnin tefrik edici şekildeki kullanım ıdır. Atlantis dönemin de özgür irade yoktu. Günümüzde ise özgür iradeye yönelik b ir eğilim vardır, ki biz buna, hürriyet ve bağımsızlık, düşün ce özgürlüğü ve bireyin, bir parçasını oluşturduğu grubu kontrol eden veya kontrol etmesi gereken hususları tespit etme hakkı diyoruz. Bunların hepsi de özgür iradenin vasıf ve veçheleri olup, özgür iradenin kendisinin İlâhî prensibi de ğillerdir. Zaten, bu İlâhî prensip hakkm daki bilgimiz heni’" pek azdır. Seçme özgürlüğünün gerçek anlamını ve imâ ettiği kavram ları ve iradenin doğru kullanımım, sadece dünya m ü ritleri ile inisdyeler bilm ektedirler ve bunun sebebi de onla rın, grubun hayrına yönelik olarak ve çoğunluğun ihtiyacına göre hareket etm eleridir. Beşeriyetin karşı karşıya bırakılm ası sözkonusu olan ve günümüzde de dom inant faktör olarak ortaya çıkan epröv; zihnî gelişim ve bilgi ile teçhiz olunan beşeriyetin, bu bilgiyi ve bilimsel ve zihnî başarılarını; grup hayrına mı yoksa nefsanî amaçlara mı, m addî meselelere mi yoksa spiritüel dür tülere ve empiilslere mi adayacağı sorunudur. Bu kadim çatışm a artık günümüzde bir başka beşerî ifade alanına, zi hin alanına aktarılm ış olup, beşerî ırk ilerleme kaydettikçe ve beşerlerin kişilikleri yüksek bir bütünlem e ve başarı sevi yesine ulaştıkça bu çatışm a da hâd safhaya gelmiş, meseleler net bir hal almış ve hasım larm açıkça belirlenmiş iki grup halinde saflara ayrılması (72) artık öylesine tam am lanm ıştır ki, nihaî mücadele imkân dahiline girmiş bulunm aktadır. Planetimiz üzerindeki zekî beşerlerin ekseriyeti bu duru m u zekîce takdir etm ekte ve genellikle de bunun tem elinde 66
yatan şa rtla n zihnen tespit etme kapasitesini gösterm ekte olup, bakış açıları ulusal tradisyonlarla, kendilerine m iras kalan fikirler ve hareket hatlarıyla ve ayrıca çevrenin uygu ladığı kontrol ve taraf tutm a sonucunda ister istemez bu lanm ış olsa da, beşerî ırk nihaî kurtuluşuna doğru büyük •bir mesafe kaydetmiş bulunm aktadır. Dolayısıyla, ortaya konan belirli ölçüde b ir özgür irade sözkonusu olup, bu tamamiyle yeni bir faktörü ve son derece tatm in edici bir geli şimi oluşturm aktadır. Fakat son derece önemli olan şu hu susu da unutm am ak gerekir ki, kitleler hâlâ daha otoritenin, kontrolün kurbanları olup, nispeten düşünmeyen ve çocuk su kişiler seviyesinde kalm aktadır. Bu da, gerçek çatışm a nın; meseleleri açık bir zihinle net bir şekilde gören ve sa vaş halindeki güçlerden bir ya da diğerinin saflarında kesin likle yer alan küçük bir azınlık arasında olduğu anlam ına gelmektedir. Kadim Atlantis çatışmasındaki liderlerin doğ rudan neslinden gelen ya da daha ziyade onların enkamasyonları olan bir avuç insan, şimdi yeryüzii'nde olup, Işığın veya karanlığın güçlerini yönlendirmekte ve liderleriyle aynı m uradı taşıyan milyonlarca beşeri tek bir sıraya sokm akta dırlar. Bölünme hatları şimdiye kadar sürekli olarak öyle ge lişm iştir ki, artık beşeriyeti, yüksek spiritüel ve diğerkâmca değerlere yönelik olan ve prensipleri fedakârlık, grup hayrı ve dünya çapında bir anlayış olan kişiler ile; özellikle madde üzerinde odaklanmış olan ve nefsanî am açlar taşıyan, ihti rasla ve mal mülk edinme anlayışıyla hareket eden kişiler halinde ifade edebiliriz, işte, bu durum un hâd safhaya ulaş mış olması ve bölünm enin geniş kapsamı, beşeriyeti izle m ekte olan H iyerarşi’yi, Shamballa gücünün beraberinde ge tireceği risklere rağmen, doğrudan dünyaya neşrolm asm a izin vermeye şevketti (7-j). Amaç, kitlelerin özgür iradesini uyarm aktı; bu tesir neşriyatı büyük dünya ideolojilerinin form ül haline konulm asına ve ifade bulm asına yol açtığı için, ■bu uygulamanın kitleler üzerindeki sonucu nispeten hayırlı olm uştur (7,i). Bütün bu ideolojiler, kitlelerin herhangi bir 67
ülkedeki halkın içinde yaşadığı şartların daha iyi b ir hale getirilmesine yönelik arzularınca teşvik edilmiş olup, bu arzu, Shamballa tesirinin gücü tarafından odaklanmış, etki leyici ve yaratıcı bir hale getirilm iştir. Fakat, bu tesirin neşrolm ası sonucunda, birçok ülkedeki önemli şahıslardan olu şan belirli bir grup da uyarılmış ve böylece bu kimseler kit lelerin kontrolünü ele geçirerek, değişik ulusların dinî, poli tik ve sosyal m etodları ile hareket tarzlarını tayin edebilecek hale gelmişlerdir. H er ulusta, tüm önemli konularda karar veren ve tüm önemli ulusal faaliyetleri tespit edenler nispe ten az sayıdaki bir grup insandan oluşur. Bunu ya zor kul lanarak, korkutup aldatarak veya iknâ ederek, tatlı sözlerle ve ideolojik m otifleri uygulayarak gerçekleştirirler. Kader Rableri de bu kadim çatışmayı sona erdirm ek ve böylece beşeriyetin yeni Kova Burcu Çağı’na nispeten özgürce ve doğru beşerî hedeflere, doğru ilişkilere ve beşerin m ukadder olan geleceğine ilişkin olarak daha net bir anlayış edinerek girmesini sağlamak üzere bu durum dan yararlanırlar. Şimdiki dünya anlaşmazlığı ile şim diki dünya liderleri nin Atlantis dönemindeki çatışmayla ve liderlerle ilişkisi hak kında şu kadarını belirtm ek yeterli olacaktır: Aynı şahısların birçoğu, evrim sarm alının daha yüksek bir kıvrımı üzerinde olmak üzere, büyük 'piyes’teki çeşitli rollerini tekrar oyna m aktadırlar... Bu dönemde en önemli husus, neyin tehlikede olduğuna dair açık bir anlayışa ulaşm ak, konuyla ilgili de ğerleri doğru bir şekilde takdir etm ek ve hasım larm oluş turduğu iki grubu harekete geçiren idealleri doğru olarak kavram aktır. Atlantis dönemindeki savaşın Karanlık Güçleri, yani Kara Ustalar Kadrosu ile Işık Güçleri, yani Yüce Beyaz Kadro veya Ü stadlar Hiyerarşisi arasında olduğunu belirt miştik. Bu, o dönem için aşağı yukarı böyleydi; çünkü çatış ma iki ufak grup arasında olup, kitleler, savaşın ve gidişa tın şuursuz ve zavallı kurbanlarından ibarettiler. Günümüz de ise, savaş halindeki güçler arasında böylesine net bir ayı rım yapmamız ne m üm kündür, ne de m akûldür. Hiçbir ulus 68
ya da uluslar grubu, geniş kapsamlı b ir genelleme ile, kara ya da beyaz olarak sımflandırılamaz. Bunu unutm am ak ge rekir... Her ulusta, Işık Güçleri'nce etkilenen ve dolayısıyla da iyiniyet kavramına, tüm beşerler arasında doğru ilişkinin olması için duyulan arzuya ve gerçek b ir uluslararası ve dün ya çapında anlayış idealine norm al b ir şekilde ve kolaylıkla yanıt veren kişilerin kategorisine dahil olan binlerce kimse vardır. H er ulusta, bu pozisyonun hiçbir şekilde hitap etme diği ve hâlâ daha karanlıkta ve gerçek meselelere karşı kör olan kim seler de vardır. İyiniyetm ve anlayışın tesis edilişini görmeye çabalayanların çoğunlukta oldukları doğrudur ama, bu kişiler henüz durum u kontrol altına alacak ya da kitle lerin hayra yönelik iradesini izlemeleri için liderlerini zorla yacak güçte değildirler. Bu kimseler Işık Hiyerarşisi tarafın dan esinlendirilm ekte veya korunm akta olup, çatışm a sona erdiğinde bu iyi niyetin özgürce ifade bulmasını uyarm a gö revi de bu kişilerle gerçekleştirilm elidir (75). Öteki gruba gelince, onlar, eğilimlerinden veya kadim K arm a’dan ötürü, Karanlık Efendileri'nin neslinden gelmek tedirler; onların faaliyet ve idealleri maddiyatçılık güçlerinin faaliyetini m üm kün kılm aktadır. Onların en tehlikelileri da hi, her halükârda, şu ya da bu tü r bir idealizmin şuurundadırlar; fakat yanlış yola sevkedilmiş olup, fizik plân üzerinde yer alan ve form faaliyeti vasıtasıyla tezahür eden kudrete tam olarak yanıt verirler. Bu da Sham’o alla enerjisinin neşri yatıyla uyarılm aktadır. Onlar, bu tepki ve eğilimlerden ötü rü, m addenin bünyesinde yer alan ve tesirleri ve faaliyetle riyle, form un ve mevout durum un korunm asını sağlayan Ha yatlar ile Enerjiler için odak noktaları oluştururlar. Sürekli olarak, yeni olanı reddetmeye ve beşerî şuurun evrimini ve gelişimini engellemeye çabalarlar (T(î). Esas sorunun şuur ala nında olduğunu ve mücadelenin, form ile form un içindeki hayat arasında, ve beşerî ruhun özgürlüğüne yol açan ilerle me ile, beşerî şuurun hapsolm asm a ve onun özgürce ifadesi nin kısıtlanm asına yol açan gerici faaliyet arasında meydana geldiğini unutmayın. 69
c — Sadıklar P lâm ’ndan: Işık ve K aran lık M ücadelesi
Vaktiyle insanoğulları arasında b ir kavga ve bir mesele vardı. Bu kavga ve mesele, ruhun maddeye hâkim olmak ar zusunun, m addenin en âdî ve alçak saçakları içerisinde nefsaniyet ve iktidar mücadelesi olarak tezahür etm iştir. Nefsaniyet ve iktidarın ana kaynağı; ruhun, içerisinde salınım yap tığı üç buut realitesine hâkim olmak kaygısından ileri gelir. Şimdi bu Devre'de de bu kaygının en şuursuz faaliyetle rini görüyoruz. H er hali ile nefsaniyet ve iktidarın mücadele si; her sahada, her kademede tevali edip duruyor. Ve bir kişi çıkıp da: ‘Bu iktidar kavgasının kökü, insan varlığının ana problem idir. M aksat m uktedir olmak değil, m uktedir olma nın zaruretini teşkil eden bilgiyi elde etm ektir. Bu bilgi ise insan şuur ve vicdanına defaatle geldiği halde, ona kucak açan ve el uzatan hiç bir kimsenin bulunm am asıdır' diyemi yor. Basiret bağlanmış, kalpler m ühürlenm iş, diller tutul muş, ve adım lar ve adım lar.... (Cilt-7... Celse-18) Dünya insanı, eğer kendilerine verilecek olan im kânları yüksek hayır uğrunda ve gerçekten Rabbe hizmet tarzında kullanırlarsa, şüphesiz layık oldukları, vaktiyle işgal etm iş oldukları seviyeyi tekrar iktisap edebilirler. Bu tamamiyle dünya insanının ihtiyârm a bağlıdır. (Cilt-6... Celse-10) Kur’an- 40/21 : «Onlar, yeryüzünde dolaşıp, kendilerinden öncekilerin âkibetlerinin nice olduğunu görmediler mi? Onlar kuvvetçe de, yeryüzündeki [teknik ve uygarlık] eserleri bakımınd n da üstündüler. Böyle iken, Allah onları günahları yüzünden yakaladı.» Kur’a n -6 /6 : «Görmediler m i onlardan önce nice nesilleri helak ettik, ki onlara, yeryüzünde size vermediğimiz imkânları, kudretleri vermiş, onları yeryüzüne yerleştirmiştik, üstlerine bol bol yağmur yağdırmıştık, ayaklarım bastıkları yerlerden ırmak lar akıtmıştık, fakat sonra suçları yüzünden helâk ettik onları ve onlardan sonra da başka başka nesiller meydana getirdik.»
Arzın varlığı, insanın varlığı ile kaim değildir. Arzınızın üzerinde pek çok Âdemler doğmuş, pek çok Âdemler yok ol m uştur (7T). Sizin Mukaddes Kitaplarınızda zikredilen Âdem, 70
b u neslin tekâmül basamağını teşkil eden ferdin adıdır... Şu n u bir bilgi olarak öğreniniz ki, idrâkine sonra varırsınız; Arzınız bir hayli eski bir fizik küredir. Bu fizik kürenin mad dî yapısı, kendine has bir özelliği teşkil etm ektedir: Ve Kâi nat muvacehesinde tekâm ül edecek varlıkların m addî tesir ihtiyaçlarına göre hüviyet değiştirir... Pek çok nesiller gelip geçmiştir. K uran’da bahsedilen yok edilen m uhtelif kavim ler, bu gelip geçmiş, inkıraz bulmuş kavim lerdir. Ve bunlar ayrı tekâm ül nizamına tâbi olan varlık gruplarıdır. Sîzlerle onların arasında daim a bir ‘tufan’ olagelmiştir. H er tufan, b ir m addî Siklus’un hitam ı ve bir diğerinin başlangıcını ifa de eder. Bütün M ukaddes M etinlerinizde mevzubahis edilen insan, en yeni tufan’m akabinde enkarne olmuş olan varlık tır. İşte, ezel o noktadadır. Ebet, yeni bir tufan’m zuhuruna kadardır. Yeryüzü gerçekten bir harm an yeridir. Savrulur ve toplanır. Ekilir, savrulur ve toplanır. Incil’de buna ait, K ur’anda buna a
3. BÖLÜM
Âtlantis ve Çağdaş Kanıtlar «Kanarya Adaları’nm yerlileri olan Guancheler, doğrudan Atlaniisliler’in neslinden geliyorlardı. Adalarda bulanan eski is keletlerin iriliği de buna tanıklık eder... Bazı jeologlar, Madeira, Azorl îr ve Cape de Verde adalarının dahil olduğu volkanik ada lar grubunda, bir zamanlar Afrika’yı Amerika’yla birleştiren devasa bir batık kıtanın kalıntılarım görmektedirler.» Mme. Blavatsky a — Atlaniis ve Doğa Yaşamındaki Kanıtlar
Atlantis’in mevcudiyetini onaylayan birçok belirtiler var dır. Bunların önemli olanlarından bazıları şunlardır: 1898 yılında Atlantik Okyanusu’nda kablo döşemekte olan bir geminin m ürettebatı, 3000 m etre derinlikten, kimya sal bileşimi bazalt olan camsı bir lav parçası (tachylyte) çı karm ıştı. Bu parça şimdi Paris’teki b ir müzededir. Lav, bu tü r bir kimyasal değişime ancak norm al atm osfer basıncı altında uğrayabilir. Dolayısıyla, Azor Adaları’mn yaklaşık 800 km. kuzeyinde yer alan Okyanus yatağının, bir zam anlar su üzerindeyken lavlarla kaplanmış olması sözkonusudur. Göçmen kuşlardan, küçük, kahverengi ‘petrel’ kuşlan, her yıl Eylül ve Ekim aylarında Avrupa’dan Amerika’ya uçar ken Atlantiği aşarlar. Bu kuşlar, Senegal'ın batı kıyılarındaki Yeşil B urun’un 950 km. güneybatısındaki b ir noktanın üzeri ne ulaştıktan sonra ısrarla daireler çizerler ve sonra Brezil ya’ya doğru tekrar yola koyulurlar. K uşların hafıza kromo zomları, onlara, o noktada bir zam anlar b ir iniş yerinin bu lunduğunu bildirm ektedir (7S). Amerika ile Avrupa’nın, kıta tabanı üzerinde yükselen buz yığınlarından oluşan örtü buzulu, anlaşıldığına göre, bir zamanlar, şimdi Olcyanus’un altında uzanan bütün bir alanı kaplayan genel bir örtü buzulunun b ir bölüm ünü teşkil edi yordu. Bu da, Buzul Devri’nde Atlantiğin ortalarında bir kıtanın mevcut olduğunu gösterm ektedir.
Avrupa'nın Miyosen Çağı’ndaki bitkiler topluluğu ile Doğu Amerika’nın günümüzdeki bitkiler topluluğu arasında benzerlikler vardır. Yılanbalıklarınm, iç sulara alışık olan dişileri, yum urta dökme mevsiminde, hafıza kromozom larının dürtüsüyle, Sar gasso Denizi’ne giderler. Sovyet bilim adamı N.Zirov, Atlantik Okyanusu’nda yer alan bir kara kütlesinin, Golfistrim’in b ir zam anlar buzlarla kaplı olan Avrupa kıyılarına ulaşmasını engellemiş olduğunu belirtm ektedir. A tlantik’teki deniz altı dağsırasm m batı ya m açlarından yakın zam anlarda alm an num unelerde olağan okyanus çam uruna rastlanırken, doğusundan alınanların bu zul kökenli oldukları görülm üştür. Bunlar, anlaşıldığına göre, buzdağlarıyla taşınm ışlardı. Atlantis’in batışından sonra Gü ney Amerika’dan gelen sıcak su akıntısı, Batı Avrupa kıyıla rını yaladı. Ve klim atologların da onayladığı üzre, yaklaşık 12.000 yıl önce Buzul Devri’ne son verdi. Amerikalılar, Atlantiğin sularına gömülü olan bir tepe nin üzerinden, kireçle kaplı olan çok sayıda disk biçimi obje ler çıkardılar. Doğal değil de beşer yapısı olan bu diskler 15 cm. çapında ve 4 cm. kalınlığmdaydı. O rtalarında bir delik bulunuyordu; yüzeyleri yer yer düzgün, yer yer pü rüzlüydü. Radyokarbon testleri, bu objelerin 12.000 yıl önce su üzerinde oluşturulm uş olduklarını ortaya koymuştur. b — Atlantis ve Okyanus Altındaki Keşifler
Edgar Cayce, Atlantis kalıntılarının Bimini Adaları ya kınında 1968 ve 1969 yıllarında denizden yükselmeye başla yacağına dair bir kehanette bulunm uştu. Nitekim, 1968 yılın da Amerikalı pilotlar Bob Brush ve Trig Adams, adanın sahan lığı üzerinde büyük bir dikdörtgen yapının varlığım tespit etm işlerdi. Bu sualtı kalıntısının hava fotoğrafları, mevcut bölüm lerinin orantıları ile Maya m im arisini andırdığından, bunun batık bir ‘m abet’ olması ihtimalini güçlendirmekteydi. Arkasından, Brush, Adams ve Miamili ünlü arkeolog ve dal gıç Prof. J. Manşon Valentüne, ilk taş yapının yakınında iki 73
benzer sualtı yapısı daha keşfettiler. Küçüğü 25 x 15 m etre ve büyüğü de 30 x 18 m etre boyutlarmdaydı. Ve kısa bir süre sonra Prof. Valentine, Dimitri Repikoff, Jacques Mayol ve diğer bazı kişilerle birlikte ünlü Bimini Duvarını ya da Yolu nu keşfetti. Bunu, çeşitli türden birçok ilginç sualtı kalıntı sının keştifleri izledi. Aşağıda, yazar Brad Steiger'in, Prof. Valentine ile bu konuda yaptığı bir röportaj yer alm aktadîr. S — Elimde, «bir kadim mabedi keşfettiğinizi ve bunun heyecan verici ve aynı zamanda tedirgin edici bir keşif oldu ğunu» bildiren 23 Ağustos 1968 tarihli haberin bir kopyası var. C — Bunu biraz değiştirmeniz gerekecek. Orası kutsal bir yer olabilir ama, b ir m abet olup olmadığım kesin olarak bilmiyoruz. Bimini Adaları bölgesinde hem havadan keşif yapıyor hem de dalarak deniz altını araştırıyordum , ve so nunda, insanların iskân etmiş oldukları ve tasarım lanm ış ve insan elinden çıkmış bir yapı desenine sahip olduğu sağlam bir şekilde belirlenen bir yere rastladım . Doğrusal düzenle meler, kareler, dikdörtgenler ve yollar bulduk. Taa Orange Mercan Adası’na kadar, tüm m ercan adalarının rüzgâr üstü ve rüzgâr altı taraflarında tam anlamıyla düz çizgiler uza nıyordu. S — Fakat, bu yapının, Mayalar’m Yucatan, Uxmal'daki ‘Kaplumbağalar Mabedi'nin plânının bir kopyası olduğunu açıklamıştınız. C — Evet, burası o mabetle aynı şekle ve boyutlara sa hip. Aynen Kaplumbağalar Mabedi'nde olduğu gibi, 30 m etre uzunluğunda ve 18 m etre genişliğinde, ve doğu kenarı duvar la bölünmüş. Yucatan’daki m abette de görüldüğü gibi, batı kenarındaki köşeler ve özellikle güneybatı köşesi de bölün müş. S — Buraları Mayalar’a ait olabilir mi? C — Hayır, M ayalar’a ait olduklarını sanmıyorum. Bildi ğiniz gibi, Mayalar buraya sonradan gelmişlerdi. S — Kaplumbağalar Mabedi'nin M ayalar’a affedilmesine rağmen, Maya öncesi bir döneme ait olabileceğini mi imâ ediyorsunuz? 74
C — Bunlar nesilden nesile geçer. Komple metafizik fel sefeler bir nesilden ötekine aktarılm ıştır. Geçmiş devirlere ne kadar derinlemesine girerseniz, felsefeler de o kadar ev rensel bir karaktere bürünür. Bu, son derece önemli bir hu sustur... Fakat belki de en önemli keşfi, 2 Eylül günü, hem de b ir rastlantı sonucu yaptık. Iş arkadaşlarım la birlikte, derinlerde jraptığımız dalışlardan biraz hayal kırıklığına uğ ram ış bir halde, k ıy ^ a yakın olan bir kayalığın üzerinde azı cık soluklanmaya k arar vermiştik. Dalmamla birlikte bir sürü taş bloka rastladım . S —- Bunların doğal kökenli olup olmadıklarını saptaya bildiniz mi? C — Doğal kökenli olmadıkları hakkında sağlam kanaat ler edindim ve ertesi yılın Ocak ayma kadar bunu bir sır olarak sakladım. Dimitri Rebikoff bölgenin fotoğraflarını çekti ve bu fotoğraflardan oluşturduğu bir mozaikte bu ya pının 240 m etrelik düz bir hat halinde uzandığını belirledi. Bu noktadan sonra yapının, bazı doğrusal düzenlemelerin yanısıra, güzel bir eğri çizdiğini keşfettik. Aynen bir dolmen gibi sütunlar üzerinde duran, altı m etre uzunluğunda, son derece iri taşlar vardı. Bunlar ve diğer bazı özellikler, bu yapının bir doğal fenomen olmadığını açıkça belirlem ekte dir. S — Yapıların yanısıra, insan elinden çıkmış başka her hangi bir obje bulabildiniz mi? C — Henüz değil. Ne var ki, okyanus yatağındaki son derece geniş bir alanı kaplayan ve kentleri andıran, hayret verici bazı yerlere rastladık. Bunun arkasından, Bimini’nin doğusunda son derece önemli olan bir yer keşfettik. Ora da bir tü r set, yani altı m etrelik bloklardan oluşmuş büyük b ir bent, eşmerkezli daireler ve işaretli blokların bulunduğu alanlar var. Bu yapının ne anlama geldiğini tam olarak bile m iyorum ama, burası gerçekte, bir sarnıca su doldurm ak için kullanılm ış olan kadim bir bent olabilir. Bu sarnıcın kalın tıları da büyük bir dikdörtgen biçiminde olmak üzere hâlâ daha yerinde durm aktadır. Ayrıca Baham a'm n kıyı suları 75
nın her yanında 'hayalet desenlere’ [deniz altında yer alan kalıntıların su üzerindeki ekolojik yansım alarına] rastlı yoruz. Bunlar, doğal oluşum lar olarak açıklanamayan dik dörtgen ve diğer şekillerden meydana gelmektedir. Bunlara son yıllarda eklediğimiz bulgularla birlikte, bu türden en az elli saha keşfetmiş bulunuyoruz. Bir keresinde Bogota’dan havalandıktan sonra, deniz altında yer alan muazzam yapı lar gördük. Bunları tekrar keşfetmemiz gerekiyor ama, ora da oldukları kesin. Dahası, bir yerde, kesinlikle ok biçiminde olan ve kuzeybatı yönünü işaret eden b ir yapı var. Ayrıca, denizin karanlık dibinin aksine beyaz renkte gözüken bir bina da keşfettik. S — Yazı türüne benzeyen herhangi b ir şeye rastladınız mı? C — Böyle bir keşifte bulunabilecek kadar uzun bir süre su altında kalm adık ama, birçok sembolik çizime rastladık. New Providence açıklarında, bir yazının mevcudiyetini imâ edebilecek olan bir dizi sembol gördük. Bunlar, birbiri arka sına dizilmiş olan, muazzam cesam etteki elipsler, daireler, kareler ve son derece düzgün bir açıdan meydana geliyordu. Sanki, çok büyük mikyastaki bir yazının parçalarını oluş turuyorlardı. Bimini bölgesinde dalışlar yapan ve fotoğraflar çeken diğer araştırm acılardan John Alexander da, Brad Steiger'e aynı konuda ilginç açıklam alar yapmıştı: S — Ne zaman dalış yaptınız? C — Haziran 1971’de. Başkalarının keşif gezileri hakkın da kitaplardan bilgi edinmek yerine, her şeyi gidip yerinde kendim denemek isterim. Ayrıca çok da okurum. Kanaatim ce, burası [Bimini kalıntıları], tek başına, belirli derecede b ir teknolojiye sahip olan bir afet öncesi uygarlığını imâ etm ektedir. Daldığınızda ve aniden bir dizi iri taş blokla karşılaştığınızda, okyanus yatağından çok farklı olan b ir şeyi görmekte olduğunuza dair en küçük b ir kuşkunuz kal mıyor. Pekâlâ, diyelim ki, bu bloklardan birkaç tanesi doğa nın eseridir. Fakat, bu yapıda rastlanan ve geometrisi son
derece düzgün olan açıların çokluğu, bunun doğanın b ir oyu nu olması ihtim alini ortadan kaldırm aktadır. Dolayısıyla da b u bloklar, okyanustaki iç streslerden ötürü oluşmuş ola mazlar. Burada, taş bloklar, 1800 m etre boyunca birbiri ar kasına dizilmiştir. Eğer bu m untazam açıları stres oluştur muş olsaydı, o zaman bloklar boyunca yarıklar meydana gel m iş olmalıydı. Bu bloklardan bazılarının cesametini, bir dal gıçla karşılaştırdığınız zaman idrâk ediyorsunuz. Bazıları binlerce kilo ağırlığında olup, dev cesam ette m untazam açı lar oluşturm aktadırlar. İki, ikibuçuk m etrelik kare blokların yam sıra, uzunlukları 4,5 m. ile 12 m. arasında değişen dev bloklar da m evcuttur, ve hepsi de sanki örülm üş gibi dur m aktadır. S •—■ Sizce burası çok daha büyük bir kentin sadece ufak bir bölümünü m ü oluşturuyordu? C — Evet. Gayet iyi b ir dalgıç olduğum gibi, çok uzun m esafeler boyunca da yüzebilirim. Orada dalış yaptıktan sonra, gidebileceğim en son noktaya kadar yüzdüm. Görüle cek o kadar çok şey vardı ki, hangisine bakacağımı şaşır mıştım . Dr. Valentine’e göre, burası, taa Yucatan’a kadar ve b ir yandan da kuzeye doğru uzanan bir dizi yerden sade ce birisidir. S — Bu yerin kadim bir uygarlığın kalıntıları olduğu gerçeğine karşı bilim çevrelerince yöneltilen eleştiriler var mı? C — Bu eleştiriler arasında en sık rastlanam , burasının m uhtem elen kaplum bağa ağılları olarak inşa edilmiş oldu ğuna ilişkindir. Deniz kaplum bağaları bu bölgede oldukça değerli bir ticarî m eta’dır. Fakat, bu durum da, sırf kaplum bağaların sürüden ayrılm alarım önlemek için binlerinin ton larca kayayı taşımış olm aları gerekir. Başlangıçta keşfedilen yerlerden bazıları gerçekten de kaplum bağa ağılları olabilir. Buraları, kolaylıkla taşınabilecek türden ufak bloklardan inşa edilmiştir. Fakat, bahsettiğimiz yer kıyıdan o kadar uzaktadır ki, kaplum bağa ağılı teorisi tümüyle çürtimektedir. Ayrıca, fotoğraflarda da gördüğünüz gibi, bu yerler dev bloklardan yapılmıştır. 77
S — Bu taş blokların mahiyeti nedir? C — Çeşitli yerlerde çeşitli türden taşlar var. Bazı sü tunlar üzerinde tarihlendirm e çalışmaları yapılmış ve bile şim leri analiz edilmiştir. «Gizli ve güvenilir bir kaynağa gö re», analizin neticesi pem be m erm er olm uştur. Bu tür m er m er günümüzde sadece İtalya, Sicilya ve G irit'te çıkm akta dır. Bimini açıklarındaki bu yer, buralardan binlerce kilo m etre ötede olduğuna göre, geriye iki ihtim al kalm aktadır: 1— Bu m ateryali buraya taşımaya m uktedir olan bir tekno loji mevcuttu; veya 2— O zam anlar su üzerinde yer alan b ir başka ülkede bir başka pembe m erm er yatağı vardı. Üçüncü bir teoriye göre de, Onbeşinci Yüzyılda gemiler safra olarak pembe m erm er kullanıyorlardı, ve gemiler battığında tahta lar çürüdü ve m erm er safra ortaya çıktı. Peki, bu yapı İ8001 m etre“uzunluğunda olduğuna göre, batan geminin bir uçak gemisi cesametinde olması gerekmez miydi? S — Bimini açıklarındaki yapılar, sizce, kesinlikle Tu fan öncesine ait bir uygarlığın kalıntıları mıdır? C — Evet. Bu yapılar, Aztek veya Maya uygarlıkların dan çok daha eski bir geçmişe dayanm aktadırlar. Bunların keşfedildiği alan, en azından 10.000 yıldır su altında bulun m aktadır. S — Bu yapılara ilâveten, insan elinden çıkmış olan baş ka herhangi bir obje bulabildiniz mi? C — Hayır. Bunun önemli olduğunu da sanmıyorum. «Peki, çanak çömlekler ile süs eşyaları nerede?» sorusuna sık sık m uhatap oluyorum. 10.000 yıldır okyanus altında kal mış olan bir alandan bahsettiğimizi unutmamalıyız. 10.000' yıl süresince okyanusta bırakıp da kolayca teşhis edilebile cek bir halde tekrar su üstüne çıkarabileceğimiz pek fazla objenin bulunduğunu sanmıyorum. Ayrıca, radyokarbon ta rihlendirm e sistemimizde de bazı sorunlar vardır. Eğer bir kıtayı yok edebilecek kadar şiddetli bir afet meydana gel diyse, bu afet, radyokarbon tarihlendirm e sistemini değişti recek kadar belirgin olan radyasyon varyasyonlarına yol aç mış olabilir.
Araştırm alarım iki ayrı kısım dan oluşm aktadır. Birin cisi, buradaki fotoğraflarda gördüğümüz gibi jeofizik mahi yette olup, elle tutulabilir türdendir. A raştırm alarım ın öteki veçhesi ise, psişik mahiyettedir. İpnozla ekminezi çalışmala rı yaparım, ve bu sayede Atlantis hakkında oldukça enfor masyon edindim. Bu enformasyona göre, birbiri arkasına gelen ve çok farklı türden olan birkaç uygarlık sözkonusudur. Birçok kimse A tlantis’i okyanusun suları altında kalan bir kayıp ada veya kent olarak düşünme eğilim indedir ama,, ben ve arkadaşlarım , Atlantis'in muazzam bir kıta olduğu kanaatindeyiz. Atlantis’i [G irit'teki] Minos kültürüyle irtibatlandıran birçok çalışm alar yapılmıştır. Ancak, bu ilişki, tam olarak tatm in edici olmayıp, Atlantis sorununa sadece kısm î b ir çözüm getiriyor olabilir. Atlantisliler’in, kurduğu' kolonilerle genişleyen bir uygarlık oluşturacak kadar ileri b ir seviyede olduklarım sanıyoruz. Bu koloniler de m uhak kak ki büyük afetten etkilenm işlerdi ama, ana kıtanın etki lendiği derecede değil. Orta Meksika ile Y ucatan’daki bazı bulgular bu yerlerle Atlantis arasında irtib at olduğunu be lirlem ektedir. Dünyanın her yanındaki kültürler ile kültürel tasarım lar öylesine dünya çapında özellikler gösterm ekte dir ki, Atlantis tesirinin son derece uzak yerlere kadar uzan dığı kanısındayız. S — Atlantisliler ne derece ileriydiler? Onların uygar lıklarının bizimkiyle aynı seviyede olduğunu söyleyebilir miyiz? C — Ben de, Edgar Cayce’yle ve gerçekten de ileri sevi yeden bir teknolojiye ulaşanların Atlantis’in ikinci uygarlığı olduğunu söyleyen bazı durugörürlerle aynı fikirdeyim. Ha vadan ağır araçlarla uçabildikleri, kendi kendine yeten at m osferik şartların bulunduğu yeraltı alanlarına ve bizim kullandıklarım ızın çok ötesindeki bir enerji kaynağına sahip oldukları m uhakkaktı. Sanırım bizim uygarlığımız, temelde çok basit olan muazzam bir enerji kaynağım gözden kaçır m ıştır. Birçok kişi bu konuda hem fikirdir, ve denildiğine göre, Atlantis ikinci kez, kaçak enerjiden ve içe dönük deh 79
şetli bir patlam adan [implosion] ötürü batm ıştı. Psişik b ir •celse sırasında aldığımız bilgi de bu yöndeydi. Bimini açık larında fotoğrafını çektiğim alanın, m uhtemelen, teknolojik olarak ötekilerden daha aşağı seviyede olan üçüncü safha dan kalmış olduğuna inanıyoruz. Edgar Cayce, nihaî batışın yaklaşık 10.000 yıl önce meydana geldiğini söylemişti. Psişik kanaldan tarih tespiti yapmak çok güç olmasına rağmen, benim aldığım bilgi de buna uygundu, yani 10.000 ilâ 12.000 yıl kadar önce batm ıştı. Brush, Adams ve Prof. Valentine'in 1968 yılındaki çar pıcı keşiflerinden etkilenen sadece J. Alexander değildi. De niz arkeologu Robert Marx, daha başka sualtı yapıları bula bileceğini düşünerek Andros civarında araştırm alara giriş mişti. Andros’un batı kıyıları çevresinde dalış yapan Marx, tam oniki adet batık taş yapı keşfetti! 1971 yılında Andros Adasına geri dönen Marx, bulduğu yapılardan biri üzerindeki çam ur tabakasını 3 m etre derinliğe kadar kazdığım ve buna rağm en taş duvarın tabanına erişemediğini açıklıyordu. En ilginci, insan elinden çıkmış bazı objeler bulm uştu: Bunla rın arasında, seram ik bir insan yüzü, eğimli bir m erm er par çası ve bir düzine kadar kırık çömlek parçası bulunuyordu. Bahama Adaları açıklarında, dikdörtgen biçimindeki ya pıların yanısıra dairevî ve diğer şekillerdeki kalıntılar da 'bulunm uştur. Prof. Valentine, Muse News adlı dergide yayım lanan bir yazısında, Andros Adası’nm kuzey kıyılarına ya kın bir yerde rastladığı bir altıgen yapıdan bahsediyordu. Aynı dergide bu ilginç yapının bir fotoğrafı da çıkmıştı. Bob B ru sh da 1973 yılında Andros açıklarında dairevî yapılar keşfetmiş, uçaktan fotoğrafını çekmişti. Dairevî yapıların bu fotoğrafa dayanan bir çizimi, ancak 1978 yılında New World Antiquity dergisinde yayımlanabildi. Batık kalıntılar muammasının en heyecan verici veçhe lerinden biri de kuşkusuz, Bahama Adaları ile civardaki böl gelerde batık ‘piram itlerin’ bulunm ası ihtimalidir. Charles Berlitz’in Mysteries From Forgotten Worlds adlı kitabında bir harita gemisi kaptanı tarafından 12 kulaç derinlikte tesS0
pit edilen bir 'basam aklı piram it'ten söz edilmektedir. Aynı kitapta, Büyük Bahama Sahanlığı üzerinde yer alan bir diğer batık piram itten de bahsedilir. Bu piram idin tepesi düz olup, 55 x 45 m etre boyutlarm dadır. 1977 yılında Kaptan Don Henry, deniz dibinin profilini çıkaran sonar cihazıyla, Florida'nm 65 km. kadar güneyinde ve 200 m etre kadar derinlikte bulunan devasa bir batık piram idin gayet net b ir görüntüsü nü elde etm iştir. Bu dev yapının tabanı 165 metreyi, yüksek liği de 135 m etreyi bulm aktadır (7B). c — Atlantis ve Deniz Altındaki Gizemli Piramit
Dr. Ray Brown 1968 yılında keşif ekibiyle birlikte, batık İspanyol kalyonlarının hazine dolu yükünü aram ak için Ba ham a Adaları civarındaki bir noktada dalış yapıyordu. Su yüzeyinde oldukça az olan görüş mesafesi dalıştan sonra da artm am ıştı. Sanki, bir tü r deniz hareketi sonucunda, SU dibindeki birikintilerden oluşan bulutlar ortalığa yayılmıştı. Birden yukarıdan aşağıya doğru güneş ışınlarının süzüldüğünü farketti. Fakat bu huzmeler okyanusun yüzeyinden de ğil de, 22 kulaç derinlikte yer alan yaklaşık 28 m. yükseldi ğindeki, Mısır stili (80) bir piram idin tepesinden neşroluyordu! Ekip üyeleri bu inanılmaz keşiflerini incelemek üzere piram idin yakınm a yüzdüler. Piram it, m erm er benzeri bir taştan inşa edilmişti, ve en ilginci, batık objeleri kaplayan m ercanlardan ve diğer deniz m ahlûkâtm dan bu yapı üzerin de eser yoktu. Dr. Brown, ‘mavimsi’ renkteki tepe kısmının hem en alt seviyesinde yüzerek piram idin çevresini üç kez dolandı. Üçüncü yüzüşünde, yapının üzerinde bir giriş yeri gördü. Bu delikten içeriye girdiğinde, mabede benzer bir odaya rastladı. Odanın duvarları eğim yaparak yükseliyor ve tavandaki bir zirve noktasında birleşiyoriardı. Duvarları oluşturan taşların üzerinde Gamalı H açlar vardı (81). İçerde, tah ta benzeyen ve bir tanesi diğerlerinden daha yüksekte yer alan 7 tane iskemle vardı. Odanın duvarları boyunca oturm a yerleri sıralanm ıştı. Merkezdeki bir kaidenin üzerinde, bel hi zasında yer alan iki tane m etalik kol yükseliyor, bilek nahiye 81
sinde birbirine temas eden ellerin açık duran avuçları için de ufak, kristal görünümünde bir küre duruyordu. Tavan dan m etalik kollara doğru bir sütun uzanmaktaydı. Gözetlendiği hissine kapılan Dr. Brown’i bir korku kap ladı. Piram idin çevresinde iki kez yüzdüğü halde göremedi ği giriş yerinin tekrar kapanacağından emindi. Dışarıya çıka cağı anda, âni bir kararla, kristal küreyi yuvasından söküp aldı ve yüzerek odayı terketti. Piram idin dışında araştırm a larını sürdüren öteki dalgıçlar da, bu arada, garip görünüşte çeşitli objeler bulm uşlardı. Bunlardan bazıları ‘elektrik cihazları’nı andırıyordu. Piram idin bulunduğu bölgenin 'la netlenm iş' olabileceğinden çekinen Dr. Brown, bir daha ora ya gitmedi. Ne varki, ekibindeki dalgıçlardan üçü kendisiyle aynı fikirde değildiler ve aynı noktaya ikinci kez araştırm ak üzere geri döndüler. Bu onların son m acerası olmuştu: Ba şıboş bir şekilde sürüklenen m otorları bulunduktan sonra bu dalgıçlardan hiçbir haber alınamadı! Dr. Brown bu olayı ancak M art 1975'te açıkladı ve kristal küreyi The New Atlantean Journal dergisinin editörlerine gösterdi. Kristal küre göz seviyesinde tutulduğunda, kürenin içinde, bazen bir dördün cüsü de olmak üzere, üç tane piram id im ajı görülüyordu. Belirli aralıklarla ve farklı mesafelerde sıralanm ış olan bu piram idler, belki de, Mısır’daki Gize Piram itleri’nin birbirleriyle açı yapan dizilişini m inyatür bir şekilde canlandır m aktaydılar. Daha da ilginci, metali iten bu kürenin ‘karşıt çekim' özelliklerine sahip olması sözkonusuvdu. d — Atlantis ve K eşif Heyetlerinin Bulgulan
Ağustos 1969’da bir Amerikan-Ispanyol ortak keşif heye ti, Ispanya’nın kuzey sahillerinde yer alan Santander kenti nin onsekiz kilom etre kadar açığında, Biskay Körfezi yakı nındaki bâr mağarada, herhangi bir çürümeye maruz kalma dan korunmuş olan 30.000 yıllık iki erkek cesedi bulm uştu. Bu, «Avrupa’da bir benzeri daha olmayan bir keşif» olarak nitelendirildi. Beş HollandalI uzman, Kuzey Hollanda'daki Groningen Üniversitesi’nde cesetleri inceledikten sonra, ince 82
nesiçli kilin derine nüfuz etmesi sayesinde gayet iyi korun m uş olan bu bedenlerin, hemen hemen tamamiyle, günümüz deki beşer bedeninin aynısı olduğunu gördüler. Temmuz 1973’te, Bn. Maxine Asher’in başkanlığındaki, aralarında ünlü araştırm acı Dr. Egerton Sykes’ın da bulun duğu bir bilim ekibi, Ispanya'nın güneybatısındaki Cadiz Körfezi’nin deniz yatağında, devasa taş bloklar, yollar, du varlar ile bazılarında eşmerkezli sarm al m otifler bulunan iri kolonlardan oluşan batık bir kent keşfetm işti. «Moskova (UPI) — Bir Sovyet bilim adamı, Cebelitanğm batısında yakın zam anlarda araştırm alar yapan bir keşif heyetinin, tam Grek filozofu Eflatun'un belirttiği yerde ka yıp Atlantis kıtasını bulm uş olabileceğini açıklam aktadır. Sovyet Oşmoloji E nstitüsü’nün Başkanı olan Prof. A. A. Aksyenov. Işık adındaki Sovyet dergisine yaptığı açıklamada, ke şif heyetinin, Okyanus yüzeyinin 90 ilâ 180 m etre altında ka lıntılara ve düz tepeli bir grup dağa rastladığım söylemiştir. At nah şeklindeki bu batık alan, Cebelitarık Boğazı’nm açık larında, E flatun’un kayıp kıtanın yeri olarak işaret ettiği bölgede yer alm aktadır. Prof. Aksyenov’a göre, Kurchatov araştırm a gemisinden çekilen sekiz sualtı fotoğrafı, deniz altındaki düz tepeli dağlardan biri olan Ampere Dağı’nın üzerindeki kalıntılar üzerinde odaklanm ıştı: «Bu fotoğraf larda, oldukça net bir şekilde, tuğla veya taş duvarlar ve geniş basamaklar görülm ektedir.» (Kanada’da yayımlanan The Toronto Sun gazetesinden, 3-4-1979)
83
D İ P N O T L A R
(1) Sais’teki Mısırlı Rahip Sonchis, İ. Ö. 6’neı Yüzyılda, ün lü Yedi Grek Bilgesi’nden biri olan Atinalı Solon’a şöyle diyordu: «Siz hepiniz [Grekler] genç canlarsınız; çünkü yaşlanm ış olan herhangi bir eski tradisyona, kadim inanca veya bilgiye sahip değilsiniz. Ve bunun sebebi de şudur: Be şeriyet birçok yıkıma uğramıştır, ve uğrayacaktır da.» Bu sözlerden anlaşıldığına göre, Kadim Mısırlılar’m kendileri binlerce yıllık kayıtlara sahiptiler. İşte bu kayıtların bil gisiyle mücehhez olan Sais Rahipleri, Mısır’ı ziyareti sıra sında Solon’a, Atlantik Okyanusunun sularına gömülen ha rikulade bir uygarlıktan, yani Atlantis’ten bahsetmişlerdi. Solon’dan yaklaşık ikiyüz yıl sonra, Grek düşünürü Eflatun, Solon’dsn aktarılagelen Atlantis’le ilgili bu enformasyonu Timaeus ve Critias adlı diyaloglarında işledi. Ayrıca, Proclus’tan öğrendiğimize göre, Eflatun’un kendisi de Mısır’a gitmiş ve Sais’te Başrahip Pateneit, Heliopolis’te R °hip Ochlapi ve Sebennytus’ta da İnisiyatör Ethimon ile görüş müştü. Dolayısıyla, Eflatun bu Mısır gezisi sırasında Atlantis hakkında birinci elden bilgi de edinmiş olabilirdi. (2) Dünya gezegeninin varoluşundan bu yana geçirmiş oldu ğu tüm oluşumun en ince ayrıntılarına değin enerjetik kod1-r halinde kaydolunduğu bir Akaşik Kayıt Merkezi var dır. Bu enerji rezervuarı, dünya planetinin astral enerjetik ikizinin özel bir katmanmdadır (Bkz: Sadıklar Plânı.. EkCilt). Bu kayıt merkezi, ilgili yüksek ruhsal varlıklar’m de netim ve gözetimindedir. Bu kayıt merkezinde, geçmiş uy garlıkların da tüm ayrıntılarına değin kayıtları vardır. İda reci Mekanizma, gerek ve ihtiyaç duyduğu zaman, dünya beşeriyetine, geçmişe ait bilgi veya bilgi grubunu vermek istediğinde, bu kayıt merkezinden hazırlanan bir enformas yon, çeşitli yollar ile aşağı fizik plâna verilir. Bu yollardan birisi de, bir medyom vasıtasıyla o enformasyonun aktarıl masıdır. Üstad Koot Hoomi : «Sık sık, çift tırnak koymadan, sözün gelişi, Akaşik kütüphanelerimizin sayısız dosyalarından al dığım enformasyon labirentinden gözüm kap h alıntı ya parım.» (Mahatma M ektuplarından) (3) Uzay Komutanı Athena: «Daha i'şağı seviyeden bir ruh formuna ilk iniş sırasında, yeryüzünün sislerinin ilk sakin
leri, sadece, ruhtan daha yoğundular; fiziki form a bürün enemişleri! i. Yoğunluğun yaratılışı, çok daha sonra geldi. O başl.'.ngıç dönemlerinde, yeryüzünde ruhlar, yukarıdaki âlemler ile tam. bir irtibat içerisinde yaşadılar. Sonra, bu nu, benliğin kendini ispat etme çabasına ilişkin uzun dö nemler izledi. Yasak meyva sembolizmi ve elmanın yenme si, beşerin yaşam alamna ‘irade özgürlüğü’nün girişini tem sil ediyordu. Bundan böyle, beşeriyetin masum iyeti ile kay gısızlığının yerini, sağ kalmak için kendilerinin gösterdiği çabalar ile kendilerince yaratılan yaşam güçlükleri almıştı. Önceleri, ruhsal varlıklarla biraz yandaşlık hâlâ daha dev m etti ama, zamanla, bu tür tüm irtibatlar, beşerin ken di yoğunluğu tarafından kesildi ve böylece beşer, kendi ar zusuyla, güzelim ‘bahçesi’nden atıldı.» (4) Bkz: Mu, kitap -10. (5) Mme. Blavatsky: «Tüm Veliler’in Atası olan Yüce Yogi ‘Rııdra Shiva’, Ezoterizmde, İlâhî Sülalelerin en yüce Kralların dan biridir. En Baştaki ve En Sondaki sıfatlarıyla anılan Rudra Shiva, 3’üncü, 4'imcü ve 5’inci Kök Irkların Hamisi olup, aynı zamanda ‘Zaman’ın tanrısı’dır da.» Shiva için bkz: Bilgi Çağma Giriş, k ita p -58... D ipnot-45 ve 76. (6) Üstad Koot Hoomi: «O büyük olay, Ateş Sisi’nin Oğullan’mn, yani Shamballa’nın sakinlerinin Poseidonis’in nefsanî olan, fakat tamamiyle de kötü olmayan majisyenlerine ga lebe çalması olayı, tam 11.446 yıl önce vukû bulmuştur.» (Mahatma Mektupları’ndan) (7) Sathya Sai Baba: «Bir bireyin arınmışlığı, duygularm kon trolü cetveliyle ölçülür... Zihniniz kontrol edilebilirse, mu hakkak ki, yararlı bir iş yapabilirsiniz ve hayatınızın bir am acı olur.» (8) Bkz: Kötülük ve Kaynakları, k ita p -59... Böl: 6. (9) Sadıklar Plânı: «Şüphesiz, dünyanızın çok eski geçmişleri vardır. Ve çok bozulmalar, kurulmalar, dağılmalar olmuş tur. İcabında herhangi bir yaratığın gerekli şekilde tekâ mülüne hizm et edemeyecek kadar yozlaşmış, icabında fev kalâde bir hizm et görecek kadar gümrah bir hale gelmiş tir. Yani mektepler açılmış, mektepler kapanmıştır. Her mek tep açılış ve kapanışta, İdareci Kadrosu değişmiştir. İşte bu İdareci Kadrosu, halihazırda ve sizin (için) ‘ezel’ dedi ğiniz vakitten ‘ebed’ dediğiniz vakte kadar tek bir Rabbin ve İlâhî Mekanizma temsilcisinin, muktedir kâvî el’Ii bir
Varlığın sevk-ü idaresinde bulunmaktayız. Bu Devre’nin hi tamında, yani mektebin kapanışında, şüphesiz, O nun da vazifesi hitam bulacaktır.» (C ilt-7.. C else-6) Kur’an- 29/38 : «Âd i!e Semud’u da (lıelâk ettik. Onların başına neler geldiği) hakikat sizin için el’an (o harab) ev leri ciheti(nden) belli olmaktadır. Uyanık (insan)lar olduk ları halde şeytan onların amel (ve h arek etlerin i süsleyip kendilerini yoldan saptırmıştır.» Kur’a n -41/3 : «Eğer onlar (bıı beyandan sonra yine iman dan) yüz çevirirlerse de ki: ‘Âd ve Sem ud(u çarpan) yıldı rım gibi size de bir azabı (n gelip çatabileceğim) hatırla tırım.’» Kur’a n -51 /4 1 -4 2 : «Âd (kavminin helak edilmesin) de de (ibret vardır). Hani onların üzerine o kısır rüzgârı gön dermiştik. (Öyle bir rüzgâr ki) her uğradığı şey’i (yerinde) bırakmıyor, mutlaka onu kül gibi savuruyordu.» 29 Mayıs 1949 tarihinde, Amerika’da, medyornimğunu Mark Probert’in yaptığı bir celse sırasında Rehber Varlık Yada Di Shrite, geçmişte Himalaya Dağları’nın üzerinde bulunan kadim Yu Uygarlığı hakkında ilginç bilgiler vermişti: S — 500.000 yıl önce Himalayalar’da yer alan uygarlıktan bahseder misiniz? C —• Zaman açısından, bu süre bir hiç gibidir. Dünyadan birçok uygarlıklar gelip geçmiştir, ve zamanla bilim adam larınız daha başkalarını da keşfedeceklerdir. Orada konu şulan YU Iisâm, sesli harflerden oluşan bir lisândı. O za manlar dünyada mevcut olan insanların çoğu siyah deri liydi; beyaz derililerin sayısı çok azdı. Tespit edebildiğim kadarıyla, beyaz deri, Doğa’nın en son deneylerinden biri dir. Uçaklar gibi, onların sahip oldukları birçok keşiflere bugün siz de sahipsiniz. Ve onların, sizin radyonuz gibi, ile tişim için kutuları vardı; fakat zihin vasıtasıyla irtibat kurma yeteneğine de sahiptiler. Bugünkü mimarlık tasa rımlarının çoğunda daha cesametli ve güzel olan büyük bi naları vardı. S — Bu uygarlığın bizimkinin üzerinde bir etkisi olmuş mudur? C — Evet, bir uygarlıktan ötekine daima bir etki aktarılır. Geçmişte muazzam uygarlıklar gelişm iş ve sonunda çök müştür. S — O günlerde kabile savaşları var mıydı?
C — Evet, tabi. Beşer fizik dünyaya geldiğinden beri sa ta şılmaktadır; çünkü kimyasal dünyanın etkisi, saldırgan bir tabi: ta yol açar. Eğitim yoluyla, bu etkinin beşerden silin m esi gerekir. S — Bu, en iyi ne şekilde yapılabilir? C — Biz, uygarlıkların ancak bireyler sayesinde yücekliğine, yani bu monoton tekrarı, bilge kişiler haline gelerek ön leyebilecek olanların, (yine) bireyler olduğuna inanıyoruz. S — Bahsettiğiniz bu büyük uygarlığın çöküşüne ne sebep oldu? C — Göç etme arzusu, hava şartlarının değişmesi; çünkü kısa bir süre sonra hava şartlan çok kötüleşti: Yağmurlar, depremler, vs., dağların yüksekliğini büyük çapta azaltmış tı. Beşer, tek bir yerde kalmakla ve zihnini tek bir yere ka ra.ılize etmekle fazla bir şey öğrenmez. Hareket etmek su retiyle sıkıntıdan kaçar. Tüm hayatın boyunca bir şelaleye kulak vermiş olsaydın, muhtemelen delirirdin. Amerikalı ünlü antropolog ve yazar Dr. George Hunt Willi?mson, 10 Temmuz 1957 günü, Güney Amerika’da Rio Sinkibenia çevresindeki bilinmeyen bölgede efsanevî Yazılı Kaya’yı keşfetti. İlkel insanların kayalara oydukları birtakım şekillerden değil de, ileri seviyeden çok eski bir ırkın en formasyon yüklü hiyerogliflerinden oluşan bu yazılar, 25 metre uzunluğunda ve 2,5 metre genişliğindeki bir kaya yü zeyini kaplıyordu. Kayanın üzerindeki, başında görkemli bir m iğfer bulunan ve batı yönüne bakan genç bir erkek şekli, Yucatan’da bulunan miğferli Olmec başlarını akla ge tiriyordu. Machiguenga Kızılderilileri, atalarının gökteki Uzaylılar ile irtibat halinde oldukları günleri anlatırlar, iş te, onların ataları olan bu kimseler, efsanevî Amazon İm paratorluğu El Gran Paititi’nin sakinleriydi. Dr. William son başkanlığındaki keşif heyeti, Andlar'm yüksekliklerin de, yaklaşık 1200 taş evden oluşan kayıp kent Pom^tana’yı da keşfetmişti. Yakındaki bir m ağarada ise, 200 kadar göm üte r"stladılar. Burada buldukları kafataslarının hepsi de, muhtemelen çocukluktan itibaren kullanılan kafa bant ları ile deforme edilmişlerdi ve hemen hepsinin alın kıs mında, doğal olmayıp bir müdahale sonucu açılmış olan delikler vardı. ‘Pomatana’ adı, Quechua lisânındaki, ‘Arslanın Dolaştığı Yer’ anlamına gelen Pumanhuatama keli mesinden geliyordu. Arslanın veya Jaguarın bir uzaylıyı tem sil ettiğine inanılıyordu. Paititi, Jaguar Kral’ın Ülkesi
(10)
(11) (12)
(13) (14) (15)
olarak bilinirdi. Jaguar Kral’m, Cajamarca’daki kadim And uygarlığım kuran Chavinler’in taptıkları ünlü Kaplan Tan rı ile ilişkili olması muhtemeldir. Civarda yer alan yüksek bir tepe ise, Intihuatana, yani ‘Güneşin Dolaştığı Yer’ adını taşıyan ve güneş rahiplerinin deneyler yaptıkları bir Güneş Sunağı işlevini görüyordu. Dr. George Hunt Williamson ve arkadaşları, Peru Havacılık Bakanlığının arşivlerinden al dıkları birçok hava fotoğrafını incelediler. Dr. Williamson’un vardığı sonuç şuydu: «Burada, Güney Amerika’nın Kadim Irklarının Yıldızlardan gelen bir Üstün Irkla temas halimle olduklarım gösteren inanılmaz kanıtlara rastladık.» Tradisyonlara göre, yarım milyon yıl önce Kuzey Pasifik’te batan Ac’oma kıtası, kırmızı derili beşerler tarafından is-, kân edilmişti. Bkz: Sadıklar Plânı.. C ilt-6.. C else-9.. s f-3 9 ’un son kısmı. Bkz: Mu, k ita p -10... Ek: 8/b Kemal Yolcusu: «Aşağıdan yukarıya doğru şöyle bir de rece vardır: Tabiatta, bu Güneş Sistemi içinde ruhlar te kâmüle hazırlanırlar. Bu tabiat, Güneş Sistemi, Kâinat için de ilk tekâmül istasyonu değildir. Riîhlar, bu Güneş Sis teminden daha geri sistemlerde de bir tekâmül yaptıktan sc-nr ■, ancak sizin âleminizde tetkikata hak kazanmışlardır.» (Ruhsal M esajlar-2.. sf-3 0 ). Türkiye’deki Nemrud Dağı da bunlardan biridir. Bkz: Türkiye Gizemleri, kitap - 67... Böl: 3. White Eagle: «Tanrı, beşere, üzerinde yaşasm diye bu gü zelim Dünya’yı ve ruh ikâmet etsin diye bu güzelim bede ni vermekten daha fazlasını yapmıştır. Çağlar boyunca, ona yardnncı olsun diye Haberciler göndermiştir. Başlangıçta, Haberciler bu planete sadece ruhlar âleminden değil, öteki planetlerden ve dış uzaydan da geldiler. Onlara, T anrı-in sani ir denilir. Beşere görkemli vizyonu getirmek için, ona evrensel ve göksel hayatın bilgisini vermek için geldiler.» Bkz: Vimanalar, k itap -46. Benzer bir uygulamayı yakın zamanlarda Edgar Cayce da yapmıştır. 15 Mayıs 1949 tarihinde, medyomluğunu Mark Probert’in yaptığı, hazîrun arasında Amerikan BSRF derneğinin ku rucusu Meade Layne’in de bulunduğu bir celse sırasında, kendisiyle irtibat kurulan Atlantisli bir Mabet Dansçısı, Atlantis’in neden yok edildiğine dair bir soruyu şöyle cevap landırmıştı: «Çünkü çok miktarda köle vardı; halklar çok
ıstırap çekiyorlardı. Dolayısıyla, zincirlere vurulmuş olrn sürekli kamçılanan, sanki cehennemde yaşayan halkların, yaşamak için bir nedenleri yoktu — dünyaya geldikleri an dan itibaren ıstıraptan başka bir şey görmüyorlardı. Böy lece, halklar da ateşin, suyun ve toprağın tanrılarına çağ rıda bulunarak, «Gelip dünyamı yok edin! Artık dayana mıyorum!» demeye başladılar. Ne var ki, bu sözleri şark lar halim le söylüyorlardı. Aporun ne olduğunu bilirsiniz. Şarkı söylemek suretiyle apor tezahürleri oluşturabilirsiniz. Su, ateş ve tüm unsurlar, eğer beşerler bir bilebilseler, on ların kontrolü altındadır.» (18) Tebliğdeki ifadelere dikkat etmek gerekir: 4’üncü Kök Irk’m çağı Atlantis idi, fakat şimdi 5’inci Kök Irk çağıdır ve bu bir Atlantis Çağı değildir. 4’üncü Kök Irk, astrai bedenin geliştirilmesi esası üzerine kurulmuştu, fakat şimdiki 5’inci Kök Irk ise mental beden’in geliştirilmesi espsı üzerine bir evrimden geçirilmektedir. Bu İkincisi, daha yüksek bir ka demedir. (17) Biz bilmeyiz. Onlar bilirler. Taşlar bilirler. Ve onlar hatırlarlar. Uçaklar uçuyordu. Bir sıvı ateş döküldü. Parlama oldu. Hayat ve ölüm kıvılcımı. Ruhun kudretiyle Taş kütleler yükseldi. Kutsal yazılar bilgece sırlara bekçilik etti. Ve tekrar her şey açığa çıktı. Nicholas Roerich (1874-1947) (18) G. Hefl’erlin: «Dünyada 7 Mabet vardır, ve hepsi de ‘Düşün ce MakimJarı’ dediğimiz şeyler vasıtasıyla irtibatlıdırlar. Düşünce Makinaları, düşünceler ve zihnî resimler aktaran büyük Kristallerdir. Bu mabetler, Ana Mabet’in yer aldığı Tibet’in yamsıra, Hindistan, İran, Türkiye, Mısır, Fas ve Güney Amerika’daki Andlar’da bulunmaktadır. Ana Düşün ce Makinası, Tibet’teki Mabet’tedir. Bu mabetlerde, Sibir ya’da yaşayanlar da dahil olmak üzere tüm Asya halkla rının temsilcileri toplanmıştır; ancak, Rus tem silcisi yok tur. Aynı şekilde, Afrika’nın tüm yerlilerinin temsilcileri vardır ama, Hollandalılar’m, İngilizler’in veya Belçikalı-
(19)
(20) (21)
(22)
(23)
Isr’m, vb. yoktur. Denizlerdeki adalarda yaşayan tüm halk ların da temsilcileri bulunur. Latin Amerika Devletleri, Zen ciler, Kızılderililer ve Kuzey Amerika’daki Eskimolar, emir lerini Güney Amerika Mabedi’nden alırlar.» Bir teoriye göre, Bermuda Üçgeni’ndeki fenomenlere, bu bölgede Atlantiğin dibinde bulunan bir Atlantis Ateş KristPli'nin çeşitli zamanlarda faâl hale geçmesi yol açmak tadır. Nitekim, Uri Geller, 1977’de Bermuda Üçgeni’nde yapılan bir araştırma gezisi sırssmda, gizemli bir enerjinin etkisiy le batık bir kentten geldiği ifade edilen birtakım insan sesleri duymuştu. Bkz: Ekminezi, k itap -9... Böl: 5 /e Frenoloji: İnsanın karakterini ve zihnî fonksiyonlarını ka fatasının dış yapısına dayanarak inceleyen bilim. Frenolo ji bugün artık terkedilmiş bir öğretidir. Bu öğretiyi öne süren Gall'in iddiasına göre, bir insanın karakteri ve zihnî fonksiyonları kafasının dış yapısına bağlıdır. Araştırma ve gözlemler, beyin-omurilik zarı ve sıvısının kafrtası kemik leriyle beyin kıvrımları arasında bulunması sebebiyle bu nun doğru olamayacağını gösterdi. Tevrad, Tekvin — 6 /1 -2 , 4: «Ve vaki oldu ki, toprağın yü zü üzerinde adamlar çoğalmaya başladı, ve onların kızlan doğduğu zaman, Allah oğulları adam kızlarının güzel ol duklarını gördüler ve bütün seçtiklerinden kendilerine ka rılar aldılar... Allalı oğulları in sin kızlarına vardıkları, ve bu kızlar onlara çocuk doğurdukları zaman...» Bkz: Sadıklar Plânı.. Cilt-7..Celse-14.. sf-6 2 , 63. Bkz: Sadıklar Plânı.. Cilt - 7.. Celse -13.. sf - 58, 59. Sadıklar Plânı: «Sizin yazılı metinlerinizle tespit edebildi ğinizden gayrı bu tarafa, yakın çağınıza doğru mevcut olan peygamberlerin hiçbirisi bir planetten bir vasıtayla gelme miştir. Geldikleri vasıta ‘doğum’dur. Doğum yoluyla başka bir planetten doğmuştur. Fakat doğrudan doğruya bedeni nin seyahatiyle inmemiştir. Fakat yeryüzünde sizin Âdem ve Havva hikâyesinin başlangıcından evvelki Devrelerde meknuz olan insan topluluklarının irşadı için b~şka pla netlerden doğrudan doğruya inen ve artık peygamber ola rak addedilmeyen yüksek ruhî varlıklar, bilge insanlar gel mişlerdir, vazife görmüşlerdir. Doğmuş olan, doğum yoluy la gelmiş olan varlıkların yeryüzündeki faaliyeti tamamen beşer! şartlara göre vukubulmuştur.» (C ilt-7.. C else-6).
<24) DokuzlPrdan Tam da, Atlantis’i kuranların kökeninin, Kâi nat m bir bölgesinden gelen, Altea adlı bir Kozmik Uygar lığa dayandığım belirtmiştir. B!:z: Dünya Operasyonu, kitap - 65... Böl: a <25) Bkz: Türkiye Gizemleri, k itap -67... sayfa: 59. Bkz: S clıklar Plânı.. C ilt-6.. C else-9.. sf-4 1 . Bkz: Sadıklar Plânı.. C ilt-6.. C else-10.. sf-4 4 . Bkz: Sadıklar Plânı.. C ilt-6.. C else-11.. s i -54. Bkz: Sadıklar Plânı.. C ilt-7.. C else-11.. sf-5 0 , 51. (26) Bkz: Sadıklar Planı.. C ilt-7.. C else-18.. sf - 84, son parag raf. <2'7) Bkz: Sadıklar Plânı.. C ilt-5.. C else-6.. sf-2 4 , 25.. ‘Rüya Konusu.’ Bkz: Sadıklar Plânı.. C ilt-3.. C else-4’ün sonu. Bkz: Sadıklar Plânı.. C ilt-3.. C else-10.. sf-60. Sadıklar Plânı: «Rüyalarınızın birçoğu, ruhî fiillerinizin sembolik inikaslarıdır. Ve sizin durumunuzu bildirdiği için, onlara önem vermeniz lâzım. Sadece bir premonisyon, istik bale ait haberleri bildirmek değil, sizin kem’i iç âleminizi, ruhunuzun faaliyetini sizin şuurunuza aksettiren durumlar dır bunlar.» (Cilt -1.. C else-4) (28) Psi-casusluğu, ne yazık ki günümüzde de yaygın olan bir uygulamadır. (29) Necronuncy: Ölülerle haberleşerek fala bakma. <30) Türkiye’nin çeşitli yerlerinde de, bu şekilde kadim yeral tı od? İnrina saklanmış olan ve zamam geldiğinde günışığma çıkarılmayı bekleyen önemli kadim objelerin ve arşiv lerin bulunması muhtemeldir. (31) «Kadıköy, Koşuyolu’ndaki evimde bir gece aniden uyandım. Kalkıp yatağın yanındaki pencereden dışarıya baktım. Yıl dızlı bir peçeydi. Daha Güneşin doğmasına birkaç saat var dı. Güneydoğu yönünde, yamuk şeklinde [t r ’pezoidal] bir aydınlık gördüm. Çevresindeki karanlıktan keskin hatlarla ayrılan ve sabit duran bu şeklin içindeki parlaklık, sarım sı ve turuncu bir renkteydi. Sonra, âdeta sürmeli bir kapı gibi, 15 saniye içinde tek yönden kapandı.» (Bn. N. K., 1981 Yazı) <32) Bkz: Bölüm: 2/b. <33) «Rüyamda, Sarıyer’de bir ahali topluluğu ile birlikteyim, Gökyüzü rengârenkti. Ayrı ayrı bütün renk tonları mev cuttu. Ccnlı renklerdi. Bu renkli ışıkları UFO’lar neşredi yordu. UFO’lar gökyüzünü tamamen doldurmuşlardı. Bun
lardan biri aşağıya doğru inerek, çok büyük harflerle, «Gün* ler yaklaşıyor» şeklinde rengârenk bir yazı yazdılar. UFO bunu ısrarla üç kez yazdı. Daha bsşka şeyler de yazdılar,, «hazır olun» gibi, fakat diğerlerini hatırlamıyorum. Bir kâ bus görmüş gibi uyandım. Saat gece yarısı 03.00 dolayın daydı. Öyle etkilenmiştim ki, pencereye gidip dışarıya, gök yüzüne bakamadım. Bu rüyayı ertesi günü arkadaşım Fik ret’e anlatmayı düşündüm. Bir zaman sonra tekrar uyu dum ve üstteki gördüğüm rüyayı bu sefer Fikret’e anlatı yordum rüyamda ve sonra tekrar uyandım.» (Mehmet Özer in an, 6-10-1982) Bkz: Dünya Operasyonu, k ita p -65... D ipnot-65. İpnoz altında ortaya çıkarılan en ilginç ve enformasyon sağlayıcı nitelikteki Ufo temas olaylarından biri de Bn. Betty Andreasson’un deneyimidir. Araştırmacıların dolay lı olarak tespit ettiklerine göre, Uzaylılar, küçücük bir kız ken Bn. Betty'nin başına, kendisini sonradan bulmalarını sağlayacak ufak bir metal bilye yerleştirmişlerdi. Uzaylılar bu metal bilyeyi, yıllar sonra Ocak 1967’de Uzay Gemileri’nde Bn. Betty üzerinde uyguladıkları sıhhî muayene sı rasında çıkardılar. Dolayısıyla Bn. Betty’nin, köken olarak,, bir başka Sistem ’den gelen bir Uzaylı olması sözkonusudur. Temas sırasında Bn. Betty Uzaylılara bir İncil ver mişti. Uzaylılar’m lideri olan Quazgaa da ona kendi Kut sal Kitapları’nı sunmuş ve inisiyasyonunun bir parçası olarak, bu Kitabın garip sembolleri ile hiyeroglifini dikkatle mütalâa etmesi gerektiğini belirtmişti. Kitap; ince, altın varak tipinde sayfalardan oluşsn, m avi renkte ince bir cilt halindeydi; ne var ki, Uzaylıların gizli operasyonlarına uygun bir şekilde, on gün sonra demateryalize oldu. Fakat Uzaylı, Bn. Betty’ye, zamanı geldiğinde her şeyin açığa çıkarılacağına ve ipnoz sonrası unutkanlık tesirinin orta dan kalkacağına dair söz vermişti. Belirttiğine göre, bu durum, sadece onun için değil, Uzaylılar’ca Dünya’dan alınmış olup O Gün için programlanmış bulunan binlerce dünyalı için de geçerliydi! Bkz: Vazife ve Türkiye, k ita p -47.. Bölüm -8/d.. sf-59. (34) Bkz: Eulısal M esajlar-2.. Böl: 2 /sf. 34-35. Bkz: Dünya Operasyonu, k ita p -65... sf. 48-49. (35) Bkz: Sadıklar Plânı.. C ilt-3.. C else-3.. sf - 10’da alt pa ragraf. Bkz: Sadıklar Plânı.. C ilt-3.. C else-4.. s f-2 6 ’da, alt yarı sf.
(36) Burası, Sham balla’dır. (37) Tevrad, Eyüp - 38/31 - 32: «Ülker burcunu [Pleiacllar’ı] bağ layabilir misin? Yahut Orion’un bağlarım çözebilir misin? Mevsimlerinde burçları çıkarabilir misin? Ve 7 Oğlu ile bir likte Büyük Ayı’ya yol gösterebilir misin?» <38) Tarih boyunca pek çok sayıda kitabın yok edildiği bilin mektedir. İskenderiye kitaplığının ilk kez yakılmasından Sezar sorumludur. Ptolomeus 1. Soter 700.000 cilt toplatmış, dört yüzyıl sonra da aynı kitaplık bir kez daha yakılmıştı. Kitaplık, 641 yılında Halife Ömer’in emriyle gene ateşe ve rildi. Ayrıca, Çin’de İ. Ö. 240 yıllarında İmparator Çe-Hoang, imparatorluktaki tüm tarih, astronomi ve felsefe kitap l ı m ı yaktırmıştı. Yeni Ahit’te, St. Paul’ün ‘garip konulu’ kitapları E fes’te toplayarak halkın gözleri önünde yaktığı anlatılır. Bkz: Türkiye Gizemleri, k ita p -67... sf-1 3 . (39) Bkz: Sadıklar Plânı.. C ilt-6.. C else-10.. sf-48.. ‘Devre Irk ları’ (40) Dwipa, Sanskrit’te ‘ada’ demektir. Eflatun’un Atlantis’i ol^n Poseidonis de Hint tradisyonunda Sanolıa-dvvipa adıyla ge çer. (41) Djwhal Khul: «Beşinci Kök Irk, yani Aryen Irkı, şimdi dünyı, üzerindeki mevcudiyetim 4’üncü Kök Irfe’m büyük bir kısmı ve 3’üncii Kök Irk’ın da birkaç bakiyesiyle bir likte sürdürmektedir. Çünkü, dikkat edilmesi gereken bir nokta da, her ırkın bir sonraki ırkı doğurmasına rağmen, bu iki ırkın zaman içinde içiçe geçecekleri ve çağlar boyun ca birarada mevcut olacakları hususudur. Mevcut halklar arasında, T :tarlar, Çinliler (ve Japon!'r) ile Moğollar, 4’ün cü Kök Irk’a, Avustralya yerlileri ile Hotontoîar da 3’üncû Kök Irk’a aittirler.» Sadıklar Plânı, C ilt-6.. C else-10.. s f-4 8 ’de, «Her devrenin bir Irk’ı vardır» demektedir. Bu söz ile, Kök Irk gerçeğini dile getirmektedirler muhtemelen. Öte yandan, Kur’an 6/134’de ise; «Rabbin herşeyden müstağnidir, rahmet sahi bidir. Dilerse sizi giderir, sizden sonra dilediğini yerinize getirir. Nitekim sizi b^şka bir cem? atin zürriyeifn*, en pey di. etmişti.» denilmektedir. Şimdiki beşeriyetin, bir önceki beşeriyetin zürriyetinden peyda olması, Kök Irkların bir birlerinden türemeleri olgusunu anlatmaktadır. Bkz: Sadıklar Plânı.. Cilt-".. D ipnot-107. (42) Bkz: Ruhsal M esajlar-1.. sf. 36.
(43) Kur’an da, aynen, 7 kat anlam ihtiva eden bir sembo lizm tekniği ile hazırlanmıştır. Bu, tedriç prensibi yasası uyarınca, belirli tekâmül seviyeleri ve tedrisleri için uyguİFnan bir metoddur ve evrenseldir. Bkz: Dünya Operasyonu, k ita p -65... D ipn ot-1. (44) Bkz: Dzyan Kitabı, k itap -54... sf-49. (45) Nemrud’un dev İzdubarlar’dan biri olması çok ilginç bir husustur. Çünkü, Türkiye’de devlerle ilgili efsanelerin geç tiği birçok yerde Nemrut adına rastlamaktayız. Bu husus, Türkiye Gizemleri, Böl: 7/e'de açıkça görülmektedir. Ay rıca, Türkçe’deki ‘izbandut’ kelimesinin İzdubar’dan geldi ği de aşikârdır. (46) Bkz: Türkiye Gizemleri, k ita p -67... Böl: 7/e; resim -17. (47) Filipin adalarında, Gargaryan’da, boyu 5,18 m. o h n bir insan iskeleti bulunmuştur. Çin’in güneydoğu yörelerinde de, boyu en az 3 m. olan başka varlıkların kemikleri ele geçirilmiştir. Paleontoloji profesörü Pei Wen-Çung, bunla rın en rz 300.000 yıllık olduğunu tahm in etmektedir. Fas’da, Agadir’deki buluntuları keşfeden Fransız yüzbaşısı Lafeneehere, bir av silahı deposunu ortaya çıkarmıştır. Bu si lahlar arasında, beşyüz tane çift yanlı baMp vardı ve her biri 80 kg. geliyordu. Bizim kullanabileceğimizden yirm i kat d"ha. ağır! Gerçekten de böyle bir baltanın sapını tu tabilmek için, en az 4 metre boylu bir devin eline ihtiyaç vardır. Moravya ve Suriye’de bulunmuş olan taş araçl~r da bu tahmini güçlendirmektedir. Bunların az ötelerinde ele geçirilen kemikler de bunu kanıtlamaktadır. S eyl'n ’da ne olduğu saptanamayan 4 metre boylu yaratıkların kalıntı ları ve Batı Pakistan sınırındaki Assam’da ise 3.35 m. bo yunda bir insan iskeleti bulunmuştur. Bir Fransız dolmeni altında bulunan boyu 2,60 ile 3 m. arasında değişen canlı lara ait kemikler de mevcuttur. (48) Tevrad, Tekvin - 6/4: «Alîah oğulları insan kızlarına var dıkları, ve bu kızlar onlara çocuk doğım lukî t i zaman, o günlerde, hem de ondan sonra, yeryüzünde Nefilim vardı; b -nlar eski zamandan zorbalar, şöhretli adamlar^ı.» (49) Anadolu’da da Hititler’in başkenti olan Boğazköy ile bir diğer Hitit yerleşme merkezi olan Alaca’da ilginç Kiklopean duvarlar vardır. (50) Bkz: Türkiye Gizemleri, k itap -67... sf. 17.1. İ. Ö. 250’lere doğru yaşamış olan Rodoslu Apollinius, Yu nanistan’da gördüğü taslar için şunları söylemektedir:
(51) (52) (53) (54) (55) (56)
(57)
(58)
(59) (60)
(61)
«Bunlar, can verilmiş taşlardır, O denli hassastırlar ki, akı! gücüyle yerlerinden kim ı!c3atılabilirler.» Popol Vuh’ta da görme güçleri sınırsız olan ve her şeyi bir anda bilen beşerlerden söz edilir. Bkz: Ruhsal M esajlar-2... sf-49, 50. Bkz: Dzyan Kitabı, k ita p -54... sf-43. Bkz: Yüce Beyaz Kardeşlik, k ita p -62'... D ipnot-16. Bkz: Yüce Beyaz Kardeşlik, k ita p -62... sf. 30-31. R. Drake: «Okült tradisyonlara göre, Thoth, Büyük Pir->m it’in inşasına yardım eden ve içine bilgelik levhaları ilemajik silahlar saklayan bir Atlantisliydi.» R. Charroux: «Eleusinian Misterler ile, Delos’te Apollon’a ve Semadirek’te Kabiri’ye adanmış olan Misterler temelde aynıydı. Hepsinde de, aktarılan sırlar, Göklerden gelmiş olan İnisiyatörler’den kaynaklanıyordu: İnisiyatörler’in kim likleri, anayurdun uzak bir yıldızda mevcut olduğuna dair inanç, astronomi - fizik - kimya - rna'i bilgisi, u ç-n yılan larla ve Tufan’la ilgili enformasyon, beşer hayatının kut siyetine ilişkin y ıs a ve bilgeliğin gizli bir şekilde aktarıl m ası gerektiği gibi..» Bur"da, büyük harfle yazılan ‘Dev’ kelimesi, Kaaim İran tradisyonunda sözü edilen dev yapılı varlıkların bu tradisyondrki orijinal adını belirlemektedir. Aynı konuyu, Erzurumlu İbrahim Hakkı (1703-1780) da Pers- İslam tradisyonun^ dayanarak, Marifetname adlı ese rinde işlemiştir. Bkz: Kötülük ve K aynaklan, k ita p -59... sf - 70. Bkz: Vim?nalar, k ita p -46. Tirtanknr"lar: Jrinizm inancına göre, tüm beşerlerin ev rim hedefini tem sil eden Yüce Dünya Öğretmenleri. Trr„disyonel olarak 24 adettirler. Eflatun, insanların, otuz gün süreyle güneş batmayan ve sadece her 3kş°m bir sap t kadar ufkun altında kaybolan bir ülkede yaşadıklarından söz etmişti. Eflatun ve çağdaş ları, o zamanlar henüz keşfedilmemiş olan kutup dairesini nereden biliyorlardı? Sovyet bilim adamları, Kuzey Kutbu’nda yüzyıllarca önce palmiyelerin, küçük kaplumbağaların, timsahların ve tro pik bitkilerin bulunduğunu öne sürüyorlar. Bilim adamları,, yüzyıllar önce Kuzey Ku-tbu’nıın sıcak ve yağışlı bir iklim de olduğunu, kuru kış mevsimleri geçirdiğini, yıllık sıcak lık ortalamasının 18 derece dolayında olduğunu savunuyor lar. (Gazeteler... 2 - 2 - 1982)
(62) Bkz: Sadıklar Plânı.. C ilt-6.. C else-8.. sf-3 5 . Bkz: Sadıklar Plânı.. C ilt-6.. C else-10.. sf-4 7 , 48. (63) Atlantis uygarlığına ait teknoloji, bilgi ve bilgeliğin gele cekteki nesillere gösterilmek üzere Mısır Piramitleri altın daki devasa galerilerde saklanmış olduğu gibi, aynı şekil de, tüm yeryüzü uygarlıklarının milyonlarca yıllık tüm kül tür birikimleri de Aglıarta Ülkesi’nin bitmez tükenmez ga leriler sistemi içerisindeki, yüzmilyonlarca kitabı ihtiva eden Kozmik K ütüplısneleri’nde m uhafaza edilir. Bu kütüpha nelere bir örnek olmak üzere, 12 yaşındaki (1980) Çiğdem Y. isimli bir kız çocuğunun aşağıdaki ilginç bilgi-rüyasım dikkatle inceleyiniz: «Rüyamda, annem ile ben evimizde otururken kapımız ça lındı. Kapıyı açtım, karşıma beyaz bıyık ve sakallı biri çık tı. Başında bir sarık, turuncu elbisesi ve elbisesinin üzerin de de yine turuncu renkte bir pelerin vardı. Belinde, elbise sinin üzerinde beyaz, turuncu çizgileri olan bir kuşak vardı. O kişi, anneme, beni götüreceğini söylediği zaman; annem ses çıkarmadı ve bizi uğurladı. Bir süre yürüdük. Sonra, çok karmaşık dağ sıraları arasına girdik. Buraya kadar nasıl getirildiğimi anlayamadım. Bu dağların tepelerinde az mik tarda kar vardı. Dağların arasından geçmek imkânsız gibi görünüyordu. Yanımdaki adamla birlikte dağların arasın dan n -sıl geçebildik, bilmiyorum. Fakat o karmaşık sıra dağların arasında, güzel bir kapısı olan ve küçükmüş gibi görünen bir mağara önüne geldik. Yanımdaki kişi, beni ma ğaranın içine sokmak için ‘kapıyı açın’ dedi. Kapının arka sında kimse olmamasına rağmen kapı kendiliğinden açıldı. İçeri girdiğimizde çok büyük bir salon gördüm. Salon, ne reden geldiği belli olmayan bir ışıkla kaplıydı. Salonun için de yuvarlak ve p^rl^k bir masa, onun etrafında da yanım daki kişinin giysisinden giymiş bir sürü adam vardı. Kendi üzerimde de aynı elbise vardı. Bana, ‘Kızım, artık sen de bizdensin. Biz uçabiliyoruz. Senin de bize uyabilmen için bu mağarayı iyice gezmen lâzım. Fakat bu ir. -j? ra yürü yerek gezilmez, uçmayı öğretelim sana,’ dediler. İki elimi birleştirip sıkarsam uçabileceğimi söylediler. Denedim ve uçrcryı başardım. Fakat mağarayı gezerken yere katiyen bakmamam söylendi. Böylece mağarayı gezmeye b'sl^dım. Bu m ağrrrmn içinde daha, birçok adam vardı. Uzun ve ay dınlık dehlizler ile içinde parlak taşlar ve birçok adam bulun'n salonları gezdim. Büyük salonlar görüşmeler için di. Her büyük salonda bir masa vardı. Dehlizlerden biri
(64)
(-65) (66) (67)
kilometrelerce uzunluktaydı. Dehlizlerde ve salonlarda adamlar dolaşıyorlardı. Büyük salonlarda tavan yüksek, küçük salonlarda ise alçaktı. İskemleler değişik bir mad deden yapılmıştı. Büyük salonlardan çıkan küçük küçük dehlizler diğer birçok küçük salonlara açılıyordu. Dehliz lerde, parlak pantolon ve bluz giyen, nöbetçi izlenimi veren kimseler bulunuyordu. Bunlar salonlardakilerden farklıy dı. Sakal, bıyık, sarık ve pelerinleri yoktu. Geniş dehlizler de yaşıyor, salonlara girmiyorlardı ve sayıları, salonlarda^ kilere kıyasla çok daha fazlaydı. Koridorlarda incecik do laplar uzanıyordu. Salonların en büyüğü, mağaranın kapı sından geçirilerek getirilmiş olduğum ilk salondu. Bu salon da, salonun ortasındaki yuvarlak masanın etrafında görü şen seldz kişi vardı. Gezintimi bitirip de bu salona geri dön düğümde, bana, ‘Biz bir plân üzerinde çalışıyoruz. Artık biz den olduğuna göre, sen de gel bak.’ dediler. Adamların elin de kalem vb. olmamasına rağmen, masanın üzerine bazı işaretler yapıyorlardı. Ben de bu işaretlerden yapabiliyor dum. Yaptıkları plânda bizim bulunduğumuz mağara, bu mağaranın bulunduğu dağ ve bu dağın dahil olduğu sıra dağlar yer alıyordu. Plâna işaretlenecek olan dağlar ve di ğer coğrafî şekiller, plân üzerinde belirtildikleri an, plâna [dış gerçeklikteki] hakikî renkleriyle birlikte yansıyorlar dı. Dağlar benim gördüğüm kadarıyla turuncu renkte idi. Güneşin batarken bıraktığı kızıllık rengi, dağların üzerine çökmüş gibiydi. Buraya gelirken benim farkedemediğim ev ler de bu plânda işaretlenmişti. Fakat bu evler dağların ara sında kaybolmuş gibiydi. Plânı oluşturan işaretlerin yapıl ması bittikten sonra, bu plân hakkında konuşmaya başla dık. Daha sonra dağlara çıkıp, bu plân ile ilgili araştırma lar yaptık.» Bkz: Türkiye Gizemleri, k ita p -67... sf-6 9 . Planetlerin, Güneş’in çevresinde döndükleri gibi, Güneş de kendisine eşlik eden tüm planetleriyle birlikte, sistem ola rak, çok daha büyük bir yörünge üzerinde, Büyük Merkezî Güneş’in çevresinde yol alır. Güneş Sistem i’nin bu eliptik yörüngede tam bir dönüşü 25.857 yıllık bir döneme tekabül etmektedir. Aile ırklarının ömrü ile 25 küsur bin yıllık bu dönem arasındaki özdeşlik ilginç bir husustur. Bkz: Dzyan Kitabı, k ita p -54... D ipnot-24. Bkz: Sadıklar Plânı.. C ilt-3.. C else-10.. s i -64, 65. Bkz: Sadıklar Plânı.. C ilt-6.. C else-8’in sonu. Bkz: Sadıklar Plânı.. C ilt-6.. Celse - 12’nin sonu.
Bkz: Sadıklar Plânı.. C ilt-3.. Celse - 18’in sonu. Sathya Sai Baba: «Tanrılar, bilindiğinde diğer her şeyi bi linir hale getiren Nihaî Gerçeği idrak etmek için, sadece beşer bedeninin uygulam aya muktedir olduğu zekâ, tefrik, bağlardan kopma, vs.’yi kullanabilsinler diye beşer formu na girmeye çabalarlar.» (68) Bkz: Sadıklar Plânı.. C ilt-3.. C else-3,. sf-1 1 . D ipnot-4. (69) Bkz: Yiiee Beyaz Kardeşlik, k itap -62. (70) Kur’an 26/119-120: «Bunun üzerine biz onu (Nuh’u) da, beraberimle olanları da o dolu (yüklü) geminin içMde se lâmete erdirdik. Sonra arkalarından arta kalanları da (su tla) boğduk. (71) Bkz: Çağrı, k ita p -66.. D ipnot-14. (72) Bkz: Sadıklar Plânı.. C ilt-3.. Dipnotlar: 40, 41. Bkz: Sadıklar Plânı.. C ilt-4.. C else-10.. sf-4 8 , 49. (73) Djwhal Khul: «Şu hususu açıklamak isterim ki, Türkiye’ nin önderi Atatürk, nispeten önemsenmeyecek mahiyetteki bazı kısıtlılıklar dahilinde, Shamballa Enerjisi’ni, yani l ’inci Işın Enerjisi’ni iyi kullanmıştır, ve onun birinci ışın amaç latm a erişebilmek için bu tür gücü ne kadar bilgece, akıl lıca ve kendini işin içine katmaksızın kullandığım ancak geleceğin tarihî kayıtlarının tanıklığı belirleyecektir. Bu tür Shamballa gücü temsilcileri çoğu kez anlaşılmazlar ve se vilmezler. Mevcut enerjiyi suiistimal edebilirler ve çoğun lukla da ederler ama, aynı zamanda bu enerjiyi, hemen uy gulanması gereken plân ve programın istenilen sın ır lın da hilinde yapıcı olarak kullanırlar. Şunu da belirtmek iste rim İd, birinci ışın müridinin nasibine zorluk ve güçlük dü şer. Nasıl ki, Hiyerarşi’nin müritleri varsa, Sh^mbalîa’mn da müritleri vardır; bu husus daha önce görmezlikten ge linmiş ve henüz okült konuları işleyen yazılarda ortaya ko nulmamıştır. Bunu unutmamak, akıllıca ve değerli bir iş olur. Shamballa’mn müritleri güçlü, bildiğini okuyan ve ço ğu kez de zorlu kimselerdir; iradelerini empoze eder ve ar zularım zorla kabul ettirirler. Hata, yapmalarına rağmen, gene de Sham balla’nm hakiki müritleridirler; ve Hiyerar şi’nin müritleri ile Üstadları nasıl ki Tanrı’nm Sevgisi’ni gerçekleştiriyorlarsa, onlar da Tanrı’mn İradesi’m gerçekleş tirirler.» (74) Bkz: Sadıklar Plânı.. C ilt-6.. C else-9’un son kısmı. (75) Bkz: Sadıklar Plânı.. C ilt-4.. C else-15.. sf - 74, üstten 2’nci paragraf.
(76) Bkz: Sadıklar Plânı.. C ilt-5.. Celse -3 ’ün son kısımları. B iz: Sadıklar Plânı.. C ilt-7.. C else-17.. s f-8 1 ’de, ‘müdrik varlıklar.’ (77) Bkz: Sadıklar Plânı.. C ilt-3.. D ipnot-22. Âdem ve Hcvva konusuna ilişkin çok geniş açıklamaları, Sadıklar Plânı komple cildinin içersinde pek çok celselere dağılmış olarak bulabilirsiniz. Bu komple cilt, 1983 yılının ilk aylarında 944 sayfa olarak tarafımızdan yayımlanmış tır. (78) Yazın Güney’den Trakya bölgesine gelen leylekler, hem ge lirken hem de giderken, bir kerteriz noktası olarak kullan dıkları Büyük,ada’nın Aya Yorgi Tepesi üzerinde büyük dai reler çizmeden yollarına devam etmezler. (79) Bkz: İnsan ve Kehanet, kitap - 27.. sf - 38. (80) Bu sözle, sözkonusu piramidin, Güney Amerika’daki pira mitlerin biçiminde değil de Mısır’dakilerin biçiminde ya pılm ış olduğu ifade edilmektedir. (81) Bkz: Türkiye Gizemleri, k ita p -67... sf-7 1 . (82') Bkz: Böl: l/a . (83) Bkz: Türkiye Gizemleri, k ita p -67... s i - 11.
MART 1983’e KADAR YAYIMLANMIŞ KİTAPLARIMIZ
1. 2. 3. 4. 5. 6. 7. 8. 9. 10. 11. 12. 13. 14. 15. 16. 17. 18. 19. 20. 21. 22. 23. 24. 25. 26. 27. 2'8. 29. 30. 31. 32.
AGARTA... (Yeraltı Uygarlığı) UFO BİLİMSEL KURAMLARI AKUPUNKTUR... (Biyo-Plazmik Tedavi) ÖLÜM ve ÖTESİ... (Bilimsel İncelenim) REENKARNASYON... (Genedoğmsk Bilimsel İncelenimi) UFOLOJİ... (Dünya Dışı Zeki Varlıklar Bilimi) PARAPSİKOLOJİ... (Olağanüstü Duyular Bilimi) TELEPATİ... (Uzaduyum Bilimsel İncelenimi) EKMİNEZİ... (Geçmişe Geri Dönüşler) MU... (Tarih Öncesi Uygarlık) NEO SPİRİTİZM - MODERN SPİRİTİZM UFO - APOLLO... (Ortak Uzay Uçuşları) SPEKTRA - URI GELLER... (Hoova Planeti Misyonu) UZAYLILAR... (Genel Bilgiler) ÖLÜM ve AHRET... (Temel Bilgiler) UZAYLI İNSANLAR... (Bilimsel İncelenim) KOZMOS’DAN DÜNYALILARA... (Ummo Planeti Misyonu) DÜNYA ÖĞRETMENİ... (Altın Çağ Rehberliği) TELEPATİ... (Deney ve Yöntemleri) USO-OINT... (Denizaltı Uygarlığı) LEVİTASYON... (Yerçekimini Yenen İnsanlar) SOVYETLER UFO KURAMLARI SIRIUS MİSYONU... (—Bildirge— ) KIRLIAN PHOTOGRAPHY... (Biyoplazmik Bedenler) ÖNCÜ-UFO GENEL YAPILARI EVREN UYGARLIKLARI İNSAN ve KEHANET... (Kanıtlı Öngörümler) UZAY ÜSSÜ AY... (Gizemli Yapay Planet) IŞIKLAMA... (Olaylar — Gözlemler) MEDİTASYON... (Transandantal) GÖRÜNEN RUHLAR... (Bilimsel İncelemeler) EVRİM ÜSTADLARI... (Venüs Planeti Misyonu)
33. AGAHTA... (Mahatmalar Misyonu) .34. UFOLOJİ... (Uzaylılar Bilimi) 35. DURU-GÖRÜ... (Ruhsal Gözle Görüm) 36. AGARTA 37. EVRENSEL EVRİM YOLLARI 38. PSI - TIP... (Ruhsal Cerrahi) 39. APORLAR... (Ruhsal Işınlamalar) 40. PARAPSİKOLOJİ BİTKİLER ARAŞTIRMASI 41. MEDYOMLUK... (Ruhsal Celseler) 43. SPATYOM... (Öte Âlem Mekânı) 43. EVRENSEL YÖNETİCİ MEKANİZMA 44. ZAMAN ve RÖLATİVİTE 45. PSİKOKİNEZİ... (Aktif Zihin Gücü) 46. VİMANA UZAY ARAÇLARI 47. VAZİFE ve TÜRKİYE... (Kozmik Misyon) 48. Hz. MUHAMMED... (Evrensel Bilgi Elçisi) 49. SPİRİTOLOJİ... (Ruhsal Gerçekler Bilimi) 50. HİPNOTİZMA 51. KARMA... (Neden - Sonuç Yasası) 52. EVRİM - ÜRETİM... (Tez ve Antitez Teoriler) 53. SPATYOM... (Yapısı ve İşlevi) 54. DZYAN KİTABI... (K^dim Kutsal Öğreti) 55. ANAGEMİ — UFO... (Genel Yapıları) 56. Hz. İSA... (Evrensel Sevgi Elçisi) 57. BİLGİ KİTABI EVRENSEL MİSYONU 53. BİLGİ ÇAĞINA GİRİŞ... (Kıyamet Fonksiyonu) 59. KÖTÜLÜK VE KAYNAKLARI 60. BEDRİ RUHSELMAN... (Bilgi Çağı Önderi) 61. DÜNYA YAPISI UÇAN DAİRELER 62. YÜCE BEYAZ KARDEŞLİK ¡63. RADYESTEZİ... (Maddî Tesirler Bilimi) 64. BİLİM VE URI GELLER 65. DÜNYA OPERASYONU 66. ÇAĞRI... (Uzaylı Komutanların Mesajları) ¡67. TÜRKİYE GİZEMLERİ €8. UFO GERÇEĞİ T-I SADIKLAR PLÂNI... (Komple Orijinal Yeni Cilt)
AGARTA YERALTI
U Y G A R L IĞ I
UFO B İL İM S E L
AKUPUNKTUR
KURAM LAKI
ÖLÜM ve ÖTESİ BİLİMSEL İNCELENİMİ
eebhhaem sych
TE L E P A T İ
GENEDOSMAK BİLİMSEL İNCELENİMİ
U ZADU YUM BİLİMSEL İNCELENİMİ
EKMİNEZİ GEÇMİŞ YAŞAMLARA T RANSLA GERİ DÖNÜŞLER
apollo
T A R IH -Ö N C E S t EVREN SEL
SPEKTRA URI GELLER
UFO
-MU-
ORTAK 17AY IC IS L A R I
U Y G A R LIK
UZAYLILARİ G E N E L BİLGİLER
|
ÖLÜM «e AHRET T E K E L BİLGİLE*
UZAYLI İNSANLAR B İL İM S E L İN C U E N İ M
KCZMQS’DAM
TE L E P A T İ
D Ü N YALILAR A ü«ae
UYGULAMA DENEY VE YÖNTEMLERİ
p u h e t I b İ s y d r ii
LEVÜTASYON YEKÇESİlalHİ YEMEK İKSAHUR
SOWYETLER
EVRİM-ÜRETİM
ÜFO
T E Z VE ANTİTEZ TEO R İLER
KORAM LARI
EVREN
UYGARLIKLARI
U S O -Û IN T D E N İZ A L T I
UY G A R LIĞ I
KIRLIAN
PHOTOGRAPHY BED EN L ERİN RİY OPLAZM İK EŞLE R İ
İN S A N
UZAY ÜSSÜ AY
VE
G İZ E M L İ YAPAY PLANET
KEHANET KANITLI Ö NGÖRÜM LER
IŞSN1AHSA
M E D İTA S Y O H
O LA YLA R GÖ ZLEM LE»
-T R A N S A N D A N T A L -
EVRİM
GORUNEN RUHLAR BİLİM SEL İNCELEMELER
ÜSTADLAR!
AGARTA H A H A T M A L A R M İSYONU
EVRENSEL EVRİM YO LLA RI
•io« «uurauuı ««wui
DURU-GORü
ufolo M UZAYLI L A a
B İLİM İ
PS I-TIP
•İVİK MOtTıMA KUlU
SPATYOM VE R UHSAL C ELSELER
PSİKOKİNEZİ ■AKTİF Z İH İN GÜ C Ü -
APORLAR
VE R U H S A L CERRAHİ
ME DYO MLU K
VİMANA TA R İH Ö N C E S İ UZAY A R A Ç L A R I
RUHSAL G Ö Z LE GÖRÜM
R U H S A L İŞINLAMA O LAYLAR I
PA R AP S İK O LO JÎ BİTKİLER A RA Ş TI R M AS I
*>'»« « u ııu u ««m i
N!
EVRENSEL YÖNETİCİ MEKANİZMA
SPİRİTOLOJİ
ZAMAN VE
RÖLATİVİTE
• Beşeriyetin tarihöncesi, ç o k uzak geçm işlerden bu yana b i linm eyen gelişim süreci. • B în y ılla r önce, beşeriyeti evrim yolunda ilerletm ek için diğer Alem ler'den gelen Yüksek V a rlıkla r. • A tlan tis U ygarlığı'nın olağanüstü teknolojisi ve bazı tekn ik ö zellikleri. • A tla n tis Uygarlığı'nda halkın yaşam ı, özellikleri, düşünce şe k ille ri ve kültürel yapısı. • A tlan tis U ygarlığı'nın U ygarlığım ız ile olan kültürel ve sos y o lo jik ilişk isin in m ahiyeti. • A tlan tis U ygarlığı'nın y ık ılış ın a yolaçan etmenler ve A tla n tis'in U ygarlığım ıza etkisi. • A tlantis U ygarlığı'nın son döneminde, Işık güçleri ve Karan lık güçleri arasındaki mücadele. • A tlan tis K ıtası'na ait çe şitli kanıtlar ve bu K ıta 'n ın yeryü zündeki konum u. • A tlan tis K ıtası'na ait, karşı konulm az çağdaş buluşlar, bu luntular ve diğer araştırm a sonuçları.
21 Resim... 10 Şekil... 3 Harita. Beşeriyetin Tarihöncesi G izem li Tarihi
300 T L