Bir Yürüyüş Eyledik Baba Erenler ile / Hüseyin Albayrak Yürüyordu Baba Erenler refiki ile bir sırr-ı müstakim’de ve tefekkür eyliyorlardı birbirlerindeki kendileriyle. Mucize görmeden imana ve de imam'a gelmişlerdi. Tane tane dizilmişlerdi teşbih gibi ve de serdeki imameyi teşbih ediyorlardı amma bizler onların teşbihini anlayamıyorduk bir türlü. Yola düştüklerinde kadem basmışlardı turaba. Âdemi bir kademdi demleri. Cevelan eder iken aynı anda sücûd ediyorlardı Turab’daki Rabb’a. Harab düşer iken azâmet-i rabb'da, yetişmiş idi o vakit Ebu Turab da imdada. Yezdani bir şiir dökülüvermişti dehan-ı fiir-i Yezdan’dan. Amma kıpırtısızdı, tevhid idi lebleri. Lâkin dürülü ve de bükülü sedası sığmıştı kalplerine Baba Erenler ile Refik’inin. Bir acaib seyrana duçar olmuşlardı. Sedasından seyrana oradan seyr-i an’a' îktida olmuşlardı. İptidası idi intiha iktidanın. Seyr,ana sırdan nüzul etmişti Turab’daki Ebu Ya erenlere. Ol sebeple Ebu'ya erenlere, Baba Erenler denildi.Baba'nın çocuğuydu bu erenler ve babanın sırrıydı,çocuk..
© Dharma Yayınları, 2010 Yayın hakları Dharma Yayınları’na aittir. Kaynak göstermek koşuluyla alıntı yapılabilir. 1. Baskı Ekim 2010 Yayıncı ve Genel Yayın Yönetmeni: Namık Kemal Atalay Editör: Halil Gökhan Kapak Tasarımı: Dharma Creatif Sayfa Düzeni: Çiğdem Dilbaz Şefik Matbaası’nda basılmıştır. Turgut Özal Cad. No: 137 İkitelli - İstanbul Tel: (0 212) 549 62 62 Kütüphane Bilgi Kartı (CİP): Hüseyin Albayrak Bir Yürüyüş Eyledik Baba Erenler ile... Tasavvuf, Mizah İstanbul, Dharma Yayınları, 2010, 96 sayfa ISBN: 978-605-5598-19-8 Dharma Yayınları Nuruosmaniye Cad. Eser İş Hanı 21-23 Kat: 2 No: 205 Cağaloğlu/istanbul Tel: (0 212) 512 81 21 528 62 12 • Faks: (0 212) 512 50 21
[email protected] www.dharma.com.tr Bir Yürüyüş Eyledik B aba Erenler ile... Hüseyin Albayrak Hüseyin Albayrak; İstanbul'da doğdu. Ali Rıza Albayrak ile Bâtıni Nefesler ve Şah Hatayı Deyişleri isimli iki albüm yayınladı. 2007 yılında Fazlullah Hurufi ve Seyyid Nesimi'yi konu alan Sükût-ı Harf (Dharma Yayıncılık) isimli bir roman yazdı. Halen hariçten(likle) gazel okumaya devam etmektedir.
Önsöz Her biri hayatın kahr u belası ve de tabii ki neşesi içersinde yoğrulup ete kemiğe bürünmüş olan, duyulduğunda gönülde sahih bir lezzet bırakan ve hepsi birer hikmet abidesi olan geleneksel Bektaşi fıkralarımızın aksine, bu kitapta yer alan bir tanesi hariç tamamı tarafımca irticalen üretilmiş ve de hiçbir iddia taşımayan, Bektaşi neşvesi kıvamı taşıdığına inandığım (sen öyle inanmaya devam et) bu fıkravi doğuşların (ya da uyduruşlarım mı desek), okuyanların dudağında bir demet tebessüm bırakmasını umut ederim. Hüseyin Albayrak Ocak 2010 İstanbul Geldim, gördüm, güldüm... Baba Erenler'e İçindekiler AÇILIM GÜLBANG* ERKÂN TERECİ ÇOCUKTAN AL HABERİ MEYVE HALİ DEĞİLDİR BU HÂL KÖRLÜK YÜZ VERMEK HAVANI ALIRSIN HER ŞEY ZITTIYLA BİLİNİR* AKORD CAMİ-İ ŞERİF* RUHBANLIK HARBİ KONUŞ EĞRİ
BERMUDA ŞEYTAN ÜÇGENİ MAZHAR OSMAN’LIK* ER, ÇİZİK ATINCA BEYİN YIKAMA ŞARAB BİLDİRİ KOZMİK ODA* BOYNU BÜKÜK MESTANE OZAN AÇ - KAPA AKADEMİ MÜRŞİD VİRTÜ-ÖZ* BOŞLUK SÜREK GÜNAH RAHAT AYNI ETEĞİNDEKİ TAŞ TESLİM TAŞI* DÜŞÜK CÜMLE MUTLAK HAKİKAT DAR KAPI ABA ALTINDAN SOPA GÖSTERMEK YOL CÜMLEDEN ULUDUR İNCİNSEN DE İNCİTME TOKMAK ŞEHR-İ İSTANBUL ÇEVİRİ CÖMERT
İP BIRAKTIĞIN GİBİ KERAMET BAŞTADIR ZİP DOSYASI* ZEN MASTER* IŞIK HIZI SERENAT* ANLA BENİ PERVANE ALEM * ya da ÂLEM ** BİR ŞEY İNCELTME İŞARETİ ARİF İÇKİ YANARDAĞ SAKALLI ALDATMA AÇMA SIRRIN NADAN OLANA HANDYCAM* TANRI TANIMAZ SU EZAN AÇILIM Baba erenler ile ihvanı “yol”da yürür iken (zaten başka yerde yürümelerine imkân mı var?) ihvanından biri Baba Erenler’e sorar; “Erenler bu Alevi açılımına ne dersin” “İmanım hacca gidenler Beytullah’ın etrafında döner de niye içeri girmezler hiç düşündün mü? Sen şimdi soruyla bunun ne alakası var diyorsun değil mi?” “E öyle tabii erenlerim. Ama hiç düşünmemiştim doğrusu.”
“Beytullah’a girmeden hacı olunmaz. Kabe etrafında kerrar olanlar ancak Beytullah’da doğan haydara, vasıl olup hacı olmak istiyorlarsa içeri girmek zorundadırlar. İşte o vakit “haydar” ile kerrar olanların visalinden Haydar-ı Kerrar vücûda gelir.” “Erenlerim açılıma gelemedik hâlâ.” “İmanım Ali-evi açılmaz öyle her rast gelene. Hem nedir ki bu açılım?” “Cem evleri yasal statüye kavuşacak, enstitü açılacak, dedelerimize maaş bağlanacak, Diyanet’te Alevi dairesi olacak vs. Yani devlet el atacakmış bu işe.” “Diyanet mi? Din u millet sorar isen âşıklara din ne hacet. Âşık kişi harap olur âşık bilmez din diyanet , demiş Yunus Emremiz. Devlet eli! ile olmaz bu iş. Pir elinden olur. Pir’e el veren devletin elini neyleyecek ki. Ah be imanım nice Alevi gördüm cem evleri yok, bazı cem evi gördüm içinde Alevi yok. Biz Aleviler açıldıkça Alevilik bize kapanıyor imanım ve o kapandıkça bizler dışarıda kalıp Aleviliğin dışında kerrar olup dönüyoruz içerde kalan Haydar’a vasıl olamıyoruz.” “Sosyal haklar için mücadele etmenin nesi kötü” “Sosyal Hakkı aramaya ve de sonuna kadar mücadeleye evet amma Cenab-ı Hakkı da aramak gerek. O da taşrada değil kendimizde mevcûd. “E ne yapmalıyız o zaman hiç bir şey yapmadan oturmalı mıyız öylece?” “Aşka, âşığa ve de akışa bırakmalıyız.” “Erenlerim sözü hep böyle meydanın orta yerinde bırakıyorsun ve bir sonuca da varılmıyor. Hem şimdi ne biçim bir Bektaşi fıkrası oldu bu erenlerim? Pek tebessüm edecek bir durum yaratamadık ikimiz de” “Söz zaten meydanın tam da orta yerinde olmalı ki meydandaki söz kendi manasını dara çeksin. E haklısın. Ne yapsak bir Bektaşi fıkrası mı anlatsak acaba. Bizi şu an okuyanlar belki biraz tebessüm eder.” “Bu da fıkra içre fıkra gibi garip bir durum olmaz mı o zaman?” “Hüzün aylarındayız mah-ı muharrem de olmaz zaten bu tebessüm halleri.” “Haklısın erenlerim.” “Biz en iyisi mi yolda yürümeye devam edelim. Hem yürüdükçe açılırız amma asla ‘açılım’ eylemeyiz. Bütün fıkralarımız yolda yürümekle başlamıyor mu zaten?” GÜLBANG* Baba Erenler dostlarıyla sohbet ederken söz mürşit hususuna gelince Baba Erenler: “Kişinin mürşidi ile ilk kez karşılaşıp göz göze geldiği an tıpkı büyük patlamaya benzer” demiş.
0 sırada mecliste hazır bulunan Baba Erenlerin ihvanından genç bir kimse heyecanla atılarak; “Erenler büyük patlama dedin de aklıma geldi. Bu Einstein’ın big bang'ı ** için ne düşünüyorsun?” Baba Erenler suali duyunca tebessümle; “Ya hu nazarım Einstein’ın Big Bang'ı varsa âşığın da Gül- bang'ı vardır,” deyu cevap eylemiş. *Gülbang: Alevi- Bektaşi cemlerinde okunan duaların tümüne verilen ad. Ayrıca zakirlerin okuduğu deyiş ve nefesler de gülbang olarak adlandırılır. Sözlük anlamı gül sesidir. ** Big Bang: Büyük patlama. ERKÂN Baba Erenler’in artık son demleridir. Kendisi ile ilgili olarak bir belgesel çekilecektir. Bir TV kanalından çekim için kendisini ziyarete gelirler. Bu belgesel için pek gönüllü olmasa da eve gelen mihmana saygıda kusur etmemek kabilinden onları ağırlar. Spiker: “Erenler şu vakte kadar hiç ekrana çıkmadın. Artık bundan sonra ekrana çıkma vaktidir” deyince, Baba Erenler cevaben: “Evlat ekrana çıkan erkândan çıkar” der. TERECİ Baba Erenler dostlarıyla muhabbet etmektedir. Bir ara dostlarından biri söze girip muhabbete dahil olmak ister: “Erenler birkaç kelam da bu fakir etmek ister ama tereciye tere satmak da istemem doğrusu” “Öyle düşünme imanım muhabbet ediyoruz. Ama tere, tereciye satılır zaten.” “Neden erenler?” “Çünkü terenin kadrini tereci bilir de ondan.” ÇOCUKTAN AL HABERİ Yürüyordu Baba Erenler refiki ile bir sırr-ı müstakim’de ve tefekkür eyliyorlardı birbirlerindeki kendileriyle. Mucize görmeden imana ve de imam’a gelmişlerdi. Tane tane dizilmişlerdi teşbih gibi ve de serdeki imameyi teşbih ediyorlardı amma bizler onların teşbihini anlayamıyorduk bir türlü. Yola düştüklerinde kadem basmışlardı türaba. Âdemi bir kademdi demleri. Cevelan eder iken aynı anda sücûd ediyorlardı Turab’daki Rabb’a. Harab düşer iken azamet-i rabb'da, yetişmiş idi o vakit Ebu Turab da imdada. Yezdani bir şiir dökülüvermişti dehan-ı Şir-i Yezdan’dan. Amma kıpırtısızdı, tevhid idi lebleri. Lâkin dürülü ve de bükülü sedası sığmıştı kalplerine Baba Erenler ile Refik’inin. Bir acaib seyrana dûçar olmuşlardı. Sedasından seyrana oradan seyr-i an’a iktida olmuşlardı. İptidası idi intiha
bu iktidanın. Seyr, ana sırdan nüzul etmişti Turab’daki Ebu’ya erenlere. 01 sebeple Ebu’ya erenlere, Baba Erenler denildi. Baba’nın çocuğuydu bu erenler ve babanın sırrıydı, çocuk. “Baba Erenler bu girizgâh biraz ağır olmadı mı sence de?” “İmanım onu, seni ve de beni şu anda yazana sorman lazım. Deruni olmanın süslü kelimelerle olacağını zannediyor genç dostumuz. Belli ki deruniliğin hal ile olduğundan bihaber. Amma her işte bir hayr, her aşkta bir meşk, her yazıda da bir harf vardır. Ne yazdığını da pek bilmiyor gibi.” “Bilmiyor mu sahiden. Sonra darılmaz mı bu söylediğine.” “Bilmediğini bilmek için yazıyor. Beyhude bir çaba onunkisi. Beyhude değil Be-i Huda’dır asıl olan. O da pek yazıya gelmez zaten. Üstelik aklı fikri şu fıkraları tamamlayıp bir kitap haline getirmekte. Ne olacaksa sanki.” “Tamamlayınca ne olacak peki?” “Kendisi tamam değil ki. Fıkraları tamamlasa ne olur “E halen yazıyor ama baksana” “Köftehor bunları yazacağına yazdıklarını yaşasa daha iyi olmaz mı? Zaten yazdıklarının hiçbirisinde bir yaşam belirtisi yok. Varsa yoksa süslü cümleler ve de kelime oyunları. Bizi de bu ölü harfler diyarında dolaştırıp duruyor. Bu da fena halde canımı sıkıyor. Ruh ül mananın çoktan terk edip gittiği kelime mezarlığında gezer gibiyim. Ama ne yapalım toyluğuna vermek lazım. Bak hâlâ yazıyor. Arayan Mevlâsını, yazan belasını bulur zaten.” “Azan değil miydi o?” “Yazanlar, azanlardır zaten.” “Oldu mu erenlerdim şimdi. Bunca yazan insana ve bu arada bu yazıyı şu anda kaleme alana da haksızlık etmiş olmuyor musun?” “Sözü iyi dinle. Ya, zan ile Ya, Sin ile yazarsın. Tercih senin. Zannından yazan kursaktan, sinesinden yazan Cenab-ı Hakk’tan konuşur. Kursaktan konuşup şu anda sözde bu deruni fıkrayı yazdığını zanneden bu genç arkadaş gibi ya bunu kitap olarak yayınlar ya da ekranlara çıkıp kelam eder derin adam pozlarında.” “E fena mı olur erenlerim. İnsanların fikirlerini birbirleriyle paylaşması iyi değil mi?” “Ekrana yakın olan gönülden ırak olur.” “Erenler’im modern zamanlarda yaşıyoruz. Senin dediklerin bu zamana uymuyor gibi. Hem, Hz. Ali; Zaman sana değil sen zaman uy ya da çocuğunuzu zaman göre eğitin demiş.” “Zaman, ama hangi zaman. Ne diyor Harabi Baba: Sen bu âlemi boş mu zannedersin/Her zamanın vardır bir peygamberi. ” “Peygamber mi?” “Hakk’dan haber veren yani. 0 da zamanın imamı olsa gerek. Zamanındaki imama uyarsan zamandan ve de zannından azade olursun, Sine ye yakin olursun. 0 imam ki zamanlar ve de zanlar üstü kelam eder. 0 kibar-ı kelamdaki çocuk ise ibn-ül vakt’tir. Yani zamanın çocuğu ya da zamane! çocuğu. Zamanın çocuğu, zamanın imamıdır. İbn-ül vakt asliyette imam-ül vakt’tır. İşte o çocuk ya da imam o vakit’ten ya da zamandan asliyette ise an’dan haber verir. E çocuktan al haberi demiyorlar mı imanım? O sebeple ibn-ül vakt hakikatte ibn-ül dem’ dir. Demlendikçe ol dem’de dem-ül dem maka-
mından dem vurur. O zaman A cem diyarından Adem diyarına avdet eder. 0 vakit ise dehr’dir. Dehrde Hakk’tır. Bir kud- si hadiste deniyor ya; Dehr’e sövmeyin. Çünkü dehr ancak Allah’tır". “Nerde bu çocuk yani imam peki?” “E yolda yürüyoruz ya. Bizim fıkralar niye hep Baba Erenler ile ihvanı bir gün yolda yürür iken” diye başlıyor sanıyorsun. “Niye?” “Zamanın imamı ile ancak yolda yürür iken karşılaşırsın.” “Hakk erenler yoldan ayırmasın o zaman. Karşılaştığında ne oluyor peki?” “Muhtemelen belanı buluyorsun.” “Aman erenlerim ne yaptın?” “E, Fuzuli öyle demiş nazarım ben ne diyeyim.” “Ne demiş peki?” “Ya rab bela-yı aşk ile kıl aşina beni Bir dem bela-yı aşk'tan etme cüda beni” “E, Allah belanı versin diyenlere kızmamak lazım o zaman.” “Öyle ama eksik söyledin. Hüseyin âşıkları birbirini görünce Allah kerb u bela'nı versin der. Kerbelâ’da mekân tutanlar Kâlû Belâ diyenlerdir. Onlar ki başı açık, yalın ayak ve de sinesi püryandır.” “Başı açık dedindi aklıma geldi. Bu türbana ne dersin erenler?” “Sen belanı arıyorsun galiba” “E, aşk olsun belasını bulanlara.” “Şu anda bu yazıyı yazmakta olan köftehor da bizim üzerimizden fakihliğe soyunuyor. Şu keratanın yaptığına bak. Hiç âdetim değildir ama neyse. Madem fıkranın kahramanları biziz katlanacağız artık. Elden ne gelir. Neyse.... Can alıcı olan nokta şudur ki nokta can alır bilirsin. Azrail’dir bu nokta. Ama canı alırken cananı verir imanım.” “Erenler konuya dönsek diyorum.” “Dönülmez noktanın ufkundayım ya da nutkundayım. Bu köftehorun kursaktan yazısına hakk’tan bir nokta koymaktı muradım. Demem odur ki Araf suresini hatırlamakta fayda var; Ey Âdemoğulları (kadınlar ve erkekler)! Size edeb yerlerinizi örtecek örtü ve bir de süs elbisesi indirdik. Fakat TAKVA ELBİSESİ hepsinden hayırlıdır” Neyse imanım biz nelerle uğraşıyoruz böyle. Takva elbisesini giymedikten sonra başın açık veya kapalı ne fayda diğer taraflarımız ayan beyan ortada. Takva ya da hal elbisesine bürünmeden ne maddeten ne de manen hiçbir sorunumuz hal olmaz.” “Haklısın erenlerim.” “Ama kendi kaftanını kendin biçmeden de bu elbiseyi dikemezsin.” “Kaftan mı”? “Kaf, Ta ve de Nun imanım.”
“Erenler yine ağırdan almaya başladık. Ben bir şey anlamadım.” “Kaftan Nun’a gelmeden Terzi İdris'e varılmıyor. Senin anlayacağın önce üryan olalım ki sonra takva-hal elbisesini giyelim. Neyse imanım biz yolda yürümeye devam edelim. Hem bak! ilerde yolun başındaki çocuğu gördün mü elinde ucu çatallı! bir iğneyle bize doğru geliyor.” “Erenlerim gördüm. Ne yapacak o ucu çatallı iğneyle?” “Tabii ki boyumuzun, "beli" mizin bir de belamızın ölçüsünü alıp kefenimizi dikecek. Üstelik çuvaldızı yok elinde o sebeple iğneyi bize batırmak zorunda.” “Aman Erenler’im ne diyorsun öyle?” “E sen dedin ya zamana uyalım diye. Zamane çocuğu işte!. Fena mı imanım ne güzel, belamızı bulduk işte. Bak duyuyor musun sesleniyor bize.” “Ne diyor?” “Elesti bi nâsıhiküm. ” “Ne demek o erenlerim?” “Ben sizin terziniz değil miyim?" “Biz ne diyeceğiz şimdi?” “Ne diyebiliriz ki; Kalu bela, Hal u bela, Kerb u bela..." MEYVE HALİ DEĞİLDİR BU HÂL Biz erenlerden hâl bekleriz Hünkâr Hacı Bektaş Veli Baba Erenler karşıdan yürüyerek gelmektedir. Kendisinden, bin bir çeşit meyvenin enfes kokuları etrafa yayılmaktadır sanki. Kendisini gören ve de envai çeşit kokuyu fark eden dostlarından birisi: “Erenler’im hayırdır bu ne hâl?” diye sorunca. O da cevaben: “Nazarım, hâl' den geliyorum, ” demiş. KÖRLÜK Baba Erenler gözlerinden bir hayli rahatsızdır. Geçici bir görme kaybı gözlerinde hâsıl olmuştur. Evinin önünde otururken mahallenin imamı biraz da alaylı bir ifadeyle sorar: “Ne o erenler yoksa
görmüyor musun?” “Kör müsün, görmüyor musun,” demiş Baba Erenler de cevaben. YÜZ VERMEK Baba Erenler’e ihvanından biri sorar: “Erenler’im, Hz. Âdem cennetten neden kovulmuştur?” “Yüz verilince o da şımarmış akabinde de kovulmuş tabii...” “Nasıl yüz verilince? Pek anlamadım doğrusu.” “Hakk, Âdem’i kendi sureti üzre yarattı denilmiyor mu bir hadiste?” “Evet, ama bunun senin dediğin şeyle ne alakası var peki?” “E, suret diyor ya orada yani hakk kendi suretini, cemalini yani yüzünü vermiş. Eh, bizimkisi yüz verilince de şımarmış işte.” “İlahi Erenler aşk olsun yani,” demiş ihvanı da. HAVANI ALIRSIN Baba Erenler dostlarıyla sohbet ederken o sırada mecliste bulunan biri kendisine doğru eğilerek düşük bir sesle ama hayli kibirli bir tavırla: “Erenler biliyor musun? Biz Hakk’ı aradık ve onu Âdem’de bulduk çok şükür” deyince Baba Erenler bu densiz ve de kibirli hal karşısında tebessümle cevap verir; “Valla biz de Hakk’ı Âdem’de aradık amma Havva'mızı aldık.” HER ŞEY ZITTIYLA BİLİNİR* Baba Erenler’in çok sevdiği dostu olan bir Âşık hakka yürümüştür. Âşığın cenazesinde imam cemaate sorar: “Aşığı nasıl bilirdiniz?” Topluluktan Baba Erenler hemen atılır: “Zıttıyla bilirdik.” Kâinatta soyut ve somut olarak yer alan her şeyin anlam ve önemine vakıf olmanın ancak ve ancak zıttının bilinmesi ile mümkün olabileceğini ifade etmeye çalışan özlü bir söz. AKORD Baba Erenler’in de bulunduğu bir mecliste âşık saz çalmaktadır. Bir ara sazın akordu bozulur. Âşık sazın akordunu yaparken Baba Erenler merakla sorar: “İmanım sazın akordunu şimdi hangi sese çekiyorsun.” “Erenler karar sesini ‘mi’ sesine çekiyorum.”
Bunun üzerine Erenler âşığa sorar: “Peki, Âdem’in akordu bozulursa onu hangi sese çekersin?” Beklenmedik soru karşısında âşık şaşırır. Cevabı yine Baba Erenler kendi verir: “Âdem’in akordu bozulunca onu vicdanın sesine çekersin.” CAMİ-İ ŞERİF* Baba Erenler yolda yürümektedir ama fena halde sıkışmıştır ve def-i hacet eylemek istemektedir. Etrafına telaşla bakar. O esnada önünden geçmekte olduğu bir esnafa sorar; “Evlat bu civarda bir cami-i şerif olacaktı. Nerededir biliyor musun?” Esnaf: “Ne o Erenler hayırdır sen camiye pek gitmezdin?” “Def-i hacet eyleyeceğim de helâ-yı şerifi arıyorum.” “Tövbe estağfurullah. 0 ne biçim söz öyle. Helâ-yı şerif olur mu hiç?” Bu sözü duyan Baba Erenler tebessümle; “Cami-i Şerif oluyor da, içindeki helâ neden şerif olmasın evladım?” diye cevap verir. *Bu fıkra; ruhu şad olsun büyük dedem Hasan Hüseyin Albayrak’ın 1968 yılında Bakırköy civarında bire bir yaşadığı gerçek bir olaydan aynen alınmış olup vaka esnasında kendisinin esnafa söylemiş olduğu irticâli bir sözdür. RUHBANLIK “Yine yollardayız Erenler’im.” “Şu genç dostumuz ne zaman yazı yazmaya başlasa kendimizi yolda yürürken buluyoruz her nedense.” “Biraz sitem eder gibi oldun. Hoşnut değil misin yolda olmaktan?” “Hiç olur muyum? Amma gel gör ki yol beni neyledi. Yazıdan evvel farkiyyet yok. Senin anlayacağın hemi yol hemi de yer ile yeksanız şu genç dostumuz yazı ile araya girmeden evvel. Yazı zuhur edince yol ile aramıza fark giriyor. Bu da ikiliktir imanım. Biz hep yolda idik kerata sonradan yazı ile yola dâhil olmaya çalışıyor.” “Ne yapsın kendince bir şeyler karalıyor.” “Ne yapacak köftehor karalayıp da yazar mı olacak? Olsun tabii de. Bir şey dediğimiz yok zaten. Yalnız karalamak değil de aklamaktır önemli olan. Kalem eldeyken el nasıl verecek hiç haberi var mı acaba? Kalemi bırakmalı ya da bildiklerini terk etmeli. Bir eli kalemde gözü oynaşta ya da ekranda olmaz nazarım.” “Ama kalem de önemli değil mi erenlerim. Nun vel kalem deniyor Kuran’da.”
“O kalem başka bir âlem. Oradaki kalem, Âdem’dir. Hakk, nefha-ı nun’dan Âdemi bir kalem ile kelama gelir. Hâsılı insanın bizzat kendisi kalemdir. E bir elde de iki kalem olmaz vesselam.” “Yine de derim ki şu genç dostumuzun yazıları da olmasa seninle hiç muhabbet edemeyeceğiz sanki. Haksız mıyım?” “Biz yazıdan evvel de muhabbetteydik imanım. Ahirde de öyle kalacağız. Hem muhabbet sadece söz ile mi olur?” “Olmaz mı?” “Sükût ikrardan, nutuk Haydar-ı Kerrar’dan, kelam ise Hz. Hünkâr’dan gelir. Böyle olunca muhabbet Cenab-ı Kübra’dan olur. Olmadığı zaman ise işkembe-i kübradan olur. O da muhabbet değil vaaz olur imanım.” “Eyvallah. Ya hu Erenler çoğu vakit dediklerinden hiçbir şey anlamıyorum. Anlıyorsam arab olayım.” “Anlasaydın olurdun zaten rabb. ” “Estağfurullah Erenler’im o nasıl söz?” “Anladığın manada değil. Rabb'in ra’sı küçülünce efendi, sâhib anlamına gelir. Ra, büyük olursa Allah olur. Senin anlayacağın Ra-ı kebir Allah, ra-ı sagir ise Âdem’dir. O vakit ra’- dan rah’a oradan Rahman ve Rahim’e varırsın. Hâsılı; men arefe harfe hu fekad arefe rabbe hu yani harfini bilen rabbini bilir.” “Siz söyleyince sanki kolaymış gibi oluyor.” “Söz ruhban, sükût ise muhibban’dır nazarım. Sükût’a söz katarsan araya Ruhbanlar girer. Muhibban aradan kalkar. Bizim yolumuzda ise ruhban yok, muhibban var.” “Eyvallah Erenler’im.” HARBİ KONUŞ Baba Erenler ihvanı ile sohbette iken bir âşığın nutkundan dörtlük okur. Bu nutuk üzerine dostlarından biri; “Erenler’im ne güzel söylüyor bu âşıklar değil mi?” diye sorar. Bunun üzerine Baba Erenler der ki: “Öyledir nazarım, nefsiyle harb eden ve de galib gelen âşıklar harbi konuşur.” “Harbi mi. Çokça amiyane olmadı mı erenler?” “Niye olsun imanım. Askerlik yaptıysan bilirsin. Uzun süre atış yaptığında tüfeğin namlusu kirlenir ya baruttan. İşte bu namluyu temizlemeye yarayan uzun, düz bir çubuk vardır. Bu çubuğu namluya sokar ve de içini temizlersin. İşte bu çubuğa harbi denir.” “Yani?” “İşte biz âdemoğulları ne zaman boş laf etsek ya da boşa atış yapsak namlumuz yahut ağzımız, ruhumuz kirlenir. O vakit âşıktan, harbi bir nefes okursak namluyu temizleriz nazarım.”
EĞRİ Dostlarından biri Baba Erenler’e sorar; “Erenler Er’i*, Er’den seçen kördür değil mi?” Baba Erenler de cevaben: “Elbette amma eri, eğriden seçmeyen de kördür imanım,” demiş. *Er: Kuran-ı Kerim’de “Veli-Evliya ’’ şeklinde geçen bu söz, Alevi- Bektaşi geleneğinde “Er, Eren, Erenler” şeklinde Türkçeleştirilmiştir ve de bu kelimeyle, Hakk’a manevi anlamda erişen, yakın olanlar kastedilir. BERMUDA ŞEYTAN ÜÇGENİ Baba Erenler muhabbettin en derin noktasında aniden sorar ihvanına; “Bermuda şeytan üçgeni nedir?” İhvanı şaşırır bu soru karşısında ama sonra biri cevap verir; “Atlantik Okyanusu'nda çok sayıda uçak ve geminin garip bir şekilde kaybolduğu bir bölgenin adıdır Erenler.” Baba Erenler tebessümle; “Zahirde öyledir ya bâtında?” Cevap gelmeyince kendisi soruyu yanıtlar; “Kin-kibir-hırs. Al sana Bermuda Şeytan Üçgeni. Bunlara kapılan tıpkı o uçak ve de gemilerin kaybolması gibi kendini kaybeder. Peki, Bari* Huda Rahman üçgeni nedir? ” Bu soru karşısında topluluktakiler daha bir hayrete düşerler. Ama bu sefer yanıt gelmez. Soruyu yine Baba Erenler cevaplandırır; “Hakk-Muhammed-Ali”. Bu da Bari Huda Rahman üçgeni. Onların cazibesine kapılan da kendini bulur vesselam.” *Bari: Bir kalıptan döker gibi, düzgün, tertipli ve güzel yaratan. MAZHAR OSMAN’LIK* Baba Erenler dostlarıyla muhabbet ederken bir ara cûşa gelip akıl gemisini aşk deryasına gark eden sözler söyleyince ihvanından biri latifeyle: “Ya hu Erenler tam bir Mazhar Osman’lıksın” der. Bunun üzerine Baba Erenler tebessümle cevap verir: “Ne münasebet bizimkisi mazhar-ı Alilik’tir.”
*Ord. Prof. Dr. Mazhar Osman (1884 - 1951): Ruh ve sinir hastalıkları uzmanı. Türkiye’de ilk modern ruh sağlığı hastanesini (Bakırköy Akıl ve Ruh Sağlığı Hastanesi) kuran Türk hekimi. Eskiden, birisi akla aykırı bir söz ya da davranışta bulunduğunda bu söz söylenirdi. ER, ÇİZİK ATINCA Baba Erenler çok yakın bir dostunun gözündeki bandajı görünce sorar: “Hayrola imanım bu gözündeki de nedir?” “Sorma Erenler’im lazer ile bir çizik attım bu nedenle ışığa karşı bir süre gözümü korumam gerekiyor.” “Güzel. Peki, can gözün açman için ne gerekiyor imanım bilir misin?” “Bilmem ki Erenler ne gerek?” “Ona da lazerin değil bir Er’in çizik atması gerek nazarım.” BEYİN YIKAMA Baba Erenler, ihvanından birini üzgün görünce sorar: “Hayrola nazarım nedir bu halin gayet efkârlı gördüm seni? “Sorma Erenler’im, uzun vakitler görmediğim bir arkadaşımla karşılaştım da. Çok değişmiş, kendisine bir haller olmuş. O güzel insanın yerinde yeller esiyor. Beyni yıkanmış gibiydi.” “Üzülme imanım. Elden ne gelir ki. Cahilin beyni, âşığın ise gönlü yıkanmıştır.” ŞARAB Sâki, Baba Erenler’e sorar; “Hangi demden nuş etmek istersin Erenler?” “Şarabb ül Âlemin olsun imanım.” BİLDİRİ Bir olalım, iri olalım, diri olalım Hünkâr Hacı Bektaş Veli Baba Erenler’in çok sevdiği akademisyen bir dostu üniversitede düzenlenecek panelde bir bildiri sunmasını kendisinden isteyince o da cevaben; “Ah güzel Erenler’im bildirmediler ki bildireyim. Kendini bil ki diri olasın. O vakit bildiri sunmak elimden gelir,” der.
KOZMİK ODA* Baba Erenler’in ihvanından biri; “Ya hu Erenler bu âşıkların gönlü ne geniş değil mi? Hâlbuki kalb dediğin dört odacıklı yumruk büyüklüğünde bir şey” deyince. Baba Erenler de: “O kalbe âlemler yani kozmos sığmış imanım. Odadır amma kozmik odadır âşığın gönlü. Hiçbir hâkim ve de savcı giremez o kozmik odaya, yalnızca maşuk girer,” demiş. * Kozmik Oda: Genelkurmay Kurmay bünyesinde bulunan ve içinde normal şartlar altında şifrelenmiş haberleşme araçları mevcûd olan ve de bunları işleten, belgeleri teslim edip alan subaylar bulunan oda. Aralık 2009 - Ocak 2010 tarihlerinde Türkiye gündemini bir hayli meşgul etmiş olan bir konuydu. BOYNU BÜKÜK Baba Erenler’e sorarlar; “Yahu Erenler bu dünyanın ekseni neden 23 derece 27 dakika eğiktir?” “Sadece Dünya mı? Hakk’ın huzurunda cümle âlemin boynu eğiktir nazarım.” MESTANE “Baba Erenler şarab içmek günah mıdır?” “İçip mestane olmadan bilemezsin imanım.” “Peki, mestane olunca bilecek miyiz?” “Ayılmadan bilemezsin.” OZAN “Erenler iyi ki bu ozanlar var değil mi? Ruhumuzu arındırıyorlar.” “Haklısın imanım. Dünyayı ozon tabakası, ruhumuzu ise ozan tabakası korur.” AÇ - KAPA “Hayırdır imanım pek keyfin yok gibi.” “Sorma Erenler’im, kriz nedeniyle işime son verdiler. Ama Hakk’dan umut kesilmez. Bir kapı kaparsa birini açar değil mi?” “Öyle de... Yahu hiç anlamıyorum doğrusu. Madem açacaksın niye kapıyorsun?” AKADEMİ Baba Erenler’in Edebiyat Fakültesi’ne yüksek lisans yapmak için başvurduğunu duyan dostlarından biri sorar;
“Ya hu Erenler bu yaştan sonra ne yapacaksın yüksek lisansı?” “Öyle deme imanım. Aşkın demi ile demleniyoruz. E bir de aka demi nasılmış onun tadına bakalım dedik.” MÜRŞİD “Baba Erenler senin mürşidin var mı?” “Benim mürşidim var, amma mürşidimin beni yok.” “0 ne demek Erenler. Ben kim oluyor peki?” “Ben, bensiz bir kimdir.” “Mürşidin kim peki?” “Hayat.” “Hayat mı?” “Hayatta en hakiki mürşid hayattır. Hayattan daha iyi bir öğretici yoktur imanım. Hayat bilgisini aldıkça, hayatiyet kazanırsın.” “Sahi mi söylüyorsun Erenler?” “Elbette. Üstelik dosdoğru öğretir. Sırat-ı müstakim*, hayat-ı müstakimdir.” * Sırat-ı müstakim: Dosdoğru yol (Fatiha: 6). VİRTÜ-ÖZ* Baba Erenler çok sevdiği ve de zevkle dinlediği Erkan Oğur - İsmail Hakkı Demircioğlu ve Cengiz Özkan’ın birlikte sahne aldıkları bir konsere gider. Konser bitiminde dostlarından biri Baba Erenler’e: “Erenler ne güzel söylediler değil mi? Üçü de müthiş birer virtüöz,” der. Bunun üzerine Baba Erenler tebessümle cevap verir: “Öyleler nazarım. Bir harikalar ve de virtüözler amma onlar virtüöze insani öz de katıyorlar. Lezzet de buradan geliyor.” *Bu fıkra, Erkan Oğur - İsmail Hakkı Demircioğlu ve Cengiz Özkan’a muhabbetle ithaf olunur. BOŞLUK Kendi hallerini nesh ediyordu Baba Erenler. Bir halden bir hale tenasüh edip duruyordu. Bir acaib haller olmuştu kendisindeki ben’e. Akıl, sırra erdikçe ağyar olanlar akıl sır erdiremiyordu bu hale. Haddini aşmalıydı. Fazl'la ileri gitmeliydi. Yoksa münteha'daki sidre önünde aşılmaz bir engel olacaktı. Yedikçe yemişleri sidre den, sadr'ından bir ferahlık yayılıyordu. Vücüduna dolanan Âdem’den bir an için ürktü. Bir uzvu gibiydi oysa bu kıvrımlı Âdem. Havva’yı aldatan Âdem kendindeydi. Kanmıştı her ikisi de kendindeki bu hale. Kanarken Havva ile Âdem eldeki azaz'a bir lokmadan el almıştı bu süfli sürgün. Elma’ya meyli olan ne anlardı eldeki pirinçten. Yetmiş bin zulmet hicabının maverasından balkıyordu pir incisi. Hicab ref olunca hacer ül dürr’ü boynuna astı Baba Erenler. O
vakit Hacer ül dürr, Hacer ül teslim oluvermişti. On ikiden vuruldu. Vurulduğu yerden sıbgatullah damlıyordu türaba. Hüseyin’e doğru akıyordu ahmer ül dem. Dem akar yolunu bulurdu. Seyre daldı Baba Erenler: “Baba Erenler bakıyorum da yolunu bulmuşsun.” “E akıyoruz da ondandır evlat.” “Nereye akıyorsun?” “Eller gider mersine biz gideriz er sinesine.” “Anlamadım.” “Hele bir yol akıver de anla.” “Akacak mecram yok Erenler’im.” “Derya olamadık amma ırmağa akıyoruz oradan ırmağın kaynağına akmaktır muradım.” “Ben tersini biliyordum oysa ki.” “Dedik ya er sinesine. Derya olup da ne yapacaksın?” “Ama hep derler ya 'katre olup deryaya karışmak ne güzel şey,' diye.” “Ne olacak deryaya gark olup ta. Deryada olanlar deryadan nuş edemezler.” “Niye?” “Çünkü deniz suyu tuzludur nazarım. Asla o sudan içemezsin.” “Hiç böyle düşünmemiştim.” “Deryada olanların sadece dışı ıslanır. İçleri susuzluktan kupkurudur. Derya’nın asliyette çölden hiç farkı yoktur nazarım.” “Hakikaten öyle.” “Suya kanmaksa muradın deryanın kaynağına doğru akmalısın imanım.” “Nasıl olacak o iş?” “Mali işlerden sorumlu zatı bulmalısın.” “Mali işler?” “Mali; Muhammed Ali"dir. “Kim sorumlu onların işlerinden?” “Öyle kolay değil o işlerden sorumlu zatı bulmak.” “Nedenmiş Erenler’im.” “Çünkü Ali’nin işleri] Daim sır ile nazarım.” “Nasıl bulacağız peki bu zatı?” “İrmağa karışmalısın.” “Önce denize düşsek daha iyi olmaz mı?” “Denize düşen yılana sarılır. Ademiyet denizine düşen Havva, mar-ı Âdem’e sarılmış. Aslolan ırmağa düşmektir vesselam. Denize düşen yılana, ırmağa düşen Ali’ye sarılır. Bu yazıyı yazan köftehor da kaleme sarılmış baksana.” “Irmaktan sonra nereye varacağız peki?”
“Irmağın kaynağına, gözesine tabii. Gözeye geldin mi tamamdır o iş. O zaman nuş et istediğin kadar dembedem ser çeşme den. “Pek kolay olmasa gerek. “Elbet kolay değil. Hele bu yazıyı yazan genç dostumuz gibi masa başında rahat koltuklardan sözde hikmetli sözler içeren yazılar yazmakla hiç olmaz nazarım. Senin anlayacağın ırmağa girmeden, ıslanmış pozlarıyla olmaz bu iş.” “Ya hu Erenler’im ne istiyorsun bu genç dostumuzdan.” “Bir şey istediğim yok. Sadece ‘Yazdığın gibi görün. Göründüğün gibi yaz’ demek istiyorum.” “Yazmazsa ne olur?” “Riya olur. Riya ile de zat’a, gözeye varamazsın. Riya-zat ile değil ziya-ı zat ile münevver olunur. Irmağın gözesi dağdan çıkar gelir. Dağda gezinirsen bakarsın bir gün bir çalıdan seda gelir.” “Ama dağ hep benliğe benzetilir Erenler’im. Benlik dağı denir ya. Benliğe lanet.” “Estağfurullah. O nasıl söz. Benlik Hakk’a mahsus nazarım.” “Bunu da yeni duydum. O de ne demek şimdi?” “Enel Hak işte. Enel, Hakk’tır imanım. Ben olan Hakk'tır yani. Hakk ise biz olandır.” “Nasıl, biz?" “Biz, Arapçada nahnu olarak vasf edilir ki ebcedi 108’dir. Hakk'ın ebcedi de 108’dir. Ol sebeple en el hakk asliyette en el nahnu olup ben, biz demektir. Demem o ki Hakk, Kuran’da ben derken biz demiş oluyor, biz deyu vasf ederken de aynı zamanda ben demiş oluyor sanki. Ama en doğrusunu Hakk bilir tabii. Hâsılı, her şey bende gizli. Ben, biz ile aşikâre dökülür.” “Neden ben gizlidir Erenler’im?” “E Hakk, Musa’ya Tur-i Sina’da iken; beni göremezsin demiş ya. Bir de ‘Eye aşer eye’ deyu hitap eylemiş.” “Ne demek o Erenler’im?” “Ben olan ben” demek. Hakk’tan gayri 'ben’ yoktur. Ya da 'ben’den gayri Hakk yoktur. ‘Ben'den gayri hakk talep edersen marifet-i ilahiyyeden bi-habersindir. Bi-haber olmak istemiyorsan ‘ben'den al haberi.” “Senden yani.” “Hayır ‘benden.” “Tamam, işte ben de aynı şeyi söylüyorum ya!” “Sen senden, ben ise ‘ben ’den bahsediyorum. Bende isen Haydar’a benden bahsedebilirsin. Neyse sen-ben kavgasına girmeyelim şimdi. Bu ben başka bir ben. Sende olanların beni dir bu cemaldeki ben. ” “Aman Erenler’im kuyuya bir taş attın gel de çıkar onu.” “Bırak kuyuda kalsın nazarım. Bir Veli kuyuya bir taş atar 40 deli onu çıkaramaz.” “Oradaki Veli, deli değil miydi? Kırk deli de akıllı olması gerekti.”
“Ha Veli ha deli ne fark eder. Her Veli biraz delidir ama her deli Veli değildir. Buradaki Veli ise, Hakk olan Veli’dir. Hani Hakk buyuruyor ya ‘Allah’tan başkasını kendinize veli edinmeyin’ Taşı kuyuya niçin atarsın peki?” “Bilmem ki.” “Kuyunun derinliğini ölçmek için tabii. Hakk kuyuya yani Âdem için kendi deruniliğini fark etmesi için aslı taş- toprak olan bu âlemi yaratmıştır. Ne zaman ki taş kuyudan ya da Yusuf kuyudan çıkar işte o zaman diyar-ı Mısır’a sultan olur ya da Âdem, Âlem’e sultan olur. “Oradaki kırk deli ne oluyor?” “Kırklar oluyor tabii.” “Ya hû Erenler’im bazen düşünüyorum da bu kadar kelam ediyoruz da ne için? Faydası nedir bu kadar konuşmanın. Bu kadar söz niye sarf edilir ki?” “Yazıyı yazarken arada boşluk bırakılıyor ya!” “Evet?” “Ne kadar konuşursan o boşluklar o kadar çoğalır. O boşluklar sükûttur ya da nefes aldığımız yerdir. Söze manayı bu boşluk verir. Konuştukça, boşluğu doldurmaya çabalarız. Halbuki bırak kuyu biraz boş kalsın imanım. Testinin faydası içindeki boşluktan kaynaklanır. Boş olsun ki su alsın. Senin anlayacağın: Âdemi yarattın balçıktan, içindeki boşluktur onu faydalı kılan. Nefsinden boşanan, nefesle dolar. Âdem’in içi havayla ya da Havva ile dolunca ayağa kalkmış imanım.” “Kalkınca ne olmuş peki?” “Ne olacak ayvayı yani elmayı yemiş tabii. Yiyince Hakk’tan nida gelmiş Âdem’e: “Eşek oğlu eşek. ”* “Aman Erenler’im ne yaptın o nasıl söz? “Dur telaşlanma. Bak! sözün arasında boşluk olmayınca ya da söz nefessiz söylenince mana da kayboluyor tabii. Yani “eş ek oğul, eş ek ” deyivermiş güzel yaradan. Âdem de başlamış toprağı eşip ekmeğe. Âdem Babamız çiftçi ya.” “Eyvallah.” “Âdem buğdayı yedikçe de önceki nida bir başka hale bürünmüş.” “Nasıl Erenler’im?” “Aşk ek oğul aşk ek.” “İlahi Erenler’im...” “Dilimde bir lezzât zuhur etti. Tatmak ister misin?” “Zevkle Erenler’im.” ... ... “Erenler’im ne bu sükût. Lezzâta ne oldu?” “Mahlassız nutuk olmaz. O sebeple vazgeçtim.” “Mahlasa ne oldu peki?”
“Boşlukta asılı duruyor. O şimdi kuyuda. Bırak orada kalsın Kırk deli belki bir gün onu oradan çıkarır. İsimden halas olan mahlas halis olur o vakit aşığı da bulur. Hâsılı; Aliyyen veliyullah, veliyyen deliyullah, deliyyen delillullah, turabb ül âlemin, Muhammed ül emin, enel noktatül tahtel yedd-i emin, nuş ettik demin, harrabb ül âdemin, tarik-i nazenin, takvim-i ahse- nin, ne benimdir ne senin, Haşan ül Hüseyin, ve lâ ed dâllîn, hubb-i cemalin... * Fıkranın; Hakk’ın Âdem’e eşek oğlu eşek deyip bunun Âdem’in çifti olması sebebiyle aslıyette eş ek oğul eş ek anlamına geldiği kısmı, yıllar evvel babam Hasan (Gazi) Albayrak’ın (Âşık Pervane) bir muhabbet esnasında irticalen söylemiş olduğu orijinal bir kelam olup kendisine aittir. SÜREK Yol bir, sürek bin bir “Ya hu Erenler’im ne olacak yolumuzun süreği? Kimse bu süreği önemsemiyor.” “Nazarım herkes hazıra konmak istiyor. Halbuki sürmeden edemezsin toprağı. .Sürüp edeceksin ki buğday bitiversin turabdan nazarım. Ekmek, sürek ile olur.” GÜNAH Aylardan ramazan ve mutad olduğu üzere Baba Erenler demlenmektedir. Demlenirken imam efendi kendisini görünce; “İçme şu zıkkımı. Her gün günaha giriyorsun. Sonra nasıl hesabını vereceksin bu günahının” der. “Ya hu imam efendi şu demi bir kez olsun içsen hiçbir gün, ah ile geçmez. Asıl içmezsem her gün ah çekerim.” RAHAT İstivayı gözler gözüm Seb’al mesanidir yüzüm Ene’l Hakk’ı söyler sözüm Mi’râcımız dardır bizim Balım Sultan (14. yy) “Erenler içimde nedenini bilmediğim bir sıkıntı var. Geceleri uyuyamıyorum. Çok rahatsızım.” “Rahat ol imanım. Rahat ol ki rah-ı halt'a olasın. Rah-ı hatt ya da rah-ı hakk ikisi de hakkdır muhakkak. Muhakkik isen rah-ı hatt-ı istivayı* gözler gözün.” “Erenler inan bir şey anlamadım.”
“Üzülme, rahat ol. Ben de anlamadım.” * Hatt-ı istiva: 1. (Coğrafi terim olarak) Dünyayı iki eşit parçaya ayıran ekvator çizgisi. 2. (Tasavvufi terim olarak) İnsan yüzünün ve vücûdunun sağ ve de sol uzuvlarının aynı olması dolayısıyla ortasından geçtiği tarz edilen çizgiye verilen ad. İstiva, ayrıca Secde suresinin dördüncü ayetinde geçen bir kavramdır. AYNI Ben hakkın edna kuluyum Kem damarlardan beriyim Aynı cem’in bülbülüyüm Meydana ötmeye geldim Şah Hatayi (14. yy) “Baba Erenler nasılsın?” “Hep aynı. Bildiğin gibi imanım.” “Nasıl aynı?” “Aynı cemin bülbülüyüm yani.” “E aşk olsun diyelim.” ETEĞİNDEKİ TAŞ Bugün ben pirimi gördüm Pirin eşiği güldür gül Eğildim yüzümü sürdüm Pirin eteği güldür gül Kul Nesimi (17. yy) “Baba Erenler geçenlerde bir dostumla karşılaştım. Benden borç para istedi. Her seferinde verdim. Lâkin bu sefer elim sıkışıktı veremedim. Vay sen misin vermeyen. Meğer dost bildiğim benim için neler düşünüyormuş da bilmiyor- muşum. Bir kere vermeyince kötü olduk. Bütün kinini üzerime boca etti. Olmaz olsun böyle dostluk. Anlayacağın eteğindeki bütün taşları döktü.” “Her işte bir hayır vardır. Ağyar olan eteğindeki taşı, dost olan eteğindeki gülü döker nazarım. Dostun eteği güldür, gül. Güldür güldür akar gülzara* doğru. * Gülzar: Gül bahçesi
TESLİM TAŞI* “Hayrola imanım o boynundaki taş da neyin nesi?” “Aşk olsun! Erenler’im nasıl bilmezsin. Teslim taşıdır. Teslimiyet babındayız, Hakk’a teslim olmuşuz.” “Teslimiyet, taş ile mi oluyor. Hakk’a teslim oldun ve bunu cümle âleme bir taş ile duyurmaktasın öyle mi? Nedir bu gösterme sevdası. Taş ile işimiz yok bizim.” “Ama Erenler!” “Sen onu yanlış anlamışsın.” “Nasıl?” “Teslim taşı yani hakk emanetini Âdem’e teslim etmiş. Teslim edileni iyi taşı. Taşıyamazsan taşlaşırsın. Kalbi taş olanın da, işi yaş olur.” * Teslim Taşı: Bektaşi dervişlerinin boyunlarına asmış oldukları, Allah’a teslimiyeti ifade eden on iki köşeli taş. DÜŞÜK CÜMLE “Nazarım dün gece bir garip rüya gördüm.” “Hayırdır inşallah Baba Erenler. Ne gördün?” “Rüyamda cümle olmuş, bir dilbazın diline düşmüşüm. Bir türlü bitmek bilmiyorum. Bir nokta koysa da bitsem diye düşünüyorum.” “Ya sonra?” “Sonra da nokta olup bir dervişin diline düşmüşüm. Bir sükût ki hep başladığım noktadayım.” “Peki, Erenler’im bu rüyadan sen ne çıkardın?” “Çıkardığım şey şu: Cümlelerim düşük yaptı, o sebeple noktayı doğuramadım.” MUTLAK HAKİKAT Vech-i Harabi’ye gel eyle dikkat Hakk’ın cemalini eylersin rüyet Sadece Hakk demek değil hakikat Hakikat var hakikatten içeri Harabi (1853-1917)
“Erenler’im mutlak hakikat var mıdır?” “Mutlak hakikat, içi boş olan hakikattir nazarım.” “Ne demek o Erenler’im?” “Mutlak, talak’dan gelir ki “azat etme, boşama" manasında- dır. Herkes o boşluğu kendince doldurduğunu zannediyor. Amma hakk ve de hakikat lamekânidir ve de öyle bir sonsuz boşluktur ki, onu bildiğimizi sandığımız hakikat kırıntısı ile ne kadar doldurmaya çalışsak da her dem boş kalacaktır.” “Haklısın Erenler’im.” “İmanım bu dediğim de boşdur vesselam.” DAR KAPI Dar kapıdan girin. Çünkü kişiyi yıkıma götüren kapı geniş ve yol enlidir. Bu kapıdan girenler çoktur. Yaşama götüren kapı ise dar, yol da çetindir. Bu yolu bulanlar azdır. (Matta İncili 7:13) Derununden bir ses geliyordu ve o seda harf libasına bürünüyordu Baba Erenler’in yek dudağında. Ancak iki yay uzaklığında yakin olan refiki işitiyordu bu sedayı. Mirat ül Huruf’a nazar ettikçe bir garip hicaba bürünüyorlardı amma hiç hicab duymuyorlardı. Çünkü yürür iken yine yolda, nazar u namus şişesini taşa çalmışlardı. Ama gönül şişesi yerli yerindeydi. Ateş ile kumdan değil, balçıktan vücûda gelmişti şişe. Bir ellerinde şişe diğerinde ise enfes ya da nefis değil amma nefes bir şarrab mevcûddu. Şar dan gelen bu abı önce şişeye dolduruyor sonra leblerine değdiriyorlardı. Lebbe değdikçe şarrab, harflerin başı da dönüyordu. Şar, rabb'a döndükçe harflerin başı olan elifin de başı dönüyor, cemali üzerine düşüp noktaya turab oluyordu. Sonrasında ba’ya sığınıyordu nokta. Elif, Ba ile ülfet ettikçe Cim, karnında noktaya gebe kalıyordu. Cim’deki noktayı doğurtan Ebe, Turab'dı. Aniden Tur’daki rabb’dan işitti sedayı Baba Erenler ile Refiki amma o ses sanki Baba Erenler’den geliyor gibiydi. Ebesi, Turabb’dı hayr ul nisa olan Meryem’in Ol sebeple pedersiz ve de perdesiz doğdu nesl-i İmran’ın Mecdeli bir deli göründü halleri ağyare Meryem-i Sani’nin Lâkin ar u namus’u idi o Meryem Tıfl-i Mesiha’nın Taşa tutar iken nasırlı elleri ile güruh-u Nasıralı, Mecdeliyi, Taşa çalıyordu Ruhullah ar u namus ’unu vecd ile
Çalar iken taşa o vakit nazar eyledi Bektaş Kubbesinde pinhan idi Aliyy ül Bektaş Şahid-i Bektaş idi beştaş Pençe-i al-i aba idi pençtaş Taş kesilince ol lain Kadı Hacer’i aldı heman bir karaltı Abrahim naz u niyaz edince Hacc-ı er’e Lerzan olup erdi inni enallah ’e Beytulllah mihmandı Hacer ül Esved’e Esedullah nüzul etti Fatma Binti Esed’e “Erenler’im o neydi öyle?” “İmanım bir bilsem.” “Söylediklerin pek şiir tadında değildi üstelik kafiyesiz.” “Olsun şir tadında oldu.” “Şir mi?” “Şir tabii hemi aslan hemi süt anlamına gelir imanım.” “Yani?” “Aslan sütü işte. Şir-ü şir yani. İçegör şu cura-ı şirden bak sen de aslan kesilirsin imanım.” “O zaman Şir-i Yezdan ne oluyor peki?” “Bir düşün.” “Enteresan. Hem Allah’ın Aslanı hem de Allah’ın sütü oluyor. Benim kafam karıştı Erenler’im. “E baksana daha içmeden başın dönmeye başladı bile imanım.” “Peki, içince ne oluyor?” “Ne mi oluyor. Âdem gibi görürsün cümle varlığı.” “Nasıl?” “İçince başı dönmeye asliyette ise başa dönmeye başlamış, o vakit Tuba ağacını ters görmüş imanım. Kök havada dallar turabda senin anlayacağın.” “Bu nasıl iştir?” “O ağaç bizleriz imanım bak biz de rahimden baş aşağı do- ğuveriyoruz. Mestane iken anne karnında oradan kovulup bilinç kazanmaya başlıyoruz. Orayı hatırlıyor musun?” “Hatırlamıyorum” “Doğaldır tabii. Ayıkken, sarhoşken ne yaptığım hatırlıyor musun diye sorduklarında verdiğin cevap da yine aynı değil mi?” “Doğru, garip bir durum. Mestane oldukça hatırlıyor, ayıldıkça unutuyorsun. Ben tam tersi diye biliyordum oysa ki.” “Şir-i Yezdan ezberi bozar imanım. Ez ki berini ezberin bozulsun.” “Yezdan’ın şir’ini nerden bulacağız peki?” “Her zamanın vardır bir şir’i.” “Erenler’im yeri gelmişken sorayım. Yolumuzun kökeni nerden geliyor. Diyorlar ki Hermes’ten, Zerdüşt’ten, Brahman’dan, Buda’dan, Musa’dan, İsa’dan, Bogomil’lerden, Cat- har’lardan,
Kabala’dan, Fisagordan, velhasıl tüm ezoterik geleneklerden izler taşıyormuş inancımız. Bunu derken de onların hepsi Ali idi ve farklı zamanlarda farklı isimlerde görünmüş diyorlar. Sen ne dersin?” “Erenler hazıra duacıdır derim imanım. Hazırda olana bak sen. Âdem nereden geliyorsa yol da oradan geliyor. Ruhul- lah diyor ya; yaşama götüren kapı ise dar, yol da çetindir. Dar kapısıdır o kapı. Dara durarız dar kapısında. Hepimiz o dar kapıdan geçip hayata gelmedik mi imanım. O çetin yolun kökü ise o dar kapıdır ki o kapı da Aliyy el Murteza’dır. Bütün yollar Ali’den gelir. Tabii ki bütün yollar da Ali’ye çıkar. Her şeyin evveli Ali olduğundan o adını saydıklarının kökeni aslında Alevilikten çıkar gelir. Doğrudur, cümlesi Ali idi ve bin bir dondan görünmüştü. Ama sen o bindeki bire bak. Bire bağlan ki Pir'e bağlanasın. Dedik ya Şir’den nuş et diye. Amma tarihi geçmiş Şir’den içersen miden bozulur. Taze Şir’den nuş etmen gerek ki hayatiyet bulsun vücûd. Ne diyor âşık: Bugün bize pir geldi Gülleri taze geldi Bak tazelenmiş gelmiş pirin eteğindeki gül. Taze gülde koku olur, kuru gülde koku ne arasın.” “Aman Erenler’im yoldaki taşa dikkat. Dur kaldırayım yoldaki taşı.” “Dur imanım ne yapıyorsun?” “Taşı kaldırıyorum.” “Hakk’ın yarattığı her şey yerli yerinde. Taş yerinde ağırdır imanım. Yoldaki taş hem Bektaş hem de beştaştır. Yola taş getirme amma yoldaki Bektaş’ı da kaldırma.” “Eyvallah Erenler’im.” “Bizim Kanber Sultan da sofrayı yaymıştır şimdi.” “Şir’de var mıdır acaba?” “E Kanbersiz düğün, Şir’siz sofra olmaz amma yine de en iyisini Zât-ı Ali’miz bilir.” ABA ALTINDAN SOPA GÖSTERMEK Uzun zaman evvel, Baba Erenler denilemeyecek kadar tıfli bir delikanlıydı. O vakitler Baba Erenler’in hali kendinde bil kuvve mevcûd olup zaman zaman mevc vurmaktaydı bilinç sahiline. İşte bu dalgaların sahile nadiren vurduğu bir anda parkta oynarken mahallenin cami imamı ayağı aksadığı için elinde her daim tuttuğu ve kendisine yaslandığı uzun sopası ile yaklaşıp sordu; “Arkadaşların camiye gelip namaz kılıyorken ben seni hiç görmüyorum camide. Cami Allah’ın evidir çocuğum. Neden gelmiyorsun?” Su ile balçık haline getirdiği toprağı eliyle yoğururken bu sitemkâr sözlere cevap vermek ile vermemek arasında bi-karar oldu. Ama sonrasında naifçe seslendi imam efendiye; “Yeryüzünü sana mescit kıldık denmiyor mu Kuran’da? Allah her yerde ise bizim ev de Allah’ın evi sayılmaz mı hocam. Ama ben de sizi, bizim evde bir kez olsun görmedim. Gelmeyene biz de gitmeyiz. Velim’den öyle gördüm öyle duydum.” “Bak sen şu konuşana. O zaman velin kimse söyle o gelsin bu meseleyi onunla konuşalım.” “Benim velim Allah’dır.”
“Tövbe estağfurullah tövbe.” “Hocam ne kızıyorsunuz. Öyle demiyor mu Kuran’da sizin veliniz ancak Allah’tır.* Sizin, benim hepimizin velisi odur. Her nereye dönsem, her ne vakit çağırsam o veli orada hazırdır. Gerçi çağırmasam da hazırdır ya!” “Çattık ya hu. Çokbilmiş seni. Şimdi şu sopayı kafanda kıracam.” “Aba altından sopa gösteriyorsunuz yani.” “Gösteririm tabii sana mı soracağım bacaksız.” * Maide suresi 55. ayet. ** Bir gün Hz. Peygamber sırtında bir aba ile evden çıktı. Onu gören Hz. Haşan yanına geldi, Peygamber ona abasının altına girmesini söyledi. Sonra Hz. Hüseyin geldi. Peygamber onu da abasının altına aldı. Sonra Hz. Fatma geldi, Peygamber onu da abasının altına aldı. Daha sonra da Hz. Ali geldi, Peygamber onu da abasının altına aldı. Sonra Hz. Peygamber “Ey Ehl-i Beyt, Allah sizden günahı gidermek ve sizi tertemiz kılmak istiyor." (Ahzab, 33) mealindeki ayeti okudu. YOL CÜMLEDEN ULUDUR Bakmadan görüyordu Baba Erenler. Görmeden bakınanlar vardı oysa. Kurret ul aynından nazara gelmişti. Kendinden gayrısına nazarı değmesin deyu yetmiş bin zulmet hicabı çekmişti yâri ile ağyarın arasına. Bir garip çarpıntı hissetti kalbinde Baba Erenler. Tekliyordu kalbi. Aldı kalbini avuçlarının arasına. Bir zar gibi fırlatıp attı. Ne zaman atsa bu zar misali tekleyen kalbini hep yek geliyordu. Bendini çatmıştı kalbinin ol ganiyy haydar. Hayy-ı dar idi Hayy-ı ber’in babını tutan. Babb ül âlemin el kalbi ilel kalb enel kalb. Artık cümlet ül müntehaya gelmişti. Bundan sonrası tufan idi. Benlik atma süvar oldu. Berk vurdu tufanın derununa. Sefine- i ruha rast geldi. Kendinden gayri kimsecikler yoktu sefinede. Her nereye dönse kendi veccullah olmuştu enelhamdilullah. Definelere malik sefineler mevcuddu. Aniden bir mevc vurdu tufandan benliğine doğru Baba Erenler’in. Kenz-i mahfi iken kendi, mahvi oldu. Kendinden eser kalmadı. Eser verip sır vermedi asla. Serden geçiverdi amma ser-dem geçmedi. Serdem- i Safiyyullah oldu. Saflaştıkça kendi kabuğuna çekiliverdi. Yaraları kabuk bağladı. Kabuğun altında için için kanıyordu kan. Kan tutuyordu Baba Erenler’i bu Kerb u belada. Bir hüseyni makam dolandı diline, beline ve de eline. Elinde olmadan tutunuverdi diline dolanan belindeki makama. Tutmayıp bıraksa esfel-i safiline düşecekti. Düşkün iken dost bağına girilir miydi. Düş, kün iken oluverdi aniden. “Erenler’im gözlerimiz yolda kaldı. Cemalinize müştak olduk.” “Hemi gözümüz hemi özümüz yolda kalsın. Amma hatır kalsın yol kalmasın. Yol ise cümleden uludur.” “Erenler’im bu yol cümleden uludur sözündeki hikmet nedir? Fakir çok söyler de... Aramızda kalsın manaya pek vakıf olmadan söylüyorum. Ama şık da duruyor hani neme lazım.” “Benim bildiğimi nereden çıkarıyorsun peki. Ama haklısın şu an bu yazıyı yazan köftehor yazıyı buraya kadar getirdiğine göre illaki bir şeyler söylemek lazım öyle ya!”
“Aman Erenler’im kırma şu genç dostumuzu.” “Peki, bunu söylediğimde bunu yazan mı söylemiş oluyor yoksa söyleyen mi yazdırıyor? Neyse söyleyene değil söyletene! bak demişler. Cümlemizi söyleten yektir. Cümleyi harf, harfi nokta, noktayı da kalem söyletir. E âşığıda dert söyletir.” “E aşk olsun Erenler’im.” “Sözün hikmetine gelirsek. Bu söz olmadı. Sözün hikmetini söylemek Cenab-ı Aliyyel Hünkâr’a mahsus. Biz olsa olsa zehabımızı söyleriz ancak.” “Niye Erenler’im?” “Bu hikmet kelimesi Arabî lisanda hıkm kökünden gelir ki manası gem vurmaktır. ” “Yani?” “Yanisi var mı nazarım. Sözün hikmetini söylemek nefse gem vurmaya muktedir isen olur ancak. Biz ise nefsimize gem vurmuyoruz, nefsimize yem oluyoruz. Olur, isen nefsine yem/ Sözlerin olur her daim kem." “Haklısın.” “Neyse nazarım devam edelim. Yol cümleden uludur sözü asliyette nokta, cümleden uludur demektir.” “Nasıl, anlamadım.” “Hele bir yol sabır eyle nazarım.” “Peki Erenler’im.” “Nerde kalmıştık. Evet, yolda kalmıştık. Yolda kalmak iyidir. Bir de yolda kaldık diye sızlananlar yok mu? Arabamla yolda kaldık derler ya. Ne güzel işte. Bu beden, ruhun arabasıdır. Bu fena mülküne yolda kalmaya geldik zaten. Yolda kalanlara aşk olsun nazarım.” “İlahi Erenler...” “Yol, tarik demek. Tarikat’ın başı, evveli kim?” “Şah-ı Merdan.” “Eyvallah nazarım. Evveli Ali, ahiri de Ali. Her yolun bir başı, başlangıcı var ise başlangıç noktası derler ya, e bir de bitiş noktası var. Zaten o kelamda cümleden deyu bir kelime geçiyor ya...” “Evet...” “Cümleler kelimeden, kelimeler harflerden, harfler de noktadan vücuda gelir. Geldik mi noktaya vesselam.” “Geldik Erenler’im. Yalnız oradaki cümleden kelimesi, her şey’den uludur manasında değil mi?” “Eyvallah amma şey denilen muamma da kelime ile mana kazanır. Her şey'i tek tek söyleyemeyeceğimize göre toptan bir kalemde şey deyu kestirip atarız. Hem bak şey de harften mürekkep azizim. Senin anlayacağın her bir cümlemiz noktaya bağlı. Kurtuluş yok.” “Doğru.”
“Noktaya geldik ise Ali’ye vardık demektir.” “Eyvallah Erenler’im. Ben ba’nın altındaki noktayım kelamı burada devreye giriyor.” “Nokta da Ali ise o zaman en baştaki kelam Ali cümleden uludur ya da Ali cümleden alâ dır olur vesselam. Bak cümlenin başı Ali sonu da Ali oldu. Ali cümleden alâ dır sözündeki cümleden ya da perdeden de kurtulduk mu geriye Aliyyel Alâ kalır.” “Eyvallah Erenler’im.” “Güzel de şimdi biz neyi anlatmış olduk. Bu kadar cümle kurduk amma halen noktaya vakıf değiliz. Aslında ne söyledik ki! ” “Öyle deme Erenler’im bildiklerimizi paylaşmak güzel değil mi”? “Bildiklerimizi mi? Ne biliyoruz ki? Bu cümlenin derininde de büyük bir kibir yatmakta. E kibirden kibriyaya da varılmaz ki! Bak ne çok şey biliyorum! Bunu da gayet masum olan paylaşmak sözüyle örtüyoruz gibi. Biraz da suskunluğumuzu paylaşsak olmaz mı? Şu ego var ya şu ego.” “Ego için ne dersin Erenler” “Ego! E go işte. Ego aslında I go yani ben giderim demek. Benlik ile gidersen sonun hüsran. Amma ben giderim yana yana dersen, Yunus gibi yani gider iken yakarsan egoyu, o zaman paçayı yırtarsın.” Bir an gözlerini kapadı ve de hafifçe kendi kendine mırıldandı Baba Erenler; “Örümcek kafalı ve de kuş beyinli güvercin olmakta fayda var.” “O da ne demek Erenler’im şimdi.” “Örümcek kafalı ve de güvercin olur isek o vakit kafaya ya da mağaranın girişine ağ öreriz ve de yumurtlarız! 0 vakit mağaradaki şah-ı nebiyi ağyarın nazarından korumuş oluruz.” “İlahi Erenler’im. Biraz da gündem'deki konulara değinsek.” “Gündem mi? Gün’ü bırak dem’e bak sen. Her gün, demleniyorum imanım.” Neme lazım sana şu genel geçer gündem Havva’dan geç Naciye’ye tutun ey Âdem Hoşça bakmıyorsun zâtına madem Zübde-i Âlem değil olursun züppe-i Âdem Düşür dilinden şu günceli Cümle hakikat sende münceli Evveli Ali’dir ahiri de Veli Tut kavi fevk-i yedd-i küll’deki o eli “Gerisi yok mu Erenler’im?” “Şimdi noktayı türaba gömdük. Bağı bostan eyledik. Mana salkımlarındaki her bir cümleyi ezip ab-
ı kelimeyi harf fıçısına doldurduk. Orada biraz dinlensinler. Biraz da biz dinleyelim ki kendini dinleyen rabbini dinler.” İNCİNSEN DE İNCİTME Baba Erenler çok sevdiği bir sahaf dostunun dükkânında yeni gelen kitaplara göz atar iken o esnada sahafa gelen bir müşteri dükkân sahibine; “Hz. Muaviye efendimizin hayatını anlatan bir kitap var mıdır?” diye sorar. Bu soru üzerine celallenen Baba Erenler adamın yakasına yapışır ve de: “Vay melun seni, demek o mazlum Hüseyin’i Kerbelâ’da şehid eden sensin,” der. Neye uğradığını şaşıran müşteri: “Ya beybaba ne kızıyorsun, Kerbelâ ile benim ne alakam var? Kerbelâ bundan yüzyıllar evvel oldu.” “Bilirim, bilirim de acısı hale taze sanki dün gibi” der Baba Erenler hüzünle. Olay yatışıp müşteri gittikten sonra dükkân sahibi Baba Erenler’e: “Ya hu Erenler, Hünkâr* demiyor mu incinsen de, incitme. Niye öyle çıkıştın adama?” *Hünkâr Hacı Bektaş Veli. “Öyle demiş güzel Hünkârımız. Ama sözün bir de diğer ciheti var.” “Nedir Erenler’im?” “İncinsen de diyor ya yani in **, cin sen de, ins u cin külli âlem ,sendedir. Hâsılı cümle kâinat sende demek oluyor vesselam. O melunun ismini duyunca da bütün o cinler tepeme çıktı ne yapayım. “İlahi Erenler!” der dostu da, Baba Erenler’e. ** İn: İns, insan (Türk Dil Kurumu sözlüğü). TOKMAK “Erenler’im, Hz. Peygamber buyurmuş ya: Ben ilmin şehriyim, Ali de onun kapısıdır diye. Ben de o kapının hizmetkârıyım. Ya sen Erenler?” “Valla nazarım bu divane de o kapının tokmağıdır.” “Tokmak mı? Ne demek o Erenler’im?” “E yedi delikli tokmak bunu bilmeyen ahmak.” ŞEHR-İ İSTANBUL Baba Erenler deniz kenarında bankta oturmuş bir yandan Boğaz’ı seyrediyor, bir yandan da dostuyla sohbet ediyordu. Bir ara dostu Baba Erenler’e dönerek;
“Erenler yeryüzünde içinden deniz geçen bir şehir var mı acaba bu yedi tepeli şehri İstanbul gibi?” diye sordu. “Olmaz mı imanım.” “Hangi şehir Erenler?” “Yedi tepeli değil ama yedi delikli, İstanbul değil ama İn- san-bul yani o şehir ki içinden derya geçen İnsan-ı Kâmildir.” “İnsan-bul da ne oluyor Erenler’im?” “İnsan bu/unca kendini, rabbini bulurmuş.” “E peki yedi delik ne oluyor?” “Ama olmaz ki, böyle uzatınca da fıkra olmaz ki! Burada müdahale etmem gerek bu genç dostumuza. Şimdi malumatfuruşluk yapacağım diye fıkranın lezzetini kaçırıyor köftehor.” “Aman Erenler’im bırak yazsın. İçinde kalır sonra. Bu fıkrayı okuyanlar da merak eder şimdi şu yedi deliği.” “Bırak da biraz merak etsinler. Bilenler biliyor zaten. Bilmeyenler de bir zahmet baksınlar cenab-ı google’a” “Bulurlar mı peki?” “E, kılavuzu google olanın...” ÇEVİRİ “Baba Erenler geçenlerde bir âşığımızın nefesini günümüz Türkçesine kendime göre çevirdim. Bir bakar mısın?” Baba Erenler şiiri alır ve de okur. Dostu sorar: “Ne düşünüyorsun Erenler. Nasıl olmuş?” “Valla imanım nefesi kendimize göre değil de kendimizi nefese göre çevirsek daha iyi olur.” CÖMERT Baba Erenler evine doğru gider iken mahallesinde oturan kendini bilmezin biri ona yaklaşarak ensesine şiddetle bir tokat atar. Acıyla arkasına dönen Erenler’e o kendini bilmez sırıtarak; “Ne o Erenler niye kızdın. Hani sen hep; her şey hakktan- dır, hakk neylerse güzel eyler diyordun. E bu tokat ta hakktan işte” der. “Haklısın evlat,” diyen Baba Erenler aynı şiddetle ama beş tokatla karşılık verir ve: “E bu tokat da hakktan,” der. Ne olduğunu anlayamayan o kişi biraz da sitemle: “Ama Erenler ben bir tokat attım sen ise beş tokatla karşılık verdin.” “Öyle ama hakk’ın cömertliği sınırsızdır evladım. 0 hep bire, beş verir.” “Bir de o çok iyi bilinen Bektaşi fıkrasındaki Baba Erenler tokat atana sadece dönüp bakmıştı. Sen ise tokat attın bana. Ben de sanmıştım ki!..”
“Her fıkraya inanma sen. Üstelik her zamanın Baba Erenler’i farklıdır evlat. Gâhî uslu gâhî deli. Hem o fıkradaki yediği tokat içinde kalmış ki şimdi de telafi ediyor ya hu.” İP “Ya hu Baba Erenler tabirimi mazur gör ama bu fakiri hiç iplemiyorsun.” “Benim ipimle kuyuya inilmez nazarım. Seni iplememem o sebepten.” “Olur mu Erenler’im?” “Olur tabii. Kuyuya kendi ipinle ineceksin amma o kuyudan Hakk’ın ipiyle* çıkacaksın ki Mısır’a sultan olasın Hz. Yusuf gibi.” “Aman Erenler sen de her duruma bir kulp buluyorsun yani.” “E öyle evlat, sağlam kulpa** tutunmuşum da ondan” * Allah’ın ipine sımsıkı tutunun. (Âli lmrân:103). **Urvetiül Vuskâ (Sağlam Kulp): Yüzünü Allah’a teslim eden, en sağlam kulpa yapışmıştır. (Lokman:22) BIRAKTIĞIN GİBİ “İmanım nasılsın?” “Valla Erenler’im en son bıraktığın gibiyim işte. Pek bir değişiklik yok. İyiyim çok şükür. Peki, sen nasılsın Erenler’im?” “Valla imanım bıraktıkları gibiyim işte.” “Kimin bıraktığı gibi? Nasıl bıraktıkları gibi anlamadım.” “En son anne rahmine bırakmışlardı. O gün bugündür aynıyız. Rahmetteyiz çok şükür.” KERAMET BAŞTADIR “Baba Erenler bugünlerde birçok kaynaktan derlenen bir kitap okuyorum. Ya sen Erenler’im?” “Fakir de bir Er’den derlenen canlı kitabı okumaya çalışıyorum.” “Ne güzel. Ben kitabı okuyup bitirdim. Ya sen?” “Pek bitecek gibi gözükmüyor.” “Nasıl?” “Okumaya doyamıyorum. Sona geldiğimi zannettiğimde bakmışım ki hep başa dönüyorum. O yüzden hep baş! sayfadayım.” “Peki, kaç sayfası var kitabın?” “Kitap sadece baş sayfadan ibaret. Ama oku oku bitmiyor. Başı var sonu yok sayfanın.” “Nasıl? Anlamadım?” “Baştan başa sadece tek sayfası o kadar. Sadece baş sayfayı okuyunca tüm kitabı okumuş
oluyorsun zaten.” “Neden?” “E keramet baştadır da ondan.” “Ya baş sayfayı atlayarak okursak o zaman ne olur?” “Baştan kaybederiz.” ZİP DOSYASI* “Baba Erenler âşıklar nutuklarını neden dörtlükler halinde söylüyorlar çok merak ediyorum doğrusu.” “Âşık, hakikati dört dörtlük söyler de ondan imanım.” “Eyvallah Erenler. Hakkın sonsuz ilmini getirip bu dörtlüklere sıkıştırıvermişler. Büyük bir marifet doğrusu.” “Haklısın nazarım. Sonsuz hakikat bilgisi bu dörtlüğe sıkıştırılmış. Aşığın dörtlüğü hakikatin Zip dosyası ya da zat dosyasıdır.” “Ama bazen de beytler halinde söylüyorlar. Buna ne dersin Erenler’im?” “Âşığın gönlü beytullah ise nutku nefesi de beyt ile olur imanım.” * Zip Dosyası: Bilgisayardaki büyük ebattaki dosyaların hafızada fazlaca yer kaplamaması için söz konusu dosya ebatlarının sıkıştırılarak içine konulduğu bir dosyalama türü. ZEN MASTER* “Baba Erenler, geçen gün İstanbul’a gelen bir Zen Mas- ter’in konferansına gittim. Çok güzel şeyler öğrendim. Bende yeni ufuklar açtı. Ama bu sadece tanıtım amaçlıymış. Devamını bir kurs şeklinde ücret karşılığında yapacaklarmış. Karar verdim gideceğim. Ben de bir Zen Master olmak istiyorum. Zannederim hakikate dair farklı bilgiler öğreneceğim.” “Zan ile hakikat bulunmaz imanım. Bana kul hakkı ile gelmeyin diye buyurmuş ya yaradan...” “E, zan ile bunun ne ilgisi var Erenler?” “İlgisi şudur ki; kul bana zannındaki Hakk ile gelmesin demektir vesselam.” “Zanmmızla gidersek ne olur Erenler?” “O zaman Zen master değil Zan master olursun.” * Zip Dosyası: Bilgisayardaki büyük ebattaki dosyaların hafızada fazlaca yer kaplamaması için söz konusu dosya ebatlarının sıkıştırılarak içine konulduğu bir dosyalama türü. IŞIK HIZI “Baba Erenler ışık mı daha hızlıdır yoksa âşık mı?” “Elbette âşık.” “Niye Erenler’im?” “Işık saniyede 300.000 km hızla yol alır gider.” “Peki, âşık?”
“E ışık giderken, âşık onun gidip varacağı yerden geliyordur zaten. Hem, ışık hızla yol alırken âşık daima yol verir maşuka.” SERENAT* “Ya hu Erenler bizim oğlan bir kıza deliler gibi âşık olmuş. Öyle ki kerata önceki akşam işi iyice ilerletip sevdiği kızın kapısında serenat bile okumuş.” “Ne güzel işte. Nesi kötü bunun. İnsan sevdiğine serenat okumayacak da kime okuyacak imanım?” “Öyle, yine de endişeliyim işte. Peki, Erenler sen hiç gençliğinde serenat okudun mu?” “Serenat değil ama bir Er’e naat** okumuşluğum vardır imanım. Halen de okumaktayım.” * Serenat: Ortaçağda, gezgin şair ve müzisyen olan troubadour’lar tarafından, sevilen kadına saygı gösterisinde bulunmak için geceleri, onun penceresi altında lavta, gitar, mandolin gibi çalgılar eşliğinde söylenen şiirler, şarkılar. ** Naat: Alevi-Bektaşi şiir geleneğinde Hz. Muhammed ve Hz. Ali başta olmak üzere diğer yol büyüklerine övücü mahiyette yazılmış olan bir şiir türü. ANLA BENİ “Baba Erenler, bugünlerde bir garip güzel haller var bende. Uçar gibiyim. Ayaklarım yere değmiyor sanki. Herkesi ayırmaksızın seviyorum. Herkesi kucaklamak istiyorum. Hep derinimden gelen o seda ile uyanıyorum sabahları. Son zamanlarda hep o güzel rüyayı görüyorum: Dergâhtayım ve de etrafımda dervişler pervane olmakta. ” “Ne mutlu sana insan daha ne ister ki?” “Ama bu hallerimi kimseyle paylaşamıyorum. Kiminle konuşsam beni anlamıyor. Karşıdan bir cevap ya da onay gelmiyor.” “Bu güzel haller sende var ise bir başkasına ne hacet var. Eminsen bu halinden, bu onay ve anlaşılma beklentisi nedir ki. Böyle bir beklentin var ise o zaman o duygularının cemi cümlesi kendini kandırmaktan ibaret geçici bir bahar esintisidir o kadar.” “Ama!” “Ama’sı yok bunun. Eminsen, dergâhtasın ama değilsen o zaman sana derim ki; Gönül çekemezsen dergâhın nazını, ne dervişe dokun ne de piri incit. Eğer içemezsen aşkın şarabım, ne meyhaneye dokun ne de sakiyi incit. ” PERVANE Kalabalık bir ortam. Her meşrepten, tarikattan oturup sohbet etmekte. Sohbetin en ateşli yerinde sözü der ki: “Bizim tarikimize dâhil olanlar pervane misali dururlar ve nihayetinde ateşe girip yanarlar.” deyince oturup konuşulanları dinleyen Baba Erenler
müteşekkil bir topluluk dinlenir yaşlıca bir kimse aşk ateşinin etrafında döner o ana kadar kenarda sessizce
tebessümle: “Azizim öyle diyorsun amma burnuma hiç yanık kokusu gelmiyor,” der. Bunun üzerine ortalık buz keser. Az evvel konuşan biraz bozulur gibi olur ve kızgınlığını belli etmeyerek; “Peki, sence nasıl olmalı Erenler,” diye sorar. “Valla imanım âşık dediğin öyle bir pervanedir ki ateş onun etrafında döner ve sonrasında pervaneye girip orada yanar.” ALEM * ya da ÂLEM ** Baba Erenler ihvanı ile birlikte Topkapı Sarayı’nı gezmektedir. Bir ara dostlarından biri İran’dan gelen bir alemin üzerindeki yazıyı göstererek; “Baba Erenler alemin üzerindeki yazıyı görüyor musun Allah-Muhammed-Ali yazıyor.” “Yazacak tabii imanım onlar bir! Âlem’dir çünkü.” “Nasıl Erenler’im anlamadım.” “Allah’daki elif, Muhammed’deki mim ve de Ali’deki ayn harfinin ebcedi toplam da 111 eder ki bak işte hepsi de birebir birlikteler.” “Aman Erenler’im bir âlemsin yani.” “Hepimiz bir alemiz ya hu. İnsan da gösterdiğin bu aleme benzer. Vücûdumuz bu alemin bağlı olduğu ince uzun çubuk, alemin kendisi ise vücudumuzdaki başımız gibidir. İşte başımızda yer alan yüzümüzde de ‘Allah-Muhammed-Ali’ yazar. “Erenler’im o zaman aşk olsun bu âleme ve de aleme.” * Alem: Sancak, bayrak. ** Âlem: Kâinat, dünya. BİR ŞEY “Erenler bir şeyi merak ediyorum. Bu arifler her bir şeyi biliyorlar mı acaba?” “Her bir şeyi olmasa bile bir şeyi mutlaka biliyorlar.” “Nedir o bir şey?” “E işte bir! olan şeyi biliyorlar.”
“Pek bir şey anlamadım, ama neyse. Peki, o yüzden mi o bir şeyi bilen ariflere dîli dânâ * diyorlar?” “Elbette.” “Peki, bilmeyenlere ne demeli Erenler’im?” “Tabii ki deli dana!" * Dîl-i Dânâ: Bilen kalp (gönül). İNCELTME İŞARETİ “Baba Erenler bu a harfinin üzerindeki inceltme işaretini niye kaldırdılar anlamadım gitti.” “Nazarım bu durum tam da şu zamanın hallerine denk düşüyor.” “Nasıl Erenler’im?” A’nın üzerindeki inceliği kaldırınca Âdem'in* inceliği de, Adem** oldu gitti. İncelikten, zarafetten eser yok artık. Varsa yoksa kaba kuvvet ve kaba sözler. Kisb u kâr*** edemez olduk zarafetten çünkü kâr'ımız kar gibi eridi gitti vesselam.” “Erenler’im bu yazı pek fıkra gibi olmadı ama. Daha çok sitem gibi oldu.” “Olsun imanım bu sitemde, kâr'ımız olsun?” *Âdem: Varlık. **Adem: Yokluk, ölüm, yok olma. ***Kisb u kâr: Elde edilen kazanç. ARİF Baba Erenler sevdiği bir dostunun rahatsızlandığını duyunca kendisini ziyarete gider. “Hayırdır nazarım geçmiş olsun. Ne oldu?” “Sorma Baba Erenler idrar yollarımda iltihaplanma vardı. Uzman bir hekime gittim. Sağ olsun bir ilaç yazdı. Rahatladım biraz. Kısa zamanda idrar yollarındaki iltihaplanmanın iyileşeceğini söyledi.” “Bu uzman hekim idrar yollarındaki iltihaplanmaya deva olur ama arifler her derde devadır imanım.” “Hangi derde mesela Baba Erenler?” “Ol ariflerdir ki idrak yollarındaki iltihaplanmayı giderirler.” İÇKİ “Baba Erenler merakımı mazur gör, ama içkili iken ayin-i cem’e girilir mi?” “Evlat içkili iken bilmem, ama için kirli iken sakın girme.”
YANARDAĞ “Erenler, şu kibirli insanları hiç sevmiyorum nedense. Hani böyleleri benlik dağına benzetilmiş ya. Hakikaten kibirlerinden bu dağın yamacına yanaşılmıyor.” “Öyleler imanım. Ama bir de yanardağ misali olanlar var ki her daim love * püskürtürler.” “Eyvallah Erenler’im.” * Love: Sevgi, aşk anlamına gelen İngilizce bir kelime. Türkçede lav diye okunur SAKALLI Harabi der sana bir iş yaparlar Aç gözünü sofu, sonra açarlar Ağzının içine bir gün sıçarlar Sen her sakallıyı baban mı sandın Harabi (19. yy) “Baba Erenler uzun zamandır rüyamda ak sakallı bir dede görüyorum. Bana bir işe girişmeden evvel şunu şunu yapacaksın diyor. Valla Erenler ne söylediyse hep boşa çıktı. Her defasında inandım, dediğini yaptım, ama beni hep yanılttı. Ama o kadar hakikiydi ki. Söylediklerini hep hakikat belledim.” “Ya hu imanım bu sakallılar her gün ekrandalar zaten görmüyor musun? Yetmiyor bir de rüyalarımıza giriyorlar. Nazarım hakikat sakallı değil saklı olandır.” ALDATMA Baba Erenler, refiki ile yolda yürümektedir. Hava günlük güneşlik iken birden kararır ve de yağmur yağmaya başlar. Bunun üzerine refiki; “Erenler’im meteorolojiye bakarsan bugün güya hava güneşliydi ama şu halimize bak sırılsıklam ıslandık. Bu havaya bakarsan çok aldanırsın Erenler’im değil mi?” der. Bunu üzerine Baba Erenler’de tebessümle der ki; “Haklısın imanım. Havva’ya bakan aldanır. Aynen Âdem Babamız gibi.” “Ya hu Erenler’im Havva, Âdem’i elma ile nasıl aldatmış anlamıyorum doğrusu.” “Nazarım elma olan Âdem’in kendisidir zaten.” “Nasıl Erenler’im anlamadım.” “Âdem elması diye bir şey duydun mu?” “Evet, Baba Erenler duydum. Erkeklerde görülen gırtlak çıkıntısıdır.”
“İşte İblisde, Havva’ya bu âdemi çıkıntıyı ya da elmayı gösterip al, dat şunu demiş.” AÇMA SIRRIN NADAN OLANA Bu sözleri sanma her insan anlar Kuşdilidir bunu Süleyman anlar Bu sırrı müphemi arifan anlar Çünkü cahillerden pinhan eyledik Harabi (19. yy) “Ya hu Baba Erenler sırrı faş* edenlere ne demeli sence?” “Ne denir ki imanım. Sırrı faş edene faşist denir.” * Faş: Aşikâr, açığa çıkmış. HANDYCAM* Baba Erenler bir ayin-i cem’e katılmak için cem-haneye gider. İçerisi ana baba günüdür. Kameralar, ışıklandırma, koşuşturma. Herkeste bir garip telaş. Erenler ne olup bittiğini anlamak için yanındaki gence sorar: “Evlat ne oluyor böyle?” “Erenler cem’i TV’den naklen yayınlayacaklar da...” “E hadi bu kameraları anladık. Peki diğerlerinin ellerindeki ne oluyor evladım?” “Ha onlar mı onlar da hendikem. İnsanlar hatıra kalsın diye cemi kayıt altına alacaklar.” “Peki, evladım bu cemdeki on iki hizmetliden biri olan gözcü ne işe yarıyor.” “Tabii ki cemi kem gözlerden korumak için orada.” Bunu üzerine Baba Erenler sitemkâr bir şekilde sorar: “İyi ama evlat bu hendikem gözden kim koruyacak bizi?” * Handycam: El kamerası. Türkçede hendikem diye okunur. TANRI TANIMAZ “Baba Erenler geçenlerde Alman filozof Nietzsche’nin Böyle Buyurdu Zerdüşt isimli kitabını okurken orada bir söz dikkatimi çekti.” “Nedir o imanım?” “Tanrı öldü, diyor. O nasıl bir söz Erenler’im. Tanrı-tanımaz birinin hezeyanları bunlar.” “Ben de Hakk’dan özge tanrıtanımazım.”
“Ne demek bu şimdi Erenler’im?” “Tanrı ölse dahi Hakk bakidir nazarım. Hakk’ı bilen kendi zannındaki Tanrı’yı öldürür.” “Hakk ayrı, tanrı ayrı mı yani.” “Öyle tabii. Bak ne diyor güzel yaradan; Allah’ın yanında diğer bir tanrıya daha kulluk etme. İlah yok O’ndan başka. O’nun yüzü dışında her şey helak olacaktır.* Velhasıl demem o ki Hakk’ı tanır tanımaz, oldum tanrı-tanımaz.” * Kasas Suresi. SU “Erenler hani derler ya hayat su ile kaimdir, onunla hayat bulur bu yaşam. Ne kadar haklılar değil mi?” “Öyle ama eksik gibi geldi bu tespit bana.” “Niye Erenler’im?” “Hayat aşk ile kaimdir. Onunla hayatiyet kazanır bu yaşam nazarım.” “Eyvallah doğrudur Erenler’im.” “Peki, imanım suyun kimyasal formülü nedir?” “Aş iki o dur (H20). Peki, aşkın formülü nedir Baba Erenler?” “Aşk ki o dur. O’ndan gayri aşk yoktur.” EZAN Ben kulumun zannı üzerim Hadis-i Kudsi Günlerden Cuma. Cuma namazı için ezan okumaktadır. Kalabalık bir topluluk namaz için camiye doğru ilerlerken karşı yönden Baba Erenler gelmektedir. Topluluktan biri Baba Erenleri görünce sorar; Baba Erenler nereye böyle. Gelmeyecek misin cuma namazına. Bak ezan okunmakta Gelemem evladım olmaz Niye Erenler E, zann* ile okuyor da ondan. * Zann: Şüphe.